Devrek Müftüsü Hacı Abdullah Sabri (Aytaç) Efendi
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
Bahar 2012 . Cilt 2 . Sayı 3 Zonguldak’ta Milli Mücadele Destekçisi Bir Müftü: Devrek Müftüsü Hacı Abdullah Sabri (Aytaç) Efendi Tunay KARAKÖK1 Özet: Zengin taşkömürü yataklarına sahip olması sebebi ile Zonguldak ve havalisi işgalci- ler için ayrı bir önem arz etmekteydi. Bu nedenle Fransızlar, Zonguldak ve havalisini işgal etmişlerdir. Yaşanan bu işgaller karşısında Devrek’te Müftü Hacı Abdullah Sabri Efendinin halkı direniş için ikna etmeye çalıştığı ve işgalcilere karşı oluşturulmaya çalışılan direniş örgütlerinin oluşturulması için büyük çabalar sarf ettiği görülmüştür. İşte bu çalışmada, sayıları sekseni aşmış ve Milli Mücadele yıllarında Anadolu’nun her tarafında mücadele için seferber olmuş ve ahaliye seferber etmeyi başarmış din adamlarının Milli Mücadele- ye katkıları noktasında; İngiliz, İtalyan ve Fransızların işgaline uğramış olan Zonguldak – Devrek havalisindeki direniş hareketini “Muhterem Cemaat; Türk Yurdumuzda bugün- den itibaren kurtuluş Savaşı başlamıştır. Şimdi ise alacağınız karar ve çekeceğiniz telgrafl a kadınımız, kızımız, topumuz, tüfeğimizle Mustafa Kemal’in yanında yer almalıyız. İşte vatan elden gidiyor. Hep beraber kurtaracağız” diyerek başlatmış olan Devrek Müftüsü ve Devrek Kuvay-i Milliye Örgütünün kurucusu Hacı Abdullah Sabri Efendinin bölgedeki milli mücadeleye dair oluşumlarda ve faaliyetlerdeki etkinliği hakkında bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Milli Mücadele, Din Adamları, Zonguldak, Devrek, Abdullah Sabri Efendi GİRİŞ: Milli Mücadele’de Din Adamları 19. yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa devletleri bir sömürge yarı- şına girişmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu ise; geniş topraklara sahip oluşu, dünya ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu, sanayinin can damarı haline gelecek olan petrol ve diğer yer altı zenginlikleri olan 1 Öğr. Gör. Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Ortaçağ Tarihi ABD, [email protected] 145 Tunay KARAKÖK maden bölgelerinin elinde bulunuşu ve Avrupa’ya yakınlığı dolayısıy- la emperyalist güçler için son derece uygundu. Bu sebeple 20. Yüzyıl başlarında Osmanlı toprakları; İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Almanya gibi devletlerin yarıştığı bir yer durumuna geldi. İşte Osmanlı toprakları için birbirleri ile yarışan bu devletler amaç- larına nihayet 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes antlaşması ile ulaşmış olacaklardı, zira şartları çok ağır olan bu antlaşma ile İngiliz- ler, Fransızlar ve İtalyanlar Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerini işgal etme fırsatı bulmuşlardır. Unutulmamalıdır ki bu devletlere bu fırsatı veren ise 1914 – 1918 tarihleri arasında dünya tarihinde ilk kez şahit olunaN Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğunun yenilen devletler (İttifak Devletleri) safında yer tutması ve şartları Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamakla birlikte Türk halkını esir etmeye yö- nelik olarak tam teslimiyeti ön gören bir ateşkes antlaşması imzalamış olmasıdır. Savaşın sonlarına doğru her ne kadar yenilen devletlerden toprak alınmayacağı bir başka ifade ile işgal hadisesine kesinlikle izin verilmeyeceğini dünyaya duyuran Wilson İlkeleri adındaki bir nevi Sa- vaşı sona erdirmeyi başaran talimatname yayınlanmış olsa da Ameri- ka Birleşik Devletleri Başkanı Wilson tarafından, galip devletler (İtilaf Devletleri) çeşitli toplantı ve aldıkları kararlar neticesinde bu kuralı çiğnemişler ve uzun süredir uğraş verdikleri Osmanlı topraklarını ilk fırsatta işgal etmekten geri kalmamışlardır. I. Dünya Savaşı’nın akabinde imzalanan Mondros Mütarekesi neti- cesinde yurdun haksızca işgaline, vatanın her köşesindeki meslek ve iş erbabının yanı sıra din adamlarının da karşı çıktığı görülmüştür. Öyle ki bu karşı çıkma din adamları noktasında; işgalcileri yurttan kovma eylemi olarak doğan Milli Mücadele’ye katkılar ortaya koyma şeklinde bile kendini göstermiştir. Hz. Peygamber tarafından “Benim varislerim ümmetimin âlimleridir” şeklinde tasvir edilen din adamları Osmanlı Devletinin kuruluşundan itibaren ve sonraki dönemlerde devlet yapısı içerisinde ve sosyal gruplar arasında temel direklerden biri olarak en güvenilir zümreyi meydana getirmişlerdir (Ebu Davud,1981,22). Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlayan I. Dünya Savaşı’na gelindi- ğinde de yine din adamlarını – ulemayı en önde ve en ileride görmekte- yiz. Bilhassa çok kanlı geçen Çanakkale Savaşlarında din adamları yine en ön safl arda halkı düşmanla savaşmaya teşvik etmiştir. Bu hususu 146 Zonguldak’ta Milli Mücadele Destekçisi Bir Müftü: Devrek Müftüsü Hacı Abdullah Sabri (Aytaç) Efendi Fransız – İngiliz Kara Kuvvetleri Başkomutanı General Hamilton hatıra- tında şöyle belirtmektedir: “Her taarruzdan evvel başlayan genel bom- bardıman sırasında imamlar ya da taburdaki din adamları, ellerini çevrelerinde topluyor, onlara dini telkinlerde bulunuyor, ölürseniz şe- hit, kalırsanız gazi olurdunuz. Allah (C.C.) Muhammed (S.A.V.) aşkına dövüşün, diyorlardı. Erlerin cevabı bir koro halinde, ama gözleri şevk ile dolu olarak “İnşallah Efendim” oluyordu” (Hamilton, 1972, 64). Devamında ise din ve namus duygusunu var olma şartlarından biri olarak gören Türk milleti, önceki dönemlerde olduğu gibi I. Dünya Sa- vaşı sonrasında imzalana Mondros Ateşkes Antlaşmasına binaen baş- layan işgaller sırasında da düşmana karşı direnme fikrini ateşleyen din adamları ve manevi din büyüklerini ortaya çıkarmakta gecikmemiştir. Bu din adamları ise ülkeyi kurtarmak için Anadolu’da filizlenen müca- delede Mustafa Kemal Atatürk’e kayıtsız bir şekilde bağlanmış, milli hareket lehinde olağanüstü gayret sarf etmiş ve böylece Milli Mücadele fikrinin doğuşunda önemli görevler üstlenmişlerdir. Daha mütareke döneminde boş durmayan din adamları, gerek Os- manlı ülkesinde gerekse İslam âleminde ortaya çıkan bazı dini mesele- lerinin çözümü ve İslam’a yapılan saldırıları İslam hükümlerine göre cevaplandırmak için 1918 yılında Darü’l Hikmeti’l İslamiye’yi2 kur- muşlardır (Albayrak, 1990, 411-412). Pek çok din adamı, cami kürsüle- rinde ve meydanlarda düzenlenen mitinglerde, bizzat kurdukları veya içerisinde bulundukları cemiyetlerde, hatta cephelerde halka rehberlik etmişlerdir. Bu hususta hiç çekinmeden mallarını harcayanlar olduğu gibi bir kısmı da şehit olmuştur. Ayrıca Tekâlif-i Milliye emirleri içe- risinde de yer alan bu şahıslar, Milli Mücadelenin lokomotifi olan I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında ve çalışmasında da hazır bulunmuşlar, hatta Anadolu’da çıkarılmaya çalışılan isyan hareketleri- nin bastırılmasında önemli görevler üstlenmişlerdir. Sonuç olarak; Milli Mücadelenin kuruluşunda ve işleyişinde din adamları ilk sıralarda yer almışladır. Çünkü devrin yapısı gereği ulema- nın içinde bulunmadığı bir teşebbüsün başarı kazanması pek çok açıdan zorluklar taşımaktaydı (Güneş, 1987, 24). 2 Bu cemiyetin kurucuları arasında Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman Said Nursi, Şeyhülislam, Ahali Fır- kası ve daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucularından olan Mustafa Sabri Efendi gibi kişiler yer almaktaydı. 147 Tunay KARAKÖK Zonguldak ve Civarında Milli Mücadele’nin Doğuşu Kömür rezervlerinin işletmeye açılması sebebi ile özellikle 1882 yılından itibaren Zonguldak’a3 yerli ve yabancı göçler olmuştur. Bu göçler sonucu yöre nüfusu hızla artmıştır. Bunun en belirgin örneği ise 1899 öncesinde Kdz. Ereğli’nin Elvan Köyünün Gaca adında bir mahal- lesi iken bu gün il merkezi olan Zonguldak’ın 1899 tarihinde belediye teşkilatı kurulması sebebi ile bir kaza merkezi olarak ortaya çıkışıdır. Bu göçler esnasında maden iletmecisi olarak Rumlar, Ermeniler, Fran- sızlar ve İtalyanlar da yöreye gelmişlerdir. Milli mücadele başlarında Zonguldak şehir merkezinde yabancı- lar ve azınlıklar hâkim duruma geçmişti. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey; “Zonguldak’ta Askerlik Mükellefiyeti Hakkındaki Kanun” teklifi ile ilgili olarak TBMM’nin 21.10.1920 tarihli oturumunda bu durumu 3 19. yüzyılın yarısından sonra kömür ocaklarının işletilmesi hızlanınca Zonguldak ve çevresinin geliş- mesi, o güne kadar Çaycuma nahiyesine bağlı Gaca köyünün bir mahallesi olan Zonguldak’ı 19 Ağustos 1889’da kaza merkezi yapar. Kaza merkezi olunca Devrek’ten 49, Ereğli’den 20 köy Zonguldak’a bağlanır. Bolu Sancağının 9. kazası olan Zonguldak’ta aynı tarihte belediye teşkilatı da kurulmuş ve ilk belediye başkanı olarak madenci Elbasanlı Mehmet Lütfi Bey (1899–1903, 1908–1911, 1919–1920) seçilmiş- tir. Kaza’nın ilk kaymakamı olarak ise Süleyman Naifi Bey’i görmekteyiz. Birinci Dünya Harbi’nin sona ermesi ve Mondros Mütarekesinden sonra yurdumuzun İtilaf Devletleri tarafından işgali sonucu idari taksimat tamamen değişmiş ve elimizde ancak Doğu Anadolu’daki ve iç kesimlerdeki vilayetlerden başka bir toprak kalmamıştır. Nitekim bu kayıplar arasında Batı Trakya, Suriye, Irak ve Kafk asya’daki pek çok vilayetler 1919-1920 yıllarından hemen önce el değiştirmiş, Güney’de Beyrut, Halep, Suriye Vilayetleri, kuzey’de ise Elviye-i Selase (Kars, Ardahan, Batum), elden çıkmıştır. Bu tarihlerde ancak 15 vilayet ve vilayetlere bağlı 35 liva ve 17 müstakil livanın kaldığı görülmüştür. I. Büyük Millet Meclisi tutanaklarından yararlanılarak hazırlanan listede Zonguldak Müstakil 17 Liva’dan biri olan Bolu Livası sınırları içersisinde yer almaktadır. Ancak, TBMM Hükümeti, 20 Nisan 1920’ de bölgedeki isyanların Zonguldak, Ereğli ve Bartın’a sıçramasına engel olmak için Devrek, Ereğli, Mudurnu, Bartın, Göynük ve Zonguldak’ı Bolu Bağımsız mutasarrıfl ığından ayırarak, Kastamonu vilayetine bağladı. 14 Mayıs 1920’ de Kastamonu Vi- layetine bağlı Zonguldak kazası Bartın, Devrek ve Ereğli’nin kendisine bağlanması sureti ile mutasarrıfl ık haline getirilmiş ve 1916 tarihinden beri Kaza