View metadata, citation and similar papers at core.ac.uk brought to you by CORE

provided by Bilgi University Library Open Access

20. YÜZYILA G İRERKEN ERMEN İ EDEB İYATINDA MODERN İTE, YEN İ BURJUVAZ İ VE SINIFSAL ÇATI ŞMALAR

MARKAR ESEYAN 107611010

İSTANBUL B İLG İ ÜN İVERS İTES İ SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ KÜLTÜREL ÇALI ŞMALAR YÜKSEK L İSANS TEZ İ

TEZ DANI ŞMANI: PROF. DR. MURAT BELGE

MAYIS 2010

20. Yüzyıla Girerken Ermeni Edebiyatı'nda Modernite, Yeni Burjuvazi ve Sınıfsal Çatı şmalar

Modernity, New Bourgeoisie and Class Struggles in On the Turn of the 20th Century

Markar Eseyan 107611010

Tez Danı şman: Prof. Dr. Murat Belge : ...... Jüri Üyesi: Prof. Dr. Nazan Aksoy : ...... Jüri Üyesi: Prof. Dr. Arus Yumul : ......

Tezin Onaylandı ğı Tarih : 15.06.2010

Toplam Sayfa Sayısı: : 176

Anahtar Kelimeler (Türkçe) Anahtar Kelimeler ( İngilizce)

1) Ermeni Edebiyatı 1) Armenian Literature 2) Modernizm 2) Modernity 3) Amira 3) Amira 4) Genç Ermeniler 4) Young 5) Sınıf çatı şması 5) Class Struggles

ÖZ

19. yüzyıl Osmanlı Devleti için oldu ğu kadar, Ermeniler için de uzun ve çok debdebeli bir zaman oldu. Fransız Devrimi’nin etkileri Osmanlı’dan Yunan ve Bulgar devletleri ile birlikte devasa bir toprak parçasını da alıp götürmü ştü. Ermeniler de bu de ğişimden ziyadesiyle etkileniyordu. Zamanından beri, ticaret yoluyla dünyanın geri kalanıyla yakın ili şki içindeydiler. Diasporaları mevcuttu ve Avrupa’da hatırı sayılır bir Ermeni nüfus ya şamaktaydı. 1830’ların ortalarında Avrupa’ya e ğitim almaya giden Genç Ermeniler ise, Ermeni milletinin sefil durumundan dolayı acı çeken zengin ailelerin çocuklarıydı. Bunlar İstanbul’a dönü şlerinde, yanlarına zengin esnaf sınıfını da alarak imtiyazlı “amira” sınıfına kar şı ciddi bir muhalefetin ve bundan da öte hem e ğitim, hem yayın hayatı, hem ziraat ve hem de dil alanında çok ciddi reformların ta şıyıcısı oldular. Bu zaman zarfında Ermeni toplumu öyle parlak ilerlemeler kaydetti ki, bu dönem “Zartonk” yani “Uyanı ş” adıyla anılmaya ba şladı. İş te bu çalı şmada, 1884’te Arevelk (Do ğu) Dergisi etrafında kümelenen Ermeni yazarlar tarafından ülkeye getirilen gerçekçilik akımı ba ğlamında Ermeni toplumundaki modernle şme, sınıfsal de ğişimler, yeni sınıflar ve sınıfsal çatı şmaların izi sürülmeye, gündelik hayatın ola ğanlı ğında, bu heyecanlı dönemin nasıl akis buldu ğuna bakıldı. Gerçekçi yazarların, ya şamı oldu ğu gibi aktarma iddiaları ile, bu eserlerde dönemin bir röntgeninin çekilmesi amaçlandı. Elde edilen bulgular, alanda derinlemesine çalı şmaların neredeyse hiç olmaması ile daha önem kazanıyor. İncelenen eserler, ilk defa Türkçeye çevrildiler ve tarihsel ba ğlamında veriler i şlenerek analiz edildi. Böylelikle, oldukça politize olmu ş Ermeni konusu, çok önemli bir tarihsel aralıkta, döneme tanıklık eden edebi eserlerden aracısız biçimde aktarılmaya çalı şıldı.

iii

ABSTRACT 19th century was a long and grandiose age for Armenians as well as for the Ottomans. The effects of the French Revolution took away an enormous section that includes Greek and Bulgarian territories. Armenians, also, were influenced by this effect, extremely. All along, they were in close contacts with the rest of the world by trading. There were diasporas and a respectable Armenian population that was living in Europe. In the middle of 1830's, the Young Armenians who were receiving training, were the children of wealthy families who suffered with the idea of their folk's miserable situation. They became the head of a serious oppositon to privileged “amira” class and beyond this, they became the head of serious reforms in fields of education, covered sector, agriculture and language; when they turned back Istanbul. At this time, Armenian people made brilliant progress, so this progressive age was named as “Zartonk”: “Awakening”. In this search, modernization in Armenian nation, class exchanges, new classes, and class conflicts and the question how this exiting age is echoed in daily life's normality are studied by Armenian writers who formed into a group in the Arevelk (East) magazine. With the realist writer's claims of narrating the life the same as it is; x-raying the period is aimed, in these writings. Information obtained become more important, with the fact that there is almost no thorough search in this era. Studied works are translated in Turkish for the first time, and analyzed in the historical context. In this way, Armenian case, which is exceedingly politicized, is narrated in an important historical period by the literary works that are witnesses of the age.

iv

TE ŞEKKÜR

Uzun yıllar ara verdikten sonra üniversiteye dönmemi ve bu tez konusunu bana önererek önümde geni ş bir ufuk açılmasını sa ğlayan sevgili eşim Natali Esayan’a te şekkürden çok daha fazlasını borçluyum. Tezin yazımı sırasında bana sa ğladı ğı lojistik destek ise i şin cabası oldu. Ona buradan kocaman bir te şekkür gönderiyorum. Di ğer yandan tez hocam Prof. Dr. Murat Belge onca i şinin arasında beni her zaman hüsniyet ve sevecenlikle kabul ederek kilitlendi ğim noktalarda kritik müdahalelerle tezin nihayetlenmesini sa ğladı. Prof. Dr. Nazan Aksoy, bunca aradan sonra yüksek lisans yapmam konusunda ve tez sürecinde beni destekledi ve cesaret verdi. Bir di ğer kıymetli hocam Prof. Dr. Arus Yumul ise önemli bilgileri benimle severek payla ştı ve kısıtlı zamanını bana ayırarak tezin yazımında bana önemli destek sa ğladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalı şmalar Yüksek Lisans Bölümü’ndeki ba şta Bölüm Ba şkanı Bülent Somay, Ferda Keskin, Ferhat Kentel, Levent Yılmaz, Halil Nalçao ğlu olmak üzere tüm hocalarıma da sa ğladıkları yüksek kaliteli ders düzeyi ve özgür, eğlenceli tartı şma ortamı için te şekkür borçluyum. Di ğer yandan konunun önde gelen uzmanlarından Bo ğos Levon Zekiyan ve Kevork Bardakçıyan’a özellikle te şekkür etmek isterim. Seçti ğim cürretkâr konunun içinde ve geni ş alanda kaybolmamı ş olmamı onların alçakgönüllü, sabırlı desteklerine ve şüphesiz ziyadesiyle faydalandı ğım eserlerine borçluyum. Tezi, ço ğu Ermenice olan nadide eserler üzerinden çalı şarak tamamladım. Bunlar bir asırlık, nadir bulunan Ermenice kitaplardı. Kitapları edinmekte bana en büyük deste ği Ermeni Okulları Ö ğretmenler Derne ği verdi. Derne ğin kütüphanesine arzu etti ğim her anda ve büyük bir misafirperverlik ve rehberlik e şli ğinde ula şabildim, kitapları süre tahdidi olmadan ödünç alabildim. Kendilerine çok te şekkür ediyorum. Di ğer yandan, üzerinde rahatlıkla çalı şabildi ğim çok mühim eserleri Türkçeye kazandıran ve bu şekilde tarihi bir misyon üstlenen Aras Yayınevi yönetici ve emekçilerine de yürekten te şekkür etmek istiyorum. Tezimin yazım a şamasının büyük bir bölümü sevgili anneci ğim Nurten Esayan’ın kanserle bo ğuştu ğu, hastenelerde sabahladı ğımız ve

v nihayetinde vefat etti ği sürece denk geldi. Sevgili annemi kaybedecek olmanın kederini bu teze kendimi teslim ederek hafiflettim. Hem anneme hem de beni bu dönemi hasarsız atlatmamı sa ğladı ğı için tezime de te şekkür etmek istiyorum.

vi

İçindekiler

Öz / Abstract …………………………..……………………………………. iii Te şekkür …………………………………………………………………….. v 1. Giri ş …………………………………………………………………… 1 1.1 Büyük Felaket ve Edebiyat …………………...………………… 3 1.2 19. Yüzyılda İstanbul Ermeni Toplumu Özelinde Osmanlı Ermenileri …………………………………………………………….. 4 1.2.1 Ermeni Kilisesi ve Patrikhane ………………………………….. 7 1.2.2 Ermeni Milli Anayasası’na Do ğru ……………………… 10 2. Ermeni Realist Edebiyatı’nda Modernite, Toplumsal Sınıflar ve Sınıf Çatı şmaları ……………………………………………………………. 14 2.1 Krikor Zohrab: “Osmanlı Meclisi’nde Bir Ermeni Mebus” …… 14 2.1.1 “İlk A şk, İlk Göz A ğrısı” ……………………………….. 16 2.1.2 “Postal” …………………………………………………. 20 2.1.3 “Rahmetli” ……………………………………………… 27 2.1.4 “Dönü ş” ……………………………………………….… 32 2.1.5 “Kilisenin Avlusu” ……………………………………… 35 2.1.6 “Poturlu” ………………………………………………… 45 2.2 Yervant Sırmake şhanlıyan (Yeruhan): “Amira’nın Kızı” ………. 54 2.3 Arpiar Arpiaryan: “Badmıvadzkner u Vibagner” (Hikâyeler ve Kısa Öyküler” …………………..……………………………….. 89 2.3.1 “Orhnyal Kertasdanı” (Kutsal Aile) ……….……………. 92 2.3.2 “Fuara Giden Kafkas” …………………………………… 99 2.3.3 “Azkis Parerarneri” (Milletimin Hayırseverleri) ……….. 106 2.3.4 “Sırdi Ha ğtanagı” (Yüre ğin Zaferi) …………………….. 111 2.3.5 “Hoku Zavag” (Evlatlık) ……………………………….. 115 2.3.6 “Vosgi Abırçan” (Altın Bilezik) ………………………… 122 2.4 Dikran Gamsaragan: “Varjabedin A ğçigı” (Ö ğretmenin Kızı) … 126 3. Sonuç ………………………………………………………………….. 167 Kaynakça……………………………………………………………………. 174

1

GİRİŞ

Bu çalı şmanın konusu, Osmanlı Ermeni Edebiyatı’nın 1884-1915 dönemi arasında seçilmi ş yazar ve edebiyat eserleri üzerinden, Ermeni toplumunda ve aynı dönemdeki Osmanlı devletindeki idari, yapısal de ğişimler, kurumların yeniden tanımlanması ve Batı’dan gelen özgürlük ve milliyetçilik rüzgârları fonunda belki de doruk noktasına ula şan sosyal hareketlili ğin sonucu olarak olu şan “Yeni burjuvazi”yi, “genç aydınları”, statükoyu temsil eden ve ba şlarında özellikle sarraf amiraların 1 bulundu ğu kesimler arasında ya şanan sınıf çatı şması üzerinden ya şanan Ermeni ulusal kimli ğinin olu şumunu incelemektir. Seçilen dönemi siyasi ve edebi olarak iki türlü de ğerlendirmek mümkündür. 1859 tarihli Islahat Fermanı sonrası Saray’ın cemaatlerden kendi iç tüzük tekliflerini istemesi sonucu ba şlarında Hariciye Muhakemat Müdürü ve Mithat Pa şa’nın danı şmanı olan Krikor Odyan’ın bulundu ğu komisyonlarca olu şturulan ve ruhunu ta 1850’lerde, o sıra ’te okuyan ve 1848 devriminden ziyadesiyle etkilenen Nahabed Rusinyan, Doktor Serviçen ama özellikle genç ya şta vefat eden Nigo ğos Balyan’ın 2 o dönemde yaptıkları çalı şmalardan alan Anayasa son şeklini alma yoluna girmi şti. 1863’te bir dizi de ğişiklik ve sancılı bir dönemden sonra kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin cemaatin sosyo-ekonomik ve politik yapısını temelden de ğiştirmesi kaçınılmazdı. Bu de ğişimin asıl nedeni ise, halkta olu şan güçlü bir iradeden çok, Tanzimat döneminde ya şanan ate şli tartı şmalarda kendini ortaya koyan zengin esnaf ve Genç Ermenilerin Patrikhane ve sarraf amiralar paktına kar şı yeni bir özne olarak ortaya çıkmalarıydı. Konunun iddiası ve malzemenin zenginli ğinin bu tez çalı şmasının boyutunu a şaca ğının a şikârlı ğı ve her tezin ihtiyacı olan sınırın tayini açısından söz konusu aralık olarak, 1884-1915 tarihleri içinde kalan dönem

1 Genellikle sarraf, barutçuba şı, hassa mimarı, darphane emini gibi yüksek devlet görevlerinde bulunan Ermenilere verilen unvan. Amiralar, cemaat yönetim kademelerinde de yer alarak önemli rol oynamı şlardır. 2 Ne tezattır ki, Nigo ğos Balyan, kendisi sıkı bir muhafazakâr olan dönemin ünlü amiralarından Garabed Amira Balyan’ın o ğluydu.

1 seçilmi ştir. 1884, Ermeni edebiyatında gerçekçilik akımının ortaya çıktı ğı tarihtir. Aslında bu tarihi birkaç yıl önceleyen ve bu akıma dahil edilebilecek eserler de mevcuttur. Victoria Rowe, “A History of Armenian Women’s Writings-1880- 1922” adlı doktora çalı şmasında Osmanlı Ermeni edebiyatında gerçekçilik akımının nasıl zuhur etti ğini ve merkez konumdaki yayın ve yazarları şu şekilde not eder:

Modern Ermeni edebiyatı Zartonk olarak adlandırılan 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yapısının de ğişti ği, reformların art arda geldi ği sosyo-ekonomik çalkalanmada ortaya çıkan dönemde geli şti. Bu edebiyatın odaklandı ğı ana konular, Osmanlı ve Rus imparatorluklarında ulusal ve dini azınlıklar olarak ya şayan Ermenilerin sorunları oldu. Ermeni entelektüellerin kaygısı ise, ulusal kimlik, otantik kültürün önemi, e ğitim, aile ve bu ba ğlamda kadının rolü oldu.

(…)

Ermeni edebiyatına gerçekçilik akımının giri şi 1880’lerde ba şlar ve gittikçe baskın akım olma yolunda ilerler. Ancak gerçekçilik akımının resmen edebiyata intikali 1884 yılında yayım hayatına ba şlayan Arevelk (Do ğu) dergisiyle olur. Arevelk’in yazarları romantizmi reddederek realizmi savunurlar. Realist yazarlar zamanla Arevelk ve Masis dergilerinde toplanmaya başlarlar. 1891 yılında bunlara bir üçüncüsü katılır; adı Hayrenik (Anavatan) olan bu derginin kurucu editörü Arpiar Arpiaryan’dır ki, özelikle Krikor Zohrab ve Ar şak Çobanyan gibi genç yazarları da cezbeden bir çekim gücü yaratır. 3

3 Victoria Rowe, A History of Armenian Women’s Writings-1880-1922, Cambridge Scholars Press Ltd. London, 2003, s. 8-9.

2

Realizmin Ermeni edebiyatçılar için nasıl algılandığı konusu için Rowe’un çalı şmasına aldı ğı şu alıntı da önem ta şımaktadır:

Entelektüellerin gerçekçilik akımını nasıl algıladıklarındaki kilit kelime naturalizmdir. Masis ’te 1892 yılında çıkan “Edebiyatımız” ba şlıklı makalesinde Ar şak Çobanyan yazarın işini şöyle tanımlar:

Yeni yazarlar nasıl çalı şır? Onlar sokaklarda dola şırlar. Her kö şe buca ğa bakarlar. Çayırlık alanlara, ormanlara, da ğlara giderler. İnsanlar içinde ise her şeyi gözlemlerler. Tüm bunları not alır ve dü şünürler. Sonra kendi odalarına döner ve yazarlar. Yanlarında sadece not aldıkları defterler vardır.”’4

Çobanyan’ın tasvirinde, yazma sürecini bir bilimcinin gözlem yapmasına benzetti ği görülür. Naturalizmin Ermeni yazarlarda bu kadar popüler olması, iki Fransızın, Emile Zola ve ’ın bu çevredeki popülaritesinden ileri gelir. Gerçekçilik ve naturalizm akımının önde gelen yazarlarından Krikor Zohrab, bu iki ünlü Fransızın hayranıdır ve kendi öykülerinde bu yazarların kurgu ve imajlarından kısmen de olsa esinlenir.5“ Ermenilerde gerçekçilik akımın önemli yazarları arasında Arpiar Arpiaryan (1852-1901), Melkon Gürciyan (1859-1915), Krikor Zohrab (1860-1915), Hırant Asadur (1862-1928), Sibil [Zabel Asadur] (1863-1934), Dikran Gamsaragan (1866-1941), Levon Pa şalyan (1858-1943), Yeruhan [Yervant Sırmake şhanlıyan] (1870-1915), kısmen de Zabel Esayan (1878-1943) sayılabilir ki, bu tezde, sayılan yazarların bir kısmının ba şlıca eserleri incelenecektir.

1.1. BÜYÜK FELAKET VE EDEB İYAT

4 James Etmekjian, “The French Influence on the Western Armenian Renaissance 1843- 1915”, (New York: Twayne Publishers), 1964, s. 223. 5 Age, s. 232-233.

3

Bu tez çalı şmasının seçti ği dönemin 1915’te son bulması, 24 Nisanı’nda İstanbul’da ya şanan, 235 Ermeni aydının tutuklanmasıyla ba şlayan ve Ermeni halkının önemli bir bölümünün ya şadıkları co ğrafyadan kısa bir sürede ya katliamlar, ya da zorunlu göçle uzakla ştırılmasıyla sonuçlanan “Büyük Felaket”in ba şladı ğı yıl olmasıdır. 6 24 Nisan’da tutuklanan aydınların büyük ço ğunlu ğu, mebus, hekimlik ve bürokratlı ğın yanında, aslında cemaatin önde gelen yazar, şair, yayımcı ve entelektüelleriydi. Aralarında Krikor Zohrab ve Yervant Sırmake şhanlıyan’ın da bulundu ğu bu ki şilerin ço ğunlu ğu İttihat ve Terakki tarafından gönderildikleri Anadolu’nun iç bölgelerinde katledildiler. Dolayısıyla, bu dönemde Ermeni kültür ya şamı da onulmaz bir darbe aldı. Bu felaketten sonra verilen eserlere ise pek tabii ki 1915 damgasını vurdu ve edebiyat da, toplum gibi kendi do ğal mecrasından çıkarak ba şka bir yöne do ğru kırıldı. Öyle ki, çalı şmanın üst sınırını belirten bu tarih, sadece edebi eser verenlerin sayılarındaki dramatik dü şüş kadar, Ermeni toplumunun ya şam şartlarındaki dramatik de ğişimin edebiyatı da derinden etkilenmi ş olmasını ifade etmektedir.

1.2. 19. YÜZYILDA İSTANBUL ERMEN İ TOPLUMU ÖZEL İNDE OSMANLI ERMEN İLER İ

1478 nüfus sayımına göre İstanbul’da 16.026 hanede 120.000 ki şi ya şıyordu. Bunların 9.486’sı Müslüman, 3743’ü Rum, 1647’si Yahudi, 817’si Ermeni ailelerdi. 17. yüzyıl ortalarında İstanbul Fransız Elçili ği sekreteri Osmanlı ba şkentindeki Ermenileri 8.000 yerli aile ve 50.000 göçmen Ermeni olarak tahmin ediyordu. 18. yüzyılın son çeyre ğinde İstanbul’da toplam nüfus yakla şık 1 milyondu ve bunların ço ğunlu ğunu Rumlar ve Ermeniler olu şturuyordu. 1839’da İstanbul’da 125.000 ile 150.000 arasında Ermeni ya şadı ğını söylemek çok hatalı olmayacaktır.

6 Teotik (Teodoros Lapcinciyan) İstanbul’da yayımlanan 1919 tarihli Hu şartsan (Anıt) adlı yıllı ğında, 1915’de öldürülen 761 aydının kaydını tutmu ş ve 1919’da İstanbul’da bugün Harbiye Orduevi’nin bahçesinde oldu ğu tahmin edilen yerde bir 24 Nisan Anıtı’nın açıldı ğını, Türkiye Ermeni toplumunun bir yas komisyonu kurarak 1923’e kadar 1915 kayıpları için anmalar düzenledi ğini yazar. “Teodik, 11 Nisan Anıtı, Hu şartsan, Belge Yayınları, Nisan 2010, s, xxvii.

4

Osmanlı topraklarındaki toplam Ermeni nüfus konusunda da otoriteler arasında görü ş birli ği yoktur. Ubicini, 1854’te ülkede 2.400.000 Ermeni ya şadı ğını belirtirken, bölgesel bir döküm vermez. Ermeni Patrikli ği 1872 yılında Osmanlı nüfusunun 3.000.000 olarak tahmin ediyor. Marcel Leart takma adını kullanan Krikor Zohrab ise bir çalı şmasında 1910’larda toplam Ermeni sayısını 2.600.000 olarak belirtiyordu. Burada önemli olan nokta, Ermeni nüfusunun ço ğunlu ğunun eyaletlerde ya şamasına kar şın, toplam sayının ancak 20.4’ünün kentlerde yerle şik olmasıydı. Buna kar şın, Ermeni toplumunun politikalarını belirleyen ve daha sonra bütün ülkedeki Ermeniler için bir anayasal ya şam düzenini kuranlar, küçük bir azınlık olan İstanbul Ermenileriydi. 7

Osmanlı’da ya şayan Ermeniler kendine özgü sınıflara sahipti. Yerle şik kanı, onlara yönelik ayrımcı önyargı ve üretilen efsanelerle orantılı olarak Ermenilerin çoğunun zengin oldu ğudur. Oysa gerçek tabii ki böyle de ğildi. Bilâkis, onlar Anadolu’nun dört bir yanında da ğınık halde ya şayan, sadece be ş-altı vilayette (Vilâyat-ı Sitta) nüfusun üçte birine ula şabilen dar gelirli köylü bir nüfustan ibaretti. Bu geni ş köylü tabanın üzerinde görece geli şkin bir orta sınıf yükselirdi ve zengininden fakirine çok dindar bir topluluk olan cemaatin itaatte şüphe duymadıkları bir de ruhban sınıfı bulunmaktaydı. Ermeni toplum yapısında soyluluk yoktu. Orta sınıf ise eski zanaatkârlar, onlardan biraz daha iyi durumda olan tacirler, Avrupa görmü ş milli aydınlardan te şekkül ederdi. En üst kademe ise, varlıklı, Avrupalıla şmı ş serbest meslek erbabı vardı. Millet sisteminde yükselen Osmanlı’da Ermeniler, diğer gayrimüslim cemaatler gibi zımmi statüsündedirler. Zımmilik, İslam fıkhına göre, İslam Devleti’nin yönetimi altına girmi ş, ona haraç ve cizye ödemeyi kabul etmi ş ehlikitap toplulukları ifade eder. Gayrimüslimlerden devlet teminatı altında bulunma ve askerlik hizmetinden muaf olmanın bedeli olarak alınan cizye, Osmanlı’nın topladı ğı toplam vergiler içinde dönemine

7 Aktaran Vartan Artinian, “Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863.” 2004 İstanbul, Aras Yayınları, s. 19-20.

5 göre yüzde 24 ile yüzde 48 arasında büyük bir yer kaplardı. Bu miktarın büyüklü ğü yanında, bu vergiyi toplamak üzere büyük rü şvetlerle bu görevi satın almı ş cizyedar denen ki şiler kendi paylarını fazlasıyla verginin üzerine koyar ve bunu vaktinden evvel zorla tahsil ederlerdi. Böylelikle cizye vergisinin yükü gayrimüslim tabaanın sırtında katlanarak ço ğalırdı. Şark sorunun önemli bir aya ğı da, bu a ğır vergilerdi. 8 Gayrimüslimlerin askerlik yapmaları yasaktı. Dolayısıyla silah bulunduramazlardı. Müslümanların sahip oldu ğu pek çok hakka da sahip de ğildiler. Çan çalmaları yasaklanmı ştı. Yıkılan veya harap olan ibadethanelerinin onarılmasına izin verilmezdi. Zımmiler Müslümanların giydi ği elbiseleri giyemez, Müslümanlar selam vermeden ona selam veremez, elbiseleri, ba şlıkları, binekleri, palanları Müslümanlarınkilerle aynı olamazdı. Müslüman kadınların elbiseleri ile zımmilerinki açıkça farklı olmalıydı. Müslümanların evleri ile zımmilerinkilerin karı ştırılmaması için evin belirgin bir yerine açık şekilde gözüken bir i şaret konulması zorunluydu. Müslümanların evlerinden daha yüksek katlı yapılmasına müsaade edilmezdi. Müslüman evlerine bakan cephelerine pencere açmaları yasaktı. Müslüman kadınlarla evlenemez, Müslümanlara kar şı şahitlik yapamazlardı. Müslüman mahallelerinden haç ve domuz geçiremezlerdi. Onlara belirli renkler verilmi şti. Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumlarınki siyah ve Yahudilerinkinin mavi olması zorunluydu.9 Bir Hıristiyanı öldüren bir Müslümanı kurtarmak için verilen rü şvet 3.000 kuru ştu; bir gayrimüslimi kör eden bir Müslüman 1.500 kuru ş vererek kurtulabiliyordu. 10 Bu kuralların bazıları Osmanlı’nın her bölgesinde aynı sertlikte uygulanmaz, konjonktüre göre kurallar esneyip sertle şebilirdi. Her zaman yapılan tespit gere ğince, bu günden bakılınca kabul edilemez görünen bu şartlara ra ğmen, Osmanlı’daki Ermenilerin, göreceli olarak 19. yüzyılın ba şına kadar Avrupa’daki azınlıkların durumuna kıyasla daha iyi ya şam şartlarına sahip oldu ğu söylenebilir. Ermeniler bununla birlikte, içinde

8 Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, s. 631-632 9 Taner Akçam, “İslam’da Ho şgörü ve Sınırı, Ba şak Yayınları, Ankara, s. 89-91. 10 Sahak Der Movsesyan, Badmutyun Hayots [Ermenilerin Tarihi], (1924), II, s. 694.

6 ya şadıkları toplumun elzem ihtiyaçlarını gören, orduya ve sava şa giden Müslümanlara yiyecek, alet edevat sa ğlayanlar olarak ve özellikle de 17. yüzyılda Osmanlı’nın ticaret yollarına hâkim olu şunun avantajıyla yarım yüzyıl kadar dünya ticaretini ellerinde tutarak, kendilerine Osmanlı halklar toplulu ğu ve sistemi içinde vazgeçilmez kılabilmi şlerdir. 11 Di ğer yandan, ba şları sıkı ştı ğında, yaygın rü şvet sisteminden de faydalanarak, istibdat dönemlerinde ya şam şartlarını asgari düzeylerde olsun tutmaya muvaffak olmu şlardır. Ancak fakir köylülerin durumu içler acısıdır. A ğır bir vergi yükü altında ezilmektedirler. E ğitim ve sa ğlık yönünden çok geridirler. Bununla birlikte, bir kırılma noktası ve Şark Sorunu’nun ba şlangıcı olarak yüzyılın ikinci yarısına kadar olan dönemde, özellikle de II. Mahmut’un çabalarıyla yarı özerk statüdeki Kürtlerin, Osmanlı tarafından zapturapt altına alınması bölgedeki dengeleri de ğiştirir. Kuzey Kafkasya bölgesinde Rus hakimiyeti arttıkça ve Osmanlı burada toprak kaybettikçe hızlanan soykırım ma ğduru Kafkasyalı Müslüman göçmenlerin Anadolu’ya akı şı, Ermenilerin hayatını giderek zorla ştırmı ştır. Ermeni köylüler, bir yandan Kürt talanları, bir yandan da intikam hissiyle dolu ve sayıları giderek artan silahlı Kafkas kökenli çetelerce yapılan saldırı ve soygunların kar şısında ço ğu zaman çaresiz kalmaktadırlar.

1.2.1 ERMEN İ K İLİSES İ VE PATR İKHANE

Kiliseler, Ermenilerin yabancı ülkelerdeki örgütlü toplumsal ya şamının merkezi olmu şlardı. Ermeni Kilisesi kurulu şundan ba şlayarak Ermenistan’ın ba şkenti Va ğar şabad (Üç Kilise) yakınlarında Eçmiyadzin’deki Gato ğigosluk 12 tarafından yönetiliyordu. M. S. 485 yılında

11 Bo ğos Levon Zekiyan’ın “Ermeniler ve Modernite” adlı kitabında aktardı ğında göre, Ermeni sermayesi, eski dünyanın tüm yolları üzerinde, Novgorod’dan Haydarabad’a, İsfahan’dan Krakow’a, Basra’dan Astarkhan’a, Sining’ten Amsterdam’ ve Londra’ya ve hatta Afrika’nın çe şitli noktalarına kadar faaliyet halindedir. 12 Tüm Ermenilerin tabii oldu ğu en yüksek dini makam, ba şbatriklik.

7

Gato ğigosluk Ermenistan’ın yeni ba şkenti Dvin’e 13 ta şındı ve 931’e de ğin burada kaldı. Bu tarihten sonra merkez çe şitli kentlere ta şındı 14 , ancak 1292’deki Kilikya Ermeni Krallı ğı’nın ba şkenti Sis’e yerle şti. Sonunda 1441 yılında yeniden Eçmiadzin’e döndü ve günümüze dek burada kaldı. Siyasi ko şullar nedeniyle, yetki sahibi kimi di ğer yerel dini merkezler de olu şturuldu. 1113 yılında kurulan Ahtamar Gato ğigoslu ğu, 1895’e kadar varlı ğını sürdürdü. Kudüs Ermeni Patrikli ği ise 1311’de kuruldu. Kilikya Gato ğigoslu ğu 1446 yılında Sis’te, ana merkezin Eçmiadzin’e dönmesinden sonra olu şturuldu. Yalnızca Ahtamar ve Sis’teki patrikler Eçmiadzin’deki dini önder gibi “Gato ğigos” unvanını ta şıyabiliyor ve piskopos takdis edebiliyordu. Bizans ba şkentinin fethine kadar Konstantinopol’daki Ermeni toplumu Kilikya Gato ğigoslu ğu’na ba ğlıydı.

Konstantinopol’de bir Ermeni kilisesinin varlı ğından söz eden korunabilmi ş en erken belge 11. yüzyıl sonlarına aittir. Konstantinopol Ermenileri o tarihe kadar ayrı bir dini topluluk olarak kabul edilmiyorlardı, çünkü ço ğu Rum kiliselerinde ayine katılıyorlardı. Yüzyıl başlarında, İstanbul, Bursa, Kütahya ve di ğer kentlerdeki Ermeniler artık kendi bölge piskoposlukları olacak kadar örgütlenmi şlerdi. Sis’te toplanan Ermeni piskoposları kurulunda (1307) Konstantinopol’deki Ermeni toplumunu temsil eden “Stimbol Ermenileri Piskoposu Husig” adlı bir ki şiden bahsedilir. 1391 yılında Ermenilerin artık Konstantinopol’de iki kiliseleri, bir ba şpiskoposlukları, bir yerel piskoposları ve vaftiz, dü ğün cenaze ayinlerini yürüten birkaç semt papazları vardı.

II. Mehmet 1453 yılında İstanbul’u aldıktan sonra yeni Rum patri ği Gennadios’u Osmanlı topraklarındaki Sırplar, Bulgarlar, Ulahlar, Moldovyalılar ve Melkitler de dahil tüm dinda şları üzerinde dinî ve sivil yetkilerle donattı. Fatih ayrıca 1461’de Bursa Ermeni Ba şpiskoposu Hovagim’i İstanbul’a davet etti ve kendisine “Patrik” unvanı verdi;

13 Erivan’ın 35 km güneyinde yer alan antik şehir. 14 Gato ğigoslu ğun daha sonra ta şındı ğı yerler: Ahtamar (931-967) , Arkina [Kars civarı] (968-992), Ani (992-1105), Kilikya (1105-11669, Hromgla [Rumkale] (1166-1292).

8 ba şpiskoposluk böylece Rum toplumu patri ğiyle aynı düzeye çıkarılmı ş oldu. Süryani, Habe ş, Gürcü, Keldani ve Kıpti toplumlarından olu şan ve Batı Ortodoks olmayan Hıristiyan tebaa da kendi dini önderliklerini muhafaza etmekle birlikte Ermeni patri ğinin denetimi altına sokuldu. 15 Ermeni toplumunun yönetimindeki en önemli konum İstanbul’daki Patriklikti. Patrik, Sultan tarafından Ermeni milletinin lideri olarak tanınır, protokolde pa şalarla e şit bir yerde bulunurdu. Patrik ataması do ğrudan sultan tarafından yapılırdı. Patri ğin tüm cemaat kurumları üzerinde tam bir yetkisi mevcuttu. Hatta kamu güvenli ği ve suçları dı şında kalan tüm davaları görece ği bir mahkeme ve hapishane 16 kurmasına izin verilmi şti. Patri ğin kararına göre ki şilerin mallarına el konabilir ve hatta sürgüne dahi gönderilebilirdi. Bunun yanında bütün süreli yayınlarda onun resmi onay ve izninin olması zorunluydu. Bunun dı şında patrik ve on be ş kurmayı tüm vergilerden muaftı. Ermeni milletinin ödeyece ği vergiyi sultan adına patrik toplar, ödemeyenlerin mülküne el koyabilirdi. Osmanlı’nın toprakları geni şledikçe patriklerin yetki alanı da aynı nispette büyümü ştü. Osmanlı devleti sınırları içerisinde ya şayan Ermenilerin sadece ruhani de ğil, dünyevi i şlerinde de zamanla artan bir a ğırlı ğa sahip olan patriklik makamı, hem daha demokratik bir yönetim biçimi isteyen Genç Ermenilerin hedefi oluyor, hem de patrikli ğe yakın olmakla bu büyük gücü kullanma, yani cemaati yönetmek imkânına göz diken imtiyazlı ki şilerin hedefi haline geliyordu. Bu durum, zamanla sözü edilen gruplar arasında çok ciddi iktidar mücadeleleri ya şanmasına yol açacaktı. 1461’den 1922’ye kadar, yetmi ş dokuz din adamının yüz on kere –dinî gelenekler uyarınca, bir mahzur bulunmadı ğı takdirde ömür boyu sürmesi gereken- Patriklik makamında oturmu ş olması bu makam üzerinden yürütülen iktidar mücadelesinin çetinli ğine i şaret eder. Ermeni toplumunun siville şmesi ve demokratikle şmesi yolunda önemli bir adım olan Ermeni Anayasası tam da

15 Aktaran Vartan Artinian, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nı Do ğuşu 1839-1863, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 22-23. 16 Bu mahkeme ve hapishane Kumkapı Patriklik merkez binasının zemin katında bulunmaktaydı.

9 patrikli ğin yetkilerinin sınırlandırılması ve tanımlanması, yani kısmen sivillere devrini öngörüyordu.

1.2.2 ERMEN İ M İLL İ ANAYASASI’NA DO ĞRU 17

Ermeni Milleti Nizamnamesi olarak bilinen Ermeni Milli Anayasası’na giden yolun, Osmanlı’nın genel batılıla şma ve demokratikle şme hikâyesinden ayrı dü şünmek pek tabii ki mümkün de ğildir. Müslüman ahalinin yüzlerce yıllık alı şkanlıkları ve Osmanlının İslam fıkhı ve yüzlerce yıllık özgün içtihatlara göre oturmu ş sosyo-ekonomik düzeni kısa sürede de ğişim tehdidi ile kar şıla şıyordu. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla, reformu kaçınılmaz bulan devlet eliti, kısmen de batının zorlamasıyla Müslüman ve gayrimüslim tebaanın e şitli ğini bir yasa ile ilan etmi ş oluyordu. Fermanlarda öngörülen yeni düzenlemelerin hemen hayata geçirilmesi tabii ki mümkün olmadı, ama bu, dönemin genç Ermeni aydınlarında büyük heyecana sebep oldu. Tam da, Genç Ermenilerin arzu etti ği üzere, Hatt-ı Şerif’in ilanıyla, patriklerin yukarıda bahsedilen sınırsız yetkileri budanmı ştı. Karma mahkemelerin kurulmasıyla, patri ğin milletin üyelerini yargılama, cezalandırma, sürgüne gönderme gibi yetkileri sınırlanıyordu. Bu dönemde cemaat-kilise arasındaki ili şkide kırılma denecek ciddi bir geli şme oldu ve 1840 yılında Ermeni Adliye Komisyonu kuruldu. Bu meclisi atama yetkisi patrikte olsa da, bo şanma davalarına bakmakla birlikte, ilk defa bir kurula sivil temsilciler alınmı ştı. Çünkü kurul dört papaz ve dört amiradan olu şmaktaydı. Bu ise, tamamını temsil etmekten henüz uzak olsa da halkın kilise meselelerinde resmi olarak söz sahibi olmasındaki ilk adım olmu ştu. Bu kilise gelene ğine aykırı bir durum olsa da, patrikhane buna uymak zorunda kaldı. Ermeni Anayasası i şte 1840’larda ba şlayan bu devinimin sonucu ortaya çıktı. Şüphesiz bahsedilen devinim, Ermeni toplumunda sınıflar arası çatı şmadan, dünyadaki radikal paradigma de ğişiminden ve bu köklü de ğişime ayak uydurma ile da ğılma noktaları arasında bir sarkaç gibi gidip

17 Ermeni Milli Anayasası, daha sonraki bölümlerde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

10 gelen Osmanlı’da ya şanan çalkantılardan ayrı dü şünülemezdi. Osmanlı’nın imparatorluktan bir ulus-devlete giden yolculu ğunda, imparatorlukların ana özelli ği olan etnik çe şitlilik ile nasıl bir yeni sözle şme yapaca ğı gerilimin odak noktası oldu. Osmanlı’nın iktisadi sisteminin ve özellikle de ordusunun çökü şüne, III. Selim, II. Mahmut ve I. Abdülmecit zamanındaki tüm iyi niyetli reform hamlelerine ra ğmen mani olunamamı ş, ya şanan büyük toprak kayıpları Abdülhamid istibdadını getirmi şti. Osmanlı’daki batılıla şma arzusu ve çabasının “iyi niyeti” ise, kaybedilen topraklar, bozulan ekonomik denge ve sürekli olarak devam eden –iyi veya art niyetli- Batı müdahaleleri ile ikircikli karakterine daha o zamanlarlarda zaten kavu şmu ştu. Bilinenin aksine, Ermenilerdeki milli bir uyanı ş, ba ğımsız bir devlet kurma arzusundan ziyade, Osmanlı yönetimi altında daha güvenli bir ya şamı hedefliyordu. 1880’lerde kurulan Ta şnaksutyun ve Hınçak partilerinin 1908’den sonraki parti tüzüklerinde halen Osmanlı’nın toprak bütünlü ğünü koruma esası yer alıyordu. 18 Hatta Ta şnaksütyun partisinin Osmanlı kolu, 1913’te İttihat’ta Türkçülerin yaptı ğı darbeye kadar bu partiyi desteklemi şti. Bu partilerin Rus ekolüyle, Osmanlı Ermenileri ba ğını çoktan koparmı ştı. Ba şta bu çalı şmada da incelenen ve ayrıntısını ileriki bölümde görece ğimiz Yervant Sırmake şhanlıyan ve Yervant Odyan gibi yazarlar da, Osmanlı Ermenilerini bekleyen felaketi ve batının bu felakete seyirci kalaca ğını 1915’ten çok önce fark ettiklerini eserlerinde hissetiriyorlardı. Ancak zaten asıl sorun Anadolu’daki Ermenilerin maruz kaldı ğı baskı ve katliamlardı. İstanbul’da ya şayan yoksul ve geni ş bir Ermeni kesimi olsa da, bunlar ciddi bir güvenlik sorunu yaşamıyorlardı. Bu incelemenin konusu olamayacak denli geni ş bir mesele olan İstanbul ve ta şra Ermenilerinin arasındaki gerilim, Ermeni Anayasası’nda ta şranın temsilinin zayıflı ğında ortaya çıkıyordu. Bu durumu önemseyen aydınlar yine bu çalı şmanın dı şında kalan bir konu olarak Ermeni Ta şra Edebiyatı’nı ba şlatarak önemli bir adım atmı şlarsa da, Anadolu Ermenilerinin hazin durumu, daha çok Rus Ermenistanı’nın ilgi alanında kalmı ştı.

18 Arsen Avagyan, Gaidz F. Minassian, “Ermeniler ve İttihat Terakki”, Aras yayıncılık, İstanbul, 2005, s.157.

11

Kafkaslarda Ermeniler arasında ye şeren sosyalizm, Rusya ile mücadele etmek yerine, Osmanlı Ermenilerinin kurtarılmasına adamı ştı kendisini ve alabildi ğince milliyetçi bir retori ğe sahipti. Rus Ermenileri tarafından kurulan ilk Ermeni siyasi partileri de, ana amaç olarak bu ideali sahiplenmi şlerdi. Bu çalı şmada incelenen Yervant Sırmake şhanlıyan’ın “Amirayin Ahçigı” (Amira’nın Kızı) romanı sahte e ğitimci Kafkas Ermenisi Mösyö Gosdanyan’nın, Batı hayranlı ğından gözü ba şka bir şey görmeyen İstanbul Ermenilerini nasıl kandırdı ğını hikâyenin önemli bir yerine koyar. Ünlü satirist Yervant Odyan ise, do ğuştan dolandırıcı olan Trabzon do ğumlu Yolda ş Pançuni’nin 19 i şsiz güçsüz Avrupa ve Kafkaslarda dola ştıktan sonra nasıl sahtekâr bir devrimci oldu ğunu kara mizah konusu yapar. İş te böyle tarihsel bir arka planda Osmanlı Ermenileri dillerinde ve toplumsal idari mekanizmalarında özellikle 1840’lardan sonra çok ciddi bir yenile şme ya şamı ş, Zartonk (Uyanı ş) devri de denen bu dönemde, siyaset, eğitim ve kültür alanında parlak ba şarılar elde etmi şlerdir. Osmanlı’nın en uzun yüzyılında, Ermeniler de büyük bir de ğişimden geçmi ş, yeni dünyada varlıklarını sürdürebilmek için de ğişime ayak uydurmak gerekti ğini dü şünen reformcuların, devleti daha iyi tanıdıklarının dü şünen amira sınıfının, Batı’dan gelen yeniliklere arzuyla kendilerini açan yeni orta sınıfın çatı şarak da olsa uzla şmasıyla, ortaya yeni bir Ermeni cemaati modeli çıkmı ştır. İş te bu çalı şma, bahsedilen dönem aralı ğı ve gerçekçi akım türünde eser veren Krikor Zohrab, Yervant Sırmake şhanlıyan, Arpiar Arpiaryan ve ilk Ermeni gerçekçi romanı olan “Varjabedin Ahçigı”nın (Ö ğretmenin Kızı) yazarı Dikran Gamsaragan’ın eserlerinin yakın okumasını yapmayı ve bu dönemde ya şanan söz konusu de ğişimlerin edebiyattaki ipuçlarını ortaya çıkarmayı amaç ediniyor. İnceleme konusu isimlerin aynı zamanda, dönemin önde gelen reformcuları, etkin siyaset adamları ve gerçek ya şamı estetize etmeden yansıtmayı şiar edinen gerçekçi yazarlar oldu ğu dü şünüldü ğünde, eserlerde saklı ipuçlarının, dönemin Ermeni toplumunun gerçe ğe yakın bir foto ğrafını verece ği ümit edilmektedir. İncelenen eserler -

19 Pançuni, yazar tarafından Ermenice meteliksiz anlamına gelen “bir şeyi-yok” kelimelerinden türetilmi ştir.

12

Krikor Zohrab dı şında- henüz Türkçeye çevrilmemi ş oldu ğundan, Ermenice asıllarından okundu ve bölümler tarafımdan tercüme edildi. İncelemede, yakın okuması yapılan eserlerde Ermenilerin modern hayata geçi şleri, bu geçi şte ya şadıkları zorluklar yanında, batıyla ili şki kurarken kendi kültürleri ve geleneklerine bu de ğerleri adapte etme kabiliyetleri, ortaya çıkan yeni sınıflar, gücünü yitiren amira sınıfı, sınıfsal çatı şmalar, dönemin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik de ğişimlerinin topluma yansıması temalarına uygun dü şen ipuçları arandı. Metod olarak ise, metinlerdeki bulguların belirlenen temalar altında topluca de ğerlendirilmesi yerine, eserlerin bütünlü ğünü -bu bütünlü ğün de önemli bir veri oldu ğu dü şüncesiyle- bozmamak adına söz konusu temaların her eser ba ğlamında yeninden ele alınması tercih edildi.

13

2. ERMEN İ GERÇEKÇ İ EDEB İYATINDA MODERN İTE, TOPLUMSAL SINIFLAR VE SINIF ÇATI ŞMALARI

2.1 KRİKOR ZOHRAB: “OSMANLI MECL İSİ’NDE B İR ERMEN İ MEBUS”

Krikor Zohrab (1861-1915), hukukçu, gazeteci, yazar ve mebus olarak gerek Ermeni toplumunda, gerekse Osmanlı dü şün ya şamında döneminin önde gelen simalarındandı. 26 Haziran 1861’de İstanbul’da do ğdu. İlk ve orta ö ğrenimini, Mahrukyan, Tarkmançats ve Katolik Lusaroviçyan Ermeni okullarında tamamladı. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nin Mühendislik Bölümü’nden yol ve köprü mühendisi olarak mezun oldu. Ermenice Lırakir’de ilk yazıları yayımlandı. Klara Yazıcıyan’la evlendi, dört çocukları oldu.

Arpiaryan’ın kurdu ğu Hayrenik (Vatan) gazetesinde yazmaya ba şladı. Dönemin Ermeni basınının en önemli yayınlarından haftalık Masis (A ğrı Da ğı) gazetesini Hrant Asadur ve Dikran Gamsaragan ile birlikte çıkardı. Tarihi Dreyfus Davası için Fransızca bir savunma hazırlayıp, 1899’a Dreyfus’u savunan Yahudi Komitesi’ne gönderdi. Komiteden bir te şekkür mektubu ve Dreyfus portreli altın bir madalya aldı. Bir süre sonra, avukatlı ğı engellendi ği, rejimle de barı şık olmadı ğı için 1907’de Fransa'ya gitti.

Paris’e zoraki göçün ardından bir yıl sonra İkinci Me şrutiyet’in ilanıyla memlekete döndü. Nor Or (Yeni Gün) gazetesini yayımlamayı ba şladı. Ermeni Millet Meclisi’ne en yüksek oyu alarak seçildi. Ta şnaksutyun Partisi’nin yayın organı Azadamart’da (Özgürlük Mücadelesi) yazmaya ba şladı. 1912’de ikinci genel seçimlerde, üç ay sonra feshedilecek olan meclise yeniden İstanbul mebusu olarak seçildi.

14

Avukatlı ğın yanı sıra Darülfunun’da Ceza Hukuku Müderrisli ği yaptı, Ceza Kanunu’nda de ğişiklik yapacak komitede yer aldı. Bir sebeple Marcel Leart takma adını kullanarak, Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusun miktarları hakkında bir çalı şma hazırladı. 20

Bir edebiyatçı olarak da Osmanlı Ermeni toplumunda önemli bir yeri vardı. Roman, şiir, ele ştiri, makale ve kısa öyküler yazdı. Yapıtları Türkçeye de çevrildi. Ça ğının çok ilersinde bir kısa öykü anlayı şı sergiledi. Yapıtlarında dilde sadelik, halk sevgisi ve gerçekçilik ayırt edici özelliklerindendi. Yerle şik de ğer yargılarını, varlıklı kesimin ikiyüzlü ahlak anlayı şını ele ştirdi. Yoksul ve yoksunlardan yana oldu. Öykülerinin kahramanları, küçük insanlar, hizmetçiler, suçlular, kaçakçılar, küçük esnaf, küçük memurlardı. Kadınlar ço ğu kez öykülerinin merkezinde yer aldı.

Zohrab, İstanbul’un önde gelen avukatlarındandı. Türkçe ve Ermenicesinin yanı sıra çok iyi bildi ği Fransızcası nedeniyle dönemin ticari davalarında aranan ki şi oldu. Abdülhamid istibdadı altında zor ve tehlikeli siyasi davaları aldı, rejim dü şmanı sayıldı. İstibdadın son yıllarında avukatlıktan men edildi. 1908’de Paris’ten döner dönmez Hukuk Fakültesi’nde ceza hukuku dersi hocalı ğına davet edildi. 1909’da ders notları yayımlandı. Siyasetçi Zohrab, farklı kimliklerin Osmanlılık temelinde biraradalı ğını savundu. Özellikle Ermenilerle Türklerin karde şli ği için mücadele etti. Kendini bu yüzden hem Ermeni, hem de Osmanlı olarak tanımladı. Yalnızca Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirmedi, bir bütün olarak Osmanlı toplumunun ve devlet yapısının modernle şmesi için çalı ştı.

Siyasetçi Zohrab, üç dönem milletvekili seçildi. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının “sosyalist” olarak anılan, en aktif milletvekillerinden biriydi ve etkileyici konu şmasıyla ünlüydü.

24 Nisan 1915’te bir gecede 235 Ermeni aydın tutuklanarak Çankırı ve Aya ş’a tehcir edilince, Zohrab kaçmak yerine tutuklananların serbest kalması için yo ğun çaba harcadı. Patrik Zaven Der Ye ğyayan’a gitti, kaleme

20 Bu çalı şma “La Question Armenienne a'la Lumiere des Documents” ismiyle 1913 yılında Paris’te yayımlanmı ştır. Zohrab’ın ara ştırmalarına göre, 1882 ve 1912 yılları arasında Osmanlı Devleti'ndeki Ermeni nüfusu 2.260.000 ki şiydi.

15 aldı ğı yazıyı, Patrik ve di ğer delegelerle birlikte, Sadrazam Sait Halim Pa şa’ya sundu. Bundan sonuç çıkmayınca tutuklamaları durdurmak için Talat Pa şa’ya tekrar ba şvurdu. Ancak çabaları sonuç vermedi ği gibi, 20 Mayıs 1915’te Erzurum milletvekili Vartkes Serengülyan ile birlikte tutuklanarak Diyarbakır’a do ğru yola çıkarıldı. yakınlarında Ittihat tetikçisi Çerkez Ahmet ve Nazım tarafından ba şı ta şla ezilerek öldürüldü.

Yolda, e şi Klara’ya yazdı ğı 15 Temmuz 1915 tarihli mektubu şu sözlerle son buluyordu: “Sevgilim, bir tanem, artık bizim için son perde ba şlıyor. Daha fazla gücüm kalmadı. Sa ğ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm şu ki daima birbirini sevsinler, sana tapsınlar ve kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar.”21 Krikor Zohrab’ın “Vicdan’ın sesi-1909”, “Hayat olduğu gibi-1911” ve “Sessiz acılar-1911” adlı üç öykü kitabı bulunuyor. Aras Yayınevi’nin “Osmanlı Meclisi’nde Bir Ermeni Mebus” adlı derlemesi, bu üç öykü kitabından seçilen eserlerle olu şturulmu ş. Bu öykülerin ço ğu kurucuları arasında Zohrab’ın da bulundu ğu Masis adlı haftalık dergide (1892-93) tefrika edilmi ştir.

2.1.1 İlk A şk, İlk Göz A ğrısı

“İlk A şk, İlk Göz A ğrısı”22 adlı öykü de, ileri ya şlarına gelmi ş Katolik bir Ermeni kadının hikâyesini konu edinir Zohrab. Hikâyenin zamanı 1892’de, 1895 katliamlarından önceye, Abdülhamid’in ise iktidarının iyice yıprandı ğı döneme denk gelmektedir. Osmanlı, Avrupa devletlerinin İstanbul’da topladıkları konferansla yaptıkları reform taleplerine yönelik siyasi bir manevra niteli ği de ta şıyan Kanun-i Esasi’yi ilan etmi ş, sonrasında ise Sultan Abdülhamid 1878’de Osmanlı-Rus sava şını bahane ederek Meclis’i kapatmı ştır. Dönem her yönüyle yeninin eskiye galebe çalmaya ba şladı ğı çalkantılı bir süreci de ima etmektedir.

21 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus. Aralık 2001, İstanbul, Aras Yayıncılık, s. 158- 183. 22 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus. Aralık 2001, Aras Yayıncılık. İlk basım, Masis, 19 Eylül 1892, Sessiz Acılar 1911.

16

“İlk A şk, İlk Göz A ğrısı”nda, Tatuk Dudu’nun şahsında bu de ğişimin, eski ve yeninin yer de ğiştirmesinin do ğal bir süreç oldu ğunu anlatır Zohrab. Mahallenin çocukları eskinin tüm erdemlerini kendinde toplamı ş ve artık –tıpkı Osmanlı- gibi yapayalnız kalmı ş Tatuk Dudu’nun evinin tek ziyaretçileridir. Tatuk Dudu onları çok sever. Çünkü onlar “gelecek”tir. Zohrab, bu öyküsünde geçmi şten gelece ğe yumu şak ve hasarsız bir geçi şin mümkün olabilece ğini ispatlamaya çalı şır adeta. Hatta, gelenek, yozla şmaya u ğramadı ğı haliyle, gelece ğin üzerinde kurulaca ğı sa ğlam, çocuklarını koruyan mü şfik bir kuluçkası bile olabilir “yeni”nin. Onun Osmanlıcı bir sosyalist –ve biraz da hayalperest- olmasının da etkisi vardır bu dü şüncesinde. Geçmi şi kategorik olarak olumsuzlamaz, ondaki de ğeri, mirası almak ister. Osmanlı, çocuklarına daha e şit davranarak, ça ğa ayak uydurarak, birtakım tadilatlarla kendini sürekli kılmalıdır ve bu Zohrab’a göre mümkündür. Tabii bu de ğişim Osmanlı devlet aygıtını de ğil, cemaatin kendisini de kapsar. Çünkü aynı dönem, Ermeni cemaatinin yeni dile geçti ği, Patrikhane ve amira sınıfının yetkilerinin kısıtlandı ğı, halka daha fazla söz hakkı tanıyan Ermeni Nizamnamesi’nin de (1863) hemen sonrasına denk gelmektedir.

Onu her ak şam düzenli olarak, temiz giyinmeye alı şmı ş bir kadının sade makyajıyla, penceresinin önünde oturmuş görürüm. Bu bakımlı haliyle, eski moda giyim tarzını de ğiştirmeden ve bozmadan korurdu. Zarif oyalarla bezenmi ş siyah yazmasının altında bembeyaz saçları, karanlık bir gecede karla kaplı bir ovanın parlaması gibi parıldardı. Beyaz, kansız yüzü, tıpkı sütlaç kayma ğı gibi temiz ve buru ş buru ştu. 23

Çocuklar birgün, tüm varlı ğını sakladı ğı ve miras olarak öldükten sonra onlara bırakaca ğı tahta sandı ğı açmak isterler. Tatuk Dudu önce şiddetle kar şı çıkar buna, ama çocukların ısrarına dayanamaz. Zaten çocuklar da (mirasçılar) anahtarı çoktan elinden almı ş, sandı ğın ba şına ü şüşmü şlerdir

23 Age, s. 22.

17 bile. Sandık adeta geçmi şin bir ar şivi gibidir. Her şey tarihine ve sırasına göre dizilmi ş, ar şivlenmi ştir. Tatuk Dudu kızaca ğına çocukları seyreder:

Şimdi Tatuk Dudu oturdu ğu kö şeden hiç kızmaksızın bizi izliyordu. Gözlü ğünü çıkarmı ş, elindeki i şlemeyi yastı ğın üstüne koymu ştu; bu onun ancak çok önemli durumlarda yaptı ğı bir şeydi. Bütün ya şamı, nizamlı bir şekilde bu sandı ğa özenle sıralanmı ştı. Denize atılan bir demirin zincirinin halkaları gibi, gençli ğine kadar uzanan bir dönemi gün ı şığına çıkarıyorduk. Derine indikçe, sandı ğın dibine yakla ştıkça bütün bu e şyaların kokusu daha keskin ve acı geliyordu, kırk yıl saklı kalmı ş bir koku gibi. Yeniden ya şama döndürülen bu e şyalar, tıkı ş tıkı ş bir müze izlenimi veriyordu ve ince zevkinin ispatını burada da görerek, müze müdürünü övmekten geri kalmıyorduk. 24

Yapılan bir miras payla şımıdır. Mirasın sahibi –ümit ve temenni edildi ği gibi- hiç kızmamaktadır. Hatta, olayın önemine kendisinin de vakıf oldu ğunu gösterircesine, gündelikli ğin sıradanlı ğını ima eden, belki de zamanı kaydetti ği, hâlâ süren iktidarını simgeleyen i şlemesini, gözlü ğünü bir kenara bırakır. Geçmi ş, saklandı ğı, kayıt altına alındı ğı yerden günı şığına çıkıyor, yeni sahiplerinin onu sahiplenmesini beklemektedir. Mirasın payla şımı, Tatuk Dudu’nun ölmesinden evvel yapılması, geçi şin tıpkı onun kansız yüzü ve geceyi aydınlatan ak saçları gibi, sorunsuz, gönüllü ve bizzat onun yardımıyla olacaktır:

Gerçek mirasçılar arasında ender görülen bir şekilde, tartı şmadan, aramızda herkes payını belirliyor, kendisine gerekeni ayırıp kenara koyuyordu. 25

24 Age, s. 24. 25 Age, s.25.

18

Miras payla şımı herkesin payına dü şeni almasıyla sorunsuz bir biçimde devam etmektedir. Sandı ğın en altında bir tutam erkek saçı bulunur. Anla şılır ki, tam adı Takuhi –ki ismi kraliçe- anlamına gelmektedir- olan Tatuk Dudu’nun ilk ve tek göz a ğrısı olan ilk a şkından hatıra kalan bir tutam erkek saçıdır. Tatuk Dudu bu saç tutamını onlara vermez. Onu mezarına koyacaklardır.

Bu saç tutamını elden ele dola ştırıyor, onun içinde saklı acıların izlerini bulmaya çalı şıyorduk. O saçlar kararmı ş altın pırıltısını ve bir gencin tazeli ğini koruyordu. Tuhaf şey, bir makasla onların varlı ğı kurtarılmı ş, artık ihtiyarlamamı şlardı. Kendilerine ya şıt olan bütün saçlar akla şmı ş, dökülmü ş, kaybolmu ştu. Yalnızca onlar, ne şeli yirmi ya ş bukleleri olarak sarsılmadan, de ğişmeden kalmı ştı ve bundan sonra da böyle kalacaklardı. Bir acıları olmu ştu, makasın kesim acısı; ama bu acı ne derin üzüntülerden, dü şüşlerden kurtarmı ştı onları, hem de ömür boyu gençlik bah şederek. Tatuk Dudu’nun yüre ğinde buldu ğumuz gençli ği. 26

Zohrab ne kadar bilinçli, ne kadar biliçdı şının bir tezahürü olarak “saç” benzetmesini kullanmı ş bilmek zor. Ancak sandı ğın dibinden çıkan şey, en de ğerli olan ve mirasçı çocukların payla şamadı ğı, kavgaya meyletti ği o düz, siyah, hiç ya şlanmayan bir tutam saç olur ki, bunun edebiyatta “özgürlü ğü” simgeledi ğini biliyoruz. Kraliçe, yani Osmanlı, artık ölmek üzeredir ve kendi sa ğken çocuklarına mallarını payla ştırmaktadır. Zaten, onun da -kendi kurulu ş anında- sandı ğa koydu ğu ilk şey, eskiden kopmayı, kendini ayırmayı ve özgürle şmeyi ifade eden bir tutam saçtır. Zohrab, kökünden koparılmakla özgürlü ğünü ve kökün kaderinden ba ğımsız olmayı sembolize eden bu benzetmeyle Osmanlı’dan, gelenekten özgürleşmeyi ima ediyor,

26 Age, s. 29.

19 bunun bir acı barındırdı ğını da kabul ediyor. Lakin ölümden ya şama, geçmi şten gelece ğe geçerken bu acının da göze alınması gerekiyor haliyle.

2.1.2 Postal

Krikor Zohrab’ın “Postal” adlı hikâyesi 1901 yılında Masis gazetesinde tefrika edilmi ştir. Zohrab bu öyküsünde, Ermeni toplumunun, özellikle de yeni olu şan burjuvazi ve eskiden gelen zengin tacir sınıfının yozla şmasını, ikiyüzlülü ğünü ele ştirir. Ahlaken bir muhafazakâr olan Zohrab, ele ştirilerinde aslen gelene ği ve eskiyi de ğil, eski-yeni zengin sınıftaki ahlaki yozla şmayı hedef alıyordu. Onun muhafazakârlı ğını Sırpuhi Düsap’ın feminizmine ve kadınların çalı şmasına oldukça ciddi polemiklere girerek kar şı çıkmasından anlayabiliyoruz. Zengin tüccar ve cemaat-kilise mütevelli heyetlerinin ikiyüzlülü ğünü ortaya koyan ‘Postal’daki öykü, aslında aynı zamanda doğu toplumu paradigmasından batılı de ğer yargılarını da içeren daha modern ve melez bir ya şama geçi şin ipuçlarını da içerir. Zohrab’ın “Postal” hikâyesi, Atıf Yılmaz’ın vefat etmeden önceki son filmi olan “Eğreti Gelin”de i şlenen temanın o dönem batıda oldu ğu gibi, Ermeni toplumunda da kullanılan bir yöntem oldu ğunu gösterir. Oldukça varsıl olan Ğazar Ağa’nın e şi Surpik Hanım , evlere en münasip hizmetçiyi bulma konusunda ünlü olan Hacı Dürük’e, artık ya şlanan hizmetçi Maryam’a bir genç yardımcı için sipari ş verir. Yeni hizmetçiden ne istendi ğini de Hacı Dürük’e şöyle açıklar:

Öncellikle yüzü gözü düzgün biri olmalı, ba şlangıçta elinden i ş gelmese de zararı yok, burada hizmet etmeyi ö ğrenir çabucak. Zaten yapaca ğı çok bir şey de yok. O ğlum Onnik’in odasını düzeltecek, elbiselerini temizleyecek. Şunu da söyleyeyim ki evimde kız çocuk istemem.

20

Gelecek hizmetçiye Onnik’in odasını düzeltme, elbiselerini temizleme görevi vermekle, asıl amacının gere ğinden biraz fazla anla şılaca ğından korkarak hemen ilave etti: Yüzü, gözü açık birini istemiyorum ha... Hacı ! Sen benim istedi ğimi anladın. Beni memnun edersen istedi ğin tellaliyeyi fazlasıyla alırsın. “Anladım, oğul .”27

Surpik Hanım , Hacı Dürük’ten çapkın o ğlunu Beyo ğlu batakhanelerinden çekip eve ba ğlayacak, onu “her açıdan”, e ğitecek bir kadın “yardımcı” arıyordu. “Evimde kız çocuk istemem” demekle anlatmak istedi ği buydu. Ancak gere ğinden fazla yırtık bir kadını eve sokmakla kendi kocasının da aklını çelecek bir aşüfteyle de u ğra şmak istemiyordu. “Yüzü, gözü açık birini istemiyorum” derken anlatmak istedi ği ise de buydu.

Elinin altında güzel halayık eksik olmazdı, fakat onların gözleri de yüzleri de gere ğinden fazla açılmı ştı ve Surpik Hanım ’ın ya şlı kocası Ğazar Ağa’yı bile ba ştan çıkaracak kadar şeytandılar. Hanım ’ın istedi ği saf bir kadındı ve bunu İstanbul’da bulmak kolay olmadı. 28

Hacı Dürük, bu özelliklere sahip bir kızı İstanbul’da bulamaz. Bunun üzerine İstanbul’a hizmetçi kız ihraç eden bölgelerde bir yolculu ğa çıkar. İstanbul’a hizmetçi ihraç eden yörelerin ba şında gelen İzmit Bahçeçik’ten Dikranuhi’yi bulur.

Hacı Dürük o zaman İzmit, Bahçecik, Arslanbeg 29 ve Adapazarı’na özel bir yolculuk yaptı, o bölgelerde hizmetçi

27 Age, s. 32. 28 Age, s. 32. 29 Bahçeçik’in kuzeydo ğusunda bir kasaba. 1900’lerin ba şında üç ö ğretmenli ve be ş sınıflı Ermeni ilkokulunda 280 ö ğrenci okumaktaydı. (Aras Yayınevi’nin notu.)

21

ihraç eden köyleri dola ştı. Büyük yorgunluklar sonunda, bir çar şamba günü ö ğleyin, muzaffer bir edayla Surpik Hanım ’a köyden getirdi ği hizmetçiyi takdim etti. Bu, aynı gün Bahçeçik’ten alıp getirdi ği on sekizinde var yok bir kadındı. 30

Alıntılarda yer alan Surpik Hanım ve Hacı Dürük isimlerinin önündeki unvanlarda, Zohrab’ın italik kullanmayı tercih etti ği dikkati çekmi ş olmalıdır. Yazar, toplumdaki de ğer yargılarındaki yozla şma ile bu unvanlar arasındaki keskin tezatı, italik kullanarak daha vurgulu hale getirmek istemi ştir. Hacı Dürük Kudüs’e gitmi ş bir dindar , Surpik Hanım ise toplumun en üst katmanında yer alan seçkin, ahlak timsali bir hanımefendidir . Lakin ortada bir kadın-köle pazarlı ğı dönmekte, bir genç kadının hayatı, biri alt, di ğeri ise yüksek sınıfın iki saygıde ğer ki şisi tarafından karartılmaktadır. Güzelli ğiyle hemen dikkatleri çeken on sekiz ya şındaki Dikranuhi ise yeni evlidir. Annesi o bebekken ölmü ş, teyzesinin yanında büyümü ş, lakin iki teyze kızının onun güzelli ğini kıskanmasıyla hayatı cehennem azabına dönmü ştür. On sekiz ya şında kendisini isteyen yoksul bir i şçi ile evlenmi ş olmasını hem teyzesinin evindeki bu menfi durum, hem de ya şının epey geçmi ş olmasına ba ğlar Zohrab. Böylelikle, dönemin ta şra Ermeni hayatında, evlilik ya ş ortalamasının on sekizin çok altında oldu ğunu da öğrenmi ş oluruz.

(...) O sırada Dikranuhi henüz on sekizindeydi. Köylerde kızlar için hayli ilerlemi ş bir ya ş sayılırdı bu. 31

Dikranuhi bu evlilikten pek bir şey anlamaz. Evliliklerinin ilk haftasında kocası da ğlarda maden i şine gider, derken aya ğını kırar ve evde ondan ba şka kimse çalı şmadı ğı için açlıkla yüz yüze kalırlar. Hacı Dürük i şte tam bu esnada ailenin imdadına yeti şir. Dikranuhi’nin ise Hacı Dürük’ün teklifini kabul etmekten ba şka çaresi de, seçene ği de yoktur.

30 Age, s. 32. 31 Age, s. 35.

22

Gerçekten de İstanbul’un zengin Ermeni üst sınıfına hizmet etmek üzere adeta bir insan deposudur ta şra. Yakınlı ğı yüzünden, İzmit ve çevresinden gelen fakir köylülerin, ucuz i ş gücü olarak kullanıldıkları görülüyor. Nitekim Zohrab ve di ğer yazarların eserlerinde kar şımıza çıkan ta şralıların hepsi de Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen ve gurbette, az bir para kar şılı ğı ciddi şekilde sömürülen kadersizler olarak kar şımıza çıkarlar. Kendini tekrarlayan bir di ğer tema ise, bu ta şralı ve yoksul kesime duyulan sempatidir. Onlar saf, dürüst, hâlâ temiz kalabilmi ş iyi insanlarken, yeni burjuvazi ve eski amira sınıfı alabiledi ğince yoz, yüzeysel ve gaddardır. Fakirlerde de ahlaksızlık görülür, ancak bu, adaletsiz sosyo- ekonomik düzenin bir sonucudur. Seçme şansları, onlara dayatılan sefalet ve cahillik yüzünden sınırlıdır. Yine bu çalı şmada incelenen neredeyse tüm eserlerde görüldü ğü üzere, onlar zaten bu hatalarının bedelini ço ğunluk hayatlarıyla öderler. Oysa çürümü ş adalet ve ahlak anlayı şı zenginleri sürekli temize çıkarır, suçları toplum ve düzen tarafından, hatta ço ğunlukla Kilise tarafından aklanır.

İş te bu öykünün köylü ve fakir ki şisi Dikranuhi, ayda yedi mecidiye ve yılda iki yeni entari kar şılı ğında girdi ği i şe ba şlar ba şlamaz gerçekle yüzle şir. Özel hizmetine tahsis edilmi ş oldu ğu evin o ğlu Onnik onu sürekli sıkı ştırır, Dikranuhi ise kendini kollamaya çalı şır. Ancak sürekli üzerine gelmesi üzerine Onnik’in annesi Surpik Hanım ’a açılmakta bulur çareyi. Hanımı ne de olsa Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin mütevelli heyetinde, yardımsever ve temiz ahlakı ile tanınmı ş yüce gönüllü bir kadındır. Ona açıldı ğında “Oğlum iyi kalplidir ama erkektir; sen de o kadar güzelsin ki seni sevdi ğine şaşmam, kimse sana dayanamaz” der. 32 Hacı Dürük de aynı fikirdedir. “Hanımının o ğlu seni seviyor, daha ne istiyorsun?”33

Hanımı ona daha iyi davranmaya, Dikranuhi’ye sürekli hediyeler almaya ba şlar. Neredeyse maa şı kadar hediye almaktadır. Bir gece Onnik Dikranuhi’nin odasına girer. “Efendim aya ğını öpeyim, yazık bana!” dese

32 Age, s. 38. 33 Age, s. 39.

23 de, Onnik vazgeçmez. “Hanımım, hanımım ne diyecek?” deyince de Onnik ya şananların gerçek yüzünü tüm çıplaklı ğıyla ortaya koyan o cümleyi lakayt bir biçimde sarf eder: “Deli! Odanda oldu ğunu bana annem söyledi. Annemden hiç korkma.”34

Dikranuhi Onnik’in, daha do ğrusu, bu zengin ailenin ve ikiyüzlü toplumun toplu tecavüzüne u ğramı ştır. Kısa sürede hamile kalır. Durumu saklanamayacak hale gelice de Surpik Hanım aniden de ğişir. Kendi kafasındaki sözle şme bozulmu ştur. Büyük bir öfke nöbetine tutulur. Hanım, Hacı Dürük’ü ça ğırır. Dürük, Dikranuhi’ye kurulan tuzakta yardım aldı ğı ve onun gerçek yüzünü en iyi bilen ki şi olmasına ra ğmen, ona dahi yüksek ahlaklı, mazbut bir hanım rolünü hiç tereddüt etmeden oynayabilmektedir. Zohrab burada ciddi bir maharetle Surpik Hanım ’ın, kendini oynadı ğı oyunun etkisine bu denli kaptırmasının harika bir analizini yapar:

İki yüzlülük öyle bir şeydir ki bazen içtenlikle karı şır ve ondan ayırt edilemez, tıpkı bazı yalancıların kendi yalanlarına inanmaları gibi. Surpik Hanım ’ın öfkesi ise böyle yapmacık de ğildi, samimiydi. Şimdi aslında her şeyin kendi bilgisi, kendi iradesi ve kendi düzenlemeleri dâhilinde yapılmı ş oldu ğunu dü şünemiyordu. A ğzında her dakika durmadan tekrarlanan namus, iffet gibi sözcüklerin alı şkanlı ğıyla çılgınca ba ğırıyordu; hizmetçiyi, Hacı Dürük’ü ve bütün dünyayı suçlu bulmaya kalkıyordu. (...)

“Postal !35 Postal ! Kim bilir hangi u şağımı ba ştan çıkarmı ştır!”36

34 Age, s. 39. 35 Ayak takımı anlamında kullanılan dönemin argo sıfatlarından birisi. Zohrab, bu unvanı da italik vurguyla kullanarak, yine buradaki haksızlık ve ikiyüzlülü ğe dikkati çekiyor. 36 Age, s. 40-41.

24

Hacı Dürük oynananın bir tiyatro oyunu oldu ğunu bilir. Sırpuhi Hanım –ki adının anlamı kutsal manasına gelir- bu durumdan en ucuz ve hasarsız şekilde kurtulmanın hesabındadır. Hanım ile Hacı arasında çok sıkı bir tartı şma ba şlamı ştır. Bir ara Hacı yukarıya çıkar, Dikranuhi’yi yoklar. Genç kadın ate şler içinde kıvranmaktadır. Ahlaksızlıkta yazar tarafından önce aynı önce kefeye konan Hacı , Hanımın aksine daha vicdanlı olmakla, hikâyenin bu safhasında ondan ayrı şır. Dikranuhi’nin hakkını savunmak üzere a şağıya iner. Artık hanımın oynadı ğı oyunu onun yüzüne vurmanın zamanı gelmi ştir.

“Bana bak! Çocuklarının e ğlencesi için evinde güzel besleme isteyen, para vermekten çekinmemeli. Anladın mı oğul ? Hastaneye 37 para verece ğine o ğlunun gebe bıraktı ğı fakir kıza ver. Yok, yoksul de ğilsiniz, çok şükür! Bu kız bir yerde çalı şamaz; çocuk do ğuracak, geçimi yok; köye, kocasına yollanacak parası yok.”38

Tecrübeli bir tellal olan Hacı Dürük, Sırpuhi Hanım ’dan Dikranuhi’ye verebilmek için sıkı bir pazarlıkla yirmi lira koparır. Utanç verici bu hadisenin tüm mesuliyeti, Surpik Hanım ve Ğazar Ağa’nın iffetlerinin daha da kutsandı ğı bir toplumsal uzla şıyla, tamamen Dikranuhi’nin ba şına yıkılır. Yazar çarpıcı bir anlatımla, varsıl İstanbul Ermenilerinin ve onların çeperinde yer alanların ikiyüzlülü ğünü topluca ortaya serer.

Kadıköy’de, Ğazar Ağa’nın evi için bu bir skandal sayılmadı. Gerçek az çok duyuldu ise de, herkes Dikranuhi’nin u şaklardan birini ba ştan çıkardı ğı için kovuldu ğunu söyledi. Surpik Hanım ’ın dindarlı ğı hakkında bu vesileyle daha çok konu şuldu. Evinin ahlaki şöhreti sanki biraz daha arttı. O ğluna kız vermek isteyen kadınlar a ğız birli ğiyle annesini de, o ğlunu da övdüler:

37 Kastedilen, Surpik Hanım ’ın mütevelli heytinde yer aldı ğı Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi’dir. 38 Age, s. 42.

25

“Postalın biriydi.” diyorlardı hizmetçi için, “Böyle bir evin kıymetini bilemedi.” Piyasada, Ğazar Ağa’yla i şi olanlar da aynı fikirdeydiler. Ğazar Ağa’yla Surpik Hanım ’a acıyorlardı, onların yaptıkları iyilik kar şısında gördükleri nankörlü ğe şaşırıp duruyorlardı.. “Dünya bu...” diye tekrarlıyorlardı ba şlarını sallayarak. 39

Tüm ataerkil yapılarda oldu ğu gibi, kadının bir meta olarak görülmesinin ve de ğersizli ğinin bir sonucu olarak toplumsal bir uzla şmayla, yok sayılan, lakin i şlevsel olan yüz kızartıcı bir insan hakları ihlalidir E ğreti Gelin uygulaması. Batı ve do ğu toplumlarında oldu ğu gibi, Ermeni toplumuna da sirayet etti ği görülen bu uygulamanın, Zohrab’ın muhafazakâr ahlak anlayı şına ters geldi ği oranda, bu durumu ciddi bir insan hakları ihlali olarak gördü ğünü teslim etmek gerekir. Zohrab’ın ço ğu hikâyesinde gerçek ya şam öykülerinden esinlendi ği göz önüne alındı ğında, yazarın şekillenmi ş iç dünyasının imbi ğinden geçse de, dönemin burjuvazi sınıfı ve varsıl kesimi hakkında bize paha biçilmez bir fikir verdi ği de tartı şmasızdır. Hacı Dürük’ün yardımlarıyla Onnik’ten olan çocu ğunu do ğuran Dikranuhi, köydeki kocasını da zatüreden kaybeder. Kısa süre sonra çocu ğu da ölür. Dikranuhi, çocu ğunun cenazesini, tüm parasını harcayarak en iyi sınıftan kaldırtmak ister. Bu durum da alı şılmadıktır. Alı şıldık olmayan bir ba şka şey ise, çocu ğunu eski usül yerine, tabutla gömmek istemesidir.

(...) Sonra kiliseye gitti ve mümkün oldu ğu kadar görkemli bir cenaze töreni istedi ğini bildirdi. “Yazık sana kadın, paran yok.” dediler kiliseden. O ısrar etti, istedikleri parayı ödedi, bir sürü mum yaktırdı. Törende iki papaz bulunsun istedi. Toprakta ü şür korkusuyla yavrusunun ca ğ içinde gömülmesini istemedi; küçük çocu ğun içinde korunaca ğını dü şünerek bir tabut ısmarladı. 40

39 Age, s. 43. 40 Age, s. 44.

26

Bo ğos Levon Zekiyan “Ermeniler ve Modernite” adlı eserinde “Bütünsel Sekülerle şmeye Do ğru” ba şlı ğı altında bu konuda şöyle yazar:

De ğişime dair farklı örnekler verilebilir. 1870’lerde hemen hiç rastlanmayan tabut kullanımı da, yirmi-otuz yıl sonra sıradan bir hal almaya ba şlamı ştır. 41

Postal’da ironik bir biçimde, zengin bir aile, artık tedavülden kalkmaya yüz tutmu ş antidemokratik bir uygulama ile ele ştirilirken, kurban olan Dikranuhi ise Ermenilerde modernle şmenin kanıtlarından biri olan tabut kullanımıyla toplumdaki de ğişimin sembollerinden birisine dönü şüyor. Krikor Zohrab’ın mebuslu ğu döneminde kadın hakları ve gayrıme şru çocukların yasal durumuyla ilgili pek çok çalı şma yaptı ğı ve bu konuda kanun teklifi verdi ği bilgisi ise, bu hikâyenin ele alını ş nedenini daha anlamlı kılıyor. 42

2.1.3 Rahmetli

29 Eylül 1901’de Masis’te tefrika edilmi ş “Rahmetli” adlı öykü, daha sonra 1911’de “Lur Tsaver” (Sessiz Acılar) adlı kitapta yer almı ş. Hikâyede çar şıda acımasızlı ğı ile nam salmı ş kuyumcu Kevork A ğa’nın oğlu Nigo ğos’un yasak a şk macerası anlatılıyor. Hikâyede, “Geleneksel esnaflı ğın bütün yanlı ş ö ğretisi, riya ve kârdan ibaret ahlak anlayı şı bu kocamı ş kızda vücut buluyordu”43 şeklinde yer alan son derece sert ve net

41 Bo ğos Levon Zekiyan, “Ermeniler Ve Modernite”, Aras Yayıncılık, 2001. s. 94. 42 Zohrab, 18 Nisan 1911’deki 201. nolu zina konusundaki yasanın görü şüldü ğü Meclis’teki “veled-i zina”, yani gayrıme şru çocuk konusunda yaptı ğı ünlü konu şmasında, “…(öyle) bir Mecliste hakimiyet icra ediyoruz ki, biz orada hem müddei (savcı), hem de hâkimiz. Erkekler, kadınlar üzerinde olan hukukunu tahkim etmek için u ğra şıyorlar… Bu cürümde (zina) en büyük kabahat erkeklerdedir,” dedi ği bilinir. Kanunda geçen “Veled-i Zina” için ise, şöyle diyordu Zohrab: “20. asırda…ben bu nesebi tahrip meselesini anlayamıyorum…Kurun-u vustada (ortaça ğda) asilzadelik davaları vardı. O asırda ben falanın o ğluyum, falan benim ecdadımdandır, bu veled-i zinadır, piçtir tabirleri vardı. 20. asrın şerefi için ve bütün insaniyetin şerefi için bu tabirleri şiddetle reddederim; bundan sonra yeryüzünde yalnız insanlar vardır, veled-i zinalar, piçler yoktur.” 43 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus: Krikor Zohrab, Aralık 2001, Aras Yayıncılık, İstanbul, s. 56.

27 ifadelerle yine zengin esnaf sınıfının ahlaksızlı ğı ve çürümü şlü ğünü hedef alıyor Zohrab. Nitekim babasının baskısı altında onu bir kopyası gibi yeti ştirilen Nigo ğos A ğa da onlardan biridir. Babası öldükten sonra bile alaca ğı tüm kararları ona danı şmak gibi bir e ğilimi vardır. Onu ya şarken kar şı çıkaca ğını bildi ği konularda, o ya şıyormu şçasına hareket etmektedir. Ancak onun hikâyesi, eskiden yeniye geçi şin etkilerini, mutlak ve zorba iktidara kar şı direni şin üçüncü bir yolu oldu ğu temasını de işler. Babası Kevork A ğa eskiye aitken, o “arada”dır. Bu aradalı ğı Zohrab’a göre rahatsızlık vericidir; ama aynı zamanda, de ğişimin de izlerini ta şır: Kevork A ğa örne ği üzerinden, değişime direnen her yapı gibi içeriden çürüyen bir özellik atfediyor Zohrab esnaflı ğa. Evin geleneksel bir esnaf evi olması vurgulanırken, Do ğu-Batı ikili kar şıtlı ğında en belirgin ayraç olan zaman mevhumunun algılanı şına dair, evde duvarda asılı büyük, eskiden kalma, lakin çalı şmayan saat örne ği veriliyor. Do ğu’da zamanın de ğersizli ği, önemsizli ği, zamanın yava ş akı şı ve modern üretime dair her türlü yenili ği dı şlayan tembellik ima ediliyor. Nigo ğos A ğa’nın ailesi, geleneksel, dolayısıyla çürümü ş olan ne varsa onu temsil ediyor, Zohrab tarafından da yozluk ve çürümü şlükle mahkûm ediliyor.

Evleri geleneksel esnaf eviydi. (…) Solda, duvara dayalı bıronun 44 üzerinde eski günlerden kalma büyükçe bir saat, çalı şmamasına ra ğmen yıllardır yerinde dururdu…45

Nigo ğos A ğa’nın babasının yanında çalı şmaya ba şladı ğı yıl, yani yirmi ya şındayken yakınlarına yeni kom şular ta şınır. Bu aile dul bir kadın ve iki kızından ibarettir. Kevork A ğa’nın evi ne kadar geleneksel, ne kadar sessiz ve sönükse, bu ailenin ya şamı onlara bir o kadar tezat olacak denli canlıdır. Onlar batılı anlamda ya şayan, modern bir ailedir ve bu halleriyle sadece tezatlık de ğil, ciddi bir tehdit de içerir. Dul kadın, evde sık sık partiler verdi ği gibi, gelenlerin ellerini sıkıyor –ki bu geleneksel Ermeni toplumunda tahammül edilemeyecek bir davranı ştır- bununla da kalmıyor,

44 Dört be ş çekmeceli gö ğüs hizasında ah şap e şya. Aras Yayınevi’nin notundan. 45 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus: Krikor Zohrab, s. 47.

28 yüzünden tebessümü eksik olmuyordur. Yani Kevork A ğalar’ın –yani babanın mülkü olan ailenin tüm üyelerinin- alarma geçmesi gerekmektedir. Kevork A ğalar, tabii ki Kevork A ğa demektir:

Onların, burunlarının dibinde sürdürdükleri şen şakrak ya şantıları, kendi sessiz, sönük ya şamlarıyla uyumsuz ve alay eder gibiydi sanki. Hem kadın, gelen giden konukların ellerini sıkıyor ve dudaklarından gülümsemeyi eksik etmiyordu. Bütün bunlar tehlikeli yakınlaşmalardı ve Kevork A ğalar’ın temkinli olmasını zorunlu kılıyordu. 46

Dul kom şunun de ğişen toplumu temsil eden, geleneksel toplumla çeli şen pek çok yönü daha mevcuttur. Bunlardan en önemlisi ise, kadının dul kalmadan evvel kocasından, üstelik bo şanmadan bir süre ayrı ya şamı ş olmasıdır. Aslında Zohrab’a göre kadın tüm bunları “geleneksellik içinde kalarak” da yapabilirdi. O da ancak, bunu gizleyebilecek sınıfsal statü ve yeterli parası olması ile mümkündür. Nitekim dul kadın geleneksel toplumdan ayrı dü şme cesaretini gösterirken, bunun için yeterli gelire de sahip de ğildir. Yani sınıfsal zafiyete de sahiptir. Evin kızlarından Sofi’ye sevdalanan Kevork A ğa’nın o ğlu Nigo ğos için, a şklarının babası tarafından onaylanması yönünden artık hiçbir şans kalmamı ştır:

Ayrıca kocasının sa ğlı ğında da bir süre ondan ayrı ya şamı ştı. Geliri de önemsizdi ve zengin insanlarmı şçasına sürdürdü ğü savurgan hayat tarzı, kızlarını evlendirmek için giri şilen bo ş bir çabadan ibaretti. Özellikle bu son bilgi, Kevork A ğa’nın kalan saygısını da yok etti. Esnaf lar, daima kendilerinden zengin olanların önünde e ğilmeye ve daha az varlıklı olanlara kar şı küstah davranmaya alı şıktır. Kevork A ğa, Nigo ğos’un a şkını

46 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus. Aralık 2001, Aras Yayıncılık. Masis 19 Eylül 1892, Sessiz Acılar 1911, s. 49.

29

sezmi ş gibi, kar şısına çıkan herkese şöyle diyordu: “Ben çocuklarıma dile düşmü ş bir kadının kızını almam.”47

Nigo ğos gerçekten de tam bir geçi ş a şaması prototipidir. Arada’dır. Lakin edilgenli ği onu geçmi şe tabi kılar. Eskiyi ve totaliterli ği temsil eden babası Kevork A ğa’ya kar şı duramaz, kendi yolundan gidemez. Hakkını aramak yerine hastalanır. Böyle bir şeye kalkı şmak ölümden beter gelir ona.

Nigo ğos bu kesin ve korkunç hüküm kar şısında yıkılmı ş kalmı ştı. Fakat artık çok geçti. Genç adama babasının güçlü iradesine kar şı gelmektense ölmek daha kolay geldi, hastalandı. Bir süre sonra kom şuları da daha uzak bir soka ğa, Ku şdili tarafına ta şındılar. 48

Zohrab bu duruma çok olumsuz yakla şsa da, aslında kendine göre bir direni ş yolu seçmi ştir Nigo ğos. Yıkamayaca ğını öngördü ğü babasının iktidarının arkasından dolanmı ştır. Nigo ğos bu aradalı ğa münasip bir strateji kurar kendine: Sofi ile evli gibi ya şamaya ba şlar. Hatta tüm bu gayrime şrulu ğa ra ğmen, me şru bir evlilikten çok daha ba ğlı kalırlar sözlerine:

Gizli a şkına ve sözüne sahip çıktı. Dünyada Sofik’ten ba şka kadın tanımadı. Bir yemine bundan daha sadık kalınamazdı. Böylece, muhakemesinin dar çerçevesinde a şkını ve babasına itaat etme zorunlulu ğunu ba ğda ştırmı ştı. Babası, bu kızla evlenmesini istemezdi, i şte kendisi de evlenmemi şti; fakat bir delikanlı ve hatta yeti şkin bir insan olarak bir kadını sevebilirdi ve bu gerekçeyle Sofik’ten ayrılmadı. 49

47 Age, s. 49-50. 48 Age, s. 50. 49 Age, s. 50-51.

30

Zohrab bu ba ğda şmayı olumsuz bir şey gibi sunsa da, aslında bunu bir tür direni ş olarak da görmek mümkündür. Zohrab iki eri şkinin birlikte ya şamasını bir ahlak sorunu ve Sofik’i ma ğdur eden bir erkek bencilli ği olarak görmekte. Bununla birlikte Nigo ğos A ğa ne de olsa Sofik’e sonuna kadar ba ğlı kalmı ş, onu bencilce kullanmamı ştır. Di ğer yandan, Sofik’ten olan iki çocu ğuna “resmen” sahip çıkmamı ştır. Hikâyede Nigo ğos bu tercih yapamamı şlı ğı ile, babasının ölümünden uzun sayılmayacak bir süre sonra, tıpkı onun gibi kalp krizinden vefat eder. Muhtemelen geçirdi ği bir iç kanama nedeniyle cenaze a şırı derecede kokmaktadır. Zohrab bu kokuyu, bu bencil adamın ahlaki çürümü şlü ğüne veriyor. Öyle ki, ne serpilen kolonyalar, ne tütsü, ne tabutu kaplayan birinci sınıf kadife örtü, ne de sahte övgüler bu kokuyu bastırabiliyordu. Zohrab, Nigo ğos A ğa’nın şahsında, varsıl sınıfın ahlaki çürümü şlü ğünü yine lanetlemeye koyulmu ştur.

İş te bu bastırılamayan koku şmu şluk, bu adamın yok olu şunun simgesi gibiydi; her bencil ya şamın sonunda, mezar çukuruna varmayı bile beklemeden, dı şarı fı şkırıveren bir simge. (…) Ne gümü ş parıltılı geni ş haçıyla tabutu kaplayan kilisenin birinci sınıf kadife örtüsü, ne de bu adama yöneltilen onca övgü ortadaki kanlı irinin i ğrençli ğini azaltıyordu. 50

Tıpkı “Postal” adlı hikâyede Surpik Hanım ve Ğazar Ağa’ nın sadece varsıl olması nedeniyle toplumsal bir uzla şıyla, fakirlerin ba şına geldi ğinde onları yok edecek ahlaki ve hukuki suç ve ayıpları görmezden gelinmi şse, burada da Nigo ğos A ğa’nın evlilik dı şı ili şkisi ve do ğan iki çocu ğu toplumca görmezden gelinmektedir. Nigo ğos A ğa’nın cenazesinde bu gerçe ği fısıldayan “münasebetsiz” bir ki şiyi ise kimse duymak istemez:

Seçkin bir kalabalık cenazenin ardından gidiyordu. Herkes a ğız birli ğiyle onu övüyordu. Böyle toplantılarda eksik olmayan bir

50 Age, s. 55.

31

dedikoducu, rahmetlinin resmen tanımadı ğı iki çocu ğu oldu ğunu söyledi. Herkes bunu duydu, fakat kalabalı ğın gözünde bu adamın namuslulu ğu zaten o çocukları tanımamasında yatıyordu. Bu dü şük çeneliye yüz vermediler ve ona ters ters baktılar. 51

2.1.4 Dönü ş

Krikor Zohrab’ın Masis dergisinde tefrika edilip daha sonra “Hayat Oldu ğu Gibi” adlı hikâye kitabına aldı ğı “Dönü ş” isimli öyküsü, dönemin Ermeni toplumunda a şk, cinsellik, kadın-erkek ili şkileri ve evlilik üzerinden ya şanan de ğişime önemli tanıklıklar içermektedir. Çılgınca ya şanan bir a şk hikâyesi, erke ğin- güçlü ihtimalle bu ki şi Krikor Zohrab’ın kendisidir- kadından so ğuması üzerine biter:

Söylemeye utanıyorum, ama bir sarma şığınki gibi hafif sarılı şları de ğişken, genç ruhumda bir zincirin a ğırlı ğına dönü şüyordu. Sevgisi beni yoruyordu. Ah ne yazık! Yorgunluk, gittikçe daha çok çöküyordu üstüme. 52

Zohrab bu öyküde, a şkı, evlili ği, ili şkilerin nevini analiz eder. Dönemine göre son derece açık ve modern bir ili şki ya şamı şlardır. Yazarın ima etti ğine göre, ileri bir cinsel yakınla şma da olmu ştur aralarında. İli şkileri, geleneksel toplumun de ğer yargıları ve evlilik kurumundan beklentisiyle çeli şir şekilde, evlenmeye yönelik de ğil, a şkı tatmaya ve haz almaya dönüktür. Krikor Zohrab’ın çok genç ya şlarında Makrik’le ya şadı ğı bu açık a şk ili şkisi, -onun

51 Age, s. 55. 52 Age, s. 59.

32 henüz entelektüel çevrede olmadı ğı göz önüne alınırsa-, dönemi için oldukça cüretkâr bir ya şam biçimiydi. Yaşanan gerçekten tutkulu bir a şk ili şkisidir. Krikor’un a şk enerjisi erken tükenmi ş, Makrik’inki ise sürmektedir. Makrik, Krikor için varlı ğının yük olmaya, sonun da yakla şmaya ba şladı ğını fark eder:

İki gün sonra, ok şamalarına teslim oldu ğum sırada, gözümün içine dikkatle bakarak, ruhumun derinli ğini okuma çabasıyla sorardı: __Canım gelecek hafta kalkıp biriyle evleniresem ne yaparsın?” __Sen böyle bir şey yapmazsın! 53

Ama bu sözlerin üzerinden sadece üç gün geçmi ştir ki, Makrik bir ba şkasıyla aniden evlenir. İli şkileri beklenmedik şekilde biter... Bu ayrılıktan tam on iki yıl sonra, Alemda ğ’da bulunan kilisede bir törende kar şıla şır Krikor ile Makrik. Yıllar sonra ya şanan bu kar şıla şma, onların birbirlerine olan o gençlik a şkının ne kadar güçlü oldu ğunu kanıtlar. Makrik, kendisinden ya şça büyük, çok zengin bu adamla Krikor’dan uzakla şmak için evlenmi ştir. Adam İngiltere’de komisyonculuk yapmaktadır. Krikor, sonradan yaptı ğı küçük bir ara ştırma ile bu ani izdivaçla ilgili tüm gerçekleri ö ğrenmi ştir:

Kocası varlıklı ve ya şlı bir adamdı. Bu, dü şlenen bir beraberlik de ğildi. Adi ili şkilerden biriydi, evlenmeden çok bir çiftle şme. Nikâhla kutsanması ne onu soylula ştırabilir, ne de haklı gösterebilirdi. Aralarında ne ruhsal, ne de fikirsel bir uyum vardı. Ne ö ğrenim bakımından, ne de duygusal olarak ahenk vardı. Ya ş olarak denk de ğillerdi. Bu iki ki şinin birbirine yakla şımı, iki öküzün çifte sürülmesinden daha kabaydı, çünkü orada hiç de ğilse renk, ya ş ve güç uyumu aranırdı. 54

53 Age, s. 62. 54 Age, s. 64.

33

İlk a şk hikâyesinin Zohrab’ın çok genç zamanlarında ya şadı ğını bildi ğimize göre, bu dönem yüzyılın son çeyre ğine denk gelmektedir. Hikâye tam bir yeni jenerasyon hikâyesidir. Cemaatin kadın-erkek ili şkisi, flört ve evlilik üzerine geleneksel tavrında kavram olarak dahi yeri olmayan “zevk için cinsellik”, “aşk”, “ruhsal ve fikirsel uyum” gibi unsurlar yeni neslin yeni de ğerleridir. Kaldı ki, erkek kadın ili şkisi arasında aranan bu yeni mevhumlar, kadın-erkek e şitli ğini de güçlü bir biçimde vurgulamaktadır. “Uyum” konusu, ataerkinin kar şı cinse kurmaya çalı ştı ğı tahakkümün altını oyan bir yeniliktir. Ruhsal, fikirsel uyum ve a şka dayalı ili şki, evlili ğin sosyo-ekonomik karakterini de kadının lehine de ğiştirmektedir. Bunda, şüphesiz biraz ileride de ğinece ğimiz Ermeni kadınlarda neredeyse Avrupa’yla e ş zamanlı ve şaşırtıcı bir dinamikle İstanbul ve Anadolu’ya geçen feminist hareketin de etkisi mevcuttur.

Nitekim geleneksel toplum ve yeni nesil arasındaki kopu ş ve görü ş ayrılıkları, Zohrab’ın geleneksel cemaatin evlili ğe bakı şını tasvirine de yansır. Makrik’in kocası zengin Ermeni tüccarın –ki kendisi diaspora üyesi olmakla beraber tutuculu ğunu muhafaza etmektedir- evlenmek üzere İstanbul’a geli şini ve Makrik’i nasıl buldu ğunu anlatırken, oldukça serttir de:

Burada, kılavuzlu ğu seven Ermeni tüccarların karıları onun üstüne titriyor, para sahibi oldu ğunu bilerek aralarında payla şamıyorlardı. Kiminin ona be ğendirecek bir kız karde şi, kiminin bir ye ğeni vardı. Bu bo ş çabalar, küçük entrikalar, bazen kötülük ve kıskançlık üzerine kurulu yarı şlarla tükeniyordu. Biri yeme ğe, di ğeri ak şam kabulüne ça ğırıyor, adam bu rakip davetler arasında şaşırıp kalıyordu. Gerçi o da birçokları gibi, İstanbul’a, özel olarak evlenmeye gelmi şti. Böyleleri, evlenmek için bir globe-rotter [gezgin] misali, kız almak için buralara gelirler. 55

55 Age, s. 65.

34

Ermenilerde bugün halen görülen bir uygulama ile, bir diaspora Ermenisinin, öz vatanına gelerek evlenmek üzere kendi ırkından bir e ş araması ilginç bir kar şıtlı ğın aynı eylemde bulu ştu ğu bir durumdur. Diaspora’daki Ermeni, bulundu ğu yabancı ülkede kimli ğini korumak ve geleneklerini ya şamak üzere “geriye” do ğru ilerlerken, bu evlili ği kabul eden İstanbullu ki şi, batıya do ğru ilerlemektedir. Ço ğunlukla, bu tip izdivaçlarda, geleneklerini ve kültürünü korumak için “bozulmamı ş” otantik bir Ermeni e ş arayan diasporalı Ermeninin teklifi, İstanbullu Ermeni için bir batı ülkesine göç etme arzusu nedeniyle caziptir.

2.1.5 Kilisenin Avlusu

“Kilisenin Avlusu”56 isimli hikâye, ya şı haylice geçkin olan kıdemli papaz Der 57 Apraham’ın hatıralarından yola çıkar ve cemaat ya şantısındaki de ğişime ayna tutar. Özellikle de, Osmanlı’da batılıla şma hamleleri ve Tanzimatla birlikte cemaatte gittikçe daha ba şat bir rol oynayan amira sınıfı hakkında da bize fikir verir. Krikor Zohrab’ın didaktik tavrı, bu hikâyenin dilinde de kendini gösterir. Amira sınıfının yozlu ğunu ortaya sererken, o yozlu ğun kar şısında Der Apraham’ın şahsında dikilen kar şı modelin de artık işlevselli ğini, gerçekçili ğini yitirdi ğini gösterir. Seküler topluma geçi şte, tüm imkânların ve kazanımların yanında, ödenecek bedelin de ne oldu ğun gösterir biraz da. Aslında bu, Batı-Do ğu kar şıla şmasında, Batılı de ğerleri ve de ğişimi tutkuyla arzu ederken, kategorik olarak “biz”e ait olan her şeyi dı şlamamama, iyi olanı muhafaza etme endi şesinin tipik bir dı şavurumudur. Nitekim, tamamen pre-modern, tarih dı şı bir karakter olan kıdemli papaz Der Apraham’ın kar şısına, bir de ‘zeitgeist’a sahip bir episkopos modeli yerle ştirilmi ş, bu modelin soruna yakla şım biçimindeki dü şüncenin dı şa vurumuyla, kilisenin modern zamanlara uyum göstermesi ve de ğişimi algılaması gerekti ği mesajı verilmi ştir.

56 Luys dergisi, (5 Temmuz 1908), “Hayat Oldu ğu Gibi” (1911). 57 Ermenice sahip/efendi. Genellikle papaz isimlerinden önce kullanılan hitap şekli.

35

Sahip oldukları milli ve ba ğımsız kilise için tarihte çok büyük bedeller ödeyen Ermeniler, Büyük Dikran zamanında kurulan imparatorluk ve Kilikya’daki Ermeni devletinin yıkılmasından ba şka uzun süreli devletleri olmamakla, kültür ve geleneklerini kilisenin sa ğlam geleneklere ba ğlı kadim organizasyonu altında sürdürebilmi şlerdi. Bu nedenle, Batı’da ya şanan türden Kilise’yi hedef alan bir sekülerle şme sava şı olmadı ğı gibi, modernle şme, sekülerle şme, ba ğımsızla şma ve iktidar kavgası kilisenin bu hayati rolü nedeniyle batıdaki gibi sert ya şanmamı ştır. Ermenilerde ya şanan bu nevi şahsına münhasır durumu di ğerlerinden ayırmak için Bo ğos Levon Zekiyan “Bütünsel Sekülerle şme” terimini kullanır. Zekiyan bu durumu şöyle açıklamaktadır.

Kanımca Zartonk (1840-1915 yılları arasında ya şanan, özellikle de edebiyatta kendini gösteren uyanı ş dönemine verilen isim) en do ğru biçimde ve tüm yönleriyle tanımlayan kavram “Bütünsel Sekülerle şme”dir. (...) Bütünsel sekülerle şme, Ermeni toplumu ve ya şamında egemen olmu ş bir ideoloji olarak, Fransız devrimi ve sonrasında Avrupa’da ya şanan sekülerle şmenin herhangi bir evresine tekabül etmez. Yalnızca, Kilise’nin ve din adamlarının kültürel hâkimiyetinin sona ermesi, bunun bir sonucu olarak da halk kitlelerinin entelektüel özgürle şmesi anlamına gelir.

Bu özgürle şme, yine Batı’daki benzerinden biraz farklı biçimde ele alınmalıdır. Batı’da söz konusu özgürleşmeyi büyük ölçüde ruhbanlık ve din kar şıtı akımlar belirlemi şlerdir ve bu akımlar en azından kısmi olarak, yüzyıllar boyu hüküm süren ruhbancılı ğa kar şı geli şen tepkiler olarak açıklanmalıdır. Ermeni dünyasında ise Kilise, yetki alanını geni şletmek gibi bir amaç pe şinde ko şmamı ş, kendi hizmet alanı içinde kalarak, teokratik bir ba ğlamda da olsa, özellikle Ermenilerin hayatta kalma davası için çalı şmı ştır. Kilise, Ermeniler’in ulusal bilinci ve kollektif imgeleminde, her zaman, ulusal kimli ğe ili şkin referans noktası

36

olarak yer almı ştır. Bu nedenle, Ermeni sekülerle şme sürecinde Batı’daki gibi travmatik kopu şlar ve Kilise’ye kar şı dü şmanca tavırlar söz konusu olmamı ştır. 58

Zekiyan’ın bu tesbitine güçlü bir örnek olan Zohrab’ın “Kilisenin Avlusu” hikâyesindeki din adamı Der Apraham İstanbul’da, Ermenilerin yo ğun bulundu ğu Bo ğaz köylerinden birinde bulunan bir kilisenin ba şpapazıdır. Zohrab hikâyenin hemen giri şinde, onun nasıl biri oldu ğunu anlamamıza yardım eder:

Der Apraham, ya şantısında maddi ili şkilerden sıyrılıp üst bir dünya düzenine adım atmı ş ender ya şlılardandı. Tutku ve beklentilerin tümüyle dı şlandı ğı bir ya şam, bir tür yücelmeydi onunki. (...) Der Apraham’ın büyük bir dü şünsel yetene ği yoktu, ama belle ği di ğer duyularının zayıflaması oranında kuvvetlenmi ş, sönmeye yakın bir kandilin son parıltısı gibi yeniden canlanmı ştı. 59

Zohrab’ın kurguladı ğı Der Apraham tiplemesi, maddi ili şkileri, tutku ve beklentiyi tamamen dı şlayan bir “yücelme”yi ima ediyor. Zohrab, Bo ğos Levon Zekiyan’ın “Kilise’nin Batı’daki süreçten ayrılan biçimde ya şama müdahale ve iktidar alanını geni şletme çabasında bulunmadı ğına” dair tesbitine münasip şekilde, Der Apraham’ın şahsında “üst dünya düzeni”ne adım atmı ş bir kilise görevlisi tipini, zaman dı şı kalmı şlı ğın, tedavülden çıkmı şlı ğının oldu ğu kadar, Ermeni milletinin tüm yüce de ğerlerinin bir kumbarası oldu ğunu dü şündü ğü “gelenek”le de özde şle ştirerek bize sunuyor. Dü şünsel yetene ği olmaması, ya şının ilerlemesine ra ğmen belle ğinin şaşırtıcı biçimde keskinle şmesi, Zohrab’ın terminolojisinde, şimdiki zamanın, geçmi şten ve gelecekten ayrı dü şünülemeyece ğine yönelik yaptı ğı bir göndermedir. Apraham gibilerinin “şimdi”ki zamanda yerlerinin

58 Bo ğos Levon Zekiyan, “Ermeniler Ve Modernite”, Aras Yayıncılık, 2001. s. 89. 59 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus. Aralık 2001, Aras Yayıncılık. Masis 19 Eylül 1892, Sessiz Acılar 1911, s. 75.

37 olamayı şı, nostaljik bir hüznü aktarmaktan çok, Ermeni milletinin, Der Apraham gibilerinin sayesinde ta şınan kültürel de ğerlerine her zaman sahip çıkması gereklili ğini vurgular. Der Apraham artık “mazi”ye aittir ve bu durum, Zohrab’ın hikâyesinde dramatik bir biçimde anlatılmış, Der Apraham’ın i şlevsizli ği ve fikirlerinin geçersizli ğine bir a ğıt haline dönü şmü ştür. Ermeni toplumu modernle şmekte ve zaman ayak uydurmaktadır. Bu iyi ve gerekli bir şeydir. Ama bunun yöntemi ve bedeli ne olacaktır? Der Aprahamlarını tamamen gözden çıkaran bir milletin, geçmi şsiz, de ğersiz ve köksüz kalaca ğı a şikârdır.

Zohrab, hikâyesinde, Der Apraham’ın savundu ğu “de ğerler ile zaman dı şı kalmı şlı ğının” ne derece göreceli oldu ğunu okuyucuya anlatmak ve onu şimdiki zaman için anlamlı hale getirmek ister. Bunun için dinadamının gençli ğinden bir ara hikâyeci ğin yardımına ba şvurur. Der Apraham, dinadamı olmadı ğı delikanlılık döneminde bir köy okulunda öğretmenlik yaptı ğı ve ailesini zar-zor geçindirdi ği sırada ba şına gelen o naho ş olaydır bu. Ba şı okulun mütevelli heyeti ba şkanı ve bir Amira olan Se ğposyan Mıgırdiç A ğa ile belaya girmi ş, kendi halinde, munis bu genç öğretmenin hiçbir suçu ve ortada da bir sebep de olmadı ğı halde bir sürü hakarete u ğrayıp, Amira tarafından işinden kovulmu ştur.

O zamanki a ğaları çok iyi anımsardı. Hepsi Amira ydı, birço ğu da sarraf. Tabii ki ö ğrenim görmemi şlerdi, hatta e ğitimli bile de ğildiler. Onların kar şısında her dakika ete ğini toplar görünmek zorundaydı. Ama bunun yanında, bu a ğaların, kesinlikle saygı uyandıran öyle meziyetleri vardı ki, o zaman terazinin kefesi sempatiden yana a ğır basardı. 60

Burada Amira sınıfına oldukça objektif bir analiz yapıldı ğı gözlemleniyor. O dönemde Amira sınıfı ile yeni aydınlar arasında ya şanan gerginlik, nihayetinde ideolojik bir çatı şmaya dönü şmü ştür. Geleneksel

60 Age, s. 76.

38

Ermeni tarihçili ği ve özellikle Sovyet Ermenistan tarihçili ği Amira sınıfını muhafazakâr olmak ve ba ğnazlıkla yıkamı ş olsa da, yeni aydınlardan biri olmakla Zohrab’ın yukarıdaki alıntıda oldu ğu üzere, Amira sınıfını daha so ğıkkanlı süzebildi ği görülüyor. Evet, bu ki şiler e ğitimsiz, ö ğrenim görmemi ş, patavatsız, kültürsüz, lakin ticari ve devletle yürtülen ili şkiler noktasında üstün bir dehaya sahip ki şilerdi. Ancak bu durum, saray ile girdikleri yakın münasebetlerde edindikleri bilgi ve tecrübeyle, devlet i şini, aydınlardan daha iyi anlamı ş oldukları olasılı ğını yüksek tutmaktadır. Zohrab’ın ima etti ği, lakin saygıya de ğer “meziyetler” arasında, belli ki bu zeka yatmaktaydı. Zohrab, di ğer genç aydınlar gibi Amira mevzuuna kategorik olarak bakmadı ğını bu hikâyede göstermektedir. Mıgırdiç A ğa, genç ö ğretmen Bedros’u (Bu isim, Der Apraham’ın dinadamı olmadan sahip oldu ğu asıl ismidir) bir can sıkıntısı anında okuldan kovmu ştu. Korku ve endi şe içinde evine giden Bedros, nasıl olup ta A ğa’nın hiddetini dindirip okuldaki vazifesine geri dönebilece ğini dü şünüyor, bu arada aç kalma tehlikesi de onu iyiden iyiye zorluyordu. Tam da Paskalya öncesi dönemdedirler ve bu içlerinde bulundukları durumun vahametini daha bir belirgin hale getirmektedir. Evine u ğrayan birkaç dost kendisini ziyarete gelmi ş ve ona A ğa’ya i şledi ği kusur için özür diledi ği bir mektup yazmasını tavsiye etmi şti. Bedros sabaha kadar bu mektup üzerinde çalı şmı şsa da, kendini yeteri kadar acındıramadı ğını dü şünerek, mektubu be ğenmemi şti. Ertesi gün mektubun yazılı şını ba şka bir zaman ertelemi şti ki, büyük bir sürpriz gerçekle şir:

Birden evde bir karga şa oldu. Karısı, çocukları kapıya ko şmu şlardı. O a ğır ve sallantılı yürüyü şüyle a ğanın ta kendisiydi merdivenlerden çıkan. Hoca ko ştu, kar şıladı onu. Gördü ğüne inansa mı, inanmasa mıydı? Ne amaçla gelmi şti? Ağa sormasına fırsat bırakmadı, zavallı hocanın titreyen sıska elini çekti, öpüp alnına götürdü. __Hoca i şledi ğim kabahat için beni ba ğışla” dedi yumu şak bir tonla. Kalbimde böyle bir yükü ta şımak istemedim bu günlerde.

39

Yalvarırım beni ba ğışla. Ben senin aya ğına gelmeye karar verdim. __Ben her daim sizin sadık kulunuzum, hata bendeydi. __ Şu andan itibaren okul yine senindir. Kâtibim sana Paskalya masraflarını kar şılamak için bin kuru ş getirecek. Ama bana kar şı kin gütmemen için sana yalvarıyorum. Beni affet ki kilisede kutsal ekmek alabileyim. Kin tutmak mı? Affetmek mi? Gerçekte kendisi a ğanın elini aya ğını öpmek için dayanılmaz bir arzu içindeydi. Se ğposyan Mıgırdiç A ğa öldü ğünde, kendisi kiliseye papaz olarak atanmı ştı zaten. 61

Amira sınıfının Patrikhane ile yakın ili şki içerisinde oldu ğu, bu ili şkide geleneklere itaatin de önemine vurgu yapmak gerekir. Nitekim tüm semtçe duyulan ve yakında dinadamı olacak bir öğretmene yapılan hakaret, Amira’nın tüm gücüne kar şın üzerinde ta şıyabilece ği bir yük de ğildir. Kutsal Kominyon alabilmesinden ziyade, o dönemde itibarın en önemli hususiyetlerinden biri olan öldükten sonra bir kilisenin bahçesine defnedilme hakkını tehlikeye atabilecek bir hareket kabul edilemez. Ancak, Amira’nın ölümünden sonra, akrabaların Kilise Yönetim Kurulu ile yaptıkları pazarlık, dönemin yeni burjuvazisi ve 1863 tarihinde ilan edilen Ermeni Nizamnamesi’nin Ermeniler üzerindeki etkisini de gösterir. Zekiyan’a göre, bu Nizamname, pek çok maddesiyle, halkın cemaat i şlerine ve kilise yönetimine önemli ölçüde katılımını sa ğlayan Mahalle Komitelerinin (Ta ğagan Ğhorhurt) kurulması örne ğinde oldu ğu gibi, Avrupa’nın bazı yerlerindeki uygulamalarla kar şıla ştırıldı ğında bile zamanın ötesine geçer. 62

Nitekim Zohrab’ın “Kilisenin Avlusu” hikâyesinde, Amira sınıfından önemli bir şahsın, vefatından sonra gömülmeyi vasiyet etti ği kilise avlusundaki mezarlık için yeni bir uygulama olan Kilise Yönetim

61 Age, s. 77-78. 62 Ermeniler Ve Modernite. Aras Yayıncılık, 2001. s. 102.

40

Kurulu’nun devreye girdi ği ve hiç de az olmayan bir parayı burada gömülme ayrıcalı ğı kar şılı ğında Amira ailesinden aldı ğını görüyoruz. Aşağıdaki alıntıda, daha çok küçük esnaftan olu şan yönetim kurullarının amiralarla girdikleri mücadelede aldıkları bu imtiyaz ile, onlarla pazarlık edecek, hatta reddedecek pozisyona ula ştıkları görülüyor. Bu durumu Mahalli Komite’nin ba şkanı olan zat bizzat ifade etmektedir.

Kilisenin yönetim kurulunda o Pazar önemli bir oturum vardı. Alçak sesle yapılan fikir alı şveri şlerinden sonra ba şkan hiç duraksamadan önerinin kabul edilmesine taraftar oldu. ‘Ben içtenlikle fikrimi bildireyim... Kilisede gömülmesine taraftarım. Böyle bir zamanda yüz elli lira önemli bir paradır. Çan kulesi yıkılmak üzere ve daha pek çok onarım i şleri var. Evet, bu iyi paradır, içtenlikle söylüyorum.’ 63

Ermenilerin sekülerle şmesinde Ermeni Nizamnamesi’nin önemli bir kırılma noktası oldu ğu, esnaf ve Anadolu’nun ruhani ve cismani i şlerin ayrılmasıyla kilisede ve dinadamlarından ba ğımsız hareket edebildikleri de aynı hikâyenin devamında kendini gösterir. Evet, siviller daha geni ş bir katılımla toplumla ilgili kararlarda etkin olmaya ba şlamı şlardır. Lakin bu yeni katılım, Amira sınıfının Patrikhane ile payla ştı ğı yönetim zihniyetinde çok da fazla bir de ğişim yaratmamı ştır. Merkezde, ileride daha geni şçe görece ğimiz üzere, Ermeni toplumunun sahip oldu ğu organizasyonun ihtiyaç duydu ğu dev bütçenin sa ğlanması sorunu, bu küçük mezarlık pazarlı ğında kendini gösterdi ği üzere, ciddi bir sorundur ve ciddi bir işbirli ğini gerektirmektedir. Bugün bile hâlâ de ğişmeyen kural, toplumun kimler tarafından ve ne derece demokratik yönetilece ğinin bu bütçeyi kimin sa ğladı ğı ile ilgilidir. Osmanlı, uygulayageldi ği tabaa rejimi ile gayrımüslimlerin güvenli ğini sa ğlamakta, onlara göreceli bir özgürlük vermekte, bunun kar şılı ğında a ğır vergiler almaktadır. Lakin Ermeni toplumunun ihtiyacı olan hizmetlerin bütçesi de yine cemaat tarafından

63 Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus. Aralık 2001, Aras Yayıncılık. Masis 19 Eylül 1892, Sessiz Acılar 1911, s. 78.

41 kar şılanmaktadır. Bu kural Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da de ğişmemi ş, vatanda şlık haklarından yararlanamayan Ermeniler, vatanda şlık ödevlerini yerine getirirken, bir vatanda ş olarak devletten alacaklandıkları hizmeti tahsil edememektedir. Bu durum, Patrikhane’nin çevresinde zenginlerden olu şan bir hale yaratmı ş ve Ermeni toplumunda her zaman bir merkez-çevre gerilimi olmu ştur. Günümüzde, 19. yüzyılın Patrikhane-Amira-zengin esnaf ili şkisinin biçmi bu de ğişmeyen durum neticesinde, aynı karakterini korumaktadır. Bu olumsuzluk, toplumun entelektüel birikiminin cemaat için kullanılmasının önünde bir engeldir ve toplumu yöneten kuralların arkaik kalmasına, bir türlü sekülerle şememesine yol açmaktadır. Bu dengesiz durumun Türkiye Cumhuriyeti döneminde korunması hatta Lozan’daki hakların dahi kısıtlanması ile daha da kötüye gitmesi devletin bilinçli bir seçimi oldu ğunu akla getirmektedir. Öte yandan, vatanda ş haklarının kısıtlandı ğının ve devletin kendilerini korumak zorunda oldukları yakıcı bir güç olduğu mesajını alan Ermeni toplumu da, her iki dönemde de, kendi aralarında uzla şmaya, merkezi, yani Patrikhane’yi zayıflatmamaya özen göstermi ştir. Devlete kar şı kendisini sürekli koruma eğiliminde olmanın getirdi ği bu uzla şma durumu, şüphesiz toplum içinde filizlenecek muhalefetin de sesini sürekli kısan bir etkendir. Muhalefet bu kadar silik oldukça, de ğişim gelmeyecek, varolan durumun muhafaza edilmesi asgari mü şterek olacaktır. Nitekim Zohrab’ın hikâyesinde de, kilisenin yönetiminden sorumlu Mahalli Komite’nin ba şkanı, siyaseten eski gücüne asla sahip olmayan Amira ailesine madden muhtaç olduklarını bilmektedir ve buna göre davranacaktır. Bu arada kilisenin bahsi geçen dev bütçenin sa ğlanabilmesi için ya şadı ğı savrulmaya ince bir ele ştiri de eksik olmaz.

Gerçekten de yüz elli liranın bu fakir kiliseye epey bir yararı olacaktı. Öte taraftan, belirsiz ve sa ğır bir duygu kendisinin de ileride ufak bir para kar şılı ğında bir kilise avlusuna gömülebilece ğini söylüyordu. Neden olmasın? Büyük sanayi bu

42

yüzyılda her şeyi ucuzlatmı ştı, kilise de saygınlık ve ölümsüzlük ücretlerini dü şürmeliydi. 64

Amiranın ailesi ile 200 lirada anla şılır. Kararı duyan Der Apraham’ın ba şına on katlı apartman yıkılmı ş gibi olur. Zamanında kendisini okuldan kovan bu Amiranın ne kadar ahlaksız bir adam oldu ğunu yönetim kuruluna hatırlatır. Zaten tam da bu yüzden fiyat 150’den 200 liraya çıkarılabilmi ştir ya! Naz eden aileye, Amiranın yedi ği haltlar, gayrime şru çocuklar, vs. açıkça hatırlatılmı ştır. “Haklısın” derler Der Apraham’a, ama kilise sadece duayla da ayakta duramaz ya. Binanın onarılması gerekmekte ve çan kulesi de yıkılmak üzeredir.

Der Apraham kıdemli papazı oldu ğu kilisesindeki bir tasarrufa engel olamamaktadır. Hemen ba ğlı oldu ğu bölge episkoposunda 65 solu ğu alır. Episkopos, yaşadı ğı ça ğı daha iyi anlamı ş, bunu da inancıyla uzla ştırmı ş bir ki şidir. Zohrab onu “Dünyanın sadece kutsal kitaptaki gerçeklerle dönmedi ğine inanmı ş, okumu ş, deneyimli bir dinadamıydı”66 diye tanımlıyor öyküde. Der Apraham’ı dinleyen episkopos, onu bu i şe muhalefet etmemesi için ikna etmeye çalı şır. Onu, durumu anlamaya, aslında ça ğını anlamaya davet eder. Kilise e ğer ça ğa ayak uyduramazsa, temelden yok olacaktır. Yok olmamanın tek ko şulu uyum gösterme becerisinde sahip olmaktır. Der Apraham gibilerinin artık miadı dolmu ştur. Kıdemli papazın ödün vermedi ğini görünce daha açık konu şmak zorunda kalır.

O dedi ğin ilahiyattır, ama gerçek farklıdır. Bu yüzyılda dinsel inançlar bir krizle kar şı kar şıya. Onları ileri noktalara götürmek yeni kırgınlıklara yol açabilir. Bundan sakınalım Der Apraham, sakınalım! Tarih gösteriyor ki her toplumda sınıf farklılıkları

64 Age, s. 78. 65 Bir co ğrafi bölgeden mesul yüksek dereceli dinadamı. Burada muhtemelen Bo ğaz’ın Avrupa yakası ruhani önderi. 66 Age, s. 81.

43

hep olmu ştur ve bundan sonra da olacaktır. Bizim toplumumuzda varlıklılar ayrı bir sınıf olu şturmu ştur ve olu şturacaktır. O da cemaatimizin bir bölümüdür ve en önemli bölümü; onu da sevgiyle kazanalım, ne dersin? 67

Episkoposu yozla şmı ş olmakla itham etmek, takkiye yaptı ğı söylemek, inancından menfaat adına taviz verdi ğini iddia etmek kolaycılık olacaktır. Yukarıda izah etmeye çalı ştı ğım cemaatin sosyo-ekonomik ve politik yapısı ve Patrikhane’nin kö şeye sıkı şmı şlı ğı bu uzla şmayı zorunlu kılmaktadır. Piskoposun Amira ya da zengin sınıfını “Cemaatin en önemli bölümü” olarak tasvir etmesi, bu dengesizli ğin bir ürünüdür ve aydınlar ve halk tarafından sürekli ele ştirilmi ştir. Di ğer yandan, episkopos muhtemelen Der Apraham’ın ö ğretmenlik yaptı ğı yıllarda aynı Amira ile ya şadı ğı münaka şayı bilmektedir. Der Apraham’ın şimdi epikopostan istedi ği, gençken kendisinin yapamamı ş oldu ğudur. Tamamen haklı oldu ğu halde, Amira’ya son derece acınaklı bir af mektubu yazan kendisi, lakin hatasından dönüp ondan özür dileyen ki şi ise, Amiradır. Der Apraham’ın baktı ğı yerden, kilisenin bahçesine gömülmeye, sadece Amira de ğil, kendisi de layık de ğildir. Der Apraham’ın yapabilece ği hiçbir şey yoktur. Yapamaz da. Amira kilisenin avlusuna gömülür. Der Apraham ise, zamanın ruhu ile girdi ği çatı şmada kısa süre sonra yorgun dü şer. “Bir süre sonra isimsiz bir hastalık, bedensel bir rahatsızlıktan çok ruhsal tükenme, onu yata ğa attı. Kıdemli papaz, son saatine kadar kiliseye bir daha ayak basmadı. Bu onun acısı, aynı zamanda tesellisi oldu” diye bitiriyor Zohrab öyküyü. Krikor Zohrab’ın “Kilisenin Avlusu” hikâyesi, millenyumda büyük bir de ğişim anaforu içinden geçen Ermeni toplumunda de ğişen ve değişir görünerek varlı ğını aynen sürdüren toplumsal aktör ve ili şkileri tüm do ğallı ğıyla anlatan önemli bir eser.

67 Age, s. 82.

44

2.1.6 Poturlu

“Poturlu” adlı hikâye, ilk kez Masis ’te 20 Mayıs 1900’da tefrika edilmi ş, sonrasında Gıyankı İnçbes Vor E (Hayat Oldu ğu Gibi) adlı kitapla 1911 yılında okuyucuya ula şmı ştır. Hikâye, annesinin tüm fakirli ğine ra ğmen okuttu ğı on altı ya şındaki köylü kızı Zaruk’un liseden birincilikle ve pek çok ödüller alarak mezun oldu ğu gün evine geli şinin tasviriyle açılır.

Zaruhi, kolunun altında yaldızlı kitaplar, ödül da ğıtım töreni –bu barbarca ifadeyi kim bulmu ş bilmiyorum- dönü şü mutlu, ama törende ya şadı ğı heyecanlı anların etkisiyle biraz yorgun, köyün dolambaçlı, ini şli çıkı şlı yollarında yürüyor, evlerinin önünde oturmu ş çorap ören kadınların, toz toprak içinde yalınayak ko şuşup debelenen çocukların arasından, kendisini izleyen köylüleri ma ğrur, biraz küçümser bir bakı şla süzerek geçiyordu. Muzaffer bir edayla yuvasına yakınlarının yanına dönü ş... Evleri yukarıda, köyün öteki ucunda öyle köhne, öyle eskiydi ki, yanındaki evlere yaslandı ğı için ayakta kalabilmi şti sanki. 68

Zaruk’un annesi, uzun yıllar İstanbul’da zengin Ermenilerin evinde hizmetçilik ve süt anneli ği yapmı ştır. Büyüttü ğü elalemin kız çocuklarının okumu ş hanım kızlar oldu ğunu görüp, kendi kızını da okutmaya karar vermi ştir. Kızının e ğitimi için köyün en zengininin yapabilece ği masraf ve özveriden geri kalmamı ştır.

Evladının yanına dönünce, hatta dönmeden, kızının eğitimi için köyün en zengininin yapabilece ği masraf ve özveriden geri kalmamı ştı. İstanbul’daki Ermeni hanımların ya şantısıyla ilgili hayran olunacak şeyler anlatmı ştı kızına. İhti şam, zevk ve sefa dolu efsanevi ya şamlar ve törelerle doldurmu ştu onun ruhunu. Zaruk, daha küçük ya şta, sınıf arkada şlarının arasında hep

68 Masis, 20 Mayıs 1900. Hayat Oldu ğu Gibi, 1911. Osmanlı Meclisinde Bir Osmanlı Mebus. Aras Yayınevi, 2001, İstanbul, s. 109.

45

bir şeyler bilen, hüküm verebilen biriydi. Bunun ardında, İstanbul’da ya şamı ş annesinin etkisi vardı. 69

Bu arada, hikâyeden de anlıyoruz ki, köyde lise düzeyinde karma bir okul vardır ve bu okulun büyük bir ihtimalle 19. yüzyılın son çeyre ğinde Ermeni kadın yazar ve ö ğretmenlerin Anadolu’da giri ştikleri kampanyada açılmı ş okullardan biri olma ihtimali de yüksektir. Okumanın, statü ve sınıf de ğiştirmek, fakirlik ve köylülükten kurtulmanın bir yolu olarak ortaya çıktı ğı modern toplumlara dair sınıfsal satatü de ğiştirme özelli ğinin burada Ermeni köy hayatında dahi girdi ğini görüyoruz.

Ana kız ortak bir sessizlik içinde ve sanki birbirilerinden gizli, köylü ya şantısından daha ileri bir seviyeye ula şma isteği besliyorlardı yüreklerinde. 70

Bo ğos Levon Zekiyan, Zartonk (Uyanı ş) döneminde kaydedilen temel ba şarılar arasında e ğitim konusunda yapılan devrimsel ilerlemeyi ve kadınların özgürle şmesini hedefleyen hareketleri sayar.

En temel organik ya da kurumsal etmenlerden biri, halka dönük, toplumun güçsüz sınıflarının ula şması için özel bir çaba gösterilen modern ve verimli bir okullar zincirinin hızla geli şmi ş olmasıdır. Halk e ğitimi için yaygın araçlar yaratmayı hedefleyen ve bir önceki dönemde yol almaya ba şlayan bu hareket, daha önce de belirtildi ği gibi, Ermeni toplumunda ya şanan dikkat çekici genel de ğişimin, özellikle de yeni kitlelerin ortalama kültür açısından ola ğanüstü bir düzeye ula şmasında rol oynayan ba şlıca etmenlerden biridir. 71

69 Age, s. 110-111. 70 Age, s. 111. 71 Bo ğos Levon Zekiyan, “Ermeniler Ve Modernite”, Aras Yayıncılık, 2001. s. 92.

46

Zekiyan’ın “bir önceki dönemde yol almaya ba şladı ğı” belirtilen e ğitim ve kadınların özgürle şmesi hareketini Pamela Young ise şöyle anlatır.

Osmanlı Ermenilerinde kız çocuklarının e ğitimine özel bir önem veriliyordu. Bu şüphesiz kadının kamusal alana girmesi ve kadın yazarların yeti şmesinde önemli bir etkendi. 1853’te, bir grup genç Ermeni, Patrikhane’nin de deste ğini alarak e ğitimin daha çok insana ula şması için bir komite kurdular. Odaklandıkları konular ise, Ermeni dilinin ö ğretilmesi, okul tesisi ve kız çocuklarının e ğitilmesi idi. Çünkü onlar, e ğitimin Ermeni ulusunun yararına olaca ğına inanıyorlardı. 72

Kızların e ğitimine önem verilmesi ve kadınları kamusal alana daha rahat giri şi, modernle şen bir toplumun en önemli özelliklerinden biriydi. Hatta Ermenilerin bu konuda Avrupalılardan önde oldu ğunu söylemek çok da mübala ğa olmaz. Nitekim mesela Britanya ve Rusya’dakinin kadın yazarlar eserlerini bastırmakta güçlük çektikleri, okunmaya tenezzül edilmedikleri için erkek mahlasları kullanmalarına ra ğmen, Ermeni kadın yazarlar kendi gerçek isimlerini rahatlıkla kullanıyor, eserleri dergilerde tefrika ediliyor ve ciddi tartı şmaların da öznesi oluyorlardı. Çünkü Ermeni entelektüeller kadınların yazmalarını bir geli şmi şlik ve ilerleme unsuru olarak görüyor ve bunu destekliyorlardı. 73

Bunun en önemli nedeni önderli ğini ünlü Ermeni yazarlar Raffi, Mariam Khatissian ve Zabel Esayan’ın yaptı ğı kadının ailenin annesi, de ğil, ulusun annesi gören zihniyetten ileri geliyordu. Bu görü ş kadına evdeki ve çocuk büyütmekteki rolüne siyasi bir misyon yüklüyordu. O [Ermeni kadını] artık büyüttü ğü çocu ğuna Ermeni olmayı ve Ermeniceyi ö ğreten, onu bir halksever yapan önemli bir misyona sahipti. Bu da kadının e ğitim görmesinin me şruiyetini sa ğlayan bir durumdu. Kadına yüklenen “Ulusun

72 Pamela Young, “Konowledge, Nation and the Curriculum: Ottoman Armenian Education (1853-1915).” PhD diss., University of Michigan, 2001. s.78. 73 Victoria Rowe, A History of Armenian Women’s Writings-1880-1922. s. 18.

47

Anası” misyonu onun sadece e ğitim alabilmesi de ğil, Ermeni toplumunu etkileyen, yönlendiren söylem ve hareketlere bir fiili katılma hakkı ve sorumlulu ğunu da yüklemi ştir. Ermeni entelektüeller Ulusun Anası konseptinin yeni bir dü şünce oldu ğu konusunda hemfikirdirler. Onlara göre, tarihten beri, kendilerini ailelerine ve çocuklarına adayan vefakâr Ermeni kadınlarının bu mesasisi sadece kendi aileleri için olmu ştur. 19. yüzyılda geli şen bu fikre göre, Ermeni kadının bu görevi, aileden, ulusa do ğru bir geni şleme göstermi ştir. 74

Nitekim 1863’te Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin kabulünden ve Ermenilerin kendi iç i şlerinde özerklik kazanmasından sonra, genç Ermenilerin kurdu ğu e ğitim komisyonu, “Ulusal E ğitim Konseyi” olarak tescil edilir. Konseyin amacı, kız, erkek ve karma okulların hızla ço ğaltılması, ça ğda ş ders kitaplarının üretilmesi, kalifiye ö ğretmenlerin eğitimi ve okullarda istihdamı ve buna uygun sınav sistemlerinin kurulmasıdır. 75

Aşağı yukarı yarım asır süren bu çabada gelinen noktayı ise Zekiyan şöyle özetliyor.

Ermeni halkının 19. yüzyıl sonlarındaki ortalama e ğitim düzeyi hakkında genel bir fikir verebilmek için, Osmanlı İmparatorlu ğu’ndaki Ermeni okullarının iki yüz binden fazla öğrencisi oldu ğunu belirtmek yeterli olacaktır. Ermeni nüfusun yakla şık yüzde onunu olu şturan bu sayının üçte birine yakın bir kısmını kız öğrenciler olu şturuyordu; hatta kız ve erkek öğrencilerin birlikte e ğitim gördü ğü karma okullar da vardı. Belirtti ğimiz yüzde onluk oranın, günümüzde birçok geli şmi ş ülkede toplam nüfus içerisindeki ö ğrenci yüzdesine denk dü ştü ğünü ve yakın zamana dek Anadolu’nun bazı bölgelerinde

74 Victoria Rowe, A History of Armenian Women’s Writings-1880-1922, s. 13. 75 Pamela Young, “Konowledge, Nation and the Curriculum: Ottoman Armenian Education (1853-1915).” PhD diss., University of Michigan, 2001. s. 79.

48

okuryazarlık oranının yüzde kırk oldu ğunu dü şünürsek bu sayıların önemini anlamamız kolayla şır. Söz konusu okullar, müfredat açısından da son derece ileri bir noktadaydılar. Öğrenciler, daha ilkokuldayken Ermenice ve Osmanlı Türkçesi üzerinde hâkimiyet kazanıyorlar, ilkokul üçüncü sınıfta ise yabancı bir dille, ço ğunlukla da Fransızca’yla tanı şıyorlardı. Şunu belirtelim ki, yabancı dil ö ğretimine okul e ğitiminin erken bir döneminde ba şlanması, Avrupa’da yalnızca son yirmi-otuz yıl içinde popülerlik kazanmı ş bir fikirdir. 76

Ancak “Poturlu” adlı hikâyede, Zohrab bu de ğişimin sancılarından da bahseder. Zaruk okumu ş bir köylü kızı olarak “arada” bir durumdadır. Ne tam köylüdür artık, ne de tam şehirli. Do ğdu ğu köye, ya şam biçimine yabancıla şmı ş ve hatta onları hakir görmektedir. Bu tema bu çalışmada incelenen ço ğu eserde vardır. Yazarların ço ğu, böyle bir de ğişimi, kendinde olan her şeyi kategorik olarak reddeden bir batılılıla şmayı zararlı görmektedirler. Bu zararın dramatikli ğini arttırmak üzere, böylesi “arada” kahramanlar, tıpkı Zaruhi’nin ba şına gelece ği gibi felaketlerle kar şıla şırlar. Bu ba şat e ğilim, kanımca, özellikle Berlin Anla şması’ndan sonra Osmanlı’nın verdi ği sözleri tutmamasına, Anadolu Ermenilerinin u ğradı ğı katliamlar, ağır vergiler ve e şitsizli ğin giderilmemesi, bilakis, bu umutlu bekleyi şin 1895-1896 katliamlarıyla kesilmesine ve tüm bunlara Batı’nın seyirci kalmasına duyulan bir tepkidir de. Zaruhi’nin annesi, kızının okumasını onun özgür bir birey olması için mi, yoksa zenginli ğe, zevk ve sefaya ula şması için mi istemektedir? Bu sorunun cevabı Ermeni milletinin modernle şme çabasının nihayetinin bir felakete mi, yoksa bir aydınlanmaya mı varaca ğını gösterecektir. Realist Ermeni yazarlar neredeyse takıntılı bir biçimde bu konuyu merkezlerinde tutmu şlardır. Zohrab, “İhti şam, zevk ve sefa dolu efsanevi ya şamlar ve törelerle doldurmu ştu onun ruhunu” diyor Zaruhi’nin annesi için. Zaruhi’nin

76 Bo ğos Levon Zekiyan, “Ermeniler Ve Modernite”, Aras Yayıncılık, 2001. s. 92-3.

49 rol model olarak seçti ği İstanbullu kadın ö ğretmen de, Zaruhi’nin annesi gibi bu türden olumsuz bir batı algısına örnek te şkil eder.

Geriye kalanı Zaruk’un gözünde mükemmel bir kadın model olan İstanbullu ö ğretmen tamamladı. Büyük şehirden uzakla ştı ğı için dü şkün bir melek tavrı takınmı ş bu kadın, köylü kızlarla ya şayıp onlara bir şeyler ö ğretme görevini ceza çeker gibi yerine getiriyordu. İstanbul’u, kendi İstanbulunu anımsatmak için fırsat kaçırmazdı. Bu, en büyük kar şıla ştırma konusuydu. Böylelikle köyü, köylüyü ve köyün okulunu ezer, yok ederdi. 77

Zohrab, di ğer gerçekçi yazarlar gibi, kendi özgünlü ğünü bir kompleks gibi algılayan bu ki şilere oldukça ha şin bir ele ştiri getiriyor gerçekten de. İstanbul’un ta şraya tepeden bakı şı, aslında kendi öz de ğerlerinin kıymetini bilmemektir ona göre. Bu bir virüs gibi, ta şranın İstanbul’la ili şki kurmu ş genç neslinde de tahribat yaratacaktır. E ğitim hamlesiyle ta şrada açılan okullar, oraya gönüllü giden Avrupa görmü ş İstanbullu okumu ş şehirli öğretmen ordusunun böyle menfi bir tesiri de olacaktır. Nitekim Zaruhi, köyün tüm kızlarının a şık oldu ğu boylu, poslu, ahlaklı Ohancan’ın evlilik teklifini reddeder. Tüm köy onu ikna etmek için seferber olmu ştur. Hepsini de reddetmi ştir. En son ise ya şlı bir hâlâ şansını denemek ister.:

__Kızım Ohancan’ı niçin istemiyorsun? __Ben poturlu adamla evlenmem diye yanıtladı Zaruk. 78

Gerçekten de bir yıl sonra Zaruk’un evlendi ği çocu ğun poturu yoktur. Adam şöyle tarif edilir:

77 Masis, 20 Mayıs 1900. Hayat Oldu ğu Gibi, 1911. Osmanlı Meclisinde Bir Osmanlı Mebus. Aras Yayınevi, 2001, İstanbul, s. 111. 78 Age, s. 113.

50

Artık nasıl olmu şsa İstanbul’dan gelmi ş, bu köye dü şmü ştü. Ermeni okulundaa, kısa bir süreden beri müdür-öğretmenlik görevi üstlenmi şti. Zaruk’un gözünde bilimin, asaletin ve zevkin timsali olan bu narin yapılı zayıf genç, köylüler arasında kurumlu bir horoz edasıyla, kar şısındakine taviz veriyormu ş gibi tavırlar takınırdı. Aylık maa şı 500 kuru ştu. Bu miktar köylük yerde epey bir şeydi. Bu para onun de ğeriyle kar şıla ştırıldı ğında, çoktu bile herhalde. Yarım yamalak, her yönüyle eksik kalmı ş ö ğrenimi onu tam bir ukala, cahil kalmı ş ö ğretmen kesimimizin gerçek bir temsilcisi yapmı ştı. Bütün bunlara, bir de burnundan kıl aldırmayan, sürekli talep eden, kendini be ğenmi ş bir insan tabiatını da ekleyiverin ve i şte size Zaruk’un seçti ği koca tipi. Adam ba şkentten gelen biriydi ve bir gün kendisini oraya götürece ğine dair her türlü güvenceyi veriyordu. 79

Oldukça sert ele ştirilerdir bunlar. Yarı batılıla şmı ş, i şlevsiz bir melezli ğe tepki duyar yazar. Dönemin ço ğu Ermeni yazarının aynı tepkiyi duydu ğunu ve bunu toplumu uyarmak adına eserlerine nasıl aktardıklarını söylemi ştik. İleride görülece ği üzere, modernle şme, batılıla şma, ça ğda şla şma hamlelerinin sava ş alanı hep kadın bedenidir. Her şey öncelikle kadınların e ğitimli olmaları, batılıla şmaları, milletin anaları olarak önce kurtarılmaları, sonra da modernle şmenin zafer bayraklarının dikildi ği toprak olmaları gerekmektedir. Bu tabii ki tamamen ataerkil bir rasavvurdur ve hiyerar şiktir, cinsiyetçidir. O nedenle, bu projelerin ana nesnesi olanlar kadınlar, özneler ise erkeklerdir. Dolayısıyla, projenin çöktü ğü her alanda, kurbanlar da kadın olacaktır. Bedelin en a ğırını kadınlar, sonra da iktidar kar şısında kadınla ştırılmı ş olan di ğer zayıf, madun toplumsal kesimler, yani fakirler, sakatlar, çocuklar, i şçiler ödeyecektir.

79 Age, s. 113-114.

51

Zaruk’un İstanbullu genç kocası okul müdürünün de ğişmesi ile muhalif olur ve i şen atılır. Yeni müdür Vanlı’dır. Bu vurgu, Osmanlı Ermenilerini kurtarma misyonu edinmi ş do ğu Ermenilerini ima ediyor. Ona göre İstanbullu hoca çocuklara hiçbir şey ö ğretmemi ştir. Aslında kendisi de bir dalaveracıdır. Okulun yardım heyetinin yüzüne onların bilmedi ği yabancı e ğitimcilerin isimlerini savurur, hayranlıklarını kazanır. İş ten atılan Zaruhi’nin kocası her şeyini kaybeder. Kurumlu havaları yüzünden köylülerle ili şki kuramadı ğı için kimse ondan yana çıkmamı ştır. Fakirlik içinde ya şarken verem olur. Kaderin cilvesine bakınız ki, iki çocukları da şalvarlı ve poturludur. Derken koca ölür. Zohrab, köye bir dava için gelmi ştir bu hadiseler ya şanırken. Zaruk’u ilk isteyen poturlu Ohancan ise i şlerini epey ilertletmi ş ve muvaffak olmu ştur. Köyün en güzel evi onundur. Zohrab’a kendini haklı olarak över. Zohrab da onu yüceltir:

Ba şarısını övdüm. Ohancan’ın mütevazı ve a şağı seviyeden gittikçe yükselerek elde etti ği bu ba şarıyı bir o kadar memnuniyetle kar şıladım. Ak şam eve yeme ğe davet etti, reddettim. Çok üsteledi, yakamı bırakmadı. Sade, asil bir ruha sahip oldu ğunu hissetti ğim bu insanın konukseverli ğine kar şı koyamadım. 80

Zohrab, Ohancan üzerinden Ermeniler için kafasında öngördü ğü batılıla şma modelini açıklamaktadır aslında. Tedrici, evrimsel, özgüllü ğünü ve kendi de ğerlerini kaybetmeden batı ile ya şanan dengeli bir kar şıla şmadır onun modeli. Tersi, genç hocanın ba şına gelen gibi, öldürücüdür. Nitekim hikâye de, -ki gerçek bir olayı anlatmaktadır- bu türden bir mükemmel uzla şmayla sona erer. Zohrab’ın köyü züyaretinin üzerinden iki yıl geçmi ştir. İş e yeni giren hizmetçi kadın o köydendir ve son iki yılda olan biteni kendisinden ayrıntılarıyla ö ğrenir:

80 Age, s. 117-118.

52

__Ohancan A ğa şimdi evlidir, bir ay evvel dul bir kadın aldı. __Ne, dul bir kadın mı? __Ö ğretmenin karısını, Zaruk’u, kendi istedi ğini aldı. Gördün mü efendim? Kısmet ne ise o olur. İki kelimeyle bana her şeyi anlatıverdi. Köyde herkesin bildi ği bir şeydi: __Eskiden poturlu olu şundan Ohancan A ğa’yı istemedi. Bir e şi daha yok bir delikanlı ydı, emme do ğrusu şinci gibi zengin de de ğildi. Kız okuma bilendi, okul yüzü görmü ş, bilgi sahabı olmu ştu. Onu be ğenmedi. İlk kocası ö ğretmendi, karısına iyi bir gün göstertmedi. Şinci yine Ohancan A ğa’yı aldı. Eskiden de güzeldi Zaruk, yoksulluktan göstertmezdi. Şinci bir görsen, boy bos , dalga dalga saçlar, ay parçası gibi bir yüz, melek! Ve kendince bütün bu öyküden alınacak dersi çıkarıyordu, o köylüye özgü yalın ama bilgece sonucu: __Bak efendim , bizim köy İstanbul de ğildir. Biz orada şalvar giyeriz, bizim erkeklerimiz de potur giyer. 81

81 Age, s. 118-119.

53

2.2 YERVANT SIRMAKE ŞHANLIYAN - [YERUHAN]:

Yervant Sırmake şhanlıyan (1870-1915) İstanbul Hasköy’de do ğdu ve ilkö ğretimini semtin Nersesyan Okulu’nda aldı. Okulun müdürü dönemin ünlü aydınlarından Minas Çeraz’dı. Yine bu okulda gelece ğin ünlü satir yazarı ve aydınlarından olacak Ar şak Çobanyan ile sınıf arkada şı oldu. Hastalı ğı nedeniyle bitirme sınavlarına katılamayınca okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Okuyamamanın eksikli ğini kendini e ğiterek giderdi. Fransızca ö ğrenerek Fransız gerçekçilerinin eserlerini okudu, tarih ara ştırmalarında bulundu. Yeruhan mahlası ile tanınan Sırmake şhanlıyan’ın ilk yazı denemeleri Dza ğig (Çiçek) adlı bir dergide yayımlandı. Arpiar Arpiaryan’ın kurucusu oldu ğu Arevelk gazetesinin yayın kurulunda yer aldı ve bu dergide yazdı ğı Babugı (Dede) isimli hikâyesiyle özellikle, Arpiaryan, Asadur ve Zohrab’ın dikkatini çekti. Daha sonra Krikor Zohrab’ın Hrant Asadur ile çıkardı ğı Masis isimli dergide hikâyeleri yayımlandı. 1890’ların ortalarında ba şlayan Ermeni kıyımlarından ötürü Bulgaristan’a, Varna’ya kaçtı. 1904’te Mısır’a geçti. Burada ö ğretmenlik ve yazarlık yaptı. İskenderiye’de evlendi. S. Pürad ile birlikte aylık “Sisuan” dergisini çıkardı. Arpiaryan’ın öldürülmesinden sonra, “Lusaper”in ba şmuhabiri oldu. 1908’de ise Me şrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a döndü, burada hikâye ve kısa romanlarını de ğişik periyodik yayınlarda tefrika etmeye ba şladı. Daha sonra Arevelk’in editörlü ğünü üstlendi. 1913’te Harput’a yerle şti ve burada öğretmenlik yapmaya ba şladı. 1915’te di ğer pek çok meslekta şı gibi ailesi ile birlikte tutuklandı ve öldürüldü. 82 Ermeni Gerçekçilik akımının en güçlü kalemlerinden birisi olarak Yeruhan’ın gerçekçili ği, o günün Batı edebiyatına öykünen bir temele de ğil, kendine has, yerel, İstanbullu ö ğelere dayanır. İstanbul Ermenilerinin toplumsal yapısı içerisinde en altta kalan kesimin; balıkçıların, sucuların, aktarların ya şadıklarını, onların ili şki ve çeli şkilerini, toplumsal gerçekçi bir

82 Bardakjian, Kevork, A Reference Guide to Modern Armenian Literature 1500-1920, Wayne State University Press, Detroit, s. 347-348.

54 bakı ş açısıyla yansıtan Yeruhan’ın sıradan insanı, do ğrudan anlatan bir tarzı ve canlı bir dili vardır. 83

Amirayin Ahçigı (Amira’nın Kızı)

Amirayin Ahçigı, Yeruhan’ın 1904 yılında yayımlanan, muhtemelen Bulgaristan’da yazdı ğı, hem babası, hem de bir sene evvel ölen kocası Amira olan Yermone Margosyan ve romanın açılı şında 12-13 ya şlarındaki oğlu Ar şak’ın etrafında dönen hikâyeleri konu alır. Yermone Margosyan Margos Amira’nın kızı olarak zenginlik içinde büyümü ş, lakin tam da genç kızlı ğında babasının i şleri bozulmu ştur. Muhtemelen Tanzimat kararlarının en önemlilerinden olan iltizamın, yani devletin vergilerini ihale usulü belirli ki şilere verilmesi sisteminin kaldırılması buna sebep olmu ştur. Amiraların “Sarraf” sınıfının bu ki şilere faizle para verdi ği ve gelirlerinin önemli bölümünün buradan geldi ği bilinmektedir. Ancak Margos Amira’nın bunun dı şında Saray’la da ba şı derde girer ve yolsuzluk suçlamasıyla hapse dü şer. Amiranın kızı, bu dönemde tüm prestijli tanıdıklarını devreye sokar, Saray’a ba şvurur ve nihayetinde babasını hapisten kurtarmaya muvaffak olur. Daha sonrasında da yine bir amira olan, ama “Efendi” titrinden dolayı daha çok Saray’la i ş yapan bir teknokrat oldu ğu anla şılan Kapriel Amira Margosyan’ın e şi olarak zengin ya şamına devam etmi ştir.

Roman, hikâyenin renkli simalarında ve Margos Amira’nın sa ğlı ğında Amira kona ğının kahyalı ğını yapan, Tatyos Mergeryan Efendi’nin amiranın kızı tarafından kona ğın kapısından geri çevrilmesiyle ba şlar. Kapriel Amira öleli bir sene olmu ştur ve amiranın kızı evde hâlâ yas tutmakta, kimseyle görü şmemektedir. Romanın geçti ği dönemin, Kilise Mahalli Komisyonlarının (Ta ğayin Horhurt) varlı ğından ötürü [Çünkü bu idari yapı 1863 Ermeni Nizamnamesi ürünüdür] 19. yüzyılın son çeyre ği oldu ğu uzak bir ihtimal de ğildir. Nitekim Tatyos Efendi de Hasköy’deki bir kilisenin [Yeruhan’ın Hasköy do ğumlu olması, hikâyenin esinlendi ği

83 Yervant Sırmake şhanlıyan, Balıkçı Sevdası, “Ermeni Gerçekçili ğine Dair Birkaç Söz”, Aras Yayınevi, Kasım 2000, İstanbul.

55 konuların benzerlerine kendi ya şamında tanık oldu ğunu dü şündürür] Mahalli Komisyon’unun veznedarlı ğını yapmakta, dün Amira’nın kasasından çaldı ğı paraları, bu kez kilisenin kasasından temin etmektedir. Tatyos Efendi, aynı zamanda Amira’ların yerini alan esnaf ve orta sınıfın çürümü ş kesimini de temsil eder.

Amira’nın Kızı , eski ve yeninin kar şıla şması, Batı’ya olan hayranlık ve oradan gelen her şeyin “iyi” ve “faydalı” oldu ğuna dair körü körüne inancı mizah konusu yaptı ğı kadar, Amira sınıfının artık tarih sahnesinden silinmesini de ana izle ği içinde sürekli gündemde tutar. Sayılan bu iki konu üzerinden Ermeni toplumunun modernle şmesi, ulusal bilincin yerle şmesi ve toplumun demokratikle şmesinin de i şaretlerini içinde ta şır.

Yeruhan, eserinde İtalya ve Fransa’da ö ğrenim görerek yurda büyük bir de ğişim arzusuyla dönen, özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanı ile olu şan münasip ortam sayesinde Kanun-i Esasi’ye de ilham verecek Osmanlı’nın ilk yetkin Anayasası’nı olu şturan Ermenilerin Batılıla şma heveslerini de hicveder. Nitekim romanın ilk bölümü, Hasköy’e gelen bir dı şarılıklı, Kafkasyalı bir Rus Ermenisinin, Mösyö Gosdanyan’ın mahalleliyi büyülemesiyle ba şlar. Mösyö Gosdanyan, Batılı âlimlerden devraldı ğı ve kendisinin geli ştirdi ği sözde yeni ve mucizevi bir e ğitim sistemi ile Ermeni milletini dü şkünlü ğünden kurtarmayı vaat edecektir. Mösyö Gosdanyan, tepeden tırna ğa siyahlar giyinmi ş, saçları uzun, üstelik o dönemin ça ğda şlık sembolü olan şapka kullanan egzantrik bir zattır. Böylelikle, İstanbul’da Ermeniler arasında şapka kullanımının en azından merkezi semtlerde 1870’lerde ba şladı ğını da öğrenmi ş oluruz.

İki ay önce, ö ğlen sıralarında H.. Köy’ünün sokaklarından, uzun boylu, geni ş bir pelerin giymi ş, sıkı saçları keçeden şapkasının altından a şağı süzülen dikkat çekici ve sıradı şı bir adam geçmekteydi. Sokakta oynayan çocuklar bu görüntü kar şısında oyunlarına bir süreli ğine ara vererek “Şapkalı adam, şapkalı

56

adam” diye onu i şaret ettiler. Gerçekten de çeyrek yüzyıl önce İstanbul’un uzak semtlerinde şapka giymi ş bir adam görmek çok nadir rastlanan bir vakaydı. Pencerelere çıkan kadın ve kızlar, şaşırmı ş bir halde bu sürpriz ziyaretçiye bakakalmı şlardı. “baksanıza kuzum, Frenk geçiyor... 84

Aslen Karaba ğlı olan Mösyö Gosdanyan, bir süre Kafkaslarda ‘sürttükten’ sonra, Paris ve Berlin’de ya şamı ş, oradan da İstanbul’a dü şmü ştür yolu. Önce mahallenin kilisesine gider. Etrafında toplanan meraklı ve heyecanlı toplulu ğa her fırsatta konu şur. Heyecanlı bir biçimde Dr. Kalinn’den ö ğrendi ği ve ilerletti ği mucizevi “Sistem”ini anlatır. Rus Ermenisi şanslıdır, çünkü semtin a ğalarıyla semt okulları ve Kilise Mahalli Konseyi yöneticileri arasında ciddi bir çeki şme vardır. Muhalif bir Kayserili zengin a ğa, Mösyö Gosdanyan’ın vaat etti ği sistemi, Kilise Konseyi ve Mahalli Okul’un yöneticilerinin ba şını ezmek için büyük bir fırsat olarak görür. Mösyö Gosdanyan’a yeni ve modern bir okul kurmak için gerekli olan mali deste ği sa ğlamaya söz verir. Burada 1863 Ermeni Anayasası ile ilk defa mahalli yönetimlerini kuran ve milletin yönetiminde söz hakkına sahip olan Ermeni burjuvazisinin iktidar mücadelesi de ortaya konmu ş olur. Çok kısa bir süre evvel, orta sınıfın bırakın okul açmaya karar verme, herhangi bir kitabın basımı için dahi Patrik’ten izin alması gerekti ği, buna uymayanların ciddi bir biçimde cezalandırıldı ğı ve bu yetkinin Saray tarafından sadece Patrikhane’ye sa ğlandı ğı dü şünülürse, bir dolandırıcının oyunu dahi olsa, alınan demokratik mesafe ve cemaat içindeki rekabet oldukça ilgi çekicidir:

Birkaç gün içerisinde, Kayserilinin taraftarları, ki hepsi de zengin ki şilerdi, ilk elde yüz liralık bir tutar toparlayarak eğitimcinin eline saydılar. [Mösyö Gosdanyan’ın] Kırmızı

84 Amirayin Ahçigı, (Bolsagan Geyanki Truvakner), Amiranın Kızı, ( İstanbul Hayatından Kesitler) Becidyan Matbaası, Hasköy, 1929, s. 39.

57

liraların bo ş ceplerine bu kadar çabuk ula ştı ğını görünce, gözleri canavarca bir tamahkârlıkla parıldadı. 85

Zohrab’ın “Poturlu” hikâyesini incelerken de de ğindi ğimiz üzere, e ğitim konusu 1840’larda Avrupa’ya gitmeye ba şlayan ve tek dertleri İstanbul ve Anadolu’daki Ermenilerin peri şanlı ğına çare bulmak olan Genç Ermenilerin de ortak sorunudur. Bu aydınların bir kazanımı olan en önemli husus da Ermeni Anayasası’nda yerini bulan E ğitim Komisyonlarının yeni okullar açmasıdır. Bu durum cemaatte de kar şılı ğını bulmu ş, Amiraların gözden dü şmesiyle yeni okulların finansmanını zenginle şen esnaf üstlenmi ştir. Bunun kokusunu alan Gosdanyan gibi dolandırıcıların da bu fırsatı de ğerlendirdi ği görülüyor. Ancak burada, bir parodi şeklinde verilmi ş olsa da, geleneksel usullerle e ğitim veren eski tip okullar yerine, seküler ve ça ğda ş e ğitimi hedefleyen okulların toplumda yarattı ğı heyecan ve de ğişim dikkati çekmektedir. Bunun yanında e ğitim artık kilisenin egemenli ğinden çıkmı ş, ümmet ve cemaat anlayı şından, milli kimli ğin altını çizen ve Ermenilerin farklı bir ırk olarak yükseli şlerinin yolunda e ğitimi Batılı ve seküler anlamda bir araç olarak görmenin farkı kendini hissettirmektedir. Bu rüzgârı iyi koklayan Mösyö Gosdanyan, “Sistemi”inin propagandasını yaparken sürekli olarak “Ermeni ulusu”nun kurtulu şuna sıkça gönderme yapar:

Ermeni ulusu kayboluyor... Ermeni ulusu siliniyor... Uzak, uzak kö şelerinde dünyanın. 86

Nihayet okul binası tedarik edilir ve yeni “Sistem”e göre en modern şekilde Gosdanyan’ın talimatları ve ince hesaplarıyla dö şenir. Okul artık kayıt yapmaya hazırdır. Gosdanyan’ın önde gelen destekçisi Kayserili K’yan Ağa’nın evinde mucizevî eğitimcinin onuruna bir şölen düzenlenir. Bu arada belirtmek gerekir ki, Gosdanyan’ın asıl destekçileri, Kayserili K’yan Ağa’nın o ğlunun önderli ğindeki mahallenin zengin esnaflarının

85 Age, s. 51 86 Age, s. 53.

58

çocuklarıdır. Burada Yeruhan’ın reformcu Genç Ermenileri ve onları Amiralara kar şı destekleyen zengin esnaf kesimini bu stereotipler üzerinden ele ştirdi ğini dü şünmek için kuvvetli nedenler mevcut. Gençlerin acelecilikleri, ço ğunlukla yüzeysel olan yakla şımları, Ermeni burjuvazisini olu şturan zengin ve geni ş esnaf kesiminin bilinçsizli ği ciddi bir risk olu şturmaktadır. Yeruhan’ın 1895-97 yılları arasındaki katliamlar nedeniyle yurt dı şına kaçtı ğını ve bu katliamların Ermeni Anayasası’nın verdi ği heyecan ve uyandırdı ğı milli bilinç ile özellikle ta şradaki Ermeni bölgelerine yükselen reform taleplerine ve buna ba ğlı olarak geli şen Zeytun isyanlarına devletin verdi ği büyük ceza oldu ğunu hatırlarsak, Yeruhan’ın hassasiyetinin nedeni de ortaya çıkar. Yeruhan’ın Fransızcaya iyi derecede vakıf, lakin okullu olmayan bir aydın olarak kendini yüksek tahsilli bu aydınlardan farklı bir noktaya koydu ğunu kestirebiliriz. Ona göre, Batı tamamıyla kopya edilecek bir mükemmellik abidesi değildi, tuzakları vardı ve “Devlet”le münasebetler daha ciddiye alınması gereken bir i şti. Ermenilerin Batı’ya olan Mesihvari güvenleri, saflıkları ve gerçeklikle aralarındaki dramatik farkı Yeruhan bir realist yazar olarak görüyor, belki de 1915’in belirtilerini Ermenilerin bu saflıklarında çok önceden hissediyordu. Mösyö Gosdanyan’ın da gerçekten sadece giyimi ve bo ş vaatleri ile tüm gençlerin ve zengin esnafın aklını ba şından alması başka nasıl izah edilebilirdi ki!

K’yanların evlerinde e ğitimcinin onuruna zengin bir sofra düzenlendi. Kadehler kaldırılarak Gosdanyan Koleji’nin parlak gelece ği üzerine söylevler verildi. Kafası içti ği şarapla sersemlemi ş gençlerden birisi, Ermeni ulusunun mahkûm oldu ğu trajik durumunun iyile şmesinin tek yolunun Gosdanyan ve onun gibi nadir bulunan zatların varlı ğı ve çalı şmalarına ba ğlı oldu ğu üzerine hazırlıksız ve acemice bir söylev verdi. Söylev bitti ğinde kadınlı erkekli davetliler azgınca çatallarını tabaklara

59

vurmaya ve “Çok ya şa Mösyö Gosdanyan” diye ba ğırmaya ba şladılar. 87

Gosdanyan Koleji’ne kayıtlar ba şlamı ştı. Mahallelinin Gosdanyan’a olan hayranlıkları aslında sürekli övüp durdu ğu mucizevi Sistem’in ne oldu ğunu aslında hiç anlamıyor olmalarından ileri geliyordu. Ortada olan sadece Batı’lı semboller, kavramlar ve çocuklarının çok mühim insanlar olarak yeti şece ğine olan inançtı. O semboller, Batı’yı ve onun bilimi ve pozitivizmini simgeleyen “Pergel” ve “Metreölçer”di. Gosdanyan bu aletlerle çocukların kafatasını, ense çukurlarını ve yüzlerinin muhtelif yerlerini ölçüyor, kendince hesaplamalar yapıyor, daha sonra da çocuk ve ebeveynlerine birtakım sorular sorarak çocu ğun doktor, mühendis, bilim insanı ya da diplomat olaca ğını müjdeliyordu. Çocuklarının bu müjdeli haberini alan aileler mutluluktan okula verdikleri astronomik ücreti helal ediyor, artık çocuklarını o andan itibaren bir doktor veya mühendis olarak görüyorlardı. Her nedense bu müjdeli haberi almak için koleje kayıt parasını ödeyebilme gücüne sahip olmak yeterliydi. Mahallede bu şansa henüz eri şememi ş di ğer çocuklar ise ailelerine baskı yapıyorlardı. Bu okul “Ermeni aydınlanması’nın yeni ve sükseli mabedi olmu ştu:

Diğer çocuklar ki onların kaderi henüz daha çizilmemi şti, bu on iki on üç ya şındaki doktor ve ressamlara bir çe şit kıskançlık ve imrenmeyle bakıyorlar, sonra da a ğlayarak, ba ğırarak ebeveynlerine ko şuyor ve o okula gitmek istediklerini söylüyorlardı. Ve ertesi gün, yeni yeni gruplar aydınlanmanın bu yeni mabedine do ğru yola çıkıyordu. 88

Mergeryan A ğa, ki Yermone Hanım’ın babası Margos Amira’nın uzun süre kâhyalı ğını yapmı ştır, Mösyö Gosdanyan’ın bir sahtekâr oldu ğunu, -kendisi de birinci sınıf bir sahtekâr oldu ğundan- hemen anlamı ş, semtte bu Batı’dan

87 Age, s. 60. 88 Age, s. 62.

60 esen yeni rüzgâra kar şı durabilen nadir şahıslardan olmu ştur. Yeruhan, ço ğu eserinde Batı’nın kategorik olarak iyi, Do ğu’nun da de ğersiz olmadı ğını eser kahramanları üzerinden vurgulamaya çalı şır. Ermeni milletinin modernle şmeyi sık sık “moda” ile karı ştırdı ğını, Batı’yı temsil eden her şeyi de sorgusuz sualsiz bünyesine aldı ğını dü şünür ve bunu eserlerine yansıtır. Onu sıradan bir muhafazakârdan farklı kılan ise, Mösyö Mergeryan gibi eskiyi ve Do ğu’yu temsil eden sahtekârları da aynı netlikte tasvir etmesidir. Mergeryan A ğa, yeni kurulan kolej ve Mösyö Gosdanyan’dan nefret etmektedir. Onun ve “sistem”inin bir düzenbazlık oldu ğunu fark etmi ş ve oğlu Ar şak’ı da bu okula göndermeye çalı şan Yermone Hanım’ı bu hayati hatadan dönmeye ikna etmek için çok dil dökmü ştür ama, bunu yapmaktaki niyeti, kendi haksız kazancının önünün kesilmesine mani olmaktır. Çünkü mahalledeki okulun mütevelli heyetindedir, kilisenin veznedarı ve Amira’nın kızının danı şmanıdır. Bu üç vazifesini de kötüye kullanmakta, para a şırmaktadır. Yeruhan, Mösyö Gosdanyan ve Tatyos Mergeryan karakterleriyle eskinin de, yeninin de sahtekârlıklarına ve de yüzeysel Batı taklitçili ğine ele ştiri getirir. Kendisini Mösyö Gosdanyan için uyarmaya gelen Mergeryan Efendi’ye Amira’nın Kızı’nın verdi ği cevap Batı’ya duyulan kategorik hayranlı ğın karakterini göstermesi açısından dikkat çekicidir:

(...) Sonunda sözü Gosdanyan ve onun açtı ğı okula getirdi. Hiç çekinmeden o adamın ve yaptıklarının nasıl sahtekârlıklar içerdi ğini anlattı ve sonunda da, hanımının da o ğlunu o okula göndermekle aynı sahtekârlı ğa kurban gitmesinden ötürü ne kadar keder duydu ğunu anlattı. Tam burada hanım veznedarın sözünü kesti. ‘Ama Tatyos A ğa, siz e ğitim i şlerinden anlamazsınız. Mösyö Gosdanyan yıllarca Avrupa’da e ğitim görmü ş bir zat.’ ‘Yalandır hanım.’ ‘Şahitleri var.’ ‘Yalancıdırlar, hanım.’

61

‘Büyük bilim adamlarını tanıyor.’ ‘Vazgeç, hanım.’ ‘Tatyos A ğa, haksızsınız. Neden tanımadı ğınız bir adama vurmaya çalı şıyorsunuz?’ ‘Çok iyi tanıyorum hanım’ diye cevapladı adam esrarengiz bir tebessümle. ‘Bu sakalları bo ş yere beyazlatmadık, hanım. O adam hilebazın tekidir, söyleyen benim, bitti!’ Bu kaba hakaretin üzerine, ki cüretkâr bir biçimde oğlunu büyük bir bilim adamı, Ermeni milletinin medar-ı iftiharı yapacak ki şiyi hedef alıyordu, bayan Margosyan hı şımla aya ğa kalktı. ‘Tatyos A ğa, e ğer benimle bu konuyu görü şece ğinizi bilseydim, sizi asla kabul etmezdim.’

“Amira’nın Kızı”nda kurdu ğu okulda çocukların kafalarını ölçerek onların ileride hangi mesle ği yapabileceklerini öngören Avrupa görmü ş, hem Frenk hem de Ermeni Mösyö Gosdanyan’a kar şı cephe alan Tatyos Efendi nihayet mahalle kilisesi ve ona ba ğlı mahalle okulunun konsey üyelerini ola ğanüstü toplantıya ça ğırır ve özünde hamaset ve milliyetçilik kokan bir konu şmayla tansiyonu yükseltmeye çalı şır. Burada “birle ştirici” unsur olarak millet vurgusunun yapılması dı şında, daha on-on be ş sene evvel, yani Ermeni Milleti Anayasası’nın kabul edilmesinden önce kesin bir iktidarı olan patriklerin otoritesinin ne kadar sarsıldı ğı da dikkat çekicidir. Hatırdan çıkarılmaması gereken, bu konu şmalar tüm konsey üyelerinin katıldı ğı resmi bir toplantıda oldu ğudur. Bununla beraber sa ğduyunun sonunda galip gelmesi ve Gosdanyan Efendi’nin bir şarlatan oldu ğuna ikna olunmasına ra ğmen Tatyos A ğa’nın Gosdanyan’ın “aforoz” edilmesi gibi tehlikeli önerileri kabul görmez. Yazar, bunu çürümü ş yeniçeri sınıfının güya din, gelenek, millet elden gidiyor diyerek Saray’a dayanıp kelle istemelerini hatırlatır biçimde gericili ğin bir tezahürü olarak kullanmı ştır. Bu bölüm - Anayasa’nın yapıldı ğı on yıllık süreçte oldu ğu gibi- tüm sınıfsal çatı şmalara ra ğmen daha evvel bahsetti ğimiz üzere, devletten korunmak üzere birlik ve

62 beraberlik içinde olunması gerekti ğine dair inançla orta yolu bir şekilde bulan İstanbul Ermenilerinin siyasi hayatının da bir sembolü gibidir. Söz Tatyos A ğa’dadır:

__Efendiler, bir adam bugün milleti yıkmaya gelmi ş, seyredecek miyiz? Süren sessizlikte, ba şkanın çatlak sesi çınladı. __Ulan o çapkın da kimdir? Bana neden haber vermediniz? Ulan vay...

Ve küfürlerden bir ya ğmurdur ki Gosdanyan’nın ba şına ya ğmaktaydı. Bu küfür ya ğmuru dindi ğinde bir di ğeri ‘Ne yapmak lazım ona bakmalı’ dedi. “Aforoz etmeli, efendim, aforoz etmeli” diye ba ğırıp elini masaya vuran Mergeryan’dı. “Aforoz edersin, biter gider. Kısa yol budur.” Teklifin yakı şıksızlı ğından şaşıran tüm mahalli konsey üyeleri birbirlerine baktılar. “Çok iyi ama” diye tecrübeli ya şlı bir üye itiraz etti. “Bakalım Patrik buna izin verir mi? Ruhani Kurul buna ne der? Hem biz kimiz ki birisini aforoz ettirelim?” “Biz kim miyiz” diye ba ğırdı kıpkırmızı kesilen Mergeryan. Aya ğa kalkarak, “Ben aforoz ettirece ğim” diye ba ğırdı. Mergeryan, bu çıkı şı kar şısında yüzü ek şiyen Konsey ba şkanına dönerek “Ne diyorsunuz efendi” diye yineledi. “Canım onun kısa yolu var” diye cevapladı ba şkan. “Bizim çocuklara bir gece bir güzel dayak attırırız, apar topar kaçar. Aforoz da neymi ş.”89

Muhafazakâr bozguncu ve dolandırıcıları temsil eden Tatyos Efendi’nin kendi dü şüncelerinde gayriihtiyari dü ştü ğü lapsuslar ile yazar asıl sorunun de ğişim de ğil, toplumsal sınıflarda ve özellikle de burjuva sınıfında çöreklenmi ş Tatyos ve Gosdanyan gibi ki şilerin topluma verdi ği tahribatlar

89 Age, s. 95, 96.

63 oldu ğunu ortaya sermeye çalı şır. Romanın yazıldı ğı 1904 tarihi ileri bir tarihtir. Yazar tarafından Ermeni toplumunun hem cemaat içi, hem de devletle olan sorunlarının çözememi ş olması ve hatta bir felakete do ğru yol alınıyor oldu ğu kanaati ile geçmi şin, özellikle de oldukça heyecanlı ve verimli geçen 1850 sonrasının bir özele ştirisi yapmaktadır. Gosdanyan bir “dı şarılıklıdır”. Yani o bir Rus Ermenisidir. O nedenle yazar kurgusunda Gosdanyan’ın iç sesiyle çok ilgilenmez. Hatta son sözünü mu ğlak bırakan ironik anlatımı ile, nihayetinde tüm mahalleliyi dolandırıp Paris’e kaçmı ş olmasa, Gosdanyan’ın yaptı ğı i şe inanan bir meczup oldu ğuna bile inanabiliriz. Ancak “içeriden” olan Tatyos Efendi Mergeryan’a, ki Amira sultasından kurtulmu ş Ermeni cemaatinin orta sınıfının önemli bir yöneticisidir, yaptı ğı gayriihtiyari itiraflar, toplumu böyle bir günah çıkarmaya, böylelerine kar şı uyanık olmaya davet etmek ister gibidir.

Ha şöyle, şimdi i şler yoluna girdi. Bir yandan da hayırlı oldu şu adamın geli şi. Gosdanyan denen adam olmasaydı bizim de [Amira’nın evini kastetmektedir] o kapıdan içeri girece ğimiz yoktu. Neyse, şimdi i şimiz şu o ğlan [Amira’nın torunu Ar şak] olacak. Büyük adam yapaca ğız onu. Ha ha ha, bana sorarsan hiçbir şey olaca ğı yok o çocu ğun. Ben onun bakı şlarını hiç be ğenmiyorum. Bırak ki, ne olaca ğı varsa olsun. Biz i şimize bakalım. (...) “Ha ya” diye ekledi hırsız gibi etrafını kola şan ederek, “Millet mama verecek ki ben de yiyeyim, üstüne de Margos Amira’nın kıymetli şarabını içeyim. Pöh, dünyanın neresinde böyle de ğil ki! Kim böyle i şlere girer de parma ğına bir şeyler bula şmaz? Ama günahmı ş, ama Allah darılırmı ş, Paskalya’dan Paskalya’ya adam gibi Kominyon’unu alırsın biter gider. Günün birinde, Allah gecinden versin ölürsen, dosdo ğru cennete...”90

90 Age, s. 132.

64

Ba şka bir zamanda ise kilisedeki odasındaki sandalyesine kurulmu ş düşünmekte, hayatının muhasebesini yapmaktadır Tatyos Efendi. İli şkileri düzeldi ği halde, hâlâ amira kızı Yermone Margosyan’ın kendisini kona ğının kapısından yüzün geri çeviri şinin kızgınlı ğını ya şamaktadır:

(...) Benim gibi bir adama öyle şeyler yapmak, sokak kapısından geri döndürmek olacak şey mi? Ama ben yine de iyi bir adamım, iyi insanların bu dünyada kıymeti harbiyesi yok. On be ş yirmi yıldır ki millet için köpek gibi didiniyorum kıymetimi bilmezler be! Bu Ermeniler ne nankör millettir be! Ölürsem benim gibisini nereden bulacaklar? Hangi deli benim gibi buraya her gün gelir de milletin i şlerine bakar, paraları sayar, korur, harcar? İçinden kendi hakkımı alıyor mu şum, elbette alaca ğım. Büsbütün avanak mı olayım be! (...) Bana bakma, ben ba şkayım, ben alıyorsam benim hakkımdır, anladın mı, hakkımdır.

Gosdanyan her ne kadar cemaati dolandırıp Paris’e kaçmı ş ve orada hapse dü şmü ş olsa da, Amira kızı Yermone hanım biricik o ğlu Ar şak’ı pergelle muayenesinden sonraki “Bilime istidadı var” te şhisinin etkisi altındadır. Ermenilerin modernle şmesinin en önemli aya ğı olan e ğitim her ne kadar bir hiciv konusu edilmi şse de, o dönem yapılan ola ğanüstü e ğitim hamlesinin cemaati ne kadar etkiledi ği, ne kadar benimsendi ği –ortaya dökülen istismarcılık sonuçta bu büyük ilginin sonucudur- de ortadadır. Toplumun modernle şmesine önemli bir örnek olarak hekimli ğin çok yeni, toplumca henüz bilinmeyen bir meslek oldu ğu romanda dikkati çeker. Amiranın kızının yeninden akıl hocası olan Tatyos Efendi Ar şak’ın hekim olmasını tavsiye eder. Önce bu teklifi heyecanla kabul eden Yermone Hanım, kâhyaları Parto ğ A ğa gibi “aşağı” sınıftan ki şilerin bu haber kar şısında heyecanlanmamalarından ku şku duyar ve meslek gözünden dü şer. Ne de olsa zanaat ve ticarette hüner sahibi bir Amira kızıdır ve bu tarz meslekler

65 onun için yeni bir mefhumdur. Bunun üzerine sa ğlama yapmak üzere hizmetçisi Nektar’ı ça ğırır:

“Nektar” dedi Margosyan Hanım, soluk solu ğa, sana bir şey soraca ğım ama do ğruyu söyleyeceksin ha, do ğruyu.” “Söylerim hanım.” “Hekimlik nasıl bir şeydir?” Ahçı kadın böyle samimi bir soruyu tabii ki beklemiyordu ve bir deliye bakar gibi, kadının suratına baktı. “Hekimlik hanım’ diye cevapladı kararsızlıkla, “hastalara bakar ve iyile ştirir.” “Tamam da nasıl bir şeydir, iyi zanaat mıdır?” “Eh ne diyeyim hanım, bazılar fayda görür, bazıları görmez (ve aniden kendi eski bir acısını hatırlayarak). Fulyane’min ba şını hekimler yediler hanım, güzelim Fulyanem’in, ahh.

Amiranın kö şküne ta şradan gelen Haço ise doktor kelimesini dahi bilmemektedir. Haço’yu eve yamayan Tatyos Efendi, Amira torunu Ar şak’a “Doktor” diye hitap etmesini öğretirken epey zorlanır:

“Yalnız, bundan sonra efendine, o ğlum, efendim demeyeceksin.” Burada Haço şaşırmı ş bir ifade ile gözlerini kaldırdı ve adamın yüzüne baktı. “Doktor diyeceksin” diye devam etti Mergeryan adeta ba ğırarak. Köylü çocuk belli ki bu kelimeyi hayatında hiç duymamı ştı, odadakilerin yüzlerine baktı bu sefer. Kendisinin de arada sırada dahil edildi ği o oyunlardan birisi mi oynanıyor diye merak ediyordu çünkü. “Doktor”, diye yineledi Mergeryan, “Anladın mı Haço”

Sıra, Ar şak’a daha mezun olmadan hekimlik yaptırmaya gelmi ştir. Önemli olan unvan edinmektir. Amira kona ğında bir oda Ar şak’a muayenehane

66 olarak tahsis edilir. Ar şak’ın ilk hastasını bulmak da yine Mergeryan Efendi’ye dü şer. Fakir balıkçı Tumig’in iki o ğlundan okumu ş olanı kom şu kızı Sofi’ye olan kar şılıksız a şkından hastalanmı ş, dünyaya küsmü ştür. Annesi doktor ça ğırmak yerine şifacı bir kadına o ğlunu teslim eder. Di ğer o ğlu Karak (Karekin) ise babası Tumig gibi balıkçı olmu ş, Hampik’in (Hampartsum) ya şadı ğı arada kalmı şlık yerine alı şıldık ama sefil bir hayata devam etmi ştir. Yazar sanki burada iki karde şi modern-premodern, Do ğu- Batı, eski-yeni analojisinde kullanmı ş, modern topluma geçi şin risk ve do ğuraca ğı acıları da, tıpkı Zohrab’ın “Poturlu” hikâyesindeki gibi, bu iki karde ş üzerinden anlatmak istemi ştir:

Hampik’in a ğabeyi Karak zaten karde şinin hastalı ğıyla hiç ilgilenmemi şti. Sadece, babasının suratına kar şı o ebedi gözlemini yaptı. “Balıkçılık kötü zanaat mıydı ki okula verdin, çar şıya gönderdin şu zavallıyı. Aha, bak neler oldu. Sana, bana bak, bize bir şey oluyor mu?” Yava ş, yava ş, belki de Teber Dudu’nun yakaran ve yürekten kopan dualarının gücüyle, Hampik sakinle şti. 91

Yervant Sırmake şhanlıyan’ın “Amira’nın Kızı” romanının ikinci bölümünde hikâyeye dâhil olan Gülük ve kızı Sofi’nin hikâyesinde e ğitimin fakir ve alt sınıftan kesimde bir sınıf atlama imkanı olarak görülmeye ba şlandı ğı izlenir. Gülük Hanım’ın kocası genç ya şta veremden ölmü ş, güzelliği ile dikkat çeken kızı Sofik’i çama şırcılık yaparak geçindirmeye ba şlamı ş dürüst bir kadındır. Gülük Hanım içinde bulundu ğu sefalete ra ğmen, kız çocu ğunu cemaatin mahalle okulundan mezun olduktan sonra büyük bir özveride bulunarak semtlerinde bulunan bir Fransız kolejine gönderir. Amacı kızının yabancı dil ö ğrenmesi ve kendisini kurtarmasıdır.

91 Age, s. 332.

67

Gülük Hanım, güzel ahlak ve bilgide kendini geli ştirmeye olan aşırı hevesi ve çabasıyla kendisini sarsan kızını Ermeni mahalle mektebini bitirdikten sonra, büyük bir fedakârlıkta bulunarak mahallelerinde bir Fransız bayanın açtı ğı okula dil ve el sanatları öğrenmesi için yazdırdı. Sofi bir buçuk sene içerisinde annesini hayranlı ğa gark edecek bir kolaylıkla Fransızca konu şmaya ba şladı. Kadın kızının tatlı ve tapınılası dudaklarından bir ahenk içerisinde yuvarlanan yabancı kelimeleri i şittikçe kendisini mutlulu ğun zirvesinde hissetmekteydi. “Gülersem kızımın sayesinde gülece ğim” diyordu ö ğleden sonraları günlük ko şuşturmalarının nihayetinde bahçenin kapısına dayanmı ş halde kom şularıyla sohbet ederken...92

Kısa bir süre evveline kadar Ermenilerde kızların okuma oranı hem çok dü şüktür, hem de bu yolla sınıf atlamak çok da kolay de ğildir. Ama Gülük Hanım kızının aldı ğı iyi e ğitim sayesinde üst sınıftan bir evlilik yapmasını amaçlamaktadır:

“Yok, yok” diyordu kararlılıkla kom şu kadınlarına, “Kızımı olur olmaz birisine vermem. Verdikten sonra öyle birisine vereyim ki, ben de sırtımı sa ğlam bir yere yaslayayım, biraz olsun rahatlayayım.”93

Yazar, Ermeni toplumunun Batılıla şmayı, modernle şmeyi moda ile karı ştırmasını ve yüzeyselli ğini, Ar şak’ın hekimli ğe yönlendirilmesindeki saikların yapaylı ğı ve ironili ği kadar, onun bu mesle ğe yakla şımının do ğası ile de ortaya koyar. Ar şak için hekimlik tamamen annesinden para sızdırmak ve sahte de ğerler üzerindedir. Mesela henüz e ğitiminin üçüncü yılı dolmadan doktor unvanını kullanmaya ba şlar. Ama onu bu sahtekârlı ğa yönlendiren de annesi Amira kızı Margosyan hanımdır. Tatyos Efendi bile bu noktada tereddütlüdür:

92 Age, s. 220. 93 Age, s. 224.

68

Üçüncü senenin ortasında Margosyan Hanım, Mergeryan’la görü şerek ve onun birtakım mantıklı itirazlarına ra ğmen kararlı bir biçimde o ğlu Ar şak’ın artık doktor olarak ça ğrılmasına karar verdi. 94

Etrafı bunca sahtelikle dolu olan Ar şak zaten rol modeli olarak onu çok etkileyen Gosdanyan’ı seçmi ştir. Onun mahalleliyi dolandırarak kaçmı ş ve Paris’te ba şka bir yolsuzluktan hapse dü şmü ş olması bile bu hayranlı ğı gideremez. Yazar, modernizmin yanlı ş anla şılması ve yüzeyselli ğini Ar şak- Gosdanyan, yani Do ğu-Batı analojileri üzerinden ele ştirmeye devam eder:

Genç Margosyan, çocuklu ğunda parlak ö ğretmeninin hayranlıkla izledi ği güçlü jestlerini ve davranı ş biçimlerini hayret uyandırıcı bir kesinlik ve do ğrulukla hatırlıyordu. Onun kalıbını almaya ve onun gibi olmaya kendi fiziksel ve ahlaki yapısını son derece yakın görüyordu. E ğitimcinin [Gosdanyan] bütün ba şarısını davranı ş biçmine, jestlerine ve bakı şlarına borçlu oldu ğuna güçlü bir biçimde ikna olmu ştu. Bu kadar güzel ve etkileyici özellikleri neden kendine mal etmesindi? 95

Yazar aynı yöntemi kullanarak dönemin basınını hem ele ştirir, hem de yazılı basındaki patlamayı ve toplumun bu yayınlara ilgisini de yansıtır. Romanda adı birkaç kez geçen Arevmudk (Batı) adlı gazete, kayıtlarda yoktur, yani kurmacadır. Ele ştirdi ği basını Arevmudk (Batı) olarak adlandırmasının iki nedeni olabilir. İlki dönemin etkili siyasi yayın organı ve Ermeni edebiyatında gerçekçilik akımının öncülerini barındıran Arevelk’i (Do ğu) gazetesini bu tezatı kullanarak ele ştirmek istemesi olabilir. Ancak kendisinin de 1890’larda Levon Pa şalyan’ın editörlükten ayrıldıktan sonra bu gazetede editörlük ve yazarlık yapmı ş olması, gazetenin kurucuları ile yakın dostluklarının bulunması, siyaseten de öne çıkan, sıklıkla sansür ve

94 Age, s. 166. 95 Age, s. 175.

69 devletle ba şı belaya giren bu özgürlükçü gazete ile ters dü şmesini zayıf bir ihtimal kılıyor. 96

İkinci ve daha akla yakın görünen neden ise, o günün popüler medyasının yüzeyselli ği ve özellikle Batı’dan gelen her türlü mefhuma karşı beslenen hayranlı ğı istismar etmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Nitekim ba şka bir yerde ise reformcu genç Ermenilerin sesi olan Masis bizzat kendi ismiyle veriliyor ve Krikor Zohrab’ın o dönem için devrim sayılabilecek bir aşk hikâyesinin tefrikası konu ediniliyor. Buradan da anla şıldı ğı üzere, Arevmudk, sahte batıcılı ğın ne şriyattaki kısmına yapılmı ş bir ele ştiridir. Nitekim romanda önce Gosdanyan’ın e ğitim tekni ğini yere gö ğe sı ğdıramayan bir tanıtım yazısı çıkar Arevmudk’ta.

(...) Ertesi gün Gosdanyan hakkında biyografik ve kısa bir tanıtımdan sonra, e ğitim üzerine bu yeni icat sistem ve bu sistemin getirece ği yararlara odaklanan bir makale çıktı gazetede. Arevmudk’un o sayısı mahallede elden ele geçti, kahvehanelerde, meyhanelerde takdir nidaları e şli ğinde yüksek sesle okundu.

Ortalıkta dönen sahteli ğin ve yüzeyselli ğin kitaptaki önde gelen temsilcilerinden amiranın torunu Ar şak, henüz doktor olmadan unvanı kullanmaya ba şladı ğı gibi, okulu bıraktı ğı halde, konakta yasadı şı biçimde hasta muayene etmekte, bu da kafi gelmezmi ş gibi, hem ün kazanmak, hem de annesinden daha fazla para çekmek için adı bile belli olmayan azılı bir hastalı ğa çare buldu ğunu yaymı ştır. Ne ilginçtir ki, durumda sadece yine – düzenbazları en iyi düzenbazlar tanır çünkü- Tatyos Efendi ku şkulanır. Tüm vaktini Pera’da alem yapmakla geçiren, bizzat annesi ve çevresi tarafından yapaylı ğa ve kolaycılı ğa mahkûm edilen bu gencin böyle bir bulu ş yapabilece ğine ikna olmamı ştır. Ancak bu adı bile konmamı ş, ispat edilmemi ş sözde icat Ermeni milletinin bir gururu, şahlanı şı olarak kabul

96 Kevork Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s. 191. Aras Yayınevi.

70 edilir ve tüm kente haber yayılır. Öyle ki, Arevmudk gazetesine de bu iyi haberi taçlandırmak dü şmektedir:

Bulu şun haberi giderek büyük bir yankı uyandırdı ve H. Köy’ün sınırlarını da a şarak mucidinin bile aklından geçiremeyece ği şekilde dallandı, budaklandı ve ayrıntılara ula ştı. Nihayetinde umumi ve cemaatsel öyle bir niteli ğe büründü ki, Ermenilerin her türlü kazanımlarının büyük taliplisi Arevmudk gazetesi Doktor Margosyan’ın ilmi hakkında kısa ama güçlü bir makale yayımlamak zorunda kaldı. Gazete öncelikle bir muhabirini göndererek do ğrudan genç doktorun a ğzından icadı hakkında gerçek ve kesin bilgiler alma özenini de göstermi şti. Ar şak, ki ruhu böyle durum ve görüntülerden ruhu çok sıkılırdı, birkaç saatini bu muhabire ayırdı. Sözde bulu şunu bir hastalık ve bir vaka seçerek –ekseni çalı şmaları ve ara ştırmalarıydı- bilimsel sözcükler ve açıklamalarıyla cahilli ğiyle ı şıldayan muhabiri adeta bunalttı. Adam notlar alarak, te şekkürler mırıldanarak, övgüler düzerek ve e ğilip bükülerek ayrıldı. Di ğer yanda ise Amira’nın torunu odasında gülmekten kırılıyordu. Ve makale gazetede “Bilim Dünyasından ” ba şlı ğıyla yayımlandı. (...) Artık bu makalenin H’köyü’ndeki yarattı ğı şaşırtıcı etkiyi hayal edebilmek kolaydı. En şüpheciler bile gözleri büyük büyük açılmı ş halde gazetenin bu satırlarını okudular ve dilleri tutuldu. Onlar için bir gazetenin yazdıkları, gerçekli ğin, itiraz edilemeyecek ve tartışılmayacak en son noktasıydı. “Görüyor musunuz?” diye ba ğırıyorlardı doktorun gönüllü ve hevesli taraftarları, “Oğlum, hiç gerçek olmasa Arevmudk yazar mıydı?

71

Bak ne diyor, milletin gurur, şan, şerefi. O zaman ya şa, ya şa Doktor Margosyan.”97

Ancak aklı ba şında insanlar da vardır. İlk şaşkınlık geçtikten sonra, zaten avareli ği ile ünlü olan Ar şak’ın böyle bir bulu şu yapmasının mucize olaca ğını, ortada bulu şun haberinden ba şka bir şey olmadı ğını ve basının da buna çanak tuttu ğunu anlar ve ele ştirirler bu durumu:

Ama sonraları, ilk şaşkınlık geçtikten sonra, ne zaman ki insanlar konuyu masaya yatırıp özelliklerini analiz ettiklerinde, ruhunu açıp içine baktılar ve anladılar ki, Ermeni basını da “düpe” olmu ştu o sonsuz heknohen? “Vay haline zavallı Ermeni basını vay” diye yazıklandılar “Oyunbazların elinde oyuncak olmu ş.”98

Romanda, temizlikçi Gülük Hanım ve okumu ş kızı Sofik ile kom şu olan fakir balıkçı Tumig’in mahalle mektebinde okuyan o ğlu Hamparsum’un Arevmudk gazetesini sürekli aldı ğına ve onu satır satır okudu ğuna şahit oluruz. Bu önemlidir çünkü Amira kızı Yermone Hanım, Tumig’in sınıfından olan kâhyası Parto ğ A ğa’nın bir ziyaretinde koltuk altında Arevmudk gazetesini görünce “Ne o, sen de mi gazete okumaya ba şladın” diye onu a şağılar. Parto ğ A ğa ise hanımını kızdırmamak için “Yok canım, ne münasebet” diyerek geri adım atar. Bu manada, hakir görülen fakir kesimin, o dönem ya şanan büyük e ğitim seferberli ği ile eğitim alma şansına eri şti ği, ailelerin bilinçlenmesi, cemaatin de bu imkânları sa ğlaması ile eğitimin sınıf de ğiştirmenin bir yolu olarak benimsendi ği ortaya çıkar:

(...) Hampik ise kesinlikle yatmı ş olmaz ve yanında mutlaka bulunan Arevmudk’un bir sayısını babasını hiç dinlemeden

97 Amirayin Ahçigı, (Bolsagan Geyanki Truvakner), Amiranın Kızı, ( İstanbul Hayatından Kesitler) Becidyan Matbaası, Hasköy, 1929. s. 354,355, 356. 98 Age, s. 357.

72

ba ştan sona okur, bazen de, yurtiçinden bir cinayet veya ilginç bir kazanın haberini odadakilere aktarmak için sözünü keserdi babasının. 99

Sahtekâr hekim Ar şak Margosyan ise entelektüel dünyaya yüzeysel bir merak göstermekte, dönemin en güçlü gazetelerinden Masis’i sözüm ona takip etmektedir. Romanda Amira kö şkünde Yermone Hanım ve o ğlu Ar şak arasında geçen diyalog, hem Ermeni toplumunun muhafazakârlıktan modernli ğe geçi şine, ama yine bu arada modernlik ve modanın karı ştırılmasına çok önemli bir örnek te şkil eder, hem de dönemin yayınlarının cemaat tarafından ne kadar canlı bir biçimde takip edildi ğini ve nasıl gündem olu şturdu ğunu da ortaya koyar. Tartı şılan konu, Krikor Zohrab’ın Masis’te henüz tefrika edilen “Annene Selam Söyle” hikâyesidir. Bizzat Zohrab’ın kendi Ortaköy Tarkmançats okulunda geçirdi ği günlerden aktardı ğı bu hikâye, muhafazakâr çevreler tarafından son derece ahlaksız, ama modern çevrelerce de hayatın kendisi olarak görülüyordu. Okullarına kom şu oturan Servinaz isimli olgun kadına sınıfça a şık olmu şlar, ancak mezuniyetlerinden sonra Zareh isimli arkada şları, bu a şkı içinde ya şatmı ş ve nihayetinde onunla evlilik dı şı bir ili şki kurmu ştu. Otuz be ş ya şındaki güzeller güzeli Servinaz, kocasından bo şandıktan sonra Pera’da o ğlu Levon ile oturuyor, geçimini ise aslında fahi şelik yaparak sa ğlıyordu. Arevelk’te de yazıları çıkan entelektüel Zareh, bu gerçe ği acı biçimde bizzat alem için alı şveri ş yapan Servinaz’ın o ğlu Levon’dan ö ğreniyor, hikâye okuyucuya “İş te hayat bu” dedirtiyordu. O gün Yermone Hanım, muayene olmaya geldikten sonra Ar şak’ın ağına dü şen ve nihayetinde eve annesiyle birlikte sı ğıntı aldıkları Sofik’ten kendisine gazeteden bir şeyler okumasını ister. Salonda Tatyos A ğa ve Ar şak da vardır. Ar şak Masis’in son sayısının okunmasını önerir. Aslında bu önerisi, hikâyede anlatılan evlilik dı şı ili şkiyi Sofik’le ya şamayı aklına koymu ş olması nedeniyledir:

99 Age, s. 221.

73

“Masis ’in son sayısını okuyunuz bayan” dedi Ar şak. Zohrab’ın “Annene Selam Söyle” adında güzel bir öyküsü var. “Oğlum” diye itiraz etti annesi “Zohrab çok açık seçik yazıyor, aile arasında okunmaz.” “Anne, açık seçik yazmak a la mod şimdi. Üstelik yeni yazarların ahlaksızlı ğının içinden ahlaki olanı ayırt etmek gerekir. Zola’nın ba şlattı ğı bir akım bu. Daha bizim ahlaki de ğerlerimize uygun görülmemektedir. Daha bizim milletimiz bunu kavrayacak kadar geli şmi ş de ğildir.”

Doktor’un ısrarı kabul görür ve hikâye Sofi tarafından okunur.

“Be ğendin mi anne” diye sordu doktor, daldı ğı hülyalardan silkinerek. “Güzel evladım ama...” “İyi ama” diye söze girdi öteden Mergeryan ellerinin üzerinde yava şça do ğrularak, “Böyle açık saçık şeyler gazetelerde yazılır mı, ne yeri var ki canım, hiç anlamıyorum! Robinson gibi hikâyeler yazsalar olmaz mı?” Genç adam gürleyen bir kahkaha attı. Sofi de gülmemek için kendini zor tuttu. “Böyle şeyleri anlamıyorsunuz Tatyos A ğa” dedi doktor alaycı bir jestle. Bu edebiyattır. Robinson’un hikâyesini çocuklar okur, böyle yazıları da büyükler.”100

Ar şak, amira servetinden bir miktar daha bozmu ş, Eyüp’teki fabrikayı satarak güya yaptı ğı bulu şu ilerletmek maksadıyla Paris’e gitmi ştir. Tabii ki burada tüm paraları gece hayatında tüketmi ş, paranın kokusunu alan bir Fransız kadınla eve geri dönmü ştür. Dı ş görünü şüyle tam bir Avrupalıdır. Yazar burada yine bir yüzeysel Batılıla şma ele ştirisi daha yapıyor, ancak bununla birlikte, “1840’lardan itibaren zengin Ermeni

100 Age, s. 294-296.

74 ailelerin çocuklarını İtalya ve Paris’e gönderme modası da ele ştiriliyor. Şüphesiz bunların bir bölümü Ermeni modernle şmesini ta şıyan güçlü isimler olmu ştu.

Paris gerçekten de daha göz kama ştırıcı hale getirmi şti amiranın torununu. Kare örülmü ş şekilli kumral bir sakal yanaklarını kaplamı ş ve sa ğ gözündeki yuvarlak tekli gözlük ona Avrupalı havası vermi şti. Biraz solmu ştu ama, bu onu daha da çekici hale getirmi şti. Hareketleri zarif bir soyluluk sergiliyordu. Sesinin vurgusu dahi de ğişmi şti; hızlı ve sedalı. Annesine doktor Fransuvar’ın kızı olarak tanıttı ğı Parisli kız ile dolu bir akıcılıkla Fransızca konu şuyordu. 101

Balıkçı Tumig’in okumu ş o ğlu Hampik de, Sofi tarafından Amira’nın konutuna alınmı ştır. Burada görünümü de de ğişmi ş ve bir Batı’lı gibi giyinmeye ba şlamı ştı. Yazar sanki burada, Do ğu’nun arada kalmı şlı ğını, garipli ğini Hampik aracaılı ğıyla tasvir etmek ister gibidir:

Balıkçı dostları şimdi tanıyamayacaklardı onu. Saçları örülmü ş, taranmı ş ve Ar şak’ın gardrobundan çıkarılan elbiseler şimdi onun bedenini süslüyordu. Hatta fular ve kravatı bile vardı. Nihayetinde, tamamiyle eski Hampik olmasa da, ona yakın bir şey olmu ştu. 102

Sırmake şhanlıyan’ın 1880-1890’ları anlattı ğı “Amira’nın Kızı” romanı Ermeni cemaatinin modernle şmesi, cemaatin idari yapısındaki de ğişimler hakkında oldu ğu kadar, sınıfsal kar şıla şmaları, daha düne de ğin dikey sınıf de ğiştirmelerin mümkün olmadı ğı geleneksel toplumda, Genç Ermeniler denen Avrupa görmü ş aydını sınıfının, özellikle Anadolu’da kız okulları açılmasında öncü olan kadın yazar ve e ğitmenlerin sayesinde, okumanın artık yeni bir sınıfı yaratan dinamo oldu ğu, hatta en güçlü sınıf olan

101 Age, s. 446. 102 Age, s. 428.

75 zanaatkârlara denk bir toplumsal katman olu ştu ğuna dair ipuçları da ta şımaktadır. Romanda en belirgin husus ise, yakın geçmi şin en güçlü sınıfı olan amiraların artık tarih sahnesinden silinmi ş olmasıdır. Yermone Margosyan, bir Amira kızıdır. Belki de Amira sınıfının son temsilcisidir. Zaten tam da, eski ihti şamlı günlerin bitmesinin histerisine yakalanmı ş, yeni hayata intibak edememi ştir. O ğlu Ar şak’ın okumasını, bu şekilde sarsılan sınıfının bo şlu ğunu doldurmayı istemektedir. Onun sınıfsal imtiyazlarını sürdürebilecek yolun, tek evladı Ar şak’ın alabilece ği en iyi statüyü alması ve isim yapması oldu ğunu dü şünmesi rastlantısal de ğildir. Çünkü Amira sınıfını alt edenler bizzat bu Avrupa görmü ş ve ça ğı yakalamı ş okumu ş çocukların sınıfıdır. Ermeni Anayasası’nın olu şum sürecinde önemli rol oynayan ve henüz 32 ya şında hastalıktan vefat eden Nigo ğos Balyan’ın Tanzimat döneminin en güçlü amiralarından Garabet Amira Balyan’ın o ğlu olması, bu baba o ğulun amira-aydın mücadelesinde –ve oldukça soylu şekilde- kar şı kar şıya gelmesi, dönemin de ğişim anaforunun aileleri dahi böldü ğünü anlatır. Ama romanda artık her şey netle şmi ş, Tanzimat ve Islahat Fermanı’ndan sonra vergileme sisteminin de ğişmesi ile, vergi mültezimlerine faizle para veren sarraf Amira sınıfı ekonomik olarak çökmü ş, bürokrat amiralar ise biraz daha varlıklarını sürdürmü şlerdir. Roman, bu de ğişimin izlerini ta şır ve özellikle de Amiralar döneminde kilise-Amira i şbirli ğini ve halk üzerindeki yaptırımlarının gücünü de bize hatırlatır:

Mergeryan, kendi dü şmanına, köyün dü şmanına, kilisenin, okulun dü şmanına diz çöktürmenin gözü kara inadıyla, iddialı bir yola ba şvurmak istedi. Biliyordu ki, Amiraların hüküm sürdü ğü zamanlar, millî veya dinî yönetimlere kar şı gelenlere, ço ğu zaman kiliselerin huzurunda aforoz uygulanırdı. O zaman kendisi de, güçlü bir mahalli yönetici olarak, köyün vaizi aracılı ğıyla o milletin evini yıkan biri için neden bir aforoz kararı verdirmesindi? 103

103 Age, s. 95.

76

Sınıfsal göstergelerin bir tezahürü olarak romanda tüm fakir sınıftan olanların adlarının kısaltılmı ş oldu ğu, bunun o sınıfın kültürüne dair bir şey olması kadar, sosyo-ekonomik de bir kar şılı ğı oldu ğunu dü şünülebilir. Bugüne de süren bu gelenek, ticaret alanında Müslümanlarla kar şıla şan alt ve orta sınıf Ermenilerde isimlerin hecelenmesinin zorlu ğunu a şmak yanında, ayrımcılı ğa u ğramamak, yani kimli ğini saklamanın da bir yoluydu. Soylu ve zengin sınıftan şahıslar bu tarz sorunları tabii ki daha nadir ya şamakta, bu ki şilerin romanda adları tam haliyle yer alırken, Tumig, karısı Horop (Hrispsime), o ğulları Karak (Karekin) ve Hamparn (Hamparsum), ta şradan getirilip amira kö şküne yamanan Haço (Haçik), amira evinin kahyası Parto ğ A ğa (Parto ğomeos) gibi romandaki alt sınıftan neredeyse tüm kahramanların isimlerinin kısaltılmı ş, aslında, tahrif edilmi ş oldu ğunu görürüz. Neden ekonomik veya siyasi de olsa, fakirler, isimlerinin tamamına sahip olamamaktadır. Bu arada, ya şlı balıkçı Tumig amiraların parlak günlerini hatırlayan son nesildendir. Amiralara mal sattı ğı dönemde yüksek kazanç sa ğlamı ş ve çok rahat ya şamı ştır. Onların döneminin kapanması, Tumig gibi Amiralara hizmet edenler için de bir felaket olmu ş, gittikçe fakirle şmi şlerdir.

Bahsedildi ği üzere, Tumig’in bir e şi ve iki çocu ğu vardı. Büyü ğü yirmi be ş ya şında olan Karekin, ki adını tahrif ederek Karak’a dönü ştürmü şler, küçü ğü ise yirmi ya şındaki Hamparsum, onun adı da kısalarak Hampar olmu ştu. Tumig, güzel, güne şli günler görmü ş bir adamdı. Şaşalı döneminde, amiraların mutfaklarına nadir ve leziz balıklar sa ğlayarak büyük paralar kazanmı ştı. Bazen, sattı ğı kıymetli bir balık için çok de ğerli hediyeler almı ştı. Ama bekâr ve hovarda Tumig, kazandı ğı paraları patırdılı ziyafetlerde tüketmi ş ve evlendikten sonra da amiraların me şaleleri birbirinin ardı ardına devrilmi ş, gelir kaynakları da git gide kurumu ştu. 104

104 Age, s. 219.

77

“Amira’nın Kızı” romanında, sahte hekim amira torunu Ar şak’ın ilk hastası olan ki şi temizlikçi Gülük’ün okumu ş kızı Sofi’dir. Sofi hem geleneksel bir Ermeni ismi de ğildir, yani Avrupa kökenlidir, hem de romandaki fakir sınıfına dahil tüm kahramanların içinde ismi kısaltılmamı ş, tahrif edilmemi ş tek ki şidir. Çünkü Sofi annesinin üstün çabalarıyla bir Fransız okulunda tahsilini tamamlamı ş ve iyi derecede Fransızca öğrenmi ştir. İş te Sofi aynı zamanda Ar şak’ın ilk hastası olur ve ikisi de birbirinden ho şlanır. Sofi ve annesi Gülük hanım, balıkçı Tumig ve ailesi ile aynı yerde, yani Matos Amira’nın terk edilmi ş kona ğının geni ş bahçesindeki mü ştemilatta oturmaktadır. Konak, Yermone Hanım’ın babası Margos Amira’nın rakibi de olan Matos Amira’nın iflası ile terk edilmi ş, bir süre hizmetçiler oturmu ş, daha sonra ise bakımsızlıktan tavanı çökünce tamamen bo ş kalmı ştır. Yeruhan, bu terk edili şi Amiraların tarih sahnesinden çekilmesine bir analoji yaparak konak ve bahçesinin bakımsızlı ğı üzerinden anlatır. Bahçeye eskimi ş ah şap bir kapıdan girilir ve girenleri boyu a şkın otlar, a ğaçlar kar şılar. Sa ğda bir metrelik bahçe duvarı uçsuz bucaksız uzanırken, solda ise Matos Amira’nın kona ğından kalanlar göze çarpar. Belediye bir süre sonra tehlike arz etmesi nedeniyle metruk kona ğı yıkmı ş, kalanları da Yahudi yıkıcılar bedavaya kapatmı ştır. Yahudiler kapanan bir mahalle cemaat okulunun mallarını da bedavaya kapatan hırsızlar olarak romanın bir bölümünde daha aynı olumsuzlukla geçer. 105 Burada üstü kapalı da olsa 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın ticaret yollarına hakim olması ile büyük bir ticari ba şarıya ula şan ve dünya ticaret a ğını elli yıl ellerinde tutacak şekilde güçlenen Ermeni tüccarlar ile Yahudi ve Rum tabanın bu ülkedeki ciddi rekabetine gönderme vardır. Gerçekten de Ermeniler ve bu tabalar aynı sosyo-ekonomik alanı payla şmakla kıyasıya rekabet ediyorlar, Ermeniler bu rekabette epey önde görünüyorlardı. Romanda Ermeni muktedirlerin çökü şü ile birlikte mevzi kazanan Yahudilere bir hınç seziliyor. İki ayrı yerde de, kapanan kurumların (Yani aslında Ermenilerin) mallarını çok ucuza kapatan

105 Age, s. 123.

78

Yahudiler olumsuzlanırlar. Ancak öte yandan, Tumig ve Gülük Hanım Matos Amira’nın ayakta kalan ve zamanında seyis ve hizmetkârların konut olarak kullandı ğı mü ştemilatı payla ştıkları görülüyor. Bu da sembolik olarak, iki ailenin fakir olmasına ra ğmen Sofi ve Hampik üzerinden okumu ş yeni nesilin, yani burjuvazinin, Amiraların –henüz mütevazı da olsa- yerini aldı ğı ima ediliyor:

Ve gerçekte, bu yerde, H’köy’ün en önde gelen miralarından Matos amiranın kona ğı yükselirdi ki, Margos Amiranın rakibi, krallara layık bir zenginlikle ya şardı orada. 106 (...) Ama, tüm bu yıkımlardan geçerek varlı ğını sürdüren uzakta, bahçenin duvarının dibinde in şa edilmi ş, yalnız ve küçük bir ev kaldı, ki zamanında amiranın seyis ve arabacıları ya şardı orada. 107

Balıkçı Tumig, Amiraların parlak günlerinin tanıklarından olarak sık sık o günleri hatırlar ve ailesine hatıralarını anlatırdı:

Balıkçı Tumig hayalgücü alkolle kı şkırtılmı ş ve ya şadı ğı eski mutlu günlerin hatıralarıyla mest olmu ş halde, ba şından geçen olaylardan bir tanesini mutlaka anlatmaya ba şlardı. Konu şmasını “Ne günlerdi be” diye iç geçirerek sıkça böler, sedirin kö şesine ba ğda ş kurmu ş halde uzun siyah sigaralı ğından kuvvetlice bir nefes çektikten sonra sözüne devam ederdi. (...) Tatyos ve Margos Amiranın şan ve şöhrete ula şma yarı şı renkli açıklamalarla telaffuz edilirdi bu cahil balıkçının a ğzından, bazen, mucizevi bir olayın hatırasının canlanmasıyla birden

106 Age, s. 216. 107 Age, s. 218.

79

durur, bo ş ve hülyalı bir bakı şla mırıldanırdı, “Ne zamanlardı be”108

Balıkçı Tumig bir gece içti ği meyhanede aniden fenala şır ve ölür. Onun ölümü, Amiralar döneminin son tanı ğını da kaybetmesi ve bu dönemin fakir ve alkolik bir balıkçının zayıf belle ği aracılı ğıyla da olsa, artık hatırlanmayaca ğı manasına geliyordu:

Amiraların hatırası anlamında bu olan yeri dolmayacak bir kayıptı. H’Köy’ün içinde, sokaktan soka ğa, meyhaneden meyhaneye iyiliksever Amiraların yaptıkları büyük işleri anlatan, yayan bir tanı ğın övgü dolu ki şisel şehadetiyle, -ki hiçkimse yeltenemezdi yalanmaya- son ki şiydi Tumig. Onunla birlikte, Margos, Cezayirli, Gelgelo ğlu ve di ğer Amiralar ebedi istirahata ve maziye u ğurlanıyorlardı. 109

Margos amiranın kızı, Kapriel Efendi Margosyan’ın dul e şi Yermone Margosyan, babasının ismini soyadında ta şıyan bir zenginle izdivaç yapmı ş, lakin kocasının erken ölümü ile, eski şaşaalı düzenini sürdürmekte muvaffak olamamı ştı. Evine kapanıp hayattan elini aya ğını çekmesi ise, kocasının ölümü kadar, aleyhine de ğişen hayat şartlarına ve sınıf de ğiştirdi ği gerçe ğine duydu ğu öfkeden ileri gelmekteydi. Onun şimdi tek arzusu, biricik o ğlunun muvaffakiyeti üzerinden Amira dönemindeki mutlulu ğu ve sarsılan toplumsal konumunu yakalamaktı. Bunun için artık tek yol o ğlunun iyi bir e ğitim almasıydı. Bu nedenle, hem o ğlunun ısrarları, hem de bu mecburiyetten, alı şık olunmadı ğı üzere, kendisi bizzat yasından çıkarak Batılı e ğitim sistemiyle H’Köy’de anafor yaratan Mösyö Gosdanyan’ın aya ğına gitmeye mecbur olmu ştu. Bu alı şıldık bir şey de ğildi ve yüksek sınıfın, de ğişim kar şısında kaybetti ği irtifayı gösteriyordu:

108 Age, s. 222. 109 Age, s. 337.

80

Margosyan hanım o ğluyla birlikte bahçenin çitinin önünde göründü ğünde, çocuklar arasında bir karga şa oldu. ‘Bu amiranın kızı, çocuklar, Ar şak’ı okula getiriyor! (...)

Ve şimdi, bütün semti pe şinden sürükleyen bu anafora onun da kapılıyor ve gururunun zirvelerinden a şağı dü şmü ş, boynu bükük bir itaatla çocu ğunu bizzat getiriyor olu şu çocuklar için bile göze çarpan bir hadiseydi. 110

Yermone Hanım’ın babası Margos, sarraf Amira sınıfındandır ve Ermeni Anayasa’sının olu şmasında muhalefet ve esnaf sınıfıyla mücadele daha çok bu sınıftan gelmi ştir. Sözde Batılı mucizevi e ğitimci Gosdanyan’a bu durum izah edilmi ş ve bir Amira kızının aya ğına gelerek o ğlunu teslim etmesinin ne denli büyük bir zafer oldu ğu ona anlatılmı ştır:

Dolandırıcı zaten aynı gün Amiranın kızı hakkında külliyatlı bilgiler edinmi şti. Onu, kibirli ve gururlu bu kadının o ğlunu kendisine teslim etmek üzere aya ğına kadar geliyor olmasının büyük bir zafer oldu ğu konusunda ikna etmi şlerdi. Semtteki ba şarısızlı ğa neden olabilecek son engel ve pürüzler de ortadan kaldırılmı ştı. 111

Dolandırıcı Gosdanyan, Ar şak’ı önce ön bir incelemeden geçirmi ş, bu esnada sıra dı şı bir vakayla kar şıla şmı şçasına abartılı jestlerde bulunmu ş ve annesine Ar şak’ın ileride çok yüksek yerlere gelecek bir ki şi olaca ğına emin oldu ğunu söylemi şti. Yermone hanımın odaya giri şindeki kibir ve gururdan eser kalmamı ş, büyük bir minnettarlıkla Gosdanyan’a teslim olmu ştu. Daha sonra ise Batılı sisteminin Batılı sembolleri olan pergel ve metre ile Ar şak’ı yeninden muayene etmi ş ve temayüllü oldu ğu mesle ği belirlemi şti. Ar şak’ın bilimadamı olmaya istidadı vardı:

110 Age, s. 73. 111 Age, s. 74.

81

“Bayan, o ğlunuz halkımızın gururu olmak üzere bir bilim adamı olmak için yaratılmı ş.” (...) Zavallı kadın yolda “Oğlum büyük bir bilimadamı olacak. Milletin gururu... büyük bir zenginli ğin sahibi. Allah’ım, gerçek mi acaba” diye mırıldanıyordu. (...) Yasa, hüzne ve kedere adanmı ş hayatına, manzaranın derinlerinden gündo ğumunun ı şınlarını ta şıyan bir perde açılmı ştı aniden. (...) Ezilmi ş, kırılmı ş bir gururun rövan şının kıvılcımı, o cılız, bedbin ve zayıf bedenin içinde büyük bir yangını tutu şturuyordu. Koltu ğunun içine gömülmü ş bir halde “Oğlum büyük bir bilimadamı... Milletin medarı iftiharı... Büyük bir servetin sahibi” diye mırıldanıyordu. 112

Ermenilerde İstanbul-Ta şra gerginli ği her zaman var olmu ş, Ermeni Anayasası’nın kabul edilmesiyle olu şturulan Milli Meclis’inde ta şra Ermenileri çok az sayıda temsil edilmi ş ve bu temsiliyet ise, yerinde ikametgâh şartı aranmadı ğı için İstanbul’a göç etmi ş varlıklı ta şra kökenlilerin temsiliyette tercih edilmesiyle daha da sorunlu hale gelmi ştir. Anadolu Ermenilerinin durumu hakkında ise elimizde çok az veri vardır. “Amira’nın Kızı” romanındaki alt sınıf temsilcilerinin “Ramgoren” yani alt tabakaya ait bir lisanla konu ştukları görülür. Bu dilde Ermenice kelimler bozulmaya u ğradı ğı gibi, Türkçe kelimelerin çokça yer aldı ğını görürüz. Roman kahramanlarının ço ğu Amira kona ğının u şağı Haço’ gibi ta şradan gelmi ş, bir kısmı ise İstanbullu alt sınıf Ermenilerdir. Bunlardan biri olan Sofi’nin annesi çama şırcı Gülük Hanım, kızının Amira torunu Ar şak ile girdi ği yasak ili şkiyi ö ğrendi ğinde şoke olur, çok üzülür lakin yazara göre duygularını ifade edecek dil zenginli ğine sahip de ğildir:

112 Age, s. 76, 77.

82

Ve annesi bu akıl almaz hikâyeyi de dinledi. Duygularını ifade edecek, kederini niteleyecek sözcükleri kendi basit ve alt tabakaya ait sözlü ğünden bulmaya muvaffak olamadı. 113

Gülük Hanım’ın söyleyemedikleri yüz ve beden jestlerine yansımı ş, bir süre sonra da yine Türkçeyle karı şık şekilde “Sürtü ğün köpe ği” diye mırıldanmı ştı. Burada dikkati çeken Sofi’nin e ğitimli bir alt sınıflı olarak temiz bir Ermenice kullanıyor olmasıdır; tıpkı Balıkçı Tumig’in okumu ş oğlu Hampar gibi. Buna kar şılık Amira torunu Ar şak neredeyse Türkçe bilmemektedir. Tatyos A ğa’nın tavsiyesi ile doktor olmaya karar veren Ar şak için, tıbbiye sınavlarına girmeden evvel Türkçe hocası tutulur. Türkçe ile ilk tanı şması ise sözde Batılı e ğitimci Gosdanyan’ın okulunda kısa bir süre önce mümkün olmu ştur:

Hekim adayının Türkçe dilini öğrenmesi için mahalle okulundaki Osmanlıca ö ğretmeni aylı ğı iki liraya tutuldu ki zaten Gosdanyan Koleji’nde bu dil üzerine epey bir fikir sahibi olmu ştu. 114

Romanda Sofi’ye duydu ğu kar şılıksız a şkla berdu ş olup balıkçıların yanına sı ğınan Hampik’in anlatıldı ğı bölümde, Sofi ve annesi Gülük Hanım Hampik’in akıbetini ö ğrenmek için Haliç’teki balıkçı barına ğına giderler. Kar şılıklı diyaloglarda Sofi ile balıkçılar arasındaki dil farkı çarpıcı bir biçimde öne çıkar. Sınıfsal farklılı ğın bu en çarpıcı tezahüründe balıkçıların kullandı ğı dilde Türkçe kelimeler doludur. Bunlar “Af, sanki, hiç, kahve, eğer, ba şka, bekleyin, acaba, i şte, yanlı ş, şimendifer” gibi kelimelerdir ve bunun dı şında kalan Ermenice kelimelerin de telaffuzları bozuktur. 115 Türkçe kelimeler, bugün de oldu ğu gibi telaffuzları Ermenice seslere uygun şekilde bozunarak dile kabul edilir. Şüphesiz dildeki geçirgenlikler de, halk tabakasındaki bu kar şıla şma ve etkile şimlerden meydana gelmektedir.

113 Age, s. 417. 114 Age, s. 148. 115 Age, s. 418-423.

83

Amira torunu Ar şak ile çama şırcınün kızı Sofi arasındaki a şk, alt ve üst tabakanın kar şıla şmasıdır ve çok sancılı olur. Bu ili şki, aslında e şitler arasındaki bir a şk ili şkisinden çok, Ar şak’ın Sofi’yi kandırması ve ona sahip olmasıdır. Sofi’nin güzelli ği ve annesinin a şkın çabalarıyla Fransız okulunda aldı ğı e ğitim Ar şak’ın ona tutulmasına neden olur. Ar şak’ın yaptı ğı plan annesini ikna ederek, hasta olan Sofi ve annesini Amira kö şküne yamamak, sonra da Sofi’yi elde etmektir. Ar şak, basit bir çama şırcının kızı olan Sofi’de, onun ait oldu ğu tabakada ender gözlenen özelliklerden adeta tahrik olmu ştur. Tatyos A ğa’nın ilk mü şterisi olarak buldu ğu Sofi sözde doktor Ar şak’ın ilk hastasıdır Muayeneden sonra oğlunun mürüvetini görmekten havalara uçan Yermone Hanım Ar şak’ı sorguya çeker:

“Hastaya baktın mı doktor” diye sordu annesi gururlu ve saygılı bir ses tonuyla. “Baktım anne, çok hekimlere götürmü şler ama bir fayda görememi şler. Ne güzel, ne asil bir kız, asla bir çama şırcının kızı demezsin. Hastalı ğının nedeni de fakirlik, yazık, yazık.”

Nihayet Ar şak annesini ikna eder ve Sofi ile annesi kö şke ta şınır. Bu aynı zamanda, Sofi için bir sınıf atlama şansıdır. Sofi tamamen saf de ğildir, kö şkteki pozisyonunun bir hizmetçiden farklı olabilmesi için Yermone Hanım’ın gözüne girmeye, onu fethetmeye karar verir. Böylelikle sınıf atlaması, kestirme yoldan mümkün olacaktır:

(...) Bunun için en münasip ve kolay yardımcı anne olacaktı. Tatlı sözlerle, yürek oynatan cesaretlendirmelerle kendisine bir hizmetçi gibi davranmaması için onu ikna etmeye muvaffak oldu. Ehemmiyetle yabancılar kar şısında öyle bir yapmalıydı ki, herkes, kendi yüksek statüsü sayesinde sıradan bir ölümlüye müstesna ve imrenilecek bir varlı ğın sıfatını bah şedecek –nasıl bir kral kendi uyru ğuna payeler da ğıtırsa- hanımın sayesinde,

84

Sofi’nin Amiranın evine girmekle sadece bir ikametgâh de ğişikli ği yaptı ğına de ğil, sınıf da atlamı ş oldu ğu fikrine kendili ğinden ikna olsunlardı. 116

Sofi’nin giyimi oldu ğu gibi de ğişmi ş, ona Pera’daki özel bir terzi elbiseler dikmi şti. Ama annesi Gülük Hanım için bir de ğişiklik söz konusu de ğildi:

Pera’dan matmazelin yeni entarilerini hazırlamak için özel bir terzi gelmi şti. Eski giysilerini fakirlere verdiler. Tüm bu karga şa içerisinde Gülük Hanım kızının bu de ğişimi hakkında –ki onun toplumsal sınıfında hiçbir fark yoktu- kendi halk tabakasına dair lehçesiyle hissettiklerini tasvir etmeye muvaffak olamıyordu. 117

Sofi yeme ğini Yermone Hanım ve Ar şak’la, annesi Gülük ise mutfakta hizmetkârlarla yiyecektir:

Doktor, Sofi’nin yemeklerde kendilerine e şlik etmesi arzusunu annesine bildirdi. Bu iste ği seve seve kabul gördü. Çama şırcı kadın a şçı ve Haço ile birlikte mutfakta yiyecekti. 118

Sınıf farklıla şması, anne ve kızı, üstelik aynı evde ya şadıkları halde birbirinden ayırmı ş, uzakla ştırmı ştı:

Gülük Hanım, -ki zamanının büyük bir bölümünü Amira kona ğının alt katlarında geçiriyordu- en sonunda durumu, kızının bedeni ve ruhunda vuku bulan de ğişimi fark etti. (...) Zamanla öyle oldu ki, ana kızın kafa kafaya verip, içtenlikle görü şmelerinin fırsatları da tamamen ortadan kalktı. Sofi, ki annesinin odasında ona ayrılmı ş bir bölüm vardı, yukarıya,

116 Age, s. 316. 117 Age, s. 317. 118 Age, s. 292.

85

hanımın kaldı ğı yukarıdaki kata, iki odalı bölüme ta şındı. Birinin yatak, di ğerinin de oturma odası oldu ğu bu bölüm ona tahsis edilmi şti. Ö ğle ve ak şamları oldu ğu gibi, sabahları da onunla kahvaltı etmek için hanımın kalkmasını bekler, kalan zamanda da, kendisini hanım ve doktor arasında payla ştırırdı. Gülük Hanım ço ğu kez kızının yüzünü ona basit bir hizmetçi gibi servis yaparken yemek masasında görürdü. 119

Balıkçı Tumig’in okumu ş o ğlu Hampik ise, birlikte büyüdükleri ve â şık oldu ğu Sofi’yi Ar şak’a kaptırmanın kederiyle derbeder olmu ş, sokaklara dü şmü ştür. Babası gibi balıkçı olan ağabeyi Karak ise uzak bir semte ta şınmı ştır. Okudu ğu için Hampik’ten nefret etmektedir. Onun konu şmalarında, o günlerde İstanbul Ermeni cemaatinde hakimiyeti elinde tutan iki sınıfa, yani aydın ve zengin esnaf, zanaatkârlara tepki vardır. Kafkasya’daki i şçi ve sendika hareketinin güçlü rüzgârları buralara henüz ula şamamamı ştır. İstanbul’un emekçileri hiçbir koruma, hak ve adalet arama şansları olmadan kaderlerine boyun e ğmektedirler. Hampar, ba şıbo ş dola şmak için hep Altınboynuz’un sahillerini tercih eder. Onu orada gören babasının balıkçı arkada şları ona sahip çıkar ve zamanla Hampar da babası gibi balıkçı olur. Osmanlı Ermenilerinin modernle şmesi ve batılıla şmasının zorluk, handikap ve içerdi ği alt üst olu şlar, adeta Hampik’in –Ar şak’ın tecavüzüne u ğrayan ve onun metresi olan Sofi’nin de- şahsında toplumun eskiden yeniye bu geçi şinin me şakkatlerini sembolize eder. Kimli ğin o güne değin tüm birikimini atıl ve demode gören, tüm çekicili ği ile Batı kar şısında yüzeysel ve özenti bir tavırla acemice hatalar yapan bu halklar, sadece değişen gündelik hayatın tezahürlerindeki gibi tebessüm ettiren tuhaflıkların ba şrolünde oynamazlar; aslında çok da ciddi bedeller öderler. Romanda hakim olan hissiyat da budur. Eskinin erdemi ve onun güvenli kolları da, fakir ama onurlu insanlar olan Ermeni balıkı esnafı üzerinden verilir. Okumu ş Hampik’in yeni ailesi, babasının eski dostlarıdır artık:

119 Age, s. 323, 324.

86

“Sen bizim rahmetli Tumig’in o ğlu de ğil misin? Doyur karnını, helal olsun” dedi adamlar. (...) Ve e ğer Tumig kafasını bir lahza olsun topra ğın dı şına çıkarsa ve o ğlunu denizin üstünde ve balıklarla halini görseydi, eğitim görmü ş birisi yapmayı istedi ği halde, onun tekrar babasının yoluna döndüren, bir balıkçı yapan mirasa şaşırırdı. Günlerden bir gün, nasıl olduysa a ğabeyi H’Köy’e eski tanıdıkları ziyarete geldi ğinde karde şinin balıkçılı ğa ba şladı ğını duydu ve “Hah şöyle” diye ba ğırdı. “Ben, okuldan, çar şıdan hayır gelmez demedim mi? Balıkçılık babam, balıkçılık! Şimdi gitsin de adam olsun!”120

Yervant Sırmake şhanlıyan’ın ço ğu kitabında oldu ğu gibi, ba ş eseri sayılabilecek ve 1904 yılında yazdı ğı Amira’nın Kızı romanında, yanlı ş giden bir şeylere dikkat çekilmek istenmektedir. Ba ş döndüren bir yüzyılın ve Tanzimat’ın, Islahat Fermanı’nın, Ermeni Anayasa’sı, Kanun-i Esasi ve hem dı şarıdan, hem de Osmanlı Saray’ından Ermenilerin durumunun düzeltilmesi yönündeki çabaların 1895-1896 katliamlarıyla tuzla buz olması, tam da bu yüzden Anadolu’dan Mısır ve sonrasında Bulgaristan’a kaçan yazarı böyle stereotipler, ama katı bir gerçekçilikle dolu bir eser yazmaya itmi ş olmalıdır. Ters gitmektedir i şler, sözler tutulmamaktadır. Batı da, Do ğu da ikiyüzlüdür. Her şey alt üst olmuş, hep yoksul ve korumasız olanlar kaybetmi ştir. Nitekim Margos Amira’nın eski kahyası, yeni sivil toplum yöneticisi Tatyos Efendi de, bütün olan bitenin farkındadır. Paris’te e ğitim görmü ş sahte e ğitimci Gosdanyan’ın, sahte hekim Ar şak’ın, kendini zenginli ğe ve lükse kaptıran Sofi’nin gerçek niyetlerinin farkındadır. Bir statükocu olarak, her şeyi bilmeyi, onu düzeltmek için de ğil, kendi pozisyonunu kaybetme ve neden olmasın, onu sa ğlamla ştırmak için kullanır. Romanın belki ana teması

120 Age, s. 343, 344.

87 olan “Sahtelik ve yüzeysellik” ve burjuva sınıfının çürümü şlü ğü onun şahsında do ğru ğa ula şır. Tatyos Efendi’nin kendi kendine itiraflarında ortaya çıkan ikiyüzlülü ğün çarpıcılı ğı ile yazar adeta okuyucuya “seni kandıranları tanı” mesajı vermek ister gibidir. Son sahte pi şmanlığı, Sofi’yi Ar şak’ın kuca ğına attı ğı içindir:

“Ne halt yedik de, o güzelim kızı şu çapkının a ğına attık! Tüh sana, ah e şek Tatyos” diyordu kafasına vurarak. Ama bu samimi itiraflarının aksine, Sofi’yi bu amansız ve hakkaniyetsiz kaderin önünden çekmek, Amiranın torununun kepazeli ği ve saygısızlı ğını if şa etmek üzere en küçük bir denemede bile bulunmuyordu. “Ama Allah günahsızın yanındadır” diye ilave ediyordu mazeret olarak, “O çapkın bir gün belasını bulacak”. Bu dü şünceler esnasında yıllardan beri kendi yaptı ğı kötülük ve haksızlıkların bedelini ödemekten çok uzak halde, şimdi tam da onların sayesinde huzurlu ve mutlu bir şekilde hayatının geri kalanını geçirmeye hazırlandı ğını aklına hiç getirmiyordu. (...) “Benim yerimde kim olsa, benim gibi yapardı; ve hatta daha fazlasını.”121

121 Age, s. 360, 361.

88

2.3 Arpiar Arpiaryan: “Badmıvadzkner u Vibagner” (Hikâyeler ve Kısa Öyküler”

Asıl adı Arpiar Pilibosyan olan Arpiar Arpiaryan, ailesinin Agna Abuçeh 122 köyünden İstanbul’a göç etti ği esnada bulundukları Samsun limanında 1850 yılında dünyaya gelir. İstanbul’a ula ştıklarında Arpiaryan ailenin yerle şti ği Ortaköy’de bulunan Tarkmançats Okulu’na ba şlar. Okuldaki e ğitimin yo ğunla ştı ğı alanlar dil bilgisi, hitabet, ünlü Ermeni mistik Krikor Naregatsi’nin eserleri, ama özellikle de ba ş eseri Nareg üzerinden eski Ermenice çalı şmaları ve ilahiyat üzerindeydi. Arpiaryan anılarında din bilgisi ö ğretmeni Avedis Berberyan, matematik ö ğretmeni Kapriel Ner şabuh’a derin saygılarını belirtir; çünkü bu ö ğretmenlerin derslerinde yaptıkları edebiyat okumaları sayesinde Fransızca dilbilgisine hakim olmu ştur. 1865’te bu okulu bırakır ve Venedik’teki Murad Rafaelyan okuluna gider. Burada ünlü yazar-şair Levon Ali şan’ın ö ğrencisi olma şansına eri şir. Ermeni dili, tarihi, Fransızca ve İtalyanca üzerine kapsamlı bir e ğitim alır. Venedik’teki e ğitimini bitirdikten sonra İstanbul’a döner. Önceleri Patrikhane’de sekreterlik ve bir ticari i şletmede veznedarlık gibi i şler yaptıktan sonra, kendisini yayın dünyasına girmek ve yazmak için cesaretlendirirler. Daha sonra Ermeni Millî Meclisi’ne temsilci üye seçilir, Araradyan Toplulu ğuna i ştirak eder. Bu birli ğin amacı okullar açarak ta şra Ermenileri ve gençlerinin e ğitim seviyesini yükseltmektir. Arpiaryan, kendisi de bir ta şra do ğumlu olarak do ğdu ğu yerlere kar şı hissetti ği mesuliyet hissini hiç terk etmez, ta şra ile ileti şimini canlı tutardı. 1878-1889 yılları arasında Krikor Adzruni’nin çıkardı ğı M şag (ekin) adlı dergide Haygag mahlası ile İstanbul Ermeni cemaati hakkında haberler, kulis ve yorumlar yayımlar. Adzruni, M şag’ın rakipleri olan di ğer dergi ve gazetelerin dahi itiraf ettikleri bu şaheser yazılarına o kadar hayran olur ki, Arpiaryan’a tanesine o gün için çok yüksek bir fiyat olan 14-15 lira telif ücreti öder.

122 Ermnice Agn. Eski ismi ile E ğin, yeni ismi ile Kemaliye olan Fırat’ın kıyısındaki kent.

89

Bir süre sonra, 1884’te Kafkaslara gider ve burada Adzruni, Raffi, Berç Bro şyan, Ğazaros A ğayan ve Kafkaslardaki Ermeni hayatı ile tanı şır. Dönü şünde bir dizi makale ile Arevelk gazetesinde bu sefer de Kafkaslardaki ya şamı İstanbul Ermeni cemaatinin hayalgücüne ta şır. 1885’te üç tane kitap yayımlar. Tadabardıyalı (Mahkûm), Yerazi mı Kinı (Bir Rüyanın Bedeli) ve Gadagı (Bir Şaka). Geyanki Badgerner (Ya şamdan Kesitler) ba şlı ğı altında yazdı ğı kısa hikâyeleri yayımlar. Yine aynı dönemde Masis ve Arevelk gazetelerinde Sırdi Ha ğtanagı (Yüre ğin Zaferi) ve Hoku Zavagı (Evlatlık) ba şta olmak üzere çe şitli kısa hikâyeler yayımlar. 1889 yılında Hınçagyan Partisi’ne girer, 1890’da tutuklanır, sonra serbest kalır. 1891 yılında ise Hovhannes Şahnazar ile birlikte Hayrenik (Memleket) adlı günlük gazeteyi çıkarmaya ba şlar. Muhalif ve gözüpek bir gazete olan Hayrenik’te Arpiaryan avukat olan orta ğından da cesaret alarak Ermeni cemaatinde etkin olan Ermeni pa şaları, Patrik’i ve tüm Ermeni zenginleri amansızca ele ştirmeye ba şlar. Yayın ve edebiyat dünyasında bu yayınlarla bir de ğişlim ya şanır. Ermeni pa şaları kendi çıplak isimleri ile adlandırmak, Ermeni efendi ekselanslarının unvanlarını ihmal etmek büyük bir cürrettir o zamanlar. Arpiaryan onların cenaze ve dü ğünlerini öven yazılar yazmayı reddetti ği gibi, ezber olmu ş üzere onların hakkında yerle şik “Menuniyetle sunarız ki...”, “En derin teessürlerimizle...” gibi “saygı” cümlelerini de kullanmaktan imtina ediyordu. İstanbul’daki Amira sınıfı onun bu cürretine kar şı hınçla dolup gazeteyi kapatmaya kalkar. Arpiaryan ve arkadaşları gazeteyi yeniden yayımlamaya ve Ermeni halkının menfaati adına kavgaya devam etmeye muvaffak olurlar. 18 Eylül 1895’te İstanbul’da Hınçakyanların bir nümayi şi olur ve bunu seri tutuklamalar takip eder. Çok sayıda Ermeni dü şün insanları yurt dı şına kaçar. Arpiaryan da onların arasındadır. 123 1896-1901 yılları arasında Londra’da ya şar. Orada Hınçak partisinin işlerini yönetirken, aynı zamanda Nor Geyank (Yeni Yaşam) ve Mart

123 The Heritage of Armenian Literature: From Eighteenth Century to Modern Times, Agop Jack Hacikyan, Gabriel Basmajian, Edward S. Franchuk, Nourhan Ouzounian, Wayne State University Press, Detroit, Michigan, 2005, s. 453.

90 gazetelerini yayımlar. 1902’de Paris’e, kısa bir süre sonra ise Venedik’e geçer. Burada Hay Hantesı’nı (Ermeni Dergisi) yayımlar. O sıralarda Mşag’a yazılar gönderir, bir İtalyan okulunda ders verir ve yazdı ğı Garmir Jamuts (Kırmızı Ba ğış) adlı ba ş eserini Panper Kraganutyan (Edebiyat Habercisi) adlı gazetede tefrika eder. Bir suikast denemesinden sonra gazeteyi kapar. Bu ikinci suikast denemesidir onu hedef alan, ki ilki İstanbul’da vuku bulmu ş ve kendi “deyimi ile “tesadüfen” kurtulmu ştur. Geçti ği Mısır’da “Şirag” adlı aylık dergiyi yönetmeye ba şlar. Burada 1889 yılında Masis’te yazmı ş oldu ğu bir öyküyü Minçev Yerp (Ne Zamana Kadar) adıyla yeniden yayımlar. Sonra ise “Ho ğhvırdikner” ve son eseri olan Vosgi Abırçan (Altın Bilezik) gelir. Mısır’da Lusaper (I şık Getiren) adlı bir gazeteyi de yönetir. Arpiar Arpiaryan, Hınçakyan Partisi’nin 1897 yılında ikiye bölünmesinden sonra yeni Hınçakyan Birli ği’ne katılır. Sonrasında oradan da ayrılır. Bu durum ba şta Arzuyan ve Levon Larents olmak üzere dü şmanlarını iyice arttırır. 12 Şubat 1907 ak şamı üçüncü bir suikasta u ğrar. Bakkal alı şveri şini yapıp kaldı ğı otele dönü şü esnasında, suikastçı arkasından ate ş eder. Arpiaryan arkasını dönüp hasmının üzerine atılırken art arda kur şunlara hedef olur. Suikastçılar kaçar. Polisler geldi ğinde Arpiaryan henüz ya şamaktadır. Sormadıkları halde “Ben Ermeniyim” der. Onu karakola götürürler. Orada can verirken Pilik ve ve Tekeyan isimlerini telaffuz eder. Mısır Ermeni Ruhani Önderli ği cinayet zanlılarının kimli ğinin bulunması için devreye girer. Üç bin ki şinin katıldı ğı büyük bir törenle topra ğa verilir. Arpiaryan Ermeni Edebiyatı’nda gerçekçilik akımının öncüsü hatta kurucusu sayılır. Onun ça ğda ş Ermenicenin saygınlık ve geçerlilik kazanması yönündeki çabaları çok güçlüdür. Romantiklere kar şıdır. A şk, sevgi ve do ğa konularıyla ilgilenmez. Sınıf çatı şmalarında ise sivri kalemi ile özellikle imtiyazlı kesime kar şı ciddi bir mücadele vermi ştir. 124

124 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 7-13.

91

2.3.1 “Orhnyal Kertasdanı” (Kutsal Aile)

Arpiaryan’ın “Hikâyeler ve Kısa Öyküler” adını ta şıyan, 1929’da Şehit Yazarların Dostları Derne ği tarafından Paris’te yayımlanan seçkisinin ilk hikâyesi “Orhnyal Kertasdanı” “Kutsal Aile” 1898 yılında Nor Geyank (Yeni Ya şam) gazetesinde tefrika edilmi ştir. Hikâyede çok ciddi bir sınıf ele ştirisi vardır. Özellikle zengin Ermeniler ile Kilise’nin kurmu ş oldu ğu ili şki biçimi ve buna dayalı sosyo-ekonomik düzenin çürümü şlü ğüne dikkati çeker. Bu ili şki biçimi, ruhunu kaybetmi ş, kar şılıklı menfaata dayalıdır ve iç enerjisini tüketmi ştir. Zenginlerin ikiyüzlülü ğü ve Kilise’nin bu ikiyüzlülü ğü nasıl payla ştı ğı Ermeni cemaat hayatında çok önemli bir yer tutan hayırseverlik kurumu üzerinden hicvedilir. Zengin bir şahıs olan Garabed Efendi Karagözyan ölmü ştür. Bu şahıs bir “efendidir”. Amiraların çökü şünden sonra onların yerini zenginle şmi ş tücarlar ve sarayda görevli bürokratlar almı ştır. Bu sınıf yeni burjuva sınıfının kaymak tabakasını olu şturur ve cemaatin ihtiyacı olan ciddi miktarda paranın da sa ğlayıcısıdırlar. Onlara “efendi” denir. 19. yüzyılın ilk yarısındaki Amiralara kar şı genç Ermenilerle birlikte “temsiliyet hakkı” ve “demokrasi” talebiyle ayaklanan sınıftır bu. Ancak Amiraların rolünü yava ş yava ş bu sınıf almakta, Patrikhane ile kurdukları yakın ili şki ve iktidar halesi içinde yer almakla genç Ermenilerin bu seferki hedefi haline gelmektedirler. Prof. Dr. Arus Yumul Ermeni Nizamnamesi hakkında yazdı ğı makalede şu şekilde özetler durumu:

Anayasa’nın 1863 yılındaki onayından sonra olu şan Umumi Meclislerin çehresinde de ğişiklikler meydana geliyordu. “Efendi”ler veya bürokratlar, tüccarlar ve aydınlar, sayıları azalan amiraların yerini alıyorlardı. Hakim sınıfın yapısında de ğişiklikler meydana geliyor, bu sınıf yeni unsurlar da içermeye ba şlıyor ise de sınıf hakimiyeti ortadan kalkmıyordu. Anayasa’nın mimarlarından Doktor Serviçen meclisteki

92

bürokrat egemenli ğine şu sözlerle kar şı çıkıyordu: ‘Biz amiralı ğı yıktık, siz de efendili ği yıkmaya mecbursunuz.’ 125

İş te bu Garabed Efendi Karagözyan, 1876 yılında vefat etti ğinde vasiyeti gere ği soyadını ta şıyacak bir meslek ticaret lisesi kurulmasını ve bu okulun kurulması için 40.000. lira ba ğışlayaca ğını vasiyet eder. Konu Patrik Hazretleri’nin ba şkanlı ğında toplanan Ermeni Milli Meclisi’nin ö ğle oturumunda ele alınır ve aile kutsanarak vasiyet onaylanır. Bu vasiyetin üzerinden bir çeyrek yüzyıl geçer ki, henüz okul ortada yoktur ve vasiyet edilen para bu nedenle henüz amacına uygun harcanamamı ş, tamamen ka ğıt üzerinde kalmı ş, lakin her şey sanki okul yapılmı şçasına Karagözyan ailesine bir onur olarak Patrikhane ve Meclis tarafından tevdi edilmi ştir. Hikâyenin devamında 1896 yılında Dikran Efendi Karagözyan’ın da öldü ğü ve vasiyetinde sülalenin soyadını ta şıyacak bir okul için servetinin 1/3’ünü ba ğışladı ğını, bu ba ğışı tekrar Patrik ve Karma Meclis’in aileyi kutsayarak duyurdu ğunu yazar. Arpiaryan, hikâyesini böyle kurgulamaya devam eder. Hikâyenin gerçek bir olaydan esinlendi ğini tahmin ediyoruz. Çünkü gerçekten de bir Karagözyan Okulu kurulmu ştur, bugün Şişli’de hizmet vermeye devam eden okul Dikran Efendi Karagözyan adına onun ölümünden sonra, 1913 yılında e ğitim vermeye ba şlamı ştır. Arpiaryan bu hikâyeyi 1898 yılında yazmı ş, 1907’de öldürülen Arpiaryan okulun kuruldu ğunu görememi ştir. Ancak bu hikâyenin de ğerinden bir şey eksiltmez çünkü bu durum genel bir sorundur ve menfi örnekler her zaman mevcuttur. Efendi sınıfını ve patrikleri kıyasıya eleştirir Arpiaryan. Ortada hiçbir yatırım olmamasına ra ğmen, sanki varmı şçasına yapılan bu danı şıklı dö ğüş ona göre toplumun çürümü şlü ğüne delalettir. Bu konuda Ermenileri Türklerle mukayese eder ve Türkleri daha insaflı bulur. Verdi ği örnek ise, ele ştirdi ği Karagözyan ailesine yapılan do ğrudan gönderme ile Karagöz oyunu olur:

125 Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839-1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 178.

93

Ruhani gazeteler, Ermeni kiliselerinde bilmem kaçıncı kez sergilenen bu ‘Kutsal Aile’ adlı ortaoyununu duyurdular. O oyun, bize geçmi şin esaret dolu günlerinin yankısını getirir ve sürekli tekrarlanı şıyla bir milletin, siyasi sorunlarından, ahlaki sorunlarına nazaran çok daha kolay şekilde kurtulabilece ğinin altını çizer. Türklerin eski zamanlarda –bizim ya şlılar hatırlar- kendi be ğenilerine göre Karagöz adında dü şkün hayat tarzının konu edinildi ği bir oyunları varmı ş. Biz Ermeniler de bize dair bir Karagöz oyununa sahip olmu şuz, bir farkla ki, İslamlar akıllarına asla onu kendi camilerinde mollaların duaları eşli ğinde Muhammed’in gölgesi altında sergilemeyi akıllarına getirmemi şler. Lakin Ermeniler, kutsallı ğa adanmı ş kendi mabetlerinde, kendi Mesihlerinin gözleri önünde, episkoposların kutsamalarıyla riyakarlı ğın, yalancılı ğın, ikiyüzlülü ğün ve sahtekârlı ğın ba ş yapıtlarını sergilemi şlerdir. 126

Arpiaryan, 1896’daki Dikran Efendi’nin ölümünden sonrasını, olayın vahameti ile dalgasını geçerek kurgulamaya devam eder hikâyenin gerisinde. 1921’de bir ba şka Karagözyan, Krikor Efendi ölür ve o da servetinin o hiç harcanmayacak 1/3’lük bölümünü Karagözyan Okulu’nun kurulması için vasiyet eder. 127 Hatta yıllar ve yıllar geçer, sene 2001 yılı olur. Ba ğımsız Ermenistan kurulmu ş ve ba şkentinin ismi Hınçak Partisi ile özde ş olarak Hınçagabed olmu ştur. 128 Arpiaryan’ın ba ğımsız Ermenistan’ın kuruluşunu bu kadar uza ğa ötelemesi, aslında Kafkas Ermenilerindeki milliyetçilikle karı şmı ş olan devrimci harekete duydu ğu güvensizlik ve a ğır bir ele ştiri olarak okumak do ğru olur. Nitekim kendisini öldüren ki şiler de bu kesimden çıkacaktır. Olayın tek bir açıklaması vardır. Onu da 2001 yılından geriye do ğru bakan Arpiaryan şöyle özetler.

126 Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 17-19. 127 Age, s. 16. 128 Age, s. 18.

94

Bu dü şkün oyunun konusunu iki kelimeyle özetleyelim: Bundan 125 yıl önce İstanbul’da vefat eden Garabed Karagözyan bir ticari okulun kurulması için bir miktar para miras bırakır. Ermeni cemaati “Ye ama bari memnun ol” halk deyi şini unutarak ivedilikle milli hayırsever olarak ilan eder Garabed Karagözyan ve ailesini. Okuldan yana bir i şaret gözükmeden yıllar geçer. Lakin meccanen ölümsüz hayırsever ve kutsal aile olarak mertebelenmenin tadını tüm Karagözyan sülalesi aldı ğından, bütün Karagözyan’lıların sandı ğında bir vasiyet hazır durmaktadır ki, öldüklerinde açı ğa çıksın. Ölenin, vasiyetin yerine gelmeyece ğine ve kendinin de ölümsüz hayırsever unvanına kavu ştu ğuna dair içi son derece rahattır. Karagözyan sülalesi devam etti ği gibi, bu oyun da 125 yıldır devam etmektedir. Ve i şte Karagözyanlar bir kuru ş dahi harcamadan, meccanen “Kutsal sülale”, “Ölümsüz hayırsever” unvanlarını kendilerine miras edinmi ş, ama kendi halkına hiçbir şey bırakmamı ştır. 129

Arpiaryan hikâyenin bu kısmından itibaren Patrikleri ele ştirmeye ba şlar. Çünkü hikâyenin devamı artık öteki dünyada devam etmektedir. Karagözyan sülalesi, göksel dünyada da karı şıklı ğa neden olmu ş, melek Kapriel, Karagözyan soyadını taşıyan ki şileri cennete almı ştır. Yanlı şlık anla şılınca hesap soran Tanrı’ya durumu izah eder. Aslında tüm suçlu onlara şefaat eden patriklerdir:

“Rab” diye cevapladı Kapriel, “can alma göreviyle Ermeni milletinin üzerinde ne zaman dola ştıysam kula ğıma hep Karagözyan , hayırsever , kutsal sülale açıklamalarının birbirine geçti ği cümleler çalındı. Mabetlerinde o isimlere övgüler

129 Age, s. 18-19.

95

diziliyordu Patriklerin fermanlarıyla; do ğru insanlar zannedip canlarını ben aldım.”130

Arpiaryan o dönem için büyük risk ta şıyan bir cesaretle romanın yazıldı ğı dönemin patri ği olan Ma ğakya Ba şepiskopos Ormanyan da olmak üzere üç patrik ve bir Patrik Kaymakamını kıyasıya ele ştirir. Bununla da kalmaz, Sultan Abdülhamit’e de laf çakar. Tanrı’nın not defterine göre İstanbullu Nerses II. Varjabedyan (1874-1884) iyi adamdır, iyi i şler yapmı ştır ama zenginleri çok sever. 131 İstanbullu Matteos III. İzmirliyan (1894-1896, 1908-1908) kendisine sahte vasiyetle neden i şlem yaptı ğının hesabını soran Tanrı arasında geçen ilginç diyalog, Ermeni Anayasası 132 ile etkin olan dönemin sivil cemaatinin Patriklik üzerindeki gücü ve patrikli ğin bu sekülerle şen yapıda cismani ve ruhani alanda bölünmü ş görevinin ne kadar iğreti oldu ğuna, bu durumun patrikleri ne kadar zorladı ğına dair önemli ipuçları ta şır:

“Karma Meclis’in kararıydı bu” diye cevap verdi İzmirliyan hiddetle. “Oğul’un temsilcisi sen miydin, yoksa Karma Meclis mi?” “Ben sadece Sahmanatrutyun’u (Anayasa) tanırım.” Bu diklenmeyi gören melekler fısılda şırlar “Gitti, gitti, cehenneme gitti”. “Vicdanın için bana sorumlusun.”

130 Age, s. 22-23. 131 Age, s. 23. 132 Ermeni Anayasası’nın bir di ğer adı da “sınır”“ sözcü ğünden türetilmi ş olan Sahmanatrutyun, yani Sınırlama idi. Neredeyse hepsi Avrupa’da e ğitim görmü ş, pozitivist dü şüncelerle donanmı ş ve ço ğu da 1848 Devrimi’ni ya şamı ş olan olan genç ku şak aydınlar, amira sınıfının patriklik üzerindeki etkisinin ve keyfi yönetimin Ermeni toplumunu geriye götürdü ğünü dü şünüyor, din adamı,amira birli ğini kıracak ça ğda ş bir yönetim kurmak için patrikli ğin devlet, Ermeni toplumunun kurumlarıyla ve bireylerle ili şkisini düzenleyen ba ğlayıcı bir hukuki metne ihtiyaç duyuyorlardı. Vahan Artinian, “osmanlı Devleti’nde Anayasa’nın Do ğuşu” kitabında şöyle diyor: Böylesi bir metin, yeni kanunlar koyulması ve Patri ğin yetkilerinin sınırlandırılması anlamına geldi ği için, Ermenice “sahman” yani sınır sözcü ğünden türetilen ve Fransızcadaki “constitution”, günümüz Türkçesindeki “anayasa”ya kar şılık kullanılan Sahmanatrutyun terimiyle ifade ediliyordu.

96

“Hayır; ben Anayasa üzerine yemin ettim. Patriklik görevim için yalnızca Milli Meclis’e, ama imanla ilgili sorunlarda ise Kutsal Ruh’a kar şı sorumluyum. Sorumluluk sınırlarını belirlemi ş durumdayım.”133

Arpiaryan’ın Tanrısı, İzmirliyan’ın dobralı ğı ve “Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya, Sezar’ın hakkını Sezar”a veri şine hayran kalır. İzmirliyan’dan sonra Tanrı tarafından sorguya çekilecek ki şi Patriklik Kaymakamı Ba şepiskopos Parto ğomeos’tur. Adı Ermeni milleti arasında bulunamaz, yanlı şlıkla Müslüman milleti defterindedir. Sürekli “Ya melekim, Şevketli padi şahım, ya rabbim tealam” şeklinde konu şan kaymakam Müslüman zannedilmi ş ve cennetin yanlı ş yerine konmu ştur. Arpiaryan onu sultana ve Müslüman çevreye yaltaklanmakla itham eder ve ele ştirir. Kaymakam’ı aramaktan yorulan ba ş melek Rafael, Sultan Hamid’in Ermeni katliamları ile ilgili sözler kaçırır a ğzından:

Ah şu Ermeni milleti elinden çekti ğim” diye söyleniyordu zavallı Rafael. “Hamid bunları..., ne ise, az kalsın günaha giriyordum. 134

Sorguya çekilecek son patrik ünlü entelektüel İstanbullu Ma ğakya I. Ormanyan’dır (1896-1908). Arpiaryan nasıl Patriklik Kaymakamı Parto ğomeos’u Türkçe konu şmak ve sultana yaltaklanmakla itham etmi şse, Ormanyan’ı da Fransızla şmak, Batı hayranlı ğı ve siyasi kaypaklıkla itham etmektedir. Hikâye Ormanyan patrikli ği döneminde yazılmı ş ve yayımlanmı ştır. Patrikli ğin bir elli yıl evvel arzu etmedi ği kitapları yakma yetkisi oldu ğu dü şünülürse, Sultan Hamid istibdadına ra ğmen gelinen nokta dikkat çekicidir:

__Ne yaptın Karagözyan’ın vasiyeti için?

133 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 24. 134 Age, s. 25.

97

__Ha, ha, ha, (ellerini ovu ştura ovu ştura), politik davrandım. __Kilisenin içinde politika da neymi ş? __Ha ha ha, per dio, kilisenin cübbesi politik bir örtüdür. Cemaati vasiyetin gerçekle şece ğine inandırdım, sultanı ise gerçekle şmeyece ğine, ba şpatrik oldum. Bunlar benim bilece ğim işlerdir. Korpo di bakko, ha ha ha. __Ben seni cehhenneme atayım da ö ğren bakalım siyaset neymi ş. __Hayır Baba hayır diye araya girdi O ğul [ İsa]. Orada da zebanilerin ba şkanının yerine geçer, bütün zebanileri örgütler, günahkârları birle ştirir, bize kar şı oyun tertipler. __Baba, yalvarırım Ormanyan’ı bana ver dedi Kutsal Ruh. Güleç yüzlüdür, bana uyar. Cennete götüreyim, oradakilere co şkulu, e ğlenceli bir arkada ş olsun. Azaryan’ı 135 da İzmirliyan’la barı ştırmaya kalkar, vakit öldürürüz. __Senin olsun, nereye götürürsen al götür. __Grasse tante padre, Grassie tante. Ah, te şekkür ederim Baba, te şekkürler. 136

Kutsal Ruh gelir kolundan girer ve götürür onu. Ormanyan yolda kendi kendine konu şmaktadır:

Bu sefer de kazandık. Bundan sonra mı? Bir kere şu Kutsal Ruh’u tamamiyle kendime ba ğlar, onu kullanarak Üçlü Birlik’i, Dörtlü Birlik’e çeviririm, bir gün de tamamını ele geçirir, Baba’nın yerine geçerim. O dünya da sabırla i şini görenlerindi, bu dünya da nasıl olsa. 137

135 Manuk Efendi Azaryan. Ayan Meclisi’nde mebus ve sonrasında Hariciye müste şarı. 136 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 26. 137 Age, s. 27.

98

Baba Allah artık di ğer Patrikleri ça ğırmaya gerek görmez, hepsi de öyle veya böyle konu şup i şin içinden çıkacaklar. Lakin konu hakkında artık iyice aydınlanmı ş olarak hükmünü verdi:

Siz bahtsızlar. Dünyada çektikleriniz size yeter. Günahlarınızdan sorumlu de ğilsiniz. Hasis zenginlerin kurbanlarısınız siz. Tüm günahlarınızı affediyorum. Gidin cennete ve dinlenin. Garabet ve Püzant Karagözyan, di ğerlerinden ayrılın, size daha yumu şak davranaca ğım. Siz, geriye kalan tüm Karagözyanlar, fakirleri hor gördünüz ve hayırsever olarak nam yaptınız. Halkı aldattınız ve kutsal sülale oldunuz. Cehenneme gidin, lanetli sülale. 138

2.3.2 “Fuara Giden Kafkas”

Arpiaryan’ın Londra’da sürgünde ya şadı ğı yıllarda çıkardı ğı Nor Geyank (Yeni Ya şam) gazetesinde 1900’de ilk kez tefrika edilen “Fuara Giden Kafkas” adlı öyküsünde kendisi de bir Hınçak olan Arpiaryan’ın Rus Ermenileri ile Türkiye Ermenileri arasındaki ili şkiyi, o ilk heyecanın üzerinden bir on yıl geçmesi üzerine daha ele ştirel ve daha sakince analiz eder. Eline 1889 tarihli Masis gazetesi geçmi ştir ve o eski günleri hatırlamı ştır. O gazetede kendisi gibi gerçekçi yazar ve siyasetçilerden olan Zohrab, Pa şalyan ve Gürcüyan ile yazdıklarını anlatır. 1889 aynı zamanda Arpiaryan’ın aslında Osmanlı’yı hiç görmemi ş ve amaçları uzun zamandır baskı ve zulüme u ğrayan Osmanlı Ermenilerinin kurtulu şu olarak tayin eden Kafkas Ermenilerinin 1887 tarihinde kurdu ğu Hınçak Partisi’ne girdi ği tarihtir. Hınçaklarla teması 1884’te yaptı ğı Kafkas seyahatine dayanmaktadır. Bu seyahatten o kadar etkilenmi ştir ki, bu kısa hikâyede kendisinin de andı ğı gibi dönü şünde Arevelk dergisinde iki uzak toplumu

138 Age, s. 28-30.

99 birbirine tanı ştıracak makaleler yazmı ştır. Şimdi ise ters giden bir şeylerin varlı ğından rahatsız, o günleri yeniden hatırlamaktadır.

(...) O sararmı ş yaprakların arasından yakla şan fırtına hakkında bizi uyaran o sarsıntının hatırası canlandı ki, uyandırdı ğı içgüdü bizi üzüyordu. Türk ve Rus Ermenilerinin tek fikir ve yürek birli ği içinde tek Ermenistan sevgisiyle kucakla ştı ğı o geçmi şi tabii ki kederle hatırladım. (...) Bu satırları yazan her gün İstanbul basınında Türkiye Ermenilerinin fikir ve yüreklerini Ermenistan güne şinin do ğmasının ilk i şaretlerini aldıkları Kafkaslara gönderir, ve her gün de Kafkas fikirlerini ve yüreklerini de Türkiye’ye do ğru yönlendirirdi. 139

Arpiaryan’ın bu satırları gerçekten de ters giden bir şeylerin varlı ğının hüznü ile doludur. O ilk heyecanın yerini geçen on bir yılda melankolik bir ümitsizlik almı ş gibidir. Onun bahsetti ği “yakla şan fırtına”, tabii ki İstanbul’da Hınçak ve Ta şnakların önderli ğinde Anadolu’daki Ermeni katliamlarına dünya kamuoyunun ilgisini çekmesi için planlanan Kumkapı olayları ve Bab-ı Ali yürüyü şü gibi eylemlere cevaben uygulanan orantısız şiddet ve 1894-1896 yılları arasında Anadolu’da yapılan Ermeni katliamlarıdır. 140 1897 tarihinde Hınçak Partisi görü ş ayrılıkları nedeniyle ikiye bölünür ve Arpiaryan ise Yeni Hınçak Birli ği’ne üye olur. Hikâyenin yazıldı ğı 1900’de ise Arpiaryan zaten iki kez suikast te şebbüsünün hedefi olmu ştur. Partiden ayrılmasının nedenleri arasında ço ğunlukla Rus Ermenisi

139 Age, s. 31. 140 1894-1896 yılları arasında Urfa ve Sasun’da Ermeni köylülerinin devlete verdikleri vergiler dı şında bir de Kürt beylerine vergi vermeye itiraz etmesi üzerine patlak veren olayların Hamidiye Alayları destekli devlet kuvvetlerince son derece kanlı şekilde bastırılması sırasında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın İstanbul’daki büyükelçileri biraraya gelerek, 1878 Berlin Antla şması’nın 61. maddesi gere ğince yapılması gereken ama hâlâ yapılmayan ıslahatların derhal yapılması için hükümete bir memorandum vermi şlerdi. Görü şmelerin sürüncemede kalması üzerine, İstanbul’daki Ermeniler bir gösteri düzenlemi şlerdi. Gösteri sırasında çıkan olayları bahane eden hükümetin Ermenileri katletmesi üzerine, Büyük Devletler a ğırlıklarını koydular ve Abdülhamit 3 Ekim 1895’te reform paketini kabul etmek zorunda kaldı. Bu sırada Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Çukurova’da Ermenilere kar şı katliamlar devam ediyordu.

100 olan ve Rus Ermenistanı’nda Rus hakimiyetini kabul eden Devrimci Ermenilerin, Osmanlı Ermenilerini kurtarma ülküsünü varlıksal bir amaç kabul etmeleri, ama bunda daha çok Osmanlı’nın kendine has hassas dengelerini, Osmanlı Ermenilerinin yine kendilerine has özellikleri ve sorunlarına palyatif yakla şımları olabilir. Nitekim tarihçi Anaide Ter Minsassian, Ermeni devrimci hareketinin milliyetçi özelliklerini ve Osmanlı’ya ilgisini şöyle özetlemektedir:

Milliyetçilik, Türkiye’deki ya da Madras’taki Ermeniler arasında kendi ivmesini kazandı ve bu, Kafkasya’daki Ermenilere özgü bir ö ğreti de ğildi. Yine de ona özgün niteliklerini Kafkasya Ermenileri verdiler. Transkafkasya’nın Rus imparatorlu ğu tarafından ilhakını bir “kurtulu ş” olarak görürken, bu ilhakın olumsuz yanlarına –otokrasi ve kolonyalizme- kar şı, olumlu yanlarını, yani Ermenilerin maddi güvenli ğini, ekonomik ve kültürel geli şmesini terazinin öbür kefesine koydular. 20. yüzyılın ba şına kadar, siyasal eylemin kökeni oldu ğu ölçüde, Kafkasya Ermeni Milliyetçili ği, böylelikle hedefini Rus İmparatorlu ğu dı şında aramaya mahkûm edilmi şti.

1887’den, Moskova Antla şması’nın Anadolu’da bir Ermeni milli yurdu kurma projelerini sona erdirdi ği 1921’e kadar, Ermeni kurtulu ş hareketi içinde sosyalizm milliyetçilikten ayrılamazdı. Kafkasya Ermenileri, milli hareketin evrimine – terimin geni ş anlamıyla- sosyalizmi dahil ettiler. Buna Marksizmi de kattılar. 141

Arpiaryan bu hikâyesinde, İstanbul üzerinden Paris’e giden bir grup Kafkas Ermenisinin İstanbul ziyaretini anlatır. Türkiyeli Ermenilere tepeden ve ancak yüzeysel bakı şlarını, di ğer yanda da, varsayılan bir Ermeni kimli ği

141 Anaide Ter Minassian, Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887- 1912), İleti şim Yayıncılık, İstanbul, 1992, s. 9.

101

üzerinden yekpare kabul edilen bu iki ayrı co ğrafyanın Ermenilerinin aslında birbirlerinden kültürel, kullandıkları dil ve siyaseten de ne kadar farklı olduklarını anlatır. Batum’dan gelen Kafkas Ermenileri gemiden iner inmez Arevelk gazetesine gitmek isterler. Henüz gazetenin yazarları gelmemi ştir

Kimse gelmemi şti daha. Şaşırmı şlardı. Kendileri Batum’dan gelmi şlerdi, ama İstanbullular daha yataklarındaydılar. 142

Minassian, Kafkas Ermenilerinin Türkiyeli soyda şlarına tepeden bakı şını Ta şnak Partisi’nin resmi yayın organı Dro şak’ın (Bayrak) ilk sayısına atıfta bulunarak şöyle anlatır:

Dro şak’a göre, Türkiye’de ne sanayi, ne de fabrika vardı, tarım ve geleneksel ya şam biçimleri hakimdi ve kültür düzeyi dü şüktü. 143

Arpiaryan bu konuk Rus Ermenilerinin yüzeyselli ğini olaya mizah da katarak ele ştirir. İddialı konu şmalarına tezat biçimde aslında İstanbul’daki Ermeniler hakkında yüzeyselli ği a şacak bilgileri yoktur. Bu bir haftalık ziyaretlerinde yapmayı planladıkları şeyler, bu yüzeyselli ğin, tepeden ve sekter bir bakı şın ve Türkiyeli Ermenilerin kendine has özelliklerini görmeye tenezzül etmemenin delilleri olarak hikâyede kendine yer bulur. Anadolu’da ve Rus Ermenistanı’nda ünü yayılmı ş ve birkaç sene sonra ba şpatrik olacak eski İstanbul Patri ği Vanlı Hrimyan Hayrik’in 144 elini

142 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 48. 143 Anaide Ter Minassian, Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887- 1912), İleti şim Yayıncılık, İstanbul, 1992, s. 26. 144 Vanlı Mıgırdiç I Hırimyan. (1820, Van-1907, Va ğar şabad). 71. İstanbul patri ği. 1854’te rahip takdis edildi. Mu ş’un dini önderli ğinde bulundu ve pek çok bölgede Ermeni köylerini gezdi, köylülerin sorunlarını çözmeye çalı ştı. 1892’de Eçmiadzin Ba şpatri ği seçildi.çözmek için u ğra ş verdi. Bu nedenle Hayrig (baba) mahlasıyla anılmaya ba şlandı. 1847’de İran, Kafkasya ve Ortado ğu’ya gitti. 1903’te Çarlık Rusya’sının Ermeni kilisesinin mallarına el koyması giri şimine kar şı sert muhalefette bulundu.

102

öpmek, merhum Patrik Nerses Varjabedyan’ın 145 mezarını ziyaret etmek, ba şta Ayasofya olmak üzere İstanbul’un bütün görülecek yerlerini görmeyi tamamlamak tek gayeleridir. Arpiaryan bu yüzeyselliği ironik bir dille anlatır. Bir Kafkas [Ermenisi] İstanbul’a gelir de Hayrig’in 146 elini öpmeden giderse, bir hacının Kudüs’e gidip de İsa’nın mezarını öpmeden geri dönmesine benzer. Sonra Patrik Nerses’in mezarını ziyaret edecekler, ondan sonra da Ayasofya’yı görecekler, Bo ğaz’ı, Adaları, İstanbul’un ba şlıca yerlerini... 147

Gemiden iner inmez Arevelk gazetesinde gider, acıkınca İstanbul’un yerel yemeklerini yemek isteyerek Galata’da Küçük Artin’in yerine misafir edilirler. Yerel yemekleri tatmak isterler. Lakin aslında yemekler neredeyse onlarınki ile aynıdır. Burada Arpiaryan hem iki toplumun birbirilerine kadar benzer yönlerini vurgulamakla birlikte, aslında ne kadar farklı olduklarının, iki co ğrafyaya ait Ermenilerin bir ve aynı oldu ğu varsayılan Ermeni kimli ğini payla şmalarının ve bunun her sorunu çözece ğine olan inancın ne kadar geçersiz olabilece ğini bizzatihi günlük ya şamdan bir kesit sunarak ortaya koymak ister. Arpiaryan, sanki Kafkas Ermenilerine kar şı ciddi bir tepki duymakta, ama soyda şlarını kayırmak için mizah ö ğesi ile bunu yapmaya çalı şmak ister gibidir:

__Pilav ister misiniz? __Pilav bizim memlekette de var. __Dolma? __Bizim memlekette de var. __Midya? __Ka o nedir ki?

145 İstanbullu Nerses II. Varjabedyan. (1837 İstanbul-1884 İstanbul). 72. İstanbul patri ği. 1874’te patrik seçildi. Ta şra’da Ermeni okulları açılması çin giri şimlerde bulundu. İstanbul Karaköy’deki Getronagan Lisesi’nin kurulmasına ön ayak oldu. 1884’te Ba şpatrik seçildi ama hastalı ğı nedeniyle gidemedi. 146 Patrik Hrimyan Hayrig. 147 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 49.

103

__Bir çe şit siyah istiridye. __ İstemeyiz, bizim memlekette görmedik.”148

Yemekte zar zor bir şeyler yerler. Hiçbir şeyi be ğenmezler ama kırmızı şarabı çok severler. Tadı çok de ğişik gelir onlara. Kadehin yüzeyinde küçük balonlar yüzmektedir. Onlara e şlik eden İstanbullu Ermeniler durumdan şüphelenir, tadına bakarlar şarabın. Nitekim şarabın yanlı şlıkla zeytinya ğı şişesine kondu ğu, ya ğla karı şıp berbat bir tat aldı ğı ortaya çıkar.

Ama onlar övgülerine devam ettiler. __Neyse ne, sizin memleketinizde bir tane de olsa iyi bir şey varmı ş.149

Daha sonra Aya Sofya’ya gidilir. Giri şin bir mecidiye oldu ğu, bunun da iki rubleye tekabül etti ğini ö ğrenince, bu duruma itiraz eder Kafkas Ermenileri ve ortaya çok ilginç bir anlayı ş farkı daha çıkar.

‘Bizim memleketimizde müzelere giri ş bedavadır’ dediler. Onlara Kafkasya’dan Paris’e gitmek için bu kadar masraf yaptıktan sonra, iki ruble fazla, iki ruble azın hesabını yapmanın anlamı olmadı ğı, Aya Sofya’yı görmenin buna de ğece ği anlatılmaya çalı şırlar. Bu ele ştiri onları sıkar. Tasarruf için de ğil ama, ilke olarak giri ş ücreti ödemeyi istemezler. Bir kamu binasına giri ş bedava olmalıdır ve bu onların memleketlerinin prensibidir. Bu kanaatlerinin bir ispatı olarak, içlerinden biri cüzdanından iki ruble çıkarır, yırtar ve rüzgâra bırakır.

__Haydi, Krikor can sen de, Istepan sen de, Garabed sen de, sen de, sen de. Ve hepsi de, törensel bir edayla cüzdanlarından ikişer ruble çıkarırlar, yırtar ve atarlar.

148 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 50. 149 Age, s. 50.

104

__Gördünüz mü? Ho, biz İstanbullu hoshos’lardan 150 de ğiliz ki prensiplerimizden, ilkelerimizden taviz verelim. Biz M şag 151 okuyoruz. Sizin M şag’ınız yok, do ğrultunuz yok. Pöh, gidelim!”152

Groteskli ğe varan sekter duru şları, aslında Kafkas Ermenilerinin Osmanlı Ermenileri hakkında geli ştirdikleri kurtarma planlarındaki hataların, hayalperestliklerin ve naifliklerin de ipucunu verir gibidir. Hikâyenin en ba şında iki co ğrafyanın Ermenilerinin kucakla şması fikrini heyecanla kar şıladıklarını, hatta bu hareketin içinde yer aldı ğını itiraf eden Arpiaryan, mizahi üslubuyla soyda şlarını kıyasıya yermektedir aslında. Hikâye, ikiyüzlülü ğün ve vefasızlı ğın altını çizerek sona erer.

Bir ay sonra kendi ülkelerine dönerler. İlk i şleri akrabalarına, yakınlarına, tanıdıklarına Arevelk’i göstermek olur. __Bakın bunlar nasıl hoshoslardır. Bizim adımızı, soyadımızı, İstanbul’a yaptı ğımız ziyareti yazmı şlar. M şag böyle bir şey yapar mı? Ne yaparsın, hoshosturlar. Bize hürmetten yapmı şlar. De ğil mi? Ve sonra gururla ilave ederler. __Ne büyük gazete de ğil mi? Halbuki bizim öyle bir gazetemiz yok. Ermenilere onur getiriyor. Do ğrusu tam bir Avrupai gazetedir. __Eh, daha ba şka nasıl onurlandırdılar sizi? __Hiiç. Bir fincan kahveyle misafir ettiler bizi. Ne büyük gazete ama. 153

150 Hoshos, Türkçe’ye aklı gelir gider, aklı rüzgârlı anlamında bir kelime olarak çevrilen Kafkas Ermenilerinin İstanbullu Ermenileri a şağılamak için kullandıkları bir terimdi. 151 Yayımcı ve yazar Krikor Adzruni’nin çıkarmı ş oldu ğu Kafkas bölgesinde etkin siyasi gazete. Arpiaryan da bu gazetede 11 yıl yazılarını yayımlamı ştı. 152 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 51. 153 Age, s. 53.

105

2.3.3 “Azkis Parerarneri” (Milletimin Hayırseverleri)

Arpiar Arpiaryan’ın Londra’da çıkardı ğı Nor Geyank (Yeni Hayat) gazetesinde 1898 yılında tefrika etti ği “Azkis Parerarnerı” (Milletimin Hayırseverleri) adlı öykü, 1895-1896 yıllarında ve çevresindeki katliamlarda yetim-öksüz kalmı ş Ermeni çocuklarının kaldı ğı yetimhaneye ba ğış toplamaya çalı şan okul müdürünün trajikomik hikâyesini konu edinir. Yetimhane Avrupa’da kuruludur. Okul müdürü Avrupa’nın önemli bir ticari kentinin önde gelen Ermeni zenginlerinden yardım istemektedir. Hayırseverler, yardım talebi üzerine yetimhanenin müdüründen izahat almak için özel bir toplantı tertip etmi şler, bu toplantının tutanaklarını ele geçiren yazar Arpiaryan ise, gördü ğü lüzum üzerine ki şilerin isimlerini deforme ederek bu ya şanmı ş olayı bize aktarmaktadır.

Ba şkan (müdüre): __Müsü, bu senin yetimhanen hakkında çok kötü şeyler duymu şuz. Müdür: __Ne duydu ğunuzu ve kimlerin söyledi ğini rica etsem. __Kim dediyse dedi, söylenmi ş olması yeterlidir. __Suçlanan bir ki şiye hakkında söylenenlerin kendine iletilmemesi mümkün müdür? Dü şmanca iftiralar olamaz mu bunlar? __ İftira ile gerçe ği ayırt edecek kadar aklımız çalı şır. (...) __ İyi bakalım. O yetimhanen nerede? Ö ğrencilerin hangi yerlerden? __Lugano’dadır. Ö ğrencilerin hepsi de Kilikya’dandır 154 . __Ba şlarına i ş gelmi ş yerliler mi bunlar? Öksüzler mi?

154 Cumhuriyet dönemine de ğin kullanılan bu isim, Adana, Çukurova, Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve bunların ardınca uzanan Toros Dağları’nın güney yamaçlarını da içine alan bölgenin adıdır. Kilikya’da 300 yıl boyunca süren ve 1375 yılında sona eren Ermeni Krallı ğının da ismidir.

106

__Do ğal olarak. __Bir şey görmü şler mi? Babaları, analarını bilirler mi, neler oldu ğunu biliyorlar mı? __Ne demek! Her şeyi görmü şler. Her şeyi hatırlıyorlar. On-on iki ya şlarındalar. Anlattıklarına dayanabilmek için yürek lazım. ‘Bir büyüyelim, biz ne yapaca ğımızı biliyoruz’ derler. __ İsimleri neler? __Levon, Hetum, Sımpat, Vahan, Aram... __Ne ö ğreniyolar? __Hıristiyanlık, Ermeni tarihi, Ermenice, Türkçe... __ Şarkı markı __ Şüphesiz. Ruhani ve milli bütün şarkıları. __Jimlastik de yapıyorlar mı? Şüpheniz mi var? Mükemmel yapıyorlar. __Sanat ö ğreniyorlar mı? __Evet. Demircilik, do ğramacılık, ayakkabıcılık.”155

Bu sorgudan sonra, müdüre, okul hakkında duyduklarının kendi şüphelerini daha da do ğruladı ğını söylerler. Müdür şaşırır. “Ne dedim ki” der ama, karar vermek üzere onu dı şarı çıkarırlar. Yarım saat sonra ça ğrıldı ğında yetimhanesi için yardım yapmayacaklarını bildirirler kendisine. Ama birkaç soruları daha vardır. Ona yetimhaneyi neden Avrupa’da açtı ğını sorarlar. Müdür “Özgür bir ülkede daha iyi bir e ğitim veriririm” diye cevap verir. Hayırseverler “Bo ş laf” derler. “Osmanlı’da okul, yetimhane eksik de ğil. Okulunu Osmanlı topraklarına ta şımalısın ki çocukların kendi halkına bir faydaları olsun” derler. Müdür “O nasıl olur! Mümkün mü bu?” diye cevap verirse de onlar “sen bilirsin. Çocuklar hangi kentlerden” diye sorarlar. Müdür sayar: “Ayntab, Mara ş, Adana, Zeyt..”

155 Age, s. 54-55.

107

Müdür Zeytun 156 diyemeden lafı öfkeyle yarıda kesilir. “O kentlerden olmaz” derler. Onlara göre milletin ba şına bütün felaketler o kentler yüzünden gelmi ştir. Ba şka kentlerden çocuk olup olmadı ğını sorarlar müdüre. “Neden olmasın? Van’dan, Mu ş’tan, Erzurum’dan...” deyince de kızarlar. “Bizimle alay mı ediyorsun. Onlar kötülerin de kötüsüdür. Milletin bütün felaketleri onların yüzündendir. Daha ba şka kent var mı?” Müdür bıkkınlıkla “Merzifon, E ğin, Arapkir...” deyince yine kızarlar. “Biz sana do ğru dürüst kentler söyle diyoruz, sen bize ne söylüyorsun” deyince de müdür kızar.

__Kilikya’dan olmaz, Ermenistan’dan olmaz, küçük Ermenistan’dan olmaz, geride ne kalıyor? __Ermeni kıtlı ğı mı var ki gidip hükümetin sinirlerine dokunan yerlerden alacaksın. Çinümaçin’e kadar Ermeni var, al babam al. Bu budur. Kısa keselim. Ne biçim yetimlerdir bakalım. ___Yetimin çe şidi mi olur? Hepsinin de anne ve babası katl... (Toplantı salonunda bulunanlar). Cık, cık, cık... __Müsü, dü şünerek konu ş. Her şeyin kendine uygun bir dili vardır. Öyle şeylere “ba şına i ş geldi” derler. __Ona da peki, hepsinin de babası anasının ba şına i ş geldi, çocuklar da yetim kaldı. __Do ğru dürüst yetimler yok mudur ki, gidip öylelerini ararsınız? __( Şaşırmı ş halde). Do ğru dürüst yetim de kimler ola ki? __ İnsan hastalanır, son tövbesini eder, Kominyon’unu alır, aklı ba şında yata ğında ruhunu teslim eder, kilise töreniyle alırlar götürür gömerler, böyle usulüne uygun ölene kim ne der?

156 Zeytun, Ermeni ahalinin beceriksiz, kötü niyetli yerel idareciler, baskı, silahlı saldırı ve ağır vergiler yüzünden 19. yüzyılda sıkça ayaklandı ğı bir bölgedir. Hikâyenin yazıldı ğı yıldan birkaç sene evvel yani 1896 yılında Baron Agasi liderli ğinde 15 bin kadar Ermeni öz savunma gerekçesiyle Anadolu’da süren Ermeni katliamları ve Berlin anlaşması’nda yer alan reform vaatlerinin uygulanması gerekçesiyle Zeytun’da toplanmı şlardı. Almanya ve Avusturya konsolosların araya girmesiyle tansiyonun yükselmesinden sorumlu tutulan Mara ş bölgesi komutanı Remzi Pa şa azledilerek yerine Halep Nizamiye Fırkası Kumandanı Edhem Pa şa getirildi. Uzun müzakerelerden sonra 11 Şubat 1896 tarihinde taraflar arasında bir barı ş anla şması imzalandı.

108

Onların geride bıraktıkları çocuklar da, acınmaya layık do ğru dürüst yetimler olur. Böyle yetimler alacaksın. Bir de, o ya şta aklına bir şeyler koymu ş çocukları almak da ne ola ki! 157

Avrupalı Ermeni hayırseverler yetimhanenin müdürünü sorguya çekmeye devam ederken, konu çocukların isimlerine gelir bu sefer. “Gelelim şu çocukların ismine. Bundan böyle öyle isimler olmayacak. Milletin ba şına tüm felaketler o isimler yüzünden geldi. Eskiden ne mutluyduk, do ğru dürüst Ermeni isimleri vardı. Yetimlere de eski Ermeni isimlerinden koyalım” derler. İsimler konusu da çok önemlidir ve dönemin “Şark sorunu!na dair önemli ipuçları ta şır. Müdür cevaplar.

__Orası kolay. Eski isimleri koyarız. Sarkis, Kevork, Mıgırdiç, Krikor, Tatyos, Parto ğomeos... __Dur müsü, dur, nereye ko şuyorsun? O isimler de olmaz! __ İyi de bizim ananevi, geleneksel ata isimlerimiz bunlar de ğil mi? __Her şey zamanında olur. Şimdi o isimler çok su kaldırır. Mesela şu Sarkis’i, Kevork’u hayatta kabul etmeyiz. O ne öyle kiliselerdeki resimlerinde ellerinde kılıç, altlarında at, ayaklarının altına vah şi bir hayvan. Sultan’a 158 şüphe vermeye de, çocukların aklına şey sokmaya gerek yok. Mıgırdiç’i 159 kökten sökmeli. Şimdi gitmi ş Eçmiadzin’de rahatına bakıyor. Milletin bütün felaketleri o adamın yüzünden. İyilik, güzellik getirmez. O Krikor 160 olsun, Tatyos olsun, Parto ğomeos 161

157 Age, s. 58-59. 158 Ermenice metinde kullanılan kelime “yönetim”, “iktidar”, “hükümet” anlamındadır. Ki şiler “tehlikeli” konuları gizleyerek konu şmaya gayret ettikleri ve hikâyedeki ana tema ürkeklik, konformizm oldu ğu için, 1898 yılında ima edilen yönetimin Sultan Abdülhamid oldu ğu varsayılarak, sözcük bu şekilde çevirilmi ştir. 159 Vanlı Mıgırdiç Hrimyan 71. İstanbul patri ği. 160 Krikor Lusavoriç. Soyadı aydınlatan manasındadır. Ermenilerin Hıristiyanlı ğa geçi şinde önemli rol oynamı ş İran asıllı kilise babası. Ermeniler, Do ğu Ortodoks oldukları halde, kendilerine aynı zamanda daha çok Gregoryen denmesi bu nedenledir. 161 Ermeni Kilisesi gelene ğine göre, İsa’nın Ermenistan’a geldi ği ve burada Hıristiyanlı ğı vaazedip daha sonra pagan Ermenilerce derileri yüzülerek idam edildi ğine inanılan iki elçisi.

109

olsun, akıldan geçirmek bile günahtır onları. Krikor, Tatyos, Parto ğomeos dedin mi, leb demeden leblebiyi anlar, ‘Ermenistan’ lafı ardından kendili ğinden gelir. Ermenistan, mermenistan yok! Milletin bütün felaketleri o Ermenistan adı yüzündendir. İyilik, güzellik getirmez (Müstehzi bir ifade ile). İsim demetiniz içinde kırımızı büyük bir gül eksiktir. Nerses’iniz 162 nerede Nerses’iniz... Neyse, din adamıdır, dilimi tutayım. Milletin bütün felaketleri o adamın yüzündendir. İyilik güzellik getirmez. 163

Hikâyenin sonuna kadar bu diyalog bu şekilde devam eder. Müdürden yardım ko şulu olarak jimnastik e ğitimini de kaldırmasını, zanaat öğrenmelerinin iyi, ama bıçak, makas, toplu i ğne vs. gibi delici kesici aletler gerektiren i ş kollarının özellikle seçilmemesini salık verirler. Ö ğretmenlerin de –üstü kapalı olarak- Hınçak, Ta şnak veya Genç Ermenilerden olmamasını, onlar yüzünden ba şlarına bu belaların geldi ğini yinelerler. Yetimhane müdürü ise tüm bu şartları yerine getirmeyi dü şünebilece ğini, kar şılı ğında okuluna ne kadar maddi katkıda bulunabileceklerini sordu ğunda ise, “son olaylardan” onların da çok zarar gördüklerini, ba şka nedenle değil, bu zarar yüzünden yüreklerinin parçalandı ğını ve kendisine ayda bir Osmanlı mecidiyesi yardımda bulunabileceklerini söylerler. Müdür sinirle kalkar gider, hayırseverler de millet i şlerinin ne kadar nankör oldu ğundan ve müdürün küstahlı ğından dem vurarark efkâr da ğıtmak üzere bira içmeye giderler. Arpiaryan, bu hikâyesinde, sadece İstanbul’un de ğil, Avrupa’daki zengin Ermeni diasporasının Anadolu’da Hamidiye Alayları ve di ğer ba şıbozuklar tarafından gerçekle ştirilen katliamlar konusundaki duyarsızlı ğını ve konformist buldu ğu zengin hayırseverlerin ikiyüzlülü ğünü hicvetmi ştir. Anadolu’nun bu bölgelerinde on binlerce Ermeni köylü katledilirken, Sultan’ın bakı şını içselle ştiren, iktidara ho ş görünerek bu felaketten kurtulunaca ğını veya zaten bu belaların bizzatihi Ermenilerin

162 İstanbullu Nerses Varjabedyan. 72. İstanbul patri ği. 163 Age, 60-63.

110 kendi sorumsuzlukları ve hataları yüzünden oldu ğunu dü şünen bu kesim ile Arpiaryan’ın da dahil oldu ğu sınıf arasında ciddi bir gerilim söz konusudur.

2.3.4 “Sırdi Ha ğtanagı” (Yüre ğin Zaferi)

Arpiar Arpiaryan’ın 1892 yılında dönemin etkili gazetesi Hayrenik’in 989 numaralı sayısında tefrika etti ği “Sırdi Hahtanagı” (Yüre ğin zaferi) adlı hikâyesi 1867 yılında geçmektedir. Bardizag’lı bir çama şırcı kadın olan Hıripsime küçük kızı Hayganu ş’un Ortaköy’de bulunan Hripsimyants Okulu’na 164 parasız alınmasını arzu etmektedir. Hikâye, Hıripsime’nin Ortaköy Fakirperver Kadınlar Birli ği’ne konuyu görü şmek üzere misafir oldu ğu sahne ile açılır. Hayganu ş halen Canik Amira’nın fakir ö ğrenciler için kurdu ğu parasız okula gitmektedir. Hripsime, hem bu okulun uzaklı ğı, hem de kızının “kibar”165 sınıfından olması için bu de ğişikli ği tercih etti ğini söyler. Birli ğin kadın azalarının çok ho şuna gider bu tasvir ve gülerler. Çünkü içerinden birisi de aynı Hayganu ş gibi bir çama şırcının kızıdır ve Hayganu ş’un okula kabul edilmesi için özel çaba gösteren ki şi de yine bu kadın olur. Gerçekten de o dönemde ba şlarını Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur (Sibil), Zabel Esayan, Hayganu ş Mark gibi etkili kadın feminist yazar ve aktivistlerin çekti ği hareket, sadece yayımladıkları dergi, gazete ve yazdıkları makale ve romanlarla de ğil, kurdukları cemiyetlerle kızların e ğitim ve meslek sahibi olması için çok ciddi bir çaba sarf etmi şlerdi. Ermeni modernle şmesinin en önemli ayaklarından birisinin eğitim oldu ğu konusunda sadece Ermeni kadınlarda de ğil, cemiyetin genelinde de bir fikir birli ği vardı. Victoria Rowe, 19. yüzyılın, evlilik ve anneli ğin ulus, ulusal kimlik gibi yeni siyasi kavramlarla ili şki halinde kurumsalla ştırılması sürecinde Ermeni kadınının rollerinin de ğişim içinde oldu ğu bir dönem oldu ğunu, bu yeni söylemde ulus kavramının, ulusal

164 1859’da, aralarında Sırpuhi Düsap gibi ileri gelen Ermeni feminist kadınların da bulundu ğu bir grupça kurulan okul. 165 İstanbul’da yoksul Ermeniler arasında zengin semt ve oraların ahalisi için kullanılan sözcük. Zengin ve görgülü manasında.

111 figürler olarak baba, anne, kız ve erkek karde şlerin olu şturdu ğu bir ev olarak yeniden kurgulandı ğını söyler. 166 Yine Rowe, 19. yüzyıl Ermeni aydınlarının e ğitimi Ermeni ulusunun güçlendirilmesinin anahtarı olarak gördüklerini söyler. Çünkü böylece Ermeni dili ve kültürel gelenekleri korunacak, ayrıca ba şta sa ğlık ve hijyen olmak üzere bilimsel yöntemler aracılı ğıyla Ermeni halkının ya şam ko şulları iyile ştirilecekti. Annelerin çocukları üzerindeki etkisi nedeniyle, Ermeni aydınları kadın e ğitimini güçlü ve modern bir Ermeni ulusunun geli şiminde temel bir ihtiyaç olarak benimsemi şlerdi. 167 Rowe bu çabaları anlatmaya şöyle devam eder:

19. yüzyıl sonlarında İstanbul ve İzmir’den iyi e ğitimli Ermeni kadınları, Ermenilerin çokça ya şadıkları Anadolu vilayetlerinde kadınların daha iyi e ğitim almaları için hayır amaçlı kadın örgütleri kurdular. Ermeni kadınlar kamusal alana bu hayır örgütlerinin kurulu şu ve genç kadınların toplumsal hizmet amaçlı örgütlere katılımı aracılı ğıyla girdiler. (...) Hayır örgütlerinin, Ermeni kadınlarının ve genç kızlarının ya şamında iki önemi vardı: Bunlar bir yandan kadınlara kamusal alanda faaliyet göstermek için toplumun onayladı ğı bir alan te şkil ediyor, öte yandan kızların gidece ği okullar açmak için gerekli fonu ve malzemeyi sa ğlıyorlardı. Osmanlı İmparatorlu ğu’ndaki en büyük iki kadın örgütü olan Tıbrotsaser Dignants Ingerutyun (Okulsever Ermeni Kadınlar Cemiyeti) ile Azkanıver Hayuhyats Ingerutyun (Milletperver Ermeni Kadınlar Cemiyeti) 1879’da kurulmu ştu. Bunlardan ilki Ermeni vilayetlerinde çalı şmak üzere kadın ö ğretmen yeti ştirmeyi, Sibil tarafından kurulan ikincisi ise ta şrada Ermeni kızlar için okullar açmayı amaçlıyordu. Ayrı örgütler olmalarına kar şın aralarında i şbirli ği vardı ve Okulsever Kadınlar Cemiyeti’ne ba ğlı ö ğretmenler bazen Milletperver Kadınlar Cemiyeti himayesi altındaki okullarda ders

166 Aktaran, Lerna Ekmekçio ğlu-Melissa Bilal, “Bir Adalet Feryadı”, Aras Yayınevi, İstanbul 2006, s. 117. 167 Age, s. 119.

112

veriyorlardı. Milletperver Ermeni Kadınlar Cemiyeti 11 Nisan 1879’da Üsküdar Cemaran Okulu mezunu 17 ya şındaki Zabel Hancıyan ve sekiz (kadın) sınıf arkada şı tarafından kurulmu ştu… Milletperver faal oldu ğu yıllarda okul açmakta ve yeni üye kazanmakta ba şarılı oldu. Kurulu şundan sonraki be ş yılda otuz be ş okul açtı ğı söylenir. Büyük ilgi görmekte olan Milletperver’in ikinci toplantısına İstanbul’un pek çok mahallesinden yüz elli genç kız ve evli kadın katılmı ştı… Milletperver üyeleri, aydınların güçlü bir ulus yaratma ça ğrısına, Ermeni kadınların deste ğini sa ğlayarak ve vilayetlerde kız okulları açıp, kentli ve köylü Ermeni kadınları arasında bir işbirli ği sistemi olu şturmaya çalı şarak yanıt verdiler. Modern Ermeni e ğitim sisteminin hedeflerinden biri, ortak bir ulusal kimlik duygusu yaratmaktı. Pamela Young’ın ara ştırmasının gösterdi ği gibi, standart ders kitaplarının kullanımı kırsal ve kentsel Ermeni okullarında ortak bir bilgi temeli sa ğlamı ştı. Ayrıca, tarih, Ermenice ve do ğa bilgisi “öğrencinin ulus bilincini güçlendirmek” üzere bütünle ştirilmi şti. 168

Toplumun bu alt sınıfından gelen Hıripsime, i şte kızı Hayganu ş’u bu hareket içerisinde kurulan bu kalburüstü okula göndermeyi istiyor, ve kendi sınıfının “kibar” diyerek özetledi ği orta-orrta üst sınıfa çıkı şını e ğitim yoluyla sa ğlamak istiyordu. Nitekim kızı bu gözde okulda zenginlerle birlikte okumaya ba şlamı ş, fevkalade muvaffak olmu ş, ancak toplumsal sınıf farkının kendisini iyilik ve ho şgörüyle de ezebilece ğini deneyimlemi şti. Arkada şları ve onların aileleri ona fakirli ğini hatırlatmamak için özen gösteriyor, ancak arkada şlarının az yıpranmı ş eskilerini üzerine giydi ğinde bu pek de mümkün olmuyordu. 1875 yazında mezuniyet vesilesiyle yapılan tiyatro yarı şmasında kazandı ğı birincilik ödülünü sahnede alırken, kendisini iyilikle acıtan arkada şlarına muzaffer bir edayla bakmı ştı.

168 Age, s. 122-123.

113

Birkaç sene anneleri öyle ö ğütledi ği için onların ö ğle yemeklerine e şlik etmi şti. Günahtı, fakir kızıydı, yiyece ği yoktu, yardım edilmeliydi. Ama üç dört senedir, ki gitgide eri şkin hale gelmi şti, ba şkasından merhamet görmektense hiçbir şey yememeyi ye ğ tutmu ştu. Annesi bazen sevinçle bilmem kim hanımın evinden verilmi ş ve içinde giyecekler olan paketler getirirdi. Hayganu ş’un arkada şlarının eskileriydi onlar. Ertesi gün onları giyer -çünkü kendininkiler çok eskimi şti- ve okula giderdi. Kimse yüze gelmez, ama üzerine yönelen kaçamak bakı şlardan, kimse için o giysilerin bir evvelki gün ba şkası tarafından okulda giyildi ğinin bir sır olmadı ğını anlardı. 169

Ancak Hayganu ş, okuması sayesinde sınıf atlayacak ve ecnebi ki şiyle de bu sayede ba şarılı bir zidivaç yapacaktır.

Daha sonra bir zaman geçtikten sonra çama şırcı kadın öldü. Kız evini ba şka semte ta şıdı. Ortaköy okulundaki Fransız ö ğretmen kadın ona yabancı bir okulda i ş bulmu ştu. Bir gün de tesadüf eseri ö ğrendim ki, Hayganu ş, gözlerinden, Fransızcasından ve eğitiminden etkilenen bir ecnebi ile evlenmi şti. 170

Çama şırcı Hripsime’nin en büyük sıkıntısı ise kızı Hayganu ş’un ateist olmasıydı. Kızının tüm ba şarılarına ra ğmen onun kendisi gibi imanlı bir ki şi olmaması onu dü şündürüyordu.

Peki onun anne yüre ği memnun muydu? Hayır. Derin bir acısı vardı çama şırcı kadının. Kızı tam bir imanlı de ğildi. -Daha ona imansız demeye cesaret edemiyordu.- İki senedir per şembe

169 Arpiar Arpiaryan, Badmvazkner u Vibakner. (Hikâyeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929, s. 72-73. 170 Age, s. 76.

114

günleri Galata’daki Surp Pırgiç’e gelmiyordu onunla. Kendisi yalnız gidiyordu. (...) Bu yetmezmi ş gibi, ne pazar, ne de yortu günleri ayine gidiyordu. 171

Hıripsime Arpiaryan’ların evine de gitmektedir. Annesi, Hayganu ş’u derslerine bakması için Arpiaryan’a getirmi ş, o da Hayganu ş’a okuması için Lamartine, Renan gibi yazarları vermi ştir. Bu esnada inanç üzerine sohbetler yaparlar. Arpiaryan’ın tesbitleri, oldukça dindar bir toplum olan Ermenilerin arasında 1871 gibi oldukça erken bir tarihte ateizmin saklanmadan ya şandı ğını gösteriyor. Bu durum, Büyük Oruç’ta oruça riayet etmemenin asla ho ş görülmedi ği ve cezalandırıldı ğı 30-40 sene evveline göre büyük bir de ğişimin ifadesidir.

Bir iki yıldır görüyordum ki, kızlar o ğlanlara göre daha az inançlıydılar. Ki bu noktada, ki bizler ilgisiz kalırdık, inançsız olduklarını beyan eden kızlar ve kadınlar vardı. 172

2.3.5 “Hoku Zavag” (Evlatlık)

Arpiar Arpiaryan’ın 1894 yılında Hayrenik (Vatan) gazetesinin 875’ten 887 numaralı sayısına kadar tefrika etti ği novellası “Hoku Zavag” (Evlatlık), Kevork A ğa isminde fakir bir kayıkçının kiliseye bırakılmı ş bir çocu ğu evlat edinmesini konu edinir. Kevork A ğa zaten iki çocuk gömmü ş, daha sonra edindi ği üç çocu ğunu da arka arkaya hastalıklardan yitirmi ştir. 173 Hasköy’de bulunan Surp Istepanos Kilisesi’ne 174 gitmi ş ve ayini takiben kıdemli papaz bir duyuruda bulunmu ş ve bir erkek bebe ğin kapılarına bırakıldı ğını, e ğer arzu ederlerse isteyenle evlatlık verilebilece ğini söylemi ştir. Kilise mütevelli heyetine ba şvuran Kevork A ğa, durumunu

171 Age, s. 74. 172 Age, s. 75. 173 Age, s. 91. 174 Hasköy'de yakla şık on bin ki şilik bir Ermeni cemaati ya şıyordu. Surp Stepanos Kilisesi, Nersesyan Okulu, Kalfayan Kızlar Yetimhanesi ve yetimhanenin Surp Asdvadzadzin şapeli 1970’lerde Bo ğaziçi Köprüsü çevre yollarının yapılması için yapılan kamula ştırma alanı içinde kalarak yıkıldı.

115 anlatır ve çocu ğu evlatlık ister. Bir beladan kurtulacakları için sevinen yetkililer bunu seve seve kabul ederler. Arpiaryan’ın ço ğu hikâyesindeki ana tema gibi, bu fakir çocuk -Movses 175 - de, fakirli ğinin verdi ği dezavantajı, do ğanın ona bah şetti ği zeka ve çalı şkanlıkla telafi edecektir. Movses okulda çok muvaffak olur ve yedi ya şına geldi ğinde dahi baba ve annesinin öz olmadı ğını bilmez. Ancak gitti ği Nersesyan Okulu’nda kendisini evlatlık veren kilise mütevveli heyeti üyesi Akribisyan Efendi’nin oğlu kendisi ile –piç diye alay ederek, üzerine mürekkep atarak- uğra şmaktadır. 176 Çocukla kavga eden Movses’in kayıkçının o ğlu oldu ğu anla şılınca, Akribasyan Efendi, kayıkçıyı ça ğırır ve çocu ğun hikâyesini bildi ğini, bir daha aynı şey olursa ona haddini bildirece ğini söyler. 177 Bunun üzerine kayıkçı Kevork Efendi Hasköy’ü terk ederek “orta” bir yer, yani kibarların otırdu ğu tanınmayacakları semte ta şınırlar. Kevork Efendi kısa süre sonra kayı ğının batması sonucu bo ğularak ölür. Yıllar geçer ve Movses ünlü bir gazeteci ve yazar olur. Halki, Heybeliada’daki gezmelerinde Dikran Efendi ve ye ğeni Arusyak ile tanı şır. Arusyak ve Movses arasında duygusal yakınlık olu şur. Ancak Arusyak ile evlenmek isteyen bir ki şi daha vardır, o da Akribasyan efendinin o ğlu Akrib Efendi’dir. Ancak Movses’in soyadı Ermenice kayıkçıdan gelen Navaryan olmu ştur. İki genç adam arasında Arusyak üzerinden gerginlik ya şanır ama bu kendisini sınıfsal bir çatı şmada ortaya koyar. Daha tanı ştıkları anda, Akrib Efendi, Navaryan’a çıkı şır. Kendisini gazetelerdeki makalelerinden tanımaktadır:

__Efendim, siz çok ileri gidiyorsunuz. Ben muhafazakârım. Bu milletin çalı şanlarının vicdansız ele ştirilerle umutsuzlu ğa kapılmalarını, alaylarınızla i şlevsiz hale gelmelerini istemem. Ne demek canım bizim milletimiz içinde espri yapmak! Kim

175 Türkçesi Musa. 176 Age, s. 94-97. 177 Age, s. 100.

116

bilir ne gizli bir sebebiniz var ki, bu kadar kötülük yapıyorsunuz bize. Ama biz biliriz ne yapaca ğımızı!178

Arpiar Arpiaryan bu hikâyesinde şüphesiz kendisi ile Navaryan Efendi’yi özde şle ştiriyor. Movses ise önemli bir entelektüel olarak saygı gören, mali yönden ise rahatlamı ş bir yazardır. Aydınlar ile Efendiler arasındaki gerilim gerçekten o dönem için oldukça yüklüydü. Movses’le daha çocukluk yıllarında Nersesyan Okulu’nda sınıf arkada şlı ğı yapan ve onun okuldan ayrılmasına neden olan Akribas Efendi, babasının Hasköy’deki küçük i şini alıp ilerletmi ş, bir sınıf atlama i şareti olarak Pera’ya, yıllık kirası 120 lira olan Misk soka ğında ta şınmı ş ve cemiyette “önemli” hayırseverlerden olmu ştur. Kı ş geceleri dönemin en önemli banker ve yöneticileri onun salonunda ka ğıt oynamaya gelir, o zamanlar kendisini 1. Napolyon kadar muzaffer hissederdi. Artık o bir “Efendi”dir.

Club Commercial’e kabul edilmi şti ve ümit ediyordu ki çok da geç olmayan bir zamanda Club Oriental’den de içeri girecek, yüksek sınıftan ki şilerin üzerine bastı ğı o halıların üzerinden kayar gibi geçecekti. 179

Beyo ğlu Mahalli Kilise Yönetim Kurulu’na seçilmi ş ve bu hayırseverlerin cömertçe yaptıkları ba ğışların hatırı nedeniyle basında kendilerine biçilen “Aznıva şuk”180 gibi unvanlara da sahip olmu ştu. Arpiaryan ykarıda bahsedildi ği gibi bu ki şilere bu ve buna benzer içi bo ş ve dalkavuklu ğu ima eden payeleri kendi gazetesinde asla kullanmıyor, hatta bunlarla alay ediyordu. Ancak burada Movses gibi, Akribas Efendi’nin de sınıf atladı ğı dikkat çekiyor. Sarraf amiraların tarih sahnesinden çekilmesi, yerine bürokrat amiraların gelmesi ile, oyuna di ğer yandan aslında amira sınıfına kar şı koalisyon ve ittifak halinde giren aydınlar ve esnaflar arasındaki anla şmanın bozuldu ğu açıkça edebiyat eserlerine de yansıyor.

178 Age, s. 107. 179 Age, s. 111-112. 180 Erm. Saygıde ğer.

117

Zenginle şen esnaflar patrikhanede bir yarım yüzyıl öncesine kadar sarraf amiraların gördü ğü i şlevi üstleniyor, aydınlar ise muhalif ve ilerlemeci kesim olarak yalnız kalıyorlar. Patrikhane ve cemiyet kurumları artık daha çok zengin esnaflar tarafından fonlanmakta, bu i şbirli ğinin bu zatlara verdi ği ayrıcalık ve artan söz hakkı bu kesimi statükoya yakla ştırdı ğı gibi, aydınların ele ştirilerine de hedef haline getirmektedir.

(...) Babası [Akribas Efendi’nin] yarım asır önce çuvallarını yemi şle doldurmu ş Halıcıo ğlu’na gelmişti. Artık a şırı bir muhafazakârdı. Gölgesi, Hastahane’nin 181 yönetim kurulu üzerine yayılıyordu. Boşanmaya şiddetle kar şıydı. Ahlak kurallarının faziletin kendisi oldu ğunu ilan ediyor, ‘Bu millet için ahlak kuralları şarttır’ diyordu hep. 182

Navaryan ile Akribas Efendi arasındaki en büyük ihtilaf kayna ğı olacak olan Arusyak’ın babası yeni vefat etmi ş, onları entelektüellere, yeni fikirlere ve Navaryan’a hayran olan dayısı Dikran Efendi’ye emanet etmi şti. Arusyak’ın annesi Siranu ş hanım baba ve anadan Amira kızıydı. Tam anlamıyla aristokrat bir aileydiler.Sırpuhi hanım sınıfının tüm özelliklerine uygun olarak “Zengin bir kızın mutlu olmasının birinci şartı, zengin bir kocaya sahip olmasıdır” fikrine sahipti. Bu nedenele de kızı için tahayyül etti ği tüm özellikleri Akribas Efendi’de buluyordu.

Sade bir biçimde ismini vermeden ‘Efendi’ diye hitap ediyordu ona ki, hürmeti ifade eden bu unvanı sadece a ğabeyi Dikran Efendi’ye layık görüyordu. Akribas Efendi dı şında misafirlerden hiçbiri için –episkopos dı şında- odaya girdiklerinde o kadar ileriye gitmezdi kar şılamak için. Ayrıldı ğı zaman da odanın kapısına kadar ona arkada şlık etmeyi kendisine görev eddederdi. 183

181 Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Milli Hastanesi. 182 Age, s. 112. 183 Age, s. 115.

118

Toplumda aydınlara verilen önem de hikâyede ilgi çarpıcı bir ayrıntıyla ifade edilir. Navaryan’ın annesi Pupul Hanım, Haç’ta 184 Arma ş Manastırı’na 185 hacca gider. Burada bir zamanlar evlerine temizli ğe gitti ği Akribas Efendi’nin annesi Hacı Hanım’la kar şıla şır. Lakin buradaki din adamları ve di ğerleri kendisinden ziyade Papul Hanım’a hürmet göstermekte, kendisini sürekli ziyarete din adamları gelmektedir. Hacı Hanım hep alı şık oldu ğu hürmetten çok daha fazlasına odak olan bu esrarengiz kadının kim oldu ğunu “ya şlı” bir eski tanı şı rahibe sorar.

__Canım Hayrsurp 186 , şu büyük odanın hanımı kimdir? __Do ğrusunu isterseniz Hacı hanım ben de iyi bilmiyorum. İki gündür onun için tela ş ediyorlar. Kadıköylüdür. Sordu ğumda gazetede yazanın anası dediler.

184 Haç Yortusu: Ermeniler Kutsal Haç’ın özgürlü ğüne kavu şmasının yıldönümü olan bu yortuyu 14 Eylül’e en yakın Pazar günü kutlarlar. Pers İmparatoru Hüsrev, M.S. 610 tarihinde Herakleus’u yenilgiye u ğratarak, Kudüs’ü i şgal etmi ş ve Kutsal Haçı İran’a götürmü ştür. Bunun üzerine Herakleus Kutsal Haçı geri almak için büyük bir ordu kurarak Perslerle sava şır ve Hüsrev’i yener. Kutsal Haç 628 tarihinde tekrar Hıristiyanlara iade edilir. Bu olayın kutlandı ğı yortuda, Ermeni Kiliselerinde Pazar ö ğleden sonra törenler yapılır ve haç süslenir. (http://www.bolsohays.com. 14 Mayıs 2004). 185 1608 yılında İran’dan gelen 300 aile tarafından kurulan ünlü manastır ve hac yeri. Arma ş Manastırı’nın 17. y.y.’da tanınmı ş bir ziyaret yeri oldu ğu bilinmektedir. Bu dönemde manastır, İzmit dini merkezi içerisinde Adapazarı, Bahçecik, Geyve, Pazar, Sölöz, Gürle gibi yerlerle birlikte yer alıyordu. 1825 tarihinden itibaren Arma ş Manastırı büyük bir yapılanmaya girerek, sırasıyla dini önderlik yapısı, hacca gelenler için konuk evi ve öğretim yeri olmaya ba şladı. Ancak bu yapılar 1888’de meydana gelen yangında büyük zarar gördüler. 1863’te manastıra ba ğlı tarlalar birle ştirilerek büyük bir çiftlik olu şturuldu ve buna ba ğlı koruların yapılanmasına ba şlandı. Yine bu dönemde manastıra ba ğlı bir matbaa kurularak “Huys” isimli bir dergi çıkarıldı. Manastır 1866’dan itibaren İzmit merkezinden ayrılarak dini olarak ba ğımsız bir statü kazanmaya ba şladı. Manastırın Osmanlı Ermenileri açısından en parlak dönemi 1889-1914 yılları arasındaki dönemdir. Bu dönemde manastır, Osmanlı Ermenileri için bir ilahiyat fakültesi niteli ğine sahip olmaya ba şlamı ştır. Bu okul, İstanbul Patrikli ğine ba ğlı ilahiyat meslek yüksek okulu yapısına dönü şmü ştür. Olu şturulan bir içtüzükle, 17-22 ya şlarındaki gençler ö ğrenci olarak alınmaya ba şlanmı ştır. 1896 yılında Ermeni yetimleri için bir yetimhane kurulmu ştur. 1611 yılından 1922 tarihine kadar varlı ğını sürdürmü ş olan Arma ş Manastırı, Anadolu’da Amasya, Adana, Arapkir, Bitlis, Konya, Urfa, Erzincan, Harput, Malatya, Merzifon, Mu ş, Sivas, Van, Diyarbakır, Kütahya’da ve Anadolu dı şında Atina, Mısır, Ba ğdat, Bulgaristan, Romanya’da dini liderlik görevlerinde bulunmu ş birçok Ermeni dinadamını yeti ştirmi ştir. Bu merkezlerde görev alan 36 yüksek düzey dini önderden üçü İstanbul Patrikli ği, biri Kudüs Patrikli ği, biri de Sis-Kozan Ba şpatrikli ği’ne kadar yükselmi ştir. (Agop Minasyan, “Akme şe Kasabası Tarihinde Ermeniler-Arma ş Manastırı”, Toplumsal Tarih, c.13, sayı: 78, s.33-39. 186 Erm. Bekârlık andı içmi ş rahiplere özgü unvan. Aziz peder anlamında.

119

__Tövbe tövbe allahım. Bu gazetede yazanlar kimdirler ki, onların anneleri için böyle şeyler yaparlar? Bu da i şitilmi ş şey de ğil. __Nereden bileyim Hacı Hanım. Bizim yeni Sırpazan 187 çok entelektüel, bilgili, rahibimiz de çok okuyan bir ki şi, eskilerden de ğil, kendileri de çok yazarlar, elbette ki yazanlara da çok onurlandıracaklardır. Kutsal Kitap, ‘Benzeyenler birbirlerini severler’ der. 188

Ğazetacının 189 annesi Pupul Hanım da kom şu odadaki kadının kendisi ile ilgilendi ğinin farkındadır. Nihayet konu şma fırsatı bulurlar ve kısa bir sohbetten sonra Pupul Hanım kim oldu ğunu ona hatırlatır. Hacı Hanım şok olmu ştur. Bizzat kocasının evlatlık verdi ği Movses’in analı ğı, fakir kayıkçı Kevork A ğa’nın hizmetçi karısıdır.

__Ka sen misin? Çok de ğişmi şsin. Ama daha gençle şmissin. Neredesin şimdi, ne yaparsın, artık çalı şmıyor musun? __Yok, Allah korusun. Ba şıma çok i şler geldi. Ama şimdi pek rahatım. O ğlum bana gül gibi bakıyor. Allah bir gününü bin yapsın. __Hangi o ğlun? Şu bir evlatlı ğın vardı o mu? __Ne evlatlık ama! Allah herkese öyle iyi evlat versin. Biz şimdi Kadıköy’deyiz, çok güzel kibar yeri. Siz daha Halıcıo ğlu’nda mısınız? E şin sa ğ mı, o ğlun ne yapıyor, dükkan duruyor mu, evlendirdin mi, paralı kız mı aldın? Her bir soru bir çivi gibi hacı hanımın kalbine saplanıyordu. 190

187 Epikkopos veya ba şepiskoposlara özgü unvan. Her episkopos belli bir bölgenin ruhani temsilcisi ve ba şıdır. Manastır ve ruhban okullarının ba şında da genellikle bu seviyede bir episkopos bulunur. 188 Age, s. 125-126. 189 Hikâyede günlük kullanım dilinde Ermeniceye girmi ş pek çok Türkçe kelime kullanılmaktadır. Bu daha çok yoksul ve orta-alt sınıfı i şaret etmektedir. Bu çalı şmada daha evvel de ğinildi ğinden burada tekrar edilmemektedir. Kendisi de kısa süre önce sınıf atlayan Akribas Efendi’nin annesi Hacı Hanım’ın kullandı ğı dil neredeyse yarı yarıya Türkçedir. Gazeteci kelimesini de Ğazetacı olarak telaffuz etmektedir. 190 Age, s. 127.

120

Arpiaryan’ın bir amira torunu ve bir genç aydını birbirine a şık etti ği “Evlatlık” adlı öyküde, bir yandan bu birbirine en dü şman iki sınıfın arasındaki çatı şmanın dönemin sosyo-politik de ğişimine paralel olarak, yani amiraların gücünün azalması, buna müteakiben tüccarların “Efendi” kisvesi altında bir çe şit amirala şması gündelik hayata da yansıyor. Nitekim Ermeni Nizamnamesi’nin hazırlanması ve kabul edilmesinde öncü sayılan Genç Ermenilerden Doktor Serviçen’in daha önce yineledi ğimiz “Biz amiralı ğı yıktık, siz de efendili ği yıkmaya mecbursunuz” sözlerini hatırlamak gerekir. Tam da burada çatı şma aydınları temsilen Navaryan ile zengin esnafları temsilen Akribas Efendi arasında sürüyor. Amira torunu Arusyak ve onun dayısı Dikran Efendi ise, Akribas gibi de ğil Navaryan’ı tehdir unsuru görmek, onun varlı ğından –sınıf farkına ra ğmen- son derece ho şnut oldukları gözüküyor. Öte yandan, e ş seçimi konusunda zengin esnaf Akribas Efendi ile, itibarlı ve keskin muhalif aydın Navaryan arasında kalan Arusyak, dayısı Dikran Efendi’nin sınıf farkının ve sosyal baskının tüm menfi tesirine ra ğmen Navaryan’ın yanında yer alması ile annesine durumu açıyor. Hikâyede annesinin bir amira kızı zengin olarak kızının mutlaka Akribas Efendi gibi zengin ve statü sahi,bi bir ikişi ile evlenmesini istedi ği açık seçik zikredildi ği halde, Navaryan’a a şık olan kızının seçimine saygı duyuyor. Bu da o dönem için oldukça yeni ve ileri bir durum. Bununla da kalmıyor; annesi ve dayısından olur alan Arusyak, Navaryan’a kalbini açıyor ve kendisine evlenme teklif ediyor. Böylelikle dü şman sınıflaran iki ki şi yan yana geldi ği gibi, izdivaç teklifinin bir genç kızdan gelmesiyle de, Ermeni modernle şmesinin hangi boyutlarda seyretti ği hakkında da önemli bir bilgi bize ula şmı ş oluyor.

Arusyak, Navaryan’ın kendisine olan sevgisini itiraf etmeyece ğini, onun mevkisinin, üzerine dü şen önceli ği yerine getirme nezaketini göstermesine izin vermeyece ğini biliyordu. O zaman, Navaryan’a evlenme teklifi yapma görevi ona dü şüyordu. Bu fikir onu güldürüyordu. Olacak şey miydi? Ama

121

neden olmasındı? E ğer tüm önyargıları yeneceksek, o zaman bir genç kıza a şkını ilan etmeye sadece bir erke ğin hakkı oldu ğunu niye kabul edelim ki! 191

2.3.6 “Vosgi Abırçan” (Altın Bilezik)

Arpiar Arpiaryan’ın Mısır’da bulundu ğu sırada öykü ve yazılarını yayımladı ğı aylık dergi Şirag’da 1906 yılının 2, 3 ve 4. sayılarında tefrika edilen “Vosgi Abırçan! “Altın Bilezik” adlı öykü, vefat eden karde şi ve eşinin kızı Armig’i evlatlık edinen Hugas A ğa’nın tek muradı, bu kızı kadar sevdi ği ye ğenini ba ş göz etmektir. Kendisi büyük bir matbaada mürettiplik yapan bir ustaba şıdır. E şiyle birlikte kıt kanaat geçinmekte, Armig’i evlendirmek için de karde şinen ye ğenine kalan ve şimdendifer denen hisse senedine yatırdı ğı paralara güvenmektedir. Daha do ğrusu bu para kızın trahomasıdır. En sonunda Armig’e Atraki adında bir kısmet çıkar. Bu ki şi “Türklere eyvallah dememekle” me şhur külhanbeyi ve aslında ipsiz sapsızdır. Evlilik yoluyla kendisine geçecek şimendiferleri bozduracak ve bir dükkan açacaktır. Evlilik tarihi için Paskalya ertesi beklenir. Evlilik masrafları a ğırdır ve Hugas A ğa daha sonra ödemek kaydıyla patronundan borç para ister. Patronu sırası gelince bir şeyler yaparız der, sonra da kendisini i şten kovar. Zor durumda kalan Hugas A ğa eve bir şey söylemez ve i ş arar bir süre. Ancak ya şı geçkin oldu ğu için i ş bulamaz. Evlilik tarihi yakla ştıkça çeyiz hazırlıklarının yeti şmesi için karısı ve ye ğeni onu sıkı ştırır. Çaresiz adam ye ğeninin üstüne halel getirmedi ği trahomasını teker teker bozdurur. Öyle ki, sonunda sarrafa gidip gelirken müstakbel damadın ağabeyine yakalanır ve foyası ortaya çıkar. Nı şan bozulur, büyük dü ş kırıklı ğı ya şayan Armig ise kısa sürede hastalanır. Armig’in ziyaretine gelenler arasında mürettip Hugas A ğa ile yakın dostlu ğu bulunan yazarYe ğya Demirciba şyan 192 da vardır. Odadan çıkınca Demirciba şyan Hugas A ğa’ya kendisine içini dökmesini söyler. Amacı adamı

191 Age, s. 165. 192 Dönemin ünlü yazarlarından. Yergrakund (Yerküre) isimli edebi ve bilimsel derginin yayın yönetmenli ğini de yapmı ştır.

122 rahatlatmaktır. Lakin Hugas A ğzını bir açar, pir açar. Kendisi gibi yazarların emekçilerin sorunları ile ilgili olmadıklarından yakınır. Lakin bununla da kalmaz. __Bir şey daha söyleyece ğim. İstersen Patrik hazretlerine, vekil efendilere sor bak bakalım ne diyecekler. __Nedir ki? __Kalktılar Berlinlere 193 adam gönderdiler. Ermenistan’daki 194 Ermenileri Kürtlerin soygunlarından, valilerin sömürülerinden kurtarmak için. İyi yaptılar, borçlarını ödediler. İnşallah bir gün bir şeyler de olur. Ama, canım Ye ğya Efendim, şu bizim İstanbul’un çorbacı efendileri Kürtlerden dahi zalim, valilerden dahi soyguncu de ğiller mi? Kürtler, valiler yine halkın a ğzında bir lokma kuru ekmek dahi olsa bırakırlar, öyle ki insanlar aç kalmasın, yien çalı şıp kendilerine yedirsinler. Biz, çok şükür Allah’a, İstanbul’da ne verginin ne oldu ğunu biliriz, ne de elimizden bir şey çekip alan var. Ama bizim halimize bakınca, Ermenistan’ın o sömürülen Ermenilerin vaziyetine binlerce kez imreniyorum. Burada, bizim çorbacılar , efendiler a ğzımızda kuru bir ekmek parçası dahi bırakmazlar, onu da löp diye kendileri yutarlar. (...) Şu bizim mürettip esnafının köpek kadar de ğeri yoktur. Allahtan bizim i şte ihtiyarlayabilen pek azdır. Patrik hazretleri, vekil efendiler bunu görmezler mi? Gözünü

193 Osmanlı Devleti 1877-78 Osmanli-Rus sava şında yenilip Rus ordusu Ayastefanos’a geldi ği zaman 3 Mart 1878 tarihinde imzalanmı ş olan sulh antla şmasının 16. maddesi ile Osmanlı Devleti Ermenilerin yerle şik olarak bulundukları eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli ıslahat ve düzenlemeleri yapmayı taahhüt ediyordu. Rusların Ayastefanos’ta elde etti ği kazanımları çıkarlarına aykırı bulan Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’ın önderlik etti ği Berlin Kongresi’nin toplanı şı sırasında Patrik Varjabedyan, kendisinden önceki Patrik Hırimyan ba şkanlı ğında Berlin’e bir heyet göndererek Ayastefanos Antla şması’na konan maddelerin Berlin Antla şması’na da alınmasını temin etmi ştir. Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya’nın da katıldı ğı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878’de imzalanan bir anla şmayla son buldu. 1878 Berlin Antla şması’nın 61. maddesi, ahalisi Ermeni olan eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli olan ıslahatı yapma ve Kürt ve Çerkeslerle Do ğu Anadolu halkına kar şı Ermenilerin huzur ve emniyetini sa ğlama görevini Osmanlı Devleti’ne yüklemi ştir. Bâbıâlî'nin alınan tedbirler hakkında yeri geldikçe bilgi verece ği ve devletlerin bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edecekleri şeklindeki husus da bu maddenin gereklerindendir. 194 Burada Ermenistan’dan kasıt, ba ğlamından da anla şılaca ğı üzere, do ğuda Ermenilerin yo ğunlukla ya şadı ğı be ş vilayetin bulundu ğu bölgedir. Osmanlı’da bu bölgenin ismi Ermenistan olarak geçerdi. Tıpkı Kürt co ğrafyasına Kürdistan denmesi gibi.

123

seveyim Ye ğya Efendim, buna İngilizi ne yapsın, Türk’ün kabahati nerede? E ğri oturalım, do ğru konu şalım. 195

Bu konu şmanın üzerinden birkaç gün sonra Armig vefat eder. Cenaze evinde taziyeleri kabul eden mürettip Hugas A ğa, bir akrabasının onu elinden tutup da koluna altın bilezik olsun, sanat ö ğrensin diye “mühendis”e götürdü ğü güne lanet etmektedir. O zamanlar henüz matbaalar Osmanlı’ya yeni girmi ş ve bu i ş kolunda büyük fırsatlar oldu ğu dü şünülmü ştür.

O zamanlar matbaalar yeni yeni kuruluyordu, büyük şeyler olaca ğına dair büyük ümit vardı. Mühendis’ in muvaffakiyeti herkesin ba şını döndürmü ştü. O zata da ne oldu ki! Türk’ün i şini görmeseydi, Türk’ten ona aylık ba ğlanmasaydı, Ermenice kitap basarak acından ölecekti. O sırada Ye ğya Demirciba şyan da geldi, yaslıların elini sıkarken gözya şlarını tutamadı. Varteni dudu, ki siyah yazmasını gözlerinin üstüne kadar indirmi şti, mendili a ğzına götürdü ve sordu: __Ye ğya Efendi, Armig’in nerede? Vah yavrum vah! Oturduktan ve selamla şmalardan sonra; __Ye ğya efendim diye söze girdi Hugas A ğa. Acaba ricamı Patrik hazretlerine, vekil efendilere, yazar efendilere ilettin mi? Yine hepsinin aklı fikri Berlin’de de ğil mi? Ah, ah! Tilkilerin ini, gökte uçan ku şların yuvası var, ama i şçinin ba şını yaslayacak bir yeri yok. 196 Zanaat altın bilezik mi? Kelepçe kelepçe, ellerimi kırdı.”197

195 Age, s. 244-245. 196 Yazar burada Matta 8:20’deki “Tilkilerin ini, gökte uçan ku şların yuvası var, ama İnsano ğlu'nun ba şını yaslayacak bir yeri yok” sözündeki İsa’yı temsil eden “İnsano ğlu” sözcü ğü yerine “işçi” sözcü ğünü yerle ştirerek, emekçi sınıfın sahipsizli ğini vurgulayan bir kelime oyunu yapıyor. 197 Age, s. 246-247.

124

Arpiar Arpiaryan, burada yaptı ğı siyasi ele ştiri oldukça sert ve do ğrudandır. Arpiaryan’ın Hınçak partisindeki siyasi çizgisinde kendini gösteren karakter, sürekli olarak kendini ve günün siyasetini muhasebeden geçiren, ele ştiren bir tondadır. Nitekim partinin bölünmesinden sonra yeni fraksiyona katılması, daha sonra ondan da ayrılması, izlenen politikaları onaylamadı ğını gösteriyor ki, bu da hayatına malolmu ştur. Bu hikâyede de, Hugas A ğa gibi, toplumun alt gelir seviyesinden bir emekçinin a ğzından, halkın kendini yönetenlere olan ele ştirisini temsil ediyor ki, büyük bir ihtimalle Hugas A ğa’nın temsil etti ği ele ştiri o dönemin en azından kendi sınıfı için gerçerli olmalıdır. “Büyük” politikaların “küçük” insanları ıskalamasına, Patrik ve aydınların bir yandan özellikle Anadolu Ermenilerinin içler acısı ve yaşamsal sorunlarını çözmeye çalı şırken, İstanbul’daki kendi ahalisine kar şı demokrat, adil ve insanca davranmamalarında siyasi ve etik bir çeli şki görüyor Arpiaryan. Belki de bu politikaların sonuçlarının iyi hesaplanmadı ğını, sonuçlarının Ermeni halkı için bir felaket olaca ğını söylüyor. Nitekim hikâye 1906’da yazıldı ğı, 1895-6 felaketlerinin de reforma arzusu ile yapılan bu giri şimlerin bir sonucu oldu ğunu dü şünüyor ki, bu gerçekten de tarihsel olarak do ğrudur.

125

2.4 Dikran Gamsaragan: “Varjabedin A ğçigı” (Ö ğretmenin Kızı)

Dikran Gamsaragan (1866-1941) 22 ya şlarında Ermeni edebiyatının gerçekçilik akımının ilk ürünü sayılan Varjabedin Ahçigı (Ö ğretmenin Kızı) ile çok hızlı bir biçimde üne kavu ştu ğunu söylüyor Kevork Bardakçıyan. Bir İstanbul Ermenisi olan ve Aramyan Okulu’nda okuyan Gamsaragan’ın kendi ifadesine göre Daudet’in Fromont “Jeune et Risler aîne” ve “Jack”ini okuduktan sonra “güçsüz, naif” ama “bir o kadar do ğaçlama” bir roman yazmaya giri şti ğini ifade ediyor. Roman epey polemik konusu haline geliyor. Gamsaragan’ın destekleyicileri, yani realist yazarlar onu i şini övüyor ve kar şıtlarına kar şı onu müdaafa ediyorlar. Yine Bardakçıyan’a göre romanın ideolojik bir tarafsızlık ve bunca geçen süreden sonra bir de ğerlendirmesi yapıldı ğında, Gamsaragan’ın tamamen samimi oldu ğunu söylemek zor. Roman konusunun sade ve kurguda bazı hatalar oldu ğ do ğru olmakla birlikte, hikâyenin gerçek ya şamdan alındı ğı ve dönemin, yani 1880’lerin İstanbul Ermeni toplumunun ya şamını birebir yansıttı ğı bir gerçektir. Gamsaragan, di ğer pek çok meslekta şları gibi, 1895-6 katliamları esnasında İstanbul’u terk etmi ş ( İlk önce Mısır’a, daha sonra da Paris’e gitmi ştir) ve bir daha geri dönmemi ştir. Masis ve Arevelk dergilerine yurtdı şından yazılarını göndermeye devam etmi ş, kısa jikayeler yanında, bir de Fidye adında bir tiyatro oyunu yazmı ştır. Gamsaragan i ş hayatına atıldı ğı için edebiyatı bir süre sonra bırakmı ştır. Fransa’da, Vichy kentinde vefat etmi ştir. 198

Bardakçıyan’ın bahsetti ği Gamsaragan’ın yolda ş ve destekleyicilerinden birisi de yine gerçekçi bir yazar, avukat ve siyaset adamı olan Hrant Asadur’dur 199 . Asadur’un 1921 tarihli Ermeni önde gelen

198 Kevork B. Bardakjian, “A Reference Guide to Modern Armenian Literature, 1500- 1920”, Wayne State University Press, Detroit, 2000. s. 129,130. 199 Hrant Asadur (1862 Boyacıköy, İstanbul - 1928, Kınalıada, İstanbul), tanınmı ş bir edip, tarihçi ve hukukçudur. “Gostantnubolso Hayerı yev İrents Badriarknerı ” (İstanbul Ermenileri ve Patrikleri) adlı eseri, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin tarihine ili şkin en önemli ba şvuru kayna ğıdır. 1871-1873 yıllarında Robert Kolej'de okudu. 1881-1884'te

126 yazarların hayat hikâyeleri ve kendileriyle olan anılarını derledi ği “Timasdıverner” (Silüetler) adlı kitabında, hem Gamsaragan, hem de Varjabedin Ahçigı romanı hakkında ilginç bilgiler mevcuttur. Asadur, Ermeni gerçekçi edebiyatına dair ilk örneklerin tefrikalar halinde ocak 1884’te Paris’te iken Arevelk gazetesinden okudu ğunu ve edebiyat sahnesine yeni bir anlayı ş, yazı biçimi getiren bu örneklerin, Ermenilerin eski edebiyatında olmayan cesaret ve gururu canlandırdı ğını – çünkü eskinin yazarlarında para a şkı ve ki şisel egolar etkindir ona göre- ve bu eskiye kar şı bir mücadele ba şlattı ğını yazar. Asadur, bu grubun ço ğuna aşina oldu ğunu da saklamaz. Ona göre bu akım Ermeni edebiyatının tıkanmı ş damarlarına yeni bir kan olarak can getirmi ştir. “Eski şişmi ş yayımcılı ğın bu yeni akademide yeri yoktu” der Asadur ve eskinin edebi konular arasına sokmadı ğı gündelik hayata dair her şeyin bu yeni edebiyata serbestçe girebildi ğini söyler ve ekler.

Günü gününe ya şanmı ş hayata dair resimler, milletin sahip oldu ğu üstün de ğerlere ili şkin ö ğreti şler, çevreden [dünyadan] esinlenmi ş ve halkın ihtiyaçları ba ğlamında yazılmı ş makaleler sa ğlıklı ve taze bir yazının ilk ürünlerini getiriyordu oraya. 200

Asadur, Dikran Gamsaragan ve eseri “Varjabedin Ahçigı” için ise çok önemli bilgiler sunuyor Gamsaragan’a özel ayırdı ğı kitabın bu bölümünde.

hukuk tahsili için Paris’e gitti. Avukatlık yaptı. 1898-1908 yılları zarfında Getronagan Lisesi’nde tarih ve hukuk hocası idi. Ça ğının ünlü bir hukukçusu olarak 1909’da Bahriye Ticaret Mahkemesi, 1911’de Ticaret Kanunu’nu hazırlayan komisyon, 1912’de Encümen-i Adliye, 1914’te Şura-yı Devlet (Danı ştay) üyeliklerine tayin edildi. 1915’te Bahriye Ticaret Mahkemesi azasından Halil Cemalettin Bey’le birlikte kapitülasyonlar hakkında hukuki nitelikte Türkçe geni ş çaplı bir eser yayımladı. Ermenice eserleri arasında, yukarıda anılan Patrikhane Tarihi’nde ba şka biyografik etütlerini içeren Timasdverner (1921) ve 1925’te ne şredilen Şark Tiyatrosu Tarihi bulunmaktadır.

200 Hrant Asadur, “Timasdıverner”, (Silüetler), G. Ke şişyan Vorti Matbaası, 1921, İstanbul, s. 251-253. (Kitap Asadur’un ö ğretmenlik yaptı ğı ve kurulu şundan itibaren Ermenilerin oldukça etkin oldu ğu Robert Koleji Kütüphanesi’ne Şubat 1922 tarihi, a891.5409 asl seri numarası ile kayıtlıdır.).

127

1888’in ba şlarında, Kadıköylü bir genç, yerel ya şama dair gerçekçi bir roman yazmı ş ve Arevelk’in yayın kuruluna gazetede tefrika edilmesi için sunmu ştu. Bu genç yazın dünyasında bir acemiydi ve adı Dikran Gamsaragan’dı. Roman, Fransız romancılarının okulundan esinlenmi şti ve yazarı Alfons Dodet’nin izleyicilerindendi. Konu şmalar yer yer halk lehçesiyleydi ve Arevelk’in Yayın Kurulu’nda bulunan üyelerden birisi “çirkef a ğzı” diye uygunsuz bularak romanın Arevelk’te yayımlanmasına kar şı çıkmı ştı. Yayın Kurulu iki görü şe ayrılmı ş ve benim hakemli ğime ba şvurmaya karar vermi ş, el yazılarını okuyarak görü şlerimi onlara iletmemi istemi şlerdi. Bir ak şamüstü “Varjabedin Ahçigı”nın hazır el yazmalarını bana gönderdiler. Büyük bir keyifle okudum el yazmalarını ve hemen ertesi gün büyük bir içtenlikle yayımlanması gerekti ğine dair görü şümle iade ettim onları. Bu eser gerçekten te şvik edilmeye layıktı çünkü. Gerçekten, Gamsaragan’ın elyazmalarını biraz atılgan ve cürretkârdı. Kendisi, milletimizin arasında gerçekçi roman yazan ilk ki şi oluyordu. Daha hayatın ı şıklar ve çiçekler içinden gözüktü ğü, gerçe ğin dü şle karı ştı ğı bir ya şta bulunuyordu. Şüphesiz insan yüre ğinin sırlarına nüfuz etmek ve bir ruhbilimci gibi onu üzen hassas duyguları çözümlemek için gerekli olan tecrübeye henüz sahip de ğildi. (...). Bu genç, gerçekçi bir romana dair ça ğrı hissetmi şti içinde ve bu cesur eseri yayımlamaktan çekinmemi şti. 201

Asadur, eylül ayında eserin tefrika edilmeye ba şlandı ğını ve bu sırada henüz son kısımlarının yazılmı ş olmadı ğını söylüyor. Arevelk okuyucularının birço ğunun romandan memnun olmadıklarını, edebiyat çevresinde de acımasız ele ştirirlere hedef oldu ğunu yazıyor. Sıkça kar şıla ştı ğı Gamsaragan’ıın üzerine ya ğan ele ştiri okları yüzünden çok

201 Age, s. 254-255.

128 kötümserle şti ğini ve hatta romanın tefrika edilmesini durdurmayı dü şündü ğünü yazıyor. Ancak kendisine bir romancı olarak okuyucuları tarafından fark edilmemenin asıl büyük sıkıntı olduğunu hatırlattıklarını söylüyor Asadur. Dikran Gamsaragan “olumsuz” da olsa tepkilerden motive olmasını söyleyen dostlarının sözünü dinleyerek gündüzleri i ş hayatına, geceleri de sürekli roman üzerinde çalı şmaya devam ediyor. Gerçekten de onun eseri hakkında görülmemi ş bir tartı şma almı ş ba şını yürümü ştür. Asadur, tefrika halinde parça parça romanın okunması ile eserin tamamının bir seferde okunup de ğerlendirmek arasında büyük bir fark oldu ğunun ayırıdındadır. Nitekim son tefrika yayımlanıp eser ortaya çıktı ğında romanı be ğenenler artık be ğenmeyenlerden daha fazladır. Ve nihayetinde bir bütün olarak kitap haline geldi ğinde ise Gamsaragan artık bir romancı olarak Osmanlı Ermeni edebiyatında yerini almı ştır. 202 Hrant Asadur, Gamsaragan’ın eserini bu kadar önemsemesi bo şuna de ğildir. Osmanlı Ermenileri olarak bu tarihten evvel romantik akımda roman ve öykü yazan birtakım yazarlara –Hohannes Hisaryan, Armenak Hayguni, Sırpuhi Düsap, Matteos Mamuryan, Ye ğya Demirciba şyan vb. 203 - sahip olundu ğunu, ama gerçekçi akım anlamında elde pek bir şey olmadı ğından yakınır.

Lakin gerçekçilik akımı ba ğlamında Arpiaryan’ın “Tadabardiyalı” (Mahkûm) ve “Gadak” ( Şaka), Zohrab’ın ise “Anhedasats Tserunt” (Kaybolmu ş Nesil) gibi birkaç öykü (Noraveb) 204 veya hikâye güz yüzüne çıkmı ş, lakin bizim içimizde kimse, gerçek ya şamı aktarmayı deneyen bir roman

202 Age, s. 256. 203 Romantik akıma dahil olan bir grup yazar, gerçekçi akıma kar şı birle şmi ş mücadele etmekteydiler. Reteos Berberyan, Ye ğya Demirciba şyan, Khoren Narbey, Hovhannes Setian, Tovmas Terziyan ve Mıgırdiç Acemyan bu grubun ba şını çekmekteydi. Bu isimler gerçekçi akıma az da olsa e ğilim göstermekel birlikte, kendi prensip ve e ğilimlerine göre yazmaya devam ettiler.(The Heritage of Armenian Literature: From Eighteenth Century to Modern Times, Agop Jack Hacikyan, Gabriel Basmajian, Edward S. Franchuk, Nourhan Ouzounian, Wayne State University Press, Detroit, Michigan, 2005, s, 78. 204 Ermenice. Kısa hikâyeye verilen isimdi. 19. yüzyılda Fransız nouvelle veya conte (Flaubert, Maupassant) biçimlerine denk gelmektedir. (Kevork B. Bardakjian, “A Reference Guide to Modern Armenian Literature, 1500-1920”, Wayne State University Press, Detroit, 2000. s, 127.

129

yazmamı ştı. Aynı zamanda Mamuryan ve Çilingiryan gibi çevirmenler de hiçbir gerçekçi yazarın eserlerini Ermeniceye kazandırmamı ş, böylelikle Ermeni okuyucular için Balzac, Flaubert, Zola ve Daudet tanınmamı ştı. Dolayısıyla, onlar için Gamsaragan’ın özümsedi ği ve temsil etmeye çalı ştı ğı roman anlayı şı radikal bir de ğişiklik demek oldu. 205

Roman Ermeni okullarında görev yapan eski tip ö ğretmen modeli üzerinde bir ele ştiri ile açılır ve mesela onların yeni edebiyat ve yeni dil hakkındaki olumsuz görü şlerini, ö ğretim modellerinin eskili ğini tasvir eder. Bunu yaptıktan sonra, Üsküdar’da Ermeni gençli ğinin şarkı söylemek, dans etmek ve nihayetinde iyi vakit geçirmek üzere bir dernek kurdu ğundan bahseder anlatıcı. Lakin bu dernek, aynı zamanda gerekti ği zamanda, mahalli idarelerde ses yükseltmek için de fonksiyonel olacaktır. Bu dernek kilisenin de yöneticisi olan R. A ğa’nın ba şkanlı ğında, milli şarkılar öğrenmektedirler. Ancak repertuvarları eski bildik şarkılardan olu şmaktadır ve gençler “yeni” şarkılar istemektedirler. Ancak konuyla ilgili ki şi, bunun için önce iyi şiirler, yani güfteler olması gerekti ğini söylenir. İkinci toplantıda üyelerden biri olan M. Kaprielyan, böyle bir şiir buldu ğunu söyler ve şiiri ustaca okur. Şiir o kadar hayranlık uyandırır ki, herkes ismi saklı olan bu şairin dönemin en ünlü isimlerinden romantik Mıgırdiç Be şikta şlıyan oldu ğunu dü şünür. Şiiri okuyan ki şiye ısrar ederler ve romanın ba ş kahramanının ismi ilk kez telaffuz edilir: Antranik Fenerciyan.

Ermeni Anayasası’nın ilan edildi ği ilk yıllardır. Milli hisler tazedir. Zaten bu gençlik derne ği, yeni kurulan mahalli idarelerin bir uzantısı olarak bu yeni olana ğın sayesinde kurulmu ştur. Lakin “yeni”nin talebinde heyecan her şeyin gözünü kör etmekte, eski kötü alı şkanlıkların, rü şvet gibi, bu yenide yer aldı ğı görülür hemen romanda.

205 Age, s. 257.

130

Antranik Fenerciyan’ı tutmak istediler ve onunla tanı şmak için istekte bulundular. M. Kaprielyan için çok kolay bir şey oldu onu arkada şlarına tanı ştırmak. Parlak nutuklar çekti Fenerciyan. Bir tasavvur ediniz, Ermeni Anayasası’nın ilk yılları, Ermeni yüre ği daha öncesinde olmadı ğı kadar hassas. 206 (...) Komisyon toplantısından birkaç hafta sonra, şaşılacak şekilde, Ermeni gençlik derne ği [Antranik Fenerciyan’ı] cemaran’da 207 Ermenice ö ğretmeni olarak kabul edilmesine muvaffak olmu şlardı. Lakin Üsküdarlı ünlü bir vekil olan S. Derderyan [Yeni Milli Anayasa’ya göre kurulan cismani meclise semtin gönderdi ği temsilci] Antranik Fenerciyan’la birlikte bir süreli ğine aylıklardan yüzde yirmi komisyon alma şartı koyarak, onu okul yönetimine kendi özel adayı olarak takdim etti ki, halefleri gibi o da, bir milli arabulucu olmanın etkisinden mahrum de ğildi. 208

Burada yazar, daha önce amira sınıfının elinde koz olan milleti temsil etme gücünün onlara verdi ği kazanç alanlarından birisini, bu sefer mahalli idarecilerin ve milli meclise giren vekillerin devraldıklarını ve bu görevlerini komisyon alarak ve arabulucu olarak kazanca dönü ştürdü ğünü açıkça yazıyor. O dönemde eserin oldukça tepkiyle kar şılanması henüz eserin giri şinde bu a ğır ele ştirilerin de ba şlamı ş olması nedeniyle olmalıdır. Aslında bu romanın ba şlangıcında yer alan bu tema, Yervant Sırmake şhanlıyan’ın (Yeruhan), Amirayin Ahçigı (Amiranın Kızı) romanında Kafkas Ermenisi Mösyö Gosdanyan’ın güya ünlü e ğitimci

206 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 7-8. İstanbul Ermeni Okulları Ö ğretmenler Derne ği’nden edinebildi ğim kitap çok eski oldu ğu için, cildinin ilk dört sayfası yitirilmi şti. Dolayısıyla, kitabın basım yılı ve basım yeri gibi bilgileri edinmek mümkün olmadı. Lakin Kevork Bardakjian’ın “A Reference Guide to Modern Armenian Literature” adlı kitabında verdi ği bilgiye göre, bu eser İstanbul’da ilk basım yılı olan 1888’de, sonra 1921’de ve son olarak da 1930’da basılmı ş. Kitabın fiziki durumu, ilk ve son tarihlerin çok uygun olmadı ğını, 1921 tarihinin yüksek olasılıkla gerçek oldu ğunu göstermektedir. 207 Ermenice kolej. Burada Üsküdar’da bulunan mahalli Ermeni okulu kastediliyor. 208 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı” s. 9.

131

Kalinn’in e ğitim sistemi ile harikalar yarataca ğı vaadine kanan Hasköy’lü Ermeni ahalinin “yeni” ve “batı”ya olan zaafını anlattı ğı hikâyenin bir tekrarı, daha do ğrusu öncülü gibidir. Antranik Fenerciyan da “eski” de ğil, “yeni”dir. Yeniye dair i şaretler vardır üzerinde. Tıpkı Mösyö Gosdanyan’ın batıyı bize şeklen getiren uzun saçları, şapkası, simsiyah redingotu gibi. Hatta Fenerciyan, bir Fransız hocadan dahi itibarlıdır.

Ve Fenerciyan sadece yazın alanında de ğişimci de ğildi. Badveli 209 olarak de ğil, Mösyö Fenerciyan’dı o. Cübbe yerine uzun klasik bir redingot giyiyordu ki, yakası ya ğdan parladı ğı için kadife kaplı zannediliyordu. Vodanavorci 210 olsun olmasın, Antranik Fenerciyan’ın şansı, onu koleje Ermenice ö ğretmeni olarak görevlendirildi ği anda açılmı ştı. Belki, Fransız akademisinin bir üyesi dahi, kolejdeki bir Ermenice öğretmeninin gördü ğü saygıyı görmezdi. 211

Burada bahsedilen kolej hakkında Ermeni modernle şmesi ve batılıla şması tarihi açısından bir parantez açmak gerekir. 1838 yılında kurulan Üsküdar’daki bu kolej, Ermeni milletinin yönetimini payla şmak istemeyen varlıklı tacirler ve sarraf amiralar ile zanaatkârlar ve maa şlı amiraların mücadelesinin merekezinde yer alır. Bu Ermenilerin batılı anlamda ilk akademisidir. Adı Cemaran Surp Yerusa ğemi (Kutsal Kudüs Akademisi) veya kısaca Cemaran (Akademi) olarak anılır. Bu kolej hassa mimarı Garabed Amira Balyan ve eni ştesi Hovhannes Amira Serveryan’ın ciddi katkıları ile kurulabilmi ş, masrafları ise Kudüs Ermeni Patrikhanesi’nin her yıl verece ği 120.000 kuru şluk destekle kar şılanmı ştı. Ço ğu sarraf olan yirmi amira birer yoksul ö ğrencinin masrafını üstlernirken,

209 Ermenice. Ermeni protestan rahiplerine verilen unvan oldu ğu gibi, şerefli anlamına gelir ve o dönem eskiden beri okullardaki erkek ö ğretmenler için kullanılan bir unvandır. 210 Ermenice şiir kelimesi ile Tükçe takı cı, ci, cu takılarından türetilmi ş uydurma kelime. “Şiirci” anlamına geliyor. Hem yukarıda bahsedilen özentili ği, hem de dile olan özensizli ği ima ediyor olmalı. 211 Age, s. 11.

132 maddi durumu iyi olan aileleler de ö ğrenci bas şına yıllık 3.000 kuru ş alınacaktı. Ancak sarraf amiralar ba ştan beri maa şlı amiraların bir projesi olarak gördükleri bu yüksekokul hakkında pek hevesli de ğillerdi. Üstelik Tanzimat ile birlikte, 1840 yılında iltizamın kaldırılması ve vergilerin devlet eliyle toplanmaya ba şlanması ile, sarraf amiraların vergi toplayan İhtisap A ğa’ları ile yaptıkları yüksek faizli para anla şmalarından elde ettikleri geliri sıfırlamı ş ve ço ğu sarraf amira ya iflas etmi ş, ya da zenginliklerinin önemli oranda yitirmi şlerdi. Bu nedenle sarraf amiralar okula desteklerini sürdüremediler. Okulun mali yönetimini Yirmi Dörtler Heyeti 212 sarraf amiraların deste ği olmadan üstlendi. Bu i şin ne kadar zor oldu ğunu biliyorlardı ama, yüksekö ğretimin önemini de kavramı şlardı. Bununla birlikte millet yönetiminde re şitliklerini isptlamak için de bu bulunmaz bir fırsattı. Patrik Hagopos’un ko şulsuz yardımını aldılar. Hatta Patrik, halkına okula ayrılmak üzere odanlık beri vergi koydu. Lakin sarrafların deste ği olmadan bu büyük bütçeyi denk getiremeyen Yirmi Dörtler Heyeti, ardından da Patrik Hagopos istifa ettiler. Onun yerine geçen Isdepannos Ağavni, on sarraf amirayı mali i şleri yönetimine davet etti. İki grup arasındaki öfke büyüyordu. Yirmi Dörtler Heyeti para bulamamı ş olsalar da, mücadeleye devam ettiler. Aslında verilen hem demokrasi hem de bir iktidar mücadelesiydi. Heyet Bab-ı Ali’ye ba şvurdu ve yeninden göreve gelme talebinde bulundu. Ancak gerekli ferman çıkarılamadı. Bunun gerisinde sarraf amiraların Bab-ı Ali’yi etkiledi ği varsayımı bulunur. Zanaatkârlar bu sefer de iki yüz ki şilik bir grupla gövde gösterisi yaparak bir dilekçe daha sundu. Bab-ı Ali buna

212 İltizamın kaldırılması ile sarraf amiraların iktisadi güç ve yönetsel güçlerini kaybeden sarraf amiralar Patrikhane’nin ve cemaat kurumlarının giderlerini kar şılayamamaya ba şladılar. Bu hem onların sınırsız güçlerinin sınırlanmasını sa ğlarken, cemaatin iktisadi yönetiminde de bir kaos do ğmasına yol açtı. Aynı zamanda 1940 tarihli irade-i seniyye ile cemaatin tüm ülkedeki vergilerini toplama görevi verilen Patrikhane’ye ve onun tüm kurumlarına da vergi kondu. Bunu çözmek üzere Ermeni Patri ği Balatlı Hagopos III. Seropyan, patrikhanenin ve milli kurumların mali i şlerini yönetmek üzere Yirmi Dörtler Heyeti’ni atadı. Heyet, maa şlı (devlet memuru iki amira ve ba şkentteki çe şitli esnaf loncalarını temsilen yirmi iki temsilciden olu şuyordu. Ermeni toplumu tarihinde ilk defa mali yönetim büyük ço ğunlu ğu zanaatkâr olan bir örgüte bırakılıyordu. (Vartan Artinian, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nı Do ğuşu 1839-1863, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2004, s, 67.)

133 sert tepki gösterdi, Heyet’in tüm üyeleri hapse atıldı. Bu olay duyulunca, 25 Ağustos 1841’de Cemaran’ın müdürünün de dahil oldu ğu üç bin ki şilik bir Ermeni toplulu ğu Meyhaneci İskender’in öncülü ğünde Bab-ı Ali’ye yürüyerek Heyet’in serbest bırakılmasını ve sarraf amiraların istifasını istediler. Sultan kar şı duramadı ve heyet derhal serbest bırakıldı. Sadrazam Rıfat Pa şa’nın Sultan’ın talepleriyle ilgilendi ğini söylemesi üzerine kalabalık da ğıldı. Lakin birkaç gün sonra Üsküdar Akademisi’nin müdürü de aralarında olmak üzere lider yedi ki şi sessizce sürgüne gönderild, akademi de Sulttan tarafından kapatıldı. Mamafih bu karar Ermeni toplumunun sakinle şmesini sa ğlamadı. 9 kasım 1841’de zanaatkârlar Bab-ı Ali’ye amira idaresini şiddetle ele ştiren bir bir dilekçe sundular ve “Gülhane Hatt-ı Şerifi’nin ilanından sonra artık sarrafların kölesi olamayız” dediler. Bunun üzerine Bab-ı Ali Yirmi Dörtler Heyeti’ni yeniden görev ba şına getirdi. Ancak zanaatkârlar yine muvaffak olamadı ve idareyi bir kez daha amiralara bırakmak zorunda kaldılar. Patriklik mali i şlerinden mesul ve esnafların da saygısını kazanmı ş bir ki şi olan Harutyun Amira Yerganyan, zanaatkârların bu mağlubiyetine kar şın onların deste ği olmadan millet maliyesinin artık yönetilemeyece ğini en iyi bilenlerdendi. Tek çözüm i şbirli ğiydi. Harutyun Amira Yerganyan’ın çabalarıyla 17 Temmuz 1844’te Matteso Çuhacıyan’ın seçilmesiyle i şbirli ğinin yolu açıldı. Her iki grubun saygı ve güvenini kazanmı ş olan Patrik Matteos, uzla şma sa ğlamayı ba şardı. On altı amira ve on dört esnaftan olu şan bir Karma Meclis kuruldu. Karma Meclis hem Patri ğe danı şmanlık yapıyor, hem de milletin mali idaresini yönetiyordu. Böylelikle yönetim de tek bir grubun idaresinden daha demokratik bir şekle dönü şmü ş oldu. Anadolu Ermenilerinin yönetimde henüz esamesi bile okumazken, en azından İstanbul Ermenilerini daha demokratik bir temsili sa ğlanmı ştı. Sultan da bu geli şmeleri onayladı ğını Üsküdar’daki akademiyi 1846 yılında yeniden açarak gösterdi. 213 İş te Fenerciyan böyle bir okulun ö ğretmeni olmu ştu. Di ğer yandan, dönemin ö ğretmenlerinin geçim kaynakları sadece okullarda e ğitim vermek

213 Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 68-71.

134 de ğildir. Onlar, amiraların evlerinde de ö ğretmenlik yapar, bu şekilde aynı amiraların okulları finanse ettikleri için de, bir ta şla iki ku ş vurur, okuldaki pozisyonlarını da sa ğlama almı ş olurlardı. Bu pek tabii, okulu kontrollerinde tutmak isteyen amiraların da i şine gelen bir şeydi.

Öğretmenlerin tek gelir kaynakları okullar de ğildi lakin. Saygıde ğer amiraların ailelerine de ders verirlerdi. Ve bu durumun birkaç avantajı vardı. Öncellikle iyi para kazanıyorlardı, sonrasında ise ‘büyük a ğaları’ kazanarak, mahalle okulunda yerlerini sa ğlamla ştırıyorlardı. 214

Tekrarlamakta fayda var. Gamsaragan’ın romanının bu denli ya şamdan jurnaller ta şıması, henüz ço ğulcu bir yönetime a ğır aksak geçmi ş olan geleneksel Osmanlı Ermeni cemaati için de bir devrimdir. Ermeni Milli Anayasası’nın henüz ilk yılları olması, o demokrsai heyecanı ve de ğişim arzusunun Gamsaragan gibi aydınlarda Gerçekçilik akımı üzerinden tam bir ifade buldu ğu görülüyor. Ancak, ba şta oldukça ele ştirilse de, romanın tamamı bir bütün halinde yayımlandı ğında eserin oldukça be ğenilmesi, bu şeffaflık talebi ve de ğişim arzusunun toplumda da bir kar şılı ğı oldu ğunu gösteriyor, amira sınıfı ile aydınların cemaatin nasıl yönetilece ği üzerinden giden kavganın zemininin sadece o günün devrimci gazetelerinde yayımlanan siyasi fıkralar de ğil, Gamsaragan gibi yazarların romanları oldu ğu da görünüyor. Fenerciyan bir şiir ile me şhur olmu ş, yeninin temsilcisi olmu ş, aslında o moda olmu ştur. Üsküdar Ermeni Koleji’deki ö ğrencileri ona hayrandır. Henüz ilk yılı dolmadan kiracı olarak girdi ği evi satın almakta, karısı Sırpuhi hanıma hizmetçi tutmakta, ya ğlı yakalı redingotunu de ğiştirmektedir. Lakin Fenerciyan modası yedi sene sonra sönmeye ba şlar. Muallimin dü şüşünün i şaretleri onun hakkında ba şlayan “Fenerciyan bir şair mi, yoksa bir Ermenice ö ğretmeni mi?” tartı şması olur. Yazdı ğı bir şiir ile kendisini ö ğretmen atayanlar, bu sefer yenilik heveslerinin ba şka bir adayı

214 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 11-12.

135

ça ğırması üzerine, o zaman yapılması gereken tartı şmayı akıllarına nihayet getirmi şlerdir. Bazı ö ğrenciler ise, onun bazı küçük imla hatalarından şikâyet ederler. Üstelik bu hatalar, günlük kullanımda gözden dü şmekte tedavülden kalkmakta olan eski Ermeniceye dairdir. Nihayetinde bir şikâyetçi şahıs okul mütevelli heyetine Fenerciyan’ın el yazmalarından bir örnek getirir ve oradaki aslında önemsiz bir hatayı büyük bir öfkeyle gösterir. Kelime “Badger”, yani “resim”dir. Kelimede yer alan “e” harfi, Ermenice “yeç” ile de ğil, “e” ile yazılmı ştır. Kıyamet kopar. Çünkü Fenerciyan’ın modası geçmi ştir. Gamsaragan’ın özellikle seçmi ş oldu ğunu dü şündü ğüm bu kelime itibarıyla, Ermeni toplumunun resmidir çekilen. Önce Üsküdar Ermeni Koleji’nden, sonra da di ğer okullaran bir bir kovulur. Fenerciyan dönemi bitmi ştir. 215 Antranik Fenerciyan, Yeni olanın peygamber gibi karşılandı ğı, yüksek beklentilerin gerçeklikle ba ğların zayıflamasına yol açtı ğı bir dönemin hem avantajlarını, hem de kaçınılmaz sonunu ya şamı ştır. Yeruhan’ın Amira’nın Ahçigı (Amiranın Kızı) romanında Mösyö Gosdanyan karakteri ile Yeniye olan feti ş derecesinde ilgi yönünden paralel bir hikâye anlatıldı ğını söylemi ştik. Lakin, Fenerciyan, bu alakayı bir yandan paraya dönü ştürürken, aslında bir dolandırıcı de ğildir. Yani toplumun bu semptomunu analiz edebilmi ş, buna göre plan yapmı ş bir zihne sahip de ğildir. Ancak Mösyö Gosdanyan, toplumun tam da bu ymu şak karnını analiz edebildi ği, o açı ğı, açlı ğı gördü ğü için ta Kafkaslardan bu co ğrafyaya gelmi ş, bu niteli ği ile, yeni a şkını sürekli tahrik ve tatmin ederek, daha büyük bir kazanç sa ğlamı ş ve foyası ortaya çıkamda da Paris’e ba şka maceralara yelken açmı ştır. Orada kısa sürede tutuklanıp hapse dü şmü ştür. Gamsaragan’ın hikâyesi daha “içeride”ndir. Yeni burjuvazinin eskinin çürümü ş de ğerlerine, sahte ilkelerine, yeninin ise, moda karakterinden de öte, yeni kazanç kapılarının da anahtarı olarak bir kısım insanca nasıl sömürüldü ğüne dikkat çeker. Ama bir yandan da, bu yüksek beklentiler, yılların gecikmi şli ği ve açlı ğı ile ilgilidir. Beklentiler, idealler

215 Age, s. 12-17.

136 yüksek tir ve o ideallere nasıl ula şılaca ğı konusunda ise tam bir kaos mevcuttur toplumda. Bu durumda “yeni” ve “dı şarılıklı” olan güven vermektedir. Antranik Fenerciyan’ın kızı Asd ğik (Yıldızcık) da bu kaosun simgesel kurbanlarından birisi olacaktır. Babasının i şsiz dü şmesiyle iyi bir evlilik yapma şansı azalan Asd ğik, ismi de üzerinde, gökyüzünde yıldız de ğil, bir yıldızcık olacak imkana sahiptir. Aslında babasının hitabet sanatını almı ş, çok güzel bir kız olmakla birlikte, piyanolarını olmamasına ra ğmen okulun piyanosunu çalmayı ö ğrenmi ş, dönemin ünlü gazetelerinden Masis’i her satırını okumakla cemaat ve Avrupa ya şamının son yeniliklerine vakıf bir entelektüel adayıdır. Babası ona Ermenice son moda şarkıların notasını bulmakta, o da güzel sesiyle bunları seslendirmektedir evde. Üsküdar’da oturan tanıdık bir Ermeni yazar, ona son çıkan Fransız roman ve eserlerinden olu şan bir ders vermektedir. Asd ğik öyle ki, “Öyle bir kızdı ki, içimizde böylesini bulmak çok zordu”216 şeklinde tasvir edilen bir ki şi haline gelir. Babası Antranik Efendi, fakirlikten kurtulmak ve kızının çeyizini layıkıyla yapmak üzere bir kitap yazar. Adı “Araratyan Pınçik” (Ararat’ın Kula ğı) olur. Kitabın içeri ğini kitapta bulamıyoruz. Bu nedenle Ararat’ın Ermeniler için ifade etti ği derin anlamın hangisine gönderme yapıldı ğını söylemek de kolay de ğil. Fenerciyan hocanın esen rüzgardan kendince bir kazanç sa ğlamaya çalı şan, nispeten yüzeysel ve apolitik karakteri göz önüne alınırsa, Ermenilerdeki o dönemin milli heyecanını kitap satı şına tahvil edecek bir seçim oldu ğu dü şünülebilir. İş te bu kitap için sponsor arayı şına giren Fenerciyan’ın aklına kom şuları olan ve basma ticaretinde mütevazı da olsa ilerleyen genç esnah Karekin’e gider. Durumu anlatır ama daha ilginç bir teklifle kar şıla şır. Karekin, çocukluk a şkı olan kızı Asd ğik’le evlenmek istemektedir. Antranik ağa, sıkı şık durumlarında kendilerine hızır gibi yeti şen bu teklifin –Karekin kitaba sponsor olmayı da kabul etmi ştir tabii- heyecanıyla eve döner, durumu e şine açar. Bunu yaparken, toplumsal statüler açısından önemli bir

216 Age, s. 18-19.

137 durumun da ortaya çıktı ğını görürürüz. Karekin henüz mütevazı bir servet edinmi ş olsa da, hızla zenginle şen birisi olmakla sınıf atlamaktadır. Antranik a ğa, ondan bahsederken “Karekin Efendi” diye söze ba şlar, karısı onun lafını keser.

__Karekin efendi mi? Ne çabuk da mösyöyü, efendi yaptın? diye sözünü kesti ö ğretmenin e şi safça. __Odanın görkemini görüp de mösyö deseydin, görürdüm seni. Ama ben anlattı ğıma döneyim... 217

Karekin’in serveti, tüm kusurlarını örtmü ştü aynı zamanda. O aslında bir sava ş taciriydi ve servetini Osmanlı-Rus sava şına borçluydu. Ama bunun da açıklaması, sınıfsal bir temelde yapılıyordu.

Herkes biliyordu ki, son yıllarda epey ileri gitmi şti o o ğlan. Aşağı tabaka, ki her şeye bir sebep bulmak için ihtiyaç hisseder, Karekin’in muvaffakiyetini Türkorus sava şına ba ğlıyorlardı. Ne olursa olsun, mesele oydu ki, Karekin orta sınıf bir tacirdi, çalı şkandı ve herkesçe saygı görüyordu. Ve ö ğretmenin ailesi, daha parlak ve kendilerine uygun bir evlili ğin olasılı ğı için bu fırsatı kaçıramazdı. ‘Gözden dü şmü ş’ bir ö ğretmenin kızı olma hükmünü ta şıyordu alnında. 218

Karekin’in annesi Hıripsime dudu ise Asd ğik’e kar şıdır. Ailesi tarafından el üstünde tutulmu ş, okumu ş ve iyi yeti ştirilmi ş bir kız olması ona göre tehdittir. Onun bu noktada geleneksel toplumu temsil etti ği görülüyor.

Omuzlarında atmı ş be ş ya ş bulunuyordu omuzlarında Hripsime dudu. Şüphe duyuyor, tereddüt ediyordu Asd ğik’ten. ne zaman öğretmenin evine gitmi şse, hep bir kitapla me şgul görmü ştü

217 Age, s. 24. 218 Age, s. 25.

138

Asd ğik’i. Anlamı ştı, biliyordu ki okudu ğu mezmurlar de ğildi. Onun için her kitabın içinde, e ğer bir dua kitabı de ğilse tabii, şeytan vardı şeytan! Hrispime dudu, ‘yazan-çizen’i sevmiyordu. 219

Lakin Asd ğik de gelece ği parlak Karekin’i ideal e ş olarak görememektedir. Karekin’in kendisini görmeye eve geldi ği gün kuzeni Zabel’e içini açar. Bahsetti ği sevgi de ğil, ideallerdir Asd ğik’in.

Güzel Zabel’im, tereddüde dü şme, yapaca ğım itiraf kederli de ğil. Karekin bizim evin kadim tanıdıklarından ve benim onu ölçüp biçecek çok zamanım oldu. Çocuklu ğundan beri tanırım onu. Beni e ş olarak isteyece ğinden birgün olsun şüphem olmadı. Alçakgönüllüdür. Bir kadın gibi yumu şak kalplidir. Durumuna gelince, babam çok iyi diyor. Ben de biliyorum ki evine layıkıyla bakar. Ama, Zabel, e ğer benden bir itiraf duymak istersen, söylüyorum i şte, idealim de ğil. Ama bana idealimi kim verir ki! 220

Bu sorusuna kendisi de olumsuz cevap vermi ştir ki, Asd ğik, her şeye ra ğmen Karekin’le evlenmeye karar verir, ni şan hazırlıkları ba şlar. Bu arada Antranik Fenerciyan müstakbel damadından kitabın basımı için 30 lirayı almı ş, bunun 18 lirasını çoktan harcamı ştır bile. Ermenilerin Batı hayranlı ğından o da şikayetçidir, ama onunkisi, ideolojik olmaktan öte, ticaridir. Çünkü herkes Avrupa romanları okumakta, en de ğerli Ermeni yazarları kitaplarını bastıramazken, Avrupa’nın kıymetsiz kitaplarına para dökmektedirler. Bu ona göre de bir çürüm ve büyük bir adaletsizliktir.

Antranik hoca diyordu ki, ilkin eserini yayımlatmak için bir yayıncı aramı ştı. Ama sonuçsuz bir u ğra ş olmu ştu bu, hiçbir yayımcı onun eserini satın almak istememi şti. Eskinin Ermenice

219 Age, s. 26. 220 Age, s. 36-37.

139

muallimi kuduruyordu, Ermeni yayıncılara hakaretler ya ğdırıyordu ve ba ğırıyordu: Paul de Kock’un 221 pis romanlarının tercümelerini severek satın alırlar, lakin Ermeni bir şairin –ki bir isim yapmı ştır en nihayetinde- eme ğini tahkir ederler. 222

Asd ğik’i gördü ğü anda ona sahip olma tutkusuyla yanıp tutu şan bir ba şka ki şi daha sahneye çıkar. O da, Asd ğik’in ni şanlısı Karekin’in yanında yeti şti ği, Erzurum’dan İstanbul’a sefalet içinde gelip, basma ticaretinde büyük bir servet yapan Hagop Nahabedyan Efendi’nin bankacı o ğlu Aram’dır. Aram da romanda Batı ve alafranga ile özde şle şen, kötü tüplemelerdendir. Tıpkı Yeruhan’ın “Amira’nın Ahçigı”, Amiranın Kızı romanında oldu ğu gibi bu eserde de, Batı ile özde şle şen ki şilerin saflı ğını yitirdi ğini görürüz. Gerçi Karekin de sava ş taciridir ama, daha geleneksel bir aileden, halktan, kendi de ğerlerinden kopmamı ş bir çevreden gelmektedir ve dürüsttür, merttir. Romanın yazıldı ğı 1888 ile batı ile Genç Ermenilerin temasının ya şandı ğı 1840’lar arasında yarım yüzyıllık bir tecrübe vardır. Bu tecrübe Yeruhan gibi Gamsaragan’da da batıya kar şı daha temkinli, hatta biraz alerjik bir tutum yaratmı ş gibidir. Nitekim romanın ender sa ğduyulu ki şilerinden olan Nahabedyan kona ğının kahyası Avedis Ağa da, bu alafrangalıktan yana dertlidir. Asdğik’e sahip olmayı kafasına koymu ş olan Aram bey, babası Antranik Fenerciyan’a kızkarde şlerine ders vermesi ve kendisine iyi bir ücret ödenmesine vesile olur. İş te i şe alındı ğını ve ayda be ş lira ödenece ğini kendisine bildirern Avedis a ğa, Antranik Efendiye, Aram bey yüzünden ya şadıkları de ğişim nedeniyle dert yanmaktadır.

221 1793 Paris do ğumlu Fransız yazar. Librettolar da yazan de Kock, Paris ya şamını ama özellikle de orta ve alt sınıfın ya şantılarını sade bir dille anlatırdı. Ne ilginçtir ki, de Kock’un kendisi de –tıpkı Antranik fenerciyan gibi- ilk eserini yayımcı bulamadı ğı için kendi parasıyla bastırmı ştı. Kendi ülkesinden ziyade Fransa dı şında popüler olan de Kock İstanbul Ermenilerinin de favori yazarıydı. Ondan Paris ya şamını ö ğreniyorlardı. Yine bir ba şka ilginç not ise, Osmanlı modernle şmesi ile birtakım benzerlikler bulunan Rusya’nın en önemli yazarlarından olan ve Batı sorunsalını en yakından hisseden ve eserlerine yansıtan Dostoyevski’nin “Ba şkasının Karısı” öyküsünde de, de Kock, kocasını aldatan Sofya Ostaviyevna’nın ba şucu kitabıdır. Tüm ahlaksızlıkları oradan rehber edinir. 222 Age, s. 38.

140

Avedis a ğa efendisinin kızlarını derslerine çok iyi çalı ştırması için ö ğretmene içten bir ricada bulunmayı kendisine görev bildi. ‘Fransızca ve piano, ba şka şey ö ğrendikleri yok’, diyordu kızgınlıkla. ‘Ah, efendiye kalsaydı böyle olmazdı, ama Aram beye ve matmazele ne diyeyim, her şey alafranga olacak. Benim çekti ğim şu eziyetler de alafranga yüzünden de ğil mi? Aram beyin yüzünden de ğil mi? A ğabey, neyime gerek kolalı gömlek giymek, alı şmamı şım, boynum kesiliyor, bo ğuluyorum, ama kime anlatırsın? Bizim bey Paris’ten geleli beri bir gün dahi şu benim eski kıyafetlerimi vermedi ki giyineyim. Alafranga de ğilmi ş me ğer, bakalım ucu nereye varacak? O yüzden Ermeniceyi çok çakı ştır diyorum. Çünkü böyle giderse, onların aklı da alafrangaya kapılıp, Fransızcadan ba şka bir şey öğrenecekleri yok. 223

Antranik hoca, Avedis a ğaya yerden gö ğe kadar hak verir şüphesiz. O, her ne kadar toplumdaki, ama daha çok da yeni burjuva diyebilece ğimiz orta sınıfın okumu ş kesimindeki alafranga tutkusunun bir sonucu olarak yazdı ğı şiir nedeniyle zamanında epey ünlenmi ş, el üstünde tutulmu ş ve bu sayede bir ev sahibi olmu şsa da, dü şüşü de aynı tutkunun nedeniyledir. Di ğer yandan, reform ile moda arasındaki farkı anlayacak kadar da akıllıdır. Kendisi de, bir zamanlar, yani bir yarım yüzyıla yakın zaman evvel, batıcı reformist Ermeniler ile statükoyu savunan kesim arasındaki kavgada, Havaryal’lara 224 kar şı, Lusavoryal’ların 225 safında yer tutumu ştur. Ama bunu idealleri için yapmı ştır, yozla şma için de ğil. Ama şimdi toplumun, özellikle de bırjuva sınıfının durumuna bakınca verdi ği bu mücadeleden pi şman olmu ştur.

223 Age, s. 66-67. 224 Ermenice. Karanlı ğa ait, ruhsal körlük içindeki. 225 Ermenice. Aydınlanmı ş, ı şığa ait.

141

Asd ğik’e göz koyan Aram Nahabedyan’ın teamüllere aykırı bir biçimde henüz Karekin’le nı şanlı bir kızı baloya davet etmi ş olması, kendisinin de bulundu ğu bir ortamda kızına lakayt ve ileri derecede samimi davranması da Antranik Fenerciyan’ın ho şuna gitmez. Bu, yüzeysel batılıla şmanın getirdi ği bir ahlaki çöküntüdür. Ne var ki, kitap boyunca yazar tarafından gizlenmeyen iki yüzlülük-çaresizlik ikilemiyle buna ses çıkarmaz. Asd ğik’in Karekin’le ni şanlanmasını, kitabına sponsor oldu ğu ve zengin bir tacir olması nedeniyle sevinçle kar şıladı ğı gibi, Aram Nahabedyan’ın kızına açıkça sarkıntılık etmesine de, bu aileden aldı ğı 20 liralık avans ve yine zenginlikleri nedeniyle ses çıkarmaz. Tüm günahı batılıla şmayı yanlı ş algılayan Ermeni toplumuna atarken, kendisi de aynı samimiyetsizlik ve yüzeyselli ğin ve de ilkesel zayıflı ğın bir timsalidir aslında. Fenerciyan, bir çaresiz oldu ğu kadar, bu manada bir ikiyüzlüdür de... Ama ö ğretmen hiç gülmüyordu; Kızına bu kadar cüretkâr davranmaları da neyin nesi oluyordu? E ğer efendinin o ğlu olmasaydı, kızını bu ahlakı zayıf gençlere bu kadar yüz verdi ği için bir azar çekecekti. Aram beyin, elinde çatal, kendi elleriyle kızına yemek yedirmesi, sonra, o şampanya içme biçimleri, ne demek oluyordu! Ve öfkeli baba ekliyordu kendi kendine ‘Do ğrusu, kendi günahımı çekiyorum’. Antranik ö ğretmen, şöhretli günlerinde ilerici ve gerici sorunu patlak verince, gericili ğe kar şı ve liberal dü şünceden yana haddinden fazla mücadele etmi şti. Şimdi kızının etrafında olup biteni görünce, o liberal dü şünce taraftarlı ğına adananmı şlı ğından ötürü kendini cezalandırılmı ş sayıyordu. 226

Antranik Kaprielyan, kızı Asd ğik’in mahvına yol açacak bir alı şveri şe bile bile göz yumarken, kendi dü şüncesindeki çarpıklı ğı fark etmekten uzak duracaktır. Sanki o da, moda ile moderne şmeyi birbirine karı ştırmı ş, en azından özgür dü şünceyi, modern dil ve e ğitimi savundu ğu

226 Age, s. 77.

142 yıllarda bunun ne anlama geldi ğini pek de anlamadan bu kavgaya giri şmi ştir. Şimdi tarihsel arka planı daha iyi anlamak için “ilerici” ve “gericilerin” bu kavgasına kısaca bir kez daha bakalım. Vartan Artinian’ın aktarmasına göre, Avrupa’nın önde gelen kentlerine, lakin özellikle Paris’e giden ve ço ğu da maa şlı amiraların çocukları veya onların korumasındaki Ermeni gençleri biraraya gelerek Osmanlı’da ya şayan yurtta şlarının sefil hayatını tartı şıyor, çözüm yolu arıyorlardı. Osmanlı’nın iç idaresinden memnun olmadıkları gibi, Ermeni milletinin merkezi idaresinden de memnun de ğillerdi. Krikor Odyan şikayetlerini şöyle özetliyordu: O günlerde milletin sahip oldu ğu şeyler kötü bir idare, kötü okullar ve eskimi ş bir dildi.”227 Ermenice’de yazı diliyle günlük konu şma dili gittikçe artmı ştı. 1848 yılında ya şanan kansız Fransız Devrimi bu öncü gençleri etkilemi şti. Bunlar anayasal sisteme ve millet iradesinin asloldu ğuna içtenliklle inandılar. Osmanlı’da ya şayan Ermeni toplumunun bu ivedi sorunlarının çözümü için harekete geçmeye karar verdiler. Lakin Genç Osmanlılar veya devrimci bir örgüte katılmak istemediler. Bu nedenle de amacı milletin e ğitim ve idare yapsını de ğiştirecek bir dernek kurmaya karar veriler ve adını Araradyan Ingerutyun (Ararat Derne ği) koydular. Kısa sürede, Osmanlı’da ve özellikle de ba şkent İstanbul’da çok ses getirecek bir bildiri yayımladılar.7 Haziran 1849’da yayımlanan bildiride derne ğin amaç ve eylem programı şöyle tanımlandı:

Ancak bir ulusun seçkinleri “ulus” sözcü ğünün gerçek anlamını kavrayabilirler... Ulusumuzun bu sefil duruma dü şmesinin en önemli nedeni cahilliktir.... Araradyan Ingerutyun’un ba şlıca amacı ermeni ulusunun e ğitim düzeyinin yükseltilmesidir... Ancak, kanımızca, böylesi bir e ğitimin sa ğlanması için dört duvardan ibaret bir okul yeterli de ğildir... Donanımlı ve erdemli kadın ve erkek ö ğretmenler yeti ştirmek için derneklere ihtiyaç

227 Aktaran, Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839-1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s 76.

143

vardır. Toplumumuzdaki yetkin bilim insanlarına iyi ücretler vererek mütevazı ö ğretmenlik mesle ğini layık oldu ğu yere yükseltmek için derneklere ihtiyaç vardır. Dilbilime vâkıf insanların tercüme ya da telif etti ği faydalı eserleri yayımlamak, yazarlarına eme ğinin kar şılı ğını vermek ya da bu kitapları satın alma imkânından mahrum olanlara ucuza ya da bedava da ğıtmak için derneklere ihtiyaç vardır. 228

Bu bildirinin yankısı çok şiddetli olmu ştu. Söz konusu dernekler kısa ömürlü de olsa kuruldular. Yeni kitaplar yayımlandı, ama daha da önemlisi, tıpkı Üsküdar’daki kolej gibi, yeni okullar açıldı. 1847’de ba şkentte yirmi dört okul varken bu sayı 1859’da kırk ikiye ula ştı. Taşradaki okul hareketine ise daha evvel de ğinmi ştik. Herkese ücretsiz iyi e ğitim hedefleyen derneklerin sayısı 1860’lardan sonra özellikle de Anayasa’nın da etkisiyle – Anayasa kapsamında e ğitim önemli yer tutmu ş, bir de e ğitim komisyonu kurulmu ştu- iyice artmı ştı. Ermeni gazetecili ği de bu dönemde reformların motoru oldu. Özellikle Masis çok etkiliydi. Bu gelişmeler sonucunda Ermeni milleti içinde inanılmaz bir rönesans ba şladı. Antranik Fenerciyan’ın romandaki şikayetinin aksine, Lamartine, Hugo, Goethe ba şta olmak üzere pek çok kıymetli yabancı eserler Ermeniceye kazandırıldı. Bo ğos Levon Zekiyan o dönemde Ermeniler arasında sa ğlanan momentumu şöyle izah eder. Günlük basın, birtakım dü şünsel, toplumsal ve siyasi mayalanmaların etkisi altındaki Avrupa’yla verimli bir ileti şim kanalı te şkil etmi ştir. Dolayısıyla, örne ğin, genç entelektüel Bedros Turyan’ın –henüz yirmi ya şındadır- Gambetta tarafından yapılan bir konu şmayı, yalnızca birkaç gün sonra Fransızca aslından okuyup bunun üzerine bir tartı şma yazısı yazabildi ğini ve yazının, tüm Anadolu’daki Ermeniler tarafından takip edilen İstanbul Ermeni basınında yer aldı ğını görürüz. 229

228 Age, s. 77-79. 229 Aktaran Bo ğos Levon Zekiyan, “Ermeniler Ve Modernite”, Aras Yayıncılık, 2001, s. 93-94.

144

Böyle heyecanlı ve canlı bir reform ortamında Millet merkezi idaresi ilk Ermeni Tedrisat Komisyonu’nu (Usumnagan Khorhurt) kurdu. Komisyon Avrupa’da yüksek ö ğrenim görmü ş on iki üyeden olu şuyordu. Ba şkanlı ğını Dr. Serviçen getirilirken, Nahabed Rusinyan, Krikor Odyan, Nigo ğos Balyan da komisyonun itici gücü oldu. İlk hedefleri dilde reform oldu. Varjabed’in Ahçigı (Ö ğretmenin Kızı) romanının ba ş kahramanı Antranik Fenerciyan’ın biraz evvel pi şmanlıkla bahsetti ği Lusavoryal- Havaryal, İleici-Gerici kavgası da bu noktada patlak verdi. Nahabed Rusinyan’ın ça ğda ş Ermenicenin dilbilgisi kurallarının nasıl olması gerekti ği üzerine bir çalı şma olan U ğğ akhosutyun Arti Lezvin (Ça ğda ş Ermenicenin Do ğru Konu şulması) adlı kitap 1853 yılında yayımlandı. Rusinyan kitabın önsözünde İtalyanca ve Yunancanın Latince ve Eski Yunan dilinin yerini nasıl aldı ğını ve Ermenicede de konu şma dilinin edebi dile dönü şmesi gerekti ğini savunuyordu. Kitap kendilerine Lusavoryal diyen dilde reform yanlısı olanlarla, ba şını muhafazakâr Hovhannes Deroyents’in çekti ği ve reformcuların Havaryal, yani gerici diye damgaladı ğı tutucular arasında keskin bir kavgaya yol açtı. 230 Tutucular, Rusinyan’ın o zamanlarda Patriklik iznine tabi olan kitap basma iznini hiçe sayarak yeni bir kitap yayımlaması ile din adamlarının deste ğini alarak geçici muvaffakiyet sa ğladılarsa da, ba şını Arevelk ve Masis’in çekti ği gazeteler sayesinde, ça ğda ş Ermenice, özellikle de bu tezin konusu olan realist Ermeni yazarları sayesinde edebi dil olarak me şruiyetini kazandı. Ararat Derne ği’nin bildirisinde ö ğretmenlik mesle ğinin toplum nezdinde oldukça hakir görülen bir meslek oldu ğu iması vardır. “Mütevazı öğretmenlik mesle ğini layık oldu ğu yere getirmek”ten bahseder Genç Ermeniler. Bu durum, bizzat onların Krikor Odyan’ın a ğzından şikayet ettikleri gerçe ğin bir sonucuydu; Ermeni milleti kötü bir yönetime ve kötü okullara sahipti. Okullar kötü olunca, hem ö ğretmenlik mesle ğine saygı kalmıyor, hem de az kazandıkları, yarı aç yarı tok ya şadıkları için de bu meslek hakir görülen bir sınıfın i ştigali haline geliyordu. Genç Ermenilerin

230 Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 80-87.

145 tüm çabasına ra ğmen yine de anayasa yıllarında geçen romanda ö ğretmenlik hâlâ gözde bir meslek de ğildir. Romanda bu Aram Bey’i Asd ğik’le evlilikten ısrarla vazgeçirmeye çalı şan arkada şı Toros Bey tarafından iki kez zikredilir. (...) Ben sana evlenme demiyorum. Ama bu ya şında bir öğretmenin kızını almak deliliktir. Hatta delilikten de öte. Saygıde ğer bir aileden bir kız neden almıyorsun? (...) __ Şimdi durum basit, Fenerciyan’ın kızı ile evlenece ğim. Zengin de ğilmi ş, ne gam! Benim zenginli ğe ihtiyacım yok. Ben güzelcecik bir salon kadını istiyorum ve Asd ğik’i gördün. __Ama böyle konu şan benimle sen misin? Aram, bir ö ğretmenin kızı ile evlenmek istedi ğini duyan kulaklarıma inanayım mı? 231

Toros Bey yakın arkada şı Aram beyi evlilikten vazgeçirmeye ısrarla devam eder. Aslında Asd ğik’e o göz koymu ştur, amacı Asd ğik’e sahip olmaktır. Lakin Aram beyi vazgeçirmeye çalı şırken, evlenme ya şıyla ilgili önemli bir de ğişimi de ortaya koyar. Aram bey 26 ya şındadır ve Toros beye göre ancak köylüler bu kadar erken ya şta evlenirler. Nitekim Zohrab’ın daha önce inceledi ğimiz “Postal” adlı hikâyesinde belirttiği üzere, İzmit’in Bahçeçik kasabasında ya şayan Dikranuhi on sekiz ya şında evlenmi ştir ve bu, köylük yerde oldukça geç bir ya şa tekabül eder. 232

“Ama bu konumda, bir köylü gibi yirmi altı ya şında evlenmek ve bir ö ğretmenin kızını almak... bil ki bu yaptı ğın aptallıktır. 233

Yazar eserinde eski ve yeni Ermeni toplumunun kar şıla ştırmasını kurdu ğu kar şıt stereotipler ile yapmaktadır. Eserde daha çok batılıla şmanın toplum üzerindeki menfi etkileri üzerinde durulur. Nitekim, Gamsaragan

231 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 84-85. 232 “Osmanlı Meclisi’nde Bir Ermeni Mebus”, Krikor Zohrab, Öyküler, Aras Yayınevi, Aralık 2001, s. 35. 233 Age, s. 86.

146 ilerici bir realist romancı olmasına ra ğmen kullandı ğı Ermenice de krapar (Eski Ermenice) etkisi az da olsa mevcut bir karma dildir. Roman, tıpkı Yeruhan’ın “Amiranın Kızı” eserinde oldu ğu gibi, yeni burjuvazinin moderle şmeyi yanlı ş anlamasına bir ta şlama gibidir. Asd ğik’in Aram’la evlenmek üzere terk etti ği Karekin ve Aram, her ikisi de türedi zenginler olmasına ra ğmen eski ve yeninin kar şıla şması gibidir. Karekin zengin lakin geleneksel bir tip, namuslu ve vakurdur, vicdanlıdır. Oysa Aram baba parası yiyen, dü şkün bir ahlaka sahip, tutku derecesinde sekse ve kumara dü şkün bir sülflidir. Nitekim Karekin annesi ile dertle şirken, bu kar şıtlı ğı vurgular. Anasına uzun uzun Aram’ın yaptı ğı ahlaksızlıkları anlatır. Onun tuza ğına dü şürdü ğü genç kızları, kumar alemlerini bir bir sayar annesine. Tüm cemaat ve basın bilmektedir Aram’ın yedi ği haltları, lakin zengin oldu ğu için kimse ona bir şey dememekte, basın ise menfaati gere ği onun skandalların üzerini örtmektedir. Aram’ın babası, yani Karekin’in yanında yeti şti ği Erzurumlu Hagop Efendi Karekin’e göre çok daha makbuldur oğlundan: “Ah, Hagop Efendi eski adamdır, ama bin defa daha saygıde ğer bir adamdır hayasız o ğluından ki, yeni adamdır.”234 Nihayet Aram ve Asd ğik evlenir. Ni şan da Fenerciyanların evi bir sosyete ni şanına münasip olmadı ğı için patrikhanede yapılmı ştır. Evlilik törenini de patrik kutsar. Yazar burada patrikhane-sermaye ili şkisine çok ciddi bir ele ştiri sahne yerle ştirmi ştir ki, döneminde fazlasıyla tartı şma yaratmı ş olması da son derece anla şılır. Patrik zengin oldu ğu için kutsama konu şmasında Aram beyi överken, karısı Asd ğik’in yüzüne bile bakmaz, çünkü fakirdir. Patrikhane’nin millet maliyesini yönetmekte hazineden yardım alamayı şı ve Tanzimat’tan sonra cemaat kurumlarına yüklenen vergiler, devasa bir yapının kendini çevirebilmesi için ciddi bir para akı şını gerektiriyordu. Bu sorun hâlâ çözeülebilmi ş de ğildir. Osmanlı’da oldu ğu gibi, cumhuriyet Türkiyesi’nde, vatanda şlık ödevlerini yerine getirirken tam bir e şitlik –hatta Varlık Vergisi gibi uygulamalarda biraz da daha fazla eşitlik- gözetilen gayrımülimler, devletin ödevlerinde, mesela kilise, milli eğitim bakanlı ğına ba ğlı okulları, hastaneleri vesair kurumları ile tamamen

234 Age, s. 106.

147 cemaatin kendi kendini finanse etmesine muhtaçtır. Devlet tarafından ba şından beri hem ruhani, hem de sivil hibrid bir yapı olan patrikhane tek muhatap kabul edilmi ş oldu ğu için, bu dev organizasyonu koordine etme sorumlulu ğu da Patriklerin görevi olmu ştur. Bu nedenle, patriklerin zengin cemaat temsilcileri ve sınıflarıyla bu konuda yönetsel bir ili şki ve güç devrine giri şmemesi dü şünülemezdi. Cemaatin yönetiminde söz sahibi olmak, ne oranda maddi gücü bu organizasyona devretti ğiniz ile ilgili bir durumdu. 19. yüzyılın ikinci yarısına de ğin, amira sınıfı bu yetkiyi hatta bazen patrikleri bile görmezden geçerek ellerinde tutuyorlardı. Zaten, zenginle şen esnafın, sosyo-politik radikal de ğişimlerle fakirle şen, iktisadi güçleri azalan amiralarla olan mücadelesi, cemaatin mali organizasyonunu kendi kaynakları ile kendini çeviren daha modern ve demokratik hale getirmek üzerinden de ğil, yine bu lazım olan sermayeyi sa ğlama taahhütünü bu sefer yeni sınıfın, yani esnaf ve zanaatkârların üstlenmesi ile mümkün oluyordu. Kaldı ki, yük o kadar büyüktü ki, yukarıda bahsedildi ği üzere Üsküdar Koleji mücadelesinde nihayetinde zanaatkârlar ve sarraf amiralar güçlerini birle ştirmek zorunda kalmı şlardı. İş te bu nedenle patrikler cemaat organizasyonunun iflas etmemesi, vergilerin toplanıp saraya zamanında ödenmesi için zengin sınıfı ile bu türden, yani aydınların zaman zaman tiksintiyle baktıkları zenginsever tutuma girmelerine yol açacaktı. Lakin bu çıkmazı Arpiar Arpiaryan önceki bölümlerde inceledi ğimiz “Kutsal Aile” hikâyesinde pek güzel anlatır. Tanrı Patrik Matteos III. İzmirliyan’ı kendi ruhani sorumluluklarından çok, cismani olmakla itham etti ği ve “ölçüyü kaçırmakla” itham etti ğinde, Ermeni Anayasası ile yetkileri Karma Meclis’e devrolunan Patrik, yetkileri kadar kendisini yargılayabilece ğini Tanrı’ya hatırlatır. Aslında Tanrı’ya onu bir emri olan “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” ilkesi ile cevap vermi ş olur ki, Tanrı onu yargılayamaz. Ancak dedi ğimiz gibi, bu bugün oldu ğu gibi, romanın yazıldı ğı 1880’li yılların sonunda da patriklere özellikle reformcu kesim tarafından yöneltilen daimi bir ele ştiri olmu ştur. Ele ştiri etik olarak belki do ğru, lakin siyasi olarak zayıf temellere

148 dayanmaktadır. Ama popülerli ğini hiç yitirmez. Romana dönecek olursak, ele ştiri şu şekilde romana yansır.

Lakin kıskansalar da, kötüleseler de o dü ğün çok muhte şem bir biçimde yapılmı ştı. Ermenilerin patri ği bu birle şmeyi kutsamı ş, Hagop efendiyi –çekimserlikle- faziletli bir adam olmakla övmü ştü. Bir kompliman da Aram’a yöneltmi ş, birkaç kez ‘Hakiki evlat babasına benzer’ diye yinelemi ş, lakin Sırpazan Hayr 235 Asd ğik hakkında birkaç övgü ve nasihat dolu söz etme görevinden veya onun şair babasının dehasını hatırlatmaktan imtina etmi şti ki, bu durum Antranik ö ğretmeni kızgınlıktan çatlatmı ştı. 236

Patri ğe yapılan ele ştirini, aslında tıpkı “Amiranın Kızı” eserinde Yeruhan’ın ve hikâyelerinde Arpiaryan’ın sıkça yaptı ğı, bizim de inceledi ğimiz gibi, basına, hatta dilde ve idari yapıda reformu şiddetle savunan basına da yöneltilir. Bu ele ştirilen basının, devrine reformun ta şıyıcısı, hatta bu gazetelerin kurucusu, yazarı olan bu ki şilerden gelmesi de dikkate şayandır. Onlara göre, basın da zenginleri kayırmakta, oradan gelen mali kayna ğın kesilmemesi için onların yozlu ğu ve siyasi hatalarını görmezden gelmekle, bu simülasyona katkı sunmakla itham edilir. Gamsaragan, patri ğin dü ğün töreninde sergilediği ikircikli tavrı ele ştirdikten sonra, ele ştiri oklarını olay örgüsü üzerinden dönemin fla ş reformcu gazetesi Masis’e de yöneltir.

Avrupalı yerel gazeteler, birkaç satırla yeni evli çifit kutlamı ş ve o zamanlar İstanbul Ermenileri basınının ba şında bulunan kıymetli Masis 237 milletten haberler ba şlı ğı altında, yarım de ğerli sütun hediye etmi şti Nahabedyan dü ğününün tasvirine. 238

235 Ermenice. Episkopos, ba şepiskopos ve patriklere özgü bir hitap şekli. Aziz peder manasında. 236 Age, s. 111-112. 237 Burada hem italik yazılmak, hem de, Masis’in isminin önüne, Arpiaryan’ın Hovhannes Şahnazaryan’la çıkardı ğı Hayrenik adlı gazetede şiddetle yapmaktan imtina etti ği,

149

Oysa, bu Nahabedyan ailesinin, yani zengin sınıfının dahi artık etkilenmekten uzak oldu ğu iyice sunile şmi ş bir oyuna dönü şmü ştü. Nitekim dü ğünden sonraki Çar şamba günü Aram, Asd ğik ve Aram’ın büyük kızkarde şi Zaruhi, Avrupa ve di ğer yerlerden gelen tebrik mektuplarını okurken, Masis’teki söz konusu dü ğün haberi adeta alay konusu olur. Konu Zaruhi’nin haberi okurken kıkırdamasıyla ona Aram’dan yönelen soru üzerine açılır. Zaruhi de “E o zaman dinleyin” diyerek haberi okumaya ba şlar. ‘Dün Pera’da e şi görülmemi ş bir balo gerçekle şti’. Ve devam etti okumaya o parlak tasviri, lakin, gerçekten en küçük bir fikir dahi vermiyordu o balo hakkında. Bir süre sonra okumayı ‘Yeni evli çifte göksel mutluluklar dileyerek’ sözleriyle bitirmi şti. Zaruhi yüksek sesle güldü ve devam etti: __Asla, asla. Bu sözcükler asla de ğişmeyecek, ‘Yeni evli çifte göksel mutluluklar dileyerek’. Aynı milletvekillerine gönderilen ‘Milletperver görevlerini ivedilikle ifaya” davet eden mektuplara benziyor ki, e ğer o satırlar unutsa bile, okuyan aklından söylemeyi unutmaz. ‘Bırak onu’ diye beri taraftan ekledi Aram, ‘K. bankasının müdürü de baloda bulundu demi ş, halbuki adam şimdi Londra’da bulunuyor.’ 239

Aram’ın Asd ğik’e olan ilgisinin nedeni hem onu cinsel olarak ele geçirmektir, hem de onun “serbest” ya şam tarzına ses çıkarmayacak, lakin eli aya ğı düzgün, kendi deyimiyle “salon kadını” olmaya aday görmesidir. Zaten onun a şağı sınıftan ve fakir olmasına da tam bu yüzden, yani onun tüm şartlarına bu “ayıpları” nedeniyle ses çıkarmayaca ğı öngörüsüdür. Nitekim Aram evlendikten hemen sonra uzatmalı metresi Berenis’e geri döner, ba şka ili şkiler de ya şamaya ba şlar. Asd ğik’te gözü olan kötü kalpli

zenginlerin isimlerinin önüne getirilen saygı, ayrıcalık ima eden bir unvan konmu ş ve bu şekilde ele ştirinin dozuna dı şarıdan müdahale ile arttırmı ştır. 238 Age, s. 112. 239 Age, s. 112-113.

150 arkada şı Toros Bey ise, sürekli olarak Aram’ı haklı göstermeye, evlili ğinin ba ğlarını daha da inceltmeye, böylelikle Asd ğik’in kendisine meyletmesine çalı şmaktadır. Berenis’le ili şkisi ortaya çıkan ve onunla görü şmekte zorluk ya şayan Aram, Toros beyle dertle şmektedir. Toros bey, zaten meyilli olan Aram beye özgürlük istemekle ne kadar haklı oldu ğunu söylemektedir. Ona bir kadının kocasının özgürlü ğüne mani olmaya, onu ba şkalarıyla görü ştü ğü için azarlamaya hakkı olmadı ğını, “özgürlük ve batılı” olma penceresinden anlatır ve yeni ö ğütler verir.

Bütün bu azarlamalardan kurtulmanın tek ve güvenli bir yolu var. Zaruri olarak, kendisini kocalık haklarını sana vermesine alı ştırmandır onu. Bir erkek oldu ğunu ve senin evinde karının seni yargılamaya kalkmaya, e ş olarak bir ö ğretmen kızı tercih etmekle, kendi evinde bir ö ğretmen varmı şçasına bir o ğlan çocu ğu gibi azarlanaca ğını asla öngörmedi ğini, tüm bunları ona ciddiyetle ve tekrar tekrar söylemelisin. Sonra kendini bir özgürlükçü olarak göster, ba şkaları hakkında, şu veya bu şeyi ayıp veya özgürce buldu ğunda, onu gerici oldu ğu için kına, ve bunlardan da önemlisi, sen kendi açından sakın kıskançlık gösterme, azami özgürlük ver ona ve bu yolla onu sakinle ştirmeye muvaffak olursan, ki çok muhtemeldir bu, dünyanın en şanslı kocası olursun. Öyle ki, birgün kendini baba olarak gördü ğünde, mükemmel bir bekâr hayatı sürdü ğün halde, evlatlara sahip olma şansına sahip oldu ğun için mutlu olabilirsin. 240

Aram’ın annesi Surpik hanım ve kızkarde şi Zaruhi de Asd ğik’e kar şı sınıfsal önyargı ta şır. Aslında türedi, sonradan görme olan evin hanımının ismi, alt sınıfa dair bir gösterge olan kısaltılmı ş, küçültme kullanılmı ş bir isimdir. Surpik, Sırpuhi isminin kısaltılmı şıdır. Kocasının ismi de zenginle ştikten sonra Agop’ken, Hagop Efendi olmu ştur. Agop, aslı Hagop

240 Age, s. 142.

151 olan ismin alt sınıftaki bozulmu ş halidir. Lakin Surpik hanım da, o ğlunun ailenin servetini kumar ve kadınlarla tüketti ğini bildi ği halde, bu fakirle şmeden Asd ğik’i sorumlu tutmakta, “Bu kadar parayı baba evinde mi gördü”241 diyerek onu a şağılamaktadır. Zengin bir ailede do ğan ilk nesil olan evin büyük kızının ismi ise “Zarug” de ğil, ismin bozulmamı ş, kısaltılmamı ş hali olan Zaruhi’dir. O da, evde Asd ğik’in üzerinde topladı ğı, -özellikle de ilgi duydu ğu Toros beyin- ilgi yüzünden ona kin beslemektedir. Alt sınıftan bir ö ğretmen kızı oldu ğu halde, haddini bilmeyen bir yer edinmi ştir, hem konakta, hem de cemaatte.

Ve sonra, Asd ğik evin içinde hanım statüsüne sahipti ve kendisine de sadece evin kızı olmak kalıyordu. Herkes önceli ği ona veriyor ve herkes onu ‘Ö ğretmenin kızını’ kendisinden, ki efendinin kızıydı daha çok sayıyordu. 242

Büyük Oruç’a girilmeden önce son hafta Nahabedyanların kona ğında bir karnaval gecesi düzenlenir. Konuk kadınlardan iyi bir piyano virtiözü olan kötü kalpli Satenik hanım Asd ğik’in de evin hanımı olarak piyano çalması ısrarında bulunur. Amacı, ortaokul bilgisi ile ö ğrendi ğini bildi ği piyanoda hata yapmasını sa ğlamak ve onu rezil etmektir. Yüksek sınıfın nefretini bu denli çekti ğini bilen Asd ğik teklife dirense de ısrarlar geri çevrilemez olur. Asd ğik durumdan rahatsız piyano çalmaya ba şlar, ancak bir noktada Satenik hanımın da araya girmesiyle yanlı ş çalar ve yarıda keser. Satenik hanım yanında ayakta durdu ğu Toros beye durumu açıklar. Do ğrusu bey, baron Aram’ı yaptı ğı e ş seçimi için tebrik etmek mümkün de ğil. Konumuna münasip bir bir kadın de ğil. Bu kadar basit bir besteyi parça parça yapmak... Ama en nihayetinde öğretmen kızı... 243

241 Age, s. 145. 242 Age, s. 146. 243 Age, s. 151.

152

Aram, Toros beyden aldı ğı ö ğüdü seve seve tutuyor, Bernis’le olan ili şkisini artık Asd ğik’ten saklamadan sürdürüyordu. Bir keresinde kendisine “Sıradan bir ailenin kızıyken bugün Nahabedyan adını ta şıdı ğını, ne isterse yapabilece ğini, ama onu kölesi olmayaca ğını, istedi ği gibi ya şamaya kararlı oldu ğunu” söyler. 244 Hemen aynı gün, evin hizmetçisi olan ve okuma yazma bilmeyen Bardizaglı Takuhi, hanımı Asd ğik’ten e şinden gelen mektubu okumasını rica eder. Mektupa Takuhi’nin kocası Markar bu sene bu ğday hasadının çok iyi olaca ğını, bu sayede borçlarını ödeyecek kadar iyi bir gelir elde edeceklerini ve gelecek yıl sevgili Takuhi’sinin gurbette çalı şmak zorunda kalmayıp köyüne, kendisine dönebilece ğini yazmı ştır. Asd ğik Takuhi ve kocasının mutlu olmasından ötürü duygulanır ve a ğlar. 245 Kendi durumu ile tezat olu şturmaktadır bu vaziyet. Yazar, tıpkı Karekin-Aram kar şıla ştırmasında oldu ğu gibi, burada da sade, sırdan halkın erdemini över ve zengin sınıfın çürümü ş de ğerleri ile mukayese eder. Bu tema, o dönemin Ermeni yazarlarında neredeyse bir sabit ö ğe olarak sürekli kendini tekrarlamaktadır. Asd ğik’in mahvına giden olay ise, Verdi Opera Salonu’ndan geçer. Kocasının bu salonda bir oyun izleyece ğini ö ğrenen Asd ğik, tebdili kıyafetle maske takarak bu salona gelir. Uzaktan locadan Bernis ile kocası Aram’ı görür. Lakin kendisinin de kocası tarafından tanındı ğının farkıdna de ğildir. Amcasının o ğlu Artaki’yi salonda gören Asd ğik, kendisiyle konu şmak üzere, salon tabir edilen yere girerler. Amacı, uzun zamandır kocası tarafından görü şmesi yasaklanan babası ve annesine mesaj göndermektir. Ancak bu, bir a şk randevusu, ahlaksız bir bulu şma olarak damgalanır. Kendisine özgürlük isteyen, bu özgürlü ğün vizesi olarak da karısına da özgürlük vermeyi göze alan Aram, birden namus timsali kesilir, namusu lekelenen bir kadınla asla evli kalamayaca ğını söyler. Hakikatin burada hiçbir kıymeti yoktur. Önyargılar kesin kanaatlerin yerine geçer. Çürümü ş burjuva ahlakının çifte standartı, romanda okuyucuyu isyan ettiren bir tonda sürekli dozu artarak i şlenmeye devam eder. Toros beyin kendisine

244 Age, s. 158. 245 Age, s. 159.

153 sahtekarca yaptı ğı itidalli olma uyarısına sinirlenir. “O da laf mı” der. Pinti bir ö ğretmenin kızından gelen bu onursuzlu ğu ta şıyamayaca ğını, o e şek de ğildir. Ona kim oldu ğunu gösterecektir. De ğil mi ki, ne kadar ehemmiyetsiz sebeplerle karı ve kocalar birbirinden ayrılmaktadırlar. O da Asd ğik’i bo şayacaktır. Onu rezil edecektir. Bir çocukları vardır ve bir hafif kadına onu emanet etmeyecektir. Hiç vakit kaybetmeden Muhakeme Komisyonu’na ba şvuracaktır. Toros bey de ona hak verecektir şüphesiz. Bir öğretmen kızıyla evlenmenin a şağılanmasına katlanmı şken, bir de aldatılmı ş bir e ş olmanın a şağılanmasını ta şımasına gerek yoktur. 246 Toros bey, Asd ğik’i elde etmek için ba ştan beridir ikili oynamı ş, bir yandan Asd ğik’in evlili ğinin kötüle şmesini sa ğlayarak onun kendisine yakınla şmasını umarken, bu olmayınca kötülüklerini daha da arttırmı ştır. Zavallı baba Antranik Fenerciyan da onu ailesinin dostu olarak bellemi ştir. O nedenle baba evine gönderilen, çocu ğuna da el konan kızının ba şına gelenleri Toros beyden ö ğrenmek ister. Toros bey Aram hakkında atıp tutar. Bu sefer de Asd ğik’in masumiyetine inanan, bu nedenle yargılanma safhasında mahkemedeki tüm tanıdıklarını harekete geçirecek bir dosta dönü şür. Amacı aslında aile tarafından alınacak önlemleri de bo şa çıkartmaktır. Antranik Fenerciyan’la konu şmasında, ba şkentin Ermeni cemaatinin bu modern, batıyla ha şır ne şir, yüksek sınıfında bazı şeylerin hiç de ğişmedi ğini ortaya koyar. Kadının durumudur bu. Kadın, kocası ile vardır. Bo şanan kadın, bu toplumda aslında ölmü ş demektir.

__Hocam, çok üzülüyorum, samimiyetime inan ki, sizin kadar kederliyim Aram’ın verdi ği bu akılsızca karar için. Bo şanmak; bu kadını öldürmek demektir...

Şehir bu haberle çalkalanır. Patrikhane’de bulunan Muhakeme Komisyon’u o Çar şamba bu davaya bakacaktır. Basına da yer alır bu haberler. Masis hadiseyi “Önemli bir bo şanma davası” ba şlı ğı ile verir. Ama ba şka bir gazete bununla da kifayet etmez. Tirajın kokusunu alan gazete

246 Age, s. 184-185.

154 adeta bu olayı tefrika halinde dallandırır, budaklandırır. Üç yüz kopya daha fazla basmaya başlamı ş ve bu sayılar tamamen tükenmi ştir. 247 Bir sürpriz daha vardır hikâyenin bu bölümünde. Asdğik’in ilk ni şanlısı Karekin Arsenyan, iyiden iyiye zenginle şmi ş, cemaatin saygın isimlerinden olarak Muhakeme Komiyonu’nun sekiz üyesinden birisi olmu ştur. Lakin bu durumun Asd ğik’in çok yaralayaca ğını dü şündü ğünden, bu mahkeme için özür dilekçesi vermi ştir. Antranik Fenerciyan, hem bu kararından vazgeçirmek, hem de kızının özel hayatını en olmadık iftiralarla adeta fotoromana çeviren gazetenin yayımlarını durdurmak için yardım istemek için Karekin’i ziyarete gelir. Fenerciyan daha önce gazeteyi ziyarete gitmi ş, ancak ahlaksız yayımcı, yayımı durdurmak için kendisinden rü şvet talep etmi ştir. Gamsaragan, basının böyle bir kesiminin varlı ğını cesur bir biçimde romanına yerle ştirmi ştir. Karekin, mahkemede kalması ricasını kırmaz Antranik Fenerciyan’ın. Sıra şantajcı gazeteyi konu şmaya gelmi ştir.

__Ah o ğlum, size te şekkürlerimi nasıl ifade edeyim nasıl! Ne söylesem az demi ş olaca ğım. Ama affediniz beni, biliyorum, kederli bir ihtiyarım ben. Aklım ba şımda de ğil. İftira insanı deli ediyor. Ama gel de delirme göreyim. Kızını evlendir, büyük, çok büyük bir ailenin o ğlu ile. O ailenin adını ta şıyacak, onurlanacak diye mutlu ol. Ammavelakin, haysiyetini ayaklar altına alarak bugün evime gönderdiler kızımı ve gazeteler onun hakkında kötü sözler yazıyorlar. Vicdansız yayımcılar kızımın kanına batırıyorlar kalemlerini. Özellikle de şu di ğer yayımcı, kötü ruhlu, allahsız olanı... __O gazetede bir şeyler var Antranik A ğa. __Evet Karekin Efendi, ve en tiksinti verici, en hayasız, en utanmaz biçimde. Nasıl olduysa, kazara gazete geçen gece Asd ğik’in eline geçti. Sabaha kadar kötü dü şüncelerle gözlerine uyku girmedi. Bu sabah ise yayımcıya u ğadım. Ona millete hizmet verdi ğimi, bana merhamet etmesi gerekti ğini hatırlattım.

247 Age, s. 195-196.

155

Susmak için iki lira istedi. Sonra sekiz mecidiyeye indi. Ama aylıklarımı tahsil edememi ştim, nasıl verseydim?

Karekin Arsenyan’ın annesi ise, zamanında ni şanın bozulmasından ötürü yaralı oldu ğundan ve konunun hassaslığından ötürü, komisyona geri dönmesinden ötürü o ğluna kızar. Neyine gerektir Patrikhane, komisyon toplantıları. Bunun üzerine Karekin annesine bu i şe nasıl bula ştı ğını anlatır. Anlattı ğı hikâye, aslında Ermeni Anayasası ile elde edilen hakların kullanılmasına halkın ilgisinin, sanıldı ğı kadar yüksek olmadı ğı yönündedir. En azından Dikran Gamsaragan’a göre, 1888 yılında toplumda gözlemlenen budur. Lakin bundan önce, Ermeni Milli Anayasası’nın içeri ğine kısaca bir kez daha göz atalım. Daha önce de bahsetti ğimiz Avrupa’da okuyan, Paris’teki son devrimi yakından gören Genç Ermeniler, millet idaresinin amiraların tekelinden çıkması konusunda, sayıları 40.000 civarında olan Ermeni esnaf orta sınıfın iktidar mücadelesinde onlarla ittifak halindeydiler. Ancak onların bir farkı, sadece 19. yüzyıla gelindi ğinde Patrikhane’yi tamamen eline geçrimi ş olan amiralarla bu iktidarı payla şmak de ğildi. Onlar, Ermeni toplumunun yönetsel organizasyonunun yazılı metinlere ve ça ğda ş bir biçimde kurallara ba ğlanmasını istiyorlardı. Bunda muvaffak olamadılar ilkin. Lakin Islahat Fermanı ile bu fırsat onlara tanındı. Arus Yumul bu evreyi şöyle anlatır: 1856 Islahat Fermanı “Genç Ermeniler”e bekledikleri fırsatı verdi. Ferman her milletin idari yapısında yeni düzenlemelere gidilmesini öngörüyordu. Bu amaçla her millet bir komisyon kuracaktı. Bu komisyonlarda alınan kararlar Babıâli’nin onayından sonra geçerli olacaktı. Âli Pa şa’nın milletba şlarına gönderdi ği buyrultu uyarınca, milletlerin kuracakları komisyonlar, kendi iç i şlerini düzenlemek için birer nizamname hazırlayacaklardı. Bunun üzerine 18 kasım 1856’da bir Anayasa Komitesi kuruldu. Bu komitenin hazırladı ğı metin 22mart 1857 tarihinde Umumi Meclis tarafından oybirli ği ile kabul edildi.

156

Ancak Babâli “devlet içinde devlet olmaz” gerekçesiyle, bu tasla ğı onaylamayı reddetti. Anayasa taraftarlarına göre bu durumdan sorumlu olanlar, “kanun ve düzene kar şı olan”, “kendi iradelerinin kanun sayılmasına alı şmı ş”, Babıâli’de nüfuz sahibi, anayasa kar şıtı tutucu amiralardı. Bunun üzerine ikinci bir komite kuruldu ve yeni bir metin hazırlandı. 18 Aralık 1859’da hazırlanan bu taslak Umumi Meclis’in atadı ğı bir komisyon tarafından incelemeye tâbi tutuldu. 20 Mayıs 1860’da son taslak meydana çıktı ve 24 Mayıs 1860’ta Umumi Meclis tarafından oyçoklu ğu ile kabul edildi. (...) Babıâli tasla ğı incelemek için bir komite atadı. Üyelerinin ço ğunu 1860 Anayasası’nı hazırlayanların olu şturdu ğu bu komite tasla ğın gözden geçirilmi ş şeklini 16 Şubat 1862 tarihinde Babıâli’ye sundu. Babıâli bu komite ile birlikte metin üzerinde çalı şıp gerekli de ğişiklikleri yapacak bir komitenin atanmasını da Patrikhane’den istedi. Yedi ki şiden olu şan bu Milli Komite ve Babıâli’nin atadı ğı komite birlikte çalı şıp onaylanması için yeni bir taslak sundular. Onayın gecikmesi üzerine, 1 A ğustos 1862 günü yüzlerce ki şi Patrikhane’yi basıp Anayasa’nın uygulamaya konulmasını istediler. Babıâli bu metni çe şitli de ğişikliklerle 17 Mart 1863 tarihinde onayladı. 248

Vartan Artinian’ın çalı şmasına dayanarak Ermeni Milli Anayasası’nı kısaca tanıtmak gerekirse,

Ermeni milletinin onaylanmı ş Anayasası be ş bölümden doksan dokuz madeden olu şuyordu. Anayasa, Patri ği, Siyasi Meclis’i, ve Dini Meclis’i seçecek bir Milli Meclis öngörüyordu. Meclis, İstanbul ve eyaletlerdeki Ermenileri temsilen yüz kırk delegeden olu şacaktı. Bu sayının yedide biri, yani yirmi delege din adamı

248 Aktaran Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839-1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 170-171.

157

olacaktı. Bu oran kilisenin Meclis’teki gücünde ciddi bir azalmayı gösteriyordu.” (...) Meclis’teki toplam temsilcilerin yedide dördü, yani seksen sivil delege İstanbul’un çe şitli mahallelerinden seçilecek, geri kalan yedide ikisi (kırk delege) ise eyaletlerden gelen sivil delegelerden olu şacaktı. Ermeni nüfusun yüzde doksandan ço ğunun ya şadı ğı ta şra eyaletleri Meclis’in toplam delegelerinde yanlızca yedide iki paya sahiptiler. (...) Gerek sivil, gerek ruhani temsilcilerin Milli Meclis’teki görev süresi on yıldı ve iki yılda bir toplam sayının be şte biri de ğiştirilecekti. İlk sekiz yıl süresince bu be şte birlik bölüm kurayla de ğiştirilerek, on yıl için yeni bir grup seçilecekti. Oylama her durumda gizli olacaktı. 249

Milli Meclis’in toplanma süresi iki yılda bir olacak, milletin iki yıllık gelir ve giderlerini inceledi ği gibi, sivil ve ruhani meclise üye seçecekti. Bu görevlerinin yanı ısra İstanbul Patri ği’ni seçmek, Ba şpatrik seçimlerine delege göndermek ve Anayasa’da –devletin iznini alarak- de ğişiklik yapmaktı. Görüldü ğü üzere Patrik Milli Meclis’e tabi kılınmı ştı. Lakin hâlâ Meclis’in ve tüm kurulların ba şkanı ve devlete kar şı sorumlu ki şi oydu. Sivil ya da Siyasi Meclis, milletin sivil i şlerini yedi komisyon aracılı ğıyla idare edecekti. Bu komisyonlar sırasıyla Maarif Komisyonu, Tesisat (Emlak) Komisyonu, Muhakeme Komisyonu, Muhasebe İdaresi Komisyonu, Vasiyet İdaresi Komisyonu ve Hastane İdaresi Komisyonu idi. Bunun dı şında İstanbul’da Ermenilerin ya şadı ğı her mahallede yöresine göre be ş ila on iki üyeden olu şan Ta ğagan Khorhurt, yani Mahalle Konseyleri seçilecekti. Bu konseyler, mahalle halkınca dört yıllık bir süreyle, kilisenin, okulun yönetimi ve mahallenin yoksullarına yardım etmek için seçilecekti.

249 Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 109.

158

Yüz elli maddelik 1860 versiyonundan kısmen irtifa kaybetmi ş, daha liberal bir Anayasa’yken maddelerin sayısı doksan dokuza inerek daha mütevazı hale gelmi şse de, bu metnin Osmanlı Devleti tarafından kabulü Ermeniler için büyük bir ba şarıydı. Sivil katılımın merkezden mahallelere kadar yayıldı ğı, daha demokratik bir yönetimi için önemli bir adımdı. Di ğer gayrımüslim cemaatlerin metinlerinden ise oldukça ileri bir vizyonu vardı. İş te, Karekin Arsenyan’ın annesinin o ğluna aza oldu ğu için kızdı ğı bu anayasaya göre kurulmu ş olan Muhakeme Komisyonu’ydu. Karekin, annesinin taraftar olmadı ğı bu i şe nasıl bula ştı ğını şöyle anlatıyor.

Ve o zaman Karekin, Karaköy’de aldı ğı ma ğazanın alı ş i şlemleri için lazım geldi ği için Patrikhane’ye birkaç kez nasıl gitti ğini anlattı. Sonraları, yine oraya gidip bir odada yetkiliyi beklerken, kendisine aniden Yönetim Kurulu’nun bir oturumu oldu ğu ve Patrik’in kendisini görmek istedi ğini söylemi şlerdi. Kalkıp hemen gitmi ş ve toplantıya girdi ğinde Kurul’un bir azası olan ve kendisini çok yakından tanıdı ğı Mikael Efendi’yi görmü ş, kendisi hakkında ‘Zaten epeyce ya şlıdır, Sırpazan Hayr, sakalı da daha da ya şlı gösteriyor, seçelim gitsin. Ondan daha tedbirli, namuslu ve iyi kimi seçece ğiz ki!’ diye konu şarak kendisini Muhakeme Komisyonu’na seçmek üzere ça ğırdı ğını anlamı ştı. Patrik hiddetli bir biçimde ‘Ne, Anayasa’ya münasip bir şekilde yaptı ğım bu hareket hakkında kim şikâyet edecek ki! E ğer Anayasa’yı sayıyorlarsa, gelip yetki aldıkları görevlerini kabul edip icra etsinler. Be şinci, altıncı defadır ki mektup, davetiye yazıyorum Muhakeme Komisyonu’nun Anayasal biçimde seçilmi ş azalarına. Biri vakıf de ğil, di ğerinin vakti yok, bu ne ilgisizliktir! E ğer böyle giderse, sonsuza dek komisyon kurulamayacak. Seçelim Karekin Efendi’yi –Onun adını daha önceden duydu ğu belliydi- ve rica ederim ki Kurul oybirli ği ile kabul etsin bu seçimi. Zaten Muhakeme Komisyonu’nun dört azası geldiler ve bekliyorlar. Nasıl ki geçen haftalarda oldu,

159

ço ğunluk olmadı ğından geriye dönecekler. Lakin bu seçimle bir ilave ederiz onlara ve ço ğunluk olu şur. Böylelikle komiyon masasında çözümsüz kalan ve günden güne katlanan bin tane önemli mesele için oturum yaparlar. Öyleyse, efendiler, zannediyorum hepimiz hemfikiriz. Biraz keskin olalım. Söylediğim gibi, e ğer Anayasa’yı sayıyorlarsa, i şleri ile göstersinler ve gelip onlara verilen görevleri üstlensinler. 250

Anayasa’ya göre Muhakeme Komisyon’u dört din görevlisi ve hukuk bilgisi olan, yani hukuçu, en az kırk ya şında dört sivilden olu şuyordu. Patrik vekili aynı zamanda Muhakeme Komisyonu ba şkanıydı. Di ğer komisyonlardan farklı olarak Muhakeme Komisyonu üyeleri Karma Meclis tarafından oyçoklu ğu ile seçileceklerdi. Bu komisyonun ba şlıca görevi evli eşler arasındaki anla şmazlıkları çözmek be Babıâli’nin çözüm için kendisine gönderdi ği sorunları incelemekti. Muhakeme Komisyonu’nun kararlarına itiraz oldu ğu zaman, konu sivil ise Sivi Meclis, dini ise Ruhani Meclis, her iki konuyu ilgilendiriyorsa da Karma Meclis tarafından incelenecekti. 251

Romanda aynı bölümün devamında, Komisyon’un çalı şması konusunda da tam bir kaos ya şandı ğı, Anayasa’daki ilke ve kuralların tutturulamadı ğı görülür. Ba şkan, yani patrik vekili, patrikten i şler düzene girene kadar komisyon toplantılarına nezaret etmesini ister. Komisyon üyelerinin neredeyse hiçbiri gereki şartlara haiz de ğildir. Aralarında hukukçu yoktur. Nitekim yukarıdaki pasajdan çıkardığımız kadarıyla, Karekin de bu i şe münasip bir aday de ğildir. 252 Her şeyden evvel Karma Meclis’in seçti ği bir aday olmadı ğı gibi, evli de ğildir, ya şı tutmamaktadır ve hukukçu da de ğildir. Namuslu, tedbirli, iyi bir insan olması yeterlidir. Patrik, Anayasa’ya aykırı davrandı ğını bilmektedir. Lakin seçilmi ş olanlar görevlerini ifa etmemekte, bu durumda, patrik inisiyatifi ele almaktadır.

250 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 206-207. 251 Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 113. 252 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 207.

160

Romanda tasvir edilen bu kaos durumu, gerçekle birebir örtü şmektedir. Vartan Artinian bu durumu şöyle izah eder.

Herkesin beklentisinin aksine, Ermeni Milli Anayasa’sı ba şlangıçta düzgün i şlemedi. Anayasa’daki görece karma şık idari mekanizma, anayasal ya şamın ilk yıllarında millet i şlerinin iyi yürütülmesini engelledi. Hatta, Siyasi ve Dini meclisler arasındaki şiddetli anla şmazlıklar sonucunda Babıâli Anayasa’yı üç yıl için askıya aldı (1866). Belki de siyasal bilinç eksikli ğinden, İstanbul’da bile halkın oy vermeye ilgisini uyandırmak güçtü. 1863 genel seçimlerinde, ba şkentteki temsilciler için oy kullanma hakkı olan 3.658 seçmenden yanlıza 1.899’u oy kullanmı ştı. Anayasal idarenin temel ilkelerinin öğretilmesi için uzun bir halk e ğitiminin gerekti ği açıktı. 253

Nitekim, romanda bahsi geçen davaya da Muhakeme Komisyonu’nun sekiz üyesinden, altısı gelmi ştir. E ğer önemli bir dava olmasaydı, ancak dördü hazır bulunacaktır. 254 Bunlar da muhtemelen din görevlisi kontejanından seçilen ruhaniler olacaktı. Mamafih, Asd ğik ile Aram Nahabedyan’ın davasına i şte bu kurul bakacaktır. O günün şartlarında, bir kadın için ölüm demek olan kocasından bo şanmak, üstelik haksız bir zina suçlamasıyla bo şanmak kararını bu türden bir komisyon verecektir. Komisyon ehil olmadı ğı gibi, önyargılıdır da. Asd ğik de bunun farkındadır. O egece Verdi Opera Salonu’nda odaya yarım saat çekilip konu ştu ğu ki şi, amcasının o ğlu Artaki’dir ama, kimse onlara inanmamaktadır. Çünkü kar şılarında zengin bir ailenin banker bir o ğlu vardır. Asd ğik hem bunu bildiğinden, hem de, mücadele etme, kadın olarak kendi öznesini kurma yetisinden de mahrumdur. Durumu gerçekten zordur ama, dönemin feminist Ermeni akdın hareketinin de çok güçlü oldu ğunu hatırlarsak, mücadele yolunu ba ştan yok saymı ş, kaderine razı olmu ştur.

253 Vartan Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Do ğuşu 1839- 1863. Aras Yayınevi, 2004, İstanbul, s. 118-119. 254 Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, “Öğretmenin Kızı”, s. 212.

161

Komisyonda kendisini savunmasını isteyen babasına, bunun gereksiz, alın yazısının de ğişmez oldu ğunu söyler.

Biliyorum ki mahkûm edecekler beni. Ama o mahkumiyet, do ğdu ğum zamanda alnıma yazılmı ştır. Baba, yeni bir şey yapmayacaklar. Bir kader, oh, var, evet var dünya üzerinde, ama, baba, affet, üzüyorum seni, affet, affet... 255

Asd ğik ve babası mahkeme günü patrikhanede neredeyse azarlanarak kar şılanır, saatlerce bekletilir, Antranik Fenerciyan, müstahdem tarafından –kibrit istedi ği için- azarlanırken, 256 Aram krallar gibi kar şılanır ve mahkemede sadece be ş dakika boy gösterdikten sonra, sonuçtan emin bir şekilde çıkar gider. 257 Baloda salon denen odada görü ştü ğü ki şinin amcasının o ğlu oldu ğuna Aram’ı ikna edemedi ği gibi, mahkeme de ona inanmayı reddeder. Hatta, amcasınıno ğlunun dinlenmesine bile gerek olmayacak kadar kesin bir yalandır bu. Mahkeme tam bir hukuk katliamı olarak, adaletsiz, seksist, önyargılı bir biçimde devam eder. Yazar, adeta i şte gerçek bu kadar yakıcı ve gerçeküstü demek ister gibidir. Yazılan ilk gerçekçi roman olması ve Fransa’daki ustaları örnek alması bakımından, o dönem ya şanan gerçek bir davadan veya bu tip hukuk ihlallerinin bir karma modelinden olu şmu ş olması muhtemeldir hikâyenin. Mahkeme, amcasının o ğlunun tanıklı ğını kabul etmeyecektir. Çünkü, eğer maskeli baloda, eüer bulu ştu ğu ki şi bu akrabası olsa onun maskesini çıkarmasına gerek kalmadan –odaya girmeden evvel bu sahneyi gören görgü tanıkları vardır- tanıması gerekir. Kaldı ki, buna ra ğmen Asd ğik kuzeninin dinlenmesinde ısrar etse bile, mahkeme onun tanıklığını kabul etmeyecektir. Çünkü olay üzerinden birkaç hafta geçmi ştir ve bu süre, Asd ğik’in kuzeni ile tüm ayrıntılar üzerinde anla şıp sahte bir ifade hazırlanması için kafi süredir. 258 Mahkeme, zaten her haliyle Asd ğik’i ba ştan mahkum etmi ştir.

255 Age, s. 212. 256 Age, s. 210. 257 Age, s. 213. 258 Age, s. 214.

162

Muhakeme Komisyonu Toros Bey’in telkinleri ile Asd ğik’ kar şı iyice önyargılı hale gelmi ştir. Komisyonda Asd ğik’in suçsuz oldu ğunu bilen ve destek olacak olan tek ki şi aza Karekin Arsenyan’dır. Ancak onun da gücü di ğer üyeleri etkilemeye muvaffak olamamı ştır. Karekin’in “orta yol” formülüne dahi sıcak bakmamı ş, reddetmi şerdir. Mahkeme tamamen Aram beyin zenginli ğinin ve Toros beyin yaptı ğı kulislerin etkisi altındadır. Durumu Antranik Fenerciyan’a, Asd ğik’in babasına anlatırken, hem mahkemenin tarafgirli ği ve sınıfsal ittifakını, hem de Ermeni Anayasası’nca yürürlü ğe giren Muhakeme Komisyonu’nun teknik olarak nasıl i şledi ğini bize aktarmı ş olur. Romanda aktarılan hikâyenin tüm menfili ğine ra ğmen, dönemin oldukça ilerisinde bir hukuk rejimi uygulanmaya çalı şıldı ğı görülmektedir. Görevlilerin yetkin olmayı şı ve acemili ği, Anayasa’da öngörülen kuralların ehil ki şi ve ilgi eksikli ğinden tam olarak tatbik edilemeyi şi ve ataerkil, totaliter bir düzenden, daha demokratik bir topluma geçi şteki uyum sorunu da asıl etkendir. Antranik ve Karekin mahkemenin gidi şatı üzerine konu şmaktadırlar.

Lakin, e ğer mahkeme üyeleri haksızlı ğı adalet zannediyor ve bu şekilde vicdanları ikna olmu şsa ne yapılabilir? Konu ştum, Asd ğik hakkında her birisiyle ayrı ayrı konu ştum, ama ne fayda! Hepsi de, hepsi de istisnasız ona kar şı önyargılılar, Antranik ağa, meselenin tüm yönleri de maalesef ki onun aleyhindedir. Bu konuda Yönetim Kurulu ile de görü ştüm, ama fayda etmedi, o kadar kesin ikna olmu şlar ki, hepsi de ‘Ondan sadece bir itiraf bekleyebiliriz, savunma de ğil’ diyorlar. Bu, her birinin de bu ihtilafı ki şisel olarak kökünden incelediklerini gösteriyor, öyle ki, ikna olmadılar söylediklerime, hiç ikna olmadılar. O zaman, bo şanmanın husule getirece ği felaketleri dü şünerek, bir çare bulunması için teklifte bulundum. Görevsizlik hükmü verilmesini, böylelikle yine birbirlerinden ayrılacaklarını, ama birgün belki birle şebilirler ve çocuk da kendisinden alınmaz diye, ama...

163

__Ama ne? Ona da mı ikna olmadılar, dedi ö ğretmen titreyerek. __Maalesef, ve o zaman onların mahkûmiyet hükmünü kesin görerek, dönmeyecek şekilde istifa ettim. __Ah, mahkûm edecekler o zaman kızımı, dedi, ama hayır, izin vermeyece ğim. __Evet, ümitsizli ğe kapılmayın. Temyiz için Yönetim Kurulu’na ba şvurabiliriz. __Sonra? __Yönetim Kurulu iki üyesi Yönetim Kurulu’ndan, di ğer iki üyesi de Ruhani Meclis’ten dört üyeli bir komisyon kurar. O komisyon Muhakeme Komisyonu’nun kararını inceler ve e ğer onda bir haksızlık görürse, kararı Muhakeme Komisyonu’na yeniden görü şülmek üzere iade eder. Ama e ğer yerinde bulursa, onaylar. Ama ondan önce Asd ğik yarınki toplantıda kendini iyi savunmalı. Artaki’nin tanıklı ğının önemi var, toplantıda bulunması gerekir. Her ne kadar üzerinden zaman geçti ği için tanıklı ğının önemi büyük olmasa da... Kendisiyle anla şmı ş olmanızdan şüphe ediyorlar. 259

Ancak Asd ğik kendini savunmak istememektedir. Yönetim Kurulu’nun Muhakeme Komisyonu’nun kararını bozması, Aram’ın yüre ğindeki karara etki etmeyecektir ki! Artaki’nin tanıklı ğa gelmesini de istemez. ‘Kimseye rahatsızlık vermeyece ğiz’ der. Tekrar etmek gerekirse, Asd ğik, aslında toplumun da, o toplumun tezahürü olan mahkemenin de önyargılarından, çürümü şlü ğünden haberdardır. Belki kendini savunarak, o suni oyunun bir parçası olmayı reddetmekte ve o en son direni ş biçmini, kendi kendini yok etmeyi, yokolmayı göze almakla, toplumun ve mahkemenin üzerindeki yetkisini kaldırmayı hesaplamaktadır. Kendisinin eğitimli, Fransızcadan bu ülkenin son eserlerini takip eden birisi oldu ğunu hatırlarsak, bu duru şun çok da içgüdüsel olmayaca ğını söyleyebiliriz. Ancak romanda bunu kesinlemek üzere ba şka bir bilgi bulunmamaktadır. Di ğer

259 Age, s. 220-221.

164 yandan roman yazarı Gamsaragan’ın erkek olması da, romanda bir “kadın bo şlu ğu” yaratmı ştır. Aynı konuyu feminist bir kadın yazarın i şlemesi halinde, Asd ğik ve di ğer kadın karakterler hakkında döneme dair daha derin bilgilerimiz muhtemelen olacaktı. Karekin Arsenyan ise olaya daha pragmatik bakmakta ve her yolun sonuna kadar denenmesini salık vermektedir. Oysa sistemi içeriden bilen kendisidir ve Asd ğik’in hiçbir şansı olmadı ğını görmektedir. Ama gördü ğü bir ba şka şey de onu bekleyen mahvolu ştur. Çünkü o da ataerkil toplumun bir üyesidir en nihayetinde. Olayda farklı davranması, Asd ğik’e olan zaafı, daha vicdanli bir ki şi ve onu çocuklu ğundan beri tanıyor olması ile harekete geçen koruma güdüsüdür. Antranik a ğaya verdi ği son bilgi de, Ermeni toplumundaki ideolojik mücadelenin idari yapıya sirayet etmi ş olmasını gösteren önemli bir bilgiyi orataya çıkarır. Temyiz için ba şvurulacak olan Yönetim Kurulu sol görü şlülerden seçilmi ştir ki, Aram’ın avukatı da sol görü şlüdür. Anayasa’nın 47. maddesi uyarınca düzenlenen Muhakeme Komisyonu’nda çıkan kararların dünyevi konularda Cismani Meclis, dini konularda Ruhani Meclis, her iki meseleye dair konularda ise Karma, yani Milli Meclis’te görü şülmesi karara ba ğlanmı ştır. Romanda bahsedilen Yönetim Kurulu’nun bunlardan hangisi oldu ğu belirsiz. Ama “seçilmi ş” olmalarından bahsedildi ğine göre, 20 ki şiden olu şan ve Milli Meclis’in seçti ği Cismani Meclis’ten bahsedili ği kuvvetle muhtemeldir.

Siz kendisine umutsuzlu ğa kapılmaması için mümkün oldu ğunca ö ğt verin. Dedi ğim gibi, mecbur kalırsak, Yönetim Kurulu’na ba şvurabiliriz. Ama Aram’ın avukatı Antreasyan solculardan ve Yönetim Kurulu da solculardan seçilmi ş olduklarından, çok tabiidir ki, kendi taraftarlarını haklı çıkarırlar. Buna göre, ona kendisini iyi savunmasını söyleyin. Komisyonun üyelerinin ona kar şı önyargılı olmalarından ötürü

165

çok endi şeliyim, birileri bir şeyler karı ştırmı ş olmalı bu i şin içine. 260

İş in içinde Asd ğik’in Aram’dan ayrılarak kendisinin olmasını isteyen Toros bey oldu ğu kadar, yozla şmı ş burjuva ahlakı ve onu ho şgören idari mekanizma vardır. Dönemin demokrat, de ğişimden yana ve bunu sözüm ona Anayasa ile taçlandırmı ş solcu aydınlarından müte şekkil Cismani Meclis de bu zelil oyunun bir parçasıdır. Yazarın bunu özellikle romanda zikretmesi de ilginçtir. Herkesin korkusu gerçekle şir. Asd ğik mahkemece suçlu bulunur ve Aram’ın istedi ği gibi bo şanma gerçekle şir. Çocu ğu Hagopik ise babaya verilir. Mahkeme Aram’ın etkisinde kalmı ştır. 261 Asd ğik ise, tüm ısrarlara ra ğmen temyize gitmez. Gitse de sonuç de ğişmeyecektir. Nitekim yozla şmı ş burjuva ahlakı Asd ğik’in kendi kendini yok etmesine neden olacaktır. Asd ğik, direni ş için böyle bir yöntem seçmi ş, kısa sürede verem olarak ölüm dö şeğine dü şmü ştür. Karekin Arsenyan sonuna kadar bu fakir ö ğretmen ailesine destek olarak eski-yeni arasındaki kontrastı sürekli yüksek dozda tutan bir ö ğe olarak gezinir romanda. Asd ğik’in kanınbabasının ismini ta şıyan, ama “küçültme” imi ile kendisinden de bir şeyler kattı ğı bebe ği Hagopik, ölüm dö şeğinde bile ona gösterilmez. Karekin eski ustası olan Nahabedyan ailesinden Hagopik’i almaya muvaffak olsa da, son arzusu Hagopik’i görmek olan Asd ğik son nefesini verdi ği an bebek içeri girer. Gerçekli ğin dozu şahikasında iken roman biter. Dönemin Ermeni toplumuna yaptı ğı bu keskin ve duyguları da harekete geçiren ele ştirisi ile uzun süre tartı şılmayı hak eden bir eserdir “Varjabedin Ahçigı”.

260 Age, s. 222. 261 Age, s. 234.

166

SONUÇ

19. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nde olanlar ve bu co ğrayfada ya şayan Ermeni toplumunun hem dünyadaki, hem de ülke içindeki ya şananlara verdi ği tepki, aslında 20. yüzyılın ba şında ya şanacak çok daha hızlı ilk yirmi yılın temellerini atıyordu. Hiçbir kaynakta geçmemesine ra ğmen, Osmanlı sultanlarının Ermenileri, Millet-i Sadıka diye adlandırıldıkları savı, sarf edilmi ş olsun veya olmasın, aslında bu toplulu ğun Osmanlı Devleti ile kurdukları ili şkinin, tebaa ve sadakat üzerinden modern ça ğlara kadar kendi dengesini buldu ğunu gösteren bir kanıttır. Ermenilerin Anadolu’daki maceraları, daha önce de çok parlak olmadı ğından, Osmanlı Devleti’ndeki ya şamları, geçmi şe, özellikle de Bizans, İran, Mo ğol, Memlûkler ve Selçuklu i şgal ve katliamları dönemine göre oldukça müsbet bir dönemi i şaret eder. Özellikle 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla, Bizans’la ya şanan mezhep baskıları Ermenilerin üzerinden çekilir. Fatih’in akıllı imparatorluk stratejisi, Ermenilerin de oldukça i şine yarar. Çünkü Fatih, Bizans’ın bir devamı olan imparatorlu ğunun çokuluslu yapısını muhafaza etmek ister. Bu amaçla, Bursa’da bulunan Ermeni Ruhani önderli ğini İstanbul’a ta şıyarak, kıdemini patriklik derecesine çıkarır. Tüm do ğu Ortodoks kiliselerini bu patrikhanenin yönetimine verir. Ermenilerin zanaatta, sanatta, ticarette ve ülke yönetiminde faydalanaca ğı önemli bir insan ve bilgi kayna ğına sahip olduklarının farkındadır. Sonraki sultanların da bu siyasette ittifak etmesiyle, Osmanlı İmparatorlu ğu co ğrafi ve askeri bir güç olarak büyüdükçe, Ermeniler etkinlik alanlarını da, nüfuslarını da arttırırlar. Osmanlı ülkesinden geçen İpek Yolu’nu en verimli i şletenler Osmanlı Ermenisi tüccarlar olurlar. İmmanuel Kant’ın dahi övgüsüne mazhar olan bir ticaret ahlakı, ya şadıkları topluma uyum ve çalı şkanlıklarıyla, 17. yüzyılda bir elli seneye yakın dünya ticaretini ellerinde tutacak seviyeye dahi yükselir Ermeniler. İstanbul’da bu sayede, Ermeniler için kültür ba şkenti haline gelir. Madras ve Culfa gibi di ğer Ermeni kültür merkezleri ile boy ölçü şür. Ermeniler, yetenekleri ve

167 usta oldukları pek çok alandaki hizmetleri ile, Osmanlı’ya hizmet etmekten memnundurlar. Anadolu’daki halk ise, her zaman için İstanbul Ermenilerinden daha zor şartlarda ya şamaktadırlar. Ta şra Ermenilerinin büyük bölümü yoksul köylülerdir. Buna ra ğmen Anadolu’nun önemli kentlerinde, zengin bir Ermeni kültür ya şamı mevcuttur. Burada da orta ölçekte Ermeni esnafları, yörenin ekonomisinin dinamosu halindedir. Gayrimüslim ve zımmi bir halk olarak Ermeniler ile Müslüman ahalinin arasında sık sık Ermenilerin aleyhine bozulan kararsız bir sulh varsa da, bu 19. ve 20. yüzyılda ya şanacaklar yanında oldukça hazmedilebilir boyutlardadır. Osmanlı’nın 17 Temmuz 1774’te imzaladı ğı ve ilk önemli toprak kaybının ya şandı ğı Küçük Kaynarca Anla şması, önemli bir kırılma noktasıdır. Rusya bu anla şma ile İstanbul dahil pek çok Osmanlı kentinde elçilik ve konsloosluk açmayı, İngiltere ve Fransa’nın sahip oldu ğu kapitülasyonlardan yararlanmayı ve bo ğazlardan geçi ş hakkını sa ğladı ğı gibi, anla şmanın 6. maddesi ile Osmanlı Ortodokslarının hamisi sıfatını da kazanmı ştır. Aynı tarihler Osmanlı’nın özellikle Ermenilerin ya şadı ğı bölgede devlet otoritesinin bozulmaya ba şladı ğı zamanlardır. 19. yüzyıla girildi ğinde, o döneme de ğin yarı özerk ve yarı göçer durumdaki Kürt aşiretleri devlet tarafından zapturapt altına alındı ğı gibi, Kürtler özellikle Ermeni bölgesinde sabit ya şamaya zorlanıyorlardı. Di ğer yandan, Rusya’nın kuzeyden Kafkas bölgesine ini şi hızlanıyor, bu bölgede Osmanlı hakimiyetinde ya şayan Müslüman ahali, her toprak kaybında, güneye, Osmanlı topraklarına do ğru büyük katliamlara u ğrayarak çekilmeye ba şlıyorlardı. Bu öfkeli ve kırım ma ğduru Müslüman kalabalıklar da ço ğunlukla Ermenilerin ya şadı ğı altı büyük vilayete, Erzurum, Harput, Diyarbekir, Van, Sivas ve Bitlis’ten olu şan Vilâyat-ı Sitta bölgesine yerle şiyorlardı. Bu yöre, Ermenilerin binlerce yıldır ya şadıkları bir co ğrayfaydı ve bu alan Ermeniler için dramatik bir halde küçülüyor ve ya şanmaz hale geliyordu. Ermeniler, zımmi oldukları için askerlik yapmıyorlardı,

168 dolayısıyla silah ta şımaları yasaktı. Bölge bir yoksulluk ve anar şi adası haline gelmi şti. Ta şralı yoksul Ermeniler bir yandan devlete vergi öderken, Ermeni a ğaların yüksek faizli borçlandırmalarından, Kürt a şiretlere “korumalık” ödemekten ve Kafkas göçmenlerinin baskısından inlemekteydi. Bölge ekonomisi neredeyse Ermeni köylülerin varlıklarının bu kesimlerce zorbaca sömürülmesi ile dönüyordu.. Şark sorunu denen meselenin altında yatan saik buydu. Osmanlı o bölgede asayi şi bir türlü sa ğlayamamı ştı. Rusya’nın Ortodoksların hamisi olarak Osmanlı’ya müdahalesi, Fransız ve İngilizlerden bile daha yo ğundu. İş te, Osmanlı’nın ilk demokratikle şme hamlesi olan Tanzimat Fermanı’nın ilanı da bu nedenle yapılan iyiniyetli bir hareketti. Amaç Avrupa’nın Osmanlı’ya müdahalesini önlemek ve gayrimülimlerin güvenlik sorunlarını halletmekti. Bu Ferman, yüzyıllardır gayrümüslimler kar şısında ayrıcalıklara sahip olan İslam ümmetini birdenbire onlarla e şit hale getiriyor ve bunu kanunla güvence altına aldı ğını ilan ediyordu. İltizam kaldırılıyor, vergide adalet vaat ediliyor, hukuk önünde de tam bir e şitlik öngörülüyordu. Bu reformlara Müslüman halk hiç hazır de ğildi. Dolayısıyla, tamı tamına tatbik etmek de mümkün olmadı. 1859’daki Islahat Fermanı’nın aynı yıl imzalanan Paris Anla şması metnine girmesi ile, Rus egemenli ğini kırmak isteyen Osmanlı’nın iç i şlerine dair bir mesele, Avrupa ülkelerinin garantörlü ğüne de girmi ş oldu. Islahat Fermanı ile Tanzimat’ta hedeflenen reformların tamamlanması ve devletin çökü şüne bir çare bulunması arzulanıyordu. Ancak paradoksal olarak demokratikle şme –şüphesiz oldukça geç kalınmı ş oldu ğundan- çabaları hiç de masum olayan Avrupa devletlerinin Osmanlı’nın iç i şlerine karı şma cüretini artırıyor, Abdülaziz dönemi dahil, atılan reform adımları, Osmanlı için ikircikli, tehdit edici bir boyut kazanıyordu. Ve bu gerginle şen sahnenin tam ortasında, durumları her geçen gün kötüle şen Ermeniler, ama özellikle ta şralı Ermeniler vardı. Abdülhamid dönemi bu anlamda farklılık ta şır. Osmanlı onun yönetiminde çökü ş parayonası ile birlikte, Şark Sorunu’nu tüm tebaaların güvenlikte ya şayaca ğı bir düzenleme yapmak yerine, Avrupa’ya kar şı denge

169 ve takiye siyaseti yolu seçilir. Bir yandan Vilayat-ı Sitta’da reform sözü verirken, di ğer yandan aynı bölgedeki Ermeni katliamlarına göz yumulur veya gizlice desteklenir. Abdülhamid’in amacı İttihatçılar gibi topyekûn bir kırım de ğil, Ermenilerin sayısını, artık talepkâr olamayacakları oranlara indirmektir. Tarihçi Selim Deringil dönemi şöyle anlatır:

Hamid ise, Hamidiye Alayları’na “İstedi ğiniz kadar Ermeni kesin, mallarını ya ğmalayın, helaldir. Yeter ki bunu benim söyledi ğim zaman yapın” dedi. Hamidiye Alayları bu topraklarda 1915’teki tehcirden önce çok büyük bir Ermeni katliamı yaptı.Yalnız Hamid’in İttihatçılardan farkı şu oldu. İttihatçılar, Ermeni nüfusun tamamını yok etme amacındaydılar. Abdülhamit’in öyle yok etme gibi bir amacı yoktu. O, Ermeni nüfusu belli bir orana indirmek istedi. Ermenilerin sayılarını ve ekonomik etkinliklerini azaltmak ve böylece Anadolu’da, Ermenilerin yerine bir Müslüman ta şra burjuvazisi yaratmak istedi. 262

İş te böyle geçen bir yüzyılın izle ğinde, İstanbul Ermenileri, tam da bu hazin tabloda Osmanlı modernle şmesine paralel bir yenilenme çabası içinde oldular. Tıpkı Osmanlı entelektüelleri ve reformcu devlet adamları gibi, onlar da çareyi yüzlerini batıya dönmekte bulmuşlardı. Bu çalı şmanın konusu dı şında kalan lakin ciddi bir paralellikle, Osmanlı eliti gibi, Ermeniler de batı ile hayranlık ve korku ili şkisi içinde oldular. 1830’lu yıllarda ba şlayan bir akım ile, Genç Ermeniler İtalya ve özellikle de Fransa’ya e ğitim görmeye gittiler. E ğitim ve bilim adeta bir tapınma halindeydi bu kesimde. Hem devletin, hem de Ermeni toplumunun içinde bulundu ğu sefalet batının yaptı ğını yapmamaktan dolayı idi. Akıl ve bilimi toplumun merkezine yerle ştirmek istiyorlardı. Bu amaçla e ğitim konusunda ve cemaatin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik ya şamını derli toplu ve

262 Selim Deringil-Ne şe Düzel röportajı. Taraf gazetesi, 2. Bölüm. 02. 03. 2010. http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-selim-deringil-tehcirde-800-bin-ermeni- oldu.htm

170

ça ğda ş hale getirecek idari reformların pe şinde oldular. Çok ciddi çalı şmalar yaptılar. E ğitim, ziraat, dil ve kadın dernekleri kurdular. Matbaalar açtılar, ciddi sayıda nitelikli gazete çıkardılar. Ça ğda ş Ermenice’nin yazın dili olmasını sa ğladılar. Anayasacılık konusunda, özellikle Rusinyan, Balyan, Odyan ve Dr. Serviçen, daha sonra Ermeni Milli Nizamnamesi olarak adlandırılacak ve 1863 yılında yürülü ğe giren ileri bir hukuk metninin temellerini attılar. Bu de ğişim rüzgârı, Ermeni toplumu içinde de çeki şmelere neden oldu. Statükocu ve reformcu kesimler toplumun demokratik bir düzenle yönetilmesi ve modernle şmesi giri şimlerinde fikir ayrılıklarına dü ştü. Sarraf Amiralar paktı, cemaat yönetiminde daha fazla söz hakkı isteyen zengin esnaf ve reform isteyen Genç Ermeniler paktı ile, Patrikhane merkezli bir mücadele veriyordu. Zaman zaman kan dahi dökülen bu çeki şmenin ana belirleyeni her zaman Bab-ı Ali oldu. Denebilir ki, bu üç güç oda ğı, 1863 Ermeni Milli Anayasası ile bir konsensüse ula ştılar. Çalı şmanın zaman aralı ğının ba şlangıcı olan 1880’lere gelindi ğinde, Ermeni toplumu Patri ğin ve amiraların gücünün sivil toplum lehine sınırlandı ğı daha demokratik bir yapıya kavu şmu ştu bile. İş te bu çalışmada, tüm bu de ğişim anaforunun Ermeni toplumunu ne denli de ğiştirdi ğini, seçilen Gerçekçilik akımı çerçevesinde üretilmi ş edebi eserlerde izlemeye çalı şıldı. Öncelikle, de ğişim ve batı hayranlı ğının 1840’lardaki heyecanından daha dengeli bir hal aldı ğı gözlendi. Artık aydınlar, modernle şme ile modanın farkını görüyor, Ermeni modernitesinin daha erken yüzyıllarda ba şlamı ş olan süreçten beridir, kendi özgüllü ğünü koruma, özgün kültür ile batının sentezinin halkın sa ğduyusu ile harmanladı ğını süzüyorlardı. Di ğer yandan, olu şan yeni toplumsal sınıfların, yeni burjuvazinin kendi muktedirlerini yarattı ğını da görerek, sorunun sadece amiraların gücünü kırmakla hallolmadı ğını anlıyorlardı. Kaldı ki, Bo ğos Levon Zekiyan’ın tabiriyle, her ne kadar Sovyet Ermenistan tarihçiliği amira sınıfını ba ğnaz ve muhafazakâr olarak yıkamı şsa ve muhalif Genç Ermeniler, statükocu olarak de ğerlendirdikleri bu kesimi “Havaryal” yani gerici olarak adlandırılmı şsa

171 da, Amira sınıfının “devlet” i şini onlardan daha iyi anladıkları da ortaya çıkıyordu. Yine Zekiyan’ın tabiriyle, Ermeniler Batı devlet anlayı şını, yani “Raison d’etat”yi anlayamadıkları da bu çalı şmada ortaya çıkmı ştır. İnceleme konusu yazarların eserlerindeki seçtikleri temalarla bu konudaki aksaklı ğı fark ettikleri hissedilmekte. Özellikle Arpiaryan’ın bir hikâyesinde Berlin Anla şması ile me şgul olan, oraya heyet gönderen Patrik Nerses Varjabedyan ve şürekasını ele ştirmesi, batıya bu kadar odaklı olmakla Ermeni halkının ivedi sorunlarında kendi sorumluluklarını yerine getirmiyor olu şlarını sorunsalla ştırması dikkate şayandır. Di ğer yandan, Zohrab’ın öykülerinde yarı modernle şmi ş tiplere, samimi olmayan batılıla şmaya ciddi bir ele ştirisi vardır ve onun yereli yüceltme çabası da bu yönde de ğerlendirilebilir. Zohrab’ın “Hagopcan” karakteri ile Gamsaragan’ın “Karekin” tiplemesi neredeyse özde ştir ve yereli, özgünü, sahte batılı tiplemeler kar şısında yüceltir. Yervant Sırmake şhanlıyan’ın Amira’nın Kızı romanında, Kafkaslardan gelen ve sürekli batıyı vazeden sahtekâr e ğitimci “Mösyö Gosdanyan” karakterinde, batıdan gelen her şeyin iyi olmadı ğı ve dikkatli olunması uyarısı vardır. Neredeyse tüm eserlerde ise de ğişmeyen tema, kendi de ğerlerine sahip çıkmayan, de ğişimi feti şle ştiren karakterlerin mahvıdır. Bu temanın 1895-6 katliamlarından sonra ya şanan travmanın, batının hamili ği vaadinin sahteli ğini ke şfetmi ş olmanın etkisi oldu ğu dü şünülmektedir. Çalı şmanın kapsadı ğı alanda olmadı ğı için ihmal edilmi ş bir konu olarak, İstanbul ve Ta şra Ermenileri arasındaki dengesizlik, adaletsizlik ve sosyo-ekonomik fark da eserlerde sıkça ortaya çıkan bir mevhum olmu ştur. Bunun için Ermeni Anayasası’nda düzenlenen Ermeni Milli Meclisi’ndeki ta şralı vekil sayısının antidemokratik bir şekilde az tutulmasına bakarak anlayabiliyoruz. Di ğer yanda, nasıl ki Amiranın Kızı romanı amira sınıfın çökü şü ve yozla şmasını anlatıyorsa, Zohrab, Gamsaragan ve Arpiaryan’ın eserleri de yeni burjuvazinin aynı türden dü şkünlü ğünü de şifre etmektedir. Bu konuda çalı şmada yeteri kadar bilgi yer almı ştır.

172

Eserlerde dikkati çeken di ğer bir unsur da, özellikle Arpiaryan ve Gamsaragan’da olmak üzere, ama amira, ama yeni zengin burjuvazi sınıfı olsun, patrikhanenin zenginlerle ayrıcalık üzerinden kurdu ğu ili şkinin kıyasıyla ele ştirilmesi olmu ştur ki, bu durum günümüzde hâlâ ele ştiri konusu olmaya devam etmektedir. Ancak burada hatırlanması gereken, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin, Fatih’in fermanı ile kurulmu ş bir siyasi organizasyon oldu ğudur. İstanbul Ermeni Patrikhanesi hiçbir zaman sadece ruhani bir merkez olmamı ştır. Bu durum, bu kurumu yönetmesi oldukça güç, mesuliyet ve yetki oranı süreki aleyhinde i şleyen bir yer haline getirmi ştir. Özellikle Tanzimat’tan sonra, de ğişen vergi sistemi ile, Patrikhane’ye ve onun yönetti ği devasa kilise organizasyonuna konan ağır vergiler, yine bu dev organizasyonun devasa bütçesi, tamamen cemaatin cebinden kar şılanmı ştır. Bu da komuta merkezi olan Patrikhane’nin hayırseverlerle çok içli dı şlı olmasına yol açıyordu. Günümüz Türkiye’sinde, durumun daha da kötüye gitmi ş oldu ğunu, Ermeni toplumunun varlı ğını sürdürmek için elzem olan hayati kurumları için Anayasal ve Lozan’daki haklarına ra ğmen hiçbir yardım alamadı ğını, dolayısıyla, demokratik bir yapının kurulmasındaki en büyük engelin bu şekilde kötüle şerek devam etti ğini not etmek gerekir. Son olarak, daha önce bu anlamda hiçbir derinlemesine incelemenin yapılmadı ğı Ermenilerin gündelik hayatında modernle şme, sınıf ve onlar arasındaki çatı şma ve uzla şmalar konusunun, bu çalı şma ile dönemin zengin ve gerçekten üst düzey edebi eserlerinde oldukça cömert bir malzeme halinde kendini sundu ğu söylenebilir. Öte yandan, özellikle Ermeni unsurunun Türkiye’nin gündemindeki olumsuz ama ba şat rolü itibarıyla, hiçbir konunun kategorik olarak menfi-müspet, siyah-beyaz, iyi-kötü olarak de ğerlendirilemeyece ği, kanımca bu çalı şmada yeniden ve bir kez daha ke şfedilen bir bilgi olmu ştur. Bence en önemli ve yeni tarafı da budur.

173

KAYNAKÇA

Hrant Torossian, “Historie de la litterature Armenienne”, (Paris: Araxes, 1951).

James Etmekjian, “The French Influence on the Western Armenian Renaissance 1843-1915”, (New York: Twayne Publishers), 1964.

Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, Belleten, c. XXVIII, sayı, 112 (1964).

Taner Akçam, “İslam’da Ho şgörü ve Sınırı” Ba şak Yayınları, 1994, Ankara.

Sahak Der Movsesyan, Badmutyun Hayots [Ermenilerin Tarihi], (1924), II cilt.

“Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nı Do ğuşu 1839-1863”, Vartan Artinian, , Aras Yayıncılık, İstanbul, 2004.

“Ermeniler ve İttihat Terakki”, Arsen Avagyan, Gaidz F. Minassian, , Aras yayıncılık, İstanbul, 2005

“Osmanlı Meclisinde Bir Ermeni Mebus”, Aralık 2001, Aras Yayıncılık, İstanbul.

“Ermeniler Ve Modernite”, Bo ğos Levon Zekiyan,, Aras Yayıncılık, 2001.

174

Pamela Young, “Knowledge, Nation and the Curriculum: Ottoman Armenian Education (1853-1915).” PhD diss., University of Michigan, 2001

Victoria Rowe, “A History of Armenian Women’s Writings-1880- 1922”, Cambridge Scholars Press Ltd, London, 2003.

Bardakjian, Kevork, A Reference Guide to Modern Armenian Literature 1500-1920, Wayne State University Press, Detroit.

Yervant Sırmake şhanlıyan, Balıkçı Sevdası, “Ermeni Gerçekçili ğine Dair Birkaç Söz”, Aras Yayınevi, Kasım 2000, İstanbul.

Amirayin Ahçigı, (Bolsagan Geyanki Truvakner), Amiranın Kızı, (İstanbul Hayatından Kesitler) Becidyan Matbaası, Hasköy, 1929.

Kevork Pamukciyan, İstanbul Yazıları, Aras Yayınevi, İstanbul.

“The Heritage of Armenian Literature: From Eighteenth Century to Modern Times”, Agop Jack Hacikyan, Gabriel Basmajian, Edward S. Franchuk, Nourhan Ouzounian, Wayne State University Press, Detroit, Michigan, 2005.

Arpiar Arpiaryan, “Badmvazkner u Vibakner”. (Hikayeler ve Kısa Öyküler), Şehit Yazarlar Dostları, Imp. de Navarre, 5, rue des Gobelins, Paris, 1929.

Anaide Ter Minassian, Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912), İleti şim Yayıncılık, İstanbul, 1992.

175

“Bir Adalet Feryadı Osmanlı`dan Türkiye`ye Be ş Ermeni Feminist Yazar 1862 – 1933” Lerna Ekmekçio ğlu-Melissa Bilal, Aras Yayınevi, İstanbul 2006.

Hrant Asadur, “Timasdıverner”, (Silüetler), G. Ke şişyan, Vorti Matbaası, 1921, İstanbul.

Dikran Gamsaragan, “Varjabedin Ahçigı”, (Öğretmenin Kızı). Ermeni Okulları Ö ğretmenler Derne ği.

Selim Deringil-Ne şe Düzel röportajı. Taraf gazetesi, 2. Bölüm. 02. 03. 2010. http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-selim-deringil-tehcirde-800-bin- ermeni-oldu.htm

Teodik (Teodoros Lapcinciyan), “11 Nisan Anıtı, Hu şartsan”, Belge Yayınları, Nisan 2010, İstanbul.

176