Metinlerarasilik
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
METİNLERARASILIK BAĞLAMINDA WESTWORLD TELEVİZYON DİZİSİNİN İNCELENMESİ Sedef Ege Karataş Ege Üniversitesi, Radyo Televizyon ve Sinema Ana Bilim Dalı - Yüksek Lisans ÖZET Postmodernizm ile birlikte sıklıkla başvurulan metinlerarasılık kavramı, metinlerin iç içe geçmiş halde bulunduğunu savunmaktadır. Mitler sanat yapıtları aracılığıyla yeniden üretilmekte ve hiçbir metin kendisinden önceki metinlerden bağımsız olarak ele alınamamaktadır. Metinlerarasılık; alıntı, parodi, pastiş gibi yöntemlerle, yapıtlar arası bağlantıları ele almaktadır. Bu çalışmada bir bilimkurgu dizisi olan Westworld (2016) dizisi, metinlerarasılık bağlamında incelenecektir. Literatürdeki doğa-kültür çatışması aktarılarak, dizide bu dikotomonin nasıl sunulduğu ele alınacaktır. Yeniden doğuş miti incelenerek bunun, Westworld dizisinde ne şekilde yeniden üretildiği, metinlerarasılık bağlamında aktarılacaktır. Anahtar Kelimeler: Metinlerarasılık, Westworld, Bilimkurgu, Arketip ABSTRACT The concept of intertextuality, which is often referred to with postmodernism, argues that texts are intertwined. Myths are reproduced with artworks and no text itself can not be considered independently from the preceding text. Intertextuality; examines connections between artworks such as quote, parody, pastiche by methods. In this study, Westworld(2016) a science fiction series, will be examined in terms of intertextuality. The nature-culture duality will be conveyed and how this duality is transplanted will be discussed. The myth of rebirht have been mentioned and how its reproduced in the Westworld series. Keywords: Intertextuality,Westworld, Science Fiction, Archetypes 505 GİRİŞ İçinde yaşadığımız imajlar çağında, mesajlar iç içe geçmiş halde bulunmaktadır. Hiçbir sanat metni, kendinden önceki metinlerden bağımsız olarak ele alınamamaktadır. Kristeva’ya göre her metin “alıntılar mozaiği” olarak inşa edilir. Bir metin, kendinden önceki metinlerin özümsenerek tek bir metinde yansıtılması ile oluşturulur (aktaran: Çolak, 2006: 88; Kristeva, 1980) Kristeva’nın değindiği bu yeniden yazım ve alıntılar mozaiği benzetmesi, modern ve yüksek sanat anlayışının var ettiği “biricik, benzersiz metin” anlayışını kırmaktadır. Bu taklide değil, bir metin üretirken önceki metinlerin çıkış noktalarını göz önünde bulundurmaya işaret etmektedir. İki metin arasındaki her türden alışverişi göstermek için metinlerarasılık sözcüğünün kullanıldığını söyleyen Aktulum; resim, müzik, heykel ve dansın da kendi aralarında olduğu kadar, yazınla olan ilişkisini tanımlamak için de bu sözcüğün kullanıldığını belirtmektedir (Aktulum, 2011, s. 13). Günümüzde sinema ve televizyon ürünleri, var olan mitleri yeniden yaratmak, bu mitlere atıfta bulunmak ve diğer eserlere atıfta bulunmak için sınırsız bir alan sunmaktadır. Literatürde bulunan metinler ve mitler metinlerarasılık ile, görsel sanatlarda, sinema ve televizyonda yeniden üretilmekte ve kişilere aktarılmaktadır. Çalışmada kullanılan yöntem, niteliksel içerik analizidir. Nitel içerik analizi; insanların yaşayışlarını, sosyal olay ve olguları anlatmaya yönelik bir araştırma yöntemidir. Çalışmada, literatürdeki bilgilerde yola çıkılarak, nitel içerik analizi ile elde edilen veriler, metinlerarasılık bağlamında incelenecek ve tartışılacaktır. DOĞA – KÜLTÜR DİKOTOMİSİ Doğa; TDK tarafından, “İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamış, doğal yapısını koruyan çevre, tabiat” ve “Bir kimsenin eğilimlerinin, içgüdülerinin hepsi, huy” olarak tanımlanmaktadır. (TDK, 2017) Kültür’ün TDK tarafından tanımı ise şöyledir: “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” (TDK, 2017). Anlamları en basit haliyle açıklanan bu iki öge arasında, ilk okuyuşta dahi bir çatışma olduğunu sezmek mümkündür. Bu tanımlardan yola çıkılarak; doğanın başlangıçtan beri sürekli olarak var olduğunu fakat insanla birlikte değişime uğradığını, kültürün ise doğaya ve doğal olana egemen olma güdüsüyle, insan tarafından üretildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca doğanın diğer tanımına bakılırsa, insani içgüdülerin de doğa ile bağlantılı olduğunu söylenebilmektedir. Camille Paglia ‘’Başlangıçta doğa vardı’’ der ve uygar insanın, bir kımıldanışıyla iyi kötü fark etmeksizin herkesi yok edebilecek olan doğaya gizlice boyun eğdiğini savunur. (Paglia, 2014, s. 13) Doğa öylece var olan ve biz insanları, bizim ürettiğimiz kültürü barındıran en büyük oluşumdur. Toplum ise Paglia’ya göre doğanın karşısında perişan olmamak için üretilen yapay bir oluşumdur ve toplum, doğa karşısındaki aşağılayıcı derecede olan edilginliğimizi azaltmaya çalışır. (2014) ‘’Doğa, her şeyin anası ve var edicisidir. Doğa daha önce de söylediğimiz gibi ezel ve ebeddir. Doğa’nın kendine has bir işleyişi ve yasaları vardır.’’ (Gürses, 2007, s. 18) Ezel ve ebed olan doğanın başka güçler tarafından kontrol altına alınmaya ihtiyacı yoktur. Çünkü o, her şeyi içerendir ve hali hazırda kendi kuralları, yasaları bulunmakta ve öngöremeyeceğimiz bir başlangıçtan beri var olmaktadır. Kültür ise diyalektik bir süreçtir ve sürekli gelişim gösterir. “Kültür, şeyleri olduklarından ve aksi halde olacaklarından farklı yapmak ve onları bu halde, yapay şekil içinde tutmaktır. Kültür, bir düzen yaratmak ve onu korumak, düzeni bozan ve bu düzen açısından kaos görünen her şeyle mücadele etmektir” (Bauman, 2017, s. 161). Doğanın yasalarının korkutucu ve kaos olarak görünmesi ile birlikte insanlar buna karşı koyabilmek için, toplumları oluşturmuş ve kültürü meydana getirmişlerdir. Doğanın hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamayacak olması, insanların kültür aracılığıyla onu kontrol altında tutma gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Kültür, doğanın düzensizliğine karşılık bir düzen koyma, hiyerarşi yaratma sistemidir. İnsanlar kültür aracılığıyla doğayı anlamaya, onun karşısında savunmasız kalmamaya çalışmaktadır. İnsanlık ürettiği kültürle doğayı kontrol altına almaya çalışmakta; bunu yaparken de olumsuz müdahalelerde bulunabilmektedir. Yaratılıştan bu yana süregelen doğayı bastırma eylemi, insanlığın kendisini güvende hissetmesine ve doğa ile ilgili korkularını azaltmasında yardımcı olmuştur. Bu iki öge birbirinden ayrı düşünülememektedir. Doğanın bir ürünü olarak insanları, onların ürünü olarak da 506 kültürü düşünebiliriz. “Ve doğa var olduğu sürece, Kültür insanın Doğayla, giriştiği rekabette tek dayanağı olacaktır (2007): “Bu ortaklık ilişkisinde insan topluluğu ve insan-olmayan topluluklar dinamik bir ilişki içindedir. Her birinin diğeri üzerinde gücü vardır. Doğa güçlü ve kontrol edilemez bir kuvvet olarak insan yaşamını yok etme, insanoğluyla ya da O olmadan evrimine devam etme ve gelişme potansiyeline sahiptir. İnsan olmayan doğayı ve kendilerini bilim ve teknoloji ile yok etme potansiyeline sahip olan insanlar, en temel ihtiyaçlarını karşılarken doğa varlıklarının varolmayı sürdürme özgürlüklerine izin vermelidir (Merchant, 1996, s. 19, Aktaran: Oya Beklan Çetin, 2005, s. 69). Literatürde kadının doğanın içine, erkeğin de kültürün içine yerleştirildiği görülmektedir. Lloyd kadının erkekten aşağıda konumlandırılmasını Pisagor’a kadar götürür. Pisagor’un İÖ oluşturduğu karşıtlar tablosunda on adet karşıtlık bulunmaktadır : Sınırlı/sınırsız , tek/çift , bir/çok, sağ/sol , eril/dişil , durağan/hareketli , düz/eğri , aydınlık/karanlık , iyi/kötü , kare/dikdörtgen. (Lloyd, 2015, s. 23) Görüldüğü üzere her kavramın karşısında; onun tam tersi olabilecek, tamamlayıcı ögeler verilmiştir. Fakat Lloyd bu tablodaki ögelerin konumlandırılışında, sağ tarafta bulunana bir ötekileştirme uygulandığını vurgulamaktadır. Böylece erilin karşısında bulunan dişil kelimesi daha aşağıda konumlandırılmış olmaktadır. (2015) Fransız Feministleri olarak nitelendirilen İrigaray, Kristeva ve Cixous, Pisagor’un Karşıtlıklar Tablosunu ve düalizminden yola çıkarak, Doğa-Kültür dikotomisini açıklamaya çalışırlar. Bu üç kadın yazar, Pisagor’un aksine sağ ve sol çatışmasının üzerinde değil; doğa, kültür dikotomisi üzerinde durmaktadırlar. (2007) DOĞA KADIN – KÜLTÜR ERKEK Çalışmanın bu bölümünde Camille Paglia’nın perspektifinden doğa-kültür çatışması ele alınacaktır. Westworld dizisinin incelenmesinde, Paglia’nın düşünceleri referans alınacaktır. Paglia toprak inancından gök inancına kadar tarih boyunca kadının, en dibe atıldığını söylemektedir. Ona göre kendi yasalarıyla şişip hayat veren kadın, tarihin en başından beri anlaşılmazlığını sürdürmektedir. “Erkekler onu yüceltir ama ondan korkardı. Kadın erkeği tükürmüş ve her an geri yutabilecek olan karanlık ağızdı (2014). Zaman içinde, yaratıcılık ünvanının topraktan alınıp göğe verilerek gök-tapıncı inancının başlaması ile, eril uygarlığın zaferi başlamış oldu (2014). Toprak (Gaia) artık her şeyi yaratıp, büyütüp, yetiştiren olma özelliğinden çıkmaktadır. Paglia’ya göre bu; erkeğin yakalanmaktan çok korktuğu, kadının döngüsel doğasından kurtulma çabasıdır. Ona göre doğanın döngüleri aynı zamanda kadının da sahip olduğu döngülerdir. Kadınlık biyolojik olarak, aynı nokta üzerinde başlayıp biten dairesel dönüşlerdir. Paglia her ay yaşamakta olduğumuz regl kanamasını ve yanında gebeliği örnek vererek kadın bedenini taşıdığı ruha aldırmayan kitonyen bir makine olarak görmektedir (2014). Kadın bedeni, istek ve irade dışında her ay - bir zamanlar ‘o lanet’ olarak adlandırılan aybaşı kanamasına maruz kalmaktadır. İstek dışında hormonal değişimlerin getirdiği şişmelere uğramakta, kadınları kimi zaman kendi bedenlerine yabancılaştırmaktadır. Bu aslında doğanın kadına;