T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Anabilim Dalı Latin Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

TACITUS’UN GERMAN KAVİMLERİNE BAKIŞI

Mine HATAPKAPULU 2501050072

Tez Danışmanı Prof. Dr. Bedia Demiriş

İstanbul 2007

i

TACITUS’UN GERMAN KAVİMLERİNE BAKIŞI

Mine HATAPKAPULU

ÖZ

Bu tez birbirini tamamlayan dört ana bölümden oluşmaktadır. Bölümlerden ilki olan ‘Tacitus’un yaşamına, eserlerine ve dönemine genel bir bakış’ın amacı bu tezin konusunun temelini oluşturan antik çağ tarih yazarlarının en önemlilerinden biri olan Tacitus’u tanıtmaktır.

İkinci bölüm olan ‘Antik Çağ Yazarlarında ’ Tacitus öncesi antik çağ yazarlarında Germania kavramını inceler. Bu bölüm birinci bölümün devamı niteliğinde olup, üçüncü ve asıl bölüm olan ‘Germania Halklarının Yerleşim Yerlerine ve Kökenlerine Genel Bakış’ kısmına hazırlık niteliğindedir.

‘Germania Halklarının Yerleşim Yerlerine ve Kökenlerine Genel Bakış’ bölümünde Tacitus’un Germania eserinde izlediği sıraya sadık kalınarak, Germania kavimlerinin fiziksel görünümleri, yaşam tarzları, gelenekleri, askeri yapıları, evlilik kurumları ve daha bir çok özellikleri detaylı bir şekilde incelenmiştir.

‘Germania’nın Kavimleri’ adlı son bölümde ise, kavimler teker teker anlatılmış ve kendilerine özgü davranışları detaylıca açıklanmıştır.

ii

TACITUS AND HIS VIEW ON GERMANIC TRIBES

Mine HATAPKAPULU

ABSTRACT

This thesis consists of four major chapters which complete each other. The first chapter is named “A look at Tacitus’ life, his works and his times” and the purpose of this chapter is to introduce the main subject of the thesis, Tacitus - one of the most important ancient historians of all times. The second chapter, which is called “Germania in Ancient Authors” analyzes the idea of Germania as described by ancient writers who lived and wrote before Tacitus. This chapter is the continuation of the first chapter and the preparation for the third and main chapter of the thesis “A look on the Earliest Beginnings and the Land of the Germans”. In the “A look on the Earliest Beginnings and the Land of the Germans” chapter, aspects such as the physical appearance of the Germans as well as their life style, traditions, army organizations, marriage and many other qualities are examined while remaining loyal to order Tacitus used in his Germania. “Germanic Tribes” which is the last chapter, examines Germanic tribes in detail, one by one, and explains their particular customs.

iii

ÖNSÖZ

Germania Kavimlerine ilgim öncelikle Tacitus’un Germania eserini çevirirken ortaya çıktı. Çevirim esnasında tez danışmanım olan Prof. Dr. Bedia Demiriş ile Tacitus’un Germania eserini ana eser olarak ele alıp, Germania kavimleriyle ilgili bir tez yapıp yapamayacağım hakkında konuştum. Hocamın olumlu cevap vermesi sonucunda birlikte tez konusu olarak ‘Tacitus’un Germania Kavimlerine Bakışı’ başlığını belirledik. Tezimde, konu başlığının da gösterdiği gibi, öncelikle Tacitus olmak üzere Tacitus öncesi Antik Çağ tarih yazarlarının da Germania ve Germania kavimleri hakkında düşüncelerine değindim. Kaynak olarak kendi çevirdiğim Tacitus’un Germania adlı eserini ana metin olarak kullandım. Diğer kaynaklarımı ise başta Leiden Üniversitesi kütüphanesi olmak üzere, Eindhoven Teknik Üniversite’sinin Matematik ve Kimya Bilimleri Kütüphanesine (Wiskunde en Scheikunde Technologie - WenST Bibliotheek) üye olmak koşuluyla Hollanda’nın çeşitli üniversitelerinden kitapları kiralama yoluyla edindim. Tezimi yazarken sık sık metni gözden geçirip, gerekli düzeltmeleri yapan ve benden yardımlarını ve zamanını hiç bir şekilde esirgemeyen, çok kıymetli hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Bedia Demiriş’e, ilk kez beni Tacitus ve onun eserleriyle tanıştıran ve bu konuyla ilgilenmemi sağlayan değerli hocam Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken’e, ihtiyacım olan bütün kaynakları edinmemi mümkün kılan Wouter K. Gerritsen’e, tezimi yazdıkça büyük bir ilgiyle okuyan ve yapıcı yorumlarıyla beni aydınlatan arkadaşım Oğuz Yarlıgaş’a ve sabır küpü aileme teşekkür ederim.

Eylül, 2007 Mine HATAPKAPULU

iv

İÇİNDEKİLER

Öz i Abstract ii Önsöz iii Haritaların, Resimlerin ve Çizimlerin Listesi vi Kısaltmalar viii Giriş 1

BÖLÜM I Tacitus’un Yaşamına, Eserlerine ve Dönemine Genel Bir Bakış 4

A Tacitus’un Yaşamı 4

B Tacitus’un Eserleri 7

C Tacitus’un Germania’sı ve Kaynakları 13

BÖLÜM II Tacitus Öncesi Antik Çağ Yazarlarında Germania 21 BÖLÜM III Germania Halklarının Yerleşim Yerlerine ve Kökenlerine Genel Bakış 37

A Germania’nın Coğrafi Konumu ve Komşuları 38

B Germania Halklarının Kökeni 46

C Saf Irk Oluşları ve Fiziksel Görünümleri 48

Ç Germania Kavimlerinin Geçim Kaynakları 53

1 Tarım 53

2 Hayvancılık 57

3 Avcılık 59

4 Germania’daki Maden Kaynakları 61

D Germanialı Kavimler ile Romalılar Arasındaki Ticari v

İlişkiler 62

E Germanialı Kavimlerde Sosyal Yaşam 66

1 Germanialıların Yerleşim Yerleri 66

2 Germanialıların Spor ve Eğlence Anlayışları 72

3 Germanialılarda Aile ve Akrabalık İlişkileri 73

4 Germanialılarda Misafirperverlik Anlayışı 77

F Germania Kavimlerinde Din 79

1 Tanrılar 79

2 İnsan Kurban Etme Törenleri 83

3 Fal 84

4 Cenaze Törenleri 86

5 Rahipler Sınıfı 88

G Germanialıların Askeri Yapılanmaları 89

1 Piyade ve Süvari Birlikleri 90

2 Silahları ve Zırhları 92

3 Savaş Şarkısı: Baritus 95

4 Liderler ve Maiyetleri 96

BÖLÜM IV Germania’nın Kavimleri 102

A Batı Germania Kavimleri 102

B Kuzey ve Doğu Germania Kavimleri 118

Sonuç 144 Antik Kaynaklar Bibliografyası 150 Bibliografya 153 Haritalar, Resimler ve Çizimler 156

vi

HARİTALARIN, RESİMLERİN VE ÇİZİMLERİN LİSTESİ

1 Caesar zamanı (İÖ 58) Gallia’sının haritası. 2 İÖ 79 yılına ait bir serratus denarius. 3 İÖ 152 yılına ait Lucius Saufeius adına çıkartılmış bir bigatus. 4 Ezinge’de bulunan yarım daire şeklinde inşa edilmiş, İÖ 6. yüzyılda kurulduğu düşünülen köy: Erken-Roma Demir Çağı. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: , and , p. 43). 5 İS 1. yüzyılda kurulduğu düşünülen Hollanda Friesland’da bulunan Fochteloo yerleşim yeri. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 46). 6 Zeijen’daki (Drenthe) erken Roma Demir Çağına ait köyün yeniden inşası. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 48). 7 Einswarden’da ince çıtalardan oluşmuş duvarlara sahip bir evin yeniden inşası. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 66). 8 İÖ 500 yılına tarihlendirilen Danimarka Himmerland’ın Vebbestrup ve Døstrup bölgelerinde yapılan arkeolojik kazılarda bulunmuş ahşaptan yapılmış tarım aletleri. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 62). 9 Hollanda, Friesland Oostrum bölgesinde yapılan kazılarda çıkarılan bir kürek. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 64). 10 24 harften oluşan Yaşlı Futhark denilen Runik alfabesi. 11 Osterby bölgesindeki bataklıkta bulunan ve Suevi tipi saç düğümüne sahip kafatası (Landesmuseum, Schleswig). (Kaynak: Malcolm Todd, The Early Germans, p. 112). 12 Hjortspring bataklığından çıkarılmış tahta kalkanlar (Als, Danimarka). (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 100). vii

13 Thorsbjerg (Angeln) bataklığından çıkarılmış bir erkek giysisi. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 87). 14 Huldremose (Djursland, Danimarka) bataklığından çıkarılmış bir kadın giysisi. (Kaynak: Malcolm Todd, Everyday Life of the Barbarians: Goths, Franks and Vandals, p. 87). 15 Germanialı savaşçıların tahmini görünüşü. (Kaynak: Osprey Yayınları, Rome's Enemies (1): Germanics and Dacians (Men at Arms Series, 129). 16 Germania haritası. (London, Macmillan & Co. Ltd.)

viii

KISALTMALAR Kitap Kısaltmaları

Antik kaynaklarla ilgili kısaltmalarda başvurulan kaynaklar şöyledir: - H.G. Liddell & R. Scott, Greek – English Lexicon, Clarendon Press, Oxford, 1996. - Charlton Lewis & Charles Short, A Latin Dictionary, Clarendon Press, Oxford, 1951.

Aer. de Aere, aquis et locis Agr. Agricola Am. Amores An. Anabasis Ann. Annales BG de Bello Gallico BI Bellum Iudaicum C. Carmina Ep. Epistulae Epigramm. Epigrammata Epod. Epodes G. de Origine et situ Germanorum Geo. Geographika Hist. Historiae Il. Ilias Iug. Bellum Iugurthinum Mil. Miles Gloriosus ND de Natura Deorum NH Naturalis Historia O. Olympia Od. Odysseia Or. Dialogus de Oratoribus Plt. Politeia Prov. de Providentiae QN Quaestiones Naturales RR de re Rustica ix

Sen. de Senectute TAPA Transactions and Proceedings of the American Philological Association Tetr. Tetrabiblos Th. Theogonia Tr. Tristia

Teknik Kısaltmalar

Ed. by Edited by (yayına hazırlayan) Ibid. ibidem (yukarıda bahsedilen yazar ve eser) Id. idem (yukarıda bahsedilen yazar) op. cit. opus citatum (adı geçen eser) passim Eserin bütününe atıf Trans. by translated by (çeviren) V. Bakınız

1

GİRİŞ

Eski Romalıların ‘barbar’ diye adlandırdıkları, ancak tarihleri boyunca gerek savaşlar gerekse ticari ilişkiler ya da anlaşmalar yoluyla sık sık önemli temaslarda bulundukları kuzey kavimleriyle ilgili ayrıntılı bilgi veren ve bu kavimleri antik kaynaklara başvurarak inceleyen, yabancı dillerde hazırlanmış pek çok kaynak bulunmasına karşılık, Türkçe’de bu konuda yapılmış çalışmaların yokluğunu çekmekteyiz. Dolayısıyla bu tezin amacı batı Rusya bozkırlarından, bugünkü Hollanda topraklarına kadar uzanan bu geniş coğrafyada yaşamış Germania kavimlerini gelenekler, inançlar, alışkanlıklar ve daha birçok yönden tanımak ve Romalılarla olan ilişkilerini anlamlandırmaktır.

Konunun başlığından da anlaşılacağı gibi, tarih yazarı Tacitus bu çalışmada başvurulan temel yazar, eseri Germania ise tezin esas kaynağı olarak kullanılmıştır. Tacitus’un İS 98 yılında yazmış olduğu Germania, sadece Germanialı kavimler ve onların yaşayışları üzerine yoğunlaşan ilk antik eserdir. Kısa bir monografi olmasına rağmen paha biçilemez bilgiler içerir ve oldukça güvenilir bir kaynaktır. Öyle ki Rönesans dönemi bilim adamları bu eseri libellus aureus (“altın kitapçık”) olarak nitelendirirler1. Germanialılar konusunun çok geniş ve Germanialı kavimler hakkında yazılmış antik ve günümüz kaynaklarının engin olması sebebiyle, antik çağda bu konuda yazılmış eserlerle ilgili tarihi kronoloji Tacitus ile sınırlandırılmış, Tacitus sonrası yazarlara çok gereken durumlarda, ender değinilmiştir. Tacitus öncesi yazarlar da, Tacitus ile karşılaştırmak veya Tacitus’u desteklemek amacıyla ele alınmıştır. Ayrıca Tacitus’un diğer tarih eserleri olan Annales ve Historiae eserlerine de Germania kavimlerinden bahsettikleri ölçüde değinilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse İS 1. yüzyıl ve öncesi Roma – Germania ilişkileri üzerinde durmuş ve bu zaman aralığında eser vermiş antik yazarlar üzerine yoğunlaşılmıştır.

1 Hutton, M., “Introduction to Germania” p. 122: V. Tacitus, Agricola, Germania, Dialogus, Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2000. 2

‘Tacitus’un Germania Kavimlerine Bakışı’ dört ana bölümde ve bunların içinde mevcut alt bölümlerde incelenmiştir. Birinci bölümün başlığının ‘Tacitus’un yaşamına, eserlerine ve dönemine genel bir bakış’ olmasının sebebi, tezde esas yazar olarak kullanılan Tacitus’un yaşamına nerede ve nasıl başladığını, kariyer basamaklarını nasıl çıktığını öğrenmektir. Buna ilaveten bu bölümde Tacitus’un eserleri birer birer incelenmiştir, Tacitus’un yaşadığı zaman meydana gelen politik olaylarla birlikte o zaman tahtta olan İmparatorlar kısaca anlatılmıştır ve Tacitus’un nasıl bir ortamda eser verdiğine değinilmeye çalışılmıştır.

İkinci bölüm olan ‘Antik Çağ Yazarlarında Germania’ Tacitus’un yaşadığı zamandan daha önce eserlerini vermiş Latin ve Eski Yunan yazarlarında bahsedildiği ölçüde Germania kavimleri üzerinde durur. Bu bölümde aynı zamanda antik çağ yazarlarının Germania kavimlerinden ne kadar haberdar olduğununun görülmesi planlanmış ve bununla orantılı olarak Tacitus’un Germania eserinde kaynak olarak kullandığı eserlerin de tespit edilmesi amaçlanmıştır. ‘Antik Çağ Yazarlarında Germania’ bölümü ‘Tacitus’un yaşamına, eserlerine ve dönemine genel bir bakış’ bölümünün devamı olup asıl konunun anlatıldığı üçüncü kısma hazırlık niteliğindedir.

‘Germania Halklarının Yerleşim Yerlerine ve Kökenlerine Genel Bakış’ adlı üçüncü bölüm tezin asıl konusunun işlendiği kısımdır. Bu kısımda Tacitus’un Germania eserinde izlediği anlatım sırasına sadık kalınmıştır. Bu bölümün isminde ‘genel bakış’ kelimesinin geçmesinin sebebi Tacitus’un Germania eserinin ilk yirmi yedi bölümünde yaptığı gibi Germanialıların bir bütün olarak ele alınması ve bu şekilde incelenmeye çalışılmasıdır. Bu bağlamda sırasıyla Germania’nın konumu ve komşuları, Germanialıların kökenleri, fiziksel görünümleri, tarım ve hayvancılık gibi geçim kaynakları, aile ve akrabalık ilişkileri, din anlayışları ve askeri yapılanmaları başlıca Tacitus olmak üzere, Tacitus’tan evvel eserlerini vermiş Latin ve Eski Yunan yazarların ışığında da detaylıca incelenmiştir.

Başlığı ‘Germania’nın Kavimleri’ olan son bölümde ise, yine Tacitus’un Germania’sına sadık kalınarak sırasıyla önce Batı kavimleri daha sonra Kuzey ve Doğu kavimleri ve bu kavimlerin kendilerine özgü davranışları anlatılmıştır. Bu bölümde 3

Tacitus’un Germania eserinde geçen bütün kavimlere değinilmiştir. Ancak bazı kavimler hakkında bilgiler diğerlerine oranla çok daha fazladır. Bunların özet olarak anlatımına özen gösterilmiştir çünkü bazı kavimlerinin diğer kavimlerden çok daha detaylı anlatılmasının konunun bütünlüğünü bozacağı düşünüldü.

Tezde geçen özel isimlerin, kavim ve yer isimlerinin Latince ve Eski Yunanca orijinal yazılışlarının kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bazı kavim isimlerinin adlandırılışında antik yazarlar arasında farklılıklar bulunduğunda bu farklılıklar ya esas metnin içinde ya da dipnotlarda belirtilmiştir. Dipnotlarda ve tezin genelinde kullanılan kısaltmalarda uluslararası standart kullanılmış ve bunlar ‘Kısaltmalar’ başlığı altında açıklanmıştır. Tezde yapılmış olan Türkçe’ye çeviriler dipnotta aksi belirtilmediği sürece şahsıma aittir. Tacitus’un Germania eserinin orjinal latince metni olarak Tacitus, Agricola, Germania, Dialogus, Loeb Classical Library, 2000, künyeli kaynak kullanılmıştır.

4

I. Tacitus’un Yaşamına, Eserlerine

ve Dönemine Genel Bir Bakış

A- Tacitus’un Yaşamı

Cornelius Tacitus eserlerinde kendi zamanı hakkında pek çok bilgi sunarken, yaşamı hakkında aynı cömertliği göstermez. Bilinen tek şey İS 61’de doğan yakın arkadaşı Genç Plinius ile aşağı yukarı aynı yaşta olduğudur1. Genç Plinius Epistulae’ının altıncı kitabında Vesuvius dağı patladığında kendisinin 18 yaşında bir genç olduğunu söyler2; Epistulae yedinci kitapta ise Tacitus ile hemen hemen aynı yaşta olduğunu ‘duos homines aetate dignitate propemodum aequales3’ cümlesi ile açıklar ve genç yaşına rağmen ünü büyük olan Tacitus’u kendine örnek aldığını söyler. Plinius’un bu açıklamalarından Tacitus’un ondan birkaç yaş büyük olduğunu anlıyoruz. Plinius’un doğum tarihi kesin olarak İS 61 olarak bilinir. Böylelikle Tacitus’un doğum tarihi de İS 56’ya tarihlendirilir.

Yaşam öyküsüne dair bilgilerin çoğu yine Plinius’un mektuplarından edinilir. Tacitus’un ilk isminin belirlenmesinde de şüpheler bulunur: İsmi Gaius muydu yoksa Publius muydu? Sidonis Apollinaris mektuplarında ona bir kez Gaius Tacitus, bir kez de Gaius Cornelius Tacitus diye hitap eder4. Yani ilk ismini Gaius olarak verir. Annales’in Codex Mediceus I el yazmasının 1. ve 3. kitaplarında ise ismi P. Corneli olarak geçer5.

Roma’nın Gallia Belgica eyaletinde Cornelius Tacitus adlı bir procurator6 bulunduğunu Yaşlı Plinius’tan öğreniyoruz7. Yaşlı Plinius’un İS 79’da öldüğünü göz önünde bulunduracak olursak burada bahsi geçen Tacitus ancak tarihçi Tacitus’un babası

1 Plinius, Ep., 7. 20 2 Ibid., 6. 20. 5 3 Ibid., 7. 20. 3 : ‘ yaş ve erdemleri neredeyse eşit iki adam...’ 4 Sidonis Apollinaris, Ep., 4. 14; 22. 2 5 Oliver, R. P. TAPA, LXXXII, 1951, p. 234; Syme, R., Tacitus, p. 59. 6 İmparatorluk döneminde bir kimsenin bütün işlerini, mal varlığını yönetmekle görevli kişi. 7 Plinius, NH., 7. 76 5

veya amcası olabilir. Tacitus İmparator Galba, Otho ve Vitellius1 hakkında pek bir bilgiye sahip olmadığını, siyasi kariyerinde yükselişinin İmparator Vespasianus ile başladığını söyler. Daha sonra da imparatorun oğulları Titus ile yükselişinin devam ettiğini ve Domitianus ile iyice arttığını bizlere aktarır2. İS 77’de consul olan C. Iulius Agricola’nın kızıyla İS 78 yılında evlenir.

Domitianus’un imparatorluğu sırasında ve İS 88 yılında Tacitus praetor3’du. Aynı zamanda Domitianus’un on dördüncü konsüllüğüne denk gelen zamanda kutlanmakta olan Ludi Saeculares4 törenlerine katılan quindecemviri5 topluluğunun bir üyesiydi6. Agricola İS 93 yılında öldüğünde ne kızı ne de Tacitus yanında bulunuyordu. Tacitus’un Agricola’nın rahatsızlığında nerede olduğu bilinmemektedir, ancak o sırada praetor olan Tacitus’un eyaletlerden birinde görev yaptığı düşünülebilir. Çünkü praetor’luk görevi dört yıllık bir görevdi. Agricola eserinde Tacitus dört yıldır uzakta bulunduğunu ‘quadriennium amissus est’ cümlesi ile belirtir7. Tacitus’un bu görevi sırasında Britannia’yı ve Germania’yı ziyaret edip etmediği ise kanıtlanamamaktadır.

Tacitus, Domitianus’un zalimliklerine şahit olduğunu bizlere aktarır8. İS 97 yılında Nerva’nın imparatorluğunda Tacitus o yıl ölen consul T. Virginius Rufus yerine consul suffectus9 seçilir. Tacitus’un Rufus için yaptığı cenaze söylevinin güzelliğini Plinius şu şekilde bizlere aktarır. “Consul Cornelius Tacitus onun cenaze konuşmasını yaptı ve böylece (Rufus’un) güzel talihi bu yetenekli hatibin konuşmasından sonra gelen

1 Tahta çıkış ve tahttan iniş tarihleri: Galba; Haziran 68 – Ocak 69; Otho, Ocak 69 – Nisan 69; Vitellius, Nisan 69 – Aralık 69. 2 Tacitus, Hist., 1. 1. 3 Ordu kumandanlarına veya belirli görevlere atanmış magister’lere praetor denir. Diğer topraklarda Roma otoritesi artmaya başlayınca daha fazla praetor’a gereksinim duyuldu. İÖ 227’de Sicilia ve Sardinia adalarının kontrolü için iki praetor atanmıştı. Sonra topraklara İÖ 197’de Hispania eklenince praetor sayısı dörde çıktı. Sulla praetor sayısını sekize çıkardı, Iulius Caesar ise önce ona, daha sonra on dörde, en sonda on altıya çıkardı. Praetor’ların görev süresi dört yıldı. 4 Roma’da yüz yılda bir düzenlenen ve üç gün üç gece boyunca süren kutlamalar. 5 Sibylla Kitaplarını korumakla görevli on beş kişiden oluşan bir topluluktur. Senatus istediğinde bu kişiler kitapta yazılanları okur ve yorumlarlardı. Bu topluluk ayrıca Roma’ya giren yabancı inanışları denetlemekle görevliydi. 6 Tacitus, Ann., 11. 11. 7 Tacitus, Agr., 45. 8 Ibid., 45; Syme, Tacitus, p. 68 9 Bir yıl olan consul’lük görevi Iulius Caesar tarafından üç aya indirilmişti. 1 Ocak’ta consul olanlara ordinarii, aynı yıl içinde daha sonra consul olanlara ise suffecti denirdi. 6

alkışlarla yüceltildi1”. Plinius meslek hayatına yeni atıldığında Tacitus belâgat sanatında ünlenmiş biriydi. Tacitus ve Plinius, Nerva’nın imparatorluğu zamanında (İS 99) Afrika proconsul’ü zalim Marius’un ceza davasını yürütmek için atanmışlardı.

Tacitus ve Plinius oldukça yakın iki arkadaştı. Plinius mektuplarından on bir tanesini Tacitus’a göndermişti. Arkadaşı Maximus’a yazdığı mektupta Tacitus ile arkadaşlığına çok önem verdiğini belirtir ve şu sözlerle devam eder “Cornelius Tacitus’tan aldığım haber beni oldukça sevindirdi. Bana son yapılan Circencis oyunlarında Romalı bir süvarinin yanında oturduğunu ve aralarında geçen sohbetin devamında bu kişinin ona ‘İtalyalı mı yoksa eyaletli misin’ diye sorduğunu, Tacitus’un ‘Çalışmalarımdan beni tanımanız lazım’ diye cevap verdiğini, bunun üzerine adamın ona ‘Tacitus musunuz yoksa Plinius mu,’ diye cevap verdiğini söyledi2”. Halktan bir kişinin, Plinius ile Tacitus’un üslûplarını birbirine benzeterek onları karıştırması Plinius’u çok sevindirmiştir.

Plinius altıncı kitabın altıncı mektubunda, Tacitus’un isteği üzerine Vesuvius dağının patlamasını ve amcası Yaşlı Plinius’un ölümünü anlatır ve böylelikle Tacitus öğrendiği bu olayları tarih eserlerinde yazabilecektir.

Tacitus’un ölüm tarihi de doğum tarihi gibi tam olarak bilinmiyor. Ancak Historiae eserine bakacak olursak İS 117’de ölen İmparator Traianus’dan daha uzun yaşadığı ve Hadrianus’un tahta çıkışını gördüğü sonucunu çıkarabiliriz3. Çünkü Historiae eserinde Nerva ve Traianus’un imparatorluğu sırasında düşünce ve konuşma özgürlüğünün olduğu o mutlu zamanları, yaşlılığında kaleme alacağı eserde anlatacağını belirtir. Bu da Tacitus’un Traianus’un zamanını gördüğünün kanıtıdır.

Tacitus’un çocuklarının olduğuna dair herhangi bir kanıt yoktur, ancak İmparator Tacitus, tarihçi Tacitus’un soyundan geldiğini iddia eder4. Bunun doğru olup olmadığı

1 Plinius, Ep. 2. 1. 2 Ibid., 9. 23. 3 Tacitus, Hist. 1. 1. 4 Historiae Augustae: Tacitus, 10. 3. 7

kanıtlanamamaktadır. Sidonius Apollinaris ise Tacitus’u Polemius’un atası olarak bizlere aktarır1.

B- Tacitus’un Eserleri

Tacitus’un günümüze kalan eserleri, kronolojik olarak sıralanırsa, Dialogus de Oratoribus, Agricola, Germania, Annales, Historiae’dır.

Dialogus de Oratoribus eserine Tacitus şu soruyla başlar:

“Bana sık sık soruyorsun Iustus Fabius, birçok seçkin hatibin zekâsı ve ünü geçmişi ışıldatırken, niçin bizim özellikle umutsuz ve hitabet sanatının ihtişamından yoksun zamanımız, hatibin ismini güçlükle koruduğu bir zaman diye.”

Açılış cümlesinin bu dengeli kurulumuyla Tacitus eserin konusunu daha ilk cümleyle ilân eder. Yazar, arkadaşının sık sık bir cevap bulmak amacıyla sorduğu neden hitabet sanatının zayıfladığı sorusuna cevap vererek eserine başlar. Tacitus bu soruya kolaylıkla cevap verir, çünkü Roma’nın en iyi konuşmacıları arasında tartışılmış bu konuyu gençken bizzat dinlemiştir. Hitabetten sonra şiirle ilgilenmeye başlayan Curiatius Maternus’un evinde buluşan Marcus Aper, Iulius Secundus ve Vipstanus Mesella hitabet ve şiir sanatının değerini yitirmesi üzerine tartışmaya başlarlar2. Eserde ismi geçen kişilerin tarihi şahsiyetler olmasına rağmen okuyucu eserde geçen konuşmaları Tacitus’un kendisinin yarattığını bilir3.

Bu eser hakkında akla gelen ilk soru bunun gerçekten Tacitus’un eseri olup olmadığıdır. Tereddüte düşülmesindeki ana sebep cümle yapıları ve tarzındaki

1 Sidonius Apollinaris, Ep., 4. 14. 2 Tacitus, Or., 1. 3 Martin, R., Tacitus, p. 58. 8

serbestliğin Tacitus’un diğer eserlerinden farklılığıdır. Ancak Ronald Martin bu konuda şöyle der “Yunan yazarlar gibi Romalılar da farklı tarzları uygun gördükleri zaman farklı uslûplarla kullanıyorlardı. Yani yetenekli bir yazar birden fazla üslûpta ustalaşabiliyordu. Tacitus da Agricola’da en az üç tane farklı üslûp kullanmıştı.” Edebî dialog tarzında eserler yazarken Tacitus’un Cicero üslûbunu kullandığı sık sık görülürdü1.

Dialogus de Oratoribus eserinin tarihinin saptanması da akıllarda oluşan ikinci sorudur. Tacitus Agricola eserinde2 Domitianus’un, imparatorluğu süresince (İS 81 – 96) hiç bir eser yayınlatmadığını bizlere aktarır. Ayrıca ‘incondita ac rudi voce3’ derken kendisinin Agricola’yı düzensiz ve kaba bir dille anlatacağından bahseder. Bu cümle ile Tacitus Agricola’nın onun ilk eseri olduğuna dair bir imâda bulunmuş olur. Eğer Tacitus’un ilk eserini Agricola olarak sayarsak, Dialogus eserinin ya İS 81 yılından önce ya da İS 98 yılından sonra yazılmış olması gerekir4.

Alfred Gudeman Dialogus eserinin yazıldığı tarih olarak İS 81 yılını kabul eder5. Gudeman’a gore, bunun sebebi bu on beş yılı aşan süre içerisinde Tacitus’un Cicero benzeri üslûbunun değişebileceği ihtimalidir. Bu da bize Dialogus’taki üslûbunun neden diğer eserlerindeki üslûba benzemediğini açıklamaktadır. Aynı zamanda Domitianus öncesi Tacitus ve Domitianus sonrası Tacitus olarak eserleri ayrıştırmamıza yarayabilir. Domitianus’un imparatorluğundan evvel gayet neşeli bir şekilde Dialogus’u yazan Tacitus’un üslûbu daha sonraki eserlerinde yerini hüzünlü bir şekle bırakır6.

Bugünün araştırmacıları Dialogus’un Traianus’un imparatorluğu (İS 98 – 117) sırasında yazıldığında mutabık kalırlar. Eserde geçen sohbetin tarihi İS 70 civarıdır. Tacitus bize bu sohbeti genç bir adamken dinlediğini belirtir7. Bu sohbeti bize aktarırken

1 Martin, R., Tacitus, p. 59. 2 Tacitus, Agr., 3. 3 Ibid., 3. 4 Martin, R., op cit., p. 59. 5 Gudeman, A., Cornelii Taciti Oogus de Oratoribus, p. 34, Berlin 1914. 6 Martin, R., op cit., p. 59. 7 Tacitus, Or., 1. 9

sanki yakın bir geçmişten değil de daha uzak bir geçmişten bahsediyor gibidir. Dialogus de Oratoribus’un Fabius Iustus’a ithaf edildiğini göz önünde bulundurarak, eserin İS 81 yılında yayınlandığını varsayarsak, Tacitus’tan sadece bir kaç yaş genç olan Fabius o tarihte sadece bir çocuktu. İS 102’de consul suffectus, ve İS 109 yılında Syria eyaleti valisi olan Fabius’un bu yıllar arasında, bir yetişkin iken hitabet sanatının bozulmasının sebeplerini Tacitus’a sorması daha olasıdır.

Tacitus’un De Vita Iulii Agricolae (Iulius Agricola’nın Yaşamı) adlı eserinin yazılış tarihin Domitianus’un İS 96 yılındaki ölümünden sonra olduğu kesin olarak bilinir. Bunu eserin daha başlangıcından anlamamız mümkündür. Çünkü Tacitus önemli insanların hayatlarını yazmanın en eskilerden beri süregelen bir gelenek olduğunu ve hayatını yazmak istediği kişinin zaten ölmüş olduğunu ancak izne gerek olmamasına rağmen yine de izin almasının şart olduğunu belirtiyor1. Domitianus zamanında sessiz kalmak hayatta kalmakla eşdeğerdi. Yazarlar yaşamlarından endişe ettiklerinden dolayı sessiz kalmayı tercih ediyorlardı. Tacitus baskıcı yönetimden hoşnutsuzdur, ancak İS 81 ve 82’de quaestor2, İS 88’de praetor ve quindecimvir topluluğunun bir üyesi olması onun imparatorluğun desteğinden ve güveninden hoşnut olduğunun göstergesidir. İS 97 yılında Domitianus ölünce, Tacitus Agricola’nın yaşamını ve başarılarını yazmak için çalışmalarına başlar. Esere İS 97’nin3 sonlarında başlar ve İS 98’in4 başlarında eseri yayınlatır. Bu eser onun ilk tarihi girişimidir.

Agricola öldüğünde Tacitus’un dört yıldır çeşitli eyaletlerde olduğu bilinmektedir. Ancak eserden anlaşılacağı gibi Tacitus Agricola’nın yaşamının ve başarılarının her evresinden haberdardır. Onunla bir çok kez yüz yüze konuşma fırsatı bulmuştur5, dolayısıyla eserinde bu konuşmalara göndermeler vardır. Bu göndermeler eserin güvenilirliği konusunda önemli kanıtlardır. Eseri yazarken kullandığı kaynaklardan bir

1 Tacitus, Agr., 1. 2 Eyaletlerin mali işlerini denetleyen, praetor’lara ceza ve mali işler konusunda yardımcı olan memurlar. 3 Tacitus, Agr., 3. 4 Ibid., 44. 5 Ibid., 4; 24. 10

başkası da Britannia’da Agricola’nın komutası altında görev almış ve görev süreleri bitince geri dönmüş askerlerdir.

Britannia adasının etnografik anlatımları, Agricola’nın nasıl bir ortamda çalışmalarını yaptığını anlamamız açısından gerekli bir giriştir. Antik zamanda etnografik eserler yazmak, bağımsız bir çalışmadan çok1 bu konuda eser vermiş yazarların çalışmalarının üzerine bilgi ekleme yoluyla yapılırdı. Britannia adasının etnografyası hakkında ilk eser veren Massilia’lı Pytheas’tır2 (İÖ 320). Ondan sonra diğer yazarların üzerine eklemeleriyle bu konu genişlemişti.

Agricola eserinin planı şu şekildedir: Tacitus bilgilendirici bir girişten (1 – 3) sonra, Agricola’nın yaşamı ve meslek yaşamının onu İS 78’de Britannia’ya götürmesini anlatır. Eserin ortalarında Agricola’nın yöneticiliği ve Britannia’nın tarihi ve etnografik özelliklerini (10 – 17) anlatır. Daha sonra Mons Graupius savaşını aktarır ve Calgarus ile Agricola’nın konuşmalarına geçer (30 – 34). Agricola’nın son yıllarının anlatıldığı bölümlerden sonra, Tacitus teselli sözleriyle (consolatio) eserini noktalar (44 – 46).

Agricola zamanımıza kalmış antik biyografilerin en mükemmel örneğidir. Tacitus bu eseri erdemli bir insan ve başarılı bir general olan Iulius Agricola’yı övmek amacıyla yazmıştır. Bir Romalının sahip olması gereken meziyetler sanki Agricola’da toplanmıştır: Adil ve aynı zamanda sevilen bir eyalet valisi, başarılı bir komutan, bilinmeyen toprakları ele geçiren bir fatih, haksızlığa karşı duran bir reformcu, ve kültürlü, nazik ve yumuşak başlı bir insan. Damadı Tacitus’un takdirini kazanması için her türlü meziyete sahiptir. Agricola’da Tacitus’un üslûbu bir tarihçiden çok bir hatibi andırır. Roma ordusunun başarıları, sevgi dolu bir damadın ifadeleriyle yoğrulmuştur. Başlangıcından bitişine dek eser müthiş bir düzenle ilerler. Eserin ‘clarorum virorum facta moresque posteris

1 Trüdinger, K., Studien zur Geschichte der griechisch-römischen Ethnographie, Basel, 1918. 2 İÖ 320’li yıllarda Massilia (Marsilya) adlı Yunan kolonisinde doğan Pytheas, Britannia’nın ve Jutland Yarımadasının etrafını dolaşır ve Kuzey Avrupa sahilinden geçerek batı Baltık denizine yelken açar. Yaptığı gezi, aldığı notlar ve coğrafi tanımlamalar oldukça inandırıcıdır. Hem o çağın hem de sonraki çağların yazarlarına örnek teşkil etmiştir. Ancak bazı yazarlar bu eserin hayal ürünü olduğunu iddia edip, böyle bir gezinin zorluğundan ötürü mümkün olmadığını öne sürmüşlerdir. Bu konuda daha fazla bilgi için V. Cunliffe, B., The extraordinary voyage of Pytheas the Greek, London, 2001. 11

tradere1’ cümlesi ile başlaması ve ‘Agricola posteritati narratus et traditus superstes erit2’ ile bitmesi Tacitus’un başta vaat ettiğini - yani ünlü bir şahsın başarılarının gelecek nesle aktarılmasını - eserin bu iki cümlesi arasında yer alan kırk altı bölümde layığıyla yaptığını bizlere gösterir. Agricola başarılarından dolayı bir clari viri’dir3.

Tacitus Agricola’dan hemen sonra İS 98’de Germania’yı kaleme alır. Bu eser Tacitus’un eserleri içinde, çalışmamızın konusuna kaynak teşkil eden temel eseri olduğundan, ayrıntılı olarak bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

Tacitus’un Dialogus de Oratoribus, Agricola ve Germania adlı eserleri modern araştırmacılar tarafından Opus Minor (küçük eserleri), Historiae ve Annales eserleri ise Opus Maior (ana eserleri) olarak adlandırılır.

Tacitus, Agricola eserinin başlangıcında geçmişteki köleliği ve kendi zamanında yeni tecrübe ettikleri güzel günleri yazmak istediğinden bahseder. Kölelikten kastettiği Domitianus’un zalim yönetimidir, mutlu günlerden kastı ise Nerva ve Traianus ile yaşanan zamanlardır. Historiae eserinin içeriğinin Nero’nun ölümünden başlayarak, dört İmparator yılını, Vespasianus’un tahta geçişini ve İS 69 – 96 yılları arasında hüküm süren Flavius soyunun hükümranlığını kapsayarak, Domitianus’un ölümüyle son bulduğu tahmin edilir. Eserin ilk bölümünde Tacitus, Nerva ile Traianus’u daha sonraki bir zamanda, yaşlandığında kaleme alacağını söyler4. Onun yerine iç savaşlarla başlayan dört İmparator yılını ve Flavius despotluğuyla biten zaman dilimini aktarır5.

Eserin sadece ilk dört kitabı ve beşinci kitabın bir kısmı -İS 69 yılını ve 70 yılının bir bölümünü kapsayan bölümleri- günümüze ulaşmıştır. Tacitus’un anlattığı olaylar kendisinin de şahit olduğu olaylardır. İlk dört kitapta bir yıl içinde gerçekleşmiş başa geçme savaşlarını anlatır. Beşinci kitapta Titus’un önderliğinde yapılan Kudüs kuşatmasını, Yahudileri, eğitimli Roma halkının bu insanlara bakışını ve Germania’da Civilis’in başlattığı isyanı anlatır.

1 Tacitus, Agr., 1: ‘seçkin kişilerin başarılarını ve davranışlarını gelecek nesile aktarmak...’ 2 Ibid., 1: ‘gelecek nesillerin anlatım ve aktarım yoluyla tanıdığı Agricola, yaşayacaktır.’ 3 Martin, R., Tacitus, p. 49. 4 Tacitus, Hist. 1. 1 5 Ibid., 1. 1 12

Historiae’ın ilk beş kitabının detaylı anlatımına bakılacak olursa oldukça kapsamlı bir eser olduğu düşünülebilir.

Son eseri olan Annales’i Tacitus’un ne zaman yazdığı tam olarak bilinmemektedir. Tarihi belirlemede bize yardımcı olan ifadelerden biri Annales’in ikinci kitabında geçen ‘eskiden Roma İmparatorluğunun sınırı olan Elephantine’ye ve Syrene’ye geldi. Şu an sınırlar Kızıl Denize uzanıyor,’ cümlesidir1. Tacitus burada eskiden Roma İmparatorluğunun sınırlarının Germanicus tarafından Elephantine ve Syrene’ye kadar genişletildiğini ancak şimdilerde Kızıl Denize kadar uzandığından bahseder. Sınırların Kızıl Denize ulaşması İS 116 yılında2 gerçekleştiğinden, Annales’in bu yıllarda yazıldığı fikri ortaya çıkar3.

On altı kitabı günümüze bazı eksiklerle ulaşan eserin aslında on sekiz kitap olduğu tahmin edilir. Çünkü on altıncı kitabın bazı kısımları kayıptır ve eserde en son İS 66 yılı anlatılır. Eserin gelişimine bakacak olursak Nero’nun ölümünün (İS 68) ilerki bölümlerde anlatılmış olduğunu tahmin edebiliriz. Böylelikle Nero’nun ölümü ile başlayan Historiae eserinin Annales’in devamı niteliğinde olduğu düşünülebilir.

Yedinci kitaptan onuncu kitaba kadar olan kısımların tümü, beşinci, altıncı, on birinci ve on altıncı kitapların da bir kısmı kaybolmuştur.

Annales’in ilk dört kitabı Augustus’un İS 14’daki ölümünün anlatımıyla başlar. Daha sonra Germanicus’un kızı Agrippina’nın İS 28 yılında evlenmesi anlatılır ve dördüncü kitap bu şekilde noktalanır. Beşinci kitap günümüze eksiklerle ulaşmıştır. Elimize geçen kısımda Tiberius’un bir arkadaşının intiharı, altıncı kitapta Tiberius’un rahatsızlığı ve ölümü anlatılır. Yedinci kitapla, onuncu kitap arasında bulunan bölümlerin tümü ve on birinci kitabın başı kayıptır. Kronolojik açıdan bakılacak olursa bu bölümlerde Caligula’nın dört yıllık imparatorluğunun ve Claudius’un imparatorluğunun

1 Tacitus, Ann., 2. 61. 2 Roma imparatoru Traianus’un İS 116’da Parthia’ya yaptığı akın sonucunda Seleucia, Babylonia, Ctesiphon ve Susa şehirleri ele geçirildi ve imparatorluk sınırları doğuda Kızıl Denize kadar uzandı. Ayrıca Traianus Parthia kralı I. Osroes’i tahttan indirerek yerine oğlu Parthamaspates’i geçirdi. Parthamaspates’in daha sonra ismi Romalılaştırılarak Parthicus oldu. 3 Syme, R,. Tacitus, p. 768 13

ilk yıllarının anlatıldığı sonucu ortaya çıkar. Çünkü on birinci kitabın kayıp olmayan bölümlerinde Claudius’un imparatorluğunun yedinci yılı yani İS 47 yılı anlatılır. On ikinci kitapta Claudius’un ölümü ve Nero’nun başa geçişi anlatılır. Nero zamanının anlatıldığı on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci kitaplar günümüze eksiksiz olarak ulaşmıştır. On altıncı kitap günümüze ne yazık ki eksiklerle ulaşmıştır. Bu kitapta anlatılan son olay Thrasea’nın intihara zorlanmasıdır. Bu olay İS 66’da gerçekleşmiştir. Nero’nun ölümüne dek (İS 68) geçen zamanın anlatıldığı on yedinci ve on sekizinci kitapların kaybolduğu tahmin edilmektedir.

C- Tacitus’un Germania’sı ve Kaynakları

Tacitus, Germania’nın 37. bölümünde, ‘Şehrimiz 640. yılındayken, Caecilius Metellus ve Papirius Carbo’nun konsüllüğü sırasında kavminin adını ilk kez işitmişti. İşte o andan başlayarak imparator Traianus’un ikinci konsüllüğüne kadar olan zamanı hesaplarsak yaklaşık iki yüz on yıl gibi bir süreyle karşılaşırız1’ der. Bu Roma’nın kaç yıldır Germania topraklarını fethetmeye çalıştığını gösteren zamansal bir saptamadır. İmparator Traianus’un İS 98 yılında ikinci kez konsül seçildiğini göz önünde bulundurursak eserin tam olarak İS 98 yılında yazıldığını anlarız.

Agricola eserinin ilk bölümlerinden onun Germania’dan evvel yazılmış bir eser olduğunu anlayabiliriz. Doğal olarak iki eserin üslûplarında benzerlikler göze çarpar. Germania etnografik bir monografidir. Eser Roma İmparatorluğunun sınırlarının dışında yaşayan Germanialı kavimleri ve Germanialılar ile Romalıların ahlâk ve gelenekler bakımından benzerlikleri ve farklılıkları üzerine yoğunlaşır. Eserin amacının, bozulan Romalı erdemlerini, Germanialıların saf ve doğal bozulmamış erdemleriyle karşılaştırma amacıyla yazılıp yazılmadığı tartışma konusudur. Eserin yazılma amacı, sınırları sık sık tehdit eden ve güvenliği tehlikeye sokan Germanialıların, Roma halkı tarafından tanınmasını sağlamak da olabilir. Tacitus, Germanialıların tek eşliliklerini ve bekârete verdikleri önemi takdire şayan nitelikler olarak aktarır. Bunu yazmasındaki sebep büyük

1 Tacitus, G., 37. 14

ihtimalle o günlerde bozulan Romalı erdemlerine dikkati çekmekti. Ayrıca sadeliklerine, savaştaki cesaretlerine ve misafirperverliklerine hayrandır. Bu özelliklerin tek tek üzerinde durmasının sebebi Germanialıların bazı özelliklerinin ideal Romalı erdemlerine yakınlığına parmak basmaktır1.

Etnografik inceleme yazılarının Eski Yunan ve Roma edebiyatında sık sık kullanıldığını görüyoruz. Bu inceleme yazılarının kendine has bir kompozisyonu ve üslûbu vardır. Bölge veya insan topluluğunu anlatmak için sırasıyla bölgenin coğrafi özellikleri, iklimi, o bölgede yaşayanların fiziksel görünümü, savaş ve barış durumlarındaki davranışları, gelenekleri gibi başlıklar altında inceleme yapılır. Agricola’da bu incelemeyi 10. – 13. bölümler arasında görmekteyiz. Agricola bir biyografi eseri olmasına rağmen, Iulius Agricola’nın görev yaptığı yerler anlatılırken, Tacitus ustalıkla eserin içine Britannia adasının özellikleri ve kavimleri gibi bilgilendirici etnografik inceleme öğeleri yerleştirmiştir. Tacitus, böylelikle etnografik eserlerin geleneksel kompozisyonunu Agricola eserinde de bozmamış oluyor. Germania eserinde ise bu etnografik kompozisyonu 1. – 27. bölümler arasında görüyoruz.

Germania’ya genel olarak bakacak olursak iki ana bölümden oluştuğunu görürüz. İlk bölüm diyeceğimiz kısımda (1. – 27. bölümler) Tacitus ülkenin coğrafi yapısını, insanlarını, inançlarını, geleneklerini ve daha bir çok özelliğini Germania’yı bir bütün olarak ele alıp genel bir şekilde anlatır. İkinci bölüm diyeceğimiz kısımda (28. – 46. bölümler) ise kavimleri tek tek ele alarak inceler.

Germania’nın kompozisyonunu görmek ve tanımak amacıyla, kısa bir özetini şu şekilde yapabiliriz;

1 – 5. bölümler: Tacitus, Germania’nın coğrafi sınırlarını açıklar ve bu coğrafyada yaşayan halkların neden diğer halklarla karışmadan saf bir ırk olarak kaldıklarını anlatır. Daha sonra Germania’nın ulusal şarkılarını, Germanialıların fiziksel görünüşlerini, topraklarını ve yetiştirdikleri ürünleri ele alır.

1 Martin, R., Tacitus, p. 49-50. 15

6 – 15. bölümler: Germanialıların yaşam tarzlarını ve geleneklerini, silahlarını, süvarilerini, savaş düzenlerini, korkaklık ve yiğitlik anlayışlarını, krallarının, komutanlarının ve rahiplerinin yetkilerini, tanrılarını ve tapınma yöntemlerini, kuşlara bakarak yaptıkları kehanetleri, atlarını, teke tek dövüşlerin ne manaya geldiğini, suçluları cezalandırma şekillerini, savaşı tarıma tercih edişlerini ve liderlerine verdikleri hediyeleri anlatır.

16 – 27. bölümler: Tacitus bu bölümlerde, Germanialıların yaşadıkları yerleri, nasıl evlerde oturduklarını, evlerini nasıl inşa ettiklerini, giysilerini, evlilik kurumunu, toplumun iffet anlayışını, zina yapanlara verilen cezaları, çocukların eğitimini, yeme– içme kültürlerini, içkiye karşı olan zaaflarını, sporlarını, kumara olan düşkünlüklerini, toprağı işleyişlerini, cenaze törenlerini ve konukseverlik anlayışlarını bizlere aktarır.

Buraya kadar yaptığımız kısa özette eserin ilk 27 bölümünde, etnografik eserlerde karşımıza çıkan bilgilendirici öğelere sıklıkla rastlamaktayız. 27. ve 46. bölümler arasında tek tek kavimlerin açıklandığından bahsetmiştik. Şimdi de bu bölümlerin kısa bir özetini verelim.

28 – 29. bölümler: Tacitus, Rhenus ve Moenus1 nehirleri kıyısındaki kavimlerden, Germanialı olup olmadıkları tam olarak bilinmeyen kavimlerden, kavminden ve aşar vergisi uygulamasından bahseder.

30 – 37. bölümler: kavmini, bu kavmin savaşa ne kadar düşkün olduğunu, kavmini, Frisii topraklarına yapılan keşif yolculuklarını, , , Cimbri kavimlerini anlatır ve Romalıların bu kavimlerle yapmış olduğu savaşlardan bahseder.

38 – 45. bölümler: Tacitus bu bölümlerde, kavminden, Suebi kavmini diğer kavimlerden ayıran özelliklerden, en eski ve en şanlı Germania kavmi sayılan kavminden, dini törenlerinden ve kutsal korulardan, Langobardi kavminden, Danuvius nehri2 boyunda yaşayan kavimlerden, , ve kavimlerinden, Nahanarvali kavminin Castor ve Pollux tapımına benzer dinsel

1 Ren ve Main nehirleri. 2 Tuna nehri. 16

ritüellerinden, kavminden ve vahşiliklerinden, Gotones ve Suiones kavimlerinden, Suiones kavminin kuzeyindeki engin denizlerden, Aestii kavminden ve topraklarında yetişen kehribarın yapısından, diğer Germania kavimlerinden farklı olarak meyve ve hububat ekimi yapmalarından ve Sitones kavminden bahseder.

46. bölüm: Tacitus bu son bölümde Peucini, Venethi, Fenni kavimlerini, Fenni kavminin vahşi yaşamını, Hellusii ve Oxionae adlı efsanevi kavimleri anlatır.

Eserin 27. bölümünde Tacitus ‘İşte bütün Germania kavimlerinin kökenine ve geleneklerine ilişkin öğrendiklerimiz bunlardan ibarettir1’ diyerek kendisinin Germania hakkında yazarken diğer yazarlardan da yararlandığına dair bir imâda bulunur.

Eski çağlarda etnografya ile ilgili eserler yazmak yazarların tek başlarına yaptıkları bir araştırmanın sonucu değildi. Her yazar kendinden evvel yaşamış diğer yazarların eserlerine göz gezdirir ve onun yazdıklarının üzerine bilgi ekleme yoluyla kendi eserini ortaya koyardı. Nasıl biz bugün geçmişimizi kitaplar, biyografiler, arkeolojik kazılar ve medya aracılığıyla öğreniyorsak, antik çağlarda insanlar geçmişlerini kendilerinden önce gelenlerin yazdığı şiirlerden, mitlerden ve sözlü anlatımlardan öğreniyorlardı.

Tacitus’un kaynak olarak kullandığı ana eserler arasında Yunan yazar, felsefeci, politikacı, tarihçi, astronom, öğretmen ve coğrafyacı Poseidonios’un (İÖ 135 – 50) Historiai adlı eseri vardır2. İÖ 135 yılında o zamanlar Roma’ya ait olan kuzey Syria’daki Orontes şehrinde Yunan bir ailenin çocuğu olarak doğan Poseidonios kendi zamanının sayılı çok yönlü bilim adamlarından biriydi. Atina’da okumuş, Stoa felsefesini benimsemiş ve İÖ 110 ile İÖ 50 yılları arasında bir çok konu hakkında eserler yazmıştı. Büyük bir bölümü kaybolan eserlerinden günümüze ancak fragmanlar kalmıştır. Bu fragmanlardan Poseidonios’un etnolojiye olan büyük ilgisini fark etmek mümkündür. Poseidonios, özellikle doğal etkenlerin ulusal kimliğe etkilerini inceleyen ve ırklar coğrafyası üzerinde yoğunlaşan eserler vermişti. En önemlisi de Keltler ile Scythialıların

1 Tacitus, G., 27. 2 Mellor, R., Tacitus, p. 14 17

Germanialılardan farklı ırklar olduğunu belirten ve bu ayrımları açık bir şekilde anlatan ilk yazar olmasıydı1.

Tacitus’un yararlandığı kaynaklardan bir diğeri de Iulius Caesar’ın De Bello Gallico adlı eseridir. Caesar eserinin 4. ve 6. kitaplarında, karşılaştığı Germanialı kavimler hakkında bilgi verir. Roma orduları Rhenus nehri civarına ilk kez Iulius Caesar önderliğinde yerleşmişti. Germanialılara ilişkin bilgileri ilk elden öncelikle Caesar verir ve De Bello Gallico eseri bu yüzden çok önemli bir eserdir. Ancak Caesar’ın Rhenus vadisinde ve onun doğusunda bizzat gördüğü yerler Germania’nın sadece küçük bir bölümüdür ve Germania halklarını ayrıntılarıyla tanımamız açısından yeterli değildir. Caesar’ın verdiği bilgiler orta ve kuzey Avrupa’daki yerleşik kavimler hakkında herhangi bir bilgi içermez2.

Titus Livius’un Ab Urbe Condita adlı eserinin günümüze ancak diğer yazarların yaptığı alıntılar sonucunda ya da özetler halinde ulaşmış 104. kitabı3 da Tacitus’un yararlandığı kaynaklar arasındadır. Ab Urbe Condita’nın özetini içeren Periochae’ın 104. kitabının Germania ile ilgili olduğu görülür.

Ayrıca Tacitus, Yaşlı Plinius’un Romalıların Germanialılarla savaşlarını konu alan 20 kitaplık günümüze ne yazık ki ulaşmamış Bella Germaniae adlı eserinden de yararlanmış olmalıdır. Aşağı ve Yukarı Germania’da askeri görevlerde bulunmuş ve Naturalis Historia adlı eserinden de anlaşılacağı gibi oldukça araştırmacı ve meraklı bir kişiliğe sahip Plinius’un bu eserinin Germania hakkında detaylı ve birinci elden bilgilerle yazıldığı ve Germania eserini yazarken Tacitus’a gerek etnografik gerek coğrafi bir çok bilgi sağladığı şüphesizdir4.

1 Ament, H., Der Rhein und die Ethnogenese der Germanen, p. 37; Todd, M., The Early Germans, p. 5 2 Todd, M., op cit., p. 2 3 Titus Livius’un 142 kitap olduğu tahmin edilen Ab Urbe Condita adlı eserinin ilk 45 kitabı günümüze eksiksiz ulaşmıştır. 45. kitaptan sonra gelenler ise diğer yazarların kendi eserlerinde kullandıkları alıntılar halinde elimize geçmiştir. İS 3. yüzyılda Mısırda 35. – 40. ve 48. – 55. kitaplar bir papirüs üzerinde özet halinde bulunmuştur. 4. yüzyılda yapılan bir özet olan ve Periochae adı verilen papirüs ise bütün Ab Urbe Condita’yı kapsar. Eserin 104. kitabı Germania ile alakalıdır ve şöyle başlar: ‘Prima pars libri situm Germaniae moresque continet…’ (‘kitabın birinci kısmı Germania’nın konumunu ve geleneklerini içerir...’) 4 Tacitus’un kaynaklarını öğrenmemize ve anlamamıza yardımcı olan en önemli eser Eduard Norden tarafından yazılmış Die germanische Urgeschichte in Tacitus’ Germania’dır. 18

Tacitus’un, kendisinden önce Germanialılar üzerine yazmış yazarlardan fikir almış olması, Germania eserinin tarihi değerini düşürmez. Çünkü Germania’da verilen bilgiler doğru ve yerinde bilgilerdir. Bir yazarın bilinmeyen diyarlar hakkında verdiği sosyolojik ve etnografik bilgiler kendinden sonra gelen yazarlar tarafından kullanılırdı. Ondan sonra gelen yazarlar da bu zinciri devam ettirerek onun verdiği bilgileri kullanırlardı. Bu durum böylece uzar giderdi ve en sonunda anlatımlar basma kalıp bir hal alırdı. Hatta çoğu zaman cümleler ve betimlemeler bile yazarlar tarafından olduğu gibi alınabiliyordu1. Ancak Tacitus’un Germania’sında böyle körü körüne alıntılar yoktur. Aslında Tacitus Eski Yunan yazarların tarih yazımı geleneğinden gelen bir yazardı. Ancak Tacitus zamanında yazan Yunan yazarlar birinci elden bilgiyi kullanmamaya başlamışlardı ve Roma yazarları birinci elden bilgi aktarımını sürdürecek kapasiteye sahip değillerdi. Bu yüzden Tacitus’da birinci elden bilgi veremez ancak güvenilir bazı kaynaklara sadık kalarak eserini yazar. Arkeolojik kazılar her geçen gün Tacitus’un bir çok konuda doğru anlatımlarda bulunduğunu kanıtlamaktadır2. Kuzey ve doğu kavimlerinden bahsederken yaptığı ufak hatalar araştırmacılar tarafından doğal karşılanır. Sık sık ağdalaşan üslûbu konuya kendini vermiş bir okuyucuyu sıkmaz. Kullandığı retorik çoğunlukla tatsız ve iğneleyicidir ve vardığı sonuçlar genellikle duygusaldır. Germanialılar hakkında yaptığı Stoikvari anlatımlar görmezden gelinebilir. Germanialıların takdir ettiği özelliklerini aktarırken ise sık sık ironiler göze çarpar. Hutton Germania’nın dili ve üslûbu konusunda şöyler der: “Germania’nın dili üslûba bağlı kalınarak yapılan tekrarlamalala doludur, aynı Agricola’da olduğu gibi...”.3

Tarihçi Tacitus’un soyundan geldiğini iddia eden İmparator Tacitus, bu tarihçinin eserlerinin kütüphanelere yerleştirilmesini, okuyucuların dikkatsizliğinden dolayı kitapların kaybolacağını göz önünde bulundurarak her yıl eserlerin on kopyasının hazırlanıp tekrardan kütüphanelere yerleştirilmesini emretmiştir4. İmparator Tacitus’un bu basiretli davranışı sonucunda tarihçi Tacitus’un eserlerinin kopyalarının yapılması,

1 Anderson, J. G. C., Tacitus, p. 19. 2 Much, R., Die Germania des Tacitus (Revision von H. Jankuhn mit W. Lange). 3 Tacitus, G., Loeb Classical Library, p. 119-123. 4 Historiae Augustae: Tacitus, 10. 3. 19

eserlerin eksiksiz olarak veya çok az bir eksikle günümüze ulaşmasında çok büyük bir rol oynamıştır.

Germania eseri yazıldığı tarihten 9. yüzyıla dek ilgi uyandırmaz, dolayısıyla da kullanılmaz. 9. yüzyılda Fulda’da1 bulunan Rudolf isimli keşiş Tacitus’un eserlerini keşfeder ve kopyalar. Tacitus’un diğer küçük eserlerinin de bu zamanda Fulda’da kopyalandığı tahmin ediliyor. Germania daha sonra 1075’ten evvel Bremen’li Adam ve 1135 yılında papaz yardımcısı olarak görev yapan Peter tarafından da çoğaltılır2. Ancak 9. yüzyılda da Tacitus’un zamanındaki Germanialılar ile 9. yüzyılın Germanialıları arasında bir bağ kurulamamasından dolayı Germania eseri yine pek ilgi uyandırmaz3.

1425 yılında Poggio Bracciolini adlı bir öğretici Fulda yakınlarındaki bir manastırda Tacitus’un el yazması eserlerinin bulunduğunu öğrenir. 1451’de Papa 5. Nicholas’ın bir elçisi bu el yazmalarını Roma’ya getirir. 1470’de Venedik’te, 1473’te ise Nürnberg’de Germania’nın kopyaları bulunur. Germania ilk kez 1519 yılında Beatus Rhenanus tarafından bilimsel yorumlamaya açılmıştır. Rhenanus iki farklı el yazmasını karşılaştırmakla kalmaz, aynı zamanda el yazmalarını çoğaltan kişilerin yaptıkları yorumlara da bakarak Tacitus’un bahsettiği kavimlerin hangi bölgelerde bulunduklarını anlamaya çalışır. Rhenanus’un ilk Germanialılar hakkındaki bu çalışmaları oldukça değerlidir4.

Antik Germania’nın coğrafi sınırlarının çizilmesi ve özellikle kavimlerin yerlerinin bulunması Philipp Melanchthon’un 1577’de yürüttüğü çalışmalar sonucunda başarılır.

16. yüzyılın sonlarında eski yapıtlar ve anıtlara karşı duyulan merak ilk arkeolojik kazıların başlamasına önayak olur. Yürütülen arkeolojik kazılarda Germanialılardan kalan materyallerin, Keltlerin, Slavların ve İskitlerinkilerden çok farklı olduğunu ortaya

1 Fulda Almanya’nın Hesse bölgesinde bulunan bir şehirdir. Fulda nehri bu şehrin içinden akar. 2 Reynolds, L. D., Texts and Transmission, p. 410-411. 3 Todd, M., The Early Germans, p. 6. 4 Ibid., p. 6 20

konulmuştur. Bu da Germanialıların yaşamları hakkındaki bilgilerin daha kolay ayrıştırılmasına yardımcı olmuştur.

Roma İmparatorluğu zamanlarında yaşayan Germanialıları inceleyen Edward Gibbon The Decline and Fall of the Roman Empire adlı eserini 1776 yılında yayınlar. Bu eserde Gibbon Germanialıları sadece Roma’nın düşmanı olarak incelemez. Aynı zamanda Germanialıların güçlerini, topraklarını koruma hislerini ve bir çok diğer özelliklerini över. Gibbon Tacitus’un anlatımlarına güvenir ve onun Germania eserini benimser.

21

II. Tacitus Öncesi Antik Çağ Yazarlarında

Germania

İÖ 2. yüzyıldan evvel, antikçağ yazarları Orta ve Kuzey Avrupa’da yaşayan halklar hakkında çok az bilgiye sahipti. Dolayısıyla günümüze ulaşmış en eski kaynaklarda Germanialılar hakkında bilgiye rastlamamaktayız.

Yunan uygarlığı kendilerinden olmayan ve Eski Yunanca konuşmayan insan topluluklarına barbaros1 diyordu. İÖ 5. yüzyılda Yunan toplumu kuzeyden sınırlarını tehdit eden barbarlara Keltoi2 adını taktı. Ancak başka ırkları daha tanımıyorlardı. İÖ 484 – İÖ 425 yılları arasında yaşamış ‘tarihin babası’ olarak adlandırılan Halikarnassos’lu Herodotos, Ister nehrinin3 Keltlerin topraklarından ve Pyrenos şehrinden geçerek Avrupa’nın ortasından aktığını, Keltlerin Hercules sütunlarının4 ilerisinde, Avrupa’nın en batısında yaşayan Cynesii kavmi ile komşu olduğunu aktarır5. Herodotos göçebe olan Scythiai6 kavminin Hippoleos burnundaki7 bozkırların kuzey-batısında yani Batı Rusya’da Keltlerden uzak diyarlarda yaşadığını belirtir8. Ancak bu coğrafi bölgelerden bahsederken Germanialılardan hiç söz etmez. Herodotos yalnızca Historiai eserinin başında Pers kavimlerinden bahsederken Germanioi9 adlı bir kavimden de söz eder. J. Wells, bu ismin bugünkü Doğu İran’da bulunan bir eyalet olan Carmania’dan geldiğini söyler. Dolayısıyla Herodotos’un Avrupa’da yaşayan Germanialılar hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığını söyleyebiliriz.

1 βάρβαρος: Ana dili Eski Yunanca olmayan, Yunan toplumu dışındaki topluluklara verilen genel isim, barbar. 2 Κελτοὶ: Keltler. 3 Aşağı Danuvius nehrine Ister denir. 4 Burada bahsi geçen sütunların Akdeniz’in Okeanos’a açıldığı boğazda, yani Cebelitarık boğazında olduğu düşünülmektedir. Herodotos bu sütunlardan ayrıca Historiai, 4. 8. 2’de de bahseder. Homeros Herkules sütunlarına dair bir açıklamada bulunmaz. Pindaros ise dünyanın en uç noktası anlamında kullanır. (Pindaros, O. iii. 44). 5 Herodotos, Hist., 2. 33. 3. 6 İskitler. 7 Bugün Ukrayna’da bulunan Nikolaev şehri. 8 Herodotos, Hist., 4. 9 Ibid., 1. 125. 4. 22

İÖ 460 – İÖ 400 yılları arasında yaşamış Yunan tarih yazarı Thukydides İÖ 5. yüzyılda Spartalılar ile Atinalılar arasında yapılan Peloponnesos Savaşı’nı İÖ 411 yılında kaleme alır. Bu eser bilimsel tarih eserlerinin ilk örneğidir. Çünkü insanların kendi güçleriyle ve kendi düşünceleriyle yaptıkları bir savaşı anlatır. Thukydides eserinde, Troia savaşından çok sonra doğan Homeros’un yabancı ırklara barbar diye hitap etmediğini ve onun takipçisi yazarların bile barbar kelimesini kullanmadığını, bu kelimenin yerine Danaoi, Argeioi ve Akhaioi gibi kavim isimleri kullandığını aktarır1.

Thukydides, kendinden önce gelen yazarların barbar kelimesini kullanmamalarının sebeplerini verdikten sonra eserinde bir çok yerde barbar kelimesini yabancı ırklara verilen genel bir isim olarak kullanır.

İÖ 380 yılında bir Yunan kolonisi olan Massilia’da2 doğan Pytheas İÖ 325 yılı civarında Kuzey – Batı Avrupa sahillerini keşif niteliğinde bir gezi yapar. Britannia3 adalarının etrafında tur atıp, Jutland yarımadasını aşarak Mare Suebicum’a4 açılır. Pytheas’ın gece yarısı güneşinden, kuzey ışıklarından5 ve buzdağlarından ilk bahseden yazar olmasının yanı sıra aynı zamanda Britannia’dan bahseden ve Germania ırklarını Keltoi ırklarından ayıran ilk yazar olduğu düşünülmektedir6. Edindiği izlenimleri Περί του Ωκεανού7 (Peri tou Okeanou) adlı eserinde anlatan Pytheas’ın eseri ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Ancak sonradan gelen yazarların yaptıkları alıntılar yardımıyla bu eser hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Polybios ve Strabon gibi bazı yazarlar Pytheas’ın böyle bir yolculuğu hem zorluğundan hem de maddi külfetinden dolayı yapamayacağını iddia etmişlerdi. Strabon Geographika eserinde Pytheas’ın yazdıklarını uydurma olarak nitelendirip ağır ithamlarda bulunmuştu8. Çünkü Strabon’a göre dünyanın kuzeydeki sınırı Ierne’ydi9. Yani Pytheas’ın Thule diye bahsettiği yerler

1 Thukydides, 1. 3. 2 Marsilya. 3 Bugünkü Büyük Britanya adaları. 4 Baltık Denizi. 5 Aurora Borealis. 6 Todd, M., The Early Germans, p. 2. 7 Açık denizler üzerine. 8 Strabon, Geo., 4. 5. 5. 9 İrlanda. 23

Strabon’un çizdiği sınırın ötesine denk geliyordu ve bu sınırın ötesinde Pytheas’ın Thule diye bahsettiği bir yerin bulunması Strabon’a göre imkansızdı. Zaten bu konu hakkında herhangi bir bilgiyi diğer yazarlarda da görmemiştir1. Ancak Pytheas’ın açıklamaları oldukça akla yatkındır ve günümüzün araştırmacıları onun bu geziyi gerçekten yaptığında mutabık olmuşlardır.

Pytheas’ın gezisine nerden başladığı bilinmemektedir. Barry Cunliffe Pytheas’ın yolculuğuna nasıl başladığı ve nasıl sürdürdüğü konusunda bazı fikirler öne sürer. Bunlardan biri Pytheas’ın yerel gemiler aracılığı ile seyahat ettiği ve her limanda gemi değiştirerek seyahatini sürdürdüğüdür. Çünkü o tarihlerde Kartacalılar Cebelitarık boğazını yabancı gemilerin geçişine kapatıyorlardı. Bundan dolayı Pytheas’ın Cebelitarık boğazından Kartaca flamalı bir gemiyle geçmiş ve daha sonra bu gemiden inerek, başka bir gemi vasıtasıyla yolculuğuna devam etmiş olması gayet olasıydı. Bir başka görüş ise Pytheas’ın asıl amacının kuzeydeki bölgeleri keşfetmek olmasından dolayı İber yarımadasının etrafından dolaşarak vakit kaybetmek yerine, kara yoluyla Atax’a2 ulaşıp oradan ilk önce Atax nehri3 daha sonra Garumna nehri4 vasıtasıyla nehrin döküldüğü Atlas Okyanusuna ulaşarak yolculuğuna buradan devam ettiğini savunuyor5.

Pytheas Britannia adasına vardığında ve etrafında dolaşmaya başladığında bu adanın kuzeyinde gel-git olaylarının çok fazla olduğunun farkına varır. Dolayısıyla gel-git olayından ilk bahseden yazar Pytheas’tır. Bu adanın Yunan toplumu tarafından ‘Prettanike’ olarak adlandırıldığını da ekler. Diodoros Sikulos bu adadan daha sonra Pretannia diye bahsedecektir6. Pytheas daha sonra Britannia’dan altı gün süren bir yolculuk sonucu ‘Thule’ adını verdiği başka bir adaya ulaştığını yazmaktadır. Bazı araştırmacılar buranın İzlanda’nın doğu 7 kıyıları olduğunu iddia ederken, bazıları da Shetland ile Faroe adalarının olduğunu öne sürer .

1 Strabon, Geo., 2. 5. 8. 2 Aude. 3 Aude nehri, kaynağı Pirene dağları olan ve güney-batı Fransa’da denize dökülen nehirdir. 4 Garonne nehri, Toulouse ve Bordeaux şehirlerinden geçerek akan, ve Gironde nehri ile billeştikten sonra Atlantik Okyanusuna akan nehirdir. 5 Cunliffe, B., The extraordinary voyage of Pytheas the Greek, p. 54. 6 Halliday, F. E., A History of Cornwall, Duckworth, 1959, p. 51. 7 Cunliffe, B., op. cit., p. 131 – 135. 24

Britannia ve Thule’de araştırmalarını bitirdikten sonra Pytheas Jutland’ı aşarak Mare Suebicum’a girer, bu kıyılarda yolculuğuna devam ederken kehribar yetiştirenlerin adasına ulaşır. Pytheas eserini yazdığı tarihlerde Avrupa’da iki ana barbar kavmin yaşadığı tahmin ediliyordu: Batıda Keltoi, doğuda Scythaiai1. Ancak Plinius’un Naturalis Historia eserinin son kitabına bakacak olursak bu kitapta Germania kavimlerinden olan Gotones kavmi ile ilgili olarak Pytheas’tan öğrendiği bir bilgiyi aktardığını görürüz: ‘Pytheas, Germanialı bir halk olan ve Mentonomon adı verilen denizin bir koyunda yaşayan, Guiones (Gotones) kavminin topraklarının altı bin stadia2 uzunluğunda olduğunu söyler. Bu bölgeden yelkenli ile bir günlük mesafede, Abalus adası vardır. Bu adada ilkbaharla birlikte dalgalar aracılığıyla kehribar taneleri kıyıya vurur. Kehribar denizden dışarı atılan sert bir cisimdir; bunu ayrıca yakıt yerine kullanırlar ve komşuları olan Teutones kavmine satarlar3.’ Buradan anladığımız üzere Pytheas bu bölgeler hakkında bilgiye sahiptir. ‘Germanialı halk’ kelimesini ilk onun kullandığını ve bu ırkı diğer Kuzey Avrupa ırklarından ayrı olarak ele alan ilk yazarın o olduğunu görüyoruz. Bu bilgi ayrıca bize Pytheas’ın Mare Suebicum’un en dip köşelerine gittiğinin ispatıdır. Çünkü Gotones kavmi Mare Suebicum’un en doğusunda ikamet eden kavimlerden biriydi. Hemen doğusunda ise Aestii kavmi bulunuyordu. Tacitus Aestii kavminin sahillerden kehribar topladığını ve bunları ticarette kullandığını bizlere aktarır4. Gotones ve Aestii kavimlerinin birbirine çok yakın bir alanda yerleşik olduklarını göz önünde bulunduracak olursak, her iki yazarın da aşağı yukarı aynı bölgeden bahsettiğini anlayabiliriz.

İÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru kuzeyden gelen kalabalık bir insan topluluğu güneye doğru ilerlemeye ve Roma’nın kuzey sınırlarını tehdit etmeye başlar. Yazdığı Historiai eserine bakacak olursak Poseidonios’un Germanialıların Keltlerden ve İskitler’den farklı bir ırk olduğunu bildiğini görürüz. İÖ 135 – İÖ 51 yılları arasında

1 Cunliffe, B., The extraordinary voyage of Pytheas the Greek, p. 147. 2 1 stadion = 9600 dactylos. Bir daktylos, yüzük parmağının genişliğine yani 19.275 milimetreye denktir. 9600 daktylos’un 1 stadion’a eşit olduğunu göz önünde bulundurarak hesap yaparsak, 1 stadion’un 185 metre olduğunu buluruz. 3 Plinius, NH., 37. 12. 4 Tacitus, G., 45. 25

yaşamış olan Poseidonios’un Yunanistan’ı, İspanya’yı, Kuzey İtalya’yı, Sicilya’yı, Gallia’yı, Kuzey Afrika’yı ve Adriatik Denizi’nin doğu kıyılarını ziyaret ettiği bilinir. Germanialılar hakkında yazdıklarının sonradan gelen yazarlar üzerinde etkili olup olmadığı bilinmemektedir, ancak verdiği bilgilerin bir çok yazar tarafından kullanıldığı açıktır. Strabon’un aktarımlarına göre Poseidonios Kimbri, Boii, Teuristae, Tauriski, Helvetii, Tigreni ve Toygeni adlı kavimlerden bahseder1. Ancak kuzeyde yaşayan ırklar hakkında birinci elden bilgisi yoktur. İÖ 1. yüzyıla gelindiğinde Roma halkının, batıda yaşayan Germanialılar ile temasa geçmesiyle orantılı olarak kuzeyli halklar hakkında kaynaklar da yavaş yavaş artmaya başlar2.

Iulius Caesar komutanlığındaki Roma ordularının Rhenus nehri boylarına ilerlemesiyle birlikte Romalılar, o bölgede yaşayan Germanialı kavimleri tanımaya başlarlar. Caesar, Gallia’yı fethinde kaleme aldığı De Bello Gallico adlı eserinde yaşadığı olayları ve Germanialılar karşısında yaşadığı zorlukları kendi tecrübelerine dayanarak anlatır. Dolayısıyla De Bello Gallico bu konuda birinci elden bilgilere sahip olduğumuz ilk eser olarak kabul edilir. Ancak bu eserin içindeki bilgiler sadece Germania’nın küçük bir bölümünü kapsar ve Germania halklarını bütünüyle tanımamız için yeterli değildir.

Caesar, De Bello Gallico’nun ilk kitabında Roma’nın kuzeyinde bulunan ve Germania’nın komşusu olan Gallia eyaletini şu şekilde anlatır:

“Gallia kendi içinde üçe ayrılır, bu bölgelerin birinde , diğerinde Aquitani ve üçüncüsünde kendi dillerinde Celtae, bizim dilimizde Galli dediğimiz kavimler yaşarlar. Bunların hepsi dil, gelenek ve kanunlar bakımına birbirinden farklıdır. Garumna3 nehri Gallialıları Aquitani’den, Matrona ve Sequana4 nehirleri ise Belgae’dan ayırır. Bunların arasında en cesurları Belgae’dır, çünkü medenilikten ve eyaletimizin insanlığından çok uzakta yaşarlar. Tüccarların onları ziyaret etmesi, ve zihni

1 Strabon, Geo., 7. 2. 2. 2 Todd, M., The early Germans, p. 2. 3 Bugünkü Garonne nehri. 4 Marne ve Sen nehirleri. 26

yumuşamaya meylettiren malları götürmesi çok seyrektir. Rhenus nehrinin berisinde bulunan Germanialılara en yakın onlar yaşarlar; onlarla sürekli savaş halindedirler, bundan dolayı Helvetii kavmi de geri kalan Gallialılardan cesaret bakımından üstündür. Her gün Germanialılarla mücadeleye girişirler, ya kendi topraklarından geri püskürtülürler ya da onların sınırlarında savaşa tutuşurlar. Gallialıların yerleşik olduğu söylenen bölgede, Rhodano1 nehri doğar; bu bölgenin sınırları Garumna nehri, okyanus ve Belgae kavminin yaşadığı yerlerdir. Ayrıca sınırları, Sequani ve Helvetii kavimlerinin yaşadığı yerlere ve Rhenus nehrine kadar uzanarak, kuzeye doğru yayılır. Belgae, Gallia’nın en uç sınırlarından başlar, Rhenus nehrinin aşağı kısımlarına doğru uzanır, kuzeye ve doğuya bakar. Aquitania, Garumna nehrinden Pyrenae dağlarına ve Hispania’nın yakınında olan okyanusa kadar olan bölgedir. Batıya ve kuzeye bakar2”.

Caesar, Celtae ile Galliae ırklarının aynı ırk olduğunu belirtir. Belgae ırkının ise Germanialılar ile sürekli bir savaş halinde olduğunu da sözlerine ekler. Savaş durumu bu ırkların birbiriyle karışmasına ve gelenekleri, kanunları, görünümleri ve davranışları bakımından birbirlerine benzemelerine yol açmış olabilir. (Caesar zamanındaki Batı Avrupa için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 1).

Caesar, De Bello Gallico’nun ilerleyen sayfalarında Rhenus nehri vadisinde ve bu bölgenin doğusunda bulunan yerlerde yaşayan kavimleri anlatır. Seferleri sayesinde bu bölgede yaşayan bütün kavimler hakkında bilgi sahibidir. Daha orta ve kuzey kesimlerde bulunan kavimler hakkında ya bir bilgisi yoktur ya da kendisinin görmediği yerleri aktarmak istememiştir3. Caesar’ın en büyük ve en savaşçı kavim olarak aktardığı4 Suebi kavmi Gallia seferleri sırasında batıya doğru hareket etmeye başlar. Bunun başlıca sebebi Rhenus nehri boyunda bulunan küçük kavimleri ele geçirmek ve onların verimli topraklarına el koymaktır. Çünkü Germanialılar ormanın ve bataklık arazilerin hiç

1 Rhone nehri. 2 Caesar, BG, 1. 1. 3 Todd, M., The Early Germans, p. 6. 4 Caesar, BG, 4. 1. 27

bitmeyen zorluğundan bıkmışlardı. Her nerede temiz ve bereketli toprak görseler ve oranın boş olduğunu veya zayıf bir şekilde korunduğunu anlasalar, hemen oraya doğru harekete geçiyorlardı ve biçimsiz evlerini kurarak yerleşiyorlardı1.

Caesar, Roma sınırlarının ötesindeki toprakların batısında Gallialıların, doğusunda ise Germanialıların yaşadığını bizlere aktarır. Bu ırklar yakın bir coğrafyada yerleşik olmalarına rağmen birbirinden çok farklıdırlar. Gallialılar savaşçı ve kabadırlar, ama bununla birlikte, medeni yaşama da yatkındırlar. Öte yandan Germanialılar Romalıların gördüğü diğer barbarlardan daha vahşidir, kontrol altında tutulmaları güçtür ve medenileştirilmeleri mümkün değildir. Caesar eserinde, “Germanialıların eğer bir şekilde Rhenus nehrini geçmeyi âdet edinirlerse, ve büyük kitleler halinde Gallia’ya gelirlerse, bunun Roma halkı için bir tehlike olacağını görmüştür. Bu vahşi ve yabani adamların, bütün Gallia’ya sahip olup, eyaletlere ilerlerlerse, ve daha sonra da Cimbri ve Teutones kavimlerinin yaptığı gibi İtalya’ya yürürlerse, zapt edilmelerinin mümkün olmayacağını tahmin etmiştir2” der. Aynen Caesar’ın düşündüğü gibi Germanialılar ilerleyen yıllarda sık sık Roma sınırlarını yoklamışlardır. İS 406 yılında Vandalii ve Suebi kavimleri Rhenus nehrini aşmış, İS 409 yılında Hispania sınırlarına dayanmış ve İS 2 Haziran 455’de Roma’ya girmeyi başarmışlardır.

İÖ 90 – İÖ 30 yılları arasında yaşamış Yunan tarihçi Diodoros Sikulos Bibliotheke historike adlı eserinin beşinci kitabında Brittannia, Gallia, Iberia ve Madeira gibi bir çok bölgeden ve bu bölgelerin insanlarından bahseder. Gallialıların, Okyanusun güneyinden Scythia ırkının topraklarına kadar olan geniş coğrafyada yerleşik olduklarını bildirir. Gallia bölgesinde yaşayan halkları anlattığı bölümler, Tacitus’un Germania eserinde anlattığı German ırklarının tasvirleriyle birçok benzer öğeler içerir. Caesar’ın “Gallialılar ve Germanialılar birbirlerine çok yakın bir alanda yaşamalarına rağmen, davranışları çok farklıdır” demesine karşılık, Diodoros’un bahsettiği Gallialılar ile Germanialılar birçok benzer özelliğe sahiptir. Bunun sebebi ya gerçekten gelenek ve davranış bakımına Germanialılara benzemeleridir ya da Germanialıların göçleriyle ve

1 Caesar, BG, 1. 28. 2 Ibid., 1. 33. 28

istilalarıyla artık onların nüfuslarına katılıp onlardan biri olmalarıdır. Bu özellikler ilerleyen satırlarda ele alınacaktır.

Diodoros, beşinci kitabında Cimeri, kendi zamanında ise Cimbri denilen savaşçı ve acımasız bir kavimden bahseder. Bu kavmin Asya’yı aşarak geldiğini de verdiği bilgilere ekler. Aslında Cimbri kavmi, bugün Jutland olarak bilinen Danimarka yarım adasında yerleşik bir kavimdi ve Germania sınırları içinde bulunuyordu. Verdiği bilgilerin devamında Cimbri kavminin Roma’ya doğru yürüdüğünü ve Roma ordusunu birçok kez yenilgiye uğrattığını da yazar1. Gerçekten de Roma ordularının Cimbri kavmi ile ilk karşılaşması İÖ 113 yılında olur ve bu karşılaşma sonucunda Roma ağır bir yenilgi alır. Daha sonra Cimbri kavmi başka Jutland kavimleri olan Teutones ve ile birleşerek güneye doğru ilerlemeye başlar. İÖ 101 yılında Gaius Marius ilk önce Teutones ve Ambrones kavimlerini yenilgiye uğratır ve daha sonra Lutatius Catulus ile birleşerek Cimbri kavmini de bozguna uğratarak ilerlemesini durdurmayı başarır2.

Diodoros’un Cimbri Kavmi ile ilgili olarak verdiği bilgilere dayanarak Germanialı Cimbri kaviminden bahsettiğini söyleyebiliriz. Ancak Germania isimini hiç bir zaman kullanmaz. Ona göre Germanialı kavimlerin yerleşik olduğu bölgelerde Kelt, Gallia, Scythia ve Cimbri kavimleri yaşıyorlardı.

Kuzeyli kavimler hakkında bilinenlerin gün geçtikçe artması sebebiyle Augustus ve Tiberius’un imparatorlukları sırasında eserlerini veren Strabon’un Rhenus nehrinin doğusunda yaşayan Germanialılar hakkında kendinden evvel gelen yazarlardan daha çok şey bilmesi gayet normaldir. Strabon da Suebi kavminin en büyük kavim olduğundan ve Rhenus nehrinden Albis3 nehrine kadar olan bölgede yerleşik bulunduğundan bahseder. Sözlerine şöyle devam eder: “Hatta Suebi kavminin bir kısmı Albis nehrinin ücra köşelerinde bile yaşar, öyle ki Hermunduri ve Langobardi kavimlerini hiç bir adamları kalmayıncaya dek topraklarından kovup nehrin uzak köşelerine sürdüler4”. Strabon ayrıca Albis nehrine kadar olan bölge hakkında da bilgiye sahiptir ve buraların dünyanın

1 Diodoros Sikulos, Bibliotheke historike, trans. by G. Booth, London, 1814, p. 317. 2 Titus Livius, Periochae, 68. 3 Elbe. 4 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 29

en uç noktaları olduğunu belirtir. Sugambri ve Cimbri kavimlerinin bu coğrafyada yerleşik bulunan son kavimler olduğunu ve buradan ötesinin bilinmediğini de sözlerine ekler. Tanıdığı hiç kimsenin sahilden giderek doğu kıyılarını dolaşmadığını, Romalıların da Albis nehrinin ilerisine herhangi bir sefer yapmadıklarını, ayrıca buraların karadan da keşfedilmediğini anlatır1. Önceden de bahsettiğimiz gibi Strabon, Pytheas’ın bu bölgelerde yaptığı keşif gezilerine inanmıyordu.

Strabon, Cherusci, Chatti, Gamabrivii2 ve okyanusun yakınındaki Sugambri, , Cimbri, Chauci kavimlerinin yoksulluk içinde yaşadıklarını anlatır3. Rhenus nehrinin kaynağından, denize döküldüğü yere kadar olan yerlerde bulunan kavimlerin Romalılar tarafından Keltlerin yaşadığı diyarlara sürüldüğünden de bahseder. Ancak kavmi gibi bazı kavimler bu olayı önceden sezerek Kelt topraklarına gitmek istemediklerinden dolayı ülkenin içlerine doğru göçtüklerini de belirtir4. Strabon’un buradaki tanımlamalarından anladığımız, bazı Germanialı kavimlerin Keltlerin yaşadığı bölgelere sürüldüğüdür. Bu açıklamalar ışığında, bu ırkların karışmış olduğu ve dolayısıyla da birçok özelliklerinin birbirine benzemesinin normal olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Strabon ayrıca Drusus’un Amisia5 nehrinde yaptığı başarılı savaşlardan ve Bructeri kavmini yenilgiye uğratmasından da bahseder. Eserinin ilerleyen sayfalarında Cherusci kavmini ve kurdukları tuzak sonucunda Quintilius Varus’u ve ordusunu yok ettiklerini anlatır. Bu açıklamaların devamında Germanicus’un kazandığı savaşlardan, aldığı savaş esirlerinden bahseder. Esirlerden söz ederken detaylı bir biçimde isimlerini vermesi ve bu insanların kavim içinde ne gibi görevlerde bulunduğundan6 bahsetmesi konuya oldukça vakıf olduğunun göstergesi olabilir. Verdiği bu bilgiler kavimleri ve kavimlerin yapılarını tanımamız açısından oldukça değerlidir.

1 Strabon, Geo., 7. 1. 4. 2 Tacitus’ta bu kavmin ismi Gambrivi olarak geçer. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 4 Ibid., 7. 1. 3. 5 Ems nehri. Strabon’da Amasias olarak geçer. 6 Strabon, Geo., 7. 1. 4. 30

Eserinde Germania’dan bahseden bir başka antik çağ yazarı da İÖ 59 yılında Gallia Cisalpina eyaletinin Patavium şehrinde doğmuş olan Titus Livius’tur. Livius Ab Urbe Condita adlı eserinde Roma tarihini Roma’nın kuruluşundan1 itibaren anlatmaya başlar ve eseri Augustus’un imparator olduğu yani Livius’un kendisinin de yaşadığı zamanı içine alarak son bulur. Ab Urbe Condita eserinin dokuzuncu kitabında Cimeri ormanından bahsederken bu ormanın Germania ormanlarından bile daha korkunç ve geçilmez olduğunu söyler2. Eserinin büyük çoğunluğunu imparator Augustus zamanında yazmış olan Livius, Augustus’un Germania’ya yaptığı sefeleri iyi biliyor, bu ırkı iyi tanıyordu. Ab Urbe Condita’nın, Hannibal’in nasıl Montes Alpis’e3 ulaştığını anlatan kısımlarında Yarı-Germanialı kavimlerin yolların büyük bir kısmını kapattıklarını anlatır. Livius’un 142 kitaplık eserinin sadece 1 – 10. ve 21 – 45. kitapları günümüze ulaştığından Livius’un Germanialı kavimleri anlattığı bölümler elimizde yoktur. Ancak eserinin ilk kitaplarında Germania ormanlarından ve Yarı-Germanialı kavimlerden bahsetmesi ileride bu konuları detaylıca ele aldığının işareti olarak kabul edilebilir.

İS 4. yüzyılda yapılmış bir Ab Urbe Condita özeti olan ve Periochae adı verilen papirüsün, sonlara doğru birçok bölümü Germania’ya yapılan seferlerle ve Germanialı kavimlerle ilgilidir. Periochae’da Germanialılar hakkında bulabildiğimiz bilgiler şunlardır:

“C. Caesar ordusunu (Ariovistus’un kumandası altında bulunan ve Gallia’yı işgal eden) Germanialılara doğru yönlendirdi. Bu, ülkeleri işgal edilen Aedui ve Sequani kavimlerinin isteğiydi. Yaptığı konuşma ile askerleri arasında yeni bir düşmanla karşılaşma korkusundan ileri gelen paniği engelledi. Yendiği Germanialıları, Gallia’dan kovdu4.” - “Germanialıları Gallia’da yendikten sonra Caesar Rhenus nehrini aştı ve Germania’nın yakın kısımlarını da

1 Roma’nın kuruluşu İÖ 753’e tarihlendirilir. 2 Titus Livius, Ab urbe condita, 9. 36. 3 Alp dağları. 4 Titus Livius, Periochae, 104. 2. 31

boyunduruk altına aldı. Daha sonra Britannia’ya gitmek için Okyanus’a doğru yola çıktı. İlk başlarda kötü hava koşulları dolayısıyla az başarı kazandı, ancak ikinci denemesinde şansının da yardımıyla bir çok düşman öldürerek adanın bir bölümünü ele geçirdi1.” - “C. Caesar kavmini Gallia’da yendi ve ikinci kez Germania’ya geçti. Ancak düşmanla kaşılaşmayınca Gallia’ya geri döndü. Euburones ve el birliği yapan diğer kavimleri yendi ve kaçmaya başlayınca Ambiorix’in peşine düştü2.” - “Rhenus nehrinin bu ve öte tarafında yaşayan Germanialı kavimler Drusus tarafından saldırıya uğradı ve Gallia’daki sayımdan kaynaklanan ayaklanma, bastırıldı3.” - “Thraces kavmini L. Piso kontrol altına aldı. Cherusci, , Chauci ve Rhenus nehrinin ötesinde bulunan diğer Germanialı kavimlerin ise Drusus tarafından zaptedildiği söylenir4.” - Yukarıda verilen, Periochae’dan alınmış bilgilere dayanarak Ab Urbe Condita’nın kaybolmuş kitaplarının bazılarında Germania’ya dair bilgilerin bulunduğunu varsaymamız hiç de yanlış olmaz.

Germania ile yapılan savaşlarda bizzat bulunmuş ve onlarla çarpışmış bir kişi olması, Velleius Paterculus’un anlatımlarını günümüze ulaşmış antik yazarların eserleri arasında en gerçekçilerden biri kılar. Velleius İS 2’de tribuni militum5 olarak Thracia’da, Macedonia’da ve Yunanistan’da görev yapar. Daha sonra praefectus equitatus6 ve

1 Titus Livius, Periochae, 105. 5. 2 Ibid., 107. 1. 3 Ibid., 139. 1. 4 Ibid., 140. 1. 5 Senator konumundadır ve Senatus tarafından göreve atanır. Her lejyonda 6 tane tribuni militum bulunur. Bunlardan yalnızca ikisi söz sahibidir. 6 Süvari komutanı. 32

legatus1 olarak İS 4 yılından başlayarak sekiz yıl İmparator Tiberius komutasında Germania’da ve Pannonia’da bulunur. Hizmetlerinden dolayı İS 8 yılında quaestor2 ve İS 15 yılında praetor’luğa3 hak kazanır.

Velleius İS 9 yılında Rhenus nehri sınırına gönderilen ve Varus’un ağır yenilgisine şahit olan askerlerden biriydi. Chauci kavminin yenilişini anlatırken, sayıca çok olmalarına ve oldukça iri cüsselere sahip olmalarına rağmen nasıl silahlarını bırakıp teslim olduklarından bahseder4. Eserinin ilerleyen bölümlerinde Germanialıların vahşiliklerini, savaşı sanatla birleştirdiklerini anlatır ve başarılı Germanialı komutan ’dan bahsederek sözlerine devam eder. Bu genç komutan Roma ordusunda yetiştirilir ve equitatus5 mertebesine yükselir. Daha sonra Germania’ya döner ve Cherusci, Marsi, Chatti ve Bructeri kavimlerini kendi komutası altında toplayarak Varus yönetimindeki Roma ordusuna savaş açar. İS 9 yılının sonlarında gerçekleşen bu savaşta Roma ordusu tarihindeki en büyük yenilgilerden birisini alır. Yenildiğini anlayan Varus ise intihar eder. Varus’un vücudunu ele geçiren Germanialılar onu yakar, sonra barbarca parçalara ayırır6.

Söz Germanialılardan açılınca Velleius sık sık ferus (vahşi, medeniyetsiz, yabani hayvan) kelimesini kullanır. Ona göre Germanialılar hayvanlarınkine denk bir yırtıcılığa ve vahşiliğe sahiptir. Aslında bu sözler, savaş zamanında, yani ölümle yaşamın birbirine çok yakın olduğu bir zamanda, Germanialılarla karşılaşan bir askerin sözleridir. Bununla birlikte antik dünyanın en iyi ve kuvvetli ordusuna sahip Romalıların bile Germanialılardan ne kadar çekindiğinin de kanıtıdır.

1 Tek bir lejyondan sorumlu komutan. Senator konumundadır. Ondan bir yüksek rütbeye sahip kişi emrinde iki ve ikiden çok lejyon bulunan komutandır (dux). 2 Eyaletlerin ve orduların mali işlerini denetleyen memurlar. 3 Ordu kumandanlarına veya belirli görevlere atanmış magister’lere praetor denir. Diğer topraklarda Roma otoritesi artmaya başlayınca daha fazla praetor’a gereksinim duyulmuştur. İÖ 227’de Sicilia ve Sardinia adalarının kontrolü için iki praetor atanmıştı. Sonra topraklara İÖ 197’de Hispania eklenince praetor sayısı dörde çıktı. Sulla praetor sayısını sekize çıkardı, Iulius Caesar ise ona, daha sonra on dörde, en son da on altıya çıkardı. Praetor’ların görev süresi dört yıldı. 4 Velleius Paterculus, Historia Romana, 2. 106. 5 Süvari sınıfına mensup asker. 6 Velleius Paterculus, op cit., 2. 119. 33

İÖ 4 yılında doğan Romalı Stoik filozof Genç Seneca’nın özellikle De Ira eserinde Germanialılara göndermeler bulunur. Öfkenin nasıl bastırılması gerektiğini soran Novatus’a cevap niteliğindeki bu eserde, Seneca öfkenin duyguların en çirkini ve en taşkını olduğunu ileri sürer. Senaca’ya göre öfke çok tehlikelidir ve ondan insana hiç bir iyilik gelmez. “Ancak düşman karşısında öfke gereklidir” diyenlerin sözlerine ise katılmadığını büyük bir ciddiyetle ekler. Savaşta insan her zamankinden daha sakin olmalıdır, aynen avını bekleyen bir avcı gibi, sessiz ve sakin durmalıdır1.

Seneca, Cimbri ve Teutones kavimlerinin nasıl kuzeyin en uç noktalarından büyük topluluklar halinde güneye göçtüğünü ve Alpis dağlarından dökülürcesine indiklerini hatırlatır. Bu kavimlerin kaybetmesine sebep yiğitliğin yerine öfkeyle dolmuş olmalarıdır. Seneca “Öfke bazı zamanlar önüne geçen her şeyi yoketmesine rağmen, çoğu kez yokoluşu getirir,” der. Seneca, Germanialıların çok cesur, savaşmaya çok meraklı ve savaşta başarılı olmalarına rağmen öfkenin kurbanı olduklarını söyler2.

Seneca eserinin ilereleyen bölümlerinde “öfkenin içinde asil bir duygu vardır,” diyenlerin ne kadar yanlış düşündüklerini ispatlamaya çalışır. Söz konusu diyalogda öfkenin asil duygular barındırdığını iddia eden Novatus, Germanialılar ile Scythialıların öfkeye en meyilli ırklar olmalarına rağmen, hiç bir zaman boyunduruk altına girmediklerini ve her zaman özgür olduklarını da söyler. Buna yanıt olarak Seneca Germanialıların ve Scythialıların boyunduruk altına girmemelerinin sebebini iklimlerinin ve yaşadıkları bölgelerin çetin koşullara sahip olmasıyla açıklar. Bu ırkların disiplinsizlik etmeye ve zayıf davranmaya tahammülü yoktur. Seneca’ya göre disiplinleri onlara özgürlüğü getirir, öfkeleri değil3.

Seneca, De Ira’nın üçüncü kitabında “bize farklı gelen şeyler bazı insanlar için gayet normaldir,” fikrinden yola çıkarak, “Aethiopis ırkları arasında siyah tene sahip olmak şaşılacak bir şey değildir,” der, aynı şekilde de Germania ırkları arasında

1 Seneca, de Ira, 1. 11. 1. 2 Ibid., 1. 11. 1. 3 Ibid., 2. 15. 1. 34

erkeklerin kızıl saçlarını düğüm yaparak başlarının üzerinde toplamaları şaşılacak bir olay değildir1. Seneca’nın burada bahsettiği Suevi kavminin kendine has saç stilidir.

Seneca De Providentia adlı eserinde ise talihin insana katı davranarak onu aslında zorluklarla daha kolay baş etmeye alıştırdığından bahsederken, Germanialıların zorlu yaşamını şu cümlelerle aktarır:

“Ruh, kötülüklere göğüs germeyi küçümsemeye sabır göstererek ulaşır; yoksul ve yokluktan dolayı daha güçlü olan uluslara zahmet çekmenin ne sağladığını gözlemleyecek olursan, sabretmenin bize ne getirebileceğini anlarsın. Roma uygarlığından yoksun olan bütün kavimleri, Germenlerden ve Tuna boyundaki her bir göçebe kavimden söz ediyorum, göz önünde tut. Bu kavimleri sonu gelmez bir kış, kasvetli bir gökyüzü ezip kahreder, kısır toprak onlardan besinini esirger; yaprak ve dallarla yağmurdan korunurlar, buzdan sertleşmiş bataklıklarda gezinirler, yiyecek için hayvanları avlarlar. Bunların talihsiz olduğunu mu sanıyorsun? Alışkanlığın doğaya geri döndürdüğü hiç bir şey talihsiz olamaz; çünkü zorunluluk sonucu başlayan şeyler yavaş yavaş zevkli hale gelirler. Gün içinde yorulup oturdukları yerler dışında ne bir yuvaları ne de bir evleri vardır; yiyecekleri basit şeylerdir ve elleriyle elde etmek zorundadırlar, iklim korkunç serttir ve bedenleri giysisizdir, sana felaketmiş gibi görünen bu koşullar bir çok ulusun yaşamıdır! İyi insanların sağlamlaşmaları için sarsılıp uyandırılmalarına neden şaşıyorsun? Ard arda esen rüzgarın karşısında kalmadıkça ağaç köklü ve güçlü olmaz; çünkü sarsıntılarla kenetlenir ve köklerini sımsıkı toprağa yapıştırır; güneşli vadide büyümüş ağaçlar ömürsüz olur. O halde iyi insanların korkak olmamaları için, dehşet salan olaylar arasında aralıksız dönüp durmak ve ancak ihtiyatsızca katlanılırsa kötü olabilecek koşullara serinkanlılıkla tahammül göstermek, gözüpek insan olmaları için iyilerin yararınadır2.”

1 Seneca, de Ira, 3. 26. 3. 2 Seneca, Tanrısal öngörü, 4. 13., trans. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınları, 1997, İstanbul. 35

De Providentia eserinde Seneca, Germanialıların zor yaşamını oldukça canlı bir şekilde gözler önüne serer. Bu yaşamın onları kuvvetlendirdiğini de sözlerine ekler. Belki de Germanialılar böyle çetin yaşam koşullarında yaşıyor olmasalardı, bu kadar gözü pek ve kuvvetli bir ırka sahip olamazlardı.

İS 24 yılında Como bölgesinde doğan Yaşlı Plinius’un en bilinen eseri Naturalis Historia’dır. Bunun yanı sıra Bella Germania adlı günümüze ulaşmamış ve kendimizi bu konuda şanssız saymamız gereken bir eseri daha vardır. Orduda görevlerinden dolayı İS 1. yüzyılın ortalarında Rhenus nehrinin hem aşağı hem yukarı bölgelerinde bulunmuş olan Plinius’un meraklı ve cesur bilim adamı kimliği göz önüne alınacak olursa, söz konusu eserinde Germanialıların yaşamı ve gelenekleri hakkında pek çok önemli bilgi aktardığı düşünülebilir. Ancak bu eseri tamamıyla kayıp olduğu için Yaşlı Plinius’un Germanialı kavimlerle ilgili olarak vermiş olduğu bilgilere maalesef sahip değiliz.

İS 46 yılında bir Yunan eyaleti olan Boeotia’da1 dünyaya gelen Ploutarkhos, Bioi Paralleloi eserinin Gaius Marius bölümünde Germanialıların, güneyde bulunan halklarla ticaret yapmadıklarından ve o bölgelere seyahat etmediklerinden dolayı çoğu kimsenin onların nasıl insanlar olduklarını bilmediğiden söz eder. Kuzeyli halklar hakkındaki bu muamma Cimbri ve Teutones kavimlerinin bir bulut gibi Gallia’ya ve Roma sınırlarına dayanlamarıyla son bulur. Ploutarkhos, bu griye yakın çok açık mavi göz rengine ve iri vücut yapılarına sahip kuzeylilerin Mare Suebicum kıyılarında yerleşik bulunduklarının ve Germania soyundan gelme kavimler olduklarının anlaşıldığını da aktarır. Ayrıca Germanialıların yağma yapanlara kendi dillerinde Cimbri dediklerini de sözlerine ekler2.

Ploutarkhos, Bioi Paralleloi eserinin Caesar bölümünde ise Caesar’ın yaptığı savaşları ve özellikle Germanialılara karşı yürütülen mücadeleleri güzel anlatımıyla gözler önüne serer.

Ploutarkhos Caesar’ın Gallia savaşlarında yaptığı ilk mücadelenin Romalıların on iki şehrini ve yüzlerce köyünü yakan Helvetii ve Tigurini kavimlerine karşı olduğunu

1 Delphi’nin doğusunda bulunan bir şehir. 2 Ploutarkhos, Bioi Paralleloi, Gaius Marius, 11. 36

anlatır. Bu iki kavim aynı Cimbri ve Teutones kavimlerinin yaptığı gibi Gallia’ya doğru müthiş bir hızla ilerlemektedirler1. Ploutarkhos, Caesar’ın ikinci mücadelesinin Germanialılara karşı olduğunu anlatarak sözlerine devam eder. Caesar daha önceden Roma’da anlaşma sağladığı Germanialı kral Ariovistus’a karşı savaş açar2.

Ploutarkhos, Bioi Paralleloi eserinin Caesar bölümünün devamında Iulius Caesar’ın De Bello Gallico eserindeki anlatımına paralel bir kronoloji izler ve Caesar’ın ölümüne dek tüm yaşamına ve verdiği mücadelelere değinir.

Tacitus’un İS 98 yılında kaleme aldığı Germania, günümüze ulaşmış antik çağ eserleri arasında sadece Germania ırklarını ve onların özelliklerini işleyen ilk ve tek eserdir. Bu kısa monografi eski Germania halkları hakkında yazılmış en önemli kaynaktır.

1 Ploutarkhos, Bioi Paralleloi, Iulius Caesar, 18. 2 Ploutarkhos, Caesar’ın ikinci mücadelesini kralları Ariovistus olan Germanialılara karşı verdiğinden söz ederken aslında Suebi kavminden bahsetmektedir (Ploutarkhos, Bioi Paralleloi, Iulius Caesar, 18). 37

III. Germania Halklarının Yerleşim Yerlerine ve

Kökenlerine Genel Bakış

Tacitus’un İS 98 yılında yazdığı esere De Origine et situ Germanorum ismini kendisinin mi yoksa 9. yüzyılda Fulda’da onu kopyalayan keşişin mi verdiği tam olarak bilinmemektedir. Başlıkta geçen situs ‘yerleşim yeri’ kelimesinin, etnografik eserler yazan antik çağ yazarları tarafından, anlatacakları coğrafi bölgenin detaylarını vermeden evvel kullanıldığını görüyoruz. Velleius Paterculus eserinde Pannonia ve Dalmatia halklarından, ülkelerinden ve yerleşim yerlerinden, nehirlerinden bahsedeceğini söylerken situs kelimesini kullanır1. Agricola eserinde Britannia adasının yerini ve üzerinde yaşayan kavimleri anlatan Tacitus, Britannia adasının coğrafi konumundan bahsederken situs kelimesini kullanır2. Sallustius da Afrika’nın coğrafi konumundan ve orada yaşayan topluluklardan kısaca bahsedeceğini söylerken, situs kelimesini kullanır3. Etnografik eser yazımında situs kelimesinin sıklıkla kullanıldığını göz önünde bulundurursak, Tacitus’un eserine bu başlığı kendisinin vermiş olduğunu düşünmemiz hiç de yanlış olmaz.

Tacitus’un Germania eseri şu paragrafla başlar:

“Germania bir bütün olarak, Gallia, Raetia ve Pannonia halklarından Rhenus ve Danuvius nehirleriyle; Sarmatia ve Dacia halklarından ise aralarındaki sıradağlarla ya da birbirlerine duydukları korkularla ayrılır. Kalanı, geniş körfezleri ve koskoca bir alana yayılmış adaları kucaklayan okyanusla çevrilidir. Buralardaki halkları ve onların krallarını savaş sayesinde daha yeni yeni tanımaktayız. Rhenus nehri, erişilmesi güç sarp Raetia Alplerinin doruklarından doğar, batıya doğru hafifçe kıvrılarak Kuzey Denizinin sularına karışır. Danuvius nehri yüksek bir sıradağ olmayan Abnoba Dağı’nın hafif meyilli yamaçlarından akar ve birçok halkın topraklarından geçer,

1 Velleius Paterculus, Historia Romana, 2. 96. 3. 2 Tacitus, Agr., 10. 3 Sallustius, Iug., 17. 38

altı kolu Karadenize dökülür; yedinci kolu ise bataklıklara karışıp kaybolur.”

Tacitus başlangıç cümlesinin güzel kurulumu ile eserinin ne hakkında olduğunu daha ilk cümleden ilan eder. Eğer eserde bir bölge, bir ülke veya bir halk işlenecekse, yazarlar Germania omnis yani ‘Germania bir bütün olarak’ gibi kalıplar yardımıyla eserlerine başlarlardı1. Bu kalıptan sonra bölgenin sınırları, kimlerle komşu olduğu, ne gibi halkları barındırdığı gibi bilgiler verilmeye başlanırdı. Caesar’ın de Bello Gallico eserinin ilk cümlelerinde de benzer bir başlangıca rastlamaktayız2. Germania eserinde Iulius Caesar’ın en sağlam bilgi kaynağı olduğunu belirten Tacitus’un benzer şekilde eserine başlaması tesadüf değildir. Yani Caesar’ın başlangıcına çok benzeyen bir başlangıç yaptığını düşünmemiz hiç de yanlış olmaz.

A- Germania’nın Coğrafi Konumu ve Komşuları

Tacitus’un Germania eserindeki anlatımları ışığında, Germanialı kavimlerin Antik çağda yerleşik bulundukları bölgenin sınırlarını çizmemiz ve coğrafyasını kısaca açıklamamız gerekirse, batıda Gallia halklarından Rhenus nehriyle ayrıldığını, güneyde Raetia, Noricum ve Pannonia eyaletlerinden Danuvius nehriyle ayrıldığını, doğuda ise Dacia ve Sarmatia halklarından Mons Carpates3 ve Vistula nehrinin kollarıyla ayrıldığını söyleyebiliriz4. Bu yerleşim alanı bugünkü Hollanda topraklarından başlayan, batı Rusya’nın bozkırlarına dek uzanan bir bölgedir. Oldukça büyük bir yüzölçümüne yayılan bu coğrafya, düz olduğu kadar alçak bir yapıya da sahiptir ve 200 metreyi aşan yükseltiler çok seyrektir. Burası bir çok toprak cinsini içinde barındırır. Tarıma elverişli toprakların yanı sıra bataklıklara, fundalıklara ve göllere sıklıkla rastlanır. Bu geniş

1 Norden, E., 1923: p. 451-4. 2 Caesar, BG, 1.1. 3 Karpat Dağları. 4 Tacitus, G., 1. 39

düzlük bir çok nehir tarafından sulanır. Bunlardan Viadrus1 ve Vistula nehirleri Baltık Denizine dökülürken, Albis2, Amisia3 ve Visurgis4 nehirleri Kuzey Denizine dökülür.

Tacitus, Germania’nın diğer halklarla arasında bulunan sınırın Rhenus ve Danuvius nehirleri olduğundan bahsederken ilk önce Raetia halkından söz eder. Bu halktan bahseden bir başka yazar da Strabon’dur. Strabon, Lacus Comum’un5 ilerisinde, Alpis6 dağlarının eteğinin doğuya bakan tarafında ‘Rhaeti ve Vennones’ halklarının bulunduğunu bize aktarır7. Strabon ayrıca Raetia halkının topraklarının Helvetii ve Boii halklarının yaşadıkları yerlere dek uzandığını ve bu halkların yerleşimlerine yukarıdan baktığını da sözlerine ekler8. Titus Livius Raetia halkının Etrüsk kökenli ve medeniyetsiz bir toplum olduğunu söyler. Dillerinin ise kendilerine has olduğunu sözlerine ekler9. Yaşlı Plinius Raetia kavminin Gallialılar tarafından ülkelerinden kovulduğundan ve komutanları Raetus’un ismini kurdukları ülkelerine verdiklerinden bahseder. Ayrıca ülkelerinin bir çok eyaletten oluştuğunu da anlatımına ekler10.

İÖ 203 – 120 tarihleri arasında yaşamış olan tarihçi Polybios, Alp dağlarında bulunan dört geçitten söz eder. Bu geçitler Liguria, Taurini, Salassi ve Raetia topraklarındadır11. Polybios Raetia halkının ismini telaffuz eden ilk yazardır.

Ancak Raetia halkı, Drusus Claudius Nero12 ve Tiberius’un13 İÖ 15 yılında o bölgede meydana gelen ayaklanmaları başarıyla bastırmalarıyla daha tanınır hale gelmiş ve antik çağ yazarlarının eserlerinde daha sık görünmeye başlamıştır. Drusus ve Tiberius Raetia’ya boyun eğdirttikten sonra bu bölgeyi bir eyalet haline getirmişlerdir. Daha sonra bu eyalete Vindelicia bölgesi de eklenmiştir. Tacitus, Germania eserinin ilerleyen

1 Oder nehri. 2 Elbe nehri. 3 Ems nehri. 4 Weser nehri. 5 Komo Gölü. 6 Alp dağları. 7 Strabon, Geo., 4. 6. 6. 8 Ibid., 4. 6. 8. 9 Titus Livius, Ab urbe condita, 5. 33. 10 Plinius, NH, 3. 20 11 Polybios, Hist., 34. 10. 12 İÖ 38 – İÖ 9 yılları arasında yaşamıştır. 13 İÖ 42 – İS 37 yılları arasında yaşamıştır. 40

bölümlerinde Raetia eyaletinin en zengin kolonisinden bahseder1. Burada bahsettiği koloni Augusta Vindelicum, bugünkü Augsburg’tur. Raetia eyaletinin en önemli merkezi konumunda olan Augusta Vindelicum’u Augustus’un imparatorluğu sırasında Drusus kurmuştur.

Germania’nın Rhenus ve Danuvius nehirleriyle ayrıldığı eyaletlerden bir diğeri de Pannonia’dır. Pannonia’nın sınırı doğuda ve kuzeyde Danuvius, batıda Noricum, güneyde ise Dalmatia ve Moesia’dır. Bu eyaletin bugünkü Bosna-Hersek, Slovenya, Slovakya, Sırbistan, Macaristan ve Avusturya topraklarında bulunduğunu söyleyebiliriz. Julius Pokorny2, Pannonia isminin Illyria dilinde bulunan *pen- “ıslak, su, bataklık” anlamlarına gelen kelimeden türediğini söyler3.

Titus Livius, Augustus’un Iapydes, Dalmatia ve Pannonia bölgelerinde emekli askerlerin başlattığı ayaklanmaları bastırmasından söz eder4. Bu bağlamda Pannonia eyaletinden ilk bahseden Titus Livius’tur.

Uzun bir askerlik geçmişine sahip Velleius Paterculus eserinde Pannonii halkını detaylı olarak anlatır. İS 6 ve 9 yılları arasında meydana gelmiş Pannonia Savaşı’ndan bahsederken, Pannonialıların diğer kavimlerle birleşip oldukça kalabalık bir kuvvet ortaya çıkardıklarını söyler. Öyle ki bütün Roma ordusu etkisiz hale gelir; birçok tüccar hayatını kaybeder; Macedonia eyaleti elden çıkar; her yer yangınlar ve çarpışmalardan ötürü harap olur. Hatta savaştaki cesareti ve başarıları ile ün salmış Caesar Augustus’un bile içi korku ile dolar. Velleius, o yıllarda Pannonialıların Romalıların sadece dilini değil aynı zamanda edebiyatını ve disiplinini de öğrendiğini sözlerine ekler5.

Strabon ise Geographika eserinin Illyria ve Pannonia ile ilgili olan bölümünde Pannonii kavminin Breuci, Andizetii, Ditiones, Peirustae, Mazaei ve Daesitiatae adlı alt kavimlerden oluştuğunu ve liderlerinin Bato olduğunu bizlere aktarır. Bu kavme ayrıca daha bir çok küçük ve önemsiz kavmin dahil olduğunu ve böylelikle sınırlarının

1 Tacitus, G., 41. 2 1887 – 1970 yılları arasında yaşamış, Kelt dili uzmanı. 3 Pokorny, J., Indogermanisches Etymologisches Wörterbuch. 4 Titus Livius, Periochae, 131. 2. 5 Velleius Paterculus, Historia Romana, 2. 110. 41

Dalmatia’ya ve güneyde neredeyse Ardiaei kavminin topraklarına kadar uzadığını da söyler1.

Tacitus Pannonia halkına oldukça yakın bir bölgede yerleşik bulunan Osi kavminin Pannonia dilini konuştuğunu belirtir2. Pannonia dilini konuşmaları ve haraç ödemeleri onların Germanialı olmadığına dair bir işarettir. Bu açıklamadan yola çıkarak Pannonia halklarının Tacitus tarafından Germanialı olarak görülmediğini anlıyoruz.

Tacitus, Germania’yı Raetia ve Pannonia halklarından Rhenus ve Danuvius nehirlerinin ayırdığını söyler. Avrupa’nın en büyük bu iki nehri çoğu zaman sınır olarak belirtilmesine rağmen aslında bu temsili bir sınırdır.

Caesar, Rhenus nehrinin Germanialılar ile Gallialılar arasında sınır teşkil ettiğini belirten ilk yazardır3. Strabon ise Rhenus nehrinin hemen ötesinde Germanialıların ülkesinin başladığını söyler. Belki de Rhenus nehri deltasından ve nehrin kendisinden ilk bahseden yazar Pytheas’tı. Strabon Pytheas’ın Rhenus’tan bahsettiğini ve nehrin ötesinde Skythia kavminin yaşadığı bölgelerden daha da geniş, keşfedilmemiş topraklar olduğunu savunduğunu aktarır4. Pytheas’ın eseri günümüze ulaşmadığından dolayı bu konu hakkında yazıp yazmadığını bilemeyeceğiz, ancak Strabon’un aktarımlarına bakacak olursak bu konudan bahsettiğini ve verdiği bilgilerin gerçeğe çok yakın olduğunu görürüz.

Caesar’ın Gallia’da yaptığı seferler sonucu Rhenus nehri tanınmaya başlamıştır. de Bello Gallico eserinde Caesar bu nehrin Alpis dağlarında yaşayan halkın topraklarından doğduğunu söyler ve sadece balık ve kuş yumurtası ile beslenen barbar ırkların topraklarından geçerek bir kaç kol halinde denize ulaştığını sözlerine ekler5.

Strabon, Rhenus nehrinin kaynağının Helvetii kavminin topraklarında bulunan Adula dağı olduğunu öne sürer. Buradan doğduğunu ve sadece kuzeye doğru değil aynı

1 Strabon, Geo., 7. 5. 3. 2 Tacitus, G., 43. 3 Caesar, BG, 1. 1. 4 Strabon, Geo., 1. 4. 3. 5 Caesar, BG, 4. 10. 42

zamanda tam ters istikamete doğru akıp, Larius1 gölüne ulaştığını aktarır2. Tacitus ‘erişilmesi güç sarp Raetia Alpleri3’ derken büyük bir ihtimalle Rhenus nehrinin en önemli kollarından biri olan bugünkü adıyla Hinterrhein’ın doğduğu dağ silsilesi olan ve Strabon’un Adula dağı adıyla andığı, bugün Adula Alpleri olarak bilinen dağdan bahsediyor. Adula Alplerinin doruğuna bugün Rheinwaldhorn adı verilmektedir ve yüksekliği 3.402 metredir. Bu da Tacitus’un neden o dağı erişilmesi güç ve sarp olarak tasvir ettiğini anlamamızı kolaylaştırır.

Rhenus nehrinin ismini nereden aldığını etimolojik olarak incelersek, Eski Yunanca *rhein “akmak” kelimesinden türediğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Rhenus kelimesi Proto-Hint-Avrupa dil grubundan bir kök olan *reie- “hareket etmek, akmak, koşmak” anlamlarına gelen fiillerden de türemiş olabilir. İlerleyen yıllarda *reie- kökü Galca’da renos “akan şey”, Eski Norveççe’de rinna “koşmak” anlamlarını edinmiştir. Günümüz İngilizcesindeki run kelimesi de Rhenus kelimesinden türemiştir4.

‘Danuvius nehri yüksek bir sıradağ olmayan Abnoba dağının hafif meyilli yamaçlarından akar,’ der, Tacitus. Plinius ise Danuvius nehrinin kaynağınin Abnova dağı olduğunu söyler. İki yazarın aynı dağdan bahsettiği gayet açıktır. Danuvius nehrinin günümüzde Kara Orman olarak bilinen ormandan doğduğunu göz önünde bulundurursak, Abnoba dağı denilen bu dağın Kara Orman’ın zirvesi 1.493 metre olan ve bugün Feldberg adıyla anılan dağ olduğunu anlarız. Ayrıca, Kara Orman civarında yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan dokuz yazıtta Abnoba adında bir tanrıçaya ilişkin bilgilere de rastlanır. Abnoba’nın Proto-Kelt kökenli bir kelime olduğunu ve *abon-, *abona- “nehir”5 kelimesinden türediğini göz önünde bulundurursak Abnoba’nın nehir tanrıçası olduğunu söyleyebiliriz. Abnoba isminin genellikle Diana adıyla birlikte kullanılması onun avcı tanrıça Diana ile özdeşleştirildiğinin kanıtıdır6.

1 Komo gölünün bir diğer ismi. 2 Strabon, Geo., 4. 6. 6. 3 Tacitus, G., 1. 4 Online Etymology Dictionary ‘www.etymonline.com’. 5 Proto-Celtic – English lexicon. 6 Nicole Jufer & Thierry Luginbühl, Les dieux gaulois : répertoire des noms de divinités celtiques connus par l'épigraphie, les textes antiques et la toponymie, p.18. 43

Danuvius nehrinden bahseden ilk antik kaynak onu Ister1 ismi ile anan Hesiodos’tur2. Plinius, bu nehre Ister (veya Hister) ismini Illyrialıların verdiğini belirtir3. Strabon, Danuvius’u güneyde Yunanistan’a kadar uzanan, ve bu kara parçasını boydan boya ikiye ayıran bir nehir olarak anlatır4. Seneca, Rhenus ve Danuvius nehirlerini uygarlıkla barbarlığı ayıran sınır olarak tasvir eder5.

İS 80 yılında Chatti kavmi ile yapılan savaştan sonra, Domitianus aşağı ve yukarı Germania adlı iki ayrı eyalet kurmuştur. Aşağı Germania eyaleti Rhenus nehrinin batısında bulunurken, yukarı Germania eyaleti Rhenus nehrinin doğusunda bulunan ve Mosel nehrinin kuzeyine kadar uzanan toprakları kapsıyordu. Tacitus eserinin ilerleyen bölümlerinde Domitianus’un Roma İmparatorluğunun sınırlarını Rhenus nehrinin ilerisine kadar genişletişini şu cümlelerle anlatır:

“Rhenus ve Danuvius nehirlerinin ötesine yerleşmiş olmalarına rağmen, toprakların ‘onda birini’ ekip biçenleri, Germania halkından sayamayacağım. Bunlar Gallialıların en aşağı seviyedeki halklarından olup kıtlık yüzünden cüretkarca kime ait olduğu bilinmeyen bu toprakları işgal etmişlerdir. Daha sonra sınırımız belirlenip garnizonlarımız ileriye kaydırılınca, bu topraklar İmparatorluğun en kuytu köşesi ve Roma eyaletinin bir parçası olarak görülmüştür6.”

Tacitus, Danuvius nehrinin uzun bir yolculuk sonunda yedi kola ayrıldığını söyler. Bu kollardan biri bataklıklar arasında kaybolur, diğer altı kol ise Mare Ponticum’a7 ulaşır. Herodotos Danuvius’un beş kola ayrılıp denize kavuştuğunu aktarır8. Strabon9 ile Pomponius Mela10 yedi koldan bahseder. Plinius ise altı kol bulunduğunu belirtir ve bu kolların isimlerini sayar; ilki ismini Peuce adasından almıştır, ikincisi,

1 Ister aşağı Danuvius nehrine verilen bir isimdi. 2 Hesiodos, Th., 339. 3 Plinius, NH, 4. 79. 4 Strabon, Geo., 7. 1. 1. 5 Seneca, QN, 1. praefatio 9. 6 Tacitus, G., 29. 7 Karadeniz. 8 Herodotos, Hist., 4. 47. 9 Strabon, Geo., 7. 3. 15. 10 Mela, de Chorographia, 2. 8. 44

üçüncüsü ve dördüncüsünün isimleri sırasıyla Naracustoma, Calon Stoma ve Pseudostomon’dur. Beşinci ve altıncı kolun isimleri Borion Stoma ve Psilon Stoma’dır1. Bu detaylı anlatım Tacitus’un verdiği bilgilerle benzerlikler içerir, ancak bataklıklar içinde kaybolan yedinci kol hakkında Plinius bilgi vermez.

Germania’nın, doğusunda bulunan Sarmatia ve Dacia halklarından sıradağlarla ayrıldığını Tacitus’tan öğreniyoruz2. Sarmatia halkına dair ilk bilgiler öncelikle Herodotos’un eserinde karşımıza çıkar. Herodotos Sarmatia halkına Sauromatai olarak hitap eder. Yaşadıkları toprakların Kuzey Rüzgarının estiği bölgelere dek uzadığını, bu yerleşim bölgesinde ağaçların bulunmadığını ve bu coğrafyada ekime uygun ve verimli arazilerin yanı sıra verimsiz toprakların da olduğunu aktarır3. Herodotos Sauromates halkının ortaya çıkışını masalsı bir dille anlatır: Yunan savaşçılar Amazonlarla yaptıkları savaşın sonunda bir çok esir ele geçirerek gemiler aracılığıyla dönüş yolculuğuna çıkarlar. Yolda esir alınmış olan Amazon kadınları iplerini çözerek kurtulmayı başarırlar ve kendilerini esir eden askerleri denize atarlar. Ancak gemi kumandası hakkında bilgileri olmadığı için yurtlarına geri dönemezler ve Mare Ponticum’da kaybolurlar. Günler boyunca savrulduktan sonra Scythia4 kıyılarına (bugünkü Kırım) varırlar. Burada Scythia halkıyla tanışırlar ve dillerini öğrenmeyi başarırlar. Daha sonra da genç Scythia erkekleriyle evlenmeyi kabul ederler ancak bir şart koşarlar: Amazon kadınları savaşmayı, ata binmeyi ve ok kullanmayı bildikleri için, kendilerinin Scythia kadınlarına uyum sağlayamayacaklarını düşündüklerinden, kendileriyle evlenmek isteyen Scythia erkeklerini de alıp uzaklardaki topraklara yerleşmeyi isterler. Böylece üç gün boyunca batıya ilerlerler, Sauromatiai adını alıp bir yerleşim kurarlar. Bu kavmin kuruluş söylencesi de bir bakıma bize Sarmatia halkının Scythia dili konuşmasının, kadınlarının avcı olmasının ve erkeklerden aşağı kalmamalarının sebebini açıklayabilir.

1 Plinius, NH, 4. 79. 2 Tacitus, G., 1. 3 Herodotos, Hist., 4. 21. 4 İskitlerin kıyıları. 45

Strabon Sarmatia halkları hakkında herhangi bir bilgi vermez, ancak Germania’nın ilerisinde bulunan halklar arasında , Iazyges, Roxolani ve bazı göçebe kavimlerin yaşadığını belirtir.

Aslında Sarmatia halkı Güney Rusya bozkırlarında yaşayan, Hint-Avrupa dil grubundan bir dil konuşan, göçebe insanlardı. İmparator Nero döneminde bu halkla diplomatik ilişkilere başlanmıştır. İS 69 yılında çıkan iç savaşta Vespasianus onların yardım talebini, güvenilir bulmadığı sebebiyle reddetmiştir. İS 70 yılında Sarmatia kavmi Danuvius nehrini aşarak, sınırı koruyan Roma birliklerini yok etmiştir. Vespasianus bu durumu öğrenince hemen önlem almış, yapılan savaşta Sarmatia halkı yenilgiye uğramıştır. Daha sonra barbarların bir daha geçememesi için Danuvius nehrindeki birlikler çoğaltılmıştır1.

Dacia halkı ise aşağı Danuvius nehrinin kuzeyinde kalan topraklarda yerleşik bulunuyordu. Caesar, Hercynia Ormanının Dacia halkının topraklarına kadar uzandığını aktarır2. İÖ 1. yüzyılda Burebistas, birçok Dacia kavmini aynı bayrak altında toplamayı başarmıştır. Ancak ölümünden sonra iç savaşlar nedeniyle bu birlik çok geçmeden dağılmıştır. Daha sonra Decebalus önderliğinde toplanan Dacia halkı İmparator Domitianus zamanında Roma’ya oldukça zor günler yaşatmıştır. Dacia halkının ayaklanmasının ardından Yukarı Germania bölgesinde de ayaklanmalar çıkınca Domitianus, Dacia kralı Decebalus ile anlaşma yapmak zorunda kalmış ve onu kral olarak tanıdığını ilan etmiştir3. İmparator Traianus’un İS 101 – 106 yılları arasında Dacia ile yaptığı savaşlardan sonra Dacia bir Roma eyaleti haline getirilmiştir.

Rhenus ile Danuvius nehirleri güneyde ve batıda Germania’yı komşularından ayırırken, doğuda sınırı farklı toplumların birbirlerine karşı duydukları korkunun oluşturduğu bariyer ve Montes Carpates4 sağlıyordu. Germania’nın kuzeydeki sınırı ise geniş körfezlere ve koskoca bir alana yayılmış adaları kucaklayan Okyanus’tur.

1 Iosephus, BI, 7. 89. 2 Caesar, BG, 6. 25. 3 Dio Cassius, Historia Romana, 67. 4 Karpat Dağları. 46

Kuzeydeki geniş körfez derken Tacitus bugünkü Danimarka’nın bulunduğu Jutland yarımadasından ve bugünkü Kattegat körfezinden bahsediyor. Bu bölge hem Pomponius Mela1 hem de Plinius2 tarafından birçok adanın bulunduğu yer olarak tasvir edilir. Burası bugünkü Danimarka adalarının bulunduğu yerdir. Tacitus bu bölgelerin yeni yeni keşfedildiğini söylerken aslında Tiberius’un İS 5 yılında Albis nehrine ve bugünkü Skagerrak boğazına ulaşışından bahsetmektedir3. Germania eserinin İS 98 yılında yazıldığı kabul edilirse, Tacitus “yeni yeni keşfediliyor” derken 92 yıllık bir zaman diliminden bahsediyor, demektir4. Aynı anlatımı Plinius da kullanmış ve Germania’nın ilerisindeki adaların yakın zamanda keşfedildiğini yazmıştır5.

Tacitus Germania’nın sınırlarını dikkatli bir biçimde çizdikten ve komşularını verdikten sonra, ilerleyen bölümleri bu insanların kim olduklarını ve nereden geldiklerini anlatmaya ayırır.

B- Germania Halklarının Kökeni

Tacitus, Germanialıların kökenini topraktan doğan tanrı ’ya bağlar. Tuisto’nun oğlu ’u ırklarının atası, Mannus’un üç oğlunu ise kurucuları olarak kabul ettiklerini söyler. , Herminones ve Istaevones kavimlerinin, isimlerini bu üç oğuldan aldığını da sözlerine ekler. Tuisto Germania’nın el yazmalarında 'Tristo', 'Tuisco', 'Bisto', ve 'Bisbo' gibi bir çok farklı şekilde görülür.

Norveç mitolojisine bakacak olursak bu isimlerin hiç birini göremeyiz. Ancak Norveç mitolojisinde topraktan doğan bir tanrı, onun bir oğlu ve onun üç oğlunu arayacak olursak karşımıza tanrı Búri, oğlu Borr, ve Borr’un üç oğlu Odin6, Vili ve Vé çıkar.

1 Mela, de Chorographia, 3. 26. 2 Plinius, NH, 4. 96. 3 Tacitus, G., Loeb Classical Library, p. 129, dipnot 8. 4 Id., G., 1. 5 Plinius, NH, 2. 246. 6 Diğer isimleri Wodan, Wotan, Woden, Proto-Germanik Wōđanaz, Norveç Mitolojisinde Óðinn. Roma’da ise Mercurius ile özdeşleştirilir. (V. Mercurius). 47

Búri aynı Tacitus’un Tuisto’yu tasvirinde anlattığı gibi yeryüzünden doğan bir tanrıdır. Ancak topraktan değil, buzdan doğmuştur ve bütün Tanrıların atası olarak kabul edilir. Audumla (Auðumla) adlı inek, buzu yalayarak ilk gün Búri’nin saçlarını, ikinci gün başını ve üçüncü gün tüm vücudunu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra Búri’nin Borr adlı bir oğlu olur. Borr buz devi Bestla ile evlenir ve , Vili ve Vé isimlerini verdikleri üç oğulları olur.

Herminones kavminin, ismini Germanik kökenli *ermin- *irmin- ‘yüce, güçlü’ kelimesinden aldığı düşünülür. Ayrıca Şiirsel Edda’da1 Irmin, Odin’in ismi yerine kullanılan bir kelimedir. Böylelikle Herminones kavminin kurucusu olarak Odin’i düşünmemiz hiç de yanlış olmaz.

Tacitus’a göre Herminones kavmi Germania’nın iç kesimlerinde yerleşik bulunmaktaydı. Pomponius Mela ise Tacitus’un aksine Herminones kavminin en doğuda Sarmatae kavmine yakın bir yerde yerleşmiş olduğunu belirtir2. Plinius Suevi, Chatti, Cherusci ve Hermunduri kavimlerinin Herminones kavmine dahil olduklarını iddia eder3.

Ingaevones ve Istaevones kavimlerini Borr’un Odin dışındaki diğer oğulları Vili ve Vé ile ilişiklendirmek zordur. Ingaevones kavminin, ismini Proto-Germanik dilde olan ve aynı zamanda Germania kökenli bir tanrı olan Ingwaz’dan aldığı düşünülmektedir. Ingwaz’ın Mannus’un üç oğlundan biri olduğu ve Ingaevones kavminin kurucusu olduğu tahmin edilmektedir. Ingaevones’in anlamı ‘Ingwaz’a ait olanlar’dır4. Kaynaklarda ayrıca Yngvi, Yngve, Ingui veya Ing olarak da geçer. Dolayısıyla Ingaevones kavminin kurucusu Borr’un en küçük oğlu Vé olabilir, ama bunu kanıtlayacak delil ne yazık ki yoktur.

Plinius bu kavmin ismini ‘Ingvaeones’ olarak kullanır5 ve bu kavme Chauci, Teutones ve Cimbri kavimlerinin dahil olduğunu belirtir. Chauci, Teutones ve Cimbri

1 Eski Norveç şiirlerinin yazılı olduğu bir elyazmasıdır. Şiirsel Edda, Norveç mitolojisine ve German efsanelerine dair elimizde olan en önemli kaynaktır. 2 Mela, de Chorographia, 3. 27-32. 3 Plinius, NH, 4. 100. 4 Simek, R., Dictionary of Northern Mythology, p. 173. 5 Plinius, NH, 4. 96; 4. 99. 48

kavimleri sahilde yerleşik kavimlerdi. Tacitus’un da Ingaevones kavminin denize yakın olduğunu söylemesi iki yazarın aynı kavimden bahsettiğinin göstergesidir.

Plinius’un ‘Istvaeones’ olarak bahsettiği1, Istaevones kavminin ismini *Istraz- ‘dan aldığı yönünde görüşler vardır. Fakat Germania’da Istraz adında bir tanrı veya kahraman bulunmamaktadır.

C- Saf Irk Oluşları ve Fiziksel Görünümleri

Tacitus eserinin üçüncü bölümünü bu halka neden Germanialılar dendiğini anlatmaya ayırır. Rhenus nehrini ilk geçen, Gallialıları yurtlarından kovan ve Tacitus’un zamanında Tungi diye bilinen kavme eskiden Germanialılar dendiğini söyler: ‘Böylece bir ulusa değil bir kavme verilen bu isim yavaş yavaş yayıldı ve ilkin galipler tarafından gözdağı vermek maksadıyla kullanıldığı halde çok geçmeden bütün soy kendisini yeni yaratılan bu isimle, Germanialılar olarak anmaya başladı,’ der2. Ancak Tacitus bu ismin nereden geldiğine ve nasıl ortaya çıktığına dair herhangi bir açıklamada bulunmaz. Strabon ise bu ismin nasıl ortaya çıktığına dair açıklamalarda bulunur3. Ona göre Rhenus nehrinin ilerisinde, Kelt topraklarının hemen ötesinde Germanialılar yaşıyorlardı. Keltlere benzerlikleri çok fazlaydı. Sadece biraz daha vahşi, daha uzun ve daha sarı saçlara sahiptiler. Ancak yaşadıkları evler, gelenekleri, alışkanlıkları aynı Keltler gibiydi. Bunun sonucunda Romalılar kendi dilleri olan Latincede onlara “Keltlerin hakikisi” diyerek, “hakiki, özgün” anlamlarına gelen “germanus, ” adını vermişlerdir.

Tacitus’un da söylediği gibi, Germanialıların kendilerine ‘Germani’ dediklerine dair bir kanıt yoktur. ‘Germanus’ kelimesinin dilbilimsel kökeninin nereden türediği bilinmemektedir, ancak Germanialılar tarafından kullanılıp onlar tarafından türetilmediği

1 Plinius, NH, 4. 100. 2 Tacitus, G., 2. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 2. 49

kesindir. Arkeolojik kazılarda çıkarılan yazıtların üzerinde genellikle kişilerin kendilerini ‘Frisii’, ‘Suebi’, ‘Langobardi’ gibi kavimlere mensup olarak tanıttığı görülür1.

Tacitus, Germanialıların saf bir ırk olduklarını söyleyerek eserine devam eder. Etnografik yazı geleneğinde, anlatılan ırkın saf, göçebe veya karışık olup olmadığı anlatılarak esere başlanırdı2. Ancak Tacitus, Germania’nın son bölümünde Peucini kavminden bahsederken, bu kavmin liderlerinin diğer kavimlerden eş seçtiklerini ve dolayısıyla yüz şekillerinin Sarmatae halkınınkine benzediğini söyler3. Ayrıca Germanialılar ile Gallialıların birçok benzer özellik göstermesi, kuzey ırklarının hem savaşlar sebebiyle hem de diğer kavimlerden eş almalarından dolayı kendi aralarında karıştıklarının göstergesidir. Demek ki bu ırkın diğer ırklarla karışmadığını söylerken Tacitus aslında Germanialıların Akdeniz ırkıyla, yani kendi ırkıyla karışmadığına işaret etmektedir. Bu fikri destekleyen başka bir cümle de Germania’nın 28. bölümünde bulunmaktadır. Tacitus bu bölümde Gallialıların Rhenus nehrini aşarak Germania’ya geçtiklerine inandığını söyler. Tacitus’un, Germanialıların diğer kuzey ırklarıyla karışmalarından eserinde behsettiğini göz önünde bulundurarak aslında, Akdeniz ırklarıyla karışmadığını ima ettiğini anlıyoruz. Tacitus daha sonra insanların Germania’ya göç etmemelerinin nedenlerini şu şekilde sıralar:

“Ayrıca kim Asya’yı, Afrika’yı veya İtalya’yı bırakır da, korkunç ve bilinmeyen bir denizin tehlikelerini aşıp kendi yurdu olmadıkça yabanıl toprakları, sert iklimi, kaba bir kültürü ve görüntüsü olan Germania’ya gider ki4?”

Yaptığı bu karanlık tasvirle Tacitus, insanların Akdenizin verimli toprakları ve ılımlı iklimini bırakıp, bu sert iklimlerin ve yabanıl toprakların bulunduğu diyarlara göç etmemelerinin sebeplerini gayet güzel anlatır. İlerleyen bölümde de bu sert iklimin insanların görünüşüne nasıl etkilerde bulunduğunu açıklar. Tacitus’un da dediği gibi antik çağ yazarlarına göre Kuzey Avrupa yaşanması imkansız, sık ormanlarla kaplı,

1 Todd, M., The early Germans, p. 9. 2 Herodotus, Hist., 1. 172; Tacitus, Agr., 11; Sallustius, Iug, 17. 7. 3 Tacitus, G., 46. 4 Ibid, 2. 50

bataklıkların bol olduğu, karın ve buzun eksik olmadığı, sevimsiz bir yerdi. Buna bağlı olarak kimse oraya göç etmek istememekteydi.

Diodoros Sikulos ise Bibliotheke historike adlı eserinde kuzeyin zorlu ikliminden şu şekilde bahseder: ‘Orada gemi ile geçilebilir bir çok nehir bulunur. Neredeyse hepsi sık sık donar ve insanlar için üzerinden geçilebilir bir köprü görevi görür1’. Yazın esen kuvvetli kuzey ve batı rüzgarlarından bahsederken de Diodoros şu cümleleri kullanır: ‘Bu rüzgarlar çok şiddetli ve serttir. Bazen yerden toz, toprakla birlikte, insan eli büyüklüğünde taş kaldırmaya bile muktedirdir. Bu rüzgar insanların kıyafetlerini yırtar ve attan düşmelerine sebep olur2’.

Pomponius Mela, Germania’yı ormanları yüzünden aşılması mümkün olmayan bir ülke olarak tanımlar3. Tacitus ise bu ormanlar hakkındaki anlatımında pek ayrıntıya girmez. Ormanın Helvetii ve Chatti4 kavimlerinin yakınında olduğunu içeren yüzeysel bilgiler verir.

Bu orman hakkında diğer antik kaynaklara bakacak olursak karşımıza ilk önce Caesar çıkar. Caesar, Germania’nın en verimli bölgelerinin Hercynia Ormanının çevresinde bulunduğunu belirtir. Bu ormandan ilk bahsedenin, ona Orcynia olarak hitap eden Eratosthenes olduğunu da sözlerine ekler5. Caesar daha sonra bu orman hakkında ayrıntıları vermeye devam eder. Bahsi geçen ormanın Helvetii, ve Rauraci kavimlerinin topraklarında başladığını, Danuvius nehri boyunca ilerlediğini ve Dacia’ya kadar uzandığını söyler. Sonra Hercynia ormanının nehir boyundan6 ayrılarak başka bir yöne kıvrıldığını ve birçok halkın topraklarını ziyaret ettiğini aktarır. Bu ormanda yaşayan yerli bir halk olmadığını ve ormanın boydan boya ancak 60 günde aşılabileceğini söyler. Hercynia Ormanında daha evvel kimsenin görmediği vahşi hayvanların bulunduğunu da sözlerine ekler7. Julius Pokorny, Hercynia kelimesinin Keltçe *perku-

1 Diodoros Sikulos, Bibliotheke Historike, 5. 25. 2. 2 Ibid., 5. 26. 1. 3 Mela, de Chorographia, 3. 24; 3. 29. 4 Tacitus, G., 28; 30. 5 Caesar, BG, 6. 24. 6 Danuvius nehrinin boyundan. 7 Caesar, BG, 6. 25. 51

“meşe ağacı” anlamına gelen kelimeden geldiğini öne sürer1. *p harfi zamanla yerini *h harfine bırakmıştır.

Tacitus Germanialıların fiziksel görünümleri hakkında bilgi veren tek antik çağ yazarı değildir. Germanialıların fiziksel özelliklerini birçok antik çağ yazarının eserlerinde görüyoruz. Tacitus Germanialıların fiziksel durumunu anlatırken şu cümleleri kullanır: ‘Bedensel görünüşleri hepsinde aynıdır: Vahşi mavi gözler, kızıl saçlar, anlık güç gösterilerine uygun, zahmetli ve zor işlere bizim kadar tahammül gösteremeyen koskoca gövdeler’. Antik çağ yazarları Gallialıları anlatırken de Tacitus’un Germanialılar için kullandığı kelimelere çok benzer kelimeler kullanmışlardır. Bu durum da Germanialılarla Gallialıların evlilik yoluyla karışıp karışmadığı sorusunu akıllara getirir.

Kuzeyli halkların mavi göze sahip olmaları Romalılar için farklı olduklarını gösteren bir olguydu. İÖ 5. yüzyıl şairlerinden Xenophanes kuzeylilerin gözlerinin mavi oluşundan bahseden ilk kişidir. Tanrıların insanların yapısına benzediği fikrine karşı çıkan Xenophanes eğer bu durum doğruysa siyahi ırkın tanrısının basık burunlu ve siyah, Thrakia halkının tanrısının ise kızıl saçlı ve mavi gözlü olacağını öne sürer2.

Horatius bir şiirinde Germanialıların gözlerinin vahşi mavi bir renge sahip olduğundan bahseder3. Caesar ise Germanialıların aynı Gallialılar gibi gözlerinde vahşilik barındırdıklarını söyler4.

Kızıl saçları ise kuzeyli halkı Akdeniz halklarından ayıran en önemli özelliklerden biriydi. Ovidius Germanialıların kızıl saçlarına olan hayranlığın boyutlarını şiirinde anlatır5. Bu hayranlık öyle büyüktür ki kadınlar kızıl peruklar yaptırıp bunların kızıl renginin boya değil orijinal olduğunu belirtmek için, Germanialı kölelerin saçları olduğunu söyleyerek kullanırlardı. Tacitus Historiae eserinde, Batavii kavminin lideri ve İS 69’da meydana gelen Batavi isyanının öncüsü olan Iulius Civilis’in barbar yemini

1 Pokorny, J., Indogermanisches Etymologisches Wörterbuch. 2 Diels-Kranz, B, 16, 15. 3 Horatius, Epod., 16. 4 Caesar, BG, 1. 39. 5 Ovidius, Am., 1. 14. 45. 52

ettikten sonra saçlarını uzatıp kızıla boyadığını aktarır1. İsminden de anlaşılacağı gibi Iulius Civilis’in ataları Roma vatandaşıydı. Civilis, Batavi kavmine katılınca onlara benzemek ve onlardan biri olduğunu kanıtlamak için saçlarını uzatır ve kızıla boyar. Agricola eserinde ise Tacitus Kaledonialıların kızıl saçlara, iri bedenlere sahip olduklarından bahseder ve bu özelliklerinin, onların German olmalarından ileri geldiğini de sözlerine ekler2.

Kızıl saçlar aynı zamanda Gallialıların da özelliğidir. Antik çağ yazarlarının bu iki halkı anlatırken benzer sıfatlar kullandığını görüyoruz. Titus Livius Gallialıların bütün Asia’da bulunan askerlerin en cesuru olduklarını yazarken, iri cüsselerinden, uzun kızıl saçlarından ve savaşa girerken söyledikleri şarkılardan3 da bahseder4. Diodoros Sikulos ise Gallialıların bedensel özelliklerini anlatırken uzun boylu olduklarından, tenlerinin genellikle terli ve soluk olduğundan bahseder. Ayrıca saçlarının doğal olarak kızıl olmasına rağmen, onu daha da kızıl yapmak için ellerinden geleni yaptıklarını sözlerine ekler5. Yapılan bu açıklamalar bize bu iki ırkın birbirlerine ne kadar çok benzediklerinin göstergesidir.

Germanialıların iri oldukları da bahsi geçen bütün kaynaklarda sıklıkla rastlanan açıklamalardandır. Arkeolojik kazılar ve araştılarmalar Germanialı bir erkeğin 1.72 metre, Germanialı bir kadının da 1.59 metre olduğunu ortaya koymuştur6.

Germanialıların Romalılardan farklı olan özelliklerinden biri de iri olmalarına karşın dirençsiz olmalarıdır. Titus Livius bu konuda ‘Ülkemize düzensiz bir şekilde akın eden ırka doğa, iri fakat dayanıksız vücutlar bahşetmiştir,’ der7. Tacitus bu söylemi desteklercesine Germanialılar ile Gallialıların sıcağa tahammülsüzlüklerinden ve Tiber nehrine yaklaştıkça sabırsızlanmalarından bahseder. Sıcağa dayanamamaları

1 Tacitus, Hist., 4. 61. 2 Id., Agr., 11. 3 Tacitus Germanialıların da savaşa girerken baritus adını verdikleri bir şarkı söylediklerinden bahseder. Bu konu ilerideki bölümlerde işlenecektir. 4 Livius, Ab urbe condita, 38. 17. 5 Diodoros Sikulos, Bibliotheke Historike, 5. 28. 1. 6 Much, R., Die Germania des Tacitus, p. 97. 7 Livius, Ab urbe condita, 5. 44. 53

Germanialılarla Gallialıları hastalıklara eğilimli yapmıştır1. Yakın bir anlatımı Titus Livius Gallialıları anlatırken de kullanır. Livius, öncelikle Gallialıların ıslak ve soğuğa karşı dayanıklı olduklarından bahseder,2 daha sonra da Gallialıların sıcağa dayanıksız olduklarını ve savaş esnasında güçlerinin sıcak dolayısıyla yok olduğunu söyler. Öyle ki güçlü, kuvvetli bir erkek olarak başladıkları savaşın ilerleyen zamanlarında kadınlardan bile güçsüz kaldıklarını söyler3.

Seneca Germanialıların iklimlerinin korkunç sert, kışlarının ise çok uzun olmasını, gökyüzünün kasvetli, bedenlerinin ise giysisiz olmasını talihsizlik olarak nitelendirmez. Seneca bu sert koşulların onları sağlamlaştırdığını düşünür. Tacitus ise aynı fikirden yola çıkarak iklimlerinin ve topraklarının yapısının Germanialıların fiziksel dayanıklılığını etkilediğini söyledikten sonra, toprak yapılarını ve tarım alışkanlıklarını incelemeye koyulur.

Ç- Germanialı Kavimlerin Geçim Kaynakları

1- Tarım

Kuzeyli halkların tarım alışkanlıkları ile ilgili ilk bilgileri edindiğimiz yazar Herodotos’tur. Thrakialıları inceleyen Herodotos bu kavimde en çok saygıyı en tembelin gördüğünü, toprağı ekip biçenin hor görüldüğünü, savaşlar ve yağmalarla geçimini sağlayanların en şerefli kimse sayıldığını bizlere aktarır4.

Roma’da ise durum tam tersidir. En iyi askerler çiftçilerden seçilir. Çünkü çiftçinin kullandığı aletler ile savaşta kullanılanlar birbirine benzer. Tarlada ekin biçmek ile savaşta kılıç sallamak aslında birbirine yakın hareketlerdir. İyi bir çiftçi aynı zamanda iyi bir de askerdir5. Cato da aynı şekilde, en cesur ve en azimli askerlerin çiftçi sınıfına

1 Tacitus, Hist., 2. 93. 2 Livius, Ab urbe condita, 5. 48. 3 Ibid., 10. 28. 4 Herodotos, Hist., 5. 6. 1. 5 Vegetius, de re Militari, 1. 3. 54

mensup kişilerden çıktığını söyler1. Cicero da Roma’nın en eski kahramanlarının hem çiftçi hem asker olmalarından söz ederken Cincinnatus adlı bir kahramandan bahseder. Bu kahraman sabanını sürerken orduya önderlik etmesi için çağırılır2. Tacitus Germanialıların tarla sürüp ekin almamalarına anlam veremez. Bu insanların tarlaları sürmek, yıllık hasadı beklemek yerine düşmana meydan okumaya ve yaralar alma onurunu yaşamaya daha kolay ikna olacağını söyler3.

Tacitus, Aestii kavminden hububat ekiminde ve meyve ağacı yetiştirmede canla başla çalışan bir kavim olarak bahseder. Aestii kavmi bir Baltık kavmiydi ve bu kavmin hayatında çiftçiliğin önemli bir yeri vardı. Arkeolojik kazılar sonucu hububatları saklamak için kuyular kazdıkları görülmüştür. Bu kuyularda buğday, çavdar, darı, arpa, yulaf izlerine rastlanmıştır ve tırpan, orak, çapa, balta, gibi tarım aletleri kullandıkları ispatlanmıştır4.

Germanialıların topraktan tek beklentileri tahıldır. Tahıl ekecekleri tarlaları rütbelere göre paylaştırırlar. Kavim içinde daha önemli görevlerde bulunan kişiler daha büyük tarlalara sahip olurlar. Her yıl ektikleri tarlaları değiştirirler; iki yıl üst üste aynı tarlayı ektikleri görülmemiştir. Bu da toprağın verimini sürdürmesini sağlamak için her yıl ekim yapmadıklarını ve bir önceki yıl ekilmiş toprağı nadasa bıraktıklarını gösteriyor.

Topraktan fazla beklentileri olmadığından, yılı Romalılar gibi birçok mevsime ayırmazlar. Kış, ilkbahar ve yaz Germanialılar için tek anlam içerir ve tek adı vardır. Sonbaharın isminden de nimetlerinden de habersizdirler5. Tacitus’un böyle demesine karşın Germanialıların dilinde ‘sonbahar’ anlamına gelen bir kelime bulunuyordu. Almancada sonbahar anlamına gelen Herbst, İngilizcedeki ‘harvest’ kelimesiyle aynı kökten gelir ve ‘olgunlaşmış ekini biçmek’ anlamındadır. Hem Almancada hem de İngilizcede bulunan bu kelime Germanik dilde bulunan *harbistaz kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin Eski İngilizce bir kök olan *harb-‘dan yola çıkarak ‘sökmek,

1 Cato, RR., praef. 2 Cicero, Sen., 56. 3 Tacitus, G., 14. 4 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 60-4. 5 Tacitus, G., 26. 55

toplamak’ anlamlarına geldiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu kelime Latincede carpere şeklindedir. Tacitus’un dediği gibi, ‘hasat’ anlamına gelen *harbistaz kelimesi mevsime verilen bir ad olarak değil de, ürünün toplanma vaktine verilen bir ad olarak kullanılıyor olabilir1. Kış kelimesi ise Gotça’da winturus, Germanik dilde *wintruz kelimeleriyle karşılanır. Bu kelimelerin Hint-Avrupa dil ailesinden *wed-, ‘ıslak olmak’ kökünden türediği düşünülür. İlkbahar ise Eski Norveççe’de vár kelimesidir. Bu kelimenin Germanik *wer kelimesinden türediği düşünülür. Bu durumda Latince’de ilkbahar anlamına gelen ver ile aynı kökten geldiğini düşünmek hiç de yanlış olmaz.

Germanialıların besin zinciri kolaylıkla elde edilebilen yiyecekleri içerir. Tacitus, Germanialıların yedikleri şeylerin gayet basit yiyecekler olduklarını söyler. Bunlar arasında, yabani yemişler, taze av eti ve mayalanmış süt vardır. Açlıklarını abartılı yiyecekler ve görkemli hazırlıklar olmadan giderirler2. Caesar, bu ırkın tarımla hiç bir ilgisinin olmadığını, yegâne yiyeceklerinin peynir, süt ve etten ibaret olduğunu söyler3. Strabon, Germanialıların toprağı ekip-biçmek ve yiyecek depolamak gibi özelliklerinin olmamasından dolayı kolaylıkla göç ettikleri kanısındadır4.

Arkeolojik kazılar sonucunda Germanialıların sebze olarak sadece fasulye ve bezelye yetiştirdikleri sonucuna varılmıştır. Keten bitkisini ise hem yağ üretilebilen tohumları hem de kumaş üretilebilen lifleri için yetiştiriyorlardı. Tacitus Germanialı kadınların mor renklerle bezeli keten elbiseler giydiğini söyler5. Bu elbiseleri yetiştirdikleri keten bitkisinden yaptıkları gayet açıktır. Yabani yetişen ıspanak, şalgam, kereviz, karahindiba ve turp gibi sebzeler de günlük besinleri arasındaydı. Tacitus’un da belirttiği gibi, yabani meyve ve yemişleri topladıklarına dair kanıtlar bulunmuştur. Ancak düzenli olarak meyve yetiştirdiklerine dair herhangi bir kanıt yoktur. Yerleşim yerlerinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda böğürtlen, mürver ve çilek izlerine rastlanmıştır. Bunların içecek yapımında kullanıldığı düşünülmektedir. Danimarka’daki Feddersen-

1 Walde, A., Lateinisches Etymologisches Wörterbuch, Erster Band, p. 172. 2 Tacitus, G., 23. 3 Caesar, BG, 6. 22. 4 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 5 Tacitus, G., 17. 56

Wierde1 bölgesinde yapılan kazılarda çivitotu kalıntıları bulunmuştur. Bunu ise giysi boyamada kullandıkları düşünülmektedir2. (Germanialıların giysileri için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 13 ve no: 14).

Germanialıların açlığa dayanıklı ancak susuzluğa dayanıksız olduklarını Tacitus’tan öğreniyoruz3. Susuzluklarını gidermek üzere günlük besinleri arasında içecek olarak süt yer alıyordu. Yaşlı Plinius, çok uzun zamandır sütten yararlanan Germanialıların peyniri nasıl hâlâ bilmediklerine şaşar. Peynir yapmayı bilmemelerine karşın sütü koyulaştırarak buruk tatlı ancak lezzetli bir sıvı elde etmeyi ve tereyağı yapmayı bildiklerini söyler4. Kuzey Avrupa’da bataklıklar çevresinde ve içinde yapılan çalışmalarda bulunan cesetler üzerinde yapılan araştırmalarda Germanialı insanların besinlerine dair değerli bilgiler edinmekteyiz. İngilizcede “bog people” adı verilen bu cesetlerin son yedikleri yiyecekler tahıl ağırlıklıdır ve genellikle buğday ve arpa içerir. En bilinen ceset olan İÖ 3. yüzyılda öldüğü tahmin edilen Tollund Man’dir. Tollund Man’in midesi üzerine yapılan araştırmalarda ölmeden önce buğday, arpa, menekşe, keten tohumu ve çeşitli çayır otlarından yapılmış, en az kırk farklı tohumdan oluşan bir çorba içtiği saptanmıştır5. Germanialıların besin zincirine dair bilgilerimiz gelişen teknolojiler sayesinde her geçen gün artmaktadır.

Germanialı ırklar içkilerini tahılın mayalanması yöntemiyle elde ediyorlardı. Danimarka’da bulunan içki-boynuzlarının içinde kalmış sıvılar üzerinde yapılan kimyasal analizler sonucu bira benzeri bir içki saptanmıştır. Germanialılar elbette ki başka içeceklere de sahiptiler. Arkeolojik kazılarda bulunan boynuzların içinde meyve sularına da rastlanmıştır. Danimarka Skydstrup’da ortaya çıkarılan bir boynuzda ise bal ve su ile yapılmış, mayalandırılmış bir içki bulunmuştur6.

Tacitus, Germanialıların arpa ya da buğdaydan elde edilen, mayalanınca tadı şaraba benzeyen bir içki içtiklerini söyler. Burada tasvir edilen içki biradır. Tacitus’un bu

1 Bugünkü Bremerhaven (Almanya) şehrine yakın antik bir yerleşim birimi. 2 Todd, M., The Early Germans, p. 79. 3 Tacitus, G., 4. 4 Plinius, NH, 11. 239. 5 Detaylı bilgi için V. www.tollundman.dk. 6 Todd, M., op cit., p. 80. 57

içkiyi şaraba benzeyen bir içki olarak adlandırmasının sebebi Romalıların bira içmemesinden kaynaklanır. Bira içmedikleri için dillerinde birayı karşılayacak bir kelime bulunmuyordu. Buna rağmen biranın varlığından haberdardılar. Bira içmemelerinin sebebi ise birayı barbar içkisi olarak tanımalarındandı. Bira içen Romalılar yadırganıyor ve aşağı görülüyordu. Yaşlı Plinius, tahıldan elde edilen birçok içkiden bahseder. Bu içkilere Aegyptium’da1 zythum, Hispania’da caelia veya cerea, Gallia’da cervesia adı verilir2. Eski Yunancada ise biranın kelime karşılığı zuthos’tur. Poseidonios, zengin Gallialıların Massilia’dan ithal ettikleri şarabı içtiklerini, fakirlerin ise zuthos ile yetindiklerini aktarır3. Strabon, Lusitani4 kavminin de zuthos içtiğini söyler çünkü şarap hem elde edilmesi çok zor bir içkidir, hem de çok pahalıdır5.

Germanialılar içkiye düşkünlükleriyle bilinirler. Tacitus Annales’te Cherusci kavmine kral olarak giden Italicus’un o halkın kalbini şarapla kazandığından söz eder6. Tacitus Germanialıların, Diodoros ise Gallialıların içkiye düşkünlüklerini anlatırken benzer tanımlamalar kullanırlar. Diodoros Gallialıların yaptıkları içkiden bahsederken yapımında arpa kullandıklarını söyler. Bu içkiyi tüccarlardan aldıkları anda bir dikişte içip, ölü gibi yere yığıldıklarını ve içkiye karşı müthiş bir zaaflarının olduğunu da sözlerine ekler7. Tacitus ise Germanialıların aynı zaaflarını şu cümlelerle aktarır: “Arpa ya da buğdaydan yapılan, mayalanınca tadı şarabı andıran bir içki içerler... İçkiye olan düşkünlüklerini kullanarak istedikleri kadar içki içmelerini sağlayabilirsiniz, bu kusurları onları silahlarla olduğundan daha kolayca alt etmenizi sağlar8”.

2- Hayvancılık

1 Mısır’da. 2 Plinius, NH, 22. 164. 3 Poseidonius, ed. by L. Edelstein, I. G. Kidd, Fragments, F 67. 4 Bugünkü Portekiz’da bulunan bir Roma eyaleti. 5 Strabon, Geo., 3. 3. 7. 6 Tacitus, Ann., 11. 16. 7 Diodoros Sikulos, Bibliotheke Historike, 5. 26. 3. 8 Tacitus, G., 23. 58

Germanialıların sürülerinin çok olduğunu ve varlıklarının göstergesinin sahip oldukları hayvan sayısı olduğunu Tacitus’tan öğreniyoruz1. Kuzey-batı Almanya, Hollanda ve Jutland’da bulunan yerleşim yerlerinde yapılan kazılar sonucunda hayvancılığın Germanialıların hayatında önemli bir yer edindiği anlaşılmıştır2. Feddersen-Wierde’de bulunan hayvan kemiklerinin %60’ı aşan kısmının büyükbaş hayvanlara ait olması bunun Germanialıların başlıca geçim kaynağı olduğunu göstermektedir. Büyükbaş hayvancılığı koyun, keçi ve domuz hayvancılığı izliyordu. Atlar ise tek tük de olsa genellikle her yerleşim yerinde bulunuyordu ve araba çekme maksadıyla kullanılıyordu. Bazı kazılarda bulunan kesilmiş at kemikleri atın bazen yiyecek olarak da kullanıldığını kanıtlamaktadır. Genelde bekçi olarak kullanılan köpekler ise çok olmasa da her yerleşimde bulunmuştur. Tavuk ise çok nadir görülür.

Kuzey Avrupa’da bulunan büyük ve küçükbaş hayvanların güneydekilerden daha kavruk olduğunu hem Tacitus’tan3 hem de Caesar’dan öğreniyoruz. Caesar Germanialıların hayvanlarından zayıf ve hasta görünümlü diye bahseder4. Kuzeyde büyükbaş hayvanlar açıkça görülebilir şekilde hem daha bodurdu hem daha zayıftı. Koyun, keçi ve domuzların boyutlarında ise fazla fark yoktu. Roma halkının daha iri büyükbaş hayvanlara sahip olmalarının sebeplerinin başlıcası, seçici üretim yapmalarıydı. Yani sağlıklı ve iri hayvanları çiftleştirme yoluna giderek türlerin en iyilerini elde etmeye çalışıyorlardı. Böylelikle hayvanları kuzeyde bulunan hayvanlardan daha iri ve sağlıklı oluyordu. Kuzey Denizi’nin kıyısında bulunan yerleşim bölgelerinde yapılan arkeolojik kazılarda büyükbaş hayvanların zayıf ve kısa boynuzlu olduğu ve ortalama omuz boyunun 1.1 metre olduğu sonucuna varılmıştır. Atlar da aynı şekilde bodurdu ve ortalama omuz boyları 1.4 metreydi5.

Tacitus’un, “orada sığırların doğal güzelliği ve haşmetli bir alnı bile yoktur6,” demesinden, Germania’da yetişen hayvanların boynuzsuz mu yoksa kısa boynuzlu mu

1 Tacitus, G., 5. 2 Todd, M., The Northern Barbarians, p. 100-114. 3 Tacitus, Ann., 4. 72. 4 Caesar, BG, 4. 2. 5 Todd, M., The Early Germans, p. 76-80. 6 Tacitus, G., 5. 59

olduğu tam olarak anlaşılmamaktadır. Skythia sığırlarının boynuzsuz olduğunu Herodotos bizlere aktarır ve bunun sebebinin aşırı soğuk olduğunu söyler1. Strabon da benzer bir açıklama yaparak burada hayvanların boynuzsuz doğduğundan, boynuzlu doğanların ise boynuzlarını kısa süre sonra kaybettiklerinden bahseder. Bunun sebebi hayvanın boynuzunun soğuğa en duyarlı parça olmasıdır2. Germanialı sığırların boynuzu yok değildi, ancak Roma sığırıyla karşılaştırıldığında oldukça küçüktü. Arkeolojik kazılar Roma sığırının ortalama boynuz boyunun 30 cm olduğunu gösterirken, Germania sığırına dair bulunmuş en büyük boynuz 18 cm’dir3.

Tacitus “Germanialılara gurur veren şey sahip oldukları hayvan sayısıdır, çünkü bu ne kadar varlıklı olduklarını gösterir,” der4. Arkeolojik kazılar bu görüşü doğrular. Ezinge’de5 50 ahırlı bir ev bulunmuştur. Bu ahır şu ana kadar arkeolojik kazılarda rastlanılan en büyük ahırdır. Feddersen-Wierde’de ise bir çok evde yirmi beş hayvan barındırabilecek ahırlar vardır. Sahip olunan hayvan sayısının varlıkla bağdaştırılması dillerde de izler bırakmıştır. Latincede pecus, ‘büyükbaş hayvan’ demekken, pecunia, ‘para’ demektir. Bir Hint-Avrupa dili kökü olan *peku- ‘büyükbaş hayvan, mülk, para’ anlamlarına gelir6.

3- Avcılık

Sanılanın aksine avcılık Germanialıların hayatında fazla bir yer tutmuyordu. Genel besin ihtiyaçlarını besledikleri hayvanlarla karşılıyorlardı. Tacitus savaşta olmadıkları sürece Germanialıların avcılıkla uğraşmadıklarını söyler7. Bunun sebebi savaşa kendi yetiştirdikleri çiftlik hayvanlarını götürememelerindendir. Dolayısıyla zaruretten avcılık yapmaktaydılar.

1 Herodotos, Hist., 4. 29. 2 Strabon, Geo., 7. 3. 18. 3 Reichstein 1991: 56-60. 4 Tacitus, G., 5. 5 Bugünkü Groningen’e (Hollanda) yakın bir antik yerleşim birimi. 6 Online Etymology Dictionary ‘www.etymonline.com’. 7 Tacitus, G., 15. 60

Caesar, Germanialı Suevi kavminden bahsederken, yiyecek için avlandıklarından ve avlanırken de günlük idmanlarını yaptıklarından bahseder1. Eserinin başka bir yerinde ise Caesar, Tacitus’a zıt bir ifade kullanarak Germanialıların hayatlarının savaş ve avcılıktan ibaret olduğunu söyler2.

Germania’nın kuzeyinde kızıl geyik başta olmak üzere, yaban öküzü, yaban domuzu ve karacaların bol olduğu bilinir. Buna rağmen kazı yapılan bölgelerde çok ender yabani hayvan kemiklerine rastlanılması Tacitus’un yaptığı açıklamanın daha akla yatkın olduğunu gözler önüne sermektedir. Sıkça rastlanan kızıl geyik kemikleri ise bize en çok bu hayvanın avlandığını gösteriyor. Kızıl geyik hem eti hem de boynuzu için avlanıyordu. Germanialılar boynuzdan çeşitli aletler yaparak yararlanıyorlardı. En sık yapılan ise avlanması kolay olduğundan ayı balığı avcılığıydı. Bu hayvanın hem etinden, hem yağından, hem de postundan yararlanılıyordu. Feddersen-Wierde’de yürütülmüş olan kazı çalışmaları ve bulunan onlarca ayıbalığı kemiği bu sonuca varmamıza yardımcı olmuştur. Tacitus da ayı balığının postu için avlandığı hakkında bilgi sahibidir ve bu konuda şunları söyler:

“Ayrıca vahşi hayvan derileri giyerler. Nehir boyundaki kavimler bu derileri öylesine üzerlerine geçirir, ama içerlek yerlerde yaşayanlar, henüz ticaret yaparak belli bir kültüre erişmemiş olduklarından, üstlerine başlarına büyük özen gösterir. Bu amaçla belli başlı hayvanları seçerler ve derilerini yüzerler. Derilerin üstünü anavatanı Okyanus’un uzakları ya da hiç bilinmeyen denizler olan hayvanların benekli postlarıyla süslerler3.”

Caesar, Germanialıların yılın en soğuk zamanlarında bile sadece hayvan derisi giyerek yaşamlarını sürdürdüklerini ve vücutlarının büyük bir bölümünün çıplak olduğunu aktarır4. Tacitus, Germanicus’un ordusunu gizlilikle ilerletebilmesinin

1 Caesar, BG, 4. 1. 2 Ibid., 6. 21. 3 Tacitus, G., 17. 4 Caesar, BG, 6. 21. 61

sebeplerinden birini onlara vahşi hayvan derisi giydirmesine bağlar1. Caesar, Britannia adasının en medeni kavimlerinin Cantium2 bölgesinde yaşadıklarını ve vücutlarını deri ile örttüklerini söyler3. Tacitus’ta bir barbarlık ve gerilik özelliği gibi anlatılan deri giyme, Caesar için Cantium kavimlerini anlatırken bir medenilik göstergesidir. Kuzey Avrupa ve İskandinavya’da yapılan arkeolojik çalışmalar, bu bölgedeki insanların yabani hayvan derisi giydiklerini kanıtlamıştır. Bu derilerin bir çoğu bataklık arazilerde bulunmuştur.

4- Germania’daki Maden Kaynakları

Germania’da altın ve gümüş damarlarının bulunmadığını Tacitus’tan öğreniyoruz. Tacitus, Germanialıların gümüş bir vazoya ancak toprak bir vazoya verdikleri değeri verdiklerini aktarır4. Yani bu halk için altın ve gümüş özel hiç bir mana ifade etmiyordu.

Tacitus Annales’te Romalı komutan Curtius Rufus’un Mattiaci kavminin topraklarında bir gümüş madeni açtığını ancak madenden çıkan gümüşün çok az olduğunu ve tez zamanda tükendiğini anlatan bir açıklama yapar5. Bu açıklama ile Germania’da bulunan gümüş damarlarının çok zayıf olduğunu farklı eserlerde tekrar etmiş olur.

Aynı şekilde altın damarlarının bulunmamasından ötürü altın işçiliği Germania’da geç başlamıştır. İS 1. yüzyılda Germanialıların sahip oldukları yegâne altın Roma’dan ithal ediliyordu ve miktarı oldukça azdı. Bununla bağlantılı olarak günümüze İS 1. yüzyıldan kalan altın eşyalara bakacak olursak, onların küpe, kolye ve yüzük gibi küçük objelerden oluştuğunu görürüz6.

1 Tacitus, Ann., 2. 13. 1. 2 Bugünkü Kent, İngiltere. 3 Caesar, BG, 5. 14. 4 Tacitus, G., 5. 5 Tacitus, Ann., 11. 20. 6 Todd, M., The Early Germans, p. 120. 62

Tacitus, Germania topraklarının demir açısından da zengin olmadığı görüşündedir. Bunun anlaşılması için Germanialıların silahlarına bakılması gerektiğini belirtir. Tacitus’un söylediğinin aksine demir Roma’da bulunduğu kadar Germania sınırları içinde de bolca bulunuyordu. Ayrıca demir eritme yöntemleri Roma’nın kullandığı yöntemin hiç de gerisinde değildi. Sadece Romalılar toplu üretim konusunda Germanialılardan daha üstündüler. Bu Germania’da büyük demir eritme ocaklarının olmadığı anlamına gelmez. Arkeolojik kazılar sonucu Moravia, Bohemia, Schleswig- Holstein, Danimarka, güney Polonya ve Elbe Vadisi’nde geniş üretim kapasitesine sahip ocaklar ortaya çıkarılmıştır. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan demir objeler üzerinde yapılan analizler sonucu demirin Tacitus’un söyleminin aksine oldukça kaliteli olduğu sonucuna varılmıştır1.

D- Germanialı Kavimlerle Romalılar Arasındaki Ticari İlişkiler

Roma ile Germania arasındaki ticaret çok geniş bir coğrafyada cereyan etmekteydi. Kuzey Hollanda’dan Germania düzlüğüne, Vistula nehri yolundan batı Rusya’ya kadar olan geniş alanlarda ticaret yapıldığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Gümüş ve bronz kaplar sağlamlığından dolayı arkeolojik kazılarda en fazla rastlanan gereçlerdendir. Kumaş ve yiyecek kalıntılarına ise bozulması ve yok olması daha kolay olduğundan rastlanmaz ancak ticareti yapıldığı tahmin edilmektedir2.

Tacitus bize Germanialıların yeni yeni para kullanmaya başladığından, içerlek bölgelerdeki ticaretle fazla haşır neşir olmayan kavimlerin ise en eski ve kolay ticaret yöntemi olan takası tercih ettiklerinden bahseder3. Germanialılar, kendilerine ait bir para birimleri olmadığı için serratus ve bigatus adı verilen İÖ 3. yüzyılda basılmış gümüş Roma denarius’larını kullanıyorlardı. Serrati ilk basımı gerçekleştirilen paralardan biriydi ve tırtıklı kenarlara sahipti. İÖ 1. yüzyıla dek basımı sürmüştür. Bigati ise arka yüzünde iki atlı savaş arabası süren tanrıya sahip İÖ 170’ten İÖ 40 yılına dek basımı

1 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 168-170. 2 Todd, M., The Early Germans, p. 87. 3 Tacitus, G., 5. 63

sürmüş bir gümüş paraydı. Tacitus’un verdiği bilgilerin doğrultusunda Germanialıların İS 1. yüzyılda Romalıların 150 yıl önce bastıkları paraları kullandıkları sonucunu çıkarabiliriz. (Serratus denarius için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 2). Arkeolojik çalışmalar bu açıdan Tacitus’un dediklerini desteklemektedir. Niederlangen’da1 yapılan kazılar sonucu cumhuriyet dönemine ait altmış bir denarii ve kırk bir serrati bulunmuştur. Bunlardan sadece bir tanesi Augustus zamanına tarihlendirilir. Kazılarda çıkan paralarda Nero öncesinin ağırlıklı olmasının sebebini Nero’nun İS 64 yılında denarius’ların hem gramajını hem de gümüşün kalitesinin düşürülmesini öngören politikası olarak verebiliriz. Nero zamanına ait gümüş paraların gümüşünün daha az olması sebebiyle daha değersiz olduklarını fark eden Germanialılar bulabildikleri sürece gümüş bakımından daha değerli olan Nero öncesi paraları kullanmaya devam etmiş olabilirler2. (bigatus için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 3).

Tacitus Germanialıların gümüşü altına tercih ettiklerinden de bahseder3. Arkeolojik kanıtlar burada da Tacitus’u destekler. Yürütülen seksen üç kazı çalışmasının yetmiş altısında sadece gümüş denarius’lara rastlanmıştır. Diğerlerinde ise çoğunlukla gümüş olmak üzere tek tük altın aureus’lar görülmüştür4.

Kuzey Avrupadan sıklıkla ihraç edilen ve çok uzun süredir ticareti yapılan Tacitus’un da belirttiği gibi5 kehribardır. En fazla görüldüğü yerler güney-doğu Baltık kıyıları bügünkü Polonya, Kaliningrad ve Litvanya sahilleriydi.

İÖ 460 – 406 yılları arasında yaşamış Yunan tragedya yazarı Euripides kehribarın nasıl oluştuğunu İÖ 428 yılında yazdığı Hippolytos adlı tragedyasında mitolojik bir şekilde anlatır, daha sonra da bilimsel olarak açıklamasını yaparak

1 Almanya’nın Hollanda sınırında bulunan, Niedersachsen, Emsland eyaletine dahil bir yerleşim yeri. 2 Wolters, R., Stoess, C., Die römischen Münzschatzfunde im Westteil des Freien Germaniens. Ein Beitrag zur Beurteilung des Geldumlaufs im Gebiet zwischen Rhein, Donau und Oder während der ersten beiden Jarhunderte n.Chr., 1985. 3 Tacitus, G., 5. 4 Wolters, R., Stoess, C., op. cit., 1985. 5 Tacitus, G., 45. 64

Yunanların kehribarın ağaçlardan sızan sıvıdan meydana geldiğini bildiklerini söyler1. Aynı şekilde Diodoros Sikulos de kehribarın ortaya çıkışını mitolojik öğelere bağlar ve açıklamalarını bu yönde yapar2.

Kehribarın oluşumu mitolojiye göre şöyledir: Güneş tanrısı Helios’un oğlu Phaeton arkadaşlarına kendisinin güneş tanrısının oğlu olduğunu söyler. Buna inanmayan arkadaşları Phaeton ile alay ederler. Phaeton babasına gidip arkadaşlarına kendini kanıtlamak istediğini ve güneş arabasını sürmek istediğini söyler. Babası her ne kadar Phaeton’u bu istediğinden vaz geçirmek istese de başarılı olamaz. Güneş arabasıyla yola çıkan Phaeton çok geçmeden arabanın kontrolünü kaybeder. Dünya’dan çok uzaklaştığında hava aşırı soğur, çok yaklaştığında ise hava aşırı ısınır. Afrika’daki çöller oluşur, Etiopyalıların derileri yanarak kapkara bir görünüm alır. Güneş arabasının dünyaya düşmesi halinde dünya yok olacaktır. Bunun üzerine Zeus Phaeton’u şimşeğiyle vurur. Dengesini kaybeden genç, Eridanos3 nehrine düşerek boğulur. Bu duruma çok üzülen kız kardeşleri4 nehrin başında yas tutup ağlamaya başlarlar. Kısa süre sonra kavak ağacına dönüşen kardeşler ağlamaya devam ederler. Gövdelerinden dışarı sızan reçineler Eridanos nehrine kavuşur. Daha sonra da dalgalar aracılığıyla sahillere vurur.

Kehribar nesli tükenmiş olan bir çeşit çam ağacından sızan reçineydi. Ağaçtan sızan bu reçine, nehirler yoluyla denizlere sürüklenir, denizlerden de dalgalar ve gel- gitler yoluyla sahillere vururdu. Plinius kehribarın içindeki karınca ve kertenkele gibi canlılardan yola çıkarak kehribarın aslında çam ağacından sızan bir sıvı olduğunu söyler5. Tacitus da benzer bir açıklama yaparak, kehribarın ağaçlardan sızan bir reçine olduğunu bildiğini belirtir. Bunu içlerinde kalan böceklerden ve sürüngenlerden anladığını sözlerine ekler. Bu hayvanlar sıvıyken kehribarın üzerine konmuş, katılaşınca da içine hapsolmuşlardır. Yabancı kavimlerin kehribarın nasıl oluştuğunu bilmeyişlerine ve üstüne üstlük bunu araştırmayışlarına şaşırdığını da dile getirir. Tacitus’un söylediğine

1 Euripides, Hippolytos. 2 Diodoros Sikulos, Bibliotheke Historike, 5. 23. 2. 3 Baltık denizinin olduğu yerde bulunduğu düşünülen nehir. 4 Heliades. 5 Plinius, NH, 37. 46. 65

göre, kehribarın ticaretini yapan en belli başlı kavim Aestii kavmiydi; bu kavmin insanları sabırla deniz kenarlarını tarar ve denizin çerçöpüyle sahile vuran kehribarları ayıklarlardı; buldukları ve anlam veremedikleri bu kehribarları üstün körü toplar ve biçimsiz bir şekilde Roma’ya satarlardı; aldıkları para karşısında da şaşırıp kalırlardı; kendi dillerinde kehribara glesum adını verirlerdi1.

Plinius da aynı şekilde kehribarın Germanik dilde gleasum olarak adlandırıldığını söyler. Ayrıca bu ismin Glaesaria adasına verilmiş olduğunu da ekler2. İsmin Germanik *gloezo- ‘cam’ kelimesinden türemiş olduğu tahmin edilir. Çünkü kehribar cam kadar berrak bir yapıya sahiptir. Kehribarın latincesi sucinum’dur. Bu kelimenin de sucus kelimesinden gelmektedir3. Sucus ‘özsu’ anlamına gelir. Kehribarın ağaçlardan sızan sıvı olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, sucinum kelimesinin etimolojik açıklamasının gayet mantıklı olduğunu görürüz.

Kehribar ticareti kuzeyden Vistula ve Dnieper nehirleri aracılığıyla Roma’ya ve Yunanistan’a ulaşılarak yapılıyordu. Bu ticaret yoluna ayrıca ‘Kehribar Yolu’ da denir. Bu önemli ticarete ait ilk edebi kanıtı Plinius verir. Germanialıların kehribarı Pannonia’nın bir eyaleti olan Carnuntum’a götürdüklerinden ve kehribarın buradan Roma’ya ulaştırıldığından bahseder. Ancak Nero’nun imparatorluğu sırasında gladiator oyunlarından sorumlu kişi, Romalı bir tüccarı kehribar satın alması için doğrudan kehribarın kaynağına yollar. Bu adam Baltık kıyılarına gitmiş, oradaki ticaret merkezlerini ziyaret etmiş ve Roma’ya muazzam miktarda kehribar getirmiştir. Hatta bunlardan bazıları ağırlığı 6 kilogramı aşan kütleler halindeydi4.

Kehribar hakkında Tacitus son olarak ateşe tutulduğunda çıra gibi yandığını, yoğun ve kokulu bir alev çıkararak yanmaya devam ettiğini, en sonunda da zift ya da çam sakızı gibi yumuşadığını söyler. Aynı anlatımı Plinius da buluruz. Plinius, Pytheas’ın

1 Tacitus, G., 45. 2 Plinius, NH, 37. 42. 3 Walde, A., Lateinisches Etymologisches Wörterbuch, Zweiter Band, p. 621. 4 Plinius, NH, 37. 43; 37. 45. 66

yerlilerin kehribarı tutuşturucu madde, yani çıra gibi kullandıklarını söylediğini de aktarır1.

Karşılıklı gelip giden Germanialı ve Romalı tüccarlar kehribarın yanı sıra cam eşya, deri giysiler, süslemeler, bozuk paralar, çanak ve çömlek gibi eşyaların da ticaretini yapmaktaydılar. Bu sıradan eşyalar alış-verişten öte kuzey sanatının gelişmesine yardımcı olmuştur. Malcolm Todd Yunanistan’dan ithal edilen bronz işlemelerin, İÖ 5. yüzyılda Kelt el işçiliğine ilham verdiğini söyler2.

E- Germanialı Kavimlerde Sosyal Yaşam

1- Germanialıların Yerleşim Yerleri

Romalılar ve Yunanlar için şehir yaşamı medeniliğin belirtisiydi. Şehirlerde yaşamanın, şehir yaşamına uyum sağlayan bireyler olmanın Akdeniz toplumlarını kuzeyin barbar toplumlarından ayıran en önemli farklardan biri olduğuna inanıyorlardı. Bu yüzdan Tacitus Germanialıların birbirine bitişik olmayan evlerde yaşamalarını, yaşam alanı olarak nehir kenarı, yamaç, çayır gibi şehir dışı yerleri seçmelerini yadırgıyordu. Çünkü bu tip yerleşim bölgeleri Romalıların boş zamanlarını geçirecekleri ve şehrin gürültülü ortamından uzakta dinlenecekleri evlerini inşa ettikleri şehir dışı yerlerdi, yani böyle bir bölgede sürdürülecek yaşama şehir yaşamı denemezdi. Üstüne üstlük Germanialılar bu köy görünümlü yerleşim yerlerinin etrafına koruma duvarı inşa etmiyor, bitişik nizam ev kurmaktan kaçınıyor, evlerini birbirlerinden ayırıyorlardı. Civilis’in başlattığı isyan sırasında, Tencteri kavmi, Romalılaşmış kavminden bazı isteklerde bulunur. Bunlardan en önemlisi şehir duvarlarının yıkılmasıdır. Çünkü Romalıların medenilik adı altında inşa ettikleri bu duvarlar, bir Germania kavmi olan Tencteri’ye göre köleliğin en belli başlı sembolüydü. Vahşi hayvanların bile etraflarına duvar örüldüğü

1 Ibid, 37. 35. 2 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 17. 67

takdirde doğal cesaretlerini kaybettiklerini düşünüyorlardı. Şehrin etrafındaki duvarların yıkılmaması Ubii kavminin cesaretini kaybetmesine yol açacaktı1.

Tacitus, Germanialıların bitişik evlerde yaşamamalarının hoş olmadığını ima edercesine anlatımınadevam eder2. Evlerin etrafında boşluk bırakmalarının sebebi ise ya yangına karşı bir önlemdir ya da inşaat işinde usta olmamalarındandır. Roma şehir görüntüsünün aksine Germanialıların yerleşim yerleri dağınık bulunuyordu. Feddersen- Wierde’de yapılan kazıların ışığında her evin arasında en az 10 metre boşluk bırakıldığı sonucuna varılmıştır. Fochteloo Drenthe’de3 yapılan kazılarda ise evleri ayıran çitlere rastlanmıştır4.

Kuzey Almanya ve Hollanda’da Germanialıların yerleşim yerlerini bulmak amacıyla geçmişte birçok noktada arkeolojik kazılar yürütülmüştür ve günümüzde hâlâ yürütülmektedir. Yıkılan yerleşim yerleri genellikle yerden bir kaç metre yüksek tümsek şeklini almıştır. Tümsekleri kazan arkeologlar hiç bir zaman hayal kırıklığına uğramamıştır5. Yapılan kazılar Germanialıların tarihine ve yerleşim planlarına ışık tutmuştur. Yıkılan köylerin yerine yenisinin yükselmesi tarih boyunca sıkça karşılaşılan bir durumdur. Kurulan yeni köylerin bu tümseklerin üzerinde yer alması arkeolojik kazıların aksamasına ve değerli bilgilerin kaybolmasına yol açmaktadır. Çünkü çoğu zaman ekip biçme amacıyla kullanılan toprağın altındaki kısımlar zarar görmüş ve bazı yerleşim birimlerinin yok olmasına sebep olmuştur6.

Germania’da şehirlerden ziyade küçük köylere rastlandığını görüyoruz. Ptolemaios, Germania’da ticaret merkezleri hariç doksan dört köy bulunduğunu belirtir7. Arkeolojik kazılar sonucunda bu köylerde bulunan evlerin şekilleri ve büyüklükleri hakkında fikir sahibi olabiliyoruz.

1 Tacitus, Hist., 4. 64. 2 Tacitus, G., 16. 3 Hollanda’da bulunan bir eyalet. 4 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 46. 5 Halbertsma, H., Terpen tussen Vlie en Ems, Groningen, 1963. 6 Todd, M., op cit., p. 39-42. 7 Ptolemaios, Geo., 2. 11. 12. 68

Arkeolojik kazılarda rastlanılan en eski köylerden biri Hollanda’da, Groningen şehrine yakın bir yer olan Ezinge’dedir. Bu köyün Erken-Roma Demir Çağı’nda, yani İÖ 6. yüzyılda kurulduğu düşünülmektedir. Yarım daire şekilli bu köy, on beş uzun ev, iki ahır binası ve bir tane büyük dikdörtgen binadan oluşur. Büyük bina üzerine yapılan araştırmalar sonucu, bu binanın yere çakılmış kazıklar üzerine oturduğu ve zeminden 1 metre yüksek olduğu anlaşılmıştır. Islak toprağın ve böceklerin hububata ve tahıla zarar vermemesi için bu yola başvurulduğu düşünülmektedir1. (Köyün görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 4)

Drenthe eyaletinin hem kumul bölgelerinde, hem de bu eyaletin bir köyü olan Wijster’da yapılan kazılar Roma Demir Çağına’daki2 yerleşim düzeni hakkında değerli bilgiler verir. İÖ 1. yüzyılda kurulduğu düşünülen bu köy, ilkin küçük bir köy olarak kurulmuş ve zaman ilerledikçe düzenli bir şekilde gelişmiştir. Bu köyde üç tane doğu-batı yönünde, bir tane de kuzey-güney yönünde inşa edilmiş uzun eve rastlanmıştır. Uzun evler 20 ila 25 metre uzunluğunda büyük yapılardı. Wijster’daki dört uzun evde toplam 60 ailenin yaşadığı düşünülmektedir. Her şeyin düzenli kurulduğu bu yerleşimde halkın kendine yeteceğinden daha fazla erzak ürettiği de saptanmıştır. Bir çok Germania köyünün kendine yetecek kadar erzağı saklayacak ambarlara sahip olduğu arkeolojik kazılar sonucu kanıtlanmıştır. Bunun sebebini yiyecek edinecek yerlerin çok uzakta olması olarak gösterebiliriz3.

Friesland’da bulunan Fochteloo yerleşim yerinin tam ortasında küçük bir çiftlik binası ve 8 metreye 37 metre boyutlarında, köyün en büyük binası olan bir büyük baş hayvan ahırı vardır. Genelde köyün en büyük binalarının, oranın en zenginine ait olduğu düşünülür. Bu binanın büyük baş hayvan ahırı olarak kullanılıyor olması, Tacitus’un Germania’da zenginliğin sahip olunan hayvan sayısıyla ölçüldüğünü söylemesini akıllara getirir4. Büyük binanın kuzeyinde üç tane küçük kulübeye rastlanmıştır. Her ev

1 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 42. 2 İS 1. yüzyıl ile 4. yüzyıl. 3 Todd, M., The early Germans, p. 67. 4 Tacitus, G., 5. 69

diğerlerinden çit ile ayrılmışır. Fochteloo yerleşiminin İS 1. yüzyılda kurulduğu tahmin edilmektedir1. (Köyün görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 5).

Germanialıların yerleşim yerlerine dair bulunan en büyük ve en önemli yerleşim Feddersen-Wierde’dedir. Bu yerleşim yeri keşfedildiğinde Visurgis2 nehrinin denize döküldüğü yeri tepeden kuş bakışı gören bir tepede tümsek şeklindeydi. 100 metre genişliğindeki bu tümsek arkeolojik kazılar sonucunda bu köyün sosyal ve ekonomik yaşamı hakkında paha biçilmez bilgiler vermiştir. Bu yerleşimin İÖ 1. yüzyılda Visurgis nehrinin kıyısında kurulduğu varsayılmaktadır. Tepelik kısımlarda bulunan ev kalıntılarından bu evlerin İS 1. yüzyılda yapıldığı ve bunların dayanıklı uzun evler ve ambarlar olduğu saptanmıştır. İÖ 1. yüzyıla dair yapıların bulunmamasının sebebini sellere bağlayabiliriz. Seller sonucu Visurgis nehrinin kıyısından ayrılan halk biraz daha tepelik bölgelere yerleşmiştir. Bu köyün merkezinde diğer evlerden daha büyük ve çitlerle diğer evlenden ayrılmış başka bir evin kalıntıları bulunmuştur. Bu evin kavmin liderine ait olduğu görüşleri çoğunluktadır. Diğer evlerde ise el işçiliğine yönelik çalışma atölyelerine rastlanmıştır. Bu atölyelerde deri, odun, demir, bronz ve kemik işlendiği kanıtlanmıştır3. Bu atölyelerin hepsi etrafı çitle çevrilmiş büyük eve yakın bulunmaktadır. Bunun sebebi olarak büyük evin sahibinin bütün bu atölyelerin sahibi olması gösterilebilir. Bu yerleşim İS 5. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür, daha sonra seller dolayısı ile yıkılmış ve terkedilmiştir4.

Şüphesiz zamanımıza kadar bulunmuş yerleşim yerlerinden en korunaklısı Drenthe’nin bir köyü olan Zeijen’dedir. Tacitus’un, köylerinin etrafına duvar çekmezler demesine rağmen bu köyün etrafında duvarlar vardır. Kütükten yapılmış bu duvar, 3 metre yüksekliktedir ve hem düşmanları hem de yabani hayvanları köyden uzak tuttuğu düşünülmektedir. Zeijen’in Frisii kavminin topraklarında yer aldığını ve bu kavmin İS 1. yüzyılın başlarında Roma ile olan dostluklarını göz önünde bulunduracak olursak, bu duvarın Roma şehirlerinden esinlenerek yapıldığını tahmin edebiliriz. Mevcut olan yedi

1 Todd, M., The early Germans, p. 66. 2 Weser nehri. 3 Haarnagel, W., Die Grabungen Feddersen Wierde, vol. 2, p. 179 – 188. 4 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 44-45. 70

uzun evin hemen hemen hepsi duvara yakın yerde inşa edilmiştir. Her evin belli bir kısmında ahır vardır. Orta kısımda ise tahıl, hububat ve yetiştirdikleri diğer ürünleri sakladıkları sanılan bir kaç ufak baraka bulunur. Köyün ortasında ise bütün yerleşim birimlerinin duvar kenarında olması sebebiyle çayıra benzeyen büyük bir alan bulunmaktadır. Bu çayırda hayvanlarını otlattıkları düşünülmektedir1. (Köyün görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 6).

Tacitus’un Germanialıların yangına karşı önlem olarak birbirinden bağımsız evlerde oturduğunu söylemesinin sebebini Roma’nın büyük bir bölümünü yok eden yangına bağlayabiliriz. Büyük Roma Yangını olarak adlandırılan İS 64 yılında meydana gelmiş bu yangın Circus Maximus’daki2 dükkanlar bölgesinde patlak vermişti. Bu dükkanların kolayca tutuşabilecek mallarla dolu olması bu yangının bir anda kuvvetlenmesine yetmişti. Evlerin ve tapınakların duvarlarla korunmaması, evlerin aralarında boşluk olmaması yangının hızla çoğalmasını sağlayan etkenler arasındaydı. Beş günden sonra gücünü yitirmeye başlayan bu korkunç yangın, tamamen söndürüldüğünde ön dört Roma semtinin, dördünü tamamen yok etmiş, yedisine ağır şekilde hasar vermişti3. Bu yangından sonra Roma’da yeni yapılan evlerin aralarında boşluk bırakılmasına özen gösterilmiştir. Sonuç itibariyle Tacitus’un bir barbar özelliği olarak yansıttığı evlerin arasında boşluk bırakma geleneği, Germanialılar bunu kasten yapmış olsun veya olmasın, yangın tedbirlerinin başında geliyordu. Tacitus’un Germanialıların evler arasında boşluk bırakıyor olmalarından bahsetmesinin sebebi, barbar olmalarına rağmen Germanialıların böyle bir önlem almış olmalarına karşın, kendilerini onlardan çok daha ileri ve medeni gören Romalıların böyle bir ayrıntıyı atlamalarına dikkat çekmek istemesi olabilir.

Tacitus’un Germanialıların hakkında, “inşaat işinde usta değillerdir” ve “evleri şekilsizdir,” demesinin4 aksine, aslında Germanialılar inşaat işinde oldukça ustaydılar. Tacitus’un Germanialıların yerleşim yerlerini beğenmemesinin sebeplerinden biri de

1 Todd, M., The early Germans, p. 72. 2 Roma’da bulunan, içinde hipodrom ve dükkanların bulunduğu bir meydan. 3 Tacitus, Ann., 15. 38 – 41. 4 Id., G., 16. 71

Germanialıların taş veya tuğla kullanmamalarıdır. Taş veya tuğla kullanmamaları onların bilgisizliklerinden kaynaklanmıyordu. Odun evler yapmalarının sebebi bir çok Germanialı kavmin ormanlara yakın bölgelerde yerleşik olmalarıydı. Oduna erişimleri taş ve tuğladan çok daha kolaydı. Romalıların taş ev inşa etmelerinin sebeplerinden bazıları hem taşa ve tuğlaya erişimlerinin daha kolay olması, hem de taş evlerin uzun ve sıcak yaz aylarında daha serin olmasıdır. Romalıların tersine Germanialıların ise oduna erişimleri daha kolaydı ve odun evler uzun kış aylarında daha kolay ısınıyor ve ısısını kolaylıkla kaybetmiyordu. Ayrıca Ezinge’de karşılaşılan, kazıklar üzerine oturmuş ve yer ile bağlantısı olmayan ambar olarak kullanıldığı düşünülen bina Germanialıların inşaatta hiçde geri olmadıklarının kanıtıdır.

Tacitus, Germanialıların biçimsiz evlerinin bazı kısımlarını balçıkla sıvadıklarından bahseder1. Arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre Germanialılar balçığın yanı sıra bu karışımın içine daha kıvamlı olması için kireç, ot ve saz benzeri şeyler de katıyorlardı. Ancak bu sıvayı evin iç tarafına çakılmış ince tahtaların arasına sürüyor olmaları daha mantıklıdır, çünkü dış duvarlara sürülmesi halinde çamur, yağmura dayanıklı olmadığından hemen akıp kaybolma riskine sahiptir. Yapılan sıvanın üzerinin de kireçle boyanması elde edilen bu sıvanın nem almasını engellemekteydi. Tacitus bu sıvaların renkli olduğunu aktarır2. Germanialıların elde ettikleri kireçle sıvanın üzerini boyamadan evvel, bu sıvaya doğal renklendirici katmış olmaları mümkündür. Feddersen- Wierde’de yapılan kazılarda elde edilen bazı duvar parçalarının gül rengi olduğu göze çarpar3. (Evin görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 7).

Evlerin yanı sıra Germanialılar mobilya, savaş aletleri, tabak, öküz arabası gibi bir çok gereci de odundan yapıyorlardı. Ayrıca çekiç, balta, orak, tırpan, çapa, kürek, torna ve keser gibi aletlerin yanı sıra odundan tığ, rende, tarak, flüt yaptıkları da kazılar sonucu kanıtlanmıştır4. En kolay elde edebildikleri maddenin odun olduğunu göz önünde bulundurursak, bu gayet mantıklı ve doğaldır. Arkeolojik kazılarda bulunan kalıntılardan

1 Tacitus, G., 16. 2 Ibid., 16. 3 Haarnagel, W., Die Grabungen Feddersen Wierde, vol. 2, p. 72. 4 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 38 – 82. 72

yola çıkarak Germanialıların ağaç işçiliğinde oldukça yetenekli oldukları sonucuna varılabilir. (Tarım aletleri için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 8 ve no:9)

2- Germanialıların Spor ve Eğlence Anlayışı

Germanialıların spor adını verdikleri oyunun aslında kılıçların ve kargıların arasından atlayarak, hayatlarını tehlikeye attıkları bir gösteri olduğunu Tacitus’tan öğreniyoruz1. Bu gösteri halka açık yapılıyordu. Germanialıların Roma’daki tiyatro, iki atlı arabayla yapılan yarışlar, gladyatör gösterileri gibi görkemli gösterileri yoktu. Roma’da yapılan bu gösteriler halka açık olmalarına rağmen biletli gösterilerdi. Gösterileri seyretmek isteyen herkes bir ücret ödemek zorundaydı. Roma’daki gösterilerde yer alan ücretli sanatçıların aksine, Germania’da gösteri yapan gençler herhangi bir ücret almazlardı. Bu gösterilerden elde ettikleri tek kazanç izleyicilere verdikleri heyecan ve zevkti2. Burada Tacitus Germanialıların kazançla ilgilenmediklerini ima etmektedir. Hayatları savaşla geçen toplumlarda bu tarz kılıç ve diğer savaş aletleriyle yapılan gösterilere sıklıkla rastlanır. Xenophon Thrakia halkından söz ederken, savaş dansı içeren ve Germanialılarınkine benzeyen gösterilerinden bahseder. Thrakialıların, kılıçların arasından atlayarak yaptıkları bu gösteri aynı Germania’daki gibi genç erkekler tarafından sergilenirdi3.

Germanialıların spor adını verdikleri bu umumi eğlencelerinin yanı sıra zar atma gibi bir uğraşları da vardı. Bu uğraş ayıkken yaptıkları en önemli şeydi. Roma’da zar atmak, yemeklerden sonra yapılan, manasız bir zaman geçirme biçimi olarak görülüyordu. Halk tarafından tasvip edilmeyen bu oyun çoğu zaman kanunlarla önleniyordu. Plautus Roma’da şans oyunlarının yasaklanmasına rağmen oynanmasından bahseder ve bu yönde çıkarılan kanunların ihlalinden duyduğu sıkıntıyı dile getirir4. Ovidius ise zar oyunlarından bahsederken bunun atalarının nezninde hiç de küçük bir

1 Tacitus, G., 24. 2 Seyffert, O., Dictionary of Classical Antiquities, p. 625. 3 Xenophon, An., 6. 1. 5. 4 Plautus, Mil., 156. 73

günah olarak görülmediğinden bahseder1. Roma’da oynanmasına sadece Saturnalia festivalinde izin verilen bu oyun, hiç de hoş karşılanmazdı. Bu zar oyununun, Germania’da ciddi bir uğraş olması Tacitus’a çok garip gelmektedir. Öyle ki, Germanialılar pervasızca bahse tutuşurlar, bu oyunda her şeyini kaybeden insanlar, en son elde, özgürlüklerini ortaya koyarlar ve köle olma riskini göze alırlardı. Kaybeden kazanandan daha güçlü ve daha genç olsa bile köle olmayı kabul ederdi. Tacitus bunun inat göstergesi olduğunu, ancak Germanialıların buna dürüstlük dediğini sözlerine ekler2. Aslında Germanialıların bu hareketini sözünün arkasında durmak olarak yorumlayabiliriz. Verdiği sözü tutmak da aynen Germanialıların dediği gibi, dürüstlük göstergesidir. Romalılara göre birinin gönüllü kölesi olmayı kabul etmek çok aşağılık bir durumdu. Seneca gönüllü köleliğin yüz kızartıcı olduğunu ve ahlâk zayıflığının işareti olduğunu söyler3.

Germania’da zar, özellikle savaşçılar tarafından oynanan bir oyundu. Arkeolojik kazılar zar oyunlarının sıklıkla oynandığını kanıtlamıştır. Zarlar genellikle, inek, öküz ve koyunların eklem yerlerinden elde edilirdi. Romalılar hem küp şeklindeki zarlarla hem de dört tane uzun yanı olan zarlarla oynarlardı. Bu iki çeşit zar da Germania’da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkmıştır. Bu oyunu Germanialıların Keltlerden aldığı sanılmaktadır4.

3- Germanialılarda Aile ve Akrabalık İlişkileri

Germania’da en değer verilen ilişkiler aile ve akrabalık ilişkileridir. Tacitus bu kadar övgüye değer başka bir özelliklerinin olmadığını söyler. Anlatımının devamında Germanialıların tek eşlilikle yetindiklerini, çok eşli olmanın ender görüldüğünü belirtir. Çok eş alan Germanialılar da bunu şehvetleri yüzünden değil, çok eşlilikle asil soylarının

1 Ovidius, Tr., 2. 471 – 475. 2 Tacitus, G., 24. 3 Seneca, Ep., 47. 4 Much, R., Die Germania des Tacitus, p. 322. 74

devamını sağlayabileceklerine inandıklarından yapıyorlardır1. Hippokrates’e göre kuzeyli halkların cinsel yeterlilikleri güneydekilere göre çok daha azdı. Soğuk iklimlerinden dolayı bel bölgesini üşüten kadın ve erkeklerin cinsel istekleri kayboluyordu2. Ptolemaios’un açıklamasına göre kuzeyli erkeklerin kadınlara karşı hiç bir ilgisi yoktur ve hemcinsleriyle birlikte olmayı tercih ederler3. Tacitus ise böyle bir yönelimden bahsetmez ve çoğunluğun tek eşliliği seçmesini ahlâklı olmalarına bağlar. Horatius da aynı şekilde kuzeyli ile güneyli halkları karşılaştırırken, kuzeylilerin iffetli yapılarından övgü ile söz eder4.

Birden fazla eşi olan bildiğimiz tek kişi Suevi kavminin lideri Ariovistus’tur. Caesar, Ariovistus’un iki eşi olduğunu, bunlardan birinin Suevi kavmine mensup bir kadın olduğunu, ikincisinin ise Noricum kralı Vocion’un kızkardeşi olduğunu söyler5. Caesar’ın bu açıklamasından yola çıkarak Ariovistus’un ikinci evliliğinin aynı Tacitus’un dediği gibi, asil soyun devamı için yapıldığını veya politik amaçlar güden bir evlilik olduğunu düşünmemiz hiç de yanlış olmaz.

Tacitus, Germania’da politik amaç güden evlilikler dışındakilerde birbirlerine denk yaşta ve güçte olanların evlendirildiğini söyler6. Ancak evlilikler kesinlikle yirmi yaşından evvel gerçekleştirilmiyordu. Erken olan evliliğin gençlerin kuvvetini azalttığı düşünülürdü ve bu evlilikten doğan çocukların zayıf ve çelimsiz olacağına inanılırdı. Caesar, Germanialılar arasında en çok takdir gören gençlerin bekaretini en uzun süre korumuş olanlar olduğunu aktarır. Germanialı gençler erken evlenerek güçlerinin azalmasını kesinlikle tehlikeye atmazlar, aileleri tarafından da acele ettirilmezlerdi. Yirmi yaşından evvel bir erkeğin karşı cinsin vücudunu tanımasını çok ayıp sayarlardı7. Aristoteles, ergenlik çağında olanların evlenip çocuk sahibi olmaları durumunda doğan çocukların sakat ve küçük, çoğu zaman da kız olduğunu vurgular. Çocuk sahibi olmak

1 Tacitus, G., 18. 2 Hippokrates, Aer., 21. 3 Ptolemaios, Tetr., 2. 3. 61. 4 Horatius, C., 3. 24. 5 Caesar, BG, 1. 53. 6 Tacitus, G., 20. 7 Caesar, BG, 6. 21. 75

için en uygun yaşın kadında on sekiz, erkekte ise otuz yedi olduğunu söyler. Bu yüzden gençler kesinlikle erken yaşta cinsel ilişkiden kaçınmalıdır1. Germania’da ise kızlar da aynen erkekler gibi asla acele ettirilmez, erkeklerle aynı diriliğe sahip olmaları ve aynı endamda olmaları beklenirdi.

Roma’da bir çiftin evlenmesi için evlenecek kişilerin ergenlik çağına girmiş olmaları yetiyordu, yani bu erkeklerde 14, kızlarda 12 yaş demekti. Ancak kanunların izin vermesine rağmen çoğunlukla gençler bu kadar küçük yaşta evlendirilmiyordu. Yaşlı erkeklerin, kızları hatta torunları yaşındaki kızlarla evlenmeleri ise yadırganmayan bir davranıştı. Böyle bir kararı kız çocuğunun ailesi veriyordu2. Bunu Catullus’un şiirlerinden anlamamız da mümkündür. Catullus analarının kucaklarında korunan kız evlatların ana kucağından kapıp götürüldüğünü söyler3.

Germanialılar çocuklarının sayısını sınırlı tutmayı ve miras dağıtımı yapıldıktan sonra doğan çocukların öldürülmesini iğrenç sayarlardı. Strabon, Aegyptia halkının da doğan bütün çocuklarını baktıp büyüttüklerini ve kesinlikle çocuklarının sayısına sınır koymadıklarını aktarır4. Aynı konudan bahsederken Tacitus Yahudileri örnek verir: Yahudiler de çocuk sayısına sınır koymazlardı, ilkinden sonra doğan çocukları öldürmeyi ise suç sayarlardı5. Roma’da ise kürtaj ahlâksızlık olarak algılanmasına rağmen yapılıyordu6.

Ahlâk bakımından başka bir karşılaştırma da annelerin çocuklarını emzirmelerinden bahsederken ortaya çıkar. Tacitus, Germanialı kadınların kesinlikle çocuklarına süt vermek için hizmetçiler veya süt anneler tutmadığını söyler7. Germanialı kadınlar çocuklarını kendileri büyütürdü. Tacitus’un açıklamalarına göre eski zamanlarda8 Roma’da kadınlar bebeklerini asla başkalarına emzirtmez, kucaklarından

1 Aristoteles, Plt., 7.1335a. 2 Shaw, B., The Age of Roman Girls at Marriage: Some Reconsiderations, Journal of Roman Studies 77: p. 30-46; Treggiari, S., Roman marriage: Iusti coniuges from the time of Cicero to the time of Ulpian. 3 Catullus, Bütün Şiirleri, 62, trans. by Çiğdem Dürüşken, Aralık 2002. 4 Strabon, Geo., 17. 2. 5. 5 Tacitus, Hist., 5. 5. 6 Plinius, NH, 10. 172. 7 Tacitus, G., 20. 8 Tacitus’un yaşadığı zamandan önce. 76

indirmez ve dizlerinin dibinden ayırmazlarmış ancak Tacitus’un zamanında kadınlar bebek sahibi olur olmaz yavrularını küçük, aptal ve işe yaramaz Yunan bir süt anneye ve onun yanından ayrılmayan bir köleye bırakıyorlardır1. Annelerin çocuklarını başkalarına teslim etmelerini hoş karşılamayan Tacitus’un bu anlatımından, eski günleri aradığını rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bir anne çocuğuna sahip çıkarak onun bütün ihtiyaçlarını kendisi gidermelidir. Çünkü çocuğun edindiği ilk izlenimler onun hayatı boyunca taşıyacağı izleri içerir. Bu izlenimleri kafasız bir süt anneden alması hiç de sağlıklı değildir. Kaybolan eski Romalı erdemleri Germanialıların özellikleri arasında sıklıkla görülür. Tacitus belki de karşılaştırma yaparak sahip çıkılması halinde bazı değerlerin kaybolmayacağını belirmek istiyordu. Çünkü törelerine bağlı Germania’da bu değerlere sahip çıkılmıştır.

Antik çağ yazarlarının eserlerinde ahlâklı davranışlarıyla betimlenen Germanialılar, aynı zamanda Roma’da sürmekte olan gizlice birbirlerine gönderdikleri mektuplara benzer, hoş karşılanmayan hareketlerde de bulunmazlardı2. Bunun sebeplerinden birini özellikle zina suçu işlemiş kadınlara uygulanan ağır yaptırım olarak gösterebiliriz. Germanialı erkekler kendilerini aldatan karılarını cezalandırma ve hatta öldürme hakkına bile sahipti. Tacitus’un açıklamasına göre, erkek zina suçu işleyen karısının saçlarını kısacık keser, onu çırılçıplak soyup akrabalarının gözü önünde evden sürüyerek köy boyunca kamçılaya kamçılaya götürürdü. Namusunu pazara çıkarmış kadın asla affedilmezdi3. Kadının ne güzelliği, ne zenginliği yeni bir eş bulmasına yardımcı olurdu. Tacitus cezaların çeşitlerinden bahsederken, cinsel suç işlemiş kişilerin balçıklara batırılıp üzerlerine çitler yığıldığını belirtir4. Bu zina suçunun gizlenmesi gerektiğini belirten temsili bir harekettir. Germania’da yapılan arkeolojik kazılarda bataklıklarda bulunan kadın vücutlarından bir çoğunun saçlarının yan tarafının çok kısa

1 Tacitus, Or., 28, 29. 2 Tacitus,G., 19. 3 Ibid., 19. 4 Ibid., 12. 77

kesilmiş olduğu görülür. Bu da Tacitus’un anlatımını destekliyor ve bu kadınların zina sonucu böyle bir akıbetle karşılaştığı düşüncesini kuvvetlendiriyordur1.

Tacitus sadece bakire kızların evlendirildiği kavimlerin durumunun daha iyi olduğunu söyler. Burada bahsettiği ikinci evliliğe izin vermeyen kavimlerdir. Evlendiği andan itibaren kadın kendini tamamen kocasına adar. Kocasının ölmesi halinde ise hayatını tek başına devam ettirip, tek başına ölür. Roma’da da aslında tasvip edilen, kadınların bir kez evlenmesiydi. Valerius Maximus eşini kaybetmesine rağmen bir daha evlenmeyen kadınlara pudicitia2 ödülünün verildiğini aktarır3. Ancak Roma’da birden fazla evlenmek de yasak değildi. Bu durum Martialis4 gibi taşlama yazarlarının iğneliyici sözlerinden nasibini alıyor ve ahlâksızlık olarak nitelendiriliyordu.

Romalılar aile dostluklarının ve düşmanlıklarının bir sonraki nesile aktarıldığını biliyorlardı, ancak Roma kanunları bu dostlukların ve düşmanlıkların bireysel olmaları gerektiği yönündeydi ve miras bırakılması da kanunen mümkün değildi. Germania geleneklerine göre ise babaların ya da akrabaların dostlarını kabullenmek kadar düşmanlarını da kabullenmek bir zorunluluktu. Ancak bu düşmanlıklar nesiller boyu uzayıp giden türden düşmanlıklar değildi, hatta belli sayıda büyükbaş hayvan vererek adam öldürme yükünden kurtulmak mümkündü. Hayvan vererek kefaretin ödenmesi ve davanın sonuçlanması bütün aileyi huzura erdiriyordu. Bu tür kefarete dair en eski kaynaklardan biri olan Homeros’a baktığımızda, Homeros’un en yakın dostu olan Patroklos’un ölümünün ardından öç alma hırsıyla dolan Akhilleus’un hiç bir şekilde hediye veya para ile bu davadan vazgeçmeyeceğini belirttiğini görürüz5. Ilias’ın başka bir bölümünde ise Homeros iki adamın ölen bir kişinin ardından tutuştukları kefaret pazarlığından ve kolaylıkla bir sonuca ulaşamamalarından bahseder6. Ancak Germania’da bu kan davalarına her zaman bir hediye veya hayvan vererek son

1 V. http://www.mummytombs.com/museums/nl.assen.drents.yde.htm 2 Saflık, iffet, temizlik, namusluluk. 3 Valerius Maximus, 2. 1. 3. 4 Martialis, Epigramm., 6. 7. 5 Homeros, Il., 9. 632. 6 Ibid., 18. 497. 78

verilemiyordu ve bireysel başlayan bu davalar önce aileler arası daha sonra da kavimler arası kan davalarına dönüşebiliyordu.

4- Germanialılarda Misafirperverlik Anlayışı

Tacitus’un aktarımlarına göre Germania’da aile dışından bir insanı eve kabul etmemek çok ayıp sayılırdı. Misafirperverlik geleneği uyarınca hiç kimse yabancıyı tanıdığından ayırt etmezdi. Herkes gücü yettiğince gelen misafiri ağırlardı. Misafirin gelmesi durumunda evde bulunan en iyi yiyecek ve içecekler sofraya koyulurdu. Misafirin memnun kalması Germanialılar için çok önemliydi. Misafir gelen evde yemek kalmaması halinde, ev sahibi olan kişi, misafiri alıp, en yakın eve davet edilmeksizin gider ve orada da aynı samimiyetle karşılanırdı. Misafir ayrılırken bir şey talep ettiğinde istediğini yerine getirmek gelenektendi. Aynı şekilde misafirden de bir şey talep etme konusunda oldukça rahattırlar. Ne verdikleri armağanlardan karşılık beklerler, ne de aldıkları armağanlara karşılık verme zorunluğu hissederlerdi1.

Caesar da Germanialılar arasında misafiri geri çevirmenin ne kadar saygısızca bir davranış olduğundan bahseden yazarlardandır. Caesar, Germanialıların ziyaretlerine gelmiş yabancıyı herhangi bir tehlikeden canları pahasına koruduklarından ve onlara aşırı derecede kıymet vermelerinden bahseder2. Germanialılara göre herkesin evi herkese açıktır ve sahip oldukları yiyecekler paylaşmak içindir.

Bu konuda antik Yunan kaynaklarından Homeros’a bakacak olursak, bütün yabancıların ve dilencilerin Zeus tarafından gönderildiğine inanıldığını görürüz. Bundan dolayı Yunan toplumu arasında misafirperverlik çok önemliydi. Tanrı misafirleri evin içine sıcak bir karşılama ile kabul edilir, evin en iyi yiyecekleri ve içecekleri ile beslenir, evin en rahat yatağında uyumaları sağlanırdı. Genellikle misafirin yatağının yakınında ev sahiplerinden biri nöbet tutar ve gelecek zararlardan onu korurdu. Yani misafirperverlik anlayışında, misafirin can ve mal varlığının korunması fikri de yatıyordu. Bu

1 Tacitus, G., 21. 2 Caesar, BG, 6. 23. 79

misafirperverlik örneğini Homeros’un Odysseia eserinde Nestor’un Telemakhos’u ağırlamasında görüyoruz1. Antik Yunan misafirperverliğine başka bir örnek de domuz çobanı Eumaios’un, dilenci kılığına girmiş Odysseus’u ağırlamasında vardır. Dilenci olarak tanıdığı insanı bile Eumaios evine davetsiz kabul eder ve misafirinin kendini rahat hissetmesi için elinden gelen her şeyi yapar2.

Diodoros’un tasvirlerinde Gallialı misafirperverliğinin Germanialı misafirperverliği ile birçok benzerlik içerdiği göze çarpar. Diodoros, Gallialıların tanımadıkları insanları bile yemeğe davet ettiklerini, ancak yemek bittikten sonra kim olduklarını ve ne iş yaptıklarını sorduklarını bizlere aktarır3.

Germanialıların hayatında önemli bir yer tutan misafirperverlik geleneğine Roma’da fazla önem verilmiyordu. Roma’da eve gelen misafirler ailenin tanıdığı insanlardı. Yani yabancılarla ilişkiler Yunan toplumunda ve Germania’da olduğu gibi değildi.

F- Germania Kavimlerinde Din

1- Tanrılar

Tacitus, Germanialıların taptıkları tanrıların isimlerini Latinceleştirerek verir ve tanrılar arasından en çok Mercurius’a, Hercules’e ve Mars’a taptıklarını belirtir4. Roma ve Yunan yazarların yabancı diyarların doğa üstü varlıkları hakkında bilgi aktarırken bunların isimlerini kendi dillerindeki varlıklarla özdeşleştirip yazmalarına antik çağ eserlerinde sıklıkla rastlanır. Böyle bir örneğe ilkin Herodotos’un eserinde rastlıyoruz. Herodotos, Skythia ırkından bahsederken, öncelikle Hestia’ya, ikinci olarak Zeus’a ve Zeus’un karısı saydıkları Toprak tanrıçasına taptıklarını söyler. Bu tanrılardan sonra ise Apollo’ya, Herakles’e ve Ares’e taptıklarını sözlerine ekler. Daha sonra Hestia’nın

1 Homeros, Od., 3. 2 Ibid., 14. 48. 3 Diodoros Sikulos, Bibliotheke Historike, trans. G. Booth, London, 1814, p. 314. 4 Tacitus, G., 9. 80

Skythia dilinde karşılığının Tabiti, Zeus’un Papaios, Toprak Tanrıçası’nın Api, Apollo’nun Goitosyros olduğunu belirtir1. Görüldüğü üzere aynı Tacitus gibi Herodotos da eserinde yabancı tanrılardan bahsederken, tanrı isimlerininin kendi kültüründe en yakın karşılığını vermiştir. Öte yandan Tacitus, Germania tanrılarının isimlerini sadece Latince olarak verir, Germanik dildeki tanrı isimlerinden bihaber görünmektedir.

Caesar, Gallialılardan bahsederken en çok, bütün sanatların yaratıcısı saydıkları Mercurius’a taptıklarını belirtir. Onu bütün seyahatlerinin ve askeri seferlerinin rehberi sayarlardı. Mercurius’tan sonra en önemli tanrıları Apollon, Mars, Iuppiter ve Minerva idi2. Ancak Caesar Germanialıların tanrılarından bahsederken aynı cömertliği göstermez. Germanialıların kurban kesmediklerini, güneş, ateş ve ay tanrılarına taptıklarını ve başka tanrı isimlerini hiç duymadıklarını söyler3.

Tacitus’un verdiği bilgiler ışığında Germanialılar arasında en sık tapımı gerçekleştirilen tanrının Mercurius olduğunu söyleyebiliriz. Belirli günlerde onun onuruna insan kurban etmeyi bile caiz sayarlardı4. Tacitus, Hermunduri kavminin Chatti kavmiyle savaşmadan evvel kurbanların hepsini Mercurius ve Mars’a adadıklarını aktarır5. Arkeolojik kazılarda Rhenus nehrinin Roma topraklarında bulunan boylarında Mercurius’a adanmış bir çok sunak bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi bugünkü Würzburg’da bulunan ve üzerinde Mercurius Cimbrianus yazılı sunaktır. Özellikle Roma sınırlarına yakın bölgelerde yerleşik Germanialı kavimler Roma tanrılarını benimseyebiliyorlardı. Ancak yine de kendilerine ait bir tanrı olduğunu belirtmek için tanrının isminin sonuna kendi kavimlerinin ismini iliştiriyorlardı.

Tanrı Mercurius’un Germanik dilde karşılığı Wôðanaz’dır. Wôðanaz, Eski Norveççede ve Norveç mitolojisinde Odin, Eski İngilizcede ise Woden olarak adlandırılır. Aslında baş tanrı, savaş tanrısı ve katliamların babası olarak adlandırılan Odin’in neden Iuppiterle değil de Mercurius ile özdeşleştirildiği tam olarak bilinmemekle

1 Herodotos, Hist., 4. 59. 1. 2 Caesar, BG, 6. 17. 3 Ibid., 6. 21. 4 Tacitus, G., 9. 5 Id., Ann., 13. 57. 2. 81

birlikte, ortak özellikleri yok değildir. Mercurius’un yaşayanlar ile ölüler arasında bir bağ kurduğu ve ölenlere Hades’e kadar eşlik ettiği düşünülürdü. Bu görevi dolayısıyla Odin ile özdeşleştirildiği olasıdır1.

Baş tanrı ve savaş tanrısı olmasının yanı sıra Odin sihir ve ilim tanrısıydı. Bütün tanrıların en yaşlısı olduğu için diğer tanrılar tarafından baba olarak görülüyordu. En çok öğrenen tanrı olma gibi bir özelliği de vardı. Bilgiye o kadar susamış bir yapısı vardı ki bilgi için kendi hayatını tehlikeye atmayı bile göze alıyordu. Odin sıklıkla uzun ve gri sakallı, tek gözü sağlam yaşlı bir adam olarak tasvir edilir. Yüzü çoğunlukla sık seyahat edenlerin taktığı ön tarafı dışarıya doğru çıkık şapkayla gölgelenir. Belki de Mercurius ile özdeşleştirilmesinin bir diğer sebebi de budur. Çünkü yolcuların ve tüccarların koruyucusu sayılan Mercurius da bu tip bir şapka ile betimleniyordu.

Latince’de Çarşamba günü anlamına gelen kelime Mercurii dies ismini tanrı Mercurius’dan almıştır. Modern Latin dillerinden Fransızca’da bu Mercredi, İtalyanca’da ise Mercoledi’dir. Aynı şekilde kuzey dillerinde de Çarşamba günü ismini tanrı Odin’den alır. Germanik dilde Wodanstag, eski Norveççe’de Oðinsdagr, Eski İngilizce’de Wodnesdæg Çarşamba günü anlamına gelir.

Germania topraklarında Tacitus’un Hercules ile özdeşleştirdiği bir tanrının da tapımı gerçekleşiyordu2. Tacitus’un Annales’inde Germanialıların Hercules’e adanmış bir koruda Romalılara nasıl ve nereden saldıracaklarının planlarını da yaptıklarını öğreniyoruz3. Yunan toplumu uzun süredir diğer ulusların Hercules’inin kendi Hercules’lerinden farklı olduğunu biliyorlardı. Herodotos örnek olarak Aigyptos4 halkının taptığı Hercules’in, kendi Hercules’lerinden çok daha eski bir tanrı olduğunu bizlere aktarır5. Cicero ise bize altı farklı Hercules’in varlığından söz eder6. Sonuç olarak Tacitus’ta bahsi geçen Hercules’in Germania’da hangi tanrı olduğu tam olarak bilinmemektedir. Çünkü bir süre Hercules, Norveç mitolojisindeki çekiçli gök tanrısı

1 Cotterell, A., The Encyclopedia of Mythology, p. 49 V. Hermes; p. 61; p. 214. 2 Tacitus, G., 9. 3 Id., Ann., 2. 12. 4 Mısır. 5 Herodotos, Hist., 2. 43. 6 Cicero, ND, 3. 42. 82

Thor ile özdeşleştirilmiştir. Daha sonra ise Thor’un Roma mitolojisinde Iuppiter’e denk bir tanrı olduğu fikri kuvvetlenmiştir.

Savaşçı bir toplum olan Germanialılar doğal olarak Romalıların Mars ile özdeşleştirdikleri kendi dillerinde Tiwaz adını verdikleri tanrıya da taparlardı. Tacitus Tencteri kavminin tanrıların lideri olarak bilinen Mars’a taptıklarını aktarır1. Romalı yazarlar kana susamış olarak tasvir ettikleri Germanialı halkların savaş tanrılarına tapımlarını ve onlara kurban verişlerini oldukça canlı açıklamalarla anlatırlar. Tiwaz’a bazı kaynaklarda Tiv veya Tyr isimleriyle de rastlanır. İlk önce gökyüzü tanrısı olarak bilinen Tiwaz daha sonraları savaş tanrısı kimliğine bürünmüştür. Gökyüzü tanrısı unvanını ise babası Odin’e bırakmıştır. Tiwaz da aynı Odin gibi asılarak öldürülmüş insanları kurban olarak kabul eder.

Latince’de ismini tanrı Mars’tan alan Salı gününe Martis dies denirdi. Mars’ın Norveç mitolojisinde karşılığı olan Tiwaz ise aynı şekilde ismini Salı gününe verir. Eski Norveççe’de Týsdagr, Eski İngilizce’de Tíwesdæg, Modern İngilizce’de Tuesday ve Modern Almanca’da Dienstag ismini bu tanrıdan alır.

Tacitus, , Aviones, Anglii, Varini, Eudoses, Suarines ve Nuitones adlı nehirler ile ormanlar arasında korunaklı bir bölgede yerleşik, önemli özellikleri olmayan, ancak ortak özellik olarak tanrıça ’a yani Toprak Ana’ya tapan küçük kavimlerden bahseder. Nerthus Germania’nın en eski tanrıçalarından biridir. Bütün Toprak tanrıçalarının olduğu gibi o da doğadan ve bereketten sorumludur ve Germania’da tapımı en çok gerçekleşen tanrılar arasındadır. Okyanus’ta bir adada kutsal bir korusu bulunurdu. Bu korunun içinde iki tane beyaz düvenin çektiği üzeri perdeyle kapalı bir araba dururdu. Arabaya dokunmaya muktedir sadece bir rahip vardı. Nerthus’un arabanın içinde bulunup bulunmadığını sadece o anlayabilirdi. Tanrıçanın arabasının içinde insan içine çıktığı günlerde heryere sevinç hakim olurdu. O günlerde savaş aletleri bir kenara kaldırılır ve etrafta barış rüzgarları eserdi. Tanrıça insanlardan sıkıldığı zaman rahip onu mabedine götürürdü. Nerthus arabasını terk ettiğinde araba,

1 Tacitus, Hist., 4. 64. 83

perdeleri ve tanrıçanın kendisi göle gider ve yıkanırdı. Yıkanmasına köle kızlar yardım ederlerdi. Daha sonra tanrıçanın neye benzediğini halkla paylaşmamaları açısından köle kızlar gölde kurban edilirdi1.

Nahanarvali kavminden bahsederken Tacitus, topraklarında varolan bir korudan bahseder. Bu koruda kadın kılığına girmiş rahipler Tacitus’un Castor ve Pollux ikizleriyle özdeşleştirdiği tanrıların tapımını gerçekleştirirlerdi. Kutsal ikiz kültüne Baltık uygarlıklarında da rastlanır. Baltık güneş tanrıçası Saule’yi boğulmaktan kurtaranın ikiz erkek çocuklar olduğu düşünülür ve bu ikizler kutsal sayılırdı2.

Germanialı kavimler tanrılarına kesinlikle tapınak yapmazlardı. Onları duvarlar içine hapsetmenin ya da insan suretinde betimlemenin göksel varlıkların yüceliğine yakışmayacağı fikrine sahiptiler. Ormanları ve koruları kutsal alanlar olarak görürler ve sadece derin bir saygıyla baktıkları bu gizemli varlıklara tanrıların adını verirlerdi. Bu yolla tanrıların özgür olarak ormanlarda ve korularda dolaştığını ve hapsedilmediklerini düşünürlerdi3.

2- İnsan Kurban Etme Törenleri

Romalılar uzun yıllar boyunca insan kurban edilen törenleri kana susamış bir barbar davranışı olarak görmüşlerdir. Romalı ve Yunan yazarların kendilerine yabancı olan bir Germania ritüeli olarak aktardıkları insan kurban etme törenleri ve savaştaki vahşet görüntüleri Germanialıları yazılı metinlerden tanıyan Romalı ve Yunan okuyucuların gözünü korkutmaya yeterli oluyordu.

Tacitus, Germanialıların en çok taptıkları tanrı olan Mercurius’u insan kurban ederek yatıştırdıklarından bahsederken şaşkındır4. Germania’da savaşta ele geçirilen esirlerin tanrılara kurban edilmesi bir çok kaynakta karşımıza çıkar. Arkeolojik kazılar sonucu bataklıklarda ortaya çıkan cesetler de bu konuda kaynakları desteklemektedir.

1 Tacitus, G., 40. 2 Cotterell, A., The Encyclopedia of Mythology, p. 222. 3 Tacitus, G., 9. 4 Ibid., 9. 84

Antik kaynaklarda bu kehanet amaçlı insan kurban etme ritüeline ilk Strabon’da rastlarız. Strabon aklaşmış saçlara sahip, beyazlara bürünmüş, çıplak ayaklı din görevlisi kadınların savaş esirlerini kamplarından alarak herkesin toplanabileceği bir yere götürdüklerinden bahseder. Burada yere bronz küpler koyarlar ve bu küplerin üzerine esirleri boyunlarından asarlardı. Esir daha can vermeden gırtlağını keserler ve kanın küplere akış şekline bakarak kehanette bulunurlardı1. Caesar ise, eserinde gelenekler bakımından Germanialılara çok benzeyen Gallialılardan benzer açıklamalarla bahseder ve insan kurban etmenin inançlarının bir parçası olduğunu söyler2. Tacitus, Varus ve üç lejyonunun bozguna uğratıldığı savaştan bahsederken Germanialıların gerçekleştirdikleri vahşeti canlı bir şekilde gözler önüne serer. Savaş alanının ortasında cesetlerin toplandığını ve bunların bir tepecik oluşturduğunu anlatarak açıklamasına başlayan Tacitus, kılıçların, kalkanların, at ve insan organlarının ağaçların gövdelerine çivilendiğini söyleyerek sözlerine devam eder. Yakındaki korularda bulunan barbar sunaklarında ise askerlerin kurban edilmiş bedenlerinin bulunduğunu söyler3.

Bataklıklarda üzerleri dallarla örtülmüş olarak bulunan cesetlerin bir ayin sonucu kurban mı edildikleri yoksa ahlâksızlık sonucu idam mı edildikleri tam olarak bilinmemektedir. Mideleri üzerinde yapılan analizler sonucu rastlanılan hububat türü yiyeceklerin birçok cesette aynı olması, dini bir ritüelde yemek yedirildikleri daha sonra da kurban edildikleri görüşünü kuvvetlendirmektedir4.

Arkeolojik kazılar sonucu Danimarka ada topluluğunun bir parçası olan Fyn adasında ortaya çıkan yığında insan kemiklerinin yanı sıra kurban edildikleri tahmin edilen at ve domuz kemiklerine de rastlanmıştır. Almanya’nın Weimar bölgesinde bulunan Possendorf kasabasının yakınlarındaki bataklıkta ise insan kemiklerinin yakınında bronz kazan ve topraktan yapılma küpler bulunmuştur. Bunun Germanialıların insanları kurban ettikleri bir ayinden artakaldığı düşünülmektedir5.

1 Strabon, Geo., 7. 2. 3. 2 Caesar, BG, 6. 16. 3 Tacitus, Ann., 1. 61. 4 Todd, M., The Early Germans, p. 109-114. 5 Ibid., p. 112. 85

3- Fal

Germanialıların fal bakmaya verdikleri önemi ve dört çeşit fal bakma yöntemlerinin olduğunu Germania’dan öğreniyoruz. Bu yöntemlerden ilkini Tacitus bize şöyle anlatır: “Bir meyve ağacının dalı kesilir ve ufak çubuklara ayrılır. Bu çubukların üzerine belirli işaretler koyarlar. İşaretlenmiş çubukları beyaz bir örtünün üzerine gelişigüzel savururlar. Daha sonra bakılan fal ailevi sebeplerden bakılıyorsa, ailenin reisi, devlet adına bakılıyorsa, baş rahip, öncelikle tanrılara dua eder sonrasında başını kaldırarak gökyüzüne doğru bakar ve el yordamıyla üç tane çubuk seçer. Ardından seçtiği çubukları birer birer yorumlamaya çalışır. Fal olumsuz çıkarsa aynı konu için aynı gün içerisinde başka fala bakılmaz. Falın olumlu çıkması halinde, sonucu doğrulamak için tekrar fal bakılır”1. Aphrodite’nin onlara geleceği görme yeteneğini verdiğini düşünen Skythialıların da ağaç dallarını küçük parçalara ayırarak, üstlerine çeşitli işaretler koyma yoluyla fal baktıklarını Herodotos’tan öğreniyoruz2.

Tacitus’un işaretlerden kastının ne olduğu tam olarak bilinmese de, çubukların üzerine koyulan işaretlerin Runik alfabesindeki harfler olduğu düşünülmektedir3. Bataklıklarda İS 3. yüzyıla tarihlendirilen Runik alfabesiyle yazılmış yazıtlar bulunmuştur. Ancak alfabenin bundan çok evvel kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir. (Alfabenin görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 10)

Germanialıların fal bakarken kullandıkları ikinci yöntem kuşların ötüşlerine ve uçuşlarına bakmaları ve hareketlerini yorumlamalarıydı. Kuşların davranışlarına bakarak kehânette bulunmak bir Roma sanatıydı. Kuşlardan alâmet almaları için özel olarak din adamları ve augurlar4 bile yetiştiriliyordu.

Germanialıların kuşlardan sonra bir de atlardan alamet ve uyarı almak gibi kendi uluslarına özgü bir yöntemleri vardı. Bu yöntemin Germania ulusuna özgü olduğunu

1 Tacitus, G., 10. 2 Herodotos, Hist., 4. 67. 1. 3 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 138. 4 Özellikle kuşların uçuşuna bakarak kehânette bulunan kâhin. 86

üzerine basarak belirten Tacitus, kanımca kuşlardan alamet almayı Roma’dan Germania’ya geçmiş bir gelenek olarak görmektedir. Ormanlarda ve korularda henüz hiç bir insan işine koşulmamış kar beyazı atlar beslerlerdi. Atlara gösterdikleri bu ihtimamdan, onların Germanialıların hayatında kapladığı önemi görmek mümkündür. Bu atlar kutsal bir arabaya koşulur ve onlara rahip, kral ya da halkın lideri eşlik ederdi. Bu kişiler atların kişnemesini ve homurtularını yorumlarlardı. Ancak Tacitus bize bu seslerin neye dayanarak yorumlandığını söylemez. Diğer kehanetlerin yanında bu en güvenilir olanıydı, sadece halk arasında değil, asiller ve rahipler arasında da bu yönteme güvenilirdi. Atları dinlemekle yükümlü olan kişi kendini tanrının hizmetkârı ve atların sırdaşı sayardı1.

Dördüncü yöntemleri ise önemli savaşların sonucunu öğrenmek için kullandıkları bir yöntemdi. Savaştıkları kavimden ne yapıp edip bir kişiyi esir alırlar, kendi aralarından seçtikleri bir askerle kapıştırırlardı; her ikisi de kendi kavmine özgü silahları kullanırdı. İkisinden birinin zaferi asıl savaşın sonucunu gösteren bir işaret olarak kabul edilirdi. Bu tür kehânetin diğer ilkel kavimler arasında da kullanıldığı bilinmektedir2.

4- Cenaze Törenleri

Roma’daki görkemli cenaze törenlerinin aksine, Germania’da yapılan cenaze törenlerinin debdebesiz olduğunu Tacitus’tan öğreniyoruz3. Ölüyü yakma geleneği Kuzey Avrupa’da Bronz Çağ’ından beri uygulanan bir yöntemdi. Germanialılar özel saydıkları bazı odunların üzerine ölü bedeni yerleştirirler ve ateşe verirlerdi. Suetonius Iulius Caesar’ın cenazesinden bahsederken, onunla birlikte savaşmış askerlerin kılıç ve kalkanlarını, halktan insanların ise elbiselerinin ve mücevherlerinin yanı sıra çocuklarının giysilerini ve üzerlerinde bulunan tılsımları da odun yığınına attıklarını söyler4. Tacitus ise, Roma’daki ölü yakma işleminde odunun üzerine koyulan baharat, tütsü ve

1 Tacitus, G., 10. 2 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 138. 3 Tacitus, G., 27. 4 Suetonius, Divus Iulius, 84. 87

kıyafetlerin aksine Germania’da yapılan işlemde odunun üzerine fazladan hiç bir şey atılmadığını aktarır.

Arkeolojik kazılar sonucunda, yakılan cesetlerin küllerinin saklandığı vazoların bir arada gömülü olduğu yerlerde en çok metal veya ahşap vazo ya da bezden bir bohçanın içine üstünkörü doldurulmuş insan ve odun külüne rastlanmıştır. Bazı yerlerde ise insan külü, odun külü, çeşitli sunular ayrı ayrı bulunmuştur. Her şeyin ayrı ayrı ve özenli bir şekilde yerleştirildiği alanlar bu mezarların daha önemli kişilerin mezarı olduğu fikrini kuvvetlendirmektedir. Genellikle sosyal statüsü yüksek kişiler diğer gömü alanlarından daha uzak yerlere gömülüyorlardı. Önemli kişilerin külleri kişiye özel olarak yapılmış vazolara koyuluyordu ve bu vazolara Roma’dan ithal edilmiş lüks mallar, gümüş ve bronz işlemeler eşlik ediyordu1.

Tacitus, Germanialıların bazı durumlarda ölünün atını da ateşe attıklarını söyler2. Bu gelenek Roma’da fazla bilinmiyordu. Arkeolojik kazılar sonucu bazı mezarlarda at kemiği külüne rastlanması Tacitus’un söylediklerini desteklemektedir3.

Ölüleri gömme geleneği ise çok uzun zamandır doğu Avrupa’daki kavimlerde görülmekteydi. Roma Demir Çağı’yla birlikte bu gelenek orta ve kuzey Avrupa’ya yayılmıştır4. Ölü ile birlikte gömülen eşyalar çoğu zaman ölen kişinin özel eşyaları olmaktan öteye gitmiyordu.

Tacitus, Germanialıların mezarlıklarına da fazla özen göstermediklerini belirtir5. Germanialıların mezarlarından sadece çimenler yükselirdi. Ağırlık vereceği düşüncesiyle ölünün üzerine yüksek ve heybetli anıtlar dikilmesinden hoşlanmazlardı. Roma’da ise ölen kişinin ailesi veya sevenleri onun için büyük anıtlar diktirebiliyordu. Bu hem etrafa kişinin ne kadar çok sevildiğini gösteriyor hem de varlık göstergesi olarak görülüyordu. Mezar taşlarının üzerinde ise sık sık sit tibi terra levis6 yazısına rastlanıyordu. Bu cümle

1 Todd, M., The Early Germans, p. 80-1. 2 Tacitus, G., 27. 3 Much, R., Die Germania des Tacitus, p. 344. 4 Todd, M., op cit., p. 80-83. 5 Tacitus, G., 27. 6 Toprağın hafif olsun. 88

Germanialıların ölünün gömüldüğü yerin üzerine onun bedenine ağırlık yapar korkusuyla anıt dikmemeleri düşüncesine paraleldir. Çünkü Germania inancına göre mezar ölü için geçici bir duraklama noktasıdır. Ruh başka bir yere göçtükten sonra artık mezara ihtiyaç kalmaz. Ruh göçene kadar da en rahat şekilde yatması sağlanmalıdır, yani üzerine ağırlık yapacak herhangi bir şey inşa edilmemelidir.

5- Rahipler Sınıfı

Germania’da rahiplerin kavim yönetimi içerisinde bir çok rolü bulunmaktaydı. En çok saygı onlara gösterilirdi ve onlardan korkulurdu. Tacitus, idam etme, hapse atma ya da kırbaçlama cezalarından rahiplerin sorumlu olduğunu aktarır1. Bu cezalar salt bir ceza olmaktan ya da komutanın buyruğunu yerine getirmekten öte, tanrının buyruğuna uyularak gerçekleştirilirdi. Germania’da rahipler tanrılara en yakın kişiler olarak bilinirdi. Tanrıların buyruklarını sadece rahipler duyabilirdi ve tanrıları görmeye bir tek onlar muktedirdi. Tacitus, Nerthus tapımına dair verdiği bilgiler arasında, Nerthus’un kutsal arabasına sadece rahibin dokunabildiğini ve tanrıçanın odasında olup olmadığına onun bakabildiğini söyler2. Tanrıça Nerthus’u görmeye kimsenin izni yokken ve gören insanlar kurban edilirken, sadece rahibin bu göreve layık görülmesi rahiplerin görevinin ne kadar tanrısal olduğunu bize gösteriyor.

Büyük meselelerin konuşulduğu toplantılarda, halk arasında sessizliği sağlamak da rahiplerin görevlerinden biriydi. Böyle durumlarda düzeni sağlamak konusunda özel bir yetkiye sahiptiler. Sessizlik sağlandığında yaşı, soyluluğu ve hitabet yeteneği açısından ün yapmış bir rahip düşüncelerini beyan edici bir konuşma yaparak halkın beğenisini kazanmaya çalışırdı3.

Fal bölümünde anlattığımız gibi, kehânetten sorumlu yegâne kişiler rahiplerdi. Bir milleti ilgilendiren ve büyük sorumluluk gerektiren fallardan onlar sorumluydu. Tanrılara

1 Tacitus, G., 7. 2 Ibid., 40. 3 Id., G., 11. 89

en yakın kişi olduklarına inanıldığından, baktıkları fallara ve gösterdikleri yollara çok önem verilirdi.

Caesar’a bakacak olursak onun Germanialıların rahiplere sahip olmadıklarını ve kurban kesimine önem vermediklerini söylediğini görürüz1. Caesar ayrıca, savaş durumlarında insanların birbirlerine karşı işledikleri suçlardan, idam cezalarından, ölüm kalım meselelerinden devletin hukuk memurunun sorumlu olduğunu, barış zamanlarında ise bütün salahiyetin kavim reislerinin elinde olduğunu da sözlerine ekler2. Tacitus’un anlatımlarından ise Germania’da rahiplerin kavim içinde bir çok önemli görevleri olduğunu anlıyoruz. Caesar’ın yukarıda sözünü ettiğimiz yorumlarının sebeplerinden biri, kendi zamanında Germanialılar için rahiplerin pek bir önemi olmaması olabilir. Sonuç itibariyle Caesar’ın eserini verdiği zaman ile Tacitus’un eserini verdiği zaman arasında yüz yıldan daha fazla bir süre vardır. Yüz yıllık bir sürede Germanialıların bu konuda yapılanmalarının değişmiş olması oldukça muhtemeldir.

G- Germanialıların Askerî Yapılanmaları

Germanialılar savaşçı bir toplumdu. Yaşamlarının çoğunu kendi aralarında çıkan huzursuzluklarla, başka kavimlerle yaptıkları mücadelelerle ve yabancı düşmanlara karşı verdikleri savaşlarla geçirirlerdi.

Roma ordusu İÖ 107 ve 105 yıllarında Rhone vadisinde ve İS 9 yılında Teutoberg ormanında Varus’un aldığı ağır malubiyetlerden sonra hem Germania ordusundan korkmaya hem de onlara saygı duymaya başlamıştır. Bu yenilgiler üzerine İS 1. yüzyılda Rhenus nehrinin belirlediği Roma’nın kuzey sınırlarında güvenlik arttırılmış ve bu bölgeler güvence altına alınmıştı. Ancak Germanialı kavimler başıbozuk küçük kavimler olarak Roma’ya sıkıntı vermektense kendi aralarında anlaşmalar yaparak güçlerini çoğaltma konusunda önemli adımlar atıyorlardı. Bu anlaşmaların yaratıcıları çoğunlukla Roma ordusunda eğitim almış ve görevlerde bulunmuş, birlikte hareket etmenin önemini

1 Caesar, BG, 6. 21. 2 Caesar, BG, 6. 23. 90

bilen, savaş taktikleri konusunda bilgili kişilerdi. Bu kişiler eğitimlerinden sonra kendi kavimlerine kaçarak, Germania’yı Roma karşısında avantajlı duruma getirmek için çabalıyorlardı. Çünkü Roma’nın kuzeyinde yaşayan insanlar ancak bu kişiler vasıtasıyla Romalıların teknik gelişimlerini takip edebiliyorlardı.

Caesar ordusuyla kuzey-batı Avrupa’ya girdiğinde orada yaşayan yerli halkın Roma ordusunun teknik kapasitesi karşısında ne kadar şaşırdığını anlatır1. Bununla beraber kavimlerin öğrenme yetileri oldukça gelişmiştir. Caesar, kavminden bahsederken onların nasıl kışlık karargâhlarının etrafını duvarla çevirdiklerinden söz eder. Bu duvarı Romalılardan görmüşlerdir ve savaşta esir aldıkları askerler aracılığı ile bilgilerini pekiştirip, inşa etmeye geçmişlerdir2. Vercingetorix yenilmeye yüz tuttuğu bir zamanda askerlerini yüreklendirmek için yaptığı konuşmasında, Romalıların bilek gücüne ve cesarete sahip olmadıklarını, sadece teknik üstünlüğe sahip olduklarını söyler3.

Germanialı ve Gallialı kavimlerin karşılaştığı zorluklar çoğunlukla teknik iken, Roma’nın karşılaştığı en büyük zorluk Germania’nın coğrafi yapısından kaynaklanıyordu. Germanialıların bataklık ve ormanlar arasında savaşmaya alışmış olmaları, buna alışık olmayan Romalıların bir çok kayıp vermesine yol açıyordu.

Şimdi, Tacitus’un verdiği bilgiler ışığında Germanialıların askerî yapılanmasını inceleyelim.

1- Piyade ve Süvari Birlikleri

Tacitus, Germania’nın savaş kuvvetleri hakkında bilgi verirken piyade sınıfının, süvari sınıfından daha güçlü olduğunu belirtir. Süvari birliklerinin tek başına savaşmamasının piyadeler ile birlikte savaşmalarının sebebi budur. Piyadelerin koşu sürati oldukça hızlıdır. Bundan dolayı piyade birlikleri savaş saffının en önünde yani

1 Caesar, BG, 2. 30-31. 2 Ibid., 5. 42. 3 Ibid., 7. 29. 91

süvari birliklerinin de önünde yer alırdı. Hızları dolayısıyla süvari kuvvetlerinin dövüşüne rahatlıkla ayak uydurabilirlerdi1.

Velleius Paterculus’tan kavminin 70.000 piyadeye destek sadece 4.000 süvarisinin olduğunu öğreniyoruz. Bunun büyük Germania coğrafyasında sadece bir kavmi içeren bir örnek olmasına rağmen, aslında Germania’daki savaş kuvvetlerinin ağırlıklı olarak piyadelerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Arkeolojik kazılarda yerleşim yerlerinde atlara fazla rastlanmadığını evvelki bölümlerde söylemiştik. Bununla doğru orantılı olarak askeri birliklerde de süvari kuvvetlerine fazla rastlanmıyordu. Ata binenler ve atın bakımını yapmaya muktedir olanlar genellikle maiyet liderleri ve onun maiyetinde bulunan gözde askerlerdi2.

Süvari kuvvetlerine ağırlık vermemelerine rağmen aslında Germanialılar ata binme konusunda oldukça yetenekliydiler. Gallia seferlerinde, Gallialıların süvarilik yeteneklerinden çekinen Caesar, onların üstesinden gelmesi için Rhenus boylarında ona boyun eğmiş Germanialı kavimlerden süvarilerilerin ve hafif-piyadelerin Roma ordusuna katılmalarını buyruk verir. Kavimlerden gelenler Caesar’ın ordusuna katıldığında, Caesar onların atlarının işe yaramayacağını düşündüğünden, kendi süvarilerinin ve hatta en tecrübeli askerlerin atlarını onlara tahsis eder3.

Germania kavimleri arasında özellikle ata binmeleriyle ünlenmiş kavimler de bulunmaktaydı. Bunlardan biri Rhenus havzasının bir sınır teşkil edecek kadar belirginleştiği bölgede yaşayan Tencteri kavmidir. Tencteri kavmi süvari sınıfının düzenli oluşuyla diğer kavimler arasından sıyrılır. Süvarilerin ünü, Chatti piyadelerinin ününden de daha büyüktür. Atalarının icadı olan ata binme gelenekleri sonraki nesiller tarafından da korunmuştur. Bu çocuklar için bir oyun, gençler için rekabet konusudur. Atlar Tencteri kavmi için o kadar önemlidir ki, köleler ve evler gibi veraset hakkı olarak devredilir. Ancak diğer konularda olduğu gibi yaşça büyük olan çocuğa değil, savaşta

1 Tacitus, G., 6. 2 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 97. 3 Caesar, BG, 7. 65. 92

yiğitliğini ve üstünlüğünü kanıtlamış olana devredilir1. Bir diğer kavim de Rhenus nehrinde bir adada yerleşik bulunan ve bütün kavimlerin en cesuru olarak bilinen Batavi kavmidir. Batavi kavmi Roma İmparatorluğunun müttefikiydi. Usta süvariler ve piyadelerden oluşmuş orduları Roma İmparatorluğu için adeta cephanelikler gibi hazır şekilde beklemekteydi2. Ancak savaş durumlarında ağırlıklı olarak süvarilere güvenen kavim sayısı yok denecek kadar azdı. Bu sayı İS 6. yüzyılda artmaya başlamıştır3.

Piyadelikte ise en ünlü kavim Chatti kavmiydi. Güçlerinin kaynağı, silahlardan başka bir de demirden aletler ve yiyecek taşıyan piyadeleriydi. Piyadeleri oldukça tedbirliydi. Düzensiz baskınlara, rastgele çarpışmalara giriştikleri pek görülmezdi. Piyadelikte süratin panikle eş anlamlı olduğu düşünülürdü4.(Germanialı savaşçıların tahmini görünümü için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 15).

2- Silahları ve Zırhları

Piyade de olsa süvari de olsa, Germanialı savaşçıların kullandıkları yegâne silah kargıydı. Buna kendi dillerinde frameae diyorlardı. Kılıç ve uzun mızrak kullananların sayısı yok denecek kadar azdı5. Kullandıkları kargılar aslında bir ucu ateş aracılığıyla sertleştirilmiş ince uzun sopalardı, çoğu zaman ucuna sivriltilmiş kemik veya demir takıyorlardı6. Aynı silahı uzak çatışmalarda savuruyor, göğüs göğüse dövüşlerde ise düşmana saplamak için kullanıyorlardı. Ön saflarda bulunan askerlerin kargıları ise normalden daha uzundu. Uçlarında korku verici büyüklükte ve sivrilikte bir demir bulunuyordu. Ön saflarda bulunan askerlerin normalden uzun kargılar kullanmalarının, Roma birliklerinin gözünü korkutmak için uyguladıkları bir taktik olduğu düşünülmektedir7. Kargı gibi sadece hücum silahları kullanmaları onları Roma ordusu karşısında dezavantajlı duruma getirmiştir. Kılıç gibi yakın dövüş silahı

1 Tacitus, G., 32. 2 Tacitus, G., 29. 3 Thompson, E. A., The Early Germans, p. 118. 4 Tacitus, G., 30. 5 Ibid., 6. 6 Id., Ann., 2. 14. 7 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 99. 93

kullanmamalarının sebebi vücutlarını koruyacak zırhlarının bulunmamasından ileri gelirdi. Bundan dolayı kargılar yardımıyla düşmanı kendilerinden biraz da olsa uzak tutabilirlerdi.

Süvariler de silah olarak kargıyı, savunma olarak da kalkanı yeterli buluyordu. Kullandıkları kalkanları tahtadan veya sazdan yapıyorlardı. Ancak kenarını çevirdikleri keskin kalın demir sayesinde, kalkan sadece düşmanın attıklarını savuşturma görevi görmüyor aynı zamanda yakın dövüş esnasında düşmanın kafasını uçurmaya da yarıyordu1. Arkeolojik kazılar sonucunda bataklıklarda bozulmamış olarak bulunan kalkanların genelde bir metre boyutlarında dikdörtgen veya oval olduğu gözlenmiştir. Daha küçük olan oval kalkanların süvariler, daha büyük ve kare olanların piyadeler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir2. Tacitus, Germanialıların kalkanlarının boyalı olduklarını söyler3. Bunu farklı maiyetlere mensup kişilerin birbirlerini tanımaları açısından yaptıkları sanılmaktadır. (Kalkanlar için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 12).

Germanialılar vücutlarını koruyacak zırhlardan da haberizdiler. Çıplak olarak ya da en fazla hafif bir askerî giysi giyerek dövüşürlerdi. Gösterişli donanımları yoktu4. Tacitus’un çıplak derken kıyafetsiz mi yoksa koruyucu zırhsız mı demek istediği tam bilinmemektedir. Benzer bir açıklamasını Historiae eserinde de görmekteyiz. Tacitus Germanialıların saldırıya geçmeden evvel, savaş çığlıkları attıklarını ve daha sonra kalkanlarını kafalarının üzerinde bir sağa bir sola savurduklarını belirtir5.

Üzerlerinde ağırlık yapacak ağır zırhları taşımamalarını hızlı hareket etme üzerine kurulu taktiklerine bağlayabiliriz. Süvarilerle birlikte savaşma konusunda deneyimli piyadeler, hız bakımından atlardan geri kalmıyordu. Kalkan, göğüs plakası, metal miğfere sahip olsalar, atların hızına yetişmeleri mümkün olamazdı. Hızlı ve atik olmaları dolayısı ile kama şeklindeki savaş düzenine rahatlıkla girebiliyorlar ve ağır donanımlı Roma

1 Thompson, E. A., The Early Germans, p. 113. 2 Todd, M., op cit., p. 101. 3 Tacitus, G., 6; Tacitus, Ann., 2. 14. 4 Id., G., 6. 5 Id., Hist., 2. 22. 94

ordusunu şaşırtabiliyorlardı. Olanca güçleriyle saldırmak için geri çekilmeleri korkaklık değil, taktiklerinin bir parçasıydı1.

Germanialıların Romalılar ile savaşırken tek istedikleri açık, ormansız ve bataklıksız bir alandı. Böylelikle hızlı ataklarının şiddeti sayesinde en önden gelen Roma kuvvetlerini kolaylıkla yok edebiliyorlardı. Caesar, Germanialıların ileriye doğru ani koşmalarının sonucunda, kendilerinin mızrak atmaya bile zaman bulamadıklarını ve doğrudan doğruya kılıç dövüşüne koyulduklarını aktarır2.

Miğfer, göğüs plakası, kalkan, mızrak ve kılıca sahip Roma ordusu ile hafif donanımlı ve sadece uzak dövüşte kullanılan kargılara sahip Germania ordusu yakın dövüşmek durumunda kaldıklarında Germanialıların şansı çok az oluyordu. Çünkü iş yakın dövüşe kadar geldiğinde Germanialılar sahip oldukları tek silah olan kargılarını çoktan savurmuş oluyorlardı. Bu onların sadece kalkanlarıyla kalmalarına sebebiyet veriyordu. Kalkanlarını sallayarak keskin tarafıyla birilerini öldürmeye çalışarak güçlerinin son raddesine kadar çabalıyorlardı. Bazen yerden buldukları kargıları tekrar atarak savaşa devam etmeye çalışırken3, yerden taş alıp attıkları da oluyordu4.

Germanialılar kargılarının hantal kalması ve kalkanlarının çok büyük olması sebebiyle Romalılar karşısında bataklık ve ormanlık arazide yapılan savaşlarda dezavantajlı duruma düşüyorlardı. Ağaçlar Romalı askerlere avantaj sağlarken, Germanialı askerlere aynı cömertliği göstermiyordu. Hedefi tutturmak ağaçlardan ötürü daha zordu ve atılan kargıların tekrar bulunup kullanılması imkânsızdı. Hızlı hareket eden piyadeler için de bataklık arazi olumsuz koşullar yaratıyordu. Bu konuda uyguladıkları taktik ise sırtlarını ormanın bittiği bölgeye yaslayarak, Roma ordusunun açıklık bölgede görünmesini beklemekti. Roma ordusu göründüğü anda bir çok yerden gerçekleştirdikleri hızlı ve sert hücumlarla orduyu etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı5.

1 Id., G., 6. 2 Caesar, BG, 1. 52. 3 Tacitus, Ann., 2. 21. 4 Caesar, BG, 1. 46. 5 Tacitus, Ann., 1. 63. 95

Germanialıların donanımlarının neden bu kadar zayıf olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte sebebi çoğunlukla demir kaynaklarının yaşadıkları bölgede az olmasına bağlanmıştır. Arkeolojik kazılar yardımıyla edinilen verilere göre Bohemia ve çevresindeki bölgelerin demir yatakları bakımından hiç de fakir olmadığı, aksine burada gelişen bir demir endüstrisi bulunduğu bölgede rastlanılan demir nesnelerden, silahlardan ve aletlerden anlaşılmıştır. Bölgede demir hiç de az olmadığına göre, Germanialıların asıl eksiğinin demiri hakkıyla işleyip silah ve alet şekline sokacak ustaların bulunmaması olduğu düşünülebilir1.

3- Savaş Şarkısı: Baritus

Baritus, Germanialıların kendilerine özgü şarkılarına verdikleri isimdir. Bu şarkıyı söyleyerek ruhlarını coştururlar ve şarkının tonlamalarından giriştikleri savaşın gidişatını önceden kestirirlerdi. Çünkü ön safların bu şarkıyı söyleyişteki tonlamalarına bakarak ya korku salmaya başlarlar ya da tehlikeyi hissedip korkarlardı. Bu bağırtı seslerin değil de adeta cesaretin ezgisiydi. Asıl amaçları kulakları tırmalayan sesler, tüyler ürpertici gürültüler çıkarmaktı. Çıkardıkları ses daha güçlü ve derin olsun diye kalkanlarını ağızlarına yaklaştırırlardı2.

Bu korkunç savaş çığlığından Tacitus diğer eselerinde de bir kaç kez bahseder. Historiae eserinde Germanialıların korkunç savaş çığlıklarını atarken aynı zamanda kalkanlarını da kaldırarak sağa sola savurduklarını söyler3. Yine aynı eserde, saldırıya geçmeden kısa süre önce korkunç bir çığlık attıklarını belirtir4. Annales eserinde ise Roma ve Germania ordularının karşı karşıya geldiği zaman, bazı Germanialıların siper önünde şarkı söyleyip dans ederek kendilerini eğlendirdiklerini ifade eder5.

1 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 103. 2 Tacitus, G., 3. 3 Id., Hist., 2. 22. 4 Ibid., 4. 23. 5 Id., Ann., 4. 47. 96

Titus Livius her ne kadar baritus ismini kullanmasa da, Germanialıların savaşa girmeden önce söyledikleri şarkılardan, savaş naralarından ve danslarından ve aynı babalarının yapmış olduğu gibi kargılarını kalkanlarına vurarak tahammül edilmesi zor bir ses çıkardıklarından haberdardır1. Apuleius ise baritus kelimesinin filin çıkardığı tiz sesi betimleyen bir kelime olduğunu aktarır2.

Baritus ve bazı kaynaklarda geçtiği üzere barritus3 kelimesinin tam olarak hangi kelimeden türediği bilinmemektedir.

4- Liderler ve Maiyetleri

Tacitus’un anlatımlarına göre Germanialı gençlerin bir kavme dahil olma töreni, onlara kavmin liderinin veya babalarının kalkan ve kargı vermesiyle gerçekleşiyordu. Bu tören Romalı bir gencin ‘toga’ giymesine eşdeğerdi ve gencin ilk onurlandırılması sayılıyordu. O ana dek evinin bireyi olan genç, artık kavminin bir bireyi olarak görülüyordu4.

Kavim lideri olma yolu ise sadece seçkin bir soydan gelenlere ve ataları büyük işlere imza atmış olanlara açıktı. Liderin nazarında birinci sırada olabilmek için maiyette olanlar arasında müthiş bir rekabet söz konusuydu. En başarılı olanlar önemli durumların konuşulduğu toplantılara liderleri ile birlikte katılma onuruna erişiyorlardı. Ancak genç lider olmak çok da olumlu bir gelişme değildi. 26 yaşında kavim lideri olma başarısını gösteren Arminius’u bir istisna olarak kabul edecek olursak, yaşlı ve olgun bir kavim liderinin genç bir kavim liderine oranla sözünü maiyetine daha kolay ve rahat geçirebildiğini söylememiz hiç de yanlış olmaz5.

1 Tacitus, G., 3. 2 Apuleius, Florida, 17. 3 Ammianus Marcellinus’ta barritus olarak geçer V. 31. 7. 11; Apuleius’ta da barritus olarak kullanılır V. Apuleius, op. cit., 17. 4 Tacitus, G., 13. 5 Thompson, E. A., The early Germans, p. 29-30. 97

Tacitus’un anlatımına göre küçük sorunlar söz konusu olduğunda kavimlerin liderleri, büyük meseleler ortaya çıktığında ise herkes düşünüp bir karar alırdı1. Bununla beraber herkesin karar vereceği konular bile önceden liderler arasında baştan sona müzakere edilirdi. Bu müzakerenin sonucuna göre halk yönlendirilirdi. Halk ve savaşçılar hareket etmek için her zaman lider bir kişinin önderliğine ihtiyaç duyarlardı. Onların önderliği olmadan insanların dağılmaya veya herhangi bir şey yapmaya istekli olmama eğilimleri vardı2. Bu bilgiler ışığında İS 1. yüzyılda Germania kavimlerinde karar mekanizması kavim liderleriydi diyebiliriz.

Germania toplumunda en önemli mertebelerden biri kavim liderliğiydi. Tacitus, İS 1. yüzyıl Germanialılarından bahsederken iki çeşit liderliğin bulunduğunu aktarır. Bunlardan birincisi, gösterdikleri başarılara, örnek teşkil edici hareketlere, savaş saffının en önünde bulunup kendini gösterip göze çarpmasına bakılarak seçilen kişilerdi. Bu kişiye dux3 deniyordu4. Görevleri çoğunlukla askerî olmakla beraber, dini törenlerde rahibe eşlik etmek gibi bir görevi de vardı5. Savaş liderlerinin barış zamanında ne gibi görevleri olduğu ve ne süreyle görevlerinde kaldıkları tam olarak bilinmemektedir.

İkinci çeşit liderlik ise sosyal eşitliğe fazla mahal vermeyen, ancak yine de seçime tabi olan, Tacitus’un rex6 olarak adlandırdığı kişinin seçimiydi. Bu kişiler soyluluklarına göre seçilirdi. Tacitus soyluluk kavramından bahsederken, Marcomanni ve Quadi kavimlerinin Marobodui ve Tudri kavimlerinin asil kanından doğduğunu ve Tacitus’un zamanına değin kendi soylarından gelen krallarla yönetildiklerini söyler7. Başka bir örnekte ise başlarına geçecek bir kral ararken en uygun adayın ünlü bir soydan gelen Italicus8 olması üzerine Cherusci kavminin onu seçtiğini anlatır. Bu da bize

1 Tacitus, G., 11. 2 Tacitus, Ann., 1. 55. 3 Komutan. 4 Tacitus, G., 7. 5 Ibid., 10. 6 Kral. 7 Tacitus, G., 42. 8 Baba tarafından Arminius’un kardeşi Flavus’un oğlu, anne tarafından Chatti kavminin reisi Catumerus’un torunu. 98

Germanialıların “soylu” kavramına sahip olduklarını ve krallarını buna dayandırarak seçtiklerini anlatıyor.

Ancak Germanialıların önem verdikleri soyluluğun kişiye anne tarafından mı yoksa baba tarafından mı geçtiği tam olarak bilinmemektedir. Bazı Germania kavimleri anneden gelen bağa çok daha önem verirken bazıları da babadan gelen bağa ehemmiyet gösterirdi. Liderlerini babanın soyundan seçen ender kavimlerden biri Cherusci kavmiydi. Arminius’un babası Sigimerus’un İÖ 1. yüzyılda Cherusci kavminin reisi olduğu bilinir. O öldükten sonra yerine Roma ordusunda eğitimini almış ve ülkesinin bağımsızlığı için Germania’ya geri dönmüş olan oğlu Arminius geçer. Arminius’un ölümünden hemen sonra yerine kimin geçtiği tam olarak bilinmemektedir, ancak İS 47 yılında kardeşinin oğlu Italicus onun yerini alır. Bu Cherusci soyluluğunun babadan geldiğine ilişkin bir bilgidir. Eğer Italicus anneden gelen soya inanan bir kavme mensup olsaydı, Cherusci değil, Chatti kavminin yönetimine geçerdi1. Anneden ileri gelen bağdan bahsederken Tacitus, dayıların kız kardeşlerinin çocuklarını, kendi babalarının onları sevdiği kadar sevdiğini söyler. Dayılar, annesinin soyunun devamı olarak gördükleri için kızkardeşlerinin çocuklarına böyle bir hisle yaklaşırdı. Tacitus, bazı kavimlerin bu kan bağını daha kutsal ve daha bağlayıcı saydıklarını ve esir alırken bunu göz önünde bulundurduklarını da sözlerine ekler2.

Tacitus’un rex olarak adlandırdığı bu reis görevinde, halkının ondan memnun olması durumunda yaşamı boyunca kalırdı. Askerî görevlerinin dışında, dinî görevleri de bulunmaktaydı. Maiyette bulunan savaşçılara ve halkına fikir vermeye ve onları yönlendirmeye muktedirdi. Ancak sözünü dinletebilmesi hitabet sanatını iyi kullanmasıyla, soyluluğuyla, ünüyle, yaşıyla, görev süresiyle ve bu süre zarfında kazandığı başarılarla orantılıydı3. Fikirlerini yönelttiği kişiler fikirleri beğenirlerse kargılarını birbirine vurup şakırdatırlar, beğenmezlerse homurdanarak itiraz ederlerdi4. Bir reisin Roma ordusu ile bağlantılarının olması onu halkın nazarında daha az inanılır

1 Thompson, E. A., The early Germans, p. 34. 2 Tacitus, G., 20. 3 Id., Ann., 1. 57. 4 Id., G., 11. 99

kılıyordu ve fikirlerini savaşçılara kabul ettirmesini zorlaştırıyordu. Roma ordusunda eğitim görmüş ve Roma ordusu karşısında bir çok başarı kazanmış olan Cherusci lideri Arminius İS 15 yılında meydana gelmiş Visurgis savaşında, savaşçıların onun taktiklerini değil de amcası Inguiomerus’un taktiğini benimsemesi yüzünden ağır bir yenilgi almış ve canını ancak kaçarak kurtarmıştır. Bu Tacitus’un komutanların ve kralların yetkelerini tek başlarına ve sonsuzca kullanamadığını söylemesini akıllara getirir1. Kendi kavmi ve diğer kavimleri Roma’ya karşı birleştirerek bir çok kez zaferlere imza atan Arminius’un Visurgis savaşında savaşçılarına neden söz geçiremediği tam olarak bilinmemekle birlikte, kayınpederi ’in Roma’nın yararına çalışmalarının, Arminius’un ordu içinde güven kaybetmesine sebep olduğunu ve savaşçılarının onun dürüstlüğünden şüphe duymaya başlamalarını söylememiz hiç de yanlış olmaz.

Bahsettiğimiz liderlik çeşitlerinin yanı sıra en önemli yapılanmalardan birisi de maiyetin kendisiydi. Maiyetler seçkin savaşçılardan oluşmaktaydı ve kişi kalkanını bırakmadıkça maiyetin bir parçası olarak kalmaktaydı. Çünkü Germanialılara göre kalkanını bırakmak şerefsizliklerin en büyüğüydü. Bu yüz kızartıcı suçu işlemiş olanların dinsel törenlere katılmasına ya da bir toplantıya girmesine izin verilmezdi. Savaştan kaçanların çoğu bu kara lekeden kendilerini asarak kurtulurdu2. Maiyetin ne sıklıkla toplandığı tam olarak bilinmemektedir, ancak Tacitus maiyetin beklenmedik ve ani bir durum olmadığı sürece ya yeniayda ya da dolunayda toplandıklarını aktarır3. Buradan anladığımız üzere ani ve beklenmedik durumlarda özel günleri beklemeden hemen toplanıyorlardı.

Toplantıların bazıları ise gizlilik içinde yapılmaktaydı. Civilis İS 69 yılında Roma’ya karşı ayaklanmadan evvel yoldaşlarını bir araya getirmek ve onları da bu yolda kendisine katılmaları yönünde ikna etmek için kutsal bir koruda Batavi kavminin ileri gelenlerine şölen görünümünde bir toplantı yapar. Davetlilerinin iyi zaman geçirdiğinden emin olduktan sonra Civilis onlara özgürlükleri için ayaklanmalarının lazım olduğundan

1 Tacitus, G., 7. 2 Ibid., 6. 3 Ibid., 11. 100

ve Roma’nın baskısının artık korkutucu derecede fazlalaştığından buna bir dur demek gerektiğinden bahseder. Herkesin bu konuda hemfikir olması dolayısıyla, toplantının sonunda ittifak yemini edilir1. Civilis ittifak kurma talebini liderlere haberci göndererek iletmeye çalışsa başarılı olmayabilirdi. Çünkü bu şekilde sır ortaya çıkabilir ve dilden dile yayılarak Roma ordusunun kulağına gidebilirdi. Bu ittifakı gizli tutması başarının ilk adımıydı. Kavmin ileri gelenlerinin desteğini almak en önemlisiydi. Çünkü bu kişiler peşlerinden binlerce insanı sürükleme yetisine sahipti.

İÖ 1. yüzyılda yağma veya baskın hazırlığında olan lider bir kişi, yapmak istediği işlemler için kendisine katılmak isteyen insanlar arardı. İnsanların ona katılmaları bu kişinin ününe, cesaretine ve kavim içinde ne gibi görevlerde bulunduğuna bağlıydı. Kavimde bulunan kişilere liderin istekleri uygun gözükürse onun yanına katılır ve maiyetini oluştururlardı2. Bu ilişki yağma süresince sürerdi ve kavime geri döndüklerinde sona ererdi. Lider hiç bir şekilde maiyetine katılanlar üzerinde bir hak iddia edemezdi3.

Tacitus’un zamanına gelindiğinde lider ile maiyet arasındaki ilişki daha ciddileşir ve kalıcı bir hal alır. Liderler maiyetlerinde bulunan kişiler için şölenler düzenler ve onlara hediyeler verir. Bu hediyeler arasında savaş atları, kargılar, kalkanlar, hububat ve büyük baş hayvan gibi şeyler vardır. Bütün bu hediyelerin ve cömertliklerin kaynağı aslında savaşlar ve yağmalardır4. Yağmaların getirisi bunlarla kalmaz, en önemlisi lidere itibar kazandırır.

Tacitus’un zamanındaki yağmalar Caesar’ın zamanındaki gibi tek seferlik anlaşmalarla yapılmamaktaydı, liderine bir kez bağlılık yemini etmiş kişi onu hiç bir hareketinde yalnız bırakmıyordu. Germanialıların cesaretlerini tetikleyen en önemli etkenlerden birisi yanı başlarında en sevdikleri kişinin bulunmasıydı5. Omuz omuza bir

amaç için savaşmalarının onları başarıya götüreceğine inanıyorlardı. Savaş zamanı yiğitlik bakımından lidere üstün gelmek utanç vericiydi, maiyetin liderine yiğitlikte denk olmaması da aynı şekilde utanç vericiydi. Liderleri öldükten sonra sağ kalmak ve savaş

1 Id., Hist., 4. 14. 2 Caesar, BG, 6. 23. 3 Thompson, E. A., The Early Germans, p. 49. 4 Tacitus, G., 14. 5 Ibid., 7. 101

alanını terk etmek ömür boyu sürecek kara bir leke demekti. Lideri korumak ve savunmak, sırf onu yüceltmek için kendi başarılarını ona mal etmek sadakatlerinin özüydü. Liderler zafer için, maiyetinde bulunanlar ise liderleri için savaşırlardı1. Caesar, Sotiates2 kavminden bahsederken liderleri Adcantuannus’un maiyetinde hayatını ona

adamış 600 adam bulunduğunu söyler. Maiyetteki savaşçıların hayatlarını liderlerine adadıklarını, kötü bir şey olması durumunda ise liderlerinin kaderini paylaştıklarını veya intihar ettiklerini, ölümle yüzleşmekten korkanların ise katledildiklerini söyleyerek sözlerine devam eder3.

Liderler için en büyük güç gösterisi kendisini barışta şereflendirecek, savaşta koruyacak seçkin gençlerden oluşmuş geniş bir maiyetle çevrelenmiş olmaktı. Çok büyük ve çok cesur bir maiyete sahip olan liderin adının sadece kendi kavminde değil aynı zamanda komşu kavimler arasında duyulması da büyük bir onurdu. Böyle liderler elçiliklere çağrılır ve armağanlarla donatılır ve sadece adlarının saygın ünü bile savaşların bitmesine neden olurdu4. Komşu kavimlerin ünlü liderlere atlar, gümüş vazolar, süs eşyaları gibi lüks hediyeler yollamalarının sebebi onların desteğini kazanmak ve kendilerini o liderlere sevdirmekti. Ancak gümüşe hiç değer vermediklerini Tacitus’tan öğreniyoruz. Tacitus, gümüş vazolara topraktan yapılmış vazolar kadar değer verdiklerini aktarır. Liderler özellikle tek tek kişilerin değil de halkın topluca gönderdiği daha özenli ve daha büyük hediyeleri takdir ederlerdi. Romalılar ise liderlere hediye olarak para göndermeyi tercih etmekteydiler5. Liderler kendi kavimlerinden de hediye kabul ederlerdi. Bu onların geleneklerinden biriydi. Halk genellikle sığır ya da tahıl gibi hayatı sürdürmeye yönelik doğal hediyeler verirdi. Bu hem saygı kazanmanın, hem de liderlerinin gereksinimlerini karşılamanın bir yoluydu. Aldıkları hediyeler yardımıyla liderler de maiyetlerinde bulunanların ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.

1 Tacitus, G., 14. 2 Bugünkü Sos ve Lot-et-Garonne bölgesinde yaşamış olan Aquitania’lı bir kavim. 3 Caesar, BG, 3. 22. 4 Tacitus, G., 13. 5 Ibid., 15. 102

Şanlı bir liderin ünü, genç ve asil bir soydan gelen Germanialıları onların maiyetine katılma yönünde büyük bir rekabete sokuyordu. Doğup büyüdükleri kavim uzun süren barış ve istirahat döneminden dolayı uyuşukluk içindeyse, çoğunlukla soylu ailelerin gençleri gönüllü olarak savaşmakta olan bir başka kavim ararlardı. Çünkü Germanialılar için sükûnet içinde olmak tiksinti vericiydi. Tehlikenin ortasına atılıp daha kolay kendilerini gösterebileceklerine inanırlardı.

IV. Germania’nın Kavimleri 1

Arkeolojik kazılar ve antik çağ yazarlarının sağladığı bilgiler ışığında Germania’nın ana bölgelerini ve bu bölgelerde yaşayan belli başlı kavimleri söylememiz gerekirse şöyle bir şema çizmemiz gerekir. Dört tane ana yerleşim grubu vardır: Kuzey Denizi grubu, Batı grubu, Albis grubu, Doğu grubu. Kuzey Denizi grubu: Bu bölge güney İskandinavya ve Avrupa kıtasının kuzey kıyılarını içine alır. Batı grubu: Burası Rhenus ile Saale nehirleriyle Visurgis ve Moenus nehirleri arasında olan bölgedir. Albis grubu: Albis nehri havzasından doğuya Viadrus nehrine kadar olan bölgedir. Doğu grubu: Burası Viadrus ve Vistula nehirleri arasında kalan bölgedir.

Bir çok kavmin yerleşik olduğu bu dört ana grubun tam olarak hangi kavimleri içerdiğini söylemek, kavimler sık sık göç edip yer değiştirdiklerinden, çok zordur. Ana kavimleri şu şekilde sayabiliriz: Kuzey Denizi grubuna Chauci, Cimbri, Suiones, Frisii ve bazı küçük kavimleri, Batı grubuna, Chatti, Cherusci, Bructeri ve Tencteri kavimleri, Albis grubuna, Semnones, Langobardi, Hermunduri ve Marcomanni kavimleri, Doğu grubuna ise Vandalii, Gotones ve kavimleri dahildir2.

Şimdi Tacitus’un Germania eserinde uyguladığı sıraya göre bütün kavimleri detaylı bir şekilde inceleyelim.

1 Burada işlenecek olan kavimlerin sırası Tacitus’un Germania eserinde kavimlerin isimlerinin geçiş sırasıyla aynıdır. 2 Todd, M., Everyday life of the Barbarians, p. 9. 103

A- Batı Germania Kavimleri

Marsi

Marsi kavmiyle ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Tacitus, Marsi kavminin tanrı soyundan gelme olduğunu söyler1. Marsi kavminin ismi genellikle Germanicus’un İS 14- 16 yıllarında yaptığı seferlerinde geçer2. Strabon, Romalıların bazı Germanialı kavimleri Rhenus nehrinin batı kıyılarına kaydırmaya başladığında, Marsi kavminin Rhenus’un batı kıyısına göçmemek için ülkenin iç kısımlarına göç ettiğini söyler ve Marsi kavminin Sugambri adlı bir kavime dahil olduğunu iddia eder3. Diğer yazarların hiçbirinin bu kavimden bahsetmemesi bize İS 1. yüzyılda dağılıp başka kavimlere karışmış olabileceklerini düşündürmektedir.

Gambrivi

Tacitus, Gambrivi kavminin soyunun tanrılardan geldiğini söyler ve buna ek olarak bu kavim hakkında başka bilgi vermez4. Bu kavmin ismi antik çağ yazarlarından Strabon’da da geçer. Strabon onların göçebe olmadıklarını ve aşağı Germania’da yerleşik bulunduklarını söyler5. Hem Marsi hem de Gambrivi kavimleri Iulius Caesar ve Augustus zamanında Rhenus nehrinin hemen kuzeyinde yaşayan en önemli kavimlerden biri olan Sugambri kavmine dahildi. İÖ 8 yılında Romalılar onları Rhenus nehrinin daha da kuzeyine sürmeyi başarmışlardır.

Vandalii

Tacitus’tan başka bu kavme Vandili diye hitap eden Plinius da onlardan bahseder. Plinius Vandili kavminin büyük bir kavim olduğunu ve Burgodiones, Varini, Charini ve

1 Tacitus, G., 2. 2 Tacitus, Ann., 1. 50. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 4 Tacitus, G., 2. 5 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 104

Gotones kavimlerinin onlara dahil olduğunu söylemenin ötesinde başka bir bilgi vermez1. Tacitus ve Plinius’tan evvel kaynaklarda bu kavme ilişkin bilgiye rastlanmaz. Bundan dolayı bu iki yazarın bilgilerinin kaynağı tam olarak bilinemez.

Tungri

Tungri kavminden ilk bahseden Yaşlı Plinius onların bugünkü kuzeydoğu Fransa’da yerleşik Gallialı Nervii, Treveri, Sequani, Helvetii kavimlerine yakın bir bölgede yaşadıklarını söyler2 ve topraklarında, içinde bir çok kabarcık bulunan bir suyun kaynadığını, ancak içildikten sonra tadının paslı gibi olduğunun anlaşıldığını da sözlerine ekler3. Yaşadıkları yerin bugünkü Tongeren olduğunu söyleyebiliriz. Bu kavmin ayrıca Roma ordusunda piyadelik yapan yardımcı bir kuvvet olduğunu da Tacitus’tan öğreniyoruz4.

Caesar’a baktığımızda ise batı Germania kavimlerini anlatırken Tungri kavminden bahsetmediğini görürüz. Bu kavmin ismini saymaması onların Caesar’dan sonra oluşan yeni bir kavim olduğunu akıllara getirir. Bu da Tacitus’un neden bu kavme eskiden Germanialılar, kendi zamanında ise Tungri dendiğini ispatlıyor olabilir.

Helvetii

Tacitus, Helvetii kavminin Hercynia ormanı ile Rhenus ve Moenus nehirleri arasında yerleşik bulunduğundan bahseder ve onların Gallia soyundan geldiklerini söyler. Bu bölgeyi bugünkü Kuzey İsviçre’de bulunan Cenevre gölü ile Constance gölü arasındaki düzlük olarak tanımlayabiliriz.

1 Plinius, NH, 4. 99. 2 Plinius, NH, 4. 106. 3 Ibid., 31. 12. 4 Tacitus, Hist., 2. 14. 105

Strabon Rhenus boylarındaki ilk kavmin Elvetii1 kavmi olduğunu ve ülkelerinde Adula dağının bulunduğunu belirtir. Ülkelerinde altın madeni bulunmasına rağmen, Elvetii kavminin iki kolu Cimbri kavmine dahil olarak yağma yapmaya başlar2.

Caesar’ın anlatımlarına göre, kuzeyden gelen baskılar sonucu bütün Helvetii kavmi Orgetorix önderliğinde Gallia’ya doğru göçe karar verir. Caesar’ın yakın zaman önce ele geçirdiği ve düzene soktuğu bölgelerde yaşayan Gallialılar ise bu durumdan endişe duyarak, Caesar’dan kendilerini göç yolunda olan Helvetii kavmine karşı korumasını isterler. Helvetii kavmi, bulundukları mekanı terk ederken, onlardan sonra gelenlerin yararlanamaması için bütün erzakları yok ederler, evlerini yakarlar. Caesar, Helvetii kavminin kadın ve çocuklar dahil 368.000 kişi olduklarını söyler. Bunlardan 110.000 kişi silah taşıyabilir durumdadır. Caesar, sayı olarak oldukça üstün olan Helvetii kavmine karşı, yükseklik avantajını kullanmak için tepelere kendi askerlerini yerleştirir. Bu sırada Orgetorix ölür ve kavim, liderleri olmadan göçe başlar, ancak onları askerî bakımdan yönlendirecek bir kişinin olmaması, Caesar’ın da yüksek tepeleri tutarak avantajlı konuma gelmesi sebebiyle Helvetii kavmi ağır bir yenilgi alır. Bir çoğu ölürken, diğerleri ülkelerine geri dönmeye zorlanır. Göçe başlamadan evvel evlerini ve erzaklarını yakmış olmalarından dolayı, soğuk ve açlık dolu bir kış geçirirler3.

Boii

Tacitus, Boii kavminin Helvetii kavminin ötesinde yerleşik olduğunu söyler4 ve anlatımının devamında Marcomanni kavmi tarafından topraklarından sürüldüklerini anlatır5. Poseidonios ise Boii kavminin İÖ 2. yüzyılda Hercynia Ormanı’nda yerleşik

1 Strabon, Helvetii kavmine Elvetii kavmi diye hitap eder. 2 Strabon, Geo., 4. 3. 3. 3 Caesar, BG, 1. 1-30. 4 Tacitus, G., 28. 5 Ibid., 42. 106

bulunduğundan ve Cimbri kavmi tarafından sık sık rahatsız edildiklerinden, ancak her seferinde onları püskürttüklerinden bahseder1.

Boii kavmi kuzey İtalya’ya aşağı yukarı İÖ 400 yıllarında göçmeye başlayan ilk Kelt kavimlerinden biridir. Po nehrinin güney kıyılarında yerleşmişler ve Bononia’yı yani bugünkü ismiyle Bolonya’yı başkentleri yapmışlardır. İÖ 3. yüzyılda kuzeye doğru ilerleyen Romalılara karşı savaşmışlar ve İÖ 191 yılında yenilgiye uğramışlardır. İÖ 60 yılında Noricum’u ele geçirmişler ve o sırada göç halinde olan Rhenus’un karşı kıyısında yerleşik Helvetii kavmiyle karışıp orta Gallia’da ikâmet eden Aedui kavmine katılarak onların topraklarına yerleşmişlerdir2.

Plinius, Boii kavminin Raetia bölgesinin kuzeyinde yerleşik olduğundan ve ülkelerinin çöle benzediğinden bahseder3. Aynı anlatım Strabon’da da vardır. O da Raeti ülkesinin kuzeyde bir gölle birleştiğini, aynı zamanda Helvetii ve Vindelici kavimlerine ve Boii çölüne temas ettiğini aktarır4. Bu da Caesar zamanında Boii kavminin bir kısmının Helvetii kavmi ile birlikte göç edip Aedui topraklarına yerleşirken, küçük bir kısmının da kendi ülkelerinde kaldığı düşüncesini kuvvetlendiriyor. Bu düşünceyi kuvvetlendiren başka bir unsur da Tacitus’un Boii kavminin yaşadığı bölge olan Boihaemi’den bahsederken ahalisinin tamamen değiştiğini, sadece isminin geriye kaldığını aktarmasıdır.

Aravisci ve Osi kavimleri

Tacitus Aravisci kavminden bahsederken, bu kavmin Osi’den mi Pannonia’ya göç ettiği yoksa Osi kavminin mi Aravisci’den Germania’ya geldiği konusunda şüphelere sahiptir. Bu iki kavmin dilleri, kurumları ve adetleri aynı olduğundan kimin nereden nereye göçtüğü tam olarak bilinememektedir. Tacitus’tan başka Aravisci kavminden bahseden yazarlar Yaşlı Plinius ve Ptolemaios’tur. Yaşlı Plinius onlardan Pannonia’da

1 Strabon, Geo., 7. 2. 2. 2 Caesar, BG, 1. 5; 1. 28. 3 Plinius, NH, 3. 146. 4 Strabon, Geo., 7. 1. 5. 107

yaşayan Eravisci kavmi olarak, Ptolemaios ise Aşağı Pannonia’nın kuzeydoğusunda yaşayan Arabo kavmi olarak bahseder1. Kökenlerine ilişkin bilgi ise yoktur.

Tacitus, Osi kavminin Pannonia dili konuştuğunu aktarır. Dil bakımından Aravisci kavmine benzedikleri için her iki kavmin de Pannonia dili konuştuğunu söylememiz hiç de yanlış olmaz. Ayrıca Osi kavmi haraç ödemektedir. Bu onların Germanialı olmadıklarına dair bir kanıttır.

Treveri

Tacitus, Treveri kavminin Germanialı olduklarını iddia ettiklerini ve bu özelliklerinin kendilerini çıtkırıldım Gallialılardan ayırdığını söylediklerini aktarır. Onlar Germanialı olmakla gurur duyarlar2.

Treveri kavmi Mosella vadisinin alt yakasında Ardennes Ormanlarının güneyinde yerleşik bir kavimdir. Caesar, Germanialı olan ve kavimlerinin Treveri egemenliğinde olduğunu aktarır3. Treveri, Eburones ve Condrusi kavimleri her bakımdan birbirlerini destekliyorlardı. İÖ 53, 51 ve 29 yıllarında Eburones ve Condrusi kavimleriyle birlik kuran Treveri kavmi Roma’ya sıkıntı yaşatmıştı. Ancak Roma egemenliğini kabul etmemekte direnen Treveri kavmi her seferinde Iulius Caesar tarafından yenilgiye uğratıldı. Civilis isyanına katılmak istemeyen Treveri kavmi, isyan başladıktan sonraki tarihlerde Classicus ve Tutor liderliğinde isyana katıldılar.

Roma ordusunun isyanı bastıran en başarılı komutanlarından biri olan Quintus Petilius Cerialis, Treveri bölgesine girdiğinde askerleri Tutor’un doğduğu yer olan bu bölgeleri yakıp yıkmak ve isyan sırasında vahşi bir şekilde öldürülen arkadaşlarının öcünü almak isteyince, onları bir şekilde sakinleştirmenin yolunu bulur. Kısa süre sonra Treveri kavmi bir Roma kolonisi haline getirilir ve ismi ‘Colonia Augusta Treverorum’ olur. Bu koloninin yerleşik olduğu bölge bugünkü Trier şehri ve civarıdır.

1 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 2 Tacitus, G., 28. 3 Caesar, BG, 4. 6. 108

Nervii

Tacitus, Treveri kavmi gibi aynı şekilde Nervii kavminin de Germanialı olduklarını iddia edip bununla övündüklerini, bu kanın onurunu taşımakla Gallialılara benzerlikten ve onların zayıflığından ayrıldıklarını düşündüklerini aktarır1.

Nervii kavmi diğer Germania kavimleri gibi Rhenus nehrini aşmış, burada bulunan Gallialıları verimli topraklarından kovmuş ve oraya yerleşmiştir. Nervii kavminin bulunduğu yer bugünkü Kuzey Fransa, Güney Belçika bölgesidir. Iulius Caesar onların çok savaşçı bir kavim olduğunu aktarır2.

İÖ 58-57 yıllarında sürekli olarak Caesar’a karşı savaşan Nervii kavmi sonunda ağır bir yenilgi alır ve nüfusları yok olmanın eşiğine gelir. Bir haberci vasıtasıyla Caesar’a haber gönderip hayatta kalanların bağışlanmasını talep ederler. Caesar’ın aktardığına göre savaştan sonra Nervii kavminin 600 olan senatör sayısı 3’e, 60.000 olan silahlı asker sayısı ise aşağı yukarı 500’e düşer3.

Eburones kralı Ambiorix İÖ 54 yılında tüm atlı sınıfını alarak komşuları Nervii kavmine gider ve Roma’ya karşı birlikte ayaklanmaları gerektiğini anlatarak onları ikna eder. Daha sonra da Aduatuci kavmine giderek onları da ikna eder ve ayaklanmayı başlatır. İlk önce Quintus Tullius Cicero’nun4 birliğinin üzerine yürüyen ve onları az adamla yakalayan Ambiorix ve beraberindekiler Caesar’ın Cicero’nun yardımına yetişmesiyle yok edilir5.

Nervii kavminden Plinius ‘özgür’ bir kavim olarak bahseder6. Bu İS 1. yüzyılda Nervii kavminin özgürlük statüsu kazandığının belirtisidir.

1 Tacitus, G., 28. 2 Caesar, BG, 2. 4. 3 Ibid., 2. 28. 4 Marcus Tullius Cicero’nun kardeşi. 5 Caesar, BG, 5. 25-50. 6 Plinius, NH, 4. 106. 109

Vangiones, Triboci ve Nemetes

Tacitus, , Triboci ve Nemetes kavimlerinin Germania soyundan geldiklerine şüphe bulunmadığını aktarır1. Her üç kavimde Rhenus boyunda, Gallia Belgica eyaletinde yerleşik bulunmaktaydılar. Vangiones kavmi bugünkü Worms, Nemetes kavmi bugünkü Speyer, Triboci kavmi ise bugünkü Alsace bölgesinde yerleşikti.

Caesar, Vangiones, Triboci ve Nemetes kavimlerinin İÖ 58 yılında Ariovistus’un ordusunda bulunduğunu bizlere aktarır2. İS 50 yılında Romalı komutan Lucius Pomponius, Chatti kavmine karşı, kendi süvarilerinin yanı sıra, Vangiones ve Nemetes kavimlerinden birlikler de kullanır. Bu birliklerin sürati ve tazeliği sayesinde Chatti kavmini yenmeyi başarır3. Civilis isyanı esnasında Tutor, Vangiones ve Triboci kavimlerine giderek kendi için savaşacak adam toplar. Ancak kısa süre sonra Roma’ya üstün gelinemeyeceğini anlayan Vangiones ve Triboci kavimleri Roma ordusunun tarafına geçerler4.

Ubii

Tacitus, Ubii kavminden bahsederken, onların Rhenus boyunda yaşadığından ve Roma kolonisi olmayı hak etmelerine ve kurucularının adından dolayı Agrippinenses olarak adlandırılmayı tercih etmelerine rağmen Germanialı olmalarından utanmadıklarından bahseder. Bu kavim vaktiyle Rhenus nehrini geçtikten ve Roma’nın dostu olduklarını kanıtladıktan sonra Rhenus nehrinin kıyısına yerleştirilmişlerdir. Göz altında tutulmak istenildikleri için değil, yerleştirildikleri yeri gözaltında tutup, güvenliğini sağlasınlar diye böyle bir yola başvurulmuştur5.

1 Tacitus, G., 28. 2 Caesar, BG, 1. 51. 3 Tacitus, Ann., 12. 27. 4 Id., Hist., 4. 70. 5 Id., G., 28. 110

Bu kavmi İÖ 38 yılında Augustus’un hem yakın arkadaşı hem de damadı olan Marcus Agrippa’nın Rhenus nehrinin beri tarafına yerleştirmiş olduğu, iki farklı antik kaynakta karşımıza çıkar1.

Caesar, Suevi kavmi tarafından rahatsız edilen Ubii kavminin kendinden yardım istediğini aktarır2. Ubii kavmi Caesar’a elçiler yollayıp onun dostluğunu kazanan yegâne Rhenus kavmiydi. Caesar onlara yardım için ordusunu Rhenus nehrinin ötesine geçirir ve onlara Roma insanının dostluğu ve ünü dolayısıyla güvende olduklarını hatırlatır3. İÖ 53 yılında Treveri kavminin dış destek aldığını öğrenen Caesar Ubii kavminden şüphelenir. Ubii kavminin bir çok elçi yollamasıyla, destek gönderenin aslında Suevi kavmi olduğu ortaya çıkar. Ubii kavmi Roma ile dostluğunu pekiştirmek amacıyla Suevi kavminin toparlandığını ve egemenlikleri altında bulunan küçük kavimlerden destek almayı salık verdiğini Caesar’a bildirir. Bunun üzerine Caesar Ubii kavmini koruması altına alarak, yoldan çekilmelerini ve çekilirken büyükbaş hayvan ve değerli eşyalarını da almalarını emrederken aslında onları koruyarak çıkarlarını gözetmektedir.

İS 1. yüzyılda Ubii kavmi tarımda oldukça ileriydi ve toprak ekiminde diğer kavimlerden daha farklı bir sistemle çalışıyorlardı. Hiçbir kavmin bilmediği kireçli toprakla tarlalarını gübreleme yöntemini uyguluyordu4.

Ubii topraklarında önemli bir tapınak bulunduğunu ve bu tapınağın rahibi olarak Cherusci kavminin soylularından biri olan Segimundus’un İS 10 yılında orada görevli olduğunu Tacitus’tan öğreniyoruz5. Farklı kavimlerden soylu kişiler ancak önemli merkezlerin tapınaklarında görev yapmak için ülkelerinden ayrılmaktaydılar. Bu da Ubii kavminin topraklarında bulunan tapınağın önemli bir merkez olduğunu bizlere anlatıyor.

Germanicus’un bir süre Ubii topraklarında bulunduğunu ve kızı olan Agrippina’nın İS 14 – 15 yıllarında o topraklarda doğduğunu yine Tacitus’tan

1 Id., Ann., 12. 27; Strabon, Geo., 4. 3. 4. 2 Caesar, BG, 4. 3. 3 Ibid., 4. 16. 4 Thompson, E. A., The early Germans, p. 4. 5 Tacitus, Ann., 1. 57. 111

öğreniyoruz1. Agrippina daha sonra İmparator Claudius ile evlenir ve Claudius Agrippina’nın şerefine Ubii kavmini İS 50 yılında bir Roma kolonisi haline getirir, ismini de Colonia Agrippinenses olarak değiştirir. Burası bizim şu an Köln olarak bildiğimiz şehri içine alan bölgedeydi.

Batavi

Tacitus Batavi kavminden bahsettiği bölümlerde şu cümleleri kullanır: “Bütün kavimler arasında en cesuru olan Batavi, Rhenus nehrinde bir adaya yerleşmiştir, kıyıda ise çok az bir toprakları vardır. Bunlar bir zamanlar Chatti halkındandı, ama bir iç ayaklanma sonucunda nehri geçip o sırada yaşadıkları topraklara yeşleştiler ve burada Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline geldiler. Hâlâ onurlarını ve eski bir müttefik olmanın nişanını korumaktadırlar. Her tür yükümlülüklerden ve vergilerden muaf olarak sadece çarpışma durumları için bir kenara ayrılmışlardır; adeta cephanelikler gibi savaş durumları için hazır tutulmaktadırlar”2.

Batavi kavmi ilk önceleri Chatti kavmine dahil küçük bir kavimdi. İç huzursuzluklar nedeniyle ülkelerinden ayrılanlar, Gallia’nın en uzak noktalarında deniz kenarı bölgelere ve denize doğru açılan bir adanın üzerine yerleştiler. Roma’nın kuvvetinden ve güçlü komşularından korkmayarak canla başla çalıştılar. Hem İmparatorluğun dostluğunu kazandılar hem de İmparatorluk ordusuna savaşçı sağladılar. Germania’daki savaşlardan dolayı hem güç hem de tecrübe kazanan savaşçıları, ünlerinin doruğuna Britannia’da çıktılar. Süvarileri ise hiç görülmemiş bir şekilde atlarıyla birlikte yüzme konusunda ustaydılar. Böylelikle Rhenus nehrinden ellerinden silahlarını bırakmadan ve düzeni bozmadan geçebiliyorlardı3.

Batavi kavminin yaşadığı ada, günümüzde Hollanda’daki aşağı Rhenus nehrinin çatallaşmasından oluşan bölgedir. Waal ve Lek nehirleri diye isimlendirilen kolların

1 Ibid., 12. 27. 2 Tacitus, G., 29. 3 Id., Hist., 4. 12. 112

arasındaki bu ada görünümündeki kısma Betuwe denir. Bu adaya dair ilk bilgiyi Caesar verir ve 80 mil sonra denizle buluştuğunu aktarır1. Kıyıda bulunan toprakları ise Waal nehrinin güney kıyılarındaydı2. Niumagum, bugünkü Nijmegen şehri tepelik olduğundan ve Waal ile Rhenus vadisine hakim olduğundan, stratejik bir noktaydı ve kavmin merkezi konumundaydı.

İÖ 12 yılından beri Batavi kavmi Roma ordularına birlik sağlamaktaydı. Tacitus Batavi savaşçılarının Britannia adasında Agricola’nın emrinde savaştıklarını aktarır. Britannialıların uzaktan savaşta başarılı olduklarını farkeden Agricola, Roma ordularının Britanialılarla göğüs göğüse savaşmalarını sağlamaları için Batavi kavmi savaşçılarına emir verir. Bu savaşçıların yakın dövüşe alışık olduklarını yine Tacitus’tan öğreniyoruz3.

İyi giden Roma – Batavi kavmi ilişkileri İS 69 yılında Batavi lideri Iulius Civilis’in hem kendi kavmini hem de çevredeki kavimleri Roma’ya karşı kışkırtarak bir ayaklanma başlatmasıyla bozulmuştur. İS 69 yılında büyük başarılar kazanan Civilis ve beraberindekiler, İS 70 yılında Romalı komutan Quintus Petillius Cerialis tarafından yenilgiye uğratılmıştır ve böylelikle ayaklanma son bulmuştur.

Tacitus’un Historiae eseri bu savaşın anlatıldığı ana kaynaktır, ancak Batavi kavminin mağlup edilmesinden sonrası anlatılmamıştır. Bu yüzden Romalıların Batavi kavmiyle ne tür bir anlaşmaya gittiği ne yazıkki bilinmemektedir.

Mattiaci

Tacitus, aynı Batavi kavmi gibi ilk başlarda Mattiaci kavminin de Roma’nın sadık bir dostu olduğunu söyler. Mattiaci kavmi nehrin öte kıyısında kendi topraklarında ve kendi sınırlarında yaşadığı halde hâlâ Romalılarla aynı duyguları ve aynı amacı paylaşır.

1 Caesar, BG, 4. 10. 2 Tacitus, Hist., 5. 20. 3 Tacitus, Agr., 36. 113

Diğer yönlerden Batavi kavmine benzer, sadece yaşadıkları toprakları ve iklimleri onları daha sert mizaçlı yapmıştır1.

Mattiaci kavmi Mainz karşısında, Rhenus nehrinin sağ kıyısında yerleşikti. Topraklarında Mattiacum diye bilinen Wiesbaden sıcak su kaplıcaları mevcuttu2. Bu kavimle ilişkiler Romalı komutan Curtius Rufus’un Mattiaci topraklarında gümüş madenleri açmasıyla ilerlemiştir3.

Rhenus boylarında yaşayan diğer kavimler gibi Mattiaci kavmi de Batavi ayaklanmasına katıldı ve Chatti ve Usipi kavimleriyle birlikte Mogontiacum’daki Roma kalesininin kuşatılmasında önemli rol oynadı4.

Usipi ve Tencteri kavimleri

Tacitus, Chatti kavminin hemen yanında, Rhenus havzasının bir sınır teşkil edecek kadar belirginleştiği bölgede, Usipi ve Tencteri kavimlerinin yaşadığını aktarır5. Burası bugünkü Lahn ve Sieg6 vadilerinin arasındaki bölgedir. Tencteri kavmi savaşta kazanılan onura düşkünlüğünün yanı sıra, süvari sınıfının düzeni ile de diğer kavimler arasından sıyrılır. Tencteri kavminin süvarilerinin ünü, Chatti’nin piyadelerinin kazandığı ünü aşar. Ata icadı olan ata binme geleneği sonraki nesiller tarafından korunmuştur. Ata binme çocuklar için bir oyun, gençler için rekabet konusudur. Hattâ yaşlılar bile ısrarla bu geleneği sürdürür.

Caesar, Tacitus’un Usipi olarak hitap ettiği kavmi olarak anar. Usipi ve Tencteri kavimleri yıllarca süren Suevi baskısından bıkarak yurtlarını terk ederler ve Rhenus nehrini aşarak Menapii kavminin yaşadığı bölgeye göçerler. Burada Menapii

1 Id., G., 29. 2 Plinius, NH, 31. 17. 3 Tacitus, Ann., 11. 20. 4 Tacitus, Hist., 4. 37. 5 Id., G., 32. 6 Rhenus nehrinin iki ayrı kolu. 114

kavminin büyük bir göç geliyor korkusuyla, terk etmiş olduğu tarlaları, evleri, köyleri bulurlar ve oraya yerleşirler.

İÖ 17 yılında Usipi ve Tencteri kavimleri, Sugambri kavmi ile birleşirler ve Romalıların bulunduğu bölgeye sızarak bazı Romalıları öldürürler. Daha sonra Rhenus nehrini aşarak Germania’yı ve Gallia’yı yağmalarlar. M. Lollius kumandasındaki Roma süvari birliği bu durumu bastırmak için yola çıktığında da onları tuzağa düşürüp yenilgiye uğratırlar1.

İS 14 yılında Usipi kavmi, Bructeri ve Tubantes kavimleriyle birlik olarak Germanicus’un birliklerine saldırırlar, ancak Germanicus bu tehlikeyi evvelden sezer ve bu kavimleri kılıçtan geçirir2. İS 58 yılında Ampsivarii adlı kavim Tencteri kavminden Roma’ya karşı ayaklanmaya katılmasını ister ve bu isteğini kabul ettirir. Roma ordusu yaklaşan ayaklanmayı haber alır ve Tencteri kavmini ayaklanmaları halinde yok edeceğini söyleyerek tehdit eder. Kendine güvenemeyen Tencteri kavmi ayaklanmaktan vazgeçer3. İlerleyen yıllarda Tencteri kavmi Civilis isyanına katılır4. Usipi kavmi ise İS 70 yılında Chatti ve Mattiaci kavimleriyle birlikte hareket ederek Mogontiacum kalesinin kuşatılmasına yardım eder5. İS 84 yılında Germania’dan toplanarak Britannia’ya getirilen Usipi kavminden bir tabur asker Agricola’nın emrine verilir. Ancak kavim mensupları kendilerini eğitmekle mükellef Romalı askerleri öldürler ve bir kaç gemi ele geçirip gemideki dümencileri esir alarak Britannia’dan kaçmaya yeltenirler. Dümencileri şüphelendikleri için öldüren Usipi kavmi üyeleri dümen kullanmayı bilmedikleri için karaya çıkmak durumunda kalırlar. Burada yiyecek için mücadeleye girişirler, ancak yenilirler. Kalanları açlığa mahkûm olur ve aralarındaki en zayıfları yiyerek beslenirler. Bir kısmı Suevi, bir kısmı da Frisii kavimlerine esir düşer, bazıları ise köle olarak satılır6.

1 Cassius Dio, 54. 20. 2 Tacitus, Ann., 1. 51. 3 Ibid., 13. 56. 4 Id., Hist., 4. 21. 5 Ibid., 4. 37. 6 Id., Agr., 28. 115

Bu durum aslında Roma yönetiminin neden Usipi kavmine toplantılarında silahsızlanma ve yarı çıplak olma emri verdiğini açıklıyor gibidir1. Her fırsatta ayaklanan ve çevre kavimlerle anlaşmalar yaparak huzursuzluk çıkaran Usipi kavmine Roma İmparatorluğu’nun güveni kalmamıştır.

Bructeri

Tacitus eskiden Tencteri kavminin yanında Bructeri kavminin yaşadığını söyler ve kendi zamanında söylenenlere bakılırsa buralara ve Angrivarii kavimlerinin göç etmiş olduğunu ve Bructeri kavmini yerinden ettiğini belirtir. Komşu kavimlerin desteğini alan Chamavi ve Angrivarii kavimleri ya Bructeri kavminin zorbalıklarından nefret ettiklerinden, ya da yağma umduklarından bu kavmin kökünü kurutmuştur2.

Bu kavmin Tencteri kavminin neresinde yaşadığı tam olarak bilinmemekle birlikte Lippe ve Amisia nehirleri arasında ve Teutoburg Ormanı’nın güneyinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Tacitus da anlatımında kuzeye doğru bir yol izlediğinden Bructeri kavminin Tencteri kavminin kuzeyinde olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır.

Bructeri kavminin Roma İmparatorluğu karşısında sık sık sorun çıkardığını edebi kaynaklardan öğreniyoruz. Velleius Paterculus, Tiberius’un İS 4 yılında bu kavme boyun eğdirdiğini aktarır3. Suetonius ise Tiberius’un İS 10 yılında neredeyse bir Bructeri savaşçısı tarafından suikaste kurban gideceğinden bahseder4. İS 14 yılında Germania’dan çekilmek üzere olan Roma ordusuna Usipi ve Tubantes kavimleriyle birlikte tuzak kurarak saldırırlar5. Bunun üzerine Germania’dan çekilmekten vazgeçen Germanicus bu kavimlerin üzerine derhal çok güvendiği komutan Caecina’yı yollar ve ayaklanma çıkaran kavimlerin ülkeleri yerle bir edilir6.

1 Id., Hist., 4. 64. 2 Tacitus, G., 33. 3 Velleius Paterculus, Historia Romana, 2. 105. 4 Suetonius, De Vita Caesarem, Tiberius, 19. 5 Tacitus, Ann., 1. 51. 6 Ibid., 1. 60. 116

Bructeri kavmi Civilis’e isyanında destek veren ilk kavimlerden biriydi ve bu ayaklanmada önemli bir rol oynamıştı1. Bunun sebeplerinden biri de ünlü kâhin ’nın Bructeri kavmine mensup olmasıydı. Veleda, Civilis isyanının Germanialıların lehine biteceğini ve lejyonların yok edileceğini bilerek ünlenmişti2.

Chamavi

Bu kavim hakkında Tacitus’un verdiği tek bilgi onların Bructeri kavmini yerlerinden etmesidir. Annales eserinde ise Tacitus Usipi kavminin yaşadığı bölgede eskiden Chamavi kavminin yaşadığından bahseder. Usipi kavminin Rhenus nehrinin kollarından olan Lahn ve Sieg nehirlerinin arasındaki vadide yaşadığını göz önünde bulundurursak, Chamavi kavminin de bu bölgede veya bu bölgeye oldukça yakın bir yerde yaşamış olduğunu söyleyebiliriz.

Angrivarii

Tacitus, Germania eserinde Angrivarii kavminden Bructeri kavminin yerine göç eden kavim olarak söz eder. Germania eserinde çok kısa yer ayırmasına rağmen Annales eserinde bu kavimden daha fazla bahseder.

Germanicus Batavi kavmine karşı kampını güçlendirdiği sırada başka bir yerde Angrivarii ayaklanmasının başladığını haber alır. Çok güvendiği komutanı Stertinius’u süvari ve hafif piyadelerle birlikte onların üzerine sürer ve Angrivarii kavminin sadakatsizliği kılıçtan geçirilerek cezalandırılır3. Kısa zaman zarfında toparlanan Angrivarii kavmi İS 16 yılında Cherusci kavmi ile birlik olarak, Cherusci sınırlarında bulunan bir ormana pusu kurarlar. Süvarilerini ormanın derinliklerine gizlerler ve piyadelerini hendekler kazarak saklarlar. Pusuyu önceden haber alan Romalılar uzun atışlar yaparak hendeklerde gizlenmiş piyadeleri öldürürler, sonra da ormana süvarileri bulmak için girerler ve mücadelenin sonucunda Angrivarii kavmini bozguna uğratırlar. Bu olaydan sonra Roma ile dostluk ilişkileri kurmaya çalışan Angrivarii kavmi, Mare

1 Tacitus, Hist., 4. 21. 2 Ibid., 4. 61. 3 Tacitus, Ann., 2. 8. 117

Suebicum’da Germanialı kavimler tarafından kaçırılan Roma askerlerinin geriye alınmasında önemli bir rol oynar1.

Dulgubnii ve Chasuraii kavimleri

Dulgubnii ve Chasuraii kavimlerinin Angrivarii ve Chamavi kavimlerinin arkasında yaşadığını Tacitus’tan öğreniyoruz2. Ptolemaios da benzer bir ifadeyle

Dulgubnii kavminin Angrivarii kavminin gerisinde yaşadığını bize aktarır3. Tacitus’un ‘arka’, Ptolemaios’un da ‘geri’ derken kasıtları aslında Angrivarii kavminin güneyinde kalan bölgelerdir. Ancak diğer yazarlarda bu kavimlere ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanmaz.

Frisii

Tacitus, Frisii kavminin güçlerine göre Büyük Frisii ve Küçük Frisii olarak adlandırıldıklarını belirtir. Her iki kavim de okyanusa varıncaya dek Rhenus nehri civarına yerleşmiştir. Topraklarında Roma donanmasının sefer yaptığı büyük göllerin bulunduğunu yine Tacitus’tan öğreniyoruz4.

Romalılar Frisii kavmiyle İÖ 12 yılında Drusus onlarla ittifak imzaladığında karşılaşmıştılar. İlk önce hayvanlarını, daha sonra topraklarını Romalılara vermişledir. En son da dostluklarını. Varus’un ağır mağlubiyet aldığı savaşta Roma’ya sadık kalmışlardır. Ancak İS 28 yılında Roma’nın baskısından bunalan Frisii kavmi ayaklanmış ve ayaklanmayı bastırmak amacı ile üzerilerine yürüyen Roma birliklerini püskürterek

1 Id., Ann., 2. 24. 2 Id., G., 34. 3 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 4 Tacitus, G., 34. 118

bağımsızlıklarını kazanmışlardır1. İS 47 yılında Chatti kavminin gerçekleştirdiği ufak ayaklanmaları fırsat bilen Roma ordusu kumandanlarından Domitius Corbula, Rhenus nehrinin doğusunda bulunan kavimlerin üzerine yürümeye karar verir. Yapılan bu seferin sonucunda Frisii kavmi tekrardan Roma’ya boyun eğer2. İS 57 yılında Frisii kavmi IJsselmeer’in güneyine doğru yayılmaya ve topraklarını genişletmeye başlarlar. Ancak bu hareketleri Roma ordusu tarafından durdurulur ve geriye gitmeye zorlanırlar. Geriye dönmemekte direnenler ise öldürülür3. Frisii kavmi İS 69 yılında olan Civilis isyanında Batavi kavmine destek vermiştir4.

Frisii kavmi bugünkü IJsselmeer’i içine alacak geniş bir coğrafyada yaşamaktaydı. Amisia nehri bu kavmin doğu ve kuzey sınırını oluştururken, güney sınırını ise Rhenus nehri oluşturmaktaydı. İS 12. yüzyıl ve öncesinde IJsselmeer adı verilen deniz birbirinden bağımsız bir çok gölden oluşmaktaydı. Antik çağ yazarlarının bu bölgeden bahsederken ‘göller’ kelimesini kullanmalarının sebebi budur5. İS 12. yüzyıl sonrasında oluşan su baskınları sebebiyle bu göller birbirleriyle birleşerek bir iç deniz halini almıştır.

B- Kuzey ve Doğu Germania Kavimleri

Chauci

Chauci kavmi Frisii kavminin kuzey-doğusunda, Albis nehrinin okyanusa döküldüğü toprakların batısında yer almaktaydı. Visurgis nehri yaşadıkları toprakların içinden akıyordu. Germania’yı bir bütün olarak düşündüğümüzde Chauci kavminin kuzey-batıda ve okyanus kıyısında yaşadığını söyleyebiliriz.

Tacitus, Chauci kavminin ülke topraklarının bu geniş bölümünü zaptetmekle kalmadıklarını aynı zamanda buralara yerleştiklerinden bahseder. Germanialıların en

1 Id., Ann., 4. 72. 2 Tacitus, Ann., 11. 19. 3 Ibid., 13. 54. 4 Id., Hist., 4. 15 – 18. 5 Plinius, NH, 4. 101. 119

soylusu olan bu kavim büyük topraklarını adaletle korumayı yeğlemiştir. Hırs yapmadan, şiddet gösterilerine girişmeden bir köşede sükûnet içinde yaşarlar; yağmalara, soygunlara karışıp hiç bir savaşa sebebiyet vermezlerdi. Cesaretlerinin ve güçlerinin yegâne kanıtı üstünlüklerini kimseye zarar vermeden sürdürmeleridir. Buna karşın silahları ellerindedir; gerektiğinde pek çok piyade ve süvariden oluşan birlikleriyle savaşa hazırdırlar. Barış zamanında da savaştaki kadar ün salmışlardır.

Romalıların Chauci kavmiyle ilk karşılaşması Drusus’un İÖ 12-9 yılları arasında yaptığı seferlerde Chauci ve diğer bazı Germania kavimlerine boyun eğdirmesiyle olur1. İS 5 yılında Velleius Paterculus onların tekrar Roma kuvvetlerine boyun eğdiklerini aktarır2. Bu da bir ara bağımsızlıklarını kazanmayı başardıklarını ancak daha sonra yeniden Roma’ya boyun eğdiklerinin işaretidir. İS 14 yılında bir kez daha ayaklanan Chauci kavmine bu sefer Caligula boyun eğdirir3. İS 15 yılında Chauci kavmi Roma’ya savaşlarda destek sözü verir4. Tacitus, Arminius’un bir çok yara almasına rağmen kaçabilmesini Roma ordusuna destek veren Chauci kavmindeki savaşçıların onun kaçmasına izin vermesine bağlar5. Bu bağlamda Roma ordusuna destek sözü veren Chauci kavminin, hiç de güvenilir olmadığını anlayabiliyoruz. İS 69 yılında Civilis isyanında Chauci kavminin aktif rol oynadığını Tacitus’tan öğreniyoruz6. Buradan zaman zaman Roma’ya destek veriyor görünmelerine rağmen aslında Chauci kavminin her zaman özüne bağlı ve Germania’nın bağımsızlığı için çarpışan bir kavim olduğunu anlayabiliyoruz.

Chatti

Tacitus, Hercynia ormanından itibaren Chatti kavminin yerleşiminin başladığını söyler. Burası Germania düzlüğüne yayılmış diğer kavimlerin toprakları kadar geniş ve

1 Livius, Periochae, 140. 2 Velleius Paterculus, 2. 106. 3 Tacitus, Ann., 1. 38. 4 Ibid., 1. 60. 5 Ibid., 2. 17. 6 Id., Hist. 4. 79. 120

bataklık değildir. Buna karşılık birbirine bitişik tepelerin yükseldiği ve giderek seyreldiği bir alandır. Hercynia ormanı da kendi topraklarının yerlisi Chatti kavminin yerleşimine eşlik eder ve sonra gözden kaybolur. Bu kavmin halkının vücutları daha dayanıklıdır, uzuvları yapılıdır, yüz ifadeleri serttir ve daha cesur bir ruha sahiptirler. Diğer Germanialılara göre daha akıllı ve dirayetlidirler. Seçtikleri kişiye destek olup yükseltirler, yükselttikleri kişiye de itaat ederler; edindikleri mevkileri korumasını bilirler, önlerine çıkan fırsatları değelendirirler, iç dürtülerini denetlerler, gün içinde yapacaklarını belirlerler, geceleri siperlerde saklanıp kendilerini güvenceye alırlar; talihin değişken olduğunun farkındadırlar, cesaretin güvenilirliğine inanırlar. Üstelik sadece Roma disiplini altında görülebilecek ender bir özellikleri de ordudan çok komutana güvenmeleridir. Güçlerinin kaynağı, silahlardan başka bir de demirden aletler ve yiyecek taşıyan piyadeleridir. En iyi piyadeye sahip Chatti kavmidir. Diğer Germania kavimlerinin düzensiz dövüşe kalkıştığını, Chatti kavminin ise hareketlerinden, ciddi anlamda savaş yaptığını anlamak mümkündür. Düzensiz baskınlara, rastgele çatışmalara giriştikleri pek görülmez1.

Diğer Germania kavimleri arasında nadiren uygulanan ve kişisel cesaretin göstergesi olan bir âdeti Chatti kavmi geleneksel hale getirmiştir: Ergenlik çağına erişir erişmez saç ve sakal uzatmak ve bir düşman öldürünceye dek bu alışkanlıktan vazgeçmeyeceklerine dair yiğitlik üzerine şeref sözü verip ant içmek. Düşmanın kanlı cesedi üstünde yüzlerini açıp gösterirler ve ancak ondan sonra hayata gelmelerinin bedelini ödediklerine, yurduna ve atalarına layık birer insan olduklarına inanırlar. Korkak ve savaştan kaçan kişiler ise hep saçlı sakallı dolaşır. Ayrıca içlerinden en cesur olanı bir düşman öldürüp özgürlüğünü kazanıncaya kadar kelepçe gibi demir bir yüzük takar. Bu demir yüzüğü takmak kavim içinde onursuzluğun işaretidir. Kavmin çoğu bu tür adetlerden çok hoşlanır2.

Saçları kırlaşmış yaşını başını almış kimseler toplum içinde göze batar ve hem düşmanlarının hem de kendi insanlarının dikkatini çeker. Bu kimseler savaşa başlamanın

1 Tacitus, G., 30. 2 Ibid., 31. 121

sorumluluğunu üstlenir ve harp saffında ilk sıraya yerleşirler, bu alışılmadık bir manzaradır. Barış zamanında bile uygar bir görünüş kazanıp sakinleşmezler. Hiç birinin ne evi, ne arazisi, ne de bir meşgalesi vardır. Kimin yanına gidip yerleşmişseler onlar tarafından beslenirler. Başkalarının malını har vurup harman savurur, kendilerininkilere de hiç önem vermezler, ta ki yaşlanıp elden ayaktan kesilinceye ve bu dikbaşlı kahramanlık gösterisine elverişsiz bir hale düşünceye kadar1.

Chatti kavmi bugünkü Orta ve Kuzey Hesse’den Visurgis nehrinin alt kollarından olan Fulda ve Eder’e kadar uzanan bölgede yerleşikti.

Roma İmparatorluğu’nun hükmüne girmemek için oldukça yoğun bir çaba sarfeden Chatti kavmi, İS 9 yılında Arminius’un ayaklanmasına katılarak Varus’un ordusunun yok edilmesinde büyük rol oynamıştır. Germanicus İS 15 yılında öç almak için Chatti topraklarının talan edilmesini emir verir. İS 17’de ise Germanicus Chatti, Cherusci ve Angrivarii kavimlerini yenilgiye uğratarak ve bir çok esir alarak muzaffer bir komutan sıfatıyla Roma’ya geri döner. Ancak bu tarihten sonra da Chatti kavminin ayaklanmaları devam eder. İS 50 yılında2 tekrar ayaklanmışlar ve İS 70 yılındaki Batavia ayaklanmasında3 da aktif rol oynamışlardır.

Cherusci

Tacitus bu kavmin Chauci ve Chatti kavimlerinin yakınında yaşadığını aktarır. Cherusci kavmi saldırılara maruz kalmadığından, uzun süren abartılı ve cesaret kırıcı bir barış dönemi yaşamıştır. Tacitus bunun güvenli olmaktan çok keyifli bir durum olduğunu söyler. Çünkü yasa tanımayan güçlü komşular arasında barışsever olmak, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Güçlünün hüküm sürdüğü yerlerde, itidal ve adalet sadece en kudretliye tanınan özelliklerdir. Bu yüzden vaktiyle iyi ve adaletli olan Cherusci halkına şimdi korkak ve budala dendiğini yine Tacitus’tan öğreniyoruz4.

1 Ibid., 29. 2 Tacitus, Ann., 12. 27. 3 Id., Hist., 4. 37. 4 Id., G., 36. 122

Cherusci kavmi Visurgis nehrinin her iki yakasında, doğuda Albis nehrinden güneyde Chatti kavminin topraklarına kadar olan bölgede yaşardı.

Caesar eserinde Cherusci kavminin Suevi kavmiyle olan ilişkilerine kısaca değinir ancak bu kavmin geleneklerinden ve sosyal yapısından bahsetmez1. Drusus’un İÖ 12-9 yılları arasında yaptığı seferler sonucunda Roma halkı Cherusci kavminin ismini duyar2. Velleius Paterculus İS 4 yılında Tiberius’un bu kavme tekrardan boyun eğdirdiğinden; ancak kısa süre sonra liderleri Arminius’un Romalıların başına büyük felâketler getirdiğinden bahseder3.

Cherusci kavminin ordu komutanı Segimerus’un oğlu olan Arminius sadece Roma vatandaşlığı değil aynı zamanda Roma ordusunda asil süvari sınıfına girmeyi başarmış bir Germanialıydı. Asil bir soydan gelmesi, sonuca ulaşmadaki çevikliği, zekası ve cesareti onu diğer barbarlardan ayırıyordu ve dolayısıyla Roma ordusunun seferlerinde önemli görevlerde yer alıyordu4. İlerleyen tarihlerde Roma ordusunun içinden geldiğinden dolayı Arminius, Roma ordusunun eksiklerini iyice kavrayarak ülkesine dönüp Cherusci kavminin ordusunun başına geçer. Marsi, Chatti, Bructeri, Chauci ve çevredeki bazı küçük kavimleri yönetimi altında toplayan Arminius, İS 9 yılında kendi ordusunun neredeyse iki katı olan Publius Varus komutasındaki Roma ordusuna savaş açar ve Roma ordusunu oldukça ağır bir yenilgiye uğratır. Bu yenilgi ile Roma’nın uzun zamandır süren genişlemesi bir süreliğine durulur.

Kızının Arminius ile evlenmesine hiddetlenen Cherusci kavmi lideri Segestes, Arminius’un İS 14 yılında planladığı tuzağı Roma ordusuna haber vererek Arminius’un planlarını altüst eder5. İS 15 yılında Arminius tarafından esir düştüğünde ise Germanicus’un yardımına başvurur. Bu yardım karşılığında ise Germanicus’a hamile kızı yani Arminius’un karısı Thusnelda’yı ve oğlu Segimundus’u verir. Thusnelda ve Segimundus İS 17 yılında Germanicus’un zafer alayında sergilenir. Kısa zaman sonra

1 Caesar, BG, 6. 10. 2 Livius, Periochae, 140. 3 Velleius Paterculus, 2. 105. 4 Ibid., 2. 118. 5 Tacitus, Ann., 1. 55. 123

doğan Arminius’un tek çocuğu Thumelicus’un Ravenna’da gladyatör olarak yetiştirildiği ve 30 yaşına varmadan öldüğü düşünülmektedir. İS 17’ye gelindiğinde güçleri bakımından denk olan Marcomanni ve Cherusci kavimleri çatışırlar ve kazanan Arminius komutasındaki Cherusci kavmi olur1. İS 19 yılında Arminius vatana ihanet suçlamaları ile karşı karşıya kalır ve kendi kavminden kişiler tarafından öldürülür2.

İS 47 yılına gelindiğinde Cherusci kavmi kralsız kalır. Bütün soylular iç savaşlarda ölmüşlerdir. Cherusci kavmi Roma’dan, yaşayan tek Cherusci soylusu olan ve Roma’da ikamet eden, Arminius’un yeğeni Italicus’u göndermesini ister. Italicus Cherusci kavmine kral olarak gittiğinde büyük bir coşku ile karşılanır.

Fosi

Fosi kavminin ismi Tacitus’tan başka hiç bir kaynakta geçmez. Tacitus bu kavmin Cherusci kavmiyle birlikte yıkıldığını söyler3. Bu da Cherusci kavmine bağlı ve onlardan medet uman bir topluluk oldukları fikrini kuvvetlendirir.

Cimbri

Cimbri kavmi bugün Jutland adıyla bilinen yarım adanın büyük bir bölümünde yaşamaktaydı. Tacitus, Cimbri kavminin ücra köşedeki yarım adada yani okyanusun yanı başında yerleşik olduğunu aktarır. Tacitus, “Bunlar şimdi küçük bir kavimdir ama şanları büyüktür. Eski şöhretlerinin alabildiğine büyük izleri hâlâ yaşamaktadır. Rhenus’un her iki kıyısında geniş çaplı karargâhları vardır ve bunların kapladığı alandan bu kavmin nüfuzunu ve savaş gücünü ölçebilir, büyük göçlerinin kanıtını bulabilirsin,” diyerek sözlerine devam eder.

1 Ibid., 2. 44. 2 Ibid., 2. 88. 3 Tacitus, G., 37. 124

İÖ 1. yüzyıl yazarları Cimbri kavminin Gallialı olduğu yönünde fikirler öne sürerler. Caesar ise Cimbri kavminin Germanialı olduğunu söyleyen ilk yazardır1.

Drusus İÖ 12-9 yılları arasında yaptığı keşif çalışmalarında Cimbri kavmiyle karşılaşmıştır. Dostluk ilişkileri kurmak isteyen Cimbri kavmi, ülkelerinin en değerli kazanını Augustus’a yollar ve evvelden işledikleri suçlardan dolayı af diler2. Tacitus’un bahsettiği Cimbri kavminin göçü hakkında elimizde olan bilgiler sınırlıdır. Strabon Cimbri kavminin sık sık meydana gelen su baskınlarından dolayı göç ettiklerinden ve Roma’ya doğru ilerlerken durdurulduklarından bahseder3. Caesar ise İÖ 2. yüzyılda Cimbri kavminin Teutones kavmi ile birleşip Roma sınırlarına dayandığını söyler4.

Strabon, Cimbri kavminin geleneklerine dair bilgi veren yazarlardandır. Keşif gezisinde, eşlerinin erkeklere ve dini törenleri yapan kadınlara eşlik ettiğini söyleyerek sözlerine başlar. Daha sonra aklaşmış saçlara sahip, beyazlara bürünmüş, çıplak ayaklı rahibelerin savaş esirlerini kamplarından alarak herkesin toplanabileceği bir yere götürdüklerinden bahseder. Burada yere bronz küpler koyarlar ve bu küplerin üzerine esirleri boyunlarından asarlar. Esir daha can vermeden gırtlağını keserler ve kanın küplere akış şekline bakarak kehanette bulunurlardı5. 1835 yılında Jutland’da yapılan kazılarda bataklık içinde bulunan ‘Haraldskær kadını’ adı verilen cesedin böyle bir ritüelde kurban edildiği, boynunun etrafında bulunan ip kalıntılarından anlaşılmaktadır6. Danimarka’nın alçak bölgelerinden Himmerland’ın Gundestrup köyünde yürütülen kazı çalışmalarında bataklıkta bulunan ve ismi Gundestrup kazanı koyulan kazan ise Strabon’un bahsettiği değerli kazan anlatımına tıpatıp uymaktadır7.

Suevi

1 Caesar, BG, 1. 33. 2 Strabon, Geo., 7. 2. 1. 3 Strabon, Geo., 7. 2. 1. 4 Caesar, BG, 1. 33. 5 Strabon, Geo., 7. 2. 3. 6 http://www.archaeology.org/online/features/bog/gunhild.html 7 http://www.unc.edu/celtic/catalogue/Gundestrup/kauldron.html 125

Suevi kavminin ismi Proto-Germanik *swe-, ‘bizzat, kendisi’ kelimesi ve –bo- ‘olmak’ son eklerinden oluşur. Yani Suevi kavminin ismi için ‘kendileri için var olanlar’ anlamına geliyor diyebiliriz1. Tacitus Suevi kavminin Chatti ve Tencteri kavimleri gibi tek bir kavimden oluşmadığından, Germania’nın büyük bir kısmını ele geçirdiklerinden dolayı bünyelerinde bir çok kavim bulundurduklarından bahseder. Ele geçirdikleri bu kavimler kendine özgü isimleri olan kavimlerdir, ancak tümüne genel olarak Suevi denir2.

Augustus sonrası kaynakların bir çoğu Suevi kavmine dahil olan kavimlerin Moravia ve Bohemia bölgelerinde yerleşik olduğuna dair bilgiler verir. Caesar eserinde Suevi kavminden bahsederken onların Rhenus nehri boylarında yerleşik olduğunu söyleyerek sözlerine başlar ve Gallia’daki Ariovistus’un güçlerine katılmalarına engel olmak için önlem alması gerektiğini söyleyerek sözlerine devam eder3. Anlatımının devamında Caesar, Suevi kavminin çok büyük bir toprak parçasında egemenliklerini sürdürdüklerini ve bu geniş alanın bir çoğunun üzerinde yerleşim bölgelerinin olmadığını söyler. Büyük olmalarının sonucu güçlüdürler, bu nedenle bir çok kavim onlara karşı koyamaz. Ülkelerinin bir yanının 600 mil uzunluğunda olduğu söylenir. Diğer yandan ise ülkeleri Ubii kavminin topraklarına değer. Ubii kavminin de güçte Suevi kavmine denk olması sonucu Suevi kavmi bir çok kez denemesine rağmen onları ülkelerinden sürememiştir. Usipi ile Tencteri kavimleri de Suevi kavmi tarafından ülkelerinden sürülmek istenen kavimlerdendir. Uzun süre Suevi baskılarına direndikten sonra bu kavimler ülkelerinden kovulmuş ve Germania’nın bir çok bölgesinde dolanıp durduktan sonra, Rhenus nehri boylarına gelip Menapii kavmine komşu olmuşlardır4.

Roma’ya bağlılık sözü vermiş olan Ubii kavmi Suevi kavmi tarafından rahatsız edilince Caesar kendisinin onlara yardım için yola çıktığından bahseder. Romalıların köprü yapımını haber alan Suevi kavmi, kavim içi toplantı yaparak, kadınları, çocukları ve değerli eşyaları ormanın derinliklerine göndermeye ve eli silah tutabilecek her erkeği

1 Walde, A., Lateinisches Etymologisches Wörterbuch, p. 624. 2 Tacitus, G., 38. 3 Caesar, BG, 1. 37. 4 Ibid., 4. 4. 126

Roma’ya karşı savaş için hazırlamaya başlar. Ülkelerinin ortasındaki düzlükte toparlanan Suevi birlikleri Romalıları beklemeye koyulur. Caesar, hem Suevi kavmine yardım eden Sugambri kavminden öç almak hem de Ubii kavmini Suevi işgâlinden kurtarmak amacıyla Suevi kavminin üzerine yürür. Yeterli derecede başarı kazandığına inandığında da kullanıma kapatmak için yaptırdığı köprüyü yıkar ve Gallia’ya geri döner1.

Strabon, Suevi kavminin oldukça büyün bir coğrafyada yerleşik olduğunu söyler. Bu kavmin bir kısmının Sugambri kavminin tam karşısında yerleşik olduğunu aktarır. Suevi kavminin hem güç hem de sayı bakımından diğer kavimlerden üstün olduğunu söyleyerek açıklamalarına devam eder. Suevi kavmi tarafından ülkelerinden kovulan kavimler, nehri aşarak toprak arayışına geçmiştir. Ülkelerini savunmak amacı ile yerlerinden ayrılmayanlar ise Suevi kavmi tarafından yok edilmişlerdir2. Strabon, Suevi kavminin bir kısmının ise Hercynia Ormanında ve çevresinde yerleşik bulunduğunu belirtir. Bunlara Marcomanni ve Semnones kavimleri de dahildir. Suevi kavmine dahil olan kavimlerden Hermunduri3 ve Langobardi kavimleri ise ormanın dışında, Albis nehrinin ücra köşelerinde yerleşiktir4.

Suetonius ise Augustus’un başarılarından bahsederken, ona başkaldıran bir çok kavmi yenilgiye uğrattığını ve yaşayanları Albis nehrinin ötesine sürdüğünü, ona boyun eğen Suevi ve Sugambri5 kavimlerini ise Rhenus nehri boylarındaki topraklara yerleştirdiğini söyler6.

Tacitus, Suevi kavminin tek bir kavimden oluşmamış olduğunu oldukça açık bir şekilde dile getirir. Suevi kavmi, her biri kendi adlarıyla anılan ayrı kavimlerden oluşur, ancak tümüne Suevi denir. Bu halkın ayırıcı özelliği saçlarını arkada kıvırıp topuz yapmalarıdır. Bu özellik Suevi kavmini diğer Germania kavimlerinden ayırdığı gibi, Suevi’nin özgür doğumlularını da kölelerinden ayırır7. Bu tip saç şeklinde tüm saç

1 Ibid., 4. 19. 2 Strabon, Geo., 3. 4. 3. 3 Strabon’da Hermondori olarak geçer. 4 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 5 Suetonius bu kavme Sigambri olarak hitap eder. 6 Suetonius, Augustus, 21. 1. 7 Tacitus, G., 38. 127

kafanın sağ tarafında toplanır ve toka yardımı olmadan duracak şekilde büyük bir özenle düğüm haline getirilirdi. Bu ayırıcı özellik hakkında Seneca Aethiopis ırkları arasında siyah tene sahip olmak şaşılacak bir şey değildir der, aynı şekilde de Germania ırkları arasında erkeklerin kızıl saçlarını düğüm şeklinde başlarının üzerinde toplamalarının şaşılacak bir olay olmadığından bahseder1. Arkeolojik kazılarda bulunan bedenlerin bazılarında Suevi kavmi ile özdeşleştirilen bu saç düğümüne de rastlanır.

Seyrek ve sadece gençler arasında uygulansa bile saçları kafanın sağ tarafında düğümleme âdeti diğer Germania kavimleri arasında da vardır. Ama ya bunların Suevi’yle bir yakınlıkları vardır ya da bu kavmi taklit etmek için böyle yaparlar. Kavimlerin liderleri saçlarını daha süslü şekilde toplar. Görünümlerine dikkat etmeleri kendilerini sevdirmek amaçlı değildir. Kendi bakımlarını iyi yaptıkları takdirde savaş esnasında daha uzun ve korkutucu göründüklerine inanırlar. (Suevi tipi saç şekli için V. Haritalar, Resimler ve Çizimler no: 11).

Semnones

Tacitus, Semnones kavminden bahsederken şu cümleleri kullanır, “Semnones kavmi kendilerini Suevi kavminin en eskisi ve en soylusu olarak görür. Dinsel inançları çok eski bir kavim olduklarının kanıtıdır. Yılın belli dönemlerinde aynı adı taşıyan ve aynı soydan gelen halklar temsilcileriyle birlikte atalarının törelerine ve eskiden kalma batıl bir inanca göre kutsal sayılan bir ormanda toplanır. Burada hep birlikte bir insan kurban ettikten sonra kendilerine özgü tüyler ürperten vahşi bir ayine başlarlar”. Bahsi geçen koru Semnones kavminin toprağındadır. Tüm dünyanın yöneticisi olan tanrının o koruda hüküm sürdüğünü ve her şeyin ona tabi olduğunu düşünürler ve kendilerini bu korunun civarında yaşadıkları için şanslı hissederler. Yüz tane köyde yaşarlar ve işgâl ettikleri bu büyük alan kendilerinin Suevi kavminin lideri olduklarına inanmalarını sağlar2. Tacitus gibi Strabon’da Suevi ve Semnones kavimleri arasındaki bağdan

1 Seneca, de Ira, 3. 26. 3. 2 Tacitus, G., 40. 128

haberdardır. Semnones kavminden bahsederken Strabon, onların Suevi kavminin büyük bir kolu olduğunu söyler1. Caesar ise Semnones kavminden Senones olarak bahseder. Kendisinin Treveri ve Ambroix kavimlerinin arasında çıkan çatışmayı yatıştırmak için Senones kavminden süvari tedarik edeceğini de sözlerine ekler2.

Augustus’un anlatımına göre Roma donanması daha evvel hiç bir Romalının ne deniz ne de kara yoluyla ulaşamadığı yerlere giderken, Semnones kavmi donanmaya elçiler ve hediyeler göndererek dostluk talebinde bulunan kavimlerin başında geliyordu3. Ptolemaios’un Semnones kavmine Suebi Semnones olarak hitap etmesi bu kavmin çoğu yazar tarafından Suevi kavmiyle özdeşleştirildiği konusunda bize kesin kanıtlar sunmaktadır. Ptolemaios’un verdiği bilgiler doğrultusunda Semnones kavminin sınırlarının Albis nehrinin ilerisinden başlayıp, Ptolemaios’un Suevi nehri, diğer Latin yazarlarının ise Viadrus nehri olarak adlandırdığı nehre kadar olan bölgede son bulduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer deyişle Semnones kavminin Albis nehrinden Burgundiones4 kavminin yerleşimine dek olan topraklarda yaşadığını söylememiz hiç de yanlış olmayacaktır5.

Langobardi

Langobardi kavminin nüfusunun az olması ile ün saldığını Tacitus’tan öğreniyoruz. En kalabalık ve en güçlü kavimlerle çevrili olmalarına karşın boyun eğerek değil, savaşarak ve tehlikeye atılarak kendilerini korurlardı6.

Romalıların vahşilikte bütün Germania’dan üstün olan Langobardi kavmi ile ilk karşılaşmasının İS 5 yılında Tiberius’un onların gücünü kırmasıyla olduğunu Velleius Paterculus’tan öğreniyoruz7. Strabon ise bu kavmin Albis nehrinin en ücra köşelerinde

1 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 2 Caesar, BG, 6. 5. 3 Augustus, Res Gestae Divi Augusti, Monumentum Ancyranum, 26. 4 Tacitus Burgundiones kavminden bahsetmez. 5 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 6 Tacitus, G., 40. 7 Velleius Paterculus, 2. 106. 129

yerleşik olduğundan bahseder. Ancak Langobardi kavmi bulunduğu topraklardan kovulmuş ve başka yerlere göçmeye zorlanmıştır. Strabon bu coğrafyada yaşayan insanların kolaylıkla göç edebilmelerini, toprak ekip biçmemelerine, ürün stoklamamalarına ve çoğunlukla geçici evlerde oturmalarına bağlar.

Tacitus, Langobardi kavminin Suevi kavmine mensup olduğunu belirterek açıklamalarına başlar. İS 17 yılında Langobardi kavminin Marcomanni kavminin lideri Maroboduus’un egemenliği altında bulunduğunu söyler. Ancak daha sonra Langobardi ayaklanarak Maroboduus’un egemenliğinden çıkar ve Arminius’un tarafına geçer1. İS 47 yılında ise Cherusci kavmine dahil olarak, yeni kralları Italicus’un gelişini kutlarlar2.

Strabon da aynı Tacitus gibi Langobardi kavminin Suevi kavmine mensup olduğunu söyler ve Albis nehri boylarında, Chauci kavminin doğusunda yaşadıklarını aktarır3. Ptolemaios’un eserinde de Langobardi kavmine ilişkin bilgilere rastlamaktayız. Ptolemaios, Rhenus nehrinin beri tarafında yerleşik kavimleri sayarken Langobardi kavminden bahseder. Onların Sugambri kavminin güneyinde yaşadıklarını da sözlerine ekler4.

Antik çağda Langobardi kavmine ilişkin son bilgi Cassius Dio’dan gelir. Dio Langobardi kavminin Danuvius nehrini aşarak Pannonia topraklarına göç etmek istediğini ancak Macrinius Avitus Catonius Vindex komutasındaki süvari birliği tarafından geri püskürtüldüğünü aktarır5. İS 5. yy’da Langobardi kavmi güneye doğru göçe başlamış ve İS 586 yılında Kuzey İtalya’da bugün Lombard adıyla bilinen bir krallık kurmuştur.

Langobardi tarihçisi olarak bilinen İS 8. yy tarihçilerinden Paulus Diaconus, bu kavmin tarihi hakkında Historia Langobardorum adında bir eser yazmıştır. Paulus

1 Tacitus, Ann., 2. 45. 2 Ibid., 11. 17. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 4 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 5 Cassius Dio, 71. 3. 130

eserinde Langobardi kavminin ismini lang “uzun” ve bard “sakal” kelimelerinden aldığını söyler1. Dolayısıyla Langobardi kavminin ismi “uzun sakallılar” anlamına gelir.

Reudigni, Aviones, Anglii, Varini, Eudoses, Suarines ve Nuitones Kavimleri

Tacitus, Reudigni, Aviones, Anglii, Varini, Eudoses, Suarines ve Nuitones kavimlerinin Langobardi kavminin yakınında, doğal bir sur oluşturan nehirlerle ve ormanlarla çevrili bir bölgede yaşadıklarını söyler. Ortak olarak Nerthus’a yani Toprak Ana’ya tapmaları dışında tek tek ele alındıklarında bu kavimlerin pek bir özellikleri yoktur2. Suevi kavminin bu kolunun Germania’nın en ücra köşelerine dek uzandığını yine Tacitus bize aktarır3.

Anglii kavminden Ptolemaios’un ‘Suevi Angli’ olarak bahsetmesi onun da Tacitus gibi bu kavimlerin Suevi kavmine dahil olduğunu düşündüğünün ispatıdır. Anlatımının devamında onların yerleşim yerini Langobardi kavminin doğusundan, kuzeye doğru uzanan bölge olarak verir4.

Tacitus’un Varini olarak adlandırdığı kavimden Yaşlı Plinius Varinnae olarak bahseder. Plinius Varini kavmini, Vandili kavmini oluşturan Burgodiones, Charini ve kavimleri arasında sayar5. Ptolemaios ise Varini kavmini Virounoi ismi ile anar ve Saxones ile Semnones kavimleri arasında yerleşik olduklarını söyler6. Bu bilgilerden başka, hiç bir antik eserde bu kavimlere ilişkin kapsamlı bilgiye rastlamayız.

Hermunduri

Tacitus, Danuvius nehri boyunca gidildiğinde, yakınlarda Roma’ya sadık bir kavim olan Hermunduri’ya rastlandığını söyler. Germanialılar arasında bir tek bu kavmin

1 Paulus Diaconus, Historia Langobardorum, 1. 8-9. 2 Tacitus, G., 40. 3 Ibid., 41. 4 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 5 Plinius, NH, 4. 99. 6 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 131

sadece bu nehrin kıyısında değil, bölgenin en içerlek yerlerinde ve Raetia eyaletinin en zengin kolonisinde de ticaret yapmaya izni vardı. Bir bekçi olmadan nehrin her yanından karşı tarafa geçebiliyorlardı. Bekçi olmadan hareket edebilmeleri, Romalıların onlara ne denli güvendiğinin göstergesidir. Diğer kavimlerin sadece Roma’nın silahlarını ve karargâhlarını görmeye izinleri varken, açgözlü olmadıkları için Hermunduri kavmi insanlarına Romalılar evlerini ve kırsal malikanelerini bile açmıştır. Tacitus, Hermunduri kavmi ile ilgili anlatımının sonunda Albis nehrinin onların topraklarında doğduğunu söyler; anlatımının devamında bu nehrin artık sadece isminin varlığını sürdürdüğünü belirtir. Aslında Albis nehri kuzey-doğu Bohemia’dan doğar. Burası bugünkü Polonya sınırına denk gelen bir bölgedir ve Hermunduri topraklarından uzaktadır. Tacitus büyük olasılıkla Albis nehrini onun bir kolu olan Saale ile karıştırmaktadır. Çünkü haritalardan bakacak olursak Saale nehrinin Hermunduri topraklarını suladığını görürüz.

Yaşlı Plinius Hermunduri kavmini, Herminones ırkını oluşturan Suevi, Chatti ve Cherusci kavimleri arasında sayar1. Romalıların Hermunduri kavmi ile ilk karşılaşmasını bizlere Cassius Dio aktarır. İÖ 5 yılında Romalı komutan Domitius Hermunduri kavminin yeni topraklara yerleşme ümidiyle yaptıkları güneye doğru olan göçü önler ve onların Marcomanni kavminin bitişiğine yerleşmelerine önayak olur2. İS 17 yılında güçlü Hermunduri kavmi liderleri Vibilius önderliğinde, Maroboduus’un yerine geçen ve kendini Marcomanni ve Quadi kavimlerinin kralı ilan eden Catualda’yı tahtından indirir3. İS 48 yılında Hermunduri kavmi, ülkesinden kovulduktan sonra çevredeki kavimlere sıkıntı vererek tiranlık yapmaya başlayan eski Suevi kralı Vannius’u başarı ile ele geçirir4. İS 57 yılının yazında Hermunduri kavmi ile Chatti kavmi arasında büyük bir savaş çıkar. Bu savaş her iki kavmin topraklarından akan ve tuz elde edilen nehre her ikisinin de sahip olma isteği ve nehri bir türlü paylaşamamalarından dolayı çıkmıştır. Savaşın sonucu Hermunduri kavmi lehinedir. Chatti kavmi ise çok ağır bir yenilgi alır5.

1 Plinius, NH, 4. 100. 2 Cassius Dio, 55. 10a. 3 Tacitus, Ann., 2. 63. 4 Ibid., 12. 29. 5 Ibid., 13. 57. 132

Hermunduri kavmi Almanya’nın bugün Thuringia adıyla bilinen bölgesinde yaşamaktaydı. Bir çok araştırmacı Hermunduri kavminin İS 280 yıllarında tarih sahnesine çıkan Thuringi kavminin atası olduğunu öne sürer. Bunun sebebi de –duri son ekinin değişime uğrayıp Thuri haline gelerek, bu yeni kavmin isminin başında yer aldığı düşüncesidir1.

Naristi

Tacitus, Naristi kavminin Hermunduri kavminin hemen yanında yaşadığını söyler. Naristi kavminin yozlaşmamış olduğunu söyleyerek de anlatımına devam eder. Naristi kavminin yerleşim yerine Germania’nın sınırı denilebileceğini ve bu sınırı Danuvius nehrinin çevrelediğini yine Tacitus’tan öğreniyoruz2.

Bu kavimle alakalı bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. İS 166’da başlamış ve İS 180 yılında bitmiş Marcomanni savaşlarında, Naristi kavminin Marcomanni kavmine destek verdiğini Cassius Dio’dan öğreniyoruz3. Ancak sahip olduğumuz bilgiler bundan öteye gitmez.

Marcomanni

Hermunduri kavminin hemen ardında Marcomanni kavminin bulunduğunu Tacitus’tan öğreniyoruz. Tacitus ayrıca Marcomanni kavminin ününün ve gücünün oldukça büyük olduğunu ve vaktiyle Boii kavmini sürüp yurtlarını kendi güçleriyle kazanmış olduklarını da bizlere aktarır. Marcomanni kavmi Tacitus’un zamanına dek kendi soylarından gelen krallarla yönetilmiştir. Ancak krallarının gücü ve iktidarı Roma’nın yetkisindedir4.

1 Schutz, H., The Germanic Realms in Pre-Carolingian Central Europe, p. 402. 2 Tacitus, G., 42. 3 Cassius Dio, 71. 21. 4 Tacitus, G., 42. 133

Marcomanni kavminden ilk bahseden antik kaynak Caesar’dır. Caesar Marcomanni kavminin üzerine yürürken ve onlara kaçacak yer bırakmazken, kavimdeki kadınların çığlıklar atarak erkekleri savaşa hazırladıklarına ve Romalılara esir düşmemeleri için yalvardıklarına şahit olur1. Benzer bir betimlemeyi Tacitus da yapar ve bu durumu şu cümleleri kullanarak özetler. “Kaybetmeye yüz tutmuş, hatta neredeyse kaybedilmiş savaşlar kadınların sürekli ettiği dualarla ve göğüslerini açarak esaretin çok yaklaştığını betimlemeleriyle yeniden kazanılır. Esaret erkeklerin kendi kadınları adına tahammül edemedikleri bir durumdur2”.

İÖ 5 yıllarında Marcomanni kavmi Maroboduus önderliğinde göç eder ve bugünkü Bohemia’da yerleşik Boii kavmini yurtlarından kovarak oraya yerleşir3. Liderleri Maroboduus liderliği süresince Roma’ya dost olacaktır. Ancak İS 19 yılında, Marcomanni kralı Maroboduus tarafından geçmiş yıllarda ülkeden sürülmüş Catalunda adındaki genç bir Gotones asili, Marcomanni topraklarına girerek ve soyluları kendi tarafına çekerek Maroboduus’u tahtından indirmeyi başarır. Bu durumdan hoşnut olmayan Roma, Catalunda’yı tahtından indirerek yerine güvenilir Quadi kralı Vennius’u geçirir4. İS 50 yılında Vennius kız kardeşinin oğulları Sido ve Vangio ve Hermunduri kralı Vibillius tarafından tahttan indirilir ve sürgüne yollanır5. İyi giden Roma- Marcomanni ilişkileri, İS 87’de Domitianus Dacia kralı Decebalus’a karşı verdiği savaşta kendine destek vermeyen Marcomanni ve Quadi kavimlerine birlikler yollamasıyla ve onları ağır bir şekilde cezalandırmasıyla son bulur6.

Quadi

1 Caesar, BG, 1. 51. 2 Tacitus, G., 8. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 4 Tacitus, Ann., 2. 62-3. 5 Ibid., 12. 29. 6 Cassius Dio, 67. 7. 134

Aynı Marcomanni kavmi gibi Quadi kavmi de Hermunduri kavminin hemen yanı başında yerleşik bulunur. Quadi kavminin yozlaşmamış bir kavim olduğunu Tacitus bizlere aktarır. Bu kavim adeta Germania’nın sınırını oluşturur1.

Quadi kavminden bahseden ilk yazar Tacitus’tur. Tacitus Annales eserinde Quadi kavminin liderinin Vannius olduğundan söz eder2. Ptolemaios ise Quadi kavminin Orkynia Ormanından biraz ötede yerleşik olduğundan bahseder3. İS 1. yüzyılda Quadi kavmi hakkında bilinenler bunlardan öteye gitmez.

Marsigni

Tacitus, Marsigni kavminin Marcomanni ve Quadi kavimlerinin ilerisinde yaşadığını belirtmekten öte bu kavim hakkında başka bir bilgi vermez. Bu kavime diğer antik çağ yazarlarında da rastlayamadığımız için haklarında herhangi bir bilgi edinemiyoruz.

Cotini

Tacitus, Cotini kavminin Marcomanni ve Quadi kavimlerinin arkasında yaşadığını söyler. Tacitus’un arka kelimesinden kastı Marcomanni ve Quadi kavimlerinin kuzey-doğusudur. Cotini kavminin Gallia dili konuşması ve haraç ödemek zorunda olması onların Germanialı olmadığını ispat etmektedir. Bu haraç onlara yabancı olduklarından, kısmen Sarmatae, kısmen de Quadi kavimleri tarafından yüklenmiştir. Tacitus bu haracı ses çıkarmadan ödemesinden dolayı Cotini kavminin utanması gerektiğini söyler. Çünkü bu kavmin topraklarında demir ocakları bulunur. Bu demir ocaklarını işleterek, demir aletler üretip özgürlükleri için savaşmamaları tembelliklerinden ileri gelir4.

1 Tacitus, G., 42. 2 Tacitus, Ann., 2. 63. 3 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 4 Tacitus, G., 43. 135

Cotini, bugünkü Slovakya ve Güney Polonya topraklarında yaşayan Kelt kökenli bir kavimdi. Cotini kavminin Kelt kökenli olduğunu anlamamızı sağlayan Havránok arkeolojik kazılarıdır. Havránok tepesinin çok önemli dini, ekonomik ve politik bir merkez olduğu sanılmaktadır. Bu merkezin en önemli kavminin ise Cotini olduğu tahmin edilmektedir. İS 1. yüzyıla gelindiğinde barışsever Cotini kavmi Quadi ve Dacia kavimlerinin saldırılarına maruz kalır ve küçülmek zorunda kalır. Bu kazıda ayrıca İÖ 1. yüzyıla tarihlendirilen ahşap bir tapınak ve etrafını çeviren sağlam bir taş duvar, totemler, çömlek fırını, heykeller ve çiftlik alanları da bulunmuştur1.

Buri

Tacitus, Buri kavminin de Marcomanni ve Quadi kavimlerinin kuzey-doğusunda yaşadığından bahseder. Buri kavminin dil ve yaşayış tarzı bakımından Suevi kavmine benzediğini yine Tacitus’tan öğreniyoruz2.

Ptolemaios bu kavimden ‘Lugi Buri’ olarak bahseder ve yaşadıkları yerin Asciburgium dağının eteklerinden, Vistula nehrinin doğduğu topraklara kadar uzandığını da sözlerine ekler3. Ptolemaios’un bu sözlerinden Buri kavminin kavmine dahil bir kavim olduğunu anlıyoruz.

Lugii

Tacitus Suevi topraklarının sıradağlarla bölündüğünden bahsederken, bu sıradağların ötesinde bir çok kavmin yaşadığını söyler. Bu kavimlerden biri olan Lugii’nin adı geniş bir alana yayılmıştır ve bir kaç kavmi kapsar. Bu kavimlerin arasında en güçlüler şunlardır: Harii, Helveconae, , Helisii ve Nahanarvali. Nahanarvali kavminin topraklarında çok eskiden kalma, kutsal bir koru vardır. Kadın kılığına girmiş bir rahip buranın koruyuculuğunu üstlenmiştir; tanrılarını Roma diline Castor ve Pollux

1 http://havranok.host.sk/ 2 Tacitus, G., 43. 3 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 136

olarak çevirebileceğimiz adlarla anarlar. Tanrılığın gücünü Alcis adıyla betimlerler. Tanrılarının hiçbir heykeline rastlamazsınız, yabancı inanışlardan hiç bir iz yoktur. Yine de o tanrılara iki kardeş, iki genç olarak tapınırlar. Harii kavmi ise, az önce saydığımız kavimlerle karşılaştırıldığında üstün bir güce sahip olmalarının yanı sıra, diğerleri kadar vahşidir; bu doğal vahşiliklerini sanatın yardımıyla ve fırsatları değerlendirerek arttırırlar: Kalkanları siyahtır, vücutları siyaha boyanmıştır. Savaşmak için kara geceleri seçerler, hortlaklar ordusu şeklindeki korkunç görünüşleri öyle dehşet saçar ki hiçbir düşman onların tuhaf ve neredeyse cehennemi andıran yüzleriyle karşılaşmak dahi istemez1.

Tacitus aynı Suevi kavmi gibi Lugii kavminin de bir çok kavimden oluşma büyük bir kavim olduğunu öne sürer. Ptolemaios da aynı şekilde eserinde Lugii kavmine dahil olan kavimlerden bahseder ve bunların tümünün Semnones kavminin doğusunda bulunduğunu belirtir2. Strabon’a göre Lugii kavmi oldukça büyük bir kavimdi ve Marcomanni lideri Maroboduus’un egemenliğindeydi3.

Lugii kavminin kökenine ve nereden göç ettiklerine dair bilgiye ise sahip değiliz.

Gotones

Tacitus Gotones kavminin diğer Germania kavimlerine nazaran sıkı bir yönetime sahip olduğunu söyler4. Bu bilgiyi verdikten sonra hemen başka kavimleri anlatmaya başlar. Plinius bu kavme Gutones olarak hitap eder ve onları Germania’yı oluşturan beş ana kavimden biri olan Vandili kavmini oluşturan belli başlı kavimlerden sayar. Ayrıca Pytheas’ın Mare Suebicum’daki keşif gezilerinde Gutones kavminin topraklarına ulaştığını ve kehribarın bu sahillere bolca vurduğundan bahsettiğini anlatır5. Strabon ise Gotones kavmine Boutones olarak hitap eder ve bu kavmin Marcomanni lideri

1 Tacitus, G., 43. 2 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 3 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 4 Tacitus, G., 43. 5 Plinius, NH, 4. 99. 137

Maroboduus’un egemenliğinde olduğunu belirtir1. Ptolemaios ise bu kavme Goutai olarak hitap eder ve onların Vistula nehrinin ağzında bulunan Skandia’dan geldiklerini söyler2.

Aslında Gotones kavmi Vandili ile Lugii kavimleri arasında yerleşik bulunmaktaydı. Daha sonra Viadrus ve Vistula nehirleri arasındaki bu geniş toprakları nüfuslarının kalabalıklaşması sebebiyle terk etmişler ve güney-doğuya doğru ilerleyerek Karadeniz’in kuzeyine yerleşmişlerdir. Göç arkeolojik kazılar tarafından kanıtlanamasa da, Viadrus ve Vistula kültürünün İS 2. yüzyılda bugün Ukrayna’nın bulunduğu toprakları derin bir şekilde etkilemesi sebebiyle bu göçün olduğuna inanılmaktadır3.

Rugii ve Lemovii

Tacitus, bu kavimlerden denizden uzak kavimler olarak bahseder. Yegâne özellikleri yuvarlak kalkanları, kısa kılıçları ve krallarına gösterdikleri itaatkârlıktır.

Rugii kavminden bahseden, Tacitus dışındaki tek yazar Ptolemaios’tur. Ptolemaios ‘Rugiclei’ kavminin hem denize hem de Vistula nehrinin ağzına yakın bir yerde yerleşik olduğunu söyler4. Lemovii kavmine ise değinmez. Tacitus’un bu iki kavmin ismini bir arada kullanmasından Rugii ve Lemovii kavimlerinin birbirine yakın bir coğrafyada yerleşik olduklarını söyleyebiliriz.

Suiones

Rugii ve Lemovii kavimlerinin ilerisinde, deniz kıyısında Suiones topluluklarının başladığını Tacitus’tan öğreniyoruz. Askerlerinin ve silahlarının yanı sıra donanmaları da çok güçlüdür. Bu noktada gemilerinin şekli Roma’nınkilerden farklıdır, çünkü hem önünde hem arkasında bulunan pruvasıyla her zaman çark etmeden kıyıya yanaşabilirler.

1 Strabon, Geo., 7. 1. 3. 2 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 3 Todd, M., The Early Germans, p. 140. 4 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 138

Bu gemilerin ne yelkenleri vardır, ne de yan taraflarında sıra sıra kürekleri. Bazı nehir sandallarında olduğu gibi kürekleri sabit değildir.

Suiones kavminde zenginliğe onur bahşedilir ve bir kişi sınırsızca, ama sonsuz bir itaat beklentisiyle yönetimi üstlenir. Diğer Germania kavimlerinden farklı olarak bu kavimde kimse silah taşımaz. Silahları bir tarafa kapatıp her zaman da bir köleyi bekçi tayin ederler. Çünkü açık deniz düşmanların ani baskınlarına engel oluşturduğundan bu kavim çoğu zaman güvendedir. Ancak kavim mensuplarının kendi aralarında çatışmaması için silahları kapalı tutarlar1.

Tacitus’a gelene dek bu kavimden diğer antik çağ yazarları bahsetmemiştir. Plinius Cimbri yarımadasında beş yüz tane köye sahip bir kavim bulunduğunu ve bu kavmin isminin Hilleviones olduğunu belirtir. Araştırmacılar bu ismin ille Suiones olduğunu ve eser çoğaltılırken el yazmalarında yapılan bir hata sonucu Hilleviones halini aldığını savunurlar2.

Suiones kavminin ötesinde durgun ve neredeyse kıpırtısız bir deniz vardır. Tacitus dünyanın bu denizle kuşatıldığına inanıldığını söyler. Çünkü orada batan güneşin son ışıkları, güneş yeniden doğuncaya kadar hüküm sürer. Bu ışık yıldızları bile sönükleştirecek kadar parlaktır. İnanışa göre, güneş suların üzerinden yükselirken bir ses duyulur, güneşin arabasının atları ve başındaki tacın hareleri görünür. Tacitus, buranın doğanın son sınırı olduğunu söyleyenin doğru söylemiş olduğunu belirtir3. Güneş tanrısının tacındaki hareler derken Tacitus’un kuzey ışıklarından4 bahsettiği gayet açıktır.

Tacitus açıklamasının devam eden kısımlarında bu durgun denizin Aestii kavminin topraklarını suladığını söyler. Böylelikle bahsi geçen denizin gelgitlerin fazla, rüzgârların az, sislerin ise yoğun olduğu Riga körfezi olduğunu anlayabiliyoruz.

Aestii

1 Tacitus, G., 44. 2 Kendrick, T. D., A History of the Vikings, p. 71. 3 Tacitus, G. 45. 4 Aurora Borealis. 139

Tacitus, bu kavmin töreleri, yaşayış biçimleri ve giyim tarzları bakımından Suevi kavmine benzediğini, ancak dillerinin daha çok Britannii’nin dilini andırdığını belirtir. Aestii kavmi Ana Tanrıça’ya tapmaktaydı. Bu inanışın işareti olarak üzerinde yaban domuzu olan nişanlar takarlardı. Silahlar yerine geçen bu nişanı insanlığın koruyucusu olarak görürlerdi ve tanrıçaya tapan herkesin bu nişanla düşmanlar arasında bile güvende olacağına inanırlardı. Demirden silah pek kullanmazlardı, daha çok sopa kullanırlardı1. Aestii kavminin demirden silah kullanmamasının sebebi genellikle taştan, topraktan ve kemiklerden yaptıkları aletleri kullanmalarıdır. Baltık kavimleri arasında demiri eritme İÖ 1. yüzyılda başlamasına rağmen İS 100 yılına dek demir aletler tam anlamıyla kullanılmaya başlamamıştır2.

Germanialıların alışılan tembelliğine karşılık bu kavim hububat ekiminde ve meyve ağaçları yetiştirmede canla başla çalışırdı. Ayrıca denizleri de tararlardı. Bir tek onlar sığlıklarda ve sahillerde kendi dillerinde “glesum” dedikleri kehribar toplarlardı. Yabanıl olduklarından doğanın bu kehribarı neden ve nasıl ürettiğini araştırıp öğrenmemişlerdi. Aslında bu kavim halkı kehribarı hiç kullanmazdı, üstünkörü toplar, topak topak biçimsiz şekillerde Roma’ya satarlardı ve karşılığında aldıkları paraya şaşıp kalırlardı3.

Aestii kavmi bugünkü Litvanya ve Letonya kıyılarında yaşamaktaydı.

Sitones

Tacitus Aestii kavmi gibi Avrupa kıtasının en kuzey-batısında yaşayan bir kavimden bahsederken, bir anda Jutland adasında yaşayan Suiones kavmine çok yakın bir yerde yaşayan Sitones kavmini anlatmaya girişir. Bu kavmin Suiones kavmine her bakımdan benzediğini ancak aralarında tek bir fark olduğunu, bunun da Sitones kavminin kadınlar tarafından yönetilmesi olduğunu aktarır. Bir kadın tarafından yönetilmelerinin

1 Tacitus, G., 45. 2 Gimbutas, M., The Balts, London , Thames and Hudson, 1963. 3 Tacitus, G., 45. 140

sonucu sadece özgürlüklerini kaybetmekle kalmamışlar, aynı zamanda köleliği bile arar hale gelmişlerdir1.

Bu bölgede yaşayan Sitones adlı bir kavme diğer antik çağ yazarlarında rastlanmaz. Ancak Strabon Bastarnae kavmine dahil Sidones adlı bir kavimden bahseder. Sidones kavminin Peucini kavmine yakın bir yerde yerleşik olduğunu da sözlerine ekler2. Bastarnae kavimleri Germania’nın Sarmatia bölgesinde yani en doğusunda yaşamaktaydılar. Benzer bir ifadeyle Ptolemaios’da Sidones kavini Cotini kavmine yakın bir yere yerleştirir3.

Tacitus’un Sitones kavmi diye adlandırdığı kavmin Sidones kavmi ile alakalı olup olmadığı bilinmemektedir. Ayrıca Sitones kavminin Suiones kavminin yakınlarında yerleşik bulunduğuna dair de bir kanıt yoktur.

Bastarnae, Peucini, Venethi ve Fenni

Tacitus, Peucini, Venethi ve Fenni kavimlerini Germanialılar olarak mı, yoksa Sarmataelı olarak mı adlandıracağını tam olarak bilemez. Kimilerinin Bastarnae olarak adlandırdığı Peucini kavmi, dillerine, yaşayış biçimlerine, yerleşim yerlerinin kalıcılığına bakılacak olursa, Germanialılara benzer. Kirlilik ve uyuşukluk hepsinin ortak özelliğidir. Liderlerinin başka kavimlerden aldıkları kadınlarla evlenmeleri yüzünden bozulmuşlar, Sarmatae halkının yüz yapısını almışlardır. Venethi kavmi de pek çok bakımdan Sarmatae özelliklerini taşır. Eşkıyalık yaparak Peucini ve Fenni kavimleri arasında yükselen bütün ormanlarda ve dağlarda dört dönerler. Yine de onları Germanialılar arasında saymak daha doğru olabilir, çünkü sabit evleri vardır, kalkan taşırlar, yaya olarak çok hızlı koşmaktan hoşlanırlar. Bu özellikleriyle yük arabalarında, ya da at sırtında yaşayan göçebe Sarmatae kavminden ayrılırlar4.

1 Ibid., 45. 2 Strabon, Geo., 7. 3. 17. 3 Ptolemaios, Geo., 2. 10. 4 Tacitus, G., 46. 141

Fenni kavmi akıllara durgunluk verecek kadar yabani, sefalet derecesinde yoksuldur. Ne silahları, ne atları, ne de evleri vardır. Otları yiyecek, hayvan derilerini giyecek, toprağı ise yatak yerine kullanırlar. Güvendikleri tek şey, oklarıdır; demir olmadığından, okların ucunu kemiklerle sivriltirler. Avcılık erkeklerin olduğu kadar kadınların da geçim kaynağıdır. Her yerde erkeklerin yanında dolaşırlar ve avdan hak talep ederler. Küçük çocukların bile, iç içe geçmiş dallarla örülü bir barınak dışında, onları vahşi hayvanlardan, fırtınalardan koruyacak sığınakları yoktur. Gençler dönüp dolaşıp böyle bir yere gelir, yaşlılar böyle bir yerde dinlenir. Ama bu onları tarlalarda inim inim inlemekten, evlerde çalışıp didinmekten, umut ve korku arasında gide gele kendisinin ve başkalarının malı için endişeye kapılmaktan daha mutlu eder. İnsanlara ve tanrılara karşı kayıtsız kalıp çok zor bir başarıya ulaşmışlardır: Onlara göre arzu edilecek hiçbir şey yoktur1.

İÖ 2. yüzyılda Macedonia kralı beşinci Philippos’un Dardania’lılara karşı yaptığı savaşta Bastarnae kavmi ile ittifak kurduğunu Titus Livius’tan öğreniyoruz2. Cassius Dio, İÖ 59 yılında Bastarnae kavminin Macedonia valisini yenilgiye uğrattığından bahsederken, onları Scythia’lı Bastarnae kavmi olarak anar3. İÖ 29 yılında ise Romalı komutan Marcus Crassus’un, Dacia ve Bastarnae kavmine karşı gelmek için Macedonia’ya gönderildiğini yine Cassius Dio’dan öğreniyoruz. Cassius Dio bir kez daha üzerine basarak Bastarnae kavminin Scythialı olduğunu öne sürer4. Peucini kavminden Strabon da bahseder ve onların Bastarnae kavmine dahil olan bir kavim olduğunu belirtir. Strabon’a göre Peucini Borysthenes5 nehrinin kenarında yaşamaktadır6. Plinius da aynı şekilde Peucini kavminin Bastarnae kavmine dahil olduğunu belirtir ve bunların Germania’yı oluşturan kavimler arasında beşinci büyük kavim olduğunu da sözlerine ekler7.

1 Tacitus, G., 46. 2 Livius, Ab Urbe Condita, 40. 5. 3 Cassius Dio, 38. 10. 4 Ibid., 51. 23. 5 Bugünkü Dnieper nehri. 6 Strabon, Geo., 7. 3. 17. 7 Plinius, NH, 4. 100. 142

Ptolemaios Dacia’nın kuzeyinde kalan topraklarda Peucini ve Bastarnae kavimlerinin yaşadığını belirtir. Cassius Dio’nun aksine Ptolemaios bu kavimlerin Sarmatialı olduğunu söyler1. Ploutarkhos ise Bastarnae kavminin Gallialı olduğunu, süvarilikleri ve savaşçılıkları ile tanındıkları fikrini ortaya atar2. Strabon ise antik çağ yazarları arasında Bastarnae ve Peucini kavimlerini Germanialı olarak anan ilk yazar olma özelliğini gösterir3.

Tacitus’un Venethi kavmi adıyla andığı kavmi Hadriaticum4 Denizi kıyısında bugünkü Venedik’te yerleşik Veneti kavmiyle karıştırmamak lazımdır5. Tacitus’un Venethi olarak bahsettiği kavim Germania’nın kuzey-doğusunda yaşayan bir kavimdi. Bu kavimden diğer antik çağ yazarları Venedae olarak bahsederler. Plinius, Venedae kavminin Vistula nehrinin denize döküldüğü yerde yaşadığını ve yakınında Sarmatia kavminin bulunduğunu aktarır6. Ptolemaios Venedae kavminin Sarmatia kavimlerinin en büyüklerinden biri olduğunu iddia eder ve Peucini ile Bastarnae kavimlerinin kuzeyinde yaşadıklarını söyler7.

Fenni kavminden Ptolemaios Finni kavmi olarak bahseder ve ilk önce onların Skandia adasının kuzeyinde yaşadıklarını belirtir8 daha sonra da Venethi kavminin yakınlarında yerleşik olduklarını sözlerine ekler9. Germanialılar’dan farklı olarak Fenni kavmi evlere ve atlara sahip değildi. Evlere sahip olmamaları onların göçebe olduklarına dair bir işaret olabilir ancak atlarının olmaması göçebe olmadıklarının ispatıdır. Göçebe toplumlar sürekli yer değiştirdiklerinden dolayı atlara ve arabalara ihtiyaç duyarlardı. Fenni kavmi ise ev kurmayı bilmeyecek kadar medeniyetsiz bir toplumdu. Tacitus’un anlatımına göre toprağı ekip biçmeyi bilmediklerinden dolayı da yiyecek olarak bitki

1 Ptolemaios, Geo., 3. 5. 2 Ploutarkhos, Bioi Paralleloi, Aemilius, 9. 3 Strabon, Geo., 7. 3. 17. 4 Adriatik Denizi. 5 Plinius, NH, 37. 43. 6 Ibid., 4. 97. 7 Ptolemaios, Geo., 3. 5. 8 Ibid., 2. 10. 9 Ibid., 3. 5. 143

kökleri ve bitkilerin kendilerini yemekteydiler1. Ovidius en ilkel insanların yaşama biçimlerini anlatırken ‘ev olarak ağaç dallarını, yiyecek olarak da bitkileri kullanırlar’ der2. Ovidius’un bu cümlesi Fenni kavminin ilkel yaşamını özetliyor gibidir.

Hellusii ve Oxiones

Tacitus bu kavimlerden bahsederken onların Fenni kavminin de ilerisinde yaşadığını söyleyerek sözlerine başlar. Ancak bu kavme mensup kişilerin yüzlerinin ve ifadelerinin insana, bedenlerinin ve uzuvlarının vahşi hayvana benzemesinden dolayı bu kavimlere masalsı kavimler der. Hem Hellusii ve Oxionae kavimlerine ilişkin kesin bilgiye sahip olmadığından bu kavimlerden bahsetmeyeceğini de sözlerine ekler.

Hellusii kavminin ismi Eski Yunanca ellos, ‘yarı keçi, yarı insan’ kelimesinden gelmektedir. Yani bu kavim insanlarının bu şekle sahip olduğu düşünülmekteydi. Antik çağ yazarlarından Herodotos eserinde de kuzeyin en uç noktalarında pek de insana benzemeyen masalsı varlıkların yaşadığını aktarır. Skythia kavimlerinin ilerisinde sarp dağ yamaçlarında doğuştan saçsız olan kadınların ve erkeklerin bulunduğunu, bu varlıkların yüzlerinin altında ise sivri bir sakala sahip olduklarını aktarır. Bu varlıklar kendi dillerini konuşurlar, meyvelerle beslenirler ve Skythia tipi kıyafetler giyerler. Kafası kel olan bu varlıkların ilerisinde ise keçi bacaklı, yılın altı ayını uyuyarak geçiren varlıkların bulunduğu söylenir. Ancak Herodotos bunlara inanmadığını açıkça belirtir3.

Kısacası insanlar ulaşamadıkları yerlerde yaşayan kavimler ve insan toplulukları hakkında masallar uydurmaktaydılar. Ancak hem Tacitus, hem de Herodotos bu masallara inanmamışlardır. Tacitus bahsi geçen kavimler hakkında tam bilgiye sahip olmadığından bu konuyu anlatmadan bırakacağını söylerken, Herodotos masalsı varlıklara inanmadığını açıkça söyleyerek eserine devam etmiştir.

1 Tacitus, G., 46. 2 Ovidius, Fasti, 2. 293. 3 Herodotos, Hist., 4. 24-5. 144

SONUÇ

Tacitus’un libellus aureus olarak adlandırılan Germania eserinin1 temel kaynak olarak alındığı bu tezde Germanialı kavimler gelenekleri, inançları, alışkanlıkları, askeri yapılanmaları, sosyal yaşamları gibi bir çok yönden tanıtılmaya çalışılmış ve bu kavimlerin Romalılarla olan gerek ticari gerek savaşla meydana gelen ilişkilerinin önemi vurgulanmıştır.

Tezimizin 3. bölümünde işlediğimiz “Germania’nın Coğrafi Konumu ve Komşuları” başlığı altında ilk önce Germania’nın sınırlarına değinildi. Germania’nın komşularının anlatıldığı ilerleyen bölümde Roma’nın eyaletleri konumunda olan Raetia, Pannonia ve Dacia’nın Roma için politik açıdan da önemleri üzerinde duruldu ve hangi kavimlerden oluştukları işlendi ve daha sonra Avrupa Kıtasının en batısında yerleşik Gallia halkları ile en doğusunda yerleşik Sarmatia halklarına değinildi. Germanialıların kökenini tanrılara bağlayan Tacitus’a destek çıkacak şekilde açıklamalar yaptığımız “Germania Halklarının Kökeni” adlı kısımdan sonra Germanialıların geçim kaynaklarının ele alındığı kısımda kavimlerin tarım, hayvancılık ve avcılık konularındaki özelliklerine değinildi ve sanılanın aksine Germanialıların aslında çok da avcı bir toplum olmadıkları sonucuna varıldı.

Daha sonra Germanialı Kavimler ile Romalılar arasındaki ticari ilişkiler ele alındı. Yeni yeni para kullanmaya başlayan Germanialıların aslında çok eski ticaret yöntemi olan takası tercih ettikleri, para kullananların ise hâlâ eski Roma para birimleri olan

1 Hutton, M., “Introduction to Germania” p. 122: V. Tacitus, Agricola, Germania, Dialogus, Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2000; Todd, M., The Early Germans, p. 6. 145

serratus ve bigatus kullandıkları görüldü. Bu bölümün sonlarına doğru en önemli ticaret maddesi kehribar mitolojik olarak açıklandıktan sonra bu maddenin ticari önemine değinildi. Germanialıların sosyal yaşamlarının anlatıldığı bölümde köylerinin nasıl kurulduğu ve görünümlerinin nasıl olduğu üzerinde duruldu ve sözlü anlatım görsel olarak da desteklendi. Sosyal yaşamla ilgili olarak işlenen konulardan biri olan “Germanialıların Spor ve Eğlence Anlayışı” başlıklı kısımda Germanialıların iş spor ve eğlenceye geldiğinde Romalılardan ne kadar farklı oldukları görüldü. Germanialıların aile yapılarının işlendiği bir diğer alt bölümde ise Germania kavimlerinin aile ve akrabalık ilişkilerine ne kadar önem verdiğini anlama fırsatı bulundu: O kadar önem veriyorlardı ki, miras olarak kan davalarını bile bir sonraki jenerasyona bırakabiliyorlardı.

Din konusu ise “Tanrılar”, “İnsan Kurban Etme Törenleri”, “Fal”, “Cenaze Törenleri” ve “Rahipler Sınıfı” alt başlıkları halinde incelendi. Tanrılar konusunda Germania’da hangi tanrıların tapımlarının sürdüğü, hangi tanrılara diğerlerinden daha çok rağbet gösterdikleri ve bunların nedenleri incelendi. Roma tarafından barbar olarak adlandırılmalarına sebebiyet veren insan kurban etme geleneğinde ise bunu çoğu zaman kehânet amaçlı yaptıkları görüldü. Çubuklara yazdıkları harflere bakarak açtıkları fal dışında, iç organlara ve kuşların uçuşuna bakarak açtıkları falların Roma ile bir çok ortak özellik taşıdığı ise “Fal” bölümünde açıklandı. Mezarlarının ise taşlardan yoksun olmasının, Roma’nın sit tibi terra levis mantığına yakınlığı “Cenaze Törenleri” başlığı altında incelendi.

En önemli konulardan biri olan askeri yapılanmaların açıklanmasına, birliklerin ve ordu içindeki insanların görevlerinin açıklandığı piyade ve süvari birlikleri ile ilgili açıklamalarla başlandı. Savaş durumlarında ne gibi taktikler kullandıkları, askeri mertebeleri, piyadelerin süvarilerden çok daha fazla oluşları ve bunların nedenleri bu bölümde vurgulanmıştır. Daha sonraki bölümlerde, ne gibi silahlara ve zırhlara sahip oldukları, ruhlarını coşturan Barritus şarkıları ve orduları yönetmeye layık görülen liderler işlendi.

Son bölüm olan “Germania’nın Kavimleri” bölümünde Tacitus’un kavimleri işleyiş sırasına sadık kalınarak geniş Avrupa coğrafyasında yerleşik küçük büyük bütün 146

kavimler teker teker açıklanmıştır. Okuyucuya kolaylık olması, zihinde daha iyi canlanması ve haritada daha kolay bulunması açısından kavimler Batı Germania, Kuzey ve Doğu Germania olmak üzere ayrılarak işlenmiştir.

Kuzey Avrupa Bronz Çağı denilen İÖ 1800 – 800 yılları arasında İskandinav yarımadasındaki yaşam, hava koşullarının elverişsiz olması sebebiyle yavaş yavaş doğu Almanya kıyılarına ve Vistula nehri boylarına kaymaya başlar. Arkeolojik kazılarda Erken Demir Çağ’ında (İÖ 750) bugünkü Hollanda’dan Vistula nehrine kadar olan bir coğrafyada yerleşik halkların bulunduğu saptanmıştır. Yüksek bölgelerdeki nüfusun artması sonucu toprağın verimsizleşmesi sebebiyle, batıda bulunan sel havzaları bile yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlamıştı1. Frankenstein ve Rowland adlı iki araştırmacı, Hallstatt ticaret yolu2 aracılığıyla kuzey halklarının kültürel ve ticari ilerleme sağlayarak kuzey-doğu Fransa ve orta Rhenus nehrinin Alpis dağlarına bakan kısımlarında yerleşimlerinin çoğaldığını iddia ederler. Bu Klasik Gallia La Tène Kültürü’nün3 de ilerlemesine önayak olan bir gelişmedir. La Tène kültürü İÖ 200 – 150 yılları arasında, Kuzey Almanya Düzlüğü’ne, Danimarka yarımadasına ve Güney İskandinavya’ya kadar ilerlemiş bir kültürdü4. Ölü yakma törenlerinin gerçekleştiği yerlerde yapılan kazı çalışmalarında Kelt izleri taşıyan takılar, silahlar, kazanlar ve bardak gibi bir çok metal bulunması bu düşünceyi kuvvetlendirmiştir5.

Avrupa’nın doğusunda yaşayan kavimler Skythia adıyla anılırken, batıda yaşayan kavimler Gallia ve Kelt isimleriyle anılıyordu. İÖ 2. yüzyıldan evvel Orta ve Kuzey Avrupa’da yaşayan halklar hakkında herhangi bir bilgiye kimse sahip değildi. Bu bölgelerde Germania adlı bir kavmin yaşadığını aktaran ilk yazarın Pytheas olma olasılığı

1 Verhard, L., Op zoek naar de Kelten : nieuwe archeologische ontdekkingen tussen Noordzee en Rijn, p. 81 – 84. 2 Hallstatt kuzey Avusturya’da bir yerleşim birimidir. Araştırmacılar burada yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkardıkları ticaret yoluna Hallstatt diyerek ona bölgenin ismini vermişlerdir. 3 La Tène Avrupa Demir Çağı kültürüne verilen bir isimdir. Bu kültüre bu ismi La Tène arkeolojik kazıları vermiştir. 1800’lerin ortalarında yürütülen bu arkeolojik kazılarda bir çok antik eser bulunmuştur. 4 Frankenstein, S. and M. J. Rowlands, The Internal Structure and Regional Context of Early Iron Age Society in South-western Germany, Bulletin of the London Institute of Archaeology 15, p. 70 – 112; Collis, J., Oppida: Earliest Towns North of the Alps, p. 41. 5 Looijenga, J. H., around the North Sea and on the Continent AD 150-700, Groningen: SSG Uitgeverij, 1997. 147

oldukça yüksektir. Ancak eseri kayıp olduğundan bundan tam olarak emin olunamamaktadır. Kesin olarak ilk aktaran yazarın ise Poseidonios olduğunu bilmekteyiz. İÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru kuzeyden gelen kalabalık bir insan topluluğu güneye doğru ilerlemeye ve Roma’nın kuzey sınırlarını tehdit etmeye başlayınca Germanialılar hakkında bilinenler doğal olarak yavaş yavaş artmaya başlar.

Tacitus, Germania kavimlerini monografi biçiminde incelemiş ilk antik çağ yazarıdır. Ancak Tacitus’un zamanından sonra gelen zamanlarda neler olduğu tam olarak bilinmemektedir. Cassius Dio ve birkaç yazar dışında başka kimse bu konuya eğilmemiştir. Bu yazarlar da konuyu yüzeysel olarak ele almış ve detaylara inmemiştir. Sahip olduğumuz bilgilere dayanarak bu belirsiz zamanda meydana gelmiş belli başlı olayların şunlar olduğunu öğreniyoruz: Marcus Aurelius’un İS 166 – 180 yılları arasında Marcomanni kavmine karşı savaş vermesi, İS 180 yılında Goth’ların Vistula nehrinden güney Rusya’ya göç etmesi, İS 213 yılında Alamanni kavminin ortaya çıkması, İS 233 yılında Alamanni kavminin, Roma eyaletleri olan Yukarı Germania ve Raetia’yı tahrip etmesi, İS 259 yılında Alamanni kavminin Roma’yı Rhenus ve Danuvius sınırını geri çekmeye zorlaması ve İS 275 yılında Roma’nın Dacia eyaletini terk edişi1. Bu durumda 2. yüzyıl, 3. yüzyıl ve 4. yüzyılın başında Germanialıların gelişimlerinin son derece belirsiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzyıllar Germania (Alman) tarihinde bilinmeyen, Karanlık Çağ’lar olarak adlandırılır. Tacitus’un Annales’inin yazıldığı tarihten Ammianus Marcellius’un eserini verdiği İS 353 yılına kadar Germanialıların yaşamı hakkında ne yazık ki herhangi bir fikir sahibi olamamaktayız.

Ammianus kendi devrinin Germanialılarının ne durumda olduğuna ışık tuttuğunda ise Tacitus’un anlattığı zaman ile arasında büyük farklar olduğu göze çarpar. Tacitus’un bahsettiği batı Germania’da yaşayan kavimlerin neredeyse tümünün yok olduğu gözlenir. Chatti ve Cherusci gibi Tacitus’un büyük kavim olarak bahsettiği kavimler bile ortadan kaybolmuş gibidir. Bunların yerine yeni kavim isimleri ortaya çıkar: Moenus nehrinin güneyinde Alamanni, aynı nehrin kuzeyinde Frank kavmi, onların hemen gerisinde

1 Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, p. 176-178. 148

Burgundii ve deniz kenarlarında Saxones. Bu kavimlerin hiç birinin Tacitus tarafından tanınmadığını biliyoruz.

Karanlık Çağ olarak adlandırdığımız bu 2.5 asırlık bilinmeyen zamanda, doğudan gelen insanların mı bu yeni kavimleri oluşturduğu, yoksa orada mevcut kavimlerin diğer bazı kavimlerle birleşip yeni isim mi aldığı tam olarak bilinmemektedir. Tacitus’un eserini verdiği zamanda da Germania’da yaşayan birçok kavmin hareket halinde olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, Karanlık Çağ’da da büyük insan topluluklarının göç ettiğini söyleyebiliriz. Kavim içi huzursuzluklar nedeniyle iç savaşa sürüklenen Cherusci gibi bazı kavimlerin de kendi kendini yok ettiği çok açıktır. Bu durum büyük kavimlerin bir çoğunda meydana gelmiş olabilir1.

Bazı araştırmacılar Germania eserinin kuzey sınırlarını sık sık huzursuz eden bu kalabalık insan topluluğunu Roma halkına tanıtmak amacıyla yazıldığını söyler. Bazıları ise Tacitus’un Germania eserini kaleme almasının nedenini çoğu zaman bozulan Roma erdemlerinin başka ırklarda yaşadığını Romalı okuyucularına gösterme isteği olarak açıklar. Ancak bu sefer de erdemli olmak ve geleneklere sahip çıkmak için, Germanialılar gibi medeniyetsiz, barbar ve geri mi olmak gerekir düşüncesi ortaya çıkar2.

Eski Yunan ve Romalı yazarların Germanialılardan bahsederken sık sık “vahşi” ve “barbar” sıfatlarını kullandıklarını gözlemlemekteyiz. Ancak bu konuya Germanialıların gözünden bakacak olursak aslında davranışlarının hiç de anormal olmadığını görürüz. Romalılar nasıl kuzey sınırlarının Germanialılar tarafından tehdit edildiğini biliyorduysalar, Germanialılar da aynı şekilde güney sınırlarının hızla büyüyen güçlü bir Roma devleti tarafından tehdit edildiğini biliyorlardı. Antik Çağ eserlerinde ifade edildiği şekilde oldukça medeniyetten uzak, kırsal bir yaşam sürmekte olan Germanialıların yaşadıkları ve sevdikleri yurtlarını tehdit eden Roma orduları karşısında önlemlerini almaları hiç de şaşılacak bir davranış değildir. İnsanların yaşadıkları ve sevdikleri yurtlarını tehdit eden herhangi bir dış etkenin ortaya çıkması sonucunda, insanlığın en ilkel hislerinden olan vahşilik ister istemez ortaya çıkar.

1 Thompson, E. A., The Early Germans, p. 150. 2 Syme, R., Tacitus, vols 1-2, passim. 149

Roma’nın genişleme politikasında topraklarına kattığı yerler arasında, sorun yaşamamak ve büyük Roma devletiyle dost olmak amacıyla ayaklanma çıkarmadan topraklarını Roma’ya bırakan toplulukların yanı sıra, ülkelerinin Roma egemenliğine girmesini istemeyen halklar da vardı. Bu gibi durumlarda Romalıların o ülkeleri ele geçirme şekilleri merhametsiz ve oldukça kanlı oluyordu.

Sonuç olarak medeniyetin barbarlığa bir çözüm getirmediğini görüyoruz. Kanımca insanları hayatları boyunca yaşadıkları yurttan etmek isteyen bir gücün gelmesi sonucu ortaya çıkan vahşi ve ilkel duygular, oldukça asil duygulardır. Kendilerine medenî diyenlerin yaptığı barbarlıklar ise açgözlülükten başka bir şey değildir. Bu bilgiler ışığında kime medenî kime medeniyetsiz diyebileceğimiz tartışma konusudur.

150

Antik Kaynaklar Bibliografyası

Apuleius, Florida, ed. by Vincent Hunink, Amsterdam, 2001. Aristoteles, Politeia, trans. by H. Rackham, Harvard University Press, 1932. Caesar, de Bello Gallico, trans. by H. J. Edwards, Harvard University Press, 1917. Cassius Dio, Historia Romana, trans. by Earnest Cary, Herbert B. Foster, Harvard University Press, 1927. Cato, de Agricultura, trans. by W. D. Hooper, H. B. Ash, Harvard University Press, 1934. Catullus, Catullus, trans. by F. W. Cornish, Harvard University Press, 1913. Cicero, de Senectute, de Amicitia, de Divinatione, trans. by W. A. Falconer, Harvard University Press, 1923. Cicero, de Natura Deorum, trans. by H. Rackham, Harvard University Press, 1933. Diodorus Sikulos, Bibliotheke historike, trans. by C. H. Oldfather, C. L. Sherman, C. Bradford Welles, Russel M. Geer, Francis R. Walton, Harvard University Press, 1967. Euripides, Heracles, Hippolytus, Andromache, Hecuba, trans. by David Kovacs, Harvard University Press, 1995. Herodotos, Historiai, trans. by A. D. Godley, Harvard University Press, 1925. Hesiodos, Theogonia, trans. by Glenn W. Most, Harvard University Press, 2007. Hippokrates, de aere, aquis et locis, trans. by W. H. S. Jones, Harvard University Press, 1923. Historia Augusta: Tacitus, trans. by D. Magie, Harvard University Press, 1932. Homeros, Ilias, trans. by William Wyatt, A. T. Murray, Harvard University Press, 1925. Homeros, Odysseia, trans. by A. T. Murray, George E. Dimock, Harvard University Press, 1919. Horatius, Odes, Epodes, trans. by Niall Rudd, Harvard University Press, 2004. 151

Iosephus, de Bello Iudaico, trans. by H. St. J. Thackeray, Harvard University Press, 1927. Martialis, Epigrammata, trans. by D. R. Shackleton Bailey, Harvard University Press, 1993. Ovidius, Heriodes, Amores, trans. by Grant Showerman, Harvard University Press, 1914. Ovidius, Tristia, ex Ponto, trans. by A. L. Wheeler, Harvard University Press, 1924. Ovidius, Fasti, trans. by J. G. Frazer, Harvard University Press, 1931. Paulus Diaconus, Historia Langobardorum, ed. by Georg Waitz, Hannover, 1878. Pindaros, Olympian Odes, trans. by William H. Race, Harvard University Press, 1997. Plautus, Miles Gloriosus, trans. by Paul Nixon, Harvard University Press, 1924. Plinius, Naturalis Historia, trans. by H. Rackham, W. H. S. Jones, A. C. Andrews, D. E. Eichholz, Harvard University Press, 1962. Plinius, Epistulae, trans. by Betty Radice, Harvard University Press, 1969. Ploutarkhos, Bioi Paralleloi, trans. by Bernadotte Perrin, Harvard University Press, 1920. Polybios, Historiai, trans. by W. R. Paton, Harvard University Press, 1927. Pomponius Mela, Chorographia, trans. by Paul Berry, Edwin Mellen Press, Lewiston, 1997. Poseidonius, Fragments, ed. by L. Edelstein, I. G. Kidd, Cambridge University Press, 1988. Ptolemaios, Tetrabiblos, trans. by F. E. Robbins, Harvard University Press, 1940. Sallustius, Bellum Iugurthinum, trans. by J. C. Rolfe, Harvard University Press, 1921. Seneca, de Providentia, de Constantia, de Ira, de Clementia, trans. by John W. Basore, Harvard University Press, 1928. Seneca, Naturales Quaestiones, trans. by T. H. Corcoran, Harvard University Press, 1972. Seneca, Epistulae, trans. by Richard M. Gummere, Harvard University Press, 1925. Sidonis Apollinaris, Epistulae, ed. by E. Baret Oeuvres de Sidoine Apollinaire, Paris 1879. Strabon, Geographika, trans. by Horace L. Jones, Harvard University Press, 1932. 152

Suetonius, de Vita Caesarum, trans. by J. C. Rolfe, Harvard University Press, 1914. Tacitus, Agricola, Germania, Dialogus, trans. by M. Hutton, W. Peterson, Harvard University Press, 2000. Tacitus, Historiae, trans. by Clifford Moore, Harvard University Press, 1925. Tacitus, Annales, trans. by John Jackson, Harvard University Press, 1937. Thukydides, Historiai, trans. by C. F. Smith, Harvard University Press, 1923. Titus Livius, Ab urbe condita, trans. by B. O. Foster, Evan T. Sage, A. C. Schlesinger, Harvard University Press, 1959. Vegetius, de re Militari, trans. by N. P. Milner, Liverpool University Press, 1993. Velleius Paterculus, Historia Romana, trans. by F. W. Shipley, Harvard University Press, 1924. Xenophon, Anabasis, trans. by Carleton L. Brownson, Harvard University Press, 1998.

153

Bibliografya

Ament, H., Der Rhein und die Ethnogenese der Germanen, Stuttgart/New York, 1986. Anderson, J. G. C., Tacitus, Duckworth Publishers, 2007. Birley, A. R., Cornelius Tacitus, Agricola and Germany, Oxford University Press, 1938. Birkhan, H., Germanen und Kelten bis zum Ausgang der Römerzeit, Graz, 1970. Catullus, Bütün Şiirleri, trans. by Çiğdem Dürüşken, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 2002. Collis, J., Oppida: Earliest Towns North of the Alps, Huddersfield, England: H. Charlesworth and Co. Ltd., 1984. Cotterell, A., The Encyclopedia of Mythology, Anness Publishing Limited, 2001. Cunliffe, B., The extraordinary voyage of Pytheas the Greek, Penguin Books, 2003. Drummond, S. K., Lynn, H. N., The Western Frontiers of Imperial Roma, M. E. Sharpe, Armonk, NY., 1994. Frankenstein, S. and M. J. Rowlands, The Internal Structure and Regional Context of Early Iron Age Society in South-western Germany, Bulletin of the London Institute of Archaeology 15, 1978, p. 70 – 112.

Gimbutas, M., The Balts, Thames and Hudson, London, 1963. Godlowski, K., The Chronology of the Late Roman and Early Migration Periods in Central Europe, Cracow, 1970. Goffart, W., Barbarians and Romans AD 418 – 585: The Techniques of Accommodation, Princeton, NJ, 1980. Goodyear, F. R. D., Tacitus, Clarendon Press, Oxford, 1970. Grimal, P., Tacite, Fayard, 1990. Gudeman, A., The Sources of the Germania of Tacitus, in Transactions and Proceedings of the American Philological Association, Vol. 31, 1900. Haarnagel, W., Die Grabungen Feddersen Wierde, Wiesbaden, 1979. Hachmann, R., Die Goten und Skandinavien, Berlin, 1970. 154

Hachmann, R., Kossack, G. ve Kuhn, H., Völker zwischen Kelten und Germanen, Neumünster, 1962. Halliday, F. E., A History of Cornwall, Duckworth, 1959. Halbertsma, H., Terpen tussen Vlie en Ems, Groningen, 1963. Jufer, N., & Luginbühl, T., Les dieux gaulois : répertoire des noms de divinités celtiques connus par l'épigraphie, les textes antiques et la toponymie, Editions Errance, Paris, 2001. Kendrick, T. D., A History of the Vikings, Mineola, NY: Dover Publications, 2004. le Glay, M., Voisin J. L., Le Bohec Y., Cherry D., Kyle D. G., Nevill A., A History of Rome, Blackwell Publishing, 2004. Lee, A. D., Information and Frontiers. Roman Foreign Relations in late Antiquity, Cambridge, 1993. Looijenga, J. H., Runes around the North Sea and on the Continent AD 150-700, Groningen : SSG Uitgeverij, 1997. Martin, R., Tacitus, Batsford Academic, London, 1981. Mellor, R., Tacitus, Routledge, 1994. Much, R., Die Germania des Tacitus, rev. by H. Jankuhn, W. Lange, Carl Winter Universitätsverlag, Heidelberg, 1967. Murray, A. C., Germanic Kinship Structure, Toronto, 1983. Norden, E., Die germanische Urgeschichte in Tacitus’ Germania, Teubner, Stuttgart, 1974. Pokorny, J., Indogermanisches Etymologisches Wörterbuch, Francke A. Verlag, 2005. Reynolds, L. D., Texts and Transmission, A Survey of the Latin Classics, Clarendon Press, Oxford, 1983. Robinson, R. P., The Germania of Tacitus, American Philological Association, Middletown, CT., 1935. Schutz, Herbert, The Germanic Realms in Pre-Carolingian Central Europe, 400–750, American University Studies, Series IX: History, Vol. 196, New York: Peter Lang, 2000. 155

Seneca, Tanrısal öngörü, trans. by Çiğdem Dürüşken, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1997. Seyffert, O., A Dictionary of Classical Antiquities, Mythology, Religion, Literature, Art, Meridian Books, 1956. Shaw, B., The Age of Roman Girls at Marriage: Some Reconsiderations, Journal of Roman Studies 77, 1987, p. 30 – 46. Simek, R., Dictionary of Northern Mythology, D. S. Brewer, 1996. Syme, R., Tacitus, Clarendon Press, Oxford, 1958. Syme, R., Ten Studies in Tacitus, Clarendon Press, Oxford, 1970. Thompson, E. A., The early Germans, Clarendon Press, Oxford, 1965. Todd, M., The Early Germans, Blackwell Publishing, 2004. Todd, M., Everyday Life of the Barbarians, Goths, Franks and Vandals, Dorset Press, 1988. Todd, M., The Northern Barbarians, 100 BC – AD 300, Hutchinson, 1975. Treggiari, S., Roman marriage: Iusti coniuges from the time of Cicero to the time of Ulpian, Clarendon Press, Oxford and New York, 1991. Trüdinger, K., Studien zur Geschichte der griechisch-römischen Ethnographie, Basel, 1918. Verhard, L., Op zoek naar de Kelten : nieuwe archeologische ontdekkingen tussen Noordzee en Rijn, Utrecht: Matrijs; Limburg: Museum te Venlo, 2006. Walde, A., Lateinisches Etymologisches Wörterbuch, Erster und Zweiter Band, Carl Winter’s Universitätsbuchhandlung, Heidelberg, 1938. Winterbottom, M., Ogilvie, R. M., Cornelii Taciti Opera Minora, Oxford, 1975. Wolfram, H., Die Germanen, Munich, 1995. Wolfram, H., The Roman Empire and its , Berkeley, University of California Press, 1997. Wolters, R., Stoess, C., Die römischen Münzschatzfunde im Westteil des Freien Germaniens, 1985. Wood, I., The Barbarian Invasions and First Settlements, The Cambridge Ancient History, XIII, 1998. 156

HARİTALAR, RESİMLER VE ÇİZİMLER

1 Caesar zamanı (İÖ 58) Gallia’sının haritası.

157

2 İÖ 79 yılına ait bir serratus denarius.

3 İÖ 152 yılına ait Lucius Saufeius adına çıkartılmış bir bigatus.

158

4 Ezinge’de bulunan yarım daire şeklinde inşa edilmiş, İÖ 6. yüzyılda kurulduğu düşünülen köy: Erken-Roma Demir Çağı.

159

5 İS 1. yüzyılda kurulduğu düşünülen Hollanda Friesland’da bulunan Fochteloo yerleşim yeri.

160

6 Zeijen’daki erken Roma Demir Çağına ait köyün yeniden inşası.

161

7 Eiswarden’da ince çıtalardan oluşmuş duvara sahip evin yeniden inşası.

8 İÖ 500 yılına tarihlendirilen Danimarka Himmerland’ın Vebbestrup ve Døstrup bölgelerinde yapılan arkeolojik kazılarda bulunmuş ahşaptan yapılmış tarım aletleri.

162

9 Hollanda, Friesland Oostrum bölgesinde yapılan kazılarda çıkarılan bir kürek.

10 24 harften oluşan Yaşlı Futhark denilen Runik alfabesi. Genellikle 3 sıradan oluşan 8 harf şeklinde yazılırdı. Bu alfabe çeşitli sesleri temsil eden harflerden oluşuyordu.

163

11 Osterby bölgesindeki bataklıkta bulunan ve Suevi tipi saç düğümüne sahip kafatası (Landesmuseum, Schleswig).

12 Hjortspring bataklığından çıkarılmış tahta kalkanlar (Als, Danimarka).

164

13 Thorsbjerg (Angeln) 14 Huldremose (Djursland, bataklığından çıkarılmış bir Danimarka) bataklığından erkek giysisi. çıkarılmış bir kadın giysisi.

165

15 Germanialı savaşçıların tahmini görünüşü.

166

16 Germania haritası