Bir Bilim Adamının Serüveni "Celâl Şengör Kimbı" Söyleşi: Sefa Kaplan
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
bir bilim adamının serüveni "Celâl Şengör Kimbı" Söyleşi: Sefa Kaplan TÜRKİYE ^BANKASI Genel Yayın: 2024 sefa kaplan 1956’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Samsun, Konya, Urfa ve Ankara’da tamamladı. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. Fakülteyi son sınıfta, Elazığ’da başlayıp İstanbul’da sürdürdüğü öğretmenliği ise 1984’te bırakıp gazeteciliğe ilk adımını attı. Aralarında N okta ve A ktüel’in de yer aldığı çeşitli yayın organlarında çalıştı. 1995 ile 2000 yılları arasında Londra’da yaşadı. Yağmur Gökhan, İlteriş Özhan ve İren Özlem’in babası. Halen Hürriyet gazetesinde görev yapıyor. İlk şiirleri 1978’de Türk Edebiyatı dergisinde yayımlandı. KİTAPLARI: ŞİİR: Sürgün Sevdaları (1984), İnsan Bir Yalnızlıktır (1990, Behçet Necatigil Şiir Ödülü), Seferberlik Şiirleri (1994), Disconnectus Erectus 2+1 (1995), Londra Şiirleri (2001), Mecûsi Şiirleri (2003) d ü z y a z i: Tarih Tereddütten İbarettir (1990), Yahya Kemal Beyatlı (Seçmeler, 1994), Kemal Derviş, Bir Kurtarıcı Öyküsü (2002), İyi Okuma, Sürdürülebilir Bir Eleştiri Teorisi Üzerine Pratik Metinler (2002), Derviş’in Siyaseti, Siyasetin Dervişi (2003), Öyküler Seni Söyler (2003), 19lS’te Ne Oldu ? (2005), Batılı Gezginlerin Gözüyle İstanbul (2005), 99 Sayfada İstanbul Depremi (Prof. Celâl Şengör ile birlikte, 2006) NEHİR SÖYLEŞİ - 42 - BtR BtLtM ADAMININ SERÜVENİ CELÂL ŞENGÖR KİTABI SÖYLEŞİ SEFA KAl’I-AN ©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2010 Sertifika No: 11213 DİZİ EDİTÖRÜ LEVENT CİN EMRE GÖRSEL YÖNETMEN BİROI. BAYRAM düzei.ti/dİzin ŞÖHRET BAI.TAŞ GRAFİK TASARIM UYGULAMA TÜRKÎYE iş BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI I. BASKI: EKİM lOIO ISBN 978-605-360-004-6 BASKI YAYLACIK MATBAACILIK LİTROS YOLU FATİH SANAYİ SİTESİ NO: 11/197-103 TOPKAPI İSTANBUL (0212)612 58 60 Sertifika No: 11931 Bu kitabın tüm yayın haklan saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTİKLAL CADDESİ, NO: 144/4 BE YO LU 344 30 İSTANBUL Tel. (0212)252 39 91 Kax. (0212) 252 39 95 www.iskultur.com.tr N ehir Söyleşi bir bilim adamının serüveni CELÂL ŞENGÖR KİTABI Söyleşi Sefa Kaplan T Ü R K İY E İ:s ; BANKASI Kültür Yayınları İçindekiler Sunuş•IX BİRİNCİ BÖLÜM Atatürk Sayesinde Bir Gecede Zengin Olduk • i İKİNCİ BÖLÜM Bana Jeolojiyi Jules Verne Sevdirdi • 35 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Houston Kaliteli Olmadığı İçin Albany’ye Gittim • 71 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Amerika’da Kalmayı Asla Düşünmedim • 107 BEŞİNCİ BÖLÜM 12 Eylül’ü Yürekten Destekleyen Bir Aydın • 151 ALTINCI BÖLÜM Yarımburgaz Mağarası’nda Kayıp Bir Jeolog -183 YEDİNCİ BÖLÜM Uluslararası Şöhretin Şımartmadığı Bir Bilim Adamı • 207 SEKİZİNCİ BÖLÜM Çin’de Tuhaf Bir Balayı • 233 DOKUZUNCU BÖLÜM Deng Xiao Ping’in Tek Gözünün Önündeki Türk Jeolog • 285 ONUNCU BÖLÜM Kıbrıs Dolaylarından Bir Türkü -317 ON BİRİNCİ BÖLÜM 12 Eylül’de İTÜ’den Bir Tek Öğretim Üyesi Bile Atılmadı -353 ON İKİNCİ BÖLÜM “Çanakkale Şehitleri” Okuduğum En Muhteşem Şiirdir • 407 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Bilimin Olmadığı Yerde Akademi Olur mu? TÜBA’nın Kuruluş Öyküsü • 419 ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Türkiye’yi Ciddiye Almıyorum • 459 ON BEŞİNCİ BÖLÜM College de France’da Bir Hoca • 489 ON ALTINCI BÖLÜM Ben Kendimi Dünyanın Hiçbir Yerinde Yalnız Hissetmedim -511 ALBÜM • 547 DİZİN -583 CURRICULUM VITAE -593 LIST OF PUBLICATIONS • 605 Bu kitabı, Bir ömür boyu Celâl Şengör’e, dört yıl boyunca da Sefa Kaplan’a katlandığı için Oya Şengör’e adıyoruz. Celâl-Sefa SUNUŞ “Gökyüzünü tefekkür ediyorum!” Assos’ta gece, şafak vaktini kucaklamak için acele ediyor sanki. Daha şimdiden gecenin önemli bir kısmı hayli geride kalmış vaziyette. Muhteşem mimarisiyle kıyının en güzel binasının havuz başında bir yandan içkimi yudumluyor, bir yandan da Midil li’nin yanıp sönen ışıklarına bakıyorum. Ortası kartal nakışlı havuzun içinde sırtüstü küçük kulaç lar atan Celâl Şengör ise bol yıldızlı gökyüzüne dikmiş gözbe- beklerini. Denizden gelen dalgaların sesine cırcırböceklerinin ötüşle ri, ona da Celâl Hoca’nın küçük kulaçlarının havuzun suyun da bıraktığı küçük ürpertiler karışıyor. “Hocam artık çıksanız” talebimi reddederken kullanıyor bu cümleyi ünlü jeolog: “Gökyüzünü tefekkür ediyorum!” Aradan geçen dört yıl düşünüldüğünde, belki hakikaten ‘nehir’ anlamını kazanan bu ‘nehir söyleşi’ kitabının finali de ğilse bile, muhtemelen en önemli bölümü, böylesine anlamlı ve böylesine derin bir cümleyle yeni bir yörünge arıyor kendi sine. “Gökyüzünü tefekkür ediyorum!” Midilli üzerinde yanıp sönen ışıklar göz kırpmaya devam ediyor. Akşamın erken saatlerinde ışıldayan dolunay, giderek ya rısı bulutların arasına gizlenen bir yanmaya dönüşürken, gökyüzündeki yıldızlarla, derinliği aşikâr bir ünsiyet kuran Celâl Şengör’e bakıyorum miyop gözbebeklerimle. Celâl Hoca, gecenin o saatinde, Adam Smith’ten Kari Popper’a doğru kanatlanan yeni bir ufuk daha açıyor önüme. IX Ben de içime kilitlediğim görünmez sıradağları dizginlerin den kopartıp “gökyüzü tefekkürü”nden payıma düşeni al mak için bir sigara daha yakıyorum. Celâl Hoca, imanın da, inkârın da neredeyse anlamını yi tirdiği bir tartışmanın gerisinden, ifade yerindeyse eğer, muha tabını yeni bir imana davet edercesine gülümsüyor ve aynı cümleyi fısıldıyor sahildeki dalgaların sesine uydurarak sesini: “Gökyüzünü tefekkür ediyorum!” Sigaradan bir nefes daha çekip bol yıldızlı Assos göklerine çeviriyorum gözbebeklerimi; çocukluğum geliyor aklıma, yıl dızlarına bakarak ömürler eskittiğim Londra’nın Sydenham geceleri geliyor. İsmet Özel, ‘Eşref-i mahlukat nedir, bildim’ demişti vaktiy le. Celâl Hoca’nın, insanı sarıp sarmalayan derinliğine iştirak etmeye mütemayil bir ses tonuyla tekrarlıyorum kendi kendi me: ‘Gökyüzünü tefekkür etmek ne demek bildim!’ * Bildim mi hakikaten? Hayır! Ahmet Salçan, Celâl Şengör’ün telefon numarasını verip de, ‘nehir söyleşi’ bahsini gündeme getirdiğinde, doğrusu bu ya, Hoca, papyonundan ve televizyonlarda yaptığı kimi ko nuşmalardan ibaretti benim için. İlk kez Anadoluhisarı’ndaki yokuşu tırmanırken de, yaptı ğım küçük araştırma, Celâl Hoca ile değil anlaşmak, oturup konuşmanın bile mümkün olamayacağını serivermişti gözleri min önüne. Edindiğim bilgi kadar, edindiğim izlenim de pekiştirmişti bu önyargıyı. Yeşilçam filmlerinin zihnimize nakışladığı cümleyle ifade etmek gerekirse, “ayrı dünyaların insanlarıydık!” O olağanüstü kütüphanenin kapısından girip alt kata in diğimde karşıma çıkan Prof. Dr. Celâl Şengör, bu önyargıyı desteklemekle kalmayacak, son derece net yeni satırbaşları da açacaktı. Hemen ortaya çıkmıştı: Celâl Şengör’ün yeryüzüne baktığı ufukla, benim yeryüzüne baktığım ufuk arasında en küçük bir ortaklık yoktu. Hemen ortaya çıkan bir başka şey daha vardı ama: Celâl Hoca ile her şeyi tartışıp konuşmak mümkündü. Hiçbir düşünceye kapalı değildi zihni. Hiçbir düşünceyi, elinin tersiyle bir kenara itmiyordu du rup dururken. Hiçbir tartışmadan esirgemediği heyecanı ise her şeyi o ka dar canlı kılıyordu ki, kasetler doluyor ve biz sanki hiçbir şey olmamış gibi hayata ortasından müdahil oluyorduk her sefe rinde. Üniversite, aile ve Hava Kuvvetleri bir kenara bırakılacak olursa, neredeyse “kapalı” bir hayat yaşayan Celâl Şengör, zihninin bütün pencereleriyle yeryüzüne açık bir insandı. Zaten bir “yeryüzü” profesörüydü. “Gökyüzü” kadar “yeryüzü”nü tefekkür etmede de son derece ustaydı. Yine Assos’ta, yüzünü avuçlarının parantezine alarak, bahçeden salona tırmanıp mutfağa doğru “uzun” yolculuğu nu sürdüren bir tırtılı izleyişi vardı ki, bilim insanı ile bilge in sanın nerede birleşip nerede ayrıştığını ayırt etmeniz mümkün değildi. Ya da tam tersi, bilimle bilgeliğin buluştuğu o derin ırmak tam da orasıydı işte... * Dört yıl süren bu serüven boyunca Celâl Hoca ile kâh atı şarak, kâh tartışarak hayli uzun bir zaman geçirdik. Celâl Hoca’nın bilimle, bilim tarihiyle, felsefeyle ilişkisine tanık oldukça, üniversitede kalmadığım için hayıflandım. Celâl H oca’nın, “Türkiye’de üniversite yoktur” tespitinin gölgesine sığınıp teselli ettim kendimi bir süre sonra. Edebiyat kadar fizikte, kimyada, jeolojide, astronomide, tıpta derinleşemediğim için üzüldüm. Sanki edebiyatın sonu varmış gibi, “Ama bu işin sonu yok ki...” diyerek küçük avuntular icat ettim, çantamda kasetler ve zihnimde birbiriyle çatışan düşüncelerle Anadoluhisa- rı’ndan ayrılırken. Ancak, asıl teselli, söz konusu dört yılın bir tür üniversite eğitimine dönüşmüş olmasıydı benim için. Dört yılımı, “Celâl Şengör Üniversitesi”nin aydınlık kori dorlarında, Dubrovnik’teki yahut Toledo’daki “eski kent”in ihtişamını aratmayacak avlularında, sokak aralarında geçir miştim. Ne yazık ki, mezun olabilecek kadar iyi bir öğrenci değil dim. Mezun olmaya hevesli miydim, o da ayrı mesele! Çünkü, Celâl Şengör gibi bir hoca, kolay kolay nasip ol muyordu herkese... * Dört yılın sonunda, hemen herkesin umudu kestiği bir an da kitabı bitirebildik. “Bitirebildik” lâfın gelişi elbette. Yoksa Celâl Hoca ile konuşulabilecek şeylerin bitmesi di ye bir şey söz konusu bile değil. Bu dört yıl boyunca başta Oya Hanım ve Asım olmak üzere, “Celâl Şengör Cumhuriyeti”nin bütün fertleri, çıkardı ğımız onca gürültüye katlandı. Bu kitap, o kadar gürültünün boş yere çıkartılmadığının küçük bir kanıtı olarak değerlendirilebilir... Sefa Kaplan Kozyatağı, 11 Ocak 2010 BİRİNCİ BÖLÜM Afafürk Sayesinde Eîr Gecede Zengin Olduk Neyse, zafer kazanılıyor, Şeker Fabrikaları kurulurken, Şeker Fabrikaları Umum Müdürü Kâzını Taşkent, bir gün Atatürk'le konuşuyor.