T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI

TÜRK EDEBİYATINDA NASİHAT

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman Doç.Dr. Ahmet YILMAZ

Hazırlayan

Mustafa DURDU 054246031004

KONYA 2008

İÇİNDEKİLER

ÖZET...... i ABSTRACT ...... ii ÖN SÖZ...... iii KISALTMALAR ...... v

GİRİŞ: 1. Nasihatin Anlamı...... 1 2. İslam’da Nasihat...... 1

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRK EDEBİYATINDA NASİHAT

1. İLK YAZILI KAYNAKLARDA NASİHAT ...... 5 2. HALK EDEBİYATINDA NASİHAT...... 8 2. 1. Anonim Halk Edebiyatında Nasihat...... 8 2. 2. Âşık Edebiyatında Nasihat ...... 10 2. 3. Tasavvufi Halk Edebiyatında Nasihat ...... 15 3. DİVAN EDEBİYATINDA NASİHAT...... 19 3. 1. Müstakil Nasihatnameler...... 20 3. 2. Divanlarda Nasihat ...... 24

İKİNCİ BÖLÜM ŞAİRLER

1. NECÂTÎ: ...... 27 2. FUZÛLÎ:...... 28 3. BÂKÎ: ...... 31 4. HAYÂLÎ:...... 33 5. NEF’Î:...... 35 6. NEDÎM:...... 38 7. LEYLÂ HANIM: ...... 40 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİVANLARDAN NASİHAT ÖRNEKLERİ (Necâtî, Fuzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nef’î, Nedîm, Leylâ Hanım)

1. SABIR İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 44 2. DÜNYANIN GEÇİCİLİĞİ İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 49 3. AŞK VE MUHABBET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 57 4. DUA VE DEVLET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 63 5. ŞİİR VE SÖZ İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 68 6. İHSAN, KEREM VE HİMMET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 74 7. SEVGİLİYE NASİHAT EDEN BEYİTLER...... 78 8. ÂŞIĞA NASİHAT EDEN BEYİTLER ...... 82 9. DİN VE TASAVVUF İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 86 10. DİĞER KONULARDAKİ NASİHAT BEYİTLERİ ...... 96 11. NASİHAT EDEN MÜSTAKİL MANZUMELER ...... 101

SONUÇ...... 113 KAYNAKÇA ...... 114

ÖZET

Türk Edebiyatında Nasihat adını taşıyan bu tezin asıl konusu, 14. ve 15. yüzyıllar arasında yaşamış olan ve divan edebiyatı sahasında en çok bilinen şairlerden Necâtî, Fûzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nef’î, Nedîm ve Leylâ Hanım’ın divanlarındaki nasihat anlamı taşıyan beyitlerdir. Tezin ana konusu adı geçen şairlerin divanlarından nasihat örnekleridir. Asıl konuya geçmeden önce Türk edebiyatında nasihatin ne şekilde geliştiği örneklerle kısaca izah edilmiştir. Nasihat, insanları iyiye, doğruya yönlendiren öğütlerdir. Türk edebiyatının başlangıcından bu yana erdemli bir toplum oluşturmak ve ahlaki açıdan yetkin insanlar yetiştirmek için nasihate büyük önem verilmiş ve bu yönde eserler vücuda getirilmiştir. Türk edebiyatının ilk yazılı kaynaklarından olan Orhun Yazıtları’ndan günümüze kadar nasihat var olagelmiştir. İlk Türk İslam eserlerinde nasihatin her çeşidini görmek mümkündür. Türk halk edebiyatının şubelerinde de nasihate gereken önem verilmiştir. Tekke şairlerinin yanı sıra saz şairlerinin şiirlerinde de sosyal ve ahlaki nasihat örnekleri mevcuttur. Türk edebiyatında da özellikle İranlı şair Feridüddin Attar’ın Pendname adlı eserinin etkisiyle nasihatname veya pendname adı ile müstakil eserler neşredilmiştir. Bütün bunların yanında klasik şairlerimiz de divanlarında nasihat eden beyitler yazmışlardır. Bu tezde yukarıda isimlerini verdiğimiz yedi divan şairinin divanlarında yer alan ve sosyal, siyasi, iktisadi ve ahlaki konulardaki nasihat beyitleri, konularına göre tasnif edilmiş ve günümüz Türkçe’siyle verilmiştir. Tespit ettiğimiz örnekler içinde din ve tasavvuf, sabır, iyilik etmek, dünyaya fazla önem vermemek, güzel sözün önemi, dua etmenin fazileti gibi ahlaki ve sosyal konular yanında sultanlara devlet yönetimi ile ilgili nasihat beyitleri de bulunmaktadır. Özellikle Fuzûlî, Bâkî ve Leylâ Hanım’a ait olan bazı gazel, kaside ve mukattalar da tamamen nasihate hasredilmiştir. Bu tezden çıkan sonuç şudur: Yedi yüz yıl boyunca Türk edebiyatını yüksek mevkilere çıkaran divan şairleri sadece aşk ve şarap gibi konularda şiirler yazmamışlar, sosyal konulara değinerek ahlaklı bireylerden oluşan huzurlu bir toplum için gerekli olan yetkinliği öğütleyen şiirler de kaleme almışlardır. Anahtar Kelimeler: Nasihat, pendname, divan şairi, divan edebiyatı, gazel, kaside, beyit, halk edebiyatı, tasavvuf, din, aşk, sabır, dünya.

i

ABSTRACT

The real subject of this theses titled “Nasihat” (advise) in is couplets bearing the meaning of advise in the divans of Necâtî, Fûzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nef’î, Nedîm and Leylâ Hanım who lived between 14th and 15th centuries and are the most known poets in divan literature. Main subject of thesis is advise samples of divans of above- mentioned poets. Before coming to the point, it’s briefly explained with examples how advise was developed in the Turkish Literature. Advise is counsels that directs people to the something good and true. Advise was attached great importonce from the beginning of Turkish literature, in order to form a virtuous society and grow people morally competent, and works in this direction were formed. Advise continued from Orhun tablets till today which was one of the first written sources of Turkish literature. It’s possible to see all types of advises in the first Turkish-Islam works. Required importance has been attached to advics in Turkish folk literature. There are social and moral advise samples in poems of Turkish popular poet-singers as well as tekke poets. Two separate works were published under the name of nasihatname and pendname in the Turkish literature especially due to influence of the Pendname work of Iranian poet Feriduddin Attar. Besides all these, our classical poets also wrote advising couplets in their divans. In this thesis, advise couplets of above-metioned seven poets on social, political, economical and moral subjects have been classified and provided in today’s Turkish. There are advise couplets among samples we determined on some moral and social subjects such religion and mysticism, patience, bestowing a favour, not attaching to much importance to the world, significance of sympathic words, virtue of praying as well as some advises to Sultans related to state government. Especially some lyrics, odes and mukattas of Fuzûlî, Bâkî and Leylâ Hanım were completely devoted to advise. Results from this thesis are as following: divan poets who brought Turkish literature to the top levels during seven hundred years did not only compose poetries in love and wine subjects, but also wrote poetries advising competence required for a peaceful society consisting of morally justified individuals by touching on social issues. Key Words: Advise, pendname (book of advices), divan poet, divan literature, lyric, ode, couplet, folk literature, mysticism, religion, love, patience, world.

ii

ÖN SÖZ

Türk edebiyatı içerisinde uzun soluklu bir edebiyat dönemi olan ve çeşitli isimlendirmeler yanında daha çok divan edebiyatı veya klasik Türk edebiyatı adı ile anılan eski Türk edebiyatı dönemi her bakımdan verimli ve parlak bir edebî dönemdir. “Türk Edebiyatında Nasihat” adını taşıyan bu çalışma, genel bir anlam ifade eden bir başlık altında olsa da esas itibariyle eski Türk edebiyatı sahasında meşhur olmuş yedi divan şairinin divanlarındaki nasihat ile ilgili beyitleri ve manzumeleri kapsamaktadır. İnceleme konusu yaptığımız divanların şairleri; Necâtî, Fuzûlî, Hayâlî, Bâkî, Nef’î, Nedîm ve Leylâ Hanım’dır. Dolayısıyla bu çalışmanın ana konusu, eski Türk edebiyatı içerisinde önemli bir yere sahip olan ve “nasihatname” adını taşıyan müstakil eserler değildir. Araştırmamızın temel noktası, adı geçen şairlerin divanlarındaki nasihat anlamı taşıyan beyit ve manzumeleri tespit edip günümüz Türkçesine çevirmekten ibarettir. Tabii ki bunu yaparken Türk edebiyatında nasihatın ne şekilde geliştiği de kronolojik olarak kısaca ele alınmıştır. Yapmış olduğumuz bu incelemenin giriş bölümünde nasihatin anlamını ve İslam’da nasihatin ne boyutta olduğunu kısaca izah ettik. “Türk Edebiyatında Nasihat” adını taşıyan birinci bölümde, Türk edebiyatının ilk yazılı kaynakları olan Orhun Kitabeleri ve daha sonraki dönemlere ait olan ilk İslami eserlerde nasihatin ne şekilde bulunduğunu örneklerle belirtmeye çalıştık. Halk edebiyatında nasihat konusunu işlerken bilinen sınıflandırmalara uygun olarak anonim halk edebiyatı, âşık edebiyatı ve tasavvufi halk edebiyatında nasihatın ne şekilde yer aldığını örneklendirerek kısaca izah ettik. Birinci bölümün sonunda, divan edebiyatı devrinde “nasihatname” adıyla maruf olan eserler hakkında kısaca malumat verdik. İkinci bölümde ise divanlarını araştırma konusu yaptığımız yedi şairin kısa hayat hikâyeleri ve eserleri hakkında bilgiler verdik. Bu incelemenin temelini oluşturan “Divanlardan Nasihat Örnekleri”ni ise üçüncü bölümde ele aldık. Necâtî, Fuzûlî, Hayâlî, Bâkî, Nef’î, Nedîm ve Leylâ Hanım’ın divanlarını taramak suretiyle elde ettiğimiz nasihat beyitlerini konularına göre sınıflandırarak belirttik. Bu şekilde sınıflandırmaya tabi tuttuğumuz nasihat beyitlerini günümüz Türkçesine çevirerek verdik. Böylece, edilen nasihatin daha kolay anlaşılamasını sağlamaya çalıştık. Son olarak, adı geçen şairlerin divanlarının içinde yer almış ve tamamen nasihate hasredilmiş olan veya böyle bir izlenim veren manzumeleri “Nasihat Eden Müstakil

iii Manzumeler” başlığı altında verdik. Burada Fuzûlî, Bâkî ve Leylâ Hanım’a ait olan gazel, kaside ve mukattaları günümüz Türkçesi ile verdik. Böylece, divan şairlerinin sadece aşk ve şarap şiirleri yazmadıklarını, toplumla ilgili olan konulara da temas ettiklerini dolaylı olarak vermeye çalıştık. Bu çalışmanın temel amaçlarından biri de, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, divan şairlerinin hayatın içinde olduğunu ve insanları iyiye, doğruya yönlendirmek için divanlarında yer yer nasihat ettiklerini gözler önüne sermektir. Verdiğimiz nasihat örnekleri ile bunu belirtmeye gayret ettik. Görüldüğü üzere, incelememizde divan edebiyatı sahasında her yüzyıldan en az bir şairin divanını esas aldık. Araştırma konusu ettiğimiz divanlar, Türk edebiyatında adı en çok duyulan şairlere aittir. Bu araştırmada yer alan beyitler, yararlanmış olduğumuz divan çevirilerinin imlası ile yazılmıştır. Yani, uzun sesler ve ayın harfleri belirtilmiştir. Ayrıca şair isimleri ve kitap isimlerinde de aynı durum geçerlidir. Bunların dışında yer alan imla, TDK’nin 2005 yılında yayınladığı “Yazım Kılavuzu”na uygundur. Beyitlerin sağ alt köşesinde yer alan isim, harf ve numaralar sırasıyla şair ismi, nazım şekli (Nazım şekillerinin kısaltmaları “Kısaltmalar” başlığı altında verilmiştir.), beytin kaynak olarak kullanılan divan çevirisindeki sayfa numarası, şiir numarası ve beyit numarasıdır. Bâkî’nin musammatlarındaki nazım şekillerinde bulunan bent numaraları ise Roma rakamları ile verilmiştir. Araştırma konusu yaptığımız divanların künyeleri “Faydalanılan Eserler” bölümünde belirtilmiştir. Bu çalışmada bana yardımcı olan herkese ve özellikle hocam Doç. Dr. Ahmet Yılmaz’a teşekkürlerimi sunarım.

Mustafa DURDU Konya 2008

iv

KISALTMALAR

age. Adı geçen eser agm. Adı geçen makale bk. Bakınız C Cilt çev. Çeviren, çevirenler DİB Diyanet İşleri Başkanlığı Doç. Doçent Dr. Doktor G Gazel hzl. Hazırlayan, hazırlayanlar Hz. Hazreti K Kaside M Musammat Mu. Mukatta N Naat Prof. Profesör R Rubai s. Sayfa TDK Türk Dil Kurumu TDV Türkiye Diyanet Vakfı Tb. Terkib-i bend Th. Tahmis TÜRDAV Türkiye Kalkınma ve Dayanışma Vakfı vb. Ve benzeri vd. Ve diğerleri Yay. Yayınları

v

GİRİŞ: 1. Nasihatin Anlamı: Nasihat kelimesi Arapça bir kelime olup sözlüklerde “öğüt, nush, pend, mev’ize”1 ; “ibret verici ders, tavsiye, ihtar”2; “doğru yola, iyiye, güzele sevk etmek için yapılan konuşma, akıl öğretme, yol gösterme, âşık edebiyatında öğretici öğüt verici şiir türü”3 gibi anlamlara gelir. Ayrıca nasihat kelimesi; kötülük ve bozukluktan uzak bulunmak, iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek anlamlarındaki “nush” kökünden türemiştir.4 Nasihat etmek kavramı ise “doğruluk ve iyilik telkin etmek, öğüt vermek”5 anlamındadır.

2. İslam’da Nasihat: Nasihat başkasının faydasına veya zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayrettir. Nasihatte iyiliği teşvik ve kötülükten sakındırmak amacı da vardır. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde nasihat kelimesi ve türevleri birçok yerde geçer. Kur’an’daki bir ayette şöyle buyurulur: “Allah ve Resulü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”6 Bu ayette nasihatin Müslümanlar için bir görev olduğu görülür. Kur’an’da geçen bazı ayetlerde de peygamberlerin kavimlerine Allah’ın mesajını ilettikten sonra kendilerinin bir tebliğci ve nasihatçi olduklarını söylemeleri bildirilmiştir. Kur’an’da Hz. Nuh Peygamber kavmine şöyle seslenir: “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum.”7 Hz. Hûd da kavmine kendisinin bir nasihatçi olduğunu söyler: “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.”8 Hz. Salih de kavmine tebliğci ve nasihatçi olduğunu söyler: “Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey Kavmim! Ant olsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”9

1 Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yay., İstanbul 1992, s, 1462; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1995, s. 808. 2 Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lûgat (hzl.: Abdullah Yeğin, Abdülkadir Badıllı vd.), TÜRDAV Yay., İstanbul 1978, C 2, s. 1188. 3 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Vadi Yay., Ankara 2001, s. 990. 4 Mustafa Çağrıcı, “Nasihat”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32, s. 408. 5 D. Mehmet Doğan, age., s. 990. 6 Tevbe, 9/91. 7 A’râf, 7/62. 8 A’râf, 7/68. 9 A’râf, 7/79.

1 Hz. Şuayb Peygamber de aynı şekilde hitap eder: “(Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki: Ey Kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”10 Bir başka ayette de şöyle denir: “(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o hidayete erenleri de çok iyi bilir.”11 Hz. Peygamber de nasihatin önemine vurgu yapar. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz, “Din nasihattir.” demiş, çevresindekilerin “Kime?” diye sormaları üzerine “Allah’a, Allah’ın kitabına, Peygamber’ine ve Müslümanların reislerine ve bütün Müslümanlara.”12 demiştir. Cerîr b. Abdullah (r.a.) Resulullah (s.a.v.)’a: “Namaz kılmak, zekat vermek ve her Müslüman’a nasihat vermek üzere / samimi olmak üzere biat ettim.”13 demiştir. Başka bir hadis-i şerifte yine Abdullah b. Cerîr (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek “Sana İslam üzere biat ediyorum.” dediği zaman Hz. Peygamber “Her Müslüman’a nasihat vermek üzere de / samimi olmak üzere de .” demeyi şart koşmuş o da bu şekilde biat etmiştir.14 İslam âlimlerine göre nasihat farz-ı kifayedir. Nasihatin de bazı usulleri vardır. Mesela nasihate teşekkür etmeyene öğüt vermek çorak araziye tohum saçmak gibidir. Nasihati kabule yanaşmayanlar genellikle kendilerini beğenmiş kimselerdir. Usulüne uygun nasihat, insanlar arasında sevgi, saygı ve kardeşliği geliştirir. Nasihatin asıl amacı muhatabın iyiliğini düşünmektir. Dinî konularda tekrar tekrar nasihatte bulunmak gerekir.15 Nasihat insanı güzele, iyiye sevk etmek olduğuna göre emri bi’l-ma’ruf nehyi ani’l- münker de bir nevi nasihattir. Kur’an’da iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ile ilgili şöyle buyurulur: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”16 Aynı surenin bir başka ayetinde de Allah (cc) şöyle buyurur: “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği

10 A’râf, 7/93. 11 Nahl, 16/125. 12 Muhyiddin-i Nevevî, Riyazü’s-Salihin (çev.: Kıvamüddin Burslan, Hasan Hüsnü Erdem), DİB Yay., Ankara 1976, C 1, s. 224. 13 Buhârî, İman, 52 (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh, çev.: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yay., Konya 2003.). 14 Buhârî, İman, 53. 15 Mustafa Çağrıcı, agm., s. 408-409. 16 Âl-i İmrân, 3/104.

2 emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız...”17 Bu ve benzeri ayetler insanları iyi yola sevk etmenin, onlara nasihat etmenin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. İmam Gazali’ye göre iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek, toplum içindeki herkese dünya ve ahrete yönelik türlü menfaatler sağlayan çalışmalardır. Bu tür çalışmalar sahiplerini Allah (cc) katında yüceltir.18 İmam Gazali, Kimya-yı Saadet isimli kitabında münkerden nehyetmenin iki kısım olduğunu söyler. Bunlardan birincisi vaaz ve nasihat yoluyla yapılanıdır. Fakat burada önemli olan nasihat eden kişinin önce kendisine nasihat etmesidir. Yani bir kötülüğü yasaklayan nâsihin kendisi o kötülüğü işlememelidir. Aksi hâlde nasihatinin bir faydası olmaz. Gazali bu konuyla alakalı olarak Hz. İsa aleyhisselama gelen vahiyde Allah’ın “Ey Meryem Oğlu! Önce kendine nasihat eyle. Eğer nasihat kabul edersen, ondan sonra başkasına nasihat eyle. Eğer nasihat kabul etmezsen, benden hayâ et, kimseye nasihat etmek cihetine gitme.” dediğini rivayet eder. Ama yine de insanları kötülükten men etmeye devam etmesi gerekir; zira bir farzı yerine getirmemek diğer farzı da askıya almayı gerektirmez. Nehy-i münkerin diğer kısmı ise zor ve kuvvet ile yapılanıdır.19 Sonuç olarak diyebiliriz ki, nasihat etmek İslam dininin toplumsal vecibelerinden ve toplumun birlik ve dirliğini sağlayan ahlaki davranışlardandır. Müslümanlar asırlar boyu nasihat etme görevini sözlü ve yazılı olarak yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu noktada yukarıda da belirtildiği gibi, ayet ve hadisler en büyük yol gösterici olmuştur.

17 Âl-i İmrân, 3/110. 18 bk., İmam Gazâlî, Kalplerin Keşfi (çev.: Abdulhalık Duran), Yeni Şafak Yay., İstanbul 2005, s. 123. 19 bk., İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, (çev.: Ali Arslan), Yeni Şafak Yay., İstanbul 2004, C 1, s. 413-416.

3

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRK EDEBİYATINDA NASİHAT

4

Türk Edebiyatında Nasihat: Türk edebiyatında nasihat konusu çeşitli tür ve şekillerde yer almıştır. İslam’dan önceki sözlü ve yazılı eserlerimizde nasihat şeklinde algılanabilecek ifadeler vardır. Bu konuda Göktürk Yazıtlarında Türk hükümdarının milletine hitap ettiği sözler başlı başına bir nasihat özelliği gösterir. İlk yazılı eserlerden günümüze kadar birçok edebiyat ürününde nasihat etme geleneği devam etmiştir. Türk edebiyatında nasihat konusu din ile birlikte ele alınmıştır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi nasihat etmenin en büyük saiklerinden biri de dindir. Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte İslam’ın emir ve yasaklarını halka ulaştıran derviş ve sufiler halka nasihat ederken ayet ve hadislerden yararlanmışlardır. Esasen hadis ve ayetlerin bütününün insanlar için birer nasihat olduğu açıktır. Hadislerin bu özellikleri de dikkate alındığında edebiyattaki yankısını kırk hadis olarak görürüz. Bunun içindir ki kırk hadis (hadis-i erbain) tercümelerine Türk edebiyatında büyük önem verilmiştir. Arap edebiyatında mensur olarak başlayan kırk hadis toplama geleneği Türk edebiyatında manzum olarak devam etmiştir. Ali Şir Nevaî’den Fuzûlî ve Nabî’ye kadar bir çok şair, kırk hadis tercümeleri yapmıştır.20 Bunun yanında Türk edebiyatında gül-i sad-berk adıyla anılan yüz hadis tercümeleri de Hz. Peygamber’in öğütlerinin geniş halk kitlelerine yayılmasına vesile teşkil etmiştir. Bunu da İslam’da nasihatin Türk edebiyatı sahasında devam ettirilmesi olarak görebiliriz. Biz burada Türk edebiyatında yer alan ve nasihat içeren sözleri yine Türk edebiyatının farklı kolları ve devirleri içinde ele alacağız. İlk yazılı Türk edebiyatı eserlerinden başlayarak halk edebiyatı ve divan edebiyatında nasihatin ne şekilde yer aldığını kısaca izah edeceğiz.

1. İLK YAZILI KAYNAKLARDA NASİHAT: Türk edebiyatının ilk yazılı kaynaklarından olan ve Orhun Kitabeleri olarak da bilinen Göktürk Yazıtları’nda Türk hükümdarının milletine seslenişini, onlara bir nevi nasihat edişini görmekteyiz. Miladi sekizinci asra ait olan bu kitabelerden Kül Tigin Kitabesi’nde büyük Türk hükümdarı Kül Tigin, Türk milletine şöyle nasihat eder: “...O yerlere doğru varır isen Ey Türk milleti, öleceksin! Eğer Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderir isen hiç mihnetin olmaz. Ötüken ormanında oturur isen ebediyen ülkeyi tutmuş olacaksın. Türk milleti, sen tok olacaksın; açsan tokluk nedir bilmezsin, bir de

20 bk., Nurgül Sucu, “Eski Türk Edebiyatında Tercüme Geleneği”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 2006, sayı: 19, s. 138-141.

5 doyar isen açlık nedir bilmezsin. Ondan dolayı belini doğrultmuş olan hakanın sözünü almadın. Yerden yere vardın. Hep oralarda harap ve bitkin oldun...”21 Yine bir başka yerde Kül Tigin Türk ulusuna şöyle nasihat eder: “”...Türk, Oğuz beyleri, kavmi; işitin, yukarıda Tanrı basmasa, aşağıda yer delinmese Türk milleti ülkeni, töreni kim bozar? Ey Türk kavmi, kendine dön!..”22 Kaşgarlı Mahmut’un on birinci asırda yazdığı Divânü Lügâti’t-Türk adlı ansiklopedik sözlüğünde yer alan bir şiirde ev sahibine konuk ağırlama konusunda nasihat edilir: “... Hısımlara ve konu komşuya iyilik et, sana hediye verirlerse güzel ve uğurlu mallar hazırlayarak sen de karşılık ver.”23 İlk Türk İslam eserlerinden olan ve siyasetname olarak kabul edilen Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde de şair bol bol nasihat eder. İslamiyet’ten sonraki Türk edebiyatının elde bulunan ilk eseri olan Kutadgu Bilig, Karahanlılar devrinde Balasagunlu Yusuf tarafından Balasagun’da yazılmaya başlanmış ve Kaşgar’da 1069-1070 yılları arasında tamamlanmıştır. Eser Karahanlı hükümdarı Tavgaç Kara Buğra Han’a ithaf edilmiş ve ona bizzat şair tarafından okunmuştur. Bu eser dolayısıyla “Has Haciplik” unvanını alan şair Yusuf Has Hacip olarak anılmaya başlanmıştır. Kutadgu Bilig isminden de anlaşılacağı gibi “insana her iki dünyada, tam anlamıyla, kutlu olmak için lazım olan yolu göstermek” maksadı ile yazılmış bir eserdir. Birbiri ile çok sıkı bağlı olan fert, cemiyet ve devlet hayatının ideal bir şekilde tanzimi için lazım olan Zihnîyet, bilgi ve faziletlerin ne olduğu ve bunların ne şekilde elde edileceği ve nasıl kullanılacağı üzerinde duran şair, bununla kendi devrinde gündelik hayatın üstüne yükselenlerin düşüncelerine tercüman olmuştur.24 Yusuf Has Hacip eserini bir nevi nasihat etmek amacıyla yazdığını şöyle ifade eder (günümüz Türkçe’si ile): “Kitap adını Kutadgu Bilig koydum. Okuyana kutlu olsun ve ona yol göstersin. Sözümü söyledim ve eserimi yazdım. Elini uzatan iki dünyayı kut ile tutarsa, o kutlu olmuş olur. Bu sözüm doğrudur, inan!”25 Kutadgu Bilig, yazıldığı dönemin insanına ve onları yöneten devlet adamlarına doğru yolu göstermek, yöneticilikle ilgili bilgi vermek amacı ile yazılan ve eser içerisindeki

21 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, TDK Yay., Ankara 1994, s. 26. 22 Hüseyin Namık Orkun, age., s. 40. 23 Reşat Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara 1997, s. 121. 24 bk., Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I Metin, TDK Yay., Ankara 1991, s. XXII-XXV. 25 Reşit Rahmeti Arat, age., s. XXVIII.

6 birçok görüşün günümüzde de geçerli olduğu bir öğüt kitabıdır.26 Dünya hayatının oyundan ibaret olduğunu söyleyen Yusuf Has Hacip şöyle nasihat eder:

“Bu dünya işi kör oyun ol oyun Oyunka katılma nerek bu oyun

İdi’n yarlığı kıl özin kullukı Kalı kılmasa sen anuk tut boyun” (Bu dünya işi oyundur, oyun. Oyuna katılma nene gerek, bu oyun. Tanrı’nın yarlığına uy, kendi kulluğunu bil. Eğer böyle yapmazsan boynunun gitmesine hazırlan.)27

Bey ile halkın iyi olma noktasında birbirinden farklı olduğunu söyleyen şair şöyle devam eder öğütlerine:

“Özüng edgü kolma beging edgü kol Begi edgü bolsa budun asgı ol

Kara edgü bolsa bir özke bolur Begi edgü bolsa budun kün körür”28 (Kendi iyiliğini isteme, beyin iyiliğini iste. Beyin iyi oluşu halkın faydasınadır. Kara halk iyi olursa bunun faydası yalnız kendisinedir. Beyi iyi olursa millet gün görür.)

Türk İslam edebiyatının ilk eserlerinden biri de vaaz ve nasihat alanında neşredilen ve fertlerin terbiyesi için tanzim edilmiş esasları olduğu gibi Türkçe ve manzum olarak tekrarlayan, ayet ve hadislerle konuları örneklendiren Yüknekli Edip Ahmet’in Atabetü’l- Hakâyık adlı eseridir.29 Edip Ahmet dilin muhafazası hakkında nasihat ettiği bir dörtlüğünde şöyle der:

“Eşitgil biliglig negü tip ayur Edebler başı til küdezmek tiyür

26 bk., H. İbrahim Şener, Alim Yıldız; Türk İslam Edebiyatı, Rağbet Yay., İstanbul 2003, s. 44. 27 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yay., İstanbul 1997, C 1, s. 233. 28 Reşit Rahmeti Arat, age., s. 331. 29 bk., R. Rahmeti Arat; Edib Ahmed Bin Mahmud Yükneki, Atabetü’l-Hakayık; TDK Yay., Ankara 1992, s. 8.

7 Tiling bekte tutgıl tişing sınmasun Kalı çıksa bektin tişingni sıyur.”30

(Bilgili insan ne söyler işit; Edeplerin başı dili gözetmektir, diyor. Dilini muhafazada tut ki dişini kırmasın; Eğer muhafazasından çıkarsa dişini kırar.)

Görüldüğü üzere İslam’dan önceki Türk kültür ve edebiyatında olduğu kadar ilk İslami Türk edebiyatı numunelerinde de insanları iyiye ve kendilerine fayda verecek olan güzel şeylere yönlendiren eserler meydana getirilmiştir. Nasihat kültürü şifahi ve kitabi olarak Türklerin ilk zamanlarından beri devam eden bir ananedir.

2. HALK EDEBİYATINDA NASİHAT: Türklerin ilk yazılı kaynaklarından itibaren var olan, sözlü ve yazılı olarak bu günlere kadar intikal eden edebiyatımızın ana kolu halk edebiyatıdır. Halk edebiyatı içerisinde yer alan sözlü kültür ürünleri ve yazılı eserler içerisinde öğretici mahiyette olan ve okuyanlara öğütler veren birçok eser vardır.

2. 1. Anonim Halk Edebiyatında Nasihat: Anonim halk edebiyatı denince hemen aklımıza atasözleri gelir. Atasözlerinin esas gayesi de insanlara öğüt vermektir. Atasözleri, atalardan gelen ve onların asırlar içindeki tecrübe ve müşahedelerine dayalı düşüncelerini öğüt ve hüküm şeklinde nakleden anonim mahiyette kısa ve özlü sözlerdir. Atasözleri zamanla çok defa gerçek anlamları yerine mecazlı bir mana kazanarak sözlü gelenekte nesilden nesle aktarılarak halka mal olmuş sözlerdir. Bu sözlere Arapça’da “mesel”, Farsçada “pend” denir. Eskiye doğru gidildiğinde daha çok atalar sözü tabiri kullanılır. Bir kısım atasözlerinin söyleniş hikâyeleri olmakla birlikte bunların çoğu zamanla unutulmuştur. Atasözleri çok defa ölçülü ve kafiyeli olur. Böylece akılda daha fazla tutulurlar.31

30 Reşit Rahmeti Arat; Edib Ahmed Bin Mahmud Yükneki, Atabetü’l-Hakayık; s. 50-51. 31 bk., Aydın Oy, “Atasözü”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 4, s. 44-45.

8 Atasözleri eskiden sav, mesel, darb-ı mesel (çokluğu durub-ı emsal), tabir diye adlandırılırdı. Atasözleri birçok manzum ve mensur eserde kullanılmıştır. Yazılı olarak elimize ulaşan atasözlerimizden biri Göktürk Yazıtları’ndaki “Ağaç yaş iken eğilir.” anlamında kullanılan atasözümüzdür. Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lügâti’t-Türk adlı eserinde de üç yüze yakın atasözü yer alır. İlk dönem Türk İslam eserlerinde atasözüne yer veren beyitler ve manzumeler bulunur. Divan edebiyatında ise beyitlerinde en çok atasözüne yer veren şairlerden biri de Necâtî’dir. Geçmişten günümüze atasözleri ve deyimleri ihtiva eden bir çok derleme eser vardır. 32 Atasözleri başlı başına birer nasihat örneğidir. İnsanlara öğüt olması için söylenmişlerdir. Atasözlerimizin ilk söylenişi muhtemelen vezinli ve kafiyelidir. Bunların ekserisi beyit hâlindedir:

“Ne yavuz ol asıl, “Deli kız evde kalmaz, Ne yavaş ol basıl.” Delik taş yerde kalmaz.”

“Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, “Değirmen iki taştan, Er atadan öğrenir sıra gezmeyi.” Muhabbet iki baştan.”33

Atasözlerinin her biri birer hikmet taşıyan, kalıp hâline gelmiş ve ilk defa kim tarafından söylendiği bilinmeyen hüküm ifade eden kalıp ifadelerdir. Genellikle öğüt verirler. Tek mısradan oluşanları yani nesir hâlinde olanları çoğunluktadır: “Öfke ile kalkan ziyan ile oturur. Bu günün işini yarına bırakma. Bir kere sürçen atın başı kesilmez. Ağrımayan baş yastığı istemez. Baş gövdeyi götürür. Ayağını yorganına göre uzat.”34 gibi. Gerek manzum olsun gerek mensur olsun atasözlerimiz bizlere ecdattan yadigâr kalan ve bizlere çeşitli konularda öğütler veren altın değerinde sözlerdir. Anonim halk edebiyatı eserleri arasında mühim bir yer teşkil eden masallar da eğlendirmenin yanı sıra çok zaman nasihat vermek amacı da taşır. Çoğu masalın sonunda çıkarılacak dersler olur. Mesela Keloğlan masallarında bütün olumsuzluklara rağmen çalışmanın ve gerçekten niyet etmenin neticesinde hedefe ulaşılır. Bu da çocuklara verilecek en güzel temsil ve nasihatlerdendir.

32 bk., Süreyya Beyzadeoğlu, “Nazım ve Nesir Örnekli Osmanlı Dönemi Atasözleri ve Deyimleri”, Tükler, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C 11, s. 622-623. 33 Dehri Dilçin, Edebiyatımızda Atasözleri, TDK Yay., Ankara 2000, s. XIX-XX. 34 bk., Ahmet Yılmaz, “Müstakim-zâde ve “Durûb-ı Emsâl”inin Türk Edebiyatındaki Yeri ve Önemi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1999, sayı: 6, s. 243-246.

9 Menkıbe ve efsanelerde de nasihat motiflerine tesadüf edilir. Mesela Satuk Buğra Han menkıbesinde yer alan ve Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmasında etkili olan şey, bir av sırasında Han’ın kovaladığı tavşanın bir ihtiyara dönüşmesi ve Han’a telkin ettiği dinî nasihatlerdir.35 Yine aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye Şeyh Edebalı’nın nasihat etmesini anlatan menkıbe36 de bunlara örnektir. Anonim eserler olan destanlardan Oğuz Kağan destanında Uluğ Türük adında ak sakallı, kır saçlı, uzun tecrübeli bir ihtiyar vardır. Bu ihtiyar Oğuz’un nazırıdır. Uluğ Türük rüyasında gördüğü altın yay ve üç gümüş oku yorumlarken Oğuz Kağan’a da nasihat eder. Oğuz da bu öğütlere uygun olarak hareket eder.37 Anonim halk edebiyatın hemen her sahasında rastlayabileceğimiz öğüt tarzı sözler yüzyıllarca milletimize ışık olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Gerçekte bazı anonim eserlerin söyleniş amacı bile nasihat vermektir.

2. 2. Âşık Edebiyatında Nasihat: Âşık, kendisinin veya başkalarının şiirlerini saz eşliğinde çalıp söyleyen ve halk hikâyeleri anlatan saz şairidir. Âşık kelimesi bu anlamıyla edebiyatımızda on beşinci asırdan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Ancak âşık hayat tarzı İslâm’dan önceki dönemlere dayanır. Âşık kelimesi daha öncelerde tekke şairleri tarafından kullanılan bir isimdi. Zamanla tasavvuftan etkilenen saz şairleri bu adı benimsediler. Özellikle on yedinci asırdan itibaren din dışı şiirlerini saz eşliğinde söyleyen ozanlara âşık denmeye başlandı. Efsaneye göre ruhunda şairlik olan âşıklar, rüyasına giren pirlerin verdiği badeyi içerler. Böylece badeli âşık olan bu kişiler pirlerin rüyada kendilerine verdiği sırlar sayesinde de dinî ve tasavvufi sırlara da sahip olurlardı. Âşıkların bir kısmı şehirlerde yaşarlardı. Bunlar kahvehanelerde çalıp söylerler hatta saraylara dahi davet edilirlerdi. Bu kısım âşıklar zamanla divan edebiyatının etkisinde kalmışlardır. Köylerde veya göçebe topluluklarda yaşayan âşıklar ise divan edebiyatından etkilenmemişlerdir.38 Aslında bu diyar diyar dolaşarak şiirler söyleyen saz şairleri Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sinde eski Türk ozan, baksı ve oyunlarının bir devamıdır. Eski Türk ozanlarının kopuzlarla şiir söyleyip bu şiirlerin müziği ile raks etmeleri hadisesi pek tabii olarak Oğuzlarla Balkanlar ve Anadolu’ya da getirilmiştir. Bunlar âşık tarzı denilen ve bir nevi

35 bk., Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay., Ankara 1993, s. 330-331. 36 bk., Şükrü Elçin, age., s. 333-335. 37 bk., Saim Sakaoğlu, Ali Duymaz; İslamiyet Öncesi Türk Destanları, Ötüken Yay., İstanbul 2003, s. 224- 225. 38 bk., Nurettin Albayrak, “Âşık”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 3, s. 547-548.

10 halk klasizmi diyebileceğimiz bir söyleyiş tarzıyla şiirler söylüyor ve zamanla ozan yerine âşık unvanını almış bulunuyorlardı. Saz şairleri tekke şairlerinin yalnız âşık unvanını benimsemediler onların tasavvufa dair kullandıkları terimleri de hayli yumuşatarak kendi şiirlerine aldılar. Şiirlerini böyle bir kültürle de söylediler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi şehirlerde yaşayan âşıklar da divan şiirinin tesirinde şiirler yazdılar.39 Saz şairleri de şiirlerinde divan şairleri veya tekke şairlerinde olduğu gibi halka öğüt vermeyi de ihmal etmediler. Söyledikleri koşmalarda bazen aşklarını anlattılar bazen de nasihat ettiler. Hatta nasihat destanı adıyla öğüt içeren şiirler yazdılar. On sekizinci yüzyılın sonlarında yaşamış olan Âşık Dertli bir koşmasında şöyle nasihat eder:

“Bin pend ü nasihat eyledim sana Gönül düşme dedim bivefalara Sen gûş u hûşunu vermedin bana Uğrattın başını bin belalara

Vaktin dilberinde namus âr olmaz İkrarında sabit berkarar olmaz Aldatırlar seni, sana yâr olmaz Gönül ne inandın dilrubalara ... Münafık sözüne gel gitme beğim Hatır-ı mahzunum incitme beğim Dertmend Dertli’ye cevr etme beğim Zira dayanamaz bu cefalara”40

Şiirlerinde nasihate en çok yer veren âşıklardan biri de Seyrânî’dir. Âşık Seyrânî bir koşmasında şöyle nasihat eder:

“Dost kapusu kilididir doğruluk Dosta inayeti elden bırakma Doğru olmayanın sonu uğruluk

39 bk., Nihat Sami Banarlı, age., C 1, s. 627. 40 Şemseddin Kutlu, Dertli, KTB Yay., Ankara 1988, s. 165.

11 Olur feraseti elden bırakma

Top kurarlar kal’adaki bedene Atarlar gülleyi gelip gidene Kâmil isen sana kemlik edene Eyle mürüvveti elden bırakma ...... ”41

Bir başka koşmasında Âşık Seyrânî kendisine hitaben şöyle nasihat eder: ... Daralup kendini sıkma Seyrânî Rıza-yı bariden çıkma Seyrânî Gönül Beytullah’dır yıkma Seyrânî Elden gelir ise imaret eyle42

On yedinci asrın ünlü saz şairlerinden Gevherî de bir şiirinde nasihat olabilecek şu mısraları söyler:

“...... Der Gevherî murad olan söz ana Tevekkül it yönün Huda’dan yana Vefa gelmez andan akıbet sana Seni sevmeyenden ırağ ol sen de”43

Gevherî bir şiirinde sevgilisine şöyle öğüt verir: “...... Gevherî der güzel görüp açılma Sakın düşmanlara bir söz kaçırma İl yanında sakın göğsün geçirme İlleri kendine güldürme sakın”44

41 Hasan Avni Yüksel, Âşık Seyrani, KTB Yay., Ankara 1987, s. 33. 42 Hasan Avni Yüksel, age., s. 48. 43 Şükrü Elçin, Gevheri, KTB Yay., Ankara 1987, s. 28. 44 Şükrü Elçin, Gevheri., s. 68.

12 Ercişli Emrah da bir şiirinde Allah’ı zikretmenin önemi ile ilgili olarak şöyle der. “...... Her nere gidersen çağır Allah’ı Hiç darda galmazsın vallah billahi ...... ” 45

Bayburtlu Zihnî de şiirlerinde çeşitli konularda nasihat eden saz şairlerindendir. Âşık, bir koşmasında şöyle seslenir:

“Yürü gönül azmet bir gülistana O gülzarın gülizarı geçmeden Yetir feryadını çemenistana Andelibin nevbaharı geçmeden

Gezme bu âlemde sakın hüveyda Terk eyle ağyarı yâr eyle peyda Metaın arz eyle ehline her ca Bu bâzârın haridarı geçmeden

Esb-i nazın tutup elde yidegör Ehl-i hakla rahı Hakk’a gidegör Zihnî maksudunu elde idegör At alanlar Üsküdar’ı geçmeden”46

On yedinci asır saz şairlerinden Âşık Ömer de bazı şiirlerinde nasihat anlamı taşıyan mısralara yer vermiştir. Onların birisinde şöyle nasihat eder: “... Mevla’nın verdiğine kanaat gerek Gönül çok isterken az elden gitti ...... ”47

45 Saim Sakaoğlu, Ercişli Emrah, KTB Yay., Ankara 1987, s. 101. 46 Saim Sakaoğlu, Bayburtlu Zihni, KTB Yay., Ankara 1988, s. 93. 47 Şükrü Elçin, Âşık Ömer, KTB Yay., Ankara 1987, s. 21.

13 Görüldüğü üzere Âşık edebiyatı sahasında âşıklar koşmalarında yer yer nasihat eden mısralara yer vermişlerdir. Bunun yanında bir de sadece belli konularda nasihat etmek için söylenen uzun şiirler vardır ki bunlar daha çok destan nazım şekliyle söylendikleri için nasihat destanı adı ile anılırlar. Birçok âşığın nasihat destanı vardır. Bunlardan birisi de on dokuzuncu asır âşıklarından Gedayî’dir. Gedayî, Nasihat Destanı’nın ilk kıtasında dünyanın yalan olduğuna dair şöyle seslenir:

“Gafil olma seni aldatır mutlak Meyledersen zevk ü şevk-i dünyaya Akil isen can gözünü aç da bak Hikmet ü kudret ü sun’-ı Mevlâ’ya”48

On dokuzuncu asır âşıklarından Mir’âtî de söylediği nasihat destanında şöyle öğüt verir: “... Ey oğul pendimi dinle kulak ver Kulağa giren söz tâ cana siner İl atına binen pek çabuk iner Tiz eskir iğreti kaftan demişler

İstersen yuvanı daima şenlik Dilersen hanende dirlik düzenlik Varlıkta darlık yok yoklukta dirlik Gece gündüz çalış kazan demişler ...... ”49

Âşıklar şiirlerinde sadece aşk ve tabiattan bahsetmemişlerdir. Yukarıdaki dörtlüklerde de görüldüğü gibi insanlara dinî, tasavvufi ve yahut gündelik hayatla ilgili nasihat veren koşmalar, destanlar söyleyen âşıklarımız böylece topluma yol gösterme vazifesini de ifa etmişlerdir.

48 Dehri Dilçin, age., s. 41. 49 Dehri Dilçin, age., s. 27.

14 2. 3. Tasavvufi Halk Edebiyatında Nasihat: Tasavvufi halk edebiyatı denince aklımıza hiç kuşkusuz Ahmet Yesevî ve gelir. İslamiyet’ten önceki dönemlerde sonradan halk edebiyatı olarak adlandırılan ve bütün Türk halkının anlayacağı tarzda söylenen ve çoğu tabiat tasviri ve yahut sagu şeklinde dörtlüklerden oluşan edebi eserler, İslam ile birlikte öğretici bir hâl almaya başladı. Özellikle Horasan bölgesinden bütün Türkistan’a yayılan tasavvuf cereyanı ile birlikte Buhara, Semerkant, Fergana gibi bölgelerde tekkeler açılmaya başlandı. Böylece insanlara yardım eden onlara dinî içerikli tasavvufi öğütler içeren şiirler söyleyen dervişler, halkın gönlünde büyük yer etti. Sonuçta İslam’dan önceki zamanlarda kendilerine ozan adı verilen ve kendilerine dinî bir özelik atfedilen, ayrıca kopuz eşliğinde şiirler söyleyerek halkın üzerinde büyük etkisi olan şairlerin yerini “ata veya bab (baba)” adı verilen dervişler aldı: Arslan Bab, Baba Maçin, Hakim Süleyman Ata gibi. Bunlar söyledikleri manzumelerde dini tasavvufi öğütler veriyorlardı. Doğu Türklerinde hikmet, Batı Türklerinde ise ilahi olarak bilinen bu çeşit manzumeler özellikle bozkır halkı tarafından büyük rağbet görüyordu. On ikinci asırda yaşamış olan Ahmet Yesevî, bugün Çin işgali altında bulunan Doğu Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. Çocuk yaşta bilinemeyen bir sebeple Yesi’ye yerleşmiştir. Yusuf Hemedanî’ye intisap ederek tasavvuf yolunda ilerleyen Ahmet Yesevî söylediği hikmetlerle asırlar boyu Türk sufilerini etkilemiştir.50 Sanat endişesine hiç bağlı kalmayarak şiiri sırf dinî tasavvufi bir propaganda vasıtası olarak gören Hoca Ahmet Yesevî’nin eseri olarak kabul edilen Divân-ı Hikmet’in yaklaşık sekiz asır boyunca etkisini artırarak devam ettirmesinin en büyük amili tasavvufi havanın Türkistan’da eksilmeden devam etmesidir. Diğer bir etken de Kutadgu Bilig ile başlayan ve zamanla tamamen İran etkisine giren yüksek zümre edebiyatının sadece saray ve medrese mensuplarınca okunmasına karşı hikmet tarzında yazılan şiirlerin halkın anlayacağı tarzda işlenmesi ve bu şiirlerde vezin olarak milli vezin olan hece ölçüsünün kullanılmasıdır.51 İnsanlara dini tasavvufi telkinlerde bulunan, nasihat verme amacını taşıyan tekke şiirlerinin ilki olan Divân-ı Hikmet’teki bir şiirinde Ahmet Yesevî şöyle nasihat eder: “... Kayda körseng köngli sınuk merhem bolgıl

50 bk., M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yay., Ankara 2007, s. 46-62. 51 bk., M. Fuad Köprülü, age., s. 169-180.

15 Andag mazlum yolda kalsa hem-dem bolgıl Rûz-ı mahşer dergâhıga mahrem bolgıl Mâ vü menlik halayıkdın kiçtim muna

(Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen; Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen; Meşher günü dergâhına mahrem ol sen; Ben sen diyen kimselerden geçtim işte.)

Ümmet bolsang gariblerge tâbi bolgıl Âyet hadis her kim aytsa sâmi bolgıl Rızk u rûzî her kim birse kâni bolgıl Kâni bolup şevk şarâbın içtim muna

(Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen; Ayet, hadis her kim dese sâmi ol sen; Rızık, nasip her ne verse kâni ol sen; Kâni olup şevk şarabını içtim işte.)

... Âkil isen gariblerni könglin avla Mustafa dik ilni kizip yetim kavla Dünya-perest nâ-cinslerdin boyun tavla Boyun tavlap derya bolup taştım muna

(Akıllı isen gariplerin gönlünü avla; Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara; Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir; Yüz çevirip deniz olup taştım işte.)52

Tasavvufi halk edebiyatının Ahmet Yesevî’den sonraki en büyük temsilcisi Yunus Emre’dir. Anadolu’da tasavvufi edebiyatın ilk temsilcisi olan Yunus, Mevlâna’nın Fars dili

52 H. İbrahim Şener, Alim Yıldız; age., s. 85-87.

16 ve Fars üslubu ile işlediği tasavvuf düşüncesini on üçüncü asırdaki göçebe Türkmenlerin ve şehirlerdeki Farsça bilmeyen ahalinin anlayacağı bir üslup ve sadelikle Türkçe olarak işlemiştir. On üçüncü yüzyılda doğup Miladi 1307-1308 yılları arasında vefat eden Yunus’un eseri olan Divan’daki ilahilerin çoğu eski Türk ananesine uygun ve Yesevî hikmetleriyle örtüşen bir üslup kullanılarak milli vezin olan hece vezni ile yazılmıştır. Bunun yanında eserde mesnevi tarzında yazılan ve aruz vezninin kullanıldığı bin küsur mısra (Risâletü’n-Nushiyye) da vardır. Bu mısralar başlı başına nasihat içerir. Ama Anadolu halkı onu hece ile yazılan ve on üçüncü asır Türk muhayyelesini yansıtan ilahileriyle tanımış ve sevmiştir. Yunus Emre’nin mesnevisi ve ilahilerinin bir kısmı öğretici bir mahiyettedir. Yunus bunlarla tasavvufi ahlakı yaymaya çalışmış ve halka bir şeklide nasihat etmiştir. Zaten Yunus’un yaşadığı on üçüncü asır tasavvuf edebiyatının en önemli özelliği halkı irşat etmek ve öğüt vermek olmuştur. Yunus da bunu çağdaşlarının aksine Türkçe’yi kullanarak yapmıştır.53 Yunus bir ilahisinde kibirden sakınmayı, hayır yapmayı ve bir ulu kişinin eteğinden tutmayı nasihat eder: “...... Yol oldur ki toğrı vara göz oldur ki Hakk’ı göre Er oldur alçakda tura yüceden bakan göz değül

Toğrı yola gitdün-ise er eteğin tutdun-ısa Bir hayır da itdün-ise birine bindür az değül ...... ”54

Yunus bir ilahisinde de Allah’ı zikretmeyi ve ona ibadet etmeyi öğütler:

“...... Giceler uykudan uyan Gizli sırlar olsun ıyan Mahrum olmaz Allah diyen Yalvar kul Allah’a yalvar

53 Ayrıntılı bilgi için bk., M. Fuad Köprülü, age., s. 241-309. 54 Mehmet Nuri Yardım, Yunus Emre Divanı, Kahraman Yay., İstanbul 1997, s. 57.

17 Tanı kendi özün tanı Neden yaratdı Hak seni Boyuncuğunı egüben Yalvar kul Allah’a yalvar”55

Yunus bir başka şiirinde dünyanın geçiciliğini ve dünyaya fazla ehemmiyet vermemek gerektiğini nasihat ederek şöyle der:

Zinhar virmegil gönül dünya payına birgün Dünyeye gönül viren düşe tayına birgün

Bu dünya bir evrendür âdemleri yudıcı Bize dahi gelüben yuda toyına birgün

Gör ahi niçelerin topraklar kuçmış yatur Bizi de anlar gibi ala koyına birgün ... Miskin biçare Yunus gördüm bildim dimegil Dut erenler eteğin düşgil suyına birgün56

Tasavvufi halk edebiyatının Anadolu’daki ilk temsilcilerinden birisi Şeyyat Hamza’dır. Şeyyat Hamza Yunus’un manevi şahsiyetinin teşekkülünde etkilidir. On üçüncü asırda yaşayan Şeyyat Hamza, Acem şairlerinin ve bilhassa Ahmet Fakih gibi Türk şairlerinin daha ziyade şehir halkı arasında yayılmış olan klasik şiirlerine olduğu kadar Yesevî yolunda olanların köylüler ve göçebeler arasında yayılmış olan ilahilerine ve hikmetlerine de aşina idi. Dolayısıyla hece ölçüsü ile de yazdığı şiirlerinde ahlaki, öğüt verici bir tarz kullanmış ve sanatkârane söyleyişe ehemmiyet vermemiştir.57 Tasavvufi halk edebiyatının bir diğer şairi de Yunus tarzı ilahileriyle ün yapmış olan Sun’ullah Gaybî’dir. Gaybî aşağıdaki manzumesinde tasavvufi öğütler verir:

“Tâc ma’rifet tâcıdır sanma gayri tâc ola

55 Mehmet Nuri Yardım, age., s. 270. 56 Mehmet Nuri Yardım, age., s. 256. 57 bk., M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 1980, s. 262-263.

18 Taklid ile tok olan hakikâtte aç ola

Düşe düşüp aldanma kendin hayrete salma Senden özke ne vardır tabire muhtaç ola” ... Bir ağaçtır bu âlem meyvesi olmuş âdem Meyvedir maksûd olan sanma ki birkaç ola

Bu âdem meyvesinin çekirdeği sözündür Sözsüz bu âdem âlem bir anda târâc ola ...... ” 58

Örneklerde de görüldüğü üzere halka dinî tasavvufi konularda öğüt verici şiirler yazan tasavvufi halk şairleri, Ahmet Yesevî’den itibaren şiiri kendi düşüncelerini yaymak amacı ile kullanmışlardır. Bu yönüyle bu şairlerin eserleri didaktik ve öğüt vericidir.

3. DİVAN EDEBİYATINDA NASİHAT: Divan edebiyatı tabiri Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem tarafından mütareke yıllarında ortaya atılmış bir isim olup ondan önce bu edebiyata “enderun edebiyatı, saray edebiyatı” gibi adlar verilmiştir. Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in bu sahaya “divan edebiyatı” demelerinin sebebi bu dönem şairlerinin eserlerinin divan hâlinde teşekkül etmesinin yanında bunların saraylarda ve zümrevi divanlarda kabule mazhar olmalarındandır. Bunun yanında M. Fuad Köprülü gibi edebiyat tarihçileri daha çok klasik edebiyat veya klasik Türk edebiyatı isimlerini tercih etmişlerdir. Divan edebiyatı, Türk edebiyatının umumi gelişimi içinde estetik esaslarını İslami kültürden alarak meydana gelen, özellikle Fars edebiyatının her yönden tesiri altında bulunan ve on üçüncü asrın sonları ile on dokuzuncu asrın yarısına kadar devam eden -kendisine ait mazmun ve hayal dünyası olan- bunun yanında dilde Arapça ve Farsça kelimeleri fazlaca kullanan bir edebiyat geleneğidir.59 Divan edebiyatı asırlarca Türk cemiyetini ifadeye çalışmış ve nihayet yerini Batı medeniyetinin tesiri altında gelişen edebiyata bırakmıştır. Bu edebiyat kaideci, mücerret ve

58 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 320. 59 Ayrıntılı bilgi için bk., Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 389-427.

19 kitabi bir edebiyattır. Divan edebiyatı, hayatla alakası ne kadar az olursa olsun, cemiyet hayatının seyrini takip etmekte ve onun akislerini taşımaktadır. Divan edebiyatının kaynakları arasında Kur’an, hadis, kıssalar, tarih, İran mitolojisi, batıl ve hakiki ilimler sayılabilir. Bunlara tam anlamıyla vakıf olmadan divan edebiyatını anlamak imkânsızdır.60 Divan edebiyatında nasihat konusunu işlerken iki şeye dikkât etmemiz gerekir. Birincisi altı yüz yıl boyunca nasihatname veya pendname adıyla yazılan ve amacı nasihat etmek olan eserler diğeri de divanlardır. Divan şairlerinin divanlarından seçtiğimiz yedi divanda bulunan ve nasihat içeren beyitleri buraya aldık. Zaten bu, tezin asıl konusunu teşkil etmektedir. Şimdi bu asıl konuya geçmeden önce edebiyatımızda müstakil olarak yazılan nasihatnamelerden kısaca bahsedeceğiz:

3. 1. Müstakil Nasihatnameler: Müstakil nasihatnameleri Divan Edebiyatı başlığı altında ele almamızın sebebi, bu tür eserlerin daha çok divan edebiyatı döneminde kaleme alınmalarındandır. Ayrıca divan şairlerinin bu tür eserlere fazlaca rağbet etmelerindendir. Yoksa divan edebiyatı adı verilen, kendisine ait mazmun ve söyleyiş özelliklerine sahip olan bir edebiyat sahası Anadolu’da daha başlamadan önce bile içerik olarak nasihatname denilebilecek türde eserler yazılmıştır. Konuyu bu şeklide düşünmemiz gerekir. Ahlaklı fertlerin oluşturduğu duyarlı bir toplum meydana getirebilmek için öğüt verici türde eserlere hemen her kültürde rastlanmaktadır. Özellikle dinlerin bu konuda ortaya koyduğu ilkeler bu tür eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Bu türden kitaplar arasında halk için yazılanları yanında aydınlara yönelik edebi değer taşıyanlar da vardır. Çeşitli meslek yahut ilim dallarını ilgilendiren nasihatnameler ile bu dalların belli oranlarda yer aldığı eserler de mevcuttur.61 Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle girdikleri yeni medeniyet dairesinde ortaya koydukları uzun soluklu edebiyat hareketi olan divan edebiyatında başlangıçtan itibaren önemli bir yer tutan nasihatname (pendname) türü Cumhuriyet dönemine kadar çeşitli örneklerle varlığını sürdürmüştür. Çoğu medrese eğitimi almış olan şairler, bir öğüt dini olan İslam’ın emir ve yasaklarını telkin edecek, insanları iyiye, güzele, doğruya sevk edecek ve böylece öldükten sonra okuyanlar tarafında hayırla yâd edilecek bir eser bırakmayı ilke kabul etmişlerdir. Zaten önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi Kur’an ve

60 bk., Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi Yay., İstanbul 1984, s. 7-9. 61 bk., İskender Pala, “Nasihatname”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32, s. 409-410.

20 hadisler bu yönde yol göstericiydi. Gerek Kur’an ve hadisler gerekse Arap ve Fars edebiyatında bu konuda yazılan eserler Türk şair ve bilginleri için örnek oluşturmuş ve böylece ilk asırlardan itibaren nasihatname türünde eserler kaleme alınmıştır. Nasihatnamelerde özellikle ahlak konusu üzerinde durulmuştur. Bu tür eserlerde öğütler verilirken Kur’an ve hadislerin yanı sıra atasözlerinden de örnekler sunularak konunun anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Daha hacimli olan eserlerde ise çeşitli hikâyeler anlatılıp kıssadan hisse çıkarılmıştır. Bu türde yazılan eserlerden, değişen zaman şartlarına göre ortaya çıkan anlayış farklılıkları da takip edilebilir. Her zaman için geçerli olan doğruluk, iyilikseverlik, cömertlik gibi ahlak kuralları istisna edilirse günlük ihtiyaçlarla ilgili, asırlara göre ortaya çıkan değişiklikler de nasihatnamelere yansımıştır. Bu bakımdan bu tür eserlerde toplumsal değişme ve gelişmeleri izleyebiliriz. Nasihatnamelerde günlük hayatla ilgili her konuda öğütlere rastlanabilir. İnsan için iyi ve yararlı olan ne varsa çağa uygun olarak bu tür eserlerde yer alır. Edebiyatımızda nasihatnamelerin bir tür olarak ortaya çıkmasında İranlı ünlü şair Feridüttin Attar’ın “Pend-Nâme” adlı eserinin payı büyüktür. Birçok Türk şair, bilgin bu eseri manzum veya mensur tercüme veya şerh etmiştir. Sadî’nin Gülistan ve Bostan isimli eseri de divan edebiyatında nasihatnamelere örneklik ve kaynaklık etmiştir. Edebiyatımızda nasihatnameler hem nazım hem nesir hem de nazım nesir karışık olarak yazılmıştır. Muhteva olarak nasihat içeren veya nasihatname adıyla yazılan birçok eser vardır.62 Yukarıdaki bölümlerde bahsetmiş olduğumuz Kutadgu Bilig, Türk edebiyatının ilk nasihatnamesi kabul edilmektedir. Aynı şekilde Yunus’un Risâletü’n-Nushiyye isimli mesnevisi de dinî tasavvufi konularda öğütler ihtiva eden ve Anadolu’daki ilk nasihatnamelerden biri olarak kabul edilen bir öğüt kitabıdır. Ahmet Fakih’in Çarh-Nâme isimli eseri de bir nasihatnamedir. Yüz beyitlik bu eserin yüz beyti elimizde bulunmaktadır. Bu da dinî konularda öğütler veren ve kaside biçiminde yazılmış bir nasihatnamedir. On dördüncü asırda yazılan bir diğer nasihatname de Süleyman isimli bir şairin “Nasihat-Nâme” adlı eseridir. On beşinci asırda yaşamış olan Dede Ömer Rûşenî isimli şairin “Pend-Nâme” adlı eseri de terci-i bend nazım şekliyle yazılmış bir nasihatnamedir. Yine aynı asırda yaşayan Şeyh Eşref’in “Nasihat-Nâme” adlı mesnevisi de

62 Mahmut Kaplan, “Türk Edebiyatında Manzum Nasihatnameler”, Türkler, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C 11, s. 791-792.

21 dinî tasavvufi konularda öğüt veren bir nasihatnamedir. Safevi hükümdarı Şah İsmail (Hatâyî)’in de “Nasihat-Nâme” adlı, mesnevi şeklinde yazılmış bir nasihatnamesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman devri şairlerinden Cemalî’nin “Nasihat-Nâme”si de bu türün örneklerindendir. Aynı dönemin şairlerinden Askerî’nin de “Pend-Nâme” adını taşıyan ve terci-i bend nazım şekliyle yazılmış bir eseri vardır. Geyveli Güvahî’nin 1526 tarihinde kaleme aldığı “Pend-Nâme” adlı nasihatnamesinde beş yüz kadar atasözü olup Nasrettin Hoca fıkralarından örnekler ve hayvan hikâyeleri ile tarihten kıssalar bulunmaktadır. Güvahî bu eseriyle dürüst, topluma yararlı, ahlaklı bir Müslüman yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Ünlü divan şairi Balıkesirli Zâtî’nin de Pend-Nâme-i Zâtî-i Remmâl adıyla terci-i bend nazım şekliyle yazdığı bir nasihatnamesi vardır. Burada şair ölüm ve kıyamet ile ilgili uyarılarda bulunur. Şemseddin-i Sivasî’nin “Nasihat-Nâme”si, Azmî Pir Mehmet’in “Pend-Nâme” adlı eserleri de bu türde yazılmış olan nasihatnamelerdir. Ünlü divan şairlerinden, hikemi şiirin üstadı Nabi’nin de oğlu için yazdığı “Hayriyye-i Nabî” adlı eseri bu alanda yazılmış nasihatnamelerin en ünlülerindendir. Bu eserde Nabi devletin kötüye gidişi karşısında tekliflerini ortaya koymuş ve oğlu şahsında gençlere nasihat etmiştir. Sümbülzade Vehbî’nin “Lutfiyye” adlı eseri de nasihatname türünde yazılmış olan eserlerdendir.63 Nasihatnameler de konularına göre çeşitlere ayrılmakla birlikte önemli bir referans kaynağı olan dinî ve tasavvufi konular hemen hemen bir çok nasihatnamede yer alır. Dinî ve tasavvufi konuları işleyen nasihatnamelerde ibadetlerin önemi ayet ve hadislerle desteklenerek açıklanır ve bunların Allah’a bir yükümlülük olduğu öğütlenir. Dünya hayatının geçici olduğu vurgulanarak, ahirete hazırlanılması öğütlenir. İnsanın gerek kendisine gerekse topluma karşı zararlı olan arzu ve isteklerine boyun eğmemesi gerektiği öğütlenir. Allah yolunda çalışmanın önemi, riyadan sakınılması gerektiği, kibirden uzak durulmasının elzem olduğu gibi konular da din ve tasavvuf mevzularını ele alan nasihatnamelerde öğütlenmiştir. Bazı nasihatnamelerin de genel ahlak kuralları ile ilgili olukları görülür. Bu tür konuları ele alan nasihatnamelerde kanaatin faydası, sabır ve tevekkül, edep ve hayânın zarureti gibi ahlaki davranışlar öğütlenirken nifak, cimrilik, açgözlülük, yalan, israf, tükenmeyen arzu, haset, gıybet, başkalarını kınama, öfke, kin gibi hâl ve hareketler de sakınılması gereken huylar olarak belirtilmiştir.

63 Mahmut Kaplan, agm., s. 792-797.

22 Nasihatnamelerin bir kısmında da sosyal hayatla ilgili konular işlenir. Bu tür nasihatnamelerde insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen nasihatler bulunur. Böyle konulardaki eserlerde konuşma, evlilik, adalet, çocuk eğitimi, komşu hakkı, istişare etmek, kötü kişilerle arkadaşlık etmemek, davetsiz bir yere gitmemek, sır saklamak, dostluk, ticaret, iyi ad bırakma, giyim kuşam ile ilgili konular da ele alınmıştır. İslam’ın ilk emrinin “oku” olması ve Hz. Peygamber’in ilmi teşvik etmesi nasihatnamelerde bu konuya geniş yer ayrılmasına vesile olmuştur. İlim din ilimleri ve fen ilimleri olmak üzere ikiye ayrılır. Fakat nasihatnamelerde ilimle din ilimleri kastedilmiştir. Pendnamelerde söz konusu ilim dalları medreselerde okutulanlardır. Sosyal konularda öğüt vermek üzere yazılan nasihatnamelerde sosyal eleştiriye de geniş ölçüde yer verilmiştir. Eleştirilerin bazen bütün toplumu hedef aldığı görülür.64 Konyalı Şair Meşamî’nin de “Pend-Nâme-i Meşâmî” adlı kaside şeklinde yazılmış bir nasihatnamesi vardır. Bu eserde az konuşmanın gereği üzerinde durulmuştur. Konuşmanın edeplerini konu alan bu nasihatnameden birkaç beyti aşağıya alıyoruz:

Her şahsa lutf-ı tab’ u te’enniyle ver cevâb Tâ kim erişmeye sana nutkundan ıztırâb (Herkese güzel huylulukla ve acele etmeden temkinlice cevap ver ki süzün sebebiyle sana bir sıkıntı gelmesin.)

Söz gendümünün ağız olupdur değirmeni İri öğütme cehd et onu misl-i âsiyâb (Söz buğdayının değirmeni ağızdır. Onu iri öğütme, değirmen gibi gayret et. Yani “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme.” atasözünde olduğu gibi.)

Keşf etme söz arûsu cemâlini bî-direng Olmak gerek nikâb-ı te’ennî ona hicâb (Söz bir geline benzer. Söz gelininin yüzünü görmekte, duvağını açmakta acele etme. Yavaş, sonunu düşünen temkinli hareket söz gelininin peçesi olmalıdır.)

Hikmetle oldı halk-ı benî Âdem on boğun

64 Daha geniş bilgi için bk., Mahmut Kaplan, “Manzum Nasihatnamelerde Yer Alan Konular”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 2001, sayı: 9, s. 133-184.

23 Tâ kim dokuzda fikr edip onda ver cevâb (Dokuzunda düşünsün, onuncusunda da cevap versin diye Cenabıhakk’ın hikmetiyle insanoğlunun boğazı on boğum hâlinde yaratılmıştır. Bu beyit; “Boğaz kırk boğumdur, otuz dokuzunu yut, birini söyle.” atasözünü hatırlatmaktadır.)

Dürc-i dehende dürr-i girân-mâyedir suhan Sarfında kıl te’ennî sakın eyleme şitâb (Söz, ağız hokkasında kıymetli bir incidir. Onu harcarken dikkâtli ve sabırlı ol, acele etme.)

Çün sende Hakk yarattı iki gûş u bir zebân İki işitmeyince sakın verme bir cevâb (Mademki Cenabıhak sende iki kulak, bir ağız yarattı; sen de iki kere dinle, bir kere cevap ver.)65

Görüldüğü üzere nasihatnameler, Türk edebiyatında bireyleri ahlaken olgun insanlar seviyesine yükseltmek ve dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden insanlar yetiştirmek için her konuda öğütler veren eserlerdir. Günümüzde bile bu geleneğin hâlâ devam ettiğini söyleyebiliriz.

3. 2. Divanlarda Nasihat: Altı yüz yıllık divan edebiyatında birbirinden değerli şairlerin tertip ettikleri divanlarda bulunan birçok beyitte veya müstakilen gazel ve kasidelerde çeşitli konularda okuyanlara nasihat edildiği görülür. Necâtî gibi bazı şairler nasihat etmeye büyük önem vermişler; dolayısıyla öğüt anlamı taşıyan birçok beyit yazmışlardır. Genel olarak divanlarımıza baktığımızda nasihat içeren beyitlere rastlamak mümkündür. Bizim araştırma konumuz, divanlardaki nasihat ifade eden beyitleri tespit etmektir. Bunun için de en çok tanınan yedi şairin (her asırdan bir şair olmak üzere) divanını inceleme konusu edindik. Buradaki nasihat anlamı taşıyan beyitleri çıkardık. İncelediğimiz divanlarda yer alan nasihat beyitlerini konularına göre sınıflandırarak tasnif yoluna gittik. Bu mütevazı çalışmamız yedi adet divandaki nasihat anlamı taşıyan beyitlerin tespitinden

65 bk., Emine Yeniterzi, “Konyalı Şair Meşâmî’nin Konuşma Âdâbına Dair Bir Nasihat-Nâmesi”, Yeni İpek Yolu Özel Sayısı, IV, Konya 2001, s. 105-108.

24 ibarettir. Şimdi bu divanlarda yer alan ve nasihat eden beyitlere geçmeden önce divanlarını incelediğimiz şairlerin kısa hayat hikâyelerine bir göz atalım:

25

İKİNCİ BÖLÜM ŞAİRLER

26

1. NECÂTÎ: Necâtî Bey’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Necâtî’den en çok bahseden Sehî Bey, onun biyografisini Şehzade Mahmut’un Manisa’daki sarayında nişancı olarak görev yaptığı zamandan başlatır. Necâtî’nin çağdaşı olmakla beraber, çok yakın dostu ve şakirdidir. Tezkirelere göre Necâtî Edirnelidir. Yaşlı bir kadın tarafından çocuk yaşta evlatlık olarak alınmış ve tahsiliyle de Edirneli şairlerden Sailî ilgilenmiştir. Ali Nihat Tarlan’ın naklettiğine göre Lâtifî tezkiresinde Necâtî için “Abdullah’ın oğludur.” ibaresi geçer. Bu da Necâtî’nin devşirme olabileceğini göstermektedir. Necâtî’nin tahsili medresenin yüksek kademelerine kadar devam etmemiştir. Yaratılışı dolayısıyla şiire yönelmiş ve bu alanda kendisini yetiştirmiştir. Zaten o devir telakkisine göre şiir ve inşa arkasından birçok bilgiyi sürüklemektedir. Şairin, Edirne’de doğmakla beraber, asıl şöhrete ulaştığı yer meçhul bir sebeple gittiği Kastamonu’dur. Fatih devrinin sonlarında Kastamonu’dan gelen bir kervan, Necâtî’nin “döne döne” redifli iki gazelini Bursa’ya getirmiştir. Bursa’da zamanın ünlü şairi Ahmet Paşa’nın etrafında toplanan bir şairler topluluğu vardır. Ahmet Paşa Necâtî’nin şiirlerini beğenmiştir. İstanbul’a gelen şair yazdığı bir gazeli bir vesile ile Fatih’e ulaştırır. Fatih de Necâtî’yi divan kâtipliğine tayin eder. Bu intisap Fatih’in saltanatının sonlarına doğru olmuştur. Fatih öldükten sonra Sultan İkinci Bayezit’in hizmetine giren Necâtî Sultan Bayezit’e de kasideler sunmuş ve caizeler almıştır. Necâtî kısa bir süre sonra Cem Sultan’ın yerine Karaman valisi olan Şehzade Abdullah’ın divan kâtibi olarak Karaman’a gider. Az bir zaman sonra Şehzade Abdullah vefat edince Necâtî: “Dilâ cerîde-i ülfetden adın eyle tırâş Kalender ol ki mücerredler ideler sâpâş” matlalı mersiyesini yazıp İstanbul’a avdet eder. Necâtî belli bir süre Sultan İkinci Bayezit’in himayesinde kalarak ona şiirler sunar ve bu şekilde hayatını devam ettirir. 1504 yılında Şehzade Mahmut Manisa (Saruhan) sancağına tayin edilince Necâtî de nişancılık vazifesiyle Şehzade’nin maiyetine girer. Şair, Manisa’da hayatın en güzel günlerini geçirmiştir. Bazı tezkirelere göre Necâtî, Şehzade Mahmut’un teşvikiyle İmam Gazali’nin Kimya-yı Saadet isimli eserini ve Avfi’nin Câmi’ul-Hikâyât’ını tercüme etmiştir. Bunun yanında mesnevi vadisinde Leylâ ve Mecnun’u yazmıştır. Bu eserlerin hiçbiri bugün elimizde yoktur. Sadece bir müddet himaye gördüğü Müeyyetzade Abdurrahman Çelebi’nin namına tertip ettiği divanı elimizdedir. Şehzade Mahmut’un ölümü üzerine İstanbul’a dönen şair bir daha görev

27 talebinde bulunmamış ve Şeyh Vefa zaviyesine yakın bir yerde aldığı evde yakın dostlarıyla günlerini geçirmiştir. 1509 senesinde de hayata gözlerini yummuştur.66 Necâtî, döneminin melikü’ş-Şuara’sıdır. Türkçe’yi açık, külfetsiz, yapmacıklığa düşmeden kullanan şairin gazellerinin birçoğu sehl-i mümteni örneğidir. Kolay söyleyiş, taze hayaller, kullandığı edebî sanatlar onun üstün yanlarıdır. Şiirde atasözlerini kullanma geleneği Osmanlı’da Kasım Paşa ile başlamış Necâtî ile kemal bulmuştur. Atasözlerini şiirde en güzel kullanan şair Necâtî’dir. Türkçe kelimelerle kafiye ve redifler yaparak Türkçe’yi şiirde işleme konusunda büyük gayretler sarf etmiştir. Necâtî Bey’in şiirlerinde divan şiirinin klasik konuları yanında gariplik ve gurbet, dönemin sosyal yaşantısı, ahlak ve adalet anlayışı, tabiat güzellikleri, at, savaş tasvirleri gibi konuları bulmak mümkündür. Necâtî’nin aşka bakışı, tasavvuf neşvesini içinde barındırmaktadır. Necâtî kendi devrinde çok beğenilmiş şiirlerine nazirelere yazılmıştır. Necâtî Bey’in şiirleri kuruluşunu tamamlamış artık klasikleşmiş bir edebiyatın ürünüdür. Necâtî Bey’in şiirlerinde mahallî söyleyişler de vardır. Özellikle Kastamonu bölgesinde kullanılan tabirleri de şiirlerine almıştır. Asıl adı İsa olan Necâtî, kendisinin Ahmet Paşa’dan üstün olduğunu söyleyenlere; “Necâtî’nün dirisinden ölüsü Ahmed’ün yeğdür / Ki İsa göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den” şeklinde cevap veren şair, büyük olduğu kadar tevazu sahibidir de.67 Necâtî’nin şiirlerine birçok şair tarafından nazireler yazıldığını yukarıda belirttik. Ancak pek çok şair için şiirlerine nazire yazılması bir övünç kaynağı iken Necâtî bunlara iltifat etmez. Hatta nazirelerini beğenmediği Mihri Hatun gibi bazı şairlere de kızmıştır.68 Sözün kısası Necâtî Bey, divan şiirinin ilk büyük şairlerindendir. On beşinci asrın mesnevi üstadı Şeyhi, Kaside üstadı Ahmet Paşa, gazel üstadı da Necâtî Bey’dir.

2. FUZÛLÎ: Divan edebiyatının en kudretli şairlerinden olan Fuzûlî’nin doğduğu tarih ve doğduğu yer tam olarak bilinememektedir. Buna rağmen kendi şiirlerinden ve tezkirelerden hareketle Fuzûlî’nin Kerbelâ’da 1480 yılında veya en azından 1495 yılından önce doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir.69 Tezkirelerde genellikle Fuzûlî, Mevlâna Fuzûlî, Molla Fuzûlî olarak geçen şairin asıl adı Mehmet’tir. Babasının isimi ise Süleyman’dır. Fuzûlî kelimesi Arapça bir isim olup iki

66 bk., Necatî Beg Divanı (hzl.: Ali Nihat Tarlan), Akçağ Yay., Ankara 1992, s. 17-23. 67 bk., Süleyman Solmaz, Necâtî (Hayatı-Sanatı-Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2005, s. 12-19. 68 bk., Bayram Ali Kaya, “Necati Bey”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32, s. 477-478. 69 Abdülkadir Karahan, Fuzulî ( Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti), MEB Yay., İstanbul 1996, s. 152.

28 ayrı manası vardır. İlk anlamı; kendisini ilgilendirmeyen işlere karışıp vazifesi olmayan sözler söyleyen, lüzumsuz, boşboğazdır. İkinci anlamı ise “fazl” kelimesinin çoğulu olarak “âli, mütevazı, kıymette üstünlük”tür. Şair kendisine Fuzûlî mahlasını seçerken muhtemelen bu iki anlamı birden düşünmüştür. Şu da bir gerçek ki mahlası ne olursa olsun, o bizim hayallerimizde âşık, arif ve büyük bir şair olarak yaşamaktadır. Aslen Irak bölgesindeki Oğuz Türklerinin Bayat boyundan olan Fuzûlî, zamanına göre yüksek bir eğitim almıştır. Zaten kendisi de Türkçe divanının mukaddimesinde “Zirâ ki ‘ilmsiz şi’r esâsı yok divâr kimi olur ve esâssız divâr gâyetde bi-i’tibâr olur...”70 diyerek şiir için ilmin şart olduğunu savunmuştur. Eğitimine Kerbelâ’da başlayan şair, Hille ve Bağdat’ta tahsiline devam etmiştir. Akli ve naklî ilimleri öğrenen Fuzûlî, Arapça ve Farsçayı bütün incelikleriyle öğrenmiştir. Genç yaşta şiire başlayan şair, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın torunlarından olan Elvent Bey’e bir kaside sunarak ondan ihsanlar almıştır. Şah İsmail, Safevi Devleti’ni kurup Bağdat ve havalisine hâkim olunca Özbek hanı Şeybek’i mağlup etti. Bu olaydan sonra Fuzûlî Şah İsmail’e Beng ü Bâde adlı mesneviyi sunmuştur. Ama buna rağmen Şah’tan her hangi bir yardım görmediği rivayet edilir. Fuzûlî sık sık seyahatten bahsetmiş olmasına ve zaman zaman onu arzulamış bulunmasına rağmen Irak-ı Arap’tan dışarı çıkmamıştır. Özellikle İran ve Anadolu’ya seyahat etmek isteyen şair, şahsen tanıştığı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesi olan Bayezit’e yazdığı mektubunda seyahat etmek istediğini bildirmiştir. Genç yaşta şöhrete ulaşan Fuzûlî, Safevilerin Bağdat valilerinden İbrahim Han Musullu tarafından himaye görmüş ve Bağdat’a götürülmüştür. Ömrünü Kerbelâ, Bağdat, Hile, Necef bölgelerinde geçiren Fuzûlî, 1534 yılında Bağdat’ın Kanuni tarafından fethedilmesinden sonra başta Padişah olmak üzere İbrahim Paşa’ya, Kadir Efendi’ye, Celâlzade Mustafa Çelebi’ye kasideler sunmuş ve devlet erkânından bir kısmıyla münasebette bulunmuştur. Ayrıca Irakeyn seferinde orduya refakat eden Hayâlî ve Taşlıcalı Yahya gibi şairlerle tanışmış ve ülfet etmiştir. Fuzûlî, Bağdat valilerinden Üveys Paşa ile yakın ilişkilerde bulunmuş ve yazdığı Leylâ vü Mecnun adlı mesnevisini Paşaya takdim etmiştir. Fuzûlî’nin yakından alakadar olduğu şahıslardan birisi de Bağdat Valisi Ayas Paşa’dır. Yine Bağdat Valisi Mehmet Paşa da şairin memduhları arasındadır. Fuzûlî, aynı zamanda Musul Mirlivası Ahmet Bey ile de mektuplaşmıştır. Celâlzade Mustafa Çelebi’ye de Şikâyetname adı ile malum olan mektubu göndermiştir. Fuzûlî’nin aile efradından bilinen tek kişi oğlu Fazlî’dir. Fazlî de babası gibi Bağdat şairlerindendir. Uzun ve feyizli bir ömür süren Fuzûlî 1556 yılında taun hastalığından sevdiği ve doğduğu kent olan Kerbelâ’da

70 Fuzulî Divanı, (hzl.: Kenan Akyüz, Süheyl Beken vd.) Akçağ Yay., Ankara 2000, s. 14.

29 ölmüştür. İsna Aşeriye’den mutedil bir Şii olan Fuzûlî dört halifeyi öven şiirler de yazmıştır. Şair, Sünni Osmanlı devlet adamlarına kasideler sunacak kadar Sünniliğe yakındır. Tasavvufu zevk edinen şair ehl-i tarikattır. Ancak onun hangi tarikata müntesip olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Belki de onun tarikat ehli oluşu maddeten veya fiilen değildir. Bektaşiliğe intisap etmesi de muhtemeldir.71 Fuzûlî’nin manzum ve mensur olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde yazılmış olan on üç dolayında eseri vardır. Mensur eserleri secili ve sanatlıdır. Fuzûlî’nin manzum eserleri şunlardır: Türkçe Divan: Birçok yazma nüshası olan bu eser bütün Türk ülkelerinde sevilerek okunmuştur. Fuzûlî, Divan’ının tertibine büyük önem vermiştir. Bu sebeple tertip ve içerik bakımından eksiksiz tam bir divan görünümündedir. Kimi manzum parçaların da bulunduğu mensur bir önsözle başlayan bu eserde Fuzûlî, sözün değerinden ve dönemin şiire bakışını yansıtan bilgiler verir.72 Farsça Divan: Fuzûlî’nin Farsça Divan’ı Türkçe Divan’ından daha hacimlidir. Bu da manzum ve mensur bir önsözle başlar. Şair burada sözün değerinden bahseder ve Allah’a, insana konuşma yeteneği verdiğinden dolayı şükreder. Şair, Hz. Ali’yi ve çocuklarını daha çok Farsça Divan’ında övmüştür. Şairin Enisü’l-Kalb adını verdiği uzun kasidesi de bu eserde yer alır. Leylâ vü Mecnûn: Fuzûlî’nin bu Leylâ vü Mecnûn’u kendisinden önce ve sonra yazılmış olan Leylâ vü Mecnûnların en güzelidir. Şair, 3096 beyitten oluşan mesneviyi Osmanlının Bağdat Valisi Üveys Paşa’ya takdim etmiştir. Beng ü Bâde: Fuzûlî’nin Şah İsmail’e sunduğu Türkçe bir mesnevi olan Beng ü Bâde, Leylâ vü Mecnûn’a göre kısa bir eserdir. Bu eser, beng (esrar) ile bade (şarap)nin konuşma ve tartışmalarından oluşur. Sâkî-Nâme (Heft Câm): Farsça yazılmış kısa bir mesnevi olan bu eser, içki ve rintlikten bahseder. Pek çok kelimenin tasavvufi bir anlam taşıdığı bu mesnevi mistik bir eserdir. Tercüme-i Hadîs-i Erba’în: Manzum kırk hadis tercümesi olan eser, Fuzûlî’nin Molla Camî’den Türkçeye çevirdiği bir eserdir. Bu eserin başında mensur kısa bir önsöz vardır. Her hadis dörder mısralık kıtalar hâlinde tercüme edilmiştir.73

71 Daha geniş bilgi için bk., Abdükadir Karahan, age., s. 139-362. 72 Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay., Ankara 1995, s. 142. 73 bk., Mine Mengi, ege., s. 142-146.

30 Fuzûlî’nin ayrıca Arapça Divan’ın bahsedilse de elde sadece Arapça olarak yazılmış kasideleri vardır. Ayrıca, kaynaklarda Fuzûlî’nin hamse sahibi olduğundan bahsedilir. Ama elde yukarıda belirtilen mesnevilerden başka mesnevisi bulunmamaktadır. Fuzûlî’nin elde bulunan mensur eserleri şunlardır. Hadikatü’s-Süedâ, Rind ü Zâhid, Sıhhat u Maraz, Muammâ Risâlesi, Matlau’l-İ’tikâd ve Türkçe Mektuplar.74 Fuzûlî’nin Divan’ında yer alan şiirlerin an teması aşktır. Gazellerinde yoğun bir lirizm vardır. Aşkın verdiği ıstıraptan memnun olan şair, çoğu zaman rintlik duyguları içinde dünya malına değer vermeyen bir kişilik içindedir. Gazel ve kasidelerinde hüner ve sanat vardır. Fuzûlî’nin ifade gücü ve Türkçeyi kullanışı mükemmel denilebilecek bir seviyededir. Fuzûlî hâlâ okunan ve herkes tarafından tanınan bir divan şairidir.

3. BÂKÎ: On altıncı asrın büyük şairi Bâkî, 1526 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Mahmut AbdülBâkî’dir. Babası Fatih Camisi müezzinlerinden Mehmet Efendi adında birisidir. Dolayısıyla zengin olmayan bir ailede doğan Bâkî, küçük yaşta saraç veya siraç çırağı olmuştur. Daha sonra okuma azmiyle medreseye devam eden şair, zekası ve başarısıyla kısa zamanda hocalarının ilgisini çekmiştir. Hocaları arasında tanınmış simalar da vardır. Bunlardan ikisi Ahaveyn lakabıyla tanınan Karamanlı Ahmet ve Mehmet Efendi kardeşlerdir. Medresede ders arkadaşları arasında ileride şair olacak olan kişiler de vardır. İleride büyük bir ün kazanacak olan âlim ve şair Nev’î, şair Üsküplü Valihi, Edirneli Mecdî ve on altıncı asrın büyük âlim ve tarihçisi Hoca Saadettin Efendi Bâkî’nin medresedeki sınıf arkadaşlarındandır. Genç yaşta şiire başlayan Bâkî, yirmi yaşlarında iken İstanbul’un genç şairleri arasında kendisini kabul ettirmiştir. Özellikle, hocası Karamanlı Mehmet Efendi adına söylediği “Sünbül Kasidesi” şöhretinin daha da artmasına vesile oldu. Devrin Reis-i Şairan-ı Rum olan şairi Zâtî’nin Bayezit Camisi avlusundaki meşhur dükkânı, dönemin şarilerinin toplanıp sohbet ettikleri bir edebiyat mekânıdır. Bâkî de genç yaşta Zâtî’ye kendisini kabul ettirmiş ve burada şiirlerini okumuştur. Zâtî de bu genç şairdeki yeteneği görerek onun övgüsünü yapmıştır.75 Süleymaniye Medresesinin başında bulunan müderrislerden ve devrin tanınmış âlimlerinden Kadızade Şemsettin Ahmet Efendi’nin de derlerine devam eden Bâkî, o sırlarda Nahçıvan seferinden dönen Kanuni’ye sunduğu,

74bk., Mine Mengi, age., s. 146-149. 75 Halûk İpekten, Bâki (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 11-12.

31 “Etdi şehri şeref-i makdem-i sultân-ı cihân Reşk-i bâğ-ı İrem ü gayret-i gülzâr-ı cinân” matlalı kutlama kasidesiyle Sultan Süleyman’ın yardımını talep etti. Böylece Kanuni ile tanışıklığı başlamış oldu. Daha sonra hocası Kadızade Efendi Halep’e kadı olarak gidince Bâkî’yi de beraberinde götürdü. Bâkî Halep’te dört yıl kadar kaldı. Bu arada Halep Beylerbeyi Kubat Paşa’ya “Lâmiyye” kasidesini sundu. Hocası Kadızade için de “Râiyye” kasidesini söyledi. 1560 yılında hocası ile birlikte İstanbul’a dönerken Konya’da Şeyhülislam Ebussuut Efendi’nin oğlu Mehmet Çelebi ile tanışarak ondan babasına verilmek üzere bir tavsiye mektubu aldı. Şeyhülislam Ebussuut Efendi’ye de bir kaside sunan Bâkî, böylece devrin mevki sahibi insanlarıyla tanışıklığını artırmaya başladı. Devrin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa’ya da kasideler sunan Bâkî, devlet erkânı arasında itibar kazandı. Bu iltifatlarının semeresini kısa zamanda gören şair 1561 yılında medresede danişment oldu. Şiirlerini bazı devlet adamlarının aracılığı ile Kanuni’ye ulaştıran şair, büyük teveccühe mazhar olarak danişmentlikten Silivri Medresesine müderris olarak atandı. Bu terfinin hilaf-ı kanun üzere yapılması bazı olumsuz eleştirilere sebebiyet verdi. Artık, Kanuni’nin gazellerini tanzir eden şair, Padişahtan ihsan görmeye başlamıştır. Kanuni’nin ölümü üzerine terkib-i bent nazım şekliyle yazdığı sekiz bentlik mersiyesi onun içli ve sevgi dolu şiirleri arasındadır. Padişahın ölümüyle yalnız kalan şair Sultan İkinci Selim ve Sokullu Mehmet Paşa’ya yaklaşmaya çalışır. İkinci Selim’e de kasideler sunan Bâkî saraydaki itibarını tekrar sağladı. 1573 yılında Sahn-ı Seman müderrisliğine getirilen şair, Sultan İkinci Selim’in ölümüyle yeniden korumasız kaldı. Sultan Üçüncü Murat devrinde birkaç defa görevden azat edilen şair daha sonra Mekke kadılığına bir müddet sonra da Medine kadılığına getirildi. Burada halkın şikâyetçi olması ve görevine özen göstermemesi üzerine İstanbul’a çağrıldı. Bir süre sonra arkadaşı Hoca Saadettin Efendi’nin yardımıyla İstanbul kadısı oldu. Bir süre görevden uzaklaştırılan Bâkî arkadaşlarının tavassutuyla Anadolu kazaskeri ve sonra da Rumeli kazaskeri oldu. Şeyhülislam olma Hayâlîyle yaşayan Bâkî 1600 tarihinde İstanbul’da öldü.76 Bâkî, ancak altmışlı yaşlarında evlenmiş ve iki oğul sahibi olmuştur. Eğlenceye ve rindane sohbete düşkün olan şair İstanbul’dan ayrı kaldığı zamanlarda arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Galata eğlencelerini özlediğini söyler. Daha medrese öğrenciliği zamanlarında bile eğlence merkezlerine ve meyhanelerdeki şiir sohbetlerine devam etmiştir. Hatta Kanuni’nin şarap içilmesini yasaklayıp şarap taşıyan gemileri yaktırdığında Bâkî bu durumu

76 bk., Halûk İpekten , age., s. 13-19.

32 şiirlerinde tenkit etmiştir. Yaşının ilerlemesiyle makam ve mevki hırsı daha da artan şairin, bu hırs yüzünden ona her konuda yardımcı olan medrese arkadaşı Hoca Saadettin Efendi ile de arasını açmış ve onun aleyhinde bulunmuştur.77 Bâkî’nin manzum ve mensur eserleri olmakla beraber o edebiyat tarihimizdeki asıl yerini Divan’ıyla yapmıştır. Kanuni’nin isteğiyle onun sağlığında düzenlenen Divan’a sonraki şiirler de ilave edilmiştir. Bâkî’nin mensur eserleri ise dinî konulardadır. Karakterine uygun düşen ladini konularda Divan’ını oluşturan şair dinî konulardaki bilgisini de mensur eserlerde göstermiştir. Onun mensur eserleri şunlardır: Me’âlimü’l-Yakîn fi Sireti Seyyidi’l- Mürselîn, Fezâ’ilü’l-Cihâd, Fezâ’il-i Mekke, Hadîs-i Erba’în Tercümesi.78 Bâkî daha çok gazel şairidir. Gazellerinde İstanbul’un güzelleri, günlük aşklar, sefa âlemleri gibi dünyevi zevkleri görmek mümkündür. Bâkî öncelikle yaşamaya, zevk ve eğlenceye düşkün bir karaktere sahip olduğundan gazellerinde de hep bu temalarla karşılaşırız. Bâkî’de Fuzûlî’nin derin ve ulvi aşkı yerine beşeri ve zevke dayanan aşkı vardır. Divan’ına tevhit, naat, münacat gibi dini konulardaki şiirleri almaması onun bu yönünü ortaya koymaktadır. Bâkî bu yönüyle Nedîm’in öncüsü sayılabilir. Bâkî Divan’ına Kanuni için yazdığı bir kaside ile başlar. Gazellerindeki dil oldukça ağırdır. Ama kasidelerine göre gazellerinin sadeliği hemen göze çarpar. Gazellerinde onun rintmeşrep biri olduğunu görebiliriz. Onun şiirlerinde tasavvufi bir yön bulmak beyhudedir. Sadece bazı klişeleşmiş olan ve bütün divan şairlerinin kullandığı tasavvufi terimleri çeşni olarak kullanmıştır.

4. HAYÂLÎ: Hayâlî Bey’in asıl adı Mehmet, lâkabı Bekâr Memi’dir. Rumeli bölgesindendir. Vardar Yenice’sinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Murat zamanında fethedilen Yenice on altıncı asırda tamamen Türkleşmiş bir memlekettir. O dönemlerde Rumeli bölgesinin üç bölgesi ile ilgili olarak söylenen şu söz dikkâte şayandır: “Prizren’de oğlan doğsa adından akdem mahlas koyarlar; Vardar Yenice’sinde doğan oğlan baba diyecek vakit Farisî söyler; Priştine’de oğlan doğsa diviti belinde doğar. Dolayısıyla Prizren şair membası, Yenice Farisî ocağı, Priştine kâtip yatağıdır.79 Hayâlî ilk tahsilini Yenice’de yapmıştır. Yalnız bu tahsil öyle yüksek derecede bir tahsil değildir. O sıralarda, önceden İran’dan gelerek Bursa’da zaviye kuran Baba Ali Mest-i

77 bk., Halûk İpekten, age., s. 19-23. 78 Mine Mengi, age., s. 160-161. 79 Cemal Kurnaz, Hayâlî Bey Divanının Tahlîli, MEB Yay., İstanbul 1996, s. 19.

33 Acemî adında bir Kalenderî şeyhi ve müritleri Yenice’ye uğrar. Hayâlî onların cezbesine kapılarak onlarla birlikte seyahatlere çıkar. Bu esnada tasavvufla ilgili bilgiler öğrenir. Birkaç defa İstanbul’a uğrayan kafile içindeki Hayâlî’yi gören İstanbul Kadısı Sarı Gürz Nurettin Efendi böyle yakışıklı bir gencin Kalenderîler arasında dolaşmasının uygun olmadığını düşünerek Hayâlî’yi şehir muhtesibi olan Uzun Ali’ye teslim eder. Bundan sonra Hayâlî şiir söylemeye başlar. On dört yaşlarında şairler arasında tanınır. Defterdar İskender Çelebi’nin dikkatini çeken şair, Sadrazam İbrahim Paşa’ya takdim edilir. Zamanla Kanuni Sultan Süleyman’ın Nedîmleri arasındaki yerini alır. Padişahın yakın dostluğunu kazanan şaire birçok ihsanda bulunulmuştur. Şaire önce ulufe sonra tımar ve zeamet verilmiştir. Ayrıca her gazel ve kaside sunuşunda da birçok ihsanda bulunulmuştur. İbrahim Paşa ve İskender Çelebi’den de lütuflar görmüştür. Bundan sonra rahat bir hayata kavuşan şair, kazandıklarını biriktirme yoluna gitmemiştir. Son derece sahib-i istiğna olan şair dünya malına, süse, şöhrete fazla ehemmiyet vermemiştir. Hayâlî’nin bu derece saraya yakın olması etrafındaki şairlerin kıskançlıklarına sebep olmuştur. Nihayet şairin iki büyük hamisi olan İbrahim Paşa ve İskender Çelebi’nin ölümünden sonra talihi değişir. Padişah bir müddet ona iltifat etmez. O da yakın çevresinin teşvikiyle Padişahtan sancak beyliği ve arkasından da Rumeli kethüdalığı ister. Birtakım tezvirat neticesinde Padişahla arasın açılan şair, içine düştüğü sıkıntılı durumdan kurtulmak için bir aralık Padişahtan Rumeli bölgesinde bulunan bir köyün kendisine verilmesini ister. bu isteklerin yerine getirilip getirilmediği kesin olarak belli değildir. Nihayet 1556-1557 yıllarında Edirne’de vefat eden Hayâlî, yüklü bir miras bırakmıştır. Uzun yıllar bekâr olarak yaşayan şair sonradan evlenmiş ve iki de çocuğu olmuştur.80 Hayâlî, dervişmeşrep, kalendermizaç bir şairdir. Tasavvuftan hoşlanmış ve dünya malına fazla önem vermemiştir. Bu özelliğinden dolayı kendisine sunulan ihsanlardan çevresindeki insanlar yararlanmıştır. Hayâlî yaşarken üstat kabul edilen şairlerdendir. Ancak Bâkî yetişince şöhreti biraz gölgelenmiştir. Hayâlî’ye devrinde Hâfız-ı Şirâzî-i Rûm denmiştir. Gerçekten de şiir yeteneğinin üstünlüğü, hayallerinin inceliği, sözünün ahenkli ve ince oluşu onu büyük şairlerden birisi yapmıştır. Hayâlî’nin Divan’ından başka bilinen eseri yoktur.81 Kanuni’nin Bağdat seferine katılan Hayâlî, burada Fuzûlî ile tanışmış ve onu da etkilemiştir. Hoşgörülü ve dost canlısı bir insan olan Hayâlî, kendisine hiciv yazılmadığı

80 bk., Cemal Kurnaz, age., s. 20-28. 81 Mine Mengi, age., s. 157.

34 müddetçe başkalarını hicvetmezdi. Buna rağmen bazen mevkisini koruyabilmek için yakın dostlarının bile aleyhine bulunmaktan çekinmediği belirtilmektedir. Canlı ve kuvvetli bir üslupla yazılmış olan kasidelerinin yanında Hayâlî’nin asıl şahsiyetini yansıtan şiirleri gazelleridir. Mahallî renklere itina gösteren şair, kendisinin Necâtî Bey’in yerini tuttuğunu söyler. Bu onun atasözü ve deyimlerle şehirli Türkçesini kullanma yolunda Necâtî Bey’in takipçisi olduğunu da ifade etmektedir.82 Şiirlerinde devrinin birçok şairine göre nispeten sade ve akıcı bir dil kullanan Hayâlî’nin coşkun ve insanı sürükleyen bir anlatımı vardır. Halk deyişlerine ve atasözlerine de büyük ehemmiyet veren şair, tasavvuf düşüncesine uygun hayalleri de büyük bir coşkunlukla ifade eder. Bâkî’ye göre dili oldukça açık ve külfetsizdir. Hayâlî’nin Divan’ını inceleyen, onun halktan biri olduğunu rahatlıkla görür.

5. NEF’Î: On yedinci yüzyıl Osmanlı Devleti’nin içte ve dıştaki büyük başarısızlıklarına rağmen edebî açıdan Türk edebiyatının en olgun devresidir. On yedinci asır, Nef’î ve Nabi gibi iki büyük nazım dehasını yanında nesirde Katip Çelebi ve Koçi Bey’in yaşadığı bir dönemdir. Süslü nesrin en önemli iki ismi olan Veysi ve Nergisi de bu yüzyılda şöhret bulmuş iki inşa ustasıdır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi de bu asrın yetiştirdiği seyyahlarımızdandır. On yedinci asrın ve bütün Türk edebiyatın kaside alanında bir zirvesi olan Nef’î, Erzurum’un Hasankale kazasında doğmuştur. Babası memleketinin eşrafından Sipahi Mehmet Bey’dir. Dedesi Mirza Ali Bey, İran’dan gelmiş, Hasankale sancak beyi ve Şirvan beylerbeyi olarak görev yapmış bir kimsedir. Nef’î’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1570 yılı dolayında doğduğu tahmin edilmektedir. Nef’î’nin asıl adı Ömer’dir. Nef’î, ilk öğrenimini Hasankale’de yapmış daha sonra Erzurum’a gelerek öğrenimini sürdürmüştür. Arapça ve Farsça öğrenen şair gençlik yıllarında Sadi ve Hafız’ı ileriki dönemlerde de kaside şairlerinden Urfi ve Enveri’yi, Arap şairi Mütenebbi’yi usta olarak kabul etmiş, onlardan örnek almıştır.83 Genç yaşta şiir yazmaya başlayan şair, mahlas olarak da Zarri (zararlı)’yi seçmiştir. 1585 yıllarında Erzurum’da defterdar olan “Künhü’l-Ahbâr”ın sahibi Gelibolulu Müverrih Mustafa Âli, şairin şiirlerini görüp beğenmiş ve onun Zarri mahlasını değiştirerek Nef’î (yararlı) yapmıştır. Nef’î, babasının Kırım hanlarına olan yakınlığından istifade ederek

82 bk., Cemal Kurnaz, “Hayâlî Bey”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, C 17, s. 5-7. 83 Halûk İpekten, Nef’î (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2000, s. 55.

35 Kırım hanlarından Canıbek Giray Han’ın takdirini kazanmış ve onun tavassutuyla o sıralarda Celali isyanlarını bastırmakla görevlendirilen Kuyucu Murat Paşa ile tanışmıştır. Kuyucu Murat Paşa’nın yardımıyla Sultan Birinci Ahmet devrinde İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’da Divanıhümayunda Maden Kalemine kâtip olarak atanmıştır. Nef’î, İstanbul’da bulunduğu müddetçe Birinci Ahmet, Birinci Mustafa, İkinci Osman ve Dördüncü Murat devirlerini yaşamıştır. İstanbul’da şiirleriyle kendisini kısa sürede tanıtan şair Divan’ındaki ilk kasideyi Sultan Birinci Ahmet için yazmış ve kendisine sunmuştur. Bu kasidede ve diğer kasidelerde Nef’î, Sultanın iltifatını kazanmış ve Sultan Birinci Ahmet Edirne’ye giderken Nef’î’yi de beraberinde götürmüştür. Nef’î, Sultan Ahmet’e kasideler sunarken Kuyucu Murat Paşa, Nasuh Paşa, Mehmet Paşa ve Halil Paşa’ya da kasideler sunmaktan ve yardımlarını istemekten geri kalmamıştır. Şair, Sultan Ahmet’in ölümünden sonra padişah olan Sultan Birinci Mustafa’ya birinci ve ikinci saltanat dönemlerinde hiç kaside sunmamıştır. Sultan İkinci Osman için bir cülusiye kasidesi sunan Nef’î daha sonra Genç Osman için başka kasideler de yazmıştır. Diğer devlet adamlarına da kasideler sunan Nef’î, asıl ününü Sultan Dördüncü Murat zamanında yapmıştır. Nef’î, Sultan Dördüncü Murat için on iki kaside yazıp kendisine sunmuştur. Nef’î, bu dönemde diğer devlet büyüklerine de kasideler sunmuş ve karşılığında yüklü miktarda hediyeler almıştır. Nef’î, bu şekilde bir taraftan Padişahın bir taraftan da devlet büyüklerinin takdirini kazanırken, devrin en büyük şairi olarak anılmaya başlanmıştır. Bu durum diğer şairlerin kıskançlıklarını artırmıştı. Bunu yanında şairin kimseden çekinmeden hatası olan herkesi hicvetmesi yeni düşmanlar kazanmasına sebep oluyordu. Nef’î’nin şöhretinin zirveye ulaştığı bir zamanda talihsiz bir olay yaşandı: Padişah Dördüncü Murat bir gün Beşiktaş kasrında Nef’î’nin “Sihâm-ı Kazâ” adlı hicivlerini okurken ayağının hemen dibine yıldırım düşer. Heyecanlanan Sultan Murat, bu olayı okumakta olduğu hicivlere yoran yakınındakilerin de etkisiyle mecmuayı yırtıp attı. Nef’î’yi de memuriyetten tart ettirerek Edirne’ye sürdürdü. Ayrıca şaire bir daha hiciv yazmamaya tövbe ettirdi. Daha sonra Nef’î, sunduğu kasidelerle Sultana kendisini affettirdi ve İstanbul’a geri döndü. Nef’î’nin bundan sonraki hayatı hakkında kesin bilgiler yoktur. Bilinen tek şey bir hicvi sebebiyle boğularak öldürüldüğüdür. Şairin öldürülme sebebi olarak da türlü söylentiler aktarılır. Tarihçi Naima’ın verdiği iki söylentiden birisi şu şeklidedir: Padişah Sultan Murat, Nef’î’nin hiciv söylemeye tövbe ettiği hâlde yeni bir hiciv söylediği haberini alır. Padişah Nef’î’yi denemek için yeni bir hiciv yazıp yazmadığını sorar. Nef’î de boş

36 bulunur ve Bayram Paşa için bir hiciv yazdığını söyler. Yazdığı hicvi Padişahın huzurunda okur. Hicvi çok beğenen Sultan Murat, Bayram Paşa’ya da aynı şiiri gönderir. Bayram Paşa bun çok kızar ve Nef’î’nin katli için Sultandan ferman ister. Sultan da bu fermanı verir ve Nef’î boğularak cesedi denize atılır. Nef’î’nin öldürülmesi ile ilgili olarak anlatılan söylentilerden biri de Nef’î’nin bizzat Sultan Murat’ı hicvettiği ve bu sebepten öldürüldüğüdür. Sebep ne olursa olsun Sultan Murat onun öldürülmesi için ferman vermiştir. Nef’î’nin öldürülme tarihi 1635 olarak belirtilmiştir.84 Nef’î, başta Bâkî olmak üzere Fuzûlî, Şeyhülislam Yahya gibi şairlere nazirelere yazmıştır. Nef’î divan edebiyatında daha çok kasideciliği ile tanınmıştır. Kaside onun usta ellerinde klasik biçimini kazanmıştır. Diğer şairlerde görülen, nesip ve methiye bölümlerindeki dengesizlik Nef’î’de yoktur. Nef’î, övme-övünme-yerme üçlüsüyle özetlenen şiirini mübalağa ile besler. Övünmelerinde kişiliğini ve kendisine olan güvenini ön plana çıkarır. En samimi, en güzel ve en çok fahriye sayısı Nef’î’ye aittir. Nef’î, sözü güzel söylemede ustalaşmıştır. Söylemek istediklerini mazmunların arkasına saklamaz. Onun şiirlerinde vuzuh vardır. Ayrıca onun şiirlerinde ahenk ve müzik önemli bir yer tutar.85 Nef’î’nin Türkçe Divan’ı, Farsça Divan’ı ve hicivlerini topladığı Sihâm-ı Kazâ isimli bir eseri vardır. Fakat Nef’î’nin ustalığını kanıtladığı eseri Türkçe Divan’ıdır. Şairin Türkçe Divan’ı bütün mürettep divanlar gibi kasidelerle başlar. Eserde 59 kaside vardır. Bunların ilki, “Ukde-i ser-rişte-i râz-ı nihânîdür sözüm / Silk-i tesbîh-i dür-i Seb’al-mesânîdür sözüm” matlalı naattır. Bu naatta da Nef’î kendisini övmüştür. Şair üçüncü kasidede ise Mevlâna’yı metheder. Sihâm-ı Kazâ ise kaza okları anlamına gelir. Manzum ve mensur parçaların toplandığı bir hiciv mecmuasıdır. Sihâm-ı Kazâ, kaside, terkib-i bend, mesnevi, kıt’a gibi değişik nazım şekillerinden meydana gelmiş ve araya nesir parçaları da katılmış bir eserdir. Nef’î’nin bu eserde hicvettikleri arasında Gürcü Mehmet Paşa, Ekmekçizade Ahmet Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Hafız Ahmet Paşa, Halil Paşa; Fırsati, Geredeli Nigâr, Ganizade Nadiri, Azmizade Haleti, Fa’izi, , Nev’îzade Ata’i, Itri gibi devrin devlet adamları, şairleri ve bestekârları vardır.86 Nef’î, kasidelerinde sözü açıkça söyler. Divan’ındaki dil fazla sade olmamakla birlikte akıcı bir üsluba sahiptir. Her kelime yerli yerindedir. Şiirlerinde fahriye ve mübalağa önemli

84 bk., Halûk İpekten, Nef’î (Hayatı, Sanatı, Eserleri), s. 56-64. 85 Daha geniş bilgi için bk., Nef’î Divanı (hzl.: Metin Akkuş), Akçağ Yay., Ankara 1993, s. 22-27. 86 Halûk İpekten, Nef’î (Hayatı, Sanatı, Eserleri), s. 72-73.

37 bir yer tutar. En sessiz ve silik kişiler bile Nef’î’nin övgüsü ile bir kahraman hâline gelir. Nef’î, divan edebiyatının unutulmayan şairlerimizdendir. O, kasidelerindeki sanatkârane söyleyişiyle İran şairlerinden üstün olduğunu ispatlamıştır.

6. NEDÎM: On sekizinci asrın, Lale Devri ile özdeşleşen, büyük şairi Nedîm 1681 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Ahmet’tir. Nedîm’in annesi Saliha Hatun, İstanbul’un fethinden itibaren devlet hizmetinde bulunan Kara Çelebizadeler ailesine mensuptur. Babası Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kadılık görevlerinde bulunmuş olan Mehmet Efendi’dir. Nedîm’in baba tarafından dedesi yaptığı kötü bir işten dolayı Mülâkkap olarak anılan ve halk tarafından linç edilerek öldürülen Sultan İbrahim devri kazaskerlerinden Merzifonlu Mustafa Muslihittin Efendi’dir.87 Ahmet Nedîm iyi bir eğitim görmüş ve Arapça ile Farsça’yı bu dillerde şiir yazacak kadar öğrenmiştir. Tahsilini tamamladıktan sonra Şeyhülislam Ebezade Abdullah Efendi’nin de bulunduğu bir jüri tarafından yapılan bir sınavda başarılı olmuş ve Hariç Medresesinde müderrisliğe atanmıştır. Bu sırada Ali Paşa, Üçüncü Ahmet’in on birinci Sadrazamı olarak göreve getirilmiştir. Nedîm bu dönemde artık çıraklık safhasını aşmış bir şairdir.88 Nedîm, Sadrazam Damat İbrahim Paşa zamanında hayatının en itibarlı ve memnun yıllarını yaşamıştır. Nedîm, İbrahim Paşa’nın yanından ayırmak istemediği hakiki bir Nedîmi, bir zevk ve fikir arkadaşı olmuştur. İbrahim Paşa’nın Ayni Tarihi’ni Arapçadan Türkçeye çevirmek için teşkil ettiği heyete Nedîm de katılmıştır. Nedîm, ilmiye mesleğinde sırasıyla; Molla Kırımi Medresesi, Sadi Efendi Medresesi, Eski Nişancı Paşa Medresesi, Sahn-ı Seman Medresesi ve Sekban Ali Medresesi’ne tayin ve terfi ettirilmiştir. Bu arada Nedîm Lale Devri’nin eğlence âlemlerinden uzak durmamış, keskin zekası ve zarif nükteleriyle çok aranılan şair, Sadabat eğlencelerini, Çırağan sefalarını büyük hamisi İbrahim Paşa ile hatta bizzat Padişahla beraber yaşamıştır.89 Devlet tarafından kendisine verilen her kıymet ve payeyi şükranla karşılayan Nedîm, İbrahim Paşa ve Sultan Üçüncü Ahmet’e kasideler sunmuştur. Lale Devri’ndeki bu neşe, eğlence hayatı yanında beliren yenilik hareketleri çok sürmemiş Patrona Halil isyanı ile son bulmuştur. Sultan tahttan indirilmiş İbrahim Paşa ise katledilmiştir. Sefahate kadar varan eğlenceli fakat yıpratıcı hayatı dolayısıyla sağlığı ve sinirleri bozulan Nedîm ihtilal sırasında

87 Muhsin Macit, Nedîm (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), Akçağ Yay., Ankara 2007, s. 11. 88 bk., Muhsin Macit, age., s. 11-13. 89 Nihat Sami Banarlı, age., C 2, s. 753.

38 vefat etmiştir. Onun ölüm şekli hakkında çeşitli söylentiler olmakla birlikte kesin bir bilgi yoktur. İsyan sırasında evinin damına çıkıp buradan başka bir dama atlarken öldüğü şeklindeki rivayet sadece bir söylentiden ibarettir. Şairin kabri Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.90 Şiirde “Nedîmane” denilen yeni bir tarz geliştiren şair, divan şiirinde Necâtî ile belirginleşen Bâkî ve Şeyhülislam Yahya ile devam eden mahallileşme deneyiminin on sekizinci yüzyıldaki en büyük temsilcisidir. Nedîmane tarzının esasını söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve Nedîm’e özgü eda oluşturur. Konuşma dilinden gelen söyleyişleri kullanmadaki dehası onu çağdaşlarından ayırır. Şiirlerinin bestelenmeye elverişli bir yapısı vardır. Şairin bazı musammatları ve gazelleri bestelenmiştir. Nedîm’in bir diğer özelliği de yerlilik merakıdır. Onun şiirlerinde halk edebiyatına bir yakınlık görülür. Şiirlerinde İstanbul’dan canlı sahneler, söyleyişinde halk deyimlerinden örnekler belirir. Zaten on sekizinci asır da divan şiiri ile halk şiiri birbirine yakınlaşmıştır. Bu yüzyılda hece veznini kullanan divan şairlerinin yanında divan şiirinin mazmunlarından etkilenen halk şairleri vardır. Nedîm de halk şiirinden etkilenmiş ve Divan’ına hece vezni ile yazdığı iki koşmayı91 koymuştur. Nedîm Osmanlı şairleri arasında devriyle birlikte anılan müstesna şairlerdendir. Lale Devri’nde başka şairler de olmasına rağmen Nedîm kadar dönemini yansıtan başka şair yoktur.92 Nedîm’in Divan’ından başka, Müneccimbaşı Ahmet Aşıki’nin Câmiü’d-Düvel adlı Arapça eserini “Sahâifü’l-Ahbâr” adıyla Türkçeye tercüme etmiştir. Nedîm, bu eseri on yılda tamamlamış ve Sadrazam İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Bunun yanında Nedîm, yukarıda da belirttiğimiz gibi Bedrettin Mahmut Bin Ahmet’in İkdu’l-Cümân fi Tarihi Ehli’z-Zamân adlı yirmi dört ciltlik İslam tarihini “Ayni Tarihi” adıyla tercüme eden heyetin içinde de bulunmuştur. Nedîm’in bunlardan başka birkaç mektubu, takriz yazısı ve dilekçesi de bulunmaktadır.93 Nedîm’in Divan’ında Çağatay Türkçesi ile yazdığı üç beyitlik bir nazmı da vardır.94 Sonuç olarak, Nedîm on sekizinci asrın iz bırakan en büyük şairlerindendir. Onun söyleyişi hoş, lisanı halk ağzına yakındır. Divan’ındaki dili nispeten sade ve anlaşılırdır. Kendisinden önceki birçok şaire göre bu sadelik belirgin ölçüde görülür. Özellikle İstanbul

90 Nihat Sami Banarlı, age., C 2, s. 754. 91 bk., Nedîm Divanı (hzl.: Muhsin Macit), Akçağ Yay., Ankara 1997, s. 269-270. 92 bk., Muhsin Macit, Nedîm (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), s. 15-20. 93 Muhsin Macit, Nedîm (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), s. 15. 94 bk., Nedîm Divanı, , s. 206.

39 tasvirleri ve devrin yaşantısını anlatış tarzı, modern şiirin ilk belirtileri gibidir. Şiirlerinde Bâkî’yi hatırlatan taraflar vardır. Nedîm, hâlâ adı anılan, şiirleri okunan şairlerimizdendir.

7. LEYLÂ HANIM: Edebiyatımızın artık Batı’dan etkilenmeye başlaması ile birlikte sönmeye başlayan ve önemini yitiren divan edebiyatının son nefeslerini verdiği on dokuzuncu asrın ilk yarısında yaşamış olan kadın şairlerimizden biri de Leylâ Hanım’dır. Leylâ Hanım İstanbul’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası sudûrdan Kazasker Moralızade Hâmit Efendi’dir. Babasının 1825 tarihinde vefat etmesi üzerine murabba nazım şekliyle yazdığı mersiyeden95 anlaşıldığına göre o tarihlerde genç biridir. Babasını çok seven ve onun ilmine irfanına değer veren Leylâ Hanım, onun ölümünden duyduğu acıyı dile getiren, yukarıda bahsettiğimiz gibi, murabba nazım şekliyle bir mersiye yazmıştır. Bu mersiyede Leylâ Hanım babasının allâme, ehl-i hüner, ehl-i irfan gibi sıfatlarla niteler.96 Leylâ Hanım’ın annesi son dönem divan şairlerinden Keçecizade İzzet Molla’nın ablasıdır. Keçecizade İzzet Molla aslen Konyalı olduğuna göre Leylâ Hanım da anne tarafından Konyalıdır. Leylâ Hanım, babasından ilk tahsilini babasından almış ve muhtemelen özel hocalardan dersler de almıştır. Leylâ Hanım edebi bilgilerini ise dayısı olan İzzet Molla’dan tahsil etmiştir. Leylâ Hanım, İzzet Molla’nın öğrencisidir. Şaire, onu her zaman üstadı olarak görmüş ve onun için saygı ve minnet ifade eden mısralar söylemiştir. İzzet Molla, aynı zamanda Leylâ Hanım’ın şiirlerini de tashih etmiştir.97 Leylâ Hanım’ın Ataullah Mehmet Efendi, Nurullah Mehmet Efendi ve Halit Efendi adında üç kardeşi vardır. Bunlardan Halit Efendi Leylâ Hanım gibi Mevlâna’ya bağlıdır. Bursa’da oturmakta iken İstanbul’a geldiğinde genç yaşta ölmüştür. Leylâ Hanım Mevlevi olduğu için Mevlâna’ya da methiyeler yazmıştır. Leylâ Hanım, ailece okuyup yazan, edebiyata aşina bir aileden geldiği için doğal olarak saray çevresine de yakındır. İkinci Mahmut ve Birinci Abdülmecit’in saltanat yıllarını idrak eden şaire, İkinci Mahmut’un kız kardeşlerine methiyeler yazmış, kızlarının doğumları ile şehzadelerine de tarih manzumeleri düşürmüştür. Sultan Birinci Abdülmecit’in cülusuna ve kızlarının doğumlarına da tarih manzumeleri düşürmüştür.

95 bk., Leylâ Hanım Divanı (hzl.: Mehmet Arslan), Kitabevi Yay., İstanbul 2003, s. 119. 96 bk., Leylâ Hanım Divanı, s. 119. 97 bk., Leylâ Hanım Divanı, s. 189,168.

40 Hayatının son dönemlerinde ciddi maddi sıkıntılar yaşana şaire, yazdığı şiirlerle dönemin devlet adamlarından hatta sultanından yardım talep etmiştir. Son dönemlerinde bu yardım çağrılarına cevap gelmiş ve kendisine bir miktar maaş bağlanmıştır. Leylâ Hanım, genç yaşta evlenmesine rağmen bir hafta sonra boşanmış ve kendisini şiir ve edebiyata vermiştir. Özellikle babasının ölümünden sonraki hayatı badireler ve sıkıntılar içinde geçen Leylâ Hanım 1848 yılında vefat etmiştir. Leylâ Hanım Mevlevi olduğu için Galata Mevlevihanesinin haziresine defnedilmiştir.98 Hakkında olumlu olumsuz birçok dedikodu bulunan Leylâ Hanım, divan edebiyatı nazım şekillerini kullanarak eski klasik edebiyatın tasvir ve mazmunlarını da devam ettirmiştir. Divan edebiyatı anlayışına bir yenilik getirmeyen Leyla Hanım’ın ünü kadın şair olmasından ileri gelir. Divan edebiyatının son dönem kadın şairleri içinde Fitnat Hanım’dan sonra ikinci sırada Leylâ Hanım gelir. Leylâ Hanım’ın mizacı divanına da yansımıştır. Şakaya ve espriye oldukça düşkün olan şaire, başkalarının ne düşündüğüne önem vermemiştir. Şiirleri hem konu hem de ifade bakımından oldukça zariftir. Dili açık ve akıcıdır. Söyleyeceği şeyleri kapalı ve süslü ifadelerle söylememiş; aksine son derece açık bir üslup kullanmıştır. Şairenin Divan’ında, dini ve az da olsa tasavvufi şiirleri olmasına rağmen, genel olarak beşeri aşkın ağır bastığı görülür. Onun şiirlerinde divan şiirinin genelinde olduğu gibi rint-zahit çatışması görülür. Genel olarak bütün divanlarda bulunan hikmetâmiz, öğüt verici nitelikte yazılmış beyitlere Leylâ Hanım’ın Divan’ında da rastlıyoruz. Zaten biz de divanı incelerken bu türden beyitleri tespit etmeye ve nasihat anlamı taşıyan beyitleri tespit etmeye çalıştık. Leylâ Hanım, bir kadın olmasına rağmen devrine göre ahlâki açıdan gayet serbest söyleyişlerde bulunmuştur. Divan şiiri geleneğine uyarak erkek bakış açısına göre şiir yazmış ve kendisini Mecnun ve Ferhat’a benzetmiştir. Sevgililerini ise Leylâ ve Şirin’in yerine koymuştur. Onun zekice söyleyişleri ve esprili beyitleri vardır.99 Leylâ Hanım’ın şiirlerinde Mevlevi şairi olan Şeyh Galip’in de etkisi görülmekle beraber o daha çok eğlence meclislerinden bahseden ve beşeri aşkı ön plana alan bir şairedir. Yukarıda da belirtildiği gibi Leylâ Hanım’daki tasavvufi yön şiirlerinde bir çeşni olarak durmaktadır. Leylâ Hanım Bâkî ve Ruhi gibi şairlerin bazı şiirlerini de tanzir ve tahmis etmiştir. Leylâ Hanım asıl şöhretini şarkılarından ve gazellerinden alır.100

98 Ayrıntılı bilgi için bk., Leylâ Hanım Divanı, age., s. 15-38. 99 bk., Leylâ Hanım Divanı, s. 38-70. 100 İsmail Ünver, “Leylâ Hanım”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2003, C 27, s. 157.

41 Sonuç itibariyle Leylâ Hanım, divan şiirinin son dönem temsilcilerinden olup klasik şiir anlayışına her hangi bir yenilik getirmiş değildir. Daha çok beşeri aşkı mihver alan Leylâ Hanım, aşka erkek bakış açısıyla bakmış ve böylece divan şiiri geleneğini devam ettirmiştir. Şuh söyleyişleri olan şaire, yer yer kendisi gibi kadın şairelerden olan Fitnat Hanım’a meydan okuyan bir üslup kullanır. Dili döneminin modasına uygun olarak nispeten açık ve sadedir. Yaşadığı hayatı şiirlerinde fazlasıyla yansıtır. Mevlâna’ya ve Hz. Ali’ye aşırı giden methiyeleri101 vardır. Divan’ında hikmetli şiirleri, nasihat eden beyitleri de vardır. Nasihat eden beyitlerini de zaten aşağıdaki bölümde belirttik.

101 bk., Leylâ Hanım Divanı, s. 116, 256.

42

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİVANLARDAN NASİHAT ÖRNEKLERİ (Necâtî, Fuzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nef’î, Nedîm, Leylâ Hanım)

43

1. SABIR İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Sabır konusu divan şiirinde nasihat anlamı taşıyan beyitler içerisinde önemli bir yere sahiptir. Sabır, İslâmi literatürde de üzerinde en fazla durulan konulardan biridir. Sabır kelimesi dilimize Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Sabır, sözlüklerde “Başa gelen acıya karşı telaş ve meyusiyet göstermeyip dayanma102; dayanma, katlanma, nefsine hâkim olma, kendini tutma103; acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanma, zorluk, güçlük ve musibetlere dayanma, tahammül.”104 gibi anlamlara gelir. Terim anlamı itibari ile sabır sıkıntı ve meşakkatlere soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmektir. İslam anlayışında sabır Müslüman’ın en güzel huylarındandır. İnsanın başına gelen ve kendisinin güç yetiremediği musibetlere sabretmesi onun için bir acizlik değil bir erdemdir. Sabretmek zillete, meskenete, haksızlığa ses çıkarmak anlamına gelmez. Bunlara karşı her insanın mücadele etmesi gerekir. Sabır ancak insanın takat yetiremeyeceği şeylere tahammülüdür.105 Sabır konusu ile alakalı Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet vardır. Burada Müslümanlara başlarına gelen sıkıntılara karşı sabırlı olmaları konusunda emirler/tavsiyeler vardır: “Yoksa sen gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusuf’um, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah’tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez, dedi.” ”106 Affedici olmak sabrın bir göstergesidir: “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” 107 “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma.”108 “Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.”109 Bazı ayetlerde müminlerin sabırlı olmalarının karşılığında cennet vaat edilir:

102 Şemseddin Sami, age., s. 817. 103 Ferit Devellioğlu, age., s. 905. 104 D. Mehmet Doğan, age., s. 1121. 105 Şamil İslam Ansiklopedisi, “Sabır”, İstanbul 2000, C 7, s. 87. 106 Yusuf, 12/90 107 Nahl, 16/126 108 Nahl, 16/127 109 Hac, 22/35

44 “İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanacaklardır.”110 Sabrın sonunda Allah’ın yardımı vardır: “Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.”111 Sabır Allah’ın emirlerindendir ve Allah sabredenlerle beraberdir: “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin; çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.”112 Başka bir ayette de Lokman oğluna başına gelebilecek musibetlere karşı sabırlı olmasını tavsiye eder. “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”113 Sabırlı olanların Allah yardımcısı olacaktır: “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”114 “Şimdi ise Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.”115 Ayetlerde olduğu gibi hadislerde de sabır ile ilgili hükümler/tavsiyeler yer alır. Bazı hadislere göre sabır, mümin için hayırlıdır: “Müminin işi taaccübe şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mümine mahsustur. Zira o sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırdır.”116 Peygamberimiz başka bir hadis- şerifte şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ; ‘Bir mümin kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman o kimse sabredip Allah’tan ecir beklerse onun mükâfatı cennettir.’ buyurdu.”117 Diğer bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz: “Asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır.”118 buyurmuştur.

110 Furkan, 25/75. 111 Âl-i İmran, 3/125. 112 Bakara, 2/153. 113 Lokman, 31/17. 114 Enfal, 8/46. 115 Enfal, 8/66. 116 Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 53, 54. 117 Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 65.

45 İmam Gazali’ye göre sabır üç türlüdür: İbadette sabır, haram ve günahlara sabır, musibetlere karşı sabır. Buna göre sevap derecesi en üstün olan sabır musibetlere karşı sabırdır. Sabır Allah’ın vasıflarındandır. Allah nefsine “Sabûr” (çokça sabredici) ismini vermiştir.119 Anonim halk edebiyatında da sabır konusu ile ilgili birçok atasözü vardır. Bazı atasözlerimizde sabredildiği takdirde sonucun iyi ve mutluluk verici olacağı belirtilir: “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.”, “Sabrın sonu selamettir.”, “Sabreden derviş muradına ermiş.”, “Sabreyle işine, hayır gelsin başına.” gibi. Bazı atasözlerimizde de sabrın insanı olgunlaştırdığı vurgulanır: “Sabır ile koruk helva, dut yaprağı atlas gibi olur.” Saz şairleri de sabır ile ilgili şiirler yazmışlardır. Mesela 19. asır şairlerinden Menguşi’nin Nasihat Destanı’nda sabrın önemi vurgulanır:

“Sabırlı kulunu pek sever Huda; Sabır ile koruk bil olur helva! Tiz-reftar olanın pâyın taş ola; Aheste gidenler erer ihsana.”120

Divanlarda sabır ile ilgili nasihatler genellikle sevgilinin verdiği cefaya katlanma şeklinde tezahür eder. Maşuk vasfının gereği olarak âşığa mutat üzere cevr ü sitemde bulunur. Âşık da buna sabreder. Sabır konusu ile alakalı olarak tespit ettiğimiz beyitlerde şair âşığa gerek direkt sevgiliden gelen sıkıntılara gerekse kaderin kendisine reva gördüğü talihsizliklere sabretmesini öğütler. Bazı beyitlerde de âşığın vuslata ermesi için sabretmesi gerektiği ifade edilir:

Kan yut cefâ-yı dehr ile bağruna taş bas Ağzından ey dil ister isen la’l-veş nisâb Necâtî, K 55/3-43 [Ey gönül, sevgilinin ağzından la’l gibi kırmızı bir hisse (dudak, öpücük) istiyorsan, dünyanın sıkıntısı ile kan yut, bağrına taş bas (sıkıntı çek).]

118 Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 64. 119 Bu konuda daha fazla bilgi için bk. İmam Gazâlî, Kalplerin Keşfi, s. 26; İhyâü Ulûmiddîn (çev.: Ali Arslan), Arslan Yay., İstanbul 1973, C 8, s. 379-397. 120 Dehri Dilçin, age., s. 14.

46

Kec-tab’lar teveffuk ederse Necâtîyâ Sabr edelim şu resme kim eder kemâna tîğ Necâtî, K 75/11-60 [Ey Necâtî, eğer eğri mizaçlılar yay (kaş)a ok (kirpik)u uygun görürse bu surete sabredelim.]

Sabr et firâka tâ çekesin aşk yayını Nerm olur âteş ile dilâ her kemân-ı saht Necâtî, G 164/32-3 [Ey gönül, aşk yayını çekebilmek için ayrılık acısına sabret; her katı yay (sevgilinin çatık kaşı) ateş (ayrılıktan doğan keder) ile yumuşar.]

Hele derd ü belâya sabr edelim Görelim son ucu Hudâ neyler Necâtî, G 202/116-4 [Hele dert ve belaya sabredelim, bakalım sonunda Allah ne murat edecek.]

Ey Necâtî yürü sabr eyle elinden ne gelir Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler Necâtî, G 240/198-7 [Ey Necâtî elinden bir şey gelmez, sen sabret; güzel (sevgili)ler herkese vefasızlık yaparlar ve eziyet ederler.]

Cefâya sabr iden erer vefâya Ki bîmâr olana timâr iderler Necâtî, G 229/175-3 [ Hasta olana baktıkları gibi, eziyete sabredene (âşığa) de vefa (bağlılık, sevgi) gösterirler.]

Mihnette sabr eyleyen rahat tapar çün Yûsuf’a Saltanat tahtının evvel pâyesi zindân olur Fuzûlî, K 40/7-5

47 [Kederlere sabredenin (Allah’a) bağlılığı rahat olur; çünkü, Hz. Yusuf’un saltanat tahtından önceki mertebesi zindandır.]

Ger rızâ olsa kazâya müşkil olmaz hiç hâl Ârife sabr ile her müşkil ki var âsân olur Fuzûlî, K 40/7-6 [Eğer ilahî takdire boyun eğilse durum (sıkıntılar) hiç zor olmaz; irfan sahibi kişi sabrederse her güçlük kolaylaşır.]

Esîr-i derd olanlar rüzgârın inkılâbından Eger sabr etseler dermânların hem rüzgâr eyler Fuzûlî, K 83/22-4 [Zamanın değişmesinden dolayı derde esir olanlar eğer sabrederlerse zamanla çare bulacaklardır.]

V’er gitti vakt hem gam ilen kılma ıztırâb Sabr et kim ol küdûrete hem yoktur i’tibâr Fuzûlî, K 117/37-41 [Er gidince kederlenme, sabırlı ol; çünkü, tasanın değeri yoktur.]

Her derdsizden umma Fuzûlî devâ-yı derd Sabr eyle ol ki derd veripdir devâ verir Fuzûlî, G 183/109-6 [Ey Fuzûlî, her derdi olmayandan derde deva bekleme, sabret; çünkü, derdi veren elbet devayı da verir.]

Hele sabr eyle gönül renc ü firâk-ı yâre Sitem-i cevr ü cefâdan o da bir gün usanır Leylâ Hanım, G 254/36-5 [Ey gönül yârin ayrılık acısına ve eziyetine sabret çünkü o da bir gün bu eziyet ve zulümden usanacaktır.] Sabır görüldüğü üzere hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatımızın hemen her şubesinde de önem arz eden bir kavramdır, davranış biçimidir. Dinin makul gördüğü sabır

48 insanımızın en önemli ahlak vasıflarından birisi olmuştur. Divan edebiyatında da hemen bütün şairler ahlaki mevzulara geniş yer ayırmışlardır. Sabır ile ilgili yukarıda örneklerini verdiğimiz beyitler de bunun teyididir.

2. DÜNYANIN FANİLİĞİ İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Dünyaya değer vermeme, tasavvufun etkisine kanatlarını sonuna kadar açan divan edebiyatının olduğu kadar halk edebiyatının da en önemli düşüncelerinden birisidir. İslâm inancında dünyanın ancak bir gölgelenme yeri olduğu kabul edildiğinden kültürümüzün en önemli damarlarından olan edebiyatımızda da bu durum sanatkârane bir şekilde tezahür eder. Fanilik (zeval ve fena bulan, Bâkî ve sermedi olmayan121; ölümlülük, geçicilik, sonluluk122) dünyanın vasıflarından birisidir. Kökenini inançtan alan bu düşünceyi tasavvufla beraber sindiren şairler bunları eserlerine de taşımışlar ve dünya meşgalelerine fazla itibar edilmemesi noktasında insanlara şiirleriyle nasihat etmişlerdir. Dünya hayatının oyundan ibaret olduğu ve dünyanın eninde sonunda zeval bulacağı şeklinde Kur’an’da birçok ayet vardır. Dünyadaki güzelliklerin faniliği ile ilgili bir ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Dünya hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün ziynet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, ayetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.”123 “Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.”124

121 Şemseddin Sami, age., s. 980. 122 D. Mehmet Doğan, age., s. 415. 123 Yunus, 10/24. 124 Kehf, 18/45.

49 “Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak haline getireceğiz.”125 Birçok ayette dünyanın bir oyun ve oyuncaktan ibaret olduğu asıl olanın ahiret hayatı olduğu bu dünyanın geçici olduğu vurgulanır: “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık.”126 “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”127 “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”128 “O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim. Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedi olarak kalınacak yerdir.”129 “Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez.”130 “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.”131 “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”132 “Allah rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.”133

125 Kehf, 18/8. 126 Kehf, 18/7. 127 Ankebut, 29/64. 128 Âl-i İmrân, 3/185. 129 Mü’min, 40/38,39. 130 Muhammed, 47/36. 131 Hadîd, 57/20. 132 En’âm, 6/32.

50 Ayetlerde görüldüğü gibi dünya fanidir. Dünyanın geçiciliği ile ilgili hadislerde de bu durum dikkât çekici şekilde vurgulanır. Bir hadiste dünyanın ahiret karşısında hiçbir değerinin olmadığı belirtilir: “Ahrete nazaran dünyanın değeri, ancak sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin.”134 Peygamber’imiz bir hadisinde Allah katında dünyanın kulaksız oğlak ölüsünden daha kıymetsiz olduğunu belirtmiştir.135 Dünyanın değersizliği ve müminlerin dünyaya fazla ehemmiyet vememeleri konusunda da birçok hadis-i şerif bulunur: “Altına, gümüşe, kumaşa, abaya kul olanlar helak oldu; eğer bunlara mal verilirse hoşlanır, verilmezse hoşlanmaz.”136 Ahiretteki makamlarına nispetle dünya müminler için zindan mesabesindedir. Bunu Peygamberimiz en güzel şekilde ifade eder: “Dünya müminin zindanı ve kâfirin cennetidir.”137 Dünya hayatı ahiret için bir hazırlanma ve gayret yeridir. Dünyanın geçiciliği bunun delilidir. Bu geçici süre zarfında insanın sahip olduğu makam ve mevkiye güvenmemesi, servetine fazla itibar etmemesi icap eder. Dünyanın geçici bir faydalanma yeri olduğunu bilen insanın mutluluğu, dünyaya gereğinden fazla itibar eden insanın mutluluğundan fazladır. Bunun için Müslüman her şeyi yerli yerinde yapar ve rızkını helal yoldan temin eder. İnsanlara faydalı olmaya gayret eder.138 Hz. Peygamber, yaşadığı hayat itibari ile dünya karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. O, hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefatından sonra birkaç şahsi eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey bırakmamış, ilk iki halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Daha sonraları bir kısım zahitler ve mutasavvıflar dünyayı tamamen bir kenara bırakmışlar ve ruhban hayatını yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde mutasavvıflar için dünya kötü olarak algılanmıştır. Mutasavvıflar ve zahitler dünya ile ahireti doğu ile batı gibi birbirine zıt kavramlar olarak kabul etmişlerdir. Daha çok çile ve müritlik dönemlerinde dünyayı kötüleyen mutasavvıflar marifet makamına ulaşıp arif ve âşık oldukları zaman artık dünyanın lehinde v aleyhinde konuşmazlar. Hatta âşıklar dünya gibi ahireti de Hakk’a ermeye engel sayarlar.

133 Ra’d, 13/26. 134Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 499. 135 bk. Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 500. 136Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 504. 137 Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 505. 138 bk. Halit Ünal, “Dünya Hayatı”, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 2, s. 142-144.

51 Zahit dünyaya bakışıyla sirke, âşık ve arif ise mis koklatır. Zahit dünyayı çirkinleştirir, arif ise onunlar hiç ilgilenmez. Hatta Allah’ın tecellilerini yansıtması bakımından dünyaya da yüksek bir değer atfederler. Mutasavvıflara göre dünya birçok insandan arta kalan bir kadın gibidir. Kimseye yâr olmaz.139 Halk edebiyatımızda da dünyanın geçiciliği işlenmiştir. Tasavvufî halk edebiyatı şairlerinden Yunus Emre de aşkı dünyaya tercih eder:

“N’idelüm bu dünyayı n’eyleyüp n’itmek gerek; Daima ışk eteğin komayup dutmak gerek.”140

“Gerekmez dünyeyi bize çünki bâki bünyad değül Bir kul bin de yaşarısa ölicek bir saat değül.”141

Ünlü saz şairlerimizden Seyrânî de Yaş Destanı’da dünya için şunları söyler:

“İşit ben ölmüşüm kınalar yakın Âşık lisanına dikkâtle bakın Dü cihana gafil aldanma sakın Mülkü bu dünyanın hep yalan olur.”142

Divanlarda dünyanın geçiciliği ile ilgili nasihat içeren beyitlerde dünya için “yalan dünya, çarh-ı dûn, fâni, misafirhane, viran ribat, viran olası, fena gülzarı, cihan, köhne- serâ, hane-i virane gibi birbiriyle mütenasip tanımlamalar kullanılır. Divan şairleri bu beyitlerle çoğu zaman sevgilinin zulmünden perişan olmuş âşığı teselli eder, bazen de kendilerini dünya zevkinden mahrum ederek ilâhî vuslata ermeye çağırırlar:

Nisbet etme eline özünü ey bahr-i amîk Bu yalanın dibi yakın olur olma gâfil Necâtî, K 81/14-20

139 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Dünya”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 10, s. 22, 25. 140 Mehmet Nuri Yardım, age., s.205. 141 Mehmet Nuri Yardım, age., s. 122. 142 Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., Ankara 1997, s. 333.

52 [Ey derin deniz (bilgili insan), özün ile elini kıyas etme çünkü bu yalan (dünya)ın sonu yakın olur, ihtiyatsız olma.]

Mâla mağrûr olma ey hâce ki bu dünyâ diyen Sencileyin nice baykuş uçuran vîrânedir Necâtî, G 177/60-4 [Ey mal sahibi efendi, dünya malıyla gururlanma çünkü bu dünya denilen şey senin gibi içine baykuşların tünediği bir ören yeridir.]

Yüzüme bak gözünü aç gurûr-ı saltanattan geç Nice begler uyutmuştur cihân efsânedir derler Necâtî, G 177/61-4 [Yüzüme bak da sultanlık gururundan çık çünkü bu dünya için “asılsız hikâyedir” derler, bu dünya nice beyleri uyutmuştur.]

‘Âşık-ı sâdık isen bakma bu dünya yüzüne Ki hümâ-himmet olan konmaya murdâr olana Necâtî, G 354/459-4 [Gerçek âşık isen bu dünyanın yüzüne bakma; çünkü lutufkâr Hüma kuşu olan, pis şeylere konmaz.]

Ey necâtî ‘izzet-i dünyâya bakma merd isen Bir vefâsız kahbedir dünyâ ki hiç varmaz ere Necâtî, G 373/499-5 [Ey Necâtî, yiğit isen dünyanın şeref ve kudretine bakma; çünkü dünya kimseyle evlenmeyen bir vefasız hilekârdır.]

Dâr-dünyâ bir misâfir-hânedir kim her gelen Âh şâhım yazdı gitti safha-i dîvarına Necâtî, G 375/504-2 [Ah sultanım, dünya evi, her gelen kişinin duvarının yüzüne yazı yazıp gittiği bir misafirhanedir.]

53 Gurûr etme cihânın ‘izzetine Düşünde hiç sultân olmadın mı Necâtî, G 416/594-6 [Dünyanın şan ve kudretiyle gururlanma; (kısa süren) rüyada hiç sultan olmadın mı?]

Kılmagıl muhkem gönül dünyâya akd-i irtibât Sen bir âvâre misâfirsin bu bir vîrân rıbât Fuzûlî, G 198/40-1 [Ey gönül, dünyaya sağlam bağla bağlanma; sen bu viran konakta serseri bir misafirsin.]

Ârif isen tutagör ser-rişte-i feyz-i bekâ Terk kıl bu sûret-i fânî vü nakş-ı zâ’ili Fuzûlî, Mu. 311/37-3 [İrfan ehli isen sonsuzluk nimetinin ipini tut; bu fani şekli ve yok olacak süsü terk et.]

Cem et özünü olma perîşân rakam-misâl Fanî cihânı sıfr gibi hîçe kıl hisâb Hayâlî, G 111/3-2 [Özünü topla, rakam gibi perişan olma; geçici dünyayı sıfır gibi hiç olarak hesap et.]

Akarsudur bu hüsn ü letâfet gelür geçer Sanma efendi ‘âlemi sen bir karâradur Hayâlî, G 174/105-3 [Ey efendi, sen bu âlemi bir kararda sanma; bu güzellik akarsu gibidir, gelir geçer.]

Yürü her ser-i bâlâya akıtma su gibi gönlün Fenâ gülzârınun el çek gülünden gel dikenden geç Hayâlî, G 118/2-2 [Her yüksek başa gönlünü su gibi akıtma; geçici dünya gülistanının gülünden elini çek ve dikenden kurtul.]

54 Bir düş gibidir hak bu ki ma’nâda bu âlem Kim göz yumup açınca zamânı güzer eyler Nef’î, G 76/11-2 [Gerçek şu ki batında bu âlem, göz açıp kapayıncaya kadar zamanın geçtiği bir düş gibidir.]

Bir nîm neşve say bu cihânın bahârını Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâle-zârını Nedîm, G 360/164-1 [Bu cihanın baharını bir yarım neşe kabul et; bu dünyanın lale bahçesini de çekilen kadehe eş tut.]

Pek sakın rengine boyanma bu dünya fânî İnledir gûşe-i mihnetde dil-i nâlânı Leylâ Hanım, Tb. 180/8-8 [Fani olan bu dünyanın rengine boyanmaktan sakın, bu dünya, eziyet köşesinde feryat eden gönlü inletir.]

Hazer it zevkine aldanma bu çarh-ı dûnun Gör hele neyledi şeh-zâde-i ‘âlî-şânı Leylâ Hanım, Tb. 180/8-9 [Bu alçak dünyanın zevkine aldanma, bu dünyadan sakın; şan ve şeref sahibi şehzadeye ne yaptı? Hele bir bak.]

Cây-ı âsâyiş olur sanma cihân-ı fânî Eyleme kasd-ı ‘imâret bu harâb eyvânı Bâkî, M 82/2-I-1 [Bu fani cihan, güvenli ve rahat bir mekân olur zannetme; bu harap olmuş gölgeliği imar etmeye çalışma.]

Menzil-i bâr-ı belâ kühne-serâdur dünyâ Künc-i râhat yiri zann eyleme bu vîrânı Bâkî, M 82/2-I-2

55 [Bu ören (dünya)i rahat edeceğin bir köşe zannetme, bu dünya bela yükünün konak yeri ve köhne bir saraydır.]

Felegün kasr-ı dil-âvîzine meftûn olma Nice mîrâsa girüpdür bu sarây-ı fânî Bâkî, M 82/2-I-3 [Nice miraslara giren (konu olan) bu fani saray (dünya)ın gönül bağlayan köşküne düşkün olma.]

Aldanma câh u bahtına kalmaz bu rûzgâr Bâg u bahârı n’eyledi bâd-ı hazânı gör Bâkî, G 148/77-4 [Bahçe ve baharı ne hâle getiren güz yeline bir bak; bu (kimseye) kalmayacak olan dünyanın makam, mevki ve talihine aldanma.]

Reşk itme ‘ömr-i devlet-i dünyâya Bâkîyâ Kim h’âb-ı gaflet içre hemân bir hayâldür Bâkî, G 160/96-5 [ Ey Bâkî, ancak bir hayal olan dünya devletinin ömrünü aymazlık uykusu içinde kıskanma.]

Magrûr olma pâdişehüm hüsn-i sûrete Bir âfitâbdur ki serî’u’z-zevâldür Bâkî, G 162/100-2 [Ey Padişahım, suretin güzelliğine gururlanma; bu bir güneştir ki gelip geçicidir.]

Cihân efsânedür aldanma Bâkî Gam u şâdî hayal-i h’âba benzer Bâkî, G 173/116-5

56 [Ey Bâkî, keder ve sevinci uykudaki rüyaya benzeyen ve asılsız hikâye olan bu dünyaya aldanma.]

Ne reng ü bûya meftûn ol ne hây u hûya ey Bâkî Bu fânîden bekâ itmez temennâ şol ki dânâdur Bâkî, G 185/135-6 [Ey Bâkî, bu fani dünyanın ne renk ve kokusuna düşkün ol ne de telâş ve kavgasına; (bu fani dünyaya) ancak âlimler selam durmaz.]

Çarhun ey dil umma bu sırça sarâyından sebât Kim nice mîrâsa girmiş hâne-i vîrânedür Bâkî, G 186/136-3 [Ey gönül, nice mirasa giren ve yıkık ev olan dünyanın sırça (cam) sarayından kararlılık bekleme.]

Görüldüğü üzere divan şairleri de tasavvufi anlayışa paralel olarak dünyayı zemmetmişlerdir. Şairler, özellikle saltanat sahipleri ve zenginlere dünyanın, zenginlik ve şöhretin Müslüman için çok da iyi olmayabileceğini yukarıdaki beyitlerde sanatkârane bir şekilde ifade etmişlerdir.

3. AŞK VE MUHABBET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Divan şiirine baktığımız zaman aşk ve muhabbetin büyük oranda yer kapladığını görürüz. Zaten şiir, daha çok aşk teması üzerine kurulan sözler bütünüdür. İçerisinde aşktan, sevgiden bahsetmeyen divan düşünülemez. Divan edebiyatının belkemiğini aşk oluşturur. Aşk, şiddetli sevgidir. Tasavvufta aşk mefhumu ile divan edebiyatındaki aşk mefhumu birbirinden biraz farklıdır. Tasavvufta aşk “Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim ve âlemi yarattım.” sözünde ortaya çıkar. Vahdet-i vücut felsefesi de Allah’ı bilmeyi ve tanımayı aşk ile gerçekleştirmeyi hedefler. Sufî, ancak aşk ile fenafillaha erişebilir. Tasavvufta aşk genellikle hakiki aşk ve mecazi aşk olmak üzere ikiye ayrılır.

57 Mecazi aşk hakiki aşka ulaşmada bir basamak olabilir. Maksat hakiki aşktır. Bu da Allah sevgisi ile kendisini gösterir. Divan edebiyatında aşk mefhumu, basit ve çekici bir sevgiden, hastalık derecesine varan tutkulara kadar geniş bir alanda işlenir. Divan edebiyatındaki aşk daha çok mecazidir. Bu mecazilik de platonik bir zevk halindedir. Uzaktan sevme vardır. Divan şairleri maddi aşk ve manevi aşkın daha çok manevi olanını tercih ederler. Bunun yanında ten zevkine münhasır beyitler söyleyen şairler de yok değildir. Aşk, âşık ile maşuk arasında daha çok âşığı ilgilendiren bir durumdur; çünkü aşktan acı çeken âşıktır. Gazeller, başlı başına aşk şiirleridir. Bu aşk ise genellikle gizlidir. Aşk üzüntü ile birlikte vardır. Divan edebiyatında her vesile ile aşktan söz edilir. Muhabbet, sevgi, aşk gibi kelimeler divanların en çok kullanılan kelimeleridir.143 Gazellerin ana temaları aşktır. Şairler aşkı anlatırken çeşitli mazmunlar kullanırlar. Aşk kelimesinin aslı Arapça “ışk”tır.144 Sözlükte “muhabbet, alaka, iptila”145; “şiddetli sevgi, tutkunluk”146 gibi anlamlara gelir. Kur’an ve sahih hadislerde aşk kelimesi geçmez. Sevgi, çoklukla muhabbet, hub kelimeleri ile ifade edilir. İlk dönem mutasavvıfları aşk kelimesinin kullanılmasına karşı çıkmışlardır; çünkü aşk sevgide aşırılığı ifade eder. Ayrıca aşkın o dönemdeki anlamı daha çok cinsi alaka ile ilgilidir. Allah’ın kuluna sevgisinde aşırılık vasfı bulunamaz. Dolayısıyla bu kelimenin dini literatürde kullanılmasını hoş karşılamamışlardır. Hatta Allah’a âşık olduğunu söyleyen birisi memleketinden sürülmüştür. Bundan dolayı zahitler ve âlimler aşk kavramı yerine Peygamber’in kullandığı muhabbet kelimesini kullanmışlardır. Aşk mefhumu ilâhi aşk mânâsında olmak üzere zahitlerce (“Zahit” kelimesi tasavvufi kültürün yaygınlaşmaya başladığı ilk devirlerde mutasavvıf anlamındadır.) de kullanılmaya başlanır. Aşkı dinî bir terim olarak kullanan sufîlerin dayandıkları bazı ayet ve hadisler vardır: “İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tarılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır...”147

143 bk., İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara 1989, s. 51,52. 144 Ferit Devellioğlu, age., s. 47. 145 Şemseddin Sami, age., s. 937. 146 D. Mehmet Doğan, age., s. 90. 147 Bakara, 2/165.

58 Yukarıdaki ayette geçen fazla (şiddetli) sevgi, sufîlerce aşk olarak kabul edilir. Sufîler, hakiki aşk mertebesine erişmek için masivaya yüz vermezler. Tasavvuf tarihinde aşkı ilk defa ıstırap şeklinde anlayan ve bu tarzda tarif eden Hallaç, ilâhi aşkı pervane ve mum misalleri ile anlatmıştır. Mutasavvıflar baştan beri akılla Allah’a varılamayacağını, ona ermenin ancak sevgiyle olacağını savunmuşlardır. Tasavvufa göre Mirac hadisesinde sözü edilen Cebrail aklı, Refref ise aşkı temsil eder. Aşkı anlatmak için birtakım benzetmeler yapılmış ve duyular âleminden birtakım misaller verilmiştir.148 Allah sevgisi ile ilgili olarak Kur’an’da şu ayetler vardır:

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”149 “De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.150” Allah ve Resul’ünün her şeyden daha çok sevilmesi gerektiği ve insanların birbirlerini sevmelerinde Allah rızasını esas almaları şu hadiste ifade edilir: “Bir kimsede üç haslet (tam olarak) bulunursa imanın tadını duyar: Allah ile Peygambe’rinin kendisine başkalarından daha sevgili olması, sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmesi, Allah onu küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih görmesi.”151 Allah için birbirlerini sevenler hakkında da Peygamber’imiz şöyle buyurur: “Allah Teâlâ buyuruyor ki: ‘Benim celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehitler bile onlara gıpta ederler.’”152 “Amellerin en faziletlisi, Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.”153

Divan şiirinde işlenen aşkta genellikle vuslat olmaz. Âşık hep yanmak ister, feryadı göklere yükselir. Bizim aşk, muhabbet ile ilgili seçtiğimiz nasihat içeren beyitlerde şair, genellikle, âşığın aşk meydanından ayrılmamasını, bu yolda pervane gibi yanıp aşk-ı

148 Süleyman Uludağ, “Aşk”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 4, s. 11-17. 149 Âl-i İmrân, 3/31. 150 Âl-i İmrân, 3/32. 151 Muhyiddin-i Nevevî, age., s. 408. 152 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay., Ankara 1990, C 10, s. 139. 153 İbrahim Canan, age., s. 140.

59 hakikiye ulaşmasını öğütler. Bu beyitlerde ifade edilen aşk daha çok ilahi aşktır. Şair, âşığın bir an bile aşk ateşinden ayrı düşmemesini ister. Aşk erinin yanından ayrılmamasını nasihat eder. Ona aşkla ilgili çeşitli öğütlerde bulunur:

‘Aşka mâ’ni’ olamaz nâsih kelâm-ı hûş-mend Kimsene karşı duramaz aksa derya bir yana Necâtî, G 152/ 3-5 [Deniz bir tarafa aksa buna nasıl kimse karşı duramazsa akıllının bozucu sözü de aşka engel olamaz.]

‘Aşk meydânına Mansûr olamaz zâhid-i saht Çekemez her nice nerm ise kemânı hallâc Necâtî, G 168/41-3 [Katı olan zahit, aşk meydanına Hallac-ı Mansur (gibi) olamaz; hallaç (yünü ve pamuğu dağıtıp atan kişi) da yumuşak olan yayı çekemez.]

Levend oldunsa baş eğme Necâtî va’z u destâra Özün meydân-ı aşk içre şehîd eyle kefenden geç Necâtî, G 168/42-7 [Ey Necâtî, eğer yiğit olduysan vaaz ve sarığa (zahitlere, fakihlere) başını eğme; aşk meydanı içinde kendini kefene muhtaç olmadan şehit eyle.]

‘Aşk kim olmadı kıyâmete dek ‘Âşıkın boynuna garâmettir Necâtî, G 219/152-6 [Aşk eğer kıyamete kadar sürmezse bu âşığın boynuna bir borçtur.]

Ey Necâtî olamaz Ferhâd gibi pîşe-gâr Her kime kim san’atında olmadı üstâd aşk Necâtî, G 274/276-8 [Ey Necâtî, aşk, insana sanatında yol gösterici olmazsa o kişi Ferhat gibi sanatçı olamaz.]

60 Ol turraları Leylîye Mecnûn olamazsın ‘Âlemde gam-ı ‘aşk ile efsâne değilsen Necâtî, G 281/293-2 [Âlemde aşk derdi çekmekten efsane olmamışsan Leylâ (sevgili)’ya Mecnun (âşık) olamazsın.]

Kuvvet sınayıp âteş-i hecr ile tutuşma Yanmağa heves eyleme pervâne değilsen Necâtî, G 282/293-3 [Kuvvet denemek için ayrılık ateşiyle tutuşma; pervane değilsen yanmayı isteme.]

Ben her ne der isem derim sakın ki sen ‘Aşk âteşinden olma cüdâ bir nefes gönül Necâtî, G 298/330-3 [Ey gönül, benim dediğime bakıp da sakın bir an bile aşk ateşinden ayrı kalma.]

Ey Fuzûlî her amel kılsan hatâdır gayr-ı aşk Bu durur ben bildiğim vallahu a’lem bi’s-savâb Fuzûlî, G 144/27-7 [Ey Fuzûlî, aşkın haricinde her ne amel yaparsan yap, hata etmiş olursun; benim bildiğim budur, doğrusunu Allah bilir.]

Ârif ol sevdâ-yı aşk inkârın etme ey hakim Kim vücûd-ı halktan ancak bu sevdâdır garaz Fuzûlî, G 197/138-6 [Ey hikmet sahibi, aşk sevdasını inkâr etme de arif ol; çünkü, yaratılan vücuttan maksat bu sevdadır.]

Da’vada ‘âşıka sanemâ terk-i ser yeter Meydân-ı ‘aşk içinde ere bir hüner yeter Hayâlî, G 166/88-1 [Ey put kadar güzel sevgili, bu dava için âşığın başını vermesi yeter; aşk meydanında er kişiye bir hüner yeter.]

61

Sîm-i eşkinden yürütsün sikkesin ol şâh-ı derd Hutbe-i ‘aşk adına bî-iştirâk olmak gerek Hayâlî, G 257/40-4 [O dertlerin şahı gözyaşı gümüşünden sikkesini bastırsın; aşk hutbesinde adına kimseyi ortak etmesin.]

Yine Leylâyı kebâb itmede sîh-i mihnet Pek sakın eyleme nâdân ile ‘ayş u ‘işret Ehl-i ‘aşkın derine cân ile eyle hıdmet Merkez-i dâire-i pîrde dur ey ‘İzzet Bir gün elbetde döner başına devrândır bu Leylâ Hanım, Th. 134/6-5 [Dert şişi yine Leylâ’yı kebap yapıyor. Kaba (cahil) insanlarla yiyip içip eğlenmekten sakın. Aşk ehlinin kapısına gönülden hizmet et. Ey İzzet, şeyhin etrafındaki halkanın merkezinde dur. Bir gün bu talih (zaman) elbette sana da döner.]

Vuslata elbetde ‘aşk eyler mübeddel fürkati Zevke bak ey dil bu gamlar da geçer ‘âlem bu yâ Leylâ Hanım, G 231/4-6 [Ey gönül, dünya hâli bu, üzüntüler de geçer sen zevke bak. Elbette aşk, ayrılığı kavuşmaya bırakır.]

Muhabbet dâgı yak sînende ferr-i devlet istersen Bilürsin olmaz ey Bâkî sa’âdet-bahş her kevkeb Bâkî, G 112/17-5 [Ey Bâkî, talihin parlaklığını, şatafatını istersen, kalbinde sevgi ateşini yak. Sen de bilirsin ki her yıldız mutluluk getirmez.]

Yukarıdaki aşk, sevgi konuları ile alakalı beyitlerde olduğu gibi divan şairleri aşk konusunu bütün yönleriyle ele almışlar ve aşktan ayrı kalmanın bir an bile mümkün olmadığını söyleyerek bu konuda âşıklara gereken nasihatlerde bulunmuşlardır. Yukarıdaki

62 bir beyitte Fuzûlî’nin de belirttiği gibi şairler aşk dışında olan şeylerin fazla önemli olmadığı düşünmüşlerdir. Sözün kısası, âşıklar aşk ateşinden şikâyet etmemeli, aşk meydanını terk etmemeli, pervane gibi yanmayı temel felsefe kabul etmelidirler.

4. DUA VE DEVLET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Dua ve devlet ile ilgili nasihat veren beyitlerde, genellikle sultana ve onun devletine şairin dua etmesi gerektiği anlamı vardır. Divan şairleri devler erkânına sundukları kasideler neticesinde çeşitli mükâfatlar alırlardı. Dolayısıyla bu çeşit kasidelerin dua bölümünde154 sultana veya vezirlere dua edilmesi istenir veya dua edilir. Bazı gazellerde de devlete dua edilmesi gerektiği ifade edilir. Özellikle devletin zeval bulmaması için dua edilmesi öğütlenir. Devlete dua şeklinde olan ve aşağıda belirtilen nasihat beyitlerine geçmeden önce kültürümüzde dua ve geleneğimizde devlet anlayışı hakkında birkaç söz söylemek gerekecektir. Dua, Allah’a yalvarmadır. Bir şeyin olmasını veya olmamasını Allah’tan istemektir. Bu istekler sırasında Allah methüsena edilir. Divan şiirinde âşık daimî bir dua hâlindedir. Bazen sevgiliye kavuşmak için bazen de ıstırabının artması için duada bulunur. Her peygambere verilen dua hakkını bizim Peygamber’imiz mahşere saklamıştır.155 Şemseddin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî’sinde dua; “Cenab-ı Hakk’a yalvarma, niyaz; birinin iyiliği için Cenab-ı Hakk’a yalvarma.”156 anlamındadır. Kur’a-ı Kerim’de yirmi yerde geçen dua kelimesi ile birlikte bazı ayetlerde geçen “dava ve davet” kelimeleri de aynı anlamda157 kullanılmıştır: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.”158 “Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilah mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz!”159

154 bk. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 140. 155 bk. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 139,140. 156 Şemseddin Sami, age., s. 610. 157 bk. Selâhattin Parladır, “Dua”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 530. 158 Bakara, 2/186.

63 “Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.”160 “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”161 “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”162 “Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.”163 Müslümanların birbirlerine dua etmelerinin fazileti ile ilgili de Peygamber’imizin birçok hadisi vardır. Bu hadislere dayanan şairler, maddi beklenti içinde olsalar da, beyitlerinde dua etmeye özellikle idarecilerine dua etmeye büyük önem vermişlerdir. Aşağıdaki hadiste de Müslümanın din kardeşine dua etmesi tavsiye edilir: “Müslüman bir kul, din kardeşi için gıyabında dua ederse, melek de; ‘Onun için istediğinin bir misli de senin için olsun.’diye dua eder.”164 Müslümanlar asırlar boyu Peygamberimizin öğrettiği dualarla dua etmeyi kendileri için bir vecibe addetmişlerdir; çünkü dua Allah ile kul arasındaki muhaberattır. İmam-ı Gazali’ye göre dua eden kimse için en iyi şekil Resûlullah’tan varit olan duaları okuyup onlarla yetinmektir. Çünkü duahanlıkta ifrata kaçan kimselerin yaptıkları maslahata uygun düşmez.165 Dua insanın Allah’a kulluk faaliyetlerinin esas unsurudur. Dua insanın sıkıntı anında Allah’ı yardıma çağırmasıdır. Ayetlerin ifadesi ile insan bir sıkıntıya düşünce bütün samimiyeti ile Allah’a yönelir; bıkmadan Allah’a dua eder, iyilik ve başarı ister. Dua ile ibadeti Allah ile kul arasında vuku bulan bir canlı bir ilişki ve bir haberleşmedir. Kur’an-ı Kerim’in Furkan suresi, yetmiş yedinci ayetinde belirtildiği gibi Allah’ın kullarına değer vermesinde ibadet ve duanın etkisi vardır. 166

159 Neml, 27/62. 160 Mü’min, 40/60. 161 A’râf, 7/180. 162 A’râf, 7/55. 163 A’râf, 7/56. 164 Muhyiddin-i Nevevî, age., C 3, s. 81. 165 bk. İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, C 3, s. 136. 166 bk., Selâhattin Parladır, agm., s. 530,535.

64 Tasavvufta ise dua genellikle sünnetteki adap ve erkâna göre yapılır. Sufîlerin yaptıkları duaların önemli bir kısmı Allah’ın yüceliğini, kudretini dile getirme şeklindedir. Bir kısım mutasavvıfların duaları ise hâllerini, zaaflarını Allah’a ifade etme şeklindedir. Mutasavvıflar kul ile Allah arasında oluşan perdenin kalkması için dua ederler. Onların dualarında Allah’tan af ve mağfiret istemek yer alırsa da sufîler daha çok Allah’ın sevgisini kazanmak ve onun rızasını almak için dua ederler. Mutasavvıflar dille dua etmekten ziyade lisanıhâl ile dua etmeyi tercih ederler. İlk devir zahitlerinin dualarında Allah’ın gazabından kurtulmak ve cennete erişmek varken son dönem mutasavvıfların dualarında Allah aşkı ve sevgisi yer alır.167 Devlete dua etmeyi öğütleyen beyitlerdeki devlet ise ümmetin birlik ve dirliğini sağlayan bir sosyal oluşumdur. Devlet kelimesi sözlükte şöyle tarif edilir: “Siyasi ve merkezi bir teşkilata sahip olan bir toprak parçası (ülke) üzerindeki insan topluluğu; kuvvet, kudret, hâkimiyet; zafer; büyük nimet (Devlet, bir kanun altında toplanıp birleşen ve bu kanunu icraya memur bir hükümete tabi olup, âdet ve hissiyatı ve umumi menfaatleri bir olmak ciheti ile millî vahdet heyeti teşkil eden fertlere denilir. Mecmuu bir şahs-ı manevi sayılır.).”168 Devlet kelimesinin İslâm’ın erken dönemlerindeki kullanımı ile modern devlet kavramı arasında farklılıklar vardır. İlk dönemde “zafer, güç” anlamında kullanılırken sonraki dönemlerde, özellikler Abbasiler döneminde devlet, egemen bir hanedanı veya onun siyasi hâkimiyetini ifade etmiştir.169 Devlete bağlık noktasında şairler hiçbir tereddüt yaşamamışlardır. Özellikle kasidelerinde devlete dua etmeyi bir borç bilmişlerdir. Ululemre itaat konusunda Allah (cc) Kur’an’da şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l- emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne götürün (Onların talimatına göre halledin.); bu, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”170 Divan şairleri yazdıkları kasidelerle devlet erkânı ile çoğu zaman içli dışlı olmuşlardır. İmam-ı Gazali’ye göre âlim olanların zaruret olmadıkça padişahların huzuruna varmaları uygun olmaz. Padişahların âlimlerin yanına gitmesi ise güzel bir davranıştır.

167 bk., Süleyman Uludağ, “Dua”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 535,536. 168 Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lûgat, C 1, s. 275. 169 Daha fazla bilgi için bk., Ahmet Davutoğlu, “Devlet”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 234-240. 170 Nisâ, 4/59.

65 Bunun yanında zalim hükümdarların zulmüne insanlar rıza göstermemelidir. Bütün bunların sebebi şudur: Hükümdarların hizmetinde çalışan âlimler sözleri, filleri veya sükûtları sebebiyle günaha düşerler. İmam-ı Gazali burada, âlimlerin sözleri ile günaha girmelerini açıklarken zalim padişahlara dua etmenin caiz olmadığını söyler. Gazali, sultandan mal almayı da şartlara bağlar. Malın helal olması, hayır yoluna harcamak gibi şartlar ileri sürer.171 Divan şairlerinin dua ettikleri veya dua edilmesini nasihat ettikleri sultanlar, dine ve dünyaya izzet ve ikramda bulunan sultanlar; devletler de böyle adil ve cömert sulatanların devletidir. Dolayısıyla şairler sultana bağlılıklarını dua ederek ve dua edilmesini isteyerek gösterirler. Kasidelerde yapılan dualar bir gelenek olduğu kadar realitenin de ifadesidir; çünkü şairin kendisini en özgür hissettiği gazel tarzında bile devlete dua edilmiştir. Aşağıdaki beyitler Devlet-i Âliyye’nin bekası ve devletli sultanların mutluluğu için dua yapılmasını öğütleyen beyitlerdir. Burada şair, kendisine veya başkalarına devlet ve sulatan için dua etmelerini nasihat eder. Bu devlet, bütün Osmanlı ülkesinin kutsal devleti, bu sultan da bütün Müslümanların adil halifesidir. Dua edilmesi istenen sadece sultanlar değildir. Bunların içinde din ve tasavvuf büyükleri de vardır. Bazen âşık ve maşuk için de dua edilmesi istendiği görülür. Dolayısıyla dua edilmesini tavsiye etmek ve bununla ilgili nasihat etmek şairin görevidir:

Rahm kıl dervîşine ey pâdişâh-ı hüsn kim Pây-ı taht-ı saltanat dest-i du’â üstündedir Necâtî, G 204/121-6 [Ey güzellik padişahı, dervişine merhamet et; çünkü sultanlık tahtının ayağı dua elinin üstündedir.]

Sen servi biz el üstünda tutarız du’â gibi Girme vebâle kaçma du’âdan belâ gibi Necâtî, G 419/602-1 [Sen servi boyluyu biz dua gibi el üstünde tutarız; (bu sebeple) duadan bela gibi kaçarak vebale girme.]

Ey Fuzûlî dün ü gün eyle du’â sıdk ile kim

171 Ayrıntılı bilgi için bk., İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, s. 318-324.

66 Ola bu devlet ü ikbâl ile tâ dünyâdır Fuzûlî, K 118/38-15 [Ey Fuzûlî, dünyada bu devlet ve talihin doğrulukla olması için gece gündüz dua et.]

Yeter ey hâme tasdî’ etme ol zât-ı keremkârı Du’â eyle hemân bulmaz anun evsâfı pâyânı Nedîm, K 89/23-27 [Ey kalem, yeter artık, o cömert insan (padişah)nın başını ağrıtma; (çünkü) onun özelliklerinin sonu yoktur, hemen dua etmeye başla.]

Gayri sen ey hâme meşgûl ol du’â-yı devlete Kim du’âsı ehl-i tab’ın gâyet-i kusvâsıdır Nedîm, K 113/38-34 [Ey kalem, artık sen devlete dua etmekle meşgul ol; çünkü hâl ehlinin duası onun son meramıdır.]

Yeter Leylâ du’âya başla tatvîl-i kelâm itme Du’â ol zât-ı âlî-şâna hakkâ ki ‘ibâdetdir Leylâ Hanım, K 115/6-18 [Ey Leylâ, yeter artık sözü uzatma, duaya başla; doğrusu şu ki o yüce insana dua etmek ibadettir.]

Du’âsı nezd-i Hakda bî-kesânın çünkî makbûldür Heman eyle du’â kaldır elin vakt-i ‘icâbetdir Leylâ Hanım, K 115/6-19 [Hemen elini kaldır duaya başla, icabet vaktidir; çünkü kimsesiz (çaresiz)lerin duası Hak katında makbuldür.]

Du’âya başla dırâz itme kıssayı Bâkî Ki fehm olındı muhassal mu’ayyen oldı me’âl Bâkî, K 52/20-44

67 [Ey Bâkî, artık konuyu uzatma da duaya başla; çünkü anlaşıldı ki maksat (mana) hasıl oldu, belli oldu.]

Eger dünyâ vü dîn emrinde nâfi’ bir ‘amel dirsen Du’â-yı devlet-i sultân mu’izz-i dîn ü dünyâdur Bâkî, G 185/135-7 [Eğer dünya ve din emrinde faydalı bir amel istersen, dünya ve dine izzet ve ikramda bulunan sultanın devletine dua et.]

Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü üzere dua edilmesi istenen kişi ve kurumlar; devlet, sultan, din ve tasavvuf erleridir. Güzellik tahtının varisleri için de duada bulunulması öğütlenir. Yukarıdaki beyitlere göre yüce insanlara dua etmek fazilettir. Aynı zamanda sultanlık tahtının ayağı dua elinin üstündedir. Şairler gerek maddi beklenti için olsun gerekse adil sultan ve Müslümanların faziletli halifelerinin saadeti için olsun gerekse de din ve dünyayı gözeten yüce devlet için olsun her zaman dua edilmesini tavsiye etmişler bu yolda nasihat içeren beyitler yazmışlardır.

5. ŞİİR VE SÖZ İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Aşağıdaki nasihat beyitleri, söz ve şiirin nasıl olması gerektiği ve sözün önemi ile ilgili beyitlerdir. Söz ve şiir divan şiirinde üzerinde en çok durulan kavramlardan biridir. Şiir sözcüğü, sözlüklerde; “mevzûn u mukaffâ söz”172, “bilme, tanıma, kavrama; vezinli veya vezin tesiri uyandıran ahenge sahip, kafiyeli veya kafiye tesiri uyandıran ses uyuşumu olan edebî eser, koşuk, poem; hisleri uyandıran, duygulandıran, tesir eden şey”173 gibi anlamlardadır. Şemseddin Sami’ye göre şiir; “Anlama, fehim, idrak; mevzun ve mukaffa ve manen güzel tahayyülat ve tasavvuratı cami kelam.”174 anlamlarındadır. Aşağıdaki beyitlerde şiir ve söz çok zaman aynı anlamda kullanılmıştır. Şiir kavramı içinde olan beliğ sözler ve manzum sözlerin ne derece şiir olarak değerlendirildiğini Tanzimat dönemi ediplerinden “Istılahat-ı Edebiyye”de genişçe açıklar.

172 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 470. 173 D. Mehmet Doğan age., s. 1238. 174 Şemseddin Sami, age., s. 778.

68 Muallim Naci’ye göre her mukaffalı söz şiir kapsamına alınamaz. Bir sözün öncelikle edebiyattan sayılması için beliğî olması icap eder. Nazım veya mensur olsun bir söz beliğ ise o söz edebiyattandır. Yine bir sözün beliğ olmaması onun manzum olmadığı anlamına gelmez. Yani, manzum bir söz beliğ olmayabilir. Dolayısıyla her manzum söz şiir değildir. Her şiir de manzum olmak zorunda değildir. Nice sözler vardır ki mevzun veya mukaffa değildir ama şiirdir. Şiirin mevzun ve mukaffalı söz olarak tanımlanması ancak örftedir. Oysa beliğ sözlere edebiyat deniliyorsa bunların en beliğ olanlarına da şiir diyoruz. Şiiri sadece nazma tahsis etmek yerine nazım ve nesre umumileştirmek daha doğru olur. Çünkü öyle nazımlar vardır ki değil şiir, edebiyat dairesine bile alınamaz. Yine öyle mensur sözler vardır ki nice manzumeden üstündür. Şiir tabiidir. Şiire sadece vezinli ve kafiyeli söz demek suni olur. Şiir en belağatlı sözlerdir. İstenen duruma en çok uyan söz en beliğ sözdür. Sözde tabiilik denilen meziyet de duruma uygunluk ile meydana gelir. Söz var olduğundan beri şiir de vardır. Vezin ve kafiye yokken de şiir vardı. Dolayısıyla şiirin nazma has kılınması sonraki dönemlerde olmuştur. Şiir belagatiyle insanın ruhunu okşayan sözlerdir. İnsanlar şiir özelliklerine sahip nazım ve nesirden nazım olanına rağbet ederler. Bu da nazmın kendine has ayrı bir hususiyetidir.175 Cahiliye dönemi Araplarında şiir, toplumsal hayatın en asli görünümlerindendir. Şairin eserinin kaynağı kendi duyguları ile çevresinin duygularının çakıştığı noktadadır. Bir kabile reisinin şair olması o kabile için büyük bir talih idi. Panayırlarda şiir yarışmaların yapılması o dönem toplumunun şiire verdiği önemi gösterir. Kur’an’da şiir kelimesi bir kere, şair kelimesi de beş kere (birinde çokluk olarak) geçer. Yasin suresinde geçen “Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.”176 ayeti, vahiy ile şiir olayının karıştırılmaması gereğini belirtme amacı taşır. Ku’an’da şair kelimesinin geçtiği üç ayette müşriklerin Peygamber’imize şairlik isnadı reddedilir: “ ‘Mecnun bir şair için biz tanrılarımızı bırakacak mıyız?’ derlerdi. Hayır! O gerçeği getirdi ve peygamberleri de doğruladı.”177 “Yoksa onlar: (O), bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar? De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 178 Kur’an’ın şairlerden söz eden ayetleri aynı adı taşıyan (Şuara) surede yer alır:

175 Muallim Naci, Istılahat-ı Edebiyye (hzl.: Dr. Alemdar Yalçın, Abdülkadir Hayber), Akabe Yay., Ankara (Tarih belirtilmemiş.), s. 69-77. 176 Yasin, 36/69. 177 Saffât, 37/36,37. 178 Tur, 52/30,31.

69 “Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.179 Şuara ayetleri müfessirler tarafından genellikle şairlerin ortak niteliklerini, karakterlerini açıklayan ayetler olarak yorumlanmış ve bu yorum günümüze kadar sürdürülmüştür. Yukarıda belirtildiği gibi şiir ve şairler iki sebeple Kur’an’ın konuları arasına girmiştir. Bunlar da, vahyin şiire benzetilmeye çalışılması ve şairlerin Hz. Peygamber’in kişiliğinde İslam’a saldırmalarıdır. Şuara suresi ayetlerinin muhatabı İbn Zaberî, Hübeyre, Müsafî, Ümeyye es-Sakafî gibi saldırgan müşrik şairlerdir. Bu sebeple ilgili ayetler bu bağlamda anlamlandırılmalı, şiire ve şairlere ilişkin teori ve çözümlemelerin kaynak metinleri gibi değerlendirilmemeli; bu ayetlere dayanılarak şiir ve şairler hakkında genel hükümler verilmemelidir.180 Müslümanları hicveden, İslam’a hakaret eden şiirlerle ilgili olarak Hz. Peygamber: “Birinizin içinin irinle dolması şiirle dolmasından daha iyidir.”181 demiştir. Hz. Peygamber, Müslümanlara ve İslam’a hicviyeleriyle saldıran müşrik şairlere karşı İslam’ı şiirleri ile savunan ve müşrikleri yeren Hassân b. Sâbit’e: “Ey Hassân! Allah’ın Resûlü adına cevap ver! Allah’ım onu Cebrail ile destekle.”182 diye dua etmiştir. Hz. Peygamber’in bu husustaki “Şüphesiz, şiirin bir kısmında hikmet vardır.”183 hadisi de dikkate şayandır. Hassan b.Sabit, İslam’dan önce de kasideleriyle ün yapmış bir şairdi. Müslüman olduktan sonra İslam’a saldıranlara cevap vermişti. Hatta onunla şiir atışmasına gelen müşrik bir heyeti mağlup edince, gelenler Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber mescitte ona şiirlerini okuması için bir yer tahsis etmişti. Onun şiirleri İslam’ı savunan, müşrikleri yeren şiirlerdendi. Peygamber şairi olan Hassan b. Sabit’ten başka İslam’ı şiirleriyle müdafaa eden diğer şairler Ka’b b.Mâlik, Abdullah b. Revaha’dır. Hz. Peygamber onun sanatına ve şahsına değer vermiştir.184

179 Şuarâ, 26/224-227. 180 bk., Ahmet Özalp, “Şiir, Şair”, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 7, s. 309-311. 181 Buhari, “Adâb”, 2045 (Sahih-i Buharî; çev., tahriç: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yay., İatanbul 2003.). 182 Buhari, “Namaz”, 285. 183 Buhari, “Adâb”, 2044. 184 Hüseyin Elmalı, “Hassân b. Sâbit”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1997, C 16, s. 399-401.

70 Başlangıçta cahiliye toplumuna ait olan boş fikirler ve cinsellik gibi konuları ihtiva eden şiir şekli Müslümanlıkla birlikte terk edilmiş ve bunun yerine -yukarıda da belirtildiği üzere- İslam’ı yücelten, Müslümanları savunan şiirler söylenmeye başlanmıştı. Fakat Emeviler ile birlikte bu anlayış terk edilmiş ve eski cahiliye toplumuna ait folklorik ürünler yeniden derlenerek bunlara hayatiyet kazandırılmış ve bunun neticesinde de aşk ve şarap şiirleri yeniden söylenmeye başlanmıştır.185 İslamiyet’ten önceki Türkler ise edebiyatı daha çok sözlü olarak devam ediyordu. Bunların içerisinde bulunan destanlar dilden dile, nesilden nesle aktarılarak bugünlere kadar ulaşmıştır. Destanlar belli bir hece ölçüsü ile yazılmasa da bir şiirde bulunan ahenk özelliklerini ihtiva ediyordu. Bütün milletlerde olduğu gibi İslam’dan önceki Türklerde de şairler aynı zamanda din adamıdır. Özel törenlerde kopuz eşliğinde şiirler söylerler. Eski Türklerde bilinen ilk şair Aprınçır Tigin’dir. Uygurların Mani dinine ait yazılı ilahileri günümüze kadar ulaşmıştır. Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte İslami Türk edebiyatı da gelişmeye başlar. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i, Edip Ahmet’in Atabetü’l-Hakâyık’ı İslami dönem ilk eserlerden olup manzumdur. Ahmet Yesevî de hikmetleriye Türkistan’ın piri olmuştur. Daha sonra Anadolu coğrafyasında onun yolunda giden Yunus Emre’nin ilahileri hâlâ dillerdedir. Anadolu’da 13. asırdan itibaren “divan edebiyatı” adı verilen yeni bir edebiyat teşekkül etmeye başlamıştır. Böylece edebiyatımıza yeni nazım şekilleri girmiş, hece ölçüsünün yerini aruz vezni almıştır. Önceki edebiyatımız halk edebiyatı şeklinde ayrı bir kolda devam etmiştir. Divan şiirinin Anadolu’da Hoca Dehhani ile başladığı kabul edilir.186 Ahmet Yesevî, Türkistan’daki halk kitlelerine tasavvufu tanıtma yollarını iyi kavramış, söylediği şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmış, sade bir dili tercih ederek Türkistan’da tasavvufî halk edebiyatının öncüsü olmuştur. Ahmet Yesevî’de şiir bir irşat vasıtasıdır.187 Şiir ve söz ile ilgili seçtiğimiz nasihat beyitlerinde söz daha çok şiir anlamında kullanılır. Bununlar birlikte aşağıdaki beyitlerde vurgulanan boş sözden sakınmanın gerektiği ve sözü uzatmanın lüzumsuzluğu konusuyla alakalı olarak Kur’an- Kerim’de de ayetler vardır. Şu iki ayette Allah müminlerin vasıflarını şöyle belirtir:

185 Ignace Goldziher, Klasik Arap Literatürü (çev.: Prof. Dr. Azmi Yüksel, Doç. Dr. Rahmi Er), İmaj Yay., Ankara 1993, s. 46-48. 186 Ayrıntılı bilgi için bk., Faruk K. Timurtaş, Tarih İçinde Türk Edebiyatı, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993, s. 4-15. 187 bk., Nihat Sami Banarlı, age., s. 276-281.

71 “Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.”188 “Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selam olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz,’ derler.”189 Sükûtun fazileti, boş sözün değersizliği ve hayır söylemenin teşviki ile ilgili hadisler de vardır. Bu konuda Peygamber’imiz şöyle buyurur: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa komşusuna eziyet vermesin. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa iyi şeyler (hayır) söylesin yahut sussun.”190 Yine söz ile ilgili olarak Hz. Peygamber “Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabıdır.”191 buyurmuştur. Sözlü kültürümüzde önemli bir yere sahip olan “Söz gümüş ise, sükût altındır.” atasözü de bu konuda milletimizin hassasiyetini göstermektedir. Sözün bu şekilde kısa tutulması ve öz söylenmesi onun değerli oluşundandır.

Görüldüğü üzere şiir ve söz kültürümüzde önemli bir yere sahiptir. Söz ve şiirin sihirli gücü yukarıdaki paragraflarda da ifade edildiği gibi her zaman için takdirle karşılanmıştır. Şiirin ehemmiyetine dair tasavvufî halk şiirinde olduğu gibi divan şiirinde de mısralar söylenmiş, şiir ve sözün önemi vurgulanmıştır. Aşağıdaki beyitlerde sözden kasıt şiirdir. Şair beyitte söz vurgusu ile daha çok şiiri kasteder. Aşağıda şiir ve söz ile ilgili nasihat beyti olarak seçtiğimiz örneklerde divan şiirinin belli başlı şairlerinin şiir üzerine söyledikleri öğütleri bulunmaktadır. Burada şairler boş sözden sakınmayı, şiirin değerini bilmeyi, az söz söylemeyi, şiirde sağlam bir üslup geliştirmeyi öğütleyerek maharetlerini sergilemişlerdir:

Yok yerlere harc eyleme sözünü Necâtî Söyler diye tûtî-yi şeker-hâyi kınarlar Necâtî, G 220/155-8 [Ey Necâtî, tatlı dilli papağanı konuşuyor diye kınarlar, o yüzden sen de boşuna söz sarf etme.]

Necâtî şi’rini mecmû’a etme kâğıda bür

188 Mü’minûn, 23/3. 189 Kasas, 28/55. 190 Buhari, “Adâb”, 2020. 191 Kuzâî, Müsned-i Şihâb (çev.: Ali Akar), Armağan Kitaplar, Konya 2005, s. 19.

72 Sefîh olur güher ulaşdıran sefîne ile Necâtî, G 394/547-7 [Ey Necâtî, şiirini kağıda toplama (yazma); çünkü gemi (yazı ve şiir ihtiva eden yazma dergi) ile cevher götüren rezil olur.]

Ger çok istersen Fuzûlî izzetin az et sözü Kim çok olmaktan kılıptır çok azizi hâr söz Fuzûlî, G 188/119-7 [Ey Fuzûlî, eğer yücelik ve şerefin artmasını istiyorsan az söyle; çünkü çok söz birçok aziz insanı diken yapmıştır.]

Teşbîh sâde vermez zînet söze Hayâlî Rengîn edâ gerekdür eş’âr-ı dil-güşâda Hayâlî, G 227/2-5 [Ey Hayâlî, sözü sadece teşbih güzelleştirmez; gönül açan şiirde renkli bir üslup gerekir.]

Bir güherdir ki suhan ma’deni bahr-ı ma’na Değme insan olamaz kâbil-i iz’ân-ı suhan Nef’î, K 249/60-6 [Şiir öyle bir cevherdir ki madeni mana denizidir; her insanın şiirden anlaması mümkün değildir.]

Sen de Nef’î dilini kurtar eğer kâdir isen Sözü yâ silsile-i zülfü gibi etme dırâz Nef’î, G 309/57-7 [Ey Nef’î, eğer gücün yetiyorsa dilini kurtar; söz (şiir)ü saç zinciri gibi uzatma.]

Çoğ olmaz bu tarza gazel Bâkîyâ Güzel söz güherdür güher az olur Bâkî, G 170/112-5

73 [Ey Bâkî, bu tarza gazel çok olmaz; çünkü güzel söz cevherdir, cevher de az bulunur.]

Sözü az söyle ağır söyle Nedîmâ ki sühan Zer gibi sayılı gevher gibi sencîde gerek Nedîm, G 304/57-6 [Ey Nedîm, sözü az ve yavaş söyle; çünkü söz, altın gibi sayılı cevher gibi tartılıdır.]

Kıl metâ’-ı nazmını ârâyiş-i sûk-ı kemâl Ey Nedîm-i pür-hüner zîb-i dükkân lâzım sana Nedîm G 276/6-9 [Ey hünerli Nedîm, nazım (şiir) servetini olgunluk (fazilet) çarşısının süsü yap(acağın) bir süs dükkânı lazım sana.]

Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü gibi divan şairleri söyledikleri şiirin ve dolayısıyla sözün kıymetini bilmektedirler. Şiir cevherini mana denizine benzeten, kısa tutulan sözün cevher olduğunu bildiren ve ona göre şiir ve söz söylenmesini nasihat eden şairler bu beyitlerle sözlerini de yerli yerine koymuşlar ve şiirin ehemmiyetini herkese göstermişlerdir.

6. İHSAN, KEREM VE HİMMET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Nasihat ifade eden beyitler arasından seçmiş olduğumuz aşağıdaki beyitler, daha çok tasavvufî literatürde kullanılan kerem, ihsan, himmet, iyilik, yardım gibi kavramları içermektedir. Kerem sözlüklerde “asalet ve asaletin şerait ve mukteziyatından olan âlicenaplık, cömertlik; lütuf, merhamet, ihsan, inayet.”192 ; “şeref, ululuk, asalet, cömertlik...”193 gibi anlamlara gelir. Aşağıdaki beyitlerde kerem mefhumu genellikle cömertlik anlamında kullanılmaktadır.

192 Şemseddin Sami, age., s. 1159. 193 D. Mehmet Doğan, age., s, 752.

74 İhsan ise “iyilik etme, bağış, bağışlama”194 anlamında olup aşağıdaki beyitlerde de aynı anlamda kullanılmıştır. Gazali, ihsan konusunda “İhsan, iyilik yapmaya denir. Seninle muamele yapan birisinin, kendi üzerine farz olmadığı hâlde iyilik yapmasıdır.”195 der. Himmet kelimesi, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü’nde şöyle tanımlanır: “Gayret etme, çalışma, çabalama. Tasavvufta gönlü toplayıp bir maksat için yönlendirmedir. Himmet, manevi yardım gibi düşünülür. Bu yüzden divan şiirinde âşıklar sevgililerinden himmet beklerler.”196 İhsan iyilik etmek ve lütufta bulunmanın yanı sıra özellikle İslami literatürde “yaptığı işi güzel yapmak” anlamına da gelir. İhsan kimi zaman, iyilik konusunda farz olan şeyin ötesine geçerek daha fazlasını yapmak anlamında da kullanılır. İhsanda bulunan kişiye muhsin denir. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Kur’an’da daha çok “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi en güzel şekilde yapmak” anlamlarında kullanılır.197 Bir ayette şöyle buyurulur: “Allah’ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez.”198 İyilik yapmayla ilgili olan ayetlerin bazıları şunlar: Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.199 Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.200

Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz.201 (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.202

194 Ferit Devellioğlu, age., s. 417. 195 İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, C 1, s. 297. 196 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 231. 197 bk., Mustafa Çağrıcı, “İhsan”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 21, s. 544-546. 198 Kasas, 28/77. 199 Nahl, 16/128. 200 Nahl, 16/90. 201 Kehf, 18/30. 202 Bakara, 2/195.

75 Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. 203

Divan şairlerine devlet büyükleri yazdıkları kasideler sebebiyle ihsanda bulunurlardı. Bu ihsan sayesinde şairler sıkıntılarını giderir ve rahata ererlerdi. Başkasına yardım etmenin fazileti ve ihsanda bulunmanın önemi ile ilgili bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslümanı örterse Allah da onu kıyamet günü örter.”204 Aşağıdaki beyitlerde şairler; kerem, ihsan, himmet gibi konularla ilgili olarak nasihat ederken bazen kendilerine bazen de sevgiliye seslenirler. Özellikle sevgilinin ihsanda bulunmasının erdemli bir davranış olacağı şeklinde nasihatte bulunurlar. Şairler, bazı durumlarda da sultana kerem sahibi olmaları yolunda öğüt verirler:

Koyup bülend eşiğini gerdûna dönmezem Himmet kapısın aç ve gönül yıkığını yap Necâtî, K 54/3-34 [Yüce eşiğini koyup da dünyaya dönmem; (bu yüzden) himmet kapısını aç ve gönül yıkığını yap.]

Nûr-ı re’yin var iken mihre ziyâ-bahş deme Her hasîse kerem eyleme bühtân-ı kerem Necâtî, K 90/18-15 [Düşüncenin nuru varken aya “ışık saçıcı” deme; her cimriye de cömertlik (kerem) et, (fakat) cömertlik iftirasında bulunma.]

Serverâ sarsar-ı gamdan söyünür câm-ı murâd Dest-gîr olmaz olursa ana dâmân-ı kerem Necâtî, K 91/18-24

203 Âl-i İmrân, 3/172. 204 İbrahim Canan, age., C 10, s. 148.

76 [Ey reis (başkan), istek kadehi üzüntü rüzgârından söner; ona cömertlik (kerem) eteği olursa yardım eden olmaz.]

Etme bünyâd-ı cefâ âdet iken lutf u vefâ Eyleme meyl-i sitem var iken imkân-ı kerem Necâtî, K 91/18-26 [İyilik ve vefa adet iken cefa binasını yapma; cömertlik (kerem) imkânı var iken eziyet (zulüm)e meyletme.]

El vermiş iken iyilik et ey serv-i bâğ-ı nâz Komaz zemâne kimseye çün intikâmını Necâtî, G 431/627-3 [Ey işve bağının servisi (sevgili, dilber), vakit varken iyilik et; çünkü zaman intikamını kimsede koymaz.]

Kesme bahâr-ı lutf u keremden ümîdini Tecdîd-i raht-ı tâzeye olgıl ümîd-vâr Fuzûlî, K 117/37-44 [Kerem ve lütuf baharından ümidini kesme; körpe atların yenilenmesi için ümitli ol.]

Böyle dermândelerin derdine dermân et kim Her işinde sana da eyleye Allah meded Nef’î, G 294/28-9 [Böyle çaresizlerin derdine derman ol ki her işinde Allah sana da yardım etsin.]

Efendim âsmâna hiç bahâne bulma ihsân et Senin lutfun olursa âsmân dahı olur yâver Nedîm, K 101/29-15 [Efendim, talih (kader)e hiç bahane bulma, iyilik (ihsan) et; senin ikramın olursa felek dahi yardımcı olur.]

Zer-efşân ol kef-i ihsân ile seyr eyle ‘âlemde Cihân-gerd ü cevân-merd-i cihân ol âfitâb-âsâ

77 Bâkî, G 103/2-5 [İyilik (ihsan) eli ile altın saç ve âlemi seyret; güneş gibi dünyayı dolaş ve dünyanın yiğidi ol.]

Divan şiirinde ihsan, kerem, lütuf gibi kavramlar önemli bir yer tutar. Yukarıda görüldüğü gibi şairler tasavvufun da etkisi ile himmet ve ihsan konusunda son derece cömert olmuşlar ve bunu maşuğa ve devlet büyüklerine öğütlemişlerdir. Şairler devlet erkânına sundukları kasidelerinde bile ihsanı ince bir nükte ile dile getirmişler ve asla isteyici pozisyonuna düşmemişlerdir. Bütün bunları da nasihat ederek dile getirmişlerdir.

7. SEVGİLİYE NASİHAT EDEN BEYİTLER: Divan şiirinin asıl kahramanı sevgilidir. Sevgili sözlükte “sevilen, mahbup, habip, dost, aziz,”205 gibi anlamlara gelir. Aynı manaya gelmek üzere maşuka da “aşk ve alaka ile sevilen,”206 anlamlarındadır. Divan şiirinde sevgili motifi çok zaman “hûb, yâr, cânân, sanem, dilber, peri, saki, mehlika, dil-ârâ, mâh, âfitâb, dost” gibi kelimelerle de ifade edilir. Sevgilinin en büyük özelliği âşığa cevrücefa etmesidir. Sevgili merhametsizdir. Taş gönüllüdür. Âşığa yâr olmaz. vuslatı yoktur. Âşık ne kadar çok ağlarsa sevgili de o kadar çok zevk duyar. Sevgililer zavallı âşıklara acımadan eziyet ederler. Sevgili âşığın rakiplerine iltifat gösterebilir. Âşığı kıskandıracak türlü hareketlerde bulunur. Sevgili âşığı ile buluşmaz. O âşığın Hayâlînde yaşar. Sevgili platonik bir aşk ile sevilir. Tasavvufi aşkta ise sevgili Allah’tır. Âşık için sevgilinin olmadığı yer cennet bile olsa iyi değildir. Sevgili, etrafında pervanelerin döndüğü mum gibidir. Sevgilinin yüzü âşıkların Kâbe’sidir. Sevgilinin platonik bir aşk ile seviliyor oluşu, divan şiirinde onu tasavvuf çerçevesinde görmeye yol açmıştır. Gerçek veya mecazi anlamda sevgili sevgilinin özellikleri bitmez.207 Nasihat beyitleri içerisinde yer alan ve sevgiliye nasihatler içeren aşağıdaki beyitlerde genellikle sevgilinin âşığa karşı merhametli olması, zulümden vazgeçmesi öğütlenir. Âşığın bedduasının kabul olacağı vurgulanarak sevgilinin ona göre davranması nasihat edilir:

205 Şemseddin Sami, age., s. 849. 206 Şemseddin Sami, age., s. 1374. 207 bk., İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 437,438.

78 Ey mâh-çehre ‘âşıkın âhından et hazer Bilmez misin ki göklere tîr-i du’â çıkar Necâtî, G 185/78-6 [Ey ay yüzlü (sevgili), âşığın ahından sakın; göklere dua okunun çıktığını bilmiyor musun?]

Ey mâh-çehre olma cefâya dilîr kim Eflâk cevşenine hadeng-i du’â geçer Necâtî, G 186/81-4 [Ey ay yüzlü (sevgili), eziyet etmekte bu kadar cesur olma; çünkü eflak zırhına dua oku geçer.]

Cevr eyleme kim vâsıl günü utanırsın Mîve gelicek serv-i dil-ârâyı kınarlar Necâtî, G 220/155-4 [Eziyet etme, çünkü kavuşma günü utanırsın; meyveye gelecek gönül süsleyeni (sevgili) kınarlar.]

Pîrler pendini tut ser-keşlik etme ‘âşıka Pây-dâr olmaz güzellik gibi bu dünyâ yiğit Necâtî, G 162/27-4 [Ey yiğit (sevgili), yüce kişilerin nasihatini tut, âşığa isyan etme; güzellik gibi bu dünya da kalıcı değildir.]

İkide bir cefâ elin uzatma bu dile Kim tıfl olan iyi değil oynamak od ile Necâtî, G 348/445-1 [İkide bir eziyet elini bu gönle uzatma; çünkü çocuk olanın ateş ile oynaması iyi değildir.]

Güzellik taht-gâhına çıkıp zulm etme sultânım Sakın ‘âşıklar âhından ki olmaz tîr-i âh eğri Necâtî, G 417/597-2

79 [Sultanım (sevgili), güzellik tahtına çıkıp da kimseye zulmetme; âşıkların ahından sakın, çünkü ah oku eğri olmaz.]

Âhını ey mâh uşşâkın yetirme göklere Derd ehlinin nişân-ı tîr-i âhı olmagıl Fuzûlî, G 215/174-3 [Ey ay (gibi güzel sevgili), âşıkların ahını göklere (kadar) çıkarma; dert ehlinin ahının oklarına nişan olma.]

‘Âşıka cevr itmesin hüsnü sebâtın isteyen Zulm ü devlet bir arada bî-gümân eğlenmeye Necâtî, G 385/527-2 [Güzelliğinin devam etmesini isteyen âşığa eziyet etmesin; şüphesiz ki zulüm ile devlet bir arada eğlenmez.]

Bir câna geçer nâvek-i müjgânunı gönder Meşhûr meseldür bu ki az olsun uz olsun Hayâlî, G 332/69-2 [Bir cana geçen kirpiklerinin okunu (bari) gönder; meşhur atasözüdür: “Az olsun, iyi olsun.”.]

Ka’be-i rûyunda cevr itmek revâ mı sevdiğim Kimseye olmuş mıdır firdevs-i a’lâda ‘azâb Leylâ Hanım, K 106/2-16 [Ey sevdiğim, yüzünün Kâbe’sinde eziyet etmek uygun olur mu; Firdevs cennetinde kime azap olmuş?]

Bu rütbe ‘âşık-ı mecrûhına cevr ü cefâ itme Bulursun rûz-ı mahşerde bana itdüklerin ferdâ Leylâ Hanım, G 229/2-4 [Ey sevgili, yaralı âşığına bu derece eziyet etme; yarın mahşer gününde bana yaptıklarının cezasını çekersin.]

80 ‘Âşık-ı dil-hastelerden vaslını itme dirîğ Bu dil-i mahzûnımı cevrinle gel itme harâb Leylâ Hanım, G 237/13-6 [Hasta gönüllü âşıklardan kavuşmayı esirgeme; gel, bu üzgün gönlümü eziyetinle harap etme.]

Gül gibi iken elden ele varma dostum Kim elden ele düşse solar gül feri geçer Hayâlî, G 124/4-2 [Ey dostum, gül gibi iken elden ele varma; çünkü elden ele gezen gül cansız kalır, solar.] Tenhâ salın ey dost sen ağyârı nidersin Cennet gülünün bilesine hâr gerekmez Necâtî, G 247/213-4 [Ey dost (sevgili), başkalarını ne yapacaksın, sen tenha yerlerde salın; cennet gülüne diken gerekli değildir.]

İtme bu rütbe ‘âşıka cevr ü cefâ ‘abes ‘Uşşak-ı zâra ittiğin ey bî-vefâ ‘abes Leylâ Hanım, G 239/17-1 [Ey vefasız (sevgili), âşığa boş yere bu kadar eziyet etme; ağlayan âşıklara bu yaptıkların akla uygun değildir.]

Bugün katl eyle hayr işi sakın sen eyleme te’hîr Senin ‘aşkın ile Leylâ komuşdur başı meydâna Leylâ Hanım, G 304/108-7 [Leylâ senin aşkınla başını meydana koymuştur; bugün öldür onu, hayırlı işi sakın erteleme.]

Sevgiliye nasihat eden beyitlerde, yukarıda da görüldüğü gibi, sevgilinin zulümden sakınması istenir. Çünkü âşığın ah okları onu incitebilir. Sevgiliye, mahşerde eziyetinin

81 cezasını çekeceği hatırlatılır. Şair onun iyiliğini ister. Zulümden uzak durması için ona nasihat eder.

8. ÂŞIĞA NASİHAT EDEN BEYİTLER: Âşığa nasihat eden beyitlerde şairler genelde kendilerine sevgiliye nasıl davranmaları konusunda veya aşkın çilesine katlanma mevzusunda öğüt verirler. Şairler genellikle âşık olan kendi gönüllerine hitaben nasihat ederler. Âşık kelimesi “birine, bir şeye tutkun”208 anlamına gelir. Kelimenin “hak şairi anlamına geleni ve ayrıca saz eşliğinde hece ölçüsüyle şiirler söyleyen ve halk hikâyeleri anlatan çöğür şairleri manasına geleni”209 de vardır ki bu anlamın bizim burada söz konusu ettiğimiz âşık motifi ile ilgisi yoktur. Âşık tasavvufta bir makamdır. Hakiki âşıklarda cehennem korkusu yoktur. Âşıklar için Allah eşsiz ve mükemmel bir sevgili, gönül tahtının sultanıdır. Bu anlayışa göre âşıklarda “havf ü reca (korku ve ümit)” terazisinin reca kanadı ağır basar. Âşıklar sadece Allah’a kavuşma niyetindedirler. Zahitler ise Allah korkusundan ve cehennem tehlikesinden dolayı dünyayı tamamen terk ederler. Zahitlerde cennete karşı aşırı bir istek vardır. Âşıklar ise Allah’tan başka hiçbir şeyi görmezler. Aslında her iki zümrenin de amacı Allah’a yaklaşmaktır. Ancak zahitler ile âşıkların Allah’a yaklaşmak için seçtikleri yöntem farklıdır. Zahitler Allah’a akılla ve ibadetler yoluyla ulaşılacağını savunurken âşıklar Allah’a ancak sevgiyle ulaşılabileceğini savunurlar. Böylelikle iki zümre arasında çekişme vardır.210 Mevlâna’da da âşık kavramı önemli bir yer tutar. “Mevlâna, insan Allah’a âşık olduğu gibi Allah’ın da insana âşık olduğunu, aynı zamanda Allah’ın insanı severken kendisini de sevdiğini söyler. Bir diğer ifadeyle mutlak varlık olan Tanrı, yaratıkları üzerinde sıfatlarıyla tecellisinin aksini görür ve bir kere daha âşık olur.”211 Divan edebiyatında şair daima âşıktır. Onun aşkı mücerret güzelliğe karşı duyulan bir aşktır. Bu aşk son derece samimidir. Maddiyatla ilişkisi yoktur. Âşığın sevgilisiyle olan beraberliği Hayâlîdir. Âşığın rakipleri de vardır. Âşık onlarla da uğraşmak zorunda kalır.

208 Ferit Devellioğlu, age., s. 46. 209 bk., Tahirü’l- Mevlevi, Edebiyat Lügati (hzl.: Kemal Edip Kürkçüoğlu), Enderun Yayınları, İstanbul 1973, s. 17-18; Nureddin Albayrak, “Âşık”, TDV İslam Ansikopedisi, İstanbul 1991, C 3, s. 547-549. 210 bk., Nurgül Sucu, “Zâhid-Sûfî Tipinin Kimliği, Divan Edebiyatındaki Yeri ve Sosyal Hayattaki Örnekleri”, İstem, Konya 2007, sayı: 10, s. 229-252. 211 İsmail Yakıt, “Mevlâna’da Aşk Estetiği”, Mevlâna Araştırmaları Dergisi, Konya 2007, sayı: 1, s. 41.

82 Âşık, sevgilinin bir bakışıyla kendinden geçer. Âşık canını sevgilisine verecek kadar cömerttir. Sevgili âşığa durmadan eziyet eder. Âşık bunlara sabreder. Âşık sevgilisinden başka talih ve ağyardan da zulüm gören kişidir. Gördüğü bu cevrücefadan dolayı sabahlara kadar ahlar eder. Bu şekilde âşığın feryadı göklere yükselir. Âşığın gözü yaşıdır. Âşık uyku nedir bilmez. Diva edebiyatında şair “aşık-maşuk-ağyar” üçgeninin birinci kişisidir.212 Aşağıdaki beyitlerde şair âşığa yani kendisine sevgi ve sevgilisi ile ilgili olarak nasihat eder. Şair âşıktan sevgilisinin eziyetinden dolayı feryat etmemesini, hâline şükretmesini, ayrılık acısından şikâyet etmemesini ve sevgilinin kavuşma vaadine aldanmamasını öğütler:

Dil getirdim diye dil-dâra gönüllenme sakın Pâdişâh eşiğidir bunda dil-âver çoğ olur Necâtî, G 199/110-2 [Gönül verdim diye gönül bağlayan sevgiliye gönüllenme sakın, burası padişah eşiğidir cesur çok olur.]

Vuslat umanlar duyar mı acısını fürkatin Tâlib-i gevher olana bahr-ı ummân tatlıdır Necâtî, G 214/144-4 [Kavuşmayı bekleyenler ayrılık acısını hiç duyar mı, cevher isteyene denizler tatlı olur.]

Necâtî hûb-rûlardan sakın kim Alırlar gönlünü inkâr iderler Necâtî, G 229/175-5 [Ey Necâtî, güzel yüzlü sevgililerden sakın; çünkü gönlünü alırlar (sonra) inkâr ederler.]

Şükr et Fuzûlî etme figân yâr kılsa cevr Kim ehl-i aşka cevrdir anun inâyeti Fuzûlî, G 279/302-7

212 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 50.

83 [Ey Fuzûlî, yâr eziyet ederse feryat etme, şükret; çünkü onun eziyeti aşk ehline iyiliktir.]

Bakma ey cân hat u ruhsârına mahbûbların İhtiyât eyle günâh üzre günâh etme dahi Fuzûlî, G 270/284-4 [Ey can, sevgililerin yüzüne ve yanakları üzerindeki ayva tüylerine bakma; kendini sakın, artık günah üzerine günah işleme.]

Eyle redd ağyârı kim dillerde makbûl olasın Başlar üzre yeri vardır etse terk-i hâr gül Necâtî, K 83/15-14 [Gönüllerde makbul olmak için sevgiliden başkasını kabul etme, dikenini terk eden gülün başlar üzerinde yeri vardır.]

Ey dil ki hecre düşmeyip istersin ol mehi Şükr et bu hâle yoksa gelir bir belâ sana Fuzûlî, G 139/17-5 [Ey gönül, ayrılığa düşmeden o ay gibi sevgiliyi istersin; bu hâline şükret, yoksa başına bir bela gelir.]

Kendini çâh-ı zenah-dâna düşürme ey dil Görüp âfet gibi dilberleri olma mâ’il Hâl-i dünyâyı sana anladayım ve’l-hâsıl Hârını gül gülini hâr görendir ‘âkil Zâg ider bülbülini başka gülistândır bu Leylâ Hanım, Th. 133/6-2 [Ey gönül, kendini zindana düşürme, (bela getiren) güzel sevgilileri görüp de onlara meyletme, sözün kısası sana dünyanın hâlini anlatayım: Akıllı kişi gülünü diken, dikenini gül gören kişidir; bülbülünü karga yaptığı başka bir gül bahçesidir.]

Bâkî safâ-yı Ka’be-i vuslat murâd ise Sa’y it hemişe sa’y iden irdi menâzile

84 Bâkî, G 396/447-5 [Ey Bâkî, kavuşma Kâbe’sinin sevinci isteniyorsa daima çalış, çalışan hedefine ulaşmıştır.]

Ol günden erse tîr-i gam olma dilâ melûl Gökden ne yağdı kim anı yer etmedi kabûl Necâtî, G 298/329-1 [Ey gönül, bundan sonra keder oku değse bile üzülme; gökten ne yağdı da onu yer kabul etmedi?]

Zârîlik edip devr-i felekden meded umma Yok yerlere bu âh u figâna ne verirler Necâtî, G 197/104-4 [Ağlayıp da feleğin dönüşünden imdat bekleme; yok yerlere inleyip feryat edene ne verirler ki?]

Sakın aldanma gönül va’d-i visâl-i yâre Sonra derd ü elem ü mihneti pek güçdür güç Leylâ Hanım, G 240/18-2 [Ey gönül, sakın sevgili ile kavuşma vaadine aldanma, sonra dert, sıkıntı ve elemi çok zor olur.]

Âyîne gibi ‘ârız-ı dildâra nazar kıl Ey cân u gönül ‘aşk-ı hakîkîye güzer kıl Leylâ Hanım, Tb. 174/6-12 [Ey can ve gönül, (gönül bağlayan) sevgilinin yanağına bak; gerçek aşka geçiş yap.]

Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü gibi şair âşığa dolayısıyla kendisine daha çok aşkı ve sevgilisi ile ilgili nasihat eder. Bu nasihatler âşığın aşk yolundaki tavrını sağlamlaştırır. Şair âşığa sevgilisinin karşısında nasıl davranması gerektiğini bu nasihat beyitleri ile ifade eder.

85 9. DİN VE TASAVVUF İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ: Din ve tasavvuf konularında nasihat eden beyitler, İslam’ın emir ve yasaklarına riayet etmede kusursuz olmayı ve tasavvufi olarak da züht ve takvayı ön planda tutmayı, zikri ve tecridi tavsiye eder. Yukarıdaki başlıkta yer alan din tabiri aşağıdaki beyitlerde temel İslami yükümlülükleri kapsamaktadır. Biz genelleme yaparak bu çeşit nasihat beyitlerini din konusu ile ilgili kabul ettik. Tasavvuf konusundaki nasihat beyitleri de daha çok zikir ve dünyaya fazla bağlanmamayı öğütleyen beyitlerdir. Din kelimesi Kamus-ı Türki’de “Allah’a ibadet ve maneviyata itikat hususunda her milletin tuttuğu yol.”213 diye tarif edilir. Arapça bir kelime olarak “dal, ye, nun” harflerinden meydana gelen din sözcüğü değişmeden Türkçe’ye aynen girmiştir. Kelime İslam öncesi Arapça’da, Kur’an ve sünnette geniş ölçüde kullanılmıştır. Din kelimesinin onlarca kelime anlamı vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: ceza ve karşılık, İslam, örf ve adet, zül ve inkıyat, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat. Dinin ıstılahi olarak anlamı şudur: “ Din, yüce Allah’ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah’ın koyduğu hükümlerdir.” Kur’an ve sünnette din, kelime anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Din kelimesi aşağıdaki ayette “itaat ve boyun eğme, ibadet” anlamlarında kullanılmıştır: “De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi ona çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak ona yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz.”214 Din kelimesi şu ayette de “kıyamet ve ceza günü” anlamında kullanılmıştır: “Ceza ve hesap (din) gününün doğruluğuna inananlar...”215 Aşağıdaki ayette de din kelimesi “Allah’ın dini, İslam, tevhit” anlamlarındadır: “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. O hâlde sadece Müslümanlar olarak ölünüz (dedi.).”216

213 Şemseddin Sami, age., s. 645. 214 A’raf, 7/29. 215 Mearic, 70/26. 216 Bakara, 2/132.

86 Tabiî ki İslami literatürde din denince İslamiyet akla gelir. Bunu “Allah nezdinde hak din İslam’dır.”217 ayetinde de görebiliriz. İşte bu manalarla İslam Allah katında yegâne dindir. İslam, bütün peygamberlerin Allah’tan getirmiş oldukları en üstün nizamdır. Dinin kurucusu Allah’tır. Bütün sahih dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmışlardır. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. Kendisine bildirilen din de tevhit dinidir. Allah’ın varlığı, birliği, zat ve sıfatları açısından onun mükemmelliğiyle nübüvvet ve ahiret inancı gibi temel itikadi prensipler, bütün ilahi dinlerde değişmez ilkeler olarak yer almıştır. Bundan dolayı Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslam’dır. Ancak insanlar hak dinden uzaklaşmışlar ve dinde meydana getirdikleri dejenerasyon neticesinde Allah yeni bir din ve şeriat göndermiştir.218 Tasavvuf konusunda da nasihatler içeren beyitler dolayısıyla tasavvuf mefhumu hakkında da kısa bir malumat vermek gerekir. Yoksa tasavvuf gibi geniş bir alan hakkında detaylı bilgi verecek değiliz. Tasavvuf kelimesinin nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlar arasında, tasavvuf ve sufi kelimesinin Peygamberimiz döneminde Mescid-i Nebeviye bitişik sofada yaşayan sadece ilim ve ibadetle uğraşan Ashab-ı Suffe’den geldiğini söyleyenlerin yanı sıra kelimenin “saf ve duru soydan gelenler” anlamındaki “safevi” kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır. Ayrıca içlerinde Biruni gibi felsefecilerin de yer aldığı bir gurup da tasavvuf ve sufi tabirinin hikmet, bilgelik anlamına gelen Yunanca “sophia” sözcüğünden geldiğini savunur. En çok rağbet gören görüş ise kelimenin Arapça yün anlamına gelen “sûf” kelimesinden geldiğidir. Tasavvuf, Allah’ı devamlı olarak zikreden, kalp temizliğini her şeyin üstünde tutan, kendilerini gaflet ve dünya hayatının kötü etkilerinden koruyan, manevi iç kuvvetlerini geliştirmeye çalışan müminlerin geliştirdiği terbiye yoludur. Tasavvuf, kalbi tezkiye ve nefsi terbiye etmek için gerekli olan bilgi, tecrübe ve eğitimi veren İslami bir ilimdir. Tasavvufta Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek esastır.219 Büyük günahları terk etmek takvanın birinci basamağıdır; fakat son noktası değildir. Kalpte bulunan ve kalp ile işlenen manevi günahlardan da arınmadıkça gerçek temizlik gerçekleşmez. Tezkiye kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve

217 Âl-i İmrân, 3/19. 218 bk., Günay Tümer, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 312-317; M. Beşir Eryarsoy, “Din” Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 2, s. 107-114. 219 bk., Ebû Talib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (çev.: Yakup Çiçek, Dilaver Selvi), Semerkand Yayınları, İstanbul 2003, C 1, s. 14-17.

87 gaflet gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Bunun için mürşitler, insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçmişlerdir.220 Sufi adıyla ilk anılan kişi 8. asırda Şam’da ilk zaviyeyi kuran Ebû Hâşimü’s-Sûfî’dir. İlk sufiler Hint-İran dinleri ile Hristiyanlık tesiri altında kalmışlardır. Sonradan vahdet-i vücut etrafında gelişen fikirler onları bir araya toplamıştır. Âlimler ile mutasavvıflar arasında asırlarca devam eden bir zıtlık oluşmuştur. Âlimler Allah’a akılla ulaşmayı isterken mutasavvıflar da Allah’a ancak aşk ile ulaşabileceğini söylemişlerdir.221 Dokuzuncu asırdan itibaren mutasavvıflar, Horasan erenleri ve Irak sufileri olmak üzere iki büyük kolda ilerlediler. Anadolu’da tasavvufun gelişmesi 13. asırda başlar. Moğol istilasından kaçan dervişler ve şeyhlerin Anadolu’ya sığınması, halkın fakirlik ve zor günler yaşıyor olması Anadolu’da tasavvufu sığınılacak tek kapı hâline getirdi. Tasavvufi anlayışta vücud-ı mutlak ve hüsn-i mutlak Allah’tır. İnsanın gayesi de o olmalıdır. İnsan dünyada çaba sarf ederek insan-ı kâmil olabilir. Bunun için de bir mürşide ihtiyaç vardır. Tasavvufun esasını ilahi aşk oluşturduğuna göre ilk yapılacak şey nefsi yok etmektir. Bunun için on asıl vardır. Bunlar sırasıyla; tövbe, züht, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah’a teveccüh, sabır, murakabe ve rızadır. Sonuçta vahdet makamına erişilir ve fenafillah gerçekleşir. Bunu bekabillah takip eder. Divan şiirinde mutasavvıf şairlerin yanı sıra din dışı konularda yazan şairler de tasavvuftan bahsetmişlerdir. Buna karşılık tasavvufi şairler de din dışı şairler gibi meyhaneden, şaraptan, sevgiliden ve sevgilinin güzelliklerinden bahsetmek gereğini duymuş ve bunu remiz olarak söylediğini vurgulamıştır. Bu remizlerden aşk, ilahi aşktır. Maşuk ise Allah’tır. Âşık, Allah’a erişmek isteyen kişidir. Hüsn, Allah’ın cemal ve kemal sıfatlarıdır. Şive veya işve, ilahi cezbedir. Meyhane, tekke veya zaviyedir. Şarap, ilahi aşktır. Tasavvuf bu sembolleri kullanarak divan edebiyatını sahiplenir. Ayrıca bu sembolleri değişik şekillerde yorumlayan mutasavvıflar da vardır.222 Tasavvufta zikir önemlidir. İmam Gazâli zikri dört dereceye ayırır. Birincisi, sadece dilde olup kalpte olmayan ve dolayısıyla tesiri az olan zikir. İkincisi, kalpte olan fakat sabit ve istikrarlı olmayıp kalbi zorlamakla olan zikirdir. Üçüncüsü, kalbe yerleşen ve onu

220 bk., Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, İstanbul 2001, C 1, s. 22-24. 221 bk., İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 444. 222 bk., İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 478-480.

88 kaplayan zikirdir. Dördüncüsü ise kalbin zikir edilen varlık olmasıdır. Yani kalpten Allah’ın zikrinden gayrısının atılmasıdır.223 Aşağıdaki beyitlerde şairler (âşıklar) dini kurallara riayet etmeyi, tövbeyi elden bırakmamayı, zikirle meşgul olmayı, peygamberin yolundan çıkmamayı, dünyaya meyletmemeyi, kalplerden dünya sevgisini çıkarıp atmayı, tevekkülü, bir şeyhe intisap etmeyi ve züht hayatını öğütlemektedirler. Tasavvufi manalarla dolu olan bu beyitlerde güzel ve iyi olan öğütlenmektedir:

Ana ra’iyyet olup Mustafa’ya ümmet olan Mukarrer iki cihân devletine buldu visâl Necâtî, N 47/1-65 [Ona tabi olup Peygamber’e ümmet olan (kişi) şüphesiz iki dünya devletine kavuşur.]

Eğer dünyâ-yı fânîde dilersen ‘izzet-i bâkî Yürün varın şu bir âlî cenâb eşiği yasdanun Necâtî, K 78/13-13 [Eğer geçici dünyada ölümsüz bir üstünlük diliyorsanız gidin yüce bir insanın eşiğine yaslanın.]

Benliği terk eyle mutrib nâleni dil-sûz kıl Bezm-i cândır ‘ayb ola ‘uşşak içinde ten demek Necâtî, G 287/305-2 [Benliğini terk ederek saz çalan (teganni eden) feryadını acıklı yap, ruhların meclisi olan âşıklar topluluğunda beden demek ayıp olur.]

Zulmeti açmağa zikr eyle Necâtî zikr et Feth eder Rûm ilin âvâze-i Allâh Allâh Necâtî, G 354/457-5 [Ey Necâtî, karanlığı açmak için zikret, çünkü Allah Allah nidaları Rum ilini (bile) fetheder.]

Serv gibi çekmeyen bâr-ı ta’allukdan elin

223 bk., İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, C 1, s. 220-221.

89 Bûstân-ı dehr içinde gamdan âzâd olmadı Necâtî, G 402/565-2 [Dünya ile ilgili yük (meyve)ten elini çekmeyen kişi, dünya bahçesinde kederden kurtulamaz.]

Gör Fuzûlî aşk tuğyânın adem mülkün gözet Azm-i künc et kim hevânın i’tidâli kalmadı Fuzûlî, G 257/259-9 [Ey Fuzûlî, aşk coşkusunu gör, yokluk mülkünü gözet; inziva köşesinde karar kıl, arzuların ölçüsü kalmadı.]

Yamanlık yahşılık keyfiyyetin ma’lûm eden âkil Yamanlık edene yahşılık etmezse yaman eyler Fuzûli, K 112/36-8 [Kötülük iyilik durumunu bilen akıllı kişi, kötülük edene iyilik etmezse kötü yapar.]

Her emr ü nehye ibret ilen i’tibâr kıl Her işte i’tibârı şi’âr eyle zinhâr Fuzûli, K 116/37-39 [Her emir ve yasağa ibret ile hürmet et; her işte (kendine) mutlaka kıymeti nişan yap.]

Kef-i hırs ile dâ’im dâmen-i dünyâ-yı dûn tutsan Zamâne şûr-baht eyler seni peyveste deryâ tek Fuzûlî, Mu. 306/20-1 [Hırslı el avuç ile daima alçak dünyanın eteğinden tutsan zaman seni derya gibi daima kötü talihli yapar.]

Ey Fuzûlî reh-i şer’ini tut ol râh-berin Bu tarîk ile dalâletten özün eyle rehâ Fuzûli, G 135/10-4 [Ey Fuzûlî, o kılavuz (Peygamber)un şeriat yolunu tut; bu yol ile sapıklıktan kendini kurtar.]

90

Ey Fuzûlî eyle tâ’at-i riyâyî terkini Tevbe kıl min ba’d meşgûl-i menâhi olmagıl Fuzûli, G 215/174-7 [Ey Fuzûlî, riyalı ibadeti terk eyle; tövbe et, yasak olan şeylerle bundan sonra meşgul olma.]

Götür ey nefs hevâ vü hevesin âlemden Herze herze taleb-i rif’at-i câh etme dahi Fuzûlî, G 270/284-6 [Ey nefis, âleme ait geçici ve boş arzularını bırak; artık saçma sapan düşüncelerle makam mevki yükseltme talebinde bulunma.]

Ey Fuzûlî mey ü ma’şûk mezâkın terk et Özünü âsî-i dergâh-ı İlâh etme dahi Fuzûlî, G 270/284-7 [Ey Fuzûlî, şarap ve sevgililer zevkini terk et; kendini artık Allah huzurunda asi yapma.]

Tâlib ol ehl-i fenânun ayağı toprağına Var ise başunda ‘aklun gel metâ’-ı himmet al Hayâlî, G 267/1-2 [Kötü huyluların ayak toprağına talip ol; başında aklın varsa gel, himmetin servetini al.]

Ey Fuzûlî çekme sen râh-ı tevekkülden kadem Menzil-i maksûda yetmektir mukarrer ben zamân Fuzûli, G 236/216-7 [Ey Fuzûlî, sen tevekkül yolundan ayrılma (ayağını çekme); amacımız zamanında belirlenen hedefe ulaşmaktır.]

Defter-keş-i me’âyib-i nas olma merd isen Kıl zâtını nazarlara mecmû’a-i edeb

91 Nedîm, G 277/7-4 [Adam isen insanların ayıp şeylerini deftere yazma; kendini bakışlara edep mecmuası eyle.]

Saç ağardı gel yeter mir’ât-ı kalbin tîre kıl Ömrden bir dem ki kalmış eyle istiğfâre sarf Fuzûli, Mu. 306/18-2 [Saç ağardı, kalbinin aynası da kararmış, yeter artık gel kalan ömrünü tövbeye sarf et.]

Mülevves olmayıp tecrîd ile çıksan bu âlemden Seni Zâl-ı felek hûr-şîde cüft eyler Mesîhâ tek Fuzûlî, Mu. 306/20-2 [Günahkâr olmayıp da bu maddi âlemden soyutlansan feleğin Zal’ı seni Mesih gibi güneşe benzetir.]

Her makama ki edesin âheng Hoş-‘amel ol ki bulasın câyı Hayâlî, Mu. 447/13-1 [Her makama uygunluk göster (beste ol); iyi işler yap ki bir yerin olsun (rütben artsın.]

Rast ol iller ile çep düşme Satdılar bir usûle dünyayı Hayâlî, Mu. 447/13-2 [Başkalarına dosdoğru ol ki bir yerin olsun; (çünkü) bir usule bile dünyayı satan var.]

İbâdetüne dayanma ki sana pend yeter Hemîn hikâyet-i İblîs Bel’am-ı Ba’ûr Hayâlî, K 6/1-17 [İbadetine güvenme; çünkü sana nasihat olarak her zaman Bel’am Bin Ba’ûr ve İblis’in kıssaları yeter.]

92 Kol kanat et özüne çekmeğe tecrîdliği Murg-ı lâhûtsun olma yürü var bî-per ü bâl Hayâlî, G 268/20-2 [Tecridi kendine kol kanat yap; sen uluhiyet makamının kuşusun, kolsuz kanatsız olma, yürü.]

Düşme bu dâm-ı havâdisde Hayâlî bende Kendünü bâl-i tecerrüdle uçar tayr eyle Hayâlî, G 369/51-5 [Ey Hayâlî, bu hadiseler tuzağına (dünyaya) köle düşme; kendini tecrit kanadıyla uçan bir kuş eyle.]

Tevfîk refîk olmayıcak fâ’ide yokdur Her kim burada ‘akla uyarsa zarar eyler Nef’î, K 77/11-7 [Allah’ın yardımı arkadaş olmayınca fayda yoktur; kim burada akla uyarsa zarar eyler.]

Kûh-veş çek dâmenün sahrâ-yı âlemden gönül İki yaka ıssı olmak istesen derya gibi Hayâlî, G 419/57-2 [Ey gönül, deniz gibi sıcak olmak istersen bu âlem çölünden dağlar gibi eteğini çek.]

Sana tîşe çeken bed-kîşe ma’den gibi zerler ver Gönül zahm urana cevherler îsâr edici kân ol Hayâlî, G 259/1-3 [Ey gönül, sana külünk vuran dinsize maden gibi altınlar ver; sana dert çektirene de mücevherler dağıtan maden gibi ol.]

Elün çekdünse ‘âlem lezzetinden zevke sen erdün Nice mûr u mekes ayağın almış bir aseldür bu Hayâlî, G 340/6-3

93 [Nice karınca ve sineğin ayağını kurtaramadığı bala benzeyen bu âlem lezzetinden elini çektinse zevke sen ermiş olursun.]

Ser-fürû kıl zât-ı Hakk fikrinde kim gavvâsı gör Olmayınca ser-nigûn deryâya olmaz âşinâ Hayâlî, G 107/21-4 [Hakk’ın zatı fikrinde başını eğ (söz dinle); dalgıca bak ki baş aşağı olmayınca deryayı tanıyamaz.]

Ehl-i ‘aşk olan çeker bu bezm-i fânîden ayağ Nef’îyâ ger rind isen ol kûşe-i vahdet-nişest Nef’î, G 288/14-5 [Ey Nef’î, aşk ehli olan kişi bu geçici meclis (dünya)ten ayağını çeker, eğer rint isen birlik köşesinde ol.]

Zâhid ol rind ol hemân sûretde kalma ‘ârif ol ‘Âlem-i ma’nâda hükm-i pâdişâhî böyledir Nef’î, G 299/38-2 [Züht sahibi ol, rint ol, hemen surette kalma irfan sahibi ol; mana âleminde padişahın hükmü böyledir.]

‘Ârif ol bir nühüfte nükte ile Nice bû-cehli i’tikâde getir Nef’î, G 302/43-5 [İrfan sahibi ol; gizli bir mana (ince söz) ile nice Ebu Cehilleri imana getir.]

Zemîn ü âsmânı mihr ü mâhı bilmeden geçdik Kişi öz nefsini bir hoşça bilmek câna minnetdir Nedîm, K 60/15-3 [Yer ve göğü, güneş ve ayı bilmeden geçtik; (fakat) insanın kendi nefsini güzelce bilmesi cana minnettir.]

Pîr-i mugan ayağını men etme ey fakîh

94 ‘Âkil mi derler ana ki cömert elin tutar Necâtî, G 225/165-5 [Ey fakih, meyhaneci (mürşit) kadehini reddetme; cömerdin elini tutan insana akıllı mı derler?]

Çerâğ-ı kurb-ı akdes şem’-i fânûs-ı hayâ olmaz Müberrâdır riyâdan ehl-i tevhîdin dil ü cânı Nedîm, K 118/41-5 [Kutsal yakınlık lambası, edep ve utanma fenerinin mumu (gibi) olmaz; tevhit ehlinin gönlü ve canı gösterişten uzaktır.]

Hemân bezm-i cihânda râzdâr-ı dîde vü gûş ol Misâl-i şu’le ser-tâ-pâ zebân olsan da hâmûş ol Nedîm, G 315/80-1 [Her zaman cihan meclisinde gözün ve kulağın sır tutsun, alev misali baştan ayağa lisan olsan da sessiz kal.]

Delîl ü rehber istersen Hudâya Yüzün sür hâk-i pây-i Murtazâya Leylâ Hanım, Tb. 163/2-16 [Allah’a delil ve yol gösterici istersen Hz. Ali’nin ayak tozuna yüzünü sür.]

Menzil-i âsâyiş-i ‘ukbâya istersen vüsûl Hubb-i dünyâdan ferâgat gibi olmaz tagrı yol Şâd-mân erbâb-ı ‘uzletdür hemân Bâkî melûl Ger huzûr itmek dilersen ey Muhibbî fârig ol Olmaya vahdet makâmı gûşe-i ‘uzlet gibi Bâkî, M 91/4-V [Ahirette güvenli bir konak yerine kavuşmak istersen dünya sevgisinden vazgeçmek gibi bir doğru yol yoktur, inzivaya çekilenler her zaman sevinçlidir, Bâkî ise üzgündür; Ey Muhibbî, eğer huzurlu olmak istiyorsan (dünya sevgisinden) vazgeç; vahdet makamı inziva köşesi gibi olmasın.]

95 Ehl-i dil câme-i dîbâ ile zîbâlanmaz Bâkîyâ ‘ârif olan kimseye bir şâl yiter Bâkî, G 196/151-5 Ey Bâkî, gönül ehli ipek kumaş elbise ile süslenmez; arif olan kimseye bir şal yeter.]

İctinâb it sohbet-i ehl-i riyâdan Bâkîyâ Kim rızâ-yı Hazret-i Bârî Te’âlâ bundadur Bâkî, G 200/157-7 [Ey Bâkî, gösteriş ehlinin sohbetinden çekin; çünkü Hazreti Allah’ın rızası bundadır.]

Ey dil sakınup zevkine aldanma cihânın Cân gözlerin aç aslına ir sırr-ı nihânın Leylâ Hanım, Tb. 174/6-7 [Ey gönül, cihanın zevkine aldanma, sakın; can gözlerini aç, gizli sırların aslını gör.]

Dini ve tasavvufi konularda nasihat eden yukarıdaki beyitler insanın iç âlemini huzura götürecek fikirlerle imtizaç etmiş olan düşüncelerin terennümüdür. Yukarıdaki bu beyitlerde görüldüğü gibi şairler kendilerini dolayısıyla bütün insanları dünyaya kul olmaya değil Allah’a kul olmaya çağırmışlardır. Hz. Peygamber’in yolunu terk etmemeyi, İslam’ın emir ve yasaklarına uymayı salık vermişlerdir.

10. DİĞER KONULARDAKİ NASİHAT BEYİTLERİ: Divanlarda yer alan nasihat beyitleri içinde yukarıda belirlemiş olduğumuz konulara girmeyen fakat her biri muhtelif konulardan bahseden ve nasihat ifade eden beyitleri de bu bölümde vermeyi uygun gördük. Bu bölümde şairler; şöhretten kaçınmayı, dünyada huzur bulmanın yollarını, asıl güzelliğin ruhta olduğunu, temiz ada sahip olmanın önemini, ümitsiz olmamak gerektiğini, insanın olduğu gibi görünmesi gerektiğini, bu günün işini yarına bırakmamak gerektiğini, zorluklara göğüs germenin faziletini vb. güzel davranışları nasihat ederler:

96 Koma elden hüneri kim sağ el olur öpülen Sol ele gerçi verir zînet ü ziver hatem Necâtî, K 94/19-44 [Sol ele her ne kadar da mühürlü yüzük süs verse sen hüneri sağ elden bırakma; çünkü sağ el (her zaman) öpülen eldir.]

Eğerçi ağır olur taş koptuğu yerde Sitâre var ki ‘âkîki eder yemende garîb Necâtî, G 161/24-3 [Taş koptuğu yerde ağır ise de öyle yıldızlar var ki akik taşını Yemen’de bile garip bir yolcu yapar.]

Şöhret âfettir gözet satrenci kim Şehden ayrıga gelir mi şâh-mât Necâtî, G 162/28-3 [Şöhret beladır; çünkü satranca bir bak, şah-mat hiç şahtan ayrı oluyor mu?]

Bir perî-zâd olmayınca dirlik olmaz dünyede Şimdi bildik biz ki bu güzeller âdem cânıdır Necâtî, G 175/56-6 [Bir peri yavrusu (gibi güzel sevgili) olmayınca dünyada huzur olmaz; fakat, biz şimdi öğrendik ki bu güzeller insanın ruhundadır.]

İncinirse ne ‘aceb zülf-i sanemden sôfî Gökteki kara bulut bilmeze yükdür derler Necâtî, G 182/72-5 [Güzel sevgilinin saçından sofinin incinmesi ne tuhaf şey; çünkü gökteki kara bulut bilmeyen kişiye yük olur, derler.]

Ey çarh sen de yâr gibi olma bî-vefâ Zîrâ bu denli ’âleme bir bî-vefâ yeter Necâtî, G 199/108-5 [Ey talih, sen de yâr gibi vefasız olma; çünkü bu kadar âleme bir vefasız yeter.]

97 İki ‘âlemde Necâtî sana bir yâr yeter Ber-murâd olmaz ol iş anda ki server çoğ olur Necâtî, G 200/110-6 [Ey Necâtî, her iki âlemde de sana bir sevgili yeter; çünkü o iş istenildiği gibi olmaz, onda önder çok olur.]

Arı ad altında ölmek devlet-i sermed durur Atam anam ölmez oğul ister isen addır Necâtî, G 204/120-2 [Ey oğul, temiz ad altında ölmek sonsuz talih (devlet)tir; atan ve ananın ölmesini istemiyorsan (temiz) ada önem ver.]

Gussa vü gamdan Necâtî ihtiyât et key sakın Çoğ olur kim öldürür yoldaşını yoldaşlar Necâtî, G 205/123-7 [Ey Necâtî, kederden çok sakın ve (bu konuda) dikkâtli ol; çünkü aynı yolun yolcularından birbirlerini öldüren çok olur.]

Ey Necâtî çıkma yoldan aldanıp güzellere Şem’ gibi sanma kim dâ’im önünce varalar Necâtî, G 212/139-5 [Ey Necâtî, güzellere aldanıp da yoldan çıkma; mum gibi daima önünde gittiklerini de düşünme.]

Pây-ı bûs-ı şahriyâra sa’y et olma nâ-ümîd Ey Necâtî kimse görmez devleti erden ırağ Necâtî, G 270/266-7 [Ey Necâtî, hükümdarın ayağını öpmeye gayret et, ümitsiz olma; çünkü kimse devleti erden uzak göremez.]

Eşcâr egerçi her varakı bir kitâbdır İdrâki olmayana cihân bir varak değil Necâtî, G 301/335-3

98 [Ağaçların her yaprağı bir kitap ise de; anlayışı olmayana cihan bir yaprak bile değildir.]

Her kişi izi tozun başına tâc idinmesin Her gedâ kendisini bir pâdişâ göstermesin Necâtî, G 324/390-2 [Her kişi izinin tozunu başına taç edinmesin, her dilenci de kendisini bir padişah göstermesin.]

Ko gurûru zâhidâ dünyâ değildir ber-karâr Ne sen îmân ile kalırsın ne oğlan ile ben Necâtî, G 330/402-6 [Ey zahit, gururu bırak, dünya devamlı değildir; ne sen iman ile kalırsın ne de oğlan ile ben kalırım.]

Bu günüm yârına kalsın diyene ‘âkil deme ‘Âkil oldur kim komaz dünyâda bir nân erteye Necâtî, G 437/641-3 [Bu günüm yarına kalsın diyene akıllı deme; akıllı kişi odur ki dünyada bir ekmeği (bile) ertesi güne koymaz.]

Ten evinden rahtını cehd eyle ey cân taşra çek Âfet-i seyl-i sirişk-i bî-karârımdan sakın Fuzûlî, G 239/223-4 [Ey can, (yolculuk) atlarını ten evinden dışarıya çıkar; ölçüsüz olan gözyaşı selimin afetinden sakın.]

Ey Fuzûlî dehr Zâl’inin firîbinden sakın Olma gâfil er kimi depren işin merdâne tut Fûzûlî, G 151/43-5 [Ey Fuzûlî, dünya Zâl’inin hilesinden sakın; er gibi harekete geç ve işini mertçe yap, gafil olma.]

99 Güldürmez âdemi dehr akıtmayınca göz yaş Oğlana süt verilmez ağlamayınca kardaş Hayâlî, G 216/8-1 [Ey kardeş, çocuğa ağlamayınca süt verilmediği gibi, gözyaşı akıtmayınca da bu dünya insanı güldürmez.]

‘Ârif ol gam çekme Nef’î böyle kalmaz rûzgâr Lutf eder bir gün Hudâ elbette feth-i bâb olur Nef’î, G 297/34-5 [Ey Nef’î, bu zaman böyle kalmaz, arif ol, gam çekme; elbette Allah bir gün yardım eder, kapılar açılır.]

Ey dil hele ‘âlemde bir âdem yoğ imiş Var ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş Gam çekme hakîkatde eğer ‘ârif isen Farz eyle ki el’ân yine ‘âlem yoğ imiş Nef’î, R 351/4 [Ey gönül, dünyada bir insan yokmuş, varsa da gönül ehline gizli değilmiş. Eğer arif isen üzülme, farz et ki şimdi yine dünya yokmuş.]

Cihân kim mazhar-ı işrâk-ı envâr-ı hakîkatdir ‘Aceb âyîne-i hayret ‘aceb mir’ât-ı ‘ibretdir Nedîm, K 59/15-1 [Dünya, hakikât aydınlığının ortak mazharıdır; ibret aynası ve hayret aynasına hayret edilir.]

Düşmen ne denlü saht ise şâd ol ki ey Nedîm Seng üzre gösterir zer-i kâmil ‘ıyârını Nedîm, G 360/164-8 [Ey Nedîm, düşman ne kadar sert olsa da sen sevinçli ol; olgun altın ayarını taşta gösterir.]

Gerdûn-ı dûna ‘âkil isen kılma i’timâd

100 Dönsün piyâle Devr-i Kamerden budur murâd Bâkî, G 123/38-1 [Akıllı isen alçak dünyaya güvenme; ayın dönmesinden murat kadehin dönmesidir.]

Sözüm dinle mugannî nagmesin gûş eyle ey Bâkî Garaz sana nasîhatdur kulak tut kavl-i üstâde Bâkî, G 378/449-5 [Ey Bâkî, sözümü dinle de şarkıcıların nağmesini işit; maksat, sana nasihat etmektir, üstadın sözüne kulak ver.]

Görüldüğü üzere şairler çeşitli konularda yapılması gereken güzel davranışları öğütlemişler ve bunu da eşsiz güzelliklere sahip beyitlerde sanatkârane bir şekilde ifade etmişlerdir.

11. NASİHAT EDEN MÜSTAKİL MANZUMELER: İncelediğimiz divanlarda yer alan bazı manzumeler var ki bunlar, bir bütün olarak nasihat etmektedir. Bu çeşit şiirler, bir nevi nasihat etmek için yazılan ve nasihatname adını taşıyan müstakil nasihatnamelere benzemektedirler. Aşağıda Fuzûlî, Bâkî ve Leylâ Hanım’a ait olan gazel, kaside, Mukatta nazım şekillerindeki manzumelerde bu durum görülür. Bunlar adeta, hacimleri az olan nasihatnamelerdir. Aşağıdaki manzumeler genellikle tasavvufi konularda ve kısmen mecazi aşk ile ilgili nasihat eden şiirlerdir. Burada şairler ya kendilerine ya zahitlere ya da başka âşık ve dervişlere nasihat ederek onlara kendilerince öğüt vermektedirler:

Gazel Bahr-ı aşka düştün ey dil lezzet-i cânı unut Bâliğ oldun gel rahimden içtiğin kanı unut [Ey gönül, aşk denizine düştün, can lezzetini unut; (artık) büluğa erdin, ana rahminden içtiğin kanı unut.]

101 Virdi rıhletten haber mûy-ı sefîd u rûy-ı zerd Çihre-i handânı vü zülf-i perîşânı unut [Ak saç ile sarı yüz sefer vaktini haber veriyor; gülen yüz ile perişan saçı unut.]

Çek nedâmetten göğe dûd-ı dili dök kanlı yaş Serv-i nâzı terk kıl gül-berg-i handânı unut [Pişmanlıktan için yansın, gönül dumanı göğe çıksın; kanlı gözyaşı dök, (artık) işve servisini (sevgiliyi) terk et, açılmış gülü unut.]

Gör ganimet fakr mülkünde gedâlık şîvesin İ’tibâr-ı mansıb u der-gâh-ı sultânı unut [Yoksulluk mülkünde (varlıktan geçip Allah’a muhtaç olma hâlinde) dilenci bir fakir gibi yaşamayı ganimet (kazanç) bil; makam mevki itibarını ve sultanın sarayını unut.]

Çekme âlem kaydını ey ser-bülend-i fakr olan Saltanat tahtına erdin bend ü zindânı unut [Ey fakirlik (mutluluğu) ile başını yüksekte tutan insan, dünyaya ait lezzet ve maddiyatın insanı kendisine çeken bağından kurtul. Asıl saltanat tahtına (fakirlik âlemine girmekle) erdin; artık zindanı ve orada seni bağlı tutan zinciri unut.]

Ma’siyet dersin yeter tekrâr kıl dönder varak Özge harfin meşkin et evvelki unvânı unut

[İsyan (günah) hâlindesin, artık yeter, yeni bir sayfa çevir ve dersini tekrar et; bu (kitabın) başka bir harfini öğren, önceki payeyi (yazı başlığını) unut.]

Levh-i hâtır sûret-i cânâna kıl âyîne-dâr Anı yâd et her ne kim yâdında var anı unut [Kalbini içinde hiçbir akis bulunmayan bir ayna gibi sevgilinin resminin karşısına tut, kalbine onu aksettir ve yalnız onu yâdet, kalbinde ondan gayri ne varsa hepsini unut.]

Ey Fuzûlî çek melâmet reh-güzârından kadem

102 Lâhza lâhza çektiğin bî-hûde efgânı unut Ey Fuzûlî, melamet (ayıplama) yolundan ayağını çek, (sana melamet getirecek olan heva ve hevesinden vazgeç); bu melamet yolunda boş yere her an ettiğin feryat ve figanı unut.] Fuzûlî, 45. Gazel, s. 152

Gazel Ey gönül yârı iste cândan geç Ser-i kûyun gözet cihândan geç [Ey gönül, candan geç (de) yâri iste; onun (sevgilinin) diyarını gözle (iste), (bu) cihandan geç.]

Yâ tama’ kes hayât zevkinden Yâ leb-i la’l-i dil-sitândan geç [Ya hayat zevkinden açgözlülüğü kes ya da gönül alan sevgilinin la’l (gibi kırmızı) dudağından vazgeç.]

Mülk-i tecrîddir ferâgat evi Terk-i mâl eyle hânumandan geç [Her şeyden vazgeçme evi, tecrit (dünyadan elini eteğini çekmek) mülküdür; dünya malını terk et, ev barktan vazgeç.]

Lâ-mekân seyrinin azîmetin et Bu harâb olacak mekândan geç [Mekânsızlık diyarına (mekân mefhumunun olmadığı bir yere) sefer için yola çık; bu yıkılacak mekândan geç.]

İ’tibâr etme mülk-i dünyâya İ’tibâr-ı ulüvv-i şandan geç [Dünya mülküne (varlığına) kıymet verme; yüksek şan ve şerefe de kıymet vermekten vazgeç.]

103 Ehl-i dünyânın olmaz âhireti Ger bunu ister isen ondan geç [Dünyayı isteyen insanlar, ahiret mutluluğuna erişemez; ahiret mutluluğunu istiyorsan dünyadan vazgeç.]

Meskenin bezm-gâh-ı vahdettir Ey Fuzûlî bu hâk-dandan geç [Ey Fuzûlî, senin (asıl) meskenin vahdet meclisidir (elest meclisidir). Bundan dolayı bu toprak âleminden vazgeç.] Fuzûlî, 50. Gazel s. 155

Gazel Bekâ mülkün dilersen varını yok eyle dünyâ tek Etek çek gördüğünden âf-tâb-ı âlem-ârâ tek [Ebedilik mülkünü istiyorsan dünya gibi varını yok eyle; dünyayı süsleyen güneş gibi her gördüğünden eteğini çek.]

Ta’allûk zulmetin tecrîd hûr-şîdine kıl matla’ Eğer âlemde bir gün görmek istersen Mesîhâ tek [Eğer âlemde Hz. İsa gibi bir gün görmek istersen dünyaya bağlanmak karanlığını, âlemden tecerrüt etmek (soyutlanmak) güneşine doğuş yeri yap.]

Gönül her sûret-i Şîrîne verme iç mey-i ma’nî Hazer kıl taşa çalma tîşeni Ferhâd-ı Şeydâ tek [Her tatlı surete (güzellere) gönül verme, mana şarabını iç; çılgın Ferhat gibi kazmayı taşa çalmaktan sakın.]

Refîkin olsa dilsiz cân-ver hem sakla râz andan Sakın sırrın düşürme dillere Mecnûn-ı rüsvâ tek [Arkadaşın dilsiz bir hayvan dahi olsa sırrını ondan sakla; sakın (aşk uğrunda) rüsva olan Mecnun gibi sırrını dillere düşürme.]

104 Yeter tâvûs tek 'ucb ile kıl ârâyiş-i sûret Vücûdundan geçip âlemde bir ad eyle ankâ tek [Tavus kuşu gibi kibirliliği ve süslenmeyi bırak; vücudunu süslemekten vazgeç, âlemde anka kuşu gibi bir ad bırak.]

Güher tek kılma tağyîr-i tabi’at delseler bağrın Karar et her hevâdan olma şûr-engiz deryâ tek [Bağrını dahi delseler inci gibi tabiatını değiştirme; bir yerde dur, deniz gibi her rüzgârdan dalgalanma.]

Fuzûlî kâ’inât esbâbının kıldım temâşasın Nedâmetsiz tena’um yok tasarrufsuz temâşâ tek [Ey Fuzûlî, dünyadaki gerekli şeyleri (dünya nimetleri, zevkler) gördüm, seyrettim; (bunların içinde) sahip olmayıp sadece uzaktan seyrettiğim dünya nimetlerinin dışında, sonunda pişmanlık duymayacağın nimet yok.] Fuzûlî, 156. Gazel s. 205-206

Mukatta Perde çek aybına zulmet kimi halkın dâ’im Ger dilersen ki nasîb ola sana Âb-ı Hayât [Halkın kusurlarına karanlık gibi devamlı bir perde çek; eğer istersen ölümsüzlük suyu sana da nasip olur.]

Kılma hûrşîd kimi ayb-nümâlık ki felek Yere salmaya seni ba’de ulüvv-i derecât [Güneş gibi ayıpları gösterme ki kader seni yüksek derecelerden sonra aşağılara düşürmesin.]

Cehd kıl zâtın ola mazhar-ı âsâr-ı kabûl Kılma ol câha tefâhur ki ola hâric-i zât [Asıl varlığının dışında kalan makam ve rütbe ile övünmekten vazgeç ve gayret et ki uygun bulunan nişanlar (alametler) sana nail olsun.]

105 Fazl olur sanma sana menzilet-i asl ü neseb Câh olur sanma sana kesret-i esbâb u cihât [Soy ve neslinin derecesinin sana üstünlük sağlayacağını sanma; cihat ve diğer vasıtaların çok olmasının da sana makam mevki olacağını sanma.]

Âriyetten sözüne kılma kamer tek zînet Gayrdan âriyetin nûr ise hem yazıya at [Eğreti sözüne ay gibi süs takma; başkasından gelen eğreti (ödünç) nur ise hemen yazıya geçir.] Fuzûlî, 4. Mukatta, s. 301-302

Mukatta Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü Istılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz [Her kimin özünde kötülük küfrü varsa ilmî ıstılahlarla (ilim öğrenmeyle veya âlim olmakla) Müslüman olmaz.]

Ger kara taşı kızıl kan ile rengin etsen Tab’a tağyîr verip la’l-i Bedahşân olmaz [Eğer kara taşı kızıl kan ile boyasan onu, tabiatını değiştirip de, Bedahşan la’li yapamazsın.]

Eylesen tûtîye ta’lîm-i edâ-yı kelîmât Nutku insan olur ammâ özü insân olmaz [Papağana konuşmayı (kelimeleri söylemeyi) öğretsen sözü insan olur ama özü insan olmaz.]

Her uzun boylu şecâ’at edebilmez da’vî Her ağaç kim boy atar serv-i hırâmân olmaz [Ey dost, her uzun boylu yiğitlik yapamaz; her ağaç da boy atar ama salınan servi olamaz.] Fuzûlî, Mukatta, 13. Bend, S. 304

106 Gazel Hazer kıl âh odundan cevrini uşşâka az eyle Has ü hâşâki yakma şu’lesinden ihtirâz eyle [Ah ateşinden çekin, âşıklarına az eziyet et; çer çöpü yakma, alevinden de sakın.]

Sanemler secdesidir bizde tâ’at Tanrı’çün zâhid Kimi görsen sen öz dînin teklîf-i namâz eyle [Ey zahit, bizim Tanrı için ibadetimiz put (gibi güzel sevgililere)lara secde etmektir; sen de kendi dini içinde yaşayan kimi görsen ona namaz kılmasını teklif et.]

Hakîkat hattını yazmak dilersen levh-i zâtında Hatın gül-ruhların manzûr tut meşk-i mecâz eyle [Eğer benliğinin sayfasına hakikat yazısını yazmak dilersen gül yanaklı (sevgili)ların yüzündeki ayva tüylerini örnek al (göz önüne al); mecazi güzelleri örnek olarak al.]

Sanemler seng-dillerdir işitmezler söz ey râhib Yeter bî-hûde ben tek onlara arz-ı niyâz eyle [Ey rahip, putlar taş yüreklidirler; söz dinlemezler. Benim gibi boş yere onlara yalvarıp yakarma, yeter.]

Senin nâzın görende akl kalmaz hasbeten lillâh Emân ver âşık-ı dîdâra bir dem terk-i nâz eyle [Senin nazını gördüğü zaman âşıkta akıl kalmaz; sevgilinin güzel yüzüne âşık olana Allah rızası için bir dem güven ver, naz etme.]

Yolunda intizâr-ı makdeminle hâk olan çoktur Hırâm et bir kadem bin hâk-sârı ser-firâz eyle [Yolunda senin gelişini beklemekten toprak olanlar çoktur; bir adım salınarak gel de bin tane toprak seviyesinde önemsiz âşığı seçkin insan yap.]

Fuzûlî câna tapşırdın hayâlin şimdi rüsvâsın Sana kim der ki her nâ-mahreme ifşâ-yı râz eyle

107 [Ey Fuzûlî, cana onun (sevgilinin) Hayâlîni ulaştırdın, şimdi rezil oldun; sana, yabancıya sırrı açıkla diyen oldu mu?] Fuzûlî, 250. Gazel s. 253

Kasîde Leb-i la’lin hayâl it gûşe-i ‘uzletde pinhân ol Dilâ hem kân-ı gevher kıl özün hem gevher-i kân ol [Ey gönül, sevgilinin lal gibi kırmızı dudağını hayal ederek inziva köşesinde gizlen; kendini hem cevher madeni yap hem de o madenin cevheri ol.]

Eğer tahsîl-i derd itdünse düş kûy-ı harâbâta Seni genc itdiler çünkim mukîm-i künc-i vîrân ol [Eğer dert kazandıysan meyhane köşesine düş; çünkü seni define yaptılar (bu yüzden) yıkıntı köşelerinde bulun.]

Takınsa tîr-i mihnet ger mubâhât ile gögsün ger Soyındun ‘arsa-i rindâne girdün merd-i meydân ol [Eğer keder okunu takınırsa (atarsa) göğsünü germende bir sakınca yoktur; (çünkü) sen rintlik meydanına girerek tecride girdin (masivadan soyundun) bu meydanın adamı ol.]

Ko emvâc-ı belâ gelsün nasîbin rûzgâr alsun Derûnun derdini keşf itme sen deryâ-yı ‘ummân ol [Bela dalgaları bırak gelsin, hisseni de bu zaman (dünya) alsın; sen gönlünün derdini açığa çıkarma, büyük bir deniz (kâmil insan) ol.]

Düşer bir ‘ukdeye gâhî küdûret kesb ider tâli’ Gerekse mâh-ı tâbân ol gerek mihr-i dırahşân ol [Bazen talihli olunur (insanın içine) bir dert düşer; (bu durumda) ya nurlu bir ay ol ya da parlak bir güneş ol.]

Zamâne eylemez hürmet amân virmez dem-i fursat Gerek dervîş-i dil-rîş ol gerek şâh-ı cihân-bân ol

108 [Bu zaman (kader) hürmet etmez ve fırsatın demi korumazsa, ya gönlü yaralı bir derviş ol ya da cihanı koruyan bir hükümdar ol.]

Yüzün ey gonca-leb dürme bize cevr eyleyüp turma Açıl gül gibi handân ol salın serv-i hırâmân ol [Ey gonca dudaklı, yüzünü buruşturma, bize de eziyet edip durma; gül gibi açıl ve neşelen, salınan servi gibi salınarak yürü.]

N’ola hûrşîd-veş başun göge irdiyse hüsn içre Ser-efrâz-ı cihân ol çâre-sâz-ı derd-mendân ol [Başın, güzellik içinde güneş gibi göğe ulaştıysa ne olmuş; sen dertlilerin çaresi, cihanın da önde geleni ol.]

Şeref virmez dür ü gevher kemâl olmaz zer ü zîver Hüner kesb it hüner bahr-ı fazîlet kân-ı irfân ol [İnci ve cevher (insana) yücelik vermez, altın ve süsle de yetkinlik olmaz; irfan madeni ve fazilet denizi ol, hüner kazan hüner.]

Kabâ-yı câh ile âdem geçinsün her kaba câhil Güher göster güher meydâna gir sen tîg-i uryân ol [Her kaba cahil, makam mevki kaftanıyla (bırak) insan geçinsin; sen çıplak bir ok olarak meydana gel, cevher (istidat) göster.

Yine rûz-ı visâlinden dem urdı bâd-ı subh ey dil Kul oldun nice yıllardur bu gün ‘îd irdi kurbân ol [Ey gönül, sabah rüzgârı yine kavuşma gününden bahsetti; nice yıllardır kul oldun, bugün bayram geldi (artık) kurban ol (sevgiliye yaklaş).]

Dilâ âhunla yakdun milket-i Rûmı nedür derdün Gedâ-yı kûy-ı yâr olmak dilersen Mısra sultân ol [Ey gönül, feryadınla Rum mülkünü yaktın, derdin nedir? Eğer sevgilinin köyünün dilencisi olmak istersen Mısır’a sultan ol.]

109 İrişdükçe seher-gâha münâcât eyle der-gâha Devâm-ı devlet-i şâha du’â-gûy u senâ-h’ân ol [Sabah vaktine ulaştığında dergâha (devlet kapısına veya sevgilinin bulunduğu yere) yalvar, niyaz et; Padişahın devletinin devamı için dua et ve (o devleti) öv.]

Degülsin medhine kâdir ne denlü tutsalar mâhir Gerekse Rûmda Bâkî ‘Acem mülkinde Selmân ol [Ne kadar da maharetli olsan onun (Padişahın) methine güç yetiremezsin; (bunun için) ya Rum diyarındaki Bâkî olmalısın ya da İran ülkesindeki Selmân.] Bâkî, 11. Kaside, s. 29-30

Gazel Gül-zâra gel nesîm-i sabâ gibi hoş-dem ol Açıl derûn-ı gonca gibi şâd u hurrem ol [Gül bahçesine gel de sabah esintisi gibi hoş bir soluk ol; goncanın gönlü gibi açıl da sevinçli ol.]

Sahn-ı harîm-i vaslına düşmek murâd ise Evvel safâ-yı tab’ ile mânend-i şeb-nem ol [Sevgilinin kavuşma meydanına (haremine) düşmek istiyorsan, ilk önce tabii bir rahatlık ile çiy tanesinin benzeri ol.]

Kesb-i letâfet eyle nesîm-i seher gibi Andan derûn-ı perde-i esrâra mahrem ol [Sabah esintisi gibi incelik kazan, oradan sırlar perdesinin gönlüne (içine) sırdaş ol (gizlen).]

Akar su gibi irmege bir bahr-ı kâmile Seyr it basît-i hâkde seyyâh-ı ‘âlem ol [Bir fazilet denizine akarsu gibi kavuşmak için toprağın sadeliğinde yürü, âlemin gezgini ol.]

110 Başun gerekse göklere irsün güneş gibi Dervîşlik dilersen eger zerreden kem ol [Başın güneş gibi göklere değse bile, eğer dervişlik diliyorsan zerreden daha az (küçük) ol.]

Hâk-i harîm-i hürmet-i kûyın makâm idin Erkân-ı Ka’be gibi mu’azzez mükerrem ol [Sevgilinin köyünün mukaddes yerinin toprağını Kâbe’nin temelleri gibi kendine makam yap, böylece hürmetli ve itibarlı ol.]

Bâkî hısâl-i merdüm-i nâkıs-vücûdı ko İnsân-ı kâmil olmaga sa’y eyle âdem ol [Ey Bâkî, eksik vücutlu insanın huylarını bırak; sen olgun insan olmaya gayret et, adam ol.] Bâkî, 289. Gazel, s. 279

Gazel Gel bu bâğın hârına gül-zârına itme heves Bir cemâl-i yâre bakmakdır cihânda mültemes [Gel bu dünyanın dikenine ve gül bahçesine heves etme; (çünkü) cihanda himaye edilen şey bir yârin güzel yüzüne bakmaktır.]

Merd isen ey dil Cenâb-ı Hakk’a eyle ilticâ ‘Âkil ol kendin gibi mahlûkdan ümmîdi kes [Ey gönül, yiğit isen Allah’a sığın; akıllı ol (da) kendin gibi bir yaratılmıştan ümidini kes (medet bekleme).]

Türrehât-ı bed-zebân sâlûsı itme istimâ’ Virdin olsun cümle fânidir hemân Allah bes [Kötü dilli saçma sapan sözleri olan ikiyüzlüyü dinleme; virdin olsun ki herkes fanidir, fakat Allah her zaman Bâkîdir (vardır).]

111 Var mıdır ‘âlemde hîç âzâdelik gibi safâ Tûtîye sıklet değil midir cihânda zer-kafes [Âlemde hiç özgürlük gibi rahatlık var mıdır? Cihanda papağana altın kafes sıkıntı vermez mi?]

Her ne derdin varsa Leylâ dergeh-i Monlâ’ya gel Haste-i ‘aşka bulunmaz ney gibi ehl-i nefes Ey Leylâ, her ne derdin varsa Mevlâna’nın dergâhına (kapısına) gel; aşk hastasına ney gibi nefes ehli bulunmaz.] Leylâ Hanım, 45. Gazel, s. 259

112

SONUÇ: Yukarıdaki örneklerde de belirtildiği gibi Türk edebiyatında başlangıçtan bu yana, nasıl nasihat etmek amacı ile dini ve tasavvufi konulu eserler yazılmışsa divan edebiyatının unutulmaz şairleri de divanlarında nasihat etmeye önem vermişler ve söyledikleri, yazdıkları beyitlerle bu konuda unutulmaz örnekler sunmuşlardır. Önceki bölümlerde de söylediğimiz gibi adı nasihatname olmayan fakat insanlara güzeli, iyiyi, doğruyı telkin ve tavsiye eden, Türk milletinin bütünlüğünü ve yükselmesi için yapılması gerekenleri açıkça ifade eden ve devlet idarecilerine nasihat eden şairlerimiz ve devlet adamalarımız Türk edebiyatının daha ilk devirlerinden itibaren var olagelmiştir. Özelikle İslamiyet’in etkisiyle gelişen Türk edebiyatında nasihat etmeye büyük bir önem verilmiş ve nasihatname adı ile yazılan eserler büyük rağbet görmüştür. Bu çeşit eserlerde atasözlerinden, ayet ve hadislerden, din büyüklerinin sözlerinden istifade edilerek insanlara doğruluk ve iyiliğin yanında özellikle tasavvufi davranışlar öğütlenmiştir. Daha çok aşk, din ve tasavvuf konularında olmak üzere, yukarıda sınıflandırmış olduğumuz mevzularda nasihat eden ve bunu büyük bir edebi ustalıkla yapan divan şairleri, bu nasihat etme geleneğinde mümtaz bir temsilci sayılabilirler. Divanlarda yer alan nasihat beyitlerinde atasözleri önemli bir yer tutar. Bu durum, atasözlerinin aynı zamanda nasihat verici bir anlatıma sahip oluşundan kaynaklanır. Bunun yanında hadis ve ayetlerden de istifade edilmiştir. Sonuç olarak denebilir ki, müstakilen nasihatname adı ile eser veren şairlerimizin yanında divan şairleri de divanlarındaki beyitlerde yer yer nasihat etmişler ve bazı gazel ve kasidelerini de büyük oranda nasihat etmeye ayırmışlardır. Biz bu divan şairlerinden belli başlılarının divanlarını inceleyerek onların nasihat ettikleri beyitleri tespit etmeye çalıştık. Böylece divan şairlerinin sadece şarap ve aşk şiirleri yazmadıklarını ve yeri geldikçe insanlara öğüt verici, sosyal konulu şiirler de söylediklerini kanıtlamaya çalıştık. Yukarıdaki sınıflandırmamızda da görüldüğü üzere bu nasihat eden beyitler aşağı yukarı hayatın her alanıyla ilgili olup temel olarak insanı hedef almış ve doğruluk, iyilik gibi kavramları dini ve tasavvufi bir bakış açısıyla sunmuşlardır. Bugün bile bu beyitlerden çıkaracağımız dersler vardır.

113

KAYNAKÇA

a) Kitaplar: AKÜN, Ömer Faruk; “Divan Edebiyatı”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9. ALBAYRAK, Nurettin; “Âşık”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 3. ARAT, Reşit Rahmeti; Kutadgu Bilig I Metin, TDK Yay., Ankara 1991. ARAT, Reşit Rahmeti; Edib Ahmed Bin Mahmud Yüknekî, Atabetü’l-Hakâyık, TDK Yay., Ankara 1992. BÂKÎ DÎVÂNI-Tenkitli Basım (hzl.: Sabahattin Küçük), TDK Yay., Ankara 1994. BANARLI, Nihat Sami; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yay., İstanbul 1997, C 1-2. BEYZADEOĞLU, Süreyya; “Nazım ve Nesir Örnekli Osmanlı Dönemi Atasözleri ve Deyimleri”, Tükler, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C 11. CANAN, İbrahim; Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay., Ankara 1990, C 1-10. ÇAĞRICI, Mustafa; “İhsan”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 21. ÇAĞRICI, Mustafa; “Nasihat”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32. DAVUTOĞLU, Ahmet; “Devlet”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9. DEVELLİOĞLU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1995. DİLÇİN, Cem; Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., Ankara 1997. DİLÇİN, Dehri; Edebiyatımızda Atasözleri, TDK Yay., Ankara 2000. DOĞAN, D. Mehmet; Büyük Türkçe Sözlük, Vadi Yay., Ankara 2001. ELÇİN, Şükrü; Âşık Ömer, KTB Yay., Ankara 1987. ELÇİN, Şükrü; Gevherî, KTB Yay., Ankara 1987. ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay., Ankara 1993. ELMALI, Hüseyin; “Hassân b. Sâbit”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1997, C 16. EL-MEKKÎ, Ebû Talib; Kûtu’l-Kulûb (çev.: Yakup Çiçek, Dilaver Selvi), Semerkand Yayınları, İstanbul 2003, C 1. ERYARSOY, M. Beşir; “Din” Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 2. FUZÛLÎ DİVANI (hzl.: Kenan Akyüz, Süheyl Beken vd.), Akçağ Yay., Ankara 2000.

114 GENÇ, Reşat; Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara 1997. GOLDZİHER, Ignace; Klasik Arap Literatürü (çev.: Azmi Yüksel, Rahmi Er), İmaj Yay., Ankara 1993. HAYÂLÎ BEY DİVANI (hzl.: Ali Nihat Tarlan), İÜ Yay., İstanbul 1945. İMAM GAZÂLÎ, İhyâü Ulûmiddîn (çev.: Ali Arslan), Arslan Yay., İstanbul 1973, C 1-8. İMAM GAZÂLÎ, Kalplerin Keşfi (çev.: Abdulhalık Duran), Yeni Şafak Yay., İstanbul 2005. İMAM GAZÂLÎ, Kimyâ-yı Saâdet (çev.: Ali Arslan), Yeni Şafak Yay., İstanbul 2004, C 1-2. İPEKTEN, Halûk; Bâki (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2004. İPEKTEN, Halûk; Nef’î (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2000. KAPLAN, Mahmut; “Türk Edebiyatında Manzum Nasihatnameler”, Türkler, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, C 11. KARAHAN, Abdülkadir; Fuzûlî ( Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti), MEB Yay., İstanbul 1996. KAYA, Bayram Ali; “Necâtî Bey”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32. KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yay., Ankara 2007. KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 1980. KUR’ÂN-I KERÎM VE AÇIKLAMALI MEÂLİ, (hzl.: Hayrettin Karaman, Ali Özek vd.), TDV Yay., Ankara 2001. KURNAZ, Cemal; Hayâlî Bey Divanının Tahlîli, MEB Yay., İstanbul 1996. KURNAZ, Cemal; “Hayâlî Bey”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, C 17. KUTLU, Şemseddin; Dertli, KTB Yay., Ankara 1988. KUZÂÎ, Müsned-i Şihâb (çev.: Ali Akar), Armağan Kitaplar, Konya 2005. LEVEND, Agâh Sırrı; Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi Yay., İstanbul 1984. LEYLÂ HANIM DİVANI (hzl.:Mehmet Arslan), Kitabevi Yay., İstanbul 2003. MACİT, Muhsin; Nedîm (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), Akçağ Yay., Ankara 2007. MENGİ, Mine; Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay., Ankara 1995. MUALLİM NACİ, Istılahat-ı Edebiyye (hzl.: Dr. Alemdar Yalçın, Abdülkadir Hayber), Akabe Yay., Ankara (Tarih belirtilmemiş.).

115 MUHYİDDİN-İ NEVEVÎ, Riyazü’s-Salihin (çev.: Kıvamüddin Burslan, Hasan Hüsnü Erdem), DİB Yay., Ankara 1976, C 1-2. NECATÎ BEG DİVANI (hzl.: Ali Nihat Tarlan), Akçağ Yay., Ankara 1992. NEDÎM DİVANI (hzl.: Muhsin Macit), Akçağ Yay., Ankara 1997. NEF’Î DİVANI (hzl.: Metin Akkuş), Akçağ Yay., Ankara 1993. ORKUN, Hüseyin Namık; Eski Türk Yazıtları, TDK Yay., Ankara 1994. OSMANLICA-TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK BÜYÜK LÛGAT (hzl.: Abdullah Yeğin, Abdülkadir Badıllı vd.), TÜRDAV Yay., İstanbul 1978, C 1-2. OY, Aydın; “Atasözü”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 4. ÖZALP, Ahmet; “Şiir, Şair”, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 7. PALA, İskender; Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara 1989. PALA, İskender; “Nasihatname”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, C 32. PARLADIR, Selâhattin; “Dua”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9. SAHÎH-İ BUHÂRÎ MUHTASARI TECRÎD-İ SARÎH, (çev.: Abdullah Feyzi Kocaer), Hüner Yay., Konya 2003. SAKAOĞLU, Saim; Ercişli Emrah, KTB Yay., Ankara 1987. SAKAOĞLU, Saim; Bayburtlu Zihnî, KTB Yay., Ankara 1988. SAKAOĞLU, Saim-Ali Duymaz; İslamiyet Öncesi Türk Destanları, Ötüken Yay., İstanbul 2003. SELVİ, Dilaver; Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, İstanbul 2001, C 1. SOLMAZ, Süleyman; Necâtî (Hayatı-Sanatı-Eserleri), Akçağ Yay., Ankara 2005. ŞAMİL İA, “Sabır”, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 7. ŞEMSEDDİN SAMİ, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yay., İstanbul 1992. ŞENER, H. İbrahim-Alim Yıldız; Türk İslam Edebiyatı, Rağbet Yay., İstanbul 2003. TAHİRÜ’L- MEVLEVİ, Edebiyat Lügati (hzl.: Kemal Edip Kürkçüoğlu), Enderun Yayınları, İstanbul 1973. TARLAN, Ali Nihat; Fuzûlî Divanı Şerhi, Akçağ Yay., Ankara 1998. TİMURTAŞ, Faruk K.; Tarih İçinde Türk Edebiyatı, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993. TÜMER, Günay; “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9. ULUDAĞ, Süleyman; “Aşk”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, C 4. ULUDAĞ, Süleyman; “Dua”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9. ULUDAĞ, Süleyman; “Dünya”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 10. ÜNAL, Halit; “Dünya Hayatı”, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 2.

116 ÜNVER, İsmail; “Leylâ Hanım”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2003, C 27. YARDIM, Mehmet Nuri; Yunus Emre Divanı, Kahraman Yay., İstanbul 1997. YAZIM KILAVUZU, TDK Yay., Ankara 2005. YÜKSEL, Hasan Avni; Âşık Seyrânî, KTB Yay., Ankara 1987.

b) Süreli Yayınlar: KAPLAN, Mahmut; “Manzum Nasihatnamelerde Yer Alan Konular”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 2001, sayı: 9. SUCU, Nurgül; “Zâhid-Sûfî Tipinin Kimliği, Divan Edebiyatındaki Yeri ve Sosyal Hayattaki Örnekleri”, İstem, Konya 2007, sayı: 10. SUCU, Nurgül; “Eski Türk Edebiyatında Tercüme Geleneği”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 2006, sayı: 19. YAKIT, İsmail; “Mevlâna’da Aşk Estetiği”, Mevlâna Araştırmaları Dergisi, Konya 2007, sayı:1. YENİTERZİ, Emine; “Konyalı Şair Meşâmî’nin Konuşma Âdâbına Dair Bir Nasihat-Nâmesi”, Yeni İpek Yolu Özel Sayısı, IV, Konya 2001. YILMAZ, Ahmet; “Müstakim-zâde ve “Durûb-ı Emsâl”inin Türk Edebiyatındaki Yeri ve Önemi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1999, sayı: 6.

117