T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI

1945–1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE Siyasi Yapı, Ekonomi, Dış Politika, Eğitim ve Sosyo-Kültürel Yapı, Din, Askeri Yapı ve Basın

Hazırlayan Sabit DOKUYAN

Danışman Prof. Dr. Mustafa KESKİN

(Doktora Tezi)

Nisan 2013 KAYSERİ

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI

1945–1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE Siyasi Yapı, Ekonomi, Dış Politika, Eğitim ve Sosyo-Kültürel Yapı, Din, Askeri Yapı ve Basın

(Doktora Tezi)

Hazırlayan Sabit DOKUYAN

Danışman Prof. Dr. Mustafa KESKİN

Bu çalışma; Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından SBD-11-3571 kodlu proje ile desteklenmiştir.

Nisan 2013 KAYSERİ i

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK

Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve referans gösterdiğimi belirtirim.

Sabit DOKUYAN İmza:

ii

iii

iv

ÖNSÖZ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokrasi anlayışını iki döneme ayırmak mümkündür. Bu iki dönemin ilki olarak niteleyebileceğimiz 1923-1945 yılları arasında Türkiye’de, tek parti ideolojisi siyasete ve toplumsal hayata tamamen hâkim olmuştur. Süreç içerisinde kişi hak ve özgürlükleri yer yer tek parti anlayışına feda edilmiştir. İlgili dönemde mahalli ve genel seçimler tabiî ki de yapılmıştır ama bu bir ritüelden öteye geçememiştir. Anayasa her ne kadar demokratik bir karaktere sahip olsa da diğer kanun uygulamaları demokrasi ve insan haklarından oldukça uzak bir anlayışla yürürlüğe konulmuştur. 1930’lu yıllarda Avrupa’da dirilen tek parti ve tek şef uygulamasından Türkiye de nasibini almıştır. Özellikle İsmet İnönü tek adam anlayışının en büyük savunucusu olmuştur. Demokrasi anlayışında ikinci dönem olarak nitelendirilecek zaman dilimi ise 1945 sonrasını kapsamaktadır. Türkiye artık çok parti anlayışını sahiplenmeye ve Türk halkı da demokrasinin güzelliklerini yaşamaya başlamıştır. Halkın varlığının ve gücünün tam manasıyla kabul edildiği bu yeni süreçte, yıllarca halktan uzak kalmış olan Türk siyasetinin köylere indiği görülmüştür. Halk artık iktidarların devamının tek dayanağı haline gelmiştir. Kurulan yeni partilerden halkın isteklerine cevap verecek olanlar yaşamaya ve güçlenmeye başlarken, bir hevesle kurulan ve temelsiz bir görüntüye sahip siyasi oluşumlar ise yok olup gitmişlerdir. Bir anda onlarca partinin, sendikanın ve derneğin kurulduğu 1945-1950 yılları arasında yaşanan demokratikleşme süreci, Türkiye’nin siyasi kimliğinin de temellerini atmıştır. Muhafazakâr, sosyalist, demokrat ve milliyetçi olarak sınıflandırabileceğimiz siyasi bölünmenin ilk ciddi emeklemeleri bu dönemde gerçekleşmiştir. Günümüzde mevcut bulunan siyasi yapılanmaların soy ağaçları, bahsi geçen yıllar arasındaki oluşumlara dayanmaktadır. Çalışmamız içerisinde 1945-1950 yılları arasındaki Türkiye’nin genel bir değerlendirmesinin yapılması amaçlanmıştır. Bu bakımdan oldukça kapsamlı bir içeriğe sahip bulunan çalışma; arşiv belgeleri, Meclis tutanakları, dönemi yaşayan kişilerin hatıraları, dönemin süreli yayınları, makaleler, dönemle ilgili yapılmış tezler ve ansiklopediler ışığında şekillendirilmeye çalışılmıştır. Süreçle ilgili çok fazla bilgi ve belgenin olması hazırlık aşamasında güçlükler çıkarsa da veriler konu bütünlüğü içerisinde sunulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde, Türkiye’nin 1945-1950 yılları arasında dış politikası üzerinde bir değerlendirme yapılmıştır. Dış politikanın iç politika ve özellikle demokratikleşme konusundaki etkileri göz önünde tutularak bu başlık ilk olarak verilmiştir. İkinci bölümde, siyasi yapı üzerinde durulmuştur. Çok partili hayata geçiş, toplumun yeni yapıya olan yaklaşımı, dönem içerisinde kurulan parti ve dernek yapılanmaları, süreç içerisinde gerçekleşen seçimler bölüm içerisinde değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Üçüncü bölümde, eğitim, sosyo-kültürel yapı ve ekonomi konularına yer verilmiştir. Bölüm içerisinde öncelikle Türkiye’nin dönem içerisinde sahip olduğu eğitim-öğretim profili çizilmeye çalışılmış, konuyla ilgili çalışmalar ve tartışmalar sunulmuş, sosyo-kültürel hayat ile ilgili değişkenlerden genel hatlarıyla bahsedilmiştir. Ekonomik yapı da bölüm içerisinde değerlendirilmiş ve Türkiye’nin iktisadi karakteri, dış politikanın v

ekonomik yapı üzerindeki etkileri, halkın refahına yönelik atılan adımlar tahlil edilmiştir. Dördüncü bölümde, dönemin en çok tartışılan ve siyaset içerisinde de varlığını hissettiren din olgusu üzerine bir tahlil yapılmaya çalışılmıştır. Halkın isteği doğrultusunda din konusunda atılmış olan adımlar ve bu adımların yansımaları da bölüm içerisinde yer almıştır. Askeri yapının genel çerçevesi de bu başlık altında çizilerek, dönem içerisinde gerçekleşmiş olan askeri olayların tahlilleri yapılmıştır. Son olarak siyasi ve sosyal yapının en önemli aynası olan basın üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu bölümde ayrıca dönemin süreli yayınları farklı kaynaklardan elde edilen veriler ışığında tablolaştırılmaya çalışılmıştır. Oldukça meşakkatli olan ve uzun zamanımızı alan bu çalışmanın son şeklini alması sürecinde desteklerini esirgemeyen; başta tez danışmanım ve kıymetli büyüğüm Sayın Prof. Dr. Mustafa Keskin’e, tez izleme komitemde bulunan Sayın Doç Dr. Serdar Sakin’e ve Doç Dr. Mehmet Öcal’a, çalışmalarım esnasında bana tahammül ederek sorumluluklarımı severek üstlenen çok kıymetli eşim Aysun Fidan Dokuyan’a, çalışmam süresince yeterince ilgi gösteremediğim ve zaman ayıramadığım sevgili oğullarım Yiğit Efe ve Utku Sami Dokuyan’a teşekkürlerimi ve saygılarımı sunmaktan büyük mutluluk duymaktayım. Sabit DOKUYAN Nisan 2013 KAYSERİ

vi

1945–1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE Siyasi Yapı, Ekonomi, Dış Politika, Eğitim ve Sosyo-Kültürel Yapı, Din, Askeri Yapı ve Basın Sabit DOKUYAN Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Nisan 2013 Danışman: Prof. Dr. Mustafa KESKİN

ÖZET

Demokrasinin en önemli aşamalarından birisi çok partili hayata geçiştir. Türkiye çok partili hayata geçiş konusunda sıkıntılar yaşamış ve ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bu amacına ulaşabilmiştir. Birden fazla partinin ortaya çıkışı doğal olarak devlet yönetim anlayışında da büyük bir değişimi beraberinde getirmiştir. Öncelikle dış politikada, demokratik devletler Türkiye’nin en büyük dayanağı haline gelmişlerdir. Özellikle ABD; siyasi, askeri, ekonomik ve stratejik manada Türkiye’nin en önemli müttefiki mertebesine yükselmiştir. Siyasi teşekküllerin sayısının artışı iç politikada faklı düşüncelerin rahatça tartışılabilmesine de zemin hazırlamıştır. Yıllarca susarak verilenle yetinen Türk halkı artık kendini ifade edebilme imkânına sahip olmuştur. Ekonomik hayatta da önemli rahatlamalar yaşanmaya başlanmış, serbest ekonomi uygulamalarının artmasıyla birlikte katı devletçi yapı büyük darbe yemiştir. Türk işadamı, tüccarı ve sanayicisi de kendi öz dinamiklerini harekete geçirerek ekonomik hayatın doğal bir parçası haline gelmeye başlamıştır. Eğitim konusunda da önemli atılımlar çok partili hayata geçişin bir uzantısı olarak kendisini göstermiştir. Özellikle din eğitimi konusunda daha önceden yaşanan kısıtlamalar büyük oranda ortadan kalkmış, insanların dini ihtiyaçlarının karşılanmasının insan hakları gerekliliği olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Askeri manada ise; Türk askeri gücü varlığını demokrasinin teminatı olarak görmeye başlamış ve Kore Savaşı’na dahil olmuş, NATO içerisine girmiştir. Türk basını da oluşan özgür ortam içerisinde hızla palazlanmış ve büyük bir itici güç olduğunu kanıtlamıştır. Çıkarılan gazete ve dergi sayılarında artış gözlendiği gibi okuyan insan sayısında da ciddi artışlar yaşanmıştır. Bu çalışmamız kapsamında Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden ve her alanda yaşadığı değişim ele alınmıştır. Dönemin öne çıkan gelişmeleri; arşiv belgeleri, meclis tutanakları, resmi yayınlar, tetkik eserler, hatıralar, daha önce hazırlanmış bilimsel tezler ve makaleler ışığında değerlendirilmiştir. Konular açıklanırken, bir bütünlük yakalanması adına, vakaların öncesi ve sonrasına da kısa geçişler yapılmıştır. Metine eklenen tablolar ve istatistikî veriler yardımıyla da dönem ile ilgili daha açık ve bilimsel bir ifade şekli yakalanmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1945-1950, Siyaset, Din, Dış Politika, Ekonomi, Kültür, Eğitim, Basın, Ordu.

vii

TURKEY BETWEEN 1945-1950 Political Structure, Economy, Foreign Policy, Education and Sociocultural Construction, Religion, Military Construction and Press Sabit DOKUYAN Erciyes University, Institute of Social Sciences PhDThesis, April 2013 Advisor: Prof. Dr. Mustafa KESKİN

ABSTRACT

One of the most important aspects of democracy is passing to pluralism in political life. had lived many problems in passing to political pluralism, however, achieved this aim just after Second World War. The case of establishing many parties brought a natural change in the system of the state. Firstly, in foreign policy, the other democratic countries have become Turkey’s supporters. Especially, U.S.A has become the most important ally of Turkey from the political, military, economic and strategic aspects. The increase in the number of political parties has led the chance of discussing different ideas freely in domestic policy. Turkish society, which had always been content with what has been given, had the chance of express itself freely. There were even improvements in economic life and with the increase in applying liberal economy, strict state socialism had taken a great damage. Turkish businessmen, traders and industrialist have started to become a natural part of economic life by empowering their self- dynamics. Important enterprises in education have appeared as a continuance of passing to pluralism in political life. Especially, the restrictions on religious education, which had been experienced many times before, has been disappeared in a great amount, in addition, it had been understood that living a religious life is a part of human rights. From the military aspect, the military power was seen as the assurance of democracy and for this aim they had taken part in Korean War and NATO. Turkish press has grown in that free atmosphere and proved that it is a great impulse. There was not only an improvement in the number of published newspapers and journals but also in the number of people who read. In this work, the change, which Turkey has undergone after World War II in almost every area, was analyzed. The important events of the period, archive documents, council reports, official issues, investigation works, memories and scientific theses and essays, which had been written before, were examined. When the subjects were being explained, before and after of the events were told briefly to achieve collectivity. With the help of the tables and statistics, which were added to the text, it was tried to have a more scientific and fluent way of utterance.

Key Words: Republic of Turkey, 1945-1950, Politics, Religion, Foreign Policy, Economy, Culture, Education, Press, Army.

viii

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK ...... İ ÖNSÖZ ...... İV ÖZET...... Vİ ABSTRACT ...... Vİİ İÇİNDEKİLER ...... Vİİİ KISALTMALAR ...... Xİİ TABLOLAR LİSTESİ ...... Xİİİ 1. GİRİŞ ...... 1

1.1. TEZİN KONUSU ...... 1 1.2. TEZİN AMACI VE ÖNEMİ ...... 2 1.3. LİTERATÜR DEĞERLENDİRMESİ...... 3 1.4. YÖNTEM ...... 7 1.4.1. Araştırmanın Modeli ...... 7 1.4.2. Verilerin Toplanması ...... 7 1.5. GENEL BİLGİLER...... 7 1.5.1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’nin Konumu ve Tarafların Türkiye’yi Savaşa Sokma Çabaları ...... 7 1.5.2. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Düzenlenen ve Türkiye’yi İlgilendiren Konferanslar ...... 8 1.5.3. Savaşın Sonu Yaklaşırken Türkiye’nin Durumu ...... 9 1.5.4. Yalta Konferansı ve Türkiye’nin Resmen Savaşa Dahil Olması ...... 11 1.5.5. San Fransisco Konferansı ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın Kuruluşu ...... 13 1.5.6. Birleşmiş Milletler Anayasası’nın Türkiye’de Onaylanması...... 15 1.5.7. Potsdam Konferansı ve Boğazlar Konusunun Gündeme Gelişi ...... 16 2. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI ...... 18

2.1. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONA ERİŞ SÜRECİ ...... 18 2.2. İMZALANAN BARIŞ ANLAŞMALARINDA TÜRKİYE’NİN DURUMU ...... 19 2.3. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONUNDA SÖMÜRGECİLİĞİN YEDİĞİ BÜYÜK DARBE ...... 21 2.4. DÜNYADA SİYASAL PARÇALANMA, SOĞUK SAVAŞ KAVRAMI VE DOĞU BLOĞUNUN OLUŞUMU ...... 22 2.4.1. Komünist Bloğun Dayanağı Kominform (Communist İnformation Bureau) ve Comecon(Council of Mutual Ekonomic Assistance)’un Kuruluşu ...... 24 2.4.2. Doğu Bloğu’nda İlk Çatlak: Yugoslavya’nın Birlikten Ayrılışı ...... 25 2.5. BATI BLOĞU’NUN OLUŞUMU VE GELİŞİMİ ...... 26 2.6. DOĞU BLOĞU İLE BATI BLOĞU ARASINDA ÇATIŞMA ALANLARI ...... 29 2.7. TÜRKİYE İLE SOVYETLER BİRLİĞİ ARASINDA İLİŞKİLER VE SOVYETLERİN SAVAŞ SONU İSTEKLERİ...... 31 2.7.1. Rusların İlk Resmi İstek Notası(7 Haziran 1945)...... 34 2.7.2. Potsdam Konferansı’nda Rus İstekleri ...... 37 2.7.3. ABD’nin Rus İstekleri Karşısında Takındığı Tavır ...... 39 ix

2.7.4. Türkiye Aleyhindeki Ermeni-Gürcü İstekleri ve Sovyetler Birliği’nin Tavrı ...... 40 2.7.4.1. Rus-Gürcü ve Ermeni Taleplerinin Basındaki Yansımaları ...... 46 2.7.5. Sovyetler Birliği’nin 7 Ağustos 1946 Tarihli Notası ve Boğazlar Sorunu ...... 48 2.7.5.1. Sovyetler Birliği Notasına ABD-İngiltere ve Türkiye’nin Cevabi Notaları ...... 49 2.7.6. Sovyetler Birliği’nin 24 Eylül 1946 Tarihli Yeni Notası ve Verilen Cevaplar ...... 51 2.7.7.Karşılıklı Notalardan Sonra Türk-Sovyet İlişkilerine Genel Bir Bakış ...... 54 2.8. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ...... 58 2.9. ORTA DOĞU VE İSLAM DÜNYASI İLE OLAN İLİŞKİLER...... 62 2.9.1. Türkiye İle Orta Doğu Devletleri Arasında Yaşanan Yakınlaşmalar ...... 64 2.9.2. Filistin Sorunu, Arap İsrail Savaşları ve Türkiye ...... 70 2.10. TÜRKİYE’NİN AVRUPA DEVLETLERİYLE İLİŞKİLERİ ...... 74 2.10.1. Bulgaristan’la Olan İlişkiler ve Bulgaristan’dan Anadolu’ya Türk Göçleri ...... 78 2.10.1.1. 1950 Öncesinde Bulgaristan Türklerinin Anadolu’ya Yaptığı Göçler ...... 80 2.10.1.2. 1950 Yılında Bulgaristan’dan Yapılan Türk Göçleri ...... 81 2.10.1.3. Dönem İçerisinde Gerçekleşen Diğer Göçmen Olayları ...... 86 2.10.2. Türkiye-Yunanistan İlişkileri ...... 88 2.10.2.1. Kıbrıs Meselesi Çerçevesinde Türk-Yunan İlişkileri ...... 90 2.11. 1945-1950 YILLARI ARASINDA ELÇİLİKLERİMİZ VE ELÇİLERİMİZ ...... 94 3. 1945-1950 YILLARI ARASINDA SİYASİ YAPI VE İÇ POLİTİKA ...... 100

3.1. DEMOKRASİ KAVRAMI, TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİYE GEÇİŞİNDE İÇ VE DIŞ DİNAMİKLER ...... 100 3.1.1. Demokrasiye Geçişte İnönü Faktörü...... 105 3.1.2. Demokrasiye Geçiş Sürecinde Antidemokratik Kanun ve Uygulamalarda Yapılan Değişiklikler ...... 107 3.2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI CUMHURİYET HALK PARTİSİ VE HALKIN PARTİDEN KOPUŞ NEDENLERİ ...... 113 3.2.1. CHP içerisindeki Kopuşun İlk Ciddi Adımı: Dörtlü Takrir...... 117 3.2.2. Cumhuriyet Halk Partisi İçindeki Muhaliflerin Tasfiye Edilmesi Süreci ...... 119 3.3. DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULMASI SÜRECİ ...... 124 3.3.1. Demokrat Parti’nin Resmi Kuruluşunun Gerçekleşmesi ...... 127 3.3.2. Demokrat Parti’nin Halkı Yanına Çekme Çabaları ...... 129 3.4. BELEDİYE SEÇİMLERİNİN ÖNE ALINMASI VE SEÇİMİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ(26 MAYIS 1946) ...... 132 3.5. MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİNİN ÖNE ÇEKİLMESİ GAYRETLERİ ...... 135 3.5.1. Milletvekili Seçim Kanununda Yapılan Değişiklikler ...... 136 3.5.2. Milletvekilliği Seçimi Öncesi Yapılan Propaganda Çalışmaları ...... 138 3.5.3. 21 Temmuz 1946 Tarihli Milletvekili Genel Seçiminin Yapılması ...... 143 3.5.4. 21 Temmuz Seçimleri Sonrasında Yaşanan Tartışmalar ...... 146 3.6. MEVCUT SEÇİM KANUNUNA GÖRE YAPILAN DİĞER SEÇİMLER ...... 151 3.7. RECEP PEKER HÜKÜMETİ (7 AĞUSTOS 1946-10 EYLÜL 1947) ...... 154 3.7.1. Peker Hükümetinin Zayıflaması ve 35’ler Harekâtı ...... 156 3.8. DEMOKRAT PARTİNİN BİRİNCİ KONGRESİ (7-11 OCAK 1947) ...... 158 3.8.1. Cumhuriyet Halk Partisi İle Demokrat Parti Arasında Yaşanan Çatışmalar ...... 160 3.8.2. İnönü’nün İki Parti Arasında Arabuluculuk Çabası:12 Temmuz Beyannamesi ...... 165 3.9. BİRİNCİ HASAN SAKA HÜKÜMETİ(10 EYLÜL 1947-10 HAZİRAN 1948)...... 169 3.9.1. Saka Hükümeti Döneminde Toplanan CHP Yedinci Büyük Kongresi (17 Kasım- 4 Aralık 1947) ve Parti Politikalarında Yumuşama ...... 170 3.9.2. İkinci Hasan Saka Hükümeti(10 Haziran 1948-16 Ocak 1949) ...... 173 3.9.3. İkinci Saka Hükümeti Döneminde Yapılan Seçim Kanunu Düzenlemesi ...... 175 3.10. DEMOKRAT PARTİ İÇERİSİNDE MUHALEFETİN OLUŞMASI ...... 179 3.10.1. Demokrat Parti İçinde Bölünme Gerçekleşiyor...... 181 x

3.10.2. Demokrat Parti İkinci Büyük Kongresi(20-24 Haziran 1949) ...... 185 3.10.3. Milli Husumet Andı Tartışmaları ...... 186 3.11. CHP’NİN SON HÜKÜMETİ: ŞEMSETTİN GÜNALTAY HÜKÜMETİ (16 OCAK 1949-22 MAYIS 1950) ...... 188 3.11.1. Günaltay Hükümeti’nin Seçim Kanunu’nda Yapmış Olduğu Düzenlemeler ...... 191 3.11.2. 14 Mayıs 1950 Tarihli Milletvekili Genel Seçimi Hazırlıkları ...... 194 3.11.2.1. Demokrat Parti’nin Seçim Hazırlıkları ...... 195 3.11.2.2. Cumhuriyet Halk Partisi ve Diğer Katılımcı Partilerin Seçim Hazırlıkları ...... 197 3.11.3. 14 Mayıs 1950 Tarihli Milletvekili Seçimlerinin Yapılması ve Seçimin Yankıları ...... 202 3.12. BİRİNCİ MENDERES HÜKÜMETİ’NİN GÖREVE BAŞLAMASI ...... 207 3.12.1. Birinci Menderes Hükümeti’nin 1950 Yılındaki Faaliyetleri ...... 213 3.12.2. Demokrat Parti İktidarı Pekişiyor: Muhtarlık, Belediye ve İl Genel Meclisi Seçimleri...... 221 3.13. CHP’NİN MUHALEFETTEKİ İLK YILI(1950) ...... 223 3.13.1. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Sekizinci Büyük Kongresi (29 Haziran-3 Temmuz 1950) ...... 226 3.13.2. Demokrat Parti İle Cumhuriyet Halk Partisi Arasında İktidar Muhalefet Çekişmesi ...... 227 3.14. 1945-1950 ARASINDA KURULAN DİĞER PARTİLER ...... 230 3.14.1. Milli Kalkınma Partisi ...... 231 3.14.2. Millet Partisi ...... 233 3.14.3. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi-Türkiye Sosyalist Partisi ...... 236 3.15. DÖNEM İÇERİSİNDE KURULAN DİĞER SİYASİ PARTİLER ...... 239 3.16. DÖNEM İÇERİSİNDE KURULMUŞ OLAN DERNEKLER ...... 247 3.16.1. Diğer Küçük Dernek Yapılanmaları ...... 252 4. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE EĞİTİM, SOSYO-KÜLTÜREL YAPI VE EKONOMİ ...... 254

4.1. TÜRKİYE’DEKİ TEMEL EĞİTİM-ÖĞRETİM ANLAYIŞINA GENEL BİR BAKIŞ ...... 254 4.2. BİR EĞİTİM, DEVLETÇİLİK VE PARTİ PROJESİ OLARAK HALK ODALARI VE HALK EVLERİ UYGULAMALARI ...... 256 4.2.1. Halk Evlerinin ve Halk Odalarının Siyasetle İlişkisi ve Gözden Çıkarılmaları Süreci ...... 260 4.3. EĞİTİM SEFERBERLİĞİNDE KÖY İLKOKULLARI PROJESİ UYGULAMASI ...... 264 4.4. EĞİTMEN KURSLARI VE KÖY ENSTİTÜLERİ PROJESİ ...... 270 4.4.1. Köy Enstitülerinin Kuruluşu ...... 271 4.4.2. Köy Enstitü Uygulaması İle Ortaya Çıkan Sorunlar ve Eleştiriler ...... 274 4.4.3. Köy Enstitüleri Projesinden Vazgeçiş Süreci ve Enstitülerin Kapanışı ...... 277 4.5. ÜNİVERSİTE REFORMU VE ÜNİVERSİTELER ...... 280 4.6. TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI EĞİTİM FAALİYETLERİNE KATILIMI ...... 283 4.7. EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ ...... 285 4.8. DİLDE REFORM HAREKETİ OLARAK TÜRKÇELEŞTİRME ÇALIŞMALARI VE ANAYASA’NIN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ ...... 286 4.9. KOMÜNİZM FAALİYETLERİ VE KOMÜNİZME KARŞI OLUŞAN TEPKİLER ...... 289 4.9.1. Komünizme Tepki: Tan Gazetesi Olayı ve Komünist Partilerin Kapatılması ...... 291 4.9.2.Üniversite Hocaları Hakkında Komünistlik Suçlamaları ve Öğrencilerin Gösterdiği Tepkiler .. 295 4.9.3. Demokrat Parti’nin Komünistlikle Suçlanması ve Mareşal Fevzi Çakmak Olayı ...... 299 4.9.4. Komünistlik Suçundan Mahkûm Nazım Hikmet’in Affedilmesi Tartışmaları ...... 305 4.10. TÜRKİYE NÜFUSUNUN GENEL KARAKTERİ, GÖÇ OLGUSU VE KENTLEŞME ...... 308 4.11. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ VE TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ ATTIĞI ADIMLAR ...... 313 4.12. SOSYO-KÜLTÜREL ALANDAKİ DİĞER GELİŞMELER ...... 315 4.13. TÜRKİYE EKONOMİSİ ...... 318 4.13.1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye Ekonomisinin Değişkenleri ...... 318 4.14. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ ...... 324 4.15. EKONOMİK KALKINMA İÇİN ÖNEMLİ BİR ADIM: TOPRAK REFORMU ÇALIŞMALARI ...... 326 4.15.1. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Meclise Geliş Süreci ...... 328 4.15.2. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Kabulü ve İçeriği ...... 331 xi

4.15.3. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Uygulanışı ...... 335 4.16. TÜRKİYE’NİN PLANLI EKONOMİDEN VE DEVLETÇİLİK ANLAYIŞINDAN VAZGEÇME SÜRECİ ...... 339 4.16.1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Hazırlanan Yeni Ekonomi Planı ...... 342 4.16.2. Türkiye Ekonomisinde Liberalizme Geçiş Aşamaları ...... 344 4.16.3. Liberalleşme Adına Önemli Bir Adım: 1948 Türkiye İktisat Kongresi ...... 349 4.16.4. Demokrat Parti İktidarının Liberalleşme Adımları ve Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın Kuruluşu ...... 351 4.17. TÜRKİYE’NİN BATI EKONOMİLERİYLE BÜTÜNLEŞME SÜRECİ VE 7 EYLÜL KARARLARI ...... 352 4.17.1. IMF (International Monetary Fund)ve Uluslar Arası İmar ve Kalkınma Bankası(İnternational Bank For Reconstruction And Development)’nın Kuruluşu, Türkiye’nin Bu Kuruluşlara Katılımı ..... 358 4.17.2. Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na Katılımı ...... 359 4.17.3. Türkiye’ye Gönderilmiş Olan Uluslararası Ekonomi Heyetleri ...... 361 4.17.4. ABD’nin Hazırladığı Marshall Planı ...... 363 4.17.4.1. OEEC (Organisation for Europen Economic Cooperation)’nin Kurulması ve Marshall Planı’nın Uygulamaya Geçmesi ...... 365 4.17.4.2. Türkiye’nin Marshall Planı’na Dahil Oluşu ...... 367 4.17.4.3. Marshall Planı Dahilinde Yapılan Yardımlar ve Türkiye’nin Aldığı Krediler ...... 371 4.17.4.4. Yabancı Sermayenin Türkiye’ye Geliş Süreci ...... 377 4.18. İŞÇİ SINIFI-İŞÇİ HAKLARI VE 1945 YILINA KADARKİ SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ ...... 379 4.18.1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Çalışma Hayatı ve İşçi Hakları ...... 381 4.19. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN GELİR-GİDER DENGELERİ ...... 386 4.19.1. Devletin İhracat-İthalat Rakamları ...... 388 4.20. BANKACILIK SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER ...... 390 4.21. EKONOMİNİN TEMEL DAYANAĞI OLAN ULAŞIM ALANINDA GELİŞMELER ...... 391 5. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE DİN OLGUSU, ASKERİ YAPI VE BASIN ...... 396

5.1. TÜRKİYE’DE DİN OLGUSU ...... 396 5.1.1. Laiklik Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme ...... 396 5.2. CHP İKTİDARININ DİNİ KONULARDA TEPKİ TOPLAYAN UYGULAMALARI ...... 399 5.3. CHP’NİN DİN KARŞISINDAKİ YUMUŞAMA SÜRECİ ...... 403 5.3.1. CHP’nin Din Eğitimi Konusundaki Yaklaşımları ve Uygulamaları ...... 407 5.3.2. 1945 Sonrasında Din Eğitimi Konusunda Gerçekleşen Yumuşamalar ...... 409 5.3.3. İsteğe Bağlı Din Derslerinin Devlet Okullarında Uygulanması Kararı ...... 415 5.3.4. İmam-Hatip Kursları ve İlahiyat Fakültesi’nin Açılması ...... 417 5.3.5. İslam ve Türk Büyüklerinin Türbelerinin Ziyarete Açılması Kararı ...... 419 5.4. İRTİCA TARTIŞMALARI ÇERÇEVESİNDE TİCANİ TARİKATI’NIN FAALİYETLERİ ...... 421 5.4.1. Mareşal Fevzi Çakmak’ın Cenaze Töreninde Yaşanan Olaylar ...... 423 5.5. DEMOKRAT PARTİ’NİN DİN KONUSUNDAKİ YAKLAŞIMLARI ...... 425 5.5.1. Türkçe İbadet, Türkçe Ezan, Radyoda Kuran Okunması Konularında Yapılan Girişimler ...... 426 5.5.2. İkinci Dünya Savaş Sonrasında Türkçe İbadet Konusunda Yapılan Girişimler ve DP’nin Tutumu ...... 428 5.6. TÜRKİYE’DE ASKERİ YAPI ...... 433 5.6.1. Türk Ordusunun Genel Bir Değerlendirmesi ...... 433 5.6.2. Ordu Vasıtasıyla Yürütülen Sıkıyönetim Kanunu ve Uygulama Karşısında Oluşan Tepkiler ... 436 5.7. CUMHURİYET HALK PARTİSİ VE DEMOKRAT PARTİ’NİN ORDU KARŞISINDAKİ TAVRI ...... 439 5.8. ABD’NİN TÜRKİYE’YE YAPTIĞI ASKERİ YARDIMLAR ...... 442 5.8.1. Truman Doktrini ve Türkiye’nin Yardım İle İlgili Yaklaşımları...... 444 5.8.2. Truman Doktrini’nin Yürürlüğe Girmesi ve Türkiye’ye Yapılan Yardımlar ...... 447 5.9. KORE SAVAŞI VE TÜRKİYE ...... 451 xii

5.9.1. Kore’ye Asker Gönderme Kararı Karşısında Sergilenen Olumlu ve Olumsuz Yaklaşımlar ...... 453 5.9.2. Kore Savaşı’nda Türk Birliği’nin Başarıları ve Türkiye’deki Yansımaları ...... 457 5.10.NATO (NORTH ATLANTİC TREATY ORGANİZATİON)’NUN OLUŞUM SÜRECİ ...... 459 5.10.1. Türkiye’nin NATO Dışında Kalması ve Yeni Savunma Stratejileri Arayışları ...... 461 5.10.2. Türkiye’nin NATO’ya Üye Olma Süreci ve Üyelik Hakkı Kazanması ...... 464 5.11. İNGİLTERE’NİN ORTA DOĞU KOMUTANLIĞI PROJESİ ...... 467 5.12. TÜRKİYE’DE BASIN ...... 468 5.12.1. Türk Basını Hakkında Genel Bir Değerlendirme ...... 469 5.12.2. Basın Üzerindeki Baskıların Kaldırılması Adına Atılan Bir Adım: Basın Kanunu’nun Değiştirilmesi...... 471 5.12.3. Türk Basını’nın Siyasetle İlişkisi ...... 479 5.13. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE YAYINLANAN GAZETE VE DERGİLERİN KISA KÜNYESİ ...... 481 5.13.1. Yayınlanan Gazete ve Dergilerden Bazılarının Açık Künyeleri ...... 496 6. SONUÇ...... 505 KAYNAKÇA ...... 513 DİZİN ...... 552 ÖZ GEÇMİŞ ...... 559

KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri BCA : Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi xiii

BM : Birleşmiş Milletler AÜDTCF : Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi CHP : Cumhuriyet Halk Partisi DP : Demokrat Parti GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla IMF : International Monetary Fund(Uluslararası Para Fonu) LDP : Liberal Demokrat Parti MDG : Müstakil Demokratlar Grubu MEB : Milli Eğitim Bakanlığı MKP : Milli Kalkınma Partisi MP : Millet Partisi NATO : North Atlantic Treaty Organization(Kuzey Atlantik Paktı) OEEC : Organisation for Europen Economic Cooperation(Avrupa İktisadi İş Birliği Örgütü) s. : Sayfa SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMMTD : Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi TBMMZC : Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi TDK : Türk Dil Kurumu TMO : Toprak Mahsulleri Ofisi TMTF : Türkiye Milli Talebe Federasyonu TSEKP : Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi TSP : Türkiye Sosyalist Partisi UNESCO : United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) UNRRA : United National Relief and Rehabilitation Administration(Birleşmiş Milletler Yardım ve Kalkınma Teşkilatı WHO : World Health Organization(Dünya Sağlık Teşkilatı)

TABLOLAR LİSTESİ

sayfa

Tablo 1. 1945-1950 Yılları Arasında Türkiye’ye Gelen Göçmenler. 88 xiv

Tablo 2. 1945-1950 Yılları Arasında Türkiye’nin Elçilikleri ve Elçileri. 95

Tablo 3. 3 Eylül 1950 Belediye Seçimi Sonuçları. 222

Tablo 4. 1945-1950 Arasında Türkiye’de Eğitim. 285

Tablo 5. Okuma-Yazma Oranları. 286

Tablo 6. 1945-1950 Yıllarında Sağlık Sektörü. 308

Tablo 7. 1927-1950 Arasında Kadın-Erkek Nüfusu. 309

Tablo 8. Türkiye Nüfusunun Sektörel Dağılımı. 310

Tablo 9. Türkiye Nüfusunun Etnik Dağılımı. 312

Tablo 10. Türkiye’de Kitaplıklar ve Okuma Odaları. 316

Tablo 11. 1950 Yılı Toprak Tasarrufu Tipine Göre Çiftçi Sayıları. 339

Tablo 12. 1945-1950 Yılları Arasında Traktörün Tarımdaki Yeri. 375

Tablo 13. 1949-1950 Yıllarında Genel Marshall Yardımları. 376

Tablo 14. Sendika Sayıları ve Sendikalaşma Oranları. 386

Tablo 15. 1938-1950 Arasında Kişi Başına Düşen Gelir Miktarı. 387

Tablo 16. 1930-1950 Arasında İthalat İhracat Rakamları. 389

Tablo 17. 1945-1950 Arasında İthalat-İhracat Rakamları(Türk Lirası ve Ton Bazında). 389

Tablo 18. Türkiye’de Var Olan Dinlerin Nüfus Dağılımı. 400

Tablo 19. 1946-1950 Arasında Kurulan Dernek Sayıları. 404

Tablo 20. Gazete ve Dergilerin İstatistikî Rakamları. 481

Tablo 21. 1945-1950 Yılları Arasında Çıkarılan Gazete ve Dergilerin Künyesi. 482

1. GİRİŞ

1.1. Tezin Konusu

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu andan itibaren kendisini evrimsel bir sürecin ve hızla değişen bir dünyanın içerisinde bulmuştur. Devletin, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatmış olduğu siyasal yolculuk, O’nun ölümü üzerine çeşitli değişikliklere uğramıştır. İkinci Cumhurbaşkanı olarak göreve gelen İsmet İnönü yönetimindeki devlet, 1950 yılına kadar CHP ve İnönü çizgisini takip etmiştir. İnönü dönemi olarak da değerlendirilebilecek olan bu süreci kendi içerisinde iki bölüme ayırarak incelemek doğru olacaktır. 1938 ile 1945 yılları arasında cereyan eden birinci İnönü anlayışı dönemi, dünyada büyük sıkıntılar yaratan İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçmiştir. Tek parti zihniyetinin en fazla keskinleştiği bu süreçte İnönü, Değişmez Genel Başkan ve Milli Şef olarak otoritesinin en üst sınırında bir yönetim anlayışı benimsemiştir. Türkiye’nin savaşa dâhil olmamasına rağmen; ekonomik, siyasal ve toplumsal anlamda büyük sıkıntılar yaşadığı bu sürecin sonunda savaşı, demokrasi taraftarı olan devletler kazanmıştır. İnönü’nün ikinci iktidar anlayışı dönemi ise 1945-1950 yılları arasında yaşanmıştır. 1945 yılı itibariyle dünya üzerinde ABD’nin önderliğini yaptığı demokratik Batı Bloğu ile SSCB’nin bayraktarı olduğu komünist Doğu Bloğu arasında Soğuk Savaş süreci başlamıştır. Türkiye bu iki başlı oluşum içerisinde kendisine yeni bir yön çizme zorunluluğuna girmiştir. İç ve dış politika anlayışında büyük değişimler geçiren CHP iktidarı, özellikle iç politika uygulamalarında gerçekleştirdiği yumuşamalarla hem toplumun hem de demokratik devletlerin beğenisini kazanmaya çalışmıştır. Bu tez çalışması; 1945 yılında başlayan ve Türkiye’nin büyük değişimlere uğramış olduğu bir süreci1950 yılına kadar getirmiştir. İlgili zaman dilimi içersinde Türkiye, yönetimsel anlamda demokrasiye geçiş sancıları çekmiştir. Çok partili hayata geçişte yaşanan sıkıntılar, dönemin siyasi oluşumları, CHP’nin yeni oluşumlara karşı tutumu çalışma içerisinde öncelikli olarak yer almıştır. Çalışmanın kapsamının geniş tutulması isteği doğrultusunda, daha önce yapılmamış bir tarzda, dönem çok detaylı olarak mercek altına alınmıştır. Dönemin ekonomik karakteri, askeri yapısı, iç ve dış siyasette izlenmiş olunan politik yaklaşımları incelendiği gibi, sosyal yapının niteliksel ve niceliksel yönleri, eğitim alanında gerçekleşen kabuk değişimi de tez içerisinde yer almıştır. Dönemin aydınlatılması aşamasında büyük oranda yararlanılmış olan basın da inceleme konusu olarak tahlil edilmiş ve yaşanan olayların basın tarafındaki yansımaları ile basının tutumunun dönem gelişmelerine etkileri irdelenmiştir. 2

1.2. Tezin Amacı ve Önemi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 89 yıllık serüveni içerisinde bazı kritik süreçlerden geçilmiştir. Yeni bir yönetim anlayışı içerisinde ama Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde varlık mücadelesi verilerek başlanan Cumhuriyet yapılanması, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kısa sürede dünyadaki siyasal platformda önemli bir yer edinmeyi başarmıştır. Devletin temellerinin sağlam atılması, yaşanan gelişmenin hızlı bir ritimde devam etmesine yardımcı olmuştur. Cumhuriyet yöneticileri amaçlarını; kısa sürede büyük ilerlemelerin yakalanmasının yanı sıra, Türk halkının yeni anlayış tarzına uyumunun sağlanması olarak belirlemişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sırasında bloklar arasında sıkışan Türkiye, savaş sonrasında ise her anlamda yorulmuş ve yepyeni bir doğuşa muhtaç hale gelmiştir. Siyasi yalnızlıktan kurtulmak ve iç dinamiklerini doğru kanalize etmek amaçları taşıyan dönem yönetimi, 1945 yılı itibariyle, yeni arayışlar içerisine girmek zorunda kalmıştır. Türkiye adına önemli sayılan ve demokrasinin güçlenmesi için bir durak olarak kabul edilen 1945-1950 arası süreç, farklı açılardan incelemelere konu olmuş ve bu alanda çeşitli tezler, kitaplar hazırlanmıştır. Yapılan çalışmalar elbette bir boşluğu doldurmuş ve bir sonraki aşamalar için temel oluşturmuştur. Fakat tez ön çalışması sırasında yapılan geniş bibliyografya taraması sırasında görülmüştür ki dönemle ilgili kapsamlı bir çalışma henüz gerçekleşmemiştir. Kimi çalışmalar sadece siyasi yönden döneme ışık tutmaya çalışırken, kimi çalışmalar ise sadece din unsurunu veya basın cephesini konu edinmiştir. Bahsi geçen süreç dâhilinde gerçekleşen ve tarih biliminin ilgi alanı içerisine girebilecek her türlü unsurun, bilimsel bir mantık içerisinde harmanlanması ve dönemsel bir bütünlük yakalanması bu tezin hazırlanma amacının en önemli parçasını oluşturmuştur. Bahsi geçen yılları merak edenlerin ve bu konuda araştırma yapanların öncelikle başvurabileceği bir kaynak ortaya konulması da amaçlanmıştır. Çalışmanın tüm aşamalarında objektif tarihçilik anlayışı benimsenerek, ortaya çıkan eserin çok yönlülüğü ve bilimsel değeri artırılmaya çalışılmıştır. Bu objektif yaklaşım, bibliyografya oluşturma aşamasında da titizlikle uygulanmış ve döneme katkısı olan her görüş ve görüş sahibi çalışmanın içerisine eserler bazında dâhil edilmiştir. Sosyal tarihçiliğin nimetlerinden faydalanamayan bir tarih çalışmasının bilimsel yeterliliğinin tam olamayacağından yola çıkılarak, ilgili yılların sosyal ve kültürel yansımaları da tez içerisinde yer almıştır. İncelenen dönemin altı yıl ile sınırlı olması görünüşte bir kolaylık gibi algılansa da, konuların nicel fazlalığı ve yaşanan olayların sahip olduğu çok yönlülük çalışmanın boyutunu genişletmiş, çalışma ürününün ebadını da artırmıştır. Tezin daha anlaşılır olabilmesi ve konuyla ilgilenen her kesimden insan tarafından kolayca kavranabilmesi için anlatım kronolojik sıralamayla değil de konu bütünlüğü içerisinde gerçekleştirilmiştir. Dönemin siyasi, sosyal, kültürel, eğitimsel, dini, askeri ve ekonomik yönleri ilgili başlıklar altında irdelenmiştir. İmkanlar 3

dahilinde, çok geniş bir kaynakça hazırlanmıştır. Böylece, ortaya çıkan eserin yüzeysel olmaması amaçlanmıştır. Sonuç olarak; günümüz Türkiye’sinin her yönüyle anlaşılabilmesi için 1945-1950 arası dönemin iyi okunması gerekmektedir. Türkiye, her anlamda ciddi ve sancılı bir süreci o yıllarda atlatmış ve sonraki dönemlerde yaşanan askeri darbelerin, siyasi buhranların, ekonomik girdapların, kültürel yozlaşmaların temelleri de yine bu dönemde filizlenmeye başlanmıştır. Sayılan özelliklerden dolayı yaptığımız çalışma önemli bir boşluğu doldurmayı ve ilgili dönemi aydınlatmayı hedeflemiştir.

1.3. Literatür Değerlendirmesi

Hazırladığımız çalışmanın kapsamının genişliği dolayısıyla, benzer içeriğe sahip bir kaynağa tez ön çalışması sırasında rastlanmamıştır. Bu nedenle aşağıda değerlendirmesi yapılan eserler, çalışmanın sadece ilgili bölümlerinin oluşturulmasına katkı sağlamıştır. 1.Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 1945-1950, TBMM Basımevi: Çalışmamızın en temel kaynakları içerisinde yer alan Meclis tutanakları, ilgili başlıkların irdelenmesi sürecinde detaylı olarak kullanılmıştır. Mecliste yaşanan tartışmalar, kabul edilen kanunlar, gelişmeler karşısında takınılan tavırlar tutanaklar aracılığıyla teze aktarılmıştır. Altı yıllık süreci kapsayan tutanakların tamamı incelenerek dağınık ve incelemesi sıkıntılı konular en yalın biçimiyle metin içerisinde harmanlanmıştır. 2.Resmi Gazete, 1945-1950: Çalışmanın içerisinde yer alan konularla ilgili çıkarılmış olan kanunlar, yapılan atamalar ve ilanlar hakkında en net bilgiler Resmi Gazete arşivinden temin edilmiştir. Kanunların yürürlüğe giriş tarihlerinin tespiti adına Resmi Gazete önemli bir kaynak olmuştur. Gazete sayıları içerisinde yer alan kanun metinleri en anlaşılır biçimde tez metni içerisine taşınmıştır. 3. Akşam Gazetesi(1945-1949), Büyük Doğu Dergisi(1946-1950), Cumhuriyet Gazetesi(1945-1950), Funda Gazetesi(1947-1950), Malum Paşa Gazetesi(1947), Memleket Gazetesi(1947), Milliyet Gazetesi(1950), Sebilürreşad Mecmuası(1948-1950), Son Saat Gazetesi(1946-1949), Son Posta Gazetesi(1945-1948), Tan Gazetesi(1945,1949-1950), Tanin Gazetesi(1946-1947), Ulus Gazetesi(1945-1950), Vatan Gazetesi(1945-1950), Yeni Cephe Gazetesi(1950), Yeni Çağ Gazetesi(1946), Zafer Gazetesi(1949-1950), Zincirli Hürriyet Gazetesi(1947-1948): Dönem içerisinde yayınlanmış olan gazeteler Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ve Ankara Milli Kütüphanesi’nden elde edilmiştir. Edinilen sayılar irdelenerek, ilgili başlıkların, dönemin birincil bakış açısına sahip olan basın öğeleri aracılığıyla değerlendirilmesine çalışılmıştır. Gazete ve dergilerin hangi görüşe yakın olduğu dikkate alınmadan objektif olarak teze yansıtılmasına gayret gösterilmiştir. 4. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Belgeleri: Çalışmamızın birincil kaynağı konumundaki arşiv belgeleri, oluşturulan metnin tamamında kullanılmış ve elde edilen sonuçların bilimsel temele dayandırılması amacına ulaşılmaya çalışılmıştır. Binlerce sayfadan oluşan belgeler 4

taranarak, konu bütünlüğü içerisinde, kimi zaman alıntılarla kimi zaman da daha anlaşılır biçime çevrilen özetlemelerle teze aktarılmıştır. 5. Halloum, Ribhi, Belgelerle Filistin Dün-Bugün-Yarın, Alan Yayıncılık, 1988: İsrail Devleti’nin kuruluşu ve Filistin sorunu ile ilgili önemli ve belgelerle desteklenen bir çalışma olan eserde, bölgede yaşanan çatışmaların genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. Tezimizle ilgili olan; İsrail Devleti’nin kuruluşu, Filistin sorunu ve Arap-İsrail savaşlarının başlaması ile ilgili yaşanan sürecin aydınlatılması konularında bu eserden faydalanılmıştır. 6. Kili, Suna ve A. Şeref Gözübüyük, Sened-i İttifaktan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006: Eser içerisinde, Sened-i İttifak’tan başlamak üzere Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde yürürlüğe girmiş olan Anayasa metinleri yer almıştır. Çalışmamızın kapsadığı dönemde mevcut bulunan 1924 Anayasası ile ilgili atıfların değerlendirilmesi ve desteklenmesi adına bu eserden yararlanılmıştır. 7. TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950) ve Cilt 2(1950-1980), TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010: Oldukça kapsamlı olan çalışmamız içerisinde dönemle ilgili önemli isimlerin sıkça zikredilmesi kaçınılmaz olmuştur. Taranan kaynaklar içerisinde birçok siyasetçinin isimlerinin ve görevlerinin dahi doğru olarak verilmediği görülmüştür. Bu basit hatalar başta olmak üzere, çalışmamız içerisinde ismi geçen milletvekilleri ile ilgili genel bilgilerin tespiti için bu kaynaktan yararlanılmıştır. 8. Bayar, Celal, Başvekilim Adnan Menderes, Baha Matbaası, İstanbul 1969: 1945-1950 yılları arasında siyasetin önemli simalarından, CHP ve DP’den milletvekilliği yapmış, DP başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunmuş olan Celal Bayar’ın döneme bakışının yer aldığı eser, tezimiz için önemli bir kaynak vazifesi üstlenmiştir. Özellikle DP-CHP çatışmasında, taraflardan birinin lideri gözünden olayların değerlendirilmiş olması kaynağın değerini artırmıştır. 9. Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim(1922-1971), Cilt 2, Pera A.Ş, İstanbul 1997: Dönemin önemli şahitlerinden Vatan Gazetesi Başyazarı ve aynı zamanda çok partili hayatın destekçilerinden olan Yalman’ın anılarının yer aldığı bu çalışma, kimi zaman objektif tavrını kaybetmiş olsa da dönemin siyasi atmosferinin anlaşılabilmesi için büyük öneme sahiptir. Tezimizin iç ve dış politika değerlendirmelerinde ve siyasi oluşumlarla ilgili anlatımlarda eserden çokça yararlanılmıştır. 10. Erer, Tekin, Türkiye’de Parti Kavgaları, Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1963: 1945 yılı itibariyle çok partili hayatın ciddi bir gelişme göstermesi ile birlikte kurulan partilerin; kurucu kadrolarının, amaçlarının ve faaliyetlerinin kısa değerlendirmeleri bu eser içerisinde yer almıştır. Eser ayrıca DP-CHP çatışması konusunda da önemli bilgiler vermiştir. Bu yönüyle çalışma, tezimizin siyasi hayatla ilgili bölümlerinde sıkça kullanılmıştır. 11. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler(1859-1952), Arba Yayınları, İstanbul 1995: Siyasi teşkilatlanmalar konusunda yapılmış en detaylı çalışma olan bu eser, dönem içerisinde kurulmuş olan partilerle ilgili olarak çalışmamızın önemli dayanaklarından birisi olmuştur. Siyasi oluşumlarla ilgili mevcut bulunan bilgilerdeki yetersizlikleri ve yanlışlıkları giderebilmek için eserde yer alan veriler kimi zaman arşiv belgeleri ve Meclis tutanakları ile karşılaştırılarak çalışmamız içerisinde harmanlanmaya çalışılmıştır. 5

12. Erim, Nihat, Günlükler( 1925-1979), Cilt 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005: Nihat Erim, 1945 yılından itibaren TBMM’de yer almaya başlamıştır. 1948 ile 1950 yılları arasında bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmıştır. Tezimizin kapsadığı dönemin birincil şahidi olan Erim’in aldığı notlar dönemin aydınlatılması için önemli bir yere sahiptir. CHP içersinde muhalif bir kimliğe sahip olan Erim, Recep Peker Hükümeti’nin yıkılmasında ve 1950 yılında kabul edilen Seçim Kanunu’nun hazırlanmasında etkili olmuştur. Dönemle ilgili aldığı kısa notlar tezimizin ilgili bölümlerinde kullanılmıştır. 13. Ağaoğlu, Samet, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri, Baha Matbaası, İstanbul 1972: Demokrat Parti’nin doğruları ve yanlışlarıyla Türk demokrasi tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Ağaoğlu, bu partinin güçlenmesinin sebepleri üzerinde dururken, CHP ve onun önderlerine yönelik eleştirilerini de kitaba eklemiştir. Bu kitap tezimizde öncelikli olarak“1945-1950 Yılları Arasında Siyasi Yapı ve İç Politika” başlığı altında kullanılmıştır 14. Bozdağ, İsmet, Menderes Menderes, Emre Yayınları, İstanbul 1997: Kitabın bir yarısını Demokrat Parti’nin iktidara geliş sürecini anlatmaya ayıran Bozdağ, eserin diğer yarısında Demokrat Parti iktidarını anlatmıştır. CHP içerisinde oluşan kopmalar, İsmet İnönü’nün demokrasiye geçişteki katkıları, dönem şartlarının oluşan siyasi yumuşama üzerindeki etkileri detaylıca ele alınmıştır. Celal Bayar ve Adnan Menderes öncü karakterler olarak okuyucuya sunulmuştur. Siyasi yapılanma konusunda dönemi aydınlatmaya çalışan eser; askeri yapı, ekonomi ve dış siyaset konularında zayıf kalmıştır. Din konusu ise anlatım içerisinde öncelikle vurgulanan konular arasındadır. Menderes ile Bayar arasında yaşanan gerginlikler de eser içerisinde verilmiştir. Bu kitap tezimizin “1945-1950 Yılları Arasında Siyasi Yapı ve İç Politika” başlığı altında kullanılmıştır. 15. Ahmad, Faroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Bilgi Yayınevi, Ankara 1976: Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi aşamaları kronolojik olarak verilmeye çalışılmış ve subjektif yorumlardan kaçınılmıştır. Yorum, eseri okuyan okuyucuya bırakılmıştır. Her bir yıl aylara bölünerek olaylar sıralanmıştır. İç ve dış politik gelişmeler, ekonomik gidişat verilmeye çalışılmıştır. Kronolojik bir çalışma olarak önemli bir eser olmasına karşın ayrıntılara yer vermemesi eserin zayıf tarafını oluşturmuştur. Tezimizin içeriğinin belirlenmesinde öncelikle kullanılmış olan bu kaynaktan, tez yazımı aşamasında da genel bir kaynak statüsünde faydalanılmıştır. 16. Bölükbaşı, Deniz, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap, İstanbul 2005: 1946 yılında Demokrat Parti’den siyasete giren Osman Bölükbaşı önce DP müfettişliği görevinde bulunmuş, 1946 seçimleri öncesindeki seçim çalışmalarında öncü bir rol üstlenmiştir. 1947 yılında Demokrat Parti’den kopmuş ve Millet Partisi’ne dahil olmuştur. 1950 yılında Meclise giren Bölükbaşı, demokrasinin emekleme dönemi içerisinde önemli bir aktör olmuştur. Çalışmamızın odaklandığı süreç, Bölükbaşı’nın bakış açısından aktarılmış ve hayatı okuyucuya sunulmuştur. Kitabın yazarının Osman Bölükbaşı’nın oğlu Deniz Bölükbaşı olması objektiflik bakımından kitaba olumsuz bir etkide bulunsa da eser, çalışmamızın DP ve Millet Partisi ile ilgili bölümlerinde kullanılmıştır. 6

17. Sander, Oral, Türk Amerikan İlişkileri(1947-1964), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1979: Truman Doktrini’nin ilan ediliş nedenleri, iki tarafın doktrinden beklentileri, yapılan işbirliğinin uygulanışı ve sonuçları, Marshall Planı öncesi Türkiye’ye yapılan Amerika yardımları, Marshall Planı’nın amacı ve uygulanışı, Türkiye’nin NATO’ya girişinde ABD ve Türkiye’nin karşılıklı çıkar planları gibi dış siyaset konuları kitap içerisinde yer almıştır. Olayların neden ve sonuçlarıyla teferruatlı olarak incelenmesi esere önemli bir değer katmıştır. Bu eser tezimizin; dış politika, Türkiye-ABD İlişkileri, ekonomik yapı ve askeri yapı ile ilgili başlıkları altında kullanılmıştır. 18. Soysal, İsmail, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları(1945-1990), TTK Basımevi, Ankara 1991: 1945-1950 yılları arasında Türkiye’nin yaptığı uluslararası antlaşmalar ve imzaladığı protokoller ile ilgili olarak, öncelikle kısa bir ön anlatım gerçekleştirilmiş ve daha sonra anlaşma metininin tamamı verilmiştir. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, NATO Protokolü, Avrupa Konseyi Antlaşmaları döneme ait önemli uluslararası girişimlerdir. Tezimizin dış politika ve askeri yapıyla ilgili başlıkları altında eserden yararlanılmıştır. 19. Oran, Baskın, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001: “1945-1960 Batı Ekseninde Türkiye” başlığı altında; Soğuk savaşın iki önemli aktörü olan SSCB ve ABD tanıtılmış, her iki devletin soğuk savaştan beklentileri anlatılmıştır. Türkiye’nin ihracat ve ithalat durumu, NATO’ya giriş süreci, SSCB ile ilişkilerde yaşanan gerginlikler, iki kutup arasında gerçekleşen sıkıntılı dış politika, Truman Doktrini ve Marshall Planı, Batı Bloğu’nun genişleme isteği sürecinde Türkiye’nin konumu öncelikle sunulan konular olmuştur. Yunanistan ile sağlanan yakınlaşma ve bu süreçte ABD’nin etkinliği, Arap devletleriyle sağlanan dostluğun Türkiye tarafından İsrail’in bağımsızlığını tanımasıyla kesilmesi süreci de metin içerisinde yer almıştır. Çok yönlü bir dış siyaset analizi yapmış olan eserin birinci cildi tezimizin dış politika ile ilgili bölümlerinde öncelikli olarak kullanılmıştır. 20. T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü Türkiye İstatistik Yıllığı 1959 ve 1963: Türkiye’nin nüfus dağılımı, toplam nüfus rakamları, nüfusun bölgesel dağılımı, yaş grupları, okur-yazar oranları, nüfusun dil-din-cinsiyet-meslek ve tabiyete göre dağılımı, köy-şehir nüfusu verileri, sağlık hizmetleri verileri, milli eğitim sistemi rakamsal tahlili, yabancı okullar, tarım- sanayi-madencilik ve bankacılık sektörlerinin analizi, ihracat ve ithalat rakamları, memur ve işçi verileri, bayındırlık ve ulaştırma çalışmaları bu kaynak içerisinde yer almıştır. Sayısal ve resmi kaynaklı bu verilerin tez içerisinde kullanılması ile tezin güvenilirliğinin artırılması amaçlanmıştır.

7

1.4. Yöntem

1.4.1. Araştırmanın Modeli

Çalışmanın şekillendirilmesi ve terkip aşamasına getirilmesi için kullanılmış olan yöntem “klasik tarama yöntemi”dir. Konu ile ilgili olan ve ulaşılma imkânına sahip kaynaklar elde edilmiş ve bilimsel bir üslupla çalışmanın içerisine yerleştirilmiştir. Elde edilen belgelerin güvenilirliği ve bilimselliği öncellikli olarak dikkate alınmıştır. Metodolojik bir yaklaşımla eleştiri süzgecinden geçirilen bu belgeler, konu bütünlüğü ve mantık silsilesi takip edilerek, kronolojik gereksinimleri de karşılar nitelikte bir araya getirilmiştir. Tez yazım aşamasında karşılaşılan ve proje önerisinde yer almayan fakat projeye dâhil edilmesinde fayda sağlanacağı düşünülen belgeler de yazım aşamasında çalışma içerisine eklenmiştir.

1.4.2. Verilerin Toplanması

Elde edilen belgeler titiz bir inceleme ile tahlil aşamasından geçirilmiştir. Konu kapsamında yer alan belgeler için öncelikle Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi taranmıştır. Ankara Milli Kütüphane ve Erciyes Üniversitesi kütüphaneleri de araştırmanın kaynak toplanması aşamasında sıkça kullanılmıştır. Dönemle ilgili yazılmış olan tez çalışmaları ise YÖK’ün çevrimiçi arşivinden temin edilmiştir. Döneme ait gazeteler külliyatı ise bulundukları arşiv ve kütüphanelerde incelenmiş, tezle ilgili kısımlardan birer nüsha edinilmiştir. Tetkik eserler ve hatıralar kütüphanelerden veya yayınevlerinden temin edilmiştir. Döneme ait yabancı menşeli eserler temin edilerek çalışmanın zenginleştirilmesi için kullanılmıştır. Resmi Gazete, TBMM tutanakları ve Ayın Tarihi kaynakları ise devlete ait resmi internet sitelerinden indirilmiştir.

1.5. Genel Bilgiler

1.5.1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’nin Konumu ve Tarafların Türkiye’yi Savaşa Sokma Çabaları

İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında önemli başarılar kazanan Almanya, kazandığı her zaferden sonra Türkiye’den siyasi, askeri ve ekonomik faydalar sağlamaya çalışmıştır. Özellikle Türk hava sahasının kullanımı ve boğazlardan Alman denizaltılarının geçmesi istekleri Almanlar tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. Bu istekler Türkiye tarafından resmi olarak reddedilse de 1941 ve 1942 yılları boyunca Alman savaş gemileri ve denizaltıları Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olarak boğazlardan geçmiştir. Almanların Yahudi aleyhtarlığı sonucu ülkeden kaçıp Türk karasularına sığınan ve içerisi Yahudilerle dolu bir gemi ise İstanbul yakınlarında uzun süre bekletilmiş, daha sonra da zorla Karadeniz’e gönderilmiştir. Bu gemi 8

hangi ülkeye ait olduğu bilinmeyen denizaltılar tarafından 24 Şubat 1942 tarihinde batırılmıştır. Yine 4 Mayıs 1942 tarihinde “Anadolu Ajansı”nda çalışan 26 Yahudi’nin işine son verilmiştir. Bu tür olaylar Alman etkinliğinin Türkiye üzerindeki gücüne en iyi örnekler olmuştur. Almanların 1942 yılı zaferleri, aynı yılın sonlarına doğru yavaşlama işaretleri göstermeye başlamıştır. Özellikle “Stalingrad Savaşları”nda Almanlar bekleneni verememiştir. Türkiye, gelişmekte olan durumu yakından takip etmiş ve Almanların tarafına geçmek için acele etmemesi gerektiğini açıkça görmüştür. Türkiye’nin tarafsız kalması Müttefik Devletleri de memnun etmiştir. Böylelikle petrol bölgelerine giden yol, Türkiye sayesinde, Almanlara karşı korunmuştur. Almanlar da Sovyetlerle yaptığı savaş sırasında güney cephesinin güvende olmasından gayet memnun olmuştur. Sadece Sovyetler Birliği, Türkiye’nin nasıl hareket edeceğini kestiremediğinden, mecburen güney cephesinde asker bulundurmak zorunda kalmıştır1.

1.5.2. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Düzenlenen ve Türkiye’yi İlgilendiren Konferanslar

İkinci Dünya Savaşı’nın uzaması ve etkilerinin derinden hissedilmesi sonrasında, başta İngiltere olmak üzere diğer Müttefik Devletler Türkiye’nin de savaşa dâhil olması fikrine sıcak bakmaya başlamışlardır. Türk devletinin savaşta Müttefikler yanında yer alması savaşın süresini kısaltacağı gibi, verdiği zararın miktarının da sınırlı kalmasına yardımcı olacaktır. Bu amaçları gerçekleştirmeyi hedefleyen ve Türkiye’yi savaşa zorlayan bazı konferanslar ve görüşmeler gerçekleşmiştir. Bu girişimler şunlardır: 1. Adana Görüşmeleri(30 Ocak-1 Şubat 1943): Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill arasında gerçekleşen bu görüşmelere, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak da katılmıştır. Churchill’e göre Türkiye’nin savaşa girmesiyle savaş Balkanlara yayılacak, İtalya ve Almanya zor durumda kalacaktır. Türkiye en geç 1943 yılı sonuna kadar savaşın içine dâhil olmalıdır. İnönü görüşmelerde; Sovyetlere karşı çekincelerini ve Türk ordusunun savaşa girmesi için destek alması gerekliliğini belirtmiştir. Churchill’in, Sovyetler Birliği’nin savaş sonrasında kurulması planlanan Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile durdurulacağı yönündeki vaadi İnönü’yü tatmin etmemiştir. Türkiye hiçbir zaman Almanya’nın tam olarak ve kısa zamanda yenilmesi taraftarı olmamıştır. Böyle bir şeyin olması durumunda Sovyet tehlikesi Türkiye’nin karşısına güçlü bir şekilde dikilebilecektir2. Görüşmelerde Churchill, Türkiye’nin korkularının farkında olduğu için, İngiltere’nin Türkiye’yi korumayı bırakacağı tehdidiyle bu devleti savaşa mecbur etmeye çalışmıştır3. Baskılar karşısında İnönü, Türk ordusunun, karşılanması çok güç olan,

1 Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938–1945), Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s. 631–659. 2Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam(1938-1950), Cilt II., Remzi Kitabevi, İstanbul 2011, s. 258-261. Ayrıca Bakınız: Mehmet Öcal, “İngiltere’nin Tutumu”, Türk Dış Politikası(1919-2012), (Editör: Haydar Çakmak), Barış Platin Kitap, Ankara 2012, s. 294.(Sayfa aralığı: 287-297) 3Necati Sözüöz, Türk-Amerikan İlişkilerine Genel Bir Bakış(1923–1950), Fakülteler Matbaası, İstanbul 1992,s. 32. 9

yüklü bir askeri ihtiyaç listesini Churchill’e vermiştir. Türk ordusu bu dönemde gerçekten de ciddi desteğe ihtiyaç duyan ve modern imkânlardan çok uzak bir görüntüdedir4. 2. Birinci Kahire Konferansı(22-26 Kasım 1943): Bu konferansa; Winston Churchill, ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve Çin Devlet Başkanı Çan Kay Şek katılmıştır. Konferans, daha sonra yapılacak olan Tahran Konferansı’na hazırlık niteliği taşımıştır. Churchill konferansta, Balkanlarda Türkiye’nin de dahil olduğu bir cephenin açılması konusunda ısrar etmiş ama destek alamamıştır5. 3. Tahran Konferansı(28 Kasım- 1 Aralık 1943): Sovyet lider Josef Stalin, Roosevelt ve Churchill’in katılımıyla toplanan konferansta; yeni bir cephenin 1 Mayıs 1944 tarihinde açılması kararlaştırılmıştır. Roosevelt ve Stalin yakınlaşması sonrasında, Sovyetlerin Türk boğazları üzerindeki istekleri ABD Başkanı tarafından da hoşgörüyle karşılanmıştır6. Stalin, Türkiye’nin savaşa katılması için ise baskı yapılmasını önermiştir7. Konferansta alınan kararla, en geç 15 Şubat 1944 tarihine kadar, Türkiye’nin savaşa sokulması planlanmıştır. İngiltere ve Sovyetler Birliği, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda daha istekli davranırken, ABD kendisine külfet olacağı çekincesiyle bu isteğe temkinli yaklaşmıştır8. 4. İkinci Kahire Konferansı(1-6 Aralık 1943): İnönü, Roosevelt ve Churchill’in katılımıyla gerçekleşen konferansta9, Türkiye’nin savaşa girmesi istekleri şiddetlenmiş ama İnönü kararsız bir tavır sergilemiştir. İnönü, Almanlara karşı girişilecek bir savaş sonrasında, Türkiye’nin Alman işgaline uğrayabileceğini söylemiş ve bu konuda garanti istemiştir. Ayrıca, müttefiklerin hazırlamış oldukları savaş planlarını kendileriyle paylaşmasını ve askeri malzeme yardımının derhal yapılmasını talep etmiş, böylece savaşa katılmamak için yine zaman kazanmıştır. Almanların yenilmeye başlamış olması ise ABD’nin, Türkiye’nin savaşa girmesi konusundaki isteksizliğini artırmıştır10.

1.5.3. Savaşın Sonu Yaklaşırken Türkiye’nin Durumu

1944 yılının ilk aylarında, Alman ordularının Sovyetler karşısında yenilgileri ve Rus topraklarından çekiliş hareketleri devam etmiştir. Türkiye’nin savaşa katılması yönündeki İngiliz baskısına karşılık Türkiye, gerekli askeri ve ekonomik yardımlar tamamlanmadan böyle bir durumun olmayacağını belirtmiştir. 28 Şubat 1944 tarihinde, Türkiye-İngiltere gerginliği hat safhaya ulaşmış ve İngiltere Türkiye’deki tüm personelini çekmiştir. Bu devlet ayrıca; Türkiye’ye ticari ambargo koyarak, sevkiyatları durdurmuştur. Türkiye artık dünya siyasetinde yalnızlığa itilmiştir. Almanya ise bu durumu bir zafer olarak kabul etmiştir. Fakat Almanlar gidişatı yanlış

4George S. Harris, Troubled Alliance (Turkish-American Problems in Historical Perspective 1945-1971), American Enterprise Institute For Public Policy Research, Washington, D.C 1972, s. 13. 5Aydemir, İkinci Adam…,Cilt II., s. 256. 6Aydemir, İkinci Adam…,Cilt II., s. 257. 7Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Ahmet Şükrü Esmer vd.,Olaylarla Türk Dış Politikası(1919-1973), Sevinç Matbaası, Ankara 1974, s. 421. 8 Sözüöz, s. 33. 9Ulus Gazetesi, 8 Aralık 1943, s. 1. 10 Sözüöz, s. 34. 10

yorumlamışlardır. 12 Ocak 1944 tarihinde Alman yanlısı tutumlarıyla dikkat çeken Mareşal Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanlığı görevinden alınmıştır11. Böylece Türkiye’de Müttefik yanlısı bir tutum öne çıkmaya başlamıştır. Almanya’ya yapılan yüklü miktar krom sevkiyatı da 21 Nisan 1944 tarihinde durdurulmuştur12. Türkiye’nin Müttefik yanlısı tavırları, Türkiye-İngiltere gerginliğini azaltmış ve Nisan ayının sonlarına doğru İngiliz askeri heyeti tekrar Türkiye’ye gelmiştir. İngiltere, boğazlardan ticari gemi görüntüsü altında askeri özellikler taşıyan Alman gemilerinin geçişlerine izin verilmemesi için de Türkiye’ye sert uyarılarda bulunmuştur. Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu, bu gemilerin ticari gemiler olduğunu iddia etmiş ama yapılan aramalarda bazı Alman gemilerinin askeri özellikler taşıdığı anlaşılmıştır13. Menemencioğlu, Türk-İngiliz ilişkilerinin daha fazla bozulmaması için görevden alınmıştır. Menemencioğlu’nun görevden alınması, Müttefik Devletler tarafından olumlu karşılanmıştır. Savaşın Almanlar aleyhine sonuçlanacağının anlaşılmış olması, Türk dış politikasının yönünü tamamen değiştirmiştir. Türkiye’nin yeni dış politikasında esas amaç, İngiltere ve Amerika’ya yaklaşmak olarak kabul edilmiştir14. 1944 yılında Türk basınında ve kamuoyunda da Müttefiklere daha fazla yaklaşma gerekliliği fikri hâkim olmuştur. Bu manada hükümet eleştirilmiş ve izlenen dış siyasetin Türkiye’yi dünyadan kopardığı dile getirilmiştir15. Türk basınında, Sovyet Rusya ve Müttefik taraftarı yazılarda önemli oranda artış gözlenmiştir. 27 Nisan 1944 tarihli Vatan Gazetesi’nin başyazısında Ahmet Emin Yalman; İstanbul Beyoğlu’nda açılmış olan “Leningrad-Stalingrad” adlı sergi ile ilgili izlenimlerini aktarmıştır. Sovyetler Birliği’nin aslında düşünüldüğü gibi saldırgan ve emperyalist bir ülke olmadığını belirten Yalman, tam aksine, Sovyetleri emperyalizmle mücadele eden bir devlet olarak tanıtmıştır16. Falih Rıfkı Atay da Ulus Gazetesi’ndeki başyazısında; Türkiye’nin Almanya lehine göründüğü zamanlarda dahi, sadece kendi güvenliğini dikkate aldığını belirtmiştir. Atay yazısında şu cümlelere yer vermiştir: “Faşizm ve nasyonal sosyalizmin fetihçi ve hegemonyacı tecavüz politikası başlayıncaya kadar, Türkler ve İngilizler barış davasına bağlı kalmakta birbirlerinden ayrılmadılar17.” İngiltere’nin; Türkiye’nin Müttefiklere katılması ve Almanya ile irtibatını kesmesi halinde, Almanların psikolojik olarak etkileneceği yönündeki düşüncesi ve bu amaçlar dâhilinde Türkiye’ye yapmış olduğu baskılar karşısında Türkiye, ancak bir müddet daha tarafsız kalabilmiştir18. Baskıların iyice artması sonrasında Türkiye, 2 Ağustos 1944 tarihinde Meclis kararıyla, Almanya ile ilişkilerini kesme kararı almıştır19. Kararın ardından Türkiye’deki Alman vatandaşlarına on gün içerisinde ülkeyi terk etme emri çıkarılmıştır. Faydalı olduğu tespit edilen Alman vatandaşlarına ise kalma izni verilmiştir. Birçok Alman Türkiye’de kalmayı tercih etmiştir. Almanya’da bulunan Türk öğrenci ve işadamları da Türkiye’ye dönmeye başlamıştır. 1944 yılı

11 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi(BCA), Dosya: ?,Fon Kodu: 30..11.1.0,Yer No: 165.2..8. 12Vatan Gazetesi, 21 Nisan 1944, s. 1. 13 Koçak, Türkiye’de Milli… , Cilt II, s. 211-256. 14 Edward Weisband, İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi, İstanbul 2002, s. 254. 15 Yavuz Özgüldür,Türk Alman İlişkileri (1923–1945), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993, s. 163. 16Ahmet Emin Yalman; “Sovyet Rusya’yı Tanımak İhtiyacı”, Vatan Gazetesi, 27 Nisan 1944, s. 1ve 3. 17 Falih Rıfkı Atay, “Büyük Meclisin Dünkü Kararı”, Ulus Gazetesi, 3 Ağustos 1944, s. 1 ve 3. 18 Özgüldür, s. 163. 19Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1990), İş Bankası Yayınları, Ankara 1991, s. 415. 11

sonuna kadar Türkiye’deki Alman şirketleri kademeli olarak tasfiye edilmiştir. Bir Alman saldırısı ihtimaline karşın Türk ordusu önlemler almıştır. Alman Büyükelçisi Franz Von Papen ise 5 Ağustos’ta Türkiye’yi terk etmiştir20. 3 Ocak 1945 tarihinde CHP vekilleri Memduh Şevket Esendal, Rana Tarhan ve Faik Öztrak tarafından Meclise verilen bir takrirde; ABD ve İngiltere’nin talepleri üzerine, İngiltere ile mevcut bulunan 1939yılına ait İttifak Anlaşması’na21 ve Türkiye’nin takip ettiği genel siyasete uygun düşmesi nedeniyle Japonya ile siyasi ve iktisadi ilişkilerin 6 Ocak 1945 tarihinde kesilmesi talep edilmiştir. Takrir, Mecliste bulunan 347 milletvekilinin oyuyla kabul edilmiştir22.

1.5.4. Yalta Konferansı ve Türkiye’nin Resmen Savaşa Dahil Olması

4-11 Şubat 1945 tarihlerinde Kırım’da bulunan Yalta şehrinde toplanan konferansta İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya konuşulmuştur23. Roosevelt, Churchill ve Stalin’in katıldığı görüşmelerde öncelikle, ortak barış sisteminin kurulması konusu gündeme gelmiştir. Beş büyük devlet (İngiltere, Fransa, Çin, ABD, SSCB) denetiminde dünya barışının sağlanması amaçlanmıştır24. Bu amaçla, kurulması planlanan Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın, San Fransisco’da toplanacak konferansta hayata geçirileceği, bu konferansa katılmanın şartı olarak da Mihver Devletlere savaş ilan edilmesi gerekliliği kabul edilmiştir25.Konferans esnasında Türkiye mevzusu da gündeme gelmiştir. Stalin, boğazlar konusunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde kendileri lehine düzeltmeler yapılmasını istemiştir. Savaş sırasında boğazların Ruslara kapatılmış olması büyük sıkıntılara neden olmuştur26. Stalin’in ısrarları sonrasında, boğazlar konusunda Sovyetler lehinde değişiklikler yapılması ve bu durumun Türkiye’ye bildirilmesi karara bağlanmıştır27. Savaşın sonunda İngiltere, Fransa ve Çin’in etkin bir güç olamayacağı, yeni dünya düzeninin sağlanmasında Sovyetler Birliği ve ABD’nin öne çıkmış olduğu konferans esnasında daha net anlaşılmıştır. Daha sonra kurulacak olan BM içerisinde 5 devlete verilecek olan veto hakkı da bu konferans sırasında kararlaştırılmıştır. Konferansın sonunda, Avrupa’da demokrasinin yaygınlaştırılması için “Kurtarılmış Avrupa Demeci” yayınlanmıştır Bu demeçle, Avrupa’da demokratik bir düzenin kurulacağı dünyaya

20 Koçak,Türkiye’de Milli…, Cilt II, s. 257-268. 21 İtalya ve Almanya’nın yayılmacı bir politika izlemesinden dolayı, Türkiye’yi yanına çekmek isteyen İngiltere ile Türkiye arasında 12 Mayıs 1939 tarihinde “Türk-İngiliz Yardım Deklarasyonu” imzalanmıştır. Benzer bir anlaşma 23 Haziran 1939 tarihinde Fransa’yla da imzalanmıştır. Öcal, s. 287.(Sayfa Aralığı: 287-297) 22Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, 3 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15,TBMM Matbaası, s. 11., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 5 Ocak 1945, s. 1. 23Osman Akandere, Milli Şef Dönemi Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Tesirler(1938-1945), İz Yayıncılık, İstanbul 1998, s. 310. 24Oral Sander, Siyasi Tarih(1918-1994), İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 175-176 25Rifat Uçarol, Siyasi Tarih(1789-2010), Der Yayınları, İstanbul 2010, s. 807-808., Ayrıca Bakınız: Serdar Sakin ve Mustafa Salep, Balkanlarda Güvenlik Arzusu Türkiye-Yunanistan-Yugoslavya İlişkileri veBalkan Paktı, Berikan Yayınevi, Ankara 2012, s. 60. 26 Akandere, s. 310. 27 Uçarol, s. 807-808. 12

duyurulmuştur. Türkiye tek parti rejimine sahip olduğu için bu ilan, Türkiye’yi de doğrudan alakadar etmiştir28. BM’ye katılımın Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmekten geçtiğinin anlaşılması sonrasında TBMM 23 Şubat 1945 tarihinde olağanüstü toplanarak, durumu tartışmaya açmıştır. Dışişleri Bakanı Hasan Saka bu toplantıda yaptığı konuşmada; 1 Mart 1945 tarihinden önce Mihver Devletlere savaş ilanında bulunan devletlerin 25 Nisan tarihinde gerçekleşecek San Fransisco Konferansı’na katılma hakkını kazanacağını ve kurulacak dünya düzeni konusunda söz sahibi olacağını belirtmiştir. Milletvekillerinin; İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği dostluğundan bahsettikleri konuşmaların ardından hem Japonya ve Almanya’ya savaş ilan edilmesi hem de 1 Ocak 1942 tarihinde imzalanan Birleşmiş Milletler Beyannamesi’ne katılma konusunda 401 milletvekili oybirliği ile karar vermiştir29. İlan edilen savaş siyasi bir anlam taşırken, askeri yönden ise sembolik bir özelliğe sahip olmuştur30. Alınan bu kararlar doğrultusunda, 5 Mart 1945 tarihinde Türkiye San Fransisco Konferansı’na davet edilmiştir. Gönderilen davet şu şekildedir: “Birleşik Amerika Hükümeti, 25 Nisan’da Birleşik Amerika’da San Fransisco’da, milletlerarası genel bir teşkilat ve barış ile milletlerarası emniyetin muhafazası için bir beyanname hazırlamak maksadıyla toplanacak olan bir konferansa Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni mümessiller göndermeye, kendi adına, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Hükümetleri, Sovyetler Birliği Hükümeti adına davet eder31.” Türkiye’nin Japonya ve Almanya’ya savaş ilanı etmesi konusunda Cumhuriyet Halk Parti Genel Sekreterliği adına il ve ilçe idare kurulu başkanlıklarına gönderilen 14 Mart 1945 tarihli bir yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır: Türkiye dünya barışını koruma taraftarıdır, kendi sınırlarından taviz veremeyeceği gibi başkaları içinde aynı hakkı savunmuş ve bu anlamda savaş sırasında Mihver Devletlerin dış politika anlayışlarına şüpheyle yaklaşmıştır. Türkiye daha savaş başlamadan İngiltere ve Fransa ile anlaşmalar yaparak cephesini tayin etmiş ve sonunda 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek bu kararını fiiliyata dönüştürmüştür. CHP üyelerinin verilen bu karar karşısında olumlu yaklaşımları mevcuttur. CHP idare kurulu üyeleri, Türkiye’nin savaşa girmesinin ülke menfaatine olduğunu, gerekirse fiilen de savaşın içinde olunmaktan kaçınılmayacağını her ortamda halka duyurmak görevindedir32. Savaş ilanının geç yapıldığı ve çıkar amaçlı olduğu yönünde Türkiye’ye yönelik gelen eleştiriler ise Cumhurbaşkanı İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli Meclis konuşmasında yanıtlanmıştır ve şu şekildedir: “Şimdi, Almanlar ve Japonlarla harp haline girmemizin tenkitlerine geliyorum. Harp ilanımızın tesirsiz ve müttefik zaferi kesin mahiyet aldıktan sonra yapılmış olduğu söylenmektedir. Harp ilanımızın tesiri hakkında bir iddiamız yoktur. Bizim iddiamız, harp ilan etmezden önce senelerce süren kâbus devrinde güttüğümüz hareket hattının müttefiklerimizin zaferine yardım ettiği merkezindedir ve bundan ibarettir…Zafer günlerinde,

28Necdet Ekinci, Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1997, s. 252. 29 TBMMZC, 23 Şubat 1945, 7. Dönem, Cilt 15, s. 126-131., Ayrıca Bakınız: Harris, s. 14. 30 Edip Çelik, 100 Soruda Türkiye’nin Dış Politika Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 118. 31Akşam Gazetesi, 7 Mart 1945, s. 1. 32 BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 5.26..7. 13

ganimetten bir hisse almak davamız yoktu ki fırsattan istifadeyi düşünelim. Hareketimiz sadece müttefiklerin isteği üzerine ve onlarla beraberlik gereği yapılmıştır…33.”

1.5.5. San Fransisco Konferansı ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın Kuruluşu

San Fransisco Konferansı 25 Nisan-26 Haziran 1945 tarihleri arasında “Uluslararası Örgüt Oluşturmaya Mahsus Birleşmiş Milletler Konferansı” adıyla toplanmıştır. Konferansa 46 devlet ve 1.200 katılımcı iştirak etmiştir. Tarafsız olan veya Müttefiklerle savaş halinde olan devletler konferansa davet edilmemiştir34. Türkiye, San Fransisco Konferansı’na; Dışişleri Bakanı Hasan Saka başkanlığında, Feridun Cemal Erkin, Numan Tahir Seymen, Süreyya Anderiman, Abdullah Zeki Polaryer, Şinasi Hisar, Nihat Erim, Nurettin Vergin, Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Cahit Yalçın ve Doğan Nadi’nin de içerisinde bulunduğu 40 kişiye yakın kalabalık bir heyetle katılmıştır35. Türk heyetinin en büyük tedirginliği Türkiye’de mevcut olan tek parti anlayışı konusunda gelecek olan eleştiriler yönünde olmuştur. İnönü bu konuda gelebilecek sorular karşısında, en kısa zamanda demokrasiye geçileceği cevabının verilmesini istemiştir36. Gerçekten de konferans esnasında Türkiye’deki tek parti anlayışı eleştirilere maruz kalmıştır. Türk heyeti ise İnönü’nün tembihi doğrultusunda tavır takınmış ve Türkiye’nin kısa süre içerisinde çok partili hayata geçeceğini söylemiştir. Fakat bu yaklaşım, konferansa katılanların Türkiye ile ilgili sahip oldukları düşünceleri değiştirmeye yetmemiştir37. Konferansın en önemli safhasını BM’nin kuruluşu ve yapısının tayini konusu almıştır. BM’nin temelleri ilk olarak; ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill tarafından 14 Ağustos 1941 tarihinde yayınlanan “Atlantik Bildirisi” ile atılmıştır. 8 maddelik bildiri içerisinde; açık denizlerde ticaret serbestliğinin tanınacağı, halkın onayı alınmadan bir toprak ile ilgili karar verilmeyeceği38, halk egemenliğinin öncelikli olarak savunulacağı, iki ülke arasında ekonomik işbirliği sağlanacağı, Nazi baskısından kurtulmuş huzur dolu bir dünya kurulacağı, dünya barışını zedeleyecek şekilde silahlanmanın uygun olmadığı ve iki tarafın da toprak genişlemesi isteğinde bulunmayacağı ilkeleri yer almıştır. BM’nin kuruluşu adına ikinci aşama ise 1 Ocak 1942 tarihinde Mihver Devletlerle savaş halinde bulunan 26 devletin Washington’da imzaladıkları “Birleşmiş Milletler Beyannamesi” ile gerçekleşmiştir. Bu beyannamede Atlantik Bildirisi’nin aynen kabulü dile getirilmiştir. Ayrıca; Mihver Devletlere karşı her türlü imkânın kullanılması gerekliliği vurgulanmış39, imza sahibi devletlerin kendi özgürlüklerinin yanı sıra başka ülkelerdeki insanların özgürlüklerini de işgalci

33Akşam Gazetesi, 2 Kasım 1945, s. 2. 34 Uçarol, s. 808-809., Ayrıca Bakınız: Seha L. Meray, Devletler Hukukuna Giriş, Cilt 2, Sevinç Matbaası, Ankara 1962, s.164-165. 35Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, s. 44 36Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 3, İstanbul Matbaası, İstanbul 1974, s. 1665. 37 Harris, s. 16. 38 Mustafa Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye(1939-1945)”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980,(Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 413.(Sayfa aralığı: 399-476). 39İsmail Soysal, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları(1945-1990), TTK Basımevi, Ankara 1991,s. 3-4. 14

güçlere karşı koruma amacında olduğu bildirilmiştir40. Bildiride savaş sonrasında uluslararası bir teşkilatlanmanın oluşumundan da bahsedilmiştir. Türkiye savaş içinde yer almadığı için bu bildirgeye imza atan devletler arasında yer alamamıştır41. BM teşkilatlanmasının diğer bir hazırlanış aşaması ise 21 Ağustos-7 Ekim 1944 tarihleri arasında ABD, İngiltere, SSCB ve Çin devletlerinin hukukçu ve uzmanlarının ABD’nin Dumbarton Oaks kentinde buluşmasıyla gerçekleşmiştir. Bu kentin adını alan bir öneri raporu hazırlanmıştır ve kurulacak olan teşkilatın yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır42. Temelleri savaş sırasında atılmış olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı, savaş sonrasında dünyanın yeniden düzenlenmesi umutlarıyla hayata geçirilmiştir. 1920 yılında kurulan Miletler Cemiyeti’ne göre daha karmaşık bir yapıda olan BM, daha önce yaşanan başarısız Milletler Cemiyeti deneyimiyle kurulmuş bir örgüttür43. Ahmet Şükrü Esmer iki teşkilat arasındaki anlayış farkını şu şekilde değerlendirmiştir: “Birinci Dünya Harbi’nden sonra takip edilen yoldan farklı olarak, bu defa kollektif barış teşkilatıyla, barışın kendisi birbirinden ayrılmıştır. Versay Konferansı’nda hem Milletler Cemiyeti paktı, hem de barış antlaşması hazırlanmıştı. Bu defa, önce Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuş ve faaliyete geçirilmiş, barışın kurulması ise sonraya bırakılmıştır. Barışın kendisi kurulmadan, barışın korunması faaliyetine geçilmesi, olayların mantıki silsilesini tersine çevirmek gibi bir vaziyet görünmekte ise de devletler, geçmiş yirmi beş yıllık tecrübelerden faydalanarak böyle bir karara varmışlardır44.” San Fransisco Konferansı devam ederken 51 devletin (önce 50 devlet iken, Polonya’nın katılımı ile 51 sayısına ulaşılmıştır) onayı ile 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma, yeteri sayıda devletin meclisinde onaylanınca 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Milletler Cemiyeti ise 19 Nisan 1946 tarihinde tamamen kaldırılarak yetkileri BM’ye devredilmiştir45. 111 maddelik BM Anayasa’sının 1. maddesi içerisinde teşkilatın amaçları ortaya konmuştur ve şu şekildedir: “Ekonomik, sosyal, fikri ve insani mahiyetteki milletlerarası davaları çözerek ve ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve hürriyetlerine karşı saygı geliştirerek ve teşvik ederek, milletlerarası işbirliğini gerçekleştirmek.” Oluşturulan yapının organları ise; genel kurul, güvenlik meclisi, ekonomi ve sosyal meclisi, vesayet meclisi, milletlerarası adalet divanı ve sekreterlik olarak belirlenmiştir. Teşkilatın önemli bir parçasını oluşturan Güvenlik Meclisi’nin üye ülkeler üzerindeki etkinliği ve gerektiği zamanlarda ortak güç kullanımını nasıl tayin edeceği ise Anayasanın 41-42 ve 43. maddelerinde açık bir şekilde belirtilmiştir.46.

40 Enver Behnan Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi(1918-1950), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1953, s. 172. 41Aydemir, İkinci Adam… Cilt II., s 308. 42 Soysal, Türkiye’nin…, s. 5. 43 Sander, Siyasi…, s. 183-184. 44Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946, s. 11. 45 Uçarol, s. 810-811., Ayrıca Bakınız: Meray, s. 165., Cumhuriyet Gazetesi, 27 Haziran 1945, s. 1. 46Türkiye’nin 1950 yılında Kore Savaşı’na katılması sürecinde büyük tartışmalara neden olan bu maddeler şu şekildedir: 41. madde: “Güvenlik Meclisi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanılmasını gerektirmeyen ne gibi tedbirlerin alınması lazım geleceğini tespit ve Birleşmiş Milletler üyelerini bu tedbirleri uygulamaya davet edebilir. Bu tedbirlere, ekonomik münasebetlerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer ulaştırma vasıtalarının tamamen veya kısmen kesilmesi ile siyasi münasebetlerin kat’ı da dahil olabilir.” 42. madde: “Güvenlik Meclisi 41. maddede derpiş olunan tedbirlerin uygun olmayacaklarını veya uygun olmadıklarının sabit olduğuna hükmederse, milletlerarası barış ve güvenliğinin muhafazası veya yeniden tesisi için, hava, deniz veya kara kuvvetleri ile gerekli addettiği her türlü teşebbüse geçebilir. Bu teşebbüse, nümayişler, abluka tedbirleri ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz veya kara 15

1.5.6. Birleşmiş Milletler Anayasası’nın Türkiye’de Onaylanması

San Fransisco’da imzalanan BM Anayasası ile Milletlerarası Daimi Adalet Divanı Statüsü’nün onanması ile ilgili görüşmeler 15 Ağustos 1945 tarihli Meclis oturumunda gerçekleşmiştir47. Manisa Milletvekili Yusuf Hikmet Bayur, anlaşmanın bazı maddeleri üzerinde eleştirilerini dile getirmiştir. Bayur’a göre Anayasa içerisinde devletlerarasında eşitlik ilkesinden bahsedilirken, diğer bir taraftan beş büyük devlete özel haklar tanınmıştır. Bu devletlerden birisinin oyu olmadan hiçbir işlem yürütülemeyecektir. Savaşı büyük devletler kazanmıştır ama düşmanı yıpratmada küçük devletlerin de katkısı büyüktür. Bu nedenle onları yok saymak yanlış olacaktır. Aynı oturumda söz alan Aydın Milletvekili Adnan Menderes ise; imzalanan Anayasa ile Türkiye’nin çeşitli yükümlülükler altına girdiğini belirtmiştir. Menderes özellikle, demokrasi prensiplerine uygun olarak halkın şahsi hürriyet ve masuniyetleriyle siyasi haklarının korunması gerekliliğinin öne çıkarıldığını belirtmiş ve milli hâkimiyet konusunda şu yorumu yapmıştır: “Bize gelince; Anayasamızın ruhu tamamen milli hâkimiyet esasına dayanmakta bulunduğundan Birleşmiş Milletler misakıyla tam tetabuk(uyum) halinde bulunduğumuzu bu fırsattan faydalanarak bir kere daha sevinçle ifade edebiliriz… Ancak olsa olsa fiili durum ile yazılı Anayasamız arasındaki bazı ahenksizliklerin bertaraf edilmesi lüzumu hâsıl olabilir ki bu da esasen ana kanunumuzun milletimize karşı taahhüt etmiş olduğu hususların kemaliyle yerine getirilmesi demektir.” Konuşmaların ardından yapılan oylamada katılımcı 332 milletvekilinin tamamı kabul oyu vermiş ve BM Anayasası onaylanmıştır48. 1947-1957 yılları arasında Türkiye’yi BM’de temsil etmek üzere Selim Sarper yetkili kılınmıştır49. Basında Türkiye’nin BM’ye katılması ile ilgili çeşitli açılardan yorumlar yer almıştır. Bu anlamda Zekeriya Sertel yayınladığı bir yazısında imzalanan metnin dış politikada yüklediği sorumlulukları şu şekilde sıralamıştır: “…Komşularımızla iyi dostluk münasebetleri kurmayı, dünya sulhunu bozacak her türlü hareketten çekinmeyi, hiçbir millete tecavüz etmemeyi ve herhangi bir tecavüzü önlemek için diğer milletlerle işbirliği yapmayı, icap ederse mütecavize karşı kullanılmak üzere emniyet konseyi emrine kuvvet vermeyi, komşularımızla aramızda bir ihtilaf çıktığı taktirde bunu sulh, hakem ve anlaşma yoluyla halletmeyi, olmazsa işi Milletlerarası Adalet Divanı’na vermeyi vesaireyi kabul etmiş bulunuyoruz…50.” Muharrem Feyzi Togay ise BM’ye olan inancını şu ifadelerle dile getirmiştir: “Milletler Cemiyeti, büyük ve kuvvetli devletlere küçük devletlerin varlığını bile feda etmekten çekinmediği, Habeşistan’ın istiklali hiçe sayılarak bağıra çağıra büyük bir devlete bırakılması ile kuvvetleri tarafından yapılacak başka hareketler dahil olabilir.” 43. madde 1. fıkra: “Birleşmiş Milletlerin bütün üyeleri milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını desteklemek üzere, Güvenlik Meclisi’nin daveti ile ve mahsus bir anlaşma veya mahsus anlaşmalar gereğince, milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası için kurulun emrine gerekli silahlı kuvvetleri vermeyi ve geçit hakkı da dahil olmak üzere yardım ve kolaylıklarda bulunmayı taahhüt ederler.” 3. fıkra: “Anlaşma veya anlaşmalar Güvenlik Meclisi’nin teşebbüsü üzerine, kabil olur olmaz müzakere edilecektir. Bu anlaşmalar, Güvenlik Meclisi ile teşkilat üyeleri veya Güvenlik Meclisi ile teşkilat üyelerinden mürekkep gruplar arasında akdedilecek ve imzalayan devletler tarafından, her birinin Anayasası usulleri gereğince onanacaktır.” Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 15 Ağustos 1945, 7. Dönem, Cilt 19, TBMM Basımevi, Ekler Bölümü s.26-36. 47Resmi Gazete, 24 Ağustos 1945, s. 1. 48 TBMMTD, 15 Ağustos 1945, 7. Dönem, Cilt 19, s. 168-180. Ayrıca Bakınız: BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 11.64..5. 49 Soysal, Türkiye’nin…, s. 27. 50 Zekeriya Sertel, “Birleşmiş Milletler Anayasasını Kabul Etmek Ne Demektir”, Tan Gazetesi, 20 Ağustos 1945, s. 1. 16

büsbütün meydana çıkmıştı. Neticede bu milletlerarası müessese, kendisine küçük ve zaif devletlerin ümit ve güveni kalmadığından inhilal edip gitmişti…(BM), Milletler Cemiyeti’nden ağzı yanan küçük milletler tarafından kuvvetli ümitler ile karşılanmamıştı. Fakat bu kurul, daha teşkilatını ve kadrolarını tamamlamaya ve en büyük şefi olacak genel sekreteri bile seçmeye yetişemediği bir hazırlık devrinde geçirmiş olduğu çetin bir imtihanla küçük milletlerin güvenini kazanmıştır… İmtihana vesileyi veren İran’ın, mevcut muahede ve anlaşmalara aykırı olarak “üç büyükler” denilen en kuvvetli devletlerden biri olan Sovyetler Birliği’nden gördüğü haksızlık üzerine medet isteyerek yaptığı müracaat olmuştur… İngiltere hariciye nazırı Ernest Bevin, Sovyetler Birliği baş temsilcisine(Andrey Vişinski) karşı, büyük devletlerin çok kuvvetli olmasından başka küçük devletlerden bir farkı olmadığını ve iki tarafın da hak ve salahiyetleri müsavi olduğunu güvenlik konseyinin 30 Ocak(1946) tarihli oturumunda haykırdığı zaman ilk defa küçük devletler kendi haklarına ve istiklallerine sahip olduklarına inanmışlardır51.” BM’ye katılımla birlikte teşkilatın doğal uzantısı olan ve 9 Kasım 1943 tarihinde 44 devlet tarafından kurulan, savaşın yıkıntılarını yaşamış milletlere yardım amacı taşıyan Birleşmiş Milletler Yardım ve Kalkınma Teşkilatı UNRRA(United National Relief and Rehabilitation Administration)’ya Türkiye de katılma kararı almış ve konu 8 Mayıs 1946 tarihli Meclis oturumunda gündeme gelmiştir. Bu oluşum savaş sırasında; yardıma muhtaç olan milletlere yiyecek, giyecek, ev yardımında bulunmuş, salgın hastalıklar karşısında önlemler almış, esir-sürgün ve mültecileri ülkelerine iade etmek, zirai ve sanayi üretimini artırmak yolunda adımlar atmıştır. Teşkilata üye devletler milli gelirlerinin %1’i oranında bir yardım yapmakla mükellef sayılmıştır. Meclis 8 Mayıs tarihli oturumda teşkilata katılma kararını kanunlaştırmıştır. Teşkilata katılmanın yükümlülüğü olan miktarın ödenmesi için bütçeden 6 milyon TL ayrılması da aynı gün Meclisten geçmiş ve 1946 yılı bütçesine eklenmiştir52.

1.5.7. Potsdam Konferansı ve Boğazlar Konusunun Gündeme Gelişi

Potsdam Konferansı Alman eski Veliaht Prensi Wilhelm’e ait olan Berlin’deki Cecilienhof Sarayı’nda 17-25 Temmuz ve 28 Temmuz-2 Ağustos 1945 tarihleri arasında gerçekleşmiştir53. Üç büyük devletin katıldığı konferansta; ABD’yi Harry Truman, İngiltere’yi önce Winston Churchill, konferans devam ederken seçimleri kaybedince ise Clement Atlee, Sovyetler Birliği’ni ise Josef Stalin temsil etmiştir54. Konferans savaş sonrası kurulacak olan dünya düzeninin belirlenmesi amacını gütmüştür. Yalta Konferansı’ndan Potsdam Konferansı’na kadar Müttefikler arasındaki ilişkilerde karşılıklı şüpheler baş göstermiş ve konferans bu şüpheler ışığında gerçekleşmiştir55. Konferans büyük bir zaferin ardından ve büyük bir sorumluluk altında toplanmıştır. Avrupa'nın yeniden inşası ve savaş sırasında aktif olan ittifakların düzenlenmesi sorunları öne

51 Muharrem Feyzi Togay, “Küçük Milletler Davasının İlk Zaferi”, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946, s. 4. 52 TBMMTD, 8 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23,Ekler Bölümü s. 4/1-4 ve 5/1-3. 53Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Aydınlık Yayınevi, Ankara 1969, s. 45. 54 Uçarol, s. 812-814. 55 Gönlübol vd., s. 209. 17

çıkmıştır. Potsdam Konferansı’na, Balkanlardaki Sovyet isteklerinin baskın havası içerisinde girilmiştir. Sovyet tarafı kendisine ayrılmış bulunan bölgeye karışılmamasını istemiştir. Almanya’nın nasıl parçalanacağı konusu da konferansta ciddi tartışmalara neden olmuştur56. Görüşmeler sırasında Türkiye ile ilgili konuşmalar da gerçekleşmiştir. Sovyetlerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirme isteği prensip olarak kabul edilmiştir. Fakat bu değişikliğin ne şekilde olacağı tespit edilememiştir. Sonuç olarak ise üç devletin boğazlarla ilgili olarak Türkiye’yle teke tek görüşmesi kararlaştırılmıştır57. Böylece Sovyetler Birliği, boğazlarla ilgili tarihi emellerini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşmıştır. Truman, konferansın geneli ve Rus istekleri ile ilgili olarak hatıralarında şu yorumu yapmıştır: “Potsdam’da önemli bir şey daha öğrenmiş oldum… Ruslar her meselede pazarlığa girişmekte ve ‘ne koparırsak kardır’ zihniyeti ile hareket etmekteydiler… Rusların anladıkları tek şey kuvvetti. Stalin bütün konferans boyunca olumlu tekliflerimizden çoğunu baltalamıştı. Dünyanın belli başlı bütün su geçitlerinin milletlerarası bir şekle sokulmasını istemiştim. Stalin bunu da reddetmişti. Onun istediği şey Karadeniz Boğazı’nı ve Tuna’yı kontrol altına almaktı. Ruslar dünyaya hâkim olmak için planlar hazırlamaktaydı58.”Konferans üç büyükler tarafından yapılan son konferans olmuştur ve artık dünyada iki cepheli bir yapı oluşmaya başlamıştır. Oluşan bu bölünmüşlük Türkiye için büyük önem taşımıştır ve kuzey komşu Sovyetler Birliği’nin atacağı her adım, Türkiye’yi sürekli tedirgin etmiştir.

56 Sander, Siyasi…,s. 192-195. 57 Harris, s. 17. 58Harry S. Truman, Hatıralarım, Ulusal Basımevi, Ankara 1968, s. 198.

2. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

Türkiye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında giriştiği Milli Mücadele ile bağımsızlığını kazanmış ve imzaladığı Lozan Antlaşması ile de sınırlarını, birkaç istisnasıyla, Misak-ı Milli’ye uygun olarak çizmiştir. Lozan’dan arda kalan; dış borçlar, nüfus mübadelesi, Musul, Hatay ve boğazlar meselelerini ise süreç içerisinde çözmüş ve İkinci Dünya Savaşı’nı, Avrupa devletlerine nazaran, daha rahat bir konumda karşılamıştır. Savaş içerisinde Müttefik ve Mihver Devletler tarafından savaşa katılma yönünde sürekli baskı gören Türkiye, tarafsızlığını bozmayarak savaşa ancak savaşın bittiği yıl, göstermelik bir tarzda dâhil olmuştur. Türkiye’nin uzun yıllar devam ettirdiği tarafsız kalma anlayışı, savaşın bitimiyle değişen dünya şartları ekseninde bir seyir izlemiştir. İki kutba ayrılan dünyada ve Soğuk Savaş’ın baskısı altında artık Batı devletlerine ve özellikle de ABD’ye yakın bir Türkiye profili ortaya çıkmıştır. Bu bölümde İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın genel yapısı ve Türkiye’nin yeni dünya düzeninde yer edinme mücadelesi değerlendirilecektir.

2.1. İkinci Dünya Savaşı’nın Sona Eriş Süreci

Potsdam Konferansı sırasında, yenilen devletlerle imzalanacak anlaşmaların görüşülmesi için ABD, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve Çin dışişleri bakanlarının oluşturduğu bir konseyin toplanması kararlaştırılmıştır. Barış Konseyi 1945 yılı Eylül ve Ekim aylarında ilk kez Londra’da toplanmış ve üç haftalık bir görüşme maratonu yaşanmıştır59. 11 Eylül tarihinde başlayan görüşmelerde barış şartlarının belirlenmesi, Batı Almanya’nın geleceği, atom enerjisinin kontrolü gibi konular gündeme gelmiş ama Sovyetlerin farklı görüşler sunması ile başarı sağlanamamış, 3 Ekim 1945 tarihinde konferans dağılmıştır60. Moskova’da 16 Aralık 1945 tarihinde üç büyük devlet (ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği) arasında yapılan görüşmeler sonrasında, Almanya ile yapılacak anlaşma sona bırakılmak şartıyla, uzlaşmaya varılmıştır61. Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Finlandiya ile yapılacak anlaşmalar karara bağlanmış, Uzak Doğu kontrolü için merkezi Washington’da olan bir Uzak Doğu Komisyonu, Japonya kontrolü için ise, merkezi Tokyo’da olan ve ABD başkanlığında bir Müttefik Komisyonu kurulması kararlaştırılmıştır. Böylece Müttefikler arasındaki bir hayli problem çözüme

59 Gönlübol vd., s. 217. 60Uçarol, s. 852-853. 61 Gönlübol vd., s. 218. 19

kavuşmuştur. Konferansta; Almanya, İran ve Türkiye ile ilgili sorunlar çözüme kavuşamamıştır. Moskova Konferansı 26 Aralık 1945 tarihinde son bulmuştur62. Kaybeden devletlerle imzalanacak barış anlaşmalarına son halini vermek için 29 Temmuz 1946 tarihinde Paris’te yeni bir konferans daha toplanmıştır63. Bu görüşmeler 15 Ekim 1946 tarihine kadar sürmüştür64. Konferansa 21 devlet katılmıştır. İtalya, Bulgaristan, Finlandiya, Macaristan ve Romanya ise kaybeden devletler olarak kendileriyle alakalı görüşmelere katılmışlardır. Almanya, Avusturya ve Japonyaile ilgili görüşmeler sonraya bırakılmıştır65. Kaybeden devletlerden İtalya, Romanya, Bulgaristan, Finlandiya ve Macaristan’la 10 Şubat 1947 tarihinde antlaşmalar imzalanmıştır66. İtalya ile yapılan antlaşmayla; Oniki Ada Yunanistan’a bırakılmıştır. İtalya; Lozan Antlaşması ile kazandığı haklardan vazgeçtiğini kabul etmiştir67.Almanya ve Avusturya ile imzalanması planlanan antlaşmaların hazırlanması için 1947 yılında ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği iki defa bir araya gelmiştir68. İlk olarak Mart ayında Moskova’da Müttefik Devletler dışişleri bakanlarınca bir konferans toplanmış ama anlaşma sağlanamadan 24 Nisan’da dağılmıştır69. Bu konferans devam ederken 12 Mart 1947tarihinde Truman Doktrini ilan edilmiş ve görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanmasında bu gelişme etkili olmuştur 70. Böylece 1947 yılından başlamak üzere Sovyetler Birliği ile Müttefikler arasında derin ayrılıklar baş göstermiştir71. Diğer başarısız konferans ise 1947 yılı Kasım ayında Londra’da toplanmıştır. Ayrıca 1949 yılı Mayıs ayında Paris’te ve 1951 yılında dışişleri bakan yardımcıları bazında yapılan toplantılarda Almanya ve Avusturya ile yapılacak anlaşmalar konusunda karara varılamamıştır. Bu kararsızlıkta, Sovyetlerin yayılma siyaseti izlemesinin büyük etkisi olmuş, böylece kazananlar istedikleri dünya barışını tam manasıyla hayata geçirememişlerdir72. Japonya ile ise 1951 yılında ABD, 1956 yılında Sovyetler ayrı ayrı anlaşmalar imzalamışlardır. Avusturya işgale uğrayan dost ülke olarak kabul edilmiş ve bu devletle bir barış antlaşması imzalanmamıştır. 1955 yılında Sovyetler, Avusturya ile bir anlaşma imzalayarak bu devletin tam bağımsız bir dost devlet olduğunu kabul etmiştir73.

2.2. İmzalanan Barış Anlaşmalarında Türkiye’nin Durumu

Savaş sonrasında imzalanacak anlaşmalar noktasında Türkiye, Oniki Ada konusunda taraf olarak ortaya çıkmıştır. 1912 yılında geçici kaydıyla İtalya’ya bırakılan Oniki Ada’nın, İtalya

62 Uçarol, s. 852-853. 63 Lord Ismay, Nato İlk Beş Sene(1949-1954), TTK Basımevi, Ankara 1956, s. 5. 64 Sander, Siyasi…,s. 208. 65 Konferansa katılan devletler şunlardır: İngiltere, Fransa, ABD ve Sovyetler önderliğinde davet edilen; Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya, Ukrayna, Brezilya, Kanada, Çin, Çekoslovakya, Habeşistan, Yunanistan, Hindistan, Felemenk, Yeni Zelanda, Norveç, Lehistan, Yugoslavya ve Güney Afrika olmuştur.Uçarol, s. 852-854. 66 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…,s. 452., Ayrıca Bakınız: Turgay Merih, Soğuk Savaş ve Türkiye(1945-1960), Ebabil Yayınları, Ankara 2006, s. 43. 67 Uçarol, s. 854-855. 68Aptülahat Akşin, Türkiye’nin 1945’den Sonraki Dış Politika Gelişmeleri Ortadoğu Meseleleri, Kervan Matbaası, İstanbul 1959, s. 46. 69 Uçarol, s. 855. 70Ataöv, Amerika…,s. 99. 71 Ismay, s. 5. 72 Uçarol, s. 856. 73 Sander, Siyasi…, s. 208. 20

denetiminden çıkacağı anlaşılınca74 adalarda yaşayan Ortodoks Rum halk, Yunanistan’la birleşme isteklerini galip devletlere bildirmiştir. İngiltere ise Rumların Kıbrıs konusundaki isteklerini ikinci plana itmek, Yunanistan’ın savaşta çektiği sıkıntıları ödüllendirmek ve ayrıca Yunanistan’daki sol akımların gücünü kırmak için Oniki Ada’nın Yunanistan’a verilmesi yönünde tavır takınmıştır. Türkiye ise bazı adaların Türk karasularında olması nedeniyle Türkiye açısından stratejik anlam taşıdığını, ayrıca İstanköy ve Rodos adalarında Türklerin yaşıyor olmalarının da dikkate alınması gerektiğini belirterek konunun İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında yapılacak görüşmeler sonrasında netleştirilmesini istemiştir. Dışişleri eski Bakanı Tevfik Rüştü Aras ise adaların üç ülkenin denetiminde özerk ve silahsız bir yapıya kavuşturulması önerisini sunmuştur. Türkiye, Oniki Ada konusunda tam olarak kamuoyu oluşturmaya fırsat bulamadan Rus tehlikesi baş göstermiştir. İngiltere’nin desteğinden mahrum kalmak istemeyen Türkiye, Oniki Ada’nın dost Yunanistan’a verilmesinden rahatsızlık duymayacağını 1 Temmuz 1946 tarihinde açıklamak durumunda kalmıştır. Türkiye sadece, sınırlarına yakın olan İstanköy, Sömbeki ve Meis adalarının kendisine verilmesinin uygun olabileceğini belirtmiştir. 8 Temmuz 1946 tarihinde İngiltere tarafından gönderilen notada, adaların bir kaçının Türkiye’ye verilmesinin SSCB tarafından aleyhte kullanılabileceğini, bu nedenle tüm adaların Yunanistan’a bırakılması gerekliliğini bildirmiştir. Adaların tamamen silahsızlandırılarak Yunanistan’da kalması da nota içerisinde yer almıştır75. İngiltere, Fransa, ABD ve Sovyetler Birliği’nin ortak bir karar ile Oniki Ada’nın Yunanistan’a verilmesini kararlaştırması ise 27 Haziran 1946 tarihinde gerçekleşmiştir76. 29 Temmuz 1946 tarihinde toplanacak Paris Konferansı için, Türkiye’nin adalarla ilgili tavrı konusunda Bakanlar Kurulu’nda; Türkiye’nin savaş dışında kaldığı için savaşın ganimetlerinden yararlanmasının doğru olamayacağı kanaati hasıl olmuştur. Bu sonuçla Türkiye konferansa katılma yönünde bir talepte bulunmamış, Oniki Ada konusunda da bir girişim içine girmemiştir77. Türkiye’nin yer almadığı görüşmelerde, Lozan Atlaşması ile İtalya’ya bırakılmış olan Rodos ve etrafındaki adalar78, 10 Şubat 1947 tarihinde imzalanan Paris Antlaşması ile resmen Yunanistan’a bırakılmıştır. Bu durum, Lozan’la Ege Denizi’nde gerçekleştirilmiş olan Türkiye-Yunanistan dengesinde Türkiye aleyhinde bir adım olmuştur79.

74 İtalya egemenliğine bırakılan Oniki Ada’dan Meis, İstanköy, Leros ve Sisam 1941 yılına gelindiğinde artık İngiltere işgali altındaydı. Daha sonra Oniki Ada üzerinde Alman işgal bölgeleri de oluşmuş, fakat Almanlar savaşı kaybedince Oniki Adalardaki askeri birlikleri 8 Mayıs 1945 tarihinde teslim olmuşlardır. Böylece Rumlar adalar için seslerini çıkarmaya başlamışlardır. Yalçın Diker, “Menteşe Adalarının(Oniki Ada) İkinci Dünya Savaşı Başlangıcındaki ve Sonrasındaki Statüsü İle 1947 Paris Antlaşması’ndan Günümüze Uzanan Sorunlar”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998, s. 38.(Sayfa aralığı 35-44) 75 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 582-583.(Sayfa aralığı: 576-614). 76 İsmail Soysal, Türk Dış Politikası İncelemeleri İçin Kılavuz(1919-1993), Eren Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 63. 77 Merih, s. 44 78 Kamuran Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, AÜSBF Yayınları, Ankara 1983, s. 443. 79 Diker, s. 35. 21

2.3. İkinci Dünya Savaşı Sonunda Sömürgeciliğin Yediği Büyük Darbe

İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan önemli bir gelişme sömürgelerin tasfiye edilmeye başlanması olmuştur. Bu süreç Asya ve Afrika kıtalarında hızlı bir seyir takip etmiştir80. Sömürgeci devletlerin savaşta yıpranmasının yanı sıra, sömürgelerdeki milliyetçilik anlayışının gelişmesi de sömürge mantığının yıkılmasına ortam hazırlamıştır. Mihver Devletlerine karşı savaşmış olan Asya ve Afrika sömürge halkları, savaşın sonunda kendi milletlerine de bağımsızlık verilmesi isteğinde bulunmuşlardır. Zaten dünya genelinde başka milletlere ait toprakların işgal edilmesi de artık hoş karşılanmamaya başlanmıştır81. Savaşın bitimiyle birlikte Japon sömürge imparatorluğu tarihe karışmış82, büyük bir çöküntü içerisine giren ve güç bir durumda savaşı bitiren İngiltere, sömürgeleri içerisinde kendisini istemeyen topraklardan hızla çekilerek önemli bir politik girişimde bulunmuş, onun yerini dolduran ABD ise girdiği hiçbir ülkede başarı kazanamamıştır. Fakat İngilizler askeri çekilmeye rağmen politik olarak, boşalttıkları bölgelerden ellerini çekmemişler ve Amerikalılara karşı oluşan rekabette ezilmemişlerdir. Özellikle Arap dünyasında İngiliz politikacıların diplomatik birikimleri ABD etkinliğini kırmıştır83. İngiltere sömürgesi Seylan(Sri Lanka)1947 yılında bağımsızlığa ilk adımını atmış ama tam bağımsızlığını 1972 yılında kazanmıştır84. İngiliz denetimindeki Hindistan yarımadasında ise, 1946 yılında Pakistan ve Hindistan adıyla iki bağımsız dominyon kurulması kararlaştırılmış ve bu karar 18 Temmuz 1947 tarihinde İngiliz Parlamentosu’nda kabul edilmiştir. 15 Ağustos 1947 tarihinde İngilizler, Hindistan yarımadasından tamamen çekilerek Hindistan’a bağımsızlık tanımışlardır. Hem Hindistan hem de Pakistan ancak İngiliz Uluslar Topluluğu’na(Commonwealth85) üye olarak bağımsız olabilmişlerdir. Diğer İngiliz sömürgesi Birmanya 4 Ocak 1948 tarihinde bağımsız olmuştur. Vietnam, Laos, Kamboç topraklarında bulunan Fransa, İkinci Dünya Savaş sonrasında direnişle karşılaşmış ve bu mücadele ABD’nin de katılımıyla 1975 yılına kadar sürmüştür. İngiliz sömürgesi Malezya’da, 1948 yılında Malezya Federasyonu, 1957 yılında ise tam bağımsız Malezya Devleti kurulmuştur. Hollanda sömürgesi olan Endonezya İkinci Dünya Savaşı sonrasında direnişe geçmiş ve 2 Kasım 1949 tarihinde Endonezya’nın bağımsızlığı tanınmış, 15 Ağustos 1950 tarihinde ise Endonezya Cumhuriyeti kurulmuştur. Kuzey Afrika’da Tunus, 1947 yılından itibaren kademeli olarak bağımsızlığa uzanmış ve 1956 yılında Fransızlar Tunus’un bağımsızlığını tanımıştır. İspanya ve Fransa denetimindeki Fas ise girdiği bağımsızlık mücadelesini 1956 yılında tamamlayabilmiştir. Fransa denetimindeki Cezayir, şiddetli mücadeleler sonrasında 3 Temmuz 1962 tarihinde bağımsız

80 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…, s. 420. 81 Uçarol, s. 879. 82 Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl(1914-1991 Aşırılıklar Çağı), Everest Yayınları, İstanbul 2011, s. 291. 83 Mahmut Dikerdem, Ortadoğu’da Devrim Yılları, İstanbul Matbaası, İstanbul 1977, s. 23-24. 84 Hobsbawm, s. 291. 85 İngiltere’ye bağlı olan topraklar ve İngiltere anakarasının oluşturduğu yapıya 1926 yılında İngiliz Uluslar Topluluğu adı verilmiştir. 1948 yılında İngiltere ile topluluk üyeleri eşit düzeye getirilmiştir. 1949 yılı itibariyle İngiliz tacını sembol olarak kabul eden özgür uluslar olarak görülen bu topluluk, Büyük Britanya’nın koruyuculuğu ve başkanlığı altında ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliği yapar bir hale gelmişlerdir. Güneş batmayan imparatorluk olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu 1945 sonrasında İngiliz Uluslar Topluluğu adı altında varlığını ve prestijini kurtarmaya çalışmıştır. Uçarol, s. 886. 22

olmuştur. İtalya denetimindeki Libya, İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz ve Fransız denetimine geçmiştir. BM’nin 1949 yılında aldığı bir karar üzerine 1952 yılında bağımsız devlet olmuştur. Afrika’nın diğer bölgelerinde yer alan İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz ve Belçika sömürgelerindeki bağımsızlık hareketleri ise uzun zaman almış ve daha geç hayata geçebilmiştir. Buralarda uygulanan katı yönetim anlayışı ve bölge kalkınmasının sınırlandırılması bağımsızlıkların gecikmesinde etkili olmuştur. 1977 yılında Cibuti Cumhuriyeti kurularak Afrika’daki sömürge uygulamaları son bulmuştur86.

2.4. Dünyada Siyasal Parçalanma, Soğuk Savaş Kavramı ve Doğu Bloğunun Oluşumu

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyayı ABD ve Sovyetler Birliği ikilisi yönlendirmeye başlamıştır. ABD 1823 yılından beri sürdürdüğü ve Monreo Doktrini kapsamındaki yalnızlık politikasını 11 Haziran 1948 tarihinde yayınladığı “Vandenberg Kararı” ile tamamen bırakmıştır. Senatör Vandenberg; BM yasasına dayanılarak bölgesel veya ortak tedbirler ile ilgili kararların alınması, bu alanda yapılacak örgütlenmelere katılınması amaçlarını savunmuştur87. Sovyetler ise yayılmacı bir siyaset izlemenin yanı sıra, teknolojik manada ABD ile bir yarış içerisine girmiştir. Komünizmin yayılması karşısında olan devletler ise SSCB karşısında birleşme yolunu tercih etmiştir. İki dünya görüşünün çatışması sonrasında Sovyetlerin önderliğinde Doğu Bloğu ile ABD önderliğindeki Batı Bloğu ortaya çıkmıştır88.Blokların ortaya çıkmasıyla kullanılmaya başlanan Soğuk Savaş kavramını ise ilk kez ABD’li devlet adamı Bernard Baruch17 Nisan 1947 tarihinde yaptığı bir konuşmada kullanmıştır. Fakat Soğuk Savaş’ın başlangıç tarihi olarak kesin bir tespitte bulunmak zordur. Yalta Konferansı, Potsdam Konferansı, Winston Churchill’in Demir Perde tabirini kullandığı konuşması ya da Truman Doktrini’nin ilanından her hangi birisi Soğuk Savaş başlangıcı olarak kabul edilebilir89. Soğuk Savaş en dar anlamda: İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan tarafta yer alan ABD ile SSCB arasında başlayan ve bu iki devleti destekleyen devletlerinde katıldığı, iki tarafın birbirine karşı doğrudan silah kullanmadığı sürece verilen addır. Soğuk savaşın diğer bir tanımı ise şöyledir: İki blok arasındaki ilişkilerde, blokların ve üyelerin davranışlarını denetlemeye yönelik, taraflarca benimsenmiş kuralların bulunmadığı ve ilişkilerde tamamıyla güce dayanan davranışların başat olduğu dönemdir. Soğuk Savaş, savaş sonrası düzensiz bir yapıya bürünmüş olan Avrupa’da ortaya çıkan bir kavramdır. Kimilerine göre Soğuk Savaş İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda çıkmış, kimilerine göre ise savaş içerisinde oluşmuş bir yapıdır. Diğer bir yoruma göre ise ABD ile Rusya arasında yaklaşık elli yıl süren karşılıklı güvensizliğin bir sonucudur. Her iki ülkenin de Uzak Doğu’da hâkim olma mücadelesi ve Bolşevik İhtilali sonrasında ABD’nin yeni Sovyet Rusya’ya uzak davranması güvensizlik oluşturan gelişmeler

86 Uçarol, s. 880-885. 87 Uçarol, s. 861. 88 Yalçın, Durmuş, Yaşar Akbıyık, Yücel Özkaya vd.,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt 2, ATAM Yayınları, Ankara, 2008, s. 461 89 Merih, s. 1. 23

olmuştur. 1933 yılında ABD, Sovyet rejimini tanımıştır. Diplomatik ve ekonomik işbirliği olsa da iki devlet arasındaki güvensizlik ortamı asla bitmemiştir. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni İkinci Dünya Savaşı sırasında işgale başlaması ile birlikte ABD ile SSCB arasında dört yıllık bir geçici ortaklık dönemi yaşanmıştır90. Rusya, daha önceden Fransa(Napolyon Bonapart Dönemi), İkinci Dünya Savaşı sırasında da Almanya tarafından işgal edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmanın ve 1917 Bolşevik İhtilali sırasında Avrupa devletlerinin iç savaşa müdahale etme girişimlerinin etkisiyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, batı ile arasına bir tampon bölge kurma fikrine sahip olmuştur91. Bu gerekçeler etrafında Doğu Avrupa’ya giren Sovyetler Birliği güçleri, savaş içinde 475.000 km² alanı ilhak etmişken, savaş sonrasında 1.019.200 km² bir alanı kontrolü altına alarak daha fazla bir yayılım göstermiştir92. Sovyet işgalleri ve komünist rejimlerin yaygınlaşması ile birlikte 1947 yılına gelindiğinde Moskova merkezli olmak üzere bir komünist blok ortaya çıkmıştır.93.Sovyet yönetimi, Slavların koruyuculuğu rolünü de üstlenmeye başlamıştır. 1946 yılında Belgrad’ta bir Panslav kongresi toplanmıştır. Kongre açılış konuşmasını yapan Mareşal Josip Broz Tito, Sovyetleri ve Stalin’i öven bir konuşma yapmıştır94. Yunanistan ve Türkiye oluşan blok karşısında Sovyetlerin tehdidi altına girmiştir. Türkiye, Rus tehditleri karşısında kendisinden istenen tavizleri vermeyerek kararlı bir tutum sergilemiştir95. Almanya’nın doğu toprakları üzerinde Rus hâkimiyeti sağlanınca, bu güce karşı koyamayacaklarını anlayan Avrupa devletleri ise ABD gücüne sığınmışlardır. ABD Başkanı Harry Truman, Sovyet Rusya’ya taviz vermeyen bir dış politika izlemiştir96. Türkiye’yi yakından ilgilendiren Balkan topraklarında Sovyet güçlerinin yerleşmeye çalışması sürecinde ise Balkanlarda; Sovyet nüfuzundaki Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ve Arnavutluk ile batı ittifakı yanında yer alan Türkiye ve Yunanistan’ın oluşturduğu iki kutup ortaya çıkmıştır. Batılı devletler savaş öncesinde, Almanlar kendilerine musallat olmasınlar diyerek Doğu Avrupa ve Balkanlarda geniş bir nüfuz alanı bırakmışlardır. Alman nüfuzundaki bu alanlar, savaş sonrasında doğrudan Sovyetlerin eline geçmiştir. Komünizm Balkanlarda dört aşamada yerleşmiştir. İlk aşamada Naziler Balkanlardan çıkarılmıştır. 1946 yılı itibariyle ikinci aşama gerçekleşmiş ve Nazi karşıtı gruplar arasında koalisyon hükümetleri kurdurulmuştur. Ardından 1947 yılında koalisyon içindeki komünizm dışı unsurlar tasfiye edilmiş ve son aşamada ise, 1948 ve sonrasında, yerli komünistler yönetimden uzaklaştırılarak Moskova patentli yöneticiler hükümetlerin başına geçirilmiştir. Balkanlardaki Komünist yapılanmalar Türkiye’yi tedirgin etmiştir. Türkiye, Balkanlardaki tehlike karşısında Trakya bölgesinde uyguladığı sıkıyönetimi uzatmaya devam etmiştir. Bulgaristan ve Yugoslavya arasında 2 Ağustos ve 7 Kasım 1947 tarihlerinde gerçekleşen iki anlaşma ve aralarındaki ilişkilerin sıklaşması Türkiye tarafından

90 Sander, Siyasi…, s. 202-204. 91 Baskın Oran, “1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 482. (Sayfa aralığı: 479-498). 92 Yusuf Sarınay, Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve NATO’ya Girişi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, s. 72. 93 Uçarol, s. 856-857. 94 Mehmet Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, ATAM Yayınları, Ankara 2006, s. 46. 95 Mehmet Tanju Akad, 20. Yüzyıl Savaşları, Kastaş Yayınları, İstanbul 1992, s. 530. 96 Ahmet Mumcu, Türk Devrimi’nin Temelleri ve Gelişimi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1982, s. 189. 24

kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır. Türkiye Balkan gelişmeleri karşısında; BM’nin bölgede etkin olması, Türk-Yunan iyi ilişkilerinin kurulması, ABD ile yakınlaşmanın artırılması, Arap dünyasının ihmal edilmemesi ve bir Akdeniz ittifakının kurulması taraftarı olmuştur97.

2.4.1. Komünist Bloğun Dayanağı Kominform (Communist İnformation Bureau) ve Comecon(Council of Mutual Ekonomic Assistance)’un Kuruluşu

Doğu Bloğu adına atılan ilk önemli adım komünist enternasyonali görüntüsündeki Kominform’un kuruluşu olmuştur98. 23 Eylül 1947 tarihinde SSCB, Bulgaristan, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Romanya, Yugoslavya devletleri ile Fransa ve İtalya komünist partilerinin katılmasıyla gerçekleşen bir konferans sonrasında99 5 Ekim 1947 tarihinde Komünist Enformasyon Bürosu100 kurulmuştur. Böylece; devamlı faaliyet gösteren bir haber alma örgütüne sahip olan, komünist partileri arasında görüş alışverişi sağlayan, çeşitli dillerde yazılar yayınlayan bir örgüt ortaya çıkmıştır. İlk Kominform bildirisinde; Doğu Bloğu’nun faşizme karşı olduğu, İngiltere ve ABD’nin ise yıkılan Japonya ve Almanya’nın yerini doldurmaya çalıştığı, Truman ve Marshall planlarının ABD’nin yayılma tasarısı olduğu iddiaları ortaya atılmıştır101. Kominform’un amaçları ise şu şekilde belirlenmiştir: İşçilerin yegâne vatanı olan Sovyetler Birliği savunulacak, ABD’nin temsil ettiği emperyalizmle mücadele edilecek, tüm dünyayı kapsayacak bir Sovyet Cumhuriyeti kurulacaktır102. Kominform ile birlikte Sovyetler ile komünist rejimler arasındaki siyasi ve ideolojik bağ sağlanmıştır. Dünyada da iki bloğun mevcut olduğu bu yapılanmayla kesinleşmiştir. Batı Bloğu’nda Marshall Planı uygulanmaya konulup, Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü kurulunca, 5-8 Ocak 1949 tarihlerinde Moskova’da bir araya gelen SSCB, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya ve Romanya arasında ekonomik bir yapılanma kararlaştırmış103 ve 25 Ocak 1949 tarihinde Comecon kurulmuştur104. Böylece Doğu Bloğu temel yapılanmasını tamamlamıştır ve blok devletleri bu birliğe girmeye zorlanmıştır. Bu oluşum Marshall Planı gibi yardım amaçlı olmaktan çok, bağlı devletleri ekonomik olarak sömürme amaçlı bir oluşum niteliğini taşımıştır105. 1949 yılında Arnavutluk da bu birliğe katılmıştır. Doğu Almanya 1950, Moğolistan 1962, Küba 1972 ve Vietnam 1978 yılında birlik içerisine dâhil

97 Oral Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye(1945-1965), Sevinç Matbaası, Ankara 1969, s. 23-28. ve 42-48. 98 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, İş Bankası Yayınları, Ankara 1990, 442-443. 99 Erel Tellal, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919- 1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 500.(Sayfa aralığı: 499-521). 100 Taha Akyol, Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye, Cilt: 1, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, s. 212-213 101Türkkaya Ataöv, “Marshall Planı’ndan NATO’nun Kuruluşuna Kadar Soğuk Harb”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 23, No. 3, Eylül 1968, s. 281-282 (Sayfa aralığı 275–310) 102 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…, s. 437. 103 Enis Coşkun, Türkiye-Avrupa Bütünleşmesinin Yüzyıllık Seyir Defteri, Cem Yayınevi, İstanbul 2002, s. 55. Ayrıca Bakınız: Uçarol, s. 856-857. 104 Soysal, Türk Dış…, s. 65. 105 Kennedy, s. 442-443. 25

olmuşlardır. Comecon, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile 28 Haziran 1992 tarihinde son bulmuştur106.

2.4.2. Doğu Bloğu’nda İlk Çatlak: Yugoslavya’nın Birlikten Ayrılışı

Yugoslavya, Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir politika izleme yolunu seçmiştir. Bunun nedenlerinin başında, savaş sırasında Yugoslavya’nın Mihver Devletler yanında savaşmamış ve kendi ordusu ile verdiği kuvvetli bir mücadele ile düşmanı yenmiş olması gösterilebilir. Böyle bir gücün temsilcisi olan Yugoslavya Hükümeti savaş sonrasında bağımsız davranma taraftarı olmuştur. Josip Broz Tito önderliğindeki güçler sadece İtalya ve Almanya’ya karşı değil, aynı zamanda eski yöneticilere karşı da başarı kazanmışlardır. Yani Yugoslavya savaş içerisinde iç siyasi çatışmaları da sonlandırmıştır. Son olarak Batı Bloğu’na yakın bir coğrafi konumda olması da Sovyetlerden bağımsız davranma nedenlerinin bir diğeri olmuştur. Tito, savaş içerisinde İngiliz ve Amerikan güçlerinin ülkelerinde konuşlanmasına karşı koyarak önemli bir prestij sahibi olmuş, Stalin’in Yugoslav kralıyla barış yapması baskısına da boyun eğmemiştir107. Tito komünisttir ama Stalin’in komünistler üzerindeki hâkimiyetinden rahatsız olmuştur. Dış politikada Sovyetlerden daha bağımsız bir politika izleme yönünde hareket ederek, öncelikle bölgesinde komşularıyla komünist bir birlik kurma isteği içerisine girmiştir. Sovyetlerle sınır olmayışları, Sovyet tehdidinin az olacağı anlayışını doğurmuştur. Partizan denilen Yugoslav birlikleri de güçlü ve düzenli bir hale getirilerek Sovyet güçlerine kafa tutacak güvene kavuşmuşlardır108. Sovyet Komünist Partisi, Yugoslavya Komünist Partisi’ne yönelik olarak 1948 yılında bazı eleştirilerde bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi; Sovyet temsilcilerine karşı iyi davranılmaması ve bu kişilerin baskı altına alınması yönünde olmuştur. Yugoslavya, Sovyet uzman ve subaylarına verilen ücretlerin fazlalığından dolayı ülkelerinde bulunan bu kadrodan bir bölümünü tasfiye etmiştir. Aslında esas neden Sovyet ajanlarından duyulan rahatsızlıktan başka bir şey değildir. Sovyetler Birliği, Yugoslavya’nın endüstrisini geliştirerek kendisine karşı hammadde deposu olmaktan kurtulmak istemesini olumlu karşılamamıştır109. Tito’nun kendi isteği doğrultusunda ve dış politikada özgürce davranışına sinirlenen Stalin, Cominform’u toplantıya çağırmıştır. 28 Haziran 1948 tarihinde toplanan Kominform’da Yugoslavya birlikten çıkarılmıştır110. Böylece Yugoslavya yönetimi altında bulunan Sırp, Hırvat, Sloven ve Makedonlar da Sovyet Rusya etkisinden kurtulmuşlardır. Bu parçalanmaya rağmen genel anlamda Slav birliği parçalanmamıştır111. Sovyet kontrolündeki ülkelerde Tito taraftarları, Yugoslavya’da da Stalin taraftarları kısa sürede bertaraf edilmiş, Yugoslavya Demir Perde’nin içinden ayrılmıştır. Batı Bloğu, bu gelişmeye sevinçle yaklaşmıştır. Yugoslavya Batı Bloğu’na

106 Tellal, s. 501. 107Ataöv, “Marshall…, s. 289 (Sayfa aralığı 275–310) 108 Altan Öymen, Değişim Yılları, Doğan Kitap, İstanbul 2004, s. 318. 109 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 58-59. 110 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 58., Ayrıca Bakınız: Tellal, s. 500., Soysal, Türk Dış…, s. 64. 111 Saray, Türkiye ve Yakın…, s. 46. 26

geçmeyi düşünmese de, komünizm içindeki parçalanma batının lehine bir gelişme kabul edilmiştir.112. Yugoslavya’nın Kominform’dan çıkması ile birlikte, SSCB tarafından planlanan Bulgaristan-Yugoslavya ve Arnavutluk’un katılımıyla oluşturulacak Güney Slav Federasyonu fikri sona ermiştir. Yugoslavya kendisini çevreleyen komünist devletlerin ekonomik ve askeri ablukası altına alınmış ve tek başına bu çevrelemeye direnemeyecek hale sokulmuştur. Bu nedenle 1949 sonlarında ve 1950 yılında batı desteği sağlanmaya çalışılmıştır. ABD, Sovyet yapılanmasına karşı bir güç olarak Yugoslavları desteklemiş ve bu kopuşun diğer komünist ülkelere örnek olmasına gayret göstermiştir. Yugoslavya’nın Kominform’dan çıkması ve Balkanlarda yaşanan gelişmeler Türkiye tarafından olumlu olarak karşılanmıştır. Türkiye’ye göre Yugoslavya enternasyonal değil milliyetçi bir politika izlediği için Sovyetlerden kopmuştur. Tito’nun liderliğinin ayrılışta önemli rol oynadığı düşünülerek, o zamana kadar kötülenen Tito Türk basınında övülen bir kişilik olarak öne çıkarılmıştır. Yugoslavya’nın yeni durumu ve Yunan iç savaşının sonlanması Sovyetlerin Türkiye üzerindeki baskısının azalması anlamında yorumlanmıştır. Türkiye’yi çevreleme politikasının sona ermesiyle birlikte, batılı devletlerin komünist dünyaya sızmak için Yugoslavya’yı bir geçit olarak kullanacağı düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Balkanlarda bulunan ve Sovyet nüfuzu dışındaki devletlerin bir blok olarak Sovyetlere karşı durması planı Türkiye’de konuşulan konular arasına girmiştir113.

2.5. Batı Bloğu’nun Oluşumu ve Gelişimi

İkinci Dünya Savaşı son bulunca zoraki kurulan ABD-SSCB ilişkisi bozulmuş ve tarihi güvensizliğe dayanan soğukluk, yeni ortamın getirdiği psikoloji ile daha da artış göstermiştir. 1945 yılında San Fransisco Konferansı’nda kabul edilen BM Anayasası’nda 5 daimi üyenin(ABD, Sovyet Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin) ortak karar vermesi ve bu devletlerin sınırlarını genişletmemesi yer almıştır. Fakat sonraki süreçte bu amaçlara ulaşılamayacağı anlaşılmıştır114. Uluslararası politikada Sovyetlerin komünizmi yayma çabasının bir sonucu olarak doktrin ve ideoloji faktörlerinin etkisi kendisini göstermeye başlamıştır. Böylece komünizm fikrinin yayılmasını istemeyenlerle Sovyetler arasında bir çatışma ortamı doğmuştur115.Yeniçağ Gazetesi’nde yayınlanan bir yazıda, SSCB ile ABD arasında yaşanan çekişmeler şu şekilde yorumlanmıştır: “Tarihin garip bir cilvesi olarak geçen dünya harbinde Amerika ve İngiltere Sovyet Rusya ile bir safta birlikte savaş yapmışlardır. Savaş beklendiğinden daha kısa zamanda ve tamamıyla müttefiklerin lehine sona ermesi üzerine İngiltere ile Amerika yine Rusya ile birlikte barışı da sağlamayı tasmin etmişlerdir. Hatta Sovyetlere daha müsait şartlar koşmaya hazırlanmışlardır. Fakat bütün bu iyi niyetler Moskova tarafından zaaf alameti sayılarak,

112 Öymen, s. 319-321. 113 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 60-68. 114 Akşin, s. 45. 115 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…, s. 420. 27

Sovyetler Birliği müttefik olsun olmasın, her meselede yalnız kendi görüşünü kabul ettirmekte ısrar etmiştir116.” ABD, İkinci Dünya Savaşı sırasında ülke topraklarında bir yıkım gerçekleşmediği ve savaşın ekonomisinde yarattığı canlanma sonrasında savaştan en güçlü devlet olarak çıkmıştır. ABD’nin ihracatını karşılayacak yeni bir dünya düzeni kurulması ihtiyacı doğmuştur117. Sovyet Rusya savaş bitiminde askeri birliklerini dağıtmamışken, ABD hem askeri gücünü azaltmış hem de savunma harcamalarını alt seviyelere çekmiştir. ABD sadece kendisinde bulunan atom silahı ile hava ve deniz gücüne güvenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda verilen insan kaybının sadece % 0.75 ABD’ye aittir. Bir Amerikalıya karşı on beş Alman, elli üç Rus hayatlarını kaybetmiştir. Bu çok az kayıp durumu ABD’nin yeni dünyanın lideri olmasında önemli bir etken olmuştur118. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı boyunca tavizler vererek kalkınmasında destek olduğu Sovyetler karşısında savaş sonrasında tedirginlik duymuş ve bu devletin Avrupa üzerinde etkin olmasından çekinmiş, siyasetini bu amaç çerçevesinde şekillendirmeye çalışmıştır. Fakat bu siyasetin uygulanmasında İngiltere artık lider konumunda değildir, çünkü Amerika devleti yeni yapılanmanın lideri durumuna geçmiştir. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın korunmasını dahi ABD’ye terk etmek zorunda kalmıştır119. Fransa ise her ne kadar Almanya’nın parçalanmasından memnun gözükse de Rus Kızıl Ordusu’nun Avrupa üzerinde etkin olmasından hiç de memnun olmamıştır120. Ülkede siyasi ve ekonomik istikrar bozulmuş, sömürgelerde sıkıntılar baş göstermiş, uzun yılar süren koalisyon hükümetleri dönemi yaşanmıştır. İtalya’da da işler iyi gitmemiştir. 1946 yılında monarşi son bulmuş ve cumhuriyet kurulmuştur ama siyasi ve ekonomik bir düzen yakalanamamıştır121. Batı Avrupa’da devletler düşman olarak gördükleri komünist yapılanmayı tamamen hükümetlerinin içinden çıkarma yolunu seçmişlerdir.122. Türkiye ise İkinci Dünya Savaşı’na girmeyerek tarafsız kalmıştır. Sovyetlerin iddiasına göre ise Alman orduları karşısında Kızıl Ordu’yu yalnız bırakarak büyük kayıplar vermelerine neden olmuştur. Bunun acısını çıkarmak için, savaş bitiminde Sovyetler Birliği Türkiye’den taleplerde bulunmuştur. Türkiye bu taleplere karşı sıkı bir duruş sergilemiştir. ABD ise geç de olsa Türkiye yanında yer alarak ağırlığını koymuştur123. Böylece Türkiye, oluşan çift kutuplu dünyada Batı Bloğu içerisinde yer almayı tercih etmiş, dış politikasını bu gidişata göre düzenlemiş ve ulusal çıkarlarını da yeniden yorumlamıştır. Türkiye’nin çıkarları genelde batı, özelde ABD çıkarları ile doğru orantılı bir hal almıştır124. Sovyetler Birliği yardımıyla dünya savaşını kazanan ABD, savaş sonunda komünizme karşı tavrını belirleme noktasında bir müddet tereddüt yaşamış ama kısa sürede bu

116“Amerika Türkiye Deniz Ataşesi George Earle’nin Beyanatı” Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946, s. 3. 117 Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s. 64. 118 Akad, s. 523 ve 529. 119 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire, Cilt 2, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1975, s. 382-383. 120 Kennedy, s. 439. 121 Sander, Siyasi…, s. 222-223. 122 Hobsbawm, s. 318-319. 123 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi Kore(1950-1953), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1990, s. 14. 124 Haluk Gerger, “Türk Dış Politikası(1946-1980)”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2., İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 537. (Sayfa aralığı 537-549) 28

tereddüdünü yenerek Sovyet karşıtı bir oluşumun içinde konuşlanmıştır125. Öncelikle Doğu Avrupa’yı hâkimiyeti altına almaya çalışacak olan ABD bu konuda başarı yakalayamamıştır. Doğu Avrupa'nın geleceği ile ilgili olarak Sovyetler Birliği’yle görüşme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. ABD, ekonomik gücünü kullanarak Sovyetler üzerinde etki kurmaya çalışmıştır. 1946 yılı Ocak ayında Stalin’in ABD’den istediği 6 milyar dolarlık kredinin, Amerika’nın Doğu Avrupa’daki isteklerinin gerçekleşmesine imkân tanınması şartıyla kabul edileceği bildirilmiştir. ABD’nin, Sovyetlerden Dünya Bankası ve IMF’ye girerek açık bir ekonomik politika izlemesi isteği ise Sovyetler tarafından reddedilmiştir126. Sovyetler Birliği ile yaşanan bu çatışmanın temelinde ABD’de yaşanan başkanlık değişiminin de büyük etkisi olmuştur. 1945 yılı Nisan ayında Sovyetlere karşı ılımlı bir siyaset izleyen Franklin Roosevelt ölmüş ve komünizme karşı sert tavra sahip Harry Truman iktidara gelmiştir127. Nikita Kruşçev anılarında ABD’nin elindeki gücü ve Truman’ın başkanlığını şöyle değerlendirmiştir; “Amerika dış politikasını kuvvet durumuna göre yönetiyordu. Atom bombasına sahiptiler ve atom bombamızın olmadığını biliyorlardı. Düşmanımızın elinde atom bombası oluşu kötü bir şeydi. Daha da kötüsü, o zamanki başkan Truman’dı ve kendisinin ne devlet adamlığı yetenekleri, ne de uysal bir kafası vardı; ayrıca Sovyetler Birliğine karşı düşmanlık ve garazla doluydu. Başkanlık bir yana, Truman’ın başkan yardımcılığına bile layık olduğunu kimin düşünebileceğini aklıma getiremiyorum128.” ABD önderliğinde oluşmaya başlayan Batı Bloğu ilk etapta, Doğu Bloğu gibi bir merkezden idare edilememiştir. Batı Bloğu devletleri arasında askeri ve siyasi birlik tam olarak sağlanamamış, devletler arasında geçmişten gelen çeşitli çatışmalar varlığını korumuştur. Sovyetlerin Akdeniz’e geçişi istekleri karşısında Türkiye ve Yunanistan merkezde olmak kaydıyla bir önleme politikası ilk yakınlaşma nedeni olmuştur. Bu amaçla Sovyet tehdidi altındaki ülkelerin maneviyatının yüksek tutulması, askeri ve iktisadi yardımlar yapılması gündeme gelmiştir129. Truman 12 Mart 1947 tarihinde Türkiye ile Yunanistan’a yapacağı yardımları açıklayarak Batı Bloğu oluşumu için önemli bir adım atmıştır.130. Yunanistan ve Türkiye’ye yardım etmeye başlayan ABD, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ni çevreleme131 politikasını da uygulamaya sokmuştur. Artık ABD, komünistlerin de içinde bulunduğu iç savaş yaşanan her devlete müdahil olmuş ve komünist karşıtı güçleri desteklemiştir132. Truman Doktrini’nin ilanından sonra Sovyetler tarafından gelen şiddetli tepki; Türkiye ve Yunanistan’ın

125 Timur, s. 65. 126 Sander, Siyasi…, s. 210. 127 Timur, s. 66. 128 Nikita Kruşçev, Kruşçev’in Anıları, Cilt 2, (Çev. M. Ali Kayabal), Milliyet Yayınları, İstanbul 1971, s. 14-15. 129 Akşin, s. 13-14. 130 Timur, s. 66-67. 131Sovyetler Birliği’nin yayılma planları karşısında etkin bir rol oynamayı hedef alan ABD’nin Truman Doktrini ile başlattığı Sovyet karşıtı fiili hareketlerinin temelinde komünist yayılımını çevreleme planı yatmaktadır. Bu planın sahibi ise George F. Kennan’dır. 1947 yılı Temmuz ayında Kennan tarafından kaleme alınan “The Sources Of Soviet Conduct” başlıklı makalede özetle şu ifadeler yer almıştır; Sovyet komünizmi ile kapitalist ülkeler asla birleşemez ve amaç birliği yapamazlar. Bu nedenle Sovyetlerin yaptıkları teklifler bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Sovyet tarafı komünizmin zafer kazanacağını düşündüğü için acele etmeye gerek duymamaktadır ve gerekirse taviz vermekten de çekinmemektedir. Bu nedenle Sovyetler Birliği devamlı baskı altında tutulmalıdır. Sovyetler kendi tuttukları yolun bilimsel ve yanılmaz olduğunu düşündükleri için bu devletle tartışarak zaman kaybetmeye gerek duyulmamalıdır. Kennan makalesinde sonuç olarak Sovyetler üzerinde uzun süreli ve sabırlı bir çevreleme politikası uygulanmasını önermiştir. Ataöv, “Marshall… s. 281 (Sayfa aralığı 275–310) 132 Sander, Siyasi…, s. 231-232. 29

ABD denetimine girdiği ve askeri bakımdan bağımsızlığını kaybettiği eleştirisi çerçevesinde gerçekleşmiştir. Sovyet tarafı savaş sırasında hiçbir katkısı olmayan ve Almanya’ya menfaat sağlayan Türkiye’nin yardımı hak etmediğini belirtmiştir133. ABD tarafında ortaya atılan Marshall Planı da bloklar arası çatışmanın diğer bir ayağını oluşturmuştur. Marshall Planı, Soğuk Savaş sürecinin parçası sayıldığı gibi Truman Doktrini’nin de tamamlayıcısı olmuştur134. ABD, plan ile Sovyetlerin Avrupa üzerindeki etkinliğini kırmanın yanı sıra, Avrupa ile yaptığı ihracat-ithalat sürecinin desteklenmesini de amaçlamıştır135.Yapılan ABD yardımları Batı Avrupa’da görece bir büyüme ve refah ortamı yaratmıştır ama dünyanın ikiye bölünmüşlüğü ise daha da netleşmiştir. NATO (North Atlantic Treaty Organization) oluşumu ise(4 Nisan 1949), Avrupa’nın ikiye bölünmesini derinleştirerek, Marshall Planı’nın yarattığı ekonomik ayrışmaya, askeri bir ayrışma eklemiştir. NATO’yu kurmaya çalışan ABD, Rus saldırısına karşı Avrupa devletlerini savunmak ve yardım götürmek amacı gütmüştür. Oluşumunun ilk yıllarında askeri işlevden çok politik bir görev üstlenen NATO, İngiltere’den boşalan Avrupa hamiliğini üstlenmeye çalışmıştır136. Örgütün kurulması ile birlikte Sovyetler Birliği, Kominform’u bir barış cephesi olarak göstermeye ve NATO’yu savaş taraftarı olarak suçlamaya başlamıştır137.

2.6. Doğu Bloğu İle Batı Bloğu Arasında Çatışma Alanları

Sovyetler Birliği’nin savaş sonrasında hâlihazırda 6 milyon askeri mevcuttur. Sovyetler mevcut gücüyle Avrupa ve Uzak Doğu için bir tehdit unsuru oluşturmaktadır. Bu güçlerinden bir bölümü Türkiye’ye yönelik olmak üzere Balkanlarda beklemektedir. Berlin’de, Viyana’da, Yunanistan hariç Balkan topraklarında, Doğu Avrupa’da Sovyet bayrakları dalgalanmaktadır. Sovyet güçlerinin daha fazla ilerlemesine engel teşkil edebilecek en önemli dayanak, ABD elinde bulunan atom bombasıdır. Ayrıca; Rus hâkimiyetindeki devletlerin ekonomik zafiyetleri ve Rusların savaş sırasında uğradıkları maddi kayıplar bu devletin daha cesurane davranmasına engel teşkil etmektedir. Avrupa devletleri savaş sırasında oldukça yıpranmıştır. Bu devletlerin içinde ve sömürgelerinde komünist propagandaları yoğun bir şekilde yayılma eğilimindedir. Asya ve Afrika’da, her milletin kendi geleceğini kurması fikri Ruslar tarafından aşılanmaktadır. BM ise Rusların veto hakkı yüzünden işleyemez duruma gelmiş, komünist propagandasının yapıldığı bir yer halini almıştır138. Bloklar arasında ilk çatışma Avrupa devletlerinin sınırları meselesi ile ortaya çıkmıştır. Esas sınır sorunu Almanya ile ilgili olarak yaşanmıştır. Bu ülke üzerinde kurulacak nüfuz iki tarafın Avrupa üzerinde daha sonraki süreçte kuracağı nüfuzun etkinlik derecesini gösterecektir139. Almanya, Yalta ve Potsdam Konferanslarında; ABD, Sovyetler Birliği,

133 Melih Aktaş, 1950-1960 Demokrat Parti Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü, Şema Yayınevi, İstanbul 2006, s. 36. 134 Ataöv, Amerika…, s. 122. 135 Aktaş, s. 37. 136 Kennedy, s. 444-445 137 Akyol, s. 213-214. 138 Akşin, s. 10-11. 139 Kennedy, s. 437-438. 30

İngiltereve Fransa arasında dört işgal bölgesine ayrılmıştır.140. Almanya’nın batılı müttefiklerce işgal altında bulundurulan bölgesinde ekonomik refahın hızla yükselmesi üzerine Doğu Almanya üzerinde etkili olan Sovyetler Birliği durumdan rahatsızlık duymuştur ve Berlin’den başlamak üzere Almanya’nın ikiye bölünmesinin temelleri atılmıştır141. Bloklar arası çekişme Almanya’nın ikili yapısının çok daha uzun zaman devam edeceğinin bir göstergesi olmuştur. Batı Bloğu tesirinde kalan Almanya toprakları hızlı sanayi hamlesiyle önemli gelişmeler göstermiş ve ABD tarafından sonraki süreçte NATO içerisine dâhil edilmiştir142. Diğer bir çatışma alanı İran olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Sovyet güçleri arasında irtibatın kurulması için işgal edilen İran, savaş sonrasında Sovyetler tarafından boşaltılmamıştır143. Hâlbuki 1942 yılında, yapılan anlaşmayla savaş bitiminde bölgenin terk edileceği kararlaştırılmıştı.144. Muharrem Feyzi Togay Yeniçağ Gazetesi’nde İran sorununu şöyle değerlendirmiştir: “İngiltere ve Amerika vakit geçirmeksizin derhal Sovyetler hükümetine notalar vererek tahliyeye ait taahhüdün yerine getirilmemesinin izahını istemişlerdir. Lakin Sovyet hükümeti böyle izahta bulunmak şöyle dursun, Tebriz’de topladığı büyük kuvvetleri ağır topçu gibi ağır silahlar ile mücehhez olarak bir koldan Türkiye hududu boyunca Irak istikametine ve diğer bir koldan da İran’ın payitahtı üzerine sevk etmiştir. Hazar Denizi’ndeki Sovyet donanması da sahildeki mühim İran limanlarına külliyetli asker çıkartmıştır. Bu suretle mesele bir anda İran’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünden, İngiltere’nin ve dolayısıyla Amerika’nın hayati menfaatlerine ve emniyetine bir tehdit işine dönüşmüş ve bütün dünya barışını tehlikeye düşüren gayet vahim bir buhran çıkarmıştır…145.” ABD gelişmeler karşısında ağırlığını koymuş ve Kızıl Ordu’nun İran’dan çekilmesi için notayla müdahil olmuştur. ABD’nin olaya sert nota müdahalesi sonrasında146 yapılan görüşmeler ile 6 Mayıs 1946 tarihinde Sovyet güçleri bölgeden çekilmiştir. Geri çekilen Rus ordularının yerine komünist karşıtı İran orduları hakim olmuş ve böylece İran sorunu çözüme kavuşmuş147, Sovyet işgal bölgesi altında kurulmuş olan sol görüşe sahip Azerbaycan ve Kürt siyasi yapılanmaları da sona ermiştir148. Yunanistan’da yaşanan iç savaş sürecinde ise Doğu- Batı Bloğu arasındaki gerginlik bir kat daha artmıştır149. Savaş sonrasında Kuzey Yunanistan’da komünist çeteleriyle Yunan ordusu arasında bir iç savaş başlamıştır. Arnavutluk ve Bulgaristan sınırlı olmak üzere, Yugoslavya tarafından ciddi derecede komünist çetelere yardım gelmiştir. Komünist blok Yunanistan’ı da içine alarak Balkanlarda yayılmayı amaçlamıştır. Yunanistan’daki iç savaş 1949 yılına kadar şiddetle devam etmiştir. ABD’nin Truman yardımı ve Yugoslavya’nın Kominform’dan ayrılarak asilere yardımı kesmesi iç savaşın bitişini kolaylaştırmıştır150. Komünist önder Marcos Vafiades tarafından Yunanistan’da kurulan hükümetin tanınmaması konusunda

140 Sander, Siyasi…, s. 223-224. 141 Öymen, s. 146-147. 142 Akad, s. 524. 143 Sander, Siyasi…, s. 234-235. 144 Öke, s. 13. 145 Muharrem Feyzi Togay, “İran Dünya Meselesi Oldu”,Yeniçağ Gazetesi, 23 Mart 1946, s. 9. 146 Kennedy, s. 446-447. 147 Sander, Siyasi…, s. 234-235. 148 Soysal, Türk Dış…, s. 63. 149 Ulvi Keser, Kıbrısta Türk-Yunan Fırtınası(1940-1950-1960-1970), Boğaziçi Yayınları, İstanbul ?, s. 134. 150 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 37-40., Ayrıca Bakınız: Öymen, s. 301. 31

tehditler savuran ABD karşısında Sovyetler Birliği, bir daha geri adım atmak zorunda kalmıştır151. Batı Bloğu; Yunanistan’da ve İran’da kazanılan başarı, İtalya’da komünistlerin mağlubiyeti, Fransa’da komünist tehlikenin ortadan kalkışı, Yugoslavya’nın Kominform’dan kopuşu ile genelde batının ve özelde ABD’nin zaferleri sayılabilecek başarılara imza atmıştır152. Soğuk savaş durumunun tarafların desteği ile savaşa dönüştüğü alan ise Kore olmuştur. Sovyet destekçilerinin 38. enlemin güneyine geçerek işgale başlaması sonrasında Birleşmiş Milletler denetiminde ABD, Güney Kore’ye her türlü desteği yapmaya başlamıştır. Büyük kayıplar vermesine rağmen işgal 1953 yılında engellenmiş ve ABD Güney Kore’yi desteklemek için ciddi bir askeri ve ekonomik sorumluluğun altına girmiştir153.

2.7. Türkiye İle Sovyetler Birliği Arasında İlişkiler ve Sovyetlerin Savaş Sonu İstekleri

Türk-Sovyet ilişkileri Cumhuriyet dönemi içinde üç evrede incelenebilir. Bu evreler: dostluk, uyuşmazlık ve dostluğun yeniden sağlanmaya çalışılması aşamalarından oluşmuştur. Dostluk dönemi 1921 yılında Moskova Antlaşması’yla başlayıp Adolf Hitler ile Josef Stalin arasındaki 23 Ağustos 1939 tarihli “Alman–Sovyet Saldırmazlık Paktı”nın imzalanmasına kadar devam etmiştir. İkinci evre bu tarihten başlayarak Stalin’in 1953 yılında ölümüne kadar devam eden uyuşmazlık dönemi olmuştur. Konumuz dışında kalan 1953 sonrası ise yeniden dostluk kurma evresi olarak tanımlanmıştır154. Bu bölümde Türk-Sovyet ilişkilerinin uyuşmazlık döneminin önemli bir kısmını kapsayan 1945-1950 arası değerlendirilecektir. Soğuk savaş dönemi ile birlikte ABD çevreleme politikası takip ederken, SSCB sıcak denizlere inme politikası izlemiştir. Bu iki politikanın en çok çatışma yaşadığı alan ise Orta Doğu olmuştur. Türkiye’nin kuzeydoğusundan başlayan, İran ve Pakistan’ın kuzeyinden Afganistan’a doğru uzanan hat iki blok arasındaki stratejik hat olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği bu hattı aşarak tarihi emellerine ulaşmayı hedeflemiştir155. SSCB’nin yayılma planı çerçevesinde, en yakınında bulunan Türkiye önemli bir mevkii durumuna gelmiştir. Fakat Türkiye ile Rusya arasında devam etmekte olan bir Dostluk Anlaşması mevcuttur. Rusların öncelikle bu bağdan kurtulması gerekmiştir. Sovyet Rusya ile Türk tarafı arasındaki yakınlaşma Milli Mücadele sırasında başlamış ve 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması imzalanmıştır156. Savaş sonunda da devam eden bu yakınlaşmanın bir sonucu olarak 1925 yılında Türkiye ile Rusya arasında Tarafsızlık ve

151 Öke, s. 13. 152 Öymen, s. 322. 153 Kennedy, s. 449. 154 Gönlübol vd., s. 419. 155 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları İstanbul 2009, s. 135. 156 Mete Tunçay, Cemil Koçak, Hikmet Özdemir vd, Çağdaş Türkiye(1908-1980), Cilt 4, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 156. 32

Dostluk Antlaşması hayata geçirilmiştir157. Antlaşma üç yıllık bir süre için belirlenmiş158 fakat itiraz gelmediği için yürürlüğünü 1945 yılına kadar korumuştur. Bu süreçte antlaşma üzerinde bazı düzenlemeler gerçekleşmiştir. 1929 yılında akit metnine yeni bir hüküm eklenerek iki tarafın da karşı tarafla kara veya denizden bitişik komşusu ile gizli bir anlaşma içerisine girmemesi hükmü getirilmiştir. 7 Mart 1931 tarihinde ise imzalanan bir protokol ile Karadeniz’de deniz silahlanması konusunda sınırlama getiren ayrı bir anlaşma yapılmıştır. 7 Kasım 1935 tarihinde 1925 antlaşması ve ona bağlı protokoller 7 Kasım 1945 tarihine kadar uzatılmıştır159. 1935 sonrasında Sovyetlerin Türkiye’de güçlü bir komünist partisi kurma istekleri, 1939 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tadil edilerek boğazların Karadeniz’e komşu ülkeler dışındaki ülkelere kapatılması ve boğazlar konusunda Rusların da karar hakkı istemleri iki taraf arasındaki yakınlaşmaya balta vurmuştur160. Dönemin Dışişleri Bakanı olan Şükrü Saraçoğlu Rusya’ya giderek bir ittifak antlaşması imzalama teklifinde bulunmuş ve karşılığında boğazlar rejiminin değiştirilmesi isteği gelmiştir. Savaş sırasında da boğazlar rejiminin Ruslar tarafından ilk fırsatta değiştirileceği duyumları, Türkiye’nin Sovyet Rusya’ya karşı olan kuşkularını artırmıştır161. Sovyetler ile Almanya’nın arası İkinci Dünya Savaşı sırasında açılınca Rus tarafı “Tarafsızlık ve Dostluk Anlaşması”nı yürürlükte tutmaya gayret göstermiştir. Fakat 1942 yılında gerçekleşen Stalingrad Savaşları ile Sovyetler Almanlara karşı üstünlük sağlamaya başlayınca, Sovyetlerin Türkiye üzerinde baskısı da artmaya başlamıştır162. Savaşı kazanacağına kanaat getiren Sovyet yönetimi, boğazlarla ilgili düşüncelerini açıkça ortaya koymaya başlamış ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde bulunan kendi aleyhlerindeki ifadelerin tadilini mümkün kılmaya çalışmışlardır163. Bu manada ilk olarak 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında gerçekleşen Yalta Konferansı’nda, Rusların Türkiye ile ilgili isteklerini açıkça dillendirdikleri görülmüştür. Konferans’ın 10 Şubat gününde gerçekleşen oturumunda, Montrö Boğazlar Sözleşmesi Sovyet Rusya tarafından gündeme getirilmiştir. Josef Stalin’e göre; antlaşmanın modası geçmiş, antlaşma Rus-İngiliz ilişkileri iyi değilken imzalanmış, maddeler içerisinde Japonya’ya Sovyet Rusya’dan daha çok haklar verilmiş, bu anlaşmayı örgütleyen Milletler Cemiyeti de tarihe karışmıştır. Ayrıca Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında boğazları kapama konusunda gereken hassasiyeti göstermemiştir164.Sayılan nedenlerle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi teklif edilmiştir. Franklin Roosevelt, Stalin’in önerisini tasdik ederek Rusların sıcak denizlere rahatça inme hakkına sahip olması

157 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara 2008, s. 473.,17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Antlaşması üç maddeden oluşmuştur. Birinci maddeye göre; Taraflardan birisine başka devletler tarafından saldırı olursa diğer taraf bitaraf olarak kalacaktı. İkinci maddeye göre; İki taraf birbirine tecavüzde bulunmamayı, diğer tarafın aleyhinde bir oluşum içerisine girmemeyi ve karşı tarafa zarar verecek bir girişime destek vermemeyi taahhüt etmekteydi. Üçüncü maddeye göre; taraflardan birisi altı ay önceden haber vermediği müddetçe anlaşma devam edecekti. Akşam Gazetesi, 22 Mart 1945, s. 2. 158 Mehmet Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi(III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler), ATAM Yayınları, Ankara 2000, s. 53. 159 Feridun Cemal Erkin, Türk- Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara 1968, s. 248-249. 160 Karpat, s. 923. 161 Ayşegül Sever, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Orta Doğu( 1945-1958), Boyut Matbaacılık, İstanbul 1997, s. 17-18., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 420. 162 Gönlübol vd., s. 421. 163 Ivar Spector, The Soviet Union and The Muslim World, University Of Washington Press, Seattle 1959, s. 185. 164 Erkin, Türk-Sovyet…, s. 266. 33

gerektiğini belirtmiştir. Winston Churchill ise daha temkinli yaklaşarak, yapılacak değişikliklerin Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne uygun olmasını istemiştir.165. Sovyet tarafı, Yalta Konferansı’ndan hemen sonra, konferansta ABD Başkanı Franklin Roosevelt’den aldığı destekle birlikte, Türkiye’ye karşı olumsuz bir dış politika izlemeye başlamıştır166. Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov ile 24 Şubat 1945 tarihinde görüşmüştür. Bu görüşmede Molotov, Yalta Konferansı içerisinde boğazlar konusunda bir düzenlemenin yapılması adına üç devletin hemfikir olduğunu belirtmiştir. Bakanın, boğazlar konusunda Türkiye ve Sovyet Rusya’nın ikili olarak görüşeceğini belirtmesi üzerine Sarper, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin uluslararası bir anlaşma olmasından dolayı ikili görüşmenin mümkün olamayabileceğini söylemiştir167. 19 Mart 1945 tarihinde Molotov, Sarper ile bir daha görüşerek O’na; Sovyet hükümetinin yeni oluşan şartlar ve harbin getirdiği ortam dolayısıyla üzerinde tadiller gerektirdiği için 17 Aralık 1925 tarihli Türk–Sovyet Dostluk Antlaşması’nın feshedildiğini bildirmiştir. Türkiye için büyük bir dayanak olan bu paktın sona ermesi ülkede önemli rahatsızlıklar doğurmuştur168(EK 1). Türkiye, müttefiki İngiltere’nin konuya eğilerek kendisine destek çıkması beklentisi içerisine girmiştir ama İngiltere’den beklenen desteği görememiştir169. Fakat İngiltere’de yayınlanan Economist Dergisi, Sovyetlerin 1925 tarihli antlaşmayı feshetmesini İngiltere yönetiminin hâlihazırdaki politikalarına ters olduğu şekilde değerlendirmiş ve şu ifadeyi kullanmıştır: “…Herhalde Rusya Karadeniz’in methalini, hatta Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde olduğundan da daha sıkı bir tarzda kapamaya çalışacaktır… Boğazlar İngiltere’nin doğrudan doğruya emniyet bölgesine dahil bulunmaktadır. Bu hassas bölgede vuku bulacak her hangi bir tek taraflı hareket İngiltere ve Rusya’nın şimdiki münasebetleri üzerinde vahim neticeler tevlid edebilir. Bu, Rus siyasetini idare edenlerin muhakkak göz önünde tutmaları gereken bir noktadır170.”ABD gelişme karşısında ilk etapta net bir tutum sergileyememiş ve Rusların sözlü notasını tam olarak anlamlandıramamıştır. ABD Ankara Büyükelçisi Edwin C. Wilson171 ise daha önsezili davranmış ve gelişmeler karşısında Başkan Truman’ı uyarıcı yorumlarda bulunmuş, Dostluk Antlaşması’nın bozulmasının ardından sıkıntılı bir sürecin başlayabileceğini bildirmiştir. Wilson, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusunda değişiklikler yapılmasına ılımlı baktığını ama bağımsızlıkları konusunda asla taviz vermeyeceklerini görmüştür172. Türkiye, 4 Nisan 1945 tarihinde Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi’ne verdiği bir deklarasyon ile iki devlet arasında uzun zamandır dostluk ve iyi ilişkileri sağlamada önemli bir yeri olan Dostluk Antlaşması’nın yerine173günün şartlarına göre her iki tarafın çıkarlarının da

165 Gürün, Dış İlişkiler…, s. 137. 166 A. Haluk Ülman, Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri(1939-1947), Sevinç Matbaası, Ankara 1961, s. 51. 167 Kamuran Gürün, Türk- Sovyet İlişkileri(1920-1953), TTK Basımevi, Ankara 2010, s. 276. 168Cumhuriyet Gazetesi, 22 Mart 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Spector, s. 204., George E. Kirk, A Short History Of The Middle East, Frederic A. Praeger, Inc., New York 1963, s. 257., Harris, s. 15. 169 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 43. 170Akşam Gazetesi, 24 Mart 1945, s. 2. 171ABD’nin 1945-1950 yılları arasında Türkiye’de görev yapan büyükelçileri şunlardır: Edwin C. Wilson, 27 Ocak 1945 tarihinde görevine başlamıştır. Wilson’un ardından 11 Aralık 1948 tarihinden itibaren George Wadsworth görevi teslim almış ve bu görevi 1951 yılına kadar sürdürmüştür. Akdes Nimet Kurat, Türk-Amerikan Münasebetlerine Kısa Bir Bakış(1800-1959), Doğuş Matbaası, Ankara 1959, s. 57.Ayrıca Bakınız: Harris, s. 239. 172 Ülman, s. 52. 173Vatan Gazetesi, 7 Nisan 1945, s. 1., 34

dikkate alındığı yeni bir anlaşma imzalamak adına Sovyetlerden gelecek her türlü teklifin dikkatle değerlendireceği bildirilmiştir174. Sovyet tarafı Türkiye’nin yeni anlaşma isteğine yazılı olarak cevap vermemiştir. Sovyet Büyükelçisi ise, konuyla ilgili sorulan sorulara; konunun henüz incelenmediği ve Türkiye’nin öncelikli olarak bir teklifte bulunmasının beklendiği yönünde cevap vermiştir. Büyükelçi ayrıca, Türk basınında Sovyet karşıtı yazıların yayınlanmasının engellenmesi konusunda da istek bildirmiştir175. Başbakan Şükrü Saraçoğlu ise, 23 Mayıs 1945 tarihinde Sarper’e bir talimatname vermiş ve Ruslarla yapılacak temasların kriterlerini belirlemiştir. Bu talimatnameye göre; Türkiye iptal edilen anlaşma yerine yeni bir anlaşma yapmaya hazırdır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi uluslararası bir antlaşma olduğu için sadece iki taraf arasında ele almak hukuken olanaksızdır. Karadeniz’de Rus emniyeti için gereken önlemlerin alınmasında Türk tarafının her zaman hazır olduğu Ruslara bildirilecektir. İngiltere’nin aleyhinde olacak bir boğazlardan geçiş hakkının tanınmasının hem Sovyet Rusya hem de Türkiye için olumlu sonuçlar doğurmayacağı bilinmelidir176. Sovyet tarafı ile Türkiye arasında sıkıntılı bir süreç yaşanırken 19 Mayıs 1945 kutlamaları sırasında bir konuşma yapan İnönü; Rusları, Nazi tehlikesini bertaraf eden, Türkiye ile iyi ilişkiler kuran bir devlet olarak anlatmış ve Sovyetleri övücü sözler sarf etmiştir. Bu konuşma sırasında vatandaşlar İnönü’nün konuşmasını yuhalamıştır. Harp okulu öğrencileri ise sırtlarını İnönü’ye çevirerek konuşmayı protesto etmişlerdir177.

2.7.1. Rusların İlk Resmi İstek Notası(7 Haziran 1945)

Türkiye, SSCB tarafından Karadeniz ile ilgili ciddi isteklerde bulunulacağını sezdiği için 31 Mart 1945 tarihinde durumu ABD’ye iletmiş ama bir cevap alamamıştır. 7 Haziran 1945 tarihinde Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov’la görüşen Moskova Büyükelçisi Selim Sarper bu görüşmede sözlü bir nota almıştır178. Molotov, feshedilen 1925 yılına ait anlaşmanın yerine yeni bir anlaşma imzalanabileceği bilgisini vermiştir. Fakat Sovyet Rusya bu yeni anlaşma için yeni taleplerde bulunmuştur179. Böylece Sarper, Sovyet isteklerinin ne olduğu konusunda net bir fikir edinmiştir. Ruslara göre; 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması imzalanırken Rusya zayıftır ve toprak tavizlerinde bulunmuştur. O dönemde belirlenen Türk- Sovyet sınırında Rusya lehine düzeltmeler yapılmalı180, Kars ve Ardahan Gürcistan ve Ermenistan’a bırakılmalıdır181.

174Tan Gazetesi, 7 Nisan 1945, s. 1.,Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 7 Nisan 1945, s. 1. 175 Erkin, Türk-Sovyet…, s. 250. 176 Gürün, Dış İlişkiler…, s. 142. 177 Kemal Bağlum, Anıpolitik(1945-1960), Bilgi Yayınevi, Ankara 1991, s. 136-137. 178 Selim Deringil, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994, s. 252. 179 Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1980, s. 148., Ayrıca Bakınız: Ekinci, s. 264-265. 180 Ülman, s. 56. 181Spector, s. 204., Ayrıca Bakınız: Nejat Eralp, “İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Boğazlar Sorunu, İngiliz ve Amerikan Basınındaki Akisleri”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 23-25 Ekim 1995, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1996, s. 103.(Sayfa aralığı 101-109) 35

Molotov’un talepleri karşısında Sarper, yapılan 1921 antlaşmasının zorlama ile olmadığını ve hatta bu antlaşma ile Türkiye’nin bahsi geçen topraklarla ilgili olarak haksızlığa uğramaktan korunmuş olduğunu hatırlatmıştır. Türkiye’de böyle bir isteğin iyi karşılanmayacağı, Sovyetlerin bu arazilere ihtiyacı olmadığı ve isteğin karşılanmasının imkânsız olduğu da Sarper tarafından beyan edilmiştir. Molotov ikinci olarak; boğazların müdafaası konusunda Sovyet Rusya’nın emin olmak istediğini ifade ederek, Türkiye’nin boğazları ne kadar koruyabileceğini sormuştur. Sarper ise; ellerinden geldiği kadar koruyacaklarını, eğer ki kendi güvenlikleri tehdit altındaysa o zamanın şartları içinde Sovyetlerden silah ve malzeme alarak boğazların güvenliğini artırabileceklerini söylemiştir182. Molotov açıkça boğazların, Türkiye-Sovyet Rusya ortak savunması altına alınması ve boğazlarda Ruslara kara ve deniz üsleri verilmesi yönünde taleplerde bulunmuştur. Molotov ayrıca; boğazlarla ilgili bir düzenleme yapılmadan önce, Türkiye ile Sovyetlerin kendi aralarında anlaşarak ortak hareket etmesinin doğru olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Sarper; başka devletleri şüpheye düşürecek böyle bir anlaşmanın doğru olmayacağı ikazında bulunmuştur. Sarper istekleri reddedince Molotov; bir elçinin görevinin bu istekleri hükümete bildirmek olduğunu ileri sürmüştür. Sarper ise; reddettiği isteklerin hiçbirinin Türk hükümeti tarafından kabul edilemeyeceğini açıkça beyan etmiştir183. Görüşmenin ardından Sarper’de, Molotov’un başka taleplere sahip olduğu ama bunu bu görüşmede dile getirmediği kanısı oluşmuştur. Yapılmayan diğer bir teklifin de, Türkiye’deki siyasi rejimin Sovyet isteği yönünde değişmesi olabileceği söylentileri yayılmıştır184. Bu söylentileri destekler nitelikte olmak üzere 27 Haziran 1945 tarihinde Moskova Radyosu Türkiye ile ilgili şu yorumu yapmıştır: “Türk hükümetinin siyaseti, Ruslarla İngilizlerin arasını açmaya matuftur. Türkiye’nin tuttuğu yol, Balkanlardaki demokratik prensiplerden ziyade faşist prensiplerle idare edilmektir. Bugünkü hükümet değişmeli, köylü ve işçilerin de serbestçe iştirak edecekleri bir hükümet kurulmalıdır185.” Türkiye’de de aynı yaklaşımı benimseyen ifadelerde bulunanlar olmuştur. Şöyle ki; Savaş sırasında Alman taraftarı olarak tavır takınan Şükrü Saraçoğlu Hükümeti Sovyet Rusya tarafından istenmemektedir. Eğer ki Saraçoğlu istifa eder ise aradaki sorun kendiliğinden çözülecektir186. Sarper ile Molotov arasında ikinci görüşme 18 Haziran 1945 tarihinde geçekleşmiştir. Türk hükümeti görüşme öncesinde; boğazlarda üs verilmesi, boğazlarla ilgili ikili anlaşma imzalanması isteklerine ret cevabı vermesini Sarper’e iletmiştir. Bu arada birinci görüşmeden sonra Ermeni Katolikos seçimi Haziran ayı içinde yapılmış ve Ermeni diasporası ile din adamları tarafından yapılan seçimlerde VI. Kevork, Katolikos olarak seçmiştir. Yeni Katolikos Stalin’e giderek, Türkiye’den yapılacak Ermeni arazi taleplerinin Ruslar tarafından desteklenmesini istemiştir. Stalin bu talebi kabul etmiştir. İkinci Molotov-Sarper görüşmesi bu yeni gelişmenin ışığında cereyan etmiştir. Molotov ilk görüşmedeki isteklerini tekrarlamış ve ek olarak da

182 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 284-285. 183 Eralp, s. 103.(Sayfa aralığı 101-109) 184 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 286., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 207. 185 İsrafil Kurtcephe, “İkinci Dünya Savaşı Sonunda Türkiye Üzerinde Rus Baskısı”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998, s. 136.(Sayfa aralığı 127-151), Ayrıca Bakınız: Ekinci, s. 265. 186 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1571. 36

Gürcistan ve Ermenistan’ın haklarının korunacağı yönünde açık ifadelerde bulunmuştur187. Molotov, boğazlar konusundaki Rus istekleri ile ilgili olarak görevden ayrıldıktan sonraki süreçte daha objektif bir yaklaşımla şu ifadeleri kullanmıştır: “Savaşın bitiminde Türklerden Çanakkale’nin kontrolünü bize bırakmalarını talep ettik. Buna yanaşmadılar, müttefiklerimiz de desteklemedi. Bizim hatamız bu oldu. Bizim fikrimize göre Stalin her şeyi meşruiyet çerçevesinde, BM çizgisinde yapmak istiyordu. Donanmalarımız oraya vardığında İngilizler çoktan orada gardlarını almış durumdaydılar. Orada bir beceriksizliğimiz oldu.” Molotov ayrıca; boğazlar denetimini Türkiye ile ortaklaşa yapma teklifinde bulunduklarını, bu fikrin de iyi bir fikir olmadığını söylemiş, bu konudaki ısrarını, kendisine bu yönde bir görevin verilmiş olmasına bağlamıştır. Boğazlar konusundaki isteklere “yersiz ve gerçekleştirilmesi zor” istekler olarak bakan Molotov, boğazlar konusundaki teklifi yapma adına kendilerini cesaretlendiren şeyin güçlü orduları olduğunu, fakat Türkiye’nin sosyalist bir ülke olmadığı için bu girişimin amaçsız kaldığını itiraf etmiştir. Molotov ayrıca, boğazlar konusunda Stalin’in kendisine baskı yaptığını ama kısa sürede bu istekten vazgeçmenin kendileri için hayırlı olduğunu eklemiştir188. Boğazlar konusunda Türkiye’ye karşı yapılan tehditler Türkiye’yi, ABD ve İngiltere tarafına itmiş ve bu durum SSCB’nin stratejik hatalarının en önemlilerinden birisi olarak kayda geçmiştir189. Bu süreçte, 5 Temmuz 1945 tarihinde, İngiltere Rus isteklerinin yanlış olduğu ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı harekete geçmesinin iyi karşılanmayacağını anlatan bildirisini Rus Dışişlerine iletmiştir. Sovyet Rusya bu ikaza cevap vermemiştir190. Türkiye ise ABD görüşünü duymak istemiş ve bu ülkenin Türkiye lehinde yapacağı bir açıklamanın Sovyet Rusya üzerinde daha etkili olacağına inanmıştır. 7 Temmuz 1945 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Mr. Grew ile görüşen Türkiye Washington Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur; Türk- Rus ilişkilerinin dostane devam ettiği, her hangi bir tehdidin bulunmadığı yönündeki söylemleri bakandan duymuştur. Böylece ABD, Türkiye’nin Sovyet Rusya aleyhinde bir tutum içine girme isteğine sıcak bakmadığını belli etmiştir191. ABD’ye göre, toplanacak olan Potsdam Konferansı’nda konu görüşülecek ve bu şekilde sorun daha kolay halledilebilecektir. Bu nedenle Türkiye, Potsdam Konferansı’nın sonucunu beklemeden harekete geçmemelidir192. Türk kamuoyu ve basını Sovyetlerin Türkiye’den isteklerini tepkiyle karşılamıştır. Konuyla ilgili bir yazı yayınlayan Tan Gazetesi, istekleri mantıksız bulan şu yorumu yapmıştır: “Birleşmiş Milletler Anayasası mucibince bütün milletlerin hükümranlık haklarına ve bütünlüğüne riayet etmek taahhüdü altına giren Rusya’nın daha imzasının mürekkebi kurumadan böyle muazzam bir hata işlemesi aklın alacağı şey değildir. Kars, Ardahan ve Artvin ne bir askeri zaferin mükâfatı olarak zorla alınmış, ne de istila edilip bir oldubitti ile Ruslara zorla kabul ettirilmiştir. Bu vilayetler Lenin Rusya’sının kendi rıza ve muvaffakiyetiyle iki taraf arasında dostça anlaşılarak Türkiye’ye bırakılmıştır193.” Rus istekleri karşısında taviz verilmesi konusunda

187 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 287-289. 188 Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor(Çev:Suna Kabasakal), Yordam Kitabevi, İstanbul 2007, s. 104-105. 189 Davutoğlu, s. 155. 190 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 290. 191 Ülman, s. 58-59. 192 Gönlübol vd., s. 200 ve 209., Ayrıca Bakınız: Kurtcephe, s. 138.(Sayfa aralığı 127-151) 193Tan Gazetesi, 28 Haziran 1945, s. 1. 37

ise kamuoyunun olumsuz yaklaşımı ağırlık kazanmıştır. Bu düşünce, verilecek tavizlerin Ruslar tarafından yeni taviz istekleriyle takip edileceği yönündeki endişelerden kaynaklanmıştır. Feridun Cemal Erkin anılarında bu tezi savunmuştur ve Rusya ile dostluğu sağlanmak için daha önceden verilen tavizlerin amaçsız kaldığını hatırlatmıştır. Bahsi geçen bu tavizler şunlardır: Türkiye’de bulunan Sovyet tutuklulardan bir bölümü affedilmiş, savaş sırasında Türkiye’ye sığınan Sovyet ya da Orta Asya Türklerinden bazıları Sovyetlere teslim edilmiştir. Bu kimseler Sovyetler tarafından idam edilmişlerdir. Ayrıca 1942 yılında Alman Büyükelçisi Franz Von Papen’e suikast düzenlediği gerekçesiyle tutuklu bulunan iki Rus vatandaşı da serbest bırakılmıştır194.

2.7.2. Potsdam Konferansı’nda Rus İstekleri

17-25 Temmuz ve 28 Temmuz-2 Ağustos 1945 tarihleri arasında ABD-İngiltere ve Sovyet Rusya’nın katılımıyla Berlin’de toplanan Potsdam Konferansı dahilinde Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov üç maddelik bir bildiri dağıtmıştır. Bu bildiri içerisinde; günün şartlarına uymayan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin feshedilmesi, boğazlar üzerindeki tasarrufun Türkiye ve Sovyet Rusya’ya verilmesi, yeni oluşturulacak boğazlar rejimi ile üçüncü devletlerin boğazları Karadeniz devletleri aleyhinde hareketler için kullanmasının Türk-Sovyet askeri üsleri sayesinde önlenmesi istekleri yer almıştır195. İngiltere Potsdam Konferansı’na, Sovyet isteklerine karşı sert bir politika izleme amacıyla gelirken, ABD daha ihtiyatlı ve tarafsız bir havada katılmıştır196. Konferans’ın 22 Temmuz tarihli 6. oturumunda boğazlar konusu gündeme gelmiştir. İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Sovyet gemilerinin boğazlardan serbest geçişine sıcak bakmakla birlikte Türkiye’nin telaşlandırılmaması taraftarı görünmüştür197. Truman hatıralarında konferans sürecinde Churchill ve Stalin’in tavırlarını şu şekilde tasvir etmiştir: “Anladığıma göre, Stalin kendisinden evvel Rusya’da gelip geçmiş bütün çarlar gibi, Karadeniz Boğazlarının Rusya’ya verilmesini istiyordu. Churchill ise, İngiltere’nin Akdeniz’de icra etmekte olduğu kontrolü bırakmak niyetinde olmadığını; hatta bu kontrolü daha da sıkı bir şekle sokmaya taraftar bulunduğunu ima etmekteydi198.” Sovyetler Birliği’nin boğazlar meselesini Türkiye-Rusya arasında ikili bir sorun haline getirmeye çalışması konferansta tepki toplamıştır. İngiltere ve ABD, boğazlar üzerinde Ruslara üs verilmesine karşı çıkmıştır. Truman boğazların uluslararası suyolları statüsünde değerlendirilmesini istemiştir. Fakat Stalin, Türk Boğazlarının özel bir konuma sahip olmasından dolayı uluslararası suyolları şartlarının tamamının boğazlar üzerinde uygulanamayacağını belirtmiştir199.Truman, boğazlarla ilgili olarak yaptığı teklifi hatıralarında şu şekilde ifade etmiştir: “Danimarka’da Kiel Kanalı, Şimal denizinden Karadeniz’e kadar inen

194 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 1, s. 147-149 195 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 293-294. 196 Sever, s. 27. 197 Ataöv, Amerika…, s. 51., Ayrıca Bakınız: Gürün, Türk- Sovyet…, s. 291. 198 Truman, s. 144. 199 Ülman, s. 61. 38

Rhin-Tuna Nehri yolu, Karadeniz Boğazları, Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı gibi su yolları bütün dünya milletlerine ve bütün gemilere serbest olmalıdır. Yalnız bu geçitleri kullanacak gemilerden, buralardaki teknik tesislerin işlemesi ve bakımı için sarf edilecek belirli bir ücret alınmalıdır200.” Konferans’ın 7. oturumunda Stalin, boğazlar rejiminin kendi aleyhlerinde olduğunu ve İngiltere gibi büyük bir devletin Türkiye’yi desteklemesi halinde bu durumun Sovyetleri zor duruma sokacağını belirtmiştir201. 24 Temmuz 1945 tarihinde yapılan 8.oturumda da boğazlar konusu yeniden gündeme gelmiştir. Truman, suyolları ile ilgili teklifinin kabul edilip edilmediğini öğrenmek istemiştir. Stalin ise İngiltere ve ABD’nin karışmadığı bir anlaşma ile sorunu çözmek niyetini yinelemiştir. Stalin, boğazlar konusunda ABD ile farklı fikirlere sahip olduklarını belirterek bu konunun çözümünün zor olacağı kanaatiyle farklı konulara geçilmesini istemiştir. Churchill, konunun kapanmasını istemeyerek müdahale etmiş ve: “Benim anladığıma göre, Karadeniz Boğazı’nın serbest olması ve bu rejimin üç büyükler ve diğer devletler tarafından garanti edilmesi hususunda anlaştık” diyerek boğazlar üzerinde silahlandırılmış bölgeler oluşturulması yerine, ABD’nin bütün devletlerin boğazları garanti altına alma teklifinin Stalin tarafından kabul edilmesini istemiştir. Molotov bu açıklama üzerine müdahale ederek İngiliz denetimindeki Süveyş Kanalı’nda böyle bir uygulama olup olmadığını sormuştur. Chruchill, barışta ve savaşta Süveyş Kanalı’nın herkese açık olduğunu vurgulamıştır. Molotov bir adım daha ileri giderek Süveyş Kanalı’nın uluslararası bir garanti altında olup olmadığını sormuştur. Chruchill, bu konunun sorun olarak önlerinde bulunmadığını belirtmiştir. Molotov sinirlenerek: “Ortaya böyle bir mesele atılmadı ise, şimdi ben atıyorum işte. Karadeniz Boğazları için ileri sürdüğünüz teklif o kadar mükemmel ise, bunu neden Süveyş için de tatbik etmiyorsunuz?” çıkışını yapmıştır. Bunun üzerine Chruchill; Süveyş ile ilgili 70 yıldır uygulanan bir anlaşma olduğunu ve sorun çıkmadığını belirtmiştir. Molotov ise, sorun olup olmadığını Mısır’a sormanın daha doğru olacağını ve bir sorun çıkmadığına inanmadığını eklemiştir202. ABD ve İngiltere’nin, boğazlardan Sovyet gemilerinin geçişini üç büyük devlet ve boğazla ilgili diğer devletlerin güvencesi altına alma teklifi Stalin tarafından reddedilmiştir. Ortak bir noktada anlaşılamayınca üç tarafın görüşlerini ayrı ayrı olarak Türkiye’ye bildirmesine karar verilmiştir203. Potsdam Konferansı’nda ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan bir protokol ile boğazlar konusunda yeni bir düzenlemenin yapılması gerekliliği kabul edilmiştir. Fakat bu değişikliğin içeriği konusu kapalı bırakılmıştır. Protokol ile ABD, boğazlar mevzusunda söz söyleme konusunda ilk kez taraf olma hakkı kazanmıştır204. Sovyet Rusya’nın Türkiye’den toprak isteği konusunda ise ABD tarafsız kalmayı yeğlemiştir. Truman, toprak isteği ile ilgili ABD görüşünü kendi ifadeleriyle şu şekilde dile getirmiştir: “Bence Rusya ile Türkiye’nin kendi aralarında halletmeleri gereken bir mesele idi. Nitekim Mareşal Stalin de bu husustaki fikrimi

200 Truman, s. 168. 201 Ataöv, Amerika…, s. 53. 202 Truman, s. 180-181., Ayrıca Bakınız: Deringil, s. 254. 203Spector, s. 204. 204 Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 523.(Sayfa aralığı: 522-575). 39

benimle paylaşıyordu. Ancak, boğazlar meselesinin Birleşik Amerika’yı ve bütün dünya memleketlerini ilgilendirdiğini bir kere daha belirttim205.” ABD’nin, Sovyetlerin Türkiye’den toprak isteklerine karşı kayıtsız kalması Sovyetlerin gerçek niyetini tam olarak anlamadığı yönünde yorumlanmıştır. Ya da ABD savaş sonrası dönemde de Sovyetler ile iyi ilişkilerinin devam edebileceğini düşünmüştür206. ABD’nin tutumu Türkiye tarafından eleştirilmiştir. Bu tutum, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanların istekleri karşısında takınılan tavizkar tavırlara benzetilmiştir207. İngiltere ise Türkiye’yi sınır konusunda yalnız bırakmak niyetinde değildir ve bu konudaki görüşmeleri uluslararası bir platforma taşıma amacındadır208. Potsdam Konferansı sırasında boğazlarla ilgili olarak alınan, üç büyük devletin ayrı ayrı Türkiye’yle görüşmesi kararı 20 Eylül 1945 tarihinde Türkiye’ye iletilmiştir209.

2.7.3. ABD’nin Rus İstekleri Karşısında Takındığı Tavır

Potsdam Konferansı sonrasında Türkiye, 20 Ağustos 1945 tarihinde ABD’ye gönderdiği bir nota ile bu ülkenin boğazlar konusunda Türkiye’nin lehinde tavır takınmasını, Türkiye’nin egemenlik ve güvenliğine zararı olmayacak şekilde garanti vermesini istemiştir210. Türkiye’ye göre ABD, Sovyetlerin girişimlerini onaylamaz ise Sovyet tarafı bu isteklerinden vazgeçebilirdi211. İngiltere, Potsdam Konferansı’nda alınan karar gereği konuyla ilgili görüşlerini içeren notasını 1 Kasım 1945 tarihinde Türkiye’ye ulaştırmıştır. Bu notada, boğazlar konusunun Sovyetler ile Türkiye arasında değil uluslararası bir konferansta konuşulması isteği belirtilmiştir212. Truman, boğazlarla ilgili Türkiye’ye nota göndermeden önce Potsdam Konferansı’ndaki tavrında değişikliğe gitmiştir. ABD Başkanı, boğazların uluslararası suyollarında olduğu gibi bütün milletlerin kullanabileceği bir statüde olması gerektiği fikrinden vazgeçmiştir. 11 Eylül-2 Ekim 1945 tarihleri arasında Londra’da toplanan dışişleri bakanları toplantısında ABD, Türk boğazlarını diğer uluslararası suyollarından ayrı tuttuğunu belirtmiş, aynı görüş Truman tarafından yapılan 27 Ekim 1945 tarihli açıklamada da yer almıştır. ABD boğazlar konusundaki ilk net tutumunu, Potsdam Konferansında alınan karara dayanarak Türkiye’ye gönderdiği 2 Kasım 1945 tarihli notada ortaya koymuştur. Nota, ABD Ankara Büyükelçisi tarafından Dışişleri Bakanı Hasan Saka’ya verilmiştir213. Bu notada; Birleşik Devletlerin, boğazlardan serbest geçiş konusunda hassas olduğu ve Türk Boğazları ile ilgili alınacak kararın uluslararası güvenliği artıracak tarzda olması gerektiği bildirilmiştir. Konuyla

205 Truman, s. 168. 206 Gönlübol vd., s. 211. 207 Sever, s. 28. 208 Deringil, s. 254. 209 Cemil Koçak, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları(1945-1950)İkinci Parti, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 607. 210 Erhan, s. 523., Ayrıca Bakınız: Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, s. 141. 211 Gönlübol vd., s. 208. 212 Ekinci, s. 283. 213 Ülman, s. 62-64. 40

ilgili toplanacak bir konferansa davet edilmesi halinde katılma isteğini bildiren ABD’nin diğer istekleri şöyle sıralanmıştır:  Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Türkiye savaşta ise, savaştığı devletlerin ticaret gemileri boğazlardan geçememekteydi(Madde 5). ABD bu maddenin değiştirilerek savaşta ve barışta bütün ticaret gemilerinin boğazlardan yararlanmasını önermiştir.  Türkiye savaş dışı ise, savaşan devletlerin savaş gemileri boğazlardan geçemez maddesi Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde yer almaktaydı(Madde 19). ABD bu maddenin değiştirilerek, savaş sırasında Karadeniz’e komşu devlet savaş gemilerine boğazların açık olmasını istemiştir. Böyle bir değişiklik yapılınca Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan 21. Maddedeki, savaş tehlikesi durumunda Türkiye’nin boğazları tüm savaş gemilerine kapatacağı maddesi de geçerliliğini kaybedecektir.  Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Karadeniz’e sınırı olmayan devletler bazı şartlar dahilinde barış zamanında boğazlardan savaş gemilerini geçirebilmektedir(Madde 14-18). ABD bu maddelere atfen şu değişikliği talep etmiştir: “Belirlenen standart şartlar dışında olan, Karadeniz devletlerinin izni olmayan veya BM otoritesinin izni dışındaki gemilere geçiş izni kaldırılmalıdır.”  Anlaşmadaki Milletler Cemiyeti yerine BM yazılmalı, Japonya anlaşma tarafları arasından çıkarılmalıdır. Notadan anlaşıldığına göre ABD, boğazlar üzerinde ciddi değişiklikler yapma fikrinden vazgeçmiştir. Boğazlardan geçişler konusunda Karadeniz devletlerine daha geniş imkânlar istemiş, Sovyet isteklerine ise değinmemiştir214. 2 Kasım tarihli notada yer alan; Karadeniz’e sahili olan devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan serbest geçiş hakkı kazanması isteği Türkiye’yi tedirgin etmişti. Bir sınırlama getirmeyen bu madde kabul görürse, Rus donanmasının tamamı İstanbul önlerine gelebilirdi215. Bu olumsuzluğa rağmen Türkiye, ABD notasını olumlu karşılamış ve Sovyetlerle anlaşma yolları arayan ABD’yi kışkırtacak bir yaklaşımdan uzak durmaya gayret göstermiştir. Sovyet tarafı ise ABD notasını kesin bir dille reddetmiştir216. Başbakan Şükrü Saraçoğlu 5 Kasım 1945 tarihinde yaptığı açıklama ile boğazlar konusunun uluslararası bir konferansta görüşülmesinden ve ABD’nin de bu konferansa katılmasından memnuniyet duyulacağını bildirilmiştir217.

2.7.4. Türkiye Aleyhindeki Ermeni-Gürcü İstekleri ve Sovyetler Birliği’nin Tavrı

25 Nisan-26 Haziran 1945 tarihleri arasında gerçekleşen San Fransisco Konferansı sırasında Ermeni Milli Komitesi konferans’a, Türkiye’de bulunan Ermenilerin Sovyet Rusya’ya nakledilmesi isteğini içeren mektuplar göndermiştir. Bu isteğin sebebi olarak ise; Türkiye’deki

214 Gönlübol vd., s. 212-213., Ayrıca Bakınız: Spector, s. 205, Tan Gazetesi, 5 Kasım 1945, s. 1., Sözüöz, s. 43. 215 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 301. 216 Sever, s. 30. 217 Gönlübol vd., s. 213-214. 41

Ermenilerin imhadan kurtarılmak istenmesi gösterilmiştir218. Ahmet Emin Yalman gazetedeki köşesinde Ermeniler tarafından konferans’a gönderilen mektupların içerisinde; Türkiye’nin BM’ye alınmasının yanlış olacağından ve Türklerin Ermenilere yaptıkları zulümlerin unutulmaması gerektiğinden de bahsedildiği belirtilmiştir. İngiliz ve Amerikalı yetkililer Türk gazeteleri aracılığıyla bu mektuplara cevap vererek, aslında Ermenilerin katliam yaptıklarını hatırlatmışlardır. Özellikle Milli Mücadele sırasında Anadolu’da olan İngilizler, Ermeni zulmünü yakından görmüşlerdir. Bu karşı saldırı üzerine Ermeni lobileri susmak zorunda kalmıştır. Türkiye’den Amerika’ya göçen Ermeniler ise Türk temsilcilerine dostça yaklaşmış ve bu iddiaların yanında olmadıklarını belirtmişlerdir219. Amerikalı Ermeniler, Türkiye’deki Ermenilerin güven ve rahat içinde yaşadıklarını bildiklerini söylemişlerdir. Siyasi maceralar peşinde koşanların ortaya attıkları iddiaların Türkiye Ermenilerini zor durumda bırakacağından korktuklarını eklemişlerdir. Dış propagandalar yüzünden iki milletin yaşadığı tarihi sıkıntıların bir daha yaşanmaması ve sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde kardeşçe yaşanması dileklerini de sunmuşlardır220. Gürcüler de yaşanan sıkıntılı süreçte farklı iddialarla gündeme gelmişlerdir. Gürcistan Bilimler Akademisi’nden iki Profesör, Türkiye üzerindeki toprak isteklerini dile getiren bir makale yayınlamışlardır. 14 Aralık 1945 tarihinde Tiflis’te yayınlanan Komünist ve 20 Aralık’ta Pravda ve Izvestia gazetelerinde yayınlanan makale221“Gürcistan’dan Zapt edilmiş Topraklar Geri Verilmelidir” başlığına sahiptir ve 4000 kelimeden oluşmuştur222. Bridzneşvili ve Canayşa adlı profesörler Gürcü sınırlarının 2500 yıl önce Van Gölü’nden Karadeniz’e kadar uzandığını öne sürmüşlerdir. Böylece Türkiye’ye ait olan Kars, Ardahan, Artvin, Oltu, Tortum, İspir, , Gümüşhane, Trabzon ve Giresun üzerinde hak iddia etmişlerdir223. Makalede yer alan bazı önemli bölümler şu şekildedir: “987’de, Gürcü Devleti’nin hudutları güneydoğuda Van Gölü’nün batı köşesinden başlayarak, Erzincan’a kadar ve Erzincan’dan Trabzon’un batısında denize kadar devam ederdi. Bugünkü Lazlar Müslümanlaştırılmış Gürcülerdir. Lazistan eski Colchide’nin bir parçasını teşkil eder. Colchide iki kısma ayrılmıştı. Doğu kısmı şimdi Gürcistan’ın doğusunda Mingrelya’yı, batı kısmı ise bugünkü Lazistan’ı vücuda getirmektedir… Türkler Gürcülerden zapt ettikleri topraklarda asırlarca Gürcülere zulmettiler. Şehirlerin ve köylerin adlarını değiştirdiler. Tarihi abideleri yıktılar. Halkın adlarını ve soyadlarını değiştirdiler… Türkiye bu harpte faşist Almanya’nın arkasında durup ona yardım ettiği halde, Gürcü milleti umumi gayenin tahakkuku uğrunda kanını döktü, on binlerce evladını kurban verdi. Buna binaen, Gürcü milleti kendisine ait olan toprakların kendisine verilmesini ve tarihi haksızlığın tamir olunmasını talep etmektedir. Çünkü hükümet bu hakkından hiçbir zaman vazgeçmemiştir…224.” Aslen Gürcü olan Josef Stalin, ortaya atılan bu iddiaların temel

218Cumhuriyet Gazetesi, 9 Mayıs 1945, s. 1. 219 Ahmet Emin Yalman, “Sovyet Rusya ve Ermeni Meselesi”, Vatan Gazetesi, 5 Ağustos 1945, s. 1. 220Cumhuriyet Gazetesi, 23 Haziran 1945, s. 1-3. 221 Tellal, s. 504., Ayrıca Bakınız: Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994, s. 221., Harris, s. 19. 222Akşam Gazetesi, 21 Aralık 1945, s. 1. 223 Aydemir, İkinci Adam…,Cilt II., s. 285., Ayrıca Bakınız: Vatan Gazetesi, 21 Aralık 1945, s. 1. 224Akşam Gazetesi, 21 Aralık 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, 22 Aralık 1945, s. 1., Kirk, s. 258. 42

dayanağını oluşturmuştur. Stalin’e göre Urartular, medeniyetin temelini oluşturmaktadır ve bu medeniyetin merkezinde ise Gürcüler vardır225. 20 Aralık 1945 tarihinde Mecliste konuşan Kazım Karabekir, Rusların ve Gürcülerin Kars, Ardahan ve Artvin üzerindeki isteklerini değerlendirmiş ve Kars’ın verilmesinin Türkiye’nin işgalini kolaylaştıracak bir kapı açacağını ve bunun mümkün olmadığını vurgulayarak şu ifadelerde bulunmuştur: “Kars Yaylası milli belkemiğimizdir. Kırdırırsak yine mahvoluruz. Eğer Ruslar bizden yer istemekte ısrar ederlerse hiç şüphe yoktur ki dövüşeceğiz. Fakat istikbal bize olduğu kadar kendileri için de karanlık olur. Cihan yıkılıncaya kadar ve tek bir Türk kalıncaya kadar varımızı yoğumuzu ortaya koyarak uğraşacağız. Paramızı dişimizden tırnağımıza kadar silahlanmaya sarf edeceğiz. Bu taktirde iki taraf da hayattan, beşeriyetten, medeniyetten nasibini alacak değildir226.” Başbakan Şükrü Saraçoğlu ise doğu topraklarımızdan Ermeni ve Gürcülere pay verilmesi isteklerini basın mensuplarına şu şekilde değerlendirmiştir: “Bütün dünya biliyor ki bütün bu yerlerde bir tek Ermeni mevcut değildir. Memleketin başka yerlerine dağılmış olan ve çoğu İstanbul’da bulunan Ermeni vatandaşlarımıza karşı emniyetimiz vardır. Dışarıdaki tahriklere ve şüphe uyandırmak isteyen çalışmalara karşı, Ermeni vatandaşlarımızla olan münasebetlerimizde en ufak bir gölge hâsıl olmak ihtimali yoktur. Bütün vatandaşların dışarı oyunlarına karşı birbirlerine ve cumhuriyet kanunlarına olan güvenlerini hiç şüphelenmeden muhafaza edeceklerine eminim… Birinci Dünya Harbi’nden felaketle çıkan Türkiye ve Rusya, bu yerlerin talihini bir plebisitle tayin etmeyi muvafık bulmuşlar ve yapılan plebisitte 87.048 oy sahibinden 85.124’ü Türkiye lehine, 1.924’ü Türkiye aleyhine oy vermiş, 1.483’ü de oydan istinkâf eylemiş ve böylece Kars ve Ardahan illeri Türkiye’ye verilmiş değil, Türkiye’ye iade olunmuştur… Sovyetlerle akdolunan Kars Anlaşması ile şark hudutlarımız bugünkü şeklinde kesin çehresini almış ve etnik hakikatler bu surette ve iki tarafın tam rızasıyla teyid olunmuştur.” Saraçoğlu, Gürcü profesörlerinin istedikleri topraklar için ise şu yorumu yapmıştır: “Vakıa bu illerde Gürcü dilini de konuşan ve kendilerini Türk dinine, Türk vicdanına, Türk kültürüne ve Türk diline sahip sayan insanlar vardır, fakat bu insanlar çarların ve çar ordularının önünden kaçıp ana vatana iltica eden Türklerdir227.” 23 Aralık 1945 tarihinde Times Dergisi’nde yayınlanan “Rusya ve Türkiye” başlığını taşıyan makalede Gürcü iddiaları yorumlanmış ve özetle şu ifadeler yer almıştır: İki Gürcü profesör tarafından Türkiye’den toprak talebi yönünde açıklamalar yayınlanmış, Sovyet Rusya tarafından resmi bir talep olmamasına rağmen, Rus basınında geniş yer bulan bu gelişme Sovyet yönetimi tarafından tepki görmediğine göre tasvip ediliyor imajı kazanmıştır. Türkiye, gelişmeleri Sovyetlerin Türkiye’ye karşı besledikleri düşmanca hislerin bir yansıması olarak kabul etmektedir. Karadeniz sahilinde Giresun limanına ve geniş bir hinterlanda sahip Gürcü istekleri tarihi ve ırki bir temele sahip değildir. Gürcülere yakın bir asıldan gelen Lazlar, Müslümanlaşmış ve Türk milli şuurunu kazanmışlardır. Türk donanması mürettebatının çoğu

225 Aydemir, İkinci Adam…, Cilt II., s. 286. Ayrıca Bakınız: Tellal, s. 504. 226 TBMMTD, 20 Aralık 1945, 7. Dönem, Cilt 20, s. 259. 227Akşam Gazetesi, 7 Ocak 1946, s. 2., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 422. 43

Lazlardan oluşmuş ve bunların Türk olmadığı iddiası gülünç bir hal almıştır. Kars ve Ardahan’la ilgili de istekler gündeme gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında imzalanan Brest Litovsk Antlaşması’yla Türkiye’ye bırakılan Kars, Ardahan ve Batum’la ilgili son kararı 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’yla veren Rusya ve Türkiye; Batum’un Rusya’da, Kars ve Ardahan’ın Türkiye’de kalmasını resmen tanımışlardır Rusya aynı zamanda boğazlar konusunda da talepler içerisine girmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye bu kadar hasmane yaklaşmasının Rusya adına anlamı; Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmayarak Almanya’ya avantaj sağlaması ve Almanya’nın Rusya’ya saldırmadan önce Türkiye ile anlaşma yapması gösterilebilir228. Londra’da bulunan Press Association Haber Ajansı bir yazısında Gürcü isteklerini değerlendirmiş ve bu isteklerin ortaya atıldığı sürece dikkat çekerek; Rusların boğazlardan üs alabilmek ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde Sovyet Rusya lehine değişiklik yapılması amacına hizmet için böyle bir yol tuttuğu iddiasını savunmuştur. Washington’dan United Press ise konuyla ilgili olarak; ABD’nin Türkiye ve Sovyet Rusya’yı ziyaret eden dışişleri komisyonu üyelerinden Karl Mundt’un yorumunu yayınlamıştır. Mundt şu ifadeleri kullanmıştır: “Rusya’nın hakikatte ne istediğini bilmiyorum. Fakat bana kalırsa, Rusya’nın istediği askeri emniyetten de fazla bir şeydir. Zira kendisine nispeten daha zayıf olan bir komşudan korkması için hiçbir sebep yoktur. Ruslar, Baltık memleketlerinden başlayarak Balkanlar ve son zamanlarda İran’a kadar bütün memleketlere karşı buna benzer bir program tatbik etmişlerdir.” Fransa’da la Monde Gazetesi Gürcü istekleri ile ilgili olarak şu yorumu getirmiştir: “Asıl mesele, istenilen toprakların genişliği yahut sebep olarak ileri sürülen tarihi hakların meşruiyeti değildir. Ancak bir memleketin toprak bütünlüğüne riayet prensibi bahis mevzudur. Bu hususta Türk meselesi, İran meselesine sıkı surette bağlıdır. Rus istekleri şimdi Türkiye’ye teveccüh etmiş gibidir. Hedef boğazların kilidini sökmek için Türk hududuna dayanmaktır. Büyük devletlerin prensipleriyle hareketlerini ne dereceye kadar ahenkleştirecekleri yakın zamanda belli olacaktır229.” Londra’da yayınlanan Observer Gazetesi ise, Ermenilerin Türk-Sovyet gerilimindeki rollerini şu şekilde izah etmiştir: “Suriye ve Amerikan Ermenilerinin, Ermenistan adını vermeye devam ettikleri bir kısım Türk arazisinin Rusya’ya bağlanması için açtıkları mücadeleye Moskova radyosu birkaç günden beri faal bir surette müzaheret etmektedir. Ruslar kendi hesaplarına henüz bir şey söylememişlerdir ve bu da Türklere karşı giriştikleri sinir harbinin bir tabiyesi olabilir. Her ne olursa olsun boğazlar ve Oniki Ada meseleleri ile Sovyet Ermenilerinin istekleri, Orta Şark durumunu karıştıran güçlüklere yeni bir unsur ilave etmektedir230.” Ermeni ve Gürcü talepleri sonrasında ABD, 1946 yılı Ocak ayında Dışişleri Bakanlığı adına Türkiye’ye yönelik yaptığı bir açıklama ile Sovyet-Türkiye gerginliğini kaygıyla izlediklerini, Türkiye’nin gösterdiği direnişi takdirle karşıladıklarını, Gürcü istekleri konusunun artık Türk- Sovyet ikili ilişkilerini aşarak BM Anayasası çerçevesinde incelenmesi gereken bir konu haline geldiğini ve ABD’nin konu üzerinde bir ihlalin olmaması taraftarı olduğunu bildirmiştir231. Başkan Harry Truman da, Sovyet talepleri karşısında 3 Ocak 1946 yılında yaptığı bir konuşmada şu

228 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.623..3. 229Akşam Gazetesi, 22 Aralık 1945, s. 1-2. 230Akşam Gazetesi, 1 Ekim 1945, s. 2. 231 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 304-306. 44

ifadeleri kullanmıştır: “Rusya’nın Türkiye’yi istila ederek boğazlar bölgesini ele geçirmek istediğinden artık hiç şüphem kalmadı. Eğer bu gidişe demirden bir yumruk gösterip ‘dur’ demezsek yeni bir savaş çıkacaktır. Tek bir lisandan anlıyorlar, ‘Kaç tümeniniz var?’ Rusya’nın ihtiyaçlarını karşılamaktan bıktım232.” ABD’nin sergilediği bu tavır sadece Rusların Gürcü profesörleri kullanarak Türkiye’den toprak istemeleri değil, aynı zamanda İran üzerindeki işgali sürdürmeye çalışmalarından da kaynaklanmıştır233. Sovyetler aynı süreçte; Ermenilerin ülkelerine dönerek nüfus yoğunluğunu artırıp, toprak taleplerini güçlendirmelerini amaçlayarak, Türkiye’nin de içinde bulunduğu birkaç ülke Ermenilerine çağrıda bulunmuştur(18 Aralık 1945). Bu çağrı üzerine İstanbul’da dört gün içinde 1.500 Ermeni, Rus Başkonsolosluğu’na başvurarak ülkelerine geri dönme talebinde bulunmuştur. Bunların çoğunluğu işsiz ya da maceraperest insanlardır. Türk hükümeti gitmek isteyenlerin işlerini kolaylaştırılmak için, emniyet birimlerine başvurmaları yönünde 22 Aralık tarihinde bir tebliğ yayınlamıştır234. Tebliğ şu şekildedir: “Ermeni vatandaşlarımızdan bazılarının başka yere hicret etmek için bir yabancı konsoloshaneye müracaat ettikleri hakkında bir haber duyulmuştur. Bunlardan bazılarının vardıkları yerde Türk vatandaşlığını muhafaza etmek, bazılarının da muhafaza etmemek düşüncesinde oldukları da ayrıca söylenmektedir. Bu yolda müracaat etmiş vatandaşlar varsa, Pasaport Kanunu hükümlerine uygun olarak durumlarına göre pasaportlarını hazırlamak ve gidişlerini kolaylaştırmak için bulundukları yerlerin emniyet makamlarına müracaat etmeleri tavsiye olunur235.” Yayınlanan tebliğ sonrasında başvurular kısa sürede azalarak bitmiştir. Başvuranların ise götürülme işi gerçekleşmeyince, Rus Konsolosluğu’ndan kimlikleri geri dağıtılmaya başlanmış ve Rusya’ya gidişin ancak daha sonra gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Bazı Ermeniler ise kendileri konsolosluğa giderek isimlerini sildirip Rusya’ya gitmekten vazgeçtiklerini belirtmişlerdir236. Bu süreçte Halep’te bulunan Ermeniler, Sovyetler Birliği Ermeni Cumhuriyeti’ne gelmeleri konusundaki davete hayır cevabı vermişler ve kendilerinin Suriyeli olduklarını belirtmişlerdir237. 22 Ocak 1946 tarihinde, İstanbul’da yayınlanan Ermeni Norlur Gazetesi’nde, Sovyet makamlarının Türkiye’deki Ermenileri Sovyet Ermenistan’ına davetlerinin ve Ermenilerin göç etme isteklerinin haklı olduğuna dair bir yazı yayınlanmıştır. Gazeteye göre, Türkiye’de Ermeniler iyi muamele görmemektedirler. Ermeniler kendi öz vatanlarından kopartılmaları sonrasında dünyanın her yerinde sıkıntı çekmektedirler. Bu sıkıntıların bir nebze de olsa azaltılması için Sovyet Ermenistan’ına göç mutlaka gerçekleşmelidir. Makale şu cümlelerle son bulmuştur: “…Kurtuluş, istikbal ve idealizm en mükemmel ve en elverişli olan bu fırsatı hiçbir Ermeni’nin kaçırmayacağına ve bu hayati imtihanı başarı ile geçireceğine eminiz. Ve yine herhangi bir misafirperver memleketin Ermenilerin anavatana muhaceretlerine, kendisi için ne derece büyük bir kayıp olursa olsun, mani olmayacağını veyahut bunları gitmekten vazgeçirmek

232 William Hale, Türk Dış Politikası(1774-2000), Mozaik Yayınları, İstanbul 2003, s. 114., Ayrıca Bakınız: Harris, s. 19. 233 Ülman, s. 69. 234 Erkin, Türk- Sovyet…, s. 274-275., Ayrıca Bakınız: Gürün, Türk- Sovyet…, s. 302. 235Akşam Gazetesi, 22 Aralık 1945, s. 2. 236Tanin Gazetesi, 4 Aralık 1946, s. 1. 237Akşam Gazetesi, 22 Aralık 1945, s. 2. 45

teşebbüsünde bulunmayacağına da aynı derecede eminiz.” Yazı, Ermeniler arasında bağımsızlık duygularını kışkırtırken, Sovyet Ermenistan’ına karşı bir sempati uyandırmıştır. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü’nce, gazete sahibi Vahan Toşikyan’ın son zamanlarda içine düştüğü maddi sıkıntılar dolayısıyla menfaat karşılığında bu tip yazıların yayınlanmasına izin verdiği kanaati hasıl olmuştur238. Sovyetler, sonraki süreçte isteklerini gayri resmi yollardan Türkiye’ye iletmeye devam etmiştir. 22 Şubat 1946 tarihinde Ermeni bir profesörün eski Ermeni toprakları üzerinde hak iddia ettiği konuşması Türkiye’ye duyurulmuştur239. Diğer yandan 30 Nisan-4 Mayıs 1947 tarihleri arasında ABD’de gerçekleştirilen Dünya Ermeni Kongresi sonrasında Ermeniler BM’ye başvurmuşlardır. Gönderilen Ermeni mektubu içerisinde Ermeni toprak istekleri yinelenmiş, bu isteklerin BM tarafından yerine getirilmesinin gerekliliği ise şu ifadelerle izah edilmeye çalışılmıştır: “Bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatı İkinci Cihan Harbi’nden evvelki Milletler Cemiyeti Kurulu’nun halefidir. Bu sıfatla 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevres Muahedesine göre Ermenilere verilen hakları korumak mecburiyetindedir. Birleşmiş Milletler planına göre Ermeni Meselesi bir numaralı grup çevresinde bulunmaktadır. Ve Ermeni meselesi halledilmedikçe dünya sulhu için daima endişe mevzuudur. Sükûnetle ve doğrulukla halledilmesi lazım olan Ermeni Meselesi bütün dünya milletleri arasındaki itimadı sağlamak için elzemdir. Bu mesele ne bir hudut meselesi ne de Ermeni milletinin mukadderatı meselesi değildir. Doğrudan doğruya Birleşmiş Milletler Kurulu’nun ideali ile alakalıdır240.” ABD’nin Türkiye’ye yardım etme yönünde girişimde bulunduğu süreçte de Ermeniler yeniden seslerini yükseltmeye başlamıştır. Amerikan Ermeni teşkilatları Türkiye aleyhinde girişimlerde bulunarak çok sayıda mektup kaleme almışlardır. Bu mektuplarda, ABD yardımının diktatör rejimlere karşı olmasına rağmen, Türkiye’de diktatörlüğün devam ettiği belirtilmiştir241. Sovyetler sadece Ermeni ve Gürcülerle ilgili değil, Anadolu’da bulunan diğer etnik unsurlarla ilgili de propaganda yapma yolunu seçmiştir. Bu manada olmak üzere Moskova Radyosu Türkiye aleyhinde propaganda amacıyla bir konuşma yayınlamıştır. Konuşmada azınlıklar meselesi gündeme getirilerek şu ifadeler kullanılmıştır: “Bunların vaziyetleri çok nazikleşmiştir. Kürtlerin, Ermenilerin, Yunanlıların ve Yahudilerin siyasi ve iktisadi hakları son derece kısılmıştır.” Radyonun iddiasına göre 1.5 milyon Kürt zorla Kürdistan’dan çıkarılmakta ve sistematik bir şekilde, kitleler halinde imha edilmektedir. Konuşmanın devamında şu ifadeler mevcuttur: “Milli Cumhuriyet Partisi(CHP) memleketin askerileştirilmesini, sulh şartları içinde bir milyon kişilik bir ordu tutulmasını ve antidemokratik polis tedbirlerinin alınmasını haklı göstermek için dış tehlikenin mevcudiyetini ileri sürmektedir. Hâlbuki buna inanan pek az Türk vardır242.” Ermeni göçü mevzusunda başarı yakalayamayan Sovyet tarafı yabancı misyon şefleri aracılığıyla Türkiye’de, diplomatik telkin yöntemleri ile, Saraçoğlu hükümetini yıkma yolunu

238 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.623..4. 239 Gönlübol vd., s. 423. 240Son Saat Gazetesi, 15 Haziran 1947, s. 1-6. 241 Oğuz Ünal, Türkiye’de Demokrasi’nin Doğuşu, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994, s. 133. 242Son Saat Gazetesi, 3 Şubat 1947, s. 1., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 3 Şubat 1947, s. 1. 46

denemiştir. Hükümeti itibarsızlaştırma yönünde propagandalar yapmıştır243. Saraçoğlu Hükümeti 21 Temmuz 1946 seçimleri sonrasında yerini Recep Peker Hükümeti’ne bırakmıştır, fakat Rus basınının Türkiye’deki yönetime karşı olan tavrı değişmemiş ve eleştiriler devam etmiştir. Bu eleştiriler karşısında Ahmet Emin Yalman köşesinde, Moskova Radyosu’nun sürekli olarak Türkiye’yi eleştirip, eksiklikler bulmaya çalışmasına cevap vermeye çalışmıştır. Türkiye’de noksanlar olduğunu, fakat bunları giderecek bir bünyeye sahip olduklarını belirten Yalman, Sovyet Rusya’yı şu ifadelerle eleştirmiştir: “Nazilerin gestaposuna rahmet okutan bir gizli polisin iki yüz milyon insanı titrettiği, yirmi beş milyon insanı köle diye kullandığı, komünizm adı altında yüksek parti erkânının, ileri memurların, yüksek rütbede askerlerin ve bir takım serbest meslek sahiplerinin yeni imtiyazlı sınıflar teşkil ettikleri, süslü üniformaların, takım takım nişanların keyfini duydukları memleketinizde acaba noksanlar yok mu244?”

2.7.4.1. Rus-Gürcü ve Ermeni Taleplerinin Basındaki Yansımaları

Sovyetler Birliği’nin talepleri ve Türkiye’ye karşı yürüttüğü politikalar, Türk kamuoyunda tepkilere neden olmuştur. 1945 yılı Aralık ayında İstanbul’da Sovyetler Birliği karşıtı gösteriler yapılmıştır245. Moskova’da çıkan Pravda Gazetesi’nin, Tan Gazetesi ile ilgili olumlu yorumları Türk basınında ve kamuoyunda bu gazete karşıtı bir tavır sergilenmesine yol açmıştır. Pravda Gazetesi’ne göre Türk basınında Ruslara karşı sürdürülen haksız saldırıları gören ve buna karşı gelen tek yayın organı Tan Gazetesi’dir246. Tan Gazetesi’nde Sovyet Rusya’nın istekleri karşısında herhangi bir olumsuz ibareye rastlanmamıştır. Gazete sahibi Zekeriya Sertel, Rusya’nın toprak talepleri olduğu hakkındaki haberlerin İngiliz kaynaklı olduğunu belirterek Rusların böyle bir istekte bulunmuş olamayacağını iddia etmiş ve bir yazısında konuyla ilgili olarak özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Basında, Müttefikler arasında büyük sıkıntılar yaşandığı anlatılmakta ve okuyucu üçüncü dünya savaşının çıkacağına inandırılmaktadır. Türk basınının böyle olmasının sebebi daha çok İngiliz kaynaklı haberleri kullanmış olmasından kaynaklanmaktadır. İngiltere’de yapılacak olan seçimde, Muhafazakâr Parti propaganda yaparken yeni bir savaş ortamının olduğunu vurgulamakta, Churchill’in olmadığı bir İngiltere’nin savaşa hazırlanamayacağı iddiası ortaya atılmaktadır. Bu parti propagandası Türkiye basınında ise bilinçsiz olarak verilmektedir247. Sertel’in yaklaşımına Türk basınından en fazla Ahmet Emin Yalman destek vermiştir. Yalman köşesinde; Basında Sovyet Rusya aleyhinde çok fazla haber yapıldığını, Rusların Türkiye’nin egemenlik haklarına saldırıya geçmesi halinde hep beraber savunma yapılacağını fakat Rusların komşumuz ve güçlü bir devlet olduğunun unutulmaması gerektiğini ifade etmiştir.

243 Erkin, Türk- Sovyet…, s. 275. 244 Ahmet Emin Yalman, “Hürriyeti Kullanmak Davası”, Vatan Gazetesi, 11 Ocak 1948, s. 1. 245 Gönlübol vd., s. 422. 246 Nilgün Gürkan, Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın(1945-1950), İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s. 415. 247 Zekeriya Sertel, “Türk Matbuatında Kıyamet Kopuyor”, Tan Gazetesi, 8 Temmuz 1945, s. 1. 47

Sovyet Rusya’ya güven telkin ederek daha sağlıklı bir komşuluk ortaya çıkacağını, barış ve iyi ilişkiler yönünde çalışma mecburiyetinde olunulduğunu belirtmiştir248. Sertel tarafından ortaya atılan, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında aslında bir sorunun bulunmadığı yönündeki iddialara bir destek de Fransa’da yayınlanan la Bourse Egyptien Gazetesi’nden gelmiştir. Bu gazetede yayınlanan “Türk Rus Münasebetleri” başlıklı yazı 12 Nisan 1946 tarihinde tercüme edilmiştir. Bu yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır: Basın ve radyo Türkiye-Rusya münasebetlerini yönlendiren iki temel unsurdur. Rus tarafı dostluk anlaşmasını yenileme isteği olmadığına dair şifahi notasından başka herhangi bir istekte bulunmamıştır. Basın ve radyoya göre ise iki ülke arasında çok fazla problem mevcuttur. Moskova Radyosu ve Rus gazeteleri boğazlardan üs ve Doğu Anadolu ile Karadeniz’den toprak istekleri konularını gündeme getirdiler. İstanbul ve Ankara basını ve radyosu da cevap verme yolunu seçince hararet iyice arttı. Rus büyükelçisi Vinogradof, Türkiye Dışişleri Bakanı’nı ziyaret edince hararet birden söndü. Türkiye diken üstünde durmaktadır ve bu yüzden savaş başından beri seferberlik halindeki ordusunu şimdi de Rus tehlikesi karşısında mevcut tutmaya devam etmektedir249. Tan ve Vatan gazeteleri dışında, Türk basınında Sovyet basınının takındığı kışkırtıcı tavır açıkça eleştirilmiştir. Ahmet Şükrü Esmer gazetedeki köşesinde, barış yanlısı olduklarını beyan eden Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov’un bir konuşmasını eleştirmiş ve Rus basınını da hedef alan şu ifadeleri kullanmıştır: “…Barışın Rusya tarafından takip edilen politika neticesinde tehlikeye düşeceğinden korkanlar, bu sözlerde uzun bir barış devri için inanç görmek istemişlerdir. Ancak haklı olarak belirtildiğine göre, hareketlerin de bu sözlere uyması lazım gelmektedir. Sovyet basını ve Sovyet radyoları, yakın ve uzak devletlere karşı tahrikçi mahiyetteki yayınlarına devam ettikçe, bunlara hedef olanların barış hakkında emniyet duymalarına imkân yoktur. Bu bahiste söylenecek söz, Molotov tarafından barış lehinde söylenen nutkun Sovyet yayın vasıtalarıyla da teyit edilmesinden ibarettir250.” Cumhuriyet Gazetesi, Türkiye’den takip edilebilen, komünist blok hariç olmak üzere, dünya gazete ve radyolarında Rus-Ermeni-Gürcü istekleri karşısında Türkiye tarafının desteklendiğini belirtmiştir. Amerika’da yayın yapan Chicago Radyosu’nda şu yorumun yapıldığını okuyucularına duyurmuştur: “Ruslar bu meselede çok ileri gittikleri taktirde, 1939’dan beri elde ettikleri bütün kazançlarını kaybedeceklerini biliyorlar. 1939’da Amerikalıların sempatisi nasıl Polonyalılardan yana idiyse, bugün de Türkiye’den yana olduğu aşikârdır.”İngiliz basınında yer alan bir yazıda ise şu ifadeler kullanılmıştır; “Sovyetlerin Türkiye’den toprak ve üs istemesi Türk tarafını germekte ve ağır askeri harcamalar yapma durumunda bırakmaktadır. Görünüşte Rus tarafının istekleri için herhangi bir şekilde güç kullanabileceği tahmin edilmemektedir… Sovyetlerin izlediği bu siyaset korkulacak bir içeriğe sahip olmasa da tehlikeli bir oyundur251.” Atina’da çıkan Akropolis Gazetesi’nde yer alan bir yazıda ise, Sovyetler Birliği’nin dört bir yanda emperyalist hedefler peşinde koştuğu ve şimdi de Türkiye’nin topraklarına göz diktiği

248 Ahmet Emin Yalman, “Rusya’ya Karşı Müspet Siyaset”, Vatan Gazetesi, 1 Ağustos 1945, s. 1. 249 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.623..7. 250Yeniçağ Gazetesi, 16 Şubat 1946, s. 11. 251Cumhuriyet Gazetesi, 14 Ocak 1946, s. 1. 48

belirtilmiştir. Sovyetlerin sınır güvenliği ya da ekonomik nedenlerle değil, emperyalist hedeflerinde bir adım olarak gördüğü Türkiye topraklarının dünya siyasetini de gerdiğini belirten gazete, dünyanın bu gerginliğe ne kadar dayanabileceği ve bu gidişin sonunun nereye varacağının bilinmediğini ifade etmiştir252.

2.7.5. Sovyetler Birliği’nin 7 Ağustos 1946 Tarihli Notası ve Boğazlar Sorunu

20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi yirmi yıllık bir antlaşmadır253. İmzacı devletlerden herhangi birisi anlaşma üzerinde değişiklik isterse her beşinci yılın başlangıcında tekliflerini iletme hakkına sahiptir. Ruslar bu haktan yararlanarak 1946 yılı Ağustos ayından itibaren boğazlar konusunda kendi lehlerine değişiklikler yapılmasını istemeye başlamışlardır254. 7 Ağustos 1946 tarihinde Rus Büyükelçisi Vinogradof tarafından verilmiş olan boğazlarla ilgili nota, Sovyetlerin Potsdam Konferansı kararlarına dayanarak vermiş oldukları bir nota olarak değerlendirilmiştir255. Rusların nota ile talep ettikleri boğazlar statüsündeki değişiklik istekleri, Potsdam Konferansı sırasında ortaya koydukları tekliflere çok benzemektedir256. Nota eş zamanlı olarak İngiltere ve ABD’ye de gönderilmiştir. 5 maddeden oluşan bu notanın özellikle 4 ve 5. maddeleri önem arz etmiştir257. Nota içerisinde öncelikle değişen dünya şartları dâhilinde boğazlar konusunda da değişime gidilmesi gerektiği belirtilmiş, savaş sırasında bazı düşman gemilerinin boğazlardan geçmesi ise değişiklik yapmak için bir bahane olarak öne sürülmüştür. Bu ifadelerin ardından ortaya konulan Sovyet istekleri şu şekilde olmuştur: 1. Boğazlar her zaman ticaret gemilerine açık olmalıdır. 2. Boğazlar Karadeniz ülkelerinin savaş gemilerine her zaman açık olmalıdır. 3. Özel şartlar dışında Karadeniz’e sınırı olmayan devletlerin savaş gemilerine boğazlar kapalı olmalıdır. 4. Boğazlarla ilgili kurulacak olan cemiyet sadece Karadeniz devletlerinden oluşmalıdır. 5. Boğazların savunulması noktasında Sovyetler ile Türkiye ortak hareket etmelidir258. Rusların boğazlar ve sınır değişikliği istekleri karşısında ABD ve İngiltere basınında çıkmış olan yazılarda; Rusların yayılma emeli taşıdığı ama bunu kendi güvenliği gerekçesiyle kamufle etmeye çalıştığı, Türkiye’nin doğudan Azerbaycan üzerinden ve batıdan da boğazlar yolu ile kıskaca alınarak Sovyetlere tabi bir devlet haline getirilmeye çalışıldığı, böyle bir şeyin gerçekleşmesi halinde ise Yunanistan, Suriye ve Irak’ın da aynı kaderi paylaşacağı, ABD ve İngiltere’nin Türkiye’nin direnişi konusunda destek verecekleri, Türkiye’nin teslim olmak yerine

252Cumhuriyet Gazetesi, 24 Aralık 1945, s. 1. 253 Boğazlar rejimi hakkında Montrö’de 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan sözleşmenin tam metni için bakınız: Erkin, Türk- Sovyet…, s. 397-410. 254 Kurat, s. 47. 255Akşam Gazetesi, 13 Ağustos 1946, s. 1., Ayrıca Bakınız: Erkin, Türk- Sovyet…, s. 295., Mumcu, s. 185. 256 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 305-306. 257 Sözüöz, s. 48-49. 258 7 Ağustos 1946 tarihinde Sovyetler tarafından verilen notanın tam metni için bakınız: Erkin, Türk- Sovyet…, s. 414- 415., Ayrıca Bakınız: Spector, s. 205., Kirk, s. 258 49

mücadeleyi seçeceği yönünde yazılar yayınlanmıştır259. Newyork Times Gazetesi, Rusların boğazlarla ilgili isteğini şöyle değerlendirmiştir: “Eğer Türkiye, her hangi yabancı bir devlete kendi toprakları üzerinde üs kurmak müsaadesini verecek olursa hükümran bir millet olmaktan çıkar. Rus istekleri ve bunları Türkiye’nin reddedişi yeni bir şey değildir. Fakat bugün coğrafi ve siyasi durum eskisinden çok farklıdır. Eğer Rusya boğazlarda yerleşecek olursa, Doğu Avrupa İsveç’ten Batı Asya’ya kadar sağlam bir Sovyet çemberi teşkil edecek ve Türkiye Sovyet mihrakı etrafında Bulgaristan ve Romanya gibi bir kukla devlet haline girecektir260.”

2.7.5.1. Sovyetler Birliği Notasına ABD-İngiltere ve Türkiye’nin Cevabi Notaları

Türkiye, Sovyet notasına cevap vermeden önce ABD ve İngiltere’nin fikrini almak istemiştir. ABD, 7 Ağustos notası karşısında iki seçenek arasında kalmıştır. Birincisi, protesto ile yetinip iki devleti baş başa bırakmak, ikincisi ise kararlı davranarak Türkiye’yi desteklemektir. Amerika ikinci yolu tercih etmiştir. ABD artık sorunu iki devlet arasında ve sadece boğazlarla ilgili olarak görme politikasından vazgeçmiştir261.15 Ağustos 1946 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan toplantıda konu gündeme alınmıştır. Dışişleri Bakanı Dean Acheson konuyla ilgili olarak özetle şu ifadelerde bulunmuştur: Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki talepleri, bu ülkeye hâkim olma amacına yöneliktir, sıra Türkiye’den sonra Yunanistan’a gelecek, bu iki ülkenin kaybı ise Orta Doğu ve Akdeniz’de daha büyük felaketlere neden olacaktır. Türkiye’ye karşı bir saldırı gerçekleşirse ABD doğrudan Türkiye’ye destek vermelidir. Acheston’un görüşleri Başkan Harry Truman tarafından da kabul görmüştür262. Başkan yaptığı konuşmada; Sovyet isteklerinin kabul edilmesi halinde ABD ve İngiltere’nin boğazlar konusunda söz sahibi olmalarının imkânsızlaşacağını ve Türkiye’nin bağımsızlığının ortadan kalkacağını belirtmiştir.263. ABD hükümeti sıcağı sıcağına 16 Ağustos tarihinde, uçak gemisinin de dâhil olduğu bir deniz kuvvetini Akdeniz’e göndereceğini açıklayarak olayların dışında kalmayacağını somut bir adımla kanıtlamıştır264. ABD’nin Akdeniz’e donanma göndermesi fikri Sovyetler tarafından bir tahrik olarak değerlendirilmiştir265. Amerika, Türkiye’nin 7 Ağustos tarihli Sovyetler Birliği notasına sert cevap vermesini istemiş ve kendisi de 19 Ağustos 1946 tarihinde Sovyet notasına cevap vermiştir. ABD notasında; Sovyetlerin Türkiye’den istediği ilk üç madde konusunda hem fikir olduklarını belirtmiştir. Fakat dördüncü maddede, boğazların sadece Karadeniz devletleri kontrolünde tutulmasına ek olarak ABD’nin de konuya müdahil olması istenmiştir. Beşinci maddede yer alan,

259 Eralp, s. 106.(Sayfa aralığı 101-109) 260Ulus Gazetesi, 15 Ağustos 1946, s. 1. 261 Ülman, s. 78-80., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 219. 262 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 56., Ayrıca Bakınız: Akandere, s. 327., Sever, s. 43. 263 Hasret Çomak, “İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, Harbin Sonrasında Türkiye-ABD İlişkileri, ABD’nin Türkiye’ye Yardım Politikası(Truman Doktrini ve Marshall Planı) ”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998, s. 465.(Sayfa aralığı 459-489) 264 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 56., Ayrıca Bakınız: Sever, s. 43. 265 Ülman, s. 81. 50

Türkiye ile Sovyetlerin ortak boğaz savunması ise yine Amerika tarafından reddedilmiştir266. Türkiye’nin boğazlar korumasında tek yetkili devlet olmaya devam etmesi gerektiği belirtilmiş ve boğazlara bir tecavüz gerçekleştiğinde bu konunun milletlerarası güvenliği tehdit ettiği için BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçeceği ifadesi kullanılmıştır. Bu sert ABD notası ile Türkiye- ABD yakınlaşması hız kazanmıştır267. 21 Ağustos 1946 tarihinde İngiltere tarafından Sovyetler Birliği’ne verilen cevabi nota ise ABD cevabına benzer bir içerik taşımıştır268. İngiltere’nin de desteğini alan Türkiye siyasi anlamda yalnızlıktan kurtulmuştur269. İlginç olan ise Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir konuda en son cevabi notayı Türkiye’nin vermiş olmasıdır. ABD ve İngiltere desteğini arkasına alan Türkiye 22 Ağustos 1946 tarihinde Sovyetlere verdiği cevabi nota ile ABD notasını tasdik eder bir tutum sergilemiştir. Boğazların, Karadeniz devletleri dışında kalan devletlerin denetiminden alınmasının boğazlardan menfaati olan devletlerin hakkına tecavüz olduğu, ortak savunma fikrinin ise Türkiye’nin egemenlik hakkına tecavüz sayılacağı bildirilmiştir270. Sovyetlerin, boğazlardan düşman deniz güçlerinin geçtiği yönündeki iddialarına karşılık olarak ise; savaş esnasında böyle bir durum olduğunu iddia eden Sovyetlerin neden bir şikâyette bulunmadığı sorulmuştur. Tek-tük hileli geçiş dışında boğazların, Sovyet güvenliğini tehdit edici şekilde kullanılmasına izin verilmediği ifade edilmiştir. Türkiye’nin, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tadiline açık olduğu ama sözleşmenin tamamen iptaline karşı bulunduğu vurgulanmıştır. Boğazlar konusunda Türk tarafının, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne uygun davrandığının anlaşılması için gerekirse bir hakem heyeti önünde ispat hakkını kullanmak istediği de eklenmiştir271. 1946 yılı sonbahar aylarına gelindiğinde; Sovyetlerin Kafkaslardaki asker sayısı 190.000, Bulgaristan’da ise 90.000’e ulaşmıştır. Bu durum, Türkiye üzerinde Rus baskısının artışının göstergesi olmuştur. Türkiye ise yeni bir savaş ihtimaline karşı manevra adı altında yedek askerleri silah altına almaya başlamış ve Pasinler civarında yığınak yapmıştır272. Sovyetlerin savaş sırasında ağır kayıplar vermesi dolayısıyla Türkiye’ye bir saldırı düzenlemeleri beklenmemekle birlikte, Bulgaristan içinde Sovyet askerlerinin çoğalması Türk tarafını tedirgin etmiştir273. Hüseyin Cahit Yalçın köşesinde, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı izlemiş olduğu bu düşmanca politikayı ilginç bir yaklaşımla değerlendirmiş, Rus politikasındaki çıkar temelli değişkenliği şu ifadelerle vermeye çalışmıştır: “Ruslar bir zamanlar Almanya’yı destekleyerek onların Avrupa’da saldırgan bir tavır içerisinde olmalarında etkili olmuşlardır ve fakat gün gelmiş onlarla işleri bitince ve kendilerini güçlü hissedince Almanlara karşı düşmanca tavır takınmışlar, savaşmışlardır. Aynı politikayı Türkiye üzerinde de uygulamaktadırlar. Milli Mücadele sırasında, çıkarlarının çatıştığı Avrupa devletlerine karşı Türkiye’yi destekleyen Rus siyasetçiler, şimdiki

266 ABD notasının tam metni için bakınız: Armaoğlu, Belgelerle…, s. 148-149., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 220-221., Erkin, Türk- Sovyet…, s. 297. 267 Kurat, s. 48., Ayrıca Bakınız: Spector, s. 206., Sözüöz, s. 49., Harris, s. 22. 268 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 306. 269 Akandere, s. 327. 270 Ülman, s. 82., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 222., Sözüöz, s. 50 271 Erkin, Türk- Sovyet…, s. 299., Ayrıca Bakınız: Gürün, Türk- Sovyet…, s. 306. 272 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 306., Ayrıca Bakınız: Kirk, s. 258. 273 Hale, s. 112. 51

zamanda ise güçlenmenin verdiği bir tavırla ve Türkiye ile işleri bittiği düşüncesiyle Türkiye’ye karşı saldırgan bir tavır içerisine girmişlerdir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni büyük övgülerle kabul eden Ruslar, şimdi bu anlaşmanın değişmesi için mücadele etmektedirler274.”

2.7.6. Sovyetler Birliği’nin 24 Eylül 1946 Tarihli Yeni Notası ve Verilen Cevaplar

7 Ağustos 1946 tarihli Sovyet notası, Türkiye’nin sert bir reddi ile cevaplanınca, 24-25 Eylül 1946 gecesi Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na yeni bir Rus notası verilmiştir275. Bu nota diğerine göre daha ayrıntılıdır. Sovyetlerin boğazlar ile ilgili görüş ve önerilerini dinlemeden reddeden Türkiye’nin bu tavrının, dostluk anlaşması imzalama isteğiyle bağdaşmadığı belirtilmiştir. Sovyet tarafının boğazlarla ilgili bir konferansın toplanmasına karşı olmadığını ama konferanstan önce Türkiye ile konunun etraflıca görüşülmesinin uygun olacağı notada yer almıştır. Sovyetler böylece, boğazlar sorununun İngiltere ve ABD ile birlikte kendisine karşı kullanılmasından duyduğu korkuyu dile getirmiştir276.Notada, boğazların Rusların güvenliğini tehdit eder vaziyette olduğu ve savaş sırasında bu tedirginlik sonucu Karadeniz’i savunmak amacıyla yüklüce bir gücü buraya kanalize etmek zorunda kaldıkları iddia edilmiştir. Ayrıca; Karadeniz devletlerinin boğazlar üzerinde haklarının fazla olması gerektiği ve ortak savunma isteğinin ise Karadeniz devletlerinin güvenliği açısından önem arz ettiği için BM prensiplerine de uyacağı belirtilmiştir277. Boğazlarla ilgili Rus teklifleri reddedilirken, başka devletlerin boğazlar savunmasına ortak edildiği iddia edilmiştir. Bu ifadenin temelinde; İngiltere’ye boğazlarda üs verildiği ve denizaltılara karşı radar istasyonları kurdurulduğu iddiası yatmıştır. Ayrıca ABD’nin Türkiye’de havaalanları yapması da yadırganmıştır. Ruslar bu notayı İngiltere ve ABD’ye göndermemiş, onları taraf olarak kabul etmediğini göstermek istemiştir. Fakat Türkiye notayı iki devlete de iletmiştir278. ABD ve İngiltere, Rus tehlikesinin yayılma eğilimi içerisinde olduğunu görünce ortak olarak 9 Ekim 1946 tarihinde Sovyet Devleti’ne, boğazların hâkimiyetinin Türkiye’de olduğunu hatırlatan bir nota vermiştir279. ABD-İngiltere ortak notasında; Türkiye ile Sovyetler arasında ikili bir müzakere sürecinin olamayacağı, bu sürece ABD ve İngiltere’nin de katılması gerektiği, boğazlara karşı olacak bir saldırının BM Güvenlik Konseyi’ne taşınacağı iletilmiştir280. Nota genel itibariyle daha önce söylenilen şeyleri benzer şekillerde tekrar etmiştir. Amerika, kendisine nota gelmediği halde cevap vererek gelişmelerin içinde olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. Kimi Amerikalı yorumcular ABD’yi Panama Kanalı üzerindeki haklarının bir benzerinden, boğazlarda Rusları mahrum bırakmakla suçlamıştır. Hâlbuki Panama Kanalı’nı ABD açmıştır ve kanal ABD

274 Hüseyin Cahit Yalçın, “Dünkü Sözler, Bugünkü Davalar”, Tanin Gazetesi, 19 Eylül 1946, s. 1. 275 Boğazlarla ilgili 24 Eylül 1946 tarihli ikinci Sovyet notasının tam metni için bakınız: Erkin, Türk- Sovyet…, s. 423-428., Ayrıca Bakınız: Spector, s. 206. 276 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1580-1581., Ayrıca Bakınız: Gürün, Türk- Sovyet…, s. 306. 277 Erkin, Türk- Sovyet…, s. 303-304., Ayrıca Bakınız: Ülman, s. 82. 278 Ülman, s. 83., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 223. 279 Bu notanın tam metni için bakınız: Armaoğlu, Belgelerle…, s. 150-151., Ayrıca Bakınız: Mumcu, s. 185., Gönlübol vd., s. 223. 280 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 307. 52

donanmasının bir sahilden diğerine geçişini kolaylaştırmaktadır. Boğazlar ise doğal yollardır ve Sovyet sahilleri arasında bağ kurma özelliğine sahip değildir. Panama Hükümeti kendi isteğiyle ABD’ye üs vermiş ama Türkiye Sovyetlere böyle bir üs vermek istememektedir. Boğazların tanzimi ile ilgili uluslararası bir sözleşme varken, Panama Kanalı için böyle bir anlaşma mevcut değildir. Panama ile ABD arasında dostluk varken, aynı şey Rusya ile Türkiye arasında yoktur. Bu nedenlerden dolayı iki kanalın aynı kefeye konulması ABD yöneticileri tarafından doğru bulunmamıştır281. Hüseyin Cahit Yalçın gazetedeki köşesinde, Rusya’nın istekleri karşısında ortaya çıkan boğazlar ve diğer Rus istekleri konularını, ABD ve İngiltere’nin desteğini şu şeklide değerlendirmiştir: “Rus talepleri boğazlardan harpte ve sulhta geçecek harp ve ticaret gemileri rejimi meselesini çok aşmış ve siyasi tahakküm ve istila emelleri ile karışmıştır. Türkiye, sırf boğazlar rejimi meselesinde bütün alakadarlarla birlikte, işbirliği zihniyeti içinde umumi anlaşmaya taraftardır. Türkiye bu çerçeveden dışarıya çıkan her türlü siyasi emellere muarızdır. Bu noktada İngiltere ve Amerika tamamen Türk nokta-i nazarına iştirak etmektedirler. Türkiye bir taarruza silah kuvvetiyle karşı koyacağında şüpheye hiç yer bırakmamıştır. Türkiye’ye bir taarruz vukuunda, İngiltere bütün imkânlarıyla yardımımıza gelmeyi aramızdaki ittifak muahedenamesi ile taahhüt etmiş bulunmaktadır. Amerika, Rusya tarafından girişilecek bir cebir ve şiddet hareketinden bile çekinmeyerek boğazlardaki Türk hâkimiyetini destekleyeceğini bildirmiştir282.” Bu süreçte Türkiye’yi sıkıntıya sokan tek şey, ABD notasında yer alan, çıkacak sorunlarda BM Güvenlik Konseyi’ni birinci derecede muhatap gösteren madde olmuştur. Türkiye’ye göre BM, girilecek her hangi bir sıkıntıda çok fazla etkili olamayacaktır283. Bu çekinceye rağmen Türkiye; İngiltere ve ABD’nin yanında olmasından memnun bir şekilde, ilk cevabi notasına benzer bir notayı 18 Ekim 1946 tarihinde Sovyetlere göndermiştir. Türkiye konunun kendisi ile doğrudan ilişkili olmasından dolayı daha uzun bir nota göndermek durumunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rusların savaş boyunca boğazlardan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğinin sağlanmasında Türk tarafının tutumunun önemi bu notada da özellikle yinelenmiştir. Ayrıca; Potsdam Konferansı’nda öngörülen, üç devletin Türkiye ile karşılıklı görüşmesi önerisinin, konferanstan sonra bu devletler arasında verilen notalar aracılığıyla tamamlanmış olduğu, artık ikili bir görüşmeye gerek kalmadan bütün tarafların birbirlerinin görüşlerini öğrendiği belirtilmiştir. Boğazların ortak savunulmasının Türkiye’nin egemenlik hakkına tecavüz anlamına geldiği ve ortak savunma gerekçesiyle yabancı bir devlete üs verme taraftarı olmadığı da bir kere daha hatırlatılmıştır284. Rusya’da yayınlanan Pravda Gazetesi’nde, Türkiye’nin Rusya’ya vermiş olduğu son ret cevabı eleştirilmiştir. Gazete bu gelişmeler ışığında Türkiye ile ilgili olarak; “Amerikan Harcı İle Türk Böreği” şeklinde bir yorum getirmiştir. Gazetenin muhabiri David Azlavsky, Potsdam Konferansı’na göre ABD, İngiltere ve Sovyetlerin Türkiye ile tek tek boğazlar konusunu

281 Ülman, s. 84-85. 282 Hüseyin Cahit Yalçın, “Rusya’ya Amerikan Notası”,Tanin Gazetesi, 12 Ekim 1946, s. 1. 283 Ülman, s. 85. 28418 Ekim 1946 tarihli ikinci Türk cevabi notasının tam metni için bakınız: Erkin, Türk- Sovyet…, s.429-440. 53

görüşmesi gerekirken, bu kararın uygulanmadığını belirtmiştir. Türk cevabi notasının, ABD ve İngiltere kaynaklı hazırlandığını ve bir nevi İngilizce’den çeviri olduğunu iddia etmiştir285. Türkiye tarafından gönderilen cevabi notaya Sovyetlerden bir yanıt gelmemiştir. Artık boğazlarla ilgili bir konferans isteği ortaya atılmamış ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanmaya devam edilmiştir286. Bu manada, 26 Ekim 1946 tarihinde İngilizlere hitaben, Sovyet hükümeti tarafından yapılan bir açıklama ile boğazlar konusundaki Rus isteklerinin Türkiye ve batılı devletler tarafından kabul edilmeyeceği için, konuyla ilgili bir konferansın toplanmasının erken olduğu açıklanmıştır. Böylece Sovyetler, net olamamakla birlikte boğazlar konusundaki isteklerinden vazgeçmiş bir görüntü sergilemiştir287. 1 Kasım 1946 tarihinde, Meclisin açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, boğazlar konusuna da değinerek yaşanan süreci şu ifadelerle değerlendirmiştir: “…Biz Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, yeni şartlara uygun ve Montrö’nün açıkça söylediği usuller ve hudutlar içinde iyileştirilmesi lüzumunu takdir ediyoruz. Sözleşmenin, milletlerarası bir konferansta görüşülmesini iyi niyetle alıyoruz. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, egemenlik haklarını sağlayan esaslar içinde, bütün ilgililerin meşru menfaatlerini göz önünde tutan değişmeleri geniş yürekle karşılayacağız. İkinci Cihan Harbi içinde, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne, tarafımızdan en büyük dikkatle riayet edildiğine tam bir vicdan istirahatıyla kanmış bulunuyoruz. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Mihver Devletlerinin faydalarına olarak uygulandığı iddiası, açık bir surette haksızdır. Biz hareketimizin hakem incelemesi hükmüne arz olunmasından çekinmiyoruz. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda bizim için ve bütün ilgili milletler için, boğazlar meselesinde de her türlü teminatı görüyoruz. Hep beraber hükümleriyle bağlı olduğumuz Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın toprak bütünlüğü ve egemenlik hakları kayıtlarına riayet edildikçe, Sovyetler Birliği ile aramızdaki münasebetlerin düzeltilmesine ve iyileşmesine hiçbir engel olmamak lazımdır. Sovyetler Birliği ile dostça ve emniyetli iki komşu olarak münasebette bulunmak, ciddi ve samimi arzumuzdur288.” Diğer yandan, Manchester Guardian Gazetesi adına Philips Price’ın Başbakan Recep Peker ile 15 Kasım 1946 tarihinde yaptığı mülakat içerisinde Rus notaları öncelikli olarak konuşulmuştur. Peker; Rus notasının Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu ve Türk bağımsızlık hakkını yaraladığını belirtmiştir. Türkiye’nin verdiği cevabi notalar sonrasında Sovyet Rusya’yla yapılacak bir şey kalmadığını, Türkiye’nin de katıldığı bir müzakere ile sorunun çözümünün sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. Peker, ancak Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle belirlenen ana esaslar etrafında, Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü esas alınarak yeni düzenlemelerin yapılabileceğini sözlerine eklemiştir289.

285Son Saat Gazetesi, 21 Ekim 1946, s. 1-6. 286 Gürün, Türk- Sovyet…, s. 308. 287 Hale, s. 115., Ayrıca Bakınız: Sözüöz, s. 50 288 TBMMTD, 1 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt: 2, s. 3-4. 289 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 11.67..3. 54

2.7.7.Karşılıklı Notalardan Sonra Türk-Sovyet İlişkilerine Genel Bir Bakış

Sovyetler Birliği ile yaşanan sıkıntılı sürecin bir yansıması olarak 16 Aralık 1946 tarihinde Türkiye’de Sovyet yanlısı girişimde bulunan yapılanmalara karşı bir operasyon cereyan etmiştir. İstanbul polisi 60 üzerinde komünisti tutuklamıştır. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi ve birçok gazete ve yayın kapatılmıştır290. 1947 yılına gelindiğinde, Sovyet tarafının Türkiye ile ilgili olumsuz tavrını sürdürdüğü görülmüştür. Yeni Zamanlar adlı Sovyet dergisinde çıkan bir habere göre ABD Türk limanlarına ve boğazlarına binlerce asker yerleştirmiştir. Amerikan üsleri ve askerleri sadece Türkiye’de değil, Irak’ta da mevcuttur. İddialar karşısında ABD Dışişleri Bakanlığı bir yalanlama bildirisi yayınlamış ve Türkiye ile Irak’ta bulunan asker sayılarının BM tarafından bilindiğini, bunun dışında bir birliğin bahsi geçen topraklarda olmadığını ifade etmiştir291.Sovyet isteklerinin devam edip etmeyeceği konusunda ise Türkiye’nin Bern elçiliğinden çekilen 25 Mart 1947 tarihli şifreli telgrafta; Sovyetlerin yeniden boğazlar ve doğu illeri ile ilgili istekleri gündeme getirebileceği bildirilmiştir. Ayrıca, Sovyetlere bağlı devletlerin kamuoyunda, Sovyet tarafınca yapılan isteklerin bir prestij meselesi olarak kabul edildiği ve asla geri adım atılmayacağı yönünde propaganda yapıldığı da eklenmiştir292(EK 2). Bu telgraftan anlaşılacağına göre Ruslar, Türkiye’den istekleri konusunda elde etmeyi planladıkları başarıyı kazanamayınca, Doğu Bloğu içerisinde bulunan devletlerin gözündeki prestijini kaybetmemek için böyle bir yol seçmiş durumdadır. 1947 yılında gündeme gelen Truman Doktrini ve Marshall Planı girişimleri Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkileri derinden etkilemiştir. Truman Doktrini’nin açıklanması ile birlikte Türkiye’nin, Sovyetler karşısında güçlü bir dayanağa sahip olduğu netleşmiştir. Sovyetlerin, doktrinin açıklanması sonrasında Türkiye’yi Amerika’nın denetimine girmekle suçlaması üzerine Türk tarafı bunu reddederek, güvenliği için gerekli ittifaklara girebileceğini belirtmiştir293. Her ne kadar 1947 yılında Truman Doktrini ile Türkiye’ye destek verilse de, Türkiye tehlikenin en ciddi olduğu 1945-1947 arası dönemde Sovyetlere karşı tek başına direnmiştir294. Bu nedenle Sovyetlerin Türkiye ile ilgili başka devletin denetimine girdiği iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Türk basını, Truman Doktrini sonrasında, Sovyetler aleyhindeki yorumlarını sertleştirmiştir. Bunun üzerine 18 Eylül 1947 tarihinde toplanan BM Genel Kurulu’nda Rus delege Andrey Vişinski basının tavrını şiddetle eleştirmiştir. ABD, Türkiye ve Yunan basınının üçüncü dünya savaşını çıkaracak tarzda yayın yaptıklarını iddia etmiştir295.Vişinski, Türkiye hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Harpçilik Türkiye'de de hüküm sürmektedir. Türk Basını her gün Sovyetler Birliğine karşı menfur iftiralarda bulunmakta ve Türk Milletini harbe teşvik etmektedir296.”Kızılordu’ya ait bir gazetede ise “Yeni Bir Harbin Kundakçıları” başlığı ile

290 Kirk, s. 259. 291Tanin Gazetesi, 3 Ocak 1947, s. 1., Ayrıca Bakınız; Ulus Gazetesi, 3 Ocak 1947, s. 1. 292 BCA, Dosya: İ, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 111.700..3. 293 Kirk, s. 259. 294 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cilt 2, Cem Yayınevi, İstanbul 1973, s. 572. 295 Gürkan, s. 122. 296Ayın Tarihi, 19 Eylül 1947. 55

Türkiye’nin ABD’den almış olduğu yardımlar eleştirilmiştir. Bu makalede şu ifadeler yer almıştır: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ikinci toplantı devresinde Sovyet heyeti başkanı Vişinski tarafından ayıpları yüzlerine vurulmuş olan yeni bir harbin kundakçıları arasında Türk mürteci gazetecileri son sırada gelmemektedirler. Yeni efendileri olan Amerikan emperyalizmine hizmet eden bu efendiler, beynelmilel bu vaziyeti had bir şekle sokmak ve büyük devletler arasındaki münasebetleri daha ağır bir hale getirmek için bütün kuvvetlerini sarf ediyorlar… Diğer taraftan Sovyetler Birliği’ne ve Güneydoğu ile Orta Avrupa’nın demokrat memleketlerine tevcih edilmiş çirkin bir söz ve bir iftira yoktur ki Türk basınının sayfalarında yer almış olmasın.” Türk gazetelerinin dünyayı Sovyetlere saldırmak için kışkırttığını da belirten makale, Türk basınının bu tahriklerini Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk karşısında da devam ettirdiğini belirtmiştir297. Türk basınında Sovyet iddialarını konu alan çokça yazı çıkmıştır. Basın, Sovyet basınını ve yönetimini şiddet yanlısı olmakla suçlamıştır. Funda Gazetesi’nde Eşref Oral Sovyetlerin saldırgan tavırlarını şu cümlelerle tarif etmiştir: “Geniş bir sahayı kapmakla gözü doymayan Moskoflar elan sonsuz bir hırsla dünyayı karıştırıyorlar. Şu dünya haline bakarsak milletlerin geçirdiği buhrana ve yoksulluğa yürek tahammül etmez. Yaşamak şartları kalmamıştır, hevesleri de kırılmıştır, kalanları da işletecek kuvvetleri kalmamıştır. Moskof’un baskısı haddini geçmiş olmasından Avrupa’nın tutar yerini bırakmamıştır. Moskof’la Amerika’nın birbirlerine kararsızlıkları devam ettikçe milletler ne durumlarını ve ne de bekalarını temin edecek vaziyette değildirler. Bugün ne harp konusu kapanmış ve ne de sulh için söze başlanmıştır. Sulh mutlaka Amerika’nın tutacağı siyasete bağlıdır. Moskof’la anlaşmak siyasetle kabil olmazsa üçüncü dünya harbinin patlaması ihtimali de çoktur298.” Truman Doktrini karşısında Sovyet eleştirilerine basında verilen cevaplardan birisi de Abidin Daver’in köşesinde yer almıştır. Daver yazısında özetle: Sovyetlerin Yunanistan’ı peykleri arasına kattıktan sonra Türkiye’yi çevreleme ve etkisi altına alma planlarına ABD’nin Truman Doktrini ile müdahalede bulunduğunu, yapılan bu müdahalenin Sovyet planlarını altüst ettiğini vurgulamıştır. Yapılacak yardımların bir kereliğe mahsus olmadığını belirten Daver, Sovyet basın ve radyosunun yapılacak yardım konusunda şiddetli eleştiri yapmalarını da istediklerine ulaşamayanların bir tepkisi olarak nitelendirmiştir299. Marshall Planı’nın varlığı da Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerini derinden etkilemiştir. Planın gidişatından memnun olan Türk basını konuyu sürekli gündemine almıştır. Son Saat Gazetesi planın önemiyle ilgili bir haber yapmıştır. Bu haberde; ABD Senatosu’nun Demokrat üyelerinden Brien Mc. Mahon’un açıklamalarına yer verilmiştir. Mahon bahsi geçen açıklamasında; Avrupa’nın tamamen Rus yönetimine geçmemesi için Marshall Planı’nın derhal uygulamaya geçmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahon şöyle devam etmiştir: “Bu plan tehlikesi hesaplanmış bir teşebbüstür. Muvaffak olursa-temenni ederim ki muvaffak olur- büyük bir devlet tarafından şimdiye kadar deruhte edilmiş en muazzam işi teşkil edecektir. Muvaffak olmadığı

297Memleket Gazetesi, 23 Ekim 1947, s. 1-4. 298Funda Gazetesi, 15 Kasım 1947, s. 1. 299 Abidin Daver,“Kızıl Demir Perdeye Karşı Demokrasi Dalkıranı”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mart 1947, s. 1. 56

taktirde, milli emniyetimizi korumak için sarf edeceğimiz gayret ve paraların yanında Marshall Planı hiç kalacaktır300.” Türk siyasetinde dönemin önde gelen isimleri de Sovyet ilişkilerinin seyri hakkında önemli yorumlarda bulunmuşlardır. Siyasetçiler, Sovyet tarafını suçlar nitelikte açıklamalar yapmışlardır. 1 Kasım 1947 Meclis açılış konuşmasında İsmet İnönü Sovyetlerle ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “ Aramızda iyi münasebetler bulunmasını samimi olarak dilediğimiz halde Sovyetler Birliği tarafından haksız tarizlere uğramaktayız. Geçmiş ve bugünkü hadiselerin doğru ve adaletli olmayan şekillerde görülmesi ve gösterilmesi iltizam olunuyor ve hatta memleketimize karşı aşikâr bir surette haksız olan istekler ileri sürülüyor. Bu unsurların ortadan kalkmasını temenni ederiz301.” Başbakan Recep Peker ise Columbia Broadcasting Gazetesi muhabirine verdiği bir demeçte Rusya ile ilgili olarak beklentileri içeren şu ifadelerde bulunmuştur: “Bizim Rusya’dan samimiyetle arzu ettiğimiz şey, siz Amerikalıların ‘good neighbour policy’ dediğiniz iyi komşuluk siyasetidir. Bizim Sovyetler Birliği’nden hiçbir talebimiz yoktur. Buna mukabil Rusya bizden toprak ve tavizler istemektedir. Devamlı bir dostluk tesis edilebilmesi için Rusya, Türk toprağını hükümranlığını ihlal edici mahiyette olup, en ufak bir tarihi veya teknik esasa ve hiçbir hakka dayanmayan taleplerini geri almalıdır. Bu gibi iddiaların geçici vaatler halinde değil, kesin olarak ortadan kalkması, Türkiye ile Rusya arasındaki münasebetleri 1919-1920 senelerinde başlayana benzer dostluk bağlarının yeniden tesisine kadar götürülebilir302.” Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın aynı gazeteye verdiği demeç de önemli bir yere sahiptir ve Amerika’da 2.000 gazetede yayınlanmıştır. Bu beyan içerisinde Türkiye’nin genel dış politika tahlili yapılmış, iki büyük güç olan ABD ve Sovyetler Birliği ile olan ilişkiler değerlendirmeye tabi tutularak özetle şu ifadeler kullanılmıştır: Türkiye, Rusya ile dostluk tesis etme gayreti içerisindedir. ABD ile olan dostluk süreci geçici olmayıp, iki ülkenin Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu’daki ortak menfaatlerine dayanmaktadır. Yunanistan’ın istikrar ve güvenliği Türkiye için önemlidir. Türkiye’nin Yunanistan’daki iç savaşa katılmak için Trakya’da asker beklettiği yönündeki Sovyet iddiaları yalandır303.1947 yılı Aralık ayında ise başbakanlık görevine yeni gelmiş olan Hasan Saka tarafından yapılan açıklamalarda; Türkiye’nin doğu ve batı bloğu arasındaki çatışmalardan uzak kalacağı, BM Anayasasına bağlı olduğu belirtilmiş, Sovyetler Birliği’ne karşı gösterdikleri mukavemette tek dayanaklarının kendi güçleri olduğu hatırlatılmış ve dostluk anlayışının dış politikalarında temel karakter olduğu ifade edilmiştir304. 1947 yılı biterken Times Dergisi’nde 17 ve 18 Aralık 1947 tarihlerinde çıkan yazılarda Sovyetler Birliği’nin sahip bulunduğu diplomatik anlayış tahlil edilmiştir. Bu yazılarda; Sovyetlerin savaş içerisinde batılı devletler tarafından vaat edilenlerin gerçekleştirilmesini istediği öncelikle vurgulanmıştır. Tahran, Yalta ve Potsdam konferanslarının, Sovyetlerin Doğu Avrupa’daki girişimlerini tasvip eder nitelikte olduğu, savaş sonrasında barışın sağlanması sürecinde,

300Son Saat Gazetesi, 22 Aralık 1947, s. 1. 301Memleket Gazetesi, 2 Kasım 1947, s. 1. 302Memleket Gazetesi, 28 Mayıs 1947, s. 1. 303Son Saat Gazetesi, 24 Kasım 1947, s. 1. 304 Kirk, s. 259. 57

kazanan devletlerin nüfuz genişletme girişimlerinin Sovyetler tarafından da alenen uygulanmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Ruslara göre Batı devletleri, savaş sonrası süreçte Sovyetlerin nüfuz alanlarını daraltmak niyetindedirler. Tarihte de bunun örneklerinin mevcut bulunduğu Ruslarca iddia edilmektedir. Napolyon Savaşları sonrasında toplanan Viyana Kongresi’nde ve Osmanlı- Rus Savaşı(1877-1878) sonrasında Ayastefanos Antlaşması’nı fesheden 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nda da batılılar Rusya’nın isteklerine engel olma yolunu seçmişlerdir ve yine aynı yolu tercih etmektedirler. Times’a göre Doğu Avrupa’da yaşanan sosyal dengesizlikler, Sovyetlerin bölge üzerinde nüfuz sağlaması konusunda önemli bir avantaj sağlamaktadır305. 1948 yılına gelindiğinde Sovyet yönetimi, savaşın bitiminden itibaren Batı Bloğu karşısında istediği üstünlüğü sağlayamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. Tehditlerle istediği başarıları sağlayamayacağı da aşikârdır. Sovyetlerin içinde bulunduğu durumu en iyi şekilde 6 Ocak 1948 tarihinde Londra Basın Ataşeliği’nden gelen bir yazı özetlemektedir. Bu yazının mahiyetini Amerikalı yazar Walter Lipmann’ın, Newyork Herald Tribune Gazetesi’nin Paris nüshasında Türkiye ile ilgili yayınladığı makale oluşturmuştur. Makalede özetle şu ifadeler yer almıştır: Rusya, Batı Avrupa’da komünist yönetimler iktidara getirmek için çabalamış ve İtalya ile Fransa’da bu amacına ulaşamayarak Batı Avrupa’daki komünizm hayallerinden uzaklaşmıştır. Bu bölgede komünizmin iktidarlara gelebilmesi için Rusya’nın gerçek bir savaş içerisine girmesi gerekmektedir306. Sovyetlerin yayılma hareketleri karşısına ilk kez Truman Doktrini ile cılız bir şekilde çıkan ABD, 1948 yılından itibaren güçlenen bir eğilim izlemiş ve Sovyetleri çevreleme (containment)politikasına hız vermiştir.307.1948 yılı Türk-Sovyet ilişkilerinde bir belirsizliğin de yaşandığı yıl olmuştur. Önceki yıllarda Türkiye’den çeşitli isteklerde bulunan Rusların bir sonraki hamlesi kestirilememiş ve çeşitli yorumlar getirilmiştir. Bu komplo teorilerine konu olan belirsizlik dönemini iyi yansıtan bir yazı, 6 Nisan 1948 tarihinde Londra Basın Ataşeliği’nden gelmiş olan ve Ekonomist Dergisi’nin belirli kişi ve makamlara dağıtılmak üzere yayınladığı bir bültende açıkça belirtilmiştir. Bu bültende Türkiye ile ilgili bahiste bulunulmuştur. İlgili derginin bu yazısında özetle şu ifadeler yer almıştır: Türkiye, Sovyetlerin kendilerini zora sokacak bir teklifte bulunmasından çekinmektedir. Bu korkunun temelinde; Ruslar Avrupa’da ilerleme kaydedemezse Türkiye üzerinde girişimlerde bulunabilir düşüncesi yatmaktadır. Ayrıca, Yunanistan’daki iç savaşın şiddetlenmesi beklenmekte ve bu durum da Türkiye’ye Rusya tarafından baskı yapma ortamı doğurabilecek risk taşımaktadır. Türkiye, Rusya tarafından feshedilen Dostluk Antlaşması’na benzer bir anlaşmayı imzalamakta beis görmez. Rusya ise öncelikle, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde tadile gidilmesi isteğinde bulunabilir. Türkiye’ye yapılacak böyle bir teklif, konuyu uluslar arası platforma taşır. Sert bir anlaşma önerisi Türkiye’de 1 milyon askerin silah altında kalmaya devam etmesi anlamı taşıyacaktır308. Bültenden de anlaşılacağı üzere, Rusların Türkiye ile ilgili bir sonraki hamlesi hakkında net bir bilgi mevcut değildir. Yine Nisan ayı içerisinde Ekonomist Dergisi’nde

305 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.625..6. 306 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.625..12. 307 Gürün, Dış İlişkiler…, s. 267. 308 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.627..7. 58

yayınlanan bir diğer yazıda da Türk-Rus ilişkileri değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu metinde öncelikli olarak Rusların yakın ve uzak hedeflerinden bahsedilmiştir. Ruslar kısa vadede ABD ve İngilizlerin ekonomik menfaatlerini ve bilhassa Orta Doğu petrolleri üretimini zarara uğratmak istemektedirler. Uzun vadede ise bir güney deniz limanına çıkabilmek hedeflenmektedir. Bir de Rusların Bakü’den Karadeniz’e uzanan petrol yollarını ele geçirmek gibi sürekliliği olan hedefi mevcuttur. Sovyet Rusya bu hedeflerini gerçekleştirmek için öncelikle Türkiye üzerinde faaliyette bulunmayı uygun görmektedir. Rusya’nın, Türkiye üzerinde savaşsız bir hâkimiyet kurması zor görünmektedir. Türkler genel itibariyle Rus aleyhtarıdırlar ve sınıf zihniyetine de sahip olmadıkları için komünist düşünce sistemine uygun bir ortam Türkiye’de bulunmamaktadır309. 1948 yılından sonra, 1951 yılına kadar, Türk-Sovyet ilişkileri bir durgunluk evresi geçirmiştir. İki devlet arasındaki ilişkiler konusunda hiçbir gelişmenin yaşanmadığı, Türk yöneticiler tarafından defalarca yinelenmiştir. 1950 yılında işbaşına gelen DP iktidarının hükümet programında da Sovyetler ile ilgili bir ifade yoktur. Yeni hükümetin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü yaptığı açıklamalarda, iki kutuplu dünyada hürriyet cephesine(batı devletlerine) geçmeyenlerin ileride sıkıntıya düşeceklerini dile getirmiştir. Böylece DP iktidarının da Sovyetlere değil de Batı Bloğu’na yakın bir siyaset izleyeceği ortaya çıkmıştır. İleriki zamanlarda Türkiye’nin NATO içerisinde yer almaya çalışması310 ve Kore Savaşı’na asker göndermesi Türk- Sovyet ilişkilerinde yeni bir gerginlik ortamı doğuracaktır.

2.8. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Türk-Amerikan İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Sovyet tehlikesi karşısında en büyük dayanağı haline gelecek olan ABD ile olan ilişkilerin; siyasi, askeri, ekonomik boyutları ve özellikle iki devlet arasındaki ilişkilerde önemli yere sahip olan Truman Doktrini, Marshall Planı, NATO ve Kore Savaşı mevzuları tezin ilgili başlıkları altında ayrıca değerlendirilecektir. Bu bölümde daha çok; Türk-ABD ilişkilerine temel oluşturacak gelişmeler aktarılacaktır. Bu aktarım, sonraki bölümlerde yer alan Türk-Amerikan ilişkileri değişkenlerinin daha kolay izah edilmesini sağlayacak tarzda olacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD yalnızlık politikasına son vererek Orta Doğu bölgesi ile ilgilenmeye başlamıştır. Sovyetlerin Orta Doğu’ya hakim olma isteği, uzun yıllar bölgenin tek hakimi olan İngiltere tarafından tek başına engellenebilecek bir durum değildir. ABD bu tehdit karşısında gelişmelerin içerisine girmek durumunda kalmıştır311. ABD iki dünya savaşı sırasında da önemli büyüme rakamları yakalamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı süresince ekonomisi yaklaşık %10 büyümüştür. Savaş alanından uzak olması ve üretimini iyi

309 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.627..10. 310 Gönlübol, s. 424-425. 311 Ergün Aybars, “Orta Doğu, Emperyalizm, Petrol ve Türkiye”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 23-25 Ekim 1995, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1996, s. 531.(Sayfa aralığı 509-542) 59

organize etmesi bu büyümede önemli etkenlerden olmuştur. Bu durum ABD’nin küresel anlamda bir üstünlük sağlamasına yardım etmiştir312. 1945 sonrasında Sovyet tehdidi karşısında, tarafsız dış politika anlayışını batıya yakınlaşma ve bağlanma şeklinde değiştiren Türkiye, Atatürk dönemi dış politika anlayışından uzaklaşmıştır313.Türkiye’nin değişen bu dış politikası kamuoyunda eleştirilere neden olmuştur. Bu eleştirilerde hedef olarak Cumhurbaşkanı İnönü gösterilmiştir. İnönü’nün konuşmalarında Türkiye’nin yalnız kaldığını belirtmesi ve bu durumda her türlü dış desteğe açık olduğunu ifade etmesi zayıflık olarak görülmüştür. Sovyetler karşısında yardım almak amacı ile ABD’ye yaklaşan Türkiye’nin bu devletin ellerine teslim edildiği iddiaları öne çıkmıştır314. ABD, Türkiye’nin kendisine yaklaşması karşısında bu devletin lehine bir tavır içerisine girdiğini, Türkiye’nin Amerikan eski elçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye, en büyük zırhlılarından birisi olan, Missouri ile göndermesiyle göstermiştir. Diplomat cenazelerinin savaş gemisiyle gönderilmesi bir gelenek olsa da ABD bu davranışını Sovyetlere karşı bir gösteri olarak yapmıştır315. Ayrıca girişim, Sovyetlerin ABD’den atom bombası üretiminin durdurulması isteğine karşı da bir adım olarak değerlendirilmiştir316. İki torpido eşliğinde Missouri zırhlısı 1944 yılı Kasım ayında Washington’da vefat eden eski Büyükelçi’nin cenazesini getirmiştir317. Münir Ertegün’ün cenazesi, savaş devam ettiği için o dönemde Türkiye’ye getirilememiştir318. 5 Nisan 1946 tarihinde, 16 ay önce vefat eden, Büyükelçinin cenazesi Türkiye’ye ulaşmıştır319(EK 3). İstanbul Boğazı’na gelen gemiler, Türkiye’nin batı yanlısı bir tutum izleyeceğinin önemli bir göstergesi olmuştur320. ABD Başkanı Truman ise cenazenin teslimi ardından 6 Nisan 1946 tarihinde ordu günü münasebetiyle yaptığı konuşmada; ABD’nin büyük devlet olarak dünya siyasetinde yerini alacağını dile getirmiş, Yakın ve Orta Doğu’nun stratejik öneminden bahsetmiş, bu bölgede bulunan devletlerin bir saldırıya karşı koyamayacaklarını ifade etmiştir. Bölgedeki çıkar çatışmalarının bir savaşa dönebileceği uyarısında bulunmuştur. Bölge sorunları için ise öncelikli olarak kurulmakta olan BM’nin yetkili olacağını söyleyerek, ABD’yi ikinci planda değerlendirmeye almıştır321. Bu açıklama Sovyetlere karşı bir tehdit anlamı taşımıştır ve Türkiye’de çok olumlu karşılanmıştır322. Missouri Zırhlısı’nın ziyareti Sovyetler Birliği’nde yankı bulmuştur. Sovyet gazetesi Izvestia, ABD zırhlısının Türkiye’yi ziyaretinin abartılmaması gerektiğini belirten bir yazı yayınlamıştır. Gazete, Türk basınının bu ziyareti ABD’nin Rusya’ya karşı bir hareketi olarak göstermesini de eleştirmiştir. Türk gazetelerinin Sovyetler Birliği’ne hücum ettiği, Rusların

312 Hobsbawm, s. 63. 313 Aybars, s. 540.(Sayfa aralığı 509-542) 314 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, s. 220-221. 315 Gönlübol vd., s. 215-216., Ayrıca Bakınız: Ülman, s. 73. 316 Cüneyt Akalın, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye-1 Olaylar Belgeler(1945-1952), Kaynak Yayınları, İstanbul 2003, s. 106. 317 Erkin, Türk- Sovyet…, s. 279. 318Akşam Gazetesi, 7 Mart 1946, s. 1. 319Akşam Gazetesi, 5 Nisan 1946, s. 1. 320 Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960), İmge Kitabevi, Ankara 2003, s. 308. 321 Ülman, s. 76., Ayrıca Bakınız: Harris, s. 20. 322 Gönlübol vd., s. 216-217. 60

Türkiye’yi istila etmek istediği şeklinde yaygara kopardıkları ifade edilmiştir. Bu ziyaretin sonucunda, ABD’nin Sovyet-Türk münasebetlerinde Türkiye’yi tutacağı anlamının çıkarılmaması gerektiği de yazıda belirtilmiştir323. 2 Mayıs 1947 tarihinde, ABD donanması ikinci kez Türkiye’yi ziyarete gelmiştir. Amiral Bieri komutasındaki donanma 2 Mayıs sabahı İstanbul’a ulaşmıştır324. Akdeniz donanmasına ait bir Amerikan filosunun İstanbul’a demir atması ile birlikte halk tarafından geniş tezahüratlar yapılmıştır. Yavuz Abadan bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: “Solcu totalitarizm tehlikesi karşısında Türkiye’nin kararlı durumu ve boğazların stratejik önemi hiç şüphesiz Amerikan filosunun bu seferki ziyaretinin geniş ölçüde ve çeşitli şekilde yorumlanmasına sebep olacaktır…325.” Türkiye 1948 yılında, ABD ve İngiltere’nin politikalarını ve özellikle Balkanlarda izleyecekleri taktikleri sonuna kadar desteklediğini hükümet aracılığıyla dile getirmeye başlamıştır. Truman Doktrini Türkiye için ekonomik anlamdan çok ABD ve batı devletleriyle kurulacak siyasi ve askeri birliktelik içine girmede bir adım olarak yorumlanmıştır. ABD’ye çok fazla güvenilmesi ve bu devletten yardım beklenmesinin temel nedenlerinden birisi, bu devletin bölgede sömürgecilik geçmişinin olmaması ve Türkiye’ye coğrafi olarak çok uzakta bulunmasının katkısı olmuştur326. ABD tarafından da Türkiye lehinde bir tutum oluşmaya başlamıştır. Bu olumlu yaklaşımın temelinde Türkiye’nin sahip olduğu konum önemli bir yer tutmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Kongreye verilen bir raporda, Türkiye’nin Rusya karşısında Arap memleketlerini ve bütün Doğu Akdeniz’i koruyan bir kale olduğu belirtilmiş ve şu ifadeler eklenmiştir: “Rusya’nın gittikçe artan tazyiki altında bulunan Türkiye, Rusya’nın nüfuz dairesi civarında olup da tecavüz tehlikesine karşı koyabilmiş ender memleketlerden biridir. Türkiye’nin siyasetine hâkim olan en büyük unsur, memleketin istiklaline göz dikmiş olan Rus istila ve tecavüz emelleridir327.” Truman Doktrini ve Marshall Planı ile birlikte ABD ile olan yakınlaşma süreci hız kazanmıştır. Türkiye’nin yardım planları içerisinde yer almasına rağmen 1948 yılına gelindiğinde ABD ile istenilen ittifak anlaşması hala imzalanamamıştır328. 8 Haziran 1949 tarihinde ABD ile yakınlaşmayı sağlamak adına Türk-Amerikan Dostluk Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyetin fahri başkanlık görevine Washington Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin ile ABD’nin Ankara eski büyükelçisi Joseph J. Grew seçilmiştir329.ABD-Türkiye arasındaki yakınlaşmadan rahatsızlık duyan çevreler de bu süreçte sessiz kalmamışlardır. ABD’de, başta Ermeni lobisinin bulunduğu bir kısım basın organı ve şahıslar Türkiye’nin demokrasiye sahip olmadığı için ABD yardımlarından yararlanmaması gerektiğini savunmuştur.330. İki devlet arasındaki ilişkilerle ilgili yaşanan diğer bir sıkıntı ise Amerika’da yayınlanan Türkiye ile ilgili filmler olmuştur. 17 Eylül 1948 tarihinde Amerika’da yayınlanan “Turkey” adlı filmin Türkiye’deki rejim ve ülke hakkında olumsuz propaganda yaptığı duyumu alınmıştır. Basın

323Akşam Gazetesi, 28 Nisan 1946, s. 2. 324Akşam Gazetesi, 2 Mayıs 1947, s. 1. 325Memleket Gazetesi, 3 Mayıs 1947, s. 1. 326 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 55-56. 327Akşam Gazetesi, 5 Mart 1948, s. 1. 328 Akalın, s. 240. 329Akşam Gazetesi, 8 Haziran 1949, s. 1. 330 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 2, s. 544. 61

ve Yayın Müdürlüğü’nün başbakanlığa bildirdiğine göre bahsi geçen ve March Of Time firması tarafından hazırlanan filimle ilgili şu ifadeler öne çıkmıştır: “Türkiye’yi tanıtmak üzere yapılmış ama ticari kaygılar güden Turkey adlı filimde İnönü diktatör olarak tanıtılmakta, Atatürk inkılâplarına rağmen Türk halkının yaşam şartlarının kötü olduğu ve yırtık pırtık giyindikleri belirtilmekte, basının hükümet kontrolü altında olduğu, devletin tekelci bir zihniyet benimsediği iddia edilmektedir. Filmi çeken firma görevlileri 1946 yılında Türkiye’ye gelmiş ve hükümetin izni ile çekimler yapmışlardır ve bu çalışmaları sonrasında gerçekleri yansıtmayan bir film ortaya koymuşlardır. Filmin esas ismi “Türkiye’ye verilen 100 Milyon Dolar” başlığı taşımaktadır.” Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına gönderilen 31 Mayıs 1948 tarihli yazıda; ilgili film için firmayla görüşme yapılsa da istenen sonucun alınamadığı ve kanuni olarak da bir şeyin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Büyükelçilik ayrıca, bahsi geçen filmin dışında National Geographic Society himayesinde yayınlanan başka bir filmden bahsetmiş, ABD’nin 114 şehrinde yayınlanan bu filmin diğer filme göre daha fazla hatalarla dolu olduğu ifade edilmiştir. Film içerisinde Türkiye’de en çok sıkıntı çekilen bölgelerde çekilen manzaralar öne çıkarılmıştır. Filmin yapımcısı Lowell Thomas, görüşmek üzere ABD elçiliğimize gelmiş ve Büyükelçi Feridun Cemal Erkin bu şahsa hitaben: “En geri vilayetlerimizde en geri halkın filmlerini göstermekle Amerika’ya Türkiye hakkında doğru bir fikir vermiş olmazsınız. Ben sefaret civarındaki zenci mahallesinden ve Hintli topluluklarından birkaç resim çekip işte Amerika diye Türkiye’ye götürsem bu teşebbüsüm hakkında ne hissedersiniz?” demiştir. Sözleri içerisinde Amerika dostluğu üzerine de vurgular yapan Erkin, şahsı etkilemiş ve bu kişi bundan sonraki çalışmalarında Türkiye lehine daha hassas davranacağını belirtmiştir. Erkin’e göre Türkiye’yi tanıtan filmlerin şahısların tekeline bırakılması halinde bu ve benzer sıkıntılar yaşanabilecektir. Film yapımcıları Amerikalı seyircileri çekebilmek için Türkiye’nin iyi yönlerini değil de daha ilginç yönlerini sunmaktan çekinmeyeceklerdir. Bu nedenle yapılacak en doğru iş, parası Türkiye tarafından karşılanacak ve denetlenecek şekilde Amerikalı yapımcılara Türkiye’yi tanıtan filmler hazırlatmaktır331. 1950 yılına gelindiğinde ABD toplu bir savaşı ancak Batı Avrupa için yapabileceğini, Türkiye, İran ve Irak gibi bölgelerde oluşacak bir savaşın bölgesel nitelikte olacağı için ABD kaynaklarını buraya harcanmayacağı görüşünü tamamen benimsemiştir. Bu yaklaşım Türkiye’de kaygıyla karşılanmış ve duyulan üzüntü ABD Dışişleri Bakanlığı’na çekilen telgraflarla açıkça dile getirilmiştir332. DP iktidarı ile birlikte ABD ile olan ilişkilerde daha ciddi bir yakınlaşma sağlanmıştır. O kadar ki, Başbakan Menderes, Türkiye’de 14 Mayıs 1950 demokrasi zaferinin yaşanmasında ve demokrasinin yerleşmesinde ABD’nin büyük katkıya sahip olduğunu belirten bir mesaj yayınlamıştır. Cumhuriyet bayramı münasebetiyle, 31 Ekim 1950 tarihinde Menderes tarafından Amerikan halkına yönelik yayınlanan mesajda şu ifadeler yer almıştır: “Bu memlekette Cumhuriyet Bayramı şimdiye kadar 26 defa kutlanmıştır. Ancak Cumhuriyet Bayramlarından hiçbirisi bu yılki ile asla kıyaslanamaz. Çünkü son milletvekili seçimlerine kadar Türkiye’de cumhuriyet yalnız şekilden ibaret kalmıştır. Devlet şeklinin cumhuriyet olmasına

331 BCA, Dosya: 440135, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 268.806..17. 332 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1593-1594 62

rağmen bu senenin 14 Mayısı’nda yapılan milletvekilleri seçimleriyle ve onu takip eden diğer üç seçime kadar memleketimizde vatandaş reyi bir kıymet ifade etmemiştir. Ancak bu senenin 14 Mayısında yapılan milletvekilliği seçimleriyle onu takip eden diğer mahalli üç seçimde vatandaş reyi ilk defa olarak hakim olmuştur… Bu mesut neticenin istihsalinde demokratik ideallerin zafer kazanması uğrunda diğer milletlerin katlanmış oldukları emsalsiz fedakârlıkların geniş bir tesir ve hissesi olduğunu milletimiz idrak etmektedir. Bilhassa büyük Amerikan Milleti’nin insanlık ideallerinin muzaffer olması yolunda sarf ettiği manevi gayretlerin tesir ve kıymeti meçhulümüz değildir.” Bu mesaj ABD’de 487 radyoda yayınlanmıştır333.

2.9. Orta Doğu ve İslam Dünyası İle Olan İlişkiler

Türkiye için, Orta Doğu diye tarif edilen bölge önemli bir coğrafya olarak kabul edilmektedir. Orta Doğu terimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası platformda yerleşmiş bir kavramdır. Fakat bölgenin sınırları tam olarak belirlenmemiştir. Çeşitli Orta Doğu tanımları göz önüne alındığında en geniş olarak bölge şu şekilde tarif edilebilir: Batıda Fas, doğuda Afganistan, Pakistan ve Hindistan’a kadar uzanan, kuzeyde Türkiye, güneyde ise Habeşistan’a kadar genişleyen bir bölgedir334. İslamiyet’in doğuş yeri olan Arap dünyası, Osmanlı Devleti için her zaman özel bir öneme sahip olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Arap topraklarından tamamen çekilmesine rağmen Araplar bağımsızlıklarını uzun süre daha kazanamamışlar, İngiltere ve Fransa arasında bölge toprakları paylaşılmıştır. Böylece Anadolu’da Türkler işgalcilere karşı savaşırken, Araplarda aynı düşmana karşı bağımsızlık mücadelesi içine girmişlerdir. Atatürk önderliğindeki Anadolu mücadelesi Arap bağımsızlık savaşına göre çok önceden başarıya ulaşmıştır. 1930’lu yıllardan itibaren Avrupa’ya yakınlaşan Türkiye, Arap bağımsızlık mücadelelerine olan ilgisini de kaybetmeye başlamıştır. Hatay’ın Suriye’ye değil de Türkiye’ye bırakılması ve bu gelişmenin Fransa ile yapılan anlaşmalar sonrasında gerçekleşmesi, Türkiye ile Araplar arasında oluşan manevi soğukluğun maddi boyutlara taşındığı olay olmuştur335. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin savaşa dahil olmaması Araplar için büyük manalar taşımıştır. Eğer Türkiye bir savaş alanı olsa idi bu Arap ülkelerini de savaşın tam içine sürüklemiş olacaktı. Bu nedenle Arap toplulukları, Türkiye’ye karşı savaş sonuna ılımlı bir tavırla gelmişlerdir. Durumun göstergesi olarak bir Arap siyasetçinin şu sözleri örnek olarak gösterilebilir: “1939 Harbinde Türkiye Cumhuriyeti’nin esaslı bir görüşle takip ettiği siyaset sayesinde Arap ülkeleri savaş sahası olmamıştır. Değerli bir siyaset adamı olduğunu bir kere daha ispat eden İnönü, Orta Doğu’nun kilidi vazifesini tamamıyla başarmış, hem Türkiye’yi hem de Orta Doğu’yu bir cehennem ateşinden korumuştur336.”

333 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 334 Ömer E. Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1972, s. 1-7. 335 Kürkçüoğlu, s. 1-7., Ayrıca Bakınız: Serdar Sakin ve Can Deveci, “Orta Doğu Kavramı ve Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme”, History Studies, ABD ve Büyük Orta Doğu İlişkileri Özel Sayısı 2011, s. 284.(Sayfa aralığı 281-293). 336Memleket Gazetesi, 21 Mayıs 1947, s. 1. 63

Türkiye, 1945 sonrasında Rus tehditleri karşısında dış politikasını yönlendirirken ve Batı ittifakına kayarken, Orta Doğu politikasını bir araç olarak kullanmaya ve Batı Bloğu’na girebilecek her türlü faaliyetin uygulama alanı olarak görmeye başlamıştır. Böylece Orta Doğu, Türk dış politikasında önemli bir unsur olarak ortaya çıkmıştır337. Fakat Türkiye, dini ve tarihi nedenlerden dolayı, kimi zaman Avrupa’nın siyasetinden kopuk hareket etmiştir. Bu nedenle tutarlı bir siyaset izlediği de iddia edilemez. Özellikle Arap-İsrail sorununda önce Araplar yanında tavır alan Türkiye daha sonra bu tavrını değiştirmiş ve hatta İsrail’i tanıyan ilk İslam devleti olarak Araplar tarafından vefasızlık olarak değerlendirilecek bir hareketin içerisine girmiştir338. Sovyet Rusya ise 1945 sonrasında Orta Doğu’da etkinlik kurma peşine düşmüştür. Bölgede batı devletlerinin rekabeti ve sömürgecilik anlayışını devam ettirme isteği savaş sonrasında da devam etmiştir. Arap dünyası ise daha akıllıca siyaset takip eden Ruslara yakınlaşmayı tercih etmiştir. Komünistlik Araplar içerisinde hızlı bir yayılım göstermiştir. Komünizmin bu denli yayılmasında, İslamiyet’in kurallarını öğretmek ve anlatmak görevinde olan din adamlarının cahilliği önemli bir etkiye sahip olmuştur. Çağın gerekliliklerini Müslüman halka anlatamayacak kadar eski dönemlerde kalmış dini önderler, halkın komünistler tarafından kandırılmasına engel olamamışlardır. Komünist propagandacılar ise, başlarında yeşil sarıkla ve yeri geldiğinde beş vakit namazlarını da kılarak Arap dünyasında etkili olmaya başlamışlardır. Komünistlikle İslam’ın birleşebileceği fikri süratle işlenmiştir. Mısır’daki El Ezher Üniversitesi ve Arap ülkelerine yayılmış olan Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Örgütü içinde de komünistlik taraftarı insanlar ortaya çıkmıştır. Ekonomik anlamda çekilen sıkıntılar, feodal düzenin hala devam ediyor olması komünistliği Arap dünyasında okullara kadar sokmuştur. Araplar, amaçlarına ulaşabilmek için tek dayanağın komünistler olduğu inancını sahiplenmeye başlamışlardır. İsrail-Filistin sorunu sonucunda bir milyon Arap mültecinin yaşadığı sıkıntılar ve yaşananlarda batılı devletlerin oynadığı aktif rol de komünizme yaklaşmak için diğer bir bahaneyi oluşturmuştur339. Sovyetler Birliği Devleti’nin savaş sonrasında Arap topraklarındaki faaliyetleri Memleket Gazetesi’nde şu şekilde dile getirilmiştir: “İkinci Dünya Harbi’nin getirdiği Birleşmiş Milletler prensipleri Fransa’yı Suriye ve Lübnan’dan uzaklaştırmış, Irak ve Mısır’da da tam bağımsızlığa doğru geniş adımlar atılmasını kolaylaştırmış olduğundan, komünist propagandası Nazi selefine nasip olmayan müsait bir muhit bulmuş, açılan çığırda, demokratlarla Araplar arasındaki bütün bağlar koparılıncaya kadar yürünmesi gaye edinilmiştir. Komünistler bir taraftan Orta Doğu’da kontrolsüz kalmak için, İngilizlere karşı Arap memleketlerinin politika merkezlerindeki çarpışmalarda ve milletlerarası politika sahnelerinde Arap nasyonalizminin yanı başında yer alıp Arap bağımsızlığının koruyucusu gibi görünmekte, diğer taraftan kurdukları

337 Kürkçüoğlu, s. 37. 338 Şerif Demir, “Dünden Bugüne Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu Politikası”, Turkish Studies, Volume 6/3, Summer 2011, s. 700.(Sayfa aralığı 691-713) 339 Akşin, s.94-97. 64

komünist yuvaları ve gazetelerle Arap memleketlerini sola doğru sürüklemeye gayret etmektedirler340.” Çeşitli sıkıntılar ve çekişmeler içerisinde savaşı atlatan Arap dünyası, kendi içinde bir birlik oluşturmak gayreti içerisine girmiştir. 19 Mart 1945 tarihinde Kahire’de Arap Birliği Anayasası imzalanmıştır341. 22 Mart 1945 tarihinde ise; bağımsız halde bulunan Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan ve Yemen arasında merkezi Kahire olan Arap Birliği Paktı imzalanmıştır. Türkiye emperyalizme karşı mücadele etmiş bir ülke olarak birliği desteklemiştir342. İsrail Devleti’nin kurulması sürecinde bu birlik etkin güç olarak batılı devletlere karşı şiddetli bir tepki oluşturmuştur. Araplar arasındaki dayanışmanın güçlenmesi adına Suriye’de, 1947 yılında, Baas Partisi kurulmuş ve bu yapılanma diğer Arap ülkelerinde de yayılmıştır343.

2.9.1. Türkiye İle Orta Doğu Devletleri Arasında Yaşanan Yakınlaşmalar

Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonunda; Rus işgalinde bulunan İran, Hatay konusunda Türkiye’ye kızgın olan Suriye arasında bulunmaktaydı. Güney komşuları içerisinde bir tek Irak ile sorunu yoktu. Türkiye bu ortamda bölgede istikrarı sağlayabilmek için antlaşmalar ve paktlar kurma yoluna gitmiştir344. 1945-1947 yılları arasında Türkiye batı ile ittifakını tam manasıyla sıkılaştırmadığı için Arap dünyasıyla, sonraki yıllara göre, nispi bir yakınlık süreci yaşamıştır345. Bu manada komşu Irak ile öncelikli olarak dostluk kurmaya çalışmıştır. 15-20 Eylül 1946 tarihlerinde Irak Krallık Naibi Emir Abdullah ve Başbakan Nuri Said’in Türkiye’yi ziyareti gerçekleşmiştir. Bu ziyaretin devamı niteliğinde olarak iki devlet arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması imzalanmıştır346. 29 Mart 1946 tarihinde imzalanan antlaşma: SSCB tehdidi ve Balkanlarda Sovyet işgallerinin varlığı dolayısıyla, Orta Doğu devletleri arasında bir birliktelik oluşturma planları çerçevesinde imzalanmıştır. Sovyet rejimi dışında kalan Yunanistan’dan başlayan dostluk hattı, Irak devleti ile birleştirilmek istenmiştir. Batı devletlerinin de istekleri bu yönde olmuştur347. Türkiye-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması, onanmak amacıyla,5 Eylül 1947 tarihinde Mecliste görüşülmüştür. Yapılan antlaşma ile İki devlet arasında yaşanan sınır olaylarının önlenmesi; ekonomik, ticari, kültürel münasebetlerin gelişmesi; adalet ve güvenlik konularında işbirliğinin sağlanması ve bunlara bağlı olarak siyasi münasebetleri artırmak amaçlanmıştır. Antlaşma, Birleşmiş Milletler Anayasası çerçevesinde ve onu destekleyen bir niteliğe sahiptir. Taraflar, birbirlerinin sınır dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğüne saygı duymayı garanti etmiştir. Eğitim, bilim ve kültür alanlarında işbirliği yapılması;

340Memleket Gazetesi, 5 Ağustos 1947, s. 3. 341 Kazım Karabekir, Günlükler(1906-1948), Cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 1393-1394. 342 Melek Fırat ve Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980,(Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 617.(Sayfa aralığı 615-634). 343 Uçarol, s. 889-890. 344 Şevket Koçsoy, “Türk-Irak İlişkileri(1932-1963)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1990, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 119. 345 Kürkçüoğlu, s. 15. 346 Soysal, Türk Dış…, s. 62., Ayrıca Bakınız: Fırat ve Kürkçüoğlu, s. 617., Kürkçüoğlu, s. 16. 347 Yaşar Canatan, Türk-Irak Münasebetleri(1926-1958), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 100. 65

bu anlamda öğretmen, öğrenci ve uzmanların karşılıklı gönderilmesi; iki tarafın milli eğitim bakanları başkanlığında “Türkiye-Irak Eğitim İşbirliği Komisyonu” kurulması kararlaştırılmıştır. Ekonomik anlamda işbirliği için ise “ Karma Ekonomi Komisyonu” kurulması planlanmıştır348. Türkiye ile Irak arasında imzalanan antlaşma konusunda Irak meclisinde ve basınında şiddetli tartışmalar olmuştur. Anlaşmaya olumsuz yaklaşanlar arasında yer alan Milli Demokrat Partisi Genel Başkanı Kamil El-Şadeşi şu ifadeleri kullanmıştır: “İşin esasını arayacak olursak, bu antlaşmanın gayesi sadece Irak’ı Batı Bloğu’nun önderi rolü verilmiş olan Türkiye’nin bir tabii haline getirmektedir ve bu blok, esasen de İngiltere’nin teklifiyle meydana getirilen bir plandan ibarettir. Anlaşmanın ilk maddesi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü olduğu gibi kabul etmektedir ki bu, İskenderun üzerinde Türkiye’nin hakkını tanımak ve İskenderun’un iadesini isteyen Suriye taleplerini Irak’ın desteklemeyeceğini taahhüt etmektedir. Çünkü maddeye göre de Türkiye ile Arap devletleri arasında bir ihtilaf çıkacak olursa Irak, hatta Suriye’ye karşı bile, Türkiye’yi desteklemeye mecbur olacaktır349.” Anlaşmaya muhalif olanların yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığına göre; antlaşmaya itirazın birinci nedeni Hatay’ın resmen Türkiye sınırında kabul edilmiş olması yatarken, diğer yandan da Sovyetler karşısında böyle bir adımın atılması ile Irak’ın Sovyet baskısına maruz kalacağı tedirginliği yer almıştır. Irak meclisinde yapılan tartışmalar sonunda anlaşma 7 Haziran 1947 tarihinde mecliste, 12 Haziranda ise senatoda kabul edilmiştir350. Irak’la Türkiye arasındaki yakınlaşmanın bir uzantısı olarak Lübnan’la olan ilişkilerde de olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Lübnan Cumhurbaşkanı Beşara El-Huri 20 Haziran 1946 tarihinde Türkiye’ye ziyarete gelmiştir. Suriye bu yakınlaşmadan rahatsızlık duymuştur. Bu rahatsızlığın nedeni ise Hatay’ın Türkiye sınırı içerisinde olduğunun bu devlet tarafından kabul edilmiş olmasıdır351. El-Huri’nin ziyareti ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler olumlu bir sürece girmiştir352. Türkiye için büyük önem arz eden diğer bir komşu ise Suriye’dir. İtalya’nın saldırgan bir politika izlemesi karşısında Fransa, Orta Doğu’daki tavrında bir yumuşamaya giderek 1936 yılı Eylül ayında Suriye ile imzaladığı bir anlaşma ile 3 yıl içerisinde bu ülkeden çekilmeyi taahhüt etmiştir. Fakat İkinci Dünya Savaşı patlak verince yapılan anlaşma Fransa meclisince onaylanmadığı için Suriye’nin tam bağımsızlığı ancak savaş sonrasına kalmıştır353. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye, Fransız denetiminden tamamen kurtulmuş, 17 Nisan 1946 tarihinde İngiliz ve Fransız askerleri ülkeden çekilmiştir. Suriye böylece tam bağımsız bir devlet haline gelmiştir354. 1945-49 arasında sakin bir dönem geçirse de bundan sonraki süreçte hükümet darbeleri birbirini izlemiştir. 29 Mart 1949 tarihinde Türkiye yanlısı Albay Hüsnü Zaim355 hükümet

348 TBMMTD, 5 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 3/1-2., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 12 Eylül 1947, s. 1., Canatan, s. 103. 349Akşam Gazetesi, 29 Mayıs 1947, s. 1. 350 Canatan, s. 104-105. 351 Canatan, s. 105. 352 Fırat ve Kürkçüoğlu, s. 617. 353 Demir, s. 696 .(Sayfa aralığı 691-713) 354 Soysal, Türk Dış…, s. 63. 355Zaim 55 yaşında olup, Türkiye’de harbiye mektebinden mezun olmuş, Türk ordusundan yetişmiş bir askerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızların emrinde çalışmıştır.Akşam Gazetesi, 31 Mart 1949, s. 1. 66

darbesi ile iktidara gelmiştir356. Zaim, Türk gazetecilere verdiği demeçte güzel Türkçe konuşmasıyla dikkat çekmiştir. Kendisi ve ailesinin Türkmen soyundan geldiğini belirten Zaim; Türkleri çok sevdiğini, yaptığı devrim içinde önceden Türk sefiri ile konuştuğunu, Türkiye’den askeri bir misyon isteyerek orduyu düzene sokmak istediğini, büyük Suriye planını gütmediğini, İskenderun Sancağı sorununu tamamen kaldıracağını söylemiştir357. 14 Ağustos 1949 tarihinde Zaim’e karşı Albay Sami Hınnavi tarafından yeni bir darbe gerçekleşmiştir. Hınnavi iktidarı ise 20 Aralık 1949 tarihinde Albay Edip Çiçekli tarafından devrilmiştir. Çiçekli’nin iktidarı ise 1954 yılına kadar devam etmiştir358. 1945-1950 yılları arasında Suriye ile Türkiye arasında yaşanan en büyük sıkıntı Hatay meselesi olmuştur. Fransa, Suriye’den çekilme sürecinde Suriye yönetimi ilk anda Fransa’nın Suriye adına yaptığı önceki tarihli anlaşmalara saygılı olduğunu belirtmiş ama Fransa’nın bölgeden tamamen çekilmesi ile tavrında değişikliğe gitmiş, Hatay konusunu gündeme getirmiştir. Türkiye bu tavırdan dolayı Suriye’nin bağımsızlığını daha geç tanımıştır359. Suriye yönetimi Hatay üzerinde hak iddia ederek bu toprakların geri verilmesi için konuyu uluslararası alanlarda da dillendirmeye başlamıştır360. Hüseyin Cahit Yalçın bir köşe yazısında; Suriye’nin Hatay konusundaki tavrının temelinde Suriye’de bulunan komünist ajanların etkin olduğunu ve Türkiye aleyhinde böyle bir sürecin hazırlanmaya çalışıldığını iddia etmiştir. Yalçın; Türkiye’nin savaş sırasında Alman ve Rusların Suriye topraklarından Türkiye’ye pay verileceği vaatlerini reddettiğini hatırlatmış, komşu ülke üzerinde hali hazırda her hangi bir istek olmadığını belirtmiştir. Türkiye-Suriye ilişkilerine olumlu bakan Suriyeli yöneticilerin ise halk içinde uyanan Hatay isteklerine karşı koyamadıkları için konuyu BM’ye taşıyıp, buradan gelecek olan ret cevabı ile konuyu kapatmaya çalıştıkları yorumunu getirmiştir361. Hatay konusunda ortaya atılan istekler şehir halkını oldukça rahatsız etmiştir. Bölgede yayınlanan Atayol Gazetesi, Suriye’nin isteğinin temelinde Bayır-Bucak ve Lazkiye Türklerine yapılan zulmün örtbas edilmeye çalışılmasının yatmakta olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Suriye ile girişilecek bir mücadelede zararlı çıkanın Suriye olacağı da belirtilmiştir. Gazete, yakın zamanda Suriye’de yapılacak olan seçimler nedeniyle iktidarın böyle bir dalavere içine girmiş olabileceği de eklenmiştir362. 2 Mart 1947 tarihinde Halep’te çıkarılmakta olan El-Cihad Gazetesi’nden Abdülkadir Hakkı El-Haffar tarafından yazılan bir makalede hem Suriye-Türkiye ilişkileri değerlendirilmiş hem de İslam dünyasıyla ilgili genel yorumlarda bulunulmuştur. Makalede özetle şu ifadeler yer almıştır: Türkiye ile ilişkiler iyi gitmemekte ve her iki ülke basını karşılıklı olarak kinle dolu bir polemik yaşamaktadırlar. Suriye Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de bulunan Türk azınlığa zulüm yapıldığı iddiasında bulunan Türk basının bu iddialarını reddetmiş ve taraflar arasında polemik yaşanmamasını uygun görmüştür. Türklerin hâkimiyetinde; Suriye, Lübnan, Filistin, Irak ve Mısır da 600 yıl boyunca karşılıklı sevgi dolu bir hayat sürülmüştür. Müttefik sanılan büyük devletler

356 Armaoğlu, 20. Yüzyıl.., s. 506., Ayrıca Bakınız: Soysal, Türk Dış…, s. 65., M. Sadık Atak, Harp Sonrası Dünya(1945- 1966), Ankara Basım ve Ciltevi, Ankara 1966, s. 477. 357Tan Gazetesi, 4 Nisan 1949, s. 1. 358 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…, s. 506., Ayrıca Bakınız: Atak, s. 477. 359 Fırat ve Kürkçüoğlu, s. 617. 360 Demir, s. 698.(Sayfa aralığı 691-713) 361 Hüseyin Cahit Yalçın, “Suriye’nin Çıkardığı Mesele”, Tanin Gazetesi, 30 Ocak 1947, s. 1. 362Tanin Gazetesi, 31 Ocak 1947, s. 1. 67

bu halklar arasındaki ilgiyi keserek bölgede küçük devletler kurma yolunu seçmişlerdir. Fransa Suriye’yi dağıtmakta cömert davranmış ve Trablusşam ve dört kazayı Lübnan’a, Hatay’ı(Kuzey Sancağı) Türkiye’ye vermiştir. Büyük Britanya ise Filistin’i idare etmiş ve değişik milletler tarafından kovulan Yahudileri burada toplayarak Arap dünyası içinde patlamaya hazır yanardağ olacak hale getirmiştir. Suriye bölgede yalnız olamayacağına göre, komşularıyla yaşadığı toprak sorunlarını halletmek zorundadır. Devletler arasındaki çatışmaları körükleyen ve bunlardan menfaat sağlayanlar emperyalist devletler olmuşlardır. Filistin sorununu ortaya çıkaran ve Siyonist hareketleri destekleyenler de büyük devletlerdir. Müttefik Devletlerin Suriye ile Türkiye arasında, ya da Hindularla Müslümanlar arasında barışı sağlama amaçları olduğuna inanılmamalıdır. Bu nedenle kendi içimizdeki sorunları kendimiz hallederek kimsenin işlerimize karışmasına izin vermemeliyiz363. Suriye ile yaşanan suni sınır problemini sürekli köşesine taşıyan Hüseyin Cahit Yalçın diğer bir yazısında: Türkiye ile Suriye’nin arasını açmak isteyenlerin, Türkiye’nin Suriye’den toprak alma sevdasına olduğunu ortaya attıklarını, fakat Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları dışına taşma gibi bir niyetinin olmadığını, fetih döneminin artık kapandığını hatırlatmıştır. Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar sırasında Halep Kalesi’ne Türk bayrağının çekildiği yönündeki iddiaların ise asılsız olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir364. 1949 yılı Ağustos ayında Zaim iktidarı kaybettikten sonra yeni iktidar Hatay ile ilgili isteklerini açıkça dile getirmekten çekinmemiştir365. 1950 yılında Albay Çiçekli döneminde de Hatay konusu yeniden gündeme gelmiş ve ilişkiler olumsuz yönde etkilenmiştir366. Suriye ile yaşanan diğer bir sorun ise orada kalmış olan Türk mallarıyla ilgili olmuştur. 28 Ocak 1948 tarihinde Suriye’de emlakı bulunan Türk vatandaşları adına CHP başkanvekili Hilmi Uran’a gönderilen bir yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır: Suriye’de bulunan Türk vatandaşlarına ait mülklerden sadece kira alınabilmekte, onun haricinde hiçbir tasarruf hakkı kullanılamamaktadır. İstimlâk edilen mülklerin bedelleri ise sahiplerine değil mahalli hükümet kasasına verilmektedir. 1925 tarihinden beri devam eden bu uygulamaya Türk hükümeti tarafından ciddi bir girişim olmamış ve mülk sahipleri sürekli oyalanmıştır. Suriye’deki emlaklarımız sorununu CHP Hükümeti’nin çözmesini talep etmekteyiz367. Bu talep o dönem içerisinde halledilememiş ve 1972 yılına kadar sürüncemede kalmıştır. 22 Aralık 1972 tarihinde imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasındaki Emlak Sorunlarının Çözülmesine Dair Sözleşme ve Eki Ödeme Protokolü” ile konu çözüme kavuşmuştur. Bu protokol Mecliste onaylanıp 5 Mart 1976 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak kanunlaşmıştır368. Diğer bir Orta Doğu devleti ise Ürdün’dür. Eylül 1922 tarihinde Milletler Cemiyeti tarafından kurulan Ürdün Emirliği, İngiliz mandaterliğine verilmiştir. Ürdün, 22 Mart 1946 tarihinde İngiltere ile bir ittifak anlaşması imzalayarak bağımsızlığını ilan etmiş ve Ürdün Krallığı

363 BCA, Dosya: 4381050, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 265.792..45. 364Hüseyin Cahit Yalçın, “Halep Kalesinde Türk Bayrağı”, Ulus Gazetesi, 28 Aralık 1948, s. 1. 365 Cemal Anadol, Türk Siyaset Tarihinde Demokrat Parti, Yeni Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 2004, s. 85. 366 Fırat ve Kürkçüoğlu, s. 617. 367 BCA, Dosya: 3.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 607.102..21. 368Resmi Gazete, 5 Mart 1976, s. 7. 68

adını almıştır. Kral Abdullah devlet bağımsız olduktan sonra ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmış369, 8 Ocak 1947 tarihinde gerçekleşen bu ziyaret iki ülke arasında dostluk anlaşması imzalanmasının önünü açmıştır370. Ürdün Kralı, Türkiye ve İngiltere ile yakınlık kurma yönünde tavır takınınca bu durumdan en çok Suriye rahatsızlık duymuştur. Arap dünyasındaki bölünmelerin temelleri arasında gösterilen Türkiye-Ürdün yakınlaşması, Suriye’nin yanı sıra, İngilizlerin bölgede etkin olmasını istemeyen, Mısır ve Suudi Arabistan tarafından da olumlu karşılanmamıştır371. Bu devletlerin İngilizleri bölgede istememeleri, İngilizlerin Orta Doğu’da sömürge anlayışını devam ettirme isteğinden kaynaklanmıştır. Abidin Daver gazetedeki köşesinde bu çekinceyle ilgili olarak; İngiltere için Orta Doğu’nun vazgeçilmez bir coğrafya olduğunu belirtmiş ve hangi iktidar gelirse gelsin bunun asla değişmeyeceğini, İngilizlerin bu bölgede başka bir güç istemediklerini, yapılacak Dünya barışında da bu düşüncelerini sonuna kadar sürdüreceklerini belirtmiştir. Londra’da çıkan Picture Post adlı gazetede yer alan şu cümle de Daver’in köşesinde yer almıştır: “…Dünyanın diğer hiçbir bölgesi büyük devletleri bu derece ilgilendirmez. Balkanlar Avrupa’nın harp sahası ise, Ortadoğu bütün dünyanın harp sahasıdır372.” Eleştirilere rağmen Ürdün-Türkiye olumlu ilişkileri devam etmiştir. Ürdün Kralı Abdullah, Türkiye’ye olan yakınlığını ve Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkileri şu şekilde değerlendirmiştir: “Bütün Arap âlemi Türkiye ile karşılıklı dostluk hisleri ile doludur ve her sahada işbirliği yapmaya hazırdır. Irak’ta ve Ürdün’de Türkiye’ye karşı derin bir itimat ve kuvvet duyulmaktadır. Bu ihtisasat iki tarafın daha çok birbirine yakınlaşması ile daha ziyade kuvvet bulacaktır. Türkiye’nin kuvvetli olması hepimizin kuvvetli olması demektir373.” Türkiye ile Ürdün Krallığı arasında yaşanan dostluk yaklaşımları iki ülke arasında 11 Ocak 1947 tarihinde imzalanan Dostluk Anlaşmasıyla taçlandırılmıştır. Metin 14 Şubat 1947 tarihinde TBMM’de onanmıştır. Anlaşma hem dünya barışı hem de iki ülke halkları arasında yüzyıllara dayanan dayanışmanın devamını amaçlamıştır. Anlaşma on yıllık olarak imzalanmıştır. Eğer bu süre sonunda taraflardan itiraz olmaz ise yürürlükte kalması planlanmıştır. Bu girişim iki taraf arasında diplomatik ilişkilerin temelini atarken; aynı zamanda adli, ticari, iskân, seyahat konularında da karşılıklı olarak haklar tanınmasına önayak olarak kabul edilmiştir374. Ürdün Kralı Abdullah, Türkiye de dahil olmak üzere, Arap dünyası içerisinde bir birlik kurma taraftarı olmuştur. Kral aynı zamanda Orta Doğu ülkeleri arasında komünizm aleyhtarı bir birliktelik de oluşturmak istemiştir. Basında bu konuyla ilgili olarak yer alan bir haber şu şekildedir: “Ürdün’ün Bağdat Elçisi Ömer Zeki Bey El-Afyoni dün gece Associated muhabirine verdiği demeçte, Ürdün Kralı Abdullah’ın Orta Doğu memleketleri arasında bir komünist aleyhtarı birlik kurmak gayesinde olduğunu söylemiştir. Şimdiki halde Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında mevcut bulunan Sadabat Paktı’na Ürdün’ün de iştirak etmek niyetinde olduğunu bildiren Ömer Zeki Bey bunun, daha sonra yapılacak olan geniş bir doğu birliğine

369 Mücahit Düzgün, “Türk Kamuoyunda İsrail (1948-1973)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir 2006, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), s. 106 370 Canatan, s. 105. 371 Fırat ve Kürkçüoğlu, s. 617. 372 Abidin Daver, “Ortadoğu, İngiltere ve Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 25 Mayıs 1946, s. 1. 373Akşam Gazetesi, 5 Mart 1946, s. 2. 374 TBMMTD, 14 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4,Ekler Bölümü s. 6/1-4. 69

temel olacağını belirtmiştir. Elçinin bildirdiğine göre Kral Abdullah bu büyük ittifaka İran’la Afganistan’ı da almak arzusundadır ve Türk-Irak anlaşmasının tasdikinden sonra bu iki memleketle Ürdün arasında üçlü bir ittifak meydana gelmiş olacaktır375.” Türkiye-İran ilişkileri ise İkinci Dünya Savaşı başlayınca bir kesintiye uğramış ama savaş sonunda her iki ülke de Sovyet Rusya’nın hedeflerinin bir parçası olarak önemli bir düşman karşısında kendilerini bulmuşlardır376. Sovyetler Birliği’nin; İran, Türkiye ve Yunanistan’ın zayıflığından yararlanma, ardından güçsüz durumdaki Arap dünyasına sızma isteğinin başarı kazanması Batı Avrupa devletlerini ve hatta Afrika ve Asya topraklarını tehdit edici bir sonuç doğurabilirdi. Sovyet yönetimi hedeflerine ulaşabilmek adına 3 Mart 1946 tarihinde savaş sonrası İran üzerindeki ilk hamlesini gerçekleştirerek Azerbaycan’ı ilhak etmiştir. Aynı yılın Aralık ayında ise Azerbaycan’ın özerk bir devlet olarak ortaya çıktığı görülmüştür. Yeni devletin yönetiminde komünist ajanlar ve Kızıl Ordu destekli milisler yer almıştır. ABD ve Batı Avrupa devletlerinin İran tarafını tutması sonrasında Sovyetler Birliği 24 Mart 1946 itibariyle 6 hafta içinde İran’dan çekilmeyi kabul etmiştir. Ayrıca Azerbaycan sorununu İran’ın iç sorunu olarak kabul ederek karışmama garantisi de vermiştir377. Türkiye için önem arz eden bir diğer gelişme ise 1947 yılında Pakistan Devleti’nin kurulmuş olmasıdır. Akşam Gazetesi kuruluş haberini okurlarına şu şekilde duyurmuştur: “Hindistan’ın 163 seneden beri devam eden İngiliz idaresi dün gece, gece yarısından itibaren nihayet bulmuş, Hindistan ve Pakistan dominyonları doğmuştur. Bu hadise Hindistan’ın her tarafında çanlar, düdükler çalarak havai fişekleri atılarak, şenlikler yapılarak kutlanmıştır…378.” Yeni kurulan Pakistan’la olan ilişkilerin geliştirilmesi adına merkezi İstanbul’da olmak üzere “Türkiye-Pakistan Dostluk Cemiyeti” adlı derneğin kurulması Bakanlar Kurulunca karara bağlanmıştır379. 26 Ağustos 1949 tarihinde ise cemiyet teşkil edilmiştir. Cemiyetin kurucularından Ali Fuat Başgil yaptığı açıklamada; Cemiyetin iki devlet arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesinde etkin olacağını belirtmiştir380. Türkiye’nin Arap ve İslam dünyasına karşı takındığı olumlu tavır, ABD’den alınan Truman Doktrini yardımlarıyla birlikte değişmiştir. Yardım öncesinde Filistin tarafında tavır sergileyen Türkiye, yardımları almaya başladıktan sonra İsrail Devleti’nin kurulması konusunda olumlu bir tavır sergilemiş, kurulduktan sonra da bu devleti tanımıştır. Türkiye’de bulunan Yahudilerin göçüne de izin vermiştir. Bu gelişme Arap-Türk ilişkilerinde önemli sorunların doğmasına yol açmıştır. Türkiye ayrıca Asya topluluklarına da sırt çevirmiştir. 1949 yılında toplanan Birinci Asya Devletleri Toplantısı’na katılmamıştır. Bu konferansı reddeden tek Asya devleti Türkiye olmuştur. Türk tarafı bir Avrupa devleti olarak Asya toplantısına katılmayı uygun bulmadığını belirtmiştir381.

375Memleket Gazetesi, 23 Mayıs 1947, s. 1-4. 376 Gökhan Çetinsaya, “Türkiye-İran İlişkileri (1945-1997)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyumu Tebliğleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997, s. 507. (Sayfa aralığı 507-514) 377 George McGhee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1992, s. 31 ve 46-47. 378Akşam Gazetesi, 15 Ağustos 1947, s. 1. 379 BCA, Dosya: 13-88, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 121.90..7. 380Akşam Gazetesi, 27 Ağustos 1949, s. 2. 381 Oral Sander, Türk-Amerikan İlişkileri(1947-1964), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1979, s 37. 70

2.9.2. Filistin Sorunu, Arap İsrail Savaşları ve Türkiye

Yahudi milliyetçiliğinin temellerini atacak olan Theodor Herzl, Yahudilerin geleceğinin bir Yahudi devleti kurmaktan geçtiği görüşünü benimsemiş ve 29-31 Ağustos 1897 tarihlerinde İsviçre’nin Basel kentinde ilk Siyonist Kongresi’ni toplamıştır. Kongrede Filistin’de yurt edinme amacı öne çıkarılmıştır382. Padişah II Abdülhamit ile görüşen Herzl, Yahudilere Filistin’de yurt verilmesi karşılığında zengin Yahudi bankerlerinin Osmanlı’nın dış borçlarını ödeyeceğini belirtmiş fakat istediğini alamamıştır. İkinci Meşrutiyet’in ilanı Yahudilerin Filistin’de yerleşme istekleri için yeni bir umut olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti önceleri Filistin’de Yahudilerin toprak satın almasına izin vermiş, fakat zamanla devleti bölmek isteyen güçler arasında Yahudileri de görerek onlara tanıdığı tavizlerden vazgeçmiştir383. 2 Kasım 1917 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, İngiltere Siyonist dernekleri federasyonu başkanı Lord Rotschild’e “Balfour Deklarasyonu” adıyla anılacak olan mektubunu yazmıştır. Mektup kısadır ve Filistin’de Yahudilere yurt ayarlanması konusunda İngiltere’nin Yahudileri destekleyeceği belirtilmiştir384. Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz denetimine geçen Filistin’de Yahudi nüfusu artmaya başlamış, 1933 yılında Hitlerin Almanya’da iktidara gelmesiyle birlikte bu ülkeden Filistin’e Yahudi göçü de hız kazanmıştır. 1928 yılında 150.000 olan Filistin Yahudi nüfusu 1937 yılında 400.000’e ulaşmıştır385. Türkiye de, Yahudilerin Filistin’e göçmeleri konusunda İkinci Dünya Savaşı sırasında kolaylıklar sağlamıştır. Filistin Yahudi Ajanlığı tarafından 24 Ocak 1945 tarihinde CHP Hükümeti’ne ve Başbakan’ına gönderilen bir teşekkür mektubunda; İkinci Dünya Savaşı sırasında binlerce Musevi göçmenin Türkiye üzerinden Filistin’e geçişlerine gösterilen kolaylıktan dolayı teşekkür edilmiştir386. İkinci Dünya Savaşı sırasında nispi sükûnet yaşanan Filistin topraklarındaki Yahudi önderleri, savaş sonrasında Araplarla Yahudiler arasında şiddetli çatışmalar olacağını bildikleri için gizlice silahlanmışlardır. İkinci Dünya Savaşı biterken İngiltere ekonomik anlamda çökmüştür ve387 2 Nisan 1947 tarihinde BM’ye resmi başvuruda bulunarak, Filistin meselesini bu örgüte havale etmiştir. 29 Nisan-15 Mayıs 1947 tarihleri arasında toplanan BM Genel Kurulu’nda büyük devletlerin dahil olmadığı bir komisyonun kurularak Filistin meselesinin incelenmesi kararlaştırılmıştır. 16 Haziran-24 Temmuz tarihleri arasında komisyon çalışmalarını bitirerek388 Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi kurulmasına ve bir rapor hazırlanmasına karar vermiştir. Hazırlanan rapor 1 Eylül 1947 tarihinde BM Genel Sekreterliği’ne sunulmuştur. Raporda: Filistin altı bölgeye bölünmüş, bu bölünmede üç bölge Yahudi, üç bölge Filistin denetimine bırakılmıştır. Kudüs ise uluslararası bir statüde tutulmuştur. BM Genel Kurulu’nda yapılan 29 Kasım 1947 tarihli oylamada 13 ret, 10 çekimser ve 33 kabul oyuyla taksim planı

382 Ribhi Halloum, Belgelerle Filistin Dün-Bugün-Yarın, Alan Yayıncılık, İstanbul 1988, s. 133. 383 Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları(1948-1988), İş Bankası Yayınları, Ankara 1989, s. 17-24. 384 Halloum, s. 160-161., Ayrıca Bakınız: Durmuş vd., Cilt 1, s. 96. 385 Sander, Siyasi…, s. 267. 386 BCA, Dosya: 94C55, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 110.736..16. 387 Armaoğlu, Filistin…, s. 65-72. 388 Kürkçüoğlu, s. 20. 71

kabul görmüştür. Bu toplantıda ayrıca, Birleşmiş Milletler Filistin Komisyonu oluşturulmuştur. Bolivya, Çekoslovakya, Danimarka, Panama ve Filipinler bu komisyona seçilmiştir 389. Filistin’in ikiye bölünmesi fikri Arap dünyası tarafından desteklenmediği için, Türkiye hem Nisan-Mayıs ayında gerçekleşen BM Genel Kurulu toplantılarında hem de 29 Kasım günü yapılan oylamada paylaşıma karşı gelmiş ve oylamada taksim karşıtı oy kullanmıştır.390. Türkiye’nin taksimi kabul etmemesinin bir sebebi de sıkıntı yaşadığı Sovyetler Birliği’nin Filistin’in bölünmesini desteklemesi olmuştur. Sovyet desteği ile kurulacak bir Yahudi devletinin sol eğilimli olacağı görüşü Türkiye’de endişe yaratmıştır391. Ayrıca Rusya’dan çok miktarda Yahudi Filistin’e göçmüştür. Bu süreçte Sovyetlerin ani bir emri ile Türkiye’deki Yahudilerin bir anda ülkeyi terk edecekleri ve Türkiye’yi zor durumda bırakacakları korkusu hâkim olmuştur392. Türkiye’nin Sovyetler ile ilgili düşünceleri pek de yersiz değildir. Londra’da Avam Kamarası’nda yapılan görüşmelerde Filistin meselesi gündeme gelmiştir. Muhafazakârlardan T. Beamish Filistin’deki tedhişçilerin kuzey Kafkasya’da üst rütbe bir Sovyet subayı tarafından eğitilerek Filistin’e gönderildiğini iddia etmiştir. Elinde bulunan bir belge ile bu iddiasını ispata çalışan vekil şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu vesikadan öğrendiğime göre, Şimali Kafkasya’nın bir yerinde, yüzlerce, zannederim ki 600-700 arasında Kürt ve Yahudi’ye sistemli bir şekilde tedhişçilik ve politikacılık öğretilmektedir. Yüksek rütbeli bir Sovyet subayının idaresi altında verilen kurslardan sonra, tedhişçilere silah kullanma talimi de yaptırılmaktadır. Dersler, Sovyet İşçi Birlikleri Merkez İdare Heyeti’nin malı olan bir sanatoryumda verilmektedir393.” Türkiye’nin BM Genel Kurulu toplantılarında Filistin’in taksimi aleyhinde tavır takınması Arap dünyasında olumlu karşılanmıştır. Arap gazeteleri bu gelişmeyi “Türk-Arap Dostluğu” olarak sayfalarına taşımışlardır. Filistin’de yayınlanan bir gazetede, Türkiye’nin Orta Doğu barışının sağlanmasında önderlik yapmasının tüm dünyaca kabul edildiğini belirtmiştir394. 8 Aralık 1947 tarihinde Dışişleri Bakanlığı tarafından Başbakanlığa sunulan bir yazıda ise; Irak ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığından gelen telgraflarda, Filistin konusundaki haksız tutum karşısında Türkiye’nin yaklaşımının takdirle karşılandığı belirtilmiştir. Şam’da gösteri yapan halk Amerika Büyükelçiliği’ne saldırıda bulunurken, Türk büyükelçiliği önünde dostluk gösterileri yapmıştır. Suriye Başbakanı ve Hariciye Vekili de elçiliğe gelerek Türkiye hükümetine minnettarlıklarını bildirmişlerdir. Beyrut’ta ise Fransa ve ABD elçilikleri önünde hasmane gösteriler yapılırken, Türk Elçiliği’nde Türk bayrağını selamlayan halk, lehte sloganlar atmıştır. Filistin’in Arap halkı da Türkiye lehinde telgraflar kaleme almışlar ve taksimi şiddetle kınamışlardır395. Araplar, yapılan taksimi BM Sözleşmesi, uluslararası hukuk kuralları ve bir milletin kendi kaderini belirlemesi hükümlerine uymaması dolayısıyla kabul etmemişlerdir. Bahsi geçen toprakların üçte ikisi Araplardan oluştuğu için bir milletin geleceğinin belirlenmesi anlayışına

389 Halloum, s. 165-166 ve 258. 390 Gürün, Dış İlişkiler…, s. 344-345. 391 Kürkçüoğlu, s. 22. 392 Düzgün, s. 119-120. 393Tanin Gazetesi, 14 Ağustos 1947, s. 1. 394Memleket Gazetesi, 28 Mayıs 1947, s. 1-4. 395 BCA, Dosya: 438A48, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 266.793..49. 72

yönelik olumsuz bir tavır olarak algılanmıştır396. İngiltere, BM kararı sonrasında, Filistin’den askerini çekmeye başlayınca, Arap ve Yahudiler boşalan topraklara yerleşmek için birbirleriyle çatışmalara başlamışlardır. Arap devletleri ise gönüllü asker ve silah yardımıyla Filistin’deki Arap direnişini desteklemişler, fakat bir bütünlük sağlayamamışlardır397. 14 Mayıs 1948 günü İngiltere’nin bölgedeki son günüdür ve o gün İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan edilmiştir. David Ben Gurion ilk başbakan olmuştur398. Truman, İsrail Devleti’nin kurulacağından haberdardır. Dışişleri Bakanlığı’nın bu gelişmeye karşı olduğunu bildiği için, bakanlığın kendisine engel olmaya çalışacağını düşünerek İsrail’in bağımsızlığını tam 12 dakika sonra kabul ettiğini açıklamıştır399. ABD’nin Yahudi Devleti’ni bu kadar kısa süre içerisinde tanımış olması Abidin Daver tarafından gazetedeki köşesinde özetle şu şekilde değerlendirilmiştir: Kurulan İsrail Devleti’nin ABD tarafından derhal tanınması, ABD içinde yaşamakta olan 2 milyondan fazla Yahudi’nin varlığına bağlıdır. Çok önemli görevlerde olan ve maddi anlamda güçlü bir halde bulunan bu Yahudi nüfusunun, başkanlık seçiminde önemli bir güce sahip olmalarından dolayı, Başkan Truman seçimi düşünerek Yahudi devletini tanımıştır400. İsrail’in bağımsızlığı sonrasında birkaç saat içinde Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri Filistin’e resmen girmişlerdir. Savaşın ilk dönemlerinde Arap birlikleri başarılar kazanmıştır. Doğu Kudüs’ü ele geçiren Ürdün Kralı Abdullah, Hz Ömer Camisi’nde namaz dahi kılmıştır. Fakat hava gücü yavaş yavaş Yahudilerin eline geçmeye başlamıştır. BM Genel Kurulu ise 1948 yılı Ekim ile Aralık ayları arasında yapılan görüşmeler sonunda Filistin için geniş yetkilere sahip bir BM Filistin Uzlaştırma Komisyonu kurmuştur401. Komisyon; Fransa, Türkiye ve ABD’li temsilcilerden oluşturulmuştur. Komisyon öncelikle mülteci sorunu ile ilgilenecek ve bu kişilerin geri dönüşü sağlanacak, aksi taktirde tazminat hakları korunacaktır. Kutsal yerlere girişin serbest hale getirilmesi ve buraların güvenliğinin sağlanması da uzlaştırma komisyonu görevleri arasındadır. Komisyonun merkezi Kudüs olacaktır402. Oluşturulan komisyonun temsilcileri Arap ve İsrail temsilcileriyle beraber Lozan’da toplanmış fakat İsrail’in isteksizliği dolayısıyla amaca ulaşılamamıştır403. Böylece yüzlerce yıldır devam eden Yahudi-Hıristiyan çatışması, İsrail Devleti’nin kurulması ile Yahudi-Müslüman çatışmasına dönüştürülmüştür. Bu döneme kadar İslam dünyasında bir Yahudi problemi yaşanmamıştır. Hatta Hıristiyan baskısından kaçan Yahudilerin en büyük sığınma alanı İslam dünyası ve devletleri olmuştur404. İsrail’in kurulmasıyla başlayan savaşın sonunda Araplar başarısız olmuşlardır. BM’nin taksim planı ile Yahudilere verilecek toprakların çok daha üzerinde bir toprak Yahudilerin eline geçmiştir. Arap devletleri İsrail ile ateşkes imzalamışlar fakat İsrail ile barış anlaşması

396 Halloum, s. 166. 397 Armaoğlu, Filistin…, s. 84-91. 398 Sander, Siyasi…, s. 268-269. 399 Armaoğlu, Filistin…, s. 93-94. 400 Abidin Daver, “Kan ve Ateş İçinde Doğan Bir Devlet”, Cumhuriyet Gazetesi, 16 Mayıs 1948, s. 1. 401 Armaoğlu, Filistin…, s. 94-99. 402 194 Nolu ve 11 Aralık 1948 tarihli “BM Uzlaştırma Komisyonunun Kurulması- Kudüs’ün Daimi Uluslararası Rejimle Yönetilmesi ve Mültecilerin Evlerine Dönüş İzni Verilmesinin Kararlaştırılması” hakkındaki karar için bakınız: Halloum, s. 280-283. 403 Halloum, s. 76-77. 404 Davutoğlu, s. 380-381. 73

imzalamaya yanaşmamışlardır405. Savaşların sonunda bir milyon civarında Arap mülteci haline getirilerek sürülmüştür. Yüzlerce Filistin köyü yakılarak buranın halklarının geri dönüşüne imkan bırakılmamıştır. Coğrafi adlar ve yerleşim yerlerinin isimleri İbraniceye çevrilmiştir. Böylece BM tarafından belirlenen İsrail Devleti yerine işgalci bir İsrail Devleti kurulmuştur406. Türkiye’nin gelişmeler karşısındaki tutumuna gelince; BM Filistin Uzlaştırma Komisyonu oluşmasına Arap devletleri karşı çıktığı için komisyonda bulunan Türkiye ile olan ilişkiler olumsuz bir sürece girmiştir. Türkiye komisyonun tarafsız olması ilkesine uyarak Arap devletlerine olan yakınlığını terk etmek durumunda kalmıştır. Türkiye’nin batı devletleri ile Orta Doğu meselesinde ortak bir politika içerisine girmesi Arapları rahatsız etmiştir. Zaten Türkiye 1947 yılında dahil olduğu Truman Doktrini ile birlikte yavaş yavaş Arap dünyasından kopmaya ve Filistin meselesinde de daha önceki tavrını değiştirmeye başlamıştı407. İsrail kurulmadan önce Türkiye’den bu topraklara yapılan Yahudi göçü, İsrail’in bağımsız olmasıyla daha da çoğalmıştır. Kimisi daha iyi imkânlar elde etmek için giderken kimisi de bu önemli gelişmenin içinde bulunmak için göç etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında uğradıkları baskı Yahudileri birleşme ve bağımsız devlet kurma yönünde güdülemiştir. Türkiye gidenlere ilk etapta pasaport vermese de, bu tutumunu zaman içerisinde yumuşatmıştır. Yapılan Yahudi göçü 1949 yılında 30 bin civarına ulaşmıştır. Göçenlerin çoğu İstanbul dışında yaşayan Yahudiler arasından yapılmıştır. Göç edenlerin yaklaşık yüzde 8’i geri dönmüştür. Türk halkı ise Arapların yanında bir tavır sergilemiştir. Yahudilerin Türkiye’den gitmesini de pekiyi karşılamamıştır408. Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olmuştur. İsrail Devleti’nin tanınması Dışişleri Bakanlığının 24 Mart 1949 tarihli yazısı üzerine Bakanlar Kurulu tarafından 28 Mart 1949 tarihinde gerçekleşmiştir ve Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanmıştır409(EK 4). İnönü 1 Kasım 1949 tarihinde TBMM’nin açılış nutkunda İsrail Devleti ile münasebetlerin açık olduğunu ve bu devletin Yakın Doğu’da barış ve istikrarı sağlayacak bir unsur olduğunu belirtmiştir410. Gelişmeler Arap dünyası ile Türkiye arasındaki mesafeyi açmış ve Türkiye’nin sömürgeci devletlerin bir uzantısı olduğu izlenimi yaratmıştır. Türk kamuoyunda ve basınında da tanıma girişimi olumsuz eleştirilere neden olmuştur. Türkiye’nin İsrail’i tanıması konusundaki eleştirilere karşı duran Tan Gazetesi ise özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Arap-Yahudi mücadelesinde Türkiye hep Araplar tarafında yer almıştır. Fakat bir oldubitti ile İsrail Devleti kurulmuştur. Ardından meydana gelen Arap-İsrail savaşı ve savaşın sonunda da Arap devletlerinin İsrail ile müzakerelere başlaması İsrail Devleti’nin Araplarca fiilen tanınması anlamına gelmiştir. Araplar yeni devleti tanırken, Türkiye’nin de bu tanıma işine girişmesinin normal karşılanması gerekmektedir411.

405 Armaoğlu, Filistin…, s. 101-105. 406 Halloum, s. 166-167. 407 Kürkçüoğlu, s. 25-30. 408 Öymen, s. 172-173. 409 BCA, Dosya: 76-1038, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 118.108..3. 410 TBMMTD, 1 Kasım 1949, 8. Dönem, Cilt 21, s. 8. 411Tan Gazetesi, 30 Mart 1949, s. 1. 74

Türkiye İsrail’i tanımakla yetinmemiş ve 7-9 Ocak 1950 tarihinde Türkiye ile İsrail arasında ilk siyasal temsilciler(maslahatgüzar) göreve başlamıştır. 9 Mart tarihinde ise Türkiye İsrail’i de jure(hukuki olarak) tanıyınca Türk temsilcisi Seyfullah Esin elçi durumuna yükselmiştir412. 1950 yılı Temmuz ayında ise İsrail ile 840.000 dolarlık bir ticari anlaşma yapılmıştır. 4 Temmuz tarihli Ticaret ve Ödeme Anlaşması’nın hükümleri arasında şunlar yer almıştır: Karşılıklı ithalat-ihracat konularında gereken kolaylık sağlanacaktır. Karşılıklı yapılan ithalat hareketlerinde Türkiye ödemeyi Merkez Bankası, İsrail ise Anglo-Paletsine Bank Ltd. aracılığıyla yapacaktır. Anlaşmadan önce başlayan ticari işler yeni anlaşma hükümlerine göre değişikliğe tabi tutulacaktır. Anlaşma 4 Mayıs 1951 tarihine kadar yürürlükte kalacak, bitiminden iki ay önce haber verilmezse otomatikman anlaşma 1 yıl uzayacaktır. Aynı gün imzalanan modüs vivendi ile de iki devlet karşılıklı olarak seyrisefain ve gümrük tarifeleri bakımından en fazla müsaadeye sahip devlet olarak tespit edilmiştir413.

2.10. Türkiye’nin Avrupa Devletleriyle İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle birlikte Türkiye, Sovyetler Birliği karşısında kendisini Avrupa devletleriyle ve özellikle İngiltere ile yakınlaşma zorunluluğu içerisinde bulmuştur. Fakat Avrupa toprakları savaşın olumsuz etkileriyle tahrip olmuş, Türkiye’nin en güvendiği devlet olan İngiltere de büyük kayıplarla savaşı bitirmiştir. Avrupa devletleriyle olan ilişkiler ekonomik ve askeri manada yoğunlaştığı için bu konular ilgili başlıklar altında ayrıca incelenecektir. Bu bölümde Avrupa devletleriyle savaş sonrasında yeniden kurulmaya çalışılan temel ilişkiler dikkate alınacaktır. Türkiye için Avrupa’da en önemli güç İngiltere’dir. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye savaşın içine dâhil olmamış ama İngiltere ve Fransa ile 1939 yılında imzalanmış ve 1954 yılına kadar sürecek olan bir ittifakın parçası durumundadır. Fakat savaş içindeki tavırlarıyla bu ittifakın dışına doğru itilmiştir414. İkinci Dünya Savaşı’nın önemli otoritelerinden birisi olan İngiltere Başbakanı Winston Churchill 1945 yılında yapılacak seçim için yürüttüğü propaganda sürecinde; Savaş sırasında kendisine destek olan İşçi Partisi’ni Moskova uşağı olarak nitelendirmiştir. Bu seçim yarışı sonrasında 27 Temmuz 1945 seçimleriyle halk tercihini İşçi Partisi tarafında kullanmış ve Churchill’i iktidardan alaşağı etmiştir415. Bu gelişme Türkiye’yi sıkıntıya sokmuştur. Sol görüşlü yeni iktidarın Sovyetlere karşı tavizkar davranabileceğinden çekinilmiştir. Fakat İngiltere dış politika anlayışında bir değişime gitmemiş ve bu durum Türkiye’de rahatlamaya neden olmuştur. Bu süreçte iki ülke arasında imzalanan 1939 anlaşmasının bağlayıcı olup olmayacağı yeniden gündeme gelmiştir. Türkiye, antlaşmayı uygulamaya koyarak İngiltere’nin desteğini almak istemiştir. Hâlbuki savaş boyunca İngilizler bu anlaşmayı yürürlüğe koymaya çalışmış, Türkiye ise ağırdan almıştır. Şimdi ise İngiltere

412 Soysal, Türk Dış…, s. 65. 413 BCA, Dosya: 172A25, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 163.142..4. 414 Koçak, Türkiye’de…, s. 50. 415 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim(1922-1971), Cilt 2, Pera A.Ş, İstanbul 1997, s. 1303. 75

anlaşmanın geçerliliğini yok saymaya çalışmaya başlamıştır. İngiltere, Türkiye’nin Sovyet saldırısına maruz kalması durumunda bir şey yapamayacağının farkındadır. Çünkü savaş, İngiltere’yi ekonomik bakımdan bitirmiştir. Bu nedenle 1939 anlaşmasındaki hükümleri yerine getirecek durumda değildir416. İngiltere ayrıca, Sovyet Rusya’yı kışkırtır diye Türkiye ile bir anlaşma imzalamaya yanaşmamış ve bunun yanı sıra silah vermekten de çekinmiştir. İngilizler, Sovyetlerin sınır değişikliği iddialarına üzüldüklerini belirtmiş ve boğazlarla ilgili sorunu iki devletin kendi aralarında halledebileceklerini söyleyerek Türkiye’yi ilk etapta yalnız bırakmışlardır. ABD de savaştan yorgun çıktığını ve askerin terhis beklediğini, Türkiye’ye olan mesafenin fazla olduğunu öne sürerek boğazlar konusunda destek veremeyeceğini bildirmiştir. Fakat çok fazla bir zaman geçmeden, her iki devlet de Türkiye’ye yardım edebilmenin yolarını aramaya başlamıştır. Eğer 1945-1946 yıllarında Sovyetler silahlı bir harekete girişse idi Türkiye büyük ihtimalle tek başına mücadele etmek zorunda kalabilecekti417. İngiltere’nin Türkiye yanında yer aldığının ilk göstergesi olarak 14 Eylül 1945 tarihinde İngiliz Ajax Kurvazörü, Marne ve Meteor savaş gemileri İstanbul’a gelmiş, bu ziyaretçiler Türk donanmasına ait gemilerce karşılanmıştır. Ziyaret 15 gün kadar sürmüş ve ABD’den önce İngiltere, Türkiye’ye olan desteğini bu ziyaretle göstermiştir418. İngiliz desteğinin fazlalaşması isteği içerisinde olan Türkiye, 15 Şubat 1946 tarihinde Dışişleri Bakanı Hasan Saka aracılığıyla, İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’e Türkiye’ye yönelik İngiltere garantisinin artması için iki girişimde bulunması önerisini sunmuştur. Bu önerilerden birisi 1939 Türk-İngiliz İttifak Antlaşması’nın tazelenmesi, diğeri ise Avam Kamarası’nda Türkiye ile kurulan ittifaka verilen önemin dile getirilmesiydi. Bevin ise BM örgütünün varlığının güçlenmesi için bu tip girişimlerde bulunmanın yanlış olacağını söyleyerek Saka’nın teklifini reddetmiştir419. Bevin bu ret cevabına rağmen 21 Şubat 1946 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada; Türkiye’nin bağımsızlığına verdikleri önemi vurgulamış, 1939 yılına ait anlaşmanın yürürlüğünün devam ettiğini ve Türkiye’nin Sovyet peykleri içerisine katılmasını arzu etmediklerini belirtmiştir. Bevin’in müsteşarı Hector MacNeil de Bevin’in sözlerini destekler açıklamalarda bulunmuş ve Türkiye’ye karşı yapılacak bir saldırıda, mevcut anlaşmanın uygulanmasından çekinilmeyeceğini belirtmiştir420. İngiltere’nin savaş sonunda ekonomik yönden zayıflığını bilen Türkiye, bu tip siyasi destekleri olumlu karşılamış fakat yeterli görmemiştir. Savaş sırasında ABD’den gelen askeri yardımların dayanağı olan Kiralama ve Ödünç Verme Kanunu’nun ABD tarafından durdurulmuş olmasıyla birlikte İngiltere’den ekonomik yardımlar alabilmek için ısrar edilmeye başlanmıştır. İngiltere ise yardım edecek durumda değildir. Hatta ABD, İngiltere’ye silah vererek o silahların İngiltere aracılığıyla Türkiye’ye gönderilmesi teklifinde bulunarak İngiliz zayıflığını kapatmaya

416 Deringil, , s. 258-260. 417 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1583-1585. 418 Koçak, Türkiye’de…, s. 601. 419 Sever, s. 35. 420 Harris, s. 19., Ayrıca Bakınız: Öcal, s. 296. 76

çalışmıştır. İngiltere, içine düştüğü ekonomik darboğaz421 ve doğal felaketler(soğuk kış mevsimi ve sel) sonrasında ABD’ye Yunanistan ve Türkiye’ye verdiği yardımları keseceğini bildirmiştir422. Bu konuyla ilgili olarak İngiltere’nin 1947 yılı Şubat ayında ABD’ye gönderdiği memorandumla, iki devletin savunmasının hayati önem taşıdığı ve İngiltere’nin bunu yapacak güçte olmamasından dolayı sorumluluğun ABD’ye düştüğü bildirilmiştir423. İngiliz yönetimi, 31 Mart 1947 tarihinde Yunanistan ve Türkiye’ye yardım edemeyeceğini tüm dünyaya da ilan etmiştir. Bu girişim ABD’nin yardım işine bir an önce girmesini sağlamak amacı taşımıştır424. İngiltere’nin Türkiye’ye karşı verdiği taahhütleri Amerika’ya devretmesi Türkiye tarafından şüpheyle karşılanmıştır. Türkiye’de; 1939 Türk-İngiliz Antlaşması’nın ABD’ye devrinin nasıl olacağı, İngiltere’nin bu antlaşmayı tek taraflı olarak fesih edip etmediği yönünde bir dolu şüphe ortaya atılmıştır. İngiltere’nin 1939 antlaşmasını kaldırmadığını, sadece yardım konusunda Amerika’yı devreye soktuğunu açıklaması Türkiye’de bir rahatlama yaratmıştır425. Diğer Avrupa devletleriyle savaş sonrasında yaşanan yakınlaşmalara kısaca göz atılacak olursa: Türkiye ile Çekoslovakya arasında 22 Haziran 1945 tarihinde bir Ticaret ve Ödeme Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma, ekonomik ilişkilerin çok zayıf olduğu bu ülkeyle ilişkilerin temellerinin atılmasını amaçlamıştır426. İsviçre ile de 12 Eylül 1945 tarihinde ticari mübadelelerin ve ödemelerin düzenlenmesine dair bir anlaşma imzalanmıştır. Her iki devletle yapılan anlaşmalar 9 Ocak 1946 tarihinde Mecliste görüşülmüş, 16 Ocak 1946 tarihinde ise onanmıştır427. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle aksamış olan İtalya-Türkiye ticari ilişkilerinin yeniden canlandırılması amacıyla iki devlet arasında 12 Nisan 1947 tarihinde Ankara’da bir Ticaret ve Ödeme Anlaşması imzalanmıştır. Serbest döviz ve iki ülkenin ihracat-ithalat politikalarına uygun olarak imzalanan anlaşma, oluşturulacak bir karma komisyon ile takip edilecektir. Anlaşma bir yıllık olup taraflardan itiraz gelmez ise yılın sonunda otomatikman onaylanmış sayılacaktır428. 1928 yılına ait olan ve İtalya ile imzalanmış bulunan Bitaraflık-Uzlaşma ve Adli Tesviye Muahedenamesi 1947 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Bu anlaşmanın yerini doldurmak ve iki devlet arasındaki münasebetleri geliştirmek adına 24 Mart 1950 tarihinde Roma’da Eski Dostluk-Uzlaşma ve Adli Tesviye başlığı altında yeni bir anlaşma imzalanmıştır. İtalya savaş sonunda kurmuş olduğu demokratik yönetimiyle Türkiye’ye karşı iyi bir dostluk siyaseti güttüğü gibi, batı devletleri ile kurmuş olduğu sıkı ilişkiler sonrasında Avrupa Konseyi’nde önemli bir yer edinmiştir. İtalya ile Türkiye arasında hiçbir çatışma durumu olmamakla birlikte, Akdeniz’in güvenliği açısından ortak amaçlar da mevcuttur. İki devlet arasında çıkabilecek sorunların devletler hukuku ve BM Anayasası esaslarına göre halletme yolu takip edilmiştir429.

421 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1586. 422 Sözüöz, s. 56. 423 Armaoğlu, Belgelerle…, s. 152. 424 Sever, s. 46. 425 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 53. 426 TBMMTD, 9 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21, Ekler Bölümü s. 2/4-5., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 21 Ocak 1946, s. 1. 427 TBMMTD, 9 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21, Ekler Bölümü s. 4/5-12. 428 TBMMTD, 18 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 8/1-7. 429 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, Ekler Bölümü s. 9/1-2. 77

12 Mart 1947 tarihinde Ankara’da Belçika-Lüksemburg Ekonomik Birliği ile Türkiye arasında Ticaret ve Ödeme Antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile iki taraf arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesine çalışılmıştır. Tarafların ihracat ve ithalat politikalarına uygun olmak üzere ticaretin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Anlaşma süresi bir yıldır. Anlaşma ile taraflar birbirini ticari ilişkilerde en ayrıcalıklı devlet olarak tanımışlardır. İki tarafın ortak kuracağı bir karma komisyon sürecin iyi işlemesi için çalışacaktır. Yapılan ödeme anlaşmasıyla da ödeme işlemlerinde ABD Doları kullanılması kararlaştırılmıştır. Eğer bu konuda sıkıntı yaşanırsa altın şeklinde ödeme yapılacaktır430. 28 Ekim 1936 yılında Yugoslavya ile imzalanan Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması 1941 yılında Yugoslavya’nın işgali sonrasında uygulanma imkânı kalmadığından iptal edilmiştir. İki devlet arasındaki ticari bağların yeniden kurulması için Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye müracaatları sonrasında 18 Eylül 1947 tarihinde bir Ticaret ve Ödeme Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmayla, iki taraf da birbirini gümrük işlemleri konusunda en ziyadeye mazhar devlet statüsünde kabul etmiştir. Tarafların ihracat ve ithalat rejimlerine uygun olarak yapılacak olan ticari değişimi içeren antlaşma bir yıllık olacak, anlaşma taraflarca itiraz görmediği müddetçe bitiminden itibaren bir yıl daha uzayacaktır. Ödeme anlaşmasına göre ise iki taraf yapacakları ticarette serbest döviz kullanacaklardır431. Almanya, savaş sırasında Türkiye’nin ihraç malları için önemli bir alıcı iken savaş sonunda bu iletişim tamamen durmuştur. Almanya ile ticari ilişkilerin, var olan yeni durum içinde sınırlı da olsa, geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Almanya’da bulunana İngiliz-Amerikan birleştirilmiş bölgeleri ve Fransa bölgesi ile ticari anlaşma yapma yolları aranmıştır. Girişimler sonunda Fransa bölgesiyle bir ticari anlaşma ortamı sağlanmış ve 18 Nisan 1948 tarihinde Ticaret ve Ödeme Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmaya göre iki tarafın yürürlükte olan ithalat- ihracat rejimlerine göre ticari ilişkiler hayata geçirilecektir. Türkiye’ye bölgeden gelen malların ücreti Türkiye Merkez Bankası’nda açılacak bir hesaba dolar olarak yatırılacaktır. Fransa tarafı da ödemeyi Türkiye Merkez Bankası’nda açılan bir hesaba dolar olarak yatıracaktır432. Avrupa devletleriyle ortak hareket etme yönünde ilk adımlardan birisi olarak kabul edilen girişim ise kömür darlığını aşmak için yapılan anlaşma olmuştur. Avrupa’nın kömür ihtiyacının büyük bölümünü temin eden Almanya’nın kömür üretim alanlarında yaşanan tahribat sonrasında Avrupa devletlerinde kömür sıkıntısı baş göstermiştir. Bu sıkıntı hem ısınma hem de sanayi alanında önemli sorunlara neden olmuştur. İngiltere önderliğinde Londra’da Avrupa Kömür Kurulu Antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmanın altına İngiltere, Türkiye, Belçika, Danimarka, Fransa, Yunanistan Lüksemburg, Hollanda, Norveç ve ABD imza atmıştır. Anlaşma ile ihtiyaç duyulan kömür ve maden teçhizatının tedariki ve taraflara adilane dağıtılması sağlanmaya çalışılacaktır. Anlaşma TBMM’de 22 Mayıs 1946 tarihinde görüşülüp 27 Mayıs tarihinde kabul edilmiştir433.

430 TBMMTD, 30 Mayıs 1947, 8. Dönem, Cilt 5, Ekler Bölümü s. 9/1-7 431 TBMMTD, 9 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10, Ekler Bölümü s. 2/1. 432 TBMMTD, 7 Şubat 1949, 8. Dönem, Cilt 16, Ekler Bölümü s. 4/5-11. 433 TBMMTD, 22 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, Ekler Bölümü s. 2/1-6, Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 1 Haziran 1946, s. 4-5. 78

2.10.1. Bulgaristan’la Olan İlişkiler ve Bulgaristan’dan Anadolu’ya Türk Göçleri

Bulgaristan ile ilişkilerin 1945-1950 sürecindeki gidişatının temelinde, bu ülkede yaşayan Türkler yer almıştır. Türk azınlığının Bulgaristan içerisindeki durumları ve Anadolu’ya göçleri iki devlet arasında sıkıntılara neden olmuştur. Komünist bloğun etkinlik alanı içerisine dahil olan Bulgaristan, Rus istekleri doğrultusunda hareket etmiş ve Türkiye’yi zor durumda bırakabilmek için Türk azınlıkları konusunu sürekli kullanmıştır. 19 Mayıs 1934 tarihinde hükümet darbesi yaşayan Bulgaristan faşist bir diktatörlükle yönetilmeye başlanmıştır. Faşist iktidar Türkler üzerinde büyük baskılar uygulamış ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Bulgar baskıları daha da artmıştır. 8 Eylül 1944 tarihinde Rus orduları Bulgaristan’a girmiş ve ardından faşist yönetim devrilmiştir. 9 Eylül tarihinde Vatan Cephesi Hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet içinde komünist ya da komünizm sempatizanı şahıslar görev almıştır. Türk cemaati, küçük bir coşkun grup haricinde, yeni yönetime temkinli yaklaşmıştır. Yıllarca süren Bulgar baskısının ardından yeni rejimin ne yapacağı beklenerek görülmek istenmiştir434. Korkulan olmuş ve yeni iktidar Türklere karşı baskı yapmaya başlamıştır. Tedirginlik yaşayan Bulgaristan Türkleri içinde bulundukları durumla ilgili olarak Türkiye’yi haberdar etmeyi uygun görmüşlerdir. Bulgaristan'daki Türk azınlıklar tarafından İsmet İnönü’ye hitaben yazılmış olan 12 Haziran 1946 tarihli bir mektup orada yaşayan Türklerin içinde bulundukları sıkıntıların en iyi şekilde ifadesini sağlamıştır. Mektup içerisinde, Bulgar zulmü altında ezilen Türklerin ya yeni bir savaş ile ya da ana vatana kavuşturulması ile sorunun çözülebileceği belirtilmiştir435(EK 5). Yine Türkiye’nin Filibe Başkonsolosu Ali Rıza Malkoç tarafından Sofya elçiliğimize gönderilen bir yazıda Bulgaristan’da bulunan Türklere yapılan kötü muamele anlatılmıştır. Başkonsolosun bildirdiğine göre; 27 Ekim 1946 Bulgaristan seçimlerinde muhaliflere oy verdikleri gerekçesiyle bulundukları yerlerin belediye başkanları ve zabıtalar birçok Pomak ve Türk uyruklu Bulgar vatandaşına işkence yapmış, zaruri ihtiyaçlarının karşılanmasını engellemiş ve hayvanlar açlıktan ölüme terk edilmiştir. Bahsedilen baskı ve zorlamalar sadece Filibe’de değil tüm Bulgaristan’da yaşayan Türklerin başına gelmiştir. Bu nedenle Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı nezdinde gerekli girişimlerin yapılması Türkiye’den rica edilmiştir436. Bulgaristan’da komünist yönetimin ve Rusların halka ve özellikle Türklere karşı şiddet içeren davranışlarını Bulgaristan’dan gelen bir Türk şu cümlelerle ifade etmiştir: “Bulgaristan İkinci Dünya Harbi başından beri cehennem azabı içinde kıvranıyor. Bir zamanlar Almanlar ve şimdi de Ruslar yapmadıkları eziyet bırakmadılar. Almanlar hiç olmazsa Türklere dokunmazlardı. Ruslar ise tam aksi; yol yapmaya Türkler, angaryaya Türkler, sağa Türkler, sola Türkler. Bulgarlarda da huzur ve sükûn yok. Komünist olmayan Bulgar ne yiyecek bir lokma

434 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 148-151 ve 167-172. 435 BCA, Dosya: A8, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.97..3. 436 BCA, Dosya: 426853, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 243.646..13. 79

ekmek ve ne de giyecek bir paçavra parçası bulabiliyor. Esas Bulgar halkının yüzde 90’ı komünistlere düşman vaziyette437.” Filibe Konsolosluğu tarafından Dışişleri Bakanlığına gönderilen 29 Mayıs 1949 tarihli bir diğer yazıda da yaşanan sıkıntılar daha net bir şekilde anlatılmıştır. Bu yazıda Türklerin durumu özetle şöyle tasvir edilmiştir: Bulgaristan’da Vatan Cephesi iktidara gelince Türklere karşı eski yönetimi aratan bir tutum sergilemeye başlamışlardır. Yeni yönetim Türklerle ilgili işlerde keyfi bir tavır sergileme yolunu seçmektedir. Bu grup ülkede komünist düzeni kurabilmek için halkı ve azınlıkları sıkıntılı bir sürece sokmuştur. Türk cemaat ve eğitim işlerinin, üretim imkânlarının Bulgar denetimine alınması ile Türkler zor durumda bırakılmıştır. Türkler komünist sistemin içine dâhil edilerek Anadolu’dan koparılmaya çalışılmaktadır. Bulgar baskısı karşısında Türk cemaati gereken direnişi göstererek komünist rejime dâhil olma konusunda çok az fire vermiştir. Türklerin göstermiş oldukları direnişe Bulgarlar “Kemalizm” adını vermiştir. Öyle ki komünistler arasına katılan Türklere de aynı isim takılmıştır. Türkiye Bulgarların karşı cephesinde yer aldığı müddetçe ve burada bulunan azınlıklar taraflarını belli etmediği sürece Türkler toplama kampı zihniyetiyle yönetileceklerdir. Bulgar yönetimi kendi halkına karşı da çok sert davranmakta ve halk içinde ciddi bir muhalefet bulunmaktadır. Bulgar yönetimi Türkler tarafından idare edilen ve masrafları karşılanan Türk okullarını Bulgar okullarına katarak kendi eğitim sistemini uygulamaya başlamıştır. Türk Kongresi’nde de bu yönde bir karar çıkarmış, bu şekilde Türk okullarının ve öğrencilerinin daha iyi duruma getirileceği, masrafların devlet tarafından ödeneceği vaatlerine kanılmıştır. Bulgaristan’da bulunan ve genellikle Türkçe konuşan Çingeneler mevzusu da ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Bu kimseler Türklük iddiası içindedirler. Çingeneler, Vatan Cephesi aracılığıyla Türk olduklarının kabul edilmesini sağlayarak Türklerin cemaat hayatına dahil olmaya çalışmaktadırlar. Bulgarlar Çingeneleri Türk olarak kabul edip bu kimseleri Türk cemaat heyetlerine ve okul encümenlerine tayin etmeye başlamıştır. Bulgarlar, Türklerin seçmesi gerekirken, Türk heyetlerinin atamasını kendisi yapmaktadır. Eğer bu uygulamadan vazgeçerlerse de bu sefer Çingene’si çok olan bölgelerdeki Türk kuruluşlarına Çingeneler hakim olacaklardır. Yaşanan bu sıkıntılar içerisinde Bulgaristan Türklerinin tek ümidi Türkiye durumundadır. Göç etmek isteyen Türkler için ise Bulgar makamları; göçerlerse mallarını kaybedebilecekleri, bu nedenle sabretmeleri telkininde bulunmaktadırlar. Fakat zaten Türklerin malları yavaş yavaş ellerinden çıkmaktadır. Bulgaristan’da huzur sağlandığı vakit Türklerin ellerine zaten bir şey kalmamış olacaktır438. Bulgar Türklerinin yaşadığı sıkıntılar TBMM görüşmelerine de yansımıştır: Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu 4 Eylül 1947 tarihinde Dışişleri Bakanı’na; Bulgaristan’da bulunan Türklerin baskı altına alındığı, zorla isimlerinin değiştirildiği, çeteler tarafından baskı kurularak toplu katliamlara maruz kaldıkları, kadınların kıyafetlerine kadar karışıldığı yönündeki duyumlarının gerçeklik payını sormuştur. Dışişleri Bakanı Hasan Saka özetle şu cevabı vermiştir; Bulgaristan’da bulunan 700.000 civarındaki Türk, yönetim tarafından kimi değişiklikler bahane edilerek bazı zamanlarda sıkıntı içerisine düşürülmüş, Balkanlardaki siyasi ve askeri

437Memleket Gazetesi, 3 Ağustos 1947, s. 1. 438 BCA, Dosya: 400-235, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 219.478..12. 80

gelişmelerin, değişimlerin tüm Balkan Türkleri üzerinde bir baskı unsuru yarattığı görülmüştür. Bulgaristan’da yaşayan, dilleri Bulgarca olan ama Türk kökenli olan Pomaklar Bulgarlar tarafından Müslüman ve Bulgar olarak kabul edilmiştir. Türkiye’nin Pomaklar ve diğer Türk ekalliyetler için Balkanlarda ciddi bir tesir oluşturma imkânı, içinde bulunulan şartlarda pek mümkün görünmemektedir. Bakan’ın açıklamaları sonrasında söz alan Tekelioğlu Bakan’ın Balkanlara müdahale etmek için zamanın uygun olmadığı sözlerini eleştirerek, uygun zaman gelene kadar Balkanlarda bir tek Türk’ün kalmayacağını belirtmiştir. Bu nedenle de Balkan Türklerinin Anadolu’ya daveti en kısa zamanda yapılmalıdır439.

2.10.1.1. 1950 Öncesinde Bulgaristan Türklerinin Anadolu’ya Yaptığı Göçler

Bulgaristan topraklarından ilk büyük göç 93 Harbi(1877-1879)döneminde gerçekleşmiştir. Savaş sonrasında Bulgar çeteleri ve Bulgar yönetimi Türkleri göçmeye zorlamışlardır. Göç hareketleri Balkan Savaşlarına kadar kesilmeden devam etmiştir.1912-1913 Balkan Savaşları sırasında Bulgaristan’da bulunan Türkler için ikinci büyük sıkıntılı göç süreci başlamıştır440. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki süreçte, Bulgaristan ile Türkiye arasında 18 Ekim 1925 tarihinde Dostluk Antlaşması ve Oturma Sözleşmesi imzalanmıştır. Anlaşmanın eklerinde yer alan bir maddeye göre iki taraf karşılıklı olarak birbirinin vatandaşlarının haklarını koruma garantisi vermiştir. Bu dönemde Türkiye’de birkaç bin Bulgar nüfusu mevcut iken, Bulgaristan’da bulunan Türk ve Müslüman nüfusu yarım milyonu geçmekteydi. Yine anlaşmaya göre taşınmaz malların sahiplerine iadesi konusunda da yardımcı olunacaktı. Serbest göç ve göç sırasında malların serbest geçişi için imkân da sağlanarak Bulgaristan’da yaşayan Türkler için ekstra bir güvence sağlanmıştı441. 1923 ile 1939 yılları arasında Türkiye’ye gelen göçmen sayısı 198.769 olarak kayıtlara geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı ve savaşı takip eden birkaç yıl içerisinde Türkiye’ye gelen göçmen sayılarında büyük bir düşüş görülmüştür. 1940-1949 yılları arasında gelen göçmen sayısı 21.353 olmuştur. Göçlerdeki düşüşün temelinde, bu zaman dilimi içerisinde Bulgaristan dışına göçün yasak edilmesi öncelikli rol oynamıştır. Yoksa Türklerin Bulgaristan’da rahata kavuştukları için Türkiye’ye gelmedikleri düşünülmemelidir442. Bu süreçte, Bulgarlar göçen Türklere de çok iyi muamelelerde bulunmamışlardır. 1 Ocak 1945 tarihinde Filibe Türk göçmenleri adına Mehmet Şakir tarafından Başbakan Saraçoğlu’na gönderilmiş bir mektup, Bulgarların Türk göçmenlere uyguladıkları baskıların ne boyutlarda olduğunu açıkça göstermiştir. Mektuba göre Bulgar hükümeti, göçmen Türklerin yanlarında para ve eşya götürmelerine kesinlikle izin vermemiştir443.

439 TBMMTD, 4 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 632-634. 440 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 200-207. 441Bayram Akça, “1923-1952 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-1951 Yıllarında Muğla Vilayetine İskan Edilen Bulgaristan Muhacirleri”, ATAM Dergisi, Cilt XVIII, Sayı 52, Ankara Mart 2002, s. 253. (Sayfa aralığı 249-263). 442 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 211-212. 443 BCA, Dosya: 97227, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 117.815..15. 81

Bulgaristan’da bulunan Türklere yapılan baskı arttıkça Türkiye’ye gelenler daha da fazlalaşmıştır. Türkler bir bahane ile işkence ve dayakla karşılaşmışlardır. Bulgaristan halkı da pek rahat edememiş ve sıkıntılar çekmiştir. Beleşka denilen bir karne dağıtılmış, ancak bu karne ile yiyecek ve içecek temin edilebilmiştir. Fakat bu karnelerden yararlanabilmek için komünist olma zorunluluğu getirilmiştir. Eğitim imkânlarından ve mahkemelerden de sadece komünistler istifade edebilmişlerdir. Halk bu baskılar karşısında akın akın komünist partiye katılmak yoluna gitmiştir444. Komünist Vatan Cephesi iktidarı; Türklerden ağır vergiler almış, elde edilen ürünlerin büyük miktarının devlete verilmesi için baskı yapmış, Türk çocukları ağır işlerde zorla çalıştırılmıştır. Türk azınlığın ileri gelenleri 1947 yılında sebepsiz yere tutuklanmaya başlanmıştır. Türk nüfusu sürekli eğitimlerle komünist propagandasına tabi tutulmuştur. Türkler bu bezdirme ve korkutma hareketleri sonrasında Türkiye’ye göç edebilmek için Türk yetkililere ulaşma yolları aramaya başlamışlar ve dilekçeler yazarak Türkiye’ye göndermişlerdir. Göç istekleri karşısında 31 Mayıs 1947 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen bir kararname ile Bulgaristan’dan yapılacak toplu bir göçe hazır olunmadığı açıklanmıştır. Kaçak olarak ve pasaportsuz gelen mülteciler ile Türkiye’deki yakınları tarafından bakımları üstlenecek olan göçmen vizesi sahibi Türklerin kabul edileceği belirtilmiştir. 1950 yılı Ağustos ayına kadar Bulgaristan’da bulunan Türk konsolosları tarafından 26.788 Türk’e vize verilmiştir. Fakat Türkler tarafından gelen vize talepleri karşılanabilir sayının çok üstünde olmuştur445.

2.10.1.2. 1950 Yılında Bulgaristan’dan Yapılan Türk Göçleri

10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan’dan gelen bir nota ile 3 ay içinde 250.000 Türk’ün Türkiye’ye kabul edilmesi istenmiştir. Notanın ardından Türk göçmenler Türkiye sınırına yığılmaya başlamıştır446. Notada, 1925 yılında kabul edilen göç serbestîsine dayanarak ilk etapta da 54.000 civarında Türk’e pasaport verildiği belirtilmiştir. Türk tarafının, anlaşmaya uymayarak göç etmek isteyenlere güçlükler çıkardığı ve Türk makamlarının Bulgaristan’da bulunan Türkleri Bulgar yönetimine karşı kışkırtma girişimlerinde bulundukları suçlaması yapılmıştır. Türkiye’nin göçmenlerin siyasal görüşlerini öğrenmeye ve onlardan bilgi almaya çalışmasından rahatsızlık duyulduğu da nota içinde yer almıştır.447. Türk tarafı ise yıllık ortalama 25-30 bin Türk’ün kabul edilmesi yönünde bir düşünceye sahiptir. Yüz binlerce Türk nüfusunun bir anda Türkiye’ye kabulünün mümkün olmayacağı aşikârdır448. Türklerin bir anda kabul edilmemesinin temelinde ekonomik yetersizlik yatmaktadır. Dönemin Başbakan’ı Adnan Menderes de bu minvalde olmak üzere 18 Ağustos 1950 tarihinde Bulgar notası karşısında şu ifadeleri kullanmıştır: “Şu noktayı belirtmeden geçemeyiz ki, üç ay içinde 250 bin kişiyi kabul edeceksiniz demek, daha ziyade Türkiye üzerinde bir emri vaki yaratmak manasında mütalaa

444Son Saat Gazetesi, 3 Aralık 1946, s. 1. 445 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 214-218. 446 Akça, s. 257-258. (Sayfa aralığı 249-263), Ayrıca Bakınız: Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları(1950-1954), Bilgi Yayınevi, Ankara 1991, s. 95. 447 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 74-75. 448 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 219. 82

olunabilir. Kütle halinde muhacir kabul etmek, bugünkü dünya şartları içinde zengin devletlerin dahi harcı değildir449.” 28 Ağustos 1950 tarihinde Türkiye Bulgar notasına cevap vermiştir. Bu notada; serbest göç hakkının olduğu ama 1925 anlaşmasına göre, göçecek kişilerin kendi mallarının tasarruflarına kendilerinin karar verebilmeleri hakkının da tanındığı hatırlatılmış, Bulgarların Türk mallarına el koyması eleştirilmiş, yapılan göçün anlaşmaya uymadığı izaha çalışılmıştır. Göçmenlere siyasal görüşlerinin sorulması mevzusunda da; Türkiye’nin kendi iç düzenini bozacak kimseleri istememesinin doğal bir hak olduğu belirtilmiştir450. Bulgaristan’dan göçler 1950 yılı Eylül ayında başlamıştır. Gelenlere göre Bulgaristan Türkler için cehennem yerine döndürülmüştür. Bulgarlar vizesiz olarak kafalarına göre Türkleri göndermeye başlamışlar ve Eylül sonuna doğru gelen Türk sayısı 26 bini bulmuştur. Türkiye vizesiz gönderilen göçmenleri geri göndermeye başlamıştır. Göçmenler perişan hallere düşmüşler, Kapıkule’den Edirne’ye kadar olan 20 kilometrelik yolu yaya yürümek zorunda kalmışlardır. Bu sırada BM özel komisyonunda Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’ın insan haklarına saygılı davranmadığı görüşülmüştür. Türk delegesi Muharrem Nuri Birgin, Bulgarların Türklere yaptığı zulmü komisyona taşımış ama BM’nin bu konuda pek de yaptırımı olmamıştır451. 22 Eylül 1950 tarihinde Bulgarlar ikinci bir nota daha vermişlerdir452. Bu yeni notada; Bulgaristan’da bulunan Türklerle ilgili Türkiye’de yapılan haberlerin abartılı olduğu, Türklerin durumunun bahsedildiği gibi olmadığı belirtilmiş ve Türkiye’nin esas olarak kendi durumuna bakmasının gerektiği hatırlatılarak Türkiye’nin durumu şöyle tarif edilmiştir: “Halen Türkiye’de halkın yüzde 83’ü cahildir. Mektep çağında olan çocukların ancak yüzde 50’si mektebe gitmektedir. Köy halkı hayatı boyunca sıhhi yardımdan mahrum kalmıştır. Her sene 400 bin kişi bu alakasızlıktan ölmektedir. Türkiye’de yüz binlerce köylünün bir karış toprağı yoktur. Bunlar büyük çiftlik sahiplerine ırgat olarak çalışmak zorundadırlar453.” Türkiye 16 Ekim 1950 tarihinde sert bir cevap notası göndermiştir. Türk notasının içinde yer alan ifadelerden bazıları özetle şu şekildedir: Bulgaristan’dan Türkiye’ye normal seyrinde devam eden göçlere bir tepki gösterilmemiş ama bu iş bir tehcire dönüşünce müdahale zorunluluğu hissedilmiştir. Bulgaristan uzlaşma yaklaşımlarına olumlu cevap vermemiştir. Bulgarlardan beklenen, adalete ve verilen taahhütlere uyularak bir anlaşmaya varılabilmesidir. Karşılıklı bir anlaşmaya varılması öncelikli tercihtir. Eğer bu olmaz ise sorun uluslararası ortama taşınacaktır454. Bulgaristan yönetiminin kısa süre içerisinde çok sayıda Türk’ü göçe zorlamasının nedenleri konusunda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Türk kamuoyuna göre Bulgarların Türkleri göçe zorlamasının temelinde, Rusların da kışkırtmasıyla, Türk tarafını ekonomik anlamda zora sokmak yatmaktadır. DP iktidarı tarafından Kore Savaşı’na Türk birliğinin gönderilmesi

449 Halit Tanyeli ve Adnan Topsakallıoğlu, İzahlı Demokrat Parti Kronolojisi, Cilt 2, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958, s. 16. 450 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 75. 451 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 96. 452 Akça, s. 258-259 . (Sayfa aralığı 249-263) 453Zafer Gazetesi, 23 Eylül 1950, s. 4. 454Zafer Gazetesi, 17 Ekim 1950, s. 4. 83

karşısında Türk tarafı zor durumda bırakılarak iktidarın gücü zayıflatılmak istenmiştir. Ayrıca Bulgarların, Türkiye için zararlı olabilecek kişileri de göçler sırasında Türkiye’ye sokabilme planları mevcuttur455. Göçlerin nedenlerinin ne olabileceği noktasında Mümtaz Faik Fenik gazetedeki köşesinde üç tahmin yürütmüştür. Bu tahminler şu şekildedir: “ 1. Bulgaristan bu tehcire ya Türkleri tasfiye için başvurmuş ki, bu düpedüz bir ırkçılıktır. Ve Hitlerin takip ettiği faşizmin komünist sistemin de bir tezahürüdür. 2. Bu hareketle Türklerden bir intikam almak arzusu görülmekte ve bu da şu aralık ayrıca bir siyasi manevra olarak kullanılmaktadır. 3. Veyahut bu 250 bin Bulgar Türkü içinde Türkiye’ye geniş ölçüde komünist sokmak arzusunu gütmekte ve bu arada masum Türkleri de ayrıca çok kuvvetli bir baskı altında bulundurmaktadır456.” Göçün nedenleriyle ilgili olarak Mümtaz Faik Fenik kaleme aldığı diğer bir yazısında; Bulgarların 250.000 Türk’ü apar topar sınır dışı ederek Türkiye’ye gönderme nedenlerini bu kez şöyle sıralamıştır: “ 1. Bulgaristan’daki hakiki Türklere zulüm için onların malları-mülkleri üzerine oturmak, 2. Mustahsil olmayan bir takım Kıptileri bu arada Türkiye’ye göndererek bizim başımıza bela etmek, 3. Bir takım kızıl ajanları da memleketimize sokarak, beşinci kolu faaliyete geçirip tahrikler yapmak, 4. Ve nihayet Türkiye’yi en kısa bir zamanda bu 250 bin kişiyi iskan ve iaşe etmek mecburiyeti altına sokarak bize büyük bir gaile yüklemek457.” New-York Times ise göçlerin nedeni ile ilgili olarak şu şekilde bir değerlendirme yapmıştır: “Açıkça anlaşıldığı gibi Bulgarlar, Doğu hudutları yakınında oturan, ayrı bir din, dil ve ananeye sahip, komünist aleyhtarı ve Bulgarlarla kaynaşmaları imkânsız olan bir azınlıktan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bulgarlar, muhakkak ki, Türkiye'yi müşkül bir duruma düşürmek ve Batılı devletlerin Yakın Doğu'daki mevkilerine zarar verdirmek istemektedirler. Bu, komünistlerin yap- makta gitgide büyük bir marifet kazanmakta oldukları kötülüklerden biridir. Birleşik Amerika'nın bu meselede oynayabileceği rol, Türkiye'yi desteklemek olacaktır458.” Washington Associated Press Haber Ajansı da konuyla ilgili yorumda bulunmuştur. Ajans özetle şu ifadeleri kullanmıştır; Sovyetler Birliği ve peykleri topraklarında yaşayan Müslümanlara karşı bir yok etme çabası içerisine girmişlerdir. Bulgarların ülkelerinden 250.000 Türk’ü sürmek istemesinin bu hareketin bir parçasını oluşturduğu görülmektedir. Bulgarların Moskova’dan habersiz böyle bir işe girişemeyeceği aşikârdır459.” Bulgaristan milletvekillerinden olup, ülkesini terk ederek Türkiye’ye sığınan Mil Antonof ise Bulgarların Türkleri sınır dışı etmesinin sebebini şu şekilde açıklamıştır: “Bulgaristan’ın oradaki Türk azınlığı istememesine sebep, ırkdaşlarınızın pek azimli ve birbirine bağlı

455 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…, s. 223. 456 Mümtaz Faik Fenik, “Bulgaristan’daki Türklerin Tehciri”, Zafer Gazetesi, 12 Ağustos 1950, s. 1-8 457 Mümtaz Faik Fenik, “Bulgarların Yeni Bir Küstahlığı”, Zafer Gazetesi, 24 Eylül 1950, s. 4. 458Ayın Tarihi, 11 Kasım 1950. 459Ulus Gazetesi, 23 Eylül 1950, s. 1. 84

olmalarıdır. Şahsi kanaatime göre, Bulgar hükümeti birkaç seneden beri harbe hazırlanmaktadır. Bu hazırlık diğer peyk memleketlerle hemahenk olarak ilerlemektedir. Görünüşe nazaran, Ruslar bir harp vukuunda Bulgaristan’ı diğer peyklerin öncüsü olarak kullanmak istemektedirler. Kolayca tahmin edileceği gibi, son tehcir harekâtı yukarda bahsettiğim olaylarla yakından alakalıdır460.” Bahsedilen nedenlerin dışında olmak üzere göçe zorlama sebebi olarak şöyle bir yorum getirilebilir; Bulgarlar tarım konusunda reform yaparak tarımı modernleştirmişler ve makineye kavuşmuşlardır. Tarım alanlarına sahip Türklerin topraklarına da el koymuşlar ve çok sayıda Türk işsiz kalmıştır. Bu işsizlik yükünün ülkeden atılması için tehcir hareketi bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür461. Göç dalgası devam ederken çeşitli sıkıntılar da baş göstermiştir. Konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanı Rükneddin Nasuhioğlu 27 Eylül 1950 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda Bulgaristan’dan gelen göçmenlerle ilgili yaşanan sıkıntıları dile getirmiştir. Bakan, Bulgaristan’a defalarca geri gönderilmelerine rağmen Çingenelerin geri iade edildiği, bu insanların sayılarının 1.146 olduğu ve Karaağaç’ta bulunan göçmen evlerinin yanındaki harabe kışlada yaşamaya çalıştıklarını anlatmıştır. Bu kişiler içerisinden 260 kişinin Türk kökenli olduğunun tespit edildiği, Çingenelerin durumlarının çok da iyi olmadığı, bu kişilerin Bulgaristan’a iade edilip içlerinde Türk olanların usulüne göre vize alarak tekrar gönderilmesinin uygun olacağı, Bulgaristan’ın gönderilenleri kabul etmemesi durumunda bu konuda en kısa zamanda bir kararın verilmesinin zaruri olduğu bildirilmiştir462. Türkiye 7 Ekim 1950 tarihinde Bulgaristan sınırını kapatmıştır. Kapatma nedeni ise Bulgaristan’ın 1925 Antlaşmasına zıt olarak Türk olmayan unsurları da Türkiye’ye gönderme girişimleri olmuştur. Son olarak 97 Çingene vizesiz olarak Türkiye’ye gönderilmek istenmiş, Türkiye bunları geri çevirmiş, Bulgaristan bu kimseleri geri almayınca şahıslar arada kalmıştır. Bulgaristan’ın vizesiz göçmenleri geri alıncaya kadar sınırın kapalı kalması kararlaştırılmıştır463. Bulgaristan Türkiye’ye 22 Ekim 1950 tarihinde yeni bir nota daha göndermiş, Türkiye’nin sınırlarını kapatması dolayısıyla Türk tarafında kalan 130 üzerinde vagonun Bulgaristan’ı maddi zarara soktuğu belirtilmiş ve bunların derhal gönderilmesini istemiştir. Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise yaptıkları açıklamada; Türkiye’nin de Bulgaristan topraklarında vagonlarının kaldığını, Türkiye’de kalan Bulgar vagonlarına el konulmadığını, Bulgarların öncelikle Türkiye’ye vizesiz olarak gönderdikleri ve Türkiye’nin geri gönderdiği göçmenleri topraklarına kabul etmesi gerektiğini bildirmiştir464. Türkiye sınırı kapatmanın yanı sıra konuyu uluslararası platforma taşıma yolunu da bir tehdit olarak ortaya atmıştır. Konunun BM’ye götürüleceği endişesi sınır kapatılmasına eklenince Bulgar tutumunda bir yumuşama gerçekleşmiştir. 2 Aralık 1950 tarihinde Bulgaristan’la, Türk isteklerinin kabul edildiği bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre

460Cumhuriyet Gazetesi, 23 Eylül 1950, s. 1. 461 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 71-72. 462 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.99..11. 463Zafer Gazetesi, 8 Ekim 1950, s. 1., Ayrıca Bakınız: Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 77. 464Zafer Gazetesi, 23 Ekim 1950, s. 1-4. 85

Bulgaristan Türkiye’nin giriş vizesi verdiği kadarıyla Türk’e çıkış vizesi verebilecektir. Bulgar hudut güçleri vizesiz geçiş konusunda sıkı önlemler alacaklardır. Vizesiz geçiş yapanlar yakalanırsa Bulgaristan’a geri gönderilecek ve Bulgaristan bu kişileri kabul edecektir. Daha önceden vizesiz olarak Edirne’ye gelen Çingene oldukları tespit edilen 360 kişi geri gönderilecektir. Bu anlaşmaya bağlı olarak 2 Aralık 1950 tarihinde Türk- Bulgar sınırı yeniden açılmıştır465. Türkiye Bulgaristan’dan gelecek olan Türkler için şart olarak, geldiklerinde devletten bir yardım istemeyecekleri sözünü vermelerini istemiştir. Bulgaristan Türkleri de devletten yardım istememek için Türkiye’deki yakınlarıyla irtibata geçmiş, onların kendilerine yardım etmelerini ve bu konuda bir taahhüt vermelerini sağlamaya çalışmışlardır466. Bu ön şarta rağmen Türkiye, devam etmekte olan ve yüksek rakamlara ulaşan göçler karşısında gereken tedbirleri almak için büyük gayretler içerisine girmiştir. Göçmenlerin durumlarıyla alakadar olmak ve gereken tedbirleri almak adına Devlet Bakanlığı bünyesinde bir komisyon kurulmuştur. Dönemin Devlet Bakanı Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu başkanlığındaki komisyonda; Dışişleri, İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım, Çalışma ve Maliye Bakanlıklarından temsilciler yer almıştır467. 8 Kasım 1950 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında ise Bulgaristan’dan gelecek olan göçmenlerle ilgili olarak: “Gelecek göçmenlerin sanat, meslek ve ziraat konularındaki ilgilerine ve geldikleri bölgelerin iklimlerine dikkat edilerek uygun illere o ilin alabileceği kapasite kadar dağıtılması; İllerle ilgili, valilerin bildirecekleri rakam kadar göçmenin yerleştirilmesi işleminde izdihama yol açmadan gereken hazırlıkların valiler tarafından yapılması; Göçmenlerin bakım ve barındırılması, en kısa sürede kendilerini geçindirebilecek duruma gelmeleri adına yardımcı olmak amaçlı il merkezlerinde göçmen komisyonu(valiler bizzat başkanı olacaklardır), diğer yerleşim yerlerinde ise yardım komitesinin kurulmasının sağlanması” kararlaştırılmıştır468. Göçmenlerin sağlık, nakil, iaşe ve iskân ihtiyaçları için Celal Bayar himayesi altında “Göçmen ve Mültecilere Türkiye Yardım Birliği” kurulmuştur. Dernek yaptığı ilk toplantıda bir beyanname tespit etmiştir. Dernek başkanı Refik Koraltan tarafından duyurulan beyannamede; Çeşitli anlaşmalarla sınırlar dışında kalmış olan Türklerin yaşadığı sıkıntıların büyük olduğu, bu soydaşların Türkiye’ye kabulü sonrasında ortaya çıkan ve çıkacak olan maddi külfetin karşılanması için tüm halkın yardımının talep edildiği belirtilmiştir469. Gelen göçmenler içerisinde çiftçilikle uğraşan ve kırsala yerleştirilenler önemli başarılar sağlayarak kısa zamanda Anadolu’ya uyum sağlamışlardır. Büyük şehirlere yerleştirilenler ise zaman zaman sıkıntılar yaşasalar da çalışkanlıkları ve azimleriyle uyum sağlamayı başarmışlardır. Komünist tarafı ise Türkiye’ye bela olacağı düşüncesiyle gönderdikleri Türklerin verimli olduklarını görünce göçü durdurmak zorunda kalmıştır470. Türkiye yüksek sayıda göçmen kabul ettiği bu süreçte uluslararası manada bir ilgisizlikle karşılaşmıştır. Marshall Yardımı çerçevesinde 30 milyon lira gönderilmiştir. Amerikan

465 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 78-79. 466Son Saat Gazetesi, 24 Temmuz 1949, s. 1. 467Zafer Gazetesi, 10 Ekim 1950, s. 1. 468 BCA, Dosya: 76-631, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 124.83..7. 469Zafer Gazetesi, 22 Aralık 1950, s. 1-4. 470 Yalman, s. 1540-1541. 86

İktisadi İşbirliği İdaresi ise 4 milyon lira değerinde ayni yardımda bulunmuştur. Göçmenlerin yerleştirilmesi için yapılan harcamaların büyük bir çoğunluğu ise Türkiye’nin sırtına yüklenmiş, halk da yaptığı yardımlarla hükümete destek olmaya çalışmıştır. Bulgar göçü sırasında ABD’nin en büyük yardımı yapması Türkiye’de ABD’ye olan sempatiyi artırmıştır471. Amerika Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Michael McDermott'un yayımladığı bir tebliğde, Bulgaristan'dan hep beraber çıkarılmak tehlikesi ile karşı karşıya olan Müslüman Türkler hakkında Amerika'nın duyduğu sempati belirtilmiştir. McDermott: “Türk Hükümetinin güvenlik sebepleri yüzünden muhacirlerin girmesine mâni olmaya hakkı vardır” diyerek ifadelerine şöyle devam etmiştir : “Türk Hükümeti bu meseleyi iki taraf arasında halletmek için her türlü gayreti sarf edeceğini belli etmiş olup defalarca Bulgar Hükümeti’nden teklifini yatıştırıcı bir tarzda yeniden gözden geçirmesini istemiştir. Dışişleri Bakanlığı meselenin gidişatını dikkatle takip etmekte ve Türkiye'nin vaziyeti hakkında büyük bir sempati duymaktadır472.” Türkiye’ye diplomatik anlamda en ciddi destek Avrupa Konseyi tarafından gelmiştir. Roma’da 1950 yılı Kasım ayında dışişleri bakanları seviyesinde Avrupa Konseyi toplantısı gerçekleşmiştir. Konsey Türkiye Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’yü dinlemiş, eldeki notalar da dikkate alınarak 3 ay içinde 250 bin kişinin göç ettirilmesi isteği konsey tarafından protesto edilmiştir. Protesto metninde, bu girişimin Avrupa’nın hür memleketlerinde iktisadi sıkıntılar ortaya çıkarma amacı güttüğü belirtilmiştir. Bulgaristan’ın tehcir konusunda yeni bir karar almaması, iki tarafın uygun şartlar içinde bir anlaşma imzalayana kadar malların tasfiye edilmemesi önerilmiştir473. 1950 yılı içerisinde Bulgaristan’dan Türkiye’ye 12.233 aile ve toplamda 52.185 nüfus göçmüştür474. Göç miktarı 1951 yılı sonlarına doğru azalma gösterse de bitmemiştir. Bulgarlar vizesiz, sahte vizeli ve Çingene olan kişileri de Türkiye’ye göndermeye devam edince sınırlar yeniden kapanmıştır475. 30 Kasım 1951 tarihinde Bulgar Hükümeti Türkiye’ye olan göçleri durdurduğunu açıklamıştır. 1950 yılı Ocak ayı ile 1951 yılı Aralık ayları arasında toplam 154.393 kişi Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiştir. Bulgaristan’ın göç yasağı sonrasında 1968 yılında imzalanan göç anlaşmasına kadar Türkiye’ye göçler durmuştur476.

2.10.1.3. Dönem İçerisinde Gerçekleşen Diğer Göçmen Olayları

Sadece Bulgaristan’da değil, Yunanistan ve Yugoslavya’daki Türklere karşı da 1945- 1950 yılları arasında kötü davranıldığı görülmüştür. Bu sebeple İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği gösteriler yapmış ve Başbakan’a telgraflar çekmişlerdir477. Yunanistan’da iç savaş dolayısıyla Türkler büyük sıkıntılar

471 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 80-81. 472Ayın Tarihi, 3 Kasım 1950. 473Zafer Gazetesi, 5 Kasım 1950, s. 1-4., Ayrıca Bakınız: Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 97. 474 Akça, s. 258-259 . (Sayfa aralığı 249-263) 475 Sander, Balkan Gelişmeleri…, s. 79. 476 Şimşir, Bulgaristan Türkleri…,s. 226-228. 477 Jacob M. Landau, Pantürkizm, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1999, s. 193. 87

yaşamışlardır. Özellikle komünist çeteler Türklere karşı şiddet uygulamışlardır. Bu konu ile ilgili Son Saat Gazetesi’nde şu şekilde bir haber çıkmıştır: “Batı Trakya’daki Yunan komünist çetelerinin baskısından kaçan Türk halkının yurdumuza dönüşü büyük bir sefalet ve perişanlık içinde devam etmektedir… Sınırı aşarak Türkiye’ye kaçan mülteci ırkdaşlarımız çetelerin Yunanistan’da yaptıkları mezalimi anlata anlata bitirememektedirler. Türklerden hududu geçemeyenler öldürülmektedir478.” Bu süreçte Türk köyleri de büyük zarar görmüştür. Batı Trakya’da bulunan Türk yerleşimlerini basan Yunan çeteleri zaten fakir olan Türklerin ellerinde bulunan yiyecek ve giyecekleri yağmalamışlardır479. Yunanistan Başbakanı Konstantinos Tsaldaris, ABD maddi desteğini kazanmak amacıyla 19 Aralık 1946 tarihinde ABD’ye gitmiştir. ABD’li yetkililer Yunan Başbakanı’na, Türkiye ile yakınlaşmaları yönünde tavsiyelerde bulunmuşlardır. İki ülke arasında başlayan yakınlaşma ile birlikte Türkiye’de bulunan Rum azınlık ve Batı Trakya’da bulunan Türk azınlık rahat bir nefes almıştır480. Dışişleri Bakanı Hasan Saka, Batı Trakya’da sıkıntı içerisinde bulunan Türklerin durumlarıyla ilgili Meclisin 4 Eylül 1947 tarihli oturumunda bir izahat vermiştir. Bu konuşmasında öne çıkan ifadeler şunlardır: Yunanistan’ın işgali dolayısıyla Batı Trakya’da yaşayan Türklerin huzuru kaçmış ve sıkıntı içine düşmüşlerdir. Türkiye’nin Batı Trakya’da yaşanan karışıklıklardan yararlanarak bölge üzerinde siyasi amaçlar güttüğü yönünde propaganda yapan komünist yabancı basın sürekli çalışmaktadır. Özellikle ABD yardımı ön plana çıkarılarak yapılan propaganda üst seviyelerdedir. Yunanistan hükümeti ise hem kendi hem de Türklerin huzurunu sağlamak için çaba sarf etmektedir. Bu konuda bir ayrımcılık görülmemiştir481. Romanya’da da Türkler büyük sıkıntı içerisine düşmüşlerdir. 22 Ocak 1948 tarihinde Funda Gazetesi’ne Romanya Köstence’den gelen bir mektupta, burada bulunan Türklerin durumları şu şekilde izah edilmiştir: “Bilhassa Köstence’de Türklere hiçbir hak tanınmamakta ve suçlu nazarıyla bakılmaktadır. Rus işgal kuvvetleri daima her yerde Türklere zulüm etmektedirler. Türk örf ve âdetini yıkmak için her türlü baskı yapılmakta, boyun eğmeyenler caddelerde sürüklenerek meçhul bir semte götürülmektedirler. Son üç gün içinde Türk kardeşlerimizden 124 kişinin Sibirya’ya sürüldüğü haberini aldık. Sıra yarın değilse öbür gün muhakkak bize gelecektir. Irz ve namusumuzu komünist canavarlardan kurtarmak için burada başvuracak hiçbir çaremiz yoktur. Türklüğümüzü her ne pahasına olursa olsun muhafaza edeceğiz482.” Konumuz kapsamında olması itibariyle, 1945-1950 yılları içerisinde dışarıdan Türkiye’ye yapılan göçlerin genel tablosuna bakmak uygun olacaktır. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre göçmen şeması şu şekilde oluşmuştur:

478Son Saat Gazetesi, 26 Eylül 1946, s. 1. 479Tanin Gazetesi, 4 Aralık 1946, s. 1. 480 Keser, s. 139-142. 481 TBMMTD, 4 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 630-632. 482Funda Gazetesi, 9 Şubat 1948, s. 2. 88

Tablo 1. 1945-1950 Yılları Arasında Türkiye’ye Gelen Göçmenler483.

Yıllar 1934-1945 1946 1947 1948 1949 1950 Sığınanlar 12.612 2.864 3.735 6.100 1.767 - Bulgaristan 112.832 561 357 280 1.496 52.185 (Göçmenler) Romanya 87.444 1 6 11 2 - (Göçmenler) Yugoslavya 8.919 3 38 1 8 - (Göçmenler) Diğer Ülkeler 9.063 312 229 853 177 - (Göçmenler) Toplam 230.870 3.741 4.365 7.245 3.450 52.185 Not: Bulgaristan’dan göçenlerin 1946-1949 yılları arasında düşük sayıda görünmesinin sebebi, verilen rakamların sadece resmi izinle ülkeye girenleri kapsamasından kaynaklanmaktadır. Sığınanların içerisinde Bulgaristan’dan gelenlerin çok fazla olduğu dikkate alınmalıdır.

2.10.2. Türkiye-Yunanistan İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan Almanlar tarafından işgal edilince Yunan Kralı ve hükümeti ülkeyi terk ederek mücadeleye dışarıda devam etmeye başlamışlardır. Halk ise oluşturduğu düzensiz birliklerle Almanlara karşı mücadele etmiştir. İngiltere 1944 yılında Yunanistan’ı Almanların elinden kurtarmış ama bölgede düzeni sağlayamamıştır484. General Markus yönetiminde örgütlenen komünistler “Özgür Yunanistan” adında bir hükümet kurmuşlardır. Sovyetler Birliği bu hükümeti desteklemiştir. İngiltere ve ABD’nin desteklediği monarşik yönetimle iç savaş başlamış ve bu iç savaş 1949 yılına kadar sürmüştür. Savaşı kral yanlıları kazanmış ama ülke oldukça fazla yıpranmıştır. Türkiye Yunanistan’a yiyecek yardımında bulunarak aradaki düşmanlığı bir kenara bırakmıştır485. Komünistlerin direnişi sırasında Türkiye’den Yunanistan’a giden Mihri Belli komünist yanlılarının yanında yer alarak Türkiye’nin tutumu dışında bir profil çizmiştir. Belli, direnişçiler içerisinde bulunan Türk asıllılar için alfabe hazırlama ve bilinçlendirme görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca köken olarak Türkiye’den gelme Yunanlıların etkilenmesinde de önemli görevler almıştır. Türkiye’de ise Yunanistan’da yaşanan olayların içeriği anlaşılmaya çalışılmıştır. Türkiye kralcılar taraftarı bir görüntü sergilemiş ve kuzey komünist direnişçilerini çeteciler olarak nitelemiştir. Türkiye’de yaşayan komünistler ise olaya tabii ki tam tersi bir cepheden bakmıştır486.

483T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı1959, Ankara 1959, s. 111. 484 Sözüöz, s. 53. 485 Saray, Türkiye ve Yakın…, s. 25-26. 486 Öymen, s. 313-316. 89

Rumlar için önemli bir yere sahip olan Patriklik seçimi de iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Savaş sırasında ve sonrasında Balkan Ortodoks öğelerini etkisi altına almak isteyen SSCB, Türkiye’de bulunan Fener Rum Patrikliğinin Türkiye’nin baskısı yüzünden görevini yerine getiremediğini, Rum Patriğinin tüm Ortodoks kiliseleri tarafından seçilmesi gerektiğini ortaya atmıştır. Konunun SSCB tarafından kullanılmaya çalışılması üzerine ABD de taraf olarak müdahil olma yolunu seçmiş ve 1948 yılında Fener Rum Patrikliğine kendi tarafından desteklenen Aristokles Spiru Athinagoras’ın seçilmesini sağlamıştır. Türk dostu olarak tanıtılan yeni Patrik aynı zamanda tüm Hıristiyan kiliselerini birleştirmeye çalışan ve komünizm karşıtı bir şahıs olarak tanınmıştır. 26 Ocak 1949 tarihinde Başkan Harry Truman’ın uçağıyla Türkiye’ye gelen Patrik, Rum halkı ve gazeteciler tarafından karşılanmıştır. Patrik Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını göstermek için önce Taksim’de bulunan Cumhuriyet Anıtı’na çelenk koyduktan sonra patrikhaneye gitmiştir487. Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi adına İkinci Dünya Savaşı ardından bir ticaret anlaşması da yapılmıştır. 1 Haziran 1945 tarihinde imzalanan Ticaret ve Ödeme Anlaşması ile takas ya da dövizle karşılık olmak üzere iki ödeme şekli üzerinde anlaşılmıştır488. 1948 yılında imzalanan diğer bir ticaret anlaşması ve Yunanistan’da 1947 yılında kurulan Türk-Yunan İşbirliği Komitesi iki ülke arasındaki askeri, kültürel ve ekonomik yakınlaşmaya olumlu katkılar sağlamıştır489. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir süreç yaşanmış olsa da, Yunan tarafında hala eski davaların sürdürülmesi yönünde kıpırdanmalar mevcut olmuştur. Anadolu topraklarından yıllar önce çıkarılmalarına rağmen bunu unutamayanlar, Oniki Ada davasının savaş sonrasında yeniden gündeme gelmesi ve ardından Kıbrıs sorunu ilişkileri zaman zaman gerginleştirmiştir. Yunanlıların Anadolu topraklarını unutamadıklarının bir göstergesi olarak Atina’da çıkmakta olan ve Yunan başbakanının gazetesi olarak bilinen To Vima Gazetesi’nde 23-24-25 Aralık 1947 tarihlerinde yayınlanan üç makaleye bakmak uygun olacaktır. Bu makalelerde, ismi verilmeyen bir yazar tarafından Türkiye ile ilgili olarak bazı görüşler dile getirilmiştir. Yazara göre Rumlar 1922 yılına kadar Anadolu topraklarında geçimlerini rahatça sağlarken, batı devletlerinin zoruyla kabul edilen bir antlaşma sonrasında bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardır. Yunanistan halkı geçimini sağlamakta zorluk çekerken, Türkiye tarım ürünü ihracatı yapmaktadır. Aradan geçen 25 yıl içinde Türkler Rumların bıraktıkları yeri dolduramamış ve bu nedenle Türklerin Rumlardan daha aşağı bir ırk olduğu anlaşılmıştır. Rusya nüfuzu altında bulunulmuş olsaydı, Ruslar Rumların Anadolu’dan yararlanmasına imkân sağlayabilirdi. Şimdi nüfuzu altında bulunulan ABD’de aynı işi yapmalı ve Anadolu’dan Rumların da yararlanması imkânı sağlamalıdır490.

487 Fırat, s. 584-585. 488 TBMMTD, 9 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21, Ekler Bölümü s. 4-5., Ayrıca Bakınız: Sakin ve Salep, s. 90. 489 Fırat, s. 584. 490 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 101.625..11. 90

2.10.2.1. Kıbrıs Meselesi Çerçevesinde Türk-Yunan İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin yanında yer alan Yunanistan, savaş sonrasında İngiltere’den Kıbrıs’ın kendilerine bağlanmasını(enosis) istemeye başlamıştır491. 1945 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Yunan Kral Naibi Damaskinos’un, gazetecilere verdiği demeçte yer alan, Oniki Ada ile birlikte Kıbrıs’ın da Yunanistan’a verilmesi gerektiği hususundaki iddiası, Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki düşüncelerini açıkça ortaya koymuştur492. 1933 yılında Başpiskoposluk görevine getirilen Leontios da bir Rum delegasyonuyla 1946 yılında Londra’ya gitmiştir. Heyetin amacı Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi noktasında İngiltere’ye muhtıra vermektir. Leontios’a göre Ada Türkleri İngilizler tarafından Yunanistan’a karşı kışkırtılmaktadır. Bu durum İngiltere’nin Yunanistan’a karşı oynadığı bir oyundur. Ziyaret sonrasında İngiltere’den gereken desteği göremeyen ve hayal kırıklığına uğrayan Rumlar, sistemli bir şekilde amaçları uğruna çalışamaya devam edeceklerini belirterek geri dönmüşlerdir493. Kıbrıs üzerindeki Yunan isteklerinin artmasında en önemli etki, Oniki Ada sorununun çözüm şeklinden kaynaklanmıştır. 1947 yılında İtalya ile Müttefik Devletler arasında imzalanan Paris Antlaşması ile Oniki Ada’nın Yunanistan’a bırakılması, sıranın Kıbrıs’a geldiği düşüncesini Rumlar arasında yaymıştır. Bu süreçte Türkiye, Ada’da İngiliz hâkimiyeti bulunduğu için Kıbrıs konusunda sessiz kalmayı seçmiştir494. Türkiye’nin bu tutumuna karşın, enosis propagandalarının bir sonucu olarak Yunanistan parlamentosu 27 Şubat 1947 tarihinde aldığı bir kararla Yunanistan’la Kıbrıs’ın birleşmesi gerekliliğini kabul etmiştir495. 31 Aralık 1948 tarihinde Başpiskopos Makarios496 imzasıyla yayınlanan bir beyannamede şu ifadeler yer almıştır: “Bizler, İngilizlerden hakkımız olan ve milli kurtuluşumuz olan enosisi, sadece enosisi istemekteyiz. Bizim bu hedefimize yeryüzünde hiçbir güç engel olamayacak, yolumuzu kesemeyecektir497.” Kıbrıs’ta kısmen özerk bir yönetim şeklini uygulamak isteyen İngiltere, 1947 yılında Vali Lord Winster’in öncülüğünde ve Başyargıç Sir Edward Jackson başkanlığında bir Danışma Meclisi oluşturmuştur. Danışma Meclisi’nin görevi, uygulanması düşünülen yeni yönetim şekli ile ilgili Anayasayı hazırlamak ve öneriler sunmaktır. Meclis’e Kıbrıs Rumlarından komünizm yanlısı olanlar ile Türkler de katılmıştır. Kilise, muhtariyet önerilerine enosis’in mezarı olur düşüncesiyle karşı çıkarak Meclis’i boykot etmiş, Kilisenin bu baskısı karşısında Rum temsilcisi komünist üyeler de Meclis’i terk etmişlerdir. Rumların bütün olumsuz tavırlarına rağmen İngiltere,

491 Saray, Türkiye ve Yakın…, s. 62. 492 Serdar Sakin ve Sabit Dokuyan, Kıbrısve 6-7 Eylül Olayları(Menderes ve Zorlu’nun Tarihi Sınavı), IQ Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 33 493 Fikret Kürşad, Mustafa H. Altan ve Sabahaddin Egeli, Belgelerle Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, Kutsun Yayınevi, İstanbul 1978, s. 110. 494 Sebahattin Özel, “Birinci Dünya ve Milli Kurtuluş Savaşları İle Sonrasında Kıbrıs Türklerinin Genel Durumu”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi(Haz: Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu),TATAV Yayınları, İstanbul 2001, s. 168-169.(Sayfa aralığı 159-170), Ayrıca Bakınız: Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyutuyla Türk-Yunan İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 129., Durmuş vd., Cilt 2, s. 483. 495 Keser, s. 151-152. 496 1947 yılında Başpiskopos Leontios ölünce yerine II. Makarios Myrıantheus getirilmiştir. Kürşad, s. 110. 497 Kürşad, s. 116. 91

Başyargıç ve aynı zamanda oluşturulan Danışma Meclisi Başkanı olan Sir Jackson’a bir Anayasa taslağı hazırlatmıştır. 7 Mayıs 1948’de açıklanan bu tasarıda; Adanın içişlerine Kıbrıslıların katılması, 21 yaşını geçmiş ve etnik kökeni ne olursa olsun İngiliz uyruğunda bulunan erkeklere genel seçim hakkı verilmesi, Türklere ve Rumlara nüfus oranlarına göre yasama organına katılma izni tanınması, yürütme erki ile savunma, dış işleri ve azınlıkların özel haklarının valinin denetimine bırakılması gibi maddeler yer almıştır. Yine bu Anayasaya göre 22 kişilik Yasama Meclisi’nde; üyelerin 18’i Rum, 4’ü Türk olacaktır. Dört kişiden oluşacak yürütme kurulunda da bir Türk üye bulunacaktır. Yasama Meclisi, Kıbrıs’ın statüsü hariç, her konuyu görüşebilecektir. Bu Anayasa tasarısı 20 Mayıs 1948 tarihinde Sir Edward Jackson’un başkanlığında 10 Rum, 7 Türk ve 1 Maronit’ten (Kıbrıs’ta yaşayan etnik bir grup) oluşan 19 kişilik Danışma Meclisi’nde görüşülmüş, Rumların özerk bir yönetim şeklinin enosis’i engelleyeceği düşüncesiyle çalışmaları yine sabote etmeleri ve self-determinasyonu savunmaları ile sonuçsuz kalmıştır. Rumların enosis isteği sonucu Danışma Meclisi dağılmıştır498. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kıbrıs Türkleri ile Anadolu Türkleri arasında etkileşim hız kazanmıştır. Türk yolcu ve yük vapurları düzenli olarak Kıbrıs’a gitmeye başlamıştır. Öğretmen ve öğrenci gruplarının karşılıklı ziyaretleri ilişkileri iyi yönde etkilemiştir. 1948 yılı Temmuz ayında 54 kişilik öğretmen, vekil ve gazeteci grubu Kıbrıs’ta coşkuyla karşılanmış ve 15 günlük bu ziyaret karşılıklı ziyaretlerin artarak devamına imkân sağlamıştır. Geziye katılan Çorum Milletvekili Hasan Ilgaz dönüşte Cumhurbaşkanı İnönü ile görüşerek Ada’da bulunan Türklerle daha fazla ilgilenilmesi gerektiğini iletmiştir. İnönü de Kıbrıs Türklerinin Anadolu’ya olan bağlılıklarından duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir499. Kıbrıs halkı da Rum girişimleri konusunda Türkiye’nin ilgisini canlı tutma çabalarında bulunmuştur. Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı aleyhinde Ada Türkleri tarafından 28 Kasım 1948 tarihinde Lefkoşa’da yapılan Ayasofya mitingi hakkında Dr. Fazıl Küçük imzasıyla İsmet İnönü’ye gelen 2 Aralık 1948 tarihli telgrafın içerisinde mitingle ilgili bilgi verilmiştir. Telgrafta; 15 bin kişinin katıldığı bu miting ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması ya da muhtariyet istenmesi yönündeki Kıbrıslı Rumların taleplerinin reddedildiğini bildirmiş ve bu durumun Ada huzurunu bozacak ve Ada’daki Türk varlığını mahvedecek bir gelişme olacağı ifade edilmiştir500(EK 6). Türk basını da Kıbrıs’ta yaşananlara kayıtsız kalmamıştır. Nazif Süleyman gazetedeki köşesinde özetle şu ifadeleri kullanmıştır; Kıbrıs’taki Rumlar, Yunanistan halkı ve yöneticilerinin Kıbrıs konusunda istekli davranmaları ve özellikle İngiltere ve ABD kamuoyunda taraftar toplamaya çalışmalarına rağmen Türkiye’de iktidarın sesi çıkmamaktadır. ABD halkı Kıbrıs’ı Yunanistan’ın bir parçası olarak görmektedir. İngilizler savaş sonunda sömürgelerini bağımsız yaparak bu halkların komünist cepheye karşı kendi yanında olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Yakın zamanda Kıbrıs da terk edilecektir. Filistin, İngiliz denetiminden çıkınca Yahudi istilasına

498 Sakin ve Dokuyan, s. 34. 499 Ahmet C. Gazioğlu, “Kıbrıs Sorunu, Ortaklık Cumhuriyeti ve AB Üyeliği Girişimlerinin Siyasi ve Hukuki Yönleri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi(Haz: Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu), TATAV Yayınları, İstanbul 2001, s. 259 (Sayfa aralığı 255-306) 500 BCA, Dosya: B2, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 40.241..14. 92

uğramışsa, Kıbrıs da Rum istilasına uğrayabilir. Türkiye’nin, İngiltere Kıbrıs’ı terk ederse, bu Ada’nın eski sahibine verilmesi konusunda bir politika benimsemesi doğru olur. Türkiye net olarak bir Kıbrıs politikası belirlemek zorundadır. Yoksa Oniki Ada gibi Kıbrıs da tamamen kaybedilebilir501. Yazıdan da anlaşılacağına göre Türkiye’nin 1949 yılında Kıbrıs ile ilgili açık bir politikası yoktur. Fakat kamuoyunun baskısının da etkisiyle Türk Hükümeti 1949 yılı sonlarına doğru konuya olan ilgisini gündeme getirmeye başlamıştır. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak 17 Aralık 1949 tarihinde yaptığı bir açıklamada, İngiltere’nin Kıbrıs’ta varlığının devam ettiğini, Yunanlıların İngilizlere düşmanlık yapmayı göze alamayacakları için harekete geçemeyeceklerini belirterek halkı rahatlatmaya çalışmıştır502. Aynı günlerde Türk basınında, Yunan Parlamentosu’nda Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması konusunu gündeme getiren vekiller olduğu ve Kıbrıs’a silah ve cephane gönderildiği haberleri yer almıştır. Yunan hükümeti ise parlamentodaki bu gelişmeler karşısında sessiz kalmıştır. Bunun üzerine Türk Gençlik Teşkilatı ve Türk Kültür Ocağı konuyu protesto etmek için İstanbul’da bir topaltı tertip etmiştir. Toplantıda konuşmacılar, Kıbrıs’ın esas sahibinin Türkiye olduğunu ve bu konuda başkalarının konuşma hakkına sahip olmadığını vurgulamışlardır503. 1949 yılından sonra gelişmeler yeni bir boyut kazanmış ve Yunanistan’daki iç savaşın sona ermesini takiben Kıbrıs’taki enosis faaliyetlerinin öncülüğünü Rum Ortodoks Kilisesi açık bir şekilde üstlenmiştir. Bu düzlemde 15 Ocak 1950 tarihinde Rumlar kilisenin kontrolünde, “Yunanistan ile birleşmeyi talep ederim”, “Yunanistan ile birleşmeye karşıyım” şeklinde oylamayı ihtiva eden bir plebisit(halk oylaması) yapmayı düşünmüştür. Buna karşı Kıbrıs Türkleri, bu plebisiti protesto etmek için 11 Aralık 1949 tarihinde bir miting tertiplemiştir. Ayrıca 4 Ocak 1950 tarihinde İstanbul’da Türk gençliği kapalı bir salon toplantısı ile plebisit teşebbüsünü protesto etmiştir. Yunanistan’da ise 12 Ocak’ta Atina Üniversitesi öğrencileri plebisit lehinde bir miting yapmışlardır. Türkiye ve Yunanistan’daki gelişmeler üzerine Kıbrıs Valisi Sir Andrew Wright, Kıbrıs hükümetinin plebisite taraftar olmadığını ve icap eden tedbirleri alacağını söylemiştir. Bu durumda Yunan Başbakanı Çaldaris, plebisitin bir fayda sağlamayacağını, aksine İngiliz-Yunan münasebetlerini bozacağını ifade etmek suretiyle geri adım atmak zorunda kalmıştır504. Yaşanan süreç sonunda 15 Ocak 1950 tarihinde halk oylamasının yapılması kararlaştırılmıştır. 14 Ocak 1950 tarihinde Kıbrıs’ta yayınlanan Efimeris Gazetesi’nde, yapılacak olan halkoylaması duyurulmuş ve Rum halkının enosis için oylamaya katılması kutsal bir vazife olarak anlatılmıştır. Gazete ayrıca; tüm dünyanın bu oylamayı takip ettiğini ve uzun zamandır esaret içerisindeki Kıbrıs Rumlarının Yunanistan himayesine girerek bu esaretten kurtulacağı vurgulanmıştır505. 15 Ocak tarihli oylamanın sonunda %96 oranında Yunanistan’a bağlanma isteği kabul görmüştür506. Seçime katılan 224.700 seçmenden 215.108’i olumlu oy vermiştir507.

501 Nazif Süleyman, “Kıbrıs’taki Türklerle Alakadar Olmalıyız”, Zafer Gazetesi, 29 Temmuz 1949, s. 1-2. 502 Keser, s. 151-152. 503Son Saat Gazetesi, 15 Aralık 1949, s. 2. 504 Sakin ve Dokuyan, s. 35-36. 505 Kürşad, s. 112-113. 506 Saray, Türkiye ve Yakın…, s. 63. 507 Keser, s. 158. 93

Makarios halk oylamasından elde edilen sonucu, İngiltere adına Kıbrıs’ı yöneten Vali Sir Andrew Wright’e bir muhtıra ile sunmuş ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması için gereken çalışmaların bundan sonraki süreçte de devam edeceğini bildirmiştir508. Yapılan plebisit, Ada Türkleri tarafından bir maskaralık olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki seçim şu şekilde yapılmıştır: Herhangi bir sandık kurulmamış, sadece kiliselerde açılmış olan defterlere enosis lehinde gelip imza atanların sayısı oylamanın sonucu olarak kabul edilmiştir. İmzaya gelmeyenler ise evlerinden çağırılmış ve milli dava olarak gösterilen enosis için imza atmaları istenmiştir. Bu uygulamada Türkler kiliselere giderek imza atmamışlar, kiliseye götürülen Rumlar ise hayır diyebilme imkânı bulamamışlardır509. Yapılan oylama konusunda Türkiye’de halk, basın ve iktidar taraflarından sergilenen tavırlara göz atılacak olursa; ilk etapta oylamanın yapıldığı gün Milli Türk Talebe Birliği Eminönü öğrenci lokalinde toplanarak protestolarını dile getirdiği görülmüştür. Toplantıda, Kıbrıs’ı temsilen gelen Fazıl Küçük de bulunmuştur. Görüşmelerde Kıbrıs’tan asla vazgeçilmeyeceği dile getirilmiş ve yine 16 Ocak günü İstanbul Üniversitesi önünde toplanan gençler Kıbrıs konusunda bilinçsiz olmadıklarını gösteren protesto gösterilerini gerçekleştirmişlerdir510. Bu mitinge katılım çok fazla olmuştur. Katılımcılar, Atina’da gençlerin Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını isteyen gösterilerini ve Kıbrıs’ta Ortodoks Kilisesi tarafından düzenlenen plebisiti protesto etmişlerdir511. 18 Ocak 1950 tarihinde Ankara’da da bir protesto mitingi düzenlenmiştir. Yapılan mitingde gençlerin ellerinde bulunan dövizlerde yazan sloganlardan bir kaçı şu şekildedir: “Kızılların hilesidir, Elenlerin çilesidir, veririz kan dökeriz, Kıbrıs Türkün kalesidir”, “Senin için ölmeye ant içmişiz”, “Türk’ün ezeli malı, ebedi malı olacaktır”, Kıbrıs(ta) 85 bin Türk değil, 20 milyon 85 bin Türk vardır”, “Vakit geç de olsa Atina Üniversitesi, mal sahibinindir512.” Bu lokal protesto gösterilerine rağmen, Türk basınının ilgisinin ve Türk kamuoyunun gelişmelerden çok da detaylı bir şekilde bilgisinin olmadığı görülmüştür. DP iktidarı öncesinde Dışişleri Bakanlığı yapan Necmettin Sadak: “Ben bakanlıktan ayrıldığım ana kadar Dışişleri Bakanlığında Kıbrıs’la ilgili bir dosya yoktu” diyerek Türkiye’nin olayın ne kadar dışında kaldığını ispatlamıştır513. Türkiye’nin Kıbrıs sorununa bakış açısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, 23 Ocak 1950 tarihli toplantısında söz konusu edilmiştir. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Kıbrıs sorununun neden bu kadar gündeme getirildiğini anlamadığını söyleyerek, yaptığı konuşmasında şunları vurgulamıştır: “Muhterem arkadaşlar, Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur… Çünkü Kıbrıs İngiltere’nin hâkimiyeti ve idaresi altındadır. İngiltere’nin bu adayı başka bir devlete devretmek hususunda en küçük bir niyeti, bir temayülü olmadığını biliyoruz. Bu hususta tam kanaatimiz vardır. Kıbrıs’ta yapılan şu veya bu hareket, bu vaziyeti değiştirmez, değiştiremeyecektir 514.”Bakanın sözlerinden de anlaşılacağı üzere 1950 yılının başlarında

508 Kürşad, s. 117. 509 Keser, s. 159. 510 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, Toker Yayınları, İstanbul 1977, s. 246-247. 511Tan Gazetesi, 17 Ocak 1950, s. 1. 512Zafer Gazetesi, 19 Ocak 1950, s. 1. 513 Gazioğlu, s. 256-257( Sayfa aralığı 255-306) 514 TBMMTD, 23 Ocak 1950, 8. Dönem, Cilt 23, s. 288. 94

Türkiye, İngiltere’nin hâkimiyetinde bulunması münasebetiyle, Kıbrıs konusunda herhangi bir politika tespitinde veya girişimde bulunmak hususlarına gerek görmemiştir. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin hükümet programında da Kıbrıs’tan söz edilmemiştir. Yeni hükümet Yunanistan ile iyi komşuluk ilişkilerine devam etmek ve bir askerî ittifakla Sovyet tehlikesine karşı işbirliği içinde olmak istemiştir. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Avrupa seyahatinden dönerken uğradığı Atina’da Yunanlı gazetecilerin Kıbrıs hakkında sordukları soruyu, Türkiye ile Yunanistan arasında bir Kıbrıs Sorunu olmadığı şeklinde cevaplandırmıştır. Bu söz o dönem için doğru olarak görülmektedir. Çünkü Kıbrıs Adası Türkiye için henüz bir dava haline daha gelmemiş, Ada’da da net bir direniş görülmemiştir. İngiltere’nin Ada’yı terk edeceği netleşmeye başlayınca, Ada Türkleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geleceklerini bağlamayı uygun görmüşlerdir. Genel çerçeveden bakıldığında görülecektir ki; gerek Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerekse Demokrat Parti’nin Dışişleri Bakanları (Necmettin Sadak ve Fuat Köprülü) o sıralarda İngiltere’nin Kıbrıs’ta fiilen ve resmen hüküm sürmesi dolayısıyla, Türkiye’nin herhangi bir girişiminin hukuksal olmayacağını düşündükleri için yukarıdaki gibi beyanlarda bulunmuşlardır. Ancak mesele uluslararası bir hal almaya başladığı zaman bu görüş ve beyanların değiştiği görülmüştür515”. Türkiye Kıbrıs konusunda tavrını netleştirmeye çalışırken Kıbrıs’ta da yeni bir gelişme olmuş ve 1950 yılı Ekim ayında III. Makarios unvanıyla Başpiskoposluk görevine Michael Mouskos getirilmiştir. III. Makarios da yayınladığı beyanname ile selefinden aldığı görevi sonuna kadar devam ettireceğini bildirmiştir. Genç Başpiskopos enosis isteğine yeni bir hız kazandırmış, enosis dışı hiçbir teklifin kabul edilemeyeceğini de sürekli olarak vurgulamıştır. 15 Aralık 1950 tarihli bir konuşmasında ise İngiltere’nin ortaya koyduğu çözüm tekliflerinin davalarını baltalamak amacı güttüğünü belirtmiş ve konuşmasını“Kıbrıs Rumlarının parolası İlhak! Ve yalnız ilhaktır!” şeklinde tamamlamıştır516. Kıbrıs meselesi bu tezin kapsadığı süreler dahilinde çözülememiş ve sonraki yıllara büyüyerek devredilmiştir. Günümüzde de mevcudiyetini koruyan sorun, Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin temel değişmezi olarak gündemden düşmeyen bir sorun olma özelliğini devam ettirmektedir.

2.11. 1945-1950 Yılları Arasında Elçiliklerimiz ve Elçilerimiz

Bu bölümde; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikasının yönlendirilmesinde etkin role sahip olan, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda oluşan yeni dünya düzenine Türkiye’nin adaptasyonunu sağlayan Türk elçileri bir tablo halinde sunulacaktır.

515 Sakin ve Dokuyan, s. 36-37. 516 Kürşad, s. 117-119 95

Tablo 2. 1945-1950 Yılları Arasında Türkiye’nin Elçilikleri ve Elçileri517.

Ülke Maslahatgüzar Elçi Büyükelçi Orhan Halit Hüseyin Ragıp Baydur Erol (1945-1948) ABD(Wahington DC) (1944-1945) Feridun Cemal Erkin (1948-1955) Kemal Köprülü (1942-1945) Afganistan(Kabil) Ahmet Cevat Üstün (1945-1949) Nizamettin Ayaşlı (1950-1951) (Türkiye Almanya(Berlin) Misyon Şefi)

Kemal Cenani Abdülahat Akşin (1946) (1938-1946) Arjantin(Buenos Aires) Şinasi Oyman Emin Ali Sipahi (1950-1952) (1946-1950) Numan Tahir Seymen (1946-1950) Avusturya(Viyana) Faik Hüseyin Hozar (1950-1952) Hasan Basri Lostar (1945-1946) Şevket Fuat Keçeci (1947-1949) Belçika(Brüksel) Nizamettin Ayaşlı (1949-1950) Nedim Veysel İlkin (1950-1952)

517 Bu tablo hazırlanırken yararlanılan kaynaklar: Bilal N. Şimşir, “Cumhuriyetin İlk Çeyrek Yüzyılında Türk Diplomatik Temsilcilikleri ve Temsilcileri(1920-1950)”, ATAM Dergisi, Cilt XXII, Sayı 64-65-66, Ankara Mart-Temmuz-Kasım 2006, s. 21-40,(Sayfa aralığı 15-?), Sevsen Aslantepe, “Türkiye’nin 1920-1998 Döneminde Yabancı Devletlere Yolladığı Temsilciler”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyumu Tebliğleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997, s. 764-800 (Sayfa aralığı 763-802), Kurat, s. 58.,Resmi Gazete, 8 Ocak 1945, s. 1, Resmi Gazete, 23 Ocak 1945, s. 2, Resmi Gazete, 25 Nisan 1945, s. 6, Resmi Gazete, 20 Ocak 1947, s. 1, Resmi Gazete, 17 Ekim 1945, s. 1, Resmi Gazete, 8 Kasım 1945, s. 1, Resmi Gazete, 5 Nisan 1946, s. 1, Resmi Gazete, 22 Nisan 1946, s. 2, Resmi Gazete, 27 Nisan 1946, s. 1, Resmi Gazete, 16 Mayıs 1946, s. 1, Resmi Gazete, 11 Haziran 1946, s. 1, Resmi Gazete, 10 Ekim 1946, s. 1, Resmi Gazete, 22 Ekim 1946, s. 1, Resmi Gazete, 5 Şubat 1947, s. 2, Resmi Gazete, 22 Şubat 1947, s. 2, Resmi Gazete, 3 Eylül 1947, s. 1, Resmi Gazete, 3 Ekim 1947, s. 1, Resmi Gazete, 16 Haziran 1948, s. 2, Resmi Gazete, 30 Aralık 1948, s. 1, Resmi Gazete, 13 Mayıs 1949, s.1, Resmi Gazete, 14 Mayıs 1949, s.1, Resmi Gazete, 28 Haziran 1949, s. 1, Resmi Gazete, 4 Temmuz 1949, s. 1, Resmi Gazete, 18 Temmuz 1949, s. 1, Resmi Gazete, 31 Aralık 1949, s.13., Resmi Gazete, 24 Nisan 1950, s.1, Resmi Gazete, 1 Şubat 1950, s.1, 96

İlhami Müren Bedri Tahir Şaman Bedii Arbel (1946) (1946-1947) (1944-1946) Hüsrev Gerede Brezilya(Rio De (1946-1949) Janerio) Fuat Carım (1949-1957) Basri Rızan Hasan Vasfi Menteş (1949-1951) (1942-1945) Faik Zihni Akdur Bulgaristan(Sofya) (1945-1946) Şefkati Nuri İstinyeli (1947-1949) Faik Hüseyin Hazar (1946-1948) Çekoslovakya(Prag) Selahattin Arbel (1950-1952) Muammer Hamdi Dambel (1947-1948) Necdet Özmen Hulusi Fuad Tugay Çin(Çunking-Nanking) (1948) (1944-1947) Mustafa Kenanoğlu (1948-1949) Şerif İlden Kemal Aziz Payman (1941-1946) (1946-1949) İlhan Akant Danimarka(Kopenhag) (1949-1950) Necdet Özmen (1950-1951) Kemal Nijat Kemal Nijat Kavur Kavur (1949-1952) Finlandiya( Helsinki) (1946-1949)

Numan Rifat Fransa(Paris) Menemencioğlu (1944-1956) Ali Türkgeldi(1948-1951) Hindistan(Yeni Delhi)

Hollanda(Lahey) Ali Türkgeldi Nedim Veysel İlkin (1948) 97

(1946-1948) Abdullah Zeki Polar (1949-1955) Ahmet Umar Ahmet Cevat Üstün (1948-1949) (1939-1945) Irak(Bağdat) Nebil Batı(1945-1948) Rahmi Apak (1949-1952) Ruşen Eşref Ünaydın (1944-1945) İngiltere(Londra) Cevat Açıkalın (1945-1952) Cemil Miroğlu Kemal Köprülü (1944-1945) (1945-1949) İran(Tahran) Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1949-1951) Mehmet Esat Atuner İspanya(Madrid) (1944-1951) Seyfullah Esin İsrail(Tel Aviv) (1949-1952) Yümnü Sedes Nizamettin Ayaşlı (1949) (1943-1946) Feridun Pirali Bedii Arbel İsveç(Stokholm) (1949-1950) (1946-1949) Emin Ali Sipahi (1950-1951) Hicabi Ekinci Yakup Kadri İsviçre(Bern) (1949-1951) Karaosmanoğlu (1942-1949) Cemal Hüsnü Taray (1945-1946) Selim Rauf Sarper (1946-1947) İtalya(Roma) Feridun Cemal Erkin (1947-1948) Hüseyin Ragıp Baydur (1948-1952) Ali Muzaffer Göker Japonya(Tokyo) (1944-1945) 98

Kenan Gökart Şevki Alhan Ali Muzaffer Göker (1947) (1944-1947) (1947-1949) Kanada(Ottawa) Efdal Deringil Numan Tahir Seymen (1949-1950) (1950-1952) Celal Osman Lübnan(Beyrut) Abacıoğlu (1946-1952) Şevket Fuat Keçeci (1943-1945) Ağah Aksel Macaristan(Budapeşte) (1946-1949) Celal Hazım Tepeyran (1950-1954) Vedil Uzgören Meksika(Meksiko) (1947-1951) Abdülahat Numan Tahir Seymen Şevket Fuat Keçeci Birden(1950) (1942-1946) (1948-1950) Mısır(Kahire) Nizamettin Ayaşlı Hulusi Fuat Togay (1946-1948) (1950-1954) Süreyya Anderman Norveç(Oslo) (1945-1957) Yahya Kemal Beyatlı Pakistan(Karaçi) (1948-1949) Nebil Batı(1949-1952) Haydar Gök Şevki Berker (1948-1949) Polonya- (1946-1948) Şakir Emin Lehistan(Varşova) Şinasi Devrin Bengütaş (1949-1950) (1950-1951) Kadri Rızan Ağah Aksel 1949-1952 arasında (1946) (1943-1946) Paris Büyükelçisi Numan Portekiz(Lizbon) Rahmi Apak Menemencioğlu (1946-1949) Portekiz’e akredite edilmiştir. Şevkati İstinyeli Fuat Tugay(1947-1949) Romanya(Bükreş) (1944-1947)

Muammer Selim Rauf Sarper Rusya(Moskova) Dambel(1949) (1944-1946) 99

Faik Zihni Akdur (1946-1949) Ali Muzaffer Göker (1949-1952) Abdülahat Akşin Suriye(Şam) (1946-1952) Firuz Kesim Emin Ali Sipahi (1946-1947) (1944-1945) Rıfkı Refik Fuat Carım Pasin (1945-1946) Suudi Arabistan(Cidde) (1947-1949) Alaaddin Tiritoğlu Samim (1950) Yemişçibaşı (1950-1951) Yümnü Sedes Selahattin Arbel (1950) (1944-1950) Şili(Santiago) Bedri Tahir Şaman (1950-1954) Mucip Parer Berdi Tahir Şaman (1949) (1946-1949) Ürdün(Amman) Rıfkı Refik Pasin (1949-1950) Fehmi Nuza Tevfik Kamil Koperler (1949) (1939-1949) Yugoslavya(Belgrad) Kemal Köprülü (1949-1952) Mehmet Enis Akaygen (1939-1945) Yunanistan(Atina) Ruşen Eşref Ünaydın (1945-1952)

3. 1945-1950 YILLARI ARASINDA SİYASİ YAPI VE İÇ POLİTİKA

3.1. Demokrasi Kavramı, Türkiye’nin Demokrasiye Geçişinde İç ve Dış Dinamikler

Eski Yunancadan gelen demokrasi kelimesi halkın halk için egemenliği anlamını taşımaktadır. Çoğunluğun ya da azınlığın idaresi değil, çoğunluğun bütün halk faydasına yönetimi ele almasıdır. Tüm sınıflara hizmet eden bir denge rejimidir. Bu anlayışta, yönetenlerin bir istibdat ve sorumsuzluk içerisinde olması olumlu karşılanmaz518. Hükümetin yönetilenlerin rızasına dayanması, temel insan haklarının güvencesinin sağlanması, özgür ve adil seçimler, kanun önünde eşitlik, hukukun üstünlüğü, Anayasanın hükümeti sınırlandırması, çoğulculuk, hoşgörü-uzlaşma demokrasinin vazgeçilmezleridir519. Demokrasinin ilk uygulamalarını hayata geçiren Antik Yunan halkı; savaş ve barış kararlarının alınmasında, kanunların yapılmasında aracısız olarak doğrudan müdahale edebilecek bir demokrasi oluşturmaya çalışmışlardır. Fakat uygulamada kısmi bir demokrasi göze çarpmaktadır. Bir azınlığın elindeki bu demokrasiden yabancılar, kadınlar, köleler yararlanamamıştır. Yunan demokrasi uygulamasının üzerinden yaklaşık olarak iki bin yıllık bir süre geçtikten sonra modern demokrasi uygulamaları görülmeye başlamıştır. Burjuvazi sınıfının ortaya çıkmasıyla aynı dönemlerde batı toplumlarında demokrasiye geçiş hız kazanmıştır. Burjuva, yönetimde aristokratlara karşı direniş sergilenmiş ve 18. yy sonlarına doğru zafer burjuvazinin olmuştur. 19 yy içerisinde ise işçi sınıfının mücadeleleri sonrasında sosyalist demokrasi de mevcudiyetini ilan etmiş ve demokrasinin çerçevesini genişletmiştir520. Adolf Hitler ve Benito Mussolini tarafından uygulanan faşist ve baskıcı rejimler demokrasinin gelişimi önünde bir engel olarak belirmiş ve bu uygulamalar İkinci Dünya Savaşı öncesinde 20. yy rejimi olarak gösterilmiştir521. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nı ABD önderliğindeki demokrasi cephesi kazanmış ve demokrasiyi dünyaya yayma çalışmaları hız kazanmıştır. ABD demokrasi bayraktarlığı yaparken kendisine takipçilik yapacak olan devletlere her türlü siyasi, askeri ve ekonomik yardım da vaat etmiştir522. Böylece demokrasi hızlı bir şekilde yayılma eğilimi göstermiştir. Fakat demokrasinin tanımlanış şekli Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasında farklı anlamlara gelmiştir. Bu nedenle de kıtanın iki tarafında kurulan demokratik devletlerin

518 Velidedeoğlu, Cilt: 3, s. 36. 519 Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, Alfa Yayınları, İstanbul 2001, s. 3-4. 520 Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, Say Yayınları, İstanbul 1995, s. 28-29. 521 Rıfkı Salim Burçak, Türkiye’de Milli İradenin Zaferi, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1994, s. 9. 522 İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1989, s. 376. 101

yapısı birbirinden farklı olmuştur523. Demokrasiyi benimseyen batı devletleri, savaş öncesi dönemden kalma tek partili rejimlerin değişmesi isteklerini belli etmişler ve kimi zaman da bu konuda baskı uygulamışlardır524. Türkiye ise demokrasi gelişmelerine tepkisiz kalmamıştır. Daha savaş devam ederken Türkiye’de muhalefet kendini göstermeye başlamıştır. Savaş sona erince de Türkiye tarafsız kalamayacağını anlamış, ülkenin korunabilmesi için Batı ittifakı içinde derhal kendisine yer bulabilmek için gayret sarf etmiştir525. Demokrasiyi kabullenişin ve Batı’ya yakınlaşmanın temelinde savaşın sonrasında ortaya çıkan Sovyet tehdidi etkili olmuştur. Bu tehdit, Türkiye’yi müttefik olarak demokrasi bloğuna yaklaştırmış ve San Fransisco Konferansı’nda Türk delegeleri, çok partili hayata geçileceği sinyallerini açıkça vermiştir526. Türkiye’nin demokrasiye geçişinde dünyan politik arenasındaki gelişmelerin yanı sıra iç dinamiklerinde büyük etkisi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü sonrasında devlet yönetiminde bürokratik sınıf hâkimiyet kurmaya başlamış, İkinci Dünya Savaşı öncesinde toplanan 29 Mayıs 1939 tarihli Beşinci CHP Kongresi’nde bu hâkim yapıya karşı duyulan rahatsızlık ilk sinyallerini vermiştir. Fakat savaşın başlaması ile parti içi muhalefet savaş sonuna kadar sessizliğe gömülmüştür527. Bahsi geçen kongrede parti içi muhalefeti sürdürmesi için geçici bir çözüm olarak Müstakil Grup oluşturulmuştur528. İkinci Dünya Savaşı sırasında seferberlik, casusluk hareketleri, savaşın getirdiği sıkıntılar güçlü bir iktidar ihtiyacını ortaya çıkarmış, bu nedenle savaş döneminde; tek parti anlayışının kuvvetlenmesi, demokrasinin ikinci plana itilmesi, sıkıyönetim uygulaması, basın-yayın üzerindeki baskılar, polis yetki alanının genişletilmesi hareketleri bir nebze de olsun olumlu karşılanmıştır. Fakat savaş sonunda bu gerekçeler ortadan kalkmış ve demokrasiye geçiş yolu açılmıştır529. Türkiye silahlı bir mücadeleye girmeden savaşı bitirmiştir. Bu bir başarıdır, fakat savaş sırasında uygulanan ekonomik politikalar halkta hoşnutsuzluk yaratmıştır. Ülke savaşın getirmiş olduğu ekonomik sorunlarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Savaş sürecinde ücretli kesimin alım gücü oldukça düşmüş, toplumun genelinde satın alma ve yaşam seviyelerinde gerilemeler yaşanmıştır. Savunma ve seferberlik işleri ise devlet ekonomisini oldukça sarsmıştır530. Savaş yıllarında CHP iktidarı yönetiminde büyük birikimler yakalayan tüccar ve büyük çiftçi kesimi iktidara karşı zaman içerisinde bir tedirginlik duymaya başlamıştır. CHP’ye savaş içerisinde tam bağlı olan burjuvazi, savaşın sonrasında kalıplarına sığmayan bir hal almıştır531. CHP’yi destekleyen ve aralarında bir koalisyon tarzı benimsenmiş olan sınıfların savaş sonunda CHP ile ters düşüşünün temelinde yatan unsurlar şu şekilde sıralanabilir:

523 Akandere, s. 331. 524Hikmet Özdemir, “Demokrasiye Geçiş ve Menderes Dönemi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 884. (Sayfa aralığı 878-900) 525 Hale, s. 110-111. 526 Yalçın vd., s. 533., Ayrıca Bakınız: Burçak, Türkiye’de…, s. 9. 527 Karpat, s. 244. 528 Timur, s. 10. 529 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara 1970, s. 303. 530 Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri(1920-1946), İmge Kitabevi, Ankara 1999, s. 461. 531 Ahmet N. Yücekök, Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı(1946-1968), Sevinç Matbaası, Ankara 1971, s. 91. 102

 İhracatçı, İthalatçı, Tefeci ve Bankerlerden Oluşan Ticaret ve Maliye Burjuvazisi: Savaş sırasında palazlanan bu sınıf, kendisine kâr etme konusunda engel olan CHP kadrosuna muhalif olmuştur. CHP iktidardan inerse, yabancı sermaye ile bütünleşen yerli sermayenin güçleneceğini düşünmüşlerdir532. Milli Korunma Kanunu ve Varlık Vergisi bu sınıfın varlığına tehdit olarak kabul edilmiş ve iktidarla olan dirsek temasını azalmıştır.  İşçi Sınıfı: 1936 yılına ait İşçi Yasası ile işçi sınıfının istediği grev, sendika kurma, toplu pazarlık ve sözleşme hakkı gibi imkânlar kazanılamamış, ayrıca Milli Korunma Kanunu ile işçiye fazla mesai, istifa edememe gibi ekstra yükler getirilmiş, enflasyon sebebiyle işçi ücretleri yarı oranında değer kaybetmiş, pahalılık-kıtlık-karaborsa ise onları daha zor hayat şartlarına sürüklemiştir.  Küçük Toprak Sahipleri: Milli Korunma Kanunu, Toprak Mahsulleri Vergisi’nin ağırlığı, jandarma ve devlet memurlarının baskıları bu sınıfı zor durumda bırakmıştır.  Esnaf ve Zanaatkârlar: Bu sınıf da Milli Korunma Kanunu altında ezilmiştir.  Orta ve Büyük Toprak Sahipleri: Savaş dönemini karla kapatmışlar fakat Toprak Mahsulleri Vergisi ile Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu bu sınıfı iktidarın karşı tarafına geçirmiştir533. Varlıklarını ve zenginliklerini bürokrasiyle paylaşmaktan bıkan ve onlardan kurtulma fırsatını arayan toprak ağaları fırsat kollamışlardır534. CHP, oluşan bu muhalif sınıflara karşı sert tepki göstererek muhalefetin daha da netleşmesinin yolunu açmıştır. Muhalif kanadın öncülüğünü toprak ağaları yapmıştır535. Demokrasiye geçişte bahsi geçen güçlerin yanı sıra en etkili güç olarak halk da kendini göstermeye başlamıştır. Zaman içerisinde oluşan birikimle, toplumsal bir huzursuzluk ortamının doğması sonrasında, halk nazarında yeni arayışlar belirmiştir. Toplum içerisinde sınıfsız bir yapı oluşturmaya çalışan Cumhuriyet rejimi bunu başaramamış ve özellikleri birbirinden oldukça farklılaşmış olan ekonomik sınıflar ortaya çıkmıştır536. Halkın çoğunluğu oluşan bu durumdan ve savaş sırasında izlenen politikalardan hiç memnun değildir. Yanlış politikalar fakir halkı yönetimden koparmıştır. Cumhuriyetin kuruluşu ile yapılmaya başlanan devrimlerin halk tarafından tam manasıyla benimsenmemesinin bir sonucu olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’na verilmiş olan destek, aynı şekilde çok partili hayata geçiş sürecinde yeniden ortaya çıkmıştır537. Demokrasi anlayışı köylere kadar inmiş, köylü kendisinin de artık temsil edilmeye başlanmasını, seçim kanununun değişmesini ve basın üzerindeki baskıların kaldırılmasını isteyecek bir bilinç seviyesine ulaşmıştır538. Parti-devlet bütünleşmesinin yanı sıra; jandarma, tahsildar, parti başkanları aracılığıyla halk üzerinde kurulan baskı, köylünün ağır vergiler altında ezilmesi, temel ihtiyaç ürünlerinin temin

532 Tanilli, s. 95. 533 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1839-1950), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2008, s. 447. 534 Cem, s. 376. 535 Muzaffer Sencer, Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri, May Yayınları, İstanbul 1974, s. 196., Ayrıca Bakınız: Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye(Bizans’tan 1971’e), Gözlem Yayınları, İstanbul 1980, s. 714. 536 Makal, Türkiye’de Tek…, s. 461-462. 537 Sarıbay, s. 51. 538 Yalman, s. 1452. 103

edilememesi halkı devletten ve tek parti yönetiminden soğutmuştur. ‘Halk’ ismi taşımasına rağmen halktan uzaklaşan, parti kongrelerinde ve vekil adaylarının belirlenmesinde halka söz hakkı tanımayan iktidar sahipleri, yönetilenler nezdinde antipatik bir hal içerisine girmiştir539. Savaş ekonomisinin sıkıntılarının yüklendiği halk ile tepeden inme çağdaşlaşma karşısında hoşnut olmayan gelenekçi toplum kesimi güçlü ve patlamaya hazır bir muhalefet oluşturmuştur540. Vatandaş yaşanan sıkıntıların murakabesiz bir rejimden kaynaklandığını anlamış ve demokrasiye geçişi şiddetle istemeye başlamıştır541. Basın’da yer alan yazılar da demokrasiye geçişin gerekliliğini vurgulayarak diğer bir iç dinamik öğesi olarak öne çıkmıştır. Bazı gazeteler, CHP içindeki muhaliflerin istekleri olan, çok partili hayata geçiş, kişi hak ve hürriyetlerinin artırılması ve demokratikleşme isteklerini yayınlamaya başlamıştır. Ahmet Emin Yalman(Vatan), Sabiha ve Zekeriya Sertel(Tan) muhalif kalemlerin önderleri olmuşlardır. Muhalif gazetelere karşı olarak Ulus ve Akşam gazeteleri hükümetin tarafında yer almıştır542. Basın özellikle, demokrasi kavramının iktidar yanlılarınca kullanılmasına rağmen uygulamalara yansımamasını tepkiyle karşılamıştır. Vatan Gazetesi’nden Mehmet Ali Aybar bu konuyu köşesinde dile getirmiş; söylemlerle uygulamalar arasındaki çelişkileri, demokrasiye geçişi güçleştiren nedenleri sorgulamış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Kâğıt üzerinde kalan demokrasilerde yönetenlerin halkın belli bir olgunluğa erişmesine kadar yetkilerin yönetimde olması gerekliliğini savunmakta ve ne zaman halk olgunlaşırsa yetkinin halka devredileceğini ileri sürmektedirler. Fakat bu şeklide bir yönetim anlayışı içerisinde halkın kendini demokrasi anlamında yetiştirmesi mümkün değildir. Halk ancak yönetime katılarak olgunlaşabilir. İktidar eleştirildiği zaman ise, iktidarın geçmiş başarıları öne sürülerek eleştirilenler ihanetle suçlanılmaya başlanır. Eğer bir de dış tehdit varsa o zaman eleştiren daha da dışlanır ve tehlikeye karşı birlik olma çağrıları yapılır. Halkın yönetimden uzak tutulduğu yönetimlerde iktidarın yanında oluşan ve iktidarın yaptığı her şeyi alkışlayan bir grup ortaya çıkar ve bu grup yüzünden her şey mükemmelmiş gibi görünür. İyi niyetli eleştiriler ise bu kimseler tarafından susturulur, kendileri gerçek vatansever olarak gösterilir543”. Basın, Türkiye’de muhalefetin eksikliğinden de şikâyetçi durumdadır. Bu manada Nadir Nadi bir köşe yazısında Türkiye’de muhalefetin varlığına ihtiyaç olduğunu, hükümetin iyi şekilde kontrol edilmesinin başarıyı artıracağını, fakat Türkiye’de kurulan muhalefet partilerinin genelde inkılâplara karşı bir tavır takındıklarını ve bu yüzden yaşayamadıklarını belirtmiştir. Yeniden muhalefet partilerinin kurulabileceğinin konuşulduğunu belirten Nadi, oluşacak muhalefet için sınırları belirleyen şu ifadeleri de kullanmıştır: “ …Halk Partisi’nin altı okunu teşkil eden cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, devrimcilik prensipleri Anayasamızda yer almıştır. Demek oluyor ki bu prensiplerden bir tanesini tanımayan bir partiye

539 Ünal, s. 112. 540 Tamer Müftüoğlu, Yavuz Sabuncu, 1945’ten Günümüze Türkiye İle Batı Dünyası Arasında Kültürel İlişkiler, Özyurt Matbaacılık, Ankara 1993, s. 12. 541 Burçak, Türkiye’de…, s.9. 542 Akandere, s. 385-386. 543 Mehmet Ali Aybar, “Kağıt Üzerinde Demokrasi”, Vatan Gazetesi, 25 Ağustos 1945, s. 2-3. 104

Türkiye’de yer yoktur…544” Bu eleştiri aslında bir gerçeği yansıtmaktadır ve oluşacak muhalefetin sınırları çizilerek, CHP benzeri bir siyasi yapılanmanın dışındaki oluşumların yaşayamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Demokrasiye geçişin gerçekleşmesi için esas unsur olan çok partili yapının mevcut kanunlarda bulunan kısıtlamalar yüzünden hayata geçirilemediği eleştirileri de basında yer almıştır. Necmettin Sadak bir yazısında çok partili hayatın önündeki engel teşkil eden kanunlardan bahsetmiştir. Öncelikle serbest fikir ortamı yakalanabilmesi için Basın Kanunu’nda değişiklik yapılmasını isteyen Sadak, mevcut kanuna göre hükümetin istediği gazeteyi istediği zaman kapatma yetkisine sahip olduğunu, bu durumun. Muhalif partiler kurulduğu zaman da bir güç olarak kullanılıp muhalefetin sesinin susturulmasında araç olabileceğini iddia etmiştir. Cemiyetler Kanunu ve Polis Salahiyeti Kanunu’nda da gereken düzenlemelerin yapılmasının elzem olduğu, fakat sadece kanunların ayarlanmasıyla demokrasiye tam manasıyla geçmenin kolay olmayacağı, güvenilir bir partinin çıkması ve iktidara gelmesinin bir hayli uzun zaman alacağı ifadeleri de bu yazıda yer almıştır545. Demokrasinin tam olarak yerleşmesi ve çok partili hayatın uygulamaya konması konusunda Nihat Erim tarafından ise aykırı bir yorum yapılmıştır. Daha sonra kendisine “Şalcı Nihat” lakabının takılmasına yol açacak olan bir yazısında Erim; İnsanların gelinen zamana kadarki sürede buldukları en iyi yönetim anlayışının halk idaresi olduğunu belirtmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “…Fevkalade buhran anları ve sosyal bünyede kökten değişme, yani inkılâp zarureti hissolunduğu devirler dışında, demokrasiden gayri hükümet ve idare usullerinin zararı faydasına galip gelmektedir. Ama şu ciheti de kesin olarak belirtmeliyiz ki, sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu, bir müddet için ‘hürriyet ilahının üzerine bir şal örtmek’ ve yukarıdan aşağı bir otorite tesis etmektir. Siyaset ilmi ve siyaset sanatı üzerinde zihin yormuş, devlet nazariyelerini ortaya atmış olan belli başlı müelliflerin müşterek kanaati budur546.” CHP’nin önemli seslerinden olan Erim’in demokrasi konusundaki yorumu, oluşmakta olan muhalefeti üstü kapalı bir tehdit anlamı taşımıştır. Erim’in yazısına en sert cevap Ahmet Emin Yalman’dan gelmiştir. Yalman köşesinde, Erim’in ‘hürriyetin üzerine örtülen şal’ ve ‘yukarıdan aşağı otorite kurmak’ ifadeleri ile neyi kastettiğini sormuştur. Erim’in yazısında bahsedilen ve öne sürdüğü demokrasi uygulamalarının dayanağı olarak gösterilen müellifler konusunda da şöyle bir soru yöneltmiştir: “Acaba kastettiği belli başlı müellifler; başta Makyavel olmak üzere, faşist ruhunu taşıyan ve devleti esas, milleti köle sanan istibdat yardakçıları değil midir?547”

544 Nadir Nadi, “Türk Halkçılığında Gelişme Yolu”, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Haziran 1945, s. 1. 545 Necmettin Sadak, “Yeni Partilerin Doğması İçin Bazı Kanunların Değişmesi Gerekir”, Akşam Gazetesi, 24 Haziran 1945, s. 1-2. 546 Nihat Erim, “Demokrasi Gaye midir Vasıta mı?”, Ulus Gazetesi, 30 Mayıs 1946, s. 1. 547Ahmet Emin Yalman, “Halk Partisinin Aydınlatılması İcap Eden Bir Mesele”, Vatan Gazetesi, 1 Haziran 1946, s. 1. 105

3.1.1. Demokrasiye Geçişte İnönü Faktörü

Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda CHP genel başkanı olan İsmet İnönü’nün demokrasi ve çok partili hayata geçerken sergilediği tavır faklı yorumlara neden olmuştur. Kimilerine göre Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan unvanlarını kullanan bir kişinin demokrasiyle uzaktan yakından alakası olması beklenemezdi. Kimilerine göre ise; başta Demokrat Parti olmak üzere siyasi oluşumların önünü açan ve ardından 1950 seçimlerinde iktidarı yeni sahibine devrederek muhalefete çekilen İnönü gerçek bir demokrasi taraftarıydı. İnönü’nün demokrasi ile ilgili yaklaşımını anlayabilmek için eldeki en büyük kanıt yapmış olduğu konuşmalardır. Mustafa Kemal Atatürk döneminde gerçekleşen çok partili hayata geçiş denemeleri sırasında kurulan iki partinin kapatılması sırasında İnönü başbakan olarak görev yapmaktaydı. Bu partilerin kapatılması konusunda ister istemez O da sorumluluk sahibi olarak görülmüştür. İnönü’de var olduğu tahmin edilen bu suçluluk psikolojisinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçişin sağlanmasında itici güç olarak ortaya çıkmış olabileceği düşünülmüştür548. İnönü, temelde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk kurulduğu andan itibaren demokratik olduğunu savunmuştur. O’na göre Türk Milleti, Meclisin etrafında bütünleşmiş bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Fakat bu düşünce tarzı tek parti yönetimlerinde doğru iken gerçek demokrasiler için yanlış bir yaklaşımdır. Tam demokrasilerde halk, meclis etrafında bir bütünlük oluşturmaz, farklı görüş ve düşünüşteki insan grupları mecliste de farklı temsil gruplarınca temsil edilirler. Türkiye tek parti döneminde ne tam bir demokrasi ne de tam bir otoriter rejime sahiptir. Anayasasını demokratik ülkelerden alan Türkiye, uygulamalarda ise demokrasiyi harekete geçirememiştir. Fakat Anayasası demokrasiye geçişe uygundur. İnönü’nün cumhurbaşkanlığına geldiği andan itibaren demokrasiye doğru adımlar atmak istediği yönünde görüşler mevcuttur. 6 Mart 1939 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında demokrasi konusunda ciddi girişimlerde bulunacağını dile getirmiştir549. Fakat İnönü’nün demokrasi ile ilgili görüşlerinde İkinci Dünya Savaşı sırasında bir erteleme görülmüştür. Savaş sonrasında ise Sovyetler Birliği’nin taviz istekleri karşısında Türkiye’yi demokrasi cephesinin koruması altına sokmaya çalışmıştır. Bu konuda 19 Mayıs 1945 tarihli konuşması önemli bir yere sahiptir. İnönü Türk gençlerine hitaben yapmış olduğu konuşmada demokrasinin gelişerek yerleşeceğini, savaş şartlarının kalkmasıyla uygulanan tedbirlerin de hafifletileceğini belirtmiştir550. CHP içerisinde çok partili hayata geçişe karşı olan çok sayıda vekil bulunmaktadır. Bu vekiller parti içi muhalif kanadı susturmak için çaba sarf etmişlerdir. DP’nin kuruluş sürecinde daha detaylı olarak değinilecek bu ılımlılar-aşırıcılar arasındaki çekişme sürecinde İnönü,

548 Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları, Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1963, s. 70. 549 Ünal, s. 140. 550 Erol Tuncer, 1946 Seçimleri, TESAV Yayınları, Ankara 2008, s. 173. 106

ılımlılar tarafını tutarak çok partili hayata geçişin önünü açacak çok önemli bir konuşma yapmıştır. DP de zaten bu konuşmanın ardından kurulma cesareti göstermiştir. Bahsi geçen konuşma Meclis’in 7. dönem açılışının yapıldığı 1 Kasım 1945 tarihinde yapılmıştır. İnönü konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır: “…Demokratik karakter bütün Cumhuriyet devresinde prensip olarak muhafaza olunmuştur. Diktatörlük, prensip olarak, hiçbir zaman kabul olunmadıktan başka, zararlı ve Türk Milleti’ne yakışmaz olarak daima itham edilmiştir… Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır… Tek dereceli olmasını dilediğimiz 1947 seçiminde, milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O zamana kadar bir karşı partinin kendiliğinden kurulabilip kurulamayacağını ve kurulursa, bunun meclis içinde mi, meclis dışından mı, ilk şeklini göstereceğini bilemeyiz. Şunu biliriz ki, bir siyasi kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmalarından fazla, bunların kanaatleri ve programları ile açıktan durum almaları, siyasi hayatımızın gelişmesi için daha doğru yol; milletin menfaati ve siyasi olgunluğu için daha yapıcı bir tutumdur…551.” İnönü bu konuşmasıyla; liberalleşmeden ve tek dereceli seçimlere geçileceğinden bahsederek demokrasiye geçişin sinyallerini vermiştir. Konuşma parti içindeki aşırılıları rahatsız etse de kamuoyunu memnun etmiştir. Konuşmanın yapıldığı dönemde aslında ikinci bir parti olarak Milli Kalkınma Partisi mevcuttur. Fakat İnönü bu partiyi bir muhalif parti olarak görmediği için MKP’yi ciddiye almadığını göstermiştir. İnönü konuşmasında CHP içindeki muhaliflere de seslenerek parti içinde bölünmelere neden olmadan kendi partilerini kurmaları için çağrıda bulunmuştur552. Çok partili hayata geçiş sağlandıktan sonra ve Mecliste DP muhalif bir parti olarak varlığını sürdürürken İnönü, demokrasi ile ilgili attıkları adımların sonucunu değerlendiren 19 Mayıs 1947 tarihli konuşmasında demokrasinin yerleşmeye başlamasından duyduğu memnuniyeti şu ifadelerle izaha çalışmıştır: “Memleket idaresinde takip ettiğimiz demokrasi rejimi, güç merhalelerini muvaffakiyetle aşarak, feyizli safhalarına girmektedir. Şimdiye kadar geçirdiklerimiz belki de daha geçireceklerimiz, demokratik rejimin yeni feyizli inkişafında atlanması mukadder olan devirler sayılır. Demokrasinin her türlü gelişmeyi kanun içinde ve kanun yolunda yapması ilk şarttır. Vatanımızda kanun hâkimiyetinin en başta gelen ifadesi Büyük Millet Meclisi’nin mevcudiyeti olduğunu bilmek ise, feyizli bir demokratik gelişmenin temelidir. Bir iki seneden beri memleketin gösterdiği gayret ve muhafaza ettiği huzur ve istikrar, demokratik rejim için büyük muvaffakiyet olmuştur553.” İnönü çok parti anlayışının Türkiye’de tam manasıyla yerleşmesinin ardından 21 Eylül 1959 yılında yayınlanan bir konuşmasında demokrasiye geçişte yaşanan sıkıntıyı izah ederek bu yolda giriştiği mücadeleyi özetlemiştir. Kamuoyunda var olan ikinci parti konusunda daha önce yaşanan tecrübelerin (Atatürk dönemini kastediyor) vermiş olduğu korkuların ve tereddütlerin yenilebilmesi için büyük çabalar sarf ettiğini, ciddi mücadeleler verdiğini, ancak bu şekilde başarı kazanıldığını ifade etmiştir554. Bu

551 TBMMTD, 1 Kasım 1945, 7. Dönem, Cilt 20,s.7-9., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 2 Kasım 1945, s. 3., Resmi Gazete, 2 Kasım 1945, s. 1. 552 Akandere, s. 414-415. 553Memleket Gazetesi, 20 Mayıs 1947, s. 4. 554 Necdet Uğur, İsmet İnönü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995, s. 59. 107

ifadelerden de anlaşıldığına göre İnönü, demokrasiye geçişte en önemli girişimin kendisi tarafından gerçekleştirildiğini düşünmektedir. Atatürk’ün çaba sarf ettiği halde başarılı olamadığı çok partili hayata geçiş harekâtının kendisi tarafından tamamlandığına vurgu yapmaktadır.

3.1.2. Demokrasiye Geçiş Sürecinde Antidemokratik Kanun ve Uygulamalarda Yapılan Değişiklikler

Tek parti zihniyetinin bir göstergesi olarak, kanun uygulamalarında demokratik yaklaşımlar olabildiğince düşük seviyelerde tutulmuştur. Ülkede demokrasiye doğru ciddi adımlar atılmasının düşünüldüğü İkinci Dünya Savaşı bitiminde, bu yolda engel olabilecek kanunların da tadil edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. CHP,daha çok seçim öncesi dönemlere denk getirerek ve bir nevi seçim yatırımı olarak antidemokratik kanunlarda değişikliklere gitmiştir. Fakat beklediği halk sempatisini kazanamadığı gibi, seçmen nazarında, DP’nin ciddi muhalefeti karşısında geri adım atmak zorunda kalmış bir parti görünümüne bürünmüştür. Bu bölümde, demokratikleşme adına yapılmış olan kanun değişikliklerinin öne çıkmış olanlarından bahsedilecektir. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle çıkarılan ve 22 Aralık 1947 tarihinde son bulan Sıkıyönetim Kanunu ise 1945-1950 arasındaki askeri yapıdan bahsedilen bölüm içerisinde ayrıca değerlendirilecektir. Demokrasi önünde engel olan kanunların varlığının ve etkinliğinin kısa bir tanıtımını dönem basınında yer alan ve Mehmet Ali Aybar’a ait olan bir köşe yazısından almak uygun olacaktır. Aybar, antidemokratik uygulamaları şu şekilde sıralamıştır: “Başta Cumhuriyet Halk Partisi’nin program ve nizamnamesi yer alırdı. Onun hemen altında ondan ilham alan birtakım kanunlar: Tunceli Kanunu, İskân Kanunu, İstiklal Mahkemeleri Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu, Sıkıyönetim Kanunu, Matbuat Kanunu, Cemiyetler Kanunu ve bunlar nevinden bir takım kanunlar. Daha sonra; Askeri Ceza Kanunu ile Askeri Mahkemelerin Teşkilat Kanunu ve faşist İtalya’dan alınan Türk Ceza Kanunu. Hulasa şef hükümetini ayakta tutmaya ve yürütmeye mahsus çeşit çeşit buyruklar ki, bunlara bugün antidemokratik kanunlar diyoruz. İnsan hak ve hürriyetlerini zincire vuran nizam ve talimatnamelerden sonra, çok sonra ve en altta mumyalaştırılmış Anayasamız gelirdi. Tıpkı Türk Milleti gibi555.” Bahsi geçen antidemokratik uygulamalar konusunda 1945-1950 yıları arasında yapılan değişikliklerden öne çıkanlar şu şekildedir: 1. Milli Şef Unvanının Kaldırılması: Almanya’da Führer olan Adolf Hitler, İtalya’da Duçe olan Benito Mussolini ve İspanya’da Cadudillo olan Francisco Franco şeflik sitemine örnek olan ve çağının prestijli tek parti sistemi uygulamaları olmuştur. Türkiye’deki şeflik sistemi ise; 1927 ve 1931 CHP kongreleri içerisinde parti başkanına verilen kendi vekilini seçme, genel sekreteri belirleme ve kendisi dahil bu iki kişi ile oluşturulan bir organ(CHP Genel Başkanlık Kurulu) aracılığı ile de milletvekili adaylarını belirleme yetkilerinin bir sonucu olarak doğmuştur. 1927 yılında gerçekleşen CHP kongresinde Mustafa Kemal, Değişmez Genel Başkan olarak

555 Mehmet Ali Aybar, “İleri Değil Geri Gittik”,Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Şubat 1948, s. 1. 108

belirlenmiş, böylece şeflik sisteminin temelleri atılmıştır556. Milli Şef terimini Türkiye’de ilk olarak kullanan kişi Recep Peker olmuştur. Peker, üstün bir millet vasfına sahip olabilmek için ulu bir şefin etrafında birleşmek gerektiği tezini savunmuştur 557. İnönü, Atatürk’ün ölümünde sonra toplanan 26 Aralık 1938 tarihli olağanüstü CHP kongresinde “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” unvanını resmen almıştır. Bu unvanın verilmesi CHP tüzüğünde de yer almıştır. Aynı tüzükte Mustafa Kemal Atatürk için de “Ebedi Başkan” unvanı uygun görülmüştür558. Milli Şef kavramının kullanılmasının Atatürk sonrası bir otorite boşluğu doğmaması amacı taşıdığı yönünde iddialar mevcuttur. Hâlbuki Atatürk’ün ölümü sonrasında ülkede herhangi bir otorite boşluğu ve karışıklık olmamıştır. Bayar yönetimindeki hükümet görevine devam etmiş ve cumhurbaşkanlığı seçiminde İnönü’nün karşısına rakip olarak kimse çıkmamıştır. Zaten Atatürk uzun zamandır hasta olduğu için memleket idaresinde etkin bir rol üstlenmemiş ve Bayar Hükümeti bu süreci çok iyi yönetmiştir. Bu nedenlerden dolayı Milli Şef unvanının otorite boşluğuna karşı çıkarıldığı iddiası pek doğru görülmemektedir559. İnönü tarafından 1938-1946 yılları arasında kullanılan, parti ve devlet yönetiminde en etkin rolü kendisine biçen şeflik sistemi demokrasi cephesinin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanmasıyla büyük darbe almıştır. Şeflik dönemi uygulamaları hem CHP içerisinde hem de yeni yeni oluşmaya başlayan muhalefet arasında eleştirilere uğramaya başlamış ve “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” unvanı 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan CHP olağanüstü kongresinde kaldırılmıştır. Parti başkanları artık büyük kongrelerde parti milletvekilleri arasından seçilecektir560. 2. Cemiyetler Kanunu’nda Yapılan Değişiklik: Türkiye’de 1909 yılına ait Cemiyetler Kanunu küçük değişikliklerle 1938’e değin uygulanmıştır. 14 Temmuz 1938 tarihinde ise 3512 sayılı yeni Cemiyetler Kanunu yürürlüğe girmiştir561. Kanunla daha önceden serbest bırakılan cemiyet kurma hakkı artık İçişleri Bakanlığı müsaadesine bırakılmıştır. Kanun çıkarıldığı dönemin şartların bağlı olmak üzere otoriter bir karakterde olup, bazı cemiyetlerin kurulmasına da yasaklamalar getirmiştir. Özellikle sınıf esasına dayalı cemiyetlerin kurulması yasaklanarak sendikaların oluşması engellenmiştir. Ayrıca iktidar kendisine muhalif olabilecek bir partinin kurulmasını engellemek adına da bu kanunla geniş yetkiler elde etmiştir. Bu uygulama çok partili ve demokratik yaşama geçişin başlaması ile sıkıntı oluşturmuş ve dönemin gerekliliği olarak kanunda değişiklik yapılması gündeme gelmiştir. Yapılması düşünülen değişiklik İsmet İnönü tarafından 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan CHP olağanüstü kongresinde gündeme getirilmiştir. İnönü konuyla ilgili görüşlerini ifade etmiş ve cemiyet kurma konusundaki sınırlamaların kaldırılması için gereken çalışmaların başlatılmasını istemiştir. Özellikle sınıf esasına dayanan cemiyet ve parti kurulmasının yolunun açılmasını isteyen İnönü, sadece kökü dışarıda olan ve dini siyasete alet eden cemiyet ve partilere karşı durmaya devam edeceklerini

556 Cemil Koçak, “Tek Parti Yönetimi, Kemalizm ve Şeflik Sistemi: Ebedi Şef/Milli Şef”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 121 ve 135.(Sayfa aralığı 119-137) 557 Ahmet Yıldız, “Recep Peker”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 61. (Sayfa aralığı 58-63) 558 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler(1859-1952), Arba Yayınları, İstanbul 1995, s. 573. 559 Akandere, s. 43-44. 560 Tunaya, s. 575. 561 M. Tahir Hatiboğlu, Türkiye Üniversite Tarihi(1845-1997), Selvi Yayınevi, Ankara 1998, s. 352. 109

belirtmiştir. Kongredeki bu konuşmaya dayanılarak siyasi partiler ve sınıf esasını temel alan derneklerin kurulmasının yolunu açacak çalışmalar başlatılmıştır. Böylece toplum içerisinde sınıfların bulunmadığı iddiasından da vazgeçilmiştir562. Cemiyetler Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili tasarı 5 Haziran 1946 tarihinde Mecliste görüşülmeye başlanmıştır. Konuyla ilgili söz alan Adnan Menderes; yeni kanununda yapılması planlanan değişikliklerin demokrasi adına önemli bir adım olduğunu belirtmiştir. Siyasi oluşumların kurulmasına serbestlik getirmenin doğru olduğunu fakat ülke bütünlüğüne zarar veren ve dış bağlantılı oluşumların hayata geçirilmesine karşı olduklarını vurgulamıştır563. Görüşmeler sonunda Cemiyetler Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmıştır. Yapılan değişikliklerden önene çıkanlar şu şekildedir: Eski kanuna göre kurulacak derneklerin mahallin en büyük mülki amirine tüzüğünü ve beyannamesini verme zorunluluğu mevcutken, yapılan değişiklikle dernekler sadece tüzüklerini mülki amirlere vermekle yükümlü sayılmışlardır. Eski kanundaki kurulan derneklerin izne tabi tutulması gerektiği ifadesi ise tamamen kaldırılmıştır. Kurulması yasaklanmış cemiyetler listesinde de daralmaya gidilmiştir. Bu gayeye yönelik olarak eski kanunda yer alan; devlet rejimine aykırı amaç güden cemiyetler, emniyet ve asayişe aykırı dernekler, sınıf esasına dayanan dernekler ve cins esasına dayanan derneklerin kurulamayacağına dair ifadeler kanundan çıkarılmıştır. Kurulmasına müsaade edilmeyen dernekler ise şu şekilde sıralanmıştır: “Devletin mülki bütünlüğünü, siyasi ve milli birliğini bozmaya çalışan, din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan, aile, cemaat, ırk esasına veya adına dayanan, bölgecilik maksadı güden veya bölgeci bir unvan taşıyan siyasi dernekler.” Kanundaki bir diğer önemli değişiklik ise; idari amirlerin amaç dışında çalışan derneklerin tescil vesikalarını geri alma hakkının mahkemelere devredilmesiyle gerçekleşmiştir564. Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte 1950 yılına kadar 7.219 dernek kurulmuştur. Kanundaki değişiklik sendika kurma hakkını da tanımış fakat işçilerin böyle bir girişime yanaşmamaları üzerine hükümetin zorlaması ile Türkiye’de sendikacılık girişimleri de başlamıştır565. Yeni Cemiyetler Kanunu ile halkın kendi sorunlarına kendisinin çözüm getirebilmesine izin verilmesinin yanı sıra, kişinin siyasal ve sosyal katılma hakkı da idarenin sert denetiminden kurtulmuştur. Bu şekilde tekelci ve bürokratik bir idareden, çoğulcu ve paylaşımcı bir yapıya doğru önemli bir adım atılmıştır. 3. Ceza Kanunu ve Basın Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler: Mevcut Ceza Kanunu’nun 140, 141, 142 ve 159. maddeleri demokrasiye geçişte önemli engeller teşkil etmiş, fikirlerini özgürce açıklamayı ya da siyasi oluşumların hayata geçirilmesini güçleştirmiştir. Zekeriya Sertel bu durumu eleştiren bir köşe yazısında özetle şu ifadeleri kullanmıştır; Türkiye’de Anayasa demokratik olmasına rağmen Ceza Kanunu faşist bir yapıya sahiptir. Ceza Kanunu’nun birinci maddesinde açıkça tarif edilmemiş ve suç sayılmamış bir fiil için kimseye ceza verilmeyeceği belirtilmiştir. Fakat Ceza Kanunu’nun 141-142-143. maddeleri bu tanımla zıt bir içeriğe sahiptir.

562 Makal, Türkiye’de Tek…, s. 477-478. 563 TBMMTD, 5 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 49. 564 TBMMTD, 5 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 1/1-11., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 10 Haziran 1946, s. 1-2. 565 Ekinci, s. 315-316. 110

Örneğin Ceza Kanunu’nun 141. maddesine göre milli menfaatlere zarara veren kişi 5 yıldan aşağı ceza almaz denilmektedir. Buradaki milli menfaat tanımı açık yapılmadığı için hâkimin vicdanında suç kabul edilen fiiller suç teşkil etmektedir. Bu yanlış uygulama yüzünden bazı şahıslara hükümetin gidişatını eleştirdiği için hapis cezaları verilmiştir. Bu haksız uygulamalardan dolayı siyasi gerekçelerle mahkûm olanların affedilmeleri gerekmektedir566. Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılması konusu Meclise taşınmış ve 13 Haziran 1946 tarihli Meclis görüşmelerinde gündeme gelmiştir. Cemiyetler Kanunu’nda değişiklik yapılması nedeniyle Ceza Kanunu’nda da değişikliğe gidilmesi bir zorunluluk olarak görülmüştür. Cemiyetler Kanunu ile sınıf esasına dayalı dernek kurulmasına izin verildiği için bu konuda daha önce verilen cezaların Ceza Kanunu’ndan kaldırılması gerekmiştir. Ayrıca kökü dışarıda yabancı aleti parti ve cemiyetlerin kurulması da Cemiyetler Kanunu’nda yasaklandığı için bu ibarenin Ceza Kanununa eklenmesi de değişiklik için bir neden olmuştur. Bu ilkeler çerçevesinde düzenlenen 141. Madde içerisinde, yeniden belirlenen şartlar dışında kalan cemiyetlerle ilgili verilen cezalar yer almıştır ve 142. madde de bu maddenin tamamlayıcısı olarak düzenlenmiştir567. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan 140 ve 159. maddelerdeki tadilat konusu ise 18 Eylül 1946 tarihinde Meclise getirilmiştir. Eski 140. maddede “devlet itibarına zarara veren hareketler sadece yurt dışında yapılırsa” ibaresi yer aldığı için yurt içinde aynı tür hareketlerin cezası karşılanmamaktaydı. 159. madde ile de devlet itibarıyla ilgili düzenlemelerin gerekliliği gündeme getirilmiştir568. 140. maddenin yeni haliyle, ister ülke içinde olsun ister dışında olsun dünya kamuoyunda devletin itibarına zarar veren kişilerin ya da neşriyat sahiplerinin 5 seneden aşağı olmamak üzere hapis cezası alabilmesi kararlaştırılmıştır. 159. maddeye göre ise; Türklük, cumhuriyet ve meclis, askeri ve emniyet güçleri, bakanlıklar hakkında asılsız haber yapanlar bir seneden altı seneye kadar hapis cezası alabileceklerdir. Kanunlar ve meclis kararlarına alenen küfredenlere 15 günden 6 aya kadar hapis, 30 liradan 100 liraya kadar para cezası verilebilecektir. Yabancı ülkelerde Türklüğe hakaret yapan bir

566 Zekeriya Sertel, “Yine Siyasi Mahkûmların Affı Hakkında”, Tan Gazetesi, 26 Kasım 1945, s. 1. 567 141. madde: 1. Fıkra: Memleket içinde, içtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya içtimai bir zümreyi ortadan kaldırmaya veya memleket içinde teşekkül etmiş iktisadi veya içtimai nizamları devirmeye matuf cemiyetler tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. 2. Fıkra: Memleket içinde, cemiyetin siyasi veya hukuki herhangi bir nizamını devirmek amacıyla yıkıcı cemiyetler tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. 3. Fıkra: Bu maksatlara varmak için şiddet kullanmak da istihdaf edilmiş ise veya zor kullanılmış ise verilecek ceza beş yıldan on iki yıla kadar ağır hapistir. 4. Fıkra: Memleket içinde, cemiyetin siyasi veya hukuki herhangi bir nizamını zorla değiştirmek gayesiyle cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse beş yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. 5. Fıkra: Gayesi cumhuriyetçiliğe aykırı veya milli hissiyatı sarsmaya veya zayıflatmaya matuf cemiyetleri tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. 6. Fıkra: Bu cemiyetlere iştirak eden kimse altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. İkinci ve dördüncü fıkralarda yazılı hallerde ceza bir yıldan üç yıla kadar ağır hapistir. 7. Fıkra: Dağılmaları emredilmiş olan yukarıda yazılı cemiyetleri sahte nam altında veya muvazaa şeklinde olsa dahi yeniden tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare edenler hakkında verilecek cezalar üçte birden eksik olmamak üzere artırılır”. 142. Madde ise şu şekildedir: “1. Fıkra: Memleket içinde içtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya içtimai bir zümreyi ortadan kaldırmak yahut memleket içinde teşekkül etmiş iktisadi veya içtimai nizamları devirmek veya siyasi veya hukuki nizamları yıkmak için propaganda yapan kimse altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. 2. Fıkra: Propaganda yukarıdaki fıkrada yazılı hareketleri şiddet kullanarak elde etmeye matuf bulunduğu taktirde verilecek ceza beş yıla kadar ağır hapistir. 3. Fıkra: Memleket içinde cemiyetin siyasi veya hukuki herhangi bir nizamını zorla yıkmak için propaganda yapan kimse beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. 4. Fıkra: Cumhuriyetçiliği veya milli hissiyatı sarsmak veya zayıflatmak için propaganda yapan kimse altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. 5. Fıkra: Yukarıdaki fıkrada yazılı fiilleri öven veya iyi gördüğünü söyleyen kimse de aynı cezaya çarptırılır.” TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 261., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 18 Haziran 1946, s. 2-3. 568 TBMMTD, 18 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1,Ekler Bölümü s. 1/1-2. 111

Türk’ün cezası ise en az üç kat artırılabilecektir569. Değişikliklerin tamamı 20 Eylül tarihli oturumda kabul edilmiştir570. Mevcut Ceza Kanunu’nda yer alan ve 29 Haziran 1938 tarihinde değişikliğe uğratılarak sertleştirilen 161. madde ise değişiklik yapılan maddeler arasında yer almamıştır. Bu maddenin mevcut haline göre: Savaş sırasında halkın maneviyatını kıracak veya heyecana sürükleyecek haber yapanlara 5 seneden az olmamak üzere ağır hapis cezası öngörülmüştür. Fiil bir yabancı ile anlaşarak yapılmışsa ceza 15 yıl, düşmanla anlaşarak yapılmışsa müebbet hapis cezası verilmiştir. Ayrıca ekonomi ile ilgili konularda olumsuz tesire sahip girişimlere en az 5 yıl, bu icraat yabancılarla işbirliği ile yapılmışsa en az 10 yıl, düşmanla anlaşma neticesinde yapılmışsa en az 15 yıl ceza uygulanmıştır571. 25 Temmuz 1931 tarihli ve 1881 sayılı Basın Kanunu’nun 50. maddesi ise13 Haziran 1946 günü değiştirilmiştir. Maddenin mevcut halinde memleketin genel siyaseti aleyhinde yayın yapan gazete ve dergiler Bakanlar Kurulu tarafından geçici olarak kapatılabilmekteydi. Yapılan değişiklikle ceza verme yetkisi mahkemeler devredilmiştir572. Basın Kanunu’nda özgürlüklerin artırılması adına 20 Eylül 1946 tarihinde yeni bir değişiklik daha yapılmıştır. Gazete çıkarabilmek için resmi izin alma gerekliliği kaldırılmış, sadece beyanda bulunma yeterli görülmüştür. Bakanlar Kurulu’nun gazete kapatma yetkisi kaldırılmıştır573. Ceza Kanunu’nda ve Basın Kanunu’nda yapılan değişikliklere bağlı olarak 14 Haziran 1946 tarihli Meclis oturumunda basınla ilgili suçlara yönelik bir af kanunu çıkarılmış ve 7 Haziran 1946 tarihine kadar Basın Kanunu’na muhalefetten dolayı alınmış cezalar affedilmiştir574. 4. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda Yapılan Değişiklik: 4 Temmuz 1934 tarihinde çıkarılmış ve 1938 yılında son hali verilmiş olan Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’na göre polis örgütüne geniş yetkiler verilmiş, kişi dokunulmazlığına ise büyük darbe vurulmuştur. Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte kanunla ilgili eleştiriler muhalefetin sürekli gündeminde olmuş ve iktidar bu kanunu baskı unsuru olarak kullanmakla suçlanmıştır. Özellikle kanunun 18. maddesi keyfi muamelelere imkan tanımaktadır. 2559 sayılı kanununun 18. maddesi şu şekildedir: “Fevkalade hallerde devletin emniyet ve selametini ve içtimai nizamı tehdit ve ihlal kabiliyetini haiz vaziyetlerde bu hal ve vaziyetleri ihdas edeceklerinde veya devamına müessir olacaklarında şüphe edilenleri sebep ortadan kalkıncaya kadar polis nezareti altına alabilir. Ve umumi ve hususi nakil vasıtalarına vaziyet edebilir. Bu hal ve vaziyetin devamının takdiri en büyük mülkiye amirine aittir575.” Bu madde ile bir şüphe dahi oluşmuş olsa mülki amirlere vatandaşların hürriyetlerini sınırlama hakkı getirilmiştir. DP kanunun değiştirilmesi için 1947 yılında bir girişimde bulunmuş ama bu girişim iktidar tarafından olumlu karşılanmamıştır. İktidarın değişiklik konusunda ret tavrını benimsemesinin temelinde; böyle önemli bir değişikliğin muhalefetin isteğiyle gerçekleşecek

569 TBMMTD, 18 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 429. 570 TBMMTD, 20 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 441-444. 571TBMMZC, 29 Haziran 1938, 5. Dönem, Cilt 26, s. 495. 572 TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 262-285 573 TBMMTD, 20 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 433-435. 574 TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24,s. 334.(Ekler bölümünde kanunun gerekçeleri yer almaktadır. Bakınız: Ekler Bölümü, s. 1/1-2.) 575 TBMMTD, 20 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10, s. 260- 273. 112

olmasından duyulan rahatsızlık yatmıştır. Bunu destekler nitelikte olmak üzere DP’nin kanunda değişiklik istediği süreçte iktidar yanlısı Hüseyin Cahit Yalçın’ın bir yazısı dikkat çekicidir. Yalçın şu ifadeleri kullanmıştır: “…Muhalefet fırkasına sempatilerimizi ve teşekkürlerimizi bildirmekten zevk duyduğumuzu söylemek isteriz. Kendi partimiz hesabına bir iftihar hissesi ayırmayı düşünmüyoruz. Hükümet partisi sadece Demokratların taleplerini insaf ile karşılamış ve makul bulduğu bir teklifi fiile çıkarmış olacaktır. Asıl teşebbüs ve gayret muhalefet partisinden gelmiştir. Memlekette geniş demokrasi rejimi için vaktin geldiğini takdir ederek fiiliyata geçenler böyle bir rejim için memleketin olgunluğuna iman etmiş bulunuyorlardı. Şimdi prensipli, insicamlı bir muhalefet partisinin memleket lehine hizmetlerde bulunduğunu görmek onlar için en büyük manevi mükâfat teşkil eder...576.” Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun değiştirilmesi konusu gündeme geldiği günlerde Malum Paşa Gazetesi konuyla ilgili olarak gözaltı sürelerinin uzamasından çok, tutuklananlara yapılan muamelelere dikkat çekmek için şu yorumda bulunmuştur: “Evet, mesele bir gün, yedi gün, yetmiş gün meselesi değildir. İsterse memleket menfaatleri icap ediyorsa bu müddet yedi yüz gün olsun. Fakat siz bu müddetler içinde insanlara neler yapıldığını, hayvanlara reva görülmeyen muamelelere onların maruz bırakıldıklarını biliyor musunuz?... Dayak korkusu yüzünden vatandaşlar, yapmadıkları suçları üzerine aldılar, korkudan yalan verdikleri ifadeleri imzaladılar. Ve senelerden beri Türk adalet makamları aldatıldı, kandırıldı577.” Kanunun içeriğinin değiştirilmesi ile ilgili olarak 18 Şubat 1948 tarihinde Meclise hükümet tarafından bir kanun tasarısı sunulmuştur. Tasarıda 1934 yılında dönemin şartlarına göre mülki amirlere verilen yetkinin günün şartları içinde ihtiyaç duyulmayacak bir hal aldığı vurgulanarak kaldırılması istenmiştir578. İktidarın getirmiş olduğu teklif 20 Şubat 1948 tarihinde Mecliste görüşülmüştür. Görüşülen tasarı Meclis tarafından kabul görmüş ve 18. madde kanundan çıkarılmış, keyfi uygulamaların önüne geçilmiştir579. 5. İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun Yürürlükten Kaldırılması: 31 Temmuz 1922 tarihli ve 249 sayılı İstiklal Mahakimi Kanunu ve bunun tadili hakkında 13 Şubat 1926 tarihli 738 sayılı kanun, 29 Mayıs 1926 tarihinde yapılmış olan 868 sayılı değişiklik kanunu toplamda İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nu oluşturmuştur580. Kanuna göre İstiklal Mahkemeleri bir yedek ve üç asilden oluşan dört kişilik üyesinin yanı sıra, vekillerden de bir savcının katılımıyla oluşturulmuştur. TBMM kararı ile İstiklal Mahkemeleri açılabilmiş ve verilen karar kesinlik taşıyıp 24 saat içinde uygulanmıştır. 1930 yılından sonra kanun hiçbir alanda uygulanmamıştır 581. Fakat gelişen demokratik ortamda böyle bir kanunun mevcudiyeti bile hoş karşılanmamış, yürürlükten kaldırılması için Meclise teklif verilmiştir. İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun kaldırılma teklifini Adnan Adıvar ve Cihat Baban yapmıştır. İki milletvekili; “İstiklal Harbi esnasında memleketin içindeki hıyanetleri önlemek ve zaferden sonra da yapılan inkılâpları muhafaza

576 Hüseyin Cahit Yalçın, “Polis Vazife ve Salahiyetleri Hakkındaki Kanun”, Tanin Gazetesi, 16 Temmuz 1947, s. 1. 577Malumpaşa Gazetesi, 8 Eylül 1947, s. 3. 578 Erol Tuncer, 1950 Seçimleri, TESAV Yayınları, Ankara 2010, s. 45-46. 579 TBMMTD, 20 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10, s. 260- 273.,Resmi Gazete, 25 Şubat 1948, s. 1. 580 TBMMTD, 28 Nisan 1949, 8. Dönem, Cilt 18, s. 720. 581 Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1965, s. 189- 190. 113

etmek gayesiyle kurulmuş olan İstiklal Mahkemeleri tarihi rollerini oynamış, vazifelerini bitirmiş bulunuyorlar. Bugün içinde bulunduğumuz devir bizi fevkalade tedbirlerden uzak tutmaktadır. Bu itibarla hizmetini ve vazifesini yapmış olan bu şiddet kanunun da meriyetten kalkması muvafık görülmüş ve bugünkü demokratik inkişaf devrinin zihniyetine uyularak 249 nolu ve 31 Temmuz 1922 tarihli kanunun tadil ve eklerinin ilgası için” bu teklifi yaptıklarını belirtmişlerdir582. İstiklal Mahkemeleri Kanunu ve eklerinin kaldırılması konusu önce Meclis İçişleri Komisyonu’nda görüşülmüştür. Görüşmeler sırasında söz alan Gümüşhane Milletvekili Ahmet Kemal Varınca, mahkemelerin istiklal mücadelesindeki önemini vurgulayan ve kaldırılmasına karşı çıkan vekillere yönelik şu ifadeleri kullanmıştır: “Ben İnebolu’da kaymakamdım. Necati Bey583 geldi, firarileri istedi. İstanbul’da kayıkçılık yapıyorlar, bana silah gönderiyorlar, nasıl getireyim dedim. Onlar gelmezse analarını babalarını asarım, seni de asarım dedi. Böyle bir adli cihaz bugünkü sistem içinde yaşayamaz584.” 28 Nisan 1949 tarihinde Mecliste görüşülmeye başlanan mahkemelerin kaldırılması teklifi olumlu karşılanmış ve 4 Mayıs 1949 tarihinde İstiklal Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kaldırılmış, muhalefet üzerinde psikolojik baskı olarak kullanılan bir güç daha son bulmuştur585.

3.2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkın Partiden Kopuş Nedenleri

Savaşın en çok şiddetlendiği 1943-1946 yıllarında son savaş hükümeti İkinci Saraçoğlu Hükümeti olmuştur. Bu hükümet 9 Mart 1943-7 Ağustos 1946 tarihleri arasında görev almıştır ve savaşın sonunda da yaşanan sıkıntıların birinci derece sorumlusu olarak suçlanmaya başlanmıştır. Hükümetin kadrosu şu şekilde oluşturulmuştur: Başbakan: Şükrü Saraçoğlu(İzmir), Adliye Vekili: Ali Rıza Türel(Konya)Mümtaz Ökmen(Ankara)( 6 Nisan 1946 itibariyle), Milli Müdafaa Vekili: Ali Rıza Artunkal(Manisa), Dâhiliye Vekili: Recep Peker(Kütahya)Hilmi Uran(Seyhan)(20 Mayıs 1943 itibariyle), Hariciye Vekili: Numan Menemencioğlu(İstanbul)Hasan Saka(Trabzon)(13 Eylül 1944 itibariyle), Maliye Vekili: Fuat Ağralı(Elazığ)Nurullah Esat Sümer(Antalya) (13 Eylül 1944 itibariyle), Maarif Vekili: Hasan Ali Yücel(İzmir), Nafia Vekili: Sırrı Day(Trabzon), İktisad Vekili: Fuat Sirmen(Rize), Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili: Hulusi Alataş(Aydın)Sadi Konuk(Bursa)(19 Ocak 1945 itibariyle),

582 TBMMTD, 28 Nisan 1949, 8. Dönem, Cilt 18, s. 720., Kanunu değişikliği ile ilgili komisyon raporları ve gerekçeler için bakınız: TBMMTD, 29 Nisan 1949, 8. Dönem, Cilt 18,Ekler Bölümü s. 35/1-3. 583 Bahsedilen şahıs Mustafa Necati Uğural’dır. Saruhan Milletvekili olan bu şahıs Kastamonu İstiklal Mahkemesi başkanlığı görevinde bulunmuştur. TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950), TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2010, s. 55. 584Akşam Gazetesi, 6 Ocak 1949, s. 1. 585 TBMMTD, 4 Mayıs 1949, 8. Dönem, Cilt 19,s. 94. 114

Gümrük ve İnhisarlar Vekili: Suat Hayri Ürgüplü(Kayseri)Tahsin Coşkan(Kastamonu)(19 Şubat 1946 itibariyle), Ziraat Vekili: Şevket Raşit Hatipoğlu(Manisa), Münakalat Vekili: Ali Fuat Cebesoy(Konya), Ticaret Vekili: Celal Sait Siren(Bolu)Raif Karadeniz(Trabzon) (31 Mayıs 1945 itibariyle), Çalışma Vekili: Sadi Irmak(Konya)586. Savaşın yormuş olduğu Saraçoğlu Hükümeti’nin programı bir nevi kendini savunma ve yaşanan sıkıntıların sebeplerinin kendileri olmadığını ispatlama cümleleriyle doludur. Halkı büyük sıkıntılara düşüren yokluk, karaborsa ve yüksek fiyat sorunları tamamen savaşa bağlanmıştır. Özellikle üretici sınıf olarak öne çıkması gereken genç nüfusun askere alınması ile bu sınıfın tüketici konumuna geçtiği, bu yüzden üretimin yavaşladığı belirtilmiştir587. Savaş sırasında uygulanan ve büyük tepki toplayan Varlık Vergisi konusu da Saraçoğlu Hükümeti tarafından savunulmuştur. Vergi ile elde edilen paralar ile ekonominin rahatlamış olduğu iddia edilmiştir. Savaş sırasında alınan ekonomik önlemler sayesinde Merkez Bankası’nda biriktirilen nakit ve altın stokunun artırılmış olduğu, Türk parasının değerinin ise yükselme gösterdiği program içerisinde yer almıştır588. Saraçoğlu Hükümeti iç ve dış politikada yaşanan sıkıntılar karşısında büyük oranda yıpranmıştır. 1944 yılı Mart ayında hükümet için yapılan güven oylamasında 57 ret oyu çıkmıştır. Bu Cumhuriyet tarihi için bir ilk olmuştur589. Savaşın bitmesinin ardından hükümete karşı oluşan muhalefet daha da artmıştır. 1945 yılı 7 aylık bütçe görüşmeleri sonrasında bütçeye ve hükümete karşı gelen eleştiriler sonrasında hükümet yeniden güvenoyu talep etmiştir. Yapılan oylamaya katılan 366 kişiden 359’u güvenoyu vermiştir. Olumsuz oy verenlerden Recep Peker bunun nedenini anlatmak için kürsüye gelmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır. “…Kabinenin bugün devletin içinde bulunduğu iç ve dış ve ekonomik güçlüklerin heyeti mecmuasını iyi bir surette kavrayıp göğüsleyebileceği hakkında içimde inan yoktur590.” Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak, Feridun Fikri Düşünsel gibi isimler ise bütçe görüşmelerinde muhalif oy kullanmalarına rağmen sadece Peker kendisini açık etmiş, diğer muhalifler kendilerini o günlerde gizlemişlerdir591.TBMM içerisinde ilk muhalefet başkaldırısını aslında Bayur yapmıştır. Hükümetin ve partinin uygulamalarına karşı farklı fikirler savunan Bayur, Meclise bu anlamda yeni bir renk katmıştır592. 1943 yılından itibaren muhalif görüntü sergilemiş, özellikle bütçe görüşmelerinde eleştirilerinin dozunu artırmıştır. Bu durum bazı CHP vekillerinin onunla selamı dahi kesmesine neden olmuştur. Bayur bir gruba dâhil değildir ve kendi başına mücadele etmektedir. Muhittin Baha Pars ise diğer bir muhaliftir. Celal Bayar’a çok yakındır. Öyle ki Bayar’ın isteği olan, Meclis görüşmelerinin basına yansıtılması talebini 1945 yılı Ocak

586 Türker Sanal, Türkiye Cumhuriyeti ve 50 Hükümeti, Sim Matbaacılık, Ankara 1995, s. 157. 587 İsmail Arar, Hükümet Programları(1920-1965), Burçak Yayınevi, İstanbul 1968, s. 150. 588http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP14.htm 589 Tunçay vd., s. 133. 590 TBMMTD, 29 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17, s. 508-509. 591 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye(1944-1950), Bilgi Yayınevi, Ankara 1998, s. 63. 592 Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, Baha Matbaası, İstanbul 1969, s. 30. 115

ayında bir takrir olarak Meclise sunmuştur593. Celal Bayar ise Adnan Menderes ve Tevfik Rüştü Aras ile görüşmeler içerisine girmiş, CHP içerisinde bir ıslahat yapma yolunu seçmiştir594. Fakat kısa süre içinde Bayar etrafında toplanmaya başlayan bu muhalif kanat, parti içinde ıslahat yapma amacını yeni bir parti kurma amacına çevirmişlerdir. CHP içerisinde oluşan muhalefetle beraber halkın da partiye olan bağlılığında bir zayıflama açıkça kendini göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük kalkınma hareketleri dünyayı sarmışken Türkiye bu adımların gerisinde kalmış, kıtlık-darlık ve işsizlik tırmanmış, ülkede yılda 40 bin kişi veremden ölmeye devam etmiştir. Millet bünyesinde birikmiş olan sessiz muhalefet de CHP karşısında bir tavır takınmaya başlamıştır595. Türk halkı İkinci Dünya Savaşı’na girilmemesinin başarısını İsmet Paşa’ya lütfettikleri gibi gündelik hayattaki sıkıntıların sebebi olarak da O’nu suçlamışlardır596. Demokrasi havasının Türkiye’yi sarmasıyla birlikte memnuniyetsiz bu büyük kitle, oy kullanma konusunda daha istekli hale gelmiş ve % 75’i aşan nüfusuyla bu kesimin oylarının kıymeti anlaşılmaya başlanmıştır597. CHP içerisinde en önemli mevkide bulunan ve taşra teşkilatına göre ayrıcalığa sahip olan merkez yapılanması halkla aralarında oluşan kopukluğu gidermek için Halk Evleri ve Halk Odalarını kullansalar da halkla bütünleşememişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan baskılar partiyi önemli oranda halktan koparmıştır. CHP, savaş sonrasında halkla bütünleşme amacıyla büyük çabalar sarf etmek zorunda kalmıştır598. Halkın CHP’den kopuşu milletvekilleri tarafından zaman zaman dile getirilmiştir. Bursa Milletvekili Muhittin Baha Pars CHP grubuna iki maddelik bir takrir vermiştir. Bu takrirde: “1. Gençlik halk partisini tutmuyor. Onları içimize almak için çalışmalıyız. 2. Halk bizi sevmiyor. Halkın gönlünü kazanmak için tedbir almalıyız” ifadeleri yer almıştır599. CHP’nin halktan kopuşu konusunda en net yaklaşım, dönemin Tokat Milletvekili Galip Pekel tarafından CHP Grup İdare Kurulu Başkanlığı’na gönderilen 12 Ağustos 1946 tarihli “Halkı İdareden Partiden Soğutan ve Acilen İzalesi Lazım Gelen Amiller Hakkında” başlıklı raporda görülebilmektedir. Bu uzun rapor özet olarak şu şekildedir: Halkın işleri resmi dairelerde sürüncemede kalmakta, memurların kötü muamelesi ve rüşvet alınması, köy okulları işleri, pahalılık ve vurgunculuk öne çıkmaktadır. Parti bu sorunları çözmediği müddetçe sonraki seçimde halkı yanında göremeyecektir. Sorun yaşayan kitle halkın %98-99’unu oluşturmaktadır ve geri kalan az miktarda olan kişiler tarafından bu ezilen topluluk sömürülmektedir. Bu büyük kitle seçimlerde en önemli faktörü oluşturmaktadır ve seçim silahı artık bu grubun elindedir. Sorunların ilkini oluşturan resmi dairelerde işlerin uzun sürmesi konusu şu şekilde izah edilebilir: Halk dairelere geldiğinde işlerinin olumlu ya da olumsuz şekilde sonlanmasını, iş uzayınca kaymakamın müdahalesi ile nihayete erdirilmesini istemektedir. İlçede halledilmeyen iş ilde vali kanalıyla derhal halledilmelidir. Hâlihazırda işler böyle devam etmemektedir. İlçede çıkan sorunlar memurlar tarafından ildeki amirlerine oradan da bakanlığa uzanan bir süreç içinde

593 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 53. 594 Tunçay vd., s.136-137. 595 Burçak, Türkiye’de…, s. 20. 596 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 23. 597 Karpat, s. 464. 598 Akandere, s. 79-80. 599Son Saat Gazetesi, 7 Eylül 1946, s. 1. 116

halledilmeye çalışılmaktadır. Vali ve kaymakam sürecin dışında kalmaktadır. Bu durum sorunların birikmesine, halkın memnuniyetsizliğine neden olmaktadır. Halk sorunun; kaymakam, olmazsa vali ve son olarak da Danıştay aracılığı ile çözülmesi taraftarıdır. İşlemlerin yürütülmesindeki formaliteler azaltılmalıdır. Formalitelerin artması suiistimalleri de artırmaktadır. Diğer bir sorun olan memurların kötü muamelesi ve rüşvet alınması konusu ise şöyle değerlendirilebilir; Yaygın olarak rüşvet alındığı kesin bir vakadır. Alınan rüşvet miktarı işin mahiyetine ve kişinin maddi durumuna göre değişmektedir. Memurların maddi sıkıntıları, vali ve kaymakam denetiminden çıkarılmış olmaları sorunu büyütmektedir. Memur denetimi genel mahkemelere bırakılmıştır ve bu mahkemeler memuru yargılamaya yetecek ayrıntı hususlara sahip değillerdir. İdareci ve adalet üyelerinden oluşturulacak karma mahkemeler daha başarılı olacaktır. Memurun halka özellikle köylüye tepeden bakması ve kötü muamele yapması da vali ve kaymakam denetiminin olmamasından kaynaklanmaktadır. Memurlara uygulanması gereken disiplin kuralları yetersizdir. Cesaret alan memurlar daha da gaddarlaşmışlardır. Kaymakam ve valilere ceza yetkisi verilerek bu durumun önüne geçilebilir. Jandarma da önemli sorun yaratmaktadır. Şehir ve kasaba dışında kalan ya da polis olmayan yerlerde tek etkili güç jandarmadır. Jandarmalar emniyet ve inzibat işlerini tek başına üstlenmiştir. Jandarma asker olduğu için Genelkurmaya, idare vazifelerinde ise sivil idarecilere bağlıdır. Fakat jandarma kendilerini asker olarak görüp sivil amirlerine itaat etmemektedirler ve sivil amirlerce denetlenmeleri ve cezalandırılmaları mümkün olmamaktadır. Bu durumda denetimsiz kalan jandarma halka kötü muamele etmektedir. Jandarmayı kaldırmak ya da idare amirlerine tam bağlı hale getirmek gerekmektedir. Köylerde okul yapılması işi de önemli bir sorundur. Şehir ve kasabalarda İl Özel İdaresi okul yaparken köylü kendi okulunu kendisi yapmak zorunda bırakılmaktadır. Devlet köylere gereken binaları kendisi yapmalıdır. Her öğretmen için yüz dönüm ve köye yakın verimli toprak ayrılmaktadır. Bu durum köylüyü mağdur etmekte kimi zaman köyden ayrılmasına neden olmaktadır. Bina yapımı için yapılan harcamalar yüzünden köylü Ziraat Bankası’na borçlanmıştır. Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin köylüye karşı şımarık davranışları engellenmelidir. Bina yapımı dolayısıyla Ziraat Bankası’na borçlanan köylünün borcu devlet tarafından ödenmelidir600. Rapordan da anlaşılacağı üzere halk ekonomik sıkıntılar ve devlet tarafından uygulanan baskılar yüzünden mağdur durumdadır. Ekonomik anlamda yaşanan sıkıntılar öncelikli olarak halkı perişan etmiştir. Bu durumun devam etmesi halinde iktidarın gücünü kaybederek devrilebileceği açıkça görülmüştür. Zaten CHP’yi yıpratan ve sonunda iktidardan indirecek olan da, antidemokratik kanunlardan çok, iktisadi buhranlara sebep olma ve bu sorunları çözememesi olmuştur601. Halkın ekonomik ihtiyaçlarının ne kadar üst seviyelere çıkmış olduğunu anlamak için Millet Partisi Sinop Milletvekili Enver Kök’ün şu örneği açık bir delil olarak öne çıkmaktadır: “Kastamonu’da geziyorduk. Bir köylüye nasılsınız diye sorduk. İyiyim, cevabını verdi, ne istersin dedik; Ayağıma çarık alabilir misiniz? dedi. İşte memleketin

600 BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 42.249..13. 601 Ahmet Hamdi Başar, Demokrasi Buhranları, Türkiye Basımevi, İstanbul 1956, s. 81. 117

efendisi bu haldedir602.” Halkın ekonomik ihtiyaçlarının karşılanamamış olması o seviyelere ulaşmıştır ki, parti temsilcileri halkın yüzüne bakamaz hale gelmiştir. Ekrem Tur isimli bir CHP delegesi bu durumu şu cümlelerle özetlemiştir: “Son yıllarda halk ihtiyaçlarıyla hiç ilgilenilmedi. Halkın karşısına çıkamayacak durumdayız…603” Seçim zamanlarında halka uygulanan baskılar da halkın CHP’den kopuşuna ortam hazırlamıştır. İktidarın gücüyle varlığını devam ettiren gruplar bu imkânlarını kaybetmemek için seçmen üzerinde otorite kurma yolunu seçmişlerdir. Zaman zaman, yapılan baskılar CHP merkezine de iletilmiştir. Merkeze gelen şikâyetlerin artması üzerine İçişleri Bakanı Münir Hüsrev Göle parti genel müfettişliklerine ve valilere bir tamim göndermek zorunda kalmıştır. Tamimde şu ifadeler kullanılmıştır: “Bir kısım İstanbul ve vilayet gazetelerinde mahal ve hadise zikri suretiyle bazı zabıta memurlarının şu ve ya bu vatandaşa dayak attıklarını ve fena muamele yaptıklarını okumaktayız. Olmasına asla müsamaha edemeyeceğimiz bu hadisler hakkında gereken tahkikatı yaptırıyorum. Neticenin tezahürüne göre müsebbipleri hakkında kanuni icapları süratle yapacağım. Gazetelerin bu neşriyatı doğru veya yanlış dahi olsa umumi efkârda bırakacağı tesir gayet fenadır…604.” Halkın dışlanmışlığı ve aşağılanması, iktidarın halktan kopuk oluşu Cüneyt Arcayürek tarafından şu cümlelerle ifade edilmiştir: “(İsmet Paşa’nın)kente(Ankara’ya) inişinden önce önlemler alınır, Atatürk Bulvarı boyunca polisler dizilirdi. İnönü’nün yaklaşmakta olduğunu motosikletlerin gürültüleri iletirdi… Halk, İnönü’nün yüzünü göremezdi. İnönü yerine, egemen CHP’nin elleri dilediği zaman halkı okşar, yerine göre sıkardı. İnönü’yü halk, bu yöntemle görmüş sayılırdı sanki. İsmet Paşa eline, vücuduna dokunulmazlığıyla bizden ayrı yaratılmış bir başka dünyaydı. Belki evrenin bir parçasıydı ama insanların yaşam için kaynaştığı dünyanın gerçek bir parçası değildi, gerçeküstü bir varlıktı. Her sözü buyruktu. Aydınların bir kesimi, ozanlar, öykü yazarları, düşün insanları İsmet Paşa’nın yarattığı bu dünyanın, Türkiye’nin, Türk halkının gerçek dünyası olmadığını söylerler, aralarında tartışırlardı… O yıllarda İsmet Paşayı kimse sevmezdi. Bizim gezindiğimiz ortamda İnönü adı, korku verirdi605.” Parti içi muhalefet ve halkın memnuniyetsizliği CHP’deki büyük kopuşun önünü açmıştır. Parti merkezindeki muhalefet, memnuniyetsiz kitlelerin de desteğini alarak CHP içerisinde ayrışmaya başlamıştır. Bu süreç Türkiye’de uzun yıllar başarılamayan çok partili hayata geçişin önünü açmıştır.

3.2.1. CHP içerisindeki Kopuşun İlk Ciddi Adımı: Dörtlü Takrir

7 Haziran 1945 tarihinde CHP Meclis Grubu’na verilmiş olan ve Dörtlü Takrir olarak adlandırılan metin, demokrasinin daha geniş şekilde uygulanması yönünde talepler içermiş ve muhalefetin açıktan bir hamlesi olarak tarihteki yerini almıştır. Takrir aynı zamanda kurulacak yeni bir muhalif partinin de sinyallerini vermiştir. Metnin altında Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat

602Akşam Gazetesi, 14 Mart 1949, s. 1. 603 Hikmet Bila, CHP 1919-1999, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999, s. 120. 604Son Posta Gazetesi, 28 Eylül 1947, s. 3. 605 Cüneyt Arcayürek, Demokrasinin İlk Yılları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985, s. 29. 118

Köprülü ve Adnan Menderes’in imzaları yer almıştır606. Takrir, demokrasi prensiplerinin yerleşmesi için yapılması gerekenlerin yer aldığı bir teklifler bütünü olarak temellendirilmiştir. Önerge içerisinde yer alan ifadelerden bazıları şöyledir: “…Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en demokratik ülkesi olmuş ve kişisel hürriyetlere en geniş şekilde imkân sağlamıştır. Eski düzenden ülkenin korunabilmesi için 1925 yılından sonra siyasi hürriyetlerden tavizler verilmiştir. Yine de Anayasanın demokratik ruhuna sadık kalınmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi bu anlamda bir hareket olmuş ama başarısızlığa uğrayınca siyasi hürriyetlerde sınırlandırmalar artmıştır. Yine de demokrasi yolundan ayrılmamaya gayret edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı başlayınca doğal olarak demokrasi konusunda daha fazla engellemeler ortaya çıkmıştır. CHP kendi içinde oluşturduğu Müstakil Grup ile demokrasiyi bir nebze olsa da desteklemeye çalışsa da pek fayda sağlanamamıştır. Savaş sonunda demokrasi anlayışı tüm dünyada zirveye ulaşmış ve bu anlayış Türkiye’de de her zümreden taraftar sağlamıştır. Türk halkı okuma yazma bilmeyenler de dâhil olmak üzere demokrasinin yanındadır ve siyasi hürriyetlerini kullanabilecek seviyelere ulaşmıştır. Sonuç olarak gelinen noktada demokratik anlayışın hayata geçirilmesi gerekmektedir. Milli irade Meclise tam olarak yansıtılmalıdır. Vatandaş siyasi haklarını Anayasanın belirttiği seviyede kullanabilmelidir. Bu amaçlar doğrultusunda parti çalışmaları yeniden düzenlenmelidir. Bu takrir ile CHP’nin ve Türk milletinin tercümanı olduğumuz, Ata’nın yolunda gittiğimiz inancındayız. Cumhurbaşkanı’nın 19 Mayıs 1945 tarihindeki nutkunda demokrasinin geniş ölçülerde uygulanacağı yönündeki açıklamaları bize kuvvet vermiştir. Parti üyelerinin de bizim düşüncemize saygı duyarak ve aynı düşünceleri paylaştığımız inancıyla açık oturumda görüşülmesini talep ederiz607.” Cumhuriyet tarihinde bir ilk olma özelliği taşıyan ve bir başkaldırı niteliği barındıran takrir büyük ses getirmiştir. Dönemin canlı şahitlerinden Necip Fazıl Kısakürek ve Hilmi Uran takririn esas manasını yorumlamaya çalışmışlardır. Kısakürek şu yorumu yapmıştır: “Dörtlü Takrir diye adlandırılan davranışı, Demokrat Parti’nin tohum atış ve ilk kadrosunu çerçevelendiriş hareketi kabul edebiliriz. Bu hareket, yeni bir parti şuurundan uzak olarak yapılmakta idiyse de, o istikametin rotasını kendi kendisine çizmekteydi608.” Uran’ın değerlendirmesi ise şu şekilde olmuştur: “Benim kanaatim odur ki, İkinci Dünya Harbi’nin bitmiş olduğu günleri hemen takiben bu önergeyi verenler, mensup bulundukları partide ileriye sürdükleri böyle bir ıslahatı istemekten ziyade, aslında o partiden ayrılmayı kararlaştırmış bulunuyorlardı ve önergedeki istekleri de bir bahane olarak kullanıyorlardı609.” Takrir, Parti Meclis Grubu’nda yapılan 12 Haziran 1945 tarihli gizli oturumda görüşülmüştür. Takrir ve takrir sahipleri şiddetli şekilde eleştirilmiştir. Bayar bu tenkitler karşısında kendilerini nasıl savunduklarını şu şekilde izah etmiştir :“Takriri reddetmek vazifesini alanlar, bizi şiddetle tenkit ediyor, hakaret ediyor, horluyor, hırpalıyordu. Biz bunlara karşı

606 Bu takririn tam metni için bakınız: BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 572.2277..3. 607 BCA, Dosya: D6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 53.315..4., Ayrıca Bakınız: Naki Cevat Akkerman, Demokrasi ve Türkiye’de Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar, Ulus Basımevi, Ankara 1950, s. 72-75. 608 Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Menderes, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1970, s. 50. 609 Hilmi Uran, Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım(1908-1950), İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 362. 119

düşüncelerimizi metanetle savunduk…610.” Saraçoğlu takririn geri çektirilip ört bas ettirilmesi taraftarı olmuştur. Bir grup partili partiyi bölme amacı olan bu dört kişiyi baskı altına almayı önermiştir. İnönü ise yeni bir parti kurma isteği içinde olduğunu düşündüğü takrir sahiplerinin, parti içinde değil de parti dışında mücadelelerine devam etmesinin önermiştir611. İnönü’nün toplantıda ılımlı bir yaklaşım içerisinde olmasına rağmen aslında daha öncesinden Çankaya’da yaptığı toplantılarla takririn reddedilmesini ve takrire imza atanların grupta hırpalanmasını istemiştir. Bu iddianın sahibi Celal Bayar’dır612. Dörtlü Takrir Parti Grubu tarafından reddedilmiştir. Bu durum bir çelişkinin de ifadesi olmuştur. İsmet İnönü’nün çizdiği demokrasiye gidiş yolunda CHP grubu aynı şeyleri düşünmediğini göstermiştir613. Takrir sahipleri, isteklerinin CHP Grubu tarafından kabul edilmeyeceğini bildikleri halde, sadece halkın ve Meclisin takrir sahiplerinin fikirlerini öğrenmesi açısından bu girişime dahil olmuşlardır614. Takririn parti grubunda görüşülerek Meclise taşınmadan reddedilmesi, CHP’nin antidemokratik olduğu yönünde bir kozu takrir sahiplerinin eline vermiştir. Böylece daha sonraki süreçte partiden ayrılmak için bu durum bahane edilmiştir. Yaşanan demokrasi havası içerisinde ret kararının çıkmasında, CHP içinde tek parti anlayışından vazgeçemeyen bir çoğunluğun olması etkili olmuştur. Bu ekip değişime ve çok partililiğe tamamen karşıdır.

3.2.2. Cumhuriyet Halk Partisi İçindeki Muhaliflerin Tasfiye Edilmesi Süreci

CHP içerisinde yaşanan takrir sürtüşmesi basına da yansımıştır. CHP yayın organı Ulus’un başyazarı Falih Rıfkı Atay, oluşan muhalefete karşı sert içerikli yazılar yayınlamaya başlamıştır. Takrir sahiplerinden Fuat Köprülü ise bu yazılara Vatan Gazetesi’nden cevap vermiştir. Köprülünün “Yalancının Mumu” başlıklı yazısı Falih Rıfkı Atay’ın eleştirilerine karşılık olarak yazılmış ve daha sonra Köprülü’nün partiden ihraç edilmesine yol açan nedenlerden birisi olmuştur. Falih Rıfkı Atay Ulus Gazetesi’ndeki köşesinde Köprülü’yü, son döneme kadar sessiz kalmak ve ortalık bulanmaya başlarken muhalefet safına geçerek Adnan Menderes’le bir olmakla suçlamıştır. Köprülü ise buna cevaben; Kendisinin CHP’nin kuruluşundan beri parti içinde olduğundan bahsetmiş, gazete ve dergilerde gerektiği zaman muhalif tavır sergilediğini, Mecliste bulunduğu müddetçe de fikirlerini açıkça söylediğini hatırlatmıştır. Dörtlü Takrir ve bütçe görüşmeleri sırasında eleştirilerini dile getirdiğini ve hükümeti tasvip etmediğini ifade edebildiğini anımsatmıştır. Parti ve demokrasiyi kuvvetlendirmenin, Anayasanın mantığına sadık kalarak Anayasaya uymayan kanunların değişmesini istemenin suç ve bozgunculuk olarak değerlendirilmesini hoş karşılamamıştır615. Fuat Köprülü’nün iktidarı kızdıran diğer bir yazısı da “Sırça Köşkte Oturan…” başlığıyla yine Vatan Gazetesi’nde yayınlanmıştır. İki gün devam eden bu yazıda Emin

610 Bayar, s. 33. 611 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 66-67. 612 Kısakürek, Benim…,s. 51. 613 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, Remzi Kitabevi, Ankara 1969, s. 138. 614 İsmet Bozdağ, Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Kitapçılık, İstanbul 1975, s. 17. 615Fuat Köprülü, “Yalancının Mumu”, Vatan Gazetesi, 7 Eylül 1945, s. 1-4. 120

Erişirgiltarafından kaleme alınan “Demokrasi ve Parti Terbiyesi” başlıklı Ülkü Dergisi’nde yayınlanan makale eleştirilmiştir. Erişirgil bu makalesinde CHP’ye muhalif olanları şu başlıklar altında sınıflandırmıştır: “ 1. Partinin ve hükümetin yıllardan beri çıkardığı inkılâp kanunlarından maddi zarar görenler veya inkılâp fikirlerine düşman olanlar, 2. Umdukları mevkilere geçemedikleri için partiyi beğenmeyenler, 3. Partinin bazı nüfuzlu şahsiyetlerini sevmedikleri ve kıskandıkları için muhalefete geçenler, 4. Mizaç itibariyle daima her işin fena tarafını görüp tenkit edenler, 5. İnsan iradesinin bir anda her şeyi düzeltebileceğine inananlar, 6. Memleketi ve dünyayı bilmeyen gafil ve cahiller, 7. Herhangi bir işin şöyle değil böyle olmasını istedikleri için muhalif bir tavır alanlar, 8. Dünya görüşleri iktidar mevkiindeki partinin dünya görüşünden ayrı olanlar.” Köprülü bu sınıflandırma işine tepki göstererek, CHP ya da her hangi bir partinin taraftarı olanların da sınıflandırılacağını söyleyerek şöyle bir liste çıkarmıştır: “ 1. Partinin çıkardığı kanunlardan fayda görenler veya bu kanunlar ile güdülen gayelere taraftar olanlar, 2. Umdukları veya ummadıkları yüksek mevkilere geçtikleri veya geçmek ümidini besledikleri için, partinin her hareketini müdafaa edenler, 3. Partide nüfuz kazanmış şahsiyetlere mensup oldukları ve onların himayesiyle nimet ve servete kondukları için muvafık geçinenler, 4. Mizaç itibariyle daima her işin iyi tarafını görenler, 5. İnsan iradesinin fena işleri düzeltemeyeceğine inandıkları için her fenalığı tabii, hatta zaruri gören fatalistler, yani kaza ve kadere boyun eğenler, 6. Memleketi ve dünyayı bilmeyen gafil ve cahiller, 7. Herhangi bir iş arzularına uygun geldiği için muvafık bir tavır alanlar.” Erişirgil makalesinde; 8. maddede yer alan kimselerin muhalif olarak açıkça ortaya çıkmalarını ve programlarını ilan etmelerini istemiştir. Bu tip oluşumların yurt dışından destek almayacak ve Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan çıkarmayacak bir tavır içinde olmalarının gerektiğini iddia ederek muhalefeti dış kaynaklı olmakla itham etmiştir. Köprülü bunu da eleştirmiş ve bu ifadesiyle kimleri kastettiğini açıkça belirtmesini istemiş, dışarıdan destek almak demenin vatan hainliği anlamına geleceğini, bu ithamda bulunmanın ise mahkemeler aracılığıyla yapılabileceğini belirtmiştir616. CHP Genel Sekreterliği, 11 Eylül 1945 tarihinde; muhalif tavırlara sahip olduğu, yerli ve yabancı basında yer alan yazıları sonrasında parti kurallarına uymadığı suçlamalarını içeren bir mektubu Köprülü’ye göndermiştir. 13 Eylül günü Köprülü gönderdiği yazılı müdafaasında; CHP’nin ana prensipleri ile Vatan Gazetesi’nin savunduğu demokratik prensipler arasında fark görmediğini belirtmiş, parti denetiminde çıkan Ulus Gazetesi’nde kendisine yapılan eleştirileri cevaplamak adına yazılarını kaleme aldığını belirtmiştir. Yaptığı konuşmaların da parti tüzük ve

616 Fuat Köprülü, “Sırça Köşkte Oturan…”, Vatan Gazetesi, 11 Eylül 1945, s. 2. ve Fuat Köprülü, “Sırça Köşkte Oturan…”, Vatan Gazetesi, 12 Eylül 1945, s. 2-4. 121

programına aykırı olmadığını, demokrasi adına eleştirilerde bulunduğunu ifade etmiş, Dörtlü Takriri savunmaya devam ettiğini eklemiştir617(EK 7). Köprülü gibi Menderes’e de muhalif tavırlarından dolayı, Köprülü’ye gönderilen tarzda bir mektup gönderilmiştir. Mektubun içerisinde Menderes’in parti grubu toplantılarında tüzüğe aykırı olarak davranması eleştirilmiştir. Menderes 13 Eylül tarihli cevabında; Meclis toplantılarındaki hareketlerinin parti tüzüğüne ve programına aykırı olmadığını, hatta parti ve memleket yararına bir hal içinde olduğunu belirtmiştir. Davranış tarzının 12 Haziran takririnde belirttiği minvalde devam ettiğinin altını çizmiştir618. Menderes parti’den uyarı almasına ve savunması istenmesine rağmen muhalif tavrını devam ettirmiştir ve Saraçoğlu’nu eleştirmiştir. Menderes, basında yer alan bir yazısında Saraçoğlu’nun basına aylık olarak verdiği demeçte ifade ettiği; “Matbuat Kanunu’nun baskısının azaltılması için yapılacak değişikliklerin zamanının daha gelmediği” ve “kanundaki en sert madde olan 50. maddenin daha uysal hale getirileceği” ifadelerinin ne anlama geldiğini sormuştur. Değişiklikler için beklenen zamanın ne zaman geleceği ve değişikliğin demokratik ülkeler standardına getirilip getirilmeyeceğinin merak konusu olduğunu belirtmiştir. Ülkede demokrasi yolunda hayli yol alınmış olduğu yönündeki Saraçoğlu’nun sözünü de eleştiren Menderes, yakın zamana kadar demokrasi yolunda gidilmediğini, Türkiye’nin çok partili hayata 1908 tarihinde geçmiş olduğunu hatırlatarak içinde bulunulan tek parti anlayışını eleştirmiştir619. Dörtlü Takrir ve ardından basının da dâhil edildiği muhalif hareketler CHP içinde şiddetli tepki toplamıştır. Çoğunluk, muhaliflerin partide bölünmeye neden olmalarından şikâyetçi olmuştur. Partideki hizipçilerin partiden uzaklaştırılması isteği ağır basmıştır620. CHP Genel Sekreterliği de parti içinde oluşan gerilimin bir yansıması olarak Menderes ve Köprülü’nün tavırlarını olumsuz karşılamıştır. Sekreterliğe göre; parti grubunda herkes serbest oy hakkına sahiptir ama alınan ortak karara da uyulması gerekmektedir. Dörtlü Takrir grup tarafından reddedilmesine rağmen, Köprülü ve Menderes muhalif davranışlara devam ederek partiyi Anayasaya uymamakla suçlamışlardır. Dünyaya, Türkiye’de bir rejim meselesi varmış görüntüsü vererek Türkiye demokrasisini küçük düşürme yönünde çalışmışlardır. Parti yönetimi menfaatlerine bağlı tekelci bir grubun elinde olmakla itham edilmiş, gerçek demokrasinin olmadığı iddia edilerek muhalefet kadar ve hatta daha fazla eleştiride bulunulmuştur. Parti Genel İdare Kurulu ise Menderes ve Köprülü’nün savunmalarını almış, bu iki ismin partiden çıkarılmasını uygun bulmuş ve durumu Parti Genel Başkanlık Divanı’na bildirmiştir. Bu kurul da Genel İdare Kurulu’nun açıklamalarını yeterli bulmuş, iki vekilin partiden çıkarılmasına kanaat getirmiş ama son kararı vermek üzere durumu Parti Divanı’na havale etmiştir621.

617 BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:572.2277..3. 618 BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:572.2277..3. 619Adnan Menderes, “Başbakanın Demeci Münasebetiyle”, Vatan Gazetesi, 14 Eylül 1945, s. 1-2. 620 Erkan Şenşekerci, Türk Devriminde Celal Bayar (1918-1960), Alfa Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 187. 621 Parti Genel Başkanlık Divanı şu isimlerden oluşmuştur: Değişmez Genel Başkan İsmet İnönü, Genel Başkan Vekili Şükrü Saraçoğlu ve Genel Sekreter Vekili Nafi Atuf Kansu. BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:572.2277..3. 122

21 Eylül 1945 tarihinde CHP Parti Divanı622Genel Başkan Vekili Saraçoğlu başkanlığında toplanmış, Menderes ve Köprülü’nün hareket ve faaliyetlerini partiye ters görerek oy birliğiyle iki milletvekilinin partiden ilişiğini kesmiştir. Her iki şahıs da parti içinde ayrılık cereyanları oluşturmak, partiyi zayıf düşürmek, partinin demokratik olmadığını söyleyerek muhalefete yaklaşmak ve esas hedef olarak da partiyi yıkmakla suçlanmıştır623. Adnan Menderes ve Fuat Köprülü’nün CHP ile ilişiğinin kesilmesi hakkında verilen hüküm 22 Eylül 1945 tarihinde Genel Sekreterlik tarafından Parti il ve ilçe idare kurullarına gönderilen bir genelge ile ilan edilmiştir. Bu genelgede süreç özetlenerek bahsi geçen iki kişinin partiye zarar verme amacında ve art niyetli oldukları belirtilmiştir624. Her iki isim de basın aracılığıyla ihraç durumlarına tepki göstermişlerdir. CHP’deki anlayışı eleştirerek demokrasi konusunda mücadelelerini devam ettireceklerini duyurmuşlardır. Köprülü konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu karar, memleketin menfaatlerine uygun samimi hareket karşısında partiyi idare edenlerin nasıl bir telakki beslediklerini bütün açıklığı ve acılığı ile gösterdi”. Menderes ise: “Memleketin yüksek menfaatlerine tamamıyla uygun bulunduğuna kani olduğum bu yoldaki çalışmalarımda parti içinde veya dışında bulunmaklığım başka başka tesirleri haiz olamaz.”değerlendirmesini yapmıştır625. Zekeriya Sertel de gazetesindeki köşesinde ihracın nedenlerini tahlil etmeye çalışmış ve özetle şu ifadeleri kullanılmıştır: CHP dünyanın en disiplinli partilerindendi ve içerisinde her görüşten ve sınıftan insan bulunmaktaydı. Bu birliktelik milli birlikteliği temsil etmekteydi. Fakat bu güçlü yön aslında partinin en zayıf tarafının oluşturmaktaydı. Parti mensupları sürekli olarak iç ya da dış sorunlar karşısında birleştirilmeye çalışılıyordu. Şahsi çıkarlar için partiye bağlananlar da mevcuttu. Başka siyasi oluşumlar bulunmadığı için, siyasiler hem siyasi hem de milli hedeflere ulaşmada bu partiyi kullanmaktaydılar. Parti içinde tartışmalar ve eleştiriler olmaktaydı ama bunlar sınırlı olarak cereyan etmekteydiler. Fakat son dönemde parti içinde eleştiriler şiddetini artırdı, hükümetin icraatlarına karşı bir muhalif yapılanma ortaya çıktı. Toprak Kanunu ile birlikte muhalifler içerisinde ortak bir menfaat etrafında ciddi bir kümelenme oldu. Hükümet Meclis görüşmelerinde açıkça eleştirilmeye ve kırmızı oy almaya başladı. Parti artık eski birlikteliğini kaybetmeye ve bazı tasfiyelerde bulunmaya ihtiyaç duymaya başladı. Köprülü ve Menderes’in partiden çıkarılması bu ihtiyacın bir sonucu olarak gerçekleşti626. Demokrasiye geçiş için mücadele veren ama ihraç kararını onaylayan İnönü ise yaptığı değerlendirmede; takriri veren kişileri yakından tanıdığını, bir parti kurma işini başarabileceklerine inandığını ve bu yüzden Saraçoğlu’na takriri reddettirmesi talimatını verdiğini ifade etmiştir. Böylece bu kişilerin partiden ayrılma yönünde bir düşünce içine gireceklerini, süreci hızlandırmak içinse sudan sebeplerle bu kişileri partiden uzaklaştırma yolunu seçtiklerini belirtmiştir. İnönü ayrıca Celal Bayar’a dokunmayarak O’nun kendi isteğiyle

622Parti Divanı’nı oluşturan unsurlar şu şekildedir: Parti Genel Başkanlık Divanı, Büyük Millet Meclisi Başkanı, Kabine üyeleri, Genel İdare Kurulu, Parti Grubu İdare Kurulu, Müstakil Grup İdare Kurulu. Son Posta Gazetesi, 22 Eylül 1945, s. 1. 623 BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:572.2277..3., Ayrıca Bakınız: Bayar, s. 36. 624 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 5.27..17., Ayrıca Bakınız: Kısakürek, Benim…, s. 53-54. 625Vatan Gazetesi, 22 Eylül 1945, s. 1. 626 Zekeriya Sertel, “İki Mebusun Partiden Çıkarılması Hadisesi”, Tan Gazetesi, 24 Eylül 1945, s. 1. 123

partiden ayrılacağını tahmin ettiğini iddia etmiştir627. İnönü’nün sözünü ettiği Bayar’ın partiden ayrılış süreci ise şu şekilde gerçekleşmiştir: 5 Kasım 1945 tarihli Meclis oturumunda, İzmir Milletvekili Bayar’ın 26 Eylül 1945 tarihinde milletvekilliğinden istifa ettiğine dair dilekçesi okunmuştur628. Bayar bu istifasını Köprülü ve Menderes’e destek için yaptığını açıklamıştır. Bayar milletvekilliğinden istifa etmiş ama CHP’den istifa etmemiştir. Bunun nedenini şu cümlelerle açıklamıştır: “CHP’den ayrılmak benim için son derece zordu. Bu kendi evimden ayrılmak gibi bir şeydi. Onu ancak, bütün kararlarımız verildikten sonra yapabildim629.” Bayar’ın istifası çeşitli yorumlara neden olmuştur. Kimileri O’nun siyasetten tamamen çekileceğini düşünürken, kimilerine göre ise yeni bir parti kurma çalışmaları içerisine girmiştir630. Bazılarına göre ise Bayar kararsız olduğu için böyle bir adım atarak beklemede kalmayı tercih etmiştir631. Bayar’ın CHP’den tamamen kopuşu ise 2 Aralık 1945 tarihinde gerçekleşmiştir. Basın Kanunu’nun haberleşmeyi engelleyen 17 ve 50. maddelerinde değişiklik yapılması için bir tasarı hazırlamıştır. Fakat tasarısı daha Meclise gelmeden parti grubunda reddedilmiştir. Bu tutum Bayar’ın istifasına giden yolu açmıştır632. İstifanın ardından ise 4 Aralık tarihinde yeni bir parti kuracağını açıklamıştır633. Köprülü ve Menderes’in partiden ihraç edilmesine rağmen Dörtlü Takrir’in diğer bir imzacısı olan Refik Koraltan sessizliğini korumuştur. İçel Milletvekili Koraltan 2 Ekim 1945 tarihinde yapılan bir röportajda: “Ben ve üç arkadaşım, milli hâkimiyet esaslarının ve parti prensiplerinin kuvvetlenmesine çalışmaktan başka bir şey yapmadık. Prensiplerden ayrılan biz değiliz, iki arkadaş hakkında ihraç kararı verenlerdir” ifadelerini kullanmıştır634. Koraltan’ın bu açıklamaları parti tarafından olumsuz karşılanmıştır. Saraçoğlu iki vekilin partiden uzaklaştırılmasında kendinin (Saraçoğlu’nun) de oy kullananlar arasında olduğunu söyleyerek Koraltan’ın eleştirilerini yakışıksız bulduğunu açıklamıştır635. 2 Ekim tarihli röportajına bağlı olarak CHP Genel Sekreterliği Koraltan’ın savunmasını istemiştir636. Koraltan ise sekreterliğin böyle bir istekte bulunamayacağı yanıtını vermiştir. Bu cevap üzerine 27 Kasım 1945 tarihinde CHP meclis grubu toplanmıştır. Yapılan görüşme ve Koraltan’ın savunmasının değerlendirmesi sonrasında Koraltan partiden çıkarılmıştır637. 22 Aralık 1945 tarihinde CHP Genel Sekreterliği tarafından yayınlanan bir genelge ile Koraltan’ın CHP’den çıkarılışı gerekçesiyle birlikte bildirilmiştir. Gerekçeler Menderes ve Köprülü’nünki ile aynı minvaldedir638. Koraltan partiden ihracı üzerine basına verdiği bir demeçte düşüncesini ve tepkisini şu ifadelerle açıklamıştır: “…Dört imza ile parti meclis grubuna verdiğimiz müşterek takrir, araya beş aylık bir zaman girdikten sonra ne kadar isabetli bir nokta-i nazarı ifade ettiği bugün

627 İsmet Bozdağ, Menderes Menderes, Emre Yayınları, İstanbul 1997, s. 54-55. 628 TBMMTD, 5 Kasım 1945, 7. Dönem, Cilt 20,s.14. 629 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 74. 630 Erer, Türkiye’de…, s. 84-85. 631 Akandere, s. 403 632 Karpat, s. 251. 633 Aydemir, İkinci…, Cilt: II., s. 442. 634Vatan Gazetesi, 2 Ekim 1945, s. 1. 635 Yalman, s. 1314. 636 BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:572.2277..3. 637Cumhuriyet Gazetesi, 28 Kasım 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Tuncer, 1946.., s. 27., Aydemir, İkinci…, Cilt: II., s. 441. 638 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.28..7. 124

anlaşılmış bulunuyor. Bugünkü parti grubundaki münakaşalarda dahi bu hakikat bütün açıklığıyla ve kıymetiyle belirmiş bir haldedir. Parti ekseriyeti gerek nizamnamenin ve gerek programının anlaşılmasında bizden ayrılmış bulunuyorlar639.” Bahsedilen dört isim dışında CHP içinde tasfiyeler ve istifalar devam etmiştir. Koraltan’la aynı gün CHP Aydın İl Başkanı Ethem Menderes görevden alınmış bunun üzerine CHP’den istifa etmiştir. 22 Aralık 1945 tarihinde Antalya Milletvekili Cemal Tunca da CHP’den ayrılmıştır640. Diğer bir muhalif Manisa Milletvekili Yusuf Hikmet Bayur hakkında parti grubu idare kurulunca teklif edilen partiden çıkarılması isteği ise parti grubunca 22 Ocak 1946 tarihli toplantıda görüşülmüş, 1 ret, 3 çekimser ve 280 oy ile kabul edilmiş ve parti ile ilişiği kesilmiştir641. Hürses Gazetesi sahibi CHP’li Saim Nuri Uray da partiden çıkarılmıştır642.

3.3. Demokrat Parti’nin Kurulması Süreci

Bayar’ın CHP’den ayrılması sonrasında Dörtlü Takrir sahipleri bir parti kuracaklarını kesin bir şekilde açıklamaya, kurulacak partinin amacının Anayasaya aykırı uygulamalara son vermek ve tek dereceli seçim sistemini getirmek olduğunu belirtilmeye başlamışlardır. Partinin ismi ile ilgili söylentiler de çokça konuşulan konular arasına girmiştir. İlk etapta Kemalist Parti, Demokrat Çiftçi Partisi gibi isimler öne çıkmıştır643. Bayar bu süreçte Samet Ağaoğlu’na yazdığı bir mektupta kurulacak olan partinin isminin “Demokrat Halk Partisi” olacağını belirtmiştir. Daha sonra ‘Halk’ kelimesinin çıkarıldığını belirten Ağaoğlu, bu değişikliğin sebebini CHP ile yeni partinin ilişkili olduğu zannının ortadan kaldırılmasına bağlamıştır644. Bayar’ın parti kurma yönünde bir fikre kapılması üzerine yakın çevresi daha önceki parti denemelerini hatırlatılarak vazgeçmesini istemiştir. Hüseyin Cahit Yalçın, Bayar’a mektup yazarak bir parti kurmak için çok erken olduğunu belirtmiştir. Bayar yazdığı cevabi mektupta: “Biz partiyi kuracağız. Kendimize güveniyoruz. Millete sonsuz bir itimadımız var. Memleketin başına bir savaş afeti gelecekse o zaman kendimizi ilk ateşe atacak olanlar da biz olacağız” demiştir645. Yeni bir partinin kurulacağı haberi basında da sıkça yer almaya başlamıştır. Akşam Gazetesi yeni bir parti kurulacağını şu şekilde duyurmuştur: “Yeni parti, Celal Bayar ve arkadaşları Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından kurulacaktır. Partinin kurulması için bu ana kadar hükümete yapılmış resmi bir müracaat yoksa da önümüzdeki hafta içinde böyle bir müracaatın yapılması büyük bir ihtimal dahilindedir646.” Kurulacağı düşünülen partinin lideri olması beklenen Bayar ile ilgili de basında bilgilendirmeler yer almıştır. Bu yazılardan birinde Necmettin Sadak, Bayar hakkında şu yorumu yapmıştır: “Celal Bayar bir parti

639Vatan Gazetesi, 28 Kasım 1945, s. 1. 640 Erer, Türkiye’de…, s. 88. 641 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.28..19. 642Yeniçağ Gazetesi, 23 Mart 1946, s. 7. 643 Yalman, s. 1327. 644 Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru, Baha Matbaası, İstanbul 1972, s. 87. 645 Bayar, s. 37-38. 646Akşam Gazetesi, 1 Aralık 1945, s. 1. 125

lideri olmak için bütün şartlara maliktir. Milli İstiklal Harbi’nden beri denenmiş vatanseverliğine, uzun bir siyasi hayatın en temelli meziyetleri katılmıştır. Başında bulunduğu işlerde ve devlet hizmetinde, ayrı görüşlerden, düşüncemize uymayan ve tenkit edilebilecek sistem ve kararları bulunabilir. Fakat Celal Bayar, her şeyden üstün, milliyetçi, dürüst ve faziletli bir insan olduğunu ispat etmiştir. Lider olarak arkasına insan toplayabilir. Etrafındakilere olduğu kadar karşısındakiler de güven ve saygı telkin edebilir. Nihayet ekonomi siyasetinde meslek sahibidir. Liberal ve şahsi teşebbüs taraftarıdır. Yeni bir partiye lazım olan böyle bir liderdir647.” Yeni partinin kurulması netleştikten sonra Bayar, kurulacak olan parti hakkında bilgi vermek üzere İnönü ile görüşmüştür. Metin Toker, bir jest olarak gördüğü bu görüşmenin aynı zamanda İnönü’nün onayını alma amacını da taşıdığını belirtmiş, Bayar ile İnönü arasında şu ilginç diyalogun yaşandığını aktarmıştır:“ -İnönü: Terakkiperver’de olduğu gibi “itikadat-ı diniyeye biz riayetkârız” diye madde var mı? -Bayar: Hayır paşam. Laikliğin dinsizlik olmadığı var. -İnönü: Ziyanı yok. Köy Enstitüleriyle, ilkokul seferberliğiyle uğraşacak mısınız? -Bayar: Hayır. -İnönü: Dış politikada ayrılık var mı? -Bayar: Yok. -İnönü: O halde tamam648.” İnönü’nün olumlu bakışına rağmen, CHP içinde yeni oluşuma karşı bir olumsuzluk bulunup bulunmadığı merak konusu olmuştur. Bu soru işaretlerini Akşam Gazetesi gidermeye çalışmıştır. Gazetede konuyla ilgili şöyle bir haber yer almıştır: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin salahiyetli şahısları, kurulacak olan yeni Celal Bayar partisinin doğmasını çok iyi karşılamakta ve bu yeni teşekkülün memlekete ancak fayda getirebileceğini söylemekten çekinmemektedirler. Bundan sonra Cumhuriyet Halk Partisi çalışmalarının daha dinamik bir şekil alacağı da söylenmektedir. Bu yolda daha önce başlayan hareket hiç şüphesiz hızlanacaktır649.” Her ne kadar yeni bir partinin kurulacağı duyulmuşsa da partinin kurulma süreci uzamaya başlayınca kamuoyunda parti kurulmasından vazgeçildiği yönünde dedikodular artmıştır. Bunu üzerine kurucular açıklama yapmak zorunda kalmışlardır. Bayar imzasıyla yayınlanan 28 Aralık 1945 tarihli beyannamede; parti kurmanın ve teşkilatlanmanın zor bir iş olduğu, ama en kısa zamanda yeni partinin kuruluşunun tamamlanacağı bildirilmiştir650. Parti’nin uzayan kuruluş hazırlıkları döneminde Ahmet Hamdi Başar651 ve Refik Şevket İnce de mesaiye katılmıştır. Tevfik Rüştü Aras ise ilk çalışma sürecinde kuruculara yardımcı olmuş ama sosyalist istekleri dolayısıyla sonradan dışarıda kalmıştır652. Bu hazırlık aşamasında en ilginç gelişme ise sol görüşlü Zekeriya Sertel’in sürece dahil olması olmuştur. DP kurucularının daha sonradan reddetmelerine rağmen Sertel, parti’nin kuruluşunda bilahare

647Akşam Gazetesi, 3 Aralık 1945, s. 1. 648 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 80-81. 649Akşam Gazetesi, 3 Aralık 1945, s. 1. 650 Akandere, s. 430. 651 Başar, s. 10-11. 652 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 76-77. 126

yer aldığını belirtmiştir. Sertel’in hatıralarında bu konu geniş bir şekilde yer almıştır. Sertel gelişmeleri hatıralarında şöyle aktarmıştır: “Tevfik Rüştü Aras bana ikinci bir parti kurmanın gereğinden söz etti. Tek parti ve tek şefe karşı, özgürlük ve demokrasi savaşında beraber çalışmamızı önerdi. Celâl Bayar’la Adnan Menderes'in de bizimle beraber çalışacağını söyledi. Ben Celâl Bayar'la Adnan Menderes’le bir kapta kaynayamayacağımı söyledim. Fakat O, kişilerden çok ilkeler üzerinde durmanın doğru olacağını ileri sürdü… Önce yeni partinin amacı ve programı konuşuldu. Herkes demokrasi üzerinde birleşiyordu. Çünkü tek parti ve tek şef sisteminden herkesin ağzı yanmıştı. En çok konuşan da Adnan Menderes’ti. Daha o gün bu işin önderi olmak istediğini anlamak güç değildi… Ama öyle karışık, öyle ağdalı konuşuyordu ki, söylediklerini açıkça anlamak güçtü. Yalnız İsmet İnönü rejiminden yakınıyor, yürürlükteki kanunlardan çoğunun antidemokratik olduğunu söylüyor, bu kanunların değiştirilmesini istemek gerektiğini belirtiyordu. Fakat bir kanun söz konusu olunca, o kanunun Celâl Bayar zamanında çıktığı anlaşılıyordu. Bu gerçek meydana çıktıkça Celâl Bayar sıkılıyor ‘Bu da mı benim zamanımda?’ diye bilgisizlik göstermeye çalışıyordu. O vakit hepimiz kahkahayı basıyorduk. Birkaç günlük toplantıdan sonra önce partinin ‘Cumhuriyet Demokrat Partisi’ adını taşıması kararlaştırıldı. Partinin amacını gösteren ilk maddesi de şöyle kaleme alındı: ‘Cumhuriyet Demokrat Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve genel politikanın demokratik bir görüş ve anlayışla yürütülmesine hizmet amacıyla kurulmuştur’ Böylece Demokrat Parti’nin ilk temeli 1945 yılında atılmış oldu653.” Sertel’in anıları dışında aynı dönemde, kamuoyunun şahit olduğu ve Sertel’in iddialarını destekleyen başka bir gelişme olmuştur. Sertel tarafından 1 Aralık 1945 tarihinde çıkarılan Görüşler Dergisi komünizm propagandası yapma yolunu seçmiştir. Derginin ilk sayısında, sonraki dönemde dergide yazıları yayınlanacak olan kimselerin de isim ve resimler yer almıştı. Menderes, Bayar, Koraltan ve Köprülü de bu listenin içinde sayılmıştır. Fakat dergi komünistlik propagandası yaptığı yönünde ciddi eleştiriler almıştır. Yeni partinin kurucu isimleri böyle bir eleştiriyi beklememektedirler. Komünistlik suçlamasıyla karşılaşmak istemeyen dörtlü, dergiyle ilgilerinin olmadığını belirterek konu dışı kalmaya çalışmışlardır654. DP’nin kurulma sürecinde yeni partinin temel ilkeleri de tespit edilmeye çalışılmıştır. 6 temel başlık altında toplanan bu ilkeler etrafında kurucular tartışmasız olarak birleşmişlerdir. Bunlardan birincisi Atatürk İlke ve İnkılâplarının devamını sağlama arzusudur. Yeni kurulması planlanan devlet yönetiminin tepeden alta değil, alttan yukarıya doğru işlemesine imkân verilecek olması da diğer bir anlaşma konusu olmuştur. Üçüncü olarak mutabık kalınan nokta ise; halkın yönetime tam manasıyla katılabilmesi için seçim sisteminin düzene sokulmasının gerektiği yönünde gerçekleşmiştir. Dördüncü konu seçimlerin adaletin denetimine bırakılması meselesidir. Laiklik konusunda hassas davranılması ve parti içinde demokrasinin hâkimiyeti anlayışı da alınan diğer iki ortak karar arasında yer almıştır655.

653 Sertel, s. 223-225. 654 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 79-80. 655 Bayar, s. 40-43. 127

3.3.1. Demokrat Parti’nin Resmi Kuruluşunun Gerçekleşmesi

Beklenen parti 1945 yılına yetişememiş ama 1946 yılı Ocak ayının ilk günlerinde hayata geçirilmiştir. Refik Koraltan tarafından parti tüzük ve programı İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a teslim edilmiş, resmi prosedürler halledilmiştir. Parti resmen 7 Ocak 1946 tarihinde Ankara’da kurulmuştur. Basın kuruluş gününde çağırılmış ve 85 maddelik parti programı gazetecilere tek tek tanıtılmıştır. Basına yapılan açıklama içerisinde şu ifadeler dikkat çekmiştir: “Serbest Fırka denemesinin sonuç vermemesinden dolayı kafalarda tereddüt kaldığını biliyoruz. İşte bu sebeple bu defa teşebbüsü esaslı surette ele aldık ve memleket hesabına büyük bir davaya atıldık… Atatürk, memleketin ikinci bir partiye ihtiyacı olduğuna tamamıyla inanmıştı. Fakat o zaman devrim pek yeniydi. Bugünkü tecrübeler de yoktu. Bugünkü şartlar tamamıyla değişiktir.” Toplantı sırasında gazeteciler Bayar’a DP’nin bir danışıklı dövüş mahsulü olup olmadığını sormuşlar ve bu soruya Bayar’ın cevabı şöyle olmuştur: “…Muvazaa hafifliktir. Ne bunu teklif edecek, ne de bu teklifi kabul edecek kimseler bulunmadığı gibi, memleketin de muvazaalı işlere tahammülü yoktur656.” Gazeteciler yeni partinin sağ veya sol görüşten hangisine yakın olduğunu merek etmişler ve Adnan Menderes bu merakı: “Belki de Halk Partisi’nden iki parmak daha soldadır” şeklinde gidermeye çalışmıştır. Bayar ise demokrat olduklarını, programı incelediklerinde aradıkları şeyi orada bulacaklarını söylemiştir657. Basın toplantısında duyurulan ve DP’nin kapanmasına kadar yürürlükte kalacak olan parti programında yer alan temel yaklaşımlar içerisinde Atatürk ilkelerine bağlı(devletçilik ilkesinde ılımlı olmak kaydıyla), teşvik edici, sendikalist, insaniyetçi ve antikomünist bir anlayış mevcuttur. Programda ayrıca şu esaslar yer almıştır: Siyasi ve iktisadi eşitlik amaçlayan parti vatandaşa geçim vasıtaları temin etmeyi ve toplum içerisinde yer alan sınıflar arası dayanışma ve sevgiyi hedeflemektedir. Dini siyasete alet etmeye karşıdır, laik ama aynı zamanda din hürriyetini temel insan hürriyetleri arasında görmektedir. Eğitimde birlik sağlanmalıdır. Bütçenin denkliğinin sağlanması için gereken tedbirler alınmalıdır. Vatandaşların üzerindeki vergiler hafifletilecek ve vatandaşın vergi ödeme gücünün artırılmasına yardımcı olunacaktır. Az sayıda, bol maaşlı ve kaliteli memur çalıştırma hedeflenmiştir658. Tek dereceli seçim, gizli oy açık tasnif, seçim güvenliği ve üniversite üyelerinin de siyasal parti kurması arzulanmıştır659. Böylece demokrasi esasları kabul edilerek cumhuriyet desteklenecektir. Atatürk’ün ölümüyle inkılâp çağı sona ermiştir. Fakat buna rağmen CHP inkılâpları yerleştirmek için halkın arasına girmemiştir. Bu anlayış yıkılacaktır660. Program içerisinde CHP anlayışına muhalif bir şekilde liberalleşme

656Cumhuriyet Gazetesi, 8 Ocak 1946, s. 1. 657 Yalman, s. 1331., Sağ sol mevzusu sonraki dönemlerde de gündemde kalmaya devam etmiştir. Bayar, Amerikalı bir gazeteciye verdiği demeçte sağ ve sol kavramlarının göreceli olduğunu belirtmiş, eğer solcu demenin halk menfaatini sağlamak, hiçbir sınıf ve zümreye imtiyaz vermemek anlamında olduğu savunuluyorsa DP’nin tamamıyla sol olduğunu belirtmiştir. Aynı konuda Bayar 8 Ocak 1948 tarihinde basın mensuplarına: “Demokrasi Partisi’ne mensubuz” cevabını vermiştir. Bir gazetecinin Halk Partisi’ne nazaran sağda mı solda mı yer alındığını öğrenmekte ısrar etmesi üzerine Bayar: “Halk Partisi’ne nazaran iki parmak daha soldayız, bazı hallerde iki parmak sağda” cevabını vermiştir. Özel Şahingiray, Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri(1946-1950), İş Bankası Yayınları, İstanbul 1999, s. 42 ve 50. 658 Akkerman, s. 45-46., Ayrıca Bakınız: Çavdar, Türkiye’nin…, s. 456., Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara 2003, s. 31-32. 659 Şenşekerci, s. 193. 660 Özdemir, “Demokrasiye…, s. 884-885. (Sayfa aralığı 878-900) 128

öne çıkarılmıştır. Devletin ekonomide tüm alanlarda müdahil olmaması istenmiştir. Devlet sadece özel teşebbüsün başaramadığı(enerji, demir yolu, liman gibi) ve devletin elinde bulunması faydalı sayılabilecek(maden ve orman işletmesi gibi) ekonomik faaliyetlere müdahil olmalıdır661. DP İstanbul İl Başkanı olarak seçilen Kenan Öner basına verdiği bir beyanatta DP programından yola çıkarak parti prensiplerini ortaya koymaya çalışmıştır. Öner’e göre parti; cemiyeti ıslah etmek, şahsi menfaatleri bir kenara bırakmak, laiklikle dinsizlik arasındaki farkı ortaya koymak, halkın dini tedrisatına imkân sağlamak, ülke ekonomisine yük olan devlet kadrolarını ıslah etmek amacıyla kurulmuştur662.” Partinin kuruluşu halk arasında sevinçle karşılanmış, basın ise yıllarca süren tek parti baskısından ve verilen cezalardan bıktığı için yeni partiyi heyecanla kucaklamıştır. Vatan, Tasvir, Cumhuriyet, Son Posta, Tan ve İzmir’deki Demokrat İzmir gazeteleri DP’yi destekleyen yazılar yayınlamışlardır663. Nadir Nadi gazetedeki köşesinde DP’nin genel bir değerlendirmesini yapmıştır. DP programının CHP’ninkine benzerliğini belirterek, bunu normal karşıladığını, çünkü DP kurucularının yakın zamana kadar CHP içinde olduklarını hatırlatmıştır. Nadi’ye göre; eğer bu kişiler tamamen eski kimliklerinden sıyrılsalardı halk gözünde samimiyetsizlikle suçlanabilirlerdi. Bu kadar benzerlik yeni parti için bir kuvvetti. Halk yeni oluşumdan çekinmeyecek ve kendi faydasına olacağını düşünecekti. Bu benzerlik yapılan inkılâpların devamlılığı adına da önemli bir durumdu. Programların benzemesinin zayıf tarafı ise; iki parti arasındaki benzerlikten dolayı DP bir küskünler partisi durumuna düşebilecek, CHP’den kopanlar benzer ilkeli DP’ye katılabilecekti. DP kurucuları bu anlamda dikkatli davranmalı ve partilerine girecek kişilerin amaçlarını iyi tahlil etmelidirler664. Hamdullah Suphi Tanrıöver ise DP’nin kurulması sonrasında CHP’nin ve basının yaklaşımını şu şekilde değerlendirmiştir: “…Bu parti iktidar mevkiinde olanlar tarafından husumetle değil, dostlukla kabul edildi. Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup milletvekilleri tarafından çıkarılan gazeteler onu efendice karşıladılar. Görülüyor ki, yeni parti büyümesine, gelişmesine müsait bir zemin bulmuştur. Buna ne kadar sevinsek yeridir. Umuyoruz ki onu kurmak teşebbüsünü üzerine alanların sağduyusu, tecrübesi, bilgileri, ölçüleri, memleket sevgileri ve doğrulukları bu defa Türk toprakları üstünde Türk Milleti’nin bu kadar eski olmasına rağmen bir türlü başaramadığı tenkidi, murakabeyi selametle tatbik edecektir. Bu, memleketin onlardan beklediği bir hizmet, bizim onlara nasip olmasını istediğimiz bir şereftir. Muvaffak oldukları vakit biz zayıf düşmeyeceğiz. Şimdikinden daha kuvvetli olacağız ve defteri amaline tarihin nadiren kaydettiği kadar büyük muvaffakiyetler ve şerefler yazılı olan zümremiz hesapları arasına bu büyük hayrın da kaydedildiğini görecektir665.” Parti kuruluşu yurt dışında da yankı bulmuştur. İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD gazetelerinde partinin kurulduğu haberi yer almıştır. Times’da yayınlanan bir makalede DP’nin

661 Tunaya, s.668. 662Yeniçağ Gazetesi, 23 Şubat 1946, s. 2. 663 Füruzan Husrev Tökin, Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi(1839-1965), Elif Yayınları, İstanbul 1965, s. 80. 664 Nadir Nadi, “Yeni Partinin Kuvvetli ve Zayıf Tarafı”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ocak 1946, s. 1. 665Yeniçağ Gazetesi, 23 Şubat 1946, s. 10. 129

kuruluşu ile ilgili şu ifadeler kullanılmıştır: “…Parti programının ana hatları Halk Partisi’ne benziyor. Yalnız sola doğru hafif bir meyil göze çarpıyor. Demokrat Parti’nin başlıca hedefi, Türk Anayasası’nın derhal ve kayıtsız surette tatbiki ve halkın umumi işlerde daha fazla pay almasıdır…666.” Dış basın öncelikle DP’nin dış politika anlayışını merak etmiştir. Bayar, yabancı basına yaptığı bir açıklama ile iç politikada CHP ile ters düşebileceklerini ama dış politikada Atatürk’ün belirlediği barışçıl yoldan ayrılmayarak CHP ile ortak hareket edeceklerini açıklamıştır667.Bayar’ın konuyla ilgili diğer bir ifadesi ise şu şekildedir: “…Türkiye istiklaline ve toprak bütünlüğüne uzaktan yakından tevcih edilebilecek her hangi bir tehdit karşısında milli haysiyet ve şerefin emrettiği tek yolda yürümek için bütün yurttaşlar arasında ufak bir düşünce farkı bulunabileceğine asla ihtimal verilmez. Bu münakaşa kötü bir siyaset mevzuu değil, bir milli varlık davası, vatan aşkımızın ve yüzlerce yıllık bir tarihin yarattığı milli karakterimizin tabii icabıdır668.” DP kurulduktan sonra ülke genelinde sesini duyurmaya çalışmıştır. Bu süreci Bayar şöyle anlatmıştır: “Türkiye’nin dört tarafından partimizin şubelerini açmak için müracaatlar yapılıyordu. Önümüzdeki seçimlere bir yıldan fazla zaman olduğu için, teşkilatın kurulması işini aceleye getirmek istemiyor, partimize girmek isteyenlerin üzerinde titizlikle duruyorduk669.” DP ilk teşkilatını 4 Şubat tarihinde Ankara’da kurmuştur. Teşkilatlanmada acele edilmeyerek sağlam bir temel atılmaya çalışılmıştır. 11 Şubat’ta İzmir ve 14 Şubat’ta İstanbul teşkilatları kurulmuş, bundan sonraki teşkilatlanma ise planlananın ötesinde müthiş bir hızla gerçekleşmiştir670. Süratle güçlenen DP’ye yapılanma sürecinde büyük halk kitlelerinin dışında destek veren üç grup daha mevcuttur. Bunlardan birincisi; demokrasiye gerçekten inanan sivil ya da asker aydın kesimidir. İkinci grup; CHP’nin toprak reformundan rahatsızlık duyan ve taşra nüfusunu kontrol altında tutan toprak sahipleridir. Üçüncü grup ise; Atatürk devrimlerine ve özellikle laikliğe karşı olan ama yıllarca susarak bir kenarda bekleyen muhaliflerdir671. Samet Ağaoğlu bu üç grubu şu şekilde nitelendirir: Demokrat idealine bağlı genç idealistler, Demokrat idealine bağlı tecrübeli idealistler ve Demokrat partinin temsilcisi bulunduğu idealle ilgisi bulunmayanlar672.”

3.3.2. Demokrat Parti’nin Halkı Yanına Çekme Çabaları

DP kuruluşundan itibaren, iktidara gelebilmek için, öncelikle halkın devletten neler beklediğini çok iyi tahlil etmiştir. Türk devlet geleneğinde devletin halk tarafında devlet baba olarak nitelendirilmesi, batıdaki gibi kölelik-derebeylik gibi kavramlarla karşılaşmamış olması Türk halkının devletten beklentisini farklılaştırmıştır. Bu nedenle DP, halkı koruyucu ve nüfusun

666Vatan Gazetesi, 19 Ocak 1946, s. 1. 667 Bayar, s. 49-50. 668Akşam Gazetesi, 11 Ocak 1946, s. 2. 669 Bayar, s. 49. 670 Erer, Türkiye’de…, s. 92-94. 671 Mumcu, s. 181-182. 672 Aydemir, Menderes’in…, s. 211. 130

çoğunu oluşturan köylü sınıfını destekleyici bir iç politika tavrı izlemeyi seçmiştir673. DP taban olarak hiçbir sınıfa bağlı değildi ve bir merkez partisi konumundaydı. CHP’nin tepkisini çekmemek için ise altı ilkeyi parti programına almıştır. CHP kurulan partiyi destekleyerek hem içindeki muhaliflerden hem de haklarında söylenen totaliter parti isnadından kurtulmak istemiştir674. Fakat DP kurulduğu andan itibaren iktidar partisine karşı bir yapılanma içerisine girmiştir. CHP’yi batılılaşmanın temsilcisi olarak göstermiş ve batılılaşan partinin dinden uzaklaşmış olduğu vurgulanmıştır. Yine batılılaşmanın bir sonucu olarak da halkın fakirleşmiş olduğu iddia edilmiştir675. İktidarın seçkin bir zümrenin elinde inhisarcı bir anlayışla tutulduğu ve bu grubun dayatması ile halkın gönülsüz olarak yenilik yoluna sokulmaya çalışıldığı şeklinde söylemler de sıkça kullanılmıştır. DP halkı yanına çekebilmek için daha önce CHP’nin uygulamadığı bir yöntemi denemiştir. Seçmenle seçileni bir araya getiren mitingler düzenlemiştir. Bu girişim DP propagandasının temelini oluşturmuş ve iktidar tarafından kaygıyla karşılanmıştır. Bu girişim tarzı kimi iktidar yanlıları tarafından DP’lileri siyasi bir amaçtan çok yıkıcı ve intikamcı amaçları güden parti olarak suçlamaya yönlendirmiştir676. Ali Naci Karacan köşesindeki bir yazısında DP temsilcilerinin halkın içerisine girmesinin ne kadar etkili olduğunu ifadeye çalışmıştır. Karacan, köylünün yılardır köylerinde sadece jandarma ve tahsildarı gördüklerini, şimdilerde ise Bayar’ın köy köy dolaşarak köylünün ayağına giderek onların dertlerini dinlemesinin halk tarafından olumlu karşılandığını belirtmiş, Balıkesir’de bir köylünün Bayar’a hitaben söylediği şu sözlerine yer vermiştir: “Seni millet yetiştirdi, demek ki millete borcun var. Fakat mademki diğerleri gibi oturup zevkine bakmıyor, ayağımıza geliyor, bizimle hemdert oluyorsun, öyle ise şimdi biz sana borçluyuz. Eskiden jandarma köye geldiği zaman, biz bu köyden kaçardık. Hâlbuki şimdi, efendi efendi geliyor, efendi efendi gidiyorlar. Allah senden razı olsun677.” Halk CHP karşısındaki yeni oluşuma büyük destek vermiştir. Bu partinin CHP ile danışıklı kurulduğu yönündeki iddialar halk tarafından kabul görmemiştir. Vatandaşlar DP propagandası sürecinde önemli bir rol üstlenmişlerdir. DP taraftarı kişilerin yaptığı propaganda girişimlerinden CHP Genel Sekreterliği’ne gelen raporlar ışığında bir kaçı şöyledir: -8 Mayıs 1946 tarihli rapora göre Isparta Çay Bucağı’nda özel muhasebe eski müdürü şahıs bir camide Hz. Muhammed’in bir hadisini okuduktan sonra şu ifadeyi kullanmıştır: “Ey ahali peygamber bile istişare etmemizi, işlerimizin selameti için emrediyor. Demokrat Parti bize bunu temin edecektir. Bu partinin hükümeti halkla istişareyi esas tutacak, Demokrat Partiye yazılın.” - Seyhan ili Ceyhan ilçesi CHP teşkilatından 20 Nisan 1946 tarihinde gönderilen bir rapora göre DP üyeleri ilçede şu propagandaları kullanmaktadır: “Demokrat Parti İngiliz ve Amerikan himayesinde kuruldu”, “İsmet Paşayı atacağız, yerine Fevzi Çakmak’ı Cumhurbaşkanı yapacağız.”, “CHP ve onun hükümeti tefessüh etmiştir. Halk Partisi’nin başında bulunanlar

673 Cem, s. 384. 674Yeşil, s. 52. 675 Cem, s. 379. 676Rıdvan Akın, “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş ve Demokrat Parti İktidarı(1945-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 912-914. (Sayfa aralığı 911-922), Ayrıca Bakınız: Eroğul, s. 94. 677 Ali Naci Karacan, “Allahtan Başka Kimseden Korkun Olmasın!”, Tan Gazetesi, 30 Mart 1949, s. 1. 131

dalkavuktan başka bir şey değildir.”, “Amerikalılar CHP hükümetine Demokrat Parti’yi tutarsanız size istediğiniz krediyi açacağız demişler. Bu krediyi alabilmekliğimiz için hepimizin Demokrat Parti’ye geçmemiz lazım. Demokrat Partiyi İngiliz ve Amerikalılar destekliyor. Bu sebeple Demokrat Partisi iktidarı ele alacaktır.” - Aydın bölgesi CHP müfettişinin 5 Nisan 1946 tarihli raporuna göre Ethem Menderes İncirliova’da şu sözleri sarf etmiştir: “İnönü CHP’den çekilecek, Demokrat Parti’ye geçecek.” - CHP bölge müfettişinin 30 Nisan 1946 tarihli raporuna göre DP’liler tarafından hükümetin emriyle bir parti kurulduğu, şimdilik her köyden 15 kişinin bu partiye girmesi gerektiği yönünde matbuu kâğıtlar dağıtılmış, bunların doldurulup imzalanarak geri verilmesi istenmiştir. - Isparta ilinden gelen 8 Mayıs 1946 tarihli rapora göre DP propagandalarında şu ifadeleri kullanmıştır: “Hükümet afyonumuzu 15 liraya alıyor 70 liraya satıyor. Demokrat Parti bunu önleyecek.”, “Hükümet, halk arasında sınıf farkı gözetiyor. Memura şekeri kumaşı ucuz veriyor, halka pahalı satıyor.”, “Hükümet, Avrupa’dan kumaş ithal ettirmiyor, kendi fabrikalarında çıkardığı kumaşları da halka pahalı satıyor.”, “Hükümet, kendisi ticaret yapıyor. Demokrat Parti ise ticareti serbest bırakacak köylünün kendisinin yapmadığı işlerde ona para yardımı yapacak678.” DP’nin halkın desteğini araması önemlidir fakat partiyi güçlendiren toprak ağaları ve din adamlarından gördüğü destek olmuştur. Çünkü toplumu yönlendirecek olanlar bu sınıflardır. Bu sınıf mensupları da DP’yi destekleyerek toplum içerisindeki güçlerini artırmak amacı peşine düşmüşlerdir. Her iki grup da halkı yönlendirerek DP’nin oy potansiyelini artırmaya çalışmıştır. Fakat bu sınıf mensupları çok partili hayatın nimetlerinden de yararlanmayı ihmal etmemişler, çıkarları doğrultusunda farklı partiler arasında geçişler de yapmışlardır. Özellikle doğu bölgelerinde bu geçişlerle birlikte DP üye sayılarında zaman zaman dalgalanmalara rastlanmıştır679. Toplum içerisinde etkin bir role sahip olmak isteyen bu kimseler parti değişikliğinin yanı sıra kendilerinin yapmış olduğu sömürüleri de CHP’nin suçu olarak anlatmaktan da çekinmemişlerdir680. Büyük toprak sahiplerini ürküten Toprak Kanunu da DP’nin gelişimini hızlandıran konu olmuştur. Toprak ağaları ve bunlara bağımlı olarak yaşayan kitlelerin partiye çekilebilmesi için mülkiyet dokunulmazlığı kavramı sürekli olarak öne çıkarılmıştır681. Din adamları ve din konusu ise DP için önemli bir halk sempatisi kazanma yöntemi olarak kullanılmıştır. Fakat bu konuda çok agresif bir tarz benimsenmemiştir. Öyle ki taşra kanadından gelen dini konulardaki sert çıkış istekleri, DP idarecileri tarafından dizginlenmiştir 682.

678 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 679 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 2, s. 555. 680 Cem, s. 381. 681 Eroğul, s. 93. 682 Cem, s. 381. 132

3.4. Belediye Seçimlerinin Öne Alınması ve Seçimin Gerçekleştirilmesi(26 Mayıs 1946)

Çok partili hayata geçişin ilk seçim deneyimi 1946 yılında yapılacak olan belediye seçimleri olmuştur. Bu seçimler öncesinde Seçim Kanunu’nda tadilata gidilmiştir. 1927 yılından itibaren belediye seçimlerinde tek dereceli seçim sistemi uygulanmıştır. Bu sistem 1946 yılına kadar devam etmiştir. Uygulamada yaşanan sıkıntılar ve kanuni eksiklikler yüzünden seçimler günlerce devam etmiştir. Bu sıkıntının giderilmesi ve oyların bir günde tamamlanabilmesi amacıyla Belediye Seçim Kanunu’nda değişikliğe gidilmesi amaçlanmıştır ve konu 29 Nisan 1946 tarihinde Meclise taşınmıştır. Meclis görüşmeleri sırasında iktidar belediye seçimleri için önemli değişikliklere gidileceği iddiasında bulunurken, DP milletvekilleri iktidarın elindeki güçler bulunduğu müddetçe seçimlerin istenilen seviyede tarafsız yapılamayacağını dile getirmiştir. DP adına konuşan Refik Koraltan hükümetin elindeki güçleri sıralamış özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Seçimlere gidilirken iktidarın elinde bulunan güçler şunlardır; Matbuat Kanunu ile istediği gazeteyi kapatma gücü, Cemiyetler Kanunu ile teşekkül eden her hangi bir cemiyeti kapatabilme gücü, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 18. maddesi ile istediği kişiyi gözaltına alma gücü. Ayrıca: İçtimai Umumiye Kanunu, geniş paralarla idare edilen gazeteler, radyo, Anadolu Ajansı, para gücü ve bankalar, iktidar yanlısı davranan idareciler de diğer iktidar güçleridir683. Konuşmalar sonrasında yapılan oylama ile belediye seçimleri ile ilgili değişiklikler kabul edilmiştir. Seçim kurulları ve komisyonlarında siyasi parti temsilcilerinin bulunabilmesi kaydı eklenmiş, Eylül ayında yapılacak olan belediye seçimleri bir defaya mahsus olmak üzere Mayıs ayına çekilmiştir. Yine yapılan bir değişiklikle oy pusulalarının üzerinde seçmenin imzası, mührü, adresi veya herhangi bir işaret yasaklanmıştır. Artık seçimler bir gün içersinde tamamlanabilecektir. Seçim hazırlıkları süreci ise 50 günden 30 güne düşürülerek gergin süreç kısaltılmıştır684. Seçimlerin zamanından önce yapılması isteğinin, olası milletvekili seçimlerinde yeni belediye heyetlerinin görev almasının sağlanması amacını güttüğü iddiaları ortaya atılmıştır. İddialara göre CHP, milletvekili seçimlerinde daha güçlü olabilmek için yerel yönetimleri kendi istediği şekilde yenilemeyi amaçlamıştır685. Bayar da belediye seçimlerinin öne alınmasını iktidarın kendi çıkarı için olduğunu iddia ederek şu açıklamayı yapmıştır: “Belediye seçimlerinin birden bire dört ay önceye alınmasının sebepleri üzerinde genel merkezimiz uzun uzadıya incelemeler yapmış ve gösterilen sebeplere rağmen bu hareketin sadece partimiz teşkilatının ilerlemesine meydan vermeden seçimleri yapmak maksadına matuf bulunduğu kanaatine varmıştır. Bununla beraber, bu konuda kabul edilen bazı yeni esasların demokrasi prensiplerine uygun olduğunu memnuniyetle söyleriz686.” DP teşkilatı belediye seçimlerine girme yönünde hareket tarzı benimsemişse de Bayar ağırlığını koyarak 8 Mayısta teşkilata gönderdiği bir

683 TBMMTD, 29 Nisan 1946, 7. Dönem, Cilt 22, s.220. 684 TBMMTD, 29 Nisan 1946, 7. Dönem, Cilt 22, Ekler Bölümü s. 3/1-10. 685Akşam Gazetesi, 2 Mayıs 1946, s. 1. 686Akşam Gazetesi, 6 Mayıs 1946, s. 1. 133

tamimle belediye seçimlerine girilmeyeceğini, hatta vekil seçimleri 1947 yılında yapılmaz ise ona da girilmeyeceğini belirtmiştir687. DP ne iç ne de dış politikada seçimleri öne almak için bir gerekçe yok iken seçimlerin öne alınmasını uygun bulmamıştır. Milli Kalkınma Partisi ise belediye seçimlerine katılacağını ilan etmiştir688. DP’nin belediye seçimlerine katılmama kararı İnönü tarafından şiddetle eleştirilmiş ve bu durumun ülkeyi yabancı devletlere karşı kötüleme manasına geldiğini, halkın bu tavrı iyi karşılamayacağını belirtmiştir. İnönü ayrıca, DP’nin seçime taraftarlarının katılmamasını istemesi gibi bir yol tercih edilmesinin de partinin kapatılmasına neden olacağını savunmuştur689. İnönü belediye seçimleri öncesinde yurt gezisine çıkmış ve halkı seçimlere katılmaya teşvik edici konuşmalar yapmıştır. Bu konuşmalar iktidarın temelinin halk olduğunun anlaşıldığını göstermiştir690. CHP yönetimi ise halkın seçimlere katılımını artırmak ve partiye oy verilmesini sağlamak için gazetelerde çeşitli ilanlar yayınlatmıştır. Bunlardan birisi şöyledir: “Yurttaş! 26 Mayıs 1946 Pazar belediye seçimi günüdür. CHP kurtarıcı ve yapıcıdır. Onun adaylarına oy verilince halkın özlediği iyi işlerin başarılması sağlanır.” İnönü ise oy kullanma ile ilgili olarak: “Bütün dünya milletlerinin birbirini gözetlediği bu zamanda, Türklerin oy sandıkları başında milli vazifelerini ne kadar hevesle yaptıklarının meydana çıkması, varlığımız için büyük bir meseledir” demiştir691. Diğer bir gazete ilanı ise şu şekildedir: “Hemşeri! Türk Milleti’nin demokrasiden fayda görmesinin ilk şartı, seçimlere karşı göstereceğimiz alakadır. Bu bakımdan dünya önünde vereceğimiz imtihanın neticesi, belediye seçimine iştirak nispetiyle ölçülecektir692.” Diğer bir ilan: “Hemşeri! Şehirde gördüğün bütün ilerleme ve imar eserleri, üyeleri cumhuriyet halk partisine mensup şehir meclisinin İstanbul belediyesini desteklemesiyle başarılmıştır. Pazar günkü seçimde reylerini bu partinin adaylarına ver!” şeklinde olmuştur693. Başka bir ilan şu şekildedir: “Sayın hemşeri, İstanbul’u ve bütün yurdu harp ateşine sokmayan; Türk kadınını kocasından, evladından ayrı düşürmeyen; çocuklara okul, işçiye fabrika, çiftçiye toprak veren; memleketi demir yollarla ören, bataklıkları kurutup bereketli ve sağlıklı topraklar haline sokan; Türk bankacılığını, Türk demir yolculuğunu, Türk denizciliğini, Türk havacılığını kuran, İstanbul’un susuzluğuna çare bulan, hastanesini, yolunu ve güzelliğini sağlayan; Atatürk’ün ve İnönü’nün kurdukları Cumhuriyet Halk Partisi halkın ve hakkın partisidir. Aziz hemşeri, vaatlere değil, işlere bak ve reyini ona göre kullan694!” DP ise halkın seçimlere katılmaması yönünde propagandalar yapmıştır. Bu propaganda tarzına örnek olarak Kastamonu’da DP’nin dağıttığı bir beyanname örnek olarak verilebilir. Bu beyannamede şu ifadeler yer almıştır: “Yurttaş, Demokrat idarede ferde bahşedilmesi gereken hakları bulamayanlar seçime iştirak etmezler. Bunu manası büyük olur. Seçime iştirak etmeyenlerin sayısı ne kadar çok olursa, verilmeyen hakların verilmesini istemek

687 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 103. 688Akşam Gazetesi, 9 Mayıs 1946, s. 1-2. 689 Bayar, s. 54. 690 Karpat, s. 262. 691Ulus Gazetesi, 24 Mayıs 1946, s. 1. 692Akşam Gazetesi, 18 Mayıs 1946, s. 1. 693Akşam Gazetesi, 24 Mayıs 1946, s. 1. 694Akşam Gazetesi, 26 Mayıs 1946, s. 1. 134

demektir… 25 sene gibi geçen bir hayat içinde belediyeyi idare edenlerin yaptıkları kâfi görüyorsan reyini onlara ver, görmüyorsan inandığın güvendiğin şahıslara vermek hakkındır. Bu hakkını kullanırken, düz beyaz kâğıda güvendiğinin isimlerini yaz. Yazma bilmiyorsan inandığına yazdır, inandığına okut. Reyini gizli vermek hakkın olduğu için sandık başında alacağın mühürlü zarfa kendin koyup kendin at. Uzatılan matbuu listeleri kullanma. İnanın, güvenin tam değilse inanılacak şahısların iş başında göstereceği günü bekle. Vicdanının kani olmadığı kimseye gelişi güzel oy vermektense, onu sükûtla geçiştir… Polis, bekçi, muhtar seni seçime icbar edecek. Emir veremez. Haklarını iyi kullanmak ne kadar büyük ve milli bir hareketse, kötü kullanmamak da ondan büyük milli bir hareket olur695.” Belediye seçimlerine CHP, Milli Kalkınma Partisi, Liberal Demokratik Parti ve müstakil adaylar katılmıştır696. Seçim günü yaşanan sıkıntıları neden olarak gösteren MKP seçim günü saat 11 itibariyle İstanbul’da seçimleri protesto etmeye başladığını ilan etmiştir. Yaşanan sıkıntılar ise şu şekilde değerlendirilmiştir; “Seçimlere dâhili ve harici siyasetin yararına olabilecek bir davranış kabul ettiğimiz için katıldık, fakat CHP’nin sandık başlarında kanunsuz hareketlerde bulunduğunu gördük. Seçimlerin sonucunu tanımayacağız.” İstanbul valisi ve belediye başkanı Lütfi Kırdar ise MKP iddialarına karşılık vermiş ve MKP’nin seçimlere fesat karıştırma ile ilgili bir bilgisi var ise bunu derhal kendileriyle paylaşmasını istemiştir697. Belediye seçimleri sönük geçmiştir. DP taraftarlarının seçime katılım karşıtı propagandaları etkili olmuştur. Bu durum DP’nin gücünü göstermesi adına önemli bir kanıt kabul edilmiştir. DP taraftarlarından oy kullananlar ise bağımsızlara oy vermişlerdir698. Belediye seçimlerine katılım %50’ye yakın olmuştur. Çoğu yerde CHP, bazı yerlerde de bağımsızlar kazanmıştır699. Seçimler sürecinde yaşananlar Meclis görüşmelerine yansımıştır. 31 Mayıs 1946 tarihli oturumda DP adına konuşan Yusuf Hikmet Bayur belediye seçimlerinde tam bir serbestliğin olmadığını iddia ederek buna Ankara’da gördüklerini örnek olarak göstermiştir. Seçime gitmeyenlerin evlerine polis ve bekçiler gitmiş ve oy kullanmaları yönünde uyarılarda bulunulmuştur. Böylece seçime katılanların oranı yükseltilmeye çalışılmıştır. Oy verme esnasında da gizli oy verme imkânı olmamış, zarfa hangi pusulanın konulduğu iktidar partisi görevlileri tarafından görülmüştür. Bu nedenle seçimde serbest ve gizli oy ilkelerine uyulmamıştır. Bayur’un iddialarına cevap veren İçişleri Bakanı Hilmi Uran; İlk defa olarak belediye seçimlerinin bir gün içinde bitirildiğini, bu tip seçimlerde katılımın fazla olmamasının diğer örnek ülkelere bakıldığında normal karşılanmasının gerektiğini belirtmiş, yine de 63 ilden 44’ünde katılımın %50 üzerinde olduğunu eklemiştir. Uran’a göre katılımdaki düşüşte en önemli etkenlerden birisi halkın hangi sandıkta oy kullanacağını bilememiş olmasıdır. Bayur’un belirttiği evleri dolaşma konusuna da değinen Uran; muhtar ve bekçilerin böyle bir girişimde bulunduklarını, bu sayede de seçim bürolarını bilmeyen birçok vatandaşın oy vermeye geldiğini

695 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 696Akşam Gazetesi, 24 Mayıs 1946, s. 2. 697Akşam Gazetesi, 27 Mayıs 1946, s. 2. 698 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 108-109. 699 Erer, Türkiye’de…, s. 110. 135

belirtmiştir. Oy verme sırasında isteyenler açıkta oylarını vermişlerdir. Zaten seçim kanununda özel bir oy odası kurulması belirlenmemiştir. Bu nedenle suç teşkil edecek bir durum yoktur700.

3.5. Milletvekili Genel Seçiminin Öne Çekilmesi Gayretleri

1943 yılında yapılmış olan milletvekili genel seçimlerinin tekrarı 1947 yılında gerçekleşecekti. Fakat iktidar, daha sonraki süreçlerde iktidarlar tarafından kimi zaman başvurulacak olan baskın seçim geleneğini temellendirecek bir şekilde, seçimleri öne çekme isteği içerisine girmiştir. Bu şekilde bir düşünceye kapılmanın özünde; iktidar partisinin yerleşmiş örgütlenmesine rağmen, daha kendini toparlayamamış muhalefet partilerinin yapılacak seçimlerde yarışacak olmasının getireceği avantaj yatmaktadır. Muhalefet içerisinde en fazla örgütlenen DP’dir, diğer partiler ise çok gerilerde kalmışlardır701. İnönü, DP’nin kurulması ile birlikte aşırı sol ve sağ görüşlerin siyaset dışında tutulması hedefine ulaşmıştır ama DP’nin gelişimi İnönü’nün beklentisinin çok üzerinde olunca bu durum CHP tarafından DP’ye yönelik stratejiler geliştirmesine neden olmuştur. Öncelikle halka iyi görünebilme yollarını deneyen CHP kimi zaman da siyasi manevralarla DP’yi zayıflatmaya çalışmıştır. 1947 genel seçimlerinin bir yıl öncesine alınması isteği siyasi manevralara iyi bir örnek teşkil etmiştir702. 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan CHP olağanüstü kongresinde seçimlerin öne alınması konusu gündeme gelmiştir. Kongrenin açılışında konuşan İnönü seçimlerin öne alınması isteğini şu şekilde ifade etmiştir: “…Seçimi tabii olarak 1947 için düşünüyorduk. Fakat dış ve iç politika gerçekleri, memleket idaresini biran önce kararlı kılmak mecburiyetini gösterdi. Dünyanın hali karanlıktır. Bu yolda ne ihtimaller karşısında kalacağımızı tahmin edemeyiz. Gelecek sene bu ihtimalleri, temsil müddeti bitmiş bir BMM ile karşılamak gibi bir durumda bulunmaktan sakınmak isteriz… Kazanırsak vazifemizi yapmakta devam edeceğiz. Kaybedersek karşıya geçerek fikirlerimizi ve siyasetimizi savunmaya çalışacağız…” İnönü muhalif partilerin seçime girmemeleri durumunda Türkiye’nin uluslararası ortamda zora duruma düşeceğini ve bunun halk tarafından hoş karşılanmayacağını belirtmiştir. Rakip olarak ortaya çıkıp da, son anda halkın güvenini boşa çıkararak seçime girmemenin yanlış olacağı ve halkı kanun dışı yolara sürükleyebileceği uyarısında da bulunmuştur703. İnönü konuşması esnasında seçimlerin erkene alınmasındaki ilk sebebi dünyada yaşanan sıkıntılar gibi göstermişken, diğer bir yandan da yeni kurulan partilerin seçime hemen girebileceklerini belirtmiş olmalarını hatırlatmıştır704. Burada esas vurgulanmak istenen DP’nin seçimlere hazır olduğu yönünde basında yer alan haberlerdir. Bayar böyle bir açıklama yapmadıklarını CHP kongresinin ardından dile getirmiştir. DP başkanlığı ise yayınladığı 13

700 TBMMTD, 31 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23,s. 239-243. 701 Tuncer, 1946…, s. 65. 702 Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu:1945-1971”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick, Ertuğrul Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992,s. 116. (Sayfa aralığı 112-158), Ayrıca Bakınız: Tunçay vd., s. 141-142. 703 Aydemir, İkinci…, Cilt: II., s. 446-447., Ayrıca Bakınız: Yalman, s. 1354. 704 BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 218.860..1. 136

Mayıs 1946 tarihli beyannamede; İnönü’nün muhalefetin seçimlere hazır olduklarına dair bir bilgi verdiğini ama bu bilginin basına yanlış yansıyan bir bilgi olması hasebiyle anlam taşımadığını, ayrıca da seçimlerin zamanından önce yapılmasının muhalefetin hazır olmasının arkasına sığınılarak masum gösterilmesinin yanlışlığı anlatılmıştır. Seçim tarihinin belirlenmesinde DP ve diğer muhalif partilerin görüşlerinin de alınmasının gerçek bir demokrasi adımı olacağı ifade edilmiştir705. Seçimlerin öne alınması mevzusu DP Birinci Kongresinin açılış konuşmasında Bayar tarafından yeniden gündeme getirilmiş ve iktidarın DP’nin seçime hazır olduğu haberinin basında yanlış olarak yer aldığını, daha sonra bu haberin düzeltilmesine rağmen dikkate alınmadığını belirtmiştir706.

3.5.1. Milletvekili Seçim Kanununda Yapılan Değişiklikler

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bütün halinde ilk seçim yasası 14 Aralık 1942 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten önceki süreçte ise üzerinde kısmi değişiklikler yapılmış olan 20 Temmuz 1908 tarihli “İntihab-ı Mebusan Kanun-ı Muvakkatı” uygulanmıştır. Bu kanunda iki dereceli seçim sistemi mevcuttur. Halk önce kendi adına oy kullanacak olan ikinci seçmenleri belirler, ikinci seçmenler ise halkın adına milletvekillerini seçerlerdi707. 1923 ile 1946 yılları arasında yapılmış olan milletvekilleri seçimleri demokratik niteliklere sahip olmayan, siyasi iktidarı biçimlendirmek yönünden pek bir etkisi bulunmayan, bu nedenle de seçim tanımına tam olarak uymayan, bir nevi törensi ritüel olarak öne çıkmıştır. Vekil adayları CHP tarafından belirlendiği için esas mücadele parti içinde aday olabilmek için yapılmıştır. Seçmenler ise belirlenen adayları onaylama göreviyle görevlendirilmiştir. Bu süreç içerisinde iki defa çok partili hayata geçiş denemesi olmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası genel seçimlere katılma fırsatı bulamadan kapatılmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası ise yerel seçimlere katılmış ama 1931 genel seçimlerine katılmadan fesh edilmiştir708. Milletvekili seçiminde iki dereceli sistem uygulaması 1946 yılına kadar sürmüştür. Çok partili hayata geçişin bir yansıması olarak 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan CHP olağanüstü kurultayında milletvekili seçimlerinin tek dereceli hale getirilmesine karar verilmiştir. İki dereceli seçim son olarak 21 Nisan 1946 tarihinde 4 ilde yapılan milletvekili ara seçiminde kullanılmıştır. Kütahya, Niğde, Seyhan ve İstanbul’da yapılan ara seçimlerde CHP merkezi aday göstermemiştir. DP ise bu seçime katılmamıştır709. Tek dereceli seçim sistemi konusunda CHP kongresinde alınan karar basında olumlu olarak karşılanmıştır. Orhan Seyfi Orhon tek dereceli seçimle ilgili ilginç bir yaklaşımda bulunmuştur: “Moskova radyosu aleyhimizde neşriyatını artırmaya başladı. Tek dereceli seçime geçişimiz onu da memnun etmiyor. Fakat bu

705 Tuncer, 1946…, s. 184 ve 189. 706 Orhan Mete, Bütün Tafsilat ve Akisleriyle Demokrat Parti’nin Birinci Büyük Kongresi, Ticaret Dünyası Matbaası, İstanbul 1947, s. 9. 707 Akandere, s. 114. 708 Şirin Tekeli, “Cumhuriyet Döneminde Seçimler”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7., İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 1801-1802. (Sayfa aralığı 1798-1824) 709 Tuncer, 1946…, s. 47-48. 137

hoşnutsuzluğu doğru bir yolda yürüdüğümüze bize güven vermiyor değil! Bilirsiniz, vaktiyle Çarlık devrinde, eski Babıâli ricalinden birine sormuşlar: -Doğru bir politika tuttuğunu nasıl anlarsın? – Bakarım Moskof sefiri ne istiyorsa aksini yaparım, böylece doğru yol tuttuğumu anlarım demiş710.” Tek dereceli seçim yapılması konusu 31 Mayıs 1946 tarihinde Mecliste görüşülmeye başlanmıştır. Seçim ile ilgili konular sert bir üslupla tartışılmıştır. Konuyla ilgili söz alan Adnan Menderes; elde bulunan Seçim Kanunu’nun İkinci Meşrutiyet döneminin devamı bir kanun olduğunu ve kanun üzerinde yapılan düzenlemelerin ise tek parti dönemine denk gelmesinden dolayı bugün için yeterli olmadığını söylemiştir. Yeni seçim tasarısının ise eski ile sadece seçimlerin tek dereceliye dönmesi yönünden farka sahip olduğunu, bunun yetersiz ama demokrasi için önemli bir adım olduğunu eklemiştir. Oyların verilmesi ve tasnifi sırasında muhalif parti temsilcilerini bulunması da olumlu bir gelişme sayılmıştır. Seçimlerin CHP ağırlıklı belediyeler tarafından kontrol edilmesi ve kanunun küçük partileri dikkate alacak şekilde nispi temsili kabul etmemesi ise Menderes tarafından eleştirilmiştir. Seçimlerde vatandaşın polis, jandarma, muhtar, bekçi, idare amirleri, memurlar gibi bir sürü baskı unsuru ile karşı karşıya kalmasının da seçimin güvenliğinde bir eksiklik olacağını söylemiştir711. 49 maddelik Seçim kanunu tasarısı 5 Haziran 1946 tarihinde Mecliste kanunlaşmıştır. 4918 sayılı bu yeni Seçim Kanunu712 tam bir seçim serbestîsi sağlamamıştır. Kanunun önem arz eden bazı yönleri özetle şu şekildedir: Seçimler il bazında yapılacak ve her 40.000-55.000 arası nüfusa bir vekil seçilecektir. Bu rakam üzerine her 40.000 kişiye bir vekil daha eklenecektir. Seçmen olmak için ise; Türk olmak, 22 yaşını bitirmiş olmak, kamu hizmetinden yasaklı olmamak, kısıtlı olmamak, yabancı devlet uyrukluğunu öne sürmemek, yabancı bir devletin resmi hizmetinde bulunmamak şartları belirlenmiştir. Oluşturulacak seçim kurulları ise şu şekilde tespit edilmiştir: “Her ilin merkez ilçesinde ve o ile bağlı ilçe merkezlerinde seçimi idare ve kontrol etmek üzere belediye başkanının başkanlığında beş kişilik birer seçim kurulu teşkil olunur. Bu kurul üyeleri belediye meclisleri tarafından ve kendi aralarından seçilir…”. Seçim sonuçlarının belirlenmesi sürecinde sayılan oy pusulalarının yakılacağı belirtilmiştir. Birden fazla ilden seçilen vekilin kendi tercihi ile bir ili seçeceği ve diğer ilde boş vekillik için daha sonra yeni bir seçim yapılacağı kuralı tespit edilmiştir. Seçimin düzenini ve güvenliğini ve serbestliğini bozabilecek hareketlerde bulunanların zabıta aracılığıyla men olunduktan sonra, eğer yapılan girişim ağır bir cezayı gerektirmiyorsa 15 güne kadar hafif hapis cezasına veya 10 liradan 200 liraya kadar hafif para cezasına çarptırılabileceği belirtilmiştir713. Kabul edilen seçim kanununda görülen eksiklikler şu şeklide sıralanabilir: Seçimler yargı güvencesine alınmamıştır. Oyların sayılmasından sonra pusulaların yakılması uygulaması itirazların kanıtlanmasını engelleyecek niteliktedir. Oy kullanımının kapalı alanda yapılması

710 Orhan Seyfi Orhon, “Mesele Şudur”, Yeniçağ Gazetesi, 18 Mayıs 1946, s. 3. 711 TBMMTD, 31 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23,s. 246-248. 712Resmi Gazete, 6 Haziran 1946, s. 1-4., Ayrıca Bakınız: İhsan Karlı, “1946-2007 Türk Basınında Milletvekili Genel Seçimleri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2009, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 40., Ayrıca Bakınız: Burçak, Türkiye’de…, s. 13. 713TBMMTD, 5 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24,s. 39-48., Ayrıca Bakınız: Tarhan Erdem, Anayasalar ve Seçim Kanunları(1876-1982), Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s. 184-192. 138

kararlaştırılmış ama bu zorunlu tutulmadığı için sandık başlarında seçmene açık yerde oy kullanma baskısının yapılmasının önü kapatılmamıştır. Nispi temsil yerine çoğunluk sistemi(bir seçim bölgesinden en çok oyu alan partinin adayları kazanır) kabul edilmiştir714. Belediye başkanlarının denetiminde kurulan seçim kurulları tarafından oluşturulan seçim büroları, seçim sonunda tutanakların gönderildiği ilçe seçim kurulları, hesaplamaların yapılmasından sonra sonuçların gönderildiği merkez ilçe seçim kurulları tamamen iktidar sahibi CHP üyelerinden oluşmaktadır715. 10 Haziran 1946 tarihli Meclis oturumunda seçimlerin 21 Temmuz 1946 tarihinde yenilenmesi 2 ret oyuna karşın 379 kabul oyuyla kararlaştırılmıştır716. 14 Haziran’da Meclis kendisini feshetmiş ve seçim sürecine girilmiştir717.

3.5.2. Milletvekilliği Seçimi Öncesi Yapılan Propaganda Çalışmaları

Milletvekili genel seçimlerinin yapılacağı kesinleştikten sonra DP’nin bu seçimlere katılıp katılmayacağı merak konusu olmuştur. Seçimlere erken olduğu taktirde katılmayacağını açıklayan DP için sıkıntılı bir süreç başlamıştır. Seçime katılmama durumunda parti bir anlam taşımayacak ve belki de DP iktidar tarafından kapatılabilecektir718. Partinin seçimlere katılıp katılmayacağı konusunda parti örgütüne başvurulmasına karar verilmiş ve bu amaçla 16 Haziran 1946 tarihinde Ankara’da bir araya gelineceği parti teşkilatlarına bildirilmiştir. Ekrem Hayri Üstündağ, Ethem Menderes, Hüsnü Yaman ve Refik Şevket İnce gibi Ege Bölgesi’nde DP içinde öncü durumdaki şahıslar, Ankara’da yapılacak toplantı öncesinde bir araya gelerek genel seçimlere katılma yönünde bir karar almışlardır. Bu karar parti toplantısını da etkileyecektir719. DP 34 ilde ancak teşkilatlanabilmiştir ve bu illerden çağırılan teşkilat temsilcileriyle kararlaştırılan toplantı gerçekleştirilmiştir720. Toplantı sonrasında DP’nin genel seçimlere katılacağı açıklanmıştır. Ahmet Emin Yalman köşesinde DP’nin seçimlere katılmasını bir fedakârlık olarak göstermiş ve partinin bütün engellemeler karşısında tam olarak teşkilatlanmadan bu işe girme tavrını desteklemiştir. Yalman’ın yazısında şu ifadeler yer almıştır: “Bu memlekette bugün bir kurtuluş mücadelesi devam ediyor. Bu mücadele, Demokrat Parti ile Halk Partisi arasında değildir; milletin kendi mukadderatına sahip ve hâkim olmasını isteyenlerle totaliter bir gidişin gölgesi altında kendi hesaplarına keyfi nüfuz ve imtiyaz sahibi kalmak isteyenler arasındadır721.” DP seçim çalışmalarına 19 Haziranda yayınladığı bir beyanname ile başlamıştır. Beyannamede öncelikle; parti başkanlığı ile devlet başkanlığının bir

714 Tuncer, 1946…, s. 63. 715 Timur, s. 54. 716 TBMMTD, 10 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 87 717 TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 345 718 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 110. 719 Filiz Çolak, “İzmir’de 21 Temmuz 1946 Seçimleri ve Demokrat Parti”, Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt II., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1998, s. 1016. (Sayfa aralığı 1013-1024). 720 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 111. 721 Ahmet Emin Yalman, “Kurtuluş Mücadelesi”, Vatan Gazetesi, 17 Haziran 1946, s. 1. 139

arada olmasından doğan rahatsızlık dile getirilmiş, CHP’nin muhalefetin ortadan kalkması için seçimleri erkene aldığı, halkın oylarının güvence altında bulunmadığı belirtilmiştir722. DP’nin seçim yarışına dahil olması ve propaganda sürecinin başlaması ile birlikte sürecin sükunet içerisinde devamını sağlamak üzere İçişleri Bakanı Hilmi Uran tarafından valiliklere bir genelge gönderilmiştir. Genelgede şu ifadeler kullanılmıştır: “Yurdumuzda ilk defa tatbik edilmekte olan tek dereceli milletvekili seçiminin her tarafta kanun çerçevesi içinde tam bir intizamla cereyanı kadar vatandaşın oylarını da tam bir serbesti ile istediğine verebilmesi ve buna da kimsenin engel olmaması hükümetçe ehemmiyetle iltizam edilen hususlardandır. Bu itibarla küçük büyük her hangi bir memurun memuriyeti nüfusunu kullanmak suretiyle şu veya bu parti lehine gayretkeşlikte bulunmasına ve vatandaşların oylarını istedikleri kimselere istedikleri gibi vermelerine mani olmasına mahal bırakılmamasını ve mütecasirleri hakkında da derhal kanuni muameleye tevessül olunmasını bütün arkadaşlarımdan ehemmiyetle rica ederim723.” Seçim öncesi devrede cereyan eden seçim kampanyasında hareketli bir propaganda süreci yaşanmıştır. DP propaganda sürecini önemli bir katılımla başlatmıştır. Emekli Mareşal Fevzi Çakmak da bağımsız aday olarak DP listelerinden aday gösterilmiştir724. DP mitinglerinde büyük kalabalıklar oluşmuş ve CHP iktidarına karşı olan bıkkınlık mitinglerin coşkunluğu içinde kendini göstermiştir. CHP ise beklenmeyen bu ortamdan rahatsızlık duyarak DP’nin seçim çalışmalarına karşı bir tavır içerisine girmiştir725. İçişleri eski Bakanı Faik Öztürk, Bayar’ı Rus taraftarı olarak göstermeye çalışmış, muhalif olanlara konuşma hakkını CHP’nin verdiğini gerekirse geri alabileceğini söylemiştir. Trakya bölgesinde de DP için “Dimitrof Partisi” lakabı takılmış, DP propagandası için gelenler, jandarma tarafından yerleşim yerlerine sokulmamıştır726. Ulus Gazetesi de DP karşıtı harekette önemli bir rol üstlenmiştir. Gazeteye göre seçim arifesinde DP üyeleri gittikleri yerlerde halk içine ayrılık tohumları ekmişler ve halkın rejime ve devrime olan inançlarını sarsmaya çalışmışlardır. Özellikle köylerde yapılan propaganda karşısında halkın dikkatli olması gerektiğini belirten gazete, DP’nin iktidara gelebilmek için gayri resmi yollar benimsediğini iddia etmiştir727. DP’nin devlet radyosundan iktidarın yararlandığı kadar yararlanabilme isteği de CHP tarafından olumlu karşılanmamış ve konu sürüncemede bırakılmıştır728. CHP tarafından DP karşıtı sert propagandaların bir diğeri ise, İçişleri Bakanlığı tarafından 8 Temmuz tarihinde illere gönderilen bir genelge aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Yapılan propaganda çalışmaları ile ilgili olan bu genelge şu şekildedir: “İllerde seçim propagandası yapmak üzere, son günlerde akın akın köylere gitmekte olan muhtelif parti mensupları arasına, fırsattan istifade eden bazı muzır şahısların da karışarak saf köylülerimize

722 Erer, Türkiye’de…, s. 116. 723Ulus Gazetesi, 1 Temmuz 1946, s. 1. 724 Hayrullah Gök, Mareşal Fevzi Çakmak’ın Askeri ve Siyasi Faaliyetleri(1876-1950), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997, s. 79. 725 Yeşil, s. 70. 726 Erer, Türkiye’de…, s. 117, 124 ve 128. 727Ulus Gazetesi, 5 Temmuz 1946, s. 1. 728 BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 44.257..2. 140

rejim aleyhinde uluorta zehirli telkinler yaptığı, ele geçirilerek haklarında kanuni takibe başlanan bazı kimseler delaletiyle, anlaşılmış ve bunu önleyici bir tedbir olmak üzere bundan böyle köyleri gezerek halka telkinlerde bulunduğu görülen ve hüviyeti bilinmeyen şüpheli kimselerden hangi parti adına köylü ile görüştüğü hakkında vesika istenmesi ve böyle bir vesika gösteremeyenlerin incelenmeye tabi tutulması ve seçim propagandası için köylere göndereceği mensuplarına mutlaka böyle birer vesika vermeleri için de teşkilatı olan partilere daha evvel bilgi verilmesi İçişleri Bakanlığı’ndan birkaç gün evvel tekmil illere tebliğ olunmuştur729.” 8 Temmuz tarihli bakanlık beyannamesine DP 11 Temmuz’da bir beyanname ile cevap vermiş ve özet olarak şu ifadeleri kullanmıştır: Bakanlık, partiler adına gönderilen kişilerin hangi parti adına gönderildiklerini kanıtlayacak belge gösterme zorunluluğu getirmiştir. Bu emrin uygulanması sonrasında köylere gelen muhalefet partililerden, idare amirlerinden izin almamış olanlar, seçim bölgesine sokulmamakta ve bu kişilerin izin belgesi alması ise uzun sürmektedir. Bu şekilde muhalefet etkisiz hale getirilmeye çalışılmakta, halk ile muhalefetin iletişimi koparılmaktadır. Anayasanın 78. maddesine göre sıkıyönetim, seferberlik ve salgın hastalıklar haricinde kimsenin seyahat hakkının engellenemeyeceğinin belirtilmesine rağmen, bu şartlar olmadığı halde İçişleri Bakanlığı hakkı olmayan bir uygulamaya gitmiştir. Muhalif propagandanın zehirleyici fikirler olarak adlandırılması ile de; iktidar tarafından kendilerine yöneltilen her eleştirinin zararlı olarak telakki edilmesi ve muhalif konuşmacıların engellenmesine bahane hazırlanması kolaylaşmaktadır. Beyanname içerisinde DP’ye yapılan baskılarla ilgili olmak üzere şu ifadelere de yer verilmiştir: “Birçok idare amirleri ve zabıta kuvvetleri çok defa birlikte hareket ederek partimiz mensuplarını istifaya ve CHP’ye rey vermeye mecbur etmek için her türlü tehditlere, tazyiklere, hatta dayak atmalara kadar gitmekte, sebepsiz tevkifler yapılmaktadır. Sabıkalı şahsiyetler tarafından partimiz mensuplarına karşı yapılan kanunsuz tecavüzlerin de zabıtanın gözü önünde vuku bulduğu görülmüştür. Bu gibi birçok hadiselerin tutulmuş zabıtları dosyamızda mevcuttur. Bu hadiselerin bir sistem dahilinde bütün memlekette cereyan etmiş olması aynı merkezden verilmiş emir ve direktiflerin mevcudiyetine hükmettirmektedirler.” Beyannamede ayrıca; DP’nin seçim sürecinde yaşanan baskılara rağmen seçimlere katılmasının nedeninin demokrasinin uygulanabileceğinin gösterilmesi amacı taşıdığı ve seçimlere katılmanın ülke menfaatine olarak görüldüğü de belirtilmiştir730. DP iddialarına karşı İçişleri Bakanlığı tarafından 12 Temmuz tarihinde basın aracılığıyla yeni bir bilgilendirme metni yayınlanmış ve alınan tedbirlerin, seçim sürecindeki nazik ortamda kim oldukları belli olmayan kimselerin partiler adına konuşmasını engelleme amaçlı olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verilmiştir: “Hiçbir parti ile ve hatta seçimle alakası bulunmayan bazı kötü kimselerin son günlerde seçim propagandası vesilesiyle şuraya buraya girerek, rejim aleyhinde ve memleketin yüksek menfaatlerine aykırı sözler sarf ettikleri yakinen istihbar edildiğinden hem memleketin emniyet ve asayişini, hem yurdumuzun ve ondan ayrılmayan partilerimizin menfaatlerini sağlayıcı bir tedbir olarak partiler adına ötede, beride laf

729Ulus Gazetesi, 12 Temmuz 1946, s. 1. 730 BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 44.257..1., Ayrıca Bakınız: Yalman, s. 1362. 141

söyleyecek kimselerin o partililer tarafından kendilerine verilmiş bir vesikayı hamil olmalarında kamu emniyeti bakımından zaruret mütalaa edilmiştir…731” CHP’lilerin düşüncesine göre DP, kendine acındırarak, oy toplama amacıyla baskı uygulandığı iddialarında bulunmaktadır732. CHP’yi bu kadar kızdıran ve DP’ye baskı yapmasına neden olan seçim propagandalarına da bakmak gerekmektedir. DP sözcüleri mitinglerdeki konuşmalarında iktidarın uygulamalarını eleştiren ifadeleri sıklıkla kullanmışlardır. Tek parti rejiminin ortaya çıkardığı sıkıntılardan, işçilerin haklarını alamadıklarından, devletçilik anlayışının yanlış uygulanmasından, Toprak Kanunu’nun uygunsuzluğundan, köylüye uygulanan angaryalardan, anti demokratik uygulamalardan söz açılarak iktidar sıkıştırılmaya çalışılmıştır733. Mitinglerde CHP’den ayrıca; seçimlerde adil davranması, gizli oy-açık sayım ilkesi ile adli denetim getirmesi, devletçilik ilkelerini yumuşatması, kişisel özgürlükleri genişletmesi istenmiştir734. DP’nin seçim propagandası için yayınlamış olduğu broşürlerde ise daha çok halkın seçme özgürlüğünü tam olarak kullanması istenmiş ve bu özgürlüğüne müdahale edecek kişilerin Türk olduklarından şüphe duymaları gerektiği belirtilmiştir735(EK 8). Celal Bayar’ın propaganda amacıyla yaptığı geziler de halk tarafından büyük sevgi gösterileri ile karşılanmıştır. O günlerde parti liderlerinin bindikleri arabaları omuzlarla alarak taşımak modası ortaya çıkmıştı. Bayar’ın arabası da omuzlarda taşınmıştır736. DP adına Mümtaz Faik Fenik 16 Temmuz’da radyoda parti propaganda konuşması yapmıştır. Konuşma içerisinde iktidarı eleştiren şu ifadeler yer almıştır : “İktidar partisinin demokratik bir idare gelişmesini her çareye başvurarak, hatta Anayasa hükümlerini tatbikten kaldırarak önlemeye çalışması, seçimlerde kazanmak için her yerde halka hükümet kuvvetleri ile türlü tazyikler yaptırması, bilhassa köylerde vatandaşları dayak altında sindirmek istemesi, Türk Milleti’nin gözleri önünde cereyan etmekte olan bütün bu kanunsuz hareketler ve tagaddiler gösteriyor ki, Halk Partisi her ne pahasına olursa olsun ciddi bir muhalefete yer vermek istememekte ve bunun karşısında Türk Milleti Halk Partisi’nden uzaklaşmaktadır737.” Menderes de seçim propaganda sürecinin etkili isimleri arasında yer almıştır. 17 Temmuz 1946 tarihinde Aydın’da düzenlenen DP mitinginde konuşan Menderes; DP’nin, CHP’nin lütuf ve müsaadesi ile kurulmadığını, onların istediklerini yapmadıkları için de kendilerine düşmanca davrandıklarını söylemiş ve kendilerinden beklenen ama yapmaktan uzak durdukları şeyleri ise şu şekilde sıralamıştır: “1. Şark vilayetlerinde ve hudut vilayetlerimizde teşkilat yapmamak, köylere asla uzanmamak ve hatta şimdilik fikir cereyanlarına müsait diye kabul edilen birkaç vilayetten başka yerlerde teşkilat yapmamak, 2. Teker teker, seçe seçe ancak mahdut sayıda aza kaydetmekle iktifa etmek, 3. Halk Partisi’ne karşı hiç olmazsa 40-50 sene iktidara gelmek iddiasında bulunmamak.”Menderes CHP’nin kendileri karşısında almış olduğu tedbirleri ise şu şeklide saymıştır: “Yalan ve iftiradan ibaret propaganda, müsait

731Ulus Gazetesi, 12 Temmuz 1946, s. 1. 732 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 114. 733 Yeşil, s. 71. 734 Tunçay vd., s. 143. 735Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 736Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1839-1950), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1999, s. 413.(Eski Baskı) 737 BCA, Dosya: 11015, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 129.929..15. 142

gördükleri idare amirleri vasıtasıyla her türlü baskı, seçimleri öne almak, seçimlerde kazanmak için her çareye müracaat738.” CHP adayları ise yaklaşan seçimler öncesinde Anadolu’yu karış karış dolaşarak halktan oy istemeye başlamışlardır. Bu daha önce rastlanmayan bir davranıştır. CHP’li konuşmacılar çoğunlukla: Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi olduklarından, ülkeyi kurup gelişmesini sağlayan her türlü girişimin sahibi bulunduklarından, sıkıntılı süreçlerde tecrübeli olan partilerinin iktidarda olmasının uygun olacağından, köylünün yükünün zamanla hafifletileceğinden bahsetmişlerdir739. İnönü’nün CHP içinde etkinliği çok yüksek olduğu gibi seçimlerde de CHP’nin en büyük kozu olarak görülmüştür. Milleti savaştan uzak tutan bu liderin halk tarafından el üstünde tutulacağı düşünülmüştür740. CHP adına en dikkat çeken açıklamaları da İnönü yapmıştır. DP tarafından yöneltilen eleştirilere bu konuşmalarla cevap vermiştir. 17 Temmuz tarihinde yayınladığı bir beyanname ile köy okullarının yaptırılması konusunun halka ıstırap getirmediğini ve bu konuda kararlılıkla devam edileceğini ifade etmiş, Toprak Kanunu ile büyük toprak sahiplerini karşılarına aldıklarını, eğer ki iktidarda kalmak istekleri olsaydı böyle bir şey yapmayacaklarını belirtmiştir. Kendisinin hem Cumhurbaşkanı hem parti başkanı olmasının eleştirildiğini ama Meclise müdahale etmediğini, zaten böyle bir girişimi olduğu taktirde Meclisin buna engel olacağını söylemiştir. Hayat pahalılığı konusunu da gündeme getirmiş, savaş öncesi dönemdeki iktisadi hayatın özlendiğini ama o yıllarda da hayat pahalılığının en büyük sorun olduğunu hatırlatmıştır741. CHP’nin halkı etkilemek için kullanmış olduğu sloganlar içerisinde de İnönü öne çıkarılmıştır. Bu sloganlardan bazıları şunlardır: “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP’nin adaylarına ver”, “CHP’nin listesi İnönü’nün kendi listesidir. Liste üzerinde değişiklik yapmak kimseyi kazandırmaz, partiyi kaybettirir”, “CHP’ne güveniyorsan, İnönü’nün ilan ettiği listenin tamamına oy ver742.” CHP her ne kadar demokratik bir tarz benimsemiş gözükse de, seçimlerde milletvekili adayı belirlemede bu hassasiyetini gösterememiştir. CHP Genel Sekreterliği tarafından seçim öncesi yayınlanan bir genelgede partinin aday tespiti ve oy kullanımıyla ilgili şu ifadeler yer almıştır: “Partimizin milletvekili adaylarını Genel Başkanlık Divanı tespit ve genel başkanımız ilan eder, parti üyeleri ilan edilecek bu adaylara oy vermekle ve bu adayları kazandırmaya çalışmakla vazifelidirler, İlan edilecek bu adaylardan ayrı olarak her hangi bir partili kendi adaylığını koyamaz, genel başkanımızın ilan edeceği adaylardan gayrisine oy veremez ve böyle adayları destekleyemez, Partili arkadaşlarımızın bilmeleri gerekli olan tüzüğümüzün bu hükümlerini önümüzdeki milletvekili seçimi dolayısıyla hatırlamaları rica olunur743.” Seçimlere katılması beklenen bir diğer parti olan Türk Sosyal Demokrat Partisi ise seçimlerden çekilmiştir. Bu çekilişin nedeni, parti başkanı Cemil Alpay tarafından yayınlanan bir tebliğle duyurulmuştur. Parti’nin seçimler katılmaya karar vermişken, parti şubelerinden gelen

738 Şükrü Esirci, Menderes Diyor ki, Cilt I, Demokrasi Yayınları, İstanbul 1967, s. 28-29. 739 Yeşil, s. 71. 740 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 112. 741Resmi Gazete, 18 Temmuz 1946, s. 1-3. 742 Bila, s. 116. 743Ulus Gazetesi, 5 Temmuz 1946, s. 1. 143

baskıya ve tehdide maruz kalındığı yönündeki raporlara dayanarak seçimlere iştirak etmeme kararı verdikleri belirtilmiştir744. Seçimin iddialı partisi olan MKP ise seçim propaganda çalışmaları içerisine girmiştir. Parti seçimler için hazırlattığı bir afişte şu ifadeleri kullanmıştır: “Unutma ki, Milli Kalkınma Partisi milliyetçiliğin, iktisadi sahada planlı bir çalışmanın ve milli ananenin timsalidir. Seni hürriyet ve refaha götürecek olan yolda rehberin bu partidir745(EK 9).” MKP de iktidarın muhalefete yönelik baskıcı tutumunu eleştirmiştir. Parti adına başkan Nuri Demirağ imzasıyla basına dağıtılan bir yazıda şu ifadeler yer almıştır: “Seçimlerin erkene alınmasına rağmen demokrasi adına MKP seçime katılmayı uygun görmüştür. Fakat İsmet İnönü’nün Eskişehir’de yaptığı bir konuşmada seçimlerin ne pahasına olursa olsun kazanılması gerektiği yönündeki ifadeleri MKP tarafından endişe ile karşılanmıştır. Devletin en üst mercisindeki bir kişinin bu şekildeki tavsiyeleri her türlü baskı ve hile yapma yolunu açmaktadır. Devlet başkanının tarafsız olması ve tüm taraflara öz evladı muamelesi yapması gerekir. Cumhurbaşkanının yurt gezileri sırasında Cumhurbaşkanına ait bütçeden günlük bin lira harcırah almasına rağmen CHP propagandası yapması doğru değildir.” MKP tarafından yapılan bu eleştirilere cevaben Cumhurbaşkanlığı Genel Kâtipliği’nden resmi bir açıklama gelmiştir. Cumhurbaşkanının Eskişehir konuşmasında iç ve dış politika konusunda halkı aydınlattığı ve asla seçimlerle ilgili iddia edilen cümleleri kullanmadığı, ayrıca İsmet İnönü’nün batı cephesi komutanlığı, başvekilliği ve cumhurbaşkanlığı görevleri sırasında hiçbir şekilde memleket gezileri için bir lira dahi harcırah almadığı belirtilmiştir. MKP’nin haber kaynaklarının kendilerini yanılttığı ifade edilmiştir746.

3.5.3. 21 Temmuz 1946 Tarihli Milletvekili Genel Seçiminin Yapılması

21 Temmuz 1946 milletvekili seçimine o dönemde faal halde bulunan 14 partiden 6 tanesi katılabilmiştir. Bu partiler: CHP, MKP, DP, Liberal Demokrat Parti, Türkiye İşçi Çiftçi Partisi ile Yalnız Vatan İçin Partisi’dir747. CHP 63 ilin748 tamamından, DP 47 ilden seçime katılabilmiştir749. DP 16 ilde seçime girmemiştir750. DP Meclise girmesini istediği kişilerin isimlerini ise birkaç yerden aday göstermiştir. Fevzi Çakmak 4, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Yusuf Kemal Tengirşenk 3’er, Emin Sazak, Refik Şevket İnce ve Cemal Tunca ise 2’şer ilden aday gösterilmiştir751. Seçim günü geldiğinde Son Saat Gazetesi seçimlerle ile ilgili şu yorumu yapmıştır: “Sayın İstanbul halkı bu gün hâkimiyetini ilk defa olarak doğrudan

744Cumhuriyet Gazetesi, 20 Temmuz 1946, s. 1. 745 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 434.1803..3. 746 BCA, Dosya: S, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 128.832..2. 747 Tuncer, 1946…,s. 16. 748 Türkiye’de 1924 yılında 74 il bulunmaktaydı. Bu sayı zaman içinde değişim göstermiştir. İl sayılarındaki değişim şu şekildedir: 1927 yılında 63, 1935 yılında 57, 1940-1950 arasında 63, 1955 yılında 66 ve bu tarihten sonra da uzun yıllar 67 olarak kalmıştır. 1950 nüfus sayımlarına göre 497 ilçe, 1.418 bucak ve 34.252 köy bulunmaktadır. Nejdet Bilgi, “Cumhuriyet’in İlk Döneminde Mülki Yapının Gelişimi(1920-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 337 ve 344.(Sayfa aralığı 334-346) 749 Tuncer, 1946.., s. 70. 750 Bu iller şunlardır: Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çorum, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkari, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt, Van. Çavdar, Türkiye’nin…, s. 413.(Eski Baskı) 751 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 120. 144

doğruya kullanıyor. Şimdiye kadar halk ile hükümet arasına ikinci seçmenler denilen mahdut bir zümre giriyordu. Bu demir perde artık kalmamıştır. Mamafih böyle demekle başka engeller çıkarılmamıştır demek istemiyorum. CHP ve ona dayanan hükümet, ne olursa olsun, ne kadar fedakârlığı istilzam ederse etsin behemehâl seçimi kazanmak kararındadır. Ne kanuna, ne vatandaşa hürmet, ne fikre riayet hatta ne de insani düşüncelere tabi olmak kayıtları, bu devre için ortadan kalkmışa benziyor752.” Bu haber seçimler sırasında ve sonrasında yaşanacak olan sıkıntıların bir öngörüsü şeklinde olmuştur. 1946 seçimleri ilk tek dereceli milletvekili seçimi olmasına rağmen halk uyum sağlamış ve seçimlere ilgi göstermiştir. Seçmen defterlerinin askıya çıkarılması, sandıkların kurulması ve görevlilerin vazifelerine katılımı sıkıntısız gerçekleşmiştir753. 21 Temmuz seçimlerinin iller bazında ve ülke genelinde sayısal sonuçları yayınlanmadığı için katılım oranı ve partilerin aldığı oy miktarları konusunda net bir bilgi yoktur. Bu konuda en teferruatlı rakamlar kaynağı bilinmese de Şevket Süreyya Aydemir tarafından verilmiştir. Aydemir’e göre: 1946 seçimleri 8.551.548 kişilik toplam seçmen içinden (bu sayının 4.430.878’i kadın, 4.060.673’ü erkektir) 6.373.543 kişinin katılımıyla(katılanların %71’i kadındır) yani %75 katılımla yapılmıştır754. Mücadele DP ve CHP arasında geçmiştir. CHP’ye kırsal bölgelerden, DP’ye ise İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerden daha fazla oy çıkmıştır755. Vatan Gazetesi seçiminden bir gün sonra manşetten verdiği haberde DP’nin İzmit, İstanbul, Bolu, Manisa, Ankara, İzmir, Kütahya, Kayseri, Mersin ve Samsun başta olmak üzere birçok ilde seçimleri kazandığını bildirmiştir. İzmir merkezde 56.772 DP, 22.084 CHP oyunun sayıldığı, Aydın ve Manisa’da %80 oranında DP’nin oy aldığı duyurulmuştur756. Fakat seçim sonuçları netleşince gazetenin bu verilerinin çok uzağında bir netice ortaya çıkmıştır. Seçilmesi gereken 465 milletvekilinin 395’ni CHP, 66’sını DP ve 4’ünü bağımsızlar kazanmıştır757. Bu sayılar daha sonra değişmiştir. Değişikliğin ilk sebebi birkaç yerden birden aday olanların seçildikleri yerlerden birisini tercih etmelerinden kaynaklanmıştır. İçel ve İstanbul’dan milletvekili seçilen Fevzi Çakmak İstanbul milletvekilliğini, yine İçel ve İstanbul’dan milletvekili seçilen Refik Koraltan İçel milletvekilliğini758, İstanbul ve Sinop milletvekili seçilen Yusuf Kemal Tengirşenk Sinop milletvekilliğini tercih etmiştir759. Rakamsal değişikliğin diğer bir nedeni ise Meclise yapılan itirazlardır. 34 ilden seçilen tüm vekillere, İstanbul, Eskişehir ve Çanakkale illerinden bazı vekillere itiraz gelmiştir. Bu itirazların bir bölümü CHP, büyük bir bölümü ise DP tarafından yapılmıştır. Milletvekillerinin tamamına itiraz edilen 34 ilden 4’ü DP, 30’u CHP vekillerinin seçildiği illerdir760. İtirazların incelenmesi için 30 kişiden oluşan bir meclis komisyonu kurulması sağlanmış ama 12 gün süren

752Son Saat Gazetesi, 21 Temmuz 1946, s. 1. 753 Giritlioğlu, s. 196-197. 754 Aydemir, İkinci.., Cilt II, s. 448. 755Son Posta Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 756Vatan Gazetesi, 22 Temmuz 1946, s. 1. 757 Yalman, s. 1363. 758 TBMMTD, 14 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 26. 759 TBMMTD, 2 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 221. 760 Tuncer, 1946…, s. 76. 145

komisyon çalışmalarının sonunda DP’lilerin bekledikleri sonuçlar çıkmamıştır761. DP vekilleri Salamon Adato, Abdurrahman Münip ve Zeki Sporel’in mazbataları şiddetli tartışmalar sonrasında reddedilmiştir762. İncelemeler sonunda bazı vekillerin mazbataları onaylanmamıştır. Tüm değişiklik faktörleri hesaba katılınca 395 olarak belirlenen CHP vekili sayısı 403’e, 4 olan bağımsız sayısı 8’e çıkmış, 66 olan DP vekili sayısı 54’e inmiştir763. CHP 49 ilde, DP 3 ilde tam liste olarak kazanmıştır. 11 ilde ise seçmen karma listelere oy vermiştir. Bu 11 ilde 42 CHP’li, 44 DP’li ve 3 bağımsız aday kazanmıştır. CHP Afyon, Çanakkale ve İçel hariç tüm illerden vekil çıkarmıştır. DP ise seçime girdiği illerden sadece 11’inden milletvekili çıkarabilmiştir. Bu iller: Afyon, Çanakkale, Edirne, Eskişehir, İçel, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Kütahya, Muğla ve Sinop’tur764. Adnan Menderes haberi olmadan aday gösterildiği Kütahya’dan milletvekili seçilmiş, Aydın’dan ise seçilememiştir. Menderes bu durumu Aydın’da yapıldığını düşündüğü seçim hilelerine bağlamıştır765. Fevzi Çakmak ise DP listesinden İstanbul bağımsız adayı olarak seçilmiştir. İstanbul’da DP listelerinden en çok oyu Çakmak alırken, CHP listesinden ise en çok oyu Kazım Karabekir almıştır. Çakmak, CHP ve İsmet İnönü’nün kendisine haksızlık yaptığını düşünerek DP listesinden Meclise girmiştir766. İstanbul’da CHP adayı Kazım Karabekir ile DP adayı Fevzi Çakmak mücadelesi iki parti için önemli bir mesele haline gelmiştir. CHP milletvekili Sedat Pek, CHP’nin Kazım Karabekir’i desteklemesi ve aday göstermesini değerlendirirken şu ifadeleri kullanmıştır: “Karşımıza bir Mareşal çıkardınız, biz de bir onbaşı veya yüzbaşı ile mukabele edemezdik ya, omuzladık generali767.” Hüseyin Cahit Yalçın ise gazetedeki köşesinde; Mareşalin bir asker olarak farklı bir konumda olmasının ve saygı duyulmasının normal olmasına rağmen, siyasetçi Çakmak’a aynı saygıyı göstermenin anlamı olmadığını belirtmiştir. Siyasi mücadelenin içine bir mücadele adamı gibi dalan Mareşalin İstanbul’dan DP listesinden bağımsız olarak aday gösterilmesi sayesinde DP’nin diğer adaylarının onun gölgesinde seçildiğini iddia etmiştir768. İki eski komutanın mücadelesinin yaşandığı İstanbul’da 528.520 seçmenin yüzde 65’i seçime iştirak etmiştir769. İstanbul seçimleri basın tarafından dikkatle izlenmiş ve seçimlerden DP’nin 23 vekil çıkaracağı ilan edilmiştir. Fakat açıklanan resmi rakamlar 18 vekilin DP’den olduğunu göstermiştir. İddiaya göre Kazım Karabekir, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Cemil Cahit Toydemir, Refet Bele ve Hüseyin Cahit Yalçın CHP listesinden kazananlar arasına sokulmuş ve DP’ye 18 vekil bırakılmıştır770.

761 Şenşekerci, s. 197. 762 Yalman, s. 1366. 763 Tunçay vd., s. 144. 764 Tuncer, 1946…, s. 100-101. 765 Süleyman İnan, “Türk Siyasetinde Adnan Menderes”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 289, Ankara Eylül 2011, s. 48. (Sayfa aralığı 46-50). 766 Gök, s. 80. 767Son Saat Gazetesi, 19 Ağustos 1946, s. 1. 768 Hüseyin Cahit Yalçın, “Mareşal Hakkında”, Tanin Gazetesi, 6 Eylül 1946, s. 1. 769Ayın Tarihi, 7 Nisan 1947. 770 Yalman, s. 1363-1364. 146

3.5.4. 21 Temmuz Seçimleri Sonrasında Yaşanan Tartışmalar

Seçimlerde oy verme işlemi açık, sayım ise gizli yapılmıştır. Bu durum suiistimallere açık bir durum ortaya çıkardığı gibi, muhalefetin usulsüzlük yapıldığı noktasındaki iddialarına da kaynaklık etmiştir. Seçimde görev alan kişilerin CHP ile bağlantısı bulunan kimseler olması da şüpheleri kuvvetlendirmiştir771. 21 Temmuz gecesi ilk sonuçlar gelmeye başlayınca DP tarafında sevinç CHP tarafında ise hüzün hâkim olmuştur. İlk neticelere göre birçok yerde DP kazanmıştır. Fakat ilerleyen saatlerde DP teşkilatlarından gelen haberler üzücü olmuştur. Mazbataların değiştirildiği ve seçime müdahale edildiği haberleri yağmaya başlamıştır. İnönü belki seçimi kaybetmeye razıdır ama CHP teşkilatı bunu bir türlü kabul etmemiştir772. Daha seçim günü İçişleri Bakanlığı’na ülkenin değişik yerlerinden telgraflar gelmiştir. Tutuklama, silahla yaralama ve öldürme, dayak atma vb. gibi müdahaleler bildirilmiştir. İsmet İnönü’ye de şikâyet telgrafları gönderilmiştir. Bu telgraflarla: Cumhurbaşkanı’nın vaat ettiği hakkaniyetli seçimlerin gerçekleşmediği ve oy sayımında DP aleyhinde rakamların tutanaklara kaydedildiği iletilmiştir773. Vatan Gazetesi’nin 24 Temmuz tarihli sayısının ilk sayfasından yurt genelinde seçimle ilgili olumsuz olarak öne çıkan haberler halka duyurmuştur. Bunlardan bazıları şöyledir: İzmir’de halk seçime hile karıştığını iddia ederek miting düzenleme çalışmalarına başlamış ve İsmet İnönü’ye protesto telgrafları çekmişlerdir. Aydın’da Adnan Menderes’in kazanmaması için mücadele verilmiş ve seçim sonucu halkı üzmüştür. İzmit’te valinin müdahalesi ile mazbatalar değiştirilmiş ve Nihat Erim’in seçimi kazanması sağlanmıştır. Bursa’da seçimin CHP tarafından kazanılması halkı üzmüş, iki bin imzalı bir takrir İnönü’ye gönderilmiştir. Manisa ilinde halk tarafından çok sevilen Yusuf Hikmet Bayur’un kazanmaması için müdahale edilmiştir. Bursa’nın Orhangazi ilçesindeki köylerde vatandaşlar ise kaymakamın ve jandarmanın baskısından şikâyetçi olmuşlardır. İddiaya göre kaymakam, DP önde gelenlerini tutuklatarak 36 saat gözaltında bekletmiş ve bu kişilerin idam edileceği duyurulmuştur. Sokaklarda ise DP’nin Rus taraftarı olduğu ve onların yok edilecekleri propagandası yapılmıştır774. Cumhuriyet Gazetesi de seçimleri değerlendirmiştir. Gazetede yer alan bir yazıda, seçimlerin tek dereceli olarak uygulaması ve halkın bu seçimleri ciddiye alarak olgun bir tavırla, sükûnetle oylarını kullanması övülürken, seçim sonuçlarının üç gün sonra açıklanması eleştirilmiştir. Başka ülkelerde çok daha fazla oy kullanılmasına rağmen kısa sürede seçim sonuçları açıklanırken bu Türkiye’de başarılamamıştır. Böyle olunca da halk verdiği oylar üzerinde değişiklik yapıldığı yönünde bir zanna kapılmıştır775. Dönemin canlı şahitlerinden DP’li Emrullah Nutku ise yaşananları anılarında şöyle anlatmıştır: “Demokraside tek dereceli seçim tecrübemizin ilk yarasını aldık. Memleketin her tarafından gelen haberler, seçimde birçok yolsuzlukların, kanunsuz baskı ve ürkütme

771 Aydemir, İkinci…, s. 449. 772 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 123. 773 Erer, Türkiye’de…, s. 139-142. 774Vatan Gazetesi, 24 Temmuz 1946, s. 1. 775Cumhuriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 147

hareketlerinin pervasızca yapıldığını gösteriyor. Milletin rıza ve iradesinin tayini için yapılan bütün telkinlere, alınan tedbirlere rağmen idareciler, pek çok vali ve kaymakamlar, iktidar partisinin müfrit kodamanlarının tesiri altında kalarak seçim dürüstlüğünü ihlal etmişler. İstanbul’daki sıkıyönetim sebebiyle İstanbul’daki gazeteler açıkça yazamıyorlarsa da illerde yayınlanan müstakil gazetelerin hepsi acı haberler vermiş, protestolar yağdırıyorlar776.” Yine dönemin şahitlerinden Haydar Seçkin ise yaşananlarla ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “…Ben Düzce ilçe seçim kurulu parti temsilciliğini yapacaktım… Seçim kurulu belediye önünde bir geniş masanın etrafında oturmuş, bu masanın üstünde geniş bir Halk Partisi bayrağı örtülmüş ve altı ok da kenarlarından aşağı sarkıyordu. Bayrağın üstünde DP’nin ve CHP’nin ayrı ayrı iki seçim sandığı duruyordu… Dr. Kemal Demir’i CHP müşahidi olarak aynı sandığın başına koymuşlardı… CHP müşahidi doktor CHP’yi kazandırmak için fazla gayretkeşlikler yapıyordu. Polis, jandarma ve Halk Partisi kalantorları oy vermeye gelen seçmenlerin yüzlerine bakıp dururken muhalefet olan Demokrat Parti sandığına oy atmanın ezikliği daha yaklaşırken belli oluyordu… Kemal Demir DP’ye oy vereceklerini anlayarak, nereye atacağız diye soranların oyları iptal olsun diye CHP sandığına attırıyordu. Çünkü her partinin oy sandığı ve oy pusulası ayrı idi…777” Dönemin önemli siyaset simalarından Rıfkı Salim Burçak da dönemle ilgili anılarını paylaşırken daha sonra CHP’den Milli Eğitim Bakanı olacak olan Tahsin Banguoğlu’nun seçimlerle ilgili bir anekdotunu aktarmıştır. Banguoğlu özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Valiler sıra ile Ankara’ya çağrılıyor, talimat alıyorlardı. İçişleri Bakanı’nı görüyorlar, İnönü tarafından kabul ediliyorlar ve parti genel sekreterini ziyaret ediyorlardı. İstanbul seçimlerinde de Vali Lütfi Kırdar’a baskı yapılarak kaybedilen seçimlerde CHP’ye 5 milletvekili çıkarabilmişlerdir778. İstanbul’da yapılan müdahaleler ise özellikle Fevzi Çakmak tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Son Saat Gazetesi İstanbul’daki müdahaleler ve Fevzi Çakmak’la ilgili olarak şöyle bir haber yapmıştır: “…Zaman zaman gaz fişi ve ekmek karnesi verilmeyeceği tehdidi karşısında kalan köylülerin DP Ocakları’nda ağlaştıkları görülmüştür. Buna rağmen halkın büyük bir kısmı oylarını hiçbir tazyike ve hatta Sultanahmet Meydanı’nda asılacakları tehdidine dahi ehemmiyet vermeden istedikleri gibi kullanabilmişlerdir.” Gazete Mareşal’in seçimle ilgili gazetecilere verdiği beyanata da yer vermiştir. Mareşal beyanatında şu ifadeleri kullanmıştır: “Milletin, aldığım haberlere göre hürriyet ve hak mefhumunu kavramış olduğunu büyük bir zevkle hissediyorum. Her taraftan yapılan cebir ve tazyikleri haber alıyorum. Fakat bunlar milletin halk yolundaki mücadelesinden vatandaşları ayıramaz. Bu cebir ve tazyikler ne olursa olsun, ne derece yapılırsa yapılsın, millet bu haklarını er ya da geç meşru ve kanuni yollarla almak imkânını bulacaktır779.” Mareşal yapılan haksızlıklarla ilgili olarak İstanbul İl Seçim Kurulu’na bir başvuruda bulunmuştur. Bu başvuruda şu ifadeler yer almıştır: “Sandık başında tutulan tasnif zabıtlarının sonradan asılsız olarak yaptırılan zabıtlarla tebdil edileceğini haber almıştım. Şimdi

776 Emrullah Nutku, Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar(1946-1958), Fakülteler Matbaası, İstanbul 1979, s. 29-30. 777 Haydar Seçkin, 1946 Seçimleri ve Yakın Demokrasi Mücadelemiz, Ankara Ofset, İstanbul 1990, s.42-43. 778 Burçak, Türkiye’de…, s. 13. 779Son Saat Gazetesi, 22 Temmuz 1946, s. 1. 148

öğrendiğime göre, Kadıköy çevresinde tutulan seçim zabıtlarının ilçede tevhidan tasnifi sırasında halkımızın samimi bir itimat ve muhabbet neticesi bana verdiği reylerin Recep Peker’e devredildiği anlaşılmış bulunmaktadır…”. Mareşal’in bu iddiaları Vali Lütfi Kırdar tarafından yapılan açıklama ile reddedilmiştir780. İktidarın gazetesi Ulus ise seçimler aleyhinde İzmir’de yaşananları okuyucularına duyurmuştur. Habere göre DP’liler seçimlere hile karıştığı yönünde propagandalar yapmışlardır. İzmir Gazetesi siyah bir başlıkla ve siyah çerçeveli olarak matem havasında çıkarılmıştır. Gazetenin ilgili nüshasında Halk Partisi’ni itham eden ve İzmir’de düzenlenecek mitingden bahseden yazılar yer almıştır. İzmir’deki gelişmeler karşısında açıklama yapan il valisi; seçimlerde bazı yerlerde DP’nin kazandığını, seçimlere asla müdahale olmadığını, DP müteşebbis heyetine asılsız yönde ifadelerde bulunulmaması gerektiğinin tebliğ edildiğini belirtilmiştir781. Seçimlerin ardından yaşanan gelişmeler ışığında İsmet İnönü yatıştırıcı bir beyanname yayınlamıştır. Beyannamede şu ifadeler yer almıştır: “…Yeni Büyük Millet Meclisi’nin muhtelif partilerden ve bağımsızlardan kurulmuş olması vatanımız için büyük muvaffakiyettir… Seçim zamanının sinirli sözlerini karşılıklı bağışlayarak ve unutarak vatanda huzur, çalışma devrinin açılması ilk vazifedir. Büyük Meclisteki çalışmalarda ise karşılıklı saygı içinde olarak fikir ayrılıklarını vatan için yapıcı bir şekilde ayarlamak gelecek vazifemiz olacaktır. İktidar ve karşı partilerini Büyük Mecliste, belediyelerde ve basın âleminde bir arada verimli olarak çalışabilmelerinin milletçe imtihanını vereceğiz. İmtihanın muvaffakiyetle verilmesi bugünkü ve gelecek nesiller için çok feyizli olacaktır. Vatandaşlarımın arasında dostluğun bozulmaması için bütün dikkatimizi kullanacağız…782.” İnönü’ye nazaran Bayar daha sert bir beyanname yayınlamıştır. 25 Temmuz 1946 tarihinde Yeni Sabah Gazetesi’ne verdiği demeçte özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Yakın zamanda seçimlerde emniyet ve namusun ayaklar altına alınmış olduğunu açıklayacağım. Seçmen oylarının kaydedildiği sandık mazbataları birçok yerde seçim heyetlerine boş olarak imzalatılmış ve sonradan istenildiği şekilde doldurulmuştur. Seçimlerin kaderi merkezin emrine bağlı vali ve kaymakamların eline bırakılmıştır. Halka özellikle köylerde baskı yapılmış, insanlar dövülmüş, tehdit edilmiş, yaralanmış ya da hapse atılmışlardır. DP’nin seçime girme nedeni parti menfaati için değil, milli iradenin tecellisinde birçok partinin aday olmasını sağlamak içindir. Yapılan baskı ve hilelere rağmen halkın DP’ye gösterdiği ilgiden şükranlarımızı sunarız783. Basında yer alan haberler ve tartışmalar üzerine Sıkıyönetim Komutanı Asım Tınaztepe olaylara müdahil olmuş ve gerginliğe son vermek için şu beyanatı yayınlamıştır: “Millet iradesinin tam bir serbestlikle tecellisini güçleştirir endişesiyle İstanbul gazetelerinde seçime tekaddüm eden günlerde yapılmış olan çeşitli ağır neşriyata karşı hiçbir tedbire başvurulmamıştı. Fakat seçim büyük bir sukünet ve emniyet havası içinde bitmiş olduğundan

780Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1946, s. 1. 781Ulus Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 782Vatan Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1., Ayrıca Bakınız: Ulus Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 783 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 149

halkımızın artık karşılıklı sevgi ve saygı hisleri içinde yaşamaları ve her hangi bir tahrike maruz bırakılmamaları icap eder. Bu böyle iken de bazı gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandaşları şüpheye düşürücü ve bu yüzden memleketin huzurunu sarsıcı ağır neşriyata devam ettiği görülmektedir. Sıkıyönetim bölgesinde bu gibi tahriklerin devamına müsaade edilmeyeceği ve bu kabil yazılara karşı sıkıyönetim komutanlığının harekete geçeceği tebliğ olunur.” Bu beyanatın yayınlanması ile birlikte Son Saat Gazetesi Bayar’ın seçimlere yönelik sert açıklamalarını sansürleyerek vermek durumunda kalmıştır784(EK 10). Vatan Gazetesi ise bu gelişme üzerine Bayar tarafından verilen demeci yayınlamaktan vazgeçtiğini halka duyurmuştur785. Bayar’ın demecinin yayınlandığı Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri kapatma cezası almıştır. İktidar yanlısı olan Tanin Gazetesi ise metni yayınlamasına rağmen herhangi bir ceza almamıştır786. Bayar’ın tavrı Sıkıyönetim Komutanlığı’nın uyarısından sonra yumuşama göstermiş ve 27 Temmuz günü toplanan DP Genel İdare Kurulu’nda bu yönde açıklamalarda bulunmuştur. Bayar yumuşama nedenini şöyle açıklamıştır: “Namuslu insanlar olarak bütün bu hareketlerin, haksızlıkların, hatta zulümlerin şahsımıza yapılmış olduğunu düşünmemek mümkün değildi. Demokrat Parti Genel Kurulu bu sebeple bir vicdan galeyanı içinde idi… Her çeşit kanunsuzluğa karşı da kanun içinde kalarak savaşmak zorunluluğu vardı. Memleket, elbette partiden önce düşünülecekti. Öyle ise, kamuoyunda beliren öfkeyi yatıştırmak, gelişen istidatları tadil etmek, bu güne kadar olduğu gibi, bu günden sonra da kanun içinde başlamış mücadeleye yine kanun içinde kalarak devam etmek prensibini tercih etmek lazımdı”. Bayar’ın ılımlı tavrı partiye de yansımıştır. DP teşkilatına gönderilen bir genelge ile seçimlerle ilgili olarak basına demeç verilmemesi ve kendi başına hareket edilmemsi tembihlenmiş, gereken girişimlerin Genel İdare Kurulu’nca yapılacağı bildirilmiştir787. Sıkıyönetim Komutanlığının müdahalesine rağmen, bu uygulamanın olmadığı şehirlerde halkın tepkisi sadece sözde kalmamıştır. İzmir ve Bursa başta olmak üzere birçok yerde seçimlerde hile ve baskı yapılmasına karşı mitingler düzenlenmiştir788. İzmir’de valinin baskısına rağmen 26 Temmuz’da seçim sonuçlarını protesto için 50 bin kişilik bir miting gerçekleştirilmiştir. İstanbul’da sıkıyönetim olduğu için miting düzenlenememiştir ama Fevzi Çakmak’ın Ankara’ya gideceği 28 Temmuz 1946 tarihinde on bin kişilik bir grup onu yolcu etmek için toplanmıştır789. Ankara’da 5 Ağustos 1946 tarihinde toplanan kalabalık ise Bayar’ı kurtarıcı olarak görmüş ve “ Yeter! Söz milletindir” sloganlarıyla O’nu kucaklamışlardır. DP’den seçilen vekiller Meclise katılmayı savunurken, seçilmeyenler partililer katılmama taraftarı olmuş ve sine-i millete dönme yönünde istekte bulunmuşlardır. DP liderleri ise Mecliste bulunma yanlısı bir tutum içerisine girmişlerdir. Böylece parti, devletin bir organı olacak ve güç kazanacaktır. Meclise girmek sine-i millete dönmek için bir engel teşkil etmemektedir. Meclise

784Son Saat Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 785Vatan Gazetesi, 25 Temmuz 1946, s. 1. 786 Yaşar Özüçetin, “Demokrasiye Geçiş, Demokrat Parti’nin Kuruluşu, 1946 Seçimleri”, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 9, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 19. (Sayfa aralığı 9-22), Ayrıca Bakınız: Ekinci, s. 327. 787 Bayar, s. 59-60. 788 Yalman, s. 1365. 789 Erer, Türkiye’de…, s. 155-156. 150

katılma taraftarlarının istekleri gerçekleşmiş ve DP’nin de katılımıyla Meclis çalışmalarına başlamıştır790. 5 Ağustos günü 8. Dönem TBMM en yaşlı milletvekili olan Seyhan Milletvekili Ali Münif Yegena başkanlığında toplanmıştır. Yapılan Meclis başkanlığı seçiminde CHP adayı İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir 379, DP adayı Yusuf Kelmal Tengirşenk ise 58 oy almıştır791. Böylece Karabekir DP’ye katılmamasının bir nevi ödülü olarak bu göreve getirilmiştir. Yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Ankara Milletvekili İsmet İnönü 388, İstanbul Milletvekili Fevzi Çakmak 59, Sinop Milletvekili Yusuf Kemal Tengirşenk ise 2 oy almıştır792. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Çakmak’ın aday olması Nihat Erim’ingazetedeki köşesinde özetle şu şekilde değerlendirilmiştir; Çakmak siyasete girmeyeceğini söylemesine rağmen DP saflarında ama bağımsız olarak seçimlere katılmış ve kazanmıştır. DP’nin Cumhurbaşkanının hiçbir partiye dahil olmaması ısrarının bir sonucu olarak Çakmak bağımsız olarak Meclise girmiş ve daha sonra da Cumhurbaşkanı adayı olmuştur793. Erim bu yorumu ile Çakmak’ın DP tarafından İnönü karşısında bir güç olarak ortaya sürüldüğü iddiasında bulunmuştur. Seçimlerle ilgili tartışmalar ise 14 Ağustos 1946 tarihli Meclis görüşmelerinde gündeme gelmiştir. DP adına konuşan Kayseri Milletvekili Kamil Gündeş şu ifadeleri kullanmıştır: “…Hürriyetlerimizden mahrum edildiğimizden, dövüldüğümüzden, sövüldüğümüzden bahsedip bunlar üzerinde durmuyoruz. Ancak seçim neticesi alınıp sandıklar açıldığı zaman sandıklar tasnif edildikten sonra zabıtlarda tahrif yapıldığından neticeler değiştirildiğinden üzgünüz. Tarihimizde böyle bir cinayete rast gelinmediği kanaatindeyiz.” Bu konuşma üzerine CHP milletvekillerinden şiddetli tepkiler gelmiştir. Meclis Başkanı konuşmacı Gündeş’in artık konuşmaya devam edemeyeceğini belirtmiştir. Tepkiler dinmemiş, CHP sıralarından ağır hakaret sözleri işitilmiştir. Bu tepki üzerine Gündeş sözünü geri aldığını, bunu bir kanaat olarak söylediğini belirtmiş ama hakaretler sürmüştür794. DP’li Kenan Öner seçimlere itiraz başvurusunda bulunmuş ve bu itiraz 26 Ağustos 1946 tarihinde mecliste görüşülmeye başlanmıştır. CHP iddiaları toplu olarak reddetmiştir. Konuyla ilgili olarak konuşan DP Afyonkarahisar Milletvekili Hasan Dinçer Trabzon’da yapılan seçimlerle ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır. “…Seçim komisyonlarının tamamen bitaraf hareket ederek seçmenlerin serbestçe oylarını kullanmasını sağlamak ve bu gayeyi ihlal eden hareketleri önlemek amacıyla aldıkları vazifelerin esasını teşkil ettiği halde komisyonların bu hareketleri önlemek şöyle dursun bizzat kendileri seçmenlere, içinde CHP’ne ait oy pusulası bulunan dolu ve kapalı zarfları verip attırmak, gelmeyenlerin yerine parmak basıp Halk Partisi oylarını sandığa atmak ve netice aleyhe çıktığı zaman da zabıt imal etmek gibi hareketler yapmışlardır.” Dinçer, Trabzon’da yapılan kanunsuzluklara yönelik birçok örnek vermiştir. Ölen kişilerin dahi yerine oy kullanıldığı, seçim sandıklarının birçok yerde erkenden kapatıldığı, DP’ye

790 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 126-128. 791 TBMMTD, 5 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 2., Kazım Karabekir 1 Kasım 1946 günü yapılan Meclis başkanlığı seçiminde 317 milletvekilini tüm oylarını alarak yeniden Meclis başkanı olmuştur. Bakınız:TBMMTD, 1 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt 2,s. 5. 792 TBMMTD, 5 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 2-3. 793 Nihat Erim, “Yorumlar Devam Ederken”, Ulus Gazetesi, 3 Şubat 1947, s. 1. 794 TBMMTD, 14 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 179. 151

oy veren bazı kimselere jandarma tarafından dayak atıldığı, bazı amirlerin sandıktan çıkan DP oylarını imha ettiği, DP’ye oy atanların tehdit edildikleri yönünde iddialarda bulunmuştur. CHP adına söz alan Faik Ahmet Barutçu ise iddiaların resmi zabıtlara göre değil, Trabzon DP teşkilatından gelen şikâyetlere dayandığını söyleyerek anlam taşımadığını belirtmiştir. Ayrıca, gösterilen şikâyet mektuplarında yer, zaman, olay konusunda net bilgi olmaması nedeniyle mantık hatalarının da bulunduğunu eklemiştir795. Trabzon Milletvekili Mustafa Reşit Tarakçıoğlu da Dinçer’e karşı olarak konuşmuş ve şehirde seçimler konusunda hiçbir zorlamanın olmayacağını şöyle ispata çalışmıştır: “Hasan Dinçer Trabzon’u iyi tanımış olsalardı bir Trabzonludan zorla rey alabilmek için en aşağı 20 tane süngülüyü başına koymak ve onun canını çıkarmak lazım gelirdi. Aksi takdirde onun inancını çevirmenin imkanı yoktur. Böylece yaratılmış bu suni havayı üzerimizden kaldırmak mecburiyetindeyim.” Dinçer yeniden söz almış ve bu kez seçim günü Samsun’da yaşananları şu şekilde izaha çalışmıştır: “…Karşı partiye mensup olanların sandık başına gelenlere ‘reylerinizi Halk Partisi’ne verin, Demokrat Parti yakında kapanacaktır, oraya girenler ve onlara rey verenler hapsedilecektir’ diye açıktan açığa bağıra bağıra yaptıkları propagandalara göz yumulurken bu hareketin kanunen yasak olduğunu söylemekten başka günahı bulunmayan temsilcilerimiz karakollara sevk edilmiştir… Böyle bir neticeye milli iradenin tecellisidir nazariyle bakılabilir mi? Diyorlar ki bu vesikalar Demokrat Parti mensupların uydurmasıdır. Resmi merciler tarafından usulüne tevfikan tutulmuş zabıta varakaları yok ki nazara alalım. Yolsuzluk yapanların kendi aleyhlerine zabıt tanzim ettikleri nerede görülmüştür ki, bizden isteniyor796.” 1 Kasım 1946 tarihinde İnönü, Meclisin yeni çalışma yılının açılış konuşmasında 21Temmuz seçimlerine değinerek, demokrasinin gelişmesi idealini bir kez daha ifade etmiş ve tartışmaların artık son bulması adına şu ifadeleri kullanmıştır: “Memleket idaresinde, iktidarın serbest seçimle tayin olunması ve karşı fikir ve kanaatlerin memleket hayatında serbestçe söylenmesi ve tesir etmesiyle, halk idaresinin ileri merhalesi muvaffakiyetle kurulmuştur. Artık Büyük Mecliste, belediye ve il idarelerinde, karşılıklı siyasi partilerle çalışıyoruz. Bu devrin feyizli bir surette işleyeceğine ve her yeni seçimin daha az sıkıntılı ve eksikler daha ziyade düzeltilmiş olarak geçeceğine inanıyoruz797.” 1946 seçimlerinde ciddi manada hile yapıldığı iddiası DP iktidara geldiği zaman da yeniden gündeme gelmiştir. Gerekli incelemeler yapılmış ama böyle bir sonuca varılamamıştır798.

3.6. Mevcut Seçim Kanununa Göre Yapılan Diğer Seçimler

21 Temmuz seçimleri öncesinde kabul edilen Seçim Kanunu’nun yürürlükte kalmış olduğu süreçte iki seçim daha yapılmıştır. Bu seçimler muhtarlık ve milletvekili ara seçimleridir. Seçimlerden ilki 1947 yılı Şubat ayında gerçekleşen muhtar ve ihtiyar heyeti seçimleridir.

795 TBMMTD, 26 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 95-97. 796 TBMMTD, 26 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 104 ve168. 797 TBMMTD, 1 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt 2,s. 4. 798 Giritlioğlu, s. 195. 152

DP’liler bu seçimle muhalefetin köylerden de silmeye çalışıldığını iddia etmiştir. İktidar çevreleri ise muhalefetin halkı hükümete karşı kışkırttığı iddialarında bulunmuştur799. DP’nin de katıldığı seçimlerde 35.588 köyde muhtarlıkların 1.125’ini DP, 1.960’ını bağımsızlar, geri kalanını ise CHP kazanmıştır. Bu seçimler de DP-CHP gerilimini artırmıştır. DP’nin iddiasına göre iktidar seçimlere müdahale etmiştir800. Bu manada Menderes, 21 Mart 1947 tarihinde Kütahya’da yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır: “ … Memlekette demokrasinin kurulabilmesi için sadece kanunların değiştirilmesi kâfi değildir. Kanunlar demokratik ruh ve zihniyetle yapılmış olsalar dahi, bir memlekette idareye hâkim olan ruh ve zihniyet de değişmedikçe, demokrasinin yerleşmesine imkân yoktur. Milletvekili seçimi kanununun bazı hükümlerinin tatbik edilememesinin buna misal olarak verebiliriz. Muhtar seçimleri bunun en bariz misalidir. Hükümetin parti işlerine müdahalesi tamamen ortadan kaldırılmalıdır801.” Seçimler sırasında birçok bölgeden baskı yapıldığına dair haberler de gündeme gelmiştir. Bu haberler içerisinde en çok dikkati çeken ve gündemi meşgul eden ise İçel’e bağlı Aslanköy’de yaşananlar olmuştur. Buradaki seçimlerde DP adayı 566, CHP adayı 157 ve eski muhtar ise 53 oy almıştır. İçel valisi seçimin tekrarlanmasını istemiş ama yapılan yeni seçimde de sonuç değişmemiştir. Fakat vali ikinci sonucu da kabul etmemiştir. Bir jandarma komutanı denetiminde üçüncü kez seçim yapılmasını istemiştir. Köye gelen jandarma komutanı seçimde kullanılacak olan sandığı almak istemiş ama köylü bu girişime müdahale etmiştir. Çıkan çatışmada jandarma komutanı ile birkaç er yaralanmıştır. Durum valiye köyde isyan çıktı şeklinde iletilince vali, Aslanköy’e daha fazla asker göndermiştir. Asker denetiminde yapılan yeni seçimi CHP adayı kazanmıştır. 45 kişi tutuklu olmak üzere 92 köylü mahkemeye verilmiştir802. Aslanköy davası 11 Aralık 1947 tarihinde tutukluların beraatı ile sonuçlanmış ve büyük sevinçle karşılanmıştır803. Mevcut Seçim Kanunu’na göre yapılan diğer bir seçim ise Mecliste eksik olan dokuz vekilin tespiti için 6 Nisan 1947 tarihinde yapılmasına karar verilen milletvekili ara seçimidir804. Balıkesir, İstanbul, Kastamonu ve Tekirdağ’da yapılacak seçimlerde İstanbul’dan 6 diğer illerden 1’er vekil seçilecektir805. DP ise kısmi milletvekili seçimlerine katılmama kararı vermiş ve bunun nedenini yayınladığı dört maddelik bir beyanname ile ilan etmiştir. Beyannamenin birinci maddesinde; 1946 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde CHP’nin demokrasi için değil sadece partinin kazanması için hareket ettiği, DP’nin mevcut seçim kanununu değiştirme girişimlerini ise geri çevirdiği belirtilmiştir. İkinci maddede ise; İl genel meclisi ve muhtar seçimlerinde de iktidarın baskısının devam ettiği, DP’nin yerel yönetimlerden silinmesi amaçlandığı iddia edilmiştir. Üçüncü maddede; Tek parti zihniyetinin devamı olarak ve sıkıyönetim etkisi altında demokratik bir seçim olamayacağı, CHP’nin seçimin güvenliğinin temin edildiğini belirterek DP’yi seçime sokmaya ikna etmeye çalıştığı hatırlatılmıştır. Son maddede ise; Hükümetin seçimlere

799 Yeşil, s. 90. 800 Karpat, s. 290. 801 Esirci, s. 61. 802 Anadol, s. 25. 803 Erer, Türkiye’de…, s. 226. 804 Yalman, s.1396. 805 Tuncer, 1950…, s. 10. 153

katılmama durumunda uluslararası platformda Türkiye’yi zor duruma düşüreceği iddiasının yersizliğinden bahsedilmiştir. DP seçime katılırsa iktidarın oyununa gelmiş olacaktır806. İnönü, DP’nin seçime katılmama açıklamasından rahatsız olmuştur. ABD ile yakınlaşmanın sağlandığı bir dönemde, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla seçime katılmayacak olan DP, dış politikada Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır807. Recep Peker ise DP kararını şu şekilde değerlendirmiştir: “Başka memleketlerde oy vermeyen vatandaşları hapse atan kanunlar vardır. Zira o memleketlerde oy vermeyen adam, askerden kaçmış veya devlet hazinesine vergi borcunu ödemekten imtina etmiş bir suçlu sayılır. Ben temenni ederim ki, biz de bir gün her vatandaşı, oy vermek hizmeti görmeye zorlayacak kanunlar çıkarmak mecburiyetinde kalmayalım808.” Hüseyin Cahit Yalçın da kararı değerlendirdiği yazısında DP’nin kısmi seçimlere katılmaya gönüllü olmamasını eleştirmiş, özellikle İstanbul’da 1946 seçimlerinde büyük başarı sağlayan DP’nin neden aday çıkarmak istemediğini şu şekilde yorumlamıştır: “DP elinde en büyük koz olarak seçim emniyetinden bahsetmektedir. Eğer ki bu seçimlere girilse ve seçim gayet emniyet içinde geçse DP elindeki en büyü kozu kaybetmiş olacaktır.” Yalçın ayrıca, DP’nin 1946 seçimlerinde gereğinden fazla oy aldığını, bunun nedeninin ise tek parti anlayışına karşı halkın ani bir patlaması olduğunu belirtmiş, artık halkın sükûna kavuştuğunu ve DP’ye oy vermeyeceğini iddia ederek, partinin bu riski göze alamadığı için de seçimlere girmek istemediğini eklemiştir809. Yalçın 4 Nisan 1946 tarihli diğer bir yazısında da DP’nin tavrını eleştirmeye devam etmiş ve şu ağır sözleri sarf etmiştir: “Seçimlerden kaçan bir parti! Demokrasi ruhu içinde büyümüş ve gelişmiş bir kafa bunu alamaz. Bazı geri memleketlerde yahut hariçten gelen komünist direktiflerine göre hareket eden fesatçı teşkilatlarda böyle bir hareket hattı görülebilir. Fakat davasına ve hakkına inanan, nefsine hürmet besleyen bir Demokratik Parti için seçimlere iştirak etmemeyi icap edecek hiçbir mülahazaya yer yoktur810.” Demokrat Parti’nin kısmi seçimlere katılmama kararı almasından sonra halkın seçimlere katılmaması yönünde propaganda yaptığına dair suçlamalar gündeme gelmiştir. Bu manada Memleket Gazetesi şöyle bir haber yapmıştır: “Demokrat Parti mensupları pazar günü yapılacak kısmi seçimlere vatandaşların iştirak etmemeleri için propaganda yapmaktadırlar. Evvelki gün Demokrat Parti Üsküdar ilçe idare heyeti azalarından diş doktoru Mumciyan ile Murat Reis Ocağı azalarından Recai Yenimahalle’deki evleri ve bu arada ve bilhassa Ermeni evlerini kapı kapı dolaşarak bu vatandaşları seçime iştirak etmemek ve hatta nüfus sayımında olduğu gibi evlerinden çıkmamak hususunda iknaa çalışmışlardır811.” Basında sadece DP karşıtı yazılar yer almamıştır. DP’nin kararını destekleyen yazılar da yayınlanmıştır. Bunlardan birini Mehmet Ali Aybar kaleme almıştır. Aybar, DP’nin seçimlere katılmayarak CHP’nin oyununa gelmediğini belirtmiştir. DP’nin seçimlere girmemesinin dış

806Son Saat Gazetesi, 4 Nisan 1947, s. 1-4., Ayrıca Bakınız: Memleket Gazetesi, 4 Nisan 1947, s. 1. 807 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 173. 808Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Nisan 1947, s. 1. 809 Hüseyin Cahit Yalçın, “Kısmi Seçimler Karşısında Demokrat Partisi”, Tanin Gazetesi, 29 Mart 1947, s. 1. 810Hüseyin Cahit Yalçın, “Demokrat Partisi Seçimlere Girmiyor”, Tanin Gazetesi, 4 Nisan 1947, s. 1. 811Memleket Gazetesi, 3 Nisan 1947, s. 1. 154

politikada Türkiye’yi zora sokacağı iddiasını ise temelsiz bulmuştur. Çünkü Sovyet Rusya’nın Türkiye’den haksız talepleri DP seçime girmeyince haklı hale gelmeyecektir. ABD ise Türkiye’deki demokrasinin ne kadar zayıf seviyede olduğunu bildiği için çokta bir şey değişmeyecektir812. DP’nin seçimlere katılmamasının dış politikada Türkiye’yi zor duruma düşüreceği ve ABD yardımından mahrum bırakabileceği gibi iddialar karşısında diğer bir cevap da Fuat Köprülü tarafından Son Saat Gazetesi’nde verilmiştir. Köprülü şu ifadeleri kullanmıştır: “Amerika’nın Türkiye’ye yardımı, katiyetle bilmek icap eder ki, iktidar partisinin memleket tamamı ile demokratik bir idare kurduğunu kabul etmesinden doğmuş bir hareket değildir. Türkiye’nin coğrafi durumu, Türk Milletinin haysiyet ve istiklalini korumak hususunda bütün tarih boyunca göstermiş olduğu kati azim ve irade, Moskova nüfuzu altındaki Slav bloğuna karşı Türkiye ve Yunanistan’ın Balkanlarda bir ileri mevzi teşkil etmeleri ve nihayet boğazlar meselesi hakkındaki Rus talebinin açığa vurduğu kötü niyet, reis Truman’ın yardım teklifinde bulunmasını icap ettiren başlıca amillerdir. Dünyanın bu çok nazik ve ehemmiyetli noktasında sulhun bozulmasını cihan sulhunu ve Amerika’nın emniyetini bozacak bir mahiyette gören ve bunda yerden göğe kadar haklı olan reis Truman teklifini işte bu maksatla yapmıştır. Bunu hükümet partisi propagandası için bir vasıta gibi kullanmaya kalkışmak, hele bu vesile ile Demokrat Parti’ye hücuma yeltenmek çok çirkin bir harekettir813.” Tüm bu tartışmalar ışığında gerçekleşen seçimde beklenen sonuç gerçekleşmiş ve CHP adayları bütün vekillikleri kazanmıştır814.

3.7. Recep Peker Hükümeti (7 Ağustos 1946-10 Eylül 1947)

21 Temmuz 1946 seçimlerinden sonra İnönü ilk olarak Parti Genel Sekreteri Hilmi Uran’a başbakanlık teklif etse de bu kabul görmemiştir. Bunun nedeni olarak şaibeli bir seçimin ardından, kuvvetli bir muhalefet karşısında iktidara gelecek kişinin siyasi hayattan silinme korkusunun varlığı düşünülebilir815. Uran, Cumhurbaşkanı’na Recep Peker’i önermiştir. İnönü, Peker’in geçimsiz olmasından dolayı tereddütlü olsa da O’nun başvekil olmasına izin vermiştir. Muhalefet tarafından, tek parti rejiminin başvekili olabilecek kadar totaliter zihniyetteki bir kişinin çok partili hayata geçerken yönetime getirilmesi bir çelişki olarak değerlendirilmiştir816. İnönü’nün parti içersinde kendisine karşı oluşan sertlik yanlılarını bir şekilde yatıştırmak için Peker’i başbakanlığa getirdiği yorumları yapılmıştır817. Rıfkı Salim Burçak ise sert muhalefet yapan DP karşısında ancak Peker’in mücadele edebileceği düşüncesinin O’nu başbakanlığa getirdiği şeklinde bir görüş bildirmiştir818. Peker uzlaşmaya yanaşmayan ve anlaşmazlıklarda sertlik yanlısı tutum sergileyen bir kişiliğe sahiptir819. 1931 ve 1935 CHP programlarının

812 Mehmet Ali Aybar, “Bravo Demokrat Partiye”, Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Nisan 1947, s. 1. 813 Fuat Köprülü, “Dış Siyaset ve Parti Propagandası”, Son Saat Gazetesi, 19 Nisan 1947, s. 1. 814Ayın Tarihi, 7 Nisan 1947. 815 Yeşil, s. 77. 816 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 456. 817 Hıfzı Topuz, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003, s. 185-186. 818 Burçak, Türkiye’de…, s. 14. 819Teoman Gül, “Türk Siyasal Hayatında Recep Peker”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1997, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 47. 155

hazırlanmasında etkin olarak rol almış, her şey devlet için vardır anlayışını öne çıkarmış, siyasi hayatını bu düzen üzerine sürdürmüştür820. Peker, hükümeti kurma görevini aldıktan sonra kabineyi şu şekilde oluşturmuştur: Başbakan: Recep Peker (İstanbul), Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Mümtaz Ökmen(Ankara)(19 Eylül 1946 yılı itibariyle bu görevde), Devlet Bakanı: Mustafa Abdülhalik Renda( Çankırı)( 19 Eylül 1946 itibariyle), Adalet Bakanı: Mümtaz Ökmen(Ankara)Şinasi Devrin(Zonguldak)(19 Eylül 1946 itibariyle), Milli Savunma Bakanı: Cemil Cahit Toydemir(İstanbul)Münir Birsel(İzmir)(5 Eylül 1947 itibariyle), İçişleri Bakanı: Şükrü Sökmensüer(Gümüşhane)Münir Hüsrev Göle (Erzurum)(5 Eylül 1947 itibariyle), Dışişleri Bakanı: Hasan Saka(Trabzon), Maliye Bakanı: Halit Nazmi Keşmir(Tokat), Milli Eğitim Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer(Sivas), Bayındırlık Bakanı: Cevdet Kerim İncedayı(Sinop), Ekonomi Bakanı: Tahsin Bekir Balta(Rize)Cavit Ekin(Diyarbakır)(5 Eylül 1947 tarihi itibariyle), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Behçet Uz( Denizli), Gümrük ve Tekel Bakanı: Tahsin Coşkan(Kastamonu), Tarım Bakanı: Faik Kurdoğlu(Manisa) Şevket Adalan(İzmir)(5 Eylül 1947 tarihi itibariyle), Ulaştırma Bakanı: Şükrü Koçak( Erzurum), Ticaret Bakanı: Atıf İnan(İzmir) Halit Nazmi Keşmir(Vekâleten)(Tokat)(5 Eylül 1947 itibariyle), Çalışma Bakanı: Sadi Irmak(Konya)Tahsin Bekir Balta(Rize)(5 Eylül 1947 itibariyle).821 14 Ağustos 1946 günü hükümetinin programı Mecliste okunmuştur822. DP milletvekili Fuat Köprülü programın DP tarafından incelenmesi için zaman istemiş fakat CHP buna tepki göstermiştir. Programla ilgili söz alan DP Kütahya Milletvekili Adnan Menderes de programı inceleme imkânının tanınmamasından şikâyet etmiştir. Bu kadar önemli bir programın sadece dinlemekle değerlendirilmesinin millete ve Meclise saygısızlık olduğunu belirtmiştir. Başbakan’dan hazırlanan programın birkaç gün önceden DP’ye verilmesini de istediklerini ama bunun da kabul görmediğini hatırlatmıştır. Hâlâtek parti zihniyetinin devam ettiğini ve bunun en kısa zamanda terk edilmesini gerekliliğini dile getirmiştir823. Menderes’in konuşmasının ardından DP’li vekiller Meclisi terk etmişler ve oylama sırasında geri dönmüşlerdir. Yapılan güven oylamasında Meclisin 465 üyesi içinden 431’i oy kullanmıştır. 378 mebus kabul oyu kullanırken 53 ret oyu verilmiştir. Oylamaya katılmayan vekil sayısı 30’dur. 4 vekillik ise boş olduğu için oylamada yer almamıştır824.

820 Yıldız, s. 63. (Sayfa aralığı 58-63) 821 TBMMTD, 5 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6,s. 652. Ayrıca Bakınız: Memleket Gazetesi, 4 Eylül 1947, s. 1., Sanal, s. 158. 822 TBMMTD, 14 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 27-37. 823 TBMMTD, 14 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1,s. 59-60. 824 İhsan Ezherli, Türkiye Büyük Millet Meclisi(1920-1986), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1986, s. 52., Recep Peker, Başbakan olunca aynı zamanda parti başkanı olan İnönü’nün vekilliğini de üstlenme hakkına 156

Peker Hükümeti adına Mecliste okunan programdan öne çıkan bazı önemli noktalar şu şekildedir: Çok partili hayat devam ettirilecek, demokrasiye sahip çıkılacak ve tek kişi yönetimi bertaraf edilecektir. Dış politikada barış taraftarı olarak ADB, İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Arap dünyası ile ilişkiler geliştirilecek, Rusya ile yeniden dostluk ortamı yakalanmaya çalışılacaktır825. Savaş döneminde daha sıkı olarak uygulanan devletçilik anlayışında yumuşama olacaktır826. Köylü için büyük bir külfet olan ve tamamen köylüye yüklenen okul yapımı işiköylüye maddi destek sağlanarak devam ettirilecektir827. Savaş şartlarından dolayı konulmuş olan sınırlandırmalardan arta kalanlar kaldırılacaktır. Giyim başta olmak üzere eşya fiyatlarında indirim uygulanacak, fabrikaların hammadde ihtiyacını karşılamak için başvurulan el koyma usulü kaldırılacaktır. Memur kadroları gözden geçirilerek tasarruf yapılacak, Toprak Kanunu’nun usulüne uygun olarak uygulanması sağlanacaktır828. Peker göreve geldikten sonra muhalefete karşı sert bir üslup takınmış ve kimi konuşmalarında İstiklal Mahkemelerinin daha kalkmadığını dile getirerek tehdit içeren ifadeler kullanmıştır. Peker’in bu tutumu hem parti içindeki ılımlılar hem de DP tarafından eleştirilmiştir. İnönü dahi Peker’den çok, muhalefet lideri Bayar’la daha iyi anlaşmıştır829. Peker Hükümeti döneminde DP-CHP gerginliğinin temelinde daha önce yapılmış olan 21 Temmuz seçimleri yer almıştır. Seçimlerle ilgili tartışmalar iki parti arasında yakınlaşmayı engellemiştir. CHP içerisindeki müfritler(aşırılar) muhalefeti tamamen yok etmek arzusunu taşımışlar fakat İnönü’den korktuklarından bunu açıkça dile getirmekten çekinmişlerdir830. Peker Hükümeti hem muhalefetin hem de halkın beklentilerini karşılamamış ve savaş yıllarında yaşanan sıkıntıların üstesinden gelememiştir. Bu durum DP’ye katılımları artırmış, iktidar ise muhalif partiyi komünistlikle suçlayarak imajını sarsmaya çalışmıştır831.

3.7.1. Peker Hükümetinin Zayıflaması ve 35’ler Harekâtı

Recep Peker’in DP karşısında izlediği sert politikayı devam ettirebilmesi için kabine içerisinde bu fikre karşı olanların temizlenmesi gerekmiştir. Fakat İnönü bu konuda Peker’e destek vermeyerek konuyu geçiştirmeye çalışmıştır832. Peker karşısında, kamuoyu nezdinde de gelişen antipati sonrasında, CHP içerisinde bulunan ve İnönü’nün de dahil olduğu bir grup, yaşanan sıkıntıların sorumlusu olarak Peker’i öne sürüp kendilerini kenara çekmek istemişlerdir833. Peker ise bir yandan İnönü’nün varlığından duyduğu memnuniyeti dile getirirken

sahipti. Fakat ilk defa olarak buna uyulmamış ve Peker yerine Şükrü Saraçoğlu başkanvekilliği görevini üstlenmiştir. Giritlioğlu, s. 199. 825http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP15.htm 826 Arar, s. 173. 827http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP15.htm 828Cumhuriyet Gazetesi, 15 Ağustos 1946, s. 1. 829 Gül, s. 55. 830 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 134. 831Son Saat Gazetesi, 31 Ocak 1947, s. 1. 832 Bağlum, s. 15-16. 833 Bekir Koçlar, “Çok Partili Hayata Geçiş Döneminde Hükümet-Muhalefet İlişkisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.761, (Sayfa aralığı 754-764). 157

diğer yandan da onun vesayetinden kurtulma isteğini hayata geçirmeye çalışmıştır. Fakat parti içinde oluşan muhalif grup buna izin vermemiştir834. Muhalif grubun en büyük eleştirisi ise Türk parasının değerinin yüksek oranda düşürüldüğü 7 Eylül 1946 kararları olmuştur. Muhalifler içerisinde bu kararların ekonomiye önemli ölçüde zarar verdiği görüşü ağırlık kazanmıştır835. Peker kendisine yöneltilen eleştirilere karşı geri adım atmayarak gücünü göstermek için parti içinde bir güvenoyu isteme yolunu tercih etmiştir. 26 Ağustos 1947 tarihinde Peker hükümeti parti grubunda güven oylamasına tabi olmuş ve açık yapılan oylama sonrasında 303 kabul oyuna karşın 35 ret oyu verilmiştir. Böylece daha sonra 35’ler olarak adlandırılan ve tek parti zihniyetine karşı olan grup ortaya çıkmıştır836. Basın, CHP içerisinde yaşanan bu güvenoyu sürecini değerlendirmeye tabii tutulmuştur. Son Saat Gazetesi iktidarın güvenoyu almasına rağmen parti içerisinde bir zihniyet değişikliği yaşandığını ve bu görüşün er geç partiyi ele geçireceğini iddia etmiştir837. Yine aynı gazete güvenoyu için açık olarak yapılan oylamada 35 muhalif oyun çıkmasına farklı bir yaklaşımda bulunmuş ve oylamanın gizli yapılması durumunda muhaliflerin sayısının daha da artacağını iddia etmiştir838. Akşam Gazetesi’ne göre ise: Peker, hükümetin desteğini kaybettiği iddialarına cevap vererek dış politikada alınacak önemli kararlar sürecinde, diğer devletler nezdinde hükümetin gücünü göstermeyi amaçlamıştır839. Peker güvenoyu aldıktan sonra bazı bakanlarla çalışmak istememiştir. Yapılacak değişiklikle, hükümete yönelen tepkiler karşısında durumu kurtarmaya çalışmıştır. Bu amaçla 4 Eylül tarihinde CHP grubu toplanmıştır. 35’ler toplantıda açıktan Peker’e karşı durmuşlar ve daha birkaç gün önce güvenoyu almış bir hükümetin bakan değiştirmesini hoş karşılamamışlardır. Nihat Erim hükümetin tamamen görevden çekilmesini istemiştir. Peker duruma kızarak grup toplantısını terk etmiş, İnönü’nün yanına çıkmış ve istifa etme isteğini bildirmiştir. Fakat İnönü kabul etmemiştir840. Kabinede yapılacak değişiklikle ilgili yapılan oylamada ise 242 üyeden 194 kabul, 47 ret ve 1 çekimser oy çıkmıştır. Daha önceki güven oylamasında evet oyu veren 49 milletvekili de bu oylamaya katılmayarak farklı bir muhalif tavır sergilemiştir841. Gruptan onay alan Peker 6 Bakanını değiştirmiştir842. Yavuz Abadan gazetedeki köşesinde Peker kabinesinde yapılan 6 bakan değişikliğinin parti içindeki

834 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 464. 835 Giritlioğlu, s. 201. 83635’ler şu vekillerden oluşmuştur: Vedat Dicleli, Kasım Gülek, Kasım Ener, İsmail Rüştü Aksal, Cavit Oral, Sinan Tekelioğlu, Nihat Erim, Fahri Kurtuluş, Mahmut Nedim Gündüzalp, Cevat Dursunoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Celal Said Siren, Şevket Raşit Hatipoğlu, Ali Fuat Cebesoy, Nazif Erkin, Tahsin Banguoğlu, Tezer Taşkıran, İhsan Hamit Tugrel, Said Odyak, Sedat Çumralı, Muhsin Adil Binal, Hasan Şükrü Adal, Avni Refik Berkman, Muhtar Ertan, Ali Kemal Yiğitoğlu, Abdurrahman Melek, Vehbi Sarıdal, Hilmi Atlıoğlu, Kamil Kitapçı, Hilmi Öztarhan, Osman Ağan, Bekir Kaleli, Memduh Şevket Esendal, Suut Kemal Yetkin ve Raşit Börekçi.Akşam Gazetesi, 28 Ağustos 1947, s. 1., Milletvekili isimlerindeki yanlışlıkların düzeltilmesi amacıyla TBMM albümünden yararlanılmıştır. Bakınız: TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950), s. 441-513 837Son Saat Gazetesi, 27 Ağustos 1947, s. 1. 838Son Saat Gazetesi, 4 Eylül 1947, s. 1. 839Akşam Gazetesi, 29 Ağustos 1947, s. 1. 840 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 203-204. 841 Koçlar, s. 762. (Sayfa aralığı 754-764) 842Kabinede yapılan değişim şu şekildedir: Milli Savunma Bakanlığı’na Cemil Cahit Toydemir’in yerine İzmir Milletvekili Münir Birsel, İçişleri Bakanlığına Şükrü Sökmensüer’in yerine Erzurum Milletvekili Münir Hüsrev Göle, Ekonomi Bakanlığı’na Tahsin Bekir Balta’nın yerine Diyarbakır Milletvekili Cavit Ekin, Tarım Bakanlığı’na Faik Kurtoğlu’nun yerine İzmir Milletvekili Şevket Adalan, Ticaret Bakanlığı’na Atıf İnan’ın yerine Antalya Milletvekili Halid Nazmi Keşmir, Çalışma Bakanlığına da Doktor Sadi Irmak’ın yerine Rize Milletvekili Tahsin Bekir Balta getirilmiştir. TBMMTD, 5 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6,s. 652. Ayrıca Bakınız: Memleket Gazetesi, 4 Eylül 1947, s. 1. 158

çekişmelerden kaynaklı olmadığını belirterek gelişmeyi şu şekilde değerlendirmiştir: “Bu değişiklikler için, yürütülen tahminlere aykırı olarak, Meclisin Kasım toplantısının veya parti kurultayının beklenmemesi kanaatimize göre iyi olmuştur. Çünkü devrimizin, hükümet adamlarına yüklediği ağır sorumluluk, tereddütlü bir vazife hayatının sıkıntılarıyla taşınamaz. Kabineden ayrılacağı söylenenlerin biran evvel huzura kavuşmaları, yeni elemanların da gerek hükümet, gerek parti politikası bakımından esaslı kararlara gebe olan önümüzdeki gelişmeler için hazırlanma fırsatını bulmaları, hem kendilerinin hem memleketin menfaati icabıdır843.” Kabinede değişiklik yapılmasına rağmen CHP içindeki ılımlıların muhalefeti, İnönü’nün Peker’e karşı tutumunu sertleştirmesi ve DP muhalefeti hükümetin sonunu hazırlamıştır844. 8 Eylül tarihinde toplanan parti divanında Peker başbakanlık ile parti başkan vekilliğinin aynı kişide toplanmasını istemiş ama kabul görmemiştir. Peker’in başbakanlığın yanı sıra parti başkan vekilliğini de istemesinin nedeni hareket alanını genişletmek amacını taşımıştır845. İsteği reddedilen Peker 9 Eylül 1947 tarihinde sıhhi sebeplerini öne sürerek istifa etmiştir846. Peker’i yerinden eden 35’ler ise Erim önderliğinde yeni bir süreç başlatmışlar, parti içerisinde etkinliği ele geçirmişler ve demokrasinin geliştirilmesi adına İnönü’nün desteklediği bir yapılanma içerisine girmişlerdir847.

3.8. Demokrat Partinin Birinci Kongresi (7-11 Ocak 1947)

DP Birinci Kongresi 7 Ocak 1947 tarihinde Ankara’da, Ulus Meydanı’ndaki Yeni Sinema’da toplanmıştır. Açılışa 906 delege katılmıştır848. CHP’den katılım olmamıştır ve bu durum DP tarafından yadırganmıştır. İnönü’nün DP Birinci Kongresine katılmama nedenini Erim, İnönü’nün davet edilmemesine bağlamıştır. Öyle ki İnönü, Fuat Köprülü’ye: “Beni de çağıracak mısınız?” diye sormuş, Köprülü ise: “Efendim, kongremiz serbesttir, her isteyen gelebilir” diyerek açık bir davette bulunmamıştır849. Partinin gerçek manada sesini ilk duyurduğu yer bu kongre olmuştur. Kongreye büyük bir katılımın olması ve gelen delegelerin davayı benimseyerek gönüllü çalışmaları, DP yöneticilerini dahi şaşırtmıştır850. Kongre’nin açılış konuşmasını parti başkanı Bayar yapmıştır. Bayar konuşmasında; kuruluşları sırasında CHP tarafından olumlu karşılandıklarını, bu yakınlaşmanın muvazaa iddialarını gündeme getirdiğini ama böyle bir anlayışı asla benimsemeyeceklerini söylemiştir. DP’nin büyümeye başlaması ile iktidarın tavrının değiştiğini, kendilerine düşmanca davranmaya başladıklarını ve iktidarda kalabilmenin

843Memleket Gazetesi, 5 Eylül 1947, s. 1. 844 Gül, s. 71. 845 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 206., Kemal Bağlum anılarında bu istifanın nedenini farklı bir şekilde açıklamaktadır. Bağlum’a göre Peker parti grubuna DP’nin kapatılması için bir önerge vermiş ve kabul görmeyince istifa etmiştir. Bakınız: Bağlum, s. 16. 846 Yalman, s. 1408. 847 Aydemir, İkinci…,Cilt II, s. 464. 848 Mete, s. 17 ve 40. 849 Nihat Erim, Günlükler(1925-1979), Cilt 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 82. 850 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 467-468. 159

gayreti içine girdiklerini iddia etmiştir. Bayar konuşmasında ayrıca partinin ana meselelerini üç başlık altında sıralamıştır: 1. Anayasaya mugayir kanunların kaldırılması, 2. Vatandaş reyinin emniyet ve masuniyetinin korunması yani seçim kanununun tadili, 3. Devlet reisliği ile fiili devlet başkanlığının aynı zat uhdesinde bulunmaması851. Kongre sürecinde delegeler genel olarak iktidarın baskısından ve yaptıkları ayrımcılıktan söz etmişlerdir. Hamit Şevket İnce (Daha sonra DP Ankara Milletvekili olacaktır)’nin konuşması ise kongreyi hüzne boğmuştur. Bu konuşmanın ilginç bir bölümü şu şekildedir: “… Bir gün gelecek evlatlarımız mezarlarımızı ziyaret edecekler. Muarızlarımızın fesat yuvaları belki bizi idama mahkûm edecekler, belki bizi yok etmek yollarını arayacaklar. Gidişleri onu göstermektedir. Eğer böyle felaketlere muhatap olursak merak edilmesin, vatan evlatları bir gün mezarlarımızı ziyaret edeceklerdir, hatta sayın genel başkanımızınkine çiçekler bırakacaklardır852. Bu sözler DP üyelerinin 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yaşayacakları sıkıntılı sürecin sanki bir önsezisi olarak kayda geçmiştir. Kongre sırasında oluşturulan Ana Davalar Komisyonu kongrenin dışında, basına kapalı olarak önemli konuları görüşmüştür. Bu komisyona Adnan Menderes’in de dahil olduğu seçkin delegeler katılmışlardır. Komisyon bir nevi kongrenin fikir merkezi haline gelmiştir. Komisyon içinde yer alan Kenan Öner, Mükerrem Sarol, Osman Kapani, Samet Ağaoğlu gibi şahısların önderliğinde bir ihtilal havası yaratılmaya çalışılmıştır. Bu grup, DP’li vekillerin Meclisten çekilmesini tavsiye etmiştir. Refik Şevket İnce(Daha sonra DP Manisa Milletvekili olacaktır), Ekrem Hayri Üstündağ, Hulusi Köymen, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan ise daha ılımlı bir hava içerisinde olmuşlardır. Komisyon başkanı olan Menderes ise aşırı fikirleri yumuşatma yönünde gayret göstermiştir853. Komisyon çalışmaları sırasında parti içinde ılımlı ve aşırı muhalefet yapma yanlısı olan iki grubun mevcut olduğu açıkça görülmüştür. Bu durum sonraki süreçte Parti’nin bölünmesine giden yolu açmıştır. Ana Davalar Komisyonu, Bayar’ın açılışta bahsettiği üç maddelik esasları gündemine almıştır. Bayar’ın önerilerine ek olarak dördüncü bir madde eklenmiş ve Hürriyet Misakı oluşturulmuştur. Eklenen maddeye göre Hürriyet Misakı Mecliste kabul görmezse, Parti Genel İdare Kurulu’na partiyi Meclisten çekme yetkisi verilmiştir. Böylece CHP Mecliste tek kalacak ve demokrasi karşıtı olduğu yönünde suçlamalarla karşılaşacaktır854. 10 Ocak tarihinde komisyon tarafından son hali verilmiş olan Hürriyet Misakı kongre tarafından oy birliği ile kabul edilmiştir855(EK 11). Kongrenin sonuna doğru parti başkanlık seçimi yapılmıştır. Seçiminde 548 oy kullanılmış ve Celâl Bayar 541 oyla başkan seçilmiştir. Adnan Menderes, Fuat Köprülü ikişer oy almışlardır. Üç oy ise çekimser kalmıştır. Genel İdare Kurulu’na Emin Sazak, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Refik Şevket İnce, Fevzi Karaosmanoğlu, Cemal Tunca, Yusuf Kemal

851Son Saat Gazetesi, 7 Ocak 1947, s. 4. 852 Erer, Türkiye’de…, s. 185-186. 853 Bayar, s. 68-70. 854 Şenşekerci, s. 200. 855 Tuncer, 1950…, s. 29., Ayrıca Bakınız: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 160

Tengirşenk, Ahmet Tahtakılıç, Enis Akaygen, Hasan Dinçer, Celal Ramazanoğlu, Ahmet Oğuz, Samet Ağaoğlu seçilmişlerdir856.

3.8.1. Cumhuriyet Halk Partisi İle Demokrat Parti Arasında Yaşanan Çatışmalar

DP ile CHP her ne kadar rakip partiler olarak görünseler de iki partinin programı birçok benzerliğe sahiptir857. Fakat iki parti arasında yöntem farkı mevcuttur. DP yaklaşımında batılılaşma devletten millete doğru değil, milletten devlete doğru olmalıdır anlayışı mevcuttur858. DP’nin her yönüyle CHP’ye benzediği yönündeki iddialar DP’liler tarafından sürekli olarak inkâr edilmiştir ve iki parti arasındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. 9 Mart 1947 tarihinde Karagümrük Demokrat Parti merkezinde konuşan Adnan Menderes, DP ile CHP programlarını karşılaştırmış ve benzerlik iddialarını reddetmiştir. Aradaki ilk farkın DP’nin demokrasi, CHP’nin ise tek parti anlayışını benimsemesi olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca devletçilik konusunda daha ılımlı olduklarını, vatandaşın şahsi ve siyasi hakları konusunda da CHP’ye göre daha olumlu bir yaklaşıma sahip bulunduklarını dile getirmiştir859. Necmettin Sadak ise Akşam Gazetesi’nde Menderes’in ifade ettiği farklar konusunda eleştirilerde bulunmuştur. Menderes’in, Demokrat Parti’yi CHP’den ayıran en önemli özellik olarak çok parti taraftarı olduğu ve milli şef anlayışına karşı geldiği yönündeki ifadelerini öncelikli olarak eleştiren Sadak; Bayar ve Menderes’in yıllarca tek parti içerisinde görev aldıklarını ve hiçbir zaman bu anlayış karşısında konuşmadıklarını hatırlatmıştır. Sadak’a göre DP tek parti anlayışına karşı kendisi kurulmamış, tek parti anlayışını yıkmak isteyen CHP tarafından bu yola yönlendirilmiştir. Sadak, iki program arasında bir fark olmadığını şu şekilde ispata çalışmıştır: “İki parti arasında program farkları olsa idi DP’den, kurulduğundan itibaren sadece seçimler temelinde tartışmalara girmeyip, yeni açılımlar önermesi beklenirdi860.” Fuat Köprülü de iktidar partisi ile aralarındaki farkların olduğunu ispata çalışmıştır. Son Saat Gazetesi’nde yazdığı baş makalesinde bu farkları sıralamıştır. Birinci olarak CHP’nin; tek parti, tek şef, tek millet ilkesi içerisinde hareket ederek tüm milleti kendi kadrosunun bir parçası olarak gördüğünü, millet-devlet-parti-hükümet kavramlarını birbirine karıştırdığını belirtmiştir. DP’nin ise çok partili ve serbest seçimli bir yapı isteğinde olduğunu söylemiştir. Köprülü ikinci olarak CHP’nin; totaliter bir karaktere sahip olması dolayısıyla devleti vatandaşın üstünde ve ondan ayrı olarak düşündüğünü iddia etmiştir. DP ise vatandaşın haklarını öncelikli olarak kabul etmekte ve devleti bu vazifeyle vazifelendirmektedir. Bu şekli ile de BM Anayasası’na bağlı, insan hak ve hürriyetlerine sadık bir tarza sahiptir. Üçüncü olarak ise CHP’nin; tepeden inme kurulmuş bir yapıya sahip olduğu, DP’nin ise tabandan kurularak geldiğini belirtmiştir861.

856Ayın Tarihi, 11 Ocak 1947. 857 Bozdağ, Demokrat…, s. 44. 858 Sarıbay, s. 53. 859 Esirci, s. 51-53. 860Akşam Gazetesi, 11 Mart 1947, s. 1-2. 861Son Saat Gazetesi, 15 Mart 1947, s. 1. 161

CHP tarafı da iki parti arasındaki farklar konusunda değerlendirmede bulunmuştur. Bu manada CHP İstanbul Bölge Müfettişi Sadi Irmak, İtalyan gazeteci Federiko Patelanni’ye vermiş olduğu bir demeçte DP-CHP arasındaki farklar konusuna değinmiştir. Irmak, iki parti arasındaki en büyük farkın devletçilik olduğunu ve DP’nin liberal tarzı benimsediğini belirtmiştir. Devletçiliği tercih etmelerinin nedenlerinin ise; geri kalmışlığın süratle telafi edilmesi, yaşam seviyesinin yükseltilmesi, halkın devletin eşitlik içerisinde hakemlik yapmasına olan ihtiyacının giderilmesi olarak sıralanmıştır. Bu nedenle devletçilik ihtiyaçlardan ve tarihi gerçeklerden doğmuştur. DP’nin halk tarafından benimsenmesinin nedenlerini ise şu şekilde izah etmiştir; “Harp ve sonrasında oluşan istikrarsızlık ve ekonomik zorluklar, liberalizme inananların bulunması, çok partili hayata geçiş istekleri halkı DP’ye yaklaştırmıştır862.” CHP muhalefet partisi oluşumuna izin verirken, bununun ilerde kendisini iktidardan edecek bir güç olarak görmemiştir. Öyle ki CHP hem demokrasi olsun, hem de iktidarda kalayım anlayışına sahiptir. DP muhalefette murakabe ve eleştiri görevi yapmakla yetinmelidir. Menderes bu durumu anlatırken, CHP’nin kendilerinden beklentilerinin şunlar olduğunu iddia etmiştir; doğu vilayetlerine ve sınır vilayetlerine girmemeleri, köylere uzanmamaları ve sınırlı sayıda vilayette teşkilatlanmaları, teker teker ve sınırlı sayıda üye kaydetmeleri, iktidar karşısında 40-50 yıl iktidara gelme iddiasının olmaması, yani kısacası sınırlı muhalefet ve şekilsel demokrasi beklenmekteydi863. CHP zamanla gelişen DP karşısında tavrını değiştirmiştir. CHP’deki değişim iki yönlü olmuştur. Birincisi partinin eski katı yapısını bırakarak liberal bir anlayış tercih etmesi yönünde cereyan etmiştir. Yani parti politikalarından tavizler verilmiştir864. İkinci olarak ise muhalefete karşı ılımlı tavrını terk ederek DP’nin güçlenmesini engelleme yolunu seçmiştir865. Tedirginliği en çok yaşayanlardan olan CHP bürokratları bu kaygı ortamında halka olan irtibatlarını iyice kaybetmişlerdir. Bu durum DP’ye koz vermiş ve halkın kitlesel desteğini kazanmasına imkân sağlamıştır. Yoksulluğa, baskı rejimine, tepeden bakmaya ve batılılaşmaya karşı çıkan halk, DP’nin liderlerinin ve fikirlerinin ne olduğuna çok da fazla bakmadan, içgüdüsel bir muhalefet anlayışıyla bu partiye destek vermişlerdir866. CHP, büyüyen muhalefet karşısında tedbir olarak ülkeyi 23 müfettişliğe bölmüş, her müfettişin kendi bölgesinde DP’nin teşkilatlanmasına olabildiğince engel olması kararı almıştır. Bu müfettişler ilk etapta yeni partiye geçişleri engellemek ve tarafsız olanları da partiye kazandırmak amacını gütmüştür867. Müfettişler gittikleri yerlerde dünya barışının daha tesis edilmediğini, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulduğunu, DP’nin Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi hükümet tarafından kurulduğunu ve kısa süre sonra kapatılacağını, bu partiye kayanların zor durumda kalacaklarını yaymaya çalışmışlardır 868. Anadolu Ajansı bültenlerinde ve radyoda DP

862 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1387.605..3. 863 Burçak, Türkiye’de…, s. 10. 864 Şenşekerci, s. 195. 865 Burçak, Türkiye’de…, s. 11. 866 Cem, s. 382-383. 867 Erer, Türkiye’de…, s. 95. 868 Bayar, s. 51. 162

teşkilatlanması ile ilgili çıkan olumlu haberler de partinin büyümeye ve ciddi bir muhalefet partisi olmaya başlamasıyla birilikte kesilmiştir869. 21 Temmuz seçimleri sonrasında DP Meclise dahil olmuş ve muhalif tavrını daha net göstermeye başlamıştır. Seçimler sonrasında Meclisin açılış günü ilk sürtüşme cereyan etmiştir. Meclis tarafından yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiş olan İsmet İnönü yemin etmek için Meclise girişinde DP’li vekiller ayağa kalkmamışlardır. Basında bu sahne şu şeklide tasvir edilmiştir: “…İsmet İnönü geldi, bütün Meclis ayakta, kendisini selamlıyor. Reyini verip giden Mareşal Fevzi Çakmak müstesna(Mareşal cumhurbaşkanlığı seçimi için oyunu kullandıktan sonra sonuçları beklemeden Meclisi terk etmiştir), bütün Demokrat Parti mensupları oturdukları yerden kımıldamıyorlar. Cumhur Reisi yeminini bitirince gene bütün Meclis ayakta alkışlıyor. Gene Demokrat Parti mebusları oturuyor ve susuyorlar. Bunun manası şu: Demokrat Parti’ye göre bu Meclis kendi anlayışına göre teşekkül etmiş değildir. Binaenaleyh, onun intihab ettiği Cumhur Reisini biz tanımıyoruz870.” Mecliste iki parti arasında yaşanan en ciddi tartışmalardan birisi 18 Aralık 1946 tarihinde gerçekleşmiştir. Bütçe konusunda DP adına söz alan Menderes, Savunma Bakanlığı’nın bütçesi ile ilgili eleştiri içeren şu yorumda bulunmuştur: “…1947 milli savunma bütçesi, bütçenin umumi heyeti içinde, bir sulh bütçesi olan 1938 yılı bütçesindeki nispete bile varamamaktadır. Halbuki sıkıyönetimin altı ay daha uzatılması münasebetiyle vesaire yapılan birçok beyanlarda memleketin bir harp tehlikesi karşısında bulunduğu ifade oluna gelmiştir. O halde ya bu beyanların samimiyetsizliğine ve hakikatte harp tehlikesi mevcut olmadığından dolayı sulh bütçesinin tanzim edilmiş olduğuna yahut da harp tehlikesi mevcut olduğu halde bir sulh bütçesi getirmek gibi bir basiretsizlikte bulunduğuna hükmetmek zaruri oluyor. Bu durum karşısında harp tehlikesi, acaba sıkıyönetimin uzatılması için bir bahane olarak mı olarak ileri sürülmüştür? Sualinin akla gelmemesi mümkün olmuyor.” Menderes’in konuşmasından sonra kürsüye gelen Başbakan Recep Peker muhalefeti kızdıran şu açıklamayı yapmıştır: “Muhterem arkadaşlarım, Demokrat Parti adına dinlediğiniz Adnan Menderes’in sesinde kötümser ve psikopat bir ruhun mariz karanlıklar içinde, şanlı bir milletin ve arkada bıraktığı karanlıklardan azametli, şan ve şerefli bir istikbale gitmek azminde bulunan kudretli bir devletin hayatını bir boşluk halinde ifade eden ruh haletinin akislerini dinledik. Bu ruh haletine temas ettiğim zaman kendimi derin bir hakikati keşfetmiş vaziyette görüyorum. Demek ki her şeyi geriye çeken anlaşılmaz hareketler bir ruhtan doğuyor…” Bu eleştiri karşısında Celal Bayar: “Kalkın arkadaşlar, müzakereyi terk edelim” diyerek DP milletvekilleriyle Meclisten çıkmıştır. Yaşananlar karşısında rahatsız olan CHP milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, Peker’in konuşmasından sonra kürsüye gelerek şu ifadeleri kullanmıştır: “Arkadaşlar, Meclisimizde çok hazin bulduğum bir hadise cereyan etti. Demokrat Parti namına söz söyleyen Adnan Menderes ifadelerinde, ileri sürdüğü fikirlerde tamamıyla haksız olabilir, fakat bin kere tercih ederdim O’nu ve diğerlerini dinledikten sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup olan milletvekilleri müdafaalarını yaptıktan sonra, en sonra hükümet reisimiz söz alıp mütalaalarını söyleseydi. Onun başta müdahalesi ve

869 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 89. 870Cumhuriyet Gazetesi, 6 Ağustos 1946, s. 1. 163

son derece sinirli olarak müdahalesi ve sözleri arasında mariz kelimesini, psikopat kelimesini kullanması, ifade ediyorum borcumdur, onun haiz olduğu makamın, bilhassa bizzat tatbik ettiği müdafaa ettiği usulün, lüzum gösterdiği büyük esaslar haricindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi hataları, zaafları ne olursa olsun, Demokrat Parti bu sıralar üzerinde mevkii aldıktan sonra tamam olmuştur. Ondan evvel bir özenişten ibaretti, nakıstı, vazifesini tamam yapamamıştı871.” Yaşanan gerginlik sonrasında Meclisin terk edilmesi hareketini Bayar hatıralarında şöyle anlatılmıştır: “Arkadaşlarıma dönüp ‘haydi arkadaşlar, müzakereyi terk edelim’ dedim. Arkadaşlar hep beraber kalkıp yürüdüler. Fuat Köprülü çıkarken Peker’e: ‘Bir Başbakan böyle konuşmaz’ dedi ve yürüdü. Böylece Demokrat Parti, Meclisi terk etmiş oluyordu. Peker sözünü soluğunu kesmiş, bizim Meclisten çıkışımızı seyrediyordu. Bazı Halk Partili milletvekilleri ‘güle güle’ diye laf atmaya hevesleniyorlardı, ama çoğunluk durumun haksızlığını ve nazik bir parlamento olayının koptuğunu sanırım iyice anlamış bulunuyorlardı872.” Fuat Köprülü ise yaşananlarla ilgili basına verdiği bir demeçte şu ifadeleri kullanmıştır: “Ne bizde ne de dünyanın hiçbir yerinde bir hükümet reisinin Recep Peker gibi konuştuğu görülmemiştir ve görülemez. Böyle bir zihniyetle demokrasiye hizmet edilemeyeceğini derin bir esefle söylemek mecburiyetindeyiz. Demokrat Parti ve onun başında bulunanları bozgunculukla, anarşistlikle memlekete bir ihtilal ve anarşi havası yaratmakla itham eden hükümet reisinden soruyoruz. Eğer bu ağır ithamlar hiddet ve asabiyetle ağzınızda fırlamışsa bunları derhal tashih ediniz. Yok, eğer bunlara hakikaten inanıyorsanız hemen vazifenizi yapınız. Suçluları mahkemeye veriniz ve Demokrat Parti’yi kapatınız873.” Türkiye Gazetesi’nde yer alan bir habere göre; DP milletvekillerinin Meclis görüşmelerini terk etmesinin ardından DP merkezinde büyük bir üzüntü ve heyecanın yaşandığı bildirilmiştir. DP vekillerinin 23 Aralık pazartesi günü yapılacak olan Meclis toplantısına da katılmayacağı, DP aleyhinde Mecliste tavır sergilenmeye devam edildiği takdirde ise DP başkanının Mecliste yapacağı bir protesto konuşmasından sonra DP vekillerinin hep bir ağızdan İstiklal Marşı söyleyerek Meclisi terk edecekleri ve bir daha geri dönmeyecekleri belirtilmiştir874. DP ilk etapta aldığı bir kararla bütçe görüşmeleri devem ettiği müddetçe Meclise devam etmeme yolunu seçmiştir875. Önceleri bu boykot CHP tarafından önemsenmese de, sonraki Meclis toplantılarına muhalefetin katılmaması sıkıntı doğurmuştur. Çok partili hayatta tek partili yönetimin tekrar nüksetmesi rahatsızlık yaratmıştır876. DP’li vekillerin Meclise geri dönmemesi sonrasında Şükrü Saraçoğlu aracılık yapmaya çalışmış ama muvaffak olamamıştır. Üstelik basında DP vekillerinin sine-i millete döndüğü yönünde haberler çıkmış, bu durum İnönü’yü tedirgin etmiştir. Cumhurbaşkanının 20 Aralık tarihinde daveti üzerine Bayar ve Köprülü köşke çıkmıştır. Bayar, Başbakan Peker’in 5 aylık icraatı sonucunda demokrasinin yürütülmesinin imkânsızlığını bildirmiştir. İnönü’nün ortayı bulmaya çalışması ve sarf edilen sözlerin anlık bir

871 TBMMTD, 18 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3, s. 237-248., Ayrıca Bakınız: Son Saat Gazetesi, 19 Aralık 1946, s. 6. 872 Bayar, s.63- 64. 873Son Saat Gazetesi, 21 Aralık 1946, s. 1. 874 BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 65.403..16. 875Son Saat Gazetesi, 21 Aralık 1946, s. 1. 876 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 457. 164

tepki olduğunu söylemesi DP tarafını çok fazla tatmin etmemiştir. İlk görüşmeden iki gün sonra ikinci kez İnönü’nün daveti ile gerçekleşen görüşmelerde de olaylar çözüme kavuşmamıştır877. 23-26 Aralık arasında DP meclis grubu yaptığı toplantılar sonunda oy birliği ile Meclise geri dönme kararı vermiştir. 27 Aralık tarihinde DP Meclise dahil olarak bütçe görüşmelerine katılmıştır878. Meclise dönüşten Peker dahi memnun kalmış ve Menderes’in eleştirilerine cevap vermeye dahi yanaşmamıştır879. CHP tek parti anlayışının kalıntılarını Meclisteki tavırlarıyla sıkça göstermiştir. CHP istediği konuyu Meclise getirirken, kimi zaman kendi grubunda devlet işlerini görüşmüş ve muhalefete bilgi dahi vermemiştir. Özellikle dış politika konusunda kapalı grup oturumlarını tercih eden CHP, DP’ye dış politika konusunda bilgi vermeye yanaşmamıştır. DP milletvekilleri kendi varlıklarının kabul edilmesi isteğinin bir sonucu olarak, dış politika konusunda da bilgi sahibi olma isteklerini Meclise taşımışlardır. DP İstanbul milletvekili Enis Akaygen Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’a yönelttiği bir sözlü soruda, çok partili hayata geçilmesine rağmen iktidarın DP’ye dış politika hakkında bilgi vermediğini, tek parti zihniyetini devam ettirerek kendi grubunda açıklamalarda bulunduğunu belirtmiş ve DP’ye de dış politika hakkında bir değerlendirme yapmasını istemiştir. Bu isteği olumlu karşılayan bakan özellikle merak edilen ve oluşmakta olan iki blok karşısında Türkiye’nin konumuna değinmiş, Türkiye’nin blok taraftarı olmayıp BM taraftarı olduğunu söylemiştir. Dış politika ile ilgili olarak muhalefetin merakını gidermeye çalışmıştır880. Diğer bir çatışma ortamı ise1947 yılı bütçe görüşmeleri sırasında gerçekleşmiştir. Aralık ayı sonunda gerçekleşen bütçe görüşmelerinde 25 yıldır ilk defa olmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesi DP tarafından eleştirilerek tartışma konusu edilmiştir. DP’li vekillerin eleştirileri şu konularda olmuştur: Cumhurbaşkanlığında çalışan memur ve müstahdemlere diğer memurlara tanınmayan yiyecek masrafı adı altında ayrılan 150 bin lira kaldırılmalıdır. Cumhurbaşkanlığına ait 32 otomobil 15’e indirilmeli ve bu konuda ayrılan 80 bin lira ise 40 bin liraya düşürülmelidir. Cumhurbaşkanlığı emrindeki trenin çok masraflı olasından dolayı bunun kullanımında hassasiyet gösterilmelidir. Savarona Yatı ise devlete alındığından beri büyük masraflar açmıştır ve bu konu çözüme kavuşturulmalıdır. Eleştiriler karşısında savunmaya geçen CHP’liler, Savarona Yatı’nın alınması sürecinde Bayar’ın etkili olduğunu söylemişlerdir. Bayar ise kendi başbakanlığı sırasında alınan bu yatın Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığı dolayısıyla alındığını belirtmiştir. DP eleştirilerine rağmen cumhurbaşkanlığı bütçesi olduğu gibi kabul edilmiştir881.

877 Bayar, s. 65-66. Ayrıca Bakınız: Kısakürek, Benim…, s. 83. 878 Tuncer, 1950…, s. 25. 879 Bayar, s. 67. 880 TBMMTD, 22 Aralık 1947, 8. Dönem, Cilt 8, s. 117-121. 881Son Saat Gazetesi, 27 Aralık 1947, s. 7. 165

3.8.2. İnönü’nün İki Parti Arasında Arabuluculuk Çabası:12 Temmuz Beyannamesi

1946 seçimlerinden sonra başlayan CHP-DP çatışması, DP’nin Birinci Kongresi’nde kabul edilen Hürriyet Misakı sonrasında daha da artmıştır. Gerilim karşısında DP’li işadamı Üzeyir Avunduk ile CHP’li iş adamı Vehbi Koç aracı olmak yolunu seçmişlerdir. DP Genel İdare Kurulu üyesi Emin Sazak ve Başbakan Yardımcısı Mümtaz Ökmen de arabuluculuğa soyunarak Peker ve Bayar’ı bir araya getirseler de başarı sağlayamamışlardır. Siyasi gerginlik sonrasında diğer bir görüşme girişimi 9 Mayıs 1947 tarihinde Ankara’da cereyan etmiştir. Peker ve Bayar bir araya gelmişler ama iki taraf da taviz vermez bir tavır takındığı için anlaşma olmamıştır882. Mayıs ayı içerisinde TBMM adına İngiltere’ye ziyarete giden Köprülü ve Erim arasında daha ciddi bir yakınlaşma süreci başlatılmıştır883. Fakat Peker’in önderliğindeki CHP içinde bulunan aşırılar grubu muhalefetle bir anlaşma ortamı oluşturmak istememişlerdir. Onlara göre muhalefet arasına yerleşmiş bazı gericiler fırsat bulunca rejime karşı başkaldırmayı düşünmektedirler884. İnönü ise DP ile CHP arasındaki sürtüşmeye müdahale ederek bir istikrar ortamı yakalamaya çalışmıştır. Amerika’nın Türkiye’ye güven duyması ve bu ülke iş dünyasının Türkiye’ye yönelebilmesi için siyasi sükûnete ihtiyaç vardır. Marshall Planı ile birlikte ABD’nin Türkiye’ye olan ilgisi oldukça artmıştır. İnönü, Avrupa ve ABD’nin dikkatinin siyasal çekişmelere odaklanmasından rahatsızlık duymuştur. ABD’nin çok parti ve demokrasiden daha çok istikrar isteği içersinde bulunulduğunun anlaşılması üzerine İnönü siyasi istikrar peşine düşmüştür885. İnönü’nün istikrar isteğinin ilk adımı olarak Fuat Köprülü ve Celal Bayar’la bir görüşme ayarlamıştır. 7 Haziran 1947 günü bu görüşme gerçekleşmiştir. Görüşmede İnönü, DP içindeki üslubu sert olanlardan yakınmıştır ve onları ihtilalci olmakla suçlamıştır886. İki DP’linin ardından Peker ile de görüşmüş ve iki taraftan belirlenecek kişilerin İnönü’nün huzurunda konuşması fikri ortaya çıkmıştır887. Bu ön görüşmelerde tarafları dinleyen İnönü karşılıklı suçlamalarla karşılaşmıştır. DP öncelikle iktidarın baskısından şikâyetçi iken, Peker tarafı böyle bir baskı olmadığını söylemiştir. 14 Haziran 1947 tarihinde Bayar DP adına, Peker ve Mümtaz Ökmen CHP adına Cumhurbaşkanlığı köşkünde buluşmuşlardır. Görüşme iyi bir havada gerçekleşmiştir. Fakat karşılıklı suçlamalardan dolayı bir anlaşma sağlanmamıştır. İnönü 17 Haziran’da Bayar’la tekrar görüşmüş ve ardından Peker’le de görüşmeler yapmıştır. Peker işin yoluna konması için üzerine düşeni yapacağını ifadelendirmiş fakat Bayar iktidarın icraatlarına bakarak karar vereceklerini belirtmiştir888. Bu süreçte dikkat çeken olumlu gelişme ise, 14 Haziran görüşmeleri ardından DP liderlerinin parti milletvekillerine; içinde suç teşkil edecek ve Meclisin meşruiyetini sorgulayacak konuşmaların yapılmamasını bildirmeleri olmuştur889.

882 Koçlar, 756-758. (Sayfa aralığı 754-764) 883 Deniz Bölükbaşı, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap, İstanbul 2005, s. 67. 884 Karpat, s. 307. 885 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980), Hil Yayınları, İstanbul 2010, s. 45. 886 Bölükbaşı, s. 67. 887 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 181. 888 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 460-461. 889 Bölükbaşı, s. 67. 166

Bayar; İnönü ve Peker ile yaptığı görüşmeler konusunda basına bir açıklama yapmış, detayları halka duyurmuş ve şu ifadelerde bulunmuştur: “İnönü ile müteaddit konuşmalarımız oldu. Devlet reisinin Büyük Millet Meclisi’nde temsil olunan bir parti ile temasa geçmesi gayet tabii olarak vazifesinin icabıdır. Bir parti başkanının da devlet reisi ile zaman zaman konuşması, memleket meseleleri üzerinde tenkitlerini arz etmesi gayet tabii bir keyfiyettir. Sayın İnönü partilerin lüzumunu, demokrasinin ilerlemesini samimi olarak ifade etmiştir. Eğer bunu saklarsam Türk Milleti’nden hakikati gizlemiş olurum. Karşılıklı birbirini seven partililerin birbirini anlayarak çalışmaları üzerinde de Cumhurbaşkanımızla görüştük. DP’ye elle tutulur bir şekilde yapılan umumi baskının kaldırılması lazım olduğunu söyledim. Sayın Cumhurbaşkanı; hükümetle görüşeceğini ifade buyurdular ve hükümetle temastan sonra bütün bu meselelerin bizi memnun edecek surette hallolunacağını bildirdiler890.” Bayar ayrıca; hükümetin Demokrat Partiye karşı tarafsız olduğunun Peker tarafından kendisine iletildiğini, kendisinin ise bu ifadeye karşılık O’na: “Şu halde Demokrat Parti mensuplarından ayrı siyasi akidelere bağlı bulunanların istisnai muameleye tabi tutulmayacaklarına, yani eşit haklara sahip olduklarına, seyyanen muamele görmelerine dair bir tamim neşreder misiniz?” dediğini fakat Peker’in buna yanaşmadığını anlatmıştır891. Bayar tarafından Peker’e sunulan, ayrımcılığa karşı olduklarına dair bir beyanname ilan edilmesi talebi Peker tarafından da dillendirilmiştir. Peker bu konuda şu ifadeleri kullanmıştır: “…Ben hükümet tarafından Demokrat Partililer aleyhinde baskı diye tarif edilebilecek bir durumun mevcut olmadığını ve hükümetin partili veya tarafsız bütün yurttaşlar hakkında kanunların çizdiği yoldan eşit muamele yapmakta olduğunu söyleyerek, idare amirlerinin hakikaten baskı yaptıklarını kabul ediyormuş gibi onlara böyle bir ihtarda bulunmanın haksız ve yersiz olacağını ve vazife şevkini kıracağını izah ederek bu isteği reddettim ve idare amirlerinin de insan olduklarını, Demokrat Parti sözcüleri ağzından çeşitli vesilelerle bu zatlar aleyhinde söylenen kırıcı sözlerin kendilerini yaralayabileceğini ve eğer bazı idare amirlerinin kendi ölçülerine göre kusurlu hareketleri görülüyorsa bunda bu fena ifadelerin payı olması lazım geleceğini ilave ettim…” Peker ayrıca DP’ye yapılmış olduğu iddia edilen baskılara örnek sunmasını istediğini de açıklamıştır. Fakat Bayar’ın birkaç basit örnekten daha ileri gidemediğini, bunun üzerine bir dosya hazırlayarak kendisine göndermesi halinde gereken işlemleri yapacağını belirttiğini ama böyle bir dosyanın da kendisine ulaştırılmadığını belirtmiştir892. Bayar, basında yer alan Peker’in açıklamalarına tepki göstermiş ve İnönü’nün sarf ettiği gayretler karşısında böyle bir açıklama yapmakla verilen emeğin farkında olunmadığının anlaşıldığını ifade etmiştir. Peker kabinesinin demokrasi yolunda atılan adımlara karşı şiddet yanlısı bir politika izlediğini ve gidişatı sekteye uğrattığını iddia etmiştir. Muhtar seçimlerinde uygulanan, basına ve Demokrat Parti üyelerine karşı yapılan baskıları örnek olarak

890Memleket Gazetesi, 28 Haziran 1947, s. 4. 891Akşam Gazetesi, 28 Haziran 1947, s. 2. 892Akşam Gazetesi, 2 Temmuz 1947, s. 2. 167

göstermiştir893. Peker yeni bir açıklamayla Bayar’ın açıklamalarına cevap vermiş ve tartışma konularını yineledikten sonra ılımlı olan şu ifadeleri kullanmıştır: “Bizzat Celal Bayar da dahil olduğu halde Demokrat Partili yurttaş ve arkadaşların bu çok güç şartlar altında memleketin şerefle ve kuvvetle ayakta tutulması vazifesinin icaplarını taktir edeceklerine ve hepimizin bir arada yurdu içinden sarsmadan çok partili hayatın feyizli neticelere götüren yolları üstünde birleşeceğimize kani bulunuyoruz894.” İnönü ile yapılan görüşmeler sonunda Bayar, Cumhurbaşkanı tarafından yayınlanması beklenen beyannamenin bir örneğini kendi Parti Genel İdare Kurulu’na sunmuştur. Fakat kurul bu beyanname içeriği karşısında ikiye bölünmüştür. Ilımlı grup DP üzerinde yapılmakta olan baskıların bu beyanname ile azalacağını düşünmüştür. Baskının hafiflemesiyle daha rahat hareket edilebilecek, halk da korkmadan partiye girebilecektir. Eğer iktidar verdiği sözde durmaz ise halkın gözünde bir daha mahcup olacak ve bu da DP’nin işine gelecektir. Beyanname karşıtı olanlar ise; İnönü’nün ve CHP’nin mevkilerini kaybetmemek ve sertlik yanlısı tavırdan sonuç alamamalarından dolayı böyle bir yöntem uygulamaya çalıştıklarını, DP’nin İnönü’nün kontrolü altına alınmak istendiğini öne sürmüşlerdir. Bayar ise, beyannamenin tasdik edilmesi halinde muvazaa iddiasıyla karşı karşıya kalacağını bilmekte ama imzalanmadığı takdirde de yaşanacak sıkıntıların daha farklı bir sorun olarak ortaya çıkacağını düşünmektedir. Her iki karar da belli yönlerden sıkıntılı bir süreci beraberinde getirecektir. Bayar daha ılımlı görüşü seçerek beyannameyi desteklemeyi uygun görmüş ve böylece ortamı yatıştırmıştır895. Bayar ve Peker ile defalarca görüşen İnönü görüşme sürecini ve oluşan kanaatini 12 Temmuz 1947 tarihli beyannamesi ile tüm kamuoyu ile paylaşmıştır. Beyannamenin özünde iktidar ve muhalefetin karşılıklı olarak birbirine saygı duyacağı teminatı yer almıştır. Beyanname içerisinde yer alan ifadeler özetle şu şekildedir: Görüşmelerde Bayar DP’ye baskı yapıldığı ile ilgili düşüncesinden vazgeçmemiştir. Peker, grubuyla görüşmüş ve gerginliği azaltman için elinden gelen her şeyi yapacağına söz vermiştir. Bayar ise verilen sözün fiiliyattaki yansımalarının önemli olacağını belirtmiştir. Her iki tarafın iddiaları belli oranlarda haklı olabilir fakat bunu anlamaya çalışmak faydasızdır. Cumhurbaşkanı her iki partiye karşı da eşit mesafelerde bulunacaktır. İnönü beyannamede sonuç olarak şu yolu tavsiye etmiştir: “Başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet teminat içerisinde yaşayacak ve iktidar muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih bulunacaktır. Büyük vatandaş kitleleri ise, iktidar şu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir…896.” 12 Temmuz Beyannamesi tek parti zihniyetinden gelen İnönü’nün demokrasiyi gerçek anlamda istediğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir ve demokrasinin yerleşmesi için bir taahhütname özelliği taşır.

893Akşam Gazetesi, 8 Temmuz 1947, s. 1-2. 894Akşam Gazetesi, 11 Temmuz 1947, s. 2. 895 Bayar, s. 85-86. 896Akşam Gazetesi, 12 Temmuz 1947, s. 1-2. 168

İktidar ve muhalefet içerisinde bulunan aşırıcılar İnönü’nün beyannamesine tepki duymuşlar ve Cumhurbaşkanının kendisine biçtiği hakemlik rolünü kanun dışı ve olmayan bir görevin icrası olarak görüp karşı çıkmışlardır897. Fakat esas merak edilen, CHP seçmeninin İnönü’nün girişimine göstereceği tepki olmuştur. Halkın beyannameye bakışını örneklemek adına İzmir CHP Milletvekili Kamran Örs tarafından 18 Temmuz 1947 tarihinde CHP Genel Sekreterliğine gönderilen bir yazı mevcuttur. Bu yazı içerisinde kullanılan ifadelerden bir bölümü özetle şu şekildedir: DP’liler İnönü’nün hakemliğinden dolayı oldukça memnundurlar. CHP karşısında takındıkları sert muhalefet, edep ve terbiye sınırlarını aşan muhalefetlerinde azalma olan DP taraftarları, İnönü’nün hakem olarak kalmasının onun değerini artıracağını savunmaktadırlar. Tarafsız olan vatandaşlar da CHP’ye karşı olumlu bir yaklaşım sergilemeye başlamışlardır. DP’liler beyannameyi kullanarak Halk Partili vatandaşın maneviyatını çökertmeye çalışmaktadırlar. Kamran Örs diğer bir mektubunda ise; İnönü’nün Bayar’a CHP’yi bırakarak tarafsız kalma sözü verdiği yönündeki dedikoduların CHP’lileri rahatsız ettiğinden bahsetmiştir. Öyle ki DP’liler Halk Partililere: “İnönü postu kurtarmak için sizi yarı yolda bırakıyor” şeklinde sataşmalarda bulunmaktadırlar. Örs’e göre İnönü’nün parti başkanlığından çekilmesi üç yıl sonra yapılacak olan genel seçimlerin kaybedilmesine ve ondan da önce partinin içerisinden kopmalara yol açacaktır898. CHP sözcülerinden Hüseyin Cahit Yalçın ise köşesinde beyannamenin olumlu tarafını ele almıştır. Bu yazıda özetle şu değerlendirme yer almıştır: İktidar ile muhalefet arasında sürmekte olan münakaşalar hem halkı tedirgin etmekte hem de memleket zararına bir gidiş sergilemekteydi. İnönü bu gidişe yayınladığı beyanname ile son vermiştir. İnönü bir parti başkanı olarak değil, demokrasi yolunda önemli bir adım atmamıza vesile olacak şekilde tarafsız bir lider olarak davranmış, hem iktidar hem muhalefetin bir birinden emin olması gerekliliğini belirtmiş ve bunun sağlanmasının önemini vurgulamıştır899. İnönü’nün beyannamesi her ne kadar iktidar ile muhalefeti kaynaştırmak amacı taşımış olsa da, içeriğine bakıldığında muhalefetin iddialarını doğrulayan bir niteliğe sahiptir ve iktidarın baskı uyguladığını kabul eder niteliktedir. Beyanname ile hükümet ile İnönü arasındaki çatlaklar ortaya çıkmış, otorite merkezinin kim olduğu tartışmaları gündeme gelmiştir. İnönü otorite olarak kendisini göstermeye çalışırken, Peker Hükümeti İnönü’nün otoritesine karşı çıkmıştır900. Peker grubuna göre İnönü, CHP’yi bir kenara itmiş ve halka yaklaşmıştır. Bu grup Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini isteyerek İnönü’ye olan tavırlarını daha da açık belli etmişlerdir901. CHP içinde beyannameden rahatsızlık duyan grup, bundan sonraki süreçte muhalefetin CHP ve Peker hükümetine daha rahat bir şekilde yüklenecekleri çekincesini taşımışlardır902.

897 Cezmi Eraslan, “Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayatın Kurulmasında Bir Dönüm Noktası: 12 Temmuz 1947 Beyannamesi”, Atatürk Yolu Dergisi, Cilt VI, Sayı 22, Ankara 1998, s. 153. (Sayfa aralığı 141-157). 898 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 165.658..1. 899 Hüseyin Cahit Yalçın, “Cumhurbaşkanının Beyanatı”, Tanin Gazetesi, 13 Temmuz 1947, s. 1. 900 Koçlar, s. 760 . (Sayfa aralığı 754-764). 901 Yalman, s. 1404-1406. 902 Fehmi Akın, “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”,Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2005, s. 100. (Sayfa aralığı 92-109). 169

CHP içerisindeki beyanname karşısında iki farklı düşüncenin ortaya çıkması ve muhalif bir grubun varlığı karşısında Peker 9 Eylül tarihinde istifa etmiştir. Böylece CHP içinde ılımlı kanat bir zafer kazanmıştır. Çok partili hayata devam konusunda önemli bir viraj atlatılmıştır. İnönü yeni hükümeti kurma görevini Peker’e göre daha liberal olan Hasan Saka’ya vermiştir903. İnönü sonraki dönemde de süreci destekler şekilde hareket etmeye çalışmıştır. Eylül ayında çıktığı yurt gezisi sırasında Erzurum’da DP merkezini ziyaret ederek beyannamenin fiili yansımasını ortaya koymuştur. Kars ziyareti sırasında da Demokrat Parti temsilcileriyle konuşmuştur. Buralardaki konuşmalarında da partiler arası eşitlik ilkesine bağlılığının devam ettiğini söylemiş ve bu tavrı DP’liler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır904. DP ise beyannameyi olumlu karşılamış ve artık İnönü rakip olarak görülmemeye başlanmıştır905. Menderes, beyanname ile memlekette nizam ve kanun fikrinin hâkim olacağını, partilerin eşit şartlar dairesinde çalışmak imkânları bulacağını ifade etmiştir906. DP 22 Temmuz 1947 tarihinde Ankara’da 115 delege ve 30 milletvekilinin katılımı ile bir toplantı tertip etmiş ve gelişmeleri değerlendirmiştir. Yapılan üç günlük görüşmeler sonrasında 24 Temmuz 1947 tarihinde bir tebliğ yayınlanmıştır. Tebliğ içerisinde: İnönü’nün beyannamesinin iyi bir başlangıç sayılabileceği belirtilmiştir. Ayrıca sıkıyönetimle kapatılan gazetelerin açılması, radyoda muhalefetin eşit şartlarda hak sahibi olması ve muhalefetin biçimsel olmaktan çıkarılarak gerçek bir muhalefet haline getirilmesi gerektiği gibi düşünceler de ifade edilmiştir907.

3.9. Birinci Hasan Saka Hükümeti(10 Eylül 1947-10 Haziran 1948)

Peker’in hükümetten çekilmesinin ardından Hasan Saka yeni Bakanlar Kurulu listesini 8 Ekim 1947 tarihinde Meclise göndermiştir Yeni Bakanlar Kurulu şu şekilde oluşmuştur: Başbakan: Hasan Saka (Trabzon), Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Faik Ahmet Barutçu( Trabzon), Devlet Bakanı: Mustafa Abdülhalik Renda( Çankırı), Adalet Bakanı: Şinasi Devrin(Zonguldak), Milli Savunma Bakanı: Münir Birsel(İzmir), İçişleri Bakanı: Münir Hüsrev Göle(Erzurum), Dışişleri Bakanı: Necmettin Sadak(Sivas), Maliye Bakanı: Halit Nazmi Keşmir(Tokat)Şevket Adalan(İzmir)(27 Mart 1948 itibariyle), Milli Eğitim Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer(Sivas), Bayındırlık Bakanı: Kasım Gülek(Seyhan), Ekonomi Bakanı: Cavit Ekin(Diyarbakır), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Behçet Uz( Denizli),

903 Tunçay vd., s. 148. 904Akşam Gazetesi, 18 Eylül 1947, s. 1. 905 Bila, s. 122. 906 Esirci, s. 103-104. 907 Tuncer, 1950…, s. 37. 170

Gümrük ve Tekel Bakanı: Şevket Adalan(İzmir), Tarım Bakanı: Tahsin Coşkan(Kastamonu), Ulaştırma Bakanı: Şükrü Koçak( Erzurum), Ticaret Bakanı: Mahmut Nedim Gündüzalp(Edirne), Çalışma Bakanı: Tahsin Bekir Balta(Rize)908. 13 Ekim 1947 tarihinde Mecliste yeni kabinenin programı okunmuştur909. Program içerisinde öncelikle; oluşan demokratik ortamın ve çok partili hayatın devem ettirilmesi yönünde gereken gayretin gösterileceği belirtilmiş ve şu ifadeler kullanılmıştır: “…Hükümetinizin başlıca vazifesi, bu geniş demokrasi rejiminin kurucusu olan inkılâpçı partimizin umdelerine dayanarak memlekette gittikçe gelişen bu sistemin ve onun temeli saydığımız siyasi emniyetin inkişafını sağlamaya çalışmak olacaktır910.” Özel sermaye ve liberal ekonomi konularında da CHP geleneği dışında bir tarz öneren yeni hükümet, devletçilik ilkesinde yumuşamaya gitmeyi vaat etmiş ve şu ifadelerle bu amacını beyan etmiştir: “Hükümetin bu meselede ehemmiyet vereceği bir noktada da devletçilik sahası ile hususi sermaye ve teşebbüslere ayrılan yerin uzun vadeli bir planla kesin olarak kararlaştırılıp ilân edilmesi olacaktır. Devletin hususi teşebbüslerle kendi sahası arasında rekabete girişmemesine dikkat edeceğiz.” Yerli ve yabancı sermayeye ekonomik yatırımlar anlamında gereken ayrıcalığın verileceği de program içerisinde zikredilmiştir911. Birinci Saka Hükümeti’nin kısa programının Mecliste okunmasının ardından programı değerlendirmek için kürsüye gelen Adnan Menderes, yaşanan demokrasi buhranlarına rağmen Saka Hükümeti’nin bundan ders almadığı eleştirisinde bulunmuştur. Programın dünü savunma amacı güttüğü, Anayasaya aykırı kanunlar ve sıkıyönetimin kaldırılmasından hiç bahsetmediği, programın genel ifadelerle dolu olduğu ve öne çıkan bir vaat görülmediği Menderes’in diğer eleştirileri olmuştur. Ayrıca, program içerisinde yer alan demokrasi ve özgürlük vaatlerinin de gerçeği yansıtmadığını, Cumhuriyet’in ilanı öncesinde başta basın olmak üzere daha özgür bir ortamda bulunulduğunu belirtmiştir 912. Program konusunda yapılan görüşmelerin ardından oylama gerçekleşmiş, Meclisin 465 üyesi içinden 411’i oy kullanmıştır. 362 mebus kabul oyu kullanırken 49 ret oyu verilmiştir. Oylamaya katılmayan milletvekili sayısı ise 54 olmuştur913.

3.9.1. Saka Hükümeti Döneminde Toplanan CHP Yedinci Büyük Kongresi (17 Kasım- 4 Aralık 1947) ve Parti Politikalarında Yumuşama

Hasan Saka Başbakanlığı dönemine denk gelen CHPYedinci Büyük Kongre’si öncesinde parti içerisinde ılımlılar lehine bazı gelişmeler yaşanmıştır. Ilımlılarla müfritler arasındaki çatışma üst seviyelere tırmanmış, Recep Peker, Falih Rıfkı Atay ve Mümtaz Ökmen

908 TBMMTD, 8 Ekim 1947, 8. Dönem, Cilt 6,s. 665-666., Ayrıca Bakınız: Sanal, s. 159. 909 Programın tamamı için bakınız: TBMMTD, 13 Ekim 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 672-675. 910Resmi Gazete, 14 Ekim 1947, s. 1. 911http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP16.htm 912 TBMMTD, 13 Ekim 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 676-681. 913Resmi Gazete, 14 Ekim 1947, s. 1. 171

sertlik yanlısı bir tutum takınmışlardır. İnönü ve Hamdullah Suphi Tanrıöver ise daha ılımlı olan kanadın içerisinde yer almışlardır. 1 Kasım 1947 tarihinde Meclis başkanlığı seçiminde Peker’in kaybedip Karabekir’in914 kazanmış olması parti içinde ılımlıların etkin olduğunu göstermiştir915. Ayrıca Peker ile aynı zihniyette olan ve aşırıcılar içerisinde yer alan Ulus Başyazarı Falih Rıfkı Atay da gazeteden ayrılmak istemiştir916. Ankara milletvekili Atay, 30 Ekim 1947 tarihinde istifa isteğini CHP Genel Sekreterliği’ne bildirmiştir. Atay; artık yorulduğunu, parti içinde çeşitli düşüncelerin birbiriyle çarpışacağı bir devreye girildiğini, parti gazetesinin tarafsız kalması gerektiğini, kongrede yaşanacak tartışmalar yüzünden istifa etti yorumlarından uzak kalmak için bu kararı verdiğini belirtmiştir. Genel sekreterlik istifa talebini 3 Kasım 1947 tarihinde kabul etmiştir. Sekreterlik 7 Kasım tarihinde Nihat Erim’e yazı göndererek gazetenin başyazarlığını üstlenmesini istemiştir. Nihat Erim bu teklifi doğrudan kabul etmiştir917. 17 Kasım-4 Aralık 1947 tarihleri arasında 782 delegeyle toplanan CHP Kongresi partinin tek parti ve milli şef anlayışından, çok partili düzene geçişi sağladığı ve iktidar partisi olarak yaptığı son kongre olmuştur. Kongre daha öncekilere göre gergin ve tartışmalı geçmiştir. Bunun nedeni ise; DP’nin CHP’ye yönelik sürekli eleştiriler ortaya koyması ve bu eleştirilerin nedeni olan eksikliklerin biran önce giderilmesi isteği olmuştur 918. Kongre açılış konuşmasını yapan İnönü partiler arasında eşitlik ilkesinin benimsenmesi, kendisinin de tarafsız bir tavır içerisinde bulunması zorunluluğundan dolayı başka bir genel başkan seçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Nüfus, tapu, vergi gibi alanlarda görevli memurların parti tutmaktan uzak olarak vatandaşa eşit muamele yapmasının önemini de vurgulamıştır. Halk Evlerinin bütün siyasi oluşumlar tarafından ortak desteklenen bir oluşum haline getirilmesini istemiştir919. Kongre görüşmelerinde söz alan delegeler parti yönetimini ve milletvekillerini dilediğince eleştirmiş920 ve birçoğu partinin eski havasını yitirerek halkın sempatisini kaybetmeye başladığı yönünde görüş bildirmiştir. Partinin başarısızlık nedenleri arasında, yapılan propagandalardaki eksiklikler gösterilerek eleştiri konusu edilmiştir. Özellikle muhalefet tarafından yapılan şiddetli eleştiriler karşısında CHP’li sözcülerin yeteri seviyede cevap verememelerinden yakınılmıştır. Delegelerin ortaya koyduğu başarısızlık nedenlerinden bir diğeri ise örgütlenme konusunda olmuş, yukardan gelen baskı ve emirlerle partinin idare edilmeyeceği öne sürülmüştür. Başarısızlığın diğer bir nedeni olarak ise parti politikalarında yaşanan tutarsızlık gösterilmiştir921. Kararların zamanında alınmamış olması ve uygulamada önem teşkil eden teferruatların atlanması; olaylardan önce değil olayların sonrasında çözüm yollarının aranması; alınan doğru kararları uygulayacak yeterlilikteki insanlara görev

914 1 Kasım 1947 tarihinde Meclisin yeni döneminin açılmasıyla yapılan Meclis başkanı seçiminde Kazım Karabekir kullanılan 324 oyun 322’sini alarak Meclis başkanlığına seçilmiştir.TBMMTD, 1 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7, s. 5. Karabekir Meclis başkanlığı görevini vefat ettiği 26 Ocak 1948 tarihine kadar sürdürmüştür. TBMMTD, 30 Ocak 1948, 8. Dönem, Cilt 9, s. 101. 915 Yalman, s. 1412-1413. 916 Karpat, s. 312. 917 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1250.163..3. 918L. Hilal Akgül, “DP Muhalefetine Bir Tepki Olarak VII. CHP Kurultayı: CHP’nin Özeleştirisi ve Parti İçi Demokratikleşmeye Yönelim”, Türkiye’de Siyasal Muhalefet(Derleyen: Ayşe Komşuoğlu), Bengi Yayınları, İstanbul 2008, s. 152-153. (Sayfa aralığı: 151-171). 919 Tuncer, 1950…, s. 41-42. 920 Mustafa Çufalı, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi(1945-1950), Babil Yayıncılık, Ankara 2004, s. 113. 921 Akgül, s. 156-158.(Sayfa aralığı 151-171). 172

verilmemesi de eleştiri konusu olmuştur922.Kongrede konuşan delegelerden Trabzon delegesi Kemal Kefeli şu ifadeleri kullanmıştır: “Partimizin en yüksek kademelerine ulaştırılan feryatlar mahiyeti meçhul sebeplerle boğulmuştur. Vatandaşın partimize olan sevgisi sarsılmıştır. Bunun tek sorumlusu, bir kısım hükümetlerdir. Hükümetin bir kısım memurlarıdır923.” Diğer bir delege olan Adil Tigrel ise milletvekili adaylarının tespiti konusunu eleştiren bir konuşma yapmış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Biz öyle milletvekilleri gördük ki, intihap dairelerini haritada bile gösteremezler924.” Kongre içerisinde 1943 yılında yapılmış olan parti programı önemli değişikliklere uğratılarak 114 maddeden oluşan yeni bir program kabul edilmiştir. Parti programında öne çıkan maddelerden bazıları özetle şöyledir: Özel teşebbüs desteklenecektir ve bu teşebbüsün gücünün yetmediği alanlara devlet müdahale edecektir(madde 9); din her türlü müdahaleden korunacaktır ve kanunların menetmediği ibadetler yapılabilecektir(madde 15); köylüye ihtiyacı olan toprak dağıtılacak ve tarımsal donanım sağlanacaktır(madde 42); milli ekonominin temel özelliklerinden olan ticaret geliştirilecek ve serbest rekabet ortamı oluşturulacaktır(madde 56); sanayi yapılanması ülkenin her yerine dağıtılmaya çalışılacaktır(madde 62); milli ekonominin geliştirilmesi için iç ve dış borçlanmaya gidilecektir(madde 81); yurt içinde göçebe olarak yaşayanlar ve yurt dışında bulunan Türkler için yerleşme imkânları sağlanacaktır(madde 114). Aynı Kongrede kabul edilen CHP tüzüğü içerisinde yer alan önemli maddeler ise özetle şu şekildedir: Parti genel başkanı ve genel başkanvekili kurultay tarafından iki yıl süre için partililer arasından seçilir(madde 69); parti genel başkanlığı çekilme, hastalık veya ölüm sebepleriyle bırakılırsa kurultay yenisini seçmekle yükümlüdür(madde 71); parti başkanı Cumhurbaşkanı seçilirse yetki ve sorumlulukları başkanvekiline bırakılır(madde 73); başkanvekili kabineyi kurarsa bu görevini bırakmış sayılır ve yenisi seçilir(madde 74)925. Kongre içerisinde İnönü yeniden başkan seçilmiş ama ilk kez başkan seçiminde oy birliği sağlanamamış ve 50 oy başka isimlere atılmış ya da boş kullanılmıştır926. İnönü’nün vekili olarak ise Hilmi Uran seçilmiştir. Uran, kongrenin ardından 8 Aralık 1947 tarihinde İl İdare Kurulu Başkanlıklarına gönderdiği bir yazı ile 18 gün süren CHP 7. Büyük Kongresi’nde alınan kararlar hakkında bilgi vermiştir. Kongre ile ilgili yapılan değerlendirme özetle şu şekildedir: Parti tüzüğü daha demokratik hale getirilmiş, milletvekili adaylarının %70’inin illerce tespitine imkân sağlanmıştır. Yeni tüzüğe göre büyük kurultayın iki yılda bir toplanması ve bu toplantılarda taşra teşkilatının çoğunluğu oluşturmasına imkân sağlanması kararlaştırılmıştır. Kurultayda gizli oyla seçilen kırk kişilik parti divanı yeni bir örgüt olarak görev alacak, kurultaylar arasında geçen süreçte partinin sevk ve idaresini sağlayacak, hükümetle parti arasında işbirliğini hayata geçirmeye çalışacaktır. Parti dış politikada BM Anayasasına bağlı kalmak üzere barış yanlısı olacaktır. İç politikada ise tarafsız, kanunlara dayanan, huzur ve emniyeti sağlayan, halk iradesini önde tutan bir anlayış benimsenecektir. Demokrasinin yerleşmesi için tarafsız bir idare

922 Giritlioğlu, s. 212. 923 Bila, s. 129. 924Akşam Gazetesi, 1 Aralık 1947, s. 2. 925 BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 42.250..5. 926 Bila, s. 130. 173

ve kardeşlik ortamı tesis edilecektir927. Uran’ın genel başkan vekilliğine seçilmesiyle Peker muhalefetinin bastırılmış olduğu kongre, anti demokratik kanunların değiştirilmesi konusunda ise beklenenleri hayata geçirememiştir. İnönü’nün parti başkanlığı ile devlet başkanlığını sürdürme tarzı devam etmiştir928. CHP Kongresi sonrasında DP ile CHP arasında 12 Temmuz Beyannamesi ile başlayan uyum süreci yeniden bozulmuştur. DP’liler İnönü’nün parti başkanlığında kalarak tarafsız kalma sözüne ters düştüğünün iddia etmişlerdir929.

3.9.2. İkinci Hasan Saka Hükümeti(10 Haziran 1948-16 Ocak 1949)

Birinci Saka Hükümeti, özellikle ekonomik uygulamalar konusunda, eleştirilere maruz kalmıştır. Halkın gıda sıkıntısı çektiği bir dönemde devlet ofislerinde depolanan buğdayların halka dağıtılmayarak çürüdüğü ve denize döküldüğü iddiaları iktidarı yıpratmıştır. Diğer bir iddia ise hükümetten bazı bakanların denize dökme işlemini göstermelik yaptıkları ve ofis buğdaylarının büyük bir bölümünü gizlice tüccarlara sattıkları yönünde olmuştur. Milli Savunma Bakanı Münir Birsel’in ismi de bu işe karışmıştır. Birsel istifasını vermiştir930. Devlet ve Tekel Bakanlarının da istifa etmeleri, bu üç bakanlığın bir türlü doldurulamaması Saka Hükümeti’nin sonunu getirmiştir. Ayrıca CHP meclis grubunun hükümetle işbirliğini kaybetmesi ve desteğini çekmesi de iktidarın devrilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir931. 10 Haziran 1948 tarihinde çekilen hükümetin ardından hükümet kurma görevi yeniden Saka’ya verilmiştir. İkinci Saka Hükümeti’nin kuruluş aşaması sıkıntılı geçmiş, bakanlık sandalyelerine aday bulmakta güçlük çekilmiştir. Saka’dan başkası da kabineyi kurma görevini kabul etmemiştir. Ankara’da siyasi çevreler bu kabinenin de çok uzun vadeli olamayacağı yorumunu yapmıştır. Yeni kabine içerisinde daha önceden Peker’in etrafında olanlardan kimse yer almamıştır. Kabinenin üyeleri şu isimlerden meydana gelmiştir: Başbakan: Hasan Saka(Trabzon), Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Faik Ahmet Barutçu( Trabzon), Adalet Bakanı: Fuat Sirmen (Rize) Ali Rıza Erten(Mardin)(13 Ocak 1949 itibariyle), Milli Savunma Bakanı: Hüsnü Çakır(Samsun), İçişleri Bakanı: Münir Hüsrev Göle(Erzincan), Dışişleri Bakanı: Necmettin Sadak(Sivas), Maliye Bakanı: Şevket Adalan(İzmir), Milli Eğitim Bakanı: Tahsin Banguoğlu(Bingöl), Bayındırlık Bakanı: Nihat Erim(Kocaeli), Ekonomi Bakanı: Cavit Ekin(Diyarbakır), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Kemali Beyazıt(Maraş),

927 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 8.40..18. 928 Filiz Çolak, “Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş ve Demokrat Parti (1945-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.779 . (Sayfa aralığı 774-782) 929 Yalman, s. 1416. 930 Erer, Türkiye’de…, s. 233. 931Akşam Gazetesi, 9 Haziran 1948, s. 1. 174

Gümrük ve Tekel Bakanı: Emin Erişirgil(Zonguldak), Tarım Bakanı: Cavit Oral(Seyhan), Ulaştırma Bakanı: Kasım Gülek(Seyhan), Ticaret Bakanı: Cemil Said Barlas(Gaziantep), Çalışma Bakanı: Tahsin Bekir Balta(Rize). 932. 18 Haziran 1948 tarihinde Mecliste okunan hükümet programı birincisinde olduğu gibi öncelikli olarak demokrasinin yerleştirilmesi amacıyla temellendirilmiştir. Özellikle seçimlerin güven içerisinde yapılması konusunda gereken tedbirlerin alınacağı vurgulanmıştır933. Basın konusunda muhalefetin sürekli olarak baskı yapılıyor iddiaları da yeni programda dikkate alınmış ve şu ifadeler kullanılmıştır: “…Basın Kanunu’nu, memleket basınına düşen yüksek görevin değerini takdir ederek, bir taraftan Anayasamızın sağladığı hürriyetlerin sınırı içinde en geniş tenkit hakkını tanıyan, fakat diğer taraftan, en medeni memleketlerde olduğu kadar ferdin şeref ve haysiyetini koruyan bir şekle koymanın lüzumuna inanmış bulunuyoruz.” Devlet kademelerinde yer alan memur sınıfında gereğinden fazla yığılma olduğu ve bunun ekonomiye önemli ölçülerde külfet yüklediği yönündeki eleştirilerde programda yansıma bulmuş ve dengeleri bozmayacak şekilde bir memur reformu yapılacağı duyurulmuştur934. Yeni hükümet programının okunması ardından DP Eskişehir Milletvekili Hasan Polatkan Meclis kürsüsünde eleştirilerini dile getirmiştir. Polatkan, bir önceki hükümetin vaatlerinden bir sonuç çıkmadığını, o nedenle boş vaatler yerine uygulanması mümkün işlerin programda yer almasının gerektiğini belirtmiştir. Önceki programda yer alan mesken buhranına çözüm bulunacağı, hayat pahalılığının çözüme kavuşturulacağı, tarımın iptidai usullerden kurtarılacağı, dış ticarette önemli kârlar yapılacağı, tasarruf yoluna gidilerek ekonomik göstergelerin pozitife çevrileceği, devlet memurlarının düzene sokulup işlerini yapmalarının sağlanacağı gibi vaatlerde bir başarı kazanılamadığını ifade etmiştir. Ekonomik anlamda acı tecrübelerin yaşanmasına neden olan 8 aylık bir kabinenin yerine aynı zihniyetin ikinci kez tecrübe edilmesinin de hazin sonuçlar doğuracağını eklemiştir935. CHP Milletvekili Sinan Tekelioğlu ise yaptığı konuşmada yeni hükümetten beklediklerini sıralamış ve özellikle devlet dairelerinde yapılan israfı şu şekilde izah etmiştir: “…Devlet dairelerindeki o lüks tefrişatı, o abajörlü lambaları, kaloriferli dairelerde yakılmakta olan sobaları, vazifeleri başında makyaj yapan hanımlar derhal kaldırılmalıdır. Başvekilden rica ediyorum: Bugünden itibaren bu dediklerim yapılmalıdır. 200 lira maaş alan bir memurun önündeki masa 500 lira, bir müdürün hokkası 200 liradır. Müdürlerin odaları ayrı, şeflerin odaları ayrıdır. Mesken sıkıntısı çektiğimiz şu günlerde bilmem hangi şefe, bilmem hangi müdüre teker teker oda tahsis edeceğimize onları memurlarla bir arada oturtsak kibarlığımızdan mı kaybederiz? Biraz sıkışalım, kendimize uyar bir şekil alalım. Dairelerdeki memurlara ek ödenekler veriliyor. Bütün vekâletlerde bu böyledir. Sonra fuzuli memuriyetler de vardır. Daktilo

932Son Saat Gazetesi, 11 Haziran 1948, s. 1. Ayrıca Bakınız: Sanal, s. 160. 933http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP17.htm 934 Arar, s. 199-200. 935 TBMMTD, 18 Haziran 1948, 8. Dönem, Cilt 12, s. 243-244. 175

bolluğu da ayrı bir davadır. Her memur yazısını kendi yazmalıdır. Daktilolar o kadar çok ki bir müddet yazı yazdıktan sonra örgü örüyorlar. Bu israftır, yazıktır...936” Hükümet programı üzerinde yapılan görüşmeler sonrasında Hasan Saka’nın ikinci kabinesi için yapılan güven oylamasına 348 milletvekili katılmış, 308 kabul ve 40 ret oyu verilmiştir. 104 vekil oylamaya katılmamıştır. Mecliste 13 milletvekilliği ise boştur. Oylama sonunda yeni kabine resmen göreve başlamıştır937. Yeni hükümet bir önceki dönemde olduğu gibi muhalefete yönelik ılımlı tavrı devam ettirerek Peker dönemindeki çatışmayı gidermeye çalışmıştır. Kabine bu tavrıyla Peker yanlılarından eleştiri almış, aynı zamanda 35’lerin yapılan demokrasi girişimlerini yetersiz görmesiyle bu gruba da yaranamamıştır. Parti içinde yaşanan sürtüşmelerin son halkası Ulaştırma Bakanı Kasım Gülek’in Marshall Planı dahilinde yapılacak yardımları koordine etme görevine atanmayı reddetmesi olmuştur. Gülek bu görev değişiminin kendisinden habersiz yapıldığını öne sürerek Ulaştırma Bakanlığı görevine devam etme isteğinde bulunmuştur. Saka zor durumda kalmış ve hükümet bu görev reddinden dolayı itibar kaybetmiştir938. Seçim Kanunu konusunda muhalefetin beklentilerine de cevap veremeyerek iyice yıpranan Saka hükümeti 15 Ocak 1949 tarihinde son bulmuştur939. Saka’nın istifa ederken Cumhurbaşkanına gönderdiği istifa yazısı şu şekildedir: “Memleketin bugünkü şartları içinde üzerine aldığı vazifeyi maddi imkânların yeterliği derecesinde ifaya çalışmakta devam eden Hükümet, son zamanlarda rastladığımız bazı müşküller sebebiyle kabinenin istifasını yüce katınıza sunmayı kararlaştırmıştır. Hizmet süresince Hükümetin, yüce şahsınızdan gördüğü devamlı ve kıymetli yardımdan dolayı derin şükranlarımızı ve minnettarlık duygularımızı kabul buyurmanızı istirham ederim940.” Böylece iki Saka Hükümeti de muhalefetle diyalogu sürdürme konusunda başarı kazanmışken, ülkenin ihtiyaç duyduğu ekonomik kalkınmada beklenen atılımları gerçekleştirememiştir.

3.9.3. İkinci Saka Hükümeti Döneminde Yapılan Seçim Kanunu Düzenlemesi

21 Temmuz seçimlerinde yaşanan sıkıntılar üzerine Seçim Kanunu’nda değişiklik yapılması için DP milletvekilleri Hazım Bozca, Hasan Dinçer ve Nuri Özsan 19 Eylül 1946 tarihinde bir kanun teklifinde bulunmuşlardır. Yapılan öneride yer alan istekler şunlardır: Seçim sandıkları öncelikle okul binalarına kurulmalıdır. Kapalı oy kullanma zorunluluğu uygulanmalı, oy verme süresi 8.00 ile 18.00 saatleri arasında sınırlandırılmalıdır. Siyasi parti ya da bağımsız aday temsilcilerinden sandık başında en fazla iki kişi olmalı, bu kişilerin oy sayımı ve tutanakların hazırlanması süresince de sandık başlarında bulunması sağlanmalıdır. Oy sayım tutanakları aday temsilcilerine imzalatılarak birer nüshası temsilcilere verilmeli ve bir tanesi de askıya çıkarılmalıdır. Geçerli oy pusulaları seçim dönemi sonuna kadar saklanmalı, kanun dışı

936Akşam Gazetesi, 19 Haziran 1948, s. 2. 937 TBMMTD, 18 Haziran 1948, 8. Dönem, Cilt 12, s. 277. 938 Öymen, s. 281-283. 939 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 474-476. 940Ayın Tarihi, 16 Ocak 1949. 176

hareketler Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturulmalıdır. Bu öneriler 1948 yılına kadar gündeme alınmamıştır. 13 Ocak 1948 tarihinde konu gündeme gelmiş ve hükümet meclis grubuna yaptığı öneri ile Seçim Kanunu’nda tadil yapma izni istemiştir. Parti içindeki muhalif grup bu girişimin DP etkisiyle gerçekleştiğini ve azınlığın çoğunluğa tahakkümü olarak görüleceğini iddia ederek eleştirmiştir. Tartışmalara rağmen hükümetin değişiklik yapmak amacıyla istediği yetki meclis grubunca verilmiştir. Birinci Saka Hükümeti döneminde 29 Mart 1948 tarihinde TBMM’ye gönderilen seçim yasasında değişiklikle ilgili tasarı bir süre daha beklemeye alınmıştır941. Yapılan kanun değişikliği hazırlıkları Times Gazetesi’ne de konu olmuştur. Gazete konuyu şöyle değerlendirmiştir: “Hükümetin Seçim Kanunu’nda tadilat yapacağı yolunda memlekette memnuniyet uyandıran bu karar, Cumhurbaşkanı İnönü’nün Türk siyasi mücadele hayatında daha sakin bir hava yaratmak için sarf ettiği gayretlerin müspet bir tesiri addedilmektedir. Yeni Seçim Kanunu’nun pek yakında kabul edileceği ve açık bulunan yedi(bu sayı 13 olmalı)saylavlık için yapılacak olan kısmi seçimlerde derhal tatbik edileceği düşünülmektedir942.” DP sürecin hızlanması için 16 Mayıs’ta Taksim, 23 Mayıs’ta Bursa ve 29 Mayıs’ta Ankara’da büyük mitingler yapmış ve Seçim Kanunu’nda değişiklik isteklerini duyurmuştur. DP öncelikli olarak seçimin yargı denetimine bırakılmasını istemiştir943. Kanunda yapılması istenen değişikliğin iktidar tarafından sürüncemeye bırakması eleştirilere neden olmuştur. Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir yazıda, DP’nin Seçim Kanunu ve uygulaması ile ilgili istekleri hakkında bilgi verildikten sonra şöyle bir yorum yapılmıştır: “…Söylenebilecek bir nokta vardır ki o da, CHP’nin bütün bu antidemokratik addedilen kanunların tadili meselesinde hep ‘önce mukavemet, sonra muvafakat’ yolunda yürüdüğüdür. İktidar partisinin adeta zımni bir prensip gibi tuttuğu bu yol, partinin prestijini, bazı müfritlerin sandığı gibi yükselten ve artıran değil, azaltan ve kıran bir yanlış yoldur. Çünkü bu yol halk nazarında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, ileri demokrasinin bütün icaplarını kendiliğinden yerine getirmek istemediği ve bunu ancak Demokrat Parti’nin zoru ile yaptığı kanaatini uyandırmaktadır. İcap ederdi ki iktidar partisi, elinde bulundurduğu büyük ekseriyete dayanarak muhalefet istemeden önce ileri demokrasinin bütün icaplarını bir çırpıda yerine getirsin ve böylece Demokrat Parti’den daha demokrat ve daha hür düşünceli olduğunu ispat etsin. Önce mukavemet, sonra muvafakat Cumhuriyet Halk Partisi’ni halk efkârı karşısında zayıf düşürüyor ve Demokrat Parti’ye şeref ve sempati kazandırıyor944.” İkinci Saka Hükümeti Seçim Kanunu konusunu ancak 2 Temmuz 1948 tarihinde Meclise getirmiştir. Konuyla ilgili söz alan Adnan Menderes özetle şu ifadelerde bulunmuştur: Eski kanunun kabulü sırasında vatandaşın oylarının etki altına alınabileceğini iddia etmemize rağmen sesimizi duyuramadık. Eski kanunla tek dereceli seçime geçildi fakat hile ve kanunsuz hareketlerin de önü açıldı. Bu kanunla yapılan 21 Temmuz seçimleri vatandaşı huzursuzluğa ve itimatsızlığa sürükledi. Eski kanun konusunda tadil için başvurduklarında şiddetle reddedilen

941 Tuncer, 1950…,s. 22 ve 45-49. 942Ayın Tarihi, 15 Ocak 1948. 943 Yalman, s. 1435-1436. 944Cumhuriyet Gazetesi, 18 Mayıs 1948, s. 1. 177

isteklerin şimdi hükümet tarafından gündeme getirilmesi dikkat çekicidir ve haklılığımızı kanıtlamıştır. 1946 yılında yapılan Seçim Kanunu’nun 20-30 yıl daha böyle kalacağını iddia eden hükümetin 1.5 yıl sonra değişime gitmesi düşündürücüdür. İktidar tarafından; Türkiye’de okur-yazar oranının düşük olduğu ve köylerde halkın başkasının eline bakmak zorunda kaldığı, bu şartların düzelmesi şartıyla ancak seçim kanununda yenilik yapılabileceği iddia ediliyordu. Şimdi seçimlerde açık oy kapalı tasnif şartı katı kurallara bağlanmaya çalışılmaktadır. Oy kullanmada hücre uygulamasının zorunlu hale getirilmesi, oy tasnifinin sandık başlarında ve aleni yapılması, sonuçların mahallinde derhal ilanı ve tutanakların parti temsilcilerine verilmesi, suç işleyenlere ceza hükümleri getirilmesi noktalarında bu tasarı ciddi bir adım sayılabilir. Fakat seçim komisyonlarının ve kurullarının oluşturulması, seçimle ilgili şikâyetlerde bulunulması konularında sıkıntılar devam etmektedir. Seçim kurullarının başında yargıçların bulunması yönündeki DP teklifinin yargının yıpranacağı iddiasıyla reddi yanlış bir tavırdır. Belediye başkanlarının etkisi altında kalacak olan seçim heyetleri tarafsızlık konusundaki şüpheleri artırmaktadır. Seçim kurullarında seçime katılacak olan partilerden birer temsilci bulunması tekliflerinin de, resmi sıfatı olmayan parti temsilcilerinin seçim içerisinde görev alamayacağı yönünde bir gerekçeyle reddedildiği görülmektedir945. Seçim Kanunu’yla ilgili görüşmelerin devam ettiği 9 Temmuz günü Başbakan Hasan Saka kanunda yapılacak olan değişikliklerinin gerekçesi ile ilgili olarak özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Var olan Seçim Kanunu demokratik olmasına rağmen uygulamada bazı sıkıntılar olduğu için değişiklik yapılması uygun görülmüştür. Yapılacak değişikliklerden bazıları şunlardır: Oy kullanımı sırasında daha rahat hareket edilmesi için bir hücre hazırlanacak ve kişilerin bu hücrelerde oylarını kullanma zorunluluğu getirilecektir. Oy kullanma sırasında sadece beyaz kâğıt kullanılarak kişilerin tercihlerinin anlaşılması engellenmeye çalışılacaktır. Oy pusulalarında partilere ait işaretlerin konulması ile seçmenlerin partileri tanıması imkânı sağlanacaktır. Oyların parti temsilcileri ve halkın önünde açılması, sonuçların bir mazbataya yazılarak halka ilan edilmesi, arzu eden aday ve parti temsilcilerine bu mazbatanın suretinin verilmesi, seçim esnasında parti temsilcileri ve halkın kanuna aykırı girişimlerinin tutanaklara kaydedilmesi şartları getirilecektir. Parti ve aday temsilcilerinin seçim sırasında ve sayım sırasında, mazbataların hazırlanmasında bulunmalarına imkân sağlanacaktır. Milletvekili adaylarının seçimlerle doğrudan ilişkili ve seçimin gidişatını etkileyebilecek olması dolayısıyla seçim komisyonlarında olmasına imkân verilmeyecektir946. Seçim Kanunu’nda yapılacak değişikliklere ilgili Meclis görüşmeleri devam ederken basın mensuplarından birkaç kişi ortak yayınladıkları bir beyanname ile CHP’nin seçimleri adli denetime terk etmeye yanaşmadığını, en azından iyi niyet göstergesi olarak parti müşahitlerinin sandık başlarında bulunmasına izin vermesi gerektiğini belirtmişlerdir947.Beklenen kanun 5258 sayılı ve 9 Temmuz 1948 tarihli “Milletvekilleri Seçimi Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun” adıyla kabul

945 TBMMTD, 2 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12, s. 597-601. 946 TBMMTD, 9 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12, Ekler Bölümü s. 39/ 1-2. 947 Bu beyannamenin altında Nadir Nadi, Sedat Simavi, Selim Ragıp Emeç, Bahadır Dülger, Cihat Baban, Ahmet Emin Yalman ve Cemalettin Saraçoğlu’nun imzaları yer almıştır. Erer, Türkiye’de…, s. 235. 178

edilmiştir948. Ali Fuad Başgil Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliğin ardından kaleme aldığı eserinde değişiklikleri değerlendirmiştir. Başgil’e göre; Seçim sürecinde görev alacak heyetler hükümete bir şekilde bağlı olan ve geleceklerini bu kanaldan sağlayacak ola idare amirlerinin doğrudan denetimi altına bırakılmıştır. Bu nedenle tarafsız olmalarını beklemek yanlış olacaktır. Objektifliğin sağlanabilmesi için seçim kurulu reisliği o bölgenin en kıdemli hâkimine verilmelidir. Böylece siyasi baskılardan uzak bir şahıs işin başına getirilmiş olacaktır. Aleniliğin sağlanması için ilçe ve il seçim kurulları yapacakları işlemleri halka açık, asker ve polise kapalı bir ortamda icraa etmelidir949. Seçim Kanunu’nda yapılan tadiller DP tarafından yeterli bulunmamış ve 17 Ekim1948 tarihinde yapılacak olan milletvekili ara seçimlerine partinin katılmamasına karar verilmiştir950. Yeni kanuna göre Mecliste boş olan koltuklar için 13 ilde yapılan milletvekili seçimlerini CHP adayları kazanmıştır951. Seçim için önemli bir kent olan İstanbul’da; mevcut bulunan 561.335 seçmenden sadece 112.220 kişi oy kullanmıştır. Böylece İstanbul’daki seçime katılım oranı %20.09 oranında kalmıştır952. Seçimlere genel olarak katılım ise yüzde onlar civarını aşamamıştır. CHP tek başına girdiği seçimlerde 13 yerde de kazanmayı bir zafer olarak göstermeye çalışmıştır953. DP’nin seçimlere katılmaması CHP tarafından eleştirilmiştir. Genel Başkan Vekili Hilmi Uran DP’nin seçimlere girmemesini şu şekilde değerlendirmiştir: “Açık bir hakikattir ki, muhalefet seçimi kaybetmekten çok korkuyor ve her yerde kendisinin çok kuvvetli olduğu telkinini yaptığı için de seçimlerle takkesini düşürmekten çekiniyor. Kazanacağını bildiği seçimlere giriyor, girmeye çekindiği seçimler için de hemen mitinglere sarılarak ‘dürüst seçim isteriz’ diye avaz avaz bağırıyor. Biz muhalefeti memnun edebilelim diye her seçimde mutlaka onları kazandıran bir sistemi kendilerine nereden bulalım954.” Hüseyin Cahit Yalçında DP’yi eleştirmiş ve demokrasinin gereği olan seçimlere adli teminat olmadığı için girilmemesine rağmen, seçimlere katılımın en aza indirilmeye çalışıldığını iddia etmiştir. DP’nin adli teminat dışında başka şekilde seçim emniyetinin olamayacağını iddia ettiğini ve cahil kesimleri de buna inandırmaya çalıştığını belirten Yalçın, DP’nin seçimleri kaybedeceği korkusuyla seçimlere girmediğini de belirtmiştir955. DP ile ilgili diğer bir değerlendirme ise partinin tek hedefinin bir an önce iktidara geçebileceği bir seçimi istediği yönünde yapılmıştır956. Değiştirilen Seçim Kanunu 16 Ekim 1949 tarihinde yapılan diğer bir milletvekili ara seçimi için de kullanılmıştır. DP Seçim Kanunu’nu bahane ederek bu seçime de katılmamıştır. Seçim 12 ilde yapılmıştır( Bitlis, Bursa, Erzincan, İçel, İstanbul, Kars, Kastamonu, Manisa, Mardin, Muş, Tokat ve Urfa). Toplam 14 milletvekili (İstanbul ve Mardin’den 2 vekil, diğer

948 Erdem, s. 193. 949 Ali Fuad Başgil, Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri, Tan Matbaası, İstanbul 1948, s. 17-32. 950 Tunaya, s. 658.. 951 Kazanan isimler şunlardır: Ahmet Hamit Selgil(Ankara), Sabri Akın(Aydın), Hıfzırrahman Raşit Öymen(Bolu), Şakir İbrahim Hakkıoğlu(Erzurum), Rauf Bayındır(Erzincan), Tevfik Ekmen(Giresun), Sadi Bekter(İstanbul), Kamil Boran(Mardin)Adil Toközlü(Kastamonu), Esat Doğan(Malatya), Reşit Önder(Tokat), Arif Hikmet Onat(Ordu), Fahri Akgöl(Yozgat). BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 352.1476..1. 952Akşam Gazetesi, 19 Ekim 1948, s. 2. 953 Yalman, s. 1447. 954Akşam Gazetesi, 15 Kasım 1948, s. 1. 955 Hüseyin Cahit Yalçın, “Muhalefetin Mantığı”, Ulus Gazetesi, 13 Ekim 1948, s. 1. 956 Karpat, s. 337-338. 179

illerden bir vekil olmak üzere) CHP adayları arasından seçilmiştir957. Seçimlerde Rauf Orbay bağımsız aday olmuş, Mecliste böyle bir hakemin mevcudiyetini isteyenler tarafından desteklenmiş fakat ne DP(seçime katılmadıkları için tarafsızlıklarının bozulmamasını bahane göstererek) ne de CHP Orbay’ı desteklemiştir958. MP adına İstanbul il başkanı Enis Akaygen yaptığı açıklamada, seçimlere çok az kalmışken bir ara seçim yapmanın sadece boşa yapılan bir masraf olduğunu, Mecliste çoğunluğu sahip Halk Partisi’nin bu vekillere ihtiyacı olmadığını ve bu sayıdaki vekilin milletin mukadderatına müdahale etmek için de bir ehemmiyeti olamayacağını izah etmiştir. Seçimlere katılımın az olmasının da halkın iktidara olan uzaklaşmasının bir göstergesi olduğunu ifade etmiştir959.

3.10. Demokrat Parti İçerisinde Muhalefetin Oluşması

12 Temmuz Beyannamesi her ne kadar DP içerisinde bir çatışma ortamı doğursa da, esasen parti içerisindeki bölünmeler daha öncelere dayanmaktadır. Parti içi muhalefetin oluşmasını izah etmeden önce, partinin temelde sahip olduğu iki farklı görüş taraftarlarından bahsetmek uygun düşecektir. Demokrat Parti içinde müfritler ve mutediller adıyla iki grup kuruluştan itibaren kendini göstermiştir. Bu oluşumlardan ılımlı olanlar Celal Bayar ve Fuat Köprülü etrafında toplanmışlardır. Ilımlılar; Meclisin normal süresini tamamlamasını bekleyen ve gidişata müdahale etmek istemeyen kişilerdir. Seçim Kanunu gibi önemli kanunlarda değişiklik yapılmasını sağlayarak sonraki seçimleri kazanmayı planlamaktadırlar. İnönü’nün tavırlarını samimi bulan bu grup, iktidarın muhalefeti ezmemesi konusunda O’nu yardımcı olarak görmektedirler. Şef rejiminin bittiği bir dönemde yeni bir şef anlayışının peşinde koşmak istememektedirler. Müfrit grup ise; Bayar ile Halk Partisi ileri gelenleri arasında gereğinden fazla yakınlaşma olmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Grup Fevzi Çakmak’ı liderleri olarak tanımaktadır960. Müfrit grup mantık çerçevesinde hareket etme taraftarı olmayıp, daha tez canlı bir yapıya sahiptir. İlk etapta münferit şekilde olan muhalif sesler DP içinde fazla dikkat çekmemiştir. Fakat gelişmeler bu münferit hareketleri bir potada toplamıştır961. Muhalif kanat DP’nin Meclise girişinden sonra 30 kişiye yakın milletvekili tarafından oluşturulmuştur. Meclis dışından da bu kanada destek gelmiştir. Vekil olmayan Osman Bölükbaşı, Çakmak taraftarı olan muhalifler arasında yer almıştır. DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner, Yusuf Hikmet Bayur da muhaliflere katılmıştır962. Ilımlı ve aşırıcılar arasındaki ilk çatlak 21 Temmuz 1946 seçimleri sonrasında yaşanmıştır. Müfritler olarak adlandırılan parti için muhalifler seçimler sonrasında Meclise girmeme taraftarı olmuşlardır. Bunun sebebi olarak ise seçime hile karıştırılması gösterilmiştir.

957 Tuncer, 1950…, s. 11. 958 Yalman, s. 1486. 959Akşam Gazetesi, 18 Ekim 1949, s. 1. 960Akşam Gazetesi, 6 Eylül 1947, s. 1. 961 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 211. 962 Öymen, s. 131-132. 180

Grup Meclis dışından sert muhalefet yapılmasını savunmuştur963. Mutedil tarafın içinde yer alan kurucular ise bu yaklaşıma sıcak bakmamışlardır. Kurucular böyle davranılması halinde iktidar karşısında daha zayıf düşüleceği ve halkın gözünde ihtilalci damgası yenilebileceğini savunmuşlardır. Sonuçta mutedil grubun isteği gerçekleşerek DP Meclise dâhil olmuştur. Parti içerisindeki diğer bir bölünme ise 17 Ekim 1946 tarihinde kurulan İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş aşamasında yaşanmıştır. Fevzi Çakmak, Kenan Öner, Tevfik Rüştü Aras, Zekeriya ve Sabiha Sertel, Cami Baykurt, Sadık Aldoğan ve Hasan Rıza Soyak’ın da bulunduğu kurucular kısa sürede solculukla itham edilmişlerdir. Bu durum derneğe dâhil olan DP’li katılımcılar yüzünden partinin geneline mal edilerek DP komünizmle suçlanmıştır. DP kurucuları ise bu kişilerin girişimlerinden rahatsızlık duymuşlardır. Parti yönetimi sonraki süreçte parti içindeki muhalefeti ayıklamak için bu girişimi dayanak olarak kullanmıştır964. Dernek mevzusu sürecinde İstanbul DP örgütünde de sıkıntılar baş göstermiştir. Fuat Köprülü İstanbul örgütüne kendi istediği isimleri sokmaya çalışmış, bu durum İstanbul İl Başkanı Kenan Öner ile Köprülü arasında bir sürtüşmeye neden olmuştur965. Parti içi muhalefet tam manasıyla 1947 yılında DP Birinci Kongresi’nde ortaya çıkmıştır. Kongre açılışında divan başkanı olarak ılımlıların temsilcisi Ekrem Hayri Üstündağ yerine sert muhalefet yanlısı Kenan Öner seçilmiştir. İki görüş arasındaki mücadele DP görüşlerini belirlemek amacıyla oluşturulan Ana Davalar Komisyonu’nda devam etmiştir. Adnan Menderes başkanlığındaki komisyonda aşırıcılardan Osman Bölükbaşı da yer almıştır. Müfritler CHP karşısında hukuki yolların tıkanması dolayısıyla ihtilalci bir kimlik oluşturmayı önermişlerdir. Komisyonda süren sert tartışmalar sonrasında Menderes: “Bu fikirde olan arkadaşlarımız görüşlerinde ısrar ederlerse aramızdan ayrılabilirler” demiş ve DP içindeki bölünme konusunda önemli bir süreç başlatılmıştır. Ilımlılarla aşırıcılar arasındaki kongre mücadelesi, yayınlanan Hürriyet Misakı’nda parti yönetimine Meclisten çekilme yetkisinin verilmesiyle geçiştirilmiştir966. DP’nin 12 Temmuz beyannamesini takip eden günlerde sert muhalefet yapma yolunu terk etmesi ve gelişmeleri zamana bırakma tarzını benimsemesi parti içinde bulunan sertlik yanlısı muhalefeti iyice rahatsız etmiştir967. Çünkü DP’yi ayakta tutan en önemli özellik iktidara karşı yürüttüğü muhalefet ve iktidarın kendisine baskı yaptığı iddiasıydı. Bu ortadan kalkınca hükümete karşı olan hoşnutsuzluk toplum genelinde azalmaya başlayabilirdi968. CHP içinde yaşanan sıkıntılar ve bunun ardından Recep Peker’in istifası muhalefet içinde bir bütünleşme sağlayacağına doğrudan parçalanmaya yol açmıştır. Peker’in istifasından cesaret alan Kenan Öner ve yanındakiler ılımlı politika izleyen Bayar’a yüklenmeye başlamışlardır969. İnönü’nün sözünü tutmadığını ve parti başkanlığını tam olarak bırakmadığını belirten bu grup, DP kongresinde Hürriyet Misakı ile verilmiş olan Meclisten çekilme yetkisinin

963 Bölükbaşı, s. 50. 964 Adem Çaylak, “1946-50 Arası Dönemde Müfrit Muhafazakar Demokratlar ve Türk Demokrasisinin Almış Olduğu Biçim”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt I, Sayı 62, Ankara Ocak-Mart 2007, s. 22-23. (Sayfa aralığı 17-42) 965 Nutku, s. 31. 966 Bölükbaşı, s. 54., Ayrıca Bakınız: Kısakürek, Benim…, s. 85-86. 967 Eroğul, “Çok…, s. 118. (Sayfa aralığı 112-158). 968 Karpat, s. 304. 969 Şenşekerci, s. 205. 181

kullanmasını istemişlerdir970. Partinin danışıklı parti olduğu yönündeki iddiaların artması da aşırıcıları rahatsız etmiştir. Grup bu manada; İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi’nin ardından çıktığı yurt gezisinde yanına DP’li vekil Nuri Özsan’ı refakatçi olarak almış olmasını, Bayar’ın ise gittiği yerlerde CHP patentli valiler tarafından onuruna verilen ziyafetlere katılmasını örnek göstermişlerdir. Bayar’ın meydanlarda iktidara yüklenme konuşmalarını ise göstermelik olarak nitelendirmişlerdir971. Bayar, Nuri Özsan’ın İnönü ile yurt gezisine çıkması ve muvazaa konularında yapılan eleştirilere şu şekilde cevap vermiştir: “…Devlet Başkanı Şark seyahatine çıkacağı gün, bana, Şarka gideceğim, orada memleketin müteaddit partiler tarafından idare edilmesinin daha iyi olacağını söyleyeceğim, valilerin bitaraf olmalarını emredeceğim, bu işi yaparken de yanımda bir arkadaşınız bulunsun, dedi. Biz isteği genel kurulda görüştük. Bizi bu gün muvazaa isnatlarıyla itham eden bedbahtlar o gün Nuri Özsan arkadaşımızın bu seyahate iştirak etmesini kabul ettiler. Nuri Özsan seyahate çıktı ve bu partimiz için çok müspet oldu972.” Demokrat Parti içinde bulunan muhalif grubun kopuşunu hızlandıran bir diğer konu ise milletvekili maaşlarına yapılması planlanan zam olmuştur. 1947 yılı sonbaharında milletvekillerinin maaşlarına zam gelmesi konusunda iki CHP’linin (Abdülmuttalip Öker ve Halit Bayrak) Meclise sunduğu teklif DP içindeki muhalifleri harekete geçirmiştir. İddiaya göre DP de zam isteyenleri desteklemektedir. Fakat DP yöneticileri, halktan zamlara karşı tepki gelince, zam karşıtı bir tavır alarak fırsattan yararlanmaya çalışmıştır. 22 Kasım’da zam konusunda Mecliste yapılan oylamada 231 kabul 66 ret oyu çıkmış ve zam teklifi kabul görmüştür. DP idarecileri partinin giderlerinin karşılanması için zam farklarını partiye vermeyi düşünmüşlerdir973.DP vekillerinin bir bölümü yeni zammın farklarını zarflar içinde Parti merkezine yardım olarak vermeye başlamıştır, fakat parti içinde herkes bunu gönülden yapmamıştır974. Bu sıkıntının temelinde ise DP’li Ahmet Kemal Silivrili’nin zamma destek oyu kullanmış olması yatmıştır. Silivrili, milletvekillerinden çoğunun maddi durumu iyi olmadığı için bu şekilde davrandığını delegelere anlatmıştır. Fuat Köprülü ve Emin Sazak kendisine gizli olarak destek vermelesine rağmen Meclis içinde desteklerinden vazgeçmişlerdir. Bu sözden dönme konusu parti içi muhalifler arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır. Menderes ve Köprülü gibi parti liderlerine olan güven sarsılmıştır975.

3.10.1. Demokrat Parti İçinde Bölünme Gerçekleşiyor

DP’de gittikçe güçlenen muhalif kanat içerisinden partiden ilk kopan Osman Bölükbaşı olmuştur. Bölükbaşı parti içinde önemli bir sima olarak yer almış, 1946 yılında DP’ye katıldıktan sonra parti müfettişi olmuş ve Orta Anadolu’da büyük bir gezi tertip etmiş, kısa sürede tek parti baskısı altında ezilen halk gözünde önemli bir mevki kazanmıştır. DP Birinci Kongresi’nde parti

970 Çolak, “Türkiye’de…, Ayrıca Bakınız: Eroğul, Demokrat..., s. 63-64. 971 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 212. 972Akşam Gazetesi, 24 Haziran 1949, s. 1. 973 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 212-213. 974 Yalman, s. 1420. 975 Öymen, s. 132-140. 182

genel idare kuruluna seçilemeyince parti içinde muhalif kanat saflarında yer almaya başlamıştır976. Bölükbaşı kongreden kısa süre sonra 21 Ocak 1947 tarihinde DP müfettişliğinden ayrılma isteğini bir mektupla Bayar’a bildirmiştir. Bu mektupta Köprülü’nün kendisine olan saldırılarından duyduğu rahatsızlık dile getirilmiştir. Bayar bu isteği geri çevirmiştir. Bölükbaşı 23 Temmuz 1947 tarihinde yeniden parti müfettişliğinden istifa etmek istemiştir. Bayar yine O’nun istifa isteğini kabul etmemiştir. Fakat Bölükbaşı’nın CHP ve 12 Temmuz Beyannamesi karşıtı beyanları ve yazıları sonrasında daha önceden vermiş olduğu istifa mektubu işleme konulmuş ve 6 Eylül 1947 tarihinde parti müfettişliği görevine son verilmiştir. Bölükbaşı, DP ile iplerini 3 Ekim 1947 tarihinde tamamen kopararak partiden ayrılmıştır977. DP içerisinde ikinci önemli kopuş İstanbul İl Başkanı Kenan Öner’in istifasıyla gerçekleşmiştir. Öner, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i komünistlikle suçlayarak mahkemelik olmuş ve mahkeme sürecinde gösterdiği performansla, Yücel’in istifasını sağlayarak büyük bir ün kazanmıştır. Bayar’ı hafife almaya başlamış ve parti içinde topladığı destekçileriyle birlikte olağanüstü bir kongre ile parti yöneticiliğini ele geçirmek istemiştir. Öner, parti yönetimini sert muhalefet yapmama ve muvazaa partisi tavrı takınmakla suçlamıştır. İstanbul il başkanı olmasına rağmen bağımsız bir başkan gibi davranarak Parti Genel İdare Kurulu’na müdahale etmeye çalıştığı için Köprülü ile de arası iyice açılmıştır978. Hazırladığı bir raporun parti merkezi tarafından kabul edilmemesini bahane ederek önce İstanbul Parti Başkanlığı’ndan istifa etmiştir979.Öner 16 Ocak 1948 tarihinde ise DP’den tamamen ayrılmıştır980. Öner’in istifası sonrası yaptığı açıklamalarda İnönü ve Bayar’ı halef selef olarak tanımlamış ve DP-CHP arasında gizli bir anlaşma olduğunu yeniden dillendirmiştir981. Halk tarafından sevildiği için istifanın ardından DP merkezine tepki mektupları gelmiş ama parti geri adım atmamıştır. Öner daha rahat çalışacağı bir parti kurmak istemiştir. Fevzi Çakmak ve Yusuf Hikmet Bayur onun aradığı yol arkadaşları olmuştur982. Fakat Öner, hayalindeki başkanlık mevkiini daha sonraki süreçte kurulmuş olan Millet Partisi içinde de yakalayamamıştır. Öner’in düzenli bir çalışma sistemine sahip olmaması ve bir dava adamı olma yönünde sert bir üslup tercih etmesi, çok güvendiği İstanbul’da dahi destek bulamamasına neden olmuştur983. DP Genel İdare Kurulu ile parti meclisi grubu arasındaki anlaşmazlıklar da DP’yi bölünmeye doğru götürmüştür. Parti meclis grubundan istifa eden dört kişinin yerine yenilerinin seçilmesi için yapılan 4 Şubat 1948 tarihli toplantıda Fuat Köprülü’ye karşı bazı vekiller(Ahmet Tahtakılıç, Hazım Bozca, Hakkı Gedik) eleştirilerin şiddetini artırmıştır984. Menderes parti içindeki çalkantılara cevap vermek adına 18 Şubat 1948 tarihinde Manisa’da yaptığı bir

976 Agah Oktay Güner, “Siyasetin Ulu Çınarı Osman Bölükbaşı”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı 289, Ankara Eylül 2011, s. 91. (Sayfa aralığı 89-95). 977 Bölükbaşı, s. 60-68 ve 80. 978 Bozdağ, Demokrat…,s. 32-34. 979 Yalman, s. 1420. 980 Çolak, “Türkiye’de…, s.779 . (Sayfa aralığı 774-782) 981 Erer, Türkiye’de…, s. 229. 982 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 214-215. 983 Nutku, s. 101. 984 Yalman, s. 1424. 183

konuşmada; 12 Temmuz Beyannamesi sonrasında parti içerisinde bir gevşeme olduğu noktasındaki iddiaları reddetmiş ve bu noktadaki eleştirilerin yersiz bulduğunu belirtmiştir985. Fakat 1948 yılı Mart ayına gelindiğinde DP içerisindeki istifalar hız kazanmıştır. Bu büyük kopuşun ilk adımını DP İstanbul Milletvekili Osman Nuri Köni partiden istifa ederek atmıştır. Köni konuyla ilgili bir açıklama yapmış; parti içinde bir zümre tahakkümünün başladığını, kurucular saltanatının da oldukça arttığını belirtmiştir. Açıklamalarında bu düşüncesini destekleyen şu ifadelere yer vermiştir: “Kendi içinde kanuna değil de keyfi hareketlere yer veren siyasi teşekküllerde bulunanların, milletin huzurunda demokrasiden bahsetmeye hakları olamaz. Böyle sakim zihniyetle malul olan kimselerin bilhassa parti ileri kademe ve tabakalarında bulunması, o siyasi teşekkül için felaket getirir. Böyle bir partinin demokrasi davasında hikmeti vücudu sıfıra iner986.” 6 Mart tarihine gelindiğinde DP Genel İdare Kurulu toplanarak parti içerisinde oluşan muhalefetin tasfiyesini gerçekleştirme çalışmalarına başlamıştır. Kurul 9 Mart 1948 tarihli toplantısında, parti menfaat ve disiplinine aykırı hareket ettikleri gerekçesi ile 8 DP’li milletvekilini haysiyet divanına vermiştir. Bu isimler; Muğla milletvekilleri Necati Erdem, Mithat Sakaroğlu; Afyon Milletvekili Sadık Aldoğan; İstanbul milletvekillerinden Osman Nuri Köni, Hakkı Gedik, Hazım Bozca, Fethi Erimçağ ve Ali Rıza Kırsever’dir. Kemal Silivrili ise daha önceden Haysiyet Divanı’na verilmiştir. Köni partiden istifa ettiği için onun hakkındaki kararın gıyabında verileceği belirtilmiştir. Haysiyet Divanı’nın toplantısı sonrasında Erdem, Aldoğan, Sakaroğlu, Silivrili ve Köni partiden ihraç edilmiştir. Haysiyet divanına gönderilen diğer milletvekillerinin ise malumatlarına başvurulmak üzere genel kurula davet edilmesine karar verilmiştir. DP Genel İdare Kurulu’nda da 6 vekil istifa etmiştir. Bunlar: Yusuf Kemal Tengirşenk, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Ahmet Oğuz’dur. Bu azalar istifa nedeni olarak; partililere eleştiri hakkı verilmemesi, sevgi ve saygı prensiplerine uyulmamasını göstermişlerdir987. Haysiyet Divanı Başkanı Hamit Şevket İnce yaptığı açıklamada parti içinde parti kurmak isteyen, DP’yi muvazaa partisi ve satılmış parti olarak görenlerin partiden çıkarıldığını ifade etmiştir988. Ahmet Emin Yalman’a göre Haysiyet Divanı sıkı bir çalışma içerisine girerek partinin kuruluşu sırasında rastlantısal olarak partiye girenleri bir bir temizlemiştir989. Genel İdare Kurulu 11 Mart tarihli toplantısında Hazım Bozca ve Ali Rıza Kırsever’i haysiyet divanına sevk edilmiştir. Fethi Erimçağ ve Hakkı Gedik hakkında ise bir karar verilememiştir990. Yaşananlardan rahatsızlık duyan Hazım Bozca ise partiden istifa etmiştir991. 23 Mart 1948 tarihinde İstanbul’da konuşan Menderes, parti içinde oluşmaya başlamış olan gizli teşkilatlanmaya karşı tepkisini gösteren bir açıklama yapmış ve konuyla ilgili olarak şu yorumu getirmiştir: “Artık iyice anlaşılmıştır ki, hadise ne şahsi geçimsizliklerin ve ne de yalnız hukuki görüş farklarının mahsulü değildir. Hakikat şudur ki: İstanbul’daki malum istifa(Kenan

985 Esirci, s. 130-134. 986Akşam Gazetesi, 7 Mart 1948, s. 1. 987Akşam Gazetesi, 10 Mart 1948, s. 1-2. 988 Tuncer, 1950…, s. 46. 989 Yalman, s. 1431. 990Akşam Gazetesi, 12 Mart 1948, s. 2. 991 Erer, Türkiye’de…, s. 230. 184

Öner’den bahsediyor) ile planın açıktan tatbik safhasına geçilmiş ve vaktiyle hazırlanmış olduklarından şüphe olmayan birçok elemanların bir şebeke halinde yurdun birçok yerlerinde bir anda ve açıktan faaliyete katıldıkları görülmüştür. Şayet ihtilafın sebebi umumi efkâra onların göstermek istedikleri gibi olsaydı, epey zamandan beri hazırlandığına asla şüphe olmayan böyle bir şebekenin bir anda ve her tarafta açıktan harekete geçmiş olması elbette mümkün olmazdı992.” Bu açıklama DP içerisinde mevcut bulunan iki grup arasında iplerin artık tamamen kopmuş olduğunun doğrudan kanıtı niteliği taşımıştır. 24 Mart 1948 tarihinde ise genel kuruldan daha önce istifa eden Tengirşenk, Sazak, Akaygen, Oğuz, Dinçer, Tahtakılıç’ın ihracı gerçekleştirilmiştir. Partiden çıkarılanların parti grup toplantılarına devam etmeleri istekleri reddedilmiştir993. 13 milletvekili ise kendi isteğiyle partiden ayrılmıştır. Bu milletvekilleri ise şunlardır: Şahin Laçin, Mehmet Aşkar, Niyazi Çıtakoğlu, Nurettin Ünen, Behçet Gökçen, Ali Rıza Kırsever, Fethi Erimçağ, Bahattin Öğütmen, Mehmet Öktem, Haydar Aslan, Memduh Ispartalıgil, Asım Gürsu, Suphi Batur994. Bayar, parti içi tasfiyelerle ilgili olarak ılımlı bir yaklaşım tavrı takınmış ve parçalanmanın temelinde yatan nedeni şu şekilde izah etmeye çalışmıştır: “Bizden ayrılmış olan arkadaşlardan hiç biri, gayede bizden aykırı düşünmüyorlardı. Fakat bu gayeye ulaşabilmek için ayrı ayrı yollar teklif ediyorduk. Onlar ‘dişe diş, başa baş’ diyorlardı. Biz, masumiyetin ve samimiyetin daha güçlü bir silah olduğunu savunuyorduk… Eğer onların teklif ettikleri fikirlerin çok küçük bir kısmını bile benimsemiş ve davranışlarımızı buna göre ayarlamış olsaydık, Türk demokrasisi herhalde bugünkü yerinde olmayacaktı995.” DP içinden kopan vekillerin Meclis içindeki tutumlarının nasıl olacağı noktasında iki görüş ortaya çıkmıştır. Bir grup yeni bir muhalif parti kurma taraftarıyken, diğer grup ise müstakil bir teşkilatlanma oluşturarak Meclis içinde kalma yolunu mantıklı görmüştür996. Başka bir parti kurma taraftarı olmayan DP eski vekilleri 10 Mayıs 1948 tarihinde Mecliste Müstakil Demokratlar Grubu’nu(MDG) oluşturmuştur. Grup adına yapılan açıklamada; grubun şimdilik başkanı olmadığı, grup katipliklerini Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Hazım Bozca’nın yapacağı belirtilmiştir. Herhangi bir partiye katılmadan DP genel kongresini bekleyeceklerini, itirazlarını kurultaya ileteceklerini eklemişlerdir997. MDG içerisine, yukarıda sayılan üç isim dışında, farklı zamanlarda 11 kişi daha katılmıştır. Bu isimler: Ali Rıza Kırsever, Ahmet Ali Çınar, Mehmet Behçet Gökçen, Fethi Erimçağ, Haydar Arslan, Mehmet Aşkar, Şahin Laçin, Ahmet Kemal Silivrili, Necati Erdem, Mithat Sakaroğlu, Ahmet Oğuz’dur998. Grup yayınladığı beyannameye uyarak DP İkinci Kongresi’ne kadar başka bir parti içerisine girmemiştir999. DP’den ayrılarak yeni bir oluşum içerisine giren bu gruba karşı DP

992 Esirci, s. 138-139. 993 Tunaya, s. 655., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 230. 994 Tuncer, 1950…, s. 210. 995 Bayar, s. 91. 996 Bölükbaşı, s. 85. 997 Tunçay vd., Ayrıca Bakınız: Tunaya, s. 655., Bozdağ, Demokrat…, s. 42. 998 Müstakil Demokratlar Grubu içerisine dahil olmuş vekiller konusunda farklı kaynaklarda farklı isimler zikredilmiştir. Bu nedenle konuyla ilgili TBMM Albümü temel kaynak olarak kabul edilmiştir: TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950), s. 445- 512., Karşılaştırmak İçin Bakınız: Tunaya, s. 656., Erer, Türkiye’de…, s. 232. 999 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 231. 185

tarafından yöneltilen ilk eleştiri, onların komünistler tarafından partiden ayrılmaya yönlendirildiği şeklinde olmuştur. Diğer bir suçlama ise partiden kopanların siyasi ihtiraslarla ve mevki sevdalarıyla dolu oldukları ve bu nedenle partiden koptukları yönünde gerçekleşmiştir1000. MDG ise kendilerine yönelen suçlamalara cevap olarak “Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler” başlıklı bir broşür yayınlamışlardır. Broşürde DP idarecilerinin iktidar ile yakınlaşmasına yapılan eleştiriler öne çıkmış ve özetle şu ifadelere yer verilmiştir; Bayar, İnönü ve Peker ile görüşmeleri sonrasında ağız değiştirmiş, Haysiyet Divanı aracılığı ile Demokrat Parti içinde bir temizlik yapılmıştır. Fuat Köprülü ise Nihat Erim ve İnönü ile yakın diyaloglar içine girmiş, bu kişiler lehinde açıklamalarda bulunmuş, Kenan Öner ve Yusuf Kemal Tengirşenk karşısında tavır almıştır. Broşür şu ifadelerle son bulmuştur: “Türkiye’deki siyasi buhranın yeniden şiddetlenmesi, Demokrat Parti kurucularının iktidar partisi başındakilerle birleşmek suretiyle muhalefet davasına ihanet etmelerinden doğmaktadır1001.” Bağımsız kalan vekillerden bir bölümü MDG adıyla bağımsız çalışırken, geri kalan kısım ise Millet Partisi kuruluşunu hazırlamıştır. 20 Temmuz 1948 tarihinde Fevzi Çakmak’ın fahri başkanlığında Millet Partisi kurulmuştur. Böylece Atatürk’ün yanında bulunan önemli üç isim üç ayrı parti içinde siyasi hayatına devam etmeye başlamıştır1002.

3.10.2. Demokrat Parti İkinci Büyük Kongresi(20-24 Haziran 1949)

Müstakil Demokratlar Grubu’nun da heyecanla beklediği DP İkinci Kongresi 20 Haziran 1949 tarihinde Ankara’da toplanmıştır. Kongre başlayınca ilk olarak ihraç edilenlerin durumu gündeme alınmıştır. Aslında konu daha kongre toplanmadan önce kamuoyunu meşgul etmeye başlamıştır. Özellikle İnönü’nün partiden ihraç işlerine müdahale ettiği yönündeki iddialar tartışma yaratmıştır. İnönü ise bu iddialara cevap vererek böyle bir girişiminin olmadığını kamuoyuyla paylaşmıştır1003. Kongre içerisinde ise ihraç karşıtı olan çok fazla delegenin varlığı dikkat çekmiştir. Bu kişiler af taraftarı olup partiyi bölünmekten kurtarmak arzusu içine girmişlerdir. Grubun isteğinin kabul edilmesinin, DP kurucularının etkinliğini azaltabileceği düşüncesi öne çıkmıştır. Konu ile ilgili hazırlanan DP komisyonu yaptığı oylamada az bir farkla ihraç olanların geri dönüşünü engellemiştir1004. Kongre Genel Kurulu da, meclis grubuna katılmama kararı alanlar ve partiden ihraç edilenlerle ilgili verilen kararları tasdik etmiştir1005. İhraç edilenlerin savunmalarının alınması dahi reddedilmiştir1006. Demokrat Parti’nin Meclisteki vekillerinden yaklaşık yarısının partiden ayrılmasına rağmen parti örgütlerinde önemli bir kopuş görülmemiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere; DP içinde yaşanan istifa ve atılmaların temelinde parti içi iktidar mücadeleleri rol oynamıştır. Partiden çıkanlar, parti kurucularının parti içindeki

1000 Bölükbaşı, s. 100. 1001Akşam Gazetesi, 16 Haziran 1949, s. 1. 1002 Öymen, s. 141-142. 1003Ayın Tarihi, 15 Haziran 1949. 1004 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 233. 1005 Tunaya, s. 657. 1006 Nutku, s. 117. 186

etkinliklerinden rahatsızlık duymuşlardır. Yani yaşanan ayrılıklar ideolojik anlamda bir bölünme olarak değerlendirilmemiştir. Kongrenin ilk gününde delegelerin Bayar’a olan desteği, parti içi muhalefetin parti üzerinde bir etkisinin kalmadığını göstermiştir. Bayar yaptığı kongre konuşmasında komünizme karşı mücadeleye devam edileceği açıklamalarında bulunmuştur. 12 Temmuz Beyannamesi konusunda gelen eleştirilere karşı ise benimsemiş olduğu ılımlı muhalefet anlayışını ortaya seren şu açıklamayı yapmıştır: “12 Temmuz Beyannamesi bize iki yol gösteriyordu: 1. İhtilal yolunu seçmek, 2. İstikrarı muhafaza ederek, zaman kaybına rağmen, neticeye ulaşmak. Biz 12 Temmuz Beyannamesi ile ikinci yolu seçtik… Biz bir ihtilal yapmak metodunu kullanmadık, vatandaşlar arasında nifak sokmak istemedik, bu memlekette vatan çocuklarını birbirine düşürmek istemedik ve bunun için 12 Temmuz Beyannamesi’ni kabul ettik…” Bayar Birinci Kongre’de kabul edilen Hürriyet Misakı’na dayanarak partinin Meclisten çekilebilme imkânı varken bunu yapmamasını ise şu şekilde izah etmiştir: “Niçin Meclisten çekilmedik? Eğer Meclisten çekilseydik, Meclis gene tek partili bir teşekkül olarak kalacak ve o vaziyette çalışacaktı. Biz buna mani olmak için Mecliste kaldık, şunu da ilave edeyim ki, eğer biz Meclisten çekilseydik, içimizden bazıları gene Mecliste kalacaklardı1007.” Kongrede partinin takip edeceği ilkeler üzerinde de durulmuş ve bazı konularda karara varılmıştır. Milletvekili adaylarının %80’ini örgüt, geriye kalanını da parti merkezinin belirlemesi, seçimlerin yargı denetimine bırakılmasının talep edilmesi1008, parti başkanının gerektiğinde kurultayı toplama yetkisine sahip olması, delegelerin sayılarının azaltılması, laiklik ilkesine ters düşmeden din hürriyetinin sağlanması, işçilere grev hakkı tanınması benimsenen ilkeler arasında yer almıştır1009.

3.10.3. Milli Husumet Andı Tartışmaları

DP İkinci Kongresi’ni önemli kılan esas gelişme ise kongre sonunda yayınlanan Milli Teminat Andı olmuştur. Daha sonra bu ant CHP tarafından Milli Husumet Andı olarak adlandırılmıştır1010. Ana Davalar Komisyonu tarafından hazırlanan bu rapor kongrede aynen kabul edilmiştir. Rapor esas olarak seçim güvencesinin sağlanmasını amaçlamıştır. Raporun CHP tarafından eleştirilmesine neden olan kısmı ise, isteklerin gerçekleşmemesi halinde vatandaşa meşru müdafaa yolunu seçmesinin tavsiye edilmiş olmasıdır. Bu sertliğin sebebi olarak da Birinci Kongre’de ilan edilen Hürriyet Misakı’nın iktidar tarafından dikkate alınmaması gösterilmiştir1011.

1007Akşam Gazetesi, 24 Haziran 1949, s. 1-2. 1008 Eroğul, Demokrat…,s. 76. 1009 Karpat, s. 346. 1010 Tunçay vd., s. 152-153. 1011 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 470. 187

CHP üyeleri ve Günaltay Hükümeti yayınlanan metni şiddetli bir şekilde eleştirmiş bu yolla vatandaş üzerinde baskı yapılmaya çalışıldığı iddia edilmiştir1012. 27 Haziran 1949 tarihinde Başbakanlık tarafından Hükümet adına yayınlanan bir beyannamede Milli Teminat Andı karşıtı düşünce daha net olarak görülmüştür. Beyannamede, bu türden bir metnin bir hukuk devletinde uygun görülemeyeceği belirtilmiştir. Andın, vatandaşı seçimler sırasında gördükleri herhangi bir durum karşısında, o durumu haksızlık olarak görmeleri halinde, bilfiil harekete geçmeye yönlendirdiği iddia edilmiştir. Bu düşüncedeki şahıslar, devletin seçimler için görevlendirdiği kişileri kendi istediği şekilde yönlendirmeye çalışabilirdi. Beyanname içerisinde toplumun parçalanmasına yol açacak davranışların doğurabileceği olumsuz neticeler ise şu şekilde ifade edilmiştir: “…Her hangi bir hareketin haksız olup olmadığı, her hangi bir kanunun Anayasaya uygun bulunup bulunmadığı hakkında her vatandaş veya her parti kendi kanaat, düşünce ve menfaatine göre karar vermeye çalışır ve bu kararını bizzat tatbike yeltenirse bundan devlet nizamı değil, ancak devleti süratle yıkıma götürecek bir anarşi doğar…1013.” Ant karşısında CHP teşkilatı içerisinden ise daha şiddetli tepkiler gelmiştir. Teşkilat, DP’nin haddini aştığını ve gerekirse bu tavırlarının iktidar tarafından cezalandırılabileceği tehdidini savurmuştur1014. Hilmi Uran hatıralarında konuyla ilgili bir değerlendirme yapmıştır. Uran’a göre andın yayınlanması parti içinde oluşan bir gerginliğin boşaltılması amacı gütmüş ve bir nevi sertlik yanlılarını susturmak amaçlı yayınlanmıştır. Uran, DP yöneticilerinin andı kabul etmek zorunda kalışlarını şu ifadelerle açıklamıştır: “…12 Temmuz Beyannamesi’nin sağladığı geçici bir sükûnetten sonra, Millet Partisi’nin danışıklı dövüş ithamları altında kalmış olmamak için parti idarecileri, partiler münasebetini yine sertleştirmişlerdi. İkinci Büyük Kongre’nin toplanmasına karar verildiğinde de işte parti yüksek idarecileri, bu ruh haleti içindeydiler ve partiler münasebeti de gittikçe artan bir sertlik temposuyla tam kıvamına gelmiş bulunuyordu. Anlaşılıyordu ki, parti idarecileri, büyük kitleyi kendilerine bağlı olarak ayakta tutabilmek için, heyecanlı ve sert kararlara muhtaçtılar1015.” CHP Hükümeti’nin ant karşısında sert tepki göstermesi sonrasında metni savunmak adına Bahadır Dülger Son Saat Gazetesi’ndeki köşesinde metnin yayınlanma sebeplerini açıklamıştır. Dülger’in savunma yazısı andın art niyet taşımadığını ispat amacı taşımıştır ve gerekçe olarak öne sürdüğü nedenler şöyledir: “Milli Husumet Andı’nın ortaya atılması sebebi şuydu: İktidar partisinin antidemokratik kanunları kaldırmamak ve yeniden aynı vasıfta kanunlar çıkartmak yolundaki temayüllerine karşı manevi bir müeyyide hazırlamak. Diğer taraftan müstakbel bir seçimde memurlarla vazifelilerin Halk Partisi lehinde neticeler almak için salahiyetlerini kötüye kullanmalarını temin maksadıyla yapılabilecek telkinlere ve bu telkinlere uyabileceklerin hareketlerine mani olmak. Üçüncü sebep ise seçimlerde salahiyetlerini kötüye kullanan, gayri kanuni hareketlerde bulunanların himaye edilmelerine ve cezadan

1012 Tunaya, s. 654. 1013Ulus Gazetesi, 28 Haziran 1949, s. 1., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 28 Haziran 1949, s. 1. 1014 BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 163.649..3. 1015 Uran, s. 404. 188

kaçırılmalarına imkân vermemek.” Dülger, bu yönleriyle yayınlanan andın vatandaşın haklarını korumaya yardım eden bir özellik taşıdığını, bu nedenle de yıkıcı, gayri meşru ve devlet otoritesini yıpratıcı olamayacağını belirtmiştir1016. Bayar da yayınlanan metnin yanlış anlaşıldığını anlattığı bir konuşma yapmış ve iktidarın konuyu çarpıttığını iddia etmiştir. Bayar partisine karşı haksız eleştirilerde bulunanlara yönelik şu ifadeleri kullanmıştır: “…Milli Husumet Andı ismini nereden çıkardılar? Kongremizde ant olarak bir şey kabul edilmiş değildir. Biraz önce okuduğumuz vesikaya, muhtevası itibariyle ant ismini vermek dahi mümkün değildir. Kötülemek istenen her hangi bir karara, bir vesikaya hiç de münasebet almayan bir isim uyduruvermek ve bu ismi, zihinlerde yer edesiye kadar bol bol tekrarladıktan sonra, sanki bu isim hakiki imiş gibi asıl vesikayı bir tarafa bırakarak, bütün hücum ve tecavüzleri bu uydurma isme isnat ettirmek şirretlikten başka nedir?1017”

3.11. CHP’nin Son Hükümeti: Şemsettin Günaltay Hükümeti (16 Ocak 1949-22 Mayıs 1950)

Hasan Saka Hükümeti’nin 16 Ocak 1949 itibariyle görevi son bulmuş ve yeni hükümeti kurma görevi Şemsettin Günaltay’a verilmiştir. Aslında İnönü, CHP Genel Başkan Yardımcısı Hilmi Uran’a teklif götürmüş ama ret cevabı almıştır. Uran İnönü’ye, Günaltay’ın hükümeti kurmasını teklif etmiştir. Günaltay, dini konularda yapılacak atılımlarda etkili olarak kullanılabilecek parti üyelerinin başında gelmektedir1018. Cüneyt Arcayürek, İnönü’nün Günaltay tercihini şu şekilde yorumlamıştır: “Günümüzün deyimiyle Şemsettin Hoca ortanın sağında bir insandı. Dürüstlüğü, üniversiteden parlamentoya gelmiş olması, ılımlı davranışlarıyla İnönü için paha biçilmez ölçüde o günler için aranan başbakanı idi. Kökende Şemsettin Günaltay, Erim’in önünde koruyucu nitelikte saygıdeğer, yaşlı bir siperdi. Henüz otuzunu aşmış bir insanı, Erim’i, İnönü hükümet başkanı yapamazdı. Parti içi dalgalanmaları hesaba katması gerekliydi. Ustaca oynanmış, kendi eğilimleri doğrultusunda bir ekibi Günaltay gibi bir hocanın şemsiyesi altında toplamıştı. Muhalefet kanadı da, Günaltay’a sevecenlikle bakıyordu doğrusu. Geçmişi temizdi1019.” Hükümet oluşturulurken Saka Hükümeti içinde bulunan genç bakanlar yeni kurulacak hükümetin içinde bulunmayı istememişlerdir. Fakat araya Uran’ın girmesi ile Saka’nın son Bakanlar Kurulunun büyük bir bölümü yeni hükümetin içerisinde yer almıştır1020.Günaltay Hükümeti’nin Bakanlar Kurulu şu isimlerden meydana gelmiştir: Başbakan: Şemsettin Günaltay(Sivas), Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Nihat Erim(Kocaeli),

1016 Bahadır Dülger, “Milli Husumet Andı Karşısında Hükümet”, Son Saat Gazetesi, 20 Temmuz 1949, s. 1. 1017Akşam Gazetesi, 10 Ağustos 1949, s. 1-2. 1018 Öymen, s. 284. 1019 Arcayürek, s. 130. 1020 Giritlioğlu, s. 222. 189

Devlet Bakanı: Nurullah Esat Sümer(Antalya)Cemil Sait Barlas(Gaziantep)(7 Haziran 1949 itibariyle), Adalet Bakanı: Fuat Sirmen (Rize), Milli Savunma Bakanı: Hüsnü Çakır(Samsun), İçişleri Bakanı: Emin Erişirgil(Zonguldak), Dışişleri Bakanı: Necmettin Sadak(Sivas), Maliye Bakanı: İsmail Rüştü Aksal(Kocaeli), Milli Eğitim Bakanı: Tahsin Banguoğlu(Bingöl), Bayındırlık Bakanı: Şevket Adalan(İzmir), Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Cemil Sait Barlas(Gaziantep)Vedat Dicleli(Diyarbakır)(7 Haziran 1949 itibariyle), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Kemali Beyazıt(Maraş), Gümrük ve Tekel Bakanı: Fazıl Şerafettin Bürge(Kocaeli), Tarım Bakanı: Cavit Oral(Seyhan), Ulaştırma Bakanı: Kemal Satır(Seyhan), Çalışma Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer( Sivas), İşletmeler Bakanı: Münir Birsel(İzmir)1021. Hükümetin programı 24 Ocak 1949 tarihine Mecliste okunmuştur. Peker ve Saka hükümetlerinde olduğu gibi Günaltay’ın programında da temel mevzu demokrasiye geçiş ve seçimlerin düzenli yapılması konusu olmuştur. Yapılacak 1950 yılı milletvekili seçimlerine güven ortamında girileceği vaatlerinde bulunulmuştur. Eleştirilen kanunların değiştirileceği ve özellikle Basın Kanunu’nda gereken düzenlemelerin yapılacağı, vatandaş şeref ve haysiyetini kıskançlıkla koruyan batı demokrasilerinin mevzuatının örnek alınacağı, siyasi hürriyetlerle ferdin her türlü hak ve emniyetinin temin edileceği ama cemiyetin temelini sarsacak ve genç demokrasiye zarar verecek cereyanlardan da yurdun korunacağı diğer teminatlar arasında yer almıştır1022. Din eğitimi ve düşünce özgürlüğü konusu da ilk defa olarak bu programda geniş yer bulmuştur. Vicdan hürriyetinin mukaddes sayıldığı, din öğretiminin ihtiyari olmasına çalışılacağı fakat laiklik prensibinden asla taviz verilmeyeceği, kanunlara muhalif düşünce ve inançlara imkân tanınmayacağı da program içerisinde kendisine yer bulmuştur1023. Sürekli olarak muhalefet tarafından dile getirilen memurların vazifelerini kanunlar çerçevesinde yapmadıkları ve halka sıkıntı çıkardıkları yönündeki şikâyetler de yeni hükümetin programında çözülmesi düşünülen konular arasında gösterilmiştir. Konuyla ilgili olarak şu ifadeler kullanılıştır: “Her derecedeki memurların kendi sorumluluğu ile beraber salahiyetini bilerek görevlerini yapmalarını ve böylece vatandaşların işlerini onlara beyhude zahmet vermeksizin görmelerini ve halkın devlet işlerinde çalışanlara karşı gönülden sevgilerini sağlamak azmindeyiz. Bunun için bir taraftan teşkilatımızı daha verimli hale sokmak üzere kanunlarımızda ve bu arada memurlar statüsünde lüzumlu gördüğümüz değişikliklerin kabulünü ve İller ve Özel İdareler Kanunları

1021Sanal, s. 161. 1022http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP18.htm 1023 Arar, s. 205. 190

tasarılarının bir an evvel müzakere ve tasvip buyrulmasını Yüksek Meclis'ten rica edeceğiz. Diğer taraftan, memurlarımızda, yukarda söylediğimiz tarzda çalışmanın itiyat haline gelmesi için devamlı dikkat göstereceğiz1024.” Programın okunmasından sonra muhalefet adına söz alan Adnan Menderes eleştirilerini sıralamıştır. Menderes ilk olarak önceki hükümeti başarısızlığa götüren süreçten bahsetmiştir. Saka Hükümeti’nin yaşanan sıkıntıları sürekli olarak kaçınılmaz gibi gösterdiğini, İkinci Dünya Savaşı ve dünyada yaşanan sıkıntılara dayandırmaya çalıştığını ve bunun ise kolaya kaçmak olduğunu belirtmiştir. Günaltay Hükümeti programında da aynı yolun takip edilmekte olduğunun görüldüğünü iddia etmiştir. Savaşın Türkiye’yi etkilediğini kabul ettiklerini ama savaşa katılmamanın yarattığı imkânlardan da hükümetlerin yanlış politikaları yüzünden yaralanılamadığını da ifade etmiştir. Saka Hükümeti’nin şartları bahane ederek yeni vergiler getirmeye çalışması ve bütçede tasarruf yapılmasının mümkün olmayacağı yönündeki iddialarına karşın, Günaltay Hükümeti programında yeni vergilere gerek duyulmadığının ve bütçede tasarrufa gidilebileceğinin belirtilmesini ise bir çelişki olarak görmüştür. Günaltay’ın programında yer alan; demokrasinin yerleşmesi için ellerinden geleni yapacakları ve Basın Kanunu’nda düzeltmeye gidecekleri, antidemokratik kanunları değiştirecekleri yönündeki vaatleri olumlu karşıladıklarını ve takip edeceklerini dile getirmiştir. Menderes ayrıca dış politika, ülke bütünlüğü ve milli müdafaa konularında hükümetle görüş ayrılığı içinde olmadıklarını belirtmiştir1025.Konuşmaların ardından Günaltay hükümetinin güven oylamasına geçilmiştir. Oylamaya 391 milletvekili katılmıştır. 349 kabul ve 42 ret oyu ile hükümet güvenoyu almıştır1026. Kısa süre görevde kalacak olan Günaltay Hükümeti görev süresi içerisinde dini hoşgörüyü en öncelikli konu olarak gündemde tutmuş, komünistler karşısında ise baskı uygulamaktan çekinmemiştir1027. Günaltay basın ile iyi geçinmeye çalışmış fakat teşkilattan gelen ihbarlara bağlı olarak DP’li olan memurların yerlerinin değiştirilmesi girişimini sıkça kullanmıştır1028. Parti içerisinde Günaltay hükümetine en büyük tepkiyi CHP milletvekili Behçet Kemal Çağlar göstermiştir. Çağlar, milleti savaşa sokmadı diye halkın kendilerine destek vermelerinin beklenmemesi gerektiğini, halkın kendilerini sevmediğini, şeflik sisteminin çöktüğünü, CHP demokrasi uygulasa dahi iktidarda kalamayacağını söyleyerek partiden istifa etmiştir1029. Hükümeti sıkıntıya sokan bir diğer gelişme ise partinin aşırıcılarından Cevdet Kerim İncedayı’nın Aydın’da yaptığı bir konuşma olmuştur. Köylüyü aşağılayan bu ifadeler parti adına büyük tepki toplamıştır. İncedayı jandarmayla tedbir alınmazsa, doğudaki halkın oylarını ya Hasso’ya ya Memo’ya vereceğini dile getirmiştir. Bu ifadeler doğu kökenli milletvekilleri başta olmak üzere muhalefet kanadından büyük tepki almıştır1030. Günaltay hükümeti DP’nin seçimleri kazanmasından sonra 22 Mayıs 1950 tarihinde görevden çekilmiş ve yerine İstanbul Milletvekili

1024http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP18.htm 1025 TBMMTD, 24 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15, s. 166-169. 1026 TBMMTD, 24 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15, s. 202. 1027 Yalçın vd., s. 544. 1028 Giritlioğlu, s. 224-225. 1029 Erer, Türkiye’de…, s. 246. 1030 Yalman, s. 1464. 191

Adnan Menderes tarafından yeni hükümet kurulmuştur1031. Günaltay hükümeti döneminin önemli gelişmeleri arasında yer alan Seçim Kanunu değişikliği ve ardından yapılan milletvekili genel seçimi konusuna detaylıca bakmak uygun olacaktır. Çünkü bu süreç, Türk demokrasi tarihi için büyük önem arz eden gelişmeler arasında yerini almıştır.

3.11.1. Günaltay Hükümeti’nin Seçim Kanunu’nda Yapmış Olduğu Düzenlemeler

Günaltay Hükümeti’nin görevi sırasında iktidar ile muhalefet arasında bir yakınlaşma olmuş, DP’nin seçim konusundaki istekleri CHP tarafından dikkate alınırken, parti başkanlığı ile devlet başkanlığının ayrılması konusu ise çözüme kavuşamamıştır1032. CHP tarafından hazırlanmış olan yeni Seçim Kanunu taslağı halka duyurulmuş ve görüşlerini bildirmeleri amacıyla DP ve MP’ye de gönderilmiştir. Fakat taslak diğer muhalif parti olan MKP’ye gönderilmemiştir. Milli Kalkınma Partisi başkanı Nuri Demirağ imzasıyla 17 Ağustos 1949 tarihinde başbakanlığa gönderilen bir yazıda; 29 Temmuz 1949 tarihinde toplanan MKP genel kongresi sırasında hükümetin MKP’ye sanki yokmuş gibi muamelede bulunduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Buna kanıt olarak ise hükümetin hazırlamış olduğu Seçim Kanunu tasarısının MKP’ye gönderilmemesi gösterilmiştir. En kısa zamanda tasarının bir nüshasının kendilerine iletilmesi istenmiştir. Fakat bu isteğe rağmen hükümetin tavrının değişmediği yine Demirağ tarafından 6 Eylül 1949 tarihinde başbakanlığa gönderilen ikinci yazıdaki ifadelerden anlaşılmaktadır. Hala MKP’ye seçim kanunu tasarısı ulaştırılmamıştır1033. CHP, 1950 yılı milletvekili seçimlerinde halkın içinde şüphe uyandırmayacak bir seçim kanunu ile girilmesini amaçlayarak giriştiği yeni Seçim Kanunu düzenleme sürecinde Yargıtay ve Danıştay’dan, üniversite hukuk fakültelerinden ve tespit edilen üç ilin barolarından seçilen bir ilim heyeti oluşturmuştur1034. Heyetin çalışmalarına yardımcı olması adına “Türkiye’de ve Yabancı Memleketlerde Seçim Mevzuatı” adlı bir Pembe Kitap hazırlanmıştır. Kitap 800 sayfadan oluşmuştur. Kitapta 1877’den 1949 yılına kadarki süreçte Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından kullanılan seçim kanunlarının yanı sıra; Belçika, İtalya, Yunanistan, Romanya, Fransa, Sovyetler Birliği, İsviçre, Cenevre Kantonu, İngiltere, Avusturya, Güney Afrika Birliği, Yeni Zelanda, Avustralya ve Çekoslovakya seçim kanunları tam metin olarak yer almıştır1035. İlim heyetine yol göstermesi için ayrıca; Adalet ve İçişleri Bakanlıkları memurlarından oluşan bir teknik heyetin yapılacak değişikliklerle ilgili hazırladığı temel metin de sunulmuştur. İlim heyeti ilk toplantısını 14 Eylül 1949 tarihinde yapmıştır1036. Heyet raporunu sunmadan önce muhalefet partilerinin Seçim Kanunu ile ilgili önerilerini değerlendirmiştir.

1031 BCA, Dosya: P, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 128.829..4. 1032 Tunçay vd., s. 153. 1033 BCA, Dosya: C7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 48.285..5. 1034 TBMMTD, 7 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 1/ 1-9., Heyetin 11 kişilik kadrosu şöyledir: Heyet Başkanı Yargıtay Birinci Başkanı Halil Özyörük, Raportör Prof. Dr. Bülent Nuri Esen, Üyeler; Süheyl Debil, Saim Bora, Ekrem Korkut, Recai Okandan, Sıddık Sami Onar (İstifa eden Hüseyin Nail Kubalı’nın yerine getirilmiştir), Cudi Özel, Hulusi Selek, Vecihi Tönük ve Faiz Yörükoğlu’dur. Tuncer, 1950…, s. 68. 1035Akşam Gazetesi, 10 Mayıs 1949, s. 2. 1036 TBMMTD, 7 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 1/ 1-9. 192

MP’nin 8 Ekim tarihinde gönderdiği öneri metninde; ilim heyetinin tarafsızlığına güvenmedikleri, seçimin iktidarın etkisinden uzak yapılması gerektiği ve ilim heyeti içerisinde yüksek yargıçların bulunmasının Anayasanın 57. maddesine ters düştüğü1037ifade edilmiş, bu şartlarda hazırlanan kanunun sorumluluğuna katılmayacakları belirtilmiştir1038. MP öncelikle 1946 seçimleri ve sonrasında yapılan seçimlerde suç işleyenlerin cezalandırılmasını istemiştir. Aksi taktirde yapılacak yeni kanunun samimiyetine inanmayacaklarını da dile getirmiştir1039. DP tarafından ilim heyetine gönderilen ve partinin Seçim Kanunu hakkındaki görüşünü içeren metinde ise kanunda bulunması gereken 6 temel şart belirtilmiş ve şu şekilde sıralanmıştır: 1. Seçime mümkün mertebe büyük vatandaş kütlesinin kolayca iştirak edebilmesi, 2. Hiçbir muamele ve karar, ferdi takdirlere bırakılmayarak; zaman, mekân, usul ve şekillerin evvelden tespit edilmesi suretiyle seçim muamelelerinde hile ve tazyik imkânlarının zorlaştırılması, 3. Seçimin idaresi, tarafsızlığından şüphe edilmeyecek organlara tevdii, 4. Bütün yolsuzlukların, hataların itimat ve emniyet veren usullerle dürüstlüğüne halkın inandığı teşekküller tarafından resen veya vatandaşların mücerret bir talebiyle düzeltilebilmesi, 5. Milli iradenin tecellisini bozanlar hakkında hiçbir tarafın izin ve icazetine mahal olmadan doğrudan doğruya vatandaşlar tarafından ceza davası açılabilmesi, 6. Reyin gizliliği hariç olmak üzere, seçim muamelelerinin başından sonuna kadar, her safhasında kayıtsız ve şartsız bir aleniyet bulunması1040. Heyet hükümetin kontrolünden bağımsız olarak çalışarak hazırladığı metni 2 Aralık 1949 tarihinde Başbakanlığa sunmuştur. Gelen tasarı hükümet tarafından bazı değişikliklere tabi tutularak ilgili komisyona gönderilmiştir1041. Kanunun çıkması sürecinin uzaması DP tarafında rahatsızlık uyandırmıştır ve parti gelişmelerin hızlandırılması için 7 Ocak 1950 tarihinde 200 delegenin katıldığı bir danışma toplantısı düzenlemiştir. Üç gün süren toplantıların ardından yayınlanan bir bildiri ile seçimler baskı altında olursa DP’nin seçimlere katılmayacağı duyurulmuştur1042. Hükümet ise tasarıya verilen son şekli, oluşturulan Meclis alt komisyonlarda görüşmüştür. DP ve CHP’nin kanuna sıcak bakmaları komisyondaki ön çalışmaların sakin geçmesini sağlamıştır1043. Meclis geçici komisyonunda 28 milletvekili yer almıştır. Bu mebuslardan 13 tanesi hiçbir itirazda bulunmadan tasarıyı kabul etmiştir. 14 milletvekili ise bazı maddelere itirazda bulunmuş ya da söz hakkının saklı olduğunu söyleyerek imza atmıştır. Fakat Artvin milletvekili Atıf Tüzün tasarının tamamını reddederek şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu

1037 1924 Anayasası’nın 57. maddesi şöyledir: “Hakimler kanunen muayyen vezaiften başka umumi ve hususi hiçbir vazife deruhte edemezler.” Suna Kili ve A. Şeref Gözübüyük, Sened-i İttifaktan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006, s. 141. 1038 Tuncer, 1950…, s. 70. 1039 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları(1950-1960), Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1998, s. 40. 1040Akşam Gazetesi, 12 Ekim 1949, s. 1-2. 1041 TBMMTD, 7 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 1/ 1-9. 1042 Eroğul, Demokrat…, s. 81. 1043 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 479. 193

kanunun henüz memleketimizde uygulamanın zamanı olmadığı kanaatindeyim, ondan dolayı muhalifim1044.” Seçim Kanunun görüşmeleri ve maddelerinin oylanmasına 7 Şubat 1950 tarihinde başlanmıştır. Kanunun 3. maddesine göre nüfusu 150 üzerine çıkmış; köy, kasaba ve şehirlerdeki her mahalle bir seçim bölgesi olarak kabul edilmiş, 150 altı nüfusu bulunan köy ve mahalleler ise en yakın seçim sandığına bağlanmıştır1045. 8 Şubat 1950 tarihinde Seçim Kanunu oylaması devam etmiştir. Kanununun 36. maddesine göre bir kimse ancak bir seçim bölgesinden aday olabilecek, aksi taktirde almış olduğu oylar geçersiz sayılacak, eğer bu şekilde seçilirse vekilliği iptal olup ikinci sıradaki aday vekil olacaktır. Fakat DP tarafından yapılan itiraz sonrasında iki yerden aday olabilecek şekilde madde yeniden düzenlenmiştir1046. 9 Şubat tarihinde görüşmeler devam etmiştir. Kabul edilen 45. maddeye göre radyolardan propaganda yapabilme süresi günlük on dakika olarak belirlenmiş ve en az beş seçim bölgesinde aday göstermemiş olan siyasi partilerin bu hükümden faydalanamayacağı belirtilmiştir. 51. maddeye göre ise propaganda için kullanılan duvar ilanlarında Türk bayrağı, dini ibareler, Arap harfleri, her türlü resim bulundurulması yasak edilmiştir. 63. madde ile il seçim kurulu, il merkezinde en yüksek dereceli yargıcın başkanlığında on üyeden meydana gelecek şekilde tespit edilmiştir. 67. maddeye göre de ilçe seçim kurulları ilçedeki en yüksek dereceli yargıcın başkanlığında 6 üyeden oluşur denilmiştir. 119. madde oy dokümanlarının saklanması ile ilgilidir ve şu şekildedir: “Hesaba katılan ve katılmayan ve itiraza uğramış olan oy pusulaları, sayım cetvelleri ve milletvekilliğine seçilme tutanakları ile diğer seçim evrakı bu tutanaklar kabul edilip katiyet kesp edinceye kadar mahalli asliye mahkemelerinde ve bulunmadığı takdirde sulh mahkemelerinde muhafaza edilir ve Yüksek Seçim Kurulu’nun veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin talebi olmadıkça hiçbir yere gönderilmez1047.” Yeni Seçim Kanunu çoğunluk sistemini devam ettirmiştir1048. Bu sistem muhalefet tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Başbakan Günaltay, Mecliste bu eleştiriye cevap vermiş ve çoğunluk sisteminin ülke bütünlüğünü sağlama amacıyla tercih edildiğini ifade eden şu cümleleri sarfetmiştir: “Arkadaşlar, nispi temsilin bazı memleketlerde ne kötü neticeler verdiğini her gün görüyor ve duyuyoruz. Böyle memleketlerde hükümetler teşekkül edemiyor, teşekkül eden hükümetler bir hafta olsun duramıyor. Hâlbuki bugünkü şartlar ve bugünkü cihan durumu kuvvetli partilere müstenit devamlı hükümetlere ihtiyaç göstermektedir. Bundan dolayıdır ki, biz nispi usulü terviç etmiş değiliz. Esasen nispi temsil usulü Türk Milletinin ruhuna aykırıdır. Disiplinli bir millet olan Türk Milleti meselelerin karşılıklı münakaşasını arzu eder. Fakat hiçbir zaman teşettüt istemez. Anarşiden nefret eder. Nispi temsil usulünün götüreceği netice anarşidir. Başka memleketlerde bu usule göre yapılan seçimlerin neticelerini tetkik ettiğimiz zaman siz de benim bu sözlerimin ne kadar isabetli olduğunu takdir etmiş olacaksınız.” Kanun tasarısı 171 madde halinde 16 Şubat 1950 tarihinde 336 kabul ve 10 ret oyuyla kabul

1044 Uran, s. 445. 1045 TBMMTD, 7 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 187-188. 1046 TBMMTD, 8 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 263. 1047 TBMMTD, 9 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 301-340. 1048 Süleyman Güngör, Muhalefette Cumhuriyet Halk Partisi, Alternatif Yayınları, Ankara 2004, s. 38-39. 194

edilmiştir1049. 1960 darbesine kadar yapılan milletvekili seçimlerinde bu kanun uygulanmıştır(1950, 1954, 1957 seçimleri)1050. Milletvekili seçimleri için Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliğe bağlantılı olarak: İdare-i Umumiyei Vilayat Kanunu’nda değişiklik yapılarak il genel meclisi üyelerinin seçimi; Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak köy muhtarı ve ihtiyar heyeti seçimi; Belediye Kanunu’nda yapılan değişikliklerle belediye seçimi; Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyeti Teşkiline Dair Kanun’da yapılan değişiklikle şehir ve kasabalarda muhtar ve ihtiyar heyeti seçimi konularında tadilat yapılmıştır. Yapılan bu değişikliklerle; Oy vermede gizlilik, sayımda alenilik ve adli teminat esaslarının bu seçimlerde de uygulanması kararlaştırılmıştır1051.

3.11.2. 14 Mayıs 1950 Tarihli Milletvekili Genel Seçimi Hazırlıkları

Seçim Kanunu’nun çıkarılmasının ardından seçimlerin tarihinin tespit edilmesine sıra gelmiştir. Meclisin görevinin son bulması ve milletvekili seçimlerine karar verilmesi yönünde CHP milletvekilleri tarafından Meclise verilen önerge 24 Mart 1950 tarihinde görüşülmüştür. Muhalefet partileri MP ve DP, seçimin Mayıs ayında değil de daha geç bir tarihte yapılması taraftarı olduklarını bildirerek önerilen tarihe karşı çıkmışlardır. Muhalefetin erteleme istemesi gerekçesi olarak ise Seçim Kanunu yeni kabul edildiğinden seçim kütüklerinin düzenli olarak çıkarılmamış olması gösterilmiştir. Diğer bir sebep ise kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayan kanunların (Matbuat Kanunu ve Memurin Muhakemat Kanunu gibi) maddelerinin düzenlenmesinden sonra seçimin yapılmasının doğru olacağı yönünde olmuştur. CHP yeni bir Seçim Kanunu’nun kabul edilerek eski kanunun kökten değişiminin sağlanması dolayısıyla yeniden seçime gitmenin gerekliliğini savunmuştur. Böylece halkın yeni kanuna göre görüşünün Meclise yansıması gerçekleşecektir. Seçimlerin dört yıldan önce yapılmasının eleştirilmesine de cevap veren CHP, seçimin tarihinin değiştirilmesinin Meclisin yetki alanı içerisinde olduğu ve bu hakkı kullanmanın mahzurunun bulunmadığını ifade etmiştir. Kütüklerdeki eksikliklerin de kanun çerçevesinde yapılacak itirazlarla düzeltilebileceği söylenerek, bunun da seçime engel olamayacağı belirtilmiştir. Muhalefet, mevsimin seçimler için uygun olmadığı ve köylünün seçimlere tarım işleri dolayısıyla katılamayacağı yönünde de itirazda bulunmuştur. CHP’li vekiller tarafından; seçim için uygun mevsimin seçilmesinin göreceli olduğu, kimi yerde Haziran ayı doğru iken kimi yerde insanların bu dönemde yaylada olduğu hatırlatılmıştır. Konuşmaların ardından seçimin yenilenmesi ve 14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılması yönündeki önerge Mecliste oylanmış, 23 hayır oyuna karşın 299 oyla kabul edilmiştir. Seçimler sonrasında Meclisin 22 Mayıs 1950 tarihinde toplanmasına karara verilmiş ve böylece 8. Dönem Meclis çalışmaları sona ermiştir1052.

1049 TBMMTD, 16 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24, s. 710-712., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 21 Şubat 1950, s. 1-14. 1050 Tuncer, 1950…, s. 79. 1051 TBMMTD, 7 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 397-443. 1052 TBMMTD, 24 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 1038-1047. 195

1950 seçimlerine giderken 11 parti faaliyetine devam etmektedir. Bu partiler; CHP, DP, MKP, MP, Sosyal Adalet Partisi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi, Türk Muhafazakâr Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi, Türkiye Yükselme Partisi, Yalnız Vatan İçin Partisi’dir1053. Bu partilerden sadece 4 tanesi seçimlere iştirak edebilmiştir(CHP, DP, MKP, MP). 1950 seçimlerine katılan CHP beyaz kâğıt üzerine altı ok olan, DP beyaz kağıt üzerine DP harfleri bulunan, MP işaret bulunmayan, MKP ise üzerinde MKP harfleri ve arı resmi olan oy pusulaları ile 1950 milletvekili seçimlerine katılmışlardır1054.

3.11.2.1. Demokrat Parti’nin Seçim Hazırlıkları

DP için seçim hazırlık süreci ciddi bir tartışmayla başlamıştır. Tartışma konusu ise; DP yöneticilerinin 22 Şubat 1950 tarihinde CHP kurmayları ile görüştüğü, DP’nin önde gelen isimlerinin CHP listelerinden aday gösterilmesi isteğinde bulunulduğu konusunda olmuştur1055. Hilmi Uran hatıralarında bu iddiayı doğrular nitelikte ifadeler kullanmış ve özetle şöyle demiştir: 1950 seçimleri öncesinde Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu ile Şubat ayı içinde görüştüm. Bu kişiler bana seçimlerde karşılıklı olarak aday listelerinde açık yerler bırakarak bir nevi kontenjan ayırmayı teklif ettiler, ardından da seçimden sonra kurulacak yeni hükümette DP’li vekillerden de bulunmasını istediler. Ben bu teklifin parti adına mı yoksa şahsi bir teklif mi olduğunu sorunca, DP’li temsilciler şahsi istekleri olduğunu belirttiler. Bunun üzerine, parti adına karar verdikten sonra gelmelerini istedim. Daha sonra benimle yeniden görüşen DP’li temsilciler parti adına aldıkları kararı ilettiler. Bu sefer ilk isteklerden daha farklı bir istekle gelmişlerdi. DP’lilerin yeni teklifinde, sadece iki partinin lideri konumundaki Celal Bayar ve İsmet İnönü için kontenjan ayrılması istenmekte ve ayrıca seçilecek kabinede DP’li vekillerin olması talep edilmekteydi. Bana göre DP’nin amacı seçimler sırasındaki kontenjan meselesi değil sadece hükümete yer alma meselesiydi. Partim ile görüştükten sonra DP tarafına isteklerini kabul etmediğimizi bildirdim1056. Uran’ın bu iddiaları Bayar tarafından yalanlanmıştır. Bayar seçimler öncesinde bir seçim hükümeti kurulması konusunda olumlu yaklaşımları olduğunu belirtmiş ve şu açıklamaları yapılmıştır: “Koalisyon kabinesi hakkında hükümetle benim aramda bir konuşma olmamıştır. Birçok defalar söylediğimiz gibi, seçim devresine münhasır olmak üzere bir koalisyon kabinesi kurulursa, yani bizden de kabineye eleman alınırsa, seçimlerin dürüst yapılacağına ve dürüst yapıldığı hakkında kanaat de o derece kuvvetli umumi olur. Şu halde böyle bir şeyin emniyet bakımından büyük faydası vardır1057.” Yine Bayar Konya’da yaptığı seçim konuşmasında da koalisyon meselesine değinmiştir. Seçimlerin dürüst yapıldığının gösterilmesi, emniyetli bir şekilde yapılabilmesi için, seçimlere kimsenin itiraz edememesi için koalisyon kurulmasının

1053 Tuncer, 1950…,s. 13. 1054 Çolak, “Türkiye’de…, s.791. (Sayfa aralığı 774-782). 1055 Aydemir, Menderes’in…, s. 144-145. 1056 Uran, s. 449. 1057Zafer Gazetesi, 18 Mart 1950, s. 1-6. 196

doğru olacağını belirtmiştir1058. İki tarafın da yaptığı açıklamalara bakılacak olursa; mevzuu ya seçim propagandasının bir parçası olarak kullanılmış veyahut iki taraf birbirini net olarak anlayamamıştır. Seçim çalışmalarının başlaması ile birlikte Menderes ile Köprülü yeni bir anlayışın benimsenmesi çabası içerisine girmiştir. Bu çaba “devr-i sabık yaratılmaması” yönünde olmuştur. Menderes konu üzerinde daha hassas şekilde durarak iktidar partisine güvence verir nitelikte açıklamalarda bulunmuştur. Konuyla ilgili açıklamalarından birinde: “Görülen odur ki, biz DP olarak iktidar da olabiliriz; kuvvetli muhalefet de… Gücümüz oldukça büyük ama CHP’nin gözünde daha da büyük! Ürküyorlar… Çünkü bize karşı çok şeyler yaptılar. Partililerimiz arasında ölenler, yaralananlar oldu. İktidar, bize yöneldiği zaman, bu baskıların ve kanunsuzlukların hesabını sormak ihtimalimiz de var. Seçim mazbatalarını tahrif etmek, TBMM’ni gayri meşru olarak işgal etmek idamlık suçlardan. Siz olsanız, böyle bir tehlikenin içine girmeye razı olur musunuz? Elinizde kuvvet varken, biraz daha direnmeyi sürdürmek çıkarınızadır. Bunu önlemenin bir tek yolu var: Kendilerine hesap sormayacağımızı açıkça ilan edelim. Diyelim ki: Devr-i sabık yaratmayacağız.” Menderesin bu görüşü DP içerisinde kabul görmüştür. Böylece CHP iktidarı yanlısı olup da çeşitli suçlar işleyenlerde bir rahatlamaya imkan sağlamıştır. DP’nin iktidara yürümesinde devr-i sabık yaratmama taahhüdü önemli bir hareket olarak kabul edilmiştir1059. DP’nin seçim beyannamesi 8 Mayıs 1950 tarihinde yayınlanmıştır. Beyannamede öncelikle CHP’nin vaatlerinin üstü kapalı ve reel olmaması yönleriyle eleştirildiği görülmüştür. Vaat edilen ekonomik kalkınmanın sağlanması için devletin gereken bütçeye sahip olmadığı vurgulanmıştır. DP’ye göre iktidar o ana kadar devam ettirdiği ekonomik politikayı aynen devam ettirmek taraftarıdır. Nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan köylü ile ilgili destek vaatleri beyannamede önemli bir yer tutmuştur. CHP ve onun bürokratik karakterinin köylü üzerinde bir baskı düzeni oluşturduğu, köylünün ise ilkel imkânlarla ve zor şartlarda üretim gerçekleştirmeye çalıştığı vurgulamıştır. Türkiye’nin amaçladığı ciddi büyümeyi dış destek ve yabancı sermaye yatırımı olmadan sağlamasının çok uzun yıllar alacağı gerçeğinin anlaşılması gerektiği, CHP iktidarının yabancı sermayeyi ürküttüğü(Varlık Vergisi uygulamasıyla) dile getirilmiştir. Dış politikada ise iktidarın izlediği yolun aynen takip edileceği, Rusya’nın tehditleri karşısında gereken duruşun sergileneceği vurgulanmıştır. Tüm halkın hiçbir ayrım gözetilmeden eşit sayılacağı, milli birliğin korunması için gereken gayretin gösterileceği ifade edilmiş ve son cümle olarak da: “Söz Milletindir” ifadesi kullanılmıştır1060. DP seçimler öncesi yapmış olduğu mitinglerde, seçim beyannamesi doğrultusunda, daha çok ekonomik vaatler üzerinde durmuştur1061. Bu manada; denk bir bütçe oluşturma ve özel teşebbüsün desteklenmesi yönünde vaatler öne çıkmıştır. Ayrıca; çiftçinin desteklenmesi, işçilere grev hakkının verilmesi,

1058Zafer Gazetesi, 27 Mart 1950, s. 1-6. 1059 Bozdağ, Menderes..., s. 90-91. 1060 Tuncer, 1950…, s. 309-315. 1061 Şenşekerci, s. 211. 197

her alandaki antidemokratik uygulamaların kaldırılması ve dini özgürlükler de diğer propaganda konuları olmuştur1062. Celal Bayar mitinglerinde partinin önemli bir gücü olarak ortaya atılmış ve vaatleriyle halkın sempatisini toplamıştır. Bayar; halkı refaha kavuşturacaklarını, yollar, köprüler, fabrikalar inşaa edeceklerini vaat etmiştir1063. İktidarın kendilerine karşı olumsuz yaklaşımlarından dolayı kendilerini savunmak zorunda kaldıkları açıklamasını da yapan Bayar, bu sözleriyle de sert muhalefet yolu izlemelerinin nedenini ifadeye çalışmıştır. İktidarın özellikle seçimlerdeki tavırları karşısında haklarını aramak istemelerinin şiddet olarak yansıtılmasının yanlış olduğunu belirten Bayar, eğer şiddet yanlısı olsalardı şimdiye kadar çoktan memleketin huzurunun bozulmuş olacağını eklemiştir. Menderes ise aynı manayı içeren konuşmalar yapmış, CHP’nin kendilerine yüklenmelerine ve şiddet taraftarı oldukları yönündeki iddialarına yanıt vermeye çalışmıştır. Ülkede en küçük eleştirinin dahi suç sayıldığı halde muhalefetin bütün suçların sorumlusu olarak gösterilmesinin ise yanlış olacağını eklemiştir1064. DP seçime hazırlanırken adaylarını da halka tanıtmıştır. 485 kişiden oluşan aday kadrosundan 388 tanesi taşra teşkilatı tarafından, sadece 97 aday merkez tarafından belirlenmiştir. Bu durum Demokrat Parti taraftarı Zafer Gazetesi tarafından bir başarı olarak gösterilmiştir. Gazeteye göre halk bu adaylara ilgiyle yaklaşmaktayken, CHP listesi halk tarafından zayıf bulunmuştur1065. DP sadece Hakkâri’den aday çıkarmamıştır1066. Partiye katılmadığı halde hizmet edeceği inancıyla bazı isimlerde DP listelerinden bağımsız olarak aday gösterilmişlerdir. Bunların arasında Ali Fuat Cebesoy,Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Sinan Tekelioğlu gibi isimler öne çıkmıştır. DP basın camiasından Cihat Baban, Selim Ragıp Emeç ve Nadir Nadi (DP listesinden bağımsız aday) gibi önemli isimleri de adayları arasına almıştır1067. Yargıtay Başkanı Halil Özyörük de adaylar arasında yer alarak muhalefete güç katmıştır1068. DP aday belirlemede uyguladığı, taşranın hâkim olması anlayışı ile CHP tarafından yıllarca devam ettirilmiş olan parti merkezi otoritesiyle aday belirleme yöntemini kullanmamıştır. Ayrıca halkın sempatisini kazanmış isimleri de vizyon isimler olarak adaylar arasına sokmuştur.

3.11.2.2. Cumhuriyet Halk Partisi ve Diğer Katılımcı Partilerin Seçim Hazırlıkları

CHP’nin seçim beyannamesi 27 Nisan 1950 tarihinde yayınlanmıştır. Parti, ‘Takdir Milletimizindir’ başlığı altında bir sunuş ve 26 madden oluşan beyannamede; köylü sorunları ve özel teşebbüse destek verilmesini öncelikli olarak vurgulama gayreti içerisine girmiştir. Köyde ilköğretimin yaygınlaştırılması, köylere radyo temini, yolların iyileştirilmesi, içme suyu temini, çiftçilik yapmak isteyen ailelere destek vaadi, tarım usul ve araçlarında modernleşme, ürün

1062 Karlı, s. 50. 1063 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 487-488. 1064 Burçak, On…, s. 44-45 1065Zafer Gazetesi, 26 Nisan 1950, s. 1-6. 1066 Tuncer, 1950…, s. 82. 1067 Öymen, s. 398. 1068 Eroğul, Demokrat…, s. 83. 198

çeşitliliğinin sağlanması, köy sağlığının korunması ve tarım sigortası konuları köylüye yönelik seçim propagandaları olmuştur. Kentlerde ise; elektrik, su ve gıda sorunlarının çözüleceği, konut sorununa çözümler aranacağı, yol yapımının ve ortaokul sayılarının artırılacağı vaatleri öne çıkmıştır. Ülkenin doğu bölgelerinin kalkınmasına da özel önem verileceği metin içerisinde yer almıştır1069. Tüm vatandaşları ilgilendiren vaatler içerisinde ise: Çok partili hayatın, kişi hak ve özgürlüklerinin korunacağı, Anayasa ve yönetim anlayışında demokrasinin gerektirdiği şekilde değişiklikler yapılacağı, Atatürk ilkelerinin Anayasadan çıkarılacağı(Bu ilkeler parti prensipleri halinde kalacaktır), laiklik konusunda gerekli hassasiyetin gösterileceği propagandaları yer almıştır1070. Devletçilik konusunda ise; devletin ağır sanayi, enerji santralleri, madenler, savunma sanayisi bayındırlık ve kamu hizmetleri ile ilgili yatırımlarda öncülük edeceği bildirilmiştir. Özel teşebbüsün teşvik edileceği, yeni iş sahalarına kavuşturulacağı belirtilmiştir1071. Ortaya konulan vaatler; kalıplaşmış CHP anlayışının, çok partili hayatın bir yansıması olarak, büyük bir değişim içerisine girdiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Propaganda sürecinde CHP en büyük koz olarak İsmet İnönü’yü kullanmıştır. O’dabu görevi layıkıyla gerçekleştirmiştir. İnönü’nün en büyük propaganda malzemesi ise seçimin kaybedilmesi halinde derhal Cumhurbaşkanlığından çekileceği yönünde olmuştur. Bu propaganda aracılığıyla; CHP seçimi kaybederse kendisi gibi önemli bir kişinin de devlet reisliğinden çekileceği tehdidini üstü kapalı halka sunmuş ve halkın oyunu almayı düşünmüştür. İnönü seçim propagandalarına Ankara’dan başlamıştır. Daha sonra ise ikinci aday gösterildiği Malatya ilinde ve ardından birçok ilde gezilerini devam ettirmiştir. Yaptığı konuşmalarda öncelikle demokrasinin yerleştirileceği, muhalefetin şiddet yanlısı olduğu ve İkinci Dünya Savaşı’na girmeme gayretlerini malzeme olarak kullanmıştır1072. İnönü’nün seçim konuşmaları içerisinde en dikkat çeken ise Atatürk ilkelerinin Anayasadan çıkarılacağına dair yapmış olduğu Kırıkkale konuşması olmuştur. İnönü Kırıkkale’de tartışmalara neden olan şu ifadeleri kullanmıştır: “Halk Partili vatandaşlarıma söyleyeyim ki, bizim inandığımız altı oklu prensiplerin Anayasadan çıkarılması tabi olacaktır. Biz, Halk Partili olarak altı oklu prensiplerimizi vatandaşlarımıza beğendirmeye çalışmakta devam edeceğiz. Bu suretle, diğer siyasi partilere karşı kendi prensiplerimizi Anayasa ile imtiyazlı bir mevkiye koymuş olmayacağız1073.” İnönü başka bir beyanatında da benzer ifadeleri yinelemiştir: “27 yıllık Anayasa ömrünü tamamladı. Çarpışan partilerden yalnız birini temsil eden altı ok prensiplerinin Anayasada varlık hakkı kalmadı. Son beş yıllık hürriyet mücadelesinin ilk kısmında bizim bazı hata ve mesuliyetlerimiz oldu… Selamete giden yolu seçmek imkanı hür vatandaşlara geçti1074.” CHP’nin varlık nedeni olarak görülen altı okun parti politikası olmaktan çıkarılacağı vaadi CHP’nin iktidarda kalmak için ortaya koymuş olduğu en büyük fedakârlık olarak dikkat çekmiştir.

1069 Güngör,Muhalefette…, s. 302-303. 1070 Giritlioğlu, s. 241. 1071 Tuncer, 1950…, s. 306., Ayrıca Bakınız: Karpat, s. 353. 1072 Burçak, On…, s. 42-44 1073Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 1950, s. 1-3., Ayrıca Bakınız: Ulus Gazetesi, 26 Mart 1950, s. 1-3. 1074 Yalman, s. 1512. 199

CHP içinde 1950 seçimlerinin kazanılması noktasında net bir inanç ortaya çıkmıştır. Partideki bu özgüven CHP’nin devleti kuran parti olmasından ve yapılan tüm reformların halk tarafından görmemezlikten gelinmeyeceğine olan inançtan kaynaklanmıştır1075. Partinin yapmış olduğu kanun değişiklikleri ve demokratikleşme adımı ile iktidarda kalabileceği düşünülmüştür. Halkın Sovyet tehditleri karşısında sıkıntılı bir dış politik süreçten geçen ülkeyi savaşın dışında tutmayı başaran bir liderden ve partiden vazgeçemeyeceği düşüncesi benimsenmiştir1076. Partinin seçimleri kazanacağına emin olduğuna bir örnek olarak İsmail Hakkı Birler’in1077 Bursa’dan CHP adayı olan Peyami Safa ile yaptığı konuşma örnek olarak gösterilebilir. İlgili konuşma Birler’in anılarında şu şekilde yer almıştır: “…Peyami Safa’ya rastladım. Bursa’dan adaylığını koymuştu. Oradan buradan konuşurken Fakülte Talebe Cemiyeti başkanı sıfatıyla bir konferans mevzuunda görüşmek için randevu istedim. ‘Yarın Bursa’ya gideceğim. Nasıl olsa yirmi gün sonra temelli Ankaralı olacağım, o zaman bol bol konuşuruz’ demişti. Bursa’ya gitti tabii ama yirmi gün sonra Ankaralı olamadı. Çünkü CHP her yerde olduğu gibi, Bursa’da da umduğunun tersini bulmuştu”. CHP’nin seçimleri kazanacağına dair inancının diğer bir örneği ise Birler tarafından şu şekilde aktarılmıştır: “Yine 1950 senesi, 14 Mayıs seçimlerine üç veya dört gün var. Ağustos’ta İstanbul’da toplanacak Dünya Gençlik Birliği Konseyi için tahsisat meselesini konuşmak üzere TMTF(Türkiye Milli Talebe Federasyonu) başkanı Can Kıraç ile birlikte, Başbakan Şemsettin Günaltay’a gitmiştik. Uzun boylu konuştuktan sonra: ‘Siz hiç merak etmeyin, şu seçim işleri bitsin ben size istediğiniz meblağı temin edeceğim, hatta icap ederse Meclisten ek ödenek için kanun bile geçiririm’ demişti. Ne partisi ekseriyeti aldı, ne de kendisi başbakan olabildi. Neticeyi o bile tahmin edememişti1078.” İnönü ise diğer partililere göre daha temkinli davranma yolunu seçmiştir. Muhalefete düşülebilme ihtimalini göz ardı etmeyen İnönü konuşmalarında, muhalefette yer alması halinde mücadeleye devam edeceğinden bahsetmiştir1079. İnönü’nün yurt gezilerine çıkarak CHP lehinde propaganda yapması ile birlikte muhalefet tarafından Cumhurbaşkanının tarafsızlığının kaybolduğu yönünde eleştiriler gelmiştir. DP taraftarı basın İnönü’yü Anayasaya uymamakla suçlamıştır1080. Adviye Fenik bir köşe yazısında; İnönü’nün Cumhurbaşkanı olarak CHP propagandasını yapmasından çok, bu propagandayı yaparken devlet imkânlarını kullanmasını eleştirmiştir. İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu için devlet tarafından kendisine tahsis edilen trenle Ege Bölgesi’ne seçim faaliyetlerine gitmesini uygun görmemiştir. Fenik ayrıca, İnönü’nün Eskişehir garında daha önceden izin alınmamasına rağmen propaganda konuşması yapmasının Seçim Kanunu’na aykırı olduğunu belirtmiştir1081.

1075 Karlı, s. 50. 1076 Burçak, Türkiye’de…, s. 19. 1077 İsmail Hakkı Birler: Türkiye Milli Talebe Federasyonu kurucularından, hukukçu, 1969-1977 yılları arasında iki dönem milletvekili, CHP-MSP Hükümeti devlet bakanı, İş Bankası yönetim kurulu başkanı ve SODEP’in kurucusudur. Şengül Kılıç Hristidis ve Ersel Ergüz, İsmail Hakkı Birler’in Anılarında CHP’li Yıllar(1946-1992), İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010, s. XIII. 1078 Hristidis ve Ergüz, s. 25-26. 1079 Güngör, Muhalefette…, s. 53. 1080 Gürkan, s. 376. 1081 Adviye Fenik, “Seçim Kanununun İhlal Edilen Maddesi”, Zafer Gazetesi, 5 Mayıs 1950, s. 1-6. 200

Seçim propaganda sürecinde Başbakan Şemsettin Günaltay ve Genel Başkan Vekili Hilmi Uran hem kendi seçim çevrelerinde konuşmalar yapmış, hem de farklı yerlerde mitingler düzenlemişlerdir. CHP adaylarının çoğunluğu ise sadece kendi bölgesinde çalışmalar yapmıştır1082. Fakat bazı adaylar yaptıkları konuşmalarla muhalefetin ciddi tepkisini toplamış ve oy alabilmek için aşırıya kaçan cümleler kullanmışlardır. Bunlardan birsi CHP Malatya Milletvekili Hikmet Fırat’tır ve Siirt’te yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır: “Halk Partisi hükümet demektir. Biz nasıl en büyük düşmanımız olan Rus’a karşı cephe alıyorsak, önümüzdeki seçimde Demokrat Partililere karşı da aynı cepheyi alacağız.”Gazetelerde yer alan bu konuşma CHP lehinde değil tamamen aleyhinde bir hava oluşturmuştur1083. Tepki toplayan diğer bir konu ise CHP’nin dini konuları propaganda aracı yapması olmuştur. Özellikle doğu bölgelerde oldukça güçlü olan şeyhlerden büyük bir bölümünün DP’yi tutmaya başlaması üzerine CHP duruma müdahale etme gerekliliği duymuştur. Konuyla ilgili ilginç bir olay Siirt’te yaşanmış, CHP tarafından bir şeyh doğrudan aday listesine alınmıştır. CHP’nin şeyhler için mürteci ve yobaz yakıştırması yaparken, bir şeyhi aday göstermesi eleştirilmiştir. Bunun üzerine CHP’liler kendi şeyhlerinin başka olduğunu, inkılâp şeyhleri olduğunu, mürteci olanların DP şeyhleri olduğunu söylemişlerdir1084. CHP’nin din konusundaki yaklaşımları sadece bu olayla sınırlı kalmamıştır. Okullarda din dersi okutulmasına izin verilmesi, Ticani Tarikatı’yla işbirliği yapılması1085, Türk büyüklerine ait ve sanat eseri taşıyan türbelerin ziyarete açılması diğer din propagandaları arasında yer almıştır. Bu girişimler de bilinen CHP geleneğine ters uygulamalar olarak parti içinde dahi eleştirilere konu olmuştur. CHP adaylarının ve parti taraftarı basının dillendirdiği diğer bir konu ise muhalefetin halkı şiddete davet ettiği ve CHP’lilere karşı da şiddet uyguladığı konusunda olmuştur. Bu şekilde bir davranış tarzının olumsuz sonuçlar doğuracağı uyarılarında bulunulmuştur. Kudret Gazetesi’nde yer alan “İhtilal Hakkımızdır” ifadesini eleştiren iktidar partisi mensupları bir afiş hazırlatmıştır. İlgili afişte şu ifadeler yer almıştır: “İhtilal hakkımızdır diyorlar. Yunanistan’da, Balkanlarda da ‘ihtilal hakkı’ istenmişti. Neticede Yunan halkı yıllarca kardeş kanı döktü. Öteki Balkan memleketleri meydanda: ‘ihtilal hakkı’ esaret getirdi. Vatandaş uyanık ol! Halkın güvenlik ve huzur içinde yaşamaktadır. Hürriyetini ancak böyle korursun. Oyunu Cumhuriyet Halk partisine ver1086(EK 12).” DP’lilerin CHP üyelerine karşı şiddet uyguladığı iddiaları azımsanamayacak sayılara ulaşmıştır. CHP merkezine gelen çok sayıda telgraf ve mektupta DP’lilerin kendilerine yönelik olumsuz tavırları ile ilgili ihbarlar yer almıştır. Bu saldırı suçlamalarından bazıları şöyledir: Seçimden hemen önce Tortum DP başkanı Sadrettin Müftüoğlu CHP hakkında hakaret içeren ifadelerde bulunduğu için mahkemeye verilmiştir. Eskişehir Çifteler Bucağı’na bağlı Abbas Halimpaşa Köyü’nden Halil İbrahim Palaz ise CHP için komünist ve kızıl suçlamasında bulunmuş ve bu şahıs da konu ile ilgili yargılanmıştır. Eskişehir Demokrat Gazetesi başyazarı Ali Rıza Ilıcalı, Keskin Köyü’nde düzenlenen DP kongresinde sarf

1082 Güngör, Muhalefette…, s. 54. 1083Son Saat Gazetesi, 28 Aralık 1949, s. 1-2. 1084 Haluk Durukal, “Doğu Anadolu’da Her İki Parti de Ateşle mi Oynuyor?”, Cumhuriyet Gazetesi, 29 Nisan 1950, s. 5. 1085 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 1159-160. 1086Milliyet Gazetesi, 6 Mayıs 1950, s. 1. 201

ettiği “25 senedir boyunduruk altında inliyoruz. Bu sefer de gözlerimizi açmaz ve iktidarı alamazsak daha 50 sene bu zındıkların boyundurukları altında inleyeceğiz” sözlerinden dolayı mahkemelik olmuştur. Yine 24 Şubat 1950 tarihinde Eskişehir’in Sivrialan ilçesinde Rıza Öztekin isimli CHP’linin altı ok parti rozeti, DP’li Saffet Yazıcıoğlu tarafından yakasından sökülerek atılmıştır 1087. CHP’nin yayın organı konumundaki Ulus Gazetesi ise CHP propagandaları için öncelikli olarak kullanılmıştır. Gazetede yer alan haberler halkın iktidar partisine oy vermesi gerekliliğini izah ederek, seçmeni ikna etmeye çalışmıştır. Peyami Safabu amaca yönelik olarak yayınladığı bir yazısında halkın CHP’ye oy vermelerini gerektiren nedenleri sıralamıştır. Bu nedenler özetle şu şekildedir: İktidarın yıkılmasını bekleyen düşmanlar sevindirilmemelidir. Milli birliği bozacak bir değişikliğe izin verilmemelidir. Savaş ihtimali olan bir dönemde tecrübeli bir parti iktidarda bırakılmalıdır. Programı tam olmayan ve elemanı yetersiz partilere iktidar bırakılmamalıdır. Yaptıkları bilinen CHP, yapacakları bilinmeyen partilere karşı tercih edilmelidir. İki partinin önde gelenlerinin kıyaslamaları iyi yapılmalı ve başta milli yiğidimiz, başarıcımız İnönü ile Bayar ve ötekiler arasındaki fark görülmelidir1088. CHP’nin seçim için göstermiş olduğu adaylar konusuna gelince; Parti öncelikle milletvekili adaylarının %70’ini yerel örgütler tarafından seçtirme gibi yeni bir uygulamaya geçmiştir. Merkez tarafından aday belirlenmesi sırasında parti adına reklam oluşturacak olan Vehbi Koç ve Nadir Nadi gibi önemli isimlere teklifler götürüldüyse de kabul görmemiştir. Aday belirleme sırasında yerel örgütlerde ve merkezde büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Örgütler tarafından aday gösterilmeyen isimler merkeze koşmuşlardır. Fakat örgütün seçmediğini merkezin seçmesi iyi karşılanmayacağı için bu kişilerin istekleri geri çevrilmiştir1089. 24 Nisan tarihinde CHP aday listesini açıklamıştır. Parti mevcut 63 ilin tamamından 487 aday çıkarmıştır1090. Eski milletvekillerinden yaklaşık %40’ı liste dışı kalmıştır. Parti toplumun her kesiminden aday göstermeye çalışmıştır1091. İnönü ve CHP’nin önde gelen isimleri güçlü olduklarını düşündükleri Ankara’dan aday olmuşlardır. Fakat İnönü memleketi Malatya’dan da aday gösterilmiştir. Bu durum Malatya’daki oyları artırmak amaçlıdır şeklinde açıklanmıştır1092. Aday gösterilmeyen ya da aday gösterilmeyeceklerini anlayan bazı partililer ise partiden istifalarını vermişlerdir. CHP ağır toplarından bir bölümü ise daha aday listesi açıklanmadan partiden istifa etmişlerdir. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Muammer Alakant, Behçet Kemal Çağlar, Fahrettin Kerim Gökay, Suat Hayri Ürgüplü,Rauf Orbay veAli Fuat Cebesoybu isimler arasında öne çıkmışlardır. Cebesoy, DP’nin kendi fikirlerine daha yakın olduğunu söyleyerek 29 Mart 1950 tarihinde bu partiye kaydolmuştur1093. Seçime katılan diğer partilerin hazırlık sürecine gelince: Millet Partisi’nin seçim beyannamesi 8 Nisan 1950 tarihinde yayınlanmıştır. Fevzi Çakmak’ı ön planda tutan ve O’nun

1087 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 459.1886..2. 1088 Peyami Safa, “Niçin mi Halk Partisi?”, Ulus Gazetesi, 8 Mayıs 1950, s. 1. 1089 Güngör, Muhalefette…, s. 42-43. 1090 Tuncer, 1950…, s. 82. 1091 Yalçın vd, s. 546. 1092 Öymen, s. 411-412. 1093 Bila, s. 135. 202

adına yayınlanan bu beyannamede; 1946 seçimleri sonrasında iktidarın baskılarının arttığı, kanunların daha da setleştirildiği iddiaları yer almıştır. MP’nin ise her alanda hürriyet taraftarı olduğu vurgulanarak iktidardan duydukları bıkkınlık dile getirilmiş, halk yararına bir parti olarak kendilerinin iktidara getirilmesi istenmiştir1094. Millet Partisi Başkanı Yusuf Hikmet Bayur ise partisinin irticai faaliyetleri desteklediği ve seçimi zedeleyecek faaliyet hazırlığı içinde bulunduğu yönündeki iddiaları reddetmiştir. 22 ilden 205 aday gösteren MP 10 Nisan günü vefat eden Fevzi Çakmak’ın eşi Fitnat Çakmak ileYusuf Hikmet Bayur ve Osman Bölükbaşı’yı İstanbul’dan aday göstermiştir1095. Seçimin diğer bir partisi olan Milli Kalkınma Partisi’nin ise 1950 milletvekili seçimlerinde 6 vilayetten katılacağı yönünde söylentiler çıkmış olsa da, parti sadece İstanbul’dan 20 aday ile seçime iştirak etmiştir1096.

3.11.3. 14 Mayıs 1950 Tarihli Milletvekili Seçimlerinin Yapılması ve Seçimin Yankıları

14 Mayıs’ta, yeni Seçim Kanunu çerçevesinde, seçimler büyük bir titizlikle yapılmıştır. Seçim sonuçları akşam saatlerinde açıklanmaya başlanınca CHP tarafında büyük bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Çankaya Köşkü’nde toplanan vekiller seçim sonuçları açıklandıkça vekilliklerinin düştüğünü öğrenmişlerdir1097. Hâlbuki partinin içine düştüğü bu durum 17 Ekim 1947 tarihinde İnönü ile görüşen Nihat Erim tarafından çok daha önceden görülmüş fakat tam manasıyla dikkate alınmamıştı. 14 Mayıs seçimlerinin sonucunu tahmin edercesine Erim İnönü’ye şu sözleri sarf etmişti: “Halk Partisi baştan aşağı yepyeni adamların eline verilmezse ister Recep Peker, ister Saraçoğlu, Hilmi Uran olsun. Bunlarla halkın sempatisini kazanamayız. Adet ekseriyeti eskilerde olduğu için biz derdimizi anlatamayacağız. Fakat eskilerle uzlaşma da yapamayacağız. Uzlaşma yaparsak onların ömrünü uzatırız. Yapmazsak kısaltırız. Önümüzdeki seçim 1950’de de olsa, daha önce de olsa Halk Partisi’nin ekseriyet kazanması çok güç ve hemen de ihtimal dışıdır. Binaenaleyh seçimi bir an önce yenileyip muhalefete geçmeliyiz. O zaman Halk Partisi iktidarda olduğu için etrafında toplananlar onu terk edecekler. Şimdiki milletvekillerinden çoğu ayıklanacak biz kalacağız. Daha sonraki seçim için partiyi biz hazırlayacağız1098.” 14 Mayıs seçimlerinin sonuçları geldikçe partililer tarafından verilen ilk tepki CHP’ye karşı haksızlık yapıldığı yönünde olmuştur ve yeni iktidarın fazla dayanamayarak altı ay içinde görevi bırakacağına olan inanç dile getirilmiştir. Hatta İnönü, DP’nin kendilerine koalisyon teklif edeceğini ama kendilerinin bunu kabul etmeyeceğini söylemiştir. Seçim sonuçları açıklandıkça ve mağlubiyet kesinleştikçe CHP binası kapılarını kapatmıştır. DP’nin Ankara’daki genel merkezinde ise büyük bir hareketlilik cereyan etmiş, gelen zafer haberleri büyük sevince neden

1094 Tuncer, 1950…, s. 316-319. 1095 Yalman, s. 1520. 1096 Çolak, “Türkiye’de…, s.791 . (Sayfa aralığı 774-782). 1097 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 489-490. 1098 Erim, s. 207. 203

olmuştur. Devlet radyosu anonslarında daha çok CHP’nin önde olduğu yerleri vermeye çalışmış ama bunu yapmakta oldukça güçlük çekmiştir. Çünkü gelen sonuçlarda DP açık ara önde yer almıştır. Bu nedenle radyo net bir sonuç verememiştir1099. 15 Mayıs 1950 tarihli Cumhuriyet Gazetesiise sonuçlarla ilgili daha net bir yaklaşım sergileyerek şu büyük başlıkları kullanmıştır: “Seçim tam bir sükûn içinde geçti, iştirak nispeti bütün tahminleri aştı. Kati neticeler bugün belli olacak, gece yarısından sonra muhtelif illerden aldığımız haberlere göre Demokratlar ilerdedir. İştirak nispeti yüzde sekseni geçiyor1100.” Zafer Gazetesi ise biraz temkinli bir ifadeyle şu manşeti kullanmıştır: “Demokrat Parti Zafer Yolunda”. Haberde DP’nin 6 ilde kesin olarak kazandığı, 25 ilde de önde gittiği okuyucularına duyurulmuştur1101. 14 Mayıs milletvekili genel seçimlerinin sayısal verileri şu şekildedir: Nüfus: 20.947.188, Kullanılan Oy: 8.953.055, Geçerli Oy: 8.051.650, Geçersiz Oy: 901.405, DP: 4.241.393(Toplam oylara göre oranı % 52,68), CHP: 3.176.561(Toplam oylara göre oranı %39,45), MP: 250.414 (Toplam oylara göre oranı %3,11), Bağımsız: 383.282(Toplam oylara göre oranı %4,76)1102, Toplam Milletvekili Sayısı: 487, DP: 408 Milletvekili(Toplam milletvekili sayısına oranı % 83.57), CHP: 69 Milletvekili(Toplam milletvekili sayısına oranı % 14.4), MP: 1 Milletvekili (Toplam milletvekili sayısına oranı % 0.20), Bağımsızlar: 9 Milletvekili (Toplam milletvekili sayısına oranı %1.831103.Elde edilen sonuçlar değerlendirilecek olursa: CHP yaklaşık %40 oya karşın milletvekillerinin sadece %14.4’ünü alabilmiştir. DP ise yaklaşık %53 oy oranıyla %83.7’ye tekabül eden milletvekilini Meclise sokmuştur. Oy oranının milletvekili oranına yansıması noktasında ortaya çıkan bu farklar çoğunluk sisteminin uygulanmasından kaynaklanmıştır. DP’nin bir milletvekili çıkarabilmesi için 10.395 oy yeterken, CHP’de 46.037 oya bir vekil, MP’de ise 250.414 oya bir vekil düşmüştür. Bu dağılım, oy miktarları dikkate alındığında adaletli bir dağılım değildir. Eğer nispi sistem kullanılmış olsaydı DP yaklaşık olarak 257, CHP 192, MP 15 ve bağımsızlar 23 vekil çıkarabilecekti. Millet Partisi sadece Kırşehir’den Osman Bölükbaşı’nı vekil olarak seçtirebilmiştir. DP ise 46 ilde tamamen kazanmış, 10 ilde ise kısmen kazanmıştır. Bu 10 il şöyledir: Bingöl(1 DP, 1 CHP), Kastamonu(9 DP, 1 CHP), Kırşehir(2 DP, 1 MP), Kütahya(9 DP, 1 CHP), Mardin(3 DP, 3 CHP), Ordu(2 DP, 6 CHP), Tokat(8 DP, 1 CHP), Trabzon(4 DP, 7 CHP), Urfa(6 DP, 1 CHP), Van(1 DP, 2 CHP). CHP’nin tamamen kazandığı il sayısı 8’dir. Bu iller: Bitlis, Erzincan, Hakkâri, Hatay, Kars, Malatya, Mardin ve Sinop’tur1104. İnönü Malatya’dan Meclise girmiştir. Son kabineden ise sadece eski Başbakan Şemseddin Günaltay Meclise girebilmiştir1105. Bağımsız olarak seçilen 9 milletvekilinden tespit ettiğimiz 6 kişi şöyledir: Ali Fuat Cebesoy(Eskişehir),

1099 Öymen, s. 416-425. 1100Cumhuriyet Gazetesi, 15 Mayıs 1950, s. 1. 1101Zafer Gazetesi, 15 Mayıs 1950, s. 1. 1102 Seçim sonuçlarıyla ilgili birçok kaynakta farklı rakamlar mevcuttur. Bu nedenle temel kaynak olarak TBMM verileri alınmıştır: http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/secim_sorgu.secimdeki_partiler?p_secim_yili=1950. Karşılaştırma yapmak için bakınız: Öymen, s. 429., Ezherli, s. 84., Tunçay vd., s. 153-154., Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 491-492. 1103 Tunçay vd., s. 153-154., Ayrıca Bakınız: Öymen, s. 429. 1104 Burçak, On…, s. 47. 1105 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 24. 204

Halide Edip Adıvar(İzmir), Hamdullah Suphi Tanrıöver(Manisa), Kemal Türkoğlu(Mardin), Nadir Nadi(Muğla), Sinan Tekelioğlu(Seyhan)1106. Seçilen milletvekillerinden birden fazla yerden seçilmiş olanlar bir şehri tercih etme durumunda kalmışlardır. Bu uygulamaya bağlı olarak: Afyonkarahisar ve Denizli’den seçilen Ali İhsan Sabis Afyonkarahisar’ı, Ankara ve Kırşehir’den seçilen Osman Şevki Çiçekdağ Ankara’yı, Aydın ve İstanbul’dan seçilen Fuat Köprülü İstanbul’u, Balıkesir ve İçel’den seçilen Refik Koraltan İçel’i, Bursa ve İstanbul’dan seçilen Celal Bayar İstanbul’u, İstanbul ve İzmir’den seçilen Halil Özyörük İzmir’i, İzmir ve Manisa’dan seçilen Refik Şevket İnceManisa’yı, Çanakkale ve Bolu’dan seçilen Fahri Belen Bolu’yu1107, Aydın ve Manisa’dan seçilen Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu Manisa’yı, Manisa ve Muğla’dan seçilen Samet Ağaoğlu Manisa’yı1108, Aydın ve İstanbul’dan seçilen Adnan Menderes İstanbul’u, Bilecik ve Kütahya’danseçilen İhsan Şerif Özgen ise Kütahya Milletvekilliğini tercih etmiştir1109. 14 Mayıs seçimlerinde DP hızlı bir şekilde serbest piyasa ekonomisine ayak uyduran ve değişimi şiddetli yaşayan bölgelerde daha fazla oy kazanmıştır. CHP ise kapitalizm gerisinde kalmış ilkel üretim bölgelerinden en çok oyu almıştır. Bu manada Doğu Anadolu ve Karadeniz illerinde CHP oyları oldukça fazladır. Böylece DP modernleşmeyi temsil eden bir görüntü ortaya koymuş ve burjuva devrimini tamamlamaya aracı olarak görülmüştür1110. Seçimin sonunda CHP’liler yenilgiyi öncelikle çoğunluk sisteminin uygulanmasına bağlamışlar ama bununla yetinmeyerek bu sistemi savunan ve seçimin yargı denetiminde olması için gayret gösteren Nihat Erim’e suç bulmuşlardır1111. Aslında CHP çok az bir oya sahip değildir. Yaklaşık %40 oranında alınmış bir oy miktarı partinin son iki yıl içinde yürüttüğü liberal ve halkı dikkate alan politikalarından kaynaklanmıştır. Fakat CHP’ye karşı oluşan muhalefetin onun iktidara gelmesine izin vermeyeceği de bir gerçektir. CHP tek parti rejiminin simgesi durumundadır ve eğer ki seçimi kazanmış olsaydı büyük devletlere bu sistemin devam ettiği izlenimi verilmiş olacaktı. Diğer yandan seçimin sonunda dünyada ilk defa totaliter bir parti seçimleri kaybederek yerini başka bir partiye devretmiştir. Bu durum kansız bir ihtilal anlamı taşımıştır. 22 Mayıs 1950 tarihinde CHP Genel Sekreterliği’nden CHP İl İdare Kurullarına gönderilen bir yazıyla CHP’nin seçimlerde aldığı mağlubiyeti kabullenişi ve ileriye dönük birlik çağrısı açıkça görülmüştür. Bu yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır; CHP’nin iktidardaki görevi seçimlerle son bulmuştur. Genel merkez yeni şartlar içinde azimle çalışmaya devam etmektedir. Bütün parti teşkilatları da İnönü etrafında toplanarak azimle mücadelelerini sürdürmektedir (EK 13). Bu yazı karşılığında idare kurulu başkanlıklarından çeşitli tarihlerde ve hemen hemen aynı içeriklere sahip cevaplar gelmiştir. Örnek olarak Bursa İl İdare Kurulu Başkanlığı tarafından gönderilmiş olan cevabi yazıya bakılacak olursa, kaybediş karşısındaki duruş özetle şu şekilde ifade edilmiştir: Seçimlerin ve iktidarın kaybedilmesi partililer arasında çözülme değil aksine

1106TBMM Albümü, Cilt 2(1950-1980), s. 539-602. 1107 TBMMTD, 26 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 15-17. 1108 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 686. 1109 TBMMTD, 15 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3, s. 235-236. 1110 Timur, s. 109., Ayrıca Bakınız: Özdemir, “Demokrasiye…, s. 893. (Sayfa aralığı 878-900). 1111 Yalman, s. 1526. 205

birlik havası yaratmıştır ve İnönü önderliği altında memleket faydasına çalışma isteği en üst seviyededir1112. Millet Partisi de seçimin hayal kırıklığı yaşayan diğer partisi olmuştur. 17 Haziran 1950 tarihinde Ankara’da düzenlenen Millet Partisi Kongresi’nde seçimlerdeki mağlubiyetin faturası taraflı haber yapan basına kesilmiştir. Kongreye katılan basın mensupları toplantıyı kaçarak terk etmek zorunda kalmıştır1113. Parti’nin tek milletvekili olarak Meclise giren Osman Bölükbaşı ise seçim mağlubiyetini değerlendirirken bahanelerinişu şekilde sıralamıştır: “MP kurulduğu zaman DP siyasette iki buçuk yılını tamamlamış ve halk tabanındaki yerini sağlamlaştırmıştı. DP’ye girmiş olan ve ne yapacağını görmek için bir sefer DP’yi denemek isteyen büyük halk kitlelerini MP saflarına çekmek kolay olmamıştır. Aynı şekilde, muhalefetin parçalanması halinde CHP’nin tek parti rejiminin süreceği endişesi de seçmenlerin DP’ye sarılmasına yol açmıştır. Bu konuda MP’nin en etkili silahı Mareşal Anadolu’yu dolaşmaya zaman bulamadan rahatsızlanmış ve seçimlerden bir ay önce hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kenan Öner de Mareşalden önce kaybedilmiştir. Öte yandan MP’nin maddi imkânlarının çok sınırlı olması, basının kendisini desteklememsi de bu sonuç da amil olmuştur. Nihayet, MP 1950 seçimlerine ‘irtica-gerici’ parti suçlamasının gölgesinde girmiş, bu dayanıksız ithamlar da halk üzerinde belirli bir psikolojik etki yapmıştır1114.” DP’nin zaferi ve tek parti rejiminin yıkılması Türkiye ve dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Samet Ağaoğlu DP’nin bu kadar kuvvetlenerek seçimleri kazanmasını çeşitli nedenlere bağlayan bir yorum getirmiş ve zaferin sebeplerini şöyle sıralamıştır: Partinin ülke genelinde teşkilatlanması ve halk tarafından benimsenmesi, parti içine sızmış olan farklı ideolojilerin partiden uzaklaştırılması, CHP’nin baskılarının halkı DP’ye yönlendirmesi, parti liderlerinin sert ve yumuşak siyaset ayrımını iyi yapmaları, yeni isimleri bünyelerine almaları, parti içindeki kavgaların Meclise yansıtılmaması, CHP karşısında bütünlük sağlanması, her kademedeki yöneticilerinin halka inmesi ve onların dertlerini dinlemesi1115. Yeni Cephe Gazetesi ise; DP’nin bu kadar büyük bir zafer beklemediğini, seçim öncesinde en fazla 150 ya da 200 milletvekili çıkarabileceği umudu içinde olduğunu belirtmiştir. Bu güvensizliğin bir sonucu olarak da nispi temsil usulünü seçimden önce şiddetle savunduklarını hatırlatmıştır. Gazeteye göre DP sadece seçimi düşünmüş, kazandığı taktirde ne yapacağını ve adaylarının belirlenmesi konularında çok titiz davranmamıştır1116. DP’nin yayın organı olarak çalışan Zafer Gazetesi’nin başyazarı ve seçimler öncesinde hapis cezası almış olan Mümtaz Faik Fenikise bir köşe yazısında, kimilerinin halkın CHP’den bıktığı için DP’ye oy verdiğini iddia etmesine karşı çıkmıştır. Eğer öyle bir şey olmuş olsaydı çok sert bir muhalefet yapan MP veya bağımsız birçok adayın kazanması gerektiğini öne sürmüştür. Halkın kendi iradesi ile bilinçli olarak ve DP programına güvenerek DP’ye oy verdiğini belirtmiştir1117.

1112 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 10.55..21. 1113 Yalman, s. 1531. 1114 Bölükbaşı, s. 125. 1115 Ağaoğlu, s. 78-80. 1116Yeni Cephe Gazetesi, 24 Haziran 1950, s.1. 1117 Mümtaz Faik Fenik, “Halk Niçin DP’yi Tercih Etti?”, Zafer Gazetesi, 19 Mayıs 1950, s. 1-4. 206

Dünya da Türkiye’deki seçimlere ilgisiz kalmamıştır. Yaşanan süreci öven yazılar yabancı basında yer almıştır. Nihat Erim hatıralarında 1950 seçimlerinin dünyadaki yansımalarını şu şekilde tasvir etmiştir: “Dünya basını Türkiye seçimlerinin neticesini hayretle karşıladı. Hayret iki bakımdan: 1. Tamamen serbest ve dürüst bir seçimin bir şark memleketinde yapılabilmiş olması. 2. Halk Partisi’nin İnönü ile birlikte kaybetmesi. Bu hayret içinde hepsi İnönü’yü alkışlamaktadır. Hakikaten İnönü hiçbir diktatörün yapmadığını, yapamadığını yaptı. 1945’ten beri en başta basını serbest bırakarak bu neticeyi hazırladı. Bu işin şerefi onundur1118.” ABDbasını ve politik arenasında sonuçlar geniş yer bulmuştur. İktidarın değişmesi ve sürecin sükûnet içerisinde geçmesi hayranlık ve takdirle karşılanmıştır. Demokrasi için bir zafer olarak gösterilen bu gelişmenin İnönü için de bir zafer olduğu yorumları yapılmıştır1119.Newyork Times’ta yayınlanan bir makalede de İnönü ve demokrasi zaferini öven şu yorum yapılmıştır: “Türkiye’deki seçimin hayret verici neticesinden yalnız Türkler değil garp demokrasileri de hakkıyla gurur duysalar da yeridir… Türkiye uzun askeri geleneğe malik bir devletti. Halk yukarıdan verilen emre alışkındı. İslam memleketi olmak itibariyle de Türkiye’de ferdi demokrasi vardıysa da yeni anlamda meşruti bir hükümete malik değildi… Seçimi kaybetmiş olmakla beraber Türkiye’ye demokrasi yolunda büyük bir adım attırmak hususunda en büyük hisse İnönü’ye aittir. Bu cepheden mütalaa edilince son seçim onun bir zaferidir…1120.” Daily Mail Gazetesi iseMustafa Kemal Atatürk’ün açtığı demokrasi yolunun, halefi İnönü tarafından tamamlandığı bildirilmiştir. Newyork Herald Trıbune Gazetesi’nde de Türkiye’nin diktatörlükten demokrasiye doğru hızla hareket ettiği, CHP ve İnönü’nün başlattığı ihtilale kendilerinin kurban olduğu yorumu yapılmıştır1121. ABD’den gelen ve övgülerle dolu bir yorum da Senator Karl Mundt tarafından yapılmıştır ve şu şekildedir: “Bu genç cumhuriyet, faal ve serbest bir seçim yapabilmek iktidarını bütün dünyaya ispat etmiştir. Amerika haricinde az yerde bulunabilen hakiki iki partili bir memleket olduğuna hepimizi inandırdı. İsmet İnönü, seçimlerin yapılabilmesini temin eden dürüst ve temiz bir Seçim Kanunu çıkarmakla kalmadı. O, aynı zamanda Türkiye’deki iki partili sistemin kurulmasında büyük rolü olan müstesna yaratılışlı bir devlet adamıdır1122.” İngiltere de seçimlere yönelik olumlu yaklaşımlarda bulunmuştur. Londra’da Dışişleri Bakanlığı sözcüsü seçimi bir diktatörlüğün devrilmesi olarak görmüş ve şöyle değerlendirmiştir: “Türkiye umumi seçimlerinin tam bir dürüstlük içinde cereyan ettiğine en büyük delil alınan neticedir. Diktatörlükle idare edilen bir memlekette muhalefetin kazanmak ihtimali olamaz1123.” İsviçre’de yayınlanan Journal De Geneve Gazetesi, Bayar’ın Kemalist geleneğin sadık bir müridi olduğunu belirtmiş, iç politika anlayışında ise bazı değişiklikler olacağını yazmıştır. DP’nin daha liberal bir anlayışta olduğunu ve istihsal vasıtalarının devletleştirilmesi konusunda daha muhalif bir anlayışa sahip olacağını belirtmiş, dış politika anlayışının ise değişmeyeceğini eklemiştir.

1118 Erim, s. 452. 1119 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1), s. 147. 1120Ulus Gazetesi, 18 Mayıs 1950, s. 1. 1121 Giritlioğlu, s. 254-255. 1122 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 105. 1123Vatan Gazetesi, 17 Mayıs 1950, s. 1. 207

Diğer bir İsviçre gazetesi olan National Zeitung ise şu yorumlarda bulunmuştur: “Seçim neticeleri yabancılar ve hatta Türkiye için büyük bir sürpriz olmuştur. 27 sene önce diktatörce ve sonra da totaliter bir rejime tabi tutulan Türkiye, bir demokrasi memleketi olduğunu ispat etmiştir. Türkiye 14 Mayıs seçimleriyle, hür milletler camiasında yer almıştır1124.” Sonuç olarak demokratik batı ülkelerinde seçim neticeleri takdir ve hayretle karşılanmıştır.

3.12. Birinci Menderes Hükümeti’nin Göreve Başlaması

DPilk bakışta ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin desteğine sahip gibi görünse de, aslında geniş halk kitlelerinin desteğiyle iktidara gelmiştir. İlk defa halk bu kadar olmak üzere siyasete katılmış ve tercihini iktidara yansıtmıştır. Politikacılar eski dokunulmaz ve ulaşılmaz konumlarını bir kenara bırakarak, halkın içine karışarak köylere kadar gidip oy toplamışlardır. Halk seçimlerin sonucu belli bir düzmece oyun olmaktan çıktığını görmüş, 1950 seçimlerinde katılım da büyük oranda artış göstermiştir. Halk iktidar üzerindeki gücünün farkına varmış, kendine olan güveni artmış, siyasal icraatların doğrudan kendilerini etkilediğini daha iyi anlamıştır. Seçimlerle sadece CHP ile DP iktidar için yer değiştirmemişler, aynı zamanda siyaset bir grubun malı olmaktan çıkarak sokaktaki vatandaşın da içine girdiği bir unsur olmuştur. Değişim Türk siyaseti için büyük bir yenilik olarak kabul edilmiş, hatta kimileri tarafından ak devrim olarak isimlendirilmiştir1125. Seçim sonuçları kesinleşince 17 Mayıs 1950 tarihinde Bayar basına verdiği teşekkür mesajında, partiye gelen tebrik mesajlarına cevap vermeye yetişmenin imkânı olmadığını, tüm vatandaşlara desteklerinden dolayı teşekkür ettiğini belirtmiştir. Muhalefete karşı kanunlara uyulacağı belirtilmiş ve şu ifadeler kullanılmıştır: “… Azlıkta kalan siyasi fikir ve kanaatlerin muhalefet kadroları içinde kendilerini kanunların kati teminatı altında hissetmeleri hususunda partimiz elden gelen hiçbir gayreti esirgemeyecektir1126.” DP yöneticileri yeni muhalefete gösterdiği ılımlı yaklaşımı iktidara derhal geçme heveslisi olmadığını dile getirerek de göstermiş ve kabinenin kurulması için İnönü’den zaman talep etmiştir1127. İnönü ise iktidarı derhal teslim etmek istemiştir. İnönü’nün bu tavrının temelinde, kimi çevrelerce ortaya atılan, O’nun asker desteğiyle iktidarı devretmeyeceği yönündeki dedikodulara bir cevap verme isteği yatmıştır. Bu fısıltıların yeni iktidar çevrelerini rahatsız etmesi de İnönü’yü huzursuz etmiştir1128. Fakat iktidarın devredilmeyeceği yönündeki kaygılar kısa süre içinde boşa çıkmış ve CHP iktidarı kavgasız bir şekilde teslim etmiştir. DP yönetimi hazırlıksız olarak iktidara gelmenin vermiş olduğu bir tedirginlikle yeni hükümetin kurulması ve cumhurbaşkanlığı konularında çelişkiler içerisinde kalmıştır. Kabineyi

1124Zafer Gazetesi, 21 Mayıs 1950, s. 1-6. 1125 Cihat Göktepe, “Menderes Dönemi(1950-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.902-903. (Sayfa aralığı 901-910) 1126 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1127 Yalman, s. 1527. 1128 Aydemir, İkinci…,Cilt III, s. 27. 208

Celal Bayar’ın kurması yönünde istekler öne çıkmıştır1129. Cumhurbaşkanı adayı konusunda ise çeşitli isimler dile getirilmiştir. Halil Özyörük, Ali Fuat Cebesoy, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Profesör Sadri Maksudi Arsal ve Profesör Nihat Reşat Belger bu isimler arasında yer almıştır1130. Seçim öncesinde Bayar’ın hükümeti kuracağı, başka bir isminde Cumhurbaşkanı olacağıyönünde konuşulmalar olmuştur. Bayar Cumhurbaşkanının hiçbir partiye mensup olmaması gerektiğini vurguladığı için, DP’nin bağımsız bir Cumhurbaşkanı seçeceği tahmin edilmiştir. DP listelerinden bağımsız aday olan Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimlerinden Ali Fuat Cebesoy partililerin bir bölümü tarafından cumhurbaşkanlığı için öne çıkarılan isim olmuştur. Fakat parti tabanından gelen istek üzerine Bayar’ın Cumhurbaşkanı olması fikri hâkim olmuştur1131. CHP içerisinde de Bayar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi yönünde bir eğilim oluşmuştur. Böylece güçlü bir siyasetçi Cumhurbaşkanı olarak pasifize edilecek ve DP daha kolay alt edilebilecektir1132. 20 Mayıs günü toplanan DP Meclis Grubu, açılacak olan Mecliste nasıl davranacaklarını belirlemeye çalışmıştır. Görüşmeler sonunda cumhurbaşkanlığı adaylığına Bayar, Meclis başkanlığı adaylığına Refik Koraltan, başkanvekilliği adaylıklarına ise Sıtkı Yırcalı ve Hulusü Köymen seçilmiştir1133. 22 Mayıs 1950 tarihinde 9. Dönem TBMM ilk toplantısını yapmıştır. Toplantı en yaşlı üye olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın başkanlığında açılmıştır. Meclis başkanlığı seçimini 385 oy ile İçel Milletvekili Refik Koraltan1134 kazanmıştır. Yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Celal Bayar oylamaya katılan 453 vekilin 387’sinin oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. İsmet İnönü ise 64 oy almıştır. Bayar ant içmek için Meclise girdiğinde daha önceden İsmet İnönü için ayağa kalkmayan DP milletvekilleri yine kalkmamışlar ama şiddetli bir alkış temposu tutmuşlardır. CHP’li vekiller ise Bayar’ın Meclise giriş ve çıkışında ayağa kalkmışlardır. Yeni Bakanlar Kurulunun seçilmesi için Bayar tarafından İstanbul Milletvekili Adnan Menderes görevlendirilmiştir1135. Menderes kabinesi aynı gün açıklanmıştır. Türkiye için çok önemli değişikliklerin yaşandığı 22 Mayıs günü Mecliste yeni bir hava ortaya çıkmıştır. O günü yorumlayan Zafer Gazetesi’nde ilginç sayılabilecek bir ayrıntı halka duyurulmuştur: “Meclisin içinde en büyük değişiklik hissediliyor. Başkanlık kürsüsü üzerinde eskiden mevcut olup, sonradan kaldırılmış bulunan “Egemenlik Ulusundur” levhası tekrar asılmış1136.”

1129 Kısakürek, Benim…, s. 140-141. 1130 Hikmet Özdemir, Ordunun Olağandışı Rolü, İz Yayıncılık, İstanbul 1994, s. 132. 1131 Öymen, s. 439-442. 1132 Özdemir, Ordunun…, s. 141. 1133 Tanyeli ve Topsakallıoğlu, s. 2. 1134 Refik Koraltan 22 Mayıs1950-27 Mayıs 1960 tarihleri arasında Meclis başkanlığı yapmıştır.Koraltan’dan önce 1945- 1950 yılları arasında görev yapan Meclis başkanları şunlardır: Mustafa Abdülhalik Renda(01-03-1935 ile 05-08-1946 arasında). Renda son Meclis başkanlığına 1 Kasım 1945 tarihinde 369 milletvekilinin tamamının oyunu alarak seçilmiştir.TBMMTD, 1 Kasım 1945, 7. Dönem, Cilt 20, s. 9., Kazım Karabekir (05-08-1946 ile 26-01-1948 arasında)Ali Fuat Cebesoy ( 30-01-1948 ile 01-11-1948 arasında)Şükrü Saraçoğlu (01-11-1948 ile 22-05-1950 arasında). TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950), s. XVII. Şükrü Saraçoğlu iki defa üst üste Meclis başkanı olmuştur. İlk olarak 1 Kasım 1948 tarihinde yapılan Meclis başkanlığı seçiminde 308 oyun 303’nü alarak Meclis başkanı olarak seçilmiştir.TBMMTD, 1 Kasım 1948, 8. Dönem, Cilt 13, s. 7. İkinci olarak ise 1 Kasım 1949 tarihinde yeni yasama yılı başında yapılan Meclis başkanlığı seçiminde 299 milletvekilinin tamamının oyunu alarak Meclis başkanı seçilmiştir.TBMMTD, 1 Kasım 1949, 8. Dönem, Cilt 21,s. 11. 1135 TBMMTD, 22 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 5-9. 1136Zafer Gazetesi, 23 Mayıs 1950, s. 4. 209

Bayar Cumhurbaşkanı seçildiği gün DP genel başkanlığından istifa etmiştir. Türkiye için yine bir ilk olarak kabul edilecek gelişme DP tarafından 23 Mayıs tarihinde yayınlanan bir bildiride ilan edilmiş, Bayar’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi üzerine parti başkanlığına, büyük kongrenin toplantı tarihine kadar, Başbakan Adnan Menderes’in vekâlet edeceği, yeni genel başkanın büyük kongre tarafından seçileceği duyurulmuştur1137. Bayar’ın bağımsız görünebilmek için DP başkanlığından istifa etmesi TBMM eski vekillerinden Adnan Adıvar tarafından çok da gerçekçi ve inandırıcı bulunmamıştır. Adıvar; Cumhurbaşkanı olacak kişinin sadece partiden istifa ederek tarafsızlığı sağlayamayacağını, bu konuda bir kanuni yaptırımın olmaması dolayısıyla seçilecek Cumhurbaşkanının daha önceden olduğu gibi hükümetin ve partinin işlerine karışabileceğini iddia etmiştir. Bu işin çözümünün ise Anayasa metninde Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlayacak şekilde yapılacak bir değişikliğe bağlı olduğunu belirtmiştir1138. Bayar’ın parti başkanlığından vazgeçmesinden başka diğer bir yenilik de resmi dairelere Cumhurbaşkanının resimlerinin asılması mevzusunda gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ardından İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olunca devlet dairelerinde resimleri asılmıştır. Bu uygulama Bayar döneminde son bulmuştur ve artık Cumhurbaşkanı değişimlerinde resim değişimi tarihe karışmıştır. Bu manada Başbakanlık tarafından yayınlanan bir genelgede: “Yeni Cumhurbaşkanı, resimlerinin devlet dairelerine asılması meselesinin bütçeye munzam ve oldukça ehemmiyetli masraflar yükleyeceği sebebiyle bu teamüle devam edilmemesi ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu sıfatıyla büyük Atatürk’ün portresinin resmi daire ve müesseselerde şimdiye kadar olduğu gibi bulundurulması arzusunu izhar etmişlerdir. Meseleyi tefekkür eden Bakanlar Kurulu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu teklif ve arzularını yerinde görerek karar altına almıştır” ifadeleri yer almıştır1139.” Kurulan Birinci DP Hükümeti programı29 Mayıs 1950 günü Menderes tarafından Mecliste okunmuştur. Program içerisinde geçmiş iktidar sıkça eleştirilmiştir. Devr-i sabık yaratmama ilkesi de program içerisindeyer almıştır. CHP iktidarının en çok ekonomik uygulamaları eleştirilmiş ve tek parti zihniyetiyle ekonomik kaynakların heba edildiği, halkın iktisadi yapı içerisindeki varlığının en asgariye indirildiği belirtilmiştir. Yeni iktidarın ekonomide rahatlama yakalayabilmek için; devlet masraflarını asgariye indireceği, üretimi artıracağı, yabancı sermaye ve tekniğinden faydalanılacağı, planlı bir ekonomi politikası izleneceği belirtilmiştir. Programın diğer önemli tarafını ise devletçilik ilkesinde gerçekleştirilmesi planlanan yumuşama konusu oluşturmuştur. Bu manada programda şu ifadeler yer almıştır: “Bundan böyle amme karakterini haiz olmayan sahalarda işletmeciliğe geçmeyeceğimiz gibi muhtelif sebepler altında kurulmuş olan işletmeleri, amme hizmeti gören ve ana sanayiye taalluk edenler hariç, muayyen bir plan dahilinde elverişli şartlarla peyderpey hususi teşebbüse devretmeye çalışacağız. Devlet iktisâdi teşekkül ve teşebbüslerinin iktisâdi bünye üzerinde teşkil etmekte oldukları ağırlığı hafifletebilmek için idare ve murakabelerini de daha sağlam esaslara bağlamak

1137Zafer Gazetesi, 23 Mayıs 1950, s. 1. 1138 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşkanı Seçimleri, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007, s. 135. 1139Zafer Gazetesi, 10 Haziran 1950, s. 1, Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 13 Haziran 1950, s. 1., 210

ve fuzuli görülen teşkilâtı lağvetmek kararındayız.” Partinin iktidara gelmesinde önemli bir potansiyel oluşturan köy nüfusu ve tarım sektörü de program içerisinde önemli bir yere konulmuştur. Nüfusun büyük bir bölümünün ziraatla meşgul olması dolayısıylabu alanda yapılacak yatırımların ülke kalkınmasının temelini oluşturacağı belirtilmiştir. Ziraat alanında yapılması planlanan işler arasında ise; çiftçiye yeteri derecede kredi verilmesi, ziraat alet ve vasıtalarının sağlanması, hastalık ve haşerelerle mücadele, iyi tohum temini, sulama işlerine hız verilmesi, çiftçiyi topraklandırma konusunun titizlikle sürdürülmesi gösterilmiştir1140. Eğitim konusu da yeni iktidar için önemli bir değer teşkil etmiştir. Özellikle ahlak gelişimi ve milli değerler konusu program içerisinde vurgulanmıştır. Ahlakın ve manevi duyguların geliştirilmesinin önemine dikkat çekilmiştir. Gençliğin milli karakterine ve ananelerine göre manevi ve insani kıymetlerle donatılması zorunluluğu, bu amaçla da köhneleşmiş olan eğitim sisteminin baştan sona değiştirilmesi gerekliliği dile getirilmiştir1141. Programda yer alan ve daha sonraları CHP tarafından büyük eleştirilere yol açacak diğer bir konu ise; Cumhuriyet rejiminin tutan ve halk tarafından benimsenen inkılâplarına sahip çıkılırken, tutmayan ve benimsenmeyen inkılâpların terk edileceği tavrı olmuştur1142. Bu değişim sürecinde Anayasa konusunda tadilat yapılacağı, geçmişin izlerinin her alanda olduğu gibi kanunlar içerisinden de silinmek istendiği açıkça vurgulanmış ve şu ifadelere yer verilmiştir: “Demokratik inkılâbımızın bugüne kadar elde edilmiş neticelerini mahfuz tutmakla kalmayıp, Anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerine ve millet iradesine dayanan istikrarlı bir devlet nizamını teminat altında bulunduracak esaslı tadiller hazırlayıp huzurunuza arz etmek kararındayız. Bunun sebebi, bugünkü Anayasanın kuvvetler birliği esasına dayanması ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kâfi teminat altında bulunduracak müeyyidelerden mahrum olmak itibariyle millet hâkimiyeti yerine tek parti hâkimiyetinin kurulmasına mani olamamış bulunmasıdır. Bununla muvazi olarak kanunlarımızda itiyatlarımızda ve telâkkilerimizde tek parti devrinden arta kalan ne varsa tam olarak tasfiye edeceğiz1143.” Programda, devrik iktidarın politikalarının devamı niteliğinde olmak üzere; zararlı olduğu kanaatinde bulunulan her türlü yapılanmaya karşı mücadelenin devam edeceği yönünde açıklamalar da yer almıştır. İrtica, ırkçılık ve solcu akımlar bahis geçen yıkıcı akımlar olarak sayılmıştır. Özellikle solculuk konusunda kesin bir tavır kendini göstermiştir1144. Eski iktidarın geleneğinin devam ettirileceği diğer bir yaklaşım ise dış politika alanında olmuştur. Parti dış politikada devamlığın esasına olan inancını ve bu konuda partizanlık yapmayacağını programda dile getirmiştir1145. Başta Birleşmiş Milletler Teşkilatı olmak üzere; ABD, İngiltere ve Fransa ile yakın diyalogun sürdürüleceği, barışçı bir politika takip edileceği belirtilmiş, ayrıca yakın komşularla iyi ilişkiler kurulmaya çalışılacağı, bu girişimlerin ise dünya barışı için önemli olduğu vurgulanmıştır. Din mevzusu ise üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olmuştur. Din

1140Resmi Gazete, 3 Haziran 1950, s. 1-6. 1141 Arar, s. 221-222. 1142 Cem, s. 386. 1143http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP19.htm 1144 Kısakürek, Benim…, s. 146-147. 1145 Akşin, s. 28. 211

konusuyla ilgili olarak halkın beklentilerini karşılayan şu ifadeler kullanılmıştır: “…İrticai tahrike asla müsaade etmemekle beraber din ve vicdan hürriyetlerinin icaplarına riayet edeceğiz. Hakiki laikliğin manasını biz böyle anlamaktayız. Programımızda da sarahaten ifade edildiği gibi, hakiki laikliği dinin devlet siyasetiyle hiçbir ilgisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması şeklinde anıyoruz. Bu itibarla gerek din dersleri meselesinde gerekse din adamlarını yetiştirecek yüksek müesseselerin faaliyete geçmesi hususunda icap eden tedbirleri süratle ittihaz etmek kararındayız1146.” DP programı okunduktan sonra muhalif milletvekilleri, metnin kendilerine yeni verildiğini söyleyerek, incelemeleri ve düşüncelerini daha gerçekçi ifade edebilmeleri için oylamanın sonraki toplantıya bırakılmasını talep etmiştir. Bu talep iktidar tarafından da uygun görülmüştür1147.Bu ılımlı başlangıca rağmen programda; 27 yıllık Türkiye Cumhuriyeti geçmişini yok sayması, seçim zaferinin en büyük ihtilal olarak gösterilmesi, Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun yaptıklarından tek kelimeyle dahi söz edilmemesi Mecliste umulan iktidar-muhalefet iyi ilişkileri konusunda şüpheler oluşmasına neden olmuştur1148. Çok sayıda kişi ise parti programını olumlu karşılamıştır. Bu isimlerden birisi Bağımsız Milletvekili Sinan Tekelioğlu olmuş ve programla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Bugünkü Meclis dokuzuncu değil, Birinci Büyük Millet Meclisidir. Şimdiki Reisicumhur da üçüncü değil, birinci Reisicumhurdur1149. Mümtaz Faik Fenik de köşesinde hükümetin programını oldukça değerli bulduğunu ifade etmiş ve halkın refahının artırılması için gereken her ayrıntının programda düşünüldüğünü belirtmiştir1150. DP Hükümeti Programı 31 Mayıs 1950 tarihinde yeniden görüşülmeye başlanmıştır. Oturumda CHP adına hükümet programını eleştirmek için kürsüye gelen Trabzon Milletvekili Faik Ahmet Barutçu ilk olarak Menderes’in “milli iradenin ilk defa tam ve serbest tecellisi ile oluşan Meclis” ifadesini eleştirmiş ve 23 Nisan 1920 tarihinden beri halk iradesinin Meclise yansıdığını, sadece bir gelişim sürecinden bahsedilebileceğini söylemiştir. CHP hükümetinin girişimleri sayesinde iktidarın değişebilmesine imkân hazırlandığını hatırlatan Barutçu, programda yer alan, seçimlerle normal bir devrin başladığı iddiasına da cevap vermiş ve Cumhuriyetin ilanı ile ülkede normal dönemin başladığını ifade etmiştir. Programın çoğunlukla bir muhalefet partisi gibi eski iktidarı eleştirmekle dolu olduğunu söylemiştir. Bir milleti kurutuluşa götüren ve birçok yeniliğin yapıldığı, dünyanın takdirine şayan olan bir dönemin şiddetle eleştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı da konuşmasına eklemiştir1151. Milet Partisi adına hükümet programı hakkında konuşan Osman Bölükbaşı ise hükümetin devr-i sabık yaratmayacağız düşüncesini eleştirerek, geçmişte yaşanan haksızlıkların üzerine sünger

1146http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP19.htm 1147 Recep Peker Hükümeti programı okunduğu sırada aynı istekte bulunan DP’liler ret cevabı almışlardı. Ardından Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay hükümetlerinin kuruluşu sırasında bu durumda yumuşama görülmüş ve DP’nin müsaade isteği olumlu karşılanmıştı. Şimdi ise CHP’nin isteği DP tarafından kabul edilerek demokratik hayata iyi bir başlangıç yapılmak istenmiştir.TBMMTD, 29 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 32., Ayrıca Bakınız: Tanyeli ve Topsakallıoğlu, s. 3. 1148 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 29. 1149 Burçak, On…, s. 53. 1150 Mümtaz Faik Fenik, “ Kabinenin Programı”, Zafer Gazetesi, 30 Mayıs 1950, s. 1. 1151 TBMMTD, 31 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 43-44. 212

çekilmesine karşı olduklarını belirtmiştir. Adalet çerçevesinde geçmişin hesabının sorulmasını, aksi taktirde halkın yeni iktidara olan güveninin devamlı olamayacağını iddia etmiştir1152. Hükümet programı görüşmeleri 2 Haziran tarihinde devam etmiştir. Başta Menderes olmak üzere kürsüye gelen her DP vekili CHP’ye yüklenmiştir. Menderes CHP’lileri kızdıran bir konuşma yapmış ve bu konuşması içinde şu ifadeleri kullanmıştır: “Anlaşılıyor ki, Cumhuriyet Halk Partisi olan bitenin laikiyle farkında değildir ve hadiseyi alelade bir hükümet değişikliğinden ibaret sanmaktadır. Hâlbuki 14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette büyük bir inkılâbın en mühim merhalesi açılmıştır. Tarihimizde ilk defa olarak millet iradesiyle iktidara gelen bir partinin ilk hükümetinin birinci vazifesi, şüphe yok ki, kapanmak üzere bulunan devrin kısa bir muhasebesini yaparak memleket işlerinin ne halde devir ve teslim alınmakta olduğunu umumi efkâra açıklamaktır.” Konuşmaların ardından CHP vekilleri son sözün kendilerine bırakılması istekleri reddedilince Meclisi terk etmişlerdir1153. CHP’li vekillerin Menderes’in konuşması ve ardından kendilerine söz hakkı verilmemesi üzerine Meclisi terk etmesi konusunda Adnan Menderes 3 Haziran 1950 tarihinde gazetecilere verdiği beyanatta şu ifadeleri kullanmıştır: “… Halk Partisi meclis grubunun bu münasebetle yayınladığı beyannamede kendilerine karşı tecavüzde bulunduğum şeklinde yapılan isnada cevap vermek isterim. Tecavüz kelimesinin manası malumdur. Hükümet adına yaptığım konuşmanın zabıtları da eldedir. Bu zabıtları tetkik eden herkes, ortada iddia edildiği gibi tecavüz teşkil edecek hiçbir şey göremez. Demokrat Parti muhalefette olduğu zaman meclis grubumuzun uğradığı tecavüzleri hatırlatmakta ise şimdilik bir fayda görmüyorum1154.” İnönü daha sonra toplanacak olan 8. CHP kongresinde(29 Haziran-3 Temmuz 1950) iktidarın bu tavrını şiddetle eleştirmiş ve hükümetin yapacağı işlerden çok seçim propagandası içerikli bir program açıkladığını, CHP’lilerin kendilerini savunmasına ise tahammüllerinin olmadığının anlaşılmış bulunduğunu belirtmiştir1155. DP Hükümet Programı ve kabine muhalefet olmadan oylanmış, oylamaya katılan 282 vekilin tamamının oyunu alarak kabul edilmiştir1156.Birinci Menderes Hükümeti’nin (22 Mayıs 1950-9 Mart 1951) Bakanlar Kurulu şu isimlerden oluşmuştur: Başbakan: Adnan Menderes(İstanbul), Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Samet Ağaoğlu(Manisa)(5 Haziran 1950 itibariyle), Devlet Bakanı: Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu(Manisa), Adalet Bakanı: Halil Özyörük(İzmir), Milli Savunma Bakanı: Refik Şevket İnce (Manisa), İçişleri Bakanı: Ruknettin Nasuhoğlu(Edirne), Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü(İstanbul), Maliye Bakanı: Halil Ayan(Bursa)-Hasan Polatkan(Eskişehir)(14 Aralık 1950 itibariyle), Milli Eğitim Bakanı: Avni Başman(İzmir)-Tevfik İleri(Samsun)(11 Ağustos 1950 itibariyle),

1152 TBMMTD, 31 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 56. 1153 TBMMTD, 2 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1,s. 133. 1154 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1155 Tunaya, s. 600. 1156 TBMMTD, 2 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1,s. 143., 213

Bayındırlık Bakanı: Fahri Belen(Bolu)-Kemal Zeytinoğlu(Eskişehir)(22 Aralık 1950 itibariyle), Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Zühtü Velibeşe(İzmir), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Nihat Reşat Belger(İstanbul), Gümrük ve Tekel Bakanı: Nuri Özsan(Muğla), Tarım Bakanı: Nihat İyriboz(Çanakkale), Ulaştırma Bakanı: Tevfik İleri(Samsun)-Seyfi Kurtbek(Ankara)(11 Ağustos 1950itibariyle), Çalışma Bakanı: Hasan Polatkan(Eskişehir)-Hulusi Köymen(Bursa)(22 Aralık 1950 itibariyle), İşletmeler Bakanı: Muhlis Ete(Ankara)1157(EK 14). Demokrat Parti’nin hükümet kadrosu yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul görmüştür. Öyle ki Cumhuriyetin kurulmasından beri hükümet içine ya Milli Mücadele önderleri ya da mücadele sırasında öne çıkan siyaset adamları girebilmişlerdir. Adnan Menderes’in başbakan olması bu manada bir örnek teşkil etmiştir. Hükümetin diğer üyeleri de genelde geldikleri bu makamlara ani bir sıçrayışla gelmişlerdir. Örneğin Samet Ağaoğlu başbakan yardımcılığı öncesinde kendi halinde bir avukat olarak çalışmaktadır1158. Hükümetin belirlenmesi sürecinde küçük sorunlar da yaşanmıştır. Cumhurbaşkanlığı için ismi geçen Ali Fuat Cebesoy bu göreve ulaşamayınca Milli Savunma Bakanlığı’na kaydırılmak istenmiş ama kabul etmemiştir. Fuat Köprülü de başbakanlığa Menderes’in getirilmesi ve kendisinin Dışişleri Bakanlığı’nda bırakılmasına kırılmıştır1159. Korgeneral olarak emekli olan Fahri Belen’in Savunma Bakanı olarak kendinden üst rütbedeki askerlere emir vermesi askeri çevrelerce uygun görülmemiş ve yerine sivil kökenli Refik Şevket İnce seçilmiştir1160.Daha önceden parti başkanının genel kongrede seçileceği açıklanmasına rağmen DP Genel İdare Kurulu 9 Haziran 1950 tarihinde toplanarak, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı olması dolayısıyla boş kalan parti başkanlığına Adnan Menderes’i seçmiştir1161. Böylece parti başkanlığı ile başbakanlık aynı kişinin eline geçmiş ve siyasal güç tek elde toplanmış, hükümetin daha güçlü olmasına zemin hazırlanmıştır1162.

3.12.1. Birinci Menderes Hükümeti’nin 1950 Yılındaki Faaliyetleri

Demokrat Parti tarafından kurulmuş olan Birinci Menderes Hükümeti’nin 1950 yılı içerisindeki faaliyetleri tek parti döneminden gelen anlayışın değiştirilmesi adına önemli icraatlara sahne olmuştur. Bu manada önem arzeden din eğitimi adına sağlanan imkânlar, ibadet konusunda halkın isteklerinin dikkate alınması, Kore Savaşı’na asker gönderilmesi, liberal ekonomi yaklaşımları, NATO’ya dahil olma çabaları konuları ilgili başlıklar altında diğer bölümlerde incelenecektir. Bu bölümde ise yukarıda zikredilen başlıklar dışında kalan icraatlar

1157Resmi Gazete, 23 Mayıs 1950, s. 2., Ayrıca Bakınız: Sanal, s. 162. 1158 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 31. 1159 Yalman, s. 1528-1529. 1160 Öymen, s. 450-452. 1161Zafer Gazetesi, 10 Haziran 1950, s. 1. 1162 Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Bilgi Yayınevi, Ankara 1976, s. 71. 214

değerlendirilecek, ayrıca iktidarın yeni sahibinin kendi içinde yaşadığı sorunlar ve halkın iktidara yaklaşımından bahsedilecektir. 2 Haziran günü güvenoyu alan Menderes Hükümeti öncelikli olarak halkın ekonomik anlamda bir ferahlama içerisine girmesi için temel önlemler alma yoluna gitmiştir. Ekonomik icraatlar içerisinde ilk olarak şeker ve sigara fiyatlarında indirime gidildiği görülmüştür. Savaş sırasında yüksek vergiyle satılan bu ürünlerde yapılması planlanan indirimler DP seçim propagandaları arasında yer almıştı. Fakat şekerdeki indirim %15 ile sınırlı tutulmuş, bu durum ise çok fazla indirim yapılmasının hazine gelirlerini olumsuz etkileyebileceği bahanesiyle açıklanmıştır. Sigarada da aynı gerekçelerle yapılan indirim sınırlı seviyelerde kalmıştır1163. Ekonomik anlamda yapılan diğer girişimler ise daha çok tasarrufa yönelik olmuştur. Türkiye’de bastırılan kâğıt ve madeni paralar, pullar, devlet tahvilleri, banka çekleri ve sair evraklar üzerine konulan resimler Cumhurbaşkanına ait olmaktaydı. Bu yolla yapılacak harcamanın ülke ekonomisi için doğurduğu külfetten kurtulmak için yeni bir kanun kabul edilmiştir. Kabul edilen kanunda şu ifadeler yer almıştır: “Yeniden bastırılacak kâğıt ve madeni paralar ile tahvil, çek, pul ve sair bilumum evrak üzerine yalnız Cumhuriyetin banisi olan Atatürk’ün resmiyle beraber milli ve tarihi mefahire ait sembolik resimlerle tezyin edilecektir1164.” Diğer bir tasarruf hareketi ise, tek parti döneminin kalıntılarından olan demiryolu taşımacılığında milletvekilleri için ayrılan kompartımanların kaldırılması olmuştur. Artık vekiller sadece seyahat edecekleri zaman numaralandırılmış olan vagonlardan istediklerini ayırttırabileceklerdir1165. DP’nin parti programında ve hükümet programında yer alan devr-i sabık yaratmayacağız vaadi ise tam manasıyla uygulanmamış ve geçmişin yaşanmışlıkları yeniden gündeme getirilmiştir. Dev-i sabık kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için kökenine bakmakta yarar olacaktır. Öyle ki; İkinci Abdülhamit’in hüküm sürdüğü 33 yıllık döneme “devr-i sabık” ismi verilmiş ve Meşrutiyet ilan edildikten sonra Abdülhamit döneminde görev almış asker, memur ve bürokratların önemli bir kısmı tasfiye edilmiştir. Görevden el çektirmenin yanı sıra, rütbe düşürme ve sürgüne gönderme cezaları da uygulanmıştır. İşte bu uygulama DP iktidarının ilk döneminde belli oranlarda hayata geçirilmiştir. Muhalefet bu uygulamaları şiddetle eleştirmiş ama iktidara göre bu uygulama yönetimin sağlıklı çalışabilmesi için gereklilik olarak gösterilmiştir1166 Menderes Hükümeti öncelikle devr-i sabık yaratma suçlamalarına temel oluşturacak şekilde ordu içerisinde bir tasfiye harekâtına girişmiştir. Tezimizin askeri yapı ile ilgili bölümünde daha detaylı olarak değinilecek olan bu tasfiye harekâtı sürecinde birçok üst düzey asker emekliye ayrılmak zorunda bırakılmış ya da görev yeri değiştirilmiştir. Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı, Birinci Ordu Komutanı, İkinci Ordu Komutanı, Üçüncü Ordu Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve çok sayıda general ile

1163 Öymen, s. 468-469. 1164 TBMMTD, 8 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3, Ekler Bölümü s. 3/1-2. 1165Akşam Gazetesi, 2 Kasım 1948, s. 2. 1166Cumhuriyet Gazetesi, 23 Ağustos 1950, s. 1. 215

albay birkaç ay içinde görevlerini kaybetmişlerdir1167. Menderes Hükümeti 27 yıldır CHP denetimindeki ordu karşısındaki çekincesini bu yolla gidermeye çalışmıştır. Fakat on yıl sonra iktidardan devrilmesi sırasında DP ordu ile gerçek manada, ilk ve son kez karşı karşıya gelecek, bu karşılaşma da zaten DP iktidarının sonu olacaktır. DP teşkilatı içerisinde, orduda yapılan tasfiyenin ardından, CHP’nin bürokrasi içinden de silinmesi isteği dillendirilmiş, aksi taktirde DP’nin halka verdiği sözde durmadığı yönünde suçlamaların olacağı söylenmiştir. DP yönetimi tüm CHP’lilerin görevlerinden alınmasının devlet yönetimini felce uğratacağını bildiği için sadece CHP’li olarak çok fazla öne çıkmış devlet kademelerindeki kişileri temizlemenin ötesine gitmemiştir. Fakat bu girişim DP içindeki muhalif kanat tarafından yeterli bulunmamış, kimilerine göre ise parti üst kademesi seçimler öncesi verdiği sözleri tutmayarak kendilerine ihanet etmiştir1168. Bürokratik tasfiyeler konusunda valilerin yer değiştirilmesi önemli bir gündem oluşturmuştur. Yerel yöneticiler içinden çıkarak Meclise gelen vekiller muhalefet yıllarında kendilerine göz açtırmayan, CHP’nin adamı gibi davranan valilerin yerlerinden alınmasını istemişlerdir. Bazı valiler ise iktidar değişimi sonrasında kendileri istifa etmişlerdir. Cumhuriyet tarihinde ilk defa çok kapsamlı bir idari değişik yapılmıştır. Çünkü iktidar ilk defa CHP dışında bir partiye geçmiştir1169. İlk etapta 9 ilin valisi kararname ile emekliye ayrılmıştır. Bu kişilere yönelik yapılan suçlama partizan olmaları yönünde olmuştur1170. Bu dokuz il şöyledir: Samsun, Kastamonu, Ordu, Seyhan, Bilecik, Çankırı, Balıkesir, Afyon ve Konya1171. 14 Haziran tarihinde basına yansıdığı şekliyle valilerin ikinci dalga atama, görevden alma ve yer değiştirme haberleri verilmiştir1172. İktidarın üst kademelerdeki değişiklik yapma girişimleri sürecinde DP merkezine vali ve bürokratlar hakkında birçok şikâyet gelmiş ve şikâyet edilen bu kimselerin de görevden alınası istenmiştir. Bu tür girişimlere bir örnek teşkil etmesi adına Adnan Menderes’e gönderilen bir mektup dikkat çekmektedir. İsimsiz olan bu mektupta çok sayıda devlet görevlisinin ismi verilmiş ve o kişilerle ilgili olarak bazı tespitler yapılmıştır. Bahsi geçen kişiler konusunda iktidarın uygun olan muameleyi yapması talep edilmiştir. Mektupta şikâyet edilen bazı şahıslar ve haklarındaki iddialar şu şekildedir: “Sinop Valisi Fazıl Kaftanoğlu: 1946 seçimlerinde DP’ye karşı sıkıntı çıkaran bu şahıs aynı zamanda Şükrü Sökmensüer’in bendesi(kölesi) durumundadır, Nihat Erim’le hala mektuplaşmaktadır. İçişleri Teftiş Başkanı Osman Nuri Tekeli: 1950 seçimlerinde Isparta’dan CHP milletvekili adayı olmak istemiş ama aday olamamıştır. Bulunduğu valiliklerde hırsızlığı ile meşhurdur. İçişleri Müsteşarı Osman Şahinbaş: Halk Partisi elemanı olup, on para değerinde olmayan bir Halk Partisi müsteşarı olarak bilinmektedir. İçel Valisi Şakir Cenalp: CHP’li olup DP’lileri jurnalleyen, zayıf karakterde birisidir. Muğla Valisi Dilaver Ergun: Düpedüz hırsız ve dolandırıcılığı ile meşhur, karakteri zayıf bir şahıstır. Seyhan Valisi Ahmet Kınık: İnönü’ye çok yakın bir şahıstır. Malatya valisi iken İnönü’nün heykelini

1167 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 47-48. 1168 Ahmad, Demokrasi…, s. 113. 1169 Öymen, s. 480. 1170 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 41. 1171Zafer Gazetesi, 11 Haziran 1950, s. 1. 1172Zafer Gazetesi, 14 Haziran 1950, s. 1. 216

yaptırmak için belediyeleri soyup soğana çevirmiştir. Etliye sütlüye karışmayan bu şahıstan DP yöneticileri ne beklemektedir? İçişleri Bakanlığı Müsteşar Muavinleri Abdülkadir ve Nebil Beyler: CHP üyesi olup tehlikeli kişilerdir. İzmir Valisi Sabri Adal: İnönü’ye yakın ve hala CHP için çalışan bir şahıstır. Valilikleri görevi sırasında hiçbir eseri olmayan, yaptığı işlerin en basitini dahi anlayamayan bir kişinin İzmir gibi bir şehirde vali olması demokratları hayret içinde bırakmaktadır. 1946 seçimlerinde Ankara vali vekili iken seçimlerde sahtekârlık yaparak CHP’nin kazanmasına yardım etmiştir. Aydın Valisi Arif Ataker: Bulunduğu vazifelerde hırsızlığı ve ırz düşmanlığı ile tanınmış, bir kaçakçılık olayından dolayı 5 ay mahkûmiyet yemiş bir şahıstır.”Mektubun sonuna doğru şu ifadeler yer almıştır: “İşte sayın ve enerjik Başbakanımız. Biz Demokratlar zatı devletlerine ve Ege mıntıkası namına ve hatta bütün memleket namına arz ediyoruz. Yazdıklarımızı etrafan tetkik ve tahkik ederek söylentileri de dinleyiniz ve kulak veriniz ve ona göre bu zevat haklarında hükümlerinizi Demokrat Parti’nin istikbali namına veriniz. Bütün Demokratlar kararınızı beklemekteyiz1173.” Üst kademelerde yapılan değişiklikler gibi alt kademelerde yapılan değişiklikler de DP teşkilatı içerisinde yetersiz görülmüştür. Alt kademelerdeki memurların tasfiye edilerek yerlerine DP’li memurların getirilmesi isteği de sıkça parti merkezine gelen istekler arasında yer almıştır. Fakat küçük memurların parti tarafından değiştirilmeye çalışılması CHP tarafında huzursuzluk yaratmıştır1174. 5 Eylül 1950 tarihinde Bingöl CHP müfettişi Hıfzırahman Raşit Öymen tarafından Menderes’e gönderilen bir telgrafta; belediye seçimleri öncesinde uygulanan devlet memuru tehciri sürecinin CHP’yi olumsuz etkilediği, yeni memur kadrosunun halkın iradesi üzerinde baskı yaptığı, öğrencilerin hazırladıkları müsamerelere kadar müdahale edildiği ve bu durumun demokrasi ile bağdaşmayacağı belirtmiştir. Bu telgrafa 12 Eylül tarihinde cevap veren Adnan Menderes, DP’nin haysiyet ve şerefine uygun kararlar aldığı ve uyguladığı yönündeki kanaatinin sabit olduğunu bildirmiştir1175. Menderes basına verdiği bir demeçte de yapılan değişiklikleri savunmuştur. 1949 yılında CHP tarafından 51 vali ve 247 kaymakamın yerlerinin değiştirilmesi konusuna değinerek, seçimleri kazanmak için amirler ve askeri sınıf içerisinde yapılan değişikliklerin unutularak, DP’nin zorunlu şartlar icabı yaptığı değişikliklerin gündeme getirilmesinden duyduğu rahatsızlığa dikkat çekmiştir. Kaderlerini CHP’ye bağlamış memurları yerlerinde tutmak gibi bir zorunluluklarının olmadığını da eklemiştir1176. CHP’li memurların görevden alınmalarının yanı sıra memurlara ve CHP üyelerine baskı yapıldığı yönünde de şikâyetlere sıkça rastlanmıştır. Menderes baskı iddialarına da cevap vermiş ve eski iktidarın yapmış olduğu baskıları hatırlatan şu ifadeleri kullanmıştır: “… Şiddetle tehdidin onlar tarafından geldiğini ve yeni iktidara göz açtırmamak kararı almış olduklarını, tuttukları yol ve yaptıkları sistemli neşriyat apaçık göstermektedir. Bu hakikatin umumi efkârın gözünden kaçmamış olduğuna eminim. Dünya hadiseleri ciddi ve tehdit edici bir istikamette hızla ilerlerken muhalefetin, memleketin iç durumuna cidden vehme götürme kararını almış

1173 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.99..38. 1174 Öymen, s. 481. 1175 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.99..9. 1176Zafer Gazetesi, 27 Haziran 1950, s. 2. 217

olması karşısında düşüncelerimizi açıklamanın sırası geldiğini sanıyorum… Arkadaşlar oldukça garip görülecek ve hatta ibret teşkil edecek bir mevzuya daha temas edeceğim. Her hafta radyoda partileri adına konuşmak istiyorlar. Son seçime kadar bir tek muhalife bile bir tek defa dahi konuşmak müsaadesini vermemekte kati bir ısrar gösterenlerin, her hafta radyoda konuşmak istemeleriyle düştükleri tezat hayret ve ibretle seyredilecek hallerdendir1177.” Menderes’in açıklamalarından da anlaşılacağı üzere iktidar, devlet görevlileri ve memurlar arasında yaptığı görevden alma ve yer değişiklikleri konusunda gösterilen tepkileri pek fazla dikkate almamıştır. DP iktidarının diğer bir faaliyeti ise 13 Temmuz 1950 tarihinde Meclise getirdiği af tasarısı olmuştur. CHP iktidarı bırakmadan evvel, af kanunu konusunu Meclise getirmiş ama sonuç alamamıştır. CHP iktidarının getirdiği af tasarısı 20 Mart 1950 tarihinde Mecliste görüşülmüştür. Cumhuriyetin 10. yılında getirilen genel aftan sonra bir daha genel af olmamıştır. Bu süre zarfında dünya sıkıntılı bir süreç geçirmiş ve geçirilen savaş yılları Türkiye’yi de etkilemiştir. İçinden geçilen sıkıntılı dönemlerden etkilenerek suç işlemiş olanların affedilmesi bu kanun teklifiyle gündeme getirilmiştir1178. Fakat affın ilgili olduğu tarih ve af kapsamı konusunda Mecliste bir görüş birliği sağlanmasında güçlük çekilmiştir. Özellikle toplum tarafından kesinlikle kabul görmeyen yüz kızartıcı suçların ve komünistlik kabahatlerinin de affediliyor olması Mecliste tepkiyle karşılanmıştır. Bunun üzerine kanun teklifinde düzenlemeye gidilmiştir. 23 Mart 1950 tarihli oturumda kanun teklifi tekrar görüşülmüş fakat 1948 öncesinde ağır suç işleyenleri affeden, 1948 sonrasında hafif suç işleyenin dahi affedilmediği kanun maddeleri tepki toplamıştır. Meclisten gelen itirazlar, ortak bir zaman ve kapsam konusunda anlaşma sağlanamaması af tasarısının geri çekilmesini gündeme getirmiştir1179. 24 Mart 1950 tarihli oturumda af kanunu tasarısı hakkında değişiklik yapılmasına yönelik çok fazla önerge olmasından dolayı, önergeler içerisinde en geniş kapsamlı olan; kanunun tasarısının adalet komisyonuna geri gönderilmesi yönündeki önerge oya sunulmuş ve Meclis, tasarının komisyona geri gönderilmesine karar vermiştir1180. Böylece genel af çıkarma girişimi CHP iktidarı döneminde hayata geçirilemeyen bir girişim olmuştur. DP iktidara gelir gelmez de af beklentisi içerisinde olanların varlığını dikkate alarak konuyu gündemine almıştır. Menderes Hükümeti’nin getirdiği af tasarısı da önceki gibi kapsam konusunda eleştirilere maruz kalmıştır. 13 Temmuz tarihinde Mecliste görüşülmeye başlanan tasarının gerekçe metninde affın gerekliliğine dikkat çekilerek şu ifadeler kullanılmıştır: “Milletler hayatında derin tahavvüller husule getiren ve şahısların dünya görüşlerini ve kıymet hükümlerini köklü bir şekilde değiştiren hadiselerden sonra vatandaşların huzur ve sükûn içinde yaşayabilmelerini temin eylemek ve kolaylaştırmak maksadıyla müracaat edilen içtimai tedbirlerden birini de af teşkil eder. Bu sebep dolayısıyla kısa müddetler içinde inkılâplar geçiren memleketlerde af kanunları çıkarmak ve bu suretle eski devir ve gelenekleri hatırlanabilecek

1177 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1178 TBMMTD, 20 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, Ekler Bölümü s. 4/1 1179 TBMMTD, 23 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 867-869. 1180 TBMMTD, 24 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,s. 1014-1015. 218

hadiseleri bir daha mevzubahis eylememek mutat tatbikattandır.” Bu gerekçe ile hem savaş yılları hem de savaştan sonraki demokratik gelişim aşamaları kastedilmiştir. Getirilen tasarı içerisinde 15 Mayıs 1950 tarihine kadar işlenen suçların takibatının yapılmaması ve verilmiş cezaların infaz edilmemesi önerilmiştir. Fakat bazı suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır. Özellikle halk içerisinde kin ve intikam duygularını körükleyecek suçların affı kapsam dahiline alınmak istenmemiştir. Bu suçlar arasında; toprak bütünlüğüne karşı olan(komünistlik-casusluk gibi), devlet mallarını zimmet, ihtilas ve rüşvet yoluyla zarara uğratan(500 liradan fazla olanlar), kişilere yönelik yağma, yol kesme, adam kaldırma olayları, ırza tecavüz, kız(kaçırma evlenmek niyetiyle yapılmış ve ırza geçilmemişse affedilir)-kadın-erkek kaçırma, adam öldürme ve ölüm cezasına çarptırılmayı gerektiren suçlar, fuhuş faaliyetleri yer almıştır. Bu suçların tamamen affedilmesi istenmemiş ama belli oranlarda aftan yararlanma hakkı verilmesi uygun görülmüştür1181. 14 Temmuz 1950 tarihinde bazı suç ve cezaların affı hakkındaki kanun tasarısının görüşülmesi ve oylanmasına devam edilmiştir. Oturumda; af kapsamı dışında tutulan suçlar için yapılacak olan tenzilatın üçte iki oranında olması, bu suçların cezası iki yıl ve altında kalanlar için tamamen af getirilmesi kabul edilmiştir. Müebbet hapis cezası 15 yıla, ölüm cezası ise 20 yıla düşürülmüştür. Komünistlik ve casusluk suçlarının tamamen affedilmemesi kanun içinde yer almıştır. Kanunun kabul edilen 3. maddesine göre ise; aftan yararlanarak dışarı çıkan kimselerin 5 yıl içerisinde, cezası 6 aydan daha fazla olmak üzere, affedildiği suçu tekrar işlemesi durumunda suçunun kalan kısmının infaz edilmesi kabul görmüştür. 10 maddelik kanunun tamamı bu oturumunda kabul edilmiştir1182. Çıkarılan af kanunu ile mevcut bulunan 20 bin üzerindeki mahkûm ve 13 bine yakın tutukludan; mahkûmların 15 binden fazlası serbest kalmış, tutukluların ise en az yarısı bu aftan yararlanmıştır. Böylece aftan yararlananların sayısı yaklaşık olarak 23 bin olmuştur. Davaları tutuksuz olarak devam edenlerin de katılması ile birlikte aftan yararlanan sayısı 45 bini geçmiştir1183. DP’nin iktidarının ilk aylarıyla ilgili performansı sıkça değerlendirmeye tabii tutulmuştur. Bu manada Ali Naci Karacan bir yazısında, iktidarı devralan DP’nin ilk günlerdeki performansını değerlendirmiş ve olumsuz bir yorumda bulunmuştur. Bu dönem içerisinde cereyan eden üç olaydan bahsetmiştir. Birincisi hükümet programı görüşmelerinde Menderes’in konuşmasından sonra son sözün muhalefete bırakılmayarak oylamaya geçilmesi ve bunun üzerine CHP’nin Meclisi terk etmesi olayıdır. İkinci olay DP’li yüzün üzerinde milletvekilinin hükümet programı oylamasına katılmamasıdır ve sonuncu olarak ise DP’nin devr-i sabık yaratmayacağız iddialarının tersine bir hava içerisine girmiş olmasıdır1184. Yeni iktidarın performansını değerlendiren diğer bir yorum ise Yeni Cephe Gazetesi’nden gelmiştir. Bu

1181 TBMMTD, 13 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, Ekler Bölümü s. 1/1-2., Af kapsamı dışında bırakılan suçlardan içeride bulunan kişilerin sayıları şu şekildedir: Adam öldürme: 8.488, ırza geçme: 1.220, kız ve kadın kaçırma: 1.330, fuhşa teşvik: 17, yol kesme ve yağma. 370, zimmet ve ihtilas: 287, irtikâp 55, rüşvet: 100, casusluk: 88, komünistlik propagandası: 103, mukayyet tekerrür(aynı cezayı gerektiren suçları tekrar edenler): 500, komünistlik 110 ve toplam 12.677. Hapishanede bulunan toplam tutuklu sayısı ise 20.142’dir.TBMMTD, 13 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1,s. 616. 1182 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 690-712., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 15 Temmuz 1950, s. 1. 1183Zafer Gazetesi, 16 Temmuz 1950, s. 1-8. 1184Milliyet Gazetesi, 5 Haziran 1950, s. 1. 219

değerlendirme Karacan’ın bakışına göre daha objektif içeriğe sahiptir ve iktidarın olumlu- olumsuz yönlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Gazete iktidarın ilk aylardaki olumlu adımlarını şu şekilde sıralamıştır: “Hayat pahalılığı ile mücadele, şekeri bir dereceye kadar ucuzlatmak, askerlik müddetini iki seneye indirmek, cemiyetin çok iyi duygularla karşıladığı muvazeneli ve emniyetli bir af kanunu çıkarmak, fikir hürriyetini temin yolunda küçük bir hatve teşkil etmekle beraber Matbuat Kanunu’nu çıkarmak, pasaport kanunu ile memleketin hariçle münasebetlerinde kolaylıklar sağlamak.” Gazete iktidarın zayıf kaldığı noktaları ise şu şekilde sunmuştur: “Genellikle idare cihazında bir takım değişikliklerle bir güvensizlik ve huzursuzluk vücuda getirmek, Meclis hayatında mütemadi suallerle seçim kampanyası haleti ruhiyesine devam etmek ve hükümeti ve memleketi huzurdan uzaklaştırmak, yine Meclis hayatında hiç lüzum olmayan meseleleri grup kararına veya onu andıran tedbirlere konu yaparak Demokrat milletvekilleri üzerinde sert bir disiplin kurmaya çalışmak ve öteden beri Halk Partisi’ne atfolunan ağızları parti disiplinine bağlamak… İktisadi işlerde kararsızlık göstermek…Halk Partisi devrinde şikâyetlere mevzu olan birtakım zevahir ve nümayişlere meydan vermek1185.” Görüldüğü üzere DP iktidarı ilk dönemlerinde kabullenilen veya hoş karşılanmayan çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Başbakan Adnan Menderes de iktidarın tepesinde olan bir kişi olarak aynı dönemi değerlendiren bir beyanat vermiştir. Menderes savunma niteliği de taşıyan bu açıklamasında özetle şu ifadeleri kullanmıştır: İktidarının ilk günlerinde eşya fiyatlarının düşmesi ile alım gücü artmış, hububat alım fiyatları ise dünyada düşmesine rağmen Türkiye’de sabit bırakılmış ve bu konuda yapılabilecek en iyi uygulama hayata geçirilmiştir. Hububat fiyatları sabit tutulurken ekmekten alınan muamelat vergisinin kaldırılması ile ekmek fiyatlarında düşüşe gidilmiş, halkın menfaatleri korunmaya çalışılmıştır. Un, kesme şeker ve toz şekerde de indirime gidilmiş ve hazineye külfet getirmesine rağmen halkın faydası düşünülmüştür. Yapılan bu girişimler hazineye 65-70 milyon lira külfet getirmiştir. Bu gider bütçe açığı ya da borçlanma ile değil tasarruflarla karşılanacaktır. Tasarruf olarak ise; Cumhurbaşkanı Bayar Savarona Yatı ve özel tren uygulamasını kaldırmış, cumhurbaşkanlığına ayrılan bütçeyi küçültmüş ve İstanbul’daki saraylar cumhurbaşkanlığı denetiminden çıkarmıştır. Bu girişimler büyük yekûnlar teşkil etmese de bir başlangıç olmuştur. Orduda ve memur kadrosunda dinamizmi bozmayacak şekilde yapılan tasfiyeler, gereksiz atama ve harcamaların kısılması bütçe için önemli artılar vermeye başlamıştır. Memurların işten çıkarılacağı yönündeki iddialar ise halkı hükümete karşı kışkırtılmak amacıyla yapılan propagandalardır. CHP iktidarı döneminde kadrolarda daha fazla değişiklik yapılmıştır. CHP diğer çalışanlar içerisinde de ciddi değişikliklere giderek 1950 seçimlerini kazanmayı planlamıştır. DP ise gerekli şartlar dolayısıyla değişime gitmiştir. Hiçbir memur DP’yi CHP’nin devamı olarak göremez ve kendisinin önceki iktidar kanalıyla haksız yere elde ettiği imkânların korunmasını isteyemez1186. DP iktidarı ilk aylarını sorunsuz atlatmış ama 1950 yılı bitmeden parti içindeki çatlaklar kendini göstermeye başlamıştır. DP’nin muhalefete karşı daha sert davranmasını isteyen bir

1185Yeni Cephe Gazetesi, 31 Temmuz 1950, s.1. 1186 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 220

grup 20 Ekim 1950 tarihinde toplanan ve 165 delegenin katıldığı DP kongresinde sesini duyurmaya çalışmıştır. Fakat iktidar bu istekleri görmemezlikten gelmiştir1187. Kongrede parti teşkilatı merkezle ilgili şikâyetlerini sıralamıştır. Hükümetin gidişatı açıkça eleştirilmiştir. Genel itibariyle parti içinde iktidara gelindikten sonra bütün sorunların bir anda hallolacağı inancının vermiş olduğu bir sabırsızlık dikkati çekmiştir. Bu nedenle yapılanlar yetersiz görülmüştür. Meclis grubu içerisinde de bir parçalanma meydana gelmiştir. Bu bölünmenin sebepleri arasında öncelikle, kurulan kabinede yer alamamanın verdiği hırs göze çarpmıştır. Ayrıca parti ve memleket için gerçek manada çalışma azminde olan milletvekillerinden de iktidarın yönetime tam hâkim olamadığı yönünde eleştiriler gelmiştir. Parti içinde kısa sürede kuvvetli bir muhalefetin ortaya çıkmasının genel sebebi ise; iktidara geliş sürecinde yaşanan yorucu çalışmaların sonunda partinin sürekli muhalefet yönünün güçlenmiş olması ve bu muhalif anlayışın artık DP’nin kendisine doğru yönelmiş bulunması olarak gösterilebilir. Yani muhalifken muhalefet yapmaktan hızını alamayanlar iktidara gelince muhalif yönlerini kendi partilerine yönlendirmişlerdir. Yılın sonuna doğru hükümete parti içinden gelen eleştirilerin dozu da artmıştır. Buna bir örnek olması nedeniyle 26 Aralık 1950 tarihli grup toplantısında Ordu Milletvekili Fevzi Boztepe yaptığı konuşma gösterilebilir. Boztepe, kabineye şiddetli eleştiriler getirmiş, kabinede görevini yapmayan bakanlar bulunduğunu belirtmiş, bunların yerine daha genç ve bilgili olanların getirilmesini istemiştir. Hükümet üyeleri ise kendilerini savunan konuşmalar yapmış ve bu tip eleştirilerin yakışıksız olduğunu belirtmişlerdir1188. Menderes’in birinci kabinesinde parti içi güç dengelerini çok fazla hesaba katmaması ve DP’nin temel taşı olan kişilerden çok az bakan seçmiş olması da parti içindeki çatlağın diğer nedeni olarak gösterilmiştir. Menderes bu girişimi ile devleti tarafsız bir hale getirme sözünü tutma amacı gütmüştür. Kabine üyeleri içerisinde halk nezdinde popülerliği yüksek olan bakan çok azdır. Parti içinde oluşan huzursuzluğun farkına varan Menderes ilk olarak 5 Haziran 1950 tarihinde Samet Ağaoğlu’nu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak atamıştır. 11 Temmuz tarihinde ise Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu Marshall Yardımından Sorumlu Devlet Bakanı olarak kabineye dahil edilmiştir1189. Sağlık sebeplerini öne sürerek istifa eden Milli Eğitim Bakanı Avni Başman’ın yerine önce vekâleten Nuri Özsan bakmış, 11 Ağustos tarihinde ise Tevfik İleri aslen getirilmiştir. Tevfik İleri tarafından bırakılan Ulaştırma Bakanlığı’na ise Albay Seyfi Kurtbek gelmiştir. İstifa eden Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Nihat Reşad Belger’in yerine İzmir Milletvekili Ekrem Hayri Üstündağ getirilmiştir. Hasan Polatkan Çalışma Bakanlığı’nı 1950 yılı Aralık ayında bırakarak Halil Ayan’ın yerine Maliye Bakanlığı’na geçmiştir. Polatkan’dan boşalan Çalışma Bakanlığı’na ise Hulusi Köymen gelmiştir. Bayındırlık Bakanlığı ise Fahri Belen’den alınarak Kemal Zeytinoğlu’na verilmiştir1190. Yapılan bu değişiklikler ile Menderes parti içindeki yerini güvence altına almaya çalışmıştır. Karaosmanoğlu, Ağaoğlu, Üstündağ ve Köymen parti içinde ve bölgelerinde etkin kişiler olduğundan onların göreve getirilmesi bu şahısların bir nevi

1187 Eroğul, Demokrat…, s. 104 1188 Burçak, On…, s. 78-81. 1189 Ahmad, Demokrasi…, s. 107. 1190 TBMMTD, 6 Kasım1950, 9. Dönem, Cilt 2, s. 21-22., Ayrıca Bakınız: TBMMTD, 15 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3, s. 235-236., TBMMTD, 25 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3,s. 306. 221

etkisizleştirilmesi amacı taşımıştır. Görevden ayrılanlar ise hükümet ve Menderes adına çok fazla tehlike arz etmeyen şahıslar olarak kalmışlardır1191.

3.12.2. Demokrat Parti İktidarı Pekişiyor: Muhtarlık, Belediye ve İl Genel Meclisi Seçimleri

DP iktidarı göreve başladığı andan itibaren partinin zaferi CHP tarafından bir tesadüf olarak ve geçici bir başarı gibi gösterilmiştir. Buna örnek teşkil etmesi adına basında yer alan bir sürtüşmeyi buraya almak uygun olacaktır. Sürtüşme CHP yanlısı Ulus Gazetesi yazarı Peyami Safa ile iktidarın yayın organı Zafer Gazetesi yazarı Cihat Baban arasında geçmiştir. Safa ilgili yazısında, DP’yi; tek parti zihniyetini yıkmak için değil bunu yaşatmak için iktidara gelmiş olduğu, kuvvetli bir muhalefetin oluşmasını engellediği ve halkın gözü önünde muhalefeti boğmaya çalıştığı iddialarıyla suçlamış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Önümüzdeki Pazara bir genel seçim daha yapsalar da görseler. Meclise kırk DP’li sokabilirler mi? Millet pişman1192.” Bu yazıya cevap veren Baban özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Muhalefete geçen CHP elinde iktidar döneminden kalma projelerle iktidarı eleştirme ve yapıcı tavırlarda bulunma imkânına sahipti. Ya bu yolu seçecekti ya da iktidarı kaybetmenin verdiği hisle kendi dönemini savunma tarzı benimseyecekti. CHP iki yolu da net olarak benimsemedi. Politikasında iktidarda olduğu gibi bir netlik yoktu. İktidarı zamanında bir yandan muhalefete güvence verirken bir yandan İstiklal Mahkemeleriyle tehdit ediyorlardı. Bir yandan dürüst seçimlerden bahsederken bir yandan da 1946 seçimlerinde müdahalede bulunuyorlardı. Bu hastalık muhalefette de devam etmektedir. Yetkili ağızlar farklı konuşurken, gazeteler farklı bir tarz benimsedi. Hâlbuki DP onlara devr-i sabık yaratmayacağı ve özgür ifade imkânı sağlayacağı garantisi verdiği halde net bir muhalefet tarzı benimsenmedi1193. CHP’nin, DP iktidarını rastlantısal bir başarı olarak değerlendirmesi karşısında iktidarın kendisini basın aracılığıyla ve parti sözcülerinin yaptıkları açıklamalarla savunması gerçeği ispat için yeterli kanıt olmamıştır. Genel seçimler için ise daha dört yıl olduğuna göre iktidarın gücü yapılacak olan muhtarlık, belediye ve il genel meclisi seçimleriyle gösterilebilecektir. 1950 yılı içerisinde 13 Ağustosta muhtarlık, 3 Eylülde belediye ve 15 Ekim günü ise il genel meclisi seçimleri yapılmıştır1194. İlk olarak gerçekleşen muhtarlık seçiminde DP büyük başarı sağlamıştır. Köylü vatandaş muhtarının iktidardan yana olmasını istemiştir. İkinci rekabet ortamı Belediye seçimlerinde oluşmuştur. Seçim sürecinde iki tarafın önde gelen isimleri arasında laf düellosu yaşanmıştır. İnönü, iktidarı eleştirerek devlet görevlileri üzerinde baskı yapıldığı iddialarını yinelemiş ve iktidar karşısında bir denge yakalamak için de CHP’ye oy verilmesini istemiştir1195. Menderes ise İnönü’nün eleştirilerine sert bir şekilde cevap vermiştir.

1191 Ahmad, Demokrasi…, s. 107. 1192 Peyami Safa, “Millet Pişman”, Ulus Gazetesi, 8 Haziran 1950, s. 1. 1193Cihat Baban, “Millet Pişman mı?”, Zafer Gazetesi, 10 Haziran 1950, s. 1-6 1194 Güngör, Muhalefette…, s. 71-72. 1195 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 87-88. 222

28 Ağustos tarihli bir açkılamasında CHP iktidarı döneminde yaşananlardan yola çıkarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: “…Bugün memleket idaresinde bir muvazeneden bahsediyor. Belediye seçimlerinde ancak muhalefete rey verildiği taktirde muvazeneli(dengeli) bir idare kurulmak mümkün olacakmış. Kendisi memleket idaresini toptan tek elde bulundururken böyle bir muvazene masalı aklının kenarından geçmemişti. Siyasi zorbalıkla Millet Meclisi’ni, muhtarlıkları, belediyeleri, umumi meclisleri, hulasa bütün memleketi daha düne kadar toptan elde bulundurdu. Geçen seçimlerde zorbalıklar karşısında kazandığımız birkaç belediyeye bile göz dikerek buralarda yeniden seçim yapılmasını emreden ve bu suretle memlekette mevcut bine yakın belediyeden birisinin dahi muhalefet elinde bulunmasına tahammül göstermeyecek kadar siyasi gurur azamet payesinde en yüksek seviyeye erişmiş olan şimdi yukarıda işaret ettiğim şekilde bir muvazene tesisinden ne yüzle bahsedebiliyor.” 29 Ağustos 1950 tarihinde seçim propagandası amacıyla yaptığı radyo konuşmasında ise eleştirilerinin dozunu artıran Menderes: “İdare amirlerinin sicillerine demokratlarla temastadır ibaresini bir suç olarak kaydettirenlerin bugün memleket karşısına çıkıp memurlar nam ve hesabına şikâyet ve tazallüme kalkışmaları iki yüzlü bir politikanın hazin tecellilerindendir” demiştir1196. 3 Eylül 1950 tarihinde belediye seçimleri gerçekleşmiştir ve elde edilen resmi sonuçlar şu şekilde olmuştur:

Tablo 3. 3 Eylül 1950 Belediye Seçimi Sonuçları1197.

Partiler Kazanılan Belde İtibariyle Alınan Oy İtibariyle Kazanılan Belediye % % Üyelikleri Sayısı İtibariyle% Demokrat Parti 55.4 57.6 60.5 Cumhuriyet Halk 38.6 37.5 35.4 Partisi Millet Partisi 1.2 3.8 1.5 Karma Liste ve 3.8 3.3 2.6 Bağımsızlar *Resmi belgede verilen rakamlar aynen alınmıştır. Yüzdelik toplamlarda bazı eksiklikler göze çarpmaktadır. DP’nin zaferiyle sonuçlanan seçimin ardından Menderes yaptığı bir açıklamada, muhalefetin iktidar umutlarının artık söndüğünü şu ifadelerle duyurmuştur: “Türk Milleti CHP’yi 14 Mayısta iktidardan tasfiye etmişti. 3 Eylülde de muhalefetten tasfiye etti1198.” İktidar ile muhalefetin üçüncü yarışı il genel meclisi seçimlerinde gerçekleşecektir. Bu seçimler öncesinde

1196 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1197 Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak farklı kaynaklarda farklı rakamlar telaffuz edilmiştir. Fakat resmi olarak verilen sonuçlar buraya alınmıştır: BCA, Dosya: D5, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 51.309..4., Diğer sonuçları karşılaştırmak için bakınız: Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti İktidarı’nın 1950-1960 Günlüğü, Demokrat Parti Yayınları, Ankara 1995, s. 5., Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…, s. 89. 1198 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 89. 223

bir değerlendirme yapmak isteyen Menderes 10 Ekim 1950 tarihinde Sivas’ta bir konuşma yapmıştır. Menderes bu konuşmasında; 14 Mayıs tarihinde Meclisteki çoğunluğu almalarına rağmen hala ülkede tek parti zihniyetinin devam ettiğini, muhtarlıkların, il idare meclislerinin, hayır cemiyetlerinin, iktisadi teşekküllerin, ziraat ve esnaf teşekküllerinin ve diğer bütün resmi ve gayri resmi oluşumların CHP’nin elinde olduğunu hatırlatmıştır. CHP’nin bu durumu propaganda aracı olarak kullandığını, değişenin sadece Bakanlar Kurulu olduğunu ve idarenin kendi ellerinde bulunduğunu söyleyerek halkı etkilemeye çalıştıklarınıhatırlatmıştır. Muhtarlık seçimleri ve belediye seçimleri ile CHP’nin egemenliğinin büyük oranda tasfiye edildiğini belirten Menderes, belediye seçimlerinde 630’un üzerindeki belediyeden 357’sini DP’nin, 230 küsurunu da CHP’nin kazandığını, kazanılan belediyelerin ise hala baskı döneminin etkisinden kurtulamayan uzak belediyeler olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kazanılan yerlerin önemi dikkate alındığında CHP’nin yüzde seksen-doksan oranında tasfiye edildiğini iddia etmiştir. Tamamına yakınının CHP elinde olduğu il meclislerinin de yapılacak seçimlerle ele geçirileceğini, 14 Mayıs seçimlerinde halkın yanıldığı iddiasının çürütüldüğünü ifade etmiştir. 4 ay içinde vaatlerin yerine getirilmediği iddiasına da cevap veren Menderes, uygulamakta olunan bütçenin CHP tarafından hazırlanmış bütçe olduğunu, kendilerinin sonradan bu bütçeyi yürütmeye başladıklarını, o nedenle yapılacak işlerin ne olup olmadığının CHP’lilerce iyi bilinmesine rağmen böyle bir eleştiri yapmalarının samimiyetsiz olacağını eklemiştir1199. İl genel meclisi seçimleri öncesinde CHP iktidarı suçlamaya devam etmiştir. 9 Ekim 1950 tarihinde radyoda seçim konuşması yapan İnönü; iktidarın muhalefete karşı sergilediği baskıcı tavrın CHP tarafından 5 yıldır yerleştirilmeye çalışılan demokrasi anlayışına darbe vuracağı endişesini dile getirmiştir ve şöyle devam etmiştir: “DP idaresinde memleket baştanbaşa huzursuzluk içindedir. Siyasi emniyetimiz pervasıza açık tehditler altındadır. Herhangi bir meseleyi Büyük Millet Meclisi’nde konuşmak lazımdır demek bile vatan hıyaneti derecesinde bir suç sayılıyor. Ordudan tapu memuruna kadar bütün devlet teşkilatında memurlar yataklarını bağlamışlar kimin bir iftirasıyla ne muamele göreceklerini beklemektedirler1200.” Beklenen seçim 15 Ekim 1950 tarihinde gerçekleşmiş ve DP büyük bir başarı elde ederek 55 ilde seçimleri kazanmıştır1201.

3.13. CHP’nin Muhalefetteki İlk Yılı(1950)

İnönü seçimi kaybedip Pembe Köşk’te muhalefet lideri olarak vazifesine devam etmeye başlamıştır. Kendisi gibi İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’de iktidarı kaybeden Winston Churchill’den 31 Mayıs 1950 tarihinde bir geçmiş olsun mektubu almıştır. Bu mektupta

1199 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1200 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 222.876..3. 1201 Demirer, s. 5. 224

şu cümleler yer almıştır: “… Bana öyle geliyor ki tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye Cumhuriyeti’ni İkinci Cihan Savaşı’nın vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi ve aynı zamanda, Mustafa Kemal tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan hürriyetçi ve müterakki hükümet sistemini nasıl muhafaza ettiğinizi kaydedecektir… Politika sahnesinden şimdiki çekilişinizde, size en iyi dileklerimi yollarım1202.” İnönü de 7 Haziran tarihinde bir teşekkür mektubu yazarak memnuniyetini bildirmiştir. Siyasete CHP başkanı olarak devam ettiğini, başına gelen durumu en iyi Churchill’in anlayacağını mektubunda belirtmiştir1203.İktidarın kansız olarak devri ardından Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman da İnönü’ye bir tebrik mektubu göndermiştir. Bu mektupta demokrasinin yerleşebilmesi için İnönü’nün gösterdiği fedakârlık övülmüş ve şu ifadeler kullanılmıştır: “…On iki seneden beri işgal ettiğiniz Cumhur Reisliği mevkiinden ayrılırken; küçülmeyeceksiniz. Milletin nazarında yeni bir mertebeye yükseleceksiniz1204.” İnönü sergilediği olgun tavırla takdirleri toplamış ama partililer aynı olgunluğu göstermekte zorluk çekmiştir. Seçimi kaybeden CHP’nin, içinde bulunduğu psikolojik durumu partinin önemli isimlerinden Kasım Gülek şöyle ifade etmiştir: “Halk Partisi birden bire muhalefete geçti. Bu, kolay bir geçiş değildi. Fevkalade zordu, ağırdı. Ben o devrenin başından beri içinde bulundum. Uzun yıllar mesuliyet taşıdım. Bu geçiş devresinde, partiye hizmeti çok geçmiş birçok samimi insan bu parti bitti artık dediler. 27 sene, Atatürk’ün kurduğu parti, İsmet Paşa’nın partisi bu duruma düşer mi? Halk Partisi bitti, bunu kapayalım, yeni bir parti açalım, bir kısmı da adını değiştirelim dedi1205.” Gülek’in de izaha çalıştığı şekliyle CHP iktidarın vermiş olduğu rahatlığı muhalefete geçince kaybetmiştir. Ekonomik rahatlıklar da son bulmuş ve parti bir küçülme süreci içerisine girmiştir. 18 Mayıs 1950 tarihinde il başkanlarına yollanan genelgede şimdilik var olan inşaat işlerinin tatil edilmesi istenmiştir. 25 Temmuz tarihinde taşıtların sayısının azaltılması, 26 Temmuz tarihinde telefonların azaltılması, 1 Ağustos tarihinde ise bürolarda çalışan personelin sayısının düşürülmesi, Halk Evlerinin partiye maddi anlamda yük getirmeyecek hale getirilmesi kararları uygulamaya konulmuştur1206. Maddi sıkıntılar sadece partiyi değil, yıllarca milletvekili olarak Mecliste bulunmuş ama kaybedilen seçimlerle dışarıda kalmış olan CHP’lileri de etkilemiştir. Birçok eski milletvekili iş bulma arayışına girmişler ve hayata yeniden başlamışlardır. Bunlara bir örnek olarak Niğde eski Milletvekili Rıfat Gürsoy tarafından CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’e yazılan 13 Eylül 1950 tarihli yazıyı gösterebiliriz. Gürsoy bu yazısında; Herhangi bir uğraşla iştigal etmediğini, avukatlık yapabilmek için Ankara mahkemelerinde staj yaptığını bildirmiştir1207. CHP’nin yaşadığı diğer bir sorun ise meclis grubu ile Genel İdare Kurulu arasında oluşan güç dengesizliğinde kendisini göstermiştir. Cavit Oral, Nihat Erim, Kemal Satır, Cemil Sait Barlas ve Necmettin Sadak gibi as kadronun Meclise girememesi ile meclis grubu Genel

1202 Aydemir, İkinci…,Cilt II, s. 494. 1203 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 35. 1204 Giritlioğlu, s. 246. 1205 Burçak, Türkiye’de…, s. 20. 1206 Güngör, Muhalefette…, s. 71. 1207 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 11.57..17. 225

İdare Kurulu karşısında zayıf hale gelmiştir. Meclis dışında kalanlar iktidara karşı sert bir tavır izleme yolu seçmişlerdir 1208. Bu durum Meclis dışında kalanlarla Meclise giren vekiller arasında bir çatışma ortamı doğurmuştur. Partinin gidişatını Meclis dışından yönlendirmeye çalışan grubun tavrı, Meclisteki vekiller tarafından tepkiyle karşılanmıştır. CHP seçim sonrasında 62 vekilin katılımıyla ilk meclis grubunu toplamıştır. Meclis grup başkan vekilliklerine Şemsettin Günaltay ve Faik Ahmet Barutçu seçilmiştir1209. Seçim sonrasında CHP adına ilk tamim 16 Mayıs tarihinde Hilmi Uran tarafından yayınlanmıştır. Bu tamimde; partililerin ellerinden geleni yaptıkları, bu nedenle kimsenin suçlanmayacağı, artık muhalefette hizmet edecekleri, yeni duruma partililerin uyum sağlayarak İnönü etrafında kenetlenmesi gerektiği vurgulanmıştır1210. Partinin muhalefette nasıl bir tavır sergileyeceği de bir liste olarak halka duyurulmuştur. Bu liste şu şekildedir: “Şahsiyatla uğraşmayacağız, söz ve tenkit hürriyetine dokunulmazlık isteyeceğiz, toleransımız vardır ve tolerans bekleyeceğiz, kafalarımızın vazifesini kafalara, gönüllerin borcunu gönüllere tanıyarak olur olmaz meselelerde bunları birbirine karıştırmayacağız, başına milli sıfatını getirmek şöyle dursun, tek başına husumetle bile mücadele edeceğiz, yalnız Atatürk inkılâbının iki büyük düşmanına, kara irtica ve kızıl komünizme gelince, ona husumet de besleriz, kin de1211.” Bu bildiri çerisinde de yer alan Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun inkılâbına olan bağlılık konularının CHP tarafından kendi çıkarı doğrultusunda kullanmaya çalışması eleştiri toplamıştır. İnönü önderliğindeki iktidar döneminde Atatürkçülüğün ikinci plana itilmiş olduğu ama iktidarı kaybettikten sonra yeniden Atatürk ve O’nun inkılâplarına bel bağlanmasının bir samimiyetsizlik olduğu görüşü öne çıkmıştır1212. CHP’lilerin iktidarın kısa sürede kendilerine döneceği ve DP’nin kendilerinden yardım isteyeceği ümidi muhalefetin ilk aylarında sıklıkla kullanılmıştır. Partililere göre DP tarafından halk aldatılmıştır. Parti ileri gelenleri de bu vurgu üzerinde durmuşlardır. Dışişleri eski Bakanlarından Turan Güneş bu durumu şu cümlelerle ifade etmiştir: “CHP’liler 1950’deki yenilgiyi, halkın ölçüyü kaçırmasına bağlayarak yorumlamışlardı. Onlara göre halk CHP’den memnundu. Fakat güçlü bir muhalefet olsun diye DP’ye de oy vermişti. Ne var ki, bu muhalefeti yaratma çabasında kantarın topu kaçmış ve DP iktidara gelmişti. CHP’liler halkın durumu hemen düzeltileceğine inanıp 1951 ara seçimlerine sarıldılar ve gene yenildiler. İş kantarın topunun kaçmasından öteye olmuştu1213.” CHP artık muhalefet olarak uzun yıllar devam ettireceği Meclis hayatında önce kaybettiğini kabullenmiş sonra da ciddi muhalefet yapabilmenin yollarını aramıştır.

1208 Ahmad, Demokrasi…, s. 136. 1209 Güngör, Muhalefette…, s. 192. 1210 Giritlioğlu, s. 247. 1211Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mayıs 1950, s. 1-3. 1212 Erol Güngör, “İnsanımızın Kaynağı: Türkiye’de Eğitim ve Türk Kültürü”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 845. (Sayfa aralığı 834-848) 1213 Burçak, Türkiye’de…, s. 22-23. 226

3.13.1. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Sekizinci Büyük Kongresi (29 Haziran-3 Temmuz 1950)

CHP’nin Sekizinci Kongresi bir hesaplaşma ve tasfiye kongresi olacağı tahminleriyle toplanmıştır. Partide önemli değişiklikler isteyen bir grup toplantı münasebetiyle “CHP’de Islahat Yapılması İçin Teklif” adlı bir broşür yayınlamıştır. Hıfzı Oğuz Bekata önderliğinde yayınlanan broşürün altına imza atanlara gençler, tasfiyeciler ve ıslahatçılar gibi lakaplar takılmıştır. Broşürde: Partinin yeniden iktidara gelmesi için eski zihniyeti bir kenara atması, “otorite zihniyeti” yerine “program zihniyeti” benimsenmesi önerilmiştir. Broşürde Atatürk ilkelerinden sapmalar yaşandığı yönünde eleştiriler de mevcuttur1214. CHP’nin iktidarda olduğu dönemlerdeki kadar canlılık göstermeyen ve CHP’nin muhalefetteki ilk büyük toplantısı olan kongre 29 Haziran’da başlamıştır ve katılımcılar İnönü etrafında bir birleşme gerçekleştirmiştir1215. DP bu kongre ile İsmet İnönü’nün CHP’den ayrılmasını, o olmaz ise CHP’nin İsmet İnönü’den kopmasını ummuş fakat her iki isteğin de mümkün olmadığı görülmüştür1216. İnönü’nün liderliğinden vazgeçebilme cesareti partide ortaya çıkmamış ve seçim mağlubiyetinden sonra partiyi bir arada tutabilecek yegâne güç olarak O görülmüştür. Bu yaklaşım, parti adına yapılması planlanan değişikliklerin ve oluşturulacak yeni imajın da gerçekleşmesine engel olmuştur1217.Yeni Cephe Gazetesi İnönü’nün partide vazgeçilmez olarak varlığını devam ettirmesini eleştirmiştir. Gazete, CHP’nin dağılışını ve muhalefete düşmesini temelde tek kişiye olan bağlılığa ve o kişinin kararlarının kaderleri olduğuna inanışa bağlamıştır. Muhalefete düşülmesine rağmen aynı geleneğe devam edildiği, topluluğun müşterek şuurunun ortadan kalkmış olduğu ve yine her şeyin bir tek şahsın cazibesinde, sihrinde toplandığı belirtilmiştir1218. İnönü kongrede yaptığı konuşmada iktidara yüklenmiştir. İktidarın kendileri aleyhinde devam ettirdiği iftiraları sonlandırması ve kendilerine bir emniyetli ortam yaratılmasını isteyen İnönü, muhalefet olarak birçok güçlüklerle karşı karşıya olduklarını hatırlatmıştır. Bu güçlükler arasında tahammülsüz ve eleştiriye kapalı bir iktidarın varlığının en önemli yeri kapladığını ifade etmiştir1219. Kongre süresince parti programında küçük de olsa bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin en önemlilerinden birisi kuvvetler ayrılığı ilkesinin programa girmesi olmuştur1220. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmesi konusu ilk olarak 1948 yılında CHP gündemine gelmiş ama gereken ilgiyi görmemiştir. 23 Aralık 1948 tarihinde bazı gazetecilerin imzası ile açık bir mektup yayınlanmıştır. Bu mektup; Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, CHP Başkan Vekili(Hilmi Uran), DP Genel Başkanı, MP Genel Başkanı(Yusuf Hikmet Bayur), Ankara Üniversitesi Rektörü(Enver Ziya Karal), İstanbul Üniversitesi Rektörü (Sıddık Sami Onar)’ne hitaben kaleme alınmıştır. Gazeteciler mektupta demokrasinin gelişmesi adına ve kuvvetler

1214 Güngör, Muhalefette…, s. 155-158. 1215 Tunaya, s. 576. 1216 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 69. 1217 Ahmad, Demokrasi…, s. 138-140. 1218Yeni Cephe Gazetesi, 31 Temmuz 1950, s.1. 1219 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 40-41. 1220 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 11.57..1. 227

ayrılığı ilkesini temel alan bir Anayasa çalışması yapılması isteklerini bildirmişlerdir1221. CHP tarafından dikkate alınmayan bu mektup ve güçler birliği ilkesinin değiştirilmesi isteği Bayar tarafından oldukça büyük sempatiyle karşılanmış ve mektup sahiplerine onları destekleyici ifadeler yer alan bir cevap yazılmıştır1222. CHP Sekizinci Büyük Kongresi’nde yeniden gündeme gelen kuvvetler ayrılığı meselesi bu defa ciddi olarak tartışılmış ve benimsenmiştir. Bu kabulün gerekçesi ise şu şeklide izah edilmiştir: “Partimizin 1931’den beri toplanan her kurultayınca tasvip olunan programlarında yazılı olan esaslardan ‘Türk Milletinin idare şekli kuvvetler birliği esasına dayanır’ kaidesinden maadası, Anayasamızda mevcut hükümlerin aynısıdır.” Bu ifadeyle Anayasa ile parti programı arasındaki çelişki dile getirilmiştir. Devletin uygulamada kuvvetler ayrılığı ilkesine tabi olmasına rağmen parti programında kuvvetler birliği ilkesinin olmasının yanlış olacağı belirtilmiştir ve bu çelişki ortadan kaldırılmıştır1223. Kongre sırasında parti tüzüğünde yapılan değişiklikler ise şöyledir; Genel başkanlık vekilliği müessesi kaldırılmış, genel sekreterin seçiminin divan değil kurultay tarafından yapılması kararlaştırılmış, divan üyesi sayısı kırktan otuza indirilmiştir1224. Genel başkanlık ile ilgili olarak ise şu ifadeler tüzükte yer almıştır: “Parti genel başkanı kurultay tarafından iki yıl süre için partililer arasından seçilir”,“Parti genel başkanı Cumhurbaşkanı seçilmiş olursa genel başkanlıktan çekilmiş sayılır1225.” Bu değişikliği, DP iktidarı ile ilk kez uygulanmış olan parti başkanı ile Cumhurbaşkanının ayrı kişiler olması ilkesinin CHP içerisindeki bir yansıması olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Parti genel sekreterinin kongre tarafından seçilecek olması şartı hemen uygulamaya geçirilmiştir. Parti genel sekreterinin yani partinin ikinci adamının kim olacağı konusu büyük merak konusu olmuştur. Şemsettin Günaltay, Nihat Erim, Cemil Sait Barlas ve Avni Doğan kurultay öncesinde öne çıkan adaylar olmuştur. İnönü tarafsız gibi görünse de Erim sempatizanı bir tavır sergilemiştir. Kurultay sırasında sürpriz olarak Kasım Gülek de adaylığını açıklamıştır. Genel sekreterlik seçiminin ilk turunda Erim en yüksek oyu almasına rağmen ikinci tur öncesi adaylıktan çekilmiştir. Erim’in neden çekildiği anlaşılamamıştır. Kimine göre Günaltay lehine çekilmiş, kimine göre ise beklediği büyük oy sayısına ulaşamayınca vazgeçmiştir. İkinci tur sonunda beklendiği gibi Günaltay değil Gülek seçimi kazanmıştır. Kongrede CHP yönetim kurulu ve parti divanı da belirlenmiştir. Genel olarak genç bir ekip göreve gelmiştir1226.

3.13.2. Demokrat Parti İle Cumhuriyet Halk Partisi Arasında İktidar Muhalefet Çekişmesi

1221Mektubu yayınlayan gazeteciler şunlardır: Ahmet Emin Yalman (Vatan), Cihat Baban (Tasvir), Selim Ragıp Emeç(Son Posta), Sedat Simavi (Hürriyet), Ali Naci Karacan (Tan), Doğan Nadi(Cumhuriyet), Reşat Feyzi Yüzüncü(Yeni Sabah), Kazım Şinasi Dersan(Akşam), Faruk Gürtunca(Hergün), Bahadır Dülger(Son Saat) ve Türk Gazeteciler Cemiyeti Reisi Hüseyin Cahit Yalçın. Uran, s. 414-415. 1222 Giritlioğlu, s. 219 1223 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 222.876..3. 1224 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 11.57..1. 1225 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 222.876..3. 1226 Öymen, s. 503-506. 228

İktidarın değişmesi sonrasında DP tarafından CHP’ye karşı bir kızgınlık hali ortaya çıkmıştır. Bu kızgınlık ve suçlama tavrı 27 yıllık geçmişin öcünü alma amacı barındırmıştır. CHP geçmişe yönelik yapılan suçlamalara bir meydan okuma ile karşılık vermiş ve bir beyanat yayınlamıştır1227. 6 Haziran 1950 tarihli ve CHP Meclis Grubu Genel Kurulu tarafından yayınlanan beyanatta: Partiye karşı olan iktidar mensuplarının birçoğunun CHP’den yetişmiş olduğu ve yapılan suçlamalarla ilgili olarak onların da sorumluluğunun bulunduğu belirtilmiştir. Kendilerini yolsuzlukla suçlayanlara da bir öneride bulunularak, cumhuriyetin kuruluşundan bu güne kadar tüm yolsuzlukların araştırılması istenmiştir1228. İsmet İnönü de şahsi olarak yaptığı bir açıklamada suçlamalara cevap vermiş ve O da vekillerinin benzeri bir şekilde meydan okuyarak DP ve CHP üyelerinin geçmişinin ortaya dökülmesini istemiştir1229. İki parti arasındaki çekişme sadece vekiller arasında yaşanmamıştır. DP’nin muhalefette iken sürekli olarak dile getirmiş olduğu baskı yapılıyor iddiaları bu kez CHP tarafından dillendirilmeye başlanmıştır. CHP merkezi de DP iktidarı tarafından baskı altında tutulduklarını öne sürmüştür. CHP Genel Sekreterliği tarafından tüm teşkilata gönderilen 26 Ekim 1950 tarihli bir genelge CHP’lilerin baskı gördüğü iddialarına iyi bir örnek teşkil etmektedir. Genelge içerisinde şu ifadeler yer almıştır: “İktidara geldiği süreden beri DP muhalefeti ezmek ya da kukla bir muhalefet oluşturmak istemektedir. İktidar sözcüleri sürekli olarak demokrasiye uymayan tehditler kullanmaktadırlar. 14 Mayıstan sonra yapılan seçimlerde CHP etrafında toplanmış olan güçlü muhalefet iktidarı rahatsız etmektedir. Baskılar CHP’nin muhalefet anlayışını terk etmesine neden olamaz. Muhalefetsiz bir demokrasi isteği asla gerçekleşmeyecektir1230.” Yine benzer tarzda olmak üzere, 10 Kasım 1950 tarihinde toplanan CHP Parti Divanı, 13 Kasım’da Kasım Gülek aracılığıyla bir açıklamada bulunmuştur. Bu açıklamada: İktidarın baskı yapma eğiliminde olduğu, halkın CHP’ye olan güveninin hızla arttığı, baskılara boyun eğilmeyeceği, merkez ile taşra örgütleri arasında bir sorun bulunmadığı yönünde ifadeler yer almıştır1231. CHP teşkilatı tarafından ortaya atılan baskı yapılıyor suçlamalarından birkaç örneği burada vermek uygun olacaktır:  İskilip CHP ilçe idare kurulu başkanlığından Çorum CHP il idare kurulu başkanlığına gönderilen bir yazıda iktidar taraftarlarının takındıkları tavırla ilgili bilgi verilmiştir. Bu yazıya göre; DP’liler seçimi kazandıklarını anlayınca bazı CHP üyelerinin ev ve dükkânlarını farklı boyalarla boyamıştır. 21 Mayıs günü DP ilçe başkanı, ilçe jandarma komutanı, emniyet müdürü ve birçok memur, partililerin caddelerde bağrışmaları eşliğinde DP kır ziyafetine katılmışlar ve hepsi sarhoş olarak dönmüşlerdir. CHP ilçe başkanının evinin önünde iki el ateş edilmiş, bu olaya emniyet ve jandarma amirleri tarafından müdahale edilmemiştir. 24 Mayıs tarihinde ise

1227 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…, s. 43. 1228 Burçak, On…, s. 54-55 1229 Uğur, s. 21. 1230 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 11.56..1. 1231 Güngör, Muhalefette…, s. 91-92. 229

DP’liler CHP taraftarı esnafın dükkânı önünde davullar çaldırmışlar, yollarda rastladıkları CHP’lilere sözlü sataşmalarda bulunmuşlardır1232.  DP iktidarının ilk yılı içerisinde İnönü’nün fotoğraf ve büstlerinin bulundukları yerlerden indirilmesi konusunda parti merkezine bazı telgraflar gönderilmiştir. Bu iddialara birkaç örnek şöyledir: Çanakkale ordu evi bahçesinde bulunan Atatürk ve İnönü büstlerinin kaldırıldığı haberi 22 Kasım 1950 tarihindeki telgrafla CHP Genel Sekreterliği’ne bildirilmiştir. 24 Kasım 1950 tarihinde Çilimli(Düzce) bucağında bir kahvehanede İnönü’nün resmi indirilmeye çalışılmış ama engel olunmuştur1233.  1950 milletvekili seçimleri sonrasında Urfa CHP örgütünden gelen bir telgrafta; Seçimi DP kazandıktan sonra Demokratların CHP’lilere karşı yoğun hakarette bulunduğu, parti ileri gelenlerinin evleri önünde gösteriler düzenlendiği ve küfürler edildiği, parti levha ve bayraklarına fiili saldırılar olduğu, yaşananlar sonucunda 4 vatandaşın öldüğü, onun üzerinde kişinin yaralandığı, bir kişinin ise kaybolduğu bildirilmiştir. Urfa’dan gelen devam telgraflarında silahlı çatışmaların yaşandığı, ölü ve yaralı sayılarının arttığı, askeri müdahalenin beklenildiği iletilmiştir. 13 Ekim 1950 tarihide Suruç Müftüsü camide CHP’yi komünistlikle suçlamış ve CHP bu müftü hakkında dava açmıştır1234. CHP’nin sürekli baskı yapıldığı yönünde şikâyetlerde bulunması Selim Ragıp Emeç’in köşesinde eleştirilmiştir. Emeç eski iktidar mensuplarının kendi dönemlerini unutarak konuşmalarını garipsemiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “…İnsanların insan olarak sahibi bulundukları en basit düşünce ve hareket yetkisini kabul etmeyen CHP iktidarı, şimdi insan hak ve hürriyetlerinin adeta şampiyonu ve müdafii rolünü oynuyor. Sağa itiraz, solu tenkit, artık bugünkü muhalefetin bir şiarı haline gelmiştir. Adnan Menderes hükümeti tarafından, eski zamana ait siyasi tertiplere karışmış ve CHP’nin vasıta-i icraatı olmuş bir takım erkânın değiştirilmek istenmeleri veya değiştirilmeleri hadiseleri onu küplere bindiriyor…1235.” Ali Naci Karacan ise köşesinde; CHP’nin iktidarda iken eleştirdiği bir tarzda muhalefet anlayışı benimsemiş olduğunu ve her şeye muhalefet etme yolunu seçtiğini belirtmiş, basının da muhalif olma gerekliliği varmış gibi bir yol takip ettiğini eklemiştir. Demokrasinin geliştiği batı memleketlerinde muhalif tarafın iktidarı eleştirirken eleştirilerinin haklı ve gerçekçi olmasına dikkat ettiklerini ve yapıcı eleştiride bulunduklarını hatırlatarak, Türkiye’de bu anlayışın gelişmediğinden bahsetmiştir1236. Basında ve kamuoyunda DP tarafından ortaya atılan diğer bir çatışma konusu ise CHP’nin dağılmakta olduğu yönündeki ifadeler olmuştur. CHP’nin yerel teşkilatlarının sarsıntı geçirdiği ve taşra ile merkez arasında problemler yaşandığı iddiaları Ulus Gazetesi aracılığıyla yanıtlanmıştır. Gazete iddiaların doğru olmadığını belirttikten sonra, DP’nin iktidara gelmesinin üzerinden aylar geçmesine rağmen halka verdiği sözleri yerine getirememenin verdiği suçluluğu kapatabilmek için dikkatleri CHP üzerine çekmeye çalıştığını iddia etmiştir. CHP’nin dağılmak

1232 BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:459.1885..5. 1233 BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 231.912..1. 1234 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 459.1887..3. 1235 Selim Ragıp Emeç, “Halk Partisine Niçin İnanılmaz”, Son Posta Gazetesi, 11 Ağustos 1950, s. 1. 1236 Ali Naci Karacan, “Muhalefetin Acaip Halleri”, Milliyet Gazetesi, 11 Ağustos 1950, s. 1. 230

şöyle dursun daha fazla kenetlendiği ve çalışma gayreti içinde olduğu da eklenmiştir1237. CHP’liler tarafından yeni iktidarın suçlandığı bir diğer konu ise doğu illerine yatırım konusunun hükümet programında yer almamasıyla ilgili olmuştur. Bu iddialar DP’nin gazetesi Zafer’de Mümtaz Faik Fenik tarafından cevaplanmıştır. Bu yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır: Türkiye bir bütündür, doğu-batı ayrımı yapmadan her yere yatırım yapılması planlanmıştır. Esas CHP doğuya üvey evlat muamelesi yapmıştır. Birçok doğu yerleşim yerinin yolu, elektriği, okulları ve doktorları yoktur. Yeni yetme amirler için staj bölgesi ve memurlar için sürgün bölgesi olan bu illerin birçoğunun CHP’li milletvekilleri, seçildiği ili dahi görmemiştir. Halk da kendi milletvekilinin suratını bırakın, resmini dahi görmemiştir. Bir miktar para ayrılarak doğu için yatırım yapılıyor diye göz boyama siyaseti başarısız olmuştur. Zaten halk doğu illerine yapılanlardan rahatsız olduğu için iktidarı yıkmıştır1238.

3.14. 1945-1950 Arasında Kurulan Diğer Partiler

1852-1946 yılları arasında 104 tane parti şeklinde oluşum meydana gelmiş fakat genel olarak bu oluşumlar bir halk hareketi olarak değil, daha çok yönetici ve aydınların girişimleriyle hayat bulmuştur1239. 1945-1950 yılları arasında ise yirminin üzerinde parti daha kurulmuştur. Bunlar içerisinde DP ve Millet Partisi dışındakiler çok da etkili olamamıştır1240. Kurulan partiler genel olarak dönemin revaçtaki kavramı olan insan hakları kavramını program ve tüzüklerinde kullanmışlardır1241. Bu süreçte açılan birçok burjuva partisi yeterli bir programı olmadığı, kadro eksiklikleri ya da ideolojik yönlerinin ekonomik yönlerinin önüne geçmesinden dolayı başarı sağlayamayarak ya dağılmış ya da başka partilerle birleşerek yok olup gitmiştir1242. Partiler içerisinde, siyasi tecrübeleri olan kişilerin kurduğu partiler ise diğerlerine göre nispeten daha uzun ömürlü olmuşlardır1243. İşçi sınıfı ve yoksul köylü sınıfını hedef alan partiler de kurulmuştur. Fakat bilinçli ve sayı olarak çok olmayan, işçi sınıfının gerçek manada desteğini bulamayan sosyalist partiler sadece dönemin sosyalist aydınlarının ideolojik örgütleri olmaktan öteye geçememiştir1244. Çok partili hayata geçiş ile hayat bulan partiler ilk etapta tek parti ideolojisiyle çatışmayacak vaatleri öne sürerek varlıklarını temellendirmeye çalışırken, bir süre sonra gerçek amaçlarını ortaya koyarak var olan Anayasal düzenle çatışma içerisine girmişlerdir. Özellikle din ve sosyalist anlayış bu çatışmaların temel öğretileri olmuştur. Atatürk İlkeleri ile yaşanan gerginlik ise diğer bir çatışma alanını oluşturmuştur1245. Bu bölümde öncelikle; DP dışında, dönem için önem arz eden dört siyasi parti incelenecektir. DP’den daha

1237Ulus Gazetesi, 11 Ağustos 1950, s. 1. 1238 Mümtaz Faik Fenik, “Doğu İlleri İçin Kışkırtıcı Sözler”, Zafer Gazetesi, 14 Haziran 1950, s. 1-6. 1239 Ağaoğlu, s. 9. 1240 Mumcu, s. 181. 1241 Tanıl Bora, Y. Bülent Peker ve Mithat Sancar, “Hakim İdeolojiler, Batı, Batılılaşma ve İnsan Hakları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Modernleşme ve Batıcılık’, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 306.(Sayfa aralığı 298- 335) 1242 Sencer, s. 203. 1243 Yalçın vd., s. 536. 1244 Sencer, s. 213. 1245Yeniçağ Gazetesi, 30 Mart 1946, s. 3. 231

önce kurulmuş ve çok partili hayata geçişin ilk adımı olarak kabul edilen Milli Kalkınma Partisi öncelikle değerlendirilecektir. DP’nin sert muhalefet tarafını temsil eden Millet Partisi ise diğer incelenecek partidir. Sosyalist görüşün temsilcisi olarak da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi öncelikli partiler olarak sunulacaktır. Bu partiler tanıtıldıktan sonra dönem içerisinde kurulan diğer irili ufaklı partiler hakkında bilgiler verilecektir.

3.14.1. Milli Kalkınma Partisi

Çok partili hayata yönelik atılan ilk adım, Nuri Demirağ’ın 9 Temmuz 1945 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na başvurarak Milli Kalkınma Partisinin kuruluş dilekçesini vermesiyle atılmıştır. Parti kurucuları içerisinde Demirağ’ın yanı sıra Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rıfat Atilhan yer almıştır1246. Parti 24 Temmuz 1945 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur1247. MKP’nin isminde ‘Milli’ kelimesinin kullanılması ise biraz zaman almıştır. Çünkü bir cemiyetin milli veya cumhuriyet unvanı kullanabilmesi için ancak Bakanlar Kurulu’ndan izin çıkması gerekmektedir. Bakanlar Kurulu 5 Eylül 1945 tarihindeki kararı ile MKP’nin ‘Milli’ unvanını kullanmasına izin vermiştir1248. Parti tarafından yapılan açılış ise 27 Ekim 1945 tarihinde gerçekleşmiştir. 31 Ekim 1945 tarihinde MKP başkanlığından Başbakanlığa çekilen bir telgrafta; yurdun ve milletin muasır medeniyetler seviyesine çıkması ve tam bir demokrasi tesis için MKP’nin kurulduğu haberi verilmiştir. Aynı gün Başbakan Şükrü Saraçoğlu MKP’ye gönderdiği cevabi yazıda partinin kurulmasından duyduğu memnuniyeti belirtmiş ve partinin memleket çıkarına yapacağı çalışmaları ilgi ile takip edeceğini eklemiştir1249. Siyasi tecrübesinin az ve fikir ayrılıklarının çok olduğu bu oluşum gerçek bir muhalefet havasına girememiştir. Halk ilk anda partiye ilgi gösterse de kısa süre içinde yetersizliği anlaşılınca partiden kopmuştur1250. Partinin kuruluş amacı, MKP’nin kurulması için Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yapılan başvuruda belirtilmiştir ve şu şeklidedir: “Memleketimizin layık olduğu mevki ve refahı ahlaken ve iktisaden büyük bir kuvvet haline gelmesini sağlamak maksadıyla kurulmuştur1251(EK 15).” Parti programı ve nizamnamesi de partinin amaçlarını ortaya koymuştur. Programda: Savaş sırasında bazı memurların ticari burjuvazi ile el ele vererek spekülatif kazançlar elde ettiği, diğer yandan ahlaklı endüstri burjuvazisinin ise kendi çabalarıyla bir yerlere geldiği vurgulanmıştır. Haksız şekilde kazanç elde edilenlerin zaman aşımı dikkate alınmadan cezalandırılacağı, devlet memurlarında ise önce ahlak sonra görev anlayışının işletileceği belirtilmiştir. Devletçilik ilkesini de eleştiren MKP, sanayi ve ticarette rekabetin önünün açılması gerektiğini belirterek orman, maden ve fabrikaları, ulaştırma, ziraat ve emsali işleri gelişmiş milletlerde olduğu gibi halka terk edip şahsi teşebbüsü güçlendirmeyi hedef olarak almıştır. Devletin görevi ise üretim alanlarında

1246 Fatih M. Dervişoğlu, Nuri Demirağ-Türkiye’nin Havacılık Efsanesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2007, s. 154-155. 1247 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 434.1803..3. 1248 Koçak, s. 654. 1249 BCA, Dosya: C7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 48.285..1. 1250 Akandere, s. 408. 1251 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 434.1803..3. 232

birer örnek işletme yaparak gerisini halka bırakma olarak tanımlanmıştır1252. Partinin diğer amaçları ise şu şeklide sıralanmıştır: Cumhurbaşkanını halk seçmeli, bir kişi en fazla iki defa Cumhurbaşkanı olmalı, sosyal hayatta kumar ve eğlenceden uzak ahlaki yapı korunmalı, vergilerde düzenleme yapılmalı, gençler aktif halde kullanılmalı1253, tek dereceli seçim sistemi ve nispi temsil usulü uygulanmalı, seçimlerin yapılmasına yönelik hiçbir müdahaleye izin verilmemeli, bir ayan meclisi oluşturulmalı, dış politikada ise İslam Birliği-Şark Federasyonu anlayışı yerleştirilmelidir1254. Parti’nin eğitim yaklaşımı ise milli-ahlaki bir temele oturtulmuş ve programda şu ifadelerle yer almıştır: “Memleket maarifi bugünkü anarşiden kurtarılacak, Türk Milleti’nin milli ananesine tamamen uygun ve mazbut ve muntazam bir maarif siyaseti takip edilecek, yeni nesil, babalarının dilini bilecektir. Bir asırlık bir devre-i tekâmül geçiren bugün en medeni, fenni ve ilmi bir lisan haline gelmiş olan güzel Türkçemiz haksız tecavüz ve suikastlardan kurtarılacaktır.” MKP nizamnamesinde ise öğretmenin değeri tespit edilmiş ve: “Öğretmen kitlesine, bütün teşrifatta layık oldukları en yüksek mevki temin edilecek, aynı zamanda maddi refah bakımından maişet(geçim) düşüncelerinden kurtarılacaktır.” İfadeleri kullanılmıştır1255. Müslüman ülkeler arasında birlik tesis etmek ve bu konuda merkezin Türkiye olabilmesi için de bir teknik ve ahlak üniversitesinin İstanbul’da açılması hedeflenmiştir1256. Parti her ne kadar temelsiz bir karakterde olsa da çok partili hayata geçişin anahtarı olmuş ve kurulacak diğer siyasi partilere açılmak için cesaret vermiştir. 1946 yılında yapılan belediye seçimlerinde önemli bir oy oranına erişse de yapılan haksızlıkları öne sürerek seçimden çekilmiştir. Partinin programsızlığı ve tanınmış simaların partide yer almaması partiye olan ilgiyi azaltmıştır. Parti toplantılarında gazetecilere kuzu ziyafetleri verildiği için partinin ismi kuzu partisi olarak anılmıştır1257. Oluşumun Meclis içinden çıkmamış olması, iktidara gelmek için değil de liberal ekonomi için savaş vermek adına kurulduğunu bildirmesi, Atatürk’ün devletçilik anlayışı karşısında katı bir ABD liberalizmini savunmuş olması1258, endüstri burjuvazisinin isteklerini dile getirirken ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin isteklerini görmemezlikten gelmesi de partiyi zayıflatmıştır1259. MKP’yi zayıf düşüren esas sorunlar ise yöneticiler arasında yaşanmıştır. İlk huzursuzluk parti kurucularından Cevat Rıfat Atilhan’ın, Demirağ’ın partiden ihraç edildiğini ilan etmesiyle yaşanmıştır. Partiden çıkarılma nedeni olarak ise; Demirağ’ın partide baskıcı bir tavır takınması, bilgisiz olduğu için partinin destek kaybetmesi, tutumları nedeniyle değerli şahsiyetlerin partiye girmekten çekinmesi1260, İsmet İnönü’ye karşı saygısız tavırlar sergilemesi gösterilmiştir. Bu sebepler münasebetiyle Parti Haysiyet Divanı 3 Mart 1946 tarihli bir kararla Demirağ’ı partiden uzaklaştırmıştır. Daha sonra MKP idare merkezi; Cevat Rıfat Atilhan, Yaşar

1252 Sencer, s. 201., Ayrıca Bakınız: Ercan Haytoğlu, “1945’te Çok Partili Siyasi Hayata Geçişte Bir İlk: Milli Kalkınma Partisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 784. (Sayfa aralığı 783-797) 1253 Akkerman, s. 44. 1254 Tökin, s. 78., Ayrıca Bakınız: Tunaya, s. 642. 1255 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 434.1803..3. 1256 Tunaya, s. 640. 1257 Akandere, s. 410. 1258 Çolak, “Türkiye’de…, s.794 . (Sayfa aralığı 774-782). 1259 Sencer, s. 202. 1260 Dervişoğlu, s. 172. 233

Çimen ve Zekai Dik’in partiden çıkarıldığına dair bir beyanat yayınlamıştır. Bu kişiler parti aleyhinde çalışmakla suçlanmışlardır. Demirağ ise kendine karşı girişilen tasfiye harekâtına yönelik dava açmıştır. Vilayet makamı, yaşanan parti içi sıkıntılarda Demirağ’ı haklı bulmuş ve muhalif kanat tasfiye edilmiştir1261. Parti içinde yaşanan iktidar mücadelesi basına da yansımış ve Yeniçağ Gazetesi konuyla ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Milli Kalkınma Partisi ikiye bölündü. Parti lideri Nuri Demirağ arkadaşlarını dava ediyor, arkadaşları da Nuri Demirağ’ı. Hazin olan şey, nizamnamesini fazilete, doğruluğa dayayan bu partinin daha iktidar mevkiine geçmeden, hatta siyasi faaliyete başlamadan parçalanmasıdır. Bu da gösteriyor ki, milli ihtiyaçların doğurmadığı partiler yaşayamaz1262.” MKP 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlere de girmiş ama başarı sağlayamamıştır. Nuri Demirağ’ın 1957 yılında ölümü üzerine parti genel kurulu bir daha toplanamamış ve 22 Mayıs 1958 yılında parti fesh olunmuş sayılmıştır1263.

3.14.2. Millet Partisi

8 Temmuz 1948 tarihinde DP İstanbul eski İl Başkanı Kenan Öner basına yeni bir parti kurulmakta olduğunu ilan etmiştir1264. Bu parti Millet Partisi ismiyle 20 Temmuz 1948 tarihinde Ankara’da kurulmuştur1265. Partinin kurucuları: Fevzi Çakmak, Enis Akaygen, Yusuf Hikmet Bayur, Kenan Öner, Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı, Osman Nuri Köni ve Sadık Aldoğan’dır. Fahri Başkan Fevzi Çakmak, Genel Başkan Yusuf Hikmet Bayur, Genel Sekreter ise Mustafa Kentli’dir1266. Parti, DP içerisinden çıkarılan ve Meclis içerisinde oluşturulan Müstakil Demokratlar Grubu üyeleri ile Afyon’da örgütlenen Öz Demokratlar Partisi’nin birleşmesi ile meydana gelmiştir1267. Parti’nin kuruluşu ardından Çakmak tarafından yayınlanan bir beyanname ile partinin amaçları belirtilmiştir. Bu amaçlar içerisinde öne çıkan birkaç tanesi şöyledir: Cumhuriyet, liberalizm ve adalet temel prensiplerdir1268. İktidar seçimle yeni bir hükümete devredilmeli, devlet yurttaşın emrine sunulmalı, devletçilik anlayışına son verilmeli, vergiler azalmalı ve bazı vergiler kaldırılmalı, özel girişime çalışma imkânı tanınmalı, milli-dini eğitim yaygınlaştırılmalı, refahı yükseltmek amaçlanmalıdır1269. Parti Programında da Çakmak’ın belirttiği amaçlar sıralanmış ve genel olarak devletçilik karşıtı ve şahsi girişim taraftarı bir anlayış öne çıkarılmıştır. İnsan hak ve özgürlükleri program içerisinde vurgulanmış ve devletin bu konuda öncelikli sorumlu olduğu belirtilmiştir1270. Muhafazakâr bir anlayışa sahip olan parti programında laiklik ve din konularına geniş yer ayrılmıştır. Din ve devlet işlerini ayrı

1261 Çolak, “Türkiye’de…, s.786 . (Sayfa aralığı 774-782). 1262Yeniçağ Gazetesi, 30 Mart 1946, s. 2. 1263 Tunaya, s. 639-640. 1264 Erer, Türkiye’de…, s. 234. 1265 Akkerman, s. 58. 1266 Tunaya, s. 712., Ayrıca Bakınız:Bölükbaşı, s. 103. 1267 Sencer, s. 207. 1268 Yalman, s. 1442. 1269 Karpat, s. 331., Ayrıca Bakınız: Tuncer, 1950…, s. 55. 1270 Sencer, s. 208. 234

gören, herkesin özgürce ibadetlerini yapmasını hedefleyen, dini cemaatlerin mevcudiyetini destekleyen, okullarda din eğitimi verilmesini amaç edinen bir yaklaşım sergilenmiştir1271. Kurulan parti hem iktidar hem de muhalefet tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Milletin adına kurulmuş gibi davranmaları, uç bir parti tavrı benimsemeleri, tecrübesiz olmaları, kurucularının yaşlı olması, dinci bir tavır takınmaları, her şeye itiraz etme eğiliminde olmaları ve muhalefeti parçalamaları yapılan eleştirilerin öne çıkanları arasında gösterilebilir1272. Mareşal’in fahri başkanlığı ise DP tarafından eleştirilmiştir. Menderes 4 Eylül 1948 tarihinde İzmir’de yaptığı bir konuşmada Çakmak’la ilgili eleştirisini dillendirerek şöyle bir göndermede bulunmuştur: “Bütün tehlikeler ortadan kalkmış bulunmasına rağmen bir üniforma korkuluğu tedarik edemeden parti kurmakta dahi ne derece tereddütler ve ürkeklikler gösterdikleri malumdur. Elbiseler, rütbeler hiçbir zaman cesaretin, hamiyetin, itidal, dirayet ve zekânın şaşmaz ölçüsü olmamıştır… Demokrat Parti rütbe, üniforma ve isim partisi değildir. DP sayısız adsız kahramanların partisidir. O, Türk Milleti’nin mübarek eliyle kurduğu ilk ve hakiki millet partisi olmuştur. Ve bu şerefi kendisinde hiçbir kimse alamayacaktır1273.” Menderes’in diğer eleştirisi de Çakmak’ın MP’deki fahri başkanlık göreviyle ilgili olmuştur. Menderes bu görevi CHP’deki değişmez başkanlık görevine çok benzeterek olumsuz tavır takınmıştır1274. Milet Partisi’nin kuruluşunu değerlendiren Nadir Nadi ise köşesinde MP’yi eleştirmiştir. Partinin kurucularının yaşını başını almış kimseler olmalarına rağmen oldukça agresif ve saldırgan bir üslup benimsemelerini hoş karşılamayan Nadi, bu kimselerin daha birkaç yıl önce siyasetten uzak iken, birden siyasete daldıklarını, kendi kişiliklerinin kırılmazlığından bahsederken birkaç parti değiştirme yolunu seçtiklerini hatırlatmıştır. Siyasetin kısa sürede öğrenilecek bir iş olmadığını ve tecrübe gerektirdiğini söyleyen Nadi, bu kimselerin altmışından sonra daha ne zaman tecrübe kazanacaklarını merek ettiğini belirtmiştir. CHP’yi şef sistemini yaşatmakla ve DP’yi de gevşeklik, tembellik ve uysallıkla suçlayan partinin iki tarafa da saldıracağının anlaşıldığı tahminini de yürütmüştür1275. Partiye yönelik diğer bir eleştiri ise Ahmet Emin Yalman’dan gelmiştir. Yalman bir yazısında: Millet Partisi’nin kurulmasıyla üçüncü bir partiye kavuşulduğunu, fakat Balkanlar ve Latin Amerika’da bu tip girişimlerin başarısızlığa uğradığını hatırlatmıştır. İstikrarın yakalanabilmesi ve ilerlemenin sağlanabilmesi için çok partinin olmasının yanlış olacağını belirten Yalman, hele de sürekli karşı tarafı haksız, kendini haklı gören bir anlayışın olduğu siyasi bir yapılanmanın daha zararlı olacağını iddia etmiştir. Çakmak’ın tecrübeleri ışığında daha ılımlı olması beklenirken, O’nun da çevresindekilere uyarak ılımlı olmayan bir tavır içerisine girdiğini gözlemlediğini de yorumlarına eklemiştir1276. Gelen eleştirilerden de anlaşılacağı üzere MP iki büyük parti olan DP ve CHP’ye savaş açmış, bu iki parti de MP’ye karşı hoş görüyle yaklaşmamıştır. Basın da yeni partiden pek memnuniyet

1271 Tunaya, s. 719-721. 1272 Karpat, s. 331. 1273 Esirci, s. 164. 1274 Erer, Türkiye’de…, s. 239. 1275Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1948, s. 1. 1276 Ahmet Emin Yalman, “Millet Partisi Hakkında Düşünceler”, Vatan Gazetesi, 25 Temmuz 1948, s. 1. 235

duymamıştır. Bu memnuniyetsizliğin temelinde yatan en önemli neden ise MP’nin sert bir muhalefet anlayışı sergilemesinden kaynaklanmıştır. Kudret Gazetesi partinin yayın organı olmuştur. Bir dönem Yeni Sabah Gazetesi tarafından da desteklenmiştir1277. Millet Partisi, CHP devrimleri ve özellikle laiklik uygulamalarına karşı durarak küçük köylü ve kentli burjuvazinin dini hissiyatlarına önayaklık etmeye çalışmış, partiye ekonomik bir program kazandıramadığı için de dar bir çevre partisi olarak kalmıştır. Parti, sivil ve askeri bürokrasinin yapısal değişiklikleri tamamlamadan başlattığı ve halk tarafından sık sık tepkiyle karşılanan laiklik adımlarının karşısında bulunan kalabalık halk topluluklarından beslenmeye çalışmıştır. Parti içinde bir fikir birliği oluşmamıştır. Meseleler üzerinden değil kişiler üzerinden politika izlemesi, İnönü’ye karşı saldırı tarzı benimsemesi partiyi halk gözünde düşürmüştür. Kenan Öner’in 1949, Fevzi Çakmak’ın 1950 yılında ölmesi ile iki önemli liderini kaybeden parti oldukça zayıflamıştır. MP’nin DP’yi muvazaa partisi olarak suçlaması DP’nin CHP karşısında daha sert muhalefet yapmasına neden olmuştur. Kimi zaman da iki parti birleşerek özellikle laiklik konusunda MP’ye karşı tavır almışlardır1278. MP’yi yıpratan önemli gelişmelerden birisi ise 1949 yılında cereyan etmiştir. MP’den Denizli Milletvekili olarak Mecliste bulunan Reşat Aydınlı bir ihbarda bulunarak, İnönü ve Bayar’a suikast düzenleneceği iddiasını ortaya atmıştır. Suikastı yapacağı söylenen kimseler ise Millet Partisi mensuplarından Sadık Aldoğan, Osman Bölükbaşı ve Fuat Arna’dır. Aydınlı ihbarında, kendisine de bu suikasta katılma teklifi getirildiğini iddia etmiştir. Hadiseye Ankara Cumhuriyet Savcılığı el koymuştur1279. Bu ihbara dayanılarak mahkeme tarafından Bölükbaşı ve Arna’nın tevkifine, Aldoğan’ın ise ev ve bürosunda arama yapılmasına karar verilmiştir. Aydınlı ihbarı kendisinin yapmadığını iddia etmiştir. Mevcut kanunlarda, yapılan suçlamanın cezası idam olarak karşılık bulmaktadır. Sadık Aldoğan vekil olduğu için tutuklanmamıştır. İddiaların asılsız olduğu anlaşılınca Bölükbaşı ve Arna 21 Kasım 1949 tarihinde tahliye edilmişlerdir 1280. Milet Partisi’nin yapılan ara ve genel seçimlerle ilgili tavrına bakılacak olursa: 1948 ara seçimleri öncesinde Seçim Kanunu’nda yapılan tadilatı yeterli görmeyerek DP gibi seçimlere katılmamıştır1281. 1950 milletvekili seçimlerine 22 ilde girmiş ve sadece Kırşehir’den bir vekil çıkarabilmiştir1282. Osman Bölükbaşı 1950 seçimleri öncesinde açık hava mitingleri düzenleyerek hitabet yeteneğini de kullanıp çok kalabalık toplulukları meydanlara toplamayı başarmıştır. Bu kadar halktan destek almasına rağmen seçimlerde MP fazla oy alamamıştır. Buna kızan Bölükbaşı bir miting sırasında sitemini şöyle dile getirmiştir: “Hepiniz beni dinliyor ve alkışlıyorsunuz. Oylamaya gelince, hepiniz başkalarına oy veriyorsunuz1283.” 1950 milletvekili seçimleri sonrasında 17 Haziran günü partinin birinci kongresi toplanmıştır. Kongrede: MP’nin körü körüne bir muhalefet olmadığı, Atatürk inkılâplarına sırt çevirmediği, laik bir parti olup irtica karşıtı olduğu belirtilmiştir. İstibdat idaresi haline gelen

1277 Tökin, s. 84. 1278 Karpat, s. 554-555. 1279Ayın Tarihi, 16 Kasım 1949. 1280 Bölükbaşı, s. 114-116. 1281 Tunaya, s. 714. 1282 Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1283 Bağlum, s. 135. 236

CHP’nin yıkılmasında MP’nin etkisi olduğu, DP muhalefetinin kendisine gelmesinde etkilerinin bulunduğu iddialarını ortaya atmıştır1284. Kongre sırasında partinin niçin başarısız olduğu da tartışılmış ve bu konuda basın en büyük düşman ilan edilmiştir. Bolu delegesi Haydar Seçkin, basın hakkında çok ağır bir ifade kullanmış ve ezcümle şunları söylemiştir: “Maatteessüf basın Millet Partisi’ne karşı en büyük suçludur. Bizi mağlûp eden ne Demokrat Parti ne de CHP’dir. (Orada bulunan gazetecileri işaret ederek) milletin imanını sarsan şu basın, yanlış yoldadır. Sert konuşulmuş, basın gücendirilmiş, diyorlar. Vay beyim, vay! Celâl Bayar’ın köye gittiğini yazıyorlar, İnönü’yü adım adım takip ediyorlar da, Millet Partisi’nin teşkilât kurduğu yerleri bildirmiyorlar. Kahrolsun böyle basın1285.” MP istediği güce asla erişememiş ve DP tarafından parti hakkında açılan soruşturma sonucunda 8 Temmuz 1953 tarihinde mahkeme kararıyla kapatılmıştır1286.

3.14.3. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi-Türkiye Sosyalist Partisi

Savaş içerisinde küçük burjuvazi aydınları ve üniversite gençliği içerisine sıkışmış olan sol anlayış, savaşın bitimiyle bir yayılma çabası içine girmiştir. Partileşme yolunu seçen sol hareketlerin kurmuş olduğu siyasi oluşumlar içerisinden Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi(TSEKP) ile Türkiye Sosyalist Partisi(TSP) öne çıkmıştır1287. Gizli Türkiye Komünist Partisi’nin bir uzantısı olan1288 TSEKP, Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklikle siyasi parti kurmanın önündeki engeller kalkınca 19 Haziran 1946 (bazı kaynaklarda 20 Haziran olarak geçmektedir) tarihinde İstanbul’da Şefik Hüsnü Değmer tarafından kurulmuştur1289. Fuat Bilge, İstefo Papadopulos, Rağıp Vardar, Habil Amato, Emin Aydınlatan, Haraç Akman, Hayrettin Emin Manoğlu ve Müntakim Öçmen partinin diğer kuruculardır1290. TSEKP’nin 39 maddelik ana nizamnamesi ve 45 maddelik faaliyet programı mevcuttur. Ana nizamnamede partinin yakın ve uzak hedeflerinden bahsedilmiştir. Partinin uzak hedefleri: İş gücünün sömürülmesini engellemek, üretim araçlarını halkın ortak mülkiyeti haline getirmek, halkın geçim standartlarını yükseltmek olarak belirlenmiştir. Yakın hedefler olarak ise: Emekçileri yönetimde etkin kılmak, bu sınıfa yönelik sınırlayıcı kanunları değiştirmek, demokrasinin gereği olarak emekçi sınıfın teşkilatlanmasına izin vermek, emekçi sınıfı hiçbir ayrıma tabi tutmadan sömürülmeye karşı korumak, irtica ve faşizmle mücadele etmek, iş gücünün kullanılmasında standartların belirlenmesini ve işçi sınıfının hak ettiği ücretleri

1284 Tunaya, s. 715. 1285Ayın Tarihi, 12 Haziran 1950. 1286 Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi(1908-1960), Tekin Yayınevi, İstanbul 1991, s. 178. 1287 Timur, s. 81. 1288 Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler(1910-1960), Komünizmle Mücadele Yayınları, Ankara 1967, s. 547., Ayrıca Bakınız: Çavdar, Türkiye’nin…, s. 453. 1289 Karpat, s. 480. 1290 Aclan Sayılgan, Türkiye’de Sol Hareketler, Hareket Yayınları, İstanbul 1972, s. 279. 237

almasının sağlanmasına çalışmak, sosyalist bir düzene geçişin şartlarını oluşturmak olarak belirlenmiştir1291. Partinin sahip olduğu genel yaklaşımlardan bazıları şu şekildedir: Vatandaşlar 18 yaş itibariyle oy kullanabilmeli ve 25 yaşını doldurmuş kişiler ise milletvekili seçilebilmelidir, nispi temsil usulü getirilmelidir. Toprak Kanunu muğlâk ifadelerle dolu olup köylü için bir çözüm getiremeyecektir. Köylü teşkilatlanıp kendi hakkını aramadığı takdirde de yönetim gerçekçi bir toprak reformu yapamayacaktır. Bu nedenle köy teşkilatlanmalarının bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Devlet vergi gelirinin büyük bölümünü alt sınıf emekçiden karşılamaktadır. Vergi sistemi düzenlenerek, vergilerin zengin ya da zenginleşmekte olan kişilere yüklenmesi sağlanmalıdır1292. Eşit işe eşit ücret politikası izlenmeli, kadın da yapabileceği işlerde eşit muamele görmeli ve çalışma hayatına girebilmeli, tekelcilik konusunda işçiler tarafından oluşturulan teşekküller aracılığıyla kontrol mekanizmaları oluşturulmalı, devlet ekonominin her alanında etkin olmalı, burjuva devletçiliğinden çıkarak ihtiyaçları karşılamak için üretim yapmalıdır1293.Memurlar arasında reform yapılarak rüşvet ve suiistimaller önlenmeli, ağır sanayii hamlesi yapılmalı, savaş sırasında elde edilen haksız kazançların müsadere edilmesinin yolu açılmalıdır. Köylüler ve gençlerin eğitimine önem verilmeli, birey üretici hale getirilmeli, işçi sınıfının kültürel seviyesi yükseltilmeli, üniversitelere özerklik getirilerek hocaların siyasete katılmaları sağlanmalıdır. Dış politikada öncelikle yakın komşularla ve genelde dünya ile barış içinde yaşamayı tavsiye eden parti, Sovyetlere karşı olan düşüncelerini tepki toplar çekincesiyle belirtmemiştir1294. Parti kısa sürede İstanbul’un dışında Ankara, İzmir, Samsun, Zonguldak, Adana, Gaziantep ve İzmir’de örgütlenmiştir. Partiye bağlı birkaç sendika kurulmuştur. Türkiye Sosyalist Partisi’yle birleşme noktasında çalışmalar olmuş ama başarıya ulaşamamıştır1295. Sendika Gazetesi partinin yayın organı olmuştur. Ayrıca Yığın Dergisi de partiyi desteklemiştir1296. Parti herhangi bir kongre düzenlememiştir1297. Ülke içinde ekonomik bir sınıfın başka sınıflar üzerinde hâkimiyet kurmasını amaçladığı için Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından, 16 Aralık 1946 tarihinde kapatılmıştır1298. Parti yöneticileri komünizmi yaymak suçlamasıyla yargılanmışlardır1299. Mensuplarından hapis cezası alanlar olmuştur. Başkan Şefik Hüsnü Değmer ise 4 yıl hapse mahkûm edilmiştir1300. Türkiye Sosyalist Partisi(TSP) ise 14 Mayıs 1946 tarihinde de Esat Adil Müstecaplıoğlu tarafından kurulmuştur1301. Savaş sonrası resmi anlamda ilk kurulan sosyalist eğilimli parti olmuştur. Parti merkezi İstanbul olarak belirlenmiştir. Partinin diğer kurucuları: Macit

1291 Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi Ana Nizamname ve Faaliyet Programı, F-K Basımevi, İstanbul 1946, s. 3-4. 1292Türkiye Sosyalist…, s. 22-26 ve 36. 1293 Akkerman, s. 52. 1294 Karpat, s. 487. 1295 Dimitır Şişmanov, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Belge Yayınları, İstanbul 1990, s. 157 1296 Tökin, s. 83. 1297 Tunaya, s. 704. 1298 Akkerman, s. 53. 1299 Tökin, s. 83. 1300 Sayılgan, s. 281. 1301 Çavdar, Türkiye’nin…, s. 451. 238

Güçlü, İhsan Kabalıoğlu ve Aziz Uçtay’dır1302. Gün Dergisi ve Gerçek Gazetesi TSP’nin yayın organlarıdır1303. Özellikle Gerçek Gazetesi komünizm propagandasını ciddi şekilde sürdürmüştür. Bu gazete Nazım Hikmet’in hapishaneden çıkarılması için de propaganda yapmıştır1304. Parti İstanbul’daki merkezinde konferans ve dersler vermiş, çeşitli broşürler yayınlamıştır. Parti ilk etapta işçiler arasında örgütlenmeye çalışmıştır1305. TSEKP ile TSP beklenenden fazla destek sağlaması (özellikle aydın kesim ve sendikalar tarafından desteklenmiştir) bu partileri Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile boğazlar ve toprak talepleri çekişmeleri sırasında birer güç haline getirmiştir. İki parti de Sovyet isteklerinin taraftarı olmuşlar ve tepki toplamışlardır. Sol partilerin bu kadar destek görmesinin temelinde; halkın hayat seviyesinin düşük olması, toplumsal şartların kötü olması, işsizlik, devlet kapitalizminin başarısızlığı ve işçi ücretlerinin azlığı yatmıştır1306. Partinin 68 maddelik programı ve 44 maddelik nizamnamesi mevcuttur. Türkiye Sosyalist Parti Nizamnamesi’nin 1. maddesinde partinin amacı şu şekilde verilmiştir: “Milletimizin her bakımdan terbiye ve kalkınmasını, yurdumuzun mülki bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını, imarını, bütün halk kitleleri arasında hakiki bir tesanütün ve içtimai adaletin teminini hedef tutan ve gayesi münhasıran demokratik prensiplere hayat vermekten ibaret olan siyasi bir cemiyettir.” Partiye katılma şartı ise 3. maddede şu cümlelerle izah edilmiştir: “İktisadi ve içtimai durumu her ne olursa olsun demokratça ve sosyalistçe düşünüş sistemine bağlı bütün münevverlere, bilhassa işçi, köylü, sanatkâr ve küçük esnafın ve menfaat beraberliğini temsil eden partimiz azalığı kadın ve erkek bütün vatandaşlara açıktır1307.” Ekonomide ise sosyalist tarz benimsenmiştir. Parti, şartlı olma üzere özel mülkiyeti kabul etmiştir. Şahsi emek ile elde edilen servet tanınmış ama milli servetin bir zümrenin elinde bulunması ve genel refahı engelleyen şartlar taşıması durumunda ise büyük arazilerin, fabrikaların, bankaların, taşıma araçlarının, madenlerin zamanla kamulaştırılarak millet adına kullanılması uygun görülmüştür1308. Düşünce, söz, basın, grev, gösteri, toplantı ve her anlamda teşkilatlanma hürriyetini sağlamak önemli hedefler arasında gösterilmiştir1309. Cumhurbaşkanı dört yılda bir, tek dereceli ve gizli oyla halk tarafından seçilmelidir. Parti’nin din ile ilgili görüşü programının 12. maddesinde şu şeklide izah edilmiştir: “Vatandaşın vicdan hürriyeti ve din serbestliği mutlaktır. Din lehine ve aleyhine siyasi mahiyette olmayan her türlü neşriyat, propaganda serbesttir. Devlet bu tezahürat karşısında tam bir tarafsızlık muhafaza edecek ve dini müesseseler devlet resmi kadrosu içinde yer almayacaktır1310.”

1302 Tunaya, s. 696., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 22. 1303 Sayılgan, s. 281. 1304 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Komünist Hareketleri, Toprak Yayınları, İstanbul 1961, s. 129. 1305 Çavdar, Türkiye’nin…, s. 451. 1306 Karpat, s. 489-491. 1307 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1808..2. 1308 Akkerman, s. 49. 1309 Tökin, s. 82. 1310 Tunaya, s. 699-700. 239

Partinin hiçbir şubesi açılmamıştır1311. 16 Aralık 1946 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı partiyi, birçok sendika ve yayın ile birlikte sınıf mücadelesini körükledikleri gerekçesiyle kapatmıştır. Partilerin ve sendikaların önde gelen isimleri, komünist faaliyette bulundukları suçlamasıyla tutuklanmıştır. 1948 yılına kadar devam eden davalar sonunda elli beş kişi bir ile beş yıl arasında mahkûmiyet almıştır. TSP’nin kurucusu Esat Adil Müstecaplıoğlu serbest kalmış1312 ve parti kurmasında da mahsur olmadığı için 1950 yılında partiyi tekrardan faaliyete geçirmiştir. Fazla ilgi görmeyen bu yeni oluşum da 1952 yılında, yine komünistlik suçlamasıyla, tekrardan kapatılmıştır1313.

3.15. Dönem içerisinde Kurulan Diğer Siyasi Partiler

1. Arıtma Koruma Partisi: 26 Haziran 1946 tarihinde Ankara’da kurulmuştur1314. Selçuk Köroğlu, Kemal Köymen ve Halil Sümer tarafından kurulan İslamcı özellikte bir partidir1315. Parti programında yer alan amaçlardan bazıları şöyledir: Dinler insan yetiştirmede temel unsur olarak kabul edilmeli, hür insan üzerindeki her türlü baskı kaldırılmalı, yükseköğrenim bitirenler köylerde üç yıl hizmet vermeli, sulama ve ulaşım işlerine önem verilmeli, yargıçların Meclise seçilmelerinin yolu açılmalıdır1316. Parti tüzüğünün 1. maddesinde ise: Doğru olmak, kişilerin duygu, düşünce, vicdan, söz, insanca yaşama haklarını tanımak ve tüm dünyada kötülüklerden korunarak yükselme amacına yönelik çalışmak hedeflenmiştir. Parti çok etkili olamamış ve teşkilatlanamamıştır. 12 Mart 1947 tarihinde ise kapanmıştır1317. 2. Çalışma Partisi: 25 Eylül 1950 tarihinde Ankara’da kurulmuştur. Cevat Mimaroğlu, Ömer Fahri Ünsal, Bedrettin Örtensoy ve Mehmet Emin Özdemir kurucularıdır. Partinin amacı vatandaşın refahını artırmak için ekonomide adalet ve insanlar arasında dayanışma sağlamak olarak açıklanmıştır. Cumhuriyetçi, milliyetçi, inkılâpçı, halkçı ve demokratik bir parti özelliği taşıdığını beyan etmiştir. Laik bir anlayıştadır ama dinin ihmal edilmesini zararlı görmüştür. Partinin devletçilik anlayışına göre ise; devlet zaruri şartlar sonuncuda ekonomiye müdahil olmuş ve ekonomik eksiklikleri tamamlamış, kalkınma konusunda rehberlik yapmıştır. Bu nedenle halkın parasıyla kurulan devlet teşekkülleri satılmamalıdır. İktisadi kalkınma için planlar hazırlanmalı, Türkiye bölgelere ayrılmalıdır. Devlet iyi idare edilmediği için 50 milyon kişiyi besleyecek ülke imkânları 18 milyon kişiyi beslemekte güçlük çekmektedir. Devletçi ve sosyalist bir partidir1318. Milletlerarası İşbirliği Örgütü ve BM’ye bağlılık dış politika ilkelerini oluşturmuştur.

1311 Tevetoğlu, s. 540-541. 1312 Karpat, s. 480-481. 1313 Çavdar, Türkiye’nin…, s. 451. 1314 Tökin, s. 83. 1315www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 23. 1316 Akkerman, s. 54-55. 1317 Tunaya, s. 708. 1318 Akkerman, s. 63-64. 240

İstanbul’da da şube açan parti kongre düzenlememiş ve yayın organına sahip olamamıştır1319. Çok fazla faaliyet gösteremeyerek Türkiye Sosyalist Partisi’ne katılmıştır1320. 3. Çiftçi ve Köylü Partisi: 24 Nisan 1946 tarihinde Bursa-Mudanya’da meslekleri çiftçilik olan Sıddık Sümer, İbrahim Öztürk ve Şükrü Tokay tarafından kurulmuştur1321. Kısa süreli ve faaliyete sahip olmayan bir partidir. İslami esaslara dayanmak üzere; ananelerin, Türk’e ait olan vasıfların korunması ve yaşatılmasını sağlamak amaçları taşımıştır1322. Hedef kitlesi Türk çiftçisidir ve onu kalkındırmayı amaçlamıştır. Ekonomiyle ilgili programında: Bir banka kurarak ziraat ve sanayiyi geliştirmek, toprak reformu yapıp veraset ve intikal esaslarını düzenleyerek toprak sahiplerine yetecek kadar toprak kalmasını sağlamak, israfa dayanan ve modası geçmiş devlet teşkilatlanmasını değiştirmek ilkeleri yer almıştır. Türk sınırlarının korunması ise diğer önemli hedef olarak gösterilmiştir. Parti kanuna aykırı davrandığı gerekçesiyle 2 Haziran 1946 tarihinde feshedilmiştir1323. 4. Demokrat İşçi Partisi: 1950 yılında İstanbul’da işçi sınıfını siyasi bir güç haline getirmeyi amaçlayarak kurulmuştur1324. Orhan Arsal’ın başkanlığında, Üzeyir Kuran, Nizameddin Yalçınyuva, Ferruh Apaydın partinin kurucuları olmuştur. Beyoğlu, Eyüp ve Fatih’te ilçe teşkilatları kuran parti 600 kadar üye toplayabilmiştir. 1951 ara seçimine katılmışlar ama 221 oy alabilmişlerdir1325. Yayın organları yoktur. Konferanslar vererek seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Parti programına göre; halkı refaha kavuşturmak, halk iradesini koşulsuz sağlamak, hiçbir kuvvetin kanunların üzerine çıkmasına izin vermemek, fikir-vicdan-toplanma hürriyetlerini, yaşama-çalışma-yerleşme haklarını, fert ve mülkiyet masuniyetlerini korumak istekleri öne çıkarılmıştır1326. 5. Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi: 21 Haziran 1946 tarihinde İstanbul’da, Arif Hikmet Adsız, Suat Uzer, Cahit Ateş, Adnan Dik tarafından kurulmuş; Balıkesir ve İzmir’de birer şube açmıştır1327. Yaklaşık olarak 200 üye sayısına ulaşmıştır1328. İstanbul Valiliği’ne verilen 21 maddelik programı ve 156 maddelik tüzüğü mevcuttur1329. Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği Misak-ı Milli yolunda ilerleme temel amaç olarak alınmıştır. Parti programında yer alan bazı hedefler şu şekildedir: Servet sahiplerinin servetlerinde bir sınırlama getirilmeli, tekelcilik kaldırılmalı, ayan meclisi kurulmalı, TBMM’nin üyelerinin yarısı iki yılda bir değiştirilmeli, cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık birleştirilmeli, her köye iki uçak temin edilerek ülkenin korunması sağlanmalı ve ülkeye zarar verebilecek her türlü oluşum engellenmelidir. Parti Nasyonal Sosyalist bir yapıya sahiptir. Herhangi bir yayın organı yoktur. Ciddi faaliyette bulunmayan parti yok olup gitmiştir1330.

1319 Tunaya, s. 739. 1320 Tökin, s. 86. 1321www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 22. 1322 Tunaya, s. 694-695. 1323 Tevetoğlu, s. 535. 1324 Tökin, s. 87. 1325 Tevetoğlu, s. 629. 1326 Tunaya, s. 741-742. 1327 Erer, Türkiye’de…, s. 23. 1328 Tunaya, s. 707. 1329 Tevetoğlu, s. 585. 1330 Akkerman, s. 54. 241

6. İdealist Parti: 10 Ocak 1947 tarihinde İstanbul’da Hikmet Çankaya, Mahmut Özkan, Hulki Kurtkaya tarafından kurulmuştur1331. Gençliğe önem vermeyi ilk amaç edinmiştir. Üyeleri birbirini “İstikbal Bizimdir” parolasıyla selamlamıştır1332. Partinin amaçları; savaş sonrasında yeni dünya düzeninin kurulmasında Türkleri etkin kılmak, Türk medeniyetini yabancılara ispat etmek, teknik kalkınma sağlamak, demiryollarını geliştirmek, motor fabrikaları ve milli tersaneler kurmak, Türk tarihini detaylıca araştırmak ve dünyaya Türk tarihinin büyüklüğünü ispat etmek olarak sıralanmıştır. Milliyetçi-muhafazakâr bir partidir. Kurulduğu yıl dağılmıştır1333. 7. İslam Koruma Partisi: 19 Temmuz 1946 tarihinde İstanbul’da Necmi Güneş, Mustafa Özbek ve Ziya Süer tarafından kurulmuştur. Teşkilatlanamamış ve faaliyette bulunamamış bir partidir1334. Parti tüzüğünde özetle şu ifadeler yer almıştır: Her türlü siyasi oluşumdan uzak ve sadece Müslümanların medeniyeti, tesanütü, menfaati, birbirine sevgi, yardım ve işbirliği sağlanması yolunda, Cemiyetler Kanunu’na dayanarak kurulmuş bir partidir. Herhangi bir dine mensup olup İslamiyet’i seven, partili ya da partisiz her kişiye açık bir yapılanmadır. Kadın ve erkek eşit konumdadır. Fakat iyi bir çocuk yetiştirme görevi olan kadın saygı ve korumaya muhtaçtır1335. Programda yer almasına rağmen dini siyasete alet ettiği tespit edilmiştir. Sıkıyönetim Komutanlığı bu gerekçeyle partiyi 12 Eylül 1946 tarihinde kapatmıştır1336. 8. Liberal Demokrat Parti: 11 Mart 1946 tarihinde İstanbul’da Kazım Demiraslan, Sabri Manyas, Abdülkadir Aytaç ve Suphi Kula tarafından kurulmuştur1337. Bursa’da da bir şube açmıştır. Kongre yapamamış ve yayın organına sahip olmamıştır. 1946 genel seçimlerine katılmış ama başarı kazanamamıştır1338. LDP yaptığı bir gizli toplantı ile CHP’ye destek verme kararı almış ve bunu ilk olarak 1946 Belediye Seçimi’nde göstermiştir. Bu amaçla seçim sırasında DP lehine olan zabıtların imha edilmesi ya da hükümsüz bırakılmasına çalışmış, seçimi izleyen dönemde de CHP yayın organı olan yerel gazetelerde DP aleyhinde yazılar yayınlatmıştır. DP’nin içerisinde hırs sahibi insanların çok olması ve bu partinin devleti yönetecek kabiliyette görülmemesi, daha parlamento deneyimi yaşamadan bir anda iktidara talip olması, ülkeyi bir Sovyet peyki haline getirecek anlayışı savunması bu partiye karşı durulmasına neden olmuştur1339. Parti tam bir teşkilatlanma sağlayamamıştır. Liberal Demokrat Parti programının kapağında parti amblemi de yer almıştır. Amblem siyah zemin üzerine 3 oktan oluşmuştur(EK16). Partinin sloganı ise: “ Ey Türk! İnan, Çalış, Birleş Yükseleceksin” şeklindedir1340. Parti programı içerisinde yer alan bazı ilkeler şu şekildedir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin milli hudutlarını muhafaza ve müdafaa etmek, bu hudutlar dâhilinde yaşayan halkın refah, ahlak, terbiye, kültür ve sanat seviyelerini yükseltmek, milletvekili seçimini tek

1331 Tunaya, s. 709. 1332 Erer, Türkiye’de…, s. 23. 1333 Akkerman, s. 56. 1334 Tunaya, s. 709. 1335 BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1808..3. 1336 Tökin, s. 83. 1337www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 22. 1338 Tunaya, s. 694. 1339 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1811..2. 1340 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 435.1806..2. 242

dereceli ve doğrudan doğruya halk tarafından partilerin murakabesi altında tesirden azade bir şekilde yapılmasını temin etmek, vatandaşlara vicdan, düşünce, söz matbuata yazmak hürriyeti vermek, vatandaşların tasarruf haklarını tanımak ve müdafaa etmek, memlekete gelecek ecnebi sermayesini milli bünyeye zarar vermemek şartı ile hüsnü niyetle karşılamak ve bunlara itimat telkin etmek1341.” 9. Liberal Köylü Partisi: 1950 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Partinin kurucuları; Lütfü Aksu, Abdülkadir Can, Asım Çetinalp, Akif Erdemgil, Nuri Gürler, Halit Ulusoy’un da aralarında bulunduğu 17 kişiden oluşmuştur. Partinin oluşumunda; Toprak-Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi İle Müstakiller Birliği kurucuları da yer almıştır. Yayın organı yoktur ve kongre yapmamıştır. Parti programının temelini cumhuriyetçilik anlayışı oluşturmuştur. Demokrasi adına yeni bir Anayasa hazırlanması, toplum içerisinde ayrımcılığa son verilmesi, İslam inancının muhafaza edilmesi şartıyla laikliğin devam etmesi, ırkçı olmayan bir milliyetçilik benimsenmesi, nispi temsil ile etkiden uzak seçim yapılması, insan haklarına uygun bir Anayasa hazırlanması, Basın Kanunu’nun değiştirilmesi ve radyonun iktidar denetiminden çıkarılması isteklerinde bulunmuşlardır1342. Parti ciddi bir faaliyet gösterememiş ve Türkiye Köylü Partisi’ne katılarak kapanmıştır1343. 10. Müstakiller Birliği: 5 Nisan 1950 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. İsmail Hami Danişmend, Hazım Dağlı, Mehmet Semuh Günur, Fuat Demiroğlu, Hüsnü Emir Erkilet ve Akif Erdemgil kurucularıdır1344. Liberal Köylü Partisi’ne katılarak kapanan bu teşkilat, siyasi yönü olan bir dernek şeklinde yapılanmıştır. Partiler arası bir özellik üstlenmiştir. Programına göre Anayasada önemli değişiklikler önermektedir. Kuvvetler ayrılığına dayalı, iki meclisli bir yönetim anlayışı ile devlet yönetilmelidir. Kanunlar arasındaki zıtlıklar giderilmeli, milli ihtiyaçlar kanunlarla desteklenmelidir. İktisadi devletçilik yerine liberal ekonomi sistemi uygulanmalıdır. Yüksek iktisat ve yüksek maarif meclisleri ile köylü, işçi ve fakirlere yardım müesseseleri oluşturulmalıdır1345. Anayasanın düzenlenmesi için bir komisyon meydana getirilmeli, Medeni Kanun ihtiyaca göre yeniden düzenlenmeli, Basın Kanunu değiştirilmeli, tekelcilik asgari seviyelere indirilmeli, yabancı sermeyenin gelişi kolaylaştırılmalı, enflasyonla mücadele edilmeli, milli tarih-din ve ahlak dersleri ortaokullarda zorunlu olmalıdır1346. 11. Müstakil Türk Sosyalist Partisi: 19 Eylül 1948 tarihinde İstanbul’da Arif Oruç, Nedim Celal Çelebi, Nurettin Kırlı ve İbrahim Vefik Belendir tarafından kurulmuştur. Sosyalizm inancını kötüye kullanmayacağını vaat etmiştir1347. 1950 genel seçimlerinin yapılmasını beklemek ve ardından teşkilatlanmak gibi bir hedefle kurulan parti 1949 yılında ücretler konusunda beyannameler basarak İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir’de dağıtmıştır.1348. Başkan Arif Oruç ölünce parti dağılmıştır. Partinin 59 maddelik programı ve bir nizamnamesi mevcuttur. Parti

1341 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1811..2. 1342 Tunaya, s. 739-740. 1343 Tökin, s. 87. 1344 Erer, Türkiye’de…, s. 25. 1345 Tunaya, s. 738. 1346 Akkerman, s. 62. 1347 Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1348 Tunaya, s. 735. 243

programında; hayalci olmayan bir yaklaşımla, milli bünyeyi sarsıntıya uğratmadan düzenin değiştirilmesi yoluyla eşit standartlara sahip iktisadi ve sosyal bir düzene geçilebileceği vurgulanmıştır. Milliyetçi, mülkiyet ve tasarruf hakkına saygılı, ailenin kutsal sayıldığı, mirasın hak kabul edildiği bir düzeni arzulamıştır1349. Devletin atıl durumdaki imkânlarını kullanıma sunmak, üretim alanlarını teşvik, devlet bütçesini üretim alanlarına yöneltme gibi planlara sahip olmuştur. İşçi, çiftçi, küçük esnaf, memur, müstahdem gibi alt sınıfın haklarını korumak için sosyalist temelli teşekküllerin oluşturulması hedef alınmıştır. Devletten bir ayrıcalık ve hak istemeyen her Türk vatandaşını Türk olarak kabul etmiştir. Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin tam olarak sağlanması istenmiştir. 300 dönümden fazla toprak sahibi olanların fazla olan kısmı topraksız köylüye dağıtılması önerisi çiftçiyi topraklandırma adına ortaya attığı görüş olarak öne çıkmıştır1350. 12. Öz Demokratlar Partisi: 8 Ağustos 1948 tarihinde Afyon’da DP’den ihraç edilenler tarafından kurulmuştur1351. Kurucuları Halil Bozca, Hüseyin Tiryakioğlu ve Yusuf Mazhar Aren’dir1352. Demokrat Afyon Gazetesi yayın organıdır, parti teşkilatlanamamıştır. Cumhuriyeti yerleştirmek, seçimleri tek dereceli yaparak milli iradeyi hâkim kılmak, aile ve mülkiyet esasını temel olarak kabul etmek, sosyal adaleti sağlamak, ekonomide liberalizasyonu temin etmek, dış politikada BM teşkilatına dayanmak gibi amaçlara sahiptir1353. Kurucuları Millet Partisi’ne katılınca 9 Ağustos 1949 tarihinde kendini feshetmiştir1354. 13. Serbest Demokrat Partisi: 9 Ağustos 1948 tarihinde İzmir’de kurulmuştur1355. Kurucu ve idarecileri: Nazmi Akat, Hulusi Tan, Cevdet Öktem, Ahmet Yenişehirli, Bedrettin Yazıcı, Hüseyin Yazgan ve Cavit Ernişli’dir. Parti teşkilatlanmamış ve faaliyette bulunmamıştır. Demokrasi ve liberalizm temelinde kurulmuştur. Parti programının 2. maddesinde demokrasi ile ilgili olarak şu ifadeler yer almıştır: “Hakiki demokrasi nazarında devlet emniyetin bir vasıtasından ibarettir. Bu mütalaaya göre hakiki demokrasi, ferdin hak ve hürriyetini rencide etmeden, devlet faaliyetinin temini demek olduğuna ve milli iradenin her şeyin üstünde tutulması icap ettiğine göre bu iradenin saf ve temiz olarak tecellisine engel olabilecek her türlü tekayüdatın ve teşkilatın kaldırılmasını ve yine bu iradenin hakkı ile tecellisini temin edecek, elyevm noksanlığını hissettiğimiz teşkilatın da vücuda getirilmesine çalışacağız1356.” 7 Haziran 1949 tarihinde kendisini feshetmiştir1357. 14. Sosyal Adalet Partisi: 28 Şubat 1946 tarihinde İstanbul’da İhsan Temelveren, Ziyneti Temelveren ve Zeki Korgunal tarafından kurulmuştur1358. Sosyalist, devletçi ve demokratik esasları temel alarak kurulan parti, tüm halkın partisi olmakla beraber, öncelikle işçi, topraksız

1349 Tevetoğlu, s. 627-628. 1350 Akkerman, s. 60. 1351 Tökin, s. 85. 1352www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1353 Tunaya, s. 734. 1354 Akkerman, s. 59. 1355 Tökin, s. 85. 1356 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1809..3. 1357 Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1358www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Tökin, s. 81. 244

ya da az topraklı çiftçinin haklarını koruma amacı gütmüştür1359. 30 maddelik ana nizamnamesinin ilk iki maddesi partinin kuruluş amacını anlatmaktadır. Buna maddelere göre: Millet refah ve huzur içinde yaşatılmalı, Türk Milleti dünyaya örnek hale getirilmelidir. Toplumun gelişimi için öncelikle ferdin gelişimi öne çıkarılmalıdır. Bu amaçlar karşısında olan kanun ve hareketlerle mücadele edilmelidir. Nizamname içerisinde dil, din ve ırk ayrımı yapılmadan tüm vatandaşlara aynı hakların sağlanacağı söylenmektedir. Sadece milli müdafaa konusunda Türk ırkının görevlendirilmesi savunulmaktadır. Partinin amaç ve yolu 7 başlık altında verilmiştir ve bunlar: “1. Öncelikle emekçilerin hakları savunulacaktır, 2. Lüks ve plansızlık karşıtı olunacaktır, 3. Merkeziyetçilik karşıtı olunacaktır. 4. Devletçilik, tekelcilik kabul edilmeyecektir. 5. Türk ekonomisi ıslah edilecektir. 6. Dünya Müslümanları Birliği desteklenecektir. 7. Sosyal demokrasiye geçilecektir” şeklinde sıralanmıştır. Teşkilatlanamayan parti genel ve ara seçimlere katılmamıştır. Partiye ait bir yayın organı yoktur ama fikirlerini Gerçek ve Türkiye Ticaret Postası gazetelerinde yaymaya çalışmıştır1360. 15. Toprak, Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi: 30 Eylül 1949 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur1361. Süreyya İlmen, Asaf İlbay, Ruşeni Barkın, Zühtü Bilimer, Sabri Sonar, Osman Nuri Gürler, Asım Günç, Mazlum Turan, Muhsin Nezihi Eğilmez, Yusuf Gürün kuruculardır. Gayrimenkul Sahipleri Derneği’nin siyasi şubesi niteliği taşımıştır1362. Mülkiyet ve tasarruf haklarının Anayasa çerçevesinde kullanılmasına çalışmak temel hedef olarak belirlenmiştir. Parti programında özetle şu ifadeler yer almıştır: Cumhuriyet ve demokrasiden vazgeçilmemeli, serbest teşebbüse önem verilmeli, adalet en önemli ilke kabul edilmeli, hâkimleri siyasi etkiden kurtarmak için refah seviyeleri yükseltilmeli, adalet işleri seçimle belirlenmiş bir hâkim başkanlığındaki yine seçimle belirlenen bir heyet tarafından denetlenmeli, yanlış kararlar sonrasında telafisi mümkün olmayan idam cezası kaldırılmalı, köyler imar edilmeli ve köylüye insanca yaşama imkânı sunulmalı, ziraat ve zirai sanatlara önem verilmelidir. Parti ismindeki toprak vatanı, emlak ise mülkiyet ve tasarrufu, serbest teşebbüs ise hürriyet ve şahsi teşebbüsü ima etmiştir. Dini maksatlı cemiyet kurmak, ilahiyat fakültelerinde din kitapları okutmak, okullarda fazilet ve ahlak adı ile öğrenciye manevi duygular aşılamak konularında etkin olmayı amaçlamıştır. Şef, fert ve zümre baskısına karşı liberal bir partidir1363. Partinin yayın organı yoktur. Emlak Sahipleri Gazetesi partinin yayın organı gibi çalışmıştır. Liberal Köylü Partisi’ne katılarak feshedilmiştir. 300 civarında üyesi olmuştur1364. 16. Türk Muhafazakâr Partisi: 8 Temmuz 1947 tarihinde İstanbul’da Cevat Rıfat Atilhan, Yekta Göreli ve Zekai Dik tarafından kurulmuş olan İslami ve milli partidir1365. Partinin yayın organı Mücadele ve Milli İnkılâp gazeteleri olmuştur. Komünizm ve Yahudiliğe karşı durmuştur1366. Parti programına göre; oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye’yi gelişen ülkelerin içerisine

1359 Akkerman, s. 45. 1360 Tevetoğlu, s. 532-534. 1361 Tökin, s. 85. 1362 Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1363 Akkerman, s. 61-62. 1364 Tunaya, s. 736-737. 1365 Erer, Türkiye’de…, s. 23. 1366 Tökin, s. 83. 245

sokarak her alanda inkılâplar yapmak, adalet, demokrasi, ahlak, refah alanlarında İslami tarz benimsemek öncelikli olarak kabul edilmiştir. Çocuk, aile, ahlak ve gelenek konularına önem vermek ve bu yolla maddi ve manevi gelişmişliği sağlamak hedeflenmiştir1367. Yüksek dereceli hâkimlerden oluşan 40 kişilik bir heyet hâkimleri ve bakanları yargılamalı, askerlik bir yıla inmeli, evlenmeler kolaylaşmalı ve kadın eve bağlanmalı, serbest ticaret sağlanmalı, devlet malına zarar verenlere sarı cüzdan verilmeli, toprak meselesi ciddi olarak ele alınmalıdır gibi ilkeler benimsenmiştir. Fazla yayılma imkânı bulamamıştır1368. 17. Türk Sosyal Demokrat Partisi: 26 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur1369. Cemil Alpay, Sadık Acarlı, Mustafa Yıldız ve Yakup Savaş kuruculardır1370. Parti 6 Ocak 1918 tarihinde kurulmuş olan Sosyal Demokrat Fırkası’nın yeniden kurulması anlamını taşımıştır. Parti programı 23 maddeden oluşmaktadır1371. Programın 3. maddesinde partinin amacı şu şekilde verilmiştir: “Vatandaşın söz, vicdan, fikir, yazı hürlüklerine, mesken ve şahıs dokunulmazlığına, din ve mezhep farkı gözetilmeksizin kayıtsız şartsız saygı göstermek1372.” Programda yer alan diğer unsurlardan öne çıkan bazıları şöyle sıralanabilir: Vatandaş hak ve hürriyetlerine saygı duyulmalı, toprak reformu yeniden gündeme getirilmeli, sendika ve yardımlaşma dernekleri oluşturulmalı, adliye, maliye ve eğitim alanlarında yeni düzenlemeler yapılmalı, askerlik süresi kısaltılmalı, milletlerarası barışa katkı sunulmalı1373, inanç ayrımı yapmadan herkese her türlü hürriyet tanınmalı, işçi ve çiftçilerin hayat standartları yükseltilmeli, bir emekliler bakanlığı kurulmalı, komşu devletlerle gümrük ve pasaport engelleri kaldırılmalı, kadınların çalıştırılması mevzusunda ekonomik ve sosyal duruma göre ayarlamalar yapılmalı, fiyat ve vergi sistemi günün gerekliliğine göre ayarlanmalıdır. Sosyalist bir partidir1374. Parti CHP ile bir yakınlaşma içerisine girmiştir. 17 Temmuz 1946 tarihinde kuruculardan Sadık Acarlı tarafından CHP Genel Sekreterliği’ne gelen bir mektupta Acarlı; kendisinin harici ve dâhili düşmanlar karşısında CHP yanında olduğunu, parti başkanı Cemil Alpay dâhil diğer partilileri CHP ile ortak hareket etmeye davet ettiğini, bunu başaramaz ise kendisine bağlı işçi teşekkülleri ile birlikte oylarını CHP’ye vereceklerini bildirmiştir1375. Partinin yayın organı ve teşkilatı olmamıştır. Kongre toplamamıştır. 1951 yılında kuruculardan Cemil Alpay ölünce kurucu sayısı üçün altına düşmüş ve parti fesholmuştur1376. 18. Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi: 17 Haziran 1946 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur1377. Ethem Ruhi Balkan, Selahattin Yorulmazoğlu, Mehmet Şükrü Sekban, Necmettin Deliorman, İrfan Recep Nayal, Ali Esenkova ve İbrahim Tokay partinin kurucularıdır1378. 1946 seçiminden önce toplamda 17 şube açmış olan parti seçime katılmış ama başarı kazanamamıştır. Bu durum

1367 Tunaya, s. 710-711. 1368 Akkerman, s. 57. 1369 Feroz ve Bedia Ahmad, Türkiye’de…, s. 18. 1370www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 22. 1371 Tevetoğlu, s. 536. 1372 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..1. 1373 Tevetoğlu, s. 537. 1374 Akkerman, s. 48. 1375 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1809..1. 1376 Tevetoğlu, s. 537. 1377 Tökin, s. 82. 1378 Erer, Türkiye’de…, s. 279. 246

partide bir zayıflama yaratmış, 1948 yılında daha genç bir kadro ile kendini toparlamaya çalışmış ve kongre tertip etmiştir1379. 1949 yılında parti ileri gelenlerinden Ethem Ruhi Balkan’ın ölümü ve ardından 1950 seçimlerinde de partinin varlık gösterememiş olması partiyi daha da zayıflatmıştır. Partinin bir yayın organı bulunmamaktadır. Parti ana tüzüğü 28 maddeden oluşmuştur. Devlet idaresi ile ilgili olarak kuvvetler ayrılığını savunan parti, Cumhurbaşkanının tek dereceli seçimle belirlenmesi, bakanların Meclis dışından seçilmesi gibi ilkeleri benimsemiştir. Milliyetçilik anlayışının ırk, renk, dil, din, kan ve kafatası milliyetçiliği olmadığı vurgulanmıştır. Devlet iktisadiyatı için devletçi bir anlayışı benimseyen parti, büyük yatırımlar için büyük sermaye ve planlı çalışma gerekliliğini belirtmiş, liberalizmin şahsi menfaatleri öne çıkaran anlayışına ise karşı olunduğunu vurgulamıştır. Parti laik olduğunu ve her türlü ibadete saygı duyacağını ilan etmiştir1380. DP karşısında CHP yanlısı bir tutum takınmıştır. Bu anlamda 1 Kasım 1946 tarihinde Genel Sekreter Necmettin Deliorman tarafından CHP Genel Sekreterliği’ne gönderilen bir yazıda; Halk Partisi ile birlikte omuz omuza yürüyeceklerini, 1946 milletvekilli seçimlerinde DP karşısında ciddi şekilde çalıştıklarını, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu desteklediklerini, Demokratlar gibi vatan düşmanı, bozguncu, vurguncu ve karaborsacılarla mücadele edeceklerini bildirmişlerdir. Fakat bu amaçları doğrultusunda çıkaracakları gazete için CHP’den maddi destek beklediklerini de eklemişlerdir1381. 19. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi: 24 Mayıs 1946 tarihinde İstanbul’da kurulmuş ve aynı yıl içerisinde Sıkıyönetim Komutanlığınca kapatılmış olan parti; Sabit Şevki Şeren, Fehmi Ünal ve Orhan Taner tarafında hayata geçirilmiştir1382. İçişleri Bakanlığı’na sunulan nizamnamede ise kurucular olarak Sabit Şevki Şeren, Hüseyin Türkgeldi ve Hasan Yaşatürk görülmektedir. Partinin 45 maddelik nizamnamesi ve 157 maddelik programı mevcuttur. Parti prensipleri arasında: Devletin vatandaş için vatandaş tarafından kurulduğu belirtilmiştir. Anayasaya bütünüyle uyulması, İstanbul lehçesine göre dil düzenlemeleri yapılması, toprak bütünlüğü ve cumhuriyet rejiminin korunması, milli egemenlikten vazgeçilmemesi, tek meclis sisteminin devam ettirilmesi, seçimlerin tek dereceli ve gizli oyla yapılması, cumhurbaşkanlarının 5 yılda bir seçilmesi ilkeleri önceliklendirilmiştir1383. Komünist tahriklerini önlemek ve işçilerin haklarını temin etmek üzere ılımlı sosyalist bir özellik taşıyan parti işçilerle ilgili şu istekleri dile getirmiştir: İşçi birlikleri kurulmalı ve işçilerin oluşturduğu servet kendi temsilcileri tarafından korunmalıdır. Bu servetin bir bölümü işçiye dağıtılmalı, bir bölümü yeni üretim alanları açmak için ve bir kısmı da halk hizmeti için yapılan işlerde kullanılmalıdır1384. Diğer komünist partilerle birlikte 1946 yılında kapanmıştır1385. 20. Türkiye Yükselme Partisi: 3 Temmuz 1948 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur1386. Ali Rıza Gizdeşir, Zeki Gülen, Hüseyin Azmi Balcı, Mehmet Fars Berazioğlu, Sacide Şuvan, Nadide

1379 Tunaya, s. 702. 1380 Tevetoğlu, s. 544-546. 1381 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1809..1. 1382 Sayılgan, s. 279. 1383 Tevetoğlu, s. 542. 1384 Akkerman, s. 50. 1385 Tunaya, s. 701. 1386 Tökin, s. 84. 247

Öztürk ve Halit Hünkar kuruculardır1387. Demokrasi ve Kemalizm’i yerleştirmek, her türlü halk tabakasının kalkınmasını sağlamak temel hedef olarak belirlenmiştir. Parti programında ise; ticaret, sanayi, ziraat ve okuma konusunda seferber olunmalı ve medeni ülkeler seviyesine ulaşılmalı, ucuz ev, fakir çocuğa okuma imkânı, küçük esnaf ve işçiye himaye, parasız doktor ve hastane temin edilmeli, işsizlikle mücadele edilmeli, yer altı zenginlikleri değerlendirilmeli, hak ve hürriyetlere saygı duyulmalı, devlet arazileri ihtiyaç sahiplerine dağıtılmalı gibi ilkeler yer almıştır. Sosyalist bir partidir1388. 21. Yalnız Vatan İçin Partisi: 21 Haziran 1946 tarihinde İstanbul’da kurulan partinin kurucuları Yaşar Çimen, Adil Aktaç, Kaya Mutlu olmuştur. Teşkilatlanmayan ve kongre düzenlememiş bir partidir. Yayın organı yoktu. 1952 yılında feshedilmiştir1389. 1946 seçimlerine katılmış ama varlık gösterememiştir1390. Sosyalist anlayışa sahip olan parti Kemalizm’in yerleşmesini sağlamak amacı gütmüştür. Parti programında ise; adaletin hızlandırılması için Mecliste sürekli bir heyet bulunması, Cumhurbaşkanının 5 yılda bir seçilmesi, vergilerin birleştirilmesi, yabancı diller konusunda düzenlemeler(özellikle yükseköğrenimde) yapılması, işçi birliklerinin oluşturulması, milli bir banka tarafından işçiler için 10 yıl için değeri ödenmesi kaydıyla evler yapılması, üniversite öğrencilerinin barınması için de siteler kurulması ilkeleri yer almıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün emanet ettiği vatanı her şartta koruyacaklarına dair yemin etmişlerdir1391. İşsizlik konusunda ise ilginç bir yaklaşım sergilemişler ve partinin en büyük amaçlarından birisi olarak dilenciliği önlemeyi göstermişlerdir. Her müracaat sahibine ise bir hafta içerisinde iş temin edileceğini iddia etmişlerdir1392. 22. Yurt Görev Partisi: 15 Ağustos 1946 tarihinde1393Hatay-İskenderun’da Abdülkadir Gönüllü, Abdullah Morsaloğlu, İhsan Akşehirli, Yahya Kurtulan, Feyzi Aslan Güven tarafından kurulmuştur. Bir programı yoktur1394. Vatana ve vatandaşa hizmet için kurulmuştur. Kurucuları arasındaki anlaşmazlık dolayısı ile kısa sürede dağılmıştır1395.

3.16. Dönem İçerisinde Kurulmuş Olan Dernekler

5 Haziran 1946 tarihinde Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklikle, daha önce kurulmasına müsaade edilmeyen devlet rejimine, emniyet ve asayişe aykırı, sınıf ve cins esasına dayanan derneklerin kurulmasına izin verilmiştir. Derneklerin kuruluşu sürecinin de kolaylaştırılmasıyla birlikte Türkiye’de ciddi sayılara ulaşan bir şekilde dernek yapılanmaları ortaya çıkmıştır. Bu bölümde kanun değişikliği ile kurulan derneklerden dikkat çeken ve taraftar toplayanlar hakkında bilgi verilecektir.

1387www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html., Ayrıca Bakınız: Erer, Türkiye’de…, s. 24. 1388 Akkerman, s. 58. 1389 Tunaya, s. 706-707. 1390 Erer, Türkiye’de…, s. 23. 1391 Akkerman, s. 53. 1392 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 436.1808..1. 1393 Tökin, s. 83. 1394 Tunaya, 709. 1395 Akkerman, s. 55. 248

1. Bağımsızlar Siyasi Derneği: 5 Ağustos 1950 tarihinde İstanbul’da Cafer Tayyar Kankat, Vecdi Vojbanoğlu, Latif Dinçbaş, Nurettin Ünen, Zeki Öğünç, Hasan Omurtakhan, Nizamettin Babaoğlu, Rıdvan Akdeniz ve İbrahim Develi tarafından kurulmuştur. İç buhranları gidermek, partiler arası münasebetleri tanzim etmek, iktidar ve muhalefete sıkıntı yaratan partilerle mücadele etmek, seçimlerde tecrübeli ve bağımsız adayları desteklemek amaçlanmıştır. 1951 yılı sonlarına doğru kapanmıştır1396. 2. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti: 9-14 Nisan 1947 tarihinde Londra’da gerçekleşen Liberal Enternasyonal: Dünya Liberaller Birliği Konferansı’na Türkiye’den Ahmet Emin Yalman davet edilmiştir. Kongrede alınan kararlara göre; kurulan milletlerarası bir liberal oluşuma ülkelerden liberal parti temsilcileri kabul edilecek, ülkelerde partilerin haricinde liberal örgütlenmeler gerçekleştirilecek, komünist manifestoya karşı liberal manifesto ilan edilecektir. Yalman, Türkiye’ye dönünce alınan karar gereği siyasetten uzak bir liberal örgüt kurma çalışması içerisine girmiştir. Kendisi gibi liberal ve özgürlükçü fikirleri yaymayı amaç edinmiş olan Ali Fuat Başgil, Yalman’ın en büyük destekçisi olmuştur. 1 Ekim 1947 tarihinde Cemiyet İstanbul’da kurulmuştur. Cemiyetin kuruluşunda Yalman ve Başgil haricinde yer alan isimler şunlardır; Ahmet Rauf Hotinli, Burgan Apaydın, Mehmet Ali Sebük, Osman Fethi Okyar, Necdet Raif Meta, Tevfik Remzi Kazancıgil, Görey Yavuz, Fahri Fındıkoğlu, Şinasi Hakkı Erel, Selim Ragıp Emeç, Muvaffak Benderli, Nihat Reşat Belger, Süreyya Ağaoğlu ve Enver Adakan. Başkan olarak Ali Fuat Başgil seçilmiştir. Totalitarizm ve taassup karşısında, hak ve hürriyet taraftarı olmak amaçlarıyla kurulan bir sivil toplum örgütü olan cemiyet, mücadelesini fikir ve kalem mücadelesi yoluyla sürdürmeyi amaçlamıştır. Ülke içi ve dışındaki benzer oluşumlarla ortaklık kurmak, konferanslar, münazaralar, kitaplar, dergi ve broşürler aracılığıyla çalışmalarını sürdürmek yolunu seçmiştir. Hür Fikirler Dergisi cemiyetin yayın organı olmuştur. Ahmet Emin Yalman’ın vasıtasıyla da Vatan Gazetesi cemiyet için hizmet etmiştir1397. 3. İnsan Hakları Derneği: CHP iktidarı tarafından BM Anayasasına bağlılığın bir göstergesi olarak 17 Ekim 1946 tarihinde “Birleşmiş Milletler İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Sağlama ve Koruma Türk Grubu” oluşturulmuştur1398. Tokat Milletvekili Nazım Poroy oluşumun başkanı seçilmiş, Feridun Cemal Erkin, Nihat Erim, Sıddık Sami Onar ise kurucular arasında yer almıştır. Cemiyet’in kuruluş bilgisi Birleşmiş Milletlere resmi kanallar aracılığıyla bildirmiştir. DP’li Kenan Öner oluşan bu yapılanmayı yetersiz görmüş ve muhalefet olarak daha kuvvetli bir dernek kurulması yoluna gitmiştir1399. Bu düşüncenin bir sonucu olarak 17 Ekim 1946 tarihinde Fevzi Çakmak imzalı bir dilekçe İstanbul valiliğine verilmiş ve İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş bilgisi iletilmiştir. Dernek kurucuları olarak bu dilekçede şu isimler yer almıştır: Fevzi Çakmak, Tevfik Rüştü Aras, Kenan Öner, Sadık Aldoğan, Hamdi Arpağ, Cami Baykurt, Raşit Erer, Hasan Rıza Soyak, Zekeriya Sertel, Mehmet Özdemir, Salahaddin Kip. 27 Ekim 1946 tarihinde Fevzi Çakmak imzasıyla ikinci bir dilekçe valiliğe sunulmuş ve bu dilekçe ile dernek idare heyeti

1396 Tunaya, s. 742. 1397 M. Kürşad Birinci, “Erken Dönem Türk Demokrasisinde(1946-1950) Liberal Arayışlar Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Estitüsü, Ankara 2007,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 75-77 ve 110. 1398 BCA, Dosya: 13-23, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 112.66..6.,Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 22 Ekim 1946, s.1. 1399 Nutku, s. 32-33. 249

üyelerinin isimleri belirtilmiştir. Buna göre; Başkan Fevzi Çakmak, Genel Katip Tevfik Rüştü Aras, azalar ise Cami Baykurt, Raşit Erer, Salahaddin Kip olarak listelenmiştir1400. Derneğin amacı BM Anayasası’nda belirlenen insan haklarının Türkiye’de de uygulanabilmesi için konferans, gezi ve yayımlarda bulunmak, siyasetle uğraşmamak olarak temellendirilmiştir. Dernek içinde tanınmış solcuların bulunması CHP için bir fırsat olmuş ve parti Çakmak’ı şiddetle eleştirmek yolunu takip etmiştir. Emekli mareşalin komünistlerle işbirliği yaptığı yönünde haberler basında yer almaya başlamıştır1401. Zekeriya Sertel anılarında derneğin kuruluş aşamasını açık olarak vermiştir. Sertel öncelikle derneğin kuruluş amacını açıklamış ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan haklarını savunacak böyle bir derneğe ihtiyaç olmasının gerekliliğini ifade etmiştir. Dernek içinde bulunması dolayısıyla büyük tepki toplayan Fevzi Çakmak’ın ne şekilde cemiyete dahil olduğu da Sertel tarafından şöyle anlatılmıştır: “Biz, (Mareşalin)milli bir kahraman gibi, partilerin ve her türlü siyasî kavgaların üstünde bir millî kahraman gibi kalmasını ve bu milletin sesini duyuran bir önder gibi davranmasını salık verdik. Bu arada ilk iş olarak ‘İnsan Hakları Derneği’ Başkanlığını kabul etmesini rica ettik. Kendisine bu derneğin amaçlarını anlattık. Programının Birleşmiş Milletlerce kabul edilen İnsan Hakları Yasası olduğunu bildirdik. Bu örgütün aracılığı ile partilerin ve hükümetin üstünde çalışılabileceğini ve onların antidemokratik ve insan haklarına aykırı davranışlarının denetlenebileceğini söyledik. Bu öneri Mareşal'in hoşuna gitti. Çünkü derneğin politik amacı yoktu. Toplumun başında bir millî denetçi gibi görev yapacak, halkın şikâyet ve dertlerini yansıtacaktı.” Derneğin tanıtım toplantısı İstanbul’da yapılmış fakat bu toplantı sırasında yaşananlar derneğin doğmadan ölmesine neden olmuştur. Sertel bu olayı ise şu şekilde aktarmıştır: “…Toplantıda Mareşal Fevzi Çakmak, Cami Baykurt, Avukat Ömer ve ben vardım… Daha konuşmalara başlamadan büronun kapısı önünde bir gürültü işitildi. Sonra hızla kapı açıldı, bir genç içeriye girdi… Heyecanlı ve yüksek sesle bağırıyordu : ‘Paşam, komünistler sizi aldatıyorlar!’ Birden ayılmıştık. Polisin ani baskınına uğramıştık. Bu gencin polis tarafından gönderilmiş bir kışkırtıcı olduğuna şüphe yoktu. Bu beklenmeyen kışkırtma hepimizi sinirlendirdi. Genci kolundan tutup dışarı attık. Attık ama toplantının havası bozulmuştu Bu durumda konuşmanın güçlüğü yüzünden başka bir gün toplanmak üzere dağılmaya karar verdik1402.” Çakmak gelen eleştiriler karşısında daha fazla dayanamamış ve cemiyetten kendine bağlı isimlerle birlikte ayrılmış, komünistlikle ilgili suçlamaları da reddetmişlerdir. Böylece dernek de dağılmıştır1403. 4. İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği: Gizli Türkiye Komünist Partisi tarafından kurulan legal bir örgüt olan bu dernek 2 Temmuz 1946 tarihinde İstanbul Üniversite ve Yüksek Okullar Öğrencileri Birliği adıyla kurulmuştur1404. Adil Giray, Vahdettin Barut, Kegam İşkol, Cemal Güner, Zekai Karakaş, Bahattin Uğurçok, İlhan Başaran kuruculardır. Dernek tüzüğünde; siyasete bulaşan, ırk-din ve zümre farkları gözeten, insanlık ve kültür düşmanlarının dernekle

1400 Tevetoğlu, s. 577. 1401 Erer, Türkiye’de…, s. 171. 1402 Sertel, s. 235-241. 1403 Yalman, s. 1371. 1404 Tevetoğlu, s. 578. 250

ilgisinin kesileceği vurgulanmış1405, tüm gençlere öğrenim hakkı tanınması ve yükseköğrenimin parasız olması talebi dillendirilmiştir1406.Dernek, Beethoven’in ölümünün 123. yılı anma törenini organize etmiştir. Bu müzisyen antifaşist ve barış taraftarı olarak gösterilmiştir. Nazım Hikmet’in affı için imza toplayan dernek bir bildiri hazırlamış, 48 bin adet basmış ve 10 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul’da dağıtmıştır. Bildiriyi dağıtan dernek üyesi 17 kişi polis tarafından tutuklanmıştır1407. Hikmet’in affı için ayrıca: Resmi makamlara başvurmak, toplantılar düzenlemek ve İnönü’ye telgraflar çekmek gibi yollara da başvurmuştur. Dernek, Ankara İlahiyat Fakültesi’nin kuruluşunu protesto etmiştir1408. 1 Kasım 1950 tarihine kadar faaliyet gösteren derneğe 218 üniversite öğrencisi kaydolmuştur. Hür Gençlik adında aylık bir dergi çıkarmış, bunun yanı sıra Nazım Hikmet adıyla da bir dergi yayınlamıştır1409. 5. Milli Türk Talebe Birliği: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk öğrenci birliği olarak 1924 yılında Kurulmuştur. İbrahim Öktem derneğin başkanıdır. 1930 yılında CHP iktidarı ile ters düşünce kapatılmıştır. 1933 yılında yeniden açılmış, bozkurt amblem olarak kabul edilmiş, tek tip kasket ve gençlik marşı hazırlatmıştır. 1936 yılına kadar milliyetçi bir tarz benimseyen birlik yaptığı gösterilerle iktidarla karşı karşıya gelmiş ve İçişleri Bakanlığı tarafından kapatılmıştır. 1946 yılında Türk Talebe Birliği olarak yeniden açılmış1410, 27 Şubat 1947 tarihinde de başına milli kelimesi eklenmiştir1411. 6. Milliyetçiler Birliği Federasyonu: Milliyetçi düşüncelerle hareket eden bazı cemiyetler 1950 yılı Nisan ayında bu oluşumun çatısı altında toplanmışlardır. Bu federasyon içerisine katılan dernekler şunlardır: Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilatı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Kültür Derneği, Kayseri Türk Kültür Birliği ve Genç Türkler Cemiyeti1412. Kore savaşında ölen Türkleri anma amaçlı olarak İstanbul’da düzenlenen ve federasyonu üstlendiği geceye Arif Nihat Asya, İsmet Tümtürk ve Bekir Berk de katılmıştır. Gece komünizm karşıtlığına dönen bir hal almıştır1413. Federasyona katılan derneklerin bazılarının yapılanmalarına bakılacak olursa: a) Türk Kültür Ocağı: 1946 yılında üniversite öğrencileri tarafında kurulmuştur. Türk milliyetçiliğini yaymak, tarih şuuruna dayanan bir birlik havası oluşturmak, Türkler arasında dayanışmayı artırmak, Türk ananeleri ve kutsal değerleri korumak ve yaymak, Türklük karşıtı fikirlerle mücadele etmek, gençleri kültür ve ahlak anlamında donanımlı bir Türk milliyetçisi haline getirmek derneğin esas hedeflerini oluşturmuştur. Fevzi Çakmak’ın cenaze töreni sırasında yaşanan olayların hazırlanmasında etkili olmuştur1414. b) Türk Gençlik Teşkilatı: 1947 yılında İstanbul’da kurulmuştur1415. Federasyona bağlı cemiyetler içerisinde en aktif olarak çalışan yapılanma olmuştur. Teşkilat 1950 yılı Kasım ayında

1405 Alpay Kabacalı, Türkiye’de Gençlik Hareketleri, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1992, s. 110. 1406 Hatiboğlu, s. 358. 1407 Kabacalı, Türkiye’de…, s. 111. 1408 Sayılgan, s. 273-274. 1409 Tevetoğlu, s. 579. 1410 Hatiboğlu, s. 350 1411Resmi Gazete, 11 Mart 1947, s. 1. 1412 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 252-253. 1413 Landau, s. 194. 1414 Kabacalı, Türkiye’de…, s. 108. 1415 Hatiboğlu, s. 359. 251

Samsun’da halka açık olarak düzenlediği toplantıda Bulgaristan’da Türklere karşı yapılan baskının kaldırılmasını istemiştir1416. 3 yıl içinde 40 şubeye kadar örgütlenmiş, ‘Tanrı Türkü Korusun’ sloganını ilk defa kullanmış ve rozetlerin üzerine bu sloganı yazmıştır. Tanrıdağ adlı dergiyi yayınlayan dernek, öncelikli olarak Nazım Hikmet’in affını isteyenlere karşı mücadele vermiş, Fevzi Çakmak’ın ölümü sonrasında Marmara lokalinde bir toplantı düzenlemiştir1417. c) Türk Kültür Çalışmaları Derneği: 3 Eylül 1946 yılında İstanbul’da kurulmuş ve 1950 yılında kapanmıştır1418. İstanbul Üniversitesi hukuk, tıp, iktisat ve edebiyat fakültesi öğrencileri tarafından kurulan derneğin amaçları; milli benliği korumak ve milli kültüre karşı yapılacak saldırıları fikir yoluyla engellemek, ilmi anlamda mücadele ederek siyasetten uzak kalmak olarak belirlenmiştir. Derneğin kurucularından İlhan Darendelioğlu’na göre derneğe en büyük yardımı Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Kıllıgil yapmıştır1419. 7. Türk Barışseverler Cemiyeti: 1949 yılında kurulan ve Sovyet önderliğinde faaliyet gösteren Barış Partizanları Harekâtı(Daha sonra ismi Dünya Barış Konseyi olacaktır) Türkiye’de de çeşitli cemiyetler aracılığıyla varlık kazanmıştır. Dünya barışının sağlanması için çalıştıklarını duyurmayı amaçlayan bu oluşumlar gerçek niyetlerini gizlemeye gayret göstermişlerdir. Öyle ki bu tip yapılanmaların içerisine girerek savaşa karşı olduklarını söyleyen kişiler, İkinci Dünya Savaşı sırasında da Sovyetler Birliği’nin rahatlaması adına Türkiye’yi Almanya karşısında savaşa sokmak için çaba sarf etmişlerdir. Bu ekip Sovyetler savaş isterse savaş taraftarı savaş istemediği zaman ise tam bir barış fanatiği olmuşlardır1420. Fransa, Danimarka, Şili, Küba gibi ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de Kore Savaşı sürecinde Barışseverler Derneği adıyla bir dernek teşekkül etmiştir. 21 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul’da kurulan derneğin kurucuları şu kişilerdir: Adnan Cemgil, Behice Boran, Nevzat Özmeriç, Vahdettin Barut, Osman Faruk Toprakoğlu, Turgut Pura, Affan Kırımlı, Reşat Sevinçsoy, Muvakkar Güran. Dernek yönetim kurulu ise şöyle belirlenmiştir: Behice Boran başkan, Adnan Cemgil genel sekreter, Nevzat Özmeriç, Reşat Sevinçsoy, Vahdettin Barut, Osman Faruk Toprakoğlu ve Muvakkar Güran ise üyelerdir. Derneğin tüzüğünde yapılanmanın siyasi bir teşekkül olmadığı belirtilmiş ve ikinci maddede amaçlar şu şekilde sıralanmıştır: “Devletin geleceği için şerefli bir barışın sürekliliğinin sağlanmasına çalışılacak, savaşlarda kitle imha silahlarının kullanılmasına karşı çıkılacak, barış için her türlü girişimde bulunmak amaçlanacaktır1421.” Dernek tarafından 27 Temmuz 1950 tarihinde yapılan toplantıda Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılması protesto edilmiştir. 28 Temmuzda ise konuyla ilgili hazırlanan 24.000 adet broşür dağıtılmıştır1422. Cemiyet adına Başkan Behice Boran ile Genel Sekreter Adnan Cemgil tarafından konuyla ilgili bir telgraf Meclise gönderilmiştir. Bu telgrafla Türkiye’nin savaşa dâhil olması protesto edilmiştir1423. Girişimlerinin ardından dernek üyeleri hakkında soruşturma

1416 Landau, s. 194. 1417 Kabacalı, Türkiye’de…,s. 109. 1418 Hatiboğlu, s. 359. 1419 Kabacalı, Türkiye’de…, s. 108. 1420 Akyol, s. 255-256. 1421 Tevetoğlu, s. 624-625. 1422 Sayılgan, s. 276. 1423 Akalın, s. 337. 252

açılmış ve 13 Haziran 1951 tarihinde verilen karar 18 Eylül 1951 tarihinde temyizde de onaylanarak; Behice Boran, Adnan Cemgil, Nevzat Özmeriç, Vahdettin Barut, Reşat Sevinçsoy, Osman Faruk Torakoğlu 1 sene 3 ay, Muvakkar Güran ise 10 ay ağır hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir1424. Bu hapis cezalarının gerekçesinde: Cemiyetin siyasetle ilişkisi olmadığı belirtildiği halde siyasetle uğraştığı, ABD ile olan ilişkileri bozmaya çalıştığı, Kore’ye asker gönderme aleyhinde beyanname yayınlayarak halkın hükümete olan itimadını sarstığı, milli mukavemeti zaafa uğrattığı ibareleri yer almıştır1425. 8. Türk Kadınlar Birliği: Bakanlar Kurulu tarafından 13 Haziran 1949 tarihinde kurulmasına müsaade edilen bu birlik1426; Türk inkılâbının kadınlara sağladığı hakları korumak, Türk kadınlarının kültür alanında yükselmelerini temin etmek, kadının Türk demokrasisinde hak, vazife ve mesuliyet anlayışının gelişmesine hizmet etmek amacıyla kurulmuştur. Birliğin fahri başkanı Mevhibe İnönü'dür. Birliğin müteşebbis heyeti içerisinde: İzmir Milletvekili Lâtife Bekir Çeyrekbaşı, Seyhan Milletvekili Doktor Makbule Dıblan, Ankara Milletvekili Mebrure Aksoley, Kâmile Erim, Neriman Sirer, Aliye Bayızıt, Lamia Fenmen, Mediha Eldem, Nacile Biren’den yer almıştır1427. 9. Türkiye Gençler Derneği: Sol bir dernek olarak Ankara’da1946 yılı Aralık ayında kurulmuştur1428. Dernek 35 yaşına kadar olan kişileri Turancı olmamak kaydıyla derneğe kabul edeceğini açıklamıştır. Behram Karaküçük, Nabi Dinçer, Mümtaz Göktürk, Şevki Akşit, Orhan Çutay, Melehat Türksal ve Celal Araz derneğin kurucularıdır1429. 206 üye toplayan cemiyetin üyelerin çoğu komünist olmamakla beraber üst düzey yönetimde bulunanların çoğunluğu Gizli Komünist Partisi üyesidir. Halka ve gençliğe ulaşabilmek için İstanbul’a yaya yürüyüş, fakir köylünün ekinini biçme, Altındağ’da poliklinik açarak hastaları bedava muayene etme gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Tüm gençlere öğrenim hakkı tanınması ve yükseköğrenimin parasız olmasını savunmuşlardır.1947 yılında Ankara Dil-Tarih- Coğrafya Fakültesi Rektörü Şevket Aziz Kansu’nun istifasını isteyen gençlerin çıkardığı olaylar sırasında derneğin binası da tahrip edilmiştir. Dernek kendisini 1949 yılında feshetmiştir1430.

3.16.1. Diğer Küçük Dernek Yapılanmaları

1. Ankara Yüksek Tahsil Talebe Birliği: 2 Nisan 1947 yılında kurulmuş ve 1949 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu’na katılmıştır1431.

1424 Tevetoğlu, s. 626. 1425 Feroz ve Bedia Ahmad, Türkiye’de…, s. 78. 1426Resmi Gazete, 26 Temmuz 1949, s. 1. 1427Ayın Tarihi, 13 Nisan 1949. 1428 Tevetoğlu, s. 582. 1429 Kabacalı, Türkiye’de…, s.109. 1430 Sayılgan, s. 270-271. 1431 Hatiboğlu, s. 359. 253

2. Komünizmle Mücadele Derneği: 1950 yılında Zonguldak’ta kurulmuştur. Bahaddin Dökerel, Nurettin Gürtunca, Zeki Kandemiroğlu, Bahaaddin Açıkel ve Yaşar Tüzün tarafından kurulan dernek, Nejdet Sançar ve Ziye Özkaynak tarafından canlandırılmıştır1432. 3. Meslek Kadınları Derneği: 1948 yılında İstanbul’da yazar Müfide Ferit Tek tarafından kurulmuştur. Çalıştıkları işlerde başarı kazanmış kadınlar tarafından desteklenmiş olan dernek, kadınların kariyerlerinde yükselmesi amacı için mücadele etmiştir1433. 4. Milletlerarası Şark Tetkikleri Derneği: 3 Ocak 1947 tarihinde İstanbul’da kurulmuş olan bir dernektir. Adnan Adıvar başkanlığında kurulan derneğin amacı şu şekilde belirtilmiştir: “Doğu incelemelerini, bütün milletlerin şarkiyat bilginlerini tesanüt ve işbirliği ile korumak ve ilerletmek1434.” 5. Türkiye Milli Talebe Federasyonu: 1948 yılında İstanbul Üniversitesi öğrenci dernekleri tarafından kurmuştur. Birlik sol çizgide bir tarz izlemiştir1435. 6. Üniversiteli Kadınlar Cemiyeti: 1949 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Kurucuları arasında Süreyya Ağaoğlu, Sara Akdik, Şevket Fazıla Giz, Nüzhet Gökdoğan, Remziye Hisar, Türkan Rado ve Müfide Küley yer almıştır. Yüksek eğitimini tamamlamış kadınlar arasında dayanışma ve yardımlaşma amacında olan dernek ayrıca, kültürel gelişime katkı sağlamak amacı da gütmüştür1436.

1432 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…,s. 249. 1433 Leyla Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını(1908-1960), ATAM Yayınları, Ankara 1998, s. 168. 1434Resmi Gazete, 30 Ocak 1947, s. 1. 1435 Hatiboğlu, s. 351. 1436 Kaplan, s. 169.

4. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE EĞİTİM, SOSYO- KÜLTÜREL YAPI VE EKONOMİ

4.1. Türkiye’deki Temel Eğitim-Öğretim Anlayışına Genel Bir Bakış

Türkiye 1928 yılında yapılan Harf İnkılâbı ile yeni bir perspektif içerisinde eğitimi yaygınlaştırma yolunu seçmiştir. İlk anda yeni alfabeyi öğretmek adına açılmış olan Millet Mektepleri zamanla gereken ilgiyi görmeyerek beklenen okuma atılımını hayata geçirememiştir. Türk halkının çoğunlukla kırsalda yaşaması dolayısıyla Cumhuriyet idarecileri; köy nüfusunun yapılan inkılâplara alışabilmesi, yeni rejimle kaynaşmayı sağlayabilmesi, üretimi artıracak yöntemleri öğrenebilmesi ve bilgi seviyesini artırabilmesi adına kırsal ağırlıklı bir eğitim seferberliği içerisine girmiştir. Bu süreçte orta ve yükseköğrenim planlaması daima ikinci plana atılmış ve temel eğitim seviyesinde bir gelişme ivmesi yakalanmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti’nden miras bir eğitici kadrosuna sahip olmayan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğitim-öğretim standartlarını yükseltme konusunda büyük sıkıntılar yaşamıştır. İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla eğitim konusunda ayrı bir çıkmaza giren devlet, savaşın bitimi ile birlikte yeniden ve daha hızlı bir şekilde eğitimi geliştirmeye yönelmiştir. Bu bölümde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eğitim-öğretim adına yapmış olduğu girişimler 1945-1950 yılları merkeze alınmak üzere değerlendirilecektir. Türkiye’de Milli Eğitimin temel yapısını oluşturan ilkokullar, köy ve şehir olmak üzere iki farklı tarzda varlığını devam ettirmiştir. Köy ve şehirlerde mevcut bulunan okulların türleri şu şekildedir: Şehir ve kasaba gündüz okulları, şehir ve kasaba yatılı okulları, öğretmenli köy okulları, eğitmenli köy okulları, eğitmenli-öğretmenli köy okulları, pansiyonlu ve pansiyonsuz bölge köy okulları, köy ve bölge meslek kursları1437. İlkokullar 5 yıllık eğitim vermişler, bu okulların sekiz yıl olması isteği 2-10 Aralık 1946 tarihinde toplanan Üçüncü Milli Eğitim Şurası’nda gündeme getirilmiş fakat uygulamaya geçilememiştir1438. 1948 yılında, 1936 yılına ait olan İlköğretim Programı değiştirilerek yenisi yayınlanmıştır. Yeni programda ilkokulun amacı şu şekilde tarif edilmiştir: “Millet, hayatı ve geleceği için gerekli gördüğü bütün değerleri ve ülküleri yurttaşlara aşılamayı her şeyden önce ilkokullardan bekler. İlkokullar, çocuklara milli kültürü

1437 Adil Çağlar, “75. Yılında Cumhuriyet’in İlköğretim Birikimi”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 136. (Sayfa aralığı 125-144). 1438Neşe Işık Tertemiz, “Sekiz Yıllık Zorunlu İlköğretim: Hedefler ve Uygulamalar”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 171. (Sayfa aralığı 171-176). 255

aşılamak mecburiyetindedir. İçinde yetişen bütün vatandaşlara aynı ülküleri, aynı milli amaçları vermek için, gereken bütün bilgileri, alışkanlıkları, ilgileri, hizmet arzusunu verimli bir şekilde kazandırmak ilkokulların önemli ödevidir.” Bu programa göre: Hayat Bilgisi, Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Tabiat Bilgisi, Matematik, Aile Bilgisi, Resim-İş, Yazı, Müzik, Beden Eğitimi dersleri ilkokul programında yer almıştır. Köy okullarında Beden Eğitimi ve Müzik dersleri için özel bir saat ayrılmamış, sadece birinci ders öncesinde 20 dakika olmak kaydıyla ekstradan verilmiştir. Hem köy hem şehir ilkokullarında haftalık 26 ders saati mevcuttur. Köy okullarında beden eğitimi ve müzik derslerinin yerine haftada 6 saat Tarım-İş Dersi konulmuştur1439. 3 yıl olarak eğitim veren ortaokullar konusunda ise en ciddi atılım ancak 1949 yılında gerçekleşmiştir. 21-31 Ağustos 1949 tarihinde toplanan Dördüncü Milli Eğitim Şurası sırasında ortaokullarla ilgili bilgi veren dönemin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu bu okulların amacını şu şekilde ifade etmiştir: “Ortaokul bir kere liseye kademe olacaktır. Sonra da bu okulda bir parça ameli bilgiler ilave edilecek, çocuk hayata atıldığı zaman bunlar onun işine yarayacaktır. Hulasa çocuğu ameli bakımdan bir parça daha hayata intibak ettirmeye çalışacağız. Bu yetişme tarzı, ortaokullardan çıkıp liselere gidecek çocuklar için de bir zarar değil, bilakis fayda olacaktır1440.” Bu amaçlar doğrultusunda ortaokul programlarında kuram ve uygulamayı içeren derslere yer verilmeye başlanmıştır. Fakat kuramsal derslerle uygulamalı dersler arasında bir bütünlük sağlama konusunda başarı kazanılmamış ve kuramsal derslere daha fazla ağırlık verilmesi yolu tercih edilmiştir1441. Ortaokullarda haftada 32 saat ders yer almıştır. Bu dersler: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat Bilgisi, Yabancı Dil, Beden Eğitimi, Resim, Müzik, Serbest Çalışmalar ve İş Bilgisi olarak belirlenmiştir1442. Ortaokuldan sonraki 3 yıllık eğitim-öğretim basamağı ise lise olarak belirlenmiştir. Dördüncü Milli Eğitim Şurası’nda gündeme gelen lise eğitimi konusu ile ilgili bir konuşma yapan Başbakan Şemsettin Günaltay lise eğitiminin amaçlarını şu şekilde açıklamıştır: “…Bugünün icapları gençlerin bütün gayret ve enerjilerini, kabiliyetlerine göre hayatta takip edecekleri mesleklere ait bilgi ve tatbikat üzerinde temerküz ettirmelerini zaruri kılmaktadır. Bütün ilmin her branşı bütün bir mesai hayatını işgal edecek nispette genişlemiştir ve daimi surette de genişlemektedir. Buna göre gençlerin dimağlarını hayatta takip edecekleri mesleklere göre hazırlamak o kadar lüzumlu olmayan şeylerle fazla yormamak, hele bütün yükü hafızaya yüklememek yolunu bulmaya gereken ehemmiyeti vermek zorundayız…1443.” Lise müfredatında yer alan dersler ise şu şekilde tespit edilmiştir: Edebiyat, Filozofi-Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Coğrafya, Matematik, Tabiat Bilgisi, Fizik, Kimya, Yabancı Dil, Beden Eğitimi ve Askerlik1444. İlk-orta ve lise seviyesindeki okullarda mevcut müfredat içerisine, çok partili hayata geçişle birlikte, demokrasi anlayışı da adapte edilmeye çalışılmıştır. 1948 yılına ait ilkokul programında demokrasiyle ilgili şu ifadeler yer almıştır: “Topluluğumuzun dayandığı demokrasi

1439 Hasan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Ortaöğretim, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1985, s. 82 ve 100. 1440 Cicioğlu, s. 162. 1441 Hıfzı Doğan, “Cumhuriyet Döneminde Ortaöğretim Programlarının Şekillenmesinde Etkili Olan Görüşler”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 209. (Sayfa aralığı 193-214). 1442 Cicioğlu, s. 184. 1443 Milli Eğitim Bakanlığı, Dördüncü Milli Eğitim Şurası, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1991, s. 6. 1444 Cicioğlu, s. 205. 256

ilkelerini, okulda ve derslikte uygulayarak ve yaşayarak benimser. Okulda öğrencilerin kendi aralarındaki ve öğretmen-öğrenci arasındaki karşılıklı ilişkiler, demokrasi değerlerine uyarak düzenlenmelidir. Okul bütün çalışmalarında, okul topluluğunun gelişmesine el birliği ile çalışırken, öğrencilerin teker teker her birinin kişiliğine değer ve önem vermelidir1445.” Dördüncü Milli Eğitim Şurası’nda da demokrasinin eğitime yansıtılması konusunda hassa bir şekilde durulmuş “demokratik eğitim” kavramı ilk olarak bu şurada dile getirilmiştir1446.

4.2. Bir Eğitim, Devletçilik ve Parti Projesi Olarak Halk Odaları ve Halk Evleri Uygulamaları

1923-1929 yılları arasında demokratik hak ve özgürlüklerde kısıtlamalar getiren uygulamalar ve ülke ekonomisinin canlandırılması yükünün halkın üzerine yüklenmesi sonrasında bürokrasi ile halk arasında bir kopuş yaşanmıştır. 1929 Dünya ekonomik krizi sonrasında ülkede durum daha da vahim hale gelmiş ve yöneticiler iki seçenek arasında kalmıştır. Birinci seçeneğe göre yönetim halka özgürlüklerini vererek bir yumuşama politikası içine girebilirdi. Ya da ikinci bir yol olarak daha merkezi bir yapı uygulanmaya konulabilirdi. İktidar sahipleri ikinci yolu tercih etmişlerdir. Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi ardından daha sert bir yönetim anlayışı sürecine girilmiştir. Ekonomik sıkıntıların zirvede olduğu bir dönemde halkın politik ve ideolojik eğitiminin sağlanması için Halk Evleri kurulması düşünülmüş ve bu yolla sınıfsız bir toplum yapısı ortaya çıkarabilmek amaçlanmıştır. Halk Evleri ile ayrıca; milleti birbirini anlayan, seven ve aynı ideallere bağlı bir kitle haline getirmek, kültür birliğini ve gelişimini sağlamak, köylü ile diğer sınıfları kaynaştıracak köycülük çalışmalarını gerçekleştirmek gibi hedeflere ulaşabilmek arzulanmıştır1447. Hayata geçirilmesi planlanan Halk Evi projesine temel teşkil etmesi için ise Türk Ocaklarının imkânları kullanılmıştır. Ocakların görevini tamamladığı ve gereksiz olduğu düşüncesinden yola çıkarak bu teşkilatların kapatılmasına karar verilmiştir. 10 Nisan 1931 tarihinde Ankara’da Türk Ocakları olağanüstü kurultayı toplanarak Ocakları lağvetmiş ve tüm mal varlığı da CHP’ye devredilmiştir. Bu karar 10-18 Mayıs 1931 tarihinde toplanan CHP Üçüncü Büyük Kongresi’nde kabul edilmiştir1448. Aynı kongrede Halk Evlerinin açılmasına da karar verilmiştir1449. Açılması kararlaştırılan bu kuruluşlar aslında dünyada örnekleri olan yapılardır. Rusya köylerinde İzbaçitalniya ismiyle anılan okuma odaları benzer niteliklerde yapılanmalardır. Almanya şehirlerinde ise yetişkin ve çocukların siyasi bir amaç doğrultusunda yetişmesine yardım eden Yurttaş Evleri kurulmuştur. Bu evlerde kurslar, konferanslar, törenler ve spor

1445 Mustafa Özodaşık, Cumhuriyet Dönemi Yeni Bir Nesil Yetiştirme Çalışmaları(1923-1950), Çizgi Kitabevi, Konya 1999, s. 236. 1446Zafer Tangülü, “Demokrat Parti Dönemi’nin İlköğretim Politikaları(1950-1960)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 35. 1447Tevfik Çavdar, “Halk Evleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 879-880. (Sayfa aralığı 878-884). 1448 Ünal, s. 75., Ayrıca Bakınız: Mustafa Şanal, Kayseri Halkevi ve Faaliyetleri, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Kayseri 2007, s. 16. 1449 Neşe G. Yeşilkaya, “Halk Evleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 113. (Sayfa aralığı 113-118), Ayrıca Bakınız: Tunçay vd., s. 411-412. 257

faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Almanya köylerinde ise bu evlerin daha küçük boyutlusu olarak Toplum Evleri hayata geçirilmiştir. Bu kurumlar aracılığıyla halk kendisini Nasyonel Sosyalist olarak görmeye zorlanmıştır. 1920’li yıllarda İtalya’da da Dopolavoro adıyla anılan ve Faşist Parti propagandası yapılan kurumlar oluşturulmuştur. Dopolavorolar ile İtalya’da sınıf çelişkileri ortadan kaldırılarak toplumsal beraberliğin sağlanması amaçlanmıştır. Bu kuruluş aracılığıyla binlerle ifade edilebilecek kültür derneği, amatör tiyatro topluluğu ve kitaplıklar kurulmuş, kurslar düzenlenmiş, ulusal bayram ve festivaller kutlanmıştır1450. Ayrıca Macaristan’daki Milli Kültür Cemiyeti, İngiltere’deki Halk Terbiye Cemiyeti de Halk Evleri tarzında oluşturulmuş yapılardır1451. CHP hızlı bir hazırlık süreci sonrasında 19 Şubat 1932 tarihinde Halk Evlerini resmen açmıştır. Eski Türk Ocağı binası Halk Evleri Genel Merkezi olmuştur. Aynı tarihte 14 şehirde de şubeler açılmıştır. Halk Evleri kuruluşundan itibaren CHP desteğinde varlığını devam ettirmiş, 1 Mart 1932 tarihli bir genelge ile CHP Genel Merkezi, parti örgütünün bulunduğu her yerde Halk Evleri açılmasını istemiştir. İllerde parti başkanları, belediye başkanları ya da valilerden birisi Halk Evleri başkanlığını yürütmüştür. Böylece bu kurum partinin bir parçası haline gelmiştir1452. Halk Evleri Türk Ocakları’nın yerine ve onun mirasçısı olarak hayata geçirilmiş ama faaliyet ve sayı bakımından Türk Ocakları’ndan çok öteye geçmiştir1453. Fakat tepeden inme bir tarzda halkın kültürel düzeyini yükseltmeye çalışmaları halkın tepkisine neden olmuş ve bilgisizliğine daha iyi sarılmasına yol açmıştır. Yüzeysel bir batılılaşma yolu takip ederek çağdaşlığı yakalamaya çalışan bu evler, Türk halkının öz dinamiklerini dikkate almamış, halk-aydın ikililiğinin artmasına yol açmıştır1454. Halk Evlerinin 9 uygulama kolu vardır. Bir Halk Evi açılırken bu kollardan en az üç tanesini aktif hale getirmek zorundadır. Bu kollar ve önemli faaliyetleri şu şekilde belirlenmiştir: 1. Dil-Edebiyat ve Folklor Kolu: Türk büyükleri ile ilgili günleri kutlamak, edebiyat yarışmaları yapmak, milli günleri ve halk bayramlarını kutlamak, konferanslar tertiplemek, aile toplantıları yapmak, folklor bakımından bulunulan çevreyi incelemek gibi çalışmalarda bulunmuştur. Bu kol Türk Dil Kurumu’nun şubeleri niteliğini taşımıştır. 2. Güzel Sanatlar Kolu: Koro, orkestra, bando kurmak, halk sazları ve oyunları faaliyetlerinde bulunmak amaçlı oluşturulmuştur. 3. Temsil Kolu: Öncelikle halkın alışık olduğu köylü temsillerini öne çıkaran; tiyatro gösterileri yanı sıra, imkanlar dahilinde sinema gösterimi ve karagöz oyunları sergilemeye çalışan kol olarak faaliyet göstermiştir. 4. Tarih ve Müze Çalışmaları Kolu: Tarihi vesikalarının ve eski eserlerin değerini halka anlatmaya çalışmış, koleksiyon, müze ve sergi oluşturma çalışmaları yapmıştır.

1450 Sefa Şimşek, Bir İdeolojik Seferberlik Deneyimi Halk Evleri (1932-1951), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2002, s. 22-26. 1451 Ünal, s. 81. 1452 Nurettin Güz, Tek Parti İdeolojisinin Yayın Organları Halk Evleri Dergileri(1932-1950), Bilge Yapım, Ankara 1995, s. 14-15. 1453 Tunaya, s. 578. 1454 Çavdar, “Halk Evleri”, s. 883. (Sayfa aralığı 878-884) 258

5. Spor Çalışmaları Kolu: Modern ve milli sporları bir arada uygulayan bu kol; avcılık, atletizm ve güreş başta olmak üzere; su sporları, binicilik, kayak, bisiklet ve cirit sporlarını da uygulamıştır. Düzenlenen spor yatışmaları ise halk tarafından ilgiyle takip edilmiştir. 6. Sosyal Yardım Kolu: Halk arasında yardımlaşma ve dayanışma duygularını geliştirmek, hayır kurumlarının faaliyetlerini desteklemek ve ararlarında koordinasyonu sağlamak öncelikli amaçlar olarak belirlenmiştir. 1947 yılı itibariyle 80 Halk Evinde poliklinikler kurularak yoksul halkın yararlanmasına sunulmuştur. İlaç ve beslenme yardımı da yapan bu kol, yardıma muhtaç kimselerin o hale düşme nedenleri konusunda da önleyici çalışmalar gerçekleştirmiştir. Güreş, cirit, deve güreşi, kayık yarışları gibi müsabakalar düzenleyerek elde edilen gelirleri yardıma muhtaç insanlara ulaştırmıştır. 7. Halk Dershaneleri ve Kurslar Kolu: Türkçe okuma-yazma başta olmak üzere; yabancı dil, pratik hayat bilgisi, elişleri, güzel sanat dallarına ait kurslar düzenlemiştir. İlkokul yaşını geçenlere verilen okuma-yazma kursları, pratik bilgiler ve elişleri kursları kalkınma hareketi için önemli destekler sağlamıştır. Yapılan yeniliklerin halka ulaşmasına kursların önemli katkısı olmuştur. Gençlere iş imkânı sağlayacak kurslar da açmıştır. 8. Kitaplıklar Kolu: Bütün Halk Evi ve Halk Odalarında mevcut bir koldur. Ev ve odalar kendi bütçelerinden kitap aldıkları gibi CHP Genel Sekreterliği de zaman zaman kitap yardımında bulunmuştur. Kahramanlık konuları başta olmak üzere çeşitli alanlardaki kitaplar bir kişinin sesli olarak okuması ile dinleyicilere sunulmuştur. Gençler arasında kitap özetleme yarışmaları da düzenlenmiştir. 9. Köycülük Çalışmaları Kolu: Köylülerin evlerine giderek ya da köylüleri ev ve odalara toplayarak çeşitli görüşmeler tertip eden bu kol; köy gezilerine doktor, veteriner, hukukçu ve ziraatçılar götürmüş, böylece köylülerin sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır. Bu gezilerde seyyar sinema makineleri, karagöz ve tiyatro temsilleri de düzenlenmiştir1455. Sayılan bu 9 kolun içerisinde Köycülük Çalışmaları Kolu önemli bir yere sahiptir. Bu şube köylüye hak ettiği değeri vermeyi temel amaç olarak kabul etmiştir. Fakat bu şube yeteri derecede köylere ulaşamadığı ve köyün gelişiminde etkili olamadığı için yeni bir kurum olarak Halk Odaları meydana getirilmiştir. CHP’nin 1939 yılında toplanan kongresinde Halk Evlerinin ulaşamadığı yerlerde Halk Odalarının kurulması kararlaştırılmıştır1456. Halk Odalarında 3 ile 7 arasında kişiden idare kurulu oluşturulmuş ve odayla ilgili tüm işleri bu kurul yürütmüştür. Halk Odasını açmak için ise; en az 50 üye, bir toplantı salonu, bir okuma odası ve Halk Odasını idare edecek kadar bir bütçeye sahip olma şartları konulmuştur1457. 1940 yılı itibariyle kurulmaya başlanan ve Halk Evlerinin çekirdeklerini oluşturan Halk Odaları zamanla çoğalarak yaygınlaşmıştır. Başbakan Şükrü Saraçoğlu yayınladığı bir bildiride Halk Odalarının genel yapısını tanıtmış ve özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Halk Odaları kadın ve erkeklerin bir arada toplanabileceği, okuma imkânları olan ve radyoya sahip yerlerdir. Köylerde çalışan ve köylere giden öğretmen, memur, sağlık personeli, veteriner ve aydınlar buralarda toplanarak söyleşi

1455 BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1006.884..1., Ayrıca Bakınız: Şimşek, s. 80-86., Şanal, s. 20- 23. 1456 Şimşek, s. 139. 1457 Kabasakal, s. 156. 259

yaparlar. Milli törenlerin düzenlenmesi, spor ve sanat alanındaki çalışmalar da bu odalarda gerçekleşir. Okuma-yazma öğrenmek içinde bu odalar önemli yerlerdir. Türk köylüsü her zaman fedakâr davranmıştır ve şuan yokluk içerisinde yaşamaktadır. Köylünün yaralarını sarmak amacımızdır1458. Halk Evleri tarafından yayınlanan dergiler, düzenlenen konferanslar, müzikli aile toplantıları, tiyatrolar, spor aktiviteleri, okuma hizmetinde bulunan kütüphaneler Halk Evleri ve Halk Odalarının ideolojik öğretisinin temel yayılım araçları olmuştur. Halk Evleri hükümet konaklarının yanında kurularak parti-devlet bütünlüğünü ifade etmiştir. Müzik uygulamalarında keman, ud, cümbüş, kanun ve ney kullanımı dışlanmış, daha modern tarzda bir üslup takınılmıştır. Halka batı müziği dinletilmesine gayret gösterilmiştir. Tiyatro şubesi aracılığıyla Kurtuluş Savaşı ve devrimleri konu alan oyunlar halka izlettirilerek fikir telkininde bulunulmuştur. Halk Evleri binaları modern mimari tarzlarda inşa edilmiştir. Kubbe ve kemer, cami ve çeşme motifleri bu yapılarda yer almamıştır. Binaların üzerine yazılan “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi sözlerle milli duygular aşılandığı gibi, yeni alfabeye olan yatkınlık da artırılmaya çalışılmıştır1459. Halk Evleri ve Halk Odalarının sayılarının hızla artması sonrasında bu yapılanmaların denetlenmesinin yürütülmesi amacıyla Ankara’da, içinde 4 Halk Evi ve 1 Halk Odası başkanının da bulunduğu Halk Evleri ve Odaları Yüksek Danışma Kurulu oluşturulmuştur. Kurula dahil olan üyeler Halk Evleri ve odalarını dolaşarak bu kuruluşların sorunlarını tespite çalışmıştır. Ev ve odalara katılmak için CHP’ye üye olma zorunluluğu yokken, yönetim kadrosunda olmak için CHP üyesi olmak zorunluluğu getirilmiştir1460. Halk Evlerinde Türkçe okuyup yazmaya yönelik olarak, 18 yaşını bitirmiş olanlar için mutlaka kurslar açılması öngörülmüştür. Kurs öğretmenliğini Halk Evleri azaları içerisinden bu işi yapabilecek fahri öğretmenler yürütmüşlerdir. Kurslarda; alfabe, kıraat, imla, yazı ve aritmetik dersleri okutulmuştur. Dersler haftada 6 saat altında olmayacak ve katılımcıların gündelik hayatlarını etkilemeyecek şekilde düzenlenmiştir1461. Kuruluşların düzenli veya düzensiz olarak çıkardıkları kendilerine ait dergileri de mevcuttur. Çıkarılan dergilerden bazılarının isimleri ve çıkarıldıkları şehirler şu şekildedir: Görüşler(Adana), Taşpınar(Afyon), Yeşilırmak(Amasya), Ülkü(Ankara), Türk Akdeniz(Antalya), Çoruh(Artvin), Altın Yaprak(Bafra), Kaynak(Balıkesir), Burdur(Burdur), Uludağ(Bursa), Çorumlu(Çorum), İnanç(Denizli), Karacadağ(Diyarbakır), Edirne(Edirne), Altan(Elazığ), Yeni Türk(Eminönü), Atayolu(Erzurum), H.B.Haberleri(Eminönü), Porsuk(Eskişehir), Başpınar(Gaziantep), Aksu(Giresun), Ün(Isparta), Fikirler(İzmir), Erciyes(Kayseri), Konya(Konya), Gediz(Manisa), İçel(Mersin), Yeni Milas(Milas), Muğla(Muğla), Ülker(Niksar), İnan(Trabzon), 19 Mayıs (Samsun), Dıranaz(Sinop), 4 Eylül(Sivas), Ocak(Urla), Bozok(Yozgat), Kara Elmas(Zonguldak)1462. Halk Evleri ve Halk Odalarının 1950 yılına kadarki süreçte ulaştıkları rakamlara bakılacak olursa şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: 19 Şubat 1932 tarihinde ilk olarak on dört

1458 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 11.64..10. 1459 Yeşilkaya, s. 114-117.(Sayfa aralığı 113-118) 1460 Kabasakal, s. 157. 1461 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 31.136..3. 1462 Çavdar, “Halk Evleri”, s. 880. (Sayfa aralığı 878-884) 260

ilde Halk Evleri açılmıştır. Bu iller şunlardır; Adana, Afyon, Ankara, Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya, Samsun ve Van. 1940 yılına gelindiğinde 379 olan Halk Evi sayısı, 1945 yılında 438 ve 1950 yılında ise 478’e ulaşmıştır1463. Bu Halk Evlerinden sadece bir tanesi yurtdışındadır ve Londra’da kurulmuştur. Yurt dışındaki Türklerin ve Türk dostlarının merkezi konumunda olan bu Halk Evi, iki milletin yakınlaşmasını da sağlamayı amaçlamış ve 1940 yılından itibaren faaliyet göstermeye başlamıştır. Savaş dolayısıyla ilgilenilemeyen bu Halk Evi, savaş sonrasında satın alınan yeni bir binaya taşınarak faaliyetlerini artırmayı hedeflemiştir. 1940 yılında kurulmaya başlayan Halk Odaları ise 1944 yılında 365, 1947 yılında 4.170 sayısına ulaşmıştır1464. 1950 yılında ise Halk Odaları sayısı 4.322’ye çıkmıştır. Halk Evleri ve Halk Odaları sayılarındaki artış hızı çok partili hayata geçiş süreci olan savaş sonrası dönemde bir yavaşlama seyri sergilemiştir1465.

4.2.1. Halk Evlerinin ve Halk Odalarının Siyasetle İlişkisi ve Gözden Çıkarılmaları Süreci

Halk Evleri ve Halk Odaları resmi kurumlar olmamalarına rağmen devlet bütçesinden CHP’ye, Halk Evlerine verilmek üzere, yüklü miktarlarda meblağlar ayrılmıştır1466. Devletin Halk Evlerine yaptığı yardım bu kurumların yaygınlaşmasına ve yaşamasına imkân sağlamıştır. Türk Ocakları kapatıldığı süreçte 267 Türk Ocağı için hazineden yıllık 25.000 lira yardım ayrılırken, Halk Evleri bu miktarın çok üstünde yardımlar almıştır. 1936 yılında Halk Evlerine yapılan yardım 499.880 liradır. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan ekonomik sıkıntılara rağmen bu kuruluşlara verilen yardım devam etmiştir1467. 1944 yılında 2.800.000 lira, 1946 yılında ise 3.900.000 lira bu kuruluşlara ayrılmıştır. Fakat miktar 1947 yılında önemli bir düşüş göstererek 2.335.000 liraya gerilemiştir Halk Evleri devlet haricinde özel idareler ve belediye bütçelerinden de yararlanmıştır. CHP merkezi, Halk Evleri ve Halk Odalarına para yardımının dışında farklı şekillerde de destek olmaya çalışmıştır. Özellikle kitap konusunda önemli yardımlar yapılmıştır. 500.000 üzerinde kitap ev ve odalara gönderilmiştir. Ayrıca kütüphane malzemelerinin teminine de destek verilmiştir. 1944 yılına kadar yayınlanan Halk Evleri yayınları için bir bibliyografya eseri hazırlatılmıştır. Spor konusunda ise; spor alet ve malzemelerinin alınarak ilgili ev ve odalara gönderilmesi, düzenlenen müsabakalarda kazanılan ödüllerin temininin sağlanması, Kırkpınar güreşlerine destek olunması (Edirne Halk Evi bazı dönemlerde Kırkpınar güreş müsabakalarını düzenlenmiştir) gibi girişimlerde bulunulmuştur. CHP tarafından Türkçe okuma- yazma kurslarına yönelik yol gösterici broşür hazırlanmış, öğretmen ödeneği ve eğitim malzemelerinin temini konusunda destekler sağlanmıştır. Sanat ve kültür çalışmalarına malzeme, para ve bilgi yardımında bulunulmuştur. Temsil için kullanılacak eserlerin tespiti ve

1463 Şimşek, s. 61., Ayrıca Bakınız: Tunaya, s. 596. 1464 BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1006.884..1. 1465 Çavdar, “Halk Evleri”, s. 882. (Sayfa aralığı 878-884) 1466 Nevzad Ayas, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi Kuruluşlar ve Tarihçeler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1948, s. 425. 1467 Nurettin Güz, “Türk Ocakları ve Türk Yurdu’ndan Halk Evlerine”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31., Sayı: 283, Ankara Mart 2011, s. 177. (Sayfa aralığı 171-184). 261

metnin hazır hale getirilmesi, tiyatro bilgisinin sunulması, temsillerin maddi olarak desteklenmesi için gayret sarf edilmiştir. Halk Evlerinin yayın organı olan Ülkü Dergisi daha da geliştirilerek ayda bir çıkacak hale getirilmiştir1468. Halk Evleri ve odalarının hepsi aynı verimlilikte çalışamamıştır. Bu yapılar maddi ihtiyaçlardan çok, gönüllü ve verimli eleman bulma konusunda sıkıntı yaşamışlardır. Kırsal kesimde ilkokul yapımına öncelik verilmesi dolayısıyla oda ve ev yapımı ikinci plana itilmiştir. Maddi sıkıntılar oda ve evlerin yönetimini zorlaştırmış, temel ihtiyaç paraları dahi bulunamaz hale gelmiştir(memur, müstahdem ve idare masrafları gibi)1469. Halk Evleri, hükümet tarafından yapılan desteklemelerdeki daralma sonrasında, 1946 yılı itibariyle kâr getiren işlerle uğraşmaya başlayarak gelir elde etme yolunu denemiştir Halk Evleri İdare Çalışma ve Teşkilat Talimatnamelerinde 8 Haziran 1946 tarihinde yapılan değişikliklerle gelir getirecek yollar denenmesi önerilmiştir. Daha önceki talimatnamelerde Halk Evlerinin hiçbir şekilde gelir getirici işlerle meşgul olamayacağı ibaresi mevcuttur. Sadece Halk Evlerine yapılacak bağışlar, sosyal yardım yararına tertip edilecek balolar, müsamere ve gezi hâsılatları, Halk Evleri tarafından çıkarılacak dergi gelirleri için izin verilmişti. Yeni düzenleme ile Halk Evlerine; halk hizmetleri için kullanılmak üzere bazı alanlardan gelir elde etme imkânı verilmiştir. Müsamere, gezi, balo, konser, temsil, spor gösterileri ve film gösterimlerinden gelir elde etme kapısı açılmıştır. Okuma- yazma kursları ise kesinlikle parasız olacak, diğer kurslardan uygun görülürse ücret alınabilecektir. Halk Evleri salonlarının kiraya verilemeyeceği hükmü de kaldırılmıştır. Fakat kiralama konusunda bazı sınırlamalar getirilmiştir. Halk Evi çalışmalarına engel olmayacak şekilde, belirli süreler içinde, bir aydan fazla kiralamalar için merkezden izin alarak kiralama yapılabilecektir1470. İçine düşülen ekonomik sıkıntılar yeni Halk Evleri ve Halk Odalarının açılmasının da önünde engel olmuştur. CHP merkezine illerden gelen yeni ev ve oda açma isteklerine, 1946 yılından itibaren sıcak bakılmamaya başlanmış ve öncelikle mevcut olanların durumlarının düzeltilmesi istenmiş, yerel bütçeler tarafından giderleri karşılanamayacak yeni binaların oluşturulmasına karşı çıkılmıştır1471. Halk Odalarındaki ekonomik sıkıntılar ise Halk Evlerinden daha vahim durumlara ulaşmıştır. Öyle ki, CHP İl İdare Kurullarından parti merkezine gönderilen yazılarda; Halk Odalarının kendi bütçelerinin yetersiz olduğu, köy bütçelerinden de yardım gelmediği ve bu nedenle kira, ısıtma ve ışıklandırma gibi konularda masrafları karşılayamayacak duruma gelindiği, müesseselerden beklenen faydanın sağlanamadığı bildirilmiştir1472(EK 17). DP, 1950 yılında iktidara gelince Halk Evlerine bütçeden ayrılan para konusundaki memnuniyetsizliğini dile getirmiştir. DP’nin ilk Maliye Bakanı Halil Ayan 1935 ile 1950 yılları arasında devlet bütçesinden ve il özel idareleri ile belediye bütçelerinden Halk Evlerine ayrılmış olan yüklü miktarlardaki meblağ hakkındaki araştırmasının sonuçlarını basına açıklamıştır. Bu süre zarfında devlet bütçesinden 26 milyon lira, özel idare bütçelerinden ise 12 milyon lira Halk

1468 BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1006.884..1. 1469 BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1006.884..1. 1470 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.30..15. 1471 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.31..3. 1472 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 8.42..8. 262

Evlerine aktarılmıştır. Bakana göre bu rakamlar çok büyüktür ve paralar Halk Evlerine yardım kalemi adı altında doğrudan CHP’ye aktarılmıştır1473. Yeni iktidar, il özel idareleri ile belediye bütçelerinden ayrılan ödenekleri kesmiştir. Başbakan Adnan Menderes İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan bu kısıtlama ile ilgili olarak 26 Haziran 1950 tarihinde şu ifadeleri kullanmıştır: “… Bu memlekette cümle âlem bilir ki, devlet bütçesinden, hususi idarelerden, belediyelerden, köy sandıklarından, hatta iktisadi devlet teşekkülleri ve devlet müesseselerinden hukuk esaslarına aykırı olarak ve zorlama yolu ile yıllar ve yıllardır Halk Evlerine yardım namı altında Halk Partisi kendisine yekûnu muazzam rakamlara varan paralar temin etmiştir. Bir siyasi partiye devlet hazinesinden ve amme müesseselerinden hiçbir suretle para verilemez. Bu paralar içtimai gayeler taşıyan teşekkül olduğu iddiası ile sözde Halk Evleri namına alınmıştır. Hakikat şudur ki: Bu paraların çoğunu parti ihtiyaçlarına tahsis etmişlerdir. Bunun aksini iddia edecek durumda değildirler. Halk Evleri hükmü şahsiyeti haiz olmadıkları için bu paraların hepsi Halk Partisi’ne gitmiştir ve bunların alındıkları, sarf edilip edilmedikleri devlet tarafından en küçük bir teftiş ve murakabeye dahi tabi tutulmamıştır… Esef olunacak cihet şudur ki; Halk Partisi gümrükten mal kaçırma kabilinden umumi bütçeye koydurduğu 1.250.000 lirayı, daha bütçe yılının dördüncü ayında olmamıza rağmen çoktan çekip almışlardır. Mahalli idarelere koydurdukları tahsisatı da böyle bir zihniyetle alıp götürmüş bulunuyorlar1474.” CHP ile DP arasındaki Halk Evleri tartışması sadece bütçeden para ayrılması konusunda olmamıştır. DP daha muhalefet yıllarından başlamak üzere bu oluşumların bir parti teşkilatı gibi çalışmasından rahatsızlık duyduğunu dile getirmiştir. Fakat CHP tarafı bu iddiayı asla kabul etmemiştir. Bu manada CHP Genel Sekreteri Nafi Atuf Kansu tarafından 10 Ağustos 1946 tarihinde yayınlanan bir genelgede Halk Evlerinin umuma açık olduğunu belirten şu ifadeler kullanılmıştır; “Partimiz tüzüğü ve Halk Evleri idare ve teşkilat talimatnamesinde belirtildiği üzere Halk Evlerimiz ve Halk Odalarımız partimizin birer kültür kurumlarıdır. Bu bakımdan günlük politika akımlarına kapılmaları ve çalışmaları arasında buna yer vermeleri asla doğru değildir. Halk Evleri idare ve teşkilat talimatnamesinin 59’uncu maddesinde de açık olarak işaret edildiği şekilde, Halk Evleri salonlarında, hayır kurumlarından ve bilimsel teşekküllerden başka hele partilerin siyasi maksat taşıyan toplantılarına müsaade edilmemesi lazımdır1475.” CHP’nin genel sekreterinden Hilmi Uran da 18 Kasım 1946 tarihinde Halk Evi başkanlığına gönderdiği bir yazıda Kansu’nun açıklamalarını destekler nitelikte şu ifadelerde bulunmuştur: “Halk Evleri ve Halk Odaları Cumhuriyet Halk Partisi’nin prensipleri içinde çalışan kültür kurumlarıdır. Bu prensipler; Atatürk devrimlerinin bu memlekete getirdiği ve bu millete mal ettiği yeni dünya görüşünün ve yeni millet rejiminin dayanağı olan ana fikirlerdir. İdeoloji bakımında böylece çerçevelenmiş olan Halk Evlerimiz; amaçları, tutumları ve çalışma usulleri bakımından siyasi mahiyetleri olmayan milli kültür ocaklarıdır… Bu kurumların faaliyetlerinden faydalanmak ve çalışmalarına katılmak için yurttaşlarımız partimize yazılı olmak veya başka bir partiye yazılı

1473Cumhuriyet Gazetesi, 1 Eylül 1950, s. 1. 1474 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1475 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.30..13. 263

olmamak gibi bir kayda tabi değildirler… Halk Evleri salonları siyasi maksat gütmeyen ve prensiplerimize aykırı bulunmayan bütün milli derneklerin toplantıları için açık olacaktır1476.” CHP merkezinden yapılan bu tarafsızlık açıklamalarına rağmen Halk Evlerinin partiye hizmet ettiğini gösteren kanıtlar da mevcuttur. Bu minvalde 17 Ekim 1948 tarihinde yapılacak olan milletvekili ara seçimleri için seçim yapılacak 13 ilin il idare kurulu başkanlıklarına CHP Genel Sekreterliği tarafından gönderilen bir yazıda halkın seçimlere iştirakini artırmak için şu istekte bulunulmuştur: “Üyelerinin çoğu partimize mensup olan Halk Evi ve Halk Odalı arkadaşlarımızın değerli çalışmalarından da faydalanmak sureti ile elde edeceğimiz başarı derecesinin yükseltilmesi için kendileri ile sıkı işbirliği yapılmasını rica eder, sevgiler sunarım1477.” Diğer yandan ev ve odaların tüm halka açık olduğu yönündeki iddiaları yalanlayan şikâyetler de CHP merkezine sıkça gelmiştir. İsmet İnönü’ye gelen şikayet telgraflarından birinde şu ifadeler yer almıştır: “Halk Evinden fakirler kovuluyor, zenginler kabul ediliyor. Biz bu milletin evladıyız1478(EK 18).” DP tarafından yapılan eleştirilerin devam etmesi ve çok partili hayat içerisinde sıkıntılar yaratacağı düşüncesi ile CHP bu kuruluşları özerk bir yapıya kavuşturma yolunu denemeyi uygun görmüştür. CHP’nin 1947 yılında toplanan Yedinci Büyük Kongresi öncesinde konuyla ilgili hazırlanan bir komisyon raporu ile Halk Evleri ve odalarının çok partili hayata uyum sağlamakta zorlandıkları belirtilmiştir. Kongre sırasında özerklik kazandırma konusundaki görüş öne çıkarılmış, Halk Evlerinin şirket, vakıf, dernek veya tesis şekline dönüştürülebilmesi ihtimalleri tartışılmıştır. Şirket olması görüşü Halk Evlerinin kar amaçlı kuruluşlar olmaması dolayısıyla kabul görmemiştir. Dernekler ve vakıflar üzerindeki devlet denetiminin kuvvetli olmasından dolayı bu teklif de destek bulmamıştır. En uygun olarak ise bir kamu kuruluşu anlamına gelen tesis yapılanması kabul edilmiştir. Bu şekilde yapılanmanın sağlanması için yedinci kongrede bir komisyon görevlendirilmiştir. Fakat bu proje DP tarafından asla kabul görmemiş ve uygulama imkânı bulamamıştır1479. Halk Evleri ile ilgi tartışmalar devam ederken 10 Mart 1949 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver’in oturduğu binada Türk Ocakları merkezi teşkilatı yeniden kurulmuştur. Aynı yılın Mayıs ayının 10’uncu gününde ise Türk Ocağı resmen açılmıştır ve başkan Tanrıöver olmuştur1480. DP Başkanı Celal Bayar İstanbul’da bulunan Türk Ocağı’nı ziyaret ederek Tanrıöver ile görüşmüş, eski kaydını yenilemiştir1481. Bu gelişme üzerine basında, Türk Ocaklarının DP’nin kültür kolları olacağı ve Halk Evlerinin CHP için sahip olduğu değere sahip olacağı yönünde iddialar yer almıştır. Tanrıöver ise bu tip iddiaların tamamen asılsız olduğunu açıklamıştır1482. DP iktidara geldikten sonra Halk Evleriyle ilgili tartışmalar daha da alevlenmiştir. 29 Haziran 1950 tarihinde gerçekleşen CHP Sekizinci Büyük Kongresi’nin Ankara Halk Evi’nde

1476 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.34..1. 1477 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 352.1476..1. 1478 BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 977.791..2. 1479 Şimşek, s. 210. 1480 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 216-217. 1481Akşam Gazetesi, 16 Temmuz 1949, s. 1. 1482Akşam Gazetesi, 18 Temmuz 1949, s. 2. 264

gerçekleştirilmesi DP’nin Halk Evlerini CHP’nin elinden almasına bahane teşkil etmiştir1483. DP iktidarı CHP taraftarı olarak gördüğü bu kuruluşlara karşı, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri aracılığıyla, 11 Eylül 1950 tarihinde bir tamim yayınlamış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Halk Evleri hala siyasi partilere nispetini muhafaza etmekte olduğundan öğretmenlerimizin bu müesseselerde vazife almaları uygun görülmemiştir. Halen Halk Evlerinde çalışmakta olanların da alakalarını kesmelerinin gerektiğini ilgililere tebliğini rica ederim1484.” DP içerisinde Halk Evlerinin geleceği konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bazı partililer bu kurumların devlete bağlanarak kendi denetimlerine alınmasını istemiştir. Bir grup DP’li ise kurum binalarının Türk Ocaklarına devredilmesi taraftarı olmuştur. Çünkü Halk Evleri kurulurken kapatılan Türk Ocaklarının binaları Halk Evlerine devredilmiştir. Bu seçeneğin en ateşli savunucu olarak ise Hamdullah Suphi Tanrıöver öne çıkmıştır1485. 13 Kasım 1950 tarihinde toplanan Anayasa komisyonuna DP’li vekiller tarafından verilmiş olan kanun teklifleri arasında CHP ve Halk Evlerine ucuz fiyata verilen malların durumları, Halk Evlerine devredilen Türk Ocakları mallarının bu derneğe yeniden verilmesi istekleri yer almıştır. CHP ise iktidarın gücünü kullanarak muhalefeti yok etmeye çalıştığı propagandasını savunma aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Halk Evleri sorununun ötesinde CHP’nin tüm malvarlığı ile ilgili tartışmalar da gündeme gelmeye başlamıştır. Özellikle Halk Evleri için ayrılan paraların bir bölümünün CHP için harcanmış olabileceği iddiası bu tartışmaların gerekçesini oluşturmuştur1486. DP ve CHP arasında yapılan görüşmelerde Halk Evlerinin Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası olarak korunacağı belirtilmiş, buraların birer tesis haline getirilmesi ve çok partili hayata uyumunun sağlanması planlanmıştır. Fakat bu mutabakat uygulanmamıştır. 5830 sayılı ve 8 Ağustos 1951 tarihli kanun ile Türk Ocakları ile diğer kamu kuruluşu ve derneklerden bu kurumlara devredilen mallar iade edilmiştir1487. Halk Evleri olarak inşa edilmiş ya da inşa edilmekte olan ve 1 Mart 1950 tarihine kadar kısmen veya tamamen Halk Evi olarak kullanılmış olan binaların mülkiyeti devlete geçirilmiştir. Halk Evleri bu kanunla kapatılmamış olsa bile işlerliğini büyük oranda yitirmiştir1488.

4.3. Eğitim Seferberliğinde Köy İlkokulları Projesi Uygulaması

CHP hükümetleri tarafından köylünün eğitim-öğretim ihtiyacının giderilmesi adına köylerde ilkokulların artırılması projesi 19 Haziran 1942 tarihli ve 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilatı Kanunu” ile yeniden şekillendirilmiştir. Bu kanunun 16. maddesine göre ilkokul çağındaki çocukların gerekçesiz olarak okullara gönderilmemesi halinde velilerin para ve hafif hapis cezalarıyla cezalandırılması öngörülmüştür1489. Köy okullarının sağlayacağı yararların artırılmasında öğretmenler önemli bir yere konulmuştur. Öğretmenler; ziraat makinelerinin kullanışını göstermek, spor kulübü kurmak, kitap toplayıp civar köylerde

1483 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları…,s. 66-67. 1484Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 92, Aralık 1950, s. 260. 1485 Öymen, s. 507. 1486 Güngör, Muhalefette…, s. 101-102. 1487 Şimşek, s. 211-213. 1488 Kabasakal, s. 158-159. 1489 Cicioğlu, s. 50 ve 60. 265

dolaştırmak, mahkûmlara okuma-yazma öğretmek, köylülere oyun ve eğlence düzenlenmesinde yardımcı olmak, mahalli yiyecekleri sergilemek, bal üretimini artırmak, köy kadınlarına dikiş- nakış öğretmek gibi görevleri gerçekleştireceklerdir1490. Köylünün eğitiminin artırılması adına girişilen köy okulları projesi birçok güçlükle karşılaşmıştır. Bu sıkıntılardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: Vakit ve eleman eksikliği, taşıt azlığı, para sıkıntısı, halk eğitimi için bir plan ve teşkilatlanmanın olmaması, merkez ile mahalli örgütler arasındaki koordinesizlik, hedeflerin açıkça belirlenmemiş olması1491, köy okulları yapımında ve öğretmenlere tahsis edilecek toprak konusunda köylüye sorumluluklar yüklenmesi. Bu sıkıntılardan en güçlüsü köylüye okullaşma sürecinde birinci derecede sorumluluk yüklenmesiyle ortaya çıkmıştır1492. Fakat bu sıkıntı CHP iktidarı tarafından uzun yıllar görmezlikten gelinmiş ve köylü üzerine yüklenen sorumlulukların devam ettirilmesi yönünde tavır takınılmıştır. 18 Mayıs 1945 tarihinde İsmet İnönü tarafından milli eğitim ile ilgili olarak yapılan bir açıklamada bu tavır açıkça ortaya konulmuştur. İnönü; vali ve kaymakamların azimli çalışmaları ile ilköğretim alanında büyük ilerlemeler yaşandığını, köy halkının da okumanın önemini kavrayarak canla başla köy okullarının yapımında gayret gösterdiklerini, köy okullarının müteahhitler aracılığıyla yapılmasının pahalı ve uzun süreli bir çalışma olacağından bu yöntemin kullanılmayacağını belirtmiştir1493. İktidarın köylü üzerine yüklediği okul yaptırma külfeti İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçilmesi ile birlikte şiddetle eleştirilmeye başlanmıştır. Bu manada ilk eleştirilerden birisi TBMM’nin 1945 yılı yedi aylık bütçesi görüşülürken 23 Mayıs 1945 tarihinde Emin Sazak tarafından dile getirilmiştir. Sazak, seçim bölgesi olan Eskişehir’de köy okullarının yapılmasında halkın baskı gördüğünü söylemiştir. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel böyle bir iddianın inandırıcı olmadığını, iddia edilen baskının yapıldığı köylerin listesinin kendisine verilmesini istemiştir. İddiaların aksine köylülerin yaptıkları okulların daha iyi olabilmesi için gayret içerisinde olduklarını iddia etmiştir1494. Yine konuyla ilgili olarak Fuat Köprülü gazetedeki bir yazısında; devletin imkânları ile elli yılda gerçekleştirilemeyecek olan köy okulları projesinin on yılda köylü tarafından başarılacağı iddialarını eleştirmiş ve bunun büyük bir angarya anlamına geldiğini, şehir okullarını devlet yaparken köy okullarının köylüye yük olarak verilmesinin adalet olmadığını belirtmiştir1495. Gelen eleştiriler karşısında CHP iktidarı az da olsa bir yumuşama içerisine girmiştir. Recep Peker Hükümeti programı içerisinde, köy okulları konusunda yürütülen politikadaki yumuşama şu şekilde dile getirilmiştir: “Köy okullarını yapmak işinde köylüyü bizzat çalıştırma sistemine devam edilecektir. Ancak bu okulların kereste, kiremit, cam, çivi gibi para ile satın alınması gereken malzemesini devlet temin edecektir. Köylülerle vasıtaları ekip biçme, nadas zamanlarında serbest kalacaktır. Bütün okulsuz köyleri okula kavuşturma işi, öğretmen

1490 Watson Dickerman, Türkiye’de Halk Eğitimi Hakkında Rapor(1951), Maarif Basımevi, Ankara 1956, s. 7. 1491 Dickerman, s. 46. 1492 Cicioğlu, s. 66-67. 1493 Ayas, s.175-177. 1494 Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, Cilt 3, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1947, s. 233. 1495 Fuat Köprülü, “Açık Konuşalım”, Vatan Gazetesi, 5 Ağustos 1945, s. 1-3. 266

yetiştirme faaliyetine müvazi ve bununla ahenkli bir şekilde ve ortalama 10 yıllık bir süre içinde tamamlanacak suretle Bakanlar Kurulunca teferruatlı bir uygulama planına bağlanacaktır1496.” Peker Hükümeti köylü üzerindeki maddi yükümlülükleri kaldırmayı vaat etmiş olmasına rağmen şikâyetlerin kesilmediği görülmüştür. 20 Kasım 1946 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer Mecliste, köy okullarının yapılması konusunda köylüye baskı yapıldığıyla ilgili şikâyetler üzerine sistemin devam edeceğini gösteren şu cümleleri sarf etmiştir: “Bu sene köy okullarımızın inşaası için devlet bütçesinden yardım yapılmış olmasına, bundan sonra da bu türlü yardımların yapılması mukarrer bulunmasına rağmen köylü vatandaşlarımızın bu kanun (4274 sayılı kanun) hükümleri dairesinde köy okullarını yapmak için yine bizzat çalışacaklar ve bizzat çalışmadıkları kısım için de mükellefiyetlerini bir bedel ile tesviye edeceklerdir1497.” 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilatı Kanunu”nun maddeleri DP’nin Meclise dâhil olmasının ardından 1947 yılı içerisinde daha şiddetli olarak tartışılmaya başlanmıştır. Bu minvalde, kanununun 25. maddesinin değiştirilmesi ve kadınların köy okulları yapımındaki yükümlülüklerinin kaldırılması konusu 14 Şubat 1947 tarihli oturumda görüşülmüştür. Yapılan konuşmalarda CHP vekilleri; köy kadınının okul yapımında çalışmaktan şikâyetçi olmadıklarını, sadece yazın devam eden okul inşaatlarının kadınların köyde yapmak zorunda olduğu bağ- bahçe-tarla işlerinden geri kalmaları nedeniyle kadınları ve eşlerini rahatsız ettiğini iddia etmişlerdir. Köy okulları uygulamaları karşıtı konuşan Denizli Bağımsız Milletvekili Reşat Aydınlı ise özetle şu ifadeleri kullanmıştır: 25. madde köylü kentli ayrımı yapmaktadır. Şehir halkı için böyle bir yükümlülük yokken köylüye yüklenilmesi sıkıntı doğurmaktadır. Köylünün okul inşaatlarında çalışma yükümlülüğünü yerine getirmek istememesi halinde günlük ameliye ücretini vermesi uygulamasında da sıkıntılar çıkmaktadır. Çalışmak istemeyen köylü ameliye ücretini vermek istememekte ve yerine başka birisini çalıştırmaktadır. Bu madde hem eşitlik ilkesine hem de kişi haklarına ters düşmesi yönüyle Anayasayla çelişmektedir... CHP içerisinden de kanuna yönelik eleştiriler gelmiştir. CHP Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu yaptığı konuşmada 25. maddeyi eleştirmenin yanı sıra; kanunun içerisinde yer alan ve Köy Enstitüsü mezunu olan bir öğretmenin hangi köyde çalışılacağını kendisinin belirlemesi uygulamasının da sıkıntı yaratığını söylemiştir. Öğretmenin belirlediği köyde 5 sınıflı bir okul yaptırmak gerektiğini, nüfusu çok az olan köylerde bu durumun köylünün sırtına büyük bir yük getirdiğini belirtmiştir. Bu nedenle genç ve tecrübesiz öğretmenlere köy seçme hakkı verilmemelidir ve karar idare amirlerine bırakılmalıdır. CHP Isparta Milletvekili Sait Köksal ise köy okulları projesinin tartışıldığı Meclis oturumunda Türk köylüsü üzerine yüklenmiş olan bütün angaryaları saymıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: 3803 sayılı Köy Kanunu’yla imece yapma ve çalışmayanların yerine para ödemesi zorunluluğu getirilmiştir. 4274 sayılı Köy Okulları ve Köy Enstitüleri Kanunu 23 ve 25. maddelerine göre köylüyle çalışma yükümlülüğü getirilmiştir. 4459 sayılı Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Teşkilat Yapılması Hakkındaki Kanun’a göre sağlık personelinin evlerinin yapımı için köylü kadın ve erkekler çalıştırılmaktadır. 4371 sayılı Sıtma

1496 Selçuk Kantarcıoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında Kültür, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998, s. 42. 1497 Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhurbaşkanları…, s. 318. 267

Savaş Kanunu’na göre kadın ve erkek yılda 5 gün bedeni olarak çalışmak mükellefiyetindedir. Meşrutiyetten kalma “Seylâptan İrasî Hasar Eden Enkaz-ı Saire-i Gayr-i Memlûkenin Tathiri Hakkında Kanun” ile köyün yanından ve içinden geçen dere ve çaylar köylünün sorumluluğu altındadır ve onlarla ilgili yapılacak işlerde tüm köylüye ait çift ve arabalar kullanılmaktadır. Çalışmayanlardan ise karşılığı kadar para tahsil edilmektedir. 4372 sayılı Taşkın Sulara Su Baskınlarına Karşı Alınacak Tedbirler Hakkındaki Kanun’a göre ise; 18-50 yaş arası erkekler taşkınlarda görev alırlar ve almak istemeyenler değeri kadar para öderler. 3116 sayılı Orman Kanunu’nun 86. maddesine göre ise orman yangınlarında köylü erkekler çalışmak zorundadır ve çalışmazlarsa 5-10 lira para cezası verirler. 3530 sayılı Beden Terbiyesi Mükellefiyeti Kanunu da köyler de dâhil tüm yurtta uygulanmaktadır. 4622 sayılı Yer Sarsıntısı Kanunu’na göre bütün kadın ve erkekler çalıştırılmaktadır. 858 sayılı Çekirge Kanunu münasebetiyle de bütün köylü çalışmak zorundadır. 393 sayılı Muzır Hayvanlarla Mücadele Kanunu ise kadın erkek tüm vatandaşlara çalışma yükümlülüğü getirmektedir. Sonuç olarak köylü üzerinde çok fazla yükümlülükler bulunmaktadır ve bu durum köylüyü rahatsız etmektedir… Yapılan konuşmalar sonrasında 4274 sayılı kanunun 25. maddesinde yapılan değişiklik Meclise sunulmuştur ve maddenin birinci fıkrasında yer alan kadınların çalışma yükümlülüğünün kaldırılması istenmiştir1498.” Kadınların çalıştırılmalarıyla ilgili değişiklik 19 Şubat 1947 tarihli Meclis oturumunda kabul edilmiştir. Yeni birinci fıkra şu şekildedir: “Köy halkından olan veya en az altı aydan beri köyde yerleşmiş bulunanlardan 18 yaşını bitiren ve 50 yaşını geçmeyen her erkek vatandaş köy ve bölge okulları binalarının kurulmasına, bu binalara su temin edilmesine, okul yolları ile bahçelerinin yapılmasına ve bunların onarılmasına ve 23. maddede yazılı diğer tesislerin vücuda getirilmesine munhasır işler tamamlanıncaya kadar yılda en çok yirmi gün çalışmaya mecbur tutulur1499.” Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Teşkilatı Yapılması Hakkındaki Kanun’un içerisinde yer alan bölge sağlık personeline ait bina ve müştemilatın yapımında kendi köylerinde ya da bölge dahilindeki başka bir köyde olmak üzere 18-50 yaş arasındaki kadınların ve erkeklerin yılda 20 gün çalıştırılabileceği hükmü ise 16 Haziran 1947 tarihli Meclis görüşmesinde değiştirilmiş ve kadınların bu alanlarda da çalıştırılması uygulamasından vazgeçilmiştir. Bu değişik 4274 sayılı kanunda yapılan değişiklikle meydana gelen çelişkiyi de ortadan kaldırmıştır1500. Köylüye çalışma yükümlülüğü getiren uygulamalar hakkındaki sıkıntılar 3 Eylül 1947 tarihli Meclis oturumunda yeniden gündeme gelmiştir. Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer yaşanan sıkıntıları çözmek için köylerin nüfuslarına göre yapılacak okulun büyüklüğü ve okul öğretmeni için yapılacak ev adedinin belirlenmeye çalışıldığını belirtmiştir. Bu amaçla nüfusu 150-500 arasında olan köyler için bir derslik, bir öğretmen barınağı ve bir işlik yetmektedir. 500- 1000 arası nüfuslu yerlerde barınma yeri iki öğretmene göre ayarlanmaya çalışılmaktadır. Köy okullarının yapımında köylü üzerine yüklenen mali yük, küçük köyler için büyük sıkıntılar

1498 TBMMTD, 14 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4, s. 148-155. 1499 TBMMTD, 19 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4, s. 246. 1500 TBMMTD, 16 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 244. 268

doğurmaktadır. Bu nedenle kurulmaya başlanan il ve ilçe birlikleri sayesinde ortak hesapta birleşen gelirler tüm köylerin ihtiyaçlarına göre okullara kavuşmalarına ve bu okulların daha kaliteli olmasına imkân sağlayacaktır. Kurulan birliklere katılım ise serbest bırakılmıştır. CHP Elazığ Milletvekili Fahri Karakaya, Bakan’ın çizdiği pembe tabloyu kabul etmemiş, yapılan okullar için köylünün sırtına büyük yükler bindiği gibi, yapılan okulların büyük bir kısmının ise yıkılmış ya da yıkılmaya yüz tutmuş olduğunu belirtmiştir. Karakaya, Bakan’ın İl ve ilçe birliklere girişin serbest olduğunu söylemesine de itiraz etmiş; birliklere girilmesinin zorunlu hale getirildiğini, birliğin belirlediği miktarların ise köylü için büyük bir yük haline geldiğini iddia etmiş ve köy okullarının yapılmasının devlet görevi olduğunu eklemiştir1501. 4 Eylül 1947 tarihli Meclis oturumunda ise Köy Enstitülerinden mezun olarak köylerde görev alan öğretmenlerin geçimlerine katkı sağlaması için toprak verilmesi uygulamasında yaşanan sıkıntılar gündeme gelmiştir. Bazı köylerde toprak azlığından toprak temini gerçekleştirilememiştir. Zaten dağıtılan topraktan da çok fazla verim alınamamıştır. Toprakla uğraşan öğretmen derslerine gereken ilgiyi gösterememiştir. 3803 sayılı Köy Kanun’una göre köy öğretmenlerine ayda 20 lira aylık, 15 lira ayni yardım ve 480 kuruş lira zam verilmektedir Yine bu öğretmenlere işleyebilecekleri kadar toprak ve gerekli malzeme de temin edilmektedir. Fakat bu uygulamadan beklenen fayda sağlanamamıştır. 3803 sayılı kanuna göre toprak temininde önce devlet toprakları, eğer yetmezse köyün ortak malı topraklar, bu da yetersiz kalırsa satın alma ve kamulaştırma yolu takip edilmiştir. Kamulaştırma yolu birçok yerde gerçekleşmiş ve bu durum da köylü için büyük sıkıntı olmuştur. Köylünün kamulaştırma konusunda oldukça fazla olan şikâyetleri mahkemelerde dava konusu haline gelmiştir. Toprak temini sürecinde köylüler arasında ve köylü ile öğretmen arasında çatışmalar da cereyan etmiş, kimi yerlerde ekilmiş öğretmen toprakları köylü tarafından tahrip edilmiştir. Öğretmene verilen topraklar arasında fazlaca miktar bataklık, fundalık, ham ve işlemesi zor topraklar olduğu için bu durum öğretmenleri toprak işinden yıldırmış ve derslerden koparmıştır. Verimli topraklarda çalışan öğretmenler de eğitim işlerinden tamamen uzaklaşmıştır. Öğretmenlere verilen hayvanlar ve malzemeler bakımsız kalmış, ya iade edilmiş ya yok olup gitmiş ya da başkalarına kiralanmıştır. Sonuç olarak köy öğretmenlerinin çoğunluğu maddi anlamda büyük sıkıntılar içine düşmüştür. Bu nedenlerle 3803 ve 4274 sayılı kanunlarda değişiklikler yapılmış; üretimden kâr edemeyen öğretmenlere daha fazla ücret verilmesi, üretimden yüksek gelir elde eden ve eğitim faaliyetlerini aksatmayan öğretmelere daha düşük ücretler verilmesi kararlaştırılmıştır. Köylerde tarım üretiminin köylüye öğretilmesi maksadıyla uygulama bahçeleri yapılması, öğrenci miktarına göre belirlenecek bu bahçelerden elde edilen gelirlerin öğretmenlere tahsis edilmesi yürürlüğe konulmuştur. Bu şekilde, kendi kıdemlerindeki şehir öğretmenlerinin maddi gelirlerine yakın bir kazanç seviyesi köy öğretmenlerine sunulmaya çalışılmıştır. Öğretmen gelmediği için kullanılamayan öğretmen topraklarının ise köylü tarafından imece usulü ile işlenip, elde edilen gelirin okulun ve köyün ortak ihtiyaçlarına harcanması da kararlaştırılmıştır. Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler de şehirlerde bulunan öğretmenler gibi sağlık, ölüm ve çocuk yardımından

1501 TBMMTD, 3 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 564-567. 269

faydalanma hakkı tanınmıştır. 25 yılını dolduran bu kimseler dilerlerse emekli olabilme hakkına sahip olmuşlardır. Toprak kamulaştırılması nedeniyle köylüyle yaşanan ihtilafların çözümü adına, toprağı kamulaştırılan kişilerin başvurması halinde topraklarına kavuşabilmesinin yolu açılmıştır. Üretici duruma geçemeyen öğretmenlerin topraklarının ellerinden alınması ve bunun yerine yüksek ücret ödenmeye başlanması da yeni uygulama olarak ortaya çıkmıştır. Böylece toprağı olmayan öğretmene 100 lira, toprak işletenlere ise 50 lira aylık ödemesi hayata geçirilmiştir1502. 3803, 4274 ve 4459 sayılı kanunlarda köy okulu, öğretmen ve sağlık memuru evlerinin yapılması konusunda köylüye verilen görevlerle ilgili maddelerin değiştirilmesi konusu 17 Mayıs 1948 tarihinde yeniden Meclise getirilmiştir. 3803 sayılı kanuna göre okul yapılacak köye bu iş üç yıl önceden bildirilmekte ve köy bütçesinde bu iş için tahsisat ayrılmaktadır. MEB tarafından verilen plan dâhilinde gezici başöğretmen ve ilköğretim müfettişi nezaretinde okullar yapılmaktadır. Fakat bu uygulamada bazı mahsurlar ortaya çıkmıştır. Öncelikle standart tipte okul yapılması sonrasında ihtiyaç olmadığı halde büyük okullar inşa edilmiştir. Ayrıca başöğretmen ve müfettişin inşaat bilgisi olmadığından yapılan okullar için harcanan paralar israf edilmiştir. Köylü okula kavuşmak arzusu içerisinde olmasına rağmen, özellikle az nüfuslu köylerde, okul masrafı için yapılan salmalar köylünün ödeyemeyeceği miktarlara ulaşmıştır. Devletin okul başına ayıracağı ortalama ödenek 2.000 lira iken, okulun yapılması için bunun beş katı kadar paraya ihtiyaç duyulmuştur. 1947 yılında okul inşaatları için birlikler kurularak okulu olmayan köylerin ortak bir bütçe oluşturup sırayla okullarını yapabilmelerine imkân sağlanmaya çalışılsa da gereken başarı sağlanamamıştır. Bu sıkıntıların aşılabilmesi için yeni bir kanun tasarısı Meclise sunulmuştur. Tasarıya göre köy okulu ve gerekli binaların yapımının sorumluğu devlet ve özel idare bütçelerine devredilmekte, köylü ise sadece bedeni mükellefiyete (sadece erkekler olmak üzere) tabi tutulmaktadır. Çalışma yaşı olarak belirlenen 18-50 yaş arasında olup da çalışamayacak güçte olan ve çalışmama karşılığını veremeyecek kimselerin kapsam dışında bırakılması düşünülmüştür. Çalışma yükümlülüğü ise kanun tasarısında yıllık 30 günü geçmeme şartıyla sınırlandırılmış ama görüşmeler neticesinde bu süre 20 güne düşürülmüştür. Tasarıda, daha önceden genel bütçeden 4.000.000 lira ayrılırken bu miktarın 6.000.000 lira daha artırılması önerilmiştir. Tasarı ile birlikte köy okullarının yapımında yaşanan inşaat konusundaki bilgi ve tecrübe eksiklikleri ise; usta, kalfa, mühendis, mimar, bekçi ve işçi temini ile çözülmeye çalışılmıştır. Ayrıca köy okulları ve görevlileri için yapılacak evlerin inşaatında kullanılacak olan malzemelerin MEB tarafından toptan olarak alınıp köylere dağıtması da öngörülmüştür. Yapılan binaların bakım ve onarım işleri ise özel idarelere bırakılmıştır1503. Kanununda yapılan değişiklikler 24 Mayıs 1948 tarihli Meclis görüşmelerinde onaylanmıştır1504. Köylünün yapmakla yükümlü olduğu okul ve binaların yapımı dolayısıyla ödemekle yükümlü tutulduğu ruhsat tezkeresi harcı, kazanç vergisi, iktisadi buhran vergisi de olumlu karşılanmamıştır. Bu vergiler ve ödenmediği için biriken faizler konusunda Mecliste 10 Mart

1502 TBMMTD, 4 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 1 /1-16. 1503 TBMMTD, 17 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11, TBMM Basımevi,Ekler Bölümü s. 7/1-6. 1504 TBMMTD, 24 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11, s. 454-474. 270

1950 tarihli görüşme ile bir çözüm yolu bulunmaya çalışılmıştır. Önerilen yeni kanunun 1. maddesi şu şekildedir: “Köy bütçesinden ayrılan paralarla veya köylünün bedeni, nakdi yardımları ve teberrularıyla veya 5210 sayılı kanun gereğince sağlanan yardımlarla bir köy için veya birkaç köyün birleşmesinden bölge merkezlerinden, bu köylerde oturan ve mesleği müteahhitlik ve inşaatçılık olmayanlar tarafından yapılan ve bedeli 20.000 lirayı geçmeyen okul binaları, öğretmen evleri, sağlık binaları ve köy sağlık memurları evleriyle köyün tüzel kişiliğine ait olup irat getirmeyen binalar dolayısıyla bu kimseler adına 19 Haziran 1942 tarihinden 1 Ocak 1950 tarihine kadar tahakkuk ettirilen ruhsat tezkeresi harçlarıyla, kazanç vergisi ve zamları, iktisadi buhran vergisi ile bunların cezaları silinir ve tarh edilmemiş olanları tarh edilmez ve bunlardan tahsil edilmiş olanlar, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenilmek şartıyla geri verilir1505.” Kanun değişikliği 15 Mart 1950 tarihinde Mecliste onaylanmıştır1506. CHP hükümetleri tarafından yapılan değişikliklerle köy ilkokulları projesi kapsamında köylünün mükellefiyeti konusunda bir yumuşama yolu takip edilmiştir. İktidarın bu tavrının temelinde; çok partili hayatın bir gerekliliği olarak nüfusun büyük bir bölümünün yer aldığı kırsal kesimin oyunu almak düşüncesi yatmıştır. Köylünün sempatisini kazanmak için yapılan bu girişimler çok da amacına ulaşamamış ve 1950 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde iktidar el değiştirmiştir. DP seçim arifesinde CHP’nin köylüye yüklediği angaryaları propaganda aracı olarak kullanmış ve bu manada önemli başarılar da kazanmıştır.

4.4. Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri Projesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu yıllarda öğretmen kadrosu yeterli sayıda değildir ve bu durum halledilmesi gereken bir sorun olarak görülmüştür. Mevcut eksikliği giderebilmek için öğretmenlik bir meslek haline getirilmeye çalışılmıştır. 13 Mart 1924 tarihinde Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu ile bu anlamda ilk adım atılmış ve öğretmenliğin bir meslek olduğu ifade edilmiştir. Aynı yıl içerisinde muallim okullarının ilk müfredatı uygulanmaya konulmuştur. 22 Mart 1926 tarihli 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile de öğretmenliğin eğitim içinde öncelikli bir yere sahip olduğu kabul edilmiştir. 1924-25 eğitim-öğretim yılında Darülmuallimin Mektebi’nin adı Muallim Mektebi olarak değiştirilmiş, 1935 yılında ise Öğretmen Okulu adını almıştır. 1932-33 eğitim-öğretim yılında ilköğretim okulları için öğretmen yetiştirme süresi 5 seneden 6 seneye çıkarılmıştır. Fakat 3 yıllık bir eğitimle öğretmenler atanmaya başlanmıştır. Bunun nedeni ise ilk üç yıl için öngörülen dersler işlenmeden doğrudan mesleki eğitimin tamamlanmaya çalışılması olmuştur1507. 1930’lu yılların sonlarına doğru köylerde eğitim işleri tıkanmış, şehirde yetişen öğretmen köye yabancılaşmış ve kırsalda görev almak istememe yönünde bir tavır içerisine

1505 TBMMTD, 10 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 279. 1506 TBMMTD, 15 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 418-419. 1507 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi(Başlangıçtan 1993’e), Kültür Koleji Yayınları, İstanbul 1994, s. 329-330. 271

girmiştir1508. Köylü de kendilerine benzemeyen ve kendilerini tanımayan bu öğretmenlere karşı önyargılı davranmıştır. Bu nedenle köye uygun öğretmen yetiştirme yolları aranmaya başlanmıştır. Reşit Galip 1933 yılında Milli Eğitim Bakanı olunca konuyla ilgilenmeye başlamış ve kurduğu Köy İşleri Komisyonu ile köylerde öğretmenlik yapacak kişilerde olması gereken özellikleri tespit ettirmiştir1509. Komisyonda bulunan Şevket Süreyya Aydemir’in teklifi ile Mıntıka Muallim Mektepleri kurulması karara bağlanmıştır. Böylece belirlenen bölgelerde (buralar daha çok köylük yerler olacaktır) bölgenin ihtiyaçlarını karşılayacak donanımda öğretmenler yetiştirilebilecektir. Bu okullarda bir eğitim günün yarısı teorik yarısı ise pratik derslerle doldurulacaktır. Mezun olanlar okullarını tamamladıkları yerlerde çalışacaklardır. İlk olarak da Balıkesir civarındaki Kepsut nahiyesinde bir okul açılacaktır. Bu çalışma Reşit Galip’in görevden ayrılması ve kısa süre sonra da ölümü üzerine uygulamaya geçememiştir1510. Köy okulları için öğretmen yetiştirme konusu 1937 yılında yeniden gündeme gelmiştir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır1511. 11 Haziran 1937 tarihinde çıkarılan Köy Eğitmenleri Kanunu ile açılan kurslarda yetiştirilen eğitmenler köylere gönderilmeye başlanmıştır. Askeriliğini yapmış okur-yazar köylü gençler eğitmen olarak yetiştirilmiştir1512. 1937 yılı içerisinde Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu, Edirne-Karaağaç eğitmen kursları açılmıştır. Kursların süresi en az 6 ay olarak belirlenmiştir. Eğitim derslerinin yanı sıra; sebzecilik, fidancılık ve arıcılık gibi köy ekonomisiyle ilgili alanlarda da dersler verilmiştir1513. Girişim başarı kazanınca Kırklareli-Kepirtepe ve Kastamonu-Gölköy köy eğitmen kursları da faaliyete geçmiştir. Eğitmen kurslarına kızların katılması 1938 yılında gerçekleşmiştir. İzmir-Kızılçullu’da kursa katılanların eş ve kız kardeşlerinden 15 tanesinin kursa kaydının yapılmasıyla, köylü bayanlar da eğitime dâhil olmaya başlamıştır. Bu kadınlara biçki-dikiş, el işleri ve yemek dersleri ekstra dersler olarak verilmiştir. Kurslar 1946 yılına kadar faaliyet göstererek 40’ı kadın olmak üzere 8.675 eğitmen yetiştirmiş ve Köy Enstitülerinin temellerini atmıştır1514.

4.4.1. Köy Enstitülerinin Kuruluşu

Eğitmen Yetiştirme Kurslarının başarıya ulaşmasından sonra Köy Enstitülerinin kurulması için cesaret artmıştır. Köy Enstitülerinin kuruluşunda köy-kent farkını kaldırarak ortak yaşam standardı yakalama amacından çok, her iki yaşam alanının kendi şartları içinde

1508 M. Asım Karaömeroğlu, “Köy Enstitüleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 287. (Sayfa aralığı 286-293) 1509 Mustafa Ergün, “Köy Enstitülerinin Cumhuriyet Tarihimizdeki Yeri”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 286, Ankara Haziran 2011, s. 157. (Sayfa aralığı 155-160) 1510 Aydemir, İkinci…, Cilt: II, s. 376-378. 1511 Türkan Başyiğit, “Türkiye’de Kırsal Kalkınma Planları(1923-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 692. (Sayfa aralığı 687-696) 1512 Ali Ata Yiğit, “İnönü Döneminin Köye Özel Öğretmen Yetiştirme Projesi: Köy Enstitüleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.447. (Sayfa aralığı 446-454), Ayrıca Bakınız: Deniz Ilgaz, “Köy Enstitüleri”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 313. (Sayfa aralığı 311-344). 1513 Ali Ata Yiğit, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s. 75. 1514 Ergün, s. 158. (Sayfa aralığı 155-160) 272

varlıklarını devam ettirirken ortak ideallere bağlanmaları planlanmıştır1515. Köy Enstitüleri projesi ile kısa zamanda ve çok sayıda öğretmen yetiştirerek devlet bütçesine fazla yük binmeden kırsal kesimde eğitim sorununu halletmek de amaç edinilmiştir. Bu öğretmenler daha sonra yapılması planlanan toprak reformunun temellerinin atılması adına önemli bir adım olarak görülmüştür1516. Ayrıca öğretmenlerin köylere gitmemeleri konusunda gelen şikâyetlerin önüne de geçilmek istenmiştir1517. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un hazırladığı ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in uygulamayı uygun gördüğü Köy Enstitüleri ile ilgili kanun 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilmiştir1518. Köy Enstitüleri Kanunu’yla; Köy öğretmeni ve köye yararı olabilecek meslek erbabı yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli toprağı olan yerlerde Milli Eğitim Bakanlığınca Köy Enstitüleri’nin açılacağı belirtilmiştir. Köy Enstitüsü’nden yetişen öğretmenler, görev yaptıkları yerlerde eğitim ve öğretim işlerini yerine getirmekle beraber, ziraat işlerinin yapılması için modern yöntemleri kullanarak köylüye örnek oluşturacak tarla, bağ, bahçe ve atölye gibi oluşumlar meydana getireceklerdir1519. 1 Haziran 1940 tarihinde uygulanmaya başlanan kanun gereği açılan enstitülerin özel amaçları şu şekilde belirlenmiştir: Bisiklet, motosiklet, otomobil ve su motoru gibi araçların kullanımını öğrenme; yüzme, ata binme, tırmanma, kürek çekme gibi becerileri edinme; enstitüye ait arazilerin çevre düzenlemesini ve ekime-biçme faaliyetlerini, sulama işlerini yapabilme; hayvan ve bitki bakımını öğrenme; belirlenen müzik aletlerinden birisini çalabilme yeteneğini kazanma; milli oyunları öğrenme; kantin ve kooperatif tesis edebilmeyi kavrama; yakın çevre incelemesi yapabilme; müzik dinleme alışkanlığı kazanma; aktüel konuları takip edebilme; bir kitaplık kurma; bir müze oluşturma; inşaat, atölye, fotoğrafçılık konularının imkânlar dâhilinde yürütülebilmesini öğrenme; eğlence ve temsil programları hazırlama; halkla ilişkilerin nasıl kurulacağını öğrenme; tutumlu, sağlıklı, temiz olma ve düşkünlere yardım konularında alışkanlık kazanma; sıkıntıları yenme gücü kazanma; planlı ve süratli çalışarak eldeki görevi tamamlama yönünde gelişme sağlama; Atatürk İlkelerine bağlı olma. Köy Enstitüleri Kanunu’nun içerisinde bu okullara kaydolacak öğrencilerin vasıfları da açıkça belirtilmiştir. Okullara; enstitüye bağlı bölge köylerinden, çiftçi ailelerinin çocukları içerisinden, 10-15 yaşları arasında, sağlık problemi olmayan, evli ya da nişanlı durumda bulunmayan, köy ilkokulu mezunları arasından öğrenci seçilmesi kararlaştırılmıştır1520. Enstitülerin öğrenim süresi en az beş yıldır. Köy okullarını bitirerek enstitüye giren öğrencilerden durumu zayıf olanlar uygulama okulunda bir yıl yetiştirilecektir. Enstitülerde kültür dersleri, tarım dersleri ve çalışmaları ile teknik dersleri ve çalışmaları başlıkları altında dersler verilecektir1521. 1940 yılında temeli atılan enstitülerin ilk andaki yansımaları olumlu olmuş ve Sabahattin Eyuboğlu, Köy Enstitülerini şöyle tarif etmiştir: “İsmail Hakkı Tonguç tarafından düşünülen ve 1940 yasasında yer alan Köy Enstitüsü yalnız bir okul değil aynı zamanda

1515 Ilgaz, s. 323. 1516 Tunçay vd., s. 128-129. 1517 Akyüz, s. 339. 1518 Serdar Sakin, “Milli Şef Dönemi”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,(Editör: Şakir Batmaz ve Serdar Sakin), Hükümdar Yayınları, İstanbul 2012, s. 319. (Sayfa aralığı 311-338). 1519 Niyazi Altunya, Köy Enstitüsü Sistemi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2010, s. 15-17. 1520 Yiğit, İnönü Dönemi…, s. 82-86. 1521 Ayas, s. 338-339. 273

modern bir çiftlik ve öğrencilerin kendi binalarını bizzat kendileri yapmayı, toprağı işlemeyi öğrendikleri başlangıçta lise derslerinden çok farklı olmayan derslerini bir yandan izlerken, bir yandan da yaşantılarını düzenledikleri bir yatılı kurumdur... Ortak ve üretici çalışma bu yetiştirmenin temel ilkesiydi ve Anadolu köylüsü bunu binlerce yıldan beri imece adı altında bildiği için bu çalışmaya çok kolay ayak uyduruyordu1522.” Köy Enstitüsü ile ilgili tamamlayıcı nitelikteki kanun ise, 19 Haziran 1942 tarihinde 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu” adıyla yayınlanmıştır. Bu kanun ile enstitü öğretmenlerinin görevleri tanımlanmıştır. Bahsi geçen görevlerden bazıları şu şekilde sıralanmıştır: Köy okulu binasının, işliğinin(atölyesinin) yapılışında ve bahçenin kuruluşunda çalışmak, bu okullara verilen eşyayı iyi bir şekilde muhafaza etmek, hayvanlara bakmak ve onları üretmek; okula mahsus araziyi örnek olabilecek şekilde işlemek, boş bırakmamak; köyde okul talebesinin eğitim ve öğretimiyle ilgili her türlü tedbirleri almak ve aldırtmak; köy halkının milli kültürünü yükseltmek, onları sosyal hayat bakımından asrın şartlarına ve icaplarına göre yetiştirmek, köy kültürünün müspet kıymetlerini yaymak ve kuvvetlendirmek için gereken tedbirleri almak; istihsalin artırılması ve ürünlerin kıymetlendirilmesi, köy iş hayatının canlandırılmasıyla ilgili tedbirlerin alınmasında köylülere gereken yardımlarda bulunmak; köyde ve yakın muhitlerde bulunan tarih eserleriyle memleket güzelliklerini teşkil eden tabii ve teknik kıymeti haiz eser ve anıtların onarılması, neslinin tükenmemesi ve körelmemesi lazım gelen hayvan ve bitki cinslerinin tespiti ve korunmasıyla ilgili işlerde muhtarla, köylülerle ve ilgili diğer teşkillerle beraber çalışmak; muhite ve temin edilecek vasıtalara göre köy gençlerinin yüzücü, kayakçı, güreşçi, binici, atıcı, avcı; bisiklet, motosiklet ve traktör kullanıcı gibi hareketli ve canlı vasıflarla yetiştirilmeleri için gereken her türlü teşebbüslerde bulunmak, mümkün olan tedbirleri almak ve bu hususların gerçekleşmesi için çalışmak1523. 1943 yılına gelindiğinde Köy Enstitülerinin programları tamamlanmıştır. Bu ilk programda; enstitülerde kültür, ziraat ve teknik derslerinin gösterileceği belirtilmiş ve kültür dersleri arasında Türkçe, Tarih, Coğrafya, Kimya, Resim-İş, Müzik, Askerlik, Öğretmenlik Bilgisi ve Kooperatifçilik gibi dersler olacağı vurgulanmıştır. Ziraat derslerinden bazıları ise şu şekilde sıralanmıştır: Tarla Ziraatı, Bahçe Ziraatı, Zootekni, Arıcılık ve İpek Böcekçiliği, Ziraat Sanatları. Teknik derslerin arasında ise: Nalbantlık, Marangozluk, Taşçılık, Betonculuk, Dikiş-Biçki-Nakış, Örgü ve Dokumacılık dersleri yer almıştır. 44 saatlik ders programının 22 saati kültür, 11 saati ziraat ve 11 saati teknik derslere ayrılmıştır. Okul süresi on buçuk ay olarak belirlenmiş ve kalan zaman ise tatil sayılmıştır. Enstitü mezunları 5 yıllık eğitim sonrasında köylerinde 20 yıllık zorunlu görev yapma yükümlülüğü altına girmişlerdir. Devlet, öğretmenlerin kullanacakları aletler ve toprağı temin edecek, okul ve öğretmen evi köylüler tarafından hazırlanacaktır. Öğretmen, maaşın yanı sıra zirai gelirlerle de geçimini destekleyecektir1524. 1940 yılı itibariyle Köy Enstitüleri açılmaya başlanmıştır. Köy Eğitmen Kursları olarak çalışan İzmir, Edirne, Eskişehir ve Kastamonu’daki okullar Köy Enstitüsü’ne çevrilmiştir. 1940

1522 Sabahattin Eyuboğlu, Köy Enstitüleri Üzerine, Cem Yayınevi, İstanbul 1979, s. 110. 1523 Altunya, Köy…, s. 15-17. 1524 Akyüz, s. 340., Ayrıca Bakınız: Yiğit, İnönü Dönemi …, s. 83-84. 274

yılı içerisinde açılan 10 enstitüsü ile birlikte toplam 14 rakamına ulaşılmıştır. 1941 yılında kurulan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne ise 1942 yılında bir yüksek bölüm eklenmiştir. Böylece enstitülerinin yönetim işlerini kararlaştırmak ve diğer enstitüler ile ilişkilerini düzenlemek amacıyla merkezi bir yapı oluşturulmuştur1525. Eğitim süresi 3 yıl olan Yüksek Köy Enstitüsü; bölge okullarının öğretmen ve başöğretmenleri ile gezici başöğretmenlerini, köy okulları müfettişlerini yetiştirmek, köy okulları ve Köy Enstitüleri ile ilgili bilimsel araştırmalar ve deneyler yapmak görevlerini de üstlenmiştir1526. Toplamda 21 sayısına ulaşan Enstitülerin kuruluş yılı ve yerine göre dağılımı şu şekilde olmuştur: 1940 yılında kurulan enstitüler: İzmir-Kızılçullu, Eskişehir-Çifteler, Lüleburgaz-Kepirtepe, Kastamonu-Gölköy, Malatya-Akçadağ, Antalya-Aksu, Ladik-Akpınar, Adapazarı-Arifiye, Vakfıkebir-Beşikdüzü, Kars-Cılavuz, Bahçe-Düziçi, Isparta- Gönen, Balıkesir-Savaştepe, Kayseri-Pazarören. 1941 yılında kurulan enstitüler: Ankara- Hasanoğlan, Konya Ereğli-İvriz. 1942 yılında kurulan enstitüler: Yıldızeli-Pamukpınar, Erzurum- Pulur. 1944 yılında kurulan enstitüler: Ergani-Dicle, Aydın-Ortaklar. 1948 Yılında Kurulan Enstitüler: Van-Erciş1527. Enstitülerde öğrenim gören öğrenci sayılarına bakılacak olursa şöyle bir tablo ortaya çıkmıştır: Enstitülerin ilk eğitim-öğretim dönemi olan 1940-41 sezonunda 14 enstitüde 500 kız, 5.163 erkek toplam 5.663 öğrenci eğitim görmüştür. Bu rakamlar 1945-1946 döneminde 20 enstitüde 1.723 kız, 13.806 erkek toplamda 15.529 rakamına ulaşılmıştır1528. 1950-1951 yıllarına gelindiğinde ise 21 enstitüde 14.095 öğrenci eğitim görmüştür1529.

4.4.2. Köy Enstitü Uygulaması İle Ortaya Çıkan Sorunlar ve Eleştiriler

Köy Enstitüleri projesinin uygulama sürecinde çeşitli sorunlar ortaya çıkmış ve çıkan sorunlar ciddi eleştirilerle karşılaşmıştır. Projenin ilk öne çıkan sorunu enstitü mezunu öğretmenlerle ilgili olmuştur. Enstitüler temelde kırsal kesimin öğretmen ihtiyacını karşılamak ve köy kalkınmasını sağlamak için açılmasına rağmen, kısa süre sonra sadece öğretmen yetiştiren kurumlar haline gelmiştir1530. Buradan yetişen öğretmenler ise çeşitli sıkıntılarla karşılaşmıştır. Öncelikle, köyde yetişen ve 20 yıl boyunca köyde görev yapmak zorunluluğunda olan öğretmenler şehir hayatından tamamen soyutlanmışlardır. Köy halkının kriterlerinin dışında yetişen öğretmenler kimi zaman köylü tarafından dışlanmıştır. Bu kişiler meslekleri dışında birçok iş kolunda kendilerini yetiştirmek zorunda kalmışlar ve hiçbir alanda tam başarıyı yakalayamamışlardır1531. Enstitülerde okuyan kız öğrencilerle ilgili dedikoduların köylerde yayılmasıyla öğretmenlere karşı köylünün bakışı olumsuz yönde etkilenmiştir1532. Bu süreçte İsmail Hakkı Tonguç’un, enstitülerde okuyan kız-erkek öğrencilerin aralarında aşk yaşamalarını

1525Ilgaz, s. 327., Ayrıca Bakınız: Tunçay vd., s. 406-407. 1526 Ayas, s. 345. 1527 Akyüz, s. 339. 1528Ilgaz, s. 333. 1529 Yiğit, “İnönü Döneminin…, s.453. (Sayfa aralığı 446-454). 1530 Tezel, s. 414. 1531 Yiğit, “İnönü Döneminin…, s.451. (Sayfa aralığı 446-454). 1532 Sabri Akdeniz, Milli Eğitimimizde İmam-Hatip Okullarının Yeri ve Köy Enstitüleri, Tohum Yayınları, İstanbul 1971, s. 77. 275

ve ilerde evlenmelerini teşvik etmiş olması, aydın köy gençlerinin evlenerek kendileri gibi bir nesli dünyaya getirmelerini istemesi köylünün olumsuz düşüncelerini daha da kuvvetlendirmiştir1533. Köy öğretmenlerini olumsuz etkileyen diğer gelişmeler ise şu şekilde sıralanmıştır: Köy okulu yapımı öğretmenle köylü arasında sürtüşme yaratmıştır; öğrenci devamı konusunda köylüyle çatışmalar yaşanmıştır; kendi köyünde öğretmenlik yapan kişiler köylü tarafından kıskanılmış ve çok fazla dikkate alınmamaya çalışılmıştır; Köy Enstitüsü mezunu olan kişi başöğretmen olarak atanınca onu yetiştiren öğretmen buna kırılmıştır; enstitüden yetişen öğretmenler diğer öğretmenleri aşağılar bir tavır takınmış ve bu durum çatışmalara neden olmuştur; resmi makamlar enstitü öğretmenlerini pek fazla desteklememiştir; enstitülere bilimsel yaklaşımlardan daha çok siyasi çekişmeler dahilinde müdahaleler yapılmıştır1534. Memleket Gazetesi enstitü mezunu öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıları okuyucularına şu şekilde duyurmuştur: “Enstitülerden yetişen bu öğretmenlere bugüne kadar yapılabilen kanunların verdiği yetkiye istinaden ancak 39 lira 50 kuruş gibi gayri kâfi bir maaş verilebilmektedir. Öğretmenin eline geçebilen bu miktar para ile geçinemeyeceği göz önünde tutularak kendisine köyün münasip bir yerinde bir tarla da temin edilmesi gerekli kanunlarda tasrih edilmiş bulunmasına rağmen yekûnu beş bini aşan bu öğretmenlerin ekserisine bu toprak da verilememiş bulunmaktadır. Köy öğretmenlerinden mühim bir kısmının geçim sıkıntısı çekmeleri ve bizzat istihsal yapan öğretmenlerin bu işle öğretmenlik vazifelerinin bağdaşamamaları yüzünden köy eğitimi meseleleri başlıca hal sureti bekleyen bir mesele halinde ortaya çıkmıştır1535.” 7-11 Ocak 1947 tarihinde toplanan DP Birinci Kongresi’nde de bu öğretmenlerin durumu gündeme getirilmiştir. Enstitülerde yetişen öğretmenlerin çok bilgili yetişmedikleri, geçimlerini sağlayamadıklarından tarım ve hayvancılığa yöneldikleri için eğitim işlerine zaman ayırmadıkları eleştirileri getirilmiştir. Bu kötü tablonun sorumlusu olarak ise Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç gösterilmiştir1536. Enstitülerle ilgili yaşanan diğer bir sorun ise, bu okullarda sol eğilimli bir eğitim verildiği noktasında olmuştur. Muhafazakâr görüşlüler için enstitüler birer komünizm merkezi olarak tanımlanmıştır1537. Bu iddiaları destekleyen gelişmeler de mevcuttur. Yücel ve Tonguç dönemlerinde Köy Enstitülerinin yüksek kısmını oluşturan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde ders vermek üzere Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden sol görüşlü Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve Mediha Berkes gibi isimler gönderilmiştir. Yine sol görüşlere sahip Sabahattin Ali de sık sık buraya gelerek öğrencilerle görüşmeler yapmıştır. Hapiste bulunan Nazım Hikmet’in eserleri ve mektupları öğrencilere okutularak, genç dimağlar etki altına alınmaya çalışılmıştır. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde Kazım Karabekir ve Hamdullah Suphi Tanrıöver ise milli duyguları öven konferanslar düzenleyerek sol görüşlerin yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. Enstitüde sağ-sol çatışmaları bıçaklar kullanılacak derecede ciddi

1533Ilgaz, s. 332. 1534 Akyüz, s. 342-343. 1535Memleket Gazetesi, 16 Ağustos 1947, s. 1. 1536 Erer, Türkiye’de…, s. 192. 1537 Karaömerlioğlu, “Köy…, 286. (Sayfa aralığı 286-293). 276

haller almıştır1538. Ayrıca bu dönemde Yurt ve Dünya, Adımlar, İnsan, Zincirli Hürriyet, Görüşler, Ses, Dost, Başak, Pınar, Yürüyüş, Gün ve Varlık gibi sol görüşlü yayınların okunması serbest bırakılmıştır. Dini ve milli basın organlarının neşriyatının okunması ise yasaklanmıştır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde yaşanan solculuk yaklaşımları Hasanoğlan köylülerinin enstitülere karşı olumsuz bir tutum takınmalarına, çocuklarını buraya vermemeye başlamalarına neden olmuştur. Öyle ki 1946 yılında yapılan seçimlerde CHP bu köyde başarı kazanamamıştır1539. Birinci Hasan Saka Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürüten Reşat Şemsettin Sirer’in görevi esnasında bu okullarda çalışan hocalar ve okulları denetleyen müfettişlerin raporlarıyla komünist faaliyetlerin varlığı kanıtlanmıştır1540. Aynı hükümet döneminde CHP Milletvekili Nihat Erim, 1948 yılı Mayıs ayında oluşturulan bir komisyon aracılığıyla komünist faaliyetleri araştırma görevini yürütmüştür. Erim, araştırma safhasında Köy Enstitüleri ile ilgili karşılaştığı durumları şu ifadelerle hatıralarına almıştır: “Milli eğitim teşkilatımız ile ciddi surette meşgul olmak lazım. Ruslar sistemli bir tarzda işe oradan başlamışlar. Köy Enstitüleri hakkında şimdiye kadar dinlediklerim korkunç. Bizim eski Galatasaray Müdürü İsmail İsfendiyaroğlu iki gün evvel hususi surette Tahsin(Banguoğlu) ile bana köy enstitülerindeki teftişlerinden edindiği intibaları anlattı. İsmail Hakkı Tonguç bu müesseseleri birer köylü proletaryası yuvası haline sokmuş. Hasan Ali Yücel de buna göz göre göre meydan vermiş. Enstitülerdeki öğretmenler, kitaplar hep aile, milliyet, vatan duygularını kıracak, sınıf mücadelesi şuuru yaratacak telkinlerle dolu imiş. Reşat Şemsettin Sirer bu derdi büsbütün ortadan kaldıracak tedbirler almak cesaretini gösterememiş. Komünist temayüllü bir öğretmeni bir okuldan almış, ötekine nakletmiş. Yarayı büsbütün temizleme işini henüz ele alamamış.” Erim, komisyonun çalışmalarını İnönü’ye iletmiş ve Köy Enstitülerinin komünist ocağı haline getirildiğini bildirmiştir. İnönü bu bilgiye itiraz etse de, Erim çalışmaları esnasında karşılaştıklarını İnönü’ye şu cümlelerle özetlemiştir: “Aile, millet, vatan, şeref mefhumlarını sistemli bir tarzda yıkmaya çalışmışlar, öte yandan komünizm nizamını övmüşler. Enstitülerde Karl Marx’ın Manifesto Communiste’sini okutan hocalar görülmüş. Bütün olup bitenler birbirine eklenince, hiç değilse şüphe etmemek için çok saf olmak lazım1541.” Birinci Menderes Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı yapan Tevfik İleri döneminde bu komünist oluşumlara karşı daha ciddi bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu dönemde Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün müzik salonunun orak şeklinde inşa edildiği tespit edilmiş ve müdahalede bulunulmuştur1542. Enstitülerde yaşanan sıkıntılar Meclis görüşmelerinde de dile getirilmiştir. Maraş Milletvekili ve İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü eski Müdürü Emin Soysal 29 Ağustos 1947 tarihli Meclis görüşmelerinde Köy Enstitüleri ile ilgili görüşlerini ve eleştirilerini dile getirmiştir. Bu konuşmada dikkat çeken bazı hususlar şunlardır: Öncelikle Köy Enstitülerinde yetişen öğrenciler çeşitli telkinlerle yönetimi yabancı olarak görmekteler ve gün gelip onların yerlerine

1538 Mustafa Demir, Köy Enstitüleri ve Solculuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1959, s. 9-10., Ayrıca Bakınız: Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri, Doğan Güneş Yayınevi, İstanbul 1962, s. 31. 1539 Demir, s. 21-23. 1540 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik.., s. 307. 1541 Erim, s. 267-270. 1542 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 309. 277

geçecekleri ve onları köylere sokmayacakları şeklinde yönlendirilmektedirler. Devletin ve halkın emekleriyle kurulan enstitülerin yabancı fikir cereyanlarının hizmetine girmekte olduğunu görmekten rahatsızlık duyulmaktadır. İlkokul öğretmelerinin maaşları özel idareden ödenmektedir ve sıkıntılar olmaktadır, bu ödemeler genel bütçe içine alınarak maaş ödemelerindeki aksamalar giderilebilir. Köy Enstitülerinin kurulduğu yerler önceden tetkik edilmediğinden sıkıntılar vardır. Örneğin Kepirtepe ve Akçadağ Köy Enstitüleri birkaç defa yer değiştirmek zorunda kalıp gereksiz masraf çıkarmıştır. Ortaklar Köy Enstitüsü’nün yeri ise bataklık ve sıtma riski olan bir yerdir. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü şehre 85 kilometre uzaktadır ve kimi zaman kış şartlarında yiyecek bitmiş ve yollar açık olmadığından öğrenciler büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Burada yapılan üretim masrafları karşılamaya dahi yetmemektedir. Arifiye Köy Enstitüsü de bataklık bir bölgededir ve çocuklarda sıtma rahatsızlıkları görülmüş, ölenler de olmuştur. Hasanoğlan ise ilk ve yüksek tahsili yürütecek kapasiteye sahip değildir. Enstitülere yapılan harcamalarda düzensizlik mevcuttur. Öyle ki enstitü müdürü sevilmiyorsa az para gönderilmiş, şahıs görevden ayrıldıktan sonra ise gereğinden fazla para ayrılmıştır. 1947 yılına kadar çok sayıda öğrenci enstitülerden kaçmıştır. Bunlara yapılan masraflar boşa gitmiştir. Bunların takibi yapılmalı gerekirse bu öğrenciler okula kazandırılmalıdır. Enstitülerde sağlık tedbirleri alınmadığı, doktor bulunmadığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’yla koordine sağlanmadığı için öğrenci ölümleri gerçekleşmiştir. Doktorlar da bu enstitülerde çalışmak istememişlerdir. Okullarda eğitim kadrosu da sayı olarak oldukça yetersizdir. Sanat öğretiliyor diye Köy Enstitülerine para aktarılmıştır fakat sanat dersi veren kişi sayısı 65’tir. Bunların bir bölümü de köyden alınan okul mezunu olmayan kişilerdir. 16.000 öğrenciye bu kadar öğretmenle sanat öğretilemez. Ziraat öğretmenleri de oldukça azdır. Bu kadar öğrenciye 38 ziraat öğretmeni vardır. Köy Enstitüleri için yazılmış kitaplar olmadığından bu kurumlar açıldığından beri kitap eksikliği yaşamaktadır. Şahsi kitaplar yazılmış ama genel ders kitapları hazırlanmamıştır. Enstitülerin müfredat programları da eksiktir. Şehir öğretmen okullarına yönelik hazırlanan programlar kullanılmaktadır. Enstitü mezunlarına tarım ve sanat aletleri almak amaçlı verilen paraların miktarı ise şu ana kadar 8.936.500 liraya ulaşmıştır. Fakat bu paralarla alınan malzemeler sahipsiz bırakılmış ve kimi yerlerde halk tarafından kendi malı gibi kullanılmış, kimi yerlerde de malzemeleri alanlar geri vermeyince öğretmenle mahkemelik olunmuştur. Enstitü için yapılan alımlarda yüksek fiyatta ve kalitesiz ürünler alınmaktadır ve zarar edilmektedir1543.

4.4.3. Köy Enstitüleri Projesinden Vazgeçiş Süreci ve Enstitülerin Kapanışı

Köy Enstitüleri karşıtı yapılan eleştiriler ve parti içi muhalefet sonrasında CHP iktidarı sona ermeden bu kurumlarla ilgili önemli adımlar atılmıştır. Böylece enstitülerin kapatılmasına giden süreç CHP döneminde başlatılmıştır. Enstitülerin CHP kanadı tarafından dışlanmasında ve kapatılmaya giden yolun açılmasında etkili olan bazı gelişmeler olmuştur. Öncelikle halkçılık

1543 TBMMTD, 29 Ağustos 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 543-546. 278

ilkesinin yaygınlaşması isteği CHP’li elitistler tarafından belirli sınırları olan bir çerçeve içerisinde düşünülmüştür. Fakat Köy Enstitülerinde yetişen yeni köylü kuşağı itaat bekleyen tek parti ideolojisi karşısında kendisine güvenen ve saygı bekleyen bir hal içerisine girmiştir. Kendine güvenen genç köylüler devlet memurları gibi otorite uzantılarına karşı seslerini yükseltmeye ve haklarını arama eğilimi içerisine girmeye başlamışlardır. Bilinçli ve kolektif bir zihniyet sahibi olan enstitü mezunlarının ideolojik bir yapıya kanalize olması tehlikesi, enstitülerin CHP için bir tehdit olarak algılanmasına neden olmuştur. Özellikle sol söylemlerin enstitü öğrencilerini etkilemesi kolay olmuştur ve mezunlar içerisinde çok sayıda yazar ve düşünür sol yelpaze içerisine kaymıştır. Enstitüler yardımıyla köylünün köye bağlanması amaçlanmışken bu gerçekleşmemiş, tam aksine şehre yaklaşan köylü köyünden kopma yolunu tercih etmeye başlamıştır. Yol yapımı, elektrik, radyo gibi faktörler köylüyü köyden uzaklaştıran etkenler olmuştur. Dünyada demokrasi taraftarlarının kazanması ile tek parti anlayışının yıkılması Köy Enstitüleri’nin de yıkımının yolunu açmıştır. İsmet İnönü faktörü de enstitülerin zayıflamasında önemli bir etken olmuştur. Antikomünist bir tavır sergilemek amacı güden İnönü, enstitüler karşısındaki mücadeleyi komünistlikle yapılan mücadelenin bir parçası olarak kabul etmiştir1544. Enstitüler karşısında CHP içerisindeki ilk tepkiler 1943 yılında toplanan İkinci Milli Eğitim Şurası’nda ortaya çıkmıştır. 1946 yılında ise Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel görevden ayrılmak durumunda kalmış ve yerine Köy Enstitüsü karşıtı Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir1545. Enstitülere ayrılan destekler önce durmuş ve bu sürecin sonunda da enstitüler sessizce ortadan kaldırılmıştır. 1947 yılında toplanan CHP Kongresinde(17 Kasım-4 Aralık 1947) enstitülerin köy yaşantısı ile ilgili uygulamalarından vazgeçileceği sinyalleri verilmiştir. Köy Enstitüleri konusunda yapılan ilk ciddi değişiklik 25 Mart 1947 tarihinde Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla yapılmıştır. Köy Enstitüleri Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle bu kuruluşların diğer okullarla arasındaki uygulama farklılıklarının giderilmesi için; disiplin, sınıf geçme, öğrencilerin okula alım yaşları ve eğitim durumları gibi konularda düzenlemeler yapılmıştır1546. 1947 yılında çıkarılan 5117 sayılı kanun çerçevesinde dağıtılmış olan malzeme, hayvan, alet ve kitapların geri alınmasına karar verilmiştir. Yine 1947 ve 1948 yıllarında çıkarılan kanunlarla köylünün okul yapma zorunluluğu en alt seviyelere indirilmiştir. 1947 yılında Köy Enstitülerinin temel dayanağı olan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmıştır. MEB tarafından daha önce çevrilmiş ve enstitülere gönderilmiş olan dünya klasiklerinin büyük bölümü yakılarak imha edilmiştir1547. İlköğretim Genel Müdürlüğü görevi İsmail Hakkı Tonguç’tan alınmış, yerine felsefe öğretmeni ve Yüksek Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmış olan Yunus Kazım Köni getirilmiştir. Köni döneminde enstitülerde çalışan öğretmenler ve müdürler arasında bir temizlik operasyonu yapılmış ve bu kişiler farklı görevlere gönderilmiştir. Enstitülere atanan öğretmen ve müdürlerin bu işe uygunluğuna dikkat edilmemiş ve bunun doğal bir sonucu olarak da enstitülerde düzen

1544 Karaömeroğlu, “Köy…, s. 290-293. (Sayfa aralığı 286-293). 1545 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 497. 1546 Birgül Bozkurt, “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte CHP ve Eğitim Sistemindeki Gelişmeler(1946-1950)”,Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,Cilt IX, Sayı: 20- 21, Yıl: 2010 /Bahar-Güz, s. 219 ve 227.(Sayfa aralığı 213-231). 1547 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 498. 279

sağlanması zorlaşmıştır1548. 29 Nisan 1947 tarihinde yayınlanan Köy Enstitüleri Yönetmeliği ile enstitüler konusunda önemli bir pasifleştirme adımı atılmıştır. 184 maddeden oluşan bu yönetmelikte eğitimin köy toplumunu değiştirmesi değil, köye göre eğitimin değiştirilmesi yolu tercih edilmiştir. Yönetimde öğrencilerin etkinliği yok sayılmış, müdürler birer devlet memuru haline getirilmiştir. Öğrencilerin enstitü içinde toplantı yapması, nutuk söylemesi, konferans vermesi, enstitü dışında toplantı ve gösteriye katılması, enstitü içinde ve dışında kitap, dergi, broşür, beyanname dağıtması, duvarlara ilan yapıştırması ve duvar gazetesi çıkarması yasaklanmıştır. Çıkan yönetmeliğin uygulanması adına gönderilen 9 Mayıs 1947 tarihli genelge ile kız ve erkeklerin çalışma yerlerinin ayrılmasının yanı sıra, yatakhanelerinin de ayrılması istenmiştir. Kızların bir ev kadını ve köy anası olarak yetiştirilmesi istenmiştir. 4 Eylül 1947 tarihinde kabul edilen 5129 sayılı kanunla Köy Enstitüsünü bitiren öğretmen ve sağlık memuruna verilmekte olan geçim topraklarının büyük bölümü geri alınmıştır Uygulama bahçelerinin denetimi ise müfettişlere bırakılmıştır. Böylece öğretmenlerin topraktan yararlanma imkânları ortadan kaldırılmıştır1549. Kız-erkek karma eğitim uygulaması 1950 yılında tamamen sonlandırılarak kız öğrenciler Kızılçullu ve Beşikdüzü enstitülerine toplanmıştır1550. Böylece DP iktidarı yönetime geçene kadar CHP enstitüleri kendi eliyle yıpratmış ve muhalefetin eleştirileri karşısında koruma gerekliliği duymamıştır. DP iktidarı ile birlikte Köy Enstitüleri tamamen gözden çıkarılmış, sahip olduğu topraklar dağıtılmış ve enstitüler komünist yuvası olarak gösterilmiştir1551. Yeni Cephe Gazetesi 16 Kasım 1950 tarihinde yayınladığı bir yazıda, Köy Enstitüleri uygulamasının başarısızlık nedenlerini irdelemiş, yeni hükümetten beklentilerini dile getirilmiş ve özetle şu ifadeleri kullanmıştır: İlköğretim sorununun çözülmesi adına İnönü’nün ortaya çıkardığı ve hızlı bir şekilde yayılan enstitü kurma çalışmaları ilk anda olumlu karşılanmış, fakat açılan enstitülere gönderilen bazı bilinçsiz veya milli yönleri zayıf eğitimciler yüzünden köy çocuğunun yetiştirilmesinde esas amaca ulaşılamamıştır. Kız-erkek öğrenciler bir arada okuduğu için bunlar arasında ya da iyi yetişmemiş eğitmenlerle kız öğrenciler arasında tasvip edilmeyen münasebetlerin olduğu iddiaları yayılmıştır. Müfettiş belgelerinde ise bu konulara yer verilmemiştir. Enstitülere öğretmen hazırlayan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne ise solcu yönleriyle tanınmış Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi hocalarının gidip geldikleri ve buralarda ders verdikleri haberleri duyulmuştur. Bu hocaların yazdıkları kitaplar ve çıkardıkları dergiler bu enstitüde çokça okunmuştur. Köy Enstitülerinden şehirlere getirilen öğrenciler şehrin manzarası karşısında kendilerine ayrımcılık yapıldığı düşüncesine kapılmışlardır. Böylece köylü içinde şehirliye karşı bir kin oluşturulmaya çalışılmıştır. Enstitülerde yetişerek köyüne dönen çocukların bazıları ise aileleri tarafından dahi kabul görmemiştir. Çünkü ailenin isteyeceği bir kişi yetiştirilmemiştir. Sonuç olarak: “Şunu demek istiyoruz ki Köy Enstitülü gençlerin birçoğuna yazık olmuştur. Çünkü büyük ideoloji başka istikametlere kaymıştır. Reşat Şemsettin Sirer ve

1548 Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 459-461. 1549 Kirby, s. 472-482. 1550 Akyüz, s. 340. 1551 Aydemir, İkinci…, Cilt II., s. 384. 280

Tahsin Banguoğlu’nun yangını söndürmek tedbirlerini daha da genişletmek, yeni iktidara düşmektedir1552.” Enstitülerin kapanma yolunda ilerlediği artık su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıkmış, 1952 yılında tamamen bilgi ağırlıklı kurumlar haline getirilen bu oluşumlar, 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı kanunla ilköğretmen okullarıyla birleştirilerek uygulamadan kaldırılmıştır1553. Kemal Tahir başarısız bir deneme olarak gördüğü Köy Enstitüleri ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Köy enstitüleri, köylü çocuklarının çile çekme ve azla yetinme yatkınlıklarından yararlanılarak, en ağır işlerde gaddarca çalıştırılıp sömürülmelerinden başka bir sonuç vermezdi. Nitekim bu deneme, son hesaplaşmada biz Türk aydınlarının, halk düşmanlığımızı değilse bile, halka hiç acımadığımızı ispatlamıştır1554.”

4.5. Üniversite Reformu ve Üniversiteler

Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bilimsel alanlardaki çalışmaların gerçek anlamda başlangıcı olarak İstanbul Üniversitesi’nin açılması gösterilebilir. Yürürlüğe giren bir yasayla 31 Mayıs 1933 tarihinde Darülfünun kaldırılmış ve yerine akademik kadrosu, özellikle Alman kökenli profesörler veya Türk olup da doktorasını yurtdışında tamamlamış genç akademisyenlere dayalı, İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Darülfünun’un kapatılması ile ilgili olarak; bu kurumun geri kalmışlığı ve genç Cumhuriyet’e lokomotiflik edememesi sebep gösterilmiştir. Bununla beraber Mustafa Kemal Atatürk, bilimsel alanlardaki hızlı ve çağdaş yöntemlere daha çabuk kavuşma amaçlı olarak bu reform niteliğindeki hareketi gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Aynı tarihlerde, Almanya’nın bilim adamlarına uyguladığı baskı sonucu, Türkiye’ye gelen Alman bilim adamları Atatürk’ün üniversite reformuna önemli katkılar sağlamıştır. İstanbul Üniversitesi’nin ilk yılında, 138 Türk 42 yabancı kökenli olmak üzere 180 akademisyen görev yapmıştır. Gelen yabancı bilim adamları için her türlü maddi imkânlar seferber edilmiş ve onlara özgür ortamlarda çalışma imkânları sağlanmaya çalışılmıştır1555. İstanbul Üniversitesi, yerine kurulduğu Darülfünun’a göre ileri bir eğitim seviyesine ulaşmış olsa da eksik bulunan ve başarmakta geri kaldığı işler de olmuştur. Bu eksikliklerin giderilmesi amacıyla uzun zamandır planlanan Ankara Üniversitesi’nin açılabilmesi ve yeni üniversite kanunu çalışmaları 1945 yılında başlatılmıştır1556. 1946 yılı başlarında Milli Eğitim Bakanlığı ve Ankara’da bulunan fakültelerin temsilcileri ile Ankara Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Ernst Hirsch tarafından hazırlanan “Üniversite Muhtariyeti” başlıklı rapor tamamlanmıştır. Rapor, üniversiteler ile devlet arasındaki ilişkilerin boyutu konusunda 1933 yılında yapılan üniversite reformunu eleştirmiş, merkeziyetçilik karakterinin üniversite anlayışını çekingen bir

1552Yeni Cephe Gazetesi, “Köy Enstitüler Faciası”, 16 Kasım 1950, s.2. 1553 Akyüz, s. 342., Ayrıca Bakınız: Ilgaz, s. 343. 1554 Altunya, Köy…, s.129. 1555Erdal İnönü ; “Cumhuriyet Döneminde Bilim Tarihi’nin Önemi ve Anlamı”, Üniversite ve Toplum Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, Ocak 2005, s. 11–12. 1556 TBMMTD, 10 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 2/1-17. 281

hale soktuğunu belirtmiştir1557. Raporda; üniversitenin idari durumunun tam bir merkeziyetçi anlayışa sahip olduğu, fakültelerin bağımsız kadroları ve bütçeleri olmadığı, idari muamelelerde rektörlüğe sıkı sıkıya bağlı bulunulduğu, rektörlüğün ise büyük oranda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca; bütçe ve kadro bakımından özerk bir yapının olmaması sonucu fakültelerde teşebbüs kabiliyeti ve mesuliyet hissi oluşmadığından bahsedilmiş, üniversitede ilgili organlarca hazırlanan çalışmaların bakanlık ve ilgisiz görevliler tarafından denetlenmesinin de işleri geciktirdiği ve aksattığı şikâyetleri yer almıştır. Muhtariyet konusunda ise; ilmi, idari ve mali muhtariyet istekleri dile getirilmiştir. İlmi muhtariyet olmadığı müddetçe var olanın tekrarlanmasından daha ileri gidilemeyeceği belirtilmiştir. İdari ve mali muhtariyetin ise üniversitelere tüzel kişilik verilerek sağlanabileceği ifade edilmiş; böylece görev ve sorumlulukların dağıtılmış olacağı, işlerin ivedilik kazanacağı, klinik ve laboratuarların gelir kaynaklarının oluşturulabileceği, enstitülerin kendileri ile ilgili bakanlıklardan yardım alabilecekleri vurgulanmıştır. Rapor, hazırlanacak olan Üniversiteler Kanunu’na temel oluşturmuştur. Rapor ışığında 1946 yılı Ocak ayında; Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel başkanlığında, bakanlık ile Ankara fakülteleri temsilcileri, İstanbul Üniversitesi Rektörü Tevfik Sağlam ve Sıddık Sami Onar’ın da katıldığı bir komisyon toplanmıştır. Komisyon tarafından hazırlanan rapor, MEB ve Talim Terbiye Dairesince düzenlenerek; “Üniversitelerle Bunlara Bağlı Fakülte ve Kurumların Özerklikleri ve Üniversite Öğretim Mesleği Üyeleri Kanun Tasarısı” başlığı ile bir tasarı olarak Meclise getirilmiştir. 25 Nisan 1946 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda görüşülen tasarı, Üniversiteler Kanunu Tasarısı başlığı altında Meclise sunulmuştur1558. Hazırlanan tasarı 81 madde ve 17 geçici maddeden oluşmuştur. İlk bölüm genel hükümler başlığı altında maddeleştirilmiştir. Bu bölümde üniversitenin tanımı yapılmış, özerkliğinin ve tüzel kişiliğinin sınırları belirtilmiş, milli iş bölümündeki görevleri aktarılmıştır. Üniversiteler yarı tüzel kişiliklerden oluşan bir bütün olarak tarif edilmiştir. Yani fakülteler kendi kendini yönetme hakkına sahip olacak şekilde tarif edilmiştir. Bu bölümde ayrıca; öğretim elemanlarının görevleri, ülke meselelerinin çözülmesinde hükümet organlarıyla işbirliği yapılması ve halkın seviyesini yükseltici verilerin halkla paylaşması gerekliliği üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise üniversitelerin kuruluş ve işleyişini sağlayan organların nitelik ve işleyişleri anlatılmıştır. Fakülteler dört organ olarak teşkilatlandırılmıştır; genel kurul, profesörler kurulu, yönetim kurulu ve dekanlık. Üniversitelerin yönetim organı ise üç bölümden oluşturulmuştur; senato, üniversite yönetim kurulu ve rektörlük. Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversite uygulamaları hakkındaki itirazlarında bilimsel içerikli olanların değerlendirilmesinde görev almak üzere bir de Üniversitelerarası Kurul oluşturulmuştur. Kurul; Milli Eğitim Bakanı başkanlığında, her üniversitenin rektör ve dekanları ile üniversite senatolarının göndereceği birer temsilciden oluşacaktır. Kurulun alacağı karar idari ve yargıya bağlı mercilerde tekrardan görüşülemeyecektir. Kamu kurumu olan üniversitelerin diğer kamu kurumları gibi denetlenmesi mevzusu da bu bölümde irdelenmiş, Milli Eğitim Bakanı denetçi olarak tanınmıştır. Üniversiteler

1557 Osman Kafadar, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tartışmaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Modernleşme ve Batıcılık’, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 366. (Sayfa aralığı 351-381) 1558 Emre Dölen, Türkiye Üniversite Tarihi-Özerk Üniversite Dönemi(1946-1981), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010, s. 56-60. 282

bakanlığa değil, doğrudan bakana bağlı hale getirilmiştir. Bakanın denetlemesi sürecinde yaşanacak çatışmalar konusunda yönetimsel sorunlarda Danıştay, akademik sorunlarda ise Üniversitelerarası Kurul hakem olarak tayin edilmiştir. Üçüncü bölüm ise öğretim üyelerinin seçilmesi, görevleri ve haklarına ayrılmıştır. Üniversite öğretim üyesi olmak için yetenekli ve başarılı olmak ön şart olarak belirtilirken, bu mesleğin üniversite öğretim üyeleri arasında kapalı bir meslek haline getirilmesinin önüne geçilmeye de çalışılmıştır. Doçent, profesör ve ordinaryüs profesörler öğretim kadrosunu oluşturacaklardır. Ordinaryüsler bir kürsüdeki baş profesör olarak bulunacak ve kürsünün çalışmalarını denetleme ve yönlendirme görevine sahip olacaklardır. Dördüncü bölümde üniversite öğretim yardımcıları konusu işlenmiştir. Okutman, öğretim görevlisi, uzman, tercümeciler ve asistanlar bu kategoridedir. Beşinci bölümde üniversitelerde çalışan memur ve hizmetliler konusu yer almıştır. Altıncı bölüm disiplin işleriyle ilgilidir. Disiplin suçlarının mesleki olanları üniversite bünyesinde çözülürken, diğer suçlar konusunda Memurlar Kanunu hükümlerinin uygulanması kararlaştırılmıştır. Öğretim üyelerine dikkati çekme cezası üstündeki cezalar için Üniversitelerarası Kurul’a gitme temyiz hakkı tanınmıştır. Bu kurulun vereceği kararın ötesinde bir hukuksal arayış olmaması sağlanarak üniversitelerin özerkliği korunmuştur. Kanunun yedinci bölümünde üniversitelerin bütçesinden bahsedilmiştir. Daha önceden MEB bütçesine bağlı olan üniversitelerin, özerkliğin bir gereği olarak ayrı bir bütçeye sahip olmasına karar verilmiştir. Kanunun sekizinci bölümünde çeşitli hükümler, dokuzuncu bölümünde ise geçici maddeler yer almıştır1559. Üniversiteler Kanun’u tasarısı 10-11 ve 12 Haziran 1946 tarihlerinde Mecliste görüşülmüştür ve kanunun tamamı 13 Haziran 1946 tarihinde kabul edilmiştir1560 ve 1973 yılına kadar çeşitli değişikliklerle yürürlükte kalmıştır1561. 4936 sayılı bu kanun tek bir üniversite için değil, mevcut olan ve kurulacak üniversitelerin kanunu olmuştur. Aynı kanuna bağlı olarak Ankara Üniversitesi de kurulmuştur. Kanun ile artık üniversiteler sadece bilim öğretmek ve uzman yetiştirmek için değil, aynı zamanda bilimsel araştırmalar yaparak bilim dünyasına katkı sağlamak için de çalışacaktır. Öğretim görevlilerinin ise tek sorumlulukları kendilerini tamamen mesleklerine adamak olacaktır. Bu yasa çağdaş ve evrensel bir üniversite yasası görüntüsü taşımıştır1562. 1947 yılında ise öğrenci disiplin yönetmeliğine bazı eklemeler yapılmıştır. Yeni düzenlemeye göre disiplin suçları şu şekilde sıralanmıştır: “İlmi ve akademik çalışmaları engelleyecek fiillerde bulunmak, üniversiteden izin almadan üniversite ve fakülte adını kullanmak, izinsiz toplantı yapmak, nutuk söylemek ya da konferans düzenlemek, üniversite içinde kitap-risale-ilan dağıtmak ve yapıştırmak, üniversite dersleri ve faaliyetlerini ihlal etmek”. Üniversite öğrencileri, çıkarılan bu yasaklarla üniversitelerdeki özerkliğin anlamını yitirdiğini iddia etmiştir1563.

1559 TBMMTD, 10 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, Ekler Bölümü s. 2/1-17. 1560 TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, 234-240., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 18 Haziran 1946, s. 3-9. 1561 Akyüz, s. 312. 1562 Tunçay vd., s. 402-403. 1563 Hatiboğlu, s. 178. 283

4.6. Türkiye’nin Uluslararası Eğitim Faaliyetlerine Katılımı

Türkiye, eğitimin geliştirilmesi ve eğitim konusunda uluslararası faaliyetlere dahil olunması adına 1945-1950 arasında iki farklı oluşum içerisinde yer almıştır. Bunlardan birincisi UNESCO’dur (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization- Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu). Türkiye BM’ye dahil olduktan sonraki süreçte, bu kuruluşun uzantısı olarak faaliyet gösterme amacı taşıyan UNESCO’nun kuruluşunda da yer almıştır. Bu kurum; barışın sağlanması, eğitim, bilim ve kültür alanlarında işbirliğinin öneminin vurgulanması adına ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin de dahil olduğu yeterli kurucu üye sayısına ulaşınca UNESCO yasası 4 Kasım 1946 tarihinde yürürlüğe girmiştir1564. Türkiye’nin kuruma katılımının Mecliste onaylanması görüşmeleri ise 20 Mayıs 1946 tarihli oturumda gerçekleşmiş ve katılım resmileşmiştir. Kabul edilen sözleşmenin giriş bölümünde kurumun detaylı bir tanıtımı yapılmıştır ve özetle şu ifadeler kullanılmıştır: Dünyada savaşlar milletlerin birbirini tanımaması ve bir milletin diğer millet üzerinde üstünlük taslamasından kaynaklanmaktadır. Milletler arasındaki yakınlaşmayı artırmak ve birbirleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlamak önemli bir amaçtır. Bu nedenle: “Dünya milletlerinin eğitsel, bilimsel ve kültürel münasebetleri yoluyla, uğrunda Birleşmiş Milletler Teşkilatını kurduğu ve Anayasasını ilan ettiği milletlerarası barış ve insanlığın müşterek saadeti amaçlarını ilerletmek maksadıyla UNESCO kurulmuştur.” Kuruluş ırk, din, cinsiyet ve dil farkı gözetmeksizin insan hakları, ana hürriyetleri, kanunlar ve adalete saygı yaratmak için milletlerarası iş birliğine eğitim, bilim ve kültür yoluyla yardım sağlamak ve böylece barış ve güven ortamı oluşturmak amacı taşımaktadır. Bu amaçlar çerçevesinde dünya ortak miraslarını(kitap, sanat eseri gibi) korumak önemli hedefler arasındandır. Tüm insanlara eşit bir eğitim imkânı sunmak da amaçlanmıştır1565. UNESCO’ya katılımın ardından, kurumun Türkiye Milli Komisyonu Yönetmeliği 25 Ağustos 1949 tarihinde Bakanlar Kurulunca kabul edilip Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan komisyon aracılığıyla; Türkiye’de bulunan eğitim, bilim ve kültür işleriyle ilgilenen kurulların UNESCO ile gereken iletişimi kurmasını sağlamak ve bu şekilde UNESCO sözleşmesi içerisinde yer alan amaçların gerçekleşmesine çalışmak amaçlanmıştır1566. Türkiye’nin katıldığı diğer bir eğitim faaliyeti ise ABD ile gerçekleşmiştir. İki devlet “Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Anlaşma” başlığıyla ortak bir eğitim ve kültür çalışmasının içerisine girmiştir1567. Anlaşmaya giden süreç şu şekilde gerçekleşmiştir: ABD savaş sonunda ordusunun elinde kalan fazla malzemeleri satmak amacıyla çeşitli devletlerle anlaşmalar yapmıştır. Türkiye de bu anlaşmalar çerçevesinde 27 Şubat 1946 tarihinde Kahire’de 10 milyon dolar değerinde bir anlaşma imzalamıştır. ABD anlaştığı devletlerin dolar ödemelerinde yaşayacakları sıkıntıların

1564 Soysal, Türkiye’nin…, s. 124. 1565 TBMMTD, 20 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, Ekler Bölümü s.1/1-10 1566 BCA, Dosya: 74-83, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 120.68..3., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 1 Ekim 1949, 1-3. 1567 Gürsen Topses, “Cumhuriyet Dönemi Eğitiminin Gelişimi”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 19. (Sayfa aralığı 9-22). 284

önüne geçmek adına ilgili devletlerle Amerikan kültürünü yaymak için anlaşmalar da akdetmiştir. Bu manada Amerikalı meclis üyesi James William Fulbright’ın ismiyle anılan anlaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Çin, Burma, Yunanistan, Filipin, Yeni, Zelanda, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İngiltere, Fransa, İtalya ve İran ile ABD arasında Fulbright Kültür Anlaşmaları yapılmıştır. 12 Şubat 1948 tarihinde ABD bu minvalde bir anlaşma için Türkiye’ye öneride bulunmuştur. Projeye göre Türkiye’ye, aldığı malzemeler karşılığında ödemediği paralardan bir kısmının kullanılması ile bir kültür vakfı kurması önerilmiştir. Türk ve Amerikan temsilcilerden oluşacak olan idareciler vakfı yöneteceklerdir. Bu vakıf ABD’li öğretmen ve öğrencilerin Türkiye’ye, Türk öğretmen ve öğrencilerin ise ABD’ye gidişlerini koordine edecektir. Vakfın parasından, vakfa gelen ithal ürünlerden ve memurlarına ödenecek maaşlardan vergi alınmaması önerilmektedir. Konuyla ilgili olarak Türkiye bakanlıklar ve komisyon raporları hazırlatmış ve imzalanması planlanan anlaşma ile ilgili şu kanaat oluşmuştur: Kültür anlaşması ülkemiz için olumlu olacaktır. Alınacak vergiler cüzi miktarlarda tutulmalıdır. Diğer küçük sorunlar ise karşılıklı anlayışla çözümlenebilecektir. Türk tarafı anlaşma ile ilgili düşüncelerini ABD’ye bildirmiş ve 27 Aralık 1949 tarihinde Ankara’da anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmanın genel olarak içeriği şu şekildedir: Türkiye’nin aldığı malzemeler için ödemediği meblağın en fazla yarısına kadar olan kısmının kültür anlaşması dahilinde harcanması ABD tarafından talep edilebilir. Anlaşma dahilinde bir eğitim komisyonu oluşturulacaktır. Bu komisyon mevcut para ile ABD’den Türk okullarına, Türkiye’den de ABD okullarına gidecek olanların eğitim giderleriyle, ABD’ye gidecek Türk öğrencilerin yol masraflarını ödeyecektir. Eğitim komisyonu eğitim işleri ile ilgili programlar hazırlayacak ve ABD eğitim müesseseleri ile işbirliği yapacaktır. Komisyonunun sekiz üyesinin dördü Türk dördü ABD’li olacaktır. ABD büyükelçisi komisyonun fahri başkanı sayılacaktır. Türk azaları Türkiye hükümeti, ABD’li azaları ise ABD büyükelçisi belirleyecektir. Komisyon kararlarında oy eşitliği halinde son kararı fahri başkan verecektir. Komisyon merkezi Ankara’dadır. Komisyon her iki hükümete de yıllık raporlar hazırlayacaktır. ABD Dışişleri Bakanı hazırlanan rapor üzerinde murakabe hakkına sahiptir. Eğer uygun görmediği bir komisyon kararı varsa yeniden gözden geçirilecektir. Anlaşma TBMM’nin tasdik etmesi ile yürürlüğe girecektir. Bu anlaşma ile Türk ve Amerikan kültürlerinin birbirini tanıması ve yakınlaşması faydalarının yanı sıra, döviz olarak ödenecek borçların bir bölümünün Türk parası olarak Türkiye’de harcanması gibi artı bir avantaja da sahip olunacaktır. Şartları Meclise sunulan anlaşma 13 Mart 1950 tarihinde Meclis tarafından onaylanmıştır1568. Yapılan anlaşma uygulanmaya başlayınca Türk ve Amerikalı öğrenci ve akademisyenlere burs olanağı sağlanmıştır. Türk bilim insanları ABD’deki eğitimlerinin ardından Türkiye’ye gelerek Fen Bilimleri, Mühendislik, Tarih ve Edebiyat dallarında önemli katkılarda bulunmuşlardır1569.

1568 TBMMTD, 13 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, Ekler Bölümü s. 3/1-4, Ayrıca Bakınız: Haydar Tunçkanat, İkili Antlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s. 36-37. 1569www.fulbright.org.tr/tr/turk-fulbright. 285

4.7. Eğitim-Öğretim Faaliyetlerinin Genel Bir Değerlendirmesi

1945-1950 yılları arasında eğitimle ilgili yapılan girişimlerin yansımalarının daha iyi anlaşılabilmesi için rakamsal bazda bir değerlendirme yapmak gereklidir. Çalışmamızın başlangıç tarihi olan 1945 yılında Türkiye’de eğitimin içerisinde bulunan öğrenci sayısı 1.428.462’dir. Bu rakamın eğitim kademelerine göre dağılımı ise şu şekilde gerçekleşmiştir: İlköğretimde 1.258.423, ortaöğretimde 75.754, liselerde 28.783, orta meslek okullarında 45.519, fakülte ve yüksek okullarda ise 19.983 öğrenci bulunmaktadır1570.Rakamlardan anlaşıldığı üzere; ilkokullardan yüksek öğrenime doğru öğrenci sayısında ciddi bir azalma göze çarpmaktadır. Eğitimin içinde bulunan nüfusun yaklaşık %87’si ilkokullarda eğitim görmektedir. Bu dengesiz dağılımın temelinde Cumhuriyet dönemi iktidarlarının öncelikli olarak ilköğretim konusunda yatırımlar yapması yatmaktadır. 1950 yılına kadar geçen süre zarfında eğitim konusunda CHP iktidarının önemli girişimlerde bulunması ve DP iktidarının da yatırımları devam ettirme tavrı sonrasında okullaşma ve öğrenci sayılarının artışı ciddi bir ilerleme kaydedilmiştir. Yüksek okullar hariç olmak üzere 1945-1950 yılları arasında eğitimin genel profili ise şu şekilde gerçekleşmiştir:

Tablo 4. 1945-1950 Arasında Türkiye’de Eğitim1571.

Yıllar Okul Öğretmen Sayısı Öğrenci Sayısı Diploma Alanlar Sayısı Erkek Kız Toplam Erkek Kız Toplam Erkek Kız Toplam 1944 13.469 25.108 10.576 35.684 926.688 482.435 1.409.123 111.087 39.895 150.982 1945 1945 14.617 27.032 11.247 38.279 991.757 530.627 1.522.384 131.607 48.612 180.219 1946 1946 15.765 29.998 12.004 42.002 1.029.839 553.838 1.583.677 136.928 54.441 191.369 1947 1947 16.589 31.720 12.504 44.224 1.055.185 560.112 1.615.297 132.576 50.452 183.028 1948 1948 16.858 32.534 13.004 45.538 1.064.692 567.774 1.632.466 148.133 57.862 205.995 1949 1949 17.927 34.214 13.339 47.553 1.132.423 625.837 1.758.260 146.065 59.009 205.074 1950 1950 18.284 34.915 13.875 48.790 1.146.319 638.767 1.785.086 140.846 56.956 197.802 1951

Tablo incelendiğinde ilgili yıllar arasında okullaşma oranlarında önemli artışlar göze çarpmaktadır. 5 yıl içerisinde okul sayısı 3.641 adet artmıştır. Bu da yaklaşık %27’lik bir okullaşma artışı anlamına gelmektedir. Öğrenci sayısında ise iki dönem arasında (yükseköğrenim hariç) oluşan fark 375.963’tür. Ulaşılan öğrenci artışı %26.6 olarak değer

1570 BCA, Dosya: 20139, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 25.142..7. 1571 T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 145. 286

bulmuştur. Öğrenci sayılarının artışı erkek-kız öğrenci bazında değerlendirilecek olursa şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır: İlgili dönem içerisinde erkek öğrenci artışı 219.631 olarak görülmektedir ve böylece %23.7’lik bir artış rakamı yakalanmıştır. Kız öğrenci artışı ise 156.332 olmuş ve bu rakamlar %32.4’lük önemli bir artışı ortaya koymuştur. Diploma alan öğrenci sayılarına bakıldığında da kız öğrencilerin artışının erkeklere göre daha fazla olduğu görülmektedir. Erkek öğrencilerin diploma alma oranı %26.7’lik bir artış sergilerken, kız öğrencilerin diploma alma oranı %42.7’lik bir artışa sahip olmuştur. Okullarda görev alan öğretmen sayılarında ise iki dönem arasındaki fark 13.106 olmuştur. Meydana gelen fark %36.7 rakamıyla ifade edilebilmektedir. Nüfusun okur-yazar oranlarındaki 1945-1950 yılları arasındaki değişimi de toplumsal gelişimin önemli bir göstergesi olarak değerlendirmek gerekmektedir. İlgili yıllarda okuma-yazma bilenlerin sayıları şu şekildedir tablolaştırılmıştır:

Tablo. 5. Okuma-Yazma Oranları1572.

Okuma-Yazma Bilen Yalnız Okuma Her İkisini de Bilmeyen Bilen Yıllar 1945 1950 1945 1950 1945 1950 Erkek 3.292.000 4.055.000 18.000 - 4.537.0000 4.516.000 Kadın 1.265.000 1.725.000 18.000 - 6.584.000 6.819.000 Toplam 4.557.000 5.780.000 36.000 - 11.121.000 11.335.000 Oran %29 %33.6 %0.2 - %70.8 %65.9 Not: 1950 verilerinde %0.5 oranında okur-yazarlığı hakkında bilgi sahibi olunmayan nüfus mevcuttur. Tablo incelendiğinde okuma-yazma bilenlerin iki dönem arasında oluşan rakamsal farkı 1.223.000 olarak görülmektedir. Bu fark reel olarak %26.8’lik bir artışı temsil ederken, iki dönemin nüfus miktarlarına göre karşılaştırma yapıldığında ise %4.6’lık bir artış ortaya çıkmıştır. Toplumun büyük bir bölümünü oluşturan okuma-yazma bilmeyenlerin sayısında ise 1950 yılına gelindiğinde önemli bir düşüş göze çarpmaktadır. 1945 ile 1950 yılları karşılaştırıldığında mevcut nüfus içerisinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 4.9’luk bir gerileme sergilemiştir.

4.8. Dilde Reform Hareketi Olarak Türkçeleştirme Çalışmaları ve Anayasa’nın Türkçeleştirilmesi

Türkçenin temelde üç kaynağı vardır; Türkçe-Arapça ve Farsça. Öncelikle hali hazırda kullanılan canlı Türkçe temel dil yapısını oluşturmaktadır. Bu Türkçe kullanımında aranan kelime bulunmaz ise Arapça ve Farsçadan destek alınmaktadır. Son olarak ise garp dillerinden Türkçeleştirilerek kelime devşirilebilmektedir1573. Mustafa Kemal Atatürk döneminde girişilen dil

1572T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 79. 1573Büyük Doğu Dergisi, Cilt 1, Sayı 15, 8 Şubat 1946, s. 16. 287

devrimi sürecinde; aydınlar ile halk dili, yazı ile konuşma dili arasındaki farkları kaldırmak, Türkçeye milli bir gelişme yolu açmak, zengin bir dil oluşturmak amaçları güdülmüştür. Bu amaçlarla 1932 yılında Türk Dil Kurumu hayata geçirilmiştir. Türkçeyi sadeleştirmek için ise derleme heyetleri ve derleme şubeleri kurulmuştur. Bu süreçte Anadolu’da kullanılan kelimeler toplanmış, eski Türkçe lügatler taranmıştır. Fakat Arapça ve Farsça kelimelerin dışlanması bir dil çıkmazına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da yaşayan Türkçede yer alan kelimelerin kökeninin araştırılmadan kullanılması yolu seçilmiştir1574. Türkçe içerisinde bir bütünlük sağlanması ve arı bir Türkçe konuşulması adına 1945- 1950 yılları arasında yeni bir dilde sadeleşme süreci yaşanmıştır. Fakat bu çalışmalarda da istenen başarı yakalanamamıştır. Özellikle kullanılan kelimelerin kökenlerine inmek ve yeni kelimeler türetmek gayretleri halk tarafından benimsenmemiştir. Yeniçağ Gazetesi’nde konuyu değerlendiren Orhan Seyfi Orhon eski Türkçe kelimeleri diriltme çabalarını şu cümlelerle eleştirmiştir: “Siz ırkçı bir gözle bir kelimeyi Türkçe saymak için ta eski zamanlara kadar giderek kökünü arıyorsunuz. Ben milliyetçi bir bakışla, kelimenin kullanışımıza girmiş canlı bir kelime oluşunu kâfi buluyorum. Sizce ‘ayna’ Türkçe değil ‘gözgü’ Türkçedir. ‘hasta’ Türkçe değil ‘sayrı’ Türkçedir. Bence ‘ayna’ da ‘hasta’ da bal gibi Türkçedir. ‘gözgü’ ile ‘sayrı’ya gelince, bunlar ölmüş Türkçe kelimelerdir. Diriltilebilir mi, diriltilemez mi bilmem. Fakat uğraşmaya da lüzum görmem1575.” Bu süreçte, dilde Türkçeleştirme hareketlerine öncülük teşkil etmesi adına atılan en önemli adım Anayasa’nın Türkçeleştirilmesi çalışması olmuştur. Konu 10 Ocak 1945 tarihinde Mecliste görüşülmüştür. Teklifi Meclise getiren Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve 222 milletvekili olmuştur. Konuyla ilgili yapılan Meclis görüşmelerinde söz alan Bingöl Milletvekili Tahsin Banguoğlu şu ifadeleri kullanmıştır: “ …Anayasamızın Türkçe yazılmış metni ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Osmanlıcayı son dayanağından söküp çıkarmış olacaktır. Bu tarihi kararla milletimizi beş asırdır konuştuğunu yazma ve yazılanı anlama nimetinden mahrum bırakan bu suni dil kalkmış olacaktır. Bu sayede Türk yazı dili de bu sapaktan kurtularak ana yatağına dönmüş olacaktır1576.” Milletvekillerinin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Türkçeleştirilmesi lehinde yaptığı konuşmalar ardından ilk olarak ‘Teşkilat-ı Esasiye’ yerine ‘Anayasa’ kelimesi kabul görmüş ve Türkçeleştirilmiş Anayasa maddeleri tek tek Meclis onayına sunularak kabul edilmiştir. Gerçekleşen değişiklikler için yapılan oylamaya katılan 365 milletvekilinin ortak kabulü ile Anayasa metni yeni şeklini kazanmıştır1577. Anayasa maddelerinde gerçekleştirilen sadeleştirmelerden birkaç örnek şu şekildedir: Madde 4(Eski Hali): “Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakiki mümessili olup millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder.”

1574 Durmuş vd., s. 197-199. 1575 Orhan Seyfi Orhon, “Besim Atalay’a Cevap”, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946, s. 8. 1576 TBMMZC, 10 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15, s. 44. 1577 TBMMZC, 10 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15, s. 55., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 15 Ocak 1945, s. 5., Erdal Ceyhan, Türk Eğitim Tarihi Kronolojisi(1299-1997), Ulusal Bellek Yayınları, Edirne 2004, s. 115. 288

Madde 4(Yeni Hali): “Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.” Madde 5(Eski Hali): “Teşri salahiyeti ve icra kudreti Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder.” Madde 5(Yeni Hali): “Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır.” Madde 8(Eski Hali): “Hakkı kaza, millet namına, usulü ve kanunu dairesinde müstakil mehakim tarafından istimal olunur.” Madde 8(Yeni Hali): “Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır.” Yapılan düzenlemelerle bazı kavramların yeni hali ise şu şekilde belirlenmiştir: “İkinci Fasıl” yerine “İkinci Bölüm”, “Vazife-i Teşriiye” yerine “Yasama Görevi”, “Ahkam-ı Umumiye” yerine “Esas Hükümler”, “Vazife-i İcraiye” yerine “ Yürütme Görevi”, “Kuvve-i Kazaiye” yerine “ Yargı Erki”, “Divan-ı Ali” yerine “Yüce Divan”, “Türklerin Hukuk-u Ammesi” yerine “Türklerin Kamu Hakları”, “Mevaddı Müteferrika” yerine “Türlü Maddeler”, “Vilayat” yerine “İller”, “Memurin” yerine “Memurlar”, “Umur-u Maliye” yerine “Maliye İşleri”, “Teşkilat-ı Esasiye Kanununa Ait Zavabıt” yerine “Anayasanın Dayanakları1578”, “Cumhurreisi” yerine “Cumhurbaşkanı”, “Heyeti Vekile” yerine “Bakanlar Kurulu”, “Mebus” yerine “Milletvekili”, “Vekil” yerine “Bakan”, “Vazııkanun” yerine “Kanuncu”, “İçtima” yerine “Toplantı”, “Devre” yerine “Dönem”, “Aza” yerine “Üye”, “Rey” yerine “Oy”, “Beyanat” yerine “Demeç”, “Meclis” yerine “Kamutay”, “Mahkeme-i Temyiz” yerine “Yargıtay”, “Şurayı Devlet” yerine “Danıştay”, “Dahili Nizamname” yerine “İçtüzük”, “Celse” yerine “Oturum”, “Layiha” yerine “Tasarı”, “Hakim” yerine “Yargıç”, “Baş Müddeiumumi” yerine “Başsavcı”, “Müstantik” yerine “Sorgu Yargıcı” kelimeleri getirilmiştir1579. Anayasadaki sadeleştirmelerin yapıldığı oturumda Erzincan Milletvekili Behçet Kemal Çağlar tarafından bazı ay adlarının değiştirilmesi hakkındaki kanun teklifi de görüşülmüş ve değişiklik kabul edilmiştir. Çağların değişiklik gerekçeleri içerisinde şu ifadeler yer almıştır: “…Anadolu’nun birçok yerinde Teşrinievvel’e Ekim ayı denmektedir. Memleketimizin hemen her yerinde Teşrinievvel Ekim ayıdır. Teşrinisaniye de halk dilinde Kasım denmektedir. Kasım’ın ‘Taksim’den gelen bir Arapça söz olduğu halk dil incelemelerinden sonra ortadan kalkmıştır. Kânunuevvel iki yılı birbirinden ayıran ay olmak itibariyle Aralık adını alırsa ilk bakışta anlaşılmış olacaktır. Zaten halk dilinde, iki bayramı iki mevsimi birbirinden ayıran aylara Aralık dendiği olmuştur. Ocak en soğuk kış ayının adı olmakta ve kanun kelimesinin Türkçe karşılığı bulunmaktadır.” Görüşmeler sonrasında yapılan değişiklikle: “Teşrinievvel” yerine “Ekim”, “Teşrinisani” yerine “Kasım”, “Kânunuevvel” yerine “Aralık”, “Kânunusani” yerine “ Ocak” getirilmiştir1580.

1578 Anayasanın Türkçeleştirilmiş metni için bakınız: TBMMZC, 10 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15, s. 47-54. Anayasanın eski metni için bakınız: Kili ve Gözübüyük, s. 127-151. 1579Akşam Gazetesi, 11 Ocak 1945, s. 1. 1580 TBMMZC, 10 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15, s. 55., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 15 Ocak 1945, s. 5., Ceyhan, s. 115. 289

Anayasa metninde yapılan sadeleştirme girişimi ilk etapta olumlu bir yansıma bulmuştur. Falih Rıfkı Ataybir köşe yazısında bu olumlu yaklaşımı şu ifadelerle dile getirmiştir: “Melez bir dil üstünde kültür hürriyeti nasıl kurulabilir ve gelişebilir? Biz bu soruya çoktan cevap vermiştik ve dilde de kendi kendimize kavuşma yolunda idik. Fakat kaynaklarımız iyice aranıp taranmadıkça köklerimiz ve eklerimiz üstünde gereği gibi uğraşılmadıkça, derinleştirmelerimiz ve inceleştirmelerimizde az çok kararlılık olmadıkça Teşkilat-ı Esasiye’yi bir ilk denemeler konusu kılmak doğru değildi. Komisyon raporunda belirtildiği üzere Meclis bunun için beklemiştir. Gene bunun içindir ki Anayasa Türkçeleştirmesinde tam bir başarı elde edilmiştir. Üç yüze yakın söz ve terim karşılığı alınmış olmak, onun akıcı tabiliğini ve anlaşılırlığını bozmamıştır1581.” Bu olumlu hava zaman içerisinde şiddetli eleştirilerle bozulmuştur. Mümtaz Faik Fenik,yapılan Türkçeleştirme çalışmalarının hedefine ulaşmadığını gazetedeki köşesinde dile getirmiştir. 19 Aralık 1949 tarihine toplanacak olan dil kurultayına seslenen Fenik; Türkçe üzerinde yönetim tarafından yapılmaya çalışılan düzenlemelerin halk tarafından benimsenmediğini, Anayasa ve okul kitaplarında kullanılan uydurma kelimelerin toplum içinde anlaşama yollarını tıkadığını belirterek; dil üzerinde yapılacak değişikliklerin iktidarların değil, konuyla ilgili edip ve sanatkârların işi olduğunu ifade etmiştir1582. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti de yapılan Türkçeleştirme faaliyetlerini 23 Şubat 1949 tarihinde yayınladığı bir beyanname ile eleştirmiş, suni bir Türkçenin zorla halka öğretilmesinden vazgeçilerek esas Türkçenin serbest bırakılmasını istemiş ve dilin zorlamayla değişmeyeceğini belirtmiştir1583. CHP iktidarı tarafından oluşturulan yeni Anayasa metni 1954 yılında DP tarafından tekrar eski haline çevrilmiştir1584.

4.9. Komünizm Faaliyetleri ve Komünizme Karşı Oluşan Tepkiler

1925 yılından başlamak üzere Türkiye’de Takrir-i Sükûn Kanunu çerçevesinde komünizme karşı bir mücadele süreci yaşanmış ve komünistler yer altı faaliyetleri şeklinde örgütlenmeye çalışmıştır. 1925 ve 1927 yılında iki kez komünistler tevkif edilmiştir. 1930-1946 yılları arasında Türkiye’de komünizm edebi ve fikri alanlarda varlığını sürdürmüştür. Roman, şiir, hikâye, fıkra gibi edebiyat dallarında çok sayıda komünist düşünür eser vermiş ve komünizm propagandası yapmıştır. Sabiha Sertel, Nazım Hikmet, Şevket Süreyya Aydemir, Zekeriya Sertel ve Kemal Tahir bu tarzdaki yazarların önde gelenleri olmuştur1585. İkinci Dünya Savaşı içerisinde Almanya’nın savaşta üstün olduğu yıllarda Türkiye’de komünizm karşıtlığı daha da artmıştır. Turancılar aktif bir çalışma içerisine girerek komünist düşmanlığını körüklemişlerdir. Almanya’nın 2 Şubat 1943 tarihinde Rusya karşısında aldığı ilk büyük mağlubiyet olan Stalingrad Savaşı’yla beraber, Türkiye’deki sol düşünceye sahip kesimlerde büyük bir hareketlilik görülmüştür. Yurt ve Dünya, Değirmen, Adımlar gibi birçok sol görüşlü dergi, Turancılara karşı oldukça sert bir üslup kullanmaya başlamıştır. Muzaffer Şerif Başoğlu, Halit

1581 Falih Rıfkı Atay, “Türkçeleştirilen Anayasamız”, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Ocak 1945, s. 1. 1582 Mümtaz Faik Fenik, “Güzel Türkçeyi Artık Konuşalım”, Zafer Gazetesi, 19 Aralık 1949, s. 1 1583 Yalman, s. 1466. 1584 Mumcu, s. 187. 1585 Fuat Sevim, Dünya Uygarlığı ve Türk Sosyo-Ekonomik Tarihi, İpek Yayınevi, İstanbul 1978, s. 384. 290

Tanyeli, Niyazi Berkes ve Adnan Cemgil önderliğindeki sol görüşü benimseyen isimler, kendi yayın organlarını Turancılık karşıtı görüşlere saldırı aracı olarak kullanmaya başlamışlardır. Bu yazarların ortak fikri Türkiye’de oluşan milliyetçi hareketlerin faşizme kaydığı yönünde olmuştur1586. Savaşın Sovyetler lehine dönmesi ile Türkiye yönetim olarak da Turancılık karşıtı bir yaklaşımı benimsemiş, bu görüşe sahip olanlar tutuklanmaya başlanmıştır. Irkçılık-Turancılık Davası olarak adlandırılacak milliyetçilerin yargılanması süreci 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve on sanığa, onar yıla kadar çeşitli cezalar verilmiştir. Fakat verilen karar 31 Ekim 1945 tarihinde Askeri Yargıtay tarafından bozulmuş ve yapılan ikinci bir yargılama sonunda tüm sanıklar 31 Mart 1947 tarihinde beraat etmiştir. Sanıklar zaten 1945 yılı Ekim ayından itibaren serbest bırakılmışlardır1587. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmaya başlanan yeni dünya düzeninde Türkiye komünistleri, demokratikleşme sürecinde oluşan özgür hareket ortamından olabildiğince faydalanmaya çalışmışlardır. Bu kimseler demokratikleşme ile komünizmin bir arada teşekkülünü istemişlerdir. Fakat komünistlerin istedikleri batı tarzı demokrasi değil bir işçi devrimi olmuştur. Batı demokrasisi onlara göre sömürgeci ve emperyalist bir amaca hizmet etmektedir1588. Komünistlerin yaklaşımları toplum içerisinde ciddi huzursuzluklar yaratmıştır. 1945-1950 yılları arasında hem iktidar hem de halk içerisinde bu görüşe sahip olanlara karşı tepkiler artarak devam etmiştir. Komünist yapılanmalar karşısında duyulan tepkinin temelinde bu anlayışa sahip olan kişilerin doğrudan rejimi yıkmaya yönelik hareket etmeleri yatmıştır. Komünizm Marksist çizgiden çıkararak Stalinist ve yayılmacı bir hal almıştır. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin peyk devletleri arasına sokulmaya çalışılmıştır1589. Sol görüşlerin lideri konumundaki Şefik Hüsnü Değmer Türkiye’de, faşizme karşı demokratik mücadele cephesi adı altında bir oluşumun hayata geçirilmesine çaba sarf etmiştir1590. 31 Temmuz 1945 tarihinde de oluşturulması düşünülen cephenin programı yayınlanmıştır. İktidar partisi karşıtı olan ve muhalif oluşumları destekleyen programda özetle şu ifadeler yer almıştır: Din, milliyet ve cins ayrımı yapmadan vurgunculuk ve faşizme karşı bir mücadele cephesi oluşturulacaktır. Büyük tüccar, müteahhit, çiftlik sahipleri ve ırkçı Türkçülerin desteklediği Saraçoğlu Hükümeti görevi bırakmalıdır. Onun yerine Atatürk inkılâplarına ve demokrasi prensiplerine bağlı bir iktidar oluşturulmalıdır. Orduda, hükümet içinde ve okullarda faşizm ve ırkçılık çalışmalarına dahil olmuş kimseler derhal görevden el çektirilmelidir. Zararlı olmayan her türlü cemiyet, dernek ve siyasi partiler kurulmalıdır. Hükümetin yaptıklarını eleştirmek ve doğru düşündüklerini yaymak amacıyla toplantı, miting ve gösteriler düzenlenebilmelidir. Gazete ve dergi çıkarmak için hükümet iznine gerek duyulmamalı, sansür ve denetimler kaldırılmalıdır. İşçi ile işveren arasında çıkacak ihtilaflarda işçilerin de temsil hakkı olmalıdır. Faşizm ve irtica karşıtı davranışlarından dolayı tutuklananlar serbest bırakılmalıdır.

1586Faruk Ayın, “Cumhuriyet Döneminde Türkçülük Hareketleri (1931–1945)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1988, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 193. 1587Günay Göksu Özdoğan; Turan’dan Bozkurt’a Terk Parti Döneminde Türkçülük (1931–1946), İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 104–113. 1588 Akyol, s. 253-254. 1589 Peyami Safa, “Tekrar Edelim”, Ulus Gazetesi, 5 Aralık 1949, s. 1. 1590 Timur, s. 80. 291

Köylüye kendine yetecek kadar toprak ve işini görecek alet tedariki yapılmalıdır. Azınlıklara her konuda kolaylıklar tanınmalı ve eşit haklar konusunda ihtimam gösterilmelidir. Varlık Vergisi’nden mağdur olanların mağduriyetleri giderilmelidir. Eğitim hakkı orta ve alt gelir grubundaki gençlere geniş manada tanınmalıdır. Kimsesiz çocukların bakımını üstlenecek bir teşkilat oluşturulmalıdır. Kadınlara erkekler için tanınan haklar tanınmalıdır. Halk menfaatiyle ilgili üretim araçları ve ekipmanları devletleştirilmeli ve işçilerin denetimi altına bırakılmalıdır. Halkın ihtiyacı olan tüketim maddeleri ve hizmetlerinin fiyatları indirilmelidir. Devlet işlerini yaparak zengin olan müteahhitler sınıfına karşı konulmalı ve bu iş için devlet kendi müteahhit ofisini oluşturmalıdır. Savaş sırasında haksız kazançlarla zengin olanların mallarına devlet yararına el konulmalıdır. Elde edilen paralar çalışanların sigortası olarak kullanılmalıdır. Dış siyasette Sovyetler Birliği öncelikli olarak yer almalıdır. Tüm komşu devletlerle iyi ilişkiler kurulmalıdır. Kanaat ve görüşlerinden dolayı kimse takip ve işkenceye maruz kalmamalıdır1591. Bu program daha sonra kurulacak olan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin programının temelini oluşturmuştur1592.

4.9.1. Komünizme Tepki: Tan Gazetesi Olayı ve Komünist Partilerin Kapatılması

Komünizmin hızlı bir yükseliş trendi yakalaması karşısında toplum içerisinde oluşan tepkilerin ilk yansıması; gençler tarafından solcu gazetelerin tahrip edilmiş olduğu Tan Gazetesi Olayı ile gerçekleşmiştir. Tan Gazetesi çok partili hayata geçiş karşısında direnen CHP’ye yönelik ciddi bir muhalefet içerisine girmiştir. Gazete’nin tek partili rejimi, hükümetin ekonomik ve siyasal icraatlarını eleştirmesi sonrasında Peyami Safa, Hakkı Tarık Us ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın başını çektiği bir komünistlik karşıtı kampanya başlatılmıştır. CHP yöneticileri de Tan Gazetesi’nin iktidar ve parti hakkındaki eleştirilerine tahammül edememişlerdir1593. Bu arada Sabiha Sertel önderliğinde Görüşler adıyla bir dergi çıkacağı ve bu derginin 1945 yılı sonlarında yayın hayatına başlayacağı duyurulmuştur. Çıkacak olan dergide Bayar, Menderes ve Köprülü’nün de yazılarını yayınlamak isteyen Sertel, derginin yayın çizgisi belli olunca bu kişilerden dergiye yazı verme sözü almıştır. Fakat Sertel’in dergisinin ilk sayısında bu üç isim derginin sürekli yazarı olarak gösterilmiştir. Derginin içeriği ise tamamen komünist bir karakter üzerine kurulmuştur1594. Görüşler Dergisi’nde Bayar ve arkadaşlarının yazısının yayınlanacağının duyurulması üzerine bu kişiler savunmaya geçerek iddiayı yalanlamışlar ve dergi ile hiçbir bağlantılarının olmadığını açıklamışlardır1595. Görüşler Dergisi’nin yayınlanmaya başlanması ve Zekeriya Sertel’in Tan Gazetesi’nde komünizmi öven yazılar neşretmesi sonrasında komünizm karşıtı gazetelerden gelen tepkiler artış göstermiştir. Cumhuriyet Gazetesi’nde konuyla ilgili yayınlanan bir haberde özetle şu ifadeler yer almıştır; Hürriyet ve demokrasi isteriz diyen solcuların komünist demokrasi ve kızıl hürriyet istedikleri anlaşılmıştır.

1591 Sayılgan, s. 262-268. 1592Türkiye Sosyalist…, s. 3-36. 1593 Kabacalı, Türkiye’de…,s. 103. 1594 Yalman, s. 1327-1328. 1595Vatan Gazetesi, 1 Aralık 1945, s. 1. 292

Orak-çekice tapanlar maskelerini atmışlardır. Yeni Dünya ve Görüşler yayın organları aracılığıyla bu kimseler gerçek yüzlerini göstermişlerdir. Buradaki demokrasi ve hürriyeti beğenmeyerek Sovyet rejiminin esiri yapmak istiyorlar. Komünistlik ve Bolşeviklik, faşistlik ve nazilik gibi hatta daha fazla olmak üzere kişilere hürriyet tanımama taraftarıdır1596. Tanin Gazetesi’nde de komünizm aleyhinde yazılar artmıştır. Zekeriya Sertel’in CHP’yi haksız kazanç elde etmekle suçlaması, partililerin kazançlarını beyan etmelerini istemesi ise yaşanan gerginliği daha da artırmıştır. Türkiye karşısında dostça görülemeyecek bir tavır takınan, Dostluk Antlaşması’nı fesheden Sovyet Rusya’nın Serteller tarafından övülmesi ise meydana gelecek olan olayların ön habercisi olmuştur1597. Beklenen toplumsal patlama 4 Aralık 1945 tarihinde İstanbul’da gerçekleşmiştir. Yükseköğrenim gençliği ellerinde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün resimleri ile Türk bayrakları olduğu halde Bayezit Meydanı’nda toplanmışlardır1598. Göstericilerin ellerinde: “Yaşasın Atatürk, Yaşasın İnönü, Yaşasın Demokrasi”, “Ne Faşistiz, Ne Komünistiz, Demokratız”, “Bu Vatan Parçası Türk Olanlarındır”, “Vatandaş Kötü Niyetli Olanların Gazetelerini Okumayınız”, “Kahrolsun Serteller, Kahrolsun Komünizm, Yaşasın Türk Demokrasisi1599” ifadelerinin yer aldığı pankartlar da bulunmaktaydı. Bayezit’te başlayan nümayiş, saat on sırasında katılımcıların yürüyüşe geçmesiyle hareket kazanmıştır. Gençler Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na çelenk koymak için ilerlerken CHP binası önüne gelerek vatansever tezahüratlarda bulunmuşlardır. Sirkeci’ye doğru yönelen grup Tan Matbaası önünde durup komünizm ve Serteller aleyhinde tezahürata devam etmişlerdir. Polis kordonunu yaran gençler matbaanın içine girmişlerdir. Bina içinde ve matbaa kısmında tahribat yapılmış, camlar kırılmıştır. Burasının uzun süre kullanılamayacak hale geldiği gözlenmiştir. Bazı parçalar ve kâğıt bobinler ise nümayişçiler tarafından sürüklenerek denize atılmıştır. Alınan tedbirlere rağmen Beyoğlu’na gelen göstericiler, Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerinin basıldığı matbaaya da girerek baskı malzemelerine büyük zarar vermişlerdir. Taksim’e gelen grup burada İstiklal Marşı’nı söylemiş, Cumhuriyet Anıtı’na çelenk koymuştur. Gösteriler esnasında İstiklal Caddesi’nde bulunan Berrak Kitabevi’nin camları kırılmış, bazı kitaplar yırtılarak caddelere atılmıştır. Cağaloğlu yokuşunda bulunan ABC Kitabevi’ne girilmiş ve burada da kitaplar tahrip edilmiştir. Bayezit Meydanı’nda açılan Lena Kitabevi nümayişçilerin isteği ile ismini boya ile kapatmıştır. Gençler tarafından Tan ismini taşıyan çeşitli işyerlerinin isimleri değiştirilerek; “doğuş”, “kurtuluş” gibi isimler verilmiştir. Olaylar katılımcıların dağılmasıyla son bulmuştur1600(EK 19). Yaşanan olaylardan bir gün sonra Sıkıyönetim Komutanı Asım Tınaztepe imzasıyla bir bildiri yayınlanmıştır. Bildiri çıkan olaylara vurgu yapar nitelikte olup şu ifadeleri içermiştir: “Dün(4-12-945 Salı günü)üniversite öğrencilerinin bir kısmı iki basım evi ile birkaç kitabevine taarruz etmişler ve bu hareketlerine mani olmak isteyen hükümet inzibat kuvvetlerini

1596 “Bizim Yoldaşlar Nihayet Maskelerini Attılar”, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Aralık 1945, s. 1. 1597 Topuz, s. 181-182. 1598 Yalman, s. 1329. 1599 Koçak, Türkiye’de…, s. 795. 1600Akşam Gazetesi, 5 Aralık 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Topuz, s. 183. 293

dinlemeyerek tasarladıkları suçu işlemişlerdir. Bunlar hakkında derhal takibat ve tahkikata başlanmıştır. Bu müessif harekete katiyen müsamaha edilmeyecektir. Bu ve benzeri hareketlerin şiddetle karşılık göreceğini ve bu gibi kitle toplantılarının yasak edilmiş bulunduğunu beyan ve ihtar ederim1601.” İstanbul’da yaşananların ardından başka şehirlerde de benzer nümayişler gerçekleşmiştir. Bursa’da 2.000 kişilik bir genç topluluğu tezahüratlarla yürüyüşte bulunmuşlardır. Tan, Görüşler ve Yeni Dünya yayınlarını gördükleri zaman bunları yırtan grup, bütün kitabevlerini gezerek adı geçen yayınları aramışlardır. Atatürk rejimine ve İnönü’ye bağlılıklarını ifade eden gençler, CHP binaları önünde tezahürat yaparak dağılmışlardır1602. İzmir’de de aynı şekilde gösteriler cereyan etmiştir. Yeni Dünya Gazetesi’nin afişleri yırtılmış, bazılarının üzerine de: “Gençler Dikkat Ediniz, Komünisttir, Okumayınız!” ifadeleri eklenmiştir. Bazı duvarlara ise: “Kahrolsun Serteller, Kahrolsun Komünistler” propaganda sözleri yazılmıştır1603. Meydana gelen olaylar CHP meclis grubu toplantısına konu olmuştur. Konuşan milletvekilleri yaşanan olayların basının bir kısmının tahrikçiliği sonrasında gerçekleştiğini belirtmişlerdir. Basın ve Yayın Genel Müdürü Nedim Veysel İlkin yabancı ajans muhabirlerine verdiği bir demeçte yaşananlarla ilgili bilgi vermiş, atılan sloganlardan bahsetmiş, gelişmelerin Sovyetler aleyhinde olmadığını anlatmaya çalışarak şu ifadeleri kullanmıştır: “…Hakikat bu merkezde iken Tass Ajansı’nın Ankara’daki muhabirinin hadiseyi güya faşistlerin yaptığı Rus aleyhtarı bir nümayiş gibi aksettiren ve bu meyanda talebelerin güya ‘Kahrolsun Ruslar, Ruslara Ölüm’ gibi afişler taşıdığını ifade eden ve hakikate uymayan haberleri, mensup olduğu ajansa bildirdiği anlaşılmıştır. Vaziyeti olduğu gibi tavzih ediyorum1604.” Times Dergisi de olayları sayfalarına taşımış ve şu yorumu yapmıştır: “Bu tezahürat, umumi durumun aldığı şekil üzerine bir zamandan beri hüküm süren ve İran hadiselerinin Türkiye’de birkaç solcu gazetenin çıkmasıyla aynı zamana tesadüf etmesi neticesi en had derecesine varan sinirliliğin sebebiyet verdiği şüphe götürmez. Son aylar zarfında Türk basınına verilen tam serbestlikten faydalanan bu gazeteler, Türklerin son derece tahrik edici telakki ettikleri bir lisan kullanmışlardır. Bu arada, bu solcu gazetelerin gittikçe daha ziyade İngiliz aleyhtarı olduğu da kaydedilmektedir1605.” Sol görüşlü basına karşı gösterilen tepkiler Rusya’da da yankı bulmuştur. Sovyet Rusya 8 Aralık 1945 tarihinde Ankara’da bulunan büyükelçisi aracılığı ile Dışişleri Bakanı Hasan Saka’ya bir protesto notası vermiştir. Çıkan nümayişleri kendilerine karşı bir tavır olarak değerlendiren bu notada; olaylar sırasında Sovyetler Birliği aleyhine sözler sarf edildiği, Sovyet neşriyatının satıldığı iki kitap evinin tahrip edildiği, Türk polisinin de buna müsamaha gösterdiği belirtilerek Türk hükümetini yaşananlardan sorumlu tutmuştur1606. Türkiye ise gelen bu notaya verdiği cevapta; Sovyetlere karşı bir tavrın olmadığını, sadece bazı gazetelerin yayınladığı haberlere yönelik halk tepkisinin kendisini gösterdiğini belirtilmiştir fakat bu cevabi nota Sovyet

1601Son Posta Gazetesi, 5 Aralık 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Vatan Gazetesi, 5 Aralık 1945, s. 1-3, Akşam Gazetesi, 5 Aralık 1945, s. 1. 1602Son Posta Gazetesi, 6 Aralık 1945, s. 1. 1603Ulus Gazetesi, 6 Aralık 1945, s. 1., Ayrıca Bakınız: Koçak, Türkiye’de…, s. 804. 1604Akşam Gazetesi, 5 Aralık 1945, s. 2. 1605Akşam Gazetesi, 8 Aralık 1945, s. 1. 1606 Kurtcephe, s. 145. (Sayfa aralığı 127-151). 294

tarafından tatmin edici bulunmamıştır1607. Hükümet yaşanan olaylarla ilgili olarak derhal dava sürecini başlatmıştır. Yargılamalarda olayları çıkaranlardan çok çıkan olaylara neden olan isimler suçlu görülmüştür. Yapılan yargılamalar sonrasında Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel ve Cami Baykurt birer yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Baykurt 65 yaşını doldurduğu için altıda bir indirime tabi tutularak on ay ceza almıştır. Halil Lütfi 9 ay on gün ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Dört sanık da tutuklu bulundukları gün dikkate alınarak ikametgâh adreslerinde cezalarının üçte biri kadar gözetim altında kalmaları şartıyla serbest bırakılmıştır. Bu kişiler hükümetin manevi şahsiyetine tahkir suçundan ise beraat etmişlerdir1608. Komünizm karşısında yaşanan toplumsal infialin ardından bir müdahale de Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Türkiye komünistlerinin Sovyetler Birliği ile ilişki içerisinde olduğu iddiaları komünist teşkilatlanmaları üzerinde dikkatlerin toplanmasına neden olmuştur. Komünist parti ve sendikalar bu iddiaları reddetmiş olsalar da Rusya’ya göndermiş oldukları çeşitli raporlar afişe olmuştur. Özellikle Şefik Hüsnü Değmer’in Moskova’ya göndermiş olduğu 1945 yılı sonlarındaki ve 1946 yılı içerisindeki raporlarda, Türkiye’de basın aracılığıyla izlenen komünist propagandadan bahsedilmiştir. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin; Türkiye’nin Rus tehditleri karşısında İngiltere’den yardım istediği, Türk hükümetinin İngiltere’ye uşaklık ettiği yönünde değerlendirmesi de tepki toplamıştır1609. Oluşan komünizm karşıtı reaksiyon ortamında, Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 16 Aralık 1946 tarihinde yayınlanan ve bir gün sonra basında yer alan bir tebliğde, alınan tedbirler halka duyurulmuştur. Bu tebliğde yer alan ifadeler şu şekildedir: “Sıkıyönetim bölgesi içinde genel güveni sağlamak görev ve sorumluluğu altında bulunan komutanlık, hududu içindeki illerde aşağıdaki tedbirlerin alınmasına lüzum görmüştür: 1. Mahkûm komünistler veya müfrit komünist mefkûreli kimseler tarafından örtülü bir şekil altında kurularak memleket içinde içtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesise ve mevcut iktisadi ve içtimai nizamları bozmaya çalıştıkları anlaşılan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi merkez ve şubeleri ve mevcut sendikalardan bu partiler veya onlardan aldıkları direktifle hareket eden kimseler tarafından kurularak ve kendi maksatlarına göre sevk ve idare edilenleri ve İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ve İstanbul İşçi Kulübü kapatılarak faaliyetlerine son verilmiştir. 2. Bu partilerin fikirlerini yayan Sendika, Ses, Nor-Or, Gün, Yığın ve Dost gazeteleri ve dergileri ve bunların matbaaları kapatılmıştır. 3. 9 Aralık 1946 tarihli nüshasında belirmiş olduğu vechile memleketin siyasi ve hukuki nizamını bozma yolunda propaganda yapan Yarın Gazetesi ve matbaası dört ay için kapatılmıştır. 4. İrticai mahiyette yaydığı fikirlerle emniyet bakımından zararlı görülen Büyük Doğu Dergisi ve matbaası dört ay için kapatılmıştır.

1607Akşam Gazetesi, 15 Aralık 1945, s. 1. 1608Akşam Gazetesi, 24 Mart 1946, s. 2., Ayrıca Bakınız: Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 107. 1609 Akyol, s. 242 ve 253. 295

5. Komünist propagandasını taşıyan her türlü yazının sıkıyönetim hududu dâhilindeki illere girmesi ve bu illerde basılıp satılması yasaktır1610.” Sıkıyönetim Komutanlığı emriyle kapatılan sendikalar, partiler, gazete ve dergilerle alakalı kişilerin çalışma yerleri ve evlerine polis tarafından yapılan baskınlarla delil araması yapılmıştır. Bu süreçte 44 kişi yakalanarak sorguya çekilmiştir. Şefik Hüsnü Değmer, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Yusuf Ahıskalı, Aram Pehlivanyan ve Avadis Aleksanyan sorguya çekilenler arasında yer almışlardır1611. CHP Genel Sekreterliği yaşanan gelişmeleri değerlendirmek ve açıklamalarda bulunmak adına il idare kurullarına bir yazı göndermiş ve özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Sıkıyönetimin siyasi parti, sendika ve neşriyata karşı yürüttüğü son dönemdeki tedbirler sonrasında muhalefetin bu girişimleri kendilerine malzeme etmeleri muhtemeldir. Cemiyetler Kanunu’nda yapılan düzenleme ile sınıf esasına dayanan teşekküller oluşturma izni verilmiştir fakat dış müdahalelere ve sosyal hayatı bozacak davranışlara izin verilmeyeceği aşikârdır. Sıkıyönetim tarafından kapatılan partiler, sendikalar ve gazeteler bu koşullara uyma garantisi verseler de komünizmin temsilcisi durumuna gelmişlerdir. Dışarıdan mali destek sağlayan ve bazı saf vatandaşları yanlış yöne sürükleyen, zaruri şartlardan dolayı yaşanan sıkıntıları öne sürerek propaganda yapmak isteyen yayınlar, kimi yerlerde bedava dağıtılarak halkı etkilemeye çalışmıştır. Bu nedenle Sıkıyönetim Komutanlığı’nın aldığı tedbirler yerindedir. Tedbirlerin uygun lisanla parti teşkilatına ve halka duyurulması gerekmektedir1612.

4.9.2.Üniversite Hocaları Hakkında Komünistlik Suçlamaları ve Öğrencilerin Gösterdiği Tepkiler

Tan Gazetesi Olayı sırasında CHP’li gençlik kollarının gazete ve matbaaları tahribinden sonra, karşılık verilmek üzere Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde hazırlıklar yapıldığı öğrenilince Milli Eğitim Bakanlığı tarafında bir soruşturma açılmıştır. Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran ve Niyazi Berkes’in öğrencileri kışkırtıp kışkırtmadıkları konusu soruşturmanın esasını oluşturmuştur. Boran’ın Görüşler Dergisi’nde yazı yayınlamış olması, Boratav ve Berkes’in de yazı gönderme vaadinde bulunmuş olmaları da soruşturmanın diğer bölümünü oluşturmuştur. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanı Enver Ziya Karal, 13 Aralık 1945 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim Genel Müdürlüğü’ne yazdığı bir ihbar yazısında; ismi geçen kişilerin ilmi anlayışla uyuşmayan Görüşler Dergisi’nde yazı yayınlatmak ve bu konuda vaatte bulunmak yolunda girişimlerinin olduğunu bildirmiştir. Yüksek Öğrenim Genel Müdürü Necmettin Halil Onan ise Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e 14 Aralık 1945 tarihinde gönderdiği yazısında; öğrencilerin, ismi geçen öğretim görevlileri tarafından açıkça kışkırtılmamalarına rağmen, bu kişilerin öğrencileri zararlı fikirlerle aşıladıkları için görevlerine son verilmesi gerektiği kanaatini iletmiştir. Yüksek Öğrenim Genel Müdürlüğü 15

1610Son Saat Gazetesi, 17 Aralık 1946, s. 1., Ayrıca Bakınız: Vatan Gazetesi, 17 Aralık 1946, s. 1., Yalman, s. 1376. 1611Son Saat Gazetesi, 17 Aralık 1946, s. 1. 1612 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 6.34..19. 296

Aralık 1945 tarihinde toplanarak Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve asistanı Mediha Berkes’in bakanlık emrine çekilmesine karar vermiştir. Milli Eğitim müfettişleri tarafından hazırlanan 15 Ocak 1946 tarihli soruşturma raporu ile dört öğretim görevlisinin fakülte ile ilişkilerinin kesilmesi gerekliliği ortaya atılmıştır. Alınan karar karşısında dört öğretim görevlisi Danıştay’a başvurmuş1613, Danıştay ise verdiği kararla yapılan işlemi geçersiz saymıştır. Siyasi içerikli bir dergiye yazı verme vaadinden dolayı suçlama yapılmasını dayanaksız bulmuştur. Şahısların fakülte içinde siyaset yaptıklarıyla ilgili delil olmadığı için fakülte dekanlığı ve Yüksek Öğrenim Genel Müdürlüğü’nün kararlarını iptal etmiştir ve böylece ilgili hocaların bakanlık emrine alınma kararı bozulmuştur1614. Komünist hocaların yeniden göreve iade edilmeleri fakültede gerilimin artmasına ortam hazırlamıştır. Ankara’da sol görüşlü öğrenciler tarafından çıkarılan Ant Dergisi ile öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes, Mediha Berkes ve Muzaffer Şerif Başoğlu tarafından desteklenen Adımlar ile Yurt ve Dünya dergileri karşıtı bir hava oluşmuştur. 60 kadar milliyetçi görüşe sahip genç tarafından Ankara’da çıkarılan Bayrak Gazetesi’nde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde çalışan solcu öğretim üyeleri aleyhinde bir bildiri yayınlanmıştır. Öğretim üyelerini komünistliği yaymakla ve Milli Eğitim Bakanı’nı da bunları desteklemekle suçlaya bildiriye karşı, 108 genç tarafından 24 Saat Gazetesi’nde karşı bir bildiri yayınlanmıştır. Karşılıklı atışmalar ortamı iyice germiştir. 5 Mart 1947 tarihinde fakültenin konferans salonunda Pertev Naili Boratav’ın konferans vereceği gün Hukuk ve Ziraat Fakültesi öğrencileri konferans salonuna girmişlerdir. Karşıt görüşlü öğrencilerin kavgaya tutuşmaları üzerine konferans ertelenmiştir. 6 Mart tarihinde aynı konferans salonunda öğrenciler yine toplanmışlardır. Polis müdahalesine karşı olduklarını dile getirerek Ulus Meydanı’na doğru hareket isteğini bildirmişlerdir. Polisin gösteriye müdahale edeceği anlaşışınca öğrenciler adına kürsüye gelen bir genç rektörden isteklerini sıralamıştır. Bu istekler şu şekilde olmuştur: Konferanslarda sol görüşlüler konuşturulmamalı, Yurt ve Dünya Dergisi’ni yayınlayanlar ile solcu öğretim üyeleri ve öğrencileri okuldan uzaklaştırılmalı, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından okul ve yükseköğretim kurumlarına aldırılan Yurt ve Dünya Dergileri toplatılmalı ve dergiyi çıkaranlar gözaltına alınmalıdır1615. Rektör Şevket Aziz Kansu kürsüde yatıştırıcı bir konuşma yapmış fakat öğrenci grubu güvenlik önlemlerine karşın Ulus’a yürümüştür. Saman Pazarı’na doğru hareket eden grup, yolda kendi paralarıyla satın aldıkları sol görüşlü gazeteleri yırtmış ve ayakları altına almışlardır. Olaylar sonrasında aynı gün üniversite rektörlüğü tarafından yayınlanan bir bildiride; üniversitelerdeki bazı hocalarla ilgili basında yer alan haberlerin ve karşılıklı yazışmaların üniversitede istenmeyen öğrenci hareketlerine meydan verdiği, öğrencilerin üniversiteden isteklerini rektörlük aracılığıyla yapmalarının beklendiği, üniversite senatosu tarafından çıkan olayların sebeplerinin araştırılması için beş kişilik bir komisyonun tayin edildiği bildirilmiştir1616.

1613 Dölen, s. 139-140. 1614Akşam Gazetesi, 4 Mayıs 1946, s. 2. 1615 Kabacalı, Türkiye’de…,s. 111-112. 1616Akşam Gazetesi, 7 Mart 1947, s. 1-2. 297

Belirlenen beş kişilik komisyon toplanarak olayı soruşturmaya başlamış ama süreç uzamıştır. Bir türlü kararın verilmemesi üzerine Rektör Kansu’nun da komünistleri koruduğu yönünde söylentiler yayılmıştır. Fakülte öğrencileri gelişmeler karşısında yeni bir protesto mitingi düzenlemeyi kararlaştırmışlardır. 27 Aralık 1947 tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk, Tıp, Dil ve Tarih-Coğrafya, Ziraat, Veterinerlik ve Orman Fakülteleri öğrencileri tarafından bir miting gerçekleştirilmiştir. Bu mitingin planlanması 26 Aralık 1947 tarihinde yapılmıştır. Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümü olduğu için toplanan fakülte öğrencileri; komünizme karşı biriken nefret, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde çalışan komünist düşünceye sahip hocaların görevden uzaklaştırılmaması, basında Milli Eğitim Bakanlığı binasının komünistler tarafından yakıldığına yönelik haberlerin çıkması gibi nedenlerden dolayı hem komünizmi hem de üniversite senatosunu protesto etmek için miting kararı almıştır. Emniyet güçleri çıkabilecek olaylara mani olabilmek için gerekli güvenlik tedbirlerini önceden almıştır. Fakat 27 Aralık tarihindeki miting sırasında kontrol sağlanamamıştır1617. Gençlerin komünizme karşı milli heyecanı ifade etmek maksadıyla yaptıkları nümayiş esnasında bazı nahoş hadiseler cereyan etmiştir. Üniversite Rektörü Kansu’nun öğrenciler tarafından istifaya mecbur edilmesi hadisesi öne çıkan gelişme olmuştur1618. Kansu’nun istifasının alındığı olay Son Saat Gazetesi tarafından şu şekilde anlatılmıştır: “Talebe Birliği Başkanı Mehmet Ali Arıkan rektörlük odasına çıkmıştı. Odada Rektör Şevket Aziz, Tıp Fakültesi Dekanı General Abdülkadir Noyan, Tarih Fakültesi Dekanı Enver Ziya Karal vardı. Rektör sapsarı olmuştu. Abdülkadir Noyan talebe birliği reisine, dün komünist hocalar hakkında karar verildiğini ve arkadaşlarına bildirip dağılmalarını istedi. Fakat gençler rektörü istemekte ısrar ettiler. Bunun üzerine kalabalık rektörün 114 numaralı odasına doldu. Şevket Aziz Kansu büyük bir korku içinde idi. Abdülkadir Noyan rektörü dışarı çıkardı. Rektörün saçı başı dağınıktı. General Abdülkadir yalnız olarak odaya geldi ve kendisinin 43 senelik bir asker olduğunu, saçlarını bu millet yolunda ağarttığını rektörün istifa edeceğini söyledi. Biraz sonra rektör de odaya gelerek generalle beraber bir masanın üzerine çıktılar. Rektör: ‘Kahrolsun Komünistler, İstifa Ediyorum!’ diye bağırdı. Fakat bununla iktifa etmeyen gençler çıkardıkları pullu bir kâğıdı istifa ettiğini yazıp imzalaması için rektöre verdiler. O da yazdı imzaladı. Bundan sonra rektörün bir taksi ile gideceği duyulunca bütün gençler otomobilin etrafını sardılar. Bu sırada itfaiyenin birçok arazözü su serpmeye ve polislerde havaya silah atmaya başladılar. Fakat gençler Atatürk’ün kabrine gitmek arzusunu gösterince Ankara Valisi İzzettin Çapar kafileye katıldı ve gençlerle beraber kabri ziyaretten sonra: ‘Dediğiniz oldu. Bana verdiğiniz sözü tutarak dağılınız’ dedi. Bunun üzerine gençler, Denizciler Caddesi’ndeki Türk Gençleri Derneği’ni basarak kitap ve eşyaları tahrip ettiler. Kafile tekrar Ulus Meydanı’na gelerek İstiklal Marşı ile toplantıya son verdiler1619.” Öğrenci grupları olayların ardından zafer kazandıklarını düşünerek dağılmışlardır ama ertesi gün Kansu görevinin başına geçerek öğrencilerin yanıldığını göstermiştir1620. Rektör

1617 BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 65.407..14. 1618Memleket Gazetesi, 29 Aralık 1947, s. 1-3. 1619Son Saat Gazetesi, 28 Aralık 1947, s. 5. 1620 Bağlum, s. 137-138. 298

görevini ancak 26 Nisan 1948 tarihinde bırakmış ve yerine 1 Mayıs 1948 tarihinde Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Tarih Profesörü Enver Ziya Karal atanmıştır1621. Sol görüşlü hocalara karşı yapılan protestoların ardından 10 Ocak 1948 tarihinde Ankara Üniversitesi Senatosu Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Boşoğlu, Mediha Berkes ve Azra Erhat’ın öğretim üyeliklerine son vermiştir1622. Görevden el çektirme kararı Üniversiteler Kanunu’nun 46. maddesinin ‘d’ fıkrasına dayandırılmıştır. Bu fıkra aynen şu ifadelere sahiptir: “Üniversite öğretim mesleğinde kalmasında yer bırakılmayacak kadar şeref ve haysiyet kırıcı bir suç işleyenler üniversite öğretim mesleğinden çıkarılır, bu gibilerin akademik unvanlarını taşıyıp taşımayacakları Üniversite Senatolarınca ayrıca karar altına alınır1623.” Senato tarafından verilen karar Üniversitelerarası Kurul tarafından bozulmuş ve hocalar görevlerine iade edilmiştir. Bu bozma kararının nedenleri de kurul tarafından açıklanmıştır. İlk olarak, konunun tahkikatının fakülte ya da üniversite yönetim kurulu tarafından yapılması gerekirken bu sürecin senato tarafından yürütülmesi yanlış bulunmuştur. Sanıkların müdafaalarına cevap verilmemiş olması ve bu müdafaalardaki ifadelerin bir bölümünün alınarak delil olarak kullanılması da verilen kararda etkili olmuştur. Hocaların durumları ayrı ayrı değerlendirilerek suçlarına göre bir derecelendirme yapılması gerekirken buna da dikkat edilmemiştir. Kararın bozulması ile ilgili diğer gerekçeler ise şöyle sıralanmıştır: Yurt ve Dünya Dergisi kanun çerçevesinde yayın yapmaktadır ve bu dergiler karşısında diğer basın kuruluşlarının eleştirileri kriter olarak kabul edilemez. Görüşler Dergisi’ne yazı verilmesinin vaat edilmesi ve bir hocanın da yazı vermiş olması üniversite içindeki eğitim faaliyetlerini aksatmayan bir davranıştır ve bu süreçte Pertev Naili Boratav’ın MEB tarafından profesörlüğe layık görülmesi de bir suç unsuru olmadığına kanıttır. Üniversitedeki öğrenci nümayişlerinin bu kişilerden kaynaklı olduğu kanıtlanamamış bir iddiadır1624. Senato kararının bozulması Meclisin 3 Mayıs 1948 tarihli oturumunda gündeme gelmiştir. Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer konuya açıklık getirmiş ve özetle şu ifadelerde bulunmuştur: Bahsi geçen profesörler son yıllarda defalarca idari, emniyet ve eğitim makamlarının soruşturma süreçleri içine girmişlerdir. Haklarında tahkikatlar yapılmış ve bir ara bakanlık emrine çekilmişlerdir. Bu hocalar 1947 yılı bahar aylarında öğrenciler tarafından yapılan toplu şikâyetler karşısında da tahkikata uğramış ama Danıştay tarafından muhakeme edilmelerine gerek görülmemiştir. Ankara Üniversitesi Senatosu ise bir disiplin kovuşturması yapmayı uygun görmüştür. Senato bahsi geçen kişilerin öğretim görevlerine son verme yetkisini haiz olduğu için ihraçlarda bulunmuştur. Şahıslar itiraz hakları bulunduğu için konuyu Üniversitelerarası Kurula iletmişlerdir. Milli Eğitim Bakanı başkanlığında üç rektör, dekanlar ve bunların birer temsilcisinden oluşan 20 kişilik Üniversitelerarası Kurul konuyu gündeme almış ve delilleri yeterli görmeyerek senatonun kararını bozmuştur. Bu kişiler hala görev başı yapmış değillerdir. Çünkü üniversite, eğitimin zarar göreceğini düşünerek bu şahısları engellemek için hocalara ait dersleri(Sosyoloji, Halk Edebiyatı ve Folklor dersleri) müfredattan çıkarmıştır.

1621Akşam Gazetesi, 1 Mayıs 1948, s. 1. 1622 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 204. 1623 Hatiboğlu, s. 154. 1624Akşam Gazetesi, 9 Mart 1948, s. 1-7. 299

Bakanın konuşmasının ardından söz alan Zonguldak Milletvekili Orhan Seyfi Orhon hocaların görevlerine iadelerine karşı çıkan bir konuşma yapmış ve konuşmasında özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Bu kişiler Üniversiteler Kanunu’nda yer alan ve öğrencilerin nasıl yetiştirileceğini gösteren ‘Türk devriminin ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak’ yetiştirilmeleri ilkelerine ters hareket etmişler, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu fakültenin ilkelerinden sapmışlardır. Şahıslar komünist parti lideri Şefik Hüsnü Değmer önderliğinde çıkan Yurt ve Dünya Dergisi’nde yer almışlardır. Yazılarında gerçek devrim olarak 1917 İhtilalini göstermişler, bu devrimin devamı içerisinde yer almayanların yok olup gideceklerini, milli ideal fikrinin faşizm ve tahrikçilik olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kişiler Ankara Üniversitesi’nde eğitime zarar vermişler ve okulu ikiye bölmüşlerdir. Suçlarının bu kadar açık olmasına rağmen görevlerine geri dönmelerinin yolu açılmıştır. Yaşananlar bir üniversite muhtariyeti sorunu değil, doğrudan milletin hürriyeti, emniyeti ve selameti sorunudur1625. Üniversitelerarası Kurul tarafından suçsuz bulunmalarına rağmen hocalar hakkında görevi kötüye kullanma suçundan bir yargılama başlatılmıştır. Sanıklar hakkında ortaya atılan suçlamalardan bazıları şunlardır: Türkçülük aleyhinde konuşmak, sağcı talebeleri sınıfta bırakmak, Rus rejimini methetmek1626. Yargılama sonunda 10 Şubat 1950 tarihinde; Behice Boran ve Niyazi Berkes 3 ay hapis, 3 ay memuriyetten mahrum bırakma, mahkeme masrafı olan 450 lirayı ödeme ile cezalandırılmış, bu kişilerin işledikleri suçu bir daha işlemeyeceklerine kanaat getirildiğinden suçları ertelenmiş, temyiz yolu içe açık bırakılmıştır. Pertev Naili Boratav ise suçlu bulunmamıştır1627. Ceza alanların itirazı üzerine karar Yargıtay 4. Ceza Dairesince sanıklar lehine bozulmuştur. Deliller yeterli görülmeyerek sanıkların beraatına karar verilmiştir1628. Fakat bu kişilerin eski kadrolarına dönemleri mümkün olmamıştır. Berkes Kanada’da, Boratav ise Fransa’da akademisyenliğe devam etmiştir1629. Behice Boran ise affedilmesine rağmen başka bir siyasi olaya karışmıştır. Boran’ın da dahil olduğu bir ekip tarafından 21 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul’da kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti aynı yılın sonuna doğru davalık olmuştur. Ankara’da askeri mahkemede görülen davada cemiyetin yayın organı olan Barış Dergisi’nde Kore Savaşı aleyhinde yazılar yayınlandığı, ordu içinde kışkırtma yapıldığı, ABD ile olan ilişkilerin bozulmasına gayret gösterildiği iddia edilmiş ve 18 Eylül 1951 yılında tamamlanan yargılama ile cemiyet yöneticileri 15 ay hapse mahkûm edilmişlerdir1630.

4.9.3. Demokrat Parti’nin Komünistlikle Suçlanması ve Mareşal Fevzi Çakmak Olayı

DP kurulurken Menderes’in Halk Partisi’ne nazaran iki parmak daha soldayız ifadesini kullanması, 1946 seçimleriyle birlikte Mecliste sol sıraların partiye tahsis edilmesinin istenmesi,

1625 TBMMTD, 3 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11, s. 247-251. 1626 Dölen, s. 148-149. 1627Zafer Gazetesi, 11 Şubat 1950, s. 1-6. 1628Zafer Gazetesi, 1 Temmuz 1950, s. 1-8. 1629 Ali Ata Yiğit, “Tartışılan Yönleriyle İsmet İnönü Dönemi(1938-1950)”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 289, Ankara Eylül 2011, s. 43-44. (Sayfa aralığı 30-45) 1630 Şişmanov, s. 176. 300

sol eğilimli aydınlarla yakın temas içinde bulunulması DP hakkında Rus parasıyla kurulduğuna dair iddiaları gündeme getirmiştir1631. Partinin kuruluşu siyasal anlamda demokratikleşme yolunu açtığı için sosyalist çevreler de bu oluşumun yanında yer almışlar ve DP önderleri ile yakın temas kurma çalışmaları içerisine girmişlerdir. Solcular tarafından çıkarılacak olan Görüşler Dergisi’nde DP önderlerinin yazılarının yayınlanacağı duyurulmuştur1632. Bayar ve Menderes bu iddiayı yalanlamıştır. Bayar konuyla ilgili memnuniyetsizliğini şu ifadelerle göstermiştir: “Size şunu kesin olarak söylerim: Kemalizm’e, O’nun istihdaf ettiği hür milli hâkimiyete bağlılığım, başında olduğu kadar saf ve samimidir. Kemalizm’den başka herhangi bir ideoloji ile hiçbir alakam yoktur. Zaten Kemalizm denince, bunun demokrasi mefhumunun tam ifadesi olduğunu biliyorsunuz. İlk günden beri içinde bulunduğum ve zaman zaman mesuliyetini üzerine aldığım inkılâbımızın esaslarından ayrılabilmek benim için mümkün değildir. Siyasi hayata devam etmek için bana hakim olan fikirleri ortaya koyacağız. Herkes görecektir. Şimdiye kadar muharrirlik iddiasında bulunmadım. Bu yola girmek niyetinde de değilim. Bu mecmuada olduğu gibi, her hangi başka bir mecmuanın tahrir heyetine dahil olacağımda bahis mevzuu değildir1633.” Bayar ve arkadaşlarının dergi ile ilgilerinin olmadığını belirtmelerine rağmen Zekeriya Sertel hatıralarında tam zıttı bir iddiayı ortaya atmıştır. Sertel derginin çıkarılış sürecini şöyle anlatmıştır: “(Kurulması planlanan yeni parti adına)bir dergi çıkarmak üzere Ankara'da özel bir toplantı yaptık. Bu dergi bağımsız olacaktı. Celâl Bayar, Adnan Menderes ve partiye girecek yeni kimseler de buraya imzalarıyla yazı yazacaklardı. Dergiyi benim çıkarmamı istiyorlardı. O günlerde eşim Sabiha Sertel’e haftalık bir dergi çıkarmak için hazırlık yapıyordum. Bu iki girişimi birleştirmek mümkün değil miydi? Sabiha'nın amacı özgürlük ve demokrasi davasında bir ortak cephe kurmaktı. Bu amaçla diktatörlüğe, İnönü'nün tek parti ve tek şef sistemine karşı çıkan ve bir demokratik rejim ülküsü etrafında birleşebilecek herkesi bu cepheye almak fikrindeydi. Köprülüzade, kendisine başvurulduğu zaman bu öneriyi sevinçle karşılamıştı. O da politikaya atılmak istiyor, fakat yolunu bulamıyordu. Rauf Orbay böyle bir girişimi beğenmekle birlikte yazar olmadığını söyleyerek özür dilemişti. Fakat sonra Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Tevfik Rüştü Aras, Sabiha'nın tek cephe önerisini kabul ettiler. Dergiyi Sabiha'nın çıkarması kararlaştırıldı. İlk sayıya Tevfik Rüştü ile Adnan Menderes yazı vereceklerdi. Celâl Bayar da bir demeçle işe karışacaktı. Hatta Celâl Bayar, dergi için sermaye olmak üzere beş bin lira vermeyi teklif etmişti. O günlerde İş Bankası’ndan seksen bin lira tazminat almıştı. Sermayeyi o paradan vereceğini söylüyordu. Ama biz bağımsızlığımızı koruyabilmek için bu teklifi kabul etmedik, dergiyi kendi paramızla çıkarmaya karar verdik1634.” Sertel’in iddialarına rağmen DP liderlerinin o günlerdeki ret çıkışları kamuoyu tarafından kabul görmüştür. Fakat Görüşler Dergisi konusu daha tam olarak kapanmadan DP hakkında yürütülen komünist yandaşlığı propagandasında yeni bir safha açılmıştır. Yeni propaganda sürecinde ise DP’ye, Fevzi Çakmak üzerinden yüklenilmiştir. 21 Temmuz 1946 seçimleri sonrasında Şefik Hüsnü Değmer seçimlerin sonuçlarına itiraz konusunda Çakmak’ı

1631 Timur, s. 33. 1632 Emre Kongar, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1979, s. 181. 1633Akşam Gazetesi, 1 Aralık 1945, s. 2. 1634 Sertel, s. 227-228. 301

yanlarına çekip amaçları adına kullanmak istemiştir. Cami Baykurt ve Serteller tarafından Mareşale gönderilen 2 Eylül 1946 tarihli mektupta Çakmak’ın Meclis kürsüsünden Meclisin, hükümetin ve Cumhurbaşkanının meşru olmadığını söylemesi istenmiş ama Mareşal tarafından ret cevabı gelmiştir1635. Fakat komünistler Mareşalden ümitlerini kesmemişler, çevresine sokularak O’nu etkileme yolunu seçmişlerdir. Aras, Baykurt ve Sertel, Mareşal ile görüşerek memleketin umudunun kendisi olduğu ve memlekete hizmet etmesi gerektiği telkininde bulunmuşlardır. Bunun için de bir kurmay heyeti kurulacak ve bu heyet yapılacaklarla ilgili ön bilgileri memleket genelinde toplayacaktı. Heyetin başkanı ise Cami Baykurt olacaktı. Mareşal bu teklife ilk anda sıcak baksa da sonradan geri adım atmıştır. Aras, Baykurt ve Sertel bu girişimden de başarısızlıkla çıkınca yeni bir planın peşine düşmüşlerdir. Yeni plana göre kurulacak bir dernek çatısı altında Mareşal de kullanılacaktır1636. Bu amaçla İnsan Hakları Derneği adıyla bir oluşum meydana getirilmiş ve Fevzi Çakmak oluşumun başkanı yapılmıştır1637. 1946 yılı Ekim ayında kurulan derneğin içerisinde Mareşali ikna etmeye çalışan sol görüşlü isimler de yer almıştır. Derneğin komünistliği temsil ettiği yönündeki iddialar artınca Mareşal dernekten ayrılmıştır. Böylece komünistlerin bu planı da amacına ulaşamamıştır1638. Çakmak, her ne kadar komünist oluşum içerisine çekilme çabalarına karşı koyma yolunu seçmişse de konu Meclis gündemine taşınmıştır. 29 Ocak 1947 tarihli Meclis oturumunda Giresun Milletvekili Ahmet Ulus sözlü bir soru ile komünizmle mücadele konusundaki gelişmeleri İçişleri Bakanı’ndan sözlü bir cevapla talep etmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer soru karşısında yaptığı açıklamada Mareşal konusunu da dile getirmiş ve özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Komünistler Fevzi Çakmak’ı yanlarına çekmeye çalıştılar. Cami Baykurt ve Zekeriya Sertel tarafından 2 Eylül 1946 tarihinde Çakmak’a gönderilen mektupta, Mareşalin yeni muhalefeti kanalize etmesi gerektiğini belirttiler. Adil olmadığını savundukları seçimlerin sonrasında Mecliste kalmanın ise halk nazarında iktidarın hareketlerini tasvip etme anlamına geleceği ve bu durumun halkı kendi işini görme arzusu ile anarşiye sürükleyebileceğini de iddia ettiler. Mektup içerisinde ayrıca; var olan gayrimeşru hükümetin dış politikada gereken atılımları yapamayacağı, Cumhurbaşkanının seçilmesinin dünya devletleri tarafından tebrik edilmemesinin iktidarın meşru olmadığının dünya tarafından kabul edildiğinin bir göstergesi olduğu iddiaları da yer almıştır. Çakmak’ın Meclisten çıkarak kendisine umut bağlayan halkla birleşmesi istenmiştir. Demokrat Parti mensupları komünistlerin teşvikine uymayarak Mecliste kaldıkları için tebrik edilmeye layıktırlar1639. Sökmensüer’in komünistlikle ilgili Mecliste yaptığı açıklamalar ve Mareşal hakkındaki yorumlarını Yusuf Hikmet Bayur gazetedeki köşesinde değerlendirmiştir. Mareşale karşı halk tarafından gösterilen büyük sevgiden ve Mareşalin CHP ile işbirliği yapmamasından dolayı O’nun manen yıkılması için mücadele edildiğini belirtmiştir1640. Celal Bayar da Sökmensüer’in Meclisteki konuşmasına cevaben bir beyanname yayınlanmıştır. Bu beyannamede bakanın amaçlarının şu şekilde

1635 Tevetoğlu, s. 572. 1636 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 144. 1637 Bora vd., s.311 (Sayfa aralığı 298-335). 1638Tanin Gazetesi, 21 Ekim 1946, s. 1. 1639 TBMMTD, 29 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4, s. 66-76., Ayrıca Bakınız: Bölükbaşı, s. 61. 1640Akşam Gazetesi, 3 Şubat 1947, s. 1. 302

olduğu iddia edilmiştir: “1- Demokrat Parti’yi komünist hareketiyle alakalı ve şaibeli göstermek, 2- Mareşal ile partiyi birbirinden ayırmak, 3- Antidemokratik kanunları komünistlere karşı elde tutmak zarureti olduğu fikrini vermek, 4- Sıkıyönetimin devamını sağlamak, 5- Demokrat Parti milletvekilleri Millet Meclisi’nden çekilirse bunda komünist tesiri olduğunu iddia edebilmek1641.” Bayar, bu beyanname ile Çakmak’ın aklanmaya çalışılması bahanesiyle DP’nin isminin olaylara karıştırılmak istendiğini iddia etmiştir. Aynı günlerde iktidar yanlısı Tanin Gazetesi’nde ise Mareşal aleyhinde haberler çıkmıştır. Hüseyin Cahit Yalçın tarafından kaleme alınan bir köşe yazısında; Rusların İkinci Dünya Savaşı boyunca rahatsızlık duydukları, Alman taraftarı olarak gördükleri Mareşal’i son zamanlarda Rus radyolarında büyük asker olarak lanse ettiklerini belirtmiştir. Yalçın’a göre Çakmak, yeni bir savaş çıkmayacağı ve bir milyon sayısına ulaşmış Türk ordusunun terhisi yönünde açıklamalar yaparak Ruslar gözünde iyi asker olmuştur. Ruslar güçlü ve sayıca çok olan Türk ordusunun varlığından rahatsızlık duymaktadırlar ve bu ordu aleyhinde yapılacak her türlü propagandayı destelemeye hazırdırlar1642. Yine aynı tarihlerde Çakmak’ın komünist olduğu ve onunla işbirliği yapan Demokrat Partililerle birlikte asılacağı yönünde iddialar da yayılmaya başlanmıştır. Çakmak, 6 Şubat 1947 tarihinde yayınladığı bir demeçle komünistliği tamamen reddettiğini, bu düşünce tarzının milli yapıya ve çıkarlara ters düştüğünü, komünizme karşı sonuna kadar mücadele edeceğini bildirmiştir1643. Fevzi Çakmak’ın üzerine gelinmesi ve komünist olduğu yönündeki iddiaların sıklaşması karşısında O da CHP’yi komünistlikle suçlamıştır. CHP’li eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın komünistliği destekleyen tavır içerisinde olduğunu, kendisinin ise konuyla ilgili ikazda bulunduğunu ama kimsenin bu ikazları dikkate almadığını, Hamidiye Köy Enstitüsü’nün ise komünist yuvası olduğunu iddia etmiştir. Bu iddia karşısında Hasan Ali Yücel iddiaları üzerine alınmış ve basına verdiği bir beyanat ile Mareşal’e şu soruları yönlendirmiştir: “Beyanatınızda eski eğitim bakanı dediğiniz hakikaten ben miyim? Desteklenilen komünistler kimlerdir ve nasıl desteklenmişlerdir? Bu hususta hükümeti yazı ile mi ikaz ettiniz, sözle ise, ne zaman ve ne söylediniz1644?” Yücel’in sorduğu sorulara DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner cevap vermiş ve ismi geçen bakanın Yücel olduğunu söyleyerek O’nu açıkça komünistlikle suçlamıştır. Yücel, Öner’i bu ithamlarından dolayı mahkemeye vermiş, basının ve halkın ilgi ile izlediği bir hukuk mücadelesi başlamıştır. 17 Şubat 1947 tarihinde başlayan davada Öner iddialarında ısrarcı davranmış ve ispat edemez ise sadece hakaretten değil iftiradan da yargılanmasını istemiştir. Dava kanıtların getirilmesi için ertelenmiştir. Ertesi gün İzmir’de komünist aleyhtarı bir gösteri cereyan etmiş ve Mehmet Ali Aybar’a ait Zincirli Hürriyet Gazetesi’nin basıldığı matbaa talan edilmiştir. 26 Nisan 1947 tarihinde Yücel-Öner davası görülmeye devam etmiştir. Öner delilerini mahkemeye sunmuş ve 30 maddeden oluşan talep metninin de cevabını mahkemeden istemiştir. Bu metinde yer alan isteklerden önemli olanlar şunlardır: 29 Ocak 1947 tarihinde İçişleri Bakanı Mecliste köylere kadar komünizmin girdiğini söyledi. Komünizmin köylere hangi

1641Akşam Gazetesi, 9 Şubat 1947, s. 1. 1642 Hüseyin Cahit Yalçın, “Moskova Radyosunun Enteresan Bir Neşriyatı”, Tanin Gazetesi, 31 Ocak 1947, s. 1. 1643 Yalman, s. 1393 1644Son Saat Gazetesi, 8 Şubat 1947, s. 1. 303

kanalla girmiş olduğu İçişleri Bakanlığından sorulmalıdır. 29 Ocak tarihli konuşmasında Bakan 1940-41 de Zonguldak’ta komünist öğrenci grubunun ele geçirildiğini, 1943’te Hamidiye Köy Enstitüsü’nde komünist tahriki yapan bir merkezin ortaya çıkarıldığını, 1944 yılında Akhisar’da bir komünist grubun yakalandığını açıkladı. Bakan bu konulardaki takibatın kim tarafından durdurulduğunu açıklasın. “48 Şair” adlı komünist risale 1944 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından toplatılmıştır. Bu risaleyi okullara tavsiye eden tamimi kim yayınlamıştır? Komünist basımı olduğu kabul edilen Yurt ve Dünya Dergisi’ne Yücel tarafından verilen bir direktifle yardım yapıldı mı? Yücel’in oğlu Can Yücel’in komünist olduğuna dair Milli Eğitim müfettişlerinden Sami Akyol tarafından hazırlanan rapor mahkemeye getirilmelidir. Halil Vedat ve Pertev Naili Boratav tarafından yazılan “Halk Şairleri Antolojisi” kitabına MEB tarafından ne kadar para verildiğinin, bu kitabın komünist neşriyat olduğuna dair MEB müfettişlerinin raporunun mahkemeye sunulması gereklidir. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde komünist hocalarla sık sık görüştüğü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde kalarak öğrencileri etkilemeye çalıştığı yönündeki raporlar mahkemeye getirilmelidir. Irkçılık-Turancılık davasında haksız yere eziyet çeken gençlerle ilgili iddiaların kimler tarafından ortaya atıldığının tespiti yapılmalıdır1645. Öner’in istekleri uygun görülmüş ve bunların değerlendirilmesi için dava ertelenmiştir. Dava delillerin elden geçirilmesi sonrasında karara bağlanmıştır. 20 Kasım 1947 tarihli Akşam Gazetesi’nde davanın sonuçlandığı duyurulmuştur. Dava karar metinin son bölümünde kararla ilgili şu ifade yer almıştır: “…Müdahiller vekilinin iddiaları, gösterilen delillerle muallel, tahlil ve münakaşa edilen şahitlerin bir birini bütünleyen beyanları ve kararda gösterilen resmi cevap yazıları münderecatı, rapor ve vesaik müfadları ve bunlara munzam vicdani kanaat, sanık Kenan Öner’in “Evet, o maarif vekili sizsiniz” başlığı ile neşrettiği açık mektupta yazılan yazılarda, şikâyetname ve iddianamede açıklanan müdahil hakkında madde tayini suretiyle yapılan isnatlar, delillerle sabit olduğundan; Türk Ceza Kanunu’nun 482/2 ve Basın Kanunu’nun 27’inci maddesi uyarınca sanıklar hakkındaki kamu davasının, 481’inci maddenin 3’üncü fıkrasının 3’üncü bendi gereğince düşmesine, temyiz edilebilmek üzere karar verildi1646.” Böylece Yücel-Öner davası sonunda mahkeme Yüceli komünistlikle suçlamamış ama Öner’in onu komünistlikle suçlamasına da ceza vermemiştir1647. DP’nin sürekli olarak komünistlik suçlamasıyla karşı karşıya kalması Akşam Gazetesi’nden Necmettin Sadak tarafından şöyle yorumlamıştır: “…Demokrat Parti’nin adına bakılarak, Türkiye muhalefet partisini harbi kaybetmiş eski Mihver memleketlerinde harpten sonra meydana çıkan ve eski rejimleri devirerek işbaşına geçen, Rusya’ya bağlı hükümetler kuran demokrat partiler(den) sanıyorlar yahut öyle göstermek istiyorlar. Bilindiği gibi, harp sonu Bolşevik lügatinde demokratın manası sadece komünisttir. Türkiye’de de Bulgaristan vesairede olduğu gibi bir demokrat parti kurulup mücadeleye başladığını yaymak Moskova’nın işine geliyor. Bunun içindir ki Sofya, Belgrat, Bükreş radyoları boyuna; Türkiye’de demokratlar

1645 Erer, Türkiye’de…, s. 210-212. 1646Akşam Gazetesi, 20 Kasım 1947, s. 1. 1647 Bağlum, s. 17. 304

kazandı, demokratlar kaybetti, demokratlara zulümler yapılıyor, demokratlar miting yapıyor gibi havadisleri yayarken bizim masum Demokrat Partisi’ni, kendi anlamlarında bir demokrat partisi sanıyorlar, daha doğrusu dünyaya öyle göstermek istiyorlar. Hâlbuki bizim Demokrat Partisi’nin, Bolşevik lügatine uygun demokrat partilerle, yani komünistlerle değil, hatta en mutedil sollarla bile hiç benzeri yoktur. Demokrat Partisi’ne bu sol yaftayı yapıştıran Moskova radyosu ve yardakçıları, partinin programını bile okumamışlardır. Okumuş olsalar da, sadece partinin adını, kendi menfaatlerine göre istismar etmek daha çok işlerine yarar1648.” DP Genel Başkanı Celal Bayar ise çeşitli vesilelerle komünist yaftasından kurtulmak için açıklamalarda bulunmuştur. Sivas’ta 28 Haziran 1947 tarihinde basına yansıyan konuşmasında komünistlikle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Komünistliğin iyi ve fena olduğunu burada münakaşa edecek değilim. Herhangi bir millet kendisine elverişli bulduğu rejimi kabul etmekte serbesttir. Biz görüyor ve anlıyoruz ki, komünizm Türk Milleti’nin menfaatlerine uygun değildir. Bizim kanaatimizce en iyi yol Demokrat Parti’nin çizdiği yoldur. Demokrat Parti mülkiyeti, aileyi mukaddes tanır. Milliyetçidir ve milliyetçiliğinin esasları programında çizilmiştir. Samimi olduğumuz ve inandığımız bir şey varsa o da partimizin programıdır. Bazı kimseler inanmadıkları halde bize komünist dediler. Daha ileri gittiler ‘Bolşeviklerden para alıyorlar’ dediler. Daha da ileri giderek ‘Moskova radyosundan direktif alıyorlar’ dediler1649.” Yine Bayar tarafından Ankara İl İdare Kurulu Başkanlığı’na gönderilen 21 Ekim 1947 tarihli tamimde şu ifadeler yer almıştır: “Son günlerde partimizi, irtica ve komünistlik tezahüratı yaptırarak suçlandırmak maksadıyla, gizli polis teşkilatından partimize bazı unsurların sokulmasına çalışıldığı öğrenilmiştir… Partimizin, bu çeşit mezbuhane teşebbüsler karşısında, bütün dünyaca bilinen açık ve dürüst, yolunda devamdan başka bir şey yapmayacağı tabiidir1650.” 1948 yılına gelindiğinde DP aleyhinde süren komünistlik iddialarında bir azalma görülmüştür. Hatta Sovyet Rusya basınında DP aleyhinde yazılar sıkça yer almaya başlamıştır. Bolşevikler DP hakkında şu suçlamalarda bulunmuşlardır: “Bunlar(Demokrat Parti idarecileri) memleketteki demokrat kuvvetlerin birleşmesi hakkında ilerleyici partiler tarafından yapılan teklifi reddettiler. Türk Komünist Partisi aleyhinde daha şiddetli tedbirler alınmasını istediler. Millete itidali muhafaza etmek suretiyle harekete geçilmemesi tavsiyesinde bulundular. Amerikan yardımına taraftar oldular ve Türk-Amerikan işbirliği siyasetini terviç ettiler. Kendi partileri içinde de diktatörce hareket ettiler. Sovyetler Birliği ile onun peyklerine ve Yunan çetelerine karşı dostça bir siyaset takip etmediler. Türkiye’deki komünistlere de, Bolşevik taraftarlarına da husumet gösterdiler.” Bu suçlamalardan da anlaşılacağı üzere; komünist oluşumlar DP’nin kuruluşu sırasında ona yakın davranmış, fakat ondan beklediği desteği göremeyince CHP’ye karşı kullandığı yıpratma silahını DP’ye karşı da kullanmaya başlamıştır. Eğer DP Bolşeviklerin istediklerini gerçekleştirmiş olsaydı, ülke içerisinde karışıklık yaşanacak, çıkabilecek bir iç çatışma sonrasında ise Ruslar sınır güvenliklerini bahane ederek Türkiye’ye müdahale fırsatı

1648Akşam Gazetesi, 3 Ağustos 1946, s. 1. 1649 Şahingiray, s. 146. 1650 Şahingiray, s. 503. 305

yakalayıp ülkeyi kendi peykleri arasına katabileceklerdi. Fakat DP yöneticileri bu gidişata fırsat tanımamıştır1651. DP iktidara geçtikten sonra da komünizm karşıtı bir tavır takınmıştır. DP hükümetinin açıklanan programı içerisinde solculuğa ve aşırı cereyanlara karşı tedbirler alınacağı açıkça belirtilmiştir. Adnan Menderes de bu anlamda; memleketi içinden yıkıcak aşırı sol cereyanları kökünden temizlemek için gereken tedbirleri alacaklarını, fikir ve vicdan hürriyeti mevzusunda mütalaa etmek gafletinde bulunmayacaklarını belirten açıklamalar yapmıştır1652. DP’li Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri de komünizmle savaş konusunda şu beyanatı vermiştir: “…Bu mukaddes çatının altına, layıkı veçhile hassasiyet gösterilmemiş olması veya bazı himayeler dolayısıyla girmiş bulunan ve kendilerine emanet edilen tertemiz Türk çocuklarını sinsi sinsi zehirlemekte olan bazı vatansız ve dejenere unsurları bu büyük ve aziz hizmet hırsızlarından ayıklayıp dışarı atmak ve icabında kanunun pençesine teslim etmek de en birinci vazifemiz olacaktır. Bu büyük davanın başarılmasından milliyetçi Türk gençliğini etrafımda göreceğime inanıyor ve bundan kuvvet ve cesaret alıyorum1653.”

4.9.4. Komünistlik Suçundan Mahkûm Nazım Hikmet’in Affedilmesi Tartışmaları

Nazım Hikmet ordu ve donanma içinde komünist faaliyetlerde bulunma suçlamasıyla 29 Mart 1938 tarihinde 28 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Hikmet önce Sinop Cezaevine, ardından Çankırı Cezaevi’ne götürülmüş ve hapishane hayatının son 5 yılı içinde ise Bursa cezaevinde kalmıştır. 1949 yılında CHP, milletvekilliği seçimleri öncesinde genel af yapacağı vaadinde bulunmuştur. Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman ile gazetenin hukuk müşaviri Mehmet Ali Sebük, Nazım Hikmet’in affı konusunu gündeme getirmiştir. Hikmet’in haksız yere hapse atılmış bir vatan evladı olduğunu, ideallerinden dolayı kimseye hesap veremeyeceğini ileri süren Yalman şahsın affını istemiştir1654. Yalman’ın bu kampanya içerisinde yer alması yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un ricası üzerine olmuştur. Çünkü Nazım Hikmet, Cebesoy’un yeğenidir ve O’nun telkinleriyle Yalman böyle bir işe kalkışmıştır1655. Bursa’da mahkûm olarak bulunan Hikmet’le görüşen Yalman onunla ilgili olmak üzere 19 Ağustos 1949 tarihinde Vatan Gazetesi’nde bir yazı neşretmiştir. Bu yazıda Nazım Hikmet, Yalman tarafından şu ifadelerle okuyucuya anlatılmıştır: “…On iki yıldır haksızca bir mezar inzivasına, tahammül haricinde manevi işkencelere maruz bırakılan, sıhhati türlü türlü hastalıklar tarafından sinsi bir şekilde kemirilen, kendisine hiçbir taraftan el uzatılmayan bir müstesna insan…” Yazı içerisinde ayrıca komünizmle mücadele etmek için Hikmet’in içeride tutulmasının yanlışlığından bahsedilmiş ve bu durumun komünizm propagandası aracı olarak kullanıldığı belirtilmiştir1656. Yalman’ın bu yaklaşımı ilk etapta siyaset kanadından olumlu destek görmemiştir. CHP ise genel

1651Cumhuriyet Gazetesi, 16 Nisan 1948, s. 1. 1652 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 262-263. 1653Yeni Cephe Gazetesi, 14 Ağustos 1950, s. 4. 1654 Tevetoğlu, s. 512. 1655 Bağlum, s. 82. 1656 Ahmet Emin Yalman, “Fikret ve Nazım Hikmet”, Vatan Gazetesi, 19 Ağustos 1949, s. 1-3. 306

seçimler öncesi vaat ettiği genel affı gerçekleştirememiş ve Hikmet’in affı konusu sonraki bir zamana ertelenmiştir1657. 1950 yılı Nisan ayında Hikmet’le ilgili haberler yeniden basın aracılığıyla gündeme gelmeye başlamış ve şairin adli bir hata yüzünden 12 yıldır hapishanede bulunduğu yönünde iddialar yinelenmiştir. İddialara göre Hikmet, CHP tarafından gündeme getirilen af kanunu ile ümitlenmiş fakat bu ümidi gerçekleşmeyince sıkıntıya düşmüş, 7 Nisan 1950 tarihinde ise açlık grevine başlamıştır. Bir gazetecinin Hikmet’e: “Kendinizi öldürmek mi istiyorsunuz?” sorusuna, “Hayır yaşamak istiyorum, ama herkes gibi” cevabını vermiştir1658. 7 Nisan 1950 tarihinde basında Nazım Hikmet’in affedilmesi için Cumhurbaşkanı İnönü’ye yazılan bir dilekçe yayınlanmıştır. Dilekçe içerisinde; Hikmet’in affedilmemesi üzerine açlık grevine başlamış olmasının üzüntü yarattığı, onun bir adli hataya kurban edildiği, Türkiye’nin bu adaletsizlik taraftarı görüntüsünden kurtulması için mücadele verildiği, komünistlik konusunda doğrudan teşkilatçı vaziyette buluna kişilere azami 4 yıl ceza verilirken Hikmet’in 12 yıldır yattığı, Cumhurbaşkanı’nın elindeki gücü kullanarak buna bir çözüm bulması gerektiği ifade edilmiştir1659. Dilekçenin altında çeşitli üniversite öğretim üyeleri, yazar, şair, gazeteci, ressam, avukat, milletvekili ve öğretmenlerin imzası yer almıştır1660. Milli Türk Talebe Birliği ise 8 Nisan 1950 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile Nazım Hikmet ve komünistlerin affedilmemesi isteğini bildirmiştir. Türk Kültür Ocağı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği ve Türk Gençlik Teşkilatı Cumhurbaşkanı, Başbakan ve TBMM Başkanı’na telgraf çekerek komünist affı karşıtı olduklarını iletmiştir1661. Komünizmle Mücadele Derneği adı altında Zonguldak’ta kurulmuş olan bir dernek ise“Nazım Hikmet Meselesinde Ahmet Emin Yalman’a Cevap” başlığıyla yayınlanan bir kitabı 3.000 adet bastırarak milletvekilleri, gazeteciler ve üniversite mensuplarına göndermiştir. Kitabı Nejdet Sançar kaleme almıştır1662. 11 Nisan tarihli Zafer Gazetesi’nde ise Hikmet’in sıhhi durumu dolayısıyla açlık grevini bıraktığı duyurulmuştur1663. Hikmet 2 Mayıs tarihinde yeniden açlık grevine başlamış, sağlığı bozulduğu için Cerrahpaşa Hastanesi’nde gözetim altına alınmıştır1664. Nazım Hikmet’i kurtarma çabası sürecinde İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin önemli bir yeri vardır. Bu derneğin 8 Mayıs 1950 tarihinde yaptığı bir toplantıda Hikmet’in tahliyesini isteyen bir bildiri hazırlanmış, 48.000 adet bastırılmış ve 10 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul’da dağıtmıştır. “Nazım Hikmet’i Kurtarınız” başlıklı bildiriyi İlhan Berktay, Vecdi Özgüner, Nuran Bozer ve Şaban Ormanlar kaleme almıştır. Gizli Komünist Partisi tarafından çıkarılan Nazım Hikmet Dergisi, komünist

1657 Arcayürek, s. 158-159. 1658Zafer Gazetesi, 9 Nisan 1950, s. 1-6. 1659Cumhuriyet Gazetesi, 7 Nisan 1950, s. 1-3. 1660 Şişmanov, s. 162., Dilekçe altında imzası bulunan kişilerden bazıları şunlardır: Oktay Rıfat, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Adnan Saygun, Sadun Aren, Mehmet Alki Aybar, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Adnan Cemgil, Behice Boran, Mümtaz Faik Fenik, Hamit Şevket İnce, Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Adnan Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sıdık Sami Onar, Mina Urgan, Hamit Ongunsu, Ahmet Emin Yalman, Recep Bilginer, Nadir Nadi, Refik Halit Karay, Burhan Belge, Ercümend Ekrem Talu Ali Naci Karacan, Nurullah Ataç, Yaşar Nabi Nayır, Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozoğlu, Melih Cevdet Anday, Cahit Sıtkı Tarancı, Neyzen Tevfik, İbrahim Çallı, Gazanfer Özcan. Bakınız: Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi(1919-1965), Cilt 2, Doğuş Matbaacılık, Ankara 1968, s. 160-161. 1661 Kabacalı, Türkiye’de…,s. 120. 1662 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 250. 1663Zafer Gazetesi, 11 Nisan 1950, s. 1-6. 1664Zafer Gazetesi, 20 Mayıs 1950, s. 1. 307

yayın organlarından Nuhun Gemisi adlı mizah dergisi de Nazım Hikmet kampanyasında aktif olarak çalışmıştır1665. 15 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul Laleli’de bulunan Çiçek Palas’ta, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıya Hikmet’in annesi Celile Hanım da katılmıştır. Derneğin kurucularından İlhan Berktay konuşma yaparken İlhan Darendelioğlu müdahale ederek Moskova ağzıyla konuşulduğu iddiasında bulunmuştur. Karşılıklı sürtüşmeler devam etmiş ve polis olaya müdahale etmekte gecikmiştir. Toplantıyı engellemeye çalışan milliyetçi gençler İstiklal Marşı okumuşlardır. Polis, Çiçek Palas’ın kapısını kapatıp milliyetçi öğrencileri dışarı çıkararak toplantıyı düzenleyenleri çembere almıştır. Yüzden fazla komünist öğrencinin kimliği tespit edilmiştir. Toplantıyı düzenleyen derneğin üyelerinden Vecdi Özgüner, Veysel Akkaş, Gönül Başaran, Nuran Bozer, Zekai Karakaş ve Cenap Kemal gözaltına alınmıştır. Tutuklanan gençler yargılanmalarının ardından 11 ay ile 1 yıl arasında ceza almışlardır1666. DP iktidarı sırasında çıkarılması planlanan genel af kanununun Meclisteki görüşmeleri sırasında Nazım Hikmet konusu tekrar gündeme gelmiştir. Konuyla ilgili görüş bildiren kanun tasarısı komisyonu üyelerinden Balıkesir Milletvekili Müfid Erkuyumcu an itibariyle komünistlik propagandası suçuyla cezası kesinleşmiş 103 kişinin içeride bulunduğunu açıklamıştır. Nazım Hikmet’in durumunun komünistlikle ilgili olmadığını, onun suçunun askeri isyana teşvik kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini de eklemiştir. Bu görüş karşısında Meclis içerisinden Hikmet’in komünist olduğu yönünde itirazlar gelmiştir. Yapılan konuşmalarda Hikmet’in komünist olduğundan şüphe duyulamayacağı ama aldığı cezanın komünistlikten olmadığı kanaatine varılmıştır. Mecliste yapılan oylama ile Hikmet’in cezası af dışında bırakılmıştır. Bu arada 15 yıl ceza alan bir kişinin 10 yıl ile kurtulması isteği Mecliste 5 yıla düşürülmüş ve bu madde de kabul görmüştür1667. Böyle olunca da af kapsamı dışında bırakılan Nazım Hikmet yapılan bu 2/3 oranındaki afla dışarı çıkarılmıştır. Hapisten çıkan Hikmet İstanbul’da yaşamaya başlamıştır. Yurtdışına çıkma yasağı konulmuştur. Fakat esas mesele onun askere alınması konusu olmuştur. Hikmet, Deniz Harp Okulu’nu bitirip stajyer subay iken hastalanmış ve çürüğe ayrılmıştır. Fakat 1951 yılında yeniden muayeneden geçirilip sağlam raporu verilmiştir. Hikmet’in askerden muaf olduğuna dair belgeleri bularak getirmesi istenmiş, aksi halde 2 yıl er olarak askerlik yapacağı söylenmiştir. Bunun üzerine Hikmet Bulgaristan’a kaçmaya karar vermiş ve bunu geçekleştirmiştir. Haziran ayında Türkiye’den ayrılan Hikmet hakkında 25 Temmuz 1951 tarihinde Türk vatandaşlığından çıktığıyla ilgili kararname yayınlanmıştır1668. Yurt dışına kaçış sonrasında onu büyük oranda destekleyen Yalman ve Vatan Gazetesi zor duruma düşmüştür. Gazete tirajları büyük oranda azalmış, Yalman ise okuyucularından özür dilemiştir1669.

1665 Tevetoğlu, s. 524-525 1666 Kabacalı, Türkiye’de…, s. 120-121., Ayrıca Bakınız: Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 259-262., Süleyman Ceylan, “Demokrat Parti İktidarı Döneminde Üniversite Eğitimi(1950-1960)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 109. 1667 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 690-712. 1668 Öymen, s. 520-532. 1669 Bağlum, s. 83. 308

4.10. Türkiye Nüfusunun Genel Karakteri, Göç Olgusu ve Kentleşme

Türkiye’nin nüfus artış hızı 1945 yılına kadar ağır bir seyir takip etmiştir. Hükümetler bu tarihe kadar nüfusun artışını teşvik etmiş, milli savunma konusunda insan sayısının önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’de hızlı bir nüfus artışı profili ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin ilk kuşağı savaşın sonrasındaki süreçte doğurganlık yaşında olduğu için nüfus artışına ortam hazırlamıştır. Ayrıca hayat standartlarının yükselmesi ve sağlık sektöründeki gelişmeler de artışın temel nedenleri arasında yer almıştır. Savaş sonrasında kullanılmaya başlanan DTT ilacı ile insan ölümlerine neden olan haşerelere karşı önemli bir silah ortaya çıkmıştır. Penisilin de diğer bir ölüm oranının düşüren ilaç olarak değer bulmuştur1670. 1940-1945 yılları arasında nüfus artış oranı %5.4 iken bu oran 1945-1950 arasında %11.5’e yükselmiştir. Yıllık bazda ortalama nüfus artış hızına bakılacak olunursa; 1940 yılında ‰19.8 olan rakam, 1945 yılında ‰ 10.7’ye düşmüş, 1950 yılına gelindiğinde ise ‰22.0’a yükselmiştir. Doğum ve ölüm oranları da nüfus artış hesaplamalarında önemli bir yere sahiptir. Doğal nüfus artışı hesaplamalarında bu iki kriter kullanılır. Türkiye’nin o dönemdeki doğum-ölüm oranlarına bakılacak olursa: 1940 yılında doğum oranı ‰ 35.7 ve ölüm oranı ise ‰ 20.1’dir. İki oran arasındaki fark doğal artış olan ‰15.6 rakamını vermektedir. Aynı kriterlerde 1945 yılına bakıldığında ise doğum oranı ‰28.7, ölüm oranı ‰18.9 ve doğal nüfus artışı ‰9.8’dir. 1950 yılı rakamlarında ise doğum oranı ‰ 36.6, ölüm oranı ‰ 15.8 ve doğal nüfus artışı ‰ 20.9’dur. 1940-1950 arasındaki süreçte Türkiye’de ölüm oranlarında ‰4.3 oranında bir düşüş görülmüştür. Doğum oranları bir devletin gelişmişlik düzeyiyle ters orantılıdır. Gelişmiş ülkelerde doğum oranları ‰30’un altındadır. Türkiye’de 1950 yılı ortalaması ise ‰ 36.6 olmuştur. Bu yüksek doğum oranının varlığının temelinde; kadınların erken evlendirilmesi, doğum kontrolünün uygulanmaması, geleneklerin etkinliği, bilgisizlik, çocuklara miras bırakma isteği ve çocukların küçük yaşlarda çalıştırılarak aile ekonomisine katkı sağlamaya başlaması yatmaktadır1671. Nüfusun artışında önemli bir faktör olarak görülen sağlık sektöründeki gelişmeleri daha net görebilmek için dönemin sağlık sektöründeki rakamlara bakmak gerekmektedir. 1945- 1950 yılları arasında hastane, yatak, doktor, hemşire-ebe ve sağlık memuru adetleri şu şekilde tablolaştırılmıştır:

Tablo 6. 1945-1950 Yıllarında Sağlık Sektörü1672.

Yıllar Hastane Yatak Adedi Doktor Adedi Hemşire ve Sağlık Adedi Ebe Adedi Memuru Adedi 1945 153 13.633 1.945 1.215 1.632

1670 Çavdar, Türkiye…, s. 385-386. 1671 Necdet Serin, Türkiye’nin Sanayileşmesi, Sevinç Matbaası, Ankara 1963, s. 21-25. 1672T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 113. 309

1946 184 15.121 2.181 1.583 2.756 1947 189 15.892 2.514 2.141 2.963 1948 193 16.382 2.617 1.969 2.938 1949 198 17.871 2.617 1.969 2.938 1950 201 18.837 3.020 2.006 4.018

Tablo incelendiğinde; 1945 yılında toplam nüfus dikkate alındığında 1.378 kişiye bir yatak düşmektedir. 1950 yılına gelindiğinde ise bu rakam 1.112 kişiye bir yatak seviyesine yükselmiştir. Doktor başına düşen kişi sayısına bakılacak olursa; 1945 yılında 9.660 kişiye bir doktor düşerken bu rakam 1950 yılında 6.936 kişiye inerek önemli bir gelişim göstermiştir. İki dönem arasında hastane sayısında da yaklaşık % 30’luk bir artış göze çarpmaktadır. 1945 yılında 15.465 kişiye bir hemşire ve ebe düşerken, rakam 1950 yılında 10.422 kişiye gerilemiştir. 1945 yılında bir sağlık memuruna 11.513 kişi düşerken, 1950 yılında büyük bir azalma göstererek 5.213 rakamına gerilemiştir. Sağlık sektöründeki bu gelişmelerin bir tamamlayıcı olarak Türkiye, BM girişimiyle 19 Haziran-22 Temmuz 1946 tarihlerinde Newyork’da düzenlenen Milletlerarası Genel Sağlık Teşkilatı’nın kurulması çalışmalarına dahil olmuştur. Türk temsilcileri konferans sonunda Milletlerarası Sağlık Konferansı Nihai Senedi, Dünya Sağlık Teşkilatı Anayasası, Milletlerarası Sağlık Konferansında Temsil Edilen Hükümetler Arasında Akdedilen Antlaşma ve Milletlerarası Genel Sağlık Ofisine Dair Protokol metinlerini imzalamıştır. İmza edilen bu dört belgenin Mecliste onanması görüşmeleri 2 Haziran 1947 tarihinde gerçekleşmiştir. Newyork’daki konferans içerisinde kurulması kararlaştırılan Dünya Sağlık Teşkilatı(WHO) Anayasası içerisinde sağlık şu şekilde tarif edilmiştir: “Beden, fikir ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olup, yalnız hastalık ve maluliyetin yokluğundan ibaret değildir.” WHO’nun amacı ise anayasasının 1. maddesinde; tüm dünyada insanları mümkün olan en yüksek sağlık seviyesine ulaştırmak olarak belirtilmiştir1673. 9 Haziran 1947 tarihinde anlaşma metinleri Mecliste onanmıştır1674. Genel karakterini değerlendirdiğimiz Türkiye nüfusunun kadın-erkek bazında 1927- 1950 yılları arasındaki seyri ise aşağıdaki tabloda olduğu gibi şekillenmiştir:

Tablo 7. 1927-1950 Arasında Kadın-Erkek Nüfusu1675.

Yıllar 1927 1935 1940 1945 1950 Erkek 6.563.879 7.936. 770 8.898.912 9.446.580 10.527.085 Kadın 7.084. 391 8.221.248 8.922.038 9.343.594 10.420.103 Toplam 13.648. 270 16.158.018 17.820.950 18.790.174 20.947.188

1673 TBMMTD, 2 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 6/1- 32. 1674 TBMMTD, 9 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 97. 1675Türkiye Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Türkiye İstatistik Yıllığı 1963, Cilt 25, Ankara 1963, s. 42. 310

Türkiye nüfusunun nicelik tahlilinin yanı sıra bir de niteliksel tahlilinin yapılması gerekmektedir. Öyle ki, bir ülkenin gelişmişlik düzeyi sahip olduğu nüfusun sektörel dağılımıyla ve kırsal-kentsel yoğunluğuyla doğrudan ilişkilidir. Nüfus yoğunluğu fazla ve var olan nüfusun büyük oranının köylerde yaşadığı ülkelerde, sınırlı ekilebilir toprak üzerinde artan nüfusun yaşamlarını sürdürebilmesi zorlaşmaktadır. Bu tip ülkelerde şehirlere göç bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye de bu süreci, temelde tarımsal alandaki makineleşmenin bir sonucu olarak, 1945 yılından itibaren yaşamaya başlamıştır. Makineleşmenin dışında; ekilebilir arazilerin üst sınıra kadar ulaşmış olması, yeni tarım arazisi açma imkânlarının yok oluşu, toprakların aile içerisinde bölünerek sahiplerine yetmeyecek miktarlara düşmesi, nüfusun atış göstermesi1676, radyonun yaygınlaşması, yol yapımının artışı sonrasında köyün dış dünyaya açılması1677, sosyal güvenlik anlayışındaki gelişmeler ve şehrin cazip yönleri de köyden kente göçün önemli nedenleri arasına girmiştir1678. İlk etapta yavaş olan şehre göç anlayışı 1950 sonrası büyük bir ivme kazanmıştır. 1945 yılında toplam nüfus 18.790.174’tür. Bu nüfusun 3.441.895’i kentte yaşamaktadır. Rakamlara göre 1945 yılında kentleşme oranı %18.3 civarındadır. 1950 yılına gelindiğinde Türkiye genel nüfusu 20.947.188’e ulaşmıştır. 3.883.865 kişi ise kentlerde yaşamaktadır. Kentleşme oranı ise toplam nüfusa göre % 18.5 olmuştur1679. Göçlerin yöneldiği şehirler içerisinde Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana ön plana çıkmıştır ve bu illere göçen insanlar sanayi kuruluşları çevresinde bir gecekondulaşma sürecini de başlatmıştır1680. 1945 yılında kentleşme oranının en fazla olduğu bölge %36.4’lik oranla Marmara bölgesidir. En düşük kentleşme oranı ise %6.9 ile Doğu Karadeniz olmuştur. 1950 yılında ise rakamlarda fazla bir değişme olmamış ve en az-en fazla kentleşme bölgeleri aynı kalmıştır1681.Nüfusu 500.000 üzerinde olan şehir sayısı 1945 yılında 5 iken, bu sayı 1950 yılında 9’a yükselmiştir1682. Köy ve şehirlerde yaşayan nüfusun sektörel dağılımlarının verdiği bilgiler de ülke gelişmişliğinin diğer bir göstergesidir. Konuyla ilgili olarak İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve 15 yaş üzeri olanların dikkate alındığı tablo şu şekildedir:

Tablo 8. Türkiye Nüfusunun Sektörel Dağılımı1683.

Yıllar 1945 1950 Cinsiyet Erkek Kadın Erkek Kadın Teknik Eleman, Serbest 81.000 16.000 92.0000 21.000 Meslek

1676 İmar ve İskan Bakanlığı, 50 Yılda İmar ve Yerleşme(1923-1973), İmar ve İskan Bakanlığı Matbaası, Ankara 1973, s. 12. 1677 Mustafa Ökmen, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Kent ve Kentleşme ”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 508-509. (Sayfa aralığı 505-518) 1678Ahmet Makal, “Türkiye’de 1920-1963 Döneminde Sosyal Güvenlik Alanındaki Gelişmeler”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 489. (Sayfa aralığı 483-493) 1679 İmar ve İskan Bakanlığı, 50 Yılda…, s. 6. 1680 Çavdar, Türkiye…, s. 340. 1681 İmar ve İskan Bakanlığı, 50 Yılda…, s. 7-11. 1682 Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1953, s. 39. 1683T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 87. 311

Müteşebbis, İdareci ve 556.000 12.000 367.000 25.000 Büro İşleri ile İlgili Meslekler Satıcılar ve Satışla İlgili 264.000 11.000 83.000 4.000 Meslekler Tarımla İlgili Meslekler 3.302.000 4.058.000 4.390.000 4.581.000 Nakliyat ve Muhaberatla 134.000 3.000 106.000 1.000 İlgili Meslekler Maden ve Taş Çıkarma 49.000 1.000 29.000 - İle İlgili Meslekler Sanatkârlar, İmalat ve 489.000 68.000 560.000 92.000 Tamirat İşleri Kalifiye Olmayan İşçiler 24.000 6.000 185.000 27.000 Hizmetle İlgili Meslekler 34.000 14.000 144.000 16.000 Meslek İtibariyle Tasnif 592.000 1.653.000 377.000 1.829.000 Edilemeyenler Toplam 5.526.000 5.842.000 6.333.000 6.595.000

Tablodan anlaşılacağı üzere hem 1945 hem de 1950 yılında tarımda çalışan nüfusun yoğun olduğu görülmektedir. 1945 yılında çalışan toplam nüfus 11.368.000 olarak tespit edilmiştir. Bu nüfusun 7.360.000’i tarım sektöründe istihdam olunmuştur. Tarım alanında çalışan nüfusun tüm çalışanlar içerisindeki oranı ise %64.7 olmuştur. 1950 yılında ise çalışan toplam nüfus 12.928.000 rakamına ulaşmıştır. Tarım sektöründe ise 8.971.000 kişi istihdam olunmuştur. Böylece tarımda çalışan nüfus oranı %69.3 olarak gerçekleşmiştir. Köyden kente göçün savaş sonrası dönemde hız kazanmaya başlaması ile birlikte hizmet sektöründe çalışan nüfusta da ciddi bir artış göze çarpmaktadır. 1945 yılında bu sektörde çalışan kişi sayısı 48.000 iken bu rakam 5 yıl içerisinde yaklaşık 3.33 kat artış sergileyerek 160.000 rakamına ulaşmıştır. Yine şehirleşmenin bir sonucu olarak kalifiye olmayan işçi sayısında da önemli bir artış gerçekleşmiştir. 1945 yılında 30.000 olan kalifiye olmayan işçi sayısı, 1950 yılında 212.000 rakamına ulaşarak 7.1 kat civarında bir artış göstermiştir. Kadınların çalışan nüfus içerisindeki oranlarına bakıldığında ise çalışan kadın sayısının büyük miktarının tarım alanında olduğu ve hatta bu sektörde erkek nüfusunun üzerinde bir rakama ulaştığı görülmektedir. İşçi sınıfı içerisinde de kadın nüfusunun 5 yıl içerisinde 4.5 kat artış gösterdiği göze çarpmaktadır. Kadınların toplum içerisindeki diğer bulunuşluk düzeyine bakılacak olursa; tek parti iktidarları sırasında yapılan seçimlerde belediye başkanı seçilen kadın olmamıştır. 3 Eylül 1950 tarihinde yapılan çok partili belediye başkanı seçimlerinde Ankara’da merkeze bağlı 58 belediyeden birinde Saadet Teker belediye başkanı seçilmiştir. Çankaya ilçesinde ise Adviye Fenik ile Filyet Arman belediye meclisine seçilmişlerdir. 1950 seçimlerde Mersin belediyesi meclisine Melahat Tekeli ve Müfide İlhan 312

seçilerek dahil olmuşlardır. Mecliste ise; 1939-43 yıllarını kapsayan VI. Dönemde 15 kadın milletvekili(toplam milletvekili 400), 1943-1946 yılları arasında VII. dönemde 16 kadın milletvekili(toplam milletvekili 435), 1946-1950 yılları arasında VIII. Dönem Mecliste 9 kadın milletvekili(toplam milletvekili 455) yer almıştır1684. 1950 milletvekili seçimlerinde ise sadece 3 kadın milletvekili Meclise girebilmiştir1685. Türkiye nüfusunun etnik karakterinin tahlili yapılacak olursa, eldeki mevcut veriler, ilgili yıllarda ülkede yaşayan kişilerin ana dillerine bakılarak yapılan bir tasnifle ortaya konulmuştur. İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de 1945 ve 1950 yıllarında etnik şekillenme şu tabloyla ifade edilmiştir(küsuratlar verilmemiştir):

Tablo 9. Türkiye Nüfusunun Etnik Dağılımı1686.

Dil Nüfus Miktarı(1945) Nüfus Miktarı(1950) Türkçe 16.598.000 18.255.000 Abazaca 9.000 17.000 Almanca 2.000 2.000 Arapça 247.000 269.000 Bulgarca 22.000* 43.000* Çerkezce 67.000 76.000 Ermenice 56.000 53.000 Hırvatça 13.000** 24.000** Fransızca 5.000 4.000 Gürcüce 40.000 73.000 İngilizce 2.000 - Kürtçe 1.477.000 1.855.000 Lazca 47.000 70.000 Rumca 89.000 89.000 Yahudice 62.000*** 36.000*** Diğer Diller 54.000 80.000 Bilinmeyen - 1.000 Toplam 18.790.000 20.947.000

*Bulgar nüfusuna Pomaklar da dahildir.**Boşnakça Dahildir. ***İspanyolca dahildir

Tablo incelendiğinde 1945-1950 arasında mevcut nüfus içerisinde Türkçeden sonra en çok konuşulan dil Kürtçe olmuştur. 1945 yılında Kürtlerin toplam nüfusa oranı %7.8 olduğu görülmüştür.1950 yılında ise bu oran %8.8’e çıkmıştır. Yahudiler ise 1945-1950 arasında büyük bir nüfus kaybına uğramışlardır. 1945 yılında toplam nüfus içerisinde %0.32 olan Yahudiler,

1684 Kaplan, s. 196 ve 205. 1685TBMM Albümü, Cilt 2(1950-1980), TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010, s. 541-602. 1686T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 81. 313

1950 yılında % 0.17 oranına gerilemişlerdir. Bu düşüşün temelinde yatan neden ise 1948 yılında kurulan İsrail Devleti’ne Türkiye’den yapılan göçler olmuştur.

4.11. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Türkiye’nin İnsan Hakları İle İlgili Attığı Adımlar

14 Ağustos 1941 tarihinde yayınlanan Atlantik Bildirisi içerisinde yer alan 6. madde dahilinde, 1 Ocak 1942 tarihli BM Beyannamesi ve 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe giren BM Anayasası’nda insan haklarıyla ilgili detaylı ifadeler yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda İtalya, Bulgaristan, Finlandiya, Macaristan ve Romanya ile yapılan barış antlaşmalarında da insan hakları ve temel özgürlükler konusunda değinmelere rastlanmıştır. BM Anayasası’nda yer alan insan hakları ile ilgili ayrıntılı bir tespit yapılması için ise 21 Haziran 1946 tarihinde İnsan Hakları Komisyonu ve daha sonra Ayrımcı Önlemlerle Savaşım ve Azınlıkların Korunması Komisyonları kurulmuştur1687. 7-10 Mayıs 1948 tarihleri arasında Lahey’de Avrupa Birliği Kongresi toplanmıştır. Kongreye Winston Churchill, Anthony Eden, Paul Reynaud, Paul Ramadier gibi önemli devlet adamlarının yanı sıra önemli fikir, ilim ve sanat adamları, sendika ve amele birlikleri temsilcileri, Sovyet Rusya ve peykleri hariç davet edilen misyon şefleri katılmıştır. Kongreye 20’den fazla Avrupa devleti katılmış, ortak bir perspektifte buluşma ve Avrupa Birliği’nin temellerinin atılması planlanmıştır. Toplantılarda egemen devletler arasında bir savaş çıkmasına mani olmak ve 19.yy’da elde edilmiş olan kişi hürriyetlerinin sürdürülmesine yönelik kararlar almak amacı da öne çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda milli egemenliği savunan devletler totaliter devletler karşısında tek başlarına duramamışlar, imkânlarını savaşta harcamışlar ve kişilerin günlük hayatlarını da sıkı denetim altına almışlardı. Dünya; inanılmaz tahribatlar, kitle katliamları, ileri seviyede sefalet ve açlık gibi insanlığın görmediği bir sıkıntı içerisine girmişti. Ramedier başkanlığında oluşturulan bir siyasi komisyon, yaşanan bu sıkıntıları dikkate alarak tespitlerini ve isteklerini rapor halinde kongre onayına sunmuştur. Bu raporda; oluşacak birliğe katılan devletlerin demokrasi ve insan hakları konularında taviz vermemesi, demokrasi ve insan haklarının içeriğini doldurması ve bu konularda çalışmalar yapması için bir komisyon kurması önerilmiştir1688. Yapılan ön çalışmaların sonunda 10 Aralık 1948 tarihinde BM, üçüncü genel toplantısını yaptığı Paris’te, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmiştir1689. 30 maddeden oluşan beyannamenin bazı önemli maddeleri şunlardır:  Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar, akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.  Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.  Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayri insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.

1687 Soysal, Türkiye’nin…, s. 175. 1688 BCA, Dosya: E4, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 60.370..9. 1689 Ceyhan, s. 118. 314

 Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur. Cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.  Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir.  Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır.  Halkın iradesi hükümet otoritesinin esasıdır.  Her şahsın eğitime hakkı vardır. Eğitim parasızdır. Yükseköğretim, liyakatlerine göre herkese tam şekilde açık olmalıdır.  Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.  Eğitim, insan şahsiyetinin tam gelişmesini ve insan hakları ile ana hürriyetlere saygının kuvvetlenmesini istihdaf(hedef) etmelidir. Bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörürlük ve dostluğu teşvik etmeli ve BM barışının idamesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir1690. Türkiye, uluslararası yalnızlık politikasından kurtulmak ve antikomünist cepheye katılabilmek için insan hakları ile ilgili çalışmaları yakından takip etmiştir. Türkiye öncelikle insan hakları konusunda bir adım olarak 1947 Ocak ayından itibaren İnsan Hakları Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştır. Bu dergi İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Birleşmiş Milletler Türk Grubu tarafından çıkarılmıştır. Dergi Ankara’da yayınlanmış ve dönemin bakan, milletvekili, düşünür ve yazar çevrelerinden önemli destekler almıştır. Bu kimseler yazılarıyla da dergiyi ayakta tutmaya çalışmışlardır1691. Temelleri atılan insan hakları anlayışı konusunda Türkiye’nin en ciddi adımı ise İnsan Hakları Beyannamesi’nin 6 Nisan 1949 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir1692. Beyannamenin kabulünün ardından Dışişleri Bakanlığı; metnin okullar ve diğer eğitim kurumlarında okutulması ve yorumlanması, radyo ve gazetelerde konuya uygun neşriyatta bulunulması1693(EK 20), her yıl BM’nin beyannameyi kabul etme tarihinde kutlama yapılması konusunda kararlar almıştır1694. Zafer Gazetesi de konuyla ilgili bir yazı yayınlamış ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi övülmüştür. Yazıda özetle şu ifadeler kullanmıştır: Amerika Bağımsızlık Beyannamesi ve Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi’nden farklı olarak bu sözleşme bir milleti değil milletlerarası bir karakteri barındırmaktadır. Demir perde ötesinde yaşayan insanların hak ve özgürlükleri şiddetli bir şekilde çiğnenmektedir. İnsan haklarını benimseyen her birey, bu halkları çiğneyen topluluklara karşı kurulan bir ordunun ferdi olacaktır1695. İnsan haklarıyla ilgili diğer önemli bir gelişme ise jenosit(soykırım) karşıtı olarak BM’nin yürüttüğü çalışmalardır. BM Teşkilatı Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli toplantısında jenosit barış veya savaşta da olsa bir devletler hukuku suçu olarak görülmüş, bu konuda bir sözleşme metni hazırlanmasına karar vermiştir. Bu proje dolayısıyla hazırlanan metin 9 Aralık 1948 tarihli BM Genel Kurulu Toplantısında oy birliği ile kabul edilmiştir. Türk

1690Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949, s. 3-5., Ayrıca Bakınız: Şapolyo, s. 176. 1691 Bora vd., s. 302. (Sayfa aralığı 298-335) 1692 Niyazi Altunya, “Eğitim Hakkı”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 81-82. (Sayfa aralığı 79-89). 1693 BCA, Dosya: 76-1275, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 119.30..20. 1694 Giritlioğlu, s. 230. 1695 “İnsan Hakları”, Zafer Gazetesi, 10 Aralık 1949, s. 1. 315

delegesi de bu anlaşma lehinde oy kullanmıştır. TBMM’nin 23 Mart 1950 tarihli oturumunda anlaşma metninin onaylanması görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Onaylanan Jenosit’nin Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkındaki Sözleşme’nin 2. maddesinde soykırım şu şekilde tarif edilmiştir: “İşbu sözleşmede jenosit; milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadıyla aşağıdaki fiillerden herhangi birinin irtikâp olunması demektir. 1. Grup azalarının katli, 2. Grup azalarının bedeni ve akli melekelerinin ciddi surette haleldar edilmesi, 3. Grubun bedeni varlığının kısmen veya tamamen imhasına müncer olacak hayat şartlarına kasten tabi tutulması, 4. Grup içinde doğumları sekteye uğratacak tedbirler alınması, 5. Bir grup çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi.” Sözleşmeye göre imzacı devletler, jenosit suçu ile ilgisi olan yönetici, memur, ya da özel şartları haiz kişilere gereken cezayı vermekle mükellef tutulmuştur1696. Türkiye’nin bir diğer insan hakları adımı ise İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi’ne katılması ile gerçekleşmiştir. Avrupa Konseyi Danışma Meclisi 1949 yılı Ağustos ayında yaptığı bir toplantıda Avrupa insan haklarının niteliği ve kapsamı ile ilgili bir sözleşmenin hazırlanmasını kararlaştırmış ve hazırlanan metin 4 Kasım 1950 tarihinde Türkiye’nin de içinde bulunduğu 12 konsey üyesi tarafından imzalanmıştır. Bu metnin önemi şu şekilde ifade edilebilir: 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hukuksal anlamda bağlayıcı bir anlam taşımazken, bu sözleşme imzacı devletlere yükümlülükler getirmiştir. Sözleşmenin giriş bölümünde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne uyulması gerekliliği vurgulanmış, imzalanan sözleşmenin imzacı devletler arasında bir birliktelik sağlayacağı, dünya barışı ve adalet için gereken önlemlerin alınacağı yönünde ifadeler kullanılmıştır. Hazırlanan sözleşme 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir. TBMM sözleşmeyi 10 Mart 1954 tarihinde 6366 sayılı kanun olarak onaylamıştır1697.

4.12. Sosyo-Kültürel Alandaki Diğer Gelişmeler

1945-1950 arasında sosyo-kültürel anlamda öne çıkan diğer gelişmeler şu şekilde sıralanabilir:  Ankara Milli Kütüphane’nin Kuruluşu ve Kütüphanelerin Genel Değerlendirmesi: II. Abdülhamit döneminden beri devam eden Batı tarzında bir devlet kütüphanesi kurma isteği siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntılar yüzünden hep askıya alınmıştır. Adnan Ötüken bu konu ile ilgili olarak büyük gayretler sarf etmiştir. Ötüken, 1946 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğüne atanması ile birlikte kütüphane çalışmalarına başlamıştır1698. 15 Nisan 1946 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Yayım Müdürlüğü’nün bir odasında örnek olarak kurulmuş olan

1696 TBMMTD, 20 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 4/1-7., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 29 Mart 1950, s. 7-8. 1697 Soysal, Türkiye’nin…, s. 315-343. 1698 Sevil Tuna, “Siyasi Açıdan I. ve II. Hasan Saka Hükümetleri (1947-1949)”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 166-167. 316

Milli Kütüphane, kısa sürede önemli gelişmeler sağlamış, 132.000 ciltlik bir külliyata ulaşmıştır. 16 Ağustos 1948 tarihinden itibaren umuma açılan kütüphaneden yararlanan insan sayısı ise 120.000’e ulaşmıştır. Kütüphanenin daha profesyonel olarak inkişafının sağlanması için Meclise bir kanunun teklifi getirilmiştir. Teklifle; kütüphaneye kadro ve eleman tahsisi gerçekleştirilmek istenmiştir. Kütüphane, 23 Mart 1950 tarihinde kabul edilen kanunla Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’ne değil, doğrudan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Kütüphanenin amacı kanunun 2. maddesinde açıklanmıştır ve şu şekildedir: “Milli Kütüphane; milli kültür araştırmalarını mümkün kılmak, bu maksada elverişli bütün eserleri ve vesikaları bir araya toplayarak esaslı bir merkez vücuda getirmek ve aynı zamanda her türlü ilim ve sanat çalışma ve araştırmalarını kolaylaştırmakla görevlidir1699.” Ankara Milli Kütüphane’nin dışında çok sayıda devlet kitaplıkları ve Halk Odaları kitaplıkları da ülke geneline yayılmıştır. Bu okuma alanlarının istatistikî tablosu şu şekildedir:

Tablo 10. Türkiye’de Kitaplıklar ve Okuma Odaları1700.

Genel Kitaplıklar Halk Okuma Odaları Kitaplıkları Yıllar Kitaplık Kitap Okuyucu Sayısı Oda Kitap Okuyucu Sayısı Sayısı Sayısı E K Toplam Sayısı Sayısı E K Topl.

1945 83 702.060 413.048 47.496 460.544 159 17.612 30.485 2.466 32.951 1946 1946 83 747.094 724.287 90.036 814.323 113 10.285 26.091 2.981 29.072 1947 1947 82 786.702 774.539 98.273 872.812 82 6.021 5.776 1.852 7.628 1948 1948 82 802.621 728.774. 111.534 840.308 54 4.729 4.655 919 5.574 1949 1949 86 873.803 728.014 117.190 845.204 - - - - - 1950 1950 88 846.661 690.702 117.385 808.087 - - - - - 1951

 Tiyatro Alanında Yapılan Girişimler: Sanatın önemli dallarından birisi olan tiyatro konusunda devlet tiyatroları oluşumu bu dönemde hayata geçirilmiştir. Devlet tiyatroları iki aşamada oluşturulmuştur.1941 ile 1949 yılları arasında, “Tatbikat Sahnesi” dönemi olarak adlandırılan süreçte, düzenli olarak temsiller sergileyen tiyatro ekipleri 10 Haziran 1949 tarihinde çıkarılan Devlet Tiyatrolarının Kuruluş Kanunu1701 ile gerçeklik kazanmıştır. O dönemdeki adı “Devlet Tiyatro ve Operası Genel Müdürlüğü”dür. Tiyatro ve opera dalları bir arada düşünülmüştür. İlk genel müdür olarak Muhsin Ertuğrul atanmıştır. 1947 yılına kadar yayınlanan tek Türk tiyatro eseri Ahmet Kutsi Tecer’in “Yazılan Bozulmaz” adlı eseri olmuştur.

1699 TBMMTD, 23 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 836., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 29 Mart 1950, s. 9-10. 1700 Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1953, Ankara 1953, s. 169 1701Resmi Gazete, 16 Haziran 1949, s. 5-6. 317

Dönem içerisinde Shakespeare, Sofokles, Moliere, Goethe, Gogol, Çehov gibi dünyaca ünlü yazarların eserleri sergilenmiştir. Toplamda bir yerli 18 yabancı oyun gösterilmiştir. 1947-1949 yılları arasında ise yerli yapımların sayısı artmıştır. Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rifat ve Cevat Fehmi Başkut eseri sergilenen Türk yazarlar olmuşlardır. Bu süreçte 3 yerli 9 yabancı eser sergilenmiştir. Muhsin Ertuğrul yönetiminde devam eden 1949-51 sezonunda ise 5 yerli 13 yabancı oyun sergilenmiştir. 1940-50 arası dönemde orta tabakaya yönelik oyunlar yazılmıştır. Oyunlar; Halk Evleri, Şehir Tiyatroları ve Ankara Devlet Konservatuarı tatbikat sahnesinde halka sunulmuştur. Tiyatro eserlerinde daha çok; savaş yıllarının etkileri, kolay yoldan zengin olanlar, orta ve alt sınıfta yaşanan sıkıntılar konu edilmiştir. Bu anlamda Fehmi Başkut “Büyük Şehir”, “Paydos”, Ahmet Kutsi Tecer ise “Köşebaşı” adlı tiyatro eserlerini kaleme almıştır1702.  1948 Londra Olimpiyatlarına Katılım: İkinci Dünya Savaşı öncesinde son olimpiyat 1936 yılında Berlin’de yapılmış ve Adolf Hitlerin açtığı bu müsabakalar Nazilerin gövde gösterisine dönmüştür. Savaş sırasında olimpiyatlar askıya alınmış ve 1948 yılında Londra’da olimpiyat yeniden hayata geçirilmiştir. Kral VI. George’nin açtığı olimpiyatlar İngiltere için 1936 yılındaki müsabakaların rövanşı olarak görülmüştür. 1948 olimpiyatlarına savaşa neden olan devletler katılamamıştır. Sovyetler Birliği ise savaşın etkileriyle uğraştığı için yarışmalara dahil olmamıştır. Türkiye dahil toplam 59 ülke olimpiyatlarda yarışmıştır. Türkiye bir kız atlet olmak üzere 67 kişilik bir kafile ile olimpiyatlara katılmıştır. Olimpiyatlar 29 Temmuz 1948 tarihinde Wembley Stadyumu’nda başlamıştır. Türkiye’nin ilk bayan olimpiyat sporcusu Üner Teoman birinci turda elenmiş ama ilk olma unvanına sahip olmuştur. Üç adımda Ruhi Sarıalp bir sürpriz yaparak bronz madalya almıştır. Bu aynı zamanda Türkiye’nin atletizmdeki ilk madalyası olarak tarihe geçmiştir. Serbest güreşte 2 Ağustos’ta yapılan müsabakalarda dört altın iki gümüş madalya alan Türk takımı olimpiyat şampiyonu olmuştur. Altın madalya sahipleri; Yaşar Doğu, Celal Atik, Gazanfer Bilge ve Nasuh Akar’dır. Adil Candemir ve Halit Balamir ise gümüş madalya kazanan güreşçilerimizdir. Aynı gün futbol takımımız ise Çin takımını 4-0 yenmiştir. Türkiye ikinci maçını Yugoslavya ile yapmış ve 3-1 kaybederek olimpiyatlardan elenmiştir. Grekoromen müsabakalarında da önemli başarılar kazanan Türk takımı olimpiyat ikincisi olmuştur. Ahmet Kireççi ve Mehmet Oktav altın, Muhlis Tayfur ve Kenan Olcay gümüş, Halil Kaya ise bronz madalya sahibi olmuştur1703.  Karikatür Sanatı: 1930 yılı itibariyle tek parti rejimi karşısında durgun bir dönem geçiren karikatür sanatı, İkinci Dünya Savaşı sırasında yeniden canlanmıştır. Baskıcı Almanya ve İtalya’dan kaçan karikatüristlerin bu rejimlere karşı evrensel bir dil olan karikatürü kullanmaları Türk karikatüristlerine de örnek olmuştur. Ramiz ve Cemal Nadir savaş yılarının öne çıkan karikatüristleridir. 1945-1950 arasında Aziz Nesin tarafından çıkarılan Markopaşa tek partiye karşı çıkan bir mizah dergisi olmuştur1704.

1702 Tunçay vd., s. 444-448. 1703 Öymen, s. 214-256., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 7 Ağustos 1948, s. 1-2. 1704 Tunçay vd., s. 573. 318

 Müzecilik; 1945 yılında Mardin Müzesi, 1946 yılında Sinop ve Akşehir Müzesi, 1948 yılında Maraş Müzesi açılmıştır1705.

4.13. Türkiye Ekonomisi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren, Osmanlı’dan kalan devlet anlayışını her yönüyle değiştirme çabası içerisine girmiştir. Bu değişim anlayışı içerisinde ekonomi de önemli bir yere sahiptir. Kendisine miras olarak kalan ekonomik bağıtlardan (Kapitülasyonlar, Duyun-ı Umumiye, dış borçlar gibi) kurtulmayı ilk hedef olarak benimseyen yeni Cumhuriyet Devleti’nin yönetim kadrosu, Lozan Antlaşması ile bu hedeflerine büyük oranda kavuşmuştur. Ekonomik yıkım içerisinde bulunan halkın refah seviyesini yükseltmek ve özellikle üretim alanlarına yeni bir şekil vermek isteyen iktidar kadrosu, önce liberal ardından devletçi bir anlayışla ekonomiye ivme kazandırmaya çalışmıştır. Fakat bu o kadar da kolay olmamıştır. Sermaye, tecrübe ve teknoloji konusundaki eksiklikler devletin beklenen ekonomik hamleleri yapmasına imkân tanımamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın çıkacağının anlaşılması ile birlikte dikkatini savaş sırasındaki konumuna odaklayan iktidar, planladığı atılımları bir kenara bırakmak zorunda kalmıştır. Savaş sırasında da gücünü askeri savunma alanlarına kaydırma politikası ile büyük sıkıntılar yaşayan Türk halkı, savaşın bitimi ile birlikte iktidar sahiplerinin karşısında oluşmaya başlayan muhalif seslerin takipçisi olarak ekonominin refaha ulaşmasını ummuşlardır. Halktan gelen istekler CHP iktidarını, her alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da yeni arayışlara sürüklemiştir. Ciddi şekilde oluşmaya başlayan muhalefet gücü karşısında ekonomide anlayış değişikliğine giden iktidar, tüm çabalarına karşın beklenen atılımları gerçekleştirememiştir. Bu bölümde; İkinci Dünya Savaşı sonrasında CHP iktidarının ekonomik bakışındaki değişiklikler, başta DP olmak üzere muhalif düşüncelerin ekonomiye yaklaşımları ve sürecin beraberinde getirdiği anlayış farklılaşması irdelenecektir.

4.13.1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye Ekonomisinin Değişkenleri

Atatürk öldüğünde Celal Bayar başbakan olarak görev yapmaktaydı fakat 1939 yılı Ocak ayında Bayar istifa etmişti ve yerine Refik Saydam Hükümeti kurulmuştu1706. Bu süreçte dünya büyük bir savaşa doğru gitmekteydi ama Türkiye bu savaşa ekonomik ve askeri anlamda tam manasıyla hazırlanamamıştı. Avrupa’da ise başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa devleti çeşitli hazırlıklarla savaşı karşılamışlardı. Türkiye savaşın dışında kalmakla birlikte uyguladığı silahlı tarafsızlık politikasıyla askeri anlamda büyük bir harcamayla karşı karşıya kalmış, ayrıca üretimi zayıf olan ülke, ithalatın kısıtlanması ile birlikte sıkıntılı bir sürece girmiştir. Bu gelişmeler Türk ekonomisini yeni bir dengeye oturtma zorunluluğu doğurmuştur. Askeri

1705 Tunçay vd., s. 465. 1706 Durmuş vd., s. 328. 319

harcamaların artması ile üretim alanlarına yapılan yatırımlar azalmıştır. Buğday, hububat ve bakliyat üretiminde savaşın başlangıcı ile bitişi arasında yarı yarıya bir azalma görülmüştür1707. Planlı ekonomi dönemi askeri harcamalar nedeniyle askıya alınmıştır. Böylece iktisadi anlamda bir kesinti dönemi başlamıştır. Savaş öncesinde uygulanan müdahaleci devletçi ekonomi savaş sürecini de etkilemiş, geniş yetkilere sahip olan bürokrasi savaş ekonomisi içinde baskı unsuru olarak ortaya çıkmıştır1708. Savaş sırasında Türkiye ekonomisi içe kapanık, kendine yetmeye çalışan, dış ekonomik ilişkileri sınırlandırmış bir görüntü çizmiştir1709. Almanya, İngiltere ve ABD gibi güçlü ülkeler Türkiye hammaddelerini yüksek fiyatlarla satın alarak Türk tüccarı, sanayicisi ve toprak ağasını oldukça zenginleştirmiştir. Yabancı malların ithali(pamuk ürünleri, yapay elyaf, şeker, çimento, inşaat malzemeleri gibi) savaş yıllarında azalınca Türk malları karşısında yabancı malların rekabeti de ortadan kalkmıştır. Savaş yıllarında başta demiryolları olmak üzere yabancı işletmelerin millileştirilmesi ise devam etmiştir. Dış dünya ile bağlantısı bozulan ya da kopan yabancı işletmeler zor duruma düşmüşler, savaş sırasında çıkarılan Varlık Vergisi ile de büyük bir darbe yemişlerdir1710. Savaş sırasında küçük bir grup kolay kazanıp lüks yaşarken, toplumun büyük kısmı ise az gelirli köylü, işçi ve memurlardan oluşmuştur. Geçim sağlamanın ötesinde yiyecek bulma konusunda dahi sıkıntı çekilen savaş yıllarında; tifüs, verem, zafiyet gibi hastalıklar yaygın olarak görülmüştür1711. Halk kıtlık korkusuyla tüketim mallarına hücum edince bir arz-talep dengesizliği ortaya çıkmış, fiyatlar aşırı derecede artmıştır. Devlet kendi ürettiği ürünlere sürekli zam ekleyince, piyasadaki diğer mallar da buna bağlı olarak fiyat artışına maruz kalmış ve karaborsacılık yaygınlaşmıştır. Temel yiyecek maddesi olan ekmek tek tip olarak, belli gramajda olmak üzere karne ile dağıtılmıştır. Yedi yaşına kadar olan çocuklara günde 187.5 gram, yedi yaş üzerindekilere 375 gram, ağır işlerde çalışan işçilere ise 750 gram ekmek verilebilmiştir. Kimi zaman işçi ve memur yiyecek alabilmek için evindeki eşyaları dahi satmak zorunda kalmıştır. Halktan düşük fiyatlarla alınan tarım ürünleri uygun saklama şartlarında bekletilmediği için ziyan olmuş, asker dahi doğru düzgün ekmek yiyememiştir1712. Toplanan vergi miktarları ve türleri artırılmış, kısa vadeli bonolarla devlet halka borçlanmış, dar ve sabit gelirliler için sıkıntılı bir süreç başlamıştır1713. Merkez Bankası imkânları savaşın ilk yıllarında ciddi manda kullanılmıştır. Dış kredi sağlanması konusunda da tavizler verilerek o döneme kadar sürdürülen borçlanma karşısındaki önleyici tedbirler bir kenara itilmiştir. Borçlanma devletin normal gelirleri arasında görülmeye başlanmıştır. Savaşın ilk yıllarında devletin para basarak ihtiyacı gidermeye çalışması enflasyonu körüklemiş, ekonomik yapının bürokrasinin kontrolünden çıkmasına neden olmuştur. Bütçe 1939 yılında açık vermiştir. 1940-1943 arasındaki dört yıllık bütçe ise denk

1707 Günver Güneş, “Türkiye’de Savaş Ekonomisi Uygulamaları ve Toplumsal Yaşama Etkileri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 615-617. (Sayfa aralığı 615-621). 1708 Tunçay vd, s. 304. 1709 İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi( 1923’ten Günümüze Türkiye’de İktisat ve İstikrar Politikaları Uygulamaları), Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa 1998, s. 59. 1710 Yuriy Nikolayeviç Rozaliyev, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri(1923-1960), Onur Yayınları, Ankara 1978, s. 188-189. 1711 Çavdar, Türkiye…, s. 310. 1712 Akandere, s. 151-161. 1713Sevim, s. 282. 320

olarak tasarlanmış ama uygulamada fazla vermiştir. 1944-45 bütçeleri ise hem onaylanırken hem de uygulamada açık vermiştir. Böylece savaş öncesinde sıkı kontrol altında tutulan bütçe açıkları savaş giderlerinin artması ile birlikte kontrolden çıkmaya başlamıştır. 1944 yılından itibaren bütçeler açıkla onaylanmaya başlanmıştır. Bu açıklar geçici tedbirlerle kapatılamamış, üretim de artırılamayarak sorunlar daha da büyümüştür1714. Savaş sırasında sanayi sektörü de gerileme içine girmiştir. Sanayide yatırımlar azalmış, özel sektörde istihdam düşmüştür1715. Devlet elinde bulunan sektörlerde daha az bir daralma yaşanmıştır. Ticarette ise sanayi ürünlerinden çok tarım ürünleri pazarlanmıştır. Sanayi ürünlerinin fiyat artışları tarım ürünlerinin artışının çok gerisinde kalmıştır. Buğday ve tütün fiyatları aşırı derecede artmış ve tüccar için önemli bir kâr kapısı olmuştur. Maaşların milli gelirdeki payı önce %10 civarına yükselmiştir. Ama artan enflasyon sonucunda 1942 yılında %7.4’e, 1943 yılında ise %5.3’e düşmüştür. İşçi sınıfında ise sanayi üretiminin daralmasıyla ücretlerde % 50’ye varan oranlarda düşüşler gerçekleşmiştir. Bu düşüş 1943 yılından itibaren yeniden bir toparlanma içine girmiştir1716. İkinci Dünya Savaşı döneminde Türkiye’yi sadece bir vurgun ve başıboşluk dönemi olarak görmek yanlış olacaktır. Bu süreçte iktidar sahipleri sıkıntılı dönemleri fırsata çevirerek devletin gelişmesi adına önemli atılımlarda bulunma gayreti içerisine girmiştir1717. Ekonomik yapıyı ayakta tutabilmek için Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Köy Enstitülerinin kuruluşu gibi önemli girişimlerde bulunulmuştur. Faka bu girişimler fazla kalıcılık gösteremeyerek kısa sürede amacından sapmış ve yok olmaya terk edilmiştir. Refik Saydam Hükümeti tarafından 18 Ocak 1940 tarihinde 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanuna dayanılarak çıkarılan kararnameler savaş döneminde Türkiye ekonomisini doğrudan yönlendirmiştir. Yasa ile ekonomik alanda kararlar verme konusunda Bakanlar Kurulu’na geniş yetkiler verilmiştir1718. Kanun ile hükümete tarım ürünlerinin fiyatlarını belirleyebilme hakkı tanınmıştır. Belirlenen rakamlar ise mevcut piyasa fiyatlarından daha düşük olacak şekilde düzenlenerek Toprak Mahsulleri Ofisi(TMO)’nin gereken ürünleri depolaması amaçlanmıştır. Büyük fedakârlıklar ve zorluk içerisinde ürünlerini devlete satan köylü, şehirde satılan ekmek fiyatından daha yüksek fiyatta ekmek almaya başlayınca bu durum köylü tarafından hoş karşılanmamıştır1719. Köylü ürününü düşük fiyata devlete verme yerine toprağa gömme yolunu tercih etmiştir1720. TMO ise halktan topladığı ürünleri kimi zaman ihraç etmiş ve ülkede kıtlık yaşanmasında etkin rol oynamıştır1721. Üreticinin devletten mal kaçırma yolunu tercih etmesi sonrasında hububat kıtlığı ve fiyatlar daha da artmıştır1722. Fırsattan yararlanan ve

1714 Nevin Coşar, Kriz, Savaş ve Bütçe Politikası(1926-1950), Bağlam Yayınları, İstanbul 2004, s. 128-131. 1715 Nazif Ekzen, 1946-1958-1970 Devalüasyonları, Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayınları, Ankara 1980, s. 12. 1716 Tunçay vd., s. 307-310. 1717 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi(1908-1985), Gerçek Yayınevi, İstanbul 1995, s. 64. 1718 Makal, Türkiye’de Tek…, s. 412. 1719 Ünal, s. 19-20. 1720 Parasız, s. 61. 1721 Karpat, s. 208. 1722 Bedrettin Kolaç, “Türkiye’de Hububat Politikaları(1923-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.674-675. (Sayfa aralığı 660-676). 321

taşra kentlerinde yoğunlaşan, üreticinin mallarını büyük şehir piyasalarına sunarak zengin olan karaborsacılar da yeni bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır1723. Tarım ürünlerinin fiyatlarının tespitinin dışında kanunun içeriğinde yer alan uygulamalardan bir diğeri ise; ziraatta çalışan kişilerin kendi işlerini aksatmamak kaydıyla yaşadıkları yerin 15 km çevresinde bulunan devlet ya da şahıslara ait işletmelerde uygun ücretle çalıştırılabilmesi mecburiyeti şeklinde olmuştur. Bu bir nevi angarya anlamına gelmektedir ve büyük tepki toplamıştır. Uygulamaya göre devlet fabrikalarda ve işyerlerinde uygun görülen zamanlarda fazla mesai yaptırma ve hafta tatillerini iptal uygulamasına gitmiştir. Kadınlar ve küçük yaştaki(alt sınır 12 yaş) vatandaşlar da ağır sanayi kollarında çalışmak zorunda bırakılmıştır. Zaman içerisinde yol, köprü ve maden gibi alanlarda da zorunlu çalışma yükümlülüğü getirilerek kanun genişletilmiştir. Devletin köylüler üzerindeki bir diğer baskı unsuru ise her köyün kendi okulunun yapımında köylülere çalışma yükümlülüğünün getirilmesi olmuştur1724. Hükümet gerekli gördüğü alanlarda yapılacak tarımsal faaliyetlerin üretim cinsini de belirleyebilecektir. Ziraat yapılmayan 500 hektardan fazla toprak devlet tarafından bedel ödenerek işletilebilecektir. Kanuna uymayanlar için tespit edilen cezalar ertelenmeyecektir. Kanunun 41. maddesi ile 4 hektardan az toprağı olan çiftçinin bir çift öküzüne devlet tarafından el konulma hakkı tanınmıştır. Çiftçilerin büyük bölümü belirlenen miktarın altında toprağa sahip olduğu için üretim kaynağı olan öküzlere el konulmuş ve bu büyük tepki toplamıştır1725. Sanayi ve maden kuruluşlarının neyi ne kadar üreteceğini belirleme, işletmelerde hedeflere yönelik değişiklikler yapma, üretim programlarını empoze etme yetkileri de devlet eline geçmiştir. Devlet gereken düzenlemeleri yapmayan ve belirlenen miktarlarda üretim sağlayamayan kuruluşlara el koyarak işletme hakkına sahip olmuştur. Bu el koyma sürecinde kurum sahibine uygun miktarda tazminat verilmesi öngörülmüştür. Devlet maden ocaklarında da gereken miktarda üretim sağlayabilmek için madenleri birleştirerek el koyup işletmiştir. Nakil vasıtalarının ücretleri ve nerede çalışacakları da kanun dahilinde tespit edilmiştir1726. Milli Korunma Kanunu’na karşı oluşan tepkiler üzerine Meclis tarafından oluşturulan bir komisyon yaptığı araştırmalar sonrasında kanunun Anayasaya aykırı olmadığı kanaatine varmıştır1727. Süreç içerisinde ithalatın darlığı, üretimin düşüşü ve enflasyon karşısında zor duruma düşen halkın korunması için Fiyat Murakabe Komisyonları kurulmuştur. 8 Haziran 1940 tarihinden itibaren çalışmaya başlayan komisyonlar gıda ve diğer ticari malların fiyat ve kar miktarlarını belirleme yetkisine sahip olmuştur. Fiyat tespiti sürecinde koordinasyonun sağlanamaması sonrasında el altından karaborsa satışlar bir şekilde devam etmiştir. Kontrol memurlarının yetersizliği ve kurumdaki teşkilatsızlık başarısızlığı artırmıştır. Çıkan sorunların çözümü ve haksız kazanç elde edenlerin yargılanması için 8 adet Milli Korunma Mahkemesi

1723 Ronnie Margulies ve Ergin Yıldızoğlu, “Tarımsal Değişim: 1923-70”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick,E. Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992, s. 295. (Sayfa aralığı 285-309). 1724 Akandere, s. 193-201. 1725 Mehmet Kayıran, “Türk Tarımında Modernleşme Çabaları(1923-1950)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1995, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 159., Ayrıca Bakınız: Güneş, s. 616. (Sayfa aralığı 615-621), Cahit Talas, Ekonomik Sistemler, Sevinç Matbaası, Ankara 1969, s. 377., Şenşekerci, s. 173. 1726 Korkut Boratav, 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1974, s. 327. 1727 Tevfik Çavdar, Türkiye’de Liberalizm (1860-1990), İmge Kitabevi, Ankara 1992, s. 219. 322

açılmıştır1728. Refik Saydam’dan sonra 1942 yılında hükümet kuran Şükrü Saraçoğlu döneminde kanunda bir miktar yumuşama gerçekleşmiştir. Hükümet % 25 kararını uygulamaya başlamıştır. Yeni sisteme göre 50 tona kadar üretim yapan çiftçi ürününün %25’ini, 50-100 ton arasında üretim yapan çiftçi ürününün %35’ini, 100 ton üstü üretimin ise %50’ini devlet satın alacak, geri kalan miktar ise mal sahibi tarafından serbestçe satılabilecektir1729. Kanunda yapılan gevşeme sonrasında 1942 yılı içerisinde tüketici fiyatlarında %100 artış görülmüştür1730. Böylece 1942-43 yılları savaş döneminin en yüksek enflasyonunun yaşandığı dönem olmuştur1731. Savaş sonunda halkın CHP’yi Milli Korunma Kanunu uygulamaları yüzünden suçlaması üzerine iktidar yapılanları savunmaya çalışmıştır. 9 Temmuz 1945 tarihinde CHP Genel Sekreterliği tarafından CHP milletvekillerine hitaben yayınlanan bir yazıda savaş sırasında izlenen ekonomik politika hakkında genel bir değerlendirme yapılmış, bu değerlendirmenin vekiller tarafından seçim bölgelerinde halka iletilmesi istenmiştir. Bu değerlendirme metni içerisinde; Milli Korunma Kanunu uygulamaları hatırlatılmış ve devletin halkın mağduriyetini gidermek için böyle bir uygulamaya gittiği, yaşanan aksaklıklar karşısında kanununda gereken değişikliklerin yapıldığı, köylünün mallarını şehirlerde pazarlayan aracıların yüksek kâr arzularının köylüyü mağdur ettiği ve üzdüğü belirtilmiştir. Devletin köylüden satın aldığı ürünlerle hem köylüye yüksek fiyattan destek olduğu hem de oluşabilecek bir kıtlık için tedbir aldığı, kimi ekonomik sıkıntılar yaşansa da Türkiye’nin savaşın getireceği yıkımdan uzak kalmayı başardığı anlatılarak halkın fedakârlığı için onlara minnettar olunduğu ifade edilmiştir1732. Milli Korunma Kanunu savaşın sona ermesine rağmen varlığını devam ettirmiştir. Kanun içerisinde yapılan değişikliklerle kanunun yeni oluşan şartlara ayak uydurmasına çalışılmıştır. 14 Haziran 1946 tarihinde yapılan bir değişiklikle ithalat yolu ile ana ihtiyaç maddelerinin ülkeye sokulması sırasında vurguncuların büyük kârlar etmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır1733. Kanunun savaşın bitmesinin üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen kaldırılmaması ise eleştirilere neden olmuştur. Seyhan Milletvekili Ahmet Remzi Yüreğir Mecliste, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Faik Ahmet Barutçu’ya konuyla ilgili yönelttiği bir sözlü soruyla, kanunun hala niçin uygulamada olduğu noktasındaki merakını yöneltmiştir. Bakanın soruya verdiği cevap ise özetle şu şekilde olmuştur: Kanun seferberlik, savaş hali ya da Türkiye’yi ilgilendiren devletlerin savaş içinde olması şartlarıyla çıkarılmıştır. Savaş bitmiş olmasına rağmen siyasi gerginlik devam etmekte, ülkede ise ekonomik görüntünün tam olarak düzene girmediği görülmektedir. Ticari ve ekonomik durumun gelişmesinde Milli Korunma Kanunu olumsuz bir etkiye sahip değildir. Kanunun verdiği salahiyetlerle dış politikada mevcut belirsizlik ortamında ekonominin gelişmesi adına adımlar atılmaktadır. Fakat savaş yıllarında

1728 Güneş, s. 617. (Sayfa aralığı 615-621). 1729 Kayıran, s. 164-166., Ayrıca Bakınız: Çavdar, Türkiye…, s. 313. 1730 Ekzen, s. 13. 1731 Tunçay vd., s. 306. 1732 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 5.26..30. 1733 TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24,Ekler Bölümü s. 3/1-7 323

uygulanan el koyma, ticaret maddelerinin alım ve satımından men, nakil vasıtaları, fabrika ve depolara el koyup işletme gibi uygulamalar son bulmuştur. Uygun şartlar oluşuncaya kadar kanunun yürürlükte kalacaktır1734. Bakanın açıklaması kanununun yürürlülük süresi konusunda bir netlik içermemiştir Kanunun varlığını DP iktidarı döneminde de devam ettirmiş, yapılan değişikliklerle 15 Haziran 1960 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır1735. İkinci Dünya Savaşı’nın diğer bir ekonomi uygulaması ise Varlık Vergisi olmuştur. Eksilen hazine gelirlerini tamamlamak amacıyla çıkarılan bu kanun, öncelikle gayrimeşru yollardan kazanç elde edenlerden vergi almayı amaçlamıştır1736. Vergi 11 Kasım 1942 tarihinde Şükrü Saraçoğlu Hükümeti tarafından hayata geçirilmiştir. 4305 sayılı kanun 17 maddeden oluşmuştur1737. Birinci maddede servet ve kazanç sahiplerinin malları ve fevkalade kazançları üzerinden bir defaya mahsus olmak üzere vergi alınacağı bildirilmiştir. Kanunun üçüncü bölümünde vergi mükelleflerinin mükellefiyet derecelerinin tespiti için vilayet ve kaza merkezlerinde en büyük mülki memurun başkanlığında bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştır. İlan edilen vergi miktarlarına itiraz sadece mükerrer vergi yazılımı halinde yapılabilecek, aksi taktirde itiraz hakkı bulunmayacaktır. Vergi 15 gün içinde ödenecek, ek olarak uzayan ilk hafta için %1, ikinci hafta için %2 faiz işletilecektir. 30 gün içinde borcunu ödemeyenler bedeni işlerde çalıştırılacaklardır1738. Tüccar, emlak sahibi ve büyük çiftçiler vergi alınacak hedef kitleyi oluşturmuştur. Hedef zenginler olmasına rağmen kimi zaman zor durumda bulunan esnaf da bu vergilerden nasibini almıştır. Vergi miktarları kesinlik taşımadığı için, belirlenen komisyonlar tarafından çoğu zaman mükelleflerin üzerine çok yüksek miktarda vergi yükü bindirilmiştir. Vergi temelde bir kazanç vergisi olmasına rağmen azınlıklar en fazla vergi veren sınıf olmuştur. Nüfuslarının az olmasına rağmen verdikleri toplam vergi genel miktarın yüzde 55’ini oluşturmuştur1739. Saraçoğlu, 21 Ocak 1943 tarihinde yaptığı bir açıklamada azınlıkların vergilendirilmesi mevzusundan bahisle şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun bütün şiddetiyle tatbik edilecektir1740.” Azınlıkların askerlik yapmadıkları, bu vatan için kan dökmedikleri, halkın elindekileri sömürdükleri için artık bu memleket adına fedakârlık zamanlarının geldiği söylentileri artmış ve Varlık Vergisi’nin haklılığı anlatılmaya çalışılmıştır. Vergilerini nakit olarak ödeyemeyenlerin Palu, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Erzurum, Ağrı transit yollarında ve Kop, Zigana, Deveboyu geçitlerinin kışın temizlenmesinde çalıştırılması planlanmıştır1741. Çalışma yükümlüleri barınma

1734 TBMMTD, 8 Kasım 1948, 8. Dönem, Cilt 13,s. 32-33. 1735 Akandere, s. 208. 1736 Murat Koraltürk, “Türkiye Ekonomisi(1923-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.591-592. (Sayfa aralığı 581-597) 1737 Cahit Kayra, Savaş-Türkiye-Varlık Vergisi, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2011, s. 49-50. 1738 Coşar, s. 104-106. 1739 Akandere, s. 174-177., Vergi mükelleflerini tespit için hazırlanan dosyalar dört harf ile simgelenmiştir. “G” Gayrimüslümleri, “M” Müslimleri, “D” Dönmeleri, “E” ise Ecnebileri temsil etmiştir. Yılmaz Karakoyunlu, Salkım Hanımın Taneleri, Doğan Kitap, İstanbul 2010, s. 71. 1740Cumhuriyet Gazetesi, 21 Ocak 1943, s. 1. 1741 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni(1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul 1999, s. 442-451. 324

ve yeme giderlerini kendileri karşılamışlardır. Aldıkları ücretin yarısı ise vergi borçlarından düşürülmüştür. Fakat bu miktarla yüksek vergi borçlarının sıfırlanması pek de mümkün görünmemiştir1742. Vergi uygulamasında 1943 yılında bir yumuşamaya gidilmiş ve Maliye Bakanlığı, 17 Eylül 1943 tarihinde çıkarılan ve Varlık Vergisi Kanunu’na ek olarak yürürlüğe giren bir kanunla tahsil edilememiş borçların affına yetkili kılınmıştır1743. 1942-44 yılları arasında devam eden bu vergi dahilinde 114.368 mükelleften 314.920.940 lira vergi tahsil edilmiştir1744. 1.400 yükümlü ise vergisini ödemediği için çalışmak durumunda bırakılmıştır. 1943 yılında milli gelirin %3.5’i bu vergiyle sağlanmıştır1745. Ekonomide istenilen rahatlama sağlanamayınca ve gelen tepkiler sonrasında 15 Mart 1944 tarihinde 4530 sayılı “Varlık Vergisinin Bakayasının Terkinine Dair Kanun” ile vergi yürürlükten kaldırılmıştır1746. Böylece vergi verenler bir daha cezalandırılırken, vergiden bir şekilde kaçanları da mükâfatlandırmıştır. Savaş sırasında büyük kazançlar sağlayan toprak sahiplerinin vergilendirilmesi de gündeme gelmiştir. Bu amaçla Toprak Mahsulleri Vergisi 4 Haziran 1943 tarihinde çıkarılmış, üç mahsul dönemi uygulanmıştır1747. Bu vergi çoğunlukla ayni olarak alındığı için âşâr vergisine benzetilmiştir1748. Savaş sırasında Türk köylüsünden ayrıca arazi vergisi, sayım vergisi, yol vergisi sürekli olarak alınmıştır. 26 Nisan 1944 tarihinde vergi miktarları biraz daha artırılmış(%8 den %10’a çıkarılmıştır), zamanında ödemeyenlerin vergilerini cezalı olarak ödeyecekleri hakkında bir tasarı kabul edilmiştir1749. Toprak Mahsulleri Vergisi büyük-küçük çiftçi ayrımı yapılmadan alındığı için en büyük zararı küçük çiftçi grubuna vermiştir. Kanun gereğince vergi daha ürün tarladayken yetkili kişilerce tahminen belirlenen ürün miktarı üzerinden alınmıştır. Gerçek mahsulün tahmin edilmesinde yaşanan sıkıntılar çiftçiyi perişan etmiştir. Gelen görevli bazen çok fazla miktar göstererek çiftçiyi fazla vergiye maruz bırakmıştır, ya da bazı memurlar vergiyi düşük miktar gösterme karşılığında rüşvet istemişlerdir. Vergisini ayni olarak verecek olan çiftçi ürününü kendisi götürerek TMO’ya teslim etmek zorunda bırakılmıştır. Bu ürünlerin taşınması, teslimi için günlerce beklenmesi ve teslim sırasında görevli memurların çıkardıkları sıkıntılar köylü için büyük eziyet olmuştur1750. Milli savunma giderlerinin karşılanması amacı da güden bu kanunun uygulaması her ne kadar savaşın etkileri ortadan kalkmamış olsa da, çok partili hayata geçildikten sonra 23 Ocak 1946 tarihinde kaldırılmıştır1751.

4.14. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Türkiye Ekonomisi

İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı ülkeler ekonomilerini kontrol etmeyi öğrenerek, emperyalizm ve sömürgecilik hareketleri içerisine girmeden, ekonomik sistemlerini yürütmeye

1742 Akandere, s. 204. 1743 Bali, s. 474-475. 1744 Kayra, s. 54. 1745 Tunçay vd., s. 307. 1746TBMMZC, 15 Mart 1944, 7. Dönem, Cilt 8,s. 45-46. 1747 Kolaç, s.674. (Sayfa aralığı 660-676) 1748 Başyiğit, s. 693. (Sayfa aralığı 687-696) 1749 Kayıran, s. 167-168. 1750 Akandere, s. 169-170. 1751 TBMMTD, 23 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21,s. 91-92. 325

başlamışlar, milliyetçilik hareketlerinin savaş sonrasındaki uyanışı karşısında sömürgelerini kaybetmişlerdir. Batı emperyalizmi kenara çekilirken Sovyet emperyalizmi öne çıkmaya başlamıştır. Batı Bloğu bu yeni emperyalist yayılmacılığa karşı durma konusunda yardımlaşma içerisine girmiş, zor durumdaki devletlere de sosyalizm karşısında yardımlarda bulunmuştur. Batı Bloğu’nun liderliği ise İngiltere’den ABD’ye geçmiş ve bu devlet blok devletlerinin güçlenmesi amacıyla yardımlarda bulunmaya başlamıştır1752. Savaş sonrasında dünya yeni bir düzen içerisine girerken Türkiye’nin bu değişimin dışında kalması mümkün görünmemiştir. Türkiye ekonomisi her anlamda tadilata ihtiyaç duymuştur. İnönü yönetiminin ülkeyi savaş dışında tutma başarısı, savaş sırasında yaşanan ekonomik sıkıntıların gölgesinde kalmış, iktidar karşısında bir muhalefet ortaya çıkmıştır. Türkiye savaşa dahil olmadığı için barış şartlarından da doğrudan yararlanamamıştır. Fiyatlar barış döneminde artmaya devam etmiş, piyasada para çoğalmış, üretim düşmüştür. İlk etapta memurların maaşlarındaki dengenin sağlanması ve Türk parasının uluslararası alandaki değerinin düzenlenmesi gerekmiştir. Üretim, ticaret ve enflasyon konuları ise beklemekte olan sorunlar içerisinde yer almıştır. Türkiye savaş sonrasında Batı Bloğu içinde yer alırken hem siyasi hem iktisadi anlamda liberalizmi seçmiştir. Serbest ticarete yöneliş ve korumacı önlemlerin terki gibi adımlar atmak yoluna gitmiştir. İçe dönük ve kendine yetmeyi hedefleyen iktisadi politika değişmiş, dış ticaret ve bütçe dengesinin sağlanması ilkelerinden vazgeçilmiştir1753. Türkiye’nin ekonomik sıkıntılar içerisinde olması ve ekonomik dengelerini değiştirmek zorunda kalmasında askeri harcamaların da etkisi büyük olmuştur. Sovyet baskısı ve ardından batı askeri yapısıyla bütünleşmeye çalışma girişimi ülkeyi büyük harcamalara yöneltmiştir. Ekonomik yatırımlarda kullanılması gereken paranın büyük kısmı savunma harcamalarına ayrılmıştır. Askeri harcamaların fazla oluşunun esas nedeninin Sovyet tehdidi olmasının yanı sıra, Türkiye bu gerekçeyi kullanarak dışarıdan gelecek yardımları diri tutmaya da çalışmıştır1754. Savaşın son yıllarında yaşanan ekonomik sıkıntılar sonucunda 1945 yılı gayri safi milli hâsılası savaşın başlangıcındaki döneme göre %20 azalmıştır. Savaş sonrasında genç nüfusun üretici sınıfına dahil olması, ithalatın genişlemesi ve piyasalarda yaşanan canlılık milli hasılada önemli artışlara imkan sağlamıştır1755. Ekonomide yaşanan bu gelişme ancak savaş sırasında yaşanan gerilemenin bir telafisi olmaktan öteye geçememiştir. 1946 itibariyle demokrasi yolunda atılan adımlar ekonomi alanında da kendisini göstermiş, ekonomik sınıfların sorun ve istekleri partiler ve iktidar tarafından dikkate alınmaya başlanmıştır. Halk tabakalarını ilgilendiren ve olumlu nitelikteki ekonomik girişimler, büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarını zedelemeye başlamıştır. Büyük sermayedarlar kendi çıkarları karşısında oluşabilecek ve tabandan gelen bir siyasi yapılanmanın oluşmaması için tedbirler almayı unutmamış ve sosyalist oluşumlar 1946 yılından itibaren siyasal hayatın dışına itilmiştir1756.

1752 Mükerrem Hiç, Kapitalizm-Sosyalizm-Karma Ekonomi ve Türkiye, Sermet Matbaası, İstanbul 1974, s. 117. 1753 Coşar, s. 132. 1754 Gönlübol vd.,s.473. 1755 Oktay Yenal, Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul 2003, s. 75. 1756 Tunçay vd., s. 311. 326

21 Aralık 1946 tarihinde Viyana’da yayınlanan The Morning News adlı gazetede yer alan “Türkiye’nin Büyük Macerası” başlıklı yazı Türkiye’nin savaş sonrası durumunun tarifi şeklindedir. İlgili yazıda özetle şu ifadeler yer almıştır: Yugoslavya, Bulgaristan ve Türkiye arasında önemli benzerlikler mevcuttur. Bu ülkelerde ihtilaller gerçekleşmiş ve otoriteyi elinde tutmaya çalışan bir rejim anlayışı uygulamaya konulmuştur. Mareşal Josip Broz Tito, Mustafa Kemal Atatürk ya da İsmet İnönü ve George Dimitrov güçlü karakterler olarak öne çıkmışlardır. Her üç devlet de planlı ekonomi yolunu seçmiş ve uzun süre yaşayacak bir devlet kurma amacı gütmüşlerdir. Türkiye’nin diğer iki devletten farkı ise bir zümrenin diktatoryasından kurtularak batının demokratik anlayışını benimsemeye çalışması olmuştur. Türkiye’nin sorunları arasında savaştan kalma enflasyon ve fiyat artışı öncelikli durumdadır. Geniş manada ve dış destekli bir ekonomik kalkınma sürecine giren Türkiye’de en büyük yük ise; Türk ordusunun savaş sonrasında büyük oranda mevcudiyetini koruması ve ekonominin imkânlarının yarısına yakınının bu alanda harcanmak durumunda kalınmasıdır. Bu sıkıntılara rağmen Yakın Doğu ve Orta Doğu’da en iyi yönetilen halk Türk halkıdır hissi ağır basmaktadır1757.

4.15. Ekonomik Kalkınma İçin Önemli Bir Adım: Toprak Reformu Çalışmaları

Osmanlı Devleti’nden kalan toprak yapısı içerisinde çok az sayıda büyük toprak sahibi bulunmakla beraber, köylünün %85’i kendisine ancak yetebilecek ve çok az pazarlama imkânına malik bir üretim alanına sahipti. Büyük toprak sahiplerinin topraklarında çalışan ortakçı ya da kiracılar ürettikleri ürünleri toprak sahipleri ile paylaşmışlardır. Toprak sahipleri ise elde ettikleri gelirleri tarımın gelişmesinden çok, tüketim için kullanmış ve bu durum tarımda bir gelişmenin olmamasına neden olmuştur1758. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte tarımla ilgili türlü projeler ortaya atılmış ve Mustafa Kemal Atatürk köylüyü milletin efendisi görme anlayışını sürekli dile getirmiştir. Fakat gereken ciddi adımlar 1945 yılına kadar atılamamıştır. Bu gecikmenin en büyük nedeni, yapılacak işi benimseyecek güçlü bir kadronun olmayışıdır. Reformları alkışlayanlar çok olmuş ama iş icraata gelince çekingenlik kendisini göstermiştir1759. Ayrıca iktisadi yapıda kargaşalar oluşacağı, üretimin düşeceği, toprak sahibi olacak köylünün tek başına üretim safhalarını halledemeyeceği çekinceleri de toprak reformu sürecini geciktirmiştir1760. Toprak reformunun yapılması isteğinin temelinde; ekilebilir mevcut toprakların büyük bölümünde ekim yapılmamakta olması yatmıştır. Türkiye’deki 1927 yılında yapılmış olan ilk ziraat sayımına göre toprakların %31’i ekilebilir, %18’i orman, %36’sı mera, %13’ü dağ-taş, ve % 1’i ise bataklık ve göldür(Bu rakamlara 1939 tarihinde Türkiye’ye katılan Hatay dahil değildir). Türkiye’de toplam ülke yüzölçümünün sadece % 4.86’sı ekilebilmektedir. Rakamlar

1757 BCA, Dosya: 421B35, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 233.574..36. 1758 Zeki Çevik, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Toprak Reformu ve Uygulamaları”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 679. (Sayfa aralığı 677-686) 1759 Aydemir, İkinci…, Cilt II., s. 338 ve 353-354. 1760 Ekinci, s. 290. 327

göstermektedir ki topraklar gerektiği gibi kullanılamamaktadır ve boştur. Bu düşük kullanıma nazaran genel nüfus içerisinde büyük oranda çiftçilikle uğraşan bir sınıf mevcuttur1761. Toprak reformu gecikmiştir ama yine de 1945 yılına gelene kadar toprak dağıtımı konusunda küçük de olsa adımlar atılmıştır. 1920’li yılların başında muhacir nüfusun yerleştirilmesi için bir miktar toprak tahsis edilmiştir. 1929 yılında ise çıkarılan bir kanununla doğudan batıya aktarılan kişilerin topraklarının köylülere, aşiret mensuplarına, göçebelere ve muhacirlere verilebileceği belirtilmiştir. 1930 yılında çıkarılan Toprak Tevzi Kanunu da devlet topraklarının bir bölümünün dağıtılmasını öngördüyse de başarı sağlayamamıştır. 1934 yılına gelindiğinde ise toprak dağıtımı işi daha ciddi tartışmalara konu olmaya başlamıştır. Doğuda yaşayan Kürtlerin batıya nakli ve batıdan gelenlerin de doğuya yerleştirilmesi sürecinde devlet toprak dağıtacağını garanti eden İskân Kanunu’nu çıkarmıştır. Bu kanunla birlikte toprakların kamulaştırılmasının da yolu açılmıştır. İlk etapta Kürt nüfusla ilgili düşünülen toprak reformu girişimi, bu süreçten sonra daha geniş bir anlamda tartışılmaya başlanmıştır1762. 1934 yılına kadar devlet tarafından 6.787.234 dönüm toprak dağıtılmıştır ve bu toprakların 4.482.567 dönümü yer değiştirenlere verilen topraklar olmuştur. 1934-1938 yılları arasında ise 88.695 çiftçiye toplam 2.999.825 dönüm arazi dağıtılmıştır. 1940-1944 yılları arasında 197.000 toplam nüfuslu 53.000 aileye 875.000 dönüm toprak dağıtılmıştır. Bu süreçte kamu kurumlarına ve vakıflara ait topraklardan da dağıtım yapılmıştır. Ayrıca Ziraat Bankası’nın sağladığı kredilerle toprak satın alanlar da olmuştur1763. Toprak dağıtım işlemi sınırlı olarak devam etmesine rağmen konuyla ilgili bir kanunun eksikliği her zaman hissedilmiştir. İlk olarak 1933-1934 yıllarında Nüfus Genel Müdürü olarak görev yapan Galip Peker tarafından hazırlanan tasarı ile toprak ağalarının elinde bulunan ve tapusuz olan toprakların köylüye dağıtması düşüncesi Mecliste ret cevabı almıştır1764. 1935 tarihli CHP Programı’nda ise çiftçinin topraklandırılması gerekliliği ve bu konuda kanuni düzenlemelerin yapılması isteği yer almıştır1765. 1936 ve 1937 yılı Meclis açılışı konuşmaları sırasında Mustafa Kemal Atatürk ciddi bir toprak kanunu çıkarılmasını ve çiftçilerin kendilerine yetecek kadar toprağa kavuşturulması isteğini dile getirmiş ve büyük toprak sahiplerinin sahip oldukları toprak miktarında sınırlamaya gidilmesinin önemini vurgulamıştır. İsmet İnönü de aynı dönemlerde Atatürk ile benzer açıklamalar yapmış ve köylünün acınacak durumda olduğunu dile getirmiştir. Öyle ki kimi zaman İnönü toprak ağalarını tehdit eder üslup içerisine de girmiş ve “batakçı toprak ağasının kökünü kazıyacağım” gibi sert açıklamalarda bulunmuştur1766. 1937 yılında 1924 Anayasası’nın 74. maddesine çiftçiyi toprak sahibi yapabilmek için özel kanunlar yapılabileceği hükmü eklenmiştir 1767. Devletin önde gelenlerinin toprak reformu hakkındaki

1761 Aydemir, İkinci…, Cilt II., s. 339-340. 1762 M. Asım Karaömeroğlu, “Bir Tepeden Reform Denemesi: "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"nun Hikâyesi”, Birikim Dergisi, Sayı 107, http://www.birikimdergisi.com. 1763 Çevik, s. 681. (Sayfa aralığı 677-686) 1764 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 487. 1765 Koçak, Türkiye’de…, s. 175. 1766 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 488. 1767 Bu maddenin son hali ve eklenen bölüm şöyledir(eklenen bölüm parantez içerisinde verilmiştir): Madde 74: Kamu faydasına gerekli olduğu usulüne göre anlaşılmadıkça ve özel kanunları gereğince değer pahası peşin verilmedikçe hiç kimsenin malı ve mülkü kamulaştırılamaz. (Çiftçiyi toprak sahibi kılmak ve ormanları devletleştirmek için alınacak toprak 328

görüşleri konunun daha ciddi görüşülmesine ortam hazırlamıştır. Öyle ki 1937 yılında Başbakanlık görevinde bulunan ve daha sonraları reforma karşı olacak olan Celal Bayar dahi hükümet programında toprak reformunun gerçekleştirilerek topraksız köylünün toprak sahibi olması gerektiğini vurgulanmıştır1768. Bu kadar gündeme gelen konu İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile bir süre kenara itilmiştir. Şükrü Saraçoğlu’nun 1942 yılında göreve gelen birinci hükümeti ve 1943 yılında göreve gelen ikinci hükümetinin programlarında, çiftçinin toprak sahibi yapılmasının önemli bir vazife olduğu belirtilmiştir. Haziran 1943 tarihinde gerçekleşen CHP Altıncı Büyük Kongresi’nde de vilayet kongrelerinden gelen dilekler içerisinde çiftçiye toprak verilmesi talebi yer almıştır. Fakat bu talepler daha çok devlete ait toprakların dağıtılması şeklinde gerçekleşmiş, özel mülkiyet topraklarının dağıtılması önerilmemiştir1769. İnönü de savaş süresince çiftçiyi topraklandırma yönünde bir çalışma yapılacağının sinyallerini vermiş ve bu yaklaşım konuyla ilgili çalışmaların devam ettiği izlenimini uyandırmıştır. Yapılması planlanan toprak reformu ile Türk tarımında geri kalmışlığın önüne geçmek ve toprağı işleyenin işlediği toprağa sahip olmasını sağlamak amaçlanmıştır. Büyük toprak sahiplerinin gücünün kırılması ve mülkiyet dağılımının yeniden yapılması da diğer hedefler arasında yer almıştır. Dağıtılması planlanan arazinin işlenmesinde sürekliliğin sağlanması için devletin desteklemelerde bulunacağı da öngörülmüştür1770.

4.15.1. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Meclise Geliş Süreci

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ereceği kesinleşince Türkiye’de çiftçiyi topraklandırma adına sürdürülen çalışmalar hız kazanmıştır. Yapılması planlanan kanunun amaçları ve içeriği hakkında şu görüşler ön plana çıkmıştır: Toprağı olmayan veya yetmeyenlere toprak sağlanacak ama aynı zamanda toprakların çok fazla küçülmesine de engel olunacaktır1771. Toprak sahibi olan veya topraklandırılan çiftçiler içerisinde üretim araçları eksik olanlara destek sağlamak kaydıyla ülke topraklarının işletilmesinin yolunu açılacaktır1772. Üretimde süreklilik ve verim artışı sağlanacaktır. Büyük toprak sahiplerinin güçleri kırılacaktır. Tarımdaki artılar sanayi alanındaki yapılacak yatırımlara kaydırılacak ve sanayi alanında da gelişme kaydedilecektir1773. Şehirlerde bulunan ve köylerden göçen işsiz kalabalıklar tekrar toprağa bağlanarak sosyal denge yeniden sağlanacaktır1774. Dağıtımda ise öncelik devlete, belediyelere, özel idareye ve köylere ait olup da değerlendirilmeyen topraklara verilecektir1775. ve ormanların kamulaştırma karşılığı ve bu karşılıkların ödenişi özel kanunlarla gösterilir.). Olağan üstü hallerde kanuna göre yükletilecek para ve mal ve çalışma ödevleri dışında hiçbir kimse başka hiçbir şey yapmaya ve vermeye zorlanamaz.” Kili ve Gözübüyük, s. 144. 1768 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 492-493. 1769 Koçak, Türkiye’de…, s. 181-182. 1770 Kayıran, s. 173-174. 1771 Çavdar, Türkiye…, s. 332. 1772 Duran Taraklı, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Uygulama Sonuçları, Kalite Matbaası, Ankara 1976, s. 40. 1773 Başyiğit, s. 695. (Sayfa aralığı 687-696) 1774 Durmuş vd., s. 527. 1775 Çavdar, Türkiye’nin…, s. 392.(Eski Baskı) 329

Önemli hedefler içeren bu topraklandırma ve çiftçinin desteklenmesi projesi CHP içinden ve dışından ciddi bir muhalefetle karşılaşmıştır. Savaş sırasında tarım ürünleri fiyatlarına konan sınırlamalar, tarımdan alınan vergiler eşraf takımını iktidara karşı bir konuma getirmiştir. Bu gerginlik üzerine bir de toprak reformu yapma isteği, eşraf-bürokrat gerginliğini zirveye çıkarmıştır. Toprak ağaları, çıkarılması planlanan kanunun en etkisiz şekliyle yürürlüğe girmesi için büyük çaba sarf etmiştir1776. Meclis içerisinde, CHP’li olup da toprak kanunu hazırlıklarına karşı koyan üç toprak ağası öne çıkmıştır. Bunlar Ege’den Adnan Menderes, Çukurova’dan Cavit Oral ve Eskişehir’den Emin Sazak’tır. Oral toprak reformunu bilimsel açıdan eleştirmiş, benzerleriyle karşılaştırmış ve kanunun çıkmamasını istemiştir. Sazak ise tam bir ağa profilindedir ve köylü için ağanın vazgeçilmezliğini özellikle dile getirmiştir. Menderes’e göre ise hazırlanmakta olan kanun faşist niteliktedir. Toprağın dağıtılması ile toprak emniyeti kalmayacaktır. Dağıtma yerine birleştirerek büyük toprak işletmelerin ortaya çıkarılması daha doğru olacaktır1777. Muhalifler toprak dağıtımını Bolşeviklik olarak yorumlayıp kötüleyerek gözden düşürmeye çalışmışlardır. Kanun karşısında duran CHP’li vekililer sadece kanunu değil, bu bahane ile tek parti anlayışını da eleştirerek muhalefet olgusunu güçlendirdikleri gibi, kurulacak bir muhalefet partisinin de ciddi sinyallerini vermişlerdir1778. Muhalif kanadın en etkili gücü ise Menderes olmuştur. Topraklandırma kanununun tasarı olarak Meclise getirilmesinin ardından Menderes konuyla ilgili oluşturulan komisyonda raportör olarak görev almış ve tasarıya karşı ilk siyasi mücadelesini burada vermiştir. Kanunun kabulünden bir gün önce raportörlük görevinden istifa etmiş ve böylece toprak ağaları ile burjuvazi için güven vermeyen CHP’ye karşı ciddi bir başkaldırı içerisine girmiştir1779. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu ise sıkı bir toprak reformu kanunu çıkarma gayreti içerisinde bulunmuşlardır. Tarım Bakanı olarak seçilen Şevket Raşit Hatipoğlu’nun reform konusundaki görüşleri ise İnönü’nünkine göre daha ılımlı olmuş, toprakları ellerinden alınan ağaya yüksek miktarda para verilmesi ve ağanın elinde kalacak toprağın miktarının fazlaca olmasını savunmuştur1780. Dönemin İçişleri Bakanı olan Hilmi Uran ise çıkarılacak kanunu topraksız köylüye toprak kazandırmak ve üretimde sürekliliği sağlamak amaçlarıyla olumlu karşılarken, toplumsal yapıyı bilmeden böyle bir kanunun Meclisten geçirilmeye çalışılmasını eleştirmiştir. Büyük arazi sahiplerinin ellerindeki toprakların alınacağı yönünde bir yaklaşımın kanunda yer almasının, bu tip toprak sahiplerini parti aleyhinde kışkırtacağını belirterek, endişe yaratılmadan devlet elindeki topraklardan çiftçiye dağıtılabileceğini savunmuştur1781. 19 Ocak 1945 tarihinde Meclisin kabulüyle; adalet, Anayasa, bütçe, ekonomi, içişleri, maliye, tarım ve ticaret komisyonlarından seçilen dörder üyeden oluşturulan bir komisyon toprak

1776 Cem, s. 313. 1777 Aydemir, Menderes’in…, s. 128. 1778 Erdal İnce, “Köylüyü Topraklandırma Kanunu’nun Türk Siyasal Yapısının Oluşumu Üzerindeki Etkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,CiltV,Sayı:13,İzmir 2006, s.72 .(Sayfa aralığı 59-78). 1779 Sencer, s. 197-198. 1780 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 1, s. 492-493. 1781 Uran, s. 349-350. 330

kanunu tasarısı üzerine görüşmeler yapmış ve 3 Mayıs 1945 tarihinde hazırlanan raporu Meclise sunmuştur. Rapor, çıkması planlanan kanunun genel hatlarını çizmiş ve Türkiye’deki toprak dağılımının bir tahlilini yapmıştır. Rapor içerisinde yer almış olan ifadeler genel hatlarıyla şu şekildedir: Tarım Bakanlığı’nın 35 ilde yaptığı ve tüm yurda orantıladığı verilere göre Türkiye’de 128.690 hiç toprağı olmayan, 872.830 az topraklı aile bulunmaktadır.1940 öncesi rakamlardan yola çıkarak 5.000 dönüm üzerinde olan büyük toprak statüsünde 6.400.000 dönüm toprak vardır ve bunların mülk sahibi sayısı 418’dir. Orta büyüklükte toprak olarak kabul edilen 500-5000 dönüm arasındaki topraklardan ise 5.764 kişiye ait 17.200.000 dönümlük bir arazi mevcuttur. Bu verilerden yola çıkarak toprak reformunu yapılması şarttır. Ama toprak dağıtılacak kadar arazi bulunmayan yerlerde kanunun uygulanması mümkün görünmemektedir. Bunun tersi olan yerler de mevcuttur. Toprak bol ama çalıştıracak nüfus yoktur. Bu nedenle toprak reformu öncesinde bir iç iskan yolu seçilmelidir. Fakat buna da yer değiştirilecek olan halktan tepki gelebilir ve değişim devlet için büyük külfetler doğurabilir. Türkiye’de var olan toprakların işletilme oranı da düşüktür. Yugoslavya’da %30.3, Romanya’da %46, Bulgaristan’da %35 olan toprakları işletme oranı Türkiye’de %10’dur. Türkiye’nin toprak durumu şu şekildedir: İşlenen tarla arazisi: 13.465.000 hektar, boş duran tarla arazisi: 1.107.500 hektar, bağ-bahçe arazisi: 1.225.315 hektar, çayır ve mera arazisi: 39.120. 062 hektar, ormanlar: 10.563.400 hektar, ziraata elverişsiz araziler: 12.231.023 hektar, toplam: 77.712.300 hektar. Çayır ve mera olarak boş duran arazinin bir bölümünün tarıma kaydırılması ile önemli bir adım atılmış olacaktır. Toprak kıtlığı yaşanan yerlerde bataklıkların kurutulması ve sulama sistemlerinin geliştirilmesi sıkıntıya belli oranlarda çözüm getirilebilir. Tek başına toprak dağıtımı çözüm değildir, zirai donanım ve kredi imkânları da artırılmalıdır. Tarım aletleri modernize edilmeli ve iptidai yöntemlerden vazgeçilmelidir. Öyle ki Türkiye’de 432.071 pulluğa karşın 2 milyon kara saban bulunmaktadır. Kara saban insanoğlunun en iptidai aleti olarak bilinmektedir. Türkiye’de çiftçinin malı çok ucuza gitmektedir. Ayrıca üretimin % 80’i çiftçinin kendisine ayrılırken %20’si pazara sunulmaktadır. Pazara sunulan miktarı artırmak gerekmektedir. Tarıma dayalı bir sanayi oluşturulmaya çalışılsa, hammadde bulmakta güçlük çekilecektir. Çiftçi ödediği vergi miktarlarının yüksekliği ve ulaştırmadaki fiyat pahalılığı yüzünden büyük harcamalar yapmak zorunda kalmaktadır. Kuraklık ve su baskınları gibi doğal afetlere karşı çiftçiye yardım edilmelidir. Örneğin kuraklığa uygun tohumlar çiftçiye ulaştırılmalıdır. Sonuç olarak Türkiye’de ortakçılık, yarıcılık ve marabacılık sadece zor durumda olan topraksız köylü tarafından değil, aynı zamanda toprağı olan kimseler tarafından da uygulanmaktadır. Bunun nedeni, tarımda var olan saydığımız sorunlardır. Bu sorunlar halledilmediği müddetçe sadece toprak dağıtımı yeterli olmayacaktır… Komisyon bu bilgilendirme ifadelerinin ardından kanun tasarısının Meclise sunulacak halini eklemiştir. Komisyon üyelerinden; komisyon sözcüsü Adnan Menderes rapora muhalif olduğunu imza bölümünde belirtmiş, Emin Sazak ile Ahmet Sungur bazı maddelerine karşı olduklarını belirtmiş, Atıf İnan bazı maddeleri Mecliste konuşma şartıyla imza atmıştır. Şefik Tugay ve Tahsin Bekir Balta ise kanun tasarısına şerh koymuştur1782.

1782 TBMMTD, 14 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17,Ekler Bölümü s. 10-20. 331

4.15.2. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Kabulü ve İçeriği

Çitçiyi Topraklandırma Kanunu Meclise gelmeden önce son müdahaleyi İsmet İnönü yapmıştır. İnönü, kanunun amacından saptırılarak basitleştirilmesi konusunda yapılan muhalefet karşısında 17. madde olarak anılacak ve kanunun en önemli kısmını oluşturan maddeyi tasarıya ekletmiştir. Böylece tasarı önemli bir reform halini almıştır. Bu madde ile büyük toprak sahiplerinin ellerinde bulunan verimli toprakların büyük bölümünün dağıtılması amaçlanmıştır. Madde ile verimli arazilerin olduğu bir yerde çiftçiye bırakılacak olan miktarın en fazla 3 katı kadarının arazi sahibine bırakılması, geriye kalanın ise toprağı işleyen ortakçı ve tarım işçilerine dağıtılması düşünülmüştür. Değişim, kanuna muhalif olanların daha da sertleşmesine neden olmuştur. Madde kanunlaştığı anda bir toprak üzerinde ortakçı, yarıcı ya da tarım işçisi olarak çalışan kişi derhal çalıştığı toprağın sahibi olacak ve tapu idareleri de bu kişilere tapularını verecektir1783. Bu maddeye göre çiftçilerin ellerindeki toprak miktarında üst sınır 5.000 dönüm olabilecektir. Fakat toprağın yetmediği yerlerde 50 dönüme kadar toprak mülkiyeti sınırlandırılabilecektir1784. İnönü yapmayı planladığı bu değişikliği elden takip ettirmiş ve 330 milletvekiline imzalattırarak tasarının içerisine koymuştur. Bu girişim gerçeklerle pek de bağdaşmamıştır. Çünkü toprak sahiplerinin ellerindeki arazinin büyük bölümü dağıtıldıktan sonra kalan kısım mal sahibine pek de yarayacak gibi görünmemektedir. Öyle ki elinde çok az toprak kalan mal sahibi bu toprağı kendi çocuklarına miras olarak bırakmak istediğinde toprak daha da bölünecek ve kimsenin işine yaramayacak, kardeş kavgasına neden olabilecektir1785. Kanun taraftarı olanlar bu girişimi halkçılığın bir sonucu olarak görmüş ve halkın köle olmaktan kurtarılarak sosyal adaletin sağlanması adına önemli bir adım olarak değerlendirmiştir1786. Kanun 14 Mayıs 1945 tarihinde Mecliste görüşülmeye başlanmıştır. CHP içerisinde kanuna daha başından beri karşı çıkan az sayıda vekil dışında bir hem fikirlik kendini göstermiştir. Partiye muhalif olsun diye oluşturulan Müstakil Grup Başkanı Ali Rana Tarhan dahi kanunu savunanlar arasında yer almıştır1787. Kanun teklifi hakkında bilgi vermek üzere Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu detaylı bir konuşma yapmıştır. Bakan, memleketin efendisi olarak kabul edilen köylünün topraklandırmasının hem Mustafa Kemal Atatürk hem de İsmet İnönü’nün yıllardan beridir dile getirdiği hususlar olduğunu belirtmiş ve kanundan beklenen faydaları özetle şu şekilde sıralamıştır: Öncelikle işletilmeyen topraklar üretime açılarak hem çiftçi ailelerinin geçimine katkı sağlanacak hem de ülkenin tarımsal üretim miktarında artış yaşanacaktır. Ortakçılıkla iş yapan çiftçi kendi toprağında çalışma imkanı yakalayacak, daha istekli çalışacak, güçlü bir köylü profili ortaya çıkarılarak memleket ekonomisinin temeli olan tarım sektöründe önemli bir adım atılacaktır. Topraksız köylünün toprak sahibi olması sosyal anlamda eşitliğin sağlanmasına da katkıda bulunacaktır. Toprak sahibi çitçi ailelerinin çoğalması tarıma dayanan ekonomi için önemli bir destek olacaktır. Ülke nüfusunun artışı köy nüfusunun

1783 Avcıoğlu, Türkiye’nin..., Cilt 1, s. 492-493. 1784 Başyiğit, s. 694.(Sayfa aralığı 687-696). 1785 Aydemir, Menderes’in…, s. 129. 1786 Karpat, s. 224. 1787 Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye…, s. 59. 332

artışına bağlı olduğundan ne kadar fazla çitçi ailesi olursa nüfus da o kadar fazla artacaktır… Hatipoğlu’nun konuşmasının ardından kanuna muhalif olan Seyhan Milletvekili Cavit Oral söz almış ve kanun teklifi ile ilgili oluşturulan komisyonun titiz bir çalışma döneminden geçtiğini belirterek kanunla ilgili şu ifadelerde bulunmuştur: “…Geçici komisyon üç ay süren çalışmasında 45 toplantı yapmıştır ve bu sayede hükümetin getirmiş olduğu, bağı ve bahçeyi parçalayan, kültür ziraatını 50 dönümlük hadde kadar indiren toptancı bir zihniyetle ziraatımızı şekillendirmek ve memleket realitesine uymayan bir ocak sistemi ihya etmek isteyen ve ziraatta hiç doğru olmayan mutaassıp bir müdahalecilik sistemine giden, hattı zatinde çok nazari olan bir kanun tasarısını, oldukça zararsız ve faydalı bir şekle koymaya muvaffak olmuştur.” Oral konuşmasının devamında; komisyonun bu kadar emek vermesine rağmen kanun tasarısının 17. maddesinin tadilinin hükümet tarafından alelacele kabul edilmesini, yapılan güzel çalışmalara balta vurmak olarak değerlendirmiştir. Kanunun bazı maddelerinin uygulamada amacına ulaşmayacağı ve sıkıntı yaratacağını da eklemiştir. Oral, Türkiye’nin var olan toprak imkânlarının mevcut bulunan 20 milyon nüfusu doyurmanın ötesinde 75 milyon insana yeteceğini, boşta bulunan arazinin işlenenden daha fazla olduğunu, bu toprakların kullanıma açılmasının öncelikli olması gerektiğini iddia etmiştir. Son olarak ise kanunla ilgili endişelerini ifade eden Oral; tasarının, düzenli işlemesi ve bol üretim yapması gereken toprak teşkilatına bir huzursuzluk getirdiğini, düzenli işletmeleri ortadan kaldırmaya neden olduğunu, tarım üretimi ve iş sahası açma bakımından önem taşıyan orta işletmelerin 17. madde ile yok edilmeye çalışıldığını anlatmıştır. Kanun tasarısını eleştiren diğer bir isim ise İçel Milletvekili Refik Koraltan olmuş ve: “…Arkadaşlar, bu tasarının ruhu, kim ne derse desin, Ali’nin malını alıp Veli’ye vermektir. Bir vatandaş babasından ve ecdadından kalan bir mülkünü şahsi emekleriyle de artırdıktan sonra büyük bir gayret ve fedakârlıkla ve yıllar boyunca işlemiş, ilerletmiş ve böylece çocuklarına ve yuvasına, dolayısıyla içinde yaşadığı camiaya faydalı olmuş. Günün birinde bu adamın mülkünün bir kısmını elinden alıyorsunuz, yani hazıra konuyorsunuz…1788.” diyerek kanunun bir adaletsizliğe neden olacağını iddia etmiştir. Tasarı 16 Mayıs 1945 tarihli Meclis oturumunda tartışılmaya devam etmiştir. Tasarının lehine konuşan Manisa Milletvekili Feyzullah Uslu; toprakların dağıtılması ile ortaya çıkacak olan küçük toprak sahiplerinin kendi topraklarında daha verimli çalışacağını, toprağını sahipleneceğini, daha kısa sürede işlerini halledebileceğini, büyük arazide yapılamayacak işleri küçük toprakta yapabileceğini, oluşacak buhranlara karşı daha sıkı durabileceğini iddia etmiştir. Vekile göre tasarı düzensizliği ve servet düşmanlığını değil tam tersi bir yapıyı vaat etmektedir. Bu oturumda Aydın Milletvekili Adnan Menderes de söz almış ve yaptığı detaylı değerlendirmeyle kanun karşıtlarının duygularına tercüman olmaya çalışmıştır. Menderes konuşmasında özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Toprak sıkıntısının çekilmesinin birinci sebebi çok az toprağın işletiliyor olmasıdır. Nüfus dağılımının dengesiz oluşu da sıkıntıya sebep olmaktadır. Ayrıca donanım eksiklikleri ve tabiat şartları çiftçiyi zora sokmaktadır. Fakat ülkede bulunan toprakların %75’i 500 dönüm ve altındadır. Bu nedenle sorun büyük toprak sahipleriyle

1788 TBMMTD, 14 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17,s. 62-70. 333

doğrudan ilişkili sayılmaz. Ayrıca orta işletmelerin küçültülmesine karşı durulmalı ve bu tip toprak sahipleri daha da desteklenmelidir. Bu kadar boşta duran arazi varken büyük çiftlikler bir yana orta çiftliklerin de dağıtılması çözüm olmayacaktır. Çiftçi üzerinden Aşar Vergisi kaldırılmış ama daha büyük vergiler getirilmiş ve köylü ezilmiştir. Tarımı modernleştirme konusunda da oldukça geri kalınmıştır. Menderes konuşmasının ilerleyen bölümlerinde eleştirilerini sertleştirerek şu ifadeleri kullanmıştır: “…Tasarıdaki ve gerekçedeki çiftçi ocakları kurmak ve çiftçiliği meslek haline getirmek mihveri etrafındaki düşünce ve hükümlere gelince diyebilirim ki: Ocak müessesesi ileriye değil geriye bakan bir zihniyete dayanmaktadır. Çiftçiliği meslek haline koymak fikri de modern iktisadi hayatın gerektirdiği bir işbölümü mefhumu izah olunamaz. Bunlar nasyonal sosyalist rejiminin iskân, toprak kanunu olan Erhhof Kanunu’ndan(Hitler Almanya’sında uygulanan kanun) aynen iktibas olunmuş düşünce ve hükümlerdir.” Menderes konuşmasının sonunda; yapılacak reform için ciddi bir hazırlık yapılmamış olduğunu, müessese, vasıta ve eleman eksikliğinin mevcut bulunduğunu, hükümetin ortaya attığı sebeplerin yersiz ifadelerle doldurulduğunu belirtmiştir1789. 1 Haziran günü devam edilen görüşmelerde kanun muhalifleri eleştirilerine devam etmişlerdir. Eleştirilerin merkezinde yine 17. madde yer almıştır. Menderes bu oturumda yine söz almış ve: “Bu takririn ana hedefi kiracılık veya ortakçılıkla işletilen bütün işletmeleri tasfiye olduğu kadar, düzenli ve sürekli işletiliyor dahi olsa genişliği 50 dönümden fazla olan ve sahipleri tarafından, bizzat değil kısmen dahi olsa amele çalıştırmak yoluyla işletilen bütün küçük işletmeleri dahi tasfiye etmektir1790.” diyerek kanun karşısında olmalarının nedenin sadece büyük toprak sahiplerini korumak olmadığını vurgulamaya çalışmıştır. Meclisin kanununla ilgili görüşmelerini sürdürdüğü diğer bir oturum ise 4 Haziran tarihinde gerçekleşmiştir. Yusuf Hikmet Bayur bu oturumda 17. madde aleyhinde konuşmak üzere söz almıştır. Bayur, 17. madde düzeltildiği taktirde kanuna karşı olmadığını ve birçok kişinin de kendisi gibi düşündüğünü belirtmiştir. Bayur’a göre ilgili madde köylüyü topraklandırmaktan çok toprak mülkiyetini zayıflatma amacı taşımaktadır. Kanun tasarısına göre zaten kimi yerlerde 5.000 dönüme kadar, kimi yerlerde ise 2.000 dönüme kadar topraklar dağıtılacaktır. Ekstra bir dağıtım şartının konulması yanlıştır. Bayur 17. maddeden ne anladığını ise şu şekilde ifadeye çalışmıştır: “Eğer bir toprak 5.000 ve 2.000 dönümden aşağı dahi indikten sonra içinde ortakçı, kiracı gibi kimseler çalışmakta ise o toprak sahibi 5.000 ve 2.000 dönüm haddinden istifade edemez… Bu haddin aşağısında kalan kısımları dahi kendisinden alınabilir.” Bayur’un dağıtımla ilgili önerisi ise: ‘Alt sınır olarak 4.000, 3.000, 1.500 dönüm gibi bir miktarın belirlenmesi ve bunun üzerine ekstra alımların gerçekleşmemesi’ şeklinde olmuştur1791. Meclisin 5 Haziran tarihli görüşmelerinde kanun ile ilgili tartışmalar devam etmiştir. Bu toplantı gününde Anayasanın çiftçiye toprak dağıtımını yasal hale getiren 74. maddesi tartışmalara konu edilmiştir. Söz alan Refik Koraltan 74. madde üzerinden bir değerlendirme yapmış ve 1937 yılında kanuna ekleme yapılma arifesinde, bir gün gelip de çiftçinin elinden

1789 TBMMTD, 16 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17,s. 99 ve 111-117. 1790 TBMMTD, 1 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 38. 1791 TBMMTD, 4 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 51. 334

toprakları alınacağını söyleyenlerin haklı çıktıklarını belirtmiştir. Kanun lehinde olanların ise; bu endişelere mahal olmadığı, özel mülkiyetin en önemli hak olduğu, eğer bir kanun çıkarsa yine bunun Mecliste mebuslar tarafından çıkarılacağı için uygun şartlarda olacağı yönünde ifadeler kullandıklarını da anımsatmıştır. Koraltan, bahsi geçen endişelerin çıkarılmak istenen topraklandırma kanunuyla gerçekleşmek üzere olduğunu iddia etmiştir. Özellikle kamulaştırma yapılırken sahibinden alınacak toprak için belirlenecek değerin ne kadar gerçeği yansıttığının çok önemli olduğunu ifade etmiştir. Sahibinden alınan toprağın değerinin hazineden karşılanmasının imkânsızlığını belirtmiş, toprak sahiplerinin topraklarının değerinde kamulaştırılacağını bilme hakkına sahip olduklarını ve bu durumun onlara güven sağlayacağını, mal sahiplerinin aldıkları paralarla yeni topraklar alabileceklerine kanaat getirip rahatlayacaklarını iddia etmiştir1792. 66 maddelik Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 11 Haziran 1945 günü yapılan oylama sonrasında 345 oyla kabul edilmiştir. Oylamaya 104 milletvekili katılmamıştır1793. Kanununun kabulü üzerine Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu Meclis kürsüsünde: “(Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu) gerek teknik, gerek ekonomik ve gerek sosyal bakımlardan, zaman içinde tatbik edildikçe, milletimiz için gerçekten hayırlı neticeler verecektir ve ben buna inanıyorum. Şunu da ilave edeyim ki topyekûn bütün bu faydalar milletimizin gelişmesi noktasında, çok çabuk kendisini gösterecektir…1794.” açıklamasını yaparak kanunun büyük bir inkılap olduğunu ifadeye çalışmıştır. Bakana göre kabul edilen kanun sadece toprak temini değil, aynı zamanda üretim araçları teminini de sağlamayı amaçlamıştır. Sermaye ve demirbaş temin edilmesi mevzusu da kanun çerçevesinde yer almıştır1795. Kanun içerisinde yer alan(daha önce bahsedildiği için 17. madde hariç tutulmuştur) önemli hükümler şu şekildedir: Kanuna göre 500 dönüme kadar arazilere küçük, 501-5.000 dönüme kadar olanlara orta ve 5000 dönüm üzerindekilere büyük arazi denilmiştir. Kanun çerçevesinde dağıtılacak araziler şu şekilde sıralanmıştır: Devlet elinde olup da kamu işlerinde kullanılmayan araziler, Tarım Bakanlığı’nca ihtiyaç fazlası olarak belirlenmiş olan köy, kasaba ve şehirlerdeki ortak alanlardaki topraklar, sahipsiz araziler, kurutulan bataklık veya nehir-göllerden kuruyanların çıkardıkları arazi, bu kanunla kamulaştırılan araziler. Arazi verilecek olanlarla ilgili ise şu sıranın takip edileceği kanunda yer almıştır: İlk olarak hiç arazisi olamayan ve başkasının toprağında ortakçı ve kiracı olarak çalışanlara toprak verilecektir. Daha sonra arazisi yetmeyen çiftçiler, arazisi olmayıp tarım işçiliği yapanlar, çiftçi olan göçebeler, tarım okulları ve kurslarını bitirip arazisi olmayanlar, çiftçi olmayıp da çiftçi olma isteğinde olanlar sırasıyla toprak sahibi olacaklardır. Verilecek olan arazinin çiftçi ailesini geçindirecek ve aile bireylerinin iş güçlerini karşılayacak miktarda ve küçük

1792 TBMMTD, 5 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 120-122. 1793Falih Rıfkı Atay, Tayfur Sökmen, Adnan Menderes, Memduh Şevket Esendal, Feridun Fikri Düşünsel, Celal Sait Siren, Asım Us, Emin Sazak, Refik Koraltan, Refet Bele, Ahmet Şükrü Esmer, Kazım Karabekir, Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Bayar, Halil Menteş, Hasan Ali Yücel, Fuat Köprülü, Suat Hayri Ürgüplü, Tevfik Fikret Sılay, Recep Peker, Hikmet Bayur, Selim Sırrı Tarcan, Damar Arıkoğlu, Cavit Oral, İbrahim Habib Sevük, Necmettin Sadak, Hasan Saka oylamaya katılmayan mebuslardan bazılarıdır. TBMMTD, 11 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 232-235 1794 TBMMTD, 11 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s.230-231. , Ayrıca Bakınız: Velidedeoğlu, Cilt 3, s. 312. 1795 Çevik, s. 682. (Sayfa aralığı 677-686) 335

arazi limiti dairesinde olacağı ifade edilmiştir1796. 17 madde kadar tepki çeken diğer bir kanun uygulamasına göre ise 5.000 dönüm üzerindeki toprakların kamulaştırılmasında esas alınacak fiyat gerçek piyasa fiyatları olmayıp, o arazinin vergilendirmedeki değeri üzerinden yapılacaktır1797. 2.000-5.000 dönüm arasındaki toprakların kamulaştırmasında ise vergi matrahının iki misli, 500-2.000 arasındaki topraklar için ise vergi matrahının üç misli ödeme yapılacaktır1798. Kanunun kabul edildiği 11 Haziran tarihini takip eden Pazar gününün Toprak Bayramı olarak kutlanmasına 15 Haziran 1945 tarihli Meclis görüşmesinde karar verilmiştir1799. Toprak Bayramı belirlendiği üzere kutlanmaya başlanmıştır. Bu bayramın içeriğinin daha iyi anlaşılması adına 1949 yılındaki bayram kutlamaları burada örnek olarak verilecektir. Ankara’da gerçekleşen kutlanma basında şu şekilde yer almıştır: “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun kabulünün yıldönümü münasebetiyle bugün bütün yurtta olduğu gibi şehrimizde de törenler tertip edilmiş ve Toprak Bayramı parlak bir şekilde kutlanmıştır. Toprak Bayramı dolayısıyla sabahın erken saatlerinde çeşitli vasıtalarla civar köylerden şehrimize gelen köylüler sabah saat 10’da toplu bir halde Atatürk'ün geçici kabrini ziyaret etmişler ve kır çiçeklerinden yapılmış çelenkler koyarak aziz Ata’nın huzurunda saygı duruşunda bulunmuşlardır. Müteakiben hep birlikte Halk Evinde toplanılarak orada da muhtelif hatipler günün önem ve manasını belirten hitabeler yapmışlar ve bu arada Toprak Bayramı ile ilgili şiirler okunmuştur. Nihayet tarımsal filimler gösterilmesiyle Halk Evinde yapılan tören sona ermiş ve oradan köylüler hep birlikte Ziraat Fakültesi’ne giderek vilayet tarafından şereflerine verilen yemekte hazır bulunmuşlardır.Daha sonra çeşitli vasıtalarla Zirai Donatım Kurumu, zirai kombinalar ve tohum ıslah istasyon tesislerini gezen köylüler akşama doğru köylerine dönmüşlerdir1800.

4.15.3. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun Uygulanışı

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu onaylanmasına rağmen uygulandığı süre içerisinde tam manasıyla amacına ulaşamamış ve çok fazla toprak dağıtımı yapılamamıştır1801. Kanunun çıkışı sırasında muhalefet eden isimler, uygulama aşamasında da muhalifliklerini göstermişlerdir. CHP genel merkezine gelen haberlerde kanun karşıtlarının uygulama aleyhinde konuşarak toprak sahiplerine ve özellikle orta işletmelere zarar verileceğini propaganda malzemesi yaptıkları bildirilmiştir. Hatta Tarım Bakanlığı’nın uygulamada keyfi davranacağı, hükümetin izlediği lakayt politikalar yüzünden halk tarafından güven kaybettiği, ikinci bir partiye ihtiyaç duyulduğu, Halk Partisi’nin kendisini toparlayamaz ve hükümeti denetleyemez ise sarsıntı geçireceğine dair söylentiler de ortaya atılmıştır1802. Yapılan propagandalarda sadece

1796Resmi Gazete, 15 Haziran 1945, s. 1-5. 1797 Eroğul, Demokrat…, s. 26. 1798 Tezel, s. 386. 1799 TBMMTD, 15 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 267., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 16 Haziran 1945, s. 1. 1800Ayın Tarihi, 12 Haziran 1949. 1801 Yıldırım Koç, Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi Tarihi, Analiz Basım Yayın, Ankara 2003, s. 70-71. 1802 BCA, Dosya: 2.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:571.2275..2. 336

büyük toprak sahiplerinden toprak alınacağı iddia edilse de aslında devletin elinde sahipsiz halde bulunan ve halka dağıtılabilecek çok fazla toprağın mevcudiyetinden halka bahsedilmemiştir. Böylece aleyhte çalışmalar hem reformu hem de CHP’yi yıpratmıştır. Büyük toprak sahipleri de yapılan propagandalara kayıtsız kalmamış ve elindeki fazla toprağı satma yolunu tercih etmiştir. Sabiha Sertel konuyla ilgili bir yazısında, çıkarılan kanuna göre devletin 5.000 dönüm üzerindeki toprakları dağıtacağının anlaşılması üzerine büyük toprak sahiplerinin topraklarını satmak ya da yakın akrabalarına vermek yolunu tuttuklarını, böylece topraklarını küçülterek dağıtıma tabi tutulmasına engel olmak istediklerini duyurmuştur. Toprak Kanunu’nda toprakların satılamayacağına yönelik bir madde olmadığı için büyük toprak sahipleri bu açıktan faydalanmışlardır. Bunun en büyük zararı ise bu topraklarda yarıcı olarak çalışan kişilerin topraklardan atılması olmuştur. Köylüler toprağa kavuşma umudu içindeyken ellerindeki imkânları da kaybetmeye başlamışlardır1803. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun uygulanması sürecinde; teknik, ekonomik, hukuki ve idari mahiyetteki işlerin yürütülmesinin çok zor, tecrübe ve ihtisaslaşma isteyen işler olması, kanunun çok geniş çaplı bir içeriğe sahip bulunması ve süratle gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyulmasından dolayı, Tarım Bakanlığı’nın gereken iş ve işlemleri gerçekleştirmesinde sıkıntı yaşanacağı düşüncesiyle Toprak İşleri Genel Müdürlüğü kurulması planlanmıştır. 6 Temmuz 1945 tarihinde kurulan Tarım Bakanlığı Toprak İşleri Genel Müdürlüğü, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile ilgili işleri yapmak temel amacına sahip olmuştur. Ayrıca, bir başkan ve iki üyeden oluşturulan bir Toprak Komisyonu da; toprakların kamulaştırılmasıyla ilgili hazırlıkların yapılması ve bakanlıkça verilen kamulaştırma kararlarını yürütme görevini üstlenmiştir. Valiler ise kanunun uygulanmasından sorumlu kişiler olarak belirlenmişlerdir 1804. Kanunun 1946 yılı içinde öncelikle 4 ile bağlı 7 merkezde uygulamaya başlanması kararlaştırılmıştır. Eskişehir ili merkez ilçeleri, İzmir Tire, Denizli merkez ve Sarayköy, Antalya merkez ve Serik uygulama yapılacak yerler olarak belirlenmiştir1805. Fakat kanununun uygulanmasına imkân sağlayacak tüzük 20 Mayıs 1947 tarihinde ancak çıkabilmiş1806 ve bu zamana kadar reformla ilgili olarak iktidarın ısrarı da kaybolmuştur. Büyük çekincelerle başlanmış olan toprak dağıtımı daha çok devlete ait olan ve fazla verimli olmayan arazinin dağıtılmasıyla sınırlı kalmıştır1807. 1947 yılı Temmuz ayında başlanan uygulamada ilk dört ay içerisinde devlete ait 60 bin, vakfa ait 20 bin dönüm arazi dağıtımı yapılabilmiştir1808. 31 Aralık 1948 tarihine kadarki süreçte ise 1.427 çiftçiye toplam 50.199 dönüm devlet arazisi dağıtılmış, 2.388 dönümü vakıflara ait olmak üzere 32.299 dönüm arazi kamulaştırılmıştır. Kamulaştırılan arazi için toplam 319.296 lira değer biçilmiştir. Topraklandırılan çiftçiler için 500.960 lira kredi Ziraat Bankası’ndan temin edilmiştir1809. Hükümet’in çıkan kanunu uygulamasında tam gönüllü olmaması toprak kanununu atıl durumda bırakmıştır. Öyle ki İsmet İnönü’nün müdahalesi sonrasında bin bir güçlükle yürürlüğe

1803 Sabiha Sertel “Toprak Davası”, Tan Gazetesi, 24 Eylül 1945, s. 1. 1804 TBMMTD, 6 Temmuz 1945, 7. Dönem, Cilt 19,s. 45-46. 1805Akşam Gazetesi, 18 Mayıs 1946, s. 2., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 22 Mayıs 1946, s. 2. 1806Resmi Gazete, 4 Haziran 1947, s. 1-7. 1807 Kayıran, s. 183. 1808Akşam Gazetesi, 22 Kasım 1947, s. 2. 1809 TBMMTD, 10 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 1/1-3. 337

giren kanun, yine bir toprak ağası olan ve bu reformun karşısında yer alan Cavit Oral’ın Tarım Bakanlığı’na getirilmesiyle büyük bir darbe yemiştir1810. Oral’ın bu göreve getirilmiş olması, İnönü’nün Meclis içindeki reform karşıtlarına ve genel olarak toprak ağalarına olumlu bir mesaj göndermeyi ihmal etmemesi şeklinde yorumlanmıştır1811. Topraklandırma kanunu içerisinde yer alan 17. maddeye karşı oluşan tepkiler sonrasında ise bu maddenin değiştirileceği 1947 yılında yapılan CHP Kongresi’nde karara bağlanmıştır. 1948 yılında tadil tasarısı hazırlanmış ancak 1950 yılında Meclise gelebilmiştir1812. CHP yapılacak olan genel seçimler öncesinde oy potansiyelini artırarak, toprak ağaları ve beraberindeki çalışanlardan oy alabilmek için böyle bir yola sapmıştır ve büyük toprak sahiplerinin mülklerinin kamulaştırılmasını ortadan kaldırma yolunu tercih etmiştir. Konuyla ilgili ilk Meclis görüşmesi 10 Mart 1950 tarihinde gerçekleşmiştir. Kanunun uygulanması noktasında özellikle orta sınıf çiftçiyi tedirgin eden 17. maddede değişikliğe gidilmesi planlanmış ve madde hafifletilmeye çalışılmıştır. Fakat Mecliste gerçekleşen görüşmeler sonunda bu değişiklik önergesi yerine 17. madde tamamen kaldırılmıştır1813. 17. madde kaldırılınca toprak dağıtımıyla ilgili diğer maddeler dağıtımda esas alınmıştır. Yeni belirlenen toprak dağıtımı sistemine göre; dağıtılmak üzere vakıf toprakları, özel idare ve belediyelere ait olup kamu hizmetinde kullanılmayan araziler, gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait arazilerin 5.000 dönüm üzerindeki kısmı kamulaştırılarak dağıtıma tabi tutulabilmiştir. Bu dağıtım kafi gelmediği taktirde şahıslara ait orta arazi (2.000-5.000 dönüm arasındaki arazi)dağıtıma tabi tutulabilecektir. Sahibi tarafından işletilmeyen orta arazinin 2.000 dönüm üzerindeki kısmı dağıtıma tabi tutulurken, sahibi tarafından işletilen orta arazinin kamulaştırılamayacağı garanti altına alınmıştır. Kamulaştırılacak büyük ve orta arazide kamulaştırma dışında kalacak yeri arazi sahibi dilediği gibi seçebilecektir. Kanun yapılan değişiklikleri ile 22 Mart 1950 tarihinde Mecliste kabul edilmiştir1814. Yapılan değişiklikler sonrasında Mecliste bir değerlendirme yapan Şükrü Sökmensüer özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Toprak Kanunu ilk kabul edildiğinde Mecliste büyük coşku yaşanmış, o gün Toprak Bayramı olarak kabul edilmiş ve beş yıldır da kutlanmaktadır. Yapılan bu değişiklik ile milyonu aşan topraksız köylü ailesinin bayramın neşesini ve ümitlerini taşıyıp taşımayacağını merak etmekteyim. Kanunun ilk kabulünde CHP vekilleri içinden bir kısmı(ben de dahil)ülkeyi gezerek yapılan işin ehemmiyetini anlatmaya çalıştık. Kanunun köylüyü sevindirirken 15-20 bin toprak sahibini rahatsız etmişti. Şimdiki değişiklikler ise az sayıda bulunan toprak sahiplerini memnun ederken milyonları mahzun etmektedir. Yeni kanunla şahsa ait toprakların kamulaştırılması iyice zora sokulmuştur, hatta imkânsızlaştırılmıştır1815. CHP toprak reformundan geri adım atmasına rağmen, yapılan 1950 yılı milletvekili seçimlerinde hayal kırıklığına uğrayarak yerini reform konusunda sert muhalefet yapan DP’ye bırakmıştır. DP iktidara gelince, öncelikle halkın çoğunu oluşturan köylünün refahı ile

1810 Cem, s. 314. 1811 İnce, s. 71 .(Sayfa aralığı 59-78). 1812 Karpat, s. 229. 1813 TBMMTD, 10 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 1/1-3. 1814 TBMMTD, 22 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,s. 709-710., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 27 Mart 1950, s. 2-5. 1815 TBMMTD, 22 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,s. 718-720. 338

ilgilenmeye başlamış1816, iktidarda kalabilmek için köye yönelik girişimlerde bulunmak zorunluluğunu hissetmiştir1817. Köylüyü merkeze alan bu yaklaşımın en açık ifadesi Menderes’in şu sözlerinde kendini göstermiştir: “Türkiye’nin yüzde sekseni köylerde yaşıyor. Köylerde üretim toprağa bağlıdır. Toprak iyi tohum ister, gübre ister, makine ister, sulama ister… Köylümüz bunları bir başına yapamaz. Devlet olarak ona elimizi uzatmamız gerekli. Ziraat Bankası yolu ile kooperatifler yolu ile ucuz faizli krediler sağlayacağız. Köylümüz bunları kullanarak makine alacak. Tohumunu ıslah edeceğiz. Onu ekecek, ucuz gübre sağlayacağız, onu kullanacak. Bunlar da yetmez. Malını pazara götürebilmesi için yolunu yapacağız, sağlığını koruyabilmesi için içme suyunu getireceğiz. Sağlık memurlarını ayağına kadar götüreceğiz. Bu da yetmez. Mahsulünü değer fiyatıyla satılmasını temin edeceğiz. Toprağa dayanan istihsal deyince, buna karayolları politikası, demiryolları politikası, büyük sulama tesisleri, limanlar girer. Bütün bunları yapmak için paraya ihtiyaç vardır…1818.” Menderes 9 Ekim 1950 tarihinde Elazığ’da yaptığı diğer bir konuşmasında ise kalkınmayı zirai kalkınma ile mümkün gördüğünü dile getirmiş, zirai kalkınmanın ise su işlerinin ıslahına bağlı olduğunu belirterek bu konuda geç kalındığını iddia etmiştir. Menderes, memlekette yapılacak işlerin çok olmasına karşın hepsinin esasını zirai kalkınmanın teşkil ettiğini, işe bu esastan başlanmazsa iktisadi yapı sağlam olmayacağından binanın çürük olacağını belirtmiştir. Bu konuda yapılacak yatırımların çok fazla para gerektirmediğini, önceki iktidarın boşa harcadığı yatırım adı altındaki paraların su yolları inşaatlarına ayılmamasının büyük bir yanlış olduğunu söylemiştir1819. 1 Kasım 1950 tarihli yasama yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Bayar da ekonomi ile ilgili kullandığı ifadeler içerisinde tarımı öncelikli olarak dillendirmiş ve şu ifadelerde bulunmuştur: “Milli ekonomimizin temeli ziraattır. Şu halde elimizdeki kudret ve imkânları birinci derecede bütün şubeleriyle ziraata, ziraatın yardımcısı olan işlere ve zirai sanayinin inkişafına tahsis etmeliyiz1820.” Bayar ve Menderes toprak dağıtımından çok, genel bir tarım reformu yapmayı düşünmelerine rağmen, DP iktidarı toprak dağıtımında bir yavaşlamaya gitmemiştir. Tarım Bakanı Nihat İyriboz 1950 yılı Eylül ayında yaptığı bir açıklamada, CHP tarafından getirilen toprak kanunuyla ortakçılık sisteminin bitirilmeye çalışıldığını ve bu durumun ortakçı ile toprak sahibini çatışmaya ittiğini, büyük toprakların korunması gerektiğini ve eski olumsuzlukların ortadan kaldırılması ile toprak reformunun devam edeceğini belirtmiştir1821. DP İktidarının ilk yılı içerisinde, beş yılda yapılan toprak dağıtımdan daha fazlasını dağıtmıştır. 1 Ocak 1950-31 Aralık 1950 tarihleri arasında toplam 839.429 dönüm toprak dağıtılmıştır. Bu miktarın 764.907 dönümü DP göreve geldikten sonra dağıtılmıştır. 18.900’den fazla aile de bu dağıtımdan faydalanmıştır. Toprak kanununun çıkarıldığı 15 Haziran 1945 tarihinden DP iktidarına kadar geçen sürede ise sadece 750.762

1816 Başar, s. 79. 1817 Ömer Metin Çiftçioğlu, “1945-60 Döneminde Şekillenen Dünya Konjonktüründe Türkiye Ekonomisinin Gelişme ve Değişme Eğilimleri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) s. 183. 1818 Bayar, s. 137. 1819 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 1820 TBMMTD, 1 Kasım1950, 9. Dönem, Cilt 2,s. 5. 1821 Ahmad, Demokrasi…, s. 174. 339

dönüm toprak dağıtılmıştır1822. 1951-1960 arasında 16.300.911 dönüm toprak dağıtılmıştır. 1947-50 arasında topraklandırılan aile sayısı 32.639 iken 1951-1960 arasında bu sayı 311.972’ye ulaşmıştır. Toprak Kanunu dahilinde göçebe halka da toprak dağıtımı yapılmıştır. 1947-1972 yılları arasında 1.423 köyde 13.149 göçmen ailesine toplamda 793.405 dönüm arazi dağıtılmıştır1823. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 19 Temmuz 1973 yılına kadar 28 yıl yürürlükte kalmış ve bu tarihte 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır1824. Yapılan toprak reformları ve toprak dağıtımları sonrasında 1950 yılı sonunda köylerdeki çiftçi ailelerin toprak tasarruf tiplerine göre tasnifi şu şekilde oluşmuştur.

Tablo 11. 1950 Yılı Toprak Tasarrufu Tipine Göre Çiftçi Sayıları1825.

Toprak Tasarrufu Tipi Aile Sayısı Mal Sahibi 1.686.143 Yarı Mal Sahibi 498.838 Kiracı 14.815 Yarıcı 57.161 Marabacı 9.734 Başka Şekillerde 4.759 Belli Olmayan 3.225 Yalnız Hayvan Yetiştirenler 47.716 Toplam 2.322.391

Tablodan da anlaşılacağı üzere toprak sahibi olanların toplam çiftçi ailesi içerisindeki oranı yaklaşık olarak %72,6 şeklindedir. Fakat yüzdelik olarak topraklı aile fazla gözükmesine rağmen bu ailelerin çoğunluğu çok az toprağa sahip durumdadırlar1826.

4.16. Türkiye’nin Planlı Ekonomiden ve Devletçilik Anlayışından Vazgeçme Süreci

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş aşamasının devam ettiği günlerde, 17 Şubat 1923 tarihinde, İzmir İktisat Kongresi toplanmış ve ekonomide liberal bir politika izlenmesi adına Misak-ı İktisadi Kararları kabul edilmiştir1827. Bu nedenle 1923 ile 1933 yılları arasında devlet ekonomik teşebbüslerin içerisinde çok fazla görülmemiştir. Devlet özel sektörü harekete geçirmek adına Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nı(10 Nisan 1925) kurmuş ve ardından 1927

1822Zafer Gazetesi, 31 Aralık 1950, s. 4. 1823 Taraklı, s. 116-122 ve 294. 1824 Taraklı, s. 21. 1825T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 238. 1826 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 344. 1827 A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi(1923-İzmir), AÜSBF Yayınları, Ankara 1968, s. 387-389. 340

yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu çıkarmıştır1828. Özel sermayeden beklenen performansın görülememesi ve 1929 dünya ekonomik buhranının da etkileri ile devletin ekonomiye karışma oranında artış görülmeye başlanmıştır. Devlet ağır sanayi hamlelerini gerçekleştirmek ve özel sermayeyi özendirecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu içerisine girmiştir1829. 1933 yılından itibaren 1950 yılına kadar geçen süreçte devletçilik1830 anlayışı ekonomiye hâkim olmuştur. Aynı süreçte ekonomide devletçilik uygulamaları dünya genelinde de tercih edilen bir yaklaşım olmuştur. Amerika’da dahi devletçilik uygulamaları görülmüştür. ABD Başkanı Franklin Roosevelt bankaları belirli seviyelerde devletleştirerek bankaların verdikleri kredileri denetim altına almıştır. İngiltere’de de benzer şekillerde devletçilik ilkeleri uygulanmıştır. Sovyet Rusya ise devlet kontrolünde uyguladığı ekonomik kalkınma modeliyle önemli bir gelişme kazanmış ve bu gelişmeler Türkiye’yi ekonomide uygulayacağı sistem konusunda yönlendiren dış unsurlar arasında yer almıştır1831. Fakat Türkiye devletçiliğin sınırlarını iyi çizmemiş olmasının bir sonucu olarak kimi zaman özel sermaye ile çatışır bir vaziyetin oluşmasına da engel olamamıştır. Bürokrasi zaman içerisinde elinde bulunan ekonomik gücü kaybetmeme adına mücadele etmiş ve bu durum huzursuzluk yaratmıştır1832. 1933-1938 yılları arasında Türkiye’nin sanayisinin temelleri atılmıştır. Planlı bir ekonomi uygulanmış ve devlet mülkün, idarenin ve sermayenin sahibi olarak yatırımlar yapmıştır. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1933 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Bu plana göre 5 yıl içerisinde hammaddesi Türkiye’de bulunan(ipek, kibrit, seramik, cam, çimento, demir, kâğıt, kükürt, sünger, pamuk sanayisi gibi) sanayi yatırımları öncelikli olmak üzere fabrikalar kurulması amaçlanmıştır. Uygulama sırasında hedeflerin çoğunluğuna ulaşılmasının yanı sıra bu alanlarda destekleyici fabrikaların kurulması da sağlanmıştır1833. Bu çerçevede 1934 yılında Kayseri Bez Fabrikası, İzmit Kâğıt Fabrikası, 1935 Yılında Nazilli Basma Fabrikası, Merinos Yünlü Fabrikası, 1936 Yılında Gemlik Suni İpek Fabrikası, 1937 Yılında Karabük Demir ve Çelik Fabrikası açılmıştır1834. 1935 yılında devletçilik anlayışı CHP tüzüğüne girmiş ve 1937 yılında ise Anayasada yer almıştır. 1933 yılında sanayi hamlesini desteklemek amacıyla Sümerbank ve 1935 yılında ise yer altı kaynaklarının aktif kullanımının sağlanması içinse Etibank kurulmuştur. Aynı yıl Etibank’ın işlerini kolaylaştırmak için Maden Tetkik Arama Enstitüsü çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmalara paralel olarak demir yollarının artırılması için de ciddi çalışmalar içerisine girilmiştir. Tarım alanlarında ise önemli yatırımlar yapılmamış, fiyat desteklemeleri ve demir yollarının gelişimi tarıma dolaylı katkı sağlayan hamleler olmuştur1835. Yapılan yatırımların finansman ihtiyaçları iç ve dış kaynaklı olarak karşılanmaya çalışılmıştır. 1934 yılında

1828 Güner, Türkiye’nin…, s. 13-14. 1829 Serin, s. 107. 1830 Türkiye’deki devletçilik anlayışı tam bir devletçilik özelliği göstermek yerine karma ekonomi denilen bir tarzı benimsemiş görünmektedir. Karma ekonomi; özel yatırımlar ve özel teşebbüsler yanı sıra kamu yatırımları ve kamu teşebbüslerinin de önemli bir yekun teşkil ettiği, devletin ekonomik faaliyetlere çeşitli yönlerden ve yoğun olarak müdahalede bulunduğu bir ekonomik anlayışı içermektedir. Hiç, Kapitalizm…, s. 79. 1831 Yalçın Acar, Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisadi Politikalar(1923-1963), Vipaş Yayınları, Bursa 1999, s. 43-44. 1832 Ahmad, Demokrasi…, s. 159. 1833 Serin, Türkiye’nin…, s. 115-117. 1834 Güner, Türkiye’nin…, s. 226. 1835 Serin, Türkiye’nin…, s. 109-112. 341

Rusya’dan 20 yıl vadeli ve faizsiz olarak alınan 8 milyon dolarlık kredi dokuma sanayinde değerlendirilmiştir. 1938 yılında İngiltere’den alınan 13 milyon sterlin kredi ise Karabük Demir- Çelik işletmelerinin geliştirilmesinde kullanılmıştır1836. Birinci Sanayi Planı süresi daha dolmadan 1936 yılında, 100 fabrika kurmayı amaçlayan ikinci plan hazırlanmıştır. Bu planla dokuz ayrı alanda(madencilik, taş kömürü, elektrik, yakacak, toprak, gıda, kimya, makine, denizcilik) yatırım yapılması amaçlanmıştır. İkinci plan birincisine göre daha kapsamlı olmakla birlikte özel sermayeyi işin daha da dışına atacak bir içeriğe sahip olmuştur1837. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı savaş dolayısıyla yürürlükten kaldırılmıştır. 1942 yılında özel sermayeye verilen teşvik yeterli bulunarak Teşvik-i Sanayi Kanunu sonlandırılmış, devletçilik anlayışı en koyu biçimde uygulanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün uyguladığı ılımlı ve pragmatik devletçilik anlayışının yerini katı ve doktriner devletçilik anlayışı almıştır1838. 1939-1945 yılları arasında uygulanan savaş ekonomisi sürecinde iki milyon genç silah altına alınmış, bütçenin %60’ı askeri harcamalara ayrılmıştır. Yatırımlar azalmış, enflasyon artmış ve fiyatlarda önemli yükselişler yaşanmıştır. Halkın ihtiyaçlarını sadece devlet teşebbüsleri karşılamış, bu teşebbüsler ise eldeki imkânlarla yatırımlar yapmaya çalışmıştır1839. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı bitmeden savaş sonrasını düşünerek ekonomik kalkınma adına yeni bir sanayi planı yapmıştır. Savaş sırasında hazırlanan plan 1930’lu yıllarda uygulanan sanayi planlarının en gelişmiş şekline sahip olmuştur. Planın amacı Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağlamak, sanayi-ziraat ve ulaştırma alanlarında bütünlük içinde gelişim yakalamak olarak belirlenmiştir. Sanayileşmenin ziraattaki gelişmeyi takip edecek bir düzende şekillenmesi öngörülmüştür. Zirai çeşitlilik artırılarak sanayinin hammaddesi tedarik edilip, milli karakterde bir ekonomik yapı oluşturulması hedeflenmiştir1840. 1944 yılında çalışmaları başlayan bu planı hazırlamak üzere Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer, İktisat Bakanı Fuat Sirmen, Ticaret Bakanı Celal Sait Siren ve Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından bakanlıklar arası bir komisyon oluşturulmuştur1841. Planın hazırlanmasında etkin rol üstlenen Sanayi Tetkik Dairesi Başkanı Şevket Süreyya Aydemir 1945 yılı Mayıs ayında bir rapor hazırlamış ve hükümete sunmuştur. Bu rapor içerisinde; Türkiye’nin savaş sonrasında sosyalist ekonomi ile kapitalist ekonomi arasında bir noktada kalacağı, Türkiye’de uygulanan devletçiliğin ise her iki anlayıştan da farklı olduğu belirtilmiş, devletçiliğin etkinliğinin daha da artırılması önerilmiştir1842. Etibank ve Sümerbank etrafında oluşturulacak sanayi yapılanmaları planda esas bölümü oluşturmuştur. Etibank’a bağlı olarak: Ereğli Kömür İşletmelerinin üretimini artırmak, Batı Anadolu linyit üretimi ile Doğu Anadolu kromları, Keçiborlu kükürtleri, Ergani bakırı, Murgul bakırı işletmelerini azami seviyelerde harekete geçirmek amaçları yer almıştır. Sümerbank’a bağlı olarak ise: Metalürji(Karabük metalürji ünitesinin geliştirilmesi) ve kimya sanayi(azot, soda,

1836 Acar, s. 47-48. 1837 Serin, Türkiye’nin…, s. 117-118. 1838 Mükerrem Hiç, “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Ekonomisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.544. (Sayfa aralığı 541-564). 1839 Güner, Türkiye’nin…, s. 45. 1840 İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdari İlimler Fakültesi Yayınları, Ankara 1974, s. 2. 1841 Çavdar, Türkiye.. , s. 335. 1842 Tezel, s 314. 342

karbon sülfürü, göztaşı üretimleri), selüloz sanayi, tekstil sanayi, makine sanayi, toprak sanayi(çimento) dallarında gelişme yoluna gidilmesi hedeflenmiştir. Bu iki kuruluşun dışında şeker sanayi ve elektrik üretim tesislerinin kurulması da plan dahilinde yer almıştır1843. Planın iktidar tarafından incelenmesinin ardından geniş kapsamlı proje taslağı içerisinde yer alan adımların bir kısmı Ekonomi Bakanlığı’nca seçilerek hedefler daraltılmıştır. Başbakanlığa sunulan daraltılmış plan 2 Ağustos 1945 tarihinde 5 yıl için uygulanacak şekilde “İvedili Plan” olarak kabul edilmiştir. Projenin uygulanması için yabancı mühendislik firmalarıyla temaslar kurulmuş ve daha bu ilk adımda tahmini maliyetin çok üstünde bir maliyetle karşılaşılmıştır. Özellikle Sümerbank tarafından yapılması planlanan faaliyetlerden bazıları değiştirilmiştir. Büyük maliyetlere neden olacak çelik fabrikasının kurulmasından vazgeçilmiştir. Sümerbank projeleri içerisinde yeni değişiklikler 1946 yılında yapılmış ve planın son şekli Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmıştır1844. 3 Ağustos 1946 tarihinde Şükrü Saraçoğlu Hükümeti görevi bırakmış ve yerine Recep Peker Hükümeti kurulmuştur. Savaş sonrası uygulanması düşünülen kalkınma planının en etkin isimlerinden olan Fuat Sirmen İktisat Bakanlığı’ndan alınınca yatırım işleri sahipsiz kalmış ve bir süre sonra tamamen geri plana itilmiştir1845.

4.16.1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Hazırlanan Yeni Ekonomi Planı

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ekonomik anlayışında, ABD isteği çerçevesinde bir yol haritası çizme tarzı benimsemiştir. ABD, savaş sonunda başlattığı liberal ekonomilere dayalı Amerika yanlısı devletler oluşturma çalışması çerçevesinde Türkiye için bir dış baskı unsuru haline gelmiştir. ABD’ye göre Türkiye, Avrupa’nın savaş sonrasındaki yapılanmasında bir tarım destekleyicisi devlet olmalıydı. Ayrıca ABD, Türkiye’deki devletçilik uygulamalarının da sona ermesini yapacağı yardımların ön şartlarından birisi olarak sunmuştur1846. Böylece Türkiye sanayi palanının temelinde tarıma dayalı sanayileşme hedefini öne çıkarmak durumunda kalmış, tarımda çeşitlilik sağlanarak sanayi hammaddesi üretilmesi hedeflenmiştir. Bu amaca yönelik olarak geniş çaplı bir plan yapma hazırlığı içerisine girilmiştir. Sanayinin kuruluş yerleri, çalışma kadrosu, sosyal ihtiyaç ve sorunları, yatırım ve finansman aşamaları, ulaşım, coğrafi dağılış gibi konular detaylıca ele alınmıştır. Üretim ve tüketimin dengede olması hedeflenmiştir. Tarım hedefinin yanı sıra liberal bir tarzda olması da düşünülen yeni plan 1947 yılı Şubat ayı itibariyle hız kazanmıştır. “Vaner Planı” olarak adlandırılacak yeni planın hazırlayıcılarına iktidar tarafından ana bir hedef gösterilmemiş, sadece dış kredi temini konusunun göz önünde bulundurulması ve gelecek yardımlara göre yatırımların planlanması isteği iletilmiştir1847. Kalkınma planını hazırlama görevi liberal kanadı temsil eden Türkiye

1843 Ekzen, s. 28-29. 1844 Tezel, s. 319. 1845 Aydemir, İkinci…,Cilt II, s. 410. 1846 Margulies ve Yıldızoğlu, s. 296-297. (Sayfa aralığı 285-309). 1847 Parasız, s. 72-73. 343

Ekonomi Kurumu’na verilmiştir. Hazırlanacak plan için oluşturulan komisyonun başında Kemal Süleyman Vaner bulunduğu için plana onun ismi konulmuştur. Plan içerisinde hedeflendiği gibi tarım ve ulaşım öncelik sahibi iken, sanayi yatırımları geri plana atılmıştır1848. CHP hazırlanan planla, iç politikada liberal bir tarzı benimsemiş olan DP’nin de desteğini sağlamaya çalışmıştır. 5 Kasım 1947 tarihinde plan tamamlanmıştır1849. Plan içerisinde yatırım yapılması düşünülen sektörlerin öncelik sıralaması şu şekilde oluşmuştur: Tarım, ulaştırma, büyük su işleri, enerji, demir-çelik, çimento, maden ve endüstri1850. Mustafa Kemal Atatürk döneminde uygulanmaya çalışılan sanayi planlarında yer almayan tarım sektörü bu planda yer almış1851 ve bu sektörün zayıf olmasının nedenleri belirtilmiştir. Bu nedenler: Çiftçilerin zirai donanım eksiklikleri, tarım teknikleriyle ilgili araştırmaların yetersizliği, yol ve vasıta imkânlarının kısıtlı oluşu, sulama, gerekli toprak ve iklim şartlarına uygun girişimlerin zayıflığı, idari yapıdaki yetersizlikler, zirai ürünlerin iyi değerlendirilmemesi, çiftçiye kredi temininde yaşanan sıkıntılar olarak sıralanmıştır1852. Tarım sektöründe öncelikli olarak endüstriyel bitkilerin yetiştirilme alanlarında genişlemeye gidilmesi hedeflenmiştir. Özellikle pamuk ekim alanlarının %20 ve üretiminin de %50 artırılması, kenevir üretiminde ise %150 artışa gidilmesi hedeflenmiştir. Plan dahilinde 3.700 traktör, 3.350 biçerdöver ve 250.000 pulluk tedarik edilecektir. Motorlu araçlar dışarıdan ithal edilecek, pulluk, tırmık gibi tarım araçları içeride üretilecektir. Sulama projeleri ve gübre üretimi de desteklenerek ürün artışı sağlanacaktır. Hayvancılık sektöründe hem hayvan sayısı hem de et üretiminin artırılması düşünülmüştür. Hayvan sayısı beş yılda %10, et miktarı ise %50 artırılacaktır. Deniz ürünleri konusunda da büyük oranda artış hedeflenmiştir. Deniz ürünlerindeki artışın %650 olması öngörülmüştür. Tarımın geliştirilmesinde ulaştırma sektörünün önemi belirtilerek plan dahilinde 20.000 km uzunluğunda sürekli açık olacak karayolu yapılması planlanmıştır. Demiryolu için ise 1.600 km hat döşenmesi, 500 lokomotif, 200 yolcu ve 10.000 yük vagonu alınması plana eklenmiştir. Planda büyük su işleri kapsamında; bataklıkların kurutulması, tarım arazilerinin korunması ve arazilerin sulanması konuları kendisine yer bulmuştur. Enerji alanında ise taşkömürü ve linyit kömürü üretiminde artışlar önceliklendirilmiştir. Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın üretimi tam kapasiteye çıkarılarak, ham çelik üretiminde artışının sağlanması istenmiştir. Savaş sırasında eksikliği hissedilen çimento üretiminin ise 400.000 tondan 1.015.000 tona çıkarılması; madencilik alanında krom, bakır, demir, kükürt, tuz üretiminde artış sağlanması hedeflenmiştir. Hazırlanan planın uygulanması için yaklaşık olarak 3.7 milyar lira tahmini bütçe hazırlanmıştır. Bu miktarın sektörlere göre dağılımı şu şekildedir: Tarım: 612.000 TL, ulaşım: 1.628.355 TL, büyük su işleri: 155.000 TL, enerji: 597.400 TL, demir-çelik: 128.290 TL, çimento: 23.000 TL, maden: 59.750 TL, sanayi: 525.022 TL, toplam: 3.728.817 TL1853. Yapılacak harcamalarda en büyük payın ulaşıma ayrılmasının amacı, köylünün malının pazara

1848 Çavdar, Türkiye…, s. 337-338. 1849 Tekeli ve İlkin, s. 10. 1850 Parasız, s. 73. 1851 Tunç Tayanç, Sanayileşme Sürecinde 50 Yıl, Milliyet Yayınları, İstanbul 1973, s. 117. 1852 Kayıran, s. 205. 1853 Tekeli ve İlkin, s. 19-22. 344

açılmasını sağlamak şeklinde açıklanmıştır1854. Planın içinde ilk kez devletin büyüme hızı kavramı kullanılmış ve 1948-1952 yılları arasında yıllık ortalama %8 büyüme hedeflenmiştir1855. Aynı süre içerisinde Türkiye’nin yaklaşık olarak 708 milyon dolar açık vereceği hesaplanmış ve bu miktara dayanarak Marshall Planı’ndan istenecek rakam da tespit edilmiştir. Plana göre kişi başına gelir 1952 yılına kadar yaklaşık olarak %25 artış sağlayacaktır ve 338 liradan 503 liraya çıkacaktır. Planlanan faaliyet alanlarında çalışmakta olan kişi sayısı da 130.000’den, 1952 yılında 280.000’e yükselecektir. Böylece 150.000 kişi yeni uygulama alanlarında istihdam edilecektir1856. Plan hakiki anlamda bir iktisat planı özelliği taşımaz. Bunun nedenleri arasında; yapılacak işlerin ayrıntılı şekilde kâğıt üzerine dökmesine rağmen ülke imkânlarının göz ardı edilmiş olması, yapılacak iş ve işlemlerle ilgilenecek kurumlar arasında koordinasyon sağlanamamış olması gösterilebilir. Bu nedenle plan uygulanma imkânı bulamadığı için sadece bir belge özelliğine sahip kalmıştır1857. Türkiye, Vaner Planı dahilinde 1947 yılında 615 milyon dolarlık ABD kredisi talep etmiş, bu talebe verilen cevabi raporda Türkiye’nin isteklerinin aşırı olduğu, bu istekler içerisinde sadece Avrupa’nın kalkınmasına yarar sağlayacak bölümlerin dikkate alınacağı bildirilmiş ve kredi isteği reddedilmiştir1858. ABD plan içerisinde yer alan devlet işletmelerinin kurulmasına da taraftar gözükmemiş, daha çok özel sermaye ve yabancı sermaye girişimlerinin desteklenmesini istemiştir1859. Vaner Planı, CHP iktidarı döneminde uygulama alanı bulamasa da DP iktidarı dönemindeki ekonomik girişimlere temel oluşturmuştur. Özellikle şahsi girişimin öne çıkarılması ilkesi yeni iktidarın değer verdiği bir anlayış olarak kendini göstermiştir1860. 1950 yılında kurulan Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın 1950’li yıllarda sağlamış olduğu orta ve uzun vadeli krediler, özel sermayenin gelişmesinde önemli bir vazife üstlenmiştir. Tarım ürünlerinin fiyatlarının devlet tarafından desteklenmesi, kredi olanaklarının artırılması, Marshall yardımının tarımda makineleşme alanında kullanılması, sulama-enerji- karayolları-çimento-şeker sanayisi alanlarında yapılan yatırımlar ise tarımın gelişmesine imkan sağlamıştır1861. Fakat Türkiye 1960 yılına kadar devam edecek olan plansız bir ekonomi devri yaşamış, uluslararası iktisadi yapıya entegre olmaya çalışan ülke, aldığı basit ve günübirlik önlemlerle uzun vadeli iktisat hedeflerinden uzaklaşmıştır1862.

4.16.2. Türkiye Ekonomisinde Liberalizme Geçiş Aşamaları

İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru bürokrat kesiminden rahatsızlık duyan eşraf ve tüccar yeni bir iktidar oluşturma çabası içerisine girmiştir. Milli Korunma Kanunu ile ekonomiyi

1854 Acar, s. 55. 1855 Tezel, s. 328. 1856 Parasız, s. 74. 1857 Serin, Türkiye’nin…, s. 119-120. 1858 Tezel, s. 329. 1859 Rozaliyev, s. 163. 1860Kongar, s. 267. 1861 Serin, Türkiye’nin…, s. 120-123. 1862 Coşar, s. 134.,30 Eylül 1960 tarihinde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Başbakana bağlı olarak kurulan bu teşkilat ekonomik ve sosyal kalkınmanın hızlandırılmasını amaçlamıştır. www. dpt.gov.tr. 345

tekeline alan devlet, özel işletmelere el koyma hakkına sahip olarak da tüccarı korkutmuştur. Varlık Vergisi ile azınlıkların mallarının kapışılmasından sonra Türk tüccarı içerisinde, azınlıklara yapılan davranışın bir gün kendilerine de yapılabileceği şüphesi uyanmıştır. Refik Saydam Hükümeti döneminde tüccara karşı hem Başbakanın hem de Cumhurbaşkanının tehditkâr konuşmalar içerisinde bulunması Türk sermayedarını iyice tedirgin etmiştir. Bu anlamda Saydam’ın tüccara bir nevi tehdit içeren şu sözleri tepki toplamıştır: “Biz tüccarı millet hayatında lazım bir unsur olarak telakki ediyoruz. Fakat tüccar bunu böyle telakki etmezse, tamamen içimizden çıkması lazım gelen bir unsur olduğuna kanaat getirerek, ona göre hareket etmek zorundayız1863.” Savaş sonunda izlenecek devletçilik ilkesinin sınırları konusunda tartışmalar ekonomi çevrelerince öncelikli konuşulan konular arasına girmiştir. Artık devletçilik uygulamalarının eski haliyle devamının hem iç hem dış şartlar nedeniyle mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Devlet ya uyguladığı devletçiliği düzenleyerek ve genişleterek devam ettirecek ya da ekonomik hayatta liberalizme yönelecektir. CHP yönetimi serbest ekonomiye doğru yönelişi tercih etmiştir1864. Fakat bu yapılırken halk kitleleri, işçiler, memurlar, emekliler, küçük toprak sahipleri, zanaatkârlar gibi savaşın külfetini çekmiş grupların liberal ekonomiye geçişte yaşayacakları sıkıntıları engelleme adına tedbirler düşünülmemiş, gelir dağılımı dengesini sağlayıcı önlemler alınmamıştır. Savaş sırasında palazlanan sanayici ve tüccar sınıfı kendi üzerlerindeki devletçilik sınırlamasını kaldırmak adına seslerini yükseltirken, halk yaşadığı sıkıntıları devletçilik ilkesine bağlayarak özel girişimcilerin çıkışlarını destekleme yolunu seçmiştir1865. Savaşın nimetlerinden yararlanan tüccarlar ve memurların iş bilir kesimi savaş zengini olarak barış dönemine geçiş yapmıştır. Bu kimseler; karaborsa, aşırı kâr etme, ihracatta artan fiyatlar gibi para kazanma yollarını sonuna kadar kullanmıştır. Tarım alanında da büyük toprak sahiplerinin artan tarım ürünü fiyatları dolayısıyla zenginleşmesiyle bir sermayedar grup daha ortaya çıkmıştır. Tüccar ve çiftçi zenginleri savaş sonrasında liberal ekonomi istekleriyle öne çıkmaya başlamıştır1866. Savaş zengini sınıf aslında devletçilik anlayışının bir mahsulüdür ama artık kabına sığmayarak ve büyümek adına önündeki devlet engelini aşmak için bir çaba içerisine girmiştir. Eşref Oral gazetedeki köşesinde zenginleşen sınıfı ve devletçiliğin ağır yükünü şu cümlelerle özetlemiştir: “Devletçilik o raddeye gelmiştir ki, efradın göreceği bir iş kalmamış, ticaret buna göre ayarlanarak, millet devletçiliğin ondalıkçısı olmuştur. Memlekette her işin devlet tarafından yapılması ve yaptırılması menfaate yol açmış ve birbirine eklenen menfaat hırsı yaratmıştır. Bu hırs etrafına toplanan taraftarlar da gittikçe büyüyerek yüksek refaha kavuşan zümreyi doğurmuştur. İşte bu zümre katılaşmış olan memlekete hâkim bulunuyor. Dal budak salan bu hâkimiyet piyasada da ismi, cismi, namı belli olmayan kişileri zengin ve milyoner yapmış ve bu vurguncularla bir yaşamak devri açılmıştır1867.”

1863 Cem, s. 312. 1864 Karpat, s. 237. 1865 Talas, s. 381-382. 1866 Çavdar, Türkiye…, s. 339. 1867Funda Gazetesi, 15 Kasım 1947, s. 1. 346

Özel sektörün isteklerinin yanı sıra, batılı devletlerin kendi ekonomik anlayışlarının benzerinin Türkiye’de uygulanmasını istemeleri1868, ABD’nin yardım şartları kapsamında devletçiliğe yönelttiği eleştiri, Rus baskıları karşısında ABD korumasının talep edilmesi liberalizme kayışta önemli etkenler arasında yer almıştır1869. Fakat iktidarın ve halkın liberalleşme konusunda taşıdığı bir de şüphe mevcuttur. Duyulan şüphe; özel sermaye sahiplerinin fırsat bulunca hiçbir şeyi dikkate almadan sınırsız kazanç peşine düşerek, toplumsal sorumluluk düşüncesinden tamamen sıyrılmaları yönünde oluşmuştur1870. 26 Mayıs 1945 tarihinde Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer “Memleketin sanayileşmesi yalnızca devletin kuvvetine terk edilemez” sözleriyle liberalizme geçişin ilk sinyallerini vermiştir1871. 1945 yılı bütçe görüşmeleri sırasında muhalefetin eleştirileri karşısında Şükrü Saraçoğlu Hükümeti ticarette daha liberal bir anlayış sergilemek için Ticaret Bakanı Celal Sait Siren yerine Raif Karadeniz’i bu göreve getirmiş(31 Mayıs 1945), ardından Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü 13 Şubat 1946 tarihinde istifa etmiş ve bu göreve 19 Şubat tarihinde Tahsin Coşkan getirilmiştir. Her iki değişiklik de CHP iktidarının liberalleşme adına attığı adımlar olarak kabul edilmiştir1872. Türk burjuvazisinin liberalleşeme baskıları sonrasında Recep Peker Hükümeti de programında değişiklik yapmak zorunda kalmış, özel sermayenin desteklenmesi ve önündeki engellerin kaldırılması yönünde girişimlerde bulunma yoluna yönelmiştir. Fakat sağlanan imkânlar büyük burjuva takımı için yeterli olmamıştır. Onlar devlet elinde bulunan verimli işletmelerin tamamının özel sermayeye devrini istemişlerdir1873. 1947 yılında toplanacak olan CHP kongresi öncesinde, parti programında yapılması planlanan değişiklikler içerisinde, devletçilik anlayışının değiştirilmesi istekleri öne çıkmıştır. Bu manada basında şöyle bir haber yer almıştır: “CHP program tasarısında devletçilik umdesinin yeni bir tarife tabi tutularak sınırlandırılacağı haberi bilhassa sanayi erbabı arasında büyük bir alaka uyandırmıştır. Bu gibi kimseler ileriden beri CHP’nin devletçilik umdesine zaman zaman itiraz etmekte, devletin iktisadi sahada şahsi teşebbüse çalışma sahası bırakılmadığından şikâyette bulunmaktaydı. Peker Hükümeti bunların arzusunu kısmen tatmin için yerli mallar pazarlarını kapamış, tekel idaresi tarafından imal edilmekte olan bazı malların imalatını durdurmuş, iktisadi sahada daha başka tedbirler almıştı1874.” CHP 1947 yılındaki büyük kongresinde devletçilik ilkesiyle ilgili beklenen tartışmalar gerçekleşmiştir. Devletçilik anlayışın milli ekonominin kısa sürede geliştirilmesi ve halkın yaşam standartlarının yükseltilmesi amacıyla başlatılmış olduğu hatırlatılmıştır. Devletin belirlediği amaçlara ulaşabilmesi için gerekli gördüğü alanlarda teşekküller oluşturduğu ve oluşturmaya devam edeceği belirtilmiştir. Özel teşebbüsün başaramadığı ve kazançlı görmediği alanlarda devletin girişimci olacağı ve devlet teşebbüsleri ile özel teşebbüslerin eşit şartlar altında çalışması için gereken düzenlemelerin

1868 Bilge Aloba Köksal ve A. Rasih İlkin, Türkiye’de İktisadi Politikanın Gelişimi(1923-1973), Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul 1973, s. 10. 1869 Parasız, s. 80. 1870 Karpat, s. 421. 1871 Güner, Türkiye’nin…, s. 211. 1872 Feroz ve Bedia Ahmad, Türkiye’de…, s. 13 ve 17. 1873 Rozaliyev, s. 255. 1874Memleket Gazetesi, 23 Ekim 1947, s. 1-4. 347

yapılacağı garantisi verilmiştir1875. Bu anlayış parti programında özetle şu şekilde formulize edilmiştir: Devlet; büyük maden işletmeleri, büyük enerji santralleri, ağır endüstri, savunma endüstrisi, bayındırlık işleri, kamu hizmetleri ile ilgili olan posta ve ulaşım işlerini üstlenecektir. Geriye kalan alanlarda ise özel sermaye çalışacak ve devlet bu girişimleri destekleyecektir1876. Liberal anlayıştaki gelişme Şemsettin Günaltay Hükümeti döneminde de devam etmiştir. Günaltay 22 Ekim 1949 tarihinde İstanbul’da yaptığı bir konuşmada özel sermayenin ve liberalleşmenin önemini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Bir milletin yükselmesi fertlerin ayrı ayrı enerjilerini, kabiliyetlerini kullanmalarıyla kabil olduğundan ferdi inkişafa imkân vermek, hususî sermayenin verimini temin etmek en isabetli bir yoldur. Hükümet, halkın ve hususî sermayenin başaramayacağı işleri başarmakla beraber, vatandaşlara ve serbest sermayeye büyük bir inkişaf sahası açmayı çok zarurî görmüştür… Her şeyden evvel döviz temin etmeye ihtiyaç vardır. Bu sebeple Milletlerarası İmar Bankası’yla temasa geçmiş bulunuyoruz… Bizim gibi sanayide geri kalmış olan memleketlerin sanayi yükselmesi için yalnız hükümetin çalışması kifayet etmez. Bütün vatandaşlar sermayeleriyle, kabiliyetleriyle, enerjileriyle ve teşebbüsleriyle bu inkişafa yardım etmelidirler. Hükümet bunu kolaylaştırmak için gereken tedbirlere başvurmuştur1877.” Günaltay Hükümeti’nin devletçilik ilkesindeki yumuşama isteği konusunda tam destek sağlamayan Devlet Bakanı Nurullah Esat Sümer hükümetten istifa etmiş ve yerine önce Cemil Sait Barlas, ardından da özel sektöre yardım uzmanı Vedat Dicleli getirilmiştir1878. Günaltay Hükümeti’nin devletçilik ile liberalizm arasındaki ahengi düzenleme adına attığı adımlar arasında İşletmeler Bakanlığı’nın kurulması da önemli bir yer tutmuştur. Kurulan bakanlık ile devlet işletmelerinin farklı bakanlıklara verilen görevlerinin bir elde toplanması sağlanmıştır. Sümerbank, Etibank, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonomi Ortaklığı bu bakanlığın uhdesine verilmiştir1879. Kanun 11 Şubat 1950 tarihli Meclis oturumunda kabul edilmiştir1880. Yeni oluşturulan bakanlığa ise İzmir Milletvekili Münir Birsel atanmıştır1881. CHP’nin 1950 seçimi öncesindeki ılımlı devletçilik yaklaşımı seçimin kaybedilmesi sonrasında da devam etmiştir. Buna en büyük delil olarak İsmet İnönü’nün CHP’nin 1950 yılında toplanan 8. Kongresinde yaptığı açılış nutkunda kullandığı şu ifadeler gösterilebilir: “… Bizim devletçiliğimiz bu memleketi daha evvel hiçbir zamana nasip olmamış derecede imar etmiştir. Vücuda getirdiğimiz eserlerin imkânlardan az olduğu iddiası ispata muhtaçtır. Bu, ancak istikbalde münakaşa mevzuu olabilir. Biz o kanaatteyiz ki, mutedil bir devletçi politika takip olunmadan Anadolu’muz gelecekte de imar edilemez… Bugün yeryüzünde ekonomide kendi ölçüsüne göre bir hudut dahilinde devletçi olmayan memleket kalmamıştır. Birleşik Amerika da bile devletin büyük menfaatlerinin talep ettiği fabrikalar vardır ki devlet eliyle kurulmaktadır1882.”

1875 Tunaya, s. 585-586. 1876BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 42.250..5. 1877Ayın Tarihi, 22 Ekim 1949. 1878 Bila, s. 135. 1879 TBMMTD, 6 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 131-132. 1880 TBMMTD, 11 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 428-430. 1881 Sanal, s. 161. 1882 Tunaya, s. 600. 348

DP ise liberalizm konusunda önemli adımların atılmasında itici güç unsuru olmuştur. DP üyesi olan gruplar devletçiliğe karşı bir tavır sergilemişlerdir. Parti programında devletin özel girişimciliğin gelişmesinde bir aracı ve yardımcı olarak tanımlandığı görülmüştür. Devletin ekonomik hayattaki yerini de belirleyen DP programı devlet erkinin: özel teşebbüsün yetemeyeceği ya da karsız gördüğü alanlarda, ülke savunması konularında, maden ve orman gibi milletin geleceğiyle ilgili alanlarda faaliyet göstermesini önermiştir. Devlet elinde bulunan ama özel teşebbüs elinde daha faydalı olacağına inanılan işletmelerin de devredilmesini istemiştir. Programın 45. maddesinde devletin ekonomideki rolü şöyle özetlenmiştir: “Devlet, iktisadi faaliyetleri düzenleme yolunda alacağı tedbirlerle iktisadi hürriyeti ortadan kaldıran fiili tekelleri, milli emek ve sermayenin israfını, umumi menfaate ve içtimai adalete aykırı istismarları önlemek gibi maksatlarla hareket eder.” Anlaşılacağı üzere parti, devletin müdahaleci ve rekabetçi yönünü pasifize ederek, endüstri burjuvazisi tarafından desteklenecek bir tavır sergilemiştir. Ayrıca ticaret burjuvazisi için de parti programı gereken güvenceyi vermiştir. Bu anlamda: piyasalarda emniyetin sağlanması, piyasalara zaruri olmadıkça karışılmaması, fiyat ve kârların serbest piyasa şartları içinde belirlenmesi ilkeleri kabul edilmiştir1883. DP başkanı Celal Bayar da yaptığı konuşmalarda sıklıkla devletçilik ilkesini eleştirmiş ve bir yumuşamanın gerekliliğini vurgulamıştır. Demokrat Parti Bursa İl Kongresi’nde Bayar devletçilik anlayışına karşı olan şu ifadeleri kullanmıştır: “…Devletçiliğin lüzumuna kani olmakla beraber, bugünkü devletçilik anlayışı ile de beraber değiliz. Bizim mülkiyet esasına istinat eden anlayışımız, fert haklarını koruyan bir devletçilik anlayışını ihtiva eder. Almanya’da sanayinin inkişafına çok çalışmış olan Büyük Frederik, örnek fabrikalar yapmak ve bunları ilk fırsatta şahıslara mal etmek yolunu tutmuştu. Yaptıklarını satar, yeniden bir fabrika kurarak şahıslara devrederdi. Almanya’nın sanayileşmesinde büyük tesiri görülen bu sistemin bizde de tatbiki, verimli bir netice verebilir1884.” DP’nin propaganda silahlarından en önemlisi olarak öne çıkan Adnan Menderes de iktidarı sert devletçilik uygulamaları nedeniyle sıkça eleştirmiştir. 22 Haziran 1948 tarihinde Kütahya’da yaptığı bir konuşmada konuyla ilgili şu ifadeleri kullanıştır: “…Hele iktisadi devlet teşekküllerinin kurdukları inhisarlar ve tahdit ve müdahalelerle bunların arkasında işleyen büyük ihtikar ve soygunculuk şebekelerinin memlekete yaptıkları maddi ve manevi zararlar üzerinde durulacak olursa hüzün ve yeis duymamaya imkan yoktur. Temeddüh edebiyatının ve boş vaatlerle milleti aldatarak ayakta durabilmek politikasının parolası haline gelen kalkınma planları laflarından bahsedilmesini işitmeye bu memleketin artık tahammülü kalmamıştır1885.” Hem iktidarın hem de muhalefetin devletçilik karşısındaki negatif yaklaşımları katı devletçilik uygulamalarını yumuşama yönünde bir seyir izlemeye yöneltmiştir.

1883 Sencer, s. 228-229. 1884Akşam Gazetesi, 12 Ocak 1948, s. 1. 1885 Esirci, s. 155. 349

4.16.3. Liberalleşme Adına Önemli Bir Adım: 1948 Türkiye İktisat Kongresi

Türkiye, dolar gücünü üzerinde hissetmesi sonrasında 1947 yılında askeri, 1948 yılında da ekonomik anlamda ABD ile işbirliği içerisine girerek yardımlar almaya başlamıştır. Demokrat Parti’nin varlığı ise bu sürecin hızlanmasında etkili olmuştur. 1947 yılında kurulan Tüccar Derneği ise planladığı iktisat kongresini 1948 yılında toplayarak ekonomik kanadın bürokratik sınıftan kopuş sürecini hızlandırmıştır1886. Kulüp tarafından koordine edilen kongre, özel sermayenin ekonomik kararlarda etkinliğinin artırması yönüyle İzmir İktisat Kongresi’nin devamı özelliğini haiz olmuştur. Kongre büyük hedeflerle toplanmış olsa da katılımcılar arasında hükümetten, kamu kesiminden, işçi ve tarım temsilcilerinden kimsenin olmaması kongrenin etkisiz kalmasına yol açmış ve1887özel sermaye erbabının devlet işletmelerini şiddetli bir şekilde eleştirmesinden öteye geçmemiştir1888. 22-27 Kasım 1948 tarihinde İstanbul’da toplanması planlanan Türkiye İktisat Kongresi öncesinde bir yönetmelik hazırlanmış ve kongrede konuşulacak konular belirlenmiştir. Bu yönetmeliğin birinci maddesine göre kongreye Tüccar Derneği’nin yanı sıra İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Birliği, Türkiye İktisatçılar Derneği, Türk Ekonomi Kurumu ve İstanbul Tüccar Derneği Temsilcileri de katılacaktır. Kongrenin amacı ise; ülkenin iktisadi, ticari ve mali meseleleri üzerinde müzakerelerde bulunmak ve umumiyetle milli iktisadın kalkınması için ne gibi tedbirler alınması lazım geldiği hakkında kararlar vermek olarak belirlenmiştir. Kongre belirlenen tarihte toplanmıştır1889. Kongreye 1.500 civarında kişi katılmış ve ayrıca İstanbul’da bulunan birçok iktisat ve bilim adamı da görüşmelere iştirak etmiştir. Kongrenin ilk gününde yapılan seçimle kongre başkanlığına İzzet Akosman seçilmiştir. İstanbul Tüccar Derneği adına bir konuşma yapan Ahmet Hamdi Başar tepeden inme ve memurlar aracılığıyla sürdürülen devletçilik anlayışının sonlandırılması isteğini dile getirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Artık vasilik devri bitmelidir. Devletçilik rejimini yeni bir zihniyete, yeni bir tatbikata doğru inkılâp ettirmek zorundayız.” Diğer bir konuşmacı olan Türkiye İktisatçılar Derneği temsilcisi Refii Şükrü Suola ise mevcut ekonomik yapının mutlaka tekrardan gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek konuşmasında şu ifadelere yer vermiştir: “Milli ekonomi davalarımıza hal tarzları ararken, dünya gidişini gözden kaçırmamak ve durumumuzu şartlarımızın müsaadesi nispetinde milletlerarası ahenge uydurmak lüzumuna da inanmış bulunuyoruz1890.” Kongrenin 23 Kasım tarihli toplantı gününde söz alan Gümüşhane delegesi Zeki Kadiroğlu; makam arzusu taşıyan kişiler olduğu müddetçe devletin gelişemeyeceğini ifade etmiş, tüccardan çok fazla vergi alındığını, bunun da malına zam ekleyen tüccar aracılığıyla halka yüklendiğini, enflasyonun oldukça arttığını, devletin küçük işlerle değil büyük sanayi işleriyle uğraşması gerektiğini belirtmiştir. Kongre sırasında oluşturulan devletçilik komisyonu ise

1886 Cem, s. 377. 1887 Tayanç, s. 120. 1888 Güner, Türkiye’nin…, s. 46. 1889 Kemal Kılıçdaroğlu, 1948 Türkiye İktisat Kongresi, Sermaye Piyasası Kurulu Yayını, Ankara 1997, s. III-IV. 1890Akşam Gazetesi, 23 Kasım 1948, s. 1-2., Ayrıca Bakınız: Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 2, s. 553. 350

yapmış olduğu çalışmalar ile özel sermayenin gereken güce eriştiği ve devletin bu sermayedarlara imkân vermesinin zarureti üzerinde durmuştur1891. 24 Kasım günü yapılan görüşmelerde söz alan İstanbul Bölge Sanayi Birliği temsilcisi Cudi Birtek de devletin ekonomiye müdahale şeklini eleştirerek şu ifadeleri kullanmıştır: “Devletin iktisadi sahada rolü vardır. Bu inkâr edilemez. Fakat devlet kolay olan sahalara el atıyor. Devletçilik bu değildir. Devlet barajlar, limanlar, yollar, enerji kaynakları temin ederek iktisadi gidişe yardım etmelidir. Devlet, zor olan bu işlerden kaçınıyor. Halbuki asıl devletçilik budur1892.” Türkiye İktisat Kongresi’nde yapılan görüşmeler sonrasında devletçilik ile ilgili olarak kabul edilen rapor ve kararlar özetle şu şekilde gerçekleşmiştir: Devlet kişilerin özel mülkiyet haklarını göz önünde bulundurarak, özel teşebbüsü destekleyerek, milli ekonomiye önem vererek, sosyal adaleti sağlayarak iktisadi bir vazife içerisine girebilir. Devlet iktisadi temellerin atılması için Cumhuriyet’in kurulmasından beri önemli adımlar atmış ve artık sadece halka hizmet için ve kâr düşüncesi olmayan alanlarla sınırlandırılan bir ekonomik yapı içerisine girmelidir. Bu hizmetlerin dışında kalan işlerle ilgili devlet yeni yatırımlar yapmamalı, zaman içerisinde ekonomiden el çekmeli ve ticari rekabetin içinde bulunmamalıdır. Devletin elinde bulunmasında mahzur görülmeyen işletmeler şunlar olmalıdır: “Demiryolları, PTT, limanlar, radyo, enerji işletmeleri, orman işletmeciliğinin özel teşebbüs dışında kalan kısmı, mahsulün kıymetini koruyacak müesseseler, posta ve yolcu gemiciliği, devlet kredi müesseseleri, örnek olacak ve öğretim veren müesseseler, kalkınmaya ihtiyaç duyan bölgelerdeki özel teşebbüsün giremeyeceği alanlarda sanayi yatırımları.” Özel sermayeye güven verici düzenlemeler yapılmalı, dünya ekonomisiyle entegre olma konusunda sıkıntı çıkaran uygulamalardan vazgeçilmeli, vergiler düzene konulmalıdır. Döviz ve sermaye birikiminin kısıtlı olmasından dolayı aşırı imtiyazlar verilmemek kaydıyla yabancı sermaye iç piyasaya çekilmeye çalışılmalıdır. Ülkenin iktisadi yapısı ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak üzere tarafsız iktisatçılardan oluşan bir enstitü kurulmalıdır. Kongrede vergi reformu hakkında alınan kararlar ise özetle şu şekildedir: Kazanç vergisi konusunda adaleti sağlayacak bir reform yapılmalıdır. Bu amaç doğrultusunda vergilerin mükellefi zora sokacak seviyelere çıkarılmaması gerekmektedir ve ülkenin ekonomik durumu göz önüne alınarak makul seviyelerde bir asgari geçim indiriminin vergilendirmenin dışında tutulması şarttır. Dış ticaret konusunda ise ihraç edilen ürünlerin üretim miktarlarının ve kalitelerinin artırılması, zirai ihraç maddelerinin yarı mamul ya da mamul olarak ihraç edilmesine önem verilerek işçilik ücretlerinin ülke içinde kalmasının sağlanması, milli sermayenin yurt dışına kaçmasının engellenmesi, ihracat ve ithalat konusunda girişimde bulunacak kişilere kolaylıklar sağlanması, dış ticaret konusunda devlet organları yanında tecrübeli işadamlarının fikirlerinden de yararlanılması, döviz darlığının önüne geçebilmek için yabancı sermayenin piyasaya davet edilmesi gibi kararlar alınmıştır1893.

1891Akşam Gazetesi, 24 Kasım 1948, s. 1-2. 1892Akşam Gazetesi, 25 Kasım 1948, s. 1-2. 1893 Kılıçdaroğlu, s. 385-392. 351

4.16.4. Demokrat Parti İktidarının Liberalleşme Adımları ve Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın Kuruluşu

DP tarafından devletçilik aleyhinde yapılan eleştiriler ve CHP içinde liberal kanadın güç kazanması ile birlikte, 1950 yılına gelene kadar, DP iktidarının devam ettireceği liberal yapının temelleri zaten atılmış durumdaydı. DP iktidara geçince bu birikimin devamı olarak özel sektörü temel alan bir ekonomik anlayış uygulama alanı bulmuştur. Yeni hükümet devletin sadece kısa sürede kâr getirmeyecek ve zor sayılabilecek işleri üstlenmesini öngörmüştür. Ağır sanayi, elektrik santralleri, barajlar, sulama tesisleri yatırımların devlet eliyle yapılması planlanmıştır. Hükümetin programında; bütçe imkanlarının yatırımlar için kullanılması, özel sektöre mali ve hukuki tedbirlerle güven verilmesi, yabancı sermayenin yatırım ve teknoloji bakımından ekonomiye dahil edilmesi gerekliliği vurgulanmıştır1894. İktidarın ilk aylarında çimento ve briket gibi devlet teşekküllerinin kiralama veya satış yoluyla özelleştirilmesi yolu takip edilmiş, sonraki süreçte ise tekstil sanayisi de bu değişimin içerisine dahil edilmiştir. Özel sermaye bu imkânlara rağmen yeni hükümetin politikalarına karşı temkinli yaklaşma yolunu seçmiştir. Kendilerine sunulan devlet yatırımlarını satın almakta olduğu gibi yeni yatırımlarda bulunma konusunda da tedbirli davranmıştır1895. Liberalleşme hareketi adına CHP döneminde ön çalışmaları başlatılmış olan Türkiye Sinai Kalkınma Bankası DP döneminde hayata geçirilmiştir. Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası tarafından 1949 yılında Türkiye’ye gönderilen James Barker başkanlığındaki heyet özel teşebbüsün kredi ihtiyacı konusunda da Türk tarafıyla görüşmeler yapmış ve Türkiye’deki özel teşebbüsün sanayi yapılanmasına katılmasında büyük faydalar olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Banka’nın özel teşebbüs için sağlayacağı kredilerin ilgili şahıslara ulaşabilmesi için bir aracı kurumun varlığına ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Bunu üzerine Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası, hususi bankalar ve sermayedarların da fikirleri alınarak Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın kurulmasına karar verilmiştir. Bankanın kuruluş amacı şu şekilde tespit edilmiştir: “Hususi sanayiye orta ve uzun vadeli kredi temin ve sinai teşebbüslere iştirak etmek, yeni sinai teşebbüsler kurmak, bu iştirak ve teşebbüslerin hisse senetlerini mümkün olan süratle sermaye piyasasına intikal ettirmek ve nihayet teknik yardımlarda bulunmak üzere bir Türkiye Sinai Kalkınma Bankası Kurulacaktır.” Bankanın sermayesi 12.5 milyon lira olarak tespit edilmiş, kurulabilmesi için gerekli olan yetkilerin Maliye Bakanlığı’na verilmesi için Mecliste 24 Mart 1950 tarihli oturumda görüşmeler yapılmış ve bu görevlendirme kararı Meclisten çıkarılmıştır1896. Gereken ön çalışmaların Maliye Bakanlığı tarafından tamamlanmasının ardından, merkezi İstanbul’da olmak üzere, Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın kurulması için Bakanlar Kurulu 12 Mayıs 1950 tarihinde izin vermiştir. Bankanın 50 yıl süre ile faaliyet göstermesi planlanmıştır1897.

1894Resmi Gazete, 3 Haziran 1950, s. 1-6. 1895 Ahmad, Demokrasi…,s. 166-168. 1896 TBMMTD, 24 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 7/1-2., Ayrıca Bakınız: Erkan Toy, “Demokrat Parti Döneminde Yabancı Sermaye ve Yatırımlar( 1950-1960 )”, Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2009, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) s. 52-53. 1897 BCA, Dosya: 12, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 122.41..2. 352

Bankanın tam olarak kuruluşu 4 Ağustos 1950 tarihinde gerçekleşmiştir1898 ve devletçilik uygulamasının temel kuruluşu olarak görev alan Sümerbank’ın yerini almıştır. Bu banka ancak 1951 yılında gerçek manada faaliyete geçebilmiştir. Özel sektöre sanayi yatırım kredisi veren banka, ithal girdiler için döviz desteği ve yatırımcıya teknik destek de sağlamıştır. Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası’nın imkânlarını kullanarak işlevini yerine getiren banka, daha çok tüketim mallarının üretimine destek sağlamıştır1899. Verilen kredilerle desteklenen özel sektör devlet teşebbüsleri karşısında yatırımlar yapmaya cesaret bulmuş, özellikle dokuma sanayisinde sıklıkla görülmeye başlanmıştır1900.

4.17. Türkiye’nin Batı Ekonomileriyle Bütünleşme Süreci ve 7 Eylül Kararları

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye, ihracatını çoğunlukla Almanya ve Orta Avrupa devletleriyle yapmış, Almanlar yüksek fiyatlarla Türk mallarını alarak yerine yine yüksek fiyatlarla Türkiye’nin ihtiyacı olan malları satmıştır. Bu düzen savaş sonunda Almanya’nın çökmesiyle son bulmuştur. Türk ihracatçısı mallarını satacak pazar bulmakta zorlanmış, yeni bir ekonomi politikasının tespitine ihtiyaç duymuştur1901. Ayrıca savaş sırasında Türkiye’de üretim daralmış ve ithalat imkânları zayıflamıştır. Spekülasyonlarla suni mal kıtlıkları yaşanmış, maliyet masrafları artmıştır. Türkiye, eriyen mal stoklarını artırmak ve eskiyen üretim araçlarını yenileyebilmek için dövize ihtiyaç duymuştur. Bu nedenle de ihracatın artırılması gerekmiştir. İhracatın artması için ise paranın değerinin düşürülmesine gerek görülmüştür. Böylece fiyatlar dünya şartlarına göre uygun bir seviyesine çekilerek dış ticarette serbest dövize dayalı ve rekabetçi bir anlayış benimsenip, iç-dış para dengesi sağlanarak dünya ticaretine uyum kolaylaşmış olacaktır1902. Londra’da çıkan Great Britain And The East adlı haftalık dergide Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ithalat-ihracat dengesizliği vurgulanmış ve savaş zamanında Türk mallarının pahalı olmasının pek önem arz etmediği ama artık fiyatlarda indirimin gerektiğine dikkat çekilmiştir. Yazı içerisinde şu ifadeler kullanmıştır: “Türkler artık şunu anlamalıdırlar ki, mallarını herhangi bir fiyata satacakları günler geçmiştir. Fiyatları indirmek zorundadırlar. Ve bunu ne kadar geç yaparlarsa vaziyeti de o kadar güçleştirecekler ve sonunda gene kendileri ziyan edeceklerdir1903.” Türkiye, Batı ekonomileriyle entegre olabilmek için güçlü ekonomilerin koydukları kurallara uymak mecburiyetini hissetmiştir. Yapılması planlanan fiyat ayarlamalarını mutlaka IMF’ye katılma amacı ışığında incelenmek gerekmektedir. Türkiye IMF’ye üye olmadan parasının değerini yeniden tespit etmek zorunda kalmıştır. Eğer Türkiye parasının değerini kendisi tespit etmez ise IMF’ye katılımı güçleşecektir. Çünkü bu oluşuma giriş şartları içinde,

1898 Demirer, s. 5., Ayrıca Bakınız: Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006, s. 84. 1899 Durmuş vd., s. 333. 1900 Güner, Türkiye’nin…, s. 57. 1901Tanin Gazetesi, 10 Eylül 1946, s. 1., Ayrıca Bakınız: Tezel, s. 184. 1902 Aziz Köklü, Türkiye’de Para Meseleleri, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1947, s. 78-83. 1903Akşam Gazetesi, 3 Aralık 1945, s. 2. 353

başvuran devletlerin paralarının değerlerinin düzenlenmesi yer almaktadır1904. Türk parasının iç piyasalarda değer kaybedip dış piyasalarda değer kazanması sorunuyla uğraşmak üzere Dışişleri Bakanlığı Ticari ve Mali Anlaşmalar Müzakere Heyeti Başkanı Burhan Zihni’nin başkanlığında bakanlıklar arası bir komisyon kurulmuştur. Komisyon ihracat ve ithalat dengelerinin sağlanmasında devalüasyon yapılmasını zorunlu görmüştür1905. Fakat bu düşünceye karşı bulunanlar da olmuştur. Karşıtlara göre savaş sonunda aç durumda bulunan Avrupa’ya gıda ihraç etmek zaten kolaydır ve boş yere fiyatların düşürülmesine gerek duyulmamalıdır1906. Yapılması planlanan devalüasyon temelde paranın dış değerinin düşürülmesi anlamı taşımıştır. Çünkü Türkiye’de, ülke içi fiyatlar çok yüksek olduğu için ihracat yapılamaz durumdadır. Paranın dış değeri iç değeri seviyesine veya daha altına indirilerek ihracat yapılacak ülkeler ile arada bulunan fiyat farkının eşitlenmesi gerekmektedir1907. Türkiye planladığı ekonomik ayarlamalarda para değerinin dışında dövizle ithal edilecek malların miktarındaki sınırlamaları kaldırmak ve ithalatçı birlikleri tarafından yapılan cins-vasıf-fiyat denetimlerine son vermek gibi ekstra önlemler de alma yolunu seçmiştir1908. 7 Eylül 1946 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni para politikasını daha iyi anlayabilmek için Türkiye’de izlenen para politikalarının geçmişine bakmak faydalı olacaktır. Türkiye para politikalarının tespiti adına ilk olarak 20 Şubat 1930 tarihinde çıkarılan ve 1567 sayısını taşıyan “Türk Parası’nın Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” ile Bakanlar Kurulu para değerinin korunması konusunda yetkili kılınmıştır. Paranın iç ve dış kıymeti esas alınmasına rağmen uygulamada hep dış kıymet hususu dikkate alınmıştır. Ülkenin para meseleleriyle uğraşması amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 1715 sayılı kanunla 30 Haziran 1930 tarihinde kurulmuştur. Banka ancak 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçebilmiştir. Türk parasının ilk değer tespiti 1930 yılı Ağustos ayında yapılmış ve bu tespite göre bir sterlin 1.030 kuruşa denk gelmiştir. 1929-1945 yılları arasında İngiliz Sterlini ve ABD Doları Türk parası karşısında değer kaybetmiştir. Öyle ki; 1930 yılında bir sterlin yaklaşık 1.030 kuruş iken bu rakam 1945 yılında 522 kuruşa düşmüştür. Aynı şekilde bir ABD Doları 1930 yılında 212 kuruş iken bu rakam 1945 yılında 131 kuruş değerine inmiştir1909. Recep Peker Hükümeti tarafından planlanan devalüasyon7 Eylül 1946 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Türk Lirasının değeri düşürülmüş, altın satışında ve ithalattaki sınırlamalar kaldırılmıştır. Bir doların Türk parası karşılığı yaklaşık 131 kuruştan 280 kuruşa çıkarılmıştır1910. 552 kuruş olan bir İngiliz Sterlin’i ise kanun sonrasında yeni kura göre 1.128,40 kuruşa yükselmiştir. Merkez Bankası yeni döviz fiyatlarını şu şekilde belirlemiştir:1 dolar: 280 krş(alış) ve 282.80 krş(satış), 1 sterlin: 1128.40 krş(alış) ve 1139.68krş(satış), 1 İsveç Kronu

1904 Ekzen, s. 7. 1905Akşam Gazetesi, 20 Aralık 1945, s. 1. 1906 Parasız, s. 70. 1907 Köklü, s. 78. 1908 Bila, s. 118. 1909 Köklü, s. 37-42 ve 72. 1910 İlter Ertuğrul, Cumhuriyet Tarihi El Kitabı, ODTÜ Yayıncılık, Ankara 2009, s. 77. 354

77.88krş(alış) ve 78.66krş(satış), 1 İsviçre Frangı 67.20krş(alış) ve 67.87krş(satış), 1 Mısır Lirası 1157.33 krş(alış) ve 1174.69krş(satış)1911. 7 Eylül Kararlarını takip eden günlerde ticari piyasalarda ciddi bir hareketlilik yaşanmıştır. Bu gelişmelerden ihracatçılar ve ellerinde stok malları bulunan ithalatçılar önemli faydalar sağlamışlardır. Gelişmelerden en çok zarar görenler ise üreticiler ile gümrükte malları bekleyen ithalatçılar olmuştur. Gümrükte buluna mallarını almak isteyen ithalatçılar %44 daha fazla para ödemek zorunda kalmışlar ve bir kısmı iflas etmiştir. Yeni kararlarla birlikte daha önceden karaborsa olarak satılan ürünler artık piyasada karaborsadaki fiyatıyla resmi olarak satılabilme imkânına kavuşmuştur. Tüccar, elindeki stok malları geliş fiyatı yükseldi gerekçesi ile yüksek fiyatlarda piyasaya sürmüştür1912. Böylece ithal mallarının fiyatları hızla artarken, ihraç malları ise çok ucuz fiyata satılmaya başlanmıştır. Tarım üreticisi, fiyatı yükselen tarım aletlerini dışarıdan alamadığı için sıkıntıya girmiş, tarım ürünlerinin fiyatlarının da düşmesi ile ikinci bir sıkıntıyla karşılaşmıştır1913. Hayat pahalılığı artmış, yeni zenginler ortaya çıkmıştır. Elde edilen gelirler bu zenginler tarafından lüks tüketim ürünlerine harcanmıştır. Maaşla çalışan işçi ve memur kesimi artan fiyatlar karşısında geçim sıkıntısı içine düşmüşlerdir1914. Hükümet tarafından yapılan devalüasyon ve ek olarak ekonomide uygulamaya konulan yeni yapılanma DP tarafından eleştirilmiştir. Parti, kararları zamansız bulmuştur. İhraç mallarına ilginin arttığı bir zamanda paranın değerinin düşürülmesi yanlış bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Yeni uygulamayla fiyatlar yükselecek ve ithalat daha da zorlaşacaktır. Sanayi alanında yapılacak yenileşme hareketleri ise daralan ithalata bağlı olarak zorlaşacaktır1915. DP Eskişehir Milletvekili Ahmet Oğuz 13 Kasım 1946 tarihli Meclis görüşmelerinde Maliye Bakanı’na 7 Eylül Kararlarını muhalefete anlatmasını istemiştir. Bakan Halit Nazmi Keşmir’in verdiği cevapta öne çıkan noktalar şu şekilde özetlenebilir: Savaş zamanında tedavüldeki para miktarı artmış, ithalat düşmüş, fiyatlarda ciddi artışlar yaşanmıştır. Yani Türk parasının iç piyasada alım gücü düşmüştür. Bu sıkıntının ve suni ortamın izole edilebilmesi, Türk parasının iç ve dış piyasalardaki değer farklılığının ortadan kaldırılması için bir düzeltmeye ihtiyaç görülmüştür. İhracatın durmaya yüz tutması, üreticilerin sıkıntıya düşmesi, vatandaşın hayat standardının azalması gibi sıkıntıların yanı sıra, IMF’ye girebilmenin bir şartı olarak para düzenlemesine gitmek gerekmiştir. Ahmet Oğuz yapılan açıklamalar karşısında ihracatın azalmasının imkânsız olduğunu belirterek DP’nin genel eleştirisi olan; kararların zamanının yanlış olduğu yönündeki ifadeleri tekrarlamıştır1916. Adnan Menderes de yapılan devalüasyon girişimini sürekli olarak eleştirmiş ve bu girişimin gereksizliğini vurgulamıştır. 11 Mart 1947 tarihinde Bakırköy’de yaptığı bir konuşmada konuyla ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “7 Eylül kararları hepimizin bildiği gibi, hayatı günden güne mühim derecede ağırlaştırdığı halde, Halk Partisi hala bunun varit olmadığını

1911 Ekzen, s. 3-4. 1912Son Saat Gazetesi, 9 Eylül 1946, s. 1. 1913Son Saat Gazetesi, 23 Mart 1947, s. 1. 1914 Karpat, s. 280. 1915 Eroğul, Demokrat…, s. 41., Ayrıca Bakınız: Acar, s. 54. 1916 TBMMTD, 13 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt 2,s. 20 ve 28. 355

söylemektedir…7 Eylül kararları münasebetiyle, birtakım vatandaşların kazançlarının yükseldiğini kabul etmek yerinde olur. Ancak, büyük kitlenin hayatın bütün yükünü sırtında taşıdığı şüphesizdir. Bütün vergiler artmakta, zamlar yapılmakta, pahalılık alabildiğine artmaktadır. Bütün bunlara karşı 7 Eylül kararlarının meçhul olan bir vadede kendisini göstereceği hala iddia olunmaktadır. Ne zaman ve nasıl? Bu cihet meçhuldür.” 11 Ağustos 1947 tarihinde İzmir’de yaptığı konuşmada da Menderes ekonomik kararları eleştirerek şu ifadeleri kullanmıştır: “…7 Eylül kararları memlekete pahalılık ve sıkıntı getirmiştir. İhraç yapmak cihetinden hissolunur sıkıntı içinde bulunmayışımıza ve aksine olarak uzun senelerin biriktirdiği çok şiddetli ihtiyaçlarımızı gidermek için büyük bir ithal buhran ve ihtiyacı içinde oluşumuza rağmen sanki memlekete bir türlü satılamayan ihraç maddelerimizin teşkil ettiği yığınlar karşısında çaresiz kalmış gibi hiç de doğru olmayan bir mucip sebeple 7 Eylül kararları alınıyor.” 28 Nisan 1948 tarihinde Giresun’da yaptığı bir konuşmada ise yeni ekonomik kararların olumsuz yansımalarını şu ifadelerle anlatmaya çalışmıştır: “7 Eylül kararlarının milli ekonomimize uzun yıllar telafisi mümkün olmayacak zararlar verdiği artık apaçık meydandadır. Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ile hükümete verilen salahiyetler ise Halk Partisi hükümetlerinin anlayışsızlıkları neticesi olarak zararlı tatbiklere uğramıştır. Harp sebebiyle yıpranan ve tükenen istihsalat ve vasıtalarımızı yenilemek ve çoğaltmak ve memleketin uzun harp yılları boyunca artan ihtiyaçlarını gidermek için ecnebi memleketlerden hatta kudretimizin üstünde mübaayalar yapmak istirarında bulunduğumuz bir zamanda paramızın kıymetinin düşürülmesi en hafif olarak hesap verme ve mesuliyet endişelerinden uzak kalmanın verdiği bir kayıtsızlık ve düşüncesizlik eseri olarak vasıflandırılabilir1917.” DP’nin ekonomik tedbirlerle ilgili eleştirileri yukarda ifade edilen çerçeveyle de sınırlı kalmamıştır. Diğer bir eleştiri konusu ise; devalüasyon yapılmadan önce CHP’ye yakın çevrelerin bu işten haberleri olduğu için haksız kazançlar elde ettikleri yönünde olmuştur. Özellikle dönemin Ticaret Bakanı Atıf İnan’ın İzmir Fuarı’nda yaptığı konuşmada yeni ekonomik kararların alınacağından bahsetmesi spekülasyonlara neden olmuştur1918. Bayar bu iddiayı şu ifadelerle gündeme getirmiştir: “…İşin en kötü tarafı, bu karar yayınlanmadan önce piyasa tarafından duyulmuştu. Atıf İnan’ın bazı dostlarına bu kararı önceden çıtlattığı ileri sürülüyordu. İthal malları bir anda piyasadan çekildi, halk sıkıntıya düştü. Kararın ilan edildiği gün Demokrat Parti olarak kararın hatalarını ortaya koyduğumuz ve mahzurlarını sayıp döktüğümüz için, dediklerimizin bir bir çıkması milletin ümidini yine muhalefete çevirdi1919.” Bayar’ın bu iddiaları Meclis gündemine de taşınmıştır. DP Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Veziroğlu 21 Kasım 1947 tarihli Meclis oturumunda Ticaret Bakanı Mahmut Nedim Gündüzalp’e yönelttiği bir soruda 7 Eylül 1946 tarihli kanunun çıkmadan önce bazı çevrelere duyurularak haksız kazanç sağlanıp sağlanmadığının açıklanmasını istemiştir. Bakan’ın soruya verdiği yanıt genel hatlarıyla şu şekilde olmuştur: 7 Eylül kararlarından önce bazı tüccarların ve özellikle Ticaret eski Bakanı Atıf İnan’a yakın olanlardan bazılarının piyasadan mal toplayarak büyük kârlar etkileri yönünde

1917 Esirci, s. 57-58, 85-86 ve 142. 1918 Yalçın Doğan, IMF Kıskacında Türkiye 1946-1980, Toplum Yayınevi, Ankara 1980, s. 55. 1919 Bayar, s. 63. 356

iddialar mevcuttur. 7 Eylül’den önceki dönemde yapılan toptan alımlarda bir artış vardır fakat bu çok da abartılacak seviyelerde değildir. Ayrıca dönemin Ticaret Bakanı İnan’ın hissesinin bulunduğu şirketin ise önemli bir alımda bulunmadığı tespit edilmiştir. Tüccarlar çıkacak kanunundan haberdar olmamalarına rağmen, hükümetin para üzerinde bir ayarlama yapacağını tahmin ederek ticari önsezileriyle piyasadan mal toplamış olabilirler. Türkiye’nin IMF’ye katılımı sürecinde para politikamızda bir değişimin olacağını bütün dünya zaten tahmin etmektedir. İsmi geçen firmaların içinde İnan’ın sadece bir firmada küçük bir hissesi mevcuttur, diğer firmalarla ise bir ilgisinin bulunmadığı belirlenmiştir. Ayrıca İnan’ın emri ile 7 Eylül öncesinde herhangi bir firma Ziraat Bankası’ndan kredi çekmemiştir. Hakkındaki iddiaları yanıtlamak için kürsüye gelen İnan ise özetle şu ifadelerde bulunmuştur: Yeni Ticaret Bakanı’nın söylediği gibi tüccar para politikasındaki değişimi sezebilir. Öyle ki İngiltere’den gelen 5 Eylül tarihli bir telgrafta İngiliz maliyesi Türkiye’de bir devalüasyon yapılacağını sezinlemiştir. Bu halde Türkiye’de bunun tahmin edilmesi zor olmasa gerektir. Halk malları ellerinde tutma yoluna gitmiş ve bu nedenle de Ege’de 7 Eylül’e kadarki süreçte üzümün sadece %10’unun satıldığı görülmüştür. Para oynamasının yapılacağına herkes vakıftı fakat ne zaman olacağını kimse bilmemekteydi. Bir firmanın aldığı üzüm miktarının basında 10.900 çuval olduğu ve 500.000 liradan fazla kâr ettiği, kendisinin de bu firmayla ortak olduğu iddiaları yer almıştır. Bahsi geçen rakam 10.900 değil 1.090 çuvaldır ve devalüasyon sonrasında yeni üzüm fiyatlarına göre elde edilecek olan kâr ise 14.000 lira civarındadır. Bu kadar küçük kâra da bir bakanın ortak olduğu yönündeki iddialar yersizdir1920. 24 Kasım 1947 tarihinde Atıf İnan’la ilgili suçlamalar konusunda konuşmalar devam etmiş, Afyon Milletvekili Ahmet Veziroğlu’nun, İnan hakkında Meclis tahkikatı yapılması isteği gündeme gelmiştir. Konuyla ilgili söz alan Menderes, yeni Ticaret Bakanı’nın yapmış olduğu açıklamalardan ikna olmadığını belirten bir konuşma yapmış ve yaşananların anlaşılabilmesi için tahkikat yapılması gerektiğini söylemiştir. Bakanın, bazı firmaların 7 Eylülden önce fazlaca üzüm almaları konusunu önemsiz görmesini garipsemiş ve konuşmasının sonunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu ne Atıf İnan meselesidir, ne de bir parti meselesidir. Üzerine dikkatle eğileceğiniz bir memleket meselesi karşısında bulunduğumuza şüphe yoktur. Bu meseleye Meclisçe el koymaya karar vermek suretiyle, iktisadi kalkınmamızda olduğu kadar, içtimai sulh ve nizam ve ahlaki kalkınmamız bakımından hayırlı bir adım atmış olacağımıza şüphe yoktur.” Konuşmaların sonunda İnan hakkında verilen önerge Meclis tarafından 106 oya karşı 162 oyla reddolunmuştur1921. 7 Eylül kararlarının olumsuz sonuçları yönündeki Meclis tartışmaları CHP iktidarı boyunca devam etmiş ve DP bu konuyu propaganda amacıyla sıkça gündeme getirmiştir. Özellikle kararların halkın temel ihtiyaçları ile ilgili doğurduğu olumsuz yansımalar sürekli vurgulanmıştır. Bu konuda Mecliste bir konuşma yapan DP Burdur Milletvekili Ahmet Ali Çınar; buğday fiyatlarındaki dünya piyasalarına göre gerçekleşen indirim ve buğdaya büyük ihtiyaç duyan Avrupa devletlerine ihraç imkânlarının önünün açılması ile birlikte mevcut buğday

1920 TBMMTD, 21 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7,s. 111-117 ve 121-123. 1921TBMMTD, 24 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7,s. 154-157. 357

stokunun eritildiğini (490.000 ton hububat ihracatı yapılmıştır), bunun doğal bir sonucu olarak ise ülkede açlığın baş gösterdiğini, kimi yerlerde açlıktan ölümler gerçekleştiğini iddia etmiştir. Arpa, çavdar, mısır koçanı, saman gibi maddelerin ekmek yerine ya da ekmeklerin içinde yenildiğini, bu ekmeklerin hazmedilmesinin zor olmasından dolayı özellikle çocuklar için büyük sıkıntıların doğduğunu eklemiştir. Çınar ayrıca: Buğday kıtlığından dolayı Amerikan yardımları dahilinde 30.000 ton buğday ithal edildiğini, çiftçinin düşük fiyattan mal satmamak için üretimini azalttığını, fiyat politikası böyle devam ederse çiftçinin ekim isteğinin daha da azalacağını, köylünün elinden düşük fiyata alınan hububatın pazarda yüksek fiyatlarla tüccarlar tarafından değerlendirilmekte olduğunu ve bu durumun çiftçiyi üzdüğünü, dışarıdan 35 kuruşa buğday ithal edilirken köylüden 22 kuruşa buğday almaya çalışmanın haksızlık olduğunu belirtmiştir. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Faik Ahmet Barutçu, Çınar’ın yapmış olduğu konuşmayı eleştirmiş ve açlıktan ölümlerin olmasını asılsız haber olarak değerlendirmiş, devletin ihtiyaç duyulan yerlere yardım yaptığını da eklemiştir1922. DP’nin eleştirileri karşısında, çıkarılan devalüasyon kararının halka tanıtılması için çaba sarf eden CHP yönetimi, kararların ne kadar yerinde olduğunu anlatma girişimlerinde bulunmuştur1923. CHP’nin bu girişimi partiye yakın yayın organları tarafından da desteklenmiştir. Memleket Gazetesi 7 Eylül Kararlarının uygulanmasının genel bir değerlendirmesini yapmış ve olumlu bir bakış sergileyen şu ifadeleri kullanmıştır: “7 Eylül kararları memleket ekonomisine içeride ve dışarıda aynı satın alma gücünü haiz sağlam ve salim bir para temin etmiştir. Sanayi, ticaret ve maliyemizin, paranın içeride ve dışarıda satın alma güçlerinin farklı bulunmasından ileri gelen karışık ve gayri vazih durumu ortadan kalkmış ve her çeşit hesaplarımız sağlam bir ölçüye sahip olmuştur. İhracat ve ithalatımız, bir kelime ile dış ticaretimiz artmış ve iş hayatımıza bir gelişme ve inşirah temin olunmuştur. İhracatçılarımızın paramızın iç ve dış satın alma gücünün farklı bulunmasından ileri gelen zararları önlenmiştir. Pazarlarımızdan gizli pazarlar ve karaborsa uzaklaştırılmıştır. Fiyatlarımız dünya fiyat seyrini takip eder bir duruma getirilmiş ve normale doğru istikametlendirilmiştir. Martta başlayan ve gittikçe derinleşen sıkıntı derecesi vaktinde önlenmiş ve hayat standartlarımızın düşmesine mahal bırakılmamıştır. Bütün bunlara rağmen 7 Eylül kararları dolayısıyla memleketimizde gayri tabii ve dünya fiyatlarının temayül ve istikametleri hilafına hiçbir pahalılık vücut bulmamıştır. Dış tediye vasıtalarımız da yani altın ve döviz mevcutlarımızın yekûnunda her hangi bir gerileme vukua gelmemiştir1924.”

1922 TBMMTD, 26 Nisan 1948, 8. Dönem, Cilt 11,s. 125-127., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 10 Nisan 1948, s. 1., Akşam Gazetesi, 18 Nisan 1948, s. 2., Açlıktan meydana gelen ölümler konusu 21 Mayıs 1948 tarihli Meclis oturumunda yeniden gündeme gelmiştir. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Faik Ahmet Barutçu halkın saman, mısır koçanı gibi mamullerden yapılan ekmek yedikleri ve açlıktan ölümler olduğu yönündeki iddialar karşın yaptığı gözlemler ve elde ettiği bilgileri paylaşmıştır. Gezdiği köylerde çok az insanın bahsedilen şekilde ekmek yediklerini, mısır, çavdar ve arpa karışımından yararlanan köylünün fazla olduğunu, buğdayın ise daha çok bulgur olarak kullanıldığını belirtmiştir. Köylülerin kıtlık zamanlarında mısır koçanı veya ahlat unu tükettiklerini ifade eden Bakan, şuan için bu kadar büyük bir açlık sıkıntısının olmadığını eklemiştir. DP’nin bu işi propaganda aracı olarak kullanmaya çalıştığını, kimi yerlerde iddia edildiği gibi açlık çekildiği yönünde beyanatta bulunmaları karşılığında köylüye buğday yardımı yapılmasının vaat edildiğini de iddia etmiştir.TBMMTD, 21 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11,s. 410-412. 1923 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 7.39..11. 1924Memleket Gazetesi, 4 Ağustos 1947, s. 2. 358

4.17.1. IMF (International Monetary Fund)ve Uluslar Arası İmar ve Kalkınma Bankası(İnternational Bank For Reconstruction And Development)’nın Kuruluşu, Türkiye’nin Bu Kuruluşlara Katılımı

Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve 1929 dünya ekonomik krizi sonrasında hız kazanan batılı devletler arasındaki devalüasyon yarışları aslında rekabetin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ticaretin zayıflaması ve döviz kıtlığı Avrupa devletlerinin ana problemleri arasında yer almıştır. Her devlet, malının ucuza satılması için parasının değerini düşürmüştür. Karşılıklı devalüasyonlar fiyatları daha da artırmıştır. Bu durum yeni para değeri düşürmeleri ve dış borçlanmaları beraberinde getirmiştir. Artık dış satım artırılamaz ve dış borçlar ödenemez hale gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında fiyat artışı Avusturya’da 14.000, Macaristan’da 23.000, Polonya’da 2.500.000, SSCB’de 4.000.000, Almanya’da ise 1.000.000.000.000 kat şeklinde kendini göstermiştir. Bu artış Almanya’nın faşizm yolunda ilerlemesine ve İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur. Savaş sonrasında bozulan ekonomik göstergeleri ve para politikalarını düzeltebilmek için uluslararası bir otoriteye ihtiyaç duyulmuştur. ABD, parasının çok güçlü olması, İngiltere ise güç kaybetmesi dolayısıyla yeni bir ekonomi kurumunun ortaya çıkarılmasında iki zıt kutbu oluşturmuştur. Amerika adına iktisatçı Harry Daxter White, İngiltere adına Lord Keynes oluşacak para fonunun kurucu beyinleri olmuşlardır. Keynes tarafından oluşturulması planlanan yeni ekonomik vizyon, kapitalizmin kendisini yenilemesi için önemli bir adım olma amacı taşımıştır. Her ülkenin merkez bankaları hazırlanacak olan birlik tarafından yönetilecek, hesapları bu birlik toplayacak ve bu hesaplamalarda belirlenen bir ortak para birimi kullanılacaktır. Keynes kullanılacak olan para birimine ‘Bankor’ adını vermiştir. Altına endeksli bu birim değişken bir değere sahip olacak, birime bağlı ülkeler kendi paralarını ve altın yatırarak Bankor alabilecektir. Keynes, Bankor vasıtasıyla doların uluslararası hegemonyasına son vermek istemiştir1925. Bu görüşün karşısında ise ABD merkezli bir ekonomik yapılanmayı savunan White Planı öne çıkarılmıştır. White sistemi ile ABD, savaş sonunda ekonomik gücünü dünya piyasasına doğrudan yansıtmış olacaktır. Yıkıma uğramış olan Avrupa’nın kendisini toparlamak için ithalata ihtiyacı vardır ve bu anlamda ABD destekli olan bu plan daha fazla destekçi bulmuştur1926. Böylece Amerika tarafından IMF(Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası (Uluslar Arası İmar ve Kalkınma Bankası) kurma çalışmaları başlatılmıştır. Almanya’nın 1944 yılı Haziran ayında Normandiya çıkarması sonrasında savaşı kaybedeceği anlaşılınca savaş sonrası ekonomik planlamalar için ilk adım atılmış, 24 Haziran 1944 tarihinde ABD’de toplanmak üzere 44 devlet çağrılmıştır. Çağrıya toplamda 14 ülke katılmış olsa da IMF’nin temelleri bu toplantıda atılmıştır. 1-22 Temmuz tarihleri arasında katılımcı devletler imzalanacak anlaşmanın şartlarını belirlemek için Amerika’daki ikinci bir toplantıya katılmışlardır1927. Bu toplantı ABD’nin New Hampshire eyaletinde yer alan bir kasaba olan Bretton Woods’da gerçekleşmiştir. Katılımcılar arasında

1925 Doğan, s. 37-39. 1926 Oran, s. 480. 1927 Doğan, s. 40-42. 359

Mihver Devletler olarak anılan Almanya, İtalya ve Japonya yer almamıştır. Yapılan toplantı ve imzalanan sözleşmenin adı yapıldığı yer olan Bretton Woods adıyla anılmıştır1928. Bretton Woods Konferansı’nı müteakiben IMF 28 devletin katılımıyla 28 Aralık 1945 tarihinde kurulmuştur1929. Kuruluşun merkezi Washington’dur. IMF ile birlikte Dünya Bankası da hayata geçirilmiştir. Kredi sağlama amaçlı bu iki kuruluşun yanı sıra 1934 yılında kurulmuş başka bir kurum olan İhracat ve İthalat Bankası(EXİMBANK) ise varlığını devam ettirmiştir1930. Dünya Bankası IMF’nin tamamlayıcısı niteliğindedir. IMF kısa vadeli borçlar verirken, Dünya Bankası daha uzun vadeli ve yatırım amaçlı borçlar verme çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu bankaya sadece IMF üyeleri dahil olabilmektedir. Bankanın çalışmalarında, üyelerin oy hakkı ülkenin banka sermayesindeki payı ile orantılı olarak tespit edilmiştir. Bu durum büyük devletlerin banka üzerinde etkinlik sağlamalarına yol açmıştır1931. Yapılan antlaşma ile yürürlüğe giren yeni ekonomik yapı ile dolar uluslararası ödeme aracı olarak kabul görmüş ve bu durum dünya ekonomisinde ABD’nin etkinliğinin artacağının göstergesi olmuştur. Böylece sistemin iyi işlemesi için IMF’nin görevini yerine getirmesinin yanı sıra, ilişkide olan devletlerin ABD ekonomisi ile uyumu da gerekli bir ön şart haline gelmiştir1932. Örgütün kredi sağlamak için kullanacağı kaynaklar ise üye devletler tarafından verilen kotalar ve alınan borçlardan oluşturulmuştur. IMF’nin amaçları özet olarak şu şekilde ifade edilebilir: Uluslararası parasal sorunların halledilmesi için işbirliği yapmak, uluslararası ticareti destekleyerek üye ülkelerde üretim, istihdam ve gelir düzeylerinin artırılmasına yardımcı olmak, dünya ticaretinin gelişmesine engel olan kambiyo(para ya da para yerine geçen değerlerin ülkeler arasında değiştirilmesine ilişkin işlemler) kısıtlamalarını kaldırmak, çok uluslu bir ödemeler sistemini kurmak ve ödemeler dengesinde yaşanan bozulmaları alt edebilmek için fonun imkânlarının kullanılmasını sağlamak1933.

4.17.2. Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na Katılımı

Türkiye, IMF’ye dahil olmak için 13 Mart 1946 tarihinde katılma talebi mektubu göndermiştir. Bu talep 14 Mart tarihinde toplanan banka ve fon toplantısında gündeme alınmış ve ABD’li temsilciler tarafından destek görmüştür. Maliye Bakanlığı iki kuruluşa dahil olmak için gereken şartları öğrenmek istemiş ve bu amaç doğrultusunda Washington Büyükelçiliği’nden 9 Ağustos 1946 tarihinde gelen cevapta gerekli olan şartlar şu şekilde belirtilmiştir: Türkiye’nin 1939 ve 1940 yılı milli gelir rakamları, 1934-1938 yıllarında gerçekleşen ithalat ve ihracat, 1939 sonunda, 1 Temmuz 1943’de ve 1945 sonundaki altın ve ABD Doları miktarları kuruluşa

1928 Seyfettin Gürsel, “IMF”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 486- 487. (Sayfa aralığı 486-506) 1929 BCA, Dosya: 250106, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 207.415..23. 1930 Sezai Orkunt, Türkiye-ABD Askeri İlişkileri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1978, s. 132. 1931 Oran, s. 482. 1932 Gürsel, s. 490. (Sayfa aralığı 486-506), Ayrıca Bakınız: Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, Hacettepe Üniversitesi İİBF Yayınları, Ankara 1991, s. 74. 1933 Hasan Alpago, IMF Türkiye İlişkileri, Ötüken Yayınları, İstanbul 2002, s. 32., Ayrıca Bakınız: Soysal, Türkiye’nin…,s. 115. 360

bildirilecekti. Bu isteklerin dışında görüşmeleri sürdürmek adına Türkiye’den bir temsilci gönderilecekti. Türkiye başvurusunu her iki kuruluş için yapmış olsa da Dünya Bankası’na kayıt olabilmek için Para Fonu’na öncelikle kayıt olmak gerekmiştir. Çünkü Banka azalığının onayını fon üyeleri yapmaktadır1934. 14 Şubat 1947 tarihli Meclis görüşmesinde IMF ve Dünya Bankası’na katılmak için hükümete yetki verilmesi konusu görüşülmüştür. Tokat Milletvekili Nazım Poroy her iki kuruluşu da tanıtan bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan bazı bölümler özetle şu şekildedir: Para Fonu’nun görevi devletlerin paralarını birbirine karşı sabit kurda tutma yollarını aramaktır. Dünya Banka’sı ise ilk amaç olarak para istikrarını korumak ve krediler sağlayarak yıkıma uğrayan Avrupa’ya yardım etmeyi planlamaktadır. Kredi temininde paradan çok, borçlu olana kefil olma yöntemi kullanılacaktır. Banka ve Fon’da en büyük hisse sahibi Amerika’dır ve teşkilatların kuruluşunda da en önemli aktör yine ABD olmuştur. IMF bütçesine ABD 2.750.000 dolar, İngiltere 1.300.000 dolar ile katılmıştır. Dünya Bankası için ise İngiltere aynı miktarlarla dahil olurken ABD 3.175.000 dolar ile katılmıştır. Yapılan konuşmalar sonunda İMF ve Dünya Bankası’na katılma ve diğer işlemlerin yürütülmesi için hükümete yetki veren kanun tasarısı okunmuştur. Türkiye’nin her iki kuruma da 43 milyon dolar olmak üzere 86 milyon dolar değerinde bir miktarla katılım planlamıştır1935. 19 Şubat 1947 tarihinde katılım kararı konusunda hükümete yetki verilmiştir1936. Türkiye 11 Mart 1947 tarihinde 5016 sayılı kanun ile iki kuruma da üye olmuştur1937. IMF’ye ayrılan 43 milyon dolarlık kotanın 10.750.000 doları altın olarak teslim edilmiş(%25’i), 32.250.000 doları ise Türk parası karşılığı olan 90.300.000 Türk Lirası olarak(%75’i) T.C. Merkez Bankası’nda IMF adına açılan bir hesaba yatırılmıştır1938. Türkiye, IMF’nin nasıl işleyeceği konusunda tam bir fikir sahibi değildir. Bunu anlamak için Fon’a dahil olunduktan kısa bir süre sonra kredi talep etmiştir. 1948 yılında gerçekleşen bu talep 5 milyon dolardır ve derhal bu kredi talebi gerçekleşmiştir. 1948-1965 yılları arasında Fon’dan 145 milyon dolarlık kredi temin edilmiştir1939. Dünya Bankası’ndan kredi talebi 1947 yılında gerçekleşmemiş, bunun üzerine banka, Türkiye’ye müracaat ederek kredi ihtiyacı olup olmadığını sormuştur. Bunun üzerine 1948 yılında Türkiye 240 milyon dolar kredi talebinde bulunmuştur ve bu talebin gerekçelerini iletmiştir. Banka, gönderilen ekonomik planların düzensiz, koordinesiz ve istenilen kredinin fazla olduğunu söyleyerek isteği reddetmiştir. 1949 yılında bir anda 94 milyon dolar indirilerek 146 milyon dolarlık yeni bir istekte bulunulmuştur. Bu istek de ciddiye alınmayarak reddedilmiştir. Banka, üye olan diğer ülkelerin başına gelmeyen bu durum karşısında bir heyet göndererek Cumhurbaşkanı İsmet İnönü başta olmak üzere üst kademedeki devlet adamlarıyla görüşmeler yapmıştır1940. Heyetin yapmış olduğu incelemeler sonrasında Türk ekonomisiyle ilgili olarak şu kanaat oluşmuştur: “Türkiye imkanlarını kullanamayan bakir bir ülkedir, ihracatını mutlaka artırmalıdır, aksi taktirde mali darlıktan kurtulamaz. Türkiye meyve ve balık yetiştiriciliğine öncelik vermelidir. Bunun dışındaki atılımlar

1934 BCA, Dosya: 250106, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 207.415..23. 1935 TBMMTD, 14 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4,s.165-168. 1936 TBMMTD, 19 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4,s.248. 1937 Doğan, s. 7. 1938 Alpago, s. 65. 1939 Gönlübol vd., s. 512. 1940 Tekin Erer, 1950-1957 İktisadi Hamleler, Türkiye Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1957, s. 12. 361

gereksizdir. Devletçilik yumuşatılmalı ve özel sermayeye yaşama şansı verilmelidir.” Türkiye kredi başvurusunu yol ve liman inşaası için yapmıştır. Fakat heyet, görüşmeler esnasında Bayındırlık Bakanlığı içerisinde bir koordinasyonun olmadığı kanaatine varmıştır1941. Bu ziyaret ilk etapta olumlu bir sonuç getirmemiş, böylece üye devletler Banka’nın imkânlarından yararlanırken Türkiye kenarda beklemiş ve ret cevaplarıyla uluslararası ortamda küçük düşmüştür. DP ise iktidara gelmesinden kısa süre sonra 4 Aralık 1950 tarihinde Dünya Bankası’yla anlaşmaya varmış, 12 Ocak 1951 tarihinde bu anlaşma tasdik edilmiştir1942. Gönderilen bu kredi ile Dünya Bankası özel teşebbüsleri destekleme amacı olan Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’na ortak olarak katılmıştır1943.

4.17.3. Türkiye’ye Gönderilmiş Olan Uluslararası Ekonomi Heyetleri

Türkiye’nin savaş sonrası ekonomik yapılanması ile ilgili olarak takip edeceği yolun belirlenmesinde ABD ve milletlerarası heyetlerin hazırladıkları raporların yeri önemlidir. Öyle ki Türk hükümetleri hazırlanan raporları çok fazla itiraz etmeden uygulamaya sokmuşlar, böylece ülkenin içinde bulunduğu yatırım yetersizliğine çözüm bulacaklarını düşünmüşlerdir. Bu heyetlerden birisi ABD 20. Yüzyıl Fonu tarafından desteklenen, ABD yönetimi ile ilişki içerisinde bulunan Max Wetson Thornburg başkanlığındaki heyettir1944. Sanayici Thornburg aynı zamanda Dünya Bankası adına da bu incelemelerini gerçekleştirmiştir ve Türkiye’nin bankadan talep ettiği krediler konusunda çalışmalar yapmıştır1945. 1947 yılında Türkiye’ye gelen bu heyet yaklaşık üç buçuk ay incelemelerde bulunmuş ve başkan Thornburg basına geliş amaçlarını şu şekilde izah etmiştir: “Amerikan yardımı cümlesinden olarak iktisadi bakımdan Türkiye’yi nasıl yükselteceğimizi tetkik etmekteyiz. Bilhassa Amerika’yı ilgilendiren Türkiye hakkındaki iktisadi konular üzerinde önemle duruyorum. Öğreneceğim malumatı bir rapor halinde Amerikan hükümetine vereceğim… Bugün Türkiye’nin ulaşmak istediği iktisadi merhaleler muhakkak ki birinci planda tetkike değer. Bu büyük işlerin hızla başarılması için sizinle el ele vermek arzusundayız… Türkiye behemehâl ve hızla iktisadi kalkınmasını yapacaktır. Bu sahadaki gayretlerimizi Türklerden esirgemeyeceğiz1946.” Thornburg Türkiye’den ayrılırken de basına bir açıklama yapmış; Türkiye’nin kurulduğu andan içinde bulunulan zamana kadar geçirdiği gelişim sürecinin takdire şayan ve örnek olacağını, incelemeler esnasında görülen iktisadi yapıdaki gelişmeyi engelleyici durumları Amerika halkına anlatarak ilerleme için gereken düzenlemeler üzerine dikkat çekilmeye çalışılacağını belirtmiştir1947. Thornburg heyetinin hazırladığı rapor 1949 yılı Şubat ayında “Türkiye: Bir İktisadi Değerlendirme” başlığıyla yayınlanmıştır. Raporda Türkiye’ye tavsiye elden iktisadi anlayış özel

1941 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt: 2(Kısım 1), s. 60-61. 1942 Erer, 1950…, s. 12. 1943 Doğan, s. 72. 1944 Memduh Yaşa, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi(1923-1978), Akbank Yayınları, İstanbul 1980, s. 287., Ayrıca Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, 23 Nisan 1947, s. 1. 1945 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s. 314. 1946Memleket Gazetesi, 1 Haziran 1947, s. 1-4. 1947Akşam Gazetesi, 8 Temmuz 1947, s. 1. 362

teşebbüslere imkân tanımak ve devletçilik ilkesinden vazgeçmek yönünde olmuştur. Metin ayrıca, Türkiye’deki devletçilik anlayışının, varlığını bürokratik sınıfa bağlamış olduğunu ve bu sınıfın devletçiliği terk etmeme yönünde direndiğini belirtmiştir1948. Devletçilik karşıtı raporda Karabük Demir-Çelik fabrikasının tasfiyesi istenmiş, Türkiye’nin lokomotif fabrikası için istediği kredileri yersiz bulunmuştur. Daha tarım aletlerini üretemeyen bir ülkenin lokomotif üretmesi zamansız bir hareket olarak tanımlanmıştır. Uçak ve motor üretimi talepleri de aynı gerekçelerle reddedilmiştir. Tarım aletlerinin üretilmesinde de bir sınırlama önerilmiştir. Hangi aletlerin Türkiye’de üretileceği, hangilerinin dışarıdan getirilerek Türkiye’de montajlanacağının ABD’li uzmanlar tarafından belirlenmesi uygun görülmüştür. Yabancı sermayenin gelebilmesi için ise Türkiye yabancı-yerli sermayeye eşit davranacak bir yasa çıkarmalıdır. ABD sigorta şirketleri ve bankaları Türkiye’de rahatça açılabilmeli, taşımacılıkta ABD tecrübesinden yararlanılmalı, Amerikan kitap ve dergileri daha fazla olarak Türkiye’ye sokulmalıdır1949. Ulaşımla ilgili olarak ise; Türkiye’deki tarım, endüstri, sağlık, eğitim ve diğer alanlardaki gelişmelerin mümkün olabilmesi için ulaşımın gelişmesine öncelik verilmesi gerekmektedir1950. Sulama sisteminde yetersiz kalınmış olduğu, halk sağlığının korunmasına gereken önemin verilmediği de raporda izah edilmiştir1951. Bu şartların uygulanmasının ABD yardımlarının gerçekleşmesi için önemli olduğunun belirtildiği raporda, Türk halkı ve hükümetinin ABD yardımına taraftar olduğu bilgisi de yer almıştır1952. ABD’de yayınlanan Chirisitian Science Monitor Dergisi, Thornburg’un raporu ışığında Türkiye ile ilgili bir değerlendirmede bulunmuş, ekonomik sıkıntıların temel nedenlerini tahlil eden şu ifadeleri kullanmıştır: “…Türkler uzun senelerden beri yalnız askerlik ve idari sahalarda meşgul olmuşlardır. Gerek fabrika işletmekte ve gerek ticaret sahalarında uğraşmayı kendilerinden gayrı unsurlara bırakmış bulunuyorlardı. Tabiatıyla bu tarzda harekete mecbur olmaları kendilerini iş ve sanayi sahasında geri bırakmıştır. Bu vaziyetleri bilen Türk hükümetleri eksik iş adamlarının yerine kaim olmak üzere fabrikaları doğrudan doğruya işletmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu tarzda çalışmak gayesi de hükümete büyük fabrikalar yapmak imkânlarını vermiştir. Hükümetin rekabeti karşısında bugün ellerinde kâfi miktarda tecrübeli uzmanlar bulunan hususi sanayi müesseseleri de mütereddit bulunuyorlar. Bu müesseseler hükümetin el koymasından ve rakip olarak karşılarına çıkmasından korkuyorlar… Hükümet tarafından idare edilmekte olan sınai teknik inkişaf yolunda ve idari aksaklıklar sebebiyle lüzumlu olduğu kadar iyi neticeler vermemektedir…1953.” Diğer bir uluslararası heyet ise Barker Heyeti’dir. Türkiye, Dünya Bankası’na başvurarak kalkınma konusunda hamlede bulunmak istediğini belirtmiş ve bunun üzerine James Barker başkanlığında bir heyet Türkiye’ye gönderilmiştir1954. Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen telgraflarla, gelecek olan Barker heyeti

1948 Timur, s. 72-73. 1949 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 2, s. 589-591. 1950 Yaşa, s. 287. 1951 Tezel, s. 267-268. 1952 Ünal, s. 130-131. 1953Akşam Gazetesi, 15 Haziran 1949, s. 1. 1954 Doğan, s. 68. 363

hakkında bilgi verilmiştir. 6 Haziran 1950 tarihli telgrafa göre heyet öncelikle Türkiye’nin ekonomik değerini tespit edecektir. Ekonomik girdilerin hangi alanlara aktarılması gerektiği ve öncelik durumlarının tespitine yol gösterecektir. Mali ve iktisadi gelişmeler için gereken tavsiyelerde bulunacak olan heyet, ziraat ve sanayi alanlarında üretimi artırma yöntemlerini önerecektir. James Barker heyet başkanıdır. Heyetin içinde bir iktisat profesörü, ulaştırma uzmanı, endüstri ve enerji uzmanı, sağlık işleri sorumlusu, banka görevlileri, iktisat danışmanları ve kâtipler de yer almaktadır. Heyet 15 ve 17 Haziranda iki seferde Türkiye’ye gelecektir1955. Barker, ekonomi raporunu hazırlayarak DP iktidarına sunmuştur. Raporda; ağır sanayi üretiminden çok, ihraç edilebilecek ürünlerin yarı mamul haline getirilmesi, böylece ülkenin döviz ihtiyacının karşılanabilmesi önerisi öncelikli olarak yer almıştır1956. Türkiye’nin sanayileşmesine giden yolun zirai kalkınmadan geçtiğini belirten rapora göre geliştirilmesi gereken sanayi dalları şöyle sıralanmıştır: Tarıma dayalı sanayi kuruluşları, küçük dökümhaneler-kalıp ve kaplama makinaları-soba imalatı-saban-çekiç gibi basit alet yapımları, çimento-tuğla-kiremit-cam gibi inşaat ürünleri, deri işleri, möble ve tahta sanayi, hafif kimya sanayi(aşı, serum, haşere öldürücü gibi), seramik-çömlek yapımı ve köy el sanatları. Lüks eşya, ağır makine ve madeni eşya, ağır kimya, selüloz ve kağıt sanayisi dallarında ise Türkiye’de yatırımlar yapılmamalıdır. Çiftçi, işçi ve tüccar birlikleri üzerinde bürokratik baskılar kaldırılmalıdır ve meslek örgütleri özgür bırakılmalıdır1957. Raporda ayrıca ulaştırma şartlarının kısıtlı olduğu, ucuz taşıma imkânlarının olmamasının Türk ekonomisini zora soktuğu, ulaştırma konusunda Cumhuriyet döneminde önemli yatırımlar yapılmasına rağmen ulaştırmanın ekonomik faydalarıyla ilgili olarak gereken özenin gösterilmediği ifade edilmiştir. Ulaşım konusunda yaşanan sıkıntıların temelinde konuyla ilgili çalışan kuruluşlar arasında yaşanan irtibatsızlığa dikkat çekilmiştir1958. Thornburg ve Barker raporları ABD önderliğinde başlatılan Marshall Planı dâhilinde Türkiye’ye yapılacak yardımların düzenlenmesinde kullanılmıştır. ABD, raporlar ışığında Türk ekonomisine müdahale imkânı bulmuştur. Verilen yardımın hangi alanlarda harcanacağı ABD tarafından belirlenmiş ve gerekli teknik aletler ve araçlar da ABD’den getirilmiştir1959.

4.17.4. ABD’nin Hazırladığı Marshall Planı

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın etkinliğinin kırılması, İngiltere ve Fransa’nın baskın yapısındaki gevşemeler sonrasında Orta Doğu ve Asya’da ABD tarafından küresel bir güvenlik sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. ABD ayrıca petrol ve tarım bölgeleri üzerinde denetim kurarak müttefiklerini kendisine bağlı bir yapı benimsemeye zorlamıştır. ABD haricindeki büyük sanayi ülkelerinin savaşla birlikte yıpranması, Avrupa’da ekonomik yapının sarsılması, hava koşullarının üretimi aksatacak boyutlarda olması talihsizliği, hastalık, açlık gibi

1955 BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 66.413..8. 1956 Yalman, s. 1538-1539. 1957 Timur, s. 73-74. 1958 Yaşa, s. 288. 1959 Avcıoğlu, Türkiye’nin…, Cilt 2, s. 592. 364

yaşamı zorlayan şartlar, Avrupa devletleri arasındaki koordinasyon eksiklikleri büyük bir ekonomik yıkımı beraberinde getirmiştir. Büyük devletlerin Asya ve Afrika sömürgelerinde güç ve prestij kaybetmeleri, bu toprakların halklarında oluşan isyan düşünceleri sömürge sahiplerini zora sokmuştur. Avrupa denetimindeki kapalı sömürge ekonomisi anlayışının ABD ekonomik hegemonyasının içerisine alınabilmesi için büyük bir fırsat doğmuştur. ABD, kendisi için büyük tehlike arz eden komünist hareket ve bu hareket sonrası oluşabilecek olan ticari bir blok karşısında, Avrupa devletleri ekseninde bir ekonomik yapılanma içerisine girme yolunu seçmiştir. Avrupa devletleri sömürgelerden elde ettikleri hammaddeleri ABD’ye satarak döviz elde edecek ve bu parayla da ABD’nin ürettiği sanayi ürünlerini alarak bir ticari döngü oluşacaktır1960. Avrupa’nın bu yolla yeniden zenginleşmesi ile Sovyet bloğuna katılım azalmış ve ABD karşısında bir gücün ortaya çıkışı engellenmiş olacaktı. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dean Ancheson yaptığı bir açıklamada; ABD ekonomisinin diğer devletlerin üretimiyle doğrudan bağlantılı tarzda olduğunu, bu nedenle zorda bulunan devletlere yardım etmelerinin gerektiğini, dünyada sağlanacak ekonomik ve siyasi istikrarın ABD’ye huzur sağlayacağını belirtmiştir. ABD ihracatının ithalatından iki kat fazla olmasının sıkıntı yarattığını, bu nedenle ithalatın miktarının artırılması zorunluluğunu da açıklamasına eklemiştir1961. ABD’nin planladığı Avrupa devletlerine yardım girişimleri ilk etapta programsız bir içerikte olmuş ve beklenen sonuçları vermemiştir. Bunun üzerine ABD yapacağı yardımları daha profesyonel ve koordineli bir hale sokma gayreti içerisine girmiştir. Bu amaçla da Marshall Planı olarak anılacak bir ekonomik yardım anlayışını benimsemiştir. 1947 yılı bahar aylarında Avrupa’yı dolaşan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall Avrupa’nın perişan halini görmüş ve bu duruma müdahale edilmesi adına bir ekonomik plan hazırlama çalışmalarına başlamıştır1962. Marshall 5 Haziran 1947 tarihinde bahsi geçen planın detaylarını dünyaya duyurmuştur. Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır: “… Politikamız her hangi bir ülkeye ya da doktrine karşı değil, yalnızca açlık, yoksulluk, ümitsizlik ve kargaşaya karşıdır. Amacımız, dünyada ekonomik yaşamın, canlandırılması, böylelikle özgür kurumların oluşmasına yararlı siyasal ve sosyal koşulların ortaya çıkmasına yol açmak olmalıdır… Kalkınma çabasına yardımcı olmaya istekli devletler ABD hükümetinin tam işbirliğine güvenebilirler. Ülkelerinin kalkınmasını engelleyici davranışlarda bulunan hükümetler ise bizden yardım beklememelidir. Hele, insanların yoksulluğunu sürdürerek siyasal ya da başka türlü çıkar sağlamaya çalışan hükümetler, siyasal partiler ya da gruplar ABD’nin direnciyle karşılaşacaklardır…1963.” Plan daha önce Türkiye ve Yunanistan’a Sovyetler Birliği karşısında destek amaçlı olarak verilen Truman Doktrini’nden daha farklı bir karaktere sahiptir. Marshall Planı öncelikle askeri bir özellik değil ekonomik bir anlam taşımıştır. İkinci olarak ise plan daha geniş bir alanı kapsayacak şekilde yayılmıştır. Avrupa kıtası yardımların merkezini oluşturmuştur. Son olarak

1960Thomas Reifer ve Jamie Sudler, “ Devletlerarası Sistem”, Geçiş Çağı-Dünya Sisteminin Yörüngesi(1945-2025), Avesta Yayınları, İstanbul 2000, s. 26-28. (Sayfa aralığı 25-56). 1961 Erhan, s. 538. 1962 Sever, s. 54. 1963 Soysal, Türkiye’nin…, s. 286. 365

ise plan, yardımlar konusunda engelleme girişiminde bulunacak çevrelerin ABD’yi karşısına alacağı tehdidiyle desteklenmiştir1964. ABD Başkanı Harry Truman hazırlanmakta olan planla ilgili yaklaşımını şu ifadelerle belirtmiştir: “…Yabancı memleketlere imar imkânları vermekle yakın bir zamanda onların da bize ihracat yapmak suretiyle bizden ithal ettikleri eşyanın bedelini ödeyebilecek bir hale geldiklerini göreceğiz. Avrupa’nın iktisadi kalkınması sırf Amerika’nın yardımıyla başarılamaz. Bu kalkınma ilgili bütün memleketlerin gayretlerini birleştirmeleriyle vücut bulabilir. Bu işbirlikçi gayretin bir neticeye varabilmesi için yardımımıza ihtiyaç vardır1965.” Marshall Planı kapsamında ABD yardımı temelde iki şekilde gerçekleşecektir. Bunlar vasıtalı ve vasıtasız yardımlardır. Vasıtasız yardımda ABD tarafından dolar olarak yardım gönderilecektir. Gelen bu para ABD’den mal ve hizmet alımı için kullanılacaktır1966. Vasıtasız yardım kendi içinde üç başlık altında toplanmıştır. Bunlar: 1. Kredi: Borç verme şeklinde uygulanır ve borcun vadesi 35 yıldır. %2.5 faiz uygulanır ve alınan borçların ilk taksiti 1956 yılında başlatılacaktır. 2. Şarta Bağlı Yardım: Yardımdan yararlanacak devletler arasındaki mal satışında malların parasal karşılığı ABD tarafından ödenecektir. 3. Hibe: Her hangi bir şart koşulmadan verilecek olan paralardır. Vasıtalı yardım ise tek başlık altında toplanmıştır. O da tiraj hakkıdır. Yardımdan yararlanacak devletler diğer devletlere para karşılığı olmadan mal gönderecektir. Malı gönderen ülke şarta bağlı yardım alırken(vasıtasız yardım), malı alan ülke tiraj hakkından yaralanmış olacaktır(vasıtalı yardım)1967. Yardım ile sağlanan imkânlar ABD kontrolünde kullanılabilecek ve bu durum yardımı alan ülkelerin ekonomik hayatında ABD’nin etkin olmasının yolunu açacaktır. Ayrıca ABD tarafından yapılan yardımın miktarınca para, krediyi alan ülkenin merkez bankasına, o ülkenin para birimiyle, yatırılacak ve bu paralar ABD izni dahilinde kullanılabilecektir1968.

4.17.4.1. OEEC (Organisation for Europen Economic Cooperation)’nin Kurulması ve Marshall Planı’nın Uygulamaya Geçmesi

ABD’nin Avrupa’ya yardım etmeye hazır olunduğunu bildirmesi üzerine İngiltere ve Fransa, Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov’la görüşerek, Avrupa’nın yeniden inşası için ABD yardımını talep etmek adına bir plan hazırlanmasını ve bu amaçla Paris’te bir konferans düzenlenmesini teklif etmiştir. SSCB ise Avrupa’daki yıkımın kendisinin ideolojik yayılımına imkan sağladığını bildiği için plana katılmayı reddetmiş ve hatta yardım teklifini Sovyet aleyhtarı olarak değerlendirmiştir1969. Sovyet Rusya ve denetimindeki devletlerin de bu teklifi reddedeceği tahmin edilmiştir. Fakat Çekoslovakya daha Sovyet bloğuna dahil olmadığı için teklife sıcak

1964 Erhan, s. 539. 1965Ulus Gazetesi, 22 Temmuz 1947, s. 1. 1966 BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 80.507..5. 1967 Esad Tekeli, Mali ve İktisadi Meseleler(1943-1949), Ankara 1950, s. 42. 1968 Oran, s. 485. 1969 Orkunt, s. 142. 366

baktığını açıklamış ama bu devlet de Sovyet baskısıyla geri çekilmek zorunda kalmıştır1970. Sovyetlerin karşı olmasına rağmen Türkiye’nin de içinde bulunduğu 16 ülke 12 Temmuz 1947 tarihinde Paris’te toplanarak “Avrupa İmar Programı”(European Recovery Programme) üzerinden de çalışmışlardır1971. Konferansa katılan devletler şunlardır: İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İtalya, Avusturya, Portekiz, İrlanda, İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka, İzlanda, Yunanistan ve Türkiye. ABD ve Kanada gözlemci devletler olarak konferansta yer almışlardır. Bu gruba 1948 yılı Ekim ayında Federal Almanya da katılmıştır1972. Sovyetler Birliği ise Marshall Planı dışında bir yapılanma tercih etmiş ve 10 Temmuz 1947’de Bulgaristan, 11 Temmuzda Çekoslovakya, 14 Temmuzda Macaristan, 25 Temmuzda Yugoslavya, 4 Ağustosta Polonya ve 26 Ağustosta Romanya ile ticaret anlaşmaları imzalanmıştır. Sürecin sonunda ise Doğu Avrupa’yı içine alan Cominform doğmuştur1973. Konferansta hazırlanan program çerçevesinde 16 devlet, 4 yıl sürecek ABD yardımını alma hakkına sahip olmuşlardır. Yapılacak yardımlardan öncelikli olarak İngiltere ve Fransa’nın yararlanması kararlaştırılmıştır. Üçüncü sırada ise Almanya yanında savaşırken, savaşın sonlarına doğru ABD tarafına geçen İtalya yer almıştır. Almanya’nın batı devletleri tarafından işgal edilen toprakları da önemli miktarda yardım alabilecektir. Paris Konferansı sırasında ülkelerin yardım talepleri olabildiğince kısıtlanarak 17 milyar dolara olarak belirlenmiştir. Fakat Marshall, ABD Kongresi’ne bu rakamı 6.8 milyar dolar olarak sunmuştur. 17 Şubat 1948 tarihinde Kongre de bir indirimde bulunarak miktarı 5.3 milyar dolar olarak kabul etmiştir1974. Kabul edilen bu yardım girişimi daha sonra kanunlaşacak ve “İktisadi İşbirliği Kanunu” adıyla anılacaktır ve yürürlüğe giriş tarihi 3 Nisan 1948’dir1975. ABD tarafından yardım planı kabul edildikten sonra yardım yapılacak 16 devlet kendi arasında “Avrupa İktisadi İşbirliği Sözleşmesi”ni imzalanmıştır ve böylece “Avrupa İktisadi İş Birliği Örgütü”(OEEC)kurulmuştur. 16 Nisan 1948 tarihli bu sözleşmeye Türkiye adına Paris Büyükelçisi Numan Menemencioğlu imza atmıştır. İktisadi İşbirliği Örgütü’nün ilk toplantısında da Türkiye icra konseyi üyeliğine seçilmiştir. Teşkilatın daimi merkezi olarak Paris seçilmiştir1976. İmzalanan İşbirliği Sözleşmesi’nde yer alan ibarelerden bazıları ana hatlarıyla şu şekildedir; Oluşturulacak kuvvetli bir Avrupa ekonomisi, barışın ve insanların refahının sağlanması adına önemli bir araç olacaktır. Ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi içinde imzacı devletler arasında gereken kolaylıklar sağlanmalıdır. İlgili devletler tüm imkânlarını ve teknolojik gelişmeleri kullanarak ihtiyaç duyulan ürünlerde gereken üretim seviyelerine ulaşmaya çalışmalıdır. Her ülke ürettiği ürünü diğer imzacı devletlerle mübadele konusunda hassas davranmalıdır. Birleşmiş Milletler ile gereken işbirliği ve uyum sağlanmalıdır. Ülkeler para istikrarlarını sağlama

1970 Öymen, s. 103-105. 1971 Tezel, s. 324., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 235. 1972 Soysal, Türkiye’nin…, s. 281., Ayrıca Bakınız: Michael J. Hogan, The Marshall Plan(America, Britain and The Reconstruction Of Western Europe-1947-1952), Cambridge University Press, New York 1987, s. 60. 1973 Ataöv, Amerika…, s. 129., Ayrıca Bakınız: Ataöv, “Marshall…, s. 280-281 (Sayfa aralığı 275–310) 1974 Öymen, s. 106., Ayrıca Bakınız: Hogan, s. 89. 1975 Armaoğlu, Belgelerle…, s. 168. 1976Akşam Gazetesi, 17 Nisan 1948, s. 1. 367

yolunda gereken adımları atmalıdır. Avrupa içindeki seyahat engelleri kaldırılmalı ve ortak kaynaklar beraberce geliştirilmelidir1977.

4.17.4.2. Türkiye’nin Marshall Planı’na Dahil Oluşu

Türkiye Marshall Planı dâhilinde yapılacak olan yardımlardan çokça yararlanabilmek için büyük gayret göstermiştir. Zaten bu yardım planından önce de ABD Türkiye’ye kredi tahsisinde bulunmuştur. Türkiye ABD bankası olan Export-İmport Bankası’ndan 1945 yılı Ekim ayında 500 milyon dolarlık kredi istemiştir ABD ise istenilen kredinin banka imkânlarının üstünde olduğunu belirtmiş ve ancak 25 milyon dolar kredi verebileceğini açıklamıştır. Banka belirttiği rakamlar çerçevesinde bir yardımı 1946 yılı içinde Türkiye’ye göndermiştir1978. Diğer bir kredi anlaşması ise yine aynı banka vasıtasıyla 2 Kasım 1948 tarihinde Washington’da imzalanmıştır1979. Bu anlaşmaya ilk dokuz ay için 30 milyon dolarlık kredi öngörülmüştür. 30 Haziran 1949 tarihine kadar Türkiye’ye verilmesi planlanan toplam kredi miktarı ise 60 milyon dolar olarak planlanmıştır. İlk 30 milyonluk kısmın şu şekilde harcanması kararlaştırılmıştır: 844.000 dolar Tarım Bakanlığı tarafından mücadele ilaçları ve mücadele vasıtalarına harcanacaktır, 11.156.000 dolar üreticiye satılacak olan ziraat alet ve makinelerine harcanacaktır, 18.000.000 dolar kömür, linyit, enerji ve demir madenleri tesisatı ve teçhizatı için harcanacaktır1980. ABD’den gelen yardımların diğer bir ayağını ise Truman Doktrini çerçevesinde gelen askeri yardımlar oluşturmuştur ve bu konu tezimizin askeri yapı ilgili bölümünde detaylı olarak değerlendirilecektir. Truman Doktrini ile gelen yardımlar askeri amaçlı olduğu için Türkiye ekonomisinde beklenen rahatlatmayı gerçekleştirememiştir. Bu nedenle Türkiye 12 Temmuz 1947 tarihinde 16 devletin katıldığı Paris’teki konferansa katılmıştır. Konferansta katılımcı devletlerin isteklerini içeren rapor ABD’ye gönderilmiş ve raporu inceleyen ABD, savaştan zarar görmediği gerekçesiyle, Türkiye’ye yardım etmeme düşüncesini benimsemiştir1981. Türkiye’nin yer altı ve yerüstü kaynaklarının yeterli olması, altın ve döviz rezervlerinin bir süre daha idare edebilecek seviyelerde olması, üretim araçlarının savaş yıllarına göre artmış bulunması1982, iki önemli partisinin(CHP-DP) dış politikada birlik sağlaması, dış ticaretin yüksek seviyelere ulaşması Türkiye’nin yardımlardan faydalanmaması kararının nedenleri olarak öne sürülmüştür1983. Ayrıca Türkiye’nin istediği yardımın Avrupa çıkarıyla doğrudan ilişkili olmaması, sadece kendi kalkınma planını uygulamak amacı taşıması da yardımın reddedilmesinde etkili olmuştur1984. ABD’ye göre Türkiye yardım almaktan çok yardım sağlamak için projenin içine dahil edilebilirdi. Özellikle tarım ve maden ürünleri Türkiye’nin

1977Resmi Gazete, 13 Temmuz 1948, s. 9-11. 1978 Tezel, s. 225., Ayrıca Bakınız: Harris, s. 20-21. 1979 TBMMTD, 24 Aralık 1948, 8. Dönem, Cilt 14,s. 297. 1980 TBMMTD, 29 Aralık 1948, 8. Dönem, Cilt 14,Ekler Bölümü s.31 /1-10. 1981 Durmuş vd., s. 466., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 477. 1982 Ülman, , s. 118. 1983 Akşin, s.19. 1984 Gönlübol vd., s. 484., Ayrıca Bakınız: Parasız, s. 70-71 368

Avrupa devletlerine katkı sağlayacağı alanlar olabilirdi1985. Türkiye ile ilgili olarak 16 Ocak 1948 tarihinde hazırlanan ABD raporunda Türkiye’nin plan içerisindeki konumu şu cümlelerle izah edilmiştir: “Türkiye zirai üretiminin ve bilhassa hububat üretiminin artması ve Avrupa’nın kalkınması programına uygun olarak muhtaç bölgelere azami ihracatta bulunulması, bu kalkınmaya geniş surette yardım edecektir.” ABD ilk etapta kredi yardımında bulunmama kararına varmakla beraber, peşin para karşılığında malzeme satışı yaparak Türkiye’ye yardıma çalışacağını belirtmiştir. Türkiye’nin iktisadi kalkınma için ihtiyaç duyduğu krediyi ise milletlerarası kredi veren kurumlar aracılığıyla temin etmesi tavsiyesinde bulunmuştur1986. Amerikalı yetkililerin tamamı Türkiye’yle ilgili olumsuz düşünmemiştir ve Türkiye’nin konumu ve önemi üzerinde hassasiyetle duran şahıslar da mevcuttur. Türkiye’ye yapılacak yardımın görüşüldüğü Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’nda Türkiye konusunda bilgi veren Türkiye Askeri Yardım Kurulu Başkanı Tümgeneral H.L. McBride Türkiye’yi stratejik olarak Orta Doğu ve Arap dünyasının kilit noktasında ve Sovyet yayılmasına karşı önemli bir savunma hattı olarak göstermiştir. Türkiye’nin desteklenmesi ile bu ülkenin Sovyetler Birliği karşısında moral bulacağını ve askeri yapısını daha kolay yenileyebileceğini belirtmiştir1987. ABD tarafından yapılan ve Türk ekonomisini güçlü gösteren bu değerlendirmeler çok da gerçeği yansıtmamaktadır. Öyle ki konuyla ilgili olarak Zafer Gazetesi’nde Türk ekonomisini bir değerlendirmeye tabii tutan Mümtaz Faik Fenik bir yazısında Türk ekonomisinin içinde bulunduğu zor durumu özetle şu ifadelerle açıklamaya çalışmıştır: 16 Avrupa devletinin toplandığı İktisadi İşbirliği Konferansı’na katılan devletler içerisinde ekonomik anlamda en zayıf olan ülke Türkiye’dir. Türkiye savaştan yenilerek çıkan İtalya’nın hızlı kalkınma hamlesini yakalayamamıştır. Bunun nedeni iktidarın mevkisini koruma derdine düşerek tecrübesiz ellere işi bırakmasından kaynaklanmaktadır. 7 Eylül kararları ile ihracatın artırılması ve ithalatın sadece ihtiyaç seviyesinde yapılması amacına ulaşılamamıştır. Çünkü Türkiye’den dışarıya ihraç edilecek sanayi ürünü bulunmamaktadır. Geriye tarımsal hammaddeler kalmaktadır. Buğday konusunda yapılan dengesiz ihracat yüzünden ülkede buğday konusunda da sıkıntılar çekilmiştir1988. Değerlendirmeden de anlaşıldığı üzere Türkiye, Avrupa’yı doyurmak şöyle dursun kendi öz ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumdadır. Marshall Planı dışında kalmak Türkiye tarafında olumsuz karşılanmış ve ABD’nin Türkiye’yi yalnız bırakma yolunda ilerlediği şeklinde yorumlanmıştır. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak 2 Şubat 1948 tarihinde Mecliste yaptığı açıklama ile Türkiye’nin bulunduğu hassas coğrafyada ekonomik yardımlarla ancak ayakta kalabileceğini ve bu nedenle ABD’nin yardım konusunu yeniden ele almasını istemiştir. Sadak konuşmasında, Türkiye’nin elinde bulunan altın ve para rezervinin kullanılması yönündeki ABD tavsiyesini mantıklı bulmadığını belirtmiş ve Türkiye’nin bu rezervlerini herhangi bir savaş tehlikesine karşın saklamak zorunda olduğunu

1985 Sever, s. 55. 1986 Tekeli, s. 59-62., Ayrıca Bakınız: Harris, s. 31. 1987 Orkunt, s. 144. 1988 Mümtaz Faik Fenik, “İktisaden İstikrarsız Tek Devlet Türkiye”, Zafer Gazetesi, 6 Temmuz 1949, s. 1. 369

ifade etmiştir1989. Muhalefet ise bu süreçte Türkiye’ye yardım yapılamamasının sorumluluğunu iktidara kesmiş ve Türkiye’nin iyi tanıtılamadığını iddia etmiştir1990. Türkiye’nin ısrarlı istekleri ve sunduğu gerekçeler karşısında ABD geri adım atmış ve Türkiye’yi de yardım yapılacak ülkeler arasına almıştır. ABD tarafından yapılacak olan yardımın uygulamaya konulabilmesi için yardım alacak devletlerin ABD ile teker teker anlaşma imzalaması gerekmiştir. Amerika yardımının başlayabilmesi için ise 3 Temmuz 1948 tarihine kadar anlaşmanın imzalanmış ve yürürlüğe girmiş olması lazımdır. ABD anlaşmanın imzalandığı gün yürürlüğe girmesini istemiştir fakat bu istek 1924 Anayasasının 26. maddesi1991 ile çelişen bir konum arz etmiştir. Bu durum ABD’li yetkililere bildirilmiş ve TBMM tarafından onaylanmasının ardından anlaşmanın yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır1992. 4 Temmuz 1948 tarihinde Ankara’da ABD ile imzalanan “Ekonomik İşbirliği Anlaşması” Marshall yardımını Türkiye için başlatmıştır. Anlaşmayı Türkiye adına Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Amerika Birleşik Devletleri namına da Büyük Elçi Edwin C. Wilson imzalamıştır1993. 4 Temmuz tarihli anlaşma TBMM tarafından 8 Temmuz tarihinde onaylanmıştır. Onayın yapıldığı Meclis oturumunda konuşan Sadak; Meclise onaylanması için sunulan anlaşmanın diğer devletlerin imzalamış olduğu anlaşmalarla aynı içeriğe sahip olduğunu izah etmiştir. Türkiye için ilk üç ay içinde 10 milyon dolar kredi ayrılmasına karar verildiğini belirten Sadak, ABD’nin bölgesinde barışın teminatı olduğunu düşündüğü Türkiye için daha fazla kredi verme konusunda çalışmalara başladığını duyurmuştur1994. Onaylanan Ekonomik İşbirliği Anlaşması özetle şu şekildedir: Anlaşma 11 madde ve 1 lahikadan oluşmuştur. Anlaşmanın 1. maddesiyle yapılacak olan yardımların Amerikan Yardım Kanunu çerçevesi içinde olacağı ifade edilmiştir. 2. maddeye göre ise yapılacak yardımlar karşılığında Türkiye kalkınma hamlelerinde azami gayreti göstereceğini belirtmiştir(bu bir taahhüt olarak verilmemiştir). 6. maddeye göre iki taraf anlaşmaya dayanılarak yapılan işlerde karşılıklı malumat vereceklerini ve istişare yapacaklarını taahhüt etmişlerdir. 7. maddeye göre yapılan yardımlarla ilgili neşriyat yapılmasına imkân sağlanacaktır. 11. maddeye göre anlaşmanın TBMM tarafından tasdiki ile yürürlüğe gireceği ve anlaşmanın 30 Haziran 1953 tarihine kadar devam edeceği belirtilmiştir. Tarih bitiminden en az altı ay önce bildirilmek şartıyla anlaşma sona erecektir. İtiraz olmaz ise anlaşma itiraz olana kadar devam edecektir. Anlaşmanın dayandığı temel şartlar üzerinde bir tarafın önemli değişiklikler yapması üzerine diğer tarafa anlaşmayı feshetmek için başvurma hakkı tanınmıştır1995. Devlet Bakanı Nurullah Esat Sümer yardım planına katılımın ardından yapmış olduğu bir açıklama ile beklentilerini şu ifadelerle dile getirmiştir: “…Avrupa’nın daha uzun

1989 TBMMTD, 2 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10,s. 10. 1990 Tekeli ve İlkin, s. 12., Ayrıca Bakınız: Gönlübol vd., s. 236. 19911924 Anayasasının 26. Maddesi şu şekildedir: “Kanun koymak, kanunlarda değişiklik yapmak, kanunları yorumlamak, kanunları kaldırmak, devletlerle sözleşme, antlaşma ve barış yapmak, harp ilan etmek, devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve onarmak, para basmak, tekelli ve akçalı yüklenme sözleşmelerini ve imtiyazlarını onarmak ve bozmak, genel ve özel af ilan etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek, kanun soruşturmalarını ve kanun cezalarını ertelemek, mahkemelerden çıkıp kesinleşen ölüm cezası hükümlerini yerine getirmek gibi görevleri Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar.” Kili ve Gözübüyük, s. 132-133. 1992 BCA, Dosya: 1118, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 219.476..18. 1993Ayın Tarihi, 4 Temmuz 1948. 1994 TBMMTD, 8 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12,s. 998-1004. 1995 TBMMTD, 9 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12,Ekler Bölümü s. 60/ 1-13 ve 59/1-18. 370

müddet muhtaç olacağı maddelerin istihsalini artıracak ve bunların yurt içinde ve yurt dışında taşınmasına yarayacak vasıtaları ihtiva etmektedir. Büyük ölçüde ziraat alet ve makineleri, yollar teçhizatı, su işleri, limanlar inşası, Zonguldak kömür havzası angejmanı, garp linyitleri ve yeni krom işletmelerine ait vasıtalar. Divrik demir cevheri işletmesi ve diğer tesisler, demir ve deniz yolları ihtiyaçları, balık ve et sanayi, petrol arama vasıtaları, tuz istihsalimizin artırılması(beklenmektedir)…1996.” ABD ile imzalanan ve Mecliste onaylanan Ekonomik İşbirliği Anlaşmasına bağlı olarak 31 Mayıs 1949 tarihli Meclis oturumunda “Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Hakkında Kanun” kabul edilerek yeni bir teşkilat tesis edilmiştir. Kurulan teşkilatın görevi kanunun 1. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Avrupa İktisadi İşbirliği çerçevesi içinde Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına ait olarak bakanlıklar ve dairelerce hazırlanan iş programlarını Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü’ne ve Birleşik Amerika İktisadi İşbirliği İdaresi’ne tevdi ve bu programları adı geçen idarenin Türkiye içinde ve dışındaki teşkilatıyla müzakere ve intaç etmek, bu idarenin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’yle ve Türk iktisadi ve mali teşkilatıyla temaslarına muhatap ve merci olmak, iktisadi ve mali meselelerde yabancı memleketlerin resmi veya hususi müessese ve teşekkülleriyle her türlü temas ve müzakerelere girişmek, bunları tanzim ve takip etmek, bu gibi müzakerelere doğrudan doğruya ve dolayısıyla ilgili müracaatlara muhatap olmak üzere Başbakanlığa bağlı Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı kurulmuştur1997.” 10 Haziran 1949 tarihli Meclis oturumunda ise ABD ve Avrupa İktisadi İşbirliği’ne dahil devletlerle borçlanma, yardım ve ödeme anlaşmaları yapmak üzere hükümete yetki verilmiştir. Yapılacak olan anlaşmaların en geç altı ay içinde Meclisin onayına sunulması kararlaştırılmıştır1998. Türkiye, Marshall Planı dahilinde yapılacak yardım ve diğer sağlanacak ABD kredileri ile ilgilenmek üzere başbakanlığa bağlı çalışacak olan “Amerikan Krediler Komitesi”ni kurmuştur. Bir başkan, bir başkan yardımcısı, tarım-maliye-ulaştırma-ekonomi ve bayındırlık bakanlıkları tarafından belirlenecek üyeler komiteyi oluşturmuşlardır. Komite, Maliye Bakanı tarafından verilecek olan talimat doğrultusunda çalışmıştır1999. Başkan ve başkan yardımcısı Başbakan tarafından, diğer uzmanlar ilgili bakanlar tarafından belirlenmiştir. Bütün devlet daireleri ve devlet ekonomi kurumları komitenin istediği her türlü bilgiyi vermek ve gereken yardımları yapmakla mükellef kılınmıştır. Komitenin görevleri şu şekilde tespit edilmiştir: “İstenecek kredi konusunda gerekli planları hazırlamak, BM Avrupa Konseyi, Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü, Amerikan Yardım İdaresi’nin isteyeceği bilgileri toplayarak göndermek, yapılacak iç ve dış müzakereleri icra ve idare etmek, plan ve kredi taleplerini yabancı mercilere iletmek, yapılan yardımların amaçları doğrultusunda en verimli şekilde kullanılmasını sağlamak, yardımlarla ilgili yapılan işlerin ilerleyişini takip etmek ve ilgili makamlara bilgi vermek, Amerikan misyonunun istediği bilgileri vermek, misyonla ilgili olarak Türk mercileri arasında irtibatı sağlamak.” Alınacak diğer kredilerle ilgili olarak komitenin görevleri ise şu şekilde sıralanmıştır:

1996Akşam Gazetesi, 23 Mayıs 1949, s. 1. 1997 TBMMTD, 31 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19,s. 1139., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 6 Haziran 1949, s. 5-6. 1998 TBMMTD, 10 Haziran1949, 8. Dönem, Cilt 20,s. 679. 1999Akşam Gazetesi, 21 Temmuz 1948, s. 2., Ayrıca Bakınız: Sander, Türk-Amerikan…, s. 50. 371

“Kalkınma programımızla ilgili projeler hazırlayarak İmar ve Kalkınma Bankası’na göndermek, Bankanın isteyeceği bilgileri göndermek, Bankanın Türkiye misyonunun çalışmalarında Türk mercileri arasında irtibatı sağlamak, Konuyla ilgili olarak iç ve dışta yapılacak müzakereleri gerçekleştirmek2000.” Türkiye Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü’ne üyeliğinin ardından Avrupa devleti kabul edilme yolunda bir adım daha atmıştır. Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü tarafından hazırlanan ve örgüte dahil devletler tarafından 16 Ekim 1948 tarihinde Paris’te imzalanan Avrupa Memleketleri Arasında Ödeme ve Takas Anlaşması 25 Mart 1949 tarihinde TBMM’ye gelmiştir. Anlaşma ile ilgili gerekçe ise 30 Mart tarihli Meclis görüşmelerinde sunulmuştur. Anlaşmanın ilgili devletler arasındaki ticari mübadeleyi kolaylaştırarak, Avrupa’nın kalkınmasının biran önce sağlanması amaçlı olduğu açıklanmıştır. Savaşın ardından ABD’den ithalat yapma yoluna giden Avrupa ülkeleri dolar bulma konusunda büyük sıkıntı içerisine girmişler ve kendi aralarındaki ticaret de aksamaya başlamıştır. Avrupa devletleri arasındaki alışverişlerde döviz ve altın kullanımının azaltılması yolunda bir arayış içine girilmiş, iki taraflı ödemeler yerine çok taraflı bir ödemeler dengesi kurulması amaçlanmıştır. Bu anlaşma da bahsi geçen amaca hizmet etme düşüncesini taşımıştır2001.

4.17.4.3. Marshall Planı Dahilinde Yapılan Yardımlar ve Türkiye’nin Aldığı Krediler

Marshall Planı’nın uygulamaya konulmasıyla beraber planının geniş manada kabullenilmesi ve hedeflerine ulaşabilmesi için ABD tarafından bir propaganda süreci başlatılmıştır. Bu süreçte Avrupalıların yaşam standartlarının değişeceği ve önemli bir istihdam alanı yaratılacağı propagandası öne çıkarılmıştır. Komünizmin değer kazandığı ülkelerde yapılan propagandalarda ise antikomünizm anlayışı özellikle vurgulanmıştır. Avrupa halklarının maddi destek ile komünizme karşı güç kazanacağı anlatılmıştır. Böylece Marshall Planı hem gelişimin hem de komünizme karşı mücadelenin anahtarı olarak yansıtılmıştır. ABD ile imzalanan “Ekonomik İşbirliği Anlaşması”nın 7. maddesinde belirtildiği üzere yardım alan her ülke Marshall Planı dahilinde gelişmeleri ve planın amaçlarını halkına duyurma yükümlülüğünü kabul etmiştir. Yasal zemine oturtulan propaganda faaliyetinin bütçesi ise ilgili ülkenin karşılık paralar fonundan ayrılan idari harcamalar ve tanıtım masrafları dahilinde karşılanacaktır. Merkezi Paris’te bulunan ve her ülkede temsilcilikleri olan enformasyon departmanı propaganda için gayret sarf etmiş; gazete, broşür, afiş, radyo yayını, film gösterimi, kukla gösterisi ve sergi gibi faaliyetlerde bulunmuştur. Türkiye’de de basın ve yayın organları aracılığıyla Marshall Planı hakkında halk bilgilendirilmeye çalışılmıştır. Devlet radyosunda “Türkiye’de Marshall Planı” ve “Ankara Radyosu Marshall Saati” gibi tanıtıcı programlar yapılmış, bu yapımlarda dinleyicilerin soruları da cevaplanmıştır. Marshall Planı’nı tanıtan filmlerin gösteriminin yapılması için kırsal

2000 BCA, Dosya: 77-731, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 116.48..10. 2001 TBMMTD, 30 Mart 1949, 8. Dönem, Cilt 17, Ekler Bölümü s. 9/1-5. 372

alanlarda seyyar sinemalar kurulmuş, okullarda gösteriler yapılmıştır. Ayrıca ABD tarafından hazırlanan broşürler de yayınlanmıştır2002. Marshall Planı Türkiye’de uygulamaya geçildikten sonra ABD Türkiye’den; yapacağı yardımın amacına göre kullanılmasını, bu kullanımın Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü tarafından kontrol edilmesine izin verilmesini, piyasada serbest girişimin desteklenmesini ve tekelciliğin kaldırılması istemiştir. ABD’den gelen Ekonomik İşbirliği Misyonu Türkiye tarafından kabul edilmiş, bu misyon denetleme görevi yapmış ve diplomatik ayrıcalığa sahip olmuştur. Türkiye kamuoyunda bu misyonun etkinliği Osmanlı Devleti’ndeki kapitülasyonları andırdığı gerekçesiyle olumsuz eleştirilere maruz kalmıştır2003. Türk ekonomisinde yaşanan olumsuz durum ve halkın iktidara olan tepkisinin artışı sonrasında ABD Türkiye’ye ilk olarak 10 milyon dolarlık bir kredi açmak durumunda kalmıştır2004. Bu yardım 1948-1952 yılları arasında devam edecek olan Marshall yardımlarının başlangıcı olmuş ve Türkiye’nin dış politikada yön değiştirmesinin de önünü açmıştır. Filistin meselesinde Arapları destekleyen Türkiye artık Yahudi yanlısı bir yaklaşımı benimseyerek İsrail’in bağımsızlığını tanımıştır2005. İlk etapta Türkiye’nin aldığı yardım fazla olmasa da zaman içerisinde miktar artmış ve diğer yardım alan ülkelerin aldıklarıyla aradaki fark azalmıştır. Türkiye’ye yapılan yardım farklı kaynaklarda farklı miktarlarda verilmiştir. ABD Uluslar Arası Kalkınma Ajansı tarafından 1949-1952 yılları arasında Türkiye’ye yapılan yardım 175.4 milyon dolar olarak gösterilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı 1965 yılında yayınladığı rakamlarda ise aynı döneme ait yardım miktarını 225.2 milyon dolar olarak vermiştir. Bu yardıma 75 milyon Dolarlık tiraj hakkı, 25 milyon dolarlık başlangıç kredisi ve 30 milyon dolarlık kota kredisi de eklenirse miktar 355.2 milyon doları bulmuştur. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ise 1948-1952 yılları arasında yapılan Amerikan yardımını 351.7 milyon dolar olarak vermiştir2006. Bu bölümde Marshall Planı dahilinde yapılan yardımlarla ilgili olarak, farklı kaynaklardaki birbiriyle uyuşmayan rakamlar verilmeyip, temel kaynak olarak resmi verilerde rastlanan rakamlar sunulmuştur2007. Bu manada en detaylı bilgi Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde tespit edilmiştir ve 1950 yılına kadar yapılan yardımların miktarları bu belgede yer almıştır. Belgeye göre 1948-1949 yıllarında Türkiye’ye Marshall Planı’ndan 49.7 milyon dolar gönderilmiştir. 1949-1950 yıllarında ise 59 milyon vasıtasız ve 58 milyon dolarlık tiraj hakkı ile toplam 117 milyon dolar yardım gelmiştir. Toplamda 1950 sonuna kadar gelen yardımlar 166.7 milyon dolar olmuştur2008. Arşiv belgesini destekler nitelikte olmak üzere Meclis tutanaklarında Marshall Planı’nın uygulamaya girdiği 3 Nisan 1948 tarihinden 1 Mart 1950 tarihine kadar geçen sürede Türkiye’nin yardımlardan toplam olarak 163.3 milyon dolar(461.355.160 TL) yararlandığı

2002 İren Dicle Aytaç, “Marshall Planı Filmleri(1948-1953): Türkiye Örneği”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 30-40. 2003 Erhan, s. 541. 2004 Tekeli ve İlkin, s. 14. 2005 Durmuş vd., s. 466. 2006 Gönlübol vd., s. 485. 2007 Plan dahilinde verilmiş olan farklı rakamları karşılaştırmak için bakınız: Sözüöz, s. 77., Ayrıca Bakınız: Ülman, s. 119-121., Hale, s. 116., Orkunt, s. 147-149., Erhan, s. 534-535., Tekeli, s. 43., Koraltürk, s.593. (Sayfa aralığı 581-597), Tayanç, s. 144., Tezel, s. 226-227. 2008 BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 80.507..5., Ayrıca Bakınız: Akşam Gazetesi, 21 Aralık 1949, s. 2. 373

belirtilmiştir2009. İki veri arasında oluşan 3.4 milyon dolarlık fark ise şu şekilde izah edilebilir: Meclis tutanaklarında, 1950 yılı için gelmesi planlanan yardımların tamamı alınmayarak sadece 1 Mart gününe kara olanlar dikkate alınmıştır. Hâlbuki 1950 yılında Türkiye 30 Hazirana kadar yardım almaya devam etmiştir. Burada 30 Haziran tarihinin öneminden de bahsetmek gerekir. 23 Eylül 1949 tarihinde Sovyetler Birliği’nin atom bombasını yaptığını açıklaması üzerine ABD yeni bir yardım kanunu kabul edilmesine karar vermiştir. Böylece Türkiye’ye 30 Haziran 1950 tarihine kadar geçecek süre zarfında 5.8 milyar dolarlık yardım yapılması kabul edilmiştir2010. Verilerden anlaşıldığına göre 1 Mart-30 Haziran 1950 tarihleri arasında Türkiye belirlenen bu miktarın 3.4 milyon dolarını almıştır. Böylece toplamda 166.7 milyon dolarlık yardım rakamına ulaşılmıştır. Gelen yardımların kullanım alanlarına bakılacak olursa; 1950 yılı itibariyle tarıma 36.774.000 dolar vasıtasız, 1.508.000 tiraj hakkı olarak toplam 38.282.000 dolar ayrılmıştır. Yardımların kullanımının bir bölümü traktör temininde harcanmıştır. Marshall Planı dahilinde memlekete getirilen traktör, ziraat alet ve makineleri vilayetlere paylaştırılmış, daha sonra illerdeki tevzii komisyonları bu makineleri çiftçiye ulaştırmıştır. Malzeme alacak bir çiftçi vilayete işletme büyüklüğünü ve isteğini bildirmiş ve ilden tedarik belgesi almıştır. Çiftçi elindeki belge ile o yıl içinde tevziye başvurarak %37.5’i peşin, kalanı 4 taksit ödenmek üzere talebini tedarik edebilmiştir. İllere yapılan tahsis sistemi 1949 yılında kaldırılmış ve satışlar serbest bırakılmıştır. 1949 yılı itibariyle tarım malzemesi almak için çiftçi olmak, çiftçi belgesi olmak ve bunun idare amirleri tarafından tasdik edilmesi yeterli sayılmıştır. Alımlarda peşin veya taksit olayı çiftçinin isteğine bırakılmış ve devlet satın alma sürecinden tamamen elini çekmiştir. Satış işlerinde firma %20 kar üst limiti ile sınırlandırılmıştır. Daha sonra buna %5 daha eklenmiştir. Bu artış bakım, servis ve aletin kullanımının öğretilmesi için kullanılmak şartıyla fiyata eklenebilmiştir. Yedek parça fiyatları ise geldiği ülkenin liste fiyatı üzerinden belirlenecek miktarda kârla satılmıştır. Örneğin ABD’den gelen yedek parça en fazla 4.5 katı fiyata, Kanada malzemeleri ise 4.3 misline satılmıştır. Yani ABD’den 1 dolara gelen yedek parça 4.5 dolara kadar satılabilmiştir. Traktör tekerlerinin kar haddi ise %25 olarak belirlenmiştir. Gelen malzemelerin bakım, onarımı ve kullanımı konusunda çiftçilere bilgi vermek üzere makinist kursları açılmıştır. Önce 6 ay olan kurs süresi daha sonra 5 aya indirilmiştir. İthalatçı firmalar da seyyar ve sabit tamirhaneler açmışlardır. 1949 yılında alınan malzemelerin bedelinin %10’u kadar, 1950 yılında ise %20’si kadar miktarda yedek parça getirilmiştir. Gelen malzemelerin kullanımı ile ilgili el kitapları da Türkçeye çevrilerek çiftçilere parasız olarak dağıtılmıştır. Satılan aletlerden daha fazla yararlanılması için aletle ilgili malzemelerin birlikte satılması firmalara tavsiye edilmiştir. Örneğin traktör alan kişinin bu makineden daha iyi yaralanması için traktörle birlikte kullanacağı aletleri de alması önerilmiştir. Marshall Planı dahilinde sağlanan teknik yardım çerçevesinde bilgilerini artırmak üzere Amerika’ya elemanlar gönderilmiş ve oradan uzmanlar getirilmiştir. Tohum ve damızlık getirilmesi konusunda da Marshall yardımından faydalanılmıştır. Örneğin ABD’den çeşitli olmak üzere 800 kg melez mısır tohumu getirtilmiştir. Tiraj hakkı kapsamında Avrupa’dan

2009 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 18/1. 2010 Orkunt, s. 147. 374

getirilen ürünlerden bazıları ise şunlar olmuştur: Suni gübre, traktör, traktör pulluğu, atla çekilen ziraat aletleri, mücadele ilaçları, tulumba, hububat hangarları, laboratuar malzemeleri. Vasıtasız yardımlarla alınan malzemeler ise; tiraj hakkıyla alınan malzemelerin benzerleri, yedek parçalar, lastik, pikap kamyonet, kimyevi maddeler, seyyar tamirhane, fenni aletler, el aletleri, lastik tamir malzemeleri vs. olmuştur2011. Marshall Planı bünyesinde Türkiye’nin temin edeceği tarım aletlerinin aracısı konumundaki tüccarlarla ilgili konular da kurallara bağlanmıştır. 13 Kasım 1948 tarihinde Tarım Bakanlığı tarafından Başbakanlığa sunulan bir yazıda Marshall yardımı çerçevesinde alınacak zirai aletlerle ilgili şartları taşıyan protokol yer almıştır. Bu protokole göre Marshall yardımı çerçevesinde mal getirecek firmalar tekliflerini Tarım Bakanlığı’na sunacaklar, bakanlık uygun bulduğu teklifleri kabul edebilecektir. İlgili ithalatçı firma garanti parasını ve mektubunu Ziraat Bankası’na yatıracak, yine bir taahhüt belgesini de Tarım Bakanlığı’na verecektir. İthalatçı firma gelecek malın yüklenmesi ardında malın değerinin %25’ini Ziraat Bankası’nda açılan Marshall Yardım Fonu hesabına yatıracak, geri kalan kısmını da dört yıl içinde yatırma garantisi verecektir. Dört yıl içinde ödenecek meblağ için her yıl %2.5 faiz ödenecektir. İthalatçı firmalar getirdikleri alet ve makinelerin toplam fiyatının %10 kadar yedek parçayı da en geç üç ay içerisinde getirmek zorundadır. Getirilen malların sigorta işlemleri milli şirketler tarafından yapılacaktır. Ülke dışı şirketler ancak Tarım Bakanlığı’nın izni ile sigortalama sürecine dahil olabileceklerdir. Tarım Bakanlığı da kendi teşkilat ve müesseseleri için gerekli olan tarım aleti ve makinesi, yedek parça, gübre, ilaç gibi mamulleri Marshall kredisi çerçevesinde ithal edebilecektir2012. Plan dahilinde en önemli yatırım aracı olarak traktör ön plana çıkmıştır. 27 Temmuz 1950 tarihine kadar Marshall Planı dahilinde 3.443 traktör alımı yapılmıştır (Marshall Planı hariç olan alımlar bu rakama dahil değildir)2013. 1949 yılı Mayıs ayında Dolmabahçe Sarayı önünde yapılan bir törenle ABD malı ilk traktörlerin gelişi kutlanmıştır2014. 4 Mayıs günü gerçekleşen bu ilk parti tarım malzemesi gelişi münasebetiyle Tarım Bakanı Cavit Oral bir konuşma yapmış ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Traktör ve biçer-döğer vesaire zirai malzeme ve yardımı 10 milyon 575 bin dolar kıymetindedir. Bunlar üç ay içinde memleketimize getirilmiş olacaktır. Bu malzemenin kullanılması hususunda seyyar atölyeler kurulmuş ve bunlar için kurslar açılmıştır. Burada elemanlar yetiştirilecektir. Bu malzemeyi Türk köylüsü istenilen şekilde kullanacak durumdadır2015.” Kısa bir zaman içerisinde traktör alımları hız kazanmış ve ilk traktör gelişinin birinci ayı sonunda 600 traktör Türkiye’ye ulaşmıştır. Gelen traktörler belirlenen şartlar dahilinde köylülere aracı firmalar vasıtasıyla dağıtılmıştır2016. 1950 yılı Nisan ayına gelindiğinde Türkiye modern makineler yardımı alma bakımından yardım alan diğer ülkeler içerisinde 6. sıraya

2011 BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 80.507..5. 2012 BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 80.506..8. 2013 BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 80.506..8. 2014 Andrew Mango, Türkiye ve Türkler(1938’den Günümüze), Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s. 55. 2015Akşam Gazetesi, 5 Mayıs 1949, s. 1. 2016Akşam Gazetesi, 12 Haziran 1949, s. 2. 375

yükselmiştir2017. Tarımsal alanda büyük bir üretim artışına neden olacak traktörlerin sayısındaki artışa bağlı olarak ise 1948-1950 yılları arasında traktörle işlenen arazi miktarında büyük bir artış görülmüştür. Bu gelişim ekilen arazi miktarında da bir miktar artışı beraberinde getirmiştir. Tarımdaki gelişmelere tahıl örnekli bakılacak olursa; 1945 yılında 6.898.886 hektar olan tahıl üretim alanı miktarı 1950 yılına geldiğinde 8.244.182 hektara çıkmıştır. Bu alan artışına karşın üretilen tahıl miktarı ise daha büyük bir artış göstermiş ve 1945 yılında elde edilen 4.013.459 ton tahıla karşın bu miktar 1950 yılında 7.763.883 tona yükselmiştir2018. Traktörün tarım içerisindeki etkinliğini daha iyi analizi için İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından aşağıdaki tablo hazırlanmıştır. Tablodan anlaşılacağı üzere tarım arazileri içerisinde en büyük değişim traktörle işlenen arazilerde gerçekleşmiştir. 1945 yılında 87 hektar olan bu tip arazinin miktarı 1950 yılında yaklaşık 14 kat artarak 1.244 hektara yükselmiştir. Traktör sayısında ise aynı dönem içerisinde yaklaşık 14 katlık bir artış göze çarpmaktadır.

Tablo 12. 1945-1950 Yılları Arasında Traktörün Tarımdaki Yeri2019.

Yıllar Ekilen Arazi Nadasa Bırakılan Çift Hayvan Traktör Sayısı Traktörle İşlenen Hayvanla İşlenen (1000xhektar) Arazi(1000xhektar) Sayısı Arazi(1000xHektar) Arazi(1000xHektar) 1945 8.044 4.620 2.287.030 1.156 87 12.577 1946 8.413 4.880 2.284.235 1.356 102 12.991 1947 8.902 4.673 2.393.833 1.556 117 13.458 1948 9.477 4.423 2.462.494 1.756 132 13.768 1949 8.990 4.274 2.510.780 9.170 638 12.576 1950 9.868 4.674 2.495.256 16.585 1.244 13.298

Türkiye Marshall Planı çerçevesinde gelen yardımları sadece tarım alanında kullanılmamıştır. Madencilik, ulaştırma, bayındırlık, sulama faaliyetlerine de yardım bütçesinden para ayrılmıştır. Hükümet ayrıca gelen paralarla bütçe açıklarını da kapatma yolunu denemiştir2020. Yardım dâhilinde ABD’den on gemi alınmıştır. Bu gemiler tanker, yük ve yolcu gemileridir. Gemilere şu isimler verilmiştir: Ankara, Edirne, Elazığ, Ordu, Malatya, Çankırı, Yozgat, Çoruh, Kocaeli ve Sivas2021. Yine yardımlar çerçevesinde karayolları yapımında da önemli harcamalar gerçekleşmiştir. Yol yapımı için plan bütçesinden 1948 -1949 senesinde 5 milyon dolar ayrılmışken, 1949-1950 senesinde bu miktara 9 milyon daha ilâve edilmiştir2022. Marshall Planı ile gelen yardımlar Türk ekonomisinde beklenen ferahlamayı sağlamamış ve ekonomi diğer yardım alan devletlerin ekonomilerine göre gereken sıçrayışı yapamamıştır. 1949 yılı içerisinde İktisadi İşbirliği Örgütü tarafından hazırlanan rapora göre; ilgili

2017Ayın Tarihi, 6 Nisan 1950. 2018 Margulies ve Yıldızoğlu, s. 299. (Sayfa aralığı 285-309) 2019T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 210. 2020 Gönlübol vd., s. 489-490. 2021Memleket Gazetesi, 25 Ağustos 1947, s. 1. 2022Ayın Tarihi, 6 Temmuz 1950. 376

devletlerde ekonomik kuvvetlenmenin hız kazandığı, enflasyonun önüne geçildiği belirtilmiştir. İstihsal alanların tamamına yakınında artış sağlandığı, ziraat ve imar alanlarında da gelişmeler kaydedildiği ifade edilmiş, Türkiye hariç diğer memleketlerde fiyatlarda bir istikrar ve düşme görüldüğü vurgulanmıştır2023. Türkiye planın uygulanması sürecinde yatırımlarını sanayiden tarım ve yol yapımına çevirmiştir. Kısıtlayıcı, denetleyici müdahaleci ekonomik anlayışını terk etmeye başlamıştır. 1946-1950 yıllarında alınan dış yardım miktarı(Marshall Planı da dahil) yaklaşık olarak 391 milyon dolara tekabül etmiştir. Bu miktar Cumhuriyetin ilanından sonraki 23 yıl içerisinde alınan dış borçlanmadan daha fazladır. 1950 yılında DP iktidara geldikten sonra dışa bağımlığın başladığı görüşü öne çıkarılmaya çalışılsa da aslında dış borçlanma alışkanlığı CHP döneminde baş göstermiştir. Bu nedenle Türkiye ekonomisindeki yeni çehreyi bir parti veya kişinin sorumluluğu şeklinde yorumlamak yerine değişen dünya düzeni ve geçerliliği olan ekonomik sistemlerin penceresinden değerlendirmek daha akılcı olacaktır2024. Marshall Planı’nı bünyesinde ABD tarafından diğer ülkelere yapılan yardımlarında kısa bir değerlendirmesi ise şu şekildedir: Yapılacak yardımın ilk bölümü Haziran 1948 ile Haziran 1949 arasını kapsamaktadır ve bu dönemde toplam 4.875.000.000 dolar dağıtılmıştır. Bu miktar içerisinden İngiltere 1 milyar 263 milyon dolar, Fransa 989 milyon dolar, İtalya601 milyon dolar, Hollanda 496 milyon dolar, Almanya’daki İngiliz-Amerikan bölgesi 414 milyon dolar, Almanya’daki Fransız bölgesi 100 milyon dolar, Belçika ve Lüksemburg Birliği 250 milyon dolar, Avusturya 217 milyon dolar, Yunanistan 146 milyon dolar, Danimarka 110 milyon dolar, Norveç 84 milyon dolar, İrlanda 79 milyon dolar, Türkiye 50 milyon dolar, İsveç 47 milyon dolar, Trieste(İtalya’nın kuzey doğusundaki özerk bölgedir. 1954 yılında İtalya’ya katılmıştır) 18 milyon dolar ve İzlanda 11 milyon dolar almıştır2025. Marshall yardımı çerçevesinde 1949-1950 yılı içinde yapılacak yardım miktarı ise ABD tarafından 3.776.000.000 dolar olarak tespit edilmiştir ve şu şekildedir:

Tablo 13. 1949-1950 Yıllarında Genel Marshall Yardımları2026.

Ülke Tahsisat(milyon) Tiraj Hakkı(milyon) Toplam(milyon) Avusturya 174.1 85.8 259.9 Danimarka 91 22.6 113.6 Fransa 704 258 962 Yunanistan 163.5 104.3 267.8 İrlanda 47 - 47 İzlanda 7.3 - 7.3

2023Akşam Gazetesi, 3 Temmuz 1949, s. 2. 2024 İrvin Cemil Shick, Ertuğrul Ahmet Tonak, “Uluslar Arası Boyut: Ticaret, Yardım ve Borçlanma”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick, Ertuğrul Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992,s. 363 . (Sayfa aralığı 354- 385). 2025 Tekeli, s. 86. 2026Akşam Gazetesi, 2 Eylül 1949, s. 1. 377

İtalya 407 - 407 Norveç 94 76.8 170.8 Hollanda 309.2 156.5 465.7 Portekiz 33 27.2 60.2 İngiltere 962 102 1064 İsveç 48 - 48 Türkiye 61.7 58.3 120 Müşterek Bölge 261.7 - 261.7 Fransız Bölgesi 86.5 - 86.5 Trieste 14 - 14 Belçika ve 312.5 - 312.5 Lüksemburg

Marshall Planı’nın 1948-1952 yılları arasında yaptığı yardımlara genel olarak bakılacak olursa: İngiltere3.2 milyar, Fransa 2.7 milyar, İtalya 1.4 milyar, Almanya 1.3 milyar, Hollanda 1.2 milyar dolar yardım görmüştür. 3.3 milyar dolar ise diğer devletlere dağıtılmıştır. Bu rakamlara göre İngiltere yardımın %24.4’ünü, Fransa %20.3’ünü, İtalya %11’ini, Almanya %10.1’ini, Hollanda % 8.3’nü, diğer ülkeler ise %25.9’unu almıştır. Toplam yapılan yardım miktarı ise yaklaşık 13 milyar dolar civarında olmuştur2027. Yapılan yardımlarla birlikte ABD ekonomik durgunluktan kurtulduğu gibi yardım yapılan ülke ekonomilerinde de büyük canlanmalar görülmüştür ve yatırımlar artmıştır. ABD mal stoklarını eritmiş, ekonomik tesirini yardım alan ülkeler üzerinde yaygınlaştırmış, kendi çıkarlarına aykırı gördükleri ekonomik uygulamalara müdahale etme imkanı kazanmıştır. Ayrıca İtalya ve Fransa gibi komünist partilerinin güçlenme eğiliminde olduğu ülkelerde, gelen yardımın yarattığı olumlu ortam, komünizmin halk gözünde puan kaybetmesine neden olmuştur2028.

4.17.4.4. Yabancı Sermayenin Türkiye’ye Geliş Süreci

1923 yılında kapitülasyonların kaldırılmasının ardından İzmir İktisat Kongresi’nde yabancı sermayenin Türkiye için önemli bir kaynak olduğu vurgulanmış ve her zaman bu tür yatırımların kabul edileceği belirtilmiştir2029. Fakat kapitülasyon tedirginliği atlatılamamış olduğu için, Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılında yabancı sermayeye pek fazla itibar edilmemiştir2030. 1928 itibariyle de Türkiye’de bulunan yabancı sermaye kuruluşları millileştirilmeye çalışılmıştır2031. İkinci Dünya Savaşı’nın yaşattığı ekonomik çöküntü Türkiye’yi yabancı sermaye arayışına sürüklemiştir. Savaş sırasında Türk burjuvazisinin elinde oluşan yüklü miktarda

2027 Akalın, s. 127. 2028 Merih, s. 51. 2029 Köksal ve İlkin, s. 134-135. 2030 Gönlübol vd., s. 513. 2031 Doğan, s. 63. 378

sermaye dönem şartları itibariyle Türkiye’de üretken sermayeye dönüşme imkânına sahip olamamıştır. Bunun için yabancı sermayenin Türkiye’ye girerek birikmiş sermayeye hareketlilik kazandırması beklenmiştir. Büyük toprak sahipleri ise savaş sonunda Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu yüklü miktarda tarımsal üretimi gerçekleştirme isteği içine girmiş ama var olan teknoloji ve ulaşım imkânları buna elvermemiştir. Sermaye sahibi burjuva ve büyük toprak sahipleri gibi iki güçlü kol Türkiye’nin dışa açılması taraftarı bir görüntü çizmiştir2032. Diğer yandan kişi başına milli gelirin azlığı sonrasında, gereken tasarruf rakamlarına ulaşılamaması ve ülke içinde ihtiyaç duyulan kaynakların temin edilememesi yabancı sermayenin teşvik edilmesi gerekliliğinin diğer bir nedeni olarak ortaya çıkmıştır2033. Recep Peker Hükümeti döneminde yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi konusunda kolaylıklar sağlanacağı ve yapılan kârların dışarı çıkarılmasına yardımcı olunacağı; makine ve teçhizat konusunda Türkiye’nin çektiği sıkıntıların hafifletilmesi için İngiltere’nin Türkiye’ye düşük faizli ve uzun vadeli krediler vermesi yönünde istekte bulunulacağı dile getirilmiştir2034. 22 Mayıs 1947 yılında çıkarılan bir kararname ile yabancı yatırımcıların serbest döviz transferi yapabilmesine izin verilmiştir2035. Böylece cumhuriyet tarihinde ilk defa resmi anlamda yabancı sermaye teşvik edilmiş, dışarıdan gelen nakit yatırım araçlarının döviz olması mecburiyeti getirilmiştir. Yabancı yatırımı için ise Türkiye bazı şartlar ortaya koymuştur. Yapılacak yatırımların ülkenin kalkınmasına yardım edebilecek ve ihracatı artırıcı nitelikte olması bu şartların başında gelmiştir2036. Hasan Saka Hükümeti’nin programında da yabancı sermayenin istendiği ve teşvik edileceği açıkça görülmüş ve şu şekilde ifadesini bulmuştur: “…Hükümet her türlü ekonomik teşebbüslerde yerli olduğu kadar yabancı sermayeye geniş yer ayırmak ve bunları teşvik etmek kararındadır2037.” Şemsettin Günaltay Hükümeti döneminde de yabancı sermaye konusunda ciddi girişimler yaşanmıştır. 1 Mart 1950 tarihinde “Hazinece Özel Teşebbüslere Kefalet Edilmesine ve Döviz Taahhüdünde Bulunulmasına Dair Kanun” çıkarılmıştır2038. Böylece yabancı sermayenin ülkeye girişi adına devletin güvencesine duyulan ihtiyaç karşılık bulmuştur. Dışarıdan gelen sermayenin elde edeceği gelirlerin de kısmen veya tamamen dışarı çıkmasına izin verilmesinin yolu açılmıştır2039. Kabul edilen kanunun devlet tarafından verilecek teminatı içeren 1. maddesi şu şekildedir: “Yurdun kalkınması için fayda mülahaza edilen endüstri, tarım, ulaştırma ve bayındırlık işleriyle turizmle doğrudan doğruya veya dolayısıyla ilgili tesislerde ve istihsali çoğaltıcı veya ihracatı artırıcı mahiyette olan diğer işlerde kullanılmak üzere özel teşebbüsler tarafından yabancı memleketlerden yapılacak uzun vadeli borçlanmalara, toplamı 300 milyon lirayı geçmemek şartıyla, Bakanlar Kurulu kararıyla teminat mukabilinde kefalet etmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.” 2. madde ise yabancı sermayenin elde ettiği kârların yurt

2032 Kazgan, s. 80. 2033 Köksal ve İlkin, s. 134. 2034 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 11.67..3. 2035 Cem, s. 427-428. 2036 Köksal ve İlkin, s. 136. 2037http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP16.htm. 2038 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 40. 2039 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, Ekler Bölümü s. 9/1-2. 379

dışına çıkarılmasıyla ilgilidir ve şu şekildedir: “Birinci maddede yazılı işlerde kullanılmak üzere yabancı memleketlerden döviz veya tesisat olarak getirilen sermaye gelirlerinin veya teşebbüs mevcudunun kısmen veya tamamen harice transferini sağlamak üzere gerekli döviz izninin verileceği hususunda Maliye Bakanlığı bu teşebbüslere karşı taahhüde girebilir2040.” Kanun Mecliste kabul edilerek uygulanmaya konulmuştur fakat yabancı yatırımcının pek de ilgisini çekmemiştir. Yabancı sermaye Türkiye’ye girebilmek için tüccar-eşraf ikilisinin iktidara gelmesini istemiş ve bu isteğin gerçekleşmesini beklemiştir. DP iktidara gelince, yabancı sermayenin girişini kolaylaştırmakta gecikmemiş ve derhal liberal ekonomiye geçiş sürecini başlatmıştır. Yabancı sanayi ürünleri ve lüks tüketim malları kısa sürede Türk pazarlarına yayılmıştır. Aracılıkla büyük kâr elde eden Türk tüccarı bu durumdan oldukça memnun olmuştur2041.1950 yılı Haziran ayında kabul edilen 11704 nolu Bakanlar Kurulu kararıyla ithalattaki sınırlamalar daha da gevşetilmiştir2042. Yabancı sermayenin önünün açılmasıyla beraber 1950 yılında ampül montaj fabrikası kurulmuş, İstanbul’da aynı yıl nebati yağ(Sana- Vita) fabrikası kurma hazırlıkları başlamıştır. Yerli sermayedarlar da yabancı ortakları ile birlikte sanayi alanında çalışmayı denemişler fakat Türk teşebbüs sahiplerinin sayısı oldukça az sayıda kalmıştır. Türkler daha çok ticaretle uğraşma taraftarı olmuşlar ve sanayiden uzak durmuşlardır. Karaborsacılık ve spekülasyonlarla büyük kârlar elde eden yerli sermaye sahipleri, daha az kâr getiren ve zaman isteyen sanayi yatırımlarına mesafeli davranmışlardır. Sanayi yatırımı yapan Türk işadamları daha çok ferdi olarak çalışmayı tercih etmiş ve birbirlerine güven konusunda tereddüt etmişlerdir. Çok ortaklı yatırımlar ise daha fazla olmak üzere yabancı hissedarlar tarafından hayata geçirilmiştir2043.

4.18. İşçi Sınıfı-İşçi Hakları ve 1945 Yılına Kadarki Sürecin Değerlendirilmesi

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne sınıfsal farklılığın kesin çizgilerle ayrışmadığı bir toplum bırakılmıştır. Sınıfsız toplum yapısının korunması yeni devlet için de bir amaç olmuş; sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir topluma sahip olunduğu sürekli vurgulanmıştır2044. Fakat Türkiye’de hedeflenen sanayi atılımlarının gerçekleşmesi adına bir işçi sınıfının ortaya çıkması ve siyasi yapıda etkin hale gelmesi de beklenen bir gelişme olmuştur. İktidar sahiplerinin ön yargısı ise, oluşacak işçi sınıfının sol eğilimli hareketler içinde bulunması yönünde temellenmiştir2045. 1923 yılında İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde işçi sınıfı ilk isteklerini dile getirerek bir güç olarak kendilerini göstermeye başlamıştır. Bu istekler içerisinde; sendika kurma, grev hakkı, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması, mesai sürelerinin tespit

2040 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25, s. 34. 2041 Cem, s. 427-428. 2042 Tunçay vd., s. 315. 2043 Avcıoğlu, Türkiye’nin..., Cilt 2, s. 602-604. 2044 İlhan Dülger, “Cumhuriyet Döneminde Türk Toplumu”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 389. (Sayfa aralığı 379-418) 2045 Ünal, s. 21. 380

edilmesi, işten çıkarılmanın haklı sebeplere dayandırılması ve amele yerine işçi teriminin kullanılması gibi talepler yer almıştır2046. 1924 Anayasası toplanma ve dernek kurma hakkı kapsamında sendika hakkını da öngörmüştür. Anayasanın 70. maddesinde dernek kurma hakkından bahsedilmiştir. İlgili madde şu şekildedir: “Kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz, yayım, yolculuk, bağıt(akit), çalışma, mülk edinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Türklerin tabii haklarındandır2047.” Anayasadaki izin dahilinde bir çok işçi sendikası kurulmuştur. Bu kuruluşların yönetim kadrosunda CHP’li çok sayıda isim yer almış ve sendikacılık siyasetin bir aleti haline gelmiştir2048. Sendika yapılanmaları özellikle işçilerin yoğun bulunduğu demiryolları işletmelerinde yaşama imkânı bulmuştur. Fakat bu sendikalardan çoğu 500-1000 işçiyi geçmeyen küçük sendika profiline sahip olabilmiştir. Türkiye İşçi Derneği ve Türkiye Amele Birliği dönemin sendikacılık hareketlerinde öne çıkan yapılanmaları arasına girmiştir. Fakat bu ılımlı ortam 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn kanunuyla son bulmuş, işçi hareketleri yasaklanmış ve 1928 yılında Amele Teali Cemiyeti’nin kapatılmasıyla da sendikal hayat uzun bir süre gündeme gelmemiştir2049. Çalışan kesimin pasifize edildiği bu süreçte; işçi sınıfının nüfusunun azlığı, kamu alanında çalışan işçi ve memurlara diğer kesimlerdeki emekçilere göre daha iyi haklar tanınması, tek parti yönetiminin işleyişi ve işçi sınıfı içinde örgütlenme geleneğinin olmaması nedeniyle işçi ve memur hareketleri çok fazla göze çarpmamıştır. Oluşan tepkiler ise genelde sınırlı seviyelerde ve geçici şekillerde olmuştur. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası ile ilgili olarak İzmir’de yaşanan, CHP’nin protesto edildiği olaylarda olduğu gibi halk hareketlerinin içinde var olan bir başkaldırı niteliğinden öteye geçememiştir2050. Cumhuriyetin ilk yıllarında işçi nüfusun yapısına göz atılacak olursa şöyle bir tablo ortaya çıkar: Çok az sayıda bulunan ücretli işçi sınıfı ülkede sanayileşmenin gelişmeye başladığı İstanbul ve civarına kümelenmiştir. 1927 yılında 13 milyonu geçmiş olan Türkiye nüfusunun yaklaşık olarak 5.3 milyonu faal nüfus olarak gözlemlenmiş ve bu faal nüfusun % 81.6’sının ise tarım sektöründe çalıştığı görülmüştür. Kent nüfusu içinde çalışan kesimin sendikalaşmaya uygun bir yapıya sahip olmadığı göze çarpmaktadır. Öyle ki 1927 sanayi sayımlarına göre işletmelerin %70’inden fazlasında dört kişiden az işçi çalışmaktadır ve işletmeler küçük işletme konumundadır. Bu işletmelerde işçi olarak çalışanların sayısı 150 bin civarındadır. 1930’lu yıllara gelindiğinde işçi örgütlenmeleri konusundaki devlet kontrolü daha da güçlendirilmiştir. 1933 yılında Türk Ceza Kanunu’nda değişikliğe gidilerek grev suç kapsamına alınmış, 28 Haziran 1938 tarihinde çıkarılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu ile ise sınıf esasına

2046 Sedat Ağralı, Günümüze Kadar Belgelerle Türk Sendikacılığı, Son Telgraf Matbaası, İstanbul 1967, s. 35., Ayrıca Bakınız: Ökçün, s. 430-435. 2047 Kili ve Gözübüyük, s. 143. 2048 Ağralı, s. 36. 2049 Alpaslan Işıklı, “Ücretli Emek ve Sendikalaşma”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick,E. Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992,s. 331 . (Sayfa aralığı 326-353). 2050 Koç, s. 66. 381

dayanan cemiyetlerin kurulması yasak edildiği gibi, kurulacak cemiyetler için de izin alınması şartı konulmuştur2051. İşçilerle ve çalışma hayatıyla ilgili esas düzenleme ise 1936 yılında yapılmıştır. 8 Haziran 1936 tarihinde kabul edilen 3008 sayılı İş Kanunu faşist bir yönetime sahip olan İtalya’dan alınmıştır. Kanunun temelinde sınıf şuurunun oluşmaması ve toplumsal bölünmelerin önüne geçme yönünde maddeler yer almıştır. İşçi sınıfı bir amele güruhu olarak görülmüş, üretim vazifesinin dışında insani bir bakış açısı içerisinde değerlendirilmemiştir2052. İşçiden çok işvereni koruyan bu kanun; işçilerin teşkilatlanmasını, grev yapmasını, işçi sorunları üzerine siyasi yayın yapmayı yasaklamıştır. Kanunda; işverenin işçiyi işten atma hakkı saklı tutulmuş, işverenin çocuk ve kaçak işçi çalıştırmasına imkân sağlanmış, üç yılı dolmayan işçilere kıdem tazminatı hakkı vermemiş, işverenin haksız kararları sonrasında cezalandırılmasına yönelik de bir ibare yer almamıştır2053. Bu durumda işçinin hakkını aranması konusunda mahkeme yolu hariç tüm yollar kapatılmıştır2054. Kanun, İkinci Dünya Savaşı sırasında işçi ve işveren üzerinde devletin baskısının uygulama aracı olmuştur. İşçiler için verilen çok küçük imkânlar da Milli Korunma Kanunu ile ikinci plana atılmıştır. İşçi sınıfı tam olarak örgütlenemediği için işverenin denetimi altına girmiştir. İşçi ücretleri savaş döneminde reel anlamda %100’lük bir düşüş sergilemiştir. İşçilerin çalışma ve yaşam şartları oldukça kötü hale gelmiştir2055. 1940 yılında İş Kanunu’nda yapılan değişiklikle bir iş günü 12 saate çıkarılmış, bütün sendikalar kapatılmıştır. Kadın ve çocuklara ödenen miktarın erkeklerden az olması dolayısıyla bu iki sınıftan çalışma hayatında daha fazla yararlanılmaya başlanmıştır. İşçiler biraz daha fazla para kazanabilmek için sürekli iş yeri değiştirmeye başlayınca hükümet, bu dalgalanmaları önleyebilmek için mecburi çalışma yükümlülüğü getirmiş, asker ve mahkûmları da çalıştırmaya başlamıştır2056. 1946 yılından itibaren kurulmaya başlanan sendikaların en önemli mücadele alanlarından birisi 3008 sayılı kanunda işçiler lehine değişiklikler yaptırmaya çalışmak olmuştur. Yine de İş Kanunu 1967 yılına kadar yürürlükte kalmıştır2057.

4.18.1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Çalışma Hayatı ve İşçi Hakları

İkinci Dünya Savaşı’nda faşizm ve nazizmin kaybetmesi ile birlikte Türkiye, demokrasinin işletilmesi için gerekli adımları atma yoluna gitmiştir. Böylece sendikalaşma ve çok partili hayata geçiş önemli bir ivme kazanmıştır. Cumhuriyet döneminde başlayan sanayileşme hareketlerinin bir sonucu olarak da işçi sınıfının miktarında önemli artışlar yaşanmıştır2058. İşçi sınıfının içine düştüğü sıkıntılı durum çok partili hayata geçerken kurulan

2051 Işıklı, s. 330-331., (Sayfa aralığı 326-353) 2052 Ünal, s. 22. 2053 Ağralı, s. 39. 2054 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 361. 2055 Talas, s. 385. 2056 Şişmanov, s. 140. 2057 Koç, s. 61. 2058 Işıklı, s. 332-333 . (Sayfa aralığı 326-353). 382

partiler tarafından kendi çıkarları adına sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Savaş yıllarında sıkıntı çeken işçilerin hak ettikleri rahatın sağlanması isteğinin yanı sıra, büyümekte olan bu grubun desteğinin partiler tarafından kazanılma arzusu bu sınıfa yönelik girişimlerin temelini oluşturmuştur2059. Türkiye’nin sanayi ve ekonomi alanında hızlı bir atılım sürecine girme isteği sonrasında işçi ve işveren arasındaki ilişkiyi düzenlemek adına Çalışma Bakanlığı kurulmuştur. Bakanlığın kuruluşu ve bakanlık kanunun kabulü birkaç aşamada gerçekleşmiştir. Öncelikle 7 Haziran 1945 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından bakanlığın kuruluşu kabul edilmiştir2060. 8 Haziran 1945 tarihinde Meclis görüşmelerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafında gönderilen bir tezkerede Çalışma Bakanlığı’nın kuruluşu Meclise bildirilmiştir. Tezkere şu şekildedir. “Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na; devlet dairelerin bakanlıklara ayrılması hakkındaki 3271 sayılı kanunun birinci maddesine dayanılarak, çalışma hayatıyla ilgili işleri düzenleme, yürütme ve denetleme ile görevli olmak üzere, bir Çalışma Bakanlığı kurulması ve bu bakanlığa, başbakanlığın teklif ettiği üzere, Konya milletvekili Dr. Sadi Irmak’ın tayini onanmış olduğunu arz ederim2061.” Çalışma Bakanlığı’nın Meclis tarafından bir kanun ile yürürlüğünün sağlanması adına TBMM Bütçe Komisyonu tarafından gereken çalışma yapılmış ve 19 Haziran 1945 tarihinde Meclise sunulmuş, ardından 22 Haziran tarihinde Mecliste bakanlığın kuruluşu ile ilgili kanun kabul edilmiştir2062. Bakanlığın görev ve yetkilerinin başka bakanlıklarla paylaştırılmış olduğu deneme süresinin sonunda esas kanun 23 Ocak 1946 tarihinde kabul edilmiştir. Kabul edilen bu kanunla Çalışma Bakanlığı’nın görevleri birinci maddede şu şekilde verilmiştir: “Çalışma hayatının düzenlemesi, çalışanların yaşama seviyesinin yükseltilmesi, çalışanlar ile çalıştırılanlar arasındaki münasebetlerin memleket yararına ahenkleştirilmesi, memleketteki çalışma gücünün genel refahı artıracak surette verimli kılınması, tam çalıştırma ve sosyal güvenin sağlanması ile görevlidir2063.” İşçiler ve çalışma hayatının düzenlenmesi adına yapılan diğer bir adım ise 27 Haziran 1945 tarihinde “İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu”nun çıkarılması ile olmuştur. Bu kanun sadece 3008 sayılı İş Kanun’a tabi işyerlerinde görev alan sigortalı işçileri kapsamıştır ve 7 Temmuz 1945 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir2064. 86 maddeden oluşan kanunun içerisinde iş kazaları ve meslek hastalıkları sonrasında sigortalının yararlanacağı imkânlar belirtilmiştir. Bu imkanlar; sağlık yardımı, geçici veya kalıcı iş görmezlikte verilecek ödenekler, ortopedi ve protez masrafları, hastanın başka yere gönderilmesi gerekiyorsa masraflar, cenaze masrafları, sigortalının hak sahiplerine bağlanacak ödenekler, sigortalı ya da eşine analık dolayısıyla verilecek ödenekler olarak tanımlanmıştır2065. 9 Temmuz 1945 tarihli Meclis oturumunda ise “İşçi Sigortaları Kurumu

2059 Talas, s. 386. 2060 BCA, Dosya: 1238, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 14.80..10. 2061 TBMMTD, 8 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18, s. 188. 2062 TBMMTD, 22 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,Ekler Bölümü s. 2., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 27 Haziran 1945, s. 3. 2063 TBMMTD, 23 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21,s. 95-96., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 30 Ocak 1946, s. 1. 2064Resmi Gazete, 7 Temmuz 1945, s. 1-5., Ayrıca Bakınız: Ufuk Akkuş, “Türkiye’de 1945-1950 Döneminde Sosyal Politika ve İşçi Sınıfının Oluşumu”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2010, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) s. 83-84. 2065 TBMMTD, 27 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 436-437. 383

Kanunu” kabul edilmiştir. İlgili kanunun 1. maddesinde: İş hayatında türlü hallere karşı ilgili sigorta kanunu hükümlerini uygulamak ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı olmak üzere İşçi Sigortaları Kurumu’nun vücuda getirildiği belirtilmiştir2066. Daha sonra oluşacak olan Sosyal Sigortalar Kurumu(SSK)’nun ilk hali olan yeni yapılanma ile daha önceki dönemlerde bazı yardımlaşma sandıklarına bağlı işçilerin bu kuruma bağlanması sağlanmıştır. Kurum, işçilerin tamamına yönelik haklar tanıyarak sosyal devlet olma özelliğinin önemli bir göstergesi olmuştur. İşçi Sigortaları Kurumu’nun 1946 yılındaki ilk genel kurulunda işçilerin ve ailelerinin hastalık, doğum ve bakım ihtiyaçlarının karşılanması için sağlık müesseselerinin kurulması planlanmış ve bu plan zaman içerisinde hayata geçirilmiştir2067. Sosyal güvenlik adına ayrıca 2 Haziran 1949 tarihli 5417 sayılı “İhtiyarlık Sigortası Kanunu”, 4 Ocak 1950 tarihli ve 5502 sayılı “Hastalık ve Analık Sigortası Kanunu” kabul edilmiştir2068. Memurlarla ilgili olarak ise 8 Haziran 1949 tarihinde kabul edilen 5434 sayılı “TC Emekli Sandığı Kanunu” ile kamu kurumlarında çalışmakta olan kişilerin sosyal güvenlik önlemlerinin sağlanması bakımından önemli bir adım atılmıştır. Bu kanun ile kamu personeline tanınan haklardan bazıları şunlardır: Emekli aylığı, malullük aylığı, dul ve yetim aylığı, toptan ödeme, emekli keseneklerinin geri verilmesi, ikramiyeler2069. İşçileri ilgilendiren diğer bir gelişme ise Türkiye’nin Milletlerarası Çalışma Teşkilatı(ILO)’na katılımının tam manasıyla gerçekleştirilmesi olmuştur. Türkiye, 1920 yılında kurulan Milletler Cemiyeti’ne bağlı olarak açılan ve cemiyete katılanların doğrudan dahil edildiği teşkilata, 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne katıldığı için doğal üye kabul edilmiştir. ILO işçi, işveren ve devlet temsilcilerinin katılmasıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Türkiye’de işçi teşkilatlanmalarının olmaması dolayısıyla 1946 yılına kadarki süreçte sadece devlet görevlileri Türkiye’yi temsil ederek eksik bir temsil şekli oluşturmuştur2070. Savaş sonrasında yeniden yapılanan teşkilata Türkiye 5 Aralık 1945 tarihinde tekrardan üye olmuş ve işçi teşkilatlarının kurulması için çalışma başlamıştır2071. Bu amaçla 21 Ocak 1946 tarihli Meclis oturumunda İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun kuruluşu kanunlaşmıştır. 3008 sayılı İş Kanunu’na dayanılarak ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı olarak hayata geçirilen kurum, iş ve işçi isteyenlerin isteklerini karşılayamama durumunda hukuken bir sorumluluğa sahip değildir2072. İşçi sınıfını doğrudan etkileyen ve sendikalaşma yönünde büyük bir adım olarak kabul edilen bir başka değişim ise 5 Haziran 1946 tarihinde Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklik olmuştur. Yeni uygulamaya göre artık sınıf esasına dayanan cemiyet kurmak yasak olmaktan çıkmış ve kısa sürede çok sayıda sendika kurulmuştur2073. Sendikalaşma konusunda nicel ve nitel yetersizlikler bu süreçte de kendisini göstermiştir. Kurulan sendikalar üzerinde Türkiye

2066 TBMMTD, 9 Temmuz 1945, 7. Dönem, Cilt 19,s. 64. 2067 Koç, s. 97-98. 2068Makal, “Türkiye’de 1920…, s. 490-491. (Sayfa aralığı 483-493). 2069Resmi Gazete, 17 Haziran 1949, s. 1-30. 2070 Ahmet Makal, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963, İmge Kitabevi, Ankara 2002, s. 399- 400. 2071 Kazgan, s. 81. 2072 TBMMTD, 21 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21,s. 80-82., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 25 Ocak 1946, s. 1., Timur, s. 51-52. 2073 Yücekök, s. 126., Ayrıca Bakınız: Tayanç, s. 115., Karpat, s. 214., Yaşa, s. 706 384

Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi gibi iki sosyalist partinin etkinliği fazlaca görülmüştür2074. Türkiye Sosyalist Partisi tarafından; Türkiye Tekel İşçileri Sendikası, Türkiye Deniz İşçileri Sendikası, Türkiye Mensucat İşçileri Sendikası, Türkiye Demir ve Çelik İşçileri Sendikası, Türkiye Basın ve Basın Makinistleri Sendikaları kurulmuştur. Bu beş sendika adına 14 Aralık 1946 tarihinde “Türkiye İşçi Sendikaları Federasyonu” oluşturulmuştur. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ise her iş yerinde bir sendika kurulması taraftarı olduğunu açıklamıştır. Bu sendikalar kendi işkolları içinde birleşerek ulusal bir işçi federasyonunun üyesi olma yolunda ilerleyeceklerdir. Sistem içerisinde bölge birlikleri önemli bir yer tutmuştur. Bu anlamda: İstanbul İşçi Sendikaları Birliği, Ankara İşçi Sendikaları Birliği, İzmir İşçi Sendikaları Birliği, Adana İşçi Sendikaları Birliği, Kocaeli İşçi Sendikaları Birliği kurulmuştur. İsmi geçen örgütlenmelerin tamamı komünist yapılanma oldukları gerekçesiyle 16 Aralık 1946 tarihinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılmıştır2075. Sendika ve siyasi oluşumların kapatılması sonrasında sendikacılığın düzene sokulması ve siyasetten uzak tutulması adına yeni bir kanun uygulamaya girmiştir. “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” başlığını taşıyan bu kanun 20 Şubat 1947 tarihinde kabul edilmiştir. Kanunun 1. maddesinde işçi sendikaları şöyle tarif edilmiştir: “Aynı iş kolunda veya bu iş kolu ile ilgili işlerde çalışanların yardımlaşmaları ve ortak menfaatlerini korumaları ve temsil etmeleri amaçlarıyla kendi aralarında kurabilecekleri derneklere işçi sendikaları denir.” Kanunun 2. maddesinde işçi ve işveren sıfatlarına sahip olmayanların sendikalara üye olamayacağı belirtilmiştir. 3. maddede ise türlü işlerde çalışan işçilerin işleri ile alakalı birden fazla sendikaya üye olması uygun görülmüştür. 4. madde ile de sendikaların teşebbüs ve faaliyetleri belirlenmiştir. Bunlar arasında; Üyeler adına genel sözleşme imzalama, üyeleri için hastalık-işsizlik-ölüm gibi hallerde destek verecek sandıklar kurma, hak arayan üyelerine hukuki yardımda bulunma, ilgili kanunlar çerçevesinde toplanan resmi kurullara temsilciler gönderme, üyelerin mesleki ve kültürel yönlerini geliştirecek konferans ve ticari amacı olmayan sağlık ve spor tesisi oluşturma gösterilebilir. Kanunun 5. maddesine göre sendikaların siyasetle ilgisi olmayan, milli birer yapılanma olduğu belirtilmiştir. 6. maddede ise sendikaların paralarını, belirlenen amaçlar dışında ve siyasi amaçlar için kullanamayacağı ibaresi yer almıştır. 7. maddeye göre kanunda belirtilen sınırlamaların dışına çıkan, grev ve lokavt gibi uygulamalara girişen sendikaların mahkeme kararı ile üç aydan bir yıla kadar geçici ya da devamlı olarak kapatılabileceği belirtilmiş ve kapatılan sendikaların yönetim kurlu üyeleri ve suça iştirak edenlerin bir yıl başka sendikaya üye olamayacakları ifade edilmiştir. 8. maddeye göre ise sendikalar arasında kurulacak birliklerin de bu kanuna uyması gerektiği vurgulanmıştır. 9. maddeye göre sendika kurmanın tercihe bırakıldığı, aynı şekilde katılımın da zorlama olmadan gerçekleşebileceği ifadelendirilmiştir. 10. maddeye göre 18 yaşını doldurmayan işçilerinin veli veya vasilerinin izni ile sendikalara girebileceği belirtilmiştir. 11. maddede kurulan sendikaya ait tüzük ve bildirilerin sendikanın bağlı olduğu valilik tarafından Çalışma Bakanlığı’na gönderilmesi istenmiştir. Kanunun geçici maddesine göre ise kanundan

2074 Işıklı, s. 333. (Sayfa aralığı 326-353) 2075 Koç, s. 85-86. 385

önce var olan işçi oluşumlarının üç ay içinde yeni kanununa intibakı zorunlu kılınmıştır2076. Bu kanun 24 Temmuz 1963 yılına kadar yürürlükte kalmıştır2077. Kanunun gerekçesini açıklayan dönemin Çalışma Bakanı Sadi Irmak; Türk işçilerini zararlı oluşumlardan ve siyasetten uzak tutmak ve işçi sınıfının yararına girişimleri desteklemek adına bu yasanın çıkarıldığını belirtmiştir2078. Sendikalar Kanunu’nun eleştiri alan en önemli maddesi işçiye grev hakkı verilmemesi olmuştur. Bu durum DP tarafından önemli bir propaganda aracı olarak kullanılmış ve parti, işçilerin siyasi amaçlar doğrultusunda çalışmamaları şartıyla grev haklarına kavuşacaklarını vaat etmiştir2079. DP adına bir açıklama yapan Fuat Köprülü grevle ilgili olarak partisinin görüşlerini şu şekilde açıklamıştır: “Sendika Kanunu müzakere edilirken Demokrat mebuslar şiddetli tenkitlerde bulundular. Bu kanun hakikatte işçinin hakkını gözetecek maddeleri ihtiva etmiyor. Bir gösteriş olmak üzere yapılmıştır. Çünkü işçiye grev hakkı temin etmeyen bir sendika kanunu olamaz ve bu hakkı tanımayan hiçbir demokrat memleket mevcut değildir. Yalnız totaliter memleketlerde işçinin grev hakkı yoktur2080.” DP’nin grev yanlısı tavrı 1949 yılındaki parti kongresinde yeniden gündeme gelmiş ve DP programının 7. maddesine grev ile ilgili şu ibare eklenmiştir: “Bütün meslek ve tesanüt teşekküllerinin manevi şahsiyet olarak her türlü siyasi tesir ve maksatlar dışında kalmaları şartıyla, işçi sendikalarının grev hakkının tanınması fikrindeyiz2081.” 1950 yılında gerçekleşecek olan milletvekili seçimleri öncesinde işçilerin partiye desteğinin sağlanması adına DP tarafından grev konusu bir daha gündeme getirilmiştir. Refik Koraltan bir konuşmasında işçi hakları ve grevle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “İşçimiz elbette ki haklarından şu veya bu zümrenin menfaatine her hangi bir feragatte bulunamazlar. İktidar partisi evvelce kurulmasına tahammül edemediği sendikaları seçimlerin yaklaştığı şu sıralarda kendisi için bir vasıta olarak kullanmak istiyor. Grev hakkını tanımaktan kaçınan iktidar bu hakkı müdafaa edenleri iftira yağmuruna tutmaktan da çekinmemektedir. Türk işçisi bu meşru hakkını kazanacak ve DP programında yer verdiği bu cihetin tatbikine çalışacaktır2082.” Sendikalar Kanunu yürürlüğe girince iki yıl içinde 73 işçi sendikası kurulmuş ve sendikalara kayıtlı üye sayısı ise elli bini geçmiştir. Sendikalaşma hareketleri 1950 yılına kadar şu şekilde gerçekleşmiştir:

2076 TBMMTD, 20 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4,s. 316-323., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 26 Şubat 1947, s. 1-2. 2077 Ağralı, s. 47. 2078 Koç, s. 72. 2079 Timur, s. 34. 2080Akşam Gazetesi, 7 Nisan 1947, s. 1. 2081 Makal, Türkiye’de Çok…, s. 67. 2082Zafer Gazetesi, 6 Şubat 1950, s. 1-6. 386

Tablo 14. Sendika Sayıları ve Sendikalaşma Oranları2083.

Yıllar İşçi Yasası Sendikalı İşçi Sendikalı Oranı Sendika Sayısı Kapsamında İşçi Sayısı % Sayısı 1948 329.463 52.000 15.8 73 1949 344.914 72.000 20.9 77 1950 373.961 78.000 20.9 88

İşçi sınıfını kazanmaya yönelik CHP iktidarının 1945-1950 yılları arasında yaptığı girişimler boşa çıkmış; DP’nin propagandaları, işsizliğin artışı, CHP’nin sosyal politikalarındaki yetersizliği işçi sınıfını DP tarafına doğru kaydırmıştır. ABD ise savaş sonrasında ilişki kurduğu devletlerin işçi hareketleriyle de yakından ilgilenmeye başlamıştır. Kurulan Amerika İşçi Örgütü bu manada önemli bir yere sahip olmuş ve Türkiye’deki işçi hareketlerinin takibinde gönderdikleri heyetlerle sürece dahil olmuştur. Köyde bulunan toprak işçisi ise şehir işçi sınıfına göre çok daha zayıf bir karakter göstererek, büyük toprak sahiplerinin yanında ortakçı ya da yarıcı olarak geçimlerini sağlama gayretleri içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmış ve sendikalaşma sürecinden uzak kalmıştır2084.

4.19. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Gelir-Gider Dengeleri

Türkiye’de milli gelir hesaplamaları 1950 yılına kadar düzenli olarak yapılmamıştır. Bunun en önemli nedeni ise konuyla ilgilenen bir kuruluşun olmamasıdır. 1950 yılında 5629 sayılı kanunla, İstatistik Genel Müdürlüğü Tetkik ve Araştırma Dairesi Türkiye’nin milli gelir tahminlerini yapmak ve yayınlamakla görevlendirilmiştir. Bu kuruluş 1948’e geri dönerek başlamak kaydıyla her yıl bu işlevi yerine getirmeye çalışmıştır2085. Türkiye’nin milli geliri ile ilgili bazı kalemlerin 1938-1948-1949-1950 yılları karşılaştırmalı olarak verilecek olursa şu şekilde bir değerlendirme ortay çıkmaktadır: 1938 yılında ziraat, ormancılık ve balıkçılık sektöründen elde edilen gelir 792.1 milyon TL iken bu rakam 1948 yılında 4.335,4 milyon TL’ye çıkmış, 1949 yılında 3.754,4 milyon TL’ye gerilemiş, 1950 yılında tekrardan bir yükseliş trendi yakalayarak 4.578,3 milyon liraya yükselmiştir. Madencilik alanında elde edilen gelir ise savaş yılları ve sonrasında hızlı bir artış göstermiştir. 1938 yılında madencilik geliri 15,6 milyon TL iken bu rakam 1948 yılında 85,4 milyon, 1949 yılında 96,2 milyon ve 1950 yılında 104 milyon TL’ye ulaşmıştır. Ticaret hacminde de önemli bir genişleme göze çarpmaktadır. 1938 yılındaki 141,3 milyon liralık gelir 1948 yılında 711 milyon, 1949 yılında ise küçük bir gerileme ile 708,3 milyon lira olmuş, 1950 yılında ise 771 milyon liraya yükselmiştir. Bahsi geçen yıllar içerisinde gayri safi

2083 Işıklı, s. 351. (Sayfa aralığı 326-353) 2084 Timur, s. 78-79. 2085 Köksal ve İlkin, s. 14. 387

milli hâsılanın seyrinde ise şu rakamlar öne çıkmıştır: 1938 yılı GSMH 1.952,1 milyon lira iken, 1948 yılında 9.206, 6 milyon liraya yükselmiş, 1949 yılında bir gerileme göstererek 8.811,8 liraya düşmüştür. 1950 yılı ise yeniden yükseliş yılı olmuş ve GSMH 9.881,3 milyon liraya yükselmiştir2086. Kişi başına düşen milli gelir ise şu şekilde bir seyir takip etmiştir:

Tablo 15. 1938-1950 Arasında Kişi Başına Düşen Gelir Miktarı2087.

Yıllar Nüfus(milyon) (1948 fiyatlarıyla/TL) 1938 17.016 432 1948 20.049 440 1949 20.487 382 1950 20.947 434

Tablodan da anlaşılacağı üzere savaş öncesi kişi başı gelir 1950 yılına gelindiğinde hala aynı seviyelerde seyretmektedir. Yaşanan gelir düşüklüğünden memur maaşları da etkilenmiş ve memur maaşlarının alım gücü zamanla azalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında maaşlar bu kişilerin geçimlerine yetmeyince devlet ayni yardımlarla (şeker, pirinç, kömür, yağ gibi) memur sınıfını az da olsa rahat içinde tutmaya çalışmıştır2088. 21 Aralık 1945 ve 28 Aralık 1946 tarihilerinde memur maaşlarında artışlar yapılarak refah seviyeleri yükseltilmeye çalışılmıştır2089. Fakat memur sayısındaki müthiş yükseliş hazine içerisindeki ayrılan miktarı da doğal olarak artırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında 62.000 civarında olan memur sayısı İkinci Dünya Savaşı bittiğinde 300.000 civarına yükselmiştir2090. 1945-1950 arasında devlet hazinesinin durumu ise şu şekilde bir seyir izlemiştir: Maliye Bakanlığı verilerine göre 1 Ocak 1946 tarihinde 213 ton olan altın stoku miktarı, 30 Eylül 1948 tarihi itibari ile 142 tona düşmüştür. Yine 1 Ocak 1946 tarihinde 56 milyon lira olan döviz miktarı, 30 Ekim 1948 tarihinde mevcut kur hesabına göre 28 milyon liraya düşmüştür2091. DP iktidarının ilk zamanlarında altın rezervi bir miktar daha düşerek 137.9 ton seviyesine gerilemiştir. Döviz ve altın rezervi ile birlikte mevcut bulunan dış ödeme imkanları ise 733.6 milyon TL iken bu miktar DP iktidarının başladığı dönemde 398.5 milyon TL olarak yeni iktidara devredilmiştir2092.

2086Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü, Türkiye Milli Geliri(1938-1948-1951), Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü Basımevi, Ankara 1954, s. 58. 2087 Köksal ve İlkin, s. 19. 2088 Karpat, s. 234. 2089 Osman Köksal, “Savaş Döneminin Memurların Alım Gücüne Etkileri”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri II, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1999, s. 242.(Sayfa aralığı 239-247). 2090 Çufalı, s. 28. 2091Akşam Gazetesi, 12 Kasım 1948, s. 1. 2092 Ali Esen Minkari, 1950-1960 Yıllarında İktisadi Kalkınma ve Gelişme, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1993, s.76-77. 388

4.19.1. Devletin İhracat-İthalat Rakamları

Birinci Dünya Savaşı’na kadar açık veren dış ticaret dengesi, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar aynı seyrini devam ettirmiştir. 1929 yılına kadar geçen zaman içerisinde Lozan Antlaşması’na göre eski gümrük resimleri muhafaza edilmiş, bu süreçte dış ticarette önemli artışlar görülmüştür. 1923 yılında 65.2 milyon dolar olan ihracat 1929 yılına gelindiğinde 119.4 milyon dolara çıkmıştır. 1923 yılı ithalatı 11.4 milyon dolar iken bu rakam 1929 yılında 197.2 milyon dolara yükselmiştir. Bu süre içerisinde dış ticaret sürekli olarak açık vermiştir. 1929 ekonomik buhranı ve Türkiye’nin yeni gümrük tarifelerini uygulamaya koymasıyla ihracat ve ithalatta duraklama devresine girilmiştir2093. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Türkiye dış ticaretini, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, güçlükle yürütmüştür. 1939-1946 yılları arasında dış ticaret dengesi ortalama olarak hep fazla vermiştir. Savaşa girmeyen Türkiye savaştaki ülkelerin ihtiyaç duyduğu ürünleri sağladığı için ihracatta bir artış yaşanmış, ithal edilecek malları üreten ülkelerin kendi ihtiyaçlarını ancak karşılaması sonrasında ise ithalatta daralma görülmüştür. Fakat ihraç mallarının fiyatlarına nazaran ithal mallarının fiyatları daha fazla arttığı için bu artan ihracattan beklenen yüksek kârlar elde edilememiştir. 1946 yılı ihracat fazlası verilen son yıl olmuştur2094. Savaş sonrasında Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerde önemli ekonomik değişimler yaşanırken, Türkiye ekonomik yapısında bir değişim görülmemiştir. Bu durum ekonomik ilişkileri zora sokmuştur. Örneğin; Almanya başta olmak üzere 20 kadar Avrupa ülkesi Türkiye’nin tarım alıcısı konumundayken, savaş sonrasında bu pazarlar eski önemini kaybetmiş, Türkiye’nin farklı ve yabancı olduğu pazarlara açılması gerekliliği doğmuştur2095. Dış ticaretteki açık 1948,1949 ve 1950 yılında da devam etmiştir. Bu durum elde bulunan döviz rezervlerini eritmiş ve üç yıl içerisinde 140 milyon doları aşan dış ticaret açığı vermiştir2096. Bu durum dış açıkların sürekli olarak fazlalaşacağı Türkiye ekonomisinin yeni yüzü haline gelmiştir. ABD yardımları ve kredi destekleri vasıtasıyla açıklar kapatılmaya çalışılmış ve sermaye birikiminin bir bölümü artık kredi ödemelerine ayrılmaya başlanmıştır2097. 1945-50 arasındaki dönemde Türkiye ihracatının %23’ü ve ithalatının %25’i ABD ile yapılmıştır. İkinci sırada İngiltere yer almış ve ihracatın %15’i ve ithalatın %18’i İngiltere ile gerçekleşmiştir2098. DP’nin iktidara geldiği 1950 yılı ise sadece siyasi değil ekonomik anlamda da önemli bir dönüm olmuştur. Savaş ekonomisi havası 1949 yılına kadar atlatılmış ve yeni bir dönem başlamıştır. DP iç ekonomik faaliyetlerde olduğu gibi dış ekonomik faaliyetlerde de liberalizmi öne çıkarmıştır. Bu şekilde Türk halkının ihtiyaç duyduğu ürünlerin daha ucuza ve daha bol şekilde ülkeye gireceği ve iç piyasada rekabet ortamı doğacağı düşünülmüştür. Fakat bu serbestliğin

2093 Köksal ve İlkin, s. 29-35., Ayrıca Bakınız: Tokgöz, s. 75. 2094 Necdet Serin, Dış Ticaret ve Dış Ticaret Politikası(1923-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1975, s. 22. 2095 Gönlübol vd., s. 471. 2096 Ekzen, s. 43. 2097 Tunçay vd., s. 316. 2098 Tezel, s. 187. 389

sonrasında ithalat aşırı derecede artarken ihracat gelirleri, giderleri karşılayamaz duruma gelmiş, dış ticaret açığı çok fazlalaşmıştır2099. 1930-1950 arasında ithalat-ihracat rakamları dolar bazında şu şekilde gerçekleşmiştir:

Tablo 16. 1930-1950 Arasında İthalat-İhracat Rakamları2100.

Yıllar İhracat(milyon $) İthalat(milyon $) Fark (milyon $) 1930 116,5 113,5 3,0 1932 77,9 66,2 11,7 1934 70,8 66,9 3,9 1936 90,6 71,2 19,4 1938 111,5 115,4 -3,9 1940 87,7 53,0 34,7 1942 126,9 113,6 13,3 1945 168,4 97,1 71,3 1946 184,6 137,4 47,2 1947 223,3 244,6 -21,3 1948 196,8 275,4 -78,6 1949 247,8 290,1 -42,3 1950 263,4 285,7 -22,3

Tablodaki veriler değerlendirilecek olursa: İkinci Dünya Savaşı içerisinde ihracat rakamlarında savaş öncesi dönemin üzerinde bir rakama ulaşıldığı görülmüştür. Artış 1948 hariç olmak üzere 1950 yılına kadar devam etmiştir. 1938 ile 1950 arasında ihracat rakamları yaklaşık 2.35 oranında bir artış sergilemiştir. İthalat rakamları ise savaş sırasında dalgalı bir yapı göstermiş, savaş sonrasında ise sürekli artmıştır. 1938 yılı ile 1950 yılı arasında ithalat rakamları karşılaştırıldığında yaklaşık 2.5 kat bir artış göze çarpmaktadır. İhracat-ithalat arasındaki fark ise İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlamak üzere sürekli olarak eksi yönde bir seyir takip etmiştir. Bu verileri destekler şekilde İhracat ve ithalat rakamlarının Türk Lirası ve ton bazından 1945-1950 arası seyri ise şu şekilde gerçekleşmiştir:

Tablo 17. 1945-1950 Arasında İthalat-İhracat Rakamları(Türk Lirası ve Ton Bazında)2101.

Yıllar İthalat(ton) İhracat(ton) Fark(ton) İthalat(TLx1000) İhracat(TLx1000) Fark(TLx1000) 1945 324.511 309.538 -14.973 126.166 218.929 +92.763 1946 402.734 905.190 +502.456 223.931 432.094 +208.163

2099 Gönlübol vd., s. 491-492 2100 Köksal ve İlkin, s. 29-35., Ayrıca Bakınız: Tokgöz, s. 75. 2101T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 252. 390

1947 621.822 1.173.039 +551.217 685.003 625.244 -59.759 1948 881.032 880.216 -816 770.149 551.038 -219.111 1949 1.216.458 997.110 -219.348 812.271 693.910 -118.361 1950 1.488.312 985.329 -502.983 799.859 737.587 -62.272

4.20. Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dışarıdan gelen yardım ve bağışlarla birlikte ulaşım ağında önemli gelişmeler kaydedilmiş, tarımda büyümeye dönük politikalar izlenmiş, tarım ürünleri piyasaya girmiş ve para ağırlıklı bir ekonomik anlayışa doğru akış başlamıştır. Piyasaya yönelik üretim gelişme göstermiş ve bu durum para ve kredi ihtiyacını doğurmuştur. Süreç bankacılık sektörüne olan ihtiyacı da doğal olarak artırmıştır. 1945-1950 arasında birçok yeni banka kurulmuştur2102. Bu bankalar arasında İller Bankası, Türkiye Emlak Kredi Bankası ve Türkiye Sinai ve Kalkınma Bankası devlet eliyle hayata geçirilmiş bankalar olmuştur. Bu bankalardan Sinai ve Kalkınma Bankası’ndan daha önce bahsedildiği için bu bölümde değinilmeyecektir. Devlet eliyle kurulan bankalardan birisi olan İller Bankası’nın(1933 yılında Belediyeler Bankası olarak kurulmuştu) kuruluşu amacıyla 8 Haziran 1945 tarihinde Mecliste kanun tasarısı görüşülmüş ve 13 Haziran günü banka hakkında kanun kabul edilmiştir. Bankanın kuruluşu ile ilgili kanunun birinci maddesinde bankanın kuruluş amacı şu şekilde ifade edilmiştir: “İl özel idaresiyle belediye ve köy idarelerinin kuracakları birliklerle adı geçen idarelere bağlı, tüzel kişiliği haiz olan veya olmayan ve katma bütçeli idare ve teşekküllerin imar işleriyle ilgili konularla uğraşmak ve bütün işlemlerinde özel hukuk hükümleriyle bu kanuna bağlı olmak üzere İller Bankası adı ile tüzel kişiliği haiz bir banka kurulmuştur. Bankanın merkezi Ankara’dır.” Kurulan bu bankanın ilk etapta 100 milyon lira sermayesi olmuştur. Bu sermayenin 40 milyonu İl Özel İdareleri, 30 milyonu belediyeler ve yine 30 milyonu da köylüler tarafından karşılanmıştır. Bankanın görevleri arasında şunlar yer almıştır: Şehir kasaba ve köylerin imarı yolundaki plan ve programların gerçekleştirilmesini desteklemek amacıyla kredi sağlamak; istek halinde harita, plan, proje, keşif, ve etütleri yapmak ya da yaptırmak; vücuda getirilecek yapı ve tesislerin yapımında faydası olabilecekse yapımına dahil olmak, gerekli makine, alet, edevat, gereç ve eşyaları satmak ya da kiralamak; sigorta ettirmek isteyecekleri menkul ya da gayrimenkulleri sigortalamak. Banka, yapacağı işlerde kullanmak üzere teknik elemanlar yetiştirmek için öğrenci okutma ve yurt dışına öğrenci gönderme hakkına da sahip olmuştur. Bankanın bir başkanla 5 üyeden oluşan idare meclisi mevcuttur. Bu kişilerin İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenip Bakanlar Kurulu’nca onanması kararlaştırılmıştır. Bankanın kazancının %10’u ihtiyat akçesi, %5’i olağanüstü ihtiyaç akçesi, %5’i memur ve hizmetli ikramiyesi, %30’u köy sermayesi olarak

2102 Yaşa, s. 474. 391

sermaye hesabına, %50’si ise köy gelirlerini artırarak bunların kalkınmalarına yardım etmek için köy tüzel kişiliği adına ve hesabına geçirilmiştir2103. 14 Haziran 1946 tarihli Meclis oturumunda ise Türkiye Emlak Kredi Bankası Kanunu kabul edilmiştir. Yeni kurulmakta olan Ankara şehri ve imara ihtiyaç duyan diğer şehirlerde halktan inşaata yönelenlerin kredi isteklerini karşılamak maksadıyla 22 Mayıs 1926 tarihinde 844 sayılı kanunla Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştu. Eytam sandıklarında dağınık halde bulunan paralar da bu bankaya aktarılarak ilgili amaca yönlendirilmişti. Fakat bankanın sınırlı sermayesi nedeniyle beklenen başarı elde edilememiş, banka sadece Ankara, İstanbul ve İzmir gibi birkaç şehirde yapılanabilmişti. Memleketin daha geniş çapta imarı için Emlak ve Kredi Bankası kurulmasına karara verilmiştir. Bankanın imar için uzun vadeli ve düşük faizli kredi vermesi amaçlanmıştır2104. Bankanın kuruluş kanununun 2. maddesinde bankanın amaçları belirtilmiştir. Bankanın amaçları şu şeklide sıralanmıştır: “Yurtta yapı ve onarma işleri ve bilhassa meskeni olmayan yurttaşlara ucuz mesken yaptırmak için, süresi elli yılı geçmemek üzere, arsalarıyla birlikte bina ve yapı ipoteği karşılığında ikrazlarda bulunmak ve krediler açmak; bankaya veya başkalarına ait arsalar üzerine bina yapmak ve peşin veya ipotek karşılığı taksitle satmak; yapı ve yapı malzemesi endüstrisi ve ticareti yapmak ve ortaklıkları kurmak ve kurulmuş olanlara ortak olmak; sigorta ortaklıkları kurmak ve kurulmuş olanlara ortak olmak, diğer her türlü banka işlemleriyle uğraşmak.” Kurulan banka’nın merkezi Ankara olarak belirlenmiş ve lüzum görülen yerlerde şube açılabilmesine izin verilmiştir. Bankanın varlık süresi 99 yıl olarak tespit edilmiş ve bu süre genel kurul kararıyla bir misli daha uzatılabilecek şekilde kararlaştırılmıştır2105. Türkiye Emlak Kredi Bankası tam manasıyla kuruluşunu 22 Ağustos 1946 tarihinde gerçekleştirmiştir2106. 1945-1950 yılları arasında kurulan diğer bankalar şunlardır: 4 Nisan 1945 tarihinde Emek Bankası2107, 11 Nisan 1946 tarihinde Türkiye Garanti Bankası, 30 Ocak 1948 tarihinde Akbank kurulmuştur2108. 1948 yılında ayrıca Türkiye Kredi Bankası, Tutum Bankası ve Niğde Bankası hayata geçirilmiştir. 1950 yılı itibariyle Merkez Bankası da dahil olmak üzere 36 banka mevcuttur2109 ve 7 de yabancı banka faaliyet göstermektedir2110.

4.21. Ekonominin Temel Dayanağı Olan Ulaşım Alanında Gelişmeler

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra ulaşım konusunda öncelikli olarak demiryolları yapımına yönelmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve ardından Milli Mücadele sırasında ordunun ve gerekli mühimmatın sevkiyatında yaşanan sıkıntılar, yeni kurulan devleti demiryolu

2103 TBMMTD, 8 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 199-206., Ayrıca Bakınız: İmar ve İskan Bakanlığı, 50 Yılda İmar ve Yerleşme(1923-1973), İmar ve İskan Bakanlığı Matbaası, Ankara 1973, s. 17., Resmi Gazete, 23 Haziran 1945, s. 1-4 2104 TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24,Ekler Bölümü s. 4/1-8 2105 TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24,s. 317., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 22 Haziran 1946, s. 1-3. 2106Resmi Gazete, 27 Ağustos 1946, s.1. 2107Resmi Gazete, 21 Nisan 1945, s. 1. 2108 Kongar, s. 525 ve 527., Ayrıca Bakınız: Parasız, s. 71. 2109 Yaşa, s. 474. 2110 Rozaliyev, s. 205. 392

yapımına zorlamıştır. Cumhuriyet hükümetleri sadece demiryolu yapımıyla değil aynı zamanda Osmanlı Devleti döneminde yabancılar tarafından yapılmış olan demiryollarının millileştirilmesiyle de uğraşmışlardır. Bu uğraş yalnız askeri nitelik taşımamış, aynı zamanda üretimin desteklenmesi adına da önemli bir adım olarak görülmüştür. Halkın ürettiğinin pazarlara rahatça ulaştırılabilmesi hem üretilen malların değerlendirilebilmesine hem de şehir nüfusunun ihtiyaç duyduğu gıda ürünlerine kolayca ulaşmasına imkân sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sürecinde ekonomik yetersizlikler demiryollarına yapılan yatırımlarda bir duraklamayı da beraberinde getirmiştir. Savaş sonrasında ise demiryolları yapımı yerini hızla karayolları inşaatlarına bırakmıştır. 1945-1950 arası dönemde demiryolu politikasında hükümetler bütçeden ayrılan miktarı gittikçe kısmışlardır. Öyle ki; 1946 yılında %2.06. oranında bütçeden pay ayrılan demiryolu yapımı, 1950 yılında bütçeden %1.62 oranında pay alabilmiştir2111. Demiryollarının millileştirilmesi çalışmaları da 1948 yılında son bulmuş ve bu yıl içerisinde son olarak 405 km demiryolu millileştirilmiştir. 1945-1950 arasında yeni demiryolları da yapılmıştır. 1945 yılında 7.515 km olan demiryolu uzunluğu 1950 yılında 7.671 km’ye ulaşmıştır. 1947 itibariyle gelen ekonomik yardımların demiryollarına aktarılan kısmı öncelikle teçhizat, lokomotif ve vagon alımının yanı sıra eskiyen yolların tamirine harcanmıştır. Demiryollarının uzunluğunun fazla artmamasının sebebi ise var olan yolların yenilenmesine öncelik verilmesinden kaynaklanmıştır. 1946 yılında demiryolu yolcu sayısı 47.689 iken bu rakam 1950 yılında 53.130’a çıkmıştır. 1950 yılına kadar demiryollarının bakımları önemli miktarda tamamlanmıştır. Ulaştırma Bakanlığı 1950 yılı itibariyle 15 yıl içinde 2.300 km demiryolu yapımına karar vermiş ama bu karar uygulanamamıştır. Barker Heyeti de yapılan demiryolu yatırımlarının yeterli olduğunu belirterek yeni hat inşasından vazgeçilmesini istemiştir2112. Türkiye için demiryolları yeterli sayılmasına rağmen Avrupa’da demiryolları mevcudu Türkiye’den çok daha fazla olmuştur. Türkiye 1950 yılına kadar 7.671 km demiryolunu yeterli görürken aynı dönemde Almanya 43.500 km, Fransa 41.000 km ve Polonya 26.000 km uzunluğunda demiryolu inşa etmiştir2113. İkinci Dünya Savaşı bitiminde ulaşım konusundaki yatırımları düzenlemek adına Ulaştırma Bakanlığı kurulmasına karar verilmiştir. 25 Haziran 1945 tarihinde Meclis oturumunda kanun tasarısı görüşülmüş ve 27 Haziran tarihinde kanunlaşmıştır. İlk Ulaştırma Bakanı ise Ali Fuat Cebesoy olmuştur. Kanunun 1. maddesinde bakanlığın görevlerinden bahsedilmiştir. Bu görevlerden bazıları şunlardır: Kara, hava ve su yolu ulaştırmaları ile ilgili kurulmuş olan devlet işletmeleriyle bunların tarife işlerini yürütmek; milli ulaştırma işlerinin yurdun ihtiyaçlarına uygun hale gelmesine imkân sağlamak; özel ve devlet ulaştırma girişimlerini karşılıklı olarak bir ahenge kavuşturmak; istasyon, iskele ve limanların işleyişinin kalitesini ve imkânlarını artırmak ve buralarda kullanılan makine ve elemanların yeterlilik şartlarını belirlemek; ulaştırma işlerinde güvenlik ve düzeni sağlayacak tedbirler almak ve denetlemeler yapmak, yabancı ülkelerde ilgili

2111 İsmail Yıldırım, Cumhuriyet Döneminde Demiryolları(1923-1950), ATAM Yayınları, Ankara 2001, s. 154. 2112 Yaşa, s. 289-290. 2113 Yıldırım, s. 195. 393

kurumlarla ilişkileri yönlendirmek2114. Kurulan bakanlık her ne kadar ulaşım konusunu bir bütün olarak ele alma amacı gütmüş olsa da çoğunlukla karayolları yapımına odaklı bir politika izlemiştir. Bu politikanın izlenmesinde savaş sırasında demiryollarının eski etkinliğinin kalmadığının anlaşılması, motorlu taşıt sayılarında yaşanan artış ve Türkiye’nin dış yönlendirmelere maruz kalması etkili olmuştur. 1947 yılında, ABD tarafından yapılacak olan askeri ve ekonomik yardımların uygulamaya geçirilmesinde yol mevzusu da gündeme gelmiştir. ABD Federal Karayolu Teşkilatı Genel Müdür Yardımcısı H.G. Hilts başkanlığında Türkiye’ye gelen heyet tarafından hazırlanan Hilts Raporu’nda, karayollarının üstünlüğü dile getirilmiş ve Türkiye’nin karayolu politikası eleştirilmiştir. Bu rapor dahilinde hareket tarzı benimseyen iktidar sahipleri, karayolu yapımı çalışmalarına öncelik vermeye başlamıştır2115. Böylece Osmanlı devrinden beri devam eden kırsala yol mu yapılsın okul mu tartışması yol lehine sonuçlanmıştır. Kapalı bir yapı içerisinde ne kadar okul yapılırsa yapılsın o bölge toplumsal hayata katılamadığı için bir anlam ifade etmemiştir2116. Karayolları lehine diğer bir gelişme ise 1946 yılında kurulan “Şose ve Köprüler Reisliğine Bağlı Bakım Başmühendisliği” olmuştur. Bu kuruluş ile ülke karayolları sürekli olarak bakıma tabii tutulmaya başlanmıştır2117. Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kurulması da önemli bir karayolu atılımının başlatılmasının ve kırsal alanlardan kent merkezlerine ulaşımın kolaylaşmasının yolunu açmıştır. 3 Şubat 1950 tarihinde kuruluş kanunu görüşülen Karayolları Genel Müdürlüğü, Bayındırlık Bakanlığı’na bağlı ve katma bütçeli bir yapıya sahip olup görevleri kuruluş kanununun 2. maddesinde izah edilmiştir. Bu görevler şu şekilde sıralanmıştır: “Yol ve köprü teklifinde bulunmak, güzergâhların tespitini yapmak, hazırlanan planlara göre yol ve köprüleri inşa ve ıslah etmek, bakımını yapıp güvenliğini sağlamak, illerin yapacağı yol inşaatlarında denetleyici ve öneride bulunucu konumda olmak, yollar konusunda teknik şartları belirlemek, yol inşa ve bakımında kullanılacak malzeme, makine ve teçhizatın belirlenmesi, alınması ve bakımı gibi işleri yürütmek, yapılacak yolların geçtiği arazinin kamulaştırılması ve satın alınmasını sağlamak, işlerinde destek olacak tesislerin temini ve yapımından sorumlu olmak, iş ve işlemlerle ilgili bilgi toplama ve yayın işlerini yürütmek.”Kanunda karayolları üç bölüm olarak gösterilmiştir. Bunlar devlet yolları, il yolları ve köy yollarıdır. Devlet yolları önemli bölge ve illeri demir, deniz ve havayollarına bağlama amacıyla yapılan yollardır. İl yolları ise illerin kendi içinde ulaşımını sağlayan, komşu illerle, yakın hava, deniz ve demiryollarına bağlantı sağlayan yollardır. Köy yolları ise devlet ve il yolları dışında kalan yollar olarak tarif edilmiştir2118. Karayolları Genel Müdürlüğü Kanun’u 11 Şubat 1950 tarihinde kabul edilmiştir2119. DP’nin iktidara gelmesinden sonra da karayollarına yapılan yatırım hızını devam ettirmiştir. Karayollarının 1950 yılına kadar gelen süreçteki nicel değerlendirmesi yapılacak olursa şöyle bir tablo ortaya çıkmıştır: 1933 yılında 37.400 km olan karayolu uzunluğu 1939

2114 TBMMTD, 25 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18,s. 408. 2115 Yıldırım, s.48- 49. 2116 Aydemir, Menderes’in…, s. 226. 2117 Erer, 1950…,s. 27. 2118 TBMMTD, 3 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 59-88. 2119 TBMMTD, 11 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24,s. 419- 428., Ayrıca Bakınız, Resmi Gazete, 16 Şubat 1950, s. 11-14. 394

yılında 40.932 km’ye, 1945 yılında ise 43.511 km’ye ulaşmıştır2120. İkinci Dünya Savaşı sırasında karayolları konusunda yatırımlar yapılmasına ve ağır vasıtalara uygun yollar eklenmesine rağmen savaş sonunda Türkiye karayolları hala yetersiz bir noktadır. Var olan yoların toplamı 1947 yılı rakamlarına göre 43.977 km’dir ama bu yolların sadece 932 km’si asfalt yol olarak kullanılmaktadır. 1950 yılında karayolu uzunluğu 47.080 km’ye çıkmıştır. Yolların uzunluğundan çok bu yollar içerisinde asfalt yol mesafesi ve kullanılan motorlu kara taşıtlarının artış miktarı dikkate alınmalıdır. Bu anlamda 1945 yılında 805 km olan asfalt yol 1950 yılında 1.584 km’ye çıkmıştır. Motorlu kara taşıtlarının miktarı ise 1946 yılında 10.245 iken 1950 yılında 26.400 sayısına ulaşmıştır2121. 1945-1950 arasında denizyolları konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiş ve bu alanda da dış yardım öncelikli bir yatırım anlayışı benimsenmiştir. Bir dönem Bayındırlık Bakanlığı görevi üstlenen Kasım Gülek bu yaklaşımı şu şekilde ifade etmiştir: “Su işlerinde de, yol davasında olduğu gibi, Birleşik Amerika ile işbirliği yapmak niyetindeyiz. Bu sahada bize yardım edecek Amerikalı uzmanlar getirtmek için alakalı Amerikan makamları ile temas halindeyiz. Su ve yol davalarında dış kredilerden faydalanacağız. Memleketin muhtelif bölgelerinde büyük su işlerine başlanmıştır2122.” Girişilen suyolu çalışmaları sonrasında 1946 yılında 18 gros tondan yüksek olan deniz taşıtı sayısı 2.069 iken bu sayı 1950 yılında 2.197’ye çıkmıştır. Tonaj olarak büyüme ise çok daha fazla olmuş ve 322.325 ton olan kapasite miktarı 534.876 tona çıkmıştır. Tonaj konusunda yaşanan büyümenin nedeni, savaş sonrasında alınan gemilerin tonajlarının büyük olmasından kaynaklanmıştır. Avrupa ve Amerika’dan alınan büyük tonajlı gemilerle Türk gemicilik sektörü açık deniz taşımacılığı yapacak konuma gelmiştir. Gemi satın alma işi sadece Devlet Denizyolları tarafından değil özel sektör tarafından da gerçekleştirilmiştir. 1946 itibariyle özel sektör lehine deniz taşımacılığı konusunda imkânlar sağlanmıştır. Örneğin kargo taşımacılığında özel sektörün de var olmasına 1946 yılında ilk defa olarak izin verilmiştir. Dışarıdan gemi alma konusunda da özel sektöre kolaylıklar sağlanmıştır. 1947 yılı itibariyle ithalatın artmasıyla özel sektör taşımacılığı için fırsatlar doğmaya başlamıştır. Savaş sonunda ABD başta olmak üzere birçok devlet eski yük gemilerini çok ucuz fiyata satarak bir yapılanma içerinse girmiş ama Türkiye bu satıştan gerektiği gibi faydalanamamıştır. Yunanistan ise fırsatı iyi değerlendirerek çok sayıda gemi alıp sonradan kuracağı deniz filosunun temellerini atmıştır. Denizyollarında yapılan yatırımların temelinde yine dış yardımlar önemli bir yer tutmuştur. Export-İmport Bank tarafından açılan kredi ile bir yüzer havuz (büyük gemilerin havuzlama işi için), üç tersane yapımı malzemesi tedarik edilmiştir. Limanlar konusunda yaşanan sıkıntılara karşı da 1946 sonrasında Ulaştırma Bakanlığı aracılığıyla yatırımlar yapılmıştır. Dışarıdan elde edilen kredilerle, bakımsız halde bulunan limanlar konusunda da bir yenileşme çalışması başlatılmıştır. Havayolları taşımacılığı konusunda ise 1945-50 arası dönemde önemli bir gelişme hızı yakalanmıştır. 1945 yılında taşınan yolcu sayısı 37.308 iken bu miktar 1950 yılında 112.665’e yükselmiştir. Taşınan yük miktarı ise 126 tondan

2120 Acar, s. 71. 2121 Yaşa, s. 288-289. 2122Akşam Gazetesi, 30 Ocak 1948, s. 1. 395

1.992 tona çıkmıştır. Bu artışta yeni havayollarının açılması ve yeni uçak alımı önemli etken olmuştur. Ayrıca uçak ulaşımına olan güvenin artması, halkın bu taşıma yöntemine alışması ve diğer ulaşım türlerinin yetersiz kalması da gelişimin diğer nedenleri olmuştur2123.

2123 Yaşa, s. 291-293.

5. 1945-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE DİN OLGUSU, ASKERİ YAPI VE BASIN

5.1. Türkiye’de Din Olgusu

1945-1950 yılları arasında Türkiye’de din olgusu gündemi en çok meşgul eden konular arasında yer almıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrasında halifeliğin kaldırılması, Medeni Kanun’un kabulü, Latin Alfabesi’ne geçiş, Türkçe ibadet ve ezan çalışmaları sonrasında halk içerisinde yönetime karşı oluşan tepkiler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında farklı bir boyut kazanmıştır. Çok partili hayata geçiş ve özgür düşünce ortamının oluşturulmaya çalışılmasıyla birlikte, zaman içerisinde birikmiş yönetim karşıtı düşünceler rahatça ortaya konulmaya başlanmış ve CHP karşısında oluşan muhafazakâr muhalif partiler halkın dini ihtiyaçlarını karşılama vaatlerini öne çıkarmışlardır. Bu manada Demokrat Parti ve Millet Partisi iktidar karşıtı gurupları din faktörünün bayrağı altında toplamaya çalışmıştır. CHP ilk etapta dini konularda yapılmış inkılâpları savunarak laiklik taraftarı olma yolunu seçmiş ise de, iktidar gücünü kaybettiğini anlamaya başlaması ile birlikte, din konusundaki tavrını yumuşatmıştır. Bu bölümde siyasi partiler bünyesinde dinin algılanış biçimleri ve dönem içerisinde gerçekleşen din içerikli olaylar değerlendirilecektir.

5.1.1. Laiklik Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme

Din konusunda yapılan tartışmaların temelinde yatan laiklik kavramını öncelikli olarak tanımak uygun olacaktır. Din adamı olmayan, din adamından ayrı insan anlamlarında çevrilebilen laiklik kelimesi2124 Fransızcadan Türkçeye geçmiş olsa da, kelime Latince ‘Laicus’tan ve bu kelime ise Yunan’ca ‘Laikos’tan gelmiştir. Hıristiyanlığın ilk yüzyılının sonlarından itibaren kilise erbabına ‘Clerisi’, Hıristiyan halka ise ‘Laici’ denilmiştir. Bu anlamı ile bakılınca laiklik kelimesi kesinlikle dinsizlik ve din düşmanlığı anlamına gelmemektedir. Nasıl ki asker olmayana sivil deniyorsa, din adamı olmayana da laik denilmiştir. Laiklik kavramının tanımını yapma konusunda ise çeşitli karışıklıklar görülmektedir. Bunun nedenleri arasında öncelikli olarak, kavramı tanımlarken objektif unsurlardan yararlanmak yerine hislerle hareket edilmesi gösterilebilir. Ayrıca farklı ülkelerde laiklik kavramının tarihi, sosyal ve siyasi etkilerle

2124 Ahmet Küçükağa, Türkiye’de Laiklik Serüveni, Emre Yayınları, İstanbul 1996, s. 7. 397

farklı yorumlanması da ortak bir tanımın bulunmasına engel teşkil etmiştir. Kavramın din karşısında olduğu, insanların Allah yerine akıl, hürriyet, bilim gibi kavramları koyması gerektiğini savunan tanımlar en çok göze çarpan tanımlar arasında yer almıştır. Hâlbuki laiklik kabulünde bulunmuş devletlerde, her hangi bir din ve felsefe dayatma hakkı bulunmadığı gibi, dinin varlığı da reddedilmez2125. Laiklikle ilgili genel bir tanım ise şu şeklide yapılabilir: “Devlet idaresinde ilim ve fen icaplarının ve münhasıran dünya ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasına ve dinin ancak vicdana taalluk edip dünya ve siyaset işlerinde müdahalesi doğru olmayacağına ve bu kanaatle tesis edilen bir idarenin hakiki terakkiyi temin edeceğine inanıştır2126.” Bu tanımdan yola çıkarak laik bir yönetimde; yasama, yürütme ve yargı erklerinin karar alma ve uygulamada her hangi bir dinin kurallarından etkilenmeyeceği sonucu çıkarılabilir. Laik devlet dine karşı olmadığı gibi dinin yanında da değildir. Fakat aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alır, din eğitimini denetleyerek vatandaşının yanlış bilgiler ve tahriklerle doldurulmasını engelleme sorumluluğunu üstlenir2127. Böylece toplum içerisinde bireyler arasında inançlar yüzünden kavga ve çekişmeler yaşanması laiklik ilkesinin doğru anlaşılmasıyla azaltılabilir ve bu durum da demokrasi geleneğinin yerleşmesinde etkili bir unsur olarak öne çıkarılabilir2128. Laikliğe yakın anlamda kullanılan diğer bir kelime ise ‘Secularism’dir. Kelime Türkçeye çağdaşlaşma olarak geçmiştir. Bu kavram daha çok Katolik ve Ortodoks toplumlar harici Hıristiyan topluluklarda kullanılmıştır. Kelime: “Yeryüzüne ait olan, içinde yaşanılan çağa ait olan, dine ve kiliseye bağlı olmayan, ahlak kurallarını dine değil güncel yaşama göre düzenleyen, insan yaşamı ile ilgili olan her konuda dinsel emirleri dışlayan” anlamlarıyla karşılanabilir. Millet olma yolunda dinsel anlamda özerklik kazanmak gerektiğinden bu kavram uluslaşma çabalarında kullanılmıştır. Secularizm’de din ve devlet işlerinin kesin bir şekilde ayrılması öngörülürken, laiklik anlayışında dinin devlet denetimi altında olması savunulmaktadır. Secularistler kilisenin devletten bağımsız özerk bir kurum olarak varlığını sürdürmesi taraftarı olmuşlardır. Bu sayede milli kiliselerin oluşumu sağlanmıştır. Fakat milliyetçi karakter taraftarı olmalarına rağmen ırkçılık savunucusu olmamışlardır. Onlar için kişi önemli olmuş, toplum ikinci planda kalmıştır. Laiklik kavramını benimseyenler ise daha çok cumhuriyet rejimini desteklemişler, devrimci olmuşlar, devletçilik ilkesini öncü kabul etmişler, asker-sivil ve aydın kesimin elitist yönünü savunmuşlar ve bunların yönetime katılımını desteklemişler, hanedan yapısına karşı durmuşlar, evrim teorisini savunarak insanın yaratılış evresini reddetmişler, din yerine eğitimin olmasını arzulamışlar, bireyi değil toplumu temel almışlardır2129. İslam dininde kilise ve papazlık gibi oluşumların bulunmaması, kavim ve kabile imtiyazcılığının kabul edilmemesi ve temelde tüm insanların eşit sayılması Müslüman Türklerin

2125 Bülent Daver, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Son Havadis Matbaası, Ankara 1955, s. 3-6. 2126 Velidedeoğlu, Cilt 2, s. 419. 2127 Niyazi Altunya, “Türkiye’de Laiklik ve Din Eğitimi”, 75 Yılda Eğitim, (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s. 3. 2128 Özer Ozankaya, Türkiye’de Laiklik, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 4-5. 2129 Semih Kalkanoğlu, İsmet İnönü: Din ve Laiklik, Tekin Yayınevi, İstanbul 1991, s. 16-17., Ayrıca Bakınız: Mustafa Keskin, Türk İnkılabı ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ufuk Yayınları, Kayseri 2001, s. 315-320., Mustafa Keskin, “Türk İnkılabının Anahtarı Laikliğin Tarihsel Temelleri”, ERÜ Bülteni, Sayı 44, Kayseri 2007/1. 398

laikliği anlamasında güçlükler yaratmıştır2130. Laiklik kelimesi Türkçeye Ziya Gökalp tarafından ‘Ladini’, Ahmet İzzet Paşa tarafından ‘Laruhbani’, Ubeydullah Efendi(Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu) tarafından ise ‘İş Hükümeti’ kelimeleriyle çevrilmiştir2131. Cumhuriyet’in kurulması ile geri kalmışlığın nedeni olarak görülen dinin içine sokulmuş olan hurafe ve batıl inançlara karşı mücadeleye girişilmiş, bu süreçte laiklik önemli bir ilke olarak kabul edilmiştir. Laiklik ilkesi; devlet, hukuk ve öğretim sistemi içerisinde uygulama alanları bulmuştur2132. 3 Mart 1924 tarihinde başbakanlığa bağlı olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı ile birlikte dine bağlı devlet anlayışı yerine, devlete bağlı din anlayışı öne çıkmıştır2133. Devletin dine karşı yaklaşımı 1924 Anayasası’nın 75. maddesinde şu şeklide ifade edilmiştir: “Hiçbir kimse felsefi inanından, din ve mezhebinden dolayı kınanamaz. Güvenliğe ve edep törelerine ve kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü din törenleri serbesttir.”Yine aynı Anayasanın 80. maddesinde ise: “Hükümetin gözetimi ve denetlemesi altında ve kanun çerçevesinde her türlü öğretim serbesttir” ifadesi yer almış ve her iki madde ile laikliğin temel yaklaşımı belirlenmiştir2134. 9 Nisan 1928 tarihinde Anayasada yapılan değişiklikle devletin dininin İslam olduğu maddesi Anayasadan çıkarılmıştır2135. Laiklik ilkesi ise 5 Şubat 1937 tarihinde 3125 sayılı kanun ile Anayasanın 2. maddesine diğer Atatürk İlkeleri ile birlikte girmiştir2136. Laiklik anlayışı çerçevesindeki girişimlerle; modern, milliyetçi, akılcı, dinlere karşı eşit bir birey ve devlet yapısı oluşturmak amaçlanmıştır. Fakat zaman içerisinde bu anlayış amacından saparak, aşırı pozitivist ve dine karşı bir anlayışın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Bu anlayış halk arasında olumsuz karşılanmıştır2137. Çünkü devlet din üzerinde tam etkinlik sağlarken, dinin devlete karışması engellenmiştir. Olması gereken ise devletin dinin kontrolü altında olmadığı gibi, dinin de devletin tekeli altında olmamasıdır2138. 1946 yılına gelindiğinde demokrasi konusundaki tartışmalar bir noktada laiklik konusunu da içine almaya başlamıştır. Din konusundaki özgürlük istekleri partilerin oy alabilmek için kullanacakları bir alanın varlığını ortaya koymuştur. Halk içinde de yılların birikimi bir anda ortaya dökülerek istekler birbiri ardına gündeme getirilmiştir. Dinin vazgeçilmez olduğunu kabul eden muhafazakârlar, inancı bir insan hakkı olarak gören ılımlılar ve dinde serbestliğe karşı olan laikler arasında yeni bir tartışma alanı doğmuştur. Muhafazakâr olan grup laikliğin inanışlara zarar verdiğini, kültürel ve ahlaki çöküntüye neden olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre İslam dini baskı altına alınmış ama onun yerini dolduracak bir inanç ortaya konulamamıştır. İktidar sahipleri İslam dininin monarşik bir baskı aracı olduğunu söylemişler ama devlet daha büyük bir baskı unsuru olmuştur. İnkılâplar için örnek alınan batıda din kişiler için önemli ve vazgeçilmez bir unsur olarak kabul edilmişken, Türkiye bu yaklaşımın dışında tutulmuştur. Din, eğitimin

2130 Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1977, s. 152. 2131 Ozankaya, s. 7-8 ve 81. 2132 Daver, s. 52. 2133 Küçükağa, s. 41. 2134 Kili ve Gözübüyük, s. 144-145. 2135 Daver, s. 73. 2136 Kili ve Gözübüyük, s. 127. 2137 Karpat, s. 387-388. 2138 Küçükağa, s. 8. 399

içinde yer almalıdır ve bu şekilde, zayıflayan ahlak ve toplumsal bağlar yeniden güçlendirilmelidir. Komünizme karşı da bir silah olarak din kullanılmalıdır. Muhafazakârlara göre Arap dünyasıyla yakınlaşmak dış politikanın bir parçası olmalıdır. Tüm partiler dine yaklaşımını ılımlı hale getirmeli ve programında yer vermelidir. Din konusunda ılımlı olarak tanınanlar ise kimi zaman muhafazakârların görüşlerini benimsemişlerdir. Din, insan haklarının bir parçasıdır diyen bu grup; halkın dinini özelde yaşaması gerekliliğini, dinin toplumun vazgeçilmez bir öğesi olduğunu, inanç ve ibadet özgürlüğünün laikliğe zarar veremeyeceğini ve laikliğin zaten yeteri derecede yerleşmiş olduğunu belirtmişlerdir. Aşırıcılar ise din konusunda verilen tavizlerin her birinin inkılâplardan verilen tavizler olduğunu iddia etmişlerdir. İslam dini kendini yenileyememiş bir haldedir ve din güçlendikçe devlet otoritesi zayıflayacaktır2139.

5.2. CHP İktidarının Dini Konularda Tepki Toplayan Uygulamaları

CHP 1945-1950 arasında halkın dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda bir yumuşama politikası takip etmeye başlamış olsa dahi, parti teşkilatı hala eski tarz yaklaşımları devam ettirme eğiliminde olmuştur. Bu eğilimin bazı yerlerde oldukça sertleşmesi ise halk nazarında partiye karşı oluşan olumsuz düşünceleri daha da kuvvetlendirmiştir. Parti merkezi sürekli olarak bu tip baskılara karşı duyulan kızgınlıktan kaynaklı şikâyetlerle karşılaşmıştır. Basın ve muhalefet de halkın isteklerine tercüman olmaya çalışarak iktidarın dini hayat konusundaki yumuşama yaklaşımını genele yansıtmasını talep etmiştir. Bu süreçte, uzun yıllar boyu devam eden bir baskının sonucunda, açılan yaraların kapatılması adına CHP’den istekler de gündeme gelmiştir. Özellikle camilere karşı takınılmış olan tavrın ve Müslüman halka yönelik baskı uygulanmasına rağmen diğer inanışlara karşı sergilenen müsamahakâr yaklaşımın değişmesi istekleri halkın taleplerinin temelinde yer almıştır. Halkın temel istekleri arasında yer alan, camilere yönelik tepki çeken uygulamalara son verilmesi istekleri sıkça gündeme gelmiştir. CHP iktidarı sırasında camiler kimi zaman askeri amaçlarla kullanıldığı gibi, devletin ihtiyaçları çerçevesinde hapishane veya depo olarak da kullanılmıştır. 1945-1950 arası dönemde bu kullanım karşısında birçok şikâyet gündeme gelmiştir. Bu şikâyetlerden birisi 18 Kasım 1946 tarihlidir ve Şile’den Hafız Sadi tarafından Başbakan Recep Peker’e gönderilen bir telgrafta yer almıştır. Şikâyet sahibi şahıs; ilçede bulunan iki camiden birisinin askeri birlik tarafından işgal edilmiş durumda olduğunu ve diğerinin ise asker sevkiyatı için işgal edileceğini, bu ikinci caminin işgal edilmemesi yönünde talepleri olduğunu belirtmiştir(EK 21). 5 Aralık 1946 tarihinde başbakanlık konuyla ilgili gönderdiği cevapta ilgili caminin celp ve sevk eratı için işgal ettirilmemesinin Milli Savunma Bakanlığı’nca yetkililere bildirildiği haber verilmiştir2140. Konuyla ilgili diğer bir örnek ise Diyanet İşleri Başkanı tarafından başbakanlığa yazılan 27 Temmuz 1946 tarihli başvuru dilekçesinde göze çarpmaktadır. Dilekçede; Ünye’de(Ordu) bulunan Saray Cami’sinin uzun zamandan beri

2139 Karpat, s. 389-394. 2140 BCA, Dosya: E3, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 56.344..8. 400

cezaevi olarak kullanıldığı, defalarca başvurulmasına rağmen bu uygulamadan vazgeçilmediği, durumun halk tarafından olumlu karşılanmadığı, Ramazan ayının yaklaşması ile birlikte caminin boşaltılması isteğinin tekrardan gündeme geldiği belirtilmiştir. Bu konuda gerekli girişimlerin yapılması istenmiştir2141(EK 22). Sebilürreşad Dergisi’nde de konuyla ilgili bir yazı yayınlanmıştır. Habere göre Kilis’te bulunan camiler mezat aracılığıyla satılmaktadır. Kilis’te 31 cami, 12 mescit ve 1 medrese bulunmaktadır. Camilerden 8 tanesi satılmıştır. Bu camilerin isimleri şöyledir: Şeyh Hıdır, Hasan Attar, Hasan Çelebi, Şeyh Süleyman, Kürtler, Zeytinli, Şeyh Ahmet ve Körimam. Tarihi Pirlioğlu Cami’sinin ön duvarı ise bakımsızlıktan belediye tarafından yıkılmak zorunda kalınmıştır. Kesik Minare ve Muallâk Camileri de bakımsızlıktan vakıflar tarafından kadro dışına çıkarılmıştır. Halk tarafından alınan camiler de yine cami olarak vazifesini görmeye devam etmiştir ve giderleri halk tarafından karşılanmıştır. Vakıfların elindeki camilerin bir bölümünün gideri de yine halk tarafından karşılanmaktadır. Satılan camilerden birisini alan şahıs şu ifadelerde bulunmuştur: “Hıristiyanlık âleminde şimdiye kadar kilise satıldığı duyulmamış olduğu gibi Türk ve İslam âleminde de cami satıldığına asla rastlanmamıştır. En büyük iktisadi buhranlar, hatta harp zaruretleri karşısında da dahi milletler nasıl ki müzelerini satmazlarsa, cami veya kiliseler de satılamaz. Zira bu hal dini olduğu kadar da ahlaki bir çöküntü, o derecede milli bir skandal olur2142.” CHP iktidarının Türkiye’de yaşayan farklı dinlerden insanların inançlarını yaşaması konusunda göstermiş olduğu müsamahayı İslam inancına karşı göstermemesi de büyük tepkiler toplamıştır. Gösterilmiş olan bu tepkilere geçmeden önce 1945-1950 yılları arasında Türkiye’de varlığını devam ettiren farklı dinlerin nüfus dağılımına bakmak uygun olacaktır. İlgili dönemde nüfusun din temelinde oluşturduğu tablo şu şekilde olmuştur:

Tablo 18. Türkiye’de Var Olan Dinlerin Nüfus Dağılımı2143.

1945 Nüfus Sayımı* 1950 Nüfus Sayımı**

Müslümanlar 18.497.801 Müslümanlar 1.667.004 Hıristiyanlar 202.044 Hıristiyanlar 42.359 a. Katolik: 21.950 a. Katolik: 6.822 b. Ortodoks: 103.839 b. Ortodoks: 27.993 c. Protestan: 5.213 c. Protestan: 2.482 d.Mezhebi Bilinmeyenler: 10.782 d. Mezhebi Bilinmeyenler: 5.062

Museviler 76.965 Museviler 15.148

2141 BCA, Dosya: 2267, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 26.151..24. 2142Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 10, Ağustos 1948, s. 158. 2143T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1959, s. 83. 401

Dinsizler 561 Dinsizler 122 Diğer Dinler 12.582 Diğer Dinler 950 Bilinmeyenler 221 Bilinmeyenler 914

Toplam 18.790.174 Toplam 1.745.180

*Nüfusun tamamı dikkate alınmıştır. **Nüfusu 5.000 ve üzerinde olan yerleşim yerlerinde, 5 yaş ve üzeri iktisaden faal nüfusdikkate alınmıştır.

Tablodan da anlaşılacağı üzere Türkiye’de farklı dinlere inanan insanlar mevcuttur. Fakat ağırlık Müslümanların elinde olmasına rağmen CHP iktidarının uygulamada bu çoğunluğu dikkate almadığı görülmüştür. Bu tavır karşısında oluşturulan cephenin basındaki önderliğini Sebilürreşad Dergisi üstlenmiştir. İktidarın din konusundaki yanlış uygulamalarını dergide sıkça görmek mümkün olmuştur. Bu konuda halkın düşüncelerini dile getirmek amacıyla bir köşe yazısı kaleme alan Yusuf Ziya Kösemen “Tezatlar” başlığını verdiği bu makalesinde şu ifadeleri kullanmıştır: “ 1. Milliyetçi olduğumuzu söyleriz. Fakat milli mefahire, milli ananelere asla hürmet göstermeyiz. Belki hakaret ederiz. 2. Türbeleri kapatırız. Fakat bir taraftan Anıtkabir namıyla yeni türbeler yaparız. 3. Dilimizi özleştirmek isteriz. Fakat asırlardan beri Türk’ün malı olan kelimeleri atar, bunların yerine büsbütün yabancı kelimeler kabul ederiz. 4. Laik olduğumuzu söyleriz. Fakat vicdan hürriyetini müthiş bir baskı altında tutarız 5. Gayrimüslimler çocuklarına dini ve ahlaki terbiye vermekte hür ve serbest bulundukları halde Müslüman Türkleri bu haklardan mahrum bırakırız. 6. İbadet serbesttir deriz. Fakat Allahu Ekber diyenleri üç ay zindanlara atarız. 7. Cumhuriyetçiyiz. Fakat tatbikte mutlakıyet esası olan şef sistemini yürütürüz. 8. Prensiplere tabi olduğumuzu iddia ederiz. Fakat diğer taraftan sımsıkı şahıslara bağlanırız. 9. Halkçı olduğumuzu söyleriz. Fakat halkı istihfaf ederiz. 10. Saçak öpmeyi terk ettiğimizi iddia ederiz. Fakat el etek öpmekte, iki büklüm olarak insana tapmakta devam ederiz. 11. Milletin refah ve saadetinden bahsederiz. Fakat onu ıstırap ve sefalet içinde kıvrandırırız. 12. Vicdan hürriyetinden dem vururuz. Fakat dini mahiyette cemiyet teşkilini men ederiz. 13. Demokrasiden bahsederiz. Fakat en müthiş istibdat yoluna gideriz. 14. Din siyasete alet edilmez deriz. Fakat dini tahrip için siyaseti alet ederiz. Samimiyetsizliğimize bu kadar misal kafi değil mi?2144” Kösemen’in bu yazısı CHP tarafından tepkiyle karşılanmıştır. CHP İstanbul İl İdare Kurul Başkanı Avukat Toğrul Tamer tarafından CHP Genel Sekreterliği’ne gönderilmiş olan 13 Kasım 1948 tarihli dilekçede Kösemen’in yazısına atfen şu ifadeler kullanılmıştır: “Sahifelerdeki

2144 Yusuf Ziya Kösemen “Tezatlar”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 18, Ekim 1948, s. 276. 402

yazılar calibi dikkat görülmüş ve partimizi tezyif ve umumi efkâr nazarında küçültme, partiye karşı saygı ve sevgiyi sarsma ve dini siyasete alet ittihaz ederek vatandaşları bedbinliğe ve hükümete ve büyüklerimize karşı da kin ve nefretlerinin uyanmasına partimiz ve idare mekanizmasını bir din düşmanı olarak vasıflandırıp bu suretle bir irtica hortlağının vızıltıları halinde etrafına zehirler saçmakta olduğu kanaatine varılmıştır2145.” Dini konularda vatandaşlar arasında ayrımcılık yapan uygulamalar Sebilürreşad Dergisi’nin başyazarı Eşref Edip tarafından İslam Ansiklopedi’sinde yayınlanan bir yazıyla halkla paylaşılmıştır. İlgili yazıda; Türkiye içerisinde Hıristiyan ve Yahudilerin din konusunda Müslümanlardan daha fazla özgürlüğe sahip olduğu belirtilmiş veşu ifadeler kullanılmıştır: “Kanunların (Ezan ve dini cemiyet kurma konusundaki yasaklar kastedilmiştir) yürürlükte olduğu bir memlekette demokrasiden, hürriyetten, laiklikten bahsolunabilir mi? Dini işlerini hükümet işlerinden ayrı tutan laiklik, din üzerindeki bu kanuni baskıya hangi hukuki esasa dayanarak cevaz verebilir? Gayrimüslimler istedikleri dini işlerini görebildikleri halde devletin asıl unsuru olan Müslüman Türkler hakkındaki bu baskının hala devam etmesi ve dini hiçbir cemiyet ve cemaat teşkil edemeyecek surette sımsıkı kanuni zincirlerle prangabent tutulması revamıdır? Antidemokratik kanunlardan bahsederken bu ağır maddelerin kaldırılması lüzumundan niçin bahsetmiyorsunuz. Korkuyor musunuz yoksa? Bu maddeleri demokrasiye, vicdan hürriyetine laikliğe aykırı görmüyor musunuz? Lütfen bu hususta açık bir beyanda bulunmanızı bütün Müslüman Türk kardeşlerimiz sizden rica ediyorlar2146.” Sebilürreşad Dergisi’nde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazılmış olan bir açık mektupta ise masonluk yapılanması karşısında devletin olumlu yaklaşımı eleştirilerek aynı müsamahanın Müslümanlara gösterilmediği belirtilmiştir. Yazıda şu ifadeler de yer almıştır: “...Cemiyetler Kanunu’nda dini mahiyette bir cemiyet teşkili de men edilmiş olduğu için, Türk Milleti dinlerinin inkişafı için, cemiyet teşkil edememektedir. Hâlbuki aynı kanunla, memnu olduğu halde, mason mezhep ve tarikatı cemiyet teşkil etmiştir. Bu mezhep ve tarikat ki, kökü dışarıda ve beynelmilel mahiyette olduğu bütün dünyaca malum bir keyfiyettedir. Bu noktadan da kanuna muhalif olduğu halde, bugün icrayı faaliyet etmektedir. Atatürk’ün lağvettiği bu kökü dışarıda olan beynelmilel mezhep ve tarikatı, İnönü’nün de sevmediği herkesçe malum ve müsellemdir2147.” Mason yapılanması konusunda Eşref Edip de bir yazı kaleme almış ve özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Kurulmuş olan Türkiye Masonlar Derneği 12 Aralık 1948 tarihinde bir toplantı düzenleyeceğini ilan etmiştir. Masonların artık alenen faaliyetlerini sürdürdükleri görülmektedir. Farmasonlar din ve milliyet karşıtı faaliyetler sürdürmektedirler. Böyle bir oluşumun özgürce yayılması ve genişlemesi dikkat çekmektedir. Fakat Cemiyetler Kanunu’na göre böyle bir oluşumun kurulmasına imkân yoktur. Çünkü Cemiyetler Kanunu’nun 10. maddesine göre merkezi yurt dışında olan bir cemiyet Türkiye’de şube açamaz, beynelmilel amaçlarda cemiyet kurulamaz denilmektedir. Masonlar Derneği iki şarta da uymamaktadır. Cemiyetler Kanunu’nun 9. maddesinde de mezhep ve tarikat esasına dayanan cemiyetlerin

2145 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1347.478..1. 2146 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1387.605..3. 2147 “Cumhur Başkanından Bir İstirhamımız Var”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 6, Haziran 1948, s. 82 ve 86 . 403

kurulması yasaklanmıştır. Yine bu şart Masonlar Derneği’nin kurulmasına engeldir. Cemiyetler Kanunu’nun 9. maddesinin ‘D’ fıkrasında da amacını gizleyen, gizli tutulan cemiyetlerin kurulması yasaklanmıştır. Masonlar Derneği de gerçek amacını gizleyen bir yapılanmadır. Masonlar Derneği’nin kurulmasına kanuni maniler olmasına rağmen toplumda onlara karşı olan bir korku, kurulmaları yolunu açmaktadır. İktidar içinde masonlar hâkimdir ve bir makama gelebilmek için mason olmak gerekmektedir. Memurluğun yanı sıra basına da sızan masonlara karşı yazı yazmak da cesaret istemektedir. Mustafa Kemal Atatürk bu oluşumun devlet içine sızdığını biliyordu ve bunların etkinliğini kırmak için masonluğu yasaklamıştı. Atatürk’ün ölümü sonrasında yeniden hayat buldular ve artık faaliyetlerini açıktan yapmaya başladılar. Türk vatandaşlarının toplanarak zikir yapmaları Cemiyetler Kanunu’na aykırı kabul edilirken bu dernek serbestçe çalışabilmektedir. Millet Partisi ve Demokrat Parti bu gelişmeler karşısında sessiz kalmaktadır. CHP din derslerinin okullara konması sürecini Atatürkçülükten ayrılmak olarak değerlendirirken, masonluğun hortlamasını bu şekilde yorumlamamaktadırlar. Dine karşı yapılan bu tip baskıları ve oluşumları ortadan kaldırmak gerekir, yoksa din diye bir şey kalmayacaktır2148. Sebilürreşad Dergisi’inde dini baskılar ve ayrımcılık konusunda yazılan yazılara vereceğimiz son örnek ise Hüseyin Saruhan aittir. Saruhan bu yazısında din konusunda yapılan baskı ve bunun yarattığı sonuçları şu ifadelerle vermiştir: “…Burası bizim öz vatanımızdır. Öyle iken bu aziz topraklarda ecnebi bir memlekette yaşar gibi ıstırap içinde ruhlarımız kıvranıyor. Çocuklarımız din, iman namına bir şey bilmiyorlar. Camilerimiz imamsız kaldı. Dinimizin şevketi söndü, din müessesemizi örümcekler sardı. Biz bu kadar hakarete, bu kadar zillete düşecek bir millet miyiz?2149”

5.3. CHP’nin Din Karşısındaki Yumuşama Süreci

İkinci Dünya Savaşı sırasında, bir yandan savaşın getirmiş olduğu sıkıntılar halkın belini bükmüş, diğer yandan ise CHP iktidarı din konusundaki tavrını sertleştirerek halkı daha da sıkıntılı bir sürece itmiştir. Laiklik anlayışından dolayı 1940 yılında Halk Evleri kütüphanelerine dini içerikli ve inkılâp ideolojisine uymayan kitapların girişi yasaklanmıştır. 1942 yılında ise gazetelerde dini konuları işleyen yazı dizilerinin yayınlanması kontrol altına alınmıştır. Bu yasaklar CHP ile halk arasındaki bağları gevşetmiş ve partiyi bürokrasi partisi haline getirmiştir2150. Savaş sonrasında partinin din konusundaki yeni konumunun belirlenmesi tartışmaları kısa sürede ılımlılar lehinde bir seyir takip etmeye başlamıştır. Parti içinden ve dışından gelen eleştiriler CHP yöneticilerini din konusunda bir yumuşama içerisine sürüklemiştir. 1945 yılında çıkarılan Toprak Kanunu ile birlikte toprak ağalarının iktidarla olan bağı kopmuş, memurlar tarafından baskı altına alınmış olan köylü de ağalarının yolunu takip ederek CHP’ye

2148 Eşref Edip, “Farmasonluk Atatürk Yolu mudur?” Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 24 Aralık 1948, s. 376-377 ve 382. 2149 Hüseyin Saruhan, “Laik misiniz, Yoksa Din Düşmanı mı?”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 18, Ekim 1948, s. 286. 2150 Durmuş vd., s. 527-528. 404

karşı bir tavır içine girmiştir. 1945 sonrasında dini anlamda yaşanan canlanma karşısında CHP her ne kadar daha hoşgörülü bir siyaset takip etmeye çalışsa da; halk ve dini önderler Cumhuriyet’in kuruluşundan beri yaşanan zorunlu dinde reform hareketleri karşısındaki sert tutumlarını devam ettirmişler, parti ise kendisine karşı oluşan bu olumsuz anlayışı bir türlü silememiştir2151. CHP içinde laiklik konusunda bir yumuşama görülmeye başlansa da, dine karşı sert tutum sergileyen bir grup mevcudiyetini sürdürmüştür. Sertlik yanlısı bu grup 17 Nisan 1945 tarihinde din anlayışı konusunda reform yapılması amacıyla bir istekte bulunmuştur2152. Bu istek içerisinde şu ifadeler yer almıştır: “Dünya işlerini din işlerinden tamamıyla ayırmış olan bir rejimde Diyanet İşleri Reisliği gibi bir teşkilatın yer almaması; Kuran ve din tatbikatının öz Türkçe olarak tanzim ve tertibi; ibadet yerleri Türk’ün geleneğine uygun bir tarza konularak Halk Evlerinin ibadet yeri, ibadet yerinin de Halk Evine benzer bir şekle ifrağı; ruhbanlığın icabeti olan her şeyin silinmesi ve ezcümle sarık, cübbe ve din tatbikatında kullanılan her nevi kıyafetin ilgası; ibadet usul ve zamanlarının tanzimi; Diyanet İşleri Reisliği yerine, Dil Kurumu’na benzer bir teşkilat ikame edilerek din teşkilatının devlet bünyesinden çıkarılarak millete mal edilmesi…(düşüncesindeyiz)2153.” Aşırıcıların bu isteklerine rağmen CHP din konusunda yumuşama yolunu seçmiştir. CHP’nin dine olumlu yaklaşmaya başlamasının ilk büyük yansıması 1946 yılında çıkarılan 4919 tarihli Cemiyetler Kanunu vasıtasıyla yaşanmıştır. Bu kanun ile dini derneklerin kurulmasının da önü açılmıştır. Verilen imkanlardan yararlanarak çok sayıda dini anlayışa sahip dernek kurulmuştur.Bu derneklerin 1946-1950 yılları arasındaki adedi şu şekilde tablolaştırılmıştır:

Tablo 19. 1946-1950 Arasında Kurulan Dernek Sayıları2154.

Yıllar Toplam Dernek Dini Dernek Sayısı Dini Derneklerin Sayısı Oranı(%) 1946 814 11 1.3 1947 1045 27 2.5 1948 1345 58 4.1 1949 1641 95 5.5 1950 2023 154 7.1

Tablo incelendiğinde dernekleşme konusunda 1946 ile 1950 yılları arasında yaklaşık 2.5 katlık bir artış göze çarpmaktadır. Aynı dönemde dini dernekler ise sayı olarak 14 kat artış göstermiş ve bu artışın diğer derneklere oranı bazındaki değerlendirmede de 5.5 katlık bir

2151 Lewis, s. 315. 2152 Doğan Duman, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 1997, s. 27. 2153 Dücane Cündioğlu, Bir Siyasi Proje Olarak Türkçe İbadet, Cilt I, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1999, s. 118-119., Ayrıca Bakınız: Nazmi Avcı, Türkiye’de Modernleşme Açısından Din, Kültür, Siyaset(1839-1960), Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 237. 2154 Şaban Sitembölükbaşı, Türkiye’de İslam’ın Yeniden İnkişafı(1950-1960), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 105. 405

yükseliş yakalamıştır. Bu hızlı artışın temelinde Müslüman vatandaşın din konusundaki birikmiş olan açlığı büyük oranda etkili olmuştur yorumunun yapılması yanlış olmaz. İktidar partisinin dini konulardaki bir diğer yumuşama tavrı ise 1947 yılında toplanan CHP Yedinci Büyük Kongresi’nde gerçekleşmiştir. Kongrede laikliğin tanımı yeniden yapılmıştır. Parti programında yer alan tanım şu şeklidedir: “Partimiz, devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin; muasır medeniyetle, ilim ve fenlerin temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini, din fikirlerinin devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutulmasını milletimizin her yönden ilerleyip yükselmesinde başlıca muvaffakiyet amili görür. Din anlayışı vicdan işi olduğundan her türlü taarruzdan ve müdahaleden masundur. Hiçbir vatandaşa kanunların menetmediği ibadet ve ayinlerden dolayı karışılamaz2155.” Kongre esnasında ayrıca din konusunda atılacak adımlar da tespit edilmiştir. Buna göre; Türk ve din büyüklerinin türbeleri halkın ziyaretine açılacak, ilk ve ortaokul müfredatına haftada bir saatlik din dersi eklenebilecek, din eğitimi verilen yüksekokullar ve imam-hatip okulları yeniden eğitim vermeye başlayacaktır. Bu öneriler parti içinde, özellikle taşradan gelen delegeler tarafından, desteklenmiştir2156. Şemsettin Günaltay Hükümeti (16 Ocak 1949-22 Mayıs 1950) ile birlikte ise din alanında liberal uygulamalar en üst seviyeye ulaşmıştır. Günaltay döneminde din konusunda yumuşamanın ilk önemli adımlarından birisi 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı “Tekke, Zaviye, Türbelerin Kapatılması, Türbedarlıklar İle Birtakım Unvanların Yasaklanmasına Dair Kanun”da yer alan cezaların miktarının ve kapsamının daraltılması konusunda yaşanmıştır. İlgili kanunun birinci maddesine bir fıkra eklenmesi amacıyla Mecliste bir görüşme yapılmıştır. Kanunun ilk metninde yer alan şeyhlik, dervişlik, dedelik, çelebilik, babalık gibi unvanların kullanılması ve bu unvanlara ait uygulamalar içerisinde bulunulması 3 aydan aşağı olmamak üzere hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere para cezası ile cezalandırılması önerilmekteydi. Fakat bu cezaların üst sınırları belli olmadığından hapis cezaları Ceza Kanunu’na göre 3 yıla, para cezası ise 5.000 liraya çıkarılarak ağır bir ceza uygulaması haline getirilmekteydi. Cezalar ağır olmasına rağmen bahsi geçen suçların azaltılması konusunda ciddi başarılar sağlanamamıştı. Kanunun daha etkili hale getirilmesi ve verilen cezaların daha çok şeyhlik, babalık ve halifelik unvanlarını kullananlara uygulanabilmesi için bu kişilere sürgün cezası getirilmesi öngörülmüştür. Başta bulunan kimselerin uzaklaştırılmaları ile onların tesirleri altında bulunan kimselerin bu etkiden kurtulacakları ve amaçlanan hedefe ulaşılacağı düşünülmüştür. Kanunun birinci maddesine eklenen fıkra şu şekildedir. “Şeyhlik, babalık ve halifelik gibi mensupları arasında baş mevkiinde bulunanların altı aydan az olmamak üzere hapis ve 500 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezasından başka, bir yıldan aşağı olmamak üzere sürgün cezası ile cezalandırılırlar2157.” Bu değişiklik, hükümetin dine karşı olumlu yaklaşım sergilerken bir yandan da tedbiri elden bırakmamak isteğinin bir delili olmuştur.

2155 BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 42.250..5. 2156 Fahrettin Gün, Sebilürreşad Dergisi Ekseninde Çok Partili Hayata Geçerken İslamcılara Göre Din Siyaset ve Laiklik(1948-1954), Beyan Yayınları, İstanbul 2001, s. 364. 2157 TBMMTD, 10 Haziran 1949, 8. Dönem, Cilt 20, Ekler Bölümü s. 18/1-3., Ayrıca Bakınız. Resmi Gazete, 16 Haziran 1949, s. 3. 406

Günaltay Hükümeti döneminde dine yaklaşımdaki olumlu adımların ötesinde, partinin seçim çalışmalarında dini unsurların kullanılmasına da sıkça rastlanılmaya başlanmıştır. Daha önce bahsedildiği üzere CHP’nin doğu bölgelerinde 1950 seçimleri öncesinde şeyhleri partiye çekme politikası dinin siyasete alet edilmesi şeklinde yorumlanan girişimlerin başında gelmiştir. Halkın, din konusundaki yaklaşımları dolayısıyla CHP karşısında tavır alması sonrasında, partinin eski gücünü kazanmak adına, din olgusunu propagandalarında işlemeye başlaması parti içinden ve dışından tepki toplamıştır. DP’yi din taraftarı olarak gösterip, irticaa yapmakla suçlayan iktidara karşı DP kanadından sert tepkiler yükselmiştir. DP İkinci Büyük Kongresi’nde, CHP’nin oy kazanmak için dini kullanma yaklaşımlarına yönelik eleştiriler yapılmıştır. Kongrede konuşan Seyhan delegesi Reşat Güçlü, DP’yi gericilikle suçlayan CHP’nin esas irticai faaliyetlere çanak tuttuğunu söyleyerek şu iddialarda bulunmuştur: “CHP bir gün daha fazla ayakta durmak için nasıl Atatürk’ün mirasını yiyorsa, Atatürk inkılâbını da satarak mürteciye taviz veriyor. Adana’dan geliyorum. İstanbul’dan harıl harıl, tomar tomar yılan muskası gelmektedir. Arkasına altı ok basılmış akrep muskaları geliyor. Bunlar nedir dediğim zaman; ‘partice damgalanmıştır, daha tesirlidir’ diyorlar. Beraberimde numunelerini getirdim. CHP’yi bu memlekette irticayı uyandırmak ve irticaya taviz vermekle itham ediyorum2158.” CHP’nin dini siyaset aracı yaptığı konusundaki diğer bir tartışma ise; CHP müfettişi ve Antalya Milletvekili Niyazi Aksu tarafından Ordu’da düzenlenen CHP il kongresinde dağıtılan ve adı “Demokrat Parti’nin Hüviyeti Yahut Köyde Bir Muhakeme2159” olan kitapçıkla ilgili olmuştur. Kitapçık içinde şu ifadeler yer almıştır: “…Cenabı Hak Kuran-ı Kerim’de müminler kardeştir buyurmuştur. Bir hakikatin subutu için Allah’ın kelamından daha kati nas olamaz. Ve bunlar arasına ihtilaf düşerse(ıslah ediniz)emri varit olmuştur. Demek ki husumet ve tefrika Allah’ın da istemediği bir şeydir. İşte o muhterem İnönü de, günlerden beri Ege Bölgesi’nde Allah’ın bu emrini vatandaşlara telkin ile meşgul olmuştur. Çünkü memleketin yüksek menfaatleri de bunu amirdir. Ve bu mukaddes vatani vazifesini kasaba kasaba, köy köy dolaşarak ifa etmiştir. Ey vatandaşlar, siz kardeşsiniz, sakın birbirinize karşı düşmanlık duyguları tutmayın. Sakın birbirinize düşman olmayın, demiş. Ve bu hareketiyle Allah yolunda çalışmıştır2160.” Niyazi Aksu bu kitaptan haberi olmadığını söylese de kitabın dağıtıldığı yönündeki bilgiler CHP içinden yayılmıştır. Kitap Ulus Matbaası’nda basılmıştır2161. Mümtaz Faik Fenik bir köşe yazısında ismi geçen kitabın CHP’nin propaganda aracı olarak kullanıldığı yönünde artık şüphe kalmadığını söylemiştir. Ordu Belediye Başkanı Ali Rıza Gürsoy’un, Gürses Gazetesi’nde bu kitapçığın Ordu’da dağıtıldığını söylediğini bildirmiştir2162. Cihat Baban ise bir yazısında, dini siyasete alet yapan propaganda kitapçığının Ordu’nun ardından Ağrı, İçel ve Niğde de dağıtıldığını halka duyurmuştur2163.

2158Akşam Gazetesi, 23 Haziran 1949, s. 2. 2159 Kitabın tam ismi “Demokrat Parti’nin Hüviyeti Veya Köyde Bir Orman Davası” olacaktır. Kitapçığın yazarı ise emekli Ağır Ceza Hakimi İbrahim Etem Tatlıoğlu’dur. Zafer Gazetesi, 5 Nisan 1950, s. 1-6. 2160Zafer Gazetesi, 9 Ocak 1950, s. 1. 2161Zafer Gazetesi, 12 Ocak 1950, s. 1. 2162 Mümtaz Faik Fenik, “Metodları Ne Olacağı Gözüküyor”, Zafer Gazetesi, 24 Şubat 1950, s. 1-6. 2163 Cihat Baban, “İnkılap Esaslarında İttifak Lazım Değil mi?”, Zafer Gazetesi, 2 Mart 1950, s. 1 407

5.3.1. CHP’nin Din Eğitimi Konusundaki Yaklaşımları ve Uygulamaları

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin daha ilk yıllarından itibaren başlamış olan din eğitimi tartışmaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında şiddetlenerek devam etmiştir. Özellikle dinin etkinliği konusundaki kısıtlamalar ve pozitivist yaklaşımlar sonrasında sol anlayışın kuvvetlendiği yönündeki iddialar tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır2164. Demokratik bir ortamın doğması da din eğitimi konusunun tekrardan tartışılan bir konu haline gelmesine ortam hazırlamıştır. Bu süreçte, devletin temel mekanizmasının olumsuz etkileneceği ve devrimlerin zarar göreceğini düşünerek endişe taşıyan kesimler fazlaca mevcut bulunmuştur. Bu çevreler tarafından, Osmanlı’dan kalma ve toplum içerisinde varlığını devam ettiren ilmiye sınıfı zihniyetinin yeniden egemen olması korkusu dile getirilmiştir. Fakat devletin din eğitimi konusunda pasif kalmasının da büyük sıkıntılar doğurabileceğini savunanlar da azımsanamayacak sayılara ulaşmıştır. Bu kimselere göre; niteliksiz din adamlarının varlığının devam etmesi halinde halkın ihtiyaçlarına dayalı din adamı yetiştirilmesi zorlaşacak, toplum içerisinde vasıfsız din adamları tarafından oluşturulan etkinlik alanı genişleyebilecektir2165. Yapılan tartışmalar ışığında 1945-1950 yılları arasında din eğitimi konusundaki eğilimleri daha iyi analiz edebilmek için öncelikle 1945 yılına gelene kadar Türkiye’de bu konuda izlenen politikayı incelemek yerinde olacaktır. Cumhuriyet’in ilanından sonra din eğitimi konusunda çeşitli değişiklikler yapılmıştır. İlk olarak 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nda din eğitimi konusu gündeme getirilmiş ve kanunda din adamı yetiştirilmesi adına ilahiyat fakültesi ve imam-hatip okullarının açılması kararlaştırılmıştır2166. Kanunun dördüncü maddesi gereğince, kapatılan medreselerin yerine imam-hatipler açılmaya başlanmıştır. 29 ilde açılan bu okulların 1924 yılındaki öğrenci sayısı 2.258’dir ve yaklaşık öğretmen sayısı ise 300’dür. Bu okulların ilk mezunları 1924 yılı içinde verilmiştir. 1926-1927 eğitim yılına gelindiğinde okulların İstanbul ve Kütahya haricinde olanları kapatılmıştır. Açık olan iki okul ise 1930 yılında kapanmıştır. İmam-hatip okullarının kapanana kadarki öğrenci sayısı ise yıllara göre şu şeklide olmuştur: 1923-1924 yılında 2.258, 1924-1925 yılında 1.442, 1925-1926 yılında 1.009, 1926-1927 yılında 278, 1927-1928 yılında 200 ve 1928- 1929 yılında 100. Okulların kapatılması çeşitli eleştirilere konu olmuştur. Devletin yüzlerce medreseyi kapatırken imam-hatip okullarını açacağını vaat etmesine rağmen, bunu bir oyalama aracı olarak kullandığı yönünde yorumlar yapılmıştır. Ayrıca, devletin dünya ekonomik krizi sonrası içerisine düştüğü maddi sıkıntılarından dolayı öncelikle imam-hatipleri kapatmasının yanlış olduğu eleştirisi getirilmiştir. CHP bu okulların kapatılması konusunda halkın ilgisizliğini gerekçe olarak öne sürse de, aslında kapanma süreci iktidar tarafından adım adım hayata geçirilmiştir. Öncelikle 1926 yılında ikinci derecedeki din görevlisi kadrosu kaldırılmış, 1927 yılında ise din görevlileri memur sınıfından çıkarılarak maaş ödemeleri durdurulmuştur. Ayrıca ortaokul seviyesinde olan bu okulların lise kısmı olmadığı için mezunlar İlahiyat Fakültesi’ne

2164 Mutay Öztemiz, Cumhuriyet Döneminde Devletin Din Politikaları, Pencere Yayınları, İstanbul 1997, s. 54. 2165 Mehmet Ali Gökaçtı, Türkiye’de Din Eğitimi ve İmam Hatipler, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s. 169-170. 2166 Gökaçtı, s. 131. 408

girme imkânı bulamamışlardır. İş imkânlarının kısıtlı oluşu, modernleşme kavramının etkisiyle gençlerin bu okullara ilgisinin azalması, vakıfların okullara destek vermemesi2167, eğitim politikasının daha çok tarım, sağlık ve teknik alanlarında yoğunlaşması ve devlet ideolojisi olarak dine bakışın değişim göstermesi de okullara olan eğilimi azaltmıştır2168. İmam-hatipler dışında ilk ve ortaöğretimde din dersi verilmesi uygulaması 1924 yılı itibariyle başlatılmıştır. İlkokul programında Kuran-ı Kerim ve din dersleri adı ile 1. sınıflar hariç tüm sınıflarda haftada iki saat din dersi verilmiştir. 1926 yılından başlamak üzere de 2 ve 3. sınıflarda haftada iki, 4 ve 5. sınıflarda ise haftada bir saat din dersleri verilmeye başlanmıştır. 1929 yılında 3 ve 5. sınıflarda haftada bir saat verilen din dersleri, 1930 yılı itibariyle sadece 5. sınıflara ve ebeveynlerin isteği ile haftada yarım saat olarak verilmiştir2169. 1927 yılına ait köy ilkokullarına ait programın içeriğinde yer almasa da dipnotunda her perşembe günü öğleden sonra yarım saat din dersi verileceği belirtilmiştir. Bu ibare 1938 yılındaki programda da aynen yer alırken, 1939’da çıkarılmıştır. 1924 ile 1927 yılları arasında ortaokul programında din dersi yer alırken bu tarihten sonra 1956 yılına kadar bu ibare çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminde lise ve dengi meslek okullarının müfredatında 1967 yılına kadar din dersi olmamıştır2170. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nda yer alan ve din uzmanları yetiştirmek için Darülfünun’a bağlı bir ilahiyat fakültesi kurulması planı ise 1925 yılında uygulamaya konulmuştur. Darülfünun bünyesinde Süleymaniye Medresesi’nin yüksek kısmı İlahiyat Fakültesi olarak açılmıştır2171. Eğitim süresi üç yıl olan bu fakültede; Tefsir, Hadis, Fıkıh Tarihi, Ahlak, İslam Dini Tarihi, Din Felsefesi, Felsefe Tarihi, İslam Mezhepleri, Dinler Tarihi gibi dersler okutulmuştur. Bu okullarda okuyabilmek için lise mezunu olma şartı konulmuştur. Fakülteye kayıtta Arapça ve Farsça dil sınavından başarılı olmak, mezun olurken ise Arapça ya da Farsça dilinden birisinden ve bir batı dilinden yapılacak sınavda başarılı olmak şartı, okullara kayıt yaptıranlar açısından büyük sıkıntı doğurmuştur. İmam-hatip okullarının kapatılmasını hızlandıran nedenler bu fakülte için de geçerli olmuştur. 1926 yılında lise mezunu olma şartının fakülteye girmek için ön koşul sayılması üzerine, altyapısı buna uygun olmasına rağmen, imam-hatip ortaokulları mezunlarının fakülteye girişlerinin önü kapatılmıştır. Eski medrese sistemine benzemesin diye sığ tutulan müfredatı da din çevrelerince sürekli eleştirilmiştir2172. 1933 yılına kadar Darülfünun içinde en az öğrenciye sahip fakülte İlahiyat Fakültesi olmuştur. 1924-1925 eğitim yılında öğrenci sayısı 284 iken bu sayı 1926-1927 yılında 167’ye, 1927-1928 yılında 53’e, 1929-1930 yılında 35’e, 1932- 1933 yılında ise 20’ye düşmüştür. 1933 yılında yapılan üniversite reformu ile İlahiyat Fakültesi kapatılmış ve İslam İlimleri Tetkik Enstitüsü açılmıştır2173. Fakültenin akademik kadrosu da Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak açılan bu enstitüye devredilmiştir. Enstitü sadece araştırma

2167 Gökaçtı, s. 141-144.,Ayrıca Bakınız: TBMMTD, 3 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15, s. 10. 2168 Duman, s. 151. 2169 Kalkanoğlu, s. 112., Ayrıca Bakınız: Akyüz, s. 302-303. 2170 Altunya, “Türkiye’de…, s. 10. 2171 Altunya, “Türkiye’de…, s. 10. 2172 Gökaçtı, s. 252-254. 2173 TBMMTD, 3 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15, s. 10. 409

için kurulduğundan dolayı lisans öğrencisi kabul etmemiştir2174. 1936 yılında eğitim kadrosunun dağılmasıyla zayıflamaya başlayan enstitü 1941 yılında tamamen kapanmıştır2175. Din eğitimi veren eğitim kurumları devre dışı kalınca, halkın ihtiyaç duyduğu din eğitimi konusu velilerin inisiyatifine bırakılmıştır. Devlet ise din konusunu ahlak konusundan ayırt etmeye çalışmış, genç neslin ahlaki yönü din etkisi dışında geliştirilmeye çalışılmıştır. 1942 yılında toplanan İkinci Milli Eğitim Şurası’nda ahlak ile ilgili hedefler şu şekilde belirlenmiştir: “Türk diline, kültürüne, inkılâbın eser ve esaslarına, umumiyetle Türk ideallerine bağlı bir Türk, bütün medeni milletlerce kabul edilen yüksek ahlak ilkelerini benimsemiş bir insan, kendine ve başkalarına saygı gösteren, şeref ve namus sahibi bir şahsiyet yetiştirmek2176.” Devletin belirlediği bu yeni tarzı benimsemeyen vatandaş, 1948 yılına kadarki süreçte dinini öğrenmek için camileri, Kuran kurslarını ya da özel hocaları kullanmıştır. 1932 yılından itibaren Darulkurralar(Kuran kursları) din eğitimi veren yegâne kurum olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. 1932 yılında 9 tane olan kurslarda 232 öğrenci eğitim görmüştür. 1945-1946 yılına kadar kurs sayısı 61 olmuş, öğrenci sayısı ise 2.021 erkek, 744 de kız olmak üzere toplamda 2.765 sayısına ulaşmıştır. 1947-1948 yılında 99 kursta 4.181 erkek,1.570 kız öğrenci, 1949-1950 yılında ise 127 kursta 6.403 erkek ve 2.303 kız öğrenci eğitim görmüştür. Bu kurslar tam manası ile halkın din eğitimi ihtiyacını karşılayamamış, yine de halk kurslara önemli derecede ilgi göstermiştir2177. İktidar din eğitimini bir kenara bırakmakla kalmamış, dini kitaplara karşı da sert bir tutum izlemiş, birçok dini eser halkın elinden toplatılmıştır. Köylerde eğitimi yaygınlaştırmak, köy öğretmeni ve meslek erbabı yetiştirmek için açılan okullar ise kısa sürede dini ve toplumsal değerlere karşı olan kurumlar haline gelmiştir. Özellikle Köy Enstitüleri’nde dönemin tanınmış solcuları dersler vermişlerdir ve Yunan klasikleri ile komünist yazarların kitapları çokça okutulmuştur. Bu durum halkın, kendi maneviyatına darbe vurduğu gerekçesiyle, CHP’den soğumasına neden olmuştur2178.

5.3.2. 1945 Sonrasında Din Eğitimi Konusunda Gerçekleşen Yumuşamalar

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na bağlı olarak gerçekleştirilen eğitim uygulamaları sırasında din konusunun bir kenara itilmesinin rövanşı İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dönemde alınmıştır. Faşist ve totaliter rejimler yıkılmış, demokrasi ve insan hakları değer kazanmaya başlamıştır. CHP içerisinde de din eğitimi konusundaki parti politikaları şiddetle eleştirilmiştir. Parti bünyesinde eleştiri işlevini milletvekilleri Fatin Gökmen ve Rasih Kaplan hocalar ile onlara katılan Hamdullah Suphi Tanrıöver üstlenmiştir. Din eğitimi konusunda yaşanan boşluğun varlığından rahatsız olan bu ekip, ‘ölü yıkayacak adam bulunmuyor’

2174 Gökaçtı, s. 258., Ayrıca Bakınız: Veli Ertan ve Hasan Küçük, Cumhuriyet Devrinde Din Eğitimi Din Müesseseleri ve Din Âlimleri, TÜRDAV Basım Yayım, İstanbul 1976, s. 46. 2175 TBMMTD, 3 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15, s. 10. 2176 Duman, s. 152. 2177 Gökaçtı, s. 148-149. 2178 Akandere, s. 240-242. 410

yakarışlarıyla isteklerini desteklemeye çalışmışlardır. Hasan Saka ise dini eğitimin engellenmesi politikasının devam etmesi durumunda CHP’nin halktan oy alamayacağı vurgusunu yapmıştır. İkinci Meşrutiyet dönemi İslamcılarından Şemsettin Günaltay da aynı cephede yer almış ve partinin din eğitimi konusundaki yumuşamasında etkili olmuştur2179. Din eğitimi ile ilgili istekler sonrasında bu konuyu araştırmak üzere CHP tarafından oluşturulan bir komisyon hazırladığı raporu 19 Şubat 1945 tarihinde tamamlamış ve CHP grubu bu raporu 31 Mayıs 1945 tarihinde kabul etmiştir. Komisyon başkanı Bingöl Milletvekili Feridun Fikri Düşünsel’dir. Başkanla beraber 14 CHP’li milletvekilinden oluşan komisyonun çalışma amacı; ilkokullarda isteğe bağlı din derslerinin verilmesi, imam ve hatip yetiştirmek için meslek okullarının açılması konularını araştırmak olarak belirlenmiştir. Hazırlanan ve kabul edilen raporda yer alan bazı önemli noktalar özetle şu şekildedir: Halkın din ve vicdan özgürlüğünü düşünürken, özellikle laiklikle çelişmeyecek şekilde bir düzenleme gerekliliği kabul edilmelidir. İlkokul öğrencilerine isteğe bağlı din dersi verilmesi büyük devletlerde de uygulama örnekleri olan bir girişim olduğu için laikliğe aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Velilerin izni ile ilkokulun son iki yılında, ders saatleri dışında, kitap ve programları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenmiş, MEB tarafından onaylanmış, ilkokul öğretmenleri ya da uygun vasıflarda kimselerce verilen, ders ücreti devlet tarafından ödenecek din derslerinin okutulması uygundur. Köy okullarında din dersleri verebilmeleri için Köy Enstitüleri’nde hazırlık sınıfına da din dersleri konulmalıdır. Halk imam ve hatip gibi dini hizmet veren kişilere ihtiyaç duymaktadır. Anayasaya göre devlet eğitimi denetleme hakkına sahiptir ve bu işi MEB aracılığıyla yapar. Kurulacak din adamı yetiştirme okullarının da her türlü işleri MEB tarafından gözetim altında tutulmalı ve denetlenebilmelidir. Açılan okullar Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak çalışmalıdır. Başkanlık; iki Diyanet İşleri Başkanlığı müşavere üyesi, MEB’den üç ve kurulması planlanan İslam İlahiyat Fakültesi’nden bir üyenin katılımı ile heyet kurmalı ve açılan din okulları bu heyet tarafından idare edilmelidir. İmam ve hatip okullarının MEB’e sunulacak programı ve okutulacak kitapların hazırlanması, öğretim kadrosunun tedariki bu heyet tarafından yapılmalıdır. Bir İslam İlahiyat Fakültesi kurulması lüzumludur. Bu fakülte; münevver ve yüksek din adamlarını, müftüleri, vaizleri, imam ve hatip kursları(raporda okul olarak yazılmış ama kabul edilen metinde kurs olarak değiştirilmiştir)hocalarını ve bu fakültenin doçent ve asistanlarını yetiştirmeyi amaçlamalıdır2180. Bu rapor girişiminin ardında 1946 yılında din eğitimi konusu daha sık gündeme gelmeye başlamıştır. 26 Aralık 1946 tarihinde CHP vekillerinden Muhittin Baha Pars ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Meclise verdiği komünizme karşı dini eğitimin artırılmasına yönelik önerge, Başbakan Recep Peker tarafından dini propagandanın önünü açar ve şeriat isteklerini canlandırır iddiasıyla şiddetle reddedilmiştir. Peker’e göre bu düşünce tarzı zehri zehirle tedavi etme girişiminden başka bir şey değildir2181. 1947 yılına gelindiğinde, ülke genelinde dini eğitim kurumları açma istekleri ağırlık kazanmış, bu durum CHP içinde de aynı yönde düşünenlerin sayısını artırmıştır. Böylece

2179 Kafadar, s. 354. (Sayfa aralığı 351-381). 2180 BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 42.251..17. 2181 Duman, s. 133. 411

CHP’nin din eğitimi konusundaki tavrı büyük bir değişim içerisine girmiştir. Din eğitiminin yaygınlaştırılması, İslam dünyasıyla ilişkilerin artırılması, din adamlarına ekonomik destek sağlanması gibi konuların parti programı içerisinde yer alması yönünde girişimler sıklık kazanmıştır2182. CHP Parti Divanı din öğretimi hakkında 1947 yılı Ocak ayında yaptığı toplantılar sonunda; Anayasanın 80. maddesinde yer alan “hükümetin gözetimi ve denetlemesi altında ve kanun çerçevesinde her türlü öğretim serbesttir” hükmü çerçevesinde İslam dininin akidelerinin ve ibadetlerinin esaslarının öğrenilmesi ve öğretilmesinin sağlanması amacıyla, vicdan hürriyeti ve laiklik prensipleri dairesinde bir rapor hazırlamıştır. Bu rapora göre; gizli ve Arapça öğretim yasağı devam etmelidir. Laiklik konusunda kesinlikle taviz verilmemelidir. İhtiyari olmak, okul binası dışında olmak, devletin kontrolü altında bulunmak, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin alınmak şartıyla Türkçe harflerle ve özel mahiyette bir din eğitimi programı düzenlemek hükümetin yetkisi altında uygulamaya konulmalıdır. Raporda özel din eğitimi konusunda belirlenen esaslar ise şu şekilde sıralanmıştır: 789 sayılı Maarif Teşkilatı Kanunu’na göre Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin alınmak şartıyla İslam dininin akidelerini ve ibadetin esaslarını öğrenmek isteyen çocuklar için din bilgileri dershaneleri açılabilir. Bu dershanelerin öğretmen ihtiyacını karşılamak, imam ve hatip yetiştirmek için ise özel seminerler açılabilir. Din bilgileri dershanelerinin açılma şartları şunlardır: Dershaneleri medeni haklara sahip yurttaşlar açabilir. Her yurttaş ancak bir dershaneyi açıp işletebilir. Dershaneler arasında mali ve idari bir birliktelik oluşmamalıdır. Dershane açılması için bağlı bulunulan idare amirine(vali ya da kaymakam) başvurulmalı, bu amir de isteği Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirerek ruhsat vermelidir. Dershaneler devlet denetiminde, idare amiri ve Milli Eğitim Bakanlığı teftişine açık olmalı, idare amirleri MEB’e danışarak bu dershaneleri kapatabilmelidir. Siyasete karışan ve amacı dışına çıkan dershaneler kapatılmalı ve sahipleri hakkında kanuni işlem yapılmalıdır. Dershaneler sadece ilkokulu bulunan yerlerde açılabilmelidir. Dershanelere yazılmak isteğe bağlı olmalıdır. Devam edecek kişiler bulunulan bölgedeki ilkokuldan mezun olmalıdır. Dershaneler özel ilkokullar gibi vergiye tabi tutulmalı ve o statüde değerlendirilmelidir. Dershaneye devam edenler ortaokula da devam ediyorsa dersler okula göre ayarlanmalıdır. Ders saatleri 45 dakikayı, günlük ders 2 saati, haftalık ders ise 4 saati geçmemelidir. Türkçe olan ve hükümetin onayladığı bir program uygulanmalıdır. Hükümetin kabul ettiği kitaplar okutulmalı, sure ve dualar dahil Türkçe alfabe kullanılmalıdır. Okutulacak kitaplar mezhepler üstü bir müşterekte birleşmiş tarza sahip olmalıdır. Öğretmenlik yapacak olan kişilerde, gerekli medeni ve ahlaki şartlar ile sağlık şartları aranmalıdır. Devlet okullarında öğretmenlik yapabilme şartlarını taşıyan, devlet tarafından izin verilen ve dershanelerde öğretmenlik yapabilecek kişileri yetiştiren özel öğretim kurumlarından diploması olan;üniversite, yüksekokul, imam-hatip ile liselerden mezun olan, ders verme ve vaizlik yetkisine sahip olan, köy imamlığı yapmış veya yapmaya devam edenlerden valilik tarafından onay verilenler de hükümet onaylı bir belgeyle bu dershanelerde öğretmen olabilmelidir. Öğretmenlerin ücretleri dershane sahibi ile öğretmen arasında belirlenmelidir. Din dershanelerine öğretmen, dini hizmetler için imam ve hatip yetiştirmek için hükümetin

2182 Öztemiz, s. 54. 412

denetiminde olmak kaydıyla seminerler açılabilmelidir. Bu okullarda aranacak şartlar ise şunlar olmalıdır: Eğitim ortaokul mezunları için 5, lise mezunları için 2 yıl olmalıdır. Program MEB tarafından onanmalı ve katılımcıların milli ve genel kültürleri için gerekli içeriğe sahip olmalıdır. Kuran dilini anlamak ve Arapça metinleri çevirebilmek için yeteri derecede Arapça öğrenilmesine izin verilmelidir. MEB onaylı kitaplar okutulmalıdır. Bu seminerlerde öğretmen olacaklar sıhhi, medeni ve ahlaki yeterliliğe sahip olmalıdır. Ayrıca genel ve milli kültür derslerini okutacak olanların, devlet okullarında aynı dersleri okutan öğretmenlerin seviyesinde yetişmiş olmaları gerekmektedir. Öğretmen en az lise derecesinde öğrenim görmüş ve vereceği derse vakıf olduğu MEB tarafından onanmış olmalıdır. Verilecek eğitim milli bütünlüğü bozucu içeriğe sahip olmamalıdır. Bir kişi bir seminer açabilmeli ve diğer seminerlerle iş ortaklığı kurmamalıdır2183. Din eğitimiyle ilgili yıl içerisinde atılan diğer bir adım ise 27 Mayıs 1947 tarihinde İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’in Diyanet İşleri Başkanlığı’na verdiği bir raporla gerçekleşmiştir. Raporda büyük illerde imam-hatip okulları ve Kuran kurslarının açılması önerilmiştir. İmam-hatip okulları ilkokuldan sonra 3+3+2 olmak üzere toplamda 8 yıl olmalıdır ve ilk altı yıl ortaokul ve lise denginde, son iki yılı yüksekokul denginde sayılmalıdır2184. Bu istek olumlu karşılık bulamamış ama okul dışında din eğitimi verilmesi konusundaki MEB kararı 2 Temmuz 1947 tarihinde radyodan yayınlanan bir tamimle halka duyurulmuştur2185. MEB tarafından açıklanan ve “Özel Din Öğretimi Ana Hatları” başlıklı bu karar Ocak ayında açıklanan rapor çerçevesinde gerçekleşmiştir. MEB’den izin almak şartıyla açılmasına izin verilen dershanelerin siyasete karışmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Yine aynı karar içerisinde bu dershanelere öğretmen hazırlamak, imam ve hatip elemanları yetiştirmek için din seminerleri açılabilmesi de serbest bırakılmıştır2186. Milli Eğitim Bakanlığı açılmasına karar verilen din bilgisi dershanelerinin açılış gerekçesini şu şekilde ifade etmiştir: “Cumhuriyet Halk Partisi Divanı geçen Ocak ayı içinde Anayasanın hükümet gözetimi ve denetimi altında ve kanun çerçevesinde her türlü öğretime serbestlik tanıyan hükmüne dayanarak İslamlığın esaslarını çocuklarına öğretmek isteyen yurttaşların ihtiyaç ve dileklerini incelemiştir. Divan, bu dileklerin Türk devrimlerinin ve Türkiye Cumhuriyeti rejiminin vicdan hürriyeti ve laiklik prensiplerinin zaruri kıldığı şekil ve şartlar altında yerine getirilebileceğini, bu şekil ve şartları tayin etmenin de hükümet yetkileri arasında bulunduğunu tespit etmiştir. Hükümetin vazifeye başladığı 1946 Ağustos’undan beri bu konuda yaptığı incelemeler de sonuçlanmıştır… Medeni haklara sahip yurttaşlar 789 sayılı Maarif Teşkilatı Kanunu’nun 4. maddesi gereğince Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin almak şartıyla, İslam dininin akidelerini ve ibadetlerinin esaslarını öğrenmek isteyen çocuklara, bunları öğretmek maksadıyla din bilgileri dershaneleri açabileceklerdir2187.” Sınırlı din eğitimi izni üzerine ülkenin değişik yerlerinde hazırlıklar başlamıştır. CHP bazı yerlerde kendisine ait binalarda bu eğitimlerin verilmesine imkân tanımıştır. Fakat iktidarın

2183 BCA, Dosya: 7. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1202.218..1. 2184 Altunya, “Türkiye’de…, s. 13. 2185 Karabekir, s. 1425. 2186 Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, Bilgi Yayınevi, Ankara 1972, s. 84-85. 2187Memleket Gazetesi, 3 Temmuz 1947, s. 1-4. 413

bu hareketi DP tarafından bir oy avcılığı olarak nitelendirilmiştir. DP milletvekili Sadık Aldoğan konuyla ilgili olarak Trabzon’da yapmış olduğu bir konuşmada şu sözleri sarf etmiştir: “Din olmayan bir cemiyette ahlak yoktur. Yirmi beş seneden beri masum halka her türlü fenalığı yapan Halk Partisi ve hükümetleri şimdi onların kırılan kalplerini tamir etmek için mekteplerde din derslerinin okunmasını kabul ettiler. Ulan sen kimi aldatıyorsun? Artık size kim inanır?2188.” Özel din eğitimi verecek olan dershanelerin açılmaya başlanması ile birlikte bu kurumlarda okutulacak ders kitaplarının da hazırlanması çalışmaları hız kazanmıştır. Bu anlamda 1948 yılı Nisan ayında Nurettin Artam ve Nurettin Sevin’e ait “Müslüman Çocuğunun Kitabı” adlı eser MEB destekli olarak yayınlanmıştır. Bu eserde; Süleyman Çelebi, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Mevlana Celaleddin, Mehmet Akif, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp gibi isimlerin yazılarından derlenen okuma parçaları da yer almıştır. Dershanelerde okutulmak üzere 1948 yılında ayrıca M. Ali Rıza’nın “Cumhuriyet Çocuklarına Din Dersleri” adlı kitap basılmış ve M. Hüseyin Tutya da yine aynı isimle bir kitap yayınlamıştır. 1949 yılında ise Abdullah Arda’nın “Çocuklarıma Din Bilgisine Dair Nasihatım” başlıklı kitap piyasaya çıkarılmıştır2189. Bakanlık tarafından hazırlattırılan “Müslüman Çocuğunun Kitabı” kamuoyu ve basın tarafından eleştirilerek kitap hazırlanma işinin ilahiyatçılara bırakılması istenmiştir. Kitapla ilgili eleştiriler daha çok; tasavvuf yönüne gereğinden fazla ağırlık verilmesi, ayet ve hadislerin bir birine karıştırılması yönünde olmuştur. Başbakan Hasan Saka da bu kitabın dershanelerde okutulamayacağı yönünde açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer ise; yazılan bu kitabın bir deneme olduğunu, kitapla ilişkili yapılan eleştirilerin dikkate alınacağını bildirmiştir2190. Dershanelerin kitapları haricinde 1945-1950 yılları arasında yayınlanan din kitaplarının sayısı da oldukça fazladır. Bu kitaplardan birkaç tanesi şu şekildedir: 1928-1948 yılları arasında 12 cilt olarak Babanzade Ahmet Naim ve Kamil Miras tarafından yayınlanan ve hadis koleksiyonu şeklinde olan “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi” öncelikli olarak dikkat çekmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen tarafından çıkarılan ve 1947-1949 yılları arasında yayınlanan “Büyük İslam İlmihali” ve aynı şahsa ait olarak 1949-1952 yılları arasında 6 cilt olarak yayınlanan “Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu” da öne çıkan eserler arasında yerini almıştır2191. Bu eserlerin dışında; Ömer Fevzi Mardin’in “Din Dersleri”(1946), Mustafa Asım Köksal’ın “Gençlere Din Kılavuzu”(1946), Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün “Çocuklarımın Din Kitabı”(1947), Hüseyin İkiz’in “Çocuklarımıza Sualli-Cevaplı İlmihal”(1947), Ziya Şakir’in “Din Dersleri”(1947), Abdullah Develioğlu’nun “Oğlumun Din Bilgileri”(1948), Mustafa Şefik Öz’ün “Çocuklarımıza İlk Din Bilgisi”(1948) ve M. Şakir’in “Çocuklara Mahsus İslam Ahlakı Dersleri”(1948) eserleri okurlara sunulmuştur2192.

2188Tanin Gazetesi, 3 Ekim 1947, s. 1. 2189 Jaschke, s. 85. 2190 Halis Ayhan, Türkiye’de Din Eğitimi(1920-1998), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 88-89. 2191 Gün, s. 74. 2192 Jaschke, s. 83. 414

Mevcut eserler arasında sakıncalı olarak kabul edilenler de olmuştur. Ömer Fevzi Mardin tarafından yazılan “Din Dersleri” adlı kitap Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Heyeti tarafından 21 Ağustos 1946 tarihinde hazırlanan bir raporla sakıncalı olarak görülmüş ve kitabın toplatılması talebi başbakanlığa gönderilmiştir. Mardin’in misyonerlik çalışmalarında bulunması ve yeni bir din yorumu ortaya atması alınan kararda etkili olmuştur. 187 sayfalık bu kitap içerisinde: Müslümanlığa Muhammedi dini denilmesi, ayet tercümelerinin tam olmaması veya yanlış olması, ‘namaz ve oruç vasıtadır esas olan takvadır’ sözünün Bâtıniliği çağrıştırması, dini anlatımlarda Amerika ve misyonerlikten bahsetmesi gibi nedenlerle kitabın dine zarar vereceği belirtilerek toplatılması istenmiştir2193. Kemal Pilavoğlu tarafından yazılan ve İstanbul’da Burhanettin Erenler Matbaası’nda basılmış olan “Din Rehberi” adlı kitap ise Milli Savunma Bakanlığı’nın yazısı üzerine Bakanlar Kurulunun 24 Kasım 1949 tarihli toplantısında zararlı yayın olarak kabul edilmiş, baskı durdurma ve mevcutlarının toplatılması kararına tabi tutulmuştur2194. Din dershaneleri ve seminerleri çalışmaları devam ederken Recep Peker Hükümeti yerini Hasan Saka Hükümeti’ne bırakmıştır ve yeni yönetim döneminde toplanan CHP Yedinci Büyük Kongresi’nde(17 Kasım-4 Aralık 1947) din eğitimi konusu tekrar gündeme gelmiştir. Kongrede parti içinde dini konulara yaklaşım bakımından oluşan bölünme açıkça kendini göstermiştir. Bazı delegeler ilahiyat fakültesi, imam-hatip okulları ve türbelerin açılması yönünde görüş bildirmiştir. Bu grubun önderleri olarak Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Sinan Tekelioğlu öne çıkmışken, Behçet Kemal Çağlar ve Cemil Sait Barlas ise dindar grubun karşısında yer alanların önde gelenleri olmuştur2195. 2 Aralık 1947 tarihinde din eğitimi konusu kongre gündemine taşınmıştır. Delegelerden Fethi Daday yaptığı konuşmada; ilkokullarda din eğitiminin verilmesi gerektiğini, aksi halde bir süre sonra yetişen neslin din konusunda hiçbir şey bilmeme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işlevsiz bir şekle sahip olduğu tartışmaları üzerine söz alan Seyhan Delegesi Sinan Tekelioğlu ise şu ifadeleri kullanmıştır: “ … Diyanet İşlerini, vakıflar idaresinin başına getirmek lazımdır. Böylece Diyanet İşleri işleyebilen bir daire haline konmalıdır. Dinsiz millet olamaz. Memlekette sefahat, kumar almış yürümüştür. Sebep dinsizliktir. Hiç kimsede din korkusu kalmadığı için ahlak da zayıfladı….”. Kayseri delegesi Şükrü Nayman ise din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması ve halkın vicdani olarak serbest bırakılmasının dini anlamda bir çözüm getirmeyeceğini belirtmiş, savaş sonunda tüm milletlerin dinine sarılırken Türkiye’nin dinden oldukça uzaklaştığını eklemiştir2196. Konuyla ilgili söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver ise özetle şu ifadeleri kullanmıştır: İsviçre, İngiltere ve Amerika’da ilahiyat fakülteleri varlığını devam ettirmektedir. Bolşevik İhtilali sonrasında din afyondur sloganı öne çıkarılan Sovyetler de dahi bu anlayış terk edilmiştir. Her köyde bir mescit olmalı ve camilerin ihtiyaç duyduğu imam ve hatipler temin

2193 BCA, Dosya: 86105, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 87.574..1. 2194 BCA, Dosya: 52-112, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 121.83..16. 2195 Kalkanoğlu, s. 135. 2196 Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, Sebil Matbaacılık, İstanbul 1975, s. 258-259. 415

edilmelidir. İmam ve hatip okullarının açılması zaruridir2197. Din eğitimi konusunda karşıt görüşe sahip olan Behçet Kemal Çağlar ise din adamı ihtiyacının diğer İslam ülkelerine gönderilecek kişilerin eğitilmesiyle karşılanmasını, ülkedeki din öğretiminin ise özel dershaneler aracılığıyla verilmesi uygulanmasının devam etmesini istemiştir2198.

5.3.3. İsteğe Bağlı Din Derslerinin Devlet Okullarında Uygulanması Kararı

Din eğitiminin devlet okullarında okutulması isteğinin CHP Yedinci Kongresi’nde öne çıkmasının ardından konu ciddi olarak tartışılmaya başlanmıştır. 19 Şubat 1948 tarihinde CHP meclis grubunda din derslerinin 4. ve 5. sınıflarda isteğe bağlı olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. CHP’nin bu adımı genel itibariyle olumlu karşılanırken, kimileri ise uzun yıllar din eğitimini yasaklayan bir zihniyetin bu şekilde adım atmasını samimiyetsizlik olarak görmüştür. 1948 yılı Ekim ayında 4 ve 5. sınıflara okutulacak olan din derslerinin programları belirlenmiştir. Aralık ayında ise Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından oluşturulan komisyonun hazırladığı programa son şekli verilmiştir ama ders kitaplarının hazırlanmasının tamamlanmadığı gerekçesiyle din dersi uygulaması 1949 yılına bırakılmıştır2199. Din dersleri konusunun gündeme gelmesi ve CHP tarafından konunun sürüncemede bırakılması DP’yi konunun müdahili yapmıştır. DP tarafından Yozgat’ta toplanan parti kongresinde konuşan Bayar konu ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Her ana-baba evlatlarına din dersi vermekte muhtardır. Bunu ilk gününden itibaren kabul etmiş ve programımıza koymuş bulunuyoruz. Bu sahada ana ve babalara yardım etmekte de Demokrat Parti için bir borçtur. İktidara geldiğimiz zaman bu meseleyi ele alarak programımız dahilinde ve vicdanımızın sesine tabi olarak elbette ki halledeceğiz2200.” Hasan Saka Hükümeti’nin ardından iktidara gelen Şemsettin Günaltay Hükümeti döneminde CHP, ilkelerinden ve katı laiklik fikrinden uzaklaşmaya başlanmıştır. Yeni hükümet devlet okullarında din eğitimi verilmesi konusuna sürat kazandırmıştır. 1 Şubat 1949 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu imzasıyla valiliklere gönderilmiş olan bir genelge ile ilkokullarda müfredat dışı olarak din dersleri okutulacağı bildirilmiştir2201. Genelgede derslerle ilgili olarak belirlenen esaslar şu şekilde sıralanmıştır: Hiçbir öğrenci ve öğretmen din derslerini okumak ve okutmak konusunda zorlanamaz; din dersleri sınıf geçme ile ilişkilendirilemez; çocuğunun din derlerinden faydalanmasını isteyen veli bu isteğini okul idaresine bildirir; devamsızlık halinde veli bilgilendirilir; din dersleri ders programı dışında uygulanır; dersler ilkokul 4 ve 5. sınıflarda haftada iki saat olarak konulur; dersin müfredatı ve kitapları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp, Milli Eğitim Bakanlığı’nca gözden geçirilip onaylanır; dersler okul içerisindeki sınıflarda işlenir; dersler her okulun kendi öğretmenleri tarafından verilir; özel Türk okullarında da aynı uygulama yapılır; derslere devam edenlerle etmeyenler arasında

2197Memleket Gazetesi, 3 Aralık 1947, s. 4. 2198 Ayhan, s. 103. 2199 Duman, s. 135-137. 2200 Şahingiray, s. 223. 2201 Ayhan, s. 118. 416

sürtüşmelerin çıkmasına imkân verilmemelidir; azınlık okullarında belirlenen usullere göre din eğitimine devam edilmelidir2202; MEB tarafından din derslerine girecek yeterlilikte olduğuna kanaat getirilen öğretmenler yardım adı altında devletten ödenek alır2203; Köy Enstitülerinin hazırlık sınıfında din dersi verilmesi uygundur. Böylece buralardan mezun olanların ilerde din dersleri anlatabilmelerine imkân sağlanmalıdır2204. Okutulması kararlaştırılan din derslerinin 4. sınıf programında yer alan konular da belirlenmiştir. Bu konulardan bazıları şu şekildedir: Sevgi(ana-baba, öğretmen, millet, vatan, yaşlı, küçükler ve en büyük sevgi olarak Allah sevgisi), İslam(Kelime-i Tevhid, Peygamber kimdir ve Hz. Muhammed hakkında bilgiler), İslamlıkta Ahlak(iyilik, güzellik, her alanda doğruluk, Peygamberimizin ahlakı, ana-baba ve çocukların karşılıklı hakları, kardeş sevgisi, kardeş-arkadaş ve komşu hakkı, millet-memleket ve insanlara karşı vazifeler, Peygamberimizin mübarek sözleri). 5. Sınıf programında öne çıkan konular ise şu şekilde olmuştur: İman nedir?, İmanın şartları, Allaha karşı vazifeler (farz-vacip-sünnet-helal- haram, İslam’ın şartları ve bu şartların yerine getiriliş kaideleri)2205. Seçmeli din dersi 15 Şubat 1949 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Velilerden dilekçe ile istekte bulunanların çocuklarının din derslerini alabileceğinin duyurulması üzerine, velilerin büyük bir bölümü çocuklarının bu haktan yararlanabilmesi için okullara dilekçe vermiştir2206. 1949-1950 eğitim yılında 414.477 öğrenci okullardaki din derslerine devam etmiştir. Bu miktar toplam öğrenci sayısı içerisinde %99’luk kısmı oluşturmuştur. 2.797 Müslüman ve 3.002 Gayrimüslim öğrenci ise din derslerine devam etmemiştir. Bu miktar ise toplam içinde %1’lik kısma tekabül etmiştir. 1950-1951 eğitim yılında ise 418.953 kişi din derslerine devam etmiş ve bu sayı toplam sayının % 99.3’üne denk düşmüştür. 1.437 Müslüman ve 1.598 Gayrimüslim çocuğu ise din derslerine girmek istemediğini belirtmiş ve bu kişilerin toplam içerisindeki yüzdesi ise %0.7 olmuştur2207. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki halkın din eğitimine gösterdiği yoğun ilgiyi değerlendirdiği bir raporda özetle şu ifadeleri kullanmıştır: Cumhuriyet kurulduğundan beri çocuklara gerçek bir din ve ahlak eğitimi verilmemekte ve nesil içi boş, kötü tesirlere açık olarak yetiştirilmektedir. Devletin kurulmasından bu yana okullarda ve çeşitli ortamlarda din aleyhinde her şey söylenmiştir. Türk gençliği bu ortamda komünist olmamış ise bunu ailelerinden aldıkları dini terbiyeye borçludurlar. ABD savaştan bir süper güç olarak çıkmasına rağmen dini konularda devlet etkin rol oynamaktadır ve din eğitimine büyük önem vermektedir. Hiçbir yerde Türkiye’de olduğu gibi dini konularda yasaklamalar bu kadar uzun yıllar devam etmemiştir2208. Akseki raporunda şu sözlerle de yer vermiştir: “Bugün memleketin birçok yerlerinde hakiki ve münevver bir din adamı bulmak şöyle dursun, camilerde mihraba geçecek, halka namaz kıldıracak, minbere çıkıp hutbe okuyacak bir imam ve hatib bile bulunamamaktadır, hatta bazı köylerimizde, ölenlerin techiz ve tekfini ile ebedi istirahatlerine tevdii gibi en basit dini bir vazifeyi ifa edecek kimseler dahi

2202 Daver, s. 136-137., Ayrıca Bakınız: Akyüz, s. 303. 2203 Albayrak, s. 266. 2204 Öymen, s. 280 2205 Jaschke, s. 87-88. 2206 Öymen, s. 287. 2207 Daver, s. 151. 2208 Gökaçtı, s. 182-185. 417

bulunmamakta ve cenazelerin kaldırılmadan günlerce ortada kalmakta olduğu senelerden beri işitilmekte ve görülmektedir…2209.” DP iktidara geldikten sonra 4 ve 5. sınıflarda okutulan seçmeli din dersi konusunda önemli bir girişimde bulunmuştur. 4 Kasım 1950 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında din derslerinin uygulanışında tadile gidilmiştir. Bu toplantıda alınan kararlar şu şekildedir: Türk çocuklarının diğer ihtiyaçlarına olduğu gibi dini ihtiyaçlarına da cevap vermek üzere ilkokullarda din öğretimi yapılması uygundur. Bakanlıkça bastırılmış olan ilkokul din dersleri kitapları şimdilik istenen maksada yetmektedir. Bu hususta öğretmenlere rehber olacak bir kitabın hazırlanması gerekir.Çok öğretmenli ilkokullarda din derslerinin bu dersleri bilhassa okutmak isteyen öğretmenlere verilmesi, bunlar da çok olduğu taktirde içlerinden daha yaşlılarının tercih edilmesi yerinde olacaktır.Çocuklarına din dersi okutmak istemeyen ebeveyn bu hususu sene başında okul idaresine yazı ile bildirdikleri taktirde bu çocukların bu ders ve imtihanından muaf tutulmaları sağlanacaktır2210(EK 23). Bakanlar Kurulu kararı ile birlikte artık din dersini almak isteyen öğrencilerin velileri değil, almak istemeyen öğrencilerin velileri okullara dilekçe vermekle yükümlendirilmiştir. 7 Kasım 1950 tarihinde ise hazırlanan 2949 sayılı genelge ile köy ilkokullarından Tarım, şehir ilkokullarından ise Türkçe derslerinden birer saat alınarak din derslerine ayrılması istenmiştir. Böylece din dersleri müfredat içerisine alınmıştır2211. DP’nin din eğitimi konusunda daha ılımlı yaklaşımları çeşitli eleştirilere neden olmuş ve din derslerinin müfredata alınması laikliğe büyük bir darbe vurulması şeklinde yorumlanmıştır. Bu eleştiriler karşısında Yeni Cephe Gazetesi şu yorumu getirmiştir: “Din derslerini mekteplerde okutmakla laikliğin sarsılacağı iddiası zayıftır, çürüktür. Laiklik devletin sevk ve idaresinde dini esasların değil, cemiyete ait cismani zaruretlerin amil ve muharrik olması noktasında hülasa olunmalıdır. Bu prensip kabul edilince, Sübhani bir esas ileri sürülerek bunun milli hayata hükümferma olması değil, cemiyetin ihtiyacı her neden ibaretse hiçbir metin ve nassa ve takarrür etmiş içtihada bakılmaksızın onun kabul ve tatbiki icap eder. Bu taktirde bütün kanunlar, yalnız mili ve içtimai ihtiyaçlardan, cemiyetin inkişaf ve terakki zaruretlerinden ilham alır. Bunun haricindeki mefhumların laiklikle bir münasebet veya mugayereti olamaz2212.”

5.3.4. İmam-Hatip Kursları ve İlahiyat Fakültesi’nin Açılması

CHP’nin din konusundaki diğer bir politik yumuşaması imam-hatip kurslarının açılması mevzusunda yaşanmıştır. Fakat iktidarın bu aşamaya gelmesi pek kolay olmamıştır. Öyle ki DP’nin bu kursların açılması konusunda sürdürmüş olduğu propagandalar bazı CHP’lileri rahatsız etmiştir. Eski başbakanlardan Şükrü Saraçoğlu sert tepki gösterenlerin başında yer

2209 Cündioğlu, Bir…, s. 112. 2210 BCA, Dosya: 76-1750, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 124.81..15., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 25 Aralık 1950, s. 1. 2211 Ayhan, s. 125. 2212Yeni Cephe Gazetesi, 9 Kasım 1950, s.1. 418

almıştır. Saraçoğlu’nun göstermiş olduğu tepki basına da yansımıştır. Sebilürreşad Dergisi’nde yer alan Saraçoğlu’nun tutumuyla ilgili bir haberde özetle şu ifadeler yer almıştır: Celal Bayar bir nutkunda dini tedrisatın okullarda verilmesine taraftar olduğunu açıkladıktan sonra Şükrü Saraçoğlu DP meclis grubuna gelerek şu ifadelerde bulunmuştur: ‘ …Sizde mi bu fikirdesiniz. Hâlbuki ben sizlere güveniyordum, şuna emin olunuz ki memlekete kızıl tehlike bu sefer (Hazreti) Muhammed’in bayrağı altında sokulacaktır…’ Eski başbakan bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla komünizm memlekete sokulduğunda sessiz kalmışken, şimdi komünizmin gerçek düşmanı din eğitimini eleştirmektedir. Din kitaplarında Arap harfleriyle ayetler Saraçoğlu döneminde kaldırılmıştır. Arapça Ezan okumaya 3 ay hapis cezası onun döneminde getirilmiştir. Dini mahiyette cemiyet teşkili de Saraçoğlu döneminde yasaklanmıştır. Saraçoğlu partiyi millet nazarında alçaltmaktadır. İmam-hatiplerin açılması konusunda en keskin engelleyicilerin başında Saraçoğlu gelmektedir2213. CHP içerisinde oluşan tepkilere rağmen iktidar, Diyanet İşleri Başkanlığı denetiminde olması kaydıyla bu okulların açılmasını planlamıştır. 1948 yılında Hasan Saka Hükümeti döneminde konunun görüşülmesi için oluşturulan komisyon imam ve hatip görevlerini yapacak kişilerin yetiştirilmesi gerekliliğini öncelikli olarak belirtmiştir2214. Fakat açılacak olan yerlerin bir okul olarak değil, bir kurs olarak açılması ve MEB’e bağlı olması uygun görülmüştür. Rapor doğrultusunda açılması kararlaştırılan imam-hatip kurslarına askerliğini yapmış ve ortaokul mezunu olabilenlerin kayıt olabilmesi kararlaştırılmış ve eğitimin 10 ay sürmesi planlanmıştır. İlk etapta İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve Seyhan’da açılan bu kurslar zaman içerisinde farklı illerde de kurulmaya başlanmıştır. Kurs programı içerisinde: Kuran-ı Kerim, Tefsir, Hadis, İbadet, Ahlak, Sağlık2215, Hutbe, Tarih, Coğrafya, Yurt Bilgisi ve Türkçe gibi dersler okutulmuştur2216. 1949 yılı sonuna kadar bu kurslardan 50 civarında diploma verilebilmiştir2217. İmam-hatip okulların kapanmasından sonra geçen 18 yılın sonunda açılan bu kurslar halkın ihtiyaç duyduğu din adamını yetiştirme konusunda yetersiz kalmıştır2218. Kurslar her ne kadar MEB denetiminde gözükse de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından oluşturulacak bir heyetin; kitap, müfredat, öğrenci seçimi ve diğer teknik konularla ilgilenmesi CHP içerisinde tartışmalara neden olmuştur. CHP’li vekillerden bir kısmı Osmanlı’dan kalma medrese atıklarının bulunduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na kursların teslim edilmesini sakıncalı görmüştür2219. 1951 yılında DP iktidarı döneminde İmam-Hatip kursları yedi yıllık, ortaokul ve lise düzeyinde okullar haline getirilmiştir2220. İmam-hatip kursları dışında yüksek İslam bilgini yetiştirmek üzere bir ilahiyat fakültesi açılması da CHP tarafından planlanmıştır. Bu konuda ilk ciddi tartışmalar CHP’nin Yedinci Büyük Kongresi’nde gerçekleşmiştir. Hamdullah Suphi Tanrıöver burada yaptığı konuşmada;

2213Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, Haziran 1948, s. 40-41. 2214Büyük Doğu Dergisi, Cilt 4, Sayı 83, 5 Mart 1948, s. 10. 2215 Duman, s. 154. 2216 Gökaçtı, s. 176. 2217 Jaschke, s. 77. 2218 Ertan ve Küçük, s. 26. 2219 Gökaçtı, s. 174-175. 2220 Akyüz, s. 306. 419

medreselerin hiçbir ıslah girişiminde bulunulmadan kapatılmasını şiddetle eleştirmiş, yetiştirilecek kalifiye din adamlarının hem toplum için hem de Osmanlı’dan ayrılan topraklarda kalan soydaşlarımız için önemli bir dayanak olacağını vurgulamıştır2221. CHP içinde fakültenin açılması yönünde bir tavır öne çıkmıştır. Açılması düşünülen fakültenin; müftü, vaiz, imam-hatip okulları hocaları, fakültenin akademik kadrolarını yetiştirmek amaçlarını üstlenmesi düşünülmüştür2222. İlahiyat Fakültesi’nin Osmanlı döneminin geleneğini taşıyan İstanbul da değil de Ankara’da faaliyete geçmesi ve MEB denetimi altına alınması kararlaştırılmıştır2223. 4 Haziran 1949 tarihli Meclis oturumunda Ankara Üniversitesi’ne bağlı olmak üzere dört yıl eğitim verecek İlahiyat Fakültesi’nin açılması resmen kabul edilmiştir2224. Fakültenin kadrosunun eski ilahiyatçı profesörler ve İslam dünyasından getirilecek önemli isimlerden oluşturulması düşünülmüştür. 31 Ekim 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Diyanet İşleri Başkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Yusuf Ziya Yörükan fakültede İslam Dini ve Mezhepler Tarihi profesörlüğüne, Ankara Etnoğrafya Müzesi Müdürü Remzi Oğuz Arık İslam Sanatı profesörlüğüne, Türk Dil Kurumu Üyesi Hilmi Ömer Buda ise Dinler Tarihi profesörlüğüne atanmıştır. 8 Kasım 1949 tarihinde ise İslam Hukuku Profesörü Esat Arsebük fakültenin dekanı olarak seçilmiştir2225. Fakülte 21 Kasım 1949 tarihinde fiilen eğitim-öğretime açılmıştır2226. Fakültenin 1949-1950 yılına ait müfredat programında yer alan dersler şunlardır: Arapça, Farsça, Yabancı Dil, Sosyoloji, Mantık ve İlimler Felsefesi, İslam Dini ve Mezhepleri Tarihi, İslam Sanatı Tarihi, Mukayeseli Dinler Tarihi2227.

5.3.5. İslam ve Türk Büyüklerinin Türbelerinin Ziyarete Açılması Kararı

CHP’nin iktidarda kalabilmek adına din konusunda atmış olduğu diğer önemli bir adım ise ziyareti yasak olan türbelerin halkın ziyaretine açılması kararıyla gerçekleşmiştir. 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen tekke ve türbelerin kapatılmasına ilişkin kanun İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden tartışmalara konu olmaya başlamıştır2228. Mevzu ilk olarak 30 Aralık 1946 tarihindeki Meclis oturumunda gündeme gelmiştir. Erzurum Milletvekili General Vehbi Kocagüney 1947 yılı Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi görüşülürken söz almış ve birçok Türk büyüğünün türbesinin içler acısı halini dile getirmiştir. Bursa’da bulunan Muradiye Camii ve Murat Hüdavendigar Türbesi’nin çok kötü durumda olduğu, caminin sıvalarının dökülmüş ve şadırvanının da perişan bulunduğu vekil tarafından Meclise anlatılmıştır. Kocagüney ayrıca, İkinci Murat’ın kabrinin metruk bir halde bırakılmış olmasına rağmen Karagöz’ün mezarının koruma altına alınmasının kabul edilemeyeceğini ifadelendirerek sözlerine şöyle devam etmiştir: “… Nasıl gençlik Atatürk’ün mezarı önünde istikbal ve istiklali için nur ve iman alıyorsa, Murat’ın

2221 Gökaçtı, s. 260. 2222 Albayrak, s. 268. 2223 Lewis, s. 414. 2224 TBMMTD, 4 Haziran1949, 8. Dönem, Cilt 20, s. 284. 2225 Jaschke, s. 78. 2226 Ayhan, s. 218. 2227 Ertan ve Küçük, s. 49. 2228 Bila, s. 133. 420

mezarına gidecek, ondan da milli savunma için yeni iman, şehit olmak, gazi olmak ve bu suretle yurdun varlığını korumak için yeni iman ve kuvvet alsın. Onun mezarını türbeler meyanına koymuşuz. Kosova galibinin ve şehidinin mezarı nasıl türbe olur? O halde hükümetten rica ediyorum. Bunu türbeler Kanunu’ndan dışarı çıkaralım. Şehitlerimizin mezarını açalım, gençlik oradan da ruh ve iman alsın2229.” Türbeler konusu her ne kadar 1946 yılı itibariyle gündeme getirilmiş olsa da mesele ile ilgili ciddi tartışmalar ancak 1950 yılında gerçekleşecek olan milletvekili genel seçimi öncesinde cereyan etmiştir. CHP içerisinde, türbelerin açılması konusunda olumlu fikre sahip olanların yanı sıra yumuşama karşıtı olan kişiler de mevcuttur. Ilımlı görüşü benimseyenlerden birisi olan Peyami Safa,Ulus Gazetesi’ndeki köşesinde; türbelerin açılmasından korkulmaması gerektiğini, türbelerin açılmasıyla irticanın hortlayacağından korkuluyorsa zaten inkılâpların hedefine ulaşamamış olduğunu dile getirmiştir. Safa, türbelerin kapalı ya da açık olmasının gericilik önünde hiçbir engel teşkil etmeyeceğini, artık bu tür korkuların atılması gerektiğini belirterek sözlerine şöyle devam etmiştir: “…Türkiye’de çeyrek yüzyıldan beri kurulmuş rejim bir avuç aydının hayali değil de bir milletin ve bir gençliğin realitesi ise, o milletin ve o gençliğin beş yüzüncü fetih yılını kutlamaya hazırlandığı Fatih gibi büyüklerinin mezarlarını ziyaret etmesinden ne korkumuz olabilir2230?” 1 Mart 1950 tarihli Meclis oturumunda Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Bir Takım Ünvanların Meni ve İlgasına Dair 677 Sayılı Kanun’un 1. fıkrasına bir madde eklenmesi konusu görüşülmüştür. Eklenmesi düşünülen ifade şu şekildedir: “Türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değeri bulunanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nca umuma açılabilir. Buralara bakım için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilir. Açılacak türbelerin listesi Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanır ve Bakanlar Kurulunca tasvip olunur”. Görüşmeler sonunda istenen değişiklik Mecliste onaylanmıştır2231. Mecliste onaylanan değişiklikle amaçlanan gaye ise Milli Eğitim Komisyonu tarafından özetle şu şekilde ifade edilmiştir: Yeni yetişen nesillere milli yapımız ve sanat eserlerimiz tanıtılacak, bu yapılar harap olmaktan kurtulacak, tarihi şahsiyetler ve sanatla ilgisiz olunduğu yönündeki iddiaların yersizliği ispat edilecektir2232. 1 Mart 1950 tarihli ve 5566 sayılı kanun olarak yürürlüğe giren yeni uygulama ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sanat kıymetini haiz türbelerin tespit edilmesi çalışmaları başlatılmıştır. Kanunla ayrıca buralara memur ve hizmetli tayininin de önü açılmıştır2233. İsmi belirlenen türbeler yavaş yavaş ziyarete açılmaya başlanmıştır. Önce Plevne Gazisi Osman Paşa’nın Fatih Camisi yanındaki türbesinin açıldığı basında yer almıştır. Açılışta konuşan İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay şu ifadeleri kullanmıştır: “Plevne’nin şanlı müdafiinin ruhuna Fatihalar. Türk Milleti vefalıdır, kahramanların hatırasına saygı göstermesini bilir.

2229 TBMMTD, 30 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3, s. 818. 2230 Peyami Safa, “Türbe Fobisi”, Ulus Gazetesi, 2 Şubat 1950, s. 1. 2231 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,s. 36. 2232 TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25,Ekler Bölümü s. 3/1-3. 2233Resmi Gazete, 4 Mart 1950, s. 2., Ayrıca Bakınız: Vatan Gazetesi, 2 Nisan 1950, s. 1. 421

Tarihimizi kahramanlık menkıbeleriyle süsleyen memleket evlatlarının mezarlarını, türbelerini halkın ziyaretine açmaya devam edeceğiz2234.” Barbaros Hayrettin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim’in türbeleri de kısa zamanda açılacak duruma getirilmiştir. 19 Nisan 1950 günü Kanuni’nin türbesinin açılış töreni düzenlenmiştir. Halkın yoğun ilgisiyle açılan türbenin içerisinde Kanuni’den başka; Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, Sultan II. Ahmet ve Hasekisi Rabia Sultan, Sultan II. Süleyman, Sultan I. Ahmet’in annesi Hatice Sultan ve kızı Asiye Sultan’ın da sandukası bulunmaktadır. Bakanlar Kurulu öncelikli olarak açılması planlanan türbelerin listesini de basına vermiştir. Bu listede yer alan türbeler şunlardır: “Ankara’da Hacı Bayramı Veli; Söğüt’te Ertuğrul Gazi; Göynük’te Akşemseddin; Bursa’da Osman Gazi, Orhan Gazi, Çelebi Mehmet, Yeşil Türbe; Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa; İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, İkinci Mahmut, Mustafa Reşit Paşa, Barbaros Hayrettin, Mimar Sinan, Gazi Osman Paşa, Kırşehir’de Aşık Paşa, Konya’da Selçuklu Sultanları; Caber Kalesi’nde Süleyman Şah Türbesi ve Akşehir’de Nasreddin Hoca Türbesi2235.”

5.4. İrtica Tartışmaları Çerçevesinde Ticani Tarikatı’nın Faaliyetleri

Din anlamındaki hoşgörü ortamı, uzun zamandan beri varlığını hissettirmeyen tarikatların da seslerinin yükselmesine imkân sağlamıştır. Cumhuriyet kurulduğundan beri tarikatlara karşı iktidar sahipleri tarafından sürdürülen şüpheci yaklaşım, toplumsal ayrılığa neden olacağı düşüncesiyle 1945-1950 arasında da devam etmiştir. İlgili yıllar arasında varlığını en ciddi şekilde gösteren oluşum ise Ticani Tarikatı olmuştur2236. Tarikatın kurucusu 1750’li yıllarda Fas’ta doğan Ahmet Ticani’dir. Kendisini Hz. Muhammed’in soyundan gelen birisi olarak tanıtan Ticani, bu tarikatı kurmak için Hz. Muhammed tarafından görevlendirildiğini iddia etmiştir. Şahsın iddiasına göre Hz. Muhammed ona uyanıkken şöyle seslenmiştir : “Sen emniyette olanlardansın, seni görenlerde eğer imanla ölürlerse emniyettedirler, sana az da olsa hizmet eden ve ita’m eden hesap sorulmadan ve ikab edilmeden cennete gidecektir.” Peygamberle görüşmesi sırasında kendi müritleri için O’ndan garanti aldığını belirten Ticani’nin iddiaları şöyle devam etmiştir: “Peygamber’e dedim ki bu faziletler zikri benden şifahen alanlara mı mahsustur, yoksa vasıta ile zikir alanlara da şamil midir? Cevap verdi: ‘Senin izin verdiğin kimseler ve onların verdikleri diğerleri, onlar sanki müşafeheten (yüzyüze) senden almış gibidirler. Ben onların da cennetini zaminim.’ Bu fazilet beni gören ve görmeyen ve bu evradı okuyanların hepsine şamildir.” Tarikat kurulduğu andan itibaren mürit olmak isteyen kişilerden bazı şartları haiz olmasını istemiştir. Tarikat ehli olmak için belirlenen 23 şarttan bazıları şöyledir: Şeyhin zikir vermeye mezun olması, talibin başka şeyhten evrad almış olmaması, sağ veya ölü diğer şeyhlerden birini ziyaret etmemesi, ölünceye kadar şeyhe muhabbetin devam

2234Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 1950, s. 1. 2235Cumhuriyet Gazetesi, 20 Nisan 1950, s. 1-3., Ayrıca Bakınız: Jaschke, s. 104-105. 2236 Lewis, s. 415. 422

etmesi, tarikatı tenkit etmemesi, şeyhini her hususta kendine tercih etmesi ve ondan hiçbir şey saklamaması, şeyhe mensup olanlara hürmet etmesi, zaruret olmadıkça konuşmaması, mekân- beden ve elbise temizliğine dikkat etmesi2237. Birinci Dünya savaşı sonrasında Anadolu’ya geldiği tahmin edilen Ticani harekâtı 1925 yılında tarikatların yasaklanması ile ilgili kanunun çıkmasıyla gizli olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Din konusunda yumuşamaların yaşanmaya başladığı bir dönemde, 1949 yılında, tarikat tekrardan gün yüzüne çıkmıştır. Kemal Pilavoğlu adlı şahıs tarikatı Ankara ve civarında yaymaya çalışmıştır. Pilavoğlu önce Nakşibendî Tarikatı ile ilişki kurmuş, ardından Ticani Tarikatı’na girmiştir. 1949 yılında Ankara çevresinde yer alan yerleşim alanlarında, Kuran’ı Kerim’in yasakladığını iddia ettikleri Atatürk’ün heykellerini kırmaya başlayarak adlarını kamuoyuna duyurmuşlardır. Tarikatın diğer bir eylem türü de halka açık alanlarda, kanunen yasak olmasına rağmen, Arapça ezan okumak olmuştur. Bu konuda yaptıkları en ciddi girişim ise iki tarikat üyesinin Mecliste Arapça Ezan okuma protestosu şeklinde kendisini göstermiştir. Bu iki kişi Meclis oturumu devam ederken yüksek sesle Arapça Ezan okumaya başlamış ve kısa sürede yakalanarak Meclis dışına çıkarılmışlardır. Tarikat temelde İslami bir yönetim isteği içerisinde bulunmuş, Atatürk inkılâplarını tanımamış, laikliği reddetmiş, Kuran ve Hadisleri temel dayanak olarak kabul etmiştir2238. Kıyamet gününün yaklaştığını iddia eden tarikat lideri Pilavoğlu, kendisinin Mehdi olduğunu duyurmaya çalışmıştır. Bu şahıs hukuk eğitimi almış, Ankara’da Pilavoğlu Hanı adında bir de hana sahip olan zengin bir kişidir2239. Tarikatı içerisinde O’na karşı büyük bir bağlılık mevcuttur. Kemal Bağlum anılarında, bu bağlılığı kanıtlayacak şekilde, Ankara yakınlarındaki Yuva Köyü’nde bir Cuma Namazı sırasında Pilavoğlu ile ilgili olarak yaşadığı bir hatırasını şu şekilde aktarmıştır: “Cuma namazından 15-20 dakika önce Yuva Köyü’ne gelen Pilavoğlu, nereden çıktığını bilmediğim yeşil bayraklarla karşılandı. Yeşil bayrakların üzerinde‘La İlahe İllallah Mehdi Resullulah’ yazıları yer almıştı. Pilavoğlu önce abdest almak istedi. Derhal bir leğen ile ibrik getirildi. Pilavoğlu bu leğende abdestini aldı. Leğen içine birikmiş su bir anda ortadan kayboldu. Sonradan öğrendiğime göre, bu su Zemzem suyundan daha mukaddes sayıldığı için, müritler tarafından damla damla içilecekmiş.” Ticaniler kendileri dışındaki tarikatları dinsiz olarak adlandırmışlardır. Pilavoğlu’nun ismi Mehdilik iddiasından dolayı Fas ve Endonezya gibi ülkelerde de yayılmaya başlamıştır. Faaliyetlerini artıran Ticaniler bir camiye doldurdukları Kuran’ları yakmaktan da geri durmamışlardır. Tarikatın faaliyetlerinin rahatsızlık yaratması üzerine Pilavoğlu dahil tarikat önderleri tutuklanarak mahkemeye sevk edilmişlerdir2240. 60 kişi ile tarikat ayini yapmaktan ve diğer faaliyetlerinden dolayı suçlanarak yargılanmaya başlanan Pilavoğlu’na, Ankara’da devam eden duruşmaları sırasında, tarikat üyeleri tarafından büyük destek verilmiştir. Mahkeme salonunda ve dışarısında yapılan

2237Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 88, Ekim 1950, s. 203-204. 2238 Sitembölükbaşı, s. 129-130. 2239Akşam Gazetesi, 6 Şubat 1949, s. 1. 2240 Bağlum, s. 22-25. 423

protestolar dikkat çekmiştir. Bu süreçte çeşitli söylentiler de ortaya atılmıştır. Pilavoğlu’nun yaklaşan milletvekilliği seçiminde CHP tarafından milletvekili adayı yapılacağı ve bu konuda kendisine teklif götürüldüğü iddia edilmiştir. İddiaya bağlı olarak ise tarikatın güçlü olduğu Ankara’nın Şabanözü2241 ve Çubuk köylerinden birkaç grubun CHP merkezine getirilerek görüşüldüğü söylenmiştir. Pilavoğlu’nun mahkemedeki savunması ise CHP Müfettişi Muzaffer Akpınar’ın oğlu avukat Yılmaz Akpınar ile avukat Aziz Barıkan tarafından yapmıştır2242. Tarikat- CHP ilişkilerinin ortaya çıkarılması konusunda büyük çaba sarf eden DP gazetesi Zafer’de Pilavoğlu’nun tutuklanmasına neden olan hadise okuyucuya duyurulmuştur. Jandarma tarafından yapılan hırsızlık aramaları sırasında Pilavoğlu’na ait bahçede toplananları gören jandarma ani baskın yapmış, birçok kişi kaçmış ve jandarma ancak 24 kişiyi yakalayabilmiştir. Bu kişilerin verdikleri ifadede, Kemal Pilavoğlu’nun kendilerini Halk Parti’ye kaydolarak bu partiye oy vermeye davet ettiğini söylemişlerdir2243. Gazetenin diğer bir iddiası ise; Cumhurbaşkanı İnönü’nün memleketi olan Malatya şehrine Ticani Tarikatı’na üye bazı kimselerin gidip parti propagandası faaliyetlerinde bulundukları yönünde olmuştur2244. Pilavoğlu, Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılan 19 Nisan 1950 tarihli duruşmasında; Bakırköy Akıl Hastanesi’nde 5 ay kaldığını, annesinin kendisini çıkarttığını da anlatmıştır2245. Hâkim Pilavoğlu’nun tutuklanmasına sebep olan Saymakadın Mahallesi’ndeki2246 toplantının nedeni sorulmuştur. Pilavoğlu ise; 1943 yılında bir tarikat kurduğunu ve bunu yürütemediğini söyleyerek bahsi geçen eve ticari işleri için gittiğini, orada insanların toplandığını görünce de CHP’ye kaydolduğunu belirtmiştir. Ardından orada bulunanlara iktidar partisine oy vererek onların kuvvetlendirilmesi gerektiğini, tarikat işleriyle uğraşmamak üzere partiye söz verdiğini söylediğini ifade etmiştir. Böylece CHP ile tarikat arasında bir bağ olduğu yönünde birinci ağızdan itiraf gelmiştir2247. 1951 yılında tarikat üyelerinin bir bölümünün hapis cezası almasıyla tarikat zayıflamış ve yok olmuştur. 20 yıl hapis cezası alan Pilavoğlu 1972 yılında serbest bırakılmış ve 1976 yılında ölmüştür2248.

5.4.1. Mareşal Fevzi Çakmak’ın Cenaze Töreninde Yaşanan Olaylar

İrtica tartışmalarını alevlendiren diğer bir olay ise Fevzi Çakmak’ın cenaze törenlerinde yaşananlar olmuştur. Fevzi Paşa’nın askerlik vazifesi sırasında yakalanmış olduğu amipli dizanteri hiçbir zaman tam olarak iyileşmemiş, yaşlılık ve diğer rahatsızlıklarla birleşerek vücudunu yıpratmıştır. 1950 yılı başlarında iki defa ameliyat olmuştur. Yurt dışında ameliyat olacak kadar maddi birikimi olmayan Çakmak sağlığını iyice yitirmiş ve 10 Nisan 1950 tarihinde

2241 Günümüzde Çankırı’nın bir ilçesidir. 2242Cumhuriyet Gazetesi, 12 Nisan 1950, s. 1-3 2243Zafer Gazetesi, 11 Nisan 1950, s. 1-6. 2244 “CHP’nin Propagandacısı Pilavoğlu”, Zafer Gazetesi, 18 Nisan 1950, s. 1. 2245Zafer Gazetesi, 20 Nisan 1950, s. 1-6. 2246 Ankara’da bulunan Abidinpaşa Semti’nin bir mahallesidir. 2247Cumhuriyet Gazetesi, 20 Nisan 1950, s. 1-3. 2248 Sitembölükbaşı, s. 130. 424

vefat etmiştir. Çakmak’ın ölümü üzerine Suriye ve Irak radyolarında müzik yayını kesilmiştir2249. Hindistan basınında da vefat haberi geniş yankı bulmuştur. Delhi'de yayınlanan Hindistan Times bu hususta şöyle bir haber yayınlamıştır: “Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk ve İnönü ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, modern Türkiye'yi yaratmıştır. Kendisi aynı zamanda Hindistan- Türkiye dostluğuna kuvvetle inananlardandı. Ölümü büyük bir kayıptır2250.” Mareşal, kendisini görevden aldığına inandığı ve siyasete atıldıktan sonra da ciddi bir mücadeleye girmiş olduğu İnönü ile arası bozuk olarak ölmüştür. Öyle ki Çakmak kendisini hastalığı sırasında ziyaret etmek isteyen İnönü’yü reddetmiş ve sebebini şu şekilde açıklamıştır: “Ben hasta olalı çok oldu. Meclise ikişer aylık raporlar gönderdim. Evimde iki ay hasta yattım. Hastanede bir müddet kaldıktan sonra ameliyat oldum. Ameliyatım üzerinden çok zaman geçti. Bu halde yapılan ziyaretin samimi değil, siyasi olduğuna kanaat getirdim2251.” Bu gerginlik Mareşal’in ölümü ile birlikte yeniden gündeme gelmiştir. Çakmak’ın ölümü üzerine radyo yayınlarının durdurulmaması üzerine gece 22.30 civarında üniversite öğrencileri radyo önünde gösteri yapmışlar ve 9 öğrenci tutuklanmıştır. Milli Türk Talebe Birliği, Türk Gençlik Teşkilatı ve Türk Kültür Ocağı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne telgraf çekerek radyoda müzik yayınının durdurulmasını istemişlerdir. Ertesi gün Marmara öğrenci lokalinde kapalı salon toplantısı yapılmıştır. Öğrenci grupları polisin engellemesine rağmen Taksim’e ve oradan Çakmak’ın evine doğru hareket etmişlerdir. Radyo evi önünde de gösteri yapan grup, asker ve polisin engellemesine rağmen Teşvikiye’de bulunan Mareşal’in evine ulaşmışlardır. Tekrar radyo evine gelen öğrenciler arasından 50 kadarı gözaltına alınmıştır. Akşamüzeri ise Beyoğlu’ndaki içki lokantaları göstericiler tarafından kapatılmış, Tepebaşı’nda bulunan Dram Tiyatrosu’nda sergilenecek oyun da seyirciler dağıtılarak engellenmiştir2252. Hükümet yaptığı yanlışı telafi etmek için radyoda matem müzikleri yayınlamaya başladığı gibi, Ankara’dan İstanbul’a cenaze için gideceklere ek tren seferi de koymuştur. Cenaze töreninin yapıldığı 12 Nisan günü ise cenazeye katılanlar taşkınlık yaparak askeri ve resmi törenleri uygulatmamışlar, eller üzerinde taşınan cenazenin namazı Bayezit Cami’sinde kılınmış, yine omuzlar üstünde Eyüp Sultan Cami’sine getirilmiştir. Asker ve polis kimi zaman katılımcılarla çatışmalara girmiş, bazı göstericiler gözaltına alınmıştır2253. Cenazenin taşınması esnasında elli kadar hafız tekbir, ilahi ve dualarla cenazeye iştirak etmişlerdir. Halk da bu ritüellere katılmıştır. Cenazenin geçtiği caddelerde açık bir dükkân bırakılmamıştır. Cenaze Eyüp mezarlığında defnedilmiştir2254. Böylece hayatı boyunca düzenli yaşamayı felsefe edinmiş olan Çakmak’ın cenazesi O’na yakışmayacak bir düzensizlikte ve kontrolsüzlükte yapılmıştır2255. Mareşalin cenazesi sırasında yaşanan taşkınlıklar nedeniyle tutuklanan 86 kişiden 29 tanesi öğrencidir. Geriye kalanlar esnaf ya da işsiz-güçsüz kimselerdir. Bu kişiler hakkında isnat edilen suçlar; toplanma kanununa ve zabıta kuvvetlerine karşı tecavüz, resmi bir daire olan radyo

2249 Gök, s. 81-83. 2250Ayın Tarihi, 14 Nisan 1950. 2251Akşam Gazetesi, 16 Eylül 1949, s. 1. 2252 Kabacalı, Türkiye’de…, s. 118-119., Ayrıca Bakınız: Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 265-269. 2253 Öymen, s. 393-394. 2254Zafer Gazetesi, 13 Nisan 1950, s. 1-6. 2255 Aydemir, İkinci…, Cilt II, s. 454-455. 425

evindeki memurlara müdahale, Arapça Ezan okumak ve inkılâplara karşı hakaretlerde bulunmak şeklinde sıralanmıştır2256. Cenaze töreninde yaşanan taşkınlık büyük tepki toplamıştır. Milli Türk Talebe Birliği, cenaze töreni ile ilgili olarak yayınladığı bir tebliğde, Türk gençliğinin inkılâpları benimsemiş olduğunu ve bunun karşısındaki her türlü faaliyetle mücadeleye hazır olduklarını belirterek şu ifadeleri kullanmışlardır: “…İrticayı en az solculuk kadar tehlikeli sayıyoruz. Her ikisi ile de amansız mücadele vazifemizdir. Zaman zaman siyasi ihtiraslarının kurbanı olarak gençliğin heyecanını istismar etmek isteyenleri amme efkârı önünde şiddetle protesto ederiz…2257.” Benzer bir tepki de İstanbul gazetelerinin temsilcilerinin yayınladığı ortak beyannamede kendisini göstermiştir. Beyanname özetle şu şekildedir: Askeri hizmetleri ile takdir edilen Mareşalin cenazesinde gençlerin gösterdiği ilgi takdire şayandır. Bu hassas durumda yaşanan taşkınlıkların önlenmesinde eksik kalan makamlar görevlerini layıkıyla yerine getirmemişlerdir. Milli hassasiyetler takdir edilmekle beraber, araya karışan art niyetlilerin varlıkları kabul edilmez. Anarşiye karşıyız ve Atatürk İlkelerine bağlıyız. Demokrasi konusunda iktidardan gelecek bir baskıya direneceğimiz gibi, halk içinden gelecek bir engellemeye de karşı duracağız. Beyannamenin altına imza atan gazeteciler ise şunlardır: Enis Tahsin(Akşam), Nadir Nadi(Cumhuriyet), Faruk Gürtunca(Her Gün), Haluk Cemal(Gece Postası), Ali Naci Karacan(Milliyet), Cihat Baban(Son Saat), Selim Ragıp Emeç(Son Posta),Nureddin Uryan(Son Telgraf), Ahmet Emin Yalman(Vatan), Refik Halit Karay(Yeni İstanbul), Nusret Safa(Zaman)2258.Yaşananlar karşısında DP ve CHP ortak tavır sergilemiştir. Bayar yaptığı açıklama ile yaklaşan milletvekili genel seçimlerine huzur ve sükûn içinde gidilmesi isteğinde bulunmuştur2259.

5.5. Demokrat Parti’nin Din Konusundaki Yaklaşımları

Demokrat Parti hem iktidara gelmeden önce hem de iktidarı süresince din konusundaki yaklaşımını korumuştur. CHP karşısındaki muhalefet yıllarında halkın dini isteklerini öncelikli olarak gündemine alan DP kurmayları, Cumhuriyet rejimi döneminde din konusunda yaşanan ve halkın memnuniyetsizliği ile karşılaşan uygulamaların karşısında olduğunu sürekli olarak dile getirmiştir. Partinin bu tavrı halk tarafından sempatiyle karşılandığı gibi, CHP iktidarının da din konusundaki sert tutumunun yumuşamasında etkili olmuştur. DP’nin din karşısındaki tutumu en net biçimde 20 Haziran 1949 tarihinde toplanan İkinci Büyük Kongresi’nde kabul edilen parti programında kendisini göstermiştir. Program içerisinde, iktidara gelindiğinde dini konularda yapılması planlanan vaatler yer almıştır. Din adamı yetiştirilmesi, din eğitimi verilmesi ve özerk din eğitimi kurumlarının oluşturulması yönünde çalışmalar yapılacağı

2256Zafer Gazetesi, 15 Nisan 1950, s. 1-6. 2257Ulus Gazetesi, 16 Nisan 1950, s. 1. 2258Zafer Gazetesi, 15 Nisan 1950, s. 1-6. 2259 Yalman, s. 1519. 426

ifadeleri vaatlerden bir kaçı olarak öne çıkmıştır2260. DP İktidara geldikten hemen sonra Başbakan Menderes muhalefet yıllarındaki tutumu devam ettirmiş, yaptığı açıklamalarda millete mâl olmuş inkılaplara sahip çıkılacağını, din ve vicdan hürriyetine saygı duyulacağını belirtmiştir. Bu ifadeler İslamcılar ve halk tarafından olumlu karşılanmıştır2261. İsviçre’de yayınlanan Neve Züricher Zitungadlı gazete neşrettiği bir makalede DP’nin dini konulardaki yaklaşımını şu ifadelerle değerlendirmiştir: “...14 Mayıs’ta yapılan seçimler neticesinde iktidara gelen Demokrat Hükümeti, milletin dini isteklerine derhal büyük ehemmiyet verdi. Halk Partisi’nin bu seçimde kemali debdebe ile hezimete uğramasının en büyük amili son 27 sene sarfında Halkçıların din aleyhinde takip ettikleri siyasetleri olduğundan artık hiç kimsenin şüphesi kalmamıştır. İktidara gelen muzaffer Demokrat Parti, kendisini halkın hissiyatını nazarı itibara almak mecburiyetinde görmüş ve millete önemli müsaadelerde bulunmuştur…2262.”

5.5.1. Türkçe İbadet, Türkçe Ezan, Radyoda Kuran Okunması Konularında Yapılan Girişimler

Cumhuriyet rejimiyle birlikte millileşme adına yapılan yönelim ibadet konusuna da sıçramış ve ibadetin Türkçeleştirilmesi noktasında girişimlerde bulunulmuştur. Mustafa Kemal ilk olarak 1 Mart 1922 tarihli Meclis konuşmasında camilerde okunacak hutbelerin anlaşılacak bir dilde olması amacına yönelik olarak: “…Camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve halka yol gösterecek değerli hutbelerin içeriğini halkça anlaşılır olmasını sağlamak yüce Şer’iye Vekâleti’nin önemli bir görevidir” ifadelerini kullanmıştır. 7 Şubat 1923 tarihinde ise Balıkesir Paşa Cami’sinde verdiği hutbenin ardından sorulan sorulara cevap verirken hutbelerin Türkçeleştirilmesi gerektiğini açıkça vurgulamıştır2263. Kuran’ı Kerim’in ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi girişimlerine karşı duran bir kesim olmasına rağmen bu alandaki girişimler devam etmiştir. 1930 yılındaki ilkokul müfredat programı içerisinde İslamiyet’in sadece Araplara mahsus bir din olmadığı için her milletin kendi dili ile dua etmesinin daha samimi olacağı belirtilmiştir2264. 9 Ocak ile 7 Şubat 1932 tarihleri arasında yer alan Ramazan ayı ise ibadetlerin Türkçeleştirilmesi girişiminin zirveye ulaştığı dönem olmuştur. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip bahsi geçen Ramazan ayından kısa süre önce yayınladığı “Müslümanlık: Türk’ün Milli Dini” başlıklı tezi ile yapılacak olan dinde Türkçeleştirme çalışmalarına temel hazırlamıştır. Tez içerisinde Hz. Muhammed’in Türk kökenli olduğu dahi ispat edilmeye çalışılmıştır. Türklerin İslam’a hizmetlerinden ve yetişen önemli Türk alimlerinden bahseden metin, İslam medeniyetinin Türkler tarafından oluşturulduğunu iddia etmiştir. Tezin son kısmında ise İslam’ın Türkçeleştirilmesi sürecinden bahsedilmiştir. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli ve Hacı Bayramı Veli’nin tekkeler aracılığıyla Türkçeleştirme faaliyetlerini sürdürdükleri, Mevlid’in yazarı olan

2260 Şenşekerci, s. 194. 2261 Duman, s. 37. 2262Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 93, Ocak 1951, s. 288. 2263 Ali Sevim, İzzet Öztoprak ve M. Akif Tural, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, ATAM Yayınları, Ankara 2006, s. 319- 320 ve 463. 2264 Daver, s. 168-170. 427

Süleyman Çelebi’nin ise konuyla ilgili ilk büyük adımı attığı öne sürülmüştür. Reşit Galip’le görüşen Mustafa Kemal, yapılacak işler için bir plan oluşturmuştur. Bu plana göre; İslamiyet’in bir Türk dini olduğu ispat edilecek, ardından ibadetin Allah’la kul arasında kalbi bağlılık olduğu anlatılacak, Allah’la kurulan bu bağın en iyi olarak ana dille yapılacağı öğretilecek ve bu sürecin sonunda da dualar Türkçeleştirilecektir2265. 12 Ocak 1932 günü İstanbul’a gelen Mustafa Kemal fikirlerini uygulamaya koymaya başlamıştır. İlk olarak 17 Ocak tarihinde, vefat eden Müdafaa-i Milliye Müsteşarı Derviş Paşa’nın kabri başında okunmak üzere Türkçe bir mersiye hazırlamıştır. 20 Ocak tarihinde ise Hafız Yaşar Okur’u çağırttırarak Cuma namazında Yerebatan Camii’nde Türkçe Kuran okuması talimatını vermiştir. 22 Ocak Cuma günü halk merakla olacakları görmek üzere camiye toplanmıştır. Hafız Yaşar önce Arapça Yasin-i Şerif, ardından Türkçe mealini makamıyla okumuş ve bitiminde de Türkçe bir dua etmiştir.24 Ocak itibariyle İstanbul’un çeşitli camilerinde Türkçe Kuran okuma çalışmaları başlamıştır. Farklı camilerde, Kuran’ın farklı sureleri değişik makamlarda hafızlar tarafından okunmuştur. Mustafa Kemal, Kadir Gecesi’nin Ayasofya’da kutlanmasını ve söylenecek tekbirin Türkçeleştirilmesini istemiştir. Hafızlar Türkçeleştirme çalışmaları yaparken “Allah büyüktür” ve “Tanrı Uludur” çevirileri arasında tercih yapamayınca Mustafa Kemal ikincisini seçmiştir. Ortaya çıkan tekbir şu şekildedir: “Tanrı Uludur! Tanrı Uludur! Tanrıdan Başka Tanrı Yoktur. Tanrı Uludur! Tanrı Uludur! Hamd O’na Mahsustur!”. 30 Ocak 1932 günü ilk defa olarak Hafız Rıfat, Fatih Camii’nde Türkçe Ezan okumuştur. Okunulan Türkçe ezan şöyledir: Allah Büyüktür! (4 Defa) Tanrıdan başka tapacak yoktur!(2 Defa) Ben şahidim ki Tanrım büyüktür!(2 Defa) Nebi Muhammed Allah resulü!(2 Defa) Ben şahidim ki o Haktan geldi!(2 Defa) Ey dinleyenler! Geliniz namaza!(2 Defa) Ey İşitenler! Koşunuz felaha!(2 Defa) Allah Büyüktür!(2 Defa) Tanrıdan başka tapacak yoktur!(1 Defa)2266 Yozgat, Kayseri, Zonguldak, Balıkesir ve bazı illerde Türkçe Kuran okunmaya da başlanmıştır. 5 Şubat günü ise Ramazanın son cumasıdır ve Hafız Sadettin Kaynak, Süleymaniye Camii’nde ilk Türkçe hutbeyi okumuştur. 8 Şubat Ramazan Bayramı namazında da ülkenin birçok yerinde Türkçe tekbir ve hutbeler okunmuştur. Bayram akşamı ise ordu müfettişlerini çağıran Mustafa Kemal onlara Sadettin Kaynak’ın Türkçe Kuran okuyuşunu dinletmiştir. Paşalar Cumhurbaşkanı’nın bütün inkılâplarında olduğu gibi bu konuda da O’nu desteklediklerini söylemişlerdir. Böylece Türkçe Kuran, Türkçe Ezan, Türkçe Tekbir ve Türkçe Hutbe girişimleri sırasıyla hayata geçirilmiştir2267.

2265 Dücane Cündioğlu, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1998, s. 68-76. 2266Akşam Gazetesi, 31 Ocak 1932, s. 2. 2267 Cündioğlu, Türkçe…, s. 81-95., Ayrıca Bakınız: Büyük Doğu Dergisi, Sayı 23, 25 Ağustos 1950, s. 3. 428

Bu sürecin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından oluşturulan bir komisyon Türkçe Ezana son halini vermiştir ve Ezanın yeni versiyonu içerisinde şu ifadeler yer almıştır: “Tanrı uludur, şüphesiz bilirim bildiririm, tanrıdan başka yoktur tapacak, şüphesiz bilirim bildiririm, tanrının elçisidir Muhammed, haydin namaza, haydin felaha, namaz uykudan hayırlıdır.”18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla tüm camilere gönderilen bir genelgeyle Türkçe Ezan okunması zorunluluğu bildirilmiş ve uymayanların cezalandırılacağı duyurulmuştur. Bu girişim karşısında tepki duyanlar ve Arapça Ezan okumaya çalışanlar olmuştur. Ceza yasasında Türkçe Ezan okumanın cezası olmadığı için emirlere karşı gelenlere 50 liraya kadar para, bir aya kadar ise hapis cezası verilmesi düşünülmüştür. Cezalar çok küçük olsa da caydırıcı olmuş, Ezan okuyanlar bir soruşturma geçirmemek için Türkçe Ezan okumayı sürdürmek zorunda kalmıştır. 1941 yılında ise bir kişinin verilen para cezasının kanunsuz olduğu itirazında bulunmasıyla Yargıtay cezayı iptal etmiştir. Sonraki süreçte mahkemeler Yargıtay’a uyarak para cezaları vermemeyi tercih etmişler, bu durum Arapça Ezan okunma yaygınlığını artırmaya başlamıştır2268. Ezan konusunda uygulanan inkılâp girişimine karşı koyuşların artması üzerine Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesinde değişiklik yapılması kararlaştırılmış ve 2 Haziran 1941 tarihinde çıkarılan kanunla ezan ve kametin Arapça okunması yasaklanmış, okuyanlara ise 3 aya kadar hafif hapis cezası ile 200 liraya kadar hafif para cezası getirilmiştir. Alman ordularının Türk sınırlarına dayandığı tehlikeli bir süreçte Ezanın lisanı ile uğraşılması çok mantıklı bir hareket olarak görülmemiştir. Halk da yapılan kanundan rahatsızlık duymuş ve tepki göstermiştir2269.

5.5.2. İkinci Dünya Savaş Sonrasında Türkçe İbadet Konusunda Yapılan Girişimler ve DP’nin Tutumu

İkinci Dünya Savaşı’nın demokratik ülkeler lehine sonuçlanacağının anlaşılması sonrasında Türkçe Ezan uygulaması karşısında duranların ve Arapça Ezan okuyanların sayısında artış olduğu görülmüştür. Bu konuda CHP merkezine ve valiliklere çeşitli şikâyet dilekçeleri gönderilmiştir. Şikâyetler karşısında yetkili merciler duruma müdahale etme yolunu seçmişlerdir. Örneğin Konya Valiliği, Konya Müftülüğü’ne gönderdiği bir yazıda; Konya Köprübaşı’nda bulunan Yanık Cami’nde fahri imam olarak çalışan Mehmet İyibildiren’in 27 Haziran 1945 tarihinde Akşam Ezanı’nı Arapça okumuş olduğu belirtilmiş, bu kişinin Ezan okumaya müftülük tarafından mezun edilip edilmediğinin, kanuna karşı gelerek Arapça Ezan okuması sonrasında müftülük tarafından idari bir işleme tabi tutulup tutulmadığının valiliğe bildirilmesi gerektiği belirtilmiştir2270. Yine Vakıflar Müdürlüğü tarafından Konya Merkez Müftülüğü’ne gönderilen 31 Ağustos 1945 tarihli bir yazıda; Kapu Camii Hatibi Abdurrahim adlı kişinin Cuma namazı sırasında bilinçli olarak Ezan okutmadan hutbeye başladığı ve hutbe

2268 Öymen, s. 484-486. 2269 Burçak, On…, s. 55-57. 2270 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 51..0.0.0,Yer No: 12.103..44. 429

öncesinde Ezan okunmasının sünnet olduğunu söyleyerek bu uygulamayı terk ettiği belirtilerek, bu kişinin İslami bir geleneği değiştirme gibi bir yetkiye sahip olmadığı, bu nedenle müftülük tarafından bir işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuştur2271(EK 24). Arapça Ezan okuyanlar hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine eklenen ceza uygulaması savaş sonrası süreçte yürürlüğünü devam ettirmiştir. Kütahya’da iki kişi Cuma namazında iç Ezanı Arapça okudukları için Kütahya Sulh Ceza Mahkemesi tarafından üçer ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu durum Sebilürreşad Dergisi’nde eleştirilmiş ve şu ifadeler kullanılmıştır: “Bugün yeryüzündeki millet ve devletlerin hiç birinde, hatta komünizm diyarında bile, böyle bir kanun yoktur. İnsanlık hukuk tarihi böyle bir kanun bilmiyor. ‘Allahuekber’ dediği için bir Müslüman Türk vatandaşını üç ay zindana atan bir demokrasi, bir laik idare, bir vicdan hürriyeti dünyanın hangi devletinde vardır?... Antidemokratik kanunları tadil ve bertaraf edeceğiz davasında bulunan Demokrat Parti reisleri de bir kerecik olsun bu kanunun demokrasiye, laikliğe, vicdan hürriyetine aykırı olduğundan bahsetmediler. Hâlbuki demokrasiye, laikliğe, vicdan hürriyetine, Anayasaya aykırı olan kanunların en başında bu kanun gelir2272.” Halkın Türkçe Ezan karşısında gösterdiği tepki, CHP iktidarının durum karşısında yumuşama içerisine girmesini zorunlu kılmıştır. Bunun ilk adımları arasında gösterilebilecek bir şekilde, 22 Eylül 1948 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından müftülüklere gönderilen bir yazıda; Ezan ve kamet’in Türkçe okunmasının zorunlu olduğu, fakat mevlidlerde-hatimlerde ve bayram namazlarındaki tekbirlerde Arapça versiyonun kullanılmasında hiçbir mahzurun olmadığı yönünde bir ifade yer almıştır2273. Türkçe Ezan konusunda gösterilmiş en ciddi tepki ise daha önce de bahsettiğimiz TBMM oturumu içerisinde Arapça Ezan okuma girişimi olmuştur. 4 Şubat 1949 tarihli Meclis oturumu esnasında dinleyici locasında bulunan Muhittin Ertuğrul adında bir şahıs Arapça Ezan okumaya başlamıştır. Bu kişi emniyet birimi tarafından dışarı çıkarılırken bu kez de Osman Yaz isimli şahıs Arapça Ezan okumaya başlamıştır. Şahıslar karakola götürülerek ifadeleri alınmıştır. Ezan okuyanlardan Muhittin Ertuğrul’un olaydan birkaç ay önce Devlet Demiryollarından ayrılarak tarikat işleriyle uğraşmaya başladığı anlaşılmıştır. Osman Yaz ise Ticani Tarikatı müritlerindendir. İsmi geçen kişiler daha önceden Eskişehir ve Ankara’nın kaza ve köylerindeki camilerde Arapça Ezan okudukları için yargılanmış ve ceza almışlardır2274. Mecliste Ezan okuyanlar verdikleri ortak beyanatta kendilerini şu şekilde savunmuşlardır “…Bizler Hak aşığıyız. Allah aşkı ilahi ve kutsidir. Kadın ve para aşkı ise şeytanidir, hayvanidir, nefsanidir. Bir adamda iman varsa, ahlak ve bilgi var demektir. İmanlı bir ümmi imansız bir profesörden daha bilgilidir. Bugünkü ahlak çok bozuktur. Kadınlar çok açık saçık geziyorlar. Müslüman meclisinde kadının bulunması haramdır. Kadınları yeniden Müslüman kıyafetine sokup evlerinde oturtmalı. İçimize aşkı ilahi girerse, nerede olursak olalım, mecliste, mahkemede, hatta idam sehpasında

2271 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 51..0.0.0,Yer No: 12.103..58. 2272Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, Haziran 1948, s. 60. 2273 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 51..0.0.0,Yer No: 4.31..3. 2274 TBMMTD, 4 Şubat 1949, 8. Dönem, Cilt 16, s. 37. 430

bile Arapça Ezan okuruz. Bu, Rabbin emridir2275.” Mecliste Ezan okuma hadisesi Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun değerlendirmesine göre siyasi bir girişimden öte bir şey değildir2276. Diğer bir Arapça Ezan okuma girişimi de 3 Mart 1950 tarihinde gerçekleşmiştir. Ticani tarikatı üyesi Ankara Çubuk ilçesinden Nebi Cavid, Cuma Namazı sırasında Hacı Bayram Camii’nde Arapça Ezan okumuştur. Şahıs yakalanarak adalete teslim edilmiştir. Sanık aynı suçtan daha önce de dört defa mahkûmiyet almıştır2277. DP’nin iktidara gelmesi sonrasında Türkçe Ezan konusu yeniden gündeme gelmiştir. Yeni iktidar kendisini seçen halkın hassasiyetlerini iyi görerek ezan konusunu daha iktidarının ilk günlerinde gündemine taşımıştır. Başbakan Menderes konuyu 4 Haziran tarihinde basın aracılığıyla halka duyurmuş ve Zafer Gazetesi’ne verdiği bir beyanatta şu ifadeleri kullanmıştır: “…Dinin siyasete karıştırılmamak ve dini ibadetler amme nizamına ve umumi adaba aykırı olmamak şartıyla herkesin dini vecibe ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmesi vicdan hürriyeti icabındandır. Vicdan hürriyeti de, diğer hürriyetler gibi vatandaşın tabi hakkı olarak kabul olunmadıkça laik devlet prensibinin tahakkuk ettirilmesine imkân görülmez. Parti programımızda vicdan hürriyeti ve laiklik esası bu anlayışa göre tespit edilmiştir2278.” Menderes’in ifadelerinde bahsi geçen hürriyet vurgusu o günlerde, öncelikli olarak Türkçe Ezan konusunu nitelemiştir. Menderes, yine basında yer alan bir demecinde konuya daha da açıklık getirerek ve Ezan mevzusuna değinerek şu yorumda bulunmuştur: “Her taassup cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvela taassup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice kavranmış olması neticesidir ki, büyük Atatürk bir takım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken taassup zihniyetiyle mücadele etmek lüzumunu hissetmişti. Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lüzumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bugünün hür Türkiye’sine zemin hazırlamıştır. Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezat teşkil eder gibi görünür. Bunun izahı arz ettiğim gibi, geçmişteki hadiselerin hatırlanmasına ve taassup zihniyetine karşı mücadele zaruretinin kabul olunmasına bağlıdır. Aradan bunca yıllar geçtikten ve vaktiyle zaruri görülen tedbire artık ihtiyaç kalmadıktan sonra bunda ısrar bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder2279.” Menderes Hükümeti, Türk Ceza Kanunu’ndaki Ezanla ilgili ibarenin kaldırılması için bir önerge hazırlamıştır. Parti başkanı olmasa da, Cumhurbaşkanı Bayar’a konunun danışılması icap etmiştir. Bayar, Mustafa Kemal Atatürk’e tam bağlı olan ve aynı zamanda İsmet İnönü’ye çok partili hayata geçerken Atatürk inkılâplarına bağlı kalacağına söz veren bir şahsiyettir. Ezan konusu Bakanlar Kurulu’nda görüşülürken Bayar biraz temkinli davranmış ve Atatürk’ün manevi şahsiyetinin ıstıraba sevk edileceğini söylemesine rağmen, bakanlar arasından destek alamayınca kararın kuruldan geçmesine müdahale etmemiştir. CHP grubu içerisinde ise bir grup

2275Tan Gazetesi, 7 Şubat 1949, s. 1. 2276 Velidedeoğlu, Cilt 2, s. 260. 2277Zafer Gazetesi, 4 Mart 1950, s. 1. 2278 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 2279Son Posta Gazetesi, 5 Haziran 1950, s. 1., Ayrıca Bakınız: Tanyeli ve Topsakallıoğlu, s. 9-10. 431

milletvekili Türkçe Ezana karşı çıkarken bir diğer grup sessiz kalmayı tercih etmiştir. Çünkü Ezanı Türkçe okutmak isteyenler daha önceleri halk arasında dinsizlikle suçlanmıştır. 1950 seçimleri öncesinde CHP dinsizlik yaftasından kurtulmaya çalışmış ama parti içindeki genel görüşe göre bu konuda gereken başarı yakalanamamıştır. CHP’nin yaşadığı sıkıntıların bir daha gündeme gelmemesi amacıyla partili vekillerden büyük bölümünün Türkçe Ezanın kaldırılmasına destek vereceği anlaşılmıştır. İnönü bu yaklaşımı engellemeye çalışsa da, yapılan görüşmeler sonunda CHP grubu Türkçe Ezan okunmasını istediklerini ama Arapça okuyanlara da ceza verilmesine karşı olduklarını söyleme kararı almıştır2280. Ezanla ilgili önergenin 14 Haziran 1950 tarihinde Meclise sunulması sonrasında Menderes, DP meclis grubu toplantısında yapmış olduğu bir konuşmasında konuyla ilgili partisinin gerekçelerini ve bakış açısını şu şekilde aktarmıştır: “Orduyu siyasete soktular, gençliği tahrik ettiler, irticayı körüklediler. Şimdi gazetelerinde sanki hiç suçları yokmuş gibi bize kendi yaptıklarını atfediyorlar. Ezan meselesi dolayısıyla, Atatürk inkılâbı elden gidiyor, diye bağıranlar, türbeleri kendilerinin açtıklarını, mekteplere din derslerini kendilerinin soktuklarını unutuyorlar2281.” 16 Haziran 1950 tarihli Meclis görüşmesinde Arapça Ezan okunması konusu gündeme gelmiştir. CHP adına konuşan Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu partisinin görüşünü şu ifadelerle dile getirmiş ve uygulama karşısında olmadıklarını belirtmeye çalışmıştır: “Bu memlekette milli devlet ve milli şuur politikası Cumhuriyetle kurulmuş ve Cumhuriyet Halk Partisi bu politikayı takip etmiştir. Bu politika icabı olarak Ezan meselesi de bir dil meselesi ve milli şuur meselesi telakki edilmiştir. Milli devlet politikası, mümkün olan her yerde Türkçenin kullanılmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizle olmasını bu bakımdan daima tercih ettik. Türkçe Ezan, Arapça Ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz. Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek Arapça Ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız2282.” Aynı oturumda, Adalet Bakanlığı Komisyonu tarafından hazırlanan ve Meclise gönderilen bir rapor vekillere sunulmuştur. Bu raporda Ezan konusundaki ceza uygulamasının ve Arapça Ezan mevzusunda yaşanan sıkıntının tarifi şu şekilde yapmıştır: “…Müslüman Türklere sebepsiz yere manevi huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesini doğru olmadığı ve fıkranın tayının Müslüman Türklere muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı vereceğinin anlaşıldığı, binaenaleyh Müslüman vatandaş çoğunluğunu rahata eriştirmek ve Anayasaya sadakat göstermiş olmak ve vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak amacı ile Türk Ceza Kanunu’nun526. maddesinin tadili hakkındaki hükümet tasarısı komisyonumuzca aynen kabul edilmiştir.” Kanun değişikliği görüşmeleri sonrasında ilgili maddenin 2. fıkrasında yer alan

2280 Öymen, s. 487-490. 2281Zafer Gazetesi, 14 Haziran 1950, s. 6. 2282 TBMMTD, 16 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1, 182. 432

“Arapça Ezan ve kamet okuyanlar” ibaresi ceza uygulaması dışına çıkarılmış ve kanun maddesinden silinmiştir2283. Başbakanlık Müsteşarlığı yapılan kanun değişikliğinin Anadolu Ajansı ve radyo aracılığıyla halka duyurulmasını sağlamıştır. Böylece 17 Haziran itibariyle Arapça Ezan ve kamet okunabileceği kararı kamuoyuyla paylaşılmıştır2284(EK 25). Yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından müftülüklere gönderilen 23 Haziran 1950 tarihli bir yazıda; “Ezan ve kametin sadece bir ilan değil, namaz vakitlerinde ve Peygamber tarafından takrir edilmiş olan hususi lafızlarla ve namaz vakitlerinin girdiğini bildiren bir ilan olduğu ilmi ve dini bir hakikattir, kitap ve sünnetle sabittir.” ifadeleri kullanılarak yeni uygulamanın dini dayanağı ortaya konulmaya çalışılmıştır. İlgili metin içerisinde Ezanın doğru tercüme edilse dahi başka lisanda okunmasının uygun olmayacağı, daha önce uygulanan Ezan ve kametle ilgili yasağın kaldırılmasının ise tüm yurtta büyük ferahlık ve hoşnutluk doğurduğu bildirilmiştir. Müftülüklerin hangi gün itibariyle yeni düzenlemeye göre Arapça Ezan okutmaya başlattıklarını ve Arapça Ezan okuma konusunda sıkıntı çeken din görevlileri ile ilgili nasıl tedbirler aldıklarını Diyanet İşleri Başkanlığına bildirilmeleri de istenmiştir2285. Ezan konusundaki yeni uygulama olumlu ve olumsuz tepkiler almış ama olumlu dönütler daha fazla olmuştur. DP taraftarı veya dini yazılar yayınlayan basın kanadından yoğun bir destek geldiği görülmüştür. Başbakan Menderes’e destek için çok sayıda telgraf gönderilmiştir. Bu telgraflardan birisi şu şekildedir: “Müslüman Türk’ün vicdan ve din hürriyeti üzerindeki tahditleri kaldırma ve hakiki laikliğin temelini atma yolunda Ezan-ı Muhammedi hususundaki kararınızın biz İstanbul Üniversitesi gençlerinin ruhuna tercüman olduğunu saygılarımızla arz ederiz2286.” Gelen olumsuz tepkilerden bir örnek ise TBMM II. Dönem Urfa Milletvekili Refet Ülgen’e aittir. Ülgen, Cumhurbaşkanı Bayar’a gönderdiği 24 Haziran 1950 tarihli yazı içerisinde Ezanın Arapça okunması ile ilgili olarak özetle şu ifadeleri kullanmıştır; Aydınlar bu gelişmeyi olumlu karşılamamıştır. Atatürk’ün arkadaşı olarak Bayar’ın bu gelişmeye engel olmaması doğru bir hareket değildir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türkçe Ezan inkılâbının kaldırılması gericilik olarak anlaşılmaktadır ve DP adına bu girişim doğru bir hareket değildir2287. Ezan konusundan sonra DP’nin dini uygulamalar lehinde attığı diğer önemli bir adım ise devlet radyosunda Kuran-ı Kerim okunmasına izninin verilmesiyle gerçekleşmiştir.7 Temmuz 1950 tarihinde basında yer alan habere göre; ülkenin tanınmış hafızları tarafından Cuma, Pazartesi ve Çarşamba akşamları radyoda Kuran-ı Kerim okunmaya başlanacağı duyurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu işle ilgilenmek üzere Hafız Ali Osman ve Hafız Ali Güren görevlendirilmiştir2288. Ramazan ayı boyunca ise sabah ve akşam saatlerinde

2283 TBMMTD, 16 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1, Ekler Bölümü s. 2/ 4-5., Ayrıca Bakınız: Cem, s. 385-386. 2284 BCA, Dosya: D4, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 51.306..2. 2285 BCA, Dosya: ?,Fon Kodu: 51..0.0.0,Yer No: 4.31..12. 2286Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 93, Ocak 1951, s. 283. 2287 BCA, Dosya: B2, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 41.242..2. 2288Zafer Gazetesi, 7 Temmuz 1950, s. 1. 433

on dakika olmak üzere iki defa Kuran-ı Kerim’in radyo yayınları aracılığıyla okunması uygun görülmüştür2289.

5.6. Türkiye’de Askeri Yapı

Kurtuluş Savaşı sırasında göstermiş olduğu üstün başarı ile gücünü tüm dünyaya kanıtlamış olan Türk ordusu, aslında bu başarısını sahip olduğu teknik üstünlükle değil, Türk milletinin göstermiş olduğu büyük fedakârlıklarla kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması sonrasında ülke ekonomisinin beklenen atılımları yapamamış olması Türk ordusunun da gereken teknik donanıma kavuşması önünde büyük bir engel teşkil etmiştir. İkinci Dünya Savaşı başlarken tam manasıyla hazırlıklarını tamamlayamamış bir Türk ordusu savaşın kendi kapısına gelmesini beklemiştir. Türkiye her ne kadar savaşa dahil olmamış olsa da, mevcut bulunan askeri zafiyet açıkça ortaya konulmuştur. Artık dünyada askeri mücadeleler kahraman askerlerin cesaretleriyle değil, teknolojik silahların varlığıyla kazanılmaktadır. Bu bölümde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk ordusu içerisinde yapılmaya çalışılan modernizasyon çalışmaları, ABD destekli bir silahlanma süreci değerlendirilecek ve Türk ordusunun içerisinde yer aldığı diğer askeri gelişmelere değinilecektir.

5.6.1. Türk Ordusunun Genel Bir Değerlendirmesi

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte, piyade esas alınan Türk ordu anlayışının modasının geçtiği anlaşılmıştır. Hava kuvvetlerinin hızla gelişimi ve denizaltı teknolojisindeki ilerleme savaşların gidişatını değiştirecek seviyelere ulaşmıştır. Gelişmeler ışığında Türk Genelkurmayı’nın iflas ettiği ve yeni duruma ayak uyduramadığı sonucuna varılmış, bu anlamda ilk olarak Mareşal Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanlığı görevinden alınmıştır. Mareşal’in görevden alınması sorunu çözmemiştir. Çünkü sorun daha büyüktür ve askeri anlayışın temelden değiştirilmesi gerekmektedir2290. Bu amaçla ordunun yeni düzene uyması adına batıdan askeri teknoloji ve ordu yapılanması ithal edilmesi yolunda ciddi adımlar atılmasına çalışılmıştır. Aslında bu arayış, Osmanlı Devleti’nin ayakta kalabilmesi için sıklıkla başvurulan yöntem olarak hep varlığını devam ettiren bir geleneğin yeniden canlanmasından başka bir şey değildir. Cumhuriyetin ilanının hemen ardından başlamak üzere batı tarzı bir askeri yapı oluşturulmasına gayret gösterilmiştir. Güçlü bir devletten yapılan büyük silah alımlarıyla birlikte o ülkenin askeri yöntem, taktik, talim ve tarifnameleri, stratejik bakış açıları ve dil gibi unsurları Türk ordusunun varlık dayanağı olarak görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Türkiye Batı Avrupa ve ABD ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken askeri anlamda da, kıyafetten başlamak üzere, bir değişim içerisine girmiştir. 1946 yılında kabul edilen ordu kıyafet kararnamesi ile

2289Gün, s. 240. 2290 Hikmet Özdemir, Rejim ve Asker, İz Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 83-84. 434

askeri kıyafetlerde değişiklik yapılmıştır. Deniz kuvvetlerinde harp okulu eğitimi 4 yıla çıkarılmış, ABD Deniz Harp Okulu’nun müfredatına benzer uygulamalar yapılmaya başlanmış, subay yetiştirme usulleri değiştirilmiş, tarifnameler tercüme edilmiş, malzeme standardizasyonunun sağlanmasına gayret gösterilmiştir2291. Yeni ordu yapılanması içerisinde fiziksel şartların yenilenmesi girişiminin yanı sıra, ordunun iç bünyesi üzerinde de ciddi değişiklikler yapılmıştır. Bu manada ilk olarak 7 Haziran 1944 tarihinde çıkarılan 4580 sayılı “Genel Kurmay Başkanlığı Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun” ile birlikte Genelkurmay Başkanlığı Başbakanlığa bağlanmış, böylece Türk ordusu siyasetten bağımsız olabilme niteliğini kaybetmiştir. Yeni kanuna göre Genelkurmay Başkanı Başbakan tarafından teklif edilip Bakanlar Kurulu tarafından seçilmeye başlanmıştır. Önceki uygulamada ise Cumhurbaşkanı tarafından önerilen kişi Başbakan tarafından Genelkurmay Başkanı olarak atanmaktaydı2292. Yenilenen Genelkurmay Başkanlığı kanunu sonrasında bu göreve ilk olarak Org. Mehmet Kazım Orbay(12 Ocak 1944-30 Temmuz 1946) atanmıştır. 1950 yılına kadar bu göreve sırasıyla; Org. Salih Omurtak(1 Ağustos 1946-8 Haziran 1949), Org. Abdurrahman Nafiz Gürman(10 Haziran 1949-6 Haziran 1950) ve Org. Mehmet Nuri Yamut(6 Haziran 1950- 10 Nisan 1954) getirilmiştir2293. 1949 yılında ise yeni bir değişiklik daha yapılarak Genel Kurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı bir oluşum haline sokulmuştur. Bu uygulamaya göre ordunun hazırlanması ve idaresi Milli Savunma Bakanlığı’nın sorumluluğuna verilmiştir. Bakanlık; personel, istihbarat, harekât, eğitim, seferberlik ve ikmal planlaması işlerini Genelkurmay Başkanlığı vasıtasıyla, diğer hizmetleri müsteşarlık aracılığıyla yerine getirmeye başlamıştır. Yine aynı dönemde kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlıkları kurulmuş ve Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde bulunan aynı isimdeki müsteşarlıklar kaldırılarak yetki tek bir müsteşarlık bünyesinde toplanmıştır2294. Ordu yapılanmasındaki diğer bir değişiklik ise Milli Savunma Yüksek Kurulu’nun oluşturulması ile gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında topyekûn bir savunma yapabilmek için sivil ve askeri otoritelerin ortak çalışmasının gerekliliği çok daha iyi anlaşılmıştır. Böylece milli savunma işinin koordinasyonu amacıyla yeni organlar oluşturulması gerekliliği sonucuna varılmıştır2295. Bu amaçla 30 Mayıs 1949 tarihli Meclis oturumunda Milli Savunma Yüksek Kurulu Kanunu kabul edilmiştir. Devletin milli savunma görevini yerine getirmesi amacıyla kurulan bu kurum; Başbakan başkanlığında, Bakanlar Kurulu tarafından seçilen bakanlar, Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı’ndan oluşturulmuştur. Kurulun görevleri şunlardır: Hükümetçe takip edilecek milli savunma politikasının esaslarını hazırlamak; bütün devlet teşkilatlarına, her türlü özel müesseseye, teşekküle ve vatandaşlara düşecek milli savunma ödev ve görevlerini tespit etmek ve gereken kanuni ve idari tedbirleri almak üzere yetkili makamlara sunmak, bu tedbirlerin uygulanmasını kovuşturmak; topyekûn milli seferberlik

2291 Orkunt, s. 35-36. 2292 Ümit Özdağ ve Çetin Güney, “İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İşleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 747-749. (Sayfa aralığı 746-753). 2293 Cemalettin Taşkıran, Haldun Ülgenalp, Suna Ertekin vd.,Cumhuriyetimizin 75. Yılında Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998, s. 12-15. 2294 Bahaddin Alpkan ve Yücel Yükselcan, Milli Savunma Bakanlığında 150. Yıl (1826-1976), Harita Genel Müdürlüğü Basımevi, Ankara 1976, s. 9. 2295 Özdemir, Rejim…, s. 108. 435

planını barışta hazırlamak ve gereğinde tam olarak uygulanmasını sağlamak; yurt savunmasıyla ilgili işlerden Başbakanın lüzumlu gördüklerini inceleyerek mütaalasını bildirmek. Oluşturulan kurulun en az ayda bir toplanması da karara bağlanmıştır2296. 1945-1950 yılları arasında ordu ile ilgili tartışılan iki konu da Mecliste yankı bulmuştur. Bu meseleler başkomutanlık ve mareşallik unvanlarının içeriği ve uygulamasıyla ilgilidir. Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal’e verilmiş olan başkomutanlık yetkisi daha sonra 1924 Anayasası’nın 40. maddesinde tanımını bulmuştur. İlgili maddede başkomutanlık şu şekilde tarif edilmiştir: “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yüce varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harp kuvvetlerinin komutası barışta özel kanuna göre Genelkurmay Başkanlığı’na ve seferde Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek kimseye verilir2297.” Bu ifadede yer alan başkomutanlık kavramı aslında Mustafa Kemal’e savaş sırasında verilmiş olan unvanın dışında bir anlam içermiştir. Ama kimi zaman iki görev eşdeğer kabul edilmiş ve yanlış yorumlanmıştır. Ordu içerisinde kullanılmaya devam edilen başkomutan, başkomutanlık, başkumandan, başkumandanlık, başbuğluk gibi unvanlar ise Anayasanın 40. maddesindeki başkomutanlığı değil “Harp Kuvvetleri Komutanlığını” ifade etmiştir. Bu kargaşayı önlemek için ilgili kavramların kullanılması kaldırılmıştır. Kaldırılan kavramlar yerine “Harp Kuvvetleri Genel Komutanı” ve “Harp Kuvvetleri Genel Komutanlığı” kavramları getirilmiştir2298. Değişiklik 13 Ocak 1947 tarihli Meclis oturumunda kanunlaşmıştır2299. Diğer bir tartışma konusu ise Cumhuriyet tarihinde sadece Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak’a verilmiş olan mareşal unvanının verilmeye devam etmesi ile ilgili olmuştur. 28 Kasım 1947 tarihli Meclis oturumunda Gaziantep Milletvekili General Aşir Atlı’nın genelkurmay başkanlarının mareşalliğe yükseltilmesine dair verdiği kanun teklifi görüşülmüştür. Burdur Milletvekili General Fahrettin Altay teklif üzerine bir konuşma yapmıştır. Altay ana hatlarıyla şu ifadelerde bulunmuştur; ordu mensuplarının bir gün mareşal olabilme umudunu taşıma hakkı vardır. Elde bulunan askeri terfi kanununa göre ise üç seneyi dolduran liyakat sahibi orgeneralin mareşal olabileceği yazılmaktadır. Fakat Atatürk ve Çakmak’tan başka birisine bu hak tanınmamıştır. Mareşallik rütbesi için savaşta başarı gösterme gerekliliği aranıyorsa bu konuda şuan mareşalliği en çok hak eden kişi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür. Batı cephesindeki mücadelesi herkesçe bilinmektedir. Aradan zaman geçmiş olsa da İnönü’ye bu hak verilmelidir... Teklif sahibi Aşir Atlı da bir konuşma yapmıştır. Atlı; ordunun başında bulunan orgeneral rütbesindeki genelkurmay başkanının diğer orgeneraller içerisindeki önceliğinin gösterilebilmesi için mareşal unvanı alması gerektiğini iddia etmiştir. Her sene mareşallik rütbesi için kadro açılmasına rağmen bu dikkate alınmamıştır. Bu durumun, genelkurmay başkanlarının mareşalliğe layık görülmediği şeklinde yorumlara neden olduğunu belirtmiştir. Fevzi Çakmak’ın 20 sene kadar Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürmesinden dolayı böyle bir uygulamanın gündeme gelmemiş olduğunu, ama artık konuşulmasında sakınca bulunmadığını belirtmiştir.

2296 TBMMTD, 30 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19, s. 1079. 2297 Kili ve Gözübüyük, s. 136. 2298 TBMMTD, 8 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4, s. 4-5. 2299 TBMMTD, 13 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4, s. 11., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 17 Ocak 1947, s.1. 436

Milli Savunma Komisyonu sözcüsü olarak konuşan Hatay Milletvekili General Eyüp Durukan ise Atlı’nın mareşallik verilerek generaller arasında bir emir komuta zinciri oluşturulması gerektiği yönündeki açıklamasını doğru bulmadıklarını, Anayasanın 40. maddesine göre barış zamanında harp kuvvetlerinin komutanlığının genelkurmay başkanına verilmiş bulunduğunu ve bu maddeye göre ordu içinde hiçbir generalin genelkurmay başkanının emrini yerine getirmemek gibi bir lüksünün olamayacağını belirtmiştir. Ayrıca genelkurmay başkanlığına getirilen komutan kıdem bakımından diğer orgenerallere göre zaten üst seviyededir. Böylece rütbeler eşit görünse de kıdem üstünlüğü esastır. Bu nedenle her genelkurmay başkanına mareşallik verilmesi mantıklı değildir. Durukan, sonuç olarak komisyonun, Atlı’nın teklifinin reddedilmesi kanaatinde olduğunu söylemiştir ve önerge Meclis tarafından da reddedilmiştir2300.

5.6.2. Ordu Vasıtasıyla Yürütülen Sıkıyönetim Kanunu ve Uygulama Karşısında Oluşan Tepkiler

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber, 23 Şubat 1940 tarihinde TBMM 1196 sayılı kararla İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan etmiştir2301. Sıkıyönetim Kanunu ile birlikte toplantı, gösteri ve örgütlenme hakkına kısıtlamalar getirilmiştir. Basın da bu kısıtlamalardan doğrudan etkilenmiştir. Kısa süre içerisinde sıkıyönetim mahkemeleri kurulmuş ve savaşın bir gerekliliği olarak uygulanan bu kanun savaş bitmesine rağmen uygulanmaya devam etmiştir. Savaş sonrasında sıkıyönetim uygulamaları işçi, aydın sınıf ve muhalefet üzerinde bir baskı aracı olarak uygulama alanı bulmuştur2302. Savaşın sona ermesine rağmen devam eden askeri uygulamalar CHP karşısında oluşmaya başlayan muhalefet tarafından şiddetle eleştirilmeye başlanmıştır. Özellikle DP, kurulduktan sonraki süreçte, tepkilerin esas merkezini oluşturmuştur. DP lideri Celal Bayar konuyla ilgili olarak 29 Temmuz 1946 tarihinde Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Muhalefet liderinin sıkıyönetimle ilgili olarak duyduğu kaygılar ve beklentiler bu mektup içerisinde açıkça ifadesini bulmuştur. Bayar’ın değerlendirmeleri arasında yer alan cümlelerden bir bölümü şu şeklidedir: “İkinci Dünya Savaşı bittiği ve dünyada yeni bir savaş tehlikesi net olarak bulunmadığı halde Türkiye’de savaş sırasında uygulanmaya başlanan sıkıyönetim hala devam etmekte ve daha da sertleşeceği anlaşılmaktadır. Anayasanın 86. maddesinde2303 sıkıyönetimin ilan edilme şartları açıkça belirtilmiştir. Bu durumların hiçbiri şuan

2300 TBMMTD, 28 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7, s. 253-259. 2301 TBMMTD, 4 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18, s. 51 2302 Mehmet Şehmus Güzel, “İkinci Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler(1839-1950), İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s. 198. (Sayfa aralığı 197-224). 23031924 Anayasası’nın 86. maddesi şu şekildedir: “Harp halinde veya harbi gerektirecek bir durum baş gösterdikte veya ayaklanma olduğunda yahut vatan ve cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma olduğunu gösterir kesin belirtiler görüldükte Bakanlar Kurulu, süresi bir ayı aşmamak üzere yurdun bir kesiminde veya her yerinde sıkıyönetim ilan edebilir ve bunu hemen Meclisin onamasına sunar. Meclis sıkıyönetim süresini, gerekirse uzatabilir veya kısaltabilir. Meclis toplanık değilse hemen toplanmaya çağırılır. Sıkıyönetim süresi ancak Meclis kararıyla uzatılabilir. Sıkıyönetim, kişi ve konut dokunulmazlığının, basın, gönderişme, dernek, ortaklık hürriyetlerinin geçici olarak kayıtlanması veya durdurulması demektir. Sıkıyönetim bölgesiyle bu bölgede hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği harp halinde de dokunulmazlığın ve diğer hürriyetlerin nasıl kayıtlanabileceği veya durdurulacağı kanunla gösterilir.” Kili ve Gözübüyük, s. 146-147. 437

mevcut değildir. Sıkıyönetimi uzatarak sıradan bir yönetim anlayışı haline getirmek, halkın haklarını kısıtlayarak kolay bir yönetim sağlamak amacı gütmektedir. Özellikle İstanbul basını üzerinde büyük bir baskı uygulanmaktadır. İstanbul’a yapılan baskı tüm yurdu etkileyecektir…” Saraçoğlu, Bayar’ın açık mektubuna 31 Temmuz 1946 tarihinde cevap vermiştir. Bu cevapta: Sıkıyönetim Kanunu’nun Meclis tarafından uzatıldığı ve bu yüzden konunun tartışılmasının uygun olmayacağı, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın da kendisine verilen kanuni yetkiyi kullanmakta serbest olduğu belirtilmiş, uygulamanın kaldırılabilmesi için sükûnetin tam manasıyla sağlanmasının beklendiği ifade edilmiştir2304. Sıkıyönetim karşısında diğer bir tepki merkezi ise sol görüşlü basın ve siyasi yapılanmalar tarafından oluşturulmuştur. Sosyalist oluşumlar kendilerine karşı sıkı tedbirler uygulayan ve propaganda yollarını kapatan askeri yönetim anlayışına sert tepki göstermiştir. Özellikle Tan Gazetesi, oluşan sol tepkinin lokomotifi olarak öne çıkmıştır. Zekeriya Sertel gazetedeki köşesinde sürekli olarak konuyu dile getirmiştir. Sertel’in 17 Mayıs 1945 tarihinde yayınlanan bir yazısı, verilen tepkilere örnek olma niteliği taşımıştır. Sertel bu yazısında; savaşın Avrupa’da sona ermesi dolayısıyla Türkiye’de uygulanmakta olan Sıkıyönetim Kanunu’nun kaldırılmasını istemiştir. İngiltere’nin dahi hala savaş içinde olmasına rağmen, savaşın Avrupa’da bitmesi ile savaşta uygulanan olağanüstü kanunları lağvettiğini hatırlatan Sertel, CHP iktidarının sükûnet ortamının tam manasıyla yakalanması gerektiği yönündeki savunmasını da yanlış bulmuş ve sükûnetin ancak sıkıyönetim uygulamalarının kalkmasıyla sağlanmaya başlanacağını iddia etmiştir2305. Sıkıyönetimin mevcudiyeti ve uygulamaları karşısındaki tepkiler Meclis görüşmeleri sırasında da gündeme gelmiştir. Özellikle tartışmalı bir seçim olan 21 Temmuz 1946 milletvekilliği seçiminin ardından bazı gazetelerin kapatılmış olması tepki toplamıştır. İstanbul Milletvekili Cihat Baban, 26 Temmuz 1946 tarihinde sıkıyönetim kararı ile kapatılmış olan Yeni Sabah ve Gerçek gazetelerinin kapatılmasının nedenini Meclis başkanlığına yönelttiği sözlü soru ile anlamaya çalışmıştır. İktidarı yeni devralan Recep Peker 13 Eylül 1946 tarihli oturumda soruya cevap vermiştir. Peker, verilen kararın Sıkıyönetim Kanunu çerçevesinde gerçekleştiğini ifade etmiş, ilgili gazetelerin tahrik unsuru içeren yazılarından dolayı kapatıldığını belirtmiştir. Kendisine çeşitli gazetelerden gelen talepler olduğunu fakat gazeteyi açma yetkisinin kendisine değil Sıkıyönetim Komutanlığı’na ait olduğunu hatırlatmıştır. Başbakan’ın cevabı karşısında Baban tatmin olmadığını belirten bir konuşma yapmış ve verilen kararın sadece İstanbul basını için değil tüm Türkiye’nin üzerinde müdahale olarak değerlendirildiğini belirtmiştir. Sıkıyönetimin daha çok dış emniyetle alakalı olarak görevlendirilmiş olduğunu, hatta savaş zamanında dahi basın hürriyetine bu kadar müdahale etmediğini, o nedenle verilen bu kararın siyasi olduğunu düşündüğünü ifadelendirmiştir. Basın Kanunu’nun 50. maddesi kaldırılarak gazete kapatma yetkisi mahkemelere verilmişken, fiiliyatta bunun tam tersi bir uygulama olarak bu yetki Sıkıyönetim Komutanlığı emrine verilmiş ve bir zıtlık doğmuştur. Başbakan’ın Sıkıyönetim Komutanlığı’na müdahale edilemeyeceği sözüne de tepki gösteren Baban, Sıkıyönetim

2304 BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 44.257..3. 2305 Zekeriya Sertel, “Fevkalade Tedbirlerin Kaldırılması Zamanı Geldi”, Tan Gazetesi, 17 Mayıs 1945, s. 1. 438

Komutanlığı’nın Bakanlar Kurulu’na bağlı bulunduğunu ve onun tebliğ ettiği görevleri yerine getirmekle sorumlu olduğunu hatırlatmıştır. Cihat Baban son olarak hükümetten kapatılan gazetelerin açılmasını talep etmiştir. Tekrar söz alan Peker; sıkıyönetimin devam etmesinin haklı sebeplere dayandığını iddia etmiş ve kanunun Meclis tarafından uzatıldığını hatırlatmıştır. Baban’ın askerin hükümetten bağımsız hareket ettiği sözüne de katılmadığını belirtmiştir2306. Muhalefetin büyük tepki göstermesine rağmen Sıkıyönetim Kanunu 23 Aralık 1947 tarihine kadar uygulanmaya devam etmiştir. 6 ayda bir uzatılan uygulama İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk olarak 4 Haziran 1945 tarihli Meclis görüşmesinde uzatılmıştır2307. İkinci uzatma kararı ise 7 Aralık 1945 tarihli oturumda gerçekleşmiştir2308. Üçüncü uzatma kararı 13 Mayıs 1946 tarihli Meclis oturumunda kabul edilmiştir2309. Sıkıyönetimin diğer bir uzatma kararı ise 4 Aralık 1946 tarihli Meclis görüşmelerinde gerçekleşmiştir. Muhalefetin tepkilerinin yoğun olduğu bu Meclis oturumunda söz alan Refik Koraltan; savaşın dışında kalmayı başarmış olan Türkiye’nin savaş sürecinde gerekli görüldüğü için ilan edilmiş olan sıkıyönetime artık ihtiyacı kalmadığını, eğer bir harp tehlikesi var ise bunun Meclisle paylaşılması gerektiğini belirtmiş, halkın temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına son verilmesi zorunluluğunu ifade etmiştir. Koraltan, eğer Sıkıyönetim Kanunu’nun devam etmesi nedeni açıklanmayacak ise iktidara, bu uygulamadan vazgeçmesini önermiştir2310. Afyon Karahisar Milletvekili Sadık Aldoğan da tepkisini dile getiren bir konuşma yapmış ve sıkıyönetimin neden uygulandığını şöyle izah etmiştir: “1. İstanbul’da toplanıp halk miting yapmasın. 2. Hükümet istediği zaman gazeteleri kapatsın2311.” Sıkıyönetim son kez olarak 28 Mayıs 1947 tarihinde 6 ay daha uzatılmıştır2312. 1947 yılının sonlarına doğru sıkıyönetim uygulamasının kaldırılacağı iktidar tarafında dile getirilmeye başlanmıştır ve kaldırılma tarihi kısa süre içerisinde 23 Aralık 1947 olarak netleşmiştir. Bu gelişme karşısında çoğunlukla olumlu olan tepkiler basında kendisine geniş yer bulmuştur. Hasan Saka Hükümeti tarafında kaldırılacak olan uygulama karşısında memnuniyetini dile getirenlerden birisi olan Fuat Köprülü, Son Saat Gazetesi’nde yer alan bir yazısında şu yorumu yapmıştır: “Hasan Saka kabinesinin, artık örfi idarenin temdidine lüzum olmadığı kanaatine vararak iktidar partisi meclis grubuna da bunu tasdik ettirmesi, memleket hesabına olduğu kadar kendi hesabına da çok faydalı bir harekettir. Bunun başka bir faydası da, Peker kabinesinin bu meseledeki hareket hattının, memleket menfaati düşüncesiyle değil sadece kendi baskı ve yıldırma siyasetine bir mesnet bulmak gibi çok kötü bir niyete ve tamamıyla totaliter bir zihniyete dayandığını meydana çıkarması ve böylece, Demokrat Parti’nin geçen seneki tenkitlerinde ne kadar haklı olduğunu ispat etmesidir2313.” İstanbul basını da sıkıyönetimin son bulmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren bir beyanname yayınlamıştır. Beyannamede ayrıca; gazeteler arasında fikir ayrılıkları olsa da

2306 TBMMTD, 13 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 271-277. 2307 TBMMTD, 4 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18, s. 51., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 9 Haziran 1945, s. 1. 2308 TBMMTD, 7 Aralık 1945, 7. Dönem, Cilt 20, s. 58., Ayrıca Bakınız. Resmi Gazete, 13 Aralık 1945, s. 1. 2309 TBMMTD, 13 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, s. 45., Ayrıca Bakınız. Resmi Gazete, 16 Mayıs 1946, s. 1. 2310 TBMMTD, 4 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3, s. 14., Ayrıca Bakınız. Resmi Gazete, 7 Aralık 1946, s. 4. 2311 TBMMTD, 4 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3, s. 25. 2312 TBMMTD, 28 Mayıs 1947, 8. Dönem, Cilt 5, s. 256. 2313Son Saat Gazetesi, 12 Aralık 1947, s. 7. 439

milli meselelerde ve dış politikada ortak hareket edildiği2314, hak ve hürriyetlerin korunmasında görevli olan güvenlik kuvvetlerinin desteklendiği belirtilmiştir. Beyannamenin altında; Türk Gazeteciler Birliği Başkanı Hüseyin Cahit Yalçın, Adnan Adıvar, Doğan Nadi(Cumhuriyet), Ahmet Emin Yalman(Vatan), Kazım Şinasi Dersan(Akşam), Selim Ragıp Emeç(Son Posta), Cihat Baban(Tasvir), Cemaleddin Saraçoğlu(Yeni Sabah), Ethem İzzet Benice(Son Telgraf ve Gece Postası), Asım Us(Yeni Gazete), Rasim Us(Son Dakika), Selim Baban(Son Saat), Faruk Gürtunca(Her Gün) ve Ragıp Şevki Yeşim (Memleket)’in imzaları yer almıştır2315. Sıkıyönetim uygulamasının sona ermesinden rahatsızlık duyanlar da olmuştur. Özellikle milliyetçi dernekler tepkilerini basın aracılığıyla duyurmaya çalışmışlardır. Bu oluşumların en büyük çekincesi, komünistlerin artık daha rahat hareket edeceği noktasında olmuştur. Milli Türk Talebe Birliği Hukuk Derneği, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği gibi teşkilatlanmalar; sıkıyönetim uygulamasının sona ermesi ile birlikte sessiz bekleyen komünizmin harekete geçebileceğini ve öğrenci birlikleri olarak bu gelişme karşısında sonuna kadar mücadele edeceklerini belirten bir beyanname yayınlamışlardır2316. Ayrıca Milli Türk Talebe Birliği, Gazeteciler Cemiyeti’ne gönderdiği bir mektupta; cemiyetin, kanunun kalkması ile ilgili olarak yayınladığı beyanname değerlendirilmiş, sıkıyönetimin kalkmasının memnuniyet verici olduğu ama komünist faaliyetlere karşı dikkat edilmesi gerektiği yönünde ifadeler kullanılmıştır. Bütün dünyada hak ve hürriyetleri boğan ve milletlerin bağımsızlığını ortadan kaldırmaya çalışan komünistlerin Türkiye’de de faaliyet gösterdiği hatırlatılarak, bunlara karşı en etkili mücadeleyi basının yapacağı, basının içine sızmış komünist unsurlarla mücadele edilmesi gerektiği belirtilmiştir2317. Sıkıyönetim uygulamasının sona ermesi ile birlikte, beklenen korkuların ötesinde, muhalefet adına büyük bir rahatlama gerçekleşmiştir. Komutanlığın bünyesinde faaliyet gösteren mahkemelerde bulunan dava dosyaları sivil mahkemelere devredilmiş, sıkıyönetim ile ülke dışına sürülenler geri dönmüş, muhalif basının önündeki en büyük engel kalkmıştır2318. Gelişme çok partili hayatın yerleşmesi ve demokrasinin güçlenmesi adına da ciddi bir adım olarak değer bulmuştur.

5.7. Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti’nin Ordu Karşısındaki Tavrı

İkinci Dünya Savaşı sırasında ordu içinde, Kurtuluş Savaşı’ndan kalma üst rütbeli subaylarla gençler arasındaki çekişmeler gündeme gelmiştir. Ordunun içinde bulunduğu kötü şartlar ve çekilen sıkıntılardan rahatsızlık duyan genç subayların yakınmaları, üst kadro tarafından Milli Mücadele dönemindeki sıkıntılar hatırlatılarak geçiştirilmeye çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaş’ına hazırlık sürecinde yaşanan düzensizlikler de genç subayları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak karşısında bir örgütlenmeye sürüklemiştir. Savaşın başlarında Alman ordularının kazandıkları zaferler sonrasında daha da hırslanan genç

2314Son Saat Gazetesi, 13 Aralık 1947, s. 1. 2315Akşam Gazetesi, 13 Aralık 1947, s. 1. 2316Son Saat Gazetesi, 13 Aralık 1947, s. 1. 2317Akşam Gazetesi, 14 Aralık 1947, s. 1. 2318 Ekinci, s. 320. 440

subaylar, geniş bir teşkilatlanma içine girerek, ordu ve iktidardaki eskilere karşı mücadeleye hazırlanmışlardır. 1942-1943 yılında Çorlu’da genç subaylar tarafından oluşturulan örgütlenme General Muzaffer Tuğsavul’a başvurarak yönetime el koyma teklifinde bulunmuştur. Fakat General, bu girişimin olumsuz sonuçlar doğuracağı gerekçesiyle teklife sıcak bakmamıştır. 1941-1944 arasında İnönü ve yüksek askeri kademeleri tasfiye için oluşan ordu içi gizli örgütlenmeler, 1944-1950 arasında farklı bir tavır takınmaya başlamıştır. DP kurulunca, bu partinin iktidara gelişi için öncelikli çaba sarf edilmiştir. 1946 seçimlerinde yapılan hileler karşısında asker müdahale etme ya da 1950 seçimlerini bekleme gibi iki seçenek karşısında kalmıştır. İkinci seçeneğin kabul edilmiş olması askeriye içerisindeki oluşumların tam manasıyla güçlenmediği şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca İnönü’nün yükselen tansiyona yerinde müdahaleleri ve demokrasi ile bir şeylerin halledileceğine olan inanç da askeri müdahaleyi engellemiştir. Rejim içinde ordunun ağırlığının kaybolmasına tepki olarak ise DP’ye olan yakınlık daha da artmıştır. Ayrıca DP tarafından ordu içerisindeki kemik kadronun tasfiye edileceği umudu, ordunun daha hızlı modernize edileceği inancı, CHP’nin kendilerini muhalefet üzerinde baskı aracı olarak kullanılmak istemesi de askerin DP yanında yer almasında etkili olmuştur2319. Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ve liyakatsız sivil idarecilerin bu bakanlıkta görev alması ordunun CHP iktidarına olan güvenini iyice sarsmıştır2320. 14 Aralık 1949 tarihinde emekli Amiral Rifat Özdeş DP’ye katılmıştır. Özdeş’ten başka birçok asker de DP’ye dahil olmuştur2321. Ordunun beklediği 1950 milletvekili seçimlerini DP kazanmıştır. DP taraftarı subaylar iktidarın değişmesini olumlu karşılamış, tek parti devrinin adaletsiz tavrının sona ereceğini, tarafsız bir yönetimin geleceğini ve ekonomik sıkıntıların halledileceğini düşünmüşlerdir2322. Yeni iktidarı destekleyen grup içerisinde yer alan General Fahri Belen, ilk DP kabinesinde Bayındırlık Bakanlığı görevine getirilmiştir2323. Bu olumlu yaklaşımlara rağmen hâlâ CHP’nin en büyük dayanağının ordu olduğu anlayışı yıkılamamıştır2324 ve DP’nin iktidara gelişinin ilk haftası içerisinde orduda görevli yüksek rütbeli askerler arasında ciddi bir tasfiye yaşanmıştır. Bu tasfiyeler ile ilgili olmak üzere temelde iki gerekçe ortaya atılmıştır. Bu gerekçelere konu olan gelişmeler şahıslar arasında gerçekleşen özel konuşmalara dayandırıldığı için, incelenen kaynaklarda sarf edilen ifadeler sadece birer varsayımdan ibaret kalmıştır. Yine de bu gerekçeleri burada vermek doğru olacaktır:  Menderes Hükümeti’nin ordu içi tasfiyelerinde dayanak olarak ortaya atılan ilk iddia 14 Mayıs 1950 seçimlerinin akşamında bazı komutanların İnönü’yü ziyaret etmiş olmasından kaynaklanmıştır. Kemal Bağlum anılarında olayın şöyle cereyan ettiği anlatılmıştır: “Saat 23.00’e doğru Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman randevusuz halde Cumhurbaşkanlığı köşküne gelmiş ve İnönü’ye: ‘Paşam, emrederseniz seçimi iptal ederiz.’

2319 Özdağ ve Güney, s. 748-751. (Sayfa aralığı 746-753), Ayrıca Bakınız: Gül Tuba Dağcı, Osmanlı’dan Cumhuriyete Ordu-Siyaset İlişkisi, İlgi Yayınları, İstanbul 2006, s. 52. 2320 Fahri Belen, Demokrasiden Diktatörlüğe, İstanbul Matbaası, İstanbul 1961, s. 30. 2321 Feroz ve Bedia Ahmad, Türkiye’de…, s. 60. 2322 Dağcı, s. 53. 2323 Özdemir, Atatürk’ten…, s. 140-141. 2324 Karpat, s. 463. 441

demiştir. İnönü buna sert çıkmış ve: ‘Beyler bu iş burada biter. Hepinize hayırlı geceler’ diyerek yapılan öneriye ret cevabı vermiştir2325.” İşte rivayete dayanan bu girişim, yeni iktidar tarafından bir darbe girişimi olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki iktidarın yayın organı olarak bilinen Zafer Gazetesi’nden Mümtaz Faik Fenik bir yazısında, yapılmış olan değişikliklerin nedenlerinden birisi olarak bu görüşmeyi göstermiştir2326. CHP ise iddiayı reddetmiştir. Çünkü İnönü’yü ziyarete gelen Gürman, İnönü’nün Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşıdır ve seçim mağlubiyetinden sonra İnönü’yü ziyaret etmesi bir jest olarak değerlendirilmiştir. İnönü ise darbe yapma yönünde her hangi bir istekte bulunmadığını ve de kendisine böyle bir teklifin gelmediğini ifade etmiştir. CHP tarafı ayrıca, ordunun kullanılmaması yönünde İnönü’nün ne kadar tepkili olduğuna bir de örnek vermiştir. Örnek şöyledir: Ulus Gazetesi İstanbul muhabiri Orhan Birgit’in anlatımına göre seçim gecesi sonuçlar CHP aleyhine gelince Birinci Ordu Müfettişi, CHP İstanbul Müfettişi’ni arayarak seçimlere komünistlerin parmağının bulaştığını ve İnönü’nün istemesi üzerine bazı sandıklara müdahale edilebileceğini söylemiştir. Bu istek İnönü’ye iletilmiş ve İnönü şu cevabı vermiştir: “Endişeye mahal yoktur. Halkın iradesi nasıl tecelli ederse, ona hürmet edilecektir2327.”  Ordu içindeki tasfiyelerin nedeni olarak ortaya atılan diğer iddia ise Menderes’in yapmış olduğu bir görüşmeye dayandırılmıştır. İddia şu şekildedir: Bir albay 5 Haziran günü Menderes’e gelerek 8 Haziran gecesi darbe yapılacağını söylemiş ve bu konuşma tasfiye sürecini başlatmıştır2328. Menderes görüşmenin ardından o günkü bütün görüşmelerini iptal etmiş ve o günle ilgili olarak daha sonra verdiği bir beyanatta şu ifadeleri kullanmıştır: “Size esefle bildirmek isterim ki, iktidara geldiğimiz henüz bir ayı bulmadığı halde bazı zaruri değişiklikleri mesele ittihaz ederek Cumhuriyet Halk Partisi, orduyu aleyhimize tahrik etmek yoluna sapmıştır… Memlekette siyasi istikrarı muhtel gösterecek bir polemiğe, bir hücum ve taarruza geçmişlerdir2329.” DP hükümeti bahsedilen iki gerekçe temelde olmak üzere 6 Haziran 1950 tarihinde askeri kadroda önemli görev değişiklikleri yaparak CHP ile ilgisi olmamış ve siyasi anlamda güvenilir bulduğu kişileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nde üst mevkilere getirmiştir. Bu girişim CHP ile olan ilişkileri oldukça germiştir2330. Menderes’in çözüm olarak gördüğü askeri tasfiyeler şu şeklide gerçekleşmiştir: Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman’ın yerine Nuri Yamut getirilmiştir. İkinci başkan İzzet Aksalur’un yerine ise Şahap Gürler atanmıştır. Orgeneral Salih Omurtak, Kazım Orbay, Hakkı Akoğuz paşalar emekliye ayrılmıştır. Birinci Ordu Komutanı Asım Tınaztepe, İkinci Ordu Komutanı Muzaffer Tuğsavul, Üçüncü Ordu Komutanı Mahmut Berköz paşalar pasif görevlere atanmışlardır. Deniz Kuvvetleri Komutanı Mehmet Ali Ülgen, Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan merkezde vazifelendirilmiştir. Orgeneral Kurtcebe Noyan Kara Kuvvetleri Komutanlığına kaydırılmıştır. Ayrıca on beş general ve 150 albay birkaç ay

2325 Bağlum, s. 31. 2326 Mümtaz Faik Fenik, “Yüksek Komutadaki Son Değişiklikler”, Zafer Gazetesi, 11 Haziran 1950, s. 1. 2327 Öymen, s. 472-474. 2328 Eroğul, Demokrat…, s. 100. 2329 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 44. 2330 Ahmad, Demokrasi…,s. 57. 442

içinde emekliye ayrılarak tasfiye edilmiştir2331. Operasyon sonrasında Bayar, Menderes ve Bayındırlık Bakanı emekli General Fahri Belen’in yeni Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’u ziyaret etmesi, Belen’in yapılan operasyonda etkisi olduğu yönünde değerlendirilmiştir. Ayrıca Genelkurmay eski Başkanı Gürman ile Belen arasında geçmişe dayanan bir anlaşmazlığın bulunduğu iddiaları da yapılan operasyondaki Belen faktörünü desteklemiştir2332. Ordu üst kademesini kendi istediği şekilde yeniden düzenleyen Menderes hemen ardından, ordunun modernize edilmesi çabaları içerisine girmiştir. İktidarın birinci ayı sonrasında Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la görüşmüş ve ordunun eksiklerinin giderilmesini, dünya ordularıyla ilişkilerinin artırılmasını ve dost ülkelerin İkinci Dünya Savaşı tecrübelerinden yararlanmasının sağlanmasını önermiştir. Temmuz ayı içerisinde Bayar, Menderes, Genel Kurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, kuvvet komutanları Yalova’da bir toplantı düzenlemişler, ordunun ihtiyaçları ve hedefleri ile ilgili konuşmuşlardır2333. 18 Temmuz 1950 tarihli görüşmede Menderes yeni dünya düzeni içerisinde milli savunmanın önemini dile getirerek yapılacak işlerin esas gerekçesini sunmuştur2334. DP iktidarının ordu ile ilgili düşünceleri ilk etapta askeri kesim tarafından sempatiyle karşılanmış olsa da 1954 yılı itibariyle ordu içerisinde bir tatminsizlik ortaya çıkmış ve iktidarla asker arasındaki bağ kopmaya başlamıştır2335.

5.8. ABD’nin Türkiye’ye Yaptığı Askeri Yardımlar

İkinci Dünya Savaşı ardından Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den isteklerde bulunması ve amaçlarını hayata geçirebilmek için komünizmi güneye doğru yayma çabaları en çok Orta Doğu’da mevcudiyet sahibi olmak isteyen ABD’yi rahatsız etmiştir. Rus emellerinin hayata geçmemesi için ABD, Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımlarda bulunmayı en doğru çözüm olarak görülmüştür2336. Aslında ABD’nin Türkiye’ye yardımları savaş sırasında başlamıştır. Başkan Franklin Roosevelt 7 Kasım 1941 tarihinde Türkiye’nin müdafaasının ABD için çok mühim olduğunu tespit etmiş ve hiçbir anlaşma yapmadan Türkiye’ye savaş malzemesi sevkine başlanmıştır2337. Kiralama ve Ödünç Verme Kanunu’na dayanarak Türkiye’ye savaş boyunca 95 milyon dolar civarında yardım yapılmıştır2338. Yardımlar iki ülke arasında bir anlaşmaya dayanmadan gerçekleşmiş olduğu için, yardımların bir anlaşmayla netleştirilmesi doğrultusunda, iki devlet arasında yapılan görüşmeler sonrasında, 23 Şubat 1945 tarihinde anlaşma imzalanmıştır. Yapılan anlaşma 25 Haziran 1945 tarihinde TBMM’de görüşülmüş ve 2 Temmuz tarihinde kanunlaşarak kabul edilmiştir2339. Kabul edilen anlaşmanın birinci maddesinde ABD’nin

2331Resmi Gazete, 8 Haziran 1950, s. 1., Ayrıca Bakınız: Aydemir, İkinci…, Cilt III, s. 47-48., Özdemir, Atatürk’ten…, s. 140-141., Yalman, s. 1530., Öymen, s. 478. 2332 Özdemir, Atatürk’ten…, s. 142. 2333 Bayar, s. 118. 2334Tanyeli, ve Topsakallıoğlu, s. 12. 2335 Dağcı, s. 53. 2336 İhsan Yurdoğlu, Amerikan Yardımı Hakkında Tahliller ve Düşünceler, Ozansoy Basımevi, İstanbul 1947, s. 18. 2337Cumhuriyet Gazetesi, 15 Haziran 1945, s. 1. 2338 Harris, s. 14. 2339 TBMMTD, 25 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18, s. 396., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 10 Temmuz 1945, s. 1. 443

Türkiye’ye; müdafaa maddesi, müdafaa hizmetleri ve müdafaa mamulâtını vermeye devam edeceği belirtilmiştir. Üçüncü maddeye göre ise ABD başkanının izni olmadan, verilen hiçbir mamul başkasına devredilemeyecek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne mensup görevlilerden başkası da kullanamayacaktır. Beşinci maddeye göre ise; içinde bulunulan olağanüstü şartlar bittiği zaman Türkiye’nin elinde kalan yardım malzemelerinden ABD başkanının talep ettikleri geri iade edilecektir2340. Yapılan anlaşmanın bir uzantısı olarak ABD, savaş sırasında kullandığı ve Amerika toprakları dışında bulunan malzeme ve teçhizatının fazla olanlarından bir bölümünün Türkiye’ye kredi başlığı altında satılmasına karar vermiştir. Türkiye’de ve Kahire’de bulunan ABD malları için 10 milyon dolar fiyat biçilmiş ve bu miktarın 1947 yılında başlayarak % 2.3 ile %2.8 arasında bir faizle ödenmesi planlamıştır. Ödemeler Türk Lirası olarak yapılacak ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası’nda açılacak olan ilgili hesaba yatırılacaktır. ABD bu paraları Türkiye’deki memurları ve diğer işleri için, ya da kültür, eğitim ve insani gayeler için kullanabilecektir. Teklif edilen anlaşma 27 Şubat 1946 tarihinde imzalanmış ve Mecliste 8 Mayıs 1946 tarihinde onanmıştır2341. ABD bu anlaşma ile hem elindeki savaş artığı malzemelerden masrafsız kurtulmuş hem de Türkiye’yi bu malzemelerin yedek parçalarını ABD’den temin etmesi yükümlülüğü altına sokmuştur. Ödenecek paraların kültür ve eğitim alanlarında kullanılması prensibi ile de Türkiye’de ABD isteği doğrultusunda bir yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. Alınacak olan malzemelerin bozuk ya da kırık olması konusunda da ABD yükümlülük almamıştır. Satın alınan malzemelerin kullanım hakkı Türkiye’ye mülkiyet hakkı ise ABD’ye bırakılmıştır2342. Yine anlaşmaya göre ABD Türkiye’ye satacağı malzeme karşılığında isterse Türkiye’de ihtiyacı olan gayrimenkulleri takas yoluyla alabilme hakkına sahip olmuştur2343. Anlaşma genel olarak Türkiye’nin lehine gözükmeyen bir içeriğe sahiptir. Türkiye’nin böyle bir anlaşma altına imza atmasında öncelikli olarak Rus yayılma politikası karşısında yalnız kalmama isteği yatmıştır. ABD ile askeri manada diğer bir ilişki ise bu devletin savaş süresince verdiği borçları ilgili devletlerden tahsil etme yoluna gitmesi sürecinde yaşanmıştır. Dağıttığı askeri ve ekonomik yardımları geri isteyen ABD, geri dönüşlerin sağlanmasına muvaffak olamamıştır. ABD dağıttığı borçları toplayamayınca büyük oranda azaltarak ya da silerek konuyu kapatma yolunu seçmiştir2344. Türkiye ise savaş içerisinde almış olduğu ABD desteğinin karşılığı olarak 4.5 milyon dolarlık (5.940.000 TL) bir ödeme teklifini kabul etmiştir. 8 Mayıs 1946 tarihinde ABD tarafından yapılan borçların tasfiyesi teklifi2345 20 Mayıs 1946 tarihli Meclis oturumunda kanunlaşmıştır. Böylece 1941 yılından itibaren ABD tarafından gönderilen, çoğunluğu savunma malzemesinin 130 milyon TL olan karşılığı 5.940.000 Türk Lirası ile karşılanmıştır2346. Yapılan anlaşma 25 Mayıs 1946 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir2347. Böylece ABD’den savaş

2340 TBMMTD, 25 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18, Ekler Bölümü s. 4-5. 2341 TBMMTD, 3 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, Ekler Bölümü s. 2/1-6., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 10 Mayıs 1946, s. 1. 2342 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar(1923-2005), Umay Yayınları, İzmir 2009, s. 126-127. 2343 Tunçkanat, s. 23. 2344 Armaoğlu, Belgelerle…, s. 143. 2345 TBMMTD, 8 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, Ekler Bölümü s. 5/1-3. 2346 TBMMTD, 20 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23, Ekler Bölümü s. 4/1-6 2347 BCA, Dosya: 426846, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 243.646..6. 444

içerisinde gelen yardımlar son bulmuştur. Artık Türkiye’ye yardım yapacak tek devlet olarak İngiltere kalmıştır2348. İngiltere ise Türkiye’nin yanı sıra, komünizmle mücadele içerisinde olan Yunanistan’a da yardım etmektedir. Fakat İngiltere savaşın verdiği yorgunlukla her iki devlete de yardım etme konusunda eski performansını sergileyememiştir. Türkiye ve Yunanistan’ın komünizm karşısında stratejik konumunu iyi algılayan İngiltere, ABD’yi ikna ederek yardım işini bu devlete devretme yollarını aramış ve en sonunda 21 Şubat 1947 tarihinde ABD’ye verdiği muhtıra ile bu iki devlete artık yardım edemeyeceğini belirtmiştir2349. Böylece İngiltere’nin devre dışı kalmasıyla komünist Rusya karşısında direnç noktaları olarak kabul gören iki komşu devletin kaderi tamamen ABD inisiyatifine bırakılmıştır. Yeni durum karşısında ABD üç seçenek karşısında kalmıştır. Seçeneklerden ilki Yunanistan ve Türkiye’yi Sovyetlerle karşı karşıya bırakmak, ikincisi konuyu BM’ye havale ederek orada verilecek kararlara uymak ve üçüncüsü ise iki devlete de Sovyetler karşısında doğrudan yardımcı olmak şeklinde ortaya çıkmıştır. ABD kamuoyunda yapılan anketlerde yardım edilmesi yönde bir eğilim belirmiştir2350. Böylece ABD yönetimi, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri giderleri için yardım etme konusunda halk desteğini de alarak çalışmalara başlamıştır. Türkiye için ABD’den savaş sonrasında gelen en ciddi destek ise Truman Doktrini olarak uygulamaya konulan askeri yardım paketi çerçevesinde gerçekleşmiştir.

5.8.1. Truman Doktrini ve Türkiye’nin Yardım İle İlgili Yaklaşımları

ABD kamuoyunun desteğini alan Başkan Harry Truman, askeri yardım konusunu araştırmak için bir komisyon görevlendirmiştir. Komisyon yaptığı çalışmalar sonunda Türkiye ve Yunanistan’a yardım edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Komisyon kararları dışişleri, deniz kuvvetleri ve savaş bakanlıkları tarafından da tasdik edilmiştir. ABD yapacağı yardımlarla komünizm karşısında bir adım atmayı hedeflemiştir2351. Böylece Sovyetler karşısında duyulan çekinceler bu devletin çevrelenmesi ile birlikte bertaraf edilebilecektir. Planlanan çevirme politikasında Yunanistan ve Türkiye önemli bir yere sahip durumdadır. İki devlete yapılacak yardımlar bağlamında Yunanistan daha stratejik bir konum arz etmiştir. Öyle ki Türkiye üzerindeki Rus baskıları azalma eğilimindeyken, Yunanistan’da komünistlerle yapılan iç savaş tüm şiddetiyle devam etmektedir2352. Yapılacak askeri yardımların içeriği ise bir nevi daha önceden son verilmiş olan Kiralama ve Ödünç Verme Kanunu’nun yeniden yürürlüğe konulması şeklinde planlanmıştır2353. ABD’nin planladığı yardım konusunun dünya kamuoyuna sunulduğu bilgilendirme konuşmasını ise Truman, 12 Mart 1947 tarihinde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak

2348 Sever, s. 44. 2349 Gönlübol vd., s. 226-227., Ayrıca Bakınız: Sakin ve Salep, s. 63. 2350 Ülman, s. 95. 2351 Sever, s. 46-47. 2352 Sander, Türk-Amerikan…, s. 12-15. 2353 Yurdoğlu, s. 31. 445

toplantısında yapmıştır2354. Truman konuşmasında, Sovyetlerin yayılma politikasından bahsetmiş ve dünya barışı için Amerika’nın müdahil olması gerektiğini anlatmıştır. Başkan öncelikle Yunanistan konusu üzerinde durarak kongreyi etkileme yolunu seçmiştir2355. Türkiye’nin de stratejik konumundan bahsetmeyi ihmal etmeyen Truman’ın yapmış olduğu konuşma2356 yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Artık ABD bir Sovyet saldırısı karşısında tepkisiz kalmayacağını ve savaşa dahil olacağını tüm dünyaya duyurmuştur. Truman’ın konuşması ardından ABD kamuoyunda lehte ve aleyhte yorumlar gündeme gelmiştir. Lehte yorum yapanlar, verilecek yardımların; Rus emperyalizmini ve komünizmi yayılmaktan men edeceğini, yeni bir savaşın çıkmasına engel olacağını, ABD’nin barış yanlısı olduğunu göstereceğini, Türkiye ve Yunanistan’ın bağımsızlığını koruyacağını, demokrasi anlayışını güçlendireceğini ve BM’nin barışı koruma girişimlerine destek olacağını savunmuşlardır. Yardım karşıtı olanlar ise yardımların; komünizme karşı olunduğu izlenimi uyandırdığını, BM’nin önemini azalttığını, Sovyet-ABD yakınlaşmasını engellediğini, iki kutuplu bir dünya yaratarak yeni bir savaş tehlikesi oluşturduğunu, komünistlerin daha çabuk örgütlenmelerine imkân hazırlayacağını iddia etmişlerdir2357. Yardım girişimine olumsuz bakan bazı ABD’li siyasetçiler ise Türkiye’yi kötüleyerek yardımın yapılmasını engellemeye çalışmışlardır. Türkiye’de göstermelik bir demokrasi olduğu ve mevcut iktidarın nazi yönetimine bir zamanlar hayranlık duyan kişilerin elinde bulunduğu yönündeki iddialar bu kişilerin propaganda malzemeleri arasında yer almıştır2358. Yardım karşıtı ABD’li siyasetçilerin önderleri arasında yer alan Ticaret eski Bakanı Henry Wallace, Yunanistan ve Türkiye’ye yapılacak yardım ile dünyanın yeni bir savaşa daha da yaklaşacağını belirterek yardımları engellemeye çalışmıştır. Wallace’ye göre, demokrasi olmayan ve savaş zamanında savaşa katılan devletlerin halklarına göre daha rahat bir hayat sürmüş olan Türkiye’ye yardım yanlış bir adımdır. Yunanistan’da ABD’yi ikna edebilecek bir hükümet kurulana kadar bu ülkeye de yardım yapılmamalıdır. Yapılacak yardım, Sovyetleri karşı tedbir almaya zorlayarak komünizmin yayılmasına ortam hazırlayabilecektir2359. Wallace eleştirilerini aralıksız devam ettirmiştir ve diğer bir konuşmasında ise Türkiye’yi aşağılayan tarzda olmak üzere şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkiye Birinci Dünya Harbinde bizimle savaşmış ve Birleşmiş Milletlere yardımdan kaçınmış olan bir millettir. Türkiye en fazla fiyat verene hayati ehemmiyeti haiz olan krom madeni satarak Almanlardan ve müttefiklerden aldığı paralarla semirmiştir. Bu satışlardan iki yüz milyon dolarlık altın stoku toplamıştır. Türk tarafsızlığı harbi aylarca uzatmıştır. Türk Hükümeti’nin temsili veya demokrat olduğunu iddia etmek manasızdır. Türk kaynaklarının beyanatına göre Başkan Truman tarafından temin edilecek yardımı Türkiye, Amerikan nispetlerine göre yedi milyon demek olan bir milyonluk ordusunu teçhiz etmek için

2354 Truman’ın konuşma metni için bakınız: Armaoğlu, Belgelerle…, s. 152-157. 2355 Gönlübol vd., s. 228. 2356 Orkunt, s. 139. 2357 Yurdoğlu, s. 64-66. 2358 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş…, Cilt 3, s. 1666-1667. 2359Son Saat Gazetesi, 14 Mart 1947, s. 1-4., Ayrıca Bakınız: Hogan, s. 94. 446

kullanacaktır. Bu, hangi manada bir hürriyet ordusudur? Hangi tarafta savaşacağı bilinmediği için bu ordu, harbin devamı müddetince birçok müttefik tümenlerini bağlı bir halde tutmuştur2360.” ABD’de bulunan ve Türk düşmanı olan Ermeniler de doktrine karşı bir faaliyet içerisine girmişlerdir. Türkiye’yi savaş sırasında Almanya’ya yardım etmek ve demokrasiye sahip olmamakla suçlayan Ermeniler, Türkiye’nin yardım almaya değil yardım etmeye daha müsait bir rahatlıkta olduğunu iddia etmişlerdir2361. 30 Mart 1947 Pazar günü ise ABD’de Ermenilerin katılımı ile Türkiye aleyhinde bir miting düzenlenmiştir. Bu mitingde Ermeniler Türkiye’ye yapılacak yardım aleyhinde konuşmalar yapmıştır. Türkiye’yi ırkçılıkla suçlayan Ermeniler, Varlık Vergisi konusunu tekrar gündeme getirmişler, Türkiye’nin ekalliyet haklarını dikkate almayarak gasp ettiğini vurgulamışlardır. Henry Wallace burada da bir açıklama yapmış, Türkiye ve Yunanistan ile ilgili bir sorun var ise bunun BM yoluyla halledilmesi gerektiğini vurgulamıştır. ABD’nin yardım konusunda ısrar etmesinin BM’yi oldukça zayıflatacağını da konuşmasına eklemiştir2362. Sovyetler Birliği de Truman’ın konuşmalarını şiddetle kınamıştır. Bu ülkede çıkan Komünist Parti gazetesi Pravda, Truman’ın nutku için şu ifadelerde bulunmuştur: “Truman verdiği nutukta Amerika’nın yayılma siyasetini totaliter rejimlere karşı hür milletlerin müdafaası asil bir veche altında izah etmek suretiyle haklı göstermeye çalışmıştır. Bu usul yeni bir şey değildir. Hitler de bir devleti istilaya hazırladığı zaman Bolşevik tehlikesinden bahsetmekteydi… Türkiye’ye yapılacak yardıma gelince, bu da Türkiye’de Amerikan hâkimiyetinin tesisinden ibaret olacaktır2363.” Rusların tavrından anlaşılacağı gibi Truman yönetimi her ne kadar Sovyet karşıtı bir imaj çizmemeye çalışsa da, Ruslar yardım girişimini doğrudan kendilerine karşı bir tutum olarak kabul etmişlerdir. Yardım açıklamalarının Türkiye’deki yansımalarına bakılacak olursa; Türk kamuoyu yardım girişimi karşısında üç farklı yaklaşım sergilemiştir. Birinci yoruma göre yardım, ABD’nin uzun yıllar devam ettirdiği yalnızlık politikasından sıyrılarak dünya sorunlarıyla ilgilenmek istemesinden kaynaklanmıştır. İkinci yoruma göre ise ABD kendi güvenliğini sağlayabilmek için yardım yapmak niyetindedir. Son yorum ise ABD’nin dünya barışını sağlamak için çaba sarf ettiği yönünde olmuştur. Yapılacak yardımlar konusunda ciddi şüphe taşıyanlar da mevcuttur. Şüphelerin temelinde ise gönderilecek yardımların denetlenmesi konusunda ABD’nin aktif rol alması yatmıştır. Bu durum Duyun-ı Umumiye yapılanmasının tekrar başlayacağı anlamında yorumlanmıştır2364. Ortaya atılan bu çekince ABD’li yetkililere iletilmiş ve Türk kamuoyunun rahatlatılması istenmiştir. Hem Türk hem de ABD’li yetkililer yaptıkları açıklamalarla ABD’nin Türkiye ile ilgili gizli hiçbir amacının bulunmadığı, ABD’nin emperyalist bir devlet olmadığı ve Türkiye’nin her hangi bir saldırıya karşı güvenliğini sağlamayı amaçladığı belirtilmiştir2365. Truman’ın yardım açıklamaları Türkiye siyasi platformunda olumlu bir tavırla karşılanmıştır. Hem CHP hem DP mensupları ABD’nin Türkiye’nin yanında bulunma isteğini

2360Ayın Tarihi, 29 Nisan 1947. 2361Son Saat Gazetesi, 28 Mart 1947, s. 1-4. 2362Son Saat Gazetesi, 1 Nisan 1947, s. 1-4. 2363Memleket Gazetesi, 16 Mart 1947, s. 5. 2364 Ülman, s. 100-101. 2365 Sander, Türk-Amerikan…, s. 28. 447

gerekli ve dostane bulmuştur2366. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü yapılacak olan yardım konusundaki memnuniyetini belirtmiş, Türkiye’nin savaş sırasında ve sonrasında sergilediği başarılı politikanın karşılığını almaya başladığını ifade etmiş ve ABD’yi dünya barışının koruyucusu olarak tanımlamıştır2367. Newyork Times Gazetesi muhabiri Daniell Presier’a 17 Nisan 1947 tarihinde röportaj veren Başbakan Recep Peker de gelişme karşısındaki olumlu tavrını izaha çalışmıştır. Peker, Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri ve yapılacak ABD yardımının bu ilişkiler üzerindeki etkileri konularına temkinli yaklaşmıştır. Yapılacak yardımın askeri ihtiyaçlar için bile az olduğunu belirten Peker, daha fazla yardım istediklerini belirtmiştir. Askeri ihtiyaçların karşılanması ve ordunun teçhiz edilmesi ile asker sayısında azalmaya gidileceğini, böylece ekonomik hayatta da bir rahatlama sağlanacağını dile getirmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sorunların kendi arzusu dışında gelişen nedenlere bağlı olduğunu, bu nedenle sorunların aşılmasında ciddi yardımlara ihtiyaç duyduklarını, sanayi yatırımlarının hızlanması için de destek beklediklerini belirten Peker, ABD’li sermayedarları ülkeye davet etmiştir. ABD’nin yalnızlık politikasından vazgeçerek dünya siyasetine dahil olmasını olumlu karşılayan Başbakan, bu gelişmenin hem dünya hem ABD için faydalar sağlayacağını söylemiştir. Türkiye’de şahsi hürriyetlerin kısıtlandığı, basına ve muhalefete baskı yapıldığı yönlü iddiaların siyasi amaçlı bulduğunu belirten Peker, demokrasi yolunda hızla ilerlediklerini eklemiştir2368. Truman, yardım için konuşmasını yaptıktan sonra Türkiye genelinde ve özellikle İstanbul’da ticari hayatta ciddi bir canlanma yaşanmıştır. İthalatçılar ABD’li firmalarla diyaloga girmişler ve bu firmalardan uzun vadeli mal ithal etme sözü almışlardır. Piyasada bulunan ithal malların fiyatlarında da %15-20 ucuzluk göze çarpmıştır. Ticaret çevrelerinin yapmış olduğu yorumlarda; ABD sermayesi sayesinde piyasaların canlanmaya devam edeceği, işsizliğin azalacağı, iktisadi gelişimin hız kazanacağı yönünde tahminler öne çıkmıştır. İş çevreleri Amerikan ve İngiliz sermayesinin Türkiye’ye gelerek iş kuracağını da tahmin etmiştir2369. Görüldüğü üzere daha yardım anlaşması imzalanmadan ve yardımlar gelmeye başlamadan olumlu ve olumsuz görüşler kendine taraftar toplamaya başlamış, fakat lehte bulunanlar içerisinde siyasetçilerin ve sermayedarların mevcudiyeti, gelecek yardımlara karşı olanların seslerinin çok fazla duyulmamasına neden olmuştur.

5.8.2. Truman Doktrini’nin Yürürlüğe Girmesi ve Türkiye’ye Yapılan Yardımlar

Türkiye ve Yunanistan’a toplam 400 milyon Dolar yardım yapmayı amaçlayan Truman Doktrini, Amerikan Senatosu’nun 22 Nisan 1947 tarihli oturumunda konuşulmuş ve Senato 23 ret oyuna karşın 67 kabul oyuyla hükümetin belirtilen yardımı yapması için yetki vermiştir2370. Oylamanın ardından bir konuşma yapan ve ret oylarının sahiplerinden birisi olan Senato üyesi

2366 Yalman, s. 1395. 2367 Gönlübol vd., s. 230. 2368 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.70..5. 2369Son Saat Gazetesi, 14 Mart 1947, s. 1. 2370Ayın Tarihi, 22 Nisan 1947., Ayrıca Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, 23 Nisan 1947, s. 1. 448

Claude Pepper yardımları eleştiren şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu, dış siyaset bahsinde işlediğimiz hataların en büyüğüdür. Bu tasvip, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın nüfuz ve itibarına bir darbe teşkil etmekte, bizi Sovyetler Birliği ile mücadele vaziyetine sokmakta ve evvelce harbe müntehi olmuş bulunan yollara sevk etmektedir2371.” Karşı olanlara rağmen 9 Mayıs günü ABD Temsilciler Meclisinde de kabul edilen yardım kanunu2372, 22 Mayıs 1947 tarihinde Truman’ın da onaylaması ile yürürlüğe girmiştir2373. Truman’ın onayının hemen ardından 23 Mayıs 1947 tarihinde yapılacak yardımlarla ilgili olarak gereken çalışmaları yapması amacıyla, General Lunsford Oliver başkanlığında bir heyet Türkiye’ye gönderilmiştir. Bu heyet 6 hafta boyunca yaptığı incelemeler sonrası hazırladığı raporda; Türkiye’deki silah altında bulunan askerlerin sayısının azaltılması ve silahların modernleştirilmesi gerektiğini, yardımların 3 yıl devamı halinde Türkiye’nin kendi savunmasını sağlayabilecek duruma gelebileceğini belirtmiştir2374. Yapılacak yardımın hangi alanlarda olması gerektiği de rapor içerisinde yer almıştır. Bu çizelgeye göre; yol yapımı için 5 milyon, donama ihtiyaçları için 14.75 milyon, hava kuvvetleri için 26 milyon, kara kuvvetleri için 48 milyon ve tersaneler için 5 milyon dolar yardım yapılması makul görülmüştür2375. Oliver ülkesine döndükten sonra yaptığı bir konuşmada da Rusların Türk-Rus sınırında 35 tümenlik asker bulundurarak Türkiye’nin 500.000 askeri silah altında bulundurmaya zorladığını, bu şekilde Türkiye’nin ekonomik durumunu sarsmaya çalıştığını iddia etmiştir. Silah altında bulunan Türk vatandaşlarının en kısa zamanda üretici konuma geçmesinin öneminden bahseden Oliver, Türkiye’nin sadece askeri yardım değil, aynı zamanda zirai ve sanayi alanında kalkınma tavsiyeleri de istediğini belirtmiştir2376. Ön çalışmaların tamamlanmasının ardından sıra ABD ile Türkiye arasında yardım anlaşması metninin imzalanmasına gelmiştir. Anlaşma 12 Temmuz 1947 tarihinde Başbakan Hasan Saka ile ABD Dışişleri Bakanı adına Ankara Büyükelçisi Edwin C. Wilson arasında imzalanmıştır2377. 100.000 milyon dolar ABD yardımını öngören2378 8 maddelik anlaşma içerisinde yer alan ilkelerden bazıları şu şekildedir; ABD tarafında tayin edilen bir misyon şefi Amerika’yı temsilen Türkiye’de bulunacak ve yardımın koordinasyonunu Türk temsilcilerle birlikte yapacaktır. Misyon şefine, yardımların amacı doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını takip etme hakkı tanınacaktır. ABD radyo ve basın temsilcileri de yardımların kullanımını kolayca takip edebilme imkânına sahip olacaklardır. Türk hükümeti ise halkına, gelen yardımlar hakkında sürekli bilgilendirici yayınlar yapacaktır. ABD’nin izini olmadan, gönderilen malzemeler başkasına devredilemeyecek, Türk görevlilerden başkasına kullandırılmayacak ve belirlenecek

2371Ayın Tarihi, 23 Nisan 1947. 2372 Gönlübol vd., s. 229. 2373 Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak yardımlarla ilgili kabul edilen ABD’ye ait kanun metninin tamamı için bakınız: Armaoğlu, Belgelerle…, s. 158-161. 2374 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 64., George S. Harris eserinde, Türkiye’ye askeri yardım için gereken süreyi 5 yıl olarak vermiştir. Harris, s. 31. 2375 Ülman, s. 110. 2376 Tanin Gazetesi, 1 Eylül 1947, s. 1. 2377Resmi Gazete, 5 Eylül 1947, s. 2. 2378Spector, s. 207. 449

olan amaçlar dışında da sarf edilmesine izin verilmeyecektir. Anlaşma; amaç dışı kullanım, Türkiye’nin talebi olması veyahut BM’nin isteği doğrultusunda sona erdirilebilecektir2379. Türkiye ile ABD arasında imzalanan “Türkiye’ye Yardım Hakkında Anlaşma” metninin onanması görüşmeleri 1 Eylül 1947 tarihli Meclis oturumunda gerçekleşmiştir. Anlaşma ile ilgili olarak verilen malumatta, anlaşmanın her iki ülkenin de bağımsızlığı ve güvenliğine ters olmadığı vurgulanmıştır. Yapılacak olan yardımın, Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün yanı sıra, iktisadi anlamda gelişmesi için de bir gereklilik olduğu belirtilmiştir. Anlaşmanın Birleşmiş Milletler çalışmalarına destek anlamı taşıdığı, Türkiye’ye yönelik tehditler karşısında ülkenin savunma anlamında hazır olmasının amaçlandığı imza gerekçeleri arasında gösterilmiştir2380. Konu ile ilgili olarak konuşan Dışişleri Bakanı Hasan Saka anlaşma hakkında yapılan en önemli eleştiri olan, Türkiye’nin bağımsızlığına müdahale edileceği yorumuna cevap vermiştir. Anlaşma içerisinde Türkiye’nin bağımsızlığına müdahale anlamı taşıyan her hangi bir madeninin bulunmadığını tekrarlayan Saka, BM’nin yeteri derecede güç kazanmamasından dolayı, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yardımların ABD tarafından yapılmasının yanlış bir girişim olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Nihat Erim ve Kasım Gülek de anlaşma lehinde ve yardımların gerekliliğini belirten konuşmalar yapmışlar, ardından gerçekleşen oylamada ise 339 oy ile anlaşma kanunlaşmıştır2381. Askeri yardım anlaşması Mecliste kabul görmüştür ama ABD’nin Türkiye için 100 milyon dolar civarında bir yardım yapma düşüncesi içerisinde olması Türk yöneticilerini tatmin etmemiştir. Yardımın miktarının artırılması için talepte bulunmak ve diğer yardım konularını görüşmek üzere bir Genel Kurmay Heyeti, Genelkurmay Başkanı Salih Omurtak başkanlığında, Amerika’ya gönderilmiştir. Bu ziyaretin sebebi ile ilgili bir açıklama yapan Omurtak şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu seyahatte Amerika Birleşik Devletleri yüksek şefleri ile tanışmak fırsatını elde etmiş olacağım. Seyahatimiz ordumuzun teknik bakımdan kudretini sağlamakla ilgilidir. Bildiğiniz gibi bunun esasını Amerikan yardımı teşkil etmektedir. Amerika’da bu yardımın tatbikatı üzerindeki çalışmayı göreceğiz. Hareketimiz önceden tertiplenmiş, hazırlanmış bir programa dayanmaktadır. Bir ay kadar orada kalacağız, dönüşte Londra’ya da uğrayabileceğimizi sanıyorum2382.” Omurtak yaptığı açıklamada yardımı artırma isteğinde bulunacağını açıklamayı uygun görmemiş olmalıdır. Anlaşma imzalandıktan sonra 1947 Kasım ayında başlamak üzere ABD eğitim merkezlerine Türk subay ve astsubayları alınarak taktik ve teknik eğitime başlanmış, Türk ordusunun yeniden teşkilatlanması ve yeni silahlara uyum sağlamasına çalışılmıştır2383. ABD de Türkiye’ye uzmanlar göndermiş, bu uzmanlar yardım kapsamında gelen malzemelerin, uçakların, makinelerin kullanım ve bakımını Türk yetkililere öğretmeye başlamıştır. Türk askeri okullarında da öncelikli olarak Amerika’dan gelen yeni silahların kullanımı, bakımı ve

2379 TBMMTD, 1 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 1/6-7., Ayrıca Bakınız: Harris, s.213-215. 2380 TBMMTD, 1 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, Ekler Bölümü s. 1/1-5. 2381 TBMMTD, 1 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6, s. 553-556. 2382Memleket Gazetesi, 6 Ekim 1947, s. 4. 2383 Orkunt, s. 139-140. 450

taşınmasına yönelik eğitimler verilmiştir2384. Gereken hazırlıklar yapılırken bir yandan da yardımlar gelmeye başlamıştır. Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye’ye 1947 yılı Ekim ayı ile 1948 yılı Eylül ayları arasında 72.887.405 dolar yardım gelmiştir. Bu yardımın 56.675.156 doları kara ve hava kuvvetleri, 11.955.334 doları deniz kuvvetleri ve yaklaşık 5 milyon doları ise askeri amaçlı karayolu yapımı için kullanmıştır2385. Yardımlar 1948 yılı tamamlandığı zaman 96.870.000 dolara yükselmiştir. Başkan Truman, Kongre’ye yardımlarla ilgili verdiği bir malumatta, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması için yardımların devam edeceğini ifade etmiş ve şu yorumu yapmıştır: “Türkiye, Rusya’nın toprak isteklerini hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak surette reddetmek ve enerjik askeri tedbirler almak suretiyle bütün dünyanın hayranlığına hak kazanmış ve kendisine karşı girişilecek tecavüze elindeki vasıtaların hepsi tükeninceye kadar mukavemet göstereceğini kesin bir tarzda anlatmıştır.” Truman ayrıca yardımların Türk ordusu tarafından rahatça kullanılabildiğinin yapılan tatbikatlarla anlaşıldığını belirterek, Yunanistan ve Türkiye’ye yapılan yardımlarla komünizm karşısında güçlü bir askeri yapı oluşturulduğunu, her iki devletin Akdeniz havzasındaki barışın önemli parçaları olduklarını belirtmiştir2386. Gönderilen yardım malzemelerinin içeriğine bakıldığında; gelen mamüllerin bir kısmının ABD ordusuna ait fazlalık malzemelerden oluştuğu görülmektedir. Yine malzemelerin bir bölümünün de silah olmadığı göze çarpmaktadır. Karayolu, demiryolu ve liman gibi askeri gücü destekleyecek unsurların inşası için kullanılacak malzemeler de gönderilenler içerisinde yer almıştır2387. Gönderilen malzemelerden bir bölümü şu şeklide olmuştur: 1947 yılı Ağustos ayı içerisinde 10 adet gemi Türkiye’ye teslim edilmiştir. Türkiye bu gemiler için 7.400.000 lira ödemiştir. Türkiye ayrıca vereceği 6.000.000 lira ile de bu gemilerin ABD havuzlarında tamirini yaptırmıştır. Yardım kapsamında verilmesine rağmen gemilerin bedelleri Türkiye tarafından temin edilmiştir. Gemilerden ikisi petrol, 6’sı yük ve 2’si victory(kargo) tipindedir2388. 1948 yılı Mart ayında gelen diğer bir yardım paketi içerisinde ise muhabere malzemesi, telsiz cihazları, cephane, tank, jeep otomobilleri, nakliye kamyonları ve 4.5 tonluk kurtarıcı kamyonlar yer almıştır. Sayıları 300’ü geçen bu arabaların yedek parçaları da beraberinde gelmiştir. Aynı günlerde 16 uçak da gönderilmiş ve Ankara’ya ulaşmıştır2389. ABD’nin 1948 yılı içerisinde Türkiye’ye gönderdiği uçak sayısı 296 olmuştur. Bu uçaklardan 180 tanesi F-47, 30 tanesi B-26 ve 86 tanesi ise C-47 modelindedir2390. 1948 yılı Haziran ayında gerçekleşen diğer bir yardım ise gemi filosu şeklinde olmuştur. 8 mayın tarama, 1 ağ germe, 1 benzin taşıma ve 1 tamir gemisinden oluşan bu 11 gemilik filoya dahil gemilerin kullanımını ise gemilerle birlikte gelen ve ABD’de birkaç aylık eğitim gören Türkler üstlenmiştir2391. Truman Doktrini kapsamında gönderilen malzemeler ile birlikte Türk ordusunun modernleştirilmesi ve bir düzene sokulması için tek kaynak artık ABD olmuştur. Ordunun elinde

2384 McGhee, s. 90-91. 2385 Sander, Türk-Amerikan…, s. 31. 2386Akşam Gazetesi, 18 Mart 1949, s. 1. 2387Akşam Gazetesi, 4 Eylül 1947, s. 2. 2388Tanin Gazetesi, 21 Ağustos 1947, s. 1. 2389Akşam Gazetesi, 27 Mart 1948, s. 2. 2390Akalın, s. 248. 2391Akşam Gazetesi, 12 Haziran 1948, s. 1. 451

bulunan ve tamiri bir şekilde yapılabilen mekanik silahların yerini artık elektrik ve elektronik teknolojileri almaya başlamış, tamiri yardımsız mümkün olmayan, daha çabuk arıza veren ama etkili silahlar ordu gücünü takviye etmeye başlamıştır. Bu yeni silahlanma hamlesi ordunun her kademesinde adaptasyon ihtiyacı ortaya çıkarmış ve karmaşık silahların bakım ve onarımının öğrenilmesi, gelişmelerin takip edilmesi sürecinin uzunluğu ve karmaşıklığı Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığının uzun süreli olacağını göstermiştir. Ayrıca yapılacak iş ve işlemlerde Türk tarafının teknik anlamda yetersizliği sonucunda ABD’li uzmanların Türkiye adına karar vermesi neticesi de doğmuştur2392. Türk yöneticileri gelen yardımlarla birlikte Türk askerinin bir bölümünün terhis edilmesi ile ekonomiyi rahatlatmayı amaçlamıştır. Fakat gelen yardımlar Türk ekonomisini rahatlatmamıştır. Gönderilen malzemelerin bakımı ve yedek parçalarının temini Türkiye için büyük bir gider kalemi oluşturmuş ve dolar sıkıntısı çıkmasına neden olmuştur2393. Öyle ki yaklaşık 100 milyon dolar değerinde gelen ABD patentli askeri malzemelerin yıllık olarak bakım ve yedek parça masrafları 143 milyon dolar tutmuştur. Bu durum Türkiye’nin savaş sırasında biriktirdiği rezervlerinin kısa sürede erimesine neden olmuştur2394. Truman Doktrini’nin uygulanışı, Marshall Planı olarak da bilinen ve ABD tarafından 1948 yılı Nisan ayında başlatılan yardım programı içerisine dahil edilerek sonlandırılmıştır2395.

5.9. Kore Savaşı ve Türkiye

Sovyetler Birliği ile ABD arasında yaşanan soğuk savaşın önemli bir safhasını oluşturan Kore Savaşı Türkiye’yi de içerisine çekmiştir. Türkiye; Batı dünyasıyla ve özellikle ABD ile bütünleşmenin sağlanması, NATO’ya girişin önünün açılabilmesi için Kore Savaşı’na büyük önem vermiştir. Savaşın çıkma nedeni ise şu şekilde olmuştur: İkinci Dünya Savaşı biterken Kore’nin kuzeyi Sovyetler Birliği, güneyi ise ABD denetiminde kalmıştır. İki devlet arasında yapılan anlaşma ile 38. paralel sınır olarak kabul edilmiştir2396. 1946 yılında Sovyet tarafı Kore’nin birleşmesi için girişimlerde bulunmuştur. Aslında amaç Sovyet denetiminde tek bir Kore oluşturmaktır. ABD buna karşı çıkınca Kore’nin bölünmesi netleşmiş, her iki taraf da kendi istekleri doğrultusunda bir Kore inşa etmeye başlamıştır.1949 yılı yaz aylarında ABD askerleri Güney Kore’den çekmiştir. Kuzey Kore bundan memnun olsa da yeterli bulmamıştır. ABD ise Güney Kore’ye sadece ekonomik yardımlarda bulunacağını, askeri konularda artık BM’nin yetkili olduğunu duyurmuştur. 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore orduları 38. paralel boyunca güneye ilerlemeye başlayarak iki Kore’yi birleştirmeyi amaçlamıştır2397. Kore Savaşı’nın başlaması üzerine ABD’nin girişimi ile BM Güvenlik Konseyi toplanmış, Kuzey Kore’nin barışı bozduğu ve derhal geri çekilmesi gerektiği kararı alınmıştır. Sovyetlerin konseye katılmamış

2392 Orkunt, s. 139-140. 2393 Gönlübol vd., s. 234-235. 2394 Merih, s 113. 2395 Sander, Türk-Amerikan…, s. 23. 2396 Öymen, s. 538. 2397Öke, s. 24-27. 452

olması bu yönde bir kararın karşısında veto hakkını kullanmasına mani olmuştur. Kuzey Kore’nin ikazlara uymayarak savaşa devam etmesi üzerine 27 Haziran 1950 tarihinde alınan yeni bir BM kararı ile silahlı önlemler alınması gerekliliği kararlaştırılmıştır2398. Alınan BM kararına ilk uyan devlet ABD olmuş ve Güney Kore yönetimine askeri yardım göndermiştir. Türkiye ise ABD yanında yer almanın getirilerini dikkate alarak Kore Savaşı’na müdahil olmayı doğru bir adım olarak değerlendirmiştir. Savaşa katılma mevzusu ilk olarak 30 Haziran 1950 tarihli Meclis görüşmesinde gündeme alınmıştır. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Dışişleri Bakanlığı’na, BM Genel Sekreteri Trygve Lie tarafından 27 Haziran 1950 tarihinde gönderilmiş olan (bu metin tüm BM üyesi devletlere gönderilmiştir) telgrafı vekillere okumuştur. Telgrafta Kuzey Kore’nin haksız işgali karşısında üye devletlerin yardımı istenmiştir. Dışişlerine gönderilen 28 Haziran tarihli ikinci telgrafta ise BM Güvenlik Konseyinin almış olduğu 474 sayılı toplantıya ait karar yer almıştır. Bu telgrafta Kuzey Kore’nin uyarıları dikkate almayarak 38. paralelin kuzeyine çekilmemesi dolayısıyla askeri tedbir almanın gerekliliği belirtilmiştir. BM azalarından silahlı tecavüzü püskürtmek ve barış ortamını yeniden sağlamak için Güney Kore’ye gereken yardımın yapılması tavsiye edilmiştir. Türk Hükümeti ise BM Genel Sekreterliği’ne destek bildiren şu telgrafı göndermiştir: “Birleşmiş Milletler Konseyinin Kore’deki elim olaylarla ilgili olarak yapmış olduğu teşebbüsleri, bozulan barışın iadesini ve açıkça tecavüze uğramış bir devletin egemenlik haklarının korunmasını sağlayacak ve bu suretle dünya sulhunun ve milletler güvenliğinin kuvvetlenmesine en müessir(etkin) bir surette hizmet edecek bir kararın ifadesi addeden hükümetim adına ve 28 Haziran 1950 tarihli ve 8755 sayılı telgrafınızın ihtiva ettiği tavsiyeye cevap olarak zat-ı devletlerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Kurulu’nda bir üye olmak sıfatıyla deruhte eylemiş bulunduğu taahhütleri şart hükümleri dahilinde ve azami samimiyetle yerine getirmeye amade olduğunu bildirmeye müsaraat eder, bu vesile ile derin saygılarımı sunarım2399.” 1 Temmuz tarihinde BM Sekreterliği gönderdiği yeni bir telgrafla, Türkiye’nin yapacağı yardımın içeriğinin ne olacağı noktasında bilgilenmek istediğini belirtmiştir. Aynı gün Köprülü cevabi telgrafında, BM Güvenlik Konseyi’nin uygun gördüğü şekilde yardıma hazır olunduğunu bildirmiştir2400. Bu telgraflaşmalar Türkiye’nin savaşın tarafı olması yönünde atılmış ciddi adımlar olarak kabul edilmiştir. Türkiye’nin Kore Savaşı’na nasıl bir destek vereceği merak konusu olmuştur. Başbakan Adnan Menderes, konuyla ilgili olarak ilk açıklamayı 15 Temmuz 1950 tarihinde verdiği bir demeçte gerçekleştirmiştir. Bu demecinde BM’ye gönderilen telgrafın gerektirdiği bir şekilde yardımın yapılacağını kamuoyuna duyurmuştur2401. Yardım konusu 18 Temmuz 1950 tarihinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar başkanlığında yapılan; Başbakan, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, ordu komutanları, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının katıldığı toplantıda ele alınmıştır2402. Bu toplantının ardından ise yardımın içeriği 25 Temmuz günü Yalova’da toplanan Bakanlar Kurulu tarafından netleştirilmiştir. Yardım 4.500

2398 Soysal, Türkiye’nin…, s. 12. 2399 TBMMTD, 30 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 311-312. 2400 Armaoğlu, Belgelerle…, s. 182. 2401 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 2402 Ahmad, Demokrasi…, s. 500. 453

kişilik bir askeri birlikten oluşacaktır2403. Alınan bu karar BM Genel Sekreterliği’ne bildirilmiştir. Gönderilen telgraf içerisinde; Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Paktı’ndan doğan taahhütlerine ve Güvenlik Konseyi’nin kararlarına uymayı bir sorumluluk olarak kabul ettiği, dünya barışının sağlanması adına bir askeri birlik göndermeye karar verdiği ifadeleri yer almıştır2404. Bu arada BM’nin yardım talepleri diğer üye devletler tarafından gereken ilgiyi görmemiştir. Sergilenen tavır üzerine ABD, en büyük kozu olan, ekonomik yardım göndermeme tehdidini ortaya koymuştur. Bu minvalde Amerikan Temsilciler Meclisi, Başkan Truman’a, Kore’ye yapılan yardım talebine karşılık vermeyen ve yardım göndermeyen ülkelere yapılan Marshall Yardımı’nın kesilmesi yetkisini vermiştir2405.

5.9.1. Kore’ye Asker Gönderme Kararı Karşısında Sergilenen Olumlu ve Olumsuz Yaklaşımlar

Kore’ye asker gönderilmesi kararı kamuoyunda genel kabul görmesine rağmen bu karardan memnun olmayan bir grup da ortaya çıkmıştır. Her iki grup arasındaki çekişme sürecinde destekçi olanların sesleri daha fazla duyulmuş ve halkın olumlu yaklaşımı da karşıt grubun mücadelesini zayıflatmıştır. Öncelikli olarak Kore’ye destek karşısında ortaya konulan olumsuz tavırlar ve bu yaklaşımın gerekçeleri üzerinde durulacaktır. CHP, Millet Partisi ve komünist çevreler iktidarın sınır dışına asker göndermesine ve bu gönderimin Meclise danışılmadan yapılmasına karşı tepkilerini ortaya koymuşlardır. CHP ve MP daha çok uygulanan usule karşı durmak yolunu seçerken, solcular hem usul hem de yardımın kendisi konusunda seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Gelen tepkiler içerisinde en ciddisini sol görüşlüler ve bu grup içerisinde de Türk Barışseverler Cemiyeti gerçekleştirmiştir. Cemiyet, İstanbul’da halka el ilanları dağıtmıştır. Bu ilanlar yetkililer tarafında toplatılmıştır. Cemiyet adına Başkan Behice Boran ve Genel Sekreter Adnan Cemgil imzasıyla Meclis başkanlığına gönderilen 27 Temmuz 1950 tarihli bir telgrafta ise hükümetin, BM Anayasasına uygun olarak asker göndermiş olduğu yönündeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığı belirtilmiştir. Telgraf sahiplerine göre; BM Anayasasının 43. maddesine göre askeri müdahale için önceden ilgili devletler arasında hususi anlaşmalar gerekmektedir. Fakat Türkiye’nin hususi anlaşmaları bulunmamaktadır. İmzalanan anlaşmaların da ilgili devletler Anayasasına göre onaylanması zorunludur. Kore’ye asker gönderilmesiyle Türkiye bir savaş ilanında bulunmuştur ve savaş ilanı da ancak Meclis tarafından verebilen bir karardır. Kararın iptali için TBMM’nin derhal konuyu gündemine alması gerekmektedir. Telgrafta ayrıca, Türkiye’nin de Hindistan gibi barışın sağlanması konusunda telkinde bulunmasının doğru olacağı ifade edilmiştir2406. Cemiyet açıkça iktidarı savaş taraftarı ve kanun karşıtı olarak suçlamıştır. Bu tavrı sonrasında Behice Boran ve

2403Harris, s. 39. 2404Ulus Gazetesi, 26 Temmuz 1950, s. 1. 2405Zafer Gazetesi, 2 Ağustos 1950, s. 1. 2406Zafer Gazetesi, 29 Temmuz 1950, s. 1-8. 454

Adnan Cemgil ile avukat Vahdettin Barut, basım yapan matbaacı Cemal Anıl tevkif edilmiştir. İlgili kişilerin suçlanma nedeni ise komünizme hizmet etmek şeklinde açıklanmıştır2407. Güney Kore’ye asker gönderilmesi konusunda tepki gösteren diğer bir grup ise CHP’liler olmuştur. Özellikle 1950 yılı içerisinde yapılan milletvekili seçimlerinde Meclis dışında kalmış partililer, DP’nin muhalefete danışmadan asker göndermesini şiddetle eleştirmiştir. Bu gruba göre alınan karar Sovyetler ile olan ilişkileri daha da gerecektir2408. İktidar karşısında seçimlerde büyük bir hayal kırıklığına uğrayan CHP üyeleri, gelişmeler karşısında gösterdikleri reaksiyonla muhalefet olma duygusunu ve kendi içlerinde yeniden bir toparlanma havasını yakalamışlardır. Parti içerisindeki bu olumlu dayanışma tavrının devam etmesini isteyen parti önderleri de Kore konusunu gündemde tutmaya devam etmişlerdir2409. Özellikle İnönü, partisi içerisindeki canlanma sürecinin devamını sağlamaya çalışmıştır. Kendisini, ülkeyi dünya savaşından korumuş bir lider olarak gören ve yeni iktidarı acemilikle suçlayan İnönü, sonu belli olmayan bir mücadelenin içine girmiş olunduğu propagandasını yapmıştır2410. İnönü, DP iktidarının, uzun müddet iktidarda kalmış bir partinin başkanı sıfatıyla kendisine danışması ve kendisinin tecrübelerinden yararlanılması gerektiğini ama Demokrat Partililerin buna yanaşmadıklarını belirtmiştir2411. İnönü’nün sergilediği yaklaşım, ulusal bir sorunun politik amaçlar çerçevesinde kullanılmasından öteye geçmemiştir. CHP, DP iktidarının kendi başına hareket ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni zor duruma sokmasının temelinde NATO’ya girme çabalarının yatmakta olduğu iddiasını da ortaya atmıştır. Gerçekten de Türkiye asker gönderme girişiminin ardından Yunanistan’la birlikte NATO’ya girmek için bir başvuru da bulunmuştur. Fakat başvuru Eylül ayında reddedilmiştir2412. Böylece, gelen ret cevabı CHP’nin NATO’ya girme karşılığında askeri yardım yapıldığı iddiasını zayıflatmıştır. Zaten Türkiye bu kuruluşa girebilmek için uzun zamandır çaba sarf etmektedir ve bu başvuru da daha önce yapılan girişimlerin bir devamı olarak görülmelidir. CHP’nin Kore Savaşı ile ilgili olarak muhalif yaklaşım sergilemesi sürecinde aynı tarzı benimsemiş olan Millet Partisi de olumsuz bir tavır takınmıştır. MP, halkın tepkisini toplamamak için asker gönderilmesinden çok gönderiliş şekli üzerindeki şikâyetlerini dile getirmiştir. MP’ye göre Türkiye, Sovyetler Birliği’nden bir saldırı gelmesi halinde ABD’nin kendisine yardım etmesi garantisini almadan Kore’ye yardıma karar vermiştir. Ayrıca girişilen savaşın BM devletlerinin ortak çıkarı mı yoksa sadece ABD’nin şahsi çıkarımı olduğunun iyi kavranması gerektiğini de dile getirmiştir2413. MP’nin tepkilerinin bir sonucu olarak partinin Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı ile Mardin Bağımsız Milletvekili Kemal Türkoğlu 11 Aralık 1950 tarihinde, Türk birliğinin Kore’ye kanuna uygun olarak gönderilmemesinden dolayı hükümetin görevde kalmaması gerekliliğini içeren bir gensoruyu Meclise vermiştir. Gensoru sahipleri Türk askerlerinin geri getirilmesini istemediklerini ve onları desteklediklerini de verdikleri gensoruya

2407Zafer Gazetesi, 30 Temmuz 1950, s. 1-8. 2408 Öke, s. 69. 2409 Karaosmanoğlu, s. 174-175. 2410 Burçak, On…, s. 61-64 2411 Aydemir, İkinci…, Cilt III, s 297. 2412 Öke, s. 103. 2413 Burçak, On…, s. 64-65. 455

eklemişlerdir. Verilen gensoru üzerine söz alan Başbakan Adnan Menderes daha önceki savunmalarına benzer bir yaklaşımla BM’ye olan bağlılığın ve dünya barışına verilen katkının bir sonucu olarak asker gönderildiğini vurgulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesine göre savaş ilanını Meclisin yapabileceğini fakat TBMM’nin BM Anayasasını kabul ederken gerektiği zaman askeri yardım yapabilme yetkisini Bakanlar Kurulu’na vermiş olduğunu hatırlatmıştır. Ayrıca Kore’ye asker gönderilmesinin bir savaş ilanı olarak değerlendirilmesinin de yanlış olduğunu iddia etmiştir. Gensoru sahibi Bölükbaşı da oturumda söz alarak gönderilen askerlerin merasim için değil savaşmak için gittiğini, BM’nin savaşa katılmak için sadece tavsiyede bulunabileceğini ve bir emrivaki yapamayacağını belirtmiştir. Menderes bu görüş üzerine BM Genel Sekreterliği’nden gelen telgrafı yeniden okuyarak tavsiye değil bir askeri yardım talebi yapıldığını söylemiştir. BM’nin önce tavsiye yetkisi olduğunu, ardından alınan tedbirlerin başarıya ulaşmaması durumunda 42. maddeye göre askeri taleplerde bulunabileceğini ifade etmiştir. Menderes, Bakanlar Kurulu’nda Kore’ye asker gönderilmesi kararının ittifakla alındığını da konuşmasına eklemiştir. Kore mevzusunda yapılan konuşmalar sonrasında hükümetin vermiş olduğu kararın Anayasa prensiplerine ve kanunlara aykırı olmadığına dair takrir oylanmıştır. Oylamaya 351 vekil katılmış, 311 onay oyu, 39 ret oyu kullanılmış, 1 de çekimser oy çıkmıştır2414. Böylece yardım konusu hukuki bir dayanakla desteklenerek muhalifler karşısında önemli bir güç kazanılmıştır. Kore’ye asker gönderilmesi taraftarı olanlar ise daha çok yapılan yardımın kanunular çerçevesinde ve zaruri olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuşlardır. Menderes, asker gönderme konusunu en ciddi şekilde savunan isim olmuştur. Yaptığı açıklamalarda verilen desteğin kendileri için bir fırsat olduğunu, herkesten önce destek vermekle büyük bir atılım içerisine girdiklerini, bu hareketleriyle de diğer devletleri savaşa destek vermeye yönlendirdiklerini belirtmiştir2415. Konuyla ilgili eleştirilere de cevap veren Menderes yüklendikleri önemli misyonu izaha çalışmıştır. Kendilerine yöneltilen; askerin yurtdışına gönderilmesinin doğurabileceği kötü sonuçlar konusundaki eleştiriler ve Meclise danışılmadan yapılan bu hareketin kanunsuzluğu uyarılarına karşı Menderes 28 Temmuz 1950 günü tüm basın kuruluşlarına verdiği bir beyanatta şu savunmayı yapmıştır: “…Kanaatimizce bizim kararımız gibi diğer hürriyet sever milletlerin bu yolda alacakları kararlardır ki tecavüzler önlenebilir. Esasen Birleşmiş Milletler idealini samimiyetle benimsemiş olmak da bu esasa inanmış olmak demektir… Birleşmiş Milletler Anayasasına iltihak etmiş bulunuyoruz. Bu Anayasa hükümleri kanunlarımızla tasdik ve kabul olunmuştur. Bu tasdik ve kabul neticeleri ve bundan doğacak vecaibin ifası Büyük Millet Meclisi’nce hükümete peşinen emredilmiş bulunmaktadır. Hükümetin aldığı karar Birleşmiş Milletler Anayasası ve binaenaleyh Türk kanunları hükümleri dairesindedir… Bundan başka kendilerine de (CHP’lileri kastediyor) derhal hatırlatalım ki, dış politikada mütemadiyen bizden birlik olmamızı isteyenler, beş seneye yaklaşan muhalefet devremizde harici meselelerde mütemadi ısrarlarımıza rağmen kendi gruplarına verdikleri

2414 Koreye asker gönderilmesi ve hükümete karşı verilen gensoru görüşmelerinin detayı için bakınız: TBMMTD, 11 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3, s. 136- 199. 2415 Aktaş, s. 53. 456

izahatı grubumuza da bir kere dahi vermek lüzumunu kabul etmemişlerdir… Vatan vazifesi için askere alınan memleket çocuklarının ancak memleket hudutları içinde kullanılabileceği iddiası hiçbir hukuki kıymet ifade etmedikten başka nasıl bir bozgunculuğa sapılmış olduğunu anlatmaya kafidir2416.” Türk halkı da çoğunlukla Menderes’in tavrını destekler bir tarz benimsemiştir. Özellikle komünizm karşısındaki nefret bir kat daha artmıştır. Gösterilen tepkinin yansıması olarak birçok şehirde komünizmi lanetleme mitingleri düzenlenmiştir. Bu şehirler arasında Ankara, Eskişehir ve İstanbul mitingleri basına da yansımıştır2417. Halk desteğinin diğer bir göstergesi ise, DP merkezine gönderilmiş olan çok sayıdaki destek mektup ve telgrafları olmuştur. Birbirine çok benzeyen destek yazılarının değerlendirilmesi sonucunda ortak vurgu yapılan noktalar şu şekilde tespit edilmiştir: Yapılan yardım BM Anayasasına bağlılığın bir göstergesi olmuştur. Dünya barışına verilecek katkı, komünizm karşısındaki mücadele ve mazlum milletlere yardım edilmesi çok kutsal görevler addedilmelidir. Yardımların mutlaka karşılığını bulacağı ve karşı gelenlerin ise Rus yandaşları olduğu bilinmelidir2418(EK 26). Gönderilen destek mektuplarının tamamı DP taraftarlarından gelmemiştir. Farklı görüşe sahip kişiler de destek yazıları göndermiştir. Bunlar içerisinden bir örnek olarak Milli Kalkınma Partisi Bergama örgütü başkanı Halit Aksubay tarafından Menderes’e gönderilen ve radyodan da yayınlanan mektup dikkat çekicidir. İlçe Parti Kurulu tarafından hazırlanmış olan bu metin içerisinde; iktidarın BM Anayasasına uygun olarak komünist tecavüzü karşısında yardım etme kararının doğru bir karar olduğu, muhalefetin yardım konusunda sürdürdüğü olumsuz propagandaların milli duygulara ters düştüğü, dahilde oluşabilecek bölücü faaliyetlerin bertaraf edilmesi gerektiği yönünde düşünceler yer almıştır2419. Basın içerisinde ise en büyük propaganda ve destek unsuru DP’nin yayın organı Zafer Gazetesi olmuştur. Gazetenin başyazarı Mümtaz Faik Fenik bir yazısında yardımlar konusunda muhalif kanatta yer alanları eleştirmiş, özellikle BM Anayasasını imzalayan CHP’nin karşı gelişini mantıklı bulmadığını belirtmiştir. BM Anayasası maddelerinden birinde bu Anayasanın yürütücüsünün Bakanlar Kurulu olduğu ibaresinin bulunduğunu hatırlatan Fenik, DP hükümetinin aldığı kararın yasal olduğunu, CHP’nin ise milli bir davaya siyaset bulaştırmaya çalıştığını belirtmiştir2420. Kore kararıyla ilgili diğer bir destek de Yeni Cephe Gazetesi’nden gelmiştir. Gazete, BM’ye katılırken büyük sevinç duyanların şimdi verilen kararı hoş karşılamamasını eleştirerek şu ifadeleri kullanmıştır: “…Birleşmiş Milletlere katılmak yalnız oraya murahhas göndermek ve bundan bir şeref çıkarmaktan ibaret olamaz, elbette ki Birleşmiş Milletleri, yaşayan bir mevcudiyet haline getirmek için o bize bir takım külfetler ve vecibeler tahmil edecektir. O da her siyasi hüviyet gibi hayatın zaruretleriyle karşı karşıya gelecek ve birtakım fedakârlıklar, hatta bazen da pek ağırlarına katlanmak mecburiyetinde kalacaklardır. Şu halde bu işin mahiyeti, hukuken bundan başka bir şekilde mutaala olunamaz. Bu itibarla burada

2416 BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 12.75..1. 2417Zafer Gazetesi, 27 Ağustos 1950, s. 1 2418 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.98..34. 2419 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.98..49. 2420 Mümtaz Faik Fenik, “Küçük Politika Oyunları”, Zafer Gazetesi, 28 Temmuz 1950, s. 1-8. 457

Meclisçe halli gerekecek bir iş göremiyoruz. Yani hukuken Meclis müdahalesini icap ettiren bir zaruret görmemekteyiz. Demek isteriz ki hükümetin kararında bir salahiyetsizlik bulamıyoruz2421.” Basının ılımlı yaklaşımının yanı sıra Türkiye Milli Talebe Federasyonu da asker gönderilmesini destekleyen açıklamalarda bulunmuştur. Federasyon adına yapılan bir açıklamada: “Hak ve hürriyet yolunda girişilmiş olan bütün taahhütleri yerine getirmeyi kendisine vazife addeden bir memleketin evlatları olmaktan duyduğumuz gurur sonsuzdur. Türk gençliği dünya sulhunun tahakkuku için yapılmış bu müdahalenin neticesini ümitle beklerken kendisine verilecek her türlü vazifeyi başarmaya amadedir” ifadelerini kullanmıştır2422. Diyanet İşleri Başkanlığı da yaptığı açıklamalarda komünizmi lanetlemiş, Kore’de yapılanın cihat olduğunu ve ölenlerin de şehit olacağını ilan etmiştir2423. ABD de Türkiye’nin beklenmedik bir anda asker desteği vermesinden oldukça memnun olmuştur. Newyork’da yayınlanan büyük gazetelerin ilk sayfalarında gelişme birinci haber olarak halka duyurulmuştur. Hatta Newyork Herald Tribune Gazetesi’nde birçok devletin Türkiye’den sonra ancak asker gönderebildiğini açıklamıştır. Sayılan devletler arasında İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda da yer almıştır. Bir Amerikan radyosu ise yapılan Türk yardımının gerekçesini bulma adına yaptığı bir yorumda; savaş sonrasından itibaren Sovyet tehdidi altında sıkıntı yaşayan Türkiye’nin ABD desteği ile rahata kavuştuğu ve şimdi ise dünyanın başka bir bölgesindeki komünist tehlikesi karşısında vefa borcunu ödemeye çalıştığı belirtilmiştir. NBC ve WPIX televizyonlarında ise Türk ordusunun manevralarını gösteren eski görüntüler yayınlanmıştır2424.

5.9.2. Kore Savaşı’nda Türk Birliği’nin Başarıları ve Türkiye’deki Yansımaları

Türk tugayı hükümet kararının hemen ardından hazırlanmaya başlamıştır. Tugay komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, alay komutanı ise Albay Celal Dora olarak belirlenmiştir. Tugay dâhilindekiler Ağustos ve Eylül ayının ilk iki haftasında sıkı bir eğitimden geçirilmiştir. Birlik Eylül ayı ortasında Ankara Etimesgut’ta toplanarak İskenderun’a trenle sevk edilmiştir. Tugay ek görevlilerle birlikte 5.090 kişiye ulaşmıştır. İskenderun’da toplanan askerler 25 Eylül itibariyle kafileler halinde Kore’ye doğru yola çıkarılmıştır. ABD asker ve teçhizat taşınması amacıyla beş gemi göndermiştir2425. 21 gün sonra Türk birliğinin tamamı Kore’ye ulaşmıştır. Tugay, Kasım ayının son haftasında kuşatılma tehlikesi içerisine giren Amerikan ordusuna yardım için görevlendirilmiştir. Düşmanla ilk yapılan çatışmada Türk tugayının hazırlıksız ve yorgun olmasından dolayı istenen başarı sağlanamamıştır. 28-29 Kasım gecesinde ani bir baskın alan Türk taburları büyük kargaşa içerisine düşmüş, ABD askerleri ise Türk askerlerine yardım gönderme konusunda bir adım atmamıştır. Bu durum Türkler içinde büyük üzüntüye

2421Yeni Cephe Gazetesi, 14 Ağustos 1950, s.1. 2422 Burçak, On…, s. 64-65. 2423 Öke, s. 71. 2424 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 102.630..8. 2425 Öymen, s. 558-560. 458

neden olmuştur. Düşmana karşı şiddetli direniş sergileyen Türk birlikleri “Kunuri Savaşları” olarak adlandırılan çarpışmalarda ise önemli başarılar kazanmışlardır2426. Kazanılan bu zafer France Presse Ajansı aracılığıyla tüm dünyaya duyurulmuştur. Ajans verilen fedakâr mücadeleyi şu şekilde tarif etmiştir: “…Kunuri önünde mevzi alan Türk tugayı bu şehirle Takson arasında düşman kuvvetleri tarafından derhal tamamıyla sarılmıştır. Amerikan kumandanlığı Türk askerlerinin akıbeti hakkında derin bir endişeye düştüğü sırada Türk Mehmetçikleri süngü takarak hücuma kalkmış ve düşman hatlarını yararak selamete ulaşmıştır. Bu süngü hücumu esnasında Türk askeri 200 Çinliyi öldürmüş ve bu muvaffakiyetli hareket sonunda 200 de esir alınmıştır2427.” ABD adına Kore’de bulunan ve gelen destek kuvvetlerinin komutanı olarak görev alan General Mc Arthur’un savaşı iyi yönetemediği ve Türk birliğini tehlikeye attığı yönünde dedikodular Türkiye’de yankı bulmuştur. İktidarın yayın organı olan Zafer Gazetesi’nde 22 Aralık 1950 tarihinde “Haze” imzasıyla yayınlanan bir makalede bu konuya değinilmiştir. Türk askeri uzmanlarına göre ABD savaşmayı bilememekte ve Kore harbini iyi idare edememektedir. Türk askeri zor şartlar altında az kayıp verirken, ABD askerilerinin ellerindeki imkânlara rağmen büyük kayıplar vermesi garipsenmiştir. ABD’nin demokratik dünyayı koruyabilmesi için askeri anlamda kendini geliştirmesi önerisi yapılmış, Türk askerlik nizamnamesini de okumaları tavsiye edilmiştir2428. Kore’de mücadele eden Türk askerinin büyük başarılar elde etmesi Türkiye’de sevinçle karşılanmıştır. Gönderilmiş olan askerler için ödenek ayrılması adına Mecliste bir kanun tasarısı görüşülmüştür. BM adına ABD tarafından askeri birliğimizin masrafları ödenmekte olsa da, Türkiye tarafından ek olarak bir düzenleme yapılması uygun görülmüştür. Savaşın sonunda ABD’nin, harcanan paraların Türkiye’ye düşen miktarının haricinde kalan kısmını ödeyeceği bilinmektedir. Fakat o ödeme yapılana kadar Türk askerinin rahat ettirilebilmesi için Türkiye kendi askerinin ihtiyaçlarını karşılamayı uygun bulmuştur. Kabul edilen “Birleşmiş Milletler Emrine Verilmek Üzere Askeri Birlikler Halinde Yabancı Ülkelere Gönderilecek Ordu Mensuplarının Aylık ve Ücretleriyle Çeşitli İstihkakları ve Birliğin Sair Masrafları Hakkındaki Kanunun” içerisinde özetle şu ifadeler yer almıştır: Yurt dışında bulunan askeri birliğin tüm masrafları ile ilgili yapılacak olan ödemelerin miktarının ve ödeme şeklinin tespiti Bakanlar Kurulu tarafından yapılacaktır. Yurt dışına gönderilecek birlikte yer alan kişilerin ailelerinin kendi yakınları yanına gitmeleri gerekiyorsa bir defaya mahsus bu yolluk devlet tarafından karşılanacaktır. Hava değişimi için yurda dönecek olan asker ve görevlilerin yolluk, harcırah ve tedavi masrafları ödenecektir. Bu kanun Kore Savaşı’na gönderilen askerler için geçmişe dönük olarak da işletilecektir2429. Türk askerinin moralini yükseltmek adına diğer bir girişim ise DP ve CHP tarafından ortak bir girişimler gerçekleştirilmiştir. Her iki parti Kore’de bulunan Türk askerlerine destek vermek amacıyla ortak olarak 27 Aralık 1950 tarihinde selam

2426 Öke, s. 87-100. 2427Zafer Gazetesi, 29 Kasım 1950, s. 1. 2428 BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 102.630..11. 2429 TBMMTD, 6 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3, Ekler Bölümü s. 1/1-4., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 11 Aralık 1950, s. 1. 459

ve sevgilerini gönderme kararı almışlar ve bunu hayata geçirmişlerdir2430. CHP bu tavrıyla gelen başarı haberleri sonrasında oluşan halk sempatisinden faydalanmak arzusu içerisine girmiştir. Kore Savaşı üç yıl devam ettikten sonra başladığı gibi 38. paralel sınır kabul edilmek şartıyla 27 Temmuz 1953 tarihinde bitmiştir2431. Böylece ABD Güney Kore’yi işgalden kurtarmıştır. Kore Savaşı soğuk savaş anlayışını daha da alevlendirerek iki kutuplu cepheleşmeyi netleştirmiştir. ABD nükleer güçle Sovyetlerin korkutulamayacağını anlamıştır2432ve savaş sonunda NATO daha güçlü ve geniş bir birliktelik haline gelebilmek için Yunanistan, Türkiye ve Federal Almanya’yı da alarak büyüme yoluna gitmiştir2433. Türkiye ise Kore Savaşı sonunda 717 şehit, 167 kayıp ve 229 tutsak vermiştir. Tutsaklar daha sonra geri gönderilmiştir2434.

5.10.NATO (North Atlantic Treaty Organization)’nun Oluşum Süreci

İkinci Dünya Savaşı sonrasında başta ABD olmak üzere batılı devletler yeni dünya düzeninin sağlanması ve barışın bir daha bozulmaması için büyük çaba sarf etmiştir. Sovyetler Birliği ile anlaşmalar imzalamışlar ve Birleşmiş Milletler Teşkilatını oluşturmuşlardır. Marshall Planı ile de ABD, savaştan zarar gören devletlere yardım edileceğini duyurmuştur. Fakat bu iyi niyetli yaklaşımlar karşısında olumlu tavır sergilemeyen Sovyet yönetimi, Marshall Yardımı’ndan yararlanmak isteyen Çekoslovakya’ya dahi engel olmuştur2435. Sovyetlerin Avrupa’da bir yayılım alanı oluşturma çabaları batılı devletlerle olan ilişkilerini bir çıkmaza sokmuştur. Gelişmeler karşısında ABD 1823 yılından beri devam ettirdiği Monreo Doktrini’ne bağlı inziva politikasından vazgeçme yolunu tutmuştur. ABD Kongresi üyelerinden Arthur H. Vandenberg tarafından Kongreye sunulan bir tasarıyla devlet başkanına, ABD’nin güvenliğini ilgilendiren bölgesel ve uluslararası anlaşmalara katılma yetkisinin verilmesi istenmiştir. Bu öneri 11 Haziran 1948 tarihinde kongre tarafından kabul görmüştür ve “Vandenberg Kararı” olarak adlandırılmıştır2436. Alınan karar ile birlikte artık ABD, kıta Avrupa’sı içerisinde gerçekleşen gelişmelere sadece seyirci kalmayacak, aynı zamanda kendisi ile ilgili bir konu olduğu zaman müdahalede bulunma yolunu tercih edebilecektir2437. ABD’nin Avrupa ile ilgilenmeye başlaması ile birlikte, kıtanın batı tarafında yer alan devletler arasında da bir yakınlaşma süreci ivme kazanmıştır. Büyük ümitlerle kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın dünya barışı üzerinde bir yaptırımının olmaması ise bu yakınlaşmaların anlaşmalara dönüşmesine ortam hazırlamıştır2438. Doğu Avrupa devletlerinin komünist rejimlerin yönetimi altına girmeye başlaması; Macaristan, Polonya, Romanya,

2430 Güngör, Muhalefette…, s. 130. 2431 Aydemir, İkinci…, s. 300. 2432 Öke, s. 179. 2433 Sander, Siyasi…, s. 253. 2434 Soysal, Türkiye’nin…, s. 25. 2435 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 1, s. 265-266. 2436 Armaoğlu, 20. Yüzyıl…, s. 448. 2437 Velidedeoğlu, Cilt 2, s. 387., Ayrıca Bakınız: Yusuf Sarınay, “Türkiye’nin NATO’ya Girişi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 925-926. (Sayfa aralığı 923-927) 2438 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 73. 460

Bulgaristan ve Çekoslovakya’da Sovyet destekli komünist partilerin iktidarı ele geçirmesi, 1948 yılı Haziran ayında Sovyetler Birliği’nin batı devletlerinin etkinliğini kırmak için Berlin’in batısını abluka altına alması, Kominform’u kurarak batılı devletlerle mücadeleye girişeceğini açıkça ortaya koyması Batı Avrupa devletlerini tedirgin etmiştir2439. İngiltere yaşanan gerginliklere bağı olarak, Doğu Bloğu karşısında oluşmaya başlayan yeni birlikteliğin yol göstericisi olmuştur. Rusların anlaşmaya yanaşmayan tavırlarını bir tehdit olarak görmeye başlayan İngiltere, bu düşüncesini İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’in 22 Ocak 1948 tarihli Avam Kamarası’na hitaben yaptığı konuşmada açıkça dile getirmiştir2440. ABD desteğinde ve İngiltere öncülüğünde başlayan birlikte hareket etme tavrı ilk olarak 4 Mart 1947 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Dunkerque Antlaşması ile uygulama safhasına geçmiştir. Bu anlaşma ile iki devlet karşılıklı olarak dışarıdan gelebilecek saldırılara yönelik ortak savunma tarzı benimsemiştir2441. 1948 yılında gelindiğinde ise artan Sovyet tehditleri karşısında daha geniş bir teşkilatlanma peşine düşülmüştür. Bu çabanın bir sonucu olarak 17 Mart 1948 tarihinde beş batı Avrupa devleti (İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg) tarafından Brüksel’de Batı Avrupa Birliği (Western European Union) kurulmuştur. Bu anlaşma hem ortak savunma hem de ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği temeline oturtulmuştur2442. Süresi elli yıl olarak belirlenen bu anlaşma ile2443 Almanya’nın tekrardan saldırması halinde ortak savunma prensipleri kabul edilmiştir. Anlaşma içerisinde Sovyetlerin saldırma tehlikesinden bahsedilemeyerek bu ülkenin tepkisini çekmeme amacı güdülmüştür2444. Oluşturulan bu ortak savunma hattı ABD tarafından büyük destek görmüş ve bu devlet oluşturmayı planladığı daha geniş çaplı bir savunma hattının(NATO’nun) temeli olarak Batı Avrupa Birliği’ni kabul etmiştir2445. Brüksel Antlaşması ile oluşan yapı Sovyetler karşısında direnecek bir güce sahip olamamıştır ve daha güçlü bir yapılanmaya ihtiyaç duyulmuştur. Sovyetler Birliği’nin Atom bombası üretiminde büyük yol kat etmesi ile birlikte, ABD’nin bir savunma organizasyonu içerisine girme süreci hız kazanmıştır. 1948 yılı Nisan ayında hem ABD’li hem de Kanadalı yöneticiler yaptıkları açıklamalarda, Brüksel Antlaşması’nı da içerisine alacak şekilde bir Atlantik savunma hattının kurulması fikrini dile getirmişlerdir. Bu fikir ABD Kongresi’nde destek görmüş ve kurulacak birlikle ilgili ilk görüşmeler 6 Temmuz 1948 tarihinde ABD ve Kanda Dışişleri Bakanları ile Batı Avrupa Birliği devletleri büyükelçileri arasında başlamıştır. Görüşmelerde tam bir mutabakat sağlanınca yedi devlet temsilcisi anlaşma metnini hazırlamak için 10 Aralık 1948 tarihinde Washington’da yeniden bir araya gelmiştir. Anlaşmanın sınırlarının genişletilebilmesi adına 15 Mart 1949 tarihinde Danimarka, İzlanda, Norveç, Portekiz ve İtalya da anlaşmaya davet edilmiştir2446.

2439 Gönlübol vd., s. 239. 2440 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 1, s. 266. 2441 Ismay, s. 8. 2442 Soysal, Türkiye’nin…, s. 391-392. 2443Ataöv, “Marshall…, s. 294. (Sayfa aralığı 275–310) 2444 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 1, s. 270. 2445Harris, s. 35. 2446 Ismay, s. 10-11. 461

Sovyetler Birliği bu girişimler süresince anlaşmayı baltalamak için oldukça fazla çaba sarf etmiştir. Yapılacak anlaşmanın İngiliz emperyalizmine hizmet etme amacında olduğunu ilan eden Sovyet yönetimi, 31 Mart 1949 tarihinde anlaşmaya dahil olacak devletlere birer nota göndermiştir. Bu notada; paktın açıkça saldırı amaçladığı, Sovyetlere karşı olduğu, BM Anayasasına aykırı bulunduğu, yürürlüğü devam eden İngiltere-Sovyetler Birliği ve Fransa- Sovyetler Birliği antlaşmalarına aykırı anlam içerdiği, Yalta ve Potsdam konferansları kararlarına ters düştüğü belirtilerek şu ifadelere yer verilmiştir: “Birleşik Amerika, Fransa ve İngiltere resmi temsilcileri bu anlaşmanın açıkça Sovyetler Birliği ve halkçı demokrasi memleketlerine karşı müteveccih olduğunu ifade etmişlerdir… Pakta iştirak eden memleketler, hiçbir suretle tedafül mahiyette olmayan askeri hazırlıklarda bulunmaktadırlar2447.” Rusların bütün çaba ve uyarılarına rağmen 4 Nisan 1949 tarihinde 12 devlet NATO(Kuzey Atlantik Paktı)’yukurmuştur. Atlantik Okyanusu’nun kuzey iki yakasındaki devletleri içerisine almakta olan bu organizasyonun ilk katılımcıları şu devletler olmuştur: ABD, İngiltere, Lüksemburg, Hollanda, Kanada, Norveç, Danimarka, İtalya, Fransa, İzlanda, Belçika, Portekiz2448. Yapılan anlaşma 24 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe girmiştir2449. Anlaşma içinde öncelikli olarak BM Anayasası’na olan bağlılık dile getirilerek iki oluşum arasında bir çelişkinin yaratılması engellenmeye çalışılmıştır2450. Anlaşmanın 5. maddesi ise özellikle önem arz etmiştir. 5. maddeye göre Avrupa ya da Kuzey Amerika’da imzacı devletlerden birisi saldırıya uğrarsa diğerleri tüm güçleriyle destekte bulunacaklardır. Bunun dışında, başka bir devletin kışkırtması ile bir iç savaş çıkacak olursa diğer anlaşma devletleri kendi iradeleriyle yardım edip etmemeye karar vereceklerdir2451.

5.10.1. Türkiye’nin NATO Dışında Kalması ve Yeni Savunma Stratejileri Arayışları

Türkiye ile ABD arasında imzalanan Truman Doktrini ve Marshall Planı dahilindeki anlaşmalar askeri bir içerik taşımakta ise de iki devlet arasında bir müttefiklik anlaşması niteliğini haiz olmamıştır. Yapılacak yardımlar da daha çok ABD inisiyatifine bırakılmıştır. Türkiye ise başta ABD olmak üzere büyük devletlerle, Sovyet tehdidi karşısında, sağlam bir ittifak anlaşması imzalamanın peşine düşmüştür2452. Bu anlamda ilk girişimini 17 Mart 1948 tarihinde kurulmuş olan Batı Avrupa Birliği’ne katılma yolunda gerçekleştirmiştir. Fakat bu girişim isteği hem birlik üyesi devletler hem de ABD tarafından olumlu karşılanmamıştır2453. Bu olumsuz tavrın temelinde, planlanan güvenlik çemberinin bir anda Akdeniz çevresine kayarak amacından uzaklaşması çekincesinin yatmış olması muhtemeldir.

2447Tan Gazetesi, 2 Nisan 1949, s. 1. 2448 Öymen, s. 149., Ayrıca Bakınız: Aydemir, İkinci…, Cilt III, s 309. 2449 Soysal, Türkiye’nin…, s. 391-392. 2450 Akşin, s. 48. 2451 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1), s. 74-75. 2452 Armaoğlu, Belgelerle…, s. 182. 2453 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1),, s. 41. 462

Türkiye, Batı Avrupa devletleri ile bir anlaşma ortamı bulamayınca gözünü 1948 yılı ortalarında ön hazırlıkları başlayan NATO teşkilatına dahil olmaya dikmiştir. NATO’nun kurulduğu ilan edilmeden önce dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak 30 Haziran 1948 tarihinde yaptığı bir açıklamada, ABD’nin doğal müttefik olarak kabul edildiğini ama mümkün olursa bu ilişkinin resmi bir ittifaka dönüştürülmesi taraftarı olduklarını belirtmiştir2454. Sadak ayrıca, pakt ilan edilmeden önce ABD’ye gitmiş ve ABD Dışişleri Bakanı ve Başkan Harry Truman ile görüşmüştür. Ziyaret zamanı paktın imzalanması sürecine denk geldiği için, içinde bulunulan karmaşık ve yoğun çalışma ortamı nedeniyle istenilen sonuç elde edilememiştir. Zaten 4 Nisan 1949 tarihinde NATO resmen kurulmuş ve Türkiye paktın dışında bırakılmıştır2455. Amerika ziyaretinden dönen Sadak, her ne kadar pakt içerisine Türkiye dahil edilmemiş olsa da Truman’ın Türkiye ile ilgili olumlu mesajlarını basına iletmiştir. Truman gönderdiği mesajında; Türkiye ve Atlantik sahası haricindeki diğer serbest milletlerin bağımsızlıkları ve toprak bütünlükleri ile ilgili olarak ABD’nin ilgisinin bitmediğini, özellikle Türkiye’nin emniyetinin sağlanmasında kurulan paktın büyük önem arz ettiğini belirtmiştir2456. Bu açıklamalar Türkiye yönetimini ikna etmekten uzak kalmış ve fiili bir müttefikliğin tercih edildiği imajı ön plana çıkmıştır. Türkiye’nin NATO dışında kalmasının nedenlerinin ne olduğu konusunda ise çeşitli yorumlar ortaya atılmış, Sovyet işgali riski karşısında bulunan Yunanistan ve Türkiye’nin pakt dışında kalmasının gerekçeleri anlaşılmaya çalışılmıştır. Kısa süre içerisinde Türkiye’yi anlaşma dışında bırakma konusunda öncelikli rolün İngiltere tarafından oynandığı anlaşılmıştır. Çünkü İngiltere, Türkiye’yi Orta Doğu’da başka bir ittifak içinde kullanmak düşüncesine sahiptir. Ayrıca Danimarka ve Norveç’in paktın sorumluluğunun artmasından endişe duymaları, genel olarak da pakt üyelerinin Türkiye’yi Batı uygarlığının bir parçası olarak görmemeleri Türkiye’nin oluşum dışında kalmasına neden olmuştur2457. Türkiye’nin coğrafi uzaklığı da paktın dışında kalmasının diğer bir nedeni olarak kendini göstermiştir. Fakat kendisi de bir Akdeniz ülkesi olan İtalya’nın pakta dahil edilmesi Türkiye’nin tepkisini çekmiştir2458. Hatta Fransa’nın Afrika’daki topraklarının da pakt güvencesi içerisine alınması Türkiye’yi endişeye sevk etmiştir. Türk kamuoyu NATO’nun ilk kuruluş amacına olumlu bakmakla birlikte, paktın Türkiye dışarıda bırakılarak genişletilme çalışılmalarından rahatsızlık duymuştur2459. Türk basını da NATO dışında bırakılma çabasına sert tepki vermiştir. Türkiye’nin komünizm karşısında kilit bir konuma sahip olduğu hatırlatılmış, buna rağmen Türkiye’ye yönelik ilginin çok alt seviyelerde tutulmasından duyulan rahatsızlık dile getirilmiştir. Portekiz ve İtalya’nın NATO’ya dahil edilmesine rağmen Türkiye’nin dışarıda bırakılmasının paktın sağ kanadını zayıf düşürdüğü iddia edilmiştir2460. Türkiye’nin dışarıda bırakılması ve İtalya’nın pakta dahil edilmesi konusu ABD Temsilciler Meclisi’nde de ciddi tartışmalara neden olmuştur. South

2454 Sander, Türk-Amerikan…, s. 67. 2455 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1),, s. 68. 2456Cumhuriyet Gazetesi, 14 Mayıs 1949, s. 1. 2457 Gerger, s. 538 . (Sayfa aralığı 537-549) 2458 Sever, s. 59. 2459 McGhee, s. 114. 2460 Abidin Daver “Amerika’nın Emniyeti ve Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ağustos 1949, s. 1. 463

Dakota üyesi Karl Mundt mecliste yaptığı konuşmada; Türkiye’nin komünist baskılara karşı koymakta azami gayret gösterdiğini, Truman Doktrini ve Marshall Planı’ndan yardım aldığını ama pakt içerisine alınmamasının nedenini merak ettiğini belirterek eleştiride bulunmuştur2461. Türkiye, NATO içerisine giremeyeceğini anlayınca başka bir güvenlik paktı oluşturma girişiminde bulunmuştur. Bu amaçla Akdeniz çevresinde bir pakt oluşturma ve büyük devletlerin bunu desteklemesi çabası içerisine girmiştir. Yunanistan, İtalya, Fransa ve İngiltere’nin de katılmasının düşünüldüğü bu oluşum, NATO’nun savunma hattının devamı ve tamamlayıcısı olarak planlanmıştır2462. CHP tarafından ortaya atılan plan DP tarafından da olumlu karşılanmıştır. Konuyla ilgili konuşan DP lideri Celal Bayar, Türkiye’nin NATO içerisinde olmasının önem arz ettiğini fakat bu gerçekleşmiyorsa savunma amacı güden bir Akdeniz paktının da boşluğu doldurabileceğini belirtmiştir. Bayar’a göre Türkiye, güvenlik çemberinin dışarısında bırakılmaya çalışılmaktadır ve eğer ki İngiltere ile ABD, Sovyetler Birliği’ne bir savaş açar ise Türkiye bu savaşta tarafsız kalamayacak bir konumda bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye bir savunma oluşumu içerisine mutlaka alınmalıdır2463. Akdeniz bölgesinin savunulması amacıyla birlik kurulması önerisi en çok İtalya tarafından destek görmüştür. İtayla yönetimi her ne kadar batılı devletlere yakın olsa da mevcudiyetinin devamı için tamamen bu devletlere bağlı kalmayı uygun görmemiştir. Fransa ve İspanya da oluşacak bir Akdeniz ittifakına sıcak bakmıştır. Bu desteklere rağmen İngiltere ve ABD’nin oluşacak ittifaka nasıl bakacağı esas merak edilen konu olmuştur2464. ABD bu oluşumu olumlu karşılamamıştır. Bunun ilk nedeni kurulacak bir Akdeniz paktının Sovyet tarafını tahrik edeceği çekincesi olmuştur. Türkiye ise NATO birlikteliğinin zaten Sovyetleri tahrik edecek boyutta olduğunu hatırlatarak, Akdeniz paktının da aynı kategoride düşünülmesi gerektiğini savunmuştur2465. ABD’nin diğer gerekçesi ise, yeni kurulmuş olan NATO birleşiminin sorunları hallolmadan bu birliğe üye devletler tarafından yeni bir birleşimin yükünün sırtlanmasının pek doğru görülmemesi yönünde olmuştur. ABD Akdeniz paktına ilgisiz kalmakla birlikte Türkiye’ye verdiği desteğin devam edeceği garantisini vermekten de geri durmamıştır. İngiltere de Akdeniz paktına sıcak bakmadığını Türkiye’ye bildirmiştir. İngilizlere göre ABD tarafından Türkiye’ye yapılan yardımlar ve verilen güvenceler yeterli görülmelidir. Ayrıca 1939 yılında imzalanan Türkiye-İngiltere ittifak antlaşmasının da geçerliliğini koruduğu hatırlatılarak Türkiye rahatlatılmaya çalışılmıştır. İngiltere’nin eski ittifak anlaşmasını gündeme getirmesi üzerine Türkiye farklı bir plan içerisine girmiş ve ABD’nin de Türk-İngiliz ittifakına katılması teklifinde bulunmuştur. Bu teklif de ABD tarafından sorumluklularının artacağı gerekçesiyle olumlu karşılanmamıştır2466. Hem NATO hem de Akdeniz paktı konusunda istediğini alamayan Türkiye yeni bir seçenek olarak silahlı tarafsızlık fikrini düşünmeye başlamıştır. Fikre göre Türkiye, doğu ve batı bloklarına yaklaşmayacak ve kendisine bir saldırı olması halinde sonuna kadar savunmasını

2461Akşam Gazetesi, 19 Temmuz 1949, s. 2. 2462 Saray, Sovyet Tehdidi…, s. 123. 2463 Bayar, s. 129. 2464 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 1, s. 278-279. 2465 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1), s. 96. 2466 Sever, s. 61-62. 464

yapacaktır. Bu yeni düşünce tarzı Rusların da hoşlanacağı bir yaklaşım olmuştur. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği tarafsızlık politikasının bir devamı olarak bu yeni anlayışı tartışmaya başlamıştır. Fakat kendi silahını üretemeyen, iktisadi yardıma muhtaç, ağır sanayisi gelişmemiş olan, savaş teknolojilerinin nükleer hale geldiği bir ortamda bu tekniğe sahip bulunmayan Türkiye’nin tarafsız kalması için gerekecek caydırıcı bir gücü olmadığından, bu fikir de uygulaması çok zor görülerek kenara itilmiştir2467. Tarafsız olamayacağı kanaatine varan ve fakat batılı devletler tarafından gereken desteği göremediği için Sovyetler karşısında yalnız kaldığını düşünen Türkiye, 1949 yılında oluşmaya başlayan yeni bir yapılanmaya dahil olma çabası içerisine girmiştir. Avrupa Konseyi olarak adlandırılan bu oluşum 5 Mayıs 1949 tarihinde İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, İrlanda, İsveç ve Norveç’in katılımıyla hayata geçirilmiştir. Konsey savaş sonunda eski güçlerini kaybetmiş olan bu devletlerin tekrardan toparlanması amacını taşımıştır. Batı Avrupa Birliği’nin devamı niteliğindeki bu yapılanma temelde askeri bir birlik görüntüsü sergilemese de bir dayanışma yapılanması anlamı taşımıştır2468. Katılımcı devletleri temsil eden yıldızların bulunduğu mavi bir bayrağa sahip olan konseyin amacı: “Üyeler arasında, ortak mirasları olan ülkü ve ilkeleri korumak, yaymak ve onların siyasal, ekonomik gelişmelerini sağlamak için daha sıkı bir birlik yaratmak.” olarak açıklanmıştır2469. Türkiye Konsey’e katılmak için başvuruda bulunmuş ve 8 Ağustos 1949 tarihinde Strazburg’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında Türkiye, Yunanistan ve İzlanda da konseye davet edilmiştir2470. Türkiye bu davete olumlu karşılık vermiş ve konseye katılma kararı 12 Aralık 1949 tarihinde Mecliste onaylanmıştır2471. Türkiye 13 Nisan 1950 tarihinde üyelik işlemleri biterek konseye resmen dahil olmuştur2472.

5.10.2. Türkiye’nin NATO’ya Üye Olma Süreci ve Üyelik Hakkı Kazanması

Türkiye Avrupa Konseyi’ne katılmasına rağmen NATO dışında kalmanın vermiş olduğu tedirginliği taşımaya devam etmiştir. Bu tedirginliğin temelinde, ülke güvenliğinin NATO dışında sağlanamayacağı düşüncesi yatmıştır. CHP iktidarı 1949 yılı Aralık ayında NATO’ya katılma konusunda ABD’nin net fikrini istemiştir. Fakat olumlu bir yanıt alınmamıştır. 1950 yılı Mart ayında ABD Akdeniz filosuna ait bazı gemilerin İstanbul ve İzmir’i ziyareti Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler adına olumlu bir adım olarak değerlendirilmiştir. Bu arada Akdeniz ittifakı için Türkiye’ye büyük destek veren İtalya ile Türkiye arasında bir yakınlaşma gerçekleşmiş ve 24 Mart 1950 tarihinde iki devlet arasında Dostluk-Uzlaşma ve Adli Tesviye Antlaşması imzalanmıştır. Sonraki süreçte Türkiye’nin NATO’ya girme isteklerinde İtalya en büyük destekçi

2467 Akşin, s. 24-26. 2468Resmi Gazete, 17 Aralık 1949, s. 4-7. 2469 Soysal, Türkiye’nin…, s. 330. 2470 Gönlübol vd., s. 243. 2471 TBMMTD, 12 Aralık 1949, 8. Dönem, Cilt 22, Ekler Bölümü s. 2/1-11. 2472 Soysal, Türkiye’nin…, s. 309. 465

olmuştur2473. CHP iktidarı NATO’ya ilk resmi başvurusunu iktidarı kaybetmeden kısa bir süre önce gerçekleştirmiştir. 11 Mayıs 1950 tarihli bu başvuruda Türkiye’nin gerekçeleri şu şekilde sıralanmıştır: Arap-İsrail mücadelesi devam ettiğinden, Arap Birliği içerisinde uyuşmazlık olduğundan, Mısır’ın İngiltere’nin bulunduğu bir pakta dahil olmayacağı anlaşıldığından Türkiye bölgesel bir ittifak içerisine giremeyecektir ve bu nedenle de NATO’ya alınmalıdır. Türkiye’nin bu ilk talebi NATO ülkeleri tarafında sıcak karşılanmamış ve gerekçeler yeterli görülmeyerek reddedilmiştir2474. DP iktidara gelince dış politikada CHP’nin izlediği anlayışı devam ettirmiştir. NATO’ya katılma konusunda da istekli olan DP, önceki iktidardan farklı olarak daha ısrarcı bir tarz benimsemiştir. Celal Bayar Cumhurbaşkanı olduktan sonra İnönü’nün tebrik ziyareti sırasında O’na niçin NATO’ya girmediklerini sormuş ve İnönü ise; “Onlar istediler de biz mi girmedik” cevabını vermiştir. Bayar bu konuşması ile NATO’ya girme konusundaki hassasiyetini göstermiştir. Fakat en büyük çekincesi ilgili devletlerin kendilerine gereken ilgiyi göstermeyeceği yönünde olmuştur2475. Yeni iktidar önceki iktidarın pakt içerisine girememe nedenleri üzerinde durarak işe başlamıştır. DP’nin yayın organı Zafer Gazetesi aracılığıyla eski iktidar, başarısızlığın temel nedeni olarak gösterilmiştir. Şemsettin Günaltay’ın Başbakan iken yapmış olduğu bir açıklamada pakta girmenin ameli hiçbir faydasının olmadığı yönündeki cümleleri; Necmettin Sadak’ın ise NATO’yu öven konuşmalar yapmasının ardından Washington dönüşünde, Türkiye NATO’ya alınmayınca, ağız değiştirerek konuyla ilgilenmediklerini, esas amaçlarının Akdeniz paktı olduğunu belirtmesi pakta girilememesinde önemli yanlışlar olarak değerlendirilmiştir2476. Son Posta Gazetesi’nden Selim Rağıp Emeç ise pakta alınmamanın nedenini Sovyetler Birliği’nin böyle bir katılımı savaş nedeni olarak kabul edebileceği ihtimaline bağlamıştır. ABD, İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika gibi devletler de bu sebepten dolayı Türkiye’nin pakta alınmaması taraftarı olmuşlardır2477. DP’nin ABD Büyükelçiliği görevine getirmiş olduğu Feridun Cemal Erkin ise pakta katılma konusunda Türkiye önüne konulan bahaneler üzerinde durmuştur. Erkin’in değerlendirmeleri özetle şu şekildedir: Pakta katılamama konusunda ilk engel olarak Türkiye’nin Avrupa toprağının çok küçük olması gösterilmiştir. Hâlbuki Türkiye’nin Avrupa toprağı Lüksemburg toprağından daha büyüktür. Bu nedenle böyle bir bahanenin geçerliliği kabul edilebilir değildir. Diğer bir bahane ise Türkiye’nin Atlantik coğrafi yapısının dışında kalmış olmasından kaynaklanmıştır. Fakat pakt içerisine, İtalya’nın yanı sıra Afrika’daki bazı sömürge toprakları da dahil edilerek Atlantik coğrafi kavramının zaten dışına çıkılmıştır. Bu nedenle Türkiye’nin alınmaması için bu da bahane olarak kabul edilmemelidir. Türkiye önündeki diğer bir engel olarak ise Türkiye’nin ABD’den askeri yardım alması gösterilmiş ve bu yardımların yeterli olduğu ifade edilmiştir. Fakat ABD’den yardım almalarına rağmen pakta katılan devletlere böyle bir engel konulmamıştır. İngiltere ve Fransa ile daha önceden var olan ittifak anlaşmalarının

2473 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 83. 2474 Sander, Türk-Amerikan…, s. 71. 2475 Cem, s. 392-393. 2476 Mümtaz Faik Fenik, “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Zafer Gazetesi, 4 Ağustos 1950, s. 1. 2477 Selim Rağıp Emeç, “Yine Atlantik Paktı Hikâyesi”, Son Posta Gazetesi, 22 Eylül 1950, s. 1. 466

devam etmesi de Türkiye’nin önüne engel olarak çıkarılmıştır. Türkiye’nin yeni bir pakt arayışı içerisine girmesi gereksiz görülmüştür. Bu bahane de yersizdir. Çünkü İngiltere ve Fransa kendi geleceklerini koruma konusunda ABD’ye bel bağlamışken, bu ülkelerin Türkiye için güvence olması beklenmemelidir. Komünizm karşısında kurulmuş olan Marshall Planı, Avrupa Konseyi ve Atlantik Paktı’ndan ikisine üye olan Türkiye, üçüncüsüne de üye olmalıdır ve bunun garipsenmesi de yanlış bir düşünce tarzıdır2478. DP iktidarı NATO’ya giriş için ilk teklifini 1 Ağustos 1950 tarihinde Yunanistan’la birlikte gerçekleştirmiştir2479. Türkiye’yi bu teklife iten temel neden olarak Kore Savaşı’nın çıkması sonrasında Türkiye’nin bu savaşa askeri destekte bulunmuş olması gösterilmiştir. Fakat DP bu iddiayı kesin bir dille reddetmiştir. Celal Bayar yapmış olduğu bir açıklamada Kore Savaşı ve NATO’ya başvuru ilişkisini şu şeklide değerlendirmiştir: “ …Bazı insanlar NATO’ya alınmamızla Kore’ye asker göndermemizi, aynı politikanın iki parçası gibi görürler. Dış politikamızın iki parçası olduğu muhakkaktır. Fakat Atlantik Paktı’na alınmamızı sağlamak için Kore’ye asker gönderdiğimiz düşüncesi yanlıştır. Kore’ye asker göndermemiz, Birleşmiş Milletler idealine samimiyetle bağlı olduğumuzu ispatlar. Atlantik Paktı’na girmek için hevesimiz olmasaydı da biz Türkiye olarak Kore’ye asker gönderirdik2480.” Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılması ve burada kazandığı başarılar batı ülkeleri nezdinde kendisine olumlu bir imaj kazandırmış ama Türkiye’nin NATO’ya girişinin kapısını hemen açamamıştır. Ağustos ayında yapılmış olan başvuru 15-18 Eylül 1950 tarihinde New York’daki NATO toplantısında gündeme gelmiştir. Toplantıda Türkiye’nin NATO’ya girişi reddedilmiş ama pakt adına Akdeniz’de yapılacak olan askeri planlamaya dahil edilmesi, ABD’nin ısrarları üzerine, kabul edilmiştir. Türk tarafı bu kararı yetersiz görse de sonraki adım için bir ön hazırlık olarak düşünmüş ve 2 Ekim 1950 tarihinde Akdeniz savunması ile ilgili askeri ortaklık teklifini kabul etmiştir2481. ABD’nin Türkiye konusunda yapmış olduğu ısrarın temelinde, bu devletin elinde bulundurduğu atom gücü sayesinde bölgesel savaşların çıkamayacağı düşüncesinde yanılması yatmıştır. Ruslar, Uzak Doğu’da olduğu gibi Doğu Avrupa’da da bir savaşı çıkarabilirdi. Bu nedenle Türkiye ve Yunanistan’ın önemi daha iyi anlaşılmalıydı2482. Türkiye’nin tam manasıyla NATO’ya üye olması ancak 1951 yılında hayata geçebilmiştir. Sosyalist Balkan devletlerinin hızla silahlanması karşısında ABD, Türkiye’nin NATO’ya girmesine sıcak bakmaya başlamıştır. Sovyetlere karşı yapılacak bir savaşta Türk hava üstlerinin önemli bir yere sahip olması muhtemel görülmüştür. 15 Mayıs 1951 tarihinde Amerika; Yunanistan ve Türkiye’nin NATO’ya alınmasını teklif etmiştir. Amerika’nın bu teklifi, Akdeniz’e sınırı olmayan NATO devletleri tarafından kendileri ile ilgisi olmayan bir Akdeniz savaşına girmek zorunda kalacakları gerekçesiyle tepkiyle karşılanmıştır. Ayrıca iki ülkenin pakta kabulü ile kendilerine yapılan yardımın eksileceğini düşünen devletler de yeni katılımlara sıcak bakmamıştır. İtirazcı devletler ayrıca, Türkiye ve Yunanistan’ı Atlantik kültür ve geleneğine

2478 Erkin, Dışişlerinde…, Cilt 2(Kısım 1), s. 157-158. 2479 Durmuş vd., s. 470. 2480 Bayar, s. 130. 2481 Sever, s. 67-68., Ayrıca Bakınız: McGhee, s. 137., Ataöv, Amerika…, s. 207., Harris, s. 41. 2482 Kürkçüoğlu, s. 42. 467

sahip olmayan devletler olarak göstererek bu birlikteliğe girmelerine karşı çıkmışlardır. ABD ise her iki devletin de hem Avrupa Konseyi hem de Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü’nün üyesi olduğunu belirterek bu iddiaların geçersiz olduğunu dile getirmiştir. İngiltere bu süreçte de Türkiye’ye karşı en büyük engel olma yolunu seçmiştir. İngiltere Orta Doğu’da kendi istediği bir organizasyon arzusunu devam ettirmiştir2483. ABD’nin NATO’nun genişlemesi yönündeki teklifi NATO Bakanlar Konseyi’nin 15-20 Eylül 1951 tarihinde Ottowa’da yapılan 7. toplantısında gündeme alınmış ve Türkiye ile Yunanistan’ın NATO’ya katılmasına oy birliği ile karar verilmiştir. 15 Ekim tarihinde Londra’da Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla ilgili ek protokol yayınlanmış ve 22 Ekim tarihinde üye devletlerin onaylaması sonrasında bu karar yürürlüğe girmiştir2484. Türkiye 18 Şubat 1952 tarihinde resmen NATO’ya üye olmuştur2485. NATO, ABD’nin Avrupa siyasi dengesini sağlamak için attığı önemli bir adımdır ama aynı zamanda soğuk savaşın ateşini de yükseltmiştir. Bu sürecin sonunda Sovyetler Birliği önderliğinde 1955 yılında Varşova Paktı kurulmuştur. Böylece soğuk savaşın bloklar arası sınırı tam olarak çizilmiştir2486.

5.11. İngiltere’nin Orta Doğu Komutanlığı Projesi

Türkiye’nin Avrupa oluşumları ve NATO teşkilatı içerisine dahil olmaya çalıştığı süreçte karşısında en büyük engel olarak İngiltere çıkmıştır. İngiltere’nin bu tavrının temelinde, Türkiye başta olmak üzere Orta Doğu’da mevcut bulunan devletlerin katılımıyla kendi istediği bir yapılanmayı oluşturma hevesi yatmıştır. Eski sömürge ve yayılım alanında kendisine rakip olabilecek ABD’nin etkinliğinin artması İngiltere’yi oldukça fazla rahatsız etmiştir. ABD’nin Sovyetler Birliği karşısında oluşturmaya çalıştığı savunma hattının Orta Doğu’ya doğru kaymaya başlaması, Yunanistan ve Türkiye’nin bu hattın içerisine dahil edilmesi İngiliz yöneticileri farklı arayışlar içerisine sokmuştur. Bu arayışların en dikkat çekeni Orta Doğu Komutanlığı Projesi olarak kendisini göstermiştir. Orta Doğu Komutanlığı Projesi’nin hayata geçirilmesi sürecinde Süveyş Kanalı’nın varlığı önemli bir yer tutmuştur. Kanal, İkinci Dünya Savaşı sırasında önemli bir rol oynamış ve İngiltere savaş sonrasında da kanal üzerindeki denetimini devam ettirmek istemiştir. Mısır ise savaş bitiminde İngiltere’nin Süveyş Kanalı üzerindeki etkinliğini kırmak için çaba sarfetmiştir. Mısır’ın tutumu karşısında, Orta Doğu’da NATO benzeri bir ittifakın kurulmasının zorluğunu bilen İngiltere, sadece askeri özellikleri haiz bir yapılanma oluşturarak, bölge devletlerinin de katkılarıyla, kendi etkinliği altında bir komutanlık oluşturma yolunu seçmiştir. Kore Savaşı’nın 1950 yılı Haziran ayında başlaması ile birlikte Sovyet tehdidi karşısında proje önem arz etmeye başlamıştır. Fransa’nın da desteklediği projeye Türkiye dahil edilmeye çalışılmıştır. Böylece hem Türkiye’nin stratejik konumundan yararlanılabilecek hem de Müslüman olan bu ülkenin varlığı Arap dünyasını ikna etmekte etkin olarak kullanılacaktır. Fakat projedeki kilit ülke Süveyş

2483 Gönlübol vd., s. 246-247. 2484 Sarınay, Türkiye’nin…, s. 96-98. 2485 Soysal, Türkiye’nin…, s. 392. 2486 Sander, Siyasi…, s. 242. 468

Kanalı’nı elinde bulunduran Mısır’dır. Eğer Mısır bu girişimi desteklerse diğer Arap devletleri de onun ardı sıra gelecektir. 13 Ekim 1951 tarihinde Mısır’a proje anlatılarak bu devletin katılımı talep edilmiştir. Mısır yönetimi bu teklifi 14-15 Ekim 1951 tarihinde reddetmiştir. Mısır sadece İngiltere’nin bile Süveyş Kanalı üzerinde müdahaleci ülke olmasına razı değilken, başka ülkelerin de işe karışmasını istememiştir2487. Diğer yandan bölgede mevcut Arap devletleri de girişime soğuk bakmışlardır. Çünkü Batı devletleri desteğiyle kurulan İsrail yine bu devletler tarafından ciddi şekilde güçlendirilmiştir ve Araplara karşı önemli bir güç haline getirilmiştir. Böyle bir durumda İngiliz projesinin desteklenmesi pek de uygun görülmemiştir. Zaten Arap devletleri arasında da bir birliktelik mevcut değildir2488. ABD’nin proje karşısında yaklaşımı ise olumlu olmuştur. Orta Doğu’da Sovyet yayılımı karşısında oluşturulacak bir cephe, Amerika’nın çıkarlarıyla doğru orantılı bir hareket olarak kabul edilmiştir. Türkiye ise İngiltere’nin girişimini desteklemeye yakın durmuş ama bir de şart koşmuştur. Türkiye’nin şartı, NATO üyeliğinin kabul edilmesi sürecinde İngiltere’nin kendisine yardım etmesi şeklinde olmuştur2489. İngiltere ilk etapta bu teklife sıcak bakmasa da, daha sonraları Türkiye’nin NATO üyeliğini destekleme yolunu seçmiştir. Böylece İngiltere, NATO’nun dışında bir savunma sistemi oluşturmaya çalışırken, Türkiye ise İngiltere’ye yardım ederek NATO’ya giden yolda önemli bir adım atacağını düşünmüştür. Türk yöneticileri öncelikle NATO içerisinde Türkiye’nin konumunun belirlenmesi girişimlerini öne çıkarmak, diğer projeyi ise buna bağlı olarak yürütmek istemiştir. Türkiye’nin Orta Doğu projesiyle ilgili sağlamayı planladığı destek, projeye karşı duran Arap devletleri tarafından hoş karşılanmamıştır. Mısır, Suriye ve Lübnan’da Türkiye aleyhinde gösteriler yapılmıştır. Sovyetler Birliği ise gelişmeler karşısında tepkisini göstermek için ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye’ye 24 Kasım 1951 tarihinde birer nota göndererek; girişimin bölge devletlerinin bağımsızlıkları aleyhinde bir hareket olduğunu, Sovyetler Birliği’nin kendi yakınlarında gerçekleştirilmek istenen bu girişime sessiz kalmayacağını, olabileceklerin sorumlusunun ise bu dört devlet olacağını bildirmiştir. Dört devlet verdikleri 18 Aralık 1951 tarihli cevapta oluşacak komutanlığın sadece savunma amaçlı olduğunu bildirilmiştir. 28 Ocak 1952 tarihinde Sovyet tarafı yeni bir nota vererek yapılanların SSCB’yi çevreleme planı olduğunu ve yeni bir dünya savaşının temellerinin atıldığını vurgulamıştır. Dört devlet bu notaya cevap vermemiştir. Proje 1952 yılı Ekim ayında tamamen terk edilmiştir. Projeye katılması planlanan devletlerin farklı politikalara sahip olması, Orta Doğu devletlerinin Sovyetler Birliği’ni değil İsrail tehlikesini öncelikli kabul etmesi, bölge devletlerinin bir birlik kurma yönünde olumlu yaklaşıma sahip olmaması projeyi olumsuz etkilemiş ve başlamadan bitirmiştir2490.

5.12. Türkiye’de Basın

2487 Kürkçüoğlu, s. 33- 36., Ayrıca Bakınız: Soysal, Türk Dış…, s. 65. 2488 Canatan, s. 67-68. 2489 Sander, Türk-Amerikan…, s. 75. 2490 Aktaş, s. 65-71. 469

Basın bir devletin, siyasal ve sosyal yapıyı etkin bir güç olarak yönlendirmesi bakımından özel bir yere sahiptir. 20. yüzyıl dünyasında basının gücü büyük bir artış sergilemiş ve özellikle iktidarların en ciddi dayanağı haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de basın, yeni rejimin halka tanıtılması ve yapılan inkılâpların yerleştirilmesi için önem arz etmiştir. Tek parti iktidarının kesintisiz devam ettiği 1923-1946 yılları arasında basın bu anlayışın etkisini üzerinde şiddetle hissetmiştir. Muhalefet oluşumunun hız kazandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise basın, oluşmaya başlayan çok partili hayatın en büyük takipçisi ve destekçisi olmuştur. Bu bölümde; Türk basınının genel yapısına, basın-siyaset ilişkisine, Türkiye’de ilgili yıllar arasında çıkarılan gazete ve dergiler ile bunların genel yaklaşımlarına değinilecektir.

5.12.1. Türk Basını Hakkında Genel Bir Değerlendirme

İkinci Dünya Savaşı’na doğru hızla ilerlendiği 1930’lu yıllarda Türk basını üzerinde tek parti iktidarının baskısı oldukça artmıştır. İktidarı destekleyen basın öğeleri de baskı düzeninin devamı için gereken desteği sağlamıştır. Bu manada en önemli iktidar yanlısı hareket, Türk Basın Birliği’nin 27 Haziran 1938 tarihinde kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Falih Rıfkı Atay,kurulan birliğin başkanı olmuştur. Birlik tarafından basın; İstanbul, İzmir, Adana ve Trabzon bölgelerine ayrılmıştır. Basının en yoğun olduğu İstanbul bölgesinin başına ise Hakkı Tarık Us getirilmiştir. Türk Basın Birliği aracılığıyla iktidar, basını tam denetim altına almıştır. Gazetecilik yapabilmek için sarı basın kâğıdı almak gerekmiştir ve bunun için de birliğe üye olma şartı konulmuştur. Herhangi bir sebepten dolayı birlikten çıkarılan gazeteci, kartını kaybetmiş ve meslekten uzaklaştırılmış sayılmıştır. Gazeteciler üzerindeki tek parti baskısı birçok gazetenin kapatma cezası almasına yol açmıştır. İktidarla ve özellikle de İnönü ile ilgili olumsuz haber yapılması şöyle dursun, bir haberin gecikmesi ya da birinci sayfadan verilmemiş olması dahi iktidar tarafından gazete kapatmak için veyahut gazete sahiplerini azarlamak için yeterli sebep sayılmıştır. Bazen aynı haberleri yayınlamalarına rağmen bir gazete kapatma cezası alırken, diğeri, iktidara olan yakınlığından dolayı, hiçbir ceza almadan basılmaya devam edebilmiştir. Ceza alarak kapanan gazetelerin kapanma ve açılma haberleri de diğer gazeteler tarafından halka duyurulmamıştır2491. Basın üzerindeki diğer baskı unsuru ise Basın Genel Müdürlüğü olmuştur. 1940 yılında çalışmaya başlayan kurum, gazeteler üzerindeki etkinliğini en katı şekilde devam ettirmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın şiddetlendiği yıllarda ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntılar öncelikli olarak basına yansıtılmıştır. Öyle ki 1942 yılı itibariyle gazetelerin 4 sayfadan fazla çıkarılmasına genellikle izin verilmemiştir2492. Basın Genel Müdürlüğü gazetelerin şekil ve içerik olarak düzenlenmesinde de karar verici mevkide yer almıştır. Müdürlüğün isteği doğrultusunda gazetelerde daha çok dış politika haberlerine yer verilmiş, iç politikada ise öncelikli olarak

2491 Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi, Gazeteciler Cemiyeti ve Kırk Yıl, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1987, s. 62-64. 2492 Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Matbaa, Basın ve Yayın, Literatür Yayınları, İstanbul 2000, s. 197. 470

hükümetin açıklamaları yer almıştır. Türk Basın Birliği’nin faaliyete geçmesi sonrasında iktidar tarafından sıklaştırılan gazete kapatma cezası uygulaması, Basın Genel Müdürlüğü döneminde artırılarak devam ettirilmiştir. Öyle ki 1939 ile 1945 yılları arasında 44 defa kapatma cezası verilmiştir. Tan, Vatan, Tasvir-i Efkar ve Cumhuriyet gazeteleri en çok ceza alan gazeteler olmuştur. Dergilere yönelik tutum ise İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatına göre değişmiştir. Almanya’nın savaşta başarılı olduğu 1939-1943 yılları arasında milliyetçi ve Türkçü yayınlara müsamaha gösterilirken, bu durum Almanya’nın geri çekilmeye başlamasıyla tamamen ters yönde değişim göstermiştir2493. Basın Genel Müdürlüğü üç yıl görev yapmış ama savaşın getirdiği şartlar içerisinde çalışmaları yetersiz görülmüştür. Daha güçlü bir yapı oluşturulabilmesi için 16 Temmuz 1943 tarihinde 4475 sayılı kanunla Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu kuruma; basın, yayın ve telkin aracı olarak kullanılan her türlü vasıtalardan faydalanmak suretiyle yurdu içerde ve dışarıda tanıtma görevi verilmiştir2494. Yeni yapılanma da basın üzerindeki baskıyı devam ettirmiştir. Basına yönelik siyasi baskı, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunun yaklaşmasıyla birlikte bir nebze de olsa azalmaya başlamıştır. Dünyada cereyan eden demokrasi ve özgürlük yaklaşımları Türkiye’de de yankı bulmuş, basında ve siyaset içinde CHP iktidarına karşı muhalefet oluşmaya başlamıştır. Daha özgür olmak isteyen basın, öncelikli olarak Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü’nün iktidar denetiminden çıkarılmasını talep etmiştir. Ayrıca varlığını devam ettiren Türk Basın Birliği’nin gazeteciler lehine çalışan bir kuruluş haline getirilmesi istenmiştir. Genç ve dinamik gazetecilerin çoğunlukta olduğu basın camiası, tecrübeli gazetecilerin de desteği ile bir atılım içerisine girmeye cesaret kazanmıştır. Basın hürriyetinin yanı sıra, gazetecilerin sosyal haklarının da konuşulması için harekete geçilmiştir. Dönemin gazetecileri amaçlarına ulaşabilmek için kendi aralarında sık sık toplantılar yapmaya başlamıştır. Oluşturulacak harekâtın lideri olarak Sedat Simavi seçilmiştir. Simavi, basın tarafından ilk olarak 6 Ocak 1945 tarihinde Türk Basın Birliği İstanbul Bölge Başkanlığı’na seçilmiştir. Seçim sonrasında Ankara’ya çekilmesi gereken bağlılık telgrafı ise çekilmemiştir. İktidar bundan rahatsızlık duymuş, basın üzerindeki baskısını ve denetimlerini artırmaya başlamıştır. Simavi önderliğindeki bir gazeteciler heyeti Ankara’ya giderek basın üzerinde uygulanan demokratik olmayan hükümlerin kaldırılmasını, basın mensuplarına sosyal tesis ve yardım sağlanması için gazetelerde yayınlanan resmi ilanlardan pay verilmesini talep etmiştir. İstanbul basınının başlatmış olduğu bu başkaldırı harekâtı Ankara basını tarafından çok fazla desteklenmemiştir. Ankara basınından destek alınamaması, başkentte iktidarın basın üzerindeki baskısının daha kuvvetli olmasından kaynaklanmıştır. Ankara’da bulunan basın mensupları doğrudan valinin denetimi altındaydılar ve hükümeti rahatsız eden bir haber yayınladıkları zaman vali tarafından azarlanabilmekte ve bazen Ankara dışına çıkarılma cezasına çarptırılabilmekteydiler2495.

2493 Akandere, s. 214-217. 2494 TBMMTD, 23 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19, Ekler Bölümü s. 1/1-3. 2495 Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi,Gazeteciler Cemiyeti…, s. 75-78. 471

Yaşanan sıkıntıların gölgesinde Türk Basın Birliği Genel Kongresi 4 Ocak 1946 tarihinde Ankara Halk Evi’nde yapılmıştır. Basın kendine yönelik baskılara karşı bir birlik olarak kongreye katılmıştır. Türk Basın Birliği’nin 7 yıldır başkanlığını yapan ve hükümetin gazetesi Ulus’un başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın birlik üzerindeki etkinliğinin bitirilmesi ilk hedef olarak belirlenmiştir. Yenilikçiler arasında bulunan Hüseyin Cahit Yalçın kongrede başkan seçilmiştir. 74 oy alan Yalçın’ın karşısında rakip olan Atay 59 oyda kalmıştır. Atay, bu mağlubiyeti sindirmeyerek kendisini yerinden eden düzenin içinde komünist parmağı olduğunu iddia etmiştir. Atay ayrıca Türk basınını yalan haber yazmakla suçlayınca,Türk Basın Birliği Haysiyet Divanı toplanarak O’nun birlikten atılıp mahkemeye verilmesini kararlaştırmıştır. Bunun gerçekleşmesi halinde Atay artık gazetecilik yapamayacaktır. Gelişme üzerine iktidar, Türk Basın Birliğini kapatarak(13 Haziran 19462496) Atay’ın gazetecilik hayatının devamını sağlamıştır. Bu süreçte muhalif gazeteciler Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulması çalışmalarını hızlandırmışlardır. Hazırlanan cemiyet tüzüğünde sosyal yardım ve dayanışma ilkeleri yer almış; evlenen, çocuğu olan, hastalanan, işsiz kalan veya sıkıntıya düşen basın mensuplarına çeşitli yardımlar yapılması planlanmıştır. 10 Haziran 1946 tarihinde İstanbul Valiliğine gönderilen dilekçe ile Gazeteciler Cemiyeti resmen kurulmuştur. Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığına önce Sedat Simavi getirilmiştir. 10 Haziran 1946 ile 11 Nisan 1949 tarihleri arasında bu görevi sürdüren Simavi yerini Burhan Felek’e bırakmıştır. Felek bu görevi 1952 yılına kadar sürdürmüştür. İkinci Meşrutiyet’in ilanının ardından sansürün kaldırıldığı 24 Temmuz 1908 tarihi dikkate alınarak 24 Temmuz gününün Gazeteciler Günü olarak kutlanması geleneğini de 1948 yılı itibariyle bu cemiyet başlatmıştır2497.

5.12.2. Basın Üzerindeki Baskıların Kaldırılması Adına Atılan Bir Adım: Basın Kanunu’nun Değiştirilmesi

Basın üzerindeki iktidar baskısının azalmaya başlaması ve demokrasi yolunda atılan adımlar mevcut bulunan Basın Kanunu’nun tadilini de gündeme getirmiştir. Mevcut Basın Kanunu 25 Temmuz 1931 tarihli ve 1881 sayılı kanundur. Bu kanuna göre gazeteler, tamamen hükümetin denetimi altında varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Hükümet istediği anda istediği gazeteyi kapatma yetkisine sahip olmuştur2498. Kanunun özellikle 30. maddesi tepki çekmiştir. Devlet adamlarının eleştirilmesini imkânsız kılan madde aynen şu şekildedir: “Milli hisleri inciten veya bu maksatla milli tarihi yanlış gösteren yazıları yayınlayanlar 50 liradan 500 liraya kadar para cezası ile cezalandırılırlar. Türk Ceza Kanunu’nun 156. maddesi sarahati haricinde kendilerine mevdu vazifelerinin ifasından dolayı Büyük Millet Meclisi azasından, İcra Vekilleri Heyeti’yle devlet memurlarından biri veya birkaçı hakkında isim ve madde gösterilmeyerek müphem ve suizannı davet edecek mahiyette mütecavizane yazı ve resimlerle Büyük Millet

2496Resmi Gazete, 18 Haziran 1946, s. 2. 2497Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi,Gazeteciler Cemiyeti…, s. 79-90. 2498 İlgili Basın Kanunu maddeleri için bakınız: TBMMZC, 25 Temmuz 1931, 4. Dönem, Cilt 3, s. 357-380. 472

Meclisi’nin, İcra Vekilleri Heyeti’nin ve resmi heyetlerle devlet memurlarının veya bir kısmının şeref ve haysiyeti ihlal edilirse, üç aydan altı aya kadar hapis ve yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur2499.” Kanunun tepki çeken ve gazete kapatmayı kolaylaştıran diğer maddesi ise 50. madde olmuştur ve şu şekildedir: “Ülkenin genel siyasetine dokunacak yayından dolayı Bakanlar Kurulu kararı ile gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilir. Bu şekilde kapatılan gazete veya derginin yayınına devam edenler hakkında 18. madde2500 hükmü uygulanır. Kapatılan gazete veya derginin sorumluları kapatma süresince başka isim altında gazete veya dergi yayınlayamazlar2501.” 28 Haziran 1938 tarihinde Basın Kanunu’nun maddeleri daha da baskıcı hale sokulmuştur. Daha önceden gazete açmak için bildirimde bulunmak yeterliyken artık valiliklerden ruhsat alma zorunluluğu getirilmiştir. Kötü şöhretli kişilere ruhsat verilmeyeceği de belirtilmiş ama bu tanımın sınırları çizilmediği için de hükümetin keyfi hareket etmesinin önü açılmıştır2502. Ayrıca gazete çıkarabilmek için 1.000 ile 5.000 lira arasında garanti mektubu vermek şartı getirilmiştir2503. Basın Kanunu ile ilgili yapılması planlanan değişiklik 50. madde üzerinde yoğunlaşmıştır. Konu 13 Haziran 1946 tarihinde Meclise getirilmiştir. İlgili maddenin mevcut halinde memleketin genel siyasetine dokunacak yayın yapan gazete ve mecmuaları geçici olarak kapama yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmişti. İnkılâplar kökleştiği ve tehlike yaratan İkinci Dünya Savaşı bittiği için artık bir tehdidin olmadığı düşüncesiyle kanunun ilgili maddesinde değişiklik yapılması düşünülmüştür. Ayrıca tek dereceli seçim ve derneklerin kurulması ile ilgili atılan demokratik adımlar sonrasında 50. maddenin artık gereksiz olduğu anlayışı güçlenmiştir. Yapılacak değişiklikle hem işlenen suçun tarifinin değiştirilmesi hem de ceza verme yetkisinin Bakanlar Kurulu’ndan alınarak mahkemelere devredilmesi amaçlanmıştır.50. maddenin Meclise sunulan son hali şu şekildedir: “Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının birinci babının birinci ve ikinci bölümlerinde yazılı cürümler yayım yoluyla işlendiği taktirde mahkemece, cürümün gerektirdiği ceza ile birlikte gazete veya mecmuanın bir aydan iki yıla kadar kapatılmasına karar verilir. Yetkili mahkeme hükmünden önce dahi kovuşturmanın her derecesinde gazete veya mecmuanın kapatılmasına karar verebilir. Şu kadar ki kapatma süresi birinci fıkrada yazılı sürenin yukarı haddini geçmez. Bu suretle kapatılan gazete veya mecmuanın yayınına devam edenler hakkında 18. madde hükmü uygulanır. Böylece kapatılan gazete ve mecmuanın sorumluları kapatma süreleri içinde başka başka bir adla gazete veya mecmua çıkaramazlar2504.” Maddenin yeni hali ile Bakanlar Kurulu’nun kapatma cezası verme yetkisi mahkemelere devredilmiştir. Adnan Menderes kanun değişikliği görüşmeleri esnasında söz almış ve yapılan değişikliği yetersiz gördüğünü belirttiği şu konuşmayı yapmıştır: “…Basın Kanunu’nda yapılacak değişiklik yalnız 50. maddeye inhisar ettirilmesi, Türk umumi efkârının,

2499Akşam Gazetesi, 19 Aralık 1945, s. 2. 2500 Bu madde içerisinde yer alan ceza hükmüne göre; suçun ilk defa işlenmesi halinde yüz liradan beş yüz liraya kadar para cezası, suçun tekrarı halinde altı aya kadar hapis ve üç yüz liradan aşağı olmamak üzere para cezası verilebilmektedir. TBMMZC, 25 Temmuz 1931, 4. Dönem, Cilt 3, s. 364. 2501 Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi,Gazeteciler Cemiyeti…, s. 65. 2502 Akandere, s. 212. 2503 Güz, Tek…, s. 29. 2504 TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 262-285., Ayrıca Bakınız: Resmi Gazete, 18 Haziran 1946, s. 3. 473

haklı olarak, hayal sukutuna uğratmış olsa gerektir. Çünkü yalnız bir maddesinin değiştirilmesine mukabil altmış küsur maddelik Basın Kanunu bütün ağır hükümleriyle olduğu gibi duracak ve söz ve fikir hürriyetini baskısı altında bulunduracaktır… Bu kanun gazete ve mecmua çıkartmak isteyenlerde lüzumsuz olarak birtakım vasıflar aramakta, gazete ve mecmua çıkartmak isteyenleri ve bunlarda çalışanları da yine lüzumsuz bir sürü kayıt ve mükellefiyetlere tabi bulundurmaktadır. Yine bu kanunda memnu filler sahası alabildiğine geniş ve cezalar da maksadı aşar derecede şiddetlidir. Ayrıca da bu kanunda, usul kanunlarının vatandaşa bahşettiği teminatı esaslı surette zayıflatacak usule mutaallık hükümler de mevcuttur. O kadar ki insan, adeta mümkün olduğu kadar az gazete ve mecmua intişar etmesinin bu kanunun hedefi olduğu zannı altında kalıyor...” Görüşmelerin ardından değişiklik onaylanarak yürürlüğe konulmuştur2505. Basın Kanunu’nda yapılan değişikliklere bağlı olarak 14 Haziran 1946 tarihli Meclis oturumunda ise matbuatla ilgili suçlara yönelik bir af kanunu çıkarılmıştır. Af kanununda şu ifadeler yer almıştır: “Gazete, kitap veya mecmua vasıtasıyla veya 1881 sayılı Basın Kanunu’na aykırı hareket suretiyle 7 Haziran 1946 tarihine kadar işlenmiş olan suçlardan dolayı kovuşturma yapılmaz. Bu suçlar sebebiyle verilmiş olan cezalar ortadan kaldırılmıştır2506.” Basın Kanunu’nda yapılan küçük değişiklik demokratikleşme ve normalleşme süreci içerisinde yeterli görülmemiştir. Muhalefetin gittikçe güç kazanmasının da verdiği endişe ile CHP 1946 yılı içerisinde kanunda yeni bir değişiklik yapma çabası içerisine girmiştir. Yapılacak değişiklikler 26 Ağustos 1946 tarihinde Recep Peker Hükümeti tarafından Meclise sunulmuştur. Kanunda yapılacak olan yenileştirmeler ile basının önündeki bazı engellemelerin kaldırılması planlanmıştır. Fakat atılacak adımların vatandaş ve devlet menfaatlerini zedelemeyecek şekilde olması noktasında titiz davranılacağı ifade edilerek yeni bir sınırlama gündeme getirilmiştir2507. Kanundaki tadil girişimini gazetedeki köşesine taşıyan Ekrem Uşaklıgil bir gazete çıkarmanın ne kadar zor olduğunu ifade etmiş ve özetle şu yorumu yapmıştır: Bir dilekçe yazıp beyanname doldurursun. Vilayet bu iki kâğıdı emniyete yollar. Polis memuru sizin geçmişinizi ve hüviyetinizi araştırırken danışacağı kişilerin sizinle dost olup olmadığı geleceğinizi belirleyen unsur olur. Tahkikat aylarca sürer, bazen hiç bitmez. İnceleme lehte sonuçlansa bile gazete sahibi, başyazar, neşriyat müdürü, yazı işleri müdürü olmak için yükseköğrenim görmüş olmak gerekir. Çıkarılacak gazete siyasi mahiyette ise, her çeşit maddi cezayı karşılamak için bankaya 5bin lira kefalet parası yatırılır2508. Basın Kanunu’nun maddeleri üzerinde tadilat yapılması görüşmeleri 13 Eylül 1946 tarihli Meclis oturumunda başlamıştır. Kanunun maddeleri konusunda tartışmalı geçen oturumda DP vekilleri yapılması planlanan değişiklikleri yeterli görmemiş ve bu minvalde konuşmalar yapmıştır. Adnan Menderes konuyla ilgili söz almış ve özet olarak şunları ifade etmiştir: Değişiklik yapılmasını öngören tasarının gerekçesi içerisinde, basının vatandaş hürriyetleri ve millet menfaatlerine saygılı olduğu zaman yapıcı olduğu, fakat tam tersi

2505 TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 269-271 2506 TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24, s. 334 ve Ekler Bölümü, s. 1/1-2. 2507 Tuncer, 1950…, s. 20. 2508 Ekrem Uşaklıgil, “Matbuat Kanununda Yapılacak Tadilat”, Son Posta Gazetesi, 27 Ağustos 1946, s. 1. 474

durumlarda yıkıcı bir karaktere sahip olduğu söylenerek basın üzerinde alınacak kısıtlayıcı kararlara zemin hazırlanmaktadır. Türkiye’de basın hükümet yanlısı ve karşıtı olarak ikiye ayrılır. İktidar mensuplarına ‘millet menfaati karşısında olan gazeteler hangisidir?’ diye sorulsa, muhalif gazeteleri göstereceklerdir. Hükümet millet menfaatini bahane ederek muhalif basına baskı uygulamaktadır. Ülkede basın gelişmemiştir, 20 milyonluk ülkede günlük 150 bin kadar gazete çıkmakta ve bunların İstanbul dışında basılanları iptidai usullerle yayın yapmaktadır. Geri kalmışlığın nedenleri arasında maddi ve teknolojik güçlükler olmasının yanı sıra, ağır cezalar ve siyasi baskılar da yer almaktadır. Seçimler öncesinde demokrasi yolunda adımlar atılmasına rağmen şimdi tekrar geriye doğru giden bir anlayış gündeme getirilmiştir. DP Basın Kanunu’nda yapılacak değişikliklere tamamen karşıdır. Mecliste bir miktar muhalefet milletvekili bulunması demokrasi için tek başına yeterli değildir2509. 16 Eylül 1946 tarihli Meclis oturumunda Basın Kanunu’nun değişiklik yapılacak maddelerinin görüşülmesine devam edilmiş, maddeler oylamaya sunulmaya başlanmıştır. 9. maddenin yeni hali içerisinde gazete veya dergi çıkaracak olanların o yerdeki en büyük mülki amirden ruhsat alması şartı kaldırılmış ve sadece mülki amire bir beyanname vermesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu beyanname içerisinde; gazete veya derginin adı, nerede basılacağı, siyasi olup olmadığı, ne zamanlar çıkacağı, hangi dillerde çıkacağı, neşriyatı mali olarak destekleyenler, bir cemiyete ait ise cemiyet hakkında bilgi, yayın sahibinin ve yazı işleri sorumlusunun adı, uyruğu ve adresi matbaacının adı gibi detaylar istenecektir. Değişiklik yapılan diğer bir madde ise 12. madde olmuştur. Bu maddenin yeni hali içerisinde gazete çıkaracak kişilerin özellikleri tekrardan tanımlanmıştır. Bu yeni tanım içerisinde, daha önce var olan yüksekokul mezunu olma şartı kaldırılmıştır. Gazete veya dergi çıkaracak olanların özellikleri şöyle sıralanmıştır; “Türk olacak, yirmi yaşını bitirmiş olacak, hükümet izni dışında başka bir devlet hizmetinde çalışmamış olacak, resmi olarak ecnebi olma iddiasında bulunmamış olacak, kısıtlı olmayacak, devlet memuru-asker ve ordu mensubu olmayacak, zimmet-ihtilas-irtikap-rüşvet-sahtekarlık-hırsızlık-yağmacılık-dolandırıcılık-hileli iflas-emniyeti suiistimal suçlarından ceza almamış olacak, vatan-milli mücadele-inkılaplar-cumhuriyet aleyhinde bulunmak suçundan ceza almamış olacak.” 15. maddede yapılan değişiklikle de; gazete veya derginin yazı işleri sorumlusunun da 12. maddede belirlenen özelliklere sahip olması gerekliliği vurgulanmıştır.17. maddede ise: “Mülki amire verilen beyanname mülki amir tarafından incelenir eksik bulunursa üç gün içinde tamamlanması istenir, neşriyatla ilgili kişiler gerekli şartları haiz değilse beyanname verilmemiş sayılır, hakikate uygun değilse savcılığa bildirilir” ibareleri yer almıştır. Böylece daha önceki 17. maddede yer alan “en kısa sürede” ifadesi yeni düzenleme ile “üç gün içinde” şeklinde sınırlandırılmıştır. 18. maddeye göre de yayınların hangi durumlarda ne cezalar alabileceği belirtilmiştir. Madde içerisinde: “Gerekli şartları haiz olmayan şekilde neşriyat yapıldığında bölgenin en büyük mülki amiri neşriyatı durdurur, beyanname vermeden açanlara önce para cezası ve tekrarında altı aya kadar hapis ve para cezası uygulanır. Uygunsuz yayın yapılması süresince suç işlenmişse kanunun

2509 TBMMTD, 13 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 291-295. 475

gerektirdiği ceza ayrıca verilir” şekelinde ifadeler yer almıştır. Maddede yapılan değişiklik ile sadece para cezalarında bir artışa gidilmiştir2510. 17 Eylül 1946 tarihinde Basın Kanunu’nun kalan maddelerin oylanmasına devam edilmiştir. Kanunun yazarlarla ilgili olan 27. maddesi şu şekilde belirlenmiştir: “Gazetede ya da dergide yayınlanan yazının sorumluluğu gazete sahibi ve yazı işleri müdürüne aittir. Takma ya da gerçek adlı yazı sahipleri de aynı şekilde sorumludur. Takma adlar konusunda bölgenin en büyük ita amiri istediği zaman gazeteden o şahsın gerçek adını öğrenme hakkına sahiptir. Eğer bu bilgi 3 gün içinde verilmezse yayın durdurulur ve sorumluya 3 aydan az olmamak üzere hapis cezası verilir. Bilgi zamanında verilirse cezada indirime gidilir. Muhbir, muhabir ve muharrirler verdikleri haberlerin yayınlanmasından dolayı gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürüyle birlikte sorumlu sayılır ve ceza uygulanır.” Bu maddenin eski haline göre en büyük farkı; yayınla ilgili sorumlulukların yazı işleri müdürüne de yüklenmesiyle ilgili olmuştur. Sürekli tartışma konusu olan 30. maddede de küçük bir değişiklik yapılmıştır. Maddenin eski halinde olduğu gibi; milli hisleri inciten ve milli tarihle ilgili yanlış bilgi veren yazılar için para cezası; TBMM’ye, Bakanlar Kurulu’na, resmi heyet üyeleri ve devlet memurlarına yapılan hakaret yazılarında ise para cezası ve hapis cezası uygun görülmüştür. Eski kanun maddesine göre yapılan değişiklik ise; devlet büyüklerine karşı işlenen suçlarla devlet memurlarına karşı işlenen suçlar için verilecek cezaların ayrılması çerçevesinde gerçekleşmiştir. Devlet büyüklerine yönelik işlenen basın suçları için verilen cezaların daha fazla olması kararlaştırılmıştır. Kanun’un 34. maddesi ise yanlış haber yapma ile ilgilidir ve özet olarak şu şekildedir: Uydurulmuş ve tahrif edilmiş haberleri veren muhbir ve muhabirlere; eğer halkın huzurunu bozuyorlarsa 3 aydan bir yıla kadar hapis cezası ve 500 liradan az olmamak üzere para cezası, devlete karşı olan güveni sarsmışlarsa 6 aydan 2 yıla kadar hapis 1.000 lira alt sınır olmak üzere para cezası, resmi görevli birisine ait belgede değişiklik yaparak yayınladılarsa 3 aydan bir yıla kadar hapis cezası ve 500 liradan aşağı olmamak üzere para cezası verilir. Resmi Meclis tutanaklarının yayınlanabilecek olanları üzerinde değişiklik yaparak yayınlayanlar en az üç ay hapis ve en az 500 lira para cezası alır. Neşriyatta haber başlıkları ile metin arasında uyum olmaz ve halkı huzursuzluğa düşürürse 100 ile 500 arasında para cezasına çarptırılır2511. Madde eski versiyonuna göre daha detaylandırılmış ve cezalar artırılmıştır. Örneğin tahrif edilmiş haber yayınlamaya 1931 yılındaki metinde bir aya kadar hapis ve elli liraya kadar para cezası verilirken, değişen yeni metinle bir yıla kadar hapis ve beş yüz liradan az olmamak üzere para cezası uygun görülmüştür2512. 18 Eylül günü yapılan oturumda Basın Kanunu’nun maddeleri görüşülmeye devam edilmiştir. Tespit edilen 35. madde ile yayını yasak olan yazılarla ilgili kısıtlama tarif edilmiştir ve kısaca şu şekildedir: İspatı olmayan sövme ve hakaret davası zabıtlarını, umum ahlakına uygun olmayan adli tıp raporlarını, gizli dava zabıtlarını, yargılama müzakerelerinin neşri yasaklanmıştır. Ayrıca ceza davalarının sürecini etkileyecek yayınlar da yasaktır. Bunlara

2510 TBMMTD, 16 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 325-367. 2511 TBMMTD, 17 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 389 ve 404-405. 2512 TBMMZC, 25 Temmuz 1931, 4. Dönem, Cilt 3, s. 371. 476

uymayan 200 ile 500 lira arası para cezasıyla cezalandırılır. Maddenin bu yeni halinde içerik genişletilmiş ve verilecek cezalar artırılmıştır. 48. madde ise cevap hakkı ile ilgilidir ve şu şeklide özetlenebilir: Bir memurun görevi ile ilgili yapılan yayınlar sonrasında cevap verme ve düzeltme yazıları gazetede yayınlanmak zorundadır. Buna uyulmadığı taktirde 200-500 lira arasında para cezası alınır. Hakkında haber yapılan kişi ölmüş ise savunma yazısını yakınlarına aittir. Madde üzerinde yapılan değişiklik daha çok kapsam genişletme ve para cezasının alt sınırının artırılmasından ibaret kalmıştır2513. Yapılan değişikliklerin tamamı 20 Eylül 1946 günü Mecliste kabul edilmiştir2514. Kabul edilen yeni Basın Kanunu ile eskisi arasındaki değişiklikler bir değerlendirmeye tabii tutulursa şöyle bir sonuç çıkar: Basın Kanunu’nda yapılan değişiklikler iki yönlüdür. İlk olarak gazete ve dergi çıkarmak için var olan bazı kararların kaldırılması ile ilgili değişiklikler gerçekleştirilmiştir. İkinci olarak ise basın yoluyla işlenen suçların cezalarıyla ilgili yapılan değişiklikler kanunlaştırılmıştır. Önceki kanunda yer alan gazete ve mecmua çıkarmak isteyenlerin çıkarılacak yerdeki en büyük mülki amirden ruhsat alma şartı ile o bölgenin nüfusunun miktarına göre 500, 1.000 ya da 5.000 liralık teminat mektubu verilmesi kayıtları yeni kanunla kaldırılmıştır. Eski kanun 12 ve 15. maddelerinde gazete çıkaran başyazarlar veya neşriyatı idare edenlerin yüksekokul ya da lise veya dengi okullardan mezun olması şartı da yeni yasa ile kaldırılmıştır. 27. Maddede, yayınlanan neşriyatın mesuliyetinin neşriyatı idare eden kişiye verilmesi hükmü yerine sorumluluğun yazı işleri müdürüyle paylaştırılması kararlaştırılmıştır. Ceza uygulamaları konusunda ise hazırlanan yeni kanunda basınla ilgili yeni bir ceza ortaya konulmamış, kanunun Ceza Kanunu ile uyumlu bir hale getirilmesine çalışılmıştır2515. Fakat ceza miktarlarında artışa gidilmiş ve ceza verilecek haller genişletilmiştir. Bu yönüyle bakıldığında yapılan değişiklikler, kanunun getirdiği rahatlamaların yanı sıra mevcut baskının da bir şekilde devam ettirilmesi anlamında değerlendirilebilir. Basın mensuplarının daha rahat çalışabilmeleri adına CHP iktidarının yaptığı bir başka yenilik, 8 Şubat 1947 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında kabul edilen “Basın Kartı Yönetmeliği” ile hayata geçirilmiştir. Bu yönetmeliğe göre; basın mensubu olarak kayıtlı olan kişilere 1 yıl süreyle geçerli olacak basın kartı verilecektir. Basın kartları sarı, yeşil ve mavi renklerde olacaktır. Asıl mesleği gazetecilik olanlara sarı, meslekten çekilmiş ya da serbest gazeteci olanlara yeşil, yabancı gazete mensuplarına ise mavi renk basın kartı verilecektir. Basın mensubu sıfatını kaybeden kişiler basın kartlarını bulundukları yerlerin en büyük idari amirine vermek zorundadırlar. Basın kartı sahipleri devlet ve belediye bünyesinde çalışan vasıtalardan indirimli olarak yararlanabileceklerdir. Resmi makamların kontrolündeki müze, hipodrom, sergi, stadyum gibi yerlere ücretsiz girebilecekler, gizliliği olmayan olay ve toplantı alanlarında serbestçe dolaşabileceklerdir. Özel mahiyette olmayan toplantılara da görevleri icabı katılabileceklerdir2516.

2513 TBMMTD, 18 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 418-419. 2514 TBMMTD, 20 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, s. 433-435. 2515 TBMMTD, 13 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1, Ekler Bölümü, s. 2/6-9. 2516 BCA, Dosya: 74-60, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 112.93..12. 477

CHP’nin basın konusunda tavrını yumuşattığı diğer bir adım ise 1949 yılında atılmıştır. Savaş sonrası süreçte değişen iç ve dış şartlar karşısında Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü’nün işleyişinin yeniden gözden geçirilmesi düşünülmüştür. Müdürlüğün daha kolay çalışabilecek ve derli toplu bir hale gelmesi, yeni durumlara ayak uydurması, ihtiyaca uygun bir yapıya kavuşması gibi amaçlarla bir kanun hazırlama çalışması başlatılmıştır2517. 23 Mayıs 1949 tarihinde görüşmelerine başlanan kanun tasarısında müdürlüğün ismi değiştirilmiş ve başbakanlığa bağlı olmak üzere “Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü” ismi verilmiştir. Müdürlüğün kuruluş amacı hazırlanan kanunun 2. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Basın ve yayın ve diğer vasıtalarla Türkiye’yi dışarıda tanıtmak ve içerde cumhuriyet esaslarını ve Türk demokrasisinin gelişmelerini yaymak, basın ve yayın mesleğinin ifasıyla ilgili işlere bakmak, iç ve dış turizmi geliştirecek tedbirleri almaktır2518.” Yeni kanunun 30 Haziran 1949 tarihinde yürürlüğe girmesi kabul edilmiştir2519. DP iktidara geldikten sonra Basın Kanunu yeniden gündeme gelmiştir. Basın içerisinde yeni iktidarla ilgili büyük umutlar belirmiştir ve basına ait sorunların halledileceği düşüncesi hakim olmuştur. Hatta CHP taraftarı olan basın mensupları içerisinde dahi DP’nin iktidarı olumlu karşılanmıştır. Tarafsız gazeteler de DP’ye doğru bir kayış sergilemiştir2520. Daha özgürlükçü bir kanun çıkarmayı hedefleyen yeni iktidar, basın mensuplarının görüşlerini alabilmek için Gazeteciler Cemiyeti temsilcileri ile görüşmüştür. Görüşmelerde mutabakat sağlanmıştır. Fakat görüşmeler sonrasında, yeni iktidarın sunduğu önerilerin CHP iktidarının son basın kanunundan farklı olmadığı yönünde bir kanaate sahip olan Gazeteciler Cemiyeti Başkan vekili Enis Tahsin Til, bu düşüncesini Başbakan Menderes’e 6 Temmuz 1950 tarihli bir telgrafla bildirmiştir. Menderes ise Til’e cevaben yazdığı 8 Temmuz 1950 tarihli telgrafta; basın hürriyetinin teminat altına alınması konusunda kararlı olduklarını iletmiştir. Ayrıca cemiyet üyeleri ile hükümet temsilcilerinin yaptıkları görüşmelerde kanun tasarısı konusunda mutabık kalındığını hatırlatmıştır. Bu nedenle Til’in iddialarını yersiz bulmuştur2521. DP hazırlıklarını tamamladığı kanun tasarısını 14 Temmuz 1950 tarihinde Meclise sunmuştur. Kanun tasarısının gerekçeleri ise özetle şu şekilde belirlenmiştir: Demokrasinin gelişmesi ve milli birlik, istikrar ve ilerlemenin sağlanmasında önemli bir yere sahip olan basının görevlerini yerine getirebilmesi için özgür bir ortamda çalışması gerekmektedir. Anayasa basın hürriyetini belli kanuni şartların sağlanması şartıyla koruma altına almıştır(70 ve 77. maddeler). Basın sahip olduğu yapıcı yönünün yanı sıra, kontrolü sağlanmadığı müddetçe de toplumsal düzenin bozulması için kullanılabilecek tehlikeli bir güç de olabilmektedir. Savaş sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde daha uygulanabilir bir basın kanunu meydana getirebilmek için 1931 yılına ait ve 1881 sayılı kanun yeniden ele alınmıştır. Bu amaç çerçevesinde Fransa, İngiltere, Amerika, İsviçre, Belçika gibi ülkelerin basın kanunları gözden geçirilmiştir2522.

2517 TBMMTD, 23 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19, Ekler Bölümü s. 1/1-3. 2518 TBMMTD, 23 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19, s. 633. 2519 TBMMTD, 24 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19, s. 654. 2520 Topuz, s. 192-193. 2521 BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 17.98..29. 2522 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1,Ekler Bölümü s.11/1-3. 478

Mecliste yeni kanunla ilgili yapılan görüşmelerin ardından 44 esas madde ve 2 geçici maddeden oluşan yeni Basın Kanunu kabul edilmiştir. Kanunun ilk 15 maddesinde basına ait temel kavramlar izah edilmiştir. Kanun’un birinci maddesinde basının serbest olduğu vurgulanmıştır. Basınla ilgili tüm yayınlar ve basılmış eserler “mevkute” genel kavramıyla tasvir edilmiştir. Basının rahat yayın yapabilmesi için gereksiz formaliteler kaldırılarak işlerin kolay ilerlemesinin yolu açılmıştır. Yayın yapabilmek için izin alınması hükmü kayıttan çıkarılarak, sadece yayının yapılacağı yerin en büyük idari amirine bilgi veren bir beyanname sunulması şartı getirilmiştir. Yazı işlerini yürüten kişilere “mesul müdür” unvanı verilmiş ve bu kişilerin taşıması gereken şartların içerisine Türkçe okuyup yazmayı bilme ve yurt içinde yaşama şartları eklenmiştir. Yayınlanan eserin ya da metnin bir örneğinin, yayın tarihinden sonraki gün içerisinde, bulunulan bölgedeki cumhuriyet savcısına ve mülki amire verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Çalışan muhabirlerin yaş sınırı ise asgari 18 yaş olarak belirlenmiştir. Yazı ve resim sahiplerinin yanı sıra, mesul müdürler de ceza gerektiren durumlarda sorumlu olarak kabul edilmiştir. Takma ad veya isimsiz yayın yapılması serbest bırakılırken, suç teşkil eden yayın yapıldığı hallerde bu kişilerin isimlerinin 24 saat içinde cumhuriyet savcısına verilmesi şartı getirilmiştir. Basın yoluyla yapılan gerçeğe aykırı haberler karşısında mağdur olan kişiye, kendi imzasıyla göndereceği bir metinle cevap ve düzeltme hakkı tanınmıştır. Bu metine müdahale kesinlikle yasaklanmıştır. Yabancı ülkelerde basılmış olan eserlerin ülkeye girişininBakanlar Kurulu tarafından yasaklanabileceği belirtilmiştir. Bu tip eserlerden yasaklananların yurda sokulması halinde sorumlu kişi 3 ay ile 1 yıl arasında hapis, 500 ile 5.000 lira arsında ağır para cezasıyla cezalandırılacaktır. Basın yoluyla işlenecek suçlarda, suçun mahiyetine ve büyüklük derecesine göre para veya hapis cezası yöntemlerinin kullanılması kararlaştırılmıştır. Günlük yayınlarda işlenen suçlar için 3 ay, diğer eserlerde işlenen suçlar için ise en geç 6 ay içinde dava açılması sınırlaması getirilmiştir. Gazete ve mecmuaların kapatılması ya da toplatılması usulü kaldırılmıştır. Fakat kanunlara muhalif yayın yapan basın kuruluşlarına ait malzemelere el konulabilmesi ve dava süresince kadar basım işlerinin durdurulabilmesi uygulaması yürürlüğe konulmuştur. Basın yoluyla işlenmiş olan ağır suçlar ağır ceza mahkemelerine, diğer suçlara ait yargılamalar ise ceza mahkemelerine bakılmıştır2523. 14 Temmuz günü ayrıca 1881 sayılı Basın Kanunu’nda yer alan matbaa kurma ile ilgili hükümler kanundan çıkarılarak, Matbaalar Kanunu ismiyle yeni bir kanun Mecliste görüşülmüştür. Basın Kanunu’nda sağlanan kolaylıklara dayanılarak hazırlanan yeni kanunda gereksiz formaliteler çıkarılmıştır. Matbaa açmak için izin alınmasına gerek görülmemiş ve sadece bölgenin en büyük mülki amirine bir beyanname verilmesi yeterli kabul edilmiştir. Bu beyannamemde matbaayı açacak kişi veya kişilerin isimleri, tabiiyetleri, hangi dilde basım yapacakları, ikamet adresleri, matbaanın adresi ve ne basacakları ile ilgili bilgiler yer alacaktır.

2523 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, s. 726-771., Ayrıca Bakınız, Resmi Gazete, 24 Temmuz 1950, s. 24- 27. 479

Hakikate aykırı beyanda bulunanlar, çok ağır suçlar hariç olmak üzere, 3 aydan 2 yıla kadar hapis ve 500 lira ile 5.000 lira arasında ağır para cezası ile cezalandırılacaktır2524. DP iktidarı tarafından basınla ilgili yapılan değişiklikler, geçmiş dönemlere bir tepki özelliği taşımıştır. Basın hürriyetine en fazla önem veren kanunlardan birisi olarak değer gören yeni Basın Kanunu “matbuat serbesttir” ibaresiyle başlayarak verilen değeri hak ettiğini göstermiştir2525. Yenilenen kanun ile birlikte basına rahat çalışma ortamı verilmiştir. Fakat iktidar tarafından, basına verilen bu imkânların kötüye kullanılacağı noktasındaki şüpheler de dile getirilmiştir. Başbakan Adnan Menderes suiistimal düşüncesi içerisinde olan basın mensuplarıyla ilgili olarak biraz da tehdit içeren şu ifadeleri kullanmıştır: “ … Halk Partisi, hürriyet çeşmesi musluğunu iyice sıkmış, basını susuz bırakmıştı. Biz açtık, bol su verdik. Eğer bu su iyi kullanılmaz, çeşmenin çevresi batak olmaya başlarsa, musluk elimizin altındadır, kısarız olur biter…2526.”

5.12.3. Türk Basını’nın Siyasetle İlişkisi

1945-1950 yılları arasında Türk basını iç politikada farklı cereyanların etkisinde kalmıştır ve partilerin çoğalmasıyla beraber onları destekleyen yeni gazeteler de ortaya çıkmıştır. Basının iç politikadaki bölünmüşlüğüne rağmen, dış politikada iktidarın batıya olan yaklaşımını genel olarak takdir etmiş ve desteklemiştir. Batı yanlısı politikaları desteklemeyen Tan, Zincirli Hürriyet ve Makro Paşa gibi solcu yayınlar ise sürekli olarak kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu süreçte iç politikada demokrasinin yerleşmesini amaçlayan basın, bunun gerçekleşebilmesi için güçlü bir muhalefet partisinin oluşturulmasını tavsiye etmiştir. DP; CHP içinden doğması ve toplumu kutuplaştıracak derecede farklı bir programa sahip olmaması dolayısıyla basın tarafından genel olarak destek görmüştür. Partinin başında Celal Bayar’ın olması da rejimin güvenliği açısından iyi bir tercih olarak değerlendirilmiştir. DP ile basın kısa sürede el ele vermiştir. İstanbul basınının, demokrasinin yerleşmesi ve basın üzerindeki baskıların kalkması yönündeki isteklerinin DP tarafından da dile getirilmesi, basın-DP yakınlaşmasını daha da artırmıştır2527. 1946 yılında çok partili hayata geçene kadar, Ankara’da CHP’nin yayın organı olan Ulus’tan başka ciddi bir gazete mevcut değildir. 1947 yılından itibaren Kudret Gazetesi muhalif olarak Ankara’da çıkmaya başlamış ve önce DP daha sonra ise MP’nin destekçisi olmuştur. Daha sonraları kurulacak olan Zafer Gazetesi ise DP savunucusu olma yolunu seçmiştir. İstanbul’un en büyük gazetesi Cumhuriyet, iktidar ve muhalefet hakkında objektif yorumlar yapmaya çalışmış ama zaman zaman DP’ye yakın tavır takınmıştır. İstanbul’un muhalefet yanlısı en büyük gazetesi Ahmet Emin Yalman’ın sahibi ve başyazarı olduğu Vatan

2524 TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1, Ekler Bölümü s. 12/1-2. Basın Kanunu maddeleri için bakınız: TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1,s. 771-772. 2525 Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi,Gazeteciler Cemiyeti…, s. 69. 2526 İsmet Bozdağ, Dünyada ve Türkiye’de Basın İstibdadı, Emre Yayınları, İstanbul 1992, s. 187. 2527 Gürkan, s. 462-467. 480

Gazetesi’dir. Yalman, DP yöneticileri ile yakın ilişkiler içerisinde bulunmuştur. 1946 yılında DP listelerinden bağımsız milletvekili seçilen Cihat Baban ise Tasvir Gazetesi’nin başyazarıdır. Son Posta Gazetesi’nin sahibi Selim Ragıp Emeç ile Her Gün Gazetesi’nin sahibi Mehmet Faruk Gürtunca da DP taraftarı yazarlardır. Hakkı Tarık Us ve Asım Us kardeşlerin gazetesi Vakit CHP taraftarı bir yaklaşım içerisinde yayın yapmıştır. Son Telgraf Gazetesi ise Etem İzzet Benice’ye aittir ve CHP taraftarı bir gazetedir. Akşam Gazetesi sahipleri Necmettin Sadak ve Kemal Salih Sel CHP’lidir. Sadak, Hasan Saka Hükümeti döneminde Dışişleri Bakanı olunca gazetenin objektif olabilmesi adına başyazılarını yayınlamayı kesmiştir. Sedat Simavi’nin kurduğu Hürriyet Gazetesi ise tarafsız olma amacı gütmüştür. Bu amaçla gazetenin isminin altına “günlük müstakil siyasi gazete” ibaresi konulmuştur2528. DP, muhalefet faaliyetlerini güçlendirmek için basına büyük ehemmiyet vermiştir. Parti merkezi, sürekli olarak teşkilatlarına gönderdiği tamimlerle kendilerini destekleyen gazetelerden bolca satın alınmasını tavsiye etmiştir. Bu destek verme aşamasında, gazetelerin doğrudan parti yanında olmasına bakılmadan, parti programıyla çelişmeyen yayın ilkeleri olan gazetelerin de desteklenmesi istenmiştir. Özellikle Hürses, Vatan, Yeni Sabah ve Tasvir gazetelerinin parti teşkilatlarında bulundurulması ve partililere okunması yönünde telkinlerde bulunulmuştur2529. Merkeze gelen haberler içerisinde, ismi geçen gazetelerin alınmadığı teşkilatlar halkında ihbarlar yer almış ve merkez de teşkilatlarına propaganda aracı olarak gördüğü bu gazetelerin okunması konusundaki kararlılığını sürekli dikte etmiştir2530(EK 27). CHP ve DP taraftarı olarak temelde ikiye bölünmüş olan basının bir de komünist yanlısı olan tarafı mevcut olmuştur. Tan ve Marko Paşa gazetelerinin başını çektiği bu grup, Sovyetler Birliği ile yaşanan sıkıntılar sonrasında halk tarafından büyük tepki toplamıştır. Özellikle “Tan Gazetesi Olayı” sonrasında komünizm ve Sovyetleri kötüleyen, ABD’yi öven yazılarda büyük artışlar görülmüştür2531. Komünist basına karşı CHP ve DP sert tepki göstermiştir. Bu tepkiler ve birçok sol gazetenin kapatma cezası alması sonrasında, basın üzerinde sansürün olduğu yönünde iddialar gündeme gelmiştir. Fakat iktidar yanlısı basın, komünistlerin dillendirdiği basın özgürlüğünün olmadığı yönündeki iddiaları yalanlamıştır ve devlet için zararlı olan faaliyetlerin yasaklanmasının özgürlüklere engel olunması şeklinde değerlendirilmesinin yanlış olduğunu savunmuştur2532. CHP ise, komünizm propagandası yapan solcu neşriyat hakkında gereken tedbirleri belirlemek üzere 1948 yılında bir komisyon oluşturmuştur. Bu komisyonun amacı; basın özgürlüğünden yararlanarak komünist propagandası yapan gazete ve dergilerin yayınlarını takip etmek olarak tespit edilmiştir2533. 1950 seçimiyle DP iktidara gelince uygulanmaya başlanan liberalizmden en çok faydalananlar arasında basın da yer almıştır. Gazetelerin okuyucu sayısı artmış, kullanılan kâğıt ve mürekkep miktarı o döneme kadar ulaşamadığı miktarlara ulaşmıştır. İthalatın kolaylaşması

2528 Öymen, s. 154-160. 2529 Şahingiray, s. 426. 2530 BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:437.1813..5. 2531 Öymen, s. 189-190. 2532Tanin Gazetesi, 14 Eylül 1946, s. 1. 2533 BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0,Yer No: 42.252..1. 481

ile makine ve teçhizat konusunda büyük yenileşme sağlanmıştır. DP’ye destek verme amacıyla Anadolu’nun her köşesinde gazete ve dergiler çıkarılmış fakat bu yayınlar çok fazla kaliteli baskı yapamamışlardır2534. Anakara’da çıkan ve hükümetin yayın organı olan Zafer Gazetesi ise DP iktidara geldiği andan itibaren güçlenmeye başlamıştır. Bunun nedenlerinden birisi, iktidarın kamusal alandan gelen ilanları kendi gazetesine yönlendirmesinden kaynaklanmıştır. Kâğıt konusunda İzmit Kâğıt Fabrikası gazetelerin kağıt ihtiyacını gidermektedir. Hükümet bu imkânı da Zafer Gazetesi için ayrıcalıklı olarak kullanmıştır. İktidar ayrıca resmi daireleri Zafer Gazetesi abonesi yaparak abone sayısını daha da artırmıştır. Bu uygulamalar ve iltimaslar CHPdöneminde Ulus Gazetesi için de kullanılmıştır. Yani iltimas geçme uygulaması ilk kez DP tarafından kullanılmış değildir2535. DP’nin iktidarının ilk aylarında basından büyük destek gelmesine rağmen iktidarın daha birinci yılı dolmadan basın, muhalefet taraftarı tavır sergilemeye başlamıştır. Özellikle, yapılan belediye ve muhtarlık seçimlerinde muhalif adaylar lehinde basında bir destek kampanyası başlatılmıştır. Fakat bu çalışmalara rağmen DP genel seçimlerin ardından yapılan muhtarlık ve belediye seçimlerinde de büyük başarılar kazanmıştır2536.

5.13. 1945-1950 Yılları Arasında Türkiye’de Yayınlanan Gazete ve Dergilerin Kısa Künyesi

İkinci Dünya Savaşı sonrasında basın konusunda sağlanan serbestlikler gazete, dergi ve kitap basımlarında büyük artışlara ortam hazırlamıştır. Sıkıyönetimin devam ettiği dönemlerde kimi zaman matbaa üzerindeki baskılar artsa da; komünizm, irtica ve aşırı milliyetçilik suçlamalarıyla kapatma ve toplama cezaları verilse de Türkiye’nin okumaya ve yazmaya olan ilgisi önemli bir artış göstermiştir. İlgili yıllar arasında basım alanındaki gelişmenin önemli kanıtlarından birisi olarak matbaa sayısındaki artış gösterilebilir. 1947 yılında 499 olan matbaa sayısı 1950 yılına gelindiğinde 549 rakamına ulaşmıştır. Bu ise yaklaşık %10’luk bir artış anlamına gelmektedir. Matbaaların yoğunlaştığı yerler ise İstanbul, Ankara ve İzmir şehirleri olmuştur. İstanbul’daki matbaa sayısı 1950 yılında 267’dir ve bu sayı toplam içerisinde yaklaşık %48’lik bir orana tekabül etmiştir. Basılan kitap oranlarında da 1945-1950 yılları arasında ciddi farklar oluşmuştur. 1945 yılında farklı türlerde toplam 1.893 kitap basılmışken, rakam 1950 yılında 2.150’ye ulaşmıştır ve yaklaşık %14’lük bir artış yakalanmıştır2537. Aynı yıllar içerisinde çıkarılmış olan gazete ve dergilerin istatistik değerlendirmesi ise şu şekilde gerçekleşmiştir:

Tablo 20. Gazete ve Dergilerin İstatistikî Rakamları2538.

Diller 1945 1950

2534 Oral, s. 176. 2535 Öymen, s. 634-635. 2536 Bayar, s. 151. 2537 Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1953, s. 170. 2538 Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1953, s. 171 482

Günlük Günlük Olmayan Günlük Günlük Olmayan Türkçe 52 259 101 505 Fransızca 4 2 3 6 İngilizce - 2 - 3 Almanca - - - - İtalyanca - - - - Rumca 2 3 3 11 Ermenice 2 4 2 8 Türkçe-Fransızca - 5 - 2 Fransızca-İbranice - 1 - 3 Yahudice-İbranice - - Toplam 60 276 109 538

Tablo değerlendirildiğinde iki dönem arasında çıkan toplam gazete ve dergi sayıları arasındaki farkın 311 olduğu görülmektedir. Bu da yaklaşık %92’lik bir artışı göstermektedir. Sayılarını verdiğimiz bu gazete ve dergilerden, isimleri ve içerikleri tespit edilmiş olanlar, farklı kaynaklardan yararlanılarak tablo haline getirilmiştir ve şu şekildedir:

Tablo 21. 1945-1950 Yılları Arasında Çıkarılan Gazete ve Dergilerin Künyesi2539.

Çıkarıldığı Adı Türü İçeriği Süresi Kuruluş Yer Tarihi Adana Başak Dergi Kültür Aylık 1946 Adana Bugün Gazete Siyasi Günlük 1940 Adana Çukurova Dergi Kültür-Sanat Aylık 1946 Adana Demokrat Gazete Siyasi Günlük 1946 Adana Keloğlan Gazete Siyasi Haftalık 1945 Adana Toprak Dergi Milliyetçi Aylık 1945 Adana Türksözü Gazete Siyasi Günlük 1934 Adana Yeni Adana Gazete Siyasi Günlük 1918 Adapazarı Adapazarı Gazete Siyasi Günlük 1945 Afyon Haber Gazete Siyasi Haftada İki 1923 Afyon Taşpınar Dergi Kültür Aylık 1932

2539Tablonun hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar: BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1387.605..2., BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1.,Akşam Gazetesi(1945-1949), Büyük Doğu Dergisi(1946-1950), Cumhuriyet Gazetesi(1945-1950), Funda Gazetesi(1947-1950), Malum Paşa Gazetesi(1947), Memleket Gazetesi(1947), Milliyet Gazetesi(1950, Sebilürreşad Mecmuası(1948-1950), Son Saat Gazetesi(1946-1949), Son Posta Gazetesi(1945-1948), Tan Gazetesi(1945,1949-1950), Tanin Gazetesi(1946-1947), Ulus Gazetesi(1945- 1950), Vatan Gazetesi(1945-1950), Yeni Cephe Gazetesi(1950), Yeni Çağ Gazetesi(1946), Zafer Gazetesi(1949-1950), Zincirli Hürriyet Gazetesi(1947-1948), Topuz, s. 191., Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 226-237., Landau, s. 185-190., Güz, Tek…, s. 18-158., Sitembölükbaşı, s. 174-182., Oral, s. 145-178., Gün, s.78- 84. 483

Akçaabat Akçaabat Gazete Siyasi Haftalık 1934 Ankara Adliye Dergisi Dergi Resmi İki Ayda Bir 1909 Ankara Ağaç Gazete Siyasi On Beş Günlük 1949 Ankara Amaç Dergi Kültür On Beş Günlük 1945 Ankara Anadolu Kliniği Dergi Mesleki Üç Aylık 1934 Ankara Ankara Gazete Siyasi Günlük 1939 Ankara Ankara Dergi Fikir-Sanat Aylık 1945 Ankara Ankara Barosu Hukuk Dergi Mesleki Aylık 1944 Dergisi Ankara Askeri Fabrika Mecmuası Dergi Resmi Aylık 1934 Ankara AÜDTCF Dergisi Dergi Resmi İki Ayda Bir 1942 Ankara Ayın Tarihi Dergi Resmi Aylık 1934 Ankara Başkent Gazete Siyasi Günlük 1946 Ankara Battal Gazi Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1948 Ankara Beden Terbiyesi ve Spor Dergi Resmi Üç Aylık 1939 Ankara Belleten Dergi Kültür Üç Aylık 1937 Ankara Çalışma Dergi Resmi Aylık 1945 Ankara Çığır Dergi Kültür Aylık 1932 Ankara Çiftçi Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara Çocuk Dergi Çocuk Haftalık 1943 Ankara Danıştay Dergi Resmi Üç Aylık 1943 Ankara Demiryolları Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1943 Ankara Doğuş Dergi Kültür Aylık 1944 Ankara Eğitimde Pınar Dergi Çocuk Aylık 1945 Ankara Fen Kıtaları Dergi Resmi Üç Aylık 1943 Ankara Fidan Dergi Kültür Aylık 1944 Ankara Foto Dergi Mesleki İki Aylık 1946 Ankara Funda Gazete Siyasi-Edebi On Beş Günlük 1947 Ankara Gümrük Bülteni Dergi Resmi Aylık 1936 Ankara Haritacılar Dergisi Dergi Resmi Altı Aylık 1937 Ankara Harman Dergi Kültür Aylık 1944 Ankara Hava Vaziyeti Bülteni Dergi Resmi Ayda Bir 1945 Ankara Havacılık ve Spor Dergi Spor Aylık 1928 Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi Dergi Resmi İki Ayda Bir 1943 Ankara İdare Dergi Resmi Üç Aylık 1928 Ankara İleri Yurt Dergi Kültür Aylık 1945 Ankara İlköğretim Dergi Resmi On Beş Günlük 1939 Ankara İller ve Belediyeler Dergi Resmi Aylık 1945 484

Ankara İngiliz Ekonomi Bülteni Dergi Mesleki İki Aylık 1945 Ankara İngiliz Fen Bülteni Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara İngiliz Hukuk Bülteni Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara İngiliz Mühendisler Bülteni Dergi Mesleki Aylık 1944 Ankara İngiliz Pedagojik Bülteni Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara İngiliz Ziraat Bülteni Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara Jandarma Dergisi Dergi Resmi Altı Aylık 1912 Ankara Karakol Dergi Resmi Altı Aylık 1937 Ankara Karınca Dergi Mesleki Aylık 1934 Ankara Kızılay Dergi Mesleki Üç Aylık 1931 Ankara Konjoktür Dergi Kültür Üç Aylık 1944 Ankara Kooperatif Dergi Mesleki Aylık 1945 Ankara Köy Enstitüsü Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1945 Ankara Kudret Gazete Siyasi Günlük 1947 Ankara Kuvvet Gazete Siyasi Günlük 1947 Ankara Kürşad Dergi Milliyetçi - 1947 Ankara Levazım Dergisi Dergi Resmi Altı Aylık 1930 Ankara Mali Bülten Dergi Resmi Aylık 1939 Ankara Maliye Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1942 Ankara Matematik ve Tabiat Dergi Mesleki Aylık 1945 Bilimleri Ankara MEB Tebliğler Dergisi Dergi Resmi Haftalık 1939 Ankara Memleket Dergi Siyasi - 1945 Ankara Memur-Muhasip Dergi Mali Aylık 1942 Ankara Merkez Bankası Bülteni Dergi Resmi Üç Aylık 1944 Ankara Mimarlık Dergi Mesleki İki Aylık 1944 Ankara M.T.A Dergi Mesleki Aylık 1944 Ankara Nafia Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1934 Ankara Orman ve Av Dergi Mesleki Aylık 1928 Ankara Özleyiş Dergi Milliyetçi Aylık 1946 Ankara Polis Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1917 Ankara PTT Dergi Resmi Üç Aylık 1938 Ankara Radyo Dergi Resmi Aylık 1941 Ankara Resmi Gazete Gazete Resmi Günlük 1920 Ankara Resmi Sinai Mülkiyet Dergi Resmi Üç Aylık 1931 Ankara Sıhhiye Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1925 Ankara Siyasi Bilgiler Okulu Dergi Resmi Üç Aylık 1943 Dergisi 485

Ankara Siyasi İlimler Dergi Kültür Aylık 1930 Ankara Söz Dergi Kültür On Beş Günlük 1946 Ankara Teknik Öğretim Dergi Resmi Aylık 1940 Ankara Tercüme Dergi Resmi İki Aylık 1925 Ankara Ticaret Haberleri Dergi Mesleki On Beş Günlük 1943 Ankara Topçu Dergisi Dergi Resmi Altı Aylık 1925 Ankara Türk Coğrafya Dergisi Dergi Kültür Üç Aylık 1943 Ankara Türk Ekonomisi Dergi Kültür Aylık 1943 Ankara Türk Kadını Dergi Aile Aylık 1944 Ankara Ulus Gazete Siyasi Günlük 1920 Ankara Ülkü Dergi Kültür Aylık 1933 Ankara Veterinerler Cemiyeti Dergi Mesleki Aylık 1930 Mecmuası Ankara Yurt Dergi Siyasi On Beş Günlük 1931 Ankara Yurt Sesi Dergi Kültür On Beş Günlük 1945 Ankara Yüksek Ziraat Ens. Der. Dergi Resmi Üç Ayda Bir 1943 Ankara Zafer Gazete Siyasi Günlük 1949 Ankara Ziraat Dergisi Dergi Mesleki Aylık 1942 Ankara 19 Mayıs Dergi Spor Haftalık 1943 Antalya Yeşil Antalya Gazete Siyasi Haftada İki 1946 Antakya Atayolu Gazete Siyasi Günlük 1938 Antakya Hatay Dergi Kültür Aylık 1944 Antakya Yenigün Gazete Siyasi Günlük 1928 Aydın Aydın Gazete Siyasi Günlük 1937 Aydın Balova Gazete Siyasi Haftalık 1945 Aydın Ses Gazete Siyasi - - Ayvalık Ayvalık Gazete Siyasi Haftalık 1924 Bafra Bafra Sesi Gazete Siyasi Haftalık 1937 Balıkesir Balıkesir Postası Gazete Siyasi Günlük 1943 Balıkesir Kaynak Dergi Kültür Aylık 1933 Balıkesir Türk Dili Gazete Siyasi Günlük 1926 Bartın Bartın Gazete Siyasi Haftalık 1924 Bergama Bakırçay Dergi Kültür Aylık 1944 Bolu Abant Dergi Kültür Aylık 1944 Bolu Bolu Gazete Resmi Haftalık 1943 Bolu Yeşil Bolu Gazete Siyasi Haftalık 1946 Bursa Açık Ses Gazete Siyasi Haftada İki 1936 Bursa Ant Gazete Siyasi Günlük 1944 486

Bursa Bursa Gazete Resmi Haftada İki 1869 Bursa Çiftçi Köylü Gazete Siyasi Haftalık 1946 Bursa Demet Dergi Kültür Aylık 1943 Bursa Doğru Gazete Siyasi Haftada İki 1946 Bursa Hacıağa Gazete Siyasi - - Bursa Hacivat Gazete Siyasi - - Bursa Köylüye Buyruklar Dergi Resmi Aylık 1941 Bursa Nilüfer Dergi Kültür Aylık 1945 Bursa Uludağ Dergi Kültür Üç Aylık 1935 Bursa Yeşil Bursa Gazete Siyasi - - Çanakkale Çanakkale Gazete Resmi Haftalık 1921 Çankırı Çankırı Gazete Resmi Haftalık 1922 Çankırı Piyade Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1925 Çorum Çorum Gazete Resmi Haftalık 1922 Çorum Çorumlu Dergi Kültür Aylık 1933 Denizli İnanç Dergi Kültür Aylık 1937 Denizli Yeni Denizli Gazete Siyasi Günlük 1942 Denizli Yol Dergi Kültür Aylık 1946 Diyarbakır Diyarbakır Gazete Siyasi Günlük 1870 Diyarbakır Karacadağ Dergi Kültür Aylık 1938 Edirne Damla Dergi Kültür Aylık 1942 Edirne Edirne Postası Gazete Siyasi Haftada İki 1925 Edirne Köy Postası Gazete Köylü Gazetesi On Beş Günlük 1944 Elazığ Turan Gazete Siyasi Haftada İki 1931 Erzincan Yeni Erzincan Gazete Siyasi Haftalık 1942 Erzurum Ajans Haberleri Gazete Resmi Günlük 1940 Erzurum Erzurum Gazete Resmi Haftada İki 1886 Erzurum Erzurum Halk Evi Dergi Kültür İki Aylık 1944 Erzurum Pasinler Gazete Siyasi Düzensiz Eskişehir Eskişehir Gazete Siyasi Günlük 1943 Eskişehir Halk Evi Dergi Kültür Aylık 1932 Eskişehir Hava Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1921 Eskişehir Her Yönde Türk’e Doğru Dergi Kültür Aylık 1945 Eskişehir Kocatepe Gazete Siyasi Haftalık 1937 Eskişehir Porsuk Gazete Siyasi Günlük 1945 Eskişehir Ses-Işık Gazete Siyasi Günlük 1946 Gaziantep Başpınar Dergi Kültür Aylık 1939 Gaziantep Gaziantep Gazete Siyasi Haftada İki 1930 487

Gaziantep Halk Dili Gazete Siyasi Haftalık 1930 Gaziantep Yeni Gaziantep Gazete Siyasi Günlük 1940 Giresun Aksu Dergi Edebiyat Aylık 1933 Giresun Karadeniz Postası Gazete Siyasi Haftalık - Giresun Yeşil Giresun Gazete Siyasi Haftalık 1925 Gümüşhane Gümüşeli Gazete Resmi On Beş Günlük 1929 Hatay Hürriyet Gazete Siyasi Günlük - Hatay Sicilli Ticaret Gazete Resmi On Beş Günlük 1940 Isparta Isparta Gazete Resmi Haftalık 1923 Isparta Ün Dergi Kültür Aylık 1934 İstanbul Akademi Gazete Edebiyat On Beş Günlük 1946 İstanbul Akbaba Gazete Siyasi Haftalık 1923 İstanbul Akın Gazete Siyasi Haftalık 1945 İstanbul Akşam Gazete Siyasi Günlük 1918 İstanbul Alış-Veriş Gazete Ticari Günlük 1946 İstanbul Ali Dayı Dergi Siyasi-Mizahi Haftada İki 1948 İstanbul Altın Işık Dergi Milliyetçi-Edebi Aylık 1947 İstanbul Amatör Dergi Magazin On Beş Günlük 1944 İstanbul Ankara Postası Gazete Siyasi Haftalık 1947 İstanbul Apoyevmatini Gazete Siyasi Günlük 1927 İstanbul Arkitekt Dergi Mesleki İki Aylık 1931 İstanbul Askeri Dergi Dergi Resmi Üç Aylık 1918 İstanbul Askeri Sıhhiye Dergi Resmi Üç Aylık 1871 İstanbul Askeri Veteriner Dergi Resmi Altı Aylık 1922 İstanbul Asya Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Ay ve Deniz Gazete Mesleki Aylık 1945 İstanbul Aydede Gazete Siyasi Haftada İki 1922 İstanbul Aylık Ansiklopedi Dergi Ansiklopedi Aylık 1944 İstanbul Aylık Spor Ansiklopedi Dergi Ansiklopedi Aylık 1945 İstanbul Aylık Tıp Gazetesi Gazete Mesleki Aylık 1946 İstanbul Babacan Gazete Siyasi Haftalık 1942 İstanbul Bakırköy Dergi Halk Evi Aylık 1946 İstanbul Bayram Gazete Siyasi Bayramlarda 1946 İstanbul Bayram Gazetesi Gazete Siyasi Bayramlarda 1946 İstanbul Bakış Dergi Kültür Aylık 1946 İstanbul Bardez Dergi Kültür Aylık 1946 İstanbul Bekrimustafa Dergi Siyasi-Mizahi On Beş Günlük 1947 İstanbul Beşinci Sınıf Dergi Dergi Çocuk On Beş Günlük 1940 488

İstanbul Beyaz Perde Dergi Magazin Haftalık 1939 İstanbul Binbir Roman Dergi Polisiye Haftalık 1939 İstanbul Birinci Sınıf Dergi Dergi Çocuk On Beş Günlük 1938 İstanbul Birlik Gazete Ticari ve Siyasi Günlük 1943 İstanbul Bomba Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Borazan Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1948 İstanbul Borsa Gazete Borsa Günlük 1933 İstanbul Boşboğaz Gazete Siyasi Haftalık 1944 İstanbul Bozkurt Dergi Milliyetçi - 1948 İstanbul Büyük Doğu Dergi Siyasi Haftalık 1943 İstanbul Cumhuriyet Gazete Siyasi Günlük 1924 İstanbul Çağdaş Dergi Siyasi On Beş Günlük 1946 İstanbul Çınaraltı Dergi Milliyetçi Haftalık 1948 İstanbul Çocuk Doktoru Dergi Mesleki Aylık 1946 İstanbul Çocuk Haftası Dergi Çocuk Haftalık 1943 İstanbul Davamız Gazete Siyasi-Edebi Haftalık 1947 İstanbul Demirkırat Gazete Siyasi Günlük 1947 İstanbul Deniz Dergi Mesleki Aylık 1935 İstanbul Deniz Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1886 İstanbul Derbi Dergi Spor Haftalık 1945 İstanbul Diken Dergi Siyasi-Mizahi Haftalık 1947 İstanbul Do You Speak English Dergi Lisan Haftalık 1941 İstanbul Doğan Güneş Gazete Siyasi-Dini On Beş Günlük 1947 İstanbul Doğru Yol Gazete Siyasi-Dini Haftalık 1947 İstanbul Dördüncü Sınıf Dergi Dergi Çocuk On Beş Günlük 1940 İstanbul Düven Dergi Edebiyat-Tarih - 1947 İstanbul Efimeris Gazete Siyasi Günlük 1943 İstanbul Ehli Sünnet Gazete Dini-Ahlaki Haftalık 1947 İstanbul Ekonomi Gazete Ticari- Siyasi Günlük 1944 İstanbul Elişleri Dergi Aile Üç Aylık 1944 İstanbul Enternasyonal Turizm Dergi Turizm Üç Aylık 1946 Dergisi İstanbul En Son Dakika Gazete Siyasi Günlük 1944 İstanbul Ergene Dergi Kültür Aylık 1946 İstanbul Ergenekon Gazete Siyasi-Milliyetçi Haftalık 1947 İstanbul Ev-İş Dergi Aile Aylık 1939 İstanbul Ev-Kadın Dergi Aile Aylık 1945 İstanbul Farmakolog Dergi Mesleki Aylık 1936 489

İstanbul Film Magazin Dergi Magazin On Beş Günlük 1946 İstanbul Folklör Postası Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul Foto Magazin Dergi Magazin On Beş Günlük 1946 İstanbul Gece Postası Gazete Siyasi Günlük 1939 İstanbul Gerçek Gazete Siyasi Günlük 1946 İstanbul Geveze Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1947 İstanbul Gol-Spor Dergi Spor On Beş Günlük 1925 İstanbul Görüşler Dergi Siyasi Haftalık 1945 İstanbul Göz Kliniği Dergi Mesleki İki Aylık 1943 İstanbul GümrükRehberi Dergi Resmi Aylık 1946 İstanbul Gün Dergi Kültür Haftalık 1945 İstanbul Hakikat Yolu Dergi Dini-Ahlaki Haftalık İstanbul Hakimiyet Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Hakka Doğru Gazete Dini Haftalık 1947 İstanbul Hareket Dergi Fikir-Sanat - 1939 İstanbul Hemşeri Gazete Siyasi Haftada İki 1935 İstanbul Her Gün Gazete Siyasi Günlük 1947 İstanbul Her Hafta Dergi Siyasi Haftalık 1947 İstanbul Her Şey Memleket İçin Gazete Milliyetçi Haftalık 1949 İstanbul Holivut Dünyası Dergi Magazin Haftalık 1943 İstanbul Hukuk Gazetesi Dergi Mesleki On Beş Günlük 1933 İstanbul Hukuk Metinleri Dergisi Dergi Mesleki Aylık 1946 İstanbul Hür Bilek Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Hürriyet Gazete Siyasi Günlük 1948 İstanbul İkinci Sınıf Dergisi Dergi Çocuk On Beş Günlük 1938 İstanbul İktisat ve Ticaret Dergi Mesleki Aylık 1946 Ansiklopedisi İstanbul İktisadi Yürüyüş Dergi İktisadi Aylık 1939 İstanbul İleri Hukuk Dergi Mesleki Aylık 1945 İstanbul İncili Çavuş Gazete Siyasi Haftada İki 1944 İstanbul İslam-Türk Ansiklopedisi Dergi Dini-Kültürel On Beş Günlük 1940 İstanbul İslamiyet Gazete Dini-Siyasi Haftalık 1948 İstanbul İstanbul Gazete Siyasi Günlük 1868 İstanbul İstanbul Barosu Dergi Mesleki Aylık 1926 İstanbul İstanbul Seririyatı Dergi Mesleki Aylık 1919 İstanbul İstanbul Ticaret ve Sanayi Dergi Resmi Aylık 1885 Odası Dergisi İstanbul İstanbul Üniversitesi Fen Dergi Resmi Üç Aylık 1935 490

Fakültesi Dergisi İstanbul İstanbul Üniversitesi Dergi Resmi Aylık 1946 Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi İstanbul İstanbul Üniversitesi Dergi Resmi Üç Aylık 1936 Hukuk Fakültesi Dergisi İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Dergi Resmi Üç Aylık 1944 Fakültesi Dergisi İstanbul İstanbul Üniversitesi Dergi Resmi Üç Aylık 1939 İktisat Fakültesi Dergisi İstanbul İTÜM Dergi Dergi Resmi Aylık 1944 İstanbul İş Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul İşletme Dergi Kültür Aylık 1943 İstanbul Jamanak Gazete Siyasi Günlük 1909 İstanbul Jamanaki Mangagen Dergi Çocuk Haftalık 1946 Aşhari İstanbul Kahkaha Dergi Siyasi-Mizahi Aylık 1948 İstanbul Kamçı Dergi Spor Haftalık 1943 İstanbul Karagöz Gazete Siyasi Haftada İki 1908 İstanbul Kara Dayı Gazete Siyasi Haftada İki 1948 İstanbul Karikatür Gazete Siyasi Haftalık 1935 İstanbul Kel Kahya Gazete Siyasi-Mizahi - 1947 İstanbul Klinik Gazete Mesleki Aylık 1939 İstanbul Kırmızı-Beyaz Gazete Spor Haftalık 1937 İstanbul Kızıl Elma Dergi Siyasi-Milliyetçi Haftalık 1947 İstanbul Klinik ve laboratuar Gazete Mesleki İki Aylık 1946 İstanbul Komünizme Karşı Dergi Milliyetçi - 1950 Mücadele İstanbul Körkadı Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1947 İstanbul Köroğlu Gazete Siyasi Haftada İki 1947 İstanbul Kör Şeytan Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Köye Doğru Gazete Köycülük On Beş Günlük 1940 İstanbul La Republique Gazete Siyasi Günlük 1926 İstanbul Laboz de Türkiye Dergi Siyasi On Beş Günlük 1939 İstanbul L’Ekonomist d’Orient Dergi Ticari On beş Günlük 1919 İstanbul Le Journal d’Orient Gazete Siyasi Günlük 1918 İstanbul Lise-Gençlik Dergi Kültür On Beş Günlük 1945 İstanbul Lokman Hekim Dergi Tıbbi Aylık 1936 491

İstanbul Malum Paşa Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1947 İstanbul Marko Paşa Gazete Siyasi-Mizahi Haftalık 1946 İstanbul Marmara Gazete Siyasi Günlük 1945 İstanbul Matematik Dergi Kültür Aylık 1940 İstanbul Matematik-Fizik-Kimya Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul Matematik-Kültür Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul Memleket Gazete Siyasi Günlük 1947 İstanbul Merhaba Gazete Ekonomi- Haftalık 1950 Politika İstanbul Meşale Dergi Kültür Aylık 1946 İstanbul Metarrithmisis Gazete Siyasi Haftalık 1946 İstanbul Millet Dergi Siyasi Haftalık 1945 İstanbul Milli Birlik Gazete Milliyetçi Haftalık 1949 İstanbul Milliyet Gazete Siyasi Günlük 1950 İstanbul Mizah Dergi Siyasi-Mizahi Haftalık 1946 İstanbul Model Dergi Model Aylık 1936 İstanbul Modern Cerrahi Dergi Mesleki Aylık 1936 İstanbul Monthley Trtade Journal Gazete Ticari Aylık 1886 İstanbul Münakaşa Gazete Ticari Günlük 1936 İstanbul Nor-Lur Dergi Siyasi Haftalık 1923 İstanbul Nor-Or Dergi Gayri Siyasi Haftalık 1945 İstanbul Okul ve Öğretmen Dergi Mesleki On Beş Günlük 1944 İstanbul Orkun Dergi Milliyetçi Haftalık 1950 İstanbul Ormancı Postası Dergi Mesleki Aylık 1943 İstanbul Ortodoksiya Dergi Dini Aylık 1926 İstanbul Öğretmen Sesi Dergi Mesleki On Beş Günlük 1936 İstanbul Parlez-Vaus-Fransais Dergi Lisan Haftalık 1934 İstanbul Pedikos Kozmos Dergi Çocuk Haftalık 1945 İstanbul Poliklinik Dergi Mesleki Aylık 1933 İstanbul Pratik Doktor Dergi Mesleki Aylık 1931 İstanbul Resimli Tarih Dergisi Dergi Tarih - 1950 İstanbul Salon Dergi Edebi On Beş Günlük 1947 İstanbul Savaş Dergi Askerlik Haftalık 1939 İstanbul Sebilürreşad Dergi Siyasi-Dini Haftalık 1948 İstanbul Selamet Dergi Siyasi-Dini Haftalık 1947 İstanbul Sendika Dergi Mesleki Haftalık 1946 İstanbul Serdengeçti Dergi Milliyetçi İki Aylık 1947 İstanbul Sicilli Ticaret Gazete Resmi Günlük 1928 492

İstanbul Son Saat Gazete Siyasi Günlük 1946 İstanbul Son Telgraf Gazete Siyasi Günlük 1936 İstanbul Son Posta Gazete Siyasi Günlük 1930 İstanbul Süvari Dergisi Dergi Resmi Üç Aylık 1925 İstanbul Şaka Dergi Mizah-Siyasi Haftalık 1940 İstanbul Şen Çocuk Dergi Çocuk Haftalık 1945 İstanbul Şut Dergi Spor Haftalık 1944 İstanbul Tan Gazete Siyasi Günlük 1936 İstanbul Tanin Gazete Siyasi Günlük 1943 İstanbul Tanrıdağ Dergi Milliyetçi Ayda İki 1950 İstanbul Tasvir Gazete Siyasi Günlük 1945 İstanbul Tecim Gazete Ticari Günlük 1935 İstanbul Tedavi Kilniği Dergi Mesleki Üç Aylık 1932 İstanbul Tehni Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul Tek Dünya Gazete Siyasi Günlük 1947 İstanbul Tıp Dünyası Dergi Mesleki Aylık 1941 İstanbul Ticaret Dünyası Dergi Ticari Aylık 1945 İstanbul Toprak Dergi Kültür Aylık 1945 İstanbul Tüberküloz Dergi Mesleki Aylık 1945 İstanbul Türk Diş Tabipleri Dergi Mesleki Aylık 1923 Cemiyeti Dergisi İstanbul Türk Jinekoloji Arşivi Dergi Mesleki Aylık 1943 İstanbul Türk Oftalmoloji Dergisi Dergi Mesleki Üç Aylık 1928 İstanbul Türk Ontoloji dergisi Dergi Mesleki Aylık 1936 İstanbul Türk Sesi Gazete Siyasi Haftalık 1947 İstanbul Türk Tıp Cemiyeti Dergisi Dergi Mesleki Aylık 1856 İstanbul Türk Tıp Tarihi Arşivi Dergi Mesleki Üç Aylık 1935 İstanbul Türk Tiyatrosu Dergi Mesleki On Beş Günlük 1930 İstanbul Türk Tütünü Dergi Tütüncülük On Beş günlük 1937 İstanbul Türkçülük Dergi Milliyetçi - 1946 İstanbul Türkeli Dergi Milliyetçi Aylık 1947 İstanbul Türkiye İktisat Gazete Ticari Haftalık 1946 İstanbul Türkiye Satranç Dergisi Dergi Satranç Aylık 1944 İstanbul Türkiye Turing ve Dergi Turizm Üç Aylık 1930 Otomobil Kulübü İstanbul Ufuk Dergi Magazin Haftalık 1946 İstanbul Ulus Gazete Siyasi Günlük 1934 İstanbul Üçüncü Sınıf Dergisi Dergi Çocuk On Beş Günlük 1938 493

İstanbul Üçüncü Mıntıka Etibba Dergi Mesleki Üç Aylık 1928 Odası Dergisi İstanbul Üniversiteli Dergi Kültür On Beş Günlük 1946 İstanbul Vakit Gazete Siyasi Günlük 1917 İstanbul Vatan Gazete Siyasi Günlük 1923 İstanbul Varlık Dergi Kültür On Beş Günlük 1933 İstanbul Verim Gazete Milliyetçi Haftalık 1943 İstanbul Veto Dergi Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Vima Gazete Siyasi Günlük 1946 İstanbul Yarın Gazete Siyasi Haftalık 1948 İstanbul Yedi Gün Dergi Magazin Haftalık 1933 İstanbul Yeni Bozkurt Dergi Milliyetçi Aylık 1948 İstanbul Yeni Cephe Gazete Siyasi Haftalık 1950 İstanbul Yeni Çağ Gazete Siyasi-Edebi Haftalık 1946 İstanbul Yeni İstanbul Gazete Ekonomi-Siyasi Günlük 1950 İstanbul Yeni Köroğlu Gazete Siyasi Haftada iki 1928 İstanbul Yeni Maç Dergi Spor Haftalık 1943 İstanbul Yeni Sabah Gazete Siyasi Günlük 1938 İstanbul Yeni Türkiye Gazete Siyasi Günlük 1946 İstanbul Yeniden Doğuş Dergi Kültür Aylık 1944 İstanbul Yenilikler Dergi Kültür Aylık 1945 İstanbul Yeşilay Dergi Kültür Aylık 1932 İstanbul Yıldız Dergi Magazin On Beş Günlük 1938 İstanbul Yığın Dergi Kültür On Beş Günlük 1946 İstanbul Yurt Üniversiteliler Dergi Kültür Aylık 1941 İstanbul Yurtta Kalkınma Gazete Siyasi Günlük 1948 İstanbul Yücel Dergi Kültür Aylık 1938 İstanbul Zaman Gazete Siyasi Günlük 1948 İstanbul Zincirli Hürriyet Gazete Siyasi Haftalık 1947 İstanbul Ziraat ve Ticaret Dergi Mesleki On Beş Günlük 1943 İzmir Anadolu Gazete Siyasi Günlük 1910 İzmir Arı Dergi Mesleki Aylık 1945 İzmir Atlet Dergi Spor Haftalık 1944 İzmir Endüstri Dergi Mesleki Aylık 1914 İzmir Fikirler Dergi Kültür Aylık 1944 İzmir Güneş Dergi Spor Haftalık 1944 İzmir Halkın Sesi Gazete Siyasi Günlük 1930 İzmir İzmir Gazete Siyasi Günlük 1946 494

İzmir İzmir Barosu Dergi Mesleki Üç Aylık 1931 İzmir İzmir Kliniği Dergi Mesleki İki Aylık 1946 İzmir İzmir Ticaret ve Sanayi Dergi Resmi Aylık 1925 Odası Bülteni İzmir İzmir’de Köycülük Dergi Resmi Aylık 1944 İzmir Kovan Dergi Kültür Aylık 1943 İzmir Matematik Dergisi Dergi Mesleki Aylık 1946 İzmir Müslüman Sesi Dergi Dini On Beş Günlük 1947 İzmir Okul Postası Dergi Çocuk Haftalık 1945 İzmir Sportmen Dergi Spor Haftalık 1946 İzmir Temel Dergi Kültür Aylık 1944 İzmir Ticaret Gazete Siyasi Günlük 1942 İzmir Vergi ve Resimler Dergisi Dergi Vergi-Resim On Beş Günlük 1945 İzmir Yeni Asır Gazete Siyasi Günlük 1895 İzmit Türk Yolu Gazete Siyasi Günlük 1925 Kars Kars Gazete Resmi Haftada İki 1929 Kastamonu Birlik Gazete Siyasi Günlük 1943 Kastamonu Dikkat Gazete Siyasi - - Kastamonu Doğru Söz Gazete Siyasi Haftada İki 1937 Kastamonu Kastamonu Gazete Siyasi Haftalık 1945 Kayseri Erciyes Dergi Kültür Aylık 1938 Kayseri Halk Sesi Gazete Siyasi Haftalık 1946 Kayseri Kayseri Gazete Resmi Haftada İki 1925 Kırklareli Yeşil Yurt Gazete Siyasi Haftada İki 1925 Kırşehir Filiz Dergi Milli-Kültür On Beş Günlük Kırşehir Kılıçözü Dergi Kültür Aylık 1946 Kırşehir Kırşehir Gazete Resmi Haftalık 1925 Konya Babalık Gazete Siyasi Günlük 1910 Konya Ekekon Gazete Siyasi Günlük 1935 Konya Hukuk ve İçtihatlar Dergi Mesleki İki Aylık 1946 Konya Konya Dergi Kültür Aylık 1936 Konya Selçuk Gazete Siyasi Günaşırı 1945 Kütahya Kütahya Gazete Resmi Haftalık 1925 Lüleburgaz Özdilek Gazete Siyasi Haftada İki 1935 Malatya Derme Dergi Kültür Aylık 1937 Malatya Fırat Gazete Siyasi Haftada İki 1931 Manisa Gediz Dergi Kültür Aylık 1937 Manisa Işık Gazete Siyasi Günlük 1944 495

Manisa Türkiye Ziraat Gazetesi Gazete Zirai Haftalık 1941 Manisa Yeni Manisa Gazete Siyasi Günlük 1946 Maraş Maraş Gazete Resmi Haftalık 1936 Mardin Ulus Sesi Gazete Siyasi Günlük 1927 Mersin İçel Dergi Kültür Aylık 1938 Mersin Sicilli Ticaret Gazete Resmi On Beş Günlük 1941 Mersin Yeni Mersin Gazete Siyasi Günlük 1928 Muğla Muğla’da Halk Gazete Siyasi Haftalık 1927 Nazilli Menderes Gazete Siyasi Haftada Üç 1946 Nazilli Nazilli Gazete Siyasi Haftada Üç 1946 Niğde Niğde Gazete Resmi Haftalık 1928 Ordu Gürses Gazete Siyasi Haftalık 1925 Ordu Güzel Ordu Gazete Siyasi Haftalık 1927 Ordu Ordu Dergi Kültür Aylık 1944 Samsun Güven Gazete Siyasi Haftalık 1946 Samsun Samsun Gazete Siyasi Haftalık 1945 Samsun Yeni Ali Baba Gazete Mizahi On Beş Günlük - Samsun 19 Mayıs Dergi Kültür Aylık 1935 Siirt Siirt Gazete Siyasi Haftalık 1937 Sivas Kızılırmak Gazete Siyasi Haftada İki 1925 Sivas Ülke Gazete Siyasi Günlük 1945 Sivas Yayla Dergi Kültür Aylık 1944 Tarsus Gülek Gazete Siyasi Günlük 1944 Tekirdağ Tekirdağ Gazete Resmi Haftalık 1926 Trabzon Halk Gazete Siyasi Haftada İki 1943 Trabzon İnan Dergi Kültür İki Aylık 1937 Trabzon Trabzon Gazete Siyasi Günlük 1946 Trabzon Yeni Yol Gazete Siyasi Haftada İki 1923 Urfa Akgün Gazete Siyasi Günlük 1937 Urfa Urfa Gazete Resmi Haftada İki 1925 Urfa Yenilik Gazete Siyasi Günlük 1934 Van Van Gazete Siyasi Haftalık 1939 Van Yeni Yurt Gazete Siyasi Günlük 1937 Yozgat Yozgat Gazete Resmi Haftalık 1921 Zonguldak Doğu Dergi Kültür Aylık 1942 Zonguldak Karaelmas Dergi Kültür Aylık 1938 Zonguldak Kömür Gazete Mesleki On Beş Günlük 1940 Zonguldak Maden Dergi Kültür İki Aylık 1945 496

Zonguldak Ocak Gazete Siyasi Haftalık 1942 Zonguldak Zonguldak Gazete Siyasi Haftalık 1923

5.13.1. Yayınlanan Gazete ve Dergilerden Bazılarının Açık Künyeleri

1. Aksu Dergisi: 1933 yılı Eylül ayından başlamak üzere aralıklarla Aralık 1949 yılına kadar yayın hayatı devam etmiş bir dergidir. Toplamda 58 sayı çıkmış olan dergi, Giresun Halk Evi’ne bağlı olarak yayınlanmıştır. Fikri Nafir, Cemal Salih, Rıfat Necdet, Refik Fikret, Zeki Rıza, Ali Naci, Süha Gök, Sadi Sunam, Mahir Durukan, Baki Cinemre yazarlarından bazılarıdır. 1937- 1940 yılları arasında bir süre yayınına ara verilmiştir. CHP’nin altı ok anlayışını okuyucuya sunmak derginin esas hedefi olmuştur. Halk Evi çalışmalarının yanı sıra ülke geneliyle ilgili haberlerde yayınlanmıştır. Bölgenin kültürel öğeleri dergide tanıtılmıştır2540. 2. Akşam Gazetesi: 20 Eylül 1918 tarihinde Necmettin Sadak, Falih Rıfkı Atay, Kazım Şinasi Dersan, Ali Naci Karacan tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. Necmettin Sadak Dışişleri Bakanı olunca gazetenin tarafsızlığı adına yazılarına ara vermiş ve gazete 2 yıl kadar başyazısız çıkmıştır. Gazete ilk etapta CHP taraftarı olsa da, çok partili hayata geçişle birlikte siyasi çekişmelerin dışında kalmaya gayret göstermiş, DP karşıtlığında bulunmamaya çalışmıştır. Vala Nurettin, Şevket Rado, Cemal Refik Cemalettin Bidik ve Hıfzı Topuz önemli yazarları arasında yer almıştır2541. 3. Altınışık Dergisi: 15 Ocak 1947 tarihinde İhsan Koloğlu, Ahmet Çavdaroğlu ve Vahit Sütlaçoğlu tarafından İstanbul’da çıkarılmaya başlanan bir dergidir. İlk sayının başmakalesi Nihal Atsız’a aittir. İsmail Hami Danişmend, Muharrem Ergin, Nejdet Sançar, Arif Nihat Asya ve Orhan Şaik Gökyay yazarlarından bir kaçıdır. İlmi, edebi, siyasi bir içeriğe sahiptir2542. Aylık olarak yayınlanan derginin ömrü çok uzun olmamıştır. 25 Eylül 1947 tarihinde yayın hayatı sona ermiştir2543. 4. Başpınar Dergisi: Gaziantep Halk Evi tarafından 19 Şubat 1939-Ağustos 1947 tarihleri arasında 104 sayı çıkarılmış bir dergidir. Cemil Cahit Güzel, Sabri Güzel, Turhan Dağlıoğlu, Ali Nadir Ünler, Şakir Sabri Yener, Fazlı Danışman, Kazım Günay, Kenan Yalvaç ve Ülker Yener dergi yazarlarından bazılarıdır. Şiir, hikaye, roman ve oyun alanlarında yazılar yayınlanmış; folklor, güzel sanatlar, ziraat, köycülük ve spor dallarında da bilgiler verilmiştir2544. 5. Büyük Doğu Dergisi: 17 Eylül 1943 tarihinde Necip Fazıl Kısakürek tarafından yayınlanmaya başlanmıştır2545. Siyasi ve edebi olan dergi 16 sayfalık olup haftada bir yayınlanmıştır. İstanbul’da çıkarılan dergi içerisinde Kısakürek dışında; Salih Zeki, Ali İhsan Sabis, Kilisli Rıfat2546, Hilmi Z.Ülken, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Eşref Edip, Mümtaz Turhan,

2540 Güz, Tek…, s. 53-54. 2541 Topuz, s. 188. 2542 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 234. 2543 Landau, s. 186. 2544 Güz, Tek…, s. 138-140. 2545 Gün, s. 81. 2546 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 497

Peyami Safa, Ali Fuat Başgil ve Osman Turan gibi isimler yer almıştır2547. Dergi 5 Mayıs 1944 tarihine kadar 30 sayı çıkarılmıştır. Bu süreçte politik bir içeriğe sahip olan yayın, savaşın yıkımları ve sosyal etkilerine öncelikli olarak vurguda bulunmuştur. Derginin bu ilk devrinde muhafazakâr yönü temellendirilmeye başlanmıştır. Dergini ikinci devresi ise 2 Kasım 1945 ile 2 Nisan 1948 tarihleri arasında yaşanmıştır. Muhalefet kavramının yerleşmeye başladığı bu dönemde dergi de muhalif bir tarz benimsemiştir. 87 sayılık bu dönemde İslami muhalefetin sesi olabilecek bir dergi çıkartılmaya çalışılmıştır. Sanat ve edebiyat yazıları azalma gösterirken, İslami temelli bir toplum tasarısı öne çıkarılmıştır. Derginin üçüncü dönemi ise 14 Ekim 1949 ile 29 Haziran 1951 arasında basılan 75 sayıyla yaşanmıştır. İktidarla mücadele eden dergi, iktidarın değişmesine rağmen DP ile de yakınlık kuramamıştır. Fakat derginin sonraki dönemlerinde DP iktidarı İslamcı sağ kanadın desteğini alabilmek için dergiye karşı sempatik bir tavır takınmıştır. Dergi kendisine düşman olarak gördüklerini şu şekilde sıralamıştır: Bütün CHP, muhalefet madrabazları, dönmeler, komünistler, dinsizler, sözde Müslümanlar, sanatkâr ve mütefekkir kopyaları. Derginin dostu olarak ise: Gerçek Müslümanlar, sahici Anadolulular, mücerret-fikir-ruh-sanat ve dava âşıkları sayılmıştır. Büyük Doğu Dergisi 5 Haziran 1978 tarihinde kadar 35 yıl içerisinde aralıklarla 380 sayı çıkarılmıştır2548. 6. Cumhuriyet Gazetesi: 8 Mayıs 1924 tarihinde Yunus Nadi tarafından kurulmuştur. Gazete ilk yıllarında Cumhuriyet rejiminin koruyucusu ve inkılâpların destekçisi olma görevini üstlenmiştir. Çok partili hayata geçişle birlikte DP’ye yakınlaşan gazetenin başyazarı Nadir Nadi’dir. Zengin bir kadroya sahip olan gazete, Cevat Fehmi Başkut tarafından yönetilmiştir2549. 7. Davamız Gazetesi: İstanbul’da 15 Aralık 1947 tarihinden itibaren çıkarılmaya başlanan siyasi, içtimai ve edebi haftalık gazetedir. 4 sayfa olarak yayın hayatına devam etmiş olan gazetenin imtiyaz sahibi, başyazarı ve yazı işleri müdürü M. Tacettin Öngen’dir. Alaeddin Ören ve M. Sunullah Arısoy devamlı yazarları arasında yer almıştır2550. 8. Demirkırat Gazetesi: Fikret Karakoyunlu’nun sahibi olduğu bu gazete 1947 yılında başlayan yayın hayatını İstanbul’da sürdürmüştür. Bedii Faik yazı işleri müdürlüğünü üstlenmiştir. Üç hafta boyunca haftalık olarak çıkmış ama büyük rağbet görünce günlük gazete haline çevrilmiştir. DP İstanbul teşkilatı başkanı Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Bahadır Dülger gazetenin önemli yazarları arasında yer almıştır. Kenan Öner’in 1947 yılı sonunda DP’den ayrılmasıyla gazete gördüğü büyük ilgiyi kaybetmiş ve kısa süre sonra kapanmıştır2551. 9. Doğru Gazetesi: Demokrat Parti’nin Bursa’da kuruluşundan sonra çıkmaya başlamış olan gazetenin sahibi Demokrat Parti Bursa İl İdare Kurulu Başkanlığı üyelerinden Doktor Haydar Ömer’dir. Basım işlerini idare eden isim ise İsmet Bozdağ olmuştur. Bozdağ, sol temayüllü

2547 Sitembölükbaşı, s. 174. 2548 Levent Cantek, “Büyük Doğu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Muhafazakarlık’, Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 646-655. (Sayfa aralığı645-655) 2549 Topuz, s. 162 ve 188. 2550 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2551 Oral, s. 151. 498

oluşundan dolayı askeri liseden ihraç edilmiştir. CHP bu gazete’nin parti karşısında yer aldığını belirten kayıtlar tutmuş ve teşkilatını da bu gazeteye karşı uyarmıştır2552. 10. Doğru Yol Gazetesi: İstanbul’da çıkan siyasi, içtimai ve dini haftalık gazetedir. 1947 yılında kurulmuş ve 4 sayfa olarak yayın yapmıştır. İmtiyaz sahibi Faruk Rıza Güloğul, yazı işleri müdürü Muharrem Zeki Korgunal’dır. Salih Şeref Gönani, S. Sezai Sünbüllük ve E. Mahir Uz ise daimi yazarlar olarak görev almışlardır2553. 11. Ehl-i Sünnet Dergisi: Hukukçu Abdürrahim Zapsu tarafından 1947 yılından itibaren yayınlanmaya başlanmıştır. Okuyucu yazıları ve diğer İslami yayınlardaki yazılar da dergide yer almıştır. İlk yılında haftalık olarak yayınlanan dergi daha çok okul öğrencileri ve eğitim seviyesi düşük köy ahalisine seslenirken, sonraki yıllarında iki haftada bir çıkan ve muhafazakâr aydınlara hitap eden bir tavır içerisine girmiştir. 1950 yılından itibaren aylık olarak çıkan dergi, yazar kadrosunun darlığı ve tirajının düşüklüğü nedeniyle 1953 yılında yayın hayatına veda etmiştir. Dini kurumların ve yayınların güçlendirilmesini bir dava olarak benimseyen dergi, dini konularda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın etkin olarak vazife almasını istemiştir2554. 12. Görüşler ve Çukurova Dergileri: Adana Halk Evi tarafından 1 Nisan 1937 tarihinde Görüşler adıyla çıkarılmaya başlanan dergi, 1946 yılı Ağustos ayından itibaren ismini Çukurova olarak değiştirmiştir. Çukurova ismiyle 9 sayı, toplamda ise 100 sayı yayınlanmıştır. Arif Nihat Asya, Behçet Kemal Çağlar, Suut Kemal Yetkin, İsmail Habib Sevük, Abidin Dino, İclal Akman, Mübeccel Üçok, Vehbi Erinç, Yunus Kazım Köni, Ali Hadi Okan, Kazım Ener, Kerim Kızılkaya, Seyfi Alpan ve Şevket Süreyya Aytaç gibi isimlerin yazıları dergide yayınlanmıştır. Kültür ve sanat dergisi olarak çıkarılan yayında haber yazıları çok fazla yer almamıştır. Çukurova Bölgesi çeşitli yönleriyle tanıtılmış, ayrıca; tarih, dil, sağlık ve ekonomi konularına da değinilmiştir2555. 13. Hareket Dergisi: Nurettin Topçu önderliğinde Şubat 1939 tarihinden başlamak üzere 1979 yılına kadar (Nurettin Topçu 1975 yılında ölünce 4 yıl daha yayınlanmıştır) çıkarılmış fikir ve sanat dergisidir. Takrir-i Sükûn Kanunu sonrasında İslami yayın organlarına izin verilmemiş ve Hareket Dergisi bu alanda bir ilk olarak ortaya çıkmıştır. Tek parti ideolojisi dergi tarafından şiddetle eleştirilmiştir. 1945 sonrası yaşanan ılımlı ortamda dergi, İslami kaygılarını daha rahat ortaya koymaya başlamıştır2556. Fahri Fındıkoğlu, Mehmet Kaplan ve Lütfi Bornovalı derginin yazarları arasında yer almıştır2557. 14. Hürriyet Gazetesi: Birçok kez ve değişik zamanlarda Hürriyet Gazetesi çıkmıştır. Fakat çalıştığımız dönemde çıkan gazetenin yayın hayatına başlaması 1948 yılında gerçekleşmiştir. 1 Mayıs 1948 tarihinde İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sedat Simavi gazetenin ilk sayısını yayınlamıştır. Şükrü Kaya, Refik Halit Karay, Nihat Sami Banarlı, Hasan Bedrettin, Hikmet Feridun Es, Cevat Nizami ve Vahdet Gültekin ilk yıllarda gazetede çalışan yazar kadrosu içerisinde yer almıştır. 100.000 tiraj ile yayına başlayan gazete kısa sürede tüm yurtta yayılmıştır.

2552 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2553 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2554 Sitembölükbaşı, s. 181-182. 2555 Güz, Tek…, s. 107-109. 2556 Gün, s. 78-79. 2557 Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik…, s. 236. 499

Kıbrıs ve Oniki Ada’nın Yunanlılara verilemeyeceği konusunu sık sık işleyen gazete bu yönüyle halkın sempatisini kazanmıştır. Tirajı da zaman içinde hızlı bir artış göstererek bütün gazeteleri geride bırakmıştır2558. Gazete tarafsız olma ilkesini savunmuştur. Halkın diline uygun bir sadelikte basılan gazete, olimpiyatlar ve güreş turnuvaları gibi spor olaylarını da takip ederek okuyucu sayısını artırmıştır2559. 15. İslam-Türk Ansiklopedisi ve Muhitü’l Maarif Dergisi: İslam-Türk Ansiklopedisi 1940 yılında yayınlanmaya başlanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’ne alternatif olarak yayınlanmıştır. Eşref Edip, İsmail Hakkı İzmirli, Kamil Miras ve Ömer Rıza Doğrul ansiklopedinin yayın heyeti içerisinde yer almıştır. 1944 yılında başlayan ikinci cildin yayınlanma sürecinde ansiklopedinin eki olarak Muhitü’l-Maarif Dergisi verilmeye başlanmıştır. Ansiklopedi tamlanamamış ve dergi ile birlikte 1948 yılı Nisan ayında son bulmuştur2560. 16. Karaelmas Dergisi: Zonguldak Halk Evi tarafından Nisan 1938-Şubat 1949 tarihleri arasında kesintili olarak yayınlanmıştır. Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, İsmail Hami Danişmend, Orhan Şaik Gökyay, Mahmut Cuda, Hasan Ali Yücel, Ahmet Şükrü Esmer, Hüseyin Cahit Yalçın, Necmettin Sadak, Orhan Seyfi Orhon, Abidin Daver, Peyami Safa, Yunus Nadi, Rafet Güneş, Behçet Necatigil, Salah Birsel ve Ziya Günalp derginin yazar kadrosu içerisinde yer almıştır. Siyasi konular ve yapılan inkılâplar ağırlıklı olarak okuyucuya sunulmuştur. Madencilik konuları, yörenin tarihi, coğrafik ve kültürel yönleri dergide yer almış, Halk Evleri ile ilgili haberlerde yer verilmiştir2561. 17. Kızıl Elma Dergisi: İstanbul’da çıkan siyasi ve milliyetçi haftalık dergidir. 31 Ekim 1947 tarihinde kurulmuştur. 16 sayfa olarak çıkmıştır. İmtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Mustafa Müftüoğlu’dur. Daimi yazarlar arasında Nihal Atsız, M. Sadık Aran, Hasan Ferit, Müfide Ferit, Abdullah Ziya ve Feridun Osman yer almıştır2562. 18. Kuvvet ve Kudret Gazetesi: Ankara’da DP’yi desteklemek üzer 1947 yılında çıkarılan Kuvvet Gazetesi’nin kadrosunda Ali Rıza Baksan, Hamdi Arpag, Kenan Öner ve Yusuf Hikmet Bayur yer almıştır. CHP hükümetine karşı takındığı sert üslup dolayısıyla 1947 yılı sonunda hükümet tarafından kapatılmıştır. Kuvvet Gazetesi kapatılınca aynı kadroyla ve daha fazla sertleşen eleştirileriyle Kudret Gazetesi kurulmuştur. Kenan Öner, DP’den ayrılarak MP içinde yer alınca bu gazete de MP yayın organı haline gelmiştir. Öner’in ölümü üzerine başyazar olan Yusuf Hikmet Bayur’un sert yazıları sonrasında 1949 yılında bir süreliğine kapanan gazete tekrar açılmış ama DP iktidara gelmeden önce yeniden kapatılmıştır. DP iktidarı gazetenin açılmasına izin vermiş ama gazete bu defa da DP karşısında muhalif bir yer tutmuştur. Posta işletmeleri aleyhinde yazılarından dolayı 1951 yılında kapatılmıştır2563.

2558 Oral, s. 153. 2559 Topuz, s. 186-187. 2560 Gün, s. 80. 2561 Güz, Tek…, s. 134-136. 2562 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2563 Oral, s. 151. 500

19. Marko Paşa Gazetesi: 1946 yılında Sabahattin Ali ve Aziz Nesin tarafından çıkarılmış olan ve açıktan komünizm propagandası yapan bir gazetedir. İstanbul’da yayınlanmış, siyasi-mizahi gazete özelliğinde olup, bu türde çok tutulan bir yayın haline gelmiştir. Her sayısından sonra hükümet tarafından takibata uğramış ve yeni isimlerle (Malum Paşa, Hür Makro Paşa, 7-8 Hasan Paşa, Öküz Paşa, Baştan, Yeni Baştan) tekrardan çıkmıştır2564. Morko Paşa ve muadillerinin almış olduğu cezalardan bir kaçı şu şekildedir: Makro Paşa’nın26 Kasım ve 3 Aralık 1948 tarihlerinde yayınlanan iki sayısının dağıtımının yasaklanması ve elde olanların toplatılmasına 1881 sayılı Basın Kanunu’nun değiştirilen 51. maddesine göre Bakanlar Kurulu tarafından karar verilmiştir2565. Yine aynı kanun maddesine dayanarak Hür Makro Paşa’nın7 Ocak 1949 tarihli 1. sayısının toplatılması ve dağıtımının yasaklanmasına Bakanlar Kurulu tarafından 10 Şubat 1949 tarihinde karar verilmiştir2566. Makro Paşa’nın14 Şubat 1949 tarihli 16. sayısı da 17 Şubat 1949 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında yasaklanan gazete sayıları arasındaki yerini almıştır2567. Aynı gazetenin 30 Ocak 1949 tarihli 14. sayısı da 17 Şubat 1949 tarihinde yasaklanmıştır2568. 20. Memleket Gazetesi: 1947 yılında Ulus Gazetesi’nin İstanbul sayısı olarak çıkmış ve 1950 seçimlerinde CHP’nin İstanbul’da başarılı olması için çalışmalar yürütmüştür. “Memleket Her Şeyin Üstünde” sloganını kullanmıştır. Kemal Turan’ın yönetiminde, Reşat Nuri Güntekin ve Ragıp Şevki Yeşim’in de içinde bulunduğu bu gazete çok büyük satış rakamlarına ulaşamamıştır. Nazım Poroy, Ferit Celal, Mehmet Emin Erişirgil, Yavuz Abadan, Behçet Kemal Çağlar ve Yaşar Nabi Nayır gibi yazarlar da zaman zaman gazetede görev almıştır2569. 21. Milliyet Gazetesi: Ali Naci Karacan tarafından 3 Mayıs 1950 tarihinde yayınlanmaya başlanmıştır. 1950 seçimleri öncesinde basın alanında yaşanan rahatlık, gazetenin kurulmasına imkân sağlamıştır. “Müstakil Siyasi Gazete” sloganıyla çıkmaya başlamış ve kısa zamanda yüksek tirajlara ulaşmıştır. İsmail Hami Danişmend, Peyami Safa, Refii Cevat Ulunay, Bedii Faik ve Metin Toker gibi önemli isimler gazetede yazar olarak görev almışlardır2570. 22. Müslüman Sesi Dergisi: İzmir’de iki haftada bir yayınlanan dergi 1947-1960 yılları arasında varlığını devam ettirmiştir. Editör olan Mehmet L. Baydoğan aynı zamanda bir vaizdir. Yazarlar arasında yer alan Rahmi Balaban, Tahir Harimi ve Esat İleri de din adamıdır. Muhafazakâr ve modernist bir karakteri olan dergi; heykellerin daha önceden put olarak kabul edildiğini ama artık sanat eseri sayılabileceğini, İslam’ın demokrasi prensiplerine sahip olduğunu, Kore Savaşı’ndaölen askerlerin şehit kabul edileceğini, askerlik hizmetinin İslami bir vazife sayılacağını sıkça dile getirmiştir2571. 23. Orkun Dergisi: Haftalık Türkçü dergi olarak 6 Ekim 1950 tarihinden itibaren İstanbul’da yayınlanmaya başlanmıştır. “Tüm Türkler Bir Ordu” sloganı ve bozkurt amblemi ile Nihal Atsız

2564 Oral, s. 159-163. 2565 BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 118.79..10. 2566 BCA, Dosya: 52-108, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 118.98..18. 2567 BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 118.101..15. 2568 BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 118.102..4. 2569 Oral, s. 149. 2570 Oral, , s. 155-156. 2571 Sitembölükbaşı, s. 180-181. 501

tarafından çıkarılmıştır. DP’nin liberal siyaset izleyeceği beklentisiyle yayın hayatına girmiştir. Pantürkçü görüşü yeniden tanımlamak ve Turancılığa karşı yapılacak saldırılara karşı durmak derginin hedefleri arasında yer almıştır. 3 Mayıs 1944 olayları ile ilgili uzun bir yazı dizisi yayınlayarak suçlananları aklamaya çalışmıştır. Sovyetler Birliği’ne karşı sert bir üslup takınmıştır. Türk azınlığa karşı baskı uygulayan Bulgarlar da dergiden nasibini almıştır. Azerbaycan ve Kıbrıs’ın Türkiye’ye katılması konusunu sürekli olarak dile getirmiştir. Bütün Türklerin birleştirilmesini hayal olarak değerlendirenlere cephe alan Atsız, Yahudilerin İsrail topraklarına geri dönerek devlet kurmalarını Türklere örnek olarak göstermiştir. Dergi tarafından Pantürkçülük, Türkleri sevmek amacı taşıyan bir Türk milliyetçiliği olarak tarif edilmiştir. Türkleri Türklerden başka kimsenin sevemeyeceği, Türk topraklarında yaşayan Türklerin sadece kendi ırkları tarafından yönetilmesi gerektiği derginin savunduğu ilkeler arasında yer almıştır2572. 24. Özleyiş Dergisi: Aylık yayınlanan, Ekim 1946 ile Kasım 1947 arasında yayın hayatını devam ettiren ve Ankara’da basılmış olan dergidir. Yayın yönetmeni Hikmet Tanyu’dur. Tanyu, 3 Mayıs 1944 Turancılık olayları sırasında gözaltına alınmıştır. Nihal Atsız, Nejdet Sançar, Zeki Sofuoğlu, Reha Oğuz Türkkan ve Arif Nihat Asya dergiye yazılarıyla destek vermişlerdir. Türkçülük yandaşı ve komünizm karşıtı bir yayındır. Dergi içerisinde yer alan Nejdet Sançar imzalı “Milliyetçiler Birleşin” başlıklı yazıda Türkçüler siyasi bir oluşum içerisinde birleşmeye davet edilmiştir2573. 25. Selamet Dergisi: İstanbul’da çıkan, dini-siyasi haftalık dergidir. 1947 yılında çıkmaya başlamıştır ve 16 sayfadır. İmtiyaz sahibi, yazı işleri müdürü ve başyazarı Ömer Rıza Doğrul’dur. Mithat Cemal Kuntay, Hakkı Tarık Us ve Taha Hüseyin devamlı yazarları arasındadır2574. Din derslerinin okutulması konusunda yapılan tartışmalar dergi içinde sürekli yer bulmuş ve din derslerinin gerekliliğine olan inanç yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 17 Eylül 1948 tarihinde derginin yayınına son verilmiş, 12 Ocak 1949 tarihinde Yeni Selamet adıyla tekrar yayına başlamıştır. 2 Kasım 1949 tarihinde yayını tamamen son bulmuştur2575. 26. Sebilürreşad Dergisi: Derginin geçmişi 27 Ağustos 1908 tarihine kadar dayanmaktadır. İlk olarak Zeynel Abidin ve Eşref Edip(Fergan) tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. Milli Mücadele döneminde mücadeleyi benimseyen dergi, İstanbul’da İtilaf Devletlerinin etkinlik kazanmasıyla Anadolu’ya geçmiş ve derginin sahibi Eşref Edip; Kastamonu, Ankara ve Kayseri’de yayınladığı beyannameler ile Milli Mücadele’yi desteklemeye devam etmiştir. Şeyh Sait İsyanı’na bağlı olarak uygulanmaya başlanan Takrir-i Sükûn Kanunu çerçevesinde 6 Mart 1926 tarihinde dergi kapatılmıştır2576. Dergi Eşref Edip tarafından 1948 yılı Mayıs ayında yeniden çıkarılmaya başlanmış ve 1966 yılına kadar toplam 362 sayı neşredilmiştir2577. Yeni yayın döneminde siyasi ve dini özelliklerini öne çıkaran dergi haftalık olup 16 sayfadan oluşmuştur2578. 1948 sonrasında yayınlanan derginin yayın kadrosunda; Eşref Edip Fergan, Ahmet Kamil Miras, Cevat Rifat Atilhan, M. Raif Ogan, Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Fuat Başgil, Nihat Sami

2572 Landau, s. 189-190. 2573 Landau, s. 185-186. 2574 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2575 Gün, s. 83. 2576 Gün, s. 12-14. 2577 Eşref Edib Fergan, CHP ve Din (1948-1960), (Hazırlayan: Fahrettin Gün), Beyan Yayınları, İstanbul 2005, s. 8. 2578 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 502

Banarlı, İsmail Hami Danişmend, Nuri Demirağ, Fahrettin Kerim Gökay, Mithat Cemal Kuntay, M. Zeki Pakalın, Peyami Safa, Fethi Tevetoğlu, Nurettin Topçu ve Mümtaz Turhan gibi isimler yer almıştır2579. 27. Tan Gazetesi: 1936 ile 1938 tarihleri arasında Ahmet Emin Yalman’ın ortağı olduğu gazete O’nun ayrılması üzerine Sabiha ve Zekeriya Sertel’in denetimine geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı boyunca Müttefikleri desteklemiştir. Almanya’nın faşizmini eleştiren gazete aynı zamanda İngiltere’nin işgalci tutumuna da sert tepki göstermiştir2580. Tevfik Rüştü Aras, Sadrettin Celal Antel, Cami Baykurt, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Sabahattin Ali, Burhan Belge, Niyazi Berkes, Aziz Nesin, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Pertev Naili Boratav ve Hulusi Dosdoğru gazetenin yazar kadrosu içerisinde yer almıştır. Gazete açık bir komünizm propagandası yapmak yerine, Sovyetler Birliği’nin dostluğunun kazanılması üzerinde durmuştur. Sovyetlerin Türklere zor zamanlarında yardım ettiği ve şimdi dostluk zamanı olduğu, iki devletin birleşmesi ile bölgede sükûnetin sağlanacağı ve bir daha bozulamayacağı propagandaları öncelikli olarak vurgulanmıştır2581. 28. Tasvir-i Efkâr ve Tasvir Gazeteleri: 1925 yılında yayın hayatına son verilen Tasvir-i Efkâr Gazetesi 1940 yılından itibaren Ziyad Ebüzziya tarafından yeniden çıkarılmaya başlanmıştır.1945 yılına kadar bu isimle çıkmış ve bu yıldan itibaren yeni bir kadro ve düzenleme ile Tasvir ismiyle yayın hayatına devam etmiştir. Cihat Baban gazetenin başyazarı olmuş, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Hamdullah Suphi ve Fuat Köprülü gibi isimler yazar kadrosu içerisinde yer almıştır. Türkçü ve Atatürkçü bir çizgisi olan gazete, komünizme karşı ilk ciddi mücadeleyi de başlatmıştır2582. İkinci Dünya Savaşı sona ererken hükümet tarafından bazı gazetelere kapatma cezaları verilmiştir. Bu gazeteler arasında Tasvir-i Efkâr da yer almıştır. Tasvir-i Efkâr dışında Tan ve Vatan gazeteleri de kapatma cezaları almıştır. Üç gazetenin sahipleri olan Ziyad Ebüzziya, Zekeriya Sertel ve Ahmet Emin Yalman16 Mart 1945 tarihinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gönderdikleri ortak bir telgraf ile Bakanlar Kurulu kararıyla geçici olarak kapatılan gazetelerinin 6-7 ay olmasına rağmen hala kapalı bulunduğunu, uzun senelerin emeğiyle açılmış olan bu gazetelerin kapalı kalmasının kendileri için sıkıntı ve üzüntüye sebep olduğunu belirterek kapatma cezasının iptalini talep etmişlerdir2583. 12 Ağustos 1944 tarihinde 3/1371 sayılı kararla geçici olarak kapatılan Tan Gazetesi2584, 30 Eylül 1944 tarihinde 3/1542 sayılı kararla geçici olarak kapatılan Vatan2585 ve aynı gün kapatılan Tasvir-i Efkâr gazeteleri 22 Mart 1945 günü yeniden basım yapma izni almışlardır2586. Bu gazetelerin cezalarının affedilmesinden kısa süre önce, 1945 yılı Şubat ayında, ABD Gazeteleri Başyazarları Birliği bünyesinde kurulmuş olan Hür Basın Komisyonu Türkiye’ye gelmiştir. Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve önemli basın mensuplarıyla görüşmüştür. Türkiye, heyetin hazırlayacağı raporda

2579 Gün, s. 65-66. 2580 Topuz, s. 175. 2581 Oral, s. 162. 2582 Oral, s. 146-148. 2583 BCA, Dosya: 85309, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 85.562..9. 2584 BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 107.106..10. 2585 BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 107.106..11. 2586 BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2,Yer No: 107.106..12. 503

Türkiye’nin imajının iyi yansıtılması amacıyla cezalı olan Vatan, Tan ve Tasvir-i Efkâr gazetelerini affetmiştir. Yani af kararı dışa dönük bir politik adımdan başka bir anlam içermemiştir2587. 29. Taşpınar Dergisi: Afyon Halk Evi tarafından çıkarılmış ve 19 Ekim 1932-23 Nisan 1950 tarihleri arasında 141 sayı yayınlanmıştır. Sayfa sayısı zaman içerisinde değişmiş, bazı dönemlerde birkaç sayı bir arada basılmıştır. Sami Akyol, Kadir Yetkin, Fikret Sağnak, Şükrü Yersel, Edip Ali, Falih Rıfkı Atay ve Behçet Kemal Çağlar dergide yazan isimlerden bazıları olmuştur. Derginin başyazılarında daha çok CHP ideolojisi ve Halk Evleri konuları işlenmiştir. Afyon yöresine ait kültürel motifler dergide geniş yer bulmuştur. Gençlerin ve çocukların eğitimi, inkılaplarla ilgili haberler, yeni yayınların tanıtılması, çeviri yazıları ve mülakatlar dergide sıkça yer almıştır2588. 30. Uludağ Dergisi: Bursa Halk Evi tarafından üç ayda bir çıkarılmış ve Ocak 1935-Haziran 1950 tarihleri arasında yayın hayatına devam etmiştir. Sayfa sayısı zaman içerisinde değişiklik göstermiştir. Haydar Tolun, Namdar Karatay, İshak Refet, Murat Alp, Enver Behnan Şapolyo, Bahadır Celal, Hulusi Köymen, Selahattin Odabaş, İlhami Sosysal ve Emin Ülgener yazarlardan bazılarıdır. Dergi farklı konularda zengin bir içeriğe sahip olarak yayınlanmıştır. Başyazılar daha çok ülke ile ilgili olarak kaleme alınmıştır. Bölge-ülke tarihi ve folkloru, Milli Mücadele, devrimler, tarım ve hayvancılık, sağlık, Halk Evleri haberleri dergi içinde yer almıştır2589. 31. Ulus Gazetesi: 1920 yılında Ankara’da Atatürk tarafından kurulan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi 1934 yılında ismini Ulus olarak değiştirmiştir. Falih Rıfkı Atay tarafından başyazarlığı sürdürülen gazete CHP yanlısı bir tavır çizmiştir. Nurullah Ataç, Sadi Irmak, Ahmet Şükrü Esmer, Suut Kemal Yetkin ve Nihat Erimyazar kadrosu içerisinde yer almıştır2590. 7 Kasım 1947 tarihinden itibaren gazetenin başyazarlığını Nihat Erim üstlenmiştir2591. 32. Vatan Gazetesi: 1923 yılında Ahmet Emin Yalman, Enis Tahsin Til ve Ahmet Şükrü Esmer tarafından çıkarılmıştır.1925 yılında kapanan gazete 1939 yılında tekrardan çıkarılmaya başlanmıştır. 1945 sonrasında çok partili hayatı desteklemiş ve DP gazetesi gibi çalışmıştır. Yalman, DP’nin akıl hocalığını da yapmış ve gazetede DP’li yöneticilerin sık sık yazıları yayınlanmıştır. Muhalefetle ilgili en ilginç haberler bu gazetede yer almıştır. Vedat Nedim Tör, Altemur Kılıç ve Mehmet Ali Sebük gibi yazarlar gazetenin kadrosu içerisinde yer almıştır2592. 33. Zafer Gazetesi: DP adına 1948 yılında yayına hazırlanan gazete 1949 yılı Nisan ayında basın dünyasına girmiştir. Demokratlar tarafından büyük ilgi gören gazetenin sloganı “Zafer Demokrasinindir” olmuştur. Mümtaz Faik Fenik, Adviye Fenik, Fuat Köprülü, Samet Ağaoğlu, Rıfkı Salim Burçak ve Zühtü Velibeşe gibi önemli isimleri bünyesinde toplamıştır. DP iktidara gelince gazete kendi tesisini Ankara’da ve modern bir şekilde kurmuştur. DP’nin arşivi özelliği taşıyan gazete 1960 darbesinin ardından kapatılmıştır2593.

2587 Koçak, Türkiye’de…, s. 139-143 2588 Güz, Tek…, s. 37-39. 2589 Güz, Tek…, s. 65-67. 2590 Topuz, s. 164 ve 190. 2591 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No: 1250.163..3. 2592 Topuz, s. 188. 2593 Oral, s. 154-155. 504

34. Zincirli Hürriyet Gazetesi: İstanbul’da çıkan siyasi haftalık gazetedir. 1947 yılında kurulmuş ve 4 sayfa olarak yayınlanmıştır. Sahibi ve yazı işleri müdürü Mehmet Ali Aybar’dır. Aybar’ın yanı sıra Sabahattin Ali, A. Metin, C. Dayan daimi yazarları arasında yer almıştır. Karikatürler Mim Uykusuz tarafından çizilmiştir2594. Sol görüşlü gazete, İstanbul’da sıkıyönetim olduğu için bir dönem İzmir’e gitmiş ama orada da öğrenciler tarafından matbaası yakılmıştır2595. 35. 19 Mayıs Dergisi: Samsun Halk Evi tarafından çıkarılan dergi Kasım 1935 ile Nisan 1950 tarihleri arasında yayınlanmıştır. Toplam 114 sayı çıkmıştır ve düzenli yayınlanan Halk Evi dergileri arasında yer almıştır. Dergide yöre ile ilgili veya devlet büyüklerine ait fotoğraflar sıklıkla yer almıştır. Cemal Gültekin, Kazım Dilmen, Mustafa Özman, Sefer Aytekin, Rasim Ozantürk, Emin Hekimgil, Macit Karakurum, Emir Alp, Celal Çumralı ve Necmi Memiş gibi isimler yazılarıyla dergiye katkı sağlamışlardır. Dergide; İsmet İnönü, Şükrü Kaya, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Yunus Nadi ve Selim Sırrı Tarcan gibi şahıslarında yazılarına rastlamak mümkün olmuştur. Bölgenin coğrafik ve tarihi yönleri, güncel haberler, tarım, folklor, edebiyat, Halk Evleri ve sosyal hayatla ilgili haberler de dergide yer almıştır2596.

2594 BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0,Yer No:1287.278..1. 2595 Karpat, s. 481. 2596 Güz, Tek…, s. 74-77.

6. SONUÇ

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemek için büyük gayret sarf etmiştir. İngiltere, Fransa, ABD ve Sovyetler Birliği ise Türkiye’nin savaşa dahil olması için ciddi çaba göstermiştir. Savaşın son yılı olan 1945’te, kurulacak yeni dünya düzeninde yer alabilme kaygısı içerisine sokulan Türkiye, oluşmakta olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na katılabilmek amacıyla Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Yapılan bu göstermelik savaş ilanı Türkiye’nin BM’ye girişinin anahtarı olmuştur. Bundan sonraki süreçte Türkiye artık Batı eksenli, özellikle de ABD merkezli, bir politik anlayışın parçası haline gelmiştir. Savaş sona ererken Dünya güç dengelerinde de büyük değişiklikler göze çarpmıştır. Savaş öncesinde Batı Avrupa merkezli bir dünya mevcutken, 1945 yılına geldiğinde Avrupa savaş yorgunu bir görüntü sergilemiştir. Özellikle İngiltere, oldukça yıpranmış ve sömürge imparatorluğu özelliğini kaybetmeye başlamıştır. Sömürge olarak mevcudiyetini devam ettiren milletler birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Oluşan yeni dünyada Sovyetler Birliği ciddi bir güç olarak öne çıkmış ve bölgesi başta olmak üzere tüm dünyada kendisine hâkimiyet alanları oluşturma gayreti içerisine girmiştir. Bu çaba kısa süre sonra iki parçalı bir dünya ve soğuk savaş olgularını gündeme getirmiştir. Doğu Bloğu olarak adlandırılacak komünist cephe, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu ve Doğu Avrupa topraklarında hızla etkinlik kazanmaya başlamıştır. Yunanistan, Türkiye, İran ve Almanya toprakları Rusların öncelikli üstünlük kurma alanları arasında yer almıştır. ABD ilk etapta, Sovyetler Birliği’nin isteklerini görmezlikten gelmeye çalışsa da, yaşanan sürecin kendi oluşturmaya çalıştığı dünya düzenini tehdit edeceğini anlayınca Ruslara karşı etkili bir baskı siyaseti sürdürmeye başlamıştır. Türkiye, Doğu-Batı çatışması içerisinde kendisine ABD taraftarı bir dış politika anlayışı seçmiştir. Bu tercihin yapılmasında Rusların Türkiye’den tavizler koparma isteklerinin büyük bir etkisi olmuştur. Ruslar, Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma dostluk anlaşmalarını ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yok saymıştır. Resmi ve gayri resmi yollarla boğazlar ve doğu topraklarıyla ilgili taleplerde bulunan Rus yönetimi, Türkiye’yi oldukça tedirgin etmiştir. İngiltere bu istekler karşısında Türkiye yanında bir tavır takınırken, ABD ilk etapta yaşanan sürecin dışında kalmayı tercih etmiştir. Rus isteklerinin gündemde olduğu dönemlerde, Türkiye ile ilgili emellerini gerçekleştirmek isteyen Ermeni ve Gürcüler de Rus politikasını destekler girişimlerde bulunmuşlar ve Türkiye’yi zor durumda bırakmaya çalışmışlardır. Türkiye’nin Komünist rejim karşısında kilit konumda olduğunu anlayan ABD ve bu gerçeği çok önceden kavrayan İngiltere, 506

Türkiye’nin kuzey komşusu karşısındaki kararlı duruşunu desteklemeyi uygun görmüştür. Sovyetlerden Türkiye’ye gönderilen her nota, İngiltere ve ABD tarafından da cevaplanmıştır. Ruslar birkaç yıl içerisinde hem Batı devletleri karşısında istediğini yapamayacağını anlamış ve hem de Türkiye’yi ürkütmenin kendisine bir yarar sağlamayacağını kavramıştır. Bu kavrayış iki ülke arasındaki ilişkilerin 1950 sonrasında daha ılımlı bir sürece girmesine ortam hazırlamıştır. Türkiye, 1945 yılı itibariyle, ABD ile olan ilişkilerinde ciddi bir aşama kaydetme çabası içerisine girmiştir. Bu çabanın temelinde savaş sonrası siyasi yalnızlıktan kurtulma amacı ve Rus tehditleri önemli bir yer kaplamıştır. ABD tarafından yapılan açıklamalar, zaman içerisinde gönderilen ekonomik ve askeri yardımlar Türk tarafınca sempatiyle karşılanarak, Sovyetler karşısında bir dayanak olarak kabul edilmiştir. Savaş öncesinde Türkiye’nin en büyük destekçisi olan İngiltere ise zamanla yerini ABD’ye kaptırmıştır. Türkiye, Orta Doğu devletleriyle de savaş sonunda yakın temas kurmayı amaç edinmiştir. Bu yakınlaşma süreci ilk etapta olumlu yansımalarla karşılık bulsa da, Filistin sorunu sırasında Türkiye’nin Batı taraftarı bir yaklaşım sergilemesiyle ilişkilerde ciddi bir soğumanın yaşanmasının önüne geçilememiştir. Türkiye’nin İsrail’i tanıyan ilk İslam devleti olması da Araplar tarafından ciddi bir tepkiyle karşılanmıştır. Türkiye’nin iki yakın komşusu olan Bulgaristan ve Yunanistan’la olan ilişkileri ise savaş sonrasında iki farklı tarzda devam etmiştir. Sovyet denetiminde olan Bulgaristan, Türkiye karşısında tavır takınmıştır. Bu ülkede bulunan yüz binlerce Türk’ün Anadolu’ya tehcir edilmesi isteği iki ülke arasında ciddi sorunlara neden olmuştur. Diğer komşu Yunanistan ise savaş sonrasında bir iç savaşla boğuşmak zorunda kalmış ve Türkiye bu mücadelede Batı taraftarı olan grubu desteklemiştir. Daha sonraki dönemlerde iki ülke arasında büyük sorunlara neden olacak Kıbrıs meselesinin temelleri de bu dönemde atılmıştır. İngilizlerin Kıbrıs’tan çekileceğinin hissedilmesi, öncelikle Yunanistan tarafından ciddiye alınmıştır. Sürecin sonunda Türkiye de gelişmeleri dikkate alarak Ada’da bulunan Türklerin haklarını koruma gayretleri içerisine girmek durumunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ile yakınlaşma içerisine giren Türkiye’nin önünde en büyük engel, mevcut antidemokratik uygulamalar olmuştur. Bu eksikliğin giderilmesi çabası Türkiye’nin iç politikasına yön vermiştir. Bu süreçte çok partili hayata geçiş çabası en ciddi tartışılan iç politika meselesi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk döneminde iki defa denenen ve başarısız olunan çok partili hayat, 1945 yılı itibariyle beklenen başarıyı yakalamıştır. Yakalanan başarıda, demokratik ülkelerin etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Aynı zamanda CHP karşıtıolan sınıfların biriken isteklerinin de etkisi yok sayılmamalıdır. Milli Şef İsmet İnönü’nün de çabalarıyla çok partili hayat Türkiye’nin siyasi anlayışında bir daha yok olmamak üzere yer almaya başlamıştır. Demokrasiye geçişin kolaylaştırılması adına mevcut kanunlar ve uygulamalarda ciddi değişikliğe gidilmiş, değişimin hukuksal altyapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. CHP, savaş yıllarında yaşanan yoklukların, memur ve asker baskılarının, yolsuzlukların sorumlusu olarak görüldüğü için halk gözünde değerini büyük oranda yitirmiştir. Dini konularda yapılan baskılar da halkın iktidarla olan irtibatını oldukça azaltmıştır. Halkın memnuniyetsizliği CHP içerisinde de kopuşlara neden olmuştur. İlk olarak Dörtlü Takrir ile 507

başlayan başkaldırı hareketi, kısa süre sonra partiden bölünmelere kadar uzanmıştır. Takrir sahipleri parti içerisinde muhalefet yapamayacaklarını anlayarak yeni bir parti kurma yönünde çalışmalar başlatmıştır. Bu çalışmaların duyulması ile birlikte muhalif kanat CHP içerisinden tasfiye edilmiştir. CHP’den kopan muhalifler, ilk ciddi muhalefet partisi olan Demokrat Parti’yi hayata geçirmişlerdir. DP kuruluş aşamasından itibaren halk ile siyasiler arasında mevcut bulunan uçurumu kapatmayı amaçlamıştır. Öyle ki, CHP iktidarı döneminde halkın memnun olmadığı tüm uygulamaların karşısında olunduğu imajı çizilerek halkın desteği kazanılmaya çalışılmıştır. Yeni parti, sadece dış politika konusunda iktidar ile aynı çizgiyi takip ederek dünyaya, iç politikada birlik mesajı vermeyi uygun görmüştür. Yeni partinin kurulmasını ilk etapta sempatiyle karşılayan CHP yönetimi, kısa sürede hızlı bir büyüme trendi yakalayan muhalefet karşısında tedbirler almakta gecikmemiştir. Daha bir yıl olmasına rağmen belediye ve milletvekili seçimleri öne çekilerek baskın seçim uygulamasına gitme yolu tercih edilmiştir. Seçim Kanunu’nda yapılan sınırlı demokratik değişikliklerle girilen 1946 milletvekili seçimlerinde DP ciddi bir başarı göstermiş fakat seçimlerle ilgili ortaya atılan baskı ve hile yapıldığı iddiaları sonuçlara gölge düşürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk ciddi çok partili seçim deneyimi olumsuz bir imajla son bulsa da, DP’nin siyasete getirdiği heyecan hem Türk hem de dünya kamuoyu tarafından sempatiyle karşılanmıştır. Seçim sonunda Meclise giren DP, kendisi iktidara gelene kadar geçen sürede, 1946 seçimleri konusundaki iddialarını devam ettirmiş ve bu şekilde oy toplama gayretleri sergilemiştir. DP ayrıca hileli seçim ve seçim kanunundaki adaletsizlikleri de bahane ederek 1950 yılındaki milletvekili seçimlerine kadar, başka bir ara seçime katılmamıştır. DP’nin Mecliste yer alması ile birlikte, muhalefete karşı ciddi bir mücadele gerçekleştireceği düşüncesiyle sert politik anlayışa sahip Recep Peker hükümet kurmuştur. Bu hükümet hem parti içerisinde ılımlılar olarak tanınan grup tarafından benimsenmemiş hem de DP cephesinden şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Meclis içinde ve dışında yaşanan CHP-DP çekişmesi zamanla şiddetlenerek devam etmiştir. Hakaret boyutlarına varan bu çatışma sonrasında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü hakemlik rolüne soyunmuştur. İki tarafı barıştırma amacıyla görüşmeler gerçekleştiren İnönü, 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayınlayarak siyasi bir sükûnet sağlamayı amaçlamıştır. Bu girişim CHP ve DP içerisinde bulunan aşırıcılar tarafından hoş karşılanmamıştır. Peker’in de hoşuna gitmeyen bu durumun sonrasında hükümet istifa etmiş ve CHP’nin ılımlılarının kontrolünde olan Hasan Saka Hükümeti kurulmuştur. Saka Hükümeti döneminde toplanan CHP 7. Büyük Kongresi’nde parti politikalarında ciddi bir yumuşamaya gidilerek Milli Şef anlayışından vazgeçilmiştir. CHP içerisinde yaşanan çalkantıların benzeri DP içerisinde de yaşanmıştır. Partinin iktidarla iyi ilişkiler kurmasına taraftar olmayan üyelerin başlattığı aşırılar hareketi DP’yi ciddi bir bölünmenin eşiğine getirmiştir. Muhalif kanat parti içinden tasfiye edilmiştir. Tasfiye edilenler Mecliste sert muhalif anlayışı benimseyen Millet Partisi’ni kurmuştur. Partiden yapılan ihraçlar, DP İkinci Büyük Kongresi’nde de onaylanarak ılımlı muhalefet anlayışının benimsenmiş olduğu kanıtlanmıştır. Fakat kongre sırasında kabul edilen Milli Teminat Andı iktidar tarafından sert tepkiyle karşılanmış, iki parti arasında devam eden olumlu yakınlaşma kesintiye uğramıştır. 508

CHP’nin muhalefete geçmeden önceki son hükümetini Şemsettin Günaltay kurmuştur. Bu hükümet sergilediği halk taraftarı ve dini konulardaki hoşgörü politikalarıyla yaklaşan 1950 milletvekili seçimlerinde halkın oylarını kazanmayı amaçlamıştır. Günaltay Hükümeti döneminde Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle halkın oylarının yargı güvencesi altına alınmasına karar verilmiştir. Beklenen milletvekili seçimleri 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılmıştır. Katılımcı partilerin ciddi propaganda süreci sonrasında yapılan seçimde DP büyük bir başarı kazanarak 27 yıllık CHP iktidarına son vermiştir. Halkın tepkisinin bir yansıması olarak ortaya çıkan bu sonuç, CHP’nin sempati kazanmak için gerçekleştirdiği atılımların tam da yerini bulamadığının bir kanıtı olmuştur. Seçimin ardından kurulan Birinci Adnan Menderes Hükümeti, halkın kendisinden beklentisini çok iyi algılayarak, tek parti iktidarı dönemindeki uygulamalara bir bir son vererek ciddi bir halk sempatisi kazanmıştır. CHP kadrolarını yerel yönetimlerden ve ordu içerisinden de silen yeni iktidarın tavırları, muhalefete alışmaya çalışan CHP tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Yerel seçimlerde büyük başarı sağlayan DP, uzun yıllar devam edecek olan iktidarını perçinlemiştir. CHP ise ilk defa muhalefete düşmenin şokunu atlatmaya çalışmış ve genel başkan İnönü etrafında toparlanma gayretleri sergilemiştir. Yeni iktidarın kendilerine yönelik politikalarını ve suçlamalarını aynı sertlikte yanıtlayan CHP üyeleri, iktidar partisinin de kendilerinden ayrılanlar tarafından kurulduğunu hatırlatma yolunu sıkça kullanmıştır. 1945-1950 yılları arasında bahsi geçen partiler dışında birçok siyasi yapılanma da ortaya çıkmıştır. Çoğu daha kurulma aşamasında akamete uğrayan bu oluşumlar, belirledikleri bir görüşün temsilcisi olabilmeyi ve bu şekilde halk desteğini sağlayabilmeyi amaçlamışlardır. Kurulan partilerin en çok kullandıkları propaganda araçları arasında din, ekonomik refah, demokrasi ve işçi hakları öne çıkmıştır. Siyasi oluşumların yanı sıra çok sayıda dernek yapılanması da kendini göstermiştir. Daha çok, kurulan partilerin bir kolu olarak çalışan bu dernekler kimi zaman iktidar tarafından baskıya maruz kalmışlar, kimi zaman da tamamen faaliyetlerine son verilmiştir. Türkiye’de eğitim, Cumhuriyetin ilanı sonrasında, yapılan inkılâplar çerçevesinde bir atılım içerisine girmiş olsa da istenen seviyeye asla ulaşmamıştır. Eğitimin geliştirilmesi, inkılâpların yaygınlaştırılması ve CHP anlayışının halka ulaştırılması amaçlarıyla Halk Evleri ve Halk Odaları açılmıştır. 9 koldan oluşan Halk Evleri ve bu evlerin kırsaldaki şubeleri konumundaki Halk Odaları CHP organları olarak çalışmışlardır. Bu anlayışları iki oluşumun da halk tarafından ve zaman içerisinde oluşan muhalefet tarafından eleştirilmesine ortam hazırlamıştır. CHP iktidarının son yıllarında bu kurumlara verilen önem azalmıştır ve DP iktidarı ile birlikte ise tamamen kenara itilmiştir. Eğitimin geliştirilmesi adına atılan diğer bir adım ise köy ilkokulları projesiyle gerçekleşmiştir. Her köyün kendi okulunu kendisinin inşa ettiği bu uygulama halk tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Köylünün üzerindeki okul yapma ve köy öğretmenine toprak sağlama yükümlülükleri zaman içerisinde azaltılmıştır. Köy okullarında görev alacak öğretmenlerin yetiştirilmesi için ise eğitmen kursları ve Köy Enstitüleri projeleri hayata geçirilmiştir. Eğitmen kurslarının pilot uygulamalarında sağlanan başarı sonrasında 1940 yılı itibariyle Köy Enstitüleri açılmaya başlanmıştır. Enstitülerin yetiştirdiği öğretmenlerin köylü ile 509

yaşadıkları çatışmalar, öğretmenlere verilen değerin az olması, komünist propagandaların bu okullar içerisinde kendisine kolayca yer bulması Enstitülerin kapanacağının sinyallerini vermiştir. Enstitüler DP döneminde tamamen kaldırılmıştır. Eğitim faaliyetlerinin diğeri bir ayağı olan yükseköğrenim için ise yeni bir üniversite kanunu hazırlanmış ve kısa süre sonra da ikinci üniversite olarak Ankara Üniversitesi faaliyete geçirilmiştir. Yapılan eğitim yatırımlarıyla birlikte 1945-1950 yılları arasında, önceki dönemlere nispeten, eğitimde bir gelişme trendi yakalanmıştır. Eğitim faaliyetlerinin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı bu süreçte komünist faaliyetlerin toplum içerisinde ve eğitim kurumlarındaki yayılma girişimleri de dikkat çekici seviyelere ulaşmıştır. Üniversite, Köy Enstitüleri, Halk Evleri ve Halk Odaları komünist faaliyetlerin en çok yayılma alanı bulduğu yerler olmuştur. Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile ilgili art niyetlerini ortaya koymasıyla birlikte, ülkedeki komünist oluşumlara karşı ciddi bir tepki ortaya çıkmıştır. Bunun ilk büyük yansıması 4 Aralık 1945 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Tan Gazetesi Olayı olmuştur. Gençler komünist basına karşı kinlerini olabildiğince kusmuşlardır. Üniversite hocaları içerisinde bulunan sol görüşlü hocalar da gençler tarafından tepki toplamıştır. Bu hocalar çeşitli gerekçelerle kürsülerinden uzaklaştırılmışlardır. Böylece dış politikada yaşanan Sovyet düşmanlığı iç politikada da yansımasını bulmuştur. Demokrat Parti de komünistlik suçlamasıyla karşı karşıya kalmış ve bu karalama kampanyası karşısında parti önderleri sürekli olarak yalanlama açıklamaları yapmışlardır. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan ekonomik sıkıntılar ve devlet tarafından uygulanan katı devletçi anlayış, savaşın sona ermesiyle birlikte yeni bir çehre kazanmaya başlamıştır. Savaş sürecinde oluşan zengin Türk sermayedarları, yanlarına çekmeye çalıştıkları ezilen halk ile birlikte, iktidarın baskıcı ve kısıtlayıcı zincirlerinden kurtulmayı amaçlamışlardır. Sanayi üretiminin en alt seviyelerde devam ettiği ve ihracatın sadece hammaddeye dayandığı Türk ekonomisine yeni bir yön kazandırmaya çalışan iktidar sahipleri, öncelikli olarak köylüyü rahatlatacak tedbirler almaya çalışmışlardır. Bu amaçla topraksız çiftçiye toprak dağıtımını hedefleyen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu girişim Meclis içinde ve dışında bulunan toprak ağalarını oldukça rahatsız etmiş ve CHP’nin içerisinden DP gibi yeni bir siyasi oluşumun çıkmasına ortam hazırlamıştır. Çıkarılan kanun büyük bir reform olma özelliği taşısa da daha CHP iktidarı döneminde kenara itilmiş ve DP döneminde de sıradan bir uygulama şeklinde devam etmiştir. 1930’lu yıllarda başlayan planlı ekonomi uygulamalarına İkinci Dünya Savaşı sonrasında devam edilmesi düşünülmüştür. Hatta bu manada, daha savaş devam ederken, bir de sanayi planı hazırlanmıştır. Fakat hazırlanan bu plan için gereken sermayenin Türkiye’de bulunmuyor olması ve kredi kaynağı olarak görülen ABD’nin devletçi bir anlayışı desteklemekten uzak durması yapılan planın uygulanamamasına yol açmıştır. Yeni müttefik ABD, Türkiye’den bir tarım ülkesi olmasını ve liberal ekonomiyi benimsemesini istemiş ve bu şartları, yapacağı yardımlarda ön koşul olarak sunmuştur. Ülkede bulunan özel sermaye sahipleri de ABD’nin bu isteğini destekler nitelikte tavır takınarak, devletçi uygulamalar karşısında cephe almıştır. CHP ise iç ve dış baskılar karşısında geri adım atarak devletçilik 510

anlayışında yumuşamaya gitme yolunu seçmiştir. Bu yumuşama DP iktidarı sırasında artarak devam etmiştir. Türkiye’nin batı ekonomileriyle entegre olabilmesi çok da kolay olmamıştır. Bu süreçte ülkenin önüne, vermesi gereken tavizler ve dahil olması gereken çeşitli anlaşmalar çıkarılmıştır. İlk olarak Türkiye’den, parasının savaş sırasında artan değerini düşürmesi istenmiştir. Bu isteğin sonrasında 7 Eylül 1946 tarihinde Cumhuriyet tarihinin ilk büyük devalüasyon hareketi gerçekleşmiştir. Çeşitli tartışmalar ve yolsuzluk iddiaları gölgesinde gerçekleşen devalüasyon ile ülkenin hammaddesinin çok ucuz fiyatlara yurt dışına çıkmasının yolu açılmıştır. Türkiye’nin diğer bir batı ekonomisine benzeme adımı ise IMF ve Dünya Bankası’na katılmasıyla gerçekleşmiştir. Dolar merkezli bir dünya ekonomisini hedefleyen ABD önderliğindeki IMF’ye katılan Türkiye, kısa süre içerisinde fondan kredi almaya başlamıştır. Türkiye’ye verilecek kredilerin tespiti ve Türk ekonomisinin çizeceği yönün belirlenmesi adına ise ABD patentli birçok ekonomi heyeti Türkiye’ye gelmiştir. Savaş sırasında büyük tahribat görmüş ve ekonomik anlamda çökmüş olan Avrupa devletlerinin kendi aralarında birleşme ve ortak bir ekonomik düzen oluşturma çabalarına ABD de dahil olmuştur. ABD hem kendi pazarını oluşturabilmek hem de Sovyet ideolojisinin yayılmasını engelleyebilmek için hazırladığı Marshall Planı’nı yürürlüğe koymuştur. Türkiye ise bu oluşumun içerisine dahil olabilmek için büyük gayret göstermiş ve planın küçük üyelerinden birisi olarak yardımları almaya hak kazanmıştır. Türkiye, aldığı yardımlarla öncelikli olarak tarım alanında yaptığı yatırımları finanse etmiştir. Tarım teknolojisinin yaygınlaşmasında ve tarımın modernleşmesinde yardımların büyük bir payı olmuştur. Gelen yardımlar genel manada Türk ekonomisinde beklenen rahatlamayı sağlayamamış ama Türkiye’nin ABD’ye olan bağlılığını artırmıştır. Türk sermayedarları ise gelişen süreçten memnun olmuş ve iktidardan, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelişini hızlandırılmasını talep etmeye başlamışlardır. Cumhuriyetin kurulduğu sırada çok ciddi bir işçi kitlesi ve sendikalaşma geleneği bulunmamaktaydı. Yeni devletin sanayileşme yolunda attığı adımlara paralel olarak, çok hızlı olmasa da, bir sendikalaşma hareketi ortaya çıkmıştır. Devlet karşısında muhalif olan yapılanmalar gibi sendikalar da çeşitli bahanelerle kapatılmıştır. İşçi sınıfının, başta grev hakkı olmak üzere birçok ekonomik ve sosyal hakları da kısıtlanmıştır. Çok partili hayata geçilmesiyle birlikte sendikalılaşma furyası da yeni bir hız kazanmıştır. Fakat CHP iktidarı, sıkıyönetim uygulaması aracılığıyla sendikaların bir bölümümü kapatmıştır. DP ise işçilere daha iyi imkânlar vereceği vaatleriyle bu sınıfın desteğini kazanmıştır. Din olgusu ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında iç politikanın şekillenmesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Laiklik çerçevesinde gelişim gösteren devletin dine bakışı, zaman içerisinde halkın dini ihtiyaçlarını yeterince karşılayamama şekline dönüşmüştür. Türkçe Ezan ve ibadet uygulamaları, türbelerin ziyaretinin yasaklanması, camiler konusunda devletin takındığı tavır, din eğitiminin kenara itilmesi anlayışı halkın yönetime karşı tepkisine neden olmuştur. Çok partili hayatın bir sonucu olarak halkın oyunu toplama çabaları içerisine giren partiler, din olgusunu öncelikli olarak kullanmışlardır. CHP de bu süreçte, daha önceki tavırlarından büyük oranda sıyrılarak, din konusunda sempati oluşturmaya çalışmıştır. Din 511

eğitiminin halka ulaşabilmesi adına özel din dershanelerinin açılmasının yanı sıra, devlet okullarında da din derslerinin seçmeli olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. İbadethaneler ve türbeler konusunda gösterilen yumuşama tavrı da CHP’nin iktidarda kalabilmek için sergilediği çabalar arasında yer almıştır. CHP’nin din konusunda gösterdiği ve kendi ilkelerine ters uygulamalara rağmen halk, daha önceden gelmekte olan olumsuz tavırlarını sürdürerek bu partiyi iktidardan indirmekten çekinmemiştir. DP ise dine karşı takındığı ılımlı tavırla halkın büyük sempatisini kazanmıştır. Halka sunduğu din alanındaki rahatlama vaatlerini ise iktidara geldiği andan itibaren derhal uygulamaya sokmuştur. Arapça Ezan okunması önündeki engelleri kaldırmış, okullarda din derslerinin verilmesini kolaylaştırmış ve radyoda Kuran-ı Kerim okunmasının önünü açmıştır. Türk ordusu İkinci Dünya Savaşı sırasında hazır kıta bekletilmiş ve ülkeye karşı oluşabilecek bir saldırının karşılanması için genç nüfus silah altında tutulmuştur. Savaş bitmesine rağmen Türkiye, devam eden savaş tehlikesi ve Sovyet tehdidi yüzünden ordusunu dağıtmakta tereddütlü davranmıştır. Türk ordusu sadece dış tehlike karşısında silahlı bekleyiş yapmamış, aynı zamanda Marmara Bölgesi dahilinde devam eden örfi idareyi de savaş sonrasında sürdürmek zorunda kalmıştır. Kimi zaman muhalefet karşısında bir güç olarak kullanılan sıkıyönetim uygulaması, demokratikleşmenin bir gereği olarak ancak 1947 yılı sonunda kaldırılabilmiştir. Türk ordusu, Cumhuriyet’in kurulduğu andan itibaren daimi olarak CHP ile temas içerisinde bulunmuştur. Ordunun, Mustafa Kemal Atatürk ve ardından İsmet İnönü’ye olan bağlılığı, oluşmaya başlayan muhalefet tarafından sürekli olarak eleştirilmiştir. Aslında Türk ordusunun içerisinde, CHP iktidarıyla aynı düşünceleri paylaşmayan bir kadronun da varlığı bilinmektedir. Bu kadro sesini ancak DP iktidara geçtiği zaman duyurabilmiştir. DP iktidarı daha ilk günlerde komuta kademesinde yapmış olduğu ciddi bir tasfiye ile orduyu CHP güdümünden çıkarıp iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Türk ordununsun çok iptidai bir görüntüye sahip olması ve bölgesinde yaşanan tehlikeler karşısında caydırıcı güç unsuru olmaktan çok uzak bulunması ordu içinde bir yenileşme hareketini zorunlu kılmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesinde en büyük destekçi olarak ABD görülmüştür. Daha savaş sırasında başlayan ABD askeri yardımları savaş sonrasında da devam etmiş ve yardımların daha düzenli yapılabilmesi için ise Truman Doktrini uygulamaya konulmuştur. 1947 yılında başlayan yardımlar ile Türk ordusunun profesyonel ve teknolojik olması amaçlanmış, bu amaçların gerçekleştirilmesi ile de asker sayısının azaltılarak ekonominin rahata kavuşturulması planlanmıştır. Fakat gelen yardımlar Türk ekonomisine daha fazla yük olmakla kalmamış, orduyu da dış güdümlü hale de getirmiştir. Türkiye’nin ABD yanlısı bir dış politika izlemesi tavrı DP iktidarı döneminde de devam etmiştir. 1950 yılında başlayan ve soğuk savaşın sıcak çatışmaya döndüğü Kore Savaşı’nda Türkiye, askeri destekte bulunarak demokratik dünyanın korunmasına destek olmayı ve ülkeye sağlanan dış desteğin devam etmesini sağlamayı hedeflemiştir. Kore Savaşı için yapılan yardım halk tarafından büyük destek görürken, muhalefet ve komünist dünya bu girişimi olumlu karşılamamış, Türkiye’yi ABD güdümüne girmekle suçlamıştır. Türkiye’nin batı ile bütünleşme 512

çabalarına rağmen, ciddi bir güvenlik paktı içerisine alınmamış olmasının verdiği tedirginlik sonrasında NATO’ya giriş için büyük çaba sarf ettiği görülmüştür. Pakt üyeleri tarafından ilk etapta bu talep olumlu karşılanmasa da zaman içerisinde, Türkiye’nin Orta Doğu üzerindeki stratejik konumu ve Sovyetlerin yayılma planları karşısındaki değeri anlaşılarak Türkiye NATO oluşumuna dahil edilmiştir. Türk basını Cumhuriyet’in ilanın ardından kısa süreli bir serbestlik dönemi yaşadıktan sonra 1931 yılında çıkarılan Basın Kanunu ile denetim altına alınmıştır. Hükümet izni olmadan gazetelerin haber yayınlamasının güç olduğu, yayınladıkları durumda ise kapatıldığı baskıcı bir dönem başlamıştır. Demokrasiye geçişin bir yansıması olarak basın üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması da gündeme gelmiştir. Basın Kanunu’nda yapılan değişikliğe rağmen istenilen serbestlik ortamı sağlanamamıştır. DP iktidarı döneminde ise basın üzerinde ilk etapta bir serbestlik ortamı oluşturulmuştur. Türk basını 1945-1950 yılları arasında siyasi partilerin temsilcileri olarak faaliyet göstermişlerdir. Daha çok CHP taraftarı basın öne çıkmaktayken, DP güçlendikçe bu partiyi destekleyen gazete sayısı da artış göstermiştir. Genel itibariyle, sağlanan imkânlar çerçevesinde, çıkan gazete ve dergi sayısında da ilgili dönemde ciddi artışlar göze çarpmıştır. 1945-1950 yılları arası, Türkiye için büyük değişimlerin dönemi olmuştur. Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, dini, yazınsal, askeri ve eğitim gibi alanlarda yaşanan gelişmeler sonraki süreçte oluşan yeni Türkiye’nin anlaşılması için bir başlangıç olarak kabul edilmiştir. Yöneten ve yönetilenlerin, Cumhuriyet kurulduğu andan beridir devam ettirdiği hareket tarzları kökten değişim sergilemiştir. 21. yüzyılın Türkiye’sinin başarılarını ya da çıkmazlarını daha iyi anlayabilmek ve gelecekle ilgili planlar yapabilmek için mutlaka çalışmamız çerçevesinde değerlendirilen yıllara bakmak uygun olacaktır.

KAYNAKÇA

A. ARŞİV BELGELERİ 1. Yayınlanmamış Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi(BCA); BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 30..11.1.0, Yer No: 165.2..8. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 10.55..21. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 11.56..1. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 11.57..1. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 11.57..17. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 31.136..3. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 5.26..30. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 5.26..7. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 5.27..17. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.28..19. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.28..7. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.30..13. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.30..15. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.31..3. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.34..1. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 6.34..19. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 7.39..11. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 8.40..18. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 8.42..8. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 12.103..44. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 12.103..58. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 4.31..12. BCA, Dosya: ?, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 4.31..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 165.658..1. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 222.876..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 222.876..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 352.1476..1. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 434.1803..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 435.1806..2. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1808..1. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1808..2. 514

BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1809..1. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1809..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1811..2. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 459.1886..2. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 459.1887..3. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:437.1813..1. BCA, Dosya: 1. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:437.1813..5. BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 163.649..3. BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 218.860..1. BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 231.912..1. BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 436.1808..3. BCA, Dosya: 1.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:459.1885..5. BCA, Dosya: 11015, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 129.929..15. BCA, Dosya: 1118, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 219.476..18. BCA, Dosya: 12, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 122.41..2. BCA, Dosya: 1238, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 14.80..10. BCA, Dosya: 13-23, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 112.66..6. BCA, Dosya: 13-88, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 121.90..7. BCA, Dosya: 172A25, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 163.142..4. BCA, Dosya: 2. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 572.2277..3. BCA, Dosya: 2.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:571.2275..2. BCA, Dosya: 20139, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 25.142..7. BCA, Dosya: 2267, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 26.151..24. BCA, Dosya: 250106, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 207.415..23. BCA, Dosya: 3.BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 607.102..21. BCA, Dosya: 400-235, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 219.478..12. BCA, Dosya: 421B35, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 233.574..36. BCA, Dosya: 426846, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 243.646..6. BCA, Dosya: 426853, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 243.646..13. BCA, Dosya: 4381050, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 265.792..45. BCA, Dosya: 438A48, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 266.793..49. BCA, Dosya: 440135, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 268.806..17. BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 1006.884..1. BCA, Dosya: 5. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 977.791..2. BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 107.106..10. BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 107.106..11. BCA, Dosya: 516, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 107.106..12. BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 118.101..15. BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 118.102..4. BCA, Dosya: 52-101, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 118.79..10. 515

BCA, Dosya: 52-108, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 118.98..18. BCA, Dosya: 52-112, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 121.83..16. BCA, Dosya: 7. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:1202.218..1. BCA, Dosya: 74-60, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 112.93..12. BCA, Dosya: 74-83, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 120.68..3. BCA, Dosya: 76-1038, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 118.108..3. BCA, Dosya: 76-1275, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 119.30..20. BCA, Dosya: 76-1750, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 124.81..15. BCA, Dosya: 76-631, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 124.83..7. BCA, Dosya: 77-731, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 116.48..10. BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 1250.163..3. BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No: 1387.605..3. BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:1287.278..1. BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:1347.478..1. BCA, Dosya: 8. BÜRO, Fon Kodu: 490..1.0.0, Yer No:1387.605..2. BCA, Dosya: 85309, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 85.562..9. BCA, Dosya: 86105, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 87.574..1. BCA, Dosya: 94C55, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 110.736..16. BCA, Dosya: 97227, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 117.815..15. BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 11.64..10. BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 11.64..5. BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 11.67..3. BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 12.70..5. BCA, Dosya: A6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 12.75..1. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.98..29. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.98..34. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.98..49. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.99..11. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.99..38. BCA, Dosya: A7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.99..9. BCA, Dosya: A8, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 17.97..3. BCA, Dosya: B2, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 40.241..14. BCA, Dosya: B2, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 41.242..2. BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 42.249..13. BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 42.250..5. BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 42.251..17. BCA, Dosya: C1, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 42.252..1. BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 44.257..1. BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 44.257..2. BCA, Dosya: C2, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 44.257..3. 516

BCA, Dosya: C7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 48.285..1. BCA, Dosya: C7, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 48.285..5. BCA, Dosya: D4, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 51.306..2. BCA, Dosya: D5, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 51.309..4. BCA, Dosya: D6, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 53.315..4. BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 80.506..8. BCA, Dosya: E12, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 80.507..5. BCA, Dosya: E3, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 56.344..8. BCA, Dosya: E4, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 60.370..9. BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 65.403..16. BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 65.407..14. BCA, Dosya: E5, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 66.413..8. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.623..3. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.623..4. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.623..7. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.625..11. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.625..12. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.625..6. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.627..10. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 101.627..7. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 102.630..11. BCA, Dosya: F11, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 102.630..8. BCA, Dosya: İ, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 111.700..3. BCA, Dosya: P, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 128.829..4. BCA, Dosya: S, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No: 128.832..2. 2. Yayınlanmış Arşiv Belgeleri: Ağralı, Sedat, Günümüze Kadar Belgelerle Türk Sendikacılığı, Son Telgraf Matbaası, İstanbul 1967. Akalın, Cüneyt, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye-1 Olaylar Belgeler(1945-1952), Kaynak Yayınları, İstanbul 2003. Arar, İsmail Arar, Hükümet Programları(1920-1965), Burçak Yayınevi, İstanbul 1968 Armaoğlu, Fahir, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991. Ayas, Nevzad, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi Kuruluşlar ve Tarihçeler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1948. Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, Türkiye Milli Geliri(1938-1948-1951), Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü Basımevi, Ankara 1954. Demirer, Mehmet Arif, Demokrat Parti İktidarı’nın 1950-1960 Günlüğü, Demokrat Parti Yayınları, Ankara 1995. 517

Dickerman, Watson, Türkiye’de Halk Eğitimi Hakkında Rapor(1951), Maarif Basımevi, Ankara 1956. Erdem, Tarhan, Anayasalar ve Seçim Kanunları(1876-1982), Milliyet Yayınları, İstanbul 1982. Esirci, Şükrü, Menderes Diyor ki, Cilt I, Demokrasi Yayınları, İstanbul 1967. Ezherli, İhsan Ezherli, Türkiye Büyük Millet Meclisi(1920-1986), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1986. Gazeteciler Cemiyeti Basım-Yayın ve Araştırma Komitesi, Gazeteciler Cemiyeti ve Kırk Yıl, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1987. Halloum, Ribhi, Belgelerle Filistin Dün-Bugün-Yarın, Alan Yayıncılık, İstanbul 1988. İmar ve İskan Bakanlığı, 50 Yılda İmar ve Yerleşme(1923-1973), İmar ve İskan Bakanlığı Matbaası, Ankara 1973. Kantarcıoğlu, Selçuk, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında Kültür, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998. Kili, Suna ve A. Şeref Gözübüyük, Sened-i İttifaktan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006. Kürşad, Fikret, Mustafa H. Altan ve Sabahaddin Egeli, Belgelerle Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, Kutsun Yayınevi, İstanbul 1978. Mete, Orhan, Bütün Tafsilat ve Akisleriyle Demokrat Parti’nin Birinci Büyük Kongresi, Ticaret Dünyası Matbaası, İstanbul 1947. Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, Cilt 3, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1947. Milli Eğitim Bakanlığı, Dördüncü Milli Eğitim Şurası, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1991. Özdemir, Hikmet, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşkanı Seçimleri, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007. Sanal, Türker Sanal, Türkiye Cumhuriyeti ve 50 Hükümeti, Sim Matbaacılık, Ankara 1995. Sevim, Ali, İzzet Öztoprak ve M. Akif Tural, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, ATAM Yayınları, Ankara 2006. Soysal, İsmail, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları(1945-1990), TTK Basımevi, Ankara 1991. Şahingiray, Özel, Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri(1946-1950), İş Bankası Yayınları, İstanbul 1999. Tanyeli, Halit ve Adnan Topsakallıoğlu, İzahlı Demokrat Parti Kronolojisi, Cilt 2, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958. TBMM Albümü, Cilt 1(1920-1950), TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010. TBMM Albümü, Cilt 2(1950-1980), TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010. 518

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Yıllığı1959, Ankara 1959. Türkiye Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye İstatistik Yıllığı 1963, Cilt 25, Ankara 1963. Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1953, Ankara 1953. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi Ana Nizamname ve Faaliyet Programı, F-K Basımevi, İstanbul 1946. B. RESMİ YAYINLAR Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi; TBMMZC, 25 Temmuz 1931, 4. Dönem, Cilt 3. TBMMZC, 29 Haziran 1938, 5. Dönem, Cilt 26. TBMMZC, 15 Mart 1944, 7. Dönem, Cilt 8. TBMMZC, 3 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15. TBMMZC, 10 Ocak 1945, 7. Dönem, Cilt 15. TBMMZC, 23 Şubat 1945, 7. Dönem, Cilt 15. Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi; TBMMTD, 14 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17. TBMMTD, 16 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17. TBMMTD, 29 Mayıs 1945, 7. Dönem, Cilt 17. TBMMTD, 1 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 4 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 5 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 8 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 11 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 15 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 22 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 25 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 27 Haziran 1945, 7. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 6 Temmuz 1945, 7. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 9 Temmuz 1945, 7. Dönem, Cilt 19. TBMMTD,15 Ağustos 1945, 7. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 1 Kasım 1945, 7. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 5 Kasım 1945, 7. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 7 Aralık 1945, 7. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 20 Aralık 1945, 7. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 9 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21. TBMMTD, 21 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21. TBMMTD, 23 Ocak 1946, 7. Dönem, Cilt 21. TBMMTD, 29 Nisan 1946, 7. Dönem, Cilt 22. TBMMTD, 3 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. 519

TBMMTD, 8 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 13 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 20 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 22 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 31 Mayıs 1946, 7. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 5 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 10 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 13 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 14 Haziran 1946, 7. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 5 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 14 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 26 Ağustos 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 2 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 13 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 16 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 17 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 18 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 20 Eylül 1946, 8. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 1 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt 2. TBMMTD, 13 Kasım 1946, 8. Dönem, Cilt 2. TBMMTD, 4 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 18 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 30 Aralık 1946, 8. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 8 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 13 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 29 Ocak 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 14 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 19 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 20 Şubat 1947, 8. Dönem, Cilt 4. TBMMTD, 28 Mayıs 1947, 8. Dönem, Cilt 5. TBMMTD, 30 Mayıs 1947, 8. Dönem, Cilt 5. TBMMTD, 2 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 9 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 16 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 18 Haziran 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 29 Ağustos 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 1 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 3 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 4 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 5 Eylül 1947, 8. Dönem, Cilt 6. 520

TBMMTD, 8 Ekim 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 13 Ekim 1947, 8. Dönem, Cilt 6. TBMMTD, 1 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7. TBMMTD, 21 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7. TBMMTD, 24 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7. TBMMTD, 28 Kasım 1947, 8. Dönem, Cilt 7. TBMMTD, 22 Aralık 1947, 8. Dönem, Cilt 8. TBMMTD, 30 Ocak 1948, 8. Dönem, Cilt 9. TBMMTD, 2 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10. TBMMTD, 9 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10. TBMMTD, 20 Şubat 1948, 8. Dönem, Cilt 10. TBMMTD, 26 Nisan 1948, 8. Dönem, Cilt 11. TBMMTD, 3 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11. TBMMTD, 17 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11. TBMMTD, 21 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11. TBMMTD, 24 Mayıs 1948, 8. Dönem, Cilt 11. TBMMTD, 18 Haziran 1948, 8. Dönem, Cilt 12. TBMMTD, 2 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12. TBMMTD, 8 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12. TBMMTD, 9 Temmuz 1948, 8. Dönem, Cilt 12. TBMMTD, 1 Kasım 1948, 8. Dönem, Cilt 13. TBMMTD, 8 Kasım 1948, 8. Dönem, Cilt 13. TBMMTD, 24 Aralık 1948, 8. Dönem, Cilt 14. TBMMTD, 29 Aralık 1948, 8. Dönem, Cilt 14. TBMMTD, 3 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15. TBMMTD, 24 Ocak 1949, 8. Dönem, Cilt 15. TBMMTD, 4 Şubat 1949, 8. Dönem, Cilt 16. TBMMTD, 7 Şubat 1949, 8. Dönem, Cilt 16. TBMMTD, 30 Mart 1949, 8. Dönem, Cilt 17. TBMMTD, 28 Nisan 1949, 8. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 29 Nisan 1949, 8. Dönem, Cilt 18. TBMMTD, 4 Mayıs 1949, 8. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 23 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 24 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 30 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 31 Mayıs1949, 8. Dönem, Cilt 19. TBMMTD, 4 Haziran1949, 8. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 10 Haziran 1949, 8. Dönem, Cilt 20. TBMMTD, 1 Kasım 1949, 8. Dönem, Cilt 21. TBMMTD, 12 Aralık 1949, 8. Dönem, Cilt 22. 521

TBMMTD, 23 Ocak 1950, 8. Dönem, Cilt 23. TBMMTD, 3 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 6 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 7 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 8 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 9 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 11 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 16 Şubat 1950, 8. Dönem, Cilt 24. TBMMTD, 1 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 10 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 13 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 15 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 20 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 22 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 23 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 24 Mart 1950, 8. Dönem, Cilt 25. TBMMTD, 22 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 26 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 29 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 31 Mayıs 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 16 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 30 Haziran 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 7 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 13 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 14 Temmuz 1950, 9. Dönem, Cilt 1. TBMMTD, 1 Kasım1950, 9. Dönem, Cilt 2. TBMMTD, 6 Kasım1950, 9. Dönem, Cilt 2. TBMMTD, 6 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 8 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 11 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 15 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3. TBMMTD, 25 Aralık 1950, 9. Dönem, Cilt 3. Ayın Tarihi, 11 Ocak 1947. Ayın Tarihi, 7 Nisan 1947. Ayın Tarihi, 22 Nisan 1947. Ayın Tarihi, 23 Nisan 1947. Ayın Tarihi, 29 Nisan 1947. Ayın Tarihi, 19 Eylül 1947. Ayın Tarihi, 15 Ocak 1948. Ayın Tarihi, 4 Temmuz 1948. 522

Ayın Tarihi, 16 Ocak 1949. Ayın Tarihi, 13 Nisan 1949. Ayın Tarihi, 12 Haziran 1949. Ayın Tarihi, 15 Haziran 1949. Ayın Tarihi, 22 Ekim 1949. Ayın Tarihi, 16 Kasım 1949. Ayın Tarihi, 6 Nisan 1950. Ayın Tarihi, 14 Nisan 1950. Ayın Tarihi, 12 Haziran 1950. Ayın Tarihi, 6 Temmuz 1950. Ayın Tarihi, 3 Kasım 1950. Ayın Tarihi, 11 Kasım 1950. Resmi Gazete, 5 Ocak 1945. Resmi Gazete, 8 Ocak 1945. Resmi Gazete, 15 Ocak 1945. Resmi Gazete, 23 Ocak 1945. Resmi Gazete, 21 Nisan 1945. Resmi Gazete, 25 Nisan 1945. Resmi Gazete, 9 Haziran 1945. Resmi Gazete, 15 Haziran 1945. Resmi Gazete, 16 Haziran 1945. Resmi Gazete, 23 Haziran 1945. Resmi Gazete, 27 Haziran 1945. Resmi Gazete, 7 Temmuz 1945. Resmi Gazete, 10 Temmuz 1945. Resmi Gazete, 24 Ağustos 1945. Resmi Gazete, 17 Ekim 1945. Resmi Gazete, 2 Kasım 1945. Resmi Gazete, 8 Kasım 1945. Resmi Gazete, 13 Aralık 1945. Resmi Gazete, 25 Ocak 1946. Resmi Gazete, 30 Ocak 1946. Resmi Gazete, 5 Nisan 1946. Resmi Gazete, 22 Nisan 1946. Resmi Gazete, 27 Nisan 1946. Resmi Gazete, 10 Mayıs 1946. Resmi Gazete, 16 Mayıs 1946. Resmi Gazete, 22 Mayıs 1946. Resmi Gazete, 1 Haziran 1946. Resmi Gazete, 6 Haziran 1946. 523

Resmi Gazete, 10 Haziran 1946. Resmi Gazete, 11 Haziran 1946. Resmi Gazete, 18 Haziran 1946. Resmi Gazete, 22 Haziran 1946. Resmi Gazete, 18 Temmuz 1946. Resmi Gazete, 27 Ağustos 1946. Resmi Gazete, 10 Ekim 1946. Resmi Gazete, 22 Ekim 1946. Resmi Gazete, 7 Aralık 1946. Resmi Gazete, 17 Ocak 1947. Resmi Gazete, 20 Ocak 1947. Resmi Gazete, 30 Ocak 1947. Resmi Gazete, 5 Şubat 1947. Resmi Gazete, 22 Şubat 1947. Resmi Gazete, 26 Şubat 1947. Resmi Gazete, 11 Mart 1947. Resmi Gazete, 4 Haziran 1947. Resmi Gazete, 3 Eylül 1947. Resmi Gazete, 5 Eylül 1947. Resmi Gazete, 12 Eylül 1947. Resmi Gazete, 3 Ekim 1947. Resmi Gazete, 14 Ekim 1947. Resmi Gazete, 25 Şubat 1948. Resmi Gazete, 16 Haziran 1948. Resmi Gazete, 13 Temmuz 1948. Resmi Gazete, 30 Aralık 1948. Resmi Gazete, 13 Mayıs 1949. Resmi Gazete, 14 Mayıs 1949. Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949. Resmi Gazete, 6 Haziran 1949. Resmi Gazete, 16 Haziran 1949. Resmi Gazete, 17 Haziran 1949. Resmi Gazete, 28 Haziran 1949. Resmi Gazete, 4 Temmuz 1949 Resmi Gazete, 18 Temmuz 1949. Resmi Gazete, 26 Temmuz 1949. Resmi Gazete, 1 Ekim 1949. Resmi Gazete, 17 Aralık 1949. Resmi Gazete, 31 Aralık 1949. Resmi Gazete, 1 Şubat 1950. 524

Resmi Gazete, 16 Şubat 1950. Resmi Gazete, 21 Şubat 1950. Resmi Gazete, 4 Mart 1950. Resmi Gazete, 27 Mart 1950. Resmi Gazete, 29 Mart 1950. Resmi Gazete, 24 Nisan 1950. Resmi Gazete, 23 Mayıs 1950. Resmi Gazete, 3 Haziran 1950. Resmi Gazete, 8 Haziran 1950. Resmi Gazete, 13 Haziran 1950. Resmi Gazete, 15 Temmuz 1950. Resmi Gazete, 24 Temmuz 1950. Resmi Gazete, 11 Aralık 1950. Resmi Gazete, 25 Aralık 1950. Resmi Gazete, 5 Mart 1976. C. SÜRELİ YAYINLAR 1. Yazara Göre: Atay, Falih Rıfkı, “Büyük Meclisin Dünkü Kararı”, Ulus Gazetesi, 3 Ağustos 1944. Atay, Falih Rıfkı, “Türkçeleştirilen Anayasamız”, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Ocak 1945. Aybar, Mehmet Ali, “Kağıt Üzerinde Demokrasi”, Vatan Gazetesi, 25 Ağustos 1945. Aybar, Mehmet Ali, “Bravo Demokrat Partiye”, Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Nisan 1947. Aybar, Mehmet Ali, “İleri Değil Geri Gittik”, Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Şubat 1948. Baban, Cihat, “İnkılap Esaslarında İttifak Lazım Değil Mi?”, Zafer Gazetesi, 2 Mart 1950. Baban, Cihat, “Millet Pişman mı?”, Zafer Gazetesi, 10 Haziran 1950. Daver, Abidin, “Ortadoğu, İngiltere ve Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 25 Mayıs 1946. Daver, Abidin,“Kızıl Demir Perdeye Karşı Demokrasi Dalkıranı”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mart 1947. Daver, Abidin, “Kan ve Ateş İçinde Doğan Bir Devlet”, Cumhuriyet Gazetesi, 16 Mayıs 1948. Daver, Abidin, “Amerika’nın Emniyeti ve Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ağustos 1949. Durukal, Haluk, “Doğu Anadolu’da Her İki Parti de Ateşle mi Oynuyor?”, Cumhuriyet Gazetesi, 29 Nisan 1950. Dülger, Bahadır, “Milli Husumet Andı Karşısında Hükümet”, Son Saat Gazetesi, 20 Temmuz 1949. Emeç, Selim Ragıp, “Halk Partisine Niçin İnanılmaz”, Son Posta Gazetesi, 11 Ağustos 1950. Emeç, Selim Rağıp, “Yine Atlantik Paktı Hikayesi”, Son Posta Gazetesi, 22 Eylül 1950. 525

Erim, Nihat, “Demokrasi Gaye midir Vasıta mı?”, Ulus Gazetesi, 30 Mayıs 1946. Erim, Nihat, “Yorumlar Devam Ederken”, Ulus Gazetesi, 3 Şubat 1947. Edip, Eşref,“Farmasonluk Atatürk Yolu Mudur?” Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 24 Aralık 1948. Fenik, Adviye, “Seçim Kanununun İhlal Edilen Maddesi”, Zafer Gazetesi, 5 Mayıs 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “İktisaden İstikrarsız Tek Devlet Türkiye”, Zafer Gazetesi, 6 Temmuz 1949. Fenik, Mümtaz Faik, “Güzel Türkçeyi Artık Konuşalım”, Zafer Gazetesi, 19 Aralık 1949. Fenik, Mümtaz Faik, “Metodları Ne Olacağı Gözüküyor”, Zafer Gazetesi, 24 Şubat 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Halk Niçin DP’yi Tercih Etti?” , Zafer Gazetesi, 19 Mayıs 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “ Kabinenin Programı”, Zafer Gazetesi, 30 Mayıs 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Yüksek Komutadaki Son Değişiklikler”, Zafer Gazetesi, 11 Haziran 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Doğu İlleri İçin Kışkırtıcı Sözler”, Zafer Gazetesi, 14 Haziran 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Küçük Politika Oyunları”, Zafer Gazetesi, 28 Temmuz 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Zafer Gazetesi, 4 Ağustos 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Bulgaristan’daki Türklerin Tehciri”, Zafer Gazetesi, 12 Ağustos 1950. Fenik, Mümtaz Faik, “Bulgarların Yeni Bir Küstahlığı”, Zafer Gazetesi, 24 Eylül 1950. Karacan, Ali Naci, “Allahtan Başka Kimseden Korkun Olmasın!”, Tan Gazetesi, 30 Mart 1949. Karacan, Ali Naci, “Muhalefetin Acaip Halleri”, Milliyet Gazetesi, 11 Ağustos 1950. Köprülü, Fuat, “Açık Konuşalım”, Vatan Gazetesi, 5 Ağustos 1945. Köprülü, Fuat, “Yalancının Mumu”, Vatan Gazetesi, 7 Eylül 1945. Köprülü, Fuat, “Sırça Köşkte Oturan…”, Vatan Gazetesi, 11 Eylül 1945. Köprülü, Fuat, “Sırça Köşkte Oturan…”, Vatan Gazetesi, 12 Eylül 1945. Köprülü, Fuat, “Dış Siyaset ve Parti Propagandası”, Son Saat Gazetesi, 19 Nisan 1947. Kösemen, Yusuf Ziya, “Tezatlar”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 18, Ekim 1948. Menderes, Adnan, “Başbakanın Demeci Münasebetiyle”, Vatan Gazetesi, 14 Eylül 1945. Nadi, Nadir, “Türk Halkçılığında Gelişme Yolu”, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Haziran 1945. Nadi, Nadir, “Yeni Partinin Kuvvetli ve Zayıf Tarafı”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ocak 1946. Orhon, Orhan Seyfi, “Besim Atalay’a Cevap”, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946. Orhon, Orhan Seyfi, “Mesele Şudur”, Yeniçağ Gazetesi, 18 Mayıs 1946. Sadak, Necmettin, “Yeni Partilerin Doğması İçin Bazı Kanunların Değişmesi Gerekir”, Akşam Gazetesi, 24 Haziran 1945. Safa, Peyami, “Tekrar Edelim”, Ulus Gazetesi, 5 Aralık 1949. 526

Safa, Peyami, “Türbe Fobisi”, Ulus Gazetesi, 2 Şubat 1950. Safa, Peyami, “Niçin mi Halk Partisi?”, Ulus Gazetesi, 8 Mayıs 1950. Safa, Peyami, “Millet Pişman”, Ulus Gazetesi, 8 Haziran 1950. Saruhan, Hüseyin, “Laik misiniz, Yoksa Din Düşmanı mı?”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 18, Ekim 1948. Sertel, Sabiha, “Toprak Davası”, Tan Gazetesi, 24 Eylül 1945. Sertel, Zekeriya, “Fevkalade Tedbirlerin Kaldırılması Zamanı Geldi”, Tan Gazetesi, 17 Mayıs 1945. Sertel, Zekeriya, “Türk Matbuatında Kıyamet Kopuyor”, Tan Gazetesi, 8 Temmuz 1945. Sertel, Zekeriya, “Birleşmiş Milletler Anayasasını Kabul Etmek Ne Demektir”, Tan Gazetesi, 20 Ağustos 1945. Sertel, Zekeriya, “İki Mebusun Partiden Çıkarılması Hadisesi”, Tan Gazetesi, 24 Eylül 1945. Sertel, Zekeriya, “Yine Siyasi Mahkûmların Affı Hakkında”, Tan Gazetesi, 26 Kasım 1945. Süleyman, Nazif, “Kıbrıs’taki Türklerle Alakadar Olmalıyız”, Zafer Gazetesi, 29 Temmuz 1949. Togay, Muharrem Feyzi, “Küçük Milletler Davasının İlk Zaferi”, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946. Togay, Muharrem Feyzi, “İran Dünya Meselesi Oldu”, Yeniçağ Gazetesi, 23 Mart 1946. Uşakgil, Ekrem, “Matbuat Kanununda Yapılacak Tadilat”, Son Posta Gazetesi, 27 Ağustos 1946. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Mareşal Hakkında”, Tanin Gazetesi, 6 Eylül 1946. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Dünkü Sözler, Bugünkü Davalar”, Tanin Gazetesi, 19 Eylül 1946. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Rusya’ya Amerikan Notası”, Tanin Gazetesi, 12 Ekim 1946. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Suriye’nin Çıkardığı Mesele”, Tanin Gazetesi, 30 Ocak 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Moskova Radyosunun Enteresan Bir Neşriyatı”, Tanin Gazetesi, 31 Ocak 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Kısmi Seçimler Karşısında Demokrat Partisi”, Tanin Gazetesi, 29 Mart 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Demokrat Partisi Seçimlere Girmiyor”, Tanin Gazetesi, 4 Nisan 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Cumhurbaşkanının Beyanatı”, Tanin Gazetesi, 13 Temmuz 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Polis Vazife ve Salahiyetleri Hakkındaki Kanun”, Tanin Gazetesi, 16 Temmuz 1947. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Muhalefetin Mantığı”, Ulus Gazetesi, 13 Ekim 1948. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Halep Kalesinde Türk Bayrağı”, Ulus Gazetesi, 28 Aralık 1948. 527

Yalman, Ahmet Emin, “Sovyet Rusya’yı Tanımak İhtiyacı”, Vatan Gazetesi, 27 Nisan 1944. Yalman, Ahmet Emin, “Rusya’ya Karşı Müspet Siyaset”, Vatan Gazetesi, 1 Ağustos 1945. Yalman, Ahmet Emin, “Sovyet Rusya ve Ermeni Meselesi”, Vatan Gazetesi, 5 Ağustos 1945. Yalman, Ahmet Emin, “Halk Partisinin Aydınlatılması İcap Eden Bir Mesele”, Vatan Gazetesi, 1 Haziran 1946. Yalman, Ahmet Emin, “Kurtuluş Mücadelesi”, Vatan Gazetesi, 17 Haziran 1946. Yalman, Ahmet Emin, “Hürriyeti Kullanmak Davası”, Vatan Gazetesi, 11 Ocak 1948. Yalman, Ahmet Emin, “Millet Partisi Hakkında Düşünceler”, Vatan Gazetesi, 25 Temmuz 1948. Yalman, Ahmet Emin, “Fikret ve Nazım Hikmet”, Vatan Gazetesi, 19 Ağustos 1949. 2. Başlığa Göre: “Amerika Türkiye Deniz Ataşesi George Earle’nin Beyanatı”, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946. “Bizim Yoldaşlar Nihayet Maskelerini Attılar”, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Aralık 1945. “CHP’nin Propagandacısı Pilavoğlu”, Zafer Gazetesi, 18 Nisan 1950. “Cumhurbaşkanı’ndan Bir İstirhamımız Var”, Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 6, Haziran 1948. “İnsan Hakları”, Zafer Gazetesi, 10 Aralık 1949. “Köy Enstitüler Faciası” , Yeni Cephe Gazetesi, 16 Kasım 1950. 3. Tarihe Göre: Akşam Gazetesi, 31 Ocak 1932. Akşam Gazetesi, 11 Ocak 1945. Akşam Gazetesi, 7 Mart 1945. Akşam Gazetesi, 22 Mart 1945. Akşam Gazetesi, 24 Mart 1945. Akşam Gazetesi, 7 Nisan 1945. Akşam Gazetesi, 1 Ekim 1945. Akşam Gazetesi, 2 Kasım 1945. Akşam Gazetesi, 1 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 3 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 5 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 8 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 15 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 19 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 20 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 21 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 22 Aralık 1945. Akşam Gazetesi, 7 Ocak 1946. Akşam Gazetesi, 11 Ocak 1946. 528

Akşam Gazetesi, 5 Mart 1946. Akşam Gazetesi, 7 Mart 1946. Akşam Gazetesi, 24 Mart 1946. Akşam Gazetesi, 5 Nisan 1946. Akşam Gazetesi, 28 Nisan 1946. Akşam Gazetesi, 2 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 4 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 6 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 9 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 18 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 24 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 26 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 27 Mayıs 1946. Akşam Gazetesi, 3 Ağustos 1946. Akşam Gazetesi, 13 Ağustos 1946. Akşam Gazetesi, 3 Şubat 1947. Akşam Gazetesi, 9 Şubat 1947. Akşam Gazetesi, 7 Mart 1947. Akşam Gazetesi, 11 Mart 1947. Akşam Gazetesi, 7 Nisan 1947. Akşam Gazetesi, 2 Mayıs 1947. Akşam Gazetesi, 29 Mayıs 1947. Akşam Gazetesi, 28 Haziran 1947. Akşam Gazetesi, 2 Temmuz 1947. Akşam Gazetesi, 8 Temmuz 1947. Akşam Gazetesi, 11 Temmuz 1947. Akşam Gazetesi, 12 Temmuz 1947. Akşam Gazetesi, 15 Ağustos 1947. Akşam Gazetesi, 28 Ağustos 1947. Akşam Gazetesi, 29 Ağustos 1947. Akşam Gazetesi, 4 Eylül 1947. Akşam Gazetesi, 6 Eylül 1947. Akşam Gazetesi, 18 Eylül 1947. Akşam Gazetesi, 20 Kasım 1947. Akşam Gazetesi, 22 Kasım 1947. Akşam Gazetesi, 1 Aralık 1947. Akşam Gazetesi, 13 Aralık 1947. Akşam Gazetesi, 14 Aralık 1947. Akşam Gazetesi, 12 Ocak 1948. Akşam Gazetesi, 30 Ocak 1948. 529

Akşam Gazetesi, 5 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 7 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 9 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 10 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 12 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 27 Mart 1948. Akşam Gazetesi, 10 Nisan 1948. Akşam Gazetesi, 17 Nisan 1948. Akşam Gazetesi, 18 Nisan 1948. Akşam Gazetesi, 1 Mayıs 1948. Akşam Gazetesi, 9 Haziran 1948. Akşam Gazetesi, 12 Haziran 1948. Akşam Gazetesi, 19 Haziran 1948. Akşam Gazetesi, 21 Temmuz 1948. Akşam Gazetesi, 7 Ağustos 1948. Akşam Gazetesi, 19 Ekim 1948. Akşam Gazetesi, 2 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 12 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 15 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 23 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 24 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 25 Kasım 1948. Akşam Gazetesi, 6 Ocak 1949. Akşam Gazetesi, 6 Şubat 1949. Akşam Gazetesi, 14 Mart 1949. Akşam Gazetesi, 18 Mart 1949. Akşam Gazetesi, 31 Mart 1949. Akşam Gazetesi, 5 Mayıs 1949. Akşam Gazetesi, 10 Mayıs 1949. Akşam Gazetesi, 23 Mayıs 1949. Akşam Gazetesi, 8 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 12 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 15 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 16 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 23 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 24 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 28 Haziran 1949. Akşam Gazetesi, 3 Temmuz 1949. Akşam Gazetesi, 16 Temmuz 1949. Akşam Gazetesi, 18 Temmuz 1949. 530

Akşam Gazetesi, 19 Temmuz 1949. Akşam Gazetesi, 10 Ağustos 1949. Akşam Gazetesi, 27 Ağustos 1949. Akşam Gazetesi, 2 Eylül 1949. Akşam Gazetesi, 16 Eylül 1949. Akşam Gazetesi, 12 Ekim 1949. Akşam Gazetesi, 18 Ekim 1949. Akşam Gazetesi, 21 Aralık 1949. Büyük Doğu Dergisi, Cilt 1, Sayı 15, 8 Şubat 1946. Büyük Doğu Dergisi, Cilt 4, Sayı 83, 5 Mart 1948. Büyük Doğu Dergisi, Sayı 23, 25 Ağustos 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 21 Ocak 1943. Cumhuriyet Gazetesi, 22 Mart 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 9 Mayıs 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 15 Haziran 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Haziran 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 27 Haziran 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 28 Kasım 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 22 Aralık 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 24 Aralık 1945. Cumhuriyet Gazetesi, 8 Ocak 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 14 Ocak 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 20 Temmuz 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 6 Ağustos 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 15 Ağustos 1946. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Nisan 1947. Cumhuriyet Gazetesi, 16 Nisan 1948. Cumhuriyet Gazetesi, 18 Mayıs 1948. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1948. Cumhuriyet Gazetesi, 14 Mayıs 1949. Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 7 Nisan 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 12 Nisan 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 20 Nisan 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 15 Mayıs 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mayıs 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Ağustos 1950. 531

Cumhuriyet Gazetesi, 1 Eylül 1950. Cumhuriyet Gazetesi, 23 Eylül 1950. Funda Gazetesi, 15 Kasım 1947. Funda Gazetesi, 9 Şubat 1948. Malumpaşa Gazetesi, 8 Eylül 1947. Memleket Gazetesi, 16 Mart 1947. Memleket Gazetesi, 3 Nisan 1947. Memleket Gazetesi, 4 Nisan 1947. Memleket Gazetesi, 3 Mayıs 1947. Memleket Gazetesi, 20 Mayıs 1947. Memleket Gazetesi, 21 Mayıs 1947. Memleket Gazetesi, 23 Mayıs 1947. Memleket Gazetesi, 28 Mayıs 1947. Memleket Gazetesi, 1 Haziran 1947. Memleket Gazetesi, 28 Haziran 1947. Memleket Gazetesi, 3 Temmuz 1947. Memleket Gazetesi, 3 Ağustos 1947. Memleket Gazetesi, 4 Ağustos 1947. Memleket Gazetesi, 5 Ağustos 1947. Memleket Gazetesi, 16 Ağustos 1947. Memleket Gazetesi, 25 Ağustos 1947. Memleket Gazetesi, 4 Eylül 1947. Memleket Gazetesi, 5 Eylül 1947. Memleket Gazetesi, 6 Ekim 1947. Memleket Gazetesi, 23 Ekim 1947. Memleket Gazetesi, 2 Kasım 1947. Memleket Gazetesi, 3 Aralık 1947. Memleket Gazetesi, 29 Aralık 1947. Milliyet Gazetesi, 6 Mayıs 1950. Milliyet Gazetesi, 5 Haziran 1950. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, Haziran 1948. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, Haziran 1948. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 1, Sayı 10, Ağustos 1948. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 88, Ekim 1950. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 92, Aralık 1950. Sebilürreşad Dergisi, Cilt 4, Sayı 93, Ocak 1951. Son Posta Gazetesi, 22 Eylül 1945, s. 1. Son Posta Gazetesi, 5 Aralık 1945. Son Posta Gazetesi, 6 Aralık 1945. Son Posta Gazetesi, 25 Temmuz 1946. 532

Son Posta Gazetesi, 28 Eylül 1947. Son Posta Gazetesi, 5 Haziran 1950. Son Saat Gazetesi, 21 Temmuz 1946. Son Saat Gazetesi, 22 Temmuz 1946. Son Saat Gazetesi, 25 Temmuz 1946. Son Saat Gazetesi, 19 Ağustos 1946. Son Saat Gazetesi, 7 Eylül 1946. Son Saat Gazetesi, 9 Eylül 1946. Son Saat Gazetesi, 26 Eylül 1946. Son Saat Gazetesi, 21 Ekim 1946. Son Saat Gazetesi, 3 Aralık 1946. Son Saat Gazetesi, 17 Aralık 1946. Son Saat Gazetesi, 19 Aralık 1946. Son Saat Gazetesi, 21 Aralık 1946. Son Saat Gazetesi, 7 Ocak 1947. Son Saat Gazetesi, 31 Ocak 1947. Son Saat Gazetesi, 3 Şubat 1947. Son Saat Gazetesi, 8 Şubat 1947. Son Saat Gazetesi, 14 Mart 1947. Son Saat Gazetesi, 15 Mart 1947. Son Saat Gazetesi, 23 Mart 1947. Son Saat Gazetesi, 28 Mart 1947. Son Saat Gazetesi, 1 Nisan 1947. Son Saat Gazetesi, 4 Nisan 1947. Son Saat Gazetesi, 15 Haziran 1947. Son Saat Gazetesi, 27 Ağustos 1947. Son Saat Gazetesi, 4 Eylül 1947. Son Saat Gazetesi, 24 Kasım 1947. Son Saat Gazetesi, 12 Aralık 1947. Son Saat Gazetesi, 13 Aralık 1947. Son Saat Gazetesi, 22 Aralık 1947. Son Saat Gazetesi, 27 Aralık 1947. Son Saat Gazetesi, 28 Aralık 1947. Son Saat Gazetesi, 11 Haziran 1948. Son Saat Gazetesi, 24 Temmuz 1949. Son Saat Gazetesi, 15 Aralık 1949. Son Saat Gazetesi, 28 Aralık 1949. Tan Gazetesi, 7 Nisan 1945. Tan Gazetesi, 28 Haziran 1945. Tan Gazetesi, 5 Kasım 1945. 533

Tan Gazetesi, 7 Şubat 1949. Tan Gazetesi, 30 Mart 1949. Tan Gazetesi, 2 Nisan 1949. Tan Gazetesi, 4 Nisan 1949. Tan Gazetesi, 17 Ocak 1950. Tanin Gazetesi, 10 Eylül 1946. Tanin Gazetesi, 14 Eylül 1946. Tanin Gazetesi, 21 Ekim 1946. Tanin Gazetesi, 4 Aralık 1946. Tanin Gazetesi, 3 Ocak 1947. Tanin Gazetesi, 31 Ocak 1947. Tanin Gazetesi, 14 Ağustos 1947. Tanin Gazetesi, 21 Ağustos 1947. Tanin Gazetesi, 1 Eylül 1947. Tanin Gazetesi, 3 Ekim 1947. Ulus Gazetesi, 8 Aralık 1943. Ulus Gazetesi, 6 Aralık 1945. Ulus Gazetesi, 24 Mayıs 1946. Ulus Gazetesi, 1 Temmuz 1946. Ulus Gazetesi, 5 Temmuz 1946. Ulus Gazetesi, 12 Temmuz 1946. Ulus Gazetesi, 25 Temmuz 1946. Ulus Gazetesi, 15 Ağustos 1946. Ulus Gazetesi, 3 Ocak 1947. Ulus Gazetesi, 22 Temmuz 1947. Ulus Gazetesi, 28 Haziran 1949. Ulus Gazetesi, 26 Mart 1950. Ulus Gazetesi, 16 Nisan 1950. Ulus Gazetesi, 18 Mayıs 1950. Ulus Gazetesi, 26 Temmuz 1950. Ulus Gazetesi, 11 Ağustos 1950. Ulus Gazetesi, 23 Eylül 1950. Vatan Gazetesi, 21 Nisan 1944. Vatan Gazetesi, 7 Nisan 1945. Vatan Gazetesi, 22 Eylül 1945. Vatan Gazetesi, 2 Ekim 1945. Vatan Gazetesi, 28 Kasım 1945. Vatan Gazetesi, 1 Aralık 1945. Vatan Gazetesi, 5 Aralık 1945. Vatan Gazetesi, 21 Aralık 1945. 534

Vatan Gazetesi, 19 Ocak 1946. Vatan Gazetesi, 22 Temmuz 1946. Vatan Gazetesi, 24 Temmuz 1946. Vatan Gazetesi, 25 Temmuz 1946. Vatan Gazetesi, 17 Aralık 1946. Vatan Gazetesi, 2 Nisan 1950. Vatan Gazetesi, 17 Mayıs 1950. Yeni Cephe Gazetesi, 24 Haziran 1950. Yeni Cephe Gazetesi, 31 Temmuz 1950. Yeni Cephe Gazetesi, 14 Ağustos 1950. Yeni Cephe Gazetesi, 9 Kasım 1950. Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 1946. Yeniçağ Gazetesi, 16 Şubat 1946. Yeniçağ Gazetesi, 23 Şubat 1946. Yeniçağ Gazetesi, 23 Mart 1946. Yeniçağ Gazetesi, 30 Mart 1946. Zafer Gazetesi, 9 Ocak 1950. Zafer Gazetesi, 12 Ocak 1950. Zafer Gazetesi, 19 Ocak 1950. Zafer Gazetesi, 6 Şubat 1950. Zafer Gazetesi, 11 Şubat 1950. Zafer Gazetesi, 4 Mart 1950. Zafer Gazetesi, 18 Mart 1950. Zafer Gazetesi, 27 Mart 1950. Zafer Gazetesi, 5 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 9 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 11 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 13 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 15 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 20 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 26 Nisan 1950. Zafer Gazetesi, 15 Mayıs 1950. Zafer Gazetesi, 20 Mayıs 1950. Zafer Gazetesi, 21 Mayıs 1950. Zafer Gazetesi, 23 Mayıs 1950. Zafer Gazetesi, 10 Haziran 1950. Zafer Gazetesi, 11 Haziran 1950. Zafer Gazetesi, 14 Haziran 1950. Zafer Gazetesi, 27 Haziran 1950. Zafer Gazetesi, 1 Temmuz 1950. 535

Zafer Gazetesi, 7 Temmuz 1950. Zafer Gazetesi, 16 Temmuz 1950. Zafer Gazetesi, 29 Temmuz 1950. Zafer Gazetesi, 30 Temmuz 1950. Zafer Gazetesi, 2 Ağustos 1950. Zafer Gazetesi, 27 Ağustos 1950. Zafer Gazetesi, 23 Eylül 1950. Zafer Gazetesi, 8 Ekim 1950. Zafer Gazetesi, 10 Ekim 1950. Zafer Gazetesi, 17 Ekim 1950. Zafer Gazetesi, 23 Ekim 1950. Zafer Gazetesi, 5 Kasım 1950. Zafer Gazetesi, 29 Kasım 1950. Zafer Gazetesi, 22 Aralık 1950. Zafer Gazetesi, 31 Aralık 1950. Zincirli Hürriyet Gazetesi, 5 Nisan 1947. D. HATIRALAR Ağaoğlu, Samet, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru, Baha Matbaası, İstanbul 1972. Arcayürek, Cüneyt, Demokrasinin İlk Yılları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985. Bağlum, Kemal, Anıpolitik(1945-1960), Bilgi Yayınevi, Ankara 1991. Başar, Ahmet Hamdi, Demokrasi Buhranları, Türkiye Basımevi, İstanbul 1956. Bayar, Celal, Başvekilim Adnan Menderes, Baha Matbaası, İstanbul 1969. Belen, Fahri, Demokrasiden Diktatörlüğe, İstanbul Matbaası, İstanbul 1961. Bölükbaşı, Deniz, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap, İstanbul 2005. Burçak, Rıfkı Salim, On Yılın Anıları(1950-1960), Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1998. Çuyev, Feliks, Molotov Anlatıyor(Çev:Suna Kabasakal), Yordam Kitabevi, İstanbul 2007. Dikerdem, Mahmut, Ortadoğuda Devrim Yılları, İstanbul Matbaası, İstanbul 1977. Erim, Nihat, Günlükler(1925-1979), Cilt 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1980. Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Cilt 2(Kısım 1), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986. Erkin, Feridun Cemal, Türk- Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara 1968. Hristidis, Şengül ve Ersel Ergüz, İsmail Hakkı Birler’in Anılarında CHP’li Yıllar(1946- 1992), İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010. 536

Karabekir, Kazım, Günlükler(1906-1948), Cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009. Karaosmanoğlu,Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul 2009. Kısakürek, Necip Fazıl, Benim Gözümde Menderes, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1970. Kruşçev, Nikita, Kruşçev’in Anıları, Cilt 2, (Çev. M. Ali Kayabal), Milliyet Yayınları, İstanbul 1971. Nutku, Emrullah, Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar(1946- 1958), Fakülteler Matbaası, İstanbul 1979. Öymen, Altan, Değişim Yılları, Doğan Kitap, İstanbul 2004. Saray, Mehmet, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi(III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler), ATAM Yayınları, Ankara 2000. Seçkin, Haydar, 1946 Seçimleri ve Yakın Demokrasi Mücadelemiz, Ankara Ofset, İstanbul 1990. Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001. Truman, Harry S.,Hatıralarım, Ulusal Basımevi, Ankara 1968. Uğur, Necdet, İsmet İnönü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995. Uran, Hilmi, Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım(1908-1950), İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, Devirden Devire, Cilt 2-3, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1975. Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim(1922-1971), Cilt 2, Pera A.Ş, İstanbul 1997. E. TETKİK ESERLER 1. Kitaplar: Acar, Yalçın, Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisadi Politikalar(1923- 1963), Vipaş Yayınları, Bursa 1999. Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980), Hil Yayınları, İstanbul 2010. Ahmad, Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Bilgi Yayınevi, Ankara 1976. Akad, Mehmet Tanju, 20. Yüzyıl Savaşları, Kastaş Yayınları, İstanbul 1992. Akandere, Osman, Milli Şef Dönemi Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Tesirler(1938-1945), İz Yayıncılık, İstanbul 1998. Akdeniz, Sabri, Milli Eğitimimizde İmam-Hatip Okullarının Yeri ve Köy Enstitüleri, Tohum Yayınları, İstanbul 1971. Akkerman, Naki Cevat, Demokrasi ve Türkiye’de Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar, Ulus Basımevi, Ankara 1950. Akşin, Aptülahat, Türkiye’nin 1945’den Sonraki Dış Politika Gelişmeleri Ortadoğu Meseleleri, Kervan Matbaası, İstanbul 1959. Aktaş, Melih, 1950-1960 Demokrat Parti Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü, Şema Yayınevi, İstanbul 2006. Akyol, Taha, Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye, Cilt: 1, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976. 537

Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi(Başlangıçtan 1993’e), Kültür Koleji Yayınları, İstanbul 1994. Albayrak, Sadık, Türkiye’de Din Kavgası, Sebil Matbaacılık, İstanbul 1975. Alpago, Hasan, IMF Türkiye İlişkileri, Ötüken Yayınları, İstanbul 2002. Alpkan, Bahaddin ve Yücel Yükselcan, Milli Savunma Bakanlığında 150. Yıl (1826- 1976), Harita Genel Müdürlüğü Basımevi, Ankara 1976. Altunya, Niyazi, Köy Enstitüsü Sistemi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2010. Anadol, Cemal, Türk Siyaset Tarihinde Demokrat Parti, Yeni Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul 2004. Armaoğlu, Fahir, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları(1948-1988), İş Bankası Yayınları, Ankara 1989. Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1990), İş Bankası Yayınları, Ankara 1991. Atak, M. Sadık, Harp Sonrası Dünya(1945-1966), Ankara Basım ve Ciltevi, Ankara 1966. Ataöv, Türkkaya, Amerika, NATO ve Türkiye, Aydınlık Yayınevi, Ankara 1969. Avcı, Nazmi, Türkiye’de Modernleşme Açısından Din, Kültür, Siyaset(1839-1960), Pınar Yayınları, İstanbul 2000. Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 3, İstanbul Matbaası, İstanbul 1974. Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni, Cilt 1-2, Cem Yayınevi, İstanbul 1973. Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam(1938-1950), Cilt II-III, Remzi Kitabevi, İstanbul 2011. Aydemir, Şevket Süreyya, Menderes’in Dramı, Remzi Kitabevi, Ankara 1969. Ayhan, Halis, Türkiye’de Din Eğitimi(1920-1998), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. Aydoğan, Metin, Türkiye Üzerine Notlar(1923-2005), Umay Yayınları, İzmir 2009. Bali, Rıfat N., Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni(1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul 1999. Başgil, Ali Fuad, Din ve Laiklik, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1977. Başgil, Ali Fuad, Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri, Tan Matbaası, İstanbul 1948. Bila, Hikmet, CHP 1919-1999, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999. Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi(1908-1985), Gerçek Yayınevi, İstanbul 1995. Bozdağ, İsmet, Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Kitapçılık, İstanbul 1975. Bozdağ, İsmet, Dünyada ve Türkiye’de Basın İstibdadı, Emre Yayınları, İstanbul 1992. Bozdağ, İsmet, Menderes Menderes, Emre Yayınları, İstanbul 1997. Burçak, Rıfkı Salim, Türkiye’de Milli İradenin Zaferi, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1994. Canatan, Yaşar, Türk-Irak Münasebetleri(1926-1958), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996. Cem, İsmail, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1989. 538

Ceyhan, Erdal, Türk Eğitim Tarihi Kronolojisi(1299-1997), Ulusal Bellek Yayınları, Edirne 2004. Cicioğlu, Hasan, Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Ortaöğretim, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1985. Coşar, Nevin, Kriz, Savaş ve Bütçe Politikası(1926-1950), Bağlam Yayınları, İstanbul 2004. Coşkun, Enis, Türkiye-Avrupa Bütünleşmesinin Yüzyıllık Seyir Defteri, Cem Yayınevi, İstanbul 2002. Cündioğlu, Dücane, Bir Siyasi Proje Olarak Türkçe İbadet, Cilt I, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1999. Cündioğlu, Dücane, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1998. Çavdar, Tevfik, Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960), İmge Kitabevi, Ankara 2003. Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizm (1860-1990), İmge Kitabevi, Ankara 1992. Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1839-1950), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2008.(Yeni Baskı) Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1839-1950), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1999.(Eski Baskı) Çelik, Edip, 100 Soruda Türkiye’nin Dış Politika Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969. Çufalı, Mustafa, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi(1945-1950), Babil Yayıncılık, Ankara 2004. Dağcı, Gül Tuba, Osmanlı’dan Cumhuriyete Ordu-Siyaset İlişkisi, İlgi Yayınları, İstanbul 2006. Darendelioğlu, İlhan, Türkiye’de Komünist Hareketleri, Toprak Yayınları, İstanbul 1961. Darendelioğlu, İlhan, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, Toker Yayınları, İstanbul 1977. Daver, Bülent, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Son Havadis Matbaası, Ankara 1955. Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları İstanbul 2009. Demir, Mustafa, Köy Enstitüleri ve Solculuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1959. Deringil, Selim, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994. Dervişoğlu, Fatih M.,Nuri Demirağ-Türkiye’nin Havacılık Efsanesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2007. Doğan, Yalçın, IMF Kıskacında Türkiye 1946-1980, Toplum Yayınevi, Ankara 1980. Dölen, Emre, Türkiye Üniversite Tarihi-Özerk Üniversite Dönemi(1946-1981), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010. Duman, Doğan, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 1997. Durmuş, Yalçın, Yaşar Akbıyık, Yücel Özkaya vd.,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt 2, ATAM Yayınları, Ankara, 2008. 539

Ekinci, Necdet, Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1997. Ekzen, Nazif, 1946-1958-1970 Devalüasyonları, Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayınları, Ankara 1980. Erer, Tekin, Türkiye’de Parti Kavgaları, Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1963. Erer, Tekin, 1950-1957 İktisadi Hamleler, Türkiye Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1957. Eroğul, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara 2003. Ertan, Veli ve Hasan Küçük, Cumhuriyet Devrinde Din Eğitimi Din Müesseseleri ve Din Âlimleri, TÜRDAV Basım Yayım, İstanbul 1976. Ertuğrul, İlter, Cumhuriyet Tarihi El Kitabı, ODTÜ Yayıncılık, Ankara 2009. Eyuboğlu, Sabahattin, Köy Enstitüleri Üzerine, Cem Yayınevi, İstanbul 1979. Fergan, Eşref Edip, CHP ve Din (1948-1960), (Hazırlayan: Fahrettin Gün), Beyan Yayınları, İstanbul 2005. Giritlioğlu, Fahir, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1965. Gök, Hayrullah, Mareşal Fevzi Çakmak’ın Askeri ve Siyasi Faaliyetleri(1876-1950), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997. Gökaçtı, Mehmet Ali, Türkiye’de Din Eğitimi ve İmam Hatipler, İletişim Yayınları, İstanbul 2005. Gönlübol, Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Ahmet Şükrü Esmer vd.,Olaylarla Türk Dış Politikası(1919-1973), Sevinç Matbaası, Ankara 1974. Gün, Fahrettin, Sebilürreşad Dergisi Ekseninde Çok Partili Hayata Geçerken İslamcılara Göre Din Siyaset ve Laiklik(1948-1954), Beyan Yayınları, İstanbul 2001. Güngör, Süleyman, Muhalefette Cumhuriyet Halk Partisi, Alternatif Yayınları, Ankara 2004. Gürel, Şükrü Sina, Tarihsel Boyutuyla Türk-Yunan İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992. Gürkan, Nilgün, Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın(1945-1950), İletişim Yayınları, İstanbul 1998. Gürün, Kamuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, AÜSBF Yayınları, Ankara 1983. Gürün, Kamuran, Türk- Sovyet İlişkileri(1920-1953), TTK Basımevi, Ankara 2010. Güz, Nurettin, Tek Parti İdeolojisinin Yayın Organları Halk Evleri Dergileri(1932- 1950), Bilge Yapım, Ankara 1995. Hale, William, Türk Dış Politikası(1774-2000), Mozaik Yayınları, İstanbul 2003. Harris, George S.,Troubled Alliance (Turkish-American Problems in Historical Perspective 1945-1971), American Enterprise Institute For Public Policy Research, Washington, D.C 1972. Hatiboğlu, M. Tahir, Türkiye Üniversite Tarihi(1845-1997), Selvi Yayınevi, Ankara 1998. 540

Hiç, Mükerrem, Kapitalizm-Sosyalizm-Karma Ekonomi ve Türkiye, Sermet Matbaası, İstanbul 1974. Hobsbawm, Eric, Kısa 20. Yüzyıl(1914-1991 Aşırılıklar Çağı), Everest Yayınları, İstanbul 2011. Hogan, Michael J.,The Marshall Plan(America, Britain and The Reconstruction Of Western Europe-1947-1952), Cambridge University Press, New York 1987. Ismay, Lord, Nato İlk Beş Sene(1949-1954), TTK Basımevi, Ankara 1956. Jaschke, Gotthard, Yeni Türkiye’de İslamlık, Bilgi Yayınevi, Ankara 1972. Kabacalı, Alpay, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Matbaa, Basın ve Yayın, Literatür Yayınları, İstanbul 2000. Kabacalı, Alpay, Türkiye’de Gençlik Hareketleri, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1992. Kabasakal, Mehmet, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi(1908-1960), Tekin Yayınevi, İstanbul 1991. Kalkanoğlu, Semih, İsmet İnönü: Din ve Laiklik, Tekin Yayınevi, İstanbul 1991. Kaplan, Leyla, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını(1908-1960), ATAM Yayınları, Ankara 1998. Karakoyunlu, Yılmaz, Salkım Hanımın Taneleri, Doğan Kitap, İstanbul 2010. Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara 2008. Kayra, Cahit, Savaş-Türkiye-Varlık Vergisi, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2011. Kazgan, Gülten, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006. Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, İş Bankası Yayınları, Ankara 1990. Keser, Ulvi, Kıbrısta Türk-Yunan Fırtınası(1940-1950-1960-1970), Boğaziçi Yayınları, İstanbul ?. Keskin, Mustafa, Türk İnkılabı ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ufuk Yayınları,

Kayseri2001. Kılıçdaroğlu, Kemal, 1948 Türkiye İktisat Kongresi, Sermaye Piyasası Kurulu Yayını, Ankara 1997. Kısakürek, Necip Fazıl, Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri, Doğan Güneş Yayınevi, İstanbul 1962. Kirby, Fay, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2010. Kirk, George E.,A Short History Of The Middle East, Frederic A. Praeger, Inc., New York 1963. Koç, Yıldırım, Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi Tarihi, Analiz Basım Yayın, Ankara 2003. Koçak, Cemil, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları(1945-1950)İkinci Parti, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2010. Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938–1945), Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1996. 541

Kongar, Emre, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1979. Köklü, Aziz, Türkiye’de Para Meseleleri, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1947. Köksal, Bilge Aloba ve A. Rasih İlkin, Türkiye’de İktisadi Politikanın Gelişimi(1923- 1973), Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul 1973. Kurat, Akdes Nimet, Türk-Amerikan Münasebetlerine Kısa Bir Bakış(1800-1959), Doğuş Matbaası, Ankara 1959. Küçükağa, Ahmet, Türkiye’de Laiklik Serüveni, Emre Yayınları, İstanbul 1996. Kürkçüoğlu, Ömer E.,Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1972. Landau, Jacob M.,Pantürkizm, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1999. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara 1970. Makal, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963, İmge Kitabevi, Ankara 2002. Makal, Ahmet, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri(1920-1946), İmge Kitabevi, Ankara 1999. Mango, Andrew, Türkiye ve Türkler(1938’den Günümüze), Remzi Kitabevi, İstanbul 2005. McGhee, George, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1992. Meray, Seha L.,Devletler Hukukuna Giriş, Cilt 2, Sevinç Matbaası, Ankara 1962. Merih, Turgay, Soğuk Savaş ve Türkiye(1945-1960), Ebabil Yayınları, Ankara 2006. Minkari, Ali Esen, 1950-1960 Yıllarında İktisadi Kalkınma ve Gelişme, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1993. Mumcu, Ahmet, Türk Devrimi’nin Temelleri ve Gelişimi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1982. Müftüoğlu, Tamer, Yavuz Sabuncu, 1945’ten Günümüze Türkiye İle Batı Dünyası Arasında Kültürel İlişkiler, Özyurt Matbaacılık, Ankara 1993. Oral, Fuat Süreyya, Türk Basın Tarihi(1919-1965), Cilt 2, Doğuş Matbaacılık, Ankara 1968. Orkunt, Sezai, Türkiye-ABD Askeri İlişkileri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1978. Ozankaya, Özer, Türkiye’de Laiklik, Cem Yayınevi, İstanbul 1995. Ökçün, A. Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi(1923-İzmir), AÜSBF Yayınları, Ankara 1968. Öke, Mim Kemal, Unutulan Savaşın Kronolojisi Kore( 1950-1953), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1990. Özdemir, Hikmet, Ordunun Olağandışı Rolü, İz Yayıncılık, İstanbul 1994. Özdemir, Hikmet, Rejim ve Asker, İz Yayıncılık, İstanbul 1993. Özdoğan, Günay Göksu, Turan’dan Bozkurt’a Terk Parti Döneminde Türkçülük (1931– 1946), İletişim Yayınları, İstanbul 2002. Özgüldür, Yavuz, Türk Alman İlişkileri (1923–1945), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993. 542

Özodaşık, Mustafa, Cumhuriyet Dönemi Yeni Bir Nesil Yetiştirme Çalışmaları(1923-1950), Çizgi Kitabevi, Konya 1999. Öztemiz, Mutay, Cumhuriyet Döneminde Devletin Din Politikaları, Pencere Yayınları, İstanbul 1997. Parasız, İlker, Türkiye Ekonomisi( 1923’ten Günümüze Türkiye’de İktisat ve İstikrar Politikaları Uygulamaları), Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa 1998. Rozaliyev, Yuriy Nikolayeviç, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri(1923-1960), Onur Yayınları, Ankara 1978. Sakin, Serdar ve Mustafa Salep, Balkanlarda Güvenlik Arzusu Türkiye-Yunanistan- Yugoslavya İlişkileri ve Balkan Paktı, Berikan Yayınevi, Ankara 2012. Sakin, Serdar ve Sabit Dokuyan, Kıbrısve 6-7 Eylül Olayları(Menderes ve Zorlu’nun Tarihi Sınavı), IQ Yayıncılık, İstanbul 2010. Sander, Oral, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye(1945-1965), Sevinç Matbaası, Ankara 1969 Sander, Oral, Siyasi Tarih(1918-1994), İmge Kitabevi, Ankara 1998. Sander, Oral, Türk-Amerikan İlişkileri(1947-1964), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1979. Saray, Mehmet, Türkiye ve Yakın Komşuları, ATAM Yayınları, Ankara 2006. Sarıbay, Ali Yaşar, Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, Alfa Yayınları, İstanbul 2001. Sarınay, Yusuf, Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve NATO’ya Girişi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988. Sayılgan, Aclan, Türkiye’de Sol Hareketler, Hareket Yayınları, İstanbul 1972. Sencer, Muzaffer, Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri, May Yayınları, İstanbul 1974. Serin, Necdet, Dış Ticaret ve Dış Ticaret Politikası(1923-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1975. Serin, Necdet, Türkiye’nin Sanayileşmesi, Sevinç Matbaası, Ankara 1963. Sever, Ayşegül, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Orta Doğu( 1945-1958), Boyut Matbaacılık, İstanbul 1997. Sevim, Fuat, Dünya Uygarlığı ve Türk Sosyo-Ekonomik Tarihi, İpek Yayınevi, İstanbul 1978. Sitembölükbaşı,Şaban, Türkiye’de İslam’ın Yeniden İnkişafı(1950-1960), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995. Soysal, İsmail, Türk Dış Politikası İncelemeleri İçin Kılavuz(1919-1993), Eren Yayıncılık, İstanbul 1993. Sözüöz, Necati, Türk-Amerikan İlişkilerine Genel Bir Bakış(1923–1950), Fakülteler Matbaası, İstanbul 1992. Spector, Ivar, The Soviet Union and The Muslim World, University Of Washington Press, Seattle 1959. Şanal, Mustafa, Kayseri Halkevi ve Faaliyetleri, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Kayseri 2007. 543

Şapolyo, Enver Behnan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi(1918-1950), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1953. Şenşekerci, Erkan, Türk Devriminde Celal Bayar(1918-1960), Alfa Yayıncılık, İstanbul 2000. Şimşek, Sefa, Bir İdeolojik Seferberlik Deneyimi Halk Evleri(1932-1951), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2002. Şişmanov, Dimitır, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Belge Yayınları, İstanbul 1990. Talas, Cahit, Ekonomik Sistemler, Sevinç Matbaası, Ankara 1969. Tanilli, Server, Devlet ve Demokrasi, Say Yayınları, İstanbul 1995. Taraklı, Duran, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Uygulama Sonuçları, Kalite Matbaası, Ankara 1976. Taşkıran, Cemalettin, Haldun Ülgenalp, Suna Ertekin vd.,Cumhuriyetimizin 75. Yılında Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998. Tayanç, Tunç, Sanayileşme Sürecinde 50 Yıl, Milliyet Yayınları, İstanbul 1973. Tekeli, Esad, Mali ve İktisadi Meseleler(1943-1949), Ankara 1950. Tekeli, İlhan ve Selim İlkin, Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdari İlimler Fakültesi Yayınları, Ankara 1974. Tevetoğlu, Fethi, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler(1910-1960), Komünizmle Mücadele Yayınları, Ankara 1967. Tezel, Yahya S.,Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994. Timur, Taner, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul 1991. Toker, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye(1944- 1950), Bilgi Yayınevi, Ankara 1998. Toker, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-DP’nin Altın Yılları(1950-1954), Bilgi Yayınevi, Ankara 1991. Tokgöz, Erdinç, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, Hacettepe Üniversitesi İİBF Yayınları, Ankara 1991. Topuz, Hıfzı, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003. Tökin, Füruzan Husrev, Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi(1839-1965), Elif Yayınları, İstanbul 1965. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler(1859-1952), Arba Yayınları, İstanbul 1995. Tuncer, Erol, 1946 Seçimleri, TESAV Yayınları, Ankara 2008. Tuncer, Erol, 1950 Seçimleri, TESAV Yayınları, Ankara 2010. Tunçay, Mete, Cemil Koçak, Hikmet Özdemir vd, Çağdaş Türkiye(1908-1980), Cilt 4, Cem Yayınevi, İstanbul 1995. Tunçkanat, Haydar, İkili Antlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006. Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih(1789-2010), Der Yayınları, İstanbul 2010. 544

Ülman, A. Haluk, Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri(1939-1947), Sevinç Matbaası, Ankara 1961. Ünal, Oğuz, Türkiye’de Demokrasi’nin Doğuşu, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994. Weisband, Edward,İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi, İstanbul 2002. Yaşa, Memduh, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi(1923-1978), Akbank Yayınları, İstanbul 1980. Yenal, Oktay, Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul 2003. Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye(Bizans’tan 1971’e), Gözlem Yayınları, İstanbul 1980. Yeşil, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988. Yıldırım, İsmail, Cumhuriyet Döneminde Demiryolları(1923-1950), ATAM Yayınları, Ankara 2001. Yiğit, Ali Ata, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992. Yurdoğlu, İhsan, Amerikan Yardımı Hakkında Tahliller ve Düşünceler, Ozansoy Basımevi, İstanbul 1947. Yücekök, Ahmet N.,Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı(1946-1968), Sevinç Matbaası, Ankara 1971. Zürcher, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995. 2. Makaleler: Akça, Bayram, “1923-1952 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-1951 Yıllarında Muğla Vilayetine İskan Edilen Bulgaristan Muhacirleri”, ATAM Dergisi, Cilt XVIII, Sayı 52, Ankara Mart 2002. (Sayfa aralığı 249-263). Akgül, L. Hilal, “DP Muhalefetine Bir Tepki Olarak VII. CHP Kurultayı: CHP’nin Özeleştirisi ve Parti İçi Demokratikleşmeye Yönelim”, Türkiye’de Siyasal Muhalefet(Derleyen: Ayşe Komşuoğlu), Bengi Yayınları, İstanbul 2008. (Sayfa aralığı: 151-171). Akın, Fehmi, “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2005. (Sayfa aralığı 92-109). Altunya, Niyazi, “Eğitim Hakkı”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. (Sayfa aralığı 79-89). Altunya, Niyazi, “Türkiye’de Laiklik ve Din Eğitimi”, 75 Yılda Eğitim, (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2008. Aslantepe, Sevsen, “Türkiye’nin 1920-1998 Döneminde Yabancı Devletlere Yolladığı Temsilciler”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyomu Tebliğleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997. (Sayfa aralığı 763-802). 545

Ataöv, Türkkaya, “Marshall Planı’ndan NATO’nun Kuruluşuna Kadar Soğuk Harb”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 23, No. 3, Eylül 1968. (Sayfa aralığı 275– 310). Aybars, Ergün, “Orta Doğu, Emperyalizm, Petrol ve Türkiye”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 23-25 Ekim 1995, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1996.(Sayfa aralığı 509-542). Aydın, Mustafa, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye(1939-1945)”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 399-476). Bora, Tanıl, Y. Bülent Peker ve Mithat Sancar, “Hakim İdeolojiler, Batı, Batılılaşma ve İnsan Hakları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Modernleşme ve Batıcılık’, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2002.(Sayfa aralığı 298-335). Bozkurt, Birgül, “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte CHP ve Eğitim Sistemindeki Gelişmeler(1946-1950)”,Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,Cilt IX, Sayı: 20-21, Yıl: 2010 /Bahar-Güz.(Sayfa aralığı 213-231). Cantek, Levent, “Büyük Doğu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Muhafazakarlık’, Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul 2004. (Sayfa aralığı645-655). Çağlar, Adil, “75. Yılında Cumhuriyet’in İlköğretim Birikimi”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. (Sayfa aralığı 125-144). Çaylak, Adem, “1946-50 Arası Dönemde Müfrit Muhafazakar Demokratlar ve Türk Demokrasisinin Almış Olduğu Biçim”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt I, Sayı 62, Ankara Ocak-Mart 2007. (Sayfa aralığı 17-42). Çetinsaya, Gökhan, “Türkiye-İran İlişkileri (1945-1997)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyomu Tebliğleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997. (Sayfa aralığı 507-514). Çomak, Hasret, “İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, Harbin Sonrasında Türkiye-ABD İlişkileri, ABD’nin Türkiye’ye Yardım Politikası(Truman Doktrini ve Marshall Planı) ”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998. (Sayfa aralığı 459-489). Demir, Demir, “Dünden Bugüne Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu Politikası”, Turkish Studies, Volume 6/3, Summer 2011.(Sayfa aralığı 691-713). Diker, Yalçın, “Menteşe Adalarının(Oniki Ada) İkinci Dünya Savaşı Başlangıcındaki ve Sonrasındaki Statüsü İle 1947 Paris Antlaşması’ndan Günümüze Uzanan Sorunlar”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998. (Sayfa aralığı 35-44). Doğan, Hıfzı, “Cumhuriyet Döneminde Ortaöğretim Programlarının Şekillenmesinde Etkili Olan Görüşler”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. (Sayfa aralığı 193-214). 546

Eralp, Nejat, “İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Boğazlar Sorunu, İngiliz ve Amerikan Basınındaki Akisleri”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 23-25 Ekim 1995, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1996.(Sayfa aralığı 101-109). Eraslan, Cezmi, “Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayatın Kurulmasında Bir Dönüm Noktası: 12 Temmuz 1947 Beyannamesi”, Atatürk Yolu Dergisi, Cilt VI, Sayı 22, Ankara 1998. (Sayfa aralığı 141-157). Ergün, Mustafa, “Köy Enstitülerinin Cumhuriyet Tarihimizdeki Yeri”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 286, Ankara Haziran 2011. (Sayfa aralığı 155-160). Erhan, Çağrı, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 522-575). Eroğul, Cem, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu:1945-1971”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick, Ertuğrul Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992. (Sayfa aralığı 112-158). Fırat, Melek, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 576-614). Fırat, Melek ve Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı: 615-634). Gazioğlu, Ahmet C., “Kıbrıs Sorunu, Ortaklık Cumhuriyeti ve AB Üyeliği Girişimlerinin Siyasi ve Hukuki Yönleri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi(Haz: Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu), TATAV Yayınları, İstanbul 2001. (Sayfa aralığı 255-306). Güner, Agah Oktay, “Siyasetin Ulu Çınarı Osman Bölükbaşı”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı 289, Ankara Eylül 2011. (Sayfa aralığı 89-95). Güz, Nurettin, “Türk Ocakları ve Türk Yurdu’ndan Halk Evlerine”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31., Sayı: 283, Ankara Mart 2011. (Sayfa aralığı 171-184). Güzel, Mehmet Şehmus, “İkinci Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler(1839-1950), İletişim Yayınları, İstanbul 1998. (Sayfa aralığı 197-224). Ilgaz, Deniz, “Köy Enstitüleri”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, (Sayfa aralığı 311-344). Işıklı, Alpaslan, “Ücretli Emek ve Sendikalaşma”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick,E. Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992. (Sayfa aralığı 326-353). İnan, Süleyman, “Türk Siyasetinde Adnan Menderes”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 289, Ankara Eylül 2011. (Sayfa aralığı 46-50). İnce, Erdal İnce, “Köylüyü Topraklandırma Kanunu’nun Türk Siyasal Yapısının Oluşumu Üzerindeki Etkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp 547

Tarihi Enstitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,CiltV,Sayı:13,İzmir 2006.(Sayfa aralığı 59-78). İnönü, Erdal, “Cumhuriyet Döneminde Bilim Tarihi’nin Önemi ve Anlamı”, Üniversite ve Toplum Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, Ocak 2005. Kafadar, Osman, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tartışmaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Modernleşme ve Batıcılık’, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2002. (Sayfa aralığı 351-381). Karaömeroğlu, M. Asım, “Bir Tepeden Reform Denemesi: "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"nun Hikâyesi”, Birikim Dergisi, Sayı 107, http://www.birikimdergisi.com. Karaömeroğlu, M. Asım, “Köy Enstitüleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001. (Sayfa aralığı 286-293). Keskin, Mustafa, “Türk İnkılâbının Anahtarı Laikliğin Tarihsel Temelleri”, ERÜ Bülteni, Sayı 44, Kayseri 2007/1. Koçak, Cemil, “Tek Parti Yönetimi, Kemalizm ve Şeflik Sistemi: Ebedi Şef/Milli Şef”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 119-137). Köksal, Osman, “Savaş Döneminin Memurların Alım Gücüne Etkileri”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri II, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1999.(Sayfa aralığı 239-247). Kurtcephe, İsrafil, “İkinci Dünya Savaşı Sonunda Türkiye Üzerinde Rus Baskısı”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, 20-22 Ekim 1997, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1998.(Sayfa aralığı 127-151). Margulies, Ronnie ve Ergin Yıldızoğlu, “Tarımsal Değişim: 1923-70”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick,E. Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992. (Sayfa aralığı 285-309). Oran, Baskın, “1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 479-498). Öcal, Mehmet, “İngiltere’nin Tutumu”, Türk Dış Politikası(1919-2012), (Editör: Haydar Çakmak), Barış Platin Kitap, Ankara 2012, s. 287.(Sayfa aralığı 287-297). Özel, Sebahattin, “Birinci Dünya ve Milli Kurtuluş Savaşları İle Sonrasında Kıbrıs Türklerinin Genel Durumu”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi(Haz: Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu),TATAV Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 159-170). Reifer, Thomas ve Jamie Sudler, “ Devletlerarası Sistem”, Geçiş Çağı-Dünya Sisteminin Yörüngesi(1945-2025), Avesta Yayınları, İstanbul 2000. (Sayfa aralığı 25-56). Sakin, Serdar, “Milli Şef Dönemi”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,(Editör: Şakir Batmaz ve Serdar Sakin), Hükümdar Yayınları, İstanbul 2012. (Sayfa aralığı 311-338). 548

Sakin, Serdar ve Can Deveci, “Orta Doğu Kavramı ve Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme”, History Studies, ABD ve Büyük Orta Doğu İlişkileri Özel Sayısı 2011. (Sayfa aralığı 281-293). Shick, İrvin Cemil, Ertuğrul Ahmet Tonak, “Uluslar Arası Boyut: Ticaret, Yardım ve Borçlanma”, Geçiş Sürecinde Türkiye(Derleyen: İrvin Cemil Shick, Ertuğrul Ahmet Tonak), Belge Yayınları, İstanbul 1992. (Sayfa aralığı 354-385). Şimşir, Bilal N., “Cumhuriyetin İlk Çeyrek Yüzyılında Türk Diplomatik Temsilcilikleri ve Temsilcileri(1920-1950)”, ATAM Dergisi, Cilt XXII, Sayı 64-65-66, Ankara Mart- Temmuz-Kasım 2006. Tellal, Erel, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası(Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.(Sayfa aralığı 499-521). Tertemiz, Neşe Işık, “Sekiz Yıllık Zorunlu İlköğretim: Hedefler ve Uygulamalar”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. (Sayfa aralığı 171-176). Topses, Gürsen, “Cumhuriyet Dönemi Eğitiminin Gelişimi”, 75 Yılda Eğitim (Editör: Fatma Gök), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. (Sayfa aralığı 9-22). Yeşilkaya, Neşe G., “Halk Evleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001. (Sayfa aralığı 113-118). Yıldız, Ahmet, “Recep Peker”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ‘Kemalizm’, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 2001. (Sayfa aralığı 58-63). Yiğit, Ali Ata, “Tartışılan Yönleriyle İsmet İnönü Dönemi(1938-1950)”, Türk Yurdu Dergisi, Cilt 31, Sayı: 289, Ankara Eylül 2011. (Sayfa aralığı 30-45). F. ANSİKLOPEDİLER Akın, Rıdvan, “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş ve Demokrat Parti İktidarı(1945-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 911-922). Başyiğit, Türkan, “Türkiye’de Kırsal Kalkınma Planları(1923-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 687-696). Bilgi, Nejdet, “Cumhuriyet’in İlk Döneminde Mülki Yapının Gelişimi(1920-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.(Sayfa aralığı 334-346). Çavdar, Tevfik, “Halk Evleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İletişim Yayınları, İstanbul 1983. (Sayfa aralığı 878-884). Çevik, Zeki, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Toprak Reformu ve Uygulamaları”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 677- 686). Çolak, Filiz, “İzmir’de 21 Temmuz 1946 Seçimleri ve Demokrat Parti”, Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt II., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1998. (Sayfa aralığı 1013- 1024). 549

Çolak, Filiz, “Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş ve Demokrat Parti(1945-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 774-782). Dülger, İlhan, “Cumhuriyet Döneminde Türk Toplumu”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 379-418). Gerger, Haluk, “Türk Dış Politikası(1946-1980)”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2., İletişim Yayınları, İstanbul 1983. (Sayfa aralığı 537-549). Göktepe, Cihat, “Menderes Dönemi(1950-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 901-910). Güneş, Günver, “Türkiye’de Savaş Ekonomisi Uygulamaları ve Toplumsal Yaşama Etkileri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 615-621). Güngör, Erol, “İnsanımızın Kaynağı: Türkiye’de Eğitim ve Türk Kültürü”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 834- 848). Gürsel, Seyfettin, “IMF”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul 1983. (Sayfa aralığı 486-506). Haytoğlu, Ercan, “1945’te Çok Partili Siyasi Hayata Geçişte Bir İlk: Milli Kalkınma Partisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 783-797). Hiç, Mükerrem, “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Ekonomisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 541-564). Koçlar, Bekir, “Çok Partili Hayata Geçiş Döneminde Hükümet-Muhalefet İlişkisi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 754- 764). Kolaç, Bedrettin, “Türkiye’de Hububat Politikaları(1923-1950)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 660-676). Koraltürk, Murat, “Türkiye Ekonomisi(1923-1960)”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 581-597). Makal, Ahmet, “Türkiye’de 1920-1963 Döneminde Sosyal Güvenlik Alanındaki Gelişmeler”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 483-493). Ökmen, Mustafa, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Kent ve Kentleşme ”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 505- 518). Özdağ, Ümit ve Çetin Güney, “İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İşleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 746- 753). Özdemir, Hikmet, “Demokrasiye Geçiş ve Menderes Dönemi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 878-900). 550

Özüçetin, Yaşar, “Demokrasiye Geçiş, Demokrat Parti’nin Kuruluşu, 1946 Seçimleri”, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 9, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 9-22). Sarınay, Yusuf, “Türkiye’nin NATO’ya Girişi”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 923-927). Tekeli, Şirin, “Cumhuriyet Döneminde Seçimler”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7., İletişim Yayınları, İstanbul 1983. (Sayfa aralığı 1798- 1824). Yiğit, Ali Ata, “İnönü Döneminin Köye Özel Öğretmen Yetiştirme Projesi: Köy Enstitüleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. (Sayfa aralığı 446-454). G. TEZLER Akkuş, Ufuk, “Türkiye’de 1945-1950 Döneminde Sosyal Politika ve İşçi Sınıfının Oluşumu”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2010, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Aytaç, İren Dicle, “Marshall Planı Filmleri(1948-1953): Türkiye Örneği”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ayın, Faruk, “Cumhuriyet Döneminde Türkçülük Hareketleri (1931–1945)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1988, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Birinci, M. Kürşad, “Erken Dönem Türk Demokrasisinde(1946-1950) Liberal Arayışlar Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Estitüsü, Ankara 2007,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ceylan, Süleyman, “Demokrat Parti İktidarı Döneminde Üniversite Eğitimi(1950-1960)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Çiftçioğlu, Ömer Metin, “1945-60 Döneminde Şekillenen Dünya Konjonktüründe Türkiye Ekonomisinin Gelişme ve Değişme Eğilimleri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Düzgün, Mücahit, “Türk Kamuoyunda İsrail (1948-1973)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir 2006, (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Gül, Teoman, “Türk Siyasal Hayatında Recep Peker”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1997, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Karlı, İhsan, “1946-2007 Türk Basınında Milletvekili Genel Seçimleri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2009, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). 551

Koçsoy, Şevket, “Türk-Irak İlişkileri(1932-1963)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1990, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Kayıran, Mehmet, “Türk Tarımında Modernleşme Çabaları(1923-1950)”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 1995, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Tangülü, Zafer, “Demokrat Parti Dönemi’nin İlköğretim Politikaları(1950-1960)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Toy, Erkan, “Demokrat Parti Döneminde Yabancı Sermaye ve Yatırımlar ( 1950- 1960)”, Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2009, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Tuna, Sevil, “Siyasi Açıdan I. ve II. Hasan Saka Hükümetleri (1947-1949)”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). H. İNTERNET http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP14.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP15.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP16.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP17.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP18.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP19.htm(İGT: 06.03.2013) http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/secim_sorgu.secimdeki_partiler?p_secim_yili=1950.(İGT: 06.03.2013) www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html.(İGT: 06.03.2013) www.fulbright.org.tr/tr/turk-fulbright.(İGT: 06.03.2013) www. dpt.gov.tr. (İGT: 06.03.2013) 552

DİZİN

289, 317, 318, 333, 348, 352, 358, 366, 376, 377, 1 388, 392, 445, 459, 460, 470, 501 Andrey Vişinski, 16, 54 12 Temmuz Beyannamesi, 165, 167, 168, 173, 181, Anthony Eden, 313 182, 183, 186, 187, 544 Asım Tınaztepe, 148, 292, 441 Atıf İnan, 155, 157, 330, 355, 356 A Aziz Nesin, 295, 317, 499, 502

ABD, ii, vi, xiii, 1, 6, 9, 11, 12, 13, 16, 18, 19, 20, 21, B 22, 23, 24, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 43, 45, 48, 49, 50, 51, 52, 54, 55, 56, Batı Bloğu, 1, 6, 22, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 57, 58, 59, 60, 61, 69, 71, 72, 75, 77, 86, 87, 88, 57, 58, 63, 65, 325 89, 91, 95, 100, 128, 153, 154, 165, 206, 210, 232, Behçet Kemal Çağlar, 190, 201, 288, 414, 498, 252, 283, 299, 319, 325, 340, 342, 344, 346, 349, 499, 500, 502 353, 358, 359, 361, 362, 363, 364, 365, 366, 367, Behçet Uz, 155, 169 368, 369, 370, 371, 372, 373, 374, 375, 376, 377, Behice Boran, 251, 275, 295, 296, 298, 299, 306, 386, 388, 393, 394, 416, 433, 442, 443, 444, 445, 453 446, 447, 448, 449, 450, 451, 452, 454, 457, 458, Benito Mussolini, 100, 107 459, 460, 461, 462, 463, 464, 465, 466, 467, 468, Bernard Baruch, 22 480, 502, 516, 541, 545 Birinci Dünya Savaşı, 18, 43, 62, 65, 70, 313, 358, Abdülhalik Renda, 155, 169, 208 388, 391 Abidin Daver, 55, 68, 72, 462, 499 Birleşmiş Milletler Teşkilatı, 8, 11, 13, 14, 45, 210, Adnan Cemgil, 251, 290, 296, 306, 453 459 Adnan Menderes, 4, 5, 15, 81, 109, 115, 118, 119, BM, xiii, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 22, 24, 26, 29, 36, 40, 122, 124, 126, 127, 137, 143, 145, 146, 155, 159, 41, 43, 45, 50, 51, 52, 54, 59, 66, 70, 71, 72, 73, 160, 162, 170, 176, 180, 190, 191, 195, 204, 208, 75, 76, 82, 84, 160, 164, 172, 239, 243, 248, 283, 209, 212, 213, 215, 216, 219, 229, 262, 300, 305, 309, 313, 314, 370, 444, 445, 446, 448, 449, 451, 329, 330, 332, 348, 354, 452, 454, 472, 473, 478, 452, 453, 454, 456, 458, 460, 461 535, 546 Bulgaristan, 18, 19, 23, 24, 26, 30, 49, 50, 55, 78, 79, Adolf Hitler, 31, 100, 107 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 88, 96, 251, 303, 307, Ahmet Emin Yalman, 10, 41, 46, 47, 74, 103, 104, 313, 326, 330, 366, 459, 525, 544, 558 138, 177, 183, 224, 227, 234, 235, 248, 305, 306, 425, 439, 479, 501, 502, 503 Ahmet Kemal Silivrili, 181, 184 C Ahmet Oğuz, 160, 183, 184, 354 Cami Baykurt, 180, 248, 249, 294, 301, 502 Ahmet Tahtakılıç, 160, 182, 183, 184 Cavit Ekin, 155, 157, 169, 173 Ahmet Ticani, 421 Cavit Oral, 157, 174, 189, 225, 329, 332, 334, 337, Ali Fuat Başgil, 69, 248, 496, 501 374 Ali Fuat Cebesoy, 114, 157, 197, 201, 204, 208, Celal Bayar, 4, 5, 32, 85, 114, 117, 119, 121, 122, 213, 305, 392 124, 125, 127, 141, 143, 162, 165, 167, 179, 195, Ali Naci Karacan, 130, 218, 227, 229, 306, 425, 496, 197, 204, 208, 213, 263, 301, 304, 318, 328, 334, 500 348, 418, 436, 442, 452, 463, 465, 466, 479, 517, Ali Rıza Kırsever, 183, 184 536, 543 Almanya, 7, 8, 9, 10, 12, 17, 18, 19, 23, 24, 25, 27, Celal Sait Siren, 114, 334, 341, 346 29, 32, 41, 43, 50, 70, 77, 95, 107, 251, 256, 280, Cemal Tunca, 124, 143, 159 Cemil Sait Barlas, 189, 225, 227, 347, 414 553

Cemiyetler Kanunu, 104, 107, 108, 109, 110, 132, DP, xiii, 4, 5, 58, 61, 81, 82, 86, 93, 105, 106, 107, 236, 247, 295, 380, 383, 402, 404 111, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, Cevat Açıkalın, 97 134, 135, 136, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, Cevdet Kerim İncedayı, 155, 190 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, CHP, xiii, 1, 4, 5, 11, 12, 45, 67, 70, 101, 102, 103, 155, 156, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 104, 105, 107, 108, 114, 115, 116, 117, 119, 120, 166, 167, 168, 169, 171, 173, 174, 175, 176, 177, 121, 122, 123, 124, 125, 127, 128, 129, 130, 131, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 199, 200, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 150, 152, 153, 154, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 211, 212, 155,156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 165, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 176, 223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 230, 233, 234, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 186, 187, 188, 190, 235, 236, 241, 243, 246, 248, 261, 262, 263, 264, 191, 192, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 266, 270, 275, 279, 285, 289, 299, 300, 302, 303, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 304, 305, 307, 318, 323, 337, 343, 344, 348, 351, 212, 215, 216, 217, 218, 219, 221, 223, 224, 225, 354, 355, 356, 357, 361, 363, 367, 376, 379, 385, 226, 227, 228, 229, 230, 234, 235, 236, 241, 245, 386, 387, 388, 393, 406, 413, 415, 417, 418, 423, 246, 248, 250, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 262, 425, 428, 430, 431, 432, 436, 440, 441, 442, 446, 263, 264, 265, 266, 268, 270, 276, 277, 278, 285, 453, 454, 456, 458, 463, 465, 466, 473, 477, 478, 289, 291, 292, 293, 295, 301, 302, 304, 305, 306, 479, 480, 496, 497, 499, 500, 503, 525, 543, 544 318, 322, 327, 328, 329, 331, 335, 337, 340, 343, Dünya Bankası, 28, 358, 359, 360, 361, 362 344, 345, 346, 347, 351, 355, 356, 357, 367, 376, 380, 386, 396, 399, 400, 401, 403, 404, 405, 406, E 407, 409, 410, 412, 414, 415, 417, 418, 419, 420, 423, 425, 428, 429, 430, 431, 436, 437, 440, 441, Edwin C. Wilson, 33, 369, 448 446, 453, 454, 455, 456, 458, 463, 464, 465, 470, Ekrem Hayri Üstündağ, 138, 159, 180, 220 473, 476, 477, 479, 480, 496, 497, 499, 500, 501, Emin Erişirgil, 119, 174, 189, 500 502, 503, 527, 535, 537, 539, 544, 545 Emin Sazak, 114, 143, 159, 165, 181, 183, 265, 329, Cihat Baban, 112, 177, 197, 221, 227, 406, 425, 330, 334 437, 439, 479, 502 Emrullah Nutku, 146, 147 Clement Atlee, 16 Enis Akaygen, 99, 160, 164, 179, 183, 233 Cumhuriyet Halk Partisi, xiii, 94, 107, 112, 113, Enis Tahsin Til, 477, 503 119, 125, 128, 133, 160, 162, 176, 193, 197, 212, Enver Ziya Karal, 227, 295, 297 222, 226, 228, 262, 412, 431, 439, 441, 539 Ernest Bevin, 16, 75, 460 Esat Adil Müstecaplıoğlu, 238, 239, 295, 502 Ç Eşref Edip, 402, 403, 496, 498, 501 Ethem Menderes, 124, 131, 138 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, 102, 246, 320, Etibank, 340, 341, 347 327, 328, 331, 334, 335, 336, 339, 543, 547 F D Fahrettin Kerim Gökay, 201, 420, 501 Dean Acheson, 49 Fahri Belen, 204, 213, 221, 440, 441 Demokrat Parti, xiii, 5, 29, 67, 82, 94, 105, 118, 119, Faik Ahmet Barutçu, 151, 169, 173, 211, 225, 322, 124, 126, 127, 129, 130, 131, 136, 138, 143, 147, 357 149, 151, 153, 154, 160, 162, 163, 166, 169, 173, Falih Rıfkı Atay, 10, 13, 119, 170, 289, 306, 334, 176, 179, 181, 185, 195, 197, 203, 212, 213, 216, 469, 470, 496, 502, 503, 504 221, 222, 228, 234, 236, 241, 256, 299, 301, 303, Fazıl Küçük, 91, 93 304, 307, 348,349, 351, 355, 396, 403, 406, 415, Feridun Cemal Erkin, 13, 32, 34, 37, 60, 61, 95, 97, 425, 429, 438, 439, 497, 516, 517, 535, 536, 537, 248, 465 539, 548, 549, 550, 551 Feridun Fikri Düşünsel, 114, 334, 410 Doğu Bloğu, 1, 22, 24, 25, 28, 29, 54, 459 Fethi Erimçağ, 183, 184 Dörtlü Takrir, 117, 118, 119, 121, 123, 124 Fevzi Çakmak, 8, 10, 130, 139, 143, 144, 145, 147, 149, 150, 162, 179, 180, 182, 185, 202, 233, 235, 554

248, 249, 250, 251, 299, 300, 301, 302, 423, 433, Hilmi Uran, 67, 113, 118, 127, 134, 139, 154, 172, 435, 439, 539 178, 187, 188, 195, 200, 202, 225, 227, 262, 329 Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, 85, 159, 204, 212, 220 Hürriyet Misakı, 159, 165, 180, 186 Feyzullah Uslu, 332 Hüseyin Cahit Yalçın, 13, 50, 51, 52, 66, 67, 112, Filistin, 4, 63, 66, 69, 70, 71, 72, 73, 91, 372, 517, 124, 145, 153, 168, 178, 208, 227, 291, 302, 334, 537 438, 470, 499 Franklin Roosevelt, 9, 13, 28, 32, 33, 340, 442 Hüseyin Ragıp Baydur, 36, 95, 97 Fransa, 11, 12, 18, 19, 20, 21, 23, 24, 26, 27, 30, 31, Hüsnü Zaim, 65 43, 47, 57, 62, 63, 65, 66, 67, 71, 72, 74, 77, 96, Hz. Muhammed, 130, 416, 421, 426 128, 156, 191, 210, 251, 284, 299, 363, 365, 366, 376, 377, 392, 460, 461, 462, 463, 464, 465, 467, I 468, 477 Franz Von Papen, 11, 37 IMF, xiii, 28, 352, 354, 355, 356, 358, 359, 360, 537, Fuat Ağralı, 113 538, 549 Fuat Carım, 96, 99 Fuat Köprülü, 58, 86, 94, 118, 119, 120, 122, 124, 143, 154, 155, 158, 159, 160, 163, 165, 179, 180, İ 181, 182, 185, 195, 204, 213, 265, 334, 372, 385, İkinci Dünya Savaşı, vi, 1, 2, 7, 8, 10, 11, 18, 20, 21, 438, 452, 502, 503 22, 23, 26, 27, 30, 32, 34, 35, 39, 43, 52, 58, 62, Fuat Sirmen, 113, 173, 189, 341, 342 64, 65, 69, 70, 73, 74, 76, 78, 80, 88, 89, 90, 91, 94, 100, 101, 105, 107, 108, 113, 115, 118, 190, G 198, 224, 249, 251, 254, 260, 265, 289, 290, 302, 308, 313, 317, 318, 320, 323, 324, 328, 341, 342, Galip Pekel, 115 344, 352, 358, 363, 377, 381, 387, 388, 389, 390, George Marshall, 364 392, 394, 396, 403, 407, 409, 419, 428, 433, 434, Güney Kore, 31, 451, 453, 458 436, 438, 439, 442, 451, 459, 463, 467, 469, 470, 472, 481, 501, 502, 538, 544, 545, 546, 547 H İngiltere, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 16, 18, 19, 20, 21, 24, 26, 27, 29, 30, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 46, 48, 49, Hakkı Tarık Us, 291, 469, 479, 501 50, 51, 52, 58, 60, 62, 65, 67, 68, 70, 72, 74, 75, Halil Ayan, 213, 220, 261 77, 88, 90, 91, 92, 93, 94, 97, 128, 156, 165, 191, Halil Özyörük, 191, 197, 204, 208, 212 206, 210, 224, 257, 284, 294, 317, 319, 325, 340, Halit Nazmi Keşmir, 155, 169, 354 341, 356, 358, 360, 363, 365, 366, 376, 377, 378, Halit Tanyeli, 82, 290 388, 414, 437, 443, 444, 457, 459, 460, 461, 462, Halk Evleri, 115, 256, 257, 259, 260, 261, 262, 263, 463, 464, 465, 466, 467, 468, 477, 501, 524 264, 317, 403, 499, 502, 503, 504, 539, 543, 548 İsmail Hakkı Tonguç, 271, 272, 274, 275, 276, 278, Halk Odaları, 256, 258, 260, 262 303 Hamdullah Suphi Tanrıöver, 128, 145, 157, 162, İsmail Hami Danişmend, 242, 496, 499, 500, 501 171, 197, 201, 204, 208, 263, 264, 275, 409, 410, İsmet İnönü, iv, 1, 5, 8, 53, 56, 78, 91, 105, 106, 108, 414, 418 119, 121, 126, 143, 145, 146, 148, 150, 162, 195, Hamit Şevket İnce, 159, 183, 306 198, 206, 208, 209, 226, 228, 233, 263, 265, 278, Harry Truman, 16, 23, 28, 43, 49, 89, 365, 444, 461 292, 299, 326, 327, 329, 331, 336, 347, 360, 382, Hasan Ali Yücel, 113, 182, 265, 272, 275, 276, 278, 397, 402, 430, 435, 439, 446, 502, 504, 536, 540, 281, 295, 296, 302, 334, 499 548 Hasan Dinçer, 150, 151, 160, 175, 183, 184 İsrail, 4, 6, 63, 64, 68, 69, 70, 72, 73, 74, 97, 313, Hasan Polatkan, 174, 213, 220 372, 464, 468, 500, 537, 550, 558 Hasan Rıza Soyak, 180, 248 İtalya, 8, 19, 20, 22, 24, 25, 27, 31, 57, 65, 76, 90, 97, Hasan Saka, 12, 13, 39, 75, 79, 87, 113, 155, 169, 107, 128, 191, 257, 284, 313, 317, 359, 366, 368, 170, 173, 175, 177, 188, 211, 276, 293, 315, 334, 376, 377, 381, 460, 461, 462, 463, 464, 465 378, 410, 413, 414, 415, 418, 438, 448, 449, 479, 551 J Hazım Bozca, 175, 182, 183, 184 James Barker, 351, 362 555

Japonya, 11, 12, 18, 19, 24, 32, 40, 97, 359, 363 Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 7, 11, 17, 32, 33, 34, Josef Stalin, 9, 16, 31, 32, 41 37, 40, 43, 48, 50, 51, 53, 57 Joseph J. Grew, 60 Moskova Antlaşması, 31, 34 Josip Broz Tito, 23, 25, 326 Muhittin Baha Pars, 114, 115, 410 Mustafa Kemal Atatürk, 1, 2, 101, 105, 108, 142, 164, 206, 209, 211, 225, 240, 247, 264, 280, 286, K 292, 299, 326, 327, 331, 341, 343, 403, 430, 435 Kamil Gündeş, 150 Mustafa Kentli, 233 Karl Mundt, 43, 206, 462 Mükerrem Sarol, 159 Kasım Gülek, 157, 169, 174, 175, 224, 227, 228, Mümtaz Faik Fenik, 83, 141, 205, 206, 211, 230, 394, 449 289, 306, 368, 406, 441, 456, 465, 503 Kazım Karabekir, 42, 64, 145, 150, 171, 208, 275, Mümtaz Ökmen, 113, 155, 165, 171 334 Münir Birsel, 155, 157, 169, 173, 189, 347 Kemal Pilavoğlu, 414, 422, 423 Münir Ertegün, 59 Kemal Satır, 189, 225 Münir Hüsrev Göle, 117, 155, 157, 169, 173 Kemal Zeytinoğlu, 213, 221 Kenan Öner, 128, 150, 159, 179, 180, 182, 184, 185, N 205, 233, 235, 248, 302, 303, 497, 499 Kıbrıs, 20, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 498, 500, 517, 526, Nadir Nadi, 103, 104, 128, 177, 197, 201, 204, 234, 542, 546, 547, 558, 586 306, 425, 497 Kore Savaşı, vi, 14, 58, 82, 214, 251, 299, 451, 452, Nafi Atuf Kansu, 121, 262 454, 457, 458, 466, 467, 500 Nafiz Gürman, 434, 440, 441 Köy Enstitüleri, 266, 270, 271, 272, 273, 274, 276, NATO, vi, xiii, 6, 16, 23, 24, 29, 30, 32, 58, 69, 214, 277, 278, 279, 280, 409, 410, 536, 538, 539, 540, 451, 454, 459, 461, 462, 463, 464, 465, 466, 467, 547, 550 468, 536, 537, 541, 542, 545, 550 Kuzey Kore, 451, 452 Nazım Hikmet, 238, 250, 251, 275, 289, 305, 306, 307, 527 Nazım Poroy, 248, 360, 500 L Necip Fazıl Kısakürek, 118, 276, 496, 499 Lütfi Kırdar, 134, 147 Necmettin Sadak, 56, 92, 93, 94, 104, 124, 160, 164, 169, 173, 189, 225, 303, 334, 368, 369, 461, 465, 479, 496, 499 M Nejdet Sançar, 253, 306, 496, 501 Nihat Erim, 5, 13, 104, 146, 150, 157, 158, 171, 173, Marshall Planı, 6, 24, 29, 49, 54, 55, 58, 60, 165, 185, 188, 202, 204, 206, 215, 225, 227, 248, 276, 175, 344, 363, 364, 365, 366, 367, 368, 370, 371, 449, 503 372, 373, 374, 375, 376, 377, 451, 459, 461, 462, Nihat İyriboz, 213, 338 465, 545, 550 Nihat Reşat Belger, 208, 213, 248 Max Wetson Thornburg, 361 Nikita Kruşçev, 28 Memduh Şevket Esendal, 11, 157, 334 Niyazi Berkes, 275, 290, 295, 296, 298, 299, 502 Metin Toker, 81, 114, 125, 500 Numan Menemencioğlu, 10, 98, 113, 366 Mihver Devletler, 18, 25, 359 Nurettin Topçu, 498, 501 Millet Partisi, xiii, 5, 116, 182, 185, 187, 202, 203, Nuri Demirağ, 143, 191, 231, 233, 501, 538 205, 222, 230, 233, 234, 235, 236, 243, 396, 403, Nuri Özsan, 175, 181, 213, 220 453, 527 Nuri Yamut, 434, 441 Milletler Cemiyeti, 14, 15, 32, 40, 45, 67, 383 Nurullah Esat Sümer, 113, 189, 341, 346, 347, 369 Milli Husumet Andı, 186, 187, 188, 524 Milli Kalkınma Partisi, xiii, 106, 133, 134, 143, 191, 202, 231, 232, 233, 456, 549 O Milli Korunma Kanunu, 102, 320, 321, 322, 344, 381 OEEC, xiii, 365, 366 Milli Türk Talebe Birliği, 93, 250, 306, 424, 425, 439 Oniki Ada, 19, 20, 43, 89, 90, 92, 498, 545 Misak-ı Milli, 18, 67, 240 Orhan Seyfi Orhon, 136, 137, 287, 299, 499, 502 556

Orta Doğu, 31, 32, 49, 58, 59, 62, 63, 64, 65, 67, 68, Soğuk Savaş, 1, 18, 19, 22, 29, 32, 59, 516, 541, 71, 73, 326, 341, 363, 368, 442, 462, 466, 467, 542 468, 542, 543, 545 Sovyetler Birliği, 8, 9, 10, 11, 12, 16, 17, 18, 19, 20, Osman Bölükbaşı, 5, 165, 179, 180, 181, 182, 202, 22, 23, 24, 25, 27, 28, 29, 31, 37, 38, 40, 44, 46, 203, 205, 212, 233, 235, 454, 535, 546 47, 48, 49, 50, 51, 53, 54, 55, 56, 59, 63, 69, 71, Osman Nuri Köni, 183, 233 74, 83, 88, 105, 191, 238, 251, 290, 291, 293, 294, 304, 317, 364, 366, 368, 373, 442, 446, 447, 451, 454, 459, 460, 463, 465, 467, 468, 480, 500, 502 P SSCB, xiii, 1, 6, 11, 14, 20, 22, 24, 26, 31, 34, 36, 64, Pertev Naili Boratav, 275, 295, 296, 298, 299, 303, 89, 358, 365, 468 502 Suat Hayri Ürgüplü, 114, 201, 334, 346 Peyami Safa, 199, 201, 221, 290, 291, 420, 496, Sümerbank, 340, 341, 342, 347, 352 499, 500, 501, 502, 504 Süreyya Anderman, 98 Potsdam Konferansı, 16, 17, 18, 22, 36, 37, 38, 39, Süveyş Kanalı, 38, 467 48, 52 Ş R Şefik Hüsnü Değmer, 236, 237, 290, 294, 295, 299, Rahmi Apak, 97, 98 300 Raif Karadeniz, 114, 346 Şemsettin Günaltay, 188, 199, 200, 211, 225, 227, Rana Tarhan, 11, 331 255, 347, 378, 405, 410, 415, 465 Rauf Orbay, 179, 201, 300 Şevket Adalan, 155, 157, 169, 170, 173, 189 Recep Peker, 5, 46, 53, 56, 108, 113, 114, 148, 153, Şevket Aziz Kansu, 252, 296, 297 154, 155, 156, 162, 163, 170, 180, 202, 211, 265, Şevket Raşit Hatipoğlu, 114, 157, 329, 331, 334, 334, 342, 346, 353, 378, 399, 410, 414, 437, 447, 341 473, 548, 550 Şevket Süreyya Aydemir, 8, 119, 144, 271, 289, Refik Koraltan, 85, 117, 123, 124, 127, 132, 144, 341 159, 204, 208, 332, 333, 334, 385, 438 Şinasi Devrin, 98, 155, 169 Refik Saydam, 318, 320, 322, 345 Şükrü Saraçoğlu, 8, 32, 34, 35, 40, 42, 113, 121, Refik Şevket İnce, 125, 138, 143, 159, 204, 212, 156, 163, 208, 231, 258, 287, 322, 323, 328, 329, 213 342, 346, 417, 436, 502 Reşat Şemsettin Sirer, 155, 169, 189, 266, 267, Şükrü Sökmensüer, 155, 157, 215, 301, 337 276, 278, 279, 298 Rıfkı Salim Burçak, 100, 147, 154, 192, 503 T

Tahsin Banguoğlu, 147, 157, 173, 189, 255, 280, S 287, 415 Sabahattin Ali, 275, 295, 499, 502, 503 Tahsin Bekir Balta, 155, 157, 170, 174, 330 Sabiha Sertel, 180, 289, 291, 294, 300, 306, 336 Tahsin Coşkan, 114, 155, 170, 346 Sadık Aldoğan, 180, 183, 233, 235, 248, 413, 438 Tahsin Yazıcı, 457 Sadi Irmak, 114, 155, 157, 161, 382, 385, 503 Tevfik İleri, 213, 220, 264, 276, 305 Salih Omurtak, 434, 441, 449 Tevfik Rüştü Aras, 20, 115, 125, 180, 248, 300, 501 Samet Ağaoğlu, 124, 129, 159, 204, 205, 212, 213, Theodor Herzl, 70 220, 497, 503 Truman Doktrini, 6, 19, 22, 28, 49, 54, 55, 57, 58, San Fransisco Konferansı, 12, 13, 14, 26, 40, 101 60, 69, 73, 364, 367, 444, 447, 449, 450, 451, 461, Sedat Simavi, 177, 227, 470, 471, 479, 498 462, 545 Selahattin Arbel, 96, 99 Trygve Lie, 452 Selim Ragıp Emeç, 177, 197, 227, 229, 248, 425, Türk Ocakları, 256, 257, 260, 263, 264, 546 439, 479 Seyfullah Esin, 74, 97 U Sıddık Sami Onar, 191, 227, 248, 281 Sinan Tekelioğlu, 79, 157, 174, 197, 204, 211, 266, Ulus Gazetesi, 3, 10, 49, 54, 67, 83, 104, 119, 120, 414 133, 139, 140, 141, 142, 148, 150, 178, 187, 198, 557

201, 206, 221, 230, 290, 293, 365, 420, 425, 441, 452, 481, 482, 500, 503, 524, 525, 526, 533 UNESCO, xiii, 283

V

Vaner Planı, 342, 344 Varlık Vergisi, 102, 114, 196, 291, 319, 320, 323, 345, 446 Vatan Gazetesi, 3, 4, 10, 33, 41, 46, 47, 103, 104, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 129, 138, 144, 146, 148, 149, 206, 224, 235, 248, 265, 291, 293, 295, 305, 307, 420, 479, 482, 503, 524, 525, 527, 533, 534 Vyaçeslav Molotov, 33, 34, 37, 47, 365

W

Winston Churchill, 8, 9, 13, 16, 22, 33, 37, 74, 224, 313

Y

Yahya Kemal Beyatlı, 98 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 97, 200 Yalta Konferansı, 11, 16, 22, 32, 33 Yugoslavya, 19, 23, 24, 25, 26, 30, 31, 55, 77, 86, 88, 99, 317, 326, 330, 366 Yunanistan, 6, 19, 20, 23, 27, 28, 29, 30, 31, 48, 49, 55, 56, 57, 64, 69, 76, 77, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 99, 156, 191, 200, 284, 364, 366, 376, 394, 444, 445, 446, 447, 448, 450, 454, 459, 462, 464, 466, 467, 558 Yusuf Hikmet Bayur, 15, 114, 124, 134, 146, 179, 182, 202, 227, 233, 301, 333, 499 Yusuf Kemal Tengirşenk, 143, 144, 150, 160, 183, 185

Z

Zekeriya Sertel, 15, 46, 59, 103, 109, 110, 122, 125, 248, 249, 289, 291, 294, 300, 301, 306, 437, 501, 502 Ziya Gökalp, 398, 413 558 559

ÖZ GEÇMİŞ

KİŞİSEL BİLGİLER

Adı, Soyadı: Sabit DOKUYAN Uyruğu: Türkiye (TC) Doğum Tarihi ve Yeri: 30Ağustos 1980, Sivas Medeni Durumu: Evli Tel: 0506 860 69 35 email: [email protected] Yazışma Adresi: Sami Yangın Anadolu Lisesi Kocasinan/KAYSERİ

EĞİTİM

Derece Kurum Mezuniyet Tarihi Doktora Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Devam Ediyor) Yüksek Lisans Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2009 Lisans Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Öğretmenliği 2003 Lise Cumhuriyet Anadolu Lisesi, Sivas 1998

İŞ DENEYİMLERİ

Yıl Kurum Görev 2010-Halen Sami Yangın Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni 2010-Halen Erciyes Üniversitesi Ücr. Öğretim Görevlisi 2007-2010 Başakpınar İlköğretim Okulu Sosyal Bil. Öğretmeni 2003–2007 Bünyan İmam-Hatip Lisesi Tarih Öğretmeni

YABANCI DİL İngilizce

YAYINLAR 1. Sakin, Serdar ve Sabit Dokuyan,Kıbrısve 6-7 Eylül Olayları(Menderes ve Zorlu’nun Tarihi Sınavı), IQ Yayıncılık, İstanbul 2010. 2. Sakin, Serdar ve Sabit Dokuyan, “Sakarya Savaşı Sonrası Azınlıklar Meselesi ve TBMM”, History Studies, Volume 2/1, Ankara 2010, (Sayfa aralığı: 238-259). 3. Dokuyan, Sabit, “I. Büyük Millet Meclisi’nde Kayseri Mebusları ve Milli Mücadeledeki Etkinlikleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 30, Kayseri 2011,(Sayfa aralığı: 327-349).