T.C. İNÖNÜ ÜN İVERS İTES İ FEN-EDEB İYAT FAKÜLTES İ TAR İH BÖLÜMÜ

ATATÜRK DÖNEM İNDE (1920-1938)

(LİSANS TEZ İ)

Osman KIDI Ş

Sorumlu Ö ğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Serap TA ŞDEM İR

MALATYA 2006

T.C. İNÖNÜ ÜN İVERS İTES İ FEN-EDEB İYAT FAKÜLTES İ TAR İH BÖLÜMÜ

ATATÜRK DÖNEM İNDE RECEP PEKER (1920-1938)

(L İSANS TEZ İ)

Osman KIDI Ş

MALATYA 2006

İÇİNDEK İLER ÖNSÖZ...... V KISALTMALAR…………...……………….……………………..………………VII GİRİŞ ...... 1

I. BÖLÜM

(M.RECEP PEKER’ İN HAYATI)

A. M.RECEP PEKER’ İN ŞAHS İYET İ VE A İLES İ ...... 9

B. EĞİ TİMİ...... 13

C. ASKER İ GÖREVLER İ VE M İLL İ MÜCADELEYE KATILDIKTAN SONRAK İ DÖNEMDE YAPTI ĞI S İYASAL GÖREVLER ...... 14

II. BÖLÜM

(ATATÜRK DÖNEM İ TÜRK S İYASET İNDE, M. RECEP PEKER) (1920-1938)

A. SİYAS İ HAYATININ BA ŞLAMASI...... 21

B.1923-1930 DÖNEM İ GEL İŞ MELER İ VE M.RECEP PEKER’ İN ÜSTLEND İĞİ

GÖREVLER...... 27

a. Te şkilat-ı Esasiye Kanunu Görü şmeleri...... 32

b. – M.Recep Peker İli şkisi...... 36

c. Hilafetin İlgası ve Osmanlı Hanedanlarının Yurtdı şına Çıkarılması ...... 41

ç. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve M.Recep Peker...... 52

C. 1930-1938 DÖNEM İ S İYAS İ HAYATI VE ÜSTLEND İĞİ GÖREVLER İ ...... 80

a. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve M.Recep Peker ...... 80

b. 1930-1938 Dönemi Di ğer Önemli Geli şmeler ve M.Recep Peker...... 88

ç. Atatürk ve M.Recep Peker ...... 96

d. Peker Döneminde Türkiye’nin Yapısı...... 97

III. BÖLÜM

(M.RECEP PEKER’ İN TÜRK İNKILABINA BAKI ŞI VE DÜ ŞÜNCELER İ)

A. PEKER’ İN İDEOLOJ İLERE BAKI ŞI...... 105

a. Liberalizm ...... 105

b. Sosyalizm ...... 110

c. Fa şizm ...... 115

B. KEMAL İST TEK PART İ HAKKINDAK İ GÖRÜ ŞLER İ ...... 117

C. CUMHUR İYET’ İN TEMEL İLKELER İNE İLİŞ KİN GÖRÜ ŞLER İ ...... 134

a. İnkılapçılık Hakkındaki Görü şleri...... 134

b. Cumhuriyetçilik Hakkındaki Görü şleri...... 138

c. Milliyetçilik Hakkındaki Görü şleri ...... 140

ca. Tarihi Milliyetçilik...... 141

cb. Liberal Milliyetçilik...... 141

ç. Devletçilik Hakkındaki Görü şleri ...... 150

d. Halkçılık Hakkındaki Görü şleri ...... 159

e. Laiklik Hakkındaki Görü şleri...... 162

f. Rejim Anlayı şı ...... 167

g. İnkılap Anlayı şı...... 173

SONUÇ...... 177

BİBL İYOGRAFYA...... 184

V

ÖNSÖZ Ara ştırma konusu olarak Atatürk Dönemi Recep Peker’i seçmemin temel nedeni genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dönemine damgasını vuran fikirlerinden kaynaklanmaktadır. Genç Cumhuriyet’in temelleri şekillendirilmeye çalı şılırken Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın fikir arkada şı ve destekçisi olan Recep Peker’in ara ştırılmasıyla aynı zamanda Türk siyasal hayatının da bir dönemine ı şık tutulmu ş olmaktadır. Çalı şmamı üç bölümde ele aldım: I. Bölüm olan Recep Peker’in Hayatı ana ba şlı ğında; şahsiyeti ve ailesi, eğitimi, askeri görevleri ve milli mücadeleye katıldıktan sonraki dönemde yaptı ğı siyasal görevler hakkında bilgiler vermeye çalı ştım. II. Bölüm olan Atatürk dönemi Recep Peker’in siyasi hayatı ana ba şlı ğında; 1920-1938 dönemi siyasi hayatının ba şlangıcı, cumhuriyetin ilanı sonrası siyasi olu şumlarda üstlendi ği görevler, siyasi hayatındaki çeki şmeler ve Atatürk ile olan ili şkilerini analiz etmeye çalı ştım. III. Bölüm olan Recep Peker’in Türk inkılabına bakış ve dü şünceleri ana ba şlı ğında ise Recep Peker’in Cumhuriyetin temel ilkelerine ili şkin görü şlerini ve ideolojilere bakı şını belirlemeye çalı ştım. Bu eseri meydana getirmek için ar şivler, yayınlanmı ş belgeler, dönemin olaylarını yaşayan ki şilerin anıları ve o dönemin mevcut gazeteleri ile Recep Peker’in TBMM Zabıt Cerideleri’ne kayıtlı konu şmalarından, ayrıca o dönemi anlatan çe şitli kitap, dergi, gazete ve makalelerden faydalanmaya çalı ştım. Ayrıca önceki yıllarda yapılmı ş olan iki Doktora Tezi ve bir Yüksek Lisans Tezi’nden faydalandım. (Nilgün Nurhan Kara Peköz, Türk Siyasi Hayatında Recep Peker , (Yayınlanmamı ş Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi A İTT Enstitüsü, İzmir 1999, Teoman Gül, Türk Siyasal Hayatında Recep Peker , (Yayınlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi),Hacettepe Üniversitesi A İTT Enstitüsü, 1997, Bekir Koçlar, Recep Peker , (Yayınlanmamı ş Doktora Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996). Ara ştırmamın bu tez ve doktora çalı şmalarından farkı, Recep PEKER’in Türk İnkılabı hakkındaki görü ş ve dü şüncelerine ayrıca yer vermemdir.

VI

Bu eserin meydana getirilmesinde önemli yardımlarını gördü ğüm ve danı şmanlı ğımı yapan Yrd. Doç. Dr. Serap TA ŞDEM İR, tezin her a şamasında beni yönlendiren ve dü şüncelerini payla şan Doç. Dr. Mehmet KARAGÖZ, Yrd. Doç. Dr. Göknur GÖ ĞEBAKAN hocalarıma ve özellikle Yrd. Doç. Dr. Sabit DUMAN hocama, ayrıca bu eserin meydana getirilmesi ve hazırlanmasında eme ği geçen herkese te şekkür etmeyi bir borç bilirim.

Malatya 2006 Osman KIDI Ş

VII

KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale s. : Sayfa

S: : Sayı vd. : Ve di ğerleri, ve devamı

1

GİRİŞ

Tanzimat hareketi, Türk tarihi bakımından bir dönüm noktasıdır. Bu dönemden itibaren değişim, yeni bir akı ş içerisinde gerçekle şmeye ba şlamı ştır. Bundan sonraki geli şmeler, batılı müesseseleri, geleneksel müessese ve anlayı şa alternatif olarak, siyasi ve sosyal bünyeye yerle ştirme eylemi olarak gerçekle şmi ştir 1. Artık “ klasik Osmanlı “ yapısı, Tanzimat fikri içerisinde gelece ğe yön verici bir unsur de ğil, sadece geçmi şte kalmı ş güzel günlerin hatırasıdır. Dolayısıyla Tanzimatla birlikte 17. yy’daki ıslahatçı zihniyetten farklı olarak 2, geçmi şi göz önünde tutan bir de ğişimden ziyade, yeni bir zihniyetle de ğişme çareleri aranmı ştır. Böylece klasik yapıyı sarsıcı bir dü şünce ile reaya usulünden, vatanda ş usulüne geçme çabası görülmektedir. Tanzimat hareketi bu özelli ği ile “ıslahatçı” anlayı ştan “inkılapçı” anlayı şa geçi ş sürecini ba şlatmı ştır. Bu da bu dönemden sonraki yenile şme hareketleri öncülerinin, daha radikal bir uygulama içerisine girmesine zemin hazırlamı ştır. Nitekim 1876’da Kanun-u Esasi ile ba şlayan Me şrutiyet dönemi bu dönü şümün en belirgin örne ğidir. Cumhuriyet inkılabının ve inkılapçının psikolojisini anlayabilmek için bu dönü şümü ve bu dönü şüm esnasında meydana gelen hadiseleri iyi bilmek gerekmektedir. Bu süreç içerisinde Türk toplumunda, 19. yy. dünyasının siyasi ideolojilerinin muhtelif sentezlerinden ibaret programlar etrafında siyasi gruplar olu şmaya ba şlamı ştır. 1826’da ıslahatlar için bir ayak ba ğı olan ve gittikçe dejenere olan Yeniçeri Oca ğı’nın kaldırılması, klasik anlayı ş temsilcisi ve merkez gücü olan ulemayı desteksiz bırakmı ştır. Böylece muhalefet genel anlamda siyasile şmi ştir. 1876 Kanun-u Esasi’sini modern anayasaları ölçü alarak de ğerlendirmek yanlı ş olur. Ona ancak bir

1 Tanzimat Fermanı’nın giri ş kısmındaki ifadeler bu nokta itibariyle ilgi çekicidir. Burada şöyle denilmektedir: “ Herkesin bildi ği gibi Osmanlı Devletinin ilk devirlerinde Kur’an’ın yüce emirleri ve imparatorlu ğun kanunları daima saygı gösterilen bir düsturdur. Bu yüzden de imparatorluk, güç ve kuvvetçe geli şiyordu. Yüzelli seneden beri birbiri arkasınca gelen hadiseler ve çe şitli sebepler göstermi ştir ki yüce kanunlara ve bunlardan çıkarılan kaidelere uyulmaz olmu ş ve eski kuvvet ve refahın yerini zaaf ve fakirlik almı ştır. İş te şu bir gerçektir ki bir imparatorluk kendi kanunlarına riayet etmekten vazgeçti ği zaman bütün istikrarını kaybeder.” Bkz. M.A Ubıcını, Türkiye 1850 (Çeviren: Cemal Karaa ğaçlı ) I, 1980, s.44 2 XVII. Yüzyıl ıslahatlarının temel mantı ğını göstermesi bakımından Koçi Bey Risalesindeki şu sözler güzel bir örnektir:”Giderek her i şe hatır karı şmakla ve her i şe göz yummakla hak sahibi olmayanlara hadden a şırı mevkiler verilip eski kanun bozuldu” bkz. Koçi Bey Risalesi (sadele ştiren: Zuhuri Danı şman), Ankara 1985, s.70

2

geçi ş dönemi anayasası denebilir. Böyle bir metinde de ça ğını a şan demokratik ve temel haklar manzumesini görmek mümkün olamazdı. Hükümdarların yetkilerini sınırlandırarak, yönetimde meclisi söz sahibi, giderek te şrii bir organ haline getirmeyi amaçlayan Kanun-u Esasi taraftarları, tasarının hazırlık safhasında kendilerine zaman bırakmayan iç ve dı ş şartların baskısıyla ve “ileride nasıl olsa düzeltiriz” fikrinin verdi ği rahatlıkla tasarının son haliyle kanunla şmasına göz yumdular. Türk aydınları, Tanzimat’ın devamı olarak, daha iyi kanunlar ve iyi düzenlenmi ş idari mekanizma ile devletin artık iyice hissedilen bunalımdan kurtarılabilece ği ümidinde idiler ve bunun için de radikal istekler pe şinde de ğillerdir. Fakat geni ş ve kapsamlı bir ıslahattan yanadırlar. Padi şahı tahttan indirmek gayesiyle canını tehlikeye atarak komplo hazırlayanların dahi gayesi düzen de ğişikli ği de ğildir. Padi şaha en a ğır tabirlerle hücum etmekten çekinmeyen Jön Türkler’in hedefi bizzat saltanat makamı de ğil, me şveret usulünün kurumla şması, şahsi hak ve hürriyetlerinin kanun teminatına alınması ve Osmanlı mülkünün tebası ile bölünmez bütünlü ğünün korunması gibi isteklerdir. Padi şahın istemedi ği bir kanun teklifinin, yine Kanun-u Esasi gere ği görü şemeyen bir meclis, fiili olarak bir yasama organı de ğil bir danı şma meclisi niteli ğini alıyordu. Tasarı hazırlıkları esnasında, Kanun-u Esasi taraftarlarının ileri görü şlülükten uzak, tedbirsiz; saltanatı temsil eden II.Abdülhamid’in ise temkinli ve titiz davrandı ğı söylenebilir. Meclisin 14 Şubat 1878 tarihinde II.Abdülhamit tarafından tatil edilmesi ile I.Me şrutiyet devri sona ermi ştir. Bu devrin sona eri şi bir anlamda Tanzimat devrinin ve Tanzimat ideolojisinin de sonunu getirmi ştir. I.Me şrutiyet dü şüncesinin uygulamadan kaldırılmasından itibaren II.Me şrutiyete zemin hazırlayan II.Abdülhamid’in şahsi yönetim dönemi ba şlamı ştır. Otuz yıllık uygulaması müddetince II.Abdülhamid, tam merkeziyetçi bir yönetim lehine olu şan ortamdan istifade ederek, saltanat ve hükümet tarzını belirlemi şti; fiilen uygulanmayan ama hukuken varlı ğını devam ettiren Kanun-u Esasi ona mevki itibariyle me şru bir statü veriyor, o da tamamen kanuni yetkilerini kullanarak “hükümet” ediyordu. II.Abdülhamid’in takip etti ği siyaset, tanzimattan beri iyiniyetle izlenen Osmanlıcılık

3

görü şünün terki ile tedricen yükselen İslamcılık siyasetidir. Ancak bu yolda II.Abdülhamid, Düvel-i Muazzama’yı tahrik etmemeyi de bu siyasetin ba şlıca umdelerinden saymı ş, Avrupa devletleri nezdinde son derece dengeli ve hesaplı bir rota izleyerek Osmanlı toprak bütünlü ğünü korumayı gaye edinmi ştir. Avrupa devletlerini her ne pahasına olursa olsun taviz yolu ile teskin etmeyi, diplomasinin ba şlıca esası sayan Tanzimat devrinden sonra II.Abdülhamid’in tavrı daha politik ve diplomatik bir mahiyet arzediyordu. Bu tutumu içeride ve dı şarıda hayli muhalif yaratmı ştır. Esasen saltanatı boyunca II.Abdülhamid’in realist politikası ile aydınların ütopist politikası çatı şmı ş ve uzla şma gerçekle şememi ştir. II.Abdülhamid ve yönetimine son vermeyi gaye edinen te şkilatlı muhalefetin ba şında 1889 yılında kurulan ve ileride “ İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını alacak olan “Terakki ve İttihat Cemiyeti” gelmektedir. Bu cemiyet “hürriyet” ve “vatan” kavramları etrafında toplanan vatansever gençlerden olu şmu ştur. Bu hareket kısa zamanda İstanbul’daki yüksek devlet okulları arasında yayıldı. Yapılan kovu şturmalar, sürgün cezalarının yayılmasına engel olamadı. Hareket 1894-1895 yıllarında ülke dı şına kayarak, Paris, Cenevre gibi merkezlerde küçük gruplar ve yayın organları çerçevesinde sesini duyurmaya ba şlamı ştır. 1895’te Bursa maarif müdürü iken Avrupa’ya kaçan Ahmet Rıza Bey’in kurdu ğu Me şveret gazetesi bu dönemde muhaliflerin taleplerini terakki, düzen ve derleme yanında, imparatorlu ğun bütün tebaasını içine alan geni ş kapsamlı bir ıslahat programı olarak ortaya koyuyordu. 1879 yılında Mısır’a kaçan Murat Bey, İstanbul’da çıkardı ğı “Mizan” mecmuasını bu defa muhalif bir kimlikle çıkarmaya ba şlamı ş, 1899’da Avrupa’ya kaçan Damat Mahmut Celaleddin Pa şa ve oğulları Sabahattin ile Lütfullah’ın görü şleri Jön Türkler’in prestijini artırmı ştır. 1905 yılından sonra Avrupa’daki Jön Türklere, Türkiye’deki genç subayların da i ştirak etmesi muhalefeti aksiyoner hale getirmi ştir ki, bu da II.Abdülhamid döneminin sonunu hazırlamı ştır. 1908’de Kanun-u Esasi’nin yeniden uygulamaya konulması ile ba şlayan II.Me şrutiyet, Türk toplumuna şahsi ve siyasi haklarını kullanabilmesi bakımından önemli haklar kazandırmı ştır. Böylece siyasi hayatımızda ilk çok parti denemesine

4

zemin hazırlamı ştır. Meclis 1876’daki zafiyetlerinden arındırılmı ştır. Kuvvetler ayrılı ğı prensibi göz önünde tutularak yasama ve yürütme güçleri arasında denge gözetilmi ştir. II.Me şrutiyet’in ve dolayısıyla İttihat ve Terakki’nin Türk siyasi hayatına getirdi ği en mühim yeniliklerden birisi “milli hakimiyet” prensibidir. Saltanat etme yetkilerini sembolik bir mahiyette koruyan hükümdarın Kanun-ı Esasi’ye ba ğlılık yemini etmeye mecbur olması ve üstelik bunun meclis huzurunda yapılması yanında yasamanın meclise, yürütmenin usulüne uygun şekilde seçilmi ş hükümete bırakılması, tartı şılmayan padi şah otoritesinin yerine ba şka bir gücün, “milli hakimiyet”in geçmekte olu şunun önemli bir göstergesidir. II.Me şrutiyete bir hak arama hareketi demek yanlı ş olur. Ancak sarayın iradesi dı şında aydın ve askerden olu şan bir muhalif hareketi olması hasebiyle geleneksel müesseselere kar şı daha radikal bir batılı hareket şeklinde görülmü ştür. Yukarıdaki izahlarda da görülmü ştür ki, klasik sistemi oldukça a şan batılı tarzda uygulamanın önemli örnekleri ortaya koyulmu ştur. Bu dönemdeki iç ve dı ş olaylar İttihat ve Terakki’yi hedefinden uzakla ştırmı ştır. İttihat ve Terakki, ilk safhada hükümete kar şı meclisi güçlendirmeyi benimsediyse de mecliste gittikçe sertle şen bir muhalefetin varlı ğından ürkerek, 1914’te meclisi çok konuda devre dı şı bırakan “anayasalı bir hükümet sultasında” karar kıldı. Sonuç itibariyle İttihat ve Terakki yönetimi II.Abdülhamid’i merkeziyetçi ve muhaliflerine göre “baskıcı” yönetimini ele ştirerek iktidarı ele geçirmesine ra ğmen yerine daha şiddetli “merkeziyetçi ve baskıcı” bir yönetim tesis etmi ştir 3. I.Dünya Sava şı ve akabinde imzalanan Mondoros Mütarekesi Osmanlı Devleti’nin ve İttihat ve Terakki’nin sonunu hazırlarken, Anadolu’da ba şlayan Milli Mücadele yeni bir dönemin ba şlangıcı olmu ştur. Böylece 1919’dan itibaren Cumhuriyet süreci ba şlamı ştır. Mustafa Kemal’in liderli ğinde ba şlayan Milli Mücadele Hareketi İttihatçı kadrolardan te şekkül etmi ştir. Özellikle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin te şekkülünde İttihatçıların te şkilatçılı ğı mühim rol oynamı ştır. İzmir’in i şgalinden sonra, Ege’deki

3 Bayram Kodaman. “1876-1920 Arası Osmanlı Siyasi Tarihi”. Do ğuştan Günümüze Büyük İslam Tarih , XII. İstanbul 1989. s.42 v.d.

5

direni şte, Ku şçuba şı E şref’in çiftli ğinde saklanan silahlarla, Te şkilat-ı Mahsusa yönetimi ile çetelerin kurulmasında Çerkez Ethem’in büyük payı vardır. Aynı şekilde İstanbul’da Hüsamettin Bey’in ba şkanlı ğında Te şkilat-ı Mahsusa’nın içinden çıkan “Mim mim” grubu da gerek Anadolu’ya silah kaçırma gerekse insan gönderme istihbarat sa ğlama açısından Milli Mücadeleye büyük destek vermi ştir. Di ğer yandan 1919 seçimlerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti listelerinden birçok ittihatçı Meclis-i Mebusan’a girmi ştir. Son Meclis-i Mebusan’da da ittihatçılar etkindi. 16 Mart 1920’de İstanbul’un i şgali sonucu bunlardan büyük ço ğunlu ğu Malta’ya sürüldü. Türkiye Büyük Millet Meclisi son Osmanlı meclisinden Ankara’ya gelebilen milletvekilleriyle, 1920 nisanında yapılan seçimlerle gelen milletvekillerinden olu şmu ştu. Mecliste yakla şık seksen dolayında ittihatçı milletvekili bulunmaktaydı. Milli Mücadele önderleri de cemiyete bir yerde karı şmı ş ki şilerdi. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet İnönü bunların önde gelen örnekleridir. I.Meclisteki ittihatçıların bir bölümü de ikinci grubun içerisinde sert bir muhalefet göstermi şlerdir. İttihatçılar, Milli Mücadele döneminde birinci dereceden fonksiyonel de ğildirler. Bu nedenle Milli Mücadeleye destek verirken bile Mustafa Kemal’e muhalefet etmi şler ve siyasi hayatlarının sona erdi ğine hiçbir zaman inanmamı şlardır. Türkiye’nin yakın tarihinde ilk olarak yaygın, disiplinli, co şkulu, hırçın, acımasız bir kitle örgütü ve partisi modelini İttihat ve Terakki yaratmı ştır. “Halka ra ğmen inkılap” ilkesini benimsemi ş olan bu örgüt, Türk yenile şme hareketinin klasik özelli ği olan “jakobenist” bir özellik ta şımı ştır 4. Milli mücadelenin organize olmu ş tek te şkilatı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ydi. Bu cemiyet aynı dünya görü şünü payla şan ki şilerden olu şmuyordu. Bu nedenle kendi içinde “birinci grup” ve “ikinci grup” adlarında birbirine muhalif iki grup meydana gelmi ştir. Birinci grup, Mustafa Kemal’in liderli ğinde organize olmu ş iken, ikinci grup, birinci gruba muhalif ki şi ve gruplardan müte şekkil idi. Bu grupları birlikte harekete zorlayan en önemli hususiyet, i şgale u ğramı ş vatanı emperyalistlerden kurtarma kaygısıdır. Bu kaygı, varolan fikir ayrılığının çatı şmacı muhalefete dönü şmesi

4 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’den Siyasi Partiler , III, İstanbul 1989, s.10

6

kaygısıdır. Ancak Milli Mücadelenin sava ş döneminin sona ermesi ve barı ş sürecinin ba şlamasıyla birlikte artık kurtulu ş kaygısı ortadan kalkınca, bu iki grubun farklı görü şlerden kaynaklanan çatı şmaları artmı ş, barı ş ve inkılap sürecinde önemli bir problem haline gelmeye ba şlamı ştır. Atatürk dönemi Recep Peker ara ştırması 1920-1938 dönemi geli şmeleri ve bu geli şmeler üzerinde Recep Peker’in etkisini ve rolünü ortaya çıkarmak için yapılmı ştır. Recep Peker, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin çe şitli kademelerinde oldukça önemli görevler almı ştır. Bununla birlikte yalnızca devlet yönetiminde de ğil aynı zamanda devletin tek siyasi partisi olan Halk Fırkası daha sonraki adıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nde genel sekreterlik yapmış, bu görevleriyle genç cumhuriyetin kurum ve yenilik kararlarının alınmasında önemli rolü olan bir ki şi olmu ştur. Cumhuriyet tarihinin sosyal, ekonomik ve siyasal geli şmelerinin kayna ğında bulunan, CHP’nin sınırlı kadrosu içinde yer almayı ba şaran Peker, partinin kurulu şunda Gazi Mustafa Kemal Pa şa’nın yanında parti genel sekreteri olarak yer almış, daha sonraki dönem içinde de parti ideolojisinin belirlenmesinde, ayrıca bu ideolojinin yaygınla ştırılmasında oldukça etkili olmu ştur. Milli Mücadele döneminde Atatürk’ün karargâhında yer alan ayrıca TBMM açılmadan Meclis Umumi Katipli ği’ne getirilen bir ki şidir. Recep Peker, partinin kurulu ş a şamasında Atatürk’ün yanında yer almı ş ve bu dönemde Cumhuriyet Halk Partisi genel sekreteri olmayı ba şarmı ştır. Partinin kurulu şunda itibaren de ğişik zamanlarda olmak üzere üç kez parti genel sekreterli ği yapmı ş, ayrıca yedi kez çe şitli bakanlıklara getirildikten sonra çok partili geçi şte de ba şbakanlı ğa getirilmi ştir. Mustafa Kemal’in, ikinci meclisi olu şturma ve partiyi kurma faaliyetlerinde, gelecekte yapmayı dü şündü ğü inkılapları gerçekle ştirebilmek için, iktidarı kendi kontrolü altında tutmaya çalı ştı ğı görülmektedir. Bunun için de kendine tâbi, kendisiyle uyumlu bir kadro olu şturma gayreti göstermi ştir. Bundan dolayı Halk Fırkası, bütün kudret ve salahiyeti tek adamın eline veren bir müessese olarak ortaya çıkmı ştır.

7

İkinci meclise Kütahya Milletvekili olarak girdikten sonra Cumhuriyet’in ilanına ili şkin Rauf Orbay ile arasında şiddetli tartı şmalar geçmi ştir. Zengin Ermeniler meselesinden sonra Dahiliye Vekilli ği’ne, mübadil ve muhacir meselesinden sonra da Mübadele İmar ve İskan Vekilli ği’ne vekaleten getirilmi ştir. Şeyh Sait İsyanı’ndan önce Cumhuriyet Halk Partisi genel sekreterli ği’ne birkaç gün sonra da Milli Müdafaa Vekilli ği’ne getirildi. Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılması ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasında önemli rol oynadı. 1930’dan sonra parti programının hazırlanmasında, parti ideolojisinin belirlenip yaygınla ştırılmasında etkili oldu. Milli Mücadele döneminde, İttihatçı anlayı ştan Kemalist anlayı şa dönü şüm ya şanmı ştır. Cumhuriyetçiler, İttihat ve Terakki’nin dine, tarihe ve gelene ğe dayalı sentezci ideolojilerini terk ederek, akılcı ve laik milliyetçilik anlayı şı üzerine ideolojilerini olu şturmaya çalı şmı şlardır. Ancak metot olarak İttihatçılardan farklı bir tavır sergileyememi şlerdir. Türk de ğişim süreci içerisindeki bütün yenilikçiler gibi hürriyet, e şitlik ve milli hakimiyet esaslarını siyasi ve sosyal yapıda prati ğe geçirme heyecanıyla ba şlattıkları eylem, tıpkı ittihatçılardaki gibi “halka ra ğmen halk için” anlayı şına dönü şerek jakobenist bir hüviyet kazanmı ştır. 1923’ten 1929’a kadar olan dönemde, liberal batılı dü şüncenin uygulanmaya çalı şıldı ğı söylenebilir. Ancak, 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930’daki Serbest Fırka denemelerinin ba şarısızlı ğı ve 1929-1930 dünya iktisadi krizi liberalizm ve demokrasiyi Türkiye’de gözden dü şürmü ştür. 1929 dünya buhranı ile birlikte, Avrupa’da, devletin iktisadi hayata belirgin bir şekilde müdahalesi görülmü ştür. Almanya ve İtalya gibi ülkelerde bu buhran ile birlikte totaliter bir rejim de ğişikli ği meydana gelmi ştir. Bu de ğişiklikler Türkiye’yi de etkisi altına almı ş ve Recep Peker gibi devlet ve fikir adamları tarafından ekonomik devletçilik ve totaliter rejim meselelerin çözümünde gerekli olarak kabul edilmi ştir. Recep Peker ile ilgili farklı konularda farklı görüşler öne sürülmü ştür. Kimine göre o, fa şist rejimi savunmu ş ve bu rejimin Türkiye’de de ya şaması için çaba harcamı ş bir siyasetçi, bir di ğer görü şe göre ise Recep Peker’in Atatürk ilkelerine ba ğlı, Atatürk milliyetçili ğini savunan bir siyasetçi oldu ğu görü şündedirler.

8

Recep Peker hakkında farklı görüş ve de ğerlendirmelerin oldu ğu ortadadır. Bu sebeple Recep Peker’in temel görü şlerini ortaya çıkarabilmek için böyle bir ara ştırma yapma gere ği duydum. Böylece Recep Peker hakkında bu güne kadar yapılan ön yargılı de ğerlendirmelerden arındırılıp, bundan sonraki de ğerlendirmelerde elde edilen sonuçlardan yararlanılabilece ğini dü şündüm. Genç ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulu şundan itibaren de meclisteki görevinden gerek tek parti, gerekse çok partili hayata geçi ş ve sonrası dönemin önde gelen siyaset ve devlet adamı Recep Peker’in izleri ve etkisini görmek mümkündür. Özellikle bu etkisini bakanlık ve ba şbakanlık dönemlerinde Türk siyasetinde hissettirmi ştir.

I. BÖLÜM

(M.RECEP PEKER’ İN HAYATI)

A. M.RECEP PEKER’ İN ŞAHS İYET İ VE A İLES İ Nüfusa Mehmet Recep adıyla kayıtlı olan Peker 1 , Kafkasya’nın Da ğıstan yöresinden Anadolu’ya göç etmi ş bir ailenin mensubudur 2 . 1850’li yılların ilk yarısında bazı Kafkasyalıların gönüllü olarak Osmanlı topraklarına göç etti ği bilinmektedir. Kırım Sava şı sırasında mecburi bir hareket haline gelen göç faaliyeti, 1862-1865 yılları arasındaki üç yılda zirveye ula şmı ş ve 1877-1878 yılları ile 1890- 1908 yılları arasında yo ğunla şarak, 1920’li yıllara kadar sürmü ştür. Kafkasya’dan yola çıkan göç kafilelerinin hareketlenme zamanları, Osmanlı-Rus ili şkilerindeki de ğişiklikleri yakından takip etmi ştir. Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen göçmenler arasında Çerkez ve Türk kökenli unsurların varlıkları bilinmesine ra ğmen bu unsurlar herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan “Kafkasyalı“ veya daha çok “ Çerkez “ genel adıyla anılmı ştır 3.

Recep Bey’in ailesi bu göçler esnasında parçalanmı ştır. Göç döneminde babası Da ğıstan’da kalırken Recep Bey annesi ile birlikte Anadolu’ya göç etmi ş ve İstanbul Da ğıstan Çıkmazı olarak adlandırılan mevkiye yerle şmi ştir. Recep Bey Meclis Ba şkanlı ğına verdi ği hal tercümesinde 1889 İstanbul do ğumlu oldu ğunu belirtmektedir. Buradan yola çıkarak babasının Da ğıstan’da kaldı ğı bilgisi göz önünde tutuldu ğunda, annesinin göç esnasında Recep Bey’e hamile oldu ğunu söylemek mümkündür. Bir di ğer ihtimal de Recep Bey Da ğıstan’da do ğdu ğu halde İstanbul’da nüfusa kaydedildi ğidir.

1 Mehmet Zeki Pakalın , Son Sadrazamlar ve Ba şvekiller , V, İstanbul 1948, s.493. 2 Sefer E.Berzek, Türkiye Kurtulu ş Sava şında Çerkez Göçmenleri , II, İstanbul 1980, s.54. 3 Hayati Bice. Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler , Ankara 1991, s. 45 10

Recep Bey’in annesi Anadolu’ya geldi ğinde yeniden evlenmi ş ve bu evlilikten Recep Bey’in üvey kız karde şi Falha Hanım do ğmu ştur. Recep Bey 1919’da, 30 ya şında iken Ahmet kızı Hasene Suada Hanım ile evlenmiştir 4. O, bu evlili ği ile birlikte, tapuda parsel no:18, Ada:99, Pafta no: 63’e kayıtlı, e şine ait evde ikamet etmeye ba şlamı ştır. Recep Peker bu evi 31.3.1938’de üzerine almı ş daha sonra tekrar 2.3.1948’de e şine devretmi ştir 5. Peker’in bu evlili ğinden Fazlı, Can, Erdo ğan, Yalçın, Şehriyar adlı be ş çocu ğu, bu çocuklardan da Mavera, Faruk, Recep, Canan, Emily ve George adlı altı torunu olmu ştur 6.

Hayatı; siyasi, askeri ve fikri mücadelelerle dolu olan Peker 2 Nisan 1950’de Amerikan Hastanesinde vefat etmi ş ve cenazesi Edirnekapı Şehitli ği’ne defnedilmi ştir 7.

Mehmet Recep Peker’in soya ğacı a şağıdaki gibidir:

Ahmet (Dedesi)

Mustafa (Babası) - Emine (Annesi)

Mehmet Recep (Peker) - Hasene Şueda (Peker)

Emine Şehriyar Can Erdo ğan Mustafa Fazıl Yalçın

Recep Canan Mavera Faruk Emily George

4 T.B.M.M. üyeleri için Tercüme-i Hal, T.B.M.M Ar şivi , S.no: 364, D.No: 37, Ailesi ile ilgili di ğer bilgiler, gelini Necla Peker Hanımefendiden alınmı ştır. 5 İstanbul Eminönü Tapu ve Kadastro Müdürlü ğü Ar şivi Tapu Sicil Defteri 6 Bu bilgi gelini Necla Hanımefendiden alınmı ştır. 7 Edirnekapı Şehitli ği Mezarlık Müdürlü ğü Ar şivi

11

M.Recep Peker’in ya şadığı çevre ve dönem, onun karakterinin olu şmasında etkili olmu ştur. M.Recep Peker, “görev konusunda oldukça dikkatli ve titiz, dürüst bir insandır, i ş konusunda ise ço ğu zaman sertti.” 8

Mustafa Kemal’in güvenini kazanmı ş bir ki şi oldu ğundan pek çok ki şi kendisinden çekinirdi. Kendine güveni olan bir ki şiydi. Milletvekilleri ile bile bir Meclis Ba şkatibi gibi de ğil, hatta üstün bir tarzda konu şurdu.

M.Recep Peker çevresindeki insanlarla kolay dostluk kurmayan bir insandır. İlk bakı şta insanlara tepeden bakan bir görünüm sergileyen bir özelli ğe sahiptir. Kendisi bu görünümünü giyimiyle peki ştirmi ştir. Genellikle yakası kapalı bir ceket, bacaklarına getr taktı ğı bir külot pantolon giymi ştir. Bu aslında apoletsiz ve yıldızsız bir subay üniformasıdır. Bu giyim şekli, yüzü hemen hemen hiç gülmeyen, şakaklarına ak dü şmesine ra ğmen dimdik olan, uzun denecek boyda, vücutça çevik, hafif esmer yüzlü, top bıyıklı fiziki görüntüsüyle bütünlük meydana getirmi ştir 9.

Hıfzı Veldet Velidedeo ğlu; Peker için demektedir ki “paraya-pula, mala- mülke dü şkün de ğildi.” “Bence Recep Peker kafasının içinde tilki dola ştıramadı ğı ve dü şüncelerini açıkça ve dobra dobra söyledi ği için, bir do ğu ülkesi olan Türkiye’de, bütün ülkücülü ğüne ra ğmen, ba şarılı bir devlet adamı olarak görev yapamamı ş, ama namuslu bir devlet adamı olarak ölmü ştür.” 10

M.Recep Peker, sevgisini ve kızgınlı ğını çok çabuk dı şa vuran, tepkisini hemen gösteren bir ki şili ğe sahip olup, prensip kabul etti ği konularda, hiçbir taviz vermeyen, dik ba şlı ve yürekli bir insandır. Bu taviz vermez mizacı nedeniyle i şine, kimseyi karı ştırmama ilkesine sahiptir. Bu görev bende ise ben yapmalıyım dü şüncesindedir. Onun dik ba şlılı ğını ve cesaretini göstermesi bakımından Atatürk ile arasında geçen münaka şa son derece ilginçtir. “Recep Peker, Halk Fırkası Genel Sekreterlik görevini yapıyordu. Bir gece Çankaya’da sofrada sık sık bulunanların

8 HıfzıVeldet Velidedeo ğlu, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu , İstanbul 1990, s.45-46. 9 HıfzıVeldet Velidedeo ğlu, Milli Mücadele Anılarım , İstanbul 1983, s.68. 10 H.V. Velidedeo ğlu, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu , s.50.

12

dı şında da daha kalabalık bir davetli toplulu ğu vardı. Recep Peker parti i şleriyle ilgili bilgi veriyordu. Edirne’de ki parti faaliyetlerinden bahsederken, Atatürk; “oraya gitti ğimde bir parti müfetti şi vardı, şimdi ne görevdedir, ” diye sordu. Peker; “ba şka bir vilayete müfetti ş olarak gönderilmi ştir” dedi. Atatürk; “o kimse müfetti şlik yapabilecek kabiliyette de ğildir. Ba şka vilayet de olsa yine müfetti şliğe gitmi ştir. Kimlerin ne i şleri yapabileceklerini takdirde daha isabetli olmalısınız, bu bir eksikliktir” dedi. Sofrada her zamankinden farklı olarak bulunan kalabalık kar şısında, söylenen bu sözler Peker’e çok tesir etti, “vazifemi iyi yapmak için canla ba şla çalı şıyorum, bu muameleye layık de ğilim” diyerek sinirli bir şekilde sofradan kalktı ve odadan çıktı. Atatürk kalkmadan sofradan kalkmak ve odadan çıkmak o güne kadar görülmü ş bir olay de ğildi.” 11

Samimi bir inkılapçıydı... İnanır ve ba ğlanırdı. Meziyetleri gibi kusurları da bu inanı ş ve ba ğlanı ştandır. Bir eyyam politikacısı de ğildi. Bir sava ş adamıydı, devlet ve nizam kaygısını, hırslarının ve öfkelerinin üstünde tutardı... Daima vazife, mesuliyet ve hizmet a şkıyla çalı ştı... Zararını görse de kanaatlerini pervasızca müdafaa etti. Faydasını görecek olsa da yalan söylemedi. 25 yıl hiç kimse için bir fenalık hesabı yaptı ğını, kimse için bir öç günü bekledi ğini, hiç kimseye herhangi bir arka tertibe katıldı ğı görülmedi. 12

Yaptı ğı en basit i şi dahi önemseyen ve devlet i şlerinde mahremiyete önem veren bir ki şili ğe sahiptir. 13

Onun bu özellikleri Mustafa Kemal Atatürk’ün kadrosunda yer almasında etkili olmu ştur. İnce hesap yapmadı ğı için, kendisinin bir tehlike arz etmesi mümkün de ğildi. Peker’in bu karakteri onun daima ifradı ya şamasına sebebiyet vermi ştir. Bunun için onun Atatürk ba ğlılı ğı bazen Atatürk’ü bile rahatsız eden, bir dindarın peygambere ba ğlılı ğına, inkılap heyecanını dini bir vecd şekline dönü ştürmü ştür. Bu

11 Kazım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar , Ankara 1992, s.63. 12 Falih Rıfkı.Atay, “Peker’in Ölümü”, Ulus, 03.04.1950. 13 H.V. Velidedeo ğlu, Milli Mücadele Anılarım , , s. 68.

13

özelli ğinden dolayı kendisine zarar getiren dostluklardan bile her ne pahasına olursa olsun vazgeçmemi ştir. 14

Herkesin kendisine bir soyadı alması mecburiyeti kondu ğu günlerde bazı kimseler soyadlarının Atatürk ve ya İnönü tarafından seçilmi ş olmasını kendilerine bir şeref bilerek onlara ricada bulunuyorlar, bilhassa Atatürk de kendi yakın arkada şlarına bizzat soyadı bulup vermeye merak etmi ş halde idi. Bu arada Atatürk, Recep Peker merhuma da önce soyadı olarak Kocaman demi şti ve Peker, bu soyadını be ğenmeyerek de ğiştirmesini kendisinden rica ettikçe, Atatürk de, bir azizlik olmak için Kocaman üzerinde ısrar etmi ş durmu ştu. Fakat Peker merhum bu soyadını hiç kullanmamı ş ve muttasıl de ğiştirilmesini Atatürk’ten rica etmi ş oldu ğundan, Atatürk de Recep Bey’i fazla üzmemek için onu de ğiştirmi ş ve ho şuna gidecek bir soyadı bularak Peker demi şti. 15

M.Recep Peker hakkında Şevket Süreyya Aydemir şunları yazar; “... bilhassa yalnızlı ğı ile beraber, bazı liderlik vasıfları da olan M.Recep Peker, iyi konu şan, arkada şları arasında sivrilmi ş, askerlik ve devlet hizmeti tecrübeleri geçirmi ş, iç politikadan ve dı ş alemdeki gidi şlerden bahsetmeyi seven bir insandı.” 16

B. EĞİ TİMİ M.Recep Peker, 1895’de Kocamustafapa şa Mahallesi’nde bulunan İptidai mektebinde ilk tahsiline ba şlamı ştır. 17 İptidai mektepleri, sıbyan mekteplerindeki geleneksel ö ğretim metotları dı şında, bir ö ğretim metodunun uygulandı ğı ve özellikle elifbanın okunması hususunda yeni bir usulün tatbik edildi ği bir e ğitim kurumudur. Bu kurumlarda sıbyan mekteplerinden farklı olarak, ö ğretim dört yıl olup, çocuklara yaz-kı ş sabahtan ak şama kadar ders görme mecburiyeti vardır ve derslerin ezberletilmemesi ilkesi kabul edilmi ştir. M.Recep Peker geleneksel e ğitim kurumlarında farklı bir e ğitim usulü tatbik eden bu okuldan elifba, Kuran, tecvit, İlm-

14 Samet A ğao ğlu, Babamın Arkada şları , İstanbul 1969, s.109. 15 , Hatıralarım , Ankara 1959, s.273-274. 16 Şevket Süreyya Aydemir , İkinci Adam , İstanbul 1993, s.396-397. 17 İlhan Selçuk, Yüzba şı Selahaddin’in Romanı , I, İstanbul 1979, s.183.

14

i hal, ahlak, sarf-ı Osmani, imla, kıraat, kısa Osmanlı tarihi ve co ğrafyası, hesap ve hüsnü hat tahsil ederek, 18 1898 yılında mezun olmu ştur. Recep Bey daha sonra sırası ile 1898-1901’de Kocamustafapa şa Askeri Rü ştiyesi’nde, 1901-1904’de Kuleli İdadi- i Askeriye’de, 1904-1907 Harp Okulu’nda ö ğrenim görmü ştür.19 1895-1907 yılları arasında tahsilini İstanbul’da Kocamustafapa şa Askeri Rü ştiyesi, Kuleli Askeri İdadisi ve Harp Okulu’nda yapara, 20 te ğmen olarak mezun olmu ş daha sonra Yemen’e tayin olmu ş ardından İtalyan ve Balkan Harbine katılmı ş, 1.Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesinde tümen, kolordu ve ordu karargahlarında kurmay subay olarak görev yapmı ş, 21 bu muharebelere katıldı ğından dolayı 1911’de ba şladı ğı kurmaylık tahsilini 1919’da Harp Akademisini birincilikle bitirerek tamamlamı ştır.22

C. ASKER İ GÖREVLER İ VE M İLL İ MÜCADELEYE KATILDIKTAN SONRAK İ DÖNEMDE YAPTI ĞI S İYASAL GÖREVLER Peker 1895’te Kocamustafapa şa Mahallesinde bulunan iptidai mektebi ile Kocamustafapa şa Askeri Rü ştiyesi ve Kuleli Askeri İdadisi’ni bitirdikten sonra 1904’te Harp Okulu’na girdi. Bu okuldan 7 Eylül 1907’de te ğmen rütbesi ile mezun oldu. 21 Haziran 1909’a kadar Edirne’de kıta hizmetinde bulundu. Bu süre içinde altı ay Efrat Divan-ı Harbi Azalı ğı yaptı, kısa bir süre de merkez in şaat komisyonunda çalı ştı. 21 Haziran 1909’da 2 inci Ordu, 5 inci Mitralyöz Bölü ğü’ne, 4 A ğustos 1909’da Kırklareli’ne, 15 Ocak 1910’da Yemen’e tayin edildi. 77. Alay Kumandanı Yarbay Nurettin Bey, mürettep harekat fırka kumandanı Miralay Rıza Bey ve Fırka Kurmay Önyüzba şı Alaeddin Bey’in kumandası altında iki ay süre ile Yemen’de yapılan bütün sava şlara katıldı. Buradaki görevini sürdürürken 14 Nisan 1911’de üste ğmenli ğe terfi etti ve Van Redif Taburu’nun dördüncü bölü ğüne tayin edildi. Ancak daha önce Erkan-ı Harbiye Mektebi sınavlarına girmi ş ve kazanmı ştı. Bu nedenle tayin edildi ği yere gönderilmedi ve Harbiye Nezareti’nin yazılı emri gere ğince, Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne ba şlamak üzere 17 Eylül 1911’de

18 Bayram Kodaman, II.Abdülhamid Dönemi E ğitim Sistemi , İstanbul 1980, s.128. 19 TBMM üyeleri için Tercüme-i Hal. 20 TBMM Ar şivi Dosya No:582 21 Emekli Sandı ğı Genel Müdürlü ğü Ar şivi, Dosya No: AO 132-146 22 Harb Akademileri Komutanlı ğı Şeref Müzesi (Ek 22)

15

Hudeyde’den İstanbul’a hareket etti. Ö ğreniminin birinci yılını tamamladıktan sonra, Trablusgarp Sava şı nedeniyle Maydost’ta olu şturulan 5. Nizamiye Fırkası Yaverli ği’ne tayin edildi.1912 yılının temmuz ayı ba şlangıcından eylül ayı sonuna kadar Fırka Kumandan Vekili Miralay Hasan Bey ile Kurmay Önyüzba şı Hamdi Bey kumandası altında görev yaptı. Bu görev süresinin bir ay kadarını ni şancı kumandanlı ğı vekaletinde geçirdi. 11 Ekim 1912’de Mürettep Fırka Kumandanı olan Kurmay Albay Yusuf Ziya Bey’in yanında kurmay subay olarak çalı ştı. Daha sonra Manastır’da Vardar Ordusu Kumandanı tarafından Nizamiye 13 üncü Fırka Karargahı’na kurmay subay olarak gönderildi ve Manastır Muharebesi’ne katıldı. 5 Kasım 1912’de Fırka Kumandanı Mirliva Galip Pa şa’nın kumandası altında Yanya Muharebesi’ne katıldı. Balkan Muharebesi ma ğlubiyetinden sonra İstanbul’a döndü. Buradan Redif Trabzon Fırkası’na tayin edildi. Fırkanın terhis edilmesi nedeniyle Sa ğ Cenah Ordusu 2’inci Nizamiye Fırkası’na gönderildi. Taburu ile birlikte Edirne’den Hadımköy’e geldi. 24 Kasım 1913’de Erkan-ı Harbiye Mektebi’nin ikinci sınıfına ba şladı ve ö ğrencili ği devam ederken I. Dünya Sava şı’nda III. Ordu 10.Kolorduya tayin edildi. 23 26 Nisan 1914’te Lazistan ve Havalisi Erkan-ı Harbiyesi’nde görevlendirildi. 26 Aralık 1914’te yüzba şı oldu.

Katıldı ğı sava şlar nedeniyle 1914 yılında itibaren ara verdi ği ö ğrenimine 12 Ocak 1919’da yeniden ba şladı ve 9 Eylül 1919’da birincilikle mezun oldu. 24 1919 senesinde Harp Akademisi’nde Harp Tarihi Muallim Muavinli ği yapmı ştır. 25 Bu görevi sürdürürken aynı zamanda yirmi dördüncü fırka birinci şube müdürlü ğünde de görevlendirilmi ştir. 26

M.Recep Peker, Harp Akademisi ve 24. Fırkadaki görevini sürdürdükten sonra 20. Fırka Erkan-ı Harbiyesi’ne tayin edildi. Ankara’ya geldikten sonra Ba şkumandanlık emriyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nde Muamelat-ı Tahririye’ye memur edildi. Meclisin açılı şı ile birlikte 23

23 İ.Selçuk, Yüzba şı Selahattin’in Romanı , I, s.183. 24 Harp Akademileri Komutanlı ğı Şeref Müzesi (Ek 22). 25 Rauf Orbay, Cehennem De ğirmeni, Siyasi Hatıralarım , II, İstanbul 1993, s.11-12. 26 Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası , İstanbul 1957, s.472.

16

Nisan 1920’de Şevket Süreyya Aydemir bu göreve ili şkin olarak şu yorumda bulunmaktadır; “Peker’in İstiklal Sava şı’nda hizmetleri önemlidir. Daha Millet Meclisi açılmadan ’tan Ankara’ya geçen Mustafa Kemal’in Ankara Ziraat Mektebi’ndeki karargah veya sı ğına ğında en aktif kurmay oldu.” 27 Peker’in buradaki görevi 23 Nisan 1920’ye, TBMM açılıncaya kadar devam etti. Meclisin açılı şıyla birlikte, 23 Nisan 1920’de Ba şkatiplik görevine ba şladı. 28 Yedi gün sonra 30 Nisan 1920’de bu göreve resmen tayin edildi. Ba şkatiplik görevini sürdürürken 10 Ekim 1920’de Binba şılı ğa terfi etti. 29 Bu dönemde milli mücadeleyi yönlendirme açısından Atatürk ile Recep Bey’in münasebetleri önemlidir. Recep Bey’in Keçiören’deki evinde yapılacak çalı şmalara karar verilir. Hatta meclisin ilk döneminde seçilecek millet vekillerini Atatürk, İnönü ve Recep Bey burada seçerdi. 30 Aynı toplantılarda Recep Bey’in Meclis Umumi Katipli ği görevine getirilmesi kararla ştırıldı.1920-1923 yıllarında Kurtulu ş Sava şı gerçekle ştirilmi ş, meclis çok zor i şler ba şarmı ş ve büyük ölçüde yıpranmı ştı. Bu do ğrultuda meclis kendini yenilemeye karar verdi. Recep Bey Meclis Umumi Katipli ği’nden ayrılarak milletvekili adayı oldu. Meclisin ikinci döneminde Kütahya’dan milletvekili seçildi ği için 10 A ğustos 1923’te yerine Kurmay Binba şı Veysel Adil Bey getirildi. 31 11 A ğustos 1923’te Meclis çalı şmalarına ba şladı. Mecliste ikinci dönemden sekizinci döneme kadar Kütahya mebusu, sekizinci dönemden ölüm tarihi olan 2 Nisan 1950’ye kadar İstanbul mebusu olarak görev yaptı. Meclis ve parti komisyonlarında ba şkan ve üye olarak çe şitli görevler aldı. 32 Halk Fırkası’nın kurucularından olan Peker aynı zamanda fırkanın ilk genel

27 Ş.S.Aydemir, İkinci Adam:1884-1938 , I, s.138. 28 Hıfzı Veldet Velidedeo ğlu, Devirden Devire , I, İstanbul 1974, s.127. 29 Türk Ansiklopedisi, XXVI, s.458. 30 Mahir İz, Yılların İzi , İstanbul 1975, s.192. 31 Hıfzı Veldet Velidedeo ğlu, Anıların İzinde , I.Kitap, İstanbul 1977, s.153. 32 Meclis ve parti komisyonlarında aldı ğı görevler konusunda şu kaynaklara ba şvurulabilir: M.Ekrem Üzümeri ve di ğerleri, haz. Türkiye Ansiklopedisi , V, s. II., Mahmut Golo ğlu, Milli Şef Dönemi: 1930-1945 , Ankara 1974, s.141., Ş.S.Aydemir, II.Adam: 1938-1950 ,II , 4.B., s.73., Meydan Larousse’da Peker’in 3 Nisan 1928’de Meclis ba şkanı olarak seçildi ği belirtilmi ştir. Bkz. Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedi , X, s.8. Yapılan ara ştırmada anılan tarihte meclis ba şkanının Kazım Özal oldu ğu ve Peker’in hiçbir dönemde meclis ba şkanlı ğı görevine getirilmedi ği tespit edilmi ştir. Bkz. Türkiye Ansiklopedisi :, III, 1923-1973, s.1067. Ayrıca Peker’in ya şamı ile ilgili di ğer kaynaklarda da meclis ba şkanlı ğı konusunda bir bilgiye rastlanmamı ştır.

17

sekreteriydi. Kütahya mebusu olarak meclis çalı şmalarına ba şlayan Peker 11 Eylül 1923’te Halk Fırkası genel sekreterli ğine seçilmi ş ve haziran 1924’e kadar da bu görevde kalmı ştır. 33 Halk Fırkası’nın kurulu ş dilekçesi, “Halk Fırkası Umumisi Recep Bey’in” imzaları ile 23 ekim 1923’te dahiliye vekaletine verilmi ş, 34 fırkanın adının “cumhuriyet” kelimesi ilave edilerek de ğiştirilmesi de Peker’in teklifi ve bu teklifin 10 kasım 1924’te fırka toplantısında onaylanması üzerine gerçekle şmi ştir.

Ferit Bey’in olaylı bir şekilde dahiliye vekilli ği görevinden ayrılmasından sonra Peker 21 Mayıs 1924’te onun yerine Dahiliye Vekaletine getirildi. 35 Dahiliye vekilli ği görevini sürdürürken 1 Kasım 1924’ten itibaren de Mübadele İskan ve İmar Vekaleti’ne getirildi.

Peker Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’ne getirildikten kısa süre sonra, 17

Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 36 İsmet Pa şa’nın 21 Kasım

33 Peker’in Halk Fırkası’nda ilk genel sekreterlik görevi için şu kaynaklara ba şvurulabilir: CHP, 25 Yıl , Ankara 1948, s. 15, 16. Göreve ba şlama tarihine ili şkin olarak çe şitli kaynaklarda de ğişik bilgiler yer almaktadır. Peker’in bu göreve 15 eylül 1923’te ba şladı ğı konusunda bkz. Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedi , X, s. 8. Mete Tuncay fırkanın 9 eylülde kuruldu ğunu, resmen tescil için ise 11 eylülde ba şvuruldu ğunu belirtmektedir. Bkz. Mete Tuncay , Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması: 1923-1931 , Ankara 1981, s. 57. 34 Bkz. Naki Cevat Akkerman, Demokrasi ve Türkiye’de Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar , Ankara, , 1950, s.37. Dilekçe tarihi kurulu ş dilekçesinde 23 ekim 1923 olmasına ra ğmen Erdo ğan Teziç, 9 eylül 1923 olarak belirtmektedir. Bkz. Erdo ğan Teziç, Yüz Soruda Siyasi Partiler: Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye’de Partiler , İstanbul 1976, s.236. Kurulu ş dilekçesinin örne ği için bkz. Naki Cevat Akkerman, a.g.e., s.37. Ayrıca bkz. Ek. III. Halk Fırkası Kurulu ş Dilekçesi. 35 Peker’in Ferit Bey’in yerini almasıyla sonuçlanan olaylar şöyle ba şladı: 2 nisan 1924 tarihli İstanbul gazetelerinin bazılarında zengin Ermenilerin Türkiye’ye dönü şü ile ilgili yazılar yeralmaya ba şlamı ştır. Konu mütareke yıllarında yabancı pasaportla yurtdı şına çıkan bazı Ermeni ve Rum zenginleri ve malları ile ilgiliydi. Daha sonra hükümet tarafından bu mallara el konulmu ş, ayrıca söz konusu ki şilerin Türkiye’ye dönemeyecekleri ve mallarına da sahip çıkamayacakları konusunda da Lozan’da anla şmaya varılmı ştı. 30 ocak 1923 tarihinde, Türk ve Rum ahalinin değişimine ili şkin sözle şme ve protokol için bkz. Reha Parla. 36 Bkz. Ahmet Emin Yalman, a.g.e., III, s.150, , a.g.e., II.kısım, s. III. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili daha geni ş bilgi için ayrıca şu kaynaklara ba şvurulabilir: Celal Bozkurt, Siyaset Tarihimizde CHP: Dünü Bugünü İdeolojisi , k.y., t.y., s. 39, 40. Hasan Rıza Soyak , Atatürk’ten Hatıralar , I, İstanbul 1973, s.290-300, 307., Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Do ğuşu, İstanbul 1966, s. 600. Avni Do ğan, a.g.e., s.161-164. Ahmet Emin Yalman, a.g.e., III, s. 149-151, Tekin Erer, a.g.e., s. 20, 26, 33. Nursen Mazıcı, a.g.e., s. 79-83. Füruzan Hüsrev Tökin, a.g.e., s.69, 70. Ş.S.Aydemir, İkinci Adam , I, s. 293. Joseph Grew, (Çev. Muzaffer A şkın), Atatürk ve İnönü, Bir Amerikan Elçisinin Hatıraları , İstanbul 1966, s.103-105.

18

1924’te istifasından sonra 22 Kasım 1924’te Fethi Bey ba şbakanlı ğa tayin edildi ve aynı gün kabinesini olu şturdu. Peker, İsmet Pa şa kabinesinde yürüttü ğü Dahiliye Vekilli ğiyle Mübadele ve İskan Vekaleti vekilli ği görevlerine Fethi Bey kabinesinde de devam etti. Buradaki görevi söz konusu bakanlık kaldırıldı ğı için 11 Aralık 1924’te sona erdi. 37 “Mansubu belediye ba şkanlı ğı” konusunda Fethi Bey’le anla şamadı ğı için, dahiliye vekilli ği görevinden de ayrıldı. Fethi Bey kabinesi 1924 yılı aralık ayının sonlarına do ğru İstanbul belediye ba şkanın halk tarafından seçilmesini kararla ştırmı ştı. Peker ise büyük şehirlerin ba şkanlarının seçimle de ğil merkezden atama ile i şba şına getirilmeleri görü şünü savunuyordu. Bu nedenle 5 ocak

1925’te Fethi Bey kabinesinden istifa etti. 38 5 gün sonra 10 ocak 1925’te, Halk Fırkası grubu toplandı ve 11 Ocak’ta yayınlanan bir tebli ğ ile Peker-Fethi Bey anla şmazlı ğının, “ şehremini meselesinden” kaynaklandı ğı ve taraflar arasında ufak bir görü ş farkı oldu ğu açıklandı.

Peker, ikinci kez getirildi ği 15 Mart 1925’e kadar devam edecek olan Halk Fırkası Genel Sekreterli ği görevine 8 Ocak 1925’te atanmı ştır. Atanmadan önce Gazi

Mustafa Kemal Pa şa tarafından Dahiliye Vekili Cemil Bey ve İsmet Pa şa’nın görü şleri alınmı ştır. Peker genel sekreterlik görevine ba şladıktan çok kısa bir süre sonra, 13 şubat 1925’te do ğuda Şeyh Sait İsyanı patlak vermi şti. 39

Şeyh Sait İsyanı ile ilgili konu 2 mart 1925’te Halk Fırkası grubunda tartı şılırken, İsmet Pa şa ve Peker hükümetin tutumunu tenkit ettiler ve köklü tedbirler önerdiler. 40 Fethi Bey mevcut tedbirlerin yeterli oldu ğunu gereksiz şiddet tedbirleri ile

37 Bkz. Mete Tuncay, a.g.e., s. 106. M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri , Ankara 1976s. 82, 83. Ulus gazetesinde söz konusu bakanlık kaldırıldı ğı için de ğil, istifa nedeniyle ayrıldı ğı belirtilmektedir. Bkz. “Recep Peker’i kaybettik ” Ulus, 3 nisan 1950. 38 Bkz. Mete Tuncay, “CHP’nin 1927 kurultayının öncesinde toplanan il kongreleri, ” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi: Atatürk Özel Sayısı, XXXVI, no. 1-4, (Ocak-Aralık 1981), s. 297. Ahmet Emin Yalman, a.g.e., III, s.156. 39 Şeyh Sait İsyanı ile ilgili, ba şvurulacak kaynaklar şunlardır: Falih Rıfkı Atay, Çankaya , İstanbul 1980, s.347. Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı , İstanbul 1955. Ahmet Emin Yalman, a.g.e., III, s.158-162. Tekin Erer, a.g.e., s. 37, 38., Kinross, a.g.e., s. 607-611., Ş.S.Aydemir, İkinci Adam , İstanbul 1993, I, s. 295, 296. 40 Bkz. M.Golo ğlu , Devrimler ve Tepkileri , s. 110-111.

19

ellerini kana boyamayaca ğını söyledi ve “yazık ki, dahiliye vekaletinde bulundu ğu devre içindeki idaresizli ği ile Kürdistan meselesini çıkaran insan şimdi kalkmı ş burada beni tenkit ediyor” diyerek Peker’i suçladı.41 Bu görü şmelerden sonra, Fethi bey Kabinesi çekilmek zorunda kaldı. 42

Fethi Bey’in istifasından bir gün sonra 3 Mart 1925’te İsmet Pa şa ba şbakanlı ğa getirildi. O sırada CHP Genel Sekreterli ği görevini sürdüren Recep Peker’e ayrıca yeni kurulan kabinede Milli Müdafaa Vekaleti de verildi. Peker genel sekreterlik ve bakanlık görevlerinin her ikisini bir arada çok kısa bir süre, 12 gün devam ettirdi ve 15 Mart 1925’te genel sekreterlik, 1 Kasım 1927’de de Milli Müdafaa Vekaleti görevinden ayrıldı. İsmet Pa şa Kabinesi 4 Mart 1925’te güvenoyu aldı ve aynı gün Takrir-i Sükun Kanunu’nun görü şülmesine ba şlandı. Feridun Fikri Bey tasarıya kar şı oldu ğunu, Kazım Karabekir Pa şa İstiklal Mahkemelerinin İstiklal Harbi zamanı ile ilgili oldu ğunu bu mahkemelerin “ıslahat aleti” olamayaca ğını, Rauf Bey Cumhuriyetin tehlikede oldu ğunun kabul edilemeyece ğini söyledi. 43 Söz konusu kanunun çıkarılmasının mecliste ba ş savunucularının biri Peker’di, söz alarak yapılan ele ştirilere cevap verdi ve Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasını savundu. 44

Peker’in konu şmasından sonra; irtica, isyan ve memleketin sosyal düzeni ile emniyet ve asayi şini ilgilendiren konularda, Reis-i Cumhurun tasdiki ile hükümete geni ş yetkiler tanıyan tasarı ve İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına ili şkin hükümet tezkeresi kabul edildi ve Takrir-i Sükun Kanunu yürürlü ğe girdi. 45

41 Bkz. Tekin Erer, a.g.e., s. 38, A.F.Cebesoy, a.g.e., II. Kısım, s. 145. 42 Bkz. A.F.Cebesoy, a.g.e., II. Kısım, 145, 146. F.R.Atay, a.g.e., s. 347. Tekin Erer, Fethi Bey Kabinesinin güvenoyu alamaması nedenini şöyle yorumlar: “Münferit CHP’liler bu isyanı fırsat sayarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmayı ve Ali Fethi Bey’i devirmeyi dü şünüyorlardı. Bütün bu tertipleri idare eden, müfritleri te şvik eden… bir belirli kuvvet mevcuttu. Bu şahıslar İsmet Pa şa ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker’den ba şkası de ğildi.” Bkz. Tekin Erer, a.g.e., s.38. Ş.S.Aydemir de Fethi Bey kabinesini dü şüren ki şinin Peker oldu ğu görü şündedir. Bkz. Ş.S.Aydemir , Menderesin Dramı, İstanbul 1998 s.177. 43 Bkz. A.F.Cebesoy, a.g.e., II. Kısım, s. 149. 44 Bkz. M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri , s. 115-120. Tekin Erer, a.g.e., s. 41. Celal Bozkurt, a.g.e., II. Kısım, s. 149-150. 45 Sözkonusu kanuna dayanılarak bazı gazeteler kapatıldı ve gazetecilerden bazıları mahkum oldu. Bkz. M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri , s. 131-132.

20

Bir müddet sonra sıkıyönetim ilan edilmi ş bölgelerde çalı şan İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen idam kararlarının meclis tarafından onaylanmadan yerine getirilmesi için bir kanun tasarısı hazırlandı. Muhalif milletvekilleri bu tasarının anayasaya aykırı oldu ğunu savundular. Bazı milletvekilleri yanında ayrıca o zaman Milli Müdafaa Vekaletine getirilmi ş olan Peker uzun ve set bir konu şma yaptı ve bunun bir zorunluluktan oldu ğunu söyledi. Bunun üzerine Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Ba şkanı Kazım Karabekir Pa şa söz aldı ve özgür dü şüncelerin meclis kürsüsü dı şında savunulamadı ğını, bu özgürlü ğün Peker’in sert sözleri ve saldırılarıyla meclis kürsüsünde de sınırlandırılmaya çalı şıldı ğını söyledi. Muhaliflerden Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey de kendisine Peker tarafından “Dima ğ-ı derbeder” denildi ği için söz aldı. Tartı şmalarda hakaretli sözlerin do ğru olmadı ğını Peker’in ileri sürülen konulara açıklık getiremedi ğini ve idam karlarının meclis onayı olmaksızın uygulanmasına kar şı oldu ğunu söyledi. Kazım Karabekir Pa şa ayrıca mecliste konu şma özgülü ğü olup olmadı ğını da sordu. Peker uzun bir konu şma daha yaptı ve sonuç olarak birinci maddesi, “sava ş durumunda yada silahlı ve toplu ayaklanmada hareket ve ayaklanma alanındaki sıkıyönetim bölgelerinde kurulan bütün askeri mahkemelerce verilen idam kararları ordu yada kolordu yada ba ğımsız tümen yada mevki-i müstahkem komutanları tarafından onaylandıktan sonra hemen yerine getirilir” şeklinde düzenlenen tasarı 31 Mart 1925’te kanunla ştı.

3 Haziran 1925’te de Takrir-i Sükun Kanunu gere ğince Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına karar verildi.46

46 Bkz. Ş.S.Aydemir, II. Adam , I, s. 297. M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri , s. 132-133.

II. BÖLÜM

(ATATÜRK DÖNEM İ TÜRK S İYASET İNDE M. RECEP PEKER)

(1920-1938))

A. SİYAS İ HAYATININ BA ŞLAMASI M.Recep Peker’in subaylık hayatı Edirne ve Kırklareli’nde ba şladı. Daha sonra Yemen’e giden, İtalyan ve Balkan Sava şları’na katılan, I. Dünya Sava şı’nda da Kafkasya Cephesi’nde mücadele eden Recep (Peker) Bey’in bu dönemde yaptı ğı görevleri hakkında fazla bilgi yoktur. Ancak Kafkasya Cephesi’nde tümen, kolordu ve ordu karargahlarında kurmay subay olarak görev yaptı. Ayrıca Antep’in savunmasında Fransızlar ve Ermenilere kar şı mücadele etti. Daha sonra İstanbul’a gelen Recep (Peker) Bey, Erkan-ı Harbiye’de görev yaptı. 1

M.Recep Peker, 1919 senesi sonlarında Ankara’ya gelerek Milli Mücadele’ye katılmı ştır. Hüsrev (Gerede) Bey’in Trabzon mebusu seçilmesi üzerine mevcut Erkan-ı Harpler içersinden Recep (Peker) Bey, Rauf (Orbay) Bey tarafından uygun bulunarak gizlice Ankara’ya gönderilmi ştir. 2

M.Recep Peker, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılı şıyla birlikte politik hayata ilk adımını atmı ştır. Peker’in Mustafa Kemal ile yakın diyalo ğu bu tarihten sonra olmu ştur. Mizacı itibari ile görev konusunda çok dikkatli ve titiz, hiçbir noktayı gözünden kaçırmayan, sır ta şımasını bilen bir özelli ği olmasından dolayı Mustafa Kemal’in güvenini kazanmı ştır. 3 Ankara’da Recep Peker ile Mustafa Kemal kar şıla şmasını Rauf Orbay şöyle anlatıyor: “Trabzon mebuslu ğuna seçildi ği için

1 Cemal Kutay, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yüzyılımızda Bir İnsanımız, Hüseyin Rauf Orbay, (1881-1964 ), V, İstanbul 1992, s.310. 2 R.Orbay , Cehennem De ğirmeni, Siyasi Hatıralarım , II, s.11-12. 3 H.V. Velidedeo ğlu, Milli Mücadele Anılarım , s.69. 22

beraberinde İstanbul’a getirdim. Hüsrev Gerede’nin yerine Ankara’ya her bakımdan kabiliyetli bir Erkan-ı Harbin gönderilmesi için de burada ( İstanbul) gereken ilgililerle temas ettim. Mevcut genç ve dirayetli subaylar arasında Recep Bey tavsiyeye layık bulduklarından hemen muamelesini yaptırarak, kendisini ilk vasıta ile - Tabii ber-mütad gizlice - Ankara’ya Mustafa Kemal’in nezdine sevk ettirdim.” 4

Meclis açıldı ğı 23 Nisan 1920 tarihinde 3500 Kuru ş maa şla TBMM Ba şkatipli ği’ne (Katip-i Umumili ği Genel Sekreterli ği’ne) atandı. 5 Birinci Mecliste milletvekili olmamasına ra ğmen milletvekillerinden daha fazla itibarı oldu ğu gözlenmi ştir. Bu nedenle milletvekilleri ile olan ili şkilerinde bir meclis ba şkatibi gibi de ğil onların amiri imi ş gibi bir tavır sergilemi ştir. Recep Bey’in Halk Fırkası Katibi sıfatı ile, birinci mecliste görevli mebusların vatan perverane çalı şmalarından dolayı Siirt Mebusu Salih Bey’e gönderdi ği kutlama yazısı mevcuttur. Bu yazıda: “Siirt Mebusu Salih Efendiye; Muhterem Efendim, yeni te şekkül eden Halk Fırkası Umumi Heyeti İdaresi içtimainde, birinci mecliste ifa-i vazife buyuran rufakyı kiramın ve bu mayanda zati alilerinin hidemat-ı masbuka-i vatan perveraneleri der hatır edilerek tarafı acizanemden istifsari hatırı alilerine musaraat olunması tensip olunmu ştur. Zatı alileri gibi kıymettar eski arkada şlar hakkındaki revabit-i samimiyemize tayit eder arzı hürmet eyleriz. Efendim.”

Mustafa Kemal’in ülke idaresini tek merkezde toplamak amacıyla giri şti ği meclisi yenileme ve partilile şme faaliyetlerinde bu dönem siyasetinin mühim bir şahsiyeti olarak öne çıkmı ştır.11 A ğustos 1923’te İkinci Meclise Kütahya Mebusu olarak giren Peker, 13 Eylül 1923’te CHP Umumi Katibi ve bu geli şmelerden sonra dönemin belli ba şlı ki şilerinden biri olmu ştur. Halk Fırkası içinde tam yetkili üçlü organ olan “Genba şkur” da (Genel Ba şkanlık Kurulu) Atatürk ve İnönü ile birlikte önemli karar alma mevkiinde yer almı ştır. 6

4 Cemal Kutay, a.g.e., V, s.310. 5 Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Ar şivi, Dosya No:21, Belge No:7. 6 Recep Peker, İnkılap Dersleri , İstanbul 1984, s.9.

23

Müdafaa-i Milliye ve Muvazene-i Maliye Komisyonları’nda çalı ştı. Müdafaa- i Milliye Komisyonu sözcülü ğüne seçildi. Aynı zamanda Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Ba şyazarlı ğı’na getirildi. 7 Zekeriya Sertel bu olayı şöyle anlatıyor:

İnönü, Zekeriya Sertel’i arıyor; İsmet Pa şa yolda uzun süre a ğzını açmadı. Şehirden çıktıktan biraz sonra bana dönerek, “Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ni nasıl buluyorsunuz.?” dedi. Çankaya’ya niçin gitti ğimizi o zaman anladım. “Hakimiyet-i Milliye” gazetesi, Milli Kurtulu ş Sava şı sırasında Atatürk tarafından kurulmu ş bir ta şra gazetesiydi. Bütün sava ş boyunca Atatürk’ün fikirlerini yansıtmı ştı. Fakat günün ko şullarına göre çok ilkel ve çok zavallı bir biçimde çıkıyordu. Okurları hemen mebuslardan ibaretti. Ankara’nın dı şında okuru yok gibiydi. Asıl Türk basını İstanbul’da toplanmı ştı. Ankara’da bile İstanbul gazeteleri “Hakimiyet-i Milliye” den çok satılıyordu. Mustafa Kemal’in ba şlamaya hazırlandığı yeni sava şı yürütebilmek için kuvvetli bir gazeteye ihtiyaç vardı. Demek, Çankaya’ya bunun için gidiyorduk. İsmet Pa şa’nın sorusuna şu kar şılı ğı verdim; “Hakimiyet-i Milliye adında bir gazete tanımıyorum, pa şam” amacım, Hakimiyet-i Milliye’nin iyi çıkmadı ğını anlatmaktı. Fakat galiba bu cevap çok sert dü ştü ve Pa şa’nın ho şuna gitmedi. Çünkü İsmet pa şa yolda bir daha a ğzını açmadı. Kö şke yakla ştıkça heyecanım artıyordu. Sonra beni yanlarına ça ğırdılar. İsmet Pa şa “yeni Matbuat Umum Müdürümüz” diye beni tanıtırken “Hakimiyet-i Milliye” adında bir gazete tanımadı ğımı da eklemekten geri kalmadı. Mustafa Kemal hiç duymamı ş gibi kayıtsız göründü. Salonda toplandık, Mustafa Kemal toplantıya ba şkanlık ediyordu. Toplantıyı açmasıyla kapaması bir oldu. “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinin iyile ştirilmesi söz konusuydu. Fakat yararlı bir biçimde konu şabilmek için küçük bir proje hazırlanmasını istedi ve bu projeyi hemen hazırlamak üzere üç ki şilik bir komisyonun kurulmasını önerdi. Falih Rıfkı Atay, Hakkı Tarık Us ve ben bu komisyona seçildik. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne verilmesi gereken biçim üzerinde bir proje tasla ğı hazırladık. Ayak üstü yapılan bu i ş pek ciddi sayılmadı. Projeyi basit bit ka ğıt üzerine kur şun kalem ile yazmı ştık. Bu

7 Ba şbakanlık Cumhuriyet Ar şivi, Dosya no:030.18.01, Belge no:017.89.11.

24

projede şunları öneriyordu ki “Hakimiyet-i Milliye” gazetesini bir ta şra gazetesi olmaktan çıkarıp bir milli gazete haline getirmek gerekir. Gazete memleketin her tarafında satılmalı ve aranıp okunmalıdır. Bunun için de bu gazetenin ba şına bu i şten anlar, de ğerli biri getirilmeli, ayrıca kuvvetli yazı kurulu kurulmalıdır. Gazete İstanbul gazeteleri ile rekabet edebilmeli, yazıları, haberleri ona hazırlanmalıdır. Aynı zamanda en modern araçlarla donanmı ş bir basımevi kurulmalıdır. Bütün bunları gerçekle ştirebilmek için binasından ba şlayarak her şeyi yeniden yapmalı ve ortaya canlı, hareketli bir gazete çıkarılmalıdır. Bir saat sonra tekrar toplanıldı ve Falih Rıfkı hazırlanan projeyi Mustafa Kemal’e uzattı... Mustafa Kemal, Falih’e dönerek; “Zaten ben Hakimiyet-i Milliye’nin ıslahı için yapılacak şeyi dü şündüm ve buldum. Bu i şi Recep Beyefendi’ye verece ğim.”

Recep Bey Atatürk’ün askerlik arkada şı, eski bir komutandı. Mustafa Kemal kararını bildirir bildirmez derhal güya oy alıyormuş gibi birer birer sormaya ba şladı; “Siz ne buyuruyorsunuz Yakup Kadri Beyefendi?” “Pek münasip Pa şam...” 8

Recep Bey’in siyasi hayatındaki bu yükseli ş, sadece onun meziyetlerine ba ğlı de ğil, aynı zamanda Mustafa Kemal’in, dönemin şartları içersinde hazırladı ğı planın bir parçasıdır. İkinci Meclis Mustafa Kemal’in istedi ği şekilde te şekkül etmi ş, ancak iktidarı tam olarak ele almak için sürdürdü ğü eylem sona ermemi ştir. Halk Fırkası’nın milletvekillerinden ibaret İkinci Büyük Millet Meclisi üyeleri aynı kanaat ve prensiplere inanarak bir araya gelmemi şlerdir.

Klasik Osmanlı anlayı şının hatıralarından kendini kurtaramayanlarla, inkılapçı dü şüncenin temsilcileri bir parti çatısı altında bir araya gelmi şlerdir. Böyle bir toplanma ya çok az bir zaman zarfında partinin içinden di ğer partilerin do ğmasına kadar devam edebilirdi veya bütün bu de ğişik fikir ve kanaat sahipleri menfaat ve korku sebepleriyle hakiki çehre ve kanaatlerini meydana çıkarmaya yana şmazlar, hepsi tek bir parti içinde ya şayıp giderlerdi.

8 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, İstanbul 1977, s.177.

25

Birbirlerine fikir ve kanaat yollarıyla ba ğlanmamı ş insanlardan müvekkep topluluklardan, de ğişik fikir ve kanaat sahipleri, fikir ve kanaatin yerine maddi kuvvetin ve bunu temsil eden kimsenin etrafında toplanırlar ve bu tek adamın iradesi her şeye hakim olur. Halk Fırkası’nda da aynı hal olmu ştur.

Fakat de ğişik fikir ve kanaat sahiplerinin menfaat ve korku sebebiyle aynı partide ve maddi gücü kuvveti temsil eden kimsenin etrafında toplandı ğı hallerde, bu toplantı, maddi gücü elinde tutanların zayıf ve gevşek zamanlarından derhal da ğılır ve korku itibariyle bir araya gelmi ş olanlar bu sefer kendilerine dayanacakları kuvvetler ve yeni liderler ararlar bunun içindir ki, bu şartlar içinde olan cemiyetlerde maddi kuvveti elinde tutanlar cemiyetin nizamında bu nizamı sarsacak bir açık kapı bırakmamaya çalı şırlar. Halk Fırkası Şefi Mustafa Kemal de, fırka bünyesinde bulunan de ğişik fikir ve kanaatteki kimselerin şu veya bu zamanda kendilerine mukavemet etmelerini önleyecek tedbirleri almakta gecikmemi ştir. 9

Mustafa Kemal, her kararını yerine getirecek bir kadro ile çalı şmayı tercih etmi ştir. Böyle bir kadro ise ancak siyasi varlık ve faaliyetlerini Mustafa Kemal’e ba ğlayacak ki şilerden olu şabilirdi. Bu kadro, karizması olmayan, Kurtulu ş Sava şı’nın ikinci dereceden önemli ki şilerinden olu şmu ştur. Bu kadro, Recep (Peker) Bey gibi ya Anadolu’ya geç gelenlerden ya da İstiklal Harb-i Erkanı’na dahil olmayanlardan müte şekkildir. 10

Anla şılaca ğı üzere Recep Peker’in 1920-1923 arasındaki devredeki rolü bireysel yeteneklerinden ziyade o dönemin çetin şartları ve Mustafa Kemal’in siyasi planları etkili olmu ştur. Ancak 1923’ten itibaren olan devrede karakter bakımından Mustafa Kemal’in kafasındaki yenilikçi fikirleri taşımasından dolayı Mustafa Kemal için artık de ğişmez bir isim olmu ş ve Mustafa Kemal’in siyasi hayatı boyunca çok önemli görevler Recep (Peker) Bey’e verilmi ştir.

9 S.A ğao ğlu , İki Parti Arasındaki Farklar , Ankara 1947, s.22. 10 Ümit Özda ğ, Ordu Siyaset İli şkileri (Atatürk – İnönü Dönemleri) , Ankara 1991, s.54.

26

Mustafa Kemal’in İstiklal Harb-i Erkanı’nı tecrit ederek Recep(Peker) Bey gibi Milli Mücadelede ikinci dereceden etkili ki şilerden müte şekkil bir kadro olu şturmaya çalı şması parti içinde problem meydana getirmi ş ve karizmaların grupla şması hali zuhur etmi ş ve iki grup meydana gelmi ştir. Birinci grup; Mustafa Kemal, İnönü, Recep (Peker) Bey ve bunların etrafında olu şan gruptur ki, bu grubun tek yönlendiricisi Mustafa Kemal’dir. Di ğerleri uygulayıcıdır. İkinci grup ise Rauf (Orbay) Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) Pa şalar’dan ve onların etrafında birle şen muhalif gruplardan müte şekkildi. İstiklal Harb-i Erkanı’ndan müte şekkil ikinci grup, karizmatik gücünden dolayı Recep (Peker) Bey’i rahatsız etmiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal ile bu kadronun arasını açma yönünde faaliyetlerde bulunmu ştur. Rauf Bey’e göre Peker’in bu eylemi Mustafa Kemal’in dı şında geli şen, kendilerini onun yanından uzakla ştırmak isteyenlerin arzusu dairesinde meydana gelen bir harekettir. 11

Mustafa Kemal ile anılan Pa şaların arasını açmak dü şüncesi, Recep (Peker) Bey’in ba ğımsız hareket etme arzusunun sonucunda netice vermemi ştir. Recep (Peker) Bey’in Mustafa Kemal’in arzularının aksine, eski arkada şları ile arasını açabilece ğini ve onları geri plana iterek yeni siyasi elitin üyesi olabilece ğini dü şünmek zordur. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Pa şaları kendinden ve iktidardan uzakla ştıran Recep (Peker) Bey’in bu eylemini bilinçli olarak destekledi ği tezi daha akla yakındır. 12

İnönü bu konuda “onlar i şin ba şından beri hep beraberiz, zaferi beraber kazandık bu devleti beraber kuruyoruz, hepimiz aynı derecede söz sahibi olmalıyız, tarzında dü şünüyorlar. Muhtelif vazifelerdeyiz fakat söz tesiri e şit olacak diyorlar.” 13 demi ştir.

Görüldü ğü üzere Mustafa Kemal dü şündü ğü inkılapları gerçekle ştirebilmek için karizmatik komutanları çevresinden uzakla ştırarak tek söz sahibi olmak istemi ş,

11 A.F.Cebesoy, Siyasi Hatıralar , II.ksm., s.45. 12 Ü.Özda ğ, a.g.e., s.55. 13 İnönü, Hatıralar , II, Ankara 1987, s.175.

27

bunun için de ikinci derece liderleri çevresinde toplamı ştır. Böylece dü şündü ğü bütün yenilikleri kar şı çıkmaksızın tam bir sadakatle destekleyecek bir ekip yaratma dü şüncesi içine girmi ştir. Ancak M.Recep Peker, Mustafa Kemal’i dahi rahatsız edecek dereceye ula şan tek adamcı zihniyeti onun Mustafa Kemal’in gözünden dü şmesine ve bizzat Mustafa Kemal tarafından pasifize edilmesine neden olacaktır.

B. 1923-1930 DÖNEM İ GEL İŞ MELER İ VE M.RECEP PEKER’ İN ÜSTLEND İĞİ GÖREVLER Mustafa Kemal ba şlattı ğı Cumhuriyet sürecini olgunla ştırmak için, zamanı ve şartları çok iyi kullanmı ştır. Rauf (Orbay) Bey’in istifasından sonra Heyet-i Vekile Reisli ği’ne getirilen Fethi (Okyar) Bey’in icraatının tıkanma göstermesi aslında Mustafa Kemal’in izledi ği politikanın bir neticesidir. Fethi (Okyar) Bey’in kar şısında hallolunmaz bir hükümet buhranı bulunması, Cumhuriyet’in ilanına giden yolda, Mustafa Kemal’in arzusu dahilinde olu şmu ştur ve bu hal onun Cumhuriyet’in ilanı yönünde bir tedbirdir.

Mustafa Kemal, Nutuk’ta ya şanan hükümet buhranını ve geli şen olayların kendisinin olmasını istedi ği şekilde geli şti ğini şöyle dile getirmektedir: “Ben, Mecliste hafi ve muhalif bir hizip ke şfettikten, meclis mesaisinde hissiyatım hakimiyetini gördükten ve hükümet heyetinin intizam-ı mesaisinin her gün, esassız bir takım sebeplerle intizamsızlı ğa duçar edilmekte oldu ğuna kanaat getirdikten sonra, tatbiki için münasip zaman intizarında bulundu ğum bir fikrin tatbiki anının geldi ğini hükmetmi ştim. Bunu itiraf etmeliyim. Buna nazaran şimdi verece ği malumat ve izahatı anlamak daha kolay olacaktır. Efendiler, Halk Fırkası, Rauf Bey’in gıyaben Riyaset-i Saniye’ye ve Sabit Bey’in Dahiliye Vekaletine namzet intihap etti ği tarih 25 Te şrin-i Evvel (Ekim) 1923 Per şembe günüdür. Aynı günde ve ferdası Cuma günü Heyet-i Vekile Çankaya’da nezdimde içtima etti. Gerek Heyet-i Vekile Reisi Fethi Bey’in ve gerek di ğer vekillerin istifa etmeleri zamanının geldi ğini ve bunun lazım oldu ğunu der meyan ettim. Meclisçe yeni Heyet-i Vekile intihabında, Heyet-i Hazıra’ya dahil bulunan vekillerden tekrar intihap edilen olursa onlar, bu

28

intihaptan sonra istifa ederek yeni Heyet-i Vekile’ye dahil olmayacaklardır, esasını kabul ettik. Yalnız o zaman vekiller gibi intiba olunan ve Heyet-i Vekile’ye dahil bulunan Erkan-ı Umumiye Reisi Fevzi Pa şa bu karardan hariç bırakıldı... Bu tarz ve hareketin ve alınan kararın mahiyeti tetkik olunursa şu netice çıkar; Muhteriz vekillerden hiç biri i ştirak ederek Mukadderat-ı Memleket’i idare eylemelerinde bir beis görmüyoruz. Fakat ne hükümet te şkiline ve ne de te şkil etseler bile, memleketi idareye iktidar gösteremeyeceklerine emin bulunuyoruz. Meclisi i ğfale çalı şan muhteris hizip şu ve ya bu tarzda bir hükümet te şkiline muvaffak olabildi ği takdirde, bu hükümetin, bir müddet, tarz-ı idaresini ve idaredeki liyakatini takip ve hatta ona muavenet eylemek muvafık kanaatinde bulunduk. Fakat bu suretle te şekkül edecek hükümet, memleket idaresinde ve gayelerimizi takipte acz ve inhiraf gösterirse bunu mecliste tebarüz ettirerek meclisin tenvir eylemek şıkkını müreccah mütalaa ettik. Hükümet te şkiline muvaffak olmadıkları halde, hasıl olacak te şettüdün, meclisçe medar-ı intibah olaca ğı tabii idi. Buhran ve te şettüdü idame tecviz edilmeyece ğinden, işte o zaman, bizzat müdahale ederek, tasavvur etti ğim meseleyi vazetmek sureti ile işi esasından halledebilece ğini dü şünmü ştüm.” 14

Bütün bu geli şmelerden sonra 27 Ekim 1923’te Fethi (Okyar) Bey Hükümeti istifa etti ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

Daha önce Rauf (Orbay) Bey, Heyet-i Vekile Reisli ği’nden ayrılırken, Ali Fuat Pa şa Meclis İkinci Ba şkanlı ğı’ndan ayrılmı ş, Kazım Karabekir de Birinci Ordu Müfetti şli ği’ne tayinini istemi şti. Bu dönemde, Rauf (Orbay) Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Pa şalar’ın önderli ğini yaptı ğı Mustafa Kemal’e kar şı muhalefet açıktan yürütülmeye ba şlanmı ştır.

Cumhuriyet’in ilanı muhalif grubu hazırlıksız yakalanmı ş ve şaşırtmı ştı. Muhalif grubun önde gelen isimlerinden Kazım Karabekir Pa şa, Cumhuriyet’in ilanına tepkisini şöyle dile getirmektedir: “Ben hem mebus ve hem de bir ordu kumandanı oldu ğum halde, bana da kimse bir şey bildirmemi şti. Bu vaziyet haklı

14 Atatürk, Nutuk , II, s.798-800.

29

olarak, halkı da orduyu da tela şa dü şürdü. Daha dün yüreklerine ferahlık verdi ğim zatlar, benden bu şeklin manasını soruyorlardı. Bu vaziyette tabii Cumhuriyet’in ilanının ertesi günü dahi kutlayamadık” yine Kazım Karabekir Pa şa, Cumhuriyet’i ilan edi şi noktasında Mustafa Kemal’e sitem ederken ve bu eylemi ele ştirirken şunları söylemektedir: “ İstiklal Harbi’nin tehlikeli günlerinde sonuna kadar feragat gösteren, fedakar arkada şlarımın rey ve ir şadına ihtiyaç gösteren Mustafa Kemal Pa şa artık muzaffer bir ba şkumandan sıfatıyla maiyet kumandanlarına Cumhuriyet’i dikta ettirmi ştir. Eski arkada şlarının rakip olabilece ği endi şesiyle sui şahsiyetler icadı da lazım gelmi şti; bunun için eski arkada şlarını kötülemek lazımdı. Bunu da hakkıyla yapmı ştır.” 15

Cumhuriyet’in ilanına, en çok ses getiren ele ştiriyi Rauf (Orbay) Bey yapmı ştır. Rauf (Orbay) Bey, İstanbul basınına verdi ği demeçte şunları söylemi ştir: “Bence Cumhuriyet kelimesi üzerinde mütalaa ve münaka şa do ğru de ğildir. Benim içtihadım; her millet gibi hür ve müreffeh ya şama liyakatini, tarihte emsaline ender tesadüf edilir tarzda ispat eden asil milletimizin istiklal ve refahının tamamiyetini sa ğlayan şeklin en do ğru olaca ğı kaidesidir. Kuvvetini yalnız ve yalnız milletin rey ve muvaffakinden alarak ve ba şka hiçbir saadet ve selamete do ğru yükseltece ğine zerre kadar şüphe olmayan hükümet şekli i şte budur. Millet esasen, bu idare şeklini hak edip, zaferiyle temin eylemi ştir .Elverir ki, meseleler milletimizce muhakeme edilerek, malum olsun. Netice behemehal, halkın saadet ve refahına müncer olur. Bu esaslar baki kaldıkça, isim de ğişikli ği hedef ve gayeyi ihlal de tebdil de edemez. Bundan ba şka, geçmi ş bir hükümet tarzının yerine kaim olan hükümetin payidar olabilmesi ancak gideni aratmayacak bir surette, halkın büyük ço ğunlu ğunun arzularına uygun hareketi ve saadetlerini temin ve vatanın istiklali ve şerefini hakkıyla korumak yolundaki ba şarısı ile kabildir. Aksi takdirde isim ve ya üst tabakada şekil de ğiştirmekle, gerçek ihtiyaçların temin edilmi ş olaca ğını zannetmek, bilhassa en yakın mazide gördü ğümüz bunca acı tecrübeden sonra, fahi ş bir hata olur”

15 Kazım Karabekir Anlatıyor , (haz.U.Mumcu), İstanbul 1990, s.109-110.

30

yine Rauf (Orbay) Bey, bir gazetecinin; “Kuvvetli hükümet nasıl olur” sorusuna şu cevabı vermi ştir: “Benim anladı ğım kuvvetli hükümet vazife salahiyetlerine ve bunların icaplarına müdrik, milli hakimiyet esasını benimsemi ş, kanaatlerini ve maruz kalacakları zorlukları ancak ve ancak Millet Meclisi’nde samimi ve açık hasbıhallerle hal ve feshetmek esaslarına sadık ve tecrübeli, olgun bir heyet demektir; yoksa, bazılarının sandıkları gibi zorba yumrukla i ş görmek isteyen bir heyete kuvvetli bir hükümet demek asla do ğru olamaz. Gerçi, mazide millet tam ve kâmil olarak murakabe yapamadı ğı için böyle hükümetler görmü şse de, artık bu gibi cüretlere zemin kalmamı ştır. Esasen, Büyük Millet Meclisi devamlı şekilde toplantı halinde var olup, eskisi gibi vazifesini yüksek azim ve fedakarlıklarla yapmakta devam ettikçe, bu gibi endi şelere de yer kalmaz.” 16

Rauf (Orbay) Bey’in bu beyanatına Halk Fırkası’ndan çok sert reaksiyon gösterilmi ştir. Bunun farkına varan Rauf (Orbay) Bey de, beyanatının Cumhuriyet aleyhine söylenmemi ş oldu ğunu belirtmek zorunda kalmı ştır. Bu defa, geçi ş döneminin ya şanmadı ğından söz ederek, böyle bir eylemin, u ğruna mücadele edilen ana prensiplere zarar verece ğini anlatmı ştır. Rauf (Orbay) Bey’e göre, beyanatında Cumhuriyet’e kar şı çıkmak yoktur. Şu iki ana esas vardır: “Cumhuriyet’in erken ilan edildi ği ve halkın endi şesine hak verilmesidir.” Yine ona göre hükümet bunalımı bahane edilerek Cumhuriyet’in ilan edilmesinin mantı ğı yoktur ve mantık yanlı şlı ğını “...bunun yarın meydana gelecek bir bunalımda Cumhuriyet de mi de ğişecek” sorusuyla izah etmeye çalı şmı ştır. 17

Otoritenin her şeyin üstünde oldu ğuna inanan Recep (Peker) Bey, Rauf (Orbay) Bey’e sert reaksiyon göstererek; “Cumhuriyet’in ilanında acele edildi ği” görü şüne kar şı çıkıp meclisin ve hükümetin milletin en yüksek müessesesi oldu ğunu öne sürmü ş ve Rauf (Orbay) Bey’e itiraz etmi şti. 18

16 R.Orbay, Cehennem De ğirmeni, Siyasi Hatıralarım , II, s.135-136. 17 “Halk Fırkası’nda Bir Müzakere” , Ayın Tarihi, I, no:3 (Ekim 1923), s.322-328. 18 Ayın Tarihi, I, no:3 (Ekim 1923), s.331.

31

Rauf (Orbay) Bey ile Recep (Peker) Bey arasındaki Cumhuriyet tartı şması daha sonraki dönemlerde de devam etmi ştir. 5 Kasım 1924’te görü şülmeye ba şlanan Yunanistan’dan gelen Türk göçmenleri yerle ştirilmesi ile ilgili gensoru tartı şmalarında söz alan Rauf (Orbay) Bey ele ştirilerde bulunmu ştu. Bu ele ştirilere Recep (Peker) Bey, şu şekilde cevap vermişti. “Rauf Bey’in konu şmalarına çok dikkat ettim, sırası geldikçe ba şka tarifler yaptılar ve fakat Cumhuriyet kelimesini kullanmadılar. Yıllarca bu ülkeyi yönetmi ş olan Rauf Bey, nedir bu küskünlük ki sırası gelmi ş ve arkada şları fırsat vermi şken bile bu kutsal adı söylememekte direnmi şlerdir. Dikkat çekicidir ki Rauf Bey İstanbul’da kıyametleri koparmı ştı. Acele oldu, şöyle oldu diye elindeki bütün gücü harcadı. Önünüze geldi ği zaman dönü ş yaptı ve ant içerek cumhuriyetçiyim, milliyetçiyim dedi. O zaman tam olarak kendisine güvenim vardı. Bugün ki durumu görünce şüphelerim do ğmu ştur. Bugün ben Kütahya Mebusu Recep, İstanbul Mebusu Rauf Bey’den şüphe ediyorum. Gerçek budur. “Rauf (Orbay) Bey buna kar şılık şu cevabı vermi ştir;” sekiz saat süren parti görü şmelerinde, milletimden Müdafaa-i Hukuk adayı olarak, Halk Fırkası’na girmek şartı ile aldı ğım vekillik dairesinde ve tam anlamıyla Cumhuriyetçi oldu ğumu söyledim. Daha ne söyleyeyim? Sizde gizli defterler, dü şünceler varsa bizde yoktur. Rauf cumhuriyetçi midir? Rauf ulusal egemenli ğin kayıtsız ve şartsız var oldu ğu bir vatanın evladıdır ve Türkiyelidir. Rauf cumhuriyetçidir ama Cumhuriyet mi ulusal egemenli ğin nedeni yoksa, ulusal egemenlik mi Cumhuriyet’in nedenidir? Şimdi ise, kayıtsız şartsız ulusal egemenlik temeline dayanan bir iradeyi, demokrasi denilen halkın iradesini kurmak için milletten vekillik aldık. Bazı arkada şlarımız, milletin bu hakkını milletten alıp şu ya da bu makama meclisi fesih ve kanunları red hakkını vermek istediler. İş te buna kar şıyım. Millet bilsin, dünya bilsin ki ben en kuvvetli bir şekilde ulusal egemenlik taraftarıyım, ilkem budur. Bu nedenle benim için, halkın egemenli ğini kayıtsız ve şartsız gerçekle ştirecek olan bu hükümetten ba şka hükümet şekli yoktur.”

32

Recep (Peker) Bey, Rauf (Orbay) Bey hakkında şüphelerini muhafaza etti ğini, aksini söylemez ise şüphelerinin devam edece ğini söyleyerek kürsüden indi. Rauf (Orbay) Bey ise şöyle cevap verdi: “Sizin her tereddüt etti ğiniz zaman, tekrar tekrar ant içmek zorunda mıyım? Hayır, kimsenin kimseden şüphe etmeye hakkı yoktur.” 19

a. Te şkilat-ı Esasiye Kanunu Görü şmeleri Görü şmeler sırasında söz alan Saraço ğlu Şükrü Bey ikinci faslın ara ba şlı ğının “Vazife-i Te şriyye” yerine “Büyük Millet Meclisi” olarak de ğiştirilmesini önermi ş ama bu öneri dikkate alınmamı ştır. 9 ve 10. maddeler genel ittifakla kabul edilmi ş, 11. maddenin okunmasından sonra Beyazıt Mebusu Şefik Bey “Türk lafının içinde kadınlar da mevcuttur” diyerek dikkati bu noktaya çekmi ştir. Konya Mebusu Refik Bey’in “zaten maksadımız odur, kadınlar da rey verecektir” demi ştir. Ahmet Süreyya Bey, 9. maddeye göre ayrıntılı düzenlemenin kanunla yapılaca ğının kabul edildi ğini, bu kanuna göre kadınların oy kullanamadı ğını ve maddenin bu biçimiyle kabul edilmesi halinde bile “mebus intihabına i ştirak edeceklerini ve buraya mebus olarak gelebileceklerini kabul etmemi ş oldu ğumuzu buraya kayıt ve tespit ve i şaret ediyorum” demi ştir. Daha sonra söz alan Kütahya Mebusu Recep (Peker) Bey, Ahmet Süreyya Bey’in açıklaması ile Türk tabirinin kadınları kapsamadı ğı anlayı şının zapta geçti ğini i şaret ederek kendisinin bir önceki maddeyi kadınları da kapsadı ğı dü şüncesi ile onayladı ğını belirtmi ş ve Türkiye’deki durumu ele alarak bütün kadınların bu nitelikte olmadı ğını, ancak seçilebilecek yeterlilikte kadınların bulunabilece ğini öne sürmü ştür. Bu sorunu, maddenin kanuna göre yorumlanarak de ğil kanunun bu maddeye göre de ğiştirilerek çözülmesi gerekti ğine i şaret eden Recep (Peker) Bey, Türk kadınının tamamı ile olmasa bile, erkeklerin yapabilece ği her şeyi yapabilecek yetenekte oldu ğunun altını çizmi ş ve “Türkiye bir halk devletidir, bir halk cumhuriyetidir. Efendiler, Türk kadını bu Türk halkının hiç olmaz ise yarısı de ğil midir?” diye sormu ştur. Recep (Peker) Bey son olarak, ayrıca belirtmedikçe “her Türk” ifadesinin kadınları da kapsadı ğını ifade etmi ştir. Bu konu şmadan sonra

19 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, 1839-1950 , Ankara 1995, s.260.

33

maddeye “kadın erkek her Türk”, “be ş yıl oturma” ve “erkek” ifadelerinin eklenmesi ayrı ayrı teklif edilmi ş Celal Nuri Bey kasıtlarının erkek oldu ğunu belirterek, “iltibasa mahal varsa erkek” kelimesi eklenerek kabul edilmi ştir. Recep (Peker) Bey “kadın ve erkek her Türk” biçimindeki de ğişikli ğin kabul edilmemesi üzerine, alkı şlayanları “kadını hak vermediniz bari alkı şlamayın diyerek uyarmı ştır. 20 Yine Recep (Peker) Bey, Ahmet Süreyya Bey’in ifadelerine kar şılık mecliste tepkisini şu şekilde ifade etmi ştir; “Efendim, Süreyya Beyefendi’nin ifadelerinden Türk tabirini şümulü dahilinde kadınların olmadı ğı anla şılıyor ve bu suretle levama (namuslu) kadınların dahil olmadı ğı gibi bir vaziyetin zapta geçmesi hasıl oluyor. Bundan evvelki madde de bendeniz elimi kaldırırken kadınlar intihaba i ştirak etmek hakkını haizdir kanaati mevcut olarak kabul etmi ş ve ona göre reyimi vermi ştim (gürültüler). Müsaade buyurunuz kanaat-i acizanemi sükunetle arz edeyim. Hatta bu maddede dahi her Türk tabirindeki mutlakıyet manayı, intihap edebilmek mevkiinde dahi Türk kadınlarının da bulunabilece ği kanaati acizasında bulunuyorum. Memleketimizde mevcut bütün kadınların mebus olmak ve yahut ona mü şabih vazifede çalı şmak için icap edecek derecede yükselmi ş olmalarına tamamen kani (inanmı ş) olmamakla beraber, nüfus zukurunda a şağı yukarı müsavi vaziyette oldu ğunu zannediyorum. Binaenaleyh meselede hak vermek hukuk-u siyasiye vermek nokta-i nazarından de ğil alehtlak dünyada mevcut hukukun en basiti ve en birincisi olan intihap etmek ve edilmek şıklarından Türk kadınının da hakkı oldu ğunu ve bu hakkın Heyet-i Celilenizce teslim buyurulmak lazım geldi ği kanaatindeyim. Muhterem arkada şlarımızdan Zeki Bey demin ifade buyurdular ki, intihap kanunun buna dair ahkamı de ğişmelidir. Bendenizce, di ğer mevcut olan bütün kavaninin ihtiva etti ği mevat, kanunlar asli ve anası olan Kanun-i Esasi’ye göre tadil edilmesi lazım gelir. Yoksa Kanun-i Esasi’nin bu maddesi kabul edildi ği zaman ondan kastedildi ği mana di ğer bir kanunla tenakuz te şkil ederse o kanun asıl imi ş gibi bu kanunun bu manasını ta ğyir etmek do ğru de ğildir. Bendeniz Türk kadınını son mücadeleye ve bütün fikri hareketlere asilane; necibane i ştirak etmi ş olarak telakki ediyorum. Bendenizce Türk kadını;kadınlık

20 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulu şu (1923-1924 ), İstanbul 1998, s.296-297.

34

hayatının teferruatına ait nıkat-ı nazarın serdinden sarf-ı nazar ederek ifade ediyorum ki, biz erkekler için yapmak imkanı olan her şeyi yapabilecek kabiliyet-i tabiyede ve kabiliyet-i fıtriyede bir unsurdur. Bunların içersinde yeti şmeyen tabaka mevcut olmakla beraber bu tabakanın tabii tekamülünün icap edece ği neticeler üzerinde bunların da bir gün di ğerleri gibi her i şi görme kabiliyetine gelebileceklerini ümit ediyorum. Elimizdeki projede en esaslı bir nokta mevzu bahistir. Biz diyoruz ki, Türkiye bir halk devletidir, bir halk cumhuriyetidir. Efendiler, Türk kadını bu Türk halkının hiç olmazsa yarısı de ğil midir? Bendeniz bu nokta-i nazarda Süreyya Beyefendi’nin ifadelerine muhalif olarak bu -her Türk- kelimesi içinde otuz ya şını ikmal etmi ş kadınları da dahil addederek el kalırdım Süreyya Bey; yine intihap kanununda ısrar buyuruyorlar. İntihap kanunu ancak bunun noksanını ikmal eden tali bir kanundur. Asıl kanun, ana kanun Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’dur.” Ferit Bey’in (Çorum) “9. maddeyi kabul ettiniz” sözü üzerine, Recep (Peker) Bey şöyle devam etmi ştir; “buradaki her Türk tabirinden (her Fransız tabirinden) Fransız kadınının Türk tabirinin (nüfus-u zukur tabirini) ekseriyet-i azimenin sülusanı ile buraya korsa ancak o zaman olabilir. Yoksa Süreyya Beyefendi’nin tefsiren vuku bulan (nüfus-u zukur) tabiri olmadan bu madde kabul edilirse onun şümulünde kadınlar dahildir. Bendeniz dahil olması fikrindeyim. Aksi olursa o zaman onu rey-i alileriniz halleder. (Nüfus-u zukur) tabiri konmadıkça bu maddenin şümulüne kadınlar dahildir.” 21

TBMM, Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’nu görü şmeye 6 Nisan günü devam etmi ştir. Meclisin birinci devresinin en önemli sorunlarından birini olu şturan Ba şkumandanlık konusunu düzenleyen 40. madde üzerinde ilk sözü Eski şehir Mebusu Arif Bey almı ş ve uzun konu şmasında Ba şkumandanlı ğın Reis-i Cumhur’a verilmesine kar şı çıkarak bu makamın TBMM’nin manevi şahsiyetinde kalmasını ve sava ş durumunda İcra Vekilleri Heyeti’nin uygun görece ği bir ki şiye verilmesini ve bu ki şinin meclisin tasvibine sunulmasını teklif etmi ştir. Encümen Mazbata Muharriri

21 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, İçtima senesi II, VII/I, içtima 13, .541.

35

Celal Nuri Bey dünyanın çe şitli ülkelerinde Ba şkumandanlık makamının Reis-i Cumhur’a verildi ğini örneklerle açıklamı ş ve bu uygulamanın tevazum-ı kuvva demek olmadığını öne sürmü ştür. Daha sonra Kütahya Mebusu Recep (Peker) Bey söz alarak o da uzun bir konu şma yaparak, demokrasilerde kurulan sistemin ki şilerin hatalarını telafi etti ğini, Ba şkumandanlık makamının siyasi tesirlerden arındırılması gerekti ğini, demokratik devletlerde Ba şkumandanlık makamının tek adama verildi ğini anlatarak bir ay evvel önce kabul edilen Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti’nin ilgasına dair kanunla ordunun kumandasının Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’ne verildi ğini anlatmı ş ve Arif Bey’in bazı tezlerini de ğerlendirmi ştir. Ba şkumandanlık ile Hakimiyet-i Milliye ve demokrasinin anlamlarının ba şka ba şka oldu ğunu ileri süren Recep (Peker) Bey, Ba şkumandanlık vazifesinin icrai bir vazife oldu ğu hatırlatarak, meclisin manevi şahsiyetinden kaynaklanan bu vazifenin de Reis-i Cumhur’a verilebilece ğini vurgulamı ş ve “vakti seferde” Heyet-i Vekile’nin inhasıl ve Reis-i Cumhur’un tasvibiyle atanan ki şinin bu vazifeyi yapabilece ğini belirterek bu do ğrultuda bir madde teklif edece ğini söylemi ştir. Encümen, Recep (Peker) Bey’in bu teklifine katıldı ğını açıklamı ş, Bozok Mebusu Süleyman Sırrı Bey, Recep (Peker) Bey’e “meclisin hangi hatayı yaptı ğını” sormu ş, Recep (Peker) Bey’de Divan-ı Muhasebat seçimlerinde hata yapıldı ğını, meclisin insanlardan olu ştu ğunu bu insanların da hata yapabilece ğini, ancak meclisin hatasını düzeltebilece ğini belirtmi ştir.

De ğişiklik takriri verenlerden Ahmet Süreyya Bey takririni geri almı ş, Recep (Peker) Bey ise yeniden düzenlemi ştir. Bundan sonra Recep (Peker) Bey’in takriri tayini esamiyle oylanmı ş ve oylamaya katılan 156 mebustan 112’sinin kabul, 42’sinin ret ve 2’sinin müstenkif oyu ile kabul edilmi ştir. Böylece Te şkilat-ı Esasiye Kanunu teklifinin ve en tartı şmalı maddelerinden biri uzun tartı şmalardan sonra, fakat meclis içinde bir kırgınlı ğa ya da kavgaya yol açmadan bir orta yol bulunarak çözülmü ştür. 22

22 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II , İçtima senesi II, VII/I, İçtima 13, s.543.

36

Bu maddelerden sonra, Kanun-i Esasi Encümeni’nin çalı şmaları sırasında gazetelerin “veto hakkı” olarak niteleyerek ele ştirdikleri Reis-i Cumhur’a kanunları meclise geri gönderme hakkını veren 35. madde görü şülmeye ba şlanmı ştır. Kütahya Mebusu Recep (Peker) Bey, veto hakkının ba şka bir şey ve bu maddenin amacının kanunların ikinci bir defa görü şülebilmesini imkan sa ğlamaktan ibaret oldu ğunu örneklerle açıklamı ş ve encümenin tadilat teklifi ile maddenin kabul edilmesinin iyi olaca ğını belirtmi ştir. 23

1924 Tarihli yeni Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hazırlanmasını temel bir mesele olarak gören Mustafa Kemal Pa şa, fesih olarak tanımlanan seçimlerin yenilenmesine ili şkin 25.madde görü şülürken Recep (Peker) Bey’in tadil teklifi do ğrultusunda oy kullanan 71 mebusun deste ğini alabilmi ştir. Çok daha temel konularda meclisin deste ğini sa ğlamayı ba şaran Mustafa Kemal Pa şa’nın fesih ve veto hakları konularında amacına ula şmamasının nedenini, yeni bir devlet kuran TBMM’nin, bu özelli ğinden aldı ğı güç ile, bütün yetkilerin tek kayna ğı olma anlayı şını kıskançlıkla korumasını da görebiliriz.

b. Rauf Orbay – M.Recep Peker İli şkisi 1923 seçimlerinin birkaç ba ğımsız dı şında Mustafa Kemal’in adayları tarafından kazanıldı ğı bilinmektedir. Buna ra ğmen ikinci TBMM’de muhalefet kısa sürede kendini gösterdi. Muhalifler dü şüncelerini önceleri Halk Fırkası’nın meclis gurubunda açıklıyorlardı. Sonraları meclis genel kurulunda da ele ştirileri yüksek sesle dile getirilmeye ba şlandı. Muhaliflerin ba şını eski Ba şvekil Rauf (Orbay) Bey çekiyordu. Rauf (Orbay) Bey’in “Cumhuriyet aceleye getirildi” biçimindeki demecinin kopardı ğı gürültünün yanında Rauf (Orbay) Bey ba şbakan oldu ğu dönemde Lozan görü şmelerinin yönetimi açısından İsmet Pa şa ile fikir ayrılı ğına dü şmü ştü. O günlerden itibaren de meclis içinde kırgınlı ğını sürdürmü ştü. 24

23 F.Alpkaya, a.g.e., s.358-363. 24 Tevfik Çavdar, a.g.e, s.258-259.

37

Recep (Peker) Bey, Ferit Bey’in olaylı bir şekilde Dahiliye Vekilli ği görevinden ayrılmasından sonra 21 Mayıs 1924’te onun yerine Dahiliye Vekaleti’ne getirildi. Recep (Peker) Bey’in Ferit Bey’in yerini almasıyla sonuçlanan olaylar şöyle ba şladı:

2 Nisan 1924 tarihli İstanbul gazetelerinin bazılarında zengin Ermeniler’in Türkiye’ye dönü şüyle ilgili yazılar yazılmaya ba şlamı ştı. Konu mütareke yıllarında yabancı pasaportla yurt dı şına çıkan bazı Ermeni ve Rum zenginleri ve malları ile ilgiliydi. Daha sonra hükümet tarafından bu mallara el konulmu ş, ayrıca söz konusu ki şilerin Türkiye’ye dönemeyecekleri ve malların da sahip çıkamayacakları konusunda da Lozan’da anla şmaya varılmı ştı. Ancak 1924 yılı ba şlarında zengin Ermeniler’den bir kısmının yurda dönerek, mallarını geri aldıkları, ayrıca bazı nüfuslu ki şilerin de bunlara yardımcı oldukları ve ortada büyük parlar döndü ğü söylentileri yaygınla ştı.25

Tahkikat komisyonu Ferit Bey’in zıt emirler verdi ğini tespit etmi ştir. Buna ra ğmen mecliste yapılan gizli toplantıda Ferit Bey’in mesuliyeti olmadı ğına karar verilmi ştir. 26 20 Nisan 1924 tarihli Vatan gazetesinde “günün meselesi - Ferit Bey” ba şlıklı bir yazı yayınlandı. Bunun üzerine Ferit Bey, bazı Ermenilerin İstanbul’a gelmesi emrini kendisinin verdi ğini söyledi. 28 Nisan tarihli gazetelerde de, daha önce Damat Ferit kabinesinde Nafıa Nazırı olan Ferit Bey’in o zamanki Vekiller Heyeti adına Refet (Bele) Bey’e çekti ği Milli Mücadele ve Mustafa Kemal aleyhine hazırlanmı ş, 8 Temmuz 1919 tarihli şifreli telgrafı yer aldı. Ferit Bey, bunun Refet Pa şa ile aralarında bir parola oldu ğunu iddia etti ve Refet Pa şa’nın bu açıklamayı do ğrulamasını istedi. Refet Paşa, Ferit Bey’i do ğrulamadı. Böylece Ferit Bey 21 Mayıs 1924’de istifa etti. 27 Ali Fuat Cebesoy, Refet Pa şa’nın kendisine çekilen şifreli

25 Ahmet Emin Yalman , Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim 1922-1944 , , III, İstanbul 1970, s.114-119. 26 A.F.Cebesoy, Siyasi Hatıralar , II. ksm., s.82-83. 27 İlhami Soysal, 150’likler , İstanbul 1985, s.58.

38

telgraf hakkında önce yorumda bulunmak istemedi ğini daha sonra bunu Ferit Bey’in lehinde yorumlamaya çalı ştı ğını belirtmektedir.

Recep (Peker) Bey’in Dahiliye Vekilli ği’ne getirilmesinde Mustafa Kemal’in Meclis üzerinde otoritesini sa ğlamla ştırmak istemesi etkili oldu. hükümetinde Dahiliye Vekilli ği’nden istifa eden Ferit Bey’in yerine ve zayıf kalan Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’ne otoriter olan Recep (Peker) Bey atandı. 28

Bu görevleri devam ederken mecliste 20 Ekim 1924 günü Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’ne yöneltilen soru önergesini Recep (Peker) Bey muhalefete saldırı bahanesi yapmı ş, Rauf (Orbay) Bey’in cumhuriyetçi olmadı ğı iddialarını ileri sürmü ştür. Meclisteki bir tartı şmada, Recep (Peker) Bey’in “buraya çıktılar sırası geldi, icap etti ba şka tarif yaptılar. Cumhuriyet kelimesini telaffuz etmediler. Muhterem arkada şlar latife etmiyorum. Büyük bir inkılaptan çıktık, münevver bir istikbale gidiyoruz. Bütün ahkamı, bütün şeraiti ve bütün vuzuhu ile bir hedefe do ğru yürüyoruz. İçimizde bir mebus sıfatı ile bulunan ve bu kadar senelerde memleketi idare etmi ş olan Rauf Beyefendi, neden bu küskünlük ki sırası gelmi ş ve arkada şlar bilvesile fırsat vermi şken, bu mukaddes ismi telaffuz etmemekte inat ve ısrar etmi şlerdir? Bunu hiçbir mebusun di ğer mebusa bu gün Cumhuriyet demedin, yarın dedin diye sormaya hakkı yoktur. Bunu demek istemiyorum fakat şayan-ı dikkattir, bu zat İstanbul’da kıyametleri kopardı ve biliyoruz acele oldu, şöyle oldu diye elimden gelen her kuvveti sarf etti ve huzurumuza çıktı ğı zaman bütün onlardan ricat etti ve yemin ederek dedi ki ; ben cumhuriyetçiyim, ben milliyetçiyim. Emniyet-i tamme ile kendisine emniyet vardı. Bu gün ki vaziyeti görünce şüphem vasıl olmu ştu. Şüphe mi ediyorsunuz? Beraat-ı zimmet asıldır, diyorlar. Halbuki bu gün bu nazariyeyi gördükten sonra ben Kütahya Mebusu Recep Bey, İstanbul Mebusu Rauf Bey’den şüphe ediyorum. (Bravo sesleri, alkı şlar). E ğer böyle Recep (Peker) Bey gibi aciz bir arkada şını kendilerinin bu tarzdaki muannidane vaziyetinde mülhem olan bu kanaatin yanlı ş oldu ğuna ikna etmeyi kendileri için bir mesele addederlerse, çıksınlar

28 Mete Tunçay , Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1929-1931), Ankara 1981, s.101.

39

kürsüde veya ba şka bir mahalden söylesinler ki; öyle bir tereddüde mahal yoktur. Aksi takdirde Rauf Bey’in Cumhuriyet’e olan mecburiyetinden şüphem vardır ve bu şüphem devam edecektir. Hakikat budur.

Muhterem arkada şlar;içinde ya şadı ğımız hakikatin şeraitini bir dakika için ihmal etmemek lazımdır. Muhterem arkada şlar; bugüne kadar kan içinde yo ğrularak bu davayı, bu mukaddes vatanın itila-i katisini temin edecek olan bu davayı bugün ki mertebeye kadar getirdik. Bu günden sonra en büyük hata, tereddütler, şüpheler, vuzuhsuzluklardır ve bunların nereye varacaklarını kimse bilemez.(Bravo sesleri). Bu gün burada hazır bulunan muhterem arkada şlarımdan çok rica ederim, benim bu heyecanımı ve bu elemli tahassusatımı ve bu tarzı ifademdeki belki şiddeti ve bütün bu teessüratımı ifade eden sözlerimi bana ba ğışlasınlar. Kusurlarımda bir kabahat yapmamı ş olarak kürsüden inmi ş olursam mesut olaca ğım” sözleri ile hakarete varan tavır içine girdi ğini görüyoruz ve bu sözlerinden sonra Recep (Peker) Bey, Rauf (Orbay) Bey tartı şması kar şılıklı sata şmalara dönmü ştür.

Rauf (Orbay) Bey, Recep (Peker) Bey’in bu sert sözlerine kar şılık kürsüye gelip “evet onu ifade ediyorum. Şimdi efendiler; Rauf Cumhuriyetçi midir, de ğil midir diye şüphe varmı ş” ifadeleriyle söze ba şladı ğında Recep Bey sözünü keserek “evvelce yoktu, şimdi hasıl oldu” şeklinde sata şmada bulununca, Rauf (Orbay) Bey “sizin her vakit ve her tereddüt etti ğimiz zamanda ben tekrar yemin ve tekrar kasem etmeye mecbur muyum? (Mecbursun sesleri) Hayır efendiler! Kimsenin kimseden şüphe etmeye hakkı yoktur” sözleri ile Recep (Peker) Bey’e sert bir kar şılık vermi ştir. 29

Recep (Peker) Bey adeta muhalefeti yıpratarak karizmalarını yok etmeye çalı şmakta ve İstiklal Harp-i Erkanına kar şı reaksiyon olu şturmaya gayret etmektedir.

Rauf (Orbay) Bey halife ile olan diyalogu sert tartı şmalara sebebiyet vermi ştir. Bu diyalogundan dolayı cumhuriyetçili ği sert bir şekilde tartı şılmı ştır. Rauf

29 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II., İçtima Senesi II, X, İçtima 3, s.112.

40

(Orbay) Bey’in halife ile olan yakın diyalogunun sebebi halifecilikten ziyade, muhtemel bir askeri diktatörlü ğe “ruhani” bir nüfuzla kar şı koymaktı. 30

Recep (Peker) Bey ise inkılapçı tavrını en belirgin bir şekilde ortaya koyarak kendisine göre yok edilmesi gereken geleneksel sistemin ö ğelerine mutedil bir şekilde yakla şanlara dahi tahammül edememekte, bunlara kar şı tasfiye giri şimi diyebilece ğimiz eylem tarzı ile yıpratma ve partiden uzakla ştırma faaliyetlerini sürdürmektedir.

Recep (Peker) Bey ve Rauf (Orbay) Bey çeki şmesi di ğer konularda da kendini göstermi ştir. Nitekim mübadil ve muhacirlerin yerle ştirilmesi ile ilgili olarak Hoca Esat Efendi’nin Mübadele İmar ve İskan Vekili Refet (Bele) Bey’e bir suali ile ba şlayan ve Refet (Bele) Bey’in Meclis Ba şkanı Vekilli ğine seçilmesi ile geli şen olaylardan sonra söz konusu vekalet bo şalmı ştır. Hoca Esat Efendi’nin sorusunun gensoruya çevrilmesinden sonra meclisteki tartı şmalar daha ziyade Peker, Rauf (Orbay) Bey arasında ve oldukça gergin bir ortamda devam etti. 31

Bu gensoru 5 Kasım’da mecliste görü şülmeye ba şlandı. 1 Kasım’da Dahiliye Vekili Recep (Peker) Bey’e İmar ve İskan Vekilli ği sebebiyle devredilen mübadele meselesi muhalifleri güçlü bir muhatapla kar şı kar şıya getirdi. Hükümet ba şkanı olarak İsmet Pa şa’nın, gensorunun sadece bir bakanlı ğı de ğil bütün hükümeti ilgilendirdi ği şeklindeki, görü şü oylanarak kabul edildi. 32

Görü şmelerde ilk sözü alan Recep (Peker) Bey oldu. Uzun açıklamalar yaparak konu ştu. Muhalifler oturdukları yerlerden Recep (Peker) Bey’e kısa sata şmalar yapıyorlardı Recep (Peker) Bey konu şmasının devamında; “...hükümet milletin huzurunda ba ğrını sorumlulu ğa açmı ş olarak daima kar şınızdadır” dedi ve ekledi “memleketin gizlili ğe, kapalılı ğa, belirsizli ğe ve kararsızlı ğa tahammülü

30 Yakup Kadri Karaosmano ğlu, Politikada 45 Yıl , İstanbul 1984, s.108. 31 Peker’in İmar İskan Vekaletine getirilmesi ve Rauf Bey ile arasında geçen tartı şmalar için bkz. A.F.Cebesoy , Siyasi Hatıralar , s.105-107. 32 Ya şar Kalafat, Şark Meselesi I şığında Şeyh Sait Olayı Dönemindeki İç ve Dı ş Olaylar , Ankara 1992, s.80.

41

yoktur. Açıktan açı ğa tenkit yapılmadan, her gün ufukta bir takım tehlike bulutlarının dola ştı ğını fısıldayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu körpe varlı ğın yapısında zararlı karı şıklıklar varmı ş gibi göstermek bu memlekete kar şı hainliktir... Herkesin kö şede, bucakta, koridorlarda, şurada burada gerçek dı şı, asılsız bir takım kuruntularla kamuoyunu bulandırmaktansa, bu herkese e şitlikle açık olan millet kürsüsüne çıkıp oradan söylemesi lazımdır. Gerçekler söylenmez ve yine bu asılsız kuruntuya dayanan telkinlerde bulunulmaya devam edilirse, bunu yapanların bu memleketin kaderiyle içten ve sa ğlam bir ba ğlantıları bulunmadı ğını hükmedece ğim. Ben kendim bunu böyle kabul edece ğim. Sanırım ki, millet de böyle kabul edecektir...”33

Görü şmelerde söz alan Rauf (Orbay) Bey görü şmelerden pek ço ğunun ilgisizlik ve kötü muamele sonucu ölmü ş olmasını korkunç bir skandal olarak dile getirmi şti. 34 Tartı şmalar büyüdü. Bir soru şturma komisyonu kurulmasını isteyen Rauf (Orbay) Bey ile kendisini Cumhuriyete ihanet ile suçlayan Recep (Peker) Bey arasında hakarete varan tartı şmalar geçmi şti. Rauf (Orbay) Bey’in sözleri bir ara kendisinin Kafkasyalı (Çerkez) oldu ğuna de ğinilerek “ataların nerden geldiyse, oraya git” gibi sözlerle kesildi. Bununla beraber İsmet Pa şa tartı şmalar sonunda güvenoyunu rahatlıkla elde etti. 35

Görüldü ğü gibi görü şmeler gensoru özelli ğini kaybetmi ş, takririn tartı şmaları da daha çok şahsiyetlerin savunulması şeklinde devam etmi şti. Rauf (Orbay) Bey’in yıpratılması i şi Recep (Peker) Bey tarafından üstlenilmi şti. 36

c. Hilafetin İlgası ve Osmanlı Hanedanlarının Yurtdı şına Çıkarılması Tarih boyunca Türkler do ğudan batıya do ğru ilerlemi şlerdi ça ğda ş bir hükümet batı tarzı bir hükümet demekti. “Medeniyete girmek arzu edip de, garba teveccüh etmemi ş millet hangisidir?” Onun inandı ğı İslamiyet’te akıl ve ilerleme

33 Atatürk, Nutuk II (1920-1927), Yay. haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz , Ankara 1984, s.584. 34 Osman Okyar, Mehmet Seyit Danlıo ğlu , Fethi Okyar’ın Anıları-Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye , Ankara 1997, s.35. 35 L.Kinross , Atatürk, (Türkçesi, Necdet Sander), İstanbul 1998, s.470. 36 Y.Kalafat, a.g.e., s.80.

42

kar şıtı olan hiçbir şey yoktu ama Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin mantı ğa uymayan batıl inançlardan olu şan ikinci bir dini daha vardır. İkinci dini savunan, “bu cahiller, bu acizler” zaman içinde aydınlanacaklardır. E ğer ı şığı görmezlerse, kendi kendilerini yok edeceklerdi. “Onları kurtaraca ğız” halifeden söz ederken, Mustafa Kemal sözcüklerini dikkatli seçiyordu bu makamın varlı ğını haklı gösterecek bir tek tarihi ya da i şlevsel neden olmadı ğını biliyor ve e ğer bu unvan kendisine verilseydi, derhal istifa etmi ş olaca ğını söylüyordu. Hilafet eski bir gelene ğe duyulan saygı nedeniyle sürdürülmü ştü. Ama sonuçta Türkler bu makamın bedelini ödemekle nüfuzu altında kalmak zorunlulu ğunu ta şıyan tek Müslüman ulus olmu şlardı. Savunulması olanaksız bir durumdu. Cumhuriyet ilan edilir edilmez Halife Abdülmecit topun a ğzında bulundu ğunu fark etti. Derhal Mustafa Kemal’e bir kutlama telgrafı çekti. Bundan önce annesinin ölümünde ba ş sa ğlı ğı dile ğinde de evlendi ği zaman kutlayıp ardından bir arma ğan gönderdi ğinde Mustafa Kemal halifeye uzun ömürler dileyen, süslü püslü saygılı yanıtlar vermi şti. Bu kez iyi niyete te şekkür eden kupkuru tek bir cümle ile yetindi. 37

29-30 Ekim gecesi 101 pare top atı şı yeni rejimin do ğuşunu kutlarken Rauf (Orbay) Bey ile Refet (Bele) Bey İstanbul’da idi. Kazım Karabekir ise, yeni görevi olan İstanbul’daki Birinci Ordu Müfetti şli ği’ne gitmek üzere Trabzon’da bulunuyordu. Her üçü de meclis üyeleri olmalarına ra ğmen, garnizon komutanlarına top atı şı emri gönderildi ğinde kendilerine bilgi verilmemi şti. 38 İstanbul’daki komutan Şükrü Naili Pa şa, Mustafa Kemal’in Selanik’ten eski bir arkada şıydı. Ankara’dan gelen resmi telgraf kendisine eski kentteki belediye yetkililerinin verdi ği bir kabule katıldı ğı sırada iletildi. Telgrafı konuklara okudu ğunda, alkı şlarla kar şılandı. Mustafa Kemal 1927’de yaptı ğı konu şmasında bunu, İstanbul halkının gerçek duyguları olarak tanımlarken Rauf (Orbay) Bey’in gönülsüz tepkisiyle kıyasladı. 39 10 Kasım’da İstanbul’a ula şan Kazım Karabekir’i kar şılayan Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Bey

37 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (ATTB), ayrı cilt, 1991, s.509, 511, 512, 552. 38 U ğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor , İstanbul 1990, s.108. 39 Atatürk, Nutuk , Ankara 1989, s.544-545.

43

ve bir grup gazeteci Ankara’dan gelen haber, Mustafa Kemal’in kendine yeni bir maiyet edindi ğini ve tam anlamıyla otoritesini kurma yolunda ilerledi ğini gösteriyor dediler. Kazım Karabekir anılarında gazetecilere Mustafa Kemal’in padi şah ve halife olmasını dostlarının önledi ğini ve onun da buna kar şılık bir çıkı ş yaparak Cumhurba şkanı oldu ğunu açıkladı ğını yazacaktı. Şimdi Mustafa Kemal eski dostlarını Cumhuriyet dü şmanı ve padi şah yanlısı diye tanıtarak, ya şamı boyunca bu makamı elinden bırakmayacaktı. 40 Kazım Karabekir’in belle ği bundan sonraki olaylarla karı şmı ş olabilir ve herhalde yazdıklarına oranla daha dikkatli konu şmu ştur. Ne var ki, Mustafa Kemal’in eski dostlarının onu yerinden etmek için güç birli ğine giri ştikleri ve İstanbul’daki en etkili gazetelerin deste ğini aldıkları gerçektir. Mustafa Kemal’in meclisteki taraftarları ise 8 Aralık’ta üyeleri arasından İstiklal Mahkemesi kurarak özellikle basının içindeki bozguncuları temizlemek üzere İstanbul’a gönderdiler ve böylelikle tepkilerini gösterdiler. 41

12 Kasım’da halife Abdülmecit, Karabekir’i kabul etti. Üzücü bir görü şmeydi. “Benim bu sarayda resim takımlarım bir iki bohçam var, ” dedi. Halife gözlerini yerden kaldırmadan, “istemezlerse bunları alır giderim” dedi. Abdülmecit’in istifa etmeye hazır oldu ğu söylentileri yayılınca, İstanbul Barosu Ba şkanı Lütfü Fikri (Dü şünsel), 15 Kasım’da Tanin gazetesinde yayınlanan yazısında, ya şamı tehlikede bile olsa makamında kalması için halifeye ça ğrıda bulundu. Aynı gün Rauf (Orbay) Bey ile Adnan (Adıvar) Bey’i kabul eden halife, Mustafa Kemal’i ele ştirenlerin tarafını tutuyormu ş izlenimini güçlendirdi.

İsmet Pa şa, Rauf (Orbay) Bey’in halifeyi ziyareti konusunda durdu ve halifenin Türk politikasına karı şma giri şimini vatana ihanet olarak nitelendirece ği uyarısını yaptı. Kendilerine tanınan sınırların içinde kalan halifelere her zaman Türkiye’de saygı duyulacaktı. 42 Sonra İsmet Pa şa, Rauf (Orbay) Bey’e partinin lehinde mi yoksa aleyhinde mi çalı şaca ğını sordu. Kararı ancak kendisi verebilirdi.

40 U.Mumcu, a.g.e., s.112-113. 41 M.Golo ğlu, Cuhmuriyet’e Do ğru , Ankara 1971, s.3. 42 Seçil Akgün, Halifeli ğin Kaldırılması ve Laiklik , İstanbul 1981, s.145.

44

Ama parti de, Rauf (Orbay) Bey de birbirlerinden kopmaya henüz hazır olamadı ğından toplantı hiç sonuca ula şmaksızın, yanlı ş anlamaların açıklı ğa kavu ştu ğu ve bu durumun basın yoluyla duyurulaca ğı kararı alınarak sona erdirildi. Ne var ki, verilen ikinci bir önerge ile parti ba şkanlı ğına, politik açıdan duyarlı olan noktaları basından saklı tutma hakkı tanındı. 43

İstanbul’da meclisin yeni ba şkanı Fethi (Okyar) Bey ile kar şıla şan Kazım Karabekir, Mustafa Kemal ile eski dostlarının arasındaki ili şkilerin düzeltilmesine yardımcı olmasını istedi. 7 Aralıkta da komutanlardan ordu ile politika arasında bir seçim yapmalarının istenmesini resmi olarak önerdi. Aktif görevde bulunan komutanlar meclis üyeliklerini sürdürmemeliydiler. Fethi (Okyar) Bey bu konunun komisyonda görü şülmekte oldu ğu için Kazım Karabekir’in önerisinin tekrar i şleme konmayaca ğını belirtti. 19 Aralık 1923’te meclis, askerlerin politikaya karı şmasını sona erdiren bir yasayı oyladı. Daha önce seçimle meclise gelmi ş olanlar, dönem sonuna kadar görevlerini sürdürecekler ama ordu üzerinde etkili konumlarda bulunduklarından, parlamento tartı şmalarına katılamayacaklardı. 44

Mustafa Kemal, 1 Ocak 1924’te U şakizade Kö şkü’nde dinlenmek için İzmir’e gitti. Üç hafta sonra 22 Ocak’ta ba şvekilden bir telgraf geldi. İsmet Pa şa, basının ki şili ğine kar şı saldırılarından ve Ankara’dan gelen resmi ziyaretçilerin kendisini boykot etmelerinden halifenin tedirgin oldu ğunu bildiriyordu. Durumu görü şmek için önce bir görevliyi Ankara’ya göndermeyi ya da oradan bir temsilci istemeyi dü şünmü ştü ama bu giri şimin yanlı ş yorumlanaca ğından korkarak vazgeçmi şti. Ne var ki, halife kendi hazinesinden kar şılayamadı ğı giderleri için, hükümetten 15 Nisan’da kendisine söz verilen paranın gönderilmesini istiyordu. İsmet pa şa bu konunun kabine toplantısında görü şülece ğini de ekliyordu. Mustafa Kemal harekete geçmenin zamanı geldi ğine karar verdi, ama her zaman oldu ğu gibi fikrini kendine saklayarak dikkatlice zemini hazırladı. Önce İsmet Pa şa’nın talimat iste ğini derhal

43 Rauf Orbay , Osmanlı’dan Cumhuriyet’e:Yüzyılımızda Bir İnsanımız, Kazancı , İstanbul 1992, s.264. 44 M.Tunçay, a.g.e., s.113-114.

45

yanıtladı. Yapılan ele ştirilere halifenin kendisinin neden oldu ğunu açıkladı. İç ve dı ş politika konularında Abdülmecit eski padi şahların yolunu izler gözüküyordu; yabancı temsilcilerle görü şüyor, yedek subayların şikayetlerine kulak veriyor, saraylarında görkemli bir ya şam sürüyordu. Üstlendi ği makamın dini ya da siyasi bir geçerli ği olmadı ğını anlaması gerekirdi. Cumhuriyet devleti görevlilerinin kendisiyle temas kurmalarını istemek Cumhuriyet hükümetine bir meydan okumaydı. Bütçesi Cumhurba şkanı’ndan daha dü şük olmalıydı; ki şisel bir hazinesi bulunmamalıydı;yanında çalı şanların sayısı azaltılmalıydı ve izin alınmadan satılmasını önlemek için mal varlı ğı kayda geçirilmeliydi. Telgrafın sonunda, Fransa’nın devrimden yüz yıl sonra bile kral hanedanını ülkeye sokmayı reddetti ğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de hala saltanatın geri dönmesi hayali ile ya şayan bir hanedanın mensuplarıyla yürüttü ğü ili şkilerde, anlamsız bir nezaket u ğruna kendini feda etmemesi gerekti ği bildirilmi şti. Hükümet buna göre davranmalı ve kendisine bilgi vermeliydi. 45

Mustafa Kemal, ilk olarak ordunun deste ğini alaca ğından kesinlikle emin olmak zorundaydı. 2 Şubat 1924’te Kazım Karabekir. İsmet Pa şa ile Milli Müdafaa Vekili Kazım (Özalp)’ın İzmir’deki askeri tatbikatı izlemeye gittiklerini ö ğrenince şaşkınlı ğa u ğradı. Genelkurmay Ba şkanı Fevzi (Çakmak) da onlara katılaca ğından, o da gitmeye karar verdi. 46 Mustafa Kemal hilafetin kaldırılması kararını İsmet ( İnönü), Fevzi (Çakmak) ve Kazım (Özalp) ile bu tatbikat sırasında almı ştı. Aynı zamanda iki önlem daha alınacaktı: Ö ğretim ile e ğitim birle ştirilecek, dini kanunların uygulanması ve dini vakıfların yönetilmesiyle ilgilenen Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılacaktı.

Karar alındı ancak hemen açıklanmadı. Mustafa Kemal 23 Şubat’ta Ankara’ya döndü. 1 Mart’ta meclisin yeni dönemini açarken yaptı ğı konu şmada saltanattan ayrı olarak bir hilafet makamının sürdürülmesini mecliste savunmu ş olan Mustafa Kemal, artık bu kurumu meclisin sona erdirmesini bekliyordu. Parlamento imayı anladı. 2 Mart’ta Halk Fırkası parlamento gurubu üç yasayı resmen onaylamak

45 Atatürk, a.g.e., s.562-563. 46 U.Mumcu, a.g.e., s.129-131.

46

için toplandı. Birinci önerge Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ile Erkanı Harbiye Vekaleti’nin kaldırılması ve Genelkurmay Ba şkanı’nın Bakanlar Kurulu’ndan çıkarılması konusundaydı. İkinci önerge e ğitim ve ö ğretimin birle ştirilmesini öngörüyordu. Üçüncüsü ise hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanına mensup olanlarının tümünün Türkiye’den çıkarılmasını öngörüyordu. Ertesi gün üç önerge meclise sunuldu ilk iki önerge kısa bir tartı şmadan sonra kabul edildi. 47 Üçüncü önerge halifeli ğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti dı şına çıkarılması hakkındaki kanun teklifi Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve aralarında Recep (Peker) Bey’in de bulundu ğu 53 millet vekili tarafından 3 Mart 1924’te meclise sunulmu ştur. Görü şmelerde Recep (Peker) Bey’in söz alarak hilafetin kaldırılmasını savundu ğu ve ikinci mecliste tek ba ğımsız millet vekili ilan ve memlekette çok daha önemli i şler varken hilafet konusunun meclise getirilmesini erken buldu ğunu söyleyen Zeki Bey’i de Cumhuriyet ilkelerine sadakatsizlikle suçladı ğı görülür. 48

Recep (Peker) Bey’in ba ğımsız milletvekili Zeki Bey kar şısındaki tavrı açık ve kesin olmakla birlikte, o zaman İstanbul Baro Ba şkanı olan ve hilafet makamının yeri, nüfuzu ve önemi hakkında Tanin gazetesinde bir yazı yazan ve bu nedenle mahkum olan Lütfü Fikri Bey’in affedilmesini istemişti. Lütfü Fikri Bey’in be ş yıllık kürek cezasına mahkum edilmesine sebep olan olay şöyle ba şlamı ştı: A ğa Han ve Emir Ali tarafından Ba şvekil İsmet Pa şa’ya gönderilen, hilafetin korunması dile ğini ifade eden mektup 5 Aralık 1923’te Tanin ve İkdam gazetelerinde, 6 Aralık 1923’te Tevhid-i Efkar gazetesinde yayınlanmı ştı. Bu gazeteler Cumhuriyet’in ilan tarzını da tenkit eder mahiyette yayınlar yapıyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti, İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi gönderilmesini kararla ştırdı. Bu karar 8-9 Aralık 1923’te meclis tarafından onaylandı. Mahkeme İstanbul’a geldikten üç gün sonra 13 Aralık 1923’te savcılıktan verilen emir ile İstanbul Baro Ba şkanı Avukat Lütfü Fikri Bey nezaret altına alındı. Lütfü Fikri Bey 10 Kasım 1923 tarihli Tanin gazetesinde “Huzur-i

47 Seçil Akgün, a.g.e., s.182-192. 48 M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri, Ankara 1972, s.13-23.

47

Hazreti Hilafet Penahiye” ba şlı ğını ta şıyan halifenin istifa söylentileri nedeniyle kaleme almı ş oldu ğu, hilafet makamının önemini belirten bir açık mektup yazmı ştı. Bu yazı nedeniyle yargılanan Lütfü Fikri Bey’in mahkemesi 19 Aralık 1923’te ba şladı ve mahkeme sonucunda tevkif tarihinden itibaren be ş yıl müddetle kürek cezasına mahkum edildi. Hüküm verildikten sonra, Lütfü Fikri Bey hükmün kaldırılmasını ve haklarının iadesini istedi. Bunun üzerine Meclis Adliye Encümeni, Lütfü Fikri Bey’in affı konusunda bir kanun tasarısı hazırladı. Hazırlanan tasarı Lütfü Fikri Bey’in dilekçesi ve Sivas Mebusu Halis Turgut Bey’in takriri Meclis Genel Kurulu’na verildi. Meclis Genel Kurulu görü şmelerinde;bazı mebuslar, Lütfü Fikri Bey’in dilekçesinde af talep etmedi ği için affolunmaması gerekti ğini savundular. Bazıları ise meclisin hükümranlık haklarını kullanarak bir mahkumu affedebilece ğini savundular. Bu tartı şmalar üzerine Recep (Peker) Bey söz aldı ve di ğer mahkumlar yanında Lütfü Fikri Bey’in de affedilmesini istedi. Böylece 14 Şubat 1924’te Lütfü Fikri Bey’in, Hafız İbrahim ve Ali Osman affedildiler. Camilerde vaaz vererek, kitap yazıp halkı gericili ğe te şvik etmekle suçlanan Ankaralı Hafız İbrahim’in davasına önce bakılmı ştı ve bir yıl hüküm giymi şti. Eski Sandalcılar Cemiyeti Ba şkanı Ali Osman ise ittihatçılarla i şbirli ğinden ve hükümeti devirme giri şimlerinden suçlanmı ş o da bir yıl hüküm giymi şti. 49

Yasalar Osmanlı şehzadelerine e şyalarını toplayıp ülkeyi terk etmeleri için on gün süre vermi şti. Halife ise hemen ayrılmak zorunda idi. Yasa onaylanır onaylanmaz İstanbul Valisi ile emniyet müdürü, do ğruca Dolmabahçe Sarayı’na giderek Abdülmecit’e derhal yola çıkmak için hazırlanmasını söylediler. Öfkeye kapılan halife valiyi kovdu. Bunun üzerine emniyet müdürü gerekirse kendisini zor kullanarak götürmek için emir aldı ğını bildirdi. Saray sarılmı ş ve telefon hatları da kesilmi ş oldu ğundan Abdülmecit’in boyun e ğmekten ba şka çaresi kalmamı ştı. Orient Express’in son dura ğı olan Sirkeci Garı’na götürülüp Avrupa’ya giden trene bindirilece ği söylendi. Aslında daha farklı bir plan yapılmı ştı. Halkın tepkisinden

49 H.R.Soyak , Atatürk’ten Hatıralar , I, İstanbul 1973, s.224-225-237-240.

48

çekinen yetkililer daha az dikkat çekecek bir çıkı ş yoluna karar vermi şlerdi. Halife ile ailesini ve görevlileri arabayla Çatalca’ya götürüp İstanbul dı şından trene bindireceklerdi.

4 Mart 1924 sabahı saat 5’te Halife Abdülmecit yanında dört karısından ikisi, oğlu, kızı, ba şmabeyncisi, özel doktoru ve katibi ile birlikte yola çıktı. Gece yarısına kadar, Çatalca tren istasyonunda, Orient Express’in gelmesini beklediler. Trene eklenen özel bir vagonla İstanbul Valisi sürgünlerle görü şmek için gelmi şti. Abdülmecit bir basın bildirisi yayınlayıp ulusun kararına boyun e ğdi ğini ve bundan sonra sadece güzel sanatlarla ilgilenece ğini açıkladı. Ama halifenin boyun e ğmi ş tavrı uzun sürmedi. Tren Bulgaristan sınırını geçer geçmez, bir bildiri daha yayınlayarak, kendisini makamından alma kararını geçersiz saydı ğını açıkladı. Ne yazık ki pek az ki şinin bu konuya aldırı ş etti ğini fark edecekti. İsviçreli yetkililer birden fazla kadınla evli olanların ülkeye girmesini yasaklayan yasadan onu muaf tutmak için belirli formaliteleri yerine getirirken, sınırda beklemek zorunda kaldı. Kısa bir süre sonra bu ülkenin çok pahalı oldu ğunu anlayarak, Nice’e ta şındı. 1944 A ğustosunda Paris’te öldü ve Medine’de gömüldü. Mezarının Türkiye’ye getirilmesi için ailesinden gelenlerin yaptı ğı ça ğrılar her seferinde reddedildi.

Abdülmecit’in sürgün edilmesinden birkaç gün sonra Osmanlı hanedanlı ğının 116 mensubu daha sınır dı şına sürüldü. Bir ço ğu tekrar İstanbul’u göremedi. Hanedanın kadın üyelerinin ülkeye giri ş yasa ğı 1952’de erkeklerin ise ancak, sürgünden 50 yıl sonra, 1974’te kaldırıldı. 50

İslami kurulu şların laik devlete tabii olması, o tarihten bu güne Türkiye’de tartı şma konusudur. Ama monar şiyi yeniden canlandırmak için hiçbir giri şimde bulunulmadı. Mustafa Kemal’in hanedanı suçlama politikası en iyisinden gereksiz en kötüsünden haince bir kalıcı etki bıraktı. Sultanlarla şehzadeleri geride be ş parasız kalan hizmetçilerden ba şka özleyen olmadı. Bo ş kalan sarayların ço ğu aradan geçen yıllar içinde harap oldu. Ancak son yıllarda Osmanlı hanedanının sanatsal ve mimari

50 Sami Özerdim, Atatürk Devrimi Kronolojisi , Ankara 1996, s.138-139.

49

mirasını onarmak için ciddi bir çaba gösterilmeye ba şlandı.1924 yılında Türkiye’nin ba şka sorunları vardı.

Mustafa Kemal 1927’deki Nutkunda; Meclis halifeli ği kaldırdı ğında, Türk milliyetçilerine destek veren Hint Müslümanlarına te şekkür etmek için giden heyetin ba şkanının, ba şka ülkelerde ya şayan Müslümanların onu halife olarak görmek istedi ğini aktardı ğını belirtecekti. Bu öneriyi saçmalık olarak nitelendirip reddetmi şti. Halife bir devlet ba şkanıydı ve yabancı Müslümanların da kendi hükümetleri oldu ğuna göre, ya şadıkları ülkelerin sınırları dı şında bulunan bir halifenin emirlerini yerine getirecek durumda olamazlardı. 51

Halifeli ğin kaldırılması Mustafa Kemal’in dini, devlet i şlerinden ayrı tutmak konusundaki kararlılı ğını gösteriyordu. Bir ay kadar sonra 8 Nisan 1924 tarihinde, evlenme, bo şanma, miras gibi ki şisel davalara bakan mahkemeler kapatıldı. Bu mahkemelerle birlikte medreselerin de kaldırılması, “hurafeden uzak muasır mektep tahsilinin yani usule tatbiki memleketin hakiki kurtulu şunu temin etmi ştir. Bu sayede Türkiye’nin medeni siması bir çok Avrupa devletinin üstünde mümtaz bir asaletle parlamaktadır.” 52

Recep (Peker) Bey bu konuda şu dü şüncelere yer veriyor: Dini anlayı şın, memleket i şlerini düzenlenmesindeki etkisinden dolayı, bir çok devlette oldu ğu gibi Türkiye’de de uzun asırlar zarar görüldü ğü, bu nedenle de vatanımızın geçmi şten gelen sorunları çözümlenirken, “ilk alınan inkılap tedbirleri arasında din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasına önem verildi ğini belirtiyor ve bu gün Türkiye’de din telakkisi her tek vatanda şın kendine ait vicdani ve şahsi bir mesele halindedir” diyordu. Türkiye’de herkesin istedi ği gibi ibadetini yapması Te şkilat-ı Esasiye

51 Atatürk, a.g.e., s.565. 52 Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri , II, İstanbul 1997, s.117.

50

Kanunu’nun güvencesi altındadır. Kendi şahsi inanı şına göre dindar olan bir vatanda ş bu vicdani kanaatine sadakatle ba ğlı kalmakla beraber samimi suretle layık olabilir. 53

Recep (Peker) Bey, Milli E ğitim bütçesi görü şmeleri sırasında söz dini e ğitim meselesine gelince yaptı ğı konu şmada bu konuya de ğinerek; “...Din, Türkiye’de en asil manasını almı ştır. Türkiye’de din bir çok yerlerde hala mevcut oldu ğu gibi, cemiyeti tahrip edici mahiyetten temizlenerek, cemiyet için zarar verici halden çıkarak dünyevi sefil hesaplara alet olmaktan çıkmış, ulvi ve semavi mevkiini almı ştır ve vatanda şın, kendi vicdani duygusu, imanı ve akidesi pürüzsüz bir hürriyet içinde en kutsi bir dereceyi bulmu ştur. İnanarak iddia ederim ki, Türkiye’de oldu ğu kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir vatanda ş akidesi olan deruni hayatında ve iman ve ibadetlerinde ne kanun kar şısında, ne de devlet kar şısında hiçbir muatebeye maruz bulunmamaktadır. 54

Hilafetin ilgasının ardından Türkiye’de din tartı şması üç gurup etrafında toplanmı ştır. Birinci grup muhafazakarlardır ki; bunlara göre din insanın tabiatında var olan bir ruhi ihtiyaç ve terbiye müessesesidir. İkincisi mutediller olarak adlandırılan kısmen muhafazakarlarla aynı görü şte olmakla birlikte, din hürriyetini daha çok insan haklarından biri olarak kabul eden guruptur. Üçüncü grup ise dini bir çe şit klerikalizm olarak gören, dinde liberizasyona kar şı çıkanlardan olu şmaktadır. 55 Bu sınıflandırmaya göre Peker’i üçüncü grup içinde de ğerlendirmek gerekmektedir. Çünkü ona göre dinin demokratik bir anlayı ş içinde müessesele şerek siyasi bir aktivite kazanması ve demokrasinin zafiyete varan sınırsız ho şgörüsü sayesinde kendini ifade edebilme imkanını bulması büyük bir tehlikedir. Bu yüzden Türkiye’deki inkılapçıların din konusunda tavizkar olmamaları gerekti ği kanaatindedir. Ona göre verilecek en ufak bir taviz, eski anane ve mefhumlara yeniden i şlerlik kazandıracak ve inkılabı atıl hale getirecektir. Verilecek en ufak

53 T.Parla, a.g.e., s.116-117. 54 TBMM Tutanak Dergisi , Dönem 8, III, Toplantı1ar, s.707-708. 55 Kemal H. Karpat , Türk Demokrasi Tarihi, Sosyal Ekonomik, Kültürel De ğerleri , İstanbul 1967, s.234.

51

tavizin büyük tavizlere zemin hazırlayaca ğını dü şünmekte ve geleneksel kültürün bütün unsurlarının inkılap fikirlerinin içinde yer almasına mukavemet gösterilmesini istemektedir. Ona göre batı bu hataya dü şmü ştür. Aydınlanma ça ğının getirdi ği cumhuriyetçilik, demokrasi gibi fikirler kar şısında yer alan insanlar da hürriyet devrinin siyasal çalı şmalar için açtı ğı yollardan faydalanarak kralcı ve klerikal partiler kurmu şlardır. İnsanlık hak ve hürriyetleri tanınmadan önce dinciler ve kralcılar nasıl el ele vermi şlerse, liberal fikirlerin ya şandı ğı devirde do ğan kralcı ve dinci partilerde, yenilikçi partiler kar şısında birbirini destekleyen irtica unsurları olmu şlardır. 56

Hilafeti kaldırırken Mustafa Kemal İslami Ortodokslu ğun tahkimatlı kuvvetlerine ilk açık taarruzu yapıyordu. Geleneksel İslami devlet, teoride ve halk anlayı şında tanrının iktidar ve hukukun tek me şru kayna ğı oldu ğu hükümdarın da yeryüzünde onun vekili bulundu ğu bir teokrasi idi. Din, yerle şmi ş siyasal ve toplumsal düzenin resmi ilkesiydi. Aynı kaynaktan gelen ve aynı yargı organı tarafından uygulanan aynı şeriat, ibadet ve itikat kuralları yanında medeni, cezai ve anayasal kuralları kapsıyordu. Hükümdar, şeriatın en yüksek timsali idi ki o şeriatı şeriat da onu idame ediyordu. Ulema onun yetkili savunucuları ve sözcüleriydi.

Osmanlı reformlarının ba şlangıcından beri birbirini izleyen reformcular tarafından hukuki, toplumsal ve e ğitimsel konularda geni ş yetki alanlarını terke zorlanan ulemanın iktidarına büyük akınlar yapılmı ştı. Bununla beraber ellerinde hala büyük bir güç, ondan da büyük bir nüfuz bulunduruyorlardı. Ülkenin e ğitim imkanlarını büyük bir bölümü onların kontrolü altındaydı; aile ve ki şi i şleriyle ilgili kanunlar hala onların uyguladı ğı şeriatın egemenli ğindeydi; saltanatı ve eski rejimin di ğer kurumlarının ortadan kalkmasından beri bunlar birlik örgüt ve otoriteleriyle Türk toplumunda yeni rejimin liderli ğine meydan okuyabilecek tek güç olarak kalmı şları. Ulema geçmi şte birçok kereler reformcuların i şini geciktirmi ş veya bozmu ştu. Mustafa Kemal onların kendi devrimini engellememesi gere ğinde kararlıydı. Hilafetin kaldırılması onların bütün hiyerar şik örgütüne ezici bir darbe idi.

56 R.Peker, a.g.e., s.70.

52

Bunu eski şeyhülislamlık makamını ve şeriye vekaletini kaldıran ayrı dini okulları ve medereseleri kapatan ve bir ay sonra kadıların şeriatı uyguladıkları şeriye mahkemelerini ilga eden bir dizi di ğer darbeler izledi. Yeni düzen meclisin yasama yetkisini teyit eden ve yargı fonksiyonunu “millet adına” eylemde bulunan ba ğımsız mahkemelerin tekeline veren 20 nisan 1923’te Büyük Millet Meclisince kabul edilen cumhuriyet anayasasında tespit edildi. 57

Türkiye’de din, devlet hayatından uzakla ştırılırken sosyal hayattaki fonksiyonunun yok edilmesinden dolayı Peker ve onun gibi dü şünen di ğer inkılapçılar, dinin temel naslarına göre de ğil, inkılabın temel ilkelerine göre şekillenen yeni bir İslami anlayı ş gayreti göstermi şlerdir.

ç. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve M.Recep Peker Balkanlar’dan akıp gelen göçmenler, yerle ştirilmeleri esnasında yönetimin yetersizliklerinden ve yiyicilikten şikayet ediyordu.Terhis edilen subaylar ve sava ş sakatları (gaziler), i ş ve emekli maa şı isteklerini aralıksız yineliyorlardı. Din okullarının kapatılması e ğitim sisteminde bo şluklar yaratmı ştı. Mustafa Kemal’in eski arkada şlarının ço ğu, karar vermede pay sahibi olabilmek için mücadele verirken, bu şikayetleri fırsat bildiler. Hala üyesi oldukları Halk Fırkası içinde bir muhalefet grubu olu şturmu şlardı. Sayıca azdılar, fakat hizmet sicili ve dü şünsel a ğırlık anlamında güçlüydüler. Muhalefet grubunun önde gelen iki ismi eski Meclis Ba şkanı ve Ba şbakan Rauf (Orbay) Bey ile eski Meclis Ba şkanvekili ve hükümetin İstanbul’daki temsilcisi Adnan (Adıvar) Bey ola ğanüstü toplantı için Ankara’ya ko ştu. 58

Mustafa Kemal do ğu illerine yaptı ğı geziden dönünce kendisini kar şılayanlar arasında onların olmamasına şaşırdı ğını ve hemen arada bir komplo ile kar şı kar şıya oldu ğu kanısına vardı ğını söylemi ştir. 59

57 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi , Ankara 1988, s. 264-265. 58 Andrew Mango , Atatürk, (Türkçesi; Füsun Doruker), İstanbul 2000, s.402. 59 Atatürk, a.g.e., s.567.

53

Kazım Karabekir 26 Ekim’de Birinci Ordu Müfetti şli ği’nden istifa ederken ordunun yeniden yapılandırılması konusundaki raporlarına kulak asılmadı ğını ve bu nedenle bütün zamanını meclis üyesi olarak üzerine dü şen görevi yerine getirmeye ayıraca ğını söyledi. Dört gün sonra İkinci Ordu Müfetti şli ği’nden istifa eden Ali Fuat (Cebesoy) ise hiçbir açıklama yapmadı. Mustafa Kemal aynı gün yani 30 Ekim 1924’te meclis üyesi olan altı kıdemli ordu komutanlı ğına telgraf çekerek tepkisini gösterdi. Şahsi ifadelerle kaleme alınmı ştı. “bana olan güven ve sevginize dayanarak, gördü ğüm ciddi lüzum üzerine, milletvekilli ğinden istifa etti ğinizi bildiren bir yazıyı telgrafla hemen Meclis Ba şkanlı ğı’na bildirmenizi teklif ediyorum. Birinci derecede önemli olan askerlik görevinize bütün varlı ğınızla kayıtsız şartsız ba ğlanmak istedi ğinizi gerekçe olarak belirtmeniz yerinde olur.” Ayrıca Genelkurmay Ba şkanı Mare şal Fevzi (Çakmak) Pa şa’nın da, iste ği üzerine mebusluktan istifa etti ğini de ekledi. 60 Dört kolordu komutanı hemen istifa ederken, iki general durumlarını gözden geçirmek için zaman istedi. Mare şal rütbesi almadan önce Mustafa Kemal’den daha kıdemli olan Diyarbakır’daki Üçüncü Ordu Müfetti şi Cevat (Çobanlı), Ankara’ya gidince bu iste ğe boyun e ğip istifasını sundu. Ama onun komutası altındaki, 1920’de Trakya’da yunanlara esir dü şen Yedinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (E ğilmez), Kazım Karabekir ile Ali Fuat’ın tarafını tutup meclisteki görevini sürdürmek için komutanlık görevinden ayrıldı.

Komutanlık görevinden ayrıldıkları halde ordudan maa ş almayı sürdüren üç general, meclis tartı şmalarına katılmak için acele ediyordu, ama hükümet, görevlerini ardıllarına teslim edinceye kadar beklemeleri konusunda kararlıydı. Ankara’ya ula ştıklarında parlamento komisyonları için seçimler yapılmı ştı ve bunlara katılma fırsatını yitirmi şlerdi. Kendilerine oyun edildi ğinden şikayet ettiklerinde, Mustafa Kemal, İngiltere’nin dü şmanlıkla tehdit etti ği bir sırada komutanlık görevlerini bırakmak için acele etmelerine kızdı ğını açıkladı. 61 Aslında tartı şmalar, Mustafa Kemal’in silahlı kuvvetler önündeki kontrolünü göstermesi kadar önemli de ğildi.

60 Atatürk, a.g.e., s.569. 61 İsmet İnönü, Hatıralar (Memoirs), Sebahattin Selek , İstanbul 1987, s.191-192.

54

Bundan böyle Cumhurba şkanına sadık oldukları sürece subaylar emekli olmadan önce ve sonra kariyerlerinden emin olabilirlerdi. Ordu siyaset arenasından uzakla ştırılmamı ş, Kemalist rejimin yapıcı bir unsuru olarak kapsamına alınmı ştı. Mustafa Kemal orduya ilgi göstermeyi sürdürdü, manevraları izlemeyi ihmal etmedi, ama böylesine büyük bir kurumun günlük i şlerinin yürütülmesini, tümüyle sadık Genelkurmay Ba şkanı Mare şal Fevzi (Çakmak)’ye bıraktı. Sivil ve asker yetkililer arasındaki ili şkiler i şbirli ğine açık, ama resmiydi. 62

Bundan sonraki mücadele, Halk Fırkası’nın denetimini ele geçirmek için yapıldı. Bir çok üyenin sadakatinden ku şku duyuluyordu. Partinin özel bir toplantısında o kadar çok üyenin adı muhalefeti destekleyenlerin arasında geçmi şti ki, Mustafa Kemal sonunda azınlıkta kalaca ğından korktu ğunu söylemi şti. 63 Partiyi kendi siyasetini uygulamak için etkin bir araç haline getirmek istiyordu, ama bir temizlik hareketine giri şmemeye karar verdi. En iyisi açıkça muhalif olanların kendi iradeleriyle ayrılmalarını beklemek ve geri kalanları kazanmaktı. 64

Bir kınama önergesi, partiye çekidüzen vermek için yeterli oldu. Ele ştiri okları esasen göçmenlerin yerle ştirilmesinden sorumlu olan bakana yöneltilmi şti. Bakan görevinden alınıp görevleri Mustafa Kemal’in sıkı adamlarından olan Dahiliye Vekili Recep (Peker) Bey’e devredildi. Daha ba şka bakanlıklar da ele ştirilince, Ba şvekil İsmet ( İnönü), meclis soru şturması yapılması için verilen önergenin gensoru olarak tartı şılmasını önerdi. Görü şmeler 5 Kasım 1924 tarihinde ba şladı. Recep (Peker) Bey ve Mustafa Kemal’in di ğer radikal destekçileri Rauf (Orbay) Bey ile Refet (Bele) Bey’e ki şisel olarak saldırıp Cumhuriyet’i desteklememek ve saltanat ile hilafeti geri getirmeye çalı şmakla suçladılar. Suçlananlar ise otoriter yönetimlerin her türlüsüne kar şı olduklarını söylediler. Mustafa Kemal’in ki şisel olarak ülkeyi

62 A.Mango, a.g.e., s.403. 63 M.Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) , İstanbul 1992, s.101. 64 İsmet İnönü, a.g.e., s.196-197.

55

yönetmesi bu tartı şmanın temel ama açıklanmayan konusuydu. 8 Kasım’da gensoru önergesi 18’e kar şı 148 oyla reddedildi. 41 üye oy vermedi.

Bütün bu çalı şmalar ve geli şmeler, Halk Fırkası’na kar şı organize bir muhalefet olarak ortaya çıkacak olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulu ş sürecini hızlandırmı ştır. Nitekim, 26 Ekim 1924’te Kazım Karabekir Pa şa: “Bir senelik ordu müfetti şli ğim zamanında gerek tefti şlerim neticesi verdi ğim raporlarımın ve gerekse ordumuzun teali ve takviyesi için takdim etti ği layihalarımın nazar-ı dikkate alınmadı ğını görmekle teessür ve ye’sim fevkaladedir” gerekçesiyle Birinci Ordu Müfetti şli ği’nden istifa etmi ş ve mebusluk görevine dönece ğini bildirmi ştir. Onu, 30 Ekim 1924’te İkinci Ordu Müfetti şi Ali Fuat Pa şa’nın; “mebusluk vazife-i te şriyesine ba şlayaca ğım” gerekçesiyle istifası takip etmi ş, ancak Refet (Bele) Bey’in mebusluktan istifası Rauf (Orbay) Bey tarafından geri aldırılmı ştır.

Mustafa Kemal, bu giri şimlerin “pa şalar komplosu” olarak nitelendirmi ştir. Bu geli şmelere kar şılık, mebus kumandanların mebusluktan istifalarını, Cevat ve Cafer Tayyar Pa şalar’ın haricindeki kumandanlar, bu istek üzerine meclise girmi ş olan Kazım Karabekir ve Ali Fuat Pa şalar, yerlerine atanan kumandanlara görev teslimi yaptıktan sonra meclisteki vazifelerini ifa edebilecekleri gerekçesiyle meclisten çıkarıldılar. Di ğer taraftan Mustafa Kemal, Ali Fuat Pa şa ile görü şmek istemesine ra ğmen onun kendisiyle görü şmedi ğini belirtmektedir. 65

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması için gerekli olan ortam, 20 Ekim 1924’te Mente şe Mebusu Esat Efendi’nin, Mübadele ve İskan Vekaletine yöneltti ği bir soru önergesiyle do ğmu ştur. Bu önerge gere ği bakanın yaptı ğı açıklama meclisçe doyurucu bulunmayıp soru önergesi gensoruya dönü ştürülmü ş ve 8 Kasım 1924’te meclis hükümete güven oyu vermi ştir. 66 9 Kasım’da İstanbul Mebusları Doktor Adnan (Adıvar) Bey, İsmail Canbolad, Refet Pa şa, Rauf (Orbay) Bey, Erzurum Mebusları Rü ştü Pa şa, Halil Bey, Ziyaettin Efendi, Dersim Mebusu Feridun

65 Atatürk, a.g.e., II, s.852. 66 Mehmet Kabasakal, a.g.e., İstanbul, 1991, s.113-114.

56

Fikri Bey, Erzincan Mebusu Sabit Bey, Sivas Mebusu Halis Turgut ve Ordu Mebusu Faik Bey, Halk Fırkası’ndan istifa ettiler. 67

Bu tanınmı ş onbir ki şinin istifası üzerine meydana gelen sarsıntının tesiri altında, 10 Kasım 1924’te toplanan Halk Fırkası Umumi Heyeti, hiç olmazsa bundan sonraki buhranlardan korunmak ve dayanı şmayı muhafaza etmek endi şesiyle bazı tedbirler almak lüzumunu duymu ştur. Evvela istifalara yol açan kabineyi mecliste sorguya çekmek meselesinin, aynı şekilde tekerrür etmemesini sağlamak için şu kararları almı ştır:

Soru önergesi ancak fırka kararıyla, fırkadan sadır olur

Soru önergesinin meclise intikali ancak fırka kararıyla olabilir.

Fırkanın esasları ve kararları aleyhinde, fırka azası beyanatta ve ne şriyatta bulunamaz.

Fırka grubunu te şkil eden kimseler arasında çıkacak hususi anla şmazlıkları ruyet ve halletmek üzere bir haysiyet divanı kurulmalıdır.

Bu kararlarla Halk Fırkası mebusları artık en tabii hakları olan soru önergesi hazırlamaktan, beyanat ve ne şriyat yoluyla tenkitte bulunmaktan alıkonulmaktadır.

Ayrılan onbir mebustan ba şka, daha birçoklarının da istifa etmek niyetinde oldukları sezildi ğinden, fırkayı büsbütün saracak bu tehlikeyi önlemek maksadıyla, çekilip gidenleri takbih ve tehdit suretiyle kalıp da tereddütlü olanlara gözda ğı verilmek istenmi ştir. İsmet Pa şa hasta oldu ğu için ayrılanlara göz da ğı verme görevini Dahiliye Vekili Recep (Peker) Bey üstlenmi ştir. Recep (Peker) Bey, yukarıdaki kararların alınmasını müteakip, bu vazifeyi de ifaya yönelik şu konu şmayı yapmı ştı: “Yalnız, bazı istifanamelerde devletin umumi hayatında ehemmiyetle tesir yapaca ğını tahmin etti ğim, ufak bazı noktalar ve imalar vardır. En ehemmiyetli bir nokta olarak temas etmek istedi ğim şey, ayrılan arkada şların bazılarının istifanamelerinde görülen -Cumhuriyet’i teyit ve takviye maksadıyla ayrılıyoruz- tarzındaki ifadelerdir.

67 R.Orbay, a.g.e., s.162.

57

Muhterem arkada şlar, pekala bilirsiniz ki, Cumhuriyet idaresini, bu memleket için mahz-ı hayat addeden ve bu idareyi bu memlekette, ismi, manası, kuvveti ile temin ve tespit ile, onun hafız ve hamisi bulunmak yüksek şerefini muhafaza eden en birinci uzviyet Halk Fırkası’dır. Bu sebeple ayrılanları, bizim zümremizde Cumhuriyet’in manasında ve hakikatinde herhangi bir ihlalimiz oldu ğu hakkında ufak, fakat dikkatle bakıldı ğı vakit, sarih bir imada bulunurlarsa, Halk Fırkası bu itap ve imayı hiçbir vakit kabul edemez. Halk Fırkası, Cumhuriyet’i, yalnız Hakimiyet-i Milliye’nin hakiki manasından uzak, mücerret, manasız bir nokta olarak kabul etmemi ştir. Bizim müdafaa etti ğimiz Cumhuriyet mefhumunun manasındaki asli ruh, Hakimiyet-i Milliye’dir. Binaenaleyh, Halk Fırkası evvela Hakimiyet-i Milliyecidir.

Bizden ayrılanların, bize nispetle daha çok Hakimiyet-i Milliyeci, daha çok Cumhuriyetçi oldukları hakkındaki iddiaları en büyük istihkak, en büyük kıskançlıkla reddederiz.

Rauf Bey’in istifanamelerini okurken iki nokta dikkat-i nazarımı celbetti. Birincisi Rauf Bey istifanamelerinde ezcümle diyorlar ki; “ şimdiye kadar velev zahiren olsun muhafaza etmekte oldu ğum birli ği, artık bundan sonra muhafaza etmeyece ğim ve sizden ayrılıyorum.” Arkada şlar arasında görü ş ayrılı ğı varsa kendi aralarında efendi gibi, insan gibi müzakere ederler, hatta mevzuun ehemmiyeti nispetinde birbiriyle kavga ederler, fakat daima birlik esasını muhafaza ve birbirlerini hiçbir zaman aldatma ğa tenezzül etmezler. Bizim müzakerelerimiz hiçbir zaman babamızın çiftli ği için de ğildir. Bu kara, bu aziz toprak içindir. Fakat görüyoruz ki, Rauf Bey, bizimle beraber yürürken, bu birli ği haricen muhafaza edilmesi gereken bir merasim meselesi gibi telakki etmi şler, fakat ne zamandan beri bizden kalben ayrılmı şlardır.

Yine diyorlar ki; “esasen kalben ba ğlı olmadı ğım kütlenizden ayrılarak, Cumhuriyet’i teyid ve te şvik edece ğim”, vakıa, Cumhuriyet’in münasebetiyle Rauf Bey ile aramızda bir fark vardır. Bu fark, Cumhuriyet telakkisi bakımındandır ve Fırkanın aleyhine, Rauf Bey’in lehine de ğildir. Bu fırka Cumhuriyet’in ilanına karar

58

vermi şti. O zaman ne meclisi yenilemek için fesih kararı vermek, ne de Te şkilat-ı Esasi’yi tadil gibi bir mesele bahis mevzuu de ğildi. Yalnız Cumhuriyet idaresinin ismini telaffuz eden bir kanun mevcuttu ve i şte o zaman, bu kanunu biz kabul ettik diye aleyhinde beyanatta bulunan Rauf Bey idi. Bugün ise, bu Cumhuriyet’i kuvvetlendirmek iste ğinden bahsediyorlar ve Cumhuriyet’in takviyesi lehine davacı olarak ayrıldıklarını söylüyorlar. Bunun için ayrılınır mı? Bizim de istedi ğimiz bu de ğil midir? Muhterem arkada şlar; muayyen meselelerde, vatan i şlerinin müzakeresinde her türlü anla şmazlıklar olabilir, her türlü kıyametler kopabilir. Fakat gayelerimiz belli ve birdir. Bu külli-tamız. Ölünceye kadar da gayelerimize mü ştereken yürümeye yemin etmi ş bir heyetiz.

Hangimiz, bir ekseriyet halinde bulunan bir umumi kütleden, umumi vücuttan ayrılmak tahassüsatı duyuyorsak derhal asil bir surette ifade edip, vaziyetimizi almalıyız. Bu gibi arkada şlar, daima muhteremdirler. İhtiram mevkilerinde, ekseriyet fırkasını ve hükümeti murakebe etmek gibi bir vazifeyi yaparlar.

Cumhuriyetin ilanından dolayı Rauf Bey’in beyanatından do ğan müzakereler devam ederken, muhterem Reisimiz İsmet Pa şa Hazretleri de, şimdi söyledi ğim sözleri, takriben Rauf Bey’e söylemi şlerdi. Böyle oldu ğu halde, Rauf Bey; “ben sizden ayrılmam, sizinle bir vücudum” diyerek bu kapıdan çıkıp gitmi şlerdi. Bu gün ise; “ben esasen sizden ayrı idim” diyor. Ayrı idiyseniz, kendinize serbestçe hareket imkanı bah şedildi ği zaman neden ayrılmadınız da aramızda kalarak bugüne kadarki müphem ve mü şevve ş vaziyeti idame ettirdiniz.

Bugünden sonra, böyle Rauf Bey gibi dü şünen, aynı hisse tabi arkada şlar varsa çok rica ederim, aynı mü şevve ş vaziyeti ihdas etmesinler, ben de böyle dü şünüyorsam çekilmeliyim, mü şevve ş vaziyet ihdas etmemeliyim. Yok böyle dü şünenlerimiz yoksa, kar şılılık büyük bir saygı ile her i şi müzakere ederken, bu çatı altında asilane bir birlikle mücadelemize devam edelim”. 68

68 F.Kandemir, Siyasi Dargınlıklar , III, İstanbul 1995, s.3-8.

59

Recep (Peker) Bey, partiden ayrılanların kurmak niyetinde oldukları partinin “Cumhuriyet” ismini ta şıyaca ğı rivayetine kar şılık, Cumhuriyetçili ği Halk Fırkası’nın isminin ba şına “Cumhuriyet” kelimesinin eklenmesini teklif etmi ştir. Bu teklif, bazı itirazlara ra ğmen kabul edilmi ş ve partinin adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak de ğiştirilmi ştir. Böylece olu şmakta olan muhalefete kar şı ilk taarruzu Recep (Peker) Bey ba şlatmı ş oluyordu. Halk Fırkası’nın ismine “Cumhuriyet” kelimesinin eklenmesi, yeni kurulacak olan muhalif fırkanın elinden bu kozun alınması yanında, bir açından daha önemlidir. “Cumhuriyet” kelimesinin eklenmesi ile halka tamamlanarak, C.H.F., hem bütün halkı, hem de yeni rejimi ve devleti sembolik olarak da temsil eden bir resmi parti oluyordu. 69

Nihayet, 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurularak kurulu ş dilekçesi Ali Fuat Pa şa tarafından Dahiliye Vekili Recep (Peker) Bey’e verilmi ştir. Recep (Peker) Bey; “Fırkalar memleket için esastır, yeter ki, şahsi arzular yerine memleket için çalı şsın, Allah mübarek etsin” diyerek ba şvuruyu resmen kabul etmi ştir. 70

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı şu temel esaslardan olu şmaktaydı:

Madde1- Türkiye Devleti halkın hakimiyetine müstenit bir Cumhuriyettir.

Madde2- Hürriyetperverlik, halkın hakimiyeti, fırkanın meslek-i esasisidir.

Madde3- Kavaninin vaz-ı tedvininde halkın ihtiyacı, menafii, temayülatı, asrın icabatı ve adalet prensipleri hakim olacaktır.

Madde4- Umumi hürriyetlere fırka şiddetle taraftardır. Heyet-i içtimaiyemizin ihtiyacat ve temayülat-ı hakikisi ve nizam-ı ammenin muhafazası endi şesi bu hürriyetlere kuyud vazını zaruri kıldı ğı takdirde ancak Te şkilat-ı Esasiye Kanunu ile bu takyidatın vazına taraftar olacaktır.

69 Esat Öz, Tek-Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım , Ankara 1992, s.91. 70 Y.Kalafat, a.g.e., s.83.

60

Madde5- Te şkilat-ı Esasiye Kanunu milletten velaket-i sariha alınmadıkça tadil edilemeyecektir.

Madde6- Fırka, efkar ve itikat-ı diniyeye hürmetkardır.

Madde7- “Hiçbir kimse kanunun emretmedi ği şeyi icbar ve nehyetmedi ği ısrardan men olunamaz” düsturu idarede esas olacaktır.

Madde8- Mebusan imtihabında bir dereceli rey-i amm usulü kabul edilecek ve her kazanın bir daire-i intihabiye olması esası müdafaa olunacaktır.

Madde9- Vezaifi-i Devlet hadd-i asgariye tenzil edilecektir.

Madde10- Hükkamın her türlü nüfuz ve tesirden azade kalmaları için layetegayyerlilerini zamin olacak ahkam vazedicelecek ve arzuları inzimam etmedikçe di ğer memuriyetlere hatta terfi edememeleri hakkında Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’na madde-i mahsusa dercolunacaktır.

Madde11- Efraddan veya memurinden birinin kararı idariden veya bir kar-ı idarinin yahut bir talimat ve nizamnamenin tefsirinden ve ya ihmal-i tatbikinden dolayı muhtemel olan ve mahakim-i adliyenin selahiyet-i haricinden kalan hukuk ve menafiinin muhafazası için merci-i şikayet olmak üzre mahakim-i idareye te şkil olunacak ve bunların te şkilat ve vezaifi ve usul-i mahkemeleri için kanunlar yapılacaktır.

Madde12- Reis-i Cumhur intihap olunan zatın mebusluk sıfatı intihabını müteakip zail olur.

Madde13- Muvazene-i umumiye ve hususiyeden maa ş alan fiilen hizmette bulunanların hiçbir fırka-i siyasiyeye intisap edememesine kafil kanun vazolunacaktır. 71

Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın bu esaslarını şekillendiren önemli sebeplerden biri rejimin ana hedefinden uzakla ştı ğı ve muhalefetin kontrolünü

71 M.Tunçay, a.g.e., s.371-372.

61

ortadan kaldırdı ğı için otoriter bir irade tarzının olu şmaya ba şladı ğı dü şüncesidir. Bu nedenle ele ştirileri rejime de ğil, rejimin uygulayıcılarına yönelikti. Kurulu ş beyannamesindeki; “Fırkamız tahakkümlerin şiddetle aleyhtarı oldu ğu için kendi umur-ı dahiliyesinde de cevaz ve imkan vermeyerek ne ferdin ve ne de bir kaç ki şinin tahakküm sureti ile oligar şi meramlarını icra ve infaz etmelerini kabul eylemeyecek, her hüküm ve kararını selahiyettar heyetlerin ekseriyat-i arasma istinad ettirecektir” şeklindeki ifadeler, rejime yönelik bir ikaz olmaktan ziyade, rejimi ideallerinden uzakla ştırdı ğına inanılan ve Recep (Peker) Bey’in de dahil oldu ğu uygulayıcı kadroya ele ştiridir.

Bu nedenle Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ile Halk Fırkası arasındaki ayrılık, Recep (Peker) Bey tarafından her ne kadar bir rejim kavgası gibi gösterilmeye çalı şılmı şsa da, aslında bir rejim kavgası de ğil, rejimin uygulamalarından kaynaklanan dü şünce farklıla şmasıdır. Recep (Peker) Bey ve mensup oldu ğu grup mevcut uygulamayı rejimin gereklerinden sayarak, yeni parti, bu uygulamayı rejimin ideallerinden sapma olarak görmektedir.

Programın esaslarından 1. ve 2. maddelerde de görülece ği gibi Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası, rejimi, rejimin ana ilkeleriyle me şrula ştırma dü şüncesindedir denilece ği gibi, 6. maddede görülen “fırka efkar ve itikadat-ı diniyeye hürmetkardır” ibaresinde geleneksel anlayı şla rejimi uzla ştırma kaygısını ta şıdı ğı varsayımı da çıkarılabilir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından itibaren Cumhuriyet Halk Fırkası içindeki İsmet Pa şa’nın ve Recep (Peker) Bey’in ba şını çekti ği grup, bu partiye kar şı sert tavır koyma yoluna gitmi ştir ve tutucu rejim dü şmanı bir hareket oldu ğu dü şüncesini yerle ştirmeye gayret göstermi şlerdir. 72 Kinross bu dü şüncenin yanlı ş oldu ğu kanaatindedir. Ona göre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası daha tutucu kimseleri üyeleri arasına katmak isteseydi, belki de bir ara ço ğunlu ğu bile ele

72 F.Kandemir, a.g.e., s.50-55.

62

geçirebilirdi. Ancak rakiplerinin gerici kuvvetlerle i şbirli ği etti ğini ve meclisi parçalamaya çalı ştı ğını ileri sürmelerine ra ğmen bunu yapmamı ştır. 73

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulu şundan sonra ülkede önemli de ğişiklikler ya şanır. Bir yanda demokrasi havası esmektedir ve önemli tartı şmalar ba şlar. İstanbul basınına göre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası “ıstırapların ve hürriyetsizliklerin do ğurdu ğu çocuktur.” Muhalif parti ile birlikte basın da sesini yükseltir. 74

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından hemen sonra İsmet Pa şa, Cumhuriyet Halk Fırkası Meclis Grubuna sıkı yönetim ilanı önerisinde bulunmu ş, fakat öneri reddedilince 21 Kasım 1924’te sa ğlık durumunu gerekçe göstererek ba şbakanlıktan istifa etmi ştir. 22 Kasım’da Fethi (Okyar) Bey yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmi ştir. 75 İtidal yanlısı Fethi (Okyar) Bey ile sertlik yanlısı grup hakkında her geçen gün şiddetlenen bir anla şmazlık meydana gelmi ştir. Fethi (Okyar) Bey hükümetinin Dahiliye Vekili olan Recep (Peker) Bey, Fethi (Okyar) Bey’in İstanbul’da seçimle i ş ba şına gelen bir belediye ba şkanı tarafından idare edilmesini istemesine kar şılık, merkezden atanan belediye ba şkanını tercih etmesinden dolayı 5 Ocak 1925’te istifa etmi ş, fakat Cumhuriyet Halk Fırkası genel sekreterli ğini elinde tutmu ştur.

Dr.Esat Öz, Fethi (Okyar) Bey hükümetinin kurulu şunu Kemalistlerin muhalefeti yumu şatması meclisin rahatlatılması olarak de ğerlendirmektedir. “Ancak bu yapılırken de parti içi dengelerin göz önünde tutuldu ğunu söylemek yanlı ş olmaz. Recep (Peker) Bey, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey gibi sertlik yanlılarına da hükümette yer verilmesi bunu göstermektedir.”

Cebesoy’a göre Fethi (Okyar) Bey ve Recep (Peker) Beyler arasındaki ihtilaf yalnız belediye ba şkanının seçimle getirilmesi veya merkezden atanmasından ibaret

73 L.Kinross, a.g.e., s.460. 74 Esat Öz, Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım (1923-1945), Ankara 1992, s.94. 75 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, İstanbul 1994, s.603.

63

de ğildir. Recep (Peker) Bey şiddet taraftarı idi. Fethi (Okyar) Bey, bunun aksi olarak, sükun ve istikrarı hedef tutmu ştur. Recep (Peker) Bey’in istifasından sonra mutedil zümre daha mütecaniz bir hal almı ş radikal kısımla ba ğı daha da azalmı ştır. Böyle bir vaziyette radikal zümrenin bir taarruza hazırlanmasından daha tabii bir şey olamazdı. Reis-i Cumhur sükun ve itidal istikametinde tesir icra etmek suretiyle bunun önüne geçti. Görünü şte ihtilaf olmadı ğı söylenmekle beraber kayna şma devam etti.

Aralık ayı içinde yapılan ve bu ayın sonlarına do ğru sona eren kısmi seçimlere Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İzmir haricinde hiçbir yerde katılmamı ş, burada da kaybetmi ştir. Cebesoy, bu seçimlerde gayri me şru uygulamalara ba şvuruldu ğuna inanmaktadır. Ona göre Halk Fırkası kaza merkezleri ile köylerde jandarmalar vasıtası ile istedi ği sonucu almı ş, ancak büyük merkezlerde kontrolü elinde tutamadı ğı için istedi ği sonucu elde edememi ştir. 76 Seçimlerdeki bu usulsüzlük söylentisi 22 Kasım 1924 tarihli oturumunda da Ba ğımsız Gümü şhane Milletvekili Zeki Bey’in; “Gümü şhane vilayetinin Kelkit kazasında icra edilmekte olan intihapta vali ve jandarma kumandanının halkı tehdit ederek rey almakta vürut eden malumattan anla şılmakla Dahiliye Vekaleti’nden mecliste şifahi surette cevap vermek üzere sual eylerim” soru üzerine tartı şılmı ştır.

Dahiliye Vekili Recep (Peker) Bey, bu soruya cevap olarak; böyle bir şey olmadı ğını belirtmi ş, vali ve jandarma kumandanının seçim esnasında kazaları dola şması kadar tabii bir şey olmadı ğını ileri sürmü ştür. Ancak, Recep (Peker) Bey’in “Zeki Bey ve bütün arkada şlar bilirler ki, memlekette bir intihap cereyan ederken halk bu intihabın ruh ve esasına vakıf olur ve reyini şu veya bu zata yazdırmak suretiyle hakkı-ı intihabı olan herhangi bir zata oy vermek hususundaki kendi selahiyet ve reyinden vazgeçmez. Ben i şi bu reddeye kadar getirebilirim ki, bir müntehib-i sani e ğer okumak yazmak bilmiyorsa valiye gelip benim namıma şu ismi yaz diyebilir” sözleri bu vehmin do ğruluk ihtimalini kuvvetlendirmektedir. 77

76 A.F.Cebesoy, a.g.e., s.122-124. 77 TBMM Zabıt Ceridesi , XI, Ankara 1975, s.208-210.

64

Ara seçimlerde Bursa’da Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın destekledi ği ba ğımsız Nurettin Pa şa’nın seçimi kazanması kar şısında Cumhuriyet Halk Fırkası rahatsız olmu ştur. Recep (Peker) Bey gibi partili radikaller Nurettin Pa şa’nın seçilmesine, istifası üzerinden kanuni sürenin geçmemi ş oldu ğunu ileri sürerek itiraz etmi şlerdir. Seçim mazbatası meclisteki gürültülü tartı şmalardan sonra reddedilerek, seçimlerin yenilenmesine karar verilmi ştir. 78 Peker mecliste yapılan tartı şmada Nurettin Pa şa’nın mazbatasının kabul edilmemesi yönünde aktif rol oynamı ştır. Mecliste yaptı ğı konu şmada şunları söylemi ştir. “Vazı-ı kanun olan heyet-i muhteremenin aynı derece-i kudsiyette bir derece-i kudsiyeti vardır ki kavaninin ahkam-ı katiye ve esasiyesine tamamen mutabık olan şekli her ne mal olursa olsun, tamamen izhar etmek lazımdır. İş te bu telakki-i acizanem, telakkiyat-ı kanuniye nokta-i nazarından Nurettin Pa şa’nın mebus olmasına kanun-u tarik ile, imkan olmadı ğını arz ettim. Fakat aynı zamanda temenni ederim ki, ahkam-ı kanuniye mucibince bu intihap kenlemyekün addedildikten sonra, Nurettin Pa şa alelusul yeni ilanın bidayetinden itibaren istifalarını versinler ve bu istifanın neticesinden hür bir vatanda ş gibi aynı daire-i intihabiyede namzetteliklerini ilan etsinler ve muhterem Bursa halkı gösterdikleri arayı aynı suretle tecelli ettirsinler ve Nurettin Pa şa da aramızda ahz-ı mevki etsin ve vazifesini yapsın.” 79 Bu ısrarlar sonucu seçim yenilenmi ştir. Fakat Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bütün çabalarına ra ğmen Nurettin Pa şa yeniden seçilip meclise girmi ştir. Bu geli şmeler ve Nurettin Pa şa’nın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girece ği söylentileri, bu partiye yönelik baskıların artı şına sebep olmu ştur. Bütün bu olaylar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası için sonun ba şlangıcıdır.

13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Bu isyan, muhalefetle Halk Fırkası arasında yeni bir anla şmazlı ğa yol açarken, Halk Fırkası içinde de radikallerle hükümet arasında da anla şmazlı ğa sebep olmu ştur.

78 Esat Öz, a.g.e., s.93. 79 TBMM Zabıt Ceridesi , XII, Ankara 1975, s.149.

65

Radikaller, hadisenin patlak vermesi üzerine do ğuda sıkı yönetim ilan etme giri şimlerine kar şılık, İstanbul’da da sıkı yönetim istemeye ba şlamı şlardır. Böylece meydana gelen bu isyanı fırsat bilerek muhalif basını ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı susturmak istiyorlardı.

Fethi (Okyar) Bey’in buna kar şı çıkıp hadisesini Şark havalisinin bir kısmına münhasır oldu ğu ve bu yüzden tedbirin burada alınması gerekti ğini savunması üzerine, şiddet yanlısı radikaller, hadisenin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tahrikiyle çıktı ğını iddia eden söylentiyi yayarak, Fethi (Okyar) Bey’i, bu fırkaya kar şı tavır koyması konusunda tazyik etmek istemektedirler.

Bunun üzerine Fethi (Okyar) Bey’in zor durumda olduğunu belirterek Kazım Karabekir ve arkada şlarından fırkayı feshetmelerini rica etti. Ancak Kazım Karabekir buna kar şı çıkarak sadece isyana kar şı hükümete destek vereceklerini mecliste açıklayabileceklerini Fethi (Okyar) Bey’e bildirdi. Kazım Karabekir’in böyle bir konu şma yapması, havayı yumu şatmak için bir fırsat olmasına ra ğmen, radikal halk fırkalarının muhalefeti ezme ve yok etme sevdası havanın yumu şamasına engel te şkil etmi ştir. Bilhassa Recep (Peker) Bey bu radikal grubu kışkırtmaktan geri durmamı ştır.

Nitekim, anla şmaya varılı şının haftasında 2 Mart’ta yine İsmet Pa şa ile Recep (Peker) Bey’in tahrikleriyle fevkalade bir şekilde yapılan bir Halk Fırkası toplantısında hükümetin isyan meselesinde aldı ğı tedbirlerin yetersiz oldu ğu ileri sürülmü ş ve radikaller tarafından şiddetli tedbir alınmasını isteyen bir takrir verilmi ştir. Fethi bey bu takririn kabul edilmesi halinde istifa edece ğini bildirmi ştir. Fethi (Okyar) Bey ile muhalefete kar şı sert tedbir alınması taraftarı olan ve mutlak bu maksadına ula şmak kararında oldu ğu görülen Recep (Peker) Bey arasında son derece sinirli bir şekilde tartı şma meydana gelmi ştir. Bu tartı şmadaki diyalog şöyle geli şmi ştir:

66

Recep (Peker) Bey şiddet şarttır diye söze ba şlayarak, me şhur Alman Generali Ludendorf’un bile Almanya’nın şiddetli tedbirler almadı ğından dolayı ma ğlup oldu ğunu itiraf etti ğini beyanla mutlaka şiddetle ihtiyaç gördü ğünü söyledi.

Buna kar şı Fethi (Okyar) Bey de şu mukabelede bulundu: “Ben de Recep (Peker) Bey’den daha iyisi olan o Alman generalden sormak isterim: İngilizlerle Fransızlar aynı harp senelerinde hiçbir şiddet göstermeden hatta memleketlerindeki gazeteleri bile geni ş bir hürriyet ve serbesti içinde bıraktıkları halde niçin galip geldiler? Arkada şlar esasen Recep (Peker) Bey’in bu mevzudaki itirazlarına hayret ediyorum. Çünkü 1928’de ortaya çıkan Nasturi hadisesi ile onu takip eden bu son isyanın ba şlangıcını te şkil eden Kürt harekatı, o sırada vekil bulunan bizzat Recep (Peker) Bey’den müdevverdir. Recep (Peker) Bey Dahiliye Vekili oldu ğu halde o zaman bu hareketlere kar şı hiçbir tedbir almamı ştır. Şimdi bu tehevvürünün ve şiddet taraftarlı ğının sebebi nedir?”

Bu tartı şmalardan sonra takrir, 60’a kar şı 93 reyle kabul edilmi ş ve Fethi (Okyar) Bey hükümeti istifa etmi ş, 80 4 Mart 1925’te İsmet Pa şa hükümeti kurulmu ştur. Recep (Peker) Bey’in bu hükümete Müdafaa-i Milliye Vekili olarak tayin edildi ğini görmekteyiz. 81

İsmet Pa şa hükümeti i ş ba şına gelir gelmez, Takrir-i Sükun Kanunu’nu meclise getirmi ştir. Bu kanun şu maddelerden olu şmaktadır:

Madde 1- İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve sükununu ve emniyet ve asayi şini ihlale bais bilimum te şkilat ve tahrikat ve te şvikat ve te şebbüsat ve ne şriyatı hükümet, Reis-i Cumhur’un tasdikiyle res’en ve idareten men’e mezundur. İş bu ef’al erbabını hükümet İstiklal Mahkemesi’ne tevdi edebilir.

Madde 2- İş bu kanun tarih-i ne şrinden itibaren iki sene müddetle meriyü’l- icradır.

80 F.Kandemir, a.g.e., s.64-71. 81 Hükümetler ve programları (1920-1960), I, Ankara 1988, s.33.

67

Madde 3- İş bu kanunun tatbikine İcra Vekilleri Heyeti memurdur. 82

Bu kanun teklifi hükümeti olu şturan radikal grubun muhalefete kar şı sert bir tutum içerisine girece ğinin habercisi gibidir. Nitekim Gümü şhane Mebusu Zeki Bey, bu kanun teklifinin “Te şkilat-ı Esasiye”ye uygunluk göstermedi ği ve taban tabana zıt oldu ğu gerekçesiyle, Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey, bu kanun teklifi ile hukukun do ğrudan do ğruya hükümetin idaresine terk edildi ği ve “ şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelam, ne şir, seyahat, akid, sayiamel, temellük ve tasarruf, içtima, cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türkler’in tabii hukukundandır.” Muhtevalı 70. maddeyi ilga etti ği gerekçesi ile, Kazım Karabekir Pa şa ve Rauf (Orbay) Bey, hadisenin mahalli oldu ğu ve genelle ştirilmemesi gerekti ği, hükümetin olay mahallinde her türlü tedbiri almasında sakınca olmadı ğı ancak bu kanunla matbuatın ve muhalefetin susturulması hedeflendi ği ve muhalefet erkanına kar şı veyahut herhangi bir yerde, siyasi taazzuvlara kar şı zan ve vehimlerle birçok icraata kıyam edilebilece ği gerekçesi ile, bu kanuna kar şı reaksiyon göstermi şlerdir. Rauf (Orbay) Bey: “Efendiler! Genç hadisei isyaniyesinin fiilen zahir oldu ğu günlerde istifa eden hükümetin mahiyet-i isyanı, müessir oldu ğu mıntıkayı ve şamil olabilece ği menatıkı ve bunun esbab ve illetini gösterecek huzur-ı mecliste vaki olan beyanatından zannediyorum bu isyanın, bu isyan mahiyetinin -mü şterek kanat olarak- hakikatte bir takım kimselerin, mekruh merdut hattaletmane denilebilecek bir kasıt ile menafiilerini istihsal için bir takım gafilleri pe şlerine takmak sureti ile ortaya atıldıkları anla şılmı ştır. Aziz arkada şlar ! Hepimizin mü ştereken cereyanını takip ve hamdolsun intaç etti ği Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet idaremizin genç vilayetinde zuhur eden ve milleti amali fasitlerine sürüklemek isteyen bir takım mütegallipler tarafından ika olunan hadise-i isyan dolayısıyla yıkılaca ğına ihtimal vermek zaaf-ı kapten ba şka bir şey de ğildir. Efendiler! Türkiye halkı içerisinde şuuru olan, namusu olan kalbinde vatan muhabbeti olan hiçbir fert bu melanete göz yumamaz ve bir saniye bile tahammül edemez.

82 TBMM Zabıt Ceridesi , XV, Ankara 1976, s.132.

68

Bunun için efendiler, genç isyanıyle Cumhuriyetimizin tehlikede oldu ğunu bendeniz kabulde mazurum.”

Kazım Karabekir Pa şa: “Muhterem arkada şlar! Evvelce bu kürsüden söyledi ğim vechiyle, hadise-i isyan zuhur eden mıntıkada hükümetimizin her türlü kanun icraatına taraftarız ve bunu bir daha tekrar ediyorum. Fakat bu muayyen hadise kar şısında milletin hukuk-ı tabiiyesini tazyike matuf olarak icraata katiyen taraftar de ğiliz. Huzur-ı alinize getirilen kanun gayri vazıh ve elastikidir. E ğer bu kabul edilirse, buna istinaden Te şkilat-ı Esasiyemizin ruhundan do ğan siyasi taazzuvlar ve bunların faaliyetlerini tahdide ve yahut matbuatı tazyike te şebbüs edilirse, halk hakimiyeti tenkis edilecek demektir. Çünkü artık milletvekillerinin sadaları dahil bu kubbe altından harice çıkmayacaktır. Bu kanunu kabul etmek, Cumhuriyet tarihi için bir şeref de ğildir. İstiklal Mahkemelerine gelince; İstiklal Mahkemeleri, isminin medlulü vechile, istiklal harplerimiz esnasında yapılmı ş ve yapılması lazım gelen bir mahkemeydi. Binaenaleyh bunların tarihe karı ştırılması da Meclis-i Aliniz için tarihi bir şereftir. İsmet Pa şa hazretleri e ğer İstiklal Mahkemelerini ıslahat aleti zannediyorlarsa pek ziyade yanılıyorlar” 83 sözleri ile muhalefetin bakı ş açısını dile getirmi şlerdir. Bu sözlerden de anla şılaca ğı gibi muhalefet isyana kar şı alınacak tedbirlere kar şı de ğildir. Ancak bu hadise bahane edilerek tedbirlerin genelle ştirilmesi ve faaliyetlerin muhalefeti sindirme operasyonuna dönü ştürülmesi konusunda mütereddittirler. Aynı zamanda isyanın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istikbalini tehlikeye dü şürecek boyutlarda olmadı ğı kanaatindedirler.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın radikalleri, isyanı ve muhalefetin tavrını bahane ederek saldırılarının şiddetini arttırmı şlardır. Radikallerin önde gelen ismi ve Müdafaa-i Milliye Vekili olan Recep (Peker) Bey, meseleyi tartı şma boyutlarından uzakla ştırarak, hain-vatanperver tartı şması haline dönü şmü ştür. Recep (Peker) Bey bu konuda mecliste yaptı ğı konuda şunları söylemektedir: “Muhterem arkada şlar! Hürriyet namına, Cumhuriyet namına ve bütün bu güzel ve ali mefhumlar namına

83 TBMM Zabıt Ceridesi , XV, Ankara 1976, s.132-135.

69

söylenmi ş sözler ve istikamette takip edilmi ş yollar vardır. Bu yollar üzerine yürürken bir takım yanlı ş telakkiyat neticesinde ihtiyar edilmi ş ve bilhassa devlet denen büyük müessesenin nüfuz ve haysiyetini ve memleketin her kö şesinde cari olması lazım gelen şevket ve kudretini müteessir edecek bazı hatalar yapılmı ştır. Yanlı ş nazariyeler göz önünde tutularak yapılmı ş olan hataların ve müsamahaların neticesi ve bir aksülameli olacaktır ki bu gün bu kanunun heyet-i muhteremenin nazari müzakeresine arz etmek mecburiyeti hasıl olmu ştur... Muhterem arkada şlarım; çok ulvi namlar altında bazı kanunlar yapılmı ştır ki, onların neticesi olmak üzere memlekette yalnız devlet nüfuzunu, vatanın dört kö şesine am ve şamil olması lazım gelen devlet nüfuzunun yerine bir takım gayritabii ve gayrimesul müessirler kendi hükmünü icra ve infaz etmi ştir... Türkiye’de devlet nüfuzunu tahrip eden ve bu en yüksek mevkii müessirine kendi zulmü şerri, zulüm isnadı, techiz ve tertibi sayesinde çıkan bu İstanbul matbuatı, öyle bir manzara arz etmi ştir ki arkada şlar, Türkiye’de devlet yoktur, hükümet yoktur, hiçbir hükümete kavi mesnet addedebilecek bir meclis yoktur. Bunların hepsi adi, sefih midelerinden, menafi-i zatiyelerinden maada hiçbir şey dü şünmeyen bir güruh-ı layuflühundan ibarettir. His ve kanaatini nihayet memleketin bilhassa cahil olanların ruhlarında tespit ve takrir etmi şlerdir. Bu vaziyette herkes matbuatı, hürriyet mefhumunun kutsiyetine bürünerek her şeyi yapmaya kadir ve şerrinden tahaffuz için isminden bahsetmeye cesaret edilemeyecek bir kuvvet görmü ş ve bilakis devleti ve onun nizam ve intizam vasıtası olan vasıtaları, bu hareketlere tahammül gösterdi ği için hakikaten hakir, nüfuzsuz bir zavallı olarak tanımı ştır... Bir devletin kuvvetli zamanı, zayıf zamanı olur, fakir ve ya zengin zamanı olur. İş te bu suretle memlekette sözü dinlenilecek bir zabıta, emri infaz edilecek bir hükümet, verdi ği kararların infazına ve me şruiyetine inanılacak bir meclis yoktur manzarasını vücuda getiren ve muhrip müessese ve buna peyrev olan ilumun dahili ve harici anasır bilerek ve bilmeyerek bir terkip-i tam dahilinde hareket etmi şlerdir. Bunların şuuru ve gayri şuuru devletin nüfuz cephesini tahrip için aldıkları te şebbüslerde, maalesef vatanın bir kısmında bu gün muvaffak olmu şlardır... Bu günkü kanunun teklifine sebep olan müessirat arasında -telakki-i acizaneme göre-

70

masuniyeti-i şahsiye namı altında tanınmı ş ve devlet müessesini mefluç ve muattal bırakan ve hatta bir caninin koluna zabıtanın elini sürdürmeyecek kanun vardır. Bir taraftan da inkılap ve vatan dü şmanları çalı şmı şlardır. İş te bu müessiratın ilk sahayı tahribi bugünkü huru ş-ı isyanı kulaklarımızı çınlatan şarktaki bazı vilayetlerimizin parçasını te şkil eden vatan kısmıdır. Bazı arkada şlar diyor ki; devletin emniyet-i umumiye ve hukukiyesini taht-ı şüpheye getirecek böyle bir kanun merduttur, bunu kabul etmemek lazımdır... Emniyet-i umumiyeyi masum bulundurmak için, o emniyet-i umumiye sahasında icrayı tahribat etmekte olan zehirli yılan yuvalarını kanun vasıtası ile vazı-ı kanun olan bu Meclis-i Ali’nin verece ği karar ile ve kuvveti müeyyidesi olarak vücuda gelecek olan kanun vasıtası ile tahrip etmek lazım de ğil midir? Görülecek zehir ve yılan yuvaları tahrip edilmesine azmetmi ş olan bir hükümetin, teklif etti ği kanunu reddetmek için bir vasıta gibi kullanmak hiçbir vakit muvaffık bir hareket de ğildir. Bazı rüfeka, idare-i örfiyeyi tavsiye ediyorlar. Evet Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’nda idare-i örfiye vardır. Fakat bu arakada ş Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’nun bu maddesini okumu ş olsaydı, onun ne tahripkar bir vasıta ve vatanın hayat-ı katisi mevzubahis olmadıkça, lüzum-ı hayati görülmedikçe tatbikinden itirazı lazım gelen bir vasıta oldu ğu meydana çıkardı. İdare-i örfiye bir vasıta-i kanuniye olup, bizim de istedi ğimiz bir vasıta-i gayrı kanuniye olmadı ğını ve bu müzakerenin kanun için oldu ğunu nazar-ı dikkatinize arz ederim. İdare-i örfiye vasıtası memleketin her tarafında müraselatı, mektup muharebelerini, bütün inki şaf-ı iktisadiyi tadil bütün hayat faaliyetlerini takyit edecek bir vasıtadır. Memleketimizin içerisinde bizzat bu memlekette hiyanet etmemi ş bir kütle-i asile te şkil eyleyen necip vatanperver bir halk kütlesi vardır.”

Recep (Peker) Bey’in sıkı yönetim istenilmi ş gibi görünerek yaptı ğı bu izaha kar şılık, Halis Turgut ve Feridun Fikri Beyler, kimsenin böyle bir istekte bulunmadı ğını söyleyerek onun bu sözlerine itiraz etmi şlerdir.

Bunun üzerine Recep (Peker) Bey konu şmasına şöyle devam etmi ştir: “Feridun Fikri Bey, yapılacak takibatın nihayetsiz bir şümul dahilinde bir vasıta-i

71

ağraz olarak istimal edilece ğini ve bu kanun vasıtasının nereden ba şlayıp nerede bitece ği belli olmayan bir zulüm ve tahrip vasıtası olarak kullanılaca ğını ifade ettiler. Feridun Fikri Bey’in nisbet-i vataniyesinde şüphem olsaydı, geçirdi ğim bir tereddüt anında, dima ğımdan geçen bir fikirde sabit kalırdım. Feridun Fikri Bey’in nisbet-i vataniyesinde şüphem olmadı ğı için, zihnimde bir an tevarüd eden bu fikri derhal kovdum. Bu fikir şu idi: İçinde ya şadı ğımız vatanın bu gün geçirmekte oldu ğu mühim saatlerin ehemmiyetini idrak etmekte olan, hain ve şerirleri takip etmek vasıtasından bugünkü mesul kuvve-i icraiyeyi mahrum etmek fikriyle ve bu fikri dermeyan edebilir... Muhterem Kazım Karabekir Pa şa Hazretleri, bu kanunun yapıyorsunuz, Recep Bey matbuattan bahsetti, bundan istidlal ediyorum ki, bu kanunu yapmaktan maksat, matbuatı bu hürriyet müessesesini yıkmaktır buyurdular... İcabında en mülayim, en hafif bir takım tedabir ile ve memlekette fevkalade mevcudiyet ihsas etmeyecek tedbir ile idare-i hükümet etmek nasıl bir devletin şiarı ise, bir devletin temellerini yıkmak ve onu sarsmak için araz ve alaamat addedilebilecek bir takım mü şahadeler oldu ğu zaman, şiddetle harekete geçmek devletçilik mefkuresinin en esaslı şiarlarından biridir. İcabında şiddetle hareket etmeyi bilmeyen bir müessese, devlet olmak hakkını haiz olamaz. Şiddetle hareket, bu korkunç bir mefhum gibi telaffuz edilerek namahdut bir sui tehakkiye u ğratılmamalıdır”. 84

Recep (Peker) Bey, bu konu şması ile muhalefetin şüphelerini haklı çıkarır durumdadır. Takrir-i Sükun Kanunu’nun hedefinin isyanı bastırmaktan daha çok, muhalefeti susturmak oldu ğunu göstermektedir. Recep (Peker) Bey’e göre bu kanun isyan meselesinin teferruatıdır. Sıkıntının esasını gelenekçili ğin direnç unsuru olan İstanbul, İstanbul’un sesi basın ve bu basınla yakın temas içinde olan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası te şkil etmektedir. Bu nedenle Recep (Peker) Bey’de; sisteme kar şı direnen unsuru ve bu unsurun, sistem içinde, sistemin kendi lehlerine bıraktı ğı açıklıklardan faydalanarak meydana getirdi ği müesseseler yok edilmelidir kanaati kuvvetlenmi ştir. Bunun için de, yeni sistemin fazileti olarak görülmesi gereken ancak,

84 TBMM Zabıt Ceridesi , XV, Ankara 1976, s.138-147.

72

radikal grubun zafiyet olarak de ğerlendirdi ği hürriyet ve serbestli ğin yerini şiddete terk etme hali do ğmu ştur. Bu nedenledir ki, Takrir-i Sükun Kanunu, şiddeti me şrula ştırmaya çalı şmanın bir neticesidir. Bu nevi Te şkilat-ı Esasiye’nin askıya alınıp, hukuk devleti yerine şiddete dayalı otoriter devlet yapılanması giri şiminin ilk merhalesidir. Bu kanaatin, bütün inkılapçı kadroyu içine alacak şekilde genellendirilmesi elbette ki mümkün de ğildir. Fakat Recep (Peker) Bey için, şiddete dayalı devlet yapısının tartı şma götürmez taraftarı ve bunu uygulamaya geçirme gayreti içinde oldu ğu, Takrir-i Sükun Kanunu’nu da bu yönde manalandırdı ğı hükmü kolaylıkla verilebilir. 85

Mecliste Takrir-i Sükun Kanunu yasa tasarısı görü şülürken Recep (Peker) Bey basını suçluyordu. Recep (Peker) Bey konu şmasına; “yalnız nazariyeler göz önünde tutularak yapılmı ş yanlı şların ve gösterilen ho şgörülerin sonucu ve tepkisi olarak yasayı getirdiklerini” söyleyerek ba şlamı ştı. 86

Recep (Peker) Bey sertlik yanlısıydı: “Türkiye’de devlet nüfuzu adına gösterilen ho şgörünün sonunda devlet i şlemez hala gelmi ştir. Çok yüksek adlar adına yapılmı ş bazı yasalar da buna yol açmı ştır. Basın, özellikle İstanbul basını, Türkiye’de devlet gücü diye ne kadar kutsal yer ve makam varsa hepsini ite kaka me şruluk dı şı bir çeki şme aracı yapmı ştır. Bunlar devlet kurulu şu diye ne varsa hepsini birden yalan ve iftiralarla saldırıp tüm devleti tahrip etmektedirler. Her sabah milletin yüzüne fı şkıran mikroplu balgamlar, masum halka devlet gücünün de ğerli bir şey olmadı ğını a şılamaktadırlar. İstanbul gazetelerinin yarattıkları duruma göre Türkiye’de devlet yoktur: Hükümet yoktur, hükümetin dayana ğı meclis de yoktur. Herkes özgürlük kavramının kutsallı ğına bürünen basını her şey yapmaya kudretli olan tek varlık kabul ediyor;ve devleti de basının hakaretlerini içine sindirdi ği için de gerçekten buna layık bir zavallı sayıyor.”

85 TBMM Zabıt Ceridesi , XV, Ankara 1976, s.297-315. 86 Alpay Kabaçalı , Türk Basınında Demokrasi , Ankara 1994, s.133.

7 3

Milli Savunma Bakanı Recep (Peker) Bey’e göre devlete kar şı bu yıkıcı eylemler, bilinerek ya da bilinmeyerek iç ve dı ş etkenlerle birle şir. İş te ayaklanmanın ardında da böyle bir olu şum yatıyor.

Öyleyse?

Öyleyse şiddet!

“Hükümetimiz, pis kötülük yuvalarını temizleme yetkisi olmadan bu ülkenin yönetimini ele alamaz. İç tehlike içinden yanan yangın gibidir. E ğer devlet kurulu şları meclisler ve hükümetler, bu yangını patlamadan önce bulup gereken yasal önlemleri alamazlarsa yangın büyüdükten sonra önlem almaya da zaman kalmaz.

Herhangi bir dü şünce ile ve herhangi bir amaçla özgürlü ğü yine bizzat özgürlü ğe çevrilmi ş bir silah gibi kullanmak gerçe ğe ve yurt yararına uygun de ğildir.” 87

Recep (Peker) Bey’e göre Türkiye’deki asıl hürriyet severler Cumhuriyet Halk Fırkası liderleri ve onlarla beraber yürüyenlerdi. Bunu bilen muhalefet ve İstanbul basını itiraf etmekten kaçınıyor, bunlar özgürlük adına özgürlü ğü yıkıyorlardı.

Türkiye’de seyahat hakkı, kelam hakkı “kanun dairesinde” serbest de ğil miydi? Matbuat diktatörlü ğün cariye oldu ğunu yazıyordu. Bir diktatörlükte bu yazılabilir miydi? Meclis’i satılmı şlardan mürekkep gösteriyorlardı. Bu basın böyle birkaç yıl daha devam etti ği taktirde bütün müesseseler çökecekti.”

Recep (Peker) Bey: “Yara elimdir” dedi. Sonra gelece ğe ait görü şünü söyledi: “Tarih görecektir. Cumhuriyetin masuniyeti, meclisin hüsn-ü tedbiri daima müemendir. Ahfat bugünkü günleri mütalaa ederken bu ali Cumhuriyet binasını yıkmak için uzakta ve yakında içi hararetle yanan hainleri te şvik yolunda ilk vasıta olarak İstanbul matbuatını göreceklerdir.” 88

87 U.Mumcu, a.g.e., s.94. 88 Metin Toker , Şeyh Sait ve İsyanı , İstanbul 1994, s.95.

74

Recep (Peker) Bey “... İstanbul matbuatına, demek şöyle yapacaklar, böyle yapacaklar. Asla Efendiler! Şuradaki bu matbuat, şuradaki bu mevcudiyet, şuradaki şu heyet, şuradaki bu müessese filan gibi şeyler, sabit fikirler hükümetimizin zihnine uğramamı ştır. Fakat Efendiler! Bu kanunu eline alan hükümetimiz onu, bu kanunun istimalini istilzam eden hedefler e ğer matbuat ise ona, ba şka bir te şekkül ise ona, ba şka bir müessese ise ona, ba şka muzır bir yuva ise ona ba şka bir vasıta ise ona tevcih edecektir. Hülasa bunu icap eden kuvvet ve şiddetle tatbik edece ğiz.” 89

Milli Savunma Bakanı Recep (Peker) Bey’in basına kar şı yaptı ğı suçlamalara Ahmet Emin Yalman, Vatan’daki ba şyazısı ile şöyle cevap vermi ştir:

“Memlekette yapılan her şeyi do ğru her yazılanı hata diye göstermek yanlı ş bir hareket olur. İstanbul gazetelerinin iyilikleri, herhalde hatalarından üstündür. Her dakika harice ve memleketin içinde cehalet ve taassuba kar şı tesirli bir faaliyet göstermek vazifesini ta şıyan milli bir vasıtayı -yılan- kelimesi ile vasıflandırmak Recep Bey gibi bir devlet adamından hiç beklemedi ğimiz bir hareket tarzıdır. Dünyanın her yerinde devlet adamları tenkide hararetle taraftar görünürler, fakat fiili suretle tenkit vazifesini yapan gazetelerden ho şlanmazlar.

Gazetecilerimizi milli ölçülerle ba şka memleketlerin gazeteleri ile mukayese edersek netice herhalde gazetelerimizin lehine çıkar. Bizde hatalı fikirler savunan gazeteler bulunabilir. Fakat milli emellere dü şman gayelere alet olan, zengin sermaye sahiplerinin menfaati u ğruna hadiseleri tahrif eden sınıf dü şmanlı ğını körükleyen, yabancı tesiri altında bulunan bir çe şit gazetecilik bizde her yerden azdır. Biz Recep Bey’in acı sözlerini ani bir sinirlili ğin neticesi diye kabul ediyoruz. Bunu hükümetin yarın tutaca ğı politikaya belirti diye kar şılamak istemeyiz. Hükümetin ta şıdı ğı vazife ağırdır. Tutaca ğı usuller, içtihadımıza aykırı bile olsa, gayeyi memlekete faydalı sayarız. Bu cihetle irtica meyillerini, Cumhuriyete kar şı olan her türlü dü şmanlık istidatlarını, memleketin geli şmesine engel olacak bütün te şebbüsleri önlemek

89 Türk Parlamento Tarihi , TBMM-II. Dönem (1923-1927), II, s.26.

75

hususunda ki hedefinde hükümetin tam bir ba şarıya eri şmesini memleket hesabına dileriz.” 90

İsmet Pa şa kabinesi 4 Mart 1925’te güvenoyu aldı ve aynı gün Takrir-i Sükun Kanunu’nun görü şülmesine ba şlandı. Feridun Fikri Bey tasarıya kar şı oldu ğunu Kazım Karabekir Pa şa İstiklal Mahkemeleri’nin İstiklal Harbi zamanı ile ilgili oldu ğunu bu mahkemelerin “ıslahat aleti” olmayaca ğını, Rauf (Orbay) Bey Cumhuriyet’in tehlikede oldu ğunun kabul edilemeyece ğini söyledi. 91

Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasının mecliste ba ş savunucularından biri Recep (Peker) Bey idi, söz alarak yapılan ele ştirilere cevap verdi ve Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasını savundu.

Recep (Peker) Bey’in konu şmasından sonra; irtica, isyan ve memleketin sosyal düzeni ile emniyet ve asayişini ilgilendiren konularda, Reis-i Cumhur’un tasdiki ile hükümete geni ş yetkiler tanıyan tasarı ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasına ili şkin hükümet teskeresi kabul edildi ve Takrir-i Sükun Kanunu yürürlü ğe girdi.

Bir müddet sonra sıkıyönetim ilan edilmi ş bölgelerde çalı şan İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen idam kararlarının meclis tarafından onaylanmadan yerine getirilmesi için bir kanun tasarısı hazırlandı. Muhalif milletvekilleri bu tasarının Anayasa’ya aykırı oldu ğunu savundular. Bazı milletvekilleri yanında ayrıca o zaman Milli Müdafaa Vekaleti’ne getirilmi ş olan Recep (Peker) Bey, uzun ve sert bir konu şma yaptı ve bunun bir zorunluluktan do ğdu ğunu söyledi ve bunun üzerine Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Ba şkanı Kazım Karabekir Pa şa söz aldı ve özgür dü şüncelerin meclis kürsüsü dı şında savunulamadı ğını, bu özgürlü ğün Peker’in sert sözleri ve saldırıları ile meclis kürsüsünde de sınırlandırılmaya çalı şıldı ğını söyledi. Muhaliflerden Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey de kendisine Recep (Peker) Bey tarafından, “dima ğı derbeder” denildi ği için söz aldı. Tartı şmalarda hakaretli sözlerin

90 A.Kabaçalı, a.g.e., s.133. 91 A.F.Cebesoy, a.g.e., ksm.II, s.149.

76

do ğru olmadı ğını, Recep (Peker) Bey’in ileri sürülen konulara açıklık getiremedi ğini ve idam kararlarının meclis onayı olmaksızın uygulamasına kar şı oldu ğunu belirtti. Kazım Karabekir Pa şa ayrıca mecliste konu şma özgürlü ğü olup olmadı ğını da sordu. Recep (Peker) Bey uzun bir konu şma daha yaptı ve sonuç olarak, birinci maddesi, “sava ş durumunda ya da silahlı ve toplu ayaklanmada, hareket ve ayaklanma alanındaki sıkı yönetim bölgelerinde kurulan bütün askeri mahkemelerce verilen idam kararları ordu ya da kolordu ya da ba ğımsız tümen ya da mevkii müstahkem komutanları tarafından onaylandıktan sonra hemen yerine getirilir” şeklinde düzenlenen tasarı 31 Mart 1925’te kanunla ştı. 92 Kapatılma nedenleri ise: parti içinde ayaklanma bir sorundu; silahlı ayaklanma ise ba şka bir sorundu ve Şubat 1925’te do ğu illerinde bir Kürt ayaklanması ba ş gösterince Mustafa Kemal süratle ve şiddetle harekete geçti. Asilerin lideri, Nak şibendi dervişlerinin ırsi ba şkanı Palulu Şeyh Sait idi. Mart ba şında ayaklanma güneydo ğunun ço ğu yerine yayılmı ştı ve cumhuriyetçi rejime son derece ciddi bir tehdit te şkil ediyordu. Ankara’da Cumhurba şkanının sadık muhalefeti ile hükümet sistemi denemesi terk edildi. 3 Martta Fethi Bey görevden alınıp İsmet Pa şa ba şbakanlı ğı tekrar üzerine aldı. Ertesi gün iki yıl için hükümete ola ğanüstü ve gerçekte diktatörlük yetkileri veren zecri bir “Takrir-i Sükun Kanunu” meclisten geçirildi. Bu kanun 1927’de tekrar uzatıldı. Mart 1929’a kadar yürürlükten kalkmadı. Aynı zamanda do ğuda ve Ankara’da özel “ İstiklal Mahkemeleri” kuruldu; do ğuda İstiklal Mahkemelerinin kısa yargı sonucunda kesin idam yetkisi vardı.

3 Haziran 1925’te de Takrir-i Sükun Kanunu gere ğince Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına karar verildi.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın yanında, “... Terakkiperver Cumhuriyet Fırka binalarındaki ara ştırmaları tenkit eden Tanin gazetesi de kapatılarak, ba ş yazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) ve arkada şları Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildiler... Nitekim bir taraftan İstiklal Mahkemesi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası aleyhinde

92 M.Golo ğlu, a.g.e., s.124-125.

77

vesikalar ararken di ğer taraftan meclis kürsüsünde Milli Savunma Bakanı Recep (Peker) Bey şöyle konu şuyordu:

“Bu fırkanın (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) isyan ve tahrikat kar şısındaki hakiki vaziyeti henüz belli de ğildir. Ancak Pa şa Hazretleri (yani Kazım Karabekir Pa şa) Fırkasının azalarından bazı maznunları bekleyen fena ihtimalleri dü şünerek şimdiden efkar-ı umumiye önünde ihtiyatlı olmak niyetinde midir?”

Fırka liderleri mesela Rauf (Orbay) Bey hakkında da do ğru olmadıkları sonradan meydana çıkan rivayetler yayılıyordu... 93 Nihayet bunlar vesile edilerek Fırka şubelerinde ara ştırmalar ba şladı.

Geli şmeleri, meclis içinde ikinci bir fırkaya, yani Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’na ula ştıran ve milli mücadelenin ba şlıca öncülerini iki cepheye ayıracak olan olaylar, “Mebus olan kumandanların vaziyeti ve ordunun siyasetten ayrılması hakkında hazırlanan bir kanunla” kuvvetlendi.

İsmet Pa şa, “bu parçalanı şın suçluları kimlerdir?” sorusuna “hiç kimse” cevabını veriyor. İnkılabın o günün şartlarında tek otorite ve tek irade istedi ğini, Mustafa Kemal’in bunun pe şinde oldu ğunu ve Halk Fırkası’nın, bu tek iradenin icracısı olan müttefik bir kadro olması gerekti ğini ifade ediyor. Kar şı tarafın ise, demokrasinin bir kar şılıklı murakabe istedi ğine inandı ğını, bir diktatörlü ğe gidi şten korkuldu ğunu belirtiyor. Kar şı tarafında bu dü şüncelerinde haklı oldu ğunu, fakat Mustafa Kemal’in meclis açılırken ilan etti ği iki hedeften birinin demokrasinin tekamülü, demokrasi organlarının kurulu şu de ğil miydi. Kar şılıklı murakabe ve dolayısıyla çok partili rejim...

Fakat inkılabın henüz daha son sözünü söylemedi ğini, klasik organları ile batı demokrasisinin ya şayabilece ği zemini henüz hazır de ğildi. “Zaman henüz, çok şeylere gebeydi...” 94

93 Abdi İpekçi (yay. haz .), İnönü Atatürk’e Anlatıyor , İstanbul 1997, s.30. 94 A. İpekçi, a.g.e., s.94.

78

Recep (Peker) Bey’in Milli Savunma Bakanı oldu ğu dönemle ilgili Kılıç Ali eserinde şunları aktarmaktadır: “Recep Peker’in Milli Savunma Bakanı oldu ğu tarihlerdeydi. Bazı kimseler bir müddetten beri Atatürk’e Recep Peker aleyhinde bulunuyorlar, bu aleyhtarlı ğı hatta Milli Savunma Bakanlı ğı’nda büyük suiistimaller oldu ğu isnadına kadar vardırıyorlardı. Bu mütemadi söylentilerin Atatürk üzerinde tesir yapmaması imkansızdı. Reis-i Cumhur olarak Atatürk’ün hassasiyet göstermesi ve Recep Peker kıratında bir devlet adamı hakkındaki söylentilerin hakikati üzerine aydınlık serpilmesi zaruri idi. Bununla beraber ben şahsen, Recep Peker hakkındaki isnatların hiçbirisinin do ğru olmadı ğına ve bunların hep çekememezlikten, kendisini Atatürk’ün gözünden dü şürmek için yapılan iftiralardan ibaret oldu ğuna inanıyordum. Çok muhtemeldir ki, açıktan açı ğa ifade etmemekle ve kendisini bir nevi sigaya çekmekle beraber Atatürk de aynı kanaatteydi.” 95

Recep (Peker) Bey’in 24 Aralık 1927’de Meclisin ve hükümetin yenilenmesinden dolayı Milli Müdafaa Vekilli ği’nde ayrıldı ğını görüyoruz. Nitekim Recep (Peker) Bey’in 3. İnönü kabinesine Milli Savunma Bakanı olarak girmesini Atatürk ho ş kar şılamamı ş, İnönü’ye “bir binba şının, koskoca generalleri kar şısına almasını ordu iyi kar şılar mı?” diye sormu ş, İnönü de “Ordu Milli Savunma Bakanı’nın şahsında hükümeti görecek kadar dikkatlidir” diyerek cevap vermi ştir. Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri olarak siyasi gücü olan bir insansı, Milli Savunma Bakanlı ğı’na getirmek sureti ile, ona bir de ordu gücü katmanın nasıl bir yanlı ş oldu ğunu Atatürk gibi anlayan İnönü’nün Peker’e güveni vardı. Ancak Atatürk güçlerin birle şmesi ve büyümesinden ho şlanmıyordu. 96

Önce parti genel sekreterli ğinden daha sonra 24 Aralık 1927’de Milli Müdafaa Vekilli ği’nden ayrıldı. 3 Nisan 1928’de Cumhuriyet Halk Fırkası Grup Ba şkanvekilli ği’ne seçildi. 11 Ekim 1928’de Nafia Vekilli ği (Bayındırlık Bakanlı ğı)’ne getirildi. Sava ş yıllarından çıkmış olan Türkiye’nin yeninden yapılandırılması önemliydi. Bu açıdan en çok hizmet beklenen ve bir o kadar da

95 Kılıç Ali , Atatürk’ün Hususiyetleri , İstanbul 1955, s.93-94. 96 İsmet Bozda ğ, Atatürk’ün Sofrası , İstanbul 1975, s.75.

79

saldırıya u ğrayan bakanlık Bayındırlık Bakanlı ğı idi. Bu bakanlı ğı sırasında demir yollarının yapımı konusunda çalı şmaları olmu ştur. Hedefi 1934 senesine kadar 2364 kilometrekarelik demiryolunu bitirmektedir. Bunun için senelere göre a şağıdaki programı esas almı ştır:

Kömür Hattı: Filyos’tan ba şlayan in şaat 1929’da 70 km’de Balıkısak’a kadar ula şmak, aynı sene, in şaata devam ederek 1930 senesinde bu hattı güneyden 120 km’de Apsarı’ya varmak, 1931 senesinden 1934 sensine kadar Çankırı-Safranbolu arasında çalı şarak hattı bitirmek.

Kütahya-Balıkesir Hattı: 1929’da ba şlayan bu hattı Kütahya’dan Nusrati’ye ula ştırmak ve 1930 sensinde bitirmektir.

Bakır (Fevzipa şa-Ergani) Hattı: Mara ş hizasına varmı ş olan bu hat, 1929 senesinden itibaren ba şlayarak 1924 senesinde 485 km’de bulunan Ergani madenine ula şmaktır.

Samsun-Zile Hattı: Açılmı ş olan Samsun-Zile istasyonundan 1929 senesinden itibaren ba şlatılan in şaatı, 1931 senesinde tamamlamak ve Samsun ile Sivas demiryolunu ba ğlamaktır.

Kayseri-Sivas Hattı: 1929 senesinde Kayseri’den Şarkı şla’ya ula şacak olan bu hattı, 1930’da Sivas’tan Ankara’ya ula ştırmak.

Ulukı şla-Kayseri Hattı: 1929 senesinden itibaren Ulukı şla’dan ba şlayan hattın yapımına devam etmek 1931 senesinde, Samsun’dan inen hattı Sivas’a ula ştırmak ve Ulukı şla kuzeyine çıkan hattı Kayseri’ye ula ştırmak. 97

Recep (Peker) Bey’in Nafia Vekilli ği sırasında 1929 yılında yabancı şirketlerle imzaladı ğı “Demiryolu Sözle şmesi” bu bakanlı ğı sırasında gerçekle ştirdi ği en önemli icraatıdır. Daha sonra bu sözle şme demiryollarının devletle ştirilmesi gündeme geldi ği 1937 senesinde mecliste tartı şılmı ş ve Peker dönemi Nafia Vekili

97 “Nafia Vekili’nin Deyimli Sözleri” , Hakimiyet-i Milliye, 23.4.1929.

80

Ali Çetinkaya tarafından devleti zarara sokmakla suçlanmı ştır. Recep Peker, Nafia Vekilli ği’nden 25 Eylül 1930’da istifa etmi ştir. 98

C. 1930-1938 DÖNEM İ S İYAS İ HAYATI VE ÜSTLEND İĞİ GÖREVLER İ 1930 – 1938 dönemi Recep PEKER’in tek parti dü şüncesinin yerle şti ği bir dönemdir.Bu dönemde yeni rejimin yayılması ve propagandası görevini yürütmü ştür.Yazmı ş oldu ğu İnkılap Tarihi Ders Notları kitabı Atatürk tarafından desteklenmi ş, üniversite ve okullarda ders olarak okutulmaya başlanmı ştır.Ayrıca bu dönemin en büyük geli şmesi, Recep PEKER ve Atatürk arasında görüş ayrılıklarının belirmesi, bizzat Atatürk tarafından Recep PEKER’in Genel Sekreterlikten alınarak pasifize edilmesi hadisesidir.

a. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve M.Recep Peker 1929-1930 Dünya İktisadi Krizi bir çok ülkede politik çalkantılar yarattı. Özellikle zayıf olan demokratik kurumların temelini sarstı. Baltık kıyılarında Akdeniz’e kadar bir çok ülkede ya var olan diktatörlü ğü güçlendirdi ya da böyle bir rejimin i ş ba şına gelmesine yol açtı ve Avrupa Demokrasisi kıtanın kuzey ve batı kö şelerine sıkışıp kaldı. Muhalefetin daha önce sindirildi ği Türkiye’de ise tam tersi bir etki yarattı.

Mustafa Kemal, siyasi ho şnutsuzlu ğun yasal ve denetim altında bir yol ile yansıtılması gerekti ğine karar verdi. Ama bir sorun vardı. Kendi yönetimine muhalefetin dürüst olmayan politikacıların oyunca ğı olan dini tepkilerden kaynaklandı ğına inanıyordu. Ele ştirilere izin verirken, dini tepkinin bundan yararlanmayaca ğından emin olmak istiyordu. Ne var ki Türk halkının ço ğunlu ğu her zaman ho şnutsuzlu ğunu dini terimlerle anlatmaya alı şmı ştı. Onlara göre yoksulluk, dinsizli ğin sonucu idi; zenginlik ise İslam yasalarına uyarak elde edilebilirdi. Halkın deste ğini sa ğlamak isteyen Halk Fırkası görevlilerinin davranı şları da bu görü şürü

98 Bu konuda geni ş bilgi için bkz.: Ayın Tarihi , S.41, 1937, s.39-67.

81

peki ştiriyordu. Laik bir muhalefet partisi bile, Kemalist rejimin güçlendirdi ği dindar müslümanları kendi tarafına çekebilirdi.

1924’te oldu ğu gibi Mustafa Kemal rejimi kurtarabilmek için yine Fethi (Okyar) Bey’den yardım istedi. Sadık bir muhalefet olu şturabilecek tek ki şinin Fethi (Okyar) Bey olduğuna karar verdi. Makedonya’dan bu yana yakın arkadaşı idi, dürüst bir ilericiydi, skandallara karı şmamı ştı ve milliyetçiydi. Herkes onu seviyor ve İsmet Pa şa’dan daha liberal bir politikacı olarak tanıyordu. 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı sonucunda, iktidarı İsmet Pa şa’ya kaptırdıktan sonra Paris’e büyükelçi olarak gönderilmi ştir. 22 Temmuz 1930’da izinli olarak geldi ği İstanbul’da Mustafa Kemal’in Selanik’ten arkada şı Fuat (Bulca) Bey, Mustafa Kemal’in çevresindeki, Kılıç Ali, Recep Zühtü gibi insanlardan olu şan “mutad zevad” ın İsmet Pa şa’nın hükümetine kar şı homurdanmaya ba şladıklarını anlattı. “Sana bir muhalif fırka te şkili teklif olunacaktır” diye uyardı Fuat (Bulca) Bey, “sakın bu teklife kapılma...sana yazık olur...” 99

Gerçekten de birkaç gün sonra Yalova’da Mustafa Kemal’e saygılarımı sunarken beklenen teklif geldi. Mustafa Kemal hükümet üzerinde parlamentonun daha fazla denetimi olması gerekti ğini savundu. Bir muhalefet partisi mecliste özgür tartı şmaları te şvik ederek bu denetimi sa ğlayabilirdi. E ğer böyle bir partinin ba şına Fethi (Okyar) Bey geçerse serbestçe konu şabilir ve politikaların yanlı ş uygulanmasını önleyebilirdi. “Rica ederim beni İsmet Pa şa ile kar şı kar şıya getirmeyiniz...” diye yakardı Fethi (Okyar) Bey. Ama Mustafa Kemal’i ikna edemedi. Yeni muhalefet partisinin ismini Serbest Cumhuriyet Fırkası olarak seçmi şti bile. İktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ba şkanlı ğını yalnızca unvan olarak sürdürmeye ve gerek hükümet ve gerekse muhalefet ile ili şkilerinde tarafsız olamaya söz verdi.

12 A ğustos’ta Fethi (Okyar) Bey Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın tüzü ğünü Cemiyetler Kanunu uyarınca tescil edilmesi iste ği ile İstanbul Vali Vekili’ne verdi. Program daha fazla hürriyet daha az vergi ilkelerini içeriyordu. Fırka programında

99 Fethi Okyar, Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Do ğdu, Nasıl Feshedildi? , İstanbul 1987, s.10.

82

ayrıca, “fırka bir dereceli intihap usulünün tesisini ve siyasi hukukun Türk kadınlı ğına da te şmilini müdafaa edecektir.”

Bilindi ği gibi aradan çok zaman geçmemi ş Cumhuriyet Halk Fırkası’nda kadınlara oy hakkı tanımı ştır. Fırka programında; laik Cumhuriyet esası, ilk madde oldu ğu halde yapılan yenilikleri benimsemeyenler bu hareketten cesaret almı şlardır. 100

Falih Rıfkı Atay, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruldu ğu günlerde Bayındırlık Bakanı olan Recep (Peker) Bey ile kar şıla ştı ğını Recep Bey’in kendisine: “Mustafa Kemal, İsmet Pa şa’yı mı tutacak, Fethi Bey’i mi?” dedi ğini o günün meclisinde aynı tereddütün ya şandı ğını fakat hepsinin Recep (Peker) Bey gibi olmadı ğını ifade etmektedir. “Büyük ço ğunluk e ğer ikinci ihtimali kuvvetli bulsa, hemen yeni partiye kayacak haldeydi, için için kayna şmadır gidiyordu” diye yazmaktadır. 101

Fethi (Okyar) Bey’in hazırladı ğı yeni partinin programını Mustafa Kemal inceledi aynı zamanda, yakın arkada şı Nuri (Conker) Bey’i partinin genel sekreteri olarak seçti; kız karde şi Makbule’yi partiye kaydettirdi; iktidardaki partiden muhalefet partisine transfer edilecek milletvekillerinin isimleri üzerinde tartı ştı. Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 A ğustos’ta resmen kuruldu ğu zaman, uysal, liberal bir muhalefet yaratmak için her türlü önlem alınmı ş gözüküyordu. “Bu ak şam ki kazancınızdan, memnun musunuz?” diye sordu Mustafa Kemal Fethi (Okyar) Bey’e. 102

Prof. Dr.Taner Timur, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulu ş dönemi ile ilgili şu yorumda bulunuyor; “...1929 ekonomik buhranında burjuva demokratik hak ve hürriyetlerin iadesi ile rejimi yumu şatmak ya da büsbütün sertle ştirmek. Görünü şe göre Serbest Fırka birinci yolun denemesidir.”

100 Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım , İstanbul 1984, s.144. 101 F.R.Atay, Çankaya, s.574. 102 F.Okyar, a.g.e., s.70.

83

Aslında Serbest Fırka hareketi bir danı şıklı dövü ş olup, gerçek bir çok partili hayata geçi şten uzaktır. Bizzat Mustafa Kemal’in iste ği ile yakın arkada şları tarafından kurulmu ş fakat Atatürk de dahil bütün Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ve onun en sa ğlam toplumsal dayana ğı olan bürokratik kadroyu hedef alan muhalefet güçlerini harekete geçirince yine onun telkini ile kapatılmı ştır.

Atatürk böyle te şebbüsü neden desteklemi şti? Kurtulu ş Sava şı yıllarında bir komünist partisi kurdurarak sol akımları kontrol altına almak istemesi gibi şimdi de rejime muhalefeti açı ğa çıkararak kontrol edebilmek için mi? Yoksa, Serbest Fırka kurucularından Ahmet A ğao ğlu’nun ileri sürdü ğü gibi; “fırka te şkili, muhalif fikri ta şımak gibi cüretleri ta kökünden kesip atmak için mi? Yahut da rejime yeni bir yön aradı ğı yıllarda halkın temayüllerini ö ğrenerek yararlanmak amacıyla mı?”

Sonraki geli şmelerin bunlardan ilk iki görü şe a ğırlık kazandırdı ğını, fakat, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını “Cumhuriyet Halk Fırkası yöneticilerinin samimi olarak çok partili bir hayat arzu edip etmemelerinde de ğil, rejimin bir nevi aynasını te şkil etmesindedir.”

Taner Timur yorumlarına şu şekilde devam etmektedir: “Serbest Fırka, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın devletçili ğe kaydı ğı bir yılda kurulmu ştur. Fırkaya “Serbest” ismini bulan da bu devletçili ği en koyu ve en fa şizan şekilde anlayan ve uygulamaya çalı şan Recep Peker olmuştur. Fırka, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrı kalkınma yolu olarak, klasik liberal yolu seçmi ştir.” 103

Dr. Esat Öz, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın çok kısa sürede her kesimden insanın toplandı ğı bir muhalefet partisi haline gelmesinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ve iktidarının ba şarısızlı ğını kanıtladı ğını ileri sürüyor ve diyor ki: “Serbest Cumhuriyet Fırkası dü şünüldü ğü gibi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın eksiklerini ve hatalarını gösterecek ve ele ştirecek küçük bir “parlamento içi parti” de ğil tüm muhalif ve ho şnutsuz kitleleri içinde barındırmaya ba şlayan, iktidarın

103 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara 1993, s.159-160.

84

kuvvetli bir adayı oldu ğunu gösteren ve parlamento dı şında da geli şen bir “kitle partisi” olmu ştur.” 104

Fethi Okyar, Ahmet A ğao ğlu ve Süreyya İlmen’in savundu ğu görü şe göre, Cumhuriyet Halk Fırkası kendisi kar şısında bir muhalefete katlanamamı ş ve iktidarı yitirmesi ihtimali kar şısında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulu şundan itibaren bu partinin kapatılması do ğrultusunda baskılar yapılmı ş, olaylar körüklenmi ş ve hatta düzenlenmi ştir. Şu halde, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması zorunlulu ğu Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bu tutumu sonucu olmu ştur. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması Mustafa Kemal ile kar şı kar şıya geldi ği içinde olsa Fethi Okyar’a göre bu durum “hiç de kendili ğinden vücut bulmayan faktörlerden” olmu ştur. 105

Ağao ğlu’na göre, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın istedi ği gibi hareket etmesi için Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı yok etmeye yönelik eylemleri Mustafa Kemal’i dahi a şmı ştır. Örne ğin; 20 Eylül 1930 gecesi Mustafa Kemal’in yanında bulundukları sırada, Serbest Cumhuriyet Fırkası için Recep (Peker) Bey “bozguncu” demekten çekinmemi ş ve yine Recep (Peker) Bey, Mustafa Kemal’in TBMM’ni 1 Kasım 1930’da açarken yaptı ğı söylevde seçim güvenli ğinden söz etmesi üzerine sonradan onun yüzüne kar şı, gerekirse Mustafa Kemal’e kar şı bile direnece ğini söylemi şti.

4 Eylül’de Fethi Okyar, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ta şra te şkilatını kurmak için İzmir’e geldi. Onu büyük bir kalabalık kar şıladı. Mustafa Kemal’in arkada şı olan İzmir Valisi Kazım (Dirlik) Bey, muhalefet toplantısını engellemeye kalkı ştı, ama yapılmasına izin vermesi için talimat geldi. Resmi yetkililerin kararsızlı ğını hisseden halk, gemi azıya aldı. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bürosu ve gazetesi ta şlandı, İsmet Pa şa’nın resimleri yırtıldı. Binayı koruyan emniyet güçlerinin açtı ğı ate şle on dört ya şında bir ö ğrenci öldü. O ğlunun kanayan bedenini Fethi (Okyar) Bey’in ayakları dibine bırakan baba, “i şte size bir kurban, ba şkalarını da

104 Esat Öz, a.g.e., s.106-107. 105 Çetin Yetkin , Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, İstanbul 1982, s.229.

85

veririz. Yalnız sen bizi kurtar” dedi. Muhalefet partisinin 7 Eylül’deki mitinginde yüz binden fazla insan toplandı. 106

İki gün sonra iktidar partisinin İstanbul’daki sesi Cumhuriyet gazetesi, yayınladı ğı bir mektupla Mustafa Kemal’e yeni partilerin onun ismini kullanmaya kalkı şmasından şikayet edip, konumunu açıkça belirtmesini istedi. Ertesi gün Mustafa Kemal, Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın ba şkanı olarak kalaca ğı ama bu durumun Cumhurba şkanı olarak tarafsızlı ğını etkilemeyece ği yanıtını verdi. Ama Serbest Cumhuriyet Fırkası, yerel seçimlerde ciddi bir rakip oldu ğunu gösterince resmi engellemeler ile kar şıla ştı. Mustafa Kemal, “hangi fırka kazanıyor?” diye sordu, sekreteri Hasan Rıza’ya. “Tabi ki bizim fırka Pa şam” yanıtını alınca da gülmeye ba şladı. “Hayır efendim; hiç de öyle de ğil!... hangi fırkanın kazandı ğını ben sana söyleyeyim; kazanan İdare Fırkası’dır çocuk”... yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve vekiller... bunu bilesin.”

Yerel seçimlerde kendi partisinin dü ştü ğü kötü durumu gören Mustafa Kemal, bir milli blok uygulanması fikri ile oynamaya ba şladı. Buna göre partiler bundan sonraki genel seçimde alacakları oy sayısı ile orantılı olarak parlamentoda sandalye sahibi olacaklardı. Bu fikir pek anlamlı de ğildi, çünkü yarı şmak için yeterli sayıda aday olmadan yapılan seçimler partilerin aldı ğı deste ği göstermeyecekti, ama Fethi (Okyar) Bey derhal kabul etti. Ne var ki Cumhuriyet Halk Fırkası Yürütme Kurulu itiraz etti. Bunun anlamı, yapılacak seçimde Fethi (Okyar) Bey’in Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ba şkanı olarak Mustafa Kemal’e kar şı mücadele etmesi demekti. 15 Kasımda Fethi (Okyar) Bey, yerel seçimlerdeki yolsuzluk suçlamalarını meclise getirdi ama Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’yı ele ştiren önergesine kendi partisinden yalnızca on üye oy verdi. Fethi (Okyar) Bey bıkmı ştı. İki gün sonra Mustafa Kemal’e mektupta Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapataca ğını bildirdi. “Büyük Gazimiz

106 M.Golo ğlu, Devrimler ve Tepkileri , s.285.

86

Mustafa Kemal Hazretleri’nin te şvik ve tasvibi ile kurdu ğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı...” ona kar şı kullanmak istemiyordu. 107

Liberal demokrasi deyimi ancak üç ay sürmü ştü. Muhalefetteki rollerini çok ciddiye almı ş olan birkaç tanesi dı şında, parti üyeleri tekrar halk fırkası saflarına döndü. Fethi (Okyar) Bey, bu kez Londra Büyükelçisi olarak atandı Mustafa Kemal’i kendisini desteklemedi ğini, İsmet Pa şa’nın da atlattı ğını dü şünmüyordu, ama fikirlerini açıklamadı. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını izleyen haftalarda İsmet ( İnönü) Pa şa pek sesini çıkarmadı. Mutlak iktidara sahip yöneticilere alı şık olan Türk politikacıları, sınırlı demokrasi deneyimini Mustafa Kemal’in gözüne girmek için İsmet Pa şa ile Fethi (Okyar) Bey’in arasında bir yarı ş olarak kabul etmi şler ve kendi konumları açıklamadan önce sonucu ö ğrenmek istemi şlerdi. İsmet Pa şa deneyimi ba şarısız olaca ğından Gazi Mustafa Kemal’in kendisinden yardım isteyece ğinden emindi. Haklı çıktı. Daha yeni parti da ğıtılmadan Mustafa Kemal’in sofrasındaki yerini aldı ve ba şlangıçta sadık oldu ğu halde yasalara ve düzene kar şı tehdit olu şturan muhalefet olmadan da hükümetin nasıl geli ştirebilece ğini tartı şmaya ba şladı. Mustafa Kemal, kararını vermeden önce kendi partisini neden beklentilerini kar şılayamadı ğını anlayabilmek için bir ülke gezisine çıktı.

Ba şar, bu geziyi; “Serbest Fırkanın ortaya atılmasıyla memlekette birden bire patlak veren ve Halk Fırkası ile İsmet Pa şa Hükümeti’ni hayli güç durumlara sokan şikayetler ve hatta galeyanları yerinde görebilmek için yapılmı ş bir seyahat” olarak belirtmekte ve bu konuda şunları anlatmaktadır; “Atatürk, bu seyahati Serbest Fırka’nın feshinden evvel tasarlamı şlardı. Seyahatte her vekaletten seçilmi ş birer müfetti ş de bulunuyordu. Müfetti şler gidilen yerlerdeki i şleri, verilen direktif dahilinde tefti ş edeceklerdi. Bu müfetti şlere ekseriya Recep Bey talimat veriyordu... Müfetti ş arkada şlarla beraber Recep Bey’in reisli ğinde her gün ö ğleden evvel ve sonra toplantılar yapıyoruz. Maksadımız gördüklerimizi sıralamak... tefti ş neticelerini gösteren raporları hazırlamaktır... çalı şmalar samimi bir hava içerisinde devam

107 H.R.Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, II, İstanbul 1973, s.436-437.

87

ediyor... üç gün içinde bütün seyahat neticeleri gözden geçirildi. Herkes söyledi, notlar tutularak rapor esasları hazırladı.” 108

Gerçe ği saptama gezisinin sonuçları Dolmabahçe Sarayı’ndaki bir toplantıda tartı şıldı. Bundan sonra Halk Fırkası’nın önde gelen isimleri ülkenin geri kalanını dola şırken, Mustafa Kemal Trakya’ya gitti. Edirne’ye ulaştı ğı zaman İzmir yakınındaki küçük ticaret kasabası Menemen’de dinci ba ğnazların kanlı bir ayaklanma ba şlattı ğını ö ğrendi.

Bu küçük çaplı bir olaydı Girit göçmeni olan Mehmet adlı bir dervi ş ile be ş arkada şı 23 Aralık’ta Menemen’e geldiler. Kasaba camisinde saklanan ye şil İslam bayra ğını alıp ana meydana diktiler. Sonra Dervi ş Mehmet, kendisinin Mehdi oldu ğunu ve tanrı tanımayan yöneticileri öldürmek için gönderildi ğini bildirdi. İki yetkili, ayaklananlara da ğılmalarını söyleyip ba şarısız olunca Kubilay diye genç bir yedek aste ğmen komutasında müfreze meydana gönderildi. Kubilay, içine kuru sıkı tatbikat mermisi bulunan tabancasını çekip Dervi ş Mehmet’e ate ş etti yaralanmayan Dervi ş kendisine kur şun i şlemedi ğini iddia ederek Kubilay’a ni şan aldı ve onu öldürdü. Ba şını gövdesinden ayırıp kendisini destekleyenlerin alkı şları arasında bir dire ğe taktı kısa bir süre sonra yakındaki bir alay olay yerine geldi ve isyancıları da ğıtırken Dervi ş Mehmet ve be ş adamını öldürdü. 109

İsmet İnönü, destekçilerin vatan haini ilan edilmeleri ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ile ili şkilerinin ara ştırılması fikrini kabul etti. Askeri mahkeme suçluların pe şine dü ştü. Serbest Cumhuriyetçiler’i ya da basını suçlayabilecek bir tek kanıt elde edilemedi.

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendisini feshetmesi sonucu Cumhuriyet Halk Fırkası’nın hiçbir muhalefet olmadan tek ba şına iktidarını ba şlattı. Mustafa Kemal, yeni düzeni 27 Ocak 1931’de İzmir’de yaptı ğı bir konu şmada anlattı. “Fırkamız di ğer memleketlerde oldu ğu gibi herhangi bir politik fırka gibi telakki edilmemelidir... Her

108 Ahmet Hamdi Ba şar, Atatürk ile Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, Ankara 1981, s.121-122. 109 M.Golo ğlu, a.g.e., s.301.

88

sınıf halkın menfaatlerini müsavi bir surette biri di ğerini mutazarrır etmeden temin etmeyi istihdaf eden bir te şekküldür... fırkamızın takip etti ği program bir istikametten tamamı ile demokratik, halkçı bir program olmakla beraber iktisadi nokta-i nazardan devletçidir.” Birkaç gün sonra Konya’da yaptı ğı konu şmada, 18 ya şın üzerideki tüm gençlerin partinin faal üyeleri olmasını ve daha küçüklerinde üyeli ğe aday olarak görünmelerini istedi. 110

1930’daki iki partili hayat denemesi, hem tek parti yönetiminin, hem de bununla ili şkili olarak toplumsal ve ekonomik hayatın alaca ğı yön üzerindeki etkileri oldukça önemlidir. Bu deneme ilk olarak 1925-1926 yılından sonraki hem toplumdaki huzursuzlukların, hem de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın konumunun önemli barometresi olmu ştur.

b. 1930-1938 Dönemi Di ğer Önemli Geli şmeler ve M.Recep Peker Mustafa Kemal, 5 Mart 1931’de milletvekili seçimi yapılmasına karar verdi. Seçimlerin yenilenmesi nedeni ile İsmet Pa şa Ba şbakanlık’tan istifa etti ve yeni kabineyi kurma görevi tekrar kendisine verildi, 1931 kurultayından bir gün önce 9 Mayıs’ta güven oyu aldı. Recep Peker, resmi tayini 19 Mayıs 1931 olmak üzere Be şinci İnönü Kabinesi olu şturulmadan, 1931 kurultayından önce 9 Mart 1931’de üçüncü kez Cumhuriyet Halk Fırkası Genel sekreterliği’ne getirildi. Recep Peker üçüncü kez Cumhuriyet Halk Fırkası’nda genel sekreterlik görevini sürdürürken 15 Mart 1934’te İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde İnkılap Tarihi derslerine ba şlamı ştı. 29 Kasım 1935’te ise Ankara Hukuk Fakültesi’nde 1935-1936 ö ğretim yılında ilk inkılap tarihi dersini verdi. Recep Peker’in Ankara ve İstanbul Üniversiteleri’nde verdi ği bu derslerle ve di ğer e ğitsel faaliyetleri ile görü şlerini halka, özellikle gençli ğe yayma imkanı buldu ğu hakkında yaygın görü şler bulunmaktadır. 1934’te bütün üniversitelerin programına mecburi Devrim Tarihi dersleri konuldu. Parti gazete ve

110 Mahmut Golo ğlu, Tek Partili Cumhuriyet , Ankara 1974, s.6-7.

89

dergileri Recep Peker’in devrimler konusundaki a şırı görü şlerini memleketin dört bir yanına yaydılar. 111

Bu dönemde Kemalist ideolojiyi olu şturma ve bunu formüle etmeye çalı şan Recep Peker “Altı ok’u” bir parti ideolojisi olmaktan çıkarıp devlet ideolojisi haline getirmeye çalı şmı ştır.

Recep Peker, bu faaliyetlerin kurulu şunda aktif rol oynadı ğı, 1932’de dört il merkezinde kurulan Halkevleri ve Halkevlerinin yayın organı olan “Ülkü” dergisi etrafında yo ğunla ştırmı ştır. Bu te şkilat Recep Peker’in görev süresi içerisinde sayıca 120’yi a şmı ştır.

Halkevlerine Macaristan’daki “Milli Kültür Cemiyeti”, Çekoslovakya’daki “Mozaik Halk Terbiye Müessesesi”, İtalya’daki fa şist “Dopolavor”, Almanya’daki “Nazi Partisi Örgütleri”, İngiltere’deki “Halk Terbiye Cemiyeti ve Radyo Dersleri Dinleme Kulüpleri” gibi örneklerden esinlenerek kuruldu ğu Cumhuriyet Halk Fırkası Halkevleri Talimatnamesi’nde belirtilmektedir. 112

Recep Peker, Halkevleri yayın organı olan Ülkü dergisinin ilk yazı i şleri müdürüydü. İnkılap Dersleri kitabı da aynı derginin ilavesi olarak yayınlanmı ştı. Konu şma yetene ğini çevresine kabul ettirmi ş olan Recep Peker, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde de çe şitli yazılar yazdı. Bazı kaynaklarda Recep Peker’in “Ba ş muharir ve imtiyaz sahibi” oldu ğu belirtilmektedir. 113

Kadro dergisi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ideoloji arayı şları içerisine girdi ği bir dönemde etkili olan önemli bir yayın organıdır. Şevket Süreyya, Türk oca ğındaki konferansı sonrasında Halk Fırkası içinde yeni bir akımın do ğdu ğunu ve partinin fikri bir parçalanma durumuna geldi ğini iddia etmektedir. Bu parçalanma olayından büyük ölçüde Şevket Süreyya’nın konferansının sorumlu tutulması parti içinden ve dı şından büyük tepkilerin gelmesi üzerine Şevket Süreyya, Recep Peker’e konu ile ilgili olarak

111 K.H.Karpat, a.g.e., s.68. 112 M.Tunçay, a.g.e., s.320-321. 113 Mehmet Zeki Pakalın, a.g.e., s.493.

90

amaçlarının parti içinde yeni bir akım ve parçalanma yaratmak olmadı ğını, sadece fikri de ğerlerin tartı şılması amacıyla hareket ettiklerini bildiren bir mektup yazmı ştır. Dergi yayınlanmadan daha “ İnkılap ve Kadro” konulu konferans Cumhuriyet Halk Fırkası içinde yo ğun bir polemik konusu olmu ştur. Ayrıca Şevket Süreyya’nın bu mektubu Recep Peker’e yazması ve özellikle onu do ğmakta olan hareketin niteli ği konusunda yatı ştırmak istemesi Recep Peker’in kurultay sonrasında oldukça güçlenmi ş oldu ğunu hatta üçüncü adam konumuna geldi ğini ortaya koymaktadır.

Bu geli şmelere ra ğmen Recep Peker’in kadro hakkındaki olumsuz yargısının de ğişti ği söylenemez. Yakup Kadri, Kadro’nun çıkı şı ile ilgili Recep Peker ile görü şmesini şöyle aktarmaktadır: “... Recep Peker’e gittim dedim ki, ben mebuslara ve halka Halk Fırkası’nın ilkelerini anlatmak için bir dergi çıkarmak istiyorum dedim. Ne i şe yarayacak bu dergi sanki dedi. Yani Kadro demek bir partinin fikir kadrosu öncü kadrosudur dedim. Recep Peker o zaman bu vazife bizimdir; ben sana veremem dedi. Yine bir sen ben davası çıktı. Onun üzerine Atatürk’e gittim. Bir dergi çıkartmak istiyorum, Milli Mücadele’nin ruhunu izah edebilmek için dedim Atatürk dergiyi çıkarmama izin verdi.” 114

Temuçin Faik Ertan bu konuda şu yorumlarda bulunmaktadır:

“Mustafa Kemal, İsmet Pa şa gibi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ilk isminin ılımlı tavırlarına kar şılık partinin tüm ileri gelenlerinin kadroyu aynı şekilde de ğerlendirdikleri söylenemez ilk önemli tepki partideki üçüncü adam konumundaki Recep Peker’den gelmi ştir. Recep Peker’e göre “ İnkılabın ideolojisini yapmak” ancak Cumhuriyet Halk Fırkası’nın gerçekle ştirebilece ği bir i ştir. Recep Peker ve çevresi tepki ile kar şıladıkları Kadro hareketini yakından izlemi şler ve her fırsatta Mustafa Kemal’i olumsuz yönde etkilemeye çalı şmı şlardır. Recep Peker’in tek parti rejiminin çok seslili ğe tahammülsüzlü ğünü şekilde tepkisine kar şılık, Kadro’ya daha büyük tepki belki daha da önemlisi sermaye çevrelerinden gelmi ştir. Mustafa Kemal’i derginin kapanması konusunda Recep Peker’den daha çok bu çevreler etkilemi ştir...

114 T.F.Ertan , Kadrocular ve Kadro Hareketi , Ankara 1994, s.60-61.

91

Kadrocuların önerdikleri devletçilik bu çevrelerce kolektivizm olarak yorumlanmı ş ve bu hareketi kendi çıkarlarını zedeleyen zararlı bir akım olarak görmeye ba şlamı şlardır. Bunun sonucu sermaye çevrelerinin temsilcisi sayılan İş Bankası Grubu Mustafa Kemal’e etki yaparak onu, Kadro aleyhine çevirmi ştir.” 115

Derginin yazı i şleri sorumlusu olan Vedat Nedim ise derginin kapanma öyküsünü şöyle açıklamaktadır:

“... Fakat ne yazık ki bizi saran bu yeni ideolojideki samimiyetimize bir türlü Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Recep Peker, Necip Ali gibi fikri idarecilerini inandıramadık. Kadro hareketinin Kemalist bir ideolojik sistem halinde geli şmesinden gocunanlar ve onu kendi özel çıkarları için bir tehlike kayna ğı sananlar uydurdukları çe şitli dedikoduların bir sonuç vermedi ğini görünce imtiyaz sahibimiz Yakup Kadri Karaosmano ğlu’nu Arnavutluk’a elçi tayin ettirerek bizi Çankaya ile ba ğlantımızdan yoksun bırakmayı denediler.”

Recep Peker “Ülkü”nün ise çıkı ş nedenlerini şöyle anlatmaktadır:

“Ülkü” karanlık devirleri arkada bırakarak şerefi ve aydınlık bir istikbale giden yeni neslin heyecanını beslemek cemiyetin kanındaki inkılap unsurlarını ısıtmak, ilk adımları sıkla ştırmak için “Ülkü” bu büyük yola katılanlar arasında kafa birli ği, gönül birli ği ve hareket birli ği yapmak için... “Ülkü” milli dile, milli tarihe, milli sanatlara ve kültüre hizmet için... “Ülkü” bütün bu gayelere hizmet yolunda çalı şan halk evlerinin ruhundaki hareketi yazı vasıtası ile yaymak için çıkıyor.

Bu tarif Büyük Milli Reis’in mecmuaya yakı ştırdı ğı ve verdi ği “Ülkü” adı ile ne şir maksadı arasındaki sıkı münasebeti de gösterir. “Ülkü” de büyük davaya inananların buna Türk cemiyetini inandırmak, toplu ve heyecanlı bir millet kitlesi yaratmak hizmetinde vazife ve hisse olmak isteyenlerin yazıları çıkacaktır. Mecmua fikirlerine ve ruhuna sadakatle bağlı oldu ğu, Halkevleri gibi hiçbir kar ve kazanç fikri takip ettiren vazifesini yapacaktır...

115 T.F.Ertan, a.g.e., s.67.

92

“Ülkü”nün izahlarında te şrih ve tahlillerinde Cumhuriyet, Milliyet ve İnkılap fikirleri esas olacaktır...” 116

Recep Peker’in 1935’de İtalya ve Orta Avrupa’ya yapmı ş oldu ğu bir gezi ve daha sonra Recep Peker tarafından hazırlandı ğı Hasan Rıza Soyak tarafından belirtilen parti programı, onun fa şist ve ayrıca totaliter olarak suçlanmasına sebep olmu ştur. Hasan Rıza Soyak anılarında bu gezinin oldukça uzun ve masraflı bir inceleme gezisi oldu ğunu yazmaktadır. Soyak bu seyahatten sonra Recep Peker’in 1925 kurultayına sunulmak üzere yeni bir nizamname ile çok ayrıntılı bir program hazırladı ğını da belirtmektedir. Anılarda ayrıca şu bilgiler yer almaktadır: Soyak, İsmet İnönü ve Recep Peker’in imzalarını ta şıyan nizamnameyi ve programı İnönü’den almı ş ve Gazi Mustafa Kemal’e iletmi ştir. Gazi, bütün gece bunları incelemi ş ve ertesi gün İnönü’ye verilmek üzere kendisine iade etmi ştir. Bu arada 1935 Cumhuriyet Halk Fırkası Kurultayına bizzat Mustafa Kemal’in üzerinde çalı ştı ğı ve bazı tashihler yaptı ğı eski nizamname ve program sunulmu ştur. Soyak’ın anılarına göre Mustafa Kemal, İnönü ile bu konuda görü şmü ş ve söz konusu tasarıları İnönü’nün okumadan imzalamı ş oldu ğu konusunda yanılmadı ğını da söylemi ştir. Soyak, anılarında bu belgelerin içeri ği hakkında ayrıca şu bilgileri de vermektedir:

“Gerek nizamname gerek program, o zamanın tek partili totaliter idarelerindeki esaslara göre kaleme alınmı ştı, ba şta azası mahdut, fakat kudreti sınırsız bir heyet tasavvur ediliyordu. Bütün kararları bu ali heyet veriyor, Büyük Millet Meclisi bir şekilden ibaret kalıyordu... İtalya ve Almanya’da oldu ğu gibi, üniformalı gençlik te şkilatı kuruluyordu. Bir kelime ile tam manası ile fa şizm... Hele program, nihayet hükümetlerin senelik programlarına girebilecek birçok teferruat ile doluydu, içinde çocuklar için süt damlaları te şkiline kadar, akla ne gelirse hepsi vardı.” 117

116 R.Peker , “Ülkü Niçin Çıkıyor”, Ülkü, Şubat 1933, S.I, I, s.1-2. 117 H.R.Soyak, a.g.e., I, s.57-60-61.

93

Soyak’ın anılarında yer alan program ve nizamname taslakları elde edilemedi ği için, söz konusu metinler hakkında yorum yapmanın uygun olmayaca ğı dü şünülmektedir. Ayrıca bu de ğerlendirmelerin sa ğlıklı bir temele dayalı oldu ğunu söylemek de mümkün görünmemektedir. Soyak’ın iddia etti ği gibi Recep Peker bu seyahate Cumhuriyet Halk Fırkası 1935 Kurultayından önce de ğil daha sonra ve incelemelerde bulunmak için de ğil tedavi amacıyla gitmi ştir.

Recep Peker 1935’ten önce 1932’de, ba şvekil İsmet Pa şa maiyetinde kalabalık bir heyetle İtalya’ya gitmi ş ve orada bazı incelemelerde bulunmu ştur. Bu seyahatinde heyet içinde bulunan bazı ilgililerle Fa şist Partisi Genel Merkezi’ne gitmi ş, Parti Genel Sekreteri’ni ziyaret etmi ş, ziraat makineleri sergisini, Mussolini Kı şlası’nı ve Beden Terbiyesi Akademisi’ni gezmi ştir. Ayrıca heyet İtalya Kralı’nın verdi ği yeme ğe katılmı ştır. İsmet Pa şa ve beraberinde bu seyahate katılan heyetin 21 Mayıs 1932’de ba şlayan gezisi 29 Mayıs 1932’de tamamlanmı ştır. 118

Recep Peker’in bu seyahatlerde edindi ği izlenimler sonucunda Türkiye’de de fa şist bir yönetim olu şturma çabası içinde oldu ğu bazı anılarda belirtilmekte, bazı siyasi yorumlarda ise onun fa şist oldu ğu iddia edilmektedir. Bütün bunlara ra ğmen bazı siyasi anılarda ise İtalya ve Almanya’ya kar şı sava şa girilmesini savundu ğu açıklanmaktadır. 119 Anılan döneme ili şkin gizli celse zabıtları elde edilemedi ği, ayrıca anılarda yer alan münaka şalar basına yansımadı ğı için bu bilgileri do ğrulamak mümkün olmamı ştır. Aynı döneme ili şkin çe şitli yayınlarda ise anılarda yer alan açıklamaların aksine milletvekillerinin sava şa girilmemesi konusunda hükümet kararını ittifakla destekledikleri belirtilmektedir.

1945 yılında yayınlanan bir gazetede Almanlar’ın Türkiye’yi nasıl i şgal edece ği konusunda bir yazı serisinde yer alan habere göre Almanlar tarafından planlanan “ Şark Yıldızı Harekatına” göre bazı listeler düzenlenmi ştir. İş galden sonra tevkif edilecek önemli ki şiler A listesinde, daha az önemli ki şiler B listesinde, Alman

118 Bkz. “İsmet Pa şa Hazretleri Roma’dan Hareket Etti”, “Hakimiyet-i Milliye”, 31 Mayıs 1932. “Ba şvekil Hazretleri Dün İstanbul’da Büyük Tezahüratla Kar şılandı”, “Hakimiyet-i Milliye”. 119 A.Us, a.g.e, s.592.

94

sempatizanı olan ve Almanlarla i şbirli ği yapan ki şilerin isimleri ise C listesinde tespit edilmi ştir. Recep Peker’in ismi A listesinde, hemen tevkif edilecek 40 ki şi arasında yer almaktadır. 120

Recep Peker’in üçüncü kez getirildi ği genel sekreterlik görevi 15 Haziran 1936’ya kadar devam etti. İlgili haberler basında, “Atatürk, Recep Peker’i Parti Genel sekreterli ği’nden affetti” ba şlı ğı altında yayınlandı. Genel sekreterli ğin İsmet İnönü tarafından yönetilece ği, Recep Peker’in Umumi İdare Heyeti’ndeki görevine devam edece ği belirtildi. Genel sekreterlik görevinden alındıktan sonra Recep Peker tarafından yayınlanan tamimde, “Kemalizm eserinin sadık hizmetçisi” olarak kalınaca ğı belirtiliyordu.

Görevden alınmasının görünü şteki sebebi ise farklı gösterildi. Görünü şteki sebep: Atatürk ile Recep Peker arasında Kazım Dirik’in görevden alınması hususudur.

Recep Peker, Trakya Umumi Müfetti şi Kazım Dirik Bey’i görevden almak istemesi üzerine Atatürk ile itilafa dü ştü. Recep Peker, “ ben parti genel sekreteriyim bir şahsiyetim var, aynı zamanda bu hususta söz sahibiyim de...” diyerek Atatürk’e kar şı çıktıysa da, “ya? Öylemi ben de aynı partinin genel ba şkanıyım. Şu halde meseleyi nasıl halledece ğiz?” cevabını alması üzerine Recep Peker kapıyı vurarak çıkınca Atatürk parti genel sekreterli ği görevinden aldı. 121 Ba şka bir kaynakta da Atatürk, Recep Peker’in ailesine ili şkin özel bir i şine karı şmak isteyince, “ Pa şam vatan i şinde yüzde yüz ölümle sonuçlanacak bir görev veriniz. Emrinizi derhal yerine getireyim. Fakat buyurdu ğunuz şey benim özel i şimdir. Emrinizi maalesef yerine getiremeyece ğim.” Demesi üzerine parti genel sekreterli ği görevinden alındı. 122

Recep Peker’in parti genel sekreterli ği görevinden alınması, Mete Tunçay’a göre; Atatürk’ün Recep Peker’e müdahalesi, devletçili ğe ra ğmen Kemalist rejimin

120 Bkz. “Almanlar Türkiye’yi Nasıl İş gal Edecekti, A Listesine Dahil Kimseler Evleri Basılarak Tevkif Edilecekti” , “Tan”, 29 Eylül 1945. 121 H.R.Soyak, a.g.e., II, s.487-491. 122 H.V. Velidedeo ğlu, a.g.e., s.47.

95

aslında bir geçi ş rejimi oldu ğunun ve liberalizm için bir zemin yaratmak hedeflendi ğinin bir i şaretiydi. Recep Peker’in bu dönemde yalnız kalması, gerek parti gerekse devlet yönetiminin kendisi gibi dü şünmedi ğinin açık göstergesiydi. Recep Peker, görevden alındıktan sonra, bu görev İçi şleri Bakanı’na verildi. Bunun anlamı Peker ekibinin istedi ğinin tam aksine devletin partiyi özümlemesidir ve bu süreç 5 Şubat 1937’de yapılan bir anayasa de ğişikli ği ile parti ilkelerinin devlet yapısına mal edilmesi ile noktalandı. 123

Bütün bu olanlara ra ğmen Recep Peker yayınladı ğı istifa mektubunda “her işte en do ğru ve iyiyi yapan büyük şefimiz Atatürk beni parti genel sekreterli ği görevimden affettiler. Ellerimizde onun emaneti olarak tuttu ğumuz vazifenin şekli ne olursa olsun hepimiz için en büyük şeref son nefese kadar Kemalizm eserinin sadık hizmetkarı kalmaktır...” dedi. 124

Recep Peker’in Atatürk döneminde getirildi ği son görevi bu oldu. Ayrıca 1935-1942 yılları arasında Atatürk’ün emri ile üniversiteler, yüksek okullar ve harp akademilerinde Devrim Tarihi Profesörü olarak dersler verdi. Di ğer devrim tarihi profesörleri ise; Hikmet Bayur, , Yusuf Kemal Tengir şek’tir.

Recep Peker gerek Atatürk gerek İnönü döneminde ba şbakanlık dahil bir çok görevlere getirildi. Fakat en etkili görevi Cumhuriyet Halk Partisi Genel sekreterli ği oldu. Tek partili dönemde aralıklı da olsa Cumhuriyet Halk Partisini’nin uzun süre genel sekreterli ğini yaptı. Bu dönemde partiye mührünü vurdu. Parti genel sekreteri olarak bir çok konu şmalar yaptı ve Atatürk’ün emri ile bunlar yayınlandı. Yapılan bütün de ğişiklikleri halka anlatmak ve yerle ştirmek için Halkevleri’nin yaygınla şmasına çalı ştı. 125 Görev süresi içinde 120’den fazla açılı ş yaptı.

123 M.Tunçay, “ Siyasal Geli şimin Evreleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi , VII, İstanbul 1983-85, s.1972. 124 Ulus, 16 Haziran 1936. 125 R.Peker, “Halkevleri Açılı ş Nutku”, Ülkü, seçmeler (1933-1941), Ankara 1982, s.6.

96

ç. Atatürk ve M.Recep Peker Atatürk dönemi Recep Peker’in getirildi ği görevlerden sonra, Atatürk ile Recep Peker’in ili şkisine bakacak olursak, Recep Peker’in Anadolu’ya geli şi 1920 yılında oldu. Prensip bildi ği konularda hiç ödün vermeyen, dik ba şlı, pek yürekli, halkın dört dörtlük dedi ği türden bir ki şi oldu ğu için, Atatürk ona “pek-er”den gelen “Peker” soyadını verdi. 126 Halk Partisi’nin adının Cumhuriyet Halk Partisi olarak de ğiştirilmesini ve mecliste yeni kurulacak partinin adının Serbest Cumhuriyet Fırkası olmasını Recep Peker önermi ş Atatürk tarafından kabul edilmi ştir. 127 Atatürk etrafında bulunanlarla ölümünü konu şurken, Recep Peker, Atatürk öldükten sonra TBMM yakınlarına gömülmesi ve bütün illerden getirilecek yurt topra ğının üzerine konulmasını önermi ş, Atatürk de Afet İnan’a dönerek “bunu unutma” demi ştir. 128

Atatürk’ün vatanda şın hak ve vazifeleri hakkındaki görü şlerini daha sonra Atatürk’ün iste ği ile Recep Peker kitap haline getirdi. Bazı konularda Recep Peker’in fikirlerine önem veren Atatürk’ün, “Kadro” dergisini kapatılmasına Recep Peker’in telkinleri sayesinde karar verdi ği söylendi. 129

Hakimiyet-i Milliye gazetesinin düzenlenmesi için üç ki şilik komisyon kurduran Atatürk, hazırlanan raporu be ğenmeyerek bu göreve Recep Peker’i getirdi. Bir süre Recep Peker bu gazetenin ba ş yazarlı ğını yaptı.

Kılıç Ali’nin yazdıklarına göre: Atatürk bir gün “Recep ben bir adamı yükseltirim. Fakat o hazmedemez vaziyeti takdir edemezse ve bilhassa kerameti de kendinde bilirse bir gün kaldırır atarım ve benim attı ğım paçavra olur. Deyip ellerini masaya vurmaya ba şlar. Recep Peker de olayı tasdik ettirir. Etrafındakiler önceleri Atatürk’ün Peker’e kızdı ğını zannetmi ş, daha sonra İnönü’yü kastetti ğini anlamı şlardı. 130

126 H.V. Velidedeo ğlu, a.g.e., s.47. 127 S.A ğao ğlu , Serbest Fırka Hatıraları , İstanbul 1949, s.16. 128 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler , Ankara 1969, s.23-24. 129 T.F.Ertan, a.g.e., s.70. 130 Kılıç Ali, a.g.e., s.72.

97

Atatürk ile Recep Peker konu şurken konu “korku” üzerine olmu ş, Atatürk Peker’e “sen benden korkar mısın?” diye sorunca Recep Peker gülmeye ba şladı, Atatürk “korkar mısın korkmaz mısın söyle?” dedi. Recep Peker buna kar şılık “hayır! Ne senin arkada şların korkaktır ne de sen korkunçsun” cevabını verdi. 131

Atatürk ile Recep Peker arasındaki ili şki olaylara ve durumlara göre de ğişmi ştir. Atatürk’ün yanına sonradan katılan Recep Peker Atatürk’ün de deste ği ile zamanla ön plana çıktı. Bunda en önemli faktör, Recep Peker’in Atatürk’ün yapmak istediklerini rahatlıkla anlaması, fikir ve faaliyet bakımından Atatürk’ü sonuna kadar desteklemesi ve Atatürk’e her zaman bağlı kalması, sadık olmasıdır. Bunun yanı sıra Recep Peker’in a şırı fikirlerini 1932 İtalya gezisi sırasında oldu ğu gibi Atatürk, Recep Peker’i frenlemenin gerekli oldu ğunu dü şündü. Daima Atatürk’ün yanında olmaya çalı şmı ş ve Atatürk’ün fikirlerini yaymak için u ğra ş vermi ş olan Recep Peker ilk ba şlarda Atatürk ile iyi ili şkilerde bulunmu ş fakat bu ili şkiler daha sonra gerilmi ştir.

d. Peker Döneminde Türkiye’nin Yapısı Türk ulusçulu ğunun öncülü olan Türkçülük Osmanlı Devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan en önemli akımlardan biridir ve do ğuşuna çok uluslu Osmanlı İmparatorlu ğunun çe şitli etnik ulusal devletlere bölünmesine yol açan siyasal geli şmeler neden olmu ştur. Yeni bir siyasal kimli ği odak noktası yapan Türkçülük modern ulusal Türk devletinin in şasını etkilemi şti.

Cumhuriyetin ilk yıllarında resmi ideoloji içinde Türkçülük Türk ulusçulu ğu olarak yeniden tanımlandı. Otoriter tek parti döneminin 1931’de peki şmesi ile de kurulu şları Osmanlı dönemine dayanan siyasal ve kültürel amaçlar ta şıyan tüm Türkçü örgütlerin faaliyetine resmen son verildi. Birkaç istisna dı şında cumhuriyetin önde gelen siyasal seçkinleri Türkçü ideolojiyi terk edip kendilerini Türk ulusçusu

131 F.R.Atay, a.g.e., s.10.

98

olarak tanıtırken, Türkçülük CHP’nin siyasal kadrosundan dı şlanan bir kesim tarafından kuvvetle benimsendi.

Türkiye’de tek parti döneminin en ilginç siyasal geli şmelerinden biri kamuoyunun dikkatini özellikle pantürkçü ve ırkçı söylemiyle dikkat çeken Türkçü bir akımın ortaya çıkmı ş olmasıdır. Bir grup intelijensiyanın yürüttü ğü siyasal ve edebi etkinlikler temeli üzerinde yükselen bu akım daha çok üniversite ve yüksekokul öğrencileri, geni ş bir ö ğretmen kesimi, kimi profesör ve okutmanların yanı sıra bazı emekli general ve subaylar, bir kısım ünlü politikacılar ve Türk asıllı Rusya göçmenleri arasında taraftar buldu. Sözü geçen akımın bir özelli ği 20. yüzyılın ba şında ortaya çıkan Türkçü hareketin tarihsel ve kültürel tezlerini sahiplenmesinin yanı sıra ırk kimli ğine dayalı belli siyasal görü şleri de yaymı ş olmasıdır. Bu akım Türkiye Cumhuriyeti halkı arasında ırk ayrımı yaparak safkan Türk soyundan gelenlere üstünlük sa ğlıyordu. Ayrıca safkan Türk ırkından olmayı ba şarılı önderli ğin ölçütlerinden biri sayıyordu. Bu görü şünü, tarihte binlerce yıl hüküm süren eski Türk hanedanlarının ço ğunun, melezle şme, yani Türk kanıyla yabancı kanların karı şması nedeniyle yıkılmı ş oldu ğu iddiasına dayandırıyordu. İkinci Dünya Sava şı sırasında iyice belirginle şen pantürkçü platform da aynı şekilde ırkçı bir yakla şıma sahipti. Bununla birlikte, bu akımın en belirgin özellikleri, yalnızca pantürkçülük ve ırkçılıktan ibaret de ğildi. CHP hükümetlerinin kültür, e ğitim ve sosyal politika alanlarındaki çe şitli uygulamalarına muhalefet etmek ve Türkiye’nin sava şa katılmamasından ho şnutsuzluk duydu ğunu belirtmek ve hatta Almanya yanında Sovyetler’e kar şı sava şa girmeyi arzulamak da bu akımın ba şlıca özellikleri arasındaydı.

Son dönem tek parti yönetimi, Türkçü akımı, sava şın özel ko şullarının do ğurdu ğu yıkıcı bir hareket olmakla suçladı. Türkçü akımın kar şıtları, Türkçü yayınların içeri ğine baktıklarında sadece pantürkçü temaları ve Türkiye’nin Nazi Almanyası’yla ittifak kurarak sava şa girmesi do ğrultusundaki beklentileri ve imaları gördüler. Sava şın seyri ve sava ş boyunca CHP hükümetlerinin izledi ği dı ş politika, bu

99

akımın tarihsel Türkçülük hareketi içerisindeki anlam ve önemini perdelemi şti. Oysa günümüzden bakıldı ğında, Türkçülük akımının, Türk ulusçulu ğunun geni ş ba ğlamı içerisinde de ğerlendirilmesi gereken çok boyutlu bir siyasal akım oldu ğu görülüyor.

19. Yüzyılın sonlarında temelde “Türklü ğün kimlik olarak ke şfiyle ba şlayan 20. yüzyılın ba şlarında siyasal bir harekete dönü şen ve Türk ulusal devletinin kurulu ş sürecine hizmet eden Türkçülük Cumhuriyet tarihi süresince ulusçu radikal Türk sa ğının ideolojisi içinde vazgeçilmez bir platform olarak yer tutarken aynı zamanda onu kendine düstur edinmi ş partilerin dünya görü şü ve devlet anlayı şına da e şlik etmi ştir. Burada ilginç olan di ğer bir geli şme de tek parti döneminde laik pagan bir çizgiye oturan Türkçülük ideolojisinin yakın geçmi şte islami motiflerle ba ğda ştırılması ve yeniden tanımlanması olmu ştur. Irkçı Turancı görü şlerle 1940’ların Kemalist resmi çevrelerinin Türk ulusçulu ğu arasında iddia edildi ği gibi kar şıtlıktan çok aynı kaynaklardan beslenen bir ili şki söz konusudur. İkisi de Osmanlı dönemi Türkçülük hareketinin ürünüdür.

Ayrıca o dönemin genç ku şak temsilcileri arasında yeniden canlanan pantürkçü e ğilimler do ğrudan amaçlanmasa da, 1930’lar Türkiyesi’nin özgül kültürel ve siyasal ortamından beslenmi ş gözükmektedir. Kemalist tarih anlayı şı ve e ğitimi dönemin genç ku şağı üzerinde ırkçı temalara yönelmeyi kolayla ştıran belirgin bir etki bırakmı ştır. Kemalist lider kadrosunun uyguladı ğı laikle şme programı ırkçı ve pagan görü şlerin benimsenmesine yol açarken batılıla şmanın kentsel toplumsal ya şam üzerine etkisi ve ulusal kültürün batı standartlarına a ğırlık vererek yeniden tanımlanması muhafazakar ve yerelci bir tepkiye yol açmı ştır. Daha öz ifade edersek Türkçülük tek parti döneminde modernle şme kar şıtı bir platform olarak i şlev görmü ştür.

Tek parti döneminin Türkçülük akımı Osmanlı dönemi Türkçülü ğünün mirası ile yakın geçmi şte ve günümüzde canlılı ğını koruyan Türkçü ideoloji ve varyasyonlarının siyasal duru şu arasında bir köprü olarak yer almaktadır. Bilindiği gibi 1931’de tek parti yönetiminin konsolide olması ile birlikte CHP’nin nezareti ve

100

himayesi dı şında siyasal “eylemin” gerçekle şmesi mümkün olmamı ş sava ş döneminin ko şulları da ayrıca siyasal etkinli ği kısıtlayan bir bahane olarak kullanılmı ştır. 1931 Nisan ayı Türk ocaklarının kapatılıp Türk ulusal kültürünün yaygınla ştırılması ve modernle ştirilmesi amacıyla CHP tarafından parti organı olarak halkevlerinin kuruldu ğu ve faaliyete geçti ği aydır.

Cumhuriyetin tek parti döneminde kar şımıza çıkan Türkçü akım temelde Türk ulusçulu ğunun tarihsel geli şimi içerisinde geçirdi ği evrelerden kaynaklanmaktadır. Bir yandan kökleri Osmanlı İmparatorlu ğu’nun da ğılmasıyla ayrı ayrı ulus devletlerin ortaya çıkması ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar giden ulusal kimlik sorunu hala siyasal bir önem ta şıyor, öbür yandan cumhuriyetçi yakla şım yakın geçmi şin mirası olarak Osmanlı İmparatorlu ğu’nun şanlı günlerini de ğil, batılı güçlerin kar şısında zayıf ve zavallı bir duruma dü ştü ğü dönemi öne çıkarıyordu. Üstelik cumhuriyetçi ideologların Orta Asyalı uzak köken ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti arasında kurmaya çalı ştıkları ba ğlarda sa ğlam temellere dayanmıyordu. Bununla birlikte Orta Asyalı köklerle Türk halkının ırksal özellikleri üzerinde yo ğun biçimde durulması ve islamiyetten önceki tarihe yönelik ilginin canlanması Türkçü akımının esas dü şünsel ortamı olu şturuyordu. Ancak cumhuriyetin kurulu şu ile birlikte genç ulusal Türk devletinin resmi ideolojisi olarak i şlev gören Kemalist Türk ulusçulu ğunun benimsemeye çalı ştı ğı Türklük anlayı şı kimi önemli tartı şma ve tepkilere neden olmaktaydı.

Akımın arka planını Osmanlı dönemi Türkçü dü şüncesi ile me şrutiyet yıllarında şekillenen Türkçü hareket sa ğlıyordu Cumhuriyet dönemi Türkçülerinin gözünde bu hareket içinde ziya Gökalp’in özel bir yeri vardı.Gerçekten de Gökalp’ın, ilk eserleri arasında yer alan kimi şiirleri ile halka mal etti ği “Turan” la ilgili bir çok sembol, akımın önde gelen ki şileri tarafından yayınlanan dergilerin simgesi haline geldi.Buna kar şılık bu ki şilerin eski Türk efsanelerine dayanan mitolojik bir tarih yorumuna döne döne göndermede bulunmaları Gökalpçi bir romantizmin sınırlarını aşıyordu. Türk tarihinin neredeyse bütün evreleri esas olarak şovanizme kaynaklılık

101

edecek şekilde kullanılıyordu. Gerçek yada hayali tarihsel kökler ve ba şarılar, Türk ırkının üstünlü ğü iddiası ile öne çıkarılıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber Türkçülük Türk ulusçulu ğunun temellerin atmı ş olan eskimi ş bir hareket haline geldi. Bir ba şka deyi şle, cumhuriyet Türkiyesi’nin mantı ğı, Türkçülü ğü Türk ulusçulu ğuna dönü ştürdü. Cumhuriyetin nüfusu büyük ölçüde Türk halkından meydana geliyordu ve resmi siyasi anlayı şa göre bütün yurtta şlar Türk ulusunu te şkil ediyordu. Böylece Türklük dar anlamıyla tanımlanıyor ve cumhuriyet döneminin siyasal ulusuyla özde şle ştiriliyordu. Buna kar şılık cumhuriyetten sonra ortaya çıkan adı geçen siyasal akım Türkiye Cumhuriyeti yurtta şları arasında, etnik (ve hatta ırksal) temelde hala bir ayrım yaptı ğı gibi, “Türklük”ün, nesnel olarak Türk dili olarak tanımlayabilece ğimiz, bütün Türk kökenli toplulukları içine alan daha kapsamlı bir kimlik oldu ğunu da iddia eder. Bir ba şka deyi şle, bu akım savunucularının benimsedi ği “ulus” anlayı şı bir ulus devletin sınırları içerisindeki siyasal toplum anlamına gelen modern kavramın çerçevesini a şar. Tarih boyunca de ğişik “Türk” devletlerinde ya şayan konu şulan Türk dillerinin de ötesine geçerek aynı Türk ırkından geldi ğine inanılan bütün etnik Türk nüfus gruplarını içine alır. Dolayısıyla Türkçülerin ulusçuluk yakla şımı dönemin yönetici seçkinlerinin benimsedi ği resmi cumhuriyet ulusçulu ğundan ayrılır. Tek parti döneminin benimsedi ği “Türkçülük” hem genel bir adlandırma hem de öngörülen platform olarak Osmanlı Türkçülük hareketinin çıkı ş noktası ve vizyonu ile do ğrudan ilintilidir.

Bununla birlikte yukarıda yaptı ğımız ayrımın birbirlerini dı şlayan kategorilerden kaynaklandı ğı dü şünülmemelidir. Tersine de ğerlendirmekte oldu ğumuz Türkçü akım hem de o günün resmi ulusçu platformu Osmanlı döneminin çok uluslu mantı ğı içinde ve dolayısıyla cumhuriyetçi ulus devletin kurulmasından önce temelleri atılmı ş olan Türk ulusçulu ğunun de ğişik türleri sayılmaktadır. Bir ba şka deyi şle hem Türkçülük hem de cumhuriyetin ilk on yıllarının resmi Kemalist ulusçulu ğu Türk ulusçulu ğunun de ğişik türleri olarak ele alınmaktadır.

102

Osmanlı imparatorlu ğunun son yirmi otuz yılında do ğan Türk ulusçulu ğu hala günümüzün bir olgusudur. Ba şlangıçta bugünün bakı ş açısından Türk ulusçulu ğunun kayna ğını olu şturan Türkçü hareket vardı. Ancak Türk ulusal devletinin kurulmasıyla birlikte Türk ulusçulu ğu Türkçülükten daha kapsamlı bir kavram haline geldi. Dolayısıyla Türkçülük hem kendine özgü ayrı bir siyasal içeri ği olan ulusçu bir ideoloji olarak anla şılmalı hem de Türk ulusçulu ğunun bir türü olarak görülmelidir. Türkçülük cumhuriyetin ilk dönemlerinde kendisini ayrı bir akım olarak ortaya koydu.

Cumhuriyet döneminde resmi Kemalist ulusçuluk, vatanda ş bireylerin iradi olarak sadakat gösterdikleri ulusal topluluk anlayışından çok büyük ölçüde Gökalp’in dayanı şmacı toplumsal teorisinin belkemi ğini olu şturan “organik” ulus kavramına dayanıyordu. Ancak ulusal kültürün bile şenleri çerçevesinde ele alındı ğında ikisi arasında önemli ayrımlar vardı. 1930’lu yılların ilk yıllarından itibaren Kemalist ulusçuluk ve Türkçü akım yan yana varoldular. Ulusçulu ğun resmi türü ulusal kimli ğin temeli olarak etnik aidiyetten çok toprak birli ğini vurguluyorlardı. Üstelik dönemin yönetici siyasal seçkinleri Türkçü grupların aklındakinden farklı bir ulusçuluk programı benimsemi şlerdi.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ortaya çıkan Türkçü akım da hem Osmanlı Türkçü dü şüncesinin hem de Osmanlı siyasetinin son günlerindeki kimi yayılmacı eğilimleri anımsatan bir pantürkçü görü şü içeriyordu. Ço ğunlukla ırkçı bir yakla şımın eşlik etti ği pantürkçü e ğilimler II. Dünya Sava şı sırasında daha belirgin hale geldiler. Türkçü akım içerisinde kamuoyunun dikkatini en fazla çeken yön bütün Türk halklarının birli ğinin idealize edilmesiydi. Birçok Sovyet Cumhuriyetinde ço ğunlu ğu olu şturan bütün Türk asıllı halkların siyasal birli ğini amaçlayan Türkçü akımın yakla şımı dönemin Türk dı ş politika ilkeleri ile çeli şki içindeydi.

Hem Türk siyasal ya şamını ele alan siyasal yazın hem de kamuoyu cumhuriyet dönemi Türkçü akımını esas olarak 1940’larda görülen bir dava ile ili şkili olarak ele alır. Sözü geçen dava Türkçülerin çıkardıkları yayınlarda ortaya konan

103

pantürkçü politika önerileri ve Türkçülerin bu önerileri hayata geçirmek için gizli örgütsel faaliyete giri ştikleri iddiası çerçevesinde geli şmi şti. Sözü geçen davaya ırkçılık-turancılık davası adı verilmi ştir. Tek parti yönetiminin son dönemini ele alan Türk ve batı siyasal yazınında Türkçü akımın ortaya çıkması ve geli şimi genel olarak II.Dünya Sava şı ba ğlamında, sava şın Türkiye üzerindeki etkileri ve Türk hükümetinin sava şın geli şme olasılıkları kar şısında benimsendi ği dı ş politikanın kimi yönleri çerçevesinde incelenir. Sözü edilen incelemenin ço ğu Türkçülük akımını ırkçılık- turancılık davasına de ğinerek ele alır. Sava şın de ğişen ko şulları ile pantürkçü propagandanın yükselmesi ve bu propagandaya hükümet tarafından son verilmesi ve davanın daha sonraki geli şiminden meydana gelen özel süreç arasındaki paralelli ğe işaret eder. 132 Bir ba şka deyi şle tek parti yönetiminin son dönemlerinde pantürkçü bir ideolojinin ortaya çıkması birincisi sava şın özel gidi şatı ve ko şullarından kaynaklanan bir geli şme ikincisi sava şın de ğişik evrelerinde Türk diplomasisinin giri şti ği özel manevraların bir ürünü olarak ele alınır.

Öte yandan 1931’de tek partili rejimin yerle şmesiyle birlikte her türlü siyasal ve kültürel faaliyet CHP’nin çatısı altında toplanmı ştı. Türkçülü ğün ana merkezini olu şturan Türk ocakları kapatılmı ş ve partinin yeni kurulan bir organı yani halkevleri iki amaca hizmet edecekti: Ulusçu kültürün yayılması ve batılıla şma hedefine ula şılması. Bu nedenle 1930 ve 1940’ların Türkçü akımının boyutlarından birisinin ırkçı ve pantürkçü ulusçulu ğu oldu ğu ne kadar do ğruysa öbür boyutunun da özellikle eğitim ve kültür politikası alanında CHP yönetiminin uygulamalarına muhalefet etmek oldu ğu o kadar do ğrudur. 1930’ların, Türki halkların ırksal kökenini vurgulayan resmi görü şünden önemli oranda beslenirken, CHP tarafından uygulanan batılıla şma politikasına bir tepki olarak ortaya çıktı

132 ‘’ Irkçılık ve Turancılık Tahrikatı Yapanlar Hakkında Hükümetin Tebli ği” , Ayın Tarihi, Mayıs 1944, s. 21-23.

III. BÖLÜM

(M.RECEP PEKER’ İN TÜRK İNKILABINA BAKI Ş VE DÜ ŞÜNCELER İ)

A. PEKER’ İN İDEOLOJ İLERE BAKI ŞI Recep PEKER çok okuyan bir karaktere sahipti. İnkılapların şekillenmesi esnasında karar veren üç ki şiden biriydi.Bulundu ğu dönem içerisinde geli şen liberalizm, fa şizm ve sosyalizm gibi rejimleri dikkatli bir biçimde ara ştırmı ş ve inceleyerek yorumlamı ştır.Özellikle Avrupa gezisi esnasında Alman ve İtalya fa şist diktatörlük sistemlerinden etkilendi ği söylenebilir.Bu etkilenme, bazı ilkeler üzerinde Atatürk’le fikir ayrılı ğına dü şmesine ve sonrasında pasifize edilmesine yol açacaktır.

a. Liberalizm Liberalizm 1789 Fransız İhtilalinin sonucu fiili olarak bir ideolojidir. Fransız İhtilali ile hükümdarın siyasi otoritesine dayalı siyasi sistem yerini ki şi hak ve hürriyetlerini esas alan bir siyasi düzene bırakmı ştır. Bu siyasi düzen hükümdarın otoritesi ile ki şinin insanca ya şama ilkesi arasında kurulmak istenen bir dengeye dayanılmak isteniyordu.

Fransız İhtilali ile ortaya çıkan bu yeni siyasi düzen anlayı şına liberalizm veya hürriyetçilik hareketi denilmektedir. 1 Liberalizm eski rejimlere, mutlakiyetçili ğe, eski düzene, sınırsız otoriteye dönü şü engellemek için ciddi tedbirler almı ştır. Bu tedbirleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

Anayasalar

Meclisler

Partiler

1 Fahir Armao ğlu , 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1918), I, Ankara 1989, s. 6. 106

Seçimler

Bu alınan tedbirlerle liberalizm ferdin kendisini ve hürriyetlerini güvence altına almak istiyordu. Bu ise zayıf bir hükümet ve ferde müdahale etmeyen devletle mümkündü. Liberalizm devlet ve hükümetle oldu ğu gibi ferdi te şebbüsü engelleyici kurumlara (din, aile vs.) ve kurulu şlara (lonca, sendika vs.) da kar şıdır.

Bu haliyle liberalizm monar şiye, padi şaha, krala, hanedanlara kar şı de ğildir. Sadece onların otoritesini, yetkisini çe şitli müesseselerle sınırlandırma taraftarıdır. Bu sınırlandırma evvela anayasa ile olmu ştur. Daha sonra meclisler iktidarı sınırlayıcı rol oynamı şlardır. Seçim sistemi de mebuslar için sınırlayıcı fonksiyonu yerine getirmi ştir.

XIX ve XX yüzyıl siyasi ve sosyal yapılanmasına damgasını vuran bu ideoloji getirdi ği ilkelerle bütün dünyada oldu ğu gibi Türkiye’de de birçok tartı şmalara yol açmı ştır. Türkiye’de liberal dü şünce üzerine en çok söz söyleyen siyaset ve dü şünce adamlarından biri de Peker’dir. Hatta Peker kendi dü şüncesini bu ideolojinin ele ştirisi üzerine kurmu ştur.

Peker’in liberalizme bakı şını iki ana ba şlık altında toplamak mümkündür. Bunlar:

İdealleri bakımından liberalizme bakı şı ve neticeleri bakımından liberalizme bakı şıdır.

İdealleri bakımından liberalizme bakı şı

Liberalizmi idealleri bakımından de ğerlendirirken onun çıkı şını tarihi süreç içerisinde siyasi ve soysan ihtiyaç olarak görmektedir. Ona göre bilhassa feodalite devrinden sonra saraylar kendi maksatlarına göre halkı idare ederken, idare edilenlerin hakları üzerinde zalimce tasarruf hakkı edinmi şlerdir. Saraylar ve çevreleri bir nevi aristokrasi karteli kurmu şlardır. İdare halk bakımından hiçbir iste ğe cevap veremez olunca insanlar idareden rahatsızlık duymaya ba şlamı şlardır. İş te bu olu şum ve bu tarz idareye kar şı insanların haklarını aramak ve idarenin sıkı ştırmasına kar şı

107

konulmak için fikirler geli ştirmesine sebep olmu ştur. Can, mal ve şerefe dokunulmazlıkları için ayaklanmalar ba şlamı ştır. Bu ayaklanmalar neticesinde konu şma hürriyeti, yazma hürriyeti, kazanma hürriyeti, mülkiyet ve mesken hürriyeti gibi liberalizmin temel ilkelerini olu şturan haklar elde edildi ve baskı idarelerinin gücü kırıldı.

Liberalizm bu özelli ği ile dünyaya bir takım yeni ve ileri anlama, ya şama neticeleri getirmiştir. Peker’e göre buraya kadar liberalizm bir reaksiyondur ve bu reaksiyonu ile insanlı ğa yeni bir anlayı ş ve dinamizm getirmi ştir ancak neticesi itibari ile reaksiyonun ilerisine gidememi ş ve ba şlangıcı netice olarak kalmı ştır.

Ona göre liberalizm idealleri bütün insanlı ğın kabul edebilece ği heyecan verici erdemlerdir. Ancak bu erdemleri liberalizm kendi uygulamaları ile dejenere etmi ştir. Bilhassa ekonomik serbestli ği insanlı ğı, hürriyet adına yeni mahkumiyetine hazırlamı ştır. Önce hürriyeti ifade etti ği halde, ticarete, sanayiye ve kazanca ait kısmı bozulmu ş, bundan istifade etmek isteyen sermayeciler, sanayiyi vücuda getirecek hammaddeyi satın alıp müstehliklerin hayatları ve kazançları aleyhine olarak istismarcı tavır takınmı şlardır.

İnsan yı ğınları bir yandan aristokrasi kartelinin tazyikini kaldırıp hürriyeti elde etmek ve liberal bir şekle girmek için bo ğuşurken, öte yandan serbestlik fikrinin ekonomide istismarcı bir hak kazanmı ş olması ve fena hale gelmesi insanlık için yeni problemlerin sebebi olmu ştur. Liberalizmin suiistimal edili şi bulundu ğu sınırlar içinde mesut olmasını istedi ği yurtta şlar aleyhine neticeler vermi ştir. Bu nedenle liberalizm ekonomik yönden intizamı bozmu ş ve az kazançlı insan yı ğınlarının istismarına sebep olmu ştur. 2

Hürriyetin istismar edilerek herkesin kendisini hür sayması ki şilerin kendi hürriyetlerini sınırsız bir şekilde kullanırken, toplumsal menfaatleri korumakla mükellef olan devlete kar şı vazifelerini göz ardı etmelerine sebebiyet vermi ştir. Bu da sosyal ahenksizliği ve çatı şmayı meydana getiren hepsini bir tarafa çeken birbirini

2 R.Peker, İnkılap Dersleri , s. 25-26, 70.

108

yıpratan ya şayı ş şekli ve fikirlerini güçlendirmi ştir. Hürriyet anlayı şının getirdi ği çalı şma serbestli ği kontrol altına alınamayınca ihtirasa dönü şmü ştür. Bu serbestlikten istifade eden muhteris sermayedarların hem milli istikrarı hem de dünya istikrarını bozdu ğuna inanan Peker, liberalizmin dünyada emperyalist bir uygulamanın sebebi oldu ğu milli yapılarda sınıf farklıla şmasına zemin hazırladı ğı dü şüncesindedir.

Liberal dü şüncenin uygulamadaki zaaflarını ve bu zaafların milli bünyelerde ve dünyanın siyasi istikrarındaki olumsuzluklarını şu şekilde izah etmektedir.

“Patronlar ürünlerini ucuza mal etmek için üç yolu haklı ve me şru görüyorlar:

Kendi yurtlarında bulunmayan hammaddeleri kendi sınırlarının dı şındaki topraklardan kolayca tedarik etmek. Bu suretle liberal politikacı cari oldu ğu devletlerde, devlet adamları sınır a şırı, toprak edinmek yolunu kovalıyorlar ve bundan koloni politikası geli şiyor. Buralarda yerlilerin bütün kuvvetlerini kullanarak elde ettikleri hammaddeleri onlardan kolayca ve yok pahasına satın almak imkanlarını temin ediyorlar.

İş çileri fazla çalı ştırıp mümkün oldu ğu kadar az ücret vermek ve i şçilerin çe şitli sıkıntılarına kayıtsız kalmak. Bunun neticesinde i şçiler arasında tahammül edilemez bir ızdırap do ğuyor.

Hammaddeler fabrikada ürün haline geldikten sonra patronların bunları pahalıya satmak hususundaki gayretleri de ayrıca üzerinde durulacak bir konudur. Fabrikacılar çok karlı satı ş fiyatını korumak için aralarında anla şma yapıyorlar toptan alıp perakende satan tacirler de müstehlikler aleyhine fazla kazanç kovalıyorlar. Bu hareketler bütün müstehlik halk tabakalarında büyük sanayi ve ticaret sahiplerine kar şi derin nefret duygusu do ğuruyor.” 3

Ona göre bu olumsuzluklar üç kavga cephesi olu şturmu ştur. Bunlar:

Sömürgelerde emperyalizme kar şı direnç cephesi

3 R.Peker, İnkılap Dersleri , s. 38.

109

Patronları kendi menfaatleri u ğruna sömürdükleri i şçilerin direni ş cephesi

Büyük sanayi sahiplerine ve bunlardan toptan mal alıp halk yı ğınlarına satanlara kar şı tedbirler almak kaygısından do ğan tüketici cephesi.

Ona göre bu geli şmeler liberalizmin milli birli ği bozucu ve sınıflar arası çatı şmaları kı şkırtıcı hale getirmi ştir ve bu da sınıfların birbirine dü şman olma durumunu ortaya çıkarmı ştır. Bu nedenle milletin lehine yapılacak eylemlerin ba şarı yollarını kapadı ğına inandı ğı bu ideolojiyi benimsemeyi vatan hainli ği ile e şde ğer tutmaktadır.

Peker’e göre liberalizm sadece ekonomik bozuklu ğun ve ahenksizli ğin sebebi de ğil devlet mefhumunu da dejenere eden bir sistemdir. Feodal devlet tipiyle insanlar teklikten çıkıp yı ğın haline gelmi şler ilk mü şterek ya şayı ş tarzı içine girmi şler ve tek adamların pe şinde ortak mukadderata ba ğlanmı şlardır. Bu insanlı ğın devlet anlayı şında bir geçi ş dönemidir. Bu geçi ş evresi sonunda birbirinden şekil ve hacimden ba şka esaslı bir farkı olmayan feodalizmden monar şiye inkılab eden devlet şekli hürriyet ihtilali 4 , ile liberal devlet tipi bir müddet sonra birçok bakımdan tefessüh ederek kurucu ve i şletici kıymeti azalıp bozulmu ştur. Liberal devletin iç hayatındaki anar şik vaziyetten ve devlet i şlerini yürütemeyecek derecede bozulmasından dolayı bu devlet tipi aleyhinde yer yer tepkiler meydana gelmi ştir.

Peker liberal devlet anlayı şının getirdi ği kuvvetler ayrılı ğı prensibinin ve parlementer sistem anlayı şının “disiplinsiz hürriyet”i do ğurdu ğunu ve bunun dejenerasyonu hızlandırdı ğını dü şünmektedir. Peker’e göre liberlaizmin hürriyet anlayı şı, liberalizmin kendi ilkelerinden uzakla ştırmı ş ve devlet otoritesinin zayıflaması ile birlikte suiistimaller meydana gelerek sınırsız hürriyetler, hürriyeti bo ğmu ştur. Dolayısıyla bu dü şüncenin öne çıkardı ğı ferdi hürriyet anlayı şının meydana getirdi ği intizamsızlık yeni tahakkumiyetler olu şturmu ştur. Bu

4 “Hürriyet İhtilali”. Peker’in Fransız İhtilali gibi liberal manada gerçekle şen sosyal olgulara kar şılık olarak kullandı ğı bir terimdir.

110

tahakkumiyet liberal sistem ve onun müesseseleri içinde me şrula şmı ştır. Hatta sistemin ilkelerine aykırı olmasına ra ğmen onunla bütünle şmi ştir. 5

b. Sosyalizm Sanayile şme sürecinin hızlanmasıyla ve geleneksel toplum düzeninin da ğılı şı, hem iktisadi politikada, hem de dü şünce alanında yeni görü şlere zemin hazırlamı ştır. Özel mülkiyet ve ferdi giri şim sistemi bilhassa Fransız İhtilali’nden sonra ülkelerin sosyal ve ekonomik düzenin en güçlü temeli haline gelmesine ra ğmen toplum düzenindeki süratli de ğişimler ve yeni yeni ortaya çıkan bazı meseleler birçok şikayet ve ele ştirilere yol açmı ştır.

Bu geli şmeler 19. asrın ortalarından itibaren Avrupa’nın iktisadi, sosyal, siyasi ve entelektüel hayatında çok önemli rol oynayacak ve bir protesto dü şüncesi olan sosyalizmin ideoloji olarak ortaya çıkmasına sebep olacaktır. 6

Anla şılaca ğı üzere sosyalizmde çıkı ş kayna ğı Fransız İhtilali ve onun ideolojisi olan liberalizmdir. 1789 “ İnsan ve Vatanda ş Hakları Beyannamesi”nin ortaya atmı ş oldu ğu kanun önünde tüm vatanda şların e şitli ği yani hukuki e şitlik ilkesinin bilhassa 1815’lerden itibaren yazarlar tarafından ekonomik e şitli ğe de dönü ştürülmesi sosyalist dü şünceyi olu şturmu ştur. 7

Kendi aralarında ilintili olan liberalizm, sosyalizmin sebebi sosyalizm de liberalizmin sonucu olmu ştur. Peker’de sosyalizmi liberalizmle olan ilintisi içinde de ğerlendirmekte ve liberalizmin tarihi süreci ve neticelerinden yola çıkarak sosyalizme bir mana yüklemektedir.

Peker’e göre insanlık ilerledikçe ihtiyaçlar artmı ş bu ihtiyaçları kar şılayacak fabrikaların kurulması için adımlar atılmı ştır. Tek tezgahtan çok tezgaha geçilince fabrika ürünlerinin kalitesini artıracak çareler aranmı ş ve bulunmu ştur. Bu faaliyetler işçili ğe ra ğbeti artırmı ş ve ziraatı yorucu ve verimini çok az bulan insanlar

5 R.Peker , “Disiplinli Hürriyet”, Ülkü, I, s. 3 (1933), s. 178. 6 Aydın Yalçın, İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi , (Tarih Yok), s. 275 7 F.Armao ğlu, a.g.e., Ankara 1989, s. 14.

111

fabrikalarda çalı şma hevesine kapılmı şlardır. Böylece i şçilik ra ğbet edilir, sevilir, istenir bir meslek gibi görünmeye ba şlamı ştır.

Makine devrinin açılması makinenin motor gücüyle i şlemesi ve fabrika ürünlerinin yeni nakil vasıtaları ile bir taraftan di ğer tarafa kolayca götürülmesi karı ço ğaltmı ş ve patronların hırslarını artırmı ştır. Kar arttıkça ihtirasları kabaran i ş sahipleri insani faziletlerden uzakla şmı şlardır. İş çiler her gün daha çok artan bir tazyike maruz kalmı şlardır.

Liberal fikirlerin bir kolu olan çalı şma serbestli ğinden istifade eden patron tabakası bunu i şçiler aleyhine kullanmı ştır. Bunun neticesi olarak i şçi sınıfı güçlenmi ş ve bir sınıf şuuru olu şmaya ba şlamı ştır.

Büyük sanayi müte şebbislerinin i şçiler üzerindeki tazyiki arttıkça i şçiler de sınıf şuuru gittikçe kuvvetlenmi ştir. İş çiler tek olmaktan çıkıp birbirlerine dayanan tek cephe haline gelmi ştir. Mü şterek menfaatte birle şme duygusuyla birbirlerine dayanan i şçiler mü şterek faydayı elde etmek için zor kullanma yoluna gitmi şlerdir. Patron ve i şçi cephesi birbirleri ile bo ğuşur duruma gelmi şlerdir. İktidar mevkiindeki liberal devlet bu çeki şmeye müdahale etmemi ştir.

Bu geli şmeler, patronların da birle şmesine sebebiyet vermi ştir. Patron i şçiye kar şı lokavt kozunu kullanırken, i şçi de grev kozunu kullanma yolunu tutmu ştur. Bunun üzerine sendikalist bir fikrin, kurum haline gelecek bir surette tatbik edilmesi lazımdı. Sendikalizmin ilk tatbik dönemlerinde ihtilal amacı yoktu. İş çilerin birbirlerini koruma ve dü şkün zamanında yardım vasıtası olarak görülen kurumlardır. Fakat bu kurumlar, o zaman siyasal olmayan esaslarına ra ğmen siyasal neticeler vermi ştir. Bütün bunların neticesinde sınıf şuuru üzerine oturmu ş sosyalist ideoloji meydana gelmi ştir.

Peker, sosyalizmin ortaya çıkı şını ve çıkı ş sebeplerinin liberalizmle ilintisini şöyle kurmaktadır:

112

Ekonomik liberalizm, sanayile şme dönemindeki sosyal çarpıklıklara çözüm bulamamı ştır. Hatta çözüm bir yana, uygulamalarda sermayedardan yana tavır koymu ştur. Tüketici ve i şçi haklarını kollayıcı tedbirlere yana şmaması ve her geçen gün sermaye lehine radikalle şmesi tıkanıklı ğı artırmı ştır. Böylece liberal uygulamaya kar şı, sosyalist dü şünce kuvvetlenme şansına sahip olmu ştur.

Sosyalizmin yayılmasında, liberal parlamentalizm etkili olmu ştur. Sosyalizm işçilerin parça parça duydu ğu ızdırapları birbirine ekleyerek umumi bir dilek haline getirmi ş ve onu yaymı ştır. İnsan yı ğınlarının uzun acılarından sonra hürriyete kavu şmu ş olmaları evvelce idare edenlerden görmü ş oldukları fenalıkların reaksiyonu olarak hürriyet fikrine kayıtsız ve şartsız sadık kalmaları, sosyalizme yayılma imkanı vermi ştir.

Marks’ın ve Engels’in gayesi liberal devlet yerine i şçi diktatörlü ğü kurmaktan ibarettir. Sosyalist dü şüncelerini, Voltaire ve Rousseau’nun ya şattı ğı hürriyet havasından istifade ederek yaymı şlardır. Fransız İhtilali dünyaya bu kadar geni ş hürriyet getirmemi ş olsaydı, sosyalizmin fazla geli şme imkanı olamazdı. Sosyalizm, hürriyet ihtilalinin getirdi ği neticeler içinde demokrasinin ve parlamentarizmin bünyesinde büyüyüp yayılmı ştır.

Peker’e göre sosyalizmin yayılmasının ba şka bir sebebi de sınıf şuurudur. Ona göre i şçiler nüfusun nispeten en genç, cüsseli, kuvvetli, ne şeli, müte şebbis ve gözü pek unsurlarıdır. Bunlar köylerdeki gibi ayrı ayrı mıntıkalarda de ğil ekseriya büyük şehirlerde fabrikalarda çalı şırlar. Bu genç, dinç ve sıhhatli kalabalı ğın birbirine dayanan bir yaradan hep birlikte acı duyan insanlar olması herhangi bir mevzuun üzerlerine aynı tesiri yapması ve mukadderatlarının mü şterek olması, aralarında birlik duygusunu yaratmı ş bu duygu da sosyalizmin sınıf terkinlerini kolaylaştırdı ğı gibi bu fikrin güçlenmesinde etkili olmu ştur.

Peker sosyalizmi geni ş kitlelere yaymak için bu fikrin uygulayıcılarının, mukadderatını i şçi sınıfınınkine benzetti ği köylüyü mal mülk sahibi olmayanları az çok tahsil görmü ş bilgili fakat varlıksız unsurları i şçi hareketinin destekçisi haline

113

getirmeye çalı ştı ğını dü şünmekte ve sosyalizmin ana çizgilerini şöyle tasnif etmektedir:

Sınıf kavgası: Sosyalizmin gayesi, i şçiyi patrona kendisini fakir farz eden ve zenginlerin sosyal hayat için tehlike oldu ğuna inandırılan kimseleri, burjuvalara saldırtmaktır. Bu kavgada sosyalizm hiçbir anla şmayı ve uyu şmayı kabul etmez. Kavga bütün kar şı cephenin yok edilip i şçi sınıfının hakimiyeti kurulana kadar devam edecektir.

Kolektivizm: Bunun esası mülkiyet hakkını tanımamasıdır. Her şey her kesindir. Üretilen her şey herkesin mü şterek malı olmalı ve bu mü şterek malı vücuda getirmek için insanlar mü ştereken çalı şmalıdırlar. Bunun daha ilerisi, komünizmin varmak istedi ği noktadır. Özetle sosyalist telakkide mülkiyet yoktur. Her şey herkesin mü şterek malıdır. Burada tasarruf, mülkiyet hakkı, servet, para, sermaye, miras mevzubahis de ğildir.

Beynelmilelcilik: Sosyalizmde millet yurt gibi telakkiler reddedilmi ştir. İlk do ğuşunda ve uzun zaman yol alı şında yalnız bir yurttaki i şçiler için olan birlik dü şünceleri sonraları bütün dünyayı çerçevesi içine almı ş ve parolası “bütün dünya işçileri birle şiniz” olmu ştur. Sosyalizm yurt ve millet tanımadı ğı için bir milletin kendi hakları kendi i şçileri için sava şmasını dahi me şru saymaz. Sosyalistlere göre tek bir sava ş vardır, o da i şçi sınıfının ba şka sınıflarla olan sava şıdır. İş çi sınıfını muzaffer kılmak ve yenilen burjuvazinin üzerine proletaryanın hakimiyetini kurmak, sosyalizme göre esas sava ştır. Fakat bu telakkiler liberal devlet içinde sınıf hakimiyeti için çalı şırken böyledir. Proletarya diktatörlü ğü kurulduktan sonra fiili hal yurtta, sınırda tanır. Liberal devlet içindeki sosyalist düşünce millet fikri ile çatı şmakta iken komünist devlette önü çeken milletler vardır. Sosyalistler millet olmadı ğını millet için sava ş olmadı ğını telkin ettikleri halde sosyalizmin iktidar mevkiine geçmi ş bir tipi olan bugünkü komünist Rusya’da bu böyle de ğildir. Yine Peker’e göre sosyalizmin iktidarı elde etme yolundaki tatbik planı şöyledir:

İş çi sınıfı arasında sınıf şuuru beslenerek ayrılmaz birlik ve tesanüt olmalıdır.

114

Her sosyalist bulundu ğu yerde te şkilat kurmalı ve birbirleri ile ba ğlanmalıdır.

Sosyalist sınıf kanun ve nizam yoluyla iktidar mevkiine geçemeyecektir. Binaenaleyh ilk fırsatta i şçi sınıfı kanlı ihtilal yaparak iktidarı ele almalıdır.

İktidar mevkiini ele geçirdikten sonra terör yapmak ve muvaffakiyete engel olacak kuvvetleri ezmek gerekir.

Bütün bu kuvvetleri böylece ezdikten sonra yalnız işçi sınıfının diktatörlü ğüne dayanan bir devlet kurmalı ve bundan sonra diktatör devlet bütün insanların aynı safta mesut olacakları rüyasının tahakkukuna kadar keskin ve katı bir disiplinle idareye devam etmelidir. 8

Peker’in sosyalizm izahı ve ele ştirisi aslında, sosyalizmi baz alarak yaptı ğı liberal sistemi ele ştiri olarak de ğerlendirilebilir. Sosyalist dü şünceyi oturdu ğu fikri temellerden çok liberalizmin ya şadı ğı tarihi sürecin neticeleri olarak ele aldı ğını görmek mümkündür. Marksizmi ba ğımsız bir fikir olarak görmeyip liberal dü şüncenin problemi olarak algılamaktadır. Bu dü şünceyi “tez-antitez” ili şkisi içinde ele almaktadır. Burada asıl amacı olumsuzlukları ortaya koyarak kendi dünya görü şünü alternatif dü şünce olarak göstermektir. Ona göre liberal düşüncenin tarihi süreci insanlık için olumsuz neticeler vermi ştir. Sosyalizm bu olumsuzlukların kar şısına reaksiyoner bir tavır olarak ortaya çıkmı ştır. Ama o da olumsuzlukları gidermek yerine yeni çıkmazlar meydana çıkarmı ştır. Tıkanıklı ğın sebebi sosyalizm de ğil liberalizmdir. Sosyalizmin çıkı ş noktası haklıdır, yanlı şlı ğı çare olarak üretti ği dü şüncelerdedir. Bu dü şünce de liberalizmin ferdi baz alan anlayı şının ortaya çıkardı ğı tıkanıklı ğı ifrada varan sınıfçılık dü şüncesi ile ya şamı ştır. Yani yanlı şlık iki fikrin de sosyal mutlulu ğu parçadan tüme vararak elde etmek iste ğinde yatmaktadır. O halde, sosyalizmin haklı çıkı ş noktaları esas alınarak, sosyalizmden farklı liberalizm reaksiyon yeni bir izah şekli geli ştirilmelidir. Bu da milli bir hüviyet olarak şekillenen Türk inkılabı ideolojisidir. Bu dü şünce ona göre parçada tüme vararak de ğil tümden parçaya gitme ilkesi etrafında çözüm bulma iste ğindedir.

8 R.Peker, a.g.e., s.25-40.

115

Bu bakı ş Almanya’daki liberalizme ve ferdiyetçili ğe kar şı verilen reaksiyonların geli ştirdi ği dü şüncelere benzemektedir.

c. Fa şizm Peker’e göre fa şizm sınıf ihtilaline kar şı liberal devlet içinde meydana gelen siyasal rejimlerdir. Her iki rejimin meydana geli ş sebeplerini tarihi açıdan ele alır ve açıklamaya çalı şır. 9 Peker’e göre Mussolini sınıf mücadelesine tamamen zıt ve memleketin türlü sınıflar arasında uygunluk getiren siyasal ve sosyal bir ekol ortaya koymu ştur.

Peker fa şizmi şöyle tanımlamaktadır: “Fa şizm, sınıf mücadelesine, beynelmilelcili ğe ve di ğer sınıfların tanındı ğı siyasal inançlara zıt olan demokrasiyi fırkaları ve hürriyet ihtilalini getirdi ği parlamentarizmi inkar eden bir politika yoludur.”

Peker fa şizmi tarihi bir yakla şım içinde ele alır ve bu sistemlerin ortaya çıkma sebeplerini açıklamaya çalı şır. Ona göre I. Dünya Sava şı sonrasında sava şan tüm ülkelerde büyük karı şıklıklar meydana gelmi ştir. İtalya ve Almanya da bu karı şıklıklardan kurtulamamı ştır. Liberal devlet ise bu karı şıklıklara çözüm getirecek güçten yoksundur. Komünizm hem bu karı şıklıklardan hem de liberal devletin zafiyetlerinden yararlanmasını bilmi ş ve bazı ülkelerde seçim mekanizması ile iktidara gelebilecek kadar güçlenmi ştir. İş te bu noktada fa şizm komünizm cereyanına bir tepki olarak ortaya çıkmı ş ve iktidar olmu ştur. Her iki sistem içinde gerekli tedbirler alınarak liberal devlet zihniyetine son verilmi ş böylece karı şıklıklar önlenmi ştir. Peker bu sistemler içinde ülke sorunlarının çözüldü ğü ve liberal devlet zafiyetlerinin kısmen giderildi ği kanaatindedir. Ancak Peker’in bu yargısı sadece İtalya ve Almanya için geçerlidir. Peker’e göre fa şizm söz konusu ülkelerin kendi şartları içinde meydana gelmi ştir. Bunun için İtalya ve Almanya karı şıklıktan kısmen kurtulmu ş, sınıf devleti engellenmi ştir. Peker, 1934 ve 36’luı yıllarda fa şizmi sadece

9 R.Peker, a.g.e., s. 47-52.

116

bulundu ğu ülkeler için uygun siyasal rejimler ve o ülkeler için bir çıkı ş olarak de ğerlendirmekle birlikte söz konusu rejimlerin taklit edildi ği ülkelere felaket getirece ği yine aynı yıllarda 1934’te açıklamaktadır.

Ba şbakanlı ğı döneminde de fa şizm kar şısındaki tavrı kesindir. Bunu İstanbul Üniversitesi’nde milliyetçilik konusunda vermi ş oldu ğu konferansta açık ve net bir şekilde görmek mümkündür. Bu konferansında tüm totaliter rejimleri suçlayarak fa şizm hakkında şunları söyler: “Ba şka din ve ba şka ırktan yurtta şları milli varlı ğın ayrılmaz parçası sayan zihniyet üstünde kuvvetle durduktan sonra ayrıca Yahudilerden bahsetmeye mahal olmamak lazımdı. Ben-i İsrail devletlerinden sonra bilhassa Hrıstiyanlık taassuplarının üzerinde dü ğümlendi ği bu mesele son devirlerin Nazi ve fa şist cereyanları arasında büyüyerek yeni sirayetler yapmı ştır. Yüksek bir insanlık cemiyeti için iptidai sayılan bu yanlı ş ve zararlı anlayı şın yurdumuzda görülen eski ve yeni izlerinden sıyrılmanın Türk milliyetçili ğine asil bir mahiyet verece ğine inanmalıyız. İnsanlık tarihi antisemitizmi yirminci asır için bir ayıp olarak kaydedecektir… Bu siyasi akideyi ta şıyanlar memleketlerinin mukadderatına hakim oldukları gün diktatörlük kuracaklar ve sonsuz maceranın bata ğı içinde mahvolacaklardır. ” 10

Peker’in fa şizme ili şkin görü şlerinin incelenmesi şu sonuçları ortaya çıkarmaktadır: Peker tüm totaliter rejimlere oldu ğu gibi fa şizme de kar şıdır. Ancak 1934-1936 yıllarında fa şizm di ğer ülkeler için de ğil yalnız İtalya ve Almanya için uygun rejimler oldu ğu kanaatindedir. Çünkü bu rejimler o ülkelerin kendi şartlarının bir sonucu olarak meydana gelmi ş ve devletin bazı zafiyetlerini gidermi ştir. Peker’e göre her ulus kendi rejimini kendi şartları içinde ve bu şartlara uygun olarak olu şturmalıdır.

1946’lı yıllara gelindi ğinde ise Peker’in bu görü şlerinin önemli ölçüde de ğişti ğini görmekteyiz. 1930’lu yıllarda savundu ğu görü şün aksine fa şizmin

10 Bkz. “Ba şbakanın Üniversitedeki Nutku: Recep Peker milliyetçilik anlayı şının veciz bir tarifini yaptı.”, Ulus, 29 Mart 1947.

117

İtalya’ya ve Almanya’ya felaketler getirdi ğini ve bu rejimlerin uygulanaca ğı ülkelerin mahvolaca ğını kesin bir ifade ile açıklamaktadır.

B. KEMAL İST TEK PART İ HAKKINDAK İ GÖRÜ ŞLER İ Tek parti sistemlerinin ancak diktatörlükle ba ğda ştı ğı genel bir kanıdır. Komünist ve fa şist tek partiler bu kanıyı do ğrulayan örnekler olarak görülür. Ama bu durumun çok ünlü ve önemli bir istisnasını “Kemalist Tek Parti” modeli olu şturmaktadır. Kemalist tek parti Cumhuriyet Halk Partisi ile Komünist ve Fa şist tek partiler arasındaki fark yalnız ideolojik düzeyde görülmez. Hedefi yansıtan ideolojik farklılık, Kemalist tek partinin yapısında ve devlet içinde oynadı ğı rolde de önemli farklılıklar yaratır.

Kemalist tek partinin görevi, toplumu ço ğulcu bir demokrasiye hazırlamaktı. Tek partili sistem, sürekli de ğil sadece bir geçi ş dönemi olarak öngörülmü ştü. Ba şlangıçta Memur-Esnaf komiteleri görünümündeki “Ocak” örgütlemesine dayalı yapısı, totaliter partilerden çok kitle partilerine benziyordu. Partinin kapısı herkese açıktı. 11

“... Resmen her kademedeki bütün yöneticiler seçimle i şba şına geliyorlardı bu uygulamada plüralist sistemlerde oldu ğundan daha yolsuz cereyan eder görünmüyordu...” 12

Ba şka bir de ğişle Atatürk’ün tek partisi dı şında bulunmayan ço ğulculu ğu içinde ya şıyordu. Gelece ğin muhalefeti ve daha sonra demokratik iktidarı da gene oradan çıktı. Partinin ideolojisini yansıtan altı ilke Anayasada da yer aldı ğı halde, o ilkelere ters dü şen iktidarları “Tek Parti Anayasasından” hemen hiç yakınmaları olmadı. Tek parti sistemi Türk milletine yakı şan sürekli ya da ideal bir sistem olarak de ğil, devrimi koruyacak geçici bir tedbir olarak savunulmu ştur. 1924 ve 1930’da muhalefet partilerinin kurulması, her iki deneyimin de kısa ömürlü olmasına ra ğmen

11 A.T.Kı şlalı.a.g.e., s.208-209. 12 Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Türkçesi Ergun Özbudun , İstanbul 1993, s.361.

118

te şebbüslerde bulunulmu ş olması bile ba şlı ba şına çok anlamlıdır. Nihayet 1945-1950 yıllarında barı şçı yoldan bir çok partili sisteme geçi şi Kemalist rejimin bu “demokratik yönetimini” dikkate almaksızın anlamak mümkün de ğildir. 13

Prof. Dr.Bahri Savcı tek partiye yönelmenin sebeplerini şöyle açıklar; Bu dönemde tek parti içinde kuvvetli, etkili, dinamik, inkılapçı ve ihtilalci zihniyete sahip ve iyi niyetli dü şünce ve aksiyon merkezleri, Türkiye’de zaten tek partili bir rejim bulundu ğunu; meselenin bunu, sol tek parti ile fa şist tek partinin birer kopyası olmadan, Kemalizm ideolojisi mihveri üzerinde anma, gene tek partili bir otoritaryonizm haline getirmekten ibaret oldu ğunu söylemeye ba şladılar. Yeni Komünizm ve Fa şizm ideolojilerini kopyalamadan, tek parti temeli üzerinde milliyetçi, inkılapçı, ihtilalci bir otoritecilik prensibi ile bir Kemalizm ideolojisi örmeye çalı şıldı. Bu da tek parti devrinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ideali Cumhuriyet ideolojisinin gecikmesinin nedenlerinden biri oldu. Bu Mustafa Kemal’in gerçek ideolojisine zıt bir akımdı... Çünkü Mustafa Kemal ideolojisi, bütün manasını ve şumulü ile gerçek demokrasiden bir halk temeline dayanan bir demokrasidir. Tek parti otoritecili ği ise böyle bir demokrasi te şkil etmez. Fakat fa şizmin milletler arası alanda kazandı ğı prestij, Türk siyasi kademelerini gerçek yönlerinden dı şarıdaki böyle bir ara ştırma içine attı ğı bir gerçektir ve bu gerçek tek partili demokrasimizi, çok partili e şkaline do ğru geli ştirmede durduran bir sebep te şkil etmi ştir. 14

Burhan Asaf, demokrasi üzerine: “Harp sonrasında birisinin hastalı ğı kuvvetle şayi oldu. Bu hasta demokrasi idi bir taraftan onun neden hastalandı ğı hakkında kitaplar yazılırken bir taraftan da Rusya’da komünizm ve İtalya’da fa şizm gibi, demokrasiyi bilfiil tasfiye etmi ş rejimler peydah oldu. Fakat Demokrasinin hastalı ğı hakkında tetkikler devam etti...” 15 de ğerlendirmesini yapmaktadır.

13 Ergun Özbudun, Esin Kalaycıo ğlu, Levent Köker, Türkiye’de Demokratik Siyasi Kültür-Türk Demokrasi Vakfı , Ankara 1995, s.13-14. 14 Bahri Savcı, Demokrasimiz Üzerine Dü şünceler , Ankara 1963, s.33. 15 Burhan Asaf, Rejimler Nasıl Niçin De ğişiyor?, Kadro, S.12, Birinci Kanun 1932, s.27.

119

Türkiye’de bir tek parti olgusu mevcut olmu ş, fakat tek parti ideolojisi ve ya doktrini mevcut olmamı ştır. Di ğer bir deyimle Türkiye’de tek parti sürekli ve arzulanır bir model olarak me şrula ştırılmamı ş, aksine zorluklar sebebiyle ba şvurulan ve zamanı geldi ğinde yerini ço ğulcu demokrasiye bırakacak olan geçici bir rejim olarak görülmü ştür. Çok partili siyasi demokrasi bir anlamda yapılan denemelerin de gösterdi ği gibi, eri şilmesi gerekli bir ideal olarak muhafaza edilmi ştir. 16

Ahmet Hamdi Ba şar, tek partili rejimler ve Türkiye üzerine şu görü şleri beyan etmektedir:

Tek partili rejimlerde siyasi iktidar partinin idare ve murakabesi altındadır. Biz de böyle bir rejimde olamaz ve parti iktidarın emrine girer. Hakikatte tek parti idarecileri buhran dolayısıyla büyük meseleler kar şısında kalıp bunları siyasi iktidar vasıtası ile halletmeye mecbur olan memleketlerde bazı faydalar sa ğlar. Hükümetin ba şında mesul insanlar vardır. Bunların kar şısında partili olarak aynı yolda yürüyen fakat muhtelif kanaatlere sahip olan insanlar bir te şkilat halinde çalı şmakta ve iktidarı kontrol etmektedir. Tenkitler soka ğa dü şmeden ve kitleye huzursuzluk vermeden bir münevverler kadrosu içinde yapılır; şahsiyetler bu te şkilat içinde te şekkül eder. Bu suretle tek parti içinde sanki bir çok partiler varmı ş gibi cemiyet idare olunur. Bizde tek parti nizamı, partinin ve parti hayatının ret ve inkarı demektir. Halk bizde ne kurulmu ş ve ne de ya şamı ştır. İktidar kendi emrinde bu isimle bir te şkilat bulundurmu ş ve buna bazı vazifeler vermi ştir. Parti o kadar yoktu ki Ba şkan Vekili, ba şbakan, genel sekreteri, Dahiliye Vekilli ve vilayetlerde il ba şkanları da Valiler idi. Parti hükümetin emrindeydi...” 17

Erik Jan Zürcher “Modernle şen Türkiye’nin Tarihi” adlı eserinde yer verdi ği görü şlerde; “ İtalyan fa şist rejimi ile Kemalistlerin rejimi arasında bazı benzerlikler bulunuyordu, a şırı milliyetçilik ve rejimin otoriter niteli ği...”

16 Ergun Özbudun, Atatürk ve Demokrasi- Ara ştırma Merkezi Dergisi -, V, 1989, S.14, s.293. 17 Ahmet Hamdi Ba şar, Demokrasi Buhranları , İstanbul 1956, s.48.

120

“Buna ra ğmen iki rejim arasındaki farklılıklar benzerliklerden daha çoktur... fa şistlerin aksine Kemalistler, halkı halkın kendi amaçları do ğrultusunda büyük çaplı ya da daimi şekilde seferber etmeye hiç kalkı şmadılar. Atatürk’ün bu yıllarda vermi ş oldu ğu nutuklardan bir tekinin bile fa şist tarzdaki büyük bir kitle toplantısında verilmedi ğine dikkat çekilmi ştir...” 18

Pratikte Kemalistler için askeri bir diktatörlük kurmaktan daha kolay bir şey yoktu. Milli Mücadele’de can alıcı bir rol oynayan ordunun itibarı büyüktür. E ğer Mustafa Kemal Pa şa o yolu tutmak isteseydi, orduyu iktidarı ele geçirmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktu. Ama o bu kolay yolu reddetti ve aktif politikada yer almak isteyen subayların görevlerinden istifa etmelerini sa ğlayarak orduyu siyasetin dı şında tutmakta ısrar etti. Kemalistlerin devlet i şlerine ordunun müdahalesi konusunda ki hassasiyetleri öyleydi ki; faal görevde olan bir askere oy hakkı bile tanımıyorlardı. Kemalist modelin bu açıdan bir benzerinin bulunmadı ğı kaydedilmektedir. 19

1935 yılında Recep Peker, Cumhuriyet Halk Partisi üzerine diyor ki; “... bugün görüyorsunuz, bütün yurdun varlı ğı içinde yurdun kuvvetini ve şerefini temsil eden bir varlık olarak partimiz vardır. Partimiz bugünkü yüce ve şerefli Türk varlı ğının kısa bir ifade ile, tam özü ve bel kemi ğidir. Bu önemi hatırdan çıkarmayan bir ilgi ile vazifemizi önümüzde tutarsak, bizden tarihin bekledi ği, ulusun bekledi ği ve nihayet şefin istedi ği vazifeyi yerine getirmek için bütün kuvvetlerimizi kullanmalıyız. 20

Cumhuriyet Halk Partisi bütün ülkede genel sekreterinin yönetiminde bir taban örgütüne sahip olmasına kar şın, partiye hakim olanlar milletvekilleri, kabine, ba şbakan (aynı zamanda partinin fiili genel ba şkanı) ve Cumhurba şkanı (aynı zamanda parti genel ba şkanı) idi. Parti ile devlet sıkı sıkıya özde şti. Bu durumun getirdi ği önemli bir sonuç partinin hiçbir zaman ba ğımsız bir ideolojik ya da örgütsel

18 E.J.Zürcher , Modernle şen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 1998, s.241. 19 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizm’e , İstanbul 1986, s.218. 20 Ayın Tarihi , 1-31 Mayıs 1935 , “Recep Peker’in Parti Delegelerine Söylevi”, s.61-62.

121

“ki şilik” geli ştirememesi ve yo ğun bir biçimde bürokratikle şmesiydi. Partinin uzun genel sekreterli ğini yapmı ş olan Recep Peker’in partiyi daha fazla ba ğımsızla ştırma ve ba ğımsız bir “Kemalist” ideoloji geli ştirme giri şimleri İsmet İnönü tarafından 1936 kongresinde devlet aygıtı ile parti örgütü arasındaki birli ğin resmi siyaset olarak açıklanmasıyla bo şa çıkmı ş oldu. Tek bir örnekle bunun anlamı, bir Valinin kendi vilayetindeki Cumhuriyet Halk Partisi şubesinin otomatik olarak ba şkanı olmasıydı. 21

12 Mayıs 1935 tarihinde ise Asım Us’un “Tek Parti” ba şlıklı yazısında:

“Cumhuriyet Halk Partisi büyük kongresinin toplanmasından sonra ortaya çıkan “Tek Parti” sözünün bazılarını sinirlendirdi ğini, buna sebep olarak da tek parti rejiminin ulus yurtta şların reylerini almadan idare etmek oldu ğunun ileri sürüldü ğünü belirterek devamla... Büyük Millet Meclisi’nde bu gün oldu ğu gibi geçmi şte de hiçbir vakit münaka şasız bir mesele geçmemi ştir. Her meselede bütün mebuslara fikirlerini açık söyleme imkanı verilmi ştir. Demek istiyoruz ki komuta ile müstakil mebusların bulunması ve ya bulunmaması ile bugünkü idaremizin mahiyeti de ğişmi ş olmaz. Meselenin esası Cumhuriyet Halk Partisi’nden ba şka esaslar üzerine yeni bir takım partilerin kurulup kurulamayaca ğı noktasındadır. Vakıa bu gün ülkemizde bir Tek Parti vardır. Bu da Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Fakat kanunlarımız yeni partilerin kurulmasına kar şı bir sınır koymamı ştır. E ğer tek parti rejimi kabul olunursa bu konuda ba şka partilerin kurulması imkanı kalkacaktır. Milli Mücadele yıllarında bir Tek Parti vardı. Bu da Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk şekli olan (Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) idi. Milli Mücadele böylelikle ba şarıldı. Ondan aykırı yollarda kurulan partiler yerlerinde bir türlü tutunamadı. Hem de hepsi ulusa zararlı oldu. Bu güne kadar yapılan tecrübeler göstermi ştir ki Devletimizin i şlerini Ulus için en iyi yolda yürütmek için (Tek Parti) rejimi çok faydalı olmu ştur. Bu rejimi kanunla ştırabiliriz. Bununla beraber bu rejim yukarda dedi ğimiz gibi... müstakil mebuslar bulunmasına

21 E.Z.Zürcher, a.g.e., s.259.

122

asla engel de ğildir. Böylelikle parti dı şında kalmı ş olan samimi yurtta şların fikirlerinden istifade edilmi ş olur.” 22

29 Mayıs 1939 tarihli “Ulus”ta “Karar Günleri” ba şlı ğı altında Recep Peker o günün atmosferini şöyle anlatıyordu:

“Beynelmilel sahada büyük hadiselerin seli akıp gidiyor. Bu hadiselerin tesiri o kadar geni ş ve şümulü bir mahiyettedir ki co ğrafya vaziyetine göre sahneden uzak farz edilen milletler için bile huzur ve emniyet meselesi birinci derecede ehemmiyet almı ştır. Bizim gibi bütün cihan şümul hadiselerde tesir almak ve tesir ika etmek bakımından birinci derecede mühim vaziyette bulunan bir devlet için vakaların akı şı kar şısında hareketsiz ve tedbirsiz kalmak felaket olurdu. Teyakkuzun, zekânın ve idarenin beraber çalı şmasını isteyen bu vaziyet kar şısında mütenevvi acı tecrübeler ile olgunla şmı ş geli şmi ş olan yeni Türkiye Devleti, muhakeme ve kararda süratle ve bünyesinde ki hayatiyetiyle hadiseleri önledi.

Südetler davasının halli sırasında bir tek çeki ilhak etmeyece ğine söz veren ve Versay Hükümetlerinin revizyonu için (milletlerin hürriyeti) düsturuna dayanan Almanya dili, ırkı, kültürü ayrı bir milletin doksan senelik mücadele mahsulü olan istiklalini bir günde payimar ettikten sonra... Adriyatik üstünden Balkan topraklarına atılan köprünün bu tarafı ba şına yerleşen İtalya, Arnavutluk’u şarka do ğru geni şletmek için sıçrama tahtası olarak kullanaca ğını söyledikten sonra devletler için huzur teminatı sayılabilecek bütün unsurlar ortadan kalktı. Bu bo şluk içinde bizim için dayanacak en esaslı nokta milli birli ğimiz, milli kudretimiz ve bizzat kendimize itimadımızdan ibaretti. Bundan sonra da menfaatlerini ve mukadderatlarını tehlikede görenlerin birbirini ve hepsinin birden hürriyet ve istiklalden sonra en büyük dünya nimeti olan sulhu garanti etmelerinden ba şka çare kalmadı. Büyük tehlikeler kar şısında devletlerin bu kadar süratle birbiri yanında yer alı şı ya şadı ğımız günlerin zorluklarını yenmek için kafi teminat sayılabilir. Bu anla şmalarda takip edilen metot sistemle şirse insanlık aleminin istikbali için de bir çok endi şeler ortadan kalkar. Asıl

22 Ayın Tarihi, 1-31 Mayıs 1935, S.18, s.172-173.

123

bizim için en büyük teminat hükümetimizin vakaların pe şinden sürüklenmeyerek tedbir almakta hadiselere takaddüm etmesi vaziyete hakim olmasıdır.

Yirmi yıl önce Sivas’ta toplanan Birinci Kurultay bütün yurtta şları vatanın istiladan kurtarılması gayesi etrafında birle ştirdi. Bugün Ankara’da açılacak olan be şinci büyük kurultay vatanın yeni istilalardan korunması tedbirlerinin vücuda getirdi ği emniyet havası içinde vazifesine ba şlayacaktır. Benim görü ş ölçüm ile 1919 baharında bir ecnebi istila ordusunun İzmir sahillerine çıkması ile 1939 baharında ba şka bir istila ordusunun Balkan yarımadasının garp parçasına çıkması arasında Türkiye’nin mukadderatına tesir bakımından pek büyük bir fark yoktur. Yeni harp vasıtaları Akdeniz’de ve adalardaki yeni vaziyet ve nihayet Roma İmparatorlu ğu’nu yeniden kurmak edebiyatı yapılırken yarım a ğızla yapılmı ş imalar bir arada mütalaa edilince bu mukayesedeki mübala ğa payı askeri haddine iner.

Evet karar günleri... biz şimdi milletlerarası vaziyetin tesiri altında devletin aldı ğı büyük karar günlerindeyiz. Aynı zamanda parti kurultayının toplanma günleri Türk Milleti’nin büyük karar günleridir.

Bizler Türk milleti olarak Osmanlı İmparatorlu ğu’ndan yeni devre siyasi ve iktisadi esaret altında ezilmi ş içtimai ve medeni seviyesi dü şkün, yolsuz, vasıtasız, sanatsız, sanayisiz, vicdan hürriyetinden mahrum, milli anlayı şı geri, iptidai vasıtalarla çalı şır ve yarı ya şar, yarı sürünür, şuursuz ve dirliksiz bir insan yı ğını halinde intikal ettik. Önceleri yurdun istiklali için Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti hüviyeti altında iç ve dı ş dü şmanlara kar şı kavga bayra ğını açan derin bir idealimizin mukavemet edilmez ate şi ile önüne gelen bütün azılı engelleri yakıp yıkarak temizleyen Cumhuriyet Halk Partisi sonraları milli, içtimai ve siyasi hayatımızda uzun zamanlardan beri birikmi ş arızaları küflü ve köhne telakkileri silip süpürerek Türk vatanında diri ve ileri bir milletin gözler kama ştıran hayatını tanzim etmi ştir.

Dört yılda bir toplanan parti kurultayları biri ötekini tamamlayan kararlar ile partinin ana prensiplerini ve di ğer esaslarını tespit ederek bütün dünya rejimleri arasında yeni Türkiye’nin rejim simasını belirtmi ştir. Bu suretle her tatbik edildi ği

124

memlekette ba şka telakki edilen ve her lügatte ba şka manaya gelen siyasi mefhumların bizim rejimimizdeki mahiyetleri aydınlaşmı ştır.

Partinin Türk ulusuna hizmet yolundaki çalı şmalarının en kıymetlisi siyasi ve içtimai hayatta yaptı ğı rehberliktir. Faal parti vazifesi alan partili arkada şlarımız için hiçbir imtiyaz tanımamak, partisiz yurtta şlara eksik bir gözle bakmamak ve parti hizmetinde bulunmanın kar şılı ğını millete hizmetkar olmak telakkisinin temin ettiği şerefle ödemek milletle parti arasını sıcak tutan esaslardır.

Parti prensipleri daha düne ve hatta bugüne kadar yer yer bütün insanlık kütlelerini birbiri ile çarpı ştıran ve milletleri parçalara ayıran din, ırk, sınıf telakkilerinin do ğurdu ğu kinleri, tezatları ve ihtirasları kökünden sökerek kaldırmı ştır. Türkiye’de insanlık ve yurtta şlık hak ve şerefinde cins farkı da kalmamı ştır. Bunlar içtimai muvazenenin asasını te şkil eder.

Parti, devletle milletin münasebetleri, devlet otoritesi ile yurtta şların hakları, hürriyetleri ve masuniyetleri arasında da muvazeneyi kurmu ştur. Milli Şefin (Cebirden ve anar şiden uzak) formülü bu muvazenenin en kısa ve en güzel ifadesidir.

Türkiye’de kurultayın itimadını kazanmı ş bin hükümetin otoritesine payan yoktur. Fakat öte taraftan da hükümet meclisin fasılasız murakabesi altındadır. Partinin Meclis Grubu yalnız hükümetin murakabesinde de ğil kanunların yapılmasında da, Büyük Parti Kurultayı’nın tespit etti ği rejim esaslarına ve ana prensiplerine uygunluk bakımından devamlı bir dikkat sarf eder.

Parti Büyük Kurultayı Türkiye’de en yüksek kurumdur. Kurultay parti çalı şma usullerini, parti hesaplarını gözden geçirmekle beraber en mühim i ş olarak devlet rejimi için lüzum gördü ğü esasları koyar. Bu esaslar devletin, hükümetinde parti meclis grubunun dört yıllık çalı şması için en kati direktifi te şkil eder.

Partimizin metotlarında mevcut olan ve ba şka hiçbir milletin parti hayatında tatbik edilemeyen bir çalı şma tarzı yeni Türkiye’nin simasına demokratik bir hususiyet vermektedir.

125

Partinin her yıl toplanan Ocak kongreleri ve iki yılda bir toplanan kaza ve vilayet kongreleri, iki kongre arasında geçen zaman zarfı arasında beliren ihtiyaçlara göre dilek ve isteklerini tespit ederler. Bu kongrelerde en büyük hükümet memurları ile belediye reisi belediye ve vilayet hususi idare meclisleri azaları hazır bulunurlar. Hükümet ve belediye reislerinin dilekler hakkında kongre huzurunda izahat vermeleri bunlardan mahallinde yapılacak olanların tatbiki ile devlet merkezine ait olanların da Büyük Kurultay’a gönderilmesi ve kurultay kararına ba ğlananların hükümetçe ve meclisçe tatbik sahasına konulması milletin siyasi faaliyet sahasında yalnız mebus, belediye ve vilayet meclisleri seçimlerinde rey vermekle kalmayarak devlet idaresine ve mahalli idarelere fasılasız bir surette do ğrudan do ğruya i ştirakinin tam ifadesi olur.

Be şinci Büyük Kurultay’ın açılması münasebetiyle parti kongreleri ile kurultayın mahiyeti, çalı şma şekli ve yeni Türkiye rejiminin esaslarına umumi çizgilerle temasta bulunmayı faydalı saydım.

Yeni Türkiye’nin rejimi hiçbir rejimden kopya edilmi ş de ğildir. Bu büyük eserde bütün be şeriyetin uzun asırlar çalı şma, dü şünme ve çarpı şmalarla elde etti ği tecrübe neticelerinden damlalar vardır. Parti programı yaparken insanlık aleminin mü şterek mirası olan bu neticelerden istifade etmekle beraber bütün esaslarımızın en ziyade hayata, kendi iç ve öz hayatımıza uygunlu ğu birinci derecede göz önünde tutmu ştur. Liberalizmin anar şisi, sosyalizmin sınıf kavgası, beynelmilelcili ği ve otoriter idare sisteminin devlet kurmak ve i şletmekte halkın reyini ve mütalaasını ve milli zekanın yardımını hiçe sayması gibi millet beraberli ğini bozan, milli kuvvetleri da ğıtan zararlı unsurlar aklı selimin filtresinden süzüldükten sonra yeni rejimin kendimize pek yakı şan çehresi meydana çıkmı ştır.

Biz yurdumuz, istiklalimiz ve hürriyetimizle inkılabımız ve rejimimiz ve partimizle her şeyimiz hep birden bir tek varlık te şkil ediyoruz. Bütün yurtta şlar hep beraber bu büyük ve mukaddes varlı ğın korunması ve yükselmesi için Milli Şefimiz etrafında toplanarak hazır duruyoruz. Biz derin tarihimizin şerefini, ıstırap

126

günlerimizin acısın beraber tadıyor, gö ğsümüz ümitlerle dolu olarak parlak ve şevketli bir istikbale gidiyoruz.

Bizi birbirimizden ayıracak, birbirimizden so ğutacak şeyler mi söylüyorlar? Bu telkinler nereden ve kimden gelirse gelsin inanmayaca ğız, birbirimize dayanaca ğız birbirimize güvenece ğiz, ya şarken ve çalı şırken kafamızı zekamızı kullanaca ğız. Daha do ğrusunu bulmak, daha iyisini yapmak daha ileri çok ileri gitmek için konu şaca ğız, konu şturaca ğız, hem tenkit edece ğiz, hem kendimizi tenkite arz edece ğiz. Biz tenkit ederken haklı ve insaflı olmaya, bizi tenkit ederlerken tahammül ve müsamaha göstermeye alı şaca ğız. Hem tenkit etmesini hem de itaat etmesini bilece ğiz. Kafaları ta ş olmu ş ve dilleri tahtala şmı ş bir insan yı ğını büyük hadiseler kar şısında ürkmeye mahkum şuursuz bir sürüden ba şka bir şey de ğildir.

Milli zindeyi veren hesap formülünde nüfus adedini gösteren rakamlar en tesirli i şgal etmezler.

Partinin Be şinci Büyük Kurultayı’na ba şarılar dilerim. Türk milletine ve onun asil bir timsali olan Parti Kurultayı’na hürmet; bu günkü varlı ğımızı kendisine medyun oldu ğumuz Ebedi Şef Atatürk’e minnet ve rahmet olsun.” 23

Recep Peker’in Türk siyasi hayatında Cumhuriyet Halk Partisi haricinde ya şam hakkı tanımadı ğı siyasi partilere ve siyasi dü şüncesine bakacak olursak, hedefledi ği siyasi ortamı buluruz. Siyasi partinin tarifini, “bir devlet içinde bütün ulusal i şleri ana çizgileri ve yürütme şekilleri üzerinde birbirlerine inananların ve dayananların bir ve beraber dü şündüklerini tatbik için vücuda getirdikleri birliktir.” 24 şeklinde yapmı ştır.

Siyasal parti hayatında üzerinde durulmaya laik ba şlıca unsur Şef bütün siyasal partinin, bütün ana dü şüncelerini, idaresini, yapı ş kuvvetini ve şerefini temsil eder. Recep Peker’in siyasal partide Şef’i merkez alması Almanların Führer’ini

23 R.Peker , “Karar Günleri”, Ulus, 29 Mayıs 1939. 24 R.Peker , İnkılap Ders Notları , Ankara 1936, s.62.

127

ça ğrı ştırmaktadır. “ Ebedi Şef”, “Milli Şef” kavramları Recep Peker’in açıklamaları ile gündeme geldi.

Çok partili dönemin ilk ba şbakanı olan Recep Peker, Cumhuriyet Halk Partisi haricinde kurulacak olan partileri, “bir takım zümre ve sınıfların kendi menfaatlerine uygun olarak öne sürmek isteyecekleri, bir takım telakkilerden do ğarak, ulusun politika ya şayı şında engeller ve muvaffakiyetsizlikler çıkaracak, da ğınık, karı şık partiler hayatının meydan alması ve devam etmesi devletin bu kadar ihtisar, kıymet, güven ve gönül birli ği isteyen çetin ve büyük i şleri zorla ştırmaktan, tökezletmekten ba şka şeye yaramaz. Her şey ulusalla şmı şken, parti de ulusal olmalı. Liberal devlet tipinin da ğınık partileri yerine ulusun bütün isteklerine omuz vermi ş, bütün tehlikeleri gö ğüslemi ş... ulusal bir partili idarenin muvaffak olaca ğı devirdeyiz.” 25

Recep Peker, partinin tek ve ulusal olması dü şüncesi ile, DP’nin kurulu şuna, Cumhuriyet Halk Partisi içinde en fazla tepki gösteren ki şi oldu. Yine bu dü şünce ile, DP’yi her fırsatta ele ştiri dozunu arttırarak, Cumhuriyet Halk Partisi dı şındaki partilere ya şam hakkı tanımadı. Devletin ve hükümetin ele ştirilmesine asla tahammülü olmayan Recep Peker, meclise serbest milletvekili olarak giren Halil Bey ve Sırrı Bey’in yeniden ba ğımsız milletvekili olmasını isteyen Atatürk’e kar şılık, İnönü’nün bulundu ğu toplantıda sert çıkarak, çok fazla muhalefet yaptıklarını söyledi, İnönü sadece ba şıyla onaylarken, Atatürk ise kendilerini ele ştiren birilerinin olması gerekti ğini söyledi. 26

Recep Peker, liberal devlet tipinin ve klasik parlamentarizmin ulus kuvvetini parçalayan, anar şik durumu içinde, yurtta şlar arasında particilik ve memleketçilik gibi suni bir tasnife yol açtı ğını ve her biri yurt menfaatlerinden ziyade şahıs ve zümre faydasını güden çe şitli partiler kar şısında, parti dı şında memleketçi olmak telakkisinin

25 R.Peker, a.g.e., s.67. 26 H.R.Soyak, a.g.e., s.93-95.

128

do ğdu ğunu söyleyerek bu gün ulusal bir devlet olan yeni Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek ulusal parti oldu ğunu savundu. 27

Recep Peker’in demokrasi anlayı şı ve siyasal katılımcılı ğa yönelik fikirlerinde iki farklı görü ş vardır. Birincisi; vatanda şlar, Halk Partisi kongrelerinde belirli adaylara oylarını verir. Partili bu adaylarda, içlerinden milletvekillerini seçerler. Recep Peker bu fikrini savunduysa da, uygulama alanı bulamadı. İkincisi ise; vatanda ş seçimlerde oy vererek devlet idaresine bu yoldan katılır. Fakat partili vatanda şlar için, her yıl toplanan kongrelerde fikirlerini söyleyerek katkıda bulunurlar. Kanunlar da bu surette yapılır. 28

Recep Peker’in, dü şündüğü, uygulamak istedi ği politik hayata ili şkin prensipleri gerçekle ştirmek için her şeyden önce “inanmak” gerekir. Kemalist devrimlere iman derecesinde ba ğlı olan Recep Peker, “inanarak konu şunuz inandı ğınız şeyleri söyleyiniz. Sizi kimse ma ğlup edemez... konu şurken mutlaka büyük bir maksat takip ediniz. Vatanda şın fikri milli sermayenin en de ğerlisidir” 29 dü şüncesindeydi. “Yeni Türkiye kurulduktan sonra 1930 yılların dünyası, do ğuda komünizm, batıda Almanya ve İtalya’da oldu ğu gibi fa şizmin tehdidi altındadır. Kemalist devrim, do ğusu ve batısındaki rejim mücadelesi arasında, ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Ancak sa ğdan ve soldan ne kadar baskı olursa olsun, Kemalist rejimin bunların hepsine kar şı koyacak hassasiyeti vardır” 30 diyen Recep Peker, bu devrimlerin ya şaması için mücadele etti.

Almanya’da Hitler Nazi Partisi’nin, İtalya’da Mussolini Fa şist Partisi’nin program ve fikir kayna ğı oldu ğu gibi Türkiye’de Recep Peker Cumhuriyet Halk Partisi için aynı rolü üstlendi.

27 R.Peker, “Recep Peker’in Partililerle Bir Konu şması”, Ülkü, S.39, VII, Mayıs 1936, s.161. 28 Ulus, 22 Nisan 1936 (CHP’ye 261 ki şinin katılması dolayısıyla Ankara Halkevinde yapılan konu şma). 29 R.Peker, “Konu şunuz, konu şturunuz” , Ülkü Seçmeler, S.8, Eylül 1933, s.23. 30 R.Peker, “Recep Peker’in yeni Halkevlerini açma nutku” , Ülkü, S.37, c.7, Mart 1936, s.5.

129

Milli Mücadeleye katılmı ş bir ki şi olan Recep Peker çok fazla kitap okuyan ve dünya tarihine siyasetine özel alaka göstermi ş bir ki şidir. Ö ğrenimi, gençli ği ve askeri görevleri, Osmanlı Devleti’nin yıkılı şı ve yeni Türkiye’nin do ğuşu dönemlerinde geçti ği için olayları, daha katı de ğerlendirdi ve do ğrularının de ğişmez oldu ğunu savundu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin olu şumunu, “do ğuşu ve ilerleyi şi yurdun kurutulu şuna ve yeni Türkiye Devleti’nin kurulu ş ve ilerleyi şine biti şik, onun içinde ve onunla beraber yüce ve bütün yeryüzü için enteresan bir hayat hadisesidir... Parti bütün doktrin ve prensiplerinde ba ştan bu güne kadar kurudu ğu ve kovaladı ğı yolları, herhangi bir nazariyecilikten de ğil, hayattan, hayatın kendisinden ve bizi etraflayıp ku şatan, kaplayan özel ve genel şartların heyet-i umumiyesinden alıp tespit etmi ştir” 31 şeklinde de ğerlendiren Recep Peker, yeni Türkiye’yi Cumhuriyet Halk Partisi ile aynı ve bir tuttu ve her ikisinin yapılanmasına e şit de ğer verdi. Partiye yapılan her şeyin devlete yapılmı ş olaca ğı görü şünden hareket eden Recep Peker, partiyi örgütsel yönden ve doktrin bakımından güçlendirmeye çaba harcadı. Parti’nin devlet örgütü ile hükümet üzerinde denetim kurabilecek ölçüde güçlü bir siyasi otorite olmasına çaba gösterdi. Aynı zamanda partinin ülkede ki tüm siyasal alana yayılmasını ve bu alanda tam bir denetim sa ğlamasını istiyordu. Bu amaçla Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasal alanda tam bir tekel kurmasına ve siyasal niteli ği de olan kurulu şların, parti içinde eritilmesine yönelik program hızla uygulamaya konuldu.

Recep Peker, parti ve kurultay kararlarının bütün yasalardan hatta Anayasadan üstün oldu ğunu, yasaların ve Anayasanın kurultay kararları ı şığı altında yeniden düzenlenmesi gerekti ğini savundu. Ayrıca hükümet (devlet mekanizması) kar şısında Cumhuriyet Halk Partisi’nin hükümet ve devletten önce gelmesi gerekti ğini açıkça savundu. Bu amaçla parti genel sekreterinin hükümet toplantılarına katılması, fakat hükümete üye olmaması gerekti ğini söyledi. 32 Ancak 15 Haziran

31 R.Peker, “9 Mayıs 1935 Devrim Partisi Kongresinde Genel sekreter Recep Peker’in söylevi” , İzmir, 1935, s.1. 32 CHP Be şinci Büyük Kurultay Zabıtları , Ankara, 1939, s.49.

130

1936’da Atatürk hükümete ba ğlı olmaksızın genel sekreterlik görevini yürütmekte olan Recep Peker’i, bu görevinden alarak parti genel sekreterli ğini hükümetten bir bakana genellikle İçi şleri Bakanına vermeyi uygun gördü. Atatürk, bu kararı ile parti ile hükümetin bir elden idaresi sonucunda halkın hükümetin icraatını daha kolay benimseyece ğini dü şündü. Ayrıca illerdeki parti ba şkanlı ğı ile valilikler de birle ştirildi. Böylece artık devlet ile partiyi birbirinden ayrı dü şünmek imkanı ortadan kalktı, fa şist diktatöryalardakine benzer bir sisteme yakla şılmı ş olunuyordu. 33

Recep Peker’in partiyi hükümetten üstün tutma arzusunun bir örne ği de ba şbakanlık ile parti genel ba şkan vekilli ğinin birbirinden ayrı kalması hususundaki fikirlerinde görürüz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Be şinci Büyük Kongresinde Recep Peker, “parti genel ba şkanlı ğı otoritesinin, günlük i şlerimizin üstünde, yüksek kalmasını iltizam etti ğim içindir ki; mezhul ba şvekilin aynı zamanda parti genel ba şkanvekili olmasında bir mahsur görmüyorum” diyordu. Recep Peker genel ba şkanvekilli ği ile ba şkanvekilli ğinin birle şmemesi gerekti ğini savunurken politik bir amacı, pratik olarak gerçekle ştirmek istiyordu. Bu da hükümete yönelik ele ştiriler ile parti içi ele ştirileri birbirinden ayırmaktı. Ancak, Recep Peker’in 1947 yılında ba şbakanlıktan istifasının temel sebebi, ba şbakanlık ile parti genel ba şkanvekilli ğinin birle ştirilerek kendisine verilmemesi oldu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Dördüncü Büyük Kurultayı’nda parti genel sekreteri Recep Peker Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk parti devleti oldu ğunu söyledi. Partinin devlet ve hükümetten ayrı ve ba ğımsız kalmasını gayret sarf etti. Ayrıca parti ideolojisinin geli şmesi ve yaygınlık kazanmasına çalı ştı.

1930’lu yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi Recep Peker’in dü şündü ğü gibi siyasal alanda bir tekel kurmayı ba şardı. Ancak parti siyasal alanda tek örgüt olduysa da, devlet ve hükümet mekanizmasına üstün gelmedi ği ona hakim olmadı ğı gibi bu mekanizmanın bir parçası haline geldi. Partinin devlet ve hükümet cihazına olan ba ğlılı ğı arttı. Parti-devlet yakınlı ğı öylesine birle ştirildi ki valiler ayrıca Cumhuriyet

33 Celal Bozkurt, Siyaset Tarihimizde CHP, Dünü Bugünü, İdeolojisi , İstanbul 1968, s.30.

131

Halk Partisi’nin il ba şkanı, içi şleri bakanı da parti genel sekreteri oldu. Recep Peker’in dü şündü ğü gibi parti, devleti de ğil, devlet partiyi içine aldı.

Recep Peker’e göre Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden yapılanması ile halkın bütün ihtiyaçlarını kar şılayaca ğını, böylece sosyal ve ekonomik bakımdan herhangi sa ğ ve sol telakkilere kayma imkanı bırakmayacaktır. Her vatanda ş, kendisi için çizilen bu yolu, yani Cumhuriyet Halk Partisi’ni sa ğ ve sol akımlara kapılmaksızın, bu prensipler do ğrultusunda dümdüz yoldan anlayacaktır. Bu amaçla hazırlanan yeni programda, yeni Türkiye’de zaten başlangıçtan itibaren devlette bir ve beraber çalı şan Cumhuriyet Halk Partisi varlı ğının, devlet varlı ğı ile birle şmesi sa ğlandı. Gerçekten partinin ana vasıfları olan Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, İnkılapçılık, Devletçilik ve Laiklik yeni programda onaylandıktan sonra, yeni Türkiye’de, devletin de vasıfları halini aldı. 34 Partinin “altıok” i şareti de Recep Peker’in bulu şudur. 1927 –1931 kurultaylarında partinin altı prensibinin formüle edilmesinde ve bunların izahlarının yapılmasında Recep Peker’in hizmeti ve rolü büyüktür. 1935 kurultayında partinin altı prensibi devlette payla şıldı. 35 Cumhuriyet Halk Partisi içinde partinin teorik yapısı ile ilgili çalı şmalar yapan, ara ştırmalarda bulunan en önde gelen yetkili Recep Peker’dir. Bundan dolayı Yakup Kadri “Kadro” dergisini, yapılan inkılapları halka anlatmak, süreklili ğini sa ğlamak için çıkarmak istedi ğinde, en büyük tepki, partideki üçüncü adam konumundaki Recep Peker’den geldi. “ İnkılabın ideolojisini ancak Cumhuriyet Halk Partisi gerçekle ştirir, bu vazife bizimdir, sana veremem” dedi. 36 Görüldü ğü gibi Recep Peker yeni Türkiye’de yapılacak her şeyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapmasını istiyordu.

Recep Peker, Atatürk döneminde en uzun parti genel sekreteri oldu. Bu dönemde partinin yapılanmasına çalı şmı ş, ancak 1936 yılında bizzat Atatürk tarafından bu görevinden alındı. Recep Peker parti genel sekreteri olarak Ba şbakan

34 R.Peker , CHP Genel sekreteri Recep Peker’in Söylevleri , Ankara 1935, s.9. 35 Fahir Giritlio ğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii , Ankara 1965, s.103. 36 Yakup Kadri Karaosmano ğlu , Zoraki Diplomat , Ankara 1967, s.45-46.

132

İnönü ile birlikte Rusya, İsviçre, İtalya ve Almanya’ya 1932 yılında tetkik ziyaret neticesinde parti kurultayına sunulmak üzere bir nizamname ve program hazırladı. Recep Peker’in hazırladı ğı bu program Ba şbakan İnönü tarafından imzalandıktan sonra Atatürk’e sunuldu. Atatürk bu taslakları okuduktan sonra Hasan Rıza Soyak ile aralarında şöyle bir konu şma geçti:

“- Bu zorbalar kimlerdir, onları kim seçecektir?

Şaşırmı ştım kekeledim:

Hangi zorbalar Pa şam?

Daha sert ve yüksek sesle

Efendim; sen dün ak şam bana getirdi ğin ka ğıtları bana okumadın mı?

Biraz okumu ştum Pa şam.

İş te orada bahsedilen, bütün kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi, tabii dolayısıyla, devleti ve memleketi kendi ba şlarına idare edecek olan yüksek meclisin azasını... diyorum; onları kim seçecek; bu zorbalar heyeti, kuvvet ve salahiyetlerini kimden ve nasıl alıyor?...hayret, hayret-i uzma bu ne sakat dü şüncedir, bu nasıl zihniyettir? Görülüyor ki varmak istedi ğimiz hedef, henüz en yakın arkada şlar tarafından bile, zerre kadar, anla şılmı ş de ğildir. Çocuk; biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki; bu memlekette bir gün e ğer dünyada hükümdarlık aleyhinde gittikçe artan kuvvetli cereyan muvacehesinde kalanlar varsa padi şahlı ğa taraftar olanlar dahi bir fırka kurabilsinler...”

Biraz dü şündü, asabiyetini yenmeye çalı şıyordu, aya ğa kalktı:

“Her ne ise...” dedi. “Sen şimdi kütüphaneye git o evrak, masamın üstündedir. Partinin bugünkü nizamnamesinden ve programından birer nüsha bul; kitaplar arasında vardır zannediyorum, şayet yoksa getirt... ben şimdi giyinip gelirim.”

Kalktım, kütüphaneye geçtim; istedi ği nizamname ve programı bulduktan sonra bahis konusu evrakı bir kere daha gözden geçirdim. Gerek nizamname, gerek

133

program, o zamanın tek partili totaliter idarelerinde ki esaslara göre, kaleme alınmı ştı; ba şta azası mahdut, fakat kudret ve salahiyeti sınırsız bir heyet tasavvur ediyordu. Bütün kararları bu ali heyet veriyor, Büyük Millet Meclisi bir şekilden ibaret kalıyordu... İtalya ve Almanya’da oldu ğu gibi, üniformalı gençlik te şkilatı kuruluyordu... Bir kelime ile tam manası ile fa şizm... Hele program, nihayet hükümetlerin senelik programlarına girebilecek bir çok teferruat ile dolu idi; içinde çocuklar için süt damlaları te şkiline kadar, aklına ne gelirse vardı. 37

Yine 1935 yılındaki kurultaydan sonra Anayasada yapılan bir de ğişiklikle Halk Partisi’nin, İtalyan Fa şizminde oldu ğu gibi devlet te şkilatını tamamen eline almak için, parti varlı ğının devlete yerle şmesi hareketi olan siyasi müste şarlıklıların Anayasal hüviyete girmesi de, Recep Peker’in Roma seyahatinden sonra oldu.

Recep Peker ideolojik bakımdan Cumhuriyet Halk Partisi’nin radikal sa ğ kanadındadır. Bundan dolayı yapmak istedi ği bütün çalı şmalar bu do ğrultuda olacaktır. “Recep Peker parti genel sekreterli ğine geldi ğinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir ba ştan bir ba şa yeniden örgütlenmesine geçildi. Bu yeniden örgütlenme Cumhuriyet Halk Partisi’nin fa şist ilkelere dayalı bir siyaset e ğitim örgütüne dönü ştürecek, fa şizmin Türkçesi “Yeni Kemalizm” olacaktır.” 38 Bütün bunları gerçekle ştirmek ise; Recep Peker’e göre, kanunların ve kanun müesseselerinin kuvvetle ve adaletle i şlemesi ile mümkündü. Bu açıdan otoriter olmak gerekir. Ancak otoriterlik ile totaliterli ği birbirinden ayırmak gerekir. Otorite bir cemiyetin varlı ğını ve kuvvetini masum tutabilmek, üstün tutabilmek için lazım bir unsurdur. Otorite olmadan en küçük bir cemiyetin dahi nizamla i şlemesi ve hatta payidar olması mümkün de ğildir. 39

37 H.R.Soyak, a.g.e., s.58-59. 38 M.Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), İstanbul 1992, s.318. 39 R.Peker , “Recep Peker’in CHP Grubunda İç Politika Hakkında Verdi ği Nutuk” , Ayın Tarihi, Ağustos 1947, s.16.

134

Görüldü ğü gibi, Recep Peker’in dü şündü ğü Cumhuriyet Halk Partisi, aynı zamanda devlet te şkilatının ta kendisidir. Partinin devleti içine aldı ğı yapılanmaya gidilince Atatürk parti genel sekreterli ği görevinden Recep Peker’i aldı.

C. CUMHUR İYET’ İN TEMEL İLKELER İNE İLİŞ KİN GÖRÜ ŞLER İ Recep PEKER, hayatı boyunca Atatürk ilkelerinin en büyük savunucusu ve destekleyicisi olmu ştur.Fakat ilkeleri yorumlarken, sert devletçi anlayı şı kendini göstermi ş ve tek parti zihniyeti ile birle şerek Atatürk’ten bazı yorum farklılıkları ortaya çıkmı ştır.Bu yorum farklılıkları özellikle devletçilik ve milliyetçilik alanlarında kendini belirgin olarak kendini göstermektedir.

a. İnkılapçılık Hakkındaki Görü şleri Recep Peker’e göre inkılap, “bir sosyal bünyeden geri, e ğri, fena, eski, haksız ve zararlı ne varsa bunları birden yerinden söküp, onların yerine ileriyi, do ğruyu, iyiyi, yeniyi ve faydalıyı zor mücadelelerle koymanın adıdır. Her büyük fikir hareketi, her inkılap, ileri gidi ş esnasında, nesiller, zamanlar geçtikçe, şefler de ğiştikçe hız ve heyecanını kaybeder. Bu safhalarda yava ş yava ş ana fikirlerden gerilemeler görülür. Sökülüp atılan geri unsurların bir daha geri dönmemesi için bir sistem kurup i şletmek ve suiistimal kapısını aralık tutmamak gereklidir. İnkılapları ya şatmak, kökle ştirmek ve özde benimsetmek için de, inkılabı şuurla ştırmak zorunludur. Aksi halde inkılap, gelip geçici bir hadise niteli ğini kazanır ve geri unsurlar, daha geni ş tahrip tesirleri ile geri döner.”

Görü şlerine şöyle devam eder: “ İnkılaplar sökülüp atılacak unsurların eskili ği derinli ği, azlı ğı ve çoklu ğu oranında zor ve ya kolay yapılır. Belli bir sınır içinde ya şayan bir ulusun iç hayatında yapılan köklü bir de ğişim olan inkılapları yapmak için çok kere zor kullanmak lazımdır... mukavemet ve irtica unsurları, yerine göre elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında eskiye alı şmı ş somurtkanlık, dilinde

135

iğfal ve tehevvürle öfke ile kar şınıza dikilirler. Bunları vurup devirmedikçe inkılabı yapmanın ve hatta uzun devirler korumanın imkanı yoktur.” 40

İnkılapçılık konusunda yapılacak de ğişikliklerin, muhitin tabii ihtiyaçlarını kar şılaması ve bizzat hayattan alınmasını savunmakla birlikte zorla de ğiştirme felsefesine yatkın olan Recep Peker, 13 Mayıs 1935 kurultay toplantısında, “her şeyimiz tamdır, düzenimiz yolundadır der de devletin tekamül usulü ile ileri gitmesini muvafık bulacak olursak... yalnız ileriyi de ğil, şimdiye kadar elde etti ğimiz bütün inkılap neticelerini de tehlikeye dü şürmü ş oluruz. Bu anlayı ş devrim fikrinin anası olan kutsal heyecanı söndürür” der. Bu açıklamalardan Recep Peker’in evrim yolu ile meydana gelen a şamalı de ğişmeli kar şı oldu ğu anla şılmakta, zorla de ğiştirme metodunu benimsedi ği ortaya çıkmaktadır.

İnkılapçılık Recep Peker için devletin varolu ş ve süreklilik kayna ğıdır, devletin dayanaklarından biridir. Cumhuriyet Halk Partisi 1931 programının izahı ile ilgili olarak İstanbul Darülfünun konferansında şöyle der: “ istila ordularının memleketten kovulmasına hatta muahedelerle kazanılan istiklalin mahfuz kalmasına ra ğmen inkılabı tahakkuk ettirilmemi ş bir Türkiye’nin ya şaması ve kurtulması mümkün olmazdı.” 41

Kubilay abidesinin açılması nedeni ile Menemen’de yaptı ğı bir konu şmada, inkılapçılı ğı devletin dayanaklarından biri olarak gördü ğünü şu cümleler ile açıklar: “Yeni Türkiye geçirdi ğimiz Kurtulu ş Sava şı’nın zaferi ile, istikbalin bütün şartlarını temin etmi ş olarak dahi iç inkılabın biri ötekine ba ğlı kurtarıcı zincirlenmesi, hayatımızda yer almadıkça Türkiye’nin kurtulmu ş sayılmasına imkan yoktur. İç inkılapları yapıp yerle ştirmemi ş Türkiye hangi siyasal vaziyette olursa olsun yeniden dü şmeye ve mahvolmaya mahkumdur.” 42 1947’lerde yaptı ğı bir konu şmada, “ba ğımsızlık ve devrim milletimizin yok halden var olu şa çıkı şının iki ba şlıca

40 Recep Peker, İnkılap Dersleri , İstanbul 1984, s.18, 19, 29. 41 Bkz. “Dün fırka programı üzerinde şayanı dikkat münaka şalı bir konferans verildi” , Milliyet, 17 Ekim 1931. 42 Bkz. “Kubilay Abidesi Açılma Merasimi”, Ulus, 27 Aralık 1934.

136

timsalidir... istiklalsiz bir devrim bir memlekete, bir millete hiç bir şey getirmezdi. Bunun gibi eski hurafelerin ba ğları altında manevi hüviyetini kaybetmi ş devrimi tahakkuk ettirmemi ş ve Türkiye’de istiklalini kazanmı ş olsaydı dahi medeni bir devlet olarak yükselemezdi” 43

Recep Peker’e göre inkılapçılık; devletin var olu şunda, devamlılı ğının sa ğlanmasında ve medeni bir devlet olarak yükselmesinde temel şartlar içinde en önemli faktör olarak de ğerlendirilir.

İnkılabı, ihtilal ve isyandan farklı şekilde yorumlayan Recep Peker, ihtilali; millet çapında bir hak arayı şı olarak, inkılabı; toplumu iyiye, yeniye, ileriye, faydalıya yöneltme, isyanları ise; “me şru otoriteye kar şı geriye do ğru seki ş” biçiminde tanımlar. 44

Yenile şme hareketlerini inkılap olarak kabul etmeyen Recep Peker inkılabın yenile şme hareketlerinden çok daha kapsamlı bir kavram oldu ğu görü şündedir. Otoritelerden kaynaklanan inkılabı da yenile şme hareketi olarak de ğerlendirir.

Türk inkılabını köken olarak: Halktan gelen inkılaplar kategorisinde de ğerlendiren Recep Peker onu, “hürriyet inkılabı tipinde bir halk ihtilali, inkılapların en yücesi... Batı’daki istismarcı insanların kazancına ket vuran bir hareket” 45 olarak tarif eder. Türk ihtilalinde sınıf ihtilali kokusu olmadı ğını belirtir. Recep Peker’e göre Türk inkılabı halktan otoritelere kar şı yapılmı ş ba şarıya ula şıldıktan sonra otoritelerden halka do ğru devam etmi ştir. O, “Batı Türkleri’nin şereflerini yükselten ve dünyanın gözlerini kama ştıran şaşaalı bir güne ştir.”

“Yüksek şuurun sevk ve idare etti ği Türk İnkılabı siyasal ve ekonomik yapı yanında sosyal ve kültürel ya şayı şı da de ğiştirmi ştir. Köklü, eski pek çok de ğerleri de ğiştiren, Türk İnkılabı, di ğer inkılaplara nazaran en güç ve en çetin olanıdır... zor kullanmayı gerektiren bir hususiyet gösterir.”

43 Bkz. “Ba şbakan’ın Menemen’deki Nutku”, Ulus, 4 Nisan 1947. 44 Bkz. “Recep Bey İnkılap Enstitüsünde ”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mart 1934. 45 R.Peker, a.g.e., s.20, 33, 38, 39, 56, 57.

137

Türk inkılabının evrensel bir niteli ğe sahip oldu ğuna inanan Recep Peker, bu özelli ği üç temele dayandırır ve bunların; co ğrafya, zaman ve millet faktörleri oldu ğunu belirtir. Co ğrafya faktörü olarak Türkiye’nin dünya içindeki co ğrafi konumuna i şaret eder ve; “bizim inkılabımız bugün Türkiye’nin bulundu ğu co ğrafya parçasında de ğil de Cenup Afrika’sında veya İskandinavya’da olsaydı, bu inkılabın verdi ği neticeler, dünyanın ya şayı ş ve anlayı şı üzerinde bugün yapmakta oldu ğu büyük tesiri yapamazdı” der, zaman faktörünü ise; “Türk inkılabını evrensel yapan sebeplerden biri de kurtulu ş ve ya şayı ş zamanının dünyanın müstesna vaziyetine rastlayı şıdır. Türk inkılabı daha önce olsaydı, onun tesirleri bu kadar hissedilmezdi.” Millet faktörünü ise; “ulusun.... yüce kıymeti” ile açıklamaya çalı şır ve “bu inkılap co ğrafya bakımından... bu noktada bulunsaydı da, bunu yapan ulus bizden ba şka bir millet olsaydı, bu inkılabın o kadar yüksek bir ehemmiyeti olamazdı” 46 şeklinde dü şüncelerini açıklar. Özellikle millet faktörü ba şta olmak üzere Recep Peker’in bu yorumlarının sa ğlıklı bir temele dayalı oldu ğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Köklü de ğişimler iç ve dı ş reaksiyoner güçler ile mücadele edilerek sa ğlanmı ştır. Recep Peker’in iç reaksiyoner güç olarak irticai kastetti ği çe şitli demeçlerinden anla şılmaktadır. Örne ğin bir demecinde; “ İrtica, kör taassup Türk inkılabını yok etmek için ta ba ştan beri bütün vasıtalarını kullandı ve her çırpınışta inkılabın yakıcı ve ya şatıcı güne şi altında eridi” 47 diyerek, zararlı mikroplar olarak vasıflandırdı ğı irticayı suçlamaktadır. 25 Aralık 1946’da TBMM’de Milli E ğitim Bakanlı ğı bütçesiyle ilgili görü şmelerde de, “din telakkisini suiistimal ederek vicdan ile Allah arasındaki irtibatın hududu dı şına çıkarak dünyevi aleme de onun tesirini isteyenler cemiyete zehir katan insanlardır... biz me şrutiyetteki İttihad-ı Muhammedi’nin bu memleketteki hayat yıkıcı tesirlerini görmü ş insanlar de ğil miyiz?” 48 şeklinde dü şüncelerini ifade eden Recep Peker, din partilerinin irtica

46 R.Peker, a.g.e., s.55. 47 Bkz. “Kubilay Abidesinin Açılma Merasimi”, Ulus, 27 Aralık 1934. 48 Bkz. “Ba şbakanın Menemen’deki Nutku”, Ulus, 4 Nisan 1947.

138

unsurları oldu ğu görü şündedir. Recep Peker’in irtica kar şısındaki tavrı sert, açık ve kesindir. Bu, hilafetin kaldırılmasında, muhalif İstanbul basını kar şısındaki tutumunda, Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasında ve İstiklal Mahkemeleri’nin yeniden faaliyete geçirilmesinde ayrıca ba şbakanlık yaptı ğı dönemde yaptı ğı konu şmalarda belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Recep Peker’e göre Türk inkılabının bir önemli özelli ği de inkılap ve istiklal mücadelelerinin bir arada sürdürülmesidir. Türk inkılabı, hürriyet inkılabının olumsuz sonuçlarından uzaktır. Bunun için gerekli tedbirlerin alınmı ş oldu ğunu savunur ve; “biz, inkılabımızda ekonomik liberalizmin suiistimalinin, bu hürriyet inkılabının serbest ticarete tatbikinin fena neticelerinin yurdumuzda tahribat yapmasına meydan vermemesi için lazım gelen formülleri ve prensipleri önceden kabul ettik. Parlamentarizmin, bu çarpı şmada muhtelif partilerin her birini bir tarafa çeken tatbikatından ve tahribatından, TBMM’nin hususi çalı şma tarzı ile, yeni Devleti uzak bulundurduk” 49 der. Görüldü ğü gibi Recep Peker Türk inkılabını hürriyet inkılabı tipi içinde yerle ştirmekle beraber, di ğer ülkelerde ba şarılan hürriyet inkılaplarının özelliklerini ta şımadı ğını önemle vurgulamakta ve Türk İnkılabının kopya olmadı ğını, orijinal oldu ğunu belirtmektedir. Parlamentarizmin... muhtelif partilerin her birini bir tarafa çeken tatbikatından ve tahribatından devleti uzak bulundurmak için TBMM’de özel bir çalı şma tarzı kurduklarını belirtmi ş ancak bu yöntem hakkında ayrıntılı bilgi vermemi ştir.

Türk inkılabının kopya olmadı ğını savunan Recep Peker Türk ordusunun inkılap tarihindeki yerini ve önemini özellikle vurgular ve hiçbir ülke inkılabında bulunmayan bu özelli ğin yalnız Türk inkılabında var oldu ğunu belirtir. 50

b. Cumhuriyetçilik Hakkındaki Görü şleri Türk devleti bir cumhuriyettir bu Anayasanın de ğiştirilmeyecek maddesidir. Atatürk, Cumhuriyetçili ği şöyle tarif ediyor: “Bugünkü hükümetimiz, te şkilat-ı

49 R.Peker, a.g.e., s.34. 50 Bkz. “Kubilay Abidesinin Açılma Merasimi”, Ulus, 27 Aralık 1934.

139

devletimiz do ğrudan do ğruya milletin kendi kendine, kendili ğinden yaptı ğı bir te şkilat-ı devlet ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık millet ile hükümet arasında mazideki ayrılık kalmamı ştır. Hükümet, millettir, millet, hükümettir.” 51

Atatürk ile cumhuriyet rejimini aynı telakki eden Recep Peker, cumhuriyetçili ğin, di ğer be ş ilke ile desteklenmesi gerekti ğine inandı. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık ile birlikte de ğerlendirildi ğinde gerçek manasını bulaca ğını savundu. Bundan dolayı Anayasada sadece Cumhuriyetçilik prensibinin yazılı olmasının yeterli olmadı ğı için di ğer ilkelerin de Anayasaya girmesini istedi. 52

Türk inkılabının dayandı ğı temel ilkelerden biri olan cumhuriyetçilik ilkesine ili şkin görü şlerini Recep Peker İnkılap Derslerinde ve ayrıca çe şitli nedenlerle yapmı ş oldu ğu konu şmalarda açıklamaktadır. İnkılap Derslerinde siyasal rejimler konusunu açıklarken cumhuriyet yönetimi üzerinde durur ve yer yüzünde bulunan bütün krallık rejimlerinin yerlerini cumhuriyet yönetimine bırakaca ğını savunur. 53

Cumhuriyetçilik ilkesinin Te şkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yer almasını büyük bir inkılap olarak de ğerlendiren Recep Peker ikinci Meclis döneminde cumhuriyetçilik ilkesini mecliste en ate şli savunucularından biridir. 54 Onun bu özelli ği 1931 ve 1935 Cumhuriyet Halk Partisi programları ile ilgili açıklamalarında da belirgin bir şekilde görülür. Özellikle DP’nin seçimlere girmeme kararına ili şkin olarak, ba şbakanlı ğı döneminde yaptı ğı konu şmalarda, onun cumhuriyet ve cumhuriyetçilik ilkesine verdi ği önem açık olarak anla şılmaktadır. Bu konu şmalarda Recep Peker DP’nin seçimlere girmeme kararını “yanlı ş ve a ğır bir hareket” olarak niteler. Ayrıca vatanda şların oy kullanması için Devlete görevler dü ştü ğünü

51 Genel Kurmay Basımevi, Atatürkçülük, Birinci Kitap, Ankara 1982, s.37. 52 CHP Genel Sekreterli ği, 05.02.1937 TBMM’de Te şkilat-ı Esasiye Kanunundaki De ğişikliklere Dair Müzakereler, Ankara 1937, s.14-19. 53 R.Peker, a.g.e., s.31. 54 Recep Peker, Mecliste yapmı ş oldu ğu konu şmalarından birinde Rauf Orbay’ı cumhuriyetçilik ilkesine sadakatsizlikle suçlamı ş ve mecliste önemli tartı şmalara neden olmu ştur. Bkz. F.Kandemir, Yakın Tarihimiz, İstanbul 1965 , s.148-149.

140

vatanda şların te şvik edilmesi gerekti ğini 55 ve oy vermenin “milli vazife” ve vatanda şlık görevi oldu ğunu belirtir. Bu görevi yerine getirmeyen, “vatandaşın askerden kaçanlardan, millet hazinesine vergisini ödemeyenlerden hiçbir farkı yoktur” der. Ona göre, “seçime girmemek milli vazifede bir sabotaj yapma hareketidir.” 56

Mustafa Kemal Atatürk bir konu şmasında:

“Siyasi alanda bir çok oyunlar görülür ama kutsal bir ülkünün simgesi olan Cumhuriyet yönetimini ça ğda şla şmaya kar şı, bilgisizlik, ba ğnazlık ve her türlü dü şmanlık aya ğa kalktı ğı zaman: özellikle ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır: yoksa gericilerin umut ve çalı şma kayna ğı yeri de ğil...” 57

c. Milliyetçilik Hakkındaki Görü şleri Milliyetçilik, XIX. Yüzyılda, prensibini ve enerjisini liberalizm’den alan toplumları etkileyen ve dünya haritasını de ğiştiren öneli bir akımdır. Liberalizmin fert için öngördü ğü hürriyet ve e şitlik zamanla milletlerin hürriyeti, milletlerin e şitli ği şeklinde yorumlanmaya ba şlanmı ştır. Böylece fert yerini millete bırakıyordu. Dolayısıyla bu hareketin temelinde millet gerçe ğini kabul etme ve fertte bir millete mensup oldu ğu şuurunu uyandırma fikri vardır. Bu yönden milliyet hareketi, milli duygunun do ğmasına yardım eden yazarların, milli dilleri inceleyen dilcilerin, maziyi canlandıran tarihçilerin ve milleti politik sistemlerin esası olarak ele alan filozofların eseridir.

Milliyetçilik, sa ğ ve sol ideolojilere dahil edilmesi mümkün olmayan “nötr” bir hareket olmasına ra ğmen, iki temel kaynak yüzünden sa ğ ve sol ideolojilerin istifade etti ği bir hareket olup, iki ayrı akım şeklinde görülmü ştür. Bunlar:

55 Bkz. “Dün fırka programı üzerinde şayanı dikkat münaka şalı bir konferans verildi”, Milliyet, 17 Ekim 1931. 56 Bkz. “Ba şbakanımız Diyor ki ”, Ulus, 3 Nisan 1947. 57 Atatürk, Söylev I. II., Basıma Hazırlayan Hıfzı Veldet Velidedeo ğlu, İstanbul 1980, s.455.

141

ca. Tarihi Milliyetçilik Kayna ğı tarih olan bir milliyetçiliktir. Milli özellikler üzerinde ısrarla durur ve milletlerin çe şitlili ğini, farklılı ğını ve çoklu ğunu kabul eder. Bunun için kendini mazinin ke şfinde arar. Bunu yaparken, romantizm etkisindedir. Mazi üzerinde durarak milli folklor ve folklorik farklılıkları ortaya koymaya çalı şan milliyetçilik hareketleri için hiç şüphesiz dil, din, gelenek, tarih, kültür gibi unsurlar önem kazanmaktadır. Bu nedenle milliyetçili ğin maziye bakan kolu olan tarihi milliyetçilik, milli kültür, milli özellikler, milli farklılıklar için hürriyet, istiklal ve e şitlik ister.

cb. Liberal Milliyetçilik Liberalizm maziye, önyargılara, geleneklere, dine, ferdi sınırladı ğı gerekçesiyle kar şıdır ve ki şiyi bunların etkisinden kurtarmaya çalı şır. Bu itibarla liberal milliyetçili ğin yüzü maziye de ğil gelece ğe dönüktür. Kendini istikbalde bulmaya, ispatlamaya gayret eder. Bu özelli ği ile daha çok politik ve ekonomik istiklal, hürriyet ve e şitlik pe şindedir.

Kayna ğı, 1789 Fransız ihtilalidir. İhtilalin ortaya attı ğı, üç unsuru ele alır. Bunlar; milli istiklal, milli birlik ve içten milli hakimiyet, dı şa kar şı kendi mukadderatlarını kendilerinin tayin etmesi prensipleridir. 58

Milliyetçilik, bir ideoloji olmaktan ziyade, ba şka bir ideolojinin ideale, idare ve siyaset prensiplerini belirleyen bir ön dü şünce kayna ğıdır bu nedenle pratikte milleti sevmek ve yükseltmek prensiplerini kabul etmi ş ideolojilerin dü şünce bütünlü ğü içerisinde bir mana ifade eder. İdeoloji, toplumsal problemlerin ortaya konulup bir çıkı ş arama ve dü şünce bütünlü ğü olu şturma eylemidir ki; bu da ideologların toplum sıkıntılarını mesele edinmesi demektir. Neticede toplumsal bütünlük içersinde çözüm arayan her ideoloji milliyetçi bir temele oturur. Her toplumun meselesi farklı oldu ğu için, çözüm olarak sunulan ideolojiler de farklıla şacaktır. Dolayısıyla milliyetçilik de, her toplumun tarihi sürecinin toplumsal

58 Bayram Kodaman, a.g.m., Do ğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi , VII, İstanbul 1989, s.29-30.

142

meselelerinin, sosyal karakterinin şekillendirdi ği ideolojiye göre farklı manalar kazanacaktır. Hatta aynı temel prensiplere oturur görünen ideolojilerin farklı toplumlarda uygulanı ş şekli milliyetçili ğin manalandırılmasında etkili olabilecektir.

Bu nedenle Türkiye’de, aydınların sosyal problemlere bakı şı, onların milliyetçilik anlayı şının şekillenmesinde etkili olmu ştur. Türk milliyetçili ği batı kaynaklı olmakla beraber Türkiye’de aldı ğı şekil itibariyle orijinalinden bir hayli farklıdır. Bunun da sebebi Türkiye’de milliyetçili ğin halk tarafından de ğişik yorumlanı ş tarzı de ğildir. Türk liderleri, milliyetçilik kavramını kendi yenilikçi ve laik fikirleri ı şığı altında kasten de ğiştirmi şlerdir. 59

Cumhuriyetçi inkılabın milliyetçili ğini sistematik olarak ilk i şlemi ş olan Ziya Gökalp, milliyetçili ği, “Türkle şmek-İslamla şmak-Muasırla şmak” sloganı etrafında şekillendirmi ştir. Onun dine, tarihe ve geleneksel yapıya dayandırdı ğı milliyetçilik anlayı şı ile laik ve akılcı prensiplere oturmu ş cumhuriyet inkılapçılarının yeni milliyetçili ği arasında bir farklıla şma vardır.

Milliyetçilik, inkılapçı dü şüncede, rejimin temeli sayılmı ştır. Fakat hedef bakımından, Türk kültürünün kendi temek unsurları içinde yeni dünyaya göre yorumlanması şeklinde bir mana ifade etmemektedir. Daha ziyade, yeni prensipler üzerine oturmu ş bir kültür olu şturma ve bunu ba şarıya ula ştırma gayreti olarak görünmektedir. Bir ba şka ifade ile, dini, sosyal ve siyasi hayattan uzakla ştırarak, laik batı medeniyetinin temek unsurları üzerine oturmu ş, bir millet ve milli- devlet gerçekle ştirme gayreti kendini göstermektedir.

Maurice Duverger’e göre, milli karakter üzerine yapılan çalı şmalarda, toplumun, çete, sendika ya da klüpler mozai ğinden farklı bir şey oldu ğu ortaya konulmuştur. Amerikalı sosyologlar, bazı alanlarda farklılaşan fertlere, bir anla şma zemini ve haberle şme imkanları sa ğlayan, duyu ş, davranı ş ve de ğerlendirme tarzlarını “kültür” adı altında de ğerlendirmi şlerdir.

59 K.H.Karpat, a.g.e., s.217.

143

Duverger, kapsamlı toplumun özelliklerini şöyle sıralamaktadır:

“1.Kapsamlı toplum; aile, mahalli topluluk, sendika, dernek, parti, zümre, çete gibi çok ve çe şitli grubu daha geni ş bir bütün içerisinde bir araya getirir.

2.Bir araya gelen bu bütün, güçlü bir şekilde birle şmi ştir. Öyle ki, toplum üyeleri arasında derin bir dayanı şma vardır ve bu dayanı şma, özel grupların içinde geli şen etkile şmenin ötesinde yeni bir takım etkile şimlerin olu şmasına yol açar.

3.kapsamlı toplum üyeleri arasında görülen bu ili şkiler ve dayanı şma, dı şarı ile kurdukları ili şkiler ve dayanı şmadan çok daha yüksek bir yo ğunlu ğa sahiptir.” 60

Bu izahtan anla şılaca ğı üzere, üst kültür ve bu üst kültürün meydana getirdi ği ba ğlayıcı unsurlar, ki şi ve grupları bir arada tutmaktadır. Cumhuriyet inkılapçılarının milliyetçiliklerini, Türk kültürünün temel unsurlarından ayırarak; akılcı ve laik bir medeniyeti temel unsurları üzerine oturtmu ş olmaları geleneksel boyutları olmayan ba ğlayıcı unsurlar meydana getirmi ştir. Bu unsurlar devlet-toplum ili şkilerinde de uzla şmazlık ve çatı şma meydana getirmi ştir. Bunu neticesinde Türk milliyetçili ği dü şüncesi Ziya Gökalp’in, dine, gelene ğe ve tarihe dayalı milliyetçi çizgisinden uzakla şarak, ırkı temel unsur olarak kabul eden millet ve ırkçı milliyetçilik anlayı şı meydana gelmi ştir.

Recep Peker’in milliyetçili ği, inkılap de ğerlerinin pratikte uygulanı ş şeklinin ortaya çıkardı ğı şartlara ve inkılabın hedeflerine göre şekillenen pragmatist bir hususiyet azr etmektedirler. Onun milliyetçili ğinde gelene ğe dayalı bir kültür, tarihe dayalı bir beraberlik esası yoktur. İnkılaba ve inkılabın temel ilkelerine dayalı bir hedef ve beraberlik esastır. Yani onun milliyetçiliğinin boyutlarını var olan toplum ve kültürü de ğil, var olacak olan toplum ve kültür belirtilmektedir. Şu ifadelerinde bu özelli ğini görmek mümkündür:

“İnkılabı kökle ştirmek vazifesi üstünde ısrar ediyor. İnkılap neticelerini bütün ulusa mal etmi ş olmak için yurtta şların bu neticelerin gereken ya şayı şa alı şmı ş

60 Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, (Çeviren Şirin Tekeli ), (Basım Yeri ve Tarihi Yok), s.29-30.

144

olmasını yeter saymamak gerekir. İnsan fena şeylere alı ştı ğı gibi iyi şeylere de alı şabilir. Yeni ya şayı şı yalnız alı şıldı ğı için de ğil, anla şılıp yeni halinde kökle ştirmek ve ya şatmak istiyoruz. Bizim gibi ya şayı ş şartlarını ba ştan ba şa de ğiştiren bir inkılabın korunması ve ebedile şmesi için ona, insanların bu yola ba şlarını ve gö ğüslerini koyacak bir inançla beslenip güçlenmeleri elzemdir.” 61

Görüldü ğü gibi Recep Peker’in milliyetçili ğinin kayna ğı tarih de ğildir. Yüzü maziye de ğil, gelece ğe dönüktür. Bu itibarla onun milliyetçili ğinin, liberal milliyetçilik anlayı şı içinde de ğerlendirilmesi mümkün görülmektedir. Ancak, liberal dü şüncenin toplumsal rabıtayı sa ğlayacak temel de ğerleri Türk toplum yapısında yerini bulamadı ğı için Recep Peker’in milliyetçili ğinde “ırk esası” bir rabıta unsuru olarak kendini göstermi ştir. Bu özelli ği ile de liberal milliyetçilikten farklıla şmı ştır. Onun ırkçı görü şünün izlerini şu cümlelerde bulmak mümkündür:

“Nihayet insanlık tarihi XX. Yüzyıla açılırken yeryüzünü kaplayan geni ş Türk yı ğınlarının batı parçası, her yönden güçlü, zayıf ve karmakarı şık hale gelmi ş olan ve kendisini terkip eden cüzler arasında bir ba ğlılı ğı kalmayan Osmanlı İmparatorlu ğu’nun durgunlu ğu içinde uyuyordu. Bereket versin ki, en büyük imha vasıtaları ve en ezici hadiselerle bile bozulması mümkün olmayan tek bir şey, bütün gürültüler içinde temiz kalmı ştı. Batı Türkleri bu çöküntü içinde, kanının arılı ğını korusu ve sakladı. Dünyaya kahramanlık örne ği gösteren Osmanlı ordusunun yüksekli ği, devlet idaresinin kötülü ğüne ra ğmen, bu orduları yaratan asil Türk ulusunun kanındaki yücelikten ileri geliyordu.” 62

Recep Peker’in Avrupa’daki geli şmelerin farklı toplumlara farklı şekilde yansımasının sebeplerinden biri olarak kan farkını görmesi onun ırkçı yakla şımının önemli bir göstergesidir. Bu konuda şunları söylemektedir:

“Arkada şlar, hürriyet inkılabı bir çok uluslarda tatbik hevesini uyandırmı ştır. İnkılabın do ğdu ğu İngiltere ile ondan yarım saatlik mesafede olan Fransa’da inkılabın

61 R.Peker, a.g.e., İstanbul 1984, s.18. 62 R.Peker, a.g.e., s.16.

145

do ğuşu arasında, iki ulusun “kan farkı”, anlama farkı, kültür farkı ve iklim farkı göz önünde tutulmamı ş ve iki inkılap birbirine benzemeyen, fakat her biri kendi genel şartlarına uygun neticeler vermi ştir.”

1945’den sonra dünyada meydana gelen politik de ğişmeler, Türkiye’deki siyasi ve fikri anlayı şın de ğişmesine sebep olmu ş ve Anadoluculuk olarak adlandırılan hümanist faaliyetler, Türkiye’de siyasi bir zemin bulmu ştur. Osmanlı’ya kar şı olan reaksiyoner tavır ile önceleri Osmanlı’yı yok sayan bir tarih telakkisi ve Osmanlı ötesi bir kök arayı şı olu şmu ştur ki, bu da milliyetçilikte ırkçı sapmalar meydana getirmi ştir. Fakat 1945’ten sonra meydana gelen geli şmeler, tarihi ve kültürel kökü Anadolu’da ya şayan kavimlerde arama e ğilimini kuvvetlendirmi ştir 63 ki, bu geli şmeler neticesinde 1945 öncesi inkılapçılarında görülen ırkçı sapmalar, gayri me şru tarih telakkisi üzerine oturmu ş hümanist sapmalara dönü şmü ştür.

Nitekim bu olu şum neticesinde, ırkçı dü şüncenin eseri olan uygulamalar yava ş yava ş ortadan kalktı,64 ve milliyetçili ğe yeni bir yorum getirildi. 1945’ten sonra meydana gelen bu geli şmeler, Recep Peker’in milliyetçili ğindeki ırkçı yakla şımın yerine, ırkçılı ğa kar şı bir tavıra ve dü şünce şekline sebep olmu ştur. Recep Peker’in bu de ğişimini İstanbul Üniversitesi’ndeki şu konu şmasında görmek mümkündür:

“Tarihi mefahire dayanan, aile duygusundan hareket ve vatan sevgisinden kuvvet alan, din, mezhep ve ırkçılık gayreti gütmeyen medeni bir milliyetçilik anlayı şı şuurlarımıza hakim olmalıdır. Dil birli ği, ülkü birli ği ile bölünmez bir bütün te şkil eden bu yı ğının her ferdi, hak, vazife ve şeref bakımlarından tamamen e şittir. Hıristiyanlara reaya gözüyle bakan ümmetçi bir anlayı ş artık eski hatıralar arasına gömülmü ştür. Dinleri, vicdani kanaatleri ne olursa olsun hukuki şartları ile Türk olan bütün yurtta şların, yalnız kanun dili ile resmi muamelelerimizde Türk saymakta yeterli de ğildir. Özel ya şayı şımızda da daha sıcak duygularla birbirimize kayna şmamız lazımdır... Türk milleti, milletlerarası ve insanlık aleminin ve medeni

63 Suat Sinano ğlu , Türk Hümanizmi , Ankara 1988, s.89-94. 64 K.H.Karpat, a.g.e., s.221.

146

milletler ailesinin bir uzvudur. Bütün insanlı ğın mü şterek malı olan ilim, teknik ve güzel sanatlarla bezenmi ş bir kültür kuvveti Türk milliyetçili ğini de ğerlendirecektir... Müslüman Türkler arasındaki tam bir milli duygu beraberli ğinin az nispette dahi olsa süsleyen noktalar üstünde de açık yürek durmayı buluyorum... Irkçı milliyetçilik tamamen antidemokratiktir ve emperyalisttir... Irkçı kendi dar ölçüsünde Türk saymadı ğı yurtta şlar için hiçbir hak tanımaz ve onları tasfiye etmek ister... Komünizm inkar yolu ile ırkçılı ğın, ifrat yolu ile milliyetçili ğin soysuzla şmasıdır... Bunlardan korunmanın en tesirli vasıtası, medeni ölçülerin üstünde kısa kısa durdu ğu asil, temiz ve billurla şmı ş milliyetçilik duygusudur.” 65

Recep Peker gibi inkılapçı idealistler İslam tesirinden kurtulmu ş bir milliyetçili ği milli bir kültüre ve evrensel olarak gördükleri Batı medeniyetine götüren bir yol saymı şlardır. Cumhuriyet, milliyetçilik ilkesinin rehberli ğinde yeni bir hayata ba şlayacaktı; bu yüzden geçmi şle ve onunla ilgisi bulunan her şeyle ilgisini kesmeye çalı şmı şlardır. Yukarıda da söyledi ğimiz gibi inkılapçı milliyetçilik, laik- pozitivist bir temele oturmu ştur.

1945’ten sonra meydana gelen geli şmeler, pozitivist temellere oturmu ş bir milliyetçili ğin, sosyal ahengi meydana getirecek de ğerlerden mahrum oldu ğu ve Marksizm gibi beynelmilelci dü şüncelere kar şı bir direnç unsuru olu şturamadı ğına dair bir görü ş olu şmaya ba şlamı ştır.

1946’dan itibaren Hamdullah Suphi Tanrıöver’in öncülü ğünü yaptı ğı milliyetçilik anlayı şı, bu geli şmenin tezahürüdür. Tanrıöver ayrıca milliyetçili ğin, dogmatizmin, ırkçılı ğın, materyalizmin, Turancılı ğın, Anadoluculu ğun, yabancı azınlık dü şmanlı ğının tesirinden kurtulup gelenekçi, tarihi ve dini-hissi vasıflar kazanmasını talep etmekteydi. Bu milliyetçilik anlayı şının gayesi, materyalist ve

65 Bkz. “İstanbul Üniversitesi konferans salonunun açılı şı münasebetiyle Ba şbakan Recep Peker’in verdi ği konferans” , Ayın Tarihi, no.160 (Mart 1947), s.11-14.

147

rasyonalist milliyetçili ğin ba şarı ile mücadele edemedi ği komünizm ile mücadele etmekti. 66

Recep Peker, Tanrıöver’in bu tarihi ve gelene ği esas alan ve komünizme kar şı önemli bir direnç kayna ğı olu şturaca ğına milliyetçilik anlayı şına kar şı, rasyonalist, materyalist milliyetçili ğin savunuculu ğunu yapmı ştır. Recep Peker, bu dü şünceye şöyle cevap vermektedir:

“Evet bu fikri esas olarak takdir ediyorum, fakat bahsettikleri zehire (komünizm) kar şı korunma vasıtası sadece ve sadece milliyet duygusundan ibarettir. Bir müslüman, abit, zahit bütün manevi akidelere derinden ba ğlı bir müslümanın komünist olmayaca ğını iddia etmek herhangi dini akidenin komünizme mukavemet temin edece ğini iddia etmek, içinde ya şadı ğımız günün realitelerine tam tezat te şkil etmektedir... Yalnız şu noktayı ehemmiyetle arz edeyim ki, komünizm denilen bir içtimai zehirden bünyeyi korumak için onun yanında yava ş yava ş geni şleyecek bir şeriat hayatını ikamesi ihtimalini tedbir diye dü şünmek a şağı yukarı bir öldürücü zehrin, onun kar şılı ğı olan bir zehirle tedavi edilece ğini zannetmektir... Bir cemiyeti, bu asrın sosyal afetlerinden koruyacak en yüksek telakki do ğru ölçülü bir milliyet anlayı şıdır.” 67

Burada dikkati çeken önemli hususiyet, Recep Peker’in tartı şmayı milliyet ve milliyetçilik taraftarlı ğı ve kar şıtlı ğı şekline dönü ştürmü ş olmasıdır. Ancak tartı şmanın esasını, milliyetçili ğe kar şı olmaktan ziyade milliyetçilik dü şüncesine şekil veren temek de ğerler olu şturmaktadır. Tanrıöver’in savundu ğu milliyetçilikle, inkılabın temel de ğerlerine göre şekillenmi ş milliyetçilik anlayı şı ile bir çatı şma söz konusudur.

Recep Peker’in milliyetçili ği ile Tanrıöver’in milliyetçili ğinin çatı şması aslında daha önceki, Türkçülerle inkılapçıların çatı şmasının bir tezahürüdür. Recep Peker, inkılapçı aydının milliyetçili ğini izah ederken, Tanrıöver, Türkçü dü şüncenin

66 K.H.Karpat, a.g.e., s.218-219. 67 Ulus, 25.12.1947.

148

izahçısı durumundadır. Bu iki görü şün temelde ayrıldıkları nokta, Türk milletinin Batı Medeniyetine intibakı için seçilecek yoldur. Türkçüler medeniyet de ğişimi esnasında milli hüvviyetin kaybedilmemesi için çalı şmalar, inkılapçılar ise onların milli kültür dedikleri şeye zaten esastan cephe almı şlardır. İnkılapçılar eski kültürü, eksik ve çürük bulmakla kalmayıp bunun Türk halkına empoze edilmi ş bir emperyalist kültür oldu ğu kanaatine varmı şlardır. İstiklaline yeni kavu şan bir memleket daha evvel sömürgeci idarenin kabul ettirdi ği şeyleri nasıl ortadan kaldırırsa; inkılapçılar da tarihte ilk defa istiklal yüzü gören bir toplumun yaptı ğı gibi her manada orijinal müesseseler kurmak gerekti ğine inanmı şlardır. 68

Recep Peker’de milliyetçilik, milli kültürün canlandırılması ve zamanın ötesine ta şınması kaygısının ifadesi de ğil, emperyalizme kar şı duyulan çaresizli ğin ve ümitsizli ğin olu şturdu ğu bir husumetin ifadesidir. Bu nedenle Türk inkılabını izah ederken çok kullandı ğı “biz bize benzeriz” ifadesi bu ezikli ğin ve ümitsizli ğin ikrarıdır. 69

İnkılapçı aydının ve dolayısıyla Recep Peker’in milliyetçili ği hem Osmanlı’ya, hem de emperyalist Avrupa’ya kar şı bir reaksiyon şeklinde görülmekte ve milliyetçilik onda Avrupa’ya ra ğmen Avrupalıla şma şeklinde bir anlam kazanmaktadır.

Recep Peker için milliyetçilik, emperyalist, beynelmilelci ve gelenekçi akımlara kar şı inkılabın ve devletin bir zırhıdır. Ona göre cumhuriyetçi olmayan bir Türkiye nasıl dü şünülmezse milliyetçi olmayan Türkiye de, cumhuriyetçi olsa da zayıf ve eksiktir. Cumhuriyetsiz milliyetçilik Türkiye için ne kadar tehlikeli ise, milliyetçi olmayan cumhuriyetçilik, Türkiye için o derece tehlikelidir. Co ğrafik mevkiinden dolayı, kuzeyinden, güneyinden, do ğusundan, batısından yayılan her türlü menfi fikir Türkiye’yi etkiler. Bütün bunlara kar şı Türkiye ancak milliyetçilikle

68 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik , İstanbul 1986, s.47-48. 69 R.Peker, a.g.e., s.3-4.

149

muhafaza edilebilir. O halde Türkiye milliyetçi olmalıdır ki, bir ötekini besleyen zararlı cereyanlara kar şı kendini koruyabilsin.

O milliyetçili ği, olu şturmaya çalı ştı ğı inkılap ideolojisinin bir ön dinami ği olarak görmektedir. Milliyetçili ğe bu ideoloji içinde bir mana kazandırmaya çalı şmakta, milletin tarifi de, milliyetçilik de bu ideoloji içinde yer bulmaktadır. Yani burada esas olan ideolojidir. Milliyetçilik de ideolojiye ulviyet kazandıran bir kavramdır. 70 Onun görü şünde sosyal heyetin büyük küçük gidi şlerinde bir takım ana ve öz fikirleri vardır. Bu ana fikirlerin belirleyicisi inkılap ve de ğerlerdir. Milletin birli ğini sa ğlayacak olan bu de ğerler bu de ğerlerdir. Milliyetçilik de bu de ğerlerin hedefe ula şmasında ya şanılan heyecandır. Milli birli ği inkılap de ğerleri etrafında milliyetçili ği de bun disipline eden bir kavram olarak görmekte ve bu görü şünü izah etmek için şunları söylemektedir:

“Biz ulusla şma i şini, da ğınık bir hayatın suni mizanseni diye almıyoruz. Tam aksine olarak ulus kütlesini, her ferdin kalbini ve kafasını kullanır, iç inanıyla birbirine ve devlete ba ğlı bir topluluk olarak istiyoruz. Devlet her zaman, korkutma ve devlete ba ğlı bir toplulu ğun yaptı ğı tesirler geçici bir sinir tezahüründen ba şka bir şey olamaz. Biz ruhların derinliklerinde yer tutan birlik duygusu ile hakiki manada disiplinli bir millet kütlesi yapılabilece ğine inanıyoruz.” 71 “ Tabii ki bu birlik ve beraberli ğin esası inkılabın temel de ğerlerine göre ula şmı ş ideolojidir. Yurdun ve ulusun önde ve ileride olması için de ğişmeyecek olan iyinin ve do ğrunun belirleyicisi Kemalizm ve onun ruhudur.” 72 “Herhangi bir yurtta ş, kendini, ulusun varlı ğı içinde bir küçük varlık telakki edince, içinde yurdu koruyucu ve kuvvetlendirici bir vazife alması gerektir. Yurt denen ve kendisine kutsiyet verilen büyük ana varlı ğın tükenmez kayna ğı olan ulus, hepsi tek tek olan ve hepsi ayrı ayrı tarafa çeken insanların bir araya gelmesinden te şekkül edince benim sosyal dü şünceme göre bir

70 CHP Programının İzahı , s.6-7. 71 R.Peker, a.g.e., s.13-14. 72 R.Peker, “Ulusla şma Devletle şme” , Ulus, 3.7.1936.

150

de ğer ifade etmez. Fertlerin yarattı ğı kalabalık yekunu, yani ulusun; hiçbir zaman ara vermeyen hayat mücadelesi cereyanları içinde daima muvaffak olabilmesi, yurt dedi ğimiz büyük varlı ğın ön alması ve her kavgada üstün çıkması için, dü şüncede, harekette bir ve birle şik olması gerekir... İnsanlar tek tek bakıldı ğı zaman de ğerleri sıfırdır... İhtisas, ilim ve enerji bakımından vasıfları yüksek bile olsa; bu vasıfları eksik, fakat birle şmi ş insanların te şkil etti ği kütle kar şısında ulus davasını yürütmeye imkan bulamazlar. Onun için hem politika hem ekonomi bakımından ayrı ayrı kıymeti olan bu noktayı, bilhassa sosyal bakımdan en karanlıktan en aydınlı ğa, en kötüden en iyiye, en geriden en ileriye gitmek iddia ve davasında olan biz Türkler bunu daima göz önünde tutmalıyız. Yüre ğimiz daima bu inançla çarpmalı daima bir ve beraber olmalıyız.” 73

Recep Peker, milleti, ancak vatan telakkisi içinde de ğerlendiren, vatanda şlardan müte şekkil siyasi ve içtimai heyet olarak tarif etmi ştir. Dolayısıyla milliyetçilik görü şünde de, siyasi mukadderatı aynı olan, aynı vatanda ya şayan, toplumu esas almı ştır. Bu nedenle onun milliyetçili ği; farklı co ğrafyalarda farklı devletlerin idaresi altında ya şayan Türkleri kapsamamaktadır. 74

ç. Devletçilik Hakkındaki Görü şleri Atatürk, devletçili ği, “Türkiye’nin ihtiyaçlarından do ğmu ş ve Türkiye’ye has bir sistem” 75 olarak yorumlamı ştır.

Atatürk’ün bu fikirden hareket eden Recep Peker devletçili ği benimsedi. Bir devletin tam manası ile ba ğımsız olması siyasi ba ğımsızlı ğa paralel olarak ekonomik ba ğımsızlı ğını da sahip olması gerekir. Bundan dolayı Recep Peker, 1936 yılında İş Kanunu’nun açıklamasını mecliste yaparken liberalizme saldırarak, devletçili ği savunmu ştur. Liberal devlet tipinde halk ve burjuvalar iki dü şman cephe halinde çarpı şıp dururlar. Bu da millet birli ğini tehlikeye dü şüren büyük etkendir. Recep

73 R.Peker, a.g.e., s.48-49. 74 Ayın Tarihi, no.18 (Haziran 1935), s.120. 75 Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi , Ankara 1973, s.121.

151

Peker bunu ortadan kaldırmak amacıyla ulusal devletçilik, birlik ve beraberlik zihniyetinin yerle şmesi için çalı şmı ştır. Atatürk ve Recep Peker’in devletçilik konusunda fikirleri aynıdır. Ancak uyulama konusunda farklılık gösterir. Atatürk’e göre devletçilik fertlerin hususi te şebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, özel te şebbüsün yapamadı ğını devletin yapmasıdır. 76 Ancak Recep Peker bunun tam tersini dü şünmü ş ve devletin yaptı ğı i şlerin, özel te şebbüs tarafından yapılmasını gereksiz görmü ştür.

Cumhuriyet rejimi egemenli ği millete veriyordu. TBMM halk adına bu egemenli ği kullanıyordu. Ancak seçimler hükümet, Halk Partisi’nin kontrolü altında yapıldı ğından egemenli ğin halka ait olması teorik kalmı ştı. Tek parti döneminde bütün kuvvet yürütme organının elinde toplanmı ştı. Kendisini millet ve devletle bir tutan hükümet, her şeye muktedir bir te şekkül haline geldi. Türkiye’de devletçilik belirli bir doktrine göre de ğil, memleketin sosyal ve ekonomik şartlarının zorunlu kıldı ğı bir sistem olarak ortaya çıktı ve şartlara uygun şekilde geli şti.

Recep Peker’in ifadelerinde ortaya çıktı ğı biçimiyle devletçilik, liberalizm ve sosyalizmden farklı bir ilke olarak anla şılmı ştır. 1930’lardaki iktisadi politika tartı şmalarında devletçili ğin Türkiye’ye özgü bir “üçüncü yol” olarak de ğerlendirilmesi sıkça görülmü ştür. 77 Devletçili ğin hakiki manası, hususi te şebbüsün serbest oldu ğu fakat umumi menfaatler noktasında gerekli olan her ekonomik te şebbüste devletin yapıcılık saha ve salahiyetini açık bulunduruyor devlet kendi yapacak ve kurulmasını te şvik ve himaye etti ği endüstriyi kontrol edecektir. Devlet memlekette en yapıcı kuvvettir. Devlet bir i şi yaptıktan sonra iyi olursa hususi te şebbüs ba şka i ş yapmalı. “Biz hükümetçe, partice devletçiyiz, liberalizm bugün bu ulusun varlı ğında gözlerimizi kama ştıran en büyük muvaffakiyet yollarını kapamak demektir.” 78 “Liberal devlet tipinde i şçi sınıfı bunun daha geni ş manasıyla proleter ve burjuva sınıfları iki dü şman cephe halinde birbirlerine kar şı çarpı şıp dururlar. Bunlar

76 Atatürkçülük, Birinci Kitap , s.37. 77 Levent Köker , Modernle şme, Kemalizm ve Demokrasi, İstanbul 1990, s.94. 78 R.Peker, a.g.e., s.5.

152

millet birli ği mukaddes davanın yanında kıymeti olmayan millet varlı ğını tehdit eden unsurlardır.” 79

Recep Peker’e göre; Recep Peker’in savundu ğu devletçilikle, devlet farkında olmadan çeli şkili üç rolü birden üstleniyordu. Birincisi, özel te şebbüs ve sermaye te şvik edilmekte, ikincisi, i şletmeler kurarak kendi faaliyet alanını geni şletmekte, üçüncü olarak da, refah devleti gibi davranmaktaydı.

Korkut Boratav’a göre 1930’dan itibaren meydana gelen devletçilik temayülünün sebebi, Avrupa’daki iktisadi bunalımdır. Avrupalı emperyalist devletlerin uzun süren bir bunalım sarsıntı dönemine girmesi geri kalmı ş ve siyasi olarak ba ğımsız ülkeler için bir sanayile şmeye yönelme fırsatı do ğurmu ş, bu da Türkiye’de devletçilik eğilimlerini meydana getirmi ştir. 80

Vedat Dicleli, devletçili ğin çıkı ş noktasını “ yüzyılların gerilik ve ihmalini bir çırpıda telafi etmek durumunda olan memleketimizde, geni ş sermayeye ihtiyaç gösteren ekonomik kalkınmamızı, özel sermayelerin toplamasını ve hususi te şebbüslerin uzun vadeli geli şmesine talik edemezdik. Devletin muayyen hallerde bizzat ekonomik faaliyetlerde bulunması bir zaruret idi” 81 şeklindeki yakla şımı ile iktisadi meselelere ve bunların olu şturdu ğu zaruretlere ba ğlamaktadır.

Bütün bu izahlar bize gösteriyor ki, Türkiye’de devletçilik, siyasi, iktisadi ve sosyal şartların ortaya çıkardı ğı bir neticedir.

Recep Peker’e göre devletçilik bir çıkı ş noktasıdır onun devletçili ğini de ğerlendirirken sadece ekonomik alanla sınırlı tutmak mümkün de ğildir. Onun dü şüncesinde devletçilik bütünüyle cemiyet nizamını tanzim eden bir devlet fikridir. Devletçilik fikri ile devletin hükümranlı ğını peki ştirme gayreti içerisindedir. Böylece toplumsal ahenk ve nizam sa ğlanacak, ayrıca iktisadi menfaat kaygısının çıkaraca ğı cemiyet içi çatı şmalar ortadan kalkacaktır.

79 TBMM Zabıt Ceridesi , İntikad 72-81, XII, 1936. 80 Korkut Boratav, “ Türkiye’de Devletçilik”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi , 1985- 1990, II, s.418. 81 Vedat Dicleli, “Devletçilik Anlayı şımızda Geli şmeler” , Ulus, 3.5.1946.

153

Recep Peker’in devletçili ğinin temelinde, bir özel te şebbüs grubu olu şturma amacı yatar. Ancak, özel sermaye olu şturma gayesi ile meydana gelen dü şünce dünyada ve içerdeki geli şmeler sonucu de ğişmi ş, a şırı devlet müdahalecili ğine dönü şmü ştür. 82

Artık onun nazarında devletçilik iktisadi bünyenin olu şturdu ğu bir fikir olmaktan çıkıp mevcudu ve gelece ği yönlendirecek ve olayları şartlara göre de ğil, kendine göre izah edecek bir doktrin şekline dönü şmü ştür. Tabii ki bunda Recep Peker’in dü şüncelerinde kendini gösteren ku şkucu tutumun tesiri de vardır. İktisadi ba şıbo şlu ğun ve kontrolsüzlü ğün siyasi zayıflık çıkaraca ğı ve inkılapları hedefinden saptıraca ğı kaygısı, onda devletin iktisadi müdahalecili ğinin güçlendirilmesi ve devamlılık sa ğlanması gerekti ği inancını kuvvetlendirmi ştir. Bütün teorisini de bu inanç şekillendirmi ştir. Neredeyse devleti vatanda şla rekabet eder hatta üstüne çıkarır duruma getirme gayreti içerisindedir.

Onun bu tavrı, di ğer cumhuriyet yöneticileri ile paralelli ğini ortadan kaldırmı ş, devletçili ğin temelleri ve hedeflerinde ayrılık göstermesine sebep olmu ştur. Nitekim ba şta Atatürk ve Bayar olmak üzere cumhuriyet yöneticilerinin büyük ço ğunlu ğunun devletçili ğinde pragmatist bir tavır söz konusudur. 83 Böylece ekonomik dinamizmi sa ğlayarak müte şebbis sermaye grubu olu şturma gayreti içindedirler. 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası, 1920’de kabul edilen Te şvik-i Sanayi Kanunu bu dü şüncenin eseridir.

Abdi İpekçi’nin Cumhuriyet döneminin önde gelen isimlerinden İnönü ile Atatürk üzerine yapmı ş oldu ğu röportajda: “Atatürk’ün siyasi ve iktisadi doktrinler kar şısında aldı ğı bir vaziyet açık ve kesin bir görü ş var mıydı?” şeklindeki sorusuna; “ba şından beri özel te şebbüsü esas tutmu ş, ölünceye kadar bu prensibi tatbik etmi ştir” cevabını vermi ştir.

82 CHP Genelsekteri Recep Peker’in Söylevleri, s.16. 83 “24 Son Kanun 1946’da Ankara’da Toplanan Endüstri Kongresinde Ekonomi Bakanı Bay Celal Bayar Bir Nutuk Söyledi.” , Ayın Tarihi, no.27 (Mart 1936), s.24.

154

Bu izahlardan yola çıkarak, Recep Peker’in devletçili ği ile di ğer cumhuriyetçi kadroların devletçili ğinin boyutlarını kıyaslayacak olursak, di ğerlerinin dü şüncesinde devletçilik müdahaleci olmayan liberal bir anlayı şa geçi şi sa ğlayacak bir ara dü şüncedir. Recep Peker’in devletçili ği ise müdahalecili ği sistemle ştirmeye çalı şan temel ilkelerden olu şmaktadır. Onun devletçili ğinde devlet hangi şartlarda olursa olsun kendi ayakları üzerine basabilen bir sermaye olu şsa dahi umumi menfaatler noktasında gerekli olan her te şebbüste müdahale salahiyetine sahip olmalıdır. 84 Devletin yapıcılı ğı ve kuruculu ğu Türk rejiminin ba şlıca ana vasıflarındadır. Devlet Türkiye’de ba şarılmasına lüzum gördü ğü her i şi yapabilir. Fabrikalar kurar, demiryolları, limanlar, elektrik, su, büyük enerji müesseseleri vücuda getirir. Hatta hususi sermayenin elinde olan bir i şi, ayrı kanun yapmak ve bedelini ödemek şartı ile kendi uhdesine alabilir. Devletin bütün bunları yapabilmesi için yalnız genel menfaatin icabı olması kafidir. 85

Recep Peker’in devletçilik görü şü resmi dü şünce ile farklıla şırken, resmi kadronun dı şında bir inkılap ideolojisi olu şturmaya çalı şan “Kadrocular” la paralellik göstermektedir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir önemli nokta vardır. Recep Peker’in devletçilik dü şüncesi, devletin siyasi rolünü arttırma merkezli olup bu rolün gayesine paralel olarak şekillenirken, Kadrocular’ın devletçilik dü şüncesi devletin iktisadi rolünü arttırma merkezlidir. Bu ayrılı ğın en önemli sebebi Kadrocular’ın, izahlarında çok sık olarak Marksist terminoloji kullanmalarına ra ğmen, Recep Peker’in daha ziyade, liberal devlet anlayı şını ele ştiren totaliter sistemlerin izah şekillerini kullanmasıdır. İş te bu terminolojik ayrılık, dü şünce ayrılı ğını do ğurmu ştur.

Recep Peker’in devletçili ğinde, fert-sınıf-devlet ili şkisi, milliyetçi bir anlayı ş üzerine oturmu ştur. Onun dünyadaki geli şmeleri ele ştirerek ili şkilerin i şleyi şini hangi zemine oturttu ğunu göstermesi bakımından şu sözleri güzel bir örnektir:

84 Ülkü, V, S.38 (Haziran 1935), s.253. 85 R.Peker, “Ulusla şma -Devletle şme”.

155

“Yeni Türkiye’nin rejimi hiçbir rejimden kopya edilmi ş de ğildir bu büyük eserde bütün be şeriyetin uzun asırlar çalı şma, dü şünme ve çarpı şmalarla elde etti ği tecrübe neticelerinden damlalar vardır. Parti programı yaparken insanlık aleminin mü şterek mirası olan bu neticelerden istifade etmekle beraber bütün esaslarımızın en ziyade hayata kendi iç ve öz hayatımıza uygunlu ğunu birinci derece göz önünde tutmu ştur. Liberalizmin anar şisi, sosyalizmin sınıf kavgası, beynelmilelcili ği ve otoriter idare sisteminin devlet kurmak ve i şletmekte halkın reyini ve mutaalasını ve milli zekanın yardımını hiçe sayması gibi millet beraberli ğini bozan, milli kuvvetleri da ğıtan zararlı unsurlar aklı selimin filitresinden süzüldükten sonra yeni rejimin kendimize pek yakı şan çehresi meydana çıkmı ştır.” 86

Recep Peker, fert-sınıf-devlet ili şkisini fert ve ya sınıf menfaati yerine, milli menfaati esas alarak de ğerlendirmeye tabi tutmu ştur. Devlet de onun görü şünde milli menfaatin temsilcisi olan bir organizasyon oldu ğu için, bütün iktisadi faaliyetlerin bu organizasyon etrafında şekillenmesini istemektedir. Bu da onun devletçilik dü şüncesinde fert-sınıf-devlet ili şkilerini belirleyici temel ilkeyi olu şturmu ştur.

Ona göre devlet, gümrük kapılarını büyük duvarlarla örmelidir. Milli sanaii ilerletmek için her kolaylı ğı ve her imkanı temin etmelidir. Bütün yardımlarla besledi ği milli endüstrinin kontrolsüz çalı şma ile milleti istismar etmesine kayıtsız kalmamalıdır. Sermaye normal çalı şmalı, normal çalı şmayan sermaye himaye ve te şvik edilmemelidir. 87 Himaye ve te şviki ele alırken hiçbir zaman iktisadi hayatta özel te şebbüsün birinci derecede fonksiyonel olmasını dü şünmemektedir. Onun devletçilik görü şünde hiçbir fert veya grup devletin önünde bir fonksiyona sahip de ğildir. Nitekim “hatta devlet ba şka hususi sermayenin elinde olan bir i şi, ayrıca bir kanun yaparak ve bedelini ödemek şartı ile kendi uhdesine alabilir. Devletin bunları yapabilmesi için yalnız genel menfaatin icabı olmak kafidir” 88 sözleri iktisadi hayatta

86 R.Peker , “Karar Günleri” , Ulus, 29 Mayıs 1939. 87 CHP Genel sekreteri Recep Peker’in Söylevleri, s.16-17. 88 R.Peker, “Ulusla şma-Devletle şme”.

156

devletin fonksiyonunu, fert ve sınıf fonksiyonunun önünde tuttu ğunun net bir ifadesidir.

İktisadi hayatta fert ve sınıf fonksiyonunu geriye çekip devlet fonksiyonunu ön plana geçirme dü şüncesini izah ederken kooperatifi önemli bir vasıta olarak görmektedir. Bu konuda ise şunları söylemektedir:

“Bizim anladı ğımız devletçilikte, devletin i şleri tanzim suretinde olacak, müdahalesi sınıflar arasındaki mücadelede bir sınıfın lehine müdahale etmek de ğildir. Bilakis, bütün çalı şma zümreleri arasındaki menfaatleri tezvin nokta-i nazarından bu müdahale lazımdır. İdeal olarak sınıflar arasındaki sürtü şme ve birbirlerini itip kakma esnasına yol bırakmamak geliyor. Burada derhal akla kooperatif fikri geliyor. Kooperatif de; demiryolu, elektrik ve daha bir çok fenni ve yüksek vasıtalar gibi be şeriyetin son asır zarfında buldu ğu iktisadi müessese formülüdür. Bu müstahsillerin veya müstehliklerin ve yahut hem müstahsil hem müstehlik olan halkımızın mü şterek mesuliyetli ortaklıkla alı şveri şlerini bizzat tanzim etmelidir. Ama arkada şlar kooperatif tatbikatı yaparsak, bütün müstehlikler istihlak kooperatifi yapacaklar, lüzumlu şeyleri menbalarından bizzat tedarik edecekler; sonra bütün müstahsiller istihsal kooperatifleri yapacaklar, do ğrudan do ğruya ana pazarlara mal satacaklar, aradan esnaf, tüccar kalkacak... Yüz senelik kooperatif, tatbikatının ameli görü şü, bu yanlı ş fikri tashih ediyor. Ta İrlanda adasından Japonya’ya kadar bütün be şeriyet tarafından kooperatifler tatbik edildi ği halde ne esnaf, ne tüccar ortadan kalkmı ştır... İş zümreleri arasında ahenk tesisi prensibinden bahsederken onu izah sadedinde kooperatiflerden bahsettim. Kooperatiflerin yanında dünyanın her tarafında, ticaret çalı şıp muvaffak oluyor. Fakat yukarıda şefkat eseri olarak normal karla iktifa etmeyece ğini söylemi ştim. Bir taraftan devletin tanzimi yanında di ğer taraftan kooperatiflerin ço ğalması ticareti normalle ştiriyor ve onun satıcısı ve mü şterisinde normal intizamlı bir karla iktifaya sevk ediyor.” 89

89 TBMM Zabıt Ceridesi , IX, Ankara 1932, s.451-452.

157

Ona göre kooperatifçilik, ticareti büsbütün kaldırmak de ğil, onu me şru kar ile iktifaya sevk etmek ve memlekette yeti ştirilen mühim maddelerin getirece ği faydaları, yeti ştiren ile ihraç eden arasında makul bir nispette taksim etmek gayesine hizmet eder. 90 Kooperatifler, mahsulün fiyatlarını indirirken faizler üzerinde de tesir yapar, kooperatifler sayesinde Türk köylüsü içtimai bir çalı şma terbiyesine sahip olur. 91

Recep Peker, ferdi te şebbüsün iktisadi yönlendirme gücüne eri şti ğinde, iktisadi yapıda gayri me şru sapmalar meydana gelece ği dü şüncesindedir. Tüketiciye kar şı giri şilecek fiyat empozisyonunun tröstle şmeyi ve kartelle şmeyi do ğuraca ğı inancındadır. Böyle bir geli şme devlet üzerinde müessir bir güç do ğuracaktır ki, bu da insafsız, ihtiraslı ve taasuplu bir sınıf mücadelesine ve vatanda şların devamlı çatı şmasına sebep olacaktır. Bu çatı şma devletin ya şamasında ve tehlikelerden korunmasında en büyük kuvvet oldu ğuna inandı ğı milli birli ği tahrip edecektir. Böyle bir durum, milli kuvvetlerin beyhude yere israfına sebep olaca ğını dü şündü ğünden sınıfla şmayı reddederek milletçe kütlele şmek fikrini müdafaa etmektedir.

Recep Peker’in fert ve devletin ekonomik hayat içinde konumlarının ne olaca ğı konusundaki dü şüncelerini izah etmek bakımından a şağıdaki konu şması pek mühimdir:

“... Biz ticaret faaliyetlerini serbest tutmakla ve fertlerin çalı şması için sahayı açık bulundurmakla beraber, yapılması lazım olan i şlerden şahsi te şebbüslerin ba şaramayacaklarını veya şahsi te şebbüse bırakmakta zarar tasavvur ettiklerimizi, devlete yaptırmak yolunu takip ediyoruz. Bununla beraber fertlerin ve şirketlerin yapabilecekleri i şlerde onların semereli ve muvaffak olarak çalı şabilecekleri şeraiti de devletin vazifesi sayıyoruz.” 92 Buna göre Recep Peker, cemiyet yapısında önemli fonksiyonu olan sanayi sahalarının ferdi te şebbüse teslim edilmemesi, devletin bilakis kendisinin bu sahalarda aktif faaliyette bulunması gerekti ğine inanmaktadır. Bununla

90 CHP Programının İzahı, s.11. 91 “Recep Peker’in Millet Meclisi’ndeki beyanatı” , Hakimiyet-i Milliye, 23 Haziran 1932. 92 CHP Programının İzahı, s.10-11.

158

beraber, ferdi te şebbüse bırakılan faaliyet sahalarında da, devamlı devlet kontrolünü esas görmektedir. Rantabl ve kar oranı yüksek iktisadi sahalarda devletin fonksiyonunu arttırma e ğiliminde, hatta ferdi te şebbüsü bu sahalardan uzak tutmak gayreti içerindedir. Ferdi te şebbüse bırakılan faaliyet sahalarının da, ferdin menfaatinden ziyade devletin menfaati istikametinde i şletilmesi gerekti ği dü şüncesindedir. Böylece ferdi te şebbüsün “küçük esnaf i şleri” ile sınırlı kalmasını sa ğlayarak sosyal ve iktisadi hayata yön verebilecek, devletin üzerinde ikinci bir gücün olu şmasını engellemeyi dü şünmektedir.

Recep Peker’in devletçili ği, “da ğılan çöker, daima bir, daima toplu” 93 sloganının etrafında şekillenmi ştir. Bu nedenle ferdi fonksiyona göre şekillenmesine kar şı çıktı ğı iktisadi yapıda, sınıf fonksiyonunun da güçlenmesine kar şı çıkmı ştır. Onun dü şüncesinde iktisadi açıdan meydana gelen sınıf farklılaşması yoktur. Sadece birbirlerine muhtaç, tüccar, çiftçi, fabrikatör, i şçi vs. gibi milli menfaatleri etrafında kütlele şmi ş, menfaatleri ortak, fonksiyonları farklı sosyal gruplar vardır. 94

Bu anlayı ş içerisinde, sınıf çatı şmasına sebep olacak faaliyetlerin yasaklanması gerekti ği dü şüncesindedir. Bu dü şüncesini en iyi şekilde 1936 kabul edilen “ İş Kanunu”nun izahında anlatmı ştır.

Recep Peker’e göre İş Kanunu ile grev ve lokavt yasak edilerek sınıflar çatı şmasının ortadan kaldırılması hedeflenmi ştir. Bu yasaklanı şta sermayenin sermayeden kaynaklanan gücüyle i şçiye haksız tazyikini önleyen, i şçilerin dayanı şma gücüne dayanarak devlet varlı ğında esas olan sanayi mevcudiyetini tahrip etmesini önleyen bir dengenin söz konusu oldu ğu inancındadır. 95

Recep Peker’in devletçilik görü şünde, II. Dünya Sava şı’ndan sonra dünyada meydana gelen geli şmeler sonucu, liberalle şme görülmektedir. Nitekim, 1945’te Şirket-i Hayriye’nin devletçe satın alınması hususunda hükümete muhalif olarak, Arif

93 “R.Peker’in Yeni Halkevlerini Açma Nutku” , Ülkü, c.VII, S.35 (Mart 1935), s.5. 94 R.Peker’in, a.g.e., s.14. 95 Devrim Partisi Kongresinde Genel sekreter Recep Peker’in Söylevi, 9 Mayıs 1935, s.17.

159

Çubukçu, Ali Rıza Erem, İzzet Arıkan, Muhtar Berker, Münir Birsel, Hazım Kuyucak ile birlikte ret oyu vermi ştir. Recep Peker’in ret oyu iki yönden anlamlıdır. Birincisi, 1945’e kadar savundu ğu iktisadi devletçilik dü şüncesinden ayrıldı ğını gösteriyor, ikincisi de, Saraço ğlu hükümetine kar şı olan tutumunu yansıtıyordu. 96 Recep Peker’in iktisadi devletçili ğindeki de ğişiklik, ba şbakanlı ğı dönemindeki faaliyetlerinde bilhassa “7 Eylül Kararları” olarak adlandırılan uygulamalarında göze çarpmaktadır.

d. Halkçılık Hakkındaki Görü şleri Mustafa Kemal Atatürk 20 Nisan 1931’de seçim dolayısıyla yayınladı ğı beyannamede; “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep de ğil vefakat ferdi ve içtimai hayat için i şbölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmı ş bir camia telakki etmek esas prensiplerimizdendir.

a. Çiftçiler, b. Küçük sanat erbabı ve esnaf, c. Amele ve i şçi, d. Serbest meslek erbabı, e. Sanayi erbabı, f. Tüccar ve g. Memurlar Türk camiasını te şkil eden ba şlıca çalı şma zümreleridir. Bunların her birinin çalı şması di ğerinin ve umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensiple istihdaf etti ği gaye sınıf mücadelesi yerine intizam ve tesanüt temin etmek ve birbirini nakzetmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis e ğlenecektir. Menfaatler, kabiliyet, marifet ve çalışma derecesiyle mütenasip olur.” 97

1932 senesi bütçesi için yeniden düzenlenen kanun layihası görü şmeleri sırasında söz alan Recep Peker;

“... Bir defa ve hiç münasebeti olmadı ğı halde Halkçılık fikri ile Devletçilik fikrini birbirleri ile kar şı kar şıya ve birbirleri ile çatı şır bir halde gösterdiler. İkincisi bu gün yalnız Türkiye için de ğil liberal ekolü tasvip edenlerin bile artık atıp tarihin kayıtlarına bıraktı ğı klasik bir takım nazariyelerin bu millet için kabili tatbik oldu ğu iddiası ile bir çok söz söylediler.

96 Cemil Koçak, “Siyasal Tarih 1923-1950”, Türkiye Tarihi (Ça ğda ş Türkiye 1908-1980 ), IV, İstanbul 1989, s.135. 97 T.Parla, a.g.e., s.213-214.

160

Halkçılık, kanunlar önünde Türk vatanda şlarının mutlak ve kati müsavatını emreder. Halkçılık Türkiye’de imtiyazlı tabakaların mevcudiyetini reddeder, selbeder. Halkçılık sınıf mücadelesini kabul etmeyen bir zihniyet ifade eder ve çalı şma zümreleri arasında ahenk tesisini takip eder ve nihayet halkçılık yeni devletin kurulu şunda temel olan ana fikre hürmet ederek milli hakimiyet esası üzerinde ısrar eder ve fakat bu milli hakimiyetin her vatanda şın her gün, her vakit ve her vaziyette kayıtsız, şartsız yollu ve yolsuz bir takım şeyler istemesi manasına alınmamak lazımdır. Asıl Halkçılık demek, vatanda şın devlete ve devletin vatanda şa kar şı mütekabil vazife, mesuliyetlere hürmet demektir. Bu kısa tabirlerle parti programının bu baptaki esas fikirlerini izah etmi ş oldum. Herkesin kendi i şine ve kendi hesabına ve kendi görü şüne uygun gelen bir takım i şler vardır. Bunları devletin tatbik sahasına sürmesi dünya kurulalıdan beri Halkçılık tarifi içine girmemi ştir.

1932’de uygulamaya konan “Devletçilik” ilkesinin Halkçılık ilkesine aykırı olmadı ğı ileri sürülmü ştür. Aslında devlet i şletmecili ğinin finansmanını sa ğlayan vergi politikası ve tekeller geni ş halk kitlelerinin yararına aykırıydı. Bununla beraber “Halkçılıktan” çıkarları çatı şan sınıfların bulunmadı ğı bir toplum anla şıldı ğı için, devletçilik de Halkçılı ğın iktisadi politikası olarak dü şünülmü ştür. Nitekim 1932’de bu konudaki kanunların meclisten geçmesi üzerine ticaret ve sanayi çevreleri tela şa kapılmı ş, Celal Bayar İktisat Bakanlı ğı’na getirilmiş ve basına bir tamim göndererek görü şlerini şöyle açıklamı ştır; “hemen ifade edeyim ki İktisat Vekaleti için, yeni bir istikamet yeni bir hattı hareket aramak mevzubahis olamaz. Çünkü iktisadi sahada mesai ve faaliyetlerimizin esasları, fırkamızın umumi siyasetinin beyannamesinde ve fırkanın programında her türlü tereddüdü ortadan kaldıracak bir vuzuh ve yüksek bir ikata ile çizilmi ştir.” Celal Bayar’ın hatırlattı ğı Cumhuriyet Halk Partisi programının Halkçılıkla ilgili maddesi şöyledir; “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan de ğil ve fakat ferdi ve içtimai hayat için i ş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmı ş bir camia telakki etmek esaslı prensiplerimizdendir” Bayar tamimini şöyle tanımlamaktadır: “Fırkamızın bu prensiple istihdaf etti ği gaye sınıf mücadeleleri

161

yerine içtimai nizam ve tesanüt temin ve birbirini nakzetmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis etmektir” görüldü ğü gibi, “devletçilik” politikası daha geni ş bir tabanda “halkçılık” felsefesi içinde savunulmaktadır. Halkçılık ise daha önceki dönemde oldu ğu gibi, her şeyden önce sınıf mücadelesine kar şı kullanılan ideolojik bir araçtır.

Aynı zihniyeti dönemin di ğer bazı uygulamalarında da görüyoruz. Örne ğin, sınıf esasına dayanan dernekleri yasaklayan Cemiyetler Kanunu 1938’de kabul edilmekle beraber, 1930’da meclise gelmi ştir. Aynı şekilde bizzat İş Kanunu sınıf mücadelesine kar şı bir araç olarak kullanılmı ştır. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker’in kanunun kabulü dolayısıyla yaptı ğı konu şmadan bazı bölümleri nakledelim:

“Devlet büyük sanayi hayatına yeni giriyor demektir. Bu sanayiinin kurulup işlemesi devrindedir ki i şverenle i ş alan arasındaki ahenk ve münasebetleri tanzimi kati bir ihtiyaç olarak duyuluyor. Bu bakımdan kanun tam zamanında hayata do ğmu ş olacaktır. Yeni İş Kanunu sınıfçılık şuurunun do ğmasına ve ya şamasına imkan verici hava bulutlarını ortadan silip süpürecektir. Bu kanunla milli hayatın i ş alanında kurulacaktır.”

1938’de kabul edilen Cemiyetler Kanunu ile Basın Birli ği Kanunu da aynı espri içinde hazırlanmı ştı. 98

1936 yılında İş Kanunu ile i şçilerin a şırı sömürülmesi önlenmeye çalı şılacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker bu kanun hakkında; “ İş Kanunu bir rejim kanunu olacaktır. Bu kanunla Türkiye’de i ş hayatı, yeni rejimimizin istedi ği ahenk ve çalı şma yoluna girecektir... Yeni İş kanunu sınıfçılık şuurunun do ğmasına ya şamasına imkan verecek hata yollarını ortadan silip süpürecektir. Ne var ki, dünya sava şı şartları, otoriter bir görü şle de olsa, i şçiyi koruyan bir çok hükümler getiren İş Kanunu’nun uygulanmasını, Milli Korunma Kanunu ile önleyecektir.

98 T.Timur, a.g.e., s.152-153.

162

1931 Cumhuriyet Halk Partisi program açıklamasını yapan Recep Peker, halkçılı ğın “Yurtta şların birini çıkarı ötekini yok eden sınıf zihniyetinin kar şıtı oldu ğu belirtiliyor ve halkçılı ğın milliyetçilikle ili şkisi kuruluyor. Yurtta şların kütlele şmesini ancak millet ve milliyet kavramlarını halkçılık zihniyeti ile incelmesi ve saflanması sayesinde mümkün olaca ğı söyleniyor. Halkçılık, yeni zamanın bölünme duyguları uyandıran zararlı akımlarına direnmekle milliyetçili ğe yardım edecek, sınıfla şmak yerine kütlele şmek esas olacak, çalı şma zümrelerinin ve yurtta şların özel çıkarları, devletin ve memleketin genel çıkarı çerçevesi içinde sa ğlanacak. Ülkede sınıf şuuru uyandıracak tahriklere kar şı da uyanık olmak gerekiyor.” 99

1935 programının açıklamasını yapan Recep Peker; “... burada, Cumhuriyet Halk Partisi halkçılı ğının ba şka yerlerdeki popüler popülist gibi adlar ta şıyan hareketlerle ilgisi bulunmadı ğı, onlarınki gibi bir kli şeden ibaret olmadı ğı söyleniyor. Bizim halkçılı ğımız bizim anladı ğımız manadadır deniliyor. Bu, biz bize benzeriz biz bize uygunu seçeriz, kavram ve terimlere istedi ğimiz anlamı yükleriz tutumu temelde, kendini evrensel ve mukayeseli normlarla ba ğlamama e ğilimi yansıtıyor.” Taha Parla, Recep Peker’in Cumhuriyet Halk Partisi programlarını ilersine geçerek halkçılıkta demokratik manası da görülüyor, yorumunu yapıyor. Bu da programdaki bireysel ve toplumsal özgürlük, e şitlik ve dokunulmazlık ve mülkiyet hakları ile bir tutuyor. Ardından saydı ğı hak ve özgürlüklerin programda olmadı ğını belirtiyor. 100

e. Laiklik Hakkındaki Görü şleri Türkiye’de laiklik genel olarak “ devletin dine, dinin devlete karı şmaması” şeklinde tanımlanmaktadır. Fakat din, inkılapçılar tarafından devamlı problem olarak görüldü ğü için devletin dine müdahalesi hiç de eksik olmamıştır. İnkılapçılar, dini kendi fonksiyonları ile ba ş ba şa bırakarak onu siyasetten tecrit etmek yerine kendi medeniyet anlayı şları ve dünya görü şleri çerçevesinde devamlı yönlendirme gayreti içerisinde görülmü şlerdir.

99 T.Parla, a.g.e., s.139. 100 T.Parla, a.g.e., s.120-121.

163

Ça ğda ş medeniyet denince daha ziyade laiklik ve pozitivizmi anlayan, daha önceki sıkıntıların esas sebebini Osmanlı Devleti’nin din anlayı şında, Arap harflerinde vs. de arayan bir anlayı ş geli şmi ştir. 101 Recep Peker’in din-devlet ili şkileri ile ilgili görü şleri bu çerçevede şekillenmi ştir. Ona göre:

“Din, sosyal bir te şekküldür, böyle olmakla beraber ilk do ğdu ğu günden bugüne kadar, bütün dünyanın siyasal hayatındaki tesirlerini bir gün bile sekteye uğratmamı ştır ve bu özelli ği ile de tehlikelidir. Güya kö şesinde, hu şu içinde kendi işlerini tanzim eder gibi görünmekle beraber, her günkü faal tesir ve te şebbüsünü, içinde bulundu ğu devrin, en yüksek siyasi çalı şmalarında göstermi ştir. Daha önceleri peygamber devirlerinde, din, devletin kendisi idi. Gerek feodal devlette gerek onu takip eden hanedan devlette bizzat i ş ba şında bulunmamı şsa da ba ştakilerle bir ve beraber olarak insanlık haklarını istismar ve tahrip edici yolda yürümü ştür. Din sayarların ve hükümdarların müttefikidir. Saraylar, din şeflerinden kuvvet ve nüfuz alırlar ve kendi kuvvetlerini de onların emrine arz ederlerdi. Her iki taraf da kar ve menfaatte birbirini orta ğı vaziyetindeydi.” 102 Recep Peker’in bu dü şüncesinden anla şılaca ğı üzere, dini sosyal bir te şekkül olarak görmekle beraber, onun bu özelli ğini siyasi nüfuzla bütünle ştirdi ği için tehlikeli oldu ğuna inanmaktadır. Halbuki Türkiye gibi ruhban sınıfına ve varlık bir kilise te şkilatına sahip olmayan memleketlerde böyle bir olgunun meydana gelmesi mümkün de ğildir.

Aslında, Recep Peker’in çizdi ği “tehlikeli din” imajının arkasında, din merkezli, inkılaba kar şı en önemli direnç unsuru olan geleneksel yapıya tepki olgusu vardır. Bu tür izahlarda sadece, dinin sosyal ve siyasi gücünü yok etmek gayreti içerisinde de ğildir. Dinin sosyal ve siyasi nüfuzunu yok ederek onu, ferdin vicdanlarına hapsetmeye çalı şırken di ğer taraftan devletin dine müdahalesi için zemin hazırlamaktadır. Recep Peker bu konuda şunları söylemektedir:

101 E.Güngör, a.g.e., İstanbul 1986, s.41, 187. 102 R.Peker, İnkılap Dersleri , s.72.

164

“Türkiye’deki din telakkisinin hududu yurtta ş vücudunun cildini a şamaz. Onun ne sosyetede, ne de administrasyonda ve ne de politikada yeri yoktur. Bunun yanında ne sosyete, ne kanun ve ne de politika yurtta şın dindarlı ğı ve ya dinsizli ği ile me şgul olamaz. Din sade bir vicdan i şidir. Asla bir devlet i şi de ğildir.” 103

Dini toplum içinde fertler arasında ba ğ olu şturacak bir müessese olarak görmemektedir. Dinin, vicdan hududu dı şına çıkarılarak dünyevi faaliyetlere tesirini ika etmek ona göre toplum hayatına zehir katmak demektir. Toplum içinde yayılma ihtimali olan zararlı fikirlere kar şı dinin bir panzehir olmadı ğı kanaatindedir. Dinin dünyevi bir mahiyet kazanması en az di ğer zararlı fikirler kadar tehlike arz edece ğini dü şünmekte giri şilen yenile şme faaliyetlerine kar şı geleneksel yapının direncini arttıraca ğına inanmaktadır. Recep Peker, di ğer görü şlerinde oldu ğu gibi din nazariyesini de “inkılap dü şmanları ve tehlikeleri” psikozu üzerine oturtmaktadır. Bu konuda şunları söylemektedir:

“Türkiye’de bu o kadar tabii bir hayat olmu ştur ki, yurtta şlar dünya i şlerinin dı şında birbirinin akidesi hakkında fikir dahi edinmezler. İş te bir cemiyet için ideal bir din akidesi bizde bu kadar tesamühlü, bu kadar realist bir mahiyet almı ştır. Bugünün Türkiye’si hemen hemen diyebilirim ki medeni laik telakkinin müstesna bir numunesidir. Türkiye’de gizli din tedrisatının yasak olu şu sadece dinin fesada karı şmasını önlemek içindir. Arkada şlar, bu gün biliyorsunuz bir plato üzerinde çalı şıyoruz. Solumuzda kızıl uçurum, sa ğımızda kara ve karanlık bir irtica uçurumu. Bu uçurumdan birini ötekine tedbir saymak manasına gelen bir ifadede isabetli bir mü şahadenin hükmü yoktur sanıyorum .”104

Ona göre laiklik, asla dinsiz olmayı istemek de ğildir. Türkiye’de herkesin istedi ği gibi ibadetini yapması kanun güvencesi altına alınmı ştır. Kendi inanı şına göre

103 Bkz. Recep Peker , “Ulusla şma- Devletle şme”, “Ba şbakanın Bir Demeci ”, Ulus, 25 Aralık 1946. 104 Bkz. TBMM Tutanak Dergisi , IIII, Ankara, 1947, s.445-446.

165

dindar olan bir vatanda ş, bu vicdani kanaatine sadakatle ba ğlı kalmakla beraber samimi surette laik de olabilir. 105

Bu laik dü şünce bir zaman sonra Recep Peker ve di ğer inkılapçılarda “resmi bir dinsizlik do ğası” diye adlandırılabilecek a şırı pozitivist bir karakter kazanmı ştır. Bu kar şılık köyler ve küçük şehirler, bir bütün olarak esaslı İslam adet ve ananelerini muhafazaya devam ettiler. Laikli ğin kültürel amaçları buralarda yüzeysel olarak gerçekle ştirilmi ştir. Memleketin nispeten oldu ğu gibi bırakılan toplumsal yapısı ve gelenekleri, laikli ğin akılcı vasfına zıt bir dü şünce örne ği yaratmaya devam etmi ştir. Devletin dine git gide cephe alması ve dini faaliyetleri kontrolü, muhafazakar ve hatta basit vatanda şlar arasında büyük ho şnutsuzlu ğa sebep olmu ştur. Dini reformların pek ço ğuna inanılarak de ğil de kanun zoruyla riayet edildi ği bir sır de ğildir. 106

Ortaya çıkan bu otoriter laik tavrın neticesinde dinin yer altına inmesi ile birlikte, geleneksel kültürün süreklili ği önlenmi ştir. Böylece kendini muhafaza etme gayesine yönelik İslami tavır olu şmu ştur. Bu tavrın birbirinden kopuk cemaatle şmeyi çıkarmı ştır. Bu durum da dini, bütünle ştirici sosyal fonksiyonundan uzakla ştırarak, reaksiyoner radikal bir hareket olarak sınırlandırmı ş ve kültürel süreklilik üzerindeki etkisini yok etmi ştir. 107

Türkiye’deki din tartı şması üç grup etrafında toplanmı ştır. Birinci grup muhafazakarlardır ki; bunlara göre din insanın tabiatında var olan bir ruhi ihtiyaç ve terbiye müessesesidir. İkincisi mutediller olarak adlandırılan kısmen muhafazakarlarla aynı görü şte olmakla beraber, din hürriyetini daha çok insan haklarından biri olarak kabul eden gruptur. Üçüncü grup ise dini bir çe şit klarikalizm olarak gören, dinde liberalizasyona kar şı çıkanlardan olu şmaktadır. 108 Bu sınıflandırmaya göre Recep Peker’i üçüncü grup içinde de ğerlendirmek gerekmektedir çünkü ona göre dinin demokratik bir anlayı ş içersinde müessesele şerek

105 CHP Programının İzahı, s.15. 106 K.H.Karpat, a.g.e., s.232-233. 107 Orhan Türkdo ğan, “Laiklik Anlayı şında De ğişiklik Gerekiyor” , Türk Yurdu, c.14, S.78 (1994), s.4- 10. 108 K.H.Karpat, a.g.e., s.234.

166

siyasi bir aktivite kazanması ve demokrasinin zafiyete varan sınırsız ho şgörüsü sayesinde kendini ifade edebilme imkanını bulması büyük bir tehlikedir. Bu yüzden Türkiye’deki inkılapçıların din konusunda tavizkar olmamaları gerekti ği kanaatindedir. Ona göre verilecek en ufak bir taviz, eski anane ve mefhumlara yeniden i şlerlik kazandıracak ve inkılabı atıl hale getirecektir. Verilecek en ufak tavizin büyük tavizlere zemin hazırlayaca ğını dü şünmekte ve geleneksel kültürün bütün unsurlarının inkılap fikirlerinin içinde yer almasına mukavemet gösterilmesini istemektedir. 109

Ona göre batı bu hataya dü şmü ştür. Aydınlanma ça ğının getirdi ği cumhuriyetçilik, demokrasi gibi fikirler kar şısında yer alan insanlar da, hürriyet devrinin siyasal çalı şmalar için açtı ğı yollardan faydalanarak kralcı ve klerikal partiler kurmu şlardır. Bu partilerden klerikal olanlar bilhassa laik prensipler güden radikal partiler kar şısında yer almı şlardır. İnsanlık hak ve hürriyetleri tanımdan önce dinciler ve kralcılar nasıl el ele vermi şlerse, liberal fikirlerin ya şandı ğı devirde do ğan kralcı ve dinci partiler de, yenilikçi partiler kar şısında birbirini destekleyen irtica unsurları olmu şlardır.

Siyasi ve hukuki yönden laikli ğin tarifi; otoritenin ve hukukun kayna ğı olarak ilahi bir kaynak ve otorite tanımamak, devlet otoritesini ve hukuk prensiplerini dini unsurlardan ve tesirlerden kurtarmaktır. 110 Bu tariften anla şılaca ğı üzere laiklikte hedef dinin, siyasi ve hukuki müesseselerdeki fonksiyonunu yok etmektir. Fakat, bizde batılıla şma anlayı şı içerisinde dinin bütün hayattan uzakla ştırılması şeklinde bir mana kazanmı ştır. Din devlet hayatından uzakla ştırılırken sosyal hayattaki fonksiyonunun yok edilmemesinden dolayı, Recep Peker ve onun gibi dü şünen di ğer inkılapçılar, dinin temel naslarına göre de ğil, inkılabın temek ilkelerine göre şekillenen yeni bir İslami anlayı ş olu şturma gayreti göstermi şlerdir.

109 R.Peker , İnkılap Dersleri , s.29-70. 110 Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlü ğü, İstanbul 1981, s.164.

167

Recep Peker’in din-devlet ili şkisi hakkındaki görü şleri bizim problemlerimize göre şekillenip sistemle şmemi ştir. Hıristiyan batının, din-siyaset ili şkilerinden kaynaklanan problemini, müslümanların da problemi olarak görmü ştür. Bu problemlere göre şekillenen çözüm sistemlerini de bizde uygulama gayreti içine girmi ştir. Bu nedenle sosyal tıkanıklı ğı ya şayan toplum için çözümlenmesi gereken yeni problemler meydana getirmi ştir.

f. Rejim Anlayı şı Batılı olmayan toplumlar, batının uzun bir zaman dilimi içerisinde geçekle ştirdi ği dönü şümleri çok kısa bir zamanda gerçekle ştirmek durumundadırlar. bu nedenle de ğişim süreci son derece yava ş i şleyen batılı olmayan toplumlarda insan iradesinin aktif müdahalesine ihtiyacı vardır. İnsan eylemi önceden zihinde tasarlanmı ş oldu ğundan bu müdahaleyi ancak batının niteliklerini kavramı ş sosyal gruplar özellikle de aydınlar yapacaktır. Batılı olmayan toplumların de ğişim süreçlerinde gözlenen bu müdahale batılıla şmacı anlayı şa göre geleneksel toplumdan batılı topluma geçi ş a şamasında zorunludur. Geçi ş gerçekle şinceye kadar otoriter rejimlere katlanmak gerekmektedir. Böyle bakıldı ğında batılı olmayan toplumlardaki toplumsal de ğişim süreçlerini açıklamanın temeli de geriyi simgeledi ğine inanılan geleneksellik yada geleneksel dünya görü şüne göre davranan halka ile batının tüm dünya toplumları için idealle ştirmesini ifade eder tarzda kullanılan ve bu anlamda da ileriyi simgeleyen batılılık yada batılı dünya görüşüne göre toplumu dönü ştürmeye çalı şan aydınlar arasındaki çeli şki olmaktadır. 111

Türkiye de bu sosyo-politik olguları de ğişim süreci içinde ya şamı ştır. Cumhuriyet döneminin ilk 25 yılı süresince yenilikçi laikçi grup hakim durumda idi. Bunlar 1919-1922 yılları özel tarihi şartları yardımı ile iktidara geçip 1922’de saltanatı ve 1924’te halifeli ği kaldırarak durumlarını kuvvetlendirmi şlerdir. Cumhuriyet döneminde toplumsal yapı ve dü şünü şte meydana gelen önemli de ğişiklikler yeni bir siyasi sisteme geçi ş iktidardaki hükümetin bilerek aldı ğı bir

111 Levent Köker , Modernle şme Kemalizm ve Demokrasi , İstanbul 1993, s. 13-14.

168

kararla olmu ştur. Yava ş yava ş yürülü ğe konulan bu karar toplumsal de ğişmeyi hem hızlandıran hem de onun yönünü de ğiştiren zincirleme tepkiler do ğurmu ştur.

Cumhuriyet inkılapçılarından genellikle diktatörlük bir fikir olarak kabul edilmemi ş hatta tek parti idaresinin en sert şekilde yürütüldü ğü zamanlarda bile Türkiye için zararlı bir sistem oldu ğu öne sürülmü ştür. Türkiye’deki sistem batı diktatörlüklerine benzemiyordu çünkü terör yoktu ve basına nisbi bir hürriyet tanıyordu. Çe şitli reformlar ve e ğitim sistemi diktatörlü ğü kuvvetlendirmek amacıyla de ğil batılı anlamda bu sisteme geçi ş için uygulanmı ştır.

Mustafa Kemal ve kadrosunun önemli bir bölümünü bu kategoride de ğerlendirmek mümkündür. Yani idealde tam manası ile batılı sisteme özlem duymu şlar ve pratikte buna zemin hazırlama gayesi güderek bu do ğrultuda gayret göstermi şlerdir. Ancak Peker’i bu kategoride de ğerlendirmek mümkün de ğildir. Peker otoriter rejim anlayı şında samimi idi. Bunu bir geçi ş dönemi rejimi olarak de ğil toplumun ihtiyacını kar şılayacak ideal sistem olarak görmektedir. Ona göre tek parti sistemi toplumu batıya entegreye hazırlayan bir geçi ş rejimi yani bir ba şlangıç de ğil bir sondur. Peker’in batılı manada bir rejim özlemi yoktur. Bu özelli ği ile de Mustafa Kemal’den ayrılmaktadır. Peker’e göre devletin süreklili ği rejimin gücüne ve süreklili ğine ba ğlı olup dü şüncesi de bu anlayı şa göre şekillenmi ştir. 112 Bundan dolayı rejim konusundaki hassasiyeti fobiye dönü şmü ştür. Bu nedenle ele ştiri kabul etmez bir anlayı ş içerisindedir. Rejime yönelik en masumane ele ştiriyi bile devlet aleyhine tavır olarak görmek e ğilimindedir.

Peker rejim anlayı şını inkılapçı kadronun bir ço ğunda oldu ğu gibi “komplo teorisi” üzerine oturtmu ştur. Onun nazarında içeride inkılap dü şmanları ve onlara kar şı korunması lazım gelen inkılaplar dı şarıda ise Türkiye’nin ba ğımsızlı ğına göz dikmi ş emperyalistler ve korunması gereken istiklalimiz vardır. İçerideki muhalefet daima dı şarıdan desteklidir ve emperyalistlerin Türkiye’deki uzantısıdır. Bu nedenle en masumane muhalefeti dahi hainane bir tavırla de ğerlendirmi ştir. Nitekim bu

112 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi , IV, T.B.M.M. Matbaası, 1968, s. 441.

16 9

yüzden milli mücadelenin önemli şahsiyetlerinden olan ve kendisinin milli mücadelede Ankara’ya gönderilmesini sa ğlayan Rauf Orbay’a cumhuriyetin ilan edili ş tarzına itirazından dolayı ima yoluyla hain ithamında bulunmu ştur.

Peker’e göre inkılabın ba şarısı ve istiklalin istikbali birbirine ba ğlıdır. E ğer inkılapçılar ba şarılı olamazsa istiklalimiz de yok olacaktır. İnkılapçının ba şarısı da iktidarın daima inkılapçının elinde kalmasını sa ğlayacak rejimden geçmektedir. Bu nedenle rejime yönelik tenkitlerin itaatkar bir anlayı ş içerisinde yapılması gerekti ğine inanmaktadır. 113 Aslında tenkitten anladı ğı tekliftir. Yani ki şiler ve gruplar iktidardakileri ve uygulamaları tenkit edemezler. Ancak gözden kaçan bazı hususları hatırlatabilirler ve aynı mahiyette teklifte bulunabilirler.

Peker’in rejim ile dü şünceleri devletçilik anlayı şı dairesinde şekillenmi ştir. Toplumun bütün sosyal katmanlarını sabit bir fikirle bütünle ştirmek gayreti içinde olup devletin bekasını buna ba ğlı olarak görmektedir. Ona göre mü şterek menfaatleri için vatanın kendileri tarafından idare edilmesini talep edenler bir taraftan şerefli bir vatanda ş di ğer taraftan da devlet ve hükümetin haklarına hürmet eden terbiyeli vatanda ş vasıflarına sahip olmalıdırlar. 114

Bu dü şüncelerinden dolayı Peker tek partici rejim savunuculu ğu yapmı ştır. Bu nedenle bu rejim hakkındaki görü şlerini anlayabilmek için onun parti ve şef anlayı şını bilmek zorundayız.

Peker’e göre halkın devlet mekanizmasındaki fonksiyonunun artması siyasi partileri bir müessese olarak ortaya çıkarmı ştır. Fakat birçok partilerden mürekkep idarelerin olu şmasıyla birlikte politikayı kendine meslek edinmi ş insanların milletlerin haklarını muayyen prensipleri üzerinde ileriye götürecekleri yerde kısa olan yolları uzattıklarından bu müessese hedefinden uzakla şmı ştır. Bu nedenle Peker milletin politik hayatında birden fazla partinin bulunması konusunda çekinceler koymakta ve bu durumun ba şarısızlı ğa sebep olaca ğını dü şünmektedir. Da ğınık,

113 Hakimiyet-i Milliye, 19.08.1924. 114 Recep Bey “Vatanda ş Şeref ve Terbiyesi”

170

karı şık partiler sistemi olarak adlandırdı ğı çok partili sistemin devam etmesi halinde devletin ihtisas kıymet güven kafa el ve gönül birli ği isteyen çetin ve büyük i şlerinin tökezleyece ği kanaatindedir. Peker’e göre parti tek milli olmalıdır. “Liberal devlet tipinin da ğınık partilerinin yerine ulusun bütün isteklerine omuz vermi ş, bütün tehlikeleri gö ğüslemi ş, yapanı ile satanı ile toprakta fabrikada laboratuarda çalı şanı ile köyde ve kentte ya şayan ile bütün halk yı ğınlarının ihtiyaçlarını duyup anlayarak çalı şma sinesinde bulunanlara de ğer vermi ş, ulusal parti ile idarenin muvaffak olaca ğı devirdeyiz” sözleri ile bunu ifade etmektedir. Türkiye’deki tek parti sisteminin de bu dü şüncenin mahsulü oldu ğunu dü şünmekte olup CHP’yi milletin ba ğrından do ğan ve milletin malı olan bir parti olarak görmektedir. 115

Peker’e göre partinin bütün doktrin ve prensipleri pragmatist olmalıdır. Ba ştan itibaren kurdu ğu ve kovaladı ğı yolları herhangi bir nazariyecilikten de ğil hayattan ve toplumu çevreleyen özel ve genel şartlardan alınıp tespiti lazımdır. Bu yüzden geni ş kapsamlı parti programlarına kar şıdır. İnsanların parti mensubu olduklarında temel fikirlerin ana çizgileri üzerinde uzla ştıklarını ve uzla şılan bu ana unsurların parti programı için yeterli oldu ğunu dü şünmektedir.

Bir siyasi partinin programı kadar onu kuran şahsiyetlerin ve bilhassa şefin mühim bir referans unsuru oldu ğu dü şüncesi onun parti anlayı şının şekillenmesinde etkili olmu ştur. Peker’e göre ki şiler siyasi partiye intisab etmeden önce parti şefi ve kadrolarının kabiliyetli ve dürüst ki şili ğe sahip olup olmadıklarını ara ştırmalı ve bu özelliklere sahip olduklarına kanaat getirdikten sonra parti mensubu olmalıdırlar. Peker’e göre şef siyasi partiyi her yönüyle temsil etmektedir. Bununla birlikte şefin temsil gücü kadrosuna ba ğlıdır. Kadro ne kadar güçlü olursa şef ve parti de o kadar güçlü olur.

Şef ona göre partinin ve toplumun ilerleme ve korunma kayna ğıdır. Şefin karizması ve güçlü kadrosu toplumun inki şafını sa ğlayacaktır. Türk toplumu da

115 R.Peker, İnkılap Dersleri , s. 68.

171

yapmak istediklerini ebedi şefin karizması etrafında birle şmesi sayesinde elde etmi ştir.

Peker’in şef kavramına bu kadar mühim yer vermesi sebebi iki noktada mütalaa edilebilir. Birincisi; ideolojisi bakımından devletçi siyasi ve ekonomik düzen kurabilmek için otoriter bir nizam tesisini savunmaktadır. Otoriter nizamda ise kaçınılmaz olarak bir ki şinin özel bilgilere sahip olması gündeme gelir. İkincisi ise mevcut siyasi yapıda şefin önemli bir yeri vardır. Peker’in ideolojisini prati ğe geçirebilmek ve siyasi otoriteyi sürekli olarak inkılapçı kadronun elinde tutabilmek için şefin karizmasına ihtiyaç vardır. Bu karizma sayesinde meydana gelebilecek ideolojik uzla şmazlık sıkı bir şekilde elde tutulan siyasi otoriteyle birlikte inkılapçılar lehine çözümlenebilecektir.

Peker siyasi partiyi inkılabın bir güç oda ğı olarak kabul etmektedir. İnkılapçının siyasi otoriteyi elde tutmak vasıtası olarak gördü ğü siyasi partinin tam bir otoriter tavırla organize edilmesine inanmaktadır. Bu yüzden Peker “parti-talep” prensibini kabul etmi ştir. Yani bütün istekler partiye bildirilecek bu iste ğin yerine getirilip getirilmeyece ğine parti karar verecektir. 116 Siyasi parti anlayı şındaki otoriter ve tek adamcı tavrı onu, siyasi anlayı şında tek partici dü şünceye götürmü ştür.

Peker’e göre partinin liberal manada fertlerin veya sosyalist manada sınıfların kontrolünde olması onun dü şüncesinde hem parti hem de memleket için büyük tehlikelidir. Ona göre her fert büyük bir siyasi mevcudiyetin parçasıdır. Devleti ebedi ve payidar kılmak için garazsız ve kavgasız partinin mensubu olunmalıdır. 117

Tek parti anlayı şı içerisinde CHP’yi bir devlet partisi olarak dü şünen Peker partiyi devletin bir üst kurumu veya kendisi gibi görürken di ğer taraftan toplumu inkılap ideolojisiyle bütünle ştirecek bir ileti şim vasıtası olarak görmektedir. Bunun için de partinin yan kurulu şlarından faydalanılması dü şüncesindedir. Toplumu

116 Kemal H Karpat, Türk Demokrasi Tarihi , İstanbul 1967, s. 335. 117 “CHP Umumi Katibinin Nutku”

172

inkılaplarla bütünle ştirmek için milleti parti bünyesinde şuurlu, birbirini anlayan ve seven, ideale ba ğlı bir halk kitlesi halinde te şkilatlandırmaktan yanadır. 118

Peker’e göre temel prensiplere ve disipline sadakat göstermek kaydıyla herkes parti içinde konu şabilmelidir. Ancak, partinin prensipleri tartı şmadan uzak tutulmalıdır. Partinin prensipleri tartı şılmaya ba şlandı ğı anda sistemde büyük yaralar açılaca ğı vehmini ta şımaktadır. Çünkü, partinin temel prensipleri ona göre devletin temel ilkelerini olu şturmaktadır. Bu nedenle partinin temel prensipleri tartı şılmaya ba şlandı ğı takdirde liberalizmin anar şisi, sosyalizmin sınıf kavgası, beynelmilelcili ğin ve otoriter idare sisteminin devlet kurmak ve i şletmekte halkın reyini ve mütalaasını ve milli zekanın yardımını hiçe sayması gibi millet beraberli ğini bozan, milli kuvvetleri da ğıtan zararlı unsurlar geli şme ortamı bulacaktır. Ona göre parti, bütün farklı sosyal unsurları bünyesinde toplayarak hem totaliter rejimin olu şmasına engel olabilir, hem de sınıf veya fert çatı şmasının meydana getirece ği karga şalı ğı bertaraf edebilir.

Bu anlayı şı, ki şilerin ekonomik alanda serbestçe hareketi, milli çıkarlara zarar getirir dü şüncesine dayanmaktadır. Bu kompleks, Peker’de sadece parti dı şı muhalefetle olan ili şkilerde de ğil, parti içinde de kendini hissettirmi ştir. Parti millile ştirilirken üyeleri de, parti dü şüncesine entegre edilmeli ve parti ile tam olarak bütünle ştirilmelidir. Böylece hem parti dı şı hem parti içi ili şkilerde siyasi vahdet olu şacaktır ki bu siyasi hayatta çok elzem olup bunu sağlayacak tek güç parti ideolojisi ve gösterdi ği hedeftir.

Peker’e göre partinin ba şarısıyla Türkiye’nin ba şarısı e şittir. Parti ile devlet bütünle şmi ştir. Her cemiyetin bir inanç, ülkü ve bir mü şterek hız alma kayna ğının varlı ğına inanmakta olup ülke içinde bu kaynaklar Kemalizm olarak adlandırdı ğı CHP ideolojisinde vardır.

Peker hukukun gücünün iktidar kar şısında sınırlandırılması dü şüncesindedir. Hukuk müessesesinin iktidarı kontrol edebilme gücünü yok ederek onu tabi ve

118 “Halkevlerinin Açılma Nutku” , Ülkü, I, S. 1 (1933), s. 6.

173

destekleyen bir yapı haline getirme gayretindedir. 119 Peker’in rejim anlayı şında hukukun iktidarı kontrolü sınırlı hatta imkansızdır. Ayrıca icra yetki bakımından yasamadan yani meclisten daha etkili bir güce sahiptir. Devletin istikrarı için bunun gereklili ğine inanmaktadır. Hatta Atatürk’e sundu ğu ve Atatürk’ün kabul etmedi ği söylenen raporda bu anlayı şın onda zamanla meclisi de göz ardı eden bir anlayışa dönü ştü ğü görülmektedir.

g. İnkılap Anlayı şı Peker, inkılabı şöyle tarif etmektedir: “Bir sosyal bünyeden, geri, e ğri, fena, eski, haksız ve zararlı ne varsa bunları birden yerinden söküp onların yerine ileriyi, do ğruyu, iyiyi ve faydalıyı koymaktır.” Ona göre, yeni müesseseler olu şturmak yeterli de ğildir. İnkılabın süreklili ği için onu muhafaza edecek sistemi kurmak ve işletmek lazımdır. E ğer böyle olmazsa eski müesseselerin yeniden geri gelme riski vardır. Bu riski ortadan kaldırmak ve inkılabın sistemine i şlerlik kazandırabilmek için inkılabın şuurla ştırılması gereklidir. Alı şmak ba şka şeydir, şuurlu olarak benimsemek ba şka bir şeydir. İnkılabın yapılı şındaki zorluk, ortadan kaldırılacak ve yerine olu şturulacak müesseselerin ve hayat anlayı şının çoklu ğu, derinli ği ve eskili ği ile ölçülür. Bu unsurlar, yani de ğiştirilmesi gerekenler ne kadar eski ise, onun yerine müessese olu şturmak da o kadar güçtür.

Peker, inkılapları gerçekle ştirebilmek için genellikle zor kullanılması gerekti ğine inanmaktadır. İnkılaplar yapılırken, eski müesseselerin savunuculuğunu yapanların mukavemet gösterecekleri kanaati onda bu inancın olu şmasında etkili olmu ştur. Ona göre bu kar şı geli ş silahlı veya silahsız olabilir. Bu organize kar şı geli şin yanında yeniye alı şamamanın ortaya çıkardı ğı şuursuz ve organizesiz kar şı koyu şlar olabilir. Bütün bu inkılaba kar şı unsurlar yok edilmeden inkılapta süreklilik mümkün de ğildir.

119 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi , IX, T.B.M.M. Matbaası, 1932, s. 111-112.

174

Bu nedenle Peker yeni sistem nizamı ve ahengi hukukun kurallarına göre de ğil, inkılabın hedeflerine göre belirlenmesi taraftarıdır. Ona göre bu hukuk, girilen inkılap sürecini hızına uygun olarak kendisini yenileyemez ve inkılabın gere ği olarak olu şan siyasi ve sosyal yapını gerisinde kalır. İnkılabın gere ği olan yeni esaslar ortaya konulur ve bu hayat hemen ba şlar. Fakat bu ileri gidi şin içinde en gerekli kalan müessese hukuktur. Bu her yerde böyledir. Hukukun ilerleyi şe mani olmasını sebebi onun dogmatik özelli ğidir. Bu nedenle inkılapçı hareketin yenilik için giri şti ği eylemlerde uygun bir ayak uyduru ş ile hukukun da inkılaba göre mahiyet kazanması gerekti ğine inanır ki bu ona göre inkılabın ve inkılapçının en tabi hakkıdır. Yeni bir düzen kurarken bu giri şim hukukun kurallarıyla çatı şabilir. Bu çatı şmanın sebebi hukuk sisteminin inkılabın ilerleyi şini engelleyici tabiatından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla böyle bir durumda hukukun de ğil inkılabın kurallarının i şletilmesi dü şüncesindedir.

Peker’e göre inkılap “otoriteden gelen ve otoriteye kar şı yapılan inkılaplar” olarak iki şekilde gerçekle şmi ştir. Otoriteden gelen inkılap belli hedefler etrafında kütlele şmi ş yı ğınları siyasi otorite vasıtasıyla geli ştirmek ve de ğiştirmek eylemidir. Otoriteye kar şı yapılan inkılaplar ise “halk inkılabı veya hürriyet inkılabı ve sınıf inkılaplarıdır.”

Halktan gelen inkılaplar ona göre hakiki inkılaplardır: Fransız İnkılabı, İngiliz İnkılabı hatta Osmanlı Me şrutiyet İnkılabı bu türdendir. “Hürriyet inkılabı olarak adlandırılan bu tip inkılapları halkın kendilerini idare edenlere ve idareyi suiistimal edenlere kar şı ayaklanı şı sonu meydana geldi ğini dü şünmektedir. Peker halkın ayaklanı şını bir inkılap olarak kabul etmektedir. İnkılabı gerçekle ştirmek için bir ön safha olan ihtilali zorunlu görmektedir. Ona göre bu safha bulu şma devridir, yakıp yıkma devridir ve genellikle uzun sürmez. Bu hareketin inkılap olabilmesi için ihtilalcilerin otoriteyi yıktıktan sonra maksatlarını formüle ederek kanunla ştırıp cemiyetin yeni hayatını tanzim edici doktrinler vücuda getirmeleri ve bütün bunların siyasi iktisadi ve içtimai hayatta de ğişmeler meydana getirmesi lazımdır.

175

Peker’e göre bilhassa feodalite devrinden sonra sarayların kendi maksatlarına göre halkı idare etmeleri, idare edilenlerin hakları üzerinde zalimce tasarruf etmeleri, çe şitli grupların bilhassa din müesseselerini, insan yı ğınlarını kendi menfaatleri için suiistimal etmeleri insanları bunaltmı ştır.

Peker’e göre insanlık bilgide ilerledikçe ya şama ihtiyaçları artmı ş ve fabrikasyon imalat artmı ştır. İnsani hürriyetlerin elde edildi ği inkılabın neticesinde olu şan hayat tarzı bu yeni geli şmelerin ortaya çıkardı ğı bilhassa i şçi patron ili şkilerinde çözüm üretemeyince sınıf şuuru olu şmu ş bu da sınıf ihtilali ve inkılabına zemin hazırlamı ştır.

Peker hakiki inkılap olarak vasıflandırdı ğı ‘hürriyet inkılabı’ veya ‘halk inkılabı’ olarak kavramla ştırdı ğı aydınlanma ça ğı inkılabının temel ilkeleri oldu ğu kanaatindedir. Bunlardan verilecek tavizin suistimalleri meydana getirece ğini dü şünecektir de ğişime ra ğmen inkılabın yıkmayı hedefledi ği saraylar v krallıklar

Sisteminin ayakta kalma sebebini bu sistemin inkılap dü şüncesi lehine ruhsallık göstermelerine ve bu uysalla şmayı inkılap uygulayıcılarının yeterli saymasına ba ğlamaktadır.

İnkılap uygulamasında tavizsiz olunması gerekti ğine ve her tavizin yeni tavizler meydana getirece ğine inanan Peker krallı ğın devamına ho şgörü ile bakan bu dü şüncelerin yanlı şlı ğına i şaret etmektedir. Peker e göre krallı ğın ne milli birli ği koruyucu özelli ği vardır nede zararsız oldu ğu do ğrudur. Bilakis milli birli ği bozucu özellikleri vardır ve zararlıdır bu nedenle inkılapçı yıkmayı hedefledi ği sistemle pazarlık etmeksizin o sistemi bütün gelenek ve müesseseleri ile yok etmeyi dü şünerek yerine zihniyeti ve müesseseleri ile kendi sistemini ikame etmelidir. Bu sistemde cumhuriyettir.bütün hürriyet inkılaplarının er geç bu sistemde bütünle şece ği ve eskiyle ilgili bütün unsurların yok edilece ği kanaatindedir.

Peker’e göre inkılabın milli kökenli olması gereklidir ve taklidi inkılaplar tehlikelidir. Her toplumun sosyal yapı ve problemleri kendi inkılabının prensiplerini

176

olu şturmalıdır. İnkılapların ba şarısı buna ba ğlıdır. Fransız ve İngiliz inkılabının ba şarılı olmasının sebebi de bu hususiyete göre şekillenmesindendir. İngiltere ile ona çok yakın Fransa da inkılap ona çok yakın özellikler kazanmı ş Fransız inkılabı İngiliz inkılabından ilham almasına ra ğmen kendi şartları içinde geli şmi ştir. Osmanlı me şrutiyet hareketi ise kendi icatlarına ve şartlarına uymamanın neticesi olarak ba şarısızlıkla sonuçlanmı ş ve imparatorluk olarak çözüm olamamı ştır. 120

120 R.Peker, İnkılap Dersleri , s. 31-32.

177

SONUÇ Peker Cumhuriyet’in kurulu ş yılları ile 1950’lere kadar uzanan daha sonraki dönem içinde, gerek devlet gerek parti yönetiminde oldukça önemli sayılabilecek görevler almı ş bir ki şidir.

Türk yakın tarihinde önemli siyasal olayların içinde bulunan ve ayrıca Gazi Mustafa Kemal Pa şa’nın yakın çevresinde yer aldı ğı bilinen Peker, üzerinde en az durulan siyasi ki şilerden biridir. Onun fa şist rejimi savundu ğu ve bu rejimin Türkiye’de de uygulanması için çaba harcadı ğı ancak ba şarılı olamadı ğı yaygın olarak kabul edilmektedir. Peker’in Atatürk ilkelerine ba ğlı bir Atatürk milliyetçisi oldu ğunu savunanlar görü şler ise azınlıktadır. Onun, çok partili demokrasiye geçi ş dönemine ili şkin icraatı konusunda da farklı yorumlar bulunmaktadır. Bazılarına göre, bu dönemde meydana gelen sorunların ve özellikle iktidar ve muhalefet ili şkilerindeki gerginli ğin ba ş sorumlusu Pekerdir. Azınlıkta kalan bir görü şe göre ise, bunun tersi söz konusudur ve Peker bu dönemde oldukça yapıcı bir rol oynamı ştır.

Peker her ülkenin kendi yapısından ve şartlarından kaynaklanan siyasal rejimlerle yönetilmesi ve siyasal rejimlerin kopya edilmemesi gerekti ğini savunan bir dü şünce yapısına sahiptir. Di ğer bir ifade ile her ülkenin kendi şartlarına uygun, özgün bir siyasal sistemle yönetilmesi görü şünü savunur. Ona göre, bir ülkenin kendi şartlarının olu şturdu ğu rejim o ülke için en ideal rejimdir. Peker’in temel siyasal felsefesi bu görü şe dayalıdır. Onunla ilgili de ğerlendirmelerin bu felsefeye göre yapılması uygun olacaktır. Böylece Peker hakkındaki yargılamaların sa ğlıklı bir temele dayandırılabilece ği dü şünülmektedir.

Peker’in siyasal hayatını üç önemli döneme ayırabiliriz. Birinci bölümde milli mücadeleye katılmasından 1936’da Atatürk tarafından parti genel sekreterlik görevinden alındı ğı zaman, milli mücadeleye geç katıldı ğı için, kendisiyle aynı konumda olan İnönü’nün çevresinde yer aldı. Milli mücadelenin sona ermesine paralel olarak, Atatürk’ün yanında pa şaların yerini aldı. Recep Peker bu dönemde,

178

Atatürk ve İnönü’den sonra partide üçüncü adam konumuna geldi. Kanaatimizce bunun en önemli sebebi, zaferden sonra Atatürk ile eski çevresinin takip edilecek politikada fikir ayrılıklarına dü şmesidir. İnönü ve Peker gibi, Atatürk’ün yanında sonradan yer alanlar, inkılapları sonuna kadar desteklemesi bunun sebebini olu şturur.

Atatürk’ün yaptı ğı inkılapları savunan Recep Peker konu şmalarında inkılaplar ve yerle ştirilmesi üzerinde dururdu. Bu konu şmaları Atatürk’ün emriyle yayınlandı. İlke ve inkılaplar konusunda Atatürk’e paralel fikirler savundu. Bu konuda kanaatimizce Atatürk ile Peker’i ayıran tek fark Atatürk’ün, tecilli, adım adım istenilen hedefe halkı götürme dü şüncesi Peker’de birden bire eskiyi söküp atarak yerine yenisini zorla da olsa yerle ştirme fikrine dönü ştürmesidir.

Atatürk-Peker ili şkisi, kanaatimizce olayların seyrine göre oldu. Daha önceki konularda oldu ğu gibi Atatürk Peker’i gerekli gördü ğü konularda desteklerken a şırı gitti ği konularda frenleme ihtiyacı duydu. CHP Peker’in her şeyi idi. Partiyi her şeyden hatta devlet ve anayasadan üstün tuttu. Partinin devleti içine alacak yapılanmasından yanaydı. Siyasal alanda tekel kurmayı amaçladı. Türkiye’de yapılacak her şeyi parti dü şünür ve parti yapardı. CHP haricinde hiçbir partiye hayat hakkı tanımadı. Parti ulusal ve tek olmalıydı. Bundan dolayıdır ki dünyada sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti devleti oldu ğunu savundu. 1932 yılında çıktı ğı Almanya ve İtalya gezisi sonucunda hazırladı ğı program bu do ğrultuda oldu, Atatürk’ün deyimi ile CHP’nin fa şist diktatörlüklerde oldu ğu gibi yapılanmasını savunan Peker’i, bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1936 yılında CHP Genel Sekreterli ği görevinden aldı. Böylece partideki üçüncü adam konumu sona erdi. Peker’in görevden alınması ile birlikte, parti devleti de ğil devlet partiyi içine aldı. Partinin prensipleri devletin prensipleri haline geldi.

Çok partili hayata geçi şe olumsuz bakan, genç ve ılımlı partililere kar şı milli mücadeleyi ya şayan eski partililer Peker’i desteklemeye ba şladı. Kanaatimizce Recep Peker’in parti içindeki a şırıların lideri olması İnönü’nün bizzat kendi çalı şmaları ile meclise soktu ğu genç milletvekilleri ve kendisinin ılımlı tavırları eski partililerin

179

İnönü’den uzakla şarak kendilerine yeni lider arama ihtiyacı sonucunda oldu. CHP’nin tek parti olması gerekti ğini savunan Peker DP’nin kurulu şuna her zaman kar şı çıktı. Parti içinde İnönü’ye muhalefet hareketi ba şlatan milletvekillerinin lideri konumunda olan Peker’in bizzat İnönü tarafından ba şbakanlı ğa getirilmesi oldukça ilginç bir durumdur.

Ba şbakanlık görevine getirilen Peker iç politikada iki grupla u ğra ştı. Birinci gruptakiler otoriter olarak gördükleri Peker’e kar şı her zaman tavır aldıkları ve kurulu şlarına tepki gösterdi ği DP’liler. Mecliste seçilmi ş muhalefet olması yönüyle ilk olan DP İnönü’den daima Peker’in istifasını almak istedi. İkinci grupta ise, İnönü’den Peker ve arkada şlarına ra ğmen kurdurup destekledi ği ve meclise soktu ğu ılımlılar grubudur. Peker bir yıl süren ba şbakanlı ğı dönemde iç politikada bu iki grup bazı durumlarda da İnönü ile mücadele etmek zorunda kaldı.

Peker’in dı ş politikada, ba şbakanlı ğı döneminde takip etti ği politika ise Rus tehlikesine kar şı destek bulma çalı şmaları olmu ştur. Ruslar, bo ğazların bütün ticaret gemilerine açık olurken :Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkelerin sava ş gemilerine açık olması ve kendilerine üs verilmesini talep emesi üzerine konu ABD, İngiltere ve Fransa’ya bildirildi. Türkiye’ye destek vermek amacıyla ABD filosu İzmir’e geldi. Aynı dönemde İngiltere’nin Türkiye ve Yunanistan’a yaptı ğı yardımı kaldıraca ğını ABD’ye bildirmesi üzerine Truman doktrini ile Rusya’nın petrol bölgelerine hakim olmasını engellemek amacıyla Türkiye ve Yunanistan’a hakim yapıldı. Bu dönemde Peker’in daima güvendi ği İngiltere’nin yerini ABD almaya ba şladı.

Ekonomik alanda alınan kararlar Peker’in daha önce savundu ğu devletçilik fikirlerine aykırı olarak 7 eylül kararlarında görüldü ğü gibi liberal ekonomi uygulanmak istendi. Gerek meclis kürsüsünde gerek okuttu ğu dersler ve basında her zamanda kar şı çıktı ğı liberalizmi uygulamaya çalı şması kanaatimizce kendisine yapılan ele ştirileri azaltmak içindir.

Do ğru bildi ği konuları sonuna kadar savunan Peker bu hususta Atatürk’le bile kar şı kar şıya geldi. Ancak Peker’in bazı fikirlerinde liberalizmde oldu ğu gibi zamanla

180

de ğişmeler oldu. Parti genel sekreteri iken parti genel ba şkan vekilli ği ile ba şbakanlı ğın farklı ki şilerde olmasını savunurken, hükümet ile partinin birbirini etkilememesi fikrini savundu. Ancak kendi ba şbakanlı ğı döneminde daha iyi icraat yapabilmesi için her iki kurumun kendi şahsında birle ştirilmesini istedi. Kabul edilmeyince de parti içi DP’nin muhalefetinin etkisiyle de istifa etti.

Peker demokrasiyi savunmu ş fakat bunun gerçekle şmesini iyi yeti ştirilmi ş kadrolarca yürütülmesini savunmu ştur. Bu nedenle de tek parti yönetimindeki rolü son derece önemli olmu ştur. Disiplini, otoriteyi benimsemi ş ve bu esaslara dayalı yönetimin Türkiye için daha uygun oldu ğuna inanmı ştır. Mustafa Kemal tek parti yönetimini geçi ş dönemi olarak dü şünmü ş iken Peker’in bunun devamını savundu ğu görülmektedir.

Devletçili ğe inanmı ş fakat bu anlayı şı ekonomi alanının dı şında sosyal ve siyasal olaylarla da ili şkilendirmi ştir. Liberalizm anlayı şında ise, ekonomik hürriyetin kolaylıkla suistimal edilebilece ği kanaatindedir. Sınıf kavgasını reddederken, ekonomik faaliyetlerin ulusal bütünlü ğün ahengine uygun olmasını savunmu ştur.

Peker, din olayını ise ki şinin vicdanı ile ilgili kabul etmi ş ve bu nedenle kesinlikle siyasi ve kültürel olaylardan ayrı dü şünülmesi gerekti ğine inanmı ştır.

Hürriyet rejimi ile, inkılabın müdafaa davasını birbirinden ayırmamı ş ve do ğru bildi ği şekliyle bunların gerçekle şmesi için mücadele vermi ştir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Recep Peker’in Atatürk ve İnönü döneminde siyasi hayatı hadiselerin seyrine göre ini şli çıkı şlı oldu. Ancak Türk siyasi hayatına özellikle tek partili dönemde fikir bazında, katkısı bulunan Recep Peker, Türk siyasetine damgasını bu konuda vurdu.

Bu ara ştırmamda genel olarak Recep Peker ile ilgili şu sonuçlara ula ştım:

1. Mustafa Kemal kadrosunun önemli bir bölümü tam manasıyla batılı bir sistem olu şturmak için “ tek parti” sistemini geçi ş rejimi olarak

181

gördükleri halde, Peker bu kadrodan farklıla şarak tek parti rejimini idealle ştirmi ştir.

2. Sert ve baskıcı idare, devlet anlayı şının esasını olu şturmu ştur. Bunun Türkiye’nin kendi şartlarına uygun en iyi sistem oldu ğuna inanmı ştır. Tenkit de ğil, teklif esasını kabul etmi ş ve en masumane muhalefeti dahi devlet ve rejim dü şmanlı ğı olarak dü şünmü ştür.

3. Klasik demokrasinin ço ğulcu anlayı şının, toplum içinde anar şi meydana getirdi ğine ve milli birli ği bozdu ğuna inanarak, devletin inkılap ideolojisinin etrafında olu şmu ş tek partili sistemi, milli birli ği koruyucu bir rejim olarak kabul etmi ştir. Bu dü şünceyi ideolojile ştirmeye çalı şmı ştır.

4. Hürriyetin disipline edilmesi gerekti ğini dü şünerek disipline edilmemi ş hürriyetin kendi kendini yok edece ğine inanmaktadır.

5. Görü şlerini “komplo teorisi” üzerine oturtmu ştur.

6. Devlet mekanizmasını ters bir döngü içerisinde i şlerlik kazandırmaya çalı şmı ş ve seçilmi şleri seçenlerin üzerinde bir güç olarak görmü ştür. Devletin varlı ğını millete ba ğlayan anlayı şa kar şı çıkarak, milletin varlı ğını devlete ba ğlamaktadır.

7. Tek parti anlayı şı içerisinde CHP’nin otoritenin temel ö ğesi, şefi de icranın temel merkezi olarak görmü ştür. Fırka-idare ikili ğini reddetmi ştir. Partinin temel prensipleri ile devleti özde şle ştirme gayreti göstermi ştir.

8. Partiyi, devletin bir üst kurumu olarak görürken aynı zamanda toplumu, inkılap ideolojisiyle bütünle ştirecek bir ileti şim vasıtası olarak algılamaktadır.

9. Dü şünceleri, Türk toplumunun problemlerine göre şekillenip sistemle şmemi ştir. Din ve devlet ili şkisi hakkındaki görü şlerinde de

182

bu vardır. Hıristiyan batının din-siyaset-toplum ili şkilerinden kaynaklanan problemini, Müslümanların da problemi olarak görmü ştür. Bu problemlere göre şekillenen çözüm sistemini de bizde uygulama gayreti içine girmi ştir. Bu nedenle zaten sosyal tıkanıklı ğı ya şayan toplum için çözümlenmesi gereken yeni problemler üretmi ştir.

10. Dinin, siyasi ve sosyal etkinli ği yok edilerek vicdani bir müessese olarak fonksiyon göstermesi gerekti ğine inanmı ştır. Bu nedenle din tandanslı hiçbir siyasi ve sosyal faaliyete kar şı toleransı yoktur.

11. Sezi şleriyle Türk toplumunun geleneksel anlayı şını hissetmi ş, fakat geli ştirdi ği devlet nazariyesini geleneksel devlet anlayı şına göre de ğil, reddetti ği liberal devlet tipini daha mükemmel yapma esası üzerine oturttu ğu için, Avrupai manada totaliter bir görünüm sergilemi ştir.

12. Gelenekçili ği itiraz etmesine ra ğmen, gelenekçi devletten vazgeçemeyen ve geleneksel çizgiyi, Avrupai normlarla izah etmeye çalı şan bir devlet adamıdır.

13. Devlet anlayı şını, devletçilik görü şüyle izah etmeye çalı şmı ştır. Devletçilik fikri sadece iktisatla sınırlı olmayıp siyasi ve sosyal boyutları da vardır.

14. Devletçilikle, aktif olan ferdi hürriyete kar şı, pasif olan milli menfaati korumayı hedeflemi ştir. Fert-sınıf-devlet ili şkisini, fert veya sınıf menfaati yerine, milli menfaati esas alarak de ğerlendirmeye tabi tutmu ştur.

15. Milliyetçidir. Ancak milliyetçili ğin kayna ğı tarih ve kültürün normları de ğil, inkılabın normları ve bu normlara göre gelece ğe yön verme ilkesidir.

183

16. Halkçılı ğı “halka ra ğmen halk için” ilkesi do ğrultusunda, halkçı inkılapçı çizgiye getirme esprisine dayalıdır.

17. Yine halkçılı ğı, sınıfsız-imtiyazsız bir sosyal yapı meydana getirmek gayesi do ğrultusunda, devletçilik ve milliyetçilik dü şünceleriyle bütünlük arz etmektedir.

18. İnkılabın şuurlu bir eyleme dönü ştürülmesi ve gerekirse zor kullanılması gerekti ği inancındadır.

19. Onun dü şüncesinde, Türk inkılabı halktan gelerek otoriteye kar şı yapılmı ştır. Fakat inkılap iktidar mevkiine geldi ğinde otoriteden halka do ğru devam etmi ştir.

20. Sertlik yanlısı otoriter devlet anlayı şından dolayı ola ğanüstü hallerde aranan şahsiyet olmu ştur. Bu nedenle 1925’te Milli Savunma Bakanlı ğı’na, 1946’da çok partili hayata geçi şin ilk yıllarında Ba şbakanlı ğa getirilmi ştir.

21. 1925’te “Takrir-i Sükun” adlı kanunu çıkı şında etkili rol oynayarak Türkiye’de tek partili sistemin peki şmesinde önemli olmu ştur.

22. İsmet İnönü tarafından 1946 yılında Ba şbakanlı ğa getirilerek, yıpratılmak istenen Peker’in siyasi hayatına son verilmek istenmi ştir. Böylece onun sertlik politikası sayesinde çok partili hayata geçi şin CHP lehine sonuç vermesi hedeflenmi ştir.

184

BİBL İYOGRAFYA DERG İLER VE GAZETELER

Ara ştırma Merkezi Dergisi, V, S.14, 1989

TBMM Tutanak Dergisi. Dönem 8, III, Toplantılar

Türk Yurdu, XIV, S.78,

Ayın Tarihi, I, no:3 (Ekim 1923), s.322-328

Hakimiyet-i Milliye, 23.4.1929

Milliyet, 17 Ekim 1931

Ülkü seçmeler, (1933-1941), Ankara, 1982, S.I, I, Şubat 1933

Ulus, 03.04.1950, 3.5.1946, 3.7.1936

Tan, 29 Eylül 1945

AR Şİ V BELGELER İ

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (ATTB), ayrı cilt, 1991.

Ba şbakanlık Cumhuriyet Ar şivi, Dosya no:030.18.01, Belge no:017.89.11.

CHP Be şinci Büyük Kurultay Zabıtları, Ankara, 1939.

CHP Genel Sekreterli ği, 05.02.1937 TBMM’de Te şkilat-ı Esasiye Kanunundaki

CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in Söylevleri.

De ğişikliklere Dair Müzakereler, Ankara, 1937.

Devrim Partisi Kongresinde Genel Sekreter Recep Peker’in Söylevi, 9 Mayıs 1935.

Edirnekapı Şehitli ği Mezarlık Müdürlü ğü Ar şivi.

Harp Akademileri Komutanlı ğı Şeref Müzesi.

Milli Savunma Bakanlı ğı Ar şivi, Dosya no:323/44.

185

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 8, III, Toplantılar.

TBMM üyeleri için Tercüme-i Hal.

TBMM Zabıt Ceridesi, XI, Ankara 1975.

TBMM Zabıt Ceridesi, XV, Ankara 1976.

TBMM Zabıt Ceridesi, IX, Ankara 1932.

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, İçtima senesi II, VII/I, İçtima 13.

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, İçtima senesi II, VIII, İçtima 24.

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II., İçtima senesi II, X, İçtima 3.

TBMM Zabıt Ceridesi, İntikad 72-81, XII, 1936.

Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Ar şivi, Dosya No:21, Belge No:7.

Türk Parlamento Tarihi, TBMM-II. Dönem (1923-1927), II.

MAKALELER

Asaf, Burhan, “ Rejimler Nasıl Niçin De ğişiyor ?”, Kadro , S:12, (Birinci Kanun 1932).

Atay, Falih Rıfkı, “Peker’in Ölümü” , Ulus, 03.04.1950.

Dicleli, Vedat, “Devletçilik Anlayı şımızda Geli şmeler” , Ulus, 3.5.1946.

Özbudun, Ergun, “ Atatürk ve Demokrasi ”, Ara ştırma Merkezi Dergisi V, S:14, (1989).

Peker, Recep, “ Halkevleri Açılı ş Nutku ”, Ülkü Seçmeler (1933-1941), Ankara 1982.

Peker, Recep, “Karar Günleri” , Ulus, 29 Mayıs 1939.

Peker, Recep, “Ulusla şma -Devletle şme” , Ulus, 3.7.1936.

Peker, Recep, “Ülkü Niçin Çıkıyor”, Ülkü, S.I, I, Şubat 1933.

186

Türkdo ğan, Orhan, “Laiklik Anlayı şında De ğişiklik Gerekiyor” , Türk Yurdu XIV/78, 1994.

KİTAPLAR

Ağao ğlu Samet, Babamın Arkada şları , İstanbul 1969.

Ağao ğlu Samet, İki Parti Arasındaki Farklar , Ankara 1947.

Ağao ğlu Samet, Serbest Fırka Hatıraları , İstanbul 1949.

Ahmad Feroz, İttihatçılıktan Kemalizm’e , İstanbul 1986.

Akgün Seçil, Halifeli ğin Kaldırılması ve Laiklik , İstanbul.

Alpkaya Faruk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulu şu (1923-1924) , İstanbul 1998.

Atatürk, Nutuk II (1920-1927) , Yay. haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Ankara 1984.

Atatürk, Söylev I. II. , Basıma Hazırlayan Hıfzı Veldet Velidedeo ğlu, İstanbul 1980.

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (ATTB), ayrı cilt, 1991.

Atay Falih Rıfkı, Çankaya , İstanbul 1980.

Aydemir Şevket Süreyya, İkinci Adam , İstanbul 1993.

Aydemir Şevket Süreyya, İkinci Adam:1884-1938 , I, İstanbul, 1966.

Aydemir Şevket Süreyya, Menderes’in Dramı , İstanbul 1979.

Ba şar Ahmet Hamdi, Atatürk ile Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye , Ankara 1981.

Ba şar Ahmet Hamdi, Demokrasi Buhranları , İstanbul 1956.

Berzek Sefer E., Türkiye Kurtulu ş Sava şı’nda Çerkez Göçmenleri , İstanbul 1980.

Bolay Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlü ğü, İstanbul 1981.

Boratav Korkut, “Türkiye’de Devletçilik”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi , II, (Basım Yeri ve Tarihi Yok).

187

Bozda ğ İsmet, Atatürk’ün Sofrası , İstanbul 1975.

Bozkurt Celal, Siyaset Tarihimizde CHP, Dünü Bugünü, İdeolojisi , İstanbul 1968.

Cebesoy Ali Fuat, Siyasi Hatıralar , ksm.II, İstanbul 1960.

Çavdar Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi , 1839-1950, Ankara 1995.

Demirel Ahmet, Birinci Mecliste Muhalefet , İstanbul 1994.

Do ğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi , VII, İstanbul, 1989.

Duverger Maurice, Siyaset Sosyolojisi, (Çeviren Şirin Tekeli) , (Basım Yeri ve Tarihi Yok).

Duverger Maurice, Siyasi Partiler , Türkçesi Ergun Özbudun, İstanbul 1993.

Ertan Temuçin Faik, Kadrocular ve Kadro Hareketi , Ankara 1994.

Genel Kurmay Basımevi, Atatürkçülük , Birinci Kitap, Ankara 1982.

Giritlio ğlu Fahir, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii , Ankara 1965.

Golo ğlu Mahmut, Cumhuriyet’e Do ğru , Ankara 1971.

Golo ğlu Mahmut, Devrimler ve Tepkileri , Ankara 1972.

Golo ğlu Mahmut, Tek Partili Cumhuriyet , Ankara 1974.

Güngör Erol, Türk Kültürü ve Milliyetçilik , İstanbul 1986.

İnan Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler , Ankara 1984.

İnan Afet, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi , Ankara 1973.

İnönü İsmet, Hatıralar (Memoirs), Sebahattin Selek , İstanbul 1987.

İpekçi Abdi(yay. haz.), İnönü Atatürk’e Anlatıyor , İstanbul 1997.

İz Mahir, Yılların İzi , İstanbul 1975.

Jan Zürcher Erik, Modernle şen Türkiye’nin Tarihi , İstanbul 1998.

188

Kabaçalı Alpay, Türk Basınında Demokrasi , Ankara 1994.

Kalafat Ya şar, Şark Meselesi I şığında Şeyh Sait Olayı Dönemindeki İç ve Dı ş Olaylar , Ankara 1992.

Kandemir Feridun, Siyasi Dargınlıklar , III, İstanbul 1995.

Karaosmano ğlu Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl , İstanbul 1984.

Karaosmano ğlu Yakup Kadri, Zoraki Diplomat , Ankara 1967.

Karpat Kemal H., Türk Demokrasi Tarihi, Sosyal Ekonomik, Kültürel Değerleri , İstanbul 1967.

Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri , İstanbul 1955.

Kı şlalı Ahmet Taner, Siyaset Bilimi , Ankara 1992.

Kodaman Bayram, II.Abdülhamid Dönemi E ğitim Sistemi , İstanbul 1980.

Koçak Cemil, “Siyasal Tarih 1923-1950 ”, Türkiye Tarihi (Ça ğda ş Türkiye 1908- 1980) IV , İstanbul 1989.

Köker Levent, Modernle şme, Kemalizm ve Demokrasi , İstanbul 1990.

Kutay Cemal, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yüzyılımızda Bir İnsanımız, Hüseyin Rauf Orbay (1881-1964) V, İstanbul.

Lewis Bernard, Modern Türkiyer’nin Do ğuşu, Ankara 1988.

Lord Kinross, Atatürk, (Türkçesi, Necdet Sander) , İstanbul 1998.

Mango Andrew, Atatürk, (Türkçesi, Füsun Doruker), İstanbul 2000.

Mumcu U ğur (haz.), Kazım Karabekir Anlatıyor , İstanbul 1990.

Okyar Fethi, Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Do ğdu, Nasıl Feshedildi? , İstanbul 1987.

Okyar Osman, Danlıo ğlu Mehmet Seyit, Fethi Okyar’ın Anıları-Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye, Ankara 1997.

189

Orbay Rauf, Cehennem De ğirmeni, Siyasi Hatıralarım , II, İstanbul 1993.

Orbay Rauf, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e,Yüzyılımızda Bir İnsanımız, Kazancı, İstanbul 1992.

Öz Esat, Tek-Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım , Ankara 1992.

Özalp Kazım-Özalp Teoman, Atatürk’ten Anılar , Ankara 1992.

Özbudun Ergun, Kalaycıo ğlu Esin, Köker Levent, Türkiye’de Demokratik Siyasi Kültür , Ankara 1995.

Özerdim Sami, Atatürk Devrimi Kronolojisi , Ankara 1996.

Pakalın Mehmet Zeki , Son Sadrazamlar ve Ba şvekiller , V, İstanbul Ahmet Sait Matbaası,

Parla Taha, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri , II, İstanbul 1997.

Peker Recep, İnkılap Dersleri , İstanbul 1984.

Savcı Bahri, Demokrasimiz Üzerine Dü şünceler , Ankara 1963.

Selçuk İlhan, Yüzba şı Selahaddin’in Romanı , I, İstanbul 1979.

Sertel Zekeriya , Hatırladıklarım , İstanbul 1977.

Sinano ğlu Suat, Türk Hümanizmi , Ankara 1988.

Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar , I, İstanbul 1973.

Soysal İlhami, 150’likler , İstanbul 1985.

Tansu Samih Nafiz, İki Devrin Perde Arkası , İstanbul 1957.

Timur Taner, Türk Devrimi ve Sonrası , Ankara 1993.

Toker Metin, Şeyh Sait ve İsyanı , İstanbul 1994.

Tunçay Mete, “Siyasal Geli şimin Evreleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi , VII, İstanbul 1972.

190

Tunçay Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1929-1931) , Ankara 1981.

Türk Ansiklopedisi,XXVI.

Uran Hilmi, Hatıralarım, Ankara 1959.

Us Asım, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım , İstanbul 1984.

Velidedeo ğlu Hıfzı Veldet, Anıların İzinde, I.Kitap , İstanbul 1977.

Velidedeo ğlu Hıfzı Veldet, Devirden Devire , I, İstanbul 1974.

Velidedeo ğlu Hıfzı Veldet, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu , İstanbul 1990.

Velidedeo ğlu Hıfzı Veldet, Milli Mücadele Anılarım , İstanbul 1983.

Yalman Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim 1922-1944 , İstanbul 1957

Yetkin Çetin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı , İstanbul 1982.