KISIK SESLER MECMUÂ

KÜNYE Takdim

İmtiyaz Sahibi: 9. sayıdan merhaba! Her sayıda siz Ömer Ali Başara gönüldaşlarımıza bir önceki sayıdan hem tasarım hem de içerik olarak daha iyi bir sayı Genel Yayın Yönetmeni sunmaya gayret ediyoruz. Sizden aldığımız Yasin Usta güzel dönütlerle her sayıda gönüllerinize Editör huzur verecek şiirlere, karanlığı Elif Davarcı aydınlatabilecek yazılara, sizi bambaşka dünyalara götürecek öykülere yer veriyoruz. Tasarım Bugün olmasa bile Türk milliyetçilerinin Büşra B. Eğitmen yarınına ışık tutacak kalemleri barındırdığımız farkındayız ve bu bizim en Yayın Kurulu büyük iftihar vesilemizdir. Hep beraber nice Göktürk Ömer Çakır sayılara diyor ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Oğuzhan Murat Öztürk Hazretlerinin Tevfizname’sinden Ahmet Can ‘’Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler’’ Serhat Demir dizeleriyle sizleri selamlıyoruz. Mehmet Çalışkan İbrahim Daş www.ksmecmua.com Kısık Sesler Mecmuâ htpps://www.facebook.com/ksmecmua htpps://twitter.com/KSMecmua https://www.instagram.com/ksmecmua

İletişim Bilgileri Yasin Usta: 0531 340 3701 Ömer Ali Başara: 0542 471 7515

Hesap Numaraları: Ptt Hesap Numarası: Ömer Ali Başara 13081105 Ziraat Bankası Hesap Numarası: Ömer Ali Başara TR6200 0100 0239 7606 6091 5001

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 1 İÇİNDEKİLER

Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak / Serhat Demir...... 3

Postmodern Tuzaklar ve Entelektüel Anlamsızlık: Ruh Adam’dan Recep İvedik’e / Metin Savaş...... 8

Anlatılmamış Bir Efsane: Küçük Murad Reis / Mehmed Kazanlı...... 11

Küreselleşme ve Milli Hayat Üzerine Düşünceler / Özkan Özyurt ...... 13

Samanda Yolculuk / Mustafa Şahin...... 16

Bir Ülkücünün Bosna Savaş Günlüğü / Burhan Kazım Çalık...... 19

Gazel 1- Doğukan Oruç...... 20

Gülzade’m / Osman Onuktav Kafkasi...... 21

Sevdiğimi Gördüm / Yasin Usta...... 22

Susku / İbrahim Daş ...... 23

Beş Şehirden Biri

Tanpınar’ın Bıraktığı Yerden - Geçmişin Aynasında / Misli Baydoğan...... 24

Tanpınar’ın Geçmiş Zaman Mührü: Gelenek ve Ânın Terkibinde Erzurum / Yunus Alıcı...... 27

Konyalı Koşuyor: Kalbimiz İman Dolu Kanımız Ateş Bekle Küçük Vatanda Kıbrıslı Kardeş / Dr. Yunus Emre Tekinsoy...... 30

Tekkeyi Bekleyen Çorbayı İçer / Prof. Dr. Mustafa Kara ...... 34

Şehrin Kaybolan Küresi/ Göktürk Ömer Çakır...... 36

2 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslam

-Serhat Demir- azı ilim adamlarımıza göre Türk tarihinde ürettiği tarihe bakıldığında hemen göze çarpar. Biki büyük kırılma noktası vardır. Bunlardan Teori’den pratiğe, felsefeden edebiyata ( her ne ilki Türklerin fevç fevç İslâm’ı kabul etmele- kadar özelde Osmanlı, umumda Türkler’de ‘’fel- ri bir diğeri ise, modernleşmeye geçiş devridir. sefe yoktur’’ denilse de) estetikten metafiziğe Bazı müverrihlerce 19. Asrın başında başlayan ilâahire – mühim tartışmalar, bazı eksiklikler ve modernleşme hadisesi, Tanzimat’la kemâle er- noksanlıklarına rağmen- ihtiyaç duyulan birçok miş, bu devreden sonra büyük ve çözümü zor şey üst düzeyde üretilmiştir. Fakat genelde Türk birçok mesele gündeme gelmiştir. Bu meyanda modernleşmesi ve özelde Cumhuriyet devrinde Türkiye, son birkaç asırdır pek çok sosyal, siyâsî, iktisadî, dinî, kültürel hadiselerin içinden geçer- ‘’Üniversite mensuplarının, aydınların ve sanat- ken ve yine sosyal siyâsî, iktisadî, dinî, kültürel kârların esas olarak Cumhuriyet ideolojisini sa- birçok meselelere gebe kalır. Türkiye son za- vunsalar bile meslekleri itibariyle daha felsefî ve manlarda pek çok meseleye üst bir dil kullanarak tarihî kayıtsız kalmış gibi görünür- tecrübeyi ve dünyanın gittiği ken ya da sahiden kayıtsız istikameti ciddiyetle hesaba kalırken, tarih, bilerek yahut katıp yorumlayan bir perfor- bilmeyerek kayıtsız kalınan mans ortaya koymaları ve din, bu meseleleri her geçen gün İslâm, laiklik etrafında daha adeta tabir yerindeyse da- vasıflı, daha paylaşılabilir ve yatmaktadır. Bu meselelerin nihayet bugün üzerinde daha başını çeken ise yukarıda emniyetle yürünebilecek, Tür- adı geçen modernleşme ha- kiye’yi taşıyabilecek bir biri- disesi ve onun getirdiği bir kim ortaya çıkarmaları bek- yığın sorunlar silsilesinin lenirdi. Bu onların borcu ve olduğu izahtan varestedir. vazifesiydi. Maalesef bu vazife Herkesçe malûmdur ki, Mo- yapıl(a)mamıştır; bugün din- dernleşme devri, bir taraf- le irtibatlı meseleler etrafın- tan bin yıllık geleneğin sorgulanması / hatta da bilgi ve ihata itibariyle tarihi tecrübeyi terkedilmesi yahut terkedil(e)memesi ve batılı- hesaba katan üst yorumlara, detaylı vasıflı tartış- laşma / sekülerleşme olaylarının gerçekleşmesi malara ve hesap soran – hesap veren tenkitlere sa- yahut gerçekleş(e)memesi durumlarını günde- hip olduğumuzu sanırım hiç kimse iddia edemez.1’’ me getirir. Bu devir, hiçbir şeyden taviz veril- mek istenilmezken birçok şeyin elden kayışının ‘’Osmanlı modernleşmesinin mimarları Müslü- gözlendiği zamanlardır... Modernleşme’nin ve man kalarak, İslâm âleminden de mesul Müslü- bilhassa Cumhuriyet’in arka planı olan Tanzi- man bir devlet olduklarının tamamen farkında mat ve II. Meşrutiyet Döneminin en mühim me- olarak nasıl modernleşebileceğini öne çıkarırken selesi İslâm’dır dersek sanırım yanılmış olmayız. Cumhuriyet ideolojisi İslâm unsurunu devredışı bı- rakarak, en yumuşak tabirle İslâmı ve Müslüman- Bahsini ettiğimiz bin yıllık gelenekte İslâm, kita- lığı paranteze alarak nasıl modernleşme projesi bî (medrese) ve şifahî (tekke) olarak ele alınırsa, yürütebileceklerinin peşinde oldular denebilir.2’’ bu iki yönden akan İslâm’ın yüksek düşünceler

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 3 Müslümanlığın paranteze alınmaya çalışılma- uygun olarak yaşandığı takdirde insana estetik bir sı, günümüzde de el’an tartışılmakla beraber, haz, ahlâkî bir mutluluk, tinsel-tanrısal bir kurtu- bu tartışmalar çok sığ düzeydedir. Akademik luş vereceği varsayılan bir dünyadır.3 Bu bilgilerden ve filozofik! manâ’da çoğunluk gayet ciddi bir hareketle felsefeci M. Emin Erişirgil, Türkiye’de mesele olan İslâm’ın dünü, bugünü ve yarınını felsefenin ve filozofun olmayışı meselesini tartı- –bazı istisnalar hariç- tartışmamakta yahut tar- şırken bunu din ilimleriyle, din hadisesiyle cid- tışamamaktadır. Ahmet Yaşar Ocak’ın tabiriyle di olarak ilgilenen bir entelektüel ve akademik Türkiye’de İslâm’ı çalışmak ve bu konuyla ilgili zümreye sahip olmayışımızla da irtibatlandırır: bir takım problemleri çözmeye yeltenmek adeta ‘’Arı Kovanına Çomak Sokmak’’tır. Her ne kadar “Cumhuriyet din meseleleri üzerinde düşünen fikir bu mesele arı kovanına çomak sokmak olsa da, adamları yetiştirememiş olması yüzünden ‘halkın bu bu tartışmayı akademik mânada yapabilecek [‘’eskisinden daha çok kuvvetli olarak dimdik’’ duran düzeye erişilip erişilmediği sorusu da bugünkü ‘’din’’] ihtiyacını gidermek için ne yapmalı?’ sorusu- üniversitelerin öğrenci ve akademisyen yahut na kolaylıkla cevap verilemiyordu. Bazı aydınların aydınları göz önüne alındığında, tartışılabi- [1945 sonrası] alınan tedbirleri geri gitme [irtica] lir! ( Gelenek – İslâm – Modernite tartışmala- zannetmeleri de bundandı. Din meseleleri üzerinde rının da ‘’Cennet mekân Sultan Abdülhamid düşünülmeyen, din zihniyeti ile ilim zihniyeti arasın- Han ve tam karşısına da Gâzi Mustafa Kemal da nasıl bir münasebet olabilir sorusunu bile bilgisiz- Paşa’’ etrafında iki kutbun başı çektiği ‘’ilerici- lik addeden bir çevrede elbette filozof yetişemezdi4’’ lik – gericilik – gâvurluk – batıcılık – örümcek kafalılık’’ kavramları mahrekinde sığ bir şekil- Prof. Dr. İsmail Kara Bey’in Dergâh yayınları de ele alındığını da söylemeden geçmeyelim.) tarafından neşredilen; ilk baskısı 2008 senesin- de çıkan Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Binaenaleyh, çünkü felsefe, yüksek düşünme Olarak İslâm adlı eseri girizgâhta da belirttiği- kabiliyeti isteyen filozofik bir iştir. Onun görevi miz konular üzerine yoğunlaşıp, II. Meşrutiyet/ yahut düşüncesi bazı amiller etrafında şekillenir. Genç Cumhuriyet ve günümüz arasında gel- Filozof bir yandan kendisinin de içinde bulunduğu git’ler yaparak hayatî denilebilecek meseleleri ve bir parçasını teşkil ettiği dünyayı anlamak, kav- vuzuhla anlatmaya çalışır. Eser üç bölümden ramak için kendisine sunulan her türlü bilgi, deney, oluşur. Birinci bölüm: ‘’Diyanet İşleri Başkan- algı ve sezgi sonuçlarından oluşan bir malzemeyi lığı- Din İle Devlet Arasına Sıkışmış Bir Ku- kendi bilgi, deney, algı ve sezgi birikimine göre ye- rum ve alt başlıklar. İkinci bölüm: Tarikat ve niden düşünür, analiz eder, aydınlığa kavuşturur ve Cemaat Yapıları İtaat ve Muhalefet Biçimleri böylece anlamaya çalışırken bu üzerinde düşünül- ve alt başlıklar. Üçüncü bölüm: İslâmcı Söyle- müş, analiz edilmiş, eleştirilmiş, aydınlığa kavuştu- min Kaynak Ve Gerçeklik Değeri ve alt başlık- rulmuş malzemeden veya verilerden hareketle dün- lar… Biz de bu bölümleri bazı alıntılar eşliğinde yayı yeniden inşa eden, kuran, birlik ve anlamlılığa açıklamaya/ eseri tanıtmaya gayret edeceğiz. kavuşturan ve değerlendiren yani ona değer katan kişidir. Bu son niteliği ile de felsefe bir yandan ‘’sa- İlk Bölümde, Diyaneti, Dıştan ve uzaktan bakıldı- nata’’, diğer yandan ‘’dine’’ açılır. Felsefe tarafından ğında cesametli ve büyük bir yapı, içten ve yakın- yeniden inşa edilen, kurulan, birlik ve bütünlüğe, dan bakıldığında ise daha ziyâde şişkin… şeklinde anlam ve değere değerlendiren İsmail Bey, diğer taraftan Diyanet kavuşturulan teşkilatı, nerede ise Cumhuriyet’le yaşıt tarihi dünya bir dü- süresince kendine biçilen yere ve sınırlara sadık zen ve uyum kalarak Müslümanların din işlerine bakmaktan dünyasıdır. çok ‘’devletin din işlerine bakan’’, devletin felsefî Bu nedenle ve siyasî temayülleri, zaman zaman baskıları bu dünya, doğrultusunda dinî yorumlar yapan, halkın din kurallarına anlayışını, dini yaşama biçimini dönüştürmeyi kanun- amaçlayan bir kurum olagelmiştir. Diyerek niteler. larına

4 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 İslâmın mani-i terakki olduğu yani yükselmeye, ması gereken birçok hususu içinde barındıran ciddi ilerlemeye mani olduğu, kurtuluşa müsait ve taleplerdir ve cesur yorum unsurları taşımaktadır. uygun bir manzara arz etmediği XIX. yüzyıl’dan Bu problem yeni şartlarda tekrar tartışılacaksa Di- bu yana bir takım aydınlarca söylenegelen bazı yanet İşleri Başkanlığı ve cami – cemevi imam – dede söylemlerdir. Sıklıkla bahsedilen, ‘’sahih-gerçek karşıtlığı etrafında değil tarihî tecrübeye de uygun İslâm’’ vurgusunun sahihlikten ziyade modernleş- olarak tekke ve zaviyeleri kapatan kanun etrafında me süreçlerine uygunluğu ifade ettiği bugün için ve diğer tarikat ve cemaatlarla birlikte tartışılmalı- artık açıklığa kavuşmuş bir husustur. ‘’Hurafe’’ ise dır. Alevilik tarihinde de yeni bir kurum olan ceme- terkedilmek istenen, bu yüzden de esasta dinî olup vi, Aleviler de dahil olmak üzere Müslüman herkese olmadıklarına bakılmadan gayrımeşru ilân edilen açık olan cami paralelinde değil olsa olsa tarikatlara unsurların umumi adıdır. Burada itikadî açıdan ait bir tür tekke / dergâh olarak mütalaa edilebilir. meşru olmayan hurafe ve bâtıl inanç vurgusu bir İsmail Bey’in burada belirttiği bir husus daha araç olarak kullanılmakta, bunun üzerinden halk vardır: Cumhuriyet devrinin en hacimli ve kaliteli dindarlığı hatta dinin ete kemiğe bürünmüş, bir coğ- dinî yayını olan Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi’ni rafyaya bir kültüre sinmiş hali zayıflatılmaktadır. 10 yıldan fazla bir zamandır yayınlamayan, bugü- ne kadar hiçbir tasavvuf klasiği neşretmeyen, Türk Tarihi gerilere doğru gitse de Diyanet’in dergile- Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ın (Fuat Köprülü) ri, kitapları, hutbeleri ve umumi söylemiyle XIX. yayıncısı olduğunu unutan Diyanet’in Alevi- Bek- yüzyıl pozitivizminin, Protestanlığın ve yeni Se- taşî kaynak metinlerini, Kur’an-ı Kerim baskıları lefiliğin esas iddiaları ve tortularını taşıyan bu dahil hiçbir esere göstermediği bir titizlik ve kalitede bakış açısını bugün bile halk dindarlığı üzerin- yayınlamaya başlamasının, icbarlara ve konjonktü- de baskı ve dönüştürme aracı olarak kullandı- re tamamen tâbi ve mahkum olmak dışında makul ğı/ kullanmaya icbar edildiği görülmektedir. As- bir açıklaması yoktur. Bir taraftan (Sünnîlere dönük lında Diyanet teşkilatı ve İlahiyat Fakülteleri olarak) hurafe ve bâtıl inançlarla mücadele için özel bütün tarihleri boyunca dinle pozitivizm-bilim- dergi sayıları ve hutbe metinleri yayınlayan, ‘’sağ- cilik arasındaki derin zıtlığı felsefî bir problem lam bilgi’’ye dayalı İslâm anlayışına vurgu yapan olarak hissetmiş ve üzerine yoğunlaşmış değildir. Diyanet’in diğer taraftan (Alevilere dönük olarak) paradoksal bir şekilde menkıbeye, destansı anlatı- İsmail Bey’in bu bölümde bahsettiği diğer mü- ma yaslanan Anadolu Müslümanlığının heterodok- him bir mesele de Alevi meselesi ve Sünnî tarikat si5 ağırlıklı metinlerini neşretmesi dikkat çekicidir. ve cemaatlardır. Diyanet teşkilatı yayın organla- rında geçmişten bugüne kadar bir çok yayın yap- Kısaca ve anahatlarıyla tanıtmaya çalış- mış ve bu yayınlarda genellikle bu Sünnî tarikat tığımız birinci bölümün ‘’ek’’ kısımları da ve cemaatların çağdışılığından, hurafe ve bid’at mevcuttur. Bu ek’ler de geçmişten günü- itikatta olduklarından hatta Sünnî cemaat ve müze bazı diyanet işleri başkanlarının kale- tarikatleri tehlike olmak bakımından Komünizmle, me aldıkları risale ve hutbeleri ihtiva eder. misyonerlikle aynı mahiyette ele alan bu metinle- İkinci Bölümde bazı mühim konulara değinilir. rin bir kısmı dağıtılmış, resmi beyan olarak kamu- Bu bölümün mukaddime kısmında inkılâpların ya intikal ettirilmiş, basın yayın organlarına aynı ortaya çıkardığı ‘’Çok tipli Müslüman tavır’’ ve istikamette planlı ve tahrik edici neşriyat yaptırıl- tiplerine değinen İsmail Bey, Halkın inkılapla- mıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anadolu Ale- ra karşı nasıl bir tutum içinde bulunduğunu ve viliği’nin temel metinlerini ilmî usullere uygun gelenekten yani medrese’den gelen Eski Diyanet olarak hazırlatması ve Vakıf yayınları arasında İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki üzerinden vasıflı bir şekilde neşretmeye başlaması ise yeni dönemin âlim ve aydınlarını değerlendirir. Bu ve problemli bir gelişmedir. Alevi grupların veya alim ve aydınlar inkılapların da etkisiyle sarık temsilcilerinin, tamamen Sünnîlikle alakalı bir ku- ve cübbeyi çıkarmış, modernliğin ‘’alâmeti’’ olan rum olarak gördükleri Diyanet gibi kamu bütçesin- şapka takıp takım elbiseler giymiş; sakallar kazı- den ödenek veya yardım talepleri ile cem evlerinin narak matruş bir şekilde arz-ı endam etmişler- camiden bağımsız/ cami gibi ibadet merkezleri ola- dir. Kimi aydınlar bu inkılâplar karşısında sessiz rak kabul edilmesi, dede ve zâkirlerine memur ma- kalarak inzivaya çekilmiş ve türlü zorluklar ve aşı bağlanması doğrultusundaki istekleri, tartışıl- büyük bir vicdan muhasebesi altında ömürle-

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 5 rinin tükenmesini beklemiş, kimisi de her şeye lanması’’ batılılaşma/modernleşme devirlerinde rağmen devletin çeşitli organlarında yahut ayyuka çıkar ve gelenek tasfiyeye tabi tutulur. CHP’de görev almışlardır. Necip Fazıl’ın, hocası En şiddetli tenkit ve tasfiyeler ise tasavvuf ve Ahmet Hamdi Akseki’ye: günün şartlarına göre tarikatler’de kendini gösterir. Medrese ve tekke- siz bu makamda oturacağınıza sırtınızda bir küfe, ler ‘’çökmüş-çürümüş’’ söylemleri her geçen gün kanalizasyon temizleyiciliği yapsanız ve necaset artar. İsmail Bey ‘’Tekkeler Kapandı İyi Oldu’’ ve taşısanız daha hafif olmaz mı? Sorusuna Akse- ‘’Tekkeler Kapandı Kötü Oldu’’ başlıkları altın- ki: Hakkın var Necip Fazıl fakat ben bu makama, da tekke ve medreselerin sahiden çökmüş-çürü- daha fazla kötülüğe mani olmak için katlanıyorum. müş mü olduğu durumunu tarihi ve sosyolojik Şeklinde cevap vermiştir. Bu eleştiri İsmail Bey’e olarak tahlil eder. Enteresan ve hatta bazı yer- göre doğru fakat eksik ka- lerde ‘’acı’’ bilgi ve sonuçlar bul edilir. Çünkü bunun ka- ortaya çıkar. Ayrıca tekke ve bulü Akseki’nin nezdinde medreselerin kapatılmasının diğer birçok âlim ve aydının ardından tarikat ve cemaatla- sadece sistemle uzlaşan ta- rın tepki verip vermedikleri, rafını gösterdiği için mese- verdiler ise nasıl tepkiler ver- leyi tam olarak anlamanın dikleri ve nasıl bir metod izle- önünü tıkayan, körlükleri dikleri uzun uzun izah edilir. artıran, tipleri tanımaya en- gel olacaktır. Çünkü bu âlim İslâmcı Söylemin Kaynakları ve aydınlar Akseki örneğin- ve Gerçeklik Değeri adlı son de olduğu gibi içlerinde tut- bölümde, çöken bir devletin tukları gizli muhaliflikleriy- acil ihtiyaçlarını karşılamak le aslında ‘’uyuşamadıkları’’ üzere bir takım pratik fikirler sistem içinde, tutunarak serdetmek için bilgisizlikten ‘’hizmet’’ etmek arzusun- öte bilinen fakat pratikte bir dadırlar. ‘’ Akseki’nin daha karşılığı olmayan gelenekteki fazla kötülüğe mani olmak değerlerin tasfiyesi ve yerine için sistem içinde yaptığı acil fakat problemli fikirlerin bazı çalışmalarına misal serdedilmesi dönemin aydın- olarak: Neredeyse hiçbir dinî yayının olmadığı bu ları ve özellikle İslâmcılar üzerinden tartışılır. dönemde, 1924-45 yılları arasında Akseki’nin o İslâmcıların bu ‘’eskimiş’’ ‘’ben’’den kurtulma zorlu görevlerinden vakit bularak yazdığı ve dev- işlemi bir ‘’kültürsüzleşme’’yi de beraberinde letin bütçesiyle yayınlattığı kitapların listesi, dik- getirir. Onlara göre ‘’ecdadımız –çok kısa bir dö- katle bakılması ve değerlendirilmesi gereken bir nem hariç- İslâmı yanlış anladı ve yanlış yaşadı siyasete, bir kararlılığa ve şuura işaret etmektedir. (veya hiç anlamadı ve hiç yaşamadı / onu anladığı- Bu hacim ve muhteva o dönemin şartlarında ben- nı ve yaşadığını zannetti) biz de onların çocukları zeri olmayan bir hadisedir ve çok büyük bir boşluğu olarak İslâmı yanlış anladık ve yanlış yaşadık, ya- doldurmuştur… Kur’an meâlinin Akif’e, tefsirinin şıyoruz… Halbuki İslâmcıların bu görüşlerinin Elmalılı Hamdi Efendi’ye, Buharî tercümesinin şerhi şudur: Gerek batılılaşmanın meşrulaşması Ahmet Naim Bey’e verilmesini sağlayan ve bu ki- gerekse âcil, pratik ve pragmatik olanın felsefî ve tapların basılması aşamasında zorlukları göğüs- tarihî olanı büyük ölçüde zaafa uğratması, fiilî ve leyen, iki tarafı da ‘’idare’’ ve ikna eden Akseki’dir. psikolojik ‘’zaruret’’lerin dayattığı bir şeydi ve bu çerçevede meşru idi. Çünkü ‘’din ü devlet’’ de ‘’mülk Bu bölümde anlatılan bir diğer önemli husus da ü millet’’ de bir tehdit altındaydı veya Müslüman tasavvuf ve tarikatler meselesidir. 12-13 asır önce aydınlar mevcut tehdidi bu düzeyde ve ciddiyette teşekkül eden ‘’ insan hayatını bütünüyle kapsa- görüyorlardı. Mesnevi’nin Akif’in başucu kita- yıcı, çok boyutlu ve zengin İslâm medeniyeti ve bı olduğu fakat safahatta Mesnevi’ye dair bir kültürünün, Müslüman aydınlarca tahammül tek bile ibare bulunmadığı bilgisi de gelenek- edilemez ve taşınamaz hantal bir hüviyette algı- ten kopulduğunun ve acil pratik meselelerin

6 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 tarihî ve felsefî olana tercih edildiğinin ve irti- itibaren Türkiye’de her alandaki arabeskleşme- batların koparıldığının bir başka yansımasıdır. nin de başını çekerler. Bugün, Itrî bestesiyle ya- Hâtime ederken istitrat kabilinden birkaç şey pılan türban defileleri, şehirlerin ‘’milli mimarî’’ daha söylemek gerekirse, Cumhuriyet dönemin- adı altında tahribi, musiki’nin ve bilumum san’at de Müslümanların ihtiyaçları en alt düzeyde se- ve kültür faaliyetlerinin amacından sapıp, içinin yir etmiştir. Mesele bir nevi, sadece ‘’imanı kur- boşaltılması gibi daha da çoğaltılabilecek mi- tarmak’’tır. Baskılar neticesinde sadece Kur’an sallerin yanısıra; Laiklik ve sekülerliğe yapılan öğrenmek ve basit ilmihal bilgilerini edinmek eleştirilerden hâli kalmayıp laikleşme ve sekü- çok daha mühimdir. Yer altına çekilen tarikat ve lerleşme’nin en büyük ayağını yani ‘’Protestan cemaatlar, buralarda faaliyetlerini gizli olarak yü- Müslümanlığı’’ da bu zihniyetin oluşturduğu rütmüş ve Klasik İslâm düşüncesi yahut yüksek söylenebilir… Umum’da pek çok okulun özel’de düşünce üretme derdi, yerini bahsini ettiğimiz İmam-Hatip’lerin öğrenci seviyesi de ortadır. basit bilgi edinmelere ve ‘’imanı kurtarma/ mu- Buralardan İlahiyat fakültelerine giden öğren- hafaza etme’’ şekline irca etmiştir. Bu faaliyetler ciler en iptidai denilecek bilgi seviyesinde bile ise Osmanlı devri medreselerinde ve tekkelerin- değildirler. Kaldı ki ‘’İslâm’ın Bugünkü Mesele- de eğitim ve görev alan bazı zevat tarafından yü- leri’’ni çözmeye ve yüksek düşünceler üretme- rütülmüştür. Bu neslin ardından gelen ikinci ve ye kâdir olsunlar!... İbn Haldun’un deyimiyle üçüncü nesiller ise birinci nesle göre daha fark- Peygamber’in gerçek vârisleri ve dinî toplumu lı düşüncelere sahiptirler. Bahsi geçen ikinci ve temsil edebilecek, onun sözcüsü olabilecek olan üçüncü nesil bir ‘’imam-hatip tipi’’dir. Bunların grup Sûfilerdir. Elbette bu yine Haldun’un ta- bazı vasıfları vardır:Büyük çoğunluğu köylü – ka- biriyle Sûfilerin kendilerini siyasi toplumun sabalıdır. Fakir ve zor şartlara karşı mütehammildir. dışında tutmaları, onun üzerinde herhangi bir Çoğu hafız, bazıları aynı zamanda molladır; medre- hak ve yetki sahibi olma iddiasında bulunma- se dersleri görmüş, hatta icazet almıştır. Köylülük maları, dünyevî, siyasî işlere herhangi bir ilgi ve fakirlik pratik (bazan pragmatik) taraflarını ge- göstermemeleri sayesinde mümkün olacaktır. lişkin kılmıştır. Din anlayışı itibariyle Yeni Selefîli- Bugün, Tarikat ve Cemaatların boğazlarına ka- ğe (hatta farkında olarak / olmayarak modernizme dar siyasete bulaşmaları, çokça zenginleşmeleri ve Vehhabîliğe) ya(t)kındır; bu yüzden halkın din de çözülmeyi bekleyen mühim meselelerden- anlayışına, dini yaşama biçimine, tasavvuf ve tari- dir. Buraya kadar yazdıklarımız –ve elbette ya- katlara mesafelidir; bunları değiştirmek ve dönüş- zamadıklarımız- birbirinden farklı ve dağınık türmek ister (bu temayül kendini değiştirmek mâ- meseleler gibi gözükse de aslında özü itibariyle nasına da gelir). Hizmete taliptir, memlekete sahip hepsinin temelini ‘’İslâm meselesi’’ oluşturmak- çıkmak, memleketi kurtarmak ve başarmak arzusu tadır. Dileriz gelecek günlerde İslâm’ın mesele- taşır… Dozu ve derinliği farklı da olsa sisteme karşı leri gelenek ve modernite eşliğinde üst düzeyde muhalif bir tavır içindedir fakat sisten hakkında- tartışılıp, çözüm üretme yolunda adımlar atılır… ki bilgisi zayıf ve yorumlama kapasitesi düşüktür. Dipnotlar: İşte bu ikinci, üçüncü neslin fikirleri bugün ik- 1-İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Ola- rak İslâm, İstanbul, 2009, s.14. tidardadır dersek yanlış bir şey söylememiş olu- 2-İsmail Kara, a.g.e, s.28. ruz. Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü’nde çizdiği 3- Ahmet Arslan, İslâm Felsefesi Üzerine, İstanbul, 2013, bu tip Müslümanlar, 1970’lerden itibaren aktif s.47. bir şekilde muhalifliklerini sürdürmüşler, Pa- 4-M. Emin Erişirgil, Neden Filozof Yok?, Ankara, 1975, kistan’daki ‘’İslâmî’’ hareketlerden ve İran’daki s.52. Aktaran: İ. Kara, a.g.e, s.15-16. ( Bundan sonra kitaptan alınan alıntılar, sadece italik yazıyla belirtilecek ‘’İslâm’’ devriminden etkilenmişlerdir. Bu me- olup, dipnotlarda gösterilmeyecektir) yanda ‘’milli’’ olmaktan keza daha çok beynel- 5- Bu kavramla ilgili meşhur tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın milelcidirler (yahut ‘’ümmetçidirler’’ dolayısıyla eserlerine bakılabilir. Bkz, Türk Sufiliğine Bakışlar, ayakları ‘’bu toprağa’’ basmaz. Bu bir nevi tarih Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Türkiye ‘’şuursuzluğu’’dur. Millet denilen şey tarihinden Sosyal Tarihinde İslâmın Macerası ilh. ibaretse bu şuursuzluk içler acısı bir durum ve ‘’muhteşem’’ bir kâzipliktir). Ayrıca 70’lerden

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 7 POSTMODERN TUZAKLAR VE ENTELEKTÜEL ANLAMSIZLIK Ruh Adam’dan Recep İvedik’e

-Metin Savaş- Postmodern zamanlarda yaşamaktayız. Küre- bütün robotuz. Mekanik bir küresel dünyada selleşme dediğimiz yeknesaklığın çağındayız. yarım-insanlarız şimdi artık. Twitter ya da Fa- Çok-kültürcülük veya çoğulculuk adı altında cebook bağımlısı sanal insanlarız. Vaziyet böyle bütün renklerin soldurulduğu bir yanılsamalar olunca da gerçeklik hissimiz körelip gitmiştir. içindeyiz artık. Tek-dünya devletinin hedeflen- Neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt ede- diği şeytanî bir sistem yürürlüğe girmiştir. Bu mez durumdayız. Televizyon dizilerinde rol ke- kötücül sistem “aldatma” üzerine inşa edilmiş- sen meşhur oyuncular sokağa çıkıp da halkla tir ki, biz buna “oyalama” da diye- (seyirciyle) buluştuklarında biliriz. Oğuz Atay boşuna “Tehli- “anlamsızlık ve oyalama” fak- keli Oyunlar” demiyordu. George törleri derhal devreye giriyor. Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Şöyle ki: Meşhur oyuncunun Dört” kurmacası artık gerçekleşme gerçek kimliği nedir? Tereddüt safhasındadır. Jean Baudrillard’ın ediyoruz. Dizi filmdeki rolüy- “anlamsızlık” dediği yerdeyiz. İçi le onun gerçek hayattaki ger- boşaltılmış acayip bir küresel kül- çek kimliğini karıştırıyoruz. türdür söz konusu olan. Dışarıdan bakıldığında cafcaflı AVM vitrin- İşte tuzak buradadır! leri gibi parlak, albenili ve son de- rece çekici ve hatta büyüleyici bir Anlamsızlığın ya da tehlikeli evrensel tek medeniyet dayatma- oyunların içinde bizler hiçbir sının tutsaklarına dönüşüyoruz. şeyden emin olamayız. Post- Tamamen tüketime yönelik şu- modern düşünceyi benimse- ursuz bir dünya toplumu kendi- miş birinin önüne herhangi liğinden oluşuyor. Kendiliğinden bir âyet-i kerimeyi koyalım. Bir diyorum çünkü söz konusu karan- misal: “Allah’tan başka tanrı lık ütopyayı tasarlayanların bütün yoktur.” Postmodern düşünce- kara-projeleriyle birlikte insanlık de mutlaklık bulunmadığı için- gönüllü olarak ölümcül sisteme dir ki her şey izafidir. Şu halde balıklama atlamaktadır. Şimdi artık Malkoçoğ- postmodern birey “Allah’tan başka tanrı yoktur” lu değil Recep İvedik revaçtadır. Anlamsızlığın âyetine kuşkuyla bakabilecektir, bu âyeti dilediği karakteridir Recep İvedik tiplemesi. Bir karakter gibi yahut da işine geldiği şekilde çarpıtabilecek- bile değildir. Ona karaktersiz de diyemiyoruz. tir. Görecelik esas olduğu için mutlak bir âyetin Diyemiyoruz çünkü karaktersizler kötülerdir. bile mutlaklığını sulandırmak mümkün olabi- Oysaki Recep İvedikler içi boşaltılmış tipler ol- lecektir. İşte bu sebeple biz bu yazımıza “post- maları itibarıyla tehlikeli oyunların paryalarıdır- modern tuzaklar” başlığını koyduk. Postmodern lar. Ne oldukları yahut ne olmadıkları belirsizdir. zamanlarda İslamiyet dahi tahrif edilmiş dinler arasına sürüklenmek isteniyor. Tehlike burada- İşte bu “belirsizlik” postmodern zamanların ya- dır. Vahiy elbette saflığını muhafaza edecektir şam tarzıdır. Ne tastamam insanız ne de büs- ama postmodern düşünce bu saflığı (argo tabir-

8 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 le) takmayacaktır. Deccal dediğimiz şey bir kişi diren husus, modernistlerin o kendilerine göre olmaktan ziyade bir düşünüş, bir yaşam ve bir idealistliğinin postmodernlikte bertaraf edil- uygarlık biçimidir. Biz buna kara-uygarlık diye- mişliğidir. Modernistler eğiterek dönüştürmek biliriz. Evanjelistlerin ve Siyonistlerin peşinde derdindeydiler. Postmodernistler ise Recep İve- koştukları Tek-dünya Devleti’ne tek uygarlık diklerden mürekkep bir toplum oluşturmanın lâzımdır. Tanrı’nın Krallığı büyük biraderin tek peşindeler. Anlamsızlık, oyalama ve aldatma! gözünün gözetimi altında kurulabilir ve devam ettirilebilir. Türk mitolojisindeki Tepegöz’ü ha- AVM kültüründe Recep İvediklere yer vardır ama tırlayalım. Tepegöz hem cezalandırıcıdır hem Çalıkuşu Feride’ye yer yoktur. Çünkü Feride idea- de Oğuz toplumuna musallat olmuş bir kötü- list (ülkücü) idi… Yüzbaşı Şeref’in “Tiyatro bitti. lüktür. İnsan yiyen Tepegöz her hamlesinde Beklemeye lüzum görmüyorum!” dediği sınırda- Oğuz toplumunu peyderpey tüketmektedir. yız. Postmodern zamanlar ölümdür. Amerikalı ideologlar (Fukuyama gibiler) işte bunun için Sosyolog Zygmunt Bauman “postmodern sanat” “tarihin sonu” söylemine sımsıkı sarılıyorlar. Ta- başlıklı bir denemesinde şöyle diyor: “Postmo- rihin sonu demek kıyamete giden yol demektir ki dern dünyada olmayan tek şey hareketsizliktir; Tanrı’nın Krallığı ancak böyle mümkün olabile- bu dünyada her şey hareket halindedir. Fakat bu cektir. Küreselleşmenin hedefi çok bariz bir şekil- hareketler rastgele ve dağınıktır; kesin istika- de Tek-dünya Devleti’dir. Modern zamanlardaki metlerden yoksundur.”1 Tüketim kültüründeki bankaların yerini şimdi artık AVM’ler almıştır ve rastgele ve dağınık hareketliliğin hiçbir amacı postmodern çağın sanatı da kendi sanatçılarını yoktur; dolayısıyla anlamsızlık hükümrandır. üretmektedir. Türk edebiyatında Orhan Pamuk Bauman’a göre modern zamanların bir amacı ve Elif Şafak gibiler böyledirler. Merhum Attilâ vardı ve bu amaç protest bir yaklaşım sergili- İlhan bir televizyon programında sunucunun yordu. Modern zamanlarda (haklı veya haksız) “Orhan Pamuk hakkındaki görüşünüz nedir?” geleneğe direniş vardı. Hâlbuki postmodern za- sorusuna şu karşılığı vermişti: “Onların adamı!” manlarda hiçbir anlama yer kalmıyor. Jan Val- jan modern zamanların kahramanıydı. Recep Orhan Pamuk’un romanlarında belirgin bir ni- İvedik ise bir kahraman bile olamıyorsa durup telik gerçekten de vardır fakat onun romanla- düşünmemiz gerekiyor demektir. Bauman, mo- rında ıstırap ve gerilim neredeyse hiç yoktur. dern zamanların entelektüellerini özetle şöyle Bütünüyle yüzeysel ve ansiklopedik bilgi yığını savunuyor: “Modernistler; olgunlaşmamış, geli- metinler üretmektedir Orhan Pamuk ve benzer- şimini henüz tamamlamamış ve geç kalmış ola- leri. Dolayısıyla, postmodern zamanlara uygun rak gördükleri insanları aydınlatmak, eğitmek, olarak içi boş (anlamsız) bir edebiyat ve sanat dönüştürmek ve bunlara bir şeyler öğretmek söz konusudur. Dostoyevski’nin metinlerindeki istiyorlardı.”2 Biz bu bakış açısına katılırız veya o ıstırap, o derinlik ve o fevkalade gerilime post- katılmayız. Çünkü modernlik de hoşnutsuzluğa modern sanatta pek tesadüf edemiyoruz. Baud- yol açmıştır. Bizi burada, bu yazımızda ilgilen- rillard bunu şöyle izah ediyor: “Mevcut dünya düzeninin amacı kesinkes olaysız bir dünyada ya- şanmasını sağla- yabilmektir. Oysa bu bir anlamda tarihin de sonu demektir.”3 Olay- sız bir dünya, üs- telik de kesinkes olaysız bir dünya elbette ki tarihin

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 9 akışını durduracaktır. Tanrı’nın Krallığı dediği- Postmodern sanatta hem estetik değerin bulun- miz şey budur ama bu krallık gerçekte Deccal’ın maması hem de namevcutluğun hâkimiyeti ne Krallığı olacaktır. Baudrillard yukarıda alıntı- demektir? Tabii ki anlamsızlık ve aldatmaca de- ladığımız sözünü “Şeytana Satılan Ruh” adlı mektir! Recep İvedik tiplemesi işte bunun için kitabında söylüyorsa Deccal’ın Krallığı iddiası postmodern zamanlarda gereklidir ve Recep herhalde mesnetsiz bir söylem olmayacaktır. İvedik sadece bir tiptir; karakter değildir. Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’ı da derinliksiz Bauman, “Postmodern sanat bir tür entelek- bir roman kahramanıdır; toplumsal olgu değil- tüel antifiriz görevi yapmaktadır” diyor ve ek- dir; gerçekmiş gibi görünen bir ucubedir. Böy- liyor: “Postmodern sanat, anlamın yapısının lesi bir ortamda postmodern bireyler AVM’leri sökülmesidir.”4 Bauman’dan özetlediğimiz bu tavaf edeceklerdir ve Ruh Adamların dramlarını saptamanın devamı ise şöyledir: “Postmo- umursamayacaklardır. S. Ahmet Arvâsî “akıl- dern sanatı yıkıcı bir güç yapan şey budur.”5 zekâ-vahiy” ilişkisini irdelediği bir yazısında şöyle diyor: “Sanatkâr eser verirken aklın ka- nunlarını zorlar ve bazen onu kırmaya çalışır. Gerçek sanatta daima bir isyan kokusu vardır. Bu isyan, esarete karşı hürriyet çığlığı, mono- tonluğa karşı yaratma hamlesini özleme, eşyanın karşısında insanın sesini duyurma çilesidir.” 7

Postmodern sanatçının yapıtında ortaya çıkan pratik, Bauman’ın ifadesiyle, toplumsal olgu ola- rak bile mevcut değilken gerçek sanatın hürriyet çığlığını ve isyan kokusunu nerede bulacağız? Postmodern toplumla birlikte postmodern sa- natçı da monotonluğun gönüllü tutsağıdır. Bu yazımızın başına geri dönecek olursak: “Postmo- Postmodernizm, kimilerine göre, modernizmin dern zamanlarda yaşamaktayız. Küreselleşme de- radikal bir devamıdır; kimilerine göreyse moder- diğimiz yeknesaklığın çağındayız.” Monotonluğa nizmin karşıtı ve düşmanıdır. İşte anlamsızlık karşı yaratma hamlesi tükenmiştir diyemeyiz burada bile vardır. Vardır çünkü postmodernli- ama kasıtlı olarak tükenmişlik algısı dayatılmak- ğin ne olduğu bile belli değildir. Bir piç gibidir. tadır. Orhan Pamuk gibilerin sanatsal ürünleri Modernizm geleneğe meydan okumuştu. Bu AVM’lerin cafcaflı vitrinlerinden farksızdır. Ya- bağlamda modernlik yanlıları modernist ede- ratma değil taklit esastır. Benim Adım Kırmızı’yı biyattaki kahramanların tarafını tutuyorlardı. okuyanlar Umberto Eco’nun Gülün Adı romanı- Postmodern sanat ise geleneğe ve çok-kültürcü- nı hatırlıyorsa yaratma hamlesini özlemek güme lüğe sarılırken (modernliğe meydan okur görüne- gitmiş demektir. Son sözü –yine özetleyerek– Ba- rek, millî devletlere ve milliyetlere karşı çıkarak) uman’a söyletelim: “Diyebiliriz ki postmodern sa- Ruh Adamlar değil Recep İvedikler inşa etmekte- natın anlamı, anlam yaratma sürecini taklit etmek dir. Anlamsızlığın hududu yoktur. Bütün kutsal ve bu sürecin kesintiye uğramasını önlemektir.8 veya kanonik metinlerle birlikte Kur’an-ı Kerim Dipnotlar: bile çarpıtılması gereken metinler arasındadır. 1-Zygmunt Bauman, Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 141, Böylelikle de saf din şeytanî bir yaklaşım sonu- Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013 2-Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 144 cunda tahrif edilmiş dine dönüştürülebilir. Bu ise 3 -Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh, sayfa 113, Doğu Batı Yayınları, kıyamet demektir çünkü artık vahiy kesilmiştir. Ankara 2012 4-Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 159 Bauman, postmodern sanatçıların veresiye yaşa- 5-Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 160 maya mahkûm bulunduklarını belirtir ve şöyle 6-Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 161 7-S. Ahmet Arvâsî, Kendini Arayan İnsan, sayfa 72, Burak Yayınevi, der: “(Postmodern sanatçıların) kendi eserle- İstanbul 1998 riyle ortaya çıkan pratik, bırakın estetik değeri, 8-Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları, sayfa 159 bir toplumsal olgu olarak bile mevcut değildir.”6

10 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Anlatılmamış Bir Efsane: Küçük Murad Reis

-Mehmed Kazanlı-

Çocukluğumuzdan beri, çoğumuzun zihnine man olarak “Murad” adını almıştır. (Batılı kay- az veya çok aşılanmış bir algı vardır: Osman- naklar, Müslüman oluşu hakkında “Türk oldu” lı Devleti olarak, birkaç yüzyıl boyunca Akde- anlamında ‘turned Turk’ ifâdesine yer verir.) niz ve Karadeniz’de önemli bir güç olmuş fa- kat denizlerde bundan ileriye gidememiştik… Denizcilik bilgi- si nedeniyle Türk Kabul edelim, birkaç satır bilgiyle geçiştirilen de- korsanlara katı- niz hâkimiyetimiz dışında, Türklerin Cebelita- lan Murad Reis, rık’tan dışarı çıkıp bir faaliyet yürüttüklerini pek kendisi gibi aslen fazla okumadık. Hatta bazılarımız, Türk tarihini Hollandalı olan okuldaki tarih kitaplarından ibaret zannettiği için Süleyman Reis bu meseleleri araştırmaya tenezzül dahi etme- (eski adıyla, de yip, bize anlatılanları mutlak doğru kabul ettik. Veenboer) ile de- nize açılmıştır. Bu konudaki görüşlerimi aktardıktan sonra yazı- 1619 yılına ge- mızın esasını teşkil eden kısma geçmek istiyorum. lindiğinde Süley- man Reis ölmüş, kendine bir gemi edinen Koca’ Küçük Murad Reis Murad Reis ise buna müteakip bağımsız şekilde hareket etmeye başlamıştır. İlerleyen günlerde Bizim “Küçük Murad Reis” diye bildiğimiz bu bölgedeki gücünü iyice artıran Murad Reis, 14 denizci, aslen Hollandalı olup, sonradan Müs- büyük denizciden oluşan bir korsan hüküme- lüman olmuş bir şahsiyettir. Müslüman olma- ti kurmuş ve bu hükümetin başkanı seçilmiştir. dan önceki adı Jan Janszoon van olan bu şahsiyet, 1570 yılında Hollanda’nın Haar- Murad Reis önderliğinde çeşitli liman baskınları lem bölgesinde doğmuştur. 1595’te ülkesinde yapan bu korsan birliği, kısa sürede zenginleşmiş, evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. 1600 yılında hatta ’da boy göstermeye başla- denize açılan Jan Janszoon, Seksen Yıl Savaş- mıştır. Murad Reis denizde başa çıkamayan Hol- ları’nda yer almış ve İspanyollara karşı deniz- landa Devleti, çareyi Murad Reis’in Hollanda’da de savaşmıştır. Bu savaşta Hollanda Devleti’yle bulunan eşine gitmekte bulmuştur. Hollanda hizmet karşılığı para konusunda anlaşan Jans- Devleti tarafından kendisine baskı yapılan kadın, zoon, ilerleyen yıllarda bu anlaşmanın kuralla- eşine mektup yazarak, ondan korsanlığı bırakma- rını ihlâl etmiş ve Kuzey Afrika kıyılarında çe- sını istese de Murad Reis bu teklifi reddetmiştir. şitli ülkelerin gemilerine saldırmaya başlamıştır. Cevap olarak Veere Limanı’nı işgal eden Türklerle olan münasebeti; 1618 yılında, Kanarya Murad Reis, bu limanda kendisine katılan Adaları’nın 7 büyük adasından olan, pek çok Hollandalı gönüllüyle birlikte eli- Adası’nda Türkler tarafından esir edilip Cezâyir’e ni kolunu sallaya sallaya limandan ayrılmıştır. götürülmesiyle başlar. Cezayir’deki günlerinde İslâm’ı gözlemlemiş, bir süre sonra da Müslü- 1627 yılına gelindiğinde, Murad Reis âdeta bölge-

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 11 nin en büyük korsan otoritesi olmuştu. Bristol Kör- Murad Reis’e dönecek olursak; seferle- fezi’ndeki Adası’nı ele geçirerek o dönem ri hız kesmeksizin devam eden bu aksiyon büyük kabul edilen pek çok İngiliz limanını haraca adamı, 1631’de İrlanda’da Baltimore’a çıka- bağlamıştır. Yaklaşık 5 yıl Lundy Adası’nı kontrol rak bu yerleşim biriminden yüklendiği gani- eden Murad Reis, ilerleyen yıllarda düzenlediği se- metle birlikte üssü olan Cezayir’e dönmüştür. ferlerde bu adayı korsan üssü olarak kullanmıştır. Yalnızca Murad Reis değil, ona bağlı pek çok kor- Yine 1627 yılında, üs- san da Atlantik Okyanusu’nda geniş çaplı hare- sülharekesinden uzakta ketlere girişmiştir. Bu hareketleri kısaca saymak bulunan İzlanda’yı 4 ge- gerek ise, Türk korsanları Kanada’ya bağlı New- miyle ele geçirmiştir. İz- foundland Adası’na ayak basmış, devamında landa’da aynı yıl içinde Kanada’nın St.Lawrence ve Labrador kıyılarını Türkler tarafından 2 kere bombardıman ederek ilerleyen Türk korsan- işgale uğramış ve 26 gün ları Amerika’nın Virgina kıyılarına ulaşmıştır. boyunca adayı hâkimi- Buradan devamla Türk korsanları Karayipler’e yeti altında tutulmuştur. doğru harekete geçmiş fakat bu haberi alan böl- Adanın güney ve doğu gedeki İspanyol korsanlar telâşlanmış ve her kısmındaki limanları yıl Cezayir’e haraç ödemek kaydıyla Türk kor- vurarak ilerleyen Mu- sanlarının Karayipler’e gelmesini engellemiştir. rad Reis, bölge halkının “” olarak Yine Murad Reis’e dönelim; 1635’te, demirledi- adlandırdığı Westman Adaları’nı ele geçirmiştir. ği ve gemisine bakım yaptığı sırada Şö- valyelerinin baskınına uğrayan Murad Reis, esir İzlanda ve çevresindeki adalarda kendisine dire- edilerek 5 yıl boyunca forsa olarak çalıştırılmış- nenlerden aldığı 400 ilâ 900 arası esirle birlikte tır. 1640 yılında, Murad Reis’i kurtarmak için Cezâyir’e dönmüştür. Dönüş yolunda karşılaştı- gemiye baskın yapan Türk korsanlar muvaffak ğı Danimarka gemisini hiç zayiat vermeden hile olmuş ve deniz kurdu Cezayir’e dönebilmiştir. yoluyla ele geçirmiş ve yoluna devam etmiştir. İzlanda’nın Türk korsanlar tarafından işga- Cezayir’e döndüğü zaman Berberî Dev- li, ada tarihinin mühim olaylarından sayılır. leti tarafından çok güzel şekilde karşılan- Bu sebepledir ki İzlandalıların hâlâ kullandı- mış, Kalesi’ne vali yapılmış ve öm- ğı “Tyrkjaránið” (İnsan çalan Türk) deyimi- rünün kalan 1 yılını burada geçirmiştir. nin ortaya çıkmasına sebep olmuş, hatta 1970’li yıllara kadar İzlanda’da Türk öldürmek suç sa- Yararlanılan Kaynaklar: yılmamıştır. (Tabi adada öldürecek Türk bu- -Ólaf Egilsson, Reisubók Séra Ólafs Egilssonar. lunmadığı için kimse öldürülmemiştir. : )) (Eserin İngilizcesi için bknz : Karl Smári Hre- İzlanda’dan topladığı esir kafilesinin içinde, ada- insson & Adam Nichols The Travels of Reverend nın yetkililerinden piskopos Olaf(yahut Olafur) Ólafur Egilsson) Egilsson da vardır. Murad Reis, elindeki İzlandalı -Bernard Lewis, Revue de l’Occident Musulman esirler için Danimarka Kralı’ndan fidye ödeme- et de la Méditterranée. sini istemiştir. O dönem mezhep savaşları yü- --Mithat Sertoğlu, Türklerin İzlanda Akını ve zünden ekonomisi iyice bunalan Danimarka ise, Müslüman Olan İngilizler (Yazı için bknz: Tarih esirlerin yalnızca bir bölümünü kurtarabilmiştir. Dünyası, Sayı:1, 15 Nisan 1950, s. 28–29) Ólafur Egilsson fidye sayesinde kurtulmuş olsa -Yılmaz Öztuna, Atlas Okyanusu’nda Türkler, da eşi Ásta Þorsteinsdóttir dönememiş, ancak Hayat Tarih Mecmuası, Sayı:8, Eylül 1967, s. 5–6. 10 yıl sonra 1637’de kurtulabilmiştir. Yukarı- --Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cild 2, da bahsi geçen ve yer verdiğimiz İzlanda Sefe- İstanbul 1986, Faisal Finans Kurumu Yayınları, ri’nin detaylarını da, Ólafur Egilsson’un ülkesine s.127 (ayrıca s.131) döndüğü zaman yazdığı “Reisubók Séra Ólafs Egilssonar” adlı hatıralarından öğreniyoruz.

12 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Küreselleşme ve Milli Hayat Üzerine Düşünceler

-Özkan Özyurt- 1950 ve 1960’lı yıllarda bilgisayar ve internetin nun gözüyle değil; farklı bir gözle bakabiliyor… ortaya çıkması, radyo ve televizyonun yaygınlaş- ması, sabit telefon iletişiminin büyümesi; ortaya Daha ilkokul çağındaki çocuklarımız, televizyon iletişim bilimci Marshall MCLuhan’ın 1964 yı- kanallarında “küresel menşeli” çizgi-filmleri, lında Understanding Media’da ortaya attığı “The animasyon filmleri izlemeye başlayarak, ken- Global Village” kavramını çıkartmıştır. MCLu- dilerini gördükleri karakterler gibi yetiştirmek, han kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte onlara benzemek ve onlar gibi yaşamak hayalleri “The Global Village”daki herkesin dünyada yaşa- kuruyorlar. Böylelikle, “maruz kalınan şey” ken- nan her şeyden haberdar olacağını, toplumla- di öz kültürü, köylerde aile toplantılarında konu- rın zamanla birbirlerine şulan “o eskiler neymiş benzeyeceğini ve dünya- be” denerek başlanan nın küçük bir köy haline ve “imana bak hele” geleceğini ifade etmiştir. diyerek biten hikâye- lerdeki imanlı, güçlü, Dünyandaki haber alma ahlaklı kahraman gibi olanaklarının maksi- olmak hevesi yerine mum seviyeye geldi- “küresel menşeli” ka- ği günümüzde, dünya rakterler gibi olmak, küçük bir köyden çıkıp onların aile yapısına artık mahalle olmaya hayranlık besleyerek, başladı... İnsanlar sanki öyle bir hayat yaşamak pencereden kafasını çı- istiyorlar. Meselâ basit kartıp yan komşusuyla bir örnek olarak: ço- konuşur gibi fikirlerini başkalarına kolayca ak- cukluktan başlayarak 15’lilerin kahramanlıkları tarabiliyor; tele konferanslar, hatta görüntülü ve cefakarlıkları uzun bölümlü bir çizgi-film ola- konferanslar bile yapılabiliyor… İnsanlar yüz rak çocuklara izletilerek çocuklarımıza bir “mis- milyonlarca insana bir tweet vasıtasıyla haber yon” verilebilecekken, bütün kanallarda yüzlerce verebiliyor, bilinç geliştirilebiliyor; örgütlenme- kez 8 yaşındaki Cedric’in bir kıza nasıl aşık oldu- ler yapılabiliyor… İnsanların bu kadar fazla bir- ğu, dedesinin ‘kızı tavlaması için’ ona nasıl yar- birleriyle etkileşim halinde oldukları ve her şeye dımcı olduğu izletiliyor. Bu bilincin, çocukluktan bu kadar etki edebildikleri bir ortamda haliyle başlayarak bilinç altına işlemesiyle birlikte genç kültür, ahlak ve bakış açısı dediğimiz mefhum- nesiller, Müslüman Türk anlayışının çok dışında, lar da değişiyor. Dünyanın neresinde olursa ol- daha Avrupai; her Türk gencinin kendini mahal- sun, insanlar bu etkileşimle, dünyada yaşanan lesinin namusundan mesul sayan misyonuna hiç ve yaşanmakta olan hadiselere, kendi toplumu- sahip olmayıp, mahalledeki kızlarla nasıl daha

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 13 yakın ilişki kurabilirim, nasıl daha çok kişiyle oturduğunda ilişki kurabilirim düşüncesine sahip oluyorlar. ise aynı şey- lere gülen ve ***aynı şeylere We Are Social tarafından geçen yıl yayımlanan üzülen yüz “Digital in 2016” raporuna göre dünyada 3,4 mil- milyonlar- yar insanın internetle bağı var, 2,3 milyar insan ca insan or- da aktif sosyal medya kullanıcısı… Bu da demek tak kültüre oluyor ki, dünyada 2,5 milyardan fazla insan “kü- ait oluyor. resel kültürün” ortağı! 1960’lardan bu yana ev- rimleşerek önce radyo reklamları, sonra televiz- *** yon reklamları, şimdi de ağırlıklı olarak internet Yine We Are Social’ın 2016 verilerine göre Tür- reklamlarıyla birlikte ciddi bir “küresel ‘ürün’le- kiye’deki internet kullanıcısı sayısı 46,3 milyon, re” maruz kalan kitle var! Bu insanlar, dizi, film, aktif sosyal medya kullanıcısı ise 42 milyon… Bu çizgi-film ve reklam kanalıyla aynı ortak kültüre da 79 milyon nüfusa sahip ülkemizin yarısından maruz kalıyorlar… 2,5 milyar insan maruz kal- fazlasının aktif internet kullanıcısı olduğuna, dığı platformlarda gördüğü hamburgeri yemek, yani “küresel ‘ürün’lere” maruz kaldığını gösteri- müziği dinlemek, kıyafeti giymek; reklamdaki yor. Bu da yukarıda saydığımız ve rahatlıkla göz- telefonu kullanmak, ayakkabıyı giymek vs. isti- lemleyebileceğimiz gibi, yemeden içmeden tuta- yorlar. Sermayenin oluşturduğu dizi-film ahlakı, lım da oturup kalkmaya, gülmeden eğlenmeden espri anlayışı, insanları aynı şeylerden rahatsız- tutalım da müzik zevkine kadar her şey Türk lık duymaya, aynı şeylere gülmeye mecbur bırakı- kültüründen uzaklaşarak, küresel kültürün bize yor. Neredeyse bütün kültürlerde ayıp sayılan ve getirdiği yaşam biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

Küreselleşmenin karşımıza çıkartmış olduğu mevcut kültürlerin bozulma durumu, Türk kül- türünü de derinden yaralamaya başlamıştır… Ortada salt bir kültürden, dışa kapalılıktan bahsetmiyoruz. Zaten, bu da mümkün değil; neticede değişim bir kanundur, kendini değişti- remeyen, yenilenemeyen her şey yok olur. Türk kültürü de haliyle çağın gerekliliklerine göre değişim gösterecektir; farklı sanatsal, toplum- sal faaliyetlerle etkileşim içinde olacaktır -ki yaratıcılığını kaybetmesin... Bunu Tanpınar “devam ederek değişmek, değişerek devam et- mek” şeklinde nitelendirmiştir… Binaenaleyh, küreselleşme Türk kültürünü, sıradan bir kül- tür etkileşimi olarak değil, topyekün yok edi- dinlerce de günah sayılan erkek ve kadının nikâh- ci şekilde etkilemeye başlamıştır. Türk dizi ve sız birliktelik yaşaması, hangi kültürden olursa filmlerinde bile hiçbir şekilde günlük hayatta olsun herkese olağan; insanların kutsal saydığı namaz kılınmıyor, en azından erkek karakterler değerlerin işlendiği ‘esprilerse’ izleyiciye komik Cuma günleri, namaza dahi gitmiyorlar… Saygı, geliyor. Sabah aynı telefon melodisinin uyandır- edep, hayâ mefhumları ise milli hayatımızdan dığı, aynı kahveyle kahvaltı yapıp, iş yerinde aynı izler taşımıyor, küresel hayata doğru gidiliyor. hamburgerle öğle yemeği yiyen; akşam eve dö- nerken gün içinde ‘maruz kaldığı’ ürünü alarak Çocukluktan başlayarak hayata Türk kültürüy- eve dönen, evde aynı düzenle kurulmuş ‘masa- le hazırlanmayan nesiller, gelecekte kendilerini da’ yemeğini yiyen; televizyonun karşısına geçip Türk kültürüne ait hissetmeyeceklerdir. Çünkü

14 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 daha lise çağlarında kendilerini küresel kültüre zın kişilik kazandıkları ve birey oldukları bu dö- ait hisseden, kendi kültürüne ait şeyleri bayağı- nem, ilerleyen hayatları için de çok büyük önem lık veya saçmalık olarak gören; mezun olduktan arz etmektedir. Bugün bilgi merkezli verilen il- sonra uzak memleketlere medeni insanların(!) kokul, ortaokul ve lise eğitimlerimize, Gökalp’ın yanına taşınma hayali kuran nesilleri, bu hayalleri söylediği “milli terbiye” de ilave edilmelidir. Ço- kurdurduktan sonra döndürmek zordur… Genç- cuklarımız edep, haya, milli ahlak, davranış ve liğimizde hızla artan kendini küresel kültüre ait birçok bizi biz yapan öğeyle terbiye edilmeli, mil- hissetme durumu; içimizden kendini Türk kültü- li bir şuur yüklenmelidir. Medya şirketlerimiz ise rüne ait saysa bile yemesi, içmesi, oturup-kalk- aynı Amerika’nın neredeyse bir asır önce çıkart- ması, konuşmasıyla küresel kültürün malı olma tığı halk kahramanı ve idealize edilmiş erdemli durumu çok ciddi şekilde baş göstermektedir… Superman gibi, Türk çocuklarının da yeni karak- Misyonunu kaybetmiş “Türk’ün cihangir olaca- terler yaratılarak veya geçmişteki kahramanlar ğına” inanmayan nesiller yetişmeye başlamış- daha idealize edilerek ekranlara yansıtılıp çocuk- tır… Hiçbir şekilde mücadeleden yana olmayan, larımıza örnek olmalıdır. İlerleyen yaşlarında mücadele etmek yerine, “burada okurum orada belli bir şuura ulaşmış genç, kendi rızasıyla ferdi bir savunma mekanizmasını devreye sokacaktır ve milli hayatımıza zarar veren dış etkenlerden kendi özelinde toplumu koruyacaktır. Müslü- man Türk’e neden yaşadığı unutturulmamalıdır! Milli ateşle yanan yeni nesil, milli üslubumuzu devam ettirecektir. Millete hizmet aşkıyla yanıp tutuşan yenil nesil, sinemada, televizyonda, mu- sikide, mimaride, edebiyatta, iktisatta, teknikte ve birçok ilim alanında milli üslubumuzu devam ettirecek, hatta yeni bir milli üslup yaratacaktır.

*** Ferdin, ne kadar bağlı bulunduğu değer ve kim- lik varsa bunları ferdin özgürlüğünü kısıtlayıcı unsurlar olarak sayan; ferdin bu unsurlardan çalışırım, hayatımı yaşarım” mantığıyla ciddi bir sıyrılıp dünya vatandaşı olmasını salık veren milli benliği kaybetme hâli var. Milli benliğine küreselleşmenin dünyayı ve bizi kavurduğu sahip çıktığını söyleyenlerimizin de bu milli ben- XXI. yüzyılda; milli benliklerin hızla yıprandı- liğe ne kadar ve nasıl sahip çıktığı da şüphelidir? ğı günümüzde bir basübadelmevt yaşamalıyız; bu da ancak kişiliğimizi kazandığımız eğitim ***kurumlarının ve etkilendiğimiz kitle iletişim Küresel kültürün ve küresel vicdanın zehirli araçlarının millileşmesiyle meydana gelir. Eğer, yanlarından milli benliğimizi korumak için ön- şimdiden başlayarak nesillerimizin vizyonsuz celikle geleceğin teminatı olan Türk gençliğine yetişmesinin ve zehirlenmesinin önüne geçe- görev düşmektedir. Yeni nesil, bilgisayar, tele- mezsek, küreselleşen dünyada, maalesef yön- fon, tablet ve oyun konsollarında çok fazla vakit lendiren değil; yönlendirilen bir millet oluruz! harcamaktadır. Bu ev içinde bile bireysel hareket etme durumu nesilden nesile aktarılan milli ter- biyenin aktarılamamasına, nesiller arası kopuş yaşanmasına ve neticede de milli benliğin 20’li yaşlara gelindiğinde kaybolmasına yol açıyor…

Çocuklar ilkokul çağına geldiğinde, resmi bir dev- let kurumuyla ve okul arkadaşlarıyla başlayan bir toplumsallaşma dönemine giriyor. Çocuklarımı-

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 15 Samanda Yolculuk

-Mustafa Şahin- Eline kendi adına yazılmış bir sı yazılmış yarısı boş sayfalar, cektir demektir, benim diğer in- mektubu alalı on seneyi geç- boş sayfalar, farklı renklerde sanlara zarar verme konusunda mişti. Kimsenin kısa yazacak bazısı bitmiş bazısı bitmemiş başkalarından aşağı kalır bir kadar uzun vakti olmadığından kalemler, masanın tamamına yanım olduğunu iddia ettiğimi farklı iletişim araçları aracılı- yayılmış küller, küllük… Aradı- düşünmeni istemem. Sadece dü- ğıyla insanlar görüşmeye baş- ğı bıçağı bulunca masada eksik şünüyorum ki, herkes tanımadı- lamışlardı. Herkes, herkese her olan şeyin ne olduğunu bir an ğına gösterdiği nezaketi tanıdık- şeyi söylüyordu ama kimsenin düşündü, kabanının cebinden larına gösterse dünya daha iyi kimseden haberi yoktu. On sigarasını alıp geldi ve masanın bir yer olabilir. İnsanlar yaban- sene evvel okuduğu mektup eksiğini tamamladı. Zarfı açtı, cılara nezaket gösterilmediğin- ise nostalji olarak askerdeki bir içinden birden fazla sayfa çıktı, den yakınır, ben de bir insanım akrabası tarafından kendisine mektup dolma kalemle yazıl- ama kanaatimce bizim eksiğimiz yazılmış bir metinden ibaretti. mıştı, sayfalar, obsesif kom- bizden olanlara göstermediğimiz Bu eski nostaljiden vazgeçme- pülsif bozukluğu olanların bile nezakettir. Hemen gelişme kısmı- yen, mevzisini terk etmeyi red- hayran kalacağı bir düzene sa- na geçmek istemiyorum. Sadece deden iki varlık vardı, biri Türk hipti, sağ üst köşesinde “1” ya- seni tanıdığım kadarıyla peşrev- Devletiydi, diğeri ise kendisini zan sayfadan okumaya başladı; leri sevdiğini biliyorum, bu kısmı yalnız hisseden insan türüy- da mektubun peşrevi kabul et. dü. Zarfı incelerken gönderen “Merhaba. Selamun Aleyküm Ben sana biraz tavsiye vermek kısmında kendi adını görmek diye başlamamamın sebebi mu- istiyorum. İnsanlar işler yolunda onu çok şaşırtmıştı. Acaba han- hatabımı tanımıyor olmanın ver- giderken en iyi niyetli tavsiyele- gi muzip arkadaşı ona, kendi diği tedirginlik değil, ben sadece re bile kulak tıkama mevkiinde adıyla değil, onun adıyla mek- muhatabımın beni tanımıyor ol- olurlar. İşler bozulduğunda ise tup yazmayı akıl etmişti. Gön- masının ona vereceği tedirginliği en olmadık kişilerden kendi ta- derme tarihinde ise bir sorun ortadan kaldırmak istiyorum. lepleriyle en olmadık tavsiyeleri vardı. İçinde olduğu yıldan iki Merhaba demek, benden zarar alıp hayatlarına uygulamaya kal- sene evveli gösteriyordu. Bu gelmez demek imiş. Benden za- karlar. İşlerin yolunda gidiyorsa bariz hatayı nasıl yaptılar aca- rar gelmez demek, elimden ve tavsiyelerime kulak tıkama ve ba diyerek iç geçirdi. Mektubu diğer azalarım- okumak için acele etmiyordu. dan herhangi bir Olağan zamanlardaki hâlinden kimseye herhan- daha yavaş hareketlerle oda- gi bir zarar asla sına girdi. Sandalyeye oturdu, gelmeyecektir masada bıraktığı bıçaklardan demek değildir. birini aramaya koyuldu. Epey Gerçekleşecek karışık bir çalışma masası var- konuşma sırasın- dı, birbiriyle alakası olan ve da benden sana olmayan bir sürü kitap, yarı- zarar gelmeye-

16 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 işlerin kötü gidiyorsa yazdıkla- disi seçilmişti? Rüyada mıy- bir gel git halinin sürekliliğidir. rımın da en nihayetinde yeryü- dı yoksa karabasan mı gö- Bazen uçtuğunu, bazen düştüğü- zündeki tecrübelerden sadece biri rüyordu, bilemedi. Konuşan nü anlatanları dinle. Çünkü onlar olduğunu unutma. Kişisel gelişim birinin sözünü kesmiş gibi his- yalana diğer insanlara nispeten uzmanı falan değilim. Daha fazla setti, utandı, sağ üst köşesin- daha az başvuran kimselerdir. uzatmadan konuya girmek isti- de “2” yazan sayfayı eline aldı; Hiç kimseden hiçbir şey umma yorum. Öğrenebildiğim kadarıy- “Kişisel gelişim uzmanlarına gü- ama herkesten her şeyi bekle. Se- la mektup sana iki sene geç ula- venme diyeceğim, zira terakki nin de “hiç kimse” ve “herkes” kü- şacak. Arayı kapatmak gerekir. yalnız başına olmaz. Fikrin tekâ- melerinden beri olmadığını idrak mülü ancak bir cemiyet içinde et. Bir idealin olsun, muhakkak Evvela, herkese selam, İttihat ve mümkün olur. Cemiyetin gelişme- olsun. Varlığından daha büyük Terakki’ye hasret. Üniversite oku- diği yerde kişiler gelişemez, ancak bir amacı olmayan insan biraz ek- mak bir rüya gibi başlar, karaba- ıstırap çekerek olgunlaşırlar. Ce- sik bir insandır. İdealine ulaşma san gibi devam eder. Eğer rüyan miyete gereken ehemmiyeti ver- uğruna hayatından vazgeçmeye karabasan başlamadan bitti ise meyi sakın ola ki ihmal etmeye- kalkışma. Geleceği yaşamak adı- ne mutlu sana. Rüya bitmeden sin. Ehemmiyet ver demek, onun na bugününden geçmenin ıstıra- karabasan başladı ise de mah- senin üzerinde bir tahakküm kur- bını kendine yaşatma. Unutma, zun olma. Karabasan diye bir şey masına izin ver demek değil, bunu sen uğrunda emek sarf ediyorsan yoktur. Vitamin eksikliğinden da ihmal etme. Yalnız başına kal- ideal değildir, sadece henüz olma- dolayı, vücudunun kendini sana mayı da öğrenmen gerektiğini kol mıştır. Para biriktirme mesela, rağmen koruma isteğinin sonu- saatinin kayışına yaz. Kol saatin olduğunca harca, olmadığında cu senin karabasan zannettiğin yoksa bir tane edin. Zamandan şükret. Biliyorum aklına Belh’in şeydir. Lakin uyanman gerek, kıymetli bir varlığın yok ne yazık köpekleri geldi ama sen muta- vitamin almak için uyanman ge- ki. Cemiyeti eleştir, lakin özeleşti- savvıf değilsin yün hırka terletir rek, vücudun seni, sana rağmen ri denilen varlığının muhasebesi- seni, öyle yaşayamazsın. İçinde uzun süre boyunca koruyamaz. ni de muhakkak yerine getir, eksik bir emaresini görmediğin kimlik- Rüyan bitmedi ise de uyanman bırakma. İnsanlar bazen uçarlar, leri ne cüzdanında ne de kalbinde icap etmektedir. Uykudan uyan- bazen de düşerler. Sadece uçtuğu- taşıma, çöpe at. Her şey olmak manın da bir bedeli var elbette. nu anlatanları olduğu gibi sadece aslında hiçbir şey olmamaktır.” Buna razı isen uyan derim. Uyan- düştüğünü anlatanları da din- mak istemiyorsan, mektubu ya- leme. Dinleme derken etrafında Son cümleler, diğer cüm- rıda bırakmanı tavsiye ederim.” öyle insanların olmayacağı bir hâl lelerden daha fazla tasvir etmeyesin. Dinle, onlarla dikkatini çekmişti. Sanki daha Burada durdu. Bu satırların gülümse ve onlarla ağla. Lakin evvel okuduğu ve okurken altı- müellifi kimdi, neden ken- kaptırma kendini onlara. Hayat nı çizdiği bir kitaptan pasajları

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 17 okuyor gibi hissetti. Cüzda- nındaki kimlikleri, cemiyetin ona atfettiği kimlikleri, ken- disinin kendisine atfettiği kimlikleri düşündü. Çoklu bir şizofreni kabul edilebilecek kadar kimliği olduğunu ha- tırladı. Kimliklerinden han- gisinin ne zaman yeryüzüne çıkacağına, bedenine misafir olup, zihnini kullanacağına bazen kendisi çoğu zaman cemiyet karar veriyordu. Otoritenin kendi üzerinde- ki baskısını son zamanlarda şımarık bir kimlik takınarak kırmaya çabalıyordu. Müref- feh bir hayat yaşamamıştı ve rısızlıklarına üzülecek olmanla ala- ten sonra yeniden başlamak ise müreffeh hayat yaşamamışların kalı, aklından çıkarma: Sen ancak insanı yeryüzündeki diğer türler- olgunluğuna ermişti. Buna rağ- başkalarının mutluluğunu ve acıla- den ayıran en mühim nitelikler- men istediği oyuncak alınmayan rını paylaşabildiğin kadar sensin. den biriydi. Ayaklandı, kabanını şımarık bir çocuğa dönüşebili- Sen, benliğinin tek mimarı değil- giydi, atkısını sardı. Dışarı çıktı, yordu. Midesinin ekşidiğini his- sin. İnsanların acılarına üzül ama gördüğü ilk dükkândan bir pa- setti, yüzü, midesinin tek başı- unutma, ölü evinin ve düğün evinin ket sigara aldı. Hafif bir yağmur na kalmasına müsaade etmeyen misafiri çok olur. Sevdiklerimizin başlamıştı, hafif yağmur altında bir centilmen edasıyla midesine acılarına üzülmekten daha zor ola- yürümeyi ne kadar çok sevdiğini eşlik etti, yeni sigarayı yakmak nı, başarılarına sevinmektir. Büyük düşündü. Sigarasını içerek evinin için sönmekte olanı kullandı. cümlelerin, büyük vaatlerin peşinde aksi yönünde yürümeye başladı. Üçüncü ve son sayfaya uzandı eli. gitme. Sadeliği yakalamaya çalış. Yağmur hızlandıkça yavaşladı, Kim olduğum mühim değil. Ben seni yağmur üzerine değdiği anda su “ Sevdikleri- tanıyorum. Sen de bir gün beni ta- oluyordu. Suyu neyin yağmur yap- ne beraber nıyacaksın. Beni nasıl tanıyacağını tığını idrak etmeye başlamıştı… yaşa, politik sadece sen bulabilirsin, ben beni na- arkadaşlık- sıl bulabileceğini sana söyleyemem, ların ömrü çünkü ben de bilmiyorum. Herkese politikalar selam, İttihat ve Terakki’ye hasret.” değiştirilene ve değişene kadardır, bunu unutma. Mektup bittiğinde midesindeki Başarını kutlayacağın ya da başarı- ekşime sancıya dönüşmüştü ama sızlığına beraber üzüleceğin kimse- yüzü gülüyordu. Bir şeylerin bit- ler edinmediysen başarılı ya da ba- tiğini düşündü Belki de yeniden şarısız olmanın, mutlu veya mutsuz başlamaktaydı, henüz farkına va- olmanın bir anlamı olmayacağını ramamıştı. Elini sigara paketine bil. Cümle düşük değil, senin başa- uzattı, kalmamıştı. Kalmamak rıların ve senin başarısızlıklarından üzerine düşündü, Bitmeyen bir bahsediyorum. Başarılarına sevine- şey yenilenmiyordu. Tükenmek cek, başarısızlığına üzülecek kimse- kullanmakla alakalıydı. Kişinin ler edinmenin ehemmiyeti onların kendini kullanmadıktan sonra tü- da başarılarına sevinecek ve başa- kenmesi kabil değildi. Tükendik-

18 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Bir Ülkücünün Bosna Savaşı günlüğü

Tozu dumana karışmış bir çağ Emzikli bebekler kurşunlanan Kan lekesi kundaklar, kırık beşikler Kadehlerde ruhlar iblislere sunulan Korkulu rüya kireç kesilmiş suratlar Sığınaklarda ahali, dışarıda direniş Düşmek üzere olan koca bir vatan İçimde biçare ilahlardan, sonsuz iğreniş Gürültüler koparken tutamadın çığlığını Mermer taşlı Mostar’a bombalar düşmüştü Saraybosna kül kül dağılırken o sabah Bir zamanlar güller tutan ellerin üşümüştü Yer altında izbe taş toprak yollardan Silahlar kaçırırdık bir ülkü uğruna Sen yaralarımı sarardın ağlamaklı suskun Savaşın kuruttuğu Boşnak kızı Emina.. Kumral kıvırcık saçların uçuşurdu oysa baharlarda Ömrümde yalnızca seninle tattığım balkanlı kokuşun Geceler uzayınca yorulurdu bazen çatışmalar Can verirdi cephede yetişip yüzüme dokunuşun.. Nice vakit bekledin sırtlanlardan kurtulmayı bir nesildik ki kimimiz dava vurgunu parmaklıklar ardında Zindanlarda Kalpleri Bosna’yla beraber çarpardı naçar düşler görsem uzanıp ak bağrında.. Burhan Kazım Çalık

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 19 GAZEL

Vezin: Mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün

Ne bilsin hasretin revnâk-ı âteşbârı dildârı? Onun çeşminde mahpus çünkü dürrefşân-ı cûybârı

Eğer Leylâ’mı yakmak istemiş olsaydı ol âteş Hayâl-i sâye-i cânân duman eylerdi ol nârı

Hanî sâgar? Hanî sâkî? Hanî bülbül? Hanî Bâkî? Gidip Hüzzâm, gidip Kürdî, bugün kalmış Arazbâr’ı

Bu dağlar titreten kudret -ki aşk derlerdi şâirler- Gelip geçmiş fakât hâlâ nazar eyler o dîdârı

Eyâ bülbül! Eyâ müştâk! Eyâ asrî Nedîm! Heyhât! Ki yanmaz, yandırır, zincir-misâldir zülfüyârı

Doğukan Oruç

20 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Gülzade’m

Bak haykırdım! Sevdamı, yankılandı dağlarda Kulak tıkadığını seziyorum Gülzade’m? Bülbül olan dilimle aşk okudum bağlarda Boynu bükük yaralı geziyorum Gülzade’m

Şakırdayan kırbaca, benziyor bak kederim Takılmışsım girdaba çırpınıyor kaderim Kulaç atar hüzünler yüreğimse çok derin Belirsiz bir sahile yüzüyorum Gülzade’m

Bakışlarım yatıştı mağrur oldum bak biraz Al yanağa dokunup lebinden alsam kiraz Çok şey mi istedim de ediyorsun itiraz? Meftun olan gönlümü üzüyorum Gülzade’m

İçimde ki boşluktan çıkarken düşüyorum Ben sensiz de yanarım, nedense üşüyorum Karmaşık duyguları sararak yaşıyorum Attığım kördüğümü çözüyorum Gülzade’m

Açtım rüzgara yelken dolaştım her alemi Lisanı aşk eyledim saldım sana selamı Her günüme not düştüm aldım ele kalemi Mutsuzluğun resmini çiziyorum Gülzade’m

Osman Onuktav Ka fkas i

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 21 Sevdiğimi Gördüm

Gözümü diktim göklere Kuşta sevdiğimi gördüm Sonra baktım yağız yere Taşta sevdiğimi gördüm

Karşısında dilim düğüm Olsa da, hâl bildirdiğim Yirmi dördü doldurduğum Yaşta sevdiğimi gördüm

Sofular beni yerdiler Hâlim kötüye yordular İslâm’ın şartın sordular Beşte sevdiğimi gördüm

Yârda buldum can özümü Narda bildim ben özümü Kapatıp açtım gözümü İşte sevdiğimi gördüm

İsmini anamam, hâşâ! Desem dilim döner taşa. Yine döndük Yasin başa Başta sevdiğimi gördüm

Yasin Usta

22 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Susku bir suskuydu hakim avukatını da çağır gel gündüzler değil geceler şahit bir uykuydu halim böyle bilin gizledim gündüzler deli geceler alim

bir suskuydu bu sabıkam da ne işin var nemrut kimin alevine tosladı bir uykuydu bilin ve halime böyle kar lat devrildi, eşgal uzza’dı

son sigaramı bu susku yakacak men attım izmariti yönü menat’tı son sigaramı bu uyku yoracak parmak ucumdan, -lar kalem sararttım

dedim ya çoban şavkı güdülür bir suskuydu bu kefenime siyah konar dedim, bu iş alim kurtları güldürür bir uykuydu halim böyle bilin gizledim

sev’ilmek olur urgan diye dolarsın garibim, kime ne anlatır da sorarsın serilmek olur bahtın, dizgin bağrına garibim, kire ne parlatır da solarsın...

çıkıntı susarım, dünyalık görürler çırpındı pusatım, hülyalık ölümler çıtkırıldım, karınca güreşinde bileğim anız yaktı, güya kırk dönümler...

İbrahim Daş

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 23 BEŞ ŞEHİR’İN BİRİ ANKARA

Tanpınar’ın Bıraktığı Yerden - Geçmişin Aynasında

-Misli Baydoğan- Büyüdüğüm kenti anlatma işine girişirken, fonda Kent merkezinin Ulus’tan artık yavaş yavaş köşk yolunda aheste ilerleyen bir faytonun tah- Yenişehir’e oradan da köşke çıkan yol boyun- ta tekerleklerinin tıkırtısı ile yorgun ve yaşlı bir ca Kavaklıdere ve Çankaya sırtlarına taşındığı atın nal seslerini duyar gibi oluyorum. İçerisinde yıllarda, Ankara yollarında tek tük otomobiller kederlenen güzel ve rengi uçmuş yüzü ile Fikriye olurmuş. “Paşam bu kadar geniş yola ne lüzum Hanım oturmakta. Oyalı beyaz mendili nemli, var” diyecek olmuşlar. Rivayet o ki Mustafa Ke- kirpikleri ıslak, yüreği tarumar. Ankara ebediyen mal Paşa “Gün gelir bu yollar da yetmez,” buyur- ayrı düştüğü bir sevgili onun gözünde şimdi… muşlar. Bugün trafik Kuğulu Park Kavşağı’na doğru her tıkandığında ister istemez hatırlarım Ankara denildiğinde, Mehmet Âkif’in Hama- bu anekdotu. Bir de eski gar binasının önünden mönü’nde beslediği kedilerden, Halide Edip’in 19 Mayıs Spor Salonu yönünde Ulus’a çıkan yol- Keçiören’de eski Ziraat Mektebi’nin ikinci ka- daki ağaçları görünce cumhuriyetin ilk yıllarını tındaki odasında hızla ve hırsla bastığı daktilo ve Mustafa Kemal’in Ankara’sını düşünmeden tuşlarından, Ahmet Hamdi’nin Kale’de bırak- edemem. O ağaçların kalın gövdeleri ile göğe tığı ayak izlerinden, Orhan Veli’nin Kızılay Bi- uzanan gür yapraklı dalları içime bir eminlik ve- nası’nın bahçesinde etrafını daha bir merakla rir. Biraz iç sızısı duyarak ve gözlerim yaşararak, izlemek üzre oturduğu tahta banka dayadığı hamd ve dua ile geçerim o yolu. Bizden sonraki dirseklerinden, Yakup Kadri’nin Dikmen sırtla- kuşaklara, geçerken bizi de böyle rahmetle an- rında çıktığı gezintilerde bağlarından kopardığı malarına vesile olacak kaç ağaç bıraktık, binadan koca koca kara üzümlerin salkımlarından, Mem- başka bu şehre ne diktik diye efkarlanmak yazık duh Şevket’in Ulus’a bağlanan sokakların kaldı- ki karşılığında sükûnet bulacağımız bir yanıta rımlarında belki de neşeyle savurduğu bir tekme kavuşmaktan şimdilik hayli uzak görünmekte... ile havalanan çakıl taşlarından, Osman Yüksel’in sıra sıra akasyalar boyunca bulvardan inerken Yenilerini dikmediğimiz gibi, bari eskiden kalan- bir uzak minareden yayıldığında onu tatlı canın- ları koruyabilseydik demek de başkentin şimdi- dan geçecek denli mest eden ezan sesinden, ken- ki siluetini izlerken derin bir iç çekişiyle birlikte disine fotografik kayıtlar edinmiş bir şehir göz- göğüs kafesimizden dışarı çıkışını engelleyeme- lerimde canlanmakta; griden tonlanarak Ankara diğimiz serzenişlerden... Bugün siyasi parti bi- taşı pembesiyle renklenen bir tuval üzerinde… naları, yüksek katlı siteler ve alışveriş merkezleri ile alt ve üst geçitlerle desteklenen geniş yolla- rın tamamen kapladığı Söğütözü’nde, çocukluk yıllarımda ailece Pazar pikniklerine gittiğimizi hatırlarım. Seksenli yılların ilk yarısı… Eskişe- hir yolu üzerinde henüz binaların görülmediği o yıllarda bugün bir otelin bulunduğu köşede Varan otobüslerinin terminali dururdu ve onu biraz geçip sağa kıvrıldığınızda Söğütözü’ndeki ufak korulukta bulurdunuz kendinizi. Hafızam beni yanıltmıyorsa artık seksen beş- seksen altı yıllarından itibaren, yeşil dokusu bozuldu,

24 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 iki yanı oturaklı tahta masaların olduğu piknik gelmiyor şu eski fotoğraflara bakmak insanın ha- alanında çekirdek kabukları ve çöplerden rahat leti ruhiyesine… Kent insanı olarak modern ya- oturulamıyor diye yavaş yavaş Ankara’nın dışına şama ne kadar alışmış, yeniliğin ve gelişmişliğin doğru yeşil alanlara yönelişimiz başlamıştı. Sade nimetlerinden ne derece faydalanıyor ve çağın Söğütözü mü, Eskişehir yönünde ilerlerken, gerektirdiği gibi son hızla ve müthiş bir karma- bugün gökdelenler, lüks konutlar ihtiva eden şaya göğüs gererek nefes nefese yaşıyor olursak yüksek apartmanlar, gün batımından sonra ışıl olalım, fotoğraflara bakarken dahil olamadığı- ışıl parlayan tabelalarıyla restoran ve kafelerin mız o maziye yönelik kuvvetli bir özlemin, en boylu boyunca sıralandığı Çukurambar Semti tabi bir duyguymuşçasına yüreğimizi kapladığı- de dramatik bir değişim sergiledi. O yıllarda her nı fark etmek işten değil. Bu özlemin dindirildi- geçişte yol kenarında uzayıp giden birbiriyle iç ği çok az sayıda apartmanlar hiç değilse bir göz içe geçmiş irili ufaklı belki yüzlerce gecekondu- dinlencesi olarak neyse ki muhtelif yerlerde hâlâ ları, çamurlu yolları, ortalıkta gezinen tavukla- mevcut. Şimdilik… Mesela Kızılay’dan Esat’a rı ve koşuşan yalın ayak başı kabak çocuklarıyla inen bazı ara sokaklarda yahut Kocatepe’ye doğ- bitimsiz görünen bir yoksulluk manzarasıydı. ru çıkanlarda, Kavaklıdere’nin Seyranbağları pa- Yıllar öncesinin o görüntüsü ile mimarisinde raleline doğru art arda sıralanan sokaklarında, ait olduğumuz kültüre ait hiçbir iz taşımayan, Bestekar Sokak’ta, Tunus Caddesi’nde, Sıhhı- içerisinden geçtiğinizde hep daha yüksek, hep ye’deki adliye binasını Maltepe’ye doğru çevre- daha pahalı ve hep daha modern mesajları ile leyen ağaçlıklı sokaklarda mazinin yorgun ama zihninizi kuşatan şimdiki manzaradan hangisi kişilikli havasını bakımsızlığına ve üzerine sinen daha iyidir diye bir soru sorulacak olsa, ceva- tüm ise rağmen taşımaya devam eden tek tük bını bulmak ilk anda zannedildiği kadar kolay apartmanlara rastlamanız mümkündür. Fransız değil aslında… Belki de coğrafyanın tam bu nok- balkonları, balkonlardaki mütenasip sütunla- tasında sorulması gereken soru “hangisi daha rı, ince uzun pencereleri, yüksek tavana delalet iyi”den ziyade “hangisi sana ait, seni anlatıyor, kanatlı, görkemli balkon kapıları, dışarıya doğru senden miras kalmalı” olmalıdır ama bunla- planlı bir incelikle taşan zarif ve hoş bir yüzdeki rın cevabı konusunda da tereddütlerim var… çıkık alın kemiklerini andıran salon mimarileri ile bu apartmanlar bugün ekseriyetle iş yeri ola- Yollar genişledi, yapılar yükseldi, pencereler ay- rak kullanılırlar. Sözün burasında göçebeliğin- nalandı, tabelalar ışıklandı, otomobiller çoğal- den gocunmayan bir ruhu alçak tavanlı, kibrit dı, yerin altından tünel kazılıp metro hattı inşa kutusu gibi evlere sığdırmaya tenezzül etmeyen edildi, yerin üstü köprü ve yoncalarla birbirine mimarlara selam olsun… Ilık bir bahar günü, bağlandı velhasıl Ankara büyüdükçe büyüdü, ya- ikindi vakti böyle maziden günümüze üzerine yıldıkça yayıldı, şiştikçe şişti. Eski Ankara fotoğ- çokça titizlenilmese de hiç değilse korunmuş bir raflarına bakınca, fotoğrafta görünen yer şimdiki apartmanın önünde durup da, yıkım kararını vaziyete göre neresidir diye anlamak için insanın bekleyen boyun eğişi ve değişimin kaçınılmaz- gözlerini yumup, zihnindeki tüm eski haritaları lığının verdiği hüznü göz ardı ederek gönül gözü üst üste koyması gerekiyor ki yönünü tam olarak ile o apartmana bakarsanız, balkonlar arasında tayin edebilsin. İtiraf etmek gerekirse pek de iyi yemyeşil uzanan sarmaşıkları, toprak saksılarda açılmış sardunyaları görebilir, dantelli perdele- rin sakız beyazlıkları ile örttüğü bir hane yaşan- tısında koridor boyunca ilerleyen terlik seslerini bile duyumsayabilirsiniz. Hatta beyaz ve iri bir kelebek gözlerinizin önünden süzülerek sarma- şıklı balkona doğru uçar. Bir güvercin çatıdaki yavrusunu yuvasından uçurur. Demlikteki çay tam da demini tavşan kanı kıvamında almıştır da, çay kaşığının bardağa şen şakrak vuruşları arasında dönerek eriyen şekerin tadını damağı- nızda hissedebilirsiniz. Sade insan eliyle yapıl-

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 25 mış dört duvar bir çatı da değildir o samimiyet bu intibak için huzur ve mutluluğunu kredi ve dokusunu oluşturan; başınızı çok değil birazcık kredi kartı borçlarına feda etmiş kişileri; sayısı aşağıya doğru çevirecek ve her apartmanın mu- her geçen gün artan, metal ve cam yığını mo- hakkak önünde, yanında veya arkasında bahçe dern binalar arasında, tek tük eski tip mimarisi için pay bırakılmış yeşil alanına bakacak olursa- ve Ankara taşından dış cepheleri ile dikkat çeken nız, meyve ağaçlarının yeni patlamış çiçekleriyle resmi kurum binaları; içleri hep aynı tip hazır karşılaşırsınız. Ilık bir lodosun bozkırdan topla- mobilyalarla döşeli site blokları ve yine seyrek yıp getirdiği o çok tanıdık tazelik kokusu, sizinle kalmış eski usul aile apartmanlarını koyun ko- karşılaştığı noktada hızını düşürür ve sizi başı- yuna, tık nefes kalmış ancak yine de canı henüz nızdan aşağı, bahar dallarından üzerine bulaşan çıkmamış vaziyetleriyle yaşıyor görürsünüz. ümitli ve vaatlerle dolu güzelim bir kokuya bular. Tıpkı ülkenin geri kalanı gibi… Hafta içinde ev Derken bir korna sesi. Dar sokakta çift yönlü yan ve iş yerlerindeki internetin son hıza kavuşması yana geçmeye çalışan iki otomobilin yarattığı ge- için fiber kablo bağlantılarının en âlâsını aramak rilim ve bir korna sesi daha. Kendinizi tekrar bu- yahut televizyon ekranlarının en incesine, bilgi- günde bulmanız işte böyle an meselesidir. Park sayarların en hafif ama en yüksek işlemcilisine, yeri olarak kullanılan kaldırımlarda kendinize cep telefonları güncellemelerinin en en en yeni- yer arayarak, çoğu zaman yola inmek mecburi- sine sahip olmak için tüm enerjisini harcayan yetinde kalarak ve dar yerlerden geçerken etek- Ankaralıları, hafta sonları gönüllerindeki asıl leriniz araçların tozuna bulaşmasın diye karnını- murada kavuşmak dileğiyle Ulus’ta, Hamamö- zı iyice içeri çekip, ayak uçlarınızda yükselerek, nü’nde, Memlük Köyü’nde ya da başka köşeler- bir kuğu edasıyla yolunuza devam edersiniz. de kabirlerinde yatan ululara koşarken görebi- lirsiniz. Milli bayramlarda ellerinde bayraklarla Anıtkabir’de, kandil ve Ramazan gecelerinde ışıl ışıl salonlu camilerde de yine aynı Ankaralıdır uzaktan uzağa seçtiğiniz. Hasılı kelam Ankara dediğiniz dünya üzerinde bir ülke, ülkenin orta yerinde bir şehir, şehrin göbeğinde arabasından inip Ankara havaları ile göbek atmaktan yüksün- meyen bir ahalidir en nihayetinde. Ya da diler- seniz yine geçmişe doğru şöyle bir yüz yıl kadar Bu keşmekeşe rağmen Ankara’nın yine de İç uzanır, otları sararmış geniş Hacet Tepesi etek- Anadolu’nun en sık ağaçlandırılmış şehri oldu- lerinde, sandıklarda saklanan tören kıyafetleri- ğunu söylememek haksızlık olacaktır. Gerek ni adeta bir bayramlık gibi giyinmiş olarak; fesi, şehir içindeki peyzaj alanlarında olsun gerekse yemenisi, poşusu, yeleği, işliği, poturu, cepkeni, de üniversitelerin ve kamu kurumlarının or- kuşağı, kuşağından sarkan köstek zinciri, ışıl ışıl, manlaştırdığı arazilerde olsun, Ankara büyük pırıl pırıl parlayan gözleri ufkun sinesinde saklı karamsarlıklara yer bırakmayan sayı ve çeşitli- pek çok yiğitlik destanı ile akraba, seymen efele- likte ağaca ev sahipliği yapmakta. Gönül ister- rini düşleyiniz… Kollarını azametle iki yana açıp, di ki bu ağaçlarda bolca meyve yetişsin ve eski diz vurduğu yerden yaylanarak kalkar ve aheste Ankara’nın iri, sulu, sarı armutları veya elma, iki yana salınarak her adımda bir yarım daireyi vişne, erik, dut, şeftali sair çeşit leziz meyvesi tamamlarlar. İçiniz coşar izlerken; omuz başları- çocukların ellerinde, suları dirseklerine doğru nızdan sırtınıza doğru yürüyen bir güven duygu- akarak bir gürbüzlük tablosunda yerini alsın… sunda dikleşirsiniz. Ankara dediğiniz işte bütün Oysa artık başkentte yaşayan kimsenin topra- bunların tamamından, bir kurtuluş destanı, iki ğa dair hayalleri kalmamış gibi; istikballer in- millet meclisi, bir gençlik parkı, bir tren garı ve şaatlarda, trafolarda, baz istasyonlarında, pla- ille de bir Tunalı Hilmi Caddesi kadar fazlasıdır. zalarda ve memuriyet sınavlarında aranıyor.

Bugün Ankara’ya genel olarak baktığınızda, top- rağın altında yatan erenleri, üzerinde gezen bir- kaç nesildir kent yaşamına intibak etmiş ancak

26 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 BEŞ ŞEHİR’İN BİRİ ERZURUM

Tanpınar’ın Geçmiş Zaman Mührü: Gelenek ve Ânın Terkibinde Erzurum

“Erzurum, Türk tarihine, Türk coğrafyasına, 1945 metreden bakar.” (Ahmet Hamdi Tanpınar) -Yunus Alıcı- Şehirlere salt mekân olarak bakmayan kimse- Tanrıların başı gibi başları diktir/ Bu dağları sa- ler, onu bütün mazi yüküyle birlikte görürler. ran sonsuz bir genişliktir/ Ben de katıp vücudumu Hâli maziye götüren değil de, maziyi hâle geti- bu genişliğe/ Bakıyorum aşağılarda kalan hiçliğe.” ren, böylelikle ikisinden bir terkip oluşturan bir algıdır söz konusu olan. Bahsettiğimiz terkip ilk Fırtına, henüz kartal yuvasını dağıtmamışken; eski olarak, Bergson’un zaman tasavvurundan mül- tarihinde, kervan yolu üzerinde bulunup, bir ticaret hem olarak Tanpınar’da görülür. O, geçmiş-şim- şehri oluşuyla dikkat çeken Erzurum, günümüz- di-gelecek olarak bölünmüş mekanik ‘zaman’ın de bu özellikleri haiz olmasa da; gerek hastanele- yerine, taksim edilemez bir bütün olan ‘süre’yi ri gerek üniversiteleri gerekse alışveriş merkezleri (durée) esas alır; şehre de bu nazarla bakar. ve gezi alanları bakımından çevre illerde yaşayan kimselerin uğrak yeri olmasıyla Doğu Anadolu Erzurum’u hep bu nazarla, Tanpınar’ın dikkatiyle şehirleri içerisinde yine merkezî bir konumdadır. görmeye çalışmışımdır. Şehrin tarihî dokusu, za- manın perdesini aralayıp ardını görmem için iyi Günlük hayatına bir köprü olmuştur. Ancak zamanın ardında gö- baktığımızda, bir rünen, mazi duvarına fresk olarak işlenmiş tablo- sınıflaşmanın ol- nun ismi ne yazık ki ‘hüzün’dür. I. Dünya Savaşı, madığı; herkesin ardından Kurtuluş Savaşı, göçler, hastalık ve fe- aynı hayatı yaşa- laketler, yüz binden sekiz bine düşen bir nüfus dığı Erzurum’da zalim bir hatıra olarak perdenin hemen ardında geleneğin törel de- hazır bulunur: “Bu, eski ressamların tasvir et- ğerleri esastır. Çif- mekten hoşlandıkları şekilde, ölümün zaferi idi.” te Minareli Medre- se’nin inşasına dair Erzurum, bir hüzün şehridir. Onun, türkülere de anlatılan efsane de yansıyan hüznüne en çok yakışan renk olan beyaz, bu anlayışı örnek- şehri çepeçevre saran dağların üzerinden sizi daima ler niteliktedir. Ef- selamlar. Kentin her noktasından görünen bu dağ- saneye göre medre- lar, manzaralarıyla insanı bir yerden yakalayıp, onu senin bir minaresini usta, diğer minaresini de çırak henüz kışın başında büyülerken; yapmış olduğu inşa etmeye başlar. Minareler yükseldikçe, çırağın büyüyü bahar gelene kadar bozmaz. Kış vakti tabi- yaptığı minarenin ustanınkine nazaran daha güzel at, bir annenin kızını gelin ederken süslemesi gibi, olduğu fark edilir ve bu minare daha çok ilgi görür. özene bezene süsler Erzurum’un dağlarını. Önce Usta bu durumu kıskansa da, bir şey diyemez… kardan bir gelinlik giydirir, sonra da başını bulut- Sıcak bir günde, minare üzerinde çalışırlarken, su- tan bir duvakla örter. Evet, muhayyileniz size böyle sayan çırak, ustasından su ister. Usta, bunu duyun- bir oyun oynar. Siz de bu oyunu bozmaz, sonrasın- ca “Usta idim oldum şegirt/ Al destiyi suya seğirt” da Sabahattin Ali’nin “Rüzgâr” şiirindeki mısraları diyerek kendisini minareden aşağıya atar. Hatası- anımsarsınız: “Çıkıyorum bulutları aşan dağlara/ nı anlayıp pişman olan çırak da, ustasının ardın-

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 27 dan aşağıya atlar. Böylece minareler yarım kalır. döken’iyle bu konuda sayılı şehirler arasındadır.

Şehrin kadınları, 93 Harbi’nde “Moskof kâfirini Soğuk, şehir üzerinde tahakküm kurarken, şeh- satırla”yan Nene Hatun’un kudretinin ve özgü- rin insanını zerre etkileyememiştir. Eksi otuzlar- veninin vârisidirler. Onlar, Anadolu kadınlarının da, kırklarda, kaşı kirpiği donmuş vaziyetteyken aksine pasif olmamalarıyla; erkeği ve ailesinin bile Erzurum insanı “karlar altında nevbahar”ı yanında güçlü, aynı zamanda yönlendirici oluş- saklar, sıcaklığından ödün vermez. Bu insanların larıyla öne çıkarlar. Tanpınar’ın gerek “Erzu- ‘can’dan gelen bir samimiyetleri vardır. Onlar- rumlu Tahsin” hikâyesinde gerekse Beş Şehir’de la konuştuğunuzda, söylediğiniz bahsi anlama- vurguladığı muhafazakârlıkları değişmezken; maları durumunda size kaba bir “ne?”, resmî ve günümüzde ehram giymeleri de dikkat çeker. soğuk bir “anlayamadım, tekrar eder misiniz?” yerine “Can?” diyerek seslenirler. Nezaket gereği Mimari açıdan şehre bakıldığında, eski Erzu- bu soruya vereceğiniz cevabın “canın var olsun” rum evlerinin günümüzde yer almadığı, Tan- ifadesi ile başlaması gerekir. Böyle bir diyalog for- pınar’ın ifadesiyle söylersek survivance hâlin- mu onların cana yakınlığının bir tezahürüdür. deki birkaç evin ise Çifte Minareli Medrese’nin Alışveriş yaptığınız bir esnaftan, yolda rastladı- arkasında, Üç Kümbetler’in yanında yer aldığı ğınız yaşlı bir teyzeden, evinize sipariş getiren görülür. Tanpınar, Beş Şehir’de “her girdiği yere küçük bir çıraktan, hülasa hiç tanımadığınız bir âbide asilliği veren” Erzurum taşını övmüş, çi- insandan rahatlıkla görebilirsiniz bu yakınlığı. mentonun ve betonun mahallî rengi bozduğunu dile getirmiştir. Günümüz Erzurum’unda, Erzu- İçlerindeki sıcaklıkları dillerine yansıyan Erzu- rum taşının esamesi okunmazken; merkezdeki rumluların konuştuğu dil, Azerbaycan Türkçe- siyle benzerlik gösteren bir Türkiye Türkçesinden (Erzurum Ağzı) ibarettir. Alberto Manguel’in “İnsanlar geçerken yalnızca Türkçe değil, Arapça, Kürtçe Ermenice de işitilir.” (Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir, s. 53) şeklinde belirttiği bahsin doğruluk payı bulunmazken; dadaşlar diyarında Türkçe- den başka bir “ses bayrağı” dalgalanmamaktadır.

Şehrin tarihî havasını yaşatan bir mekân ola- rak Hemşin Pastanesi’ni burada anmak gerekir. Kuruluş yılı 1938 olan pastane, 2009 yılında ka- panmış, iki yıl aradan sonra 2011 yılında tekrar faaliyete geçmiştir. 1995 yılında UNESCO tara- evlerin büyük çoğunluğunun apartman denilen fından “en hoşgörülü mekân” plaketi ile ödüllen- beton yığınından meydana geldiği, dolayısıyla dirilen bu pastane, “halk üniversitesi” olarak da mahallî rengin tamamen kaybolduğu görülmek- bilinir. Girişinde “Edeple gelen, hürmetle gider” tedir. Bu evlerin metrekare olarak Türkiye orta- yazısı göze çarpan Hemşin Pastanesi’nin hoşgö- lamasının üzerindeki genişliği dikkatleri çeker. rü ödülüne layık görülmesinde, 1980’li yıllarının Çoğu şehrimizde üç dört saatlik bir kar yağışının kutuplu ortamında her kesimden insanın buraya ardından toplu taşıma araçlarının çalışmaz hâle gelip seviyeli olarak tartışabilmesinin rolü bü- geldiği, okulların tatil olduğu görülürken; Erzu- yüktür. Mekân, konum olarak Kuloğlu Mahalle- rum’da kar yağışı hayatı hiçbir şekilde aksatmaz. si’nde, Erzincan Kapı’nın karşısında yer alırken, Bazen günlerce süren kar yağışı, ne okulların diğer pastanelerden ayrıldığı nokta; sunulan tatil olmasına ne de insanların işlerinden geri bütün ürünlerin ev yapımı ve doğal olmasıdır. kalmasına sebep olur. Ayrıca Erzurum, bu iklim Burada kapalı ve katkılı hazır yiyecek-içecek sa- durumunu avantaja çevirmeyi de bilmiştir. Kış tılmaz. Kışın, tarçın ve fındıklı salebi, yazın ise sporları denilince Türkiye’de ilk akla gelen şehir yabani vişne suyu ve dondurmadan yapılan bir olmasının yanı sıra, dünya üzerinde de Palan- içecek olan mestinazı meşhurdur. Üzerleri halı,

28 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 yanları halı yastıklarla kaplı ahşap divanları, şehre ayırmıştır. Onun “Erzurumlu Tahsin” hikâ- tavan ve duvardaki antika eşyaları, arka plan- yesi de bu şehrin mahsulüdür. Erzurum’un ge- da daima çalan Türk halk ve sanat müziğiyle leneğine vurgun olan Tanpınar, bu şehirden hiç Hemşin Pastanesi, sizi eski bir zamana götürür. kopmamıştır. Onun İstanbul’da kaldığı yurdun isminin de Narmanlı olması tesadüf olmamalıdır. Burada gelenek, şehre mührünü vurmuştur. Er- zurum, âşıklık geleneğinin yaşatıldığı nadir şe- Erzurum’u –aynı zamanda İstanbul, Bursa, Anka- hirlerden biridir. Âşıklar belirli gün ve saatlerde ra ve Konya’yı da– günümüze dek en iyi, Tanpınar belirli kahvelerde geleneğin devamını sağlarlar. anlatmıştır. Ondan çok sonra Tanpınar’ın İzinde Yoncalık’ta bulunan Temelli Kahvesi aktif bir Beş Şehir isimli bir kitap kaleme alan Alberto âşık kahvehanesidir. Erzurumluların gelenekle- Manguel, kitabın isminle tezat teşkil eden bir eser rine göre malzeme üretmeleri de dikkat çeker. vücuda getirmiştir. Zira burada anlatılanın Tan- Onlar “küçük bir şafak gibi gülen” çaylarını li- pınar’ın izinde oluşla hiçbir alakası bulunmamak- monsuz içmeyip; bu limonlar için limon kapla- tadır. Tanpınar’ın izinde oluş, millî bir duyuş ve rı, kıtlama çay için de kıtlama makası üretirler. bakış gerektirir. Bunun aksine Manguel, oryan- talist bir otomatlıkla Erzurum’u kozmopolit bir Zaman, bu şehirde kristalleşmiştir. Hayat akmak- şehir olarak gösterme çabasına girişmiştir. Oysa ta, ama ilerlememektedir. Saat kulesinin saati sim- Tanpınar’ın Türk Erzurum’u millî duygulardan gesel olarak ilerlese de an, donmuş bir vaziyettedir. bağımsız olarak düşünülemez: “[Erzurum] Ma- Bir fanusun içinde yaşıyor ve yaşatılıyordur sanki lazgirt Zaferi’nin açtığı gedikten yeni vatana giren Erzurum. Dondurucu soğukların muhafaza ettiği cetlerimizin ilk fethettikleri büyük merkezî şehir- şehrin hafızası da an içinde varlığını sürdürmek- lerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, tedir. Tedai, Erzurum’un hiçbir yapısının, hiçbir Millî Mücadele’nin ilk temeli gene Erzurum’da sokağının size yalnızca kendisi olarak gözükmesi- atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak ira- ne müsaade etmez. Nereye baksanız, bünyesinde desi ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk, Erzurum’dan işe başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi ora- dan Anadolu’nun içine doğru yürür; oradan baş- layarak yurdumuzu, milletimizin tarihî hakları adına yeni baştan fethederiz.” (Beş Şehir, s. 64-65)

Türk kültürü ve mimarisine hâkim, kültürel kod ve değerlerine bağlı bir Türk aydını olan Tan- pınar’ı Manguel hiçbir noktadan yakalayama- mış, dolayısıyla Erzurum sokaklarında attığı hiçbir adım Tanpınar’ın izine rast gelmemiştir. geçmişin hatıralarını biriktiren ve bakanların zih- Özetle o, Tanpınar’ın Erzurum’unu ıskalamıştır. nini bu hatıralarla meşgul tutan bir tarihî izle kar- Dipnotlar: şılaşırsınız. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakül- 1-Sedat Çetintaş, Yeşil Cami ve Benzerleri Cami Değildir, İstanbul, 1958. (13 Mayıs 1955 günü Ankara Ü. İlahiyat fakülte- tesi’nde Mehmet Kaplan’ı, Orhan Okay’ı; Aziziye sinde verilen konferansın metni) Çetintaş Yeşil Cami’nin tekke Tabyası’nda Nene Hatun’u; Kongre Binası’nda Kâ- ve zaviye olarak yapıldığı kanaatindedir. Ayrıca bk. Semavi Eyice, İlk Osmanlı Devrinin Dinî İctimâî Bir Müessesesi Zaviyeler ve zım Karabekir’i, Hükümet Konağı’nda Atatürk’ü, Zaviyeli Camiler, İÜİFM, XXIII. (İstanbul 1963) 2-Tekke ve zaviyelerin sosyal yönleriyle ilgili arşiv belgelerni de- Erzurum Lisesi’nde Tanpınar’ı görmek, ancak Er- ğerlendiren Ömer Lütfi Barkan’ın Vakıflar Dergsi’nin 2. saısında zurum’un rüyadan artakalmışlığı ile açıklanabilir. 1942’de yayınlandığı makale meşhurdur.3-Geniş bigi için bk. Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul, 1980. 4-Bursa tekkeleri ve tarihçileri hakkında geniş bilgi için bk. Bursa Erzurum’a 1913, 1923 ve 1943 yıllarında toplam- Dergâhları, Yadigâr-ı Şemsî, Hzn. M. Kara – K. Atlansoy, İstanbul da üç kez gelen Tanpınar, her gelişinde farklı bir 1997. M. Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 2011 Erzurum’la karşılaşır ve bu farklılığı Beş Şehir’de 5-Tekkeleri mimarî yönden ele alıp değerlendiren Baha Tanman ve meslektaşlarının çalışmalarına ihtiyacımız vardır. dillendirir. O, hayata atıldığı yer olan Erzurum’u 6-Bk. H. Zübeyr Koşay, Mevlevilikte Matbah Terbiyesi, Türk (“yayından çıkmış bir ok gibiydim”) çok sevmiş, Yurdu, sy. 27 (1927) kitabında da İstanbul’dan sonra en geniş yeri bu 7- Özel arşiv

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 29 BEŞ ŞEHİR’İN BİRİ KONYA

Konyalı Koşuyor: Kalbimiz İman Dolu Kanımız Ateş Bekle Küçük Vatanda Kıbrıslı Kardeş -Dr. Yunus Emre Tekinsoy- Kamuoyu oluşturulmak, oluşmuş bulunan ka- da Hükümetin her türlü evâmirini (emirlerini) ifâya muoyunu yönlendirilmek, kişi veya kitlelere hazır olduklarını temin ve her iki fırkadan zevat-ı belirli fikirleri telkin etmenin en önemli yolla- müteaddide ile rüesâ-yı ruhâniye (ruhani liderler) rından birisi mitinglerdir. Mitingler kişisel şu- taraflarından kemâl-i hararetle nutuklar irad ve urun, yerini kolektif şuura bıraktığı, kitlenin ulemâ-i belde taraflarından da eddiye-i müessire (du- tek bir varlık haline geldiği yerlerdir. Mitingler, alar) tilavet olunmuş ve on bin raddesindeki ahali-i zihinleri tekleştirirken, binlerce kişiyi, milli bir müştemiânın tecavüzât-ı vakıaya karşı ‘harb’ sada- mesele için aynı psikolojik güdü ile aynı yönde larını ayyuka çıkararak kemal-i sükûnet ve intizâm düşündürüp, birlikte hareket etmesini sağlaya- ile dağılmış oldukları berâ-yı ma’lumat mâruzdur.”2 bilir. Le Bon bunu “kalabalıkların gücü”2 olarak niteler. Mitingler o derece etkilidir ki, meydan- Miting meydanlarındaki “Harb” sedaları- larda bulunan binlerin içinde bir kişi, önce ka- nı, Milli mücadele yıllarında “İstiklal” se- labalığın heyecanıyla büyülenir, sonra sloganlar daları takip etmiş, meydanların gücü- aracılığıyla kalabalıkla bütünleşir. Ve nihayet nü fark eden liderler ve idareciler, hamâsî kalabalıkların söylemleri onun söylemi oluverir. nutuklarıyla Konya insanına, Cumhuriyet Türkiye’sinde de seslenmeye devam etmiştir. Kamu kanaatinin oluşturulmasında ve yön- lendirilmesinde bu kadar etkili bir rol üstlenen İkinci Cihan Harbi sonrasında Dünya, yeni bir “miting” kelimesi ile “Konya” yan yana getirildi- sürece girerken, Türkiye’de bundan nasibini al- ğinde, yakın dönem siyasi tarihimize aşina olan mıştır. Birkaç başarısız deneme sonrasında niha- zihinlerde, ilk çağrışım 1980 Askeri darbesinin yet çok partili hayata merhaba diyen Türkiye, De- gerçekleşmesinde de etkili olduğu ileri sürü- mokrat Parti iktidarıyla da o yıllarda tanışmıştır. len “Kudüs Mitingi”dir. Ayrı bir makale konusu Değişen Dünya düzeninde Türkiye’de iktidarı olabilecek Kudüs Mitingi, aslında Konya mi- eline alan Demokrat Parti, ilk döneminden itiba- tinglerinin ne ilki ne de sonuncusu olmuştur. ren, Türkiye’nin daha sonra dış politikada başını Mesela 7 Ekim 1328 (1912)’de Balkan Harbi en çok ağrıtan meselelerden birisi ile mücadele arifesinde Osmanlı Devleti’nin birçok kentin- etmek ve politika üretmek durumunda kalmış- de olduğu gibi Konya’da da bir miting tertip tır. Kıbrıslı Rumlar Enosis (Yunanistan’la birleş- edilmiş, Konya Vilâyetinden Dâhiliye Nezâreti- me) istemektedir ve bu durum Kıbrıs Türklüğü ne çekilen telgrafta şu bilgilere yer verilmiştir: kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.

“Balkan Hükümâtının ahsettiği vaziyet-i ahireye Kıbrıs Türklüğünün haklarını müdafaa etmek, (son duruma) karşı Konya’daki kırk fırâk-ı siyâsiye Yunanistan’ın Güney’den Türkiye’yi kuşat- (farklı siyasi guruplar) bil-ittihad ictimâen, kânuna masını engellemek büyük önem arz etmesine tevfîken bugün saat altıda hükümet pisgâhında pek rağmen, İngiltere hilâfında Kıbrıs’la ilgili azim bir miting akd ederek düşmanın tecâvüzat-ı politika üretmek ve bunun sonucunda ortaya çı- vakıâsına mukabeleye ve bu uğurda her türlü fedâ- kacak muhtemel yaptırımlarda halkın desteğini karlığı ihtiyara ve can ve mallarını fedâya ve bu bab- alabilmek de bir o kadar önem arz etmektedir.

30 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Ancak ortada bir sorun vardır. 1950’lerin Tür- Haziran tarihli gazetelerde yer bulur. “Şehri- kiye’sinde Anadolu insanının çoğunluğu için mizde Miting Teşebbüsü” başlığı ile duyurulan Kıbrıs, hiçbir anlam ifade etmemektedir. O hal- haberde, “Önümüzdeki Pazar günü saat 14-17 de önce Kıbrıs neresidir, Kıbrıs’ta kimler yaşar, arasında şehrimiz Hükümet Meydanında bir mi- Kıbrıs’ın Türkiye için önemi nedir sorularının ting yapılması için Konya Yüksek Tahsil Gençli- yanıtlarını halka anlatmak gerekmektedir. Böy- ğini temsilen Oktay Güner, Esnaf Derneklerini lelikle Kıbrıs milli bir dava haline getirilebilir. temsilen Mustafa Ekici, Kara yolları ve Nafia Sendikalarını temsilen Metin Yurtsal tarafından İşte bu nedenledir ki 1958 yılı içerisinde ilki Be- verilen bir dilekçe ile Kıbrıs için yeni bir miting yazıt Meydanı’nda olmak üzere, 8 Haziran – 6 teşebbüsünde bulunulmuştur”6 denmektedir. Temmuz tarihleri arasında 44 merkezde mi- Haberinde devamında henüz resmi makamlar- tingler tertip edilmiştir. Mitingler aracılığıyla ca izin verilmediği, ancak izin verilmemesi için efkâr-ı umûmiye ikna edilecek, hükümetin iz- de herhangi bir nedenin olmadığı belirtilmiş- leyeceği politikalarda halkın desteği sağlana- tir.7 Şayet izin verilirse konuşmacılar arasında rak, bir anlamda iktidarın eli güçlendirilecektir. Dr. Fazıl Küçük’ün de yer alacağı belirtilmiştir.

Kıbrıs 1958’de Türkiye’nin gündeminde önemli Bir gün sonraki gazete sayılarında ise sürman- meselelerinden birisi haline gelmiştir. Ulusal ve şetten miting için izin çıktığı, miting için şehrin yerel basında sık sık Kıbrıs meselesi gündeme mahallelerine hoperlörler konularak meydanın taşınırken, kısa sürede Türkiye’nin tezi de net- bayraklarla süsleneceği, ilçelerden gelecek va- lik kazanacaktır3. Türkiye taksimden yanadır ve tandaşlar için vasıta temin edileceğinden ba- Kıbrıs meselesinin ancak bu şekilde halledile- hisle, Ankara, İstanbul ve çevre vilayetlerin bileceğini savunmaktadır. 16 Haziran 1958’de gençliğini temsilen heyetlerinde mitinge katıla- TBMM’nin alınan karar sonrasında Türk poli- cağı belirtilmiştir . Gazetelerde yer alan haber- tikası resmiyet kazanmıştır. Konya Mitingi işte bu karardan kısa süre sonra gerçekleşmiştir.

Kıbrıs meselesinin ülke gündeminde bu kadar yer tuttuğu günlerde, miting öncesinde de halk arasında Kıbrıs’ın konuşulduğunu düşündüren emareler vardır. Yeni Konya Gazetesinde yayın- lanan bir mektupta bunu görmek mümkündür. “Kıbrıs Mektubu”4 başlığını taşıyan yazıda Rum- ların Türk köylerine saldırmaya başladığı, Piroye, Şillura, Gönyeli (Türk) gibi köylere baskın verdik- leri, Lefkoşa’da şehrin ikiye ayrıldığı, Rum muhi- tinde olan Türklerin, Türk Mahallelerine, Türk muhitinde bunun Rumların da Rum muhitine göç ettiklerinden bahsedildikten sonra; “Şimdi güzel ve yeşil Kıbrıs ateş içinde. Ama bizler ana- vatana, millet ve hükümetimize güveniyor; neti- cenin iyi olacağına inanıyoruz. Hepimizden hepi- nize selamlar.” ifadeleriyle son verilmiştir. Ayrıca gazetelerde “İngilizler Türkiye’deki Reaksiyonun Büyük Olmasından Korkuyor”5 gibi haber baş- lıkları atarak halk efkârında Kıbrıs’la ilgili orta- ya çıkacak tepkinin önemine vurgu yapmışlardır.

İşte bu psikoloji içerisinde, Konya’da “Kıbrıs Mitingi” tertip edileceğine dair ilk haberler 20

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 31 lerden hareketle mitingin tertip edilmesinde en mıştır. Konuşmacılar arasında Dr. Fazıl Küçük etkin kişi, yakın dönem Türk siyasi hayatının (Kıbrıs Türkleri Lideri), Perihan Genç (Kadınlar tanınmış simalarından Agah Oktay Güner’dir. Derneği adına), Ramazan Çelik (Ilgın gençliği Yeni Konya Gazetesinde yer alan haberde Ok- adına), Oktay Güner (Konya yüksek tahsil genç- tay Güner aynı zamanda konuşmacılar arasın- liği adına), Taylan Ladikli (Kız Öğretmen okulu da yer alacağı ve daha önce Adana Mitinginde adına), Orhan Sakarya (MTTB adına), Ruhi Şar gerçekleştirdiği gibi güzel bir konuşmayı Kon- (İlim Yayma Cemiyeti adına), Halis Ünal (DP ya’da da gerçekleştireceği dile getirilmiştir8. Gençlik Kolları adına), Halim Özuğurlu (CHP Gençlik Kolları adına)11 gibi isimler sayılabilir. Bir taraftan miting hazırlıkları devam ederken diğer taraftan halkın hissiyatını harekete geçi- Ortak müşterekte toplumun farklı kesimlerin- recek yazılara da gazetelerde yer verilmiştir. 21 den hatiplerin katıldığı mitingde, konuşma- Haziran günü Yeni Meram’da “112. Jet Filosu: cıların selis bir üslupla etkileyici konuşmalar Konya’nın İftiharla Bağrına Bastığı Gök Fatihle- yaptıkları görülmektedir. Himmet Ölçmen ko- ri Arasında Geçen Dört Saatin Hikayesi”9 isimli nuşmasına Tevfik Fikret’in Millet marşına atıf- gezi yazısı yayınlanırken, Türk Ordusunun gücü la, “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası…”12 vurgulanmıştır. Aynı gün Yeni Konya Gazete- dizesiyle başlarken, Oktay Güner konuşma- si’nde yer alan M. Zeki Akdağ imzalı fıkra ise sında, “Seksen bin şehidin mübarek kanı, İn- şöyledir: “Karsa gittiğim sıralarda idi. Konya gilizlerin damarlarından akmadı! Ada, sahib-i hasretimin içerime işlediği bir gün hafif bir şey- aslisine iade edilmelidir. Aksi halde hakkımızı ler almak üzere bir gazinoya gittim. Yalnız ma- istihsal edeceğiz”13 ifadelerine yer vermiştir. sada otururken karşımda beni süzen bir insanla göz göze geldim. Yaşlıca bir kimse idi. Masamızı Mitingin şüphesiz en önemli ismi Kıbrıs Türk- birleştirmemizi teklif etti, kabul ettim. 30 sene lerinin lideri Dr. Fazıl Küçük olmuştur. Halkın evvel Konya Öğretmen Okulunu bitiren bu hoca büyük tezahüratları arasında gerçekleştirdiği bana Konya’yı çok sevdiğini söyleyerek şöyle bir konuşmasında, “Yunan idaresine geçen hiçbir şey anlattı: Çanakkale muharebelerinin devam yerde Türk’e hayat hakkı yoktur. Garbî Trak- ettiği sırada hava tebdili alan bir asker Konya’ya ya, Oniki Ada, Rodos, Girit bunun en yakın gelmiş. Seksenlik ihtiyarlar etrafına toplanıp misalleridir. Girit’te otuz senede 90 bin Türk cepheden haber sorduklarında asker: Cephe bi- erimiştir. Kıbrıs’ta da aynı meş’um oyunu ha- raz bozuldu deyince, ihtiyarlardan biri sıçrayarak zırlamaktadırlar. Bugün yeşil ada kan deryası ayağa kalkıp ‘Yahu, orada hiç Konyalı yokmuy- içindedir…” sözleriyle Kıbrıs’ın içinde bulundu- muş’ demiş.” 10 Hem 112. Filo ile ilgili yazı hem ğu şartları anlattıktan sonra, “Kıbrıs’ta masum de fıkradan anlaşılabileceği üzere gazeteler aracı- kardeşlerimizin öldürülmesine göz yumma- lığıyla bir taraftan Türk Ordusu’nun gücü, diğer ğa ne İngiltere’nin ne Amerika’nın hakkı yok- taraftan Konya insanının kahramanlığı vurgu- tur” sözleriyle konuşmasını tamamlamıştır. lanmış, miting öncesinde halkın maneviyatı güç- lendirilmeye çalışılmıştır. Miting günü Yeni Kon- Mitinge Konya merkez ve kazalarından 100 bin- ya Gazetesi “Kıbrıs Sayısı” çıkarmış, manşetten den fazla kişi katılmış, miting Ankara, İstanbul “Konyalı Koşuyor: Kalbimiz İman Dolu, Kanımız ve İzmir radyolarından canlı olarak yayınlan- Ateş, Bekle Küçük Vatanda Kıbrıslı Kardeş” ifa- mıştır. Hükümet meydanı ve İstanbul Caddesini delerine yer vermiştir. Yeni Meram ise “Onbin- dolduran halk, “Ya Ölüm!... Ya Taksim”, “Hepsi, lerce Konyalı Bugün Ya Taksim – Ya Ölüm Andını hepsi” nidaları atarken, meydanda bine yakın İçecek” manşetiyle mitingi duyurmuştur. Her iki pankart yer almıştır. Pankartlarda, “İngiliz, ya gazetenin aynı güne ait sayılarında Kıbrıs’la ilgi- Kıbrıs’ı tercih et, ya ölümü”, “Kıbrıs gibi yar ol- li etkileyici yazılara ve şiirlere de yer verilmiştir. maz, Makariyos gibi hıyar olmaz”, “Ata’nın ruhu konuşuyor, 26 Ağustos’u unutma”, “Ha dağda Miting 22 Haziran 1958’de saat 16-18 arasında yılan, ha Dünya’da Yunan”, “İzmir sahilinin kızıl gerçekleşmiş, çeşitli meslek grupları, dernek- rengini hatırla” gibi sloganlara yer verilmiştir. ler ve halktan toplam 25 hatip konuşma yap-

32 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Ezcümle 3-Kıbrıs’la ilgili Türkiye’nin izleyeceği politikanın belirleneceği toplantı TBMM’de 16 Haziran 1958’de Bugün Türkiye için milli dava olarak nitelen- gerçekleşen görüşme ile belirlenmiştir. Bursa Me- dirilen Kıbrıs meselesinin kamuoyu nezdinde busu Haluk Şaman ve iki arkadaşı (Himmet Ölçmen anlamlandırılması ve devlet politikalarına halk ve Baha Akşit) tarafından verilen “Kıbrıs Adası’nın, sulh ve sükûn ve refahını temin ve bu meselenin desteğinin sağlanması konusunda 1958 yılın- vahîmleştirdiği beynelmilel münasebetlere gerekli da gerçekleştirilen mitinglerin önemli bir rolü dostluk ve anlayış havasını iade etmek için nihai bir olmuştur. Öyle ki Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk hal şekli olarak ancak taksimi kabul ve tatbik mevki- Cumhuriyetinin kuruluşu ve hâlihazırda Kıbrıs ine koymanın zaruri bulunduğunun Türkiye Büyük meselesi gündeme geldiğinde Türk toplumunun Millet Meclisi Reisi tarafından dünya parlâ¬mento- ekseriyetinde ortaya çıkan milli refleks, 1958 larına duyurulmasına dair” takrir görüşülmüş, İsmet mitinglerinin günümüze hatırası gibidir. Paşa (İnönü)’nın gizli celsede verdiği teklif, Kırşehir mebusları Osman Bölükbaşı ve Hayri Çopuroğlu’nun usule ait müstenkif reylerine karşı esasta ittifakla ka- bul edilmiştir. Bkz. TBMM-ZC, C. 1, İ. 81, 16.6.1958, s. 494-497; Anadolu Ajansı tarafından, Mecliste alı- nan karar kısa sürede basına servis edilmiş ve dö- nemin ulusal ve yerel gazetelerinde sürmanşetten duyurulmuştur. Ada’nın neden taksim edilmesi ge- rektiği izah edildikten sonra; “Binaenaleyh Ada’nın sulh ve sükûn ve refahını temin ve bu meselenin vahimleştirdiği beynelmilel münasebetlere gerekli dostluk ve anlayış havasını iade etmek için nihai bir hâl şekli olarak ancak taksimi kabul ve tatbik mevki- ine koymak zaruridir.” cümleleri ile bitirilmiştir. Bkz. “Büyük Millet Meclisi de Karar Verdi: Taksim”, Yeni Konya’ya gelince, Konya, Y. 10, S. 3202, 18 Haziran 1958, s. 1; “Kıbrıs Bugün Kıbrıs davamız denince 100 bin kişiyi İçin En Son Sözümüz: Taksim”, Yeni Meram, Y. 7, N. 2806, 18 Haziran 1958, s. 1. meydanda toplayabilir misiniz? Sualinin yanıtı 4-Mektuba Yeni Konya Gazetesi’nde yer verilmiştir. bu fakirde değil. Ancak 1958’de Konyalılar ken- Mektupla ilgili metnin altında yer verilen izahatta; disine düşen vazifeyi gerektiği gibi yerine getir- “Bu mektup, Konya’da bir vatandaşımıza Kıbrıs’tan miştir. Agah Oktay Güner’in ifadesiyle; “Konya 16 VI 1958 tarihinde yazılmıştır.” İfadeleri yer almış- Mitingi Orta Anadolu’nun en kuvvetli, kesin, tek tır. Bkz. Yeni Konya, Y. 10, S. 3211, 27 Haziran 1958, sözlü mitingi olmuştur. Bu muvaffakiyetin sebe- s. 1. bi muhterem hemşehrimizin Kıbrıs davasındaki 5-Yeni Konya, Y. 10, S. 3204, 19 Haziran 1958, s. 1 hassasiyeti ve bu milli davaya olan candan bağlı- 6-“Şehrimizde Miting Teşebbüsü”, Yeni Konya, Y. 10, lıklarıdır. Mitinge coşkun bir sel gibi iştirak eden S. 3204, 20 Haziran 1958, s. 1; “Konya’da Miting İçin komşu vilayet heyetlerine, üniversiteli kardeşle- Harekete Geçildi”, Yeni Meram, Y. 7, N. 2808, 20 Ha- rimize, kazalardan geniş ölçüde gelen hemşehri- ziran 1958, s. 1. 7-Yeni Meram, Y. 7, N. 2809, 21 Haziran 1958, s. 1. lerimize, coşkun ve içten tezahürler ile Doktor 8-“Pazar Günü Yapılacak Mitinge Dün İzin Verildi”, Fazıl Küçük’ü pek mütehassis eden Konyalılara Yeni Konya, Y. 10, S. 3205, 20 Haziran 1958, s. 1 candan teşekkür ederiz.” 9-Yeni Meram, Y. 7, N. 2809, 21 Haziran 1958, s. 1-2. 10-Yeni Konya, Y. 10, S. 3206, 21 21 Haziran 1958, Ve dahî biz de teşekkür ederiz… s. 1. 11-Yeni Meram, Y. 7, N. 2810, 22 Haziran 1958, s. 2. Dipnotlar: 12-Yeni Konya, Y. 10, S. 3208, 23 Haziran 1958, s. 1. 13-Yeni Meram, Y. 7, N. 2811, 23 Haziran 1958, s. 2. 1-Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, Yay. Haz. Yu- 14-Yeni Meram, Y. 7, N. 2811, 23 Haziran 1958, nus Ender, Hayat Yayınları, İstanbul 1997, s.10. s. 2. 2-ATASE-BLH, 167-29-2.

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 33 BEŞ ŞEHİR’İN BİRİ BURSA

Tekkeyi Bekleyen Çorbayı İçer -Prof. Dr.Mustafa Kara- Bugünden düne doğru bakıl- lenmeye kadar birçok hizmeti 1. Dinî hayatın temel bil- dığında bir mahallede görü- gerçekleştiriyordu. Bu üç temel gilerini vermek len ana kurumlar şunlardır: kurumu yönetenlerin özellikle- 2. Tasavvufî tecrübeyi ya- 1. Cami-Mescid rinde de söz konusu birliktelik şamak isteyenlere rehberlik et- 2. Mektep-Medrese görülmektedir. Bazen caminin mek 3. Tekke-Zaviye imamı aynı zamanda müder- 3. Şehirler veya ülkelera- ristir, tekkenin şeyhi aynı za- rası seyahat edenlerin ihtiyaç- İlk bakışta bunlardan birincisi manda caminin imamıdır. Ku- larını karşılamak ibadet, ikincisi eğitim-öğretim ruluş döneminin birlik şuuru 4. Yakın çevredeki muh- üçüncüsü zikir ve sohbet için ve heyecanı burada da vardır. taçları gözetmek görülüyorsa da durum o kadar 5. Şiir, musiki gibi güzel basit değildir. Tarih içinde bu Kuruluş dönemi tamamlanıp sanatlara kabiliyeti olanları müesseselerin fonksiyonlarına devletin istikrar ve otoritesi teşvik etmek bakıldığında oldukça farklı gö- yaygınlaştıkça kurumların gö- 6. Bedenî veya ruhî hasta- revleri üstlendikleri görülmek- rev taksimi de daha net olarak lığı olanlara yardımcı olmak tedir. İlk yüzyıllarda camilerin ortaya çıkmıştır. Yukarıda anla- 7. Toplum arasındaki bil- yeme-içmeden, mahkeme salo- tılan birliktelik devam etmekle gi, haberleşme ve dayanışmayı nu olmaya kadar geniş bir yel- birlikte camiler daha çok ibadet temin etmek pazede hizmet vermeleri bazen ve dinî sohbetlere, medreseler 8. Ahî zaviyelerinin iktisâ- ibadet yeri olmasının önüne daha çok kitabet ve dinî ilim- dî hayatla, Okçular tekkesinin geçmiştir. Hatta Yeşil Cami gibi lere, tekkeler ise ahlak ve güzel spor alanıyla, Miskinler tekke- bazı mabedlerin kitabesinde sanatlara zemin teşkil etmiştir. sinin sağlık sahasıyla ilgili ol- yer alan “bu imaret” “bu buk’a” Yöneticiler ise her üç kuruma duğunu biliyoruz. 3 ifadesinden hareket eden mi- genellikle eşit mesafede dur- mar ve sanat tarihçileri “ Yeşil muş ve onları desteklemiştir. Tekkeler ve zaviyeler ma- Cami, Cami Değildir” isim- Böylece imam, müderris ve hallede bulunan sıradan bir li eserler de neşretmişlerdir.1 şeyh toplum hayatının her saf- kurum değil o mahallenin hasında emek ve hizmeti olan kurucu unsurudur. Mahal- Benzer bir durum tekke ve za- insanların önünde yer almışlar- le isimleriyle tekke ve şeyh viyeler için söz konusudur. Ku- dır. Dolayısıyla bu üç kurum ve isimlerinin aynı olması da bu ruluş yüzyıllarında faaliyet gös- yöneticileri dikkate alınmadan gerçeğe işaret etmektedir. İşte teren bu kurumlarla ilgili belge Osmanlı toplumunu anlamak Bursa’nın bazı mahalle isimleri: ve vakfiyeler incelendiğinde ve tanımak mümkün değildir. 2 “çok amaçlı yapı” özelliği orta- Abdal Sultan Mehmed Mahal- ya çıkmaktadır. Zaviyeler yeni Osmanlı kültür ve medeniyet lesi kurulan devletin sadece gönül tarihini anlatan eserlere ve bu Ebu İshak Mahallesi eğitimine destek vermemekte, eserlerin kaynaklarına bakarak Abdal Mahallesi bölgenin ziraatinden, ticaret tekke ve zaviyelerin gördüğü Karakedi Mahallesi ve seyahatlerin güvenliğinden, hizmetler şöyle sıralanabilir: Karaşeyh Mahallesi iaşe, ibate, yeme içme ve din- Üçkozlar Mahallesi

34 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 Şeyh Hamid Mahallesi miştir. Bu yönüyle cami ve yemek çıkarılmalıdır. Hatta Baba Zâkir Mahallesi medreseden öndedir. Bir baş- bila maaş bazı tekyeler ve ha- Zeyniler Mahallesi ka ifade ile tekke harcamala- nelerinde zikr-i şerif eden me- Emir Sultan Mahallesi rının bir kısmı bu alanla ilgili- şayih, bizzat kesb-i yediyle (el Veli Şemseddin Mahallesi dir. Tekke mahallenin aşevidir. emeğiyle) kazandığından ihzar Şeyh Abdurrezzak Mahallesi ederek yine it’am-ı fukara eder. Temenna Mahallesi Kahve Bahane Hücrelere (odalara) gelince, Molla Fenârî Mahallesi biri şeyh efendinin zatına di- Şeyh Paşa Mahallesi 4 Mevlevîlikte derviş eğitimi ğeri eyyam-ı mahsusada mey- matbah-ı şerifte başladığı için dan odalığına diğeri dervişâna Yukarıda sıralanan üç temel ku- mutfak çok daha önemlidir6. tahsis olunarak bir de kahve rumun mimarî-fizikî açıdan en Şimdi içeriden birinin yıllar- ocağı tabir olunan hücre ki bazı büyüğü camidir. Tekke medre- ca tekke şeyhliği yapan Bursa seyyahînin (misafirlerin) is- seden sonra gelen daha küçük, Mısrî Dergâh’ı şeyhi Mehmed kânına da tahsis olunabilir. çoğu zaman kargir ve ahşap mal- Şemseddin Efendi’nin kahve İhya geceleri akşam nama- zeme ile yapılan mütevazi bina- ocağı, kahve ikramı ile ilgi- zından on dakika evvel usûle lardır. Fakat çok çeşitli alanlara li kısa bir yazısını okuyalım: girilerek ba’de’s-salat (namaz- hizmet verdiği için geniş bir dan sonra) mevcud bulunan alanda kurulan tam teşekkül- “Takâyâ ve zevâyânın umumisi ihvanla taamdan sonra kahve- lü tekkeler de vardır. Bu der- Hazine-i celile ve Evkaf ve Ma- ci dede tarafından dergâhda gâhlarda şu bölümler bulunur: liye’den az-çok taamiye alırlar. kahve odasında pişirilen kah- Bazılarının evkaf-ı hususiyele- veler diğer muavini tarafın- 1. Mescid, zikir ve sohbet- ri vardır. Bu taamiye namıyla dan misafirlere tevzi olunur. lerin de yapıldığı bu mekanın alınan maaşlar âyende ve re- Sair geceler ihvan toplanır ise bir adı da tevhidhânedir. vendeye (gelip-geçene) it’amla yatsı namazından sonra ah- 2. Harem, Şeyh Efendi’nin (ikramla) beraber ihya gecele- kâm-ı diniye ve erkân-ı tarikata ailesiyle birlikte ikamet ettiği rinde haline göre birer ikişer (dinî tasavvufî konulara) dair evdir. sofra taam ihzarına sarf olu- kitablar okutulur, ihvan da müs- 3. Selamlık, dervişlerin nur. Hatta elli kuruş yüz kuruş tefid olur. Bazen ilahiler okuna- bulunduğu misafirlerin ihtiyaç- taamiyesi olan tekyeler bile bu rak dervişana zikr talim ederler. larına göre düzenlenmiş bölüm taamı çıkarır. Ba’de’t-taam,(- Velhasıl dergâhlar bunlardan ve odalar. yemekten sonra) kable’z-zik- gayri bir şey icrasına müsait 4. Hazire, mezarlık ve tür- r,(zikirden önce) ba’de’z-zikr değildir. Hiçbir vechile akçe ile be. misafirine kahve verilir. Bun- kahve satmak caiz değildir.7”

5. Ahır, ulaşımın olmazsa ların cümlesi şeyh efendi tara- Dipnotlar: olmaz unsuru olan hayvanların fından mecburen icra olunur. 1-Sedat Çetintaş, Yeşil Cami ve Benzerleri Cami De- ğildir, İstanbul, 1958. (13 Mayıs 1955 günü Ankara bakım ve ihtiyaçlarına ayrılan Fütühat (bağış) olsa da olma- Ü. İlahiyat fakültesinde verilen konferansın metni) Çetintaş Yeşil Cami’nin tekke ve zaviye olarak yapıldı- kısımdır. sa da bu mesarif daima görül- ğı kanaatindedir. Ayrıca bk. Semavi Eyice, İlk Osman- 5 lı Devrinin Dinî İctimâî Bir Müessesesi Zaviyeler ve 6. Mutfak. mektedir. Çünkü dergâhlar, Zaviyeli Camiler, İÜİFM, XXIII. (İstanbul 1963) 7. Hamam ehl-i tarik fukarasının melce 2- Tekke ve zaviyelerin sosyal yönleriyle ilgili arşiv belgelerini değerlendiren Ömer Lütfi Barkan’ın 8. Bağ bahçe, ihtiyaç ve va- (sığınağı) ve me’vasıdır. Şeyh- Vakıflar Dergisi’nin 2. sayısında 1942’de yayınlandığı makale meşhurdur. kıf imkanlarına göre bu bölüm- ler ise isticlab-ı deavat-ı hay- 3-Geniş bilgi için bk. Mustafa Kara, Tekkeler ve lere yenileri de eklenebilir. riyye-i hazret-i padişahiye ve- Zaviyeler, İstanbul, 1980. 4-Bursa tekkeleri ve tarihçileri hakkında geniş bilgi Gönül ve ruh terbiyesini esas sile olacaklar devlet ve millete için bk. Bursa Dergâhları, Yadigâr-ı Şemsî, Hzn. M. Kara – K. Atlansoy, İstanbul 1997. M. Kara, Bursa’da alan bir kurumun daha çok hayır dua edip ettireceklerdir. Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 2011 5-Tekkeleri mimarî yönden ele alıp değerlendiren insanın bedenine / midesine Hâdimu’l-fukara imzalarıdır. Baha Tanman ve meslektaşlarının çalışmalarına hitap etmesi ilk bakışta tuhaf Taamiyeler me’kel (gelişigü- ihtiyacımız vardır. Bk. H. Zübeyr Koşay, Mevlevilikte Matbah Terbiyesi, görülebilir. Gerçekten tekke- zel harcanacak para)değildir. 6-Türk Yurdu, sy. 27 (1927) ler manevî ihtiyaçlar kadar Hiç olmazsa ayin gecelerinde 7-Özel arşiv. maddî ihtiyaçlarla da ilgilen- bulunan fukaraya iki üç kap

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 35 BEŞ ŞEHİR’İN BİRİ İSTANBUL

Şehrin Kaybolan Küresi1

“Garîbe ve acîbeler beyânında” -Göktürk Ömer Çakır- Günlük hayat, türlü hayhuylar doğru sürükleneceğini bekle- ların, bu konuda daha şahsî veya içerisinde akıp gider ve bu akış- yebileceğimiz geleceğimizi tek şehre özgü bir sıkıntımız mev- lar öyle bir hâl alır ki, tedâhül- kurtaran, yeni değişim ve dönü- cut. Şimdi o konuya gireceğim. leri, etrâfımızda meydana gelen şümlerin öncesinde gözümüzün değişimleri, yer değiştirmeleri, alışacağı görüntülerin ve kula- Hangi sıradan meselenin zih- yokoluşları, istihâleleri, yenilik- ğımızın alışacağı seslerin yeni nimde bu kadar büyük bir in- leri anlamamız mümkün olmaz. çağrışımlarıyla, bu yeni alışmış- sanlık meselesine dönüştüğünü, Kendimizi öyle tedânî hisleriyle lık hâlleriyle meşbu olarak ko- neden bu kadar lâf kalabalığı- iş ve meşgalelerimize hasretmi- nuşup, gezip huzurla seyrede- na ihtiyaç duyduğumu merak şizdir ki, kendi içimize dönme bileceğimiz yerleşik bir vasatın edenler için öncelikle her ikisini şansımız kalmadığı gibi, yaşa- içinde nisbeten kısa veya nisbe- de açıklayayım: Biliyorsunuz ki dığımız çevreyi de gözleme ve ten uzun bir zaman zarfında her her konu bir dibâceye muhtaç- kontrol etme kaabiliyetimiz yit- tür inkılâbdan vâreste yaşama tır ve her mesele büyütülmeyi miş, hayatla bağımız ifnâ per- imkânıdır. Hayat bize ileride hak edecek kadar büyüktür. Ba- desinde takılıp kalmıştır. Yollar bu kadarcık bir hareketsizliği zen dibâceler meselenin kendi- değişir, yolların ve sokakların de sunabilecek mi bilmiyoruz; sinden bile büyük ve kıymetli türlü unsurları değişir, konu ama yine de etrâfımızda kay- olabilir; meselemizin hak ettiği komşu değişir, insanlar değişir, bolan, değişen, dönüşen, unut- ilgi ve merâkı canlandırabilir, dükkânlar değişir, mekânlar tuğumuz ayrıntıların kalabalığı meseleyi yaşatabilir. Kim İbn değişir, güzergâhlar değişir; bü- içinde mustarip olmaya devam Haldun’un İber Tarihi’nden tün bu değişimlerle birlikte bir edeceğiz. Kişioğlu, bunu, târihe haberdar ki? Herkesin dilinde zamanlar hayâtımıza, dağarcığı- adım attığı andan îtibâren uzun varsa yoksa Mukaddime. Ese- mıza sızan ve anlamak için lûgat durgunluk dönemlerini tâkip rin önüne geçen bir önsöz… karıştırmak ihtiyâcı duymadı- eden sıçrama hamlelerinden “Himinileri gubardatacak bir ğımız tedâiler havada kalır, an- sonra, git gide artan bir hızda hobaraklık”. Ayrıca hakikatli ol- lamsızlaşır; iyice dramatikleş- yaşadı ve yaşayacak; fakat be- mak gerekiyor ki meselem ciddî tirmek gerekirse, afazik bir hâle nim ve zannederim İstanbullu- ve üzerine çiziktirmeye değer

36 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017 bir mesele. Öyle ceffelkalem, sümle merdivenleri tırmandım; seküler mezar taşının önünde sellemehüsselam değil, ağır ve fakat yine de rahatsızlık duyma- durup, taş bizden herhangi bir usturuplu bir girişi hak edecek ya devam edeceğim bazı ayrın- Fâtiha istemese de, bu büyüğü- kadar… Kaç defa yaşadım bil- tılar söz konusuydu ve küçük müzün rûhuna birer istimdat miyorum; fakat çok defa yaşa- bir keşifle, bu rahatsızlıklarımı vâsıtası olarak dua ve dilekleri- dığım için sayıyı bulamıyorum: izâle ettiğimi söyleyebilirim. mizi yollamak gibi asgarî milli- Beş buçuk yaşındaki kızımla ne yetçi ritleri yerine getirdiğimizi zaman gezinsem, onun, benim Şu, Mese Caddesi yâhut Di- belirtmeliyim. Bazı arkadaşlar farkında olmadığım pek çok van Yolu olarak bildiğimiz, Sultan Hamid’i ziyâret etmenin, değişimin, ayrıntının, bütün Bizans’tan müdevver eski pro- Gökalp’a selam vermekle tenâ- bu gulgule-i hayat içinde, sanki tokol yolumuzun üzerinde, sü- kuz teşkîl edeceğini düşünseler bütün o velvelenin kenarında rekli uğradığımız pek çok târihî de bizim de dâhil olduğumuz yükselen bir duvardan ayakla- mekân vardır. Firuz Ağa ve Atik ekseriyet, o görevden de kaçın- rını sarkıtarak ve dondurmasını Ali Paşa gibi Sultan II. Bayezid maz. Hatta, târihi bir bütün ola- yalayarak, her şeyi ağır çekim- devri câmilerinin arasında lise rak değerlendiren “millî” bakış de tâkip edebiliyormuşçasına, yıllarımızdan şu zamana değin açımız, Bedreddin’in mezarını ayırdında olduğunu fark ettim. pek çok köşede, oturakta, mec- da es geçmemizi engeller. Mu- Eskiden gözlem gücüme çok liste bulunmuş; gezmiş, görmüş, halif, muvâfık herkesi yâd edip güvenirdim. Kaldı ki, iyi bir dinlemiş, anlatmışızdır. Epeydir o tuhaf “devletlû” mezarlığın- gözlemci olmayı gerektirecek sıklıkla uğradığımız yerlerden dan çay içeceğimiz kısma intikâl bir mesleğim de var; ama şeh- rin bütün gürültü patırtısı tara- fından iğdiş edilmiş “anlak”ım, uzun zamandır semereli bir hiz- met veremiyor ki, küçük bir ço- cuğun irrite edici bir rahatlıkla tek tek işâretlediği kör gözüm parmağına değişimlerden, fark edilmesi güç yeniliklere varın- caya kadar pek çok hareketlili- ği, kayıp veya kazancı; şehrin, mahallenin, sokağın en avâmî enstalasyon faaliyetlerini artık fark edemiyor. Yakın zamanda, kendimi, apartmanın girişin- deki paspasın kayboluverdiği- ne dâir bu esaslı gözlemcinin birisi de, caddenin aynı dili- ederiz. Lâkin Türk Ocağı’na is- uyarısı üzerine mübâlâğalı bir minde yer alan Sultan Mahmud ter Mese tarîkiyle, ister Bâb-ı Âlî pozla demir kapıya yaslanıp gi- Türbesi’nin ve hazîresinin he- tarîkiyle çıkalım, hazîreye gir- riş paragrafındaki düşüncelerin men yanına kondurulmuş, Türk meden önce kısa bir soluklanma ağında debelenirken buldum. Ocağı İstanbul şubesinin çayhâ- yâhut gelecek olanları bekleme Sanırım, meseleyi en basit hâle nesidir. Evliya Çelebi İskelesi’n- sâikiyle durduğumuz bir nokta ircâ ederek hayatın dağdağasıy- den Sirkeci’ye adım attığımız vardır. Bu noktada soğuk gün- la mâlûl bir yetişkin olduğumu, zaman Türk Ocağı’na gitmek- lerde genelde kestâneciler veya bir çocuğun bu mâlûliyetlerden ten bahsedildiğinde, kastedilen burma tatlıcılar olur. Soğuk vâreste zihniyle yarışamayaca- şey, bir Ocak faaliyetine dâhil veya sıcak günleri ayırmadan ğım gerçeğiyle bu husustaki dü- olmaktan ziyâde çay içip mav- 170 küsur yıldır orada duran bir şüncelerimi icmâl ederek rahat- ra yapmaktır. Tabiî mavradan şey daha vardır ki, o da hazîre layabileceğimi hesapladım ve evvel büyük mürşid Ziya Gö- duvarına ampir üslûbuyla bitiş- yüzüme bağdaş kuran bir tebes- kalp’ın eski yazıyla hakkedilmiş tirilmiş çeşme ve onun yüksek

kısık sesler mecmua - nisan-mayıs /2017 37 arşitravı üzerine kondurulmuş mât-ı ibret-nümâ” altbaşlığın- bir küredir. Gerçi artık çeşme da, bir yeniçerinin «bozdağan var; fakat Cerîde-i Havâdis’in, mücevher topuz ile mezkûr «...yekpare mermerden zîbâ ejder sûretine bir topuz ur»- çeşme yapılıp üzerine yine mer- ması ve bu “uruş”un «…garb merden yapılmış ve hendese cânibine nâzır kellesinin alt üzere nakşolunmuş küre-i arz» çenesine isâbet edüp ol ân İs- diye tasvir ettiği küre yok! Onca lâmbol’un garb cânibinde yı- gidiş gelişimize rağmen bu yok- lan zâhir olup ol asırdan berü luğu gazetelerden öğrenmiş ol- yılan İslâmbol içre şâyi‘ oldu mak ve gazetelerin de epey bir derler.» sözleriyle değindi- zaman sonra bu kayba uyan- ği bu teshîr edilmiş anıt veya mış olması da bir diğer fecaat! Sultan II. Bayezid’in hamamı içinde kaddi seksen zirâ olup Mâlumunuz, İstanbul’un muh- yıkılmasıyla şehre tâ’ûn yayıl- telif yerlerinde tılsımlar olduğu masına sebep olan âlî sütuna bilinir. Bunlardan, bir hâdiseyle dâir anlatısı, bir tılsımın kı- zihnimin, kapısının önünden ilintilendirilen en gözde örnek- rılmasının, kaybolmasının nasıl başlamak üzere, şehrin bütün lerden biri, At Meydanı’ndaki dramatik sonuçlara gebe olabi- değişimlerinden uzak ve haber- Yılanlı Sütun’dur. Platea Sava- leceğini bana hatırlattığı gibi, siz hâle gelmesinin sebebi, ister şı’nın anısına muzaffer Hellenler kafamın içinde bârikanümâ Kızıl Elma ister palantir heykeli tarafından bronz savaş ganâimi- bir düşüncenin de parlaması- olarak vasfedilsin, o kaybolan nin eritilmesiyle yapılarak mu- na vesîle oldu: Belki de Sultan küredir. Bir tılsımımız yok oldu kaddes merkezleri Delphoi’ye Mahmud Türbesi’nin hazîre du- ve o tılsım, bizim bir melekemi- nezredilen ve Doğu Roma’nın varına bitişik çeşmenin küresi ze mâl oldu ve öyle anlaşılıyor neşv yıllarında İstanbul’a geti- de İstanbul’un Yakın Çağ’a âit ki bu tılsım, çocuklara işlemi- rilen bu bronz sütunun gövdesi tılsımlarından biriydi ve muğ- yordu. Onlar muhtemelen mu- durmakta; fakat yılan başlarının lak kayboluş hâdisesi, – zîrâ ayyen bir zamana dek şehrin yerinde yeller esmektedir. Kay- bir esnaf kırıldığını ve belediye bütün ayrıntılarını, kıvrılıp bu- bolan başlardan birisi Fossati ekiplerinin zabıt tuttuğunu fark rulmalarını, değişmelerini fark tarafından bulunmuş olmasına etmiş; fakat bütün çabalarıma edecek ve zamanı geldiğinde rağmen, diğer ikisi hâlâ yoktur. rağmen bu zabta ulaşamadım bizim gibi duyarsızlaşacaklar. İşte Evliya Çelebi’nin, “Kal‘a-i – sonrasında, bende ve pek çok Muhtemelen bir süre boyunca, Kostantîn’in enderûn [u] bîrû- İstanbullu’da, kürenin kendi bu muayyen zamanın hangi yaşa nunda olan mutalsamât-ı garî- kaybıyla başlamak üzere, bütün tekâbül ettiğine dâir tetebbu ve be ve acîb[e]ler beyânındadır” farkındalık hassâlarını da alıp tefekkürle kafayı kırıp şirâzeden serlevhasıyla, “On yedinci tılıs- götürmüştü. Tabiî bu çok ret- çıkmazsam, başka yazılar da ya- rospektif bir fikir. Okuduğum zarım; fakat bu hususta bildiğim bir haber ve yine okuduğum ve bundan sonra yeni bir dü- bir eski nakil, kafamdaki bâzı şünceyle aydınlanmazsam, söy- ârıza merkezlerini titreştirerek, leyeceğim bunlardan ibârettir. beni mustarip eden farkında ol- mama hâllerini, ondan bir kıy- Dipnot: mığın çıkmasıyla dahi tezelzül 1-Mağaradakiler, 10, Mart – Nisan edecek kadar canlı dokularla bir 2016, s. 14 – 18. şehre âit olmanın romantizmine bulayıp, eğlenceli bir sebep ya- ratmış da olabilir; fakat kimin umurunda? Bence benim türlü hayhuylar içinde fütur getiren

38 kısık sesler mecmua - nisan-mayıs 2017