ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİL VE TARİH - COĞRAFYA FAKÜLTESİ YAYINLARI, SAYI : 182

Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT

IV - XVIII. YÜZYILLARDA KARADENİZ

KUZEYİNDEKİ TÜRK KAVİMLERl ye DEVLETLERİ

TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ, 1 9 7 2 , ANKARA.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...... X I

I. BÖLÜM : ESKÎ TÜRK YURDU. KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ KAVİMLER ...... 1-11 Türkler’in ana yurdu (1-2). — Arkeolojik ve etnik bakımdan eski Türk yurdu (2—4). — Türkler’in tarihine ait en eski tarih kayıtlan (4-5). — Dağlar, yayla ve bozkır* lar (5-6). — îskitler (7). — Sarmatlar (7-8). — Gotlar (8). —■ Fin-Ugor kavimleri (8). — Slavlar (9-10). — En eski Slav-Türk münasebetleri (10-11).

II. BÖLÜM : BATI HUNLARI VE ATTİLÂ İMPARATORLUĞU ...... 12-23 Hun’ların İdil boyuna gelişleri (12-13). — Batı (Avrupa) Hunları ile Hsiyung-nu’ - lar aynı kavimdir (13-14). — Hunlar’ın İdil nehrini geçtikleri esnada Doğu Avrupa’nın durumu (14-15). — Alanlar (15-17). — Hunlar’m Anadolu’ya akıtılan (17). — Kavimler Büyük Göçlerinin başlangıcı ve bunun Batı Avrupa tarihindeki Önemi (18—19). — Hunlar’m Orta Avrupa’ya doğru ilerleyişleri (19-20). — Attilâ’mn hâkimiyete geçişi (441) (20-21). — Hun Devleti bir konfederasyon idi (21—22). — Attilâ’nın Batı’daki izleri (22). — Hun Devletinin dağılması (22-23).

III. BÖLÜM : AVRUPA AVARLARI (M.S. 558-805) ...... 24-29 A varlar veya “ Sahte Avarlar” ın menşei (24-25). — Avarlar’m Kuzey Kafkaslar’a gelişleri ve Bizans ile ilk temaslan (M.S. 557-558) (25-27). — Avarlar’m Orta Avrupa’ya hareketleri (28-29).

IV. BÖLÜM : HAZAR KAĞANLIĞI ...... 30-43 Hazarlar (30). — Hazar yurdunun coğrafî durumu (30-31). — Hazarlar tüccar ve yerleşik bir kavimdiler (31). — Hazarlar’ın siyasî faaliyetleri (32). — İskandinavya- Bizans ticaret yolu (33). — Sarkel kalesi (33-34). — Hazar Kağanlığında “ çift hâki­ miyet” meselesi (35). — Hazarlar’da dinler (35-37). — Hazar Kağanı Yasef (?)’in yazışması meselesi (37-38). — Arap-Hazar mücadeleleri (38-40). — Rus-Slav devletinin kurulması (862 lerde) ve Hazarlar’ın buna tesiri (40-41). — Macarlar (41). — Hazar Kağanlığının çökmesi (41-42). — Hazar Kağanlığının sonu (42-43).

V...BÖLÜM : PEÇENEKLER ...... 44-64 Peçeneklerin menşei (44-45). — Peçenekler’in Idil’in batısına geçişleri (860-880) (45-46). Macarlaı’m yeni yurt edinmeleri (46—47). — Macarlar’ın Orta Avrupa’ da yerleşmelerinin tesirleri (47). — Peçenek-Rus münasebetleri (47—49). — Peçenekler’in Kiyef’i kuşatmaları (968) (49-51). — Knez Svyatoslav’ın Peçenek başbuğu Küre IV TÜRK KAVÎMLERİ tarafından öldürülmesi (972) (51-52). — Peçeneklerin Rus yurduna a kınları (52-53). — Peçeneklerin Huşlar tarafından yenilmeleri (1036) (53-54). — Peçenekler Ruslar’ın Karadeniz sahillerine inmelerini durdurmuşlardır (54-55). — Karadeniz'in kuzeyindeki Peçenek uruğlan ve yaşayış tarzları (55-56). — Peçenek başbuğlarının adları (56-57). — Peçeneklerde “ başbuğluk” nizamı ve “ Kurultay” lar (57-58). — Göçebelik baya­ tının gerektirdiği “ askerî teşkilât” (58). <— Peçenek tahkimli karakolları, kışlaları (58-59). — Peçenekler bir “ Devlet” kuramıyorlar (59-60). — Peçenek-Bizans müna­ sebetleri, Peçeneklerin Bulgarlarla karşı kullanılmaları (60-61). — Bizans elçilerinin Peçenekler’e gönderilmesi (61-62). — Peçenek-Bizans ticareti (62-63). — Peçenek- ler’le Bizans'ın arasının açılması (63-64).

VI. BÖLÜM : UZLAR (0&UZ-T0RK)-BERENDÎ’LER VE KARAKAL- PAKLAR ...... 65-68 Uzlar (Oğuzlar), (Tork’lar) (65-67). — Berendi’ler (67-68). — Karakalpak’lar (68).

VII. BÖLÜM : KUMARLAR (KIPÇAKLAR) ...... 69-102 Koman’lar (Kıpçak’lar) m menşei (69-72). — Kıpçak (Kuman) lann Batı’ya gidişleri (72-75). — Kuman-Rus münasebetleri (75-77). — Kuman-Rus münasebetle­ rinin ilk devirleri (1055-1125) (77-79). — Kuman’lann en kudretli devirleri (1090-1110) (79-84). — Kuman’lann Rus knezleri tarafından iç mücadeleye kanştınlmalan ve bunun neticeleri (84-85). — Konçak Han zamamnda Kuman’lann faaliyetleri ve Rus­ larca indirilen ağır darbeler (85-66). — 1184 Rus zaferi (86). — Kuman’larda ateşli silâh (86-87). — 1185 yılında Knez Igor’un seferi ve kumanlar tarafından esir edilmesi (87-88). — îgor Bölüğü Destanı (88-89). — Sudak şehrine karşı Kuman-Rus müşterek seferi (1221) (89-91). — Kuman’lann iskan sahası (91). — Kalka Çayı boyunda Rus - Kuman yenilgisi (31 Mayıs 1223) (92-96). — Kuman’lann müstakil hayatlarının sonu (1239-40) (96-97). — Kuman’lann tarihî rolleri (98). — Mısır’da Kuman-Kıpçaklar, Memliikler (99). — Moğol-Tatar istilâsından sonra Kınm’da Kuman-Kıpçak kalıntı­ ları (99-100). — Kuman-Kıpçak’ların dilleri (100). — Codex Cumanicus (1303) (100- 101). — Kuman şahıs adlan (101-102). — Yer adlan (102).

VIII. BÖLÜM : KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ TÜRK GÖÇEBELE­ RİNİN YAŞAYIŞ TARZLARI VE MADDÎ KÜLTÜRLERİ ...... 103-107

IX...BÖLÜM : İDİL () BULGARLARI HANLIĞI ...... 108-118 Bulgarlar’ın menşei (108-110). — Bulgarların İdil boyunda yerleşmeleri (VII- VIII. y.y.) (111). — Orta İdil boyunun tabiî şartlan (112). — Bulgarlar ticaret ve zi- raatle meşgul oluyorlar (113). — Bulgar şehri (113). — Diğer Bulgar şehirleri (113). — Bulgar Devleti’nin sınırlan (113). — Çirmişler, Mokşılar, Arlar (113). — Başknrtlar (113-114). — Bulgarlar Hazarlar’a vergi veriyorlar (114). — Bulgarlar’m Devleti ve İktisadî hayatları (114). — Ticaret (114-115). — Köyler ve şehirler (115). — Bulgar Hanlığı ilk Türk-îslâm devletidir (115). — Almış Han (115). — Bulgar ahalisinin karak­ teri (116). —■ Askerlik (116). ■— Bulgarların dili Çuvaşça mı? (116).'— İbn Fadlan (922) (116). — Bulgar harabeleri (116-117). — Bulgar memleketi ticaret merkezi (117). — İÇİNDEKİLER y

Bulgarların Moğollan yenmesi (117). — Bulgar yurdunun Moğollar tarafından istilâsı (117). — Kum an-Kıpçakl ar’ın Bulgar yurdunda çoğalmaları ve Türkleri’nin teşekkülü (117). — Moğol-Tatar istilâsından sonra Bulgar yurdu (117-118). — Bulgar şehrinin tahribi (1361) (119).

X. BÖLÜM: ALTIN ORDU (ALTIN ORDA) KAĞANLIĞI ...... 119-151 Çingiz (Cengiz) Han (119). — Tatarlar ve Tatar adı (119). —■ Moğol-Türk Kağan­ lığı (119-120). —■ Çingiz Kağanlığı (120). — Batu Han (121). — Bulgar yurdunun istilâsı (121). — Moğol-Türk kuvvetlerinin Rusya’yı istilâları (121). — Rus şehrilerinin yakılıp yıkılması (122). — Deşt-i Kıpçak’ta Kuman beylerinin hâkimiyetine son veril­ mesi (122-123). — Kiyef şehrinin zaptı (123). — Liegnitz meydan muharebesi (9 Nisan 1241) (123). — Altm-Ordu’nıın kurulması (1241) (123). — Saray şehri(124). —■ Çingiz’in halefleri Büyük kağanlar (124). — Moğol-Türk Kağanlığının bölünmesi (124-125). — Altın Ordu idaresinde Rus yurdu (125). — Ruslar üzerinde “ Tatar” hâkimiyetinin izleri (126). — “ Tatar Boyunduruğu” tabiri doğru değildir (127). — “ Tatar” adının Türkler’e teşmili (128). — Berke Han (1257-1266) ve Altın Ordu’ da îslâmiyetin yerleş­ mesi (128-129). — Emir Nogay (1267-1299) (129-130). — Özbek Han (1312-1342) (130). — Saray Berke payitaht oluyor (130). — Altın Ordu’nun Mısır Memlükleri ile yakınlığı (130-131). — îbn Batuta’nın Özbek Han’ı ziyareti (1333-4) (131). — Canibek Han (1342-1357) (132). — Altın Ordu Devleti’nin Türk karakteri (132). — Altın Ordu şehirleri (132—133). — Saray şehri (133). — îbn Batuta’ya göre Saray şehri (1334) (133—134). — Han’ların hayatı (134-135). — Hatunlar (135). — İdare sis­ temi (135-136), — Daruga ve Baskak’lar (136), — Siyasî münasebetler (137). —- Osmanlılar’la münasebet (137). — Altın Ordu’nun çökmesi (137). — Aksak Timur (1336-1405) (138). — Toktamış Han (1377-1395) (öl: 1405) (138-139). — Timur’ ­ un Toktamış’a karşı ilk seferi (İdil Boyu’na) ve zaferi (18 Niaan, 1391) (139). — Timur’un Toktamış’a karşı İkinci seferi, Terek boyundaki zaferi (15 Nisan 1395) (139- 140). —■ Timur’un şehirleri tahribi (140). — Ediğe Mirza (140-141). —■ Ediğe Destanı (141-142). — Ahmed Han (1465-1481) ve Moskova Rusyası’nm Altın Ordu hâkimiye­ tinden çıkışı (1480) (142-143). — Altın Ordu’nun sonu (1502) (143-144). — Mürteza ve Şeyh Ahmed’in Altın Ordu’yu canlandırmak teşebbüsleri (1481-1505) (144-147). — “ Moğol-Tatar” hâkimiyetinin Ruslar üzerindeki tesirleri (147—151).

XI. BÖLÜM : KAZAN HANLIĞI ...... 152-202 Kazan Türkleri (Tatarları) (152-153). — “ Tatar” adına dâir (153-155). — Eski Kazan Şehri (154). — Altın Ordu hanı Uluğ Muhammed (1419-1437) Kazan ili Hanı (1438-1445) (154-155). ■—■ Belev’ de Rub hezimeti (1437) (155). — Kazan Hanlığı­ nın kuruluşu (1437-30) (155-156). — Kazan Hanlığı’mn etnik durumu (156—157). — Uluğ Muhammed’in Nizniy-Novgorod zaferi (1439) (157). — Uluğ Muhammed’in Rus seferi ve Suzdal zaferi (7 Temmuz 1445) (157). •— Kazanlılarla Ruslar arasında banş (1445) (158). — Kasım Hanlığı’nın kurulması (158). — Uluğ Muhammed’in ölümü (1445) ve tarihî rolü (158-159). — Uluğ Muhammed’in oğullan (159). — Kazan Şehri büyük bir ticaret merkezi (159-160). — İbrahim Han (1467-1479) (160). — Moskova'nın tecavüze geçmesi (160). — Kazan’a karşı ilk büyük Rus seferi (1469) (161). — İbrahim Han’ın oğulları (161-162). — Kazan’da Parti mücadeleleri (162). —• Muhammed-Emin VI TÜRK KAVlMLERÎ

Han ve halefleri (1479, 1484, 1487, 1502-1518) (162-163). — Rus hücumu ve Kazan’m ilk defa Ruslar tarafından işgali(1487) (163-164). — Kazanda Rus nüfuzunun yerleş­ mesi, Rus nüfuzunu sağladığı iddia edilen anlaşma (1487) (164-166).'— Kel-Almed’in diktatörlüğü (166). — Abdüllâtif Han (1496-1502) (166). — Abdüllâtif Han’ın millî siyaset takibe başlaması (167). — Kazan’ da Rus nüfuzunun kırılması, Muhammed - F.rmn Han’ın millî siyaseti (167). — Kazan şehrindeki Ruslaı’m katliâmı (1505) (167). — Kazanhlar’ın Rus seferi (1505) (167-168). — Kazan yanında Ruslar’ın yenilgisi (1506) (168). — Kazan-Moskova arasında “ Ebedî Barış” (15L2) (168’-169). — Moskova, Kazan tahtına kendine uygun bir namzet hazırlıyor : Şah-Ali (169). — Şah-Ali Kazan ham ilân ediliyor (170). — Kazan’da Rus nüfuzunun artması (170). — Kazan Hanlı­ ğının kuvvetlenmesi, Sahibgerey Han (1521-1524) (170-171). — Kazan’ da Kırım ve Osmanlı nüfuzu (171). — Moskova’ya hücum (1521) (171-172). — Kazan’ daki Rus tüccarlarını yağma (172). — Kazan Hanlıgı’nm Osmanlı himayesine girmek isteyişi (1523) (172-173). — Safagerey Han (1524-1531, 1533-1546, 1546) (173). — Kazan’m Ruslar tarafından muhasarası (1524) (173-174). — Ruslar Kazan’ a karşı İktisadî savaş ilân ediyorlar (174). — Kazan’m Ruslar tarafından kuşatılması (1530) (174). — Kazan Hanlığı’nm kuvvetten düşmesi, Kazan’ da Rus entrikaları (174-175). — Moskova’nın namzedi Can Ali’nin Kazan tahtına geçirilmesi (175-176). — Kazan’ da Rus nüfuzuna karşı ayaklanma ve Can-Ali Han’ın öldürülmesi (1533) (176). — Kazanlılar’m Rus seferi (1536) (177). — Kazan’ da iç mücadele (177-178). — Şah-Ali Han (1546) (178). — Safagerey’in hâkimiyeti ve ölümü (1546) (118-179). — Ötemişgerey (1546) (179). — Süyüm-Bike Hatun nâibe (179). — Korkun; îvan XV. Moskova çan (179). — Çar îvan 'IV.’ıu I. Kazan seferi ve geri dönüşü (1548 sonu, 1549 Şubat) (179-180). — Çar îvan IV.’m İkinci Kazan seferi (Şubat 1550) (180-181). — Kazan’m Çar îvan tarafından kuşatılması ve Ruslar’m hezimete uğratılarak koğulmaları (Şubat 1550) (181-182). — Çura Batur ve Kozıcak Batur (Koluncak) Destanları (182-183). — Züye Kalesi’nin inşaası (1551 yazı) (183). — Süyiim-Bike’nin Ruslar’a teslimi (184-185), Şah-Ali’ nin üçüncü defa hanlığı (185-186). — Kazanlılar’ın Ruslar’ a karşı savunmaya karar ver­ meleri (186-187). — Çar IV. îvan’ın Kazanlılara karşı üçüncü seferi (187-188). — Ka­ zan’m RuBlar tarafından kuşatılması ve Kazanlılar’ın kahramanca müdafaaları (188). — Kazan’m Ruslar tarafından zaptı, müthiş katliâm ve tahribat (2 Ekim 1552) (188- 189). — Kazan lli’nde Ruslar’ a karşı ayaklanmalar (189). — Ali Ekrem Han (1553- 1556) (190). — Kazan Hanlığı’nın Durumu, Kazan Hanlığı’nm ahalisi (190-192). — Kazan Hanlığı’nm ekonomisi (192-193). — Ticaret, Kazan Panayırı (193). — Mimari (193-194). — Kazan Hanhğı’nm kültürü (194-195). — Kasanlı Şair Mahmud Oğlu Muhammed Yar (195). — Ahalinin sosyal bünyesi (196). — Vergi sistemi (196-197). — Memur zümresi (197). — Askeri teşkilât (197-198). — Hanlığın geopolitik durumu (198-199). — Kazan Hanbğı’nın sükutunun Türk illeri tarihi bakımından önemi (199- 200). — Rus tarihçilerinin görüşleri (200-202).

X II. BÖLÜM : KIRIM HANLIĞI ...... 203-273 Kırım’ın coğrafî durumu, ekonomik ve stratejik önemi (203-205). — Kefe Şehri (205-206). — Karadeniz’deki hâkimiyetin Osmanhlar eline geçmesi (1475) (206-207). — Hacıgerey Han (1440?-1446) (207-208). — Kırım Hanlığı’nın kurulması (1441-1442 den önce) (200-211). — Hacıgerey’in Halefleri ve Kırım Hanlığı’nın Osmanlı Devle­ tÇÎNDEKÎBER VII ti’ne bağlanması, Hacıgerey’in oğullan arasında mücadele (211-212). — Eminek Mirza (212). — Nurdevlet ve Mengligerey mücadelesi (212-214). — Eminek Bey’in Sultan Fatih Meiuned ile yazışması (214—215). — Kırım Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne bağ­ lanmaya başlaması (1475) (215-217). — Kırım Hanlığının kat’î olarak Osmanlı Dev- Ieti’ne bağlanması (1478) (217). — Mengligerey Han (1478-1514) (218-219). — Moskova RuByası ile Osmanlı Devleti arasında Mengligerey’in aracılığı, (1492) (219-222). — Mengligerey ile Ivan III.’ün arasının açılması ve Han’ın Moskova siyasetinde değişiklik (222—223). — Itırım Hanhğı’mn Osmanlı Devletine bağlanmasının neticeleri (223-228). — Kırım banlarının lâkapları ve muhabere dili (228-229). — Meiımedgerey Han (1515- 1523) ve Rus düşmanlığı (229-230). — Kırım Hanlığı ile Kazan Hanlığı arasında ya­ kınlık (230). — Moskova Knezi Kırım’a yıllık vergi (tiyyiş) göndermeyi kabul ediyor (230-231). — Saadetgerey Han (1523-1532) (231-232). — Kırım ilinde iç savaş (232), — Sahibgerey Han (1532-1551) (232-234). — Bahçesaray şehri (234^-235). — Sahibgerey Han’ın öldürülmesi (1551) (235-236). — Devletgerey I. Han (1551-1577) (236-238). — Ejderhan Seferi ve başarısızlığı (1569) (238-239). — Devletgerey Han'ın Moskova’yı yakışı (1571) (239-242), — Nogay meselesi (242—244). —■ (Semiz) Mekmedgerey I. Han ve Osmanlı padişahına karşı itaatsizliği (1577-1583) (244). — îslâmgerey Han (1533- 1588) (244-245). — Gazıgerey Han (1588-1594, 1594-1608) (245-248). — Özü-Zaporog Kazakları (Berebaş ve Potkallı) (248-251). — Kırım Hanlarının Rus siyasetleri (251- 252). — Kırım akın çapullarının yolu : S akma (252-254). —- Gazıgerey Han’ın halef­ leri (254-255), — Selimgerey Han (1670-1677, 1684-1691, 1692-1698, 1702-1704) (255- 256). — Selimgerey Han’ın Rumeli’yi “ kurtarması” (1688) (256-258). — Devletgerey II. Han ve kaçırılan fırsatlar (1698-1702, 1707-1713) (258-260). — Kmm-Rus sınır hattı (1713) (260-261). — Bahçesaray’ın Rüslar tarafından tahribi (17 Haziran 1736) (261-264). — Tüccarların yağma edilmesi münasebetiyle • cereyan eden muameleler (264-265). — Kınm büyüklerinin Rusya ile barışa riayet edeceklerine ait temessükleri (265-266). — Kırımlıların Kazaklar ile aralarını bulmak yolundaki teşebbüsler (266). — Kınm Hanlığının çöküşü ve yıkılışı (267-268). — Hain Şahingerey Han (1777-1783) ve Kınm Tatarlarının feci akıbetleri (268-270). — Kırım’ın Rusya’ya ilhakı (1783) (270-273).

X III. BÖLÜM : ASTARHAN HANLIĞI ...... 274^280 As t. ar ha ıı Hanlığı’nın kuruluşu (274). — Kasım Han (1446) (274—275). — Abdül- kerim Han (275-276). — Hüseyin Han ve halefleri (276). — Derviş Ali Han (277). — Yağmurca (Yağmurcu) Han (277). — Astarhan’ın Sahibgerey Han tarafından zaptı (1549) (277-278). — Derviş Ali Han (278-279). — Aatarhaıl Hanhğı’mn Ruslar tara­ fından zaptı (1556 yılı eonu) (279-280).

XIV. BÖLÜM : NOGAYLAH ...... 281-289 Yedisan Nogaylan, Ruslar’la anlaşmaları ve Kuban boyuna gitmeleri (1771) (285— 289). — Nogaylarm Suvorov tarafından katliâm edilmeleri (289).

SONUÇ 291-305 VIII TÜRK KAVİMLER! sülâlelerin ş e c e r e l e r ! ...... 306-310

A. îdil Bulgarları Hanları (306). — B. Altın Ordu Hanları (306-308). — C. Kazan Hanları (308). — D. Kınm Hanları (308-310). — E. Astarlı an Hanları (310).

EKLER ...... 311-445

I. IDİL BULGARLARI (İbn Fadlan Seyahatnamesinden) tarihi: 308 H. - 921-922 M.) ...... 312-322 II. ÎDİL BULGARLARI MEZAR TAŞLARI (G. V. Yusupov, Vve- denıye v bulgar tatarskuyu epigrafuki'âen) ...... 322-323 III. GÖÇEBE TÜRKLER (Peçenelder, Oğuz(Uz)lar ve Kumanlar) (Konstantin PoıphyrogenetTis’un De Administrando împerio adlı eserinden (A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İst. 1937, sa. 257—258). — Türkçe tercümesi ...... 324-326 IV. KIPÇAK ADI VE KIPÇAKLAR’A AİT (Ebulgazi Bahadır Han’m Şecere-i T ürk'ünden. B. Desmaisons. St. Psbg., 1874, s. 19-20) .. 326—327 V. 1093 YILINDAKİ KUMAN AKINI (Povest’ Vremennych let'- den) ...... 327-329 VI. CODEX CUMANICUS’DAN ÖRNEKLER ...... 329-330 VII. RUS YURDUNUN ZAPTEDİLMESİ, BATU (HAN) TARA­ FINDAN (Nikonov Vekâyinâmesij ...... 331-335 VIII. KIPÇAKLAR (TATARLAR) (A. Plano Karpini’mn Seyahatnâ- mesi’nden) ...... 335-341 IX . BERKE HAN’A AİT (Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Türk) .. 341—343 X . DEŞT-1 KIPÇAK VE ÖZBEK HAN (İbni Batuta Seyahatnâme- si'nden) ...... 343-349 X I. ULUĞ MUHAMMED’DEN SULTAN MURAD II.’A (27 Cemaz.I. 831 -14 Mart 1428), A. N. Kınat, Topkapı Sarayı Müzesi Arşi­ vindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler, İst. 1940, ss. 9-11) ...... 349-353 XII.KAZAN HAN’I İBRAHİM HAN’IN YARLIĞI, tarihi, 1467- 1472? Kazan Utları adlı eserden) ...... 354-356 XIII. KAZAN HANI SAHİBGEREY HAN’IN YARLIĞI (Tarihi: 1523) (Seyid Vahidov, Sahibgerey Han yarlığı adlı eserden) .... 356-359 XIV. KAZAN İLİ ŞAİRLERİNDEN MAHMUD HACI OĞLU MU- HAMMED YAR’ IN Tuhfe-i Merdân’mdan (Tarihi: 1539) .... 359-361 XV. KAZANLILARIN 1550’DE RUS HÜCUMUNU PÜSKÜRTME­ LERİ (Ajtaıhan’lı Şâir Muhammed Şerifî’nin Zafernâme-i Vilâ- yet-i İCazan’ından) ...... 361-372 X VI. KAZANLILARIN KIRIM’DAN YARDIM İSTEKLERİ (Dres- den, Landesbibliothek, Eb 361, Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve tdil Boyu, Ankara, 1966, s. 057-058) ...... 373-377 İÇİNDEKİLER IX

XVII. NOGAYLAR (Andrey Taıanovski Seyoftatnomesi’nden) ...... 377-379 XVIII. KIRIM HANLIĞI, SULTAN SELİM II.’DEN DEVLETGEREY I. HAN’ A (Tarihi: 17 Cem. II. 979 - 6 Ekim 1571) (Başbakanlık Arşivi, Mühimim Defteri, No. X V I. s. 25-26, vesika no. 5) ...... 379-382 XIX. SULTAN MURAD III.’DEN GAZlGEREY HAN’A (Tarihi: 1589-90) (Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, No. LXVIIJ. s. 6, vesika n o: 1 2 ) ...... -...... 383-383 XX. SULTAN MURAD III.’DEN GAZlGEREY HAN’A (Tarihi: 29 Ramazan 999 - 11 Temmuz 1590) (Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, no: X V II. s. 172, vesika no; 429) ...... 383—385 XXI. KIRIM HANI GAZİGEREY’DEN LEH KIRALI ZYGMUNT’A (Tarihi: Şubat 1592) (Velyaminov-Zernov, Kırım Tarihi için ma­ teryaller, no: 4) ...... 385—391 XXII. KIRIM HANI CANIBEKGEREY’DEN RUS ÇARI MİKHAİL FEODOROVİÇ’E (Tarihi : 1-10 Ocak 1620) (Velyaminov-Zernov, Kırım tarihi için materyaller, no: 12) ...... 392-403 XXIII. KIRIM TATARLARININ ÇAPULLARI (Evliya Çelebi Seya­ hatnamesinden) (Tarihi : 1665) (C ilt: VII, s. 532-533) ...... 404—405 XXIV. OSMANLI DEVLETİ ADINA KIRIM HANI İLE RUSLAR ARASINDA AKDEDİLEN BAHÇESARAY ANLAŞMASI (Ta­ rihi : 1681) (S. Solov’yev, İstoria Rossii, III, 854) ...... 405-407 XXV. SULTAN SÜLEYMAN II.’DEN HACI SELlMGEREY HAN’A (Tarihi: 5-15 Ocak 1688) (Başbakanlık Arşivi, Nâme-i Hümayun Defteri, no: V, ss. 19-22) ...... 407-410 XXVI. SULTAN MUSTAFA II.’DEN HACI SELlMGEREY HAN’A (Tarihi: 23 Nisan-Mayıg 1696) Başbakanlık Arşivi, (Nâme-i Hü­ mayun Defteri, no: V. a. 210-213) ...... 410-414 XXVII. OSMANLI İMPARATORLUĞU İLE RUSYA ARASINDAKİ SINIR HATTI PROTOKOLÜ (Tarihi: 1714) (Başbakanlık Ar­ şivi, Rus Ahidnâmesi Defteri, 83jl. ss. 43-44) ...... 414-428 XXVIII. KIRIM HANI BAHADIR GEREY’DEN İSVEÇ KIRALİÇE- SİNE (Tarihi: Safer, 1047 - Haziran-Tenmraz, 1637) (Stockholm, Riksarkivet, Tatarica, 138) ...... 429-431 XXIX. RUS GENERALİ MÜNNİCH’İN KUMANDASINDAKİ RUS KUVVETLERİNİN KIRIM’I TAHRİBİ VE YAĞMALARI (es-Seb'u's-Seyyâr'dan, Kazan, 1892, s. 339-342) ...... 431-437 XXX. KÜÇÜK KAYNARCA MUAHEDESl’NlN KIRIM’A AİT MAD­ DESİ (Tarihi: 1774) (Başbakanlık Arşivi, Rus Ahidnâmesi Def­ teri, 83/1, s. 142) ...... 438-439 KÜÇÜK KAYNARCA MUAHEDESİNE GÖRE KIRIM MAD­ DESİ (10-21 Temmuz 1774) (T. Yuzefoviç, Dogovorı Rossii s Vos- tokom, St. Psbg, 1869, s. 25) ...... 439-440 X TÜRK KAVÎMLERİ

XXXI. YAŞ MUAHEDESİNE GÖRE KIRIM MADDESİ (T. Yuzefoviç, Dogcvûrı Rossii s Vostokom, ss. 42 v.d.) ...... 441 XXXII. SÜMBÜLZADE VEHBİ EFENDİ’NİN ŞAHİNGEREY’İN İDA­ MI ÜZERİNE TAYYARE KASİDESİ (Tarih-i Ata, Cild. V „ ss. 352-355) ...... 441-443 XXXIII. KONSTANTİN PORPHYROGENETOS’UN DE ADMİNİST- RANDO tMPERÎO’ snndan PEÇENEKLER (Rumca metin)' .. 443—445

KAYNAKLAR VE BİBLİYOGRAFYA ...... 447-453 SUMMARY UNTIL 1240. THE TURKIC PEOPLES AND STA­ TES ON THE VOLGA AND THE NORTHERN BLACK SEA

REG-ION ...... ■...... 455-476

İNDEKS ...... 477-511

NOT : 311 inci salıifede başhyan ekler listesinin 312 inci sabifedeki 60n bölü­ münde bir sıra karışıklığı olmuştur. Eklerin doğru sırası için yukarıdaki listeye Bakınız. ÖNSÖZ

Bu kitap, büyük âlim, Profesör Akdes Nimet Kurat’ın son eseri olmuştur. Onun gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışı tarih dünyasında bırak­ tığı boşluktan duyduğumuz acı, bu eserle bizi biraz olsun avutmaktadır. “ Idil Boyu ve Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devlet­ leri” , O’nun kırkaltı yılı aşkın İlmî çalışma ve tecrübesinin en olgun çağına eriştiğinde verdiği bir meyvasıdır. Kitabın konulan içinde, özel­ likle, Milâttan önceki devirlerden X III üncü yüzyıla dayanan gelişmeler hakkında şimdiye kadar başka bir çalışmanın yapılmamış olduğu da tarihçilerin gözünden kaçmıyacaktır. Profesör Akdes Nimet Kurat’m müeessif bir trafik kazası sonu­ cunda, çok bağk olduğu hayata veda etmek zorunda kalışı, onu yürekten sevenlere büyük manevî ödevler yüklemiştir, işte bu ödevlerin en ba­ şında rahmetlinin vefatı anında baskıda olan, yukanda adı geçen ese­ rinin ilim dünyasına sunulması geliyordu. Bu işi merhumun maddî ve manevî mirasçısı olarak benim tamamlamam gerekiyordu. Mamafih Hoca’nın sevgili asistanlan Reşat Genç ve Kâzım Yaşar Kopraman’m da, indekslerin hazırlanmasında bana yardım ederek, emeklerinin geçti­ ğini belirtmeliyim. Keza, Türk Tarih Kurumu Basımevi işletme Âmiri Murat Gencer’in yakın ve sıcak ilgisi de bizleri çok duygulandırmıştır. Aynca bu eserin yayınlanması imkânını hazırlayan Dil ve Tarih-Coğ- rafya Fakültesi’ne teşekkürü de bir borç biliriz. Rahmetli, torunlaraun iyi ve disiplinli kimseler olarak yetişmelerini istiyordu. Onlara öncülük olsun diye, bu kitabı, gene isimlerini tarihten alan Kaan ve Idil’e, armağan ediyordu, Dedeleri. Ruhu şâd olsun.

8 Eylül 1971 Dr. Y uldğ Tekin KURAT İstanbul

I

ESKİ TÜRK YURDU. KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ KAVİMLER

...... Milâttan yüzyıllarca önce ve somaları Karadeniz’in Turkler ın ana »Â yıır^»u kuzeyine Orta Asya’dan birçok kavim gelmiş ve bura- larda uzun zamanlar kalmıştır. B unların çoğunun “ Atî” kavimleri olduğu bilinmekle beraber, aralarında Türk menşeli zümre­ lerin de bulunması mümkündür. IV. yüzyıl sonlarından itibaren ise Karadeniz’in kuzey sahası birbiri arkasından gelen Türk kavimlerinin “ il” i olmuş, ve Idil boyu ile Tuna arası ta XVIII. yüzyıl sonuna kadar bir “ Türk ülkesi” olarak kalmıştır. Bu Türk kavimlerinin hepsinin de Doğu’dan, yâni Orta Asya’dan geldikleri biliniyor; dolayısiyle Türk- ler’in “ ana yurt” larımn da“ Orta Asya” da olması icap eder. Fakat “ Orta Asya” çok umumî bir mefhum olduğundan, bunun daha dar bir saha olarak tesbiti gerekiyor. Nitekim bu hususta birçok deneme yapılmıştır. Türk tarihi üzerinde incelemeler yapmış Avrupa’lı bilginler­ den K lap roth ve V am bery, “ Türk ana yurdu” nu Altaylar’m çevresinde göstermişlerdi; büyük türkolog R a d lo ff ise bu sahanın Altaylar’ın doğusunda, yâni bugünkü Moğolistan’da olduğunu kabul etmişti; tanınmış mongolist R am stedt ise, Türk ve Moğol dilleri ara­ sındaki yakınlığı göz önünde tutarak, Türkler’in Moğolistan’dan türe­ miş olduklarını öne sürmüştü. Orta Asya Türk tarihinin büyük müte­ hassısı B arth old da, “ Türk ana yurdu” nu Moğolistan’a koymak taraf­ tarı idi. Bu görüşler şimdi eskimiş ve bu sahanın genişletilmesi gerek­ tiği anlaşılmıştır; dil tedkikleri ve arkeolojik araştırmalar, “ Türk ana­ yurdunun Altaylar’ın batısına doğru epey uzadığını göstermektedir. Tanınmış türkologlardan N em eth, en eski Türk dili ile “ Ana- Ural dili” arasında şüphe götürmez temaslar üzerinde durarak, “ Türk ana yurdu” meselesini de buna bağlamak istemiştir; en eski Türk ve Ural dillerinde eski Hind sözleri, yâni “ Ar!” unsurları mevcuttur; şu halde, eski “ Hindçe” yâni Ârî bir dil ile hem “ Ural” hem de “ Altay” kavimlerinin temas edebilecekleri saha Aral Gölü çevresi olması icap eder. Şu halde Türklerin ilk yaşadıkları yerleri, Nemeth’e göre,

F . 1 2 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLEHİ

Altay Dağları ile Ural Dağları arasında, yâni bugünkü K a za k ista n ’ ­ da aramak doğru olur. Mamafih mesele yalnız dil tedkikleri ile bitmi­ yor; bunun halli için bir yandan mevcut ise, en eski “ Tarih” kayıdla- nna ve aynı zamanda arkeolojik araştırmalara da ihtiyaç vardır.

Ark I jik re ^on yıllarda Sovyetler Birliğinde Sibirya’nın güneyi ve etnik bakımdan -^ltaylar çevresinde yapılan arkeolojik ve etnik araştır- eski Türk yurdu malardan Türkler’in eski yurtları hakkında bazı fikirler edinmek mümkün oluyor. Bu hususta S. V. K i s e 1 e v’in 1951 de çıkardığı Güney Sibir’in en eski tarihi1 adlı eserinde gayet önemli malzeme dercedildiği gibi, Baykal Gölünün kuzeyinde, Lena nehrinin başlarında ve Yedi-Su bölgesinde meydana çıkarılan “ kaya-resimleri” ve arkeolojik buluntular, bu yerlerdeki eski devirlerin etnik hususi­ yetlerini aydınlatmaya yarar görünmektedir. Nitekim bunlara daya­ nılarak Güney Sibir ve Altaylar çevresinde yeni taş (neolitik) devrin- denberi yaşamış olan kavimler ve kültürler hakkında birçok faraziye yürütülmüştür; bu münasebetle Türk menşeli kavimlerin eski devir­ lerine ait de bilgi verilmek istenmiştir. Sovyet arkeoloğ ve tarihçi­ lerinin. metod ve tutumları icabı belli bir ideolojiye ve bilhassa Stalın devrinde muayyen siyasî amalçara göre hareket ettikleri göz önünde bulundurulursa, varılan neticeler çoğu zaman inandırıcı ol­ maktan uzaktır; Kiselev (ve diğerlerinin de) eserleri bu hususta bir istisna teşkil etmiyor; bununla beraber Sovyetler Birliğinde çıkan bu kabil eserlerden eski Türk kavimleri hakkında birçok faydalı bilgi edinmek mümkün oluyor. Bilindiği üzere îdil boyu ve Batı Sibir sahasında, M. ö. III. ve II. bin yıllarında “ Afanas’yev kültürü” adı verilen bir devir olmuştur. Bu kültürün izlerine Altaylar çevresinde de rastlanmıştır. Bunu takiben 1700-1200 yılları arasında “ Andronov kültürü2” başlamış ve bu kültür Yayık ile Balkaş Gölü, Irtış nehri boyları ve Obi nehrinin baş kısımla­ rında yayılmıştı. Bu sahada yaşayan kavimlerin başta at, inek ve ko­ yun olmak üzere çok miktarda ehlî hayvan besledikleri, başta bronz (tunç) olmak üzere madenciliğin de gelişmiş olduğu biliniyor. M. ö. 1200 - 700 yılları arasında Yenisey nehri’nin baş kısmında yaşayan

1 S. V. K iselev, Drevnyaya istoriya yuznoy Sibiri, îzd. Ak. nauk SSSK. Moskva 1951, 2 S. V. K iselev, y. a. g. e. SS 67-105. rV-XVUI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DBVLETLEBİ 3 zümre “ Karasuk kültürü” 1 adım taşıyan kültür dairesine mensuptur. İşte bu devirdedir ki, Güney Sihir (ve Altay çevresinde), orta Yenisey sahasında ince yüzlü mongoloid karakter görülmeğe başlamıştır; aynı zamanda Altay çevıesinde ziraat kültürünün de geliştiği tesbit edilmektedir. Karasuk kültürü devrinde dört tekerlekli araba ve keçeden yapılan ev (terme ev, çadır)lerin mevcudiyeti de tesbit edilmiştir. Bunların Türk menşeli olması lâzımgeliyorsa da Kiselev bu hususta bir şey söy­ lemiyor. M. ö. 700-100 yılları arasındaki kültüre “ Tagar kültürü” a adı verilmiştir; bunun karakteristik vasfı bronz ve kemik eşya üzerindeki hayvan başlarından ibaret bezeklerdir. Bundan başka bronzdan bıçak, hançer ve çok sayıda ok uçlan bulunmuştur; bunların da eski Türk kültürü ile ilgisi olduğu muhakkaktır. Mamafih Sovyet bilginleri. bu hususta da bir şey söylemiyorlar. Arkeolojik araştırmalardan anlaşıldığı üzere Yenisey nehri’nin orta ve baş sahaları ile Baykal G jIü çevresi, Lena nehrinin baş kısımları, Irtış nehri boylan ve Altay çevreleri çok erkenden, artık göçebe hayatı yaşayan kavimlerin sahasını teşkil etmiş ve bura ahalisi er­ kenden Çin ile yakın münasebetlerde bulunmuştur. Arkeolojik kalın­ tılar arasmda Çin menşeli eşyanın çokluğu buna delâlet etmektedir. Bilindiği üzere Çin, M. ö. II. binden Milâd sıralarına kadar bronz ima­ lâtının en mühim merkezlerinden birini teşkil etmekte idi. Fakat “ demir devri” Altay çevresinde Çin’den daha önce başlamıştır: M. ö. V-IV. yüzyıllarda Minusinsk bölgesi ve Altay çevresinde “ demirciliğin” geliştiği tesbit edilmiştir. Altaylarda bol miktarda demir cevherinin mevcudiyeti bu hususta en mühim âmil olmuştur. Türkler’in tarih sahnesine çıkış­ larında “ demirci” oldukları göz önünde tutulursa, Altay çevresinde M. ö. en geç yarım bin yıl önce Türkler’in yaşamış oldukları kabul edilmelidir; mamafih Kiselev buna ait de hiç bir şey söylemiyor. Türk menşeli kavimlerin galiba en eski maddî kültür örnekleri, Al- taylar’m Güney-Doğusundaki “ Pazınk” kurganı (tepe)nda ortaya çıka­ rılmıştır3. Burada Hsiyung-nu (Hun)’Iann kültürünü aydınlatacak birçok şey mevcuttur. M. ö. III. yüzyıl ortalarına ait olan bu “ Pazınk” kültü­ ründen başka, oralara yakın “ Şibe” kurganından da eski Türk kültü-

1 S. V . K ise le v , SS 106-183. a S. V. K ise le v , SS 184-303. 8 Fazuık devri kazılan ve kültürüne ait, bkz. S. V. K iselev, y. a. g. SS 327*392. Bkz. “ Hürriyet” gazetesi. 24 Kasım 1969 Gökşin S ip a h ioğ ln , Rusyada bulunan ilk Türk mumyası. 4 iv -xv in YÜZYILLABDA TÜBK. KAVİMLER! VE DEVLETLEBİ

Tünü aydınlatacak birçok eşya çıkmıştır. Demek ki M. ö. III. yüz­ yılda Altay çevresi Türk kavimlerinin yaşadıkları sahaya dahildi. Sovyet arkeolojik araştırmalarında bu eski Türk yurdunun kuzey, batı ve doğu sınırlarına ait kat’î bir şey söylenmiyorsa da yeni Sovyet tarik ve arkeoloji eserlerinde bu mesele üzerinde durulmaktadır. Sibiıyanın türlü yerlerinde tesbit edilen ve eskilikleri M .ö. 15 bin yıla kadaT çıkaiılan “ kaya-resimleıi” nin ne dereceye kadar Proto- Türk kavimlerle ilgisi vardır, bilinmiyor. Bu hususta arkeologlar arasında büyük görüş farkları mevcuttur. Bu resimlerin, hiç olmazsa yeni taş devrinin sonlarına ait olanlarında tesbit edilen at kültürü ve göçebelikle ilgili bazı resimler, çok sonraki devirlerde Türk ka- vimlerinde görülen “ totem” lerin resimleri (kartal ve keçi) — bunla­ rın Türklere ait olduğu gülüşünü kuvvetlendirmektedir. Bu gibi ar­ keolojik buluntuların da en eski Türk ana yurdunun tayininde dik­ kate alınması gerektiği anlaşılıyor. Türklerin tarih sahasına çıktık­ ları devirdeki “ Ana yurd” larmı tayin hususunda ise bilhassa Türk dil tetkikleri ve tarih kayıdlarına dayanmak zarurîdir.

_ ,, ... Türk kavimlerinin en eski devirlerine ait tarih kayıtları Türkler ın tarihine ait en eski tarih Ç™- kaynakları ile başlar.1 M. ö. 97 yıllarında Çin tarihçi- kayıdlorı lerinden Se-ma T’an ve oğlu Se-ma T’sien’in yazdıkları Şi-ki adını taşıyan eserde, çok daha önceki devirlere ait kayıdlardan faydalanılmış ve eski devirlerden bahsedilmiştir. Bu eserin 110. kitabı “ Hsiyung-nu (Hun)’lara ait teferruatlı rivayetler” başbğını taşımaktadır. Şi-ki (Tarih eseTİeri)’ deki bu kayıdlar, M. s. I. yüzyılda tertip edilen İlk Han sülâlesi kitaplarının 94. faslına olduğu gibi akta­ rılmıştır. Hsiyung-nu’lara— faaliyetleri ve yaşayış tarzları tarih kayıd- ları ile tesbit edilen Türk menşeli ilk kavim olarak bakmak için elimizde birçok kuvvetli deliller vardır. Bugünkü Ingiliz, Alman ve îsveçliler’in cedleri nasıl Germanlar ise, veya bugünkü Rus, Lehli ve Hırvatlar’ın menşeleri eski Slavlara çıkıyorsa, aynı veçhile bugünkü Türk kavim- 1 erinin de menşeleri muhakkak ki Hsiyung-nu (Hiyung-nu, H u r ­ lara bağlanmaktadır. Şi-ki’de Hsiyung-nu’lann teşkilâtı, göçebelikle ilgili ekonomik ve sosyal hususiyetleri hakkında nakledilen bilgiler,

1 Bu tetkiklere ait bkz. W. E berhard, Çinin Şimal komşuları, Ankara 1942. Çin kaynaklan toplu hulâsası: Hyacinth (Yakinf) B içu rin , Sobraaiye svedeniy o naro- dach obitavşikh v Sredney Azii (Orta Asyada yaşayan Kavimler hakkında toplu bilgiler). St Petersburg, 1850-1851. 4 cild. (yeni tabı: 1950). rv-xrra yüzyillarda tübk kavİmlerî ve devietlebî 5 onların “ Tiiık kavmi” olduklarını açıkça gösterdiği gibi, daha somaki Türk kavimlerinde Hsiyung-nu’Iara benzeyen birçok hususlar da bunu teyid edici mahiyettedir. Şu halde, Türk kavimlerinin “ tarih sahnesi” ne çıkışları Hsiyung-nu’ların faaliyeti ile başlar ve coğrafî bakımdan da Çin’in kuzey-batı sınırlarına düşer. Dil, arkeologya ve tarih tedkikleri ışığı altında eski Türk yurdunun şu sahada olması gerekir: Batı’da Aral Gölü çevresinden başlayarak, doğu’da Orhon ve Tula nehirlerine kadar uzanır; kuzey’de Lena nehrinin baş kısımları, Irtış boyları,orta Yenisey sahası; güney’de de Talas-Sır Derya boylarına kadar gitmiştir; esas nüveyi de Altay çevresi ile orta Yenisey sahasının teşkil etmesi mümkündür; Gök-Türk alfabesinin ilk kullanılış sahasının Yenisey boyu olması da bu görüşü kuvvetlendirmek­ tedir. Sonraları bu saha genişleyerek Orhon boyu ve bilhassa ötü k en dağlan bölgesini de içine almıştır. En eski devlet teşkilâtının bilhassa ötü- ken dağları çevresinde meydana geldiği de kuvvetle muhtemeldir; dola- yısiyle ötüken dağı Türkler nazarında kudsiyet kazanmış ve burası Türk devletinin dayanak noktası olarak kabul edilmiştir *. Altaylar çevresinde M. ö. I. bin yılda göçebelik yaşayış tarzı geliştiğine ve bununla ilgili olarak hayvan sürülendi otlatmak için geniş ve bol otlu mer’alara ihtiyaç olduğuna göre, Türk kavimlerinin Altay çevresinden batı’ya, Aral Gölü istikâmetindeki yayılışları da en geç M. ö. I. binin ortalarında vuku bulsa gerektir.

Dağlar Yayla ye Türk tarihinde dağlık mıntıka ve yaylalar büyük Bozlarlar rQl oynamıştır. Altay ve ötüken dağları, Sayan ve Tanrı dağlan (Tyan-Şan) - Türklerin çok eskiden ba­ rındıkları yerler olmuştur; dolayısiyle bunlardan bazıları Türk mitolo­ jisi ile bağlı bir takım efsanelerle süslenmiştir, ötüken dağı’nın kudsi- yeti bilhassa bilinmektedir. Yaşanacak yerler, tabiatiyle dağ başlan değil, dağlarm eteklerinde uzanan, bol otlu, sulu ve serin yaylalar idi. Zaten “ yayla” adı da buna delâlet etmekte, “ yay-cay-cey” - “ yaz” anlamına gelmekte, “ yayla” da “ yaz mevsiminin geçirildiği yer” i ifade etmektedir. Dağ etekleri, alpin nebatları ve dağlardan gelen bol sulan ile hayvan sürülerini beslemek için çok elverişli idi; dağların icabında düşman saldırısından korunmak için müsait olduğu da mu­ hakkaktır. Dolayısiyle eski Türkler bir bakımdan, “ dağlı” sayılmakdu:-

1 Kültiğin Bengütaşı. 6 rv-xvm yüzyillahda tüm kavîmlehİ ve dev^etlebİ

lar. Mamafih sonraki gelişmeler, hayvan sürülerinin siir’atle çoğalması - Türkler’i daha ziyade yaylalara ve bozkırlara yayılmağa zorlamış ve Türklerden çoğu gittikçe bozkırlı olmak ve G öçebelik hayatını be­ nimsemek yolunu tutmuşlardır. Altaylar’m eteklerinden başlayan bozkırlar, güney-doğu ve kuzey- batı’ya doğru gittikçe düzleşmekte ve “ step” haline gelmektedir. Aşağı Sır Derya ve Aral gölü istikametindeki bozkırlar Güney Sihir ovalarım teşkil etmekte ve Hazar denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyine uzanmaktadır. Bozkırlar, Irtış nehri’ne doğru çıktıkça zenginleşmekte, bol su ve bol otlan ile hayvan beslemek için çok elverişli bir hal almak­ tadır. Nehir mansaplan da sazlıkları ve kamışlıkları ile “ kışlak” yeri olarak kullanılmaktadır. Kışlaklar fazla kar olmayan yerlerde ya­ pılırdı; çünkü hayvanların kurumuş otlan kar altından tırnakları ile çıkarıp yemeleri gerekiyordu. Bozkırlar, Irtış nehrine doğru çıktıkça zenginleşmekte, bol su ve bol otlan ile hayvan beslemek için çok elverişli olmakla beraber Sihir- ya’nın soğuk dalgalarına açık bulunması hasebiyle, yazlan kısa ve kışlan da o nisbette uzun idi. Irtış boylan ve Batı Sibir’in bir hususiyeti de, ancak tepeler mahiyetinde olan Orta ve Güney Ural dağlarından, Kama ve İdil nehirleri boyuna gitmek için tabiî bir engel teşkil etmeyişi idi. Balkaş Gölü ve Talaş nehrinden Sır Derya, Yayık ve İdil (Yolga) nehirlerine doğru uzanan bozkırlar ise, Hazar denizinin kuzeyinden, Urallann güneyinden, tarihte “ Kavimler kapısı” adıyla bilinen kum, çöl sahasından sonra, Idil’in batısında yeniden bol otlu mer’alaı ve yer yer dağlık-tepelik yaylalar halini almakta ve hakikî bir bozkır-step olarak Karadeniz’in kuzeyinden ta Karpatlara, Tuna boyuna kadar uzanmakta idi. Karadeniz’in kuzeyindeki bu Step-Bozkırlar, haddi zatmda, Orta Asya ve Batı Sibir’deki yayla ve bozkırların devamı mahiyetinde idi, arada, geçilmesini güçleştiren yüksek dağlar veya büyük çöller olmadığı cihetle, Orta Asya’daki kavimler, doğudan batıya kolayca geçebilirlerdi. Nitekim daha milâttan birçok yüzyıl önceleri, “ Kavimler Kapısı” yolu ile birçok kavim Orta Asya’dan Doğu Avru­ pa’ya gelmiştir. Bunlardan en eskilerinden, biri de İsk it (Skit) lerdi1.

1 M« Rostow cev, Skythien und der Bosporus, Berlin 1931; George V em ad sk y, Ancient , Yale University Preag, 1943. W. M. M cGovern, The Early Empires of Central Asia, Chapel Bili, The University of North Carolina Press, 1939. Chapter II. pp. 35-59. IV-XVm YÜZYILLARDA TtÎKK KAYİMLERİ VE DEVLETLERİ 7

İskitler Iskitler, M. ö. VII-IV. yüzyıllarda Azak Denizi çevresi, Kırım ve Karadeniz’in kuzeyinde, orta Don ve Dnepr nehirlerine ve Tuna’ya . kadar uzanan sahada bulunmakta idiler, îskitlerin esas itibariyle İran menşeli oldukları bilinmekle bera­ ber, başka ırklardan da bazı unsurları içine aldıkları ve bunlar arasında Türk menşeli zümrelerin de bulunduğu uzak bir ihtimal sa­ yılamaz. îskitlerin bir kısmı yerleşik hayata geçmiş-çiftçi ve bir kısmı da göçebe idi. Bir kısmının Kırım ve Azak Denizi sahilindeki Yunan kolonileri ile sıkı temasta bulunduğu, belki de şehirlerde dahi yaşa­ dıkları ve Yunan güzel san’atını da benimsedikleri biliniyor. Iskitler’in doğuda ta Altaylara kadar münasebetleri olduğu dahi iddia edilmiştir; dolayısiyle “ İskit san’atı” mn tesirleri Altay çevresine kadar tesirini göstermiş olmalıdır. Iskitler’in, Saka ve Massaget’lerle bağlantıları bulunduğu cihetle, Orta Asya’daki diğer unsurların da bu camia’ya ka­ tılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Herhalde göçebe Iskitler arasında, Batı Sibir’den Idil’in batısına geçen bazı Türk zümreleri de mevcuttu. Mamafih bu hususta kat’î bir şey söyleyecek durumda değiliz.

Iskitlerden sonra, Karadeniz’in kuzeyinde Sarm at- sarmatmı . ^ ları1 görüyoruz. Iran aslından geldikleri bilinen Sar- matlar arasında Türk unsurlarının bulunup bulunmadığı tespit edile­ miyor. Sarmatların yaşadıkları saha Orta Dnepr ve Karpatlar’a kadar uzamıştı. Dolayısiyle Sarmatlar’m, Pripet ve Vistül (Visla) nehirleri arasında yaşayan Slavlarla erkenden temasa geldikleri anlaşılıyor. Belki de Sarmatlar’m aracılığı ile Türklerle Slavlar arasında ilk temas­ lar başlamış olabilir. Sarmatlar’m bir kısmını teşkil eden R ok solan (Roks-Alan)lann Iran menşeli oldukları .âşikârdır; yine Sannatlar’a ait olan Y a zığ (Yasık? Yas) larrn da Iran menşeli oldukları iddia edil­ mişse de, bu kavmin Türk menşeli olduğu da hatıra gelmektedir. Mi­ lâttan sonraları I. ve II. yüzyıllarda Don ile Aşağı Tuna arasında, yani Karadeniz’in kuzeyinde yaşadıkları bilinen bu kavimlerin, coğrafî durumları icabı, doğudan gelen bazı Türk boylan ile temas etmiş ol­ maları uzak bir ihtimal sayılmamalıdır. Sarmatlar’m nüfuzları Batı Sibir’e kadar uzanmış olabilir. Hatta M. ö. I. yüzyılda Hun’lar ile Sarmat’lar arasında münasebetler kurulduğu, alış-veriş yapıldığı ve

1 M. R o s to v tz e ff, The Sarmals and the Partians, Cambridge Ancient History, X I. Chap. III. W. M. McGovern, y. a. g. e. p. 51 v.d. G. V ern adaty, y. a. g. e. Çhapter III. pp. 74-121. 8 r v - x v ın yüzyillabda t u b s . k a v îm l e r İ v e d e v l e t l e b İ bunun icabı Gıet (Yunan) kültürü izlerinin Htmlara kadar yayılmış olduğu dahi iddia edilmiştir. Sarmatlar’ın bir zümresini teşkil ettiklerini yukarıda söylediğimiz Yazığ (Yas)ların ise Macaristan’a kadar gittikleri ve oralarda IV. yüzyıla kadar faaliyette bulundukları anlaşılıyor. Sar- matlar’m batıya doğru gidişlerine, az sonra kendilerinden bahsedece­ ğimiz Alan’lar sebep olsalar gerektir.

Gotlar Şimdiye kadar adları geçen kavimlerin hepsi de Orta Asya’dan Karadeniz’in kıyılarına gelmişlerdi; bu defa Baltık sahillerinden German menşeli Gotlar1, M. s. 180 yıllannda Ka­ radeniz’in kuzeyine geldiler, Dnepr (özü) nehrinin doğusu ve batısında olmak üzere ikiye bölündüler. Doğudakilerine O strog ot ve Batıdaki- lerine de V izig ot denildi. Ostrogotlarm daha teşkilâtlı oldukları bili­ niyor. Nitekim onlar bir devlet kurmuşlar ve Karadeniz’in kuzeyindeki birçok kavim onların hâkimiyeti altına düşmüştü, ilerde görüleceği üzere, Ostrogotlarm başında, 370 tarihlerinde Hermanarich (Ermana- rik) adlı bir kıral bulunuyordu. Bu suretle, Karadeniz’in kuzeyinde bir devlet düzeni kurmuş olan unsur Germanlar-Gotlar olmuşlardır.

Fin Ugor Batı Sibir’den başlayarak, Kama ve Idil nehirleri ile kavimler! Orta Don’dan itibaren, Volga’nm menbaı ve kuzey sahası, Fin körfezi ve Baltık denizi sahillerine kadar türlü Fin kavimlerinin yaşadıkları saha idi. Urallara yakın yerlerde- Ugor, batıya doğru da Fin adıyla bilinen bu kavimler “ Doğu Avrupa” mn kuzey kısmının otokton ahalisi idi. Orta ve Kuzey Rusya’daki nehir adlarının hepsinin Fince olması da buna delâlet eder (Volga, Oka, Vetluga, Kama v.b.). Bu kavimler, çok dağınık bir halde ormanlık saha­ da yaşamakta, ve kültür bakımından da oldukça aşağı bir seviyede bulunmakta idiler. Hiçbir esaslı teşkilâta malik olmayan bu dağınık kavimler, avlanmak veya balıkçılıkla geçinmekte, ve az miktarda ehlî hayvan beslemekte ve belki de mahdut ölçüde ekincilik yapmakta idiler, ilerde görüleceği üzere, Doğu Slavları, işte bu Fin kavimleri arasına gire­ cekler ve onlarla karışarak, sonraları “ Büyük Ruslar” denen kavmi meydana getireceklerdir.

1 A. A. Vasiliev, The Goths in the Crimea, Cambridge, Mass. 1936. F. Brun. Çerno- nomor'ye I-II. Odessa 1879-1880. rv-xvnı yüzyillakda türk kavİmlehİ ve devletlebİ 9

Şiarlar S lavla ı esas itibariyle Hindo-Avrupai, Âıî bir kavimdir1. Eski Slavların çoğunlukla dolikosefal ve sarışın bir kavim olduğu tesbit edilmekle beraber, aralarında mezosefal ve brakisefal, kumral, orta boylu, siyah saçlı olanları da bilinmektedir. Yani bulundukları sahanın icabı Fin ve Türk ırkından kavimlerle erkenden temasa geçmek suretiyle, gittikçe “ Turanlı” vasıflar aldıkları ve ilk ırkî özelliklerini kaybettikleri anlaşılıyor. Bu husus bilhassa “ Doğu Slavları” nda görülecektir. Dil, arkeologya ve bitki adlarının araştırmalarından çıkan netice­ lere göre, “ İlk Slav vatanı” nı Vistül nehrinden başlayarak, Pripet havzasımn ve Orta Dnepr sahasının teşkil ettiği anlaşılıyor2. Bunun batı, kuzey, doğu ve güney sınırları kat’iyyetle tespit edilemiyor. Bu saha güneyde Karpatlar’ın eteklerine dayanmış olmalıdır; batıda, Elbe nehrine kadaT uzandığını iddia edenler varsa da, bu hususta kesin birşey söylemek için elimizde yeter derecede deliller bulunmuyor; bu yoldaki iddialar, daha ziyade “ siyasî” bir maksad taşımaktadır. Slav­ ların Elbe boyuna kadar yayılmaları M. s. vukubulsa gerektir. Eski Slavların ilmen gölüne ve doğuda Oka nehrine kadar yayıldıkları da kesin olarak ispat edilemiyor; aynı veçhile Turla (Dnester) ve Aksu (Bug) boyunca ta Karadeniz’e kadar indikleri iddiası da müspet delil­ lere dayanmıyor. Slavlar’m, Karpatlar’ın kuzeyindeki sahadan, daha doğrusu Pripet havzasından (bugünki Poles’ye) muhtelif istikametlerde yayılmaları ancak milâttan sonraki bir gelişme olsa gerektir. Slavların tarih sahnesine çıkmalarına ve aşağı kültür basamağından daha yukarı bir dereceye yükselmelerine Türk ve G eım an menşeli kavimlerin âmil oldukları bazı bilginler tarafından ileri sürülmüşse de3, bu iddia Slav4, bilhassa Sovyet-Rus, tarihçileri tarafından red edilmiştir. Ma­ mafih bu görüş büsbütün esassız olmasa gerektir. Hele tarihî devirlerde buna benzer olayların çokluğunu göz önünde tutarsak, bu görüşün hemen red edilmesi pek doğru olmasa gerektir. Her halde Slavların

1 T.nbor N iederle, Manuel de l'antiquite slave. T. I. l’histoııe. Paris 1923, m. y. Sovyet-Rus âlimi akademisyen N.S. D erzavin , Slavyane v drevnosti. Moskva (tarihsiz), Slavların eski devri için ilmi olmayan Marr nazariyesine dayanmaktadır. 2 L. N iederle, p. 21-22 Bu meseleye ait son Sovyet görüşü: Istoriya SSSR, îzd. “ Nauka” . M. 1966 ss. 337 v.d. 8 J. Peisker, Die âlteren Beziehungen der Slaven zu Turkotataren und Germanen, Berlin 1905; aynı müellifin: The expansion o f Slaıvs, Cambridge Medieval History II. (1914). 1 L. N ied erle, Revue des Etudes Slaves. II. (1922) pp. 19-37. 10 rV-XVUI YÜZYTLLAEDA TÜHE KAVİMLEBİ YE DEVLETLERİ erkenden Türk (Altaylı) ve German kavimlerin tesirine maruz kalmış oldukları muhakkaktır; yalnız bu tesirlerin şumulü benüz tesbit edilmiş değildir. Doğu Slavları, eski Slav grubunun doğu budağını teşkil etmişlerdir. Bunların yaşadıkları saba: Pripet havzası, Berezina nehrinin aşağı kısmı, belki de Desna ve Teterev boylan ile, galiba, Vohnya çevresini ihtiva ediyordu. Milâttan önceki devir Slavlarına ait herhangi bir kayıd bulunmadığından, “ Doğu Slavlar” mın bu sıralarda işgal ettikleri saha tayin edilemiyor; Slavlara, milât sıralarında “ Vened” dendiği biliniyor; daha sonralan, Slavların bir kısmına “ Ant” denmişti; Bu “ Ant” ların Dnestr ile Dnepr boylarmda yaşadıkları anlaşılıyor. Slavlarm bu kıs­ mının, diğerlerine nisbetle daha savaşçı olduğu göz önünde tutularak, onların “ Slavlaşan” herhangi bir “ Türk” kavmi olduğu da hatıra gel­ mektedir; mamafih bunu teyit edecek belgelere sahip değiliz. t- ,. o, ™.. . Slavların bir kısmı Milâttan sonraki yüzyıllarda Orta En eski Slav-Türk „ J J münasebetleri Dnepr (Ozü) boyunu takiben Karadeniz e doğru inmeğe başlamışlardır; işte buralarda bazı Türk unsurlan ile ya doğrudan doğruya veya başka bir kavmin aracılığı ile temasa geçmiş olmalıdırlar. Bu temasın izleri eski Slavca’daki bazı Türkçe sözlerle muhafaza edilmiştir; bu sözler daha ziyade hayvan adlan ve “ Sütçü- lük” le ilgilidir. Eski Slavca’daki “ koza” -Türkçe’deki “ keçe” (keçi), Slavcadaki “ bıku” “ boğa” , “ volu” -“ ulak” (öküz) ve “ tvarogu” -Türk- çedeki “ peynir” , eski Slavca’ya giren belli başlı sözler arasmda geliyor.1 Diğer yandan, Slavcadaki “ mleko” (süt) Almancadaki “ Milch” , ve Slavcadaki “ skotu” ve “ nuta” (hayvan) sözleri de German dillerinden alınmıştır. Dil, tarih ve arkeoloji tetkikleri, Slav kavimlerinin çok eskiden ya Türk veya German kavimlerinin hâkimiyeti ve tesirleri altında bulunduklarını hatıra getirmektedir. Türk kavimleri ile Slav zümreleri arasındaki münasebet ve temas­ ların bilhassa Karadeniz’in kuzeyi ve Orta Dnepr sahasında başlamış olması lâzımgelir. Batı Sibir ve Türkistan’dan Idil boyuna doğru uzanan geniş bozkır-steplerden, en geç Milâd sıralarında Doğu Avrupa’ya sızmağa başlayan Türk kavimlerinden bazılarının işte Dnepr ve Dnestr boylarmda bazı Slav unsurları ile temasa geçmiş olmaları mümkündür.

1 Akılca Nimet (K u ra t) Eski Slavcadaki Türkçe sözlere dair. Türkiyat Mecmuası IV. (1934) ss. 89-97, IV-XV1II YÜZYILLA UDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 11

Bu ilk temaslar hakkında hiçbir bilgimiz yoktur; belki, yukarda anla­ tılan Türkçe sözlerin eski Slavca’ya girmesi bu ilk temasların bir neti­ cesi olmuştur. Türk kavimleri ile Slavlar arasındaki yakın temas ve münasebetlerin ise, Milâttan sonra 370 yıUarmda başlamış olan “ Ka­ vimler Büyük Göçleri” 1 sırasında olduğu kuvvetle muhtemeldir. Bu büyük hareketin ise “ Batı Hunlan” mn İdil boyundan kalkarak Kuban ve Don boylarını takiben Karadeniz’in kuzeyine gelmeleri ile başladığı biliniyor. Bununla “ Batı Hunlan” nın faaliyetleriyle ilgili olaylara gelmiş bulunuyoruz.

1 Ch. E. Ujfally, Les migrations deş peuples et particulierement celle.ı des Tourani- ens, Paris 1873; O. Seeck, Geschichte des Untergangs der antiken Welt, I.-jVI. Berlin- Stuttgaıt 1920-1928; B. B ury, The invasion of Eufope by the Barbarians, London 1920; F. L ot, Les invasions barbares et lepeupelement de l’Europe, I-II. Paris 1937. II BATI HUNLARI YE ATTÎLA İMPARATORLUĞU

Hun’Iann tdil Büyük Hun devletinin (Hsiyung-nu’larm)1 M. ö. 48 boyuna gelişleri yıllarında, “ Şenyü” ler (Kağanlar) arasında çıkan mü­ cadeleler sonunda parçalanmasını müteakip, Çje-Çje (Tsi-ki) idaresinde Hunların bir kısmının tli havzasına gittiği bilini­ yor. Mamafih başbuğ Çje-Çje’nin Çinliler tarafından öldürülmesi üze­ rine, ona tabî Hun’ların batı istikametinde göç ettikleri de tesbit edilmiştir, işte Hunların bu kısmı, Milâttan sonra I. yüzyıl içinde Batı Türkistan’ın kuzeyine itilmeleri sonunda, Çje-Çje ile birlikte giden Hunların, daha önceleri batıya göç eden Hunlarla birleştikleri anlaşılıyor. Milâttan sonra 93 yılında, Siyen-pi ve Çinlilerin ağır baskıları altında Batı Türkistan’daki son Hun kitlesi de batı istikametinde hareket etmiş, Talaş boyundaki otlaklardan, oTaya daha önce gelmiş olan soydaşlarını çıkararak onları daha batıya, Cim (Emba) ve Yayık nehirleri boylarına itmişlerdir. Bütün bu hareketlerin mahiyeti ve teferruatı bilinmediği gibi, buna katılmış olan Hun zümreleri veya diğer unsurlar hakkında da yeter bilgimiz yoktur. Ancak Milâttan sonra II. yüzyılda tanzimedilen Bat- lamyus (Ptolemeus) Coğrafyasında Azak Denizi’nin kuzeyinde, Don (Ten) ile Dnepr (Özü, Ozu) nehirleri arasında Hun’larm bulunduğu gösterilmişse de, bu kayıd doğru olmasa gerektir. Çünkü Hunlar bu tarihlerde henüz Idil nehrini geçmiş değillerdi. Diyonysius de Charax, Hunlaım 330 tarihlerinde güney Kafkaslara kadar geldiklerini kaydet­ miştir; belki de onlardan bir zümre, hakikaten, bu tarihlerde Güney Kafkaslar’a bir akın tertip etmiş olabilir; belki de bunlar sonraları Bulgar adı ile karşılaşacağımız kavmin bir kısmı idi. Mamafih Hunların esas kitlelerinin IY. yüzyılın ortalarında henüz Idil nehrinin doğusunda, Kama mansaplarına yakın bir sahada bulundukları anlaşılıyor.

1 Deguignes, Histoire generale des Huns, des T utcs, des Mongols et des autres T artar e s occidentaux, I-IV. Paris 1756-1758. Türkçe tercümesi: Hüseyin Cahid, İstanbul 1923; K. în ostra n cev , Khunnu i gunnı, livaya Starına (1900), ikinci tabı; Leningrad 1926; J. M. de G root, Die Huntıen der vorchristlichen Zeit, Cbinesisclıe Quellen zur Geschichte Asiens I. Berlin-Leipzig 1924. IV-Xym YÜZYILLARDA TÜBK KAYİMLEHİ VE DEVLETLERİ 13

Az sonra görüleceği veçhile, Hunların bu esas kitlesi, 370-375 yıllarında Idil nehrini geçip, batıya, Karadeniz’in kuzeyi istikametinde harekete başlamıştı. Bununla, tarihte “ Kavimler Büyük Göçleri” adı ile bilinen muazzam hareketler başlamış oluyordu; bunun neticesinde de Kafkaslar’ın ve Karadeniz’in kuzeyinden başlayarak, hemen hemen bütün Batı Avrupa’daki kavimler yer değiştirmişler ve “ Batı Roma Imparatorluğu” nun çökmesini hazırlayan darbeler birbirini takip et­ miştir. M. s. 433 tarihlerinden sonra da “ Batı Hımları” ve “ Avnıpa Hunları” nın başında, Ortaçağlar tarihinin başlangıcının en meşhur şahsiyeti olan A ttila bulunacaktır. Attila’nın Hun imparatorluğu, Batı’da Ren nehrine, doğuda Kafkaslar’a kadar uzandığından, Kara­ deniz’in kuzeyindeki saha da bu Türk-Hun imparatorluğunun bir parçasını teşkil etmiştir.

Batı (Avrupa) boyu Hunları veya “ Avrupa Hunları” ile Hsiyung-

H ı m l a n jfe nu (Hiyung-nu)’ların aym kavim oldukları, Çin kay- Hsiynng-nu’lar naklarmdaki açık bir kayıdla doğrulanmaktadır. Çje- aynı kavimdir Çje’nin Talaş nehri boyunda öldürülmesinden sonra, Hunlar hakkında Çin kaynaklarında uzun zaman hiç bir bilgi verilmiyor. Ancak 386’dan 535 (550) tarihine kadar devam eden T’opa (Tabgaç veya Güney Wei) Devleti’nin tarihi mahiyetindeki “ Wei-şu” adlı bir eserde (yazan M. s. 506-572 yıllarında yaşamıştır) eski Hsiyung-nu’larla Idil (Volga) Hunları arasındaki münasebeti ay­ dınlatacak kayıdlar bulunuyor. Mamafih bu kayıd ancak doksan işa­ retten ibarettir. Sinolog Fr. H irth tarafından incelenen parçayı öne­ minden ötürü naklediyoruz: “ Suk-tak memleketi Ts’ung-ling’in Batısındadır. Burası eski A n-tş’ ai’dİT, Wön-naşa adım da taşır. Bu memleket K’ ang-kü (Soğdaiana)’nın güney-batısmdaki büyük bir göl yanındadır. Tai’den (Şansi’nin Güneyinde, T’opa’larm payitahtıdır) 16.000 li mesafededir. Kıratlarım öldürdükleri Hsiyung-nu’lann bu memleketi (yâni Suk-tak’ı) ele geçirmelerinden, Hut-ngai-ssi kiralın (Hunissi’nin eski telâffuzu) zamanına kadar üç nesil geçmiştir. Memleketin (yâni Suk-tak’ın) tüccarları eskiden çok sayıda Liang ülkesine alış-veriş yapmak için gelirlerdi. Fakat Ku-tsang’m fethi sırasında hepsi de esir edildiler, impa­ rator Kautsung’un hâkimiyetinin başlangıcında (Wön-çung, 542-566), Suk-tak hükümdarı, esirlerin mübadelesini rica yollu 14 rV-XVUI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

biı elçi heyeti gönderdi. Bu ricası kabul edildi. Bundan sonra mezkûr memleketten vergi teklifi ile hiç bir elçi heyeti gelmiş değildir1.” Fr. Hirth, burada bahis konusu olan Hunların İdil (Volga) Hunları olduklarım, “ Suk-tak” ın ise Kırım’daki “ Sudak” ile ilgili olduğunu, An’-ts’ai sözü ile de, Çincede “ Alan” larm kastedildiğini göstermek sure­ tiyle - “ Hsiyung-nu” lar ile “ Avrupa Hunları” nın aynı kavim oldukla­ rını anlatmış oluyor. Hunlar’m bir kısmını teşkil eden Bulgarlar’da “ Yabgu” lâkabının bulunması da bu görüşü teyid edici mahiyette sa­ nılmaktadır. Mongolist ve Türkolog N. P op p e’nin, Çuvaş dili üzerindeki ted- kikleri, Çuvaşların, hiç olmazsa bir İnamının, işte bu “ Batı Hunları” ile bağlantısı olduğunu göstermektedir. Çuvaş dilinin hususiyetleri ve bunun diğer Türk dilleri arasındaki durumu, bu dilin M. s. I. yüzyıllarda kendi başına bir varlık teşkil etmiş olduğu merkezindedir. Hun kitle­ sinin tdil havzasından güney’e ve batı’ya doğru harekete geçtiğinde, bir kısmının Idil boyunda kaldığı ve bugünkü Çuvaşların cedlerini teşkil etmiş olmaları muhtemeldir.

Hıınlar’m İdil ®atl Hunları’nın Idil-Kama sahasmda bulundukları nehrin! geçtik- zaman, Idil’in batısında Volga havzasmdan Fin Kör­ leri esnada Doğa fezi’ne kadar uzanan geniş ormanlık sahada birçok Fin Avrupa’nın kavmi yaşamakta idi. Karadeniz’in kuzey’inde ise M. dununa S- J80 yıllarından itibaren Gotlar’m bulunduklarını ve Ostrogotlar tarafından bir devlet kurulduğunu yu­ karıda söylemiştik. Dnepr’in batı istikametinde Karpatlar’a doğru da birçok Slav kavmi bulunmakta idi. DevTİn en kudretli devleti ise Roma İmparatorluğu (Imperium Romanum) idi. Bu sıralarda Roma İmpa­ ratorluğu en yüksek devrini yaşamakta idi; imparator Trayan (M. s. 98- 117) ve Hadrian (M. s. 117-138) zamanları işte bu sıralara rastlar. Fakat bu iki imparatordan sonra Roma’da zaaf eserleri belirmeğe başladı. Batı’da “ Barbar” larm hücumları, ekonomik sarsıntılar ve Roma’nın tedricen “ barbarlaşması” ve bilhassa İmparatorluğun başına liyakatsiz imparatorların geçmesi, iç mücadelelerin devamı -İmparatorluğun

1 F. Hirth, Über Wolga-Ilıınnen und Hiung-nıı. Sitzungsberichte der philos.-phil. ırnd der hist. Cl. d. k. k. Akad. d. W is a. zu München 1899. K. înostrancev da ayni görüşü öne sürmüştür. r v - x v m yüzyillahda t ü h k . k a v İ h l e r İ v e d e v l e t l e r i 15 süı’atle çökmesine yol açtı. Bu durum karşısında, imparator Kons- tantin, devletin merkezini Doğu’ya, Bosfor’a (Boğaziçine) naklederek, Konstantinopolis (İstanbul) şehrini kurunca, Roma İmparatorluğunun da ağırlık merkezi Doğu’ya geçmiş oldu. Dolayısiyle imparatorluğun bu kısmı az sonra “ Bizans imparatorluğu” olarak ortaya çıkacaktır, imparatorluğun Batı, yâni Avrupa kısmı ise maruz kaldığı siyasî ve ekonomik sarsıntıların tesiriyle, kudretten düşerek, önemini kaybetti ve dışardan yöneltilen birçok hücumlara hedef teşkil etmeğe başladı. Buna karşılık Bizans imparatorluğu gittikçe önem kazandı. imparator Konstantin’in, İstanbul’u payitaht edinmesi ve 325 de Hıristiyanlığı devletin resmî dini olarak ilâm üzerine, imparatorluğun Doğu kısmı, Iran (Sasanî) - Şark kültürünün de tesiri ile kendine has bir gelişme yolunu tutmuştu. Mamafih imparatorluğun Batı, yâni Roma kısmında da hıristiyanlığm yayılması ile artık Antik kültürün devamına imkân kalmamıştı. İşte bu kültür buhranı da bir takım siyasî krizlere yol açmıştı. Ren ve Tuna boyundaki müstahkem şuurların (limes) ötesindeki türlü German kavimleri Roma İmparatorluğuna hücum için hazır bir durumda idiler. Bu German kavimleri de şunlardı: Karpatlar’- ın eteklerindeki Transilvanya’da (sonraki Erdel) -Gepidler; Silezya’da -Vandallar; bugünkü Bavyera’da -Alemanlar; Orta ve aşağı Ren boyunda da —Franklar. Kafkaslar’ın kuzeyi, Aşağı Kuban boylarında da, daha milâd sıra­ larında oralara Türkistan’dan gelmiş olan A lanlar bulunmakta idiler. Alanlar’m Don nehrine kadar nüfuzlarım yaymış oldukları ve buralarda bilhassa Sarmatîar’la sıkı bir temas tesis ettikleri anlaşılıyor. tdil-Kama Hunlan’nın Idil nehri’ni geçip batı’ya doğru harekete geçtiklerinde, ilk karşılaştıkları kavim işte bu Alanlar olmuştur.

Alnrılıı-. Avrupa’lı bilginlerce, Alanlar, İran menşeli bir kavim olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında onlara “ An-tsi” denmiş, Romalılar da “ Alani” adını vermişler ve Bizanslılar da onlara “ Asioi” demişlerdir. Bu kavmin Orta Asya’daki faaliyeti hakkında her hangi bir kayıda rastlanmıyor. Alanlar, Klâsik Roma devri ve bilhassa “ Kavimler Büyük Göçleri” münasebetiyle tanınmış­ lardır. Alanlar’m başka bir adı da “ As” tır. “ As” adı, Marquart’a göre M. s. IX. yüzyıla kadar muhafaza edilmiştir. X I. yüzyılın büyük âlim­ lerinden Harezim’li el-Bîrûnî’nın Takdii-i nikayetü’l-Mesâkin adlı eserinde, Hazar denizi çevresinde yaşıyan “ Lan” ve “ As” lardan bahs 16 rv-xvın yüzhllarda tübk kavİmlebi ve devletleri edilmiştir. Şu halde Alanlar’ın iki zümreden ibaret oldukları anlaşılıyor. J. C harpentier, “ As” adının “ Usun” larla ilgisi olduğunu iddia etmiş­ se de bunun doğruluğu şüpheli görülüyoı. Alanlar’ın veya As’ların Türkistan’ dan göç ettikleri zaman tesbit edilemiyor; bilinen cihet ise onların M. ö. I. yüzyıl ortalarında Don nehri’ne yaklaşarak Sarmatlar’ı Batı’ya itmiş olmalarıdır. Az sonra Alanlar, Kırım’a yakın sahada Roma împaratorhığu’na karşı hücuma başlamışlar ve bu münasebetle imparator Neron, Domitian ve Hadrian zamanlarında onlara ait kayıdlar yapılmıştır. Daha sonraki kaynaklar­ dan Am m i anüs Marcellinus ile, kendisi de aslen bir Alan olan ve Gotlar- m Tarihi’id yazan Jordanes, Alanlar’m kıyafetleri ve yaşayış tarzlarına ait önemli bilgiler bırakmışlardır. Bunlara göre: Alanlar, yüksek yapılı, saçları açık renk olup, yaşayışları bakımından Hunlar’a nisbetle daha az haşindiler. Saçları uzun olan “ Iskitler” e karşılık, Alanlar’m saçlarının kısa olduğu kaydedilmiştir. Burada “ Iskitler” sözü ile “ Hunlar” kasdedilmiştir. Bu hususiyetler de Alanlar’ın “ İran menşeli” olduk­ larını gösteriyormuş. Hunlar 370-375 yıllarında Idil (Yolga) nehrini geçince, önce Kaf­ kasya’nın kuzeyindeki Alanlar’ın bir kısmını yerlerinden çıkararak Batı’ya doğru ittiler. Alanlar’m bir kısmı ise Kafkaslarda dağlara sığın­ dılar ve uzun zaman buralarda kaldılar. Bizans, Arap ve Fars kaynak­ larında işte bu Kafkaslardaki Alanlar’dan bahsedilmektedir. Bunların halefleri ise halâ Kafkaslarda yaşayan O ssetin ’lerdir (Ossetin’in “ As” - tan geldiği iddia edilmektedir). Hunlar’ın önünden çekilen Alanlar ise, evvelâ Dobruca’ya geldiler; oradan hareketle, German kavimlerinden Vandallar ile birlikte Pannon- ya’ya girdiler. 406 yılında da Vandallar ve Suebler ile birlikte Ren neh­ rini geçip Galya’ya girdiler. Alanlar bir müddet Galya’mn güney kıs­ mında bulunduktan sonra Vizigot’ların baskısına maruz kaldılar. Vizi- got kıralı WaUia’nın, 417 yılında, Addar’m idaresindeki Alanlar ile harbe tutuştuğu biliniyor. Bu tarihlerde Alanlar’m bir kısmı artık îberik yarımadasına girmiş bulunuyordu; daha sonra diğer kısmının da oraya geldiği anlaşılıyor. 429 yılında Alanlar’m bir kısmının Vandallar ile birlikte Afrika’ya geçtikleri biliniyor; onların Kuzey Afrika’da kurulan Vandal Devleti’nde mühim bir rol oynadıkları da anlaşılıyor. Şöyle ki, 483’te Vandal kıralı kendini: “ Rex Vandallarum et Alanarum” (Van­ dallar ve Alanlar kır ab) diye adlandırmıştı, imparator Justinian zama­ nındaki Vandal kıralı da aynı lâkabı taşıyordu. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 17

Roma imparatorluğunun Batı kısmı kumandam Aetius, 451 de Attila’ya karşı büyük bir kuvveti harekete geçirdiği zaman, Alan bir­ likleri de bu sefere katılmışlardı; 451 de Katalaun meydan muharebe­ sinde Hunlar’a karşı şiddetle çarpışanlar da işte bu Alan birlikleri ol­ muştu. Galya’da, îberik Yarımadasında ve Afrika’daki Alanlar bir müddet sonra yerli ahali arasında erimiş gitmişlerdir.

Bizans imparatoru Konstantin Porphyrogennetos, 950 lerde yaz­ dığı eserinde, Kafkaslar’daki Alanlar’dan birkaç defa bahsetmiştir. 902 lerde eserini yazan tbn Rusteh de, Alanlar hakkında biraz bilgi veriyor. 982 lerde adı bilinmeyen bir yazar tarafından telif edilen Hudud ul-Âlemde de Kafkaslardaki Alanlar’dan bahsedilmiştir. İbnü’l- Esîr’in (öl. 1234) Tarih ül-Kâmilinde, de Alanlar zikredilmiştir. Halbuki Moğol istilâsından sonra Şark kaynaklarında “ Alan” yerine “ As” adı yerleşmiştir. As adının daha önce mevcut olduğunu, el-Bîrû- nt’nin eserinden yukarıda görmüştük. Rusların “ Yası” , Gürcülerin “ 0w8İ” leıi işte Alanların bu “ As” landır. Kuzey Kafkaslardaki Bal­ kar’lara Ossetinlerin “ Asi” demeleri, Balkarların önceleri “ As” ara­ zisinde yaşamış olduklarına delâlet eder,

„ . , Îdil-Kama sahasındaki Hunlardan bazı zümrelerin, Humarın , Anadolnya daha IY. yüzyılın başlarında Aşağı-Idil boyundan akınlan hareketle Hazar Denizi’ne yakın Bozkırlara doğru sarkmakta oldukları anlaşıhyor. Nitekim bunlar 330- 350 tarihlerinde Kuban havzasındaki Alanlar’ı tazyikle, Kuban-Terek arasındaki bozkırları ele geçirdiler. Buradan, Derbent ve Daryol (Dar- yal) geçitlerinden, Doğu Anadolu mıntıkasına akınlara başladılar. Bunların, 359 ve 373 tarihlerinde Urfa’ya kadar geldikleri biliniyor. Urfa (Edessa) Piskoposu Efraim, bunlardan bahsederken, onlar hak­ kında: “ Yecüc ve Mecüc süvarileridir; küheylânlann sırtında fırtına gibi uçarlar; karşılarında durabilecek kimse yoktur” der. Mamafih bu Hunlar, Doğu Anadolu’ya yaptıkları akınlardan sonra yeniden Kuzey Kafkaslar’a ve Aşağı İdil boyuna dönmüşlerdir. Bir müddet sonra Îdil- Kama sahasındaki esas Hun kütlesinin Batı’ya doğru büyük hareketi başlayacaktır. Bu hareketin hedefi sadece Kuban boyunda sıkışıp kal­ mak değildi. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş bozkırlar - stepler onlar için daha cazipti. Buradaki zengin otlakları ele geçirmek bu büyük hareketin hedefini teşkil edecektir.

F . 2 18 IV-XVIH YTJZYttLABDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEHİ

, 370 yıllarında Idil boyundaki Hunların başında Balamır Kavimler büyük . 4 Göçlerinin acLh bir Han bulunuyordu. 400 yıl kadar Orta Idil başlangıcı ye Babasında kaldıkları sürede bunların epey çoğaldıkları bunun Ban muhakkaktır. Onlara artık îdil boyu dar gelmiş ve Avrupa tarihindeki gayyan sürülerini otlatmak için yeni mer’alara şiddetle onemı ihtiyaç hissetmeğe başlamışlardı. 370 yıllarında Hun- ların başında gayet enerjik ve cesur başbuğların bulunduğu da muhakkaktır, işte bu enerjik ve cesur başbuğların önderliği altında Hunlar 370-375 yıllarında Idil nehri’nin batısına doğru büyük bir hamleye giriştiler1. Hareketin Aşağı Idil’den Kuban boylarına yö­ neltildiği anlaşılıyor. Hunların baskısı altında Alanlardan bir kısmı, galiba Kerç Boğazı’ndan Kırım’a geçmişler ve Hunlar da onları takip etmişlerdir. Bunlardan başka bir kısmı ise Aşağı Don üzerinden Dnepr (özü) nehri’ne doğru ilerlemiş olmalıdır. Hunlar bu defa Karadeniz’in kuzeyindeki Ostrogotların sahasına girdiler. Bu sıralarda Ostrogotlann başında Hermanarich adlı epey yaşlı bir kıral bulunuyordu. Ostrogotlar, Alanlar ile birlikte Hun’lara karşı durmak istedilerse de, mağlup oldu­ lar; kıral Hermanarich (Ermanarit), yenilgi zilletine dayanamayarak kendini öldürdü. Hun’lar da Ostrogot’ları batıya doğru ittiler; Ostro- got’lar bu defa Prut boyundaki Vizigot’ları tazyike başladılar; Hunların baskısı altında Ostrogot’ların büyük bir kısmı Prut’un batısına gitmiş, fakat bir kısmı da yerlerinde kalarak, Hun’larm hâkimiyetini kabul etmişti. Bu defa Ostrogot’lar ve Hun’larm baskısı altında Vizrtgotlar, Tuna’- yı geçip Şarkî Roma (Bizans) imparatorluğu sahasına girdiler ve Bi­ zanslIların muvafakati ile belli yerlerde iskân edildiler. Bu suretle, 370-375 yıllarında, Hun’Iann hamleleri ile başlayan bu hareke­ tin ilk sonucu: Karadeniz’in kuzeyinde 150 yıldan fazla devam etmiş olan Ostrogot’lar devleti nihayete erdiği gibi, Ostrogotlarla Vizigotlarm Batı Avrupa istikametindeki hareketleri de başlamış oldu. Çok geç­ meden, Balkanlar, Pannonya, İtalya, Galya, Ispanya ve Kuzey Afrika türlü Barbar kavimlerin istilâsına uğradı. Bunun en önemli sonucu da Batı Roma imparatorluğunun yıkılması oldu. Batı Avrupa tarihinde “ Kavimler Büyük Göçleri” adı ile bilinen ve başta German zümreleri olmak üzere birçok kavimlerin boyuna yer değiştirmeleri ve Batı Av­ rupa'nın belli yerlerinde yerleşmeleri sonunda yeni yeni milletler ve

1 G. V ern adsty, Ancient Russia, pp 122-131 v. d. rv-xvn i YÜZYILLARDA TÜBK KAYİMLEHİ VB DEVLETLEBİ 19

Devletlerin meydana gelmesi ile neticelenen bu büyük hareketin başında Hunlarm bulunmaları ayrıca önemi haizdir. Bu hareket, Batı Avrupa’da yapmış olduğu büyük tesir ve tepkilerinden ötürü, yeni bir devrin, “ Ortaçağlar” ın başlangıcı sayılmaktadır.

Hun’lann Orta ®^zans Sarayının muvafakati ile Tuna’yı geçip, Bal- Avrupa’ya doğra kanlar’da yerleştirilmek istenen Vizigot’larla, Bizans- ilerleyişleri lılar arasında çıkan ihtilâf üzerine Vizigotlarla Bizans- lılar arasında harp başlamış, ve 378 yılı Ağustos’unda Edirne yanında vuku bulan meydan muharebesine Vizigotlarla birlikte bazı Hun kıtaları da katılmışlardı, imparator Valens’in ölmesi ile biten bu savaşta, Hun’ların mühim rol oynadıkları anlaşılıyor. Vizigot’- lar bu zaferden sonra Trakya’yı yağma etmişler ve Peloponnes’e doğru gitmişlerdi. Hunlann esas kitleleri ise bugünkü Macaristan’a girerek Batı Avrupa’nın istilâsına başlamışlardı. Hun’larm savaş tarzları ve silâhları o devrin harp usullerine yep­ yeni bir çehre vermişti. Macar bilginlerinden A lfö ld i’nin tabiri veçhile “ Hunlar, mütemadi hazırlık, hayret verici bir manevra kaabiliyeti ve çok gelişmiş süvari tâbiyeleriyle, topraklarına bağlı German kavimleri veya yüksek kültürlü Romalılar üzerinde üstünlük temin etmişlerdi1.” Bundan ötürü, üç beş yıl içinde bütün güney Rusya, ve Transilvanya’- nın Hunlar’m eline geçtiği görülüyor. Batı Roma imparatorluğunun başında duranların bu Hun kuvvetlerinden hemen faydalanmak iste­ dikleri ayrıca dikkati çekmektedir: Birçok Hun birliği ücretli asker olarak Romalılar tarafından Pannonya’ya çağırılmışlardı; dolayısiyle onlara Batı Avrupa yolu da gösterilmiş oluyordu, işte bu devirde, Hun “ yay” larının Roma ordusunda kabul edilmiş olduğunu gösteren arkeo­ lojik buluntulara rastlanmıştır. Bu sistem “ yay” yapmak usulünün hattâ Ingiltere’ye kadar yayıldığı da tesbit edilmiştir. Wales’teki Gaerlaon adlı bir Roma askerî kışlasının harabeleri arasında V. yüzyıl başına ait Hun tipinde bir “ yay” imalâthanesi meydana çıkarılmıştır. Ingiltere tarihinde Wales ahalisinin “ yay” kullanmaktaki maharetleri ve “ ok- çuları” mn Ingiltere tarihindeki önemi, bu suretle “ Hun tipi yaylar” ile ilgili olsa gerektir. Hunları, Karpatlar mıntakasında yerleştiren başbuğun adı “ Uldin” olsa gerektir. Bu sıralarda henüz birleşmiş bir Hun devletinden bahset­

1 A. Alföldi, Der Untergang der Römerherrschaft in Pannonien. Ungarische Jahrbücher, III (1924). p. 250 v.d. 20 rV-XVHI YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ mek imkânsızdır. Türlü boylar, kendi başbuğlarının idaresinde yeni zaptedilen geniş sabada yerleşmişler, veya kendi menfaatleri icabı muhtelif bölgelerde faaliyete geçmişler ve hatta Romalıların hizmetine giren zümreler dahi olmuştu. Hunların eline geçen yerlerde eski ahaliden birçoğu kalmış ve Hunların hâkimiyetini tanımışlardı. V. yüzyılın başlarında, her halde eski “ ŞenyüleT” (Hsiyung-nu hükümdarlarının lâkabı), yâni Aşina sülâlesinden gelen aileye men­ sup başbuğların, Hun uruğlannı birleştirerek, kuvvetli bir devlet düzeni kurmağa muvaffak oldukları görülüyor. 370-375 lerde Idil bo­ yundan hareket ederken Hunların başmda duran Balamır’m işte bu Aşina sülâlesine mensup olması lâzım gelir. Hunların Karpat çevreleri, Transilvanya ve bugünkü Macaristan’ı ele geçirdiklerinde, üç büyük asil kabilenin başta durduğu anlaşılıyor. Bu üç uruğun başında 425 yıllarında “ Rua” (Rugila), “ Muncuk” ve “ Oktar” adı ile üç kardeşin hâkimiyet sürdüğü biliniyor. Rua’nın gittikçe nüfuzunun arttığı da görülüyor. Bu sıralarda Orta Tuna boyu ve Tissa havzası tamamiyle Hunların hâkimiyeti altına girmiş bulunuyordu; buraları artık Hun- ların kuvvet merkezleri olmuştu. Türlü German zümreleri, Sannatlar’ın kalıntıları ve Slav kabilelerinden bazıları Hunların hâkimiyeti altına girmişlerdi. Bu suretle, V. yüzyılın ortalarına doğru, Orta Avrupa’dan başlayarak, Doğu Avrupa istikâmetinde büyük bir Hun Konfedarasyonu teşekkül etmiş bulunuyordu. Bu devletin başına az sonra, Attila gibi çok enerjik ve kabiliyetli bir hükümdarın geçmesi ile, Hunların kudreti en yüksek mertebesine ulaşmış oldu.

AttıIa’mn Hunların başmda bulunan Rua (Rugila) 433 veya 434 de hâkimiyete ölmüş ve Hun uruğlannın başına Muncuk’un oğullan geçici, 441. Attila ile Bleda geçmişlerdi. îki kardeşin müşterek hâkimiyetleri, ve belki de ayrı uruğlar üzerindeki baş- buğlukları, yedi yıl kadar sürdü. Attila, 441 yılında biraderi Bleda’yı öldürtmüş ve Hun uruğlannın başmda, yegâne hâkim olarak kalmıştır. Bu suretle 441 yılından itibaren Hunların faaliyetleri A ttila ’nın adı ile bağlıdır1. Büyük askerî ve İdarî dehası sayesinde Attila bütün Hun

. 1 Attila’ya ait, Batı Hunlar münasebetiyle pek çok eser yazılmıştır. Bnrıa ait geniş bibliyografya şu eserde verilmiştir: Gyula M oravcsik, Byzantino-Turcica I. Buda- pest 1942, yeni tabı çıkmıştır) SS 38-39. Ayrıca. Gyula N em eth, Attila ve Hunları (Ma- carcası: Attila es Hunjai, Budapest 1940) Tercüme eden Şerif B aştav, D.T.C.F. yaymian 1962; E. A. T h om pson, A Eistory o f Attila and the Huns. Oxford (At the Clarendon Press) 1948. IV-XVIH YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEKİ VE DEVLETLERİ 21 uruğlarını sıkı bir kontrol altında birleştirmiş ve devrin en kudretli devletini, Hun İmparatorluğu’nu kurmuştur. İdil ile Ren nehirleri arasında yaşayan türlü Hun uruğlanndan başka bu geniş sahadaki otuz kadar muhtelif kavim de Attila’nm idaresi altında bulunuyorlardı. Hunlardan başka şu kavimler vardı: German kavimleri, Slavların bir kısmı ve belki de İran asıllı “ Kvad” lar (Sueb’ler). Attila’nın yükselişi ve muazzam bir imparatorluk kurması, her halde, sonraları müşahede ettiğimiz “ göçebe İmparatorlukları” nın kuruluşuna benzese gerektir (meselâ Çingiz’in yükselmesi ve Moğol İmparatorluğu’nu kurması gibi). Her halde önce ayrı Hun uruğları ileri gelenlerinin mukavemetlerinin kırılması ve bu maksatla bir çok çetin mücadelelerin yapılmış olması gerekmiştir. Nihayet bütün bu mücadelelerden Attila muzaffer çıkmış ve 441 den sonra, mutlak hükümdar sıfatım almıştır. 445 yıllarında, Attila, Karadeniz’in kuzeyindeki Srask( ?)’larm mukavemetini kırmıştı; 447 lerde de, yine bir Hun zümresi olan Agaçeri’lerin mukavemeti kırılmış ve bunların başına da Attila’nın oğlu Ellak geçirilmişti.

Hun Devleti Başında Attila’mn bulunduğu Hun Devleti, hattı- hir konfede- zatında birçok kavmin bir arada yaşadığı ve idare edil- rasyon idi diği bir “ Konfederasyon” idi. Bu “ Konfederasyon” un hâkim unsuru da “ Kıral Hunlar” diye adlanan Hunlar idi. Attila’mn dayandığı kuvvet işte bu Hunlardan ibaretti. Hun Dev­ leti içinde ikinci bir unsur da German kavimleri idi. Bunlar: Karadeniz’­ in kuzeyindeki sahada kalmış olan Ostrogotlar (bunlardan bazı züm­ reler Tuna boyunda yerleşmişti), Transilvanya’daki Gepidler, Heruller, Skir’ler, Türing’ler, Markoman’lar, Bastam’lar, Burgund’lar, Brukter’- ler, Ripuar Frankları ve Alemanları ile Suebler (Kvad ?) idi. Karade­ niz’in kuzeyinde, Don ve Kuban boylarında Utigur ve Kutrigiır Bul­ garları; Kafkasların Kuzey-Doğusunda Alanlar bulunuyorlardı. Hunlar ile German kavimleri arasındaki münasebetlerin çok iyi olduğu ve bu yakınlığın her iki zümre için de büyük menfaatler temin ettiği anlaşılıyor. Attila’mn bilhassa Gepidler kıralı Ardarik’e itimad ettiği de biliniyor. Skirler’in prensi (Roma İmparatorluğunu yıkacak olan başbuğ Odovakar’ın babası) Edika’mn da Attila’nm sarayında büyük bir nüfuz sahibi olduğu bilindiği gibi, Ostrogot kıralı Walamir’in de Attila’nın en çok güvendiği şeflerden biri olduğu malûmdur. German uruğlarımn kendi idare nizamlarını muhafaza ettikleri ve Hun hüküm­ darına, sefer esnasında bir mikdar kuvvetle yardıma geldikleri anlaşır 22 rV-KVHI YÜZYILLABDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ lıyor. Siyasî teşkilâtlan olmayan kavimlerin, meselâ Slavların, bir takım ağır mükellefiyetlere tabi tutulmuş olmaları mümkündür. Hunların gerek German ve gerekse Slav unsurları üzerindeki tahakkümlerinin her iki kavmin de sonraki siyasî gelişmelerinde tesiri büyük olsa gerek­ tir. Slavlarm, galiba, ilk askerî teşkilâtlarının başlangıcı Hunların tesiri ile oka gerektir.

AttUâ’nm 451 de Katalaun (Şalon) kırlarında Batı Roma kuvvet- Batı’daki izleri leri ve müttefikleri (Alanlar ye Vizigotlar) ile yaptığı neticesiz meydan muharebesinden iki yıl sonra (yâni 453 te) Attila’nın ölümünü müteakib, Hun İmparatorluğu’nun par­ çalanmasına rağmen Attila’nm adı Batı Avrupa’da daha uzun zaman yaşamaya devam etmiş ve birçok efsaneye konu olmuştur. Bu kabilden olmak üzere, Attila Etzel olarak ve “ iyi bir kıral” sıfatiyle, Alman Halk Edebiyatı’mn şaheserlerinden biri olan “ Nibelungenlied” e gir­ miştir. Etzel, burada, Kriemhild’in ikinci kocası olarak gösterilmiştir; kendisine, Bera’li Dietrich ve Hildebrand gibi kahramanlar refakat et­ mektedirler. Attila’mn kurduğu büyük devletin, Batı Roma İmpara- torluğu’na en büyük rakib olmakla, Batı Avrupa’nın her tarafında büyük tesirler yaptığı aşikârdır. Doğu ve Orta Avrupa Hunlardaa sonra da bir çok Türk istilâsına maruz kalmışsa da, Attila ayarında bir kimse bir daha görülmemiştir.

_ _ . . . Attila’nm 453 yılında vukubulan ölümünden sonra, Man Devletinin + v w Hun İmparatorluğu derhal çözülmeğe başlamış ve her yandan tehlikeler belirmişti. Hunlara tabi olan kavim­ ler, ve bilhassa German zümreleri istiklâllerini elde etmek için silâha sarılmışlardı. Bundan başka Hun büyükleri arasında da mücadele patlak vermişti. Attila’dan sonra tahta büyük oğlu Ellak geçmişti; fakat Hun büyüklerinden birçoğu onu tanımak istemedi. Hunlara karşı ayaklanan Gepid kıralı Ardarık ile Ellak arasında, Pannonya’daki Netad nehri yanında yapılan bir meydan muharebesinde Hunlar yenildiler; bu savaşta Ellak ölü düştü. Attila’nın hayatta kalan diğer iki oğlundan biri olan Dengizik (Dengizcik ?) 468 yılında BizanslIlarla yapılan savaşta, Bizanslılann eline esir düştü ve İstanbul’a getirilerek idam edildi. Attila’nın üçüncü oğlu olan Hemak (Emek?) kendisine tabi bazı Hun uruğları ile Tuna-Dnestr sahasında kalmıştı. Bu Hunlar bir müddet Balkanlara, Bizans arazisine, akmlarda bulundular; bunlardan bazıları rv-xvın yüzyillabda tühk kavİmlebi ye d e v l e t l e b İ 23

Bizans hizmetine giıerek Justinian’ın İran Harpleri’ne katıldılar ve büyük yararlıklar gösterdiler. Azak Denizi çevresindeki Hunlarm, Utigur ve Kutrigur adiyle bir “ Bulgar” zümresi teşkil etmiş oldukları anlaşılıyor. Gerek bu Bulgar’lar ve gerekse Transilvanya’daki (sonraki Erdel) Akaçeri (Agaçeri)’lerin, 552 den sonra Don boyuna gelmeğe başlayan Avarlar’la mücadeleye tutuştukları ve Avar hâkimiyetini tanımış olmaları mümkündür. Bu sıralarda artık, Hun adı da tamamiyle Tarih sahifelerine karışmış gitmişti. Mamafih Hun adı daha uzun zaman Avrupa’lı ve Bizans’lı yazar­ ların eserlerinde kalmıştı. Karadeniz’in kuzeyine çok sonraları gelen bir çok kavim, boyuna “ Hun” diye tesmiye edilmiştir. Avrupahlara dehşet veren Moğol (Tatarlar) olduğu gibi, hattâ zamanımıza kadar, “ Hun” adı “ vahşi, barbar” anlamında boyuna kullanıla gelmiştir. Birinci Dünya savaşında Fransız’lar ve İngiliz’ler Almanlar’ı-“ Hun” diye tesmiye ettikleri gibi, bu isim İkinci Dünya Savaşında dahi kullanılmıştır. Halbuki Attila’nın Hun’ları, Fransız’ların cedleri olan Franklar’dan ve İngiliz’lerin cedleri olan Angeller-Saksonlar’dan ne daha çok, ne de daha az “ vahşi, barbar” idiler. III A V R U P A A V AR LA R I (M. s. 5 5 8 -8 0 5 )

Hun’lardan sonra Karadeniz’in kuzeyi, Balkanlar ve Ayarlar yeya t “ Sahte Avarlar” »n Pannonya’da hâkim olan kavim A var’lardır1. Avarlar menşei da “ Orta Asya’lı bir kavim” olup, Idil’in batısına gelişleri, 552 tarihinde Gök Türk Kağanlığının yükselişi ile bağlıdır. Çin kaynaklarında “ Juan-Juan” adiyle bilinen Avarlar, bir müddet Altay çevresindeki Türk uruğlarım hâkimiyetleri altında bulundurmuşlar ve Türkleri “ demircileri” olarak kullanmışlardı. 535 lerden sonra, Aşina sülâlesinden geldiği anlaşılan Bumm ve biraderi Istemi’nin idaresinde ayaklanan Türk boylan, 552 lerde Juan-Juan (Avarlar)’lann hâkimiyeti altından çıkarak, bir “ Gök Türk Kağanlığı” kurmaya muvaffak olmuşlar ve Avarları batı istikametinde çekilmeğe zorlamışlardı. Batıya doğru kaçanlar, yalnız hakikî Avarlar olmayıp, onlara tabî bazı zümreler de olsa gerektir. Bizans kaynaklarında Kaf­ kasların kuzeyi ve Hazar Denizi çevrelerinde, Sabirler’den bahsedilmiş­ ti; bu defa 558 yıhnda Sabirler’in Avarlar tarafından baskıya uğradık­ ları kaydedilmiş ve bir daha Sabir’lerin adı zikredilmez olmuştur. Bunun yerine 560-565 yılları hadiseleri münasebetiyle Avarlar’m adı sık sık geçmeğe başlamıştır. Bu defa Bizans müverrihlerinden Theophylakt Simokatta, Idil boyuna gelen Avarlar’ın hakikî Avar olmayıp, “ sahte” (pseudo) Avar olduklarını yazmıştır. Halbuki başka bir kaynakta Sa- birleri yerinden çıkaran Avarlar’m “ hakikî Avar” oldukları belirtilmiş­ ti. Şu halde iki cins Avar zümresi faaliyette bulunmuştu; biri-“ Juan- Juan” denilen Avarlar, ve diğeri de “ Sahte Avar” lar. Bu ikinci zümre­ nin hakikî Avarlann batısında yaşamış olan bir kavim olduğu anlaşıh- yor. 552 de Gök Türklerin tazyiki altında ya Juan-Juan (hakikî Avar­ lar) veya “ Sahte Avar” lar Talaş boyundan kalkarak Idil boyuna ve oradan da Kuzey Kafkas ve Don boyuna gelmişti.

1 H. H ow orth , The Avars, Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain No. X X I (London 1889) pp 725-810; G. V ernadaky Ancient Russia, pp 173-204; Edouard Clı:ıv anne?, Documents sur Tou-Kuie (Turcs) Occidentauz, St. Psbg. 1903 (yeni reprodüksiyonu, Paris, tarihsiz), pp. 229-233. Avarlaıa ait geniş bibliyografya: G. M oravcsik, y. a. g. e. yy 41-42. IV-XVUI YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ 25

Theophylakt Simokatta’nın deyişine göre, “ Sahte Avar” lann hakikî adlan “ Arkhonid” lerdi. Bu ad, reisleri olan, iki başbuğun, “ Uar” ve “ Honi” den neşet etmişti. Bazı tetkikçiler bu isim altında iki ayrı uıuğ bulunduğunu zannediyorlar: “ Uar” (Yar) ve “ Honi” uruğları; bunlardan ilkinin “ Avar” ile ilgisi olduğu anlaşılıyor. Fakat Eftalit’lere mensup Kafkaslar’daki bir zümre arasmda da “ Var” adlı bir kavim bulunduğu anlaşılıyor ve bu husus aynca dikkat çekicidir. Diğer yan­ dan “ Varkhonit” lerin kendi başına bir kavim olduğunu kabul edenler vardır; bu isim altında bir kavim 558 tarihlerinde Kuzey Kafkaslar’da görününce, bunlar, Orta Asya’da büyük İmparatorluk kurmuş olan “ Avarlar” zannedilmişlerdi. Dolayısiyle, temasa geldikleri her kavim bunlar karşısında korkuya kapılmışlardı; bu durum “ Varkhonit” lerm işine fazlasiyle geldiğinden, Bizans kayıdlanna göre, onlar “ Avar” adını kullanmağa devam etmişlerdir. Bu suretle Avrupa’ya gelen “ Avar” lann adı ve menşeleri meselesi epey kanşık görülüyor. 558 lerde Karadeniz’in kuzeyi ve Kafkas’lara ayak basan “ Avam­ ların kendi adlariyle tanınması, Bizans kaynaklarında daha önce yapı­ lan kayıdlara dayanıyor; çünkü V. Yüzyıl tarihçisi Priskus’un ese­ rinde, 465 yılı olaylan münasebetiyle Avarlar’ın. “ Barköl” çevresine geldikleri zikredilmişti. İşte bu kayıd da, 558 lerde Avrupa’ya gelen “ Avar”larm eski Juan-Juan’lar olduğu nazariyesini kuvvetlendirmek­ tedir. Gök Türk’lerin “ Avar” lan müthiş bir şiddetle takibetmeleri ve bu iki kavim arasındaki büyük düşmanlık ve savaşlar da Avrupa Avaı- ları’nın, “ hakikî Avarlar” olduğu görüşünü takviye etmektedir. Nite­ kim Batı Gök Türk Kağanı İstemi, 576 da Türk ll’ine gelen Bizans elçisi Zemarchos’ a1 “ Avarlar’ın Türk hâkimiyetinden kaçtıklan” nı belirtmekle de, bu Avarların kimliklerini aydınlatmış oluyordu.

. , , „ Orta Asya’da, Gök Türk Kağanlığının kurulması gibi Ayarlar ın Kuzey J & e e Kafkaalar’a ge- büyük olaylar vukubulurken, Akdeniz havzasında da, üçleri ve Bizans İmparator Justinian zamanında başlanan büyük sa- ile ilk temasları vaşlar sona ermişti. Justinian’m, Roma İmparatorlu­ ğ a . 557-558) canlandırmak amacı ile açtığı seferleri mühim başarılarla sonuçlanmıştı: 534 te Kuzey Afrika’daki Vandallar Devleti Bizans tarafından zaptedilmiş, 534-552 yılların­ da yapılan çetin savaşlar sonunda da İtalya’daki Ostrogot Devleti

1 Ed. Chavannes, y. a. g. e. p. 233 v.b. 26 IV-XV1IJ YÜZYILLABDA TÜBK KAVİMLEEİ VE DEVLETLEBİ ortadan kaldırılmıştı. Ancak Bizans’ın doğu komşusu ol an kudretli Sasanî’ler Devletine karşı herhangi bir üstünlük elde edilememişti. Yirmi yıldan fazla devam etmiş olan bu mütemadi savaşlar neticesinde Bizans İmparatorluğu çok yorgun düşmüştü; bundan ötürü barışa şid­ detle ihtiyacı vardı. Halbuki Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Hun’ - larm bakayası Kutrigur “ Bulgar” ları, Bizans’ın Balkan ülkelerini dur­ madan rahatsız etmekte idiler. Tam bu sıralarda “ Kavimler Kapışma­ dan Kafkaslar’ın kuzey kısımlarına yeni bir kavim, hakikî veya sahte “ Avar” larm gelişi, Bizanslılar tarafından hemen öğrenildi ve bununla ilgili tedbirlere başvuruldu. Avarlar Kuzey Kafkaslar’da ilk önce Alanlar’la temasa geldiler. Alanlar bu sıralarda TeTek boyunda idiler ve başlarında da Zaros adlı bir başbuğları vardı. Bu sırada Bizans kumandanlarından Justin adlı bir zat, Laz ilinde asker toplamakla meşguldü; Alan’ların reisi Zaros işte bu Justin’e adamlar göndererek, Avar’larm Bizans İmparatorluğu ile dostça münasebetlere girişmek istediğini belirtti. Justin de bu haberi İstanbul’a ulaştırdı ve İmparator Justinian’ın, Avarlar’ın İstanbul’a bir elçi hey’eti göndermelerine muvafakat ettiği anlaşıldı. Bunun üzeri­ ne, 558 yılında Kandik adlı bir Avar elçisi İstanbul’a geldi. Avar elçisi, kendi kavminin kudretinden ve hiçbir kavmin ona karşı duramayaca­ ğından öğünerek bahsetmişti. Az önce belirtildiği gibi, Bizans’a ait Balkan vilâyetlerinin Kutrigur Bulgarları tarafından saldırılara uğra­ dığından, Bizanslılar Avar’lardan istifadeye karar verdiler. Bundan ötürü İstanbul’a gelen Avar elçisine âzami derecede iğtina gösterilmiş, memnun edilmeğe çalışılmıştır. Elçi Kandik’e hediye olarak altından halkalar, yataklar, kilimler ve ipekli elbiseler verilmişti. Avar elçisi az sonra geri gönderilmiş ve Avar- lar’a Bizans elçisi olarak da Justinian’m silâhdarı Valentin gönderil­ miştir. Varılan anlaşmaya göre : Bizans Avar’lara her yıl bir miktar hediye (yani “ vergi” ) gönderecek ve bunun karşılığında da Avarlar, Bizans’ın düşmanlarına karşı savaşacaklardı. Bu suretle 558 yılında Avarlar ile Bizans arasmda anlaşma hasıl olmuş ve dostça münasebetler tesis edilmişti. Avar’lann tazyiki ile, Don ve Kuban arasmda bulunan Utigur (Bulgar)lann daha da kuzeye, (Burtas)ların memleketine gittikleri anlaşılıyor. Sal adını taşıyan oralardaki bir kavim de A varların hücu­ muna maruz kalmıştı. Mamafih sonraları Rus vekayinâmelerinde Ispolin diye adlandırılan ve “ alp” manasına gelen bir kavmin bu “ Sal” rv-jcrai YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ 27

Iar olması hatıra geliyor. Avar’ların şiddetli hücumları altında, Kuzey Kafkaslardaki Sabir’lerin de dağıtıldıkları anlaşılıyor; galiba Sabirler başka bir kavim camiasına girmişler ve adlan kaybolmuştur. Don neh­ rinin batı tarafına geçen Avarlar’m buralardaki “ Onogur” ve “ Kutri- gur” (Bulgarlarım) hâkimiyetleri altına aldıkları anlaşılıyor. Bu suretle Karadeniz’in kuzey sahası çok kısa bir zamanda Avar’ların eline geçmiş bulunuyordu. Avar’ların batıya doğru ilerleyişleri devam etmiş ve Dnestr (Turla) nehrinin orta kısımlarındaki, Slav’lara mensuh Ant’lar da Avar hâkimi­ yetini tanımışlardır; az sonra daha kuzeydeki diğer Slav uruğlarının da Avar’lara boyun eğmiş olmaları mümkündür. Çok geçmeden Avar’la- rrn Tuna sahillerine kadar ilerledikleri görülüyor. Galiba, 559 yılında İstanbul’a kalabalık bir elçi heyeti gelmişti. Uzun saç örgüleri ve giyimleriyle umumiyetle diğer “ Hun” Iara benzemeyen Avarlar, İstanbul ahalisi tarafından “ paradoks” (tezat­ larla dolu) bir kavim olarak adlandınlmıştı; bu tuhaf kıyafetli adanı­ lan görmek maksadıyla, bütün İstanbul ahalisi sokaklara dökülmüştü. Bu defa da Bizans ile Avar elçileri arasında karşılıklı bir anlaşmaya vanldığı biliniyor. Buna göre: Bizans hükümeti, Avarlar’m, sonraları Dobruca adı verilen, Karadeniz’in Tuna mana abına yalan sahasında kalmalarına ses çıkarmayacaktı; buna karşılık olarak da: Avarlar o sıralarda Bizans sahasına yapılan Bulgar ve Slav akınlannı önleyecek­ lerdi. Bizans’ın Avar büyüklerine bir mikdar “ vergi” göndermeyi de kabul ettiği anlaşılıyor. Avarlar bu suretle, 560 yıllarında Dnepr-Dnestr ve Tuna kıyıların­ daki sahada hâkim bir duruma gelmişlerdi; onların bu münasebetle Dnestr ve Karpat çevresindeki Slavlar üzerinde bilhassa tahakküm ettikleri anlaşılıyor. Bu tahakkümün izleri sonraki Rus Vekayinâme- lerine dahi girmiştir. Burada Avarlar-“ Obrı” diye adlandırılmakta ve bunların Slav kavimleri üzerine türlü baskılar yaptığı da nakledilmek­ tedir. Bu kabîlden olmak üzere, bir Avar (büyüğü) bir yere gitmek is­ tediğinde, kendisini taşıyacak olan arabaya at yerine “ Slav kadınlarım” koşarmış1. Diğer yandan, Slavlar üzerindeki Avar hâkimiyeti, az sonra görüleceği veçhile, Slavların teşkilâtlanmalarında olduğu gibi, Balkanlarda yerleştirilmelerinde de büyük bir rol oynamış olmalıdır.

1 Povest' vremennych let (İlk Rus Vekayinâmesi) Akademi neşri Moskva 1950,1 ,14. 2 8 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ YE DEVLETLERİ

, , - 560 tarihlerinden itibaren Avarların başında B ayan Ayarlar ın Orta ‘ ' ATrypa’ya a<^1’ gayet enerjik ve muktedir bir Han bulunuyor- hareketleri du. işte bu Bayan Han veya “ Kağan” ın sevk ve ida­ resinde Avarlar, Orta Avrupa ve Balkanlar’da geniş fütuhata giriştiler. Bayan, 562 de İmparator Justinian’a bir elçi gön­ dererek, Avar’lann Bizans arazisinde yerleşmelerini istemişti. Biz’ans İmparatoru, herhalde Vizigot’larla arada geçen olayları ve 378 yılındaki Edime mağlûbiyetini hatırlayarak, Avar kağanının bu isteğini kabul etmedi; mamafih Avar elçileri fena muameleye maruz kalmamış ve Avar’ların, o sıralarda Heruller ve Langobard’lar tarafından işgal edil­ miş olan Pannonya’ya gitmeleri tavsiye edilmişti. Fakat Avar kağanı Bizans İmparatorunun bu tavsiyesini kabul etmek istememişti; çünkü Pannonya’ya ulaşabilmek için Tissa havzasında bulunan Gepid’ler ve Pannonya’ya yakın yerlerdeki Longobard’larla mücadele etmek gere­ kiyordu. Bizans hükümeti de Avarlar’m asla Tuna nehrinin güneyine geçmelerini arzu etmiyordu. Rivayet edildiğine göre Bizans hükümeti, Okunim adlı bir Avar elçisinin ağzından, Avarların Bizans sahasına yerleşmelerini müteakip neler düşündüklerine ait bazı şeyleri öğrenmeye muvaffak olmuştu; Avarlar’m gizli niyetleri belli olduktan sonradır ki, İmparator Justinian, Avarlar’a red cevabı vermişti. Avar elçisi gûya, kendisinin İstanbul’dan dönmesine kadar, kavimdaşlarınm bulundukları yerde kalmalarını istemişti; bu müddet zarfında Bizans] makamları da Tuna geçitlerini muhafaza için, oradaki kalelere çokça asker sevketmişlerdi. Bu suretle Avarların Tuna’yı geçip Balkanlar’a girmeleri bir müddet için önlenmiş oldu1. Fakat 565 de imparator Justinian’m ölümü üzerine, Avarlar hemen harekete geçerek, Pannonya istikametinde ilerlediler. 568 de Pannonya ve çevresi tamamiyle Avar’ların. hâkimiyeti altına girmiş ve Bayan Kağan Orta Avrupa’da en kudretli bir devlet haline gelen Avar Kağanlığı’nın başına geçmiştir. 570 yılında da Avarlar’m Don boyuna kadar tekrar harekete geçtikleri anlaşılıyor. İşte bu Avar faaliyetine karşı Gök Türk’ler taarruza geçmişler ve Don nehrinin batısında, Azak Denizi çevresi ve kuzey Kafkaslar’dan ilerleyerek Gök Türk Kağanlığı’- nın sınırlarını Kırım’a kadar uzatmışlardır. Bu suretle Karadeniz’in

1 Bizans-Avar münasebetlerine ait teferruat Bizans tarihçisi M enander’in ese­ rinde nakledilmiştir. Ex Historia Menandri Protectoris, Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae. Ed. B. G. Niebuhr. Bonn 1829. pp. 285 v.bd. rv-xvm YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ 2 9 kuzey sahasının, doğu kısımları Gök Türkler ve Batı kısımları da bİT müddet için Avarların hâkimiyeti altında kalmıştır. Bu defa Avar’larm baskısı Bizans İmparatorluğu üzerine yönel­ tilmiş ve Trakya’ya kadar Bizans ülkesi Avar’lann istilâsına uğramış­ tır. VII. yüzyıl başları Bizans imparatorluğunun en kritik devrini teşkil etmektedir, imparator Fokas gibi çok aşağılık birinin Devletin başında bulunmasiyle, imparatorluk büsbütün uçuruma sürüklenmişti. Bu şartlar içinde Bizans’ın Afrika Ekzarh’ı (umumî valisi) Heraklius 610 da tahta geçmiş ve Bizans İmparatorluğunda birçok askerî ve İdarî reformlar yapmak ve bilhassa doğuda Gök Türk’lerin y a rd ım ım temin etmek suretiyle imparatorluğu muhakkak bir çöküntüden kurtar­ mıştır. Bu sırada Bizans için iki büyük tehlike aynı zamanda göstermişti : Doğudan Iran - Sasanî ordularının bütün Anadolu’yu ele geçirerek Üsküdar’a kadar gelmeleri ve Avarların da Trakya’dan ilerleyerek İs­ tanbul’u kuşatmaları. M. e. 626 da vuku bulan bu Avar hücumunda, Avarlar ile birlikte Slavlar da bulunmuşlardı. Mamafih “ Grek ateşi” sayesinde İstanbul müdafi’leri Avar hücumlarına karşı koyabilmişler ve bunu müteakip, Avarların baskısı Bizans üzerinde gittikçe hızım kaybetmiştir. VII. Yüzyılın ortalarına doğru Karadeniz’in kuzeyindeki Kutrigur Bulgarlarının gittikçe kuvvetlenmeleri ve kendi hanlarının idaresinde bir devlet olarak faaliyete geçmeleri üzerine, Avarlar Kara­ deniz’in çevresinden boyuna Batı’ya itilmişler ve Pannonya ile Tissa- Tuna boyunda kalmışlardır. Avarlar bir müddet Franklara karşı sa­ vaştıktan sonra, nihayet Büyük Kari tarafından 796-805 yıllarında, Avarların bir askerî kuvvet ve teşkilâtlı bir zümre olarak varlıklarına son verilmiştir. IV HAZAR KAĞANLIĞI

_HüTarlnr , Dosu ° Avrupa’daL ilk muntazam bir devlet kuran kavim H a za rla r1 olmuştur. Hazarların menşe itibariyle Türk olup, Orta Asya’dan geldikleri muhakkaktır. Hazarların bir müd­ det Hun Devleti’ne tabi zümreler arasmda bulunmuş olmaları ihtimal dahilindedir; onlar, galiba, Attila’mn ölümü sırasında Aşağı îdil boyun­ da idiler. Hazarlar’ın İdil boyuna ne zaman geldikleri bilinmi­ yor; Sabirler’in birdenbire kayboluşları ile hemen Hazar adının du­ yulmağa başlaması arasmda bir münasebet görülmektedir; dolayısiyle Sabirler (Suvarlar) ile Hazarlar arasmda bağlantılar olduğu hatiTa geli­ yor. Sabirler’in M. s. I. yüzyıllarda Îdil-Kama boyunda bulundukları bilindiğine göre, bunların bir kısmı olması lâzım gelen Hazarlar’m da İdil boyunun en eski ahalisini teşkil etmeleri mümkündür. Hazarlar’ın müstakil bir devlet olarak meydana çıkışları ise Gök Türk Devleti’nin İdil boyunda hükmü bittikten sonra başlar.

_ . Hazarlar’m işgal ettikleri saha coğrafî bakımdan çok Ha»aı» yurdunun ° 0 coğrafî durumu önemlidir. Hazarlar’m ülkesi önceleri Terek mansap- lannda iken, sonraları sıklet merkezini Aşağı îdil boyu teşkil etmiştir. Buraları: îdil nehri, Yayık, Don ve Kuban gibi dört büyük nehrin havzasını teşkil etmekten başka bu devrin en büyük ticaret yollarının kavşağında bulunuyordu. Bu yollardan en önem­ lisi îdil (Volga) nehrinin kendisi idi; îdil nehri İslâm Dünyası (Su­ riye, Irak, İran, Türkistan) ve Çin ile İskandinavya arasındaki büyük ticaret faaliyetine imkân sağlamıştı. Aynı veçhile Harezim’den Aşağı

1 Hazarlara ait son yıllarda birçok mühim eser çıkmıştır. Bunların başında Lehis- tanlı ve aslında Karaim Türklerinden olan Oryantalist Profesör Ananjasz (Ananyaş) Z ay on çk ow sk i’nin Ze studiovo nad zagadnieniem chazarskim adlı kitab geliyor (Krakow 1947). Sonra: D. M. D un lop, The History o f the Jeıoiah Khazars, Princeton University Press, N. J. 1954; nihayet bu sahanın son ve en mühim eseri de, Sovyet tarihçi arkeologlarından M. J. A rta m on ov’un kaleminden çıkmıştır: Istoriya Khazar, Lenin­ grad 1962. Hazarlara ait bibliyografya: A. Y a rm olin sk iy, BuIIetin of the New York Public Library, 42, 1938, pp. 695-710, Ayrıca: G. M oravcsik, Byzantino-Turcica 1,44-46. XV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 31

Idil boyuna ve oradan da Karadeniz sahillerine giden büyük kervan yolu da Aşağı Idü’den geçerdi. Hazar memleketine Orta Idil ve Kama boylarından bilhassa kıymetli kürkler olmak üzere birçok ticaret emti­ ası gelirdi; Çin ve Türkistan’dan ise bilhassa ipek ve diğer kıymetli kumaşlar; Iran ve Bizans’ tan türlü sanat ve ziynet eşyası gelirdi. Bu suretle Hazar yurdu ve bilhassa Hazar payitahtı, VIII. yüzyıldan itibaren Doğu Avrupa’nın ekonomik faaliyet ve gelişme bakımından en elverişli bir yeri olmuştu, işte bu müsait coğrafî durum Hazar Devleti’- nin gelişmesinde ayrıca büyük bir rol oynamış ve Hazarlar’m diğer Türk

kavimleri ara9mda çok erkenden yalnız yerleşik (veya Hazarlar tüccar ve j * \ j yerleşik bir kavim- yarı-yerleşik) hayata geçmeleri ile kalmayıp, ticaret diler faaliyetinde de ilerlemelerine yol açmıştı. Hattâ Hazar Kaganlığı’nın ekonomik bünyesinin ticaret faaliyetine dayanmış olduğunu söylemek mümkün gibi görünüyor. Bunun içindir ki, Hzarlar ülkesinde başta îtü şehri olmak üzere bir kaç büyük ticaret merkezi meydana gelmiştir, itil şehri Idil nehrinin mansabında olması hasebiyle ticaretin inkişâfı için bilhassa elverişli bir yerde bulunuyordu; Kuzey Kafkaslar’daki Semender ve Derbend; Yayık nehri mansabm- daki Saksın; Kuban mansabmdaki Tamatarhan (sonraki Taman’a yakın); Don boyunda da, 835 tarihlerinde Bizans ustalarının yardımı ile kale olarak yapılan Sarkel1 (Ak-Şehir) — adları açıkça bilinen belli başlı Hazar şehirleridir. Bunlardan Derbend ile Saıkel daha ziyade birer kale, yâni memleketin müdafaasında mühim rol oynamışlarsa da, buralarda ticaret faaliyetinin de eksik olmadığı muhakkaktır. Adları sayılan bu büyük şehirlerden başka diğer birçok küçük şehirlerin de bulunduğu anlaşılıyor. Dolayısiyle Hazarlar erkenden şehir hayatına intisap eden bir Türk kavmi olmuştur. Şehir hayatı icabı onlaniı, yer­ leşik hayata geçen ve ekincilik yapan veya göçebelikte kalan zümre­ lerden daha “ medenî” oldukları muhakkaktır. Mamafih Hazarlar’m esas kitlesinin yarı yerleşik yan göçebe olduğu da bilinmektedir; yılın bir kısmını göçebelik icabı sürüleriyle türlü mer’alarda geçirdikleri, kışın da belli yerlerde oturdukları anlaşılıyor.

1 Konstantin P orp h y rog en n etos, De Administrando Imperio, (Bonn neşri) p. 177: JppjvE'ieraı S£ Ttapâ aıİTOÎç tq £ipxeX fiçırpov AçrelTiov. 32 rV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

Hazarların Hazar Kağanlığı’nın 630 lardan sonra Doğu Avrupa’da siyasî mühim bir siyasî rol. oynamağa başladığı ve bilhassa faaliyetleri Bizans İmparatorluğu ile münasebetlerde önemli bir yer tuttuğu biliniyor. Bizans imparatoru Heraklius, Sasanîler’e karşı mücadele ederken, Gök-Türk kağanının hizmetindeki Hazarlar’dan yardım almış ve bu sayede 622-627 yıllarında İran’a karşı zafer kazanabilmişti1. Bu sıralarda Hazarlar henüz müstakil bir devlet değillerdi; fakat Batı Gök Türk Kaganlığı’mn da Çin hâkimiyeti altına düşmesi üzerine, Hazarlar kendi başlarına bir Kağanlık olarak sahneye çıkmışlar ve sür’atle siyasî ve askerî nüfuzlarını genişletmiş­ lerdi. Karadeniz’in kuzeyi, Kafkasların Karadeniz sahilleri, Kuban mansabı ve Kırım’ın Hazarlar’ın eline geçmesi üzerine, Bizans ile Ha­ zarlar arasındaki münasebetler büsbütün sıklaşmış*ır. Bu yakın müna­ sebet iki Hazar prensesinin Bizans İmparatorları ile evlenmeleri şek­ linde de kendini göstermiş, Bizans tahtını 775-780 yıllarında işgal etmiş olan Leon IV. annesi Hazar prensesi olduğundan, “ Hazar Leon’’ diye anılmıştır. VIII.-IX. yüzyıllarda Hazar Kağanlığı genişleyerek Doğu Avrupa’­ nın en kudretli devleti olmuştu. Bu sıralarda, Kama ve İdil boyundaki birçok kavim, Idil Bulgarları ve türlü Fin kavimleri, Burtaslar- Hazar kağanına tabi oldukları gibi, Desna ve Orta Dnepr boyundaki türlü Slav urugları da Hazar hâkimiyetini tanımışlardı. Bu Slav boylan şunlardı: Radimiç, Vyatiç, Severyan ve Polyan’lar. Kuzey Kafkaslar’ın muhtelif dağlı kavimleri ve Kuban boyundaki Macarlar da Hazar kağanına bağlı idiler. Mamafih bu tabiiyyet her kavmin durumuna göre ayarlanmış olmalıdır; her bir kavimden belli şartlara göre “ vergi” alındığı anlaşılıyor. Ezcümle Desna boyundaki Slav kabilelerinden ev başma yılda bir kıymetli hayvan kürkü isteniyordu. Kama boyundaki Bulgarlar’dan ve Fin zümrelerinden de bilhassa kıymetli hayvan kürk­ leri, ve galiba bal alındığı anlaşılmaktadır. Bu suretle Hazar Kağan- lığı’nın siyasî sınırlan Yayık-Cim (Emba)den başlayarak Dnepr’e (özü, Ozu) kadar uzanmış ve dolayısiyle iki büyük ticaret yolunun üzerin­ deki çok geniş bir sahayı işgal etmiştir.

1 Teferruatı: Theophanis Chronographia I. (Bonn neşri, 1839) pp. 485-487. IV-XVin YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLERİ YE DEVLETLEHİ 33

İst dina-vya VIII. yüzyılın sonlarında Doğu Avrupa’da, yukarıda da Bizans belirtildiği üzere, iki mühim ticaret yolu vardı. Biri -itil Ticaret yolu şehrinden başlayarak, Idil (Yolga) nehrim takiben ku- zey’e, bir taraftan Kama nehri ile Urallar sahasına, diğer yandan Volga’nın yukarısından bazı küçük ırmaklar vasıtasiyle Ladoga Gölü ve Fin körfezine, oradan da İskandinavya memleketlerine giden büyük ticaret yolu idi. öteki yol ise Bizans ile İskandinavya memleket­ leri arasındaki, başlıca Dnepr (özü) nehri üzerinden geçen, ve Dnepr’in başlarından 50-60 kim. kadar karadan ve tekrar ırmaklar üzerinden, İlmen Gölü’ne, oradan da Fin Körfezi’ne ve bu günkü İsveç’e varan büyük ticaret yolu idi. Hattâ Kiyef şehrinin yerinde eskiden “ Sambata” adını taşıyan ve Hazarlar tarafından kurulmuş olması muhtemel olan bir ticaret yeri vardı. Bu suretle her iki ticaret yolunu ellerinde tutan Hazarlar, bu yollar vasıtasiyle yapılan büyük ticaret faaliyetinden bir çok maddî menfaatler elde etmişlerdi. Hazar Kağanlığı’nın Aşağı İdil boyundaki elverişli coğrafî durumu sebebiyle, bir yandan Karadeniz’in kuzeyi ve Kafkas sahilleri, öte yandan Yayık boylan ve Harezim ticaret yolunu da kontrolü altında tutması mümkün olmuştur. Hazar Kaganlığı’nın sınırlan genişledikçe maruz kalması mümkün olan hücumlan karşılamak veya bazı çevreleri kontrol altında bulundurmak maksadiyle “ kale” ler inşa edildiği de biliniyor.

Sarkel kalesi Bunlardan biri de Don nehri’nin orta kısmında, bu­ günkü Tsımlyanka mevkiindeki Sarkel kalesidir. Bu kalenin nasıl yapıldığına ait Konstantin Porphyrogennetos’un De Ad- ministrando Imperiosunda tafsilâtlı bilgi nakledilmiştir. Buna göre: Hazar kağanı Bizans imparatorundan Don nehri üzerinde bir kale yapmak için ustalar gönderilmesini istemiş ve imparator Theophil de, 834 veya 835 de Petrona Kamateroa’un maiyyetinde ustalar ve inşaat amelesi yollayarak, Don nehri boyundaki Sarkel kalesinin yapılmasına yardım etmişti. “ Sarkel” - “ Akkerman” (beyaz taşlardan yapıldığından ötürü) manasına gelmektedir1. Rus vekayinâmelerinde ona “ Bela veja” denmiştir ki, “ Beyaz kule” demektir. Bilindiği veçhile “ Belgrad” da “ Ak-Şehir” demektir; bu suretle Sarkel kalesi, sonraları birçok yerde “ Ak” la ilgili kale adlanndan birini teşkil ediyor.

1 Konstantin Porphyrogennetos, De Adm. Imp. p. 177. 34 İV-XVttI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

“ Sarkel” kalesinin, yeri açık olarak tesbit edilemiyordu; bu kalenin Don nehri’nin aşağı kısımlarında, eski Tanais veya Azak kalesi yakın­ larında olduğu tahmin edilmekte idi. Halbuki Sovyet-Rus arkeologları tarafından yapılan kazılar ve bilhassa Don-Volga kanalının açılması münasebetiyle icra edilen geniş arkeolojik araştırmalar sonunda, bu eski Hazar kalesi “ Sarkel” in yeri kat’îyetle tesbit edilmiş ve bunun 'Don nehri’nin aşağı kısmında Tsımlyanka mevkiinde olduğu anlaşılmıştır. Sarkel kalesi yerinde en çok kazılar yapan ve Hazarlar üzerinde de ihtisas sahibi olan Sovyet arkeologu M. î. A rta m on ov olmuştur1. Sarkel’in kazılarda meydana çıkarılan duvar, surlar, ev ve mezar kalın­ tıları üzerinde yapılan tedkikler sonunda, 834 lerde inşa edilen bu Hazar kalesi hakkında etraflı bilgi edinmek mümkün olmuştur. Burada mey­ dana çıkarılan seramik eşya ve ziynet eşyası Hazarlar’ın kültürleri ve münasebetleri hakkında bir dereceye kadar bilgi vermektedir. Çanak çömlek ve bazı diğer eşyalar üzerindeki yazılar-çizgiler de Hazarlar’da Gök Türk yazısının kullanıldığını gösterecek mahiyettedir. Mamafih Sarkel kalesi harabelerinde bulunan maddî eşya kalıntıları ve mezar­ lardaki iskeletler, yine de Hazarlar hakkında tatmin edici bilgi veremi­ yor. Hazarlar’ın antropolojik hususiyetleri, yaşayış tarzları, giyimleri, kültürleri ve dilleri hakkında fazla bir şey meydana çıkmamıştır; ancak Sarkel kalesinin surları ve içindeki binaların yapısında kullanılan tuğ­ laların şekli ve üzerlerindeki çeşitli alâmetler, Hazarlar’ın hususiyet­ lerini gösterir mahiyettedir. Sarkel kazılan münasebetiyle bir de buralarda vazifeli bazı Uz (Oğuz) ve Peçenek mezarları ve eşyası da meydana çıkmıştır. Bir takım ekin aletleri ve diğer aletler, buralarda, yâni Orta Don sahasında bu sıralarda hayvancılık ve ziraat kültürünün gelişmiş olduğunu gösterecek mahiyettedir. Sarkel kalesinin 834 tarihlerinde, daha ziyade Orta Don çevresini kontrol altında bulundurmak maksadiyle inşa ettirilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu kale sonralan bilhassa Peçenek ve Uz hücumlan- na karşı koymak için kullanılmıştır. Bir müddet sonra da Don nehri’nin yukarısından veya Batısından gelen Rus-Slav hücumlarına karşı Sarkel kalesi mühim bir dayanak noktası teşkil etmiş olmalıdır.

1 M. t. A rtam on ov, Sarkel i nekotorıye drugiye ukrepleniya aevero-zapadnoy Khazarii. Sovetskaya Arkheologiya, VI (1940); ayni yazarın: Belaya Veza, Sov. Arkh. X VI (1952). Sarkel kalesi’ mn bölündüğü yerdeki arkeolojik araştırmalara ait teferruatlı raporlar toplu bir eser halinde çıkmıştır: Materialı i iseledovaniya po Arkheologii SSSR 75. Trudı Volgo-Donskoy Arkheologiçeskoy Exspedicii II. Akademi neşri, Moskva- Leningrad 1959. IV-XVIII YÜZYİLLABDA TURK KAYİMLEBI TE DEVLETLERİ 33

Hazar Kağan Hazar Kaganlığı’mn devlet teşkilâtında aslında Gök bğı’nda "Çift hâ- Türk teşkilâtının devamı olmakla beraber, bazı husus- kimiyet” meselesi larda kendine has gelişmeler gösterdiği biliniyor. Dev­ letin başında bulunan “ Kağan” m Aşina sülâlesinden, neşet ettiği ve Türk geleneklerine göre “ ilâhî menşeli” sayıldığı anlaşılıyor1. Mamafih Hazar “ Kağanı” nın durumunda bir değişiklik olmuş ve “ kağan” sadece Devlet hâkimiyetinin sembolü, yani “ tem­ silcisi” durumuna getirilmiştir. K.ağan’a bu telâkki icabı çok büyük saygı gösterilmekte, huzuruna yalın ayak ve açık başla çıkılmakta ve kendisine âdeta “ tapılmakta” idi. Fakat devletin idaresi “ (Kağan) Bey” in elinde bulunmakta, “ Bey” bütün askerî kuvvetin başı olduğu gibi, bütün İdarî icraat ta ancak onun emriyle yapılmakta idi. Bu suretle Hazar Kağanlığı’nda âdeta “ çift hâkimiyet” , Bizans İmparatorluğunda çok defa görülen “ şerik hükümdar” sistemi tatbik edilmekte idi. Hazar “ Kağan” mın tahta geçişi ile ilgili, her halde eskiden kalan, bazı merasim yapılırken, boğulacak dereceye getirilerek, kaç sene hâ­ kimiyet süreceği sorulurdu. Galiba, bu zaman geçince “ kağan” azledilir ve yerine başkası geçirilirdi. Kağan, “ Tanrılar soyu” ndan gelmesi ha­ sebiyle, gömüldüğü yerin belli edilmemesi için, kabri İdil nehrinin su­ lan altında bırakılırdı. “ Kağan” , teb’asmdan kimseye gösterilmez ve dolaştığı zaman kapalı arabada gezdirilirdi. Bu suretle Hazar Kağanlı­ ğında, diğer Türk devletlerinde görülmeyen hususiyetler gelişmiş ve Hazar Kağanı, Orhun yazıt’lannda tasvir edildiği gibi, “ Tanrı tek Tanrıda yaradılmış bir Kağan” 2 olmuştu. Kağan ve “ Bey” den başka, Hazarlar’da bir de sefer esnasında askerî kuvvetlere kumanda eden “ ll-Şad” unvaniyle bir Bey’in de bulunduğu anlaşılıyor.

Hazarlar’da HazaT Kağanlığımın başka bir hususiyeti de: Kağan- dini.., lıkta tam bir Din tolera n sı mn hüküm sürdüğüdür. Hazar ahalisinin esas kitlesi Şaman’lığa mensup olup, eski Türk “ dini” ni devam ettiriyorlardı. Fakat üst tabaka, Kağan, Bey’ler ve Saray erkânı, “ Yahudi dini” nde idiler. İslâmiyet de çok yaygın bir din halinde idi. Bilhassa tüccar zümresinin “ Müslüman” olduğu anlaşılıyor. Bir de Hıristiyanlık (Ortodoksluk) da epey yayıl­ mıştı. Bundan ötürüdür ki, “ Slav havarisi” (apostol) olarak adlanan

1 A. Zeki Validî Togan, Ibn Fadlan's Reisebericht, Deutsche Morgenlândische Gesellschaft. Leipzıg 1939, s. 268 v.d. (Yeni tabı 1968). a Orhun Bengütaşı. 36 IY-XYin YÜZYTLLAHDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETIEBİ

Konstantin (Kirili) 860-861 lerde “ dinî münazara” için Hazarlar’m payitahtı itil şehrine dahi gönderilmişti. Mamafih Hazarlar arasına Hı­ ristiyanlığın, Bizans’tan değil, Kafkaslar’ dan geldiği anlaşılıyor; fakfit Bizans’a y a k ın lığı dolayısiyle en çok Kırım’daki Hazar’ların Hıristiyan oldukları da sanılmaktadır. Hazar Kağanlığı’nın tarihinde, Hazar üst tabakası, yâni Kağan ve maiyyetinin “ Yahudiliği” kabul etmiş olması bilhassa dikkati çekmek­ tedir. Bilindiği üzere Türk tarihinde “ Yahudi” dinine intisap etmiş başka bir hükümdar sülâlesi bilinmiyor. Dolayısiyle bu mesele Hazar­ lar ile meşgul olan bütün tedkikçiler tarafından incelenmiş ve bu husus­ ta birçok görüş öne sürülmüştür. Bu olayın tam tarihi ve cereyan tarzı da açıkça tesbit edilemiyor. Bilinen cihet Hazarlar ilinde Yahudiliğin güney’den, Kafkaslar yolu ile gelmiş olmasıdır. Hazar Kağanlığı’nın ilk devlet merkezi kuzey Kafkaslarda, Semender şehrinde olup, Yahu- dilerin bulunduğu Bizans ve Islâm ülkesine yakındı. 730-740 tarihlerinde hem Bizans ülkesinde hem de Ahbasiler dev­ letinde Yahudiler şiddetli takibata uğradıklarından, bunlardan bir­ çoğu Kafkaslara, Hazarlar ülkesine sığınmışlardı, işte o sıralarda Ha­ zarlar ülkesine gelen Yahudiler Hazar büyüklerine de nüfuz ederek, “ Yahudi” dinini kabul ettirmiş olmalıdırlar. Hazarlar’ın üst tabakasının “ Museviliği” kabul ederlerken “ siyasî mülâhaza” ile hareket etmiş olma­ ları da mümkündür. Komşuları olan Bizans’ın -Hıristiyan, ve diğer bir büyük komşu Abbasî Hilâfetinin Müslümanlığı karşısmda, Hazar bey­ leri, büyük dinlerden üçüncüsü olan Museviliği benimsemekle, Bizans ve Abbasîlerin siyasî nüfuzlarından uzak kalacaklarım düşünmüş olmaları mümkündür. Mamafih Hazar Kağanlarının dinleri meselesi epey karışıktır. On­ ların bir müddet, bilhassa Aıaplara yenilmeleri sonucunda, İslâmiyeti kabul ettikleri de biliniyor. Fakat bu defa “ Yahudiliğin” yukarıdaki mülâhaza ile üstün geldiği anlaşılıyor. Ancak bu olayın tarihi hakkında da tedkikçiler arasında fikir ayrılığı görülüyor. Bazı tedkikçiler, Hazar Kağanı Bulan’ın 730 tarihlerinde Yahudiliği kabul ettiğini öne sürmüş­ ler, diğer tedkikçiler de 740, 800 ve 863 yıllarını göstermişlerdir1. Islâm müellifleri Hazarlar’ın Harun el-Reşid zamanında (786-809) Yahudiliğe intisab ettiklerini yazarlar. Hazar Kağanları ve beylerinin “ Yahudiliği” kabulleri, bu suretle 740-800 tarihlerinde vuku bulsa gerektir. Bu cihet

1 Teferruat M. A rta m on ov’un eserinde, m. y. IV-XVin YÜZYILLABDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 37

Hazar Kağanlığı tarihinde mühim bir rol oynamış ve Hazar kültüründe “ Yahudi-Tevrat” izlerinin de kendine has bir damga vurmasını sağla­ mış olmalıdır. Dolayısiyle Hazar Kağanları sarayında Îbranice bilenlerin bulunduğu muhakkaktır. Mamafih Yahudiliğe intisab eden zümrenin ancak üst tabaka olması hasebiyle Hazar Kağanlığı, “ bir Yahudi Dev­ leti” olamamıştır.

Hazar Kağanı Ya ®-azar Kağanlığının bu kadar büyük bir devlet olması seî (?)-in yazış. ve en az ^00 yıl kadar devam etmesine bakmaksızın ması meselesi Hazarca yazılı dil izleri muhafaza edilmemiştir. Hazar diline ait ancak Arap ve Bizans kaynaklarında bazı has isimleri ve bir iki sözden başka bir kalıntı bilinmiyor. Dolayısiyle “ Hazarların Dili” hakkında açık bir fikrimiz yoktur. Hazarca muhak­ kak ki Türkçe idi, fakat Türkçenin hangi gurubuna ait olduğu tesbit edilemiyor. Bundan ötürü Hazarlara ait olması gereken her hangi bir tarihî vesikanın büyük bir önemi olduğu aşikârdır. İşte bundan ötürüdür ki, “ Hazar Kağanı Yasef ile, Kortuba emirinin “ Dış işleri nâzın” olan Yahudi Hasday Ibni Şarput arasındaki mektuplaşma” ayrıca bir yer tutmaktadır. Bu yazışmanın uydurma veya doğru olduğu meselesi zamanımızda dahi kesinlikle çözülmüş sa­ yılamaz. Mesele şundan ibarettir: 1577 yılında İstanbullu îsak Akriş adlı bir Musevî, “ Kol-Mebasser” adını taşıyan bir eserde, “ Hazar Kağam Yasef ile Hasday Ibni Şarput arasındaki yazışma” yı neşretmek suretiy­ le bunu ortaya koymuştu. Bu tarihten itibaren bu yazışma Hazarlar ile ilgili meselelerin başında geldiği gibi “ Yahudilik Tarihi” ile de bağlantısı olmuştur, iddia edildiğine göre: Kortuba emiri Abdurrahman’m sara­ yında “ Hariciye nâzırlığı” makamım işgal eden Hasday Ibni Şarput, Yahudi dininde olan bir “ Hazar Kağanlığı” mn mevcudiyetinden haber almış, ve Hazar Kağanı’na 960 tarihlerinde bir mektupla müracaat ede­ rek, Hazar Kağanlığı ve oraya Musevîliğin nasıl girdiği hakkın d a ma­ lûmat istemiş imiş. Birçok maceradan sonra bu mektup Hazar Kağam Yasef’in eline geçmiş o da, güyâ, buna karşılık olmak üzere îbranice bir mektup yazmış ve Hazar Kağanlığı hakkında bilgi vermiştir, işte bu yazışma nasılsa, Mısır’da İstanbullu Yahudi İsak Akriş’in eline geçmiş ve o da bunu 1577 de neşretmiştir. Bu tarihten çok sonra, Hazarlar üzerinde tedkik yapan bilgin­ ler, muhaberenin mahiyetini araştırmağa başlamışlar ve bir kısmı 38 rv-xvnı yüzytllahda tübk kavimlehİ ve devletleri bunun doğru olduğunu, bir kısmı da uydurma olduğunu öne sürmüş­ lerdir. Bilhassa Hazar Kağam Yasef’e atfedilen cevap araştırma ko­ nusu teşkil etmiş ve bu münasebetle bir takım görüşler öne sürül­ müştür. Bunun metni de bir kaç defa neşredilmiştir. Son olarak 1932 de bu metin Sovyetler Birliği Akademisi üyesi P. K. K o k ov tsev tarafın ilan neşredilmiş, Rusça tercüme ve açıklamaları yapılmıştır. Kokovtsev, bu yazının sahte veya sahihliği hakkında kesin bir görüş öne sürmüyor. Buna karşılık ta n ınm ış Bizantinist H. Gre- goire Le Glozel khazare adı ile “ Byzantiûn” mecmuasında (T. X II, Bruxelles 1937 pp 225-266) neşrettiği uzun bir makalesinde Hazar Kağam Yasef’e atfedilmiş olan bu yazışmanın tamamiyle uydurma olduğunu isbata çalışmıştır. Aynı veçhile tanınmış Leh Orientalisti (aslen Karayim Türklerinden olan) A. Zayonçko'vvski, Hazar tedkiklerine ait 1947- de çıkardığı bir eserinde, bu mektupların sahte olduğu görüşünü benim­ semiştir. Buna karşılık, 1962 de Leningrad’da çıkan, M. A rta m on ov’un Hazarlar’m Tarihi’ne ait büyük eserde Yasef Kağanın mektubunun doğru olduğu görüşü kabul edilmiş ve buna dayanılarak birçok mülâhaza da serdedilmiştir. Gregoire ve Zayonçkovski’ler tarafından öne sürülen tez daha doğru olsa gerektir. Hattızatında Hasday Ibni Şarput?un Hazar Kağanı’na, Hazarların memleketi ve Yahudiliği nasıl kabul ettikleri hakkında bilgi vermesini isteyerek bir mektup yazmış olması mümkün­ dür. Buna ait kayıdlar, daha X II. yüzyılda Yahudi literatüründe mev­ cuttur. Fakat Hazar Kağanı’nm buna cevap vermiş olduğu çok şüpheli görülüyor. Her halde XVI. yüzyıl ortalarında Batı Avrupa’da Yahudi- lere karşı takibatın çok şiddetlendiği bir sırada, Yahudilerin “ millî gururlarını okşamak” ve gelecek için ümitlerini kuvvetlendirmek mak- sadiyle, Hazar Kağanlığının büyük bir “ Yahudi Devleti” olduğunu hatırlatmak ve bu suretle “ Tevrat’ta bahsi geçen tac’m Yahudilerin elinden düşmiyeceği” görüşünü takviye etmek maksadiyle, işbu muha­ bere (yâni Kağan Yasef’in Hasday Ibni Şarput’a mektubu) uydurulmuş olmalıdır. Bu mektubu tanzim eden kimsenin ise Hazarlar’a ait Arapça kaynaklan gayet iyi bilmiş ve Hazarlar hakkında bilgi toplamış olduğu da iddia edilmektedir.

„ Hazarlar’ın ilk devreleri Kafkaslar’da Arap-Islâm kuv- Arap-Uazar x Mücadeleleri vetleri ile mücadelede geçmiştir, ilk Arap-Hazar karşı­ laşması daha Halife Osman zamanında vuku bulmuş, Bizans ordusundaki Hazar kıtaları, Fırat boyunda Araplar tarafından rV-XVIU YÜZYILLARDA TÜBİ KAVİMLERİ VB DEVLETLERİ 39 mağlûp edilmişlerdi. Esas Arap-Hazar mücadelesi, hicrî 30-31 yıllannda cereyan etmiş ve Arap kumandam Süleyman Ibn ReLiat ül-Bahilî’nin kumandasındaki Müslüman kuvvetleri, Kafkaslar’da ilerliyerek, Der- bend’i de geçtikten sonra, 31 Hicrî-651 Milâdîde Hazarlar’m merkez­ lerinden biri olan Belender yanında vuku bulan büyük bir çarpışmada, Arapların kumandam ve dört bin kadar askeri imba edilmişlerdi. Bunun üzerine Hazarlar tekrar Güney Kafkas’lara doğru inmişler ve Ermenis­ tan’a girmişlerdi. Bunu müteakib Arap-Hazar mücadelesi kızışmış ve seksen yıl kadar devam etmiştir. îslâm kuvvetleri ancak Halife Velid zamanında Kafkaslarda yeniden taarruza geçmek imkânım bulmuş­ lardı. 714 yılında Ermenistan valisi ve Halife Velid’in kardeşi Mesleme’nin kumandasındaki Arap kuvvetleri Hazarlar’a karşı taamıza geçerek Derbend’i ele geçirdiler. Fakat 717 de büyük bir Hazar ordusu Şirvan’a girdi ve Azerbaycan'ın bir kısmını işgal etti; mamafih Mesleme Hazarlar’ı bu defa da yendi ve geri çekilmeğe zorladı. 722 de bir îslâm ordusu Hazar arazisine girdi ise de mağlûp oldu. Fakat o sıralarda Er­ menistan vilâyetinin başına getirilen Ebu Ubeyde Cerrah, Hazarlardan intikam almak maksadiyle aynı senede, yâni 722 de, Hazarlar ülkesine girdi ve kat’i bir zafer kazandı. Bunu müteakib hemen hemen her sene Hazarlar ile Araplar arasında harpler olmuş, kâh biri kâh öbürü zafer kazanmıştı. Fakat 730 daki Hazarların hücumu karşısında Araplar dayanamamışlar ve çok zayiat vererek Azerbaycan’a kadar çekilmişlerdi. Mamafih onlara karşı gönderilen Said ül-Harşî Hazarları Derbend’in kuzeyine çekilmeğe zorlamıştı. Arapların Hazarlara karşı en büyük zaferleri Halife Hişam zamanın­ da, Ermenistan ve Azerbaycan valisi Mervan’m kumandasındaki kuv­ vetlerin 737 deki hareketleri ile sağlanmıştır. Hazar Kağanı barış iste­ meğe zorlanmakla kalmamış, hattâ îşlâmiyeti dahi kabul ettiğini bil­ dirmişti. Mamafih Hazar Kağanının “ Müslümanlığı” çok sürmemiş ve Arapların çekilip gitmesini müteakib o galiba eski dinine (veya Yahu­ diliğe) dönmüştür. Abbasiler devrinde Arapların Kafkasların kuzeyin­ deki ülkelerle ilgileri gevşemiş ve dolayısiyle Hazar-Arap mücadelesi de eski hararetini kaybetmiştir. Mamafih Hazarlar bazan büyük kuvvet­ lerle Azerbaycan’ a ve daha güneye hücum etmişlerdi; bu kabilden olmak üzere onlar 764 de Tiflis’i ele geçirmişler ve 799 da Hazar beyinin ku­ mandası altmda Ermenistan’a girmişlerdi. Halife Hanın el-Reşid’in kumandam Yezid bu müstevli Hazarlar’ı geri atmağa muvaffak olmuş­ 4 0 rV-XVIJI YÜZYILLAHDA TÜKE KAVİMLEHİ VE DEVLETLEHİ tu. Burnı müteakib Arap kaynaklarında artık Hazarların hücumlarından bahsedilmiyor ve böylelikle Güney Kafkaslarda hâkimiyet için yapılan bu çetin Arap-Hazar mücadelesi de sona ermiştir. Araplar bu mücadelede netice itibariyle üstün gelmişler ve Derbend geçidini ellerinde tutmakla Azerbaycan ve Ermenistan’da Arap hâkimiyeti korunabilmişti. Bu defa Hazarların devlet merkezi Aşağı îdil boyunda gelişmiş ve aynı zamanda Karadeniz’in kuzeyi istikametinde de Hazarların nüfuzu yayılmıştı.

Rns Slav Hazar Kağanlığının en kudretli devrinde, Doğu Avrupa’- devletinin kurul- m11 kuzeyinde yeni bir devlet, Rus-Slav Knezliği ması (862 lerde) teşekkül edecek ve bu devlet bir takım elverişli şartların ve Hazarlar’m bir araya gelmesi ile gelecekte Doğu Avrupa’nın en buna tesiri kudretli siyasî ve ekonomik varlığı derecesine yüksele­ cektir1. Bu devletin kurulmasında her şeyden önce, yukarıda adı geçen, Îskandinavya-Bizans ticaret yolunun büyük tesiri olmuştur. Slav uruğlanndan bir kısmı M. s. VI.-VIII. yüzyıllarda Orta Dnepr sahasmdan kuzey’e, îlmen ve Ladoga gölü çevrelerine kadar yayıl­ mışlar ve Fin zümreleri ile karışmışlardı. Buralardaki ormanlarda çok miktarda kıymetli kürklü hayvanlar bulunduğundan, bu Slavların başbca meşgalesi de avcılık idi. Bu defa İskandinavya’dan gelen ve “ Vareg” veya Finler tarafından “ Rus” diye (yâni “ kürek çeken­ ler” ) adlanan ve Batı Avrupa’ daki “ Vikingler” e benziyen zümrelerin faaliyeti başlamıştı. İşte bu Vareg’ler Fin Körfezi’nden İlmen Gölü çevresine gelerek buradaki Slav boylarını hâkimiyetleri altına almışlar, yer yer şehirler tesisle devlet teşkilâtı kurmağa başlamışlardı. Yerli Slav ahaliden aldıkları kürkler, bal ve balmumu bu Vareg-Rus’lann Bizans ile giriştikleri ticarette en mühim ahş-veriş emtiasını teşkil etmişti. 860 yıllarına doğru bu Vareg-Rus faaliyeti çok büyümüş ve galiba o sıralarda ilmen Gölü’nün kuzeyindeki Novgorod şehri, Rurik adım taşıyan bir Vareg-Rus Knezinin (beyinin) merkez şehri olmuştu. Rus vekâyinamelerinde Rurik’in nasıl Slav uruğlan tarafından “ hâkimiyet sürmesi için” davet edildiğine ait bir hikâye dahi nakledilmiştir. Vekâ- yiname, Rurik’in Rus Knezliğini kurmasını 862 yıhnda göstermiş ve bu tarih böylece “ Rus Devletinin başlangıcı” olarak kabul edilmiştir. Tabii bu ancak tahminî bir rakamdır ve sadece rivayete dayanmaktadır.

1 Akdes Nimet K u rat, Rusya Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1948. G. Y ernadaky, Ancient Russia. p. 261 v.d. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 4 1

Bu sıralarda Orta Dnepr sahası Hazarların idaresinde olduğu cihetle, oralarda Hazar tesiri hâkimdi; Sambata (sonraki Kiyef) şehrinde Hazar­ lar tarafından kurulan nizamın işlediği anlaşılıyor. Nitekim buraya çok geçmeden Rus Knezliğinin merkezi nakledilecek ve Rurik’ten sonra Novgorod’da tahta oturan Oleg adlı çok enerjik bir knez Kiyef şehrini ele geçirince (900 yıllarına doğru) Rus devleti sür’atle gelişmek için çok elverişli imkânlara kavuşmuş olacaktır. Hazarların bıraktıkları tesirlerin bu hususta mühim rol oynamış olması mümkündür. Rus “ knezlerinden” , Hıristiyanlığı kabulü ile şöhret bulan Vladimir’in (Rus tarihinin Aziz Vladimir’i) “ Kağan” unvanını taşımış olması da, Hazar tesirinin derecesini gösterecek mahiyettedir.

Hazarlar’a birçok kavmin tabi olduklarını yukarıda Macarlar , söylemiştik. Bunlar arasında Macarlar da vardı. Macarlar, aslında Fin-Ugor menşeli olup, galiba VII.-VIII. yüzyılda Urallardan kalkarak, Idil boyundan aşağı inmişler ve önceleri Kuban boyunda, sonraları da Doneç çevresinde yerleşmişlerdir. “ Etelközü” adı verilen bu sahada, Macarlar bir müddet kalmışlar ve Hazarların idaresinde iken, Hazar uruğları ile epeyce karışmışlardı. Bu defa, Ha­ zarlar için Doğu’dan, Peçenekler’den tehlike belirince, Hazarlar Macar- lar’ı kendi beylerinin idaresinde teşkilâtlandırarak, sonraları Arpad sülâlesi adı ile bildiğimiz bir sülâlenin ortaya çıkmasında mühim rol oynamışlardır. Mamafih, Macarlar’m teşkilâtlandırılmasından bir netice çıkmamış, ve az sonra görüleceği veçhile, Macarlar Peçenekler’in hücumu sonunda, yerlerini yurtlarını bırakıp Batı istikametinde göçe zorlanmış­ lardır.

■gaxat X. yüzyıl ortalarına kadar Hazar Kağanlığı Doğu Kağanlığının Avrupa’nın en kudretli ve büyük devleti olmakta devam çökmesi etmiş ve bu tarihlerden sonra sür’atle çökmeğe başlamış­ tır. Bu Kağanlığın düşüşünün sebepleri türlü yönlerden gelmiş ve her halde, iç düzenin sarsılması, dış tehlikelerin artması aynı zamanda ekonomik düzeninin bozulması bunda müessir ol­ muştur. Hazar Kağanlığı birçok bakımdan Gök Türk Devleti’nin teşkilâtına ve o meyanda askerî teşkilâta da sahip olmakla be­ raber, bir müddet sonra bu düzen bozulacaktır. Hazarların Araplara karşı savaşlarda büyük yararlık gösterdikleri ve gayet cesur asker oldukları bilindiği halde, sonraları bizce meçhul sebeplerden ötürü Hazarlar’m askerî teşkilâtları gevşemiş ve galiba Hazarlar “ asker 42 IY-XYHI YÜZYİLLABDA TDBK KAVİMLER! YE DEYLETLEBİ bir millet’ olmaktan çıkmışlardır. Hattâ o kadar ki, HazarKağan- larının hizmetinde 10-12 bin kadar ücretli ve çoğunluğu Harezim’den gelen. Müslüman kıtalarının bulunduğu biliniyor. Arap kaynaklarında bu kıtalara “ arissi” . veya “ larisii” adı verilmektedir. Bu kıtalardan, belki de bir müddet için faydalı neticeler alınmış fakat sonraları ve bilhassa Hazarların ekonomik durumları zaafa uğrayıp, askerlere ücretleri verile­ meyince, bu çeşit kuvvetlerin tesiri kalmamış olsa gerektir. İşte Hazar Kağanlığında bu askerî kuvvetin düşmesi, devlet otoritesinin sarsılma­ sında başlıca âmil olsa gerektir. Belki de Kağanın ve maiyyetinin Yahudi dininde olmalarının da bunda dahli vardır. Din ayrılığı yüzünden Kağan ve Beyler ile halk arasmda rabıta azalmış ve Kağana karşı bağlılık hisleri de gevşemiştir. Hazarlar arasında türlü dinlerin bulunuşu (mamafih çoğunluğun ya Şaman veya Müslüman olduğu anlaşılıyor) Kağanlığı zaafa götürmüştür. Mamafih Hazar Kağanlığının sukutunda dıştan gelen hücumlar da mühim rol oynamıştır. Bunlardan en mühimi, Doğu’dan gelen Peçenek hücumudur. Buna ait az sonra tafsilât verilecektir. Peçenekler her halde 850 tarihlerinden çok önce Cim (Emba) boylarına gelerek Hazarlara komşu olmuşlar ve Hazar Kağanlığına hücuma başlamışlardı. Bu hü­ cumlardan bilhassa Harezim-îtil ticaret kervan yolunun mutazarrır olduğu ve bu suretle Hazarların ekonomik durumlarına darbe indirildiği muhakkaktır. Ticaret faaliyetinin aksaması ile Hazar Kağanlığının içinde de huzursuzluklar başlamış olmalıdır. 940 tarihlerinden itibaren Hazar yurdu ve bilhassa Hazarların Karadeniz sahilindeki Tamatarhan gibi büyük ticaret merkezleri Rus- Slavların hücumuna maruz kalmıştı. Karadeniz’e büyük “ şayka” larla çıkan Rus-Slavlar, Dnepr (özü) mansabından hareketle Kuban mansa- bına kadar gelerek buraları yağma etmekte idiler. Bir müddet sonra, bilhassa Kiyef Knezi Svyatoslav zamanında, Tamatarhan karadan da hücuma maruz kalmış ve Rusların eline geçmiştir.

Hazar Aşağı Sır Derya çevresindeki muhtelif Türk kavimlerinin Kağanlığının göç hareketleri ve mücadelelerinin tepkileri Hazar Kağan- sonu lığında kendini göstermekte gecikmedi. I X . yüzyılın or­ talarına doğru Oğuzlar’a mensup bazı zümreler aşağı Sır Derya boyuna gelmişler ve buradaki Peçenekler’i tazyike başlamışlardı. Bü defa Peçenekler’in Urallarm güneyinden İdil nehrine doğru sarkmaya başladıkları anlaşılıyor. Aynı zamanda Peçeneklerin Hazar ülkesine yap­ IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 43 tıkları hücumlar da artmış olmalıdır. Bu durum karşısında Hazarlar, Peçenek akmlarıru durdurmak veya zararsız bir hale getirmek mak- sadiyle “ Uz” (Oğuz) Iarla anlaşmışlardı. Bu suretle 860 tarihlerinde Peçenekler’e karşı bir Hazar-Uz ittifakı meydana gelmişti. Bizanshlar nasıl bir barbar kavmi öteki barbar kavme karşı kullanmak istemişlerse, anlaşılan Hazarlar da aynı taktiği tatbik etmeyi tasarlamışlardı. Mamafih Hazarların bu tasarıları başarısızlığa uğramış, Uzlar vasıtasiyle Peçenek- ler’in imhası mümkün olmamıştı. Peçenekler, her halde 860-880 yıl­ larında Uzların baskısından sıyrılarak Hazar yurdu içerisinden Batı’ya doğru geçmişler ve Idil nehrini (her halde kış mevsiminde nehrin don­ duğu zaman) aşarak Don ve Kuban boylarına gitmişlerdir. Bu münase­ betle cereyan eden çarpışmalarda Hazarların büyük tahribata uğradık­ ları ve Hazar Kağanlığının askerî cihetten adamakıllı sarsıldığı anlaşı­ lıyor. Peçenekler, Hazarlara tabi Macarları da yerlerinden çıkarıp Batı’ya doğru itince, Hazarların Batı’daki istinat noktaları, bilhassa Sarkel kalesi de ellerinden çıkınca bu devletin yıkılışı sür’atlenmiştir. Mamafih Hazar Kağanlığı daha yüz yıl kadar ayakta kalabilmiş ve 968 tarihlerinde, Kiyef Knezi Svyatoslav t etrafından hücuma uğrayarak, Don boyu ve Kuban mansabım, Tamatarhan şehrini Ruslara kaptırmış­ tır. Bazı iddialara göre Knez Svyatoslav Hazarların payitahtı İtil şehrini almış ve tahrip etmişse de, bu iddianın aslı olmasa gerektir. Diğer yandan bu sıralarda Doğu’dan yeni büyük bir dalga yaklaşmakta idi: Şark kaynaklarının Kıpçak ve Bizans kaynaklarının da Kuman dedikleri unığlar Batı Sibir’den Yayık ve Idil boyuna doğru ilerlemeye başlamış­ lardı. Bu hareket neticesinde Hazarların Harezim ve Türkistan ile münasebetleri de tamamen kesilmiş ve dolayısiyle Hazarların ticaret faaliyeti de büsbütün durmuştur. Bu suretle X I. yüzyıl başlarında Hazar Kağanlığı hem askerî hem de ekonomik buhranlara ve muhakkak ki içeride de siyasî mücadelelere maruz kalmış ve bir devlet olarak mevcudiyeti son bulmuştur. Hakanlığa son darbeyi indirenlerin Kıp- çaklar olduğu anlaşılıyor. Hazarlar’m bir kısmı bir müddet dahaKınm’da tutunabilmişlerse de, onlar da X I. yüzyıl içinde kaybolup gitmişlerdir. Hazarların kalıntılarının hangi kavim olduğu tesbit edilemiyor. Yahudi dininin bir mezhebine mensup Karaim (Karai) Türklerinin ne dereceye kadar Hazarlarla bağlantıları vardır? Açık olarak bilinemiyor. Hazar­ lardan kalan en büyük hatıra; “ Hazar Denizi” nin adıdır. (Mamafih Batı memleketleri ve onları takiben Rusya’da — Bu deniz’in adı “ Kaspi Denizi” dir). V PEÇENEKLER

Peçeneklerin Peçenekler1, Batı Gök Türk Oğuz uruglarmdan bir menşei kavimdir. Onlar Mahmud Kaşgârî’ye göre 22 Oğuz boyundan ondokuzuncusudur 2. Peçeneklerin "VTII. yüz­ yıl ortalarında Issık Göl ve Balkaş Gölü yakınlarında yaşadıkları, belki de Türgeş’lerin bir kısmını teşkil etmiş olmaları mümkündür. Batı Gök Türk Devleti’nin, VII. yüzyıl ortalarında vukubulan çözülmesinden sonra Türk illerinde başlayan mücadeleler esnasında, Peçeneklerin bulundukları yerlerden Batı’ya itildikleri anlaşılıyor. Bilhassa Karluk’- larrn kuvvetlenmeleri ile Peçeneklerin Talaş boyundan Sır Derya’mn aşağı mecrasına gittikleri kabul edilmelidir. Diğer yandan Oğuz boylarından bir çoğunun Sır Derya istikametinde ilerlemeleri, bu defa Peçeneklerin yeniden yer değiştirmelerine sebep olmuş ve onları Hazar Kağanlığına bitişik sahaya itmeye zorlamıştır. Oğuzların harekete geçmeleri ise, kuzey’deki, yâni Irtış boyundaki Kemek (Kimek) -Kıpçaklann yayılmağa başlamaları ile bağlı olsa gerektir. Bütün bu göçler muhakkak ki, daha iyi otlak elde etmek mak­ sadından ileri gelmiştir. Bu suretle IX. yüzyılın ortalarında Türkistan'ın kuzey-batı kısmında başlayan göç hareketleri, Hazar Kağanlığı üze­ rinden Idil nehrinin batı kısmı istikametinde yeni bir “ Kavimler Göçü” - niin başlamasına yol açmıştır. Peçeneklerin Issık Göl ve Balkaş Gölü çevrelerindeki devirleri hakkında bilgimiz hemen hemen yok gibidir. Bilinen şey, onların diğer Türk kavimleri gibi göçebe oldukları ve bazı komşu kavimlerle müna­ sebet tesis ettikleridir. Peçeneklerin, IX . yüzyıl ortalarına doğru Cim

1 Akdes Nimet K u r a t, Peçenek Tarihi, İstanbul 1937. D. A. R a sovsk iy, Peçenegi, Torki i Berendei na Rusi i v Ugrii. (Rus yurdu ve Macaristan’da Peçenekler, Torklaı ve Berendeler) Seminarium Kondokovianum. (VI. 1933) tan ayrı basım. Peçeneklerin maddî kültürlerine ait birçok eşya Sovyet arkeologları tarafından işlen­ miştir: S. A. P letn eva , Peçenegi, torki i polovcı v yuzno-russhich stepyakh, Materiah po Arkh. SSSR No. 62 (1958). yy. 151-226. Peçeneklere ait bibliyografya: G. M oravcsik Byzantino-Turcica I, pp. 47-49; A. N. K u r a t, İslâm Ansiklopedisi, cüz 96. 2 Divan-ü Lügat it-Türk, Türk Dil Kurumu, Besim A ta la y neşri (Ankara 1939) I, 57. I V -X V n i YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ 4 5

(Emba) ve Yayık nehirleri boyunda yaşadıkları anlaşılıyor. Onlar yaz mevsiminde belki de ta Orta Idil sahasına kadar gidiyorlar ve Idil Bulgarları sınırlarına yaklaşıyorlardı. Peçeneklerin güney Urallarda Başkurtlar ile temasa gelmiş olmaları da mümkündür. Kışın da Peçe­ neklerin Yayık nehrinin mansaplannda kaldıkları anlaşılıyor. Onlar bu suretle göç sahaları itibariyle Hazarların komşusu olmuşlar ve bunun icabı olarak iki zümre arasında bir takım münasebetler tesis edilmişti. Peçeneklerin, “ koyu göçebe” bir kavim olmaları hasebiyle, Hazarlar ülkesinin yerleşik ahalisine ve bilhassa ticaret kervanlarına sık sık baskın yapmış olmaları muhakkaktır. Bu Peçenek baskınlarından bil­ hassa Harezim ile itil şehri arasındaki kervan ticareti mutazarrır olmak­ ta idi. Dolayısiyle Hazarların Peçeneklerin şirretliğinden kurtulmak için bir takım çarelere baş vurmaları gerekiyordu. Bu sıralarda Hazar Ka­ ğanlığının askerî kudreti epey zayıflamış olduğundan, Hazarlar, Peçe- nekleri daha Doğudaki Oğuz (Uz)’lar vasıtasiyle tedip etmeyi tasarlamış­ lar ve Uzları Peçeneklere hücuma kışkırtmışlardı. Hazarların esas mak­ sadı, her halde Peçenek uruğları camiasını dağıtmak ve tabüyyet altma almaktı. Halbuki Peçenekler bu Oğuz (ve Hazar) hücumları altında ezilmemişler ve galiba 860-880 yıllarında Idil nehrinin Batı tarafına geçebilmişlerdi.

Peçenekler’in Peçeneklerin Idil’in Batısına ne zaman geçtikleri kat’i- tdil’in batısına yetle tesbit edilemiyor. Bu geçiş belki de bir kaç merha- geçişleri, 860-880. lede ve birkaç yerden yapılmıştır. Peçenek uruğlarınııj bütün il ve davarlarla bu büyük nehri geçmeleri, her halde kış mevsiminde Idil nehrinin buzlarla örtülü olduğu bir zamanda olması kuvvetle muhtemeldir. Uzların (Oğuzların) baskısı altında Peçe­ nek uruğları Idil’i geçip Don boyu ve Kuban nehri istikametinde gitmişlerdir. Bu geçişin 860 ile 880 yılları arasmda vukubulduğu kuv­ vetle muhtemeldir. Peçeneklerden bazı zümreler, Yayık nehri boyunda Uz (Oğuz)’lann hâkimiyeti altında kalmışlardı. Metbu durumda olmaları hasebiyle bunların elinden iyi meraları alınmış ve dolayısiyle fakrü zaruret içinde yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Nitekim 922 de Yayık nehrinde bu kabil Peçeneklere rastlayan tbn Fadlan, onların fakir bir hayat1 sürdük­ lerinden bahsettiği gibi Bizans imparatoru Konstantin Porphyrogenne-

1 îbn-i Fadlan, (A. Z. Yelidî Togan neşri) c. 38. 9. 17. 46 rv-xvm yüzyillarda t ü b k k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e r i tos da 950 lerde bunların fukaralığından bahsetmiştir1. Peçeneklerin bu kısmı sonraları Urallarm güneyindeki Başkurt boyları arasında eriyip gitmiş olmalıdırlar. Peçeneklerin esas kitlesinin 860 lardan sonra îdil nehrini geçip Batı’ya doğru ilerlemeleri ile, Karadeniz’in kuzeyinde, vaktiyle 375 ten sonra Hunlar ve 558 lerde Avarlarm hareketleri zamanına benzer yeni göç hareketleri başlamış oldu. Peçenekler bu hareketlerin ancak pişdarı idiler. Onları takiben Uzlar (Rusların “ Torki” dedikleri kavim) ve arkasından Kumanlar-Kıpçaklar geleceklerdir. Peçeneklerin Kara­ deniz’in kuzeyi’ne gelişlerinin büyük tepkileri olacak, Doğu ve Orta Avrupa ile Balkanların siyasî ve etnik gelişmeleri ve kaynaşmalarına yol açacaktır. Bu hareketin her şeyden önce Kiyef Rusyası ile Macar­ lar üzerinde tepkisi büyük olmuştur.

„ . . Peçenekler, Idil’in batısına seçtikleri zaman Karade- Macarların yem _ t o * yurt edinmeleri kuzeyindeki bozkırlar nisbeten tenha idi. Ancak Don ile Kuban nehirleri arasında Macarlar vardı2. Onlar, yukarıda da belirtildiği üzere Hazar Kağanlığına tabi idiler. Macarlar, aslında Fin-Ugor ırkına mensup idiler ve galiba Batı Sibir’deki Ostyaklar’m bir budağı olup bir dereceye kadar Başkurt- larla karışmışlardı. Her halde Sibir’den gelen bazı muhaceretlerin baskısı ile Macarlar, YIII-IX. yüzyıllarda Don ve Kuban boyuna gelmişler ve Hazar hâkimiyeti altına düşmüşlerdi. Bunun icabı olarak Macarlar, Hazarlarla epey karışmışlar ve bilhassa üst tabakalarını Hazar uruğlan- na mensup zümreler teşkil etmişti. Macarlar arasında devlet teşkilâtının kurulması da, her halde, Hazar tesiri ile olsa gerektir. Peçeneklerin Idil’i geçtikleri sırada, Macarların ana kütlesi Döneç nehri sahasında “ Etel­ közü” denilen yerde olmuş ve Hazar Kağanı tarafından yükseltilen Arpad adlı bir başbuğ Macarların başma geçirilerek devlet teşkilâtının temelleri atılmıştır. Arpad’ın idaresindeki Macarlar, Doğu’dan gelen Peçenek hücumuna dayanamayarak yeni yurt bulmak maksadiyle batı istika­ metinde harekete geçmişlerdir. Macar zümresinin bu hareketi tafsilâtı ile bilinmektedir. Onlar 890 yıllarında Kiyef Rusyası’nın güneyinden geçmişler ve bir müddet sonra Tissa ve Tuna nehirleri ile Balaton Gölü çevresine gelerek burayı yurt edinmişlerdir. Bunu müteakib Macarların, Pannonya, Kuzey İtalya

1 Konstantin Porphyrogennetos, De Adm. Imp, p. 166-167. 2 Yine, pp 70, 81. Burada Macarlar’ a hep “ Türkler” denmiştir. rv-xvn l YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEHİ 47 ve Frank Devletinin içlerine kadar Batı Avrupa’ya akınları başlıyor; tıpkı vaktiyle Attila Hunları veya Bayan Han’ın Avarlarının yaptıkları gibi Macarlar Avrupa için “ müthiş bir kırbaç” oluyorlar. Macarların Tissa ve Tuna boyuna gelmeleri ile, Avrupa'nın tam göbeğinde, Avrupa kavimlerinden tamamiyle farkh, yan Asya’lı bir kavim yer almış bulu­ nuyordu. Mamafih bu kavim, çok geçmeden oradaki şartlara uyarak tamamiyle yerleşik hayata geçmek zorunda kaldığı gibi, M. s. 1000 senesinde de Roma’dan katolikliği almakla Macarlar, Batı Avrupa ka- vimleri camiasının bir unsurunu teşkil edeceklerdir.

_ Mamafih bütün bunlar gerçekleşinceye kadar, Macarlar Macarların Orta . Avrupa’da yerle;- Karadeniz m kuzeyindeki hususiyetlerim muhafaza melerinin (esirleri edecekler ve bilhassa etraflarındaki Slav unsurlarını inkıyadları altma almak suretiyle de Orta Avrupa tarihinde mühim bir rol oynayacaklardır. Zaten, Macarların Tissa ve Tuna sahasını işgal etmeleri ile, Polonya ve Bohemya’daki Slavlar ile Balkanlardaki Slav zümreleri arasındaki bağlantı da kalma­ mıştır. Bu suretle Peçeneklerin Macarlan eski yurtlarından çıkanp, yeni yurtlarına gitmeğe zorlamaları ile Batı ve Doğu Slavlan ile Güney Slavlan arasındaki bağlantı ortadan kaldırılmış oldu. Bunun sonuçlan ise, sonraki yüzyıllarda kendini gösterecektir.

Peçeneklerin Karadeniz’in kuzeyine gelerek Don’dan İTCyvUv&NXim « İ l 1 münasebetleri Tuna ya kadar uzanan geniş bozkırları baştanbaşa işgal etmelerinin bilhassa Kiyef Rusyası tarihi üzerinde büyük tesiri görülmüş ve dolayısiyle Peçenekler Rusya tarihinin de mühim bir sahifesini doldurmuşlardır. Tanınmış Rus tarihçisi Klü- çevski’nin tabiri veçhile, “ Rusların steple mücadeleleri” işte bu Peçe- n ekleri e başlamaktadır. Peçeneklerin, Idil’i geçip Don, Kuban boylan ile Orta ve Aşağı Dnepr, Kınm ve Tuna mansabına kadar 2000 klm.yi geçen bir sahaya yayıldıklan zaman, sekiz uruğdan ibaret olup her bir uruğ kendi başına buyuruk olmakla beraber, yine de toplu bir Peçenek camiası halinde yaşadıkları anlaşılıyor. Peçenekler, bu geniş sahada bir kaç devletle sınırdaş olmaları itibariyle, onlarla bir takım münasebetler kurmuşlardı. Bu sıralarda Karadeniz’in kuzeyinde en mühim devlet, merkezi Kiyef olmak üzere Rusya (Kiyef Rusyası) idi. Dolayısiyle Peçenekler ile Kiyef Rusyası arasında türlü yönlerden bağlantılar olacaktır. Bir 48 IV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ kere Peçenekler, göçebe olmaları hasebiyle, yerleşik Rus arazisine akın yapacaklar, Rus köyleri ve şehirlerini yağma edecekler, ahaliyi esir sıfatiyle alıp götüreceklerdi. Nitekim Rus vekayinâmelerinde bu Peçenek akmlan ve savaşlarından çokça bahsedilmiştir. Peçeneklerle Ruslar, yaklaşık olarak 900 tarihlerinden 1036 ya kadar 130 yıl yan yana yaşa­ mışlardı. Rus vekayinâmesinde Peçeneklere ait ilk kayıt 915 yılına aittir; mamafih Peçenek akmlan bu tarihten daha sonraları başlamıştır. Yaklaşık olarak 121 yıl içinde 11 Peçenek akınmdan bahsediliyor; yâni her bir 11 yıla bir Peçenek alanı isabet ediyor; her halde bunun dışında da bazı ufak tefek akınlar, çapullar vuku bulmuştur; görülüyor ki, Peçenekler hattızatında Rus yurdunu fazla rahatsız etmiş değillerdir. Akın yaptıkları zaman, bunun da bazı makul sebepleri olması müm­ kündür: Onlar ya tahrik edilmişler veya Rus Knezleri tarafından ken­ dileri davet edilmişlerdir. Peçcneklerin Rus yurduna “ ilk gelişleri” vekayinâmede 915 yıh olarak gösterilmiş ve bu münasebetle şunlar yazılmıştır: “ Peçenekler, 915 yılında Rus yurduna ilk defa geldiler ve (Knez) Igor ile barış akdet­ tikten sonra Tuna tarafına gittiler” *. Vekayinâmede devamla,“ Peçenek- lerin Bizanslılar tarafından Bulgarlara karşı savaş için davet edildikleri, Peçeneklerin bunu kabulle Tuna mansabma gittikleri, fakat Bizans kumandanları arasında ihtilâf çıktığını görünce, geri dönüp gittikleri” anlatılmıştır. Hakikaten Peçenekler 917 de Bizanshlara yardım için Tuna boyuna gitmişler ve olaylar vekayinâmede anlatıldığı gibi cereyan etmiştir. Bu hususa ileride temas edilecektir. Bizi burada ilgilendiren cihet: Peçeneklerin Bulgarlara karşı gitmelerinden önce Kiyef Knezi tgor ile bir banş akdetmeleri, yâni gerilerini emniyet altına almalarıdır. Peçenek-Rus komşuluğunun başlangıcında iki zümre arasında fazla çatışma olmadığı da görülüyor. Çatışmalar daha ziyade sonraları ve çoğu zaman Rusların ya taarruzları veya Peçeneklerin düşmanlarını himaye etmeleri yüzünden vukubulduğu görülecektir. Peçeneklerin erkenden Rus knezlerinin hizmetine girdikleri, daha doğrusu yardımcı kuvvet olarak Rus seferlerine katıldıklan biliniyor. Bu kabilden olmak üzere yukanda adı geçen Knez tgor, 944 yıhnda Kırım’daki Khersones şehrine, yâni Bizans’a karşı bir sefer açtığında, ücretli asker olarak Peçenekleri de yanma almıştı. Knez Igor’un 946 yılrnda vuku bulan ölümünden sonra, vekayinâmelerde tam 22 yîl her

1 Povest' vremennych let. I. (Akad. neşri) s. 31. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 49 hangi bir Peçenek akınından bahsedilmemesi, Ruslarla Peçenekler arasında iyi münasebetlerin uzun zaman devam ettiğine delâlet eder. Fakat Kiyef Knezliğinin başma Svyatoslav gibi çok cesur ve atılgan bir Knezin geçmesi ile, Ruslarla Peçenekler arasında çatışmaların yeniden başlayacağı âşikârdı. Nitekim, “ Rus Iskenderi” diye tanınan ve Kiyef Rusyası’nm en kahraman simalarından biri olan Knez Svyatoslav zamanında, Peçeneklerle Ruslar arasında daimî bir düşmanlığın hüküm sürdüğü, vekayinâmelerden açıkça görülüyor. Yekayinâmede, tabiatiyle, saldırgan olarak Peçenekleri gösteriyorlar; halbuki İgor zamanında ve sonraları sükûnet içinde yaşayan Peçeneklerin birdenbire saldırgan olmalarının muhakkak ki sebepleri vardı. Peçeneklerin Kiyef Rusyası’nın güney sınırına çok yakın bir sahada yaşamaları ve Ruslarla Peçenekler arasında Knez îgor zamanında gayet dostça münasebetlerin devam ettirilmesi Rus askerî teşkilâtına Peçenek­ lerin. epey tesir yapmasını sağlamıştı. Nitekim Knez Svyatoslav kendisi de tam bir Peçenek başbuğu vasfında bir askerdi. Bir göçebe başbuğu gibi ata biner, maiyyeti ile birlikte at sırtında seferlere katılır ve gayet sade bir hayat yaşardı. Svyatoslav’ın atlı kıtaları da, muhakkak ki, Peçeneklere benzetilmek istenmişti. Svyatoslav, 965 yılında, Idil Bul- garlanna karşı bir sefer açtığı gibi, az sonra Hazarlara karşı da yürümüş ve bazı Hazar şehirlerini zaptetmişti. Bir iddiaya göre, Svyatoslav’ın itil şehrini dahi aldığı ve dolayısiyle Hazar Kağanlığının yıkılmasında en mühim âmil olduğu söyleniyorsa da, bu iddia, yukarıda da söylen­ diği gibi, pek yerinde olmasa gerektir. Svyatoslav, 968 yılında Tuna Bulgarları memleketini ele geçirmek maksadiyle bir sefer açmıştı. Peçenekler, güya onun Kiyef’te bulunma­ yışından istifadeye kalkışmışlar ve 968 yılında Rusya’nın bu başşehrini kuşatmışlardı.

Peçenekler’in ^ us vekayinâmesinde bu münasebetle şunları okuyo- Kiyef’i ruz 1: “(968) de Peçenekler Rus yurduna ilk defa geldi- kuşatmaları, 968. 1er (sic: her halde “ ilk defa hücum ettiler” demek istenmiştir). Bu zaman (Knez) Svyatoslav Pereyas- lavl’de (Tuna boyunda) bulunuyordu. Knezin annesi Olga, çocukları Yaropolk, Oleg ve Vladimir, Kiyef’te kapanmışlardı. Peçenekler büyük kuvvetlerle şehri kuşatmışlardı; haddi hesabı olmayan bu kitle Kiyef

1 Povest' vremennych let I, 47-48. 50 ıv-xvın yüzyillabda t ü b k k a v î m l e h i VE DEVLETLEBİ

şehrinin etrafında duruyorlardı. Kiyef’ten ne çıkmak, ne de dışarıya haber göndermek mümkündü. Ahali açlıktan ve susuzluktan takatsiz kalmıştı. Şehrin karşısında Dnepr (özü) kıyısında adamlar toplanmıştı. Fakat onlar şehre giremedikleri gihi, şehirdekiler de oraya gidemiyor­ lardı. (Bu durum karşısında) şehir halkı bir araya gelerek ne yapacak­ larını düşünmeğe başladılar; eğer ertesi gün, karşıdaki adamlar ş'ehire yaklaşmazlarsa, şehrin (yâni Kiyef’in) Peçeneklere teslim olacağını bildirmek için karşı sahile gidebilecek bir adam arıyorlardı. Bunun üzerine gençlerden biri bu görevi üzerine alabileceğini söylemiş ve elinde bir yularla şehirden çıkıp gitmişti. Bu adam, Peçenekler arasında dola­ şarak atını aradığını söylüyor, Peçeneklere atını görüp görmediklerini soruyordu; çünkü Peçenekçe konuşmayı biliyordu. Onlar da (bu Rus) gencinin kendi adamları olduğunu zannetmişlerdi. O genç, Dnepr’e yaklaşınca esvabını çıkarmış, kendini nehire atmış ye karşı tarafa yüzmeğe başlamıştı. Peçenekler bunu görünce sahile koşuşmuşlar ve arkasından ok atmaya başlamışlarsa da isabet ettirememişlerdi. Aynı zamanda öteden (Ruslar da) kayığa binerek karşı gelmişler ve genci yanlarına alarak askerî kıt’anın bulunduğu yere götürmüşlerdi.

Kiyef’ten gelen genç: “ Eğer ertesi gün karşı sahildeki kıt’a şehire yaklaşmazsa, Kiyef ahalisinin Peçeneklere teslim olmaya karar verdik­ lerini” söyledi. Bunun üzerine kıt’a kumandanı Pretiç, şehre yaklaşa­ caklarını ve Knezin annesi ile çocuklarını kurtaracaklarını, aksi takdirde Svyatoslav’ın kendisini mahvedeceğini, (yâni öldüreceğini) bildirdi. Sabah olunca Dnepr’in öbür tarafındaki askerler kuvvetle trampet çalarak, kayıklara binip şehire yaklaşmaya başladılar ve şehir ahalisi de bunu görünce, yüksek seslerle bağırışmaya başlayınca, Peçenekler, Knez (Svyatoslav) geri dönüyor zannı ile şehrin yanından çekilip gittiler. Bunun üzerine karşıdaki kıt’alar kayıkları ile Kiyef tarafındaki sahile yanaştılar ve Olga ile torununu şehirden kaçırdılar.

Peçenek başbuğu bunu görünce, tek başına Pretiç’in yanına gitmiş ve: “ Sen Knezmisin?” diye sormuştu. Öteki de: “ Hayır, onun adamıyım ve ön kıtasıyım; arkamdan Knez haddi hesabı olmayan büyük bir ordu ile gelmektedir” cevabını vermişti. Bunun üzerine Peçenek başbuğu korkmuş, Pretiç’e dostluk teklifinde bulunmuştu. Pretiç de bunu kabul edince, birbirlerine hediyelerini vermişlerdi. Peçenek başbuğu Pretiç’e at, kılıç ve ok hediye etmiş, Rus da buna zırh, kalkan ve büyük bir kılıçla karşılık vermişti. ÎV-XVni YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ Sİ

Bıımm üzerine Peçenekler Kiyef yanından çekildilerse de, yine de Rusların atlanm sulamalan mümkün olmadı; çünkü Peçenekler (Kiyef’e yakın) Lebedi (ırmağı) üzerinde bulunuyorlardı. Bu durum karşısında Kiyef ahalisi Svyatoalav’ a adamlar göndererek: “ Knez, sen başkalarının yerini zaptetmek istiyorsun; fakat kendi arazini savunamıyorsun; az kalsın şehri, anneni ve çocuklarını Peçenekler ele geçiriyorlardı. Ve iş böyle devam ederse, onlar şehri (yâni Kiyef’i), anneni ve çocuklarını alacaklardır; onlara hiç acımıyormusun ?” diye sordular. Svyatoslav bu sözler üzerine atma binerek Kiyef’e hareket etti, Peçenekler’i şehrin yanından koğdu ve emniyeti sağladı” . Rus vekayinâmesinde nakledilen bu olayda, her halde bir kaç ayrı vak’a bir araya getirilmiştir. Muhakkak olan şey Peçenekler’in Kiyef şehrini kuşatmış olmalarıdır. Fakat muhasara aletlerine sahip olmadık­ ları için, şehri zaptedemeyip, geri çekilip gittikleri anlaşılıyor. Bir müddet sonra Svyatoslav Kiyef’e dönüyor ve vakanüvis de Svyatoslav’m Kiyef’e dönüşü ile Peçeneklerin çekilip gidişleri arasında bir bağlantı kuruyor. Burada nakledilen hikâyenin dikkat çekici taraü da Kiyef ahalisi ara­ sında Peçenekçe bilenlerin bulunduğunun kaydedilmesidir. Sonra, Pe­ çenek ve Rus başbuğları arasında karşılıklı verilen hediyeler de karak­ teristiktir. Peçenek başbuğu hakikî Türk göçebe silâhları olan ok, kılıç ve at veriyor; Rus da, daha ziyade bir müdafaa silâhı olan zırh kalkan ve geniş yüzlü kılıç ile mukabele ediyor. Ayrıca, Peçeneklerle Ruslar ara­ sında hemen dostluk kuruluverdiğinin belirtildiği görülüyor. Vekayinâ- medeki bu tafsilât bu devir Peçenek-Rus münasebetlerini aydınlatmak bakımından da önemlidir.

Ikj Knez Svyatoslav, 968 de Bulgaristan seferini yanda Svyatoslav’m bırakıp, Kiyef’i Peçeneklerden korumak için geri dön- Peçenet başbuğu dükten sonra, Rusya’da çok kalamadı ve 970 de tekrar Küre tarafından. Bulgaristan’a giderek Bizans’a karşı harbe başladı, öldürülmesi, 972. M a m a fih Ruslar İmparator lan Tzimistzes (Çemişke- zekli) tarafından müthiş bir yenilgiye uğratdarak barış akdine zor­ landılar. Svyatoslav, maiyyeti ile birlikte Kiyef’e dönerken, galiba Bizanslılarm tahriki üzerine, Peçeneklerin hücumuna maruz kaldı. Svyatoslav ve yanındakiler Dnepr nehrinin kayalık kısmında çevril­ diler. Mevsim kış idi ve galiba Svyatoslav bir müddet orada kaldı. Sonra yoluna devam etmek isterken Peçenek başbuğu Küre tara­ fından yakalanarak maiyyeti ile birlikte kılıçtan geçirildi; Küre, 52 rV-XVTH YÜZYILLAHDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

Svyatoslav’m kafatasından maşraba yaptırarak ziyafetlerde bunu içki kadehi olarak kullanmağa başladı. Eski Rus tarihinin “ İskender’i” bu suretle bir Peçenek başbuğu eliyle yok edilmiş oldu1.

_ ,, . _ Svyatoslav’m ölümünden sonra, Knezin oğulları ara- Peçeneklenn Rus J , yurduna akmlan smcla başlayan ıç mücadeleye Peçenekler de karıştırıl­ mışlardı. Svyatoslav’m halefi Yladimır (Hıristiyanlığı kabul eden Aziz Vladimir) zamanında (972-1015) Ruslarla Peçe­ nekler arasında mücadele çok şiddetlendi. Buna sebep, Rusların boyuna Peçeneklere ait sahaya doğru yayılmaları ve yer yer müstah­ kem noktalar, şehircikler kurmaları oldu. Knez Vladimir zamanın­ da Ruslar tarafından Desna, Vostra, Trubez, Stula ve Stugna nehirleri boyunca tahkimli noktalar ve hatlar yaptırılmış, Peçenek arazisine yüz kim. kadar tecavüz edilmişti. Bu tahkimli noktalar aynı zamanda Peçeneklere karşı hücumun dayanak noktalan olduğu gibi, Peçeneklere düşman zümrelere bilhassa Peçeneklerden kaçarak Ruslara sığınan Türk menşeli göçebe kaçaklara iltica mahalli vazifesini de görmekte idi. îşte bu ve buna benzer sebeplerden ötürü Ruslarla Peçeneklerin arası açılmış ve Peçenekler de Rus ilerleyişini durdurmak için akınlar ve çapullar yapmağa zorlanmış olmalıdırlar. Vekayinâmedeki kayıdlara göre, Knez Vladimir 988 de Peçenekleri yenmişti. 992 yılında da Peçenekler Pereyaslavl' şehrine hücum etmiş­ lerdi. 996 da Peçenekler bir kere daha Kiyef şehrine kadar gelmişlerdi. Bundan başka Belgorod şehrinin de Peçenekler tarafından kuşatıldığı biliniyor. Knez Vladimir’in saltanatının son yılında, yâni 1015 de, Oğlu Boris’i Peçeneklere karşı savaşa gönderdiği de kaydedilmiştir. Vladimir’den sonra Kiyef’te Knez olan Yaroslav (Mudrıy) zamanında da Ruslarla Peçenekler arasmda savaş devam etmişti. Mamafih bu savaşın, Rus Knezlerinin kendileri tarafından davet edilmek suretiyle vuku bulduğu da görülüyor. Yaroslav’a karşı mücadele eden Knez soyundan Svyatopolk, Peçeneklerle anlaşmış ve onlara dayanarak tahtı ele geçirmek istemişken, 1019 da Peçeneklerin büyük bir yenilgiye uğ­ ramaları üzerine bu teşebbüsten vazgeçmek zorunda kalmıştı. Peçenekler Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda sekiz uruğ halinde yüz yıldan fazla rahat bir hayat yaşadılar. Bu sıralarda en büyük düşmanlan olan Uz (Oğuz, Rus vekayinâmelerinin Torki’leri)lardan

1 Povest' vremennych let I, 52-53. r v o c v m yüzyillabda t ü h z k a v İ m l e b İ v e d e v l e t l e r i 53 bir kısmı îdil nehrini geçip, Sura-Oka çevresine gitmiş olmalıdır. X I. yüzyılın başlarında, Uzların esas kitlesi her halde Doğu’dan gelen Kimek- Kıpçak (Kuman)ların baskısı ile Idil’in Batı tarafına geçmiş ve Don boylarını işgale başlamıştır. Bu defa Peçenekler de Dnepr’e doğru kay­ maya başlamışlardır. Mamafih Peçenek camiası daima hareket ve göç halinde idi. X . yüzyılın ortalarından itibaren, bilhassa 943-972 yılla­ rında bunlardan kalabalık zümrelerin Macaristan’ a gidip yerleştiği biliniyor. Esas kitle Dnepr’in sağ tarafındaki Dnestr (Turla) boyuna, bugünkü Basarabya’ya gitmiş gibi idi. X I. yüzyıl ortalarına doğru Peçeneklerin on bir uruğ teşkil ettikleri de biliniyor. Bilhassa Uzların tazyiki altında mütemadiyen Batı’ya itilen Peçeneklerin yeni yurt aradıkları, yâni sürülerini otlatmak için elverişli otlaklar ve kışı geçire­ bilecek müsait kışlak sahaları aradıkları görülüyor.

Peçeneklerin Uzlarm baskısı ile Batı’ya doğru çekilen Peçeneklerin Ruslar tarafın- bir kısmı, galiba Kiyef Rusyası’nın güney sahasında don yenilmeleri, bir müddet kalmış ve Rus arazisine akutlarda bulun- 1036. muştu. Bu sıralarda Kiyef’te Yaroslav (Mudny) adlı enerjik bir knez hüküm sürüyordu. Yaroslav kendisine karşı gelmek isteyen Knezleri inkıyad altına almış ve Kiyef Rusyası’mn birliğini koruduğu gibi, güney’deki Peçenekleri de Rus sahasından tarda muvaffak olmuştu. Bu yolda yapılan savaşların en şiddetlisi 1036 da cereyan etmiş ve vekayinâmede bu münasebetle şu kayıt yapılmıştır: “ 6544 (1036) yılında Yaroslav Novgorod’da (yâni kuzey’de) bulunu­ yordu. O, Peçeneklerin Kiyef yakınında toplandıkları haberini aldı. Vareg ve Slovenlerden müteşekkil büyük bir ordu ile Kiyef’e geldi. Peçeneklerin haddi hesabı yoktu. Yaroslav şehirden (yâni Kiyef’ten) çıkarak Peçeneklerin üzerine yürüdü. Yareg’ler merkezde, Kiyef’liler sağ kolda ve Novgorod’lular sol kolda mevki almışlardı. Peçenekler, bu­ gün St. Sophıa Kilisesi’nin bulunduğu ( o zaman oraları şehrin dışında idi) yere gelerek harbe tutuştular. Müthiş bir çarpışma oldu ve Yaroslav güç halle akşama doğru Peçenekleri yenebildi. Peçenekler türlü yönlere kaçıştdar, birçoğu de Setomli nehrinde ve birçoğu da diğer ırmaklarda boğuldular ve kalanları da bu güne kadar tamamiyle kaybolup çekilip g i t t i l e r 1036 da Kiyef şehrine hücum eden Peçeneklerin büyük bir kuvvet teşkil etmedikleri, Peçenek ana-kitlesinin bu sıralarda Tuna boyuna gitmiş olduklan muhakkaktır.

1 Povest' vremennyck let I, 101-102. 54 r v o c v m yüzytllaeda T ü r k k a t i m l e h İ v e d e v l e t l e b î

Rus vekayinâmesinde Peçenekler’in “ tamamiyle kaybolup gittik- leri” nin ifade edilmesi, onların Kiyef Rusyası sınırından büsbütün uzak­ laşmaları demekti. Hakikaten, 1036 yenilgisinden sonra Peçenekler bir kuvvet olarak Rusya’yı bir daha tehdit etmediler. Esas kitle bu sıralarda Aşağı Turla ve Tuna boyuna doğru gitmiş ve Peçeneklerden ancak bazı küçük zümreler Rus knezliklerinde hudut bekçileri olarak kalmışlardı. Peçeneklerden boşalan bozkırlara bir müddet sonra Uz’lar geleceklerdir. Bu suretle Peçeneklerin Ruslar’la temasları 1036 dan sonra tamamen kesilmiş ve Kiyef Rusyası için “ Peçenek meselesi” diye bir problem kalmamıştı.

Peçenekler Peçenekler, 890 yıllarından itibaren Kiyef Rusyası’mn Ruslar’m Kara- güney hudutlarına gelerek, 150 yıl kadar Rusların deniz sahillerine güney komşuları olmuşlardı. Burada kaldıkları zaman, inmelerini Kiyef Rusyası henüz kuruluş safhasında idi. Böyle durdurmuşlardır 0 Im a ]5j a beraber Rusların Dnepr nehri’ni takiben Ka­ radeniz’e inmek için gayret sarfettikleri görülmüştü. Nitekim Kiyef Rusyası’nm çok enerjik Knezi Oleg, Dnepr nehri üzerinden büyük kayıklarla (çok sonraları Kazakların yaptıkları gibi) Karadeniz’e çıkmış ve 907 de hattâ İstanbul Boğazı’na girerek Bizans’ın payitahtına saldırmak cesaretini dahi göstermişti. Kendi­ sinden sonra Knez Igor’un da Karadeniz’e çıkarak Bizans’a karşı savaştığı biliniyor. Bu suretle Kiyef Rusyası kuruluşunun ta başından itibaren Karadeniz’e çıkmak için çaba göstermekte idi. Dnepr nehri bu sıralarda “ Iskandinavya-Bizana ticaret yolu” diye bilinen ve nehirleri, gölleri takiben Fin Körfezi’nden Baltık Denizi ve bugünkü İsveç’e kadar uzanan en mühim ticaret yollarından birini teşkil ediyordu; Kiyef şehri de bu yol üzerinde en büyük ticaret iskelelerinden biri idi; zaten yukarıda da izah edildiği gibi Rus Devletinin kurulması ve gelişmesi büyük ölçüde bu ticaret yolu üzerinde bulunmasının bir neticesi idi. Kiyef Knezleri de bu yolu tamamiyle kendi kontrolleri altında tutmak istemişler ve dolayısiyle Karadeniz’e çıkarak Bizans’ a da kendi istek­ lerini kabul ettirmeğe çalışmışlardı. Dnepr nehrinin, Kiyef’ten çok aşağılarında, 60 kim. lik bir dirsek yaptığı kayalıklar bu ticaret yolunun en zayıf tarafı idi. Kayıklar bu kayalıklardan geçemedikleri için, onları karadan sürüklemek icap edi­ yordu. Karadan sürüklerken de bunların muhafazası için kalabalık muhafız askerleri bulundurulması şarttı. Bu defa Peçeneklerin buraları IVOCVİII YÜZYILLARDA TÜBK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 55 ele geçirmeleri üzerine, kayalık sahanın, korunması fevkalâde güçleşti; dolayısiyle bu ticaret yolu gittikçe ehemmiyetini kaybetmeğe başladı. Peçenek tehdidi yüzünden Rusların Dnepr’i takiben Karadeniz’e çık­ maları da durduruldu. Bu suretle Peçeneklerin Karadeniz’in kuzeyine gelmeleri ve burada 150 yıl kalmalarının en büyük sonucu Rusların Karadeniz’ e inmeleri hamlesine set çekilmiş olmasıdır. Peçeneklerden sonra Kumanlar aynı şeyi yapacaklar ve kuzey Karadeniz bozkırla­ rının bir “ Türk ülkesi” olarak kalması devam edecektir.

Karadeniz’in Peçenekler, tıpkı diğer göçebe Türk kavimleri gibi, ayrı kuzeyindeki ayrı uruğlardan teşekkül etmekte idiler. Uruğlar da Peçenek uruğlan daha küçük oymak (aymak) lara bölünüyorlardı. Issık ve yaşayış tarzları Göl ve Talaş boylarmda iken Peçeneklerin kaç ırruğ teşkil ettikleri bilinmiyorsa da, başhca üç uruğun önem kazandığı anlaşılıyor. Bunlar galiba Ertim (Erdem), Çur ve Yula adını taşıyorlar ve belki de “ Kangar” müşterek adı ile biliniyorlardı. Belki de Türk Kağanlarına akrabalıkla bağlı olmaları hasebiyle “ Bacanak” adı (lâkabı)nı almışlar ve erkenden “ Peçenek” (Bacanak) olarak adlandırılmışlardır.

Peçenekler îdil nehri’ni geçip Batı’ya giderlerken sekiz uruğ teşkil ediyorlardı. Bunların adlan şunlardı: Ertim (Erdem), Çur, Yula, Kulbay (Külbey), Karabay, Talmat (Telmaç?), Kaban (Kapan?) ve Çoban. Bizans împaTatoru Konstantin Porphyrogennetos tarafından nakledilen bu uruğ adları, her halde aşıtlarına çok yakm olsa gerektir. Çünkü Bizans İmparatoru Peçeneklere çok önem vermiş ve dolayısiyle bu konuda çok titiz davranmıştır. Bu sekiz uruğdan ilk üçü (Ertim, Çur ve Yula) asil olmaları hasebiyle, “ Kangar” olarak tanınıyorlardı. Bizans imparatoruna göre Kangar’m manası “ asil” (yâni aristokrat) demekmiş. Bu sekiz uruğ ayrıca kırk oymağa bölünmekte idi. Her uruğun ve her oymağın başında reisleri vardı.

Bu sekiz Peçenek uruğu Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda, heT uruğ için tahsis edilen belli sahada dağılmışlar, yaylak ve kışlaklarda yaşamağa başlamışlardı. Peçeneklerin bu yeni yurtlan göçebelik için fevkalâde elverişli idi; bol otlan, müsait yaylalar ve kışlaklan (nehir­ lerin mansaplan, sazlık, kamışlı yerler) ve çok geniş otlaklan ile hayvan sürülerinin sür’atle çoğalmasına imkân veriyordu. Peçeneklerin buralarda tam bir refaha kavuştuktan muhakkaktır. 56 rv-xvm yüzyillabda t Ö k k k a v İk l e b İ v e d e v l e t l e b i

Karadeniz’in kuzeyine gelişlerinden doksan yıl sonra, Peçenek uruğlannm aynı adları muhafaza ettikleri, ancak her uruğun birer takma ad aldıkları görülüyor. Şöyle ki, Peçenek uruğlan 950 tarihlerinde, yani Konstantin Porphyrogennetos’un eserini yazdığı tarihlerde şu adları taşıyorlardı: Eskiden “ Ertim” (Erdem) olan uruğa şimdi “ Yavdı- ertim” deniyordu. “ Çur” uruğu da “ Kuvarcıçur” (Küverciçur) olmuştu, “ Yula” nınki de “ Kabuksınyula” , “ Kulbay” ınki “ Surukulbay” (Külbey), “ Talmat” (Telmaç) miti “ Borotalmat” , “ Kaban” inki “ Yazıkaban” , “ Çoban” ınki “ Bulaçoban” olmuştu. Ancak Karabay uruğunun adına bir takma isim konmamış, eskisi gibi kalmıştı. Bu sekiz Peçenek uruğu Dnepr nehri’nin sağ (Batı) ve Sol (Doğu) tarafında olmak üzere iki sahaya bölünmüştü. Bu ikiye bölünüş, bütün Türk kavimlerinde müşahede edilen ve esasında askerî nizam olan sağ kol ve sol kol usulüdür. Kuvarcıçur, Surukulbay, Borotalmat ve Bula­ çoban uruğlan Dnepr’in doğu tarafındaki bozkırlarda; kalanları da batısındaki bozkırlarda idi. Yazıkaban uruğu Dnepr nehrinin aşağı kısmında, Yula, Karabay ve Yavdıertim uruğlan da bu nehrin batı ve kuzey kısmında idiler. Peçeneklerin göç sahalarının sınırları kat’i olarak tesbit edilemiyor. Ancak istikametleri bilinmektedir. Kuvarcıçur uru­ ğunun Uzlar tarafında Hazar sınırında, yâni Sarkel kalesi çevresinde olduğu (bunlara Hazar Peçenekleri de denirdi), Surukulbay uruğunun Alanlara yakın; Borotalmat uruğunun Kuban boyunda, Kınm’da yâni Bizans’ın Khersones şehri çevresinde de Bulaçoban uruğunun bulunduğu anlaşılıyor. Dnepr’in batı tarafına gelince, buradaki göç yerleri de pek açık olmamakla beraber, ayn uruğların şu sahalarda bulundukları anlaşılıyor; Yazıkaban uruğu Bulgaristan’a yaltın (yâni Aşağı Tuna boyunda), Yula uruğu Macaristan’a yakın (yâni Karpatların eteklerinde), Karabay uruğu Kiyef Rusyası’na yakın yerlerde; Yavdıertim uruğu da Kiyef Knezine vergi veren Ugliç, Drevlyan ve Lutiçler’e hemhuduttu. Peçeneklerin mütemadiyen hareket halinde olmalan hasebiyle bu göç yerlerinin sık sık değiştiğini ve uruğların bir yerden bir yere gittik­ lerini söylemeğe lüzum dahi yoktur.

_ , Gcçebe Türk kavimlerinin sosyal nizamları belli bir başbuğlarının boy-uruğ teşkilâtına dayanmakta idi. Boyların başın- adlan da duran reisleri ve yakınlan bütün camianın mu­ kadderatına hâkim olan “ yüksek askerî aristokrasi” zümresini teşkil ediyordu. Dolayısiyle göçebe Türk’lerde uruğ reislerinin rV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 57 mevkii pek yüksekti. Bundan ötürüdür ki, Könstantin Porphyrogenne- tos, Peçenek uruğ başlarının adlarım dahi kaydetmek imkânını bulmuş­ tu. Peçenek’lerin Idil’i geçtikleri sıralarda (yani 860-880 tarihlerinde) uruğ başlarının isimleri şunlardı: Ertim (Erdem) uruğunun reisi: Mayçan (Bayçan?), Çur uruğunun başı-Kuel (?), Yula’nm Korkut (an), Rıilbay’mki: îpaon(?), Kaban’ınki Yazı ve Çoban’ın ki de Vatan (?) idi; diğer iki uruğun reisinin adı zikredilmemiştir. Daha sonraki Bizans Kronikleri ve Rus Vekayinâmelerinde Peçe- nek’lere ait şu isimler mevcuttur: Küre-972 de Rus Knezi Svyatoslav’ı öldüren Peçenek başbuğ’u. Turak (Tirek)-1048 yıllarmda 11 Peçenek uruğunun reisi. Kilter-Turak’m babası. Kegen-1048 lerde, Uz’lara karşı savaşlarda ad kazanan başbuğ. Balçar-Kegen’in babası. Sulça, Selte, Kateleim, Karaman-1049 larda Peçenek başbuğları. Tatuş-1087 de Silistre’de Peçenek başbuğu. Çelgü-1087 de Peçenek başbuğ’u. Neançı, Kançu, Katrantı-1087 lerde Peçenek başbuğları. Bu Peçenek başbuğlarının isimlerinin, birkaçı müstesna, Türkçe olduklan ve diğer Türk kavimleri ile müşterek olduğu derhal görülüyor. Bunlardan “ Korkut” , “ Karaman” , “ Turak” (Durak) gibilerine bütün Türk kavimlerinde sık sık rastlanmaktadır.

Peçeneklerde Peçeneklerde, başbuğluk nizamının belli kaidelerle “ başbuğluk” smırlandığı görülüyor. Birçok Türk kavimlerinde uruğ nizamı ve reisliğinin babadan oğul’a geçtiği bilinmekle beraber, “ Kurultay” lar bunun dışında da bazı usullerin carî olduğu anlaşılıyor. Bu kabilden olmak üzere Peçeneklerde “ eski nizam ve kanun” a göre, kabilenin başmda bulunan kimsenin ölümünden sonra, yerine ya kardeş çocukları veya kardeşlerinin torunları bu makama getirilmektedir. Bu suretle hâkimiyet uruğ’un yalnız bir budağında kalmaz, böyle şerefli bir mevkie soyun yan budağı da iştirak ettirilirdi. Uruğa yabancı olan bir kimse kat’iyyen başbuğluk makamına çıkarıl­ mazdı. Uruğ başbuğlarının nüfuzlarının büyük olduğu da muhakkaktır; göçle ilgili meselelerde başbuğun emri yerine getirilirdi. Mamafih Peçenek camiasını ilgilendiren bazı mühim meselelerde unığ büyükleri ve “ Aksakal” lannın bir araya gelerek, bir nevi “ Kurultay” , istişare meclisi akdettikleri de anlaşılıyor. Bu gibi meselelerin, her halde, dış düşmana 58 rv-xvm YÜZYTLLABDA TÜBK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ karşı savaş veya kitle halinde göçler zamanında veya Bizans (ve Rus Knezleri) ile mühim görüşme ve kararlar alınacağı zamanda ortaya çıkan şeyler olduğu anlaşılıyor.

Göçebelik Göçebe Türklerin geniş bozkırlarda yaşamaları ve hayatının büyük hayvan sürülerini muhafaza edebilmeleri için, gerektirdiği uruğ teşkilâtları ve yaşayış tarzlarının tamamiyle askerî “askeri teşkilât” esaslara göre kurulması icabetmişti. Dolayısiyle her bir göçebe yığmağı askerî bir ordugâh gibiydi. Aile-obalar, oymaklar ve uruğlar hepsi de birbirlerine askerî bir nizam ve disiplinle bağlı idiler. Uruğ reisleri, oymak başları ve aile büyüklerinin emirleri mutlaka yerine getirilmeli idi. Daha küçük yaştan ata binmek ve silâh kullanmak mecburiyeti vardı. Sert hayat şartları ve uzun seferlere tahammül mecburiyeti vardı. Yabancı zümrelerin hayvanlan-davarları, sürüleri alıp gitmeleri tehlikesinin her an için mümkün olması sebebiyle, göçebelerin her an tetikte bulunmaları gerekiyordu. Peçenekler de aynı şartlar ve aynı tehlikeler içinde yaşadıklarına göre onların hayatı da bu esaslara göre tanzim edilmişti. Bilhassa Uzların hücumları, Uzlar tarafından ‘‘Baranta” (sürüleri alıp götürme) tehlikesi olduğundan, Peçeneklerin bunlara karşı tedbirler almaları ve her an mücadeleye hazır olmaları gerekiyordu. Peçeneklerin bu hususiyetleri bilhassa Bizans kaynaklarınca tesbit ve tasvir edilmiştir. Biz bu kayıdlardan onların tipik bir göçebe kavim olduğunu görüyoruz. Harp usullerinin de buna göre tanzim edildiği ve umumî Türk-göçebe kavimlerininkinin aynı olduğu bilinmektedir.

Peçenek PeÇeneklerm ya düşmanları durdurmak veya kışlak karakolları olarak kullanmak maksadiyle Dnestr ve Buğ (Aksu) kolalan ırmakları üzerindeki geçit noktalarında, bazı “ istihkâm” , karakollar inşa ettikleri de biliniyor. Konstantin Por- phyrogennetos bunların adlarını dahi zikrediyor; bu gibi geçit bekçiliği için kullanılan karakolların, çok sonraları aynı yerlerde Kınm Tatarları tarafmdan da yapılacağını göreceğiz. 950 yıllarında şu karakollar vardı: Bunlardan ilkine, beyaz taşlardan yapıldığı için Rumca “ Aspron” denmiştir ki, her halde “ Akkerman” demektİT. Diğer beş karakolun adlan Türkçe olmakla beraber, ne ifade ettikleri pek bilinmiyor; hepsinin son eki “ katay” (veya “ gatay” ) dir. Bunlar: Tun- gatay, K(ı)raknakatay, Salmakatay, Sakakatay ve Yuvakatay’dır. IV-XVin YÜZYILLARDA TÜRE KAVİMLEHİ VE DEVLETLEHİ 59

950 tarihlerinde Peçenekler için Dnepr (özü) üzerinde tehlikeli her hangi bir düşman bilinmediğinden, bu “ karakol” lann kimlere karşı yapıldığı pek anlaşılamıyor; belki de bunlar vasıtasiyle özü nehri üze­ rinden geçen Rus-Vareg kayıkları kontrol altında tutulmakta idi.

Peçenekler -^O yıldan fazla Karadeniz’in kuzeyinde, geniş boz- bir “ Devlet” kırlarda kalan ve en az yüz yıl kadar bu sahanın kuramıyorlar en kudretli kavmi olan Peçenekler, kuvvetli uruğ teşkilâtına sahip olmalarına rağmen - ve belki de bundan, ötiirii - kendi başlarına bir “ Devlet” kuramamışlardır. Yâni Devlet müesseselerini yürütecek bir teşkilât, belli bir vergi sistemi, “ Han” ın hâkimiyetini koruyacak bir kuvvet meydana getirememişler­ dir. Bir zamanlar Gök Türk Kağanlığı camiasına dahil olmaları hase­ biyle, Peçeneklerin “ Devlet” nizamı hakkında bilgileri olduğu kabul edilmelidir. Fakat Peçenek uruğlarından hiçbirinin ötekilerini hâkimiyet altına alacak kudrette olmadığı ve Peçenek başbuğları arasmda han sülâlelerine, yani Gök Türk sülâlesine, mensup kimsenin de bulun­ mayışı Peçeneklerin devlet kuracak bir seviyeye çıkmalarına imkân vermemiştir. Onlar, her halde bir “ Devlet” kurmak ihtiyacı ve zaruretini de hissetmemiş olacaklardır ki, Karadeniz’in kuzeyinde kimse tarafından tazyik görmedikleri ve kendi başlarına yaşadıkları halde bir “ Devlet” nizamı kurmak yoluna girmemişlerdir. Aynı şeyi Kılınanlarda da göreceğiz. Demek ki, bu iki büyük göçebe camiasında bir “ Han” ailesine mer- butiyet veya inkıyad etmek için gereken şartlar mevcut değildi. Halbuki Peçenekler, meselâ, Kırım’da kendi başlarına bir “ Hanlık” kurabilir­ lerdi, sonraları “ Kırım Tatarlan” nın yaptıkları gibi. Onların bir “ Han­ lık” kuramayışlannda, belki de devamlı olarak bir sahada kalamayış- larının da tesiri olmuştur. Bugünkü Ukrayna'nın geniş bozkırlarında, çok rahat ve serbest bir hayat yaşamak imkânları bulan Peçenek uruğ­ larmdan her biri, anlaşılan kendilerini birer “ Hanlık” olarak telâkki etmişler ve hiç kimseye tabi olmak istememişlerdir. Mamafih X I. yüzyılın ortalarında Turak (Durak) adında bir başbuğ onbir Peçenek -uruğunun başına geçmişse de, yine de bütün uruğlan hâkimiyeti altına alamamıştı. Bu suretle, Peçenekler, bir kitle olarak faaliyetlerinin sonuna kadar, gayet gevşek bir uruğlar konfederasyonu olmaktan çıkamamışlar, ve 1091 de Kumanlar tarafından Aşağı Meriç nehri boyunda, Lebunium mahallindeki büyük yenilgiden sonra, 60 rV-KVIH YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ dağılıp gitmişlerdir. Halbuki Peçeneklerden çok daha zayıf olan Macar- lar, Arpad sülâlesinin, idaresi altında, yeni “ Yuxt” larında yerleşerek bir “ Millet” ve “ Devlet” olarak kendilerini muhafaza edebilmişlerdir. Peçeneklerden 30 yıl sonra Karadeniz’in Kuzeyine gelen ve Peçenekler­ den çok daha kalabalık olan Kumanlar-Kıpçaklar da aynı akıbete uğrıyacaklar ve oralarda 180 yıl kalmalarına rağmen bir “ Devlet” teşkilâtı kuramayacaklardır. Anlaşılan, bu bozkırlara gelen Türk göçe­ be reisleri kolay kolay “ Devlet otoritesi” boyunduruğu altına girecek kabilden kişiler değillerdi; Peçenek başbuğlarından hiç birinin kendi otoritesini diğer başbuğlara zorlayacak kudrette olmadığı görülüyor.

Perenek Bizans ®^zans imparatorluğunun başında duranlar, Karadeniz’- münasebetleri “ kuzeyindeki kavimlerin hareketleriyle yakından Peçeneklerin ilgileniyorlardı. Çünkü bu hareketlerin eninde sonunda Bolgarlar’ a Bizans'ın Balkan eyâletlerine kadar tesirini gösterece- ğini biliyorlardı. Bu hususta Bizans İmparatorluğunun kullanılmaları ^ Hunlardan itibaren tecrübesi vardı. Sonra Avarlar, onları müteakib Bulgarlar - hepsi de Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a geçmişler ve Bizans için büyük tehlikeler yaratmışlardı. Bu defa Peçeneklerin Azak Denizi çevresi ve K ı r ım ’ a gelişleri Bizanslılarm hemen dikkatini çekmiş ve onları bu kavimle ilgilenmeğe sevketmişti. Bizans İmparatorluğunun zaten belli bir “ Barbar” siyaseti vardı: “ Tehlikeli olmağa başlıyan bir barbar kavmi, başka bir barbar kavim vasıtasiyle imha ettirmek.” IX . Yüzyıl başların­ da Bizans için Balkanlarda büyük bir tehlike başgöstermişti: Bulgarların başında bulunan Çar Simeon, Bizans’ın elinden birçok yeri aldığı gibi, bu defa İstanbul’u dahi tehlikeye sokmuştu. 914 yılında Edirne şehri Çar Simeon tarafından zaptedildikten sonra, Bulgar kuvvetleri Trak­ ya’yı baştan başa tahrip ettiler, işte bu durum karşısında, Peçenek’lerin Karadeniz'in kuzeyine gelişleri Bizans için âdeta Tanrı’nın bir inayeti sanılmıştı. Nitekim çok geçmeden Bizans tarafından Peçenek’lere adam gön­ derilerek, onları Bulgarlara karşı kazanmak için gayret sarfedildiğini görüyoruz. Bu yoldaki ilk temasların en geç 915 tarihinde yapıldığı anlaşılıyor. Bu hususta Khersones (Kırım) kumandanı Bogas’a gereken talimat verilmiş ve Peçenekler’in Bulgarlar’a karşı şevki için her türlü çareye baş vurması bildirilmişti. Bogas’a, şayet bunu başarırsa kendi­ sine güya “ Patricius” unvanı gibi yüksek bir pâyenin verileceği dahi vadedilmişti. Bunun üzerine Bogas, Peçeneklerle buluşmuş ve onlarla rV-XVUI YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 61

Bulgarlar üzerine gitmeleri hususunda hir anlaşma yapmıştı. Peçenek­ ler, 917 de, Bulgarlara karşı savaşmak maksadiyle Tuna mansabına doğru gitmişlerdi. Bizans gemileri kendilerini Tuna’mn öbür tarafına geçirecekti. Fakat kumandan Bogas, Bizans amirali Roman Lecapenus (Sonraki “ Şerik İmparator” ) ile bir mesele yüzünden kavgaya tutuş­ muş ve bunu görünce Peçeneklerin Bizanslılara itimatları kalmamış ve geri dönüp gitmişlerdi. Mamafih başarısızlıkla biten bu ilk temaslardan sonra, Bizans devlet adamları yine de Peçeneklerle anlaşma yollarım bulmuş olmalı­ dırlar. Konstantin Porphyrogennetos, oğluna hitaben yazdığı ve Bizans siyasetinin “ el kitabı” mahiyetinde olan De Administrando Imperio (Devlet İdaresi) adlı eserinde Peçeneklere çok önem vermiş, ve oğluna, “ Peçeneklerle mutlaka dost geçinmek gerektiği” yolunda tavsiyelerde bulunmuş*, Peçenek dostluğundan Bizans için temin edilecek men­ faatleri birer birer anlatmak istemişti. Bunların başında muhakkak ki, Peçenekler vasıtasiyle Bulgarların tedibi gibi çok mühim bir mesele vardı. Aynı veçhile Rus-Varegler ve Macarların da Peçenekler vasıtasiyle dizginlenmesinin mümkün olacağı anlatılmıştı. Dolayısiyle Konstantin Porphyrogennetos zamanında Bizans-Peçenek münasebetleri çok iyi bir şekilde gelişmişti.

. . Bizans ile Peçenekler arasındaki münasebetler elçiler Bizans elçilerinin ' . Peçeneklere ve tüccarlar vasıtasiyle yapılmakta idi. Bizans’tan gönderilmesi Kırım’a ve Peçeneklerin bulundukları diğer yerlere sık sık Bizans elçileri gönderilmekte ve gerekli müzakereler yapılmakta idi. Buna ait De Administrando Imperioda. bazı tafsilât verilmiştir. Bu sıralarda elçiler iki semte gönderilmekte idi. Kırım’a, Khersones şehri çevresine, ve diğeri de Dnepr ile Dnestr arasın­ daki sahaya. Bizans elçileri Khersones’e (bugünkü Sevastopol’a yakın bir yer) vardıktan sonra, Peçeneklerin bulundukları yere haber gönderir­ ler, onlardan “ rehin” ler ve kılavuzlar isterlerdi. Peçeneklerin adamları gelince, rehinler kalede bırakılır, Bizans elçileri de kılavuzun atları ile yola çıkarlardı. Peçeneklerin bulundukları yere gelince, Peçenekler evvelâ İmparator tarafından kendilerine gönderilen hediyeleri isterlerdi; elçi de (bunları verir) ve gerekli işini gördükten sonra Khersones’e döner

1 De Adm. Imp. p. 68 : y.al fpL>,LXa^ np&ç CCUTOÜÇ noıetadaı Te xal

_ Bizans ile Peçenekler arasında bazı ekonomik bağların Jreçenek-Bızans > u ticareti bulunduğu ve ticaret dahi yapıldığı anlaşılıyor. Bizans ile Hazarlar, Ruslar ve Zichia (Kafkas-Çerkesler) ile yapılan ticarete ya doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak Peçeneklerin karıştıkları anlaşılıyor. Peçeneklerin, her halde bu ticaret yollarının emniyet altında tutulması, ticaret vasıtalarının korunması hususunda faydalan olsa gerektir. Diğer yandan Peçeneklerin çok sayıda hayvan, davar sahibi olma­ ları hasebiyle, Khersones ve diğer Bizans şehirlerine bazı süt maddeleri ve hayvan sattıkları da hatıra geliyor. Mamafih daha çok BizanslIlara ticaret hususunda yardım ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun karşılığı olarak Bizanslılar tarafından Peçeneklere: Erguvanî boya, kumaş, işlemeli kumaşlar, baharat, biber ve halis pars derisi cinsinden mallar verildiğine göre, Peçeneklerin bu türlü eşyaya ihtiyaçları olduğu anla­ şılıyor. Bizans imparatorunun tabiri veçhile, “ Peçenekler tamamiyle müstakil olmaları hasebiyle hiç bir hizmeti bedavadan yapmazlardı.” Peçenek kadınlarının altın, gümüş ve mücevherat gibi kıymetli süs eşyasını da sevdikleri biliniyor. Bu kabil eşyanın da Bizans ve (Şark)

1 De Adm. Imp. p. 72. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEHİ VE DEVİETLEBİ 63 memleketlerinden getirilmiş olması mümkündür. Bizans hükümeti Peçeneklerin dostluklarını temin için, Peçeneklerin başbuğlarına çok miktarda hediye göndermek zorunda idi. Hediyelerin arkası kesilince, onlardan hayır beklenemezdi. Nitekim Bizans’ın bu yolda tatbik ettiği siyaset Bizans’a birçok menfaat sağlamış ve Bizans’ın en büyük düşmanı olan Bulgarlara karşı Peçenekler birçok defa kullanılmışlardı. Fakat 1018 de İmparator Basil II. Bulgar öldürücü (Bulgaroktonos) tarafından Bulgarların kat’î olarak yenilmeleri ve Bizans hâkimiyeti altına kon­ malarını müteakib Bizans-Peçenek münasebetleri yeni bir safhaya girecektir.

Peçeneklerle 1036 dan itibaren Peçeneklerin esas kitleleri aşağı Tuna Bizans’ın boyuna gidince, Peçeneklerle Bizans arasında ancak arasının açılması Tuna nehrinden ibaret bir hudut bulunuyordu. Peçe­ nekler ilk ûrsatta bu nehri geçip Balkanlara girmek isteyeceklerdi. Vakıa bir müddet için Tuna nehri onların geçişlerini önliyebilmişti. Fakat, arkadan Uz baskısının gittikçe artması üzerine, Peçeneklerin Balkanlara geçişleri bir zaruret halini almağa başladı. Bazı uruğlar, Bizans’la anlaşarak nehrin güney sahillerinde yerleştiril­ diler, sın ır bekçiliği yapmağa başladılar. 1048 den sonra birçok Peçenek zümresinin Bizans’ın hizmetine girdiği ve hattâ Anadolu’ya dahi gön­ derildikleri biliniyor. Anadolu’da Peçeneklerle ilgili birçok yer adı, her halde, işte bu Bizanslılar tarafından yerleştirilen Peçeneklerin izleri olsa gerektir. Bunlardan bir kısmının 1071 Malazgirt Meydan Muhare­ besinde, Alp-Arslan tarafına geçmek suretiyle Bizans’m yenilgisinde rol oynamış olmaları da mümkündür. Peçeneklerle Bizans arasında esas kanlı çarpışmalar İmparator Aleksius Komnenos zamanında cereyan etmiştir (1081-1091)x. Peçenek­ ler, 1050 den itibaren Balkanlarda tahribata girişmişler, Bizans köy, kasaba ve şehirlerini yıkmak ve yakmakla meşgul olmuşlardı. Edirne çevreleri ve hattâ Trakya’nın Marmara’ya kadar olan sahilleri Peçenek­ lerin tehdidi altına düşmüştü. Onların, İzmir’deki Türk beyi Çaka ile anlaştıkları ve birlikte İstanbul’a hücuma hazırlandıkları dahi iddia edilmiştir. İşte Bizans için bu çok tehlikeli bir anda, Bizans’m yardımına Kumanlar yetişiyor.

1 Teferruat A . N . K ı r a t , Peçenek Tarihi m. y. Esas kaynak: Anna Komnena, Alexiad (Bonn neşri, 1839). Yol. I. 64 IV-XVin YÜZYİLLABDA TÜBK. KAVİMLEHİ YE DEVLETLEBİ

1060 dan itibaren Kumanlar, vaktiyle Peçenekler’e ait olan Kara­ deniz’in kuzeyindeki bozkırları işgale başlıyorlar ve 1080 lere doğra Kumanlar, Tuna boylarına kadar ilerliyorlar. Peçeneklere artık barı­ nacak yer kalmıyor, bütün mer’aları ellerinden alınıyor. Bu yüzden Kumanlarla Peçenekler arasında mütbiş bir düşmanlık başgöstermiş ve bu iki Türk kavmi birbirinin can düşmanı olmuştur. Rus Knezleri bundan istifade ile kalabalık Peçenek zümresini kendi sabalarında hudut boyunda yerleştirmeğe muvaffak olmuşlardır. Bu Peçenekler, sonraları “ Kara- kalpak” adı ile bilinen zümrenin en kalabalık kısmını teşkil ede­ ceklerdir. Bizans İmparatoru Aleksius Komnenos da bundan mükemmel istifade etmiş ve Kumanlaıı Peçenekler üzerine saldırtmak yollarını bulmuştur. Nitekim 1091 de, Peçenekler, Trakya’ya gelerek Bizans’a kat’î bir darbe indirmeğe hazırlamrlarken, 29 Nisan 1091 tarihinde, Meriç nehri’nin aşağı mecrasında, Kumanlar tarafından müthiş bir yenilgiye uğratılmışlar ve bundan böyle askerî bir kuvvet olmaktan çıkmışlardır. Onların kalıntıları Balkanlarda, Bosna’da ve bazı diğer yerlerde iskân edilmiştir. Az sonra Peçenekler tamamiyle kaybolup gidecekler ve hatıraları ancak Macaristan, Balkanlar, Anadolu ve Rusya’daki yer adlarında muhafaza edilecektir. YI UZLAR (OĞUZ - TORK) - BERENDl’LER YE KARAKALPAKLAR

Uzlar (Oğuzlar) P eÇene^ er111 868-880 tarihlerinde Idil nehrini geçip (Tork’Iar) Batı’ya gitmelerinde bilhassa Uzların (Oğuzlar) büyük rol oynadıklarım yukarıda görmüştük. Hazarlarla işbirli­ ği yapan bu Uzlar, büyük Oğuz boylarının1 Batı kısmım teşkil ediyordu. Bunlara Ruslar tarafından “ Torki ” 2 denildiğine göre “ Türk” adının en çok yayıldığı Türk kavminin işte bu Uzlar olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda Uz adının da müşterek bir isim olarak devam ettirildiği görü­ lüyor; Bizans kaynaklarında onlara sadece “ Uz ” 3 denmiştir. Peçeneklerin yellerini işgal eden Uz (Tork)’lann uzun bir müddet Yayık-Idil sahasında kaldıkları anlaşılıyor. Yaz mevsiminde onların Kama Bulgarları sahasına kadar gittikleri, Şamar nehri boyuna ve belki de daha kuzeylere kadar çıkmış olmaları mümkündür. Hattâ bazı zümrelerin Idil’in batı tarafına geçtikleri veya geçirildikleri uzak bir ihtimal sayılamaz. Belki de bunlardan bir guıup Suıa-Oka nehrine kadar ilerlemiş ve oralarda kalmıştır. X. yüzyılın sonlarına doğru Suzdal' Rusyası’nda rastlanan bazı Uz zümrelerinin belki de bu suretle oralara gitmiş olmaları mümkündür. Çok sonraları Ryazan' çevresinde “ Kasım Hanlığı” mn kurulduğu ve oralarda kalabalık bir Tatar zümresinin yerleştirildiği hatırlanırsa, böyle bir yerleştirme olayının ta X . yüzyılda başlamış olması da hatıra gelebilir. Mişer dilinin birçok “ Oğuz” unsur­ larım ihtiva etmesi, belki de işte bu Uzların oralara gelmiş olmaları ile izah edilebilir. Nitekim Suzdal'-Rostov çevresinde “ Torki” adı ile bağlı bir kaç yer adının muhafaza edilmiş olması da buna delâlet eder. Rus vekayinâmesinde Knez Aziz Yladimir’in 985 yılında (Kama- tdil) Bulgarlarına karşı bir sefere çıktığı ve buna “ Tork” (Uz)’larm da katıldıkları kaydedilmiştir. Bu münasebetle şu tafsilât verilmiştir: “ (985) yılında Kiyef Knezi Vladimir (başbuğ) Dobnnya ve ordusu

1 Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar. D .T.C .F. yayınlarından Ankara 1967. 2 Povest* vremennych let I, 59 ve m. y. 3 Konstantin Porphyrogennetos, D e Adm. Imp. (Bonn neşri) p. 164: OÖÇ 66 rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ başında kayıklarla ve Tork’lar da karadan Bulgarlar üzerine yürüdü ve Bulgarları yendi ” 1. Bu kayıt münasebetiyle tarihçiler arasında birçok münakaşa yapılmış ve Kiyef Knezinin bu seferinin Idil Bulgarlarına karşı değil de, Tuna Bulgarlarına karşı olduğu iddia edilmiştir. Fakat Uzların bu sefere katılmış olmaları seferin hakikaten İdil Bulgarları üzerine yapıldığına delâlet eder; çünkü “ Tork” (Uz)ların güney Rusya’ya gelişleri 985 tarihinden çok sonraki bir zamanda olmuştur. Uzların Kiyef Rusyası’mn güneyine gelişlerinin ancak 1036 daki Peçenek yenilgisinden sonra olduğu muhakkaktır. Rus vekayinâmesindeki bu Tork’lara ait ilk kayıd ancak 1054 yılına aittir. Zaten ondan önce böyle bir kayıd yapı­ lamazdı, çünkü Tork’lar Dnepr’in çok daha ötesinde, Doğu’da bulunu­ yorlardı. Tork’ların Idil’in batısındaki hareketleri ve kaldıkları yerler hakkında açık bilgimiz yoktur. Yukarıda da belirtildiği üzere 985 tarihle­ rinde, kuzey Rusya’da, Suzdal'-Rostov bölgesinde “ Tork” (Uzların)- ların bulundukları veçhile, bu Oğuz zümresinin hareket sahasının Orta Idil’in batısından, Sura ve Oka ile Don nehirlerinin başlarına kadar uzanmış olması mümkündür. Suzdal' Rusyasmda “ Torki” ve “ Torçino” köylerinin bulunması da bunu teyid eder. Mamafih Uz’lann esas kitle­ sinin aşağı Don boyundan Dnepr nehrine doğru hareketlerinin Kuinan- Kıpçak’larm baskısı altmda cereyan etmesi lâzım gelir. 1060 tarihlerin­ de Orta Dnepr boyunda artık kalabalık Uz zümreleri mevcuttu2. Uz (Tork)’ların bu defa Rus arazisini iyice rahatsız ettikleri anla­ şılıyor. Nitekim 1060 senesinde, Rus Knezleri hep birlikte, Tork’lar üzerine büyük bir sefer açmışlardı; vekayinâmedeki kayıtlara göre, Tork’lar Rus’lann bu hücumuna karşı durmak cesaretini gösterememiş­ ler ve Tuna istikâmetinde çekilip gitmişlerdi. Bununla Uzların., kalabalık bİT kitle halinde Peçenek’lerin bulundukları yere vardıkları ve 1064 tarihinde de Tuna’yı geçip Bizans’ın Balkan sahasına saldırdıktan biliniyor. Fakat bu Uz hareketi kendileri için tam bir felâketle netice­ lendi. Uz’lar, ötedenberi en amansız düşmanları olan ve halihazırda Bizans’ın hizmetine giren Peçenek’ler tarafından kitle halinde öldürül­ dükleri gibi, hastalıktan da pek çok zayiat vermişlerdi3. Bunlardan küçük bir kalıntı Bizanslılar tarafından türlü yerlerde iskân edilmiş

1 Povest’ vremnnych let I, 59. 2 Tork(Uz)larm güney Rusyadaki faaliyetlerine ait D . R a s ov sk iy ’nin y. a. g. e. 3 Teferruatı A . N . K u r a t , Peçenek Tarihi, s. 150 v.d. IV-XVIU YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 67 ve bir kısmı da galiba bugünkü Dobruca’da kalarak, sonraki Gagauz’ları teşkil etmiştir. Tork’lardan bir kısmı ise Rus Knezleri tarafından hizmete alınarak, sınır boyunda yerleştirilmişlerdi. Rus vekayinâmelerinde buna ait bazı kayıtlara rastlânmaktadır. Bu kabilden olmak üzere, 1084 yılı müna­ sebetiyle, Kiyef şehrinin güneyindeki bir “ Torçesk” şehrinden bahsedil­ mektedir. Burası, sırf Uz’lann, harp esnasında iltica etmeleri maksadiyle yapılmış idi. Nitekim, Tork(lar) Kumanlar tarafından sıkıştırıldıkça, bu şehire kaçarlar ve oradan kendilerini müdafaa ederlermiş. Buna ait başka bir olaydan az sonra bahsedeceğiz. Rus Knezliklerinde yerleştirilen ve askerî hizmete alman Türk göçe­ be zümrelerinin en kalabalığını işte bu Tork’Iann teşkil ettiği görülü­ yor. Onlardan kalan yer isimlerinin çokluğu da buna delâlet eder. Güney Rusya’daki “ Torçin” , “ Torkin” , “ Torkskoye” ve “ Torkçitsı” isimleri bunlardandır. Ayrıca vekayinâmelerde, Rus Knezlerinin hizmetlerindeki kalabalık Tork kıtalarından bahsedilir. Rus’ların hizmetine giren bu Tork’lardan çoğunu Kuman’lardan kaçanların teşkil ettiği de anlaşılı­ yor. Kuman’lann Don ve Dnepr sahasına gelmeleri üzerine orada kalan Uz’lar, Kuman’larm hâkimiyeti altında yaşamayı kabul edince, artık eski serbestîleri ve maddî imkânlan kalmamış, âdeta yan köle durumuna düşmüşlerdi. İşte buna tahammül edemeyen Uzlardan birçoğunun Rus Knezlerinin yanına kaçtıklan ve mükemmel atlı asker olmalan hasebiyle, Rus’lardan gayet iyi kabul gördükleri anlaşılıyor. Kumanlar da bu defa, bu kaçakları, yani kendi kölelerini, geri almak maksadiyle Rus arazisine hücum etmekte idiler. Nitekim 1093 yılında vekayinâme’deki bir kayıda göre Kumanlar, Kiyef Rusyası’na hücumla, Rus Knezlerini birkaç defa yendikten sonra, bilhassa Torçesk şehrini ele geçirmeğe gayret etmişlerdi; çünkü orada birçok Tork bulunuyordu. Kumanlar, nihayet dokuz hafta süren bir kuşatmadan sonra “ Torçesk” şehrini zaptetmişler ve buradaki Tork’lan alıp, steplere götürmüşlerdi. Kumanlar 1105 yılında, bilhassa Kiyef Rusyası sınırlarında bulunan Tork’lara saldırmışlardı. Aynı veçhile 1125 te Pereyaslavl' Knezliğine hücum ettiklerinde, bu sefere oradaki Tork’ları alıp götürmek için başladıktan anlaşılmıştı.

Berendi’ler Peçenekler ve Tork’lardan başka Rus Knezliklerinde yerleştirilen ve Rus askerî hizmetinde bulunan Türk göçebe zümrelerinden Beren di adını taşıyan bir kavim veya bir gurup bilinmektedir. Berendi’lerden Rus Knezleri hizmetinde 1500-2000 ve 68 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜBX KAVİİILEHİ VE DEVLETLEBİ hattâ bir defasında 30.000 kişilik Berendi kıtasından bahsedildiğine göre, bu son rakam mübalâğalı olsa bile, bu zümrenin epey kalabalık olduğu muhakkaktır. Berendi’lerin adı daima Tork’larla birlikte geç­ tiğinden, bunların Peçenek’lerden tamamiyle ayrı bir unsur oldukları anlaşılıyor. “ Berendi” adına gelince, bunun Türkçe fiilinin üçüncü şahıs geçmiş zamanı gösteren bir ad olduğu iddia edilmektedir (Beren-veren mastarmdan)1. Berendi’lerin, kendi başlarına bir kavim mi yoksa Uz’- ların bir oymağı mı olduğu kat’iyyetle tespit edilemiyor. Berendi’lerin adı da, Tork’larm’ki gibi Galiç ve Kiyef Knezliği saha­ sında ve Suzdal'-Rostov çevresinde muhafaza edilmiştir. Her iki züm­ renin aynı zamanlarda ve hep birlikte hareket ettikleri de bu suretle teyid edilmiş oluyor.

Karakal ak’l Kiyef Rusya'sının güneyinde bir de Karakalpak adiyle bilinen (Rusların: Çemıye klobuki’leri) bir Türk kavmi- nin adı geçmektedir. Karakalpak’ların tek bir zümre olmaktan ziyade, başta Peçenek’ler olmak üzere, Tork (Uz) ve diğer ufak zümrelerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bunların hepsi de Kuman’ların baskısı altında Rus Knezlerinin yanına kaçan unsurlardı. Rus Knezleri de bunları sımr boylarmda yerleştirip, hudut bekçiliği yaptırırlardı. Dola- yısiyle Karakalpak’lar yerleşik hayata geçmişler ve tedricen Rus’lara karışmışlardır. Mamafih bu erime epey uzun sürmüştü. Daha Moğol istilâsı sırasında Kiyef çevresinde Karakalpak’lar mevcuttu ve belki de bunlardan bir zümre sonraları, Amu Derya’nın inansalıma giderek, bugünkü Karakalpakları teşkil etmişlerdir. Peçenek’lerin Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırları bırakmalarını müteakip, Kuman’lann oraya gelişleri, Peçenek’lerle Tork’ların bir kuvvet olarak ortadan kalkmaları, buradaki bozkırların hayatmda yeni bir devir açmıştır: K um an-K ıpçak’lar devri. Ancak daha önce bura­ larda bulunan Türk zümrelerinin de bir kısmı ya Kuman’lann tâbiîyyeti altında veya Rus Knezlerinin hizmetinde oralarda yaşamakta devam etmişlerdir. Bu küçük zümreler bir müddet sonra ya Kuman’lar veya Rus’lar arasında eriyip gitmeğe mahkûmdular. Yukarıda da belirtildiği gibi bunların Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda tarihî rolleri bitmiş ve yerlerini Kumanlar (Kıpçak’lar) (Rus vekayinâmelerinde: Polov- tsı’lar) almışlardır.

1 L. Rasony Nagy, Der Volksname Berendey, Seminarium Kondokovianum V I (1935) ss. 219-226. VII KUMANLAR (KIPÇAKLAR)

Kuman’Iar Kuman’ların adı Şark kaynaklarında en çok K ıpçak (Kıpçak’lar)m (Kıfçak) olarak geçer1. Bundan başka “ îmek” (“ Ye- menşei inek” ) ve “ Kimek” adları da sık sık görülür. Gök Türk kitâbelerinde bu adlardan hiçbirine rastlanmıyor; bu ki- tâbelerde Irtış nehrinin adı geçiyorsa da, orada hangi kavmin yaşadı­ ğı zikredilmemiştir. Halbuki Arap coğrafya eserlerinde Irtış boyunda “ Kimek” (Kemek) adlı bir kavmin yaşadığı ve bu kavmin Oğuzların kuzeyinde gayet geniş, ve Batı’da İdil veya Kama nehrine kadar yayıl­ mış olduğu kaydedilmiştir. “ Kimek” (Kemek) kavminin bir çok uruğa bölündüğü ve bunlar arasında en mühimlerini “ Emek” (Yemek) ve “ Kıpçak” (Kıfçak) lamı teşkil ettikleri anlaşılıyor. Mahmud Kaşgârî’de “ Kimek” adı geçmiyor. Onun yerine “ Emek” (Yemek) adı nakledilmiş ve bu ad altmda Kıpçaklarm bir uruğunun kasdedildiği yazılmıştır2. Sonraları Kıpçak kavmi ile birlikte “ Kanklı” (Kangh) kavtninin de adı geçmektedir. Kıpçaklarm X I. yüzyıl ortalarında Harezim ile komşu oldukları, yâni İslâm ülkeleri ile temasa geldikleri bilinmektedir. Fakat esas kitlenin Irtış nehrinin batısına doğnı kaydığı anlaşılıyor; Mahmud Kaşgârî zamanında Kıfçak-Yemeklerin doğu-güney sının Talaş nehrine dayanıyordu. Bu kavim Türk kavimleri arasında işgal ettikleri sahanın genişliği itibariyle en büyüğü idi. Mamafih Kıpçaklarm menşei ve kaç uruğ teşkil ettikleri cihetleri halâ lâyıkı ile aydınlatılmış değildir. Bu konu ile bağlı mülahazalar müsteşriklerden J. Marcpiart tara­ fından yazılan mühim bir eserde serdedilmişti; 3 bunlar da V. Barthold4 ile P. Pelliot5 tarafından etraflı tenkid ve tamamlamalara tabi tutul­ muştur. Bu araştırmalar neticesinde, Kıpçak-Kumanlann Marquart’m

1 D. A. Rasovskiy, Polovtsı (Kılınanlar) Seminarium Kondakovianum V II (1935), VIII (1936), IX (1937), X (1938). Kumanlaıa ait bibliyografya: A. N. K urat, Peçenek Tarihi, ss 191-193. 2 Divan-ü Lügat it-Türk (Besim A t a l a y neşri) I, 28, v.b. 3 J. Marquart, Über das Volkstum der Komanen, Berlin 1914. 4 W. Barthold, Novıy trud o pololsahh, Russkiy istoriç. Jurnal 1921. K n . 1. * P. Pelliot, A propos des Comans. Journal Asiaticjue, X I serie, t. X V (1920) No. 1. ss. 138-156. 70 r v - x v ı n yüzyillarda t ü k k k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e r i zannettiği giti, “ üç defa Moğol tesirine maruz” kalmış oldukları da doğru değildir. Marıjuart, Kumanlara (Kıpçaklara) Macarların “ Kun” demelerine dayanarak, böyle Kun adını taşıyan bir Moğol kavminin (uruğunun) bulunduğu ve bu kavmin Moğolların yaşadıkları yerden Doğu’ya giderek, Kıpçak-Kimekleri hâkimiyeti altına aldığını iddia etmişse de, Barthold’a göre bu görüş isabetsizdir. Kıpçaklann metre­ lerinden itibaren halis bir Türk kavmi olduğuna muhakkak nazarı ile bakmak gerekiyor. Bir de Kıpçak-Kumanların ırkî hususiyetleri üzerinde de durulmuştur ve bu hususiyetleri onların, hele “ Moğollukla” hiç bir ilgileri olmadığını gösterecek mahiyettedir. Şark kaynaklarındaki Kıpçaklann adı Batı kavimlerinde ve Erme- , irilerde büsbütün başka türlüdür. Rus vekayinâmelerinde onlara “ Polovtsı” denmiştir; Bizanslılar ise Kuman (Koüjıavol) demişlerdir. Macarlar -Kun, Kuman ve Paloç; Almanlar - Falon ve Falb; Ermeniler de “ Chardeş” demişlerdir. Lâtin kaynaklarında Bizanslılan takiben Kuman adı geçiyor. Türkçedeki Kuman adı ise Bizanstan alınmış ol­ malıdır. Bir kavme bu türlü birçok ad verilmesi şöyle izah ediliyor: Rusça, Almanca ve Ermenice bu kavime verilen adın manası “ açık san” ve “ Saman renginde olan sarı saç” ı ifade etmektedir. Yâni bu üç dilde de Kumanlara takılan isim bir kavim adı değil de, bu kavmin sanşm (daha doğrusu san-kırmızı saçlı) olduklarını ifade etmektedir. Rusçadaki “ Polovtsı” adı “ beyazımsı sarı, sanmtırak” anlamına gelen “ Polovıy” - dan gelmektedir. Almanca’daki “ Falb ise “ beyazımsı san” demektir; Ermenicedeki “ Chardeş” in aynı manada olduğu anlaşılıyor. Bu suretle, Kumanlarla temasa gelen üç kavim, Ruslar, Almanlar ve Ermeniler, Kumadan sadece “ Sarışınlar” diye tesmiye etmişlerdir. Macarcadaki Kun adının Kuman’dan geldiği muhakkaktır. Kuman her halde bir şah­ sın adı idi ve sonra bir uruğ adı olmuş ve Kıpçaklann her halde en Batı kısmını teşkil ederek, Bizanshlar ve Macarlar bütün Kıpçak camiasını bu isimle (evvelâ Kuman, sonra Macarlarda Kun) tanımışlardır. Kıpçak adının ne ifade ettiği bilinmiyor. Ebulgazi Bahadır Han bu adın halk etimolojisine dayanarak “ ağacın içindeki boşluk” anlamına geldiğini yazmaktadır. Kumanlarla temas etmiş olan milletlerden birçoğu onların çok güzel bir ırka mensup olduklarını, hele Kuman kadınlarının güzellikleri ile tanındıklarını anlatan kayıdlar bırakmışlardır. El-ömerî, Kıpçaklann gayet yakışıldı olduklarını söylüyor. Bilhassa Kuman kadınlarının rv-xvm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 71 güzelliği bir birinden ayrı birçok kaynak tarafından teyid ediliyor. Şair Nizamî, Kuman kadınlarının beyaz tenlerine meftun olduğunu yazıyor; Şirvanşah bir Kuman güzeli tarafından teshir edilmişti. Gürcü vekayinâmelerinde ise Gürcü kıralı David II. in karısı olan Kuman menşeli hatunun güzelliği ile şöhret bulduğu anlatılmıştır. Rus vekayi- nâmelerindeki kayıddan anlaşıldığı veçhile Kuman Hanları, Rus Knez- lerini elde etmek maksadiyle güzel kızları hediye olarak gönderirlerdi. Kiyef Knezlerinden bazılarının Kuman Hanlarının kızları ile evlenme­ leri yalnız siyasî maksaddan değil, Kuman kızlarının güzelliğinden ileri geldiği de muhakkaktır. Rus knez ailesine mensup bir kadının (Knez Yladimir Monomach’m torunu) Kuman Ham Başkord ile evlenmek için Kiyef’ten kaçması her halde Başkord’un yakışıklılığından ötürü olmuş­ tu. Bütün bu kayıdlar Kumanlann sarışın ve çok güzel kimseler olduğu­ na delâlet eder.

Kumanların halefleri oldukları kuvvetle muhtemel olan, hali hazır­ da Romanya’da yaşayan Çango’larm, etraftaki diğer kavimlerden “ sarışın olmaları, bazan keten gibi açık san ve kıvırcık bazan da kırmı­ zımsı saçlı ve mavi gözleri ile” büyük bir ayrılık teşkil ettikleri biliniyor. Aynı veçhile, Uralların Güneyine yakın sahada, bu günkü (1917 den önce) Kazaklardan bir kısmını teşkil eden Kıpçaklar arasında yer yer % 50 sinin kumral ve kırmızımsı saçlı oldukları da tesbit edilmiştir. Kıpçak unsurların çok nisbette katılması ile. meydana gelen bugünkü Kazan Türkleri (Tatarları) arasında, bilindiği gibi, sarışın tiplere çokça tesadüf edilmektedir.

Tang sülâlesi devrinde Çinli yazarların dediklerine göre, Çin’in batı sınırında, saçları açık renkli gözleri mavi ve Çinlilerin tabirince “ maymun suratlı” bir Türk kavmi yaşıyordu. Bunlarla her halde Kır- gızlar kasdedilmiş olmahdır. X I. Yüzyıl müelliflerinden Gerdizî, Kır­ gızların saçlarının açık renkte olduğunu kaydetmiştir. Demek ki, Orta Asya’ da beyaz ırkın hususiyetlerini muhafaza etmiş olan Türk zümreleri de mevcuttu. Çin ve Iran kaynaklarında tesadüf edilen bu gibi kayıdlar dururken Batılı tedkikçilerden birçoğu bunların Türkler değil de, aslında Arî, yâni Hindo-Avrupaî olup, sonradan Türkleşmiş olan bir kavme ait olduğu kanaatındadırlar. Marcpıart, Barthold, Pelliot, Gnım- Grzimajlo hep bu görüştedirler. Hele Grum-Grzimajlo bu hususta çok ileri gitmiş ve bu sarışın kavmin kim olduğunu meydana çıkardığını iddia etmiştir. 7 2 IV-XVni YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Grum-Grzimajlo’ya göre Çin’in kuzeyinde M. s. IV. yüzyıla varın­ caya kadar Dili veya Dinli adlı halis Hindo-Avrupai bir kavim yaşıyor­ du; bu kavim sonraları Türkler arasmda erimiş gitmiştir. Bu yazara göre, Kumanlar, şayet doğrudan doğruya bu Dili’lerin halefleri değilse, şüphesiz Dili’lerin kanının en çok bulunduğu Türk kavmi Kumanlar idi. Grum-Grzimajlo Kumanların sarışınlıklarını işte bu tarzda izah etmek istemiştir. Fakat tarihî devirlerde Çin’in kuzey-batısma kadar her hangi bir Hindo-Avrupaî kavmin gittiği bilinmiyor; tarih ve arkeologya araştırmaları bu yerleri ötedenberi hep Türk yurdu olarak gösteriyor. Bütün bu meselelerin halli daha ziyade arkeolojik ve antropolojik araştırmalarla ilgilidir. Bilinen cihet şudur ki, Karadeniz’in kuzeyinde ve Kafkaslara yakın sahalarda yaşayan Kuman-Kıpçaklar hattızatında “ sarışın” ve beden yapısı bakımından da çok yakışıklı kimseler idi.

Kıpçak Kıpçak (Kuman) ların Irtış-Talas sahasından Batı’ya (Kuman) lann doğru harekete geçmeleri, 916 larda Çin’in kuzeyinde Batı’ya teşekkül eden Kıtay Devleti’nin faaliyeti ile bağlı olsa gidişleri gerektir. Kıtaylar kuvvet kazandıkça, bazı Türk züm­ relerini Batı’ya doğru itmişler ve bu itişin neticesi Kıpçak (Kuman)’lara da dokunmuş, bazı Kıpçak boylarının yer değiş­ tirmesine sebep olmuştur. X . yüzyıl ortalarında Irtış boylarında Kimek adlı büyük bir Türk kavmi bulunuyordu; bunun bir kısmı “ Emek” (Yemek) adını taşıyordu. Başka bir kısmının da “ Kıpçak” (Kıfçak) adını taşıdığı ve bu adın bir müddet sonra bütün camiaya teşmil edildiği anlaşılıyor. Mahmud Kaşgârî Divan-ü Lügat it-Türk ünü yazdığı sıralar­ da (1070 lerde) Kıpçaklarm göç sahası Batı’da İdil boyunu çoktan geçmişti. Bunların doğu kısmı ise “ Yemek” adıyla Talaş kıyılarında bulunuyordu.

Esas Kıpçak (Kuman) kitlesinin Yayık nehri’nin batısında İdil istikâmetinde ilerleyişi en geç X I. yüzyıl başlarında olsa gerektir. Bu hareketin çok geniş bir cephe üzerinde yapıldığı muhakkaktır. Kıp- çaklann bir kısmı Irtış boyundan Uralları aşarak Kama-Idil sahasına sokulmuşlar ve böylelikle Idil Bulgarları ile karışmağa başlamışlardı. Orta Idil boyunun Kıpçaklaşması bu suretle başlamış olmalıdır. Kıp- çaklann diğer zümreleri Aşağı Idil boyuna girmişler ve Hazarların bir etnik unsur olarak ortadan kalkmasında, başlıca âmil olmuşlardır. Kıp- çaklar, Peçenekler ve Uzlardan boşalan yerleri işgalle kuzey Kafkaslara, IV-XVUI YÜZYILLABDA TÜHK KAVİMLE»! VE DEVLETLERİ 73

Kuban boyuna ve Aşağı Don boyuna ve oradan da Dnepr (Özü) istikâ­ metine gitmişlerdir. Kıpçaklarm îdil boyuna gelmeleri .1030 tarihlerinde olsa gerektir, îran şairlerinden Nâsır Hüsrev’in yazılarından görüldüğü veçhile, Kıp- çaklar X I. yüzyıl başlarında Yayık nehri boyunda idiler. Rus vekayi- nâmelerinde “ Polovtsı” adı ile Kuman (Kıpçak) lar ise ilk defa 1055 tarihinde zikredilmişlerdir. Demek ki, Kumalıların îdil boyundan Dnepr (özü) boyuna gitmeleri 20-25 yıl içinde vukubulmuştur. Kumanların Rus yurduna Uzları takiben geldikleri de muhakkaktır. 1055 senesi kışında Rusların Pereyaslavl' knezi Vsevolod.Voina’daki Tork’lar üzerine yürümüş ve onları yenmişti. Aynı senede (her halde yazın) Boluş adlı Kuman beyinin kumandasındaki “ Polovtsı” (Kuman- lar) lar Rus yurduna gelmişler veVsevolodda onlarla barış akdettikten sonra, onlar geldikleri yere gitmişlerdi1. Bu suretle Ruslarla Kumanlar arasındaki ilk karşılaşma bir anlaşma ile sonuçlanmıştı. Mamafih bir kaç yıl sonra Kumanların ikide bir Rus Knezliklerine saldırdıkları ve Rusların “ Steple mücadeleleri” nin çok çetin bir safhaya girdiğini göreceğiz. Kumanlar 1060 dan sonra Uzları takiben Tuna boyuna doğru sür’- atle ilerlemişler ve 1064 de Uzları Tuna’nın güneyine atmışlardır; aynı zamanda Kumanların Transilvanya-Macaristan istikâmetinde ilerledik­ leri anlaşıhyor. Bu suretle X I. yüzyıl sonlarında Karadeniz’in kuzeyin­ deki bozkırlar tamamiyle Kıpçak-Kumanlarm eline geçmiş bulunuyor­ du. Dolayısiyle buraları Şark kaynaklarında “ Deşt-i Kıpçak” (Kıpçak bozkırları) adını almaya başlamış ve bu ad Moğol istilâsından sonra umumileşmiştir. Kumanların Tuna boyuna inişleri 1087 yılında olsa gerektir. 1087 de Bizanshlarla Peçenekler arasmda Silistre yakınlarında vukubulan meydan muharebesi esnasında, Peçenek başbuğu Tatuş’un Tuna’nın epey doğusundaki Kumanlardan yardım istediği biliniyor. Kumanlar da bu davete icabet etmişler ve yardıma gelmişlerdir. Bu suretle Kuman- lara Tuna kıyısındaki zengin otlakları ve Balkan yolunu gösteren Peçe­ nekler olmuşlardır. Kumanlar da Tuna boyuna geldikten sonra, anlaşılan bir daha geri dönmek istememişler ve bu yüzden Peçeneklerle aralan açılmıştır. Bizanslıların da bu hususta tesirleri olduğu muhakkaktır. OnlaT da türlü entrika ve vaadlerle Kumanlan Peçeneklere karşı kış-

1 Povest' ı'remennych let, I, 109. 7 4 IV-XVIII YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ kutmaya başlamışlar ve muvaffak da olmuşlardır. Az sonra bu iki Türk kavmi birbirinin amansız düşmanı kesileceklerdir. Kumanlar da tıpkı Peçenekler gibi DnepT (özü) nebri sınır olmak üzere ikiye, yani sağ ve sol kola bölünmüşlerdi. Doğu yani Sağ kol Don ve Doneç havzasında bulunuyorlardı ki şayet doğru ise, buna “ Kara Kıpçak” denirdi; Batı’daki zümre yani “ Sol kol” Dnepr ile Dnestr arasında olup buna, galiba, “ A t Kıpçak” yurdu denilirdi. Bilhassa Doğu kısmının göç sahası çok geniş olmuş, kuzeyde Oka nehri,bo­ yundan Ryazan' bölgesi ve Sura nehri’ne, yani Kama Bulgarları sı­ nırlarına yaklaşmıştı. Don ile Idil arasında yaşayan ve bir Fin kavmi olduğu anlaşılan Burtas’lar da hem batı’dan hem de kuzey’den Ku­ manlar tarafından çevrildikleri cihetle, Kumanlara tabi bir duruma düşmüşlerdi. Kumanlar’m, Orta İdil sahasında hem Doğu’ dan hem de Batı’dan Idil Bulgarlarının komşuları olmaları hasebiyle, Bulgar arzisine de sık sık hücum ettikleri ve bilhassa yaz mevsimlerinde Bulgar sahasına epey sokuldukları ve belki de bir kısmının orada kalmış olmaları dahi mümkündür. İleride temas edileceği gibi, Kumanlar’m bir kısmı Kuban boylarında da bulunmakta idi. Dolayısiyle bunlar Kafkaslardaki kavimlerle de temasa gelmişlerdi. Kumanlardan bir zümre, başbuğları Otrok (Atrak)’un kumandasında, galiba Ruslar tarafından, bir yenilgiye uğradıktan sonra, Gürcü kırabmn hizmetine girmiş ve bu suretle mâverayı Kafkaslarda Kumanlann yerleşmesi başlamıştı. Doğu Anadolu’daki Kıpçak zümre­ leri işte bu Kumanlann bakayası olsa gerektir. Diğer yandan Kuman (Kıpçak) ların hareket sahaları batı’da da. gelişmişti. Onlar bir taraftan Peçenekler’i takiben Tuna’yı geçip, Bal- kanlar’a girerlerken, aynı zamanda Dnestr nehri’nin yukarı kısmına kadar sokulmuşlardı. Mamafih bu hareketleri daha ziyade ya Rus knez­ lerinin hizmetinde, yahut da Macarların daveti ile vukubulmuştur. İleride görüleceği gibi, Kumanlar birinci sınıf atk asker olmalan hase­ biyle, komşu devletler tarafından ücretli asker olarak sık sık davet edilmişlerdir. Onlar bu sıfatla Lehistan, Macaristan ve hattâ Çek (Bo­ hemya) memleketinde savaşmışlardır. Bu suretle Kıpçaklann savaşçı hareket sahaları Orta Asya’da Harezim sınırlarından başlayarak, Kafkas­ larda Anadolu sınırları, Doğu Avrupa’da İdil Bulgailan, Rus Knezlikleri, Balkanlar’da Bizans, Orta Avrupa’da Lehistan ve Macaristan’ a kadar 1V-XVHI YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 75

çok geniş bir sahada cereyan etmiştir. Zaten Kıpçak-Kumanlar kadar başka bir göçebe Türk uruğlar camiasının bu kadar geniş sahayı işgal etmiş olduğu da bilinmiyor. Bu geniş bozkırlarda yaşayan Kıpçak- Kuman uruğlarmdan çoğu, “ koyu göçebe” olmaları, yani göçebelik gelenek ve usûllerini titizlikle muhafaza ettirdikleri cihetle, oturak hayata geçmemişler ve dolayısiyle hiç bir yerde tutunamamışlardı. Ancak başka ülkelerde veya tâbiiyyetleri altına düştükleri zümrelerin baskısı iledir ki, Kumanlar yerleşik hayata geçmişlerdir.

KUMAN - RUS MÜNASEBETLERİ

„ Kumanlar da, tıpkı Peçenekler gibi, kendi başlarına bir K u m an -R u s münasebetleri Devlet vucuda getirememişler ve çok gevşek uruğlar camiası halinde yaşamaya devam etmişlerdir. Onların ayrı uruğ başlarına “ Han” denmesi dahi pek isabetli olmasa gerek­ tir. Bazı başbuğların büyük şöhret kazandığı bilinmekle beraber, bunların nüfuzunun ancak kendi çevrelerinde geçer olduğu anlaşılmak­ tadır. Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırların sahipleri olan bu göçebe Kumaıılann bir Devlet halinde yaşamadıklarından “ Devlet siyaset­ lerinin de olmadığı aşikârdır. Rus Knezlikleri ile münasebetlerinde bu husua kendini belli etmektedir. Ruslara nisbetle çok üstün askerî kuvvet teşkil ettikleri halde Kumanlar hiç bir zaman Rus Knezliklerini ortadan kaldırmak veya onlar üzerinde devamlı bir hâkimiyet kurmak yoluna gitmemişlerdir. Rus arazisine yöneltilen Kuman akmlan tamamiyle geçici mahiyette olup belli bir menfaat sağlamaktan daha ileri gitmemiştir; ya Rus köylerinden, şehirlerinden yağma suretiyle ganimet elde etmek veya Rus Knezleri tarafından hizmete alınanan ve Kumanlann köleleri sayılan türlü göçebe Türk zümrelerini yakalayıp geri götürmekten iba­ retti. Çoğu zaman Kumanlar, Rus Knezleri tarafından yardımcı veya ücretli kıt’a olarak davet edilirler ve onlar da bu sıfatla Rus arazisine girerler, savaşlara karışırlardı. Rus tarihçilerinden birçoğu Kuman’lann Rus arazisine akınlarım ve Rus Knezlerinin onlara karşı komalarını, Rus tarihinin “ Steple mücadele” 1 safhasının en çetin bir devri olarak vasıflandınyorlarsa da, bu görüş aslında isabetli değildir. Rus vekayinâmelerinde Kuman’larla mücadeleye ait kayıtların çoğu “ dramatize” edilmiştir. Sonraki Rus

1 V. Klüçevskiy, Kurs russkoy istorii (Rus tarihi dersleri). Moskva 1916 Kısım I. s. 344 v.d. 76 IV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ tarihçileri de millî taassupları icabı, gerek Peçenekler ve gerekse Kuman- lar’a karşı Rus Knezlerinin savaşlarım olduğundan başka türlü tefsire çalışmışlardır. Yine vekayinâmelerde görüldüğü üzere Kumalılarla Ruslar arasında yalnız savaş değil, çoğu zaman gayet dostça münasebet­ ler de tesis edilmiştir. Rus Knezlerinden birçoğu Kuman kızları ile evliydiler. Knezlerin bazılarının Kuman kıt’alan vardı. Bütün bunlar her iki zümre arasında iyi komşuluk münasebetlerinin de mevcut oldu­ ğuna delâlet eder. Nitekim Kumanlar, tarihlerinin en kritik anında, yani 1223 te doğudan Moğol’ların ani baskınları karşısında yardım isteyerek Rus Knezlerine müracaat etmişler ve yardım da almışlardı. Rus veka- yinâmelerinde şayet sık sık Kuman akınları ve Kuman harplerinden bahsediliyorsa-bunlarda kabahatli tarafın yalnız Kuman’lar olmadığı bilinmektedir.

Kumanlar’m Kiyef, Pereyaslavl' ve Çemigov Knezliklerine yakın­ lıkları hasebiyle, en çok münasebetler de buralarla olmuştur. Bu kom­ şuluk 180 yıl kadar sürdüğünden, Kumanlarla Ruslar birbirleriyle adam­ akıllı kaynaşmışlardı. Dolayısiyle bunun karşılıklı tesirleri olduğu da muhakkaktır. Rus askerî teşkilâtında, Rus yaşayış tarzında ve Rus dilinde Kuman’larm birçok tesiri olduğu da biliniyor. Rus yüksek tabakasından birçoğunun “ Kuman kızları” ile evlenmeleri veya Katman­ lardan birçoğunun Rus arazisinde kalmaları veya Kuman büyüklerinden bazılarının Hıristiyanlığa geçmeleri neticesinde-Rus’lann kanına da birçok Kuman kanı karıştığı muhakkaktır.

Mamafih Kumanlarla Ruslar her hususta birbirlerinden ayn iki zümre idiler: Kumanlar-göçebe bir Türk kavmi idi; Ruslar da -yerleşik hayat süren ve devlet teşkilâtı, nizamı, ve Hıristiyan-Bizans kültürü olan bir Slav kavmi idi. Ruslar, Hıristiyan olmaları, köy, kasaba ve şehirler­ de yaşamaları itibariyle de Kumanlardan tamamiyle farklı ve daha mede­ nî idiler. Gerek bu ayrılıkların icabı ve gerekse diğer faktörlerin tesiriyle Kumanlarla Ruslar arasında mücadele devam edip gitmiş, kâh Ruslar Kuman bozkırlarına, kâh Kumanlar Rus arazisine sefer açmışlardı. Kumanlann yazılan olmadığı ve destanları da bize kadar intikal etmediği için, Kuman kaynaklan diye birşey bulunmadığı halde, Ruslar bu devre ait zengin kaynak malzemesi bırakmışlardır. Rus vekayinamelerinde bu münasebetle pek çok bilgi verilmiştir. Yegâne Rus destanı olduğu iddia edilen “ îgor bölüğü destanı” nın da Kumanlarla mücadelenin tesiriyle meydana getirildiği söylenmişse de bu destanın bir uydurma IV-XVHI YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEHİ YE DEYLETLEBİ 77 olduğu görüşünün kuvvet buluşu karşısında, onun dayanılacak bir kaynak olup olmadığı belli değildir.

Kuman Rus Yukarıda da belirtildiği veçbile, Kumanılarm Rus münasebetleri- yurduna ilk gelişleri 1055 yılında vuku bulmuştur1, nin ilk devirleri, Pereyaslavl' Knezliği steplere en yakın olması hasebiyle 1055-1125. Kumanlar evvelâ buralara gelmişlerdi. Başlarında da Boluş adlı hanları vardı. Preyaslavl' knezi Vsevolod (Yaroslav’ın oğlu) Kumanlarla barış yapmış, yani onları hediyelerle tatmin etmiş ve bu suretle düşmanca hareketlerini önlemişti. Bunu müteakib Kumanlar Dnepr boyuna gitmişler ve Uzlar’ı takiben batı istikametinde yürümüşlerdi. Mamafih bu barış çok sürmedi. 1061 de Kumanlar bu defa savaşmak üzere, Pereyaslavl' Knezliğine hücum ettiler. Bu münasebetle vekayinâmede şunları okuyoruz: “ 6569 (1061) yılı. “ Polovets” (Kuman)ler ilk defa savaşmak üzere Rus yurduna geldiler. Ysevolod onlara karşı 2 Şubat tarihinde (şehirden) çıktı. Ye savaş oldu; Vsevolod’u yendiler ve savaştıktan sonra geri gittiler. İşte bu murdar ve Allahsız düşmanların (Rus yurduna) ilk kötülükleri idi. Onların Bey’i de İşkal idi” . 2 Bu suretle Kuman’larm Rus arazisine ilk saldırışları Pereyaslavl' Knezliği arazisinde olmuştu; bu Knezlik, stepler sahasında olması itibariyle göçebelerin hücumuna açıktı. Kuman baş­ buğu “ Iakal” a gelince bunu “ Sakal” diye okuyanlar da vardır. Bundan sonra Kuman’ların tam yedi yıl Rus arazisini rahat bırak­ tıkları görülüyor; çünkü onlar Peçenekler ve Uzlar’ı takiple meşgul­ düler. Peçenekler ve Uzlar (Tork’lar) dan birçoğu Rus sahasıha iltica etmişler; Rus Knezleri tarafından hizmete alınmışlardı. Bu ise Kuman­ lar nazarında düşmanca bir hareket olarak telâkki edilmiş; 1068 de Kumanlar büyük kuvvetlerle tekrar Pereyaslavl' Knezliğine girmişler, Kiyef’e yakın Al’ta ırmağı üzerinde Rus Knezlerinin birleşmiş kuvvet­ lerini ağır bir yenilgiye uğratmışlardı. Bu yenilginin tesiriyle Kiyef’te karışıklıklar çıkmış ve Knez îzyaslav Lehistan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Kumanlar ise Dnepr’in sağ tarafına da geçmişler ve etrafı yağma etmişlerdi. Kumanlar o sıralarda Çemigov Knezliğine kadar sokulmuşlardı; Çernigov Knezi Svyatoslav üçbin kişilik bir kuvvetin başında onlara

1 N. M. Karamzin, Istoriya gosud. Rossiyskago (Rus Devleti Tarihi) II, 46. 2 Povest' vremennych let I, 59. 78 IV-XVIII YÜZYILLARDA TL'BK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ karşı yürümüş ve güya, Kumanlar oniki bin kişi oldukları balde Ruslara yenilmişlerdi. Kuman’larm bu suretle Rus arazisine arka arkaya hücuma başlamalarının sebebi, vak’anüvis’e göre, “ Ruslar tarafından işlenen günahların Tanrı tarafından cezalandırılması” idi; Vekayinâmede bu münasebetle uzun boylu iktibaslar yapılmış ve Tanrı tarafından ceza­ landırılan diğer ülkelerden misaller getirilmiştir. Kuman akınları 1071 de Dnepr’in sağ sahilindeki Rostovtsev ve Neyatin yanına yapılmış, 1078 de de tekrar Pereyaslavl' arazisine yönelmişti. 1079 yılında Kuman’- lar Voin şehrine yaklaşmışlardı. Knez Vsevolod ise Pereyaslavl ’da bulunuyordu ve Kumalılarla barış akdetmişti. 1080 yılında ise Kuman­ lar Novgorod-Seversk sahasına kadar sokuldular. Bunların bir kısmı Starodub şehrini yağma ederlerken başka bir kısmı da Desna boyunda tahribat yapmakta idi. Knez Roman ise birlikte gelmiş olduğu Kumanlar ile geri çekilirken, Kumanlar kendisini öldürmüşlerdi. 1083 te Kumanlar Goroşin mevkiini işgal etmişler ve etrafı yağmalamışlardı. 1084 te sekizbin kişilik bir Kuman kitlesi Pereyaslavl' Knezliğindeki Prilut şehrinin etrafını yağma etmişti. 1085 te Kumanlar Dnepr nehrinin sağ tarafinda faaliyete geçiyorlar; 1092 de hem sol hem de sağ sahillerde yağmakârlık yapıyorlar. Bu suretle, Kumanlar Rus sınırlarına geliş­ lerinden (1061) bu yana otuz yıl müddetle hemen hemen iki* üç yılda bir defa Rus şehirlerini ve çevrelerini yağma ediyorlar. Mamafih onların hareketi nispeten mahdut bir sahayı, Pereyaslavl', Çemigov ve sağ sahilde de Kiyef’in epey güneyini geçmiyor. Fakat 1090 lardan sonra Kumanlar Rus arazisinde çok daha geniş bir sahaya akınlara başlaya­ caklardır. Kumalıların Ruslara karşı hareketleri, az sonra Rus Knezlerinin kendi davetiyle olduğu gibi, bir de Rus Knezlerinden “ tahta çıkışları” münasebetiyle bir nevi bahşiş kabilinden para, kıymetli kumaşlar veya davar istekleriyle de bağlı olacaktır. Kiyef tahtına yeni bir Knez çıkar çıkmaz Kumanlar hemen birtakım hediye taleplerinde bulunuyorlar, barışı muhafaza karşılığında altın, kumaş ve davar istiyorlardı; Knezler de bunu yerine getirmek mecburiyetinde idiler. Bu devrin meşhur Rus Knezi Vladimir Monomach, çocuklarına hitaben bıraktığı “ Nasihatler” inde, “ Kumanlarla 19 defa barış akdederek, onlara çokça davar ve kıy­ metli kumaş verdiğini” kaydetmiştir. Bu yoldaki talepleri yerine geti­ rilmediği takdirde Kumanlar’m hemen atlarının sırtına binerek Rus sahasına yöneldikleri anlaşılıyor. Bu suretle X I. yüzyılın sonlarına doğru Klimanların baskısı yalnız Pereyaslavl' Kuezliğine değil Kiyef rv-xvm yüzyillabda tühk kavimlekİ ve devletlebi 79

Knezliği üzerine de yöneltilmiş bulunuyordu. Kiyef Knezleri de Kuman- lara kıyasla çok zayıf olduklarından çoğu zaman bu talepleri yerine getirmek mecburiyetinde idiler. Kiyef ve diğer şehirlerin Knezleri, menfaatleri icabı, Kumalılarla iyi geçinmek zorundaydılar, bu maksatla onlardan bazılarının Kuman Bey’leri ile akrabakk tesisine, yani Kuman kızlarını almağa başladık­ larım görüyoruz. Kuman kızları güzellikleri ile de meşhur olduklarından, Knezleri bu cihetlerin de cezbetmiş olması mümkündür. Aynı zamanda karşılıklı olarak rehinlerin de istendiği anlaşılıyor. En çok Çernigov Knezinin Kumanlarla yakın münasebetler tesis ettiği de bilinmektedir.

,, 1090 ile 1110 yıllan Karadeniz sahasındaki Kıpçak- Kumanlann * 1 en kudretli Kuman’larm en kudretli devrini teşkil etmektedir. Bu devirleri, sıralarda Kumanlann başmda çok cesur ve kabiliyetli 1090 -1110. başbuğlar bulunuyordu. Bunlar: Benek (Bonyak), Tu- gorhan (Tugorkan), Sarıhan (Şaruhan) ve Altmoba (Altunopa) idiler. Gerek Rus vekayinâmeleri ve gerekse Bizans kay­ naklarında bu Kuman başbuğlarının adları ve faaliyetleri hakkında epey bilgi verilmektedir. Bizans tarafından kışkırtılan ve yardıma çağrılan Kumanlar, 1091 de Peçenek’leri imha etmekle Bizans’ı muhak­ kak bir felâketten korumuşlardı. Aynı senede Kumanlar Macaristan’ın ta içlerine kadar sokulmuşlardı. Başlarında Kapulç (Veya Kapluç?) adlı bir başbuğ vardı. 1092 de Kumanlar Lehistan’a bir sefer açıyorlar, 1092-1093 te tekrar Bizans ülkesini yağma ediyorlar, mamafih en çok akınlara sahne olan yerler yine de Rus Knezlikleridir. Ruslara karşı en çok harekette bulunan Kumanlann Don-Dnepr sahasında yaşayan uruğlar olduğu anlaşıhyor. önce Çemigov’da, son­ raları Pereyaslavl' ile Kiyef’te Knez olan Vladimir Monomach adlı Rus Knezinin Kumanlara karşı mücadeleyi teşkilâtlandırdığı da malûmdur. Mamafih onun da birçok defa barış akdettiği yani altın, kumaş ve davar vermek suretiyle Kuman tehlikesini atlattığım biliyoruz. Rus Knezlerinin Kumanlardan kaçan Tork (Uzları) himaye etmeleri ve onlar için “ Tor­ çesk” adiyle bir şehir dahi tesis etmelerinin Kumanlann pek gücüne gitmiş olduğu da muhakkaktır. Bu defa 1093 de Kiyef tahtına yeni bir Knez geçince Kumanlar, mutadları veçhile hediye talep ediyorlar; yeni Knez de bunu yerine getirmek şöyle dursun Kumanlara karşı bir sefer açıyor. Fakat Kumanlar üstün kuvvetlerle gelerek Rusları yeniyorlar ve dokuz hafta kuşattıktan sonra Torçesk şehrini de alınca oradaki 80 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

Uzları esir sıfatiyle beraberlerinde alıp götürüyorlar1. Demek ki, bu 1093 Kuman hareketi daha ziyade işte bu kaçak Tork’ları geri almak için yapılmıştı. Mamafih 1094 yılında Kirmanlarla Rus Knezleri arasmda bir barış akdedildi. Bu barışı diğer Kuman başbuğları ile birlikte Tugor Han’ın akdedişi ayrıca dikkati çekmektedir; demek ki, bu sıralarda Kumanların en nüfuzlu başbuğu o idi. Barışın mühim maddelerinden birisi: Kiyef Knezi Svyatopolk’un Tugor Han’ın kızı ile evlenmesi idi. Yani Kumanların en büyük beyi ile Rusların büyük knezi dünür oluyor­ lardı. Bu akrabalığın gayesi de her halde iki zümre arasmda barışı muhafaza etmekti. Vladimir Monomach tarafından Çemigov knezliğine getirilen Oleg Svyatoslaviç adlı knezin bilhassa Kirmanlarla işbirliği yaptığı biliniyor; vekâyiname 1094 yılı olaylarını anlatırken, bu knezin Kumanlar vasıta- siyle Çeınigov ülkesini tahrip ettirdiğini de kaydetmiş ve dolayısiyle Oleg’in “ Rus yurduna yaptığı fenalıkları” da belirtmek istemiştir. 1093 yılında Svyatopolk ile Tugor Han arasında akdedilen barış nedense hemen bozulmuş ve Kumanlarla Ruslar arasında tekrar gerginlik baş­ lamıştı. Kumanlar bu defa Kiyef’in çevrelerini yağma etmişlerse de az sonra Kiyef Knezi Vladimir Mönomach’a barış müzakereleri için îtler ve Kıtan adlı iki başbuğlarını yollamışlardı. Elçilere hiç bir yerde doku- nulmadığı halde, Ruslar onları hainane bir tarzda öldürmüşlerdi. Bu münasebetle vekâyinamede tafsilât verilmekte ve bu olay ile ilgili ayTi şahısların adları, olayın cereyan ettiği mahal ve gün ile hangi saatte vuku bulduğu nakledildiğine göre, bu hadise hakikaten cereyan etmiştir. Bu münasebetle şunlar nakledilmiştir; “ Barış için Kiyef şehri yakınına gelen iki Kuman başbuğu îtler ve Kıtan maiyyetleri ile birlikte ayrı yerlerde kalmışlar ve tamamiyle emin olarak gecelemekte iken, Knez Yladimir’in etrafındakiler bu iki Kuman elçisinin öldürülmesini teklif ediyorlar; Vladimir Monomach güya buna yanaşmak istemeyince, maiyyeti de “ Kumanların verdikleri yeminleri tutmadıkları, birçok Hıristiyan kanına girdikleri ve dolayısiyle bunların öldürülmesinin günah olmıyacağını” iddia edince, Knez de buna muvafakat ediyor. Evvelâ, Kıtan ve maiyyeti öldürülmüşler, sonra ertesi gün erkenden Knezin bir adamı îtler’i, Knezin yanma davet ediyor; îtler de hiç bir şey akima getirmiyerek davete icabet ediyor. Çağırılan eve gidince,

1 Povest’ vremennych let I, 145. Bkz. Ek No.' V. N. M, Itaram zin, îstoriya gosud Rossiyskago II, 72. IV-XVin YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 81 kendisini kapatıyorlar ve ev sahibi ise evin damından bir delik açarak Itler’i ok ile kalbinden vuruyor; sonra bütün maiyyeti de orada öldü­ rülüyor.” 1 Teferruatiyle nakledilen bu sahne, Rus tarihinde çokça tesadüf edilen bu kabil ihanet sahnelerinden ilki olarak bilinmektedir. Kumanlar, elçilerin bu şekilde haince öldürülmelerine, Rus arazi­ sine şiddetli hücumlarla karşılık verdiler. Buna ait tafsilâttan anlaşıldığı üzere, bu sırada Kumanların en tanınmış başbuğlarından Benek (Bon- yak), bir Pazar akşamı anî olarak Kiyef’e kadar yaklaşmış ve şehrin dış mahallesinde Knezin köşkünü yakmıştı. Aynı zamanda diğer Kuman başbuğu Küre, 24 Mayıs (1096) günü Pereyaslavl' yakınındaki bir şehri yakmıştı. Kiyef Knezi Svyatopolk’un kayın pederi Tugor Han, 30 Mayıs günü Pereyaslavl' şehrine hücum etmişti. Oraya yardım için gelen Rus Knezleri arasında Svyatopolk da vardı. 19 Temmuz (1096) tari­ hinde vuku bulan büyük bir çarpışmada Kumanlar yenilmişler, Tugor Han ile oğlu da öldürülmüşlerdi. Bu münasebetle Kiyef Knezi Svya­ topolk’un centilmenliği de belirtilmiştir: O, kayın pederinin naşını alarak Kiyef’e götürmüş ve merasimle gömdürmüştür. Kumanların hu mağlubiyeti mamafih hemen karşılık bulmuş, 20 Temmuz (1096) günü Kuman başbuğu Küre ani bir baskınla Kiyef’e kadar gelmişti; az daha şehrin içine dahi girecekti; fakat muhafızlar tarafından durdurulmuşlardı. Küre’nin kumandasındaki Kumanlar etrafa yayılmışlar ve vakanüvisin de bulunduğu bir manastırın içine girmişler, hücreleri dolaşarak, kıymetli ne varsa beraberlerinde alıp götürmüşlerdi. Kiyef Knezi ile Kumanların mücadelesinin kızıştığı bir sırada, Çernigov knezi Oleg (Svyatoslaviç)’in Kuman başbuğlarmdan Osoluk (Uzluk) un kızı ile evlenmesi ayrıca dikkat çekicidir. Demek ki, Çernigov Knezi, Kiyef Knezine karşı durabilmek veya üstün gelmek için Kuman- lara dayanmak siyasetini takip ediyordu. Dolayısiyle aynı yıllarda, hem Kiyef’te hem de Çemigov’da knezlerin “ Hatunları” Kuman menşeli idiler. Kısa bir zaman için olsa dahi Kumanlarla Rus Knezlerinin barış içinde yaşadıkları görülüyor; bunun icabı olarak Kumanlar hattâ Volınya knezi David tgoreviç’in daveti ile, 1099 yılında, Rus Knezlerinin Macarlara karşı yaptıkları bir sefere katılmışlardı. Kumanların başında Bonyak (Benek) bulunuyordu. San nehri üzerindeki Peremışl' şehri

1 Povest’ vremennych let I, 149: udari îtlarya v serdce, i druzinu ego vsü iabija. N. M. K a ra n ız ın , II. 74. 82 rv-xvm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ yakınlarında vuku bulan muharebenin kazanılmasında bilhassa Bon- yak’ın rolü büyük oldu. Zaferden sonra Kumanlar Macarları iki gün müddetle takib ettiler ve çok zayiat verdirdiler. Bu seferden iki yıl sonra Kuman beyleri ile Rus Knezleri arasında, Sakov denilen bir mevkide bir barış akdedildi; barış şartlarına titizlikle riayet edileceğine ait her iki taraf da söz verdi. Mamafih bu Sakov Barışı ancak iki yıl sürdü. Bunun hangi tarafça bozulduğu pek açık olarak bilinmiyor; her halde Kumanlar kadar Rus­ ların da suçu olsa gerektir. Ancak Kumalıların bu sıralarda akınlarla Rusları epey rahatsız ettikleri görülüyor. Bu husus Knez Vladimir Monomach tarafından şu sözlerle ifade edilmişti: “ Köylü tarlasına çıkıp, tam sürmeğe başlarken bir Kumanlı gelip onu okla vurur, atını alır, sonra köyüne giderek karısını, çocuklarını, varını yoğunu alır götürür” . Yâni bununla göçebe Kumanların Rus köylüsüne nasıl eziyet ettikleri anlatılmak istenmişti. Bu sözler hattı zatında doğru idi. Kumanlar Rus arazisine yaptıkları akınlarda, çok sonralan tıpkı Kırım Tatarları gibi, rastladıkları çiftçi-köylüleri hiç aman vermeden, ya öldürürler veya esir-köle olarak alır götürürlerdi. Bulabildikleri mallarını, davarlarını da bırakmazlardı. Bu sıralarda Kumanların Rus arazisine sıkça akın yap­ tıkları anlaşılıyor; mamafih bu akınlara Ruslar tarafından sebebiyet verilmiş olması da mümkündür; Sakov Banşı’nın maddeleri tasrih edil­ mediğine göre, hangi tarafın hangi şartları yerine getirmediği de bilin­ miyor. Kılınanları en çok sinirlendiren cihet, Rus Knezlerinin, Kuman- ların köleleri sayılan Türk göçebe “ kaçaklarım^ kabul etmeleri ve sınır bekçisi olarak kendi sahalarına yerleştirmeleri idi. Belki bu defa da öyle haller olmuştur. Kiyef Knezi Svyatopolk ile Vladimir (Monomach) 1103 yılında Kumanlara karşı bir sefer açtılar; Kumanlar anî olarak yakalanmışlar ve Suteni nehri yanında büyük bir yenilgiye uğratılmışlardı. Esir edilen Kuman başbuğlarından Beldüz “ barışı bozmakla” itham ve idam edil­ mişti. Bu çarpışma esnasında yirmi kadar Kuman beyinin öldüğü de iddia edilmektedir. Bunlar arasında vaktiyle Macarlara karşı zafer ka­ zanılmasında Bonyak’a büyük yardımı dokunmuş olan Altmopa da bulunuyormuş. Her halde Kumanların bu defa Ruslar tarafından iyice hırpalandıkları anlaşılıyor. Rusların bu zaferi müteakib Kumanların elinden bir çok Peçenek ve Tork’u alıp götürmeleri ve onları sınır boyun­ da yerleştirmeleri ayrıca dikkat çekicidir. Belki de Rusların bu seferi yapmaları da işte bu zümreleri Kuman esaretinden kurtarmak içindi. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 83

Mamafilı Kumanlar bu yenilgiden sonra asla durdurulmuş olmadı­ lar. Çok geçmeden onlar yeniden harekete geçtiler. Bonyak (Benek) ın kumandasında kalabalık Kuman kuvvetleri 1105 ve 1106 yıllarında Kiyef ve Pereyaslavl' çevrelerini tahrip ettiler1. Bonyak 1107 de Şaru- han (yaşlı) ve diğer Kuman beyleri ile birlikte Rus arazisine yeni bir sefer açtı; fakat bu sefer onlar için yenilgi ile neticelendi; çarpışmalarda Bouyak’m biraderi ölmüş ve Şaruhan da güç hal ile kaçıp kurtulmuştu. Mamafih bunu müteakib, Kınnaplarla Ruslar arasmda yeniden bir barış akdedilmiş ve Kuman Bey’lerinin kızları Rus Knezleri ile evlen- dirilmişlerdi. Fakat Kumalıların az sonra yeniden Rus arazisine saldır­ dıkları görülüyor. Ruslar da 1109 da Yladimir Monomach’m kumanda­ sında Kuman steplerine bir sefer açmışlar ve Don boylarına kadar git­ mişlerdi. 1111 yılında da Rus Knezlerinin birleşmiş kuvvetleri Doneç nehri boyundaki Kumalılara karşı bir sefer açarak, pek çok ganimetle geri dönmüşlerdi. Görülüyor ki, bu sıralarda Rus knezleri Kumalılara karşı üstünlük elde etmiş gibiydiler. 1113 te Kiyef Knezi Svyatopolk ölüp, yerine Vladimir (Monomach) knez olunca, Kumanlar, barış yâni hediye talebinde bulundular. "Vladi­ mir Monomach da onlara hediye göndermek şöyle dursun büyük bir kuvvetle harekete geçti. Kumanlar da buna karşı koymak cesaretini gösteremediler, bozkırlara çekildiler. Rus Knezleri 1116 da Kumalılara karşı yürüdüler ve çokça esir ve davarla döndüler. Bu Rus hücumlarının Kumanlarm zayıflamasına yol açtığı anlaşılıyor. Şöyle ki, Kumalılara tabi durumdaki birçok Peçenek ve Tork’lar ayaklanarak, Rus Knez- lerinin yanına kaçtılar; onlar, daha önce yerleştirilen zümrelerle birlikte Rusların güney sınırlarının bekçisi olacaklar ve Kuman akmlanna karşı set vazifesini göreceklerdir. Ruslarla yapılan bu mücadeleler esnasında, 1109 yıllarında, Kuman başbuğlarından en kuvvetlisi olan Bonyak’m Kiyef arazisindeki bir çarpışmada öldüğü anlaşılıyor. Bu suretle kısa bir zaman içinde Kumanlarm üç büyük önderi Tugor Han, Şaruhan ve Bonyak (Benek) birbiri arkasından sahneden çekildiler. Onların ölümü, muhakkak ki, Kumanlar camiasının zayıflamasında da mühim rol oynamıştır. İhtiyar Şaruhan’m yerine, oğlu Otrok (Atrak) başbuğ oldu. Atrak’m kızı güzelliği ile meşhurdu ve Giircü Kıralı David II. ile evli idi. Dolayı- siyle Don-Kuban boyundaki Kumanlarla Gürcüler arasmda yakın

1 N . M. K a r a m z in , IX, 92. 8 4 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ münasebetler de kurulmuş oluyordu. Bunun içindir ki, Atrak Rus Knezi Yladimir Monomach tarafından baskıya maruz kalınca 1118 de damadı, Gütcü Kıralı David II. in daveti üzerine Gürcüstan’ a gitti. Atrak’m maiyyetinde kalabalık bir Kuman kitlesi olduğu da biliniyor. Gürcü Kıralı da bunlardan 40.000 kişilik mükemmel bir atlı ordu teşkil etti. Gürcüler bu Kuman kuvvetlerine dayanarak, Anadolu Selçuklularının hücumlarına karşı koydular1. Hattâ Kıral David II. in Kuman atlıları ile Şirvan, Iran ve Ermenistan’ a başarılı seferler yaptığı da biliniyor2. Kumanlarm Doneç boyundan Gürcüstan’a gitmeleri ile, Rus sınır­ larına Kuman akınları bir müddet için duraklamıştı. Bunun içindir ki, 1120 yılında Pereyaslavl' Knezi Aşağı Don boyuna bir sefer açtığında orada Kumanları bulamamış ve boş elle dönmüştü. Fakat, 1125 de Kiyef Knezi Vladimir Monomach’m ölümünü müteakib, Gürcüstan’ a giden Kuman beyi Atrak’m tekrar kendi yurduna döndüğü anlaşılıyor. Mama­ fih Gürcüstan’a giden Kumalılardan büyük bir kısmı dönmemiş, orada kalmış ve türlü oyalarda yerleştirilmişlerdir. Doğu Anadolu’da, Çıldır Gölü çevresindeki Kıpçaklar işte bunların halefleridir.

, _ Vladimir Monomach’m ölümünden sonra Rus yurdunda Kumanlann Rus Enezleri tarafından Knezler arasında başlayan iç mücadeleye, Kuman iç mücadeleye başbuğları da karıştırılmışlardı. Yukarda belirtildiği karıştırılmaları ve üzere, Çernigov ve Kiyef Knezlerinin karıları Kuman bunun neticeleri juzjarl i,ji. g u defa, Knezlerden bazıları, akraba olduk­ ları Kuman başbuğlarını çağırarak, kendi durumlarını sağlamak ve rakiblerini ezmek istemişlerdi. Bu hususta bilhassa Çernigov Knezi (Kuman kadının oğlu) çok faal idi. Bu Kneze bir defasında 8000 kişilik bir Kuman kuvveti yardıma gelmişti. Mamafih Kumanlarm bu sıralarda fazla kuvvete sahip olmadıkları görülüyor; onlar müşterek Rus kuv­ vetlerinin harekete geçmeleri üzerine Don boyundan çekilip Doğu’ya gidiyorlardı. Bu sıralarda Dnepr (Özü)’in batı tarafındaki Kumanlar hakkında fazla bilgimiz yoktur. Onlar, her halde Turla (Dnestr) boylan ve Tuna’mn aşağı mecrasına kadar göç ederek, mutad hayatlarını devam ettirmiş­ lerdi. Bu sıralarda onlara baskı yapacak her hangi bir başka göçebe Türk zümresi de kalmamıştı. Kumanlardan bir çoğunun Macaristan’ a

1 Osman Turan, Selçuklar Tarihi ve Türk-îslâm Medeniyeti, Ankara 1965 s. 174. 2 A. Z. Velıdî Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, I. (İstanbul 1946) s. 191. rv-xvnı yüzyillabda t ü h k k a v î m l e b i v e d e v l e t l e b İ 85 gittiği ve Macar Kırallaıı tarafından muhtelif bölgelerde yerleştirildiği de biliniyor. Onlar, Macar Kiralının ordusunda atlı asker vazifesini görüyorlardı. Hattâ 1132 yılında Çek Kiralının Alman İmparatoruna, İtalya Seferi esnasında, Kumalılardan müteşekkil bir kıt’a gönderdiği biliniyor; Bohemya’da Kumanlar bulunmadığına göre, bu kuvvetlerin Macar kiralına ait olduğu anlaşılıyor. Çok daha sonraları, 1203 de Alman İmparatoru Otto IV. nun Türingiye’deki kuvvetleri arasında Kuman- ların da bulunduğu biliniyor; bunların da Macaristan’dan gelmiş olduğu muhakkaktır. Bu suretle Kumanlann batı zümreleri, mütemadiyen Macaristan’a kaymışlar ve orada kuralların askerî hizmetine girerek yerleşik hayata geçmişlerdir. Dnepr’in doğusundaki zümrelere gelince, onlar ikide bir Pere- yaslavl' Knezliğini yağma ettikleri gibi, Kiyef çevresine de sokuluyor­ lardı. Bazen bu alanlar çok daha kuzey’e kadar çıkıyop, Çernigov ve Novgorod-Seversk KnezliUerinden başka, Yyatiçler sahasına, Smo- lensk’e kadar geliyordu. Mamafih bu Kuman alanlarının çoğu, Rus Knezlerinin kendi davetleriyle oluyordu. Hattâ bir defasında Kuman­ lar, Pskov üzerine gönderilmişler ve bu şehre 70 km. kala geri dönmüş­ lerdi. 1154 teki bir sefer esnasında Kumanlar, karşı taraftaki Rus kuv­ vetlerini yendiklerinde, Çernigov Knezini tutsak etmişler ve ancak çok zengin bir fidyei necat karşılığında salıvermişlerdi. Rus Knezlerinin birbirleriyle mücadeleleri ve bu münasebetle Kumanları davet etmeleri neticesinde, güneydeki Rus Knezlikleri mütemadiyen tahribata uğra­ mıştı. Bundan en çok Pereyaslavl', Çernigov ve Novgorod-Seversk Knezlikleri mutazarrır oldukları gibi, hattâ daha kuzeydeki bazı bölgeler de harabe haline getirilmişlerdi. Ayni veçhile Kiyef Knezliği de müte­ madi Kuman akınlanna sahne olmuştu, öyle ki, bu Kuman alanları yüzünden adı geçen bu yerlerde ahali kalmamış, köyler ve şehirler tamamen boşalmış, h alicin büyük bir çoğunluğu Kuman’lar tarafından esir edilmiş, öldürülmüş, geriye kalan kısım da, yaşamak için daha emin olan kuzey Rusya’ya, Suzdal' bölgesine göç etmişti.

Kontak Han yıllanna doğru, Kuman’lann başında Konçak ve Kobyak (Köpek-Kebek) adlı başbuğlan vardı. Bilhassa ların faaliyetleri Konçak’m çok enerjik ve kaabiliyetli bir reis olduğu Te Huşlara indin- görülüyor. 1174 yılında bu iki başbuğ Pereyaslavl' len ağır darbeler Knezliği sahasına hücum ettilerse de, Ruslar tarafından geri atıldılar. Fakat 1177 de Kumanlar, Rostovtsev yakınlarında 86 rV-XVm YÜZYILLARDA. TÜRK. KAVİMLBBİ VE DEVLETLERİ

Rus kuvvetlerini tam bir yenilgiye uğrattılar. 1179 yılı Ağustos’unda Konçak yeniden Pereyaslavl' sahasına girmiş ve çok tahribat yapmıştı. Kiyef Knezi Svyatoslav Vsevolodoviç, kendi ülkesinde hâkimiyette tutunabilmek için, ikide bir Konçak’a müracaatla Kuman’lan yar­ dıma çağırıyordu. Aksu (Buğ) nehri boyundaki Kumanlar da Kiyef civarma akın ediyorlardı; Ruslar da onlara karşı bilhassa Berendi (veya Karakalpak- lar) kıt’alarmı kullanıyorlardı. Bu suretle ya karşılıklı seferler veya karşılıklı “ barış” yapılmak üzere, Kumanlar ile Rusların komşuluğu devam etti. Arada bir Rus Knezleri birleşirler ve sefer açarlardı, veya Knezlerden kendilerine güvenenler kıt’alan başında bozkırlara açılıp, Kuman karargâhlarına saldırırlardı. Bu gibi olaylar vekayinâmelerde tafsilâtiyle anlatılmaktadır. Bunlardan biri de 1184 yılındaki Rus seferi ve zaferdir.

1184 Rus Başta Kiyef Knezi Svyatoslav olmak üzere güney Rus za£eri Knezleri bir araya gelerek 1184 yılında Kumanlar sahasına büyük bir sefer açtılar. Ruslar ancak beş gün sonra Kuman’ları bulabilmişlerdi; Rus öncü kuvvetlerinin başmda Pereyaslavl' Knezi Vladimir bulunuyor ve, Kuman’lann, “ Pereyaslavl' sahasını tahribettiklerinden ötürü muhakkak cezalandırılacaklarını” söylüyordu. Hakikaten yapılan savaş sonunda Kumanlar mağlûp edil­ mişler ve Orel suyu boyunda 7000 esir vermişlerdi; bunlar arasmda tam 417 Bey ve Bey oğlu bulunduğu da iddia edilmektedir1.

Knnmn’Iarda ®us kuvvetleri yürüyüşlerine devamla Khorol ateşli silâh yakınlarında Kuman başbuğu Konçak’ a rastlamışlar ve onu da yenmişlerdi. Bu karşılaşma münasebetiyle Konçak’ın hizmetinde, ateşli silâh kullanan bir Müslüman’ın bulunduğu ve elli askerin zorla gerdikleri bir yaym “ canlı ateş” attığı da Rus vekayinâmesince kaydedilmiştir2. Bu silâhın mahiyeti bilinmemekle beraber, ya “ Grek ateşi” veya “ neft” olması mümkündür. Demek ki, Kuman başbuğları, Islâm memleketlerinden böyle bir silâhı, ve onu kullanmasını bilen kimseleri arayıp bulmuşlardı. Mamafih, bu “ ateşli silâh” ın fazla, tesiri olmadığı Kumanların bu karşılaşmadaki yenilgi­ lerinden anlaşılıyor. Kumanların yenilmesi üzerine bu Müslüman usta

1 N. M. Karamzin, III, 41. * Ayni y. IV-XVm YİTZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 87 kaçarken Rus’lar tarafından yakalanmış, “ silâhı” ve birçok “ mermisi” ile birlikte Kiyef Knezi Svyatoslav’m huzuruna çıkarılmıştır. Mamafih Rusların bundan istifade edemedikleri de anlaşılıyor. Bunun üzerine Kiyef Knezi Svyatoslav da büyük bir başarı ile geri döndü.

1185 yılında 1184 te Kiyef Knezi Svyatoslav’m idaresinde Kuman- Knez Igor’nn ^ara karşı başarılı bir sefere katılmayan bazı Knezlerin seferi ve Kuman- canları sıkılmış olacak ki, onlar da kendi başlarına bir lar taralından zafer kazanmak sevdasına tutulmuşlardı. Bunların ba- esir edilmesi şmda. Novgorod-Seversk Knezi îgor bulunuyordu. Igoı, biraderi Vsevolod’u ve diğer birkaç Knezi de yanma aldıktan sonra, Çernigov Enezinin hizmetindeki “ Kovuy” ları (yine bir Türk zümresi) veya “ Karakalpaklar” ı da katarak, Kirmanları ara­ yıp bulmak ve karargâhlarım tarumar etmek maksadiyle 23 Nisan 1185 tarihinde Don boyuna doğru sefere çıktı1. Tam o gün güneş tutul­ muştu. Rus boyarları (beyleri) bunu kötüye yormuşlar ve seferin, bir felâketle neticeleneceğini söylemişlerdi. Îgor ise bu gibi semavî alâmet­ lere ve kötü yorumlara aldırmadı, “ kaderde ne varsa ona razıyız” diyerek, sefere çıkmakta ısrar etti. Knez Îgor ve kendine tabî kıt’alar Doneç nehrini aştıktan sonra, güneye doğru yol aldılar. Biraderi Vsevolod ise, Kursk’tan sonra Don ve Sal ırmakları istikametinde yürüdü. Rusların gelişini haber alan Kumanlar, Konçak ve diğer başbuğların idaresinde hemen harekete geçtiler ve Rusları karşılamağa hazırlandılar. İlk karşılaşmada Igor’un kuvvetlerinin Kumanları yendiği, Kuman ordugâhım ele geçirerek çokça ganimet aldıklan anlaşılıyor. Bunun üzerine cesaretleri artan Rus kuvvetleri daha da ileriye giderek, Kumalılara daha da büyük darbe indirmek sevdasına kapıldılar. Rusların gelmekte olduğu haberi bozkırlarda sür’atle yayılmış ve her taraftaki Kuman atlılan Ruslarla çarpışmak üzere toplanmış bulu- noyorlardı. Knez îgor’un kuvvetleri Aşağı Don sahasındaki Kayalı ırmağma (bugünkü Kagalnik olsa gerek) geldiğinde, her yandan Ku- manlar tarafından sarıldılar. Mamafih Kumanlar önceleri yaklaşmıyor­ lar, sadece Ruslara ok atarak hırpalıyorlardı. Bu defa Knez Igor’un kuvvetlerini Kayalı ırmağı kıyılarından attılar ve susuz bıraktılar. Ku­ man baskısı gittikçe şiddetlendi. Çok katı bir savaş sonunda Ruslar

N. M. Karanız in, III, 41 ve devamı. 88 IV-XVTII YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ dehşetli bir yenilgiye uğradılar. Pek çok Rus askeri ve “ Kovuy” (Kara- kalpak)lar öldürüldükten sonra, sefere katılan Rus Knezleri hepsi de esir edildiler1. Bu suretle Konçak, geçen seneki mağlubiyetinin, intikamını almış oldu. Esir düşen Rus Knezlerinin türlü Kuman başbuğları tara­ fından alınıp getirildikleri ve obalarında misafir edildikleri de biliniyor. Konçak’ın ise Rus Knezlerine iyi muamele ettiği de anlatılmaktadır. Knez îgor’e yaralı olduğu için ayrıca itina edilmiş ve kendisine bakmak için adamlar tahsis edilmişti. Knez îgor’un ve yanmdakilerin mağlûbiyeti ve dört-beş Rus Kne- zinin esir düşmesi Rus yurdunda büyük yankılar yapmış ve bilhassa îgor’un kendi Knezliğinde ağlamalar ve sızlamalara yol açmıştı. Çünkü böyle bir mağlûbiyet ve felâket Rus yurdunda çoktan beri görülmemişti. Mamafih bir müddet sonra Knez îgor, Kuman esaretinden kaçarak kendi memleketine dönmeğe muvaffak olmuştu. Knez îgor’un nasıl kaçtığına ait Rus vekayinamelerinde, biri daha tafsilâtlı olmak üzere bilgi verilmiştir. Bunlara göre, Knez îgor’un hiz­ metinde olan Lavor adlı bir Kuman, Rus Knezine birlikte kaçmayı teklif etmiş. Knez önce buna pek inanmamış, fakat Lavor’un samimî olduğuna kanaat getirdikten sonra, bu teklifi kabul ile birlikte esaretten kaçmıştır. Bu kaçışın epey maceralı olduğu da naklediliyor.

İgor Bölüğü bu 1185 yılındaki sefer ve îgor’un kıt’aları ile Destanı mağlûbiyeti ve esir edilişi “ îgor Bölüğü Destanı” adı ile, eski Rus edebiyatının en büyük şaheserinin konusu olduğu iddia edilmektedir. “ îgor Bölüğü Destanı” mda (Slovo o Polku îgoreve)2 çok şairane bir şekilde bu sefer tasvir edilmiş ve bunun ayrı fasılları, tabiat, kahramanlık, üzüntüler ve bilhassa îgor’un karısı­ nın ağlama ve sızlamaları büyük bir ustahkla anlatılmıştır. Bu destan, güya eski bir el yazması mecmuasında muhafaza edilmiş ve Rus asillerinden Musin-Puşkin’in Kütüphanesinde bunu meşhur tarihçi Karamzin görerek 1800 de neşretmiştir. Fakat 1812 de Mosko­ va’nın Napoleon tarafından işgali sırasında çıkan yangında bu el yazması

* N. M. Karamzin, III, 42-44. 2 Slovo o polku îgoreve (Îgor bölüğü destam) Sovyet Rusya’ da birçok defa neşredil­ miş ve birçok “ inceleme” konusu olmuştur. Sovyet bilginleri bu “ Destancın sahi olduğunda İsrar ediyorlar. Bu çeşit neşriyatın başında Akademi üyesi A. S. O r lo v ’un şu eseri geliyor: Slovo o polku îgoreve. Akad nauk SSSR. (2 nci tabı) Moskya 1946. rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 89 da yanmıştır. Dolayısiyle bu tarihî destanın orijinal nüshası muhafaza edilmemiştir. Rus edipleri ve tarihçileri bu “ Igor Bölüğü Destam” na çok bü­ yük bir değer vermişler ve bununla daima övünmüşlerdir. Bilhassa Sovyet yazarları ve âlimleri bu “ Destan” ı tam bir tarihî kaynak olarak değerlendirmişler ve etraflı tahlillerini yapmışlardır. Halbuki batılı (ve bazı Rus) Slav filolojisi mütehassısları, başta Fransız Profesörü Andre M azon olmak üzere, bunun sahte olduğunu ve Katerina II. zamanında, sırf Katerina II. nm yayılma ve fütuhat siyasetine bir medhiye olarak, “ uydurulduğu” nu ileri sürmüş ve ağır basan delillerle bu görüşü ispata çalışmışlardır1, “ tgor Bölüğü Destanı” nda, bu devir­ deki herhangi bir Rus “ halk şairi” nin asla bilemiyeceği ve hatırına bile getiremiyeceği noktalar olduğu ileri sürülmektedir. Dil itibariyle de bu devrin diline, meselâ, Vekayinâmeler veya “ Azizlerin hayatı” na ait eserlere hiç benzemez. Bu “ Destan” m uydurucusunun Vekayinâmeler- den 1185 seferi ve îgor’un esareti olayını okuduğu gibi, meselâ Tatiş- çev’in Rusya Tarihi’ni de tetkik ederek, bu devrin olaylarına vakıf olduğu iddia edilmektedir.- Bu suretle Rusların yegâne milli destanları sayılan “ Igor Bölüğü Destanı” (Slovo o Polku îgoreve) mn aslında sahte bir eser olduğu ve bu sıfatla tarihî kaynak olarak kullamlamıyacağı da söylen­ mektedir. Bilindiği üzere, Çek’ler de, sırf eski şanlı devirlerini ispat etmek maksadiyle böyle iki “ Destan” uydurmuşlardı; biri, “ Königin- hof elyazması” , diğeri de “ Grünberg elyazması” dır; her ikisi de X IX . yüzyıl başlarında tanzim edilmişlerdir. Şayet “ Igor Destanı” hak­ kında söylenenler doğru çıkarsa Çeklerin sadece “ büyük abileri” ni yani Rusları taklid ettikleri görülüyor.

„ , . . . Kumanlarla Rusların bazen birlikte yabancı kuvvet- Sudak şehrine ■ karşı Kuman-Rna lere karşı sefere çıktıklarını yukarıda görmüştük; 1099- müşterek Seferi, da Macarlara karşı yapılan sefer bunlardan biri idi. 1221. Rus Knezleri de sık sık Kumanları yardıma çağırırlar ve böylelikle Kumanlar ile Ruslar birlikte savaş ederlerdi. Böyle bir Kuman-Rus askerî işbirliğinin 1221 yılında Kırım’daki Suğdak şehrine karşı da yapıldığı biliniyor. Demek ki bu sıralarda Kumanlar ile Rus­ ların arası çok iyi idi. Böyle bir sefer şu şartlar içinde vuku bulmuştur:

1 Andre Mazon, Le Slovo d*Igor. Travaux publies par l’Institut d ’Etudes Slaves. X X . Paris 1940, m. y. 9 0 r v - x v m yüzyillabda t ü b k k a v i m l e h İ v e d e v l e t l e b İ

Kırım Yarımadasında Kumanlardan bir çoğunun yerleşik hayata geçtiği ve köylerde yaşadığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda şehirlerde de yaşayan Kumanlarm bulunduğu ve şehir hayatının icap ettirdiği bir çok şartlaıa ayak uydurdukları da görülmektedir. Bu şartlardan birinin de ticaret olduğu muhakkaktır. Kırım sahillerinde ötedenberi ticaretle meşgul olan şehirler tesis edilmişti. Suğdak şehrinin çok eski ve Orta Asya’ daki Soğd’larla ilgisi olduğunu yukarıda görmüştük, Diğer şehir­ lerden en mühimi de Kefe idi. Suğdak şehrinin Kumanlara tabi olduğu da biliniyor. Bura ahalisi arasında Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin çoğunluk teşkil ettiği ve buralara erkenden Karadeniz, Kafkas sahilleri, İran, Arab ülkelerinden, Bizans’ tan ve Akdeniz şehirlerinden bilhassa Venedik ve Cenova’dan tüccarlar geldiği anlaşılmaktadır. Ruslardan da tüccarların Kefe’ye olduğu gibi Suğdak’a da gelip gittikleri muhakkaktır. İşte böyle mühim bir ticaret merkezi bu defa 1221 de Konya Sel­ çukluları tarafından zaptedildi \ Konya Selçukluları Suğdak’a gidip gelen tüccarlarının birçok baskıya maruz kaldıklarını bahane ederek, Kırım’a büyük bir kuvvet çıkardılar ve şehri ele geçirdiler. Selçuklular daha 1214 de Sinop şehrini almak suretiyle Karadeniz ticaretine faal olarak katılmak istemişlerdi. Suğdak’ın alınması ile Selçuklular bu yolda büyük bir başarı sağlamış oluyorlardı. Halbuki Kumanlar için bu şehrin elden gitmesi büyük kayıplara yol açmış, şehrin ticaretinden sağlanan gelir kaybolmuştu. Suğdak’ı kendi başlarına geri alamıyacak- larını bildiklerinden, Kumanlar yardım isteyerek Rus Knezlerine müra­ caat etmişler ve yardım sağlamışlardı. Bunun üzerine 1221 de Kuman ve Rus kuvvetleri Suğdak şehrini geri almak için harekete geçtilerse de, Selçuk müdafaası karşısında bir şey yapamadılar. Bu münasebetle Rus Knezi ile Selçuk kumandanı arasında bazı müzakerelerin cereyan ettiği ve Ruslar için bazı menfaat - lar sağlayan bir anlaşmaya varıldığı da anlaşılıyor. Her halde bunlar ticaretle ilgili olsa gerektir. Bunun üzerine Ruslar ve Kumanlar Suğdak yanından çekilip gittiler. Bu Suğdak seferinden ancak iki yıl sonra, Kumanlar ile Ruslar yeniden askerî bir işbirliği yapacaklardır. Bu olay Moğol-Tatar istilâsı ile bağlıdır.

1 A. J. Yakubovskiy, Rasskaz îbn-ül-Bibi o pokhode maloaziyatskikh Turok na Sudak (Anadolu Türklerinin Sudak seferine ait İbn ül-Bibinin yazdıkları). Vizantiyskiy Vremennik, cild 25 (1927) ss 53-176; Osman T u ra n , Selçuhhlar Tarihi, s. 210. iv -xv n l YÜZYTLLAHDA TÜEK KAVfjULEBİ VE DEVLETLEHİ 91

1185 deki Rus mağlûbiyetinden sonra Kumanlarm Rus arazisine akmları, ve Rusların da karşı savaşiarı birbirini takip etti. Bazan Rus hizmetindeki Berendi-Karakalpaklar’ dan da Ruslardan kaçarak Kuman- lara geldiği ve onlarla birlikte Ruslarla savaştıkları biliniyor. Bu kabilden olmak üzere, 1186 da Tork (Uzlar) larm başbuğlarından Gündoğdu, Rus Knezi Svyatoslav’a kızarak, Kumanlara kaçmış ve onlarla birlikte akınlara katılmıştı. Mamafih Kuman-Rus münasebetleri daimî bir savaş halinde değildi; Rus Knezlerinden birçoğu eskiden olduğu gibi, Kumanlarla gayet iyi geçiniyorlar, onlardan ücretli kıtalar bulmağa çalışıyorlardı. Sırf Kumardan tatmin etmek maksadiyle 1203 te, Kiyef Knezi Rurik, Kiyef şehrinin yağma edilmesine müsaade etmişti. Bu olay o sıralarda Rus Knezliklerinin perişan durumunu gösterecek mahiyettedir. Rus yurdundaki iç düzensizlik, Knezliklerin mütemadiyen ufalması ve kuvvetten düşmesi — Kumanlara karşı mü­ cadeleyi güçleştiriyordu. Diğer yandan Kumanlardan birçoğunun Kı­ rım’da, yerleşik hayata geçmekte olduğu, ve hattâ şehirlerde bile yer­ leştikleri bilinmektedir.

Bu sıralarda Kırım sahilinde Ceneviz ve Venedik ticaret K n m a n l i i n n İskân sahası faaliyeti başlamıştı ve dolayısiyle bu ticaretle Kumanlar da ilgilenmekte idiler. Kumanlarm en çok Kırım’da yerleştikleri de anlaşılmaktadır. Kırım’ın doğusundaki Kerç Boğazı üzerinden Kuman-Kıpçaklarm, Kuban ve Kafkas sahillerine kadar git­ tikleri biliniyor. Kuban boyları ve Çerkeslerle meskûn Kafkas sahalarına da Kumanlarm zaten ötedenberi yerleşmekte oldukları biliniyor. Don nehri’nin aşağısındaki Azak şehrinin de önemli bir ticaret yeri olmağa başlaması bu çevredeki Kumanlar-Kıpçaklara bir takım ekonomik imkânlar sağlamış oluyordu. Aynca Kumanlarm kendilerinin de daha X II. yüzyılın başlarında bazı ufak şehirleri olduğu bilinmektedir. Rus vekayinâmelerinde bu kabilden olmak üzere Şaruhan, Balin ve Sugrov şehirleri zikredilmekte ve burada Kumanlardan başka birçok Hıristiyan (köle) yaşadığı kaydedilmektedir. Demek ki, Kumanlar arasmda yavaş da olsa yerleşmek, belki de ziraat kültürüne geçmek hareketi başlamıştı. Mamafih esas kitlenin göçebeliğe bağlı kalması cihetiyle, Kuman-Kıpçak camiasının ne yerleşik hayata geçmesi ve ne de bir devlet kurması müm­ kün olmamıştır. Bu defa, Doğu’dan gelen ve bütün Dünyayı sarsan muazzam bir fırtına Kumanlara gelip çarpmıştı. Bu fırtına Çingiz’in Moğol- İstilâsı idi. 92 rv-xvm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

Kalka Çayı Çingi2 Han, 1220-1222 yıllarında Türkistan’ı zaptettiği boyunda zaman Kuman-Kıpçak illeri ile de ilgilenmişti. Nitekim Rus-Kuınan 1223 yılı ilkbaharında Subutay ve Cebe-Noyon adlı iki yenilgisi, büyük kumandanın idaresinde iki tümen Moğol askeri 31 Mayıs 1223. Giircüstan üzerinden Kafkaslar’ı aşmış ve Kuman-Kıp- çaklara rastlamıştı. Moğolların Kıpçaklarla karşılaş­ maları ve savaşmaları bu tarihten çok evveldi. Çingiz orduları daha Türkistan seferine başlamadan evvel Çingiz’in büyük oğlu Cuci’nin Irtış boyunda Kıpçaklarla savaştığı biliniyor. Harzemşah’ın kuvvetleri arasında da birçok Kıpçak atlısı vardı; onlar da Çingiz’e karşı şiddetle harbetmişlerdi. Halbuki Çingiz Han bütün göçebe kavimlerden mutlak itaat istemekte ve kendisine karşı gelenleri tedip hususunda amansız davranmakta idi. Dolayısiyle Irtış-Sır Derya havzası ve Batı’da İdil nehri ve ötelerine kadar uzanan bozkırlardaki bütün Kıpçak uruğlarmm Çingiz Han’ın yüksek hâkimiyetini tanımaları, daha doğrusu, buna zorlanmaları icap edecekti. 1223 te Kuman-Kıpçaklara karşı gönderilen iki tümen Moğol kuvveti, işte bu hareketin bir keşfini yapacaktı. Bu hareket hakkında Rus vekayinamesinde diğer aynaklarda bulunmayan tafsilât nakledilmiştir *. ■ Subutay -Batur ve Cebe-Noyon’un kuvvetleri Kafkaslarda Der- bend geçidi çevresinde, galiba, Alanlar ve Kumanlar (Kıpçaklar) tara­ fından kuşatılmışlardı. Bunun üzerine Moğol kumandanları Kıpçak başbuğlarına adamlar ve hediyeler göndererek, “ Moğollarla Kıpçaklar’m aym soydan olduklarım, dolayısiyle Kıpçaklarm Alanlarla biıleşmeme- leri gerektiğini, Moğolların Kıpçaklara biç bir şey yapmıyacaklanm” bildirmişler ve Kumanlarm başında duran Konçak oğlu Yuriy (?) de buna kanarak, Alanlardan ayrılmış imiş; bunun üzerine Moğollar Alan­ lara saldırmışlar ve mağlup etmişlerdi. Sonra ileri hareketlerine devamla Kuban boyundaki Kumanlar-Kıpçaklar üzerine yürümüşlerdi. Konçak oğlu Yuriy bozkırlara kaçamıyarak Moğollar tarafından yakalanmış ve öldürülmüştü. Kumanlarm, Kebek oğlu Daniil adlı diğer bir başbuğları da ele geçirilmiş ve öldürülmüştü. Bunun üzerine Kafkas eteklerindeki Kuman uruğlan arasında büyük bir telâş başgösterdi ve Moğollar onları Azak Denizi kıyılarına doğru takip ettiler. Alanlar, Abazalar ve diğer Çerkeş zümreleri hepsi de Moğollaıa inkvyad ettiler. Bunun üzerine Kuban boyundaki Kuman-Kıpçaklardan birçoğu kaçarak Rus arazisine geldiler.

1 N. M. Karanızın, III, 148-153. IV-XVm YTÎZYILLABDA TÜRK KAVİMLEBİ VE PEVLETLEBİ 93

Kaçanlar arasında, Galiç Knezinin kayın pederi, Kuman başbuğ­ larından Kotyan (Köten ?) da vardı; başka bir Han’ın adı da Bastı (Basdı) idi. Onlaı, Rus Knezlerine Moğolların dehşetinden ve tehlike­ sinden bahsettiler ve Rus Knezlerini Kumanlarla birlikte Moğollara karşı yürümeğe teşvike başladılar. Bu maksadla, Rus Knezlerine güzel Kuman kızları, atlar, develer armağan ettiler ve “ Moğollar bu gün bizim yurdumuzu alırlarsa, yarın muhakkak sizin yurdunuzu da zaptedecek- lerdir” diye korkuttular. Yaklaşan tehlikenin büyüklüğü hakkındaki bıı gibi sözler Rus Knezlerine çok tesir yaptı ve onlardan birçoğu yaklaşan bu tehlikenin Kumanlar ile elbirliği ile giderilebileceğine hükmettiler. Moğollara karşı yürümeyi bilhassa arzu eden Galiç Knezi Mstis- lav’m teklifi ile Rus Knezleri meseleyi müzakere etmek ve bir karara varmak için Kiyef’te bir toplantı yaptılar. Bıına belli başlı bütün Knezler katıldı. Hepsi de, Rus yurdunun selâmeti için derhal harekete geçilmesi, Kumanlarla birleşilerek Tatar’lara (Moğollara) karşı yürünmesi hususun­ da mutabık kaldılar; Kumanlar tek başlarına bırakıldıkları takdirde, Tatarlar tarafından yenilecekleri veya Tatarlarla birleşerek, Rus yur­ dunu eskisinden beter tahrip edecekleri de söylendi. Bunun üzerine Rus Knezlerinin Kumanlarla birlikte Tatarlara karşı yürümeleri ve düşmanın Rus yurdunun çok uzaklarında durdurulması gerektiği kararlaştırıldı. Demek ki, her iki kavme karşı beliren dış tehlike karşısında, Kumanlar ve Ruslar birleşebiliyorlardı. Tatar-Moğollann Kumanları takiben Rus yurduna yaklaşmaları ve Kiyef’te onlara karşı sefere çıkılması kararı münasebetiyledir ki, Rus vekâyinâmelerinde ilk defa Tatar adından bahsedilmiş ve bu kavmiıı menşei ve kim olduğuna ait türlü görüşler serdedilmiştir. Kimine göre bunlar: “ Tauromen” 1er veya “ Peçenek” lerle aynı idiler; Kimine göre de: “ Bunlar daha M. ö. 1200 yıllarında Gedeon tarafından yenilerek kuzey-doğu çöllerine sürülen ve dünyanın sonlarına doğru yeniden Asya’dan zuhur ederek, bütün yer yüzünü zaptedecek olan bir kavim” idi. Sözün kısası bu iki Moğol tümeninin Rus sınırlarına yaklaşması Ruslar arasında büyük bir heyecan ve telâşa sebep olmuştu. Kuman- ların bu Tatarlara ait anlattıkları şeyler de bu telâş ve heyecanı büsbü­ tün körüklemişti. Rus Knezlerinin Kumanlarla birlikte Tatarlara karşı yürümek karan Kuman başbuğlarını fevkalâde sevindirmiş ve hattâ Bastı Han’ın bu sevincin ifadesi olarak Hıristiyanlığı dahi kabul ettiği iddia edilmektedir. 94 IY-XVni YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Alman bu karar üzerine Rus knezlerinden birçoğu kıtaları ile sefere çıktılar ve Kumalılarla birlikte yürüyüşe Hazırlandılar. Onlar daha Dnepr nehri boyunda, Vareg Adası denen Zaruba mevkiinde iken. Tatarların elçileri geldiler. Bu elçiler, “ Tatar kuvvetlerinin sadece Kum ani arı tedip etmek istediklerini, çünkü Kumanların kendilerine tâbi ahır uşakları olduklarım (ve şimdi kafa tuttuklarını), Ruslar’a karşı hiç bir kötü niyet beslemediklerini” söylediler ise de, Rus Knezleri buna kulak asmadılar ve herkesçe kabul edilen milletlerarası kaideler hilâfına, bu Tatar elçilerini öldürttüler. Rusların yürüyüşleri devam ederken, onyedinci günü Oleşye’ye yakın Dnepr nehri boyunda, Tatarlardan yeniden elçiler geldi ve Rusları yeniden ikaz ettiler. Mamafih bu defa Tatar elçilerine dokunulmamış, geri gitmelerine müsaade edilmişti. Az sonra Dnepr boyunda her taraftan gelen Rus kuvvetleri toplandı; bozkırlardan da çokça Kuman atlıları geldi ve böylelikle büyük bir Rus-Kuman ordusu Tatarlarla savaşmak üzere harekete geçmişti. Nitekim az sonra Tatarlarm geldiği görüldü. Bunun üzerine genç Rus knezleri hemen düşmana karşı saldırdılar ve onu geri attılar. Subutay- Batur ve Cebe-Noyon, karşılarında bu kadar büyük bir kuvveti bulunca, ciddî bir mukavemet yapmak istemediler ve Don istikametinde geri çekildiler. Ruslarla Kumanlar da Moğolları korktular zannı ile takibe başladılar. Halbuki Moğol kumandanları, bilhassa uzun yürüyüşlerden sonra yorgun düşeceği muhakkak olan düşmanı, elverişli bir yerde imha etmek için plân kurmuşlardı. Böyle bir yer de Kalka nehri kıyıları idi. Beş günlük mütemadi yürüyüşten sonra Rus kuvvetleri epey yorgun düş­ müştü. 31 Mayıs 1223 tarihinde Kalka nehri boyunda cereyan eden bu muharebede, 20 .000 Moğol-Tatar kuvveti kendisine kat kat üstün olan Rus-Kuman kuvvetlerini müthiş bir yenilgiye uğrattı. Çarpışma esna­ sında altı Rus Knezi ve yetmişten fazla Rus büyüğü ölü düştü; asker olarak sadece Kiyef knezinin kuvvetlerinden 10.000 kişinin öldürüldüğü bildirilmektedir. Sefere katılan Rus kuvvetlerinden ancak onda birinin geri dönebildiği kaydedildiğine göre, Kalka yenilgisinde Rusların verdik­ leri zayiatın ne kadar büyük olduğu anlaşılmaktadır. Kumanların kaybı, galiba o kadar olmamıştır; çünkü onlar savaşın ta başında, Moğolların saldırısına dayanamamışlar, savaş meydanından kaçıp gitmişlerdi. Kiyef Knezi Mstislâv, Kalka ırmağı boyunda alelacele yapılan bir tahkimat içinde birkaç gün dayanmak istedi ise de, fazla duramadı ve IV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 95 esir edildi. Kendisi ile birlikte bir kaç Knez de vardı. Moğollar bu defa, Kiyef Knezini ve yanındakileri tahtalar altına koyarak ezip öldürdüler; bu ceza, Rusların Moğol elçilerini öldürmelerinin karadığı idi. Tatarlara karşı sefere çıkmakta bilhassa ateşli olan Galiç Knezi Mstislâv ise, savaş meydanından kaçanların başında bulunuyordu. O, kaça kaça Dnepr’e gelmiş ve Tatarların nehri geçmelerini önlemek için oradaki bütün gemileri (kayıkları) yaktırmış ve kendisi de nehrin öbür tarafına geçerek, kendi Knezliğine sıvışmıştı. Tatarlar ise, hakikaten kaçan Rusları ve Kumanları takiple Dnepr nehrine kadar geldiler ve yolda rastladıkları köyleri ve şehirleri adama­ kıllı tahrip ettiler, yıktılar ve yaktılar. Mamafih ganimet ve esir almadık­ ları muhakkaktır. Çünkü, hareket plânına göre, onlarnı hemen çekilip geri dönmeleri icap ediyordu. Nitekim az sonra Subutay-Batur ve Cebe-Noyon’un kuvvetleri geri çekildiler ve Rus yurdunun ufuklarından tamamiyle kaybolup gittiler. Bunun üzerine Ruslar da geniş bir nefes aldılar. Kalka ırmağı boyundaki müthiş hezimet ve yenilgiyi takip eden Tatar saldırısı, Dnepr’in doğu tarafının tahrip edilmesi -bütün bunlar Rus yurdu üzerine çöken büyük bir felâket idi. Tabii, Kuman-Kıpçak uruğlan da bu Moğol hücumu dolayısiyle müthiş bir sarsıntıya uğra­ mışlardı. Don-Doneç çevresi ve Kuban boylarındaki Kuman-Kıpçak uruğlanmn bilhassa büyük kayıplara uğradığı muhakkaktır. Mamafih, onların Ruslar gibi, bu baskını pek de geçici bir fırtına telâkki etmemiş olmaları lâzım gelir. Kuman-Kıpçak büyüklerinden birçoğunun, Çin­ giz Han’ın fütuhatı ve bilhassa Cim-Yayık sahasındaki Kıpçaklann Moğolların hâkimiyeti altına düştüklerini öğrenmiş olmaları icap eder. Bahusus ki, Moğolların Harezim seferi sırasında, Çingiz’in büyük oğlu Cuci’nin idaresindeki kuvvetlerin Kıpçakları Batı’ya doğru tazyik ettikleri ve Kıpçakların birçoğunun da İdil boyuna doğru kaçışları başlamış bulunuyordu. Bu kaçış hareketinin dalgalarının Idirin Batı­ sındaki bozkırlara kadar gelmiş olduğunu kabul etmeliyiz. Dolayısiyle bu Moğol fütuhatının Kuman-Kıpçak uruğlan arasında büyük endi­ şelere yol açtığı da muhakkaktı. Mamafih, Kuman-Kıpçaklar bu endişelerinin yersiz olduğuna hükmetmeğe başlamış olmalıdırlar. Çünkü Kalka yenilgisinden sonra on üç yıl geçtiği halde Moğollar tarafından hiç bir hareket belirmemişti. Yayık-Idil ve Kuban boylan, Don-Doneç sahası eskisi gibi sakindi. Buralarda Kuman-Kıpçak uruğlan eskisi gibi göç ediyorlar ve Kalka ırmağı boyunda maruz kaldıktan büyük 9 6 rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ yenilginin hatıraları ve geçirilen, felâketler unutulmak üzere idi. Fakat az sonra başlıyacak olan muazzam Moğol-Tatar istilâsı onların bu hu­ susta ne kadar yanıldıklarım gösterecektir.

KUMANLARIN SONU

Çinaiz’in torunu Batu Han’ın kumandasındaki büyük Kumanların ULUS* ° # ^ takil hayatlarının Moğol-Tatar kuvvetleri ile başlanan Batı seferinin ilk sonu, 1233-40. hedefini İdil Bulgarları teşkil etmişti. 1237 de Moğol- Tatar orduları Sır Derya’nın aşağı mecrasından Yayık nehrine doğru ilerlerken, önlerine birçok Kuman katmışlardı. Ku­ malılardan, Moğolların hâkimiyeti altında kalmak istemeyenler ya îdil boyuna Bulgarlar memleketine sığınmışlar veya Idil’in Batı’sma doğru gitmişlerdi. Moğol-Tatar istilâsı her şeyden önce Kuman-Kıpçak uruğlarını yerinden oynattı. Batu Han’ın ordusunda da pek çok Kuman askerinin bulunduğu muhakkaktır. Fakat onlar yeni efendileri­ nin sadık hizmetkârları sıfatıyla eski uruğdaşlannı himaye edecek du­ rumda değillerdi. Batu Han’ın kuvvetleri 1237 yazında îdil Bulgarları ilini yakıp yıktıktan ve şehirlerini toprak yığını haline koyduktan sonra, aynı yılın Aralık ayında, îdil nehıi’ni buzlar üzerinden geçerek, Rus knezlikleri sahasına girdiler. Bu suretle Rusya’nın Moğollar tarafından istilâsına başlandı. Şaşılacak kadar kısa bir zaman içinde Moğol-Tatar kuvvetleri pek çok Rus şehrini aldılar, Rus knezlerinin askerî güçlerini yok ettiler. 1238 de Rusya’nın kuzey kısmı tamamiyle Batu Han’ın eline geçti. Moğolların maksadları yalnız Rus sahasını değil aynı zaman­ da Kuman-Kıpçak illerini de itaat altına almaktı1. Batu Han 1239 da Kuman-Kıpçaklarla meşgul oldu. Moğol orduları bu defa Kumalıların başkca yığmak sahası olan Don Doneç sahasına doğru yürüdüler. Kalka muharebesi münasebetiyle adı zikredilen Kotyan (Köten) halâ hayatta idi ve Kumanlann en başta gelenlerinden- di. Köten, Moğöllara karşı şiddetle çarpıştı ve bir müddet dayandı.

1 Orta Idil boyunda Kıpçak-Kumanlann Ölerlik urıığu başı Baçman’m Mogollara karşı şiddetle şavaştığı ve ancak, Moğol ordusunun sol kolu kumandanı (ve müstakbel Büyük ICağan) Mcngü’nün büyük kuvvetler sevkettikten soıira ancak yakalana bildiği nakledilmiştir. Baçman’m bizzat Mengü tarafından öldürüldüğü de bildirilmektedir. Buna ait tafsilât, D ’OhssonMan (Moğolların Tariki II, 623) naklen E. Bretschneider, Medieval Researches from Eastern Asiatic Sources, Yol I. 310-312. Baçman’m Moğol- Tatarlara karşı mücadelesi Rus Vekayinamelerinde zikredilmemiş ti T. rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ 97

Fakat Moğolların hem çokluğu hem de savaştaki maharetleri karşısında nihayet dayanamadı ve 40.000 den fazla Kuman-Kıpçak atlısı ile Macaristan’a kaçtı. Macar kıralı kendisini gayet iyi kabul etti ve hemen hizmete aldı. Köten’in ve kendisi ile beraber gelen Kumanlarm Hıristiyanlığı kabul ettikleri ve türlü bölgelerde yerleştirildikleri de biliniyor. Mamafih Macar Kiralının bu kaçak Kumalıları kabul etmesi, Batu Han tarafından şiddetle protesto edilmiş ve Moğolların Macaris­ tan’a sefer açmalarında mühim bir rol oynamıştır. Bilindiği üzere Mo- ğollar bütün göçebelerin mutlaka Çingiz Han sülâlesine tabi olmasını istiyorlar ve buna karşı duranları en büyük düşman biliyorlardı. Moğolların Don-Doneç havzasında Köten’in il ve uruğlarma karşı savaştıkları sırada, bazı Moğol kıtalarının da Idil boyunda harekette bulundukları anlaşıbyor. Aynı zamanda Aşağı Idil ve Don boyundan bir çok Kuman unsurunun Orta Idil boyuna, yâni Bulgar yurdundaki ormanlık sahaya sığındıkları da biliniyor. Bu suretle Moğol-Tatar istilâsı eski Idil-Bulgar ilinin büsbütün Kıpçaklaşmasmda büyük bir rol oynamış oldu. Bunun tesiriyle eski Bulgar dili de tedricen ortadan kalkacak ve yerini Kıpçakçaya bırakacaktır. 1239-1240 yıllarında Batu Han ordularının Karadeniz’in kuzey bozkırları ve Kınm Yarımadasını kâmilen ele geçirmeleri üzerine, buralarda yaşayan Kuman-Kıpçaklardan bir çoğunun savaşlar esnasında öldürüldüğü veya esir edildiği muhakkaktır. Birçoğu da Batı’ya, Maca­ ristan’a, Balkanlara gitmiştir. Mamafih Moğolların hâkimiyeti altında kalanlar da çok olmuştur. Moğollarla savaşlarda birçok Kuman başbuğu, uruğ reisleri öldüğü gibi, Moğol-Tatarların hâkimiyeti altında kalan züm­ relerin de eski uruğ düzenleri dağıtılmış, yeni reislerin eline verilmiş ve yeni göç sahalarına gönderilmiş oldukları muhakkaktır. Altın Ordu Devleti’nin kurulması ile Karadeniz’in kuzeyinde meydana getirilen yeni nizamda Kuman-Kıpçak beyleri - artık buraların hâkimleri değil­ diler. Moğol istilâsından sonra, eski Kıpçak ili etnik bakımdan yine de “ Kıpçak” olarak kalmış, fakat üst tabaka imha edilmiş, Altın Ordu İlanlarının “ yeni nizamı,, kurulmuştu.

Mamafih Karadeniz’in kuzeyindeki geniş Bozkırlar asıl bundan sonra “ Kıpçak Bozkırları” (Deşt-i Kıpçak) diye adlanmış ve bu isim Islâm-Şark kaynaklarında olduğu gibi, Osmanlı padişahlarının resmî lâkaplarından biri sıfatiyle de ta XVIII. yüzyıla kadar yaşamıştır. 98 IV-XV1II YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

.. , 180-200 yıl kadar Karadeniz'in kuzeyi ve KuLan Kumanlarm ^ J tarihi rolleri Kafkas sahasını ellerinde tutmuş olan Kuman-Kıpçak- larm gerek bu geniş sahanın ve gerekse komşu memle­ ketlerin. tarihinde büyük bir rolü olacağı aşikârdır. Vâkıa Kumanlar- Kıpçaklar “ büyük bir step imparatorluğu” kuramamışlarsa da, işgal ettikleri sahanın coğrafî hususiyetleri itibariyle komşuları olan Rusya’ya, Bizans’a ve Kafkas memleketlerine büyük tesirler yapmışlardır. Bir kere, kendilerinden önce tıpkı Peçenekler gibi, Kumanlar Rusların Dnepr nehri boyunca Karadeniz’e inmelerini kat’ı olarak durdurmuşlar ve Deşt-i Kıpçak’ın bir Türk ülkesi olarak devam etmesini sağlamışlardı. Yine Kumanlarm Rusya tarihi için büyük bir tesirleri daha vardır: Güney Rus Knezlikleri Kuman-Kıpçak akınlarına maruz kalınca, Rus yurdunun bu kısmından ahali kuzey’e, daha emin olan Suzdal' Rusya- sı’na göçe başlamıştır. Zaten eski Iskandinavya-Bizans ticaret yolu da aTtık önemini kaybettiğinden, Kiyef Rusyasının ekonomik temelleri de çoktan sarsılmıştı. Bu defa Kumanlarm mütemadi hücumları ve Rus knezlerinin birbirleriyle kavgaları neticesinde Kiyef Rusyası büsbütün zayıfladı ve feodal nizam icabı ayrı beylikler-knezliklere bölündü. Bu defa Kumanlara karşı koyacak Rus kuvveti de kalmamış oldu. Bunun üzerine Kuman akınları daha da arttı. Kuman baskıları altında kuzey Rusya’ya ahalinin göçü daha da hızlandı ve neticede “ Moskova Rusya- sı” nın nüvesini teşkil eden “ Suzdal' Rusyası” yükseldi. Rus tarihçileri­ nin tabiri ile Ruslar bu suretle “ Steple mücadeleyi” kaybetmiş oldular.

Kumanlardan birçoğu Kuban boylarından ve Kafkas Dağları eteklerinden ta Dağıstan’a kadar sokulmuşlardı. Gürcüstan’a ücretli kıtalar olarak gittiklerini de görmüştük. Dağıstan ve T erek ile Kuban çevrelerindeki Türk zümrelerinden birçoğunun, yukarıda da belirtildiği gibi işte bu Kıpçak uruğlanndan kalmış olduğu da biliniyor. Bu suretle Kafkaslarm Türkleşmesinde Kuman-Kıpçaklar mühim rol oynamışlardır. Aynı veçhile Kumanlardan bir çoğunun Balkanlarda Bizans ile sıkı münasebetlerde bulunduklarını ve 1091 de Peçenekleri imha ederek Bizans’ı muhakkak bir felâketten koruduklarını yukarıda görmüştük. Kumanlardan birçoğunun sonraları Balkanlarda faaliyette bulundukları ve oralarda yerleştikleri de malûmdur. Yugoslavya’daki “ Kumanovo” adı bu hususta bir misal teşkil edebilir. Kumanlarm kitle halinde yerleş­ tikleri memleket ise Macaristan olmuştur. Dolayısiyle Kumanlarm en çok iz bıraktıkları yer de orasıdır. iv -xv n i YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 99

Mısır’da Kuman Kuman-Kipçîiklârm adı “ Mısır Memlütleri” ile de Kıpçaklar, yakından ilgilidir. Bilindiği üzere, Âbbasîlerden itibaren Memlükler Arab-Islâm devletlerinde saray muhafız kıtaları olarak Türklerden teşkil edilen birlikler kullanılırdı. Bu usul Eyyubîler tarafından geniş ölçüde tatbik edilmiş ve Eyyubîlerin son zamanlarında, Mısır’daki askerî kudret Kıpçak, Oğuz ve Çerkeslerden teşkil edilen birliklerin elinde toplanmıştır. Bilhassa Kuman (Kıpçak) unsurlarının Mısır’a çokça getirildiği anlaşılıyor. BunlaT hep birlikte, ayrı kışlalarda yaşadıkları için ana dillerini, yâni Kıpçak Türkçesini unutmamışlardı. Bunlar arasından zekâ ve kabiliyetleri sayesinde dev­ letin en büyük askerî ve İdarî mevkilerine geçenler de çok oluyordu. Dolayısiyle Kıpçak Türkçesi Mısır’da en yüksek aristokrasi sın ıfın ın dili olmuştu. Mısır’da Kıpçak Türkçesi ile ilgili eserlerin çokluğu da buna delâlet eder. işte bu Kuman-Kıpçak Türkmen kıtalarının kumandanı Aybek, nüfuzu ve kudretinden istifade ile, Eyyubîler sülâlesine son verdi ve 1250 de Mısır’da Memlükler Devleti’ni kurdu. Memlüklerin dayandıkları askerî kuvvet ise, bilhassa Kıpçaklardan ibaretti. 1260 da, Hiilâgu kumandasındaki Moğollan Suriye’nin kuzeyindeki Ayn-ı Calut’ta müthiş bir yenilgiye uğratan ve Mısır’ı Moğol istilâsından korumaya muvaffak olan Sultan Baybars Memlûk sultanlarının en meşhuru oldu. Sonraları, Altın Ordu ile Mısır arasındaki çok dostça münasebetlerde, Mısır’daki üstün tabakayı “ Kıpçak unsuru” nun teşkil etmesinin de tesiri olduğu muhakkaktır. Bilindiği üzere Memlûk veya Kölemenler devri Mısır tarihinin en parlak devirlerinden biri olarak sayılmaktadır» Kahire’deki birçok cami, saray ve diğer binalar bu devrin haşmetini canlandırmaktadır. Mısır’da, Osmanhlar devrinde olduğu gibi, sonra­ ları da, yüksek şahsiyetlerden bir çoğunun Kıpçak menşeli olduğu da bilinmektedir.

Moğol Tatar Moğol-Tatar istilâsı sırasında Kuman-Kıpçaklarm Boz- İbdiasından sonra kırlarda yaşayan zümrelerinin, yâni göçebelerin kitle ha- Kınm’da linde yerlerinden oynatıldığını görmüştük. Fakat Kırım’- Kuman-Kıpçak

Kuman Kıp ak Kuman-Kıpçak Türkçesi, Türk dillerinin ayrı lehçelere laıın dilleri bölünmeye başlaması üzerine, kendi başına bir budak teşkil etmiştir. Türk dilcileri buna “ Orta Türkçe” a dını vermişlerdir. Mamafih bu isim tasnife göre değişmektedir ve buna “ Batı Türkçesi” diyenler de çoktur. Kıpçak Türkçesi ile, “ Güney” (Oğuz-Türkmen) Türkçesi arasında belli başlı farklar vardır; meselâ Kıpçakça’da “ algan” , Oğuz-Türkmence’de “ alan” ; ve “ bİTdi” -“ verdi” gibi. Irtış boylarmdan başlayarak Tuna nehrine kadar uzanan geniş sahadaki Kıpçaklar arasında da bazı dil ayrıhkları olduğu muhakkaktır. Mahmud Kâşgârî’nin Divan-ü Lügat it-Türk’iinden ve diğer eserlerden Kıpçak dili hakkında bilgi edinmek mümkün oluyor. Bilhassa Kırım’ da İtalyan misyonerleri (veya tüccarları) tarafından 1303 yıllarında tanzim

„ . „ . edilen Codex Cumanicus adlı Lâtince-Farsça-Kumanca Codes Cumanicus, 1303. “ Sözlük” 1, Kırım, Kerç, Taman çevrelerindeki Kıp­ çak Hili h a k k ın d a bir fikir verebilir. Kuman-Kıpçaklar Moğol istilâsından çok evvel, bilhassa Kırım’da Cenova’lı ve Venedik’li Katolik misyonerler ve Fransisken rahiplerinin gayretleriyle Hıristiyan- hk telkinlerine maruz kalmışlardı. Bazılarının ise Rusların tesiriyle Ortodoksluğa geçtikleri de biliniyor. îşte bu İtalyan misyonerler Kuman­ lar arasında dinî propagandayı kolaylaştırmak ve aynı zamanda ticaret ve pratik hayatta da kullanmak üzere 2500 Kumanca söz ihtiva eden büyükçe bir “ Sözlük” tanzim etmişlerdi. 1303 tarihlerinde ve Sudak

1 Codex Cumanicus un yegâne nüshası Venedik’te meşhur hümanist Petrarca’mn Kitablan arasında bulunmuştur. Bu eser 1880 de Kont Geza K u n tarafından neşredilmiş, sonraları birçok ilim adamı tarafından incelenmiştir. Son olarak bu “ Sözlük” ün Dani­ markalI Türkolog K . G ro n b ech tarafından faksimilesi ve incelenmesi basılmıştır: Komanisches Wörterbuch, Kobenhavn 1942 (Bkz. dil örnekleri, Ek No. VI). Saadet Ç a ğ a ta y , Codex Cumanicus sözlüğünün başlığı dolayısiyle. D.T.C.F. Dergisi. II. (1944) Sayı 5. ss. 759-772. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 101

şehrinde yazıldığı anlaşılan bu Codex Cumanicus ta Kuman diline ait bazı gramer kaideleri, Incil’den tercümeler, bazı Katolik ilâhi’Ierinin Türkçe tercümeleri ve bazı ata sözleri bulunmaktadır. Bu “ Sözlüğün” o zamanki Kuman-Kıpçak hayatım aydınlatmak bakımından da önemi büyüktür. “ Sözlük” muhakkak ki, her şeyden önce Kırım’da ve Kafkas sahillerinde yaşayan Katolik din adamları ve ticaretle meşgul olan îtalyanlar için tanzim edilmişti; ve dolayısiyle onların günlük, pratik hayatları ile ilgili “ terimler” de sözlüğe alınmıştı. Ayrıca bu terimlerin Kumanca karşılıkları da bulunduğuna göre, bu Kumanca sözler, orada yaşayan Kuman-Kıpçaklarm medenî seviyelerini de aksettirecek mahiyettedir. Şöyle ki, Codex Cumanicus’ta, “ Kuman- Kıpçak dilinde şehir hayatına, inşaata, mimariye, şehir hayatındaki ev eşyasına, çeşitli yemeklere, demircilik ve madenciliğe, mektep ve yazı işlerine, musiki, san’at ve eğlencelere, devlet idaresine, elbiselere, mü­ cevherata, tababete, ilâçlara, tatlılara, kokulu şeylere, kadın tuvaletine, nihayet pek çeşitli olan ticaret emtiasına, hesap işlerine, hattâ ambalâj, hammalbk ve taşıt işleri ile ilğili ıstılahlara rastlanmaktadır” 1. Bu ıstılahlar Kıpçak Türkçesinde kullanıldığına göre, Kırım ve Kafkas sahillerinde yaşayan Kıpçaklarm medenî seviyeleri artık çok yüksek olsa gerektir. Bu Kumanca “ Sözlük” , Moğol istilâsından 60 yıl sonra tanzim edilmiş olsa dahi, daha önce bu bozkırlarda yaşamış olan Kuman- Kıpçakların da aynı dili konuşmuş oldukları muhakkaktır.

Kuman şahıs Kumanlarm uruğ adlan, uruğ taksimatı, ve İdarî teşki- adlan lâtlarma ait maalesef hiçbir kaynakta tafsilât değil, kısa bilgi dahi verilmemiştir. Peçenekler bu hususta daha şanslı çıkmışlar, Bizans imparatoru Konstantin Porphyrogennetos gibi bir yazarı bulmuşlardı. Kumanlar, göçebe oldukları cihetle, yaşa­ yışlarının da diğer Türk göçebelerinde gördüğümüz göçebe teşkilâtına göre ayarlanmış olduğu muhakkaktır. Kumanlann uruğ adlan dahi bilinmiyor, veya çok sonraki devirlere ait olmak üzere birkaç uruğ adı nakledilmiştir. Ancak bazı Kuman başbuğlarının (Han'larının) adlan Rus vekayinâmelerinde ve kısmen Bizans Kroniklerinde muhtelif olaylar dolayısiyle zikredilmiştir. Bilinen Kuman başbuğlarının adlan şunlardır; Begbars (Baybars), Boluş, Asaduk, Savuk, Tugorhan, Belkat(i)ğin, îtler, Kiten (Köten), Küre, Altunoba, Santuz, Köbek (Kebek), Konçak,

1 A. Z. Velidî Toğan, Umumî Türk Tarihine giriş, İstanbul 1946. s. 156. 102 -iv -x vn i YÜZYILLARDA TtİHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Izay, Tavlı, Bokmış, Osaluk (Uzluk), Barak, Tarsuk, Alka, Turun- day, Atuş, îtoğlu, A^ktay, Şaruhan, Bonyak (Benek), Taz, Sevinç, Şu­ kur (Sugor), Sırçan, Sakal, Atrak, Kuman, Beldüz. Bunlardan bilhassa Şaruban, Bonyak ve Konçak adlı banların büyük nüfuz kazandıkları ve çok cesur asker oldukları biliniyor. Bu Kuman-Kıpçak adlarının çoğuna diğer Türk kavimlerinde de rastlanmaktadır. Maalesef kaynak­ larda hiçbir kadın adı nakledilmiyor.

Yer adlan Kumanların 200 yıla yakın yaşadıkları “ Deşt-i Kıpçak” ta birçok yer, nehir, dağ, tepe, göl, köy ve şehir adı bırakmış olmaları muhakkaktır. Yukarda, onların Doneç boyundaki- üç şehirlerinden bahsedilmişti; bunların adı ŞaTuhan, Balin ve Sugor idi. Rus Knezleri buraları ele geçirdiklerinde, orada yaşayan birçok Hıris­ tiyan “ köle” yi serbest bırakmışlardı. Adlarından anlaşıldığı üzere bu şehirler Kuman başbuğlarının adını taşımaktadırlar. Şaruhan şehri her halde “ Yaşlı” Şaruhan tarafından kurulmuştur. Balin de öyle olsa gerektir. Ancak bu adı taşıyan bir Kuman başbuğundan kaynaklar bahsetmiyor. Sugor (Sugrov)a gelince, bunun şukur (kör) adı ile ilgisi olabilir. Doneç boyundaki bu üç Kuman şehri önceleri herhalde Don- Doneç sahasında yaşayan ve büyük bir kalabalık teşkil eden Kıpçak zümrelerinin kışlakları idi. Kışın barınmak için binalar yapılmış ve sonraları burası şehir haline gelmiş, belki de tüccarlar ve zanaat erbabının daimî kaldığı bir yer olmuştur. Kum anlarla ilgisi olan şehir belki de Azak’tır. Azak adı bazı dilcilere göre “ ayak” tan geliyor ve Azak Denizine verilen bir isim olsa gerektir; yani bu küçük deniz Karadeniz’in ayağı olarak vasıf­ landırılmıştır. Ten nehrinin mansabmda, eski Grek kolonisi olan Tanais’e yakın bir yerde kurulan şehire de bu isim verilmiş olmalıdır. Ticaret için gayet elverişli bir yerde olması sebebiyle sür’ atle gelişen Azak şehrinin Kumanların ekonomik hayatında mühim rol oynamış olduğu muhakkaktır. Kırım’daki Sudak şehrinin de Kumalılara büyük menfaatler sağladığını yukarda görmüştük. Karadeniz’in kuzeyindeki birçok nehir ve ırmağın Türkçe adlar taşıdığı malûmdur; Don’un Türkçesi-Ten, Dnepr’in-özü (Ozu), Buğ’un- Aksu, Dnestr’in Turla’dır. Don ile Dnestr (Tryllos) eski adlarını muha­ faza etmişlerse de, diğerlerine ya Peçenekler veya Kumanlar tarafından yeni adlar konmuş olmalıdır. Sayılan bu nehirlerden başka oralardaki herbir büyük ve küçük ırmağın muhakkak birer Türkçe adı vardı. Bu su adlan, buralann hakikî Türk ülkesi olduğunun en canlı misalleridirler. VIII KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ TÜRK GÖÇEBELERİNİN YAŞAYIŞ TARZLARI YE MADDÎ KÜLTÜRLERİ *

Karadeniz’in kuzeyindeki Türk göçebeleri, yani Peçenek, Tork (Uz) ve Kumanlar esas itibariyle aynı hayat tarzı süren kavimlerdi. Bazı ufak tefek ayrılıklar bulunmakla beraber onların yaşadıkları “ Der­ me evleri” , arabaları, taşıt vasıtaları, binek hayvanlan, giyimleri, ye­ mekleri, silâhlan, san’atları, folklorları, inançları, gelenekleri, eğlence­ leri, defin merasimleri birbirlerine çok yakındı. Bunun için, bunlan bir arada mütalâa etmek mümkün oluyor. Göçebelik icabı, bu kavimlerin hepsi de “ Derme evler” yani, ya sökülüp takılan veya arabalarda nakledilen “ ev” lerde yaşarlardı. Bunlara ait bazı kaynaklarda etraflıca bilgi verilmiştir; bu kabilden olmak üzere Plano Karpini, 1246 da Tatarların (yani Kıpçaklann) Derme evlerini tasvir ederken, bunların “ ince çubuklardan örüldüğünü, yukanya doğru daralan yuvarlak bir yapısı olduğunu, en üstte hem ışık girmesi hem de duman çıkması için bir delik bırakıldığım, evin duvar­ larına içerden keçeler sanldığını, kapı vazifesini bir keçenin gördüğünü” anlatmıştır. Bu gibi “ Derme ev” ler, sahibinin sosyal durumuna göre göç yerine giderken iki veya dört tekerlekli büyük arabalarla nakledilirdi. Kışm evin içinde, yerde tezek yakılır ve kazanlarda yemek pişerdi. Arabalar üzerinde taşman bu gibi Kuman evlerinin resimleri bir Rus vekayinâmesinde muhafaza edilmiştir. Ibni Batuta da 1334 yılında Deşt-i Kıpçak’ı gezerken bu tip evleri ve arabalan görmüştü. Her üç Türk kavminin giyimleri hakkında da bilgimiz yoktur. Mamafih onların bu hususta diğer Türk ve Moğol göçebelerinden pek de farklı olmadıklan muhakkaktır. Yani giyecekleri, hayvan yünü ve derisin­ den, yapılırdı. Ancak gerek Peçenekler ve gerekse Kumanlarm, Bizanstan ve Ruslardan kıymetli kumaş istedikleri ve aldıklan bilindiğine göre,

* Aldes Nimet (K u ra t), Peçenek Tarihi, b s 61-77; A. S. P letneva, Pençenegi, torki i polovcı v yuzno-russkikh. stepyarkh. Materialı po Aıkh. SSSR No. 62 (1958), ss. 151-226. İ 04 rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ başbuğların ve Hatunların ipekli ve işlemeli kıımaşlardan ziyadesiyle hoşlandıkları anlaşılıyor. Şark kaynaklarında Peçeneklerde çokça ziynet eşyası bulunduğu kayıtlarına rastlanıyor. Her halde Kumanlar da bu gibi süs eşyasına meraklıydılar. Nitekim arkeolojik buluntular bunu teyit edecek mahiyettedir. Göçebelerin gıdalarına gelince, esas geçimleri hayvan beslemek oldu­ ğuna göre, yedikleri ve içtikleri de süt, yoğurt, peynir ve et kabilindendi. At eti, koyun ve diğer hayvanların eti yenirdi. Kıpçak bozkırlarında hayvanların gayet iyi beslendiklerine göre Peçenek, Tork (Uz) ve Kuman- Iarın bol bol et yedikleri muhakkaktır. Bütün Türk kavimlerinin millî içkileri olan ve kısrak sütünden yapılan “ kımız” m Peçenekler, Torklar ve Kirmanlarda da çokça içildiği muhakkaktır. Kımız durdukça alkol- leştiğinden, içenlere keyif verirdi. Sohbetler yapılarak, türkü-şarkılar söylenerek, heyecan verici destanlar dinlenerek içilirdi. Koyu göçebelerin asla ekmek yemedikleri biliniyor; ekmek yemekten âdeta korkulurdu ve bünye için zararlı-zehirli addedilirdi, önceleri Peçenek ve Kumanlar da her halde ekmekten sakınmış olmalıdırlar; ancak dan yedikleri anlaşılıyor. Fakat sonraları bilhassa Kumanların yerleşik hayata geç­ meğe başlamakla ekmek yemiş olduklarını kabul etmeliyiz. Peçenek, Uz ve Kumanlarm din’lerine gelince, bütün göçebe Tiirk- lerde olduğu gibi, bunların Hini “ Şamanlık” tı. Mamafih bu hususta kaynaklarda herhangi bir şey söylenmiyor. Ancak “ Şamanlık” bütün göçebelerde yayılmış olduğuna göre, Karadeniz’in kuzeyine gelenlerin bu hususta bir istisna teşkil etmedikleri muhakkaktır. Mezarlardan çıkan bazı ritüel mahiyetteki eşya ve yemek kalıntıları ise, hu kavimlerin inanç bakımından Gök Türklere benzediklerini gös­ terir. Dolayısiyle “ yer” ve “ sub” (su) tanrılarına inanıldığı, öldükten sonra öbür dünyada yaşandığı itikadının da hâkim olduğu anlaşılıyor. Bunun içindir ki, ölü ile birlikte mezara silâhlan, kaplar içinde yiyecek­ ler, at veya koyun kafaları konurdu. Mamafih ölülerin mezarlara konuş istikametinde bazı farklar olduğu görülüyor; bazılan doğuya, bazıları da batıya doğru yatırılmakta idiler. Yakınlarda meydana çıkarılan Peçenek, Uz ve Kuman mezarlarında bu ayrılıklar görülmektedir. Peçenekler ile Kuman-Kıpçaklann Rus, Bizans ve İslâm memleket­ leri ile temaslan göz önünde tutulursa, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın bu göçebeler üzerinde az çok tesir yapmış olduğu muhakkaktır.-Müs­ lüman tüccarların Peçenekler arazisine kadar gittikleri bilinmekte ise de, bunlardan Müslümanlığa geçenler malûm değildir. Buna karşılık Peçe- ıv-xvnı yuzytllarda t ü h k k a v i m l e r İ v e d e v l e t l e r ! 105 netlerden birçoğunun Hıristiyanlığı kabul ettiği anlaşılıyor; bilhassa yerleşik hayata geçince, yerine göre Ortodoksluk veya Katolik’liği kabul etmişlerdi. Rus Knezlerinin hizmetine girip yerleşik hayata geçenler, Ortodoks dinine intisap ettikten az sonra Rus ahalisi arasına karışıp gitmişlerdir. Macaristan’a gidenler ise Katolikliği kabul ile çok geçmeden Macarlaşmışlardır. Kumanlara gelince, onların büyük bir kısmı İslâm ülkelerine yakınlıkları dolayısiyle Müslümanlığın tesiri altında kalmışlardır. Bu yakınlık başlıca Kırım’da, Kafkaslarda ve İdil Bulgarları ülkesinde olmuştur. Mamafih esas kitlenin daha uzun zaman “ Şaman” olarak kaldığı anlaşılıyor. Rusların ve Kırım’a gelen İtalyan misyonerlerinin tesiriyle de birçok Kuman-Kıpçağm Hıristiyanlığı benimsediği bili­ niyor. Kuman başbuğlarından Bastı’nın nasıl Ortodoksluğa! geçti­ ğini yukarda görmüştük. Meşhur Kuman başbuğu Konçak’ın oğul­ larının adlarının “ Yuriy” ve “ Daniil” olarak gösterilmesi, onların da Hıristiyanlık-Ortodoksluğa geçtiklerine delâlet eder. Kırım sahillerindeki şehirlerde ve hattâ Saray’da Hıristiyan Kuman’larm yaşadığı bilinmek­ tedir. Hazar’ların tesiriyle belki bir miktar Kuman-Kıpçak zümresi Musevî’liği de kabul etmiştir. “ Karaî” lerin ne dereceye kadar Hazar ve ne dereceye kadar Kıpçak oldukları pek tespit edilemiyor; ancak dil­ lerinin Kıpçakça olduğu biliniyor. Mamafih Kumanlar, Hıristiyanlığa veya Müslümanlığa intisap ettikten sonra da eski dinlerini, yani Şamanlığı büsbütün bırakmamış­ lardı, bunun kalıntıları daha uzun zaman devam etmiştir. Kavimlerin hayatında eski gelenek, inanç ve batıl itikatların kolay kolay kaybolup gitmediği birçok misallerle bilinmektedir. öldükten sonra öbür dünyada yaşandığına inanmanın bir misali de Kumanlarm mezarlara bol bol “ balbal” dikmiş olmalarıdır. Bu âdetin Gök Türklerde de mevcut olduğunu Gök Türk Bengü Taşlarından (Kitabelerinden) görüyoruz. Orhon boylarında da bu gibi birçok balbal meydana çıkarılmıştır. Gök Türklerde balballar, öldürülen düşmanı temsil ediyorlardı. Bilge Kağan, Kültegin’in mezarına Kırgız Kağanının balbalım diktirmişti; inanca göre Kırgız Kağam öbür dünyada Külte- gin’e hizmet edecek, uşağı olacaktı. Kumanlarda, balbalların manası başka idi; balbal, ölen kimsenin heykeli idi. Mamafih Kuman balbalları çok çeşitlidir. Bazan ölen efen­ 1 0 6 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ dinin kendisinin, bazen de hizmetkârlarının tasviri idi. Bu münasebetle Kumanlaıda heykeltraşlığın epey yüksek bir seviyeye ulaştığım da görmek mümkün oluyor. Bunlar, vakıa klâsik Yunan-Lâtin heykelleri yanında çok iptidaî kalıyorlarsa da yine birer san’at eseridirler. Sırasına göre bu balballar Kirmanların giyimleri, kıyafetleri hakkında da bir fikir verebilecek vasıftadır. Taştan yontulan bu Kuman balballarından başka, U z’laTda, bun­ ların ağaçtan yapıldığı da biliniyor. Ağaçtan balbal yapma âdetinin çok sonraları, XVIII. yüzyılda Kazaklar arasında da mevcut olduğu tespit edilmiştir. Rusçadaki “ Bolvan” (Ahmak, kafasız, akılsız) tabiri işte bu Kumanlardaki “ Balbal” dan alınmıştır. Balballar erkekler için ayrı, kadınlar için de ayrı yapılırdı. Ka­ dın balballarının gayet güzel olduğu, bilhassa baş örtülerinin süslü işa­ retlerle bezendiği ve bunların Kumanlarm hayatındaki inançlarla bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Balballar üzerinde çoğu zaman geometrik figür­ lere de rastlanmaktadır. Taştan başka Kumanlarm kemik üzerinde de gayet ince geometrik şekiller çizdikleri ve bu san’atm onlarda birçok Türk kavimlerinde olduğu gibi gayet yüksek bir seviyeye eriştiği de görülüyor. Mezarlarda bulunan eşya bu hususta birçok örnekler ver­ mektedir. Mezarlarda çok sayıda silâh, ve at koşumu takunları bulunmuştur. Peçenek, Tork (Uz) ve Kumanlarm silâhları malûmdur: ok, kılıç ve mızrak (süngü). Bunlar esas itibariyle birbirlerine benzemekle beraber bazı hususlarda küçük farklar da olsa gerektir. Kılıçlar umumiyetle bir metre kadar uzunluğunda, eğrimsi ve genişçe idi; balçakların umumiyetle ağaçtan ve nadiren demirden yapıldığı anlaşılıyor. Kumanlar meşinden ve demirden yapılan, sivri uçlu miğferler, tellerden yapılan yelme “ yırtmaçlı zırh” ve meşin kalkanlar kullanırlardı. At takımı olarak çok miktarda ağızlık, üzengi, ve halkalar bulun­ muştur. Peçenekler ve Kumanlarm ayn tip ağızlık kullandıktan da anlaşılıyor; Peçenek ağızlıkları tek çubuktan, Kumanlarınki de iki halka şeklinde idi. Mezarlarda çok miktarda makas bulunmuştur. Makaslar koyun- ların yünlerini kırkmak için kullanılırdı; bunlann birkaç tipte yapıldığı da biliniyor. Tabak-Çanak bakımından Türk göçebe mezarlan çok fakir­ dir; çanak, tabak pek azdı; olanlar da ağaç veya balçıktandı. Yemek pişirmek için büyükçe bir kazan kullanılırdı. Kımız ve yağı da hayvan iv -xv n i YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 107 derilerinden yapılan, tulum’lara korlardı; kaşık ve bıçak ta gayet sade cinsten olup, mezarlarda bunlara az rastlanmaktadır. Başlıca gıdayı teşkil eden et zaten elle yendiği için, bıçak ancak hayvanı boğazlamak ve pişen eti doğramak için kullanılırdı. Peçenekler ve Torklar (Uzlar) ile Kumanların Ruslardan birçok silâh ve diğer eşya aldıkları mezar buluntularından görülmektedir. Mamafih bu mezarların çoğu Rus hizmetindeki göçebelere ait olması hasebiyle, bunlar üzerinde Rus tesirinin bozkırlarda yaşayan ırktaş­ larına nispetle daha çok olması icabeder. Kırım’da yaşayan Kuman- Kıpçaklar ise Bizans, İtalyan, Mısır ve Selçuklularla temasları icabı bu memleketlerden de bazı şeyler kabul etmiş olmalıdırlar. Kırım’daki Kuman-Kıpçakların, buralarda çok eskiden beri yaşa­ mış olan ve birbirlerini takip eden medeniyetlerin kalıntılarını da benim­ semiş ve bazılarım devam ettirmiş olmaları icabeder. Kırım’ın bilhassa güney sahillerinin bahçeciliğe ve sebzeciliğe elverişli olması da yerleşik hayata geçen Kumanların bunları kolaylıkla benimsemelerinde âmil olmuştur. Kırım’daki Türklerin yerleşik ve medenî hayata geçişlerinin de bu suretle Moğol istilâsından önce başlamış olduğu muhakkak gibi görülmektedir. Göçebe Türk kavimlerinin yaşayış şartlan ve ihtiyaçları icabı on­ lar arasmda okuma-yazma, mektep-medrese diye birşey yoktu. Buna bakmaksızın Gök Türkler, daha doğrusu Yenisey boyunda yaşayan Türklerin kendi alfabe’leri olduğunu biliyoruz. Bu alfabe 732 ve 734. tarihlerindeki Gök Türk yazıtlarında en parlak ifadesini bulmuştur. Bu harflerin menşei halâ kat’î olarak bilinemiyor; Türk kavimlerinin hayvanlara vurdukları damgaların bu harflere esas teşkil etmiş olması ve ok ile yay’rn da buna alınması (Ok'“ k” harfini, Yay da-“ ya” harfini ifade etmektedir) ile, bugün için bile mükemmel diyebileceğimiz bu alfabe’nin Gök Türklerin hâkim oldukları sahada yayıldığı anlaşılmak­ tadır. Bu yazının izlerine Hazarlarda, Peçeneklerde ve îdil Bulgarlannda rastlanmıştır. Bilhassa Peçeneklerde buna benzer yazının epey gelişmiş olduğu anlaşılıyor. Fakat Kuman-Kıpçaklann bu Gök Türk alfabesini kullandıkları bilinmiyor. Bu her üç göçebe Türk kavminin zengin folklorleri olduğu muhak­ kaktır. Mütemadi savaşların birçok destanlara konu teşkil ettiğini kolayca tahmin edebiliriz. Kendilerine göre müzikleri şarkı-türküleri olduğu da kabul edilmelidir. Maalesef kaynaklarda bunlara ait hiçbir kayda rastlanmıyor. Belki de Kırım Tatarlarının folklorunda, halk şarkılarında bunların izleri tespit edilebilir. IX İDlL (VOLGA) BULGARLARI HANLIĞI

Bulgarların Bulgaılar’ın 1 “ Türk menşeli bir kavim” olduklanndan menşei artık kimse şüphe etmiyor; bunun en açık delilleri gerek yakında meydana çıkarılan arkeolojik kalıntılar ve gerekse Proto-Bulgar dil kalıntıları ile Idil Bulgarları’na ait mezar taşlarındaki kitabelerdir. Henüz kat’iyyetle tespit edilemeyen hususlar ise Bulgarların çok eskiden nerede yaşadıkları, hangi Türk kavmine mensup oldukları ve tarih sahnesine çıktıkları Azak Denizi çevresine ne zaman geldikleridir. Bulgarlar hakkında en eski yazdı kayıt, M. s. III. yüzyılda yaşadığı anlaşdan Suriye’li Mar-Abas-Katinu’ya aittir; ona göre: Bulgarlar M. ö. 149-127 yıllarında, Kafkasların kuzeyinde bulunuyorlardı. Bu kayıd, VIII. yüzyd Ermeni tarihçisi Moisey Khoren’li tarafından da nakledilmiştir. Aradaki uzun fasıla böyle bir kaydın sıhhatim şüpheye düşürecek mahiyettedir; başka herhangi bir kaynakta, meselâ Bizans Kroniklerinde, bunu teyit edecek kayıtlara rastlanmıyor. Az sonra görüleceği üzere Bulgarlardan bahseden ilk Bizans kaydı 482 yılına aittir. Tataristan’da yapılan son arkeolojik araştırmaların ışığı altında Bulgarların en eski bağlantıları, Orta Asya’daki Usun’lara kadar çıkmaktadır2. Usun’lar, bilindiği üzere, M. ö. III. yüzyılın sonlarında Tanrı Dağları (Tyan-Şan) eteklerinde yaşayan, Hsiyung-nu’lar, Saka’lar ve Yüeçi’lerin komşularıdır. Bunların Türk menşeli olmaları kuvvetle muhtemeldir. Şu halde, Bulgarların, şayet Usunlar ile ırki yakınlıkları veya komşulukları olmuşsa, M. ö. zamanlarda Tanrı Dağlan’mn batı­ sında, Balkaş-Issık göl çevrelerinde yaşamış olmaları icabeder. Hsiyung- nu Devletinin çözülmesi ve Hsiyung-nu (Hun)lardan bir kısmının M. s.

1 Akdes Nimet K u r a t. “ (İdil) Bulgarları” maddesi. İslâm Ansiklopedisi, 20 nci cüz (1944). Son olarak: Tataristan ASSR Tarihi, Kazan 1959, ss 45-108. (Rusçası: 1955); B.F. G ening - A. Kh. K h a lik ov , Ranrıiye Bolgarı na Volge (İdil boyanda erken Bulgarlar) Kazan 1964. 2 B. F. Gening, A. Kh. K h a lik ov , y. a. g. e. IV-XVIII YÜZYİLLABDA TÜBK KAYİMLEBİ YE DEVLETLEBİ 1 09

I. yüzyılda batıya doğru gittiğinde, Bulgarlar’ın da harekete geçmiş olduğu anlaşılıyor. Bazı tarihçilere göre ise Bulgarlar, Çin kaynaklarındaki “ Ting- Ling” (“tiyin”li-sincap kürklü) lerden neşet etmişlerdir. Bu “ Ting- Ling” ler, Bulgarların cedleri sayılan “ Onugor” 1ar olsa gerektir; onlar milâd sıralarında batı Sibirya’da bulunmuşlar ve nüfuzlarını Idil sahasına kadar yaymışlardı. Bu “ Onugor” zümreleri sonraları, II.-III. yüzyıllarda Büyük Hun kitlesine karışmışlar ve onlarla birlikte “ Büyük Göçlere” katılmışlardır. Attila tarafından kurulan Büyük Hun impara­ torluğu zamanında Bulgar’ların Karadeniz’in kuzeyinde, her halde, doğu kısmında bulundukları anlaşılıyor. Hun devleti dağıldıktan az sonra Bulgarlar’m iki zümre halinde yaşadıkları biliniyor. Bunlardan biri-Utigur’lar, Kuban çevresinde, öteki de K u trigu r’Iar, Don nehrinin batısında göç ediyorlardı1. Bu ikiye bölünme belki de, aynı zümrenin “ sağ” kol ve “ sol” kol olarak ayrılmasından ileri gelmiş ve onların her biri de kendi başına bir birlik meydana getirmiştir. Bu iki zümrenin müşterek adı olan “ Bulgar”ın, “karışık” manasına gelen “ Bulgamak” tan neşet ettiği şeklinde izah edilmektedir. Kutrigur Bulgarlarının göç sahası, Dnepr (Özü) ve Tuna nehirlerine kadar uzanmış olmalıdır. Bunların bazan Bizans sahasma hücum ettikleri de anlaşılıyor. Bizans tarafından tatbik edilen siyaset icabı, Karadeniz’in şimalindeki “ Barbar” ları zararsız bir hale koymak için ya onları İmpara­ torluğun hizmetine almak, veya birbirlerine düşürmek gerekiyordu. Bulgarlara karşı her iki siyasetin de başarı ile tatbik edildiği görülüyor. Nitekim imparator Zenon 482 yılında Tuna kıyılarına yakın bir yerde bulunan Kutrigur Bulgar’larından bir kısmını hizmete almıştı. Bu münasebetle Bizans Kroniklerinde ilk defa “ Bulgar” adı zikredilmiştir. Aynı zamanda Bizanshlar tarafından Utigur’lar Kutrigur’lara karşı kışkırtılmışlar ve bu iki zümre arasında şiddetli mücadele başgöstermişti. Utigur’lar tarafından Tıma’ya doğru itilen Kutrigurlarm bu defa Bizans sahasına hücum ettikleri biliniyor. Nitekim Bizans kaynakları, Bulgar­ ların 506 da Trakya’yı tahrip ettiklerini kaydetmişlerdir. Mamafih Kutrigur’lar Utigur baskısına karşı koymuşlar ve onlan Don boyuna kadar geri atmışlardır. ötüken Dağları ve Altaylar çevresinde 552 yıllarında cereyan eden büyük siyasî değişiklikler, netice itibarı ile yalnız Orta Asya’da değil,

1 V. N. Zlataraki, Istoriya na Blgarskata Drzava prez Srednite vekove (Ortaçağ­ larda Bulgar Devleti tarihi) T. I. (Sofya 1918) s. 42. 1 1 0 rV-XVIII YÜZYILLAEDA TÜEK KAVİMLEBİ VE DETLETLEHİ

Doğu Avrupa’da da tesirlerini göstermişti. Avarlar (Juan-Juan’Iar)’m hâkimiyeti altında yaşayan Türk uruğlan, 535 tarihlerinden itibaren Bumın ve İstemi (Kağan) kardeşlerin idaresi altında “ Millî kurtuluş” savaşma başlayarak 552 tarihlerinde, Avarlar’ı yenince “ Türk” adı ile ilk Kağanlık kurulmuştu. Bu “ Gök Türk Kağanlığı” sür’atle büyü­ müş, Doğu’da Kadırgan Dağlarına, Batı’da da “ Demirkapı” ya, yâni Mâveraünnehr’e ve hattâ daha uzaklara Azak Denizi kıyılarına kadar genişlemişti. Gök Türkler’in baskısı altında Avarların, “ Kavimler Kapısı” (Ural Dağları ile Hazar Denizi arası)ndan Idil nehri’ne, oradan da Don-Dnepr ve Tuna nehirlerini aşarak 568 de ta Adriyatik Denizi sahillerine kadar ulaştığını yukarıda görmüştük. Bu defa Idil ve Don boylarında yaşayan bütün Türk menşeli kavimler, o arada Utigur ve Kutrigur Bulgarları da Gök Türk Kağanlığı’nm hâkimiyeti altına alınmışlardı. Bulgarlar üzerindeki bu Gök Türk hâkimiyetinin 630 yıllarına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır; Bulgarların başına, her halde, Gök Türk kağanları ailesi ile ilgisi olan kimselerin getirilmiş olması da mümkün­ dür. Bunlardan biri de galiba, Kutrigurlar’ın başında bulunan ve “ Dulu” sülâlesine mensup olan Organa (Orhan ?) idi. 659 da Batı Gök- Türk Devleti’nin de çökerek Çinlilerin hâkimiyeti altına düşmesini müteakib, Kutrigurlar’m başında bulunan Organa (Orhan)’m oğlu Kubrat, kendini Bulgarlar’ın hanı ilân etmiş ve böylelikle “ Büyük Bulgar Devleti” ni kurmuştu. Mamafih Utigur Bulgarları’nm Kubrat’a tabi olmak istemedikleri ve mücadeleye giriştikleri anlaşılıyoi. Tam bu sıralarda, vaktiyle Gök Türkler’e tabi olan Hazarlar’ın da, kendi baş­ larına bir Kağanlık kurdukları görülüyor. Bu defa Hazarlar’ın tazyiki ile Kutrigur Bulgarları Tuna’ya doğru gitmişler ve Asparuh adlı hanla­ rının idaresinde 671 tarihinde Balkanlara girerek, “ Tuna Bulgarları Devleti”ni kurmuşlardır. Utigur Bulgarları’nm Kuban boylarında kaldıkları zaman Kafkas­ ların kuzeyinde yaşayan Alanlar ile sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür. Bulgarlardan bazı zümrelerin Kafkaslarda da kaldığı anlaşılıyor; belki bu günkü Balkarlar Bulgarların halefleridir. Don boyundaki esas Utigur kitlesine, gelince, onların her halde Hazarların tazyiki ile kuzey-doğu istikametine çıkarak Orta İdil bo­ yunda durdukları biliniyor. Bu hareketin teferruatı ve zamanı tesbit edilemiyor. Ancak bunun en geç VII. yüzyıl veya VIII. yüzyıl başla­ rında tamamlanmış olduğu kuvvetle muhtemeldir. rv-xviu YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 111

Bulgarların Kutrigur Bulgar'larında olduğu gibi, îdil boyuna giden îdil boyunda Utigur Bulgarlan’mn başında da Gök Türk kağanları yerleşmeleri sülâlesine mensup bir banın bulunduğu bilinmiyor, vn.vm.y.y. Bulgarların Gök-Türk hâkimiyeti altında kaldıkları zaman devlet nizamı içinde yaşamaya alışmış oldukları ve bunun için gerekli teşkilât sahibi oldukları da kabul edilmelidir. Nitekim Tuna Bulgarlaıı’nda bu husus bilinmektedir. îdil Bulgarları’nm da ötekilerden pek farklı olmamaları lâzım gelir. îdil Bulgarlarının kısa bir zaman içinde îdil-Kama sahasında bir devlet kurmaları ve buradaki otokton Fin-Ugor ve daha önce gelen Türk menşeli kavimi eri de idareleri altına almaları, Bulgarların îdil boyuna teşkilâtlı olarak geldiklerini göstermektedir. Utigur Bulgarları Orta îdil boyuna geldiklerinde buralarda Türk menşeli kavimleri de buldukları muhakkaktır. Nitekim Tataristan’da yapılan son arkeolojik araştırmalar Orta îdil boyunun, yâni Îdil-Ural sahasının M. S. III. yüzyıllardan beri mütemadiyen “ Türkleşmiş” olduğunu açıkça ortaya koymuştur. 100-370 yıllarında buralarda H unlar bulunmuşlardı; muhakkak ki onlardan bazı zümreler oralarda kalmıştır. Sonra, V. yüzyılda Batı Sibir’den gelen Sabir’ler de bir müddet orada yaşamışlardı. Suvar şehri ile belki Sim bir (Sonraki Simbirsk, bugünkü Ulyanovsk) adı bu kavim ile ilgilidir. Otokton Fin-Ugor kavimlerine gelince, bunlar üç guruptu: Çirmişler (Udmurt), Ar (Mari) ve Mokşı (Mordva) lar. Daha Şimal’de de yine Fin-Ugor menşeli Votyak (Arların akrabası) ve Zıryan’lar vardı; Beyaz Deniz’e yakın yerlerde de Yiso (Yes) lar yaşıyordu. Votyak-Zıryan dillerindeki Bulgarca unsur­ ların, bu iki kavmin müşterek bir dil kullandıkları “ Pro-Perm” diline girdiği de öne sürülmüştür. Bu Pro-Perm dilinin ise ta YI. yüzyıla kadar devam ettiği göz önünde tutulursa, Bulgarların bu Fin-Ugor kavimleri ile temaslarının VI. yüzyıla kadar çıkarılması da mümkün görülüyor. Belki de bu temaslar, Bulgarların henüz kitle halinde Orta îdil boyuna gelip yerleşmelerinden çok evvel başlamış olabilir. Aynı veçhile Bulgarların daha Kub'an ve Don boylarında iken ziraatle meşgul oldukları da sanılmaktadır. Bu sıralarda oralarda Ma­ carlar da bulunmakta idiler. Macarların ziraat ve hayvancılığa ait bir çok sözleri Bulgarlardan aldıkları göz önünde tutulursa, Bulgarların daha îdil boyuna gelmeden önce yerleşik hayata alışık olduklarına hükmetmek lâzım gelir. Nitekim onlar, Orta îdil boyuna gelince, bazı dayanak noktalan, müstahkem şehirler tesisine başlamışlar ve bunların etrafında da yerleşmişlerdir. 1 1 2 IV-XVm YÜZYILLARDA TÜBK KA.VİMLEHİ VE DEVLETLEHİ

Orta İdil bo Utigur Bulgarları’nın yeni gelip yerleştikleri ve devlet taliî şartlan kurmağa başladıkları Orta îdil sahası tabiî servet ve münakalât yolları bakımından gayet elverişli bir ülke idi. Büyük nehirleri, münbit toprakları, mer’alan, ormanları ve sağ­ lam iklimi ile, hakikaten yaşanacak bir yer idi. Bu ülkeye hayat veren ise büyük îdil (Etil) ile Kama (Çolman) nehirleri idi. Idil’in en eski adı Fin menşeinden gelen “ Rha” olüb, Finler sonraları ona Volga demişler ve bu ad Slavlar tarafından da benimsenmiştir. Idil adı ise Türkleı tarafından verilmiştir. Kazan Türkleri bu gün dahi bu nehire Idil derler; Çuvaşlar da Atal derler ki, su demektir.

îdil nehri, Îdil-Ural sahasının ekonomik, siyasî ve tarihî gelişme­ sinde daima tesirini göstermiştir. Bu büyük nehir Hazar Denizi’ne ak­ makla Orta Idil sahasını ve Uralları (Kama vasıtasiyle) Kafkaslar ve İran’a bağladığı gibi, Türkistan-Harezim’den gelen büyük ticaret- Kervan yolunun üzerinde olması hasebiyle de, Orta Asya’ya, Çin’e dahi bağlamakta idi.

Idil’in en büyük kolu olan Kama (Çolman) da çok mühim bir ulaşım vasıtası olup, Orta Idil boyunu Ural ve Batı Sibir ile bağlamakta idi. Bu iki nehirden başka daha bir çok büyük ve küçük ırmak mevcut­ tu. Bunlar: Kama’nın kolu olan Ak Idil, kuzey’den Kama’ya akan Vyatka, güney’den Kama’ya akan Ik, Zey ve Şuşma ırmaklan ile Idil’e akan Çirmişen ve Idil’in Batısındaki Züye ile Sura ırmakları idi.

Kama nehri’nin kuzey kısımları ve Şuşma ile Zey boyları büyük ormanlarla örtülü idi. Buralarda kıymetli hayvan avlamrdı, ayrıca çok miktarda ıhlamur ağaçlan bulunduğundan arıcılık için çok müsait idi. Nehirlerde her türlü balık bol idi. Toprağa gelince, Kama ve Idil boyu ziraat için çok elverişli, münbit karatoprak idi. Bu suretle Bulgarlar kendileri için her bakımdan müsait olan bir sahaya gelmiş oluyorlardı. Fakat bütün bunların en mühimi yine de Idil nehrinin sağ­ ladığı büyük imkânlardı. Bu nehir boyunca VI. yüzyıldan itibaren İskandinavya ile Sasanîler arasında başlayan ticaret faaliyeti sonraları çok gelişecek, Vareg-Rusların da bu ticarete katılmaları ile Bulgar ülkesi milletlerarası ticaret faaliyetinin en mühim merkezlerinden biri olacaktır.

Bu sıralarda büyük ticaret merkezi ve Hazarların payitahtı olan itil şehrinin kuzey memleketleriyle münasebeti îdil nehri vasıtasiyle rV-XVm YÜZYILLARDA. TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 113

Bulgarlar ticaret memleketinden geçiyordu. İşte bütün bu tabiî ve ve ziraatle meşgul İktisadî şartlar bir araya gelerek Kama Bulgarları’mn oluyorlar esas meşgalelerinin ve yaşayış tarzlarının tayin ve tesbitinde başlıca âmil olmuştur. Bulgarlar az bir zamanda yerleşik hayata geçmişler, ekin ekmeğe ve bilhassa şehirler kurarak büyük ölçüde ticaret yapmağa başlamışlardır. Çok geçmeden bazı merkezler yükselmişti; bunlar arasında Kama ile Volga’nın birleş­ tiği yerden 100 kilometre kadar güneyde Idil’in sol sahilinden altı

Bulgar gehri kilometre kadar doğuda, Bulgar (büyük Bulgar şehri) başta gelmekte idi. Bulgar şehri IX -X II. yüzyıllarda Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezi idi.

Diğer Bulgar Diğer şehirler arasmda: Büler (Biler), Suvar, Ciike- şehirleri Tav, Oşal, Tetiş, Züye, belki de Kazan (Eski Kazan) şehirleri ve birçok daha küçük şehir, kasaba ve köyler vardı.

Bulgar Devletinin Bulgarların Kirmencik, Mamadış, Îdil-Kama sahasında smırlan işgal ettiği yerlerin sınırları kat’î olaTak tayin edileme­ mekle beraber, arkeologya ve toponomi araştırmaların­ dan görüldüğü veçhile takriben şu hudutlar tesbit edilebilir: Doğu’da Çirmişen, Şuşma ve Zey sularının başlan; Ik nehri’nin mansabı; ku- zey’e doğru Vyatka nehri, Kazan ırmağı; batı’da, Züye suyu, Sura (Suru) suyuna kadar; güney’de Çirmişen ile Şamar suyu’na kadar.

Bn Bahanın eski ahalisi olan Çirmişler (Mari), Mokşı Mokşılar, Arlar (Mordva) ve Arlar (Udmurt) çokluk teşkil etmekle beraber, kültür bakımından Bulgarlara nisbeten aşağı bir basamakta olduklarından, gittikçe Türkler tarafından temsil edilmeğe başlandılar. Zaten bu (Türkleşme) cereyanının buralara daha evvel gelen diğer Türk kavimleri (Suvar, Hun, Sabir) ile başlamış ol­ ması çok mümkündür. Çok geçmeden (VIII. yüzyıl içinde) Orta İdil boyu artık bir Bulgar-Türk memleketi idi.

Ba;kurtlar -A-ym sıralarda Ak-ldil ve güney Ural mıntıkasında yaşayan Türk menşeli Başkırt (Başkurt) lann Bulgar­ ların doğu komşularını teşkil ettikleri anlaşılıyor. İdil ile Orta Don arasmda yaşayan, ya Fin veya Türk olan Burtaslar da Bulgarların 114 İV-XVlİI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ batısındaki komşuları idi; güney’de Hazarlar ve batı’ya doğru da Doğu Slavları (Ruslar) bulunuyorlardı.

Bnlgarlar Kama Bulgarlan’nın bir kaç zümreden (kabileden) Hazarlara vergi teşekkül ettikleri anlaşılıyor; galiba belli başlı dört veriyorlar zümre mevcut olup, her birinin başında bir “ hancık” bulunuyordu; hepsinin de önce Büler, sonraları Bulgar şehri’ni merkez yapan Bulgar hatuna tabî oldukları zannedilmektedir. Bir müddet Bulgarların Hazar Kağanına vergi verdikleri biliniyor; fakat Hazar Devleti’nin zayıf düştüğü nisbette Bulgar hanlarının da istiklâllerini ele aldıkları görülmektedir. IX . yüzyılın ortalarından iti­ baren Kama Bulgarlarının, herhalde “ eski han sülâlesi” nden gelen Han­ ların idaresinde, tamamiyle müstakil oldukları kuvvetle muhtemeldir.

_ , . Orta-îdil ve Kama mansabında muntazam bir Devlet JJulgarJarm Devleti ve üe ticaret ve ziraat esaslarına dayandırılan gayet kuv- iktisadi vetli bir İktisadî nizama malik olan Bulgar Türklerinin, hayatları eski Türk askeri, İçtimaî müesseselerini ve an’anesini muhafaza ettiklerinde şüphe yoktur; bu zümre müsait şartlar bulunca tam manasiyle toprağa bağlı, sabanla çift süren köylü bir ahali oluvermiştir. Bulgarların mükemmel çiftçi oldukları - çok miktarda zahire istihsal ettiklerinden - açıkça görülüyor. Arpa, dan (çavdar ve buğday) ektikleri, kendi ihtiyaçlarından mada etraflarındaki komşularına da gönderdikleri malûmdur. Her cins ehlî hayvan beslemeğe çok elverişli olan Bulgar memleketinde at, sığır, keçi, koyun bulunduğu muhakkaktır; bunun içindir ki, Bulgarlarda dericilik zanaatı bilhassa ilerlemişti; Bulgar gönü (işlenmiş deri) o devir piyasasında en çok aranan ticaret eşyasından sayılırdı. Bulgar ahalisinin komşularının hilâfına olarak “ çarık” değil “ çitik” yâni “ çizme” giymesi de bunu teyid et­ mektedir.

Ticaret Bulgar sahasında, hele Ural ile Yyatka tarafındaki ormanlarda muhtelif cins kıymetli kürklü hayvanların çokluğu da bu cins kürk ticaretinin ziyadesiyle artmasına sebep olmuş­ tur: Samur, kakım, tilki, sincap ve başka hayvanların derileri Bulgarlar vasıtasiyle Türkistan, İran, Arab ve Bizans ülkelerine giderdi. Hattâ sikkenin az olduğu devirde bir sincap derisi “ sikke” olarak kullanılmış­ tır: Sincabın karşılığı olan “ tiyia” Kazan Türkleri’nde bu gün dahi rv-xvill YÜZYILLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 11S

“ para” (Rusça’nın “ kopek” i) demektir ki, Bulgarlardan kalan bir söz olması kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca avcılığın da mühim bir yer tuttuğu biliniyor. Nehirlerin çokluğu balıkçıkğın da gelişmesini mümkün kıl­ mıştır. Bu suretle, Bulgar Devleti, İktisadî hayatı çok taraflı olan ve birbirini tamamlayan, millî servetin artmasına yardım eden esaslar üzerinde kurulmuştur. Burada ziraat, ticaret, avcılık, hayvan beslemek, arıcılık ve zanaatm bir araya geldiğini müşahede ediyoruz. Bulgarlar bu bakımdan'kendi devrinin bütün Türk ve bir çok gayri Türk kavimleri arasında en yüksek bir basamakta bulunuyorlardı.

Köyler Bulgarların köy ve şehirlerine gelince- evler, iİçlimin Te icabı olarak kalın ağaç parçalarından, üst üste konmak Şehirler suretiyle yapılırdı; damlar da ya kereste veya samanla örtülür, kar ve yağmurdan muhafaza için dik çatılı olurdu. Evlerin, sahihinin servetine göre bir kaç odadan teşekkül ettiği anlaşılıyor. Şehirler ise büyük köyler olup, ahalisinin çokluğu ve serveti ile, meşguliyet tarzı ile köyden farklı olsa gerektir. Şehirler ve köyler çoğu zaman ormanlar ve nehirler kenarında idi.

Bulgar Hanlığı B u lgarlarm önce Şaman dinine mensup oldukları “ yer ilk Türk İslâm ve sub” u takdis ettikleri, birçok tanrı tanıdıkları, Devletidir bunların namına kurbanlar kestikleri, bilhassa atın en makbul kurban sanıldığı muhakkaktır. Fakat IX. yüzyıl sonlarına doğru, Türkistan’dan ve diğer îslâm dünyasından Idil’e gelen tüccarların tesiri ile buralarda İslâm dini ve kültürü yayılmağa başla­ mıştır; o derece ki, 900 tarihlerinde Bulgarlar arasında müslüman olanlar artmış ve Bulgar hanı Almış’ın Müslümanlığı kabul etmesiyle, burası Islâmiyeti kabul eden ilk Türk Devleti olmuştur. Almış Han 920 tarihlerinde Bağdad halifesine müracaatla, din âlimleri ve mimarlar gön­ dermesini rica etmişti. Halife Muktedir Billâh Cafer tarafından gönderilen kalabalık bir elçi heyeti 922 Mayıs’mda Bulgar memleketine vasıl oldu.

A1 TTnn Şelkey oğlu Almış Han ve maiyyeti, elçilere fevkalâde bir kabul göstermişler ve o tarihten beri Bulgar mem­ leketi Abbasî halifelerine bağlı bir Müslüman yurdu olmuştur. Abbasî Halifesi ve Bulgar ham namına sikkeler basılmakta, taş camiler, saraylar ve diğer binalar inşa edilmekte idi. Bulgarlar, Müslümanlığı kabul ettikten sonra onların yurdu Türk-tslâm medeniyetinin kuzey-batı- smda en ileri giden “ uç” u olmakla büyük bir ehemmiyet kazanmıştı. 116 IV-XV1II YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

Bulgar ahalisinin ®u^§ar ahalisinin güney illerinin hiıçok yumuşatıcı karakteri tesirlerinden uzak kaldıkları için kuzey ırkına has bazı meziyetleri muhafaza ettikleri anlaşılıyor. Bulgar yur­ dunun iktisaden yükselişinde ahalinin karakterindeki bu vasfın da tesiri olduğu kabul edilmelidir.

Askerlik Bulgarlar, çiftçi ve tüccar bir kavim olmakla beraber, askerliği de ihmal etmemişlerdi. Fakat, onların askerî kuvvetleri tecavüz için değil, daha ziyade savunmada kullanılmakta idi. Bulgarların harp tarihleri az biliniyor; X . yüzyıl sonlarına doğru Rusların hücumuna maruz kaldıkları görülüyor. Bu hücumlar ekseriyetle geri püskürtüldüğü gibi, Bulgarların bazan Oka boylarına kadar geldikleri malûmdur. Bulgar Devletinin tarihi çok az biliniyor; hattâ hanlarının adlan ve sayıları tesbit edilemiyor.

_ , , Dilleri ve kültürleri hakkında da esaslı bir bilgimiz Bulgarların dili t ( ° Çuvaşça mı? yoktur. Bazı âlimler Bulgar dilinin bugünkü Çuvaşça- nın eski şekli olduğu kanaatmdadırlar. Çuvaşlar Müs­ lüman olmayan Bulgar köy ahalisinin halefleri saydıyorlarsa da, bu hususta kat’î bir kanaata varmak için birçok delile ihtiyaç vardır.

İbn Fadlan 922 tarihindeki Bulgar Devleti ve ahalisi hakkında ’ Bağdad Halifesinin elçileri arasında kâtip sıfatı ile bulunan Ib n Fadlan ilgi çekici bilgiler bırakmıştır1. X II. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar kadısı Yakub îbn Numan’ın bir Bulgar tarihi yazdığı rivayet ediliyorsa da, bu eser meydana çıkarılamamıştır.

Bulgar harabeleri ^ a^an maddî izler Bulgar şehrindeki cami, saray ve hamam harabeleri, bazı mezar taşlan ve kitabeler, şehir ve köy yerleri, ziynet eşyası, silâh (ok, kılıç, miğfer, zırh, bıçak) ziraat âletleri, ev eşyası, at koşum takımları ve sikkelerden ibarettir.

1 Bkz. Ek No. I. İbn Fadlamn “ Risalesi” (seyahatnamesi)nin ash A. Zeki Velidî T ogan tarafından Meşhed şehrinde bulunduktan sonra, etraflı tetkik konusu olmuş­ tur; ilk önce A. Z. V. T ogan tarafından şu adla neşredilmiştir: Ibn Fadlan's Reise- bericht. Deutsche Morgenlandische Gesellschaft, Leipzig 1939 (yeni tabı 1968); sonra, arapça metni Kus (ashnda Leh) müsteşriki Kraçkovski tarafından neşredilmiş, ve ayrıca A. P. K o v a le v sk iy tarafından işlenmiş ve faksimilesi de bastırılmıştır: Kniga Ahmeda îbn Vadlana o ego pvteşestvii na Volgu v 921-922 (Ahmed îbn Fadlamn 921-922 de Idil boyuna seyahatma ait kitabı) Kharkov Univ. neşri, 1956. Ayrıca Şam’ da arapça neşri çıkmıştır. Bk. Ek I. IV -X V n i YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 117

Hazar Devleti zayıfladıkça Bulgarlar kuvvetlendiler. Bulgar şehri îtil’den daha mühim bir ticaret merkezi oldu. Arap, İran, Türkistan, Hazar, İskandinavya, Rus ve Baltık memleketlerinden buraya tüccarlar gelmekte idi. Burası Doğu Avrupa ve Asya ticaret eşyasının değiştiril­ diği ve umumiyetle tarihte malûm olan en büyük ve en eski bir panayır yeri mahiyetini aldı.

_ , . , , Bu gelenek nesilden nesile eeçti; daha sonraları Kazan. Bulgar memleketi ? 6 ticaret merkezi §e* n 5 Bulgar şehri yenne panayır mahalli oldu; soııra da Makar’yev ve nihayet Nijniy Novgorod (Bu günkü Gorki) panayırları (Kazan Türkçesi ile: 'Mekerce) bu geleneğin devamından başka bir şey değildi.

Bulgar Devleti’nin siyasî akıbetine gelince: Bulgarlar Moğoîlan yenmesi 1223 de Kafkas - Don sahasında, yâni Kalka nehri boyunda Rus-Kumanlan yendikleri seferden Aral civarına dönmekte olan Moğol-Tatar ordusuna hücumla, onları mağlûp etmişlerdi. Batu Han’ın “ Batı Seferi” nin ilk hedefi işte bu Bulgarlardan intikam almaktı. Nitekim 1236 da Moğol-Tatar ordusu,

idaresinde, birçok Türk menşeli kavimler de olduğu Itoğ^laTtaafîn- halde, Bulgarlar üzerine saldırdılar, şehirleri, köyleri dan İstilâsı tahrip ile ahaliyi öldürdüler. Büyük Bulgar şehri de bu feci akıbete uğradı. Moğoüar-Tatarlar 1237 yılı başında Rusya’yı istilâya başladılar. 1238-39 yıllarında Tatarlar Deşt-i Kıpçak’tan Kumanlan koğmakla meşgul oldular. Kumanların büyük bir kısmı Macaristan’a giderken, bir fakların Bulgar kısmı da Kama Bulgarları yanma gelerek yerli ahali ile yurdunda çoğal- karıştılar. Kumanların bir kısmı eskiden de Bulgar malan Te Kazan yurdunda idiler. Bulgarlar’ın yanma gelen Kuman-Kıp- Türklerimn çakların mikdan mühim bir yekûn tutmuş olmalıdır ki, teşekkülü Bulgarlarla Kıpçaklann hem birbirleriyle hem de daha evvelki Türk ve yerli ahali ile karışmasından vücuda gelen Kazan Türkleri’nin dilinde, Kıpçak unsurunun üstünlüğü sağlanmış oldu.

Moğol - Tatar Moğol-Tatar istilâsını müteakib, Aşağı Idil’in sol eahi- istüâsmdan sonra lindeki Saray şehrini merkez edinen Altın Ordu’nun Bulgar yurdu idaresi zamanında, Bulgarların bir dereceye kadar siyasî istiklâllerini muhafaza ettikleri biliniyor. Bazen Bulgarların 118 rV-XVHI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

ayaklandıkları dahi anlaşılıyor, nitekim bu yüzden Bulgar yurdu ye­ niden tahribata maruz kalmıştı.

_ , . . . Saray Hanlarının kuvvetleri azalınca, Bulgar Yurdu’n- Bulgar şehrinin 1 _ D tahribi 1361. daki yerli hanların istiklâlleri artmışa benziyor; yerli Bulgar hanlarının Altın Ordu’ya kafa tuttukları -da anlaşılıyor. Altın Ordu hanı Pulat Timur tarafından 1361 de Bulgar yurdu ve şehrinin büyük bir tahribata maruz kalması bunu gösteriyor. Bu durum karşısında ahalinin bir kısmının kuzey’e, Kazan ırmağı boyuna gittiği, hattâ Kazan adı ile bir şehir kurduğu ve burada herhalde Bulgar hanları sülâlesine mensup, bir Hanın yerleştiği anlaşılıyor. 1391 yılında Aksak-Timur’un Toktamış Hana karşı yap­ tığı seferinde1, eski Bulgar yurdu yeniden tahribat sahnesi oluyor; bu münasebetle yerli ahaliden birçoğu yeniden Kamâ’nın kuzeyine, Kazan nehri boyuna göç ediyor ve buraları tamamiyle “ Türk­ leşiyor” . 1437 de Saray Han’ı Uluğ Muhammed Han Kârım tara­ lından Orta îdil boyuna geldiği zaman, buralarda, ötedenberi devlet teşkilâtına ve medenî bir hayata alışık Bulgar-Kıpçaklann karış­ masından meydana gelmiş olan kalabalık bir İslâm ahali bulunuyordu. Kazan Hanlığının esas halknu işte hu unsur teşkil etmişti. Bulgar şehri ise tahrip edildikten sonra da, burada bazı büyük binaların, cami hamam ve sarayların izleri kalmış ve buraları yerli Müslüman aha­ linin ziyaretgâhı olmuştur.

1 Bkz. ileride, S. 139. X ALTIN ORDU (ALTIN ORDA) KAĞANLIĞI*

Çingiz (Cengiz) Dünya tarihinin en önemli sahifelerinden birini Çin giz jjan Han’ın1 şahsiyeti ve faaliyeti ile bağlı olayların teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Çingiz’in teşkilâtçı dehası sayesinde, küçücük bir Moğol kavmi, kendisinden kat kat fazla olan diğer kavimleri ve çok geniş ülkeleri yalnız hâkimiyeti altına almakla kalmamış, bu kavimleri bir tek imparatorluk halinde birleştirerek, Dünyada “ yeni bir nizam” kurmuştu. Bu İmparatorluğun hâkim unsuru Moğollar olmakla beraber, ahalisinin, askerinin büyük bir çoğunluğunu Türkler teşkil ettiği gibi, devlet teşkilâtının esasları, birçok müesseseler eski Türk geleneklerinin devamından başka bir şey olmadığı cihetle Çingiz Han’m kurduğu devlete “ Moğol-Türk Kağanlığı” adını vermek yerinde olur.

Tatarlar ve Moğol fütuhatı esnasmda hâkim unsur olup, en yüksek Tatar adı askerî makamları işgal eden Tatar uruğunun da, ismine ve işgal ettiği sahaya bakılırsa, Moğollaşmış bir Türk zümresi olduğuna hükmetmeliyiz (Tatar-Hazar-Bulgar-Avar-Kaçar- Afşar v.b. adlar gibi).

Moğol - Türk ^11. yüzyılın sonu ve X III. yüzyılın başında vuku Kağanlığı bulan Moğol-Türk istilâsının en büyük neticesi: Bütün Türk illerinin (az bir istisna ile) bir tek imparatorluk halinde birleşmeleri olmuştur. Tarihte bir daha eşi görülmeyen bu büyük imparatorluk, Hindistan ve Çin Hindistanı müstesna, bütün Asya’yı işgal ettiği gibi, Doğu Avrupa’nın hemen hemen hepsini sınırları içine almıştı. İşte bu bakımdandır ki, Moğol-Türk istilâsı ve Kağanlığı Türk tarihini yakından ilgilendirmektedir. Bazı tarihî, dinî ve millî tesirler yüzünden, bazı Türk memleketlerinde, bilhassa güney Türklerinde,

* B. Spuler, Die Goldene Horde. Leipzig 1943; B.D. G rekov i A. Yu. Y a k u b ovs- kiy, Zoloiaya Orda i ee padeniye (Altın ordu ve sukuta). Akademi neşriyatı, Moskva 1950. Türkçe tercümesi (yalnız Yakubovskinin yazdığı kısım: Haşan Eren, Ankara 1959). 1 B. Ya. Vladimirtsev, ÇingLs-Khan (Çingis Han), Berlin 1922. Tiirkçesi: Haşan Ali E diz, İstanbul 1934. 120 IV-XVHI YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Moğol ve Tatarlar Türk tarihinin dışında bırakılmak istenmişler ve isteniyorlarsa da, objektif tarih, dil ve antropoloji araştırmalarından Moğol-Tatarlann Türklere yakın ve kardeş bir kavim olduğu görülmek­ tedir. Güney Türklerinin sima ve beden teşkilâtı ile Moğol-Tatarlara benzemeyişlerinin sebebi, önasya’ da yerleşen Türklerin, buradaki başka ırklarla karışmış olmasından ileri geldiği tarihî bir hakikattir. Yeryüzün- deki Türklerin % 70 inde az veya çok “ mongoloid” vasıflar bulunduğuna göre, bu tipi esas “ Türk tipi” olarak kabul etmek yerinde olur.

Kağanlığı •D°^ayls?y^e> Çingiz’in kurduğu Kağanlık esas itibariyle Türk tarihinin ayrılmaz bir kısmını teşkil etmektedir; zaten Çinğiz’in kendisi de, bir yandan Türk menşelidir. O zamana kadar, tarihte hemen hemen hiç rol oynamamış olan Kemlen nehri yakınındaki Moğol kabileleri 1157 lerde doğan Yesükey-Batur oğlu Timuçin’in dehası sayesinde kısa bir zaman zarfında olağan üstü bir faaliyet göstermeğe başladılar. 1206 da Moğolistan’daki bütün Moğol ve Türk uruğlanm hâkimiyeti altına alan Timuçin, Orhon nehri kıyısında toplanan I)üyük kurultayda bütün illerin birleştiğini ilân etmiş ve “ Çingiz” (Cengiz) lâkabını alarak bütün il ve ulusların başı olmuştu. Bunu müteakib Çingiz Han diğer illeri de kendisine tabi kılmak maksadiyle seferlere başlamış, Çin’i, Türkistan’ı ve İran’ı zaptetmişti. 1227 de vuku bulan ölümünden sonra oğullan ve torunlan onun fütu­ hatını devam ettirerek bir Moğol-Türk Kağanlığı kurmuşlardır. Bu fütuhatın bizi en çok alâkadar edeni 1237-1241 yıllarında cereyan eden Doğu Avrupa istilâsıdır ki, Altın Ordu Devleti ve sonralan onun birer bakayası olan Kırım-Kazan ve Nogay Hanlıklarının tarihi bu istilâ ile yakından ilgilidir. Çingiz’in ölümünden sonra, büyük Kağanlık makamını Çingiz’in üçüncü oğlu Ügedey işgal etti. Onun hâkimiyeti Moğol-Türk Kağanlığı­ nın teşkilâtlandırılması bakımından önemlidir. Bu maksatla kurultaylar toplanmış ve bazı umumi kaideler tensib edilmiş, Çingiz’in yasası tatbik edilmekle beraber, şehirli ve köylü ahalinin durumuna göre bir idare kurulmuştu. 1235 de Devlet işlerini alâkadar eden yeni meseleler müna* sebetiyle toplanan büyük kurultayda, “ Batı Seferi” yâni Doğu Avrupa- nın istilâsı kararlaştırılmıştı. Bu maksadla bilhassa Türklerden olmak üzere büyük bir ordu toplandı. Mikdan kat’iyetle bilinmeyen bu Moğol- Türk ordusunun, en az bir kaç yüz bin kişiden ibaret olduğu muhakkak­ tır. Fütuhatın başlangıcı 1236 yılıdır. rv-xvnı yüzyillabda tübk kavİmlerİ ve devletlebİ 1 21

Batu Han ®u muazzam ordunun başında Çingiz’in torunu Batu (Cuci oğlu) bulunuyordu. Sefere ondan başka birçok Çingiz oğulları da iştirak edeceklerdi. Öncü kıtaların kumandanı olarak da en meşhur Moğol generallerinden biri olan Subutay’ı (Sübütey) görüyoruz. Kumanda zümresi bilhassa Moğollardan, daha doğrusu Tatarlardan (yâni Moğollaşmış Türkler) ibaret olmakla beraber, asker­ lerin çoğunluğunu Orbon-Yayık ve Irtış aralarında yaşıyan Türk uruğları teşkil ediyordu. İlk darbe îdil Bulgarları üzerine oldu.

„ , , Bu hareket 1223 de Bulgarların Don boyundan dönen Bulgar yurdunun w t m isdlâsı Moğol kıtalarına hücumlarının Öcünü almak için yapıl- mıştı. Bulgarlar az bir zaman içinde yenildiler; şehirleri, başta Bulgar şehri olmak üzere tahrip edildi; ahaliden büyük bir kısmının katledildiği anlaşılıyor. Bu bakımdan 1236 yılz, Kama Bulgarlarının yüz yıllardan beri kurdukları ve geliştirdikleri devlet ve ticaret müesseseleri bir darbede imha edilmekle, büyük bir felâket yılı sayılmalıdır. Büyiik tahribata rağmen, Bulgar-Türk ahalinin kâmilen yok edildiği hükmüne vanlmamalıdır. Şehirlerin ve büyük yolların dışında kalan halkın, Moğol-Tatar tahribatından mutazarrır olmadığı muhakkaktır. Şehirli ve köylü ahaliden birçoğunun da kaçarak ormanlarda saklandığım ve bilhassa Suru (Sura) mansabma gittiklerini tahmin edebiliriz. Bu suretle Moğol istilâsından sonra Orta îdil sahasındaki Bulgar unsuru ortadan kaldınlmış olmadı; yok olan şey müstakil bir Bulgar Devleti idi. Mamafih çok geçmeden bu mıntıkada Bulgar beylerinin yeniden faaliyette bulundukları anlaşılıyor.

Moğol Türk 1237 sonunda, kış mevsimi olmasma rağmen, Moğol- knvvederinin Türk ordusu Rus yurdunun istilâsına başladı. Bu Rusya’yı istilâları sıralarda Rus yurdu birçok Knezliklere bölünmüştü. Rurik sülâlesine mensup olmak üzere, muhtelif mıntı­ kalarda Knezler müstakil birer Bey sıfatiyle idareyi ellerinde tut­ makta idiler. Artık Kiyef Rusyası merkez olmaktan çıkmıştı; onun yerine Suzdal' Rusyası (merkezi Vladimir) yükselmişti; Batı’da da Galiç Knezleri kuvvet bulmuşlardı; İlmen Gölü’nün kuzey sahilindeki Novgorod şehri de mühim bir ticaret ve siyaseit merkezi durumunda idi. Bu Rus Knezlikleri arasında mücadeleler eksik olmadığından, Rus Yurdu, adetâ daimi bir anarşi halinde idi. 1 2 2 IV-XVIII YTjZYIL LA UDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

_ .. , . . Batu Han’ın orduları 1237 de Bulgar memleketinden Kus şehirlerinin yakılıp yıkılması hareketle Suru (Sura) ırmağının baş kısmım geçtikten sonra Ryazan' üzerine yürüdüler; 1 hücumla burayı ele geçirdiler; o sıralarda ehemmiyetsiz bir kasaba olan Moskova’yı yaktılar. Yladimir, Suzdal', Rostov ve Volga kıyısındaki Yaroslav şehirlerini zaptettiler. Bütün bu şehirler küçük de olsa birer • kale mahiyetinde idiler. Moğol-Tatarlarm yalnız açık meydan muhare­ besinde değil, kaleleri muhasara ve zaptetmek husussunda da fevkalâde mahir oldukları görüldü; onların bu bakımdan X IX . yüzyıl Prusya ve asrımızın ilk yansındaki Alman ordularına benzediklerini kaydet­ meliyiz. Rus kışının şiddetine rağmen Batu Han kuvvetleri iki-üç ay zarfında birçok kale ve şehri ele geçirdiler. 1238 baharı geldiği zaman bu ordu İlmen Gölü’nün güneyinde Lovat' ırmağına varmış bulunuyordu; fakat mevsimin icabı olarak, daha fazla kuzeye, yâni Novgorod istika­ metine gidilmemiş, orduların güneye dönmesi uygun görülmüştü. Bu defa Oka nehrine yakın Kozelsk şehrinin fazla mukavemeti, ordunun hareketini biraz yavaşlatmışsa da, mezkûr kale zapt ve ahalisi kimilen kılıçtan geçirilince, Moğol-Türk kuvvetleri 1238 ilkbaharında Don ile Dnepr nehirleri arasındaki sahaya gelmişlerdi. Bununla seferin ilk safhası sona erdi. Gayet kısa bir zaman içinde hem de kış olmasına rağmen, Batu Han yıldırım harbi ile Rus yurdunun en mühim kısmını zapt ve Rus Knezlerinin askerî kuvvetlerinin dayanak noktalarını imha etmişti. Tarihte ilk defa olmak üzere doğudan gelen Moğol-Türk istilâsı, bir darbede Rus yurdunun siyası ve askerî varlığını yıkmış bulunuyordu.

_ . , Bu Moğol-Türk hareketinin ikinci safhası Kumanlara Degt-ı Kıpçakta n Kuman beyleri- karşı oldu. 1223 de Kalka boyundaki savaşı müteakip, nin hâkimiyetine Kumanlar Moğol-Türk İmparatorluğunun düşmanları son verilmesi arasmda sayılıyorlardı. 1238-39 yılındaki seferlerin ne­ ticesinde Don boyu ve bütün Kıpçak sahasındaki Ku­ manlar mağlub edilerek, uruğları dağıtıldı, beyleri koğuldular. Bir kısmı kuzey-doğuya, Kama Bulgarları arasına gitti, bir kısmı da Macaristan’a iltica etti. Mamafih esas kitle yine de Karadenizin kuzeyinde kalıp, Moğol-Tatar idaresinde, Hanlann ve Beylerin “ il ve ulus” lannı teşkil ettiler. Netice itibariyle Moğol istilâsından sonra d a -“ Kıpçak” ilinin etnik durumunda değişiklik olmadı. Diğer yandan yakanda da

1 Bkz. Ek No VII. Teferruatı: N. M. K aram zin, III, 175-182. IV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ 123 belirtildiği gibi Kama boyundaki Kıpçak ve galiba Kumanlarla bir­ likte olan Yemek’lerin gelmesi ile, Orta Idil boyundaki Türk unsuru artmış ve îdil Bulgarları da “ Kıpçaklaşmışlar” dı. Bu suretle Moğol istilâsının bir neticesi, yukanda da söylendiği gibi, Orta îdil boyun­ daki Türk ahalisinin bir daha “ Türkleşmesi” ni mümkün kılmasıdır. Bugünkü Kazan Türklerinin kavmi teşekkülleri işte bu tarihî vak’a- larla izah olunmaktadır.

, . . . Batu Han, Kumanlann işini bitirdikten sonra kısa Kıyeı şehrinin t zaptı süren bir. muhasarayı müteakip, 1240 da Kiyef şehirini zaptetti. Eski Rus merkezi tahrip edildi; o sıralarda Kiyef’in zaten büyük bir önemi kalmamıştı. Daha batı’da olan Yladimir ve Galiç şehirleri de Moğol-Türkler tarafından işgal edilerek bütün Rus yurdu Batu Han’ın eline geçmiş oldu. îstilâ kuvvetlerinin büyük bir kısmı, Kumanlarm gittikleri Macaristan’a yürürken bir kolu da Lehis­ tan’ın güney eyaletleri üzerinden Silezya’ya kadar ilerledi.

_. . , 1241 yılının 9 Nisan siinü Lieenitz yakınında kaTşılanna Lıegmtz meydan . muharebesi, Çıkan Alman kuvvetlerini yendiler; fakat daha ileriye 9 Nisan 1241. gidemiyerek, Macaristan’a döndüler. Moğol-Türklerin bir kolu hattâ Balkanlara girmiş ve Adriyatik sahil­ lerine bile yaklaşmıştı.

Bu suretle 1240-41 seferi tam bir haşan ile bitmiş, Batu Han’ın ordusu bütün meydan muharebelerini kazanmış, yüzlerce ve binlerce kim. genişliğindeki Doğu Avrupa sahasını işgal ile, burada önce mevcut bütün askerî ve siyasî varlıklara son vermişti. Çingiz hayatta iken, Batı istikametinde “ Moğol atlarının tırnaklarının çiğnediği” bütün sahanın Cuci’ye verileceği takarrür etmişti. Buna göre Batu Han’ın zaptettiği yerler “ Cuci Ulusu” olacaktı.

_ , , Batu Han’ın fütuhatı ta bastan “ yeni bir ulus” kurmak Altın Ordu nun _ t kurulması, emeli taşımış olduğunda şüphe yoktur. Bu sebeple 1241. Bulgar, Rus, Kuman ve Macar kuvvetleri ve memle­ ketleri ya tamamiyle zapt veya kısmen tahrip edildikten sonra, Batu Han 1241 yılında Idil’in aşağı mecrasına dönmüş ve nehrin sol sahilinde “ Orda” sının merkezini kurmuştu. 1 24 rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VB DEVLETLERİ

Saray şehri Burası Saray adını aldı ve çok geçmeden eski Bulgar ve itil şehirlerinin yerini tuttuğu gihi, onlardan farklı olarak Doğu Avrupa ve Hazar Denizi ve Aral Gölü civarları ile Batı Sibir’in en mühim siyasî merkezi oluverdi. Saray şehri’nin kurulduğu mevki, “ Cuci ulusu” mm ortasında ve büyük ticaret yolu üzerinde olması ve büyük çoğunluğu göçebe olan Moğol-Türk zümresininr yaşayış tarzına da elverişliliği bakımından isabetli olarak seçilmişti. Bu sebep­ tendir ki, Saray şehri az zaman içinde yükseliverdi.

. Batu Han’ın fütuhatı ve Saray’da yerleşmesi zamanında yngızm halefleri w Büyük kağanlar Moğo1 Kağanlığı Cuci, Çağatay, Ugedey ve Tuluy ulusları, yâni Çingiz’in dört oğlu arasında bölünmüş sayılmakla beraber, yine de bir tek devlet halinde idi. Çingiz’in ölü­ münden sonra (1127) büyük Kağan olarak Çingiz’in oğlu Ügedey seçildi (1227-1241). Onun ölümünden sonra Ugedey’in karısı Turakina naibe-i devlet sıfatiyle üç yıldan fazla devlet başında kaldı. Sonra Ügedey’in oğlu Güyük, “ Kurultay” tarafından tahta çıkarılmışsa da, Batu Han ve taraftarları bunu tanımak istememişlerdi. Güyük’ün hâkimiyeti 1246-1251 yıllarına aittir. Bu defa Kağan olarak Tuluy’un oğlu Mengü seçildi ve Batu Han da dahil olduğu halde bütün Çingiz Oğullan tarafından tanındı. Onun saltanatı 1251-1259 yıllarına aittir. Bu sıralarda Kağanlığın merkezi Orhon boyundaki Karakurum şehri idi. Mengü Kağan zamanında, yine Tuluy oğlu Kubilây’ın Çin’in ida­ resine tayini üzerine, Hanbalık (Pekin) şehrinin hükümet merkezi olmağa başladığım görüyoruz. Bilhassa Yakın Doğu ve Islâm âlemini alâkadar eden büyük vaka da yine Mengü’nün biraderi olan Hülagü’nün İran’a gönderilmesi, llhanî Devleti’nin kurulması ve 1258 de Bağ- dad’ın Moğollar tarafından abnması ile Abbasî Hilâfetine son verilmesi olmuştur. Bu suretle X III. yüzyılın ortalarında hem Çin’de hem de İran’da Çingiz sülâlesi hâkim olmuştu.

Moğol Türk ^ enS^ Kağan’ın ölümü ile (1259) büyük Moğol-Türk Kağanlığının Kağanlığı parçalandı. Ulusların her birinden ayn dev- bölnnmesi letler, hanlıklar teşekkül etti. Bu ayrılık olmadan önce de Batu Han kendi ulusunda tamamiyle müstakil bir hükümdar vaziyetinde idi. Çingiz Oğullan arasında en değerli kumandan ve dirayetli devlet adamı olarak tanınan Batu Han’ın Kağanlığın bütünlüğünü muhafaza maksadıyle Karakurum’daki IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 125

Kağam tanıdığı ve zahiren ona itaat ettiği anlaşılıyor. Halbuki Batu Han kendi Ulus’unda istediği gibi icraatta bulunuyordu. Onun hâkimi­ yeti 1255e kadar sürmüştür. Irtış nehri boyundan, Aral Gölü’nün kuzey çevresi de dahil olmak üzere Kama ve bütün Idil havzası, özü boyu ve Turla (Dnestr) mıntıkasına kadar uzanan geniş bir sahada yeni bir idare sistemi kuran Batu Han Altın Ordu Devletinin kurucusudur. Batu Han’ın ordugâhındaki otağın (baş çadır) üst kısmı altm yaldızlı olduğundan bu Devlete “ Altm Orda” denildiği anlaşılıyor (Orda: Mo­ ğolca, çadır). Bu Devletin teşkilâtı, Çingiz yasası ve Büyük Moğol- Türk Kağanlığında tatbik edilen esaslara, dayanmakla beraber, yerli birçok hususatm ve bu memleketlerde mevcut eski geleneklerin de nazarı itibara alınmasını gerektirmişti. Eski Bulgar Hanlığı ve Rus Knezliklerinde Altm Ordu Hanlarının menfaatlerine en uygun görünen bir sistemin tatbik edilmesi lâzım geliyordu. Batu Han 1255e kadar yaşamıştır. Kendisi “ Sayın Han” lâkabı ile anıldığına göre, tebalan arasında da itibarının büyük olduğu muhakkaktır. Gerek Bulgar ve gerek Rus yurdunda eski idarede bir takım deği­ şiklikler yapıldı. Her iki memleket Altm Ordu’nun vassah (tabii) olmakla, bir takım mükellefiyetlere tabi tutuldular. Bu bakımdan bilhassa Rus Knezliklerinin durumu dikkat çekicidir. Moğol-Türk kuvvetleri fazla bir kalabalık teşkil etmediklerinden bütün Rus şehirleri ve köylerini işgal altına alıp, Rus yurdunda kalmalarına maddeten imkân yoktu; diğer cihetten yaşayış tarzları (step ahalisi veya göçebe olmak hasebiyle) da buna müsait değildi. Bu sebeptendir ki onlar, kendileri için daha elverişli olan bozkır sahalarım işgal etmişlerdi.

Rus Knezliklerindeki hâkimiyetlerini idame ettirebilmek Altm Urdu İdare- Binde Rub Yurdu İÇİ11 de bir takım askerî ve İdarî tedbirler alınmakla yetinilmişti. Evvelâ, öt edeni eri mevcut olan knez ida­ resi olduğu gibi bırakıldı. Rurik sülâlesine mensup olmak üzere, knezlerin hâkimiyetleri tanındı; hattâ Moğol istilâsına takaddüm eden büyük ve küçük knezlikler bile muhafaza edildi; yalnız şu şartla: Knezler makamlarım Han tarafından tasdik ettirmeğe mecburdular; yâni Han’ın tabii sayılıyorlardı. Iç intizam ve asayiş, yâni polislik vazifesi Knezlerin elinde bırakılmıştı. Bunun dışında: Memleketin umumî asayişine, Han’a karşı mükellefiyetlerin yerine getirilmesine ve düşmanca hareketlerin zuhuruna mani olmak maksadıyla Han tarafın­ dan tayin edilen yüksek Tatar memurları gönderilmekte idi. 126 lV-XVin YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

„ . .. . , Rus yurdundaki Altın Ordu veya Tatar hâkimiyetinin Ruslar uzennde / J J “ Tatar” hâkimi- Şekli ve yaptığı tesirler hakkında İlmî bir araştırma yetinin izleri, henüz mevcut olmamakla beraber bu hususta bir­ çok görüş öne sürülmüştür. 240 sene süren bu “ Ta­ tar” hâkimiyetinin Rus tarihi ve Rua halkı üzerinde çok çeşitli tesirleri olduğu muhakkaktır1. Tanınmış Rus tarihçileri (Solov’ev, Kljuçevskij) nin bu tesirleri inkâra çalışmaları, İlmî sebeplerden ziya­ de millî Rusçuluk hislerinden ileri gelmiştir. Diğer taraftan Altın Ordu’nun Ruslar üzerine yaptığı tesirleri fazla büyütmek de doğru değildir. Moğol istilâsından evvel Ruslar, gerçi Skandinavya’lı Norm an­ ların tesiriyle Devlet teşkilâtı vücuda getirdikleri gibi, Bizans’tan aldık­ ları Hıristiyanlık sayesinde yazılı edebiyatta, mimari’de, İktisadî ve diğer bazı sahalarda birçok terakkî kaydetmişlerdir2. Bu itibarla kültür bakımından bilhassa yüksek zümreler ve ruhanîler oldukça yüksek seviyede idiler. Fakat Batu Han’ın buraları zaptettiğinde Rus yurdu tam bir siyasî anarşi içinde çalkalandığından iktisadi ve kültürel gelişmenin en gerekli şartlarından biri olan iç güven mevcut değildi. Altın Ordu tarafından tespit edilen kuvvetli bir disiplin- evvelâ her yerde iç emniyet ve asayişin yerleşmesini mucip oldu; yine bu asayişin idamesi ile bağlı olarak Saray şehri ile Rus Knezliklerindeki Baskak ve Daruga’lar, yahut askerî başbuğlar (tiimen, bin ve yüz Beyleri) arasmda muntazam bir münasebeti temin maksadıyla Moğol İmparotorluğunda daha Çingiz zamanında tesis edilen posta usulü, yeni yol sistemi kuruldu. O zamana kadar bir tek para sistemi olmayan Rus yurdunda, aynı esaslar üzerinde sikke bastırıldı-Rusça“ dengi” (dengi-pa- ra, tenke) sözü bundan gelmiştir. Gümrükler intizamlı bir hale kondu ki, Rusça “ tamoiniya” (gümrük)-damga sözünden gelmektedir. Bunun dışında Rus knezlerinin, büyüklerinin ve askerlerinin Saray’a ve hattâ Iç Moğolistan’a kadar gitmeleri, birçok Rus büyüklerinin Tatarlarla düşüp kalkmaları, Rusların yaşayış, giyim tarzlarında olduğu gibi, düşünüş ve görüşlerinde de Tatar tesirinde kalmalarına yol açtı. Bilhassa Altın Ordu’da tatbik edilen kuvvetli bir merkeziyetçi devlet rejiminin, Han otoritesinin Rus Knezlerine bir örnek teşkil ettiğinde şüphe yoktur.

1 A. N. N asonov, Mongslı i Rus' (Mogollar ve Rus yurdu) Akademi neşri Moskva 1940. Tarihî hakikatler çok tahrif edilmiş ye sonraki siyasi gelişmeler ışığı altında kaleme alınmış olduğundan, objektiv bir eser olmaktan uzaktır. 8 A. N. K ıra t, Rusya Tarihi, s. 79 v.d. JV-XVIII YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 127

“ Tatar boyundu ®-us tarihinde “ Tatar boyunduruğundan” (Tatars- ruğu” tabiri köye igo) bahsetmek o kadar moda olmuştur ki, doğru değildir. Sovyet-Rus tarihçileri bile bu tabiri tekrar ele almışlar­ dır1. Şüphesiz yabancı bir zümrenin, hele ırk ve din bakımından büsbütün ayrı olan bir kavmin hâkimiyeti kolay birşey değildir. Fakat 240 yıl süren Altın Ordu hâkimiyeti neticesinde Ruslar, dillerini, dinlerini, topraklarını ve idare teşkilâtlarım tamamiyle mu­ hafaza etmek şöyle dursun, bütün bunları geliştirmeğe muvaffak olduklarına bakılırsa, bu Tatar hâkimiyetinin “ boyunduruk” olmadığına hükmetmeliyiz. Yalnız yabancı bir zümre değil, öz hükümet bile, isyan çıkarsa- derhal bastırılır ve bu münasebetle şiddet kullanılır, sırasına göre binlerce kişi öldürülür; mükellefiyetler yerine getirilmediği zaman bunların, icrası için zor kullanılır. Altın Ordu Bask aklan ve Damgalarının da başka türlü hareket etmedikleri tarihî bir hakikat­ tir. Altın Ordu’nun Rus Knezliklerindeki hâkimiyeti sonraki Rus Çar­ larının Kazan, Başkurt, Sihir, Kırım, Kafkas ve Türkistan’daki hâki­ miyetlerine nisbetle daha sert olmadığı meydandadır. Müthiş îvan’ın ve Romanof ailesinden gelen Çar hükümetlerinin Türk kavimlerini imha yolunda aldıkları tedbirlerin onda birinin Altın Ordu Hanları tarafından işlenmediği de muhakkaktır. Rus Knezlerine yapılagelen bazı baskılar ve şiddetler daha ziyade Rus Knezlerinin Saray’da, Han’lar yanında, rakibleri Knezlere karşı yaptıkları entrikalardan ileri geldiği de biliniyor. Moğol-Türk devleti an’anesinin icabı olarak Altın Ordu’da tam bir din ve dil toleransı vardı. Bu kavimler pek te ağır olmayan mükellefiyet­ leri doğru dürüst yerine getirdikten sonra, lüzumsuz yere tazyike maruz kalmıyordu. Rus Kilisesi, hattâ Altın Ordu Hanlarının verdikleri yarlık­ lar sayesinde “ Tarhanhk” kazanmıştı; yani birçok imtiyaza sahibti. Böyle olmasına rağmen, Tatarlara karşı Rus kalkınmasını körükleyen müessese bilhassa kilise olmuştur. İki buçuk yüzyıl süren Tatar hâki­ miyetinin tesiri icabı Altın Ordu Hanları Rus ahalisi nazarında tam bir hükümdar gibi telâkki ediliyordu. Han’ın karşılığı olan Çar’ın (Tsar) ancak “ Saray Han” ı olduğu kabul edilmişti; bu yüzdendir ki, Rus Knezleri ancak Altın Ordu hâkimiyetinden çıktıktan sonra “ Çar” lâkabım almağa cesaret etmişlerdir.

1 Istoriya SSSR, (Liseler için) Pod red, A. M. Pankratovoy. Moskva 1945, ss 77-79. ve birçok diğer eserlerde. 128 rvxxvnı yüzyillaeda tübk kavim lebİ've devletlebİ

“ Tatar” aduun ®atu Han’ın kumandasında fütuhat yapan kuvvetlerin Türklere teşmili 6 0 0 .0 0 0 kişiden ibaret oldukları söylenmektedir; bunun ancak 6 0 .0 0 0 i Moğoldu; kalan kısmı muhtelif Türk kavimi erinden toplanmıştı; kumanda heyetinin ve bazı memuri­ yetlerin başında Moğollar, bilhassa bunların Tatar zümresi bulun­ makta idi. Tatar adının menşeinin Türk olması lâzım geldiğini söylemiştik. İşte bu sebeptendir ki Moğol istilâsını yapan kuvvetlerin hepsine-Moğol ve Türk fark edilmeksizin “ Tatar” adı verilmişti. Tari­ hin mislini bir daha görmediği bu hayret verici seferler, kazanılan meydan muharebeleri hep “ Tatar” kumandanlar tarafından idare edilen Moğol ordusunda, herkesin, “ Tatar” olmakla iftihar ettiğinde şüphe yoktur. Aynı zamanda “ Tatar” adlanmak Moğol-Türk Kağanlığında imtiyazla bir zümreye aidiyeti göstermekte idi. Bu sebepledir ki, Moğol ordularındaki Türk kavimleri-kendilerini böyle tesmiye etmeseler bile-yabancılar karşısında böyle görünmeğe başlamışlardır. Çok geçme­ den îdil boyunda yerleşen Moğol-Tatarlar kalabalık Türk unsuru ara­ sında eriyip gitmişlerse de, bu sahanın ahalisi Türk olmasına rağmen, “ Tatar” adı ile tanınmağa başlamışlardır. Moğol istilâsının neticesi olaTak Îdil-Ural sahasında Sibir’li ve Türkistan’lı Türk unsuru artığı gibi, bir dereceye kadar Moğol unsuru da yerli ahali ile karışmıştır; fakat Moğol zümresinin daha ziyade yüksek tabakaya mensup olduğu biliniyor.

Berke Han Batu Han’dan kısa bir zaman sonra Altın Ordu tam bir (1257-1266) ve müslüman devleti olmuştur. Batu’nun küçük biraderi Altm Ordu’da B erke Han (1257-1266)1 yıllarında îslâm dinini kabul Islâmıyetin edince, şimdiye kadar Şaman olan teb’ası da Müslüman verlesmesı olmuştur. Zaten bu mıntakada 922 den beri (yani Bul­ garların îslâmiyeti kabullerinden itibaren) İslâm dini ve kültürü yayılmıştı. Saray şehri kurulup ta Türkistan ile ticaret münase­ betleri tekrar kuvvet bulduktan sonra Altm Ordu’da îslâmiyetin galebe çaldığım görüyoruz. Nitekim az sonra Saray Hanları Müslüman oldular. Berke Han zamanında Altm Ordu Moğolistan’daki büyük Kağanlıktan ayrılmış, tamamiyle müstakil bir devlet olmuştur. Berke Han’ın kendi adına sikke bastırması da buna delâlet etmektedir. Onun zamanı Altm Ordu’nun en parlak devri olarak tanınmaktadır. Berke

1 Bkz. Ek No. IX. rv-xvm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 129

Han, Idil nehrinin mansaba doğru ayrı kollara ayrıldığı yerde, Aktübe üzerinde “ Yeni Saray” adıyla bir şehir kurdurmakla da yapıcı faaliyetini göstermiştir. Burası “ Saray Berke” diye tanınacak ve az sonra “ Eski Saray” ı gölgede bırakacaktır. Kmir Nogajr Berke Han’ın Hülâgü’ye karşı yaptığı harpler esnasında, 1267-1299. Cuci oğullarından birisinin neslinden gelen, Tatar oğlu Nogay, askerî kabiliyeti ile sivrilmiş ve sür’atle yük­ selmişti. Berke Han’dan sonra tahta çıkan Mengü-Timur (1266-1280) zamamnda Nogay’ın nüfuzunun arttığı görülüyor; Tuda-Mengü zama­ nında (1280 -1287) Nogay Altın Ordu’da başlayan iç karışıklıklarda şahsî cesareti, kuvvetli iradesi ve İdarî kabiliyeti sayesinde devletin en nüfuzlu şahsiyeti olmuş, ve idareyi elinde tutmuştu. Fakat babası Han olmadığı cihetle, Nogay da “ Han” lâkabını alamamış, “ Emir” olarak kalmakla yetinmiştir.' îşte bu Emir Nogay, kırk yıl kadar Altın Ordu mukadderatı üzerinde mühim rol oynamış ve uzun zaman, istediği anda “ Han” lan değiştirmiş, Çingiz oğullarından tahta çıkardığı kimseler vasıtasiyle arzu ettiği şekilde devleti idare etmiştir. Dış memleketlerde Nogay’ın “ Melik” (Rusya’da “ Çar” ) olduğu dahi zannedilmiştir. Emir Nogay resmen, sadece Deşt-i Kıpçak’ın ordu kumandam (Tuman-Tümen başı) idi. Fakat, yukarıda da belirtildiği gibi, bilhassa Tuda-Mengü Han ile Tele Boğa (1287-1291) ve Tokta Han (1291-1312) ın ilk on yılında (1299 a kadar) çok büyük rol oynamış ve Altın Ordu’nun hakikî âmiri olmuştur. Deşt-i Kıpçak’ta bulunması hasebiyle Emir Nogay, Balkan işlerine de kanşmış ve Bulgar Çan Gregor Terter, onun tarafından tahtından indirilip, yerine Smileç adında biri getirilmiştir. Nogay, 1296 da Sırplara karşı da yürümüş-ve Kıral Stefan Milütin’i itaata mecbur kılmıştır. Nogay’m 1297 de Bizans İmparatoruna da kendi taleplerini kabul ettir­ diği biliniyor. Mamafih Nogay’ın kudretine bakmaksızın (ve belki de bundan ötürü) Altın Ordu’da kanlı mücadelelerin önü alınamamıştı. Hattâ Nogay’m kendisine tabi “ iller” uruğlar arasmda da karışıklık başgös- termişti. Nogay tarafından tahta çıkarılan Tokta bir müddet sonra, hâmisine karşı mücadeleye başlamış ve Terek nehrine yakın “ Kukan- hk” mevkiinde cereyan eden bir muharebe esnasmda Nogay’m kuvvet­ leri yenilmiş ve Nogay’m kendisi de esir düşmüş ve bir Rus askeri tarafından kafası kesilerek öldürülmüştür (1299 yılı sonbahan). Bu­ nunla, Altm Ordu’da uzun yıllar en mühim bir rol oynamış olan Emir 1 30 rV-XVIU YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Nogay’m hayatı da sona ermişti. Mamafih hâtırası ölümünden sonra da yaşamış ve kendine tabi il ve uruğlar kendisinin adını alarak “ Nogay” tesmiye edilmişlerdir. Aşağı Idil-Yayık ve Cim (Emba) nehirleri boyun­ daki “ Nogaylar” (Mangıtlar) işte bunlardır.

özB k H Tokta Han, Nogay’dan kurtulduktan sonra, Altın Ordu 1312-1342 ' içinde birliği yeniden sağlamış ve devlet nizamım tahkim etmişti. Bu yüzden 1312 yılına kadar tahtta kalabil­ mişti. ölümünden sonra tahta yeğeni Özbek Han geçmiştir. Bununla Altın Ordu’nun en büyük Han’larından birinin saltanatı başlamış oldu. Özbek’in babası Toğrulca’nın “ Han” olmaması hasebiyle, mamafih, Özbek’ in de bu makama geçmesi meşru sayılamazdı. Fakat dedesi Mengü-Timur’un Han’lığı göz önünde tutulursa, Özbek’in de tahtı ele geçirmesi mevcut nizama pek aykırı değildi. Özbek Han tahta çıktığında otuz yaşlarında idi; Müslümanlığa bağlılığı, zekâsı ve şahsen de çok gösterişli ve güzel bir adam olmasıyle temayüz etmişti. Özbek Han’m tahtında tutunabilmesi ve rakiblerini zararsız bir hale getirmesinde, bilhassa emir (noyon) lerden Kutluk- Timur’un büyük rolü olduğu da biliniyor. Yine Kutluk-Timur’un tavsiyesi ile Özbek Han, Altın Ordu’da Islâmiyetin tamamiyle yerleş­ mesine büyük önem vermiş ve bu suretle Altın Ordu’da “ Şamardık” bırakılmış ve memleket tam bir İslâm ülkesi haline getirilmişti.

„ Özbek Han’m bilhassa Saray Berke şehrinin imarına Saray Berke ı n ı r. payitaht oluyor ayrıca eh em m iyet v erd iğ in i v e p a y ita h tı E ski S aray - dan buraya nakledince, Saray Berke’nin daha da geliştiğim biliyoruzx. Îbn Batuta 1334 te burayı ziyaret etmiş ve şehrin büyüklüğü ve güzelliğine hayran kalmıştır.

Altın Ordu’nun Han, dış siyasette, Berke Han zamanında tesbit Mısırur mMemluklen ı»ı ı • edilen esaslara bağlı 6 kalmış ve bilhassa llhanî’lere n ile yakınlığı karşı olmak üzere Mısır Memluklen ile çok yakın mü­ nasebetleri devam ettirmiştir2. Bu yakınlık Mısır Sultanı Melik ün-Nâsır’ın Altm Ordu’dan Çingiz neslinden Tolun-

1 Eski ve Yeni Saray şehirlerine ait: F. V. B ali o d, Stary i Novıy Saray. Kazan 1923» 2 Bu konuya ait yeni bir eser: S. Zakiro v, Diplojnatiçeskiye otnoşeniya Zolotoy Ordı s Egiptom (XIII-XIY v.s.) (Altm Ordu’nun Mısır ile diplomatik münasebetleri (XIII-XIY. y.y.). Moskva 1966. (Izd. “ Nauka” ). B. Spuler., Die Goldene iîorde, die Mongolen in Russland 1223-1502, Leipzig 1943, ss 254-256. IV-XVHI YÜZYILLARDA TÜHK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 131 bay ile evlenmesi suretiyle kuvvetlendirilmiştir. Özbek Han Bizans İmparatorluğu ile de yakın münasebetlerini devam ettirmiştir. Ha­ tunlarından biri Bizans prensesi idi.

Özbek Han’ın sikke’lerdeki adı Gıyaseddin Özbek olarak bilinmek­ tedir. Kendisinin bilhassa Rus Knezliklerini de tam bir itaat altında tuttuğu ve Moskova Knezlerine karşı ayrıca sempatisi olduğu da bilinmektedir. Hattâ kız kardeşi Konçaka’yı Moskova Knezi Yuri Daniiloviç’e vermiş ve kendisini Moskova’ya “ Büyük Knez” olarak nasbetmiştir (1317). Mamafih, Moskova Knezi ile Tver' Knezi arasındaki mücadele esnasmda Konçaka esir edilmiş ve Tver’de ölmüştür. Özbek Han yine Moskova’yı tutmakta devam etmiş ve Tatar kuvvetlerini Rusya’nın içlerine göndererek te’dip hareketleri yaptırmış ve Moskova Knezi îvan Kalita’yı, 1328 de Moskova’ya Büyük Knez tayin ettikten sonra, Moskova, Özbek Han’ın des,teği ile sür’atle yükselmek yolunu tutmuştur.

İbn Batuta’ıun Meşhur Arap seyyahı Tanca’lı (Fas’tan) îbn Batuta Özbek Han’ı (1304-1377), Anadolu’daki seyahatinden ve Bursa’da ziyareti, 1333-4. Orhan Gazi ile görüştükten sonra, Sinop üzerinden Kırım’a geçmiş ve Özbek Han’m bulunduğu Deşt-i Kıpçak’a gelmişti1. îbn Batuta, Özbek Han’m yanında bir müddet kalmış, onunla görüşmüş, konuşmuştu. îbn Batuta’mn Özbek Han hakkındaki intibaları çok müsbettir. Cuma namazından sonra, “ Altm Çadır” da, hatunları, oğulları, kız ve beylerinin hazır bulunduğu resmi kabulü hakkında îbn Batuta tafsilât vermiş ve bilhassa hatunlar hakkın­ da birçok şey yazmıştır. Her hatunun kendi çadırı ve maiyeti ve Özbek Han’ın onlara muamelesi tasvir edilmiştir. Özbek Han’ın hatunlarından birisi, yukarıda da belirtildiği gibi, Bizanslı prenses idi; îbn Batuta ona refakat ederek İstanbul’a kadar gitmiş, gelmiştir. îbn Batuta, Saray şehrini, Bulgar diyarım (ve çok uzun geceleri) tasvir etmiş, sonra Harezim ve Ürgenç’e gitmiştir. îbn Batuta’mn bu seyahatnâmesi Özbek Han devri Altın Ordu tarihi için en mühim kaynaklardan birini teşkil etmek­ tedir.

1 Bkz. Ek No X . İbni Batuta’mn Kıpçak ilini ziyareti: Rusça tercümesi: W. Tiesenhausen (Altm Ordu Tarihine ait materyeller) I. (St. Psbg. 1884) ss 279-312. 132 IV-XYin YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

- „ Özbek Han’dan soma Altın Ordu tahtına oğlu Canibek Camhek Han, _ ° 1342-1357. geÇmiş ve onbeş yıl saltanat sürmüştür. Kendisinin her hususta babasının idaresini devam ettirdiği görülüyor. Bu yıllar Altın Ordfu’nun en parlak ve yüksek devrini teşkil etmektedir. Ancak Memlüklerle münasebetler eskisi gibi değildir; çünkü OsmanlI­ ların Rumeli’ye geçişleri, (1356) üzerine Çanakkale Boğazı üzerinden, Kıpçak-Mi3ir münasebetleri yapılamaz olmuştur. Diğer yandan Canı- bek’in Tebriz’e kadar Azerbaycan’a hâkim olduğu da biliniyor. Aynı zamanda Altın Ordu Moskova Knezliği vasıtasiyle, bütün Rus Knez- lerini tam bir itaat altında tutmuştu. Cambek’in ölümünden sonra Altın Ordu tahtına Berdi Bek’in geçmesi üzerine yeniden iç karışıklıklar başlamış ve Altın Ordu inkıraza doğru gitmiştir.

Altm Ordu Altın Ordu XIII.-XIV. yüzyıllarda siyasî, İktisadî, ve Devletinin kültür bakımından yalnız Doğu Avrupa’nın değil, umu- Tiirk karakteri miyetle Türk dünyasının en mühim devletlerinden biri idi. Bu devlet ahalisinin büyük bir kısmı, -Rus yurdu müstesna- halis Türk idi. Ancak üst tabakada Moğol unsuru mevcuttu. Moğolların yine Türklerle kardeş olmaları hasebiyle, bu unsur da kısa bir zaman içinde tamamiyle Türkleşmiştir. Devlet teşkilâtı Çingiz’den çok önce teşekkül eden nizamdan ibaretti. Gök Türk ve Uygur teşkilâtı­ nın mühim unsurlarının Altın Ordu (ve umumiyetle diğer Türk dev­ letlerinde) mevcut olduğu muhakkak gibidir. Hele teşkilât sözleri (ıstılahları)nde Uygurca terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun içindir ki, Altm Ordu ve sonraki Hanlık’ların devlet ile İktisadî ve İçtimaî teşkilâtlarım öğrenmek ancak Moğolların kendi iç teşkilâtlarından maada, daha önceki Türk devletleri ve heyetlerinin durumlarım bilmeğe bağlıdır. Elde mevcut mahdut kaynaklara göre, ( Timur Kutluk, Hacıgerey ve Sahibgerey Han’ların yarlıkları) Altm Ordu’da askerlik, ziraat, ticaret, vergi ve her nevi mükellefiyet için belli kanunlar mev­ cuttu. Çingiz tarafından kurulan teşkilâttan maada, umumî hayatın her safhasını tanzim eden birçok esaslar tatbik edilmekte idi. Bu iti­ barla da Altm Ordu devletini “ yasalı” (kanunlu) bir siyasî varlık olarak tanımak yerinde olur.

Altın Ordu Ahalinin yalnız göçebe olmadığı, şehirlerin ve köylerin şehirleri çokluğu ile kendini derhal göstermektedir. Zaten Orta Idil boyundaki Türklerin erkenden göçebeliği bırakıp oturak olduklarım, köyler ve şehirler kurduklarını görmüştük. Idil’in rV-XVm YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ YE DEVLETLERİ 133 aşağı mecrasında yerleşen Türk-Moğol unsurunun da tedricen şehir ve köylere yerleştikleri görülüyor. Azerbaycan da dahil olduğu halde Altın Ordu’ya ait sahada şimdiye kadar yirmibeş şehir tesbit edilmiştir. Bunlar: Azak, Batçin, Baku, Büler, Bulgar, Derbend, Gülistan (Saray’ın banliyösü) Kırım, Kırım-Cedid, Macar, Macar-Cedid, Mahmudabâd, Muhşı, Ordu, Ordu-Cedid, Ordu-Bazar, Recan, Saray, Saray-Cedid, Saraycık, Sığnak ■ Cedid, Tebriz, Ükek, Hacı-Tarhan (Astarhan), Sabran, Şamaha şehirleridir. Demek ki, Altın Ordu sadece bir “ îstep İmparatorluğu” değildi. Bu sayılan şehirlerin çoğu büyük ticaret mer­ kezleri ve “ İhracat ve İthalât” iskeleleri veya transit .mahalleri idi.

Saray Şehri Bilhassa Saray şehrinin büyüklüğü ve güzelliği hakkında şehri bizzat gezen seyyahların elinden çıkan kayıtlar mevcuttur. Bu cins kayıtlar, Prof. Ballod tarafından yapılan kazılarla da tesbit edilmiştir *. Saray şehrinde mükemmel bir su tesisatı bulunduğu, bahçelere, evlere kadar su boruları ile su getirildiği meydana çıkmıştır; Çini tezyinatı, yapıcılık ve bilhassa maden işleme hususunda mühim terakkiler elde edildiği, çıkan malzeme ile sabittir. Bu itibarla Saray şehrinin ve içinde yaşayan ahalinin (yani yerli Türklerin) çağdaşları olan diğer memleketlerden geri olmadıklarında şüphe yoktur. Meydana çıkarılan maden eritme ve işletme tesisatının mükemmelliği, Altın Ordu ustalarının, bu zanaat sahasmda devirlerindeki diğer milletleri geride bıraktıklarını gösterir. Bu suretle Saray şehrinde (bilhassa Saray Ber- ke’de) İtil ve Bulgar şehirlerinin gelenekleri, yalnız muhafaza edimekle yetinilmemiş, belki de çok ileriye götürülmüştür. Saray şehri aynı zamanda Türkistan, İran, Anadolu, Bizans, Rusya, Ceneviz ve Orta Avrupa’dan gelen tüccarların bulunduğu bir merkez olması hasebiyle de büyük bir önemi haizdi. Burada ayn milletler için ayrı mahallelerin kurulduğunu, herkese kendi memleketinde alışık olduğu hayata göre yaşamak imkânı sağlandığını görüyoruz. 1333/4 te Saray şehrini ziyaret eden İbn Batuta’nm yazdıkları bunları teyit edici mahiyettedir. tbn Batuta’ a öre Batuta, 1334 te Saray Berke şehrini ziyaret etmiş Saray Şehri (1334) ve Su tafsilâtı vermiştir: “ (Saray Berke şehri) Özbek Han’ın payitahtıdır. Saray şehri, en güzel şehirlerden biridir. Bu şehir çok büyük olup, düz bir saha üzerinde inşa edilmiştir

1 F. V. B allod, Slarıy i Novıy Saray (Eski ve yeni Saray) Kazan 1923. Almancası: Alt-und Neu-Sarai, iie Hauptstadte der Goldenen Horde. Riga 1926. 134 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEHİ ve çok kalabalıktır. Güzel çarşıları ve geniş caddeleri vardır. Şehrin büyüklüğü hakkında bir fikir edinmek maksadiyle bir defa, (büyük­ lerden) birinin refakatinde ata binerek şehrin çevresini dolaştım. Biz şehrin bir ucunda kalıyorduk. Oradan sabah erkenden çıktık ve şehrin ikinci ucuna ancak öğleden sonra ulaşabildik. Orada öğle namazını kıldıktan ve öğle yemeğini yedikten sonra, kendi kaldığımız yere ancak güneş batarken dönebildik. Bir defa biz şehrin ortasından, boydan boya geçtik-gittik ve yarım günde dönebildik. Bütün buraları evlerle dolu, boş arsaları ve bahçeleri olmayan bir saha idi. Orada on üç cami vardır; bunlardan biri Şafiî mezhebine aittir. Ondan başka birçok mescid de bulunuyor. Bu şehirde tiırlü türlü millet yaşar; meselâ, memleketin öz sahipleri olan Moğollar (yani Tatarlar). Onlardan bazıları Müslümandır. As’lar, onlar da Müs- lümandır. Kıpçaklar, Çerkesler, Ruslar, Bizanshlar (Rumlar) onlar Hıristiyandırlar. Her bir millet kendi mahallelerinde ayrı olarak yaşar. Irakeyn’den, Mısır’dan, Suriye’den tüccarlar ve yabancılar bir mahallede otururlar ve buralarda onların mallan, surlarla kuşatılmış bir şekilde muhafaza altındadır. Bu şehirdeki Sultan’m (Han’ın) sarayına “ Altun Taş” derler. Şehrin kadısı, Bedreddin el-Arac, en iyi kadılardan biridir. Şafiî hoca­ lardan, fakih, imam Sadreddin Süleyman el-Lekezî en mükemmel kişiler arasındadır... .’?1 îbn Batuta bunu müteakip Saray’da Malikî’- lerden Şemseddin el-Mısrî, Hacı Nizameddin ve âlim bit zat olan fakih, imam Numaneddin el-Harezmî’nirı tekyeleri bulunduğunu ve oraları ziyaretle, çok iyi bir kabûl gördüğünü de kaydetmiştir. îbn Batuta’nın dikkatini çeken husus da: Şeyh Numaneddin’in fukaralara, küçük adamlara karşı gayet mütevazi davrandığım, fakat büyüklere ve bilhassa devlet idaresini elinde tutanlara karşı gayet haşin davrandığını kaydet­ tikten sonra, Özbek Han’ın bu Şeyh’i nasıl ziyaret ettiğini, Şeyh’in kendini karşılarken ayağa bile kalkmadığım, Özbek Han’ın kemâli tevazu içinde Şeyh’in önünde diz çöküp oturduğunu anlatmış ve bununla Altın Ordu’daki tarikat şeyhlerinin nüfuzlarını belirtmiştir.

, Altın Ordu’nun merkezi Saray Berke şehri idi. Bu se- Han lana hayatı . / bepten Saray şehrine “ Taht ili” denirdi. Batu zamanında tesis edilen Saray şehri, Berke Han zamanında daha müsait bir yere

1 Bkz. Ek No. X. IVOCVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 135 nakledilerek Yeni Saray, yahut “ Saray-Berke” acbnı aldı. (Idil’in sol kollarından Aktube yanında Tsarets mevkiine yakın). Han’lar Saray şehrinin “ Gülistan” denilen banliyösünde yaşıyorlardı. Burası bilhassa Han’ların kış’ı geçirdikleri bir yerdi; yazları ise eski âdet üzere “ yaylağa” çıkarlar, Don ve özü arasında kalırlardı. Hanların “ Yaylak” lardaki ordugâhları da büyük bir şehir manza­ rasını aTzediyordu; Han’ın ve büyüklerin süslü çadırları geniş bir sahayı kaplıyordu. Keçeden yapılan çadırların (yurt) içi kıymetli halılarla süslü idi; Han’ın tahtı altm ve kıymetli taşlarla bezenmişti, ayaklan gümüş­ tendi. Bayram ve yortu günlerinde yabancı elçiler merasimle kabul ve bu münasebetle Han’ın tahtı etrafında hatunu ve hanedan azasma mensup büyükler bulunurlardı; hanzade’Ier tahtm ayaklan yanında ve han kızları da tahtın önünde yer alırlardı. Han’ın birçok kansı olurdu; fakat biri Ulu Hatun, yani başkadın sayılırdı. Ulu-hatun’lann mevkileri gayet yüksek olup, devlet idaresine bilfiil iştirak ederler, hattâ, Han’m muvafakati ile kendi adlarına “ yarlık” verdikleri dahi olurdu. Ulu-Hatun, Osmanlı saraylarındaki Baş-Kadın Efendi ve Valide Sultan’a çok benzemektedir; yalnız Valide Sultan’ın selâhiyetleri daha geniştir. Hanlar, yalnız Tatar büyüklerinin kızlarını değil, Bizans imparatorlannın ve Rus Knezlerinin kızlarını da alırlardı; ezcümle Özbek Han’m kansı Rum Kayseri Andronik Paleologos’un kızı idi.

Hatunlar Umumiyetle Altm Ordu devletinde kadınların İçtimaî mevkileri yüksekti ve bu hususta eski Türk geleneği devam ettirilirdi. Müslümanlığın ve Şark memleketlerinin kadınları ezici tesirleri henüz kökleşmemişti. Han’ın hatunları ayrı saraylarda yaşarlardı, göç ederken kendilerine mahsus çadırlan bulunurdu; hattâ kendilerinin mescit ve camileri, hoca ve imamları olduğu gibi, ayrı muhafız kıt’alan da vardı; Altm Ordu kadınları peçe taşımadıklan gibi, umumî hayatta görünürler, hattâ Han kadınlan âlimler ve şairler meclisine devam bile ederlerdi.

. . . Altm Ordu’nun idare sistemine gelince: bunun eski İdare sistemi , Türk-Moğol geleneklerine dayandığım söylemiştik; bu esaslardan bilhassa göçebelik mühim bir yer tutuyordu. Fakat ahali­ nin gittikçe toprağa bağlanması, ziraat, ticaret ve zanaatın gelişmesi üzerine devlet idaresinde bir çok gelişme oldu. Altm Ordu’nun resmî adı “ Orduyu Muazzamadır, yani “ Büyük Ordu” . Bu devlet bir­ 136 rV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ kaç kısma, yahut “ uhıs” a veya“ yurt” a(ölüş, hisse) bölünürdü; ezcümle Rusya bile birkaç “ yuTt” tan ibaret olduğu gibi, Başkurt, Bulgar, Mokşı elleri de birer ayrı “ yurt” teşkil etmişti. Bundan başka Kafkas ve Kara­ deniz sahaları da ayrı uluslara bölünmüştü. Ulus veya “ yurt” onun başında bulunan türe (büyük memur) lerin adını alırdı. Ulus içinde, Çingiz’in tesbit ettiği ve tamamiyle askerî mahiyette olan bir bölün­ me vardı; ezcümle: Tümen (10,000), Bin, Yüz ve On beylikleri; Tümen Bey’i, on bin kişilik kuvveti çıkaran bölgenin başbuğu, Bin Beğ’i bin kişilik kuvvetin başı v.b. Bu bakımdan Altın Ordu gayet intizamlı bir askerî ve mülkî idare teşkilâtına malikti1.

_ Halis Türk olan Ulus’larda en yüksek idare (sivil) Damga ve t w Baskak’lar memuruna Daruga denilirdi ki, valilerin karşılığı olsa gerektir. Rus uluslarındaki en yüksek Tatar valisinede Bask ak denilirdi; Baskaklann idare merkezine de “ yurt” denirdi. Baskaklar bulundukları yerde, Rus Knezleri ve ahalisinin Altın Ordu’ya boyun eğmelerine nezarete memurdu; bu maksatla onun emrinde asker de bulunurdu. Rus ahalisinden “ kafa vergisi” alındığından, ahali sayımı yapılır, (ilk sayım 1257 de) ve ona göre Baskak’lar vergi alırlardı; mal ve mülkten ayrıca âşar (onda bir) da toplanmakta idi. Daruga’larin da aynı şekilde icrayı faaliyette bulundukları anlaşılmaktadır. Yerli Türk ahalinin birçok mükellefiyetlere tabî olduğu, yarlıklardan anlaşılıyor.

Tarhanlar Ancak “ TaThan” olan kimseler, her nevi mükellefiyetten ve vergiden kurtuluyorlardı. T arh anlık hakkı da Han tarafından verilir ve “ Tarhanlık Yarhğı” ile tasdik olunurdu. Han’a, devlet idaresinde “ Divan” adım taşıyan bir meclis yardım ederdi. Ekseri Türk-îslâm devletlerinde tesadüf ettiğimiz bu müessesenin Altm Ordu’daki mahiyeti kat’î olarak bilinemiyor. Bilhassa bu divanın yazıcıları “ divan bitikçi” yahut (bitikçileri) tabiri yarlıklarda sık sık zikredilmektedir. Dış memleketlere gönderilen elçilere ve yardımcılarına “ elçi-keleci” denirdi. Ayrıca yol, vergi ve ticaret işlerine nezaret eden memurlar mevcut olup, bunların vazifeleri birer birer tayin ve tesbit edilmişti.

1 Bu sahanın esas eseri t. N. B er ezin, Oçerk vrutrennago ustroystva ulusa Djıiçieva (Cuci ulusunun iç teşkilâtı) (St. Psbg. 1864). eskimi; olmakla beraber yine de önemini muhafaza etmektedir. Daha çok bilgi B. Spuler’in y. a. g. e. rv-xvın yüzyillabda t ü h k k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e b İ 137

Ticaretin Altın Ordu’da çok geliştiğini söylemiştik; buna bağlı olaTak para sistemi de gayet muntazamdı; madenî para ile yanyana, Çinlileri takliden yapılan kâğıt para usulü de vardı.

Siyasî Altın Ordu’nun siyasî tarihine gelince: Bu Kağanlık münasebetler Doğu. Avrupa’yı elinde bulundurmakla, birçok bakım­ dan Hazar Kağanhğım andırmaktadır. İşgal ettiği coğrafî sabanın icabı olarak birçok devletlerle, siyasî, İktisadî ve kültürel münasebetler tesis etmiştir. Bizansla, Mısır Memlükleri ve Os- manlılar ile münasebetleri olduğu gibi, bilhassa Litvanya-Lehistan Devleti ile yakın bir münasebet kurulmuştu. Bunların tamamiyle karşılıklı menfaatlere dayandığı aşikârdır. Altın Ordu ile llhaniler arasında, Hazar Denizi’nin güney sahası ve Harezim yüzünden daimi bir ihtilâf ve rekabet vardı; bunun içindir ki, Altm Ordu ile Mısır Memlükleri arasında sıkı bir dostluk teessüs etmişti.

OsmanlIlarla Aym veçhile sonraları, Yıldırım Bâyezid ve Toktamış münasebet Han’ın, her ikisinin de Timur tarafından büyük bir tehlikeye maruz kalmaları üzerine, Osmanlı Devleti ile Altm Ordu arasında yakın bir dostluk kurulmak istenmişti; her iki mem­ leketten karşılıklı elçiler ve tüccarlar gidip gelmeğe başlamışlardı. Timur istilâsı Altm Ordu Hanları ile Osmanlı Sultanlarının, sonraları da iyi münasebetlerini idamede âmil oldu. İkinci Murad ile Fatih Mehmed zamanında da bu dostluk mevcuttu. Altm Ordu Hanlarından olup, sonra Kazan Hanlığı’m kuran Uluğ Muhammed’in, İkinci Murad’a 1 ve sonraki Hanların Fatih Mehmed’e gönderdikleri bitikleri bunu göster­ mektedir. Diğer yandan Moskova Knezliğinin tedricen yükselmesi ve tehlikeli olmağa başlaması üzerine Altın Ordu ile Litvanya-Lehistan arasında Ruslar’a karşı bir cephe teşkil edilmek istendi.

Altm Ordu’nun âmillerin bir araya gelmesi ile gittikçe zayıf çökmesi düşen Altm Ordu Aksak Timur’un arka arkaya indirdiği iki darbeyi müteakib (bu seferler esnasında Saray şehri kâmilen yıkılmış ve ahalisi katliâm edilmiştir) Altm Ordu yıkılmak yolunu tutmuştur.

1 Bkz» Ek No. X I. Akdes Nimet K u r a t, Topkapı Sarayı ve Müzesi Arşivinde Altm Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına ait yarlik ve bitikler, İstanbul 1940. 138 IV-XVIII YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

Altsak Timur Ç*n§*z Han’ın idaresindeki Moğol istilâsından bir müddet 1336-1405. * sonra, Kaşka-Derya ovasında yerleşen Barlas Moğol uruğu, çok geçmeden tamamiyle Türkleşmişti. Bu uru­ ğun büyüklerinden Taragay’m ailesinde 9 Nisan 1336 tarihinde bir oğlan dünyaya gelmiş ve “ Timur” adı konmuştu. îşte bu Timur, sonra­ ları “ Aksak-Timur” (Timurleng, Tamerlane) adiyle şöhret bulan ve Çingiz’den sonra Dünya tarihinin en büyük fatihlerinden, kumandan­ larından sayılan Emîr Timur’dur. Timur’un faaliyeti ancak 1360 yılından itibaren bilinmektedir. 1370 de Timur artık Mâveraünnehı’in en kuvvetli kişisidir. Bu tarihlerde bütün Mâveraünnehr ve bitişik yerler Timur’un eline geçmişse de, Çin­ giz neslinden gelmediği için, “ Han” unvanım almamış, sadece “ Emîr” - likle yetinmiştir. Kendisinin hâkim olduğu sahada Çingiz neslinden bir Han nasbetmek suretiyle dış şekli muhafaza eden Timur, Devlet idaresini tamamiyle kendi elinde tutmuş, istediği gibi icrayi hükümet eylemiştir. Harplerden birinde kasığından yaralandığından topal kalmış ve her halde düşmanlan ve rakipleri tarafından “ Aksak” diye anılmıştır (Fars­ ça: Timurleng ve bundan: Avrupa’daki Tamerlane). Hindistan, İran, Irak, Anadolu’dan başka Altın Ordu’ya seferleri ve tahribatı ile şöhret bulan Aksak Timur, netice itibariyle Türk tarihinde çok meş’um bir rol oynamıştır. 1402 de Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bâyezid’i esir almakla, Anadolu’daki Türk Birliğini elli yıl (Fatih’e kadar) geciktirdiği gibi, 1391 ve 1395 yıllarında bir Türk Islâm Devleti olan Altın Ordu’ya karşı iki tahripkâr sefer yapmak suretiyle bu Devleti temelinden yıkmış ve Moskova Rusyası’nın süratle yükselmesini sağ­ lamıştır.

_ , „ Timur’un Altm Ordu’ya karşı bu iki seferi sırf Tokta- Toktamış Han, * 1377-1395. mış’a karşı hıncı ile Harezim ve güney Azerbaycan (ölüm ü: 1405) (Tebriz) yüzünden olmuştur. Altın Ordu’da Canibek Han’ın ölümünden sonra başlayan iç mücadeleler, bilhassa Urus Han’ın tahta geçmesini müteakib (1374 de) çok kızışmış­ tı. Bu defa sahneye Tokul-Hoca oğlanın torunu Toktamış’ın çıkması ile, mücadele büsbütün alevlendi. Toktamış oğlan, Aksak Timur’un yanma iltica etmiş ve onun yardımı ile 1377 de Altın Ordu tahtını ele geçirebil- mişti. Fakat Altm Ordu ile Timur arasında bilhassa Harezim yüzünden anlaşmazlık çıkmıştı. Toktamış buranın ötedenberi Altın Ordu’ya ait olduğunu iddia etmekte idi. Âz sonra Timur ile Toktamış amansız bir IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 139 düşman oldular. Toktamış Osmanlı Devleti ile iyi komşuluk münasebet­ leri kurmuş, Bâyezid’e elçi-keleçiler göndermiş, ticaret kervanları da yollamıştı. Bu dostluk münasebetleri arkasında Timur’a karşı müşterek bir cephe kurmayı tasarlayıp tasarlamadığı bilinemiyor. Galiba ne Toktamış ve ne de Yıldırım Bâyezid bunu lüzumsuz saymışlar ve her biri kendi gücü ile Timur’un hakkından gelebileceklerini zannetmişlerdi. Halbuki gerçekler bunun tamamiyle tersi oldu.

, Timur, Toktamış’ı cezalandırmak, tahtından indirmek Timur un ! . Tokta mış’a karşı v e gerek Harezim ve gerekse Azerbaycan’ı her hangi bir ilk seferi (İdil düşman hücumundan korumak makşadiyle Altın Or­ tayıma) ve zaferi, du’ya karşı iki büyük sefer tertip etti. Bunlardan ilki 18 Nisan, 1391. 1391 ve İkincisi de 1395 tarihindedir. Timur büyük kuvvetler başında Harezim’den hareketle, Otrar üzerinden Batı Sibirya’ya oradan da îdil nehri’ne doğru yürüdü. Tok- tamış da büyük kuvvetler başında karşı çıktı. îki ordu, Idil’e dökülen Çirmişen nehri’nin bir kolu olan “ Kondurca” veya “ Konduzca” çayı yanında karşılaştılar. 18 Nisan 1391 tarihinde vuku bulan bu meydan muharebesinde, Toktamış’m ordusu müthiş bir mağlubiyete uğradı ve on binlerce kişi kaybetti. Timur etrafı yağmadan sonra, büyük bir ganimetle geri döndü. Mamafih bu mağlubiyetle Toktamış’ın askerî kudreti bitmiş ve dolayısiyle Timur için tehlike giderilmiş değildi. Toktamış’ın Tebriz’i dahi ele geçirmesi ihtimali vardı. Bunu önlemek ve Altın Ordu’ya son darbeyi indirmek makşadiyle, Timur, 1395de yeni bir sefer açtı.

, îki ordu 15 Nisan 1395 tarihinde Terek nehri boyunda Timur’un Tokta- J mış’a karşı n. karşılaştılar ve vukubulan büyük meydan muharebe- seferi, Terek sinde Toktamış müthiş bir yenilgiye uğradı ve güç hal boyundaki zaferi, kaçabildi. Bu Terek muharebesinde Altın Ordu’nun en 15 Nisan 1395. s g ç jj^ kuvvetleri ve büyükleri imha edildi. Dolayısiyle Altın Ordu’ya kat’î bir darbe indirilmiş oldu. Toktamış ise önce İdil boyuna, Bulgar iline gitti ise de, az sonra Timur tarafından Altın Ordu tahtına Timur-Kutluk’un geçirilmesi üzerine, Orta İdil boyunda tutunamamış, Litvanya beyi Witovt’un yanına gitmiştir. Toktamış, burada, Deşt-i Kıpçak’ta hâkimiyeti ele geçirmek makşadiyle yeniden kuvvetler toplayacak ve mücadeleye girişecektir. Fakat tekrar mağlup olacak ve bu defa Batı Sibirya’ya 140 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ giderek, orada bir müddet “ garip Han” sıfatiyle, Herkes tarafından terkedilmiş bir bale gelecektir. Bu durum karşısında, yeniden Timur ile barışmak maksadiyle, Aksak Timur’un tam Çin Seferi’ne gittiği bir sırada Otrar’a elçilerini göndermiştir. Galiba Timur buna muvafakat etmiştir. Mamafih tam o sırada hem Timur (Şubat 1405) hem Toktamış hayata gözlerini kapamak suretiyle, sahneden çekilmişlerdir.

_ , .. Timur’un 1395 deki zaferinin sonuçlan ise çok büyük Timur un şehir- leri tahribi ve Ordu için müthiş olmuştu. Timur’un kuvvetleri önce Don nehri’ne doğru ilerleyerek, Cenevizlilerin elindeki mühim ticaret şehri olan Azak’ı tahrip ettiler. Az sonra Kırım da Timur tarafından tahribata uğradı. Bunu müteakib Timur’un kuv­ vetleri Rusya sahasına girdilerse de, Moskova’ya gitmediler, geri dön­ düler. Bu suretle Moskova Rusyası Timur’un tahribatına uğramadı. Diğer yandan Timur’un kuvvetleri, kış mevsiminde, îdil nehri’ni buzlar üzerinden geçerek, önce büyük bir ticaret şehri olan îdil’in tam mansabındaki Hacı-Tarhan (Astarhan) şehrini yağma ettiler ve yaktılar. Ondan sonra yine Idil’i buzlar üzerinden geçerek, Altın Ordu’nun başşeh­ ri ve çok mühim bir ticaret merkezi olan Berke Saray’a saldırdılar. Şehir müthiş bir tahribata, yağmaya uğradı ve baştanbaşa yakıldı, taş taş üstünde bırakılmadı. Timur bu tahribatı kasden yapmış ve Altm Ordu’nun bir daha kuvvetlenmemesi için bu Devletin en mühim eko­ nomik merkezlerini tahrip etmişti. Nitekim bu tahribattan sonra, Altın Ordu bir daha kendine gelememiştir. Timur’un tarihçisi Şerefeddin Yezdî’nin eserinde, Saray'ın tahribatı hakkında ancak bir iki satırla yetinilmiş ve “ Saray şehrinin yağma edildiği ve yakıldığı” kaydedilmiş­ tir. Saray-Berke şehrinde yapılan arkeolojik kazılar sırasında, şehirde Timur’un askerleri tarafından yapılan katliâmın izlerine rastlanmış ve yüzlerce insanın bir arada gömüldüğü tesbit edilmiştir. Timur, bu suretle Türk tarihinde en büyük Türk Devletlerinden birisi olan Altm Ordu’nun yıkıcısı olarak malesef çok kötü bir ad bırakmıştırx.

Aksak Timur’un 1391 deki seferinden az önce Tokta- Ldıge Mirza mış tan kaçarak Timur’un hizmetine giren, Nogay- Mangıt büyüklerinden Ediğe Mirza’mn ismi geçmeğe başlıyor. Bu zat

1 Rua-Sovyet tarihçisi A. Yu. Y ak u b ov sk iy , Timur’un 1395 te Saray şehrini yıkışı ve Toktamışı yenişinin Rusya için büyük faydalar temin ettiğini belirtmiştir: Zolotaya Orda (Altm Ordu). S. 373. IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ 141 az sonra, cesaretiyle ad kazanmış ve Timuı-Kutluk Han’ın koruyucusu sıfatiyle sivrilmiş ve vaktiyle Nogay’ın oynadığı rolü üzerine almıştır. Timur Kutluk’un ölümünden sonra (1401) Ediğe Mirza, Şadibek adlı bir Çingiz oğlunu tahta geçirmiş ve onun adına bütün devlet idaresini elinde tutmuştur. 1408 de Şadibek ile Ediğe arasında çıkan mücadelede, Han, tahtını bırakıp kaçmak zorunda kalmıştır. Bu defa tahta geçirilen Pulat Bek, Edige’nin elinde tam bir oyuncak olmuştur. Ediğe Mirza, Altın Ordu’ya kafa tutmağa başlayan Moskova Knez- liğini de itaat altına almak maksadiyle Litvanya ile anlaşmış ve Litvan- ya ile Moskova arasında başlayan mücadeleden faydalanarak 1409 da Moskova’ya karşı büyük bir sefer açmış, Rus Knezini itaata mecbur kılmıştır. Ediğe Mirza’nın, Harezim’de Altın Ordu’nun hâkimiyetini sağladığı görülüyor. Bu sıfatla 1409 da Herat’a Şahruh’a (Timur’un oğlu) elçi göndermişti; bu münasebetle kendisinin adetâ bir hükümdar gibi dav­ randığı da anlaşılmaktadır. Fakat Ediğe ile Toktamış’ın oğulları arasında başlıyan mücadelelerde Edige’nin kudreti tedricen azalmış ve nihayet yenilgi ile bitmiştir. Edige’nin 1416 da Kiyef’e hücumu bilindiğinden, kendisinin bu tarihlerde Kırım’a dahi hâkim olmuş bulunması müm­ kündür. Fakat bu tarihten üç yıl sonra, Ediğe Mirza, Toktamış’ın oğlu Kerim-Birdi tarafından Yayık nehri üzerindeki Saraycık şehri yakınında 1419da mağlup edilmiş ve parçalanarak öldürülmek suretiyle macera dolu hayatına son verilmiştir.

_ Ediee Mirza’mn kahramanlıklar ve maceralarla dolu Ediğe Destanı ° hayatı1 ve bilhassa Moskof-Ruslara karşı savaşları, başta Mangıt-Nogay uruğları arasmda olmak üzere destanlara konu teşkil etmiş ve şahsiyeti Karadeniz’in kuzeyindeki ve îdil boyundaki bütün Türk kavimlerinin en çok sayılan “ tarihî kahramanı” olarak tebcil edilmiştir2. Bu destanlarda, Edige’nin büyük kahramanlıkları, cesareti, yiğitliği ve diğer birçok maceraları anlatılmaktadır.' Nesilden

1 B. Spuler, Die Goldene Horde, s. 136 v.d.; A. Yakubovskiy, îz istorii padeiya Zolotoy Ordı (Altın Ordu’nun sukutu tarihinden) Voprosy îstorii, 1947, No. 2, sa. 36-45. 2 Edigey destanına ait: P. M. M elioran skiy, Skazaniye ob Edigee i Tokhtamışe. (Ç. Velihanov’a ait kazakça metin). Zapiski Imp. Russk. Geogr. Obşç. po otd. Etnograpfii (ilâve) t. X X IX (1905) 23-39 ss. Çokan Velihanov’un Kazakistanda geçenlerde çıkan eserleri külliyatına ( Almata 1955 ), bu destan “ Sovyetler Birliğinee “ yasak edildiği” için, bu metin konmamıştır. 142 IV-XVIII YÜZYILLARDA TÜHK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ nesile ağızdan ağıza nakledilen “ Ediğe Destanı” , Türk Destan Edebiyatı arasında, “ Manas” Destanı kadar olmasa bile, yine de yüksek bir yer tutmaktadır. Fakat, bü destan Rusya-Sovyetler hükümetince Kazan ilinde ve diğer Türk ülkelerindeki bütün tarih ve edebiyat kitaplarından çıkarılmış ve söylenmesi de yasak edilmiştir. Çünkü bu destan, güya ancak “ Hanlar, yüksek tabaka ve beylerin” hayatını aksettiriyor ve milletler arasındaki dostluğu yıkacak nitelikte imiş (Ruslara karşı müca­ deleler tebcil ediliyor demek isteniyor). Buna rağmen bu Ediğe Destanı’- nın yine de eskisi gibi ağızdan ağıza dolaştığı ve muhafaza edildiği muhakkaktır. Zaten basılmış olması hasebiyle büsbütün kaybolması da mümkün değildir. Edige’den sonra, “ Taht îli” nde (Saray’da) Hanlar birbirini sık sık takibetmişler ve karşılıklı şiddetli mücadeleler yapmışlardır.

Ahmed Han 1^65 de Altm Ordu’nun başına geçen ve çok enerjik bir (1465-1481) kişi olan Ahmed Han, Moskova Knezi îvan III. ı inkı- ve Moskova Rus- yad altına almak ve vergi ödemeye zorlamak isti- yası’mn Alim Ordu y0r(jUı g u maksadla Lehistan-Litvanya kıralı Ka- 2İmir IV. ile de anlaşmış ve Moskova’ya karşı müştereken hareket husususnda mutabık kalınmıştı; Ahmed Han Rusya üzerine yürüdüğü zaman Kazimir’in kuvvetleri de Han’ınkine katılacaklardı. Nitekim Ahmed Han, 1480 yazında büyük kuvvetler başmda Moskova sınırlarına yaklaştı ve Oka’nın bir kolu olan Uğra ırmağı üzerinde durarak Leh kiralının gelmesini beklemeğe başladı. İvan III. ise dehşetli bir korkuya kapılmış, Moskova’dan hareket etmek isteme­ mişti. Ancak, Rus büyükleri- boyarlar ve ruhanîlerin baskısı altında, Ahmed Han’a karşı harekete geçmek mecburiyetinde kalmıştı. Moskova Knezinin kuvvetleri Uğra nehri yanına gelince durdular ve Altın Ordu kuvvetlerine hücuma cesaret edemiyerek, beklemeğe haşladılar. Halbuki K azim ir IV. Ahmed Han’a yardıma gelemedi, çünkü Kırım Hanı Mengligerey tam bu sırada Lehistan’ın sınır bölgelerine asker göndermiş ve Leh kuvvetlerinin Uğra boyuna gitmelerine mani olmuştu. Ahmed Han ise, tek başına RuSİara karşı yürümekten çekinmiş, üstelik ordusunun da durumu kötüleşmiş, ve son bahar yaklaşmcaya kadar orada kaldıktan sonra, hem Kazimir IV. in gelmediğini, hem de tam o sırada Mengligerey’in “ Taht ili ” ni tahrip ettiğini haber ahnca, kışı Don boyunda geçirmek üzere çekilip gitmişti. Ahmed Han’ın IV-XVIIt YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 143 kuvvetlerinin çekilmeğe başladıklarım gören Rus kıtaları, bunların kendileri üzerine hücuma geçmek için manevra yaptıları zanniyle Mos­ kova istikametinde kaçmağa başlamışlardı1. Mamafih Tatar kuvvetleri­ nin çekilip gittikleri öğrenilince, İvan III. “ Muzaffer bir kumandan” edasiyle Moskova’ya dönmüştü. Bunun üzerinedir ki, Moskova Knezi Altm Ordu’ya “ vergi” ödemek ve Han’ın tabiiyeti altında kalmaktan kurtuldu ve bu suretle Rusya üzerine 240 yıl süren “ Tatar Hâkimiyeti” de kendiliğinden sona ermiş oldu. Uğra boyundaki karşılaşmanın bu tarzda son bulmasında Kırım Han’ı Mengligerey’in de büyük rolü olmuştur 2. Çünkü Mengligerey, Ahmed Han’ın tvan III. a karşı bütün kuvvetlerini Uğra boyunda bulundurmasından faydalanarak “ Taht lli” ni tahrip için harekete geçmişti. Kırımlılara karşı konacak kuvvet kalmadığından, Mengligerey ta Saray şehrine kadar yürümüş ve burayı yağma ve tahrip ettikten sonra, birçok uruğu da kendi tarafına çekerek, Ahmed Han’ı büsbütün desteksiz bırakmıştı. Bu suretle Altm Ordu Han’ının Moskova Knezine karşı savaştığı en kritik bir anda, Mengligerey Han ona arkadan darbe indirmişti. Bu durum karşısında Ahmed Han’ın Uğra boyundan çekilip gitmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Ahmed Han, her halde ertesi sene, yani 1481 de yeni kuvvetlerin başında tekrar Moskova’ya karşı yürüyebileceğini ummakta idi. Fakat, kötü talihi Han’ın bu emellerine mani oldu.

Altm Ordu’nun Ahmed Han, yukarıda belirtildiği üzere, 1480/81 kışım sonu, 1502. Don boyunda geçirecekti. Bu maksatla münasip bir yeri seçmiş, usûl üzere kış çadırlarını kurmuş, ve etraftaki il uruğ mensupları da orada kalmışlardı. Mamafih maiyetinin az ol­ duğu ve adamlarım hayvanları beslemek kaygusu ile etrafa gönder­ diği anlaşılıyor. Tam bu sırada Ahmed Han’ a karşı hiç umulmadık ve beklenmedik bir yerden Han’ın hayatına malolan bir tehlike baş- gösterdi. Sibir-Tura Han’ı Çingiz oğullarından Aybek (Ivek-îvak?) öteden beri Ahmed Han’a şiddetli kin beslemekte idi. Bu defa Ahmed Han’ın kötü bir duruma düştüğünü ve çok az bir kuvvetle Don boyunda kışladığını haber almca, Aybek Han, 15 bin kadar bir kuvvetle Don boyuna hareket etti ve Ahmed Han’ı kışlağında ani bir baskınla, 6 Ocak 1481 tarihinde, çadırında gece uykuda iken öldürdü.

1 N. M. K aram zin VI, 100. 2 S. M. S olov y ev , Istoriya Rossii I, 1432. 144 IV-XVIII YÜZYİLLABDA TÜRE KA.VİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

Bu vaka dahi kendi başına, o sıralarda Altm Ordu’da hüküm süren Han oğulları arasındaki mücadele hakkında bir fikir verebilecek mahi­ yettedir. Birçoğu şahsî kırğınlık, kin, intikam etkileriyle hareket eden ve çoğunu ehliyetsiz, cahil ve gaddar kimselerin teşkil ettiği bu “ Çingiz Oğulları” işte bu kanlı mücadeleleri ile, vaktiyle muazzam bir Devlet olan Altm Ordu’yu yıkmak hususunda birbileriyle yarış ettiler. Çingiz oğullan arasmdaki rekabet ve mücadele, Altm Ordu’nun kalıntıları üze­ rinde meydana gelen türlü “ Hanlıklar” arasında da devam edip gidecek ve onlar da birbirlerini “ yiyerek” Moskova Rusy asının yükselmesine hizmet edeceklerdir. Neticenin böyle olacağım, yani bundan ancak Mos­ kova’nın istifade edeceğini, Mengligerey dahil, bu sıralarda Han’lar ve­ ya Han oğullarından kimsenin anlayamadığı aşikârdır. Onlar sadece, o andaki şahsî çıkarları ve rakiplerini ortadan kaldırmak hırsı ile hare­ ket ettiklerinden “ kardeş mücadelesi” amansız bir şekilde devam etmiş ve bumın kaçınılmaz neticesi olarak Hanlıklar yıkılıp gitmiştir.

, Ahmed Han’ın, 1481 yılı başmda bu suretle fecî bir Mürteza ve Şeyh + Ahmet’in Altın §e^lde öldürülmesinden sonra, “ Taht ili” için mücadele Ordu’yu canlandır- sona ermiş olmadı. Bir kere Sibir-Tura Han’ı Aybek mak teşebbüsleri, buralarda hak iddia etmekle beraber Aşaği îdil boyuna 1481-1305. hükmedecek kadar kuvvetli değildi; üstelik Mengli- gerey’in de buna karşı duracağı aşikârdı, diğer yandan Ahmed Han’ın hayatta kalan iki (veya üç) oğlu, Mürteza, Şeyh Âhmed (ve Abdülkerim- ?), babalarından kalan taht üzerinde hak iddia edecek­ ler ve henüz kendilerine sadık kalan il ve uruğ’lann yardımiyle “ Taht ili” nde tutunmaya çalışacaklardır. Nitekim Mürteza bir müddet Saray şehri ve etrafındaki Nogay uıuğlaıını hâkimiyeti altında tutmuş ve hattâ îvan III. ile anlaşma yollarım aramıştı. Her halde Mengligerey’i kızdırmamak için olacak, Moskova Knezi Mürteza ile anlaşmak istemedi. Bu defa Mürteza ile kardeşi Şeyh Ahmed arasında taht için mücadele başladı ve Aşağı îdil boyu yeniden kanlı çarpışmalara sahne oldu. Bu defa Mürteza, galiba Lehistan-Litvanya kıralı Kazimir ile, Moskova ve Kırım’a karşı müşterek bir cephe kurmak istedi ve Kıpçak bozkırlarının batısına gitti. Kendi­ sinin burada bir müddet kaldığı biliniyor. Bu defa Mengligerey Han, Aşağı îdil boyunu kendi hâkimiyeti altına koymak ve oradaki uruğları inkıyad altına almak için, 1502 de Saray üzerine büyük bir sefer açtı ve burayı ele geçirdi. Mamafih Altm IV-XVni. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 145

Ordu yine de Mengligerey’e inkıyad etmedi. Bu defa Ahmed Han’ın oğullarından Şeyh Ahmed (?) Küçük Muhammed Han’m torunu Kasım, daha 1464 ten önce tesis edildiği anlaşılan, Hacı Tarhan (Astarhan) Hanlığını ele geçirdi ve bir müddet burada kaldı. Fakat Şeyh Ahmed Astarhan’ı bırakmaya zorlandı. Küçük Muhammed’in diğer torunu Abdülkerim’e karşı mücadelede yenilerek Kıpçak bozkırlarının batı tarafına gitti. Buradaki uruğlarm desteği ve Lehistan-Litvanya kıralı Aleksandır’m yardımı ile “ Taht Ili” ni ele geçir­ mek için faaliyete geçtiği, ve yardım isteyerek hattâ Osmanlı Padişahı Bayezid’e (II.) müracaat ettiği anlaşılıyor; Sultan Bayezid II. de eski bir Han’m hatırı sayılır bir kuvvet başında tam Osmanlı sınırlarında bulunmasını arzu etmediğinden, sadece uruğ reisleri-mirzalar nezdinde tavassut teklifinde bulundu. Mamafih Osmanlı Padişahının, Meng- ügerey Han’ı gücendirmemek için bu hususta fazla gayret göstermediği de anlaşılıyor. Bu defa, Şeyh Ahmed yardım almak ümidiyle Lehistan- Litvanya kıralı Aleksandır’m yanına gitti; fakat yardım görmek şöyle dursun, kıtal tarafından hapsedildi. Mengligerey Han’ı tatmin etmek maksadıyla, Şeyh Ahmed yalnız hapsedilmekle kalmadı; 1505 yılında kır al Aleksandvr tarafından idam edildi. Vaktiyle muazzam bir Devlet olan Altın Ordu’nun son Han’ı işte bu suretle fecî bir şekilde tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Aksak Timur tarafından indirilen büyük darbeden sonra Altm Ordu Devleti artık yaşama kudretini kaybettiğinden sür’atle çökün­ tüye doğru gitti. Bu çöküntü Çingiz oğulları ve mirzaları arasındaki ar­ kası kesilmeyen kanlı mücadeleler yüzünden büsbütün hızlandı. Altın Ordu’ya Aksak Timur tarafmdan indirilen büyük darbeden sonra, tahta geçen hanlardan pek azmda sorumluluk hissi ve devleti idare an­ layışı olduğu görülüyor. Bütün meziyetleri sadece “ Çingiz soyundan gelme” olduğu bilinen bu cibilliyetsiz kişilerden çoğu ancak şahsî men­ faatleri ve hırslarının hizmetkârları oldular. Dolayısiyle bu gibi hanla­ rın ve etrafındaki uruğ reisleri-mirzalarm Altm Ordu Devleti’ni devam ettirmeleri imkânsızdı. Diğer yandan Altm Ordu’nun çökmesinde en büyük âmil Moskova Knezliği’nin sür’atle yükselmesi ve kuvvetlenmesi olmuştur; bunu hazır­ layan birçok unsur bir araya gelmişti. îvan III. gibi kurnaz ve dirayetli bir Knezin Moskova’nın başında bulunması, Knezliği yükseltmek ve genişletmek için gayet sistemli bir siyaset takip etmesi en mühim fak­ törlerden birini teşkil etmiştir. Moskova’nın batı komşusu Litvanya-

F. 10 146 tV-XVni. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

Polonya veya Baltık’taki Alman şövalyeleri ve İsveç Devleti Rusya’nın büyümesine karşı müştereken ciddi bir karşılık gösteremediler. Bu Suretle o devirdeki umumî siyasî gelişme, Moskova Knezliği’nin büyü­ mesini kolaylaştırdı. Kırım Han’ı Hacıgerey’in Moskova ile anlaşarak veya anlaşmadan Altın Ordu’ya ikide bir güneyden darbeler indirmesi­ nin, bilhassa Mengligerey’in, en kıritik bir anda yani 1480 de Âhmed Han’m ilini tahrip ile Altın Ordu’nun çökmesinde ve dolayısiyle Moskova Rusyası’nın “ Altm Ordu hâkimiyeti” nden çıkmasında başlıca rolü oynamış olduğunu az önce görmüştük. Mamafih Kırım Hanı Mengligerey’in bu hareketi, Moskova Rusyası’nm yükselmesini iste­ mesinin değil kendisinin şahsî rakibi ve düşmanı olan Ahmed Han’ın ortadan kalkmasını arzu etmesinin bir sonucu idi. Mengligerey’in Altm Ordu Han’ı Ahmed Han’ a karşı yaptığı mücadele ve Moskova ile anlaşmaya kadar varan siyasetinin Osmanlı Devleti’nin tasvibi ve teşviki ile yapıldığı yollu öne sürülen bazı iddia­ lar, ciddî delillere dayanmıyor ve ancak bir mülâhaza mahiyetinde ka­ lıyor. Osmanlı Padişahının metbuu olması dolayısiyle, Devlet-i aliyyenin sempatisi elbette Mengligerey’e müteveccihti. Mamafih Osmanlı devlet ricalinin Mengligerey’in bütün “ Taht îli” ni ele geçirip fazla bir kudret sahibi olmasını dilemediklerini kabul etmeliyiz. Diğer yandan kud­ retli Osmanlı Padişahının artık çok zayıf düşen Altın Ordu’nun büsbütün ortadan kaldırılmasını istemesi için de hiçbir sebep yoktu. Hele, Osmanlı Devletinin başmda duranların, Moskova Kenezliği’nin Altm Ordu gibi bir İslâm ülkesi hesabma genişlemesini temenni ve tas? viple Mengligerey’i de buna teşvik etmiş olmalarma ihtimal verilemez.

Bu suretle XVI. yüzyılın başmda, vaktiyle Doğu Avrupa'nın en kudretli bir devleti ve Moskova Knezliği’nin yükselmesinde büyük hissesi olan Altm Ordu ortadan kalktı ve onun yerine, Kırım’da, Kazan’da ve Hacıtarhan’da yeni h anlıklar kuruldu. Bu hanlıklardan herbiri kendisini Altm Ordu’nun mirasçısı telâkki etmekte olup dolayısiyle Altın Ordu Hanları’nın sahip oldukları birtakım hak ve iddiaları tevarüs etmiş gibiydiler. Bu hak ve iddiaların başmda ise: Moskova Knezliği’nin kendilerine boyun eğmesi ve “ vergi” (tış, tiyiş) ödemesi geliyordu. Bilhassa Kırım ve Kazan Hanları, kendilerinin, Çin giz soyundan gelen Han olmaları hasebiyle, Moskova Knezi’ne yukarıdan bakmakta ve onları kendilerine “ metbu” saymakta idiler. Kırım Hanlığı ile Moskova Knezliği ve Kazan Hanlığı ile Moskova arası işte bu iddia ve telâkkiye IV-XVIII. YÜZYILLARDA. TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 147 göre ayarlanacaktır. Bu suretle Altın Ordu Devleti ortadan kalkmakla beraber, bu Devletin gelenekleri ve iddiaları diğer hanlıklarda daha uzun zaman yaşamakta devam edecektir.

“ MOĞ-OL-TATAR” HÂKİMİYETİNİN RUSLAR ÜZERİNDEKİ TESİRLERİ*

Rusya’da 240 yıl kadar süren “ Moğol-Türk hâkimiyeti” nin birçok yönden Rus tarihine tesir yapmış olduğu âşikârdır; bunun en büyük izlerini siyasî sahada görüyoruz. Moğol istilâsından önceki bir zamanda olduğu gibi, XIII-XIV. yüzyıllarda Rus yurdu ayrı Knezliklere bölün­ müş ve tam bir siyasî anarşi içinde bulunuyordu. Halbuki, Rus Knezlik- leri karşısında gayet muntazam teşkilâtlı ve birlik arzeden büyük bir Moğol İmparatorluğu ve sonraları Altın Ordu Devleti vardı. Gerek Moğol imparatorluğunda ve gerekse Altın Ordu’da “ çözülmez bir devlet” görüşü muhafaza edilmemekle beraber, hanların hâkimiyeti muayyen ve meşru prensiplere dayanıyordu. Vakıa, hanların çoğu ancak şahsî menfaatlerini gözetiyorlar ve hâkimiyetleri altında bulun­ durdukları memleketleri daima elde tutmak için esaslı tedbirler almı­ yorlardı. Buna rağmen, Rusya’ya karşı tatbik edilen siyasette bazı prensipler ve sistemler olduğu biliniyor. Fakat bu sistemde uzak görüşlü bir politika olmadığı da muhakkaktır. Altın Ordu Hanlığı zayıflamağa başlayınca, “ hanlar tarafından tatbik edilen Rus politikasının, muayyen prensiplere dayandığım” iddia etmek için yeter derecede delillere malik değiliz. Bilâkis “ bir pren- sipsizlik” ten bahsetmek mümkün gibi görülüyor. Hanların, kanlarının ve mirzaların, kendilerine en çok menfaat temin eden Rus Knezini veya itimat telkin edenini “ Büyük Knez” yaptıkları biliniyor. Moskova Knezleri bütün diğer Rus Knezlerinden daha mahir ve daha kurnaz davranmaları ile Altın Ordu Hanlarını elde edebildiler. Git gide Moskova

* A. N. K u ra t, Rusya Tarihi, ss 135-139; A. N. N asonov, Mongoh i Rus’ (Mogollar ve Rus yurdu) Akademi neşri. Moskva 1940, Mogol-Tatar tesirini çok küçüm­ semektedir. Buna karşılık Bolşevik İhtilâlinin “ önder” lerinden olan meşhur tarihçi M. P okrovskiy, Rus tarihinin gelişmesinde Tatarların büyük rol oynadıklarım kabul etmişti. Moğol-Tatarların Rusyadaki hâkimiyetlerinin, Rusya Tarihinin ayrılmaz bir parçasını teşkil ettiği görüşü aslen Rus (Ukrayna) menşeli olup, Amerika’ da büyük isim yapım} olan George V ern adsky tarafından temsil edilmiştir; V ernadsky'nin Rusya Tarihi adım taşıyan ve şimdiye kadar dört cildi çıkan eserinin bir cildi: The Mongols and Russia başlığım taşımaktadır (Yale University Press, 1953). 148 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Knezleri, Hanların Rus yurdundaki “ vekilleri” rolünü oynamağa başladılar ve Rus yurdunda, Han’ların menfaatlerini temin yolunda hiçbir vasıtadan geri durmadılar. Bunun karşılığı olarak Altın Ordu Han’ları da, Moskova Knezlerini boyuna kuvvetlendirdiler. Moskova arazisinin genişlemesine göz yumdular. Moskova Knezliği’nin yüksel­ mesi, büyük ölçüde Altın Ordu’nun uzağı göremeyen 'hanlarının eseridir; Hanlar, kendi menfaatlerini daha iyi koruyacakları zannı ile Moskova Knezlerini devamlı olarak desteklediler ve kuvvetlendirdiler. 1240 ile 1430 yılları arasında 130 Rus Knezinin Orda’ya, yani Hanların ordugâhlarına gittikleri biliniyor. Bunlardan birçoğu Hanların ordugâhında yıllarca kalıyordu. Orda’yı ziyaretleri esnasında Han’ın nasıl mutlak bir hükümdar olduğunu yakından görüyorlardı; zaten Han, Rus tabiri ile “ Çar” idi. Rus tarihinde “ Çar” adı ilk önce Altın Ordu Hanlarına verilen bir unvandır. Hakikî hükümdar örneği işte bu Altm Ordu Hanlarıdır. Moğol Hanları, Moğol büyüklerinin Rus yurdundan alıp götürdükleri Rus kızlarından sarfınazar, Rus Knezleri de Moğol kızları ile evleniyorlardı. Moskova Knezi Yuri Daniiloviç’in karısı Özbek Han'ın kızkardeşi idi. Nizniy Novgorod ve Yaroslavl' Knezlerinin karıları da Moğol mirzalarının kızları idi. Rus boyarlarından birçoğunun da Moğol kızları ile evlendikleri anlaşılıyor. Bu suretle Rusların yüksek tabakası “ Tatarlaşmakta” idi. “ Tatarlaşma” hareketinde en mühim cihet de: Altm Ordu’dan ve sonraki Kasım, Kazan ve Kırım Hanlıkların­ dan birçok “ Moğol-Türk” büyüğünün Rus Knezleri hizmetine girerek Ortodoksluğu kabul edip Ruslaşmalan olmuştur. Rus tarihinde mühim rol oynayan 130 kadar asî! ailenin “ Tatar” (Türk) menşeli olduğu söy­ lenmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: Apraskin, Bebikov, Birkin, Blokhin, Boltin, Buselev, Vekentev, Veliaminov, Verderevskiy, Vislü- khov, Gaiturov, Glinskiy, Glebov, Godunov, Golovin, Gotovtozov, Davu- dov, Daşkov, Derzavin, Dobrinskiy, Duvanov, Elizarov, Elkhin, 2danov, Şemailov, Zagoakin, Zagraşkin, Zaîtsev-Birdiokin, Zernov, Zlovin, Ismailov, Yusupov, Kamunin, Karandeev, Karaulov, Kasturev, Kle- ment’yev, Klüşin, Knatov, Kokoşkin, Koltovsk, Koşkarov, Kremenets- ki, Krükov, Kuguşev, Kutumov, Kutuzov, Laptev, Leont’yev, Lu- pandin, Lübavski, Mansurov, Massalov, Matüşkin, Merlin, Meşçerskiy, Molivainov, Narbekov, Narışkin, Obez’yaninov, Obinyakov, Ob’yedov, Ogarev, Ognisov, Orinkin, Ostafiyev, Paulov, Petrov-Şolovogs, Peşkov, Pilfiyemov, Poşegin, Plemyannikov, Podolskiy, Poliyanov, Porovat, Prokudin, Radilov, Ratayev, Rimskiy-Korsarov, Rostopçin, Rtişçev, IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK K A VİM LEBİ VE DEVLETLERİ 149

Saburov, Safonov, Sverşkov, Svişov, Selivanov, Selivertsov, Simski, Sovin, Somonov, Sonin, Sorokumov, Sutin, Talusin, Taptukov, Tarbeyev, Tevaşev, Tepleyev, Teryaev, Timiryazev, Turgenev, Uvarov, Urusov, Fustov, Khabarov, Khitrov, Khofrin, Khodurev, Khomyakov, Khovakov-Yazıkov, Khonukov, Khotyaintsev, Çervkin, Çeremisov, Çirikov, Şişmatov, Şeydakov, Yaviyev, Yusupov, Yuşkov. Urallar’da büyük imâlâthaneleri olan ve Sibir’in zaptında büyük rol oynayan Strovganov’lar ile büyük Rus tarihçisi Karamzin ve yazar Aksakov da “ Tatar” menşeli idiler Moğol mirzaları, Moskova Knezliğine, kendileri ile birlikte “ Moğol- Türk devlet teşkilâtı” sistemini de getirmişler ve Moskova Knezliğinde bu sistemin tatbikinde rol oynamışlardır. Moğol mirzaları kanlarında olan teşkilâtçılık kabiliyeti ve enerjisini Rus Devleti’nin büyümesi için de sarfetmişler ve Büyük Rusya’nın kurulmasında mühim rol oynamışlar­ dır. Moskova Knezlerinin yaptıkları harplerde-Kasım Hanlığının Moğol (Türk) kıt’alannın hizmetlerini hatırlarsak- Moskova Knezliğinin ve dolayısiyle Rusya’nın kurulması, büyümesi ve fütuhatında bu Tatar (Türk)lann oynadıkları rol inkâr edilemez. Bu suretle Moskova Knezliğindeki “ Devlet fikri” , Devlet idare şekli ve bilhassa Knezlerin hükümdarlık telâkkilerine, Moğol-Tatar Hanlarının, Moğol-Tatar sis­ teminin tesiri büyüktür. Mamafih, Moskova Rusyası’nın sadece “ Moğol- Tatar” devlet teşkilâtına malik olduğu da iddia edilemez. Moskova Devleti, Kiyef Rusyası’ndan kalan birçok müesseseyi yeni şartlara göre geliştirmiştir; devlet idaresinde yerli Slav-Rus hususiyetleri ile birlikte Bizans tesiri de çoktu; bunlara bir de mühim nisbette Moğol- Tatar tesiri katılmış oldu. Rusya’daki “ Moğol-Tatar hâkimiyeti” Kremlin’de yeni tip bir devlet idaresi ve yeni tip bir hükümdar nesli yetiştirdi. Bu hal, Rus ahalisinin siyasî durumu ve siyasî telâkkisi üzerine tesir yapmaktan da geri kalmadı. “ Moğol-Tatar hâkimiyeti” nin en mühim tesirleri, İktisadî ve malî sahada görüldü. Rusya’da ilk defa olmak üzere “ vergi” ve “ para” sistemi düzene kondu. İstilâdan önce Knezler, ancak köylü ahaliden vergi alırlardı. Şehirler bundan muaf tutulurlardı. Halbuki Moğollar her iki zümre arasında fark yapmadılar. Herkes vergiye tabi tutuldu. Rusya’da tatbik edilen vergi sisteminin izleri zamanımıza kadar gelmiş­

1 Lenin “ Sima itibariyle” “ Tatar” a benziyorsa da, babası tarafından Astarhan menşeli bir “ Kahnık” (yani Moğol) tır; anne tarafından da “ Alman” dır. 150 IY-XVUI. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ tir. Rusçadaki “ tamojnya” (gümrük) ve “ tamga” sözleri bunu gösterir. Paranm karşılığı Rusça “ den’ ga” , Moğolca (Türkçe) “ tenke” den. (tanga) ve “ Kopeyka-Kopek” -Kebek Han’ın adından alındı. Moskova Knezliğin- deki ve sonraları Rusya’daki vergi sisteminin tamamiyle Moğol teşki­ lâtının devamı olduğu bilinmektedir. Fosta ve ulak teşkilâtının da Rusya’ya Moğollar tarafından getirildiği biliniyor: Rusçadaki “ yam'şçik” (yam’cı, arabacı) sözü bunu gösterir. Ticaret sabasında Moğollardan ve doğu’dan gelen sözlere Rusçada çok tesadüf edilmesi, bu bususta Moğol-Tatar tesirinin ne kadar kuvvetli olduğunu göstermeğe yeter. Ticaret eşyası manasına gelen “ tovar” sözü (“ tovariş” yoldaş) Türk- çedeki “ davar” dan gelir; bunun, Moğol istilâsından önce Ruslar’a girmiş olması da muhtemeldir. Bundan başka doğu memleketlerinden gelen ticaret eşyası (kumaş, deri mamulâtı v.s.) arasında birçoğunun adı Türkçe, daha doğrusu, doğu memleketlerinde kullanılan sözlerdir. Türkler vasıtasiyle at ve arabayı daha geniş ölçüde kullanmayı öğrenen Ruslar, bunların isimlerini de Türklerden almışlardır: “ iğdiş” manasma gelen “ alaşa at” sözü Rusçaya umumiyetle “ at” anlam ın da olmak üzere “ loşadı” diye girmiştir. Giyim hususunda, bilhassa Rus yüksek tabakası olmak üzere, Moğol-Tatar tesirinin kuvvetli olduğunu görüyoruz. Knezlerin ve boyar­ ların elbiseleri Türk (Tatar) mirzalannınkine benzerdi; sırmalı, işlemeli, çok renkli geniş ve uzun elbiseler, “ kaftan, kalpak, kuşak, başlık, baş­ mak” gibi Rusçaya giren sözler bunu açıkça gösterir. Moğol-Tatar hâkimiyetinin Rusya için en mühim tesiri: Altm Ordu TTanlannm bilerek veya bilmeyerek müdahaleleri ve şuursuz politikaları sayesinde, Rusya’da Moskova etrafında toplanan, merkeziyetçi ve kuvvetli bir devletin meydana gelmesi olmuştur. Moğol-Tatarlar, Rus ahalisinin diline, dinlerine ve kanunlarına dokunmadılar; Rus kiliselerine imtiyazlar verilmekle, Rus kültürünü muhafaza eden en mühim mües- seseye gelişme imkânı verdiler; istilâ zamam müstesna Rus ahalisi ve Rus büyüklerine karşı sistemli bir şekilde (sonraları Moskova Enezlerinin Türk illerinde yaptıkları gibi) imha siyaseti takip edilmedi. Moğol Hanları, Moskova Knezlerini, adetâ kendi vekilleri bildiler ve ona hü­ kümranlık hususunda örnek olarak Moskova Knezinin mutlak ve müs­ tebit bir hükümdar olmasına yardım ettiler. Rusya’daki Moğol-Tatar hâkimiyetinin Rusya’nın dış siyaseti bakımından da ehemmiyeti büyüktür. Rusya, Altm Ordu’nun hâkimi­ yeti sayesinde, birçok defa batı komşularından kendini koruyabildi. rv-xvm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 151

Litvanyalılar’m ve Alman şövalyelerinin daha fazla Rus arazisine gire- meyişlerinde, Moğol-Tatar korkusu da mühim rol oynamıştır. Hele Kırım Hanlarının Moskova’ya fiilî ve diplomatik yardımları, Rusya’nın, kendini Litvanya ve Lehistan Devleti karşısında tutabilmesini sağlamış ve Osmanlı İmparatorluğu ile münasebetini teinin etmiştir. Moskova Knezlerinin saraylarında, yaşayış ve düşünüş tarzlarında, Moğol Hanlarını taklit ettikleri görülüyor. Askerlik, vergi, avcılık ve elçilik merasimlerinde ve daha birçok hususta Moğol-Tatar müesseseleri- nin örnek tutulduğu da muhakkaktır. Altm Orduyı kılıp, hakikî hanlar ortadan kalktıktan sonradır ki, Moskova Knezleri hem kendi telâkki­ lerine göre, hem de Rus ahalisi nazannda hakikî “ Çar” olan Altm Ordu Hanlarının makamlarına geçmek ve kendilerini “ Çar” tanıtmak davasına giriştiler. Onların bu yoldaki arzulan, o sıralarda Moskova’nın bazı muhitlerinde teşekkül eden yeni bir görüş ile kuvvet buldu; bu görüş “ Moskova-Üçüncü Roma” diye bilinmektedir. XI KAZAN HANLIĞI*

“ İlledik ilin, Kağanladık Kağanın ıçğını idmiş” (Öz ilinden, öz hükümranlığından oldun) (Kültiğin Ben sutaşı M. S. 732).

Moğol-Tatar istilâsından sonra, Îdil-Kama Bulgarlarının siyasî varlıklarına büyük bir darbe indirilmiş olmakla beraber, Batu Han ve haleflerinin tatbik ettikleri siyaset icabı, Bjılgarlar’m yerli idareleri yeniden canlandırılmıştı. Rus Yurdu’nda olduğu gibi, Bulgar îli’nde de eski hânedan azası bırakılmıştı. Aynı veçhile 1236-1237 yıllarında müthiş bir tahribata maruz kalan Bulgar ve Suvar şehirleri bir müddet sonra yeniden ehemmiyet kazandılar. Altın Ordu Hanlarının sikkeleri bu şehirlerde basılırdı. Moğol-Tatar istilâsı neticesinde Kama nehri mansabındaki bu Türk-Müslüman ilinde Kıpçak zümreleri ile karışan türlü Türk unsuru­ nun çoğalması ile bu çevredeki Türklerin sayısı büsbütün arttı. Türkistan ve Batı Sibirya’dan yeni yeni Türk zümrelerinin boyuna geldiği anlaşılıyor. Altın Ordu’nun üst tabakasını teşkil eden Moğol unsuru da tedricen Türkler arasında eriyip gitmekte idi. Hele Berke Han tarafından îslâmiyetin kabulü ve zaten 900 (milâdî)’denberi büyük bir kısmı Müslüman olan Orta İdil boyu ahalisi ile, Altın Ordu’daki diğer Türk kavimlerinin birbirleriyle kaynaşmaları büsbütün kolaylaştı.

Kazan Türkleri bunun neticesi olarak da Kazan Türkleri (Tatarları) (Tatarları) adını taşıyan yeni etnik bir unsur meydana geldi. Bu kavmin esas unsurlarını şu etnik zümreler teşkil etmiştir: Kama mansabında daha Milâdî I. yüzyıldan itibaren mevcu­ diyetleri tesbit edilen muhtelif Türk menşeli kavimler; Hunlar’ın kalıntı­ ları, Suvar (Sabir)lar. VII-VIII. yüzyıllarda buralara Azak çevre­ sinden gelen Türk menşeli Bulgarlar ve sonraları türlü zamanlarda

* Kazan Hanlığına ait başlıca eBerler: Hadi A tlası, Kazan Hanlığı, Kazan 1913 (İkinci baskısı, Kazan 1920); M. K h u dyak ov, Oçerki po istorii Kazanskago Khanstva (Kazan Hanlığı Tarihi) Kazan 1923; Aziz G ubay dullin, Tatar Tarihi, Kazan 1925; Tatarislan ASSR Tarihi, Kazan 1959. IV-XVm. YÜZYILLABDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 1 53 gelen Kıpçaklar. Orta Idil boyundaki Türk kavimleri, bu sahanın en eski ahalisi olan Fin-Ugor menşeli Çirmiş (Mari), Ar (Udmurt) ve Mokşı (Mordva)’lar ile karışmışlar ve onları kısmen Türkleştirmişlerdir. Aynı veçhile Idil’i geçerek Batı’ya doğru giden Türk ve Moğol kavimlerinden Avarlar, Peçenekler ve Uzlardan da, az olsa dahi, bazı zümrelerinin bura­ larda kalmış oldukları muhakkaktır. Kıpçaklar’m ve Altın Ordu devrinde Azak çevresi, Kırım ve Aşağı Idil boyundan bazı unsurların da gelmesiy­ le bugünkü etnik ve antropolojik hususiyetler meydana gelmiştir.

“Tatar” Bu Idil boyu Türklerine “ Tatar” adının verilmesinin se- adına dair bebi: Moğol istilâsı zamanında askerî teşkilâtın, ve istilâ bitip Altın Ordu Devleti kurulduktan sonra, İdarî teşki­ lâtın başında bulunan “ Tatar” lara izafeten verilen bir isimdir. Ruslarla temas edenler, bilhassa Tatarlardan tayin edilen Tatar “ Baskak” lan ve askerleri veya Taht tli’nde (Saray’da) de Tatar zümreleri olduğundan, Ruslar alelumûm Altm Ordu’daki bütün ahaliyi “ Tatar” tesmiye etmiş­ lerdir; bu cümleden olarak eski Bulgar Devleti ahalisi de sırf Altın Ordu hâkimiyeti altında bulunması hasebiyle bu isimle adlanmağa başlanmış­ tır. Tatariarm çok eskiden bir Türk kabilesi olduğu kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber, X III. yüzyılın başında artık tamamiyle Moğollaş- tığı malûmdur. “ Tatar” adının Idil boyunda Moğol İstilâsından önce de kullanıldığına ait öne sürülen görüşler ciddî delillere dayanmıyor. Bu suretle Kama mansabında Türk ahali, tamamiyle Türk olduğu halde, bilhassa Ruslar tarafından verilen bir Moğol adı ile tanınmışlar­ dır. Mamafih bu “ Tatar” adı Idil boyu Tiirklerince hiç bir zaman benim­ senmemiş ve ancak Rus siyasî baskısı altında kabul ettirilmiştir K Yeni göçler ve siyasî değişmelerin neticesinde, İslâm olmayan Bulgar ahalisi­ nin bir kısmının “ Suru” (Sura) nehri mansabındaki ormanlık sahaya gittiği ve bir kısmının da eski dinlerinde yâni Şaman olarak Bulgar mem­ leketindeki ormanlar arasmda kaldığı anlaşılıyor. Müslüman kısmı da bilhassa Kuman (Kıpçak) ve diğer Türklerle karışmışlardır; işte bu

1 Kazan İli Türkleri, daha yakın bir maziye kadar kendilerine “ Tatar” denmesinden hiç hoşlanmıyorlardı; birçoğu kendisine sadece “ Müslüman” diyordu. Hattâ bazısı da kendisine “ Bulgar” diyor ve bununla eski Bulgarlarla bağlarının devamını belli ediyordu. 1710 yıllarında, Baiıâli’ye sunulmak üzere, Lehli ve îsveçli “ siyasî” mülteciler tarafın­ dan tanzim edilen Husya Haritasında Orta İdil boyu sahası “ Memleket-i Tatar-ı Bulgar” ve “ Memleket-i Tatar-ı Kazan” diye adlanmıjtu. 1700 yıllarında İstanbul’a tahsile gelen bir Kazanlı kendisini bilhassa “ Bulgarî” diye adlamıştı. “ Tatar” adının bir ad olarak kabulünü isteyenlerin başında meşhur din âlimi ve tarihçi Şehabeddin M ercanı bulunmaktadır. 154 rv-xvm. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ sebeptendir ki, bugünkü Kazan türkçesinin (Tatarcanın), esasım Kıpçak türkçesi teşkil etmiştir. Altın Ordu’da baş gösteren iç mücadelenin Bulgar-Kıpçak ilinde de yıkıcı tesirleri görüldü. Aynı zamanda Yukarı îdil boyunca gelen Rus eşkıyaları (Uşkuyniki) Bulgar şehirlerini yağma ile, ahaliyi öldürmekte idiler. Artık eskisi gibi ticaret yapılamıyordu. Yolların güveni kalma­ mıştı. Siyasî güven de yoktu. Bunun için Bulgar-Kıpçak ahalisi daha emin yerlere göç etmeğe başladı. Hele 1391 de Aksak Timur’un Batı Sibir’de Toktamış’ı yenmesi üzerine, Bulgar ilinin de büyük tahribata sahne olduğu biliniyor. Bundan sonra Bulgar veya Suvar şehri hanların­ dan birinin Kama’mn kuzey sahasına göç ettiği ve Volga’ya dökülen Kazan nehri boyunca, mansabmdan 40-50 kim. kadar yukanda, Kazan adiyle bir şehir kurduğu anlaşılıyor.

Eski Kazan Burası sonraları “ Eski Kazan” diye tanınmıştır1, şehri Mamafih buradaki Han’ın kuvvetleri mahduttu. Bulgar- Kıpçak ilinin yeniden büyük bir siyasî faaliyet göster­ mesi Kazan Hanhğı’mn kurulması ile mümkün olmuştur. Bu yeni han­ lıkla Orta İdil boyu Türk ahalisinin tarihinde yeni bir devir açılmakla beraber, Kazan Hanhğı’nın tarihi, bu 6ahadaki daha evvelki Türk Devletlerinin devamından başka bir şey değildir. Bu Hanlığın esas ahalisini teşkil eden yerli Türk-Müslüman halkı, yüzyıllardan, beri bu sahada yaşamış, eski devlet ve kültür geleneklerini muhafaza etmişti. Dolayısiyle Kazan Hanhğı’nın tarihi, îdil boyu’nun daha önceki tari­ hinden ayrı mütalaa edilemez.

Altın Ordn Ham ^ azan Hanlığı’nın kurulması Altın Ordu hanlarından Uluğ Muhammed Ukığ Muhammed’in 1437 yılında, Kırım taraflarından (1419-1437), Orta Idil boyu’na, Kazan ili sahasına gelmesi ile müm- Kazan ili Ham kün olmuştur. Uluğ Muhammed Han, Çingiz’in oğlu (1438-1445). Cuci neslinden olup, Tuka-Timur budağına mensuptur; babası İçkili Hasan’dır2. Toktamış Han’ın Aksak Timur ile olan harpleri neticesinde Altın Ordu’da baş gösteren iç savaşlara katı­ lan Uluğ Muhammed, galiba 1419 da Saray tahtını ele geçirdi ise de Taht lli’ndeki karışıklıkların bir türlü sonu alınamadı. Han’a karşı

1 N. F. K a linin, Kazan, Tarihi oçerk (taslak). Rusçadan tercüme.Kazan 1957 s. 27. a Bkz. Akdes Nimet K u rat, Kazan Hanlığım kuran Uluğ Muhammed Han'ın yarlığı, İstanbul 1937, s. 11-12. IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 1 5 5

tdike (Ediğe) Mirza’nın oğlu Mansur ve Urus ahfadından Koyrucak oğlu Barak isyan ettiler. Mamafih Uluğ Muhammed 1427 de henüz bütün Saray lli’ne hâkim idi. Fakat Altm Ordu’daki anlaşmaz­ lıklar o kadar derin kök salmış idi ki, çok geçmeden yeniden mücadele alevlendi. Kırım taraflarında 1428 ( ?)’denberi, Uluğ Muhammed’in biraderi Yaş-Timur’un torunu, Gıyaseddin oğlu Hacıgerey’in faaliyete geçtiği anlaşılıyor. Bir müddet sonra da Urus ahfadından, Timur Kut- luk’un torunu, Timur oğlu (Küçük) Muhammed taht üzerinde hak iddia etmeğe başladı. Uluğ Muhammed Han bu durum karşısında Taht İli ve Kırım’dan vazgeçmek zorunda kaldı. Uluğ Muhammed, 1436 sonu veya 1437 başlarında, Kırım’ın kuzeyine düşen, Moskova Knezi Vasiliy’nin arazisinde bir bölgede kalmak için Knezden izin istedi. Moskova Knezi buna muvafakat etmek şöyle dursun Uluğ Muhammed’i oralardan koğmak için 20-30 bin kişi­ lik bir kuvvet dahi gönderdi.

Belev’de Rus ^ Aralık 1437 de Belev şehri yanında vukubulan meydan hezimeti, 1437. muharebesinde, Uluğ Muhammed’in kuvvetleri, kendi­ lerinden on misli kalabalık bir Rus ordusunu ağır bir he­ zimete uğrattılar1. Mamafih bu zaferi müteakip Uluğ Muhammed Belev civarında kalmadı. Orta İdil boyuna giderek az sonra Kazan Hanlığı adı ile tanınmaya başlayan yeni bir devlet kurmak için faaliyete girişti. Kaırarı HaıJıgı,nm Uluğ Muhammed’in, Kazan Yurdu’ndaki ilk faaliyetine Kuruluşu, 1437-38. d-3*1 e9ash bir bilgimiz yoktur; bu hususta elde mevcut kaynaklarda gayet az malûmat nakledilmektedir. Uluğ Muhammed’in, Belev zaferinden sonra, yanındaki bir kaç bin kişiden mürekkep askeri ile Orta İdil boyu, Eski Bulgar lli’ne geldiği ve burada, hâkimiyet sürmekte devam eden yerli han ve beylerin idaresine son verdiği anlaşılmakla beraber, Idil’den 6 kim. lik bir yerde, Kazan ırmağı mansabında kurulan Yeni Kazan şehrini ele geçirip burayı merkez yaptığı pek sarih değildirz. Uluğ Muhammed Han’m Orta İdil

1 N. M. K aram zin, V, 167-168. 2 Uluğ Muhammed Han’ın, önceleri Nizniy-Novgorod (bugünkü Gorkiy)’da kaldığı ve teşkilatlandığı anlaşılıyor. Han’ın esas gayesi Moskova Knezliğini mutlak bir itaat altında bulundurmak olduğundan, Nizniy-Novgorod’dan Moskova Rusyası üzerine baskı yapmak daha kolay olacaktı. Başta V e ly a m in o v -Z e rn o v olmak üzere (bkz. îzsh- dovaniya o Kasimovskikh Ttsaryakh i Tsareeviçakh, I, (SPsbg. 1863) ss 5-7) bazı Rus tarihçileri ve bilhassa Sovyet tarihçileri, Uluğ-Muhamzned’in Kazan’ı almadığım ve dolayısiyle Kazan Hanlığım kurmadığım iddia etmektedirler. 156 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ boyuna gelişi 1437 nin tam sonunda veya 1438 in başında olsa gerektir. İdil boyu’nda yeni bir devletin kurulması ve yükselmesi o kadar sür’atle \Tikubolmuştur ki, bu keyfiyet o zamandaki Kazan îli’nin böyle bir gelişmeye çok müsait olduğunu göstermektedir. Uluğ Muhammed Han’ın bem büyük bir devlet adamı, hem de mahir bir kumandan olduğu muhakkaktır. Az bir zaman içinde,. Bera­ berinde getirdiği Altın Ordu ve Kırım büyükleri ve askerlerinden mürekkep iki üç bin kişilik “ üst tabaka” ya dayanarak kuvvetli bir devlet vücuda getirebilmek için yerli Türk ahalisinin Han’a yardım ve müzaheret göstermesi ve yerli şartların da buna elverişli olması gerekti. Uluğ Muhammed’in bu desteği gördüğü muhakkaktır. Uluğ Muhammed Han’ın sabık “ Taht İli” ham olması hasebiyle Kazan îli’ne gelmesi, yeni bir devlet kurması gibi değil de Altm Ordu’nun devamı olarak telâkki edilmişti. Zaten kendisi ile birlikte Taht îli’nin birçok büyükleri, şeyh­ ler, seyyidler ve hocalarla eski ailelere mensup bazı kimselerin de gelmesi keyfiyeti “ Taht îli” nin Kazan sahasına nakledilmesi diye kabul edilmiş olmalıdır. „ , „ , Ulus Muhammed Han, Kazan îli’nde yerleştiği sıralarda Kazan Hanlığı’nın 6 , 7 etnik dununu bu sahanın etnik teşekkülü tamamlanmış bulunuyordu. Eski Bulgar Devleti’nin büyük bir kısmında kalabalık bir Buigar-Kıpçak (Türk) kitlesi yaşıyordu. Bu kitle Züye nehrini aşmış, kuzeyde Kama’yı geçip Yyatka boyuna ve Kazan suyunun öbür tarafına geçmişti. Ahali esas itibariyle çiftçi idi. Bir kaç şehir ve ticaret yerleri de mevcuttu. Islâmiyetin Tiirk ahali arasında tamamiyle yerleşmiş olduğu muhakkaktır. Müslüman olmayan ve belki de Bulgarların bir kısmını teşkil eden, Çuvaşlar, Suru ırmağı mansabına doğru çekilmişlerdi. Suru’nun başlarında Mokşı’lar olduğu gibi, Çuvaş ve Mokşı’lann bir kısmı eski Orta Idil boyunda, Kama’mn güneyinde de bulunuyordu. Ik Suyu’ndan doğu’ya doğru, Ural Dağları mmtakasını Başkurtlar işgal ediyorlardı. Yyatka ve Kazan nehirleri arasında da Çirmişler ve Ar’lar yaşıyordu. Devleti idare eden hâkim unsur ise, Bul- gar-Kıpçak Türkleri olup, Uluğ Muhammed Han’ın Kazan iline gelmesi ile kendisine refakat eden Saray’h ve Kırım’h zümre, üst tabakayı teşkil ediyordu. Bu sıralarda Saray tahtına Timur Kutluk’un torunu Muham­ med geçmişti. îki Muhammed’i birbirinden ayırmak için Kazan’a gelenine “ Uluğ” (Kazan telâffuzuna göre: Ulu) ve Saray’dakine “ Küçük” (Kiçi) denmiştir. Uluğ Muhammed, kendini “ Taht ÎH” nin hakikî varisi addettiğinden, evvelâ Rus yurdu üzerindeki haklarının tanınması, yani IV-XVH1. YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 157

Knezleri kendine tabi kılmak için faaliyete geçti. Bu maksatla Moskova Knezi Vasiliy’e karşı harbe başladı.

Uluğ Muhammed’ ^ u§ Muhammed, güneyden getirdiği askerleri yerli in Nizniy-Novgorod kuvvetlerle de takviye ederek, 1439 da Ruslar’a karşı zaferi, 1439. büyük bir sefer açtı. Oka nehrinin mansabındaki Nizniy- Novgorod (şimdi Gorkiy) şehri zaptedildi. Bunu mü­ teakip Uluğ Muhammed’in ordusu Moskova üzerine yürüdü. Han’ın kuvvetleri 3—13 Haziran tarihlerinde, Moskova’nın iç kalesi olan, Kreml’i (Kremlin) muhasara ettilerse de, şehri alamadılar, Moskova şehrinin dış mahallelerini yakmak ve yıkmakla yetindiler. Bu ordu İdil boyuna dönerken Kolomna şehrini de yaktı. Bundan sonra Uluğ Muhammed Han’ın beş yıl kadar Hanlığın iç işlerini tanzimle . meşgul olduğunu görüyoruz; Kazan HanhğTnın asıl kuruluş devri bu zamanda olsa gerektir.

Uluğ Muhammed’ yeı1* Türk Devletinin başında duranlar ilerisi için in Rus seferi ve eaas tehlikenin Moskova Knezliği tarafından gelecek Suzdal' zaferi, olduğunu tamamiyle müdriktiler. Bunun içindir ki, 7 Temmuz, 1445. Uluğ Muhammed Han bütün dikkatini Moskova üzerine yöneltti. 1439 da yapılan seferin mühim bir netice vermediğini görmüştük. Uluğ Muhammed Han, bu defa Moskova Knezi Vasiliy’yi itaata icbar etmek maksadiyle 1444 yılı Son­ baharında Moskova’ya karşı ikinci seferini açtı. Nizniy-Novgorod şehri mukavemet edemedi ve Uluğ Muhammed’in kuvvetleri tarafından alındı. Uluğ Muhammed Han ve ordusu kışı burada geçirmekte iken, 1444 yılı Aralık ayında öncü kıtalarını batı’ya, Murom şehri üzerine gönderdi. Fakat buraya yetişen önemli Rus kuvvetleri bu öncü kıtaları yendiler. Bir müddet için Niîniy-Novgorod şehrini bırakmak zorunda kalan Uluğ Muhammed, Kazan lli’nden yeni kuvvetler yetişince karşı taarruza geçti. Kendisi ile birlikte Mahmud ve Yakub adlı iki oğlu da sefere iştirak ettiler. Han’m ordusu sür’atle ilerleyerek Nizniy- Novgorod’u geri aldı. Han oğullarının kuvvetleri Vladimir şehrine kadar ilerlediler. Suzdal' şehri yakınında 7 Temmuz 1445 tarihinde Kazan kuvvetleri ile Moskova ordusu karşılaştılar. Vukubulan Meydan muha­ rebesinde, Ruslar büyük bir yenilgiye uğradılar. 158 IY-XVIII. YÜZYILI. ABD A TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

Kazanlılar’ Ia Büyük Knez Vasiliy ve biraderi Mikhail esir düştüler. Ruslar arasında Moskova Knezi tutsak sıfatiyle Uluğ Muhammed’in banş, 1445. nezdine, Nizniy-Novgorod’a getirildi. Burada, Uluğ Muhammed Han, Moskova Knezi Vasiliy’e bütün taleplerini kabul ettirdi. Bunlara göre: Knez Vasiliy fidye-i necat olarak, o zaman için çok büyük bir yekûn tutan 200.000 ruble para vermeyi kabul etti; Rus (Moskova) şehirlerine vergi toplamak üzere Kazan memurlarının (yani eski Baskaklar) gönderilmesine razı oldu; verginin karşılığı olarak bazı Rus şehirlerinin varidatı olduğu gibi Han’a bırakıldı. Knez Vasiliy bir müddet Han yanında kaldıktan sonra, serbest bırakıldı. Knez ile birlikte kalabalık Kazan’h beyler ve adamları da Moskova’ya geldiler. Moskova Knezi onları büyük memuriyetlere tayin etti. Rus Knezlikleri Han’a tabi birer “ yurt” telâkki edildiklerinden, oralarda Han’ın adamlarına memuriyetler verilmesi gayet tabiî idi.

Kasım Uluğ Muhammed’in talebi üüerine Moskova Knezi, Oka Hanlığı’mn boyunda Mişerier’le meskûn sahayı Uluğ Muhammed’in Kurulması oğlu Kasım’a ayn bir “ yurt” olarak bırakmak mecburi­ yetinde kaldı. Böylelikle Moskova’nın tam yam başında bir Türk-Tatar Hanlığı kuruldu1. Uluğ Muhammed Han’ın Rusları dai­ mî bir baskı altında tutmak ve aynı zamanda oğluna bir “ yurt” bulmayı da düşünerek, Kasım Hanhğı’m kurduğu anlaşılıyor. Çok geçmeden Mos­ kova ve Ryazan' Knezleri, Kazan Hanı’na olduğu gibi, Kasım Hanı’na da vergi vermeğe zorlandılar. Bu suretle Uluğ Muhammed Han’m istediği tamamiyle gerçekleşti: Rus Beyliklerinin mühim bir kısmı, eskiden olduğu gibi, vergiye bağlandığı gibi, Moskova Knezi’nin askerî kudre­ tine de büyük bir darbe indirilmiş oldu. O zamanda bu kadar mühim bir başarı elde edilmesi, Kazan Hanlığı’mn askerî kudreti ve Devletin başında duran Han’ın kabiliyet ve dirayet derecesini göstermeğe yeter. Kazan Hanhğı’nı kuran Uluğ Muhammed Han’ın bu büyük mu- Uluğ Muhammed’ va£fakiyetinden sonra çok yaşamadığı ve belki de in ölümü (1445) aym y1^ öldüğü anlaşılıyor (1445). Uluğ Muham- ve tarihî rolü med, yalnız îdil boyu’nun değil umumiyetle Türk tarihinin mühim simalarından biridir. XV. yüzyıl başı, daha doğrusu ilk çeyreğinde Altın Ordu’da hâkim olan anarşiye niha­

1 Sonraları Moskova’nın bir “ peyki” haline gelecek olan bu Kasım Hanlığı’na ait Rus müsteşriklerinden V. V. V ely a m in o v -Z e rn o v tarafından çok mühim bir eser yazılmıştır (3 Cild, SPsbg. 1863-1866). IY-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 159 yet vermeğe muvaffak oldu. Sonraları Kazan Hanlığı’nı kurmakla Orta Idil boyundaki Türk ulusunun her itibarla kuvvetlenmesine hizmet ettiği gibi, Orta Idil’deki Türk illerini Rus istilâsına karşı duracak bir düzene kavuşturdu. Uluğ Muhammed Han’ın Türk tarihindeki rolü bilhassa bu bakımdan mühimdir.

Uluğ Mutam Uluğ Muhammed’in üç oğlu vardı: Mabmud, Ya- med’in Oğullan ^ııb ve Kasım. Kasım’a 1445 de Oka boyunda bir beylik verildiğini görmüştük. Yakub’un da başka bir Rus şehri ve mmtakası üzerinde âmir olduğu arılaşılıyor. Kazan tahtına ise Mahmud geçti (1445-1461). Kaynaklarda ona “ Mahmudek” denmiş­ tir. Onun hâkimiyet yılları çok az biliniyor; malûm olan cihet: Bu hanın idaresinde Kazan Hanlığı’nın çok sakin bir devir yaşamış olmasıdır. Onun zamanında Ruslar’a karşı seferler yapıldığı bilinmiyor; her halde Uluğ Muhammed Han zamanında akdedilen barış gereğince: Moskova Knez- liği ve Rus şehirleri yıllık vergilerini muntazaman gönderiyorlardı. Bu za- Kazan Şehri man zarfında da Kazan, eski Bulgar ve İtil şehirleri, Altın büyük bir ticaret Ordu’nun payitahtı Saray’ın yerini almış, Doğu A vtu- merkezi pa’nın en önemli bir ticaret merkezi oluvermişti. Zaten Orta Idil boyu ahalisinin ticaret bakımından bin yıla yakın bir geleneği olduğu gibi, coğrafî durumu, tabiî serveti ve bilhassa ahalisinin çalışkanlığı ve becerikliliği sayesinde Kazan şehri, Türkistan, Iran, Kafkas gibi Î6İâm memleketleri ve Rus, Novgorod (Hansa) tüccar­ larının buluştukları bir ticaret merkezi haline gelmişti'. Böyle bir millet­ lerarası ticaret sayesinde Kazan Türkleri’nin sür’atle zenginleştikleri mu­ hakkaktır; zaten ötedenberi ticarete elverişli olan Kazan Yurdu, şimdi ise siyasî istikrar ve güven de hasıl olunca, ekonomik yönden sür’atle gelişme yolunu tuttu. Mahmud’un iki oğlu vardı: Halil ve İbrahim. 1461 de Mahmud (ek)’un ölümünden sonra, tahta Halil geçti ise de, hanlığı çok az sürdü; onun zamanı hemen hemen hiç bilinmemektedir. Hattâ, kendisinin Han olmadığını söyliyenler bile vardır. Halil Han, Nogay Han’ı Timur’un kızı Nur Sultan ile evli idi. Halil Han’ın 1467 de öldüğüne göre, 6 yıl kadar tahtta kaldığı anlaşılıyor; çocuğu olmadığından Kazan tahtına biraderi İbrahim geçti. Halil Han’m hâkimiyeti zamanında, biri han taraftarları, diğeri muhalifleri olmak üzere iki partinin teşekkül ettiği

1 Bkz. N. F. K alinin, Kazan 1957, s. 32 v.d. 1 6 0 rv-xvnı. yüzyillahda tükk kavimlehİ ve deveetlebİ anlaşılıyor. Muhalif cereyanın başında Kazan Türklerinden Abdülmümin adlı birinin durduğu biliniyor. Bu muhalif partinin hangi menfaatları korumak istediği pek açık olmamakla beraber, daha ziyade şahsî çıkar­ ların mühim bir rol oynamış olması kuvvetle mümkündür.

Halil Han’ın ölümünden sonra İbrahim tahta geçip 1, 1467-1479. âdet üzere biraderinden dul kalan Nur-Sultan ile evlendi. Bu defa muhalefet partisi başka bir namzet gösterdi: Uluğ Muhammed’in oğlu Kasun’ın Kazan’a getirilmesi düşünülüyordu. Bu münasebetle, işe yabancı bir devletin, yani Moskova Knezi’nin de karışmak istemesi, Kazan Hanlığı için büsbütün yeni bir durum doğur­ du. Bilhassa tam bu sıralarda (1462) Moskova tahtına III. İvan gibi yayılma siyasetim takip eden bir Knezin geçmesi, Moskova ile Kazan mü­ nasebetlerine kendi damgasını vurmağa başladı. III. İvan, Kasım’m askerî yardım müracaatını memnuniyetle kabul etti: Çünkü bununla Kazan Hanhğı’nın iç işlerine karışmak için elverişli firsat zuhur etmişti.

„ , , Artık Moskova Rusyası’nın Kazan’a karşı tecavüze Moskova mn tecavüze geçmesi geÇtiğ* görülmektedir. Bilhassa Moskova diğer Rus knezlerini kendine tabi kılarak, hem sahasını, hem ahalisini çoğalttığı nisbette Kazan’da üstün bir vaziyet elde etmiş oldu. Kazan’da Han oğulları arasmda başgösteren taht kavgaları da Moskova’­ nın siyasî emellerine ziyadesiyle uygun geliyordu. Diğer taraftan Altm Ordu’nun bakayası olan yeni hanlıklar, Kırım ve Kazan, sırf hanları arasındaki rekabet ve eski düşmanlık yüzünden, Moskova’ya karşı müşterek bir cephe teşkil edemediler. Moskova’nın Kasım’a askerî yardımda bulunması Kazan’da büyük bir tepki yaptı: Kazanlılar İbrahim Han etrafında sıkıca toplandılar. Kasım’a katılan Rus kuvvetleri Idil’in sol sahiline çıkmağa cesaret edemediler ve kuvvetli bir Kazan ordusu yaklaşınca, çekilip gittiler. Kazanblar’ın da bu defa fazla bir başarı sağlayamayışlanmn sebebi: Tam bu sırada Vyatka nehri boyunca Rus eşkiyalannın (Uşkuynik’- lerin) Kazan Hanhğı’nı arkadan tehdit etmeleridir. Onlara karşı gön­ derilen bir Kazan ordusu, önemli başarılar elde etti ve oradaki Rus eşkiyalarım kovdu.

1 İbrahim Han tarafından verilen bir “ Tarhanlık yarlığının kopyası yakınlarda meydana çıkarılmıştır. Bkz. Ek No. X II. IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 161

„ , , ... Buna karşılık Moskova Knezi 1469 da Kazan üzerine Kazan a karşı ilk . büyük Rus seferi, büyük seferi açtı; Kazan, kem Idil boyunca Ni2niy 1469. Novgorod’dan, hem de Vyatka ile Kama nehirleri üzerin­ den gelecek kuvvetler tarafından, aynı zamanda iki cihetten sıkıştırılacaktı. Fakat Ruslar’m bu plânları akim kaldı. Kazan- lılar her iki Rus kuvvetini ayTi ayrı yenebildiler. Gerçi Mayıs 1469 da bazı Rus kıtaları Kazan şehrinin üst mahallelerini ateşe vermişlerdi; fakat Kazardılar onları da geri püskürttüler. Vyatka tarafından hareket eden Rus gemileri Kazan’a geldiklerinde onları burada mühim bir Kazan “ Donanma” sı bekliyordu; vukubulan çarpışmada Ruslar yenildiler. Kendilerini kurtaran bazı gemiler güç halle Nizniy Novgorod’a gidebil­ diler. Buna bakmaksızın aynı yılın sonbaharına doğru Ruslar Kazan’ı muhasara ettiler. Mamafih mevsim ilerlediği gibi, KazanHarın da şiddet­ le karşı koymaları yüzünden, Moskova kıt’aları çekilip gittiler. Bu çekilişin tam o sırada akdedilen barışın bir neticesi olduğu anlaşılıyor. Bu uzlaşmanın teferruatı belli olmamakla beraber, “ Kazan yurdundaki bütün Rus tutsaklarının salıverilmesi” maddesi bulunduğuna göre, Ruslar’m lehine olduğu anlaşılıyor. Bunu müteakip Kazan Hanlığı ile Moskova arasmda tam sekiz yıl müddetle barış hüküm sürdü ve ancak 1478 de yeniden harp hareketleri başladı. Moskova Knezliği’nin kuvvetlenmesi nisbetinde, Kazan Hanlığı üzerine yöneltilen baskı da arttı. III. îvan, Novgorod ve kolonilerini ele geçirdikten sonra, Vyatka mıntıkasını zaptetmek maksadiyle 1478 de bir sefer açtı. Bunu başardığı takdirde Kazan Hanlığı hem batıdan hem de doğudan bîr kıskaç içine alınmış olacaktı. Aynı zamanda 1478 ilkbaharında Moskova kuvvetleri Volga boyunca Kazan’a yaklaşmak teşebbüsünde bulundularsa da, “ fırtına ve yağmur yüzünden” geri dönmek zorunda kaldıkları anlaşılıyor. Halbuki, hakikî sebep: Kazan- lılar’m şiddetli mukavemetleri idi. Netice itibariyle, III. Ivan’m Kazan’a karşı teşebbüsleri hiçbir netice vermedi. Bu Rus tecavüzüne karşı Kazan Hanlığı’m korumasını bilen İbrahim Han’ın çok enerjik bir şahsiyet olduğu muhakkaktır. Dolayısiyle, Han’m 1479 da ölüvermesi, Kazan Hanlığı için büyük bir talihsizlik olmuştur.

İbrahim Han’ın İbrahim Han’ın iki karısından olmak üzere beş oğlu Oğullan vardı. Fatma Hatundan: Ali, Huday-Kul ve Melik- Tahiı; Nur Sultan’dan: Muhammed-Emin ve Abdül- lâtif; birçok kızı da olduğu malûmdur: bunlardan Gevher-Şad (Sultan)

F . 11 1 62 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KA.VİMLERİ VE DEVLETLERİ somalaıı nam kazanmıştır. İbrahim’in ölümünü müteakip Nur Sultan Hatun Kırım’a gitmiş ve Mengligerey Han ile evlenmiştir; kendisi ile birlikte Abdüllâtif de Bahçesaray’a gitmişti. Bu teferruat o sıralarda Kazan ile Bahçesaray arasındaki münasebetin oldukça sıkılığım göster­ mektedir. Mamafih, kaynakların azlığı yüzünden bu münasebetin mahiyetini ve derecesini tayin etmek güçtür. İbrahim Han’ın ölümü yeniden taht-ı veraset meselesini ortaya çı­ kardı. İki aday söz konusu idi: Biri İbrahim’in Fatma Hatun’dan oğlu Ali, diğeri de Nur Sultan’dan Muhammed-Emin. Ali’yi isteyenlerin bilhassa Nogay Han’lığı ve umumiyetle Türkistan’la münasebette bulunan bir zümre olduğu anlaşılıyor; halbuki Muhammed-Emin’i tutanlar da Moskova taraftarları idi. Bu suretle Kazan’da parti ve guruplar teşekkülü muayyen bir siyasî çehre almış ve bunlardan, biri gittikçe Ruslarla işbirliğine taraftar görünmeğe başlamıştır. Bu parti mücadelelerinde ayrı şahıslar ve gurupların şahsî çıkarlarının en önemli rol oynadığı muhakkak gibidir.

Kazan’da Parti -^azan Hanhğı’mn siyasî ve sosyal kuruluşu, tarihî Mücadeleleri gelenekleri ve bazı diğer âmiller bu şahsî rekabet ve po­ litika oyunlarına son vermeğe büyük bir engel teşkil etmiştir. Bilhassa dört-beş aileden ibaret olan yüksek aristokrasi zümre­ sinin fazla nüfuzu karşısında, Han’ın hâkimiyeti ve kudreti haleldar olduğundan, devlet idaresindeki zaaf gittikçe kendini göstermiştir. Bu sebepledir ki, Kazan’da parti ve gurup mücadelelerinin sonu alınamamış­ tır. Parti mücadelesinin en kötü sonucu da: Moskova Rusyası gibi yabancı ve düşman bir kuvvetin Kazan Hanlığı’nın iç işlerine karışmasına yol açılmış olmasıdır.

„ . . _ . İbrahim Han’ın ölümünden sonra Muhammed-Emin M nhATnTnpH.KmiTi Han ve halefleri ta^ta çıkarılmışsa da, diğer oğlu Ali’nin taraftarları 1479, 1484, 1487, Nogay kuvvetlerine dayanarak. Kazan tahtına Ali’yi 1502-1518. geçirmeyi başardılar. Bunun üzerine, henüz onaltı yaşın­ da olan Muhammed-Emin’i kendi taraftarları Rusya’ya gönderdiler. Bununla III. İvan’ın eline çok kuvvetli bir siyasî koz geçmiş bulunuyordu. İcabında, Kazan hanzadesinin “ meşru hakla­ rını” müdafaa bahanesiyle Kazanlılar’a karşı harekete geçmek mümkün olacaktı. Tam bu sıralarda Altın Ordu’nun 1240 danberi devam edip gelen Rus yurdu üzerindeki hâkimiyeti de kalkmıştı. 1480 de Seyyid- IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 163

Ahmed Han III. îvan’la çarpışmadan kendi ülkesine çekilip gidince, Mos­ kova Knezi artık kendini müstakil bir Hükümdar sanmağa başlamıştı. Bıa dununda Ruslar kendilerini bir daha kuvvetlenmiş hissettiklerinden, hemen Kazan Hanlığı’na karşı taarruza geçtileı. 1482 de önemli Rus kuvvetleri Kazan’a yürümek maksadı ile Vladimir şehrinde toplandı­ lar; hattâ Rus ordusunda ilk defa olmak üzere, muntazam bir top bataryası da sefere katılacaktı; topların yabancı (Avrupalı) mühendis­ lerin bakımında bulundukları da malûmdur. Bu suretle Moskova, Avru­ pa’nın yüksek tekniğinden, bir Türk devletini yıkmak için hemen fayda­ lanmaya kalkışmıştı. Mamafih o sene bu seferden vazgeçildi. Bunun sebepleri açık olarak belli değildir; yalnız şu cihet muhakkaktır ki, Kazan’da Rus baskısı artmakta ve “ Rus partisi” güçlenmekte idi; bunun sonucu olarak: 1484 de Ali tahttan indirildi ve yerine Moskova yanındaki Koşira şehrinden getirilen Muhammed-Emin çıkarıldı. Fakat Kazan’da iç mücadele kuvvetlendi, Ali’nin taraftarları üstün geldiler ve Muhammed-Emin yeniden Kazan’ı bırakıp gitmek zorunda kaldı (1485); bunun üzerine Kazan tahtına yeniden Ali Han geçti.

„ ,.. Ali Han’ın hâkimiyetinden memnun kalmayan III. Kus nucıunu t« . J ^ Kazan’ın ilk defa Ivan, bu defa Kazan’ı tamamiyle zapta karar verdi. Bu Ruslar tarafından maksatla 1487 yılında büyük bir Rus ordusu şehri işgali, 1487. muhasara etti. Kazan şehrinden sık sık çıkış hareketleri yapıldığı gibi, Ali-Gazi adlı bir başbuğ da Ruslar’ı mütemadiyen rahatsız etmekte idi. Fakat Ali-Gazi’nin kuvvetleri imha edildikten sonra, Ruslar şehri daha sıkı bir şekilde kuşattılar; nihayet Kazanlılar Ali Han’ı tahtından indirerek Ruslar’la anlaşmaya karar verdiler. Bunun üzerine 9 Temmuz 1487 tarihinde ilk defa olmak üzere Kazan şehrine bir miktar Rus askeri girdi1. Moskova'nın Kazan Hanhğı’nı henüz tamamiyle ortadan kaldıracak kudrette olmadığı anlaşılıyor. Bundan ötürü III. Ivan, Kazan tahtına Muhammed-Emin’i çıkarmak ve Ruslar’a düşmanlıkları ile ta nınan büyüklerden birçok kişiyi öldürmekle yetindi. Kazan’da Rus düşman­ larının ilk mühim kurbanları işte bunlardı; mamafih onların adları bilinmemektedir. Ali Han, karıları ile birlikte soğuk bir mıntaka olan (XIX. yüzydda Çar’larm ve sonraları Bolşeviklerin sürgün yeri olarak kullandıkları) Yologda’ya nefyedildiler. Buraya bir müddet önce (1480

1 Karanızın, Yi. 117. 164 rvotvin . YUZYTLTAKDA TÜRK. KAVİMLERİ v e d e v l e t l e r i de) Hacıgerey’in oğlu Haydar da sürülmüştü. Fatma Hatun, hanzadeler ve sultanlarla birlikte uzaktaki Keksholm şehrine sürüldüler. Kazan’daki yüksek tabakanın ve ileri gelenlerin Ruslar tarafından imhası bu suretle başlamış oldu. Kazan Hanı’nın ve ailesinin Ruslar tarafından bu kadar ağır bir mu­ ameleye tabî tutulması bazı Türk-lslâm Hanlıklarında endişeye yol açtı ve Moskova’ya karşı protesto’yu mucip oldu. Sibir Han’ı Ibak ve Nogay Han’ı Moskova hükümetinden Ali Han’ın serbest bırakılmasını istediler. Fakat bundan hiçbir netice çıkmadı. Ali Han, Yologda’da öldü. Fatma Hatun ve Melik-Tahir de Keksholm’de öldüler. Melik- Tahir’in oğulları hıristiyanlığı kabulle yüksek makamlara geçirildiler. Huday-Kul da 1505 de hıristiyan oldu; onun kızları, en asıl Rus aile­ lerinden olan Mstislavskiy ve Şuyskiy’lerle evlendiler. Bu Kazan Hanza- delerinin küçük yaştan beri Rusya’da büyümeleri ve bir çoğunun-Çingiz sülâlesindeki prensibe göre, zaten dine fâzla önem vermemeleri, hıristi- yan olmalarına yol açmıştı. Fakat hıristiyanlaşma - Ruslaşmanın aynı olduğundan, onlar çabucak Ruslar’la karışıp benliklerini kaybettiler. Yüksek Rus ailelerinin “ Tatarlaşmasında” işte bu Çingiz oğulları ve kızlarının mühim hisseleri olduğunda şüphe yoktur. Zaten Kazan’ın içinde Rus nüfuzu ve hâkimiyeti alabildiğine artmıştı. 1487 Temmuz’unda Ali Han’ın tahtından indirilip, Rus askerî kuvvetleri sayesinde Muham- med-Emin’in hâkimiyete getirilmesiyle Kazan Hanlığı’nm Uluğ Müham- med Han ile başlayan şevketli ve tam müstakil devri sona ermiş bulu­ nuyordu. Bundan sonra Kazan’da bir müddet için Rus himayesinin kaim olduğunu göreceğiz. İbrahim Han’ın ölümünden sonra geçen sekiz yıl gibi kısa bir zaman Kazan Hanlığı’m bu kadar alçaltmaya kâfi gelmişti. Bunun başlıca sebepleri: Bir taraftan Kazan’daki mücadeleler ise, diğer yandan Moskova’mn siir’atle kuvvetlenmesi îdi.

KAZAN’DA RUS NÜFUZUNUN YERLEŞMESİ

_ 1487 de Muhammed-Emin’in Kazan tahtına (üçüncü Rus nüfuzunu sağladığı iddia d^fa) geçmesi ile, bu Hanlığın tarihinde yem bir devir edilen anlaşma, başlamaktadır: Moskova’nın nüfuzu ve hâkimiyeti devri. 1487. 1480 de Saray hanları tâbiyetinden. çıkan III. İvan, bu defa Kazan ve Kasım Hanlanna Moskova tarafından verilmesi lâzımgelen yıllık vergiyi kesmekle kalmıyor, hattâ Kazan tahtına kendi adayını geçirmeğe muvaffak oluyor. Artık bu Türk Han­ r v - x v n ı . yuzyillahda t d k k k a v î m l e h î v e d e v l e t l e r İ 165 lığı’mn alın yazısı takarrür etmiş gibidir. III. îvan 1487 Temmuz’unda Kazan’ da kazandığı basandan ötürü kilisede çanlar çaldırmış ve “ Bulgar Bey’i” lâkabını da almıştır.

Muhammed-Emin’in Kazan’da yerleşmesini müteakip, Kazan ile Moskova arasında şu maddeleri ibtiva eden bir uzlaşma yapıldığı iddia edilmektedir: 1 — Kazardılar Rusya’ya karşı harbetmeyecekler. 2 — Mos­ kova Büyük Knezi’nin muvafakatim almaksızın kendilerine Han seç­ meyecekler. 3 - Kazan Haıılığı’nda Ruslar’ın menfaatleri korunacaktır. Bu uzlaşmanın metni ancak Rus kayıtlarına göre nakledilmiştir; şayet doğru ise Kazan Hanlığı bununla âdeta Moskova himayesindeki bir devlet duıumuna konmuştu. Söylendiğine göre, Muhammed-Emin Han’m III. îvan’a sadakati o derece idi ki, evleneceği zaman bile Nogay Han’ı Musa’nın kızım alırken Moskova’nın muvafakatim istemek lü­ zumunu hissetmişti; sonra 1490 da Moskova ve Kııım ile birlikte Saray Ham’na karşı bir sefere bile katılmıştı.

Bu durum, yani Ruslar’ın Kazan’ daki tahakkümleri, Kazan aha­ lisinin yeniden harekete geçmesine sebep oldu. Han’a karşı Kazan’ın en yüksek ailelerine mensup: Kel-Ahmed, Urak, Sadır ve Oğiş (Agiş) adlı aristokratlardan bir gurup teşekkül etti; onlar Rus nüfuzuna kaTşı Sibir Hanlığı’na dayanmak siyaseti takibini istiyorlaıdı. Bu maksatla, Ba- tu’nun biraderi Şeyban’m neslinden, Sibir Han’ı Ibak’m oğlu olduğu anlaşılan Mamuk’u Kazan tahtına davet ettiler.

Mamak 1495 de Sibir kıt’ alan başında Kazan’ a yaklaşınca, Rus kuvvetleri yetişerek Muhammed-Emin’i kurtarmışlardı. Fakat Rus kuvvetleri çekilince Mamuk sür’atle Kazan üzerine yürümüş ve şehri ele geçirmişti. Bu suretle Kazan tahtına bir Sibir hanzadesi geçmiş oldu. Muhammed-Emin ise ailesi ve taraftarları ile Rusya’ya kaçtı. O sıralarda merkezi Tümen şehri olan Sibir Hanlığı oldukça kuvvetli bir devletti. Fakat hem sülâle ayrılığı, hem de coğrafî durumun icabı Sibir ile Kazan arasında fazla bir münasebet yoktu. Mamuk, Kazan’a gelince gayet az bildiği bir muhit ve İdarî teşkilâtla karşılaştı; Kazan’da hanların hâkimiyeti, başka hanlıklarda olduğu gibi mutlak değildi. Birkaç yüksek ailenin mümessilleri ile hesaplaşmak mecburiyeti vardı. Halbuki, Ma- muk’un bu kaideye riayet etmeksizin tamamiyle kendi başına hareket etmek istediği anlaşılıyor. Bu yüzden kendisini Kazan’a davet eden gurupla arası açıldı. Bu yetmiyormuş gibi, Mamuk, ötedenberi Kazan’a 166 rV-XVm. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ tabî olup, yerli han tarafından idare edilen Arça (Ar)’ya karşı da tam bir tahakküm siyasetini takip etmek istedi; bu maksatla Arça’ya karşı bir sefer açıldı.

Kel Aluned’in Yukarıda adı geçen Kel-Ahmed bundan faydalanarak Diktatörlüğü Mamuk Han’a karşı harekete geçti ve Han seferden dönerken Kazan’m kapılarım kapatarak, Han’ı içeri bırakmadı. Bu durum karşısında Mamuk da Sibir’e gitmekten başka çare bulamadı. Kazan’da ise bütün idare Kel-Ahmed’in eline geçti. Kazan aristokratlarının en büyüklerinden biri olan Kel-Ahmed, vaktiyle Altm Ordu’da Ediğe Mirza gibi bir “ han yapıcı” oluvermişti; o, bir müddet için Kazan’m siyasî mukadderatını elinde tuttu. Kel-Ahmed, Mamuk Han’ı kovduktan sonra, Moskova ile anlaş­ maktan başka yol kalmadığına hükmetti. Fakat Muhammed-Emin’in geri dönmesi Kazan’da Rus tahakkümünün yenilenmesi olduğundan, başka birinin tahta geçirilmesi gerekiyordu.

,, _ Bu hususta III. Ivan ile bir anlaşmaya varıldı ve Ahdııllâtıf Han, . 1496-1502. İbrahim Han’ın Nur-Sultan’dan oğlu Abdüllâtif 1496 da Kazan tahtına geçirildi. Abdüllâtif’m annesi ile bir­ likte Kırım’a, Mengligerey Han’ın sarayına gittiğini yukarda söyle­ miştik. O sıralarda Kırım ile Moskova arasında tam bir dostluk hüküm sürmekte idi. Mengligerey Abdüllâtif’i Moskova Knezi yanma gönder­ mişti. III. Ivan bu Kazan hanzadesini memnuniyetle kabul etmiş, ve kendisine Zvenigurod şehrinin idaresini vermişti. Bu suretle yeni Kazan Han’ı Ruslar arasında kalmış, Rus tesirinde büyümüş, ve III. Ivan’ın itimadım fazlasiyle kazanmış bulunuyordu. Abdüllâtif Kazan’a geldiği zaman yirmi yaşında idi. Onun tahta çıkış merasiminde bulunmak üzere kalabalık bir Rus elçilik heyeti de Kazan’a geldi. Abdüllâtif’in Hanlığı, yine Rus nüfuzunun artmasına yol açtı. Buna karşı bazı gurupların ayaklanarak, Mamuk Han’ın biraderi Agalak’ı Kazan tahtına getirmek istedikleri biliniyor. Ezcümle Kazan büyük­ lerinden Urak (o sıralarda Sibir’e iltica etmişti) 1499 da böyle bir teşeb­ büste bulundu ise de başarı sağlayamadı. Kel - Ahmed duruma hâkim oldu ve Abdüllâtif’i korudu. Zaten Han genç olduğundan bütün iş Kel- Ahmed’in elinde idi. Fakat Abdüllâtif yirmibeş yaşma gelince durum değişti. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLEHİ YE DEVLETLERİ 167

AbdüUâtif Han’ın ®-aI1 ^a.xaamiyle müstakil ve millî politika takibine m;n; siyaset girişti. Bunun üzerine Kel-Ahmed 1502 yılı haşamda, takibe başlaması Moskova ile anlaştıktan sonra, Abdüllâtif’i tahttan indirdi ve Han’ı Rusya’ya göndertti. AbdüUâtif, Rus­ ya’da tam bir cani muamelesine maruz kaldı ve Beloozero şehrinde hapsedildi. Kazan tahtına, Moskova’nın sadık bendesi olan Muhammed- Emin (dördüncü defa) geçirildi(1502).

KAZAN’DA RUS NÜFUZUNUN KIRILMASI

, _ . Bu defaMuhammed-Emin’in hiç beklenmedik bir hareket .lluhaıruncıl-hmın ^ 1 Han’m miiH yaptığını görüyoruz: O, Kel-Ahmed gibi gayet kurnaz riyaseti bir devlet adamı olduğu gibi, Moskova’yı da atlatmağa muvaffak oldu. Bir bahane bularak Kel-Ahmed’i tevkif ettirdi ve devlet idaresine müdahalesine son verdi. Bunun üzerine Kazan’da yerli “ Millî Parti” galebe çaldı. Muhammed-Emin Han, bu de­ fa Moskova ile de fazla hesaplaşmak niyetinde olmadığını açığa vurdu. III. İvan artık çok ihtiyarlamış olduğundan, Moskova tarafından fazla bir baskı beklenemezdi. 1505 yılı İlkbaharında Kazan ile Moskova arasında bazı anlaşmazlıklar bile oldu. Kazan’da Ruslar’m hudutsuz nüfuzları ve ölçüsüz zorbalıkları, İktisadî imtiyazları ötedenberi yerli ahalinin gücüne gidiyordu; fakat Kel-Ahmed’in hâkimiyeti zamanında buna karşı hiç bir şey yapmak imkânı olmamıştı. Bu defa, Muhammed- Emin Han yerli ahalinin ve Hanlığın hakikî menfaatlarmı korumak için politikasına millî bir yön vermek zaruretini hissedince, Rusya’ya karşı birçok yıldanberi beslenegelen kin ve nefret birdenbire patlak r. . . , ,. verdi: 24 Haziran 1505 tarihinde, tam Kazan panayırının Kağan şehrindeki 1 ^ Ruslar’ın katliâmı, açıldığı gün, Kazan’da bulunan Rus tüccarlarından çoğu 1505. Kazanhlar tarafından katille, malları yağma edildi ve hayatta bırakılan Ruslar da tevkif edildiler. Bu hareketin bütün Kazan ahalisi tarafından tasvip edildiği anlaşılmaktadır. Bununla Kazan Hanlığı Moskova’ya karşı meydan okumakta idi. Hanlık hudut­ ları içinde bulunan bütün Ruslar tevkif edildikten sonra Muhammed- Emin büyük bir Kazan ordusu ile, o sıralarda yardıma yetişen Nogay kuvvetleri ile birlikte, 1505 yılı sonbaharında Moskova’ya karşı bir Kazanblar’m Rus se^er aî tl- ^ hedefi Nizniy-Novgorod şehri teşkil Seferi, 1505. etmişti. Fakat, hem mevsimin artık geç oluşu, hem de bu şehirde bulunan Litvanya’lı tutsakların ateşli 168 r v - x v x n . yüzytllahda t ü h k k a v î m l e h İ v e d e v l e t l e b î

silâhlarla Kazanlılar’a karşı koyması üzerine, Muhammed-Emin geri döndü. Ertesi sene 1506 da Ruslar büyük bir kuvvetle Kazan’a yak- T, , laştılar; fakat hem şehirden, hem de Rus ordusunun Kumti yanında Ruslar’m gerisinden yapılan âni bir hücum neticesinde Moskova- yeuilgisd, 1506. Rus kuvvetleri büyük bir yenilgiye uğradılar (22 Mayıs 1506). Bir müddet sonra Rus atlı kuvvetleri de K'azan yanma geldilerse de, onlar da 22 Haziran’da bir daha yenildiler. Bunun üzerine Ru* kuvvetleri Kazan Hanlığı arazisinden tamamiyle çekilmek zorunda kaldılar. Muhammed-Emin’in 22 Mayıs ve 22 Haziran 1506 daki zaferleri Kazan Han’ı Uluğ Muhammed Han’ın 1445 deki zafer­ lerini andırmakla beraber, neticesi aynı olmadı. Uluğ Muhammed o zaman Moskova’yı tamamiyle boyun eğmeye icbar etmişti; halbuki Muhammed-Emin bu zaferlerim müteakip Moskova ile anlaşmak mec­ buriyetini hissetti. Bunun sebepleri: Hem Kazan’m içindeki istikrarsız­ lık, hem de Moskova’ya karşı her zaman başarılı savaşların yapılamıya- cağının arılaşılmış olmasıdır. Çı'ink.ü Kazan’m içinde bir türlü parti mücadelelerinin önü ahnamıyordu. Diğer yandan Rus ordusu AvTupa’lı ustaların yardımları sayesinde gittikçe üstün bir silâh (top ve tüfekler) kullanmağa başlamıştı; zaten Moskova artık Uluğ Muhammed zamanın­ daki Rusya değildi. Kazan Hanlığı ise Moskova-Rusyası’na karşı tek başına, daima muvaffakiyetli bir mücadele yapacak kudrette değildi. Muhammed-Emin’i Moskova’ya karşı barışçı siyaset takibine icbar eden âmiller bunlar olsa gerektir. Ruslar’a karşı arka arkaya iki zafer ka­ zanmakla Kazan Hanhğı’nın askerî kudretinin henüz tükenmemiş olduğu gösterilmekle, Moskova’ya gereken ders verilmiş oluyordu. Muhammed- Emin’in bu zaferleri sayesinde Ruslar’m istedikleri gibi Hanlığa müda­ halelerinin de önü alınmış bulunuyordu. Bu savaşları müteakip Kazan ile Moskova arasında normal siyasî münasebetlerin Kazan-Moskova ]turu]lnaal gecikmedi. 1508’de Kazanhlaı Rus esirlerini arasmda D “ Ebedî banş” , 1512. ser^est bırakmağa razı oldular. Anlaşma bununla da kalmadı; Muhammed-Emin tarafından Moskova’ya gön­ derilen elçi Seyyid-Şah Hüseyin vasıtasiyle 1512 yılının Şubat’mda Kazan, ile Moskova arasmda bir “ ebedî barış” akdedildi. Bunun üzerine Rusya ile Hanlık arasındaki münasebetler tamamiyle düzeldi ve gayet dostane bir şekil aldı. Umumiyetle bu sıralarda Kazan ve Kırım Hanlıkları ile Moskova arasmda çok iyi münasebetler kurulduğu görülmektedir; o derecede ki, Mengligerey’in hatunu Nur-Sultan, Mengligerey’in oğlu Sahibgerey ile birlikte 1510 yılında Rusya ve oradan Kazan’a büyük rv-xvm. yüzytllakda t ü k k k a v İm l e e İ v e d e v l e t l e r i 1 69

bir seyahat yaptı. Maksadı Rus tutsaklığında bulunan AhdüUâtif’i ve Kazan Han’ı olan Muhammed-Emin’i görmekti. Ahdüllâtif Kırım Ham’nın talebi üzerine 1508 de serbest bırakılmıştı. Nur-Sultan’a Mos­ kova Knezi tarafından parlak bir istikbal yapıldı. Nur-Sultan Sahibgerey ile birlikte Kazan’a geldi ve burada dokuz buçuk ay kaldı.

Muhammed-Emin Han’ın 1506 dan sonraki zamanı Kazan Han- Jığı’nın yeniden kuvvetlendiği ve millî bir politika takip ettiği bir devir­ dir. Fakat Muhammed-Emin ile birlikte bu devir de sona ermiştir. Henüz kırk sekiz yaşında iken 1516 da ağır bir hastalığa tutuldu. Bununla yeniden taht-ı veraset meselesi ortaya çıktı. Meşru varis olarak Muhammed-Emin’in biraderi Ahdüllâtif vardı. Onun 1508 de serbest bırakıldığını görmüştük. Fakat Rus siyasetini takip etmek istemediği gibi, millî hisleıini de gizlemediğinden, Moskova düşmanı sayılıyordu. Bunun için 1512 de onun yeniden tevkif edildiğini görüyo­ ruz. Muhammed-Emin’in ve Kazanlılaı ’ın Abdüllâtif’in tayinini isteme­ leri üzerine, Ahdüllâtif 1516 da tekrar serbest bırakılmış ve kendisine Koşira şehri arpalık olarak verilmişti.

Moskova’nın Kazan’dan gelen istekleri yerine getirmeğe muvafakati ancak zahirî idi. Kazan tahtına Ahdüllâtif gibi müstakil ve Rus düş­ manlığım esas tutan birisinin gelmesi hiç bir veçhile Rusların işine gelmiyordu. Bunun için Moskova’ca Kazan tahtına tamamiyle Rus Moskova Kazan siyasetine uygun bir hanzadenin getirilmesi gerekiyor- tahtına kendine ^ır. Ruslar’m işine yanyacak bir hanzade Kasım’da uygun hir namzet bulunmuştu. Şeyh Evliyar’m oğlu Şah-Ali, o sıralarda hazırlıyor s onbir-oniki yaşlarında olduğundan, Kazan’ a gönderildiği Şah ■ Ali. takdirde Moskova onun namına Hanlığın idaresini ele alabilecekti. Üstelik bu genç tamamiyle Rus muhiti ve terbiyesinde yetiştiğinden, Ruslar’a düşman olamazdı. Bilhassa Kazan’da tutuna­ bilmesi için daima Rus yardımına muhtaç olacaktı. Moskova hükü­ meti Şah-Ali’ye Kazan tahtım garanti etmek makşadiyle Âbdüllâtif’i büsbütün ortadan kaldırmağa karar verdi. 1517 de Abdüllâtif’in “bilinmeyen bir sebeple” öldüğü, yani Ruslar tarafından öldürül­ düğü anlaşılıyor. Bununla Kazan tahtının meşru namzedi ortadan kalkmış ve Şah-Ali’ye rakip kalmamıştı. Muhammed Emin 1518 Aralık ayında öldü. Onunla Uluğ Muhammed sülâlesi de sona erdi. Kazan’da Mengligerey’in oğlu Sahibgerey’i tahta çıkarmak 170 rv-xvm . YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

Şah Ali isteyenler vardı. Fakat Moskova’nın talebi üzerine Şah- n ,„. Ali’nin namzetliği galebe çaldı ve Kazanlılar da onu ilân ediliyor Han olarak tanıdılar. Bu iş için Moskova’ya kalabalık bir elçilik Heyeti gitti ve 1 Mart 1519 da Şab.-Ali Mosko­ va’da Kazan Han’ı ilân edildi. Kının Hanı “ Gereyler’e düşman bir sülâ­ lenin” Kazan tahtına geçirilmesini protesto etti ise de bunun hiç bir neticesi görülmedi. Şah-AJi Rus elçilerinin refakatmda Kazan’a gitti ve Nisan’da merasimle tahta çıktı. Bununla Kazan’da tam bir Rus taraftarı olan bir hanın saltanatı başlamış oldu1. Vücudunun teşekkülü ve çehresi itibariyle de gayet çirkin ve antipatik olan (kısa bacaklı, büyük karınlı ve kocaman kafalı) Şah-Ali, uzun kolları ve ince sesi ile bir “ maymun tesiri” bırakıyordu. Şah-Ali Kazan’da ilk günlerinden itibaren sevilmedi.

Kazan’da Rus nü ^aten devlet işleri tamamiyle Rusların eline geçmişti, {uzunun artması. R us zulmü mütemadiyen artmakta idi. Rus elçisi Feodor Karpov, devlet idaresinin dizginlerini elinde tutuyordu. Kazan’da “ ham korumak” bahanesiyle kuvvetli bir Rus kıtası bulunduruluyordu. Bu durum karşısında halk arasında hem Şah-Ali’ye, hem de Ruslar’a karşı düşmanlık arttı ve nihayet memnuni­ yetsizlik umumi bir hal aldı. Kazan’da Şah-Ali’yi tahttan indinnek için hazırlıklar yapılmakta idi. Bu maksatla Kırun Ham ile gizli müna­ sebet tesis edildi. Tthta Sahibgerey’in geçirilmesi bahis mevzuu idi. 1521 İlkbaharında Sahibgerey 300 Kırnn’h askerin refakatinde Kazan’a müteveccihen yola çıktı ve hiç beklenilmeyen bir zamanda Kazan’a geldi.

KAZAN HANLIĞI’NIN KUVVETLENMESİ

c ı.-ı. ti Şah-Ali ve Rus müşavirleri kendilerini müdafaa edecek somogerey Ban, 4 1521.1524. durumda değildiler. Şehri bırakıp kaçtılar; şehirde Ruslar’a ve Kasım’h Tatarlar’a karşı umumi bir hareket başladı. Rus dükkânları yağma edildi ve sahipleri öldürüldü. Şah-Ali’nin Kasım’h muhafızlarından birçoğu kılıçtan geçirildi. Şah-Ali ise Mosko­ va’ya kaçtı. Kazan tahtına da Kırım’dan gelen Sahibgerey geçirildi (1521 İlkbaharı). Bu 6uretle 1519 dan 1521 e kadar süren ve Şah- Ali vasıtasiyle yapılan (o ancak 13 yaşında idi, kaçtığı zaman da 15

1 Hadi A tla sî’ye göre: “ Şeyh-Ali (Şah-Ali) sözün tam manasiyle (Satılık Tatar) olup, onda ne dinî ne de millî duyguların hiç bir eseri yoktu” . Kazan Hanlığı (Kazan 1913) s. 206. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜKE KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 171

yaşında idi) Rus hâkimiyeti Kazanlılar’ın kıyamı ile sona erdi. 1521 vak’ası Kazan ahalisinin kat’iyen Moskova’yı istemediğine bir delildir.

Kazan’da Kırım Sahibgerey’in Kazan tahtına geçmesini müteakip, îdil ve Osmanlı boyu’nun Kırım Hanlığı ve dolayısiyle Osmanh Devleti nüfuza ile eskisine nisbeten daha yakın bir münasebet tesis ettiğini görüyoruz. Mengligerey’in ölümünden sonra (1516) Kırım tahtına oğlu Muhammedgerey geçmişti. Sahibgerey onun kardeşi olduğundan, iki kardeş biri Bahçesaray’da, öbürü Kazan’da tahtı işgal ediyorlardı. Kazan ile Kırım arasındaki dostluk derhal kendini Mo kova’ a hücum S°Bter(^*‘ Sahibgerey Kazan’da yerleşir yerleşmez Mos- 1521. kova’ya sefer açtı. Kırım Han’ı da güneyden Ruslar’a hücum etti. Kazardılar Nizniy-Novgorod’u işgal ettikten sonra, Kolomna şehri üzerine yürüdüler; o zaman zarfında Kırımlılar Oka nehrini geçerek Ruslar’ı yenmişlerdi. Kazan ve Kırım kuvvetleri Kolomna’da birleştiler ve birlikte Moskova üzerine yürüdüler. Moskova büyük Knezi III. Yasiliy payitahtını bırakarak Volokolamsk’a kaçtı; Rus payitahtında panik başgöstermiş, yangınlar ve yağmalar başlamıştı. Kazardılar ve Kırımlılar 25 Temmuz (1521) da Moskova’nın yakınındaki knezlerin sayfiyeleri mahiyetindeki “ Vorob’evy gory” mevkiine gel­ diler. Etraftaki köy ve kasabaları yaktdar. Bu vaziyet karşısında III. Vasiliy sulh istemekten başka bir çare kalmadığını gördü ve Moskova için gayet ağır şartlan havi bir barışı kabul etti1. Buna göre: Moskova Kırım Ham’nın vassah olmayı ve her yıl Kırım Ham’na vergi ödemeyi taahhüd etti. Bu suretle Kazan ve Kırım kuvvetlerinin birleştikleri ve aynı zamanda hareket ettikleri takdirde Ruslar’ı yenmenin ve itaata icbar etmenin mümkün olacağı 1521 yaz seferleri ile görülmüş oldu. Sahibgerey Han birçok ganimet ve esirle Kazan’a döndü. Moskova’nın Kazan’daki nüfuzu tamamiyle kırılmış ve Ruslar’m Hanlığa müdahale­ leri de sona ermişti. Sahibgerey Han’ın tam bir Rus düşmanı olduğunu görüyoruz. O, her fırsatta Kazan’da Ruslar’m çoğalmamaları ve nüfuz sahibi olmamalan için tedbirler alıyordu. Kazardılar da Han’a bu hususta müzaheret etmekten geri kalmıyorlardı. 1521 Rus hezimetinden sonra iki yd içinde Kazan’da yeniden Ruslar çoğalmışlardı; yani Kazan’a barış yolu ile sızmak faaliyetine girişmişlerdi; bilhassa tüccarlar mühim bir kalabalık

1 N. M. K aram zin, VII, 68. 172 rvocvnı. yüzyillahda t ü b k k a v İ m l e r İ v e d e v l e t l e b İ

teşkil ediyorlardı. Çünkü Kazan şehri Sihir,Türkistan, tran ve Kafkas’tan gelen tüccarların Rus ve Baltık memleketleri tüccarları ile buluştukları bir şehir olmak itibariyle büyük bir İktisadî önemi haizdi. Rusların , r .. _ eski âdetleri üzere Kazan’da bir takım talepte bulun- Kazan dakı Kus tüccarlarını yağma duklan ve hattâ zorbalık yapmak istedikleri anlaşılıyor. Bunun üzerine 1523 de, Kazan’daki Rus tüccarları yağma ve tevkif edildiler. III. Yasiliy buna harp ilânı ile cevap verdi ve sabık Kazan Han’ı Şah-Ali’nin kumandasında bir Rus ordusu harekete geçti ise de, ancak Sura boyundaki Çuvaş ve Çirmiş köylerine hücumla yetindi; fakat ilerideki hareketlerde bir istinat noktası olmak üzere Sura (Suru)’mn sağ taraflarında, yani Kazan Hanlığı toprağında bir şehir kuruldu (Yasil’sursk). 1523 seferi hattı zatında bununla bitmekle beraber, Kazan ile olan harp sona ermiş değildi. III. Yasiliy bütün sonbahar ve 1523-24 kışında sefer hazırlıkları ile meşgul oldu. Tam bu sıralarda Kazanlılar için kötü sonuçlar verecek bir olay Kırım’da cereyan etti. Rus düşmanı ve Kazan Hanı’nın dostu olarak tanınan Muhammedgerey Han Astarhan yanında Nogaylar Hanlığı’nm tarafından öldürülmüş (1523), yerine Saadetgerey geç- Osmanh himayesi- inişti. Kırım’ın yeni hanı Moskova ile dost geçinmek ne girmek isteyişi, siyasetini takip ettiğinden, Kırım ile Kazan arasındaki 1523, işbirliği sona erdi. Sahibgerey Han, Kazan kuvvet­ leri ile Moskova’ya karşı duramıyacağım bildiğinden, Osmanlı Devleti’nin yardımını temine çalışmış olmalıdır. Bu hususta sarih bir şey bilinmemekle beraber, Osmanlı Padişahının (yani Ka­ nunî Süleyman’ın) Kazan’a yardıma mütemayil olduğu anlaşılnlakta- dır1. Galiba Sahibgerey Han tarafından İstanbul’a elçiler gönderilmiş ve belki de şu esaslar üzerinde bir anlaşma olmuştur: Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı gibi Osmanlı himayesine girecekti. Buna göre Kazan Hanları, Osmanlı Padişahı tarafından nasbedileceklerdi. Osmanlı Dev­ leti, Kazan Hanlığı’na Ruslar’a ve başka düşmanlarına karşı yaptığı harplerde yardımda bulunacaktı. Kazan ile İstanbul arasmda varıldığı söylenen böyle bir anlaşmanın metni, zamanı ve maddeleri bilinmemekle beıaber, 1523-24 de Moskova’da bulunan Osmanlı elçisi Mangup’lu İskender’in (bir Rum) Moskova Knezine: “ Kazan’m bundan böyle bir Osmanlı ülkesi sayıldığmı” söylemiş olması, İstanbul sarayında Kazan Hanlığı ile ilgilenildiğini hatıra getirmektedir. Bu 6uretle, 1523-24 de

1 N. M. K aram zin, VII, 80-81; S. S olovy ev, îstoriya Rossii I, 1644. IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 1 7 3

Kazan Hanlığı Osmanlı Devleti’ne tabi olmasa bile, İstanbul’a bağlı bir ülke durumuna gelmişti.

Mamafih İstanbul sarayının bu uzak memleketin mukadderatı ile fazla bir ilgisi olamazdı. Osmanlı Devleti’ni Balkanlar, Macaristan ve Avusturya en çok ilgilendirdiğinden, 1523-24de Kazan’a verilen “ yar­ dım vaadi” ancak plâtonik mahiyette kalacaktı. Moskova’da Osmanlı Padişahı’nm Kazan’a yardımda bulunamıyacağı bilinmiş olmalı ki, III. Vasiliy Türk elçisinin sözlerine kulak asmadı. Belki Mangup’lu İskender, el altından Bâb-ı ali’nin hakikî niyetleri hakkında Ruslar’ı aydınlatmış­ tır. Bunun üzerine III. Vasiliy Kazan’a karşı sefer hazırlıklarını arttırdı. Safagerey Han Kazan için çok nazik bir zamanda Sahibgerey Han’ın 1524-1531, yeğeni, yani Muhammedgerey Han’ın oğlu Safagerey 1533-1546, Kırım’dan Kazan’a getirilerek tahta geçirildi ve Sahibge- 1546. rey Han ise kendisi İstanbul’a gitti (1524 yaza doğru). Sahibgerey’in bunu niçin yaptığı açıkça bilinmiyor. Galiba Osmanlı Padişahı vasıtasiyle Kırım tahtını ele geçirmek ve Kı­ rım kuvvetleri ile Moskova üzerine yürümek niyetinde idi. Kazan’da tahta geçirilen Kırım şehzadesi Safagerey henüz 13 yaşında bulunduğun­ dan, kendi başına fazla bir iş yapacak durumda değildi. Diğer yandan İstanbul’da Kazan Hanlığı ile ilgilenilmiyor ve Moskova’ya karşı düş­ manca bir hareket görülmüyordu. Sahibgerey Han da bir daha Kazan’a dönmedi ve Kırım tahtına geçmeyi beklemek üzere İstanbul’da kaldı. Rus kuvvetleri 1524 İlkbaharında Kazan’a karşı harekete geçtiler. 150.000 kadar askerden mürekkep ve birçok topları da olan bu ordu­ da Şah-Ali de bulunuyordu. Kazanhlar Züye () nehri yanın­ da Ruslar’ı durdurmak için bir teşebbüs yaptılarsa da, başarı elde edemediler. Mamafih Volga boyunca inen ve toplarla diğer harp aletleri nakleden büyük bir Rus gemi kafilesi Kazanlılar tarafından imha edildi. Kazanlılar bu önemli başarıdan faydalanmasını bilemiyerek büyük bir hata işlediler; Rus atlı ve yaya kuvvetlerini ayrı ayrı yenmek için bir karşı hücumda bulunmadılar. Ağustos ortalarında (1524) büyük Kazan’ın Ruslar ^ us ordusu Kazan şehrinin yanına geldi ve şehri tarafından kuşattı. Mamafih Kazan atlı kıtaları kalenin dışında muhasarası, 1524. kaldığından, Ruslar’a iki taraftan hücum yapılmakta idi. Bunun için Ruslar fazla dayanamadılar ve Kazan’la bir barış akdine yanaştılar. Buna göre: III. Vasiliy, Safagerey’i Kazan Han’ı olarak tanıdı. Barış sağlandıktan sonra Rus ordusu 174 IV-XV1II. YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ geri çekildi. 1524 seferi, büyük hazırlıklara rağmen Moskova’ya hiç bir şey temin etmedi. III. Vasiliy, Kazan’a karşı askerî bir Ruslar Kazan’a ^ar^e in diremeyince, bu defa bu ülkeyi iktisaden karşı iktisadi savaş Çökertm ek yoluna saptı. Rus tüccarlarına Kazan pana- ilân ediyorlar yırına gitmek yasak edildi. Ruslar bundan böyle Nizniy- Novgorod’da ticaret yapacaklardı. Moskova Knezi’nin bu tedbiri Ruslar’m kendileri tarafından şiddetli bir mukavemet gör­ müş ve nihayet Kazan ile Nizniy-Novgorcd arasındaki Makaryev ma­ halli panayır yeri olarak tesbit edilmişti. (Nizniy-Novgorod’a nakledip, tâ son zamanlara kadar yapılagelen bu panayıra Kazan Türklerince “ Mekerce” (Makaryev) denmesi bundan ileri geliyor). Safagerey Han genç olmakla beraber, etrafında kuvvetli şahsiyetlerin bulunduğu, Ruslar’a karşı kazanılan zaferle isbat edilmişti. Sahibgerey Han tarafından çizilen yol takip edilmekte idi. Kazan Hanlığı, tam manasiyle müstakil bir devlet olarak devam edip gidiyordu. Moskova ile diplomatik münasebetler yapılmakta ve elçiler gidip-gelmekte idi. Bu sıralardaki devlet adamları ve elçiler arasında beylerden Kazı, Çura, Tabay, Danay, Mamış, Kurat, Bulat ve Oğlan Alpay’ların adı geçmekte­ dir. 1529 da Moskova ile yeni bir uzlaşma yapıldı. Fakat Ruslar ilk fırsatta Kazan’a karşı yeni bir hücuma hazırlandıklarından, aradaki barış ertesi sene bozuldu. 1530 da Moskova kuvvetleri 10 Temmuz’da Kazan’ın Ruskr Kazan’ı kuşatmağa kalkıştılar. Kazanlılar’a Nogay mir- taraûndan zasl bir miktar yardım göndermişse de bu defa Ruslar’m kuşatılması, 1530. hazırlıkları daha iyi olduğundan, Moskova ile anlaşma mecburiyeti hasıl oldu. Moskova’ya kalabalık bir elçi heyeti gönderildi. Bunların başında beylerden Tabay, Tevkel ve Bahşı (Bakşi-başyazıcı) İbrahim bulunuyorlardı. Bahşi İbrahim’in bu sıralarda dış münasebetler işinde önemli bir yer tuttuğu anlaşılıyor.

KAZAN HANLIĞI’NIN KUVVETTEN DÜŞMESİ

Kazan’da Rus Moskova hükümeti, Kazan Hanlığı’na askerî kuvvetle entrikaları boyun eğdiremeyince, siyasî manevralara baş vurdu; Kazan ahalisi arasında, ötedenberi mevcut ikilikten faydalanarak içten zayıflatmak politikasını takibe başladı. Kazardılar arasında bilhassa yüksek tabakada, Kırım’dan gelen yabancılara karşı umûmiyetle memnuniyetsizlik vardı; Ruslar’la anlaşmak isteyen parti bu yabancıları Kazan’dan kovmak ve nüfuzlarını kırmak istiyordu; rv-xvın. yüzyillakda t ü k k k a v İm l e r i v e d e v l e t l e r i 175

Kırım Hanları’mn Kazan’a yardımları durunca, Kazan daimî bir Rus baskısı ve tehdidi altında kaldığından, çok geçmeden harp tehlikesi başgöstermekte idi. Bunun içindir ki, Moskova ile anlaşmak arzusu yeniden canlanmağa başladı. Ruslar Kazan’da olup bitenleri yakından takip ettiklerinden bu durumdan istifadeye karar verdiler. Moskova’ya gelen Kazan elçilerini elde etmekle işe başladılar; o sıralarda Kazan’da büyük nüfuz sahibi olanlardan Mirza Küçük Ali (ICiçi-Ali) ve Bulat Şirin’in bu siyaseti muvafık gördükleri anlaşıldı. Bahşı İbrahim, Kazan ahalisine, Çuvaş, Çirmiş ve Ar’lara hitaben, Safagerey Han’a karşı ve Ruslar’la anlaşmayı istihdaf eden bir beyanname neşretti. Kazan’da bu hareketin başına Bulat-Şirin geçmiş ve Safagerey ile taraftarlarım kovmak maksadiyle hazırlıklara başlamıştı. Harekete Muhammed-Emin Han’ın hemşiresi Gevher-Şad’m etrafına toplanmakla dinastik ve meşrû bir şekil verilmek istenmişti. Başarı sağlandığı takdirde, Moskova hükümeti, Rusya’daki bütün Kazan’h esirlerin iade edileceğini ve “ Muhammed-Emin Han zamanındaki esasların” carî olacağım vâdediyordu; tahta da Şah-Ali’nin geçirilmesi söz konusu idi. Bu aday Kazan elçilerinin gözlerini açmağa ve Moskova’nın hakikî amaçlarını belirtmeğe yeter olmakla beraber, Kazan büyüklerinin şahsî ihtirasları, memleketin umumî menfaatlerini gözetmelerine mani oldu. Kazan’da, hakikaten millî bir rejim tesisine muvaffak olan Safagerey Han’a karşı bir hareket almış yürümüştü. Bunu Kazan’daki Rus elçileri ve Rus ajanları idare ediyorlardı. 1531 Mayısında Han’a karşı bir isyan hazırlığı meydana çıkarıldı. Buna dahil olanlar ve Kazan’daki Rus elçileri öldünilmek istenilince, is­ yan patlak verdi. Safagerey Han bu ayaklanma ürerine ailesi ile, kayın­ pederi olan Nogay Han’ı Mamay’m yanına kaçmak zorunda kaldı. Millî Parti’nin belli başlı mümessilleri olan Sihir Bey’i Rast, Safagerey’in Atalığı (mürebbisi) Ali-Şah Kul ve başkaları idam edildiler. Devlet idaresi Gevher-Şad’ın eline geçti, işbaşına Mirza Küçük Ali ve Bulat- Şirin getirildiler. Bu parti Moskova’nın tayin ettiği namzedi, yani Şah- Ali’yi kabul etmek istemiyordu, çünkü Şah-Ali’yi Kazan’da kimse Moskova’nın se''rmiyordu. Bunun üzerine Şah-Ali’nin biraderi Can namzedi Can Ali’nin tahta geçirilmesi kararlaştırıldı. Henüz onbeş Âli’nin Kazan tah- yaşında olan Can Ali’nin hanlığı, yalnız bir isimden tına geçirilmesi ibaretti. Hakikî kuvvet Gevher-Şad’m etrafında top­ lanan birkaç bey’in (Küçük-Ali, Bulat-Şirin ve Tabay) elinde idi. Yeni hükümet tam manasiyle Rus isteklerine boyun eğdiğin­ 176 IV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ den, Kazan ahalisinin teveccühünü kazanamadı. Fakat baskı ve şiddet altında kimse ses çıkaramıyordu. Kazan’da Rus nüfuzu ve tahakkümü o derece kuvvetli idi ki, Can Ali Han’ın evlendirilmesi ve seçilen namzet hakkında Moskova’nın muvafakatim almak mecburiyeti vardı. Han, Nogay Mirzası (yani Hanı) Yusuf’un kızı Süyüm-Bike ile evlenecekti; Moskova buna itiraz etmedi. Bununla Kazan tarihinin en sempatik ve kahraman kadınlarından olan Süyüm-Bike tarih sahnesine çıkmış oldu1. O, Millî gelenekleri çok kuv­ vetli olan Nogay Han’ı sarayında yetiştiğinden, bugünkü tâbiri kullanır­ sak, tamamiyle “ millî Türk ruhunda” büyümüştü. Bunun için kocası Can Ah ile anlaşamadı. Rus taraftarı Can Ali’nin bu Nogay Han’ının kızını sevmediği kaynaklarca da tesbit edilmiştir. Mamafih bu sıralarda Süyüm-Bike’nin devlet işlerinde nüfuzu ve tesiri olmadığı malûmdur. Kazan’m idaresi ikinci bir bayan’m elinde idi: Gevher-Şad’ın ve etra­ fında toplanan büyüklerin hâkimiyeti devam etmekte, Can Ali Han bu gurubun âleti durumunda idi. Hattâ Gevher-Şad ve partisinin elverişli durum zuhur edince “ millî siyaset” takibe başladığı görül­ müştü.

„ , , .. Moskova Büyük Knezi III. Vasiliy’nin ölümünü mütea- Kazan da Rus nu- J fazıma karşı ayak- (1533), Kazan’da Ruslar’a karşı düşmanca hareket Ianma ve Can-Ali kuvvet buldu ve “ Moskova mümessili” sayılan Can Han’m öldürül- Ali Han, 25 Eylül 1533 de ayaklanan Kazan hakb tara- mcsı, findan öldürüldü. Kazan Hanlığı tarihinde ilk ve son defa olmak üzere bir han kendi tebası tarafından öldürülmüş oldu. Bu münasebetle Kazan’da epey gürültü patırdı kopt-u, hattâ Rus taraftan olan bazı beyler (Şaban Yapançı, Şah- Bulat, Yapançı, Karamış, Kursul, Yavluş) Moskova’ya kaçtılar ve Şah-Ali’yi tahta geçirmek plânım kurdular. Halbuki Kazan ahalisi ve büyüklerin çoğunluğu Kırım Hanlığı ve Nogay ulusu ile daha sıkı işbirliğini arzu ettiğinden, Gevher-Şad’ın etrafında toplanan gu/up Safagerey’in yeniden tahta çıkarılmasına karar verdi. Safagerey derhal Kazan’a geldi ve ikinci defa tahta çıktı (1533 Sonbaharı); Can-Ali Han’dan dul kalan Süyüm-Bike de Safagerey’in hatunu oldu.

1 Hadi A tlasî, Süyün-Bike, Kazan 1911. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 177

Kazanlılar’ın Rus H ân çok geçmeden Ruslar’a karşı tecavüzî hareke- sefcri, 1536. te geçti- 1536 da Kazanhlar Nizjniy-Novgorod’a, 1537’de Murom tarafına hücumda bulunarak, ba?ı Rus kıtala­ rını imha ettiler. Kırım Hanı (sabık Kazan Hanı) Sahibgerey’in “ Kazan ile müttefik olduğunu” Moskova Knezi’ne bildirmesi ile Safagerey Han’ın mevkii büsbütün kuvvetlendi. Fakat Moskova, III. îvan’m 1487de Kazan’ı işgal ettiğini ileri sürerek, bu hanlık üzerin­ de tarihî bir hakkı olduğunu iddia ediyordu. Mamafih, Kırım’ın müda­ halesinden çekinen Moskova, meseleyi barış yolu ile hal cihetini tuttu ve Kazan’a karşı büyük bir sefer açmadı. Bu suretle Sahibgerey Han’m tazyiki sayesinde Hanlık Rus hücumundan kurtulmuş oldu.

Kazan’da i Safagerey Han’ın bu defaki saltanatı Moskova’ya karşı mücadele. başarılı olmakla beraber Kazan’ın ezeli iç hastalığı tekrar nüksetti: Partiler mücadelesi! Beylerden Bulat, Safagerey Han’a karşı düşmanca davranmakta idi; bu kişi, sırf şahsî çıkarları ve ihtirası yüzünden Rus dostluğu yapıyordu; 1541 de Bulat’m idaresinde bir muhalefet hareketi faaliyete geçti; bu gurup Safagerey Han’ı düşürmek ve Şah-Ali’yi tekrar Kazan’a getirmek maksadiyle el altından Moskova ile münasebet tesis etti. Ruslar bu maksatla Kazan’a karşı sefer hazırlıklarında bulunurlarken, yine Kırım’ın müdahalesi yüzünden bu sefer akim kaldı. 1545 de Moskova kuvvetleri, 1469’da olduğu gibi, Yolga ve Vyatka yolu ile Hanlığa iki cihetten hücum yapmak istedilerse de hiç bir netice elde edemediler. Safagerey Han, kendisini devirmek isteyenlere karşı şiddetli ted­ birler aldı. Ezcümle Gevher-Şad ve beylerden Bulat’m siyasî faaliyetle­ rine son verildi. Fakat muhalefetin kaldırılmasına imkân yoktu. Bu defa Seyyid Burhan, Kadış Bey ve Çııra Narık’lann başmda bulunduğu bir gurup Han’a karşı faaliyete’ geçti. Bu gurup da Moskova ile münasebet tesis etti ve Ruslar’dan yardım istedi. Görülüyor ki, Kazan büyükleri sırf hâkimiyeti ele geçirmek, nüfuz sahibi olmak sevdasiyle hareket edi­ yorlar ve buna ulaşmak için de Kazan Hanhğı’nın ezelî ve ebedî düşmanı olan Moskova ile münasebete girişmek, Ruslar’ı Kazan’ın iç işle­ rine karışmağa davet etmekten asla çekinmiyorlardı. Safagerey Han gibi tam bir “ millî Türk ve Müslüman” siyasetini, Kazan’ın tamamiyle müstakil bir devlet olması politikasını, takip eden bir Hanın mevkiini sarsmak yolunda bu kişiler ellerinden gelen bütün gayreti sarfediyorlardı. Kazan Hanlığı’nı uçuruma götüren en mü­

F . 12 1 7 8 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

him âmil de işte bu olmuştur. 1546 Ocak başlarında Kazan’da Safagerey Han’a karşı isyan patlak verdi. Safagerey Han tahttan indirildi ve Kazan’da bulunan birçok Kırımlı da öldürüldü. Sa­ fagerey Han ise Nogay ulusunun merkezi olan Saraycık şehrine gitti; oradan da Astarhan’a hareketle, buradan bir miktar asker tedarikinden sonra Kazan’ı muhasara teşebbüsünde bulundu ise de, topu, tüfeği olmadığından şehri alamadı.

Şah Ali Han müddet içinde Kazan’da hâkimiyet Seyyit-Burhan, 1546. Kadış ve Çura Narık’ın ellerinde idi. Onlar Moskova’ya elçi göndererek Şah-Ali’nin Kazan’a Han olarak gön­ derilmesini rica ettiler. Şah-Ali’nin 1521 de Kazan’dan koğulmasım müteakip başından birçok şey geçmişti. O, dokuz buçuk yıl kadar Mos­ kova sarayında kalmıştı. Biraderi Can-Ali’nin Kazan tahtına çıkarılması üzerine, Moskova hükümetine darıldığı ve hattâ el altından bazı hareketlerde bulunduğu anlaşılıyor. Bu yüzden tevkif edilmiş ve kuzeyde Beloozero’ya sürülmüştü. Şah-Ali’nin maiyyetindeki oğlanlar, mirzalar, beyler ve diğer kimseler, karıları ve çocukları ile Tver’ (Kalinin), Pskov, Novgorod, Oreşek (Schlüsselburg) ve Keksholm hapishanelerine kapatıl­ mışlardı; onlar: Ruslar’a yaptıkları uşaklıklarının mükâfaatmı bu suretle alm ış oldular. Bu mahpusların, hastalıktan öldükleri ve ölmiyenlerin de zorla öldürüldükleri Rus kaynaklarında yazılıdır. Kadın ve çocukların da zorla vaftiz edildikleri biliniyor. Şah-Ali’nin ise Beloozero’da üç yıl kaldıktan ve biraderi Can-Ali’nin ödürülmesinden sonra Kazan tahtına Safagerey’in çıkması üzerinedir ki, durumu düzeldi; çünkü Şah-Ali Moskova tarafından Kazan tahtına çıkarılabilecek yegâne namzetti. Bundan dolayı 1535 sonunda serbest bırakıldığını ve hattâ mera­ simle Moskova’ya geldiğini ve Kasım ülkesinin başına geçirildiğini görüyoruz. 1543 de ise kendisine Koşira şehri arpalık olarak verilmişti. 1546 da ikinci defa Kazan tahtına geçirildiğinde 35 yaşında idi. Şah-Ali 13 Haziran 1546 da, Moskova elçilerinin huzurunda mera­ simle Kazan tahtına geçti; fakat bu defaki hâkimiyeti ancak bir ay sürdü. Çünkü Safagerey Nogay Mirzasından aldığı önemli bir yardım ve galiba, Kazan’m içinde de taraftarlar bulması sayesinde, şehire girmeğe muvaffak Safagerey’in ° ^ u- Şah-Ali ise Kasım ülkesine, Rus himayesine kaçtı. ı.airÎTniy»ri Bu suretle 1546 Temmuz ortalarında Kazan tahtına ve ölümü, 1546. üçüncü defa olmak üzere Safagerey Han geçti. Safa­ gerey yeniden hâkimiyeti ele alınca, Kazan’da şiddete başvurdu; kendisine karşı koyan büyük beylerden birçoğu idam edildi; ÎV-XVIII. YCZYILLASDA TÜBK KAVİMLER! VE DEVlETLERİ 179 bunun üzerine 76 bey de Kazan’dan kaçarak Moskova’ya gittiler. Bu şiddet siyaseti neticesinde Moskova ile anlaşmak isteyenler partisi imha edilmiş ve millî parti de idareyi eline almış ve Kazan’da iç istikrar teessüs etmiş gibiydi. Fakat Safagerey Han’ın bir talihsizlik eseri ancak 42 yaşında iken, 1546 yılının Mart’ında ani ölümü bu istikrara son verdi ve Hanlığın sür’atle sukuta doğru gitmesine yol açtı. Safagerey Han, Can-Ali’den dul kalan Süyüm-Bike Hatun ile evlen­ mişti; ilk karısından olan büyük yaştaki oğulları Kırım’da bulunuyorlardı. Sahibgerey Han’ın nedense bunlardan birinin Kazan’a han olarak gitme- ötemijgerey, arzu etmemesi üzerine, Kazardılar, Safagerey’in 1546. Süyüm-Bike’den olan, henüz üç yaşındaki oğlu ötemiş- gerey’i tahta çıkarmak mecburiyetinde kaldılar. Süyüm- Bike oğluna niyabet edecek ve Kırım’lı Koçak Oğlan da devlet işle­ rine bakacaktı.

Süyüm Bike Türk millî geleneklerine bağlılığı ve ötedenberi Moskova Hatnn-Naibe düşmanlığı ile temayüz etmiş olan Nogay’h Yusuf Miıza’nın kızı Süyüm-Bike, babasından aldığı terbiye ve ikinci kocası Safagerey Han’ın tesiri ile Kus düşmanı olarak tanınmış­ tı; millî partinin mümessili sıfatiyle Kazan yurdunda ve Kazan Türkleri tarihinde en çok sevilen ve anılan bir kahraman olarak ad kazanmıştır.

Korkımç tvan IV Moskova Rusyası’ndaki durumun Kazan Hanlığı üze- Moskova Çan rinde daima tesiri olduğunu bu defa bir daha görmek­ teyiz. 1547 yılında henüz 17 yaşında olan tvan IV. (sonraki adı ile: Korkunç Ivan, îvan III.’m torunu) Moskova büyük Knezlerinden ilki olarak “ Çar” lâkabını almış ve saltanata başlamıştı. Metropolit Makariy gibi, çok mutaassıp ve bilgili bir papazın telkin­ leri, Peresvetov adlı Çar’a yakın duran başka birinin Çar’a fütuhat yapması yolundaki tesirleri saikiyle, îvan IV. “ Cennet misüllü bir yer olan” Kazan Hanhğı’nı zapta karar vermişti.

Çar îvan IV ’ın ^ar’ tam 1^48 sonunda büyük bir ordu ve toplarla L k »— Seferi Kazan’ı almak maksadiyle bir sefer açtı; fakat 1549 ve geri dönüşü yılı Şubat ayı başmda Idil (Volga) nehrinde ani olarak (1548 sonu, buzların eridiği bir sırada Rus topları nehire düşerek 1549 Şubat) battığından, Rus ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Çar, kendisini Ivan III.’m hakikî halefi biliyor ve dedesinin çizdiği yoldan yürümeğe azmetmiş bulunuyordu. Kazardılar 1549 da ötemiş- 180 IW XW I. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ gerey’in Han seçildiğini İvan’a bildirince, Çar, Moskova Hükümetinin muvafakati olmaksızın Kazan tahtına geçirilen ötemişgerey’i tanıma­ dığını beyan etti. Moskova hükümdarının bu sözleri Rusların Kazan’a karşı pek yakında harekete geçeceklerini gösteriyordu. Nitekim 1550 de bir Rus ordusu Şah-Ali ve Astarhan hanzadelerinden Yadigâr (son­ raki Kazan Ham) ile birlikte Kazan üzerine yürüdü. Çar Ivan IV., etrafındakilerin telkini ile, behemehal Kazan şehrini alıp, saltanatının daha başında şan ve şöhret sahibi olmaktan başka, hem siyasî hem de stratejik ve ekonomik bakımdan Moskova Rusyası için ele geçirilmesi çok önemli sanılan Kazan Hanlığı’nı ortadan kaldır­ maya karar vermişti. 1549 yılı başındaki seferin başarısızlıkla bitmesine bakmaksızın; Çar Ivan yeni bir sefer hazırlığına girişti, İdil suyuna düşen topların telâfisi işine hız verildi, Moskova’daki Alman ustalar marifetiyle birçok yeni top döküldü.

Çar Ivan IV ’ın ***ar’ Kazan’a karşı seferde en çok toplara güveniyordu. İkinci t ™ » Çar’ın Kazan’a karşı sefer açmasına bir sebep de vardı; Seferi, Şubat 1S50. yukarıda da belirtildiği gibi, Kazan tahtına Safagerey Han’ın ölümünden sonra ancak üç yaşında olan ötetniş- gerey geçirilmişti; Kazan elçileri bu küçük Han’ın tasdikini dileyerek Moskova’ya gelince, Ivan IV. ötemişgerey’in tahtta kalmasına muva­ fakat etmiyeceğini bildirdi. Kazanlılar buna aldırmayınca, Ivan IV. sefer açmaya karar verdi. Tabiî bu ancak bir bahane idi. 1549 son­ baharında, Çarın emri ile türlü Rus birlikleri Kazan sınırına doğru harekete geçtiler. Ivan IV. kendisi de 24 Kasım’da (1549)- sefere katıl­ mak üzere Moskova’dan ayrıldı; bu sefere Kasım Ham Şah-Ali de kalabalık bir Tatar kuvveti ile katılacaktı. Kazan’dan kaçarak Mosko­ va’ya gelen bir çok hain mirza ve beyler de Çar’a refakat edeceklerdi. Bütün Rus kıtaları Niiniy-Novgorod’da birleştiler ve çok sayıda top olduğu halde Kazan’m kuşatılması için Volga’yı takiben hareket ettiler. Ivan IV.’m kumandasında altmışbin kadar Rus askeri olduğu anlaşılıyor. Şah-Ali Han’ın da Kasım Tatarları en az yirmi-otuz bin kadar olsa gerektir. Bu kuvvetler 10 Şubat 1550 tarihlerinde Kazan’m surları dibine gelerek, şehire hücum ettiler1. Kazan şehri, kendi zamanına göre çok kuvvetli bir kale idi; mamafih surların büyük bir kısmı meşeden yapılan duvarlar arasına doldurulan

1 N. M. K aranızın, VIII, 75. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 181 toprak surlardan ibaretti. Şehrin on üç kapısı (dervazesi) vardı1; bunlar­ dan en mühimleri altı idi. Her kapının müdafaası, Kazan’ın en tanın­ mış beyleri tarafından yapılmaktaydı. Bu cümleden olmak üzere vaktiyle Kazan’da çok büyük bir şöhret sahibi olan Pulat Bik (kendisi o sıralarda artık vefat etmişti)’in oğlu Mamay Bik, Nur Ali Mirza ile birlikte (her halde Nur Ali Mırza’ya izafeten verilen) “ Nur Ali” kapısmı müdafaa etmekte idiler. Han Murçah Kapısı da (her halde Han Kapısı) bu devrin en tanınmış siması ve Süyüm-Bike Hatun’un başyardımcısı olan Kozıcak Oğlan (Rusların Koçak Oğlan dedikleri şahıs) tarafından tutulmuştu. Bu Kozıcak Oğlan, aslen Kırımlı olup Ruslar’a karşı mü­ cadelelerde çok büyük şan ve şöhret kazanmış, kahramanlığı ve cesareti ile tanınmıştı. Başka bir kapıyı da Ak-Muhammed Oğlan müdafaa ediyordu. Kazan’daki hocalar, sofular, dervişler ve şakirdlerin başına geçen ve Kazan’daki ruhanîlerin başı olan Seyyid Ata neslinden Kul- muhammed Seyyid de kapılardan birisini tutmuştu. Her halde “ Atalık” kapısı denen kapıda, cesareti ile bilinen Atahk (Han’ın mürebbisi) Barbulsun bulunuyordu. Altıncı kapıdada Bibars Bik’in kuvvetleri yer almışlardı. Bunlardan başka, tehlike başgösteren yere hemen yetişmek üzere teşkil edilen ihtiyat kuvvetlerine Nank Bik, Aygeldi Bik ve Ak- Metay Bik’ler kumanda etmekte idiler. Bu suretle Kazan’ın müdafaası gayet esaslı ve plânlı bir şekilde teşkilâtlandınlmıştı.

Kazan’m Çar tvan ■^■<^an geÇen beylerin kumandasındaki Kazan müdafi- tarafradan kuşatıl- ^er* anı ^ u9 hücumuna karşı sonsuz bir kahramanlıkla ması ve Rusların karşı koydular2. Fakat bu müdafaa çok zor olmuştu, hezimete uğratıla- Bir kere Çar ve Şah-Ali’nin askerleri büyük bir kalabalık rak koğnlmalan, teşkil ettikleri gibi, Rus askerlerinde ateşli silâhlar da Şubat 1550. ç0ktllı Tüfekten başka Kazanlılar’a en çok zayiat verdi- ıen silâh onbir aded ağır ve bir çok havan topu idi. Bu toplar bir batman (32 kilo) ağırlığında içi yanan madde ve kurşun ile dolu, bakır halkalarla kuşatılmış mermiler atmakta ve Kazan’ın içinde hem yangın çıkarmak hem de surları yıkmak itibariyle çok tehlikeli oldular. Topların ateşi müdafiler üzerinde bilhassa tesir icra etmekte ve korku yaratmakta idi. Tüfek ateşinin de Kazanhlar’ı epey zayiata uğrattığı anlaşılıyor. Hele geceleyin yapılan top atışları, semayı

1 N. F. K a lin in , Kazan (şehri plânı) s. 32-33. 2 Bkz. Ek. No. XV. 182 rv-xvni. YÜZYİLLABDA TÜBK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ aydınlatarak Kazan’m içine düştüğü zaman müdafileri dehşet içinde bııakmakta idi. Ruslar, hücumları ve top ateşleri tam 15 gün. ve gece devam etmesine rağmen, her hangi bir başarı elde edemediler. Ka- zanhlar bu Rus hücumuna yalnız karşı koymak şöyle dursun, bazen kapılardan anî çıkışlaT yaparak, onları büyük zayiata uğrattılar.. Bu durum karşısında Çar Ivan IV. daha fazla dayanamadı ve 15 Şubat günü kuvvetlerine çekiliş emrini verdi. Kazanlılar’m takibi ile pek çok ölü bırakıp kaçan Ivan IV.’m bu Kazan Seferi bu suretle tam bir başarısızlıkla sona erdi. Kazan şehrinin bu tarzda kahramanca müdafaası, o sıralarda Kazan’da bulunan Hacıtarhan’lı (Astarhanlı) ve “ Şerifî” mahlasını kullanan bir şair tarafından Zafernâme-i Vilâyet-i Kazan adı ile1 manzum olarak kaleme alınmış ve İstanbul’a, “ Sahib-i Devlet” kişilere (Sadr­ azam veya Padişaha, yani Kanunî’ye) gönderilmiştir. Bu müdafaanın Kazanlılar’da, Moskova’ya karşı dayanabüecekleri görüşünü kuvvetlendirdiği de muhakkaktır. Fakat bunu paylaşmıyanlar da olsa gerektir. Bilhassa, az sonra Kazan’daki iç anlaşmazlıklar yüzün­ den Kırım'dan ve Nogaylar’dan gelen kuvvetlerin. Kazan’dan gitmeleri ile bu şehrin müdafaa gücü epey sarsılmıştı. Kırım’a gitmek üzere Kazan’dan çıkan (daha doğrusu kaçan) Kozıcak Oğlan ve yanındakiler Çuvaşlar’ın ihanetine uğramışlar ve Moskofların eline düşmüşlerdi.

Kozıcak Oğlan ise Moskova’ya gönderilerek idam Çnra Bata Te edildi. Kazan ilinde Ruslar’a karşı mücadelede bil- .Kozıcak Batur * (Koluncak) hassa Kırım’dan gelen iki Batur ( Bahadır) büyiik Destanları şöhret kazandılar. Onlar, Moskof-Rus gâvuruna karşı yapılan savaşların en büyük kahramanları idiler. Dolayısiyle adları destanlara geçti ve nesilden nesile, ta son za­ manlara kadar anılageldiler. Narık oğlu Çura Batur, bilhassa Kı­ rım tarafındaki savaşlardaki kahramanlıkları ile şöhret bulmuş ve Ruslar’ı ağır kayıplara uğratmıştı. Kozıcak Oğlan’m ise Çura Batur ile birlikte Kazan’ı Ruslardan kurtarmak için nasıl savaştığı, nasıl heye­ canla yola çıktığı, savaşları ve diğer maceraları destanın konusunu teşkil etmiştir. YukaTida adı geçen Şair Şerifi, bu Kozıcak Oğlan’ı, cesareti bakımından Hz. Ali’ye benzetmektedir. “ Ediğe Destanı” gibi,

1 Z. V. Togan, Kazan Hanlığında İslâm Türk Kültürü, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi. C. III (1963), ss 179-204. Bkz. Ek No. XV. IV-XVIII. TTÖZYILLAHDA TÜHK KAVİMLEHİ V E DEVLETLERİ 183

“ Çura Batur ve Kozıcak” (Koluncak) Destanı da Sovyetler tarafından yasak edilmiştir. Güya bunlar balkın değil, sadece “ yüksek tabakanın, bikler ve mirzaların destanı” imiş.

Züye Kalesi’nin ^ar ^vaû IV- Kazaıı’ı alabilmek için Hanlığa yakın bir inşası, 15S1 yazı, sabada bir dayanak noktası yapılması gerektiği kanaa- tına varınca, Züye nebri’nin Idil’e döküldüğü yerde (Kazan’dan 60 kim, yukarıda) Sviyazsk (Züye) adı ile bir kale yapılmasını emretti. 1551 ilkbaharında inşasına başlanan bu kale kısa bir zamanda bitirildiBunun üzerine, dağlık tarafındaki Çuvaş ve Çirmişler, Moskova Çarı’nın tâbiyeti altına girmeğe başladı­ lar; Züye kalesi yapılmakta iken Kazan Hanlığı sahasına ait Idil ve Kama nehirlerinin geçitleri Rus kıtaları tarafından tutuldu ve Kazan şehri her taraftan abluka altına alındı. AMuka’nm tesiri ile Kazan’ da her türlü ekonomik faaliyet durdu. Şehirde heyecan baş gösterdi. Rus taraftarları yeniden harekete geçtiler ve Kazan’dan Kınm tahakkümü kalkarsa, Rus Çarı ile anlaşma ve iyi geçinmenin mümkün olacağı ümidine kapılanlar çoğaldı. Hal böyle iken Süyüm-Bike’nin desteği olan Kozıcak Oğlan ve yanındaki Kırım’lı askerler Kazan’dan ayrıldılar. Fakat yukarda söylendiği üzere nehir geçitlerinde Çuvaşlar’ın ihanetine uğ- nyarak Ruslar tarafından yakalandılar ve Moskova’ya götürülerek idam edildiler. Kozıcak-Koçak Oğlan’m ve Nogaylar’ın gitmesi üzerine Kazan’da hemen yeni bir grup teşekkül etti; Huday-Kul Oğlan ile Nur-Ali Şirin Bey başa geçerek Moskoflarla müzakerelerde bulunmak üzere Seyyid Kul-Şerif Molla’yı Züye’ye gönderdiler. Çar’ın isteği üzerine Şah-Ali tekrar Kazan’a Han olarak gidecek, fakat ancak Idil’in sol, yani ova tarafı Kazanlılar’a tabi kalacak, dağlık tarafı, yani Hanlık arazisinin yarısı ise Moskova’ya bırakılacaktı. Züye’de Ruslar’la Kazan murahhas­ ları arasmda yapılan müzakerelerde, Moskova hükümetinin talebi kesin olduğundan, Kazanlılar için yapılacak bir şey kalmamıştı. Çarın başka bir talebi ile de: “ Millî Parti” nin baş mümessili sayılan Süyüm-Bike ve oğlu ötemişgerey Han Ruslar’a teslim edilmesiydi. Çar’ın bu isteği de kabul ve 11 Ağustos (1551) günü Süyüm-Bike ve oğlu Ruslar’a teslim edildiler. Bu olay, Kazan Hanlığı tarihinin en hazin günlerinden birini teşkil etmektedir.

1 N. M. K aram zin, VIII, 77. 1 8 4 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAYİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

... .. , . Bu hususta kaynaklardan birinde tafsilât verilmektedir. huyüm-öıjteıun J Ruslar’a ^ii™i Süyüm-Bike ve oğlu Otemişgerey’i Moskova’ya ahp götürmek vazifesi ile Knez Serebryannıy Züye kalesin­ den Kazan’a 4 Ağustos 1551 tarihinde gelmişti. Rivayete göre, Süyüm - Bike Kazan’ı terketmeden önce Han Mescidi’ne giderek iki rek’at namaz kılmış, sonra zevci Safagerey’in kabri üzerinde bütün teessüf­ lerini acı sözlerle yana yakıla dökmüştü. Bu münasebetle Süyüm- Bike’nin şu sözleri sarfettiği naklediliyor: “ Ey Padişahım, görüyormu- sun? Senin sevgili Hatunun ile oğlunu düşmanlar tutsak sıfatiyle ahp götürüyorlar. Niçin sen bizi yer yüzünde bıraktın da kendin yer altına gittin? Bizi Moskova Padişahına tutsaklığa veriyorlar. Benim onunla mücadele etmek için gücüm kuvvetim yetmiyor, yardımcım da yoktur. Ey Sultanım, aç bana mezarını, bu kabirde her ikimize de yer bulunsun, genç karını yanma kabul et! Hatununun sabrından başka dindekiler istifade etmesinler! Kaygılarımı kime devredeyim? Oğlum ise gençtir, babam da uzakta, karşımdaki Kazan ahalisi ise yeminlerini bozdular. Ey Padişahım, aen bana cevap vermiyorsun. Katı gönüllü askerler beni tutup almak için hazır duruyorlar. Şimdiye kadar ben bir kıraliçe idim, şimdi ise kaygı dolu fakir bir cariye olacağım. Benim artık ağhyacak halim kalmadı, göz yaşlarım hep aktı bitti, gözlerim kör oldu, sesim kısıldı.”

Bütün bunların söz be söz Süyüm-Bike tarafından söylendiğini kabul etmesek bile, Kazan Hanlığının en yüksek ve faziletli simalarından biri olan Süyüm-Bike’nin Kazan’dan, Safagerey Han’m mezarından ayrılırken, buna yakın sözlerle vedalaşmış olması mümkündür. Süyüm- Bike’nin Idil üzerindeki gemiden Kazan şehrine bakarak son hitabının da şöyle olduğu naklediliyor: “ Keder ve kan dolu şehir, sana kaygı ve hasret olsun. Başından tacın düştü; efendi iken köleliğe indin, şöhretin bitti, halsiz kaldın ve yere serildin. Nerede senin sultanların ve onların meclis bayramları? Nerede senin hatun ve kızlarının rahat ettiği günler? Şehrin içinden o zaman bal nehirleri akardı, şimdi ise kan su gibi akıyor, nereden bulayım sivri kanatlı, güçlü kuvvetli bir kuşu babama gönder­ mek için?” Kazan ahalisi Süyüm-Bike’yi Idil üzerindeki iskeleye kadar teşyi etti. Orada kendisini Rus knezi Obolenskiy karşıladı ve Kazan Hanlığı’nın kıraliçesi ile küçük oğlunu ve o zamana kadar Kazan’da kalmış olan Kırım’lı mirzaları aileleri ile birlikte gemilere koyarak, Moskova’ya rv-xvm. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ YE DEVLETLEBİ 185 götürmek üzere Züye kalesine müteveccihen hareket etti. 11 Ağustos günü Züye’ye, 5 Eylül günü de Moskova’ya getirilen Süyüm-Bike, sekiz ay sonra (1552 Mayıs) Çar îvan’ın tazyiki ile, eski Kazan Hanı Şah-Ali’ye verildi. Süyüm-Bike ömrünün ikinci kısmını da bu suretle hiç hoşlan­ madığı hain ve çirkin, Şah-Ali Han ile geçirmek mecburiyetinde kaldı. Yine Ruslar’ın istekleri üzerine, Kazan ahalisi mümessilleri, yani “ Kurultay” , dağlık tarafın Moskova’ya bırakılması keyfiyetini tasdik edecek ve aynı zamanda Hanlıkta bulunan bütün Rus esirlerinin salıve­ rilmesi hakkında bir karar alacaktı. Uzun münakaşalardan sonra Rus- lar’m her iki talebi de kabul edildi. 16 Ağustos (1551) tarihinde Şab- Ali, Rus askerleri ve Rus elçisinin refakatinde Kazan’a gelerek üçüncü defa olmak üzere, tahta çıktı; ertesi günü Rus esirlerinin serbest bıra­ kılmasına başlandı. Şah-Ali’nin idaresinde, eskiden olduğu gibi, Rus „ , ...... nüfuzu yeniden Kazan ilinde hâkim oldu, dağlık taraû Sah-Alının uçuncu J # ° defa Hanlığı Moskova Çarı’nın elinde bırakıldı. Kazardılar dağlık tarafından hiç olmazsa yasak toplamak hakkını elde etmek maksadı ile Çar’a bir elçi heyeti gönderdiler. Bunlara verilen cevap “ Kazanhlar’a Dağlık tarafından (yani Idil nehrinin sağ sahilin­ den) tek bir metelik dahi verilemiyeceği” merkezinde idi.

Ruslar’ın baskısı, dağlık sahanın elden gitmesi, Şah-Ali’nin tama- iniyle Rusların keyfine göre hareketi, Kazan’ da muhalefet partisinin yeniden canlanmasına yol açtı. Sibir Bey’i Bibars Rast bu hareketi idare ediyordu. Şah-Ali Han bunu haber alınca, Rus elçisi Paletskiy’nin teşviki ile, Kazan büyüklerinin ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi Han sarayına ziyafete davetle, hepsini hainane bir tarzda boğazlattı; fakat durumun bundan sonra da sükûnet bulmadığı anlaşılıyor. Moskova hükümeti bu durum karşısında Kazan Hanhğı’m tamamiyle ilga edip Kazan şehrine bir Rus umunu Valisi göndermekle meselenin kökünden halledileceğine hükmetmiş ve bu yolda derhal harekete geçmişti. Bunun icabı olarak Şah-Ali’nin tahtından vazgeçmesi emredildi. Kazan’ a gönderilen Rus elçisi Adaşev, Kazan’da alınacak tedbirlere nezaret edecekti. Şah-Ali Moskova’dan aldığı emir üzerine tahttan feragat etti. Kazan’a Çar tarafından umumî Yali olarak Mikulinskiy tayin edildi. Ka­ zan ahalisi Çar Ivan IV.’a biat edecekti. Ruslar yanında, Züye’de, bulunan Kazanlı büyüklerden birkaç kişi yedi MaTt günü (1552) Kazan’a gelerek ahaliyi Çar’a biat ettirdiler. Rus Valisi 9 Mart günü Kazan’ı teslim almak üzere, şehir surlarının dibine kadar gelmiş bulunuyordu. Kazan 186 IV-XVHI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

Hanlığı’mn sulh yolu ile Rusya’ya katılması işi birkaç saatlik zaman meselesi gibi idi. Fakat biç beklenilmeyen bir hadise, Moskova hükü­ metinin bu yoldaki plânım alt-üst etti ve Hanlığın hayatının bir müddet daha uzatılmasına imkân verdi. Kazan’a tayin edilen Rus Valisi, şehrin iskelesi olan Bişbalta’ya gelerek Kazan’a girmek için hazırlıklarım bitirmek üzere iken, Ruslarla işbirliği yapmış olan ve Vali ile birlikte gelen Kazan büyüklerinden İs­ lâm Bey, KebekBey ve Alike (Elkey) Narık Mirza, şehire giderek halkı hazırlamak ve sükûneti muhafaza etmek bahanesi ile Validen izin aldılar. Bu üç zat Kazan’a girince, “ Ruslar’m şehirde katliam yapacak­ ları” şayiasmı yaydıl arve halkı şehri müdafaaya davet ettiler. Bunun üzerine şehirde heyecan başgöeterdi. Halk galeyana geldi ve herkes silâha sarıldı. Bir müddetten beri Ruslar’m müfrit taraftarları olan Çapkun Otuç Bey de şehire gelerek müdafilere katıldı. Mikulinskiy şehire yaklaşınca kale kapılarını kapalı buldu. Kazanlılar’ın kendilerini müda­ faaya azmettikleri meydana çıkınca, Rus Valisi, Züye kalesine dönüp gitmek zorunda kaldı. Moskova hükümeti Hanlığın ancak silâh kuvveti ile zaptedilebileceğini açık olarak anlamış bulunuyordu.

,, , Kazan büyükleri ve ahalisini son dakikada bövle bir Kazaalımi1 ın ' Ruslar’a kargı tarar almağa teşvik eden sebepler sarih olarak bilin- eavunmaya karar memekle beraber, Ruslar’m şehire girince katliam yapa- vermeleri cakları şayiası esas âmili teşkil etmiş olmalıdır. Han­ lığın elden gitmesi endişesi de mühim bir-sebep teşkil etmiş ve son dakikada olsa dahi şimdiye kadar birbirleri ile mücadele ve sık sık Moskova’ya kaçan Kazan büyüklerinde Hanlığın istiklâlini muhafaza kaygısı birdenbire canlanmış olmalıdır. Ruslar’ın daha önce birkaç defa Kazan’ı kuşatmalarına rağmen şehri alamayışları bu defa da şehri kurtarmak ümidini uyandırmış olmalıdır. Etraftaki Çir- mişler ve Arlar’ın da Ruslar’a karşı savaşacakları bilindiğinden, Ka­ zan’da Ruslar’a karşı koyma azminin büsbütün arttığı anlaşılıyor. Kazan’da han bulunmadığından, hemen yeni bir Han’m seçilmesi gerekiyordu. İdareyi ele alan Çapkun Otuç Oğlan ve diğer büyükler, Nogaylar’dan yardım alabilmek ümidiyle, o sıralarda Yusuf Mirza yanında kalan ve bir müddet Rus Çan İvan IV.’ın hizmetinde buhınan- Astarhan Hanlığı sülâlesinden Yâdigâr Muhammed’i Kazan’a davet ettiler. Yadigâr da birkaç yüz Nogaylı askerle Kazan’a gelerek tahta IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEHİ 187

çıktı. Seyyid Kul-Şerif Molla, Çapkını Otuç, Alike (Elkey) Narık, Nogay Bey’i Zeniyet (Ziynet ?), Sibir Bey’i KeLek ve beylerden Derviş, Pulat Bik Oğlu Mamay Bik, Ak-Muhammed Oğlan, Kul Muhammed Seyyid, Aygeldi Bİk, Ak-Metuy Bik bu sıralarda Kazan’da en nüiuzlu kim­ selerdi. Kazan’da vukubulan değişiklik sebebiyle dağlık tarafındaki gayrı Müslim ahali, yani Çuvaşlar ve Çirmişler kitle halinde Ruslar’a karşı ayaklandılar. Ancak Züye kalesi ve çevresi Moskova’nın idaresinde kaldı. Nogaylar’dan ve galiba Kırım’dan da yardım beklenmekte idi;hakikaten üç bin kadar Nogaylı asker Kazan’a geldi; fakat diğer hanlıklardan yardım alınamadı. Kazanlılar’ın kendilerini müdafaaya karar vermeleri Moskova’da malûm olunca, Çar îvan Kazan’a karşı büyük bir sefer açılmasını emretti. Züye kalesine topların ve mühimmatın gönderilmesine başlandı. Moskova’nın bu sıralarda dışardan ancak, Kırım’dan hücuma uğraması beklenebilirdi. Tehlikeli düşman sayılan Lehistan-Litvanya ile o sıra­ larda anlaşmaya varılmış olup Livonya-Alman şövalyelerinin de yakında Ruslar’a karşı harekete geçmelerine ihtimal verilmemekte idi. Kırım tarafından beklenen hücumu karşılamak üzere, bin kadar Rus askeri, Moskova’nın güneyindeki Kolomna’ya sevkedilmişti. Hakikaten Kırım Han’ı Devletgerey 1552 yılı yaz ortalaımda Rusya’ya bir akın tertip etti. Kırım’lı kuvvetler, üç yüz kadar yeniçeri ve bir kaç topla, Tula şehrine hücum teşebbüsünde bulundular s a da, şehri alamadılar ve çekilip gittiler; Kınmlılar’m ikinci bir kolu, Hân’ın çekilişinden habersiz olarak ilerlemekte iken, Ruslar’m hücumuna uğrıyarak mağlûp edildiler; çok miktarda ganimet ve o meyanda bir kaç top Ruslar’ın eline düştü. Gayet fena tertip edilen bu Kırım akını, bu suretle, Kazan’a gitmek üzere hazırlanan Çar’ı seferden büsbütün alıkoymak şöyle dursun, Rus ordusunun kuvve-i maneviyesinin yüksel­ mesine sebep oldu.

Çar IV İvan’ın ^ us or<^usu ^ Ağustos’ta (1552), Kazan Hanlığının Kazan’a karşı Moskova Rusyası ile sınırı olan Sura nehrini geçerek hiç üçüncü seferi bir karşılık görmeden doğu istikametinde ilerlemeğe başladı. 13 Ağustos’ta bütün Rus kuvvetleri Züye kalesinde toplanmış bulunuyorlardı. Şah-Ali Han da burada idi. O, akrabası olan Yâdigâr Muhammed Han’a teslim olması ve boş yere mukavemet etmemesi yollu bir mektup göndermiş, fakat Kazan’dan gayet sert bir cevap almıştı. Bunun üzerine Rus ordusu Züye’den 188 rv-xvm . YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

hareketle, 20 Ağustos günü Kazan yakınına vardılar. Bir kaç gün sonra şehrin muhasarasına başlandı1. Rus ordusu 150.000 kişi idi; ayrıca çok sayıda Şah-Ali Han’ın Kasım’h Tatarları da vardı. Alman ustaları tarafından Moskova’da dökülen 150 top ve ateşli silâhla mücehhez olan Rus ordusu, Kazancı­ lara nisbetle her bakımdan üstündü. Kazan’ı da müdafaa eden kuvvet­ ler, 30.000 yerli, 3.000 Nogaylı askerden mürekkep olup, bir miktar küçük çapta top ve ateşli silâhları vardı. Ayrıca Kazan’m dışında Ruslar’ı arkadan vurmak üzere 15.000 kadar kuvvet bulunduğunu da öğreniyoruz; bu kıtalar Yapança Bey, Şunak Mirza ve Arça beyi Eyyub kumandasında idi. 23 Ağustos (1552) da Kazan şehri artık her taraftan Kazan’ın Rusl kuşatılmış bulunuyordu. Kazan’dan kaçıp Rus ordu- tarafindan kuşatıl- gâhma gelen hain Kamay Mirza, şehrin müdafaa tertibatı ması re Kazanlı- hakkında bir çok malûmat vermekle, Kazanlılar’ı çok lar’m kahramanca müşkül bir duruma düşürdü. Dışardaki Yapança Bey’in müdafaaları kuvvetleri Ruslar’ı boyuna hırpaladığından ilk hafta muhasaradan fazla bir netice alınamadı. Ruslar büyük kuvvetlerle Yapança Bey’in kıtalarına karşı harekete geçerek, 1 Eylül günü bunları imha ettiler. Arça şehrine kadar yapılan bir Rus askeri hareketi neticesinde Kazan Hanhğı’mn en zengin kısmı yağma ve tahrip edilmiş oldu. Kazardılar’ın yer altından yapmış oldukları su yolu Ruslar tarafından lâğımlanarak havaya uçuruldu. Lâğım işlerini Butler adındaki bir İngiliz mühendisi idare ediyordu. 30 Eylül günü Kazan surlarının bir kısmı havaya uçurulunca, Rus askerleri şehire hücum teşebbüsünde bulundularsa da geri atıldılar. Fakat 2 Ekim günü sabah erkenden barutla dolu 30 aded fıçıya ateş verilince, surların bir kısmı yıkıldı, delikler açıldı ve Ruslar kitle halinde şehire saldırdılar.

Kazan’m Ruslar ^ azan müdafüeri şiddetle karşı koydular ve hattâ bir tarafından zaptı arahk Ruslar’ı çekilmeğe zorladılarsa da, çokluk karşı- müthiç katliâm ve sında takatlan kalmayıp, iç şehre çekildiler; sokaklarda tahribat, 2 Ekim müthiş bir boğazlaşma başladı. Kul Şerif Camii yanında, 1**2* başta Kul Şerif Molla ve etrafında toplanan Kazan ruhanileri, hafızlar, dânişmendler, softalar, talebeler hepsi de elde kılıçla Ruslar’ın üzerine saldırdılar ve hepsi de döğüşe döğüşe

1 Kazan’m Ruslar tarafından muhasarası ve zabtına ait esas kaynak; Skazaniya Knyazya (Andreya) Kurbskago (Knez Kurbskiy’nin anlattıkları). îzd. N. U stryalova. SPsbg. 1842; N. M. K aram zin, VIII, 97-115. TV-XVIII. -YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 189

şehid düştüler. Yadigâr Han ise, savaşta ölmektense yanındaki biz kaç kişi ile Ruslar’a teslim olmayı tercih etti; fakat Kazan müdafileri mücadeleye devamla tek bir kişi kalıncaya kadar çarpıştılar; nihayet Ruslar her tarafı işgal ile Kazan’ı ele geçirdiler. Şehrin içinde müthiş bir katliam başladı; erkeklerden kimse bırakılmadı, kadınlar ve çocuklar öldürüldü, nasılsa kurtulanlar esir edildi. Kazan’ın Ruslar’ın eline düşmesindeki en mühim âmil toplar ve lâğımlaT vasıtasiyle surların yıkılması olmuştur. Aynı zamanda Rus kuvvetlerinin Kazan’ınkinden beş misli fazla oluşu ve üstelik Ruslar’m hain Şah-Ali Han’ın kuvvetleri ile desteklenmesinin de büyük rolü olmuştur. Kazan’ın bütün serveti yağma edildi; camüer, mescidler, evler yıkıldı, yakıldı. Kazan’ın maddî ve manevî eserinden hiç bir şey bırakıl­ madı. 1437 de Uluğ Muhammed Han tarafından kurulan Hanlık 115 yıl sonra bu suretle Moskova Çarı îvan IV. eliyle sona erdirildi. Kazan şehrinin müdafaası münasebetiyle Kazan Türkleri’nin gösterdikleri kahramanlık Türk tarihinin en şanlı sahifelerinden birini teşkil etmek­ tedir. Bu kahramanca müdafaa, Kazan’da yalnız dışardan gelen Nogay- lar ve Türkistan’dan gelen bir mikdar gaziler ile az sayıda Kırımlılar’ın değil, bilhassa Kazan ahalisinin mücadeleye katıldığının ve son nefesine kadar savaşmış olduğunun en açık bir misalini teşkil etmektedir. Diğer yandan Ruslar tarafından Kazan’da işlenen cinayetler, Möskof- Iarın eline geçen yerlerde, Türkler’e karşı yapılan arkası kesilmeyen takibat ve zulmün tipik misallerinden birisi mahiyetindedir. Kazan’ın muhasarası ve zaptının Rus askerî tarihi bakımından önemi, Ruslar’m ilk defa olarak büyük bir müstahkem mevkii ele geçir­ meleri idi. Şimdiye kadar Ruslar her hangi bir kale zaptetmiş değil­ lerdi. Kazan’m zaptı Ruslar’m kale muharebelerine bir başlangıç teşkil Kazan lli’nde Rus- Kazan şehrinin düşmesi ile Kazan îli’nde Ruslar’a lar’a karşı ayak- karşı mücadele sona ermiş değildi. Kazan Türkleri, lanmalar Çirmişler ve Çuvaşlar bir kaç yıl daha Moskof müstev­ lilerine karşı durmak istediler. Yer yer ayaklanmalar oldu, hattâ bazı müstahkem mevkiler inşa edilerek, Ruslar’a karşı teşkilâtlı mukavemet yapıldı. Zeyn-Seyyid, Sarı-Batır, Mamış-Birdi ve Ahmed-Batır gibi önderler bu ayaklanmaların kahramanları sıfatiyle şöhret kazandılar. Mamış-Birdi, Kazan şehrinden 45 kim. kadar yukarda, İdil Boyunda inşa ettirdiği, “ Çalım” kalesinde dört yıl kadar dayanabildi. Süyüm- Bike’nin biraderi Ali Ekrem’i Han olarak getirdi ve Kazan Hanlığını 1 9 0 IV-XV1II. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

Ali Ekrem Han carl^3I1,iırlaa^ teşebbüsünde bulundu. Fakat, 1556 da 1553-1556. Çalım kalesinin düşmesi, Ali Ekrem Han’ın öldürülmesi, Mamış-Birdi’nin de ihanetle Ruslar’m eline düşürülmesi ve idamı üzerine, Ruslar’a karşı mukavemet tavsadı ise de 1560 a kadar mücadele devam etti. 1552-1556 yıllarında Kazan ile Kama arasında bilhassa “ kara halk” (a~am) tarafından yapılan ayaklanmalar-Ruslar tarafından sonsuz bir şiddetle bastırıldı. Bu münasebetle Kazan Türk­ lerinden henüz sağ kalan beyler, mirzalar ve yüksek ruhanilerden 1500 kişi im Ti a edildi. Halk bu suretle önderlerinden mahrum kaldı. 1560 da nihayet Ruslar duruma tamamiyle hâkim oldular ve sabık Kazan Hanlığı ülkesinde kendi menfaatlerine uygun bir nizam kurdular. Bu nizam sadece Moskova Rusyası’nın ve Rus halkının faydasına hizmet etmeğe matuftu. Yüzyıüaıdanberi Orta îdil sahasında hâkim bir unsur olarak yaşıyan ve bağımsız bir devlet sahibi olan Kazan Türkleri için bu suretle 1552 yılı 2 Ekim’inden itibaren mahkûmiyet devri baş­ lamış oldu.

KAZAN HANLIĞI’NIN DURUMU

Kazan Hanlığı’mn ^ azan Hanlığı, tıpkı eski Bulgar Devleti gibi, muhtelif ahalisi din ve ırktan birçok kavmin bir arada yaşadığı bir memleket olmakla beraber, siyasî, ekonomik ve kültürel hayatında üstün olan unsur Kazan Türkleri (Tatarlar) idiIdil-Kama Bulgarlan’ndan bir kısmının bir mikdar yerli Fin (ve eski Burtas) ve galiba X I. yüzyıldan itibaren geniş' ölçüde Kıpçak unsurları ile karış­ ması suretiyle meydana gelen Kazan Türkleri, Kazan Hanlığı devrinde Kazan, Aşıt, Meşe ırmakları, Nukrat (Vyatka) nehirlerinin aşağı kısmı, Şuşma, Zey, Çirmişen ve Ik nehirleri ile, Idil’in sağ (dağlık) tarafında, Züye nehri boyunca toplu bir halde yaşıyorlardı. Kendilerini “ Bulgarh” veya “ Kazanlı” olduğu gibi, daha ziyade “ Müslüman” diye tesmiye

1 Kozan Türkleri (Tatarlar)’nin etnik hususiyet ve menşelerine ait Sovyetler Birli­ ğinde, tamamiyle “ Siyasî” mahiyette “ etnogenez” görüşüne uygun olarak birçok “ ince­ lemeler” yapılmıştır. Bunların başında şıı neşriyat geliyor: Sovetskaya Etnografiya” 3 (1946) ss. 37-92. muhtelif yazarlar. Bugünkü “ Kazan Tutarlarına” ait bilhassa: Prof. N.J. Yorob’yev, Kazanskiye tatarı (KazanTatarları), Kazan 1953. Bu sahada en son toplu eser: Tatarı Srednego Povolz'ya i Priural’ya, (Orta İdil boyu ve Ural çevtesindeki Tatarlar). N. J. Y o r o b ’ yev ve G. M. Hüsameddinov redaksiyonu. Moskva, Izd-vo “ Nauka” , 1967. rV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLEBİ YE DEVLETLEBİ 191 eden bura ahalisine, Moğol İstilâsı ve Altın Ordu hâkimiyeti neticesinde bilhassa Ruslar ve umumiyetle yabancılar tarafından verilen “ Tatar” adının Kazan “ Orta İdil” Türklerince benimsenmiş olduğu belli değildir. “ Tatar” adı yukarıda da belirtildiği gibi, gerek Rusya’da ve gerekse İslâm dünyasında, Moğolların hâkim oldukları saha ahalisine verilmiştir. “ Tatar” adı, etnik değil, tamamiyle siyasî bir anlam taşı­ maktadır; dolayısiyle, İdil Boyunda Altm-Ordu (Moğol-Tatar) hâkim olduğu için, Ruslar, orada yaşayan Müslüman ahaliye bu ismi ver- inişlerdir. İdil Boyundaki bu “ Tatar” adının Kaşgârlı Mahmud’un hari­ tasında gösterilen, XI. yüzyıl ortalarında Irtış nehri boyunda yaşa­ dığı anlaşılan ve bir Türk kavmi olması gereken “ Tatar” la ilgisinin bulunduğu imkânsız gibi görülüyor. Ak İdil sahasındaki Başkurtlar’ın da Kazan Hanlığı’na tabi oldukları anlaşılıyor. Fin kavimlerinden en kalabalık zümreyi Çirmişler (Mari) teşkil ediyordu; bunlar Yolga’nın sol kolu olan Vetluga ile Kama’nın kolu olan Nukrat (Vyatka) nehirleri arasında ve bir kısmı da, galiba hanlığın “ dağlık” sahasında yaşıyordu. Yine bir Fin kavmi olan Ar’lar (Udmurtlar) (Arça nehri bunlara izafeten bu adı almıştır) “ Kazan A rta ­ ndan Kama’ya kadar uzanan bölgede oturuyorlardı. Idil’in sağ (dağlık) tarafında ise, Züye mansabı mıntakasında çok miktarda, yine bir Türk kavmi olan, Çuvaşlar ve Züye ile Sura nehirlerinin baş kısımlarında Mokşı (Erze ve Mordva)’lar vardı. Çirmişler ve Ar’lann nisbeten iptidaî bir kültür seviyesinde oldukları, başlıca meşguliyetlerini avcılık ve arıcılığın teşkil ettiği, Çuvaş ve Mokşı’lann da kültür bakımından bunlardan yüksek olmadığı, arıcılık yaptıkları biliniyor. Bu kavımlerden bilhassa Çirmişler çok cesur ve gayet usta okçu idiler. Kendi beylerinin idaresinde patriyarkal bir nizam ve anim.ist inanç­ lar dairesinde yaşayan gayri müslim bu kavimler, Kazan Hanhğı’nda geniş bir serbestiye sahiptiler. Bunların Hanlığa tabiyetleri in natura olmak üzere muayyen miktarda yasak (vergi) ödemekten ibaretti. Çirmiş, Ar ve Çuvaşlar’ın örf, âdet ve dillerinde geniş ölçüde Kazan Türkleri’nin tesiri görülüyor. Bunlardan birçoğunun İslâmiyet! kabul ile Türkleştikleri (Tatarlaştıkları) keyfiyeti müslüman Kazan köylerin­ den bazılarının çirmişçe ve çuvaşça adlan ile de sabittir. Kazan Han- hğı’nın devamı müddetince gayri müslim kavimlerin hanlık idaresine karşı ayaklanmamaları, Kazanlılar’ın baş düşmanı Moskova Rusyası’na karşı şiddetle mücadele etmeleri gibi haller, Kazan Hanlığı’nda hâkim 1 92 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ ve çoğunluk teşkil eden Kazan Türkleri (Tatarları) ile azınlıklar arasında tam bir anlaşma hüküm sürdüğünü gösterir. Kazan Türkleri’nin büyük Kazan Hanlığı’nm Ç°İurdllğu köylerde yaşamakta ve esas meşgalelerini ekonomisi ekincilik teşkil etmekte idi. Orta îdil boyunca yerleşen Türk kavimlerinin, tâ Bulgarlar’dan itibaren ekin ektikleri ve ziraat kültürünü geliştirdikleri, arkeolojik araştırmalar mü­ nasebetiyle bol mikdarda meydana çıkarılan ziraat âletleri ile sabittir. Kazan Hanlığı devrinde toprağın büyük çiftlikler halinde işletildiği, han ailesinin, beyler, mirza, oğlanlar ve ruhanî reislerin elinde çok miktarda arazi bulunduğu ve köylülerin de kendi toprakları olduğu biliniyor. Yani Kazan Hanlığı’nda Moskova Rusyası’nda olduğu gibi köylüleri yarı köle haline koyan “ köylü serfliği” nizamı mevcut değildi. Kazan îli Türk-îslâm ahalisi çiftçi bir kavim olmakla beraber, etnik bünyelerine çok miktarda Kıpçak unsurunun karışmış olması hasebiyle, gelenek, örf, âdet, gıda ve giyimlerinde göçebelikle ilgili birçok şeyin bulunduğu biliniyor. Aynı zamanda yerli Fin tesirlerinin de varlığını kabul etmeliyiz. Bunun içindir ki, Kazan Türkleri (Tatarları) bazı bakımlardan diğer Türk kavimlerinden farklıdırlar. Kazan Hanlığı devrinde Kazan Türkleri’nin yalnız o sahadaki Fin kavimlerinden değil, umumiyetle bütün diğer Tatarlardan (yani etraftaki Türk menşeli kavimlerden) daha medenî oldukları biliniyor. Islâmiyetin ve şehir hayatının erkenden gelişmesinin buradaki ahalinin yaşayış tarzı ve kültürüne büyük tesiri olduğu da aşikârdır.

Orta îdil boyu’ndaki ormanlarda arıcılık bilhassa gelişmiş, gıda ve ticaret maddesi olarak bal (ve bal m um u) önemli bir yer tutmuştur. İdil, Kama ve Nukrat (Vyatka) ve diğer şehirlerde çok miktarda balık bulunduğundan, balıkçılık bir meslek olarak gelişmiş ve tuzlu balık ihracat maddeleri arasında başta gelmişti. Sansar, samur, kakım, tilki, kunduz, su samuru ve sincap gibi hayvanların çokça bulunduğu ormanlık sahada ve nehir boylarında yaşayan Çirmiş, Ar ve Çuvaşlar’ın başlıca meşgalelerini avcılık teşkil etmekte idi. Bu kavimlerden yaaak (vergi) bilhassa kürk ve baldan ibaret olmak üzere in natura alındığından, hanlık hâzinesinde çok miktarda kürk ve bal birikmiş olmalıdır. Yerli tüccarlar da köy köy dolaşarak kürk ve bal topladıklarına göre, Kazan panayırında Kazan tüccarları tarafından satışa çıkarılan maddeler arasında bu maddelerin birinci yeri tuttuğu aşikârdır. Bundan ötürüdür ki, vaktiyle eski Bulgarlar gibi, Kazanlılar da kürk ticareti ile nam IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE PEVLETLEHİ 193 kazanmışlardı. Kazan, tli’nde dericiliğin de çok gelişmesi ve “ Bul­ gari” adı ile İstanbul’da dahi çok makbul sayılan sahtiyan (yumuşak) derilerin işlenmesi, bir taraftan avcılık, diğer taraftan iri baş ehli hay­ van yetiştirmenin tabiî bir neticesi olsa gerektir.

Ticaret, Kazan ^ azarL büyük bir ticaret merkezi haline gelmesini panayırı Idil nehri boyunda kurulmasına medyundur, istilâlar ve iç harpler yüzünden birer harabe haline gelen Bulgar ve Saray şehirleri, güvensizliğin tesiriyle eski mevkilerini kaybedince, Kazan Hanlığı’nm kurulması üzerine güven ve asayişe kavuşan Orta Idil Boyu’nun başşehri Kazan, bu defa Doğu’dan, Güney’den ve Batı’dan gelen tüccarların buluşma yeri oldu. Kazan’da, yerli ahaliden başka, çok mikdarda Tacik (Türkistanlıların umumî adları) Ermeni, Gürcü, Sibirya’lı tüccarlar ve her zaman binlerce Rus tüccarı ve zanaat erbabı­ nın kaldığı biliniyor. Her yıl 24 Haziran’da başlayıp bir kaç hafta süren Kazan panayırı bu devrin milletlerarası ticaretinde yüksek bir yer tut­ makta idi. Rusya’dan gelen tuz ve bazı mamul eşya, Batı Avrupa’da imal edilen kumaşlar, Türkistan’dan ve diğer Güney memleketlerinden getiri­ len altın, gümüş işlemeli kumaşlar, pamuklular, ziynet eşyası ve bilhassa Kazan Yurdu’nda toplanan kıymetli kürkler dünyanın her tarafından ge­ len tüccarlar arasmda yapılan alış-verişin başlıca maddelerini teşkil edi­ yordu. Çok iyi geliştiği bilinen kuyumculukta, Kazan’lı ustaların eski Bulgar, Altın Ordu (Saray) ve Türkistan sanatkârlarının izini takip ettikleri görülüyor. Kazan müzelerinde gösterilen eşya bu tip sanat hakkında bir fikir verebilir.

Mimıı>1 Kazan Hanlığı devrinden kalan her hangi bir binanın mevcut olmayışı ve bu sahada arkeolojik araştırmaların henüz lâyıkı ile yapılmamış olması, bu devir mimarisini öğrenmeye imkân vermiyor. Ancak köy mimarisi ve köylerin şekli hakkında bazı mütalâalarda bulunmak mümkün görülüyor. Kazan lli’nin Türk-Islâm köyleri, mescid ve evlerinin bugünkü (daha doğrusu 1917 Bolşevik ihtilâline kadar) haliyle, bir dereceye kadar Kazan Hanlığı devri inşaa­ tını andırdığını kabul etmeliyiz. Kazan şehrinde beş büyük caminin bu­ lunduğu, hattâ bunlardan birinin sekiz minareli olduğu; Hanın ve bazı büyüklerin sarayları olduğu kaynaklarca zikredilmiştir. Muhakkak ki, Türkistan şehirlerinde, Saray ve Bulgar şehirlerinde olduğu gibi, Kazan’da da birçok çarşı binası, medrese ve hamamlar da vardı. Kazan

F . 13 1 94 rV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ devrinden kalan ve yegâne yadigâr olan “ Süyüm-Bike Minaresi” veya “ Han Mescidi” nin ise, Hanlık zamanına ait olduğu sanılıyor. Cami ve diğer taş binaların her halde Kasım Hanlığı devrinde (XVI. - XVII. yüzyılda) Kasım şehrinde inşa edilen yapılara benzedikleri kabul edil­ melidir. Kazan şehrinin iç taksimatı ve yapılış tarzına gelince, bu hu­ susta Türkistan şehirlerinin de tesiri olması mümkündür.

Kazan Hanlığı bir Islâm memleketi olmakla beraber Kazan ° Hanlığı’nrn coğrafî durumu bakımından »büyük Müslüman kültür kültürü merkezlerinden uzaktı. İslâmiyet îdil boyunda X. yüzyıldanberi yayıldığından, gerek Bulgar Hanlığı ve gerekse Altm Oldu devrinde, îslâm kültürü oldukça derin kökler salmıştı, ötedenberi köylerde devam ettirilen mektep ve medrese faaliyetlerinin halkın dinî ihtiyaçlarım karşılayacak bir seviyede olduğu anlaşılıyor. Orta îdil boyunda, eski Bulgar ve Altın Ordu devrinde Türkistan ile yakın münasebetin tesiri üzerine yayılan ve kökleşen tasavvuf hareketi, Kazan Hanlığı zamanında da devam ettirilmiştir. Bilhassa Nakşibendî tarikatının rağbet kazandığı bili­ niyor; yakın bir zamana kadar ziyaretgâh olaıi (evliya) mezarla­ rından bazılarının Kazan Hanlığı devrine ait olması mümkündür; yazıh eserlere dahi giren “ Şeyh” (işan) adlarının çokluğu Kazan ilindeki tasavvuf hareketinin derecesini göstermeğe yeter. Kazan Han­ lığında yüksek rütbeli din adamlarının, Seyyidlerin, Molla, Hafız ve Danişmendlerin bulunduğu ve ruhanilerin halk üzerinde büyük otorite­ leri, Seyyidlerin devlet işlerinde yüksek nüfuzları olduğu malûmdur. Mamafih Kazan ulemasının İlmî seviyeleri hakkında bilgimiz yoktur. Ahalisinin çoğunluğunu köylü halkı teşkil ediyor ve ancak küçük bir zümre, bilhassa tüccar ve zanaat eTbabı, Kazan şehrinde yaşıyordu. Bu şartlar içinde, Kazan şehri ve Kazan ilinde geniş ölçüde bir ilim ve yüksek bir medenî hareket (meselâ, Semerkand, Buhara ve İstanbul gibi) meydana gelemezdi. Kazan Hanlığı, Türkistan’a yakın olmasına rağmen, îslâm dünyasımn artık çökmek üzere olduğu bir devrine rastla­ mış olduğundan, İslâm memleketlerinden gelen tesirlerin zaten yeni gelişmelere yol açması pek beklenemezdi. Orta îdil boyunda, Türkistan tesiriyle daha X III. yüzyıl başla­ rında edebî eserler yazıldığı biliniyor, bunların en eskisi 1212 lerde yazılan Ali’nin Yusuf ve Züleyha’sıdır Türkistan’ın tesiri Kazan Han­ lığı devrinde de devam etmiştir. Kazan ilinde, bilhassa Kazan şehri IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLER! VE DEVLETLEBİ 195 ve diğer küçük şehirlerde aydın (münevver) bir zümrenin mevcut olduğu ve sanat erbabının bulunduğu da muhakkaktır. Muhamm:d-Emin Han’ın Herat ve Semerkand hükümdarları ile san’at ve edebiyat konu­ ları üzerindeki münasebeti bu hususta bir misal teşkil edebilir. Bestekâr ve sâzendelerden Gulam Şadi, Şibani Han tarafından Kazan’a gönderil­ mişti. Muhammed-Emin Han’ın Farisî şiir yazdığı bilindiğine göre, Han’ın, bir istisna teşkil etmediği, şair ve ediplerin de bulunduğu anlaşıl­ maktadır. Kazan ilinde, Hanlık devrindeki yerli ve edebî eserler çok olmasa bile, Türkistan tesiri ile bazı edebî eserlerin yazıldığı malûmdur.

Bunlardan XVI. yüzyıl Kazan ediplerinden Mahmud Mahmud oğlu ®ğlu Muhammed Yar tarafından kaleme alman Tuhfe-i Muhammed Var Merdan ve Nur-i Sudur adlı eserler1, Kazan Hanlı­ ğında edebî hareketin epey gelişmiş olduğunu gös­ terir. Şair Mahmud Oğlu Muhammed Yar’ın şehadetine göre Kazan ilinde şairler pek çoktu; bu münasebetle diyor k i: “ Çok acaip bir hâl. (Kazan) şehrinin içi (şairlerle) dolmuş: Bütün küçükler ve büyükler (hepsi de) şair olmuşlar” . Demek ki, Kazan’da Muhammed Yar’dan başka birçok şair vardı. Kazan Hanlığının edebî, daha doğrusu idafî dili hakkında Sahib- gerey Han yarlığı ile yakınlarda meydana çıkarılan İbrahim Han yarlığının suretinden bil dereceye kadar fikir edinmek mümkündür; Kazan Han’hğı devrinden kalan yazdı malzemenin çok az olması, bu devir Kazan Türkleri’nin edebî dil, edebî zevk ve san’at zevkleri hakkında bir hükme varmamıza imkân bırakmıyor; ancak mukayese yollu tahmin­ lere yol açıyor. Batı Avrupa’da ve belki de Osmanlı împaratorluğu’nda başlayan yenilik hareketlerinin ancak mahdut sahada, ezcümle ateşli silâhların kullanılmasında (galiba Ruslar vasıtasiyle) küçük bir tesiri olmuştur; sayüarı belki de bir milyonu aşmayan(?) Kazan ili ahalisinin öteden beri alışmış oldukları idare tarzı, hayat telâkkileri, ve alış-veriş dağ­ dağası içinde, kendi dar muhitleri dışında olup-biten büyük değişiklikler ve beliren tehlikelerden habersiz olarak yaşadıklarına hükmedilebilir.

1 Bonngı Tatar edebiyatı (Eski Tatar edebiyatı) Toplu eser. Akademinin Kazan şubesi. Dil, Edebiyat ve Tarib Enstitüsü. Kazan. Tataristan Kitap neşriyatı. 1963, SS 356-411; Talar poezyası antologyası (Tatar şiir antolojisi), Tatknigizdat, Kazan 1956, SS 55-68. 196 rV-XVIU. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETIEBİ

Ahalinin sosyal geleneklere ve mevcut ekonomik ve sosyal şartlara bünyesi uygun olarak Kazan Hanlığı’nda ahali birkaç sınıftan teşekkül ediyordu; Çingiz Han neslinin muhtelif şube­ lerinden gelen Hanlar, Mahmud Han’m ölümünden sonra (1461), sık sık değiştiğinden, Kazan’da Han ailesi mensuplarının çoğalması mümkün olmamıştı. Buna karşılık yüksek aristokrasi ailelerinin mühim bir yekûn teşkil ettiği biliniyor. 1546 yıhnda bir defa yüksek aileden 76 kişinin Moskova’ya kaçışları veya Şah-Ali Han tarafından ziyafete davet edilerek büyüklerden 70 kişinin öldürülmesi (1549), bu hususta bir fikir verebilir. Yüksek tabakadan dört ailenin bilhassa belirdiği malûmdur; bunlar, tıpkı Kırım’da olduğu gibi, “ Karaçi” adım taşıyorlardı ve irsî bir makam olarak Han’ın en yakın müşavirleri sıfatiyle Devlet işlerinde bü­ yük nüfuz sahibi idiler. “ Karaçi” lerden Şirin ailesi bilhassa meşhurdu. “ Emîr” in karşılığı olan “ Bey” (Bek, Biy, Rusçası-Knezler), bunların küçük oğullan olan “ Mirzalar” ve eski rütbelerin başında geldiği anlaşılan “ Oğlan” lar ve dinî zümre reisi olan “ Seyyid” ler yüksek sınıfı teşkil etmekte idiler. Bunlardan başka, her türlü vergi ve mükellefiyetten muaf olan “ Tarhan” lann halk arasından çıkması mümkündür1. Köylü­ nün başka bir tabirle “ Kara halk” m hukukî statüsü iyice bilinmemekle beraber, toprak sahihi ve hür olduğu anlaşılıyor. Fakat büyük çiftlik­ lerde, beylere tabi “ Çur” (kul) ların veya kişilerin mevcudiyeti de tesbit edilmiştir 2. Irgat olarak, bilhassa Rus esirlerinin çalıştırıldığı, Kazan’da daima çok miktarda Rus esiri ve kölelerinin bulunması ile sabittir.

„ . . . Kazan Hanlığındaki vergi sistemi ve türlü mükellefi- Vergi sistemi yetler hakkında açık bilgimiz olmamakla beraber, Altın Ordu’daki nizamın tatbik edildiğini gösteren bazı vesikalara sahibiz. Bunlardan ilki Kazan Han’ı İbrahim Han’ a (1467-1479) ait olup, daha önceki yarlığı tasdik eden bir “ yarlık” tır 3. İkincisi ise 1523 yılında verilen Sahibgerey Han’ın Tarhanlık yarlığıdır ki, burada birçok vergi kaydedilmiş ve esas vergi olarak “ yasak” gösterilmiştir. Ayrıca “ kalan” , “ müsamma salığ” , “ sala harcı” , “ yer kabalası” , “ tütün sam” , “ süsün ulûfe” adiyle vergi ve mükellefiyetler bulunduğu görülüyor. Köprücü, kiçüci, tutkavul, tamgacı (ve her halde tartnakçı) tabirleri

ı İbrahim Han’ın Yarlığı (Ek No. XII.). “ Kazan Utları” No. 8, ss 147, Kazan 1965. * Aynı y. » Bkz. Ek No. XII. rV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜHK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 197 gibi tabirler, nehir geçitlerinde ve gümrüklerde, hudut muhafaza noktalarında alman resimlerin Kazan Hanlığı’nda da tatbik edildiğini göstermektedir.

Memur ve idare mensuplarına gelince bu hususta da Memur zümresi _ A ° ı fazla birşey bilinmemekle beraber Hanlığın kendine has bir memur teşkilâtı olduğu muhakkaktır; bilhassa vergi toplanması defter kayıtlarına göre yapılmış olmalıdır; arazi alım-satımmın da senetlerle tespit edildiği biliniyor. Bu cins senetlerde satanın ve alanın adları, arazisinin hudutları, fiatı, şahitlere ve yazana verilen ücret kaydedilmekte idi. Bakşi (bitikçi)lerin Kazan Hanhğı’nda yüksek mev­ ki işgal ettikleri ve diplomatik hizmetlerde kullanıldıkları da bili­ niyor1. Moskova ile münasebette Kazan diplomasisi epey gelişmiş ve bazı “ bakşı” lar bu sahada ihtisas sahibi olmuşlardı. Kazan Hanları’mn sikke bastırdıkları biliniyor. Uluğ Muhammed Han tarafından bastırılan sikkelerden bazdarı Kazan’da bulunmuştur3. Bundan başka Kazan’da tedavülde olan ve Arab harfleri ile darbedilen bazı Rus sikkeleri de (meselâ tvan III. ’m) meydana çıkarılmıştır.

Askeri teşkilât Askerî teşkilâtın Uluğ Muhammed Han tarafından, Altın Ordu nizamına göre düzenlendiği ve onun halef­ leri tarafından da aynı nizamın devam ettirildiği görülüyor. Ordunun esas kısmım atlı asker teşkil ediyordu; Kazan Hanlığı Moskova’ya karşı taarruz halinde bulunduğu müddetçe atlı kuvvetlerin bulunması ile yetinilmişse de, Rusların hücumu sıklaşınca, Kazan şehrini müdafaada yaya askeri de kullanılmağa başlanmıştır. Yaya askerin bilhassa Çirmiş- ler’den teşkil edildiği anlaşılıyor. Başlıca silâhın ok, kılıç ve mızrak olduğu, fakat Hanlığın sonlarına doğru az miktarda olsa dahi ateşli silâhların da kullanıldığı biliniyor. Kazan kalesinde toplar bulunduğu gibi, galiba arkibüz tüfeği (arquebuse) de vardı; bu çeşit tüfenkleriıı Ruslardan ganimet olarak alındığını gösteren kayıtlara malikiz; mama­ fih Kazanh’lann ateşli silâh kullanmakta mahir olmadıkları, hele topçu­ ların pek az olduğu biliniyor. Kazan Hanhğı’nda birçok büyük nehir bulunduğundan gemicilik de epey inkişâf etmiş ve nehir donanması

1 N. N. A daşev, Tatarskiye zemlyanıye pis'ma X V . velca (XV. y.y. Tatar arazi senetleri). Zapiski Moskov. Arkh. In-ta. T. V. vyp 1. Moskova 1908 (ayn basım). 2 htoriya Tatarii v dokumentach i materialach (Vesikalar ve malzemeleriyle Ta- t,ırlatan Tarihi. Sovyetler İlimler Akademisi, Moskova 1937, s. 100. 198 rV-XVIH. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ dahi yapılmıştır. Çuvaşların gemicilikte usta oldukları bilhassa bil il­ mektedir. Kazan şehrinin bilhassa Türkistan’daki ehl-i tarikat nazarında bir “ sugur” (kâfirler sınırındaki şehir) sayılması itibariyle Ruslar’a karşı ga­ za makşadiyle Nogay ülkesi ve Türkistan’dan da birçok dindar kimseyi celbettiği muhakkaktır. Fakat Ruslar’a karşı mücadeleyi yalnız’ bu zümrenin kamçıladığı ve yürüttüğü de doğru değildir. Kazan ili ahalisi Ruslar’a karşı savaşa daima hazır olmuştur. Kazan şehrinin kendine göre zaptı güç bir kale olarak vasıflandml- ması, Kazanhlann kale inşasındaki maharetlerini gösterdiği gibi, Kazan şehrinin sukutundan sonra birkaç yerde müstahkem mevkiler inşa etmeleri de bunu teyid eder. Ancak Kazan şehrinin surları, taş yerine ağaçtan yapıldığından, asrın ihtiyaçlarına uymuyordu. Sür’atle tatbik edilen top ateşine ve lâğımla havaya uçurulmak tehlikesine karşı duracak sağlamlığı haiz değildi.

Hanlımın Kazan Hanlığı’mn coğrafî durumu \ tabiî servet ve GeopoUtik topraklarının çok münbit ve ticaret münasebetleri için durumu çok elverişli olmasına karşılık, müdafaası bakımından o derecede elverişsiz idi. İdil ve Kama nehirleri kendi başlarına birer tehlike teşkil ediyorlardı. Nizniy-Novgorod’tan hareket eden veya Vyatka-Kama boyunca aşağıya inen Rus nehir donanması, Rus nehir korsanlan (Uşkuynikler) Hanlığı her an tehdit edebiliyorlardı. Moskova hükümeti Kazan üzerine yaptığı seferlerde bilhassa Volga (îdil) nehrinden faydalanmış, toplar, mühimmat ve erzak hep su yoluyla Kazan’m yanı başına kadar sevkolunmuştur. Hanlığın yegâne tehlikeli komşusu olan Moskova Rusyası ile Hanlık arasında, bazı nehirler ve ormanlık sahadan başka, müdafaaya elverişli tabiî manialar olmadığın­ dan, Rus taarruzunu ancak Kazan kalesinin surları arkasından karşı­ lamak imkânı kalmıştı. Kazan Hanhğı’na devamlı bir surette yardım edecek kuvvetli komşu bir İslâm devleti de yoktu. Altın Ordu kalıntısı Hanlıklardan, ara sıra gelen yardım ancak tesadüfî mahiyette olup, geçici önemi haizdi. Kazan tahtında Han’ın değişmesi üzerine, bu Hanlıklar ile

1 Orta İdil boyunun coğrafî ve tâbiî durumuna ait: Rossiya, geografiçeskoye opisaniye naşego oteçestva (Rusya, vatanımızın coğrafyî tasviri). P.P. Semenev. redaksiyonunda. Tom. VI. SPsbg. 1901. IV-XVHI. YÜZY1LLABDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 199 münasebetin şekli de değişmekte, bir müddet önce dost olan komşu, az sonra ya kayıtsız kalmakta veya düşman durumuna geçmekte idi. Dev­ rin en büyük ve en kudretli Türk-îslâm devleti olan Osmanlı İmpa­ ratorluğu, mahiyeti henüz tespit edilemiyen muhtelif amillerin tesiriyle, Kazan ülkesi ile ya hiç ilgilenmemiş veya yetersiz bazı teşebbüslerde bulunmakla yetinmiş ve Kazan Hanlığının Moskoflar tarafından yok edilmesini önlemek husususnda ciddî bir harekete geçmemiştir. Türk-tslâm dünyasının en uzak bir köşesinde, nisbeten küçük ve zayıf bir devlet olarak kalan Kazan Hanlığı, bu suretle, kuvvetli Moskova Rusyası, karşısında, tek başına bırakılmış ve ölçü götürmez düşman kuvvetleri saldırısına ve bilhassa ateşli silâhlara dayanamamış ve düş­ man istilâsı altında ezilmiş, yok olmuş gitmiştir.

Kazan Hanlığı’nın -^azan Hanlığı’nın sukutu, hem Rusya ve hem de Türk sukutunun Türk *^eri tarihi bakımından bir dönüm noktası teşkil etmek- illeri tarihi tedir. Kazan’m düşmesi, Ruslar’m her şeyden önce îdil bakımından önemi nehrini ele geçirmelerini sağlamış, ve sonraki Rusya’ ­ nın karakteristik vasfını teşkil eden “ çok milletli bir Devlet” olmasına yol açmıştır. Sonra Rusya ile Osmanlı İmparator­ luğu sınırdaş olacaklar ve iki Devlet arasında gerginlik başlayacak­ tır. Kazan şehri düşmeden önce, Moskova Rusyası’nın İdil üzerindeki en ileri karakolu Züye kalesi idi. Rus ilerleyişine mani olan Kazan kalesi düşünce, Ruslar İdil nehri boyunca aşağıya inerek, İ556 da Ejderhan’ı (Astarhan) zaptettiler ve İdil nehrinin mansabmı da ele geçirerek Hazar Denizi’ne ulaştılar. Oka nehrinin Idil’e döküldüğü yerden itibaren, bin yıl kadar bir Türk nehri olan “ îdil suyu” bu defa bir Rus nehri oldu ve Rusya’nın ekonomisi için can daman vazifesini görmeğe başladı. Rus ilerleyişi bununla da durmayarak, Kuzey Kafkaslarda Terek nehrine ve Kabarda’lar sahasına, Osmanlı- Türk kalesi olan Azak çevrelerine kadar yayılmağa başladı. Diğer yandan Kazan’ın sukutu üzerinden birkaç yıl sonra, Ural dağları çevresinde yaşayan Başkurtlar ve Sibir Tatarlarının bir kısmı Moskova- ya tabî oldular. Kazan Hanlığının sukutu, bu suretle Rusya’nın, “ Çok milletli bir Devlet” olmasma, yani sür’atle gelişen Rus emperyalizmine yol açmış oldu. Nogaylardan ve Türkistan’dan gelen bazı ikaz ve ricalar üzerine Osmanlı Devletinin başında duranlar, Rus tehlikesinin farkına var­ mışlar ve Moskofları geri atmak, hattâ Astarhan ve Kazan Hanlıkla- 2 0 0 IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ rmı canlandırmak hevesine kapılmışlardı. Sultan Selim II. tarafından Moskova Çar’ı tvan IV.’a (Korkunç Ivan) yazılan tehdit dolu mektuplar ve 1569 da çok fena tertip edilen ve başarısızlıkla biten, “ Ejderhan Sefe­ ri” 1 bu siyasetin bir sonucu idi. înebahtı hezimeti (1571) ve Kıbrıs se­ feri (1571) Bâbıâlî’nin dikkatini başka tarafa çekmiş, Kazan (ve Ejder­ han) meselelerini unutturmuştu. Korkunç îvan’m ölümünden az sofira Rusya’da başlayan karışıkkk (1603-1613)lardan, Kazan Türkleri’nin faydalanarak Rus boyunduruğundan kurtulamayışlannın sebebi, elli yıl süren Moskof tahakkümü neticesinde ahaliye önderlik yapacak, halkı Ruslar’a karşı teşkilâtlandıracak kimselerin imha edilmiş olmasıdır. Mamafih Hanlığı canlandırmak için bazı teşebbüsler yapıldı, hattâ 1635 te Rahman Kulı adlı bir zat yardım isteyerek Kırım’a gönderildi 2. Fakat bu ve buna benzer sonraki müracaatlardan herhangi bir netice çıkmadı. Kazanlılar’a dışardan hiçbir yardım gelmedi ve buradaki Türkler uzun yüzyıllar boyunca Moskova-Rus boyunduruğu altında yaşamağa mahkûm edilmiş oldular. Kazan ilindeki ayaklanmalar ise kanla boğularak bastırılmakta idi.

_ ...... Çar Ivan IV. tarafından Kazan şehrinin zaptı ve Kazan Rus tarihçilerinin 7 r görüşleri Hanlığının yıkılmasının neticeleri hakkında 1940 tarih­ lerinden itibaren Stalin’in emri ile Sovyet-Rus tarihçileri (ve onları takiben mecburiyet altında Tatar ve Başkurt tarihçileri de) bu Rus fütuhatının “ Tatar halkı için, çok hayırlı olduğu” tezini savunmuş­ lar ve bazı iddialar ileri sürmüşlerdir. Bu görüş tamamiyle siyasîdir ve ilimle, hakikatlerle hiçbir ilgisi yoktur. Aksine ilmt hakikatler bunun tamamiyle tersini göstermekte, 1552 de Kazan’m zaptı ve Hanlığın kal­ dırılmasının Kazan ili Müslüman ahalisi için tarihlerinin en büyük felâ­ ketini teşkil ettiği ve Rus idaresi zamanında Kazan Türkleri (Tatarları­ nın ekonomik, siyasî, dinî ve medenî yönlerden müthiş baskılara maruz kaldıkları açıkça bilinmektedir. Mamafih 1940 tan önce ciddi ilim adam­ ları ve Rus tarihçilerinin kendilerinindahi, bugün Sovyetler tarafından öne sürülen görüşü asla paylaşmadıkları ve bugün iddia edilenin aksini söyledikleri de bir hakikattir. Bu kabilden olmak üzere tanınmış üç Rus tarihçisinin bu hususta neler yazdıklarını hatırlatmak yerinde olur.

1 Bkz. Akdes Nimet Karat, Türkiye ve îdil boyu. 1569 Aatarhan seferi, Ten- IdO Kanalı veXVI-XVII y.y. Osmanlı-Rıu münasebetleri. D.T.C.F. yayınlan. Sayı: 151. Ankara 1967. a Bkz. Ek No. XVI, IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 2 0 1

Kazan Tarihi adiyle 1923 te Kazan’da, Rusça olarak mülıim bir kitap yazmış olan M. Kbudyakov, Kazanlıların 1553 de Çar îvan IV.’a karşı durmalarım anlatırken, şunları yazmıştı: (s. 156) “ (Kazan- blardan) istiklâllerini müdafaa yolundaki mücadelede binlercesi canını verdi; (bu savaşta) Kazan balkı en iyi evlâdlannı kaybetti; maddi kayıpların ise haddi hesabı yoktur. (Kazan yurdu ahalisinin) şehir hayatından köy hayatına geçmek ve yeni şartlara uyması için uzun bir zamana ihtiyacı vardı. Kültür seviyesinin böylece müthiş bir surette alçalması, iptidai köy usulleri ve ihtiyaçların azalması, ticaret ve her türlü sanayi faaliyetinin düşmesi, ahalinin fukaralaşması, devlet ve sosyal hayatın düzenlenmesinde aktif olarak katılma âdetlerinin tama­ miyle unutulmuş olması -işte Rus istilâsının Kazan Tatarîarı’na getirdiği neticeler bunlardır.”

Tataristanm Geçmişi adiyle 1926 da yine Kazan’da mühim bir eser çıkarmış olan tanınmış tarihçilerden. N. Firsov da bu müna­ sebetle şunları yazmıştır: (s. 25-26) “ Kendi şehirlerini müdafaa ederken Kazan Tatarlarının gösterdikleri inatçı ve kahramanca mukavemet, hücum eden karşı tarafta (yani Ruslarda) amansız bir hiddet uyandırdı. Çar ivan IV. Kazan’a son hücum yapılmadan önce, “ şehirde canlı olarak silâhlı tek bir Tatar’ın bırakılmaması” enirini vermişti. Şehrin surları berhava edilerek içeriye giren askerler katliama başladıkları zaman, Çar’ın bu emrini büyük bir tehalükle yerine gerildiler. Sonra, şehir üç gün askerin yağmasına bırakıldı ve bunu müteakip tahrip edildi. Mescid ve camilerin temellerine kadar yıkılmaları emredildi. Sarhoş askerler bu taşkınlıklar sırasında eşsiz kıymeti haiz ne kadar medeniyet değerleri, kitaplar, el yazmaları, sanat eserleri tahrip etmiş­ lerdir bilmiyoruz. Fakat bunların pek çok olduğunu tahmin edebiliriz. Çünkü Kazan şehrinin Bulgar (şehrinin) varisi sıfatiyle, yalnız zengin değil, aynı zamanda kültürlü bir şehir olduğu da biliniyor. Bulgar- Tatarlar tarafından biriktirilmiş olan (maddî) ve mühim nisbette manevî sermaye (kıymetler) yok edildi. Bu mahvediliş yalnız maddî eserlerde değil, bu kıymetleri yürüten ve devam ettiren insanların yok edilmesi şeklinde icra edildi.” (Firsov sözlerine devamla) “ Kazan Hanlığı,. Rus istilâsından sonra Moskova kolonisi haline getirildi ve heT koloninin başına gelen hal, Kazan Hanlığı ahalisinin de başına geldi. Hudutsuz bir sömürge, istismar, Rus boyarları en iyi topraklan zaptetmek ve kendi adamları ile pay­ 2 0 2 IV-XVni. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ laşmakta gecikmediler. Bununla Bulgar-Tatar büyük toprak sahipleri, çiftlikler ortadan kalktı.” Nihayet, üçüncü olarak Sovyetler Birliği ilimler Akademisi azala- rından tanınmış tarihçi S. Bakhruşin, “ Büyük Sovyet Ansiklope­ disinin ilk tab’ındaki (1937, s. 550) Kazan Hanlığı maddesinden şu satırları naklediyoruz : “ Harbe (Kazan’ın zaptı için açılan sefere) dinsizlerin hizmetlerinde ızdırap çeken Hıristiyan esirlerin (yani Ruslar’ın) kurtarılması şeklinde bir Haçlı Seferi karakteri verilmişti. Çok iyi bir şekilde toplarla mücehhez olan 150,000 kişilik bir ordu harekete geçirilmişti. Kazan, stratejik kaidelere tamamiyle uygun olarak her taraftan kuşatılmıştı. Kuşatı­ lanlar (ancak 33,000 kişiden ibaretti) müthiş bir mukavemet gösterdiler. Etraftaki ahali partizan harbi yapmakta idi. Bir buçuk ay süren kuşat­ madan sonra, Alman mühendislerinin yardımı ile Kazan’ın surları bir kaç yerden yıkıldı ve şehir hücumla alındı. Kazan’ın zaptını müthiş bir katliam takip etti.” Bakhruşin, Kazan Hanlığı’ıun Ruslar tarafından zaptının, Kazan Ui Müslüman ahalisi için “ netice itibariyle hayırlı olduğunu” tek bir kelime ile ifade etmemiştir. Bu suretle, İlmî esaslara dayanan ve taraf tutmayan, ciddî Rus ilim, adamlarının bugünkü Sovyet-Rus tarihçileri­ nin göriişlerini kabul etmelerine imkân ve ihtimal yoktur. Ortada bir hakikat varsa, o da 1552 de Kazan’ın Ruslar tarafından zaptını ve Hanlığın ortadan kaldırılmasını müteakip, Kazan ili tam bir Moskova kolonisi haline getirildi ve Müslümanlar ile gayri Rus milletler de (Çuvaş, Çirmiş, Ar, Mokşılar) müthiş baskı ve zulümlere maruz kaldılar. 1552 den bugüne kadar geçen 400 yıldan fazla süren zaman içindeki tarihî hakikatler bunu açık olarak göstermekte ve teyid etmektedir. XII. KIRIM HANLIĞI*

tf

* Belli başlı eserler: Jozef von H am m er, Geschichte der Chane der Krim unter Osmanischer Iferrschaft, Wıt'r. 1R,“6: V. T), Sm irnov, Krımskoye Khanstvo do naçala X V III iıeka (XVIII. y. yıl başına kadar Kırım Hanlığı) SPşbg. 1887; aynı müellif: Krımskoye Khanstvopod verkhovenstvom Ottomanskoy Portı v XVIII slol (XVIII. y. yılda Osmanlı himayesinde Kının) Odessa 1889. Diğer eser ve kaynaklar için bibliyografya kısmına haltınız. 1 Coğrafî durumuna ait: Rossiya, pod redak. S em enev’a, Tom. XIV. Novorössiya Kinm (Güuey Rusya ve Kırım) SPsbg. 1910. 204 rV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ kırlarına bağlı idi. Kırım Türkçesi ile buraya “ hendek” anlamına gelen “ Or” denirdi, (Rusçası: Perekop- bir baştan bir başa hendek kazılmış demektir), işte bu Or mevkiinde erkenden müstahkem bir kale, “ Or Kapısı” inşa edilmek suretiyle Kırım kuzeyden gelen istilâlara karşı korunmak istenmişti. Kırm’m iç kısımları yayla ve denize doğru dağlar başlamaktadır (yayla dağlan). Dağların Karadeniz’e bakan ve Kerç Boğazı’na yaklaşan saha iklim itibariyle çok mutedil, ziraat ve bilhassa bahçeciliğe fevkalâde elverişlidir. Dolayısiyle burada çok erkenden “ medenî” hayat gelişmiş ve sahil boyunca, daha Hellenler ve Iskitler devrinde ticaret şehirleri, iskeleler kurulmuştur. Aşağı Don (Ten) boyundaki Tanais (sonraki Azak) ile Kınm sahilindeki şehirler arasında ticaret yapıldığı biliniyor. Hiyung-nu’ların bir budağı olan Batı Hunları Kırım’ı elde tuttuklan zaman, orada Suğdak adı ile kurulan bir şehrin, Orta Asya’dan gelen Soğdlarla ilgisi olduğu bilindiği cihetle, Kırım ile Türkistan ve Çin arasmda ticaret münasebetleri mevcut olduğuna delâlet eder. Kırım’ın güney sahilleri Bizans imparatorluğu devrinde ekonomik yönden önemini muhafaza etmişti; buradaki Khersones şehri (Rusların Korsun’u) büyük bir ticaret iskelesi idi. Bizans-Hazar münasebetlerinde Kırım, Bizans için büyük önemi haiz olup, burası için Bizans ile Hazar Kağanlığı arasında epey mücadele yapılmıştı. Yarımadanın bir kısmının Hazarlar’m eline geçtiği anlaşılıyor; dolayısiyle Kınm’da birçok Hazar tesiri kalmıştır. Peçenekler’in Kıpçak Bozkırları ile birlikte Kınm’ı da ele geçir­ dikleri, mamafih şehirlere girmedikleri, ticaret merkezlerinin Bizans’ın elinde kaldığı biliniyor. Peçeneklerle Bizans arasmda sırasına göre ticaret münasebetlerinin de yapılageldiği, Bizans kaynaklarınca kayd edilegelmişti. Kıpçak Bozkırları, X I. yüzyıl ortalarından az sonra Kuman- lar-Kıpçaklar’ın eline geçince, Kınm da Kumanlar’m yurdu olmuş ve buralarda.Bizans faaliyeti tedricen azalmış ve büsbütün yok olmuştur. Karadeniz’in kuzeyi 1240 tarihinden itibaren tamamiyle Moğol-Tatar ve onlaria gelen birçok Kıpçak uruğlarımn eline geçip Altm Ordu Dev­ leti kurulunca, Kırım bu defa büyük bir önem kazanmıştır. Türkistan ile Harezm’den gelen ve Aşağı Idil boyu’ndan, Ten mansabı ve Kırım’a kadar giden büyük kervan-ticaret yolunun daha Moğol-Tatarlarm Kuman Ili’ni istilâlarından önce (yani 1240dan evvel) geliştiği ve meselâ eski-Tâfiais yerine bu defa Azak şehrinin yükseldiği rV-XVIH. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 205 anlaşılıyor (Azak- “ Ayak” anlamında olup, Azak Denizi’ne “ Karade­ niz’in ayağı” demek olsa gerektir). Altın Ordu devrinde ticaret yollarının tam bir güven altına alınması ile, Azak şehrinin de ekonomik önemi sür’atle gelişmişti. Bu defa hem Azak şehri hem de Kefe şehri etrafındaki göçebe-Kumanlar (Kıpçaklar) ve diğer Türk boylan, bura halkı ile sıkı temasa geçerek ahş-veriş yaptıkları gibi, bazılarının belki de yerleşik ve hattâ şehir hayatına geçmeğe başladıkları da mümkündür. Bilhassa Kınm’ın sahil bölgeleri ile Kerç Boğazı çevresi ve karşı - Kafkas yaka­ sındaki Taman (eski Tamatarha) ve Koba şehri çevreleri yerleşik hayat için çok elverişli olmak hasebiyle, buralarda yaşayan Kıpçak zümrelerinin de yerleşik hayata geçtikleri ve bu hareketin Altın Ordu devrinde hızlanmış olması mümkündür. Nitekim X III. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında Kefe, Suğdak ve Taman çevresindeki Kıpçaklar’m medenî seviye bakımından mühim bir yükseliş kaydettikleri görülüyor. Tam bu sıralarda Karadeniz sahillerinde Italyan tüccarlarının faaliyeti gelişmiş, Ceneviz ve Venedik ticaret iskeleleri tesis edilmeğe başlanmıştır. Haçlı Seferleri’nden sonra ticaret faaliyetlerini geliştiren ve bununla ilgili olarak büyük bir donanma meydana getiren bu iki Italyan şehri, Bizans’ın zararına olarak sür’atle yükselmişler ve ekono­ mik kudretlerine dayanarak, Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz’de en mühim siyasî varlık göstermeğe başlamışlardı. Anadolu sahillerindeki Amasya, Sinop ve hattâ Trabzon’da Ceneviz kolonileri tesis edilmiş, az sonra onlar, Kınm sahillerine ve Aşağı Don boyuna kadar faaliyetlerini yaymışlardı1. Moğol İmparatorluğu’ndan ticaret faaliyetlerine verilen önem ve bilhassa yollarda emniyetin sağlanması neticesinde Çin ile Türkistan üzerinden, Hazar Denizi kuzeyinde îdil boyuna ve Kara­ deniz sahillerine ulaşan kervan yolu, Kırım sahilinin ehemmiyetini birdenbire artırmıştı. îşte bundan ötürü Kırım’ın güney sahilinde Kefe gibi çok mühim bir ticaret iskelesi meydana geldi. Cenevizliler’in burada 1289 yılından beri koloni teşkilâtı kurdukları ve Altın Ordu Hanlarının izni ile ve belli şartlar altında ticaret yaptıkları biliniyor.

Kefe Şehri Altın Ordu’nun en büyük hükümdarlarından sonun­ cusu olan Canibek Han zamanında (1342-1357) Cene­ vizliler ve Venedikliler ile Han arasında başgösteren anlaşmazlık sonunda

1 Bu sahada esas eser: W. H eyd, Histoire du commerce dans le Levant ou moyen- âge. (2 nci tabı) Leipzig 1923 (ve 1936). 206 i v - x v m . YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Cenevizliler, 1343 de bir aralık Tana(Azak)’yı bırakmak zorunda kal­ mışlardı; mamafih 1347 de yeni bir anlaşma gereğince onlara yeniden burada kalmak imkânı verilmişti. Bu sıralarda Venedik ile Ceneviz arasında Karadeniz ticareti için şiddetli bir rekabet hüküm sürmekte idi. Venedikliler, mümkünse Cenevizliler’i Galata (İstanbul)’dan dahi atmak istiyorlardı. Mamafih Cenevizliler buna karşı durdular ve her halde yeni yükselmekte olan Osman Oğulları ile de anlaşarak, durum­ larını kuvvetlendirdiler. Az sonra Karadeniz, adetâ Cenevizlilerin bir “ kapalı deniz” i (mare clausum) haline getirildi. Anadolu sahillerinde birçok Ceneviz kolonisi kuruldu. Bu sıralarda Kırım’ın güney sahilinde Kefe1 şehri sür’atle ticaret merkezi haline yükseldi; bilhassa Aksak Timur’un 1395 de Azak şehrini tahrip etmesi, Kefe’nin işine yaradı. Azak’taki ticarî faaliyet bu defa Kefe’ye nakledilmiş oldu. Kefe’de Cenevizliler’in idaresinde, Karadeniz sahasından ve Akdeniz’den gelen tüccarlar ve ticaret emtiası ile, Kırım, Kıpçak bozkırları, Moskova Rusyası, Idil boyu, Kafkas sahilleri ve daha uzaklardan gelen her türlü eşya, esirler ve bilhassa balık ticareti gelişti. Buraya, Cenova ve diğer Italyan şehirlerinden başka Bizans, Anadolu ve Kıpçak ilinden ve Rus- lardan çokça tüccar ve Yahudiler ile Ermeniler gelip yerleşmek suretiyle, Kefe Karadeniz’in tam bir kozmopolit şehri haline geldi. Kefe’nin 6tatüsü Altın Ordu Hanları tarafından tanınan belli şartlara bağlı olmak­ la beraber, Cenevizliler burayı gayet muhkem bir kale haline koydular, askerî teşkilât yaptılar ve bu suretle Kefe’yi askerî bir dayanak haline getirdiler. Altm Ordu Hanlarının kudretleri azalınca, Kefe Cenevizlileri tamamiyle müstakil bir hale gelmekle kalmayıp, Kırım’daki siyasî gelişmelerde rol oynamağa başlıyacaklardır. Cenevizliler’in Karadeniz- deki hâkimiyetleri, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından zaptından sonra tedricen azalmakla beraber ta 1475 Karadeniz’deki . n l .. .. . ı r n hâkimiyetin yu^113 kadar sürmüştür. Ancak Keıe ve diğer Ceneviz OsmanUar eline kolonilerinin 1475 te Gedik Ahmed Paşa’mn kuman- geçmesi, 1475. dasındaki Osmanh-Türk donanması tarafından alınması ve Azak’ın da ele geçirilmesinden sonradır ki, Kara­ deniz ve Azak Denizi’nden Cenevizliler tamamiyle çıkarılmış oldular. Mamafih Kefe’nin Osmanhlar eline geçmesinden çok evvel Kara­

1 Kefe şehrine ait Lehli bir âlim tarafından Ceneviz kaynaklarına dayanılarak şu mühim eser yazılmıştır: Marian M alow ist, Kaffa-Kolonia genuenska na Krymie i problem uıschodni w latach 1453-1475. (Kırım’da Ceneviz Kolonisi - Kefe (şehri) ve 1453-1475 yıllarında şark meselesi)^ Wargzawa 1947. IV O m n. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 207

deniz’in kuzeyinde, vaktiyle muazzam bir devlet olan Altm Ordu, artık son günlerini yaşamakta idi. Bilhassa Aksak Timur’un darbeleri altında askerî ve ekonomik kudretini kaybetmiş olan Altm Ordu’nun parçalandığı ve yer yer yeni Hanbklar meydana geldiği görüldü. Bun­ lardan biri Kazan Hanlığı, öteki de Kırım Hanlığı idi. Eski “ Tabt İli” (yani Saray)ndeki Hanlaım nüfuzları sür’ atle azalmış ve Aşağı İdil boyunda Yayık nebri ve Aral Gölü çevresindeki Nogay uruğları da Saray Hanlarından ayrı düşmekte idiler. Bu suretle XV. yüzyılın orta­ larından itibaren Karadeniz’in kuzeyindeki geniş Kıpçak bozkırları ve Azak Denizi çevrelerinde yeni bir siyasî kaynaşma başlamış idi.

Hacıgerey Han ^ ırım Yarımadası, coğrafî durumunun icabı olarak, 1444? -1466. Saray Hanlarına kafa tutan Mirza ve Beylerin dayanak sabası olagelmişti. Altın Ordu’nun en büyük kişilerinden sayılan Nogay Mirza (1282-1299), bilhassa Kırım’ı elde tutmak sayesinde kuvvet kazanmıştı. Toktamış Han’a karşı gelen Mamay Mirza (1380) da Kırım’a gitmiş ve yenilinceye kadar orada kalmıştı. Aynı veçhile Toktamış Han’dan sonra Altm Ordu’nun büyük kişilerinden olan Ediğe Mirza (öl. 1419) da Kırım’da destek bulmuş ve sonra rakiplerini diz üstü getirmişti. Bu defa sahneye, Çingiz neslinden Hacıgerey çıkmış ve Kırım’da yeni bir Hanlığın temelini atmıştır. Bunun zamanı ve olaylarm nasıl geliştiği açıkça tesbit edilemiyor1.

Vaktiyle Altın Ordu Ham olup, 1419-20 lerden itibaren Kırım’ı da elinde tutan, Çingiz neslinden Tölek Timur’un torunu İçkili Haşan oğlu Uluğ Muhammed Han’a karşı Kırım’da başhyan mücadele çok çetin bir hal almıştı. Bu mücadeleyi Kongurat uruğu başı Haydar idare ediyordu. İşte bu Haydar’ın baskısı altında Uluğ Muhammed Han, yukarıda tafsilâtiyle anlatıldığı gibi, 1437 yılı sonunda, yanında ancak 3,000 kadar maiyyeti ile birlikte Moskova Knezliği sahasına girmiş ve Knez Vasiliy’den orada kalmak için izin istemişti. Fakat Rus Knezi buna yanaşmamış ve Uluğ Muhammed’e karşı büyük bir kuvvetle gelmişti. Bu çarpışmada Ruslar yenilmişti. Mamafih Uluğ Muhammed Han bu defa Moskova arazisinde kalmak istememiş ve Orta İdil sahasına giderek,

1 B. Spuler, Die Goldene Horde, 33. 157, 170-175; el-Hac Abdulgaffar, Umdet- üt-Tevarih, s. 95-97; A. Y a k u b ov sk iy , Hacıgerey’in 1449 dan itibaren “ resmen Han olduğunu” kabul ediyor. Zolotaya Orda (Altm Ordu) 9. 412. 2 0 8 IV-XVln. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ yukarıda gördüğümüz veçhile, Kazan Hankğı’nı kurmuştur1. “ Taht lli” nde, yani Saray’da ise, Toktamış Han neslinden Seyyid Ahmed Han tahta geçmiştir. Bu olaylardan az sonra, Kıpçak bozkın’nda göç eden Şınn uruğu Kırım’da üstün bir duruma gelmiş ve bu defa Kırım’a gelerek yeni bir Hanlık kurması için Çingiz oğullarından Hacıgerey’i davet etmiş olmalıdır. Dolayısiyle Şırm uruğu Kırım Hanlığı’mn tarihinde ta baştan itibaren büyük bir nüfuz sahibi olmuştur. Ayrıca Kırım’a yakın sahaya sonraları bir kaç uruğ daha gelecek ve onlar da Hanlık’da büyük rol oynayacaklardır. Hacıgerey’in nesebi şöyledir: Hacıgerey, İçkili Hasan’m oğlu Uluğ Muhammed’in yakın akrabasıdır; İçkili Hasan’m başka bir oğlu da Baştimur idi; Baştimur Oğlan’m iki oğlu vardı: Gıyaseddin ve Devlet- birdi. Gıyaseddin’in oğlu olmamıştı, Devletbirdi’nin ise iki oğlu vardı: Hacıgerey ve Cihangerey. Hacıgerey’in, Litvanya beyi Witold’un yanında, Troki’de doğmuş olması da mümkündür. Zaten Toktamış Han zamanında Altın Ordu ile Lehistan-Litvanya arasında yakın bir dostluk kurulmuştu. Ye bunun icabı olarak Çingiz neslinden bazı büyükler Litvanya beyinin hizmetine girmişlerdi. Hacıgerey’in babası Devlet­ birdi’nin de bunlardan biri olması mümkündür. Moskova’nın yüksel­ mesine karşı Altın Ordu Hanları veya Mirzaları, Lehistan-Litvanya’da kendilerine tabii müttefik bulmuşlar ve arada işbirliği tesis edilmişti. Bu defa Hacıgerey’in Lehistan Kıralı Kazimir IV.’den destek görmesi ve Kırım Hanlığı’mn başına getirilmesinde rol oynamış olması da mümkündür. Hacıgerey, Kırım’a daha önce gelen Şınn Kiram Hanlı&ı'run T t v , i v . ■, , v kurulması (1441 Uruğu nun desteği ile nuruz sahasını yayarken, aşağı 1442 den önce) îü l boyundan yani “ Taht lli’ ‘nden mümkün mertebe çok il ve uruğlan kendi taraûna çekmeğe çalıştığı anlaşılıyor. Nitekim Şınn uruğundan başka, Barm, Arğın ve Kıpçak uruğlan da gelip katılmışlar ve bu dört uruğun başlan “ Karaçi” sıfa- tiyle Hanlığın idaresinde büyük nüfuz sahibi olmuşlardır. Sonraki de­ virlerde bilhassa Nogaylardan yeni birçok uruğ gelmiş ve ofilar da sırasına göre önem kazanmışlardır. Hacıgerey’in hem “ Hacı” hem de “ Gerey” adlarını nasıl aldığına ait Kırım’da bazı rivayetler muhafaza edilmiş olmalıdır. Bunlar arasında en yaygın olanı şu olsa gerektir: Tatar Hanları ve Mirzalannca tatbik

1 Bkz. Akdes Nimet Knrut, Kazan Hanlığını kuran Uluğ-Muhammed Han’ m Yarlığı, a. 22. IVOCVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEHİ 209 edilen usule göre, oğlan çocuklar süt emerken yetiştirilmek üzere bir lala (Atabek) yanına verilir ve orada oğlan büyüyünceye kadar kalırdı. Bu lala (Atabek) ların oğlanın ailesi nezdinde çok büyük itibarı olurdu. Bu kabilden olmak üzere Hacıgerey’in babası Devletbirdi (rivayeti nakleden eserde: Gıyaaeddin) ’nin büyütülmesi için verilen Atabek “ Gerey” uruğundan Devletgeldi adlı çok sofıı (dindar) bir kimse imiş, işte bu zat, Hacc’a gitmek üzere yola çıktığından Devletbirdi’nin hanesine geldikte, Devletbirdi’nin bir oğlu dünyaya gelmişti. Devletbirdi de, çok sevdiği Atabek’inin hem hacca gitmesini tebcil, hem de mensup olduğu uruğu unutulmaktan kurtarmak maksadiyle oğluna “ Hacı” ve “ Gerey” adlarını vermiş ve kendi soyundan gelenlere de isimlerine ek olarak “ Gerey” adı verilmesini vasiyet etmişti1. Bu suretle, ilk Kırım ham Hacıgerey’in adı hem ailenin Atabekine karşı duyulan saygı, hem de Türk geleneklerine riayetin bir ifadesi idi. Çocuklara her hangi bir mühim hadise ile bağlı isim konması adetti. Atabek’in de Hacca gitmesi böyle mühim bir hadise telâkki edilmiş ve tam o sırada doğan çocuğa “ Hacı” adı verilmiş olabilir. Hacıgerey’in adındaki “ Gerey” takma adı, galiba Moğolca asıllı olup, bir unvan ifade etmekte ve Hacıgerey’den itibaren Kırım Hanları sülâlesinin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmiştir. Bu söz, “ Giray” , “ Girey” tarzında da kullanılagelmiştir ve Jî olarak yazılmanın bir sonucudur. Lehli ve isveçli yazarların kullandıkları şekle ve Kırım ile Kazan Türkçesindeki telâffuza göre bunun “ Gerey” olması lâzım gelir.

Hacıgerey işte bu uruğlann desteği ile Kırım ve bitişikteki Kıpçak Bozkırlarına (Deşt-i Kıpçak’a) hâkim olmuş ve bu suretle Kırım Hanlı- ğı’nı kurmuştur. Tahta geçişinin tarihi tesbit edilemiyor; ancak 1441- 1442 de (H. 845 de) adını taşıyan sikkesi bilindiğine göre, Kırım Han- bğı’mn bu tarihten bir müddet önce kurulmuş olması lâzım gelir. Hacı- gereyin 1449 yılı Ağustos’unda Kırım Hanhğı’nın başında bulunduğu ve Taht Ili’ndeki Seyyid Ahmed Han’a karşı mücadele ettiği biliniyor 2. Bundan böyle Kırım Hanları, kendilerini Altın Ordu’nun varisi telâkki ve “ Taht îli” ni ele geçirmek için mücadele edeceklerdir. Bu mücadele icabı, “ Taht ili” Hanlarının düşmanı kim ise, Kırım Hanları onunla anlaşmak yoluna gideceklerdir. Nitekim Hacıgerey’in, Altm

1 Halimgerey, Gülbün-ü Hanan, s. 7. 2 A. Y ak u b ov sk iy , y. a. g. e. y. a. 412; B. Spuler, y. a. g. e. es. 170-175.

F . 14 2 1 0 IV-XVHI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Ordu’nun en büyük düşmanı olan Moskova Knezi ile anlaşması ve Rusları Seyyid Ahmed Han’a karşı tutması bu siyasetin icabı olmuştur. Hacıgerey Han’ın çok haşin bir kimse olduğu nakledilmektedir. Mamafih o zamamn çetin mücadele şartlan içinde, taht için savaşan ve hâkimiyetini korumak zorunda kalan Çingiz oğullarının “ yumuşak” olmaları pek beklenemezdi. Hacıgerey’in Kırım’ın dışında geniş bir sahada hâkimiyetini sağladığı, 26 Safer 857 tarihli (8 Mart 1453) Anka- ra’lı (?) Hekim Yahya’ya verdiği “ Tarhanlık yarlığı” ndan anlaşılmak­ tadır1; şöyle ki: Hacıgerey Han’ın hükmü: Kırkyer (sonraki Çufut- kale), Eski Kırım (Şehir), Kefe (çevresi), Kerç (çevresi), Taman (çevresi), Koba (çevresi-Küban nehri mansabında) ve Kıpçak (bozkırında) cari idi. Taman ile Koba, Kuban nehrinin mansabında, yani Kafkaslar’a, Çerkesler memleketine yakın olduğu cihetle, Hacıgerey’in hâkimiyetinin Kerç Boğazının Kafkas tarafına kadar yayılmış olduğunu gösterir. Hacıgerey’in Cenevizliler’e karşı savaştığı ve bu maksatla Osmanlı Devleti ile de işbirliği yaptığı söyleniyor. Bu kabilden olmak üzere, 1454 tarihinde Osmanlı donanması Kefe’nin önlerine gelince, Hacıgerey’in kuvvetleri Kefe’yi karadan kuşatmak istemişti. Mamafih Kefe’deki Cenevizliler mukavemet etmişler ve şehri ellerinde tutabilmişlerdi. 858 Hicrî (1454 Milâdî) senelerinde Hacıgerey’in payitahtını Kırkyer şehrine naklettiği anlaşılıyor. Yine “ Tarhanlık yarbğı”nda görüldüğü üzere Hacıgerey’in kurdu­ ğu Kırım Hanlığı, teşkilâtı ve ekonomik bünyesi bakımından tamamiyle Altın Ordu’ya benziyordu. Aynı Hardık sistemi ve aynı vergiler mev­ cuttu. Mamafih az sonra Hanlığın teşkilâtında kendisine has bazı nizam tatbik edilecek ve bilhassa Kefe ile ve diğer şehirlerle olan ticaret ve ekonomik münasebetler icabı bazı yeni vergiler ihdas edilecektir. Kınm Hanhğı’nda bir yenilik olan “ Kalgay” ve Nureddin” usulünün (Kalgay- Veliahd, Nureddin ondan sonraki veliahd) Hacıgerey Han zamanında başlandığı bilinmiyor. Bu sistem her halde eski, “ Tiirk-Moğol” larda tatbik edilen “ on” ve “ sol” (sağ ve sol) kollann başına getirilen en yüksek rütbeli prenslerle bağhdır. Göktürklerdeki “ yabgu” ve “ şad” bu taksimatın icabı olsa gerektir. îşte bu sistem Kırım Hanlığı’nda tatbi­ katını bulmuş ve devlet idaresinin esaslarından birini teşkil etmiştir.

1 Akdes Nimet K u r nt, Topkapı Sarayı ve Müzesi Arşivindeki Altm Ordu, Kınm ve Türkistan Hanlıklarına ait yarlık ve bitikler, İstanbul 1940. (Hacıgerey Han Yarlığı) 33. 62-81. rv-xvm. YÜZYILLARDA TÜKK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ İli

Kınm Hanlığı’nın temeli ve en mühim organları muhakkak ki, Hacıgerey tarafından atılmış ve sonraki Hanlar tarafından geliştirilmiştir. Bu bakımdan Hacıgerey Han, Türk tarihindeki “ Büyük devlet kurucula- rı” ndan bilisidir ve bu sıfatla tarihte önemli bir yer tutmaktadır. Hacıgerey Han 20-25 yıl kadar hâkimiyet sürdükten sonra, galiba 1466 da (H. 871 de) ölmüş ve Bahçesaray’ın bir mahallesi olan Salacık’ta defnedilmiştir Rivayete göre, türbesini kendisi, ölümünden bir müddet önce yaptırmıştır. Hacıgerey’in Moğol-Tatar Ham vasıfları ile birlikte bir İslâm hüküm­ darı vasıflarını da birleştirdiği icraatından görülüyor. Kırım Hanlığı kurulduğu devirde Kırım’da İslâm dini derin kökler salmış ve dolayısiyle Kınm Hanlığı da tam bir islâm ülkesi olmuştu. Bunun icabı olaTak Hacıgerey Han, Kırkyer (Çufut-kale) (Yahudi Kalesi)’de bir medrese inşa ettirdiği gibi, diğer şehirlerde mescid ve medreseler yaptırmıştır, ölümünden önce, Bahçesaray’ın bir mahallesi olan Salacık’ta, kendine bir türbe yaptırmış olması da, kendisinin dinî akidelere çok bağlı oldu­ ğuna ve belki de bir tarikata mensup bulunduğuna delâlet eder.

HACIGEREY’ÎN HALEFLERİ VE KIRIM HANLIĞI’NIN OSMANLI DEVLETl’NE BAĞLANMASI

Hacıgerey’in Hacıgerey’in ölümünden 6onra Kırım’da da, Altın ngniı-r. arasında Ordu’nun diğer kısımlarında olduğu gibi, Han oğulları mücadele arasında “ Taht kavgası” başladı. Hacıgerey’in oniki oğlundan en az üçü tahtta hak iddia-etmekte idiler: Nurdevlet, Mengligerey ve Haydar. Bunlardan her biri belli başlı uruğ- lara dayanıyordu. Bu sıralarda Kırım’daki en nüfuzlu uruğlardan Şınn’m başında Eminek Mirza en çok sözü geçen kinişe idi. Eminek Mirza’nın Hacıgerey Han devrinde de mühim rol oynadığı anlaşılıyor. Şirin uruğu “ Hanlığın direği” olması itibariyle, Eminek Mirza ancak kendisinin münasip gördüğü hanzadeyi tahta geçirecekti. Nüfuzlu diğeT üç uruğun, Arğm, Barın ve Kıpçak ve sonraları nüfuz kazanacak olan Mansuroğlu ve Sicivut uruğlarınm da kendi namzetleri olacağı muhak­ kaktı. Altın Ordu’da olduğu gibi, Kırım Hanlığında da belli uruğ baş­ larının, yani üst tabaka “ ak süyek” (aristokratlann)lerin nüfuzları çok

1 Halimgerey, Gülbün-ü Hartan, e. 7. 2 1 2 r v - x v ı n . yüzyiliabda t ü b e ; k a v m l e b İ v e d e v l e t l e b i büyük olduğu cihetle, Hanların daima bunlarla hesaplaşmaları şart olduğundan, bu zümrenin muvafakati alınmadan her hangi bir Çingiz oğlu tahta çıkamazdı. Şırm uruğları reislerinin Hacıgerey’in hâkimiyete gelmesinde mühim rol oynamaları hasebiyle, bu uruğun reislerine “ Baş Bey” adı verilmişti. Dolayısiyle Emmek Mirza, “ Baş Bey” sıfatiyle Hacıgerey’in oğullan arasmda çıkan taht kavgasmda hâkem rolünü oynayacaktı. Eminek Bey, Hacıgerey zamanında “ Kırım tümeni” nin Emmek Mirza ^ Ş 1 ve “ darugası” olduğuna göre, kendisinin Kırım Hanlığı’nda en nüfuzlu kimse olduğunu göstermektedir. Eminek Mirza’nın şeceresi de şöyledir: Babası-Mamak Bey, dedesi- Tekine Bey, onun babası Bektemür Bey. Eminek Bey’in Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed ile muhaberede bulunması dahi mevkii­ nin çok yüksek olduğunu gösterir1. işte bu zat, galiba önceleri Meng- ligerey’i tutmuştu; belki de Kefe’deki Ceneviz tüccarları ile anlaşmış ve daha ziyade Kırım içindeki unığlarm ve yerleşik hayata geçen Kırım’lı unsurların menfaatlarmı gözetmişti. Diğer yandan Nurdevlet’in daha Nnrdevlet ve ziyade Kıpçak bozkırlarındaki ve Azak çevresindeki Mengligerey uruğların desteğini elde ettiği ve dolayısiyle göçebe mücadelesi unsurların mümessili olduğu anlaşıhyor. Eminek Mir- r.a’nm bu mücadelede Cenevizliler’den de istifade etmek istediği mümkündür. Hacıgerey’in ölümünü müteakip, büyük kardeş sıfatiyle ' Nurdevlet’in, bilhassa Kıpçak bozkırlarındaki uıuğlarm desteği ile tahtı ele geçirdiği anlaşıhyor. Mengligerey’in de, Eminek Mirza’nın da yardımı ile Kınm’m iç illerinde, eski Kırım ve Kırkyer’de tutunduğu biliniyor. Kendisine Cenevizliler’in ve Kefe çevresindeki Tatarlar’ın müzaheret etmiş olmaları mümkündür. Mengligerey, galiba 1467 de kendisini bu mmtakada Han ilân etmiştir, Nurdevlet ve Meng­ ligerey, tıpkı Hacıgerey’in yaptığı gibi, Lehistan-Litvanya ve Moskova Rusyası’ndan müzaharet istediler. Her iki Han da Kıral Kazimir IV. ile Knez îvan III. ı kendi tarafına çekmeğe çalıştılar. Böyle bir yardım aynı zamanda “ Taht İli” Hanı Ahmed’e karşı mücadelede de faydalı olacaktı. Eminek Mirza’nın ve Cenevizliler’in yardımı ile Meng­ ligerey üstün geldi, Nurdevlet’i Kıpçak ilinden de çıkardı ve 1469 da Mengligerey Kırım Hanlığı’nın tamamını ele geçirdi. Bu defa Mengligerey, Altm Ordu Han’ı Ahmed ile karşı karşıya

1 Akdes Nimet K 11 r a t Tnpkapı Sarayı ve Müzesi Arşivindeki... yarlik ve bitikler, ss. 101-115. IV -X V m . YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 213 geldi. Daha doğrusu Mengligerey “ Taht İIi” ni de ele geçirmek ve Altm Ordu’nun yegâne hâkimi olmak istemiş olmalıdır. Bu maksatla Mengligerey bir taraftan Idil boyundaki uruğları kendi tarafına çekmeğe çalışırken, aynı zamanda da Moskova Rnezi III. Ivan ile daha 1474 te Ahmed Han’a karşı anlaşmak yolunu tuttu1. Eminek Mirza’dan başka, Mengligerey’e bu hususta, Kefe’li bir Yahudi tüccarı olan Hoca Koskos ile, Hacı Baba, Abdullah, Mamak ve Devletek adlı diğer Tatar büyüklerinin de arabuluculuk yaptıkları biliniyor.

Ivan III. ise gayet kurnaz bir diplomattı ve Altın Ordu Hanı’na karşı Mengligerey’i kazanmak için her şeyi yapmağa hazırdı. Nitekim Moskova’dan gelen elçiler Mengligerey’e dostluk ve Ahmed Han’a karşı müşterek hareket teklifini ve üstelik birçok hediye ve hattâ “ Mosko­ va’nın Kırım Hanlığına tabi olacağı” yani Altm Ordu’ya gönderilen verginin Kırım’a gönderileceği yollu teklifler dahi getirmişlerdi. Meng­ ligerey Han Moskova Knezinin bu tekliflerinden fazl asiyle memnun kalmış ve bu suretle Kırım Hanlığı ile Moskova Knezliği arasında Altm Ordu’ya karşı bir anlaşma hasıl olmuştu. Mamafih bu anlaşma yalnız Altm Ordu’ya karşı değil, Moskova'nın rakibi ve düşmanı olan Lehistan- Litvanya’ya karşı da yöneltilecekti. Bilindiği üzere, Lehistan-Litvanya bir müddettenberi Doğu Avrupa’da Moskova Rusyası’nm karşısına en büyük rakip olarak çıkmıştı; Orta Dnepr-Ukrayna sahaBmda Lehistan- Litvanya kıralı ve beylerinin nüfuzlarını yaymaları Moskova'nın zararına idi. Çünkü bura ahalisi bir kere “ Ortodoks” olduğu gibi, Moskova Knezleri buraları, Rus arazisinin ayrılmaz bir parçası “ Ata ve dede­ lerden kalma yurtları (votçina)” telâkki ediyorlardı, işte bu şartlar içinde Kırım Ham Mengligerey ile Moskova knezi Ivan III. arasında yakın münasebetler kuruldu ve karşılıklı elçiler gidip gelmeğe başla­ dı. Mamafih daha çok Rus elçileri ve hediyeleri Kırım’a gelmekte idi. Cenevizlilerin Kırım’daki kolonilerinden başta Kefe olmak üzere, belli bir vergi alınmakta ve Hanın mümessili (komiseri) olarak Kefe’ye Han tarafından atanan bir “ tudun” bulmunakta idi. Bu usule Hacıgerey zamanında da riayet edilmiş ve galiba Şınn uruğu reisi Eminek Mirza “ tudun” vazifesini görmüştü. Mengligerey Han da, Eminek Mirza’yı Kefe’ye “ tudun” tayin etmiş ve bundan ötürüdür ki, Eminek Mirza ile Cenevizliler arasında sıkı bir münasebet tesis edilmişti. Mamafih Cene­

1 S. M. S olov y ev , latoriya Rossii, II, 1432. 214 r v - x v n r . yüzyillabda t ü b k k a v İ m l e r İ v e d e v l e t l e b İ vizliler’in, Kırım’da sür’atle değişen siyasî şartlara ayak uydurarak çoğu zaman iki yüzlü siyaset takip ettikleri görülüyor. Onlar, bazen Mengligerey’in düşmanlan ile de temastan geri kalmıyorlardı. Bu durum karşısmda Kefe’deki Tatar büyüklerinden bazıları, bilhassa Emmek Bey (Mirza), Cenevizliler’in Kefe’den ve Kırım’dan atılmaları için Osmanlı Devleti’ne müracaat etmeğe başladılar. Bu görüş zaten d aba Hacı- gerey Han zamanındanberi mevcuttu ve yukarıda anlatıldığı gibi, 1454 de bir Osmanlı donanması Kefe’ye hücum ederken Kırım kuvvet­ leri karadan şehri kuşatmak teşebbüsünde bulunmunmuşlardı. Bu defa Emmek Bey’in -Emmek Bey Osmanlı Padişahı ve İstanbul fâtihi Sultan Fatih Sultan Mehmed II. e mektuplar yazarak, Osmanlı Mehmed 3e donanmasını Kefe’nin zaptı ve Kırım Hanlığı’m da yazışması zapt-u rapt altına koymasını ricaya başladı. Zaten İstanbul’un Türkler tarafından alınmasını müteakip, Anadolu sahillerindeki Ceneviz kolonilerine de birerbirer son verilmişti. Bu defa sıranın Kefe’ye geldiği de aşikârdı. Bunun için müsait bir fır­ satın zuhur etmesi ve Osmanlı donanmasının da bir parça daha kuvvet­ lenmesini beklemek icap ediyordu. Kefe, bilindiği üzere gayet müstahkem bir kale olduğu gibi, hatırı sayılır bir donanması da vardı. Mamafih Mengligerey Han’ın henüz “ Osmanlı hâkimiyeti altına” girmek isteme­ diği de biliniyor; o, şayet mümkünse, Altın Ordu sahasının ta m am ım ele geçirecek ve Kırım’da da, yani Kefe’de müstakil bir hükümdar olarak kalacaktı. Nitekim Mengligerey’den, 1469 tarihinde Fatih Sultan Mebmed’e gönderilen bir yazıda, Mengligerey Han Osmanlı donanması tarafından Kırım sahillerine yapılan zarardan^fîkâyet etmekte ve Osmanlılar tarafından Kefe’ye dokundurulan zarar ve ziyanın “ H anın kendisine yapılmış telâkki olunacağı” kaydedilmekte idi; yani Kırım Hanı Osmanlı donanmasının Kırım’a ve Kefe’ye hücumlarının durdu­ rulmasını istemekte idi. Mamafih, Mengligerey’in bir taraftan Altm Ordu hükümdarı Ahmed Han ve diğer yandan biraderi Haydar’ın ayak­ lanmasından dolayı sıkıştırılmağa başlanması üzerine, Mengligerey’in tutumunda değişiklik hasıl oldu ve Osmanlı Sultanına yaklaşmak mecburiyetinde kaldı.

MengligereyV karşı bu defa biraderi Haydar ayaklandı ve birçok uruğ reisini etrafında toplayarak Hanlığı ele geçirmek yolunu tuttu. Bunun üzerine Mengligerey, galiba 1475 yılının İlkbaharında Kefe’ye, Cenevizliler’in yanma sığınmak zorunda kaldı. Fakat Cenevizliler bu rV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 215 defa kendisini adetâ bir “ tutsak” telâkki ettiler ve ona göre muamele yaptılar. Bu dunım karşısında Mengligerey Han, her halde Emmek Miıza’nm da tavsiyesi ile, Kefe’nin zaptını isteyerek, İstanbul’a adamlar göndermiş olmalıdır1. Bunun üzerine 1475 İlkbaharında Gedik Ahmed Paşa’nın kumandasında büyük bir Osmanlı donanması Kefe’nin önüne geldi. Osmanlılarla münasebetinden ötürü Cenevizliler’in Mengligerey’i hapse attıkları anlaşılıyor. Han, şehrin Osmanhlar tarafından alınma­ sından sonra ancak serbestiye kavuşmuş olmalıdır; kendisinin Gedik Ahmed Paşa tarafından Hanlık hakları tanınmış ve Hanlığın başma geçirilmiştir. Bu hususta Eminek Mirza’nın da mühim rol oynadığı muhakkaktır. Kırım Hanlığı’nın rnünasebetle Mengligerey Han ve Eminek Bey Osmanlı Devleti’ne bir taraftan ve Gedik Ahmed Paşa ile diğer yandan bağlanmaya (her halde İstanbul’da tesbit edilen esaslar üzerinde) boşlaması, Kırım TTanlığı’nın durumu hakkında bir anlaşmaya 1475. varıldığı sanılmaktadır. Mamafih bunun yazılı olması şüphelidir. Bir kere Cenevizlüere ait şehirler, başta Kefe, Azak, Taman, Osmanlılar’m idaresinde kalacak ve Kırım Ham da, Devlet-i aliyye’nin “ dostuna dost, düşmanına düşman” olacaktı. Bu ise bir nevi “tedafüi ve tecavüzî” bir ittifaktı ve Kırım Hanı Mengligerey’in buna göre Osman- lı Padişahına, sefer esnasında yardım etmesi gerekmekte idi. Buna karşı­ lık Osmanlı Padişahı da Mengligerey’i Kırım tahtında tutmayı ve des­ teklemeyi taahhüd ediyordu. Kefe’nin zaptından az sonra Azak (Tana) ve diğer koloniler de Osmanhlar tarafından ele geçirimce, Kırım’ın güney sahili, Kerç Boğazı’nın her iki kıyısı ve Azak şehri çevresindeki belli bir saha Osmanlı Devleti’nin hükmü altına girmiş, Kırım Hanlığı da Os* manlı Devleti’ne, bazı şartlar altında bağlanmış oldu2. Bu suretle, 1475 ilkbaharından itibaren Kırım Hanlığı bskımmdan çok büyük bir değişiklik hasıl oldu: Şimdiye kadar Kırım’ın iç işlerine karışan ve aynı zamanda tehlike dahi teşkil eden Hıristiyan- Cenevizliler’in Kefe’de ve diğer şehirlerdeki hâkimiyetlerine son verildi ve onların yerine devrin en büyük devleti olan ve İslâm dünyasının

1 Gülbün-ü Hartan, s. 8. 2 Kınm’ın Osmanlı Devleti’ne bağlanması meselesi, Smiraov’un y. a. g. e. inden başka, aynca tetkik konusu olmuştur: T olu n ay, (Bedriye Sabit) Kırımın Osmanlı İmparatorluğuna Eklenmesi Meselesi. Tez. İstanbul 1934. Halil İn alcık , Yeni vesikalara göre Kırım Hanlığının Osmanlı tabiliğine girmesi ve ahitname meselesi. “ Belleten” cild VIII. (1944). sayı 30, ss. 185-229. 216 IV -X V m . YÜZYILLABDA TİİBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

önderliğini eline alan Osmanlı Padişahının hükmü kaim oldu. Bir İslâm ülkesi olan Kırım Hanlığının Osmanlı Devleti ile bağlanması, İstanbul ile yakın münasebetler kurulması, elbette ki Kırım Hanlığı üzerine her itibarla tesir yapacaktı. Bilhassa bu durum Mengligerey’in mevkiini sağlamlaştırmak itibariyle ayrıca ehemmiyetli idi. Nitekim Kefe şehrinin Osmanlılar tarafından zaptından az sonra, Mengligerey rakiplerini bertaraf etti; biraderi Haydar’ın kuvvetlerini dağıttı ve hiç olmazsa Kırım’da idareyi ele geçirdi. Mengligerey’in bu defa Deşt-i Kıpçak’ta da nüfuzunu yaymak için harekete geçtiği ve bu yüzden Altm Ordu Han’ı Ahmed ile savaştığı anlaşılıyor. Ahmed Han, her halde Kınm’m kendisine tabî olmasını istemiştir. Bu suretle 1476 ilkbaharında patlak veren bu mücadele esnasmda Ahmed Han’ın kuvvetleri Kınm’m içlerine kadar girdiler ve galiba Osmanlılar’ın elindeki Sultak şehrini dahi aldılar. Altm Ordu Han’ının, bu defa Kefe’ye dahi girmeğe heveslendiği anlaşılıyor; burayı da zaptettiği takdirde Ahmed Han, Mengligerey’in dayanak yerini de ele geçirmek suretiyle, bütün Kınm’a hâkim olacaktı. Fakat Osmanlı kadırgalarının mevcudiyeti, daha doğrusu Osmanlı Padişahı ile"çatışmak istemeyişi yüzünden, Ahmed Han, Kefe’ye hücuma cesaret edemeyerek çekilip gitmiş olmalıdır. Mengligerey de bu suretle üzerine çöken büyük tehlikedeD kurtulmuştur. Mengligerey Ahmed Han’la çarpıştığı sıralarda, Osmanlılar tara­ fından Karabuğdan’a bir sefer açılmıştı; 1475 yılındaki anlaşma gere­ ğince Mengligerey’in de bu sefere katılması beklenmişti. Halbuki o bunu yapmamış ve etrafındaki kuvvetleri, galiba, Altm Ordu Han’ına karşı mücadele için kullanmayı tercih etmişti. Han’ın bu hareketi İstanbul’da fena bir tesir yaptı ve tefsirlere yol açtı; Mengligerey’in sadakatinden dahi şüphe edilmeye başlandı. Bundan ötürüdür ki, Mengligerey, galiba şığınmış olduğu Mengup veya Kefe kalesinde tevkif edilerek, İstanbul’a gönderilmiş muhtemelen yerine Nurdevlet Han yapılmıştır. Halbuki Kırım uruğlarmdan birçoğu, bilhassa Şınn uruğunun başı Eminek Mirza, Nurdevlet’i istemiyorlardı. Nurdevlet ise kendi taraf- tarlan, il ve uruğlanna dayanarak ve bilhassa Lehistan-Litvanya Kralı Kazimir IV. in desteği ile tahtında tutunmak istiyordu; dolayısiyle Hanlığın idaresi ve dış münasebetlerinde Mengligerey’den ayn bir yol takibettiği anlaşılıyor. Eminek Mirza, bu defa Sultan Fatih Mehmed’e r v - x v m . yüzyillabda t o t k k a v İ m l e h İ y e d e v l e t l e b i 217 yolladığı mektuplarla Mengligerey’in Kırım’a Han olarak gönderilmesini ricaya başladı. Halbuki Nurdevlet’in taraftarları da aynı ricada bulun­ dular. Mamafib, İstanbul’da Mengligerey’in desteklenmesi uygun görülmüş; daha doğrusu Mengligerey Osmanlılar’a daha çok taviz vermeğe yanaşmış olmalıdır. Osmanlı Devleti için en mühim mesele, Kırım sahillerindeki Kefe, Suğdak, Mengup, Kerçve Kafkas sahilindeki Taman ile Koba ve Ten mansabmdaki Azak şehirlerinin emniyetini sağlamaktı: bunun için ise Kırım’da kendisine güvenilir birisinin Han olması şarttı; ayrıca Kırım Han’lığmın daha sıkı olarak Devlet-i aliyye’ye bağlanması _ , _ , da icabedecek ve Han’ların bilhassa Osmanlı seferlerine Kırım Hanlığı pıtı kat’ î olarak iştirakleri sağlanacaktı. Bu kabilden olmak üzere Kırım Osmanlı Devleti'ne tahtına çıkacak Han’lar mutlaka Osmanlı Padişahı bağlanması, 1478. tarafından atanacak, işe yaramayan Han ise hemen azledilecekti. Azledilen Han’lar veya Han ailesinden kimseler, bir nevi “ rehine” sıfatiyle İstanbul’da, sonraları Rodos adasmda alıkonacaklardır. Bir de Kırım Han’ları mutlaka O sm anlı Padişahının açacağı seferlere katılacaklardı. Bunun karşılığı olarak Han’a yevmi biner akçe verilecek ve maiyyetine de gerekli in’am ve ihsanda bulunulacaktı. Kırım Hanlığı’nda da, Osmanlı teşkilâtına benzetilerek, İstanbul’daki Şeyhülislâm’a bağlı dinî bir teşkilât kurul­ mağa başlandığı, Müftü ve Kadılar tayin edildiği de anlaşılıyor. Diğer yandan Hanlığın kendisine has iç nizamı da muhafaza edilmişti. Buna göre Han’ın birinci ve ikinci veliahtları sistemi devam ettirilecekti, yani “ Kalgay” ve “ Nureddin” makamlarına Han tarafından en münasip, daha doğrusu ailedeki büyüklük sırasına göre, kimseler tayin edilecekti. Hanlıkta en büyük nüfuz sahibi olan dört uruğun - “ Karaçi” ler- olduğu gibi muhafaza edildiğini görüyoruz; yani Şirin, Argın, Bargın ve Kıpçak uruğlan reisleri, eskiden olduğu gibi, şimdi de Han’m “ Divan” ındaki mühim mevkilerini muhafaza edeceklerdi, işte bu şartlar altında Mengligerey, 1478 de, İstanbul’dan Kırım’ a Han olarak gönderilmiş ve bu defa Osmanlı Padişahına tam bir sadakatla Han’lık yapmak üzere ikinci defa idarenin başına geçirilmişti. Mengligerey, bu suretle, İstan­ bul’dan Kırım’a gönderilen İlk “ Han” dır. Mamafih bu defa da Kırım Hanı ile Osmanlı Padişahı arasında her hangi bir yazılı an­ laşmanın yapılmış olduğu sanılmıyor. Buna ait her hangi bir vesika ortaya çıkmış değildir. 218 IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ

Mengligerey Han Mengligerey İstanbul’da kaldığı birkaç yıl içinde Osmanlı 1478 - 1514. Devletinin iç teşkilâtını ve bünyesini yakından gör­ mek, öğrenmek imkânını Haiz olduğu gibi1, Osmanlı Türkçesini de öğrenmiş ve Osmanlı-Türk- İslâm kültürüne de âşina- lık peyda etmiştir. Bu suretle o, artık bir “ Göçebe Hanı” değil, epey “ incelmiş” bir hükümdar olmuştur. Mengligerey Han’m yaknz “ incelmiş” bir kimse değil, aynı zamanda yüksek bir şair olduğu da biliniyor; şu mısralar onun bu sahadaki san’atı hakkında bir fikir verebilir:

Firakından menim halim sorar bulsan eğer cana Gönülde -nar ve gözde -ab ve dilde -ah bulur peyda. Senin murg-u hayalini içide asramak için Buluptur kirpiğim bir kafes bu dide-i bina, Menem ol Han-ı Mengliş kim mihneti mülkî şahımın Cihanda mülk-ü malına gururum yokdurur asla ......

Mengligerey Han, 1478 de Kırım’a dönünce, mevkiini sağlamlaş­ tırmak için hemen faaliyete geçti ve rakiplerini, yani biraderleri Nuıdevlet ve Haydar’ı, zararsız bir hale getirmek üzere, Osmanlı-Türk kuvvetlerine dayanarak mücadeleye başladı. Her iki biraderi de dayanamıyarak Moskova Knezi îvan III. m yanma sığınmak mecburiye­ tinde kaldılar. Zaten yalnız Kırım’daki Han nesline mensup kimseler değil, diğer Hanlıklardan da birçok Tatar büyüğü sıkıya düşünce, Moskova Knezi yanma sığınmakta ve Ruslardan hüsn-ü kabul görmekte idiler. Bunların çoğu Rusların elinde birer siyasî kozdular ve çoğu Moskova’ya hizmet etmeye hazırdılar. Mengligerey’in bu sıralarda en büyük rakibi, 1465 tenberi Altm Ordu’nun başında bulunan Ahmed Han idi. Ahmed Han çok eneıjik bir Han olması hasebiyle, Mengligerey’in ondan korkması ve çekinmesi boşuna değildi. İşte bunun içindir ki, Mengligerey Ahmed Han’a karşı, zaten eskiden olduğu gibi, Moskova Knezi ile yaklaşmak siyasetini takibe başladı. îvan III. ise buna çoktan beri hazırdı. Meng­ ligerey’in Kınm tahtına yeniden dönmesine îvan III. memnun olmuş ve hissiyatını bildirmek hem de “ müşterek düşmanlara karşı birlikte hareketi sağlamak” maksadı ile Kırım’a elçi göndeımişti. Bu Rus

1 Gülbiin-ü Hanan, s. 10. IVOCVİII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ 219 elçisi 1479 yılı 30 Nisan’ında Mengligerey ile buluştu, ve Han’a Ivan III. adından “ babasının tahtında, yurdunun başında sağlamca oturması” temennisinde bulundu. Moskova elçisi Mengligerey Han’a, başta kıymetli kürkler olmak üzere, birçok hediye de getirmişti. Üstelik Ivan III. gayet kurnazca diplomatik oyunlara dahi başvurmuş ve Han’a yolladığı mektubundan ve elçinin sözlerinden, Ivan IlI.m âdeta Kırım Han'ına tabî olmak istediği ve Altm Ordu’ya gönderilegelen “ vergi”yi bundan böyle Mengligerey’e yollamaya hazır olduğu dahi anlaşılmakta idi. Halbuki bu ise tam manasiyle “ bir Moskof kurnazlığı ve hilekârlığın­ dan başka birşey değildi. Mengligerey’in böyle bir tekliften fazlasiyle memnun kaldığı muhakkaktır. Ivan III. ise yalnız Ahmed Han’a karşı değil, aynı zamanda Moskova’nın rakibi ve düşmanı olan Lehistan- Litvanya kıralı Kazimir IV.e karşı da, Mengligerey’in desteğini istemekte idi. Mengligerey, Moskova Knezi’nin isteklerini kabul etti ve bu suretle Kınm Han’ı ile Moskova Knezi arasında hem Ahmed Han’a hem de Kazimir IV.e karşı birlikte hareket edilmesi kararlaştırıldı. Bunun yazılı bir anlaşma şeklinde değil de şifahen yapılmış olduğu da anlaşılı­ yor. Bundan böyle Mengligerey Han, Ivan IILın “ dostuna dost, düşma­ nına düşman” sıfatiyle âdeta Moskova’nm kuvvetlenip gelişmesini garanti etmiş gibiydi. Nitekim bunun ilk ve en büyük neticesi de: 1480 de Ivan IlI.a karşı Altın Ordu Han’ı Ahmed sefer açmışken, Mengligerey, “ Taht tli” ni vurmak suretiyle, Moskova Knezine en büyük hizmeti ifa etmiş ve Moskova’nın (Altınordu hâkimiyetinden çık m a sim) temin etmiştir. Bunun karşılığı olarak Ivan III., Mengligerey’e dostluğunu ve minnettarlığını bildirmek için sık sık Kırım’a elçiler ve kıymetli hediye­ ler göndermekten geri kalmadı. Kırım Hanlığının dostluğu Moskova için her bakımdan faydalı oldu; yalnız Altm Ordu Hanı Ahmed’in bertaraf edilmesi veya onun oğullarının hücumlarından korunmasında değil, bilhassa batıdaki kuvvetli düşman Lehistan-Litvanya’dan ko­ runmak itibariyle çok mühimdi. Kırım Hanının atlıları sık sık Lehis­ tan’a akın -çapul yapmak suretiyle Moskova knezine ayrıca büyük „ . _ , hizmet yapmakta idiler. Bundan başka, Moskova Moskova Rusya sı J r ’ ile Osmanlı Rusya’sının Osmanlı Devleti ile resmî münasebetlerin Devleti arasında kurulmasında da Mengligerey Han, Ivan I II. ile Sultan Megligerey’in Bayezid II. arasında aracılık yapmakla, Moskova için aracılığı, 1492. ^ir defa daha büyük bir hizmet işlemiş oldu. Bunun teferruatı şöyledir: Rus tüccarlarının çok eskiden Azak, Kefe ve 2 2 0 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Suğdak şehirlerine gelerek, Osmanlılarla ticaret yaptıkları biliniyor. Bilhassa Kefe’ye çok sayıda Rus tüccarı gelip-giderdi. Rus ticaret emtiası başlıca kıymetli kürkler, balmumu, keten gibi Akdeniz şehir­ lerinde revaçta olan mallardan ibaretti. Altm Ordu’da güven devam ettiği müddetçe Rus tüccarları rahatça Kefe ve Azak şehirlerine gidip-gelmekte idiler. Bazı Rus tüccarlarının, galiba karayolu ile, yani Buğdan ve Balkanlardan, Edirne ve Bursa’ya kadar gitmiş ol­ dukları da anlaşılıyor. Cenevizlileı’in de bu Rus tüccarlarına alış- veriş yapmalarına mani olmak şöyle dursun, bunları teşvik ettikleri muhakkaktır. Altm Ordu’da iç mücadelelerin başlaması ve güvenin azalması ile Rus ticaretinin de sekteye uğradığı muhakkaktı; fakat, Kefe ve Azak şehirlerinin Osmanlılarm eline geçmesiyle bu ticaret tekrar canlanmış ve çok sayıda Rus tüccarı yeniden Azak ve Kefe’ye gelir olmuştu. Osman- lılar, herhalde Cenevizli’ler tarafından tatbik edilen gümrük ve resim usullerini devam ettirmişlerdir; mamafih, bazı hallerde kendi nizam­ larını da tatbik etmiş olmaları da mümkündür. Bazen, Kefe ve Azak’taki memurların Rus tüccarlarına baskı yaptıkları ve ağiT mükellefiyetler yüklenmiş olmaları da mümkündür. Bu gibi haller ise ticâretin azalması veya büsbütün durmasına dahi yol açabilirdi. İşte, Moskova hükümeti buna mani olmak için, Mengligerey Han’a başvurmuş ve galiba, Han da İvan Ill.ın, Osmanlı Padişahı ile münasebet kurarak bu gibi yolsuz­ lukların giderilmesi mümkün olacağını bildirmişti. Mengligerey Han için de Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki ticaret münasebetlerinin gelişmesi her bakımdan faydalı olacaktı, çünkü bununla Rus tüccarları ve elçilerinin Kırım’a gelmeleri artacak ve dolayısıyla bunlardan daha da çok menfaatler temin edilebilecekti.

Az sonra iki devlet arasmda “ diplomatik münasebetler” in kurul­ ması için bir vesile de zuhur etti. İvan III. tarafından Nemçe Çasarma gönderilen bir elçi, geri dönüşünde Belgrad’da Osmanlı makamları tarafından durdurulmuştu; bu münasebetle vuku bulan temaslarda Osmanlı Paşaları Moskova Knezi’nin, İstanbul’a elçi göndermesinin yerinde olacağından bahsetmişlerdi. Bu Rus elçisi, Mengligerey’in tavassutu ile serbest bırakıldıktan sonra, Moskova’ya dönünce duyduk­ larını İvan IH .’ a anlatmıştı. İvan III. bu defa, Mengligerey’in tavsiye­ siyle, 1492 de Pleşçeev adlı bir elçiyi İstanbul’a, Osmanlı Padişahı Bayezid Il.’e yolladı. Pleşçeev İstanbul’da Padişah ve Sadrazam IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 21 tarafından kabul edildi. îvan’ın, Bayezid II. e gönderdiği yazısında, münhasıran “ Azak ve Kefe’deki Rus tüccarlarının maruz kaldıkları sıkıntılar ve bunların giderilmesi gerektiği” üzerinde durulmuştu. 1 İstanbul’daki bu ilk Rus elçisi kabalığı ve adab-ı muaşeret bilmez­ liği ile herkesin dikkat nazarını çekmekle beraber, elçi olması hasebi- ile Devlet-i aliyye tarafından yine de nazik muamele gördü. İstanbul’da bir müddet kaldıktan sonra Pleşçeev, Padişahın cevabı mahiyetindeki bir nâmesi ile geri gönderildi. Bu suretle, 1492 yılında Mengligerey’in tavassutu ile Moskova ile Devlet-i aliyye arasında resmî münasebetler tesis edilmiş oldu. Bunu müteakip, fasılalarla Moskova’dan İstanbul’a elçiler gidip gelmeye başladılar. Mamafih, resmî temaslar bağlanmakla beraber, Osmanlı Devletinin Rusya ile münasebetlerinde Kırım Hanları daima başrolü oynamakta idiler. Zaten Devlet-i aliyye’nin “ Rusya işleri” Kırım Hanlarına aitti. Moskova ahvali, Moskova Knezleri ile münasebetler, hepsi de Kırım Hanları vasıtasıyle görülmekte idiler, işte bunun içindir ki, Moskova Knezleri, Osmanlı Padişahı katma ancak Hanlar vasıtasıyle ulaşabileceklerinden, Hanlarla mümkün mertebe iyi geçinmek zorunda idiler. Mamafih, Kırım Hanları, Moskova hükümetinin doğrudan doğ­ ruya Osmanlı Padişahı ile temas etmesini hoş görmüyorlardı. Hanlar, Devlet-i aliyye’nin Rusya ile münasebetlerinde behemehal, kendilerinin başrolü oynaması iddiasında idiler. Halbuki Moskova Çarları, Kırım Hanlığını gittikçe bir yana iterek, Osmanlı makamları ile doğrudan doğruya temas tesisine çalışıyorlardı. Bilhassa ilk Romanov Çarlarından Michail Feodo- roviç zamanında, Osmanlı Devleti ile Moskova arasında Lehistan’a karşı bir ittifak aktedilmesi üzerine, Kırım Hanları âdeta bir yana itilmişlerdi. Nitekim Kırım Hanı Inayetgerey, 1636 yılı Temmuz ayı sonunda, Çar Michail Feodoroviç’e gönderdiği nâmesinde bu durumdan şikâyetle şunları yazmıştı: “ Bundan önce, Moskova’da Padişah olan ecdadınız, İstanbul’da herhangi bir iş zuhur ettiğinde, İstanbul’a büyük elçi göndermiyorlar, Kırım’a bir telmaç gönderip, Han’a arzu ettiklerini bildiriyorlar, Han ağalarımız da, büyük Sultan Padişaha mektuplar ile bu telmaçın yanına yetkili adamlar katarak İstanbul’a gönderirlerdi. Halbuki sizin bu esiki “kanun ve âdetten” vazgerek, büyük elçilerinizi

1 Bkz. Afcdes Ivimet K u r a t, Rusya Tarihi, s. 117-118. 2 2 2 İVOCVHI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

ve mektuplarınızı doğrudan doğruya büyük Sultana, Padişaha gönder­ mekte olduğunuzu işitiyoruz. Bu hareketiniz iyi bir şey değildir; eğer siz ömrünüzün sonuna kadar bizimle (Han ile) iyi geçinmek istiyorsanız bundan böyle İstanbul’a büyük elçinizi göndermeyin.” 1 Çar Aleksey Mihayloviç zamanında da Moskova’dan İstanbul’a sık sık elçiler gön­ derilmiş ve çoğu zaman Hanların bu hususta muvafakatinin alınmasına lüzum görülmemişti. Mamafih, Devlet-i aliyye’nin Rusya’ya karşı siyasetinde yine de Kırım Hanları ön safta bulunmakta devam ede çeklerdir.

.. Ivan III. mükemmel bir diplomat ve gayet kurnaz bir Mengligerey ile A ° J îvon m.’ın siyaset adamı idi. Mengligerey’i “ okşaması” , ancak ona arasının açılması ihtiyacı devam ettiği müddetçe idi. Nitekim, Altm ve Han’m Moskova Ordu’da iç mücadeleler alevlenip, Ahmed Han’ın oğulları siyasetinde arasında da rekabet ve savaş başlayınca, Ivan III. değişiklik Ahmed Han’ın oğullarından biri ile anlaşır gibi dahi oldu ve bununla Mengligerey’in şüphesini uyandırmaya başladı. Ivan III. m Mengligerey’e karşı “ dostça” siyaseti 1502 den sonra birden­ bire değişiverdi. O sene Mengligerey Saray şehrini tahrib ve Altm Ordu’yu temelinden yıkınca, Moskova Knezi için artık Altın Ordu­ dan tehlike kalmamıştı. İşte bunun üzerinedir ki, Ivan III., Ahmed Han’ın oğlu Şeyh Ahmed’i iltizam eder bir siyaset kullanmağa baş­ ladı. Mengligerey de buna şiddetle alındı ve bu defa o da Mosko­ va’ya karşı yüzünü çevirdi ve Rus arazisine akm-çapullar yapmak yolunu tuttu. Bununla da yetinmiyerek, Mengligerey, 1507 yılın­ da artık Ivan III. m 1505 deki ölümünden sonra, Lehistan - Litvanya Kıralı Kazimir IV. ile Moskova’ya yöneltilen bir anlaşma yaptı ve dolayısiyle siyasetini esasından değiştirmiş oldu. Bundan böyle Mos­ kova Knezliği, Kırım Hanları nazarında “ bir düşman ülkesi” olarak sayılmağa başlandı ve Kırım akmlan hemen hemen her yıl Moskova sahası üzerine yöneltildi. Mengligerey Han’m bu siyaset değişikliğinde, her halde Ivan Ill.’ın hayatının son yıllarındaki tutumu âmil olmakla beraber, Altm Ordu tarafından artık Kırım’a tehlike kalmadığı cihetle, Kırım’lı kuv­ vetlerin muhtaç oldukları ganimetin, davar ve esirlerin en kolay Moskova sahasından tedariki mümkün olması cihetinin de tesiri büyük olduğu

1 V. Vel’yaminov-Zernov, Materyaller. No. 32. (s. 148). IV-XVIIl. YÜZYİLLABDA TÜBK BLAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 2 2 3 muhakkaktır. Dolayısiyle, Mengligerey Han., hiç olmazsa saltanatının son yıllarında, Moskof keferesine karşı yaptığı gazalariyle iyi hir ad bırakmaya çalışmış olmalıdır. Mengligerey Han 919 Hicrî yılı Zilhicce’sinde (1514 Ocak-Şubat) vefat etti ve Bahçesaray’da önceden hazırlatmış olduğu türbede def­ nedildi 1. 1478 den beri Osmanlı Devletine tam bir sadakatle hizmet eden Mengligerey, aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in kayın pederidir. Sultan Selim I. Kefe’de idare başında bir müddet kaldığı zaman, Meng­ ligerey ile Osmanlı şehzadesi (ve müstakbel Sultan) arasında çok yakın münasebetler tesis edilmişti. Sultan Selim I.’in tahta çıkmasını mütea­ kip (1512) bu yakınlık büsbütün gelişmiş olmalıdır. Mengligerey Han zamanında Bahçesaray’ın yükseldiği bilmiyor. Mengligerey tarafından burada 1503-1504 de büyük bir saray yapılmış ve bunu müteakip “ Bahçesaray” şehri Kırım’ın başşehri olmak yolunu tutmuştur. Ayrıca eski Kırım’da (Solhat’ta) bir cami ve Salacık’ta büyük bir medreseden başka, diğer yerlerde de birçok medrese ve mescitler yaptırmıştır. Kırım Hanlığı’nm yeni esaslar, yani Osmanlı Devleti’nin himayesi altmda fakat iç işlerinde ve dış münasebetlerinde tamamiyle müstakil olarak kurulmasında Mengligerey’in hissesi çok büyük olmuştur. Cesur olduğu kadar sert bir Han olduğu da muhakkaktır. Zaten o devirdeki şartlar içinde başka türlü olmasına da imkân yoktu. Kırım’da Osmanlı- Türk kültürünün yayılması ve gelişmesi Mengligerey zamanında başlar. Dolayısiyle Mengligerey Han muhakkak ki, Kırım Hanları arasmda en mümtaz simalardan biridir.

Kırım Hanlığı’nm Mengligerey Han’ın, önce 1475 ve sonra 1478 de Kırım Osmanlı Devled’ne Hanlığı’nı Osmanlı Devletine bağlaması, o zamanki bağlanmasının siyasî şartların kaçınılmaz bir neticesi idi. İstanbul neticeleri Osmanlı Türkleri tarafından alındıktan sonra, dünyanın en kudretli devleti olmak yolunu tutan O sm anlı İm­ paratorluğu, Kırım’ın güneyindeki, İktisadî cihetten çok mühim olan Kefe ile Suğdak’ı ve Ten mansabındaki Azak şehirlerini Ce- nevizliler’in elinde bırakmıyacağı gibi, buraları Altm Ordu ve Kırım Hanlığı’na da veremezdi. Osmanlı Devleti’nin selâmeti ve menfaati bütün Karadeniz’in bir “ içdeniz” haline getirilmesini icap ettiriyordu. Nitekim Anadolu sahillerinin ele geçirilmesi işi bitince, 1475 te Kefe ve

1 Güîbün-ü Hartan, s. 10. 2 2 4 IV-XVIXI. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Azak’a donanma gönderilerek, buraları da Osmanlı hâkimiyeti altına kondu. Mengligerey Han, kendi selâmetini ve sülâlesinin devamını Osmanlı Padişahına bağlanmakta buldu. Bu bağlanış Kırım Hanlığı için çok mühim neticeler doğurdu. Bununla Kırım Hanlığı’nın devam etmesi garanti altına konduğu gibi, Kırım’ın ekonomik ve bilhassa kültür gelişmesi bakımından da büyük faydaları oldu. Bir kere, Kırım’ın güney, dağlık sahilindeki Kefe, Suğdak ve Kerç şehirleri zaten ötedenberi “ medenî” şehirdiler. Daha Iskitler ve Gotlardan beri buralarda yerleşik hayat hâkim olmuş, ticaret yapılmıştı. Bilhassa Bizans zamanında buralarda ticaret gelişmiş ve bu hususta Hazar-Bizans ilişkileri mühim rol oynamıştır. Sonraları Cenevizüler’in Kefe’de büyük ticaret faaliyetleri sayesinde Kırım’da şehir ve köy hayatı epey gelişmiştir. Kırım Hanlığı kurulduğu sırada, yayla dağlan eteklerinde, köy ve şehir hayatı süren yerli Kıpçak unsurunun da bu­ lunduğu anlaşılmaktadır. Kefe’nin Osmanlılar’a geçmesini müteakip, şehrin ticaret faaliyeti büsbütün gelişmiştir. Bu defa Kırım’dan birçok Kıpçak-Müslüman ahalinin de Kefe’de yerleştiği muhakkaktır. Aynı zamanda İstanbul ve Anadolu’dan da birçok tüccar ve diğer zümrelerin gelip yerleştikleri biliniyor. Kefe’de Sultan Bayezid zamanında yaptırılan cami ve medre­ selerin buranın dinî ve kültür bakımından da sür’atle gelişmiş olduğuna delâlet eder. Kefe’nin, Cenevizliler zamanında olduğu gibi, yine de “kozmopolit” çehresini muhafaza ettiği, yani ahali arasmda Müslüman- dan başka birçok Yahudî, Karaî, Hum, Italyan, Ermeni olduğu da bilinmektedir. Bunlardan birçoğu oradaki Müslüman ahali arasında erimiş gitmiştir, işte böyle “ Küçük İstanbul” diye adlanan bir ticaret ve medeniyet merkezinin Kırım’da bulunması, Kırım Yarımadası’nda yaşıyan ve bir kısmı hâlâ göçebe olan yerli Kıpçak-Tatar unsuru üzerine de tesir icra ettiği muhakkaktır. Kınm Hanlığı’nm Osmanlı Devletine bağlanmasının en mühim neticesi ise siyasîdir. Şöyle ki, Kırım’da istikrar sağlanmış ve Han oğulları arasmda sürüp giden iç mücadelelerin önü büyük ölçüde alınmıştır. Bununla Kırım Hanlığı asayişe kavuşmuş ve Çingiz soyundan “ Ge- rey’ler” sülâlesinin idaresinde bu Hanlık da XVIII. yüzyıl sonlarına ka­ dar devam edip gitmiştir. Halbuki Osmanlı himayesinden mahrum ka­ lan ve kendi mukadderatlan ile başbaşa bırakılan Altın Oıdu artığı di­ ğer Hanlıklar (Kazan Hanlığı, Astarhan Hanlığı, Kasım Hanlığı ve No- IV-XVIU. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 2 2 5 gay Ulusu) birer birer Moskova Rusyası tarafından yutulmışlardır. Osmanlı himayesindeki Kırım Hanlığında iç istikrar ve emniyetin sağlan­ ması ise ekonomi ve kültür hayatı üzerine de büyük tesirler icra etmiş ve Kırım’da Kıpçak-Tatar unsurlarının süratle yerleşik hayata geçişlerini sağlamış ve birçok köy, kasaba ve şehrin meydana gelmesine yol açmıştır. Mamafih Kırım Hanlığı, tıpkı Altm Ordu’da olduğu gibi, büyük öl­ çüde “ göçebelik karakteri” ni muhafaza etmiştir. Or Kapısı’nm ötesinde­ ki geniş Kıpçak bozkırlarında yaşayan uruğlar, esas itibariyle göçebeb'k yaşayışına bağlı kalmışlardır. Buralarda ancak belli nehir geçitlerinde yer yer “ Kennen” (müstahkem noktalar) yapılmış, kalan saha türlü uruğ- larm hayvan otlattıkları meralar halinde bırakılmıştır. Osmanlı Devleti de bu Kıpçak bozkırlarının “medenileştirilinesi” , yani buradaki uruğları yerleşik hayata geçirmek yolunda herhangi bir tedbir almamış ve baskıda bulunmamıştır, işte bu yüzden, bu ziraat için fevkalâde elverişli yerler yüzyıllar boyunca boş bırakılarak, ilerde kuzeyden gelen Rus yayılışına imkân vermiştir. Zaten Kırım Hanlığının en büyük faciası dâ budur: Kıpçak bozkırlarını “ sapanla” zaptederek, temelli şekilde yerleşme yo­ luna gidilmemiş olmasıdır. Bilindiği üzere “ Kılıçla zaptedilen yerler çoğu zaman elden gider, fakat, sapanla kazanılan yerler elde kahr” . Kıran Hanhğı’nın Osmanlı Devletine bağlanmasını müteakip iki ülke arasmda sıkı münasebetler kurulmuştu. Hanların hemen hemen hepsi de ya “rehin” sıfatıyla veya “resmî vazife” icabı muhakkak İstanbul’da bulunurlar ve Osmanlı Devlet erkânı ile temasa gelirlerdi. İstanbul, Anadolu ve Rumeli’den birçok Osmanlı taciri başta Kefe olmak üzere Kırım’a giderlerdi. Kırım’dan da birçok kimsenin Osmanlı memalikinin türlü yerlerine ve bilhassa hacca gittiği muhakkaktır. Osmanlı seferleri esnasında Kırım Tatarları Osmanlı askerleri ile yakın­ dan temasa gelirler ve birbirlerini tanırlardı. İstanbul ve Anadolu medreselerinde birçok Kırım’lı talebenin de tahsil gördüğü biliniyor. Bu suretle Kırım Tatarları ile Osmanlı Türkleri arasmda sıkı ve çeşitli münasebetler kurulmuştu. Mamafih, her iki zümre arasmda tam bir kaynaşma yine de hasıl olamıyordu. Kırım Tatarları kendi illerinde, kendi Hanlıklarında, kendi hallerinde yaşadıklarından başka, Kırım Tatarları ile Osmanlı Türkleri arasında din birliği ve dil yakınlığı hariç, birçok hususta yine de ayrılıklar mevcuttu. Bu ayrılıklar kısmen etnik menşeleri® de bağlı idi; Kınm Tatarları sahil boyu köy ve kasabalaıdakinin kanında Gotlardan başlayarak buranın eski kavimlerinin ve yeni gelen Cenevizliler’in kanı bulunması,

f . ıs 226 1V-XVHI. YÜZYILIAKDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ bozkırlarda ise Kuman - Kıpçak’lar ve somaları Nogaylar gibi, “ Mon- goloid” nnsıırlannın üstün gelmesiyle Kırım Tatarlarına fizikî bakımdan bazı hususiyetler vermişti. Diğer yandan bilhassa Kıpçak bozkırlarında yaşayan zümrelerin çoğu göçebe olup, eski Türk göçebe geleneklerini devam ettirmekte idiler. Hele Nogaylar çok “ Mongoloid” olmaları itibariyle, İstanbul ve Rumeli Türklerinden çok ayrılıyorlardı. Kuman - Kıpçak ve Nogay uruğlarmm göçebelikle bağlı yaşayış tarzları tabia- tiyla, artık yüzyıllardan beri yerleşik hayat süren ve incelmiş olan Osmanlı -Türklerinkinden ayrılıyordu. Kırım Tatarlarının hele “ at eti” yemeleri Osmanlı Türklerinin bilhassa tuhaflarına gidiyordu. Tatarların giyiniş tarzları da büsbütün başkaca idi. Istanbul’lu bir “ çelebi” nazarında, Anadolu’nun hakikî Türk ahalisi, sadece “ çarıklı Tüık-köylü” idiyse, Kırım Tatarları nerede ise yarıvahşi insanlar makulesinden idi. Osmanlı şairleri, edipleri bu asırlarda Ali Şîr Nevaî’nin şiirlerini mutlaka bilmiş olmaları icap ettiğin­ den, “ edebî Tatar-Çağatay” diline vakıf olsalar dahi, Kırım Tatarları­ nın “ bir” e - “b r r r . “beş” e - “ biş” ve bele “ yirmi” ye “yigirmi” demeleri İstanbul Türklerine pek acaip geldiği muhakkaktır. Bu gibi dil ayrılıklarının çoğu zaman alay mevzuu teşkil ettiği de kolayca tasavvur olunabilir. Mamafih yüksek mahfillerde, Kırım atklarmın Osmanlı seferlerinde yaptıkları büyük hizmetler sonsuz bir takdirle karşılandığından, gerek Tatar Hanları ve Sultanları (Han oğullan), Mirzalar, Devlet-i aliyye tarafından türlü in’am ve ihsanlara maruz kalmakta idiler. Hanın Osmanlı meratib-i silsilesinde Sadrazamdan sonra geldiği, yani Devletin üçüncü mevkide bir makam işgal ettiği biliniyor. Hana yazılan elkap da şöyle idi: “ Beyliğin rücû edeceği makam, eyâletler sahibi, saadet kazanmış, devlete kavuşmuş, çok büyük kadir ve yüksek öğünme sahibi, bayrağı yükselten cesaret meydanında düşmana tek başına saldıran, (savaş) yerinde inadla dayanan, Han sülâlesinden, Ilhanî’lerin seçkin ve temiz soyundan bilfiil Kırım Hanı olan ...” Bu uzun ünvanlar, bilhassa, Kınm Hanlarının savaş meydanındaki cesaretleri ve Cengiz soyundan olmalarından ileri gelmiş ve bunlar sayılmakla Hanların nekadar takdir gördükleri ifade edilmek istenmişti. Ayni veçhile Kırım Sultanları (Beyleri) ve uruğ reisleri başta Şırm Mirzaları olmak üzere bü nâmelerde takdirle şu sözlerle anılmakta idiler: “ Gaza ve cihadda bulunan cesarete alışık olan Sultanlara ve IV-XVin. YÜZYILLAJtDA TÜRK KAVİMLEKİ VE DEVLETLEBİ 227

gazaya gitmeyi itiyad edinmiş olan mirzalar ve diğer belli başlı Tatar mirzalarına” bu gibi bitaplar Kırım Hanlarının Macaristan seferindeki yararlıkları ve bilhassa Selimgerey Han zamanındaki kahramanlıkla­ rının bir nişanesi idi. Tatar atlıları için, övüldükleri zaman, şu sözler kullanılırdı: jbJj L»? _>l£i j-ıe- (Sabah rüzgârı gibi ve düşman avlayan Tatar askeri). Mamafih. Tatarlar zemedilmek istendi mi (bilhassa Tatarlardan bazılarının isyan ettikleri ve Devlet-i aliyye’ye kafa tuttukları zaman) onlar için: jbij -u (Kötü giden Tatar) denirdi. Fakat Kırım Hanlarının Osmanlı-Devletine karşı geldikleri nisbeten az olduğu cihetle, gerek resmî vesikalarda gerekse Osmanlı kroniklerinde jUij jj nadiren, ve jlaj sık sık rastlanmaktadır. “ Sabah rüzgârı gibi esen” Tatar atlıları Osmanlı seferlerinde çok büyük yararlıkları ile Osmanlı Ordusu tarihinde Tatar kuvvetlerinin de çok büyük yararlıkları ve şeref hisseleri olduğu muhak­ kaktır. Mamafih, ilerde görüleceği veçhile, muntazam, disiplinli Osmanlı- Türk kıtaları ile mukayese edildiği zaman, Tatar askerlerinin, intizam­ sızlıkları göze çarpıyordu. Kırım Hanlığının Osmanlı himayesi altına konmasını müteakip, Hanlıkta Osmanlı Devletindeki bazı müesseselerin kurulacağı aşikârdı. Bunlardan biri de “ Divan” dı. Altın Ordu’da Hanlara “ Danışmanlık” yapan bir “ Divan” yoktu. Kırımda, her halde Mengligerey Han za­ manından itibaren ‘‘Divan” tesis edilmeğe başlanmış ve tedricen ge­ lişmiştir. Bahçesaray’da “ Divan” için ayrı bir bina inşa edilmiştir. “ Divan” ın tabii azaklan da şunlardı: Han, Kalgay ve Nurettin Sul­ tanlar, Şirin Beyi, Noğay uruğları başları, Kadıaskerler, ulema mü­ messilleri. Bahçesaray’daki “ Divan” m İstanbul’daki kadar müessir olmadığı muhakkagtır; fakat yine de Hanlığın tarihinde mühim rol oynamıştır. Bilhassa savaş ve barış meselelerinde, çapul ve akın ter- tiblerinde mutlaka “ Divan” ın kararı olması şarttı. Kırım Hanlığı’nın Osmanlı himayesine girmesiyle dinî müessese- lerde, Altın Ordu’dakiden farklı olarak geliştirildi. Ruhanî reis olarak ulema tarafından bir “Müftü” seçilir ve Osmanlı makamlarınca tasdik edilirdi. Ondan sonra gelen “ Kadıasker” Osmanlı makamlarınca tayin ve tastik edilirlerdi. Hanlık birçok adlî mıntıkalara bölünmüştü ye her birinde birer “ Kadı” bulunurdu. Dini müesseselerin maddî ihti­ yaçları “ Vakıf” mallarıyle karşılanırdı; dolayısiyle Kırım’da Vakıf teş­ kilâtı kurulmuştu. Hanların hukukî statüleri belli bir kaideye bağlanmış değildi. Os- manlı Padişahları tarafından nasb veya azledilen Hanlar, aslında 228 r v - x v m . y u z y u İA h d a t ü b k k a v î m l e h İ v e d e v l e t l e b î

“ mutlak” hükümdardırlar. Fakat aslında Han’ın selâhiyetleri Kırım­ daki nufuzlu uruğların başları tarafından tahdid edilirdi. Mamafih bu sınırlama Hanlarm şahsiyetlerine göre değişir, kudretli Hanlar “ mutlak hükümdar” gibi saltanat sürerlerdi. Ancak Hanlığın sukut devrinde Hanlarm da eski kudretleri zaafa düşmüş ve Hanlar gittikçe şu Veya bu zümrenin aleti haline gelmişlerdir. Bununla beraber Kırım Tatarları nazarında Han büyük selâhiyetleri haiz bir kimse idi; alelâde Tatar askerlerine göre “ Her bir Tatar-tahtı işgal eden Han’ın kölesi” idi- “ Tatar-ölmez Han Kuludur” ve dolayısiyle Hanın buyruklarına boyun eğmekle mükellefti.

Kınm TTanlnn’n.n Kırım Hanlığının Osmanlı Devletine bağlanması, Os- lâkapları ye mu- n*311!1 Padişahlarının ülkLJI S ^ diye başlayan ve habere dili Osmanlı Devletine dahil birçok eyalet ve memleketin zikrinden ibaret olan elkabmdaki şu sözlerle ifade edilmişti: üUkjUsj çjj i Js

*JLâUiaj ülSUjl ^Jl_j 6Xi\JL>\j “ ve cemian Kürdistan ve Rum ve Türk ve Tataristan ve Çerakise ve Kabartıyan ve Gürcüstan ve Deşt-i Kıpçak ve eyâlet-i Tatar’a dair ol havahlerde vaki umum Suğnak ve vilâyet-i Kefe ve etrafında vaki cümle oymakan ve muzafatı ile .... ” Burada bilhassa “ Deşt-i Kıpçak” adının zikredilmesi dikkati çekiyor; bu ad Osmanlı Padişahlarının nâmelerinde XVIII. yüzyıl sonuna kadar muhafaza edilmiştir. Kınm Hanları Osmanlı Padişahının tabiiyetlerini kabul etmekle beraber, yabancı ülkelere gönderdikleri nâmelerinde, kendilerine âdeta müstakil hir hükümdar olarak vasıflandınyorlar ve şu elkâbı kullanıyor­ lardı:...... (Hanın adı)

c - i j j i l i j j l

IjT ^L İj j ıih*jjb‘b" -> JJ J > r JvJlsö j

O j U l ^

1 jJbuJâp i-jL-SS'I Cjİ U*» c J U <-jt*

1 V. Vel’yaminov-Zernov, Kınm Tarihi için materyaller, No. 10. v.b. rv-xvm. yüzylllarda t ü b k . k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e r i 229

(Uluğ Orda ve Uluğ Yurt’nun ve Deşt-i Kıpçak’ımı ve taht-ı Kınm’- nın ve sansız köb çerünün sağışsız Tatarının ve Tağ ara Çerkesnin ve Tat bile Tugaçnıii Uluğ Padişalıı ve hem Uluğ Han’ı bulgan emaretmeab eyâlet nisâb saadet iktisab azametlü ve rıf’atlü ve sehavetlü ....) Ayrıca: Kalgay’larında kendilerine mahsus -unvanları vardı ve Han’ınkinden ancak “ Han” yerine “ Sultan” lakabı ile ayrılıyordu. Şöyleki:

J, t . L ı , ı I j I £Us> j y»j i h i j j l j l j <—)_jS^ jÜaJLu j Jp (jllaL* (Uluğ Orda ve Uluğ yurtnun ve Deşt-i Kıpçak’mn ve Taht-ı Kırım’- nın ve sansız köb Tatanmn ve sağışsız Nogaynm ve Tağ ara Çerkesnin ve Tat bile Tugaçmn uluğ Padişahı ve bem uluğ Sultam izzetlü ve rif’atlü Kagılgay Sultan....) Bu elkab, Kırım Hanlığına giren ülkeleri göstermekte idi. Bu elkaptaki teferruattan anlaşıldığı üzere, Kırım Hanı resmen ve fiilen bütün Kırım Ordusunun başı sayılmakta idi; buna karşılık “ Kalgay Sultana” Nogay’lar tabii idi. Kırım Hanlan, Kalgay, Nureddin, H anın annesi, Hanın hatunları ve Kırım mirzalan sırası düştükçe yabancı memleketlere gönderdikleri nâmeler ve mektuplarında belli bir muhabere (diplomatik) kaidesine riayet etmekte idiler. Hanlann nâmesinde, “ Gerey’ler” sülâlesinde kullanılan “ Tarak damga” bulunurdu; bu “tarak damga” Kırım Hanlarının sikkelerine de konurdu. Nâmelerin ve Tarhanlık yarlıklarının dili ise, Altın Ordu’dan devralınan “ Edebî Kıpçak” Türkçesi (Tatarca) idi1.

Mehmedgerey Han Mengligerey’in ölümünden sonra, Kırım tahtına Meh- (1513-1523) ve medgerey geçti ve sekiz yıl tahtta kaldı. Çok cesur ve Rus düşmanlığı müteşebbis bir kimse olan Mehmedgerey Han, babasının son yıllarında takibe başladığı “ Rus düşmanlığı” si­ yasetini devam ettirdi ve Moskova Knezine göz açtırmadı. Mehmedge­ rey, herhalde Moskova tarafından Kırım Hanlığına gelmesi muhtemel tehlikeden ziyade, Ruslar’m, taahhütlerine sadık kalmadıktan ve yıllık vergi (tış) terini ödemediklerinden ötürü, arada anlaşmazlık hasıl ol­

1 A. N. Kura t, Topkapı Sarayı ve Müzesindeki yarlık ve bitikler. (Hacıgerey Han Yarlığı). 2 3 0 iv-xyni. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ muştur. Mengligerey Han’m son yıllarda Moskova tehlikesi ve netice­ lerini görecek kadar basiret sahihi olup olmadığı kat’iyyetle kestiri­ lememekle beraber, Moskova’ya karşı takip ettiği siyasetinde muay­ yen bir “ görüş ve anlayış” olduğu muhakkaktır. Herhalde, îvan IlI.’m 1487 de Kazan Hanlığını âdeta Moskova’nın himayesi ve hâkimiyeti altına koyması, Kırım da endişelere yol açmıştır; dolayısiyle Ka'zan Hanlığı’nm Kırım’a bağlanması siyaseti yürütülmeye başlanmış ve bunun icabı olarak, Kazan Hanlığı tahtına 1521 de Mehmedgerey’in biraderi Sahibgerey geçirilmişti; bununla iki Hanlık arasmda Mos- Kınm TTnTiiıgı Üe kova’ya karşı sıkı bir işbirliği yapıldığım görmüştür1. y .« m Hanlığı Kazan’a Sahibgerey Han ile birlikte bir mikdar Kınm orasında yakınlık askeri ve Kınm büyükleri de gitmiş ve bu suretle Ka­ zan Hanlığı âdeta, Kırım Hanlığına bağlanmış gibi idi. Nitekim Sahibgerey Han, Kazan’da kaldığı üç yıl zarfında Kırım ve Kazan Hanlıkları arasmda tam bir anlaşma hüküm sürmüş ve her iki Han da ayni zamanda 1521de Moskova Rusya'sına hücumla Moskova Knezi Vasiliy III.’i, Kırım ve Kazan Hanlıklarına vergi ödemeye zorlamışlardı. Vergi gecikince Kırım atlıları Moskova sahasına hemen akm-çapul yapmak suretiyle birçok ganimet ve esir alıp götürmekte idiler. Mehmedgerey Han zamanında, mamafih Lehistan - Litvanya üzerine de sık sık çapullar tertip edilmekte idi. Nitekim bu çapul­ ların birinde Ukrayna’da elegeçirilen esirler arasmda çok güzel bir kız da vardı. Bu esire kız “ köle pazarı” nda satılarak İstanbul’a ge­ tirilmiş ve saray tarafından 6atm alınmış ve bir müddet sonra güzelliği ve zekâsı sayesinde haremde süratle yükselmiş, Kanunî Sultan Süley­ man'ın önce hasekisi, sonra hatunu olmuştur. Frenklerin “ Roxelana” sı, bizim kaynakların meşhur “ Hurrem Sultam” işte bu hatundur.

Moskova Knezi Yukarda söylendiği veçhile Mehmedgerey Han ile Kırım’a yıllık vergi Sahibgerey Han, 1521 de Moskova’ya açtıkları sefer üş (tiyyiş) gön- sonunda Knez Vasiliy III.’i her yıl vergi “ tış” (veya dermeyi kabul tiyyiş) ödemeğe mecbur etmişler ve bu yolda bir an- el%or laşma yapılmış olmalıdır 2. Bunu müteakip Moskova’nın Kınm Hanlarına “ tış” göndermeleri bir kaide halini almış ve Çar Deli

1 Yutanda, s. 171. 2 Moskova Knezlerinin Kırım Hanlarına “ tış” (tiyıj-haraç) ödemelerine ait birçok malzeme Kırım Hanlarının Rus Çarlarına yazdıkları nâme (yaılık)lerde mevcuttur. V. V e l’ ya m in ov-Z ern ov (Kırım Tarihine ait materyaller). Bkz. Ek No. X XII. IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 231

Petro’ya kadar devam ettirilmiştir. Bu “ tış” çoğu zaman kıymetli kürklerden ibaret olup, Han’ın kendisine, Kalgay’a, Nureddin’e ve Kırım’m bellibaşlı Mirzalarına gönderiliyordu. Busça “ vycbod” ta­ biri ile bilinen bu yıllık “vergi” ile Moskova Rusyası âdeta, Altm Ordu zamanındaki bağlılığın bu defa Kırım Hanlığına geçtiğini ka­ bullenmiş gibi idi. Kırım Hanları da bu “ tış”ı mutlak bir hak telâkki ve bunun yerine getirilmesini titizlikle talep etmekte idiler. “ Tış” öden­ meyince de Kırım çapulları Moskova sınırlarını basmakta idiler. Moskova Knezi Yasiliy III. ve onun halefi Korkunç îvan (IV) Kırım çapullarının önlenmesinin yegâne çaresi “ tış” (vychod) gön­ dermek olduğunu kabul etmişler ve haddizatında Moskova için ga­ yet küçültücü olan bu kaideye riayet etmek zorunda kalmışlardı. Bu suretle Mehmedgerey Han zamanındaki Kınm-Kazan Hanlıklarının Moskova’ya karşı meydana getirdikleri işbirliği heı iki Hanlık için büyük menfaatler temin etmiş ve bilhassa Kazan Hanlığı üzerine çö­ ken Rus tehlikesini geçici olsa dahi gidermekle kalmamış, Moskova’yı Kazan’a tabi kılmıştı. Bu durum karşısında Moskova Knezi aşağı İdil boyundaki Nogay uruğlanna müdahale edemez olmuş ve Mehmedgerey Han 1522 de Astarhan (Hacı Tarhan) üzerine bir sefer açarak burayı da ele geçirmiş­ tir. Zaten Kırım Hanları, tâ Hacıgerey’den beri Idil’in aşağı sahasında yaşayan unığlar üzerinde de hâkimiyet iddia etmekte idiler. Saray yerine, yeni bir payitaht olan Hacı Tarhan şehri, süratle bir ticaret merkezi olmuş ve mühim bir gelir kaynağı teşkil etmişti. Bu suretle Mehmedgerey Han Astarhan’ı da Kınöı’a bağlamak suretiyle büyük bir başarı sağlamıştı. Bu defa Kazan Hanlığı ile Astarhan Hanlığı İdil boyunca birbirleri ile çok daha sıkı bir münasebet kurabilecekler ve İdil boyunda yapılan ticaretten her ikisi de büyük menfaatler sağlayacak­ lardı. Fakat, bu hal gerçekleşmedi. Mehmedgerey Han Astarhan seferin­ den dönerken, 1523 de, Nogaylar tarafından âni bir baskına uğradı ve öldürüldü*. Mehmedgerey Han’ın ölümü ile Moskova’nın dehşetli bir düşmanı da ortadan kalkmış oldu.

Saadetgerer Han Mehmedgerey Han’m ölümü üzerine maiyyeti erkânı ve 1523 -1532. t1™! başları, tahta, henüz küçük yaşta olan biraderi Gazigerey’i geçirmek istedilerse de, memleketi “ zapt­ edemez” diye, daha büyük olan biraderi Saadetgerey’i tahta çıkardılar.

1 Ümdet-üt-Tevarih, s. 98-99; Glübün-ü Hanah, s. 12. 232 rv-xvm. yüzyillahda t d b k k a v i m l e b İ v e d e v l e t l e r i

Bu sıralarda, Kazan’da Han olan Sahibgerey de Kazan’dan dönmüş ve Kırım da bulunuyordu. Saadetgerey de, ya Devlet-i aliyye’nin talebi veya Sahibgerej’in şahsî arzusu üzerine, İstanbul’a “ rehin” olarak gönderilmişti. Kırım Hanları ailesinden bazılarının “rehin” olarak İstanbul’a gönderilmesi usulünün Yavuz Sultan Selim I. zamanında tatbik edilmeye başlandığı anlaşılıyor. Yani Osmanlı ricali, Kırım Hanlarını daima korkuda tutabilmek maksadiyle elde yedek bir (Han)ın tutulması kaidesini tatbik etmekte idiler. Bu gibi (rehinler) İstanbul’da ve son­ raları Rodos adasında kendilerine hasredilen saray veya köşklerde kalırlar ve yüksek maaş alırlardı. Kırım’da Handan memnun kahn- madığı anda işte bu (rehin) kimse Osmanlı kuvvetlerinin refakatiyle Padişahın bir (fermanı) ile Kırım’a gider, Hanbk makamına geçirilirdi. Azledilen Han da “ rehin” sıfatıyla İstanbul’a veya Rodos’a götürülürdü.

Euım ilinde Saadetgerey Han “ adalet ve istikâmetle hükümette iç sava? iken” yani gayet iyi devlet işlerini yürütürken, Islâm- gerey adlı bir kardeşi isyan bayrağını kaldırdı ve tahtı elegeçirmek istedi. Bunun üzerine Kırım uruğları ikiye bölündüler; Islâmgerey’i daha çok Kıpçak bozkırlarındaki uruğlar tuttular; bilhassa Azak semtindeki Nogaylar’m ona katıldıkları anlaşılıyor. İstanbul’dan geleD emir üzerine Kefe Beyi Bali Bey, Azak Beyi Şahin Bey, Saadetgerey Han’ın yardımına koştular. Azak kalesine yakın bir yerde yapılan şiddetli bir çarpışmada, Kefe Beyi Bali Bey ile birçok Türk askeri öldü ve Saadetgerey yenilerek kaçtı, İstanbul’a gitti. Padişah da ister istemez Islâmgerey’i Han olarak tanım,ak mecburiyetinde kaldı. Mama­ fih, Islâmgerey, Osmanlı Padişahının rızası hilâfına tahtta kalamaya­ cağını anladığından, İstanbul’a müracaatla “rehin” sıfatıyla tutulan Sahibgerey’in Kırım’a Han. olarak gönderilmesini istedi. Osmanlı Hükü­ meti de buna razı oldu ve 1532 de Sahibgerey, Han sıfatı ile Kırım’a ; döndü. Sahibgerey TTnn Sahibgerey Han, Kırım Hanları arasmda fazlı ve kabili- 1532-1551. y^i üe beliren Hanlardan biridir1. Kendisinin 1521- 1524 yıllarında Kazan tahtında kaldığım yukarıda söylemiştik 2. Dolayısı ile devlet idaresinde tecrübe sahibi saydırdı. Bu

1 Gülbün-ü Hattan, ss. 14-18. a Bkz. yakanda, ss. 170-171. IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 2 3 3 defa sekiz yıl müddetle İstanbul’da Padişaha yakın çevrelerde bulun­ ması, kendisinin her itibarla yetişmesine îmltâTi vermişti. Bu müddet zarfında İstanbul Türkçesini, edebiyatmı, din ilimlerini öğrendiği ve idare işlerine ünsiyet peyda ettiği muhakkaktır. Kanunî Sultan Süleyman ve vezirleri, ulema ile temaslarından ötürü, Sahibgerey’in îstanbul- Saray kültürü ve inceliklerine de ünsiyet peyda ettiğini söylemeye lüzum bile yoktur. İşte böyle bir zatın Kırım’a Han olarak gelmesinin, Kırımın “ medenîleşmesi” ve “incelmesi”nde mühim bir rol oynayacağı aşikârdır. Sahibgerey Han, bütün bu meziyetlerinden başka çok cesur bir asker ve sırasına göre kurnaz bir devlet adamı olarak da tanınmıştır. Sahibgerey Han, Kırım’a biraderi Islâmgerey’in davetiyle gelmesine rağmen, Islâmgerey’in az sonra bir takım entrikalar çevireceği muhak­ kaktı. Çünkü Islâmgerey atılganlığı ve cesaretiyle tanınmış ve Or Kapı- sı’nm dışında, bilhassa Nogaylar arasmda çok taraftan vardı. Dolayısiyle kendisinden çok korkulurdu, ve her zaman isyan bayrağını kaldırabilirdi. Sahibgerey Han bütün bunlara vakıf olduğundan Islamgerey’e karşı çok ihtiyatlı davrandı; önceleri ona iltifat etti ve kendisine “ Kalgay” (veliaht) yaptı. Fakat, az sonra Mangıt Beylerinden Baki Bey vasıtasıyla öldürttü ve bu suretle en büyük rakibinden kurtulmuş oldu. Sahibgerey Han, Osmanlı Padişahına daima muti idi ve her hususta Sultan Süleyman’ın emrine itaat ederdi. Han’m kumandasındaki Kırım atlılan birçok defa Osmanlılara yardım için sefere katıldılar. En çok Buğdan’a gittiler. Bundan başka Osmanlılann Macaristan seferine iştirak ettiler; Kırım atlılarının Macaristan’a ilk s.eferi 1543 te olmuştur. Kırım kuvvetleri ani alanlarla düşman arazisine yağma ile ahali arasmda korku ve dehşet yaymakta ve pek çok ganimet abp geri dönmekte idiler. Sahibgerey Han zamanında Kuban nehri sahası ve Çerkesler’den bir kısmının da Kırım Hanları hâkimiyeti altına kondukları görülüyor. Hattâ 1549 da Âstarhan (Hacıtarhan) şehri dahi, yanında bir mikdar Yeniçeri ve yirmi kadar topu bulunan, Sahibgerey Han tarafından zapte- dilmişti. Bu suretle Kırım Hanlarının Nogaylar üzerinde hâkimiyet iddiası tekrar canlanmıştı. Bu yüzden Nogay Mirzaları ile Kırım Hanları arasmda sürüp gelen rekabet ve düşmanlık büsbütün artmış oldu. Sahibgerey Han zamanı Kırım Hanlığı’nm en enerjik ve aktif bir devrini teşkil etmiştir. Bu devirde Kırım atlıları Moskova Rusyası’na sık sık çapullar yaptıkları gibi, Lehistan-Litvanya arazisine de sık sık akmlar tertip etmişlerdi. Bir taraftan Macaristan, Buğdan, diğer yandan 2 3 4 rV-XVUl. YÜZYILLAKDA TÜBK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEBİ

Lehistan.-Litvan.ya ve Moskova sahasından alınan çok mikdarda esir ve ganimet, Kırım Hanlığı’na çokça gelir temin etmişti. Aynı zamanda Kırım’ın içinde tam bir emniyet ve asayiş hüküm sürdüğü cihetle, buradaki şehirlerde ticaret gelişmiş, köylerde ziraat ve bahçecilik artmış, ahalinin malı-davarı çoğalmış ve Hanlık tam bir refaha kavuşmuştu. Sahibgerey Han zamanında, Kırım Hanlığı’nm Kazan üzerinde de nüfuzu devam etmişti; Sahibgerey’in yeğeni Safagerey Kazan’a Han olarak gönderilmişti (1533-1546)1. Safagerey Han Kazan’a gönderildiğinde henüz 13 yaşında idi. Mamafih, Kırım Partisi ve Kazan’daki “ millî siyaset” taraftarlarının desteği ile Safagerey’in gençliğinde yine de Moskova’ya karşı düşmanca bir siyaset takib edildi. Safagerey Han idareyi kendi eline alınca yukarıda da söylendiği veçhile, cesareti ve dirayeti ile Kazan Hanlığı’nı Moskova’ya karşı üstün bir duruma çıkart­ tı. Rusya’nm içlerine kadar birçok sefer tertip edildi. Bu sırada Kırım tahtında Sahibgerey gibi bir Hanın bulunması, Moskova Rusyası için adetâ Mehmedgerey Han zamanım andırmakta idi. Dolayısiyle Knez Vasiliy III. Kırım’a gönderilmesi gereken “ tış” a bilhassa itina etmekte ve Ham memnun etmeğe çalışmakta idi. Mamafih Sahibgerey Han’ın Moskova işlerine fazla önem vermediği ve bu hususu daha ziyade Safagerey Han’a bırakmış olduğu görülüyor; Sahibgerey Han kendisi ise, başka sahalarda meşguldü. Kafkas-Çerkesleri ile Nogay uruğları- mn inkıyad altında tutulması Sahibgerey için daha mühim telâkki edil­ mişti. Bir de Sahibgerey Han’ın Kırım’da bir takım tedbirler aldığı ve Hanlığı içten kuvvetlendirmek, hem siyasî hem ekonomik faaliyetlerini arttırmak istediği de biliniyor. Bu maksadJa Or Kapısı’ndaki istihkâmları kuvvetlendirmek suretiyle düşmanların Kırım’a girmesini önlemek gibi askerî cihetten çok önemli bir iş başarıldı. Ayrıca Kırım’da şehir ve kasabaların tesisi ve ahalinin ziraat, ticaret işleri ile uğraşmalarının sağlanması ve nihayet kültür hareketlerine büyük önem verilmesi gibi işler, Sahibgerey Han’m çok taraflı faaliyetini aydınlatıcı mahiyettedir.

Bahçesaray Sahibgerey Han zam an ın da Bahçesaray şehrinin geniş şehri ölçüde imar gördüğü biliniyor 2. Burası bundan böyle Hanlığın merkezi olmuş ve buna lâyık bir şekilde saraylar, büyük camiler, medreseler ve diğer binalar yapılmıştır. Sahih-

1 Bkz. yukarda, s. 173 ve devamı. 2 İslâm Ansiklopedisi: Bahçesaray maddesi (W. Barthold). IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 2 3 5

gerey Han. zamanında ise “ Olaklar sarayında büyük bir cami ve eşi olmıyan bir medrese” inşa ettirilmiş ve “ Bahçesaray deresini şehir hali­ ne getirmek üzere” güzel bir cami, iki yanlı dükkânlar ve “ Tengilli görünüş” denen bir “ Divanhane” de yapılmıştı. Bahçesaray bu su­ retle, Kırım Hanlığı’nm eski merkezi olan “ Eski Kırım”ın yerine geç­ miş, ticaret, kültür ve siyaset merkezi olmuştur. Sahibgerey Han zama- „ , „ „ , aında Kırım’ın her bakımdan yükseldiği ve en Sahibgerey Han m < J D öldürülmesi 1551. devirlerinden birini yaşadığı muhakkaktır. Han’ın kud- reti artınca, kendisinde “ istiklâl” hevesinin de fazlalaş­ tığı ve birçok hususta İstanbul’un emri ile değil de kendi arzusu ve Hanlığın menfaatlerine uygun bir şekilde hareket etmek istediği an­ laşılıyor. Sahibgerey Han, her halde Kırım'ın yalnız “ çapul” lar yapmakla ekonomik refahını temin edemiyeceğini anlamış ve Karadeniz sahilinde de ticarete elverişli bir iskeleye sahip olmak istemiştir. Bu maksadla Gözleve şehri -iskelesinin Kırım Hanlığı’na verilmesi yolunda Devlet-i- aliyye nezdinde teşebbüste dahi bulunmuştur. Rüstem Paşa zahiren buna muvafakat eder gibi görünmüşse de, Sahibgerey Han’ın bu isteğini Osmanlı Devleti’nin menfaatleri ve siyasî güveni ile telif edilemiyeceğine hükmettiği gibi, Han’a karşı düşmanca tavır almağa başlamıştır. Bu defa Kırım’dan da Sahibgerey Han aleyhinde türlü tezvirat dolu “ mahzarlar” (jumallar) da gelmeğe başlamıştı. Güya Sahibgerey Han, Kerç üzerinden Jana Çerkeslerine karşı bir sefer bahanesiyle Kefe yanından geçerken, Kefe şehri etrafında dolaşmış, buraları iyice tedkik etmiş ve gûya, Osmanlı Padişahı aleyhinde bazı sözler sarfederek, “ Hünkârın Kırım ile alâkası yoktur” kabilinden lâflar sarfetmişti. Bu türlü jumallar İstanbul’da Han’ın aleyhinde Rüstem Paşa’nın istediği tarzda tesir icra etmekten geri kalmamıştı. Sadrazam Rüstem Paşa, her halde şahsî iğbirarı yüzünden, Sahibgerey Han’ı Devlet-i aliyye aleyhinde bir takım tertipler hazırlamakla itham etmiş ve Han’m vücu­ dunu ortadan kaldırmak için hazırlıklara girişmişti. Nitekim az sonra İstanbul’da “ rehin” sıfatiyle bulundurulan Devletgerey’in Kırım’a Han olarak gönderilmesi için Rüstem Paşa Kanunî Sultan Süleyman'ın da muvafakatim almıştı. Mamafih, Sahibgerey Han, bu sırada Devlet­ gerey’in Kırım’a gönderilmesini istemekte idi; ancak Kırım’a değil de Kazan’a “ Han” nasbedilmesini tasarlamakta idi. Hakikaten az sonra Devletgerey, gûya Kazan’a gönderilmek üzere İstanbul’dan yola 236 r v o n a n . yüzyillabda t ü b k k a v îm l e b İ t e d e v l e t i e b i

çıkarılmıştı. Kendisine çokça Yeniçeri, ve cephane verilmişti. Sahibge­ rey Han ise tam bu sıralarda Azak semtine, kendisine baş kaldıran bir uruğu bastırmak üzere gitmişti. Halbuki Devletgerey Kırım sahiline çıkınca Osmanlı kuvvetleri refakatinde Bahçesaray’a girmiş ve Padi- şah’ın fermam ile “ Han” olarak tahta geçmişti. Sahibgerey Han ise, gûya, “ merhametsiz ve kan dökücü” bir Han olması hasebiyle, teb’ası tarafından hiç sevilmiyor, ve hattâ dostlan bile “kahrından emin değillermiş” ; dolayısı ile Kımn’lı uruğlar Sahibgerey’in yardımına gitmemişler, Han’ı yalnız bırakmışlardı; bu şartlar içerisinde Sahibgerey Han mukavemet edememiş ve düşmanları tarafından (Kerç) Boğazı yanında, kendisi ve yanmda olan 13 yaşındaki oğlu öldürüldüğü gibi Kırım’da olan oğulları ve yakınlarının hepsi öldürülmüşlerdi1. Sahib­ gerey Han’m naaşı Salacık’a nakledilmiş ve Hacıgerey türbesine defn- edilmiştir. Bu suretle Orta Idil boyunda en mühim olaylar vuku bulmak üzere iken, yani Moskova “ Çar” ı Korkunç îvan IV. Kazan Hanlığı üzerine öldürücü darbesini indirmeğe hazırlanırken, Kırım tahtındaki bu cesur ve muktedir Han’m hayatına kıyılmıştı. Bu suçun en büyük sorumlusu da Osmanlı Sadrazamı Rüstem Paşa’dır. Sahibgerey Han Bahçesaray’ın imarına büyük önem vermişti. Han Sarayı yakınındaki büyük cami ve büyük hamam onun zamanında yapılmıştır. Kırım’ın birçok yerinde, mecmuu 170 adet cami, mescid ve medrese inşa ettirdiği bilinmektedir. Sahibgerey Han, birçok kusu­ runa rağmen, muhakkak ki Kınm tahtını işgal eden en kabiliyetli Hanlardan birisi idi.

Devletgerey defa Kınm Hanlığı tahtına geçirilen Devletgerey I. Han, Han, ilmi ve fazlı ile Sahibgerey Han gibi olmamakla 1551 -1577. beraber, cesareti ve enerjisi bakımından selefine ben­ zemekte idi. Ayrıca, Devletgerey Han Moskova üzerinde boyuna baskı yapmak istemekle de ad kazanmıştı. Kendisinin “rehin” sıfatiyle uzun zaman İstanbul veya Rodos’ta kalması Osmanlı Dev- leti’nin durumu ve siyasetini iyice öğrenmesine imkân vermiş olmalıdır. Mamafih Devletgerey Han’m da, Sahibgerey Han gibi, Kırım’ın müm­ kün mertebe istiklâlini gözetmek istediği biliniyor. Moskova ile müna­ sebetlerinde her şeyden önce Kırım Hanlığı’nın menfaatlarun göz önünde tutmuştur.

1 Gülbün-ü Hanan, s. 18. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 3 7

Devletgerey Han, Kazan Hanlığı ile de yakından ilgilenmiş ve bu İslâm ülkesinin Moskoflarm eline düşmesini önlemek için bazı tedbirlere dabi başvurmuştur. Bu kabilden olmak üzere, 1552 Sonbaharına doğru, Devletgerey Han’m kuvvetleri Moskova arazisine bir .akın yapmışlar ve Çar ivan IY.ı Kazan seferi’nden alıkoymak istemişlerdi. Fakat bu akın az kuvvetlerle yapıldığından Ruslar tarafından geri püskürtülmüş ve Rus ordusunun maneviyatını yükseltmesi bakımından, Kazan Hanlığı’na faydadan ziyade zararı dokunmuştur. Dolayısiyle Korkunç îvan IV.m büyük kuvvetleri Kazan şehrini kuşatır ve alırlarken, Devletgerey Han hareketsiz kalmış, Moskova’yı bu seferden alıkoyamamıştır. 1552 yılında Kazan’m ve 1556 da da Âstarhan’ın Ruslar tarafından alınması, yani bütün Idil boyunun Moskova Rusyası’nm eline geçmesi heT şeyden önce Kırım Hanlığı için tehlikeli olacaktı. Kırım Hanları kendilerini “ Taht ili” nin (yani Astarhan’ın) de varisi ve buralarda hak iddia ettikleri gibi, Kazan Hanlığı üzerinde de bir takım talepleri vardı; çünkü Kazan’a Kırım’dan Hanlar gitmişti. Bu defa Devletgerey Han, Moskova Çar’ı üzerinde Iıaskı yaparak Âstarhan ve Kazan Hanlığı üzerindeki haklarını öne sürmeğe ve buraların kendisine iadesini istemeğe başladı. Han, şayet talepleri yerine getirilmezse Moskova’yı akınla çapullarla tehdid etmekte idi. Korkunç ivan IV. Han’m ve mirzalarının gönlünü almak makaadiyle Kırım’a Rus elçileri vasıtasiyle çokça hediye­ ler, kürkler gönderiyordu. Aynı zamanda yıllık vergi- “tış” da muntaza­ man yollanmakta idi. Moskova Çarı bu vasıtalarla. Kırım Hanım bir müddet için oyalamağa muvaffak olmuş ve bundan faydalanarak Kuzey Kafkaslarda, tâ Terek nehri ve Kabartay-Çerkes sahasma kadar Rus yayılışını uzatabilmişti. Terek nehri üzerinde yükselen Rus müstahkem kalesi oradaki Rus Kazakları ve tüfekle silâhlı “ sterelets” leri ve bilhassa Kabartay-Çerkeslerinin de Moskova ile sıkı temasları üzerinedir ki, nihayet Osmanlı Devleti’nin başmda duranlar “ Rus tehlikesi”nin farkına varır gibi oldular. 1555 yıllarında Litvanya’lı beyzadelerden Prens Vişnivetski adlı bir sergüzeştçi Moskova Knezinin hizmetine girdikten sonra, etrafına birçok Kazak toplayarak Kırım Hanlığı sahası ve hattâ Osmanlı arazi­ sine hücumlara başlamış, bir aralık Azak kalesi’ni dahi tehlikeye düşür­ müştü. Vişnivetski’ye bazı Çerkeş beyleri de katılmışlardı. Bu olay da Osmanlı makamlarını endişeye düşürmüştü. Bu defa, Moskova Çarı’nm askerlerinin Terek üzerinde yerleşmeleri doğrudan doğruya Osmanlı 2 3 8 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ

Devleti’ni tehdid mahiyetinde idi. Fakat îvan IV. ise Osmanlılar’ı kuşkulandırmak istemiyor ve suret-i hakdan görünerek, Devletgerey Han’a elçiler ve hediyeler gönderiyor, onu teskine çalışıyordu. Mamafih Çar’m oyalama siyaseti fazla sürmedi ve Osmanlı tahtına Selim II. geçtikten sonra, Sokullu Mehmed Paşa’nm sadrazamlığı zamanında, hem Rusların Kafkaslara inmelerinin önünü almak, hem de İran’ı arka­ dan vurmak maksadiyle, 1568de “ Ejderhan Seferi”nin açılmasına karar verildi. Ertesi sene Çerkeş Kasım Paşa’nm kumandasında 15-20 bin kadar Osmanlı-Türk kuvvetleri Azak üzerinden Ejderhan (Astarlıan) üzerine sevkedildi.

1569 yılında yapılan bu sefer münasebetiyle, Osmanlı Ejderhan seferi gem£erjIL;n j ) on (Ten) nehrinden Volga (Idil) nehrine ve başarısızlığı, ° ' ' „ .. . 1569. geçirilmesi de düşünülmüştü, Otedenberi Kazaklar kendi gemileri -büyük kayıklarını Don’dan sürükli- yerek Volga’ya geçirmekte ve Volga boyunca Hazar Denizi’ne inerek Kafkas sahillerini yağma etmekte idiler, işte bunu misal alarak Osmanlı gemilerinin de aynı tarzda Volga’ya geçirilebilecekleri düşü­ nülmüş ve galiba bazı mahfillerde Don ile Volga arasında bir kanal açılması dahi bahis konusu olmuştu. Nitekim sefer yapılırken kadır­ galara çokça kazı alâtı, kürek, kazma ve çapa konduğu iddia edilmek­ tedir. Şayet Osmanlı harp ve taşıt gemileri Don’dan Volga’ya geçiri­ lirse İran’a karşı sevkedilecek kuvvetlerin zahire ve cephane ile beslen­ mesi çok kolaylaşacaktı. Devletgerey Han’ın bu Ejderhan seferinde bilhassa rolü büyük olacaktı. Bir kere Tatar atlıları o tarafları gayet iyi biliyorlardı. Bundan dolayı seferde öncülük yapmaları icap edecekti. Ayrıca Aşağı Idil boyundaki Nogaylann da Osmanlılar’a hemen katılmaları ve Moskoflara karşı ayaklanmaları da beklenmekte idi. Çerkeş beylerinin ve Dağıstan- dan Şamhal’ın dahi Türk kuvvetlerini destekiyecekleri umuluyordu. Yapılan tasarılara göre bu sefer az bir kuvvetle ve başan ile sona erdi­ rilecekti 1. Halbuki hakikatte tam aksi oldu. Gayet bilgisizce başlatılan bu sefer hiç de tasarlandığı gibi çıkmadı. Evvelâ Osmanlı kadırgaları boş yere Don boyunca yukarıya, “ Perevolöka” (gemilerin Kazaklar tara­ fından yüklendiği mahal) ya kadar götürüldüler; oraya varınca, bir

1 Bkz. Akdea Nimet K ur at, Türkiye ve İdil boyu, m. y. IV-XVIII. YÜZYILLABDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 2 3 9

“kanal” kazılması şöyle dursun gemilerin “ sürüklenmesi” dahi mümkün olmadı. Bunun üzerine az bir kuvvet ve on kadar hafif topla Volga boyunca, aşağı Astarhan üzerine yüründü. Halbuki Ruslar sekiz-on yıl önce Volga nehrinin adası üzerinde yeni bir müstahkem Astarhan kalesi yapmışlardı. Burayı alabilmek için büyük toplara ihtiyaç vardı. Dola­ yısıyla Kasım Paşa hem çok geç kalmıştı, hem de yarımda gerekli toplar olmadığı için Astarhan’a hücum edecek durumda değildi. Neticede Astarhan üzerine gönderilen 10-15 bin kadar Osmanlı-Türk askeri, otuz bin kadar Kırımlı Tatar ve o kadar Nogaylı kuvvetler çekilip Azak’a dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bu çekiliş, susuz, çorak yerlerden yapıldığından çok sayıda Osman- lı askeri öldü ve tam bir felâket halini aldı, işte bunun içindir ki, Devlet- gerey Han bir takım ithamlara maruz kalmış ve seferin bu tarzda felâketle sonuçlanmasında âdeta Han sorumlu kılınmak istenmişti, iddia edildiğine göre, güya Devletgerey Han, Astarhan şehrinin Osman- lılar eline düşmesini hiç istememişti. Çünkü Osmanlı hâkimiyeti Astar- han’da da yerleşirse Kırım Hanlığı’nın büsbütün Osmanlılar’a tabi olacağından endişe etmiş imiş. Bu kabil ithamlar hiç bir esasa dayanmamaktadır. Sefer esnasında Osmanlı kuvvetleri kumandam Kasım Paşa idi, ve çekilirken de, Dev­ letgerey H anım gösterdiği yoldan değil, gidilmesi gereken en kestirme ve Nogaylarm kullandıkları yollardan geçilmişti. Devletgerey Han’a yüklenecek her hangi bir kabahat olsaydı, kendisinin hemen Kırım tahtından uzaklaştırılması lâzımgelirdi. Halbuki o bu seferden sonra daha sekiz sene tahtta kalmıştır.

De 1 tge ey Han’m Devletgerey Han, Ejderhan seferinden daha önce, Moskova’yı yakışı, Çar ^van IV.’a elçi arkasından elçi göndererek, “ Kazan 1571. ve Astarhan”ın kendisine iade edilmesini istemişti. Han’ın bu talepleri Osmanlı Padişahı Selim II. tara­ fından da destekleniyor, ancak Astarhan’m Osmanlılar’a bırakılması taleb ediliyordu. Moskova Çarı, “ Aetarhan’ın belki de iade edilebile­ ceğini, fakat Kazan’m hiç bir veçhile verilemeyeceğini” beyan etmesi üzerine, Kırım Hanlığı ile Moskova Çarlığının arası iyice açıldı. Devletgerey Han, bu defa Ivan IV.’m kendisini boyuna oyalamak ve aldatmakta olduğunu anladı ve Çarı cezalandırmak maksadıyla Moskova üzerine büyük bir akın yapmayı kararlaştırdı. Bu akın 1570 de ya- 240 IV-XVHI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VB DEVLETLERİ pılacaktı. Fakat, herhalde, Çar Ivan IV.’m bazı yeni vâadleri yüzün­ den, ve belki de hazırlığın, tam yapılamamasından, bir sene geriye bırakıldı. 1571 de Devletgerey Han tarafından Moskova üzerine büyük bir akın tertip edildi. Baharm ilk aylarında, galiba Nisan ayında, muapzam Kırım kuvvetleri (belki de elli-altmış bin atlı) harekete geçirildi; yüz- yirmi bin kişiden bahsediliyorsa da, bu rakkam muhakkakki şişirilmiş­ tir. “ Çapul” un gayesi Moskova şehirini elegeçirmek idi. Bu akının dikkat çekici bir tarafı da: Kırım atlılarına Korkunç tvan’dan kaçan bazı Ruslar’m kılavuzluk etmiş olmalarıdır. Bu gibi Ruslar’m, herhalde, Çar tvan’m Tatarlar’m eline düşmesini, yani mahvedilmesini isteyen kimseler olduğu anlaşılıyor; bu suretle Rusya da bu “ canavar” dan kurtulmuş olacaktı. Livonya Harpleri üe meşgul olan Rus hükümetinin elinde Mos­ kova’yı müdafaa edecek kuvvet bulunmadığından, Devletgerey Han’ın akıncıları hiç bir karşılık görmeden, 24 Mayıs günü (1571) Moskova şehrinin tâ yanına kadar geldiler. Çar îvan IV. ise, Tatar atlılarının yaklaştığını öğrenince, vaktiyle dedelerinin birçoğunun ya:ptığı gibi, selâmeti Kremlin’den çıkıp, savuşmakta buldu. Devletgerey Han’m atlıları ise Moskova’nın dört tarafını sardılar ve varoşları ateşe verdiler. Şiddetli bir rüzgârın tesiriyle bütün şehir tutuştu ve yanmağa başladı; ancak Kremlin kısmı taş duvarlarla çevrili bulunduğundan, yanmaktan kurtuldu. Devletgerey Han, bu muhteşem “ Moskova yangınını” , oraya yakın “ Serçe Sırtlan” ndan (Vorob’yevı gor - bu gün Leninskiye gon) seyretti1. Bu Tatar akını ve Moskova yangını münasebetiyle yü?binlerce in­ sanın öldüğü, öldürüldüğü ve esarete alınıp götürüldüğü mübalâğalı bir tarzda, Rus kaynaklarınca, iddia edilmiştir. Bir iddiaya göre ölenlerin sayısı, gûya sekizyüz bin kişiyi bulmuştur; binlerce kişi yanan bina­ ların dumanları içinde boğularak ölmüştür. Bu rakamlar çok müba­ lağalı olmakla beraber Moskova şehrinin bu münasebetle müthiş bir felâkete uğradığı da muhakkaktır. Devletgerey Han, adetâ, 1569 yılındaki seferin başansızhğının hıncını bu suretle çıkarmak istemişti. Tabiî, işin içinde başka hesaplar da vardı. Moskova Çan bundan böyle verdiği sözleri tutmağa ve “ tış” ı da muntazaman yollamağa zorlan­ mak istenmişti.

1 N. M. K aram zin, IX . 116. rV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAYİMLERİ VE DEVLETLERİ 241

iddia edildiğine göre, Devletgerey Han, “ Serçe Sırtlan”ndan Çar îvan IY.’a bir mektup göndererek, onu korkaklıkla itham etmiş ve alay etmişti. Bir de, Çar’dan “ Kazan ve Astarhan şehirlerinin geri verilmesini” istemişti. Han’m bu talebi ile “ Idil boyu” meselesi yeniden ele alınmış oluyordu. îvan IV., Moskova yanından gönderilen ve üstelik büyük bir kuvvetin başında duran Han tarafından yapılan, böyle bir istek karşısında dehşetler içinde kaldı. Buna red cevabı vermek imkânsızdı; bundan ötürü diplomatik usullerle geciktirmeye çalışıldı. Han’ı oyalamak, boş vâdlerle zaman kazanmak ve Han’m çekilip gitmesini beklemek icap ediyordu. Fakat, Han’ın tehdidi karşısmda, îvan IV. Devletgerey’in bazı taleblerini kabule yanaşır gibi davrandı. Nitekim Korkunç Îvan, bir defa daha, tehlikeli ve nazik anlarda, çok kurnaz bir diplomat olduğunu da göstermekte gecikmedi. Evvelâ Han’ın bu taleblerini kabul eder gibi göründü; ancak böyle büyük bir meselenin halli için Han’m doğru dürüst bir elçi göndermesi ve meselenin bütün teferruatıyle müzakere edilmesi gerektiği Han’a bildirildi. Bir müddet sonra Çar’dan gelen bir yazıda: Devletgerey Han’a ancak Astarhan’m bırakılabileceği kaydedilmişti. îvan IV.’ın bu husustaki teklifi de şöyle idi: “ Han’m oğullarından biri Astarhan’a Han nasbolunacaktı.” Fakat, Astarhan yine de Çarın idaresinde kalacaktı. Devletgerey Han böyle bir teklife yanaşmadı ve Kazan ile Astarhanı istemekte İsrar etti. Çar ile Kırım Han’ı arasmda cereyan eden bu diplomatik tartışmalar Moskova hükümetinin siyasî amaç ve usullerini aydınlatmak bakımından önem­ lidir. Her ne pahasına olursa olsun Kazan’m muhafazasını, bu hususta en küçük bir. pazarlığa girişmek istenmediğini görüyoruz. Astarhan meselesinde ise: Kınm Hâm’m (ve gerekirse Osmanlı Devletini de) oyalamak yolunda bazı tavizlerde bulunulması düşünülmekte idi. Devletgerey Han’m Kremlin’i zapt için ağır toplan bulunmadığın­ dan ve zaten Moskova’da ele geçirdiği esir ve ganimetin de bir an evvel Kınm’a ulaştırılması gerektiğinden, Moskova yanında daha uzun zaman kalamazdı. Nitekim az sonra Tatar atlılan çekilmeye başladılar ve Dev­ letgerey Han da, maiyyeti ile birlikte başardığı bu akından ziyadesiyle memnun olarak, Kırım yolunu tuttu. Devletgerey Han’a bu başansından ötürü “ Taht algan” 1 (yani tahtı zabteden, Moskova’yı alan) adı dahi verilmesi, bu olayın Tatarlar nazarında ne kadar mühim olduğunu

1 Gülbiin-ü Hartan, e. 21.

F . 16 2 4 2 rv-xvın. yüzyillahda t ü k e k a v İ m l e r İ v e d e v l e t l e r i göstermektedir. Bu Tatar akınından Moskova şehri müthiş bir tahribata uğradı; bunun izleri daha uzun zaman devam edecektir. Mamafih bu akın, Moskova üzerine son büyük akın olmuştur; Tatar atlıları bir daha Moskova’ya, bu kadar zarar yapamıyacaklardır. Gazigerey Han, 1591 de, Moskova yanma gelmişse de, bu kadar tahribat yapamamıştır. Bu ba­ kımdan Devletgerey Han’m 1571 seferi Moskova’ya adetâ bir “ elveda” mahiyetinde idi. Devletgerey Han, Rus Çarı’na yaptığı taleplerini ve Çar’ın Âstarhan hususundaki tekliflerini İstanbul’a bildirdi ve kendi taleplerinin des­ teklenmesini istedi. Han’m Moskova seferinde elde ettiği başarıları çok öğülmekle beraber, 1 Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Astarhan’m Kırım Hanı’na değil de mutlaka Devlet-i aliyye’ye bırakılması şartıyle Han’ı destekliyeceğini bildirdi. Mamafih Devletgerey Han yine de Astarhan’dan vazgeçmiş değildi; Çar’a bu münasebetle tekrar baskıda bulunmağa başladı; hattâ 1572 de Moskova üzerine bir sefer daha açtı. Fakat Ruslar bunu önceden haber aldıkları için, bu defa gayet iyi hazırlık görmüşlerdi. Tatarların mutad akın yolları belli olduğundan, buralara kıt’alar ve toplar yerleştirilmişti. Kırım kuvvetleri Moskova’nın 50 km. kadar güneyine gelmişlerken, Ruslar tarafından ağır bir yenilgiye uğratılarak geri atıldılar. Han’m bu başarısızlığı karşısmda Çar İvan IV. bu defa başka bir dil kullanarak, Astarhan’m dahi Kırım Han’ma verileceğinden söz etmez oldu. Moskova hükümeti İdil boyunun geri verilmesi yollu Bahçesaray ve İstanbul’dan gelecek taleblere hiç kulak asmayacak ve kendi siyasetini takibe devam edecektir. Devletgerey Han da Çar’ı zorlayacak durumda olmadığından, Rusya’ya karşı ara sıra gönderdiği akınlarla yetinecektir. Bu akmlar-çapullar güney Rusya için bir âfet teşkil etmekle beraber, Rus devletini sarsacak mahiyette değildi. Bunların zararsız bir hale getirilmesi için güney sınırlarında mümkün mertebe müstahkem noktalar ve tahkimli hatlar inşasına girişilmişti.

Nogay meselesi Devletgerey Han’m hâkimiyeti zamanmda Kırım Hanlığı için en mühim meselelerden biri de Nogay uruğlannın Han’lıkta göç sahası bulmaları ve bu uruğlarm inkıyad altında tutulmaları meselesi idi. Çünkü, Astarhan’m Ruslar tarafından alınması ve Nogay uruğlannın göç sahalarının Rusların eli veya

1 Btz. Ek No. XVIII. IVOCVTTI. YÜZYİLLABDA TÜKK. KAVİMLEBİ YE DEVLETLEBİ 243 kontrolü altına geçmesi ile, Nogay uruğlarından birçoğunun Idil’in batı tarafına göçe zorlanmaları oldu. Bu göç hareketi bilhassa aşağı Idil sahasında 1557-8 deki müthiş kıtlık ve açlık yüzünden büsbü­ tün. hızlaştı. Daha Kazan’m sukutundan önce Nogay İlinde iç mücadele başla­ mıştı. Musa Mirza neslinden olup Nogaylarm başı sayılan Yusuf Mirza ile, veliahdı (Nureddin unvanını taşıyan) İsmail Mirza arasında rekabet başlamıştı. İsmail Mirza Moskova Knezi ile anlaşmış ve Nogaylarm Rus dostluğu, yani Rus himayesinde bulunması siyasetini takibe baş­ lamıştı. Halbuki Yusuf Mirza şiddetli Rus aleyhtarı idi. Bu yüzden başlayan mücadele, 1555 te Yusuf Mirza’nın bir tuzağa düşürülerek öldürülmesi ile sonuçlandı. Fakat Yusuf Mirza’nın oğulları İsmail Mir- za’ya karşı savaşı devam ettirdiler ve bu suretle Nogay ulusu birbirine düşman iki zümreye bölündü. İsmail Mirzanın tahakkümü ve bilhassa Rus dostluğu siyasetine tahammül edemeyen birçok Nogay uruğu, Şeydek Mirza’nın büyük oğlu Kazı (Kadı) Mirza’nın önderliğinde toplandılar ve 1557 veya 1558 de Idil nehrini buzlar üzerinden geçerek batı tarafa göç ettiler. Bunlar Kırım Han’ı Devletgerey tarafından himaye gördüler ve Kabartay ülkesi ile Azak kalesi arasında kendilerine göç yeri verildi. İşte bu Nogay’lara “ Küçük Nogay Ulusu” dendi. Kadı Mirza’dan sonra bu “ Küçük Nogay ulusu” nun başma Yahşısaat Mirza geçti. Bu defa Nogay uruğlarmı Kıpçak Bozkırlarının batısına geçirmek meselesi çıktı. Bir kere Dnepr-özü boyları göçebeler için çok elverişli bir saha olduktan başka, özü Kazaklarının Hanlık arazisine hücumları da buralarda daha çok müdafaa tedbiri alınmasını gerektiriyordu. Aynı zamanda Nogay’laım Kırım’a yakın bir yerde kalmaları güven bakımın­ dan da tehlikeli olabilirdi. İşte bu mülâhazalarla Kırım Han’ları Nogay uruğlarmı Azak çevresinden alarak özü’nün batısına, Dnestr (Turla) ve Tuna boylarına kadar nakletmeye başladılar. Nogaylardan yedi uruğun, Bucak sahasına nakledilmeleri ile buralara “ Yedisan” adı verilmiştir. Gerek bu nakil ve gerekse Nogay uruğlarının başlarını tatmin etmek ve kontrol altında tutmak işi birçok güçlüklerle bağlı idi. Bu işin Devletgerey Han zamanından itibaren Kırım Hanlarını mütemadiyen meşgul ettiği bilinmektedir. Nogay uruğlan mühim bir askerî kudret teşkil etmeleri dolayı- siyle, Hanların daima onlarla hesablaşmaları, ve Nogay mirzalarım tatmine çalışmaları icabediyordu. İlerde görüleceği veçhile, Nogay 2 4 4 rV-JCVHI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ uruğları büyükleri bilhassa Hanlığın, zâfa uğramasında mühim rol oynayacaklardır. Nogay zümrelerinin aşağı Kuban ve Azak çevresinden alınmaları ise, orta Don boyunda bir “boşluk” yaratmış ve bu boşluğa Don Kazakları sızarak, Azak kalesi ve Osmanlı ülkesi için çok geç­ meden mühim bir tehlike teşkil etmeğe başlamışlardır. Diğer yandan Nogay uruğlarımn Bucak ve Dobruca’ya kadar gönderilmeleri ile Karadeniz sahilleri hem Buğdan ve bilhassa Leh’lilerin bu istikamette ilerlemelerine bir set teşkil etmek bakımından önem kazanmıştır.

(Semiz) Mehmed devletgerey I. Han, 1577 de taun hastalığına tutulmuş gerey i. Han ye ve altmışyedi yaşında iken ölmüştür. Bahçesaray’da, Osmanlı Padişahına Han Camiinin kıblesindeki mezarlıkta gömülmüştür, karşı itaatsizliği, Devletgerey I. Han, muhakkak ki Kırım Han'larının en 1577-1583. cesur ve en enerjik Hanlarının başında gelmektedir. Bir çok hayır eserleri arasında, Gözleve şehrindeki Büyük Cami ve birçok çeşme vardır. Devletgerey I. in yerine Mengligerey’in oğlu Mehmed- gerey tahta geçti. Fakat, Devletgerey’in ölümü üzerine Kırım Hanlığında iç düzen birdenbire bozuldu ve yer yer iç mücadele başladı. Bilhassa No­ gay uruğları yeni Han’a kafa tutuyorlardı. Bu yüzden Han’hk adetâ parçalanmak tehlikesine maruz kaldı. Mehmedgerey Han’ın biraderi Alpgerey’i “ Kalgay” (Veliahd) yapması lâzımgelmişken, o mevcut nizamı hiçe sayarak, biraderi Alpgerey yerine, Saadetgerey’i kendine “ Kalgay” seçti. Bunun üzerine Alpgerey Kıpçak bozkırlarına kaçtı ve Han’a karşı mücadeleye başladı. Kırım mirzaları da Mehmed- gerey’e karşı geldiler ve emrine itaat etmez oldular. Mehmedgerey Han, 1578 ve 1579 yıllarında Osmanlılar’ın îran seferine iki defa asker göndermişti; hattâ 1579 da bizzat sefere de katılmıştı. Mamafih her ikisinde de Kınm kuvvetleri perişan olmuşlardı; SaadetgeTey yerine Kalgay tayin edilen Aldıgerey çarpışma esnasında ölmüş ve Gazigerey’de Şirvan’da îran’lılara esir düşmüştü. Bu defa, 1583 de Osmanlı Padişahı Murad III. tarafından, yeniden îran seferine gitmesi için Mehmedgerey Han’a bir nâme-i hümâyun gönderildi. Fakat Tatar mirzaları sefere gitmek istemediler ve Han da onları zorlayamadı. Han’ın bu hareketi hiyanet telâkki edilerek, o sıralarda Rodos’ta rehin tutulan îslâmgerey’in Kırım’a Han olarak İslâmgerey Han gönderilmesi kararlaştırıldı. Islâmgerey Han Osmanlı 1583-1588. kuvvetleri refakatinde Kırım sahiline çıkarıldı ve tahta geçirildi. Bunun üzerine Mehmedgerey Han Kıpçak bozkırlarına kaçtı, fakat biraderi Alpgerey tarafından yakalana- IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 245

ıak, öldürüldü, tslâmgerey Han’ın kısa süren Han’lığı zamanında, Kırım’da iç düzen bir türlü temin edilemedi. Devletgerey Han’ın ölü­ münden sonra başgösteren iç mücadele devam edip gitti ve Han’lık adamakıllı sarsıldı. Bu durum Islâmgerey’in ölümüne, yani 1588 e kadar devam etti. Han’ın vefatı üzerine, Kırım tahtına Han’ların her bakımdan en mümtazı olan Gazigerey geçirildi. .

Gazigerey Han ■Klrlladaki düzenin sağlamlaştırılması için kudretlir bir 1588-1594, Han’a ihtiyaç olduğunu takdir eden Osmanlı Hükümeti 1594-1608. Gazigerey’i bu makama getirmekle çok isabetli hareket etmişti. Gazigerey Han, hem karakteri hem de yetişme­ si itibariyle, mükemmel bir hükümdar olabilirdi1. Yaradılışı itibariyle ga­ yet zeki ve enerjik olan Gazigerey, İran’da esarette kaldığı zaman, İran’ın durumunu yakından görmüş ve Fars edebiyatı ile ilgilenmişti. Osmanlı Devletinin talebi üzerine esaretten kurtulmasını müteakip bir müddet İstanbul veya Rodos’da kalmıştı; bu münasebetle de Osmanlı ricali, ulema ve edipleri ile temasları neticesinde Osmanlı Türk kültürüne nüfuz etmek imkânmı bulmuştu. Kendisinin bilhassa edebiyata karşı merakı ve gayet yüksek bir şair olduğu da hatırlanırsa, bir müddet İstanbul’da kalışının ayrıca faydalı olduğu, kolayca anlaşılır. Gazigerey Han, tıpkı Sahibgerey Han gibi, Han’lık makamına çok iyi bir hazır­ lıkla gidiyordu. Kendisinin, mamafih haşin tabiatlı, merhametsiz ve kan dökücü olduğu da bilinmektedir. Diğer yandan hoşsohbet ve nüktedanlıktan başka sesinin güzelliği ile de meşhur olduğunu da ilâve edersek, Kırım tahtını uzun zaman işgal edecek olan bu Han’ın Kırım’a gitmesi, Hanlığın durumunu düzeltmek bakımından çok yerinde ol­ muştu. Gazigerey Han, Osmanlı kadırgaları ile Nisan 1588 de Kırım’a götürüldü ve Han tahtına çıkarıldı. Gazigerey Han’ın Kırım’a gelince yapacağı ilk işi kafa tutan mirza­ ları ve bilhassa Nogay uruğlarmı inkıyad altına almak oldu. Bu maksadla Or Kapısı dışına yaptığı bir kaç sefer sonunda Han’lık içinde nizamı sağladı. Bu sıralarda Osmanlı Devleti oldukça kritik bir devir yaşamakta idi. Devlet-i aliyye’nin artık “ altm devri” geçmiş, Kanunî Sultan Süleyman'ın sonyıllarmdan itibaren inhitat başlamış bulunu­ yordu. Bu inhitat, Murad III. zamanında adamakıllı kendini belli etmişti. İran’a karşı baş ansız harplerden başka, Avusturya’daki çetin

1 Vmdet üt-Tevarih, as. 114-117; Gülbün-û Hanan, bs. 27-34, 246 lV-XVm . YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ harpler ve bilhassa yeniçerilerin zorbalıkları, içeride ekonomik çöküntü ve inhitatın başladığının açık misalleri idi. 1593-1606 yıllarında Macaristan- Avusturya harpleri bilhassa çetin olmuştu. Dolayısiyle Osmanlı Devleti­ nin Kırım kuvvetlerine ihtiyacı birdenbire artmıştı. Gazigerey Han da İstanbul’dan gelen emirlere hemen boyun eğerek Kırım atlıları ile mütemadiyen seferlere gitmeğe başladı. Kırım kuvvetlerinin bu Macar seferi esnasında büyük yararlıklar gösterdikleri bilhassa Yanık Ka- lesi’nin zaptında Gazigerey’in mühim, rol oynadığı da biliniyor. Mamafih, bu devrin Sadrazamı Rüstem Paşa, herhalde şahsi iğbirar yüzünden veya başka bir sebepten, Gazigerey Han’a karşı kin bağlamış ve bir müddet sonra Han’m azline sebep olmuştur. Gazigerey Han, Moskova Rusya’sına karşı, Lehistan-Litvanya Kralı ile anlaşmakla kalmamış, hattâ uzaktaki İsveç ile Moskova’ya karşı “ ittifakımsı” bir anlaşma dahi yapmıştı. 1591 de Gazigerey’in atlıları tâ Moskova kapılarına kadar dahi ilerledilerse de, fazla tahribat yap­ madan geri çekildiler. İsveç-Kmm müzakereleri ise 1592 de devam ettirilmiş o yıl kalabalık bir Kırım elçi heyeti Stockholm’a gelmişti. Mamafih, Gazigerey Han’m kuvvetleri en çok Macar seferinde meşgul oldukları ve dolayısiyle buradaki sefer münasebetiyle pek çok ganimet ve esir elde ettiklerinden, Kırım atlılarının Rus sahasına fazla akın yapmalarına ihtiyaç kalmıyordu. Dolayısiyle bu sıralarda Rus sahasına Kırım akmlan nisbeten az olmuştur. Gazigerey Han’m yedi yıl müddetle mütemadiyen Macar seferine katıldığı biliniyor; bir de o sıralarda Buğdan Voyvodası Michail, Osmanlı Padişahına karşı isyan bayrağım kaldırmıştı. Michaü’in Leh Kralı tarafından desteklenmesi üzerine, Osmanlı Devleti ile Lehistan’ın arası gittikçe açıldı. Lehistan bu sıralarda Karadeniz sahillerine ulaşmak, Buğdan ve Eflâk’ı eline geçirmek ve Lehliler’in dedikleri gibi “ denizden- denize” (Od morza-do morza -yani Baltık denizinden, Karadeniz’e) ulaşmak için gayret sarfetmekte idi. Gerek Buğdan voyvodasının isyanı, ve gerekse Lehlilerin gayretleri, Gazigerey Han’m karşı koyması neti­ cesinde akim kaldı. Gazigerey Han’m az önce söylendiği veçhile Macar-Buğdan ve Lehistan seferleri esnasmda pek çok ganimet elde etmiş olduğu muhak­ kaktır. Gazigerey Han’m bu ganimetten birçoğunu İstanbul’a, Saraya ve devlet ricaline gönderdiği de biliniyor; hem seferdeki hizmetleri hem de bu hediyeler sayesinde Gazigerey Han’m Divan’da büyük bir itibarı IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ 2 4 7 olduğu da muhakkaktı; şöyleki, hiç bir mühim karar, bilhassa dış münasebetlere ait olanları, Han’ın, fikri ve muvafakati alınmadan verilemezdi. Gazigerey Han’a Devlet-i aliyye tarafından, bir çok in’am ve ihsan yapılmıştı; bu kabilden olmak üzere, ona gelinceye kadar Kı­ rım Hanına sefer esnasında yevmi bin akçe tahsis edilmişken, bundan böyle Hanlara sefer esnasında yevmi ikişerbin akçe verilecekti. Bu suretle Gazigerey Han, Kırım Han’larının hiç birinin ulaşamadığı en yüksek mertebeye çıkmış ve saygı görmüştür. Mamafih buna rağmen, Sadrazam Büstem Paşa’nm entrikaları ile Gazigerey Han, kısa bir zaman için tahtından indirilmişse de, yeniden makamına iade edilmişti. Bu sıralarda İran’da Osmanlı Devletine karşı Şah Abbas’m şahsında büyük bir tehlike belirmişti. Gazigerey Han’ın yeniden İran’a karşı kuvvet göndermesi icap etmişti. Mamafih o, bu mücadelenin sonuna kadar yaşamadı ve 1608 de vefat etti. Gazigerey Han, gerek İstanbul’da kaldığı zaman ve gerekse Osmanlı ordusu ile birlikte seferde bulunduğu sıralarda, Osmanlı ricalinden bir çoğunun “ zevk-i sefaya düştükleri”ni ve bu yüzden Devlet-i aliyyenin çöküntüye doğru yöneldiğini devlet idaresinde gevşeklik hâsıl olduğunu görmüş ve bu böyle devam ederse, “ Devletin dahi elden çıkacağım” Osmanlı ricalinden bazılarına söylemekten kendini alamamışta. Bu yoldaki haklı tenkidleri iyi karşılanmamış ve Han’a birçok düşman kazandırmıştı. Gazigerey Han bu üzüntülerini şu mısralarda ifade etmiştir: “ Arsa-i bezm içre biz kanlar döküp kan ağlarız, Vadi-i işrette siz cam, sefa zevkin sürün... Bir tedarük olmazsa gitti elden memleket, İtimad etmezseniz, etraf-ı âlemden sorun...” 1 Gazigerey Han’m bu yoldaki ikazları, maalesef doğru çıkmış ve Osmanlı Devletinin çöküp gitmesinde Devlet ricalinin “ zevk-i sefası, ahlâk düşkünlüğü ve Devletin malını yemesi” büyük bir rol oynamıştır. Gazigerey Han zamanı muhakkak ki, Kırım Han’hğınm en yüksek ve kudretli devrini teşkil etmektedir. Gazigerey’in cesareti ve dirayeti sayesinde Kırım Han’hğmda iç düzen sağlandığı gibi, Kınm athlan Osmanlı Devletine her savaş cephesinde büyük hizmetlerde bulunmuş­ lardır. Ayni zamanda Nogay uruğları da belli sahalara gönderilmişler,

1 Gülbün-ü Hanan, s. 3 4. 248 IVOCVUI. YTİZYILLAJIDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ

Bucak ve Yedisan’da yerleştirilmişlerdir. Aikerman çevresi Nogaylar vasıtasıyla emniyet altına alınmıştır. Gazigerey Han zamanında Kırım’ın refaha kavuştuğu, başta Bahçesaray olmak üzere, diğer şehirlerin (Akmescit, Kırkyer, Karasu v.b.) birçok süslü binalarla bezendiği, medreselerin yapıldığı, Bahçe­ saray ve Kefe’de Kınm’lı birçok kimsenin yüksek din âlimi derecesine yükseldiği, şairler ve tarihçiler yetiştiği bilinmektedir. Kırım bu suretle, Osmanlı medeniyetini benimsemiş bir ülke haline gelmişti. Gazigerey Han zamanında Nogay uruğlarının Turla ve Tuna mans ablarına nakli devam ettirilmiş ve bunun neticesinde Akkerman şehri etrafında, Bucak’ta bir çok Nogay zümresi yerleştirilmişti. Galiba bu Nogaylar’ın göçebeliği bırakıp yerleşik hayata geçmeleri de bu za­ manlar da başlamış olmalıdır. Gazigerey Han zamanında Kırım Han’lığı her bakımdan istikrara kavuşmakla beraber, ayni sıralarda kuzeyden yeni bir tehlike be- Özö Zaporog İhraişti. Bir müddetten beri Dnepr (özü) nehrinin Kazaklan kayalık teşkil ettiği yerlerde Rus asıllı Kazak’lar çoğal- (Berebaş ve mağa başlamıştı. Bunlar da tıpkı Don Kazak’ları gibi, Fotkallı) Devlet ahkâmına boyun eğmeyen, kendi başlarına buy­ ruk olan unsurlardan teşekkül etmekte idi. Kınm Tatar'larının da kendi Kazakları vardı. İşte bu Kırım Kazak’larına benzetilerek meydaDa gelen Rus Kazaklarının yarı askeri teşkilâtları tam demokratik esaslar üzerinde gelişmişti. Orta Dnepr boyu Lehistan- Litvanya Devletinin eline geçince, buradaki Kazak’lar Leh Kralı teb’ası sıfatiyle, Tatar’lara karşı sınır bekçisi oldular. Don Kazak’ları nasıl Moskova Knezleri tarafından beslenmişlerse, Dnepr Kazak’ları da Leh hükümeti tarafından silâhlandırılmışlar ve desteklenmişlerdi. Bir müddet sonra bu Kazak’lar, “ şayka” (Rusça: Çayka - martı) dedikleri büyük kayıklarla özü nehri boyunca aşağı inerek Karadeniz sahillerini dahi yağmaya başladılar. Bu kabîl ilk hücumlar 1530-1540 yılları arasında vuku bulmuştur. işte hu Kazak hücumları bundan böyle Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında ihtilâflara yol açacak ve Osmanlı Padişahları ikide bir Leh Kırallanna bundan şikâyetle, “ Kazak’ların kontrol altında tutulmala­ rını” taleb edeceklerdir. Sonraları bu Kazak’lar, “ Berebaş” ve “ Potkalh” diye ad kazanmışlar ve bunların bir kısmı bazen Kırım Tatarları ile çok yakın münasebet dahi tesis etmişler, birlikte Lehistan sahasına akın rV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 249 yapmışlardır. MamafiİL Kazak faaliyetinin en canlı devri XVII. yüzyıl başlarından ortalarına kadar süren bir zamana rastlar. 1550 Dmitraşko. Vişnevetski adlı maceracı bir beyzâdenin Kazak- lar’m önderi olarak Azak semtine hücum ettiğini yukarda söylemiştik. 1560 yıllarından itibaren Lehli bazı beylerin de Kazak’larla Osmanlı sahasına ve Kırım Han’lığına, tâ Or Kapışma kadar geldikleri ve çokça davar ve hattâ esir alıp gittikleri olurdu., özü Kazakları bazen Don Kazakları ile birleşerek Karadeniz’e çıkarlar ve birlikte Osmanlı şehir ve kasabalarmı yağma ederlerdi. Bu kabilden olmak üzere 1621 de Don Kazak’ları ve 400 kadar Zaporog Kazağı birlikte Rize’ye hücum etti­ lerse de, oranın Paşası tarafından geri atıldılar. 1622 ve 1623 de Zoporog ve Don Kazakları Trabzon’a saldırdılar. Ayni sıralarda Sinop da Kazak hücumuna maruz kaldı. 1624 de Zoporog Kazak'larının tâ Boğaziçi’ne kadar giderek, Yeniköy’e hücumları, İstanbul’da bile korku yaratmıştı. Kırım Hanları bu Kazak saldırılarını dur duramıyorlardı; çünkü Kazak’lar özü veya Don boyunca kayıklarla geçiyorlar ve Kınm atlılarının okları bunlara zarar veremiyordu. Bu defa Osmanlı Devletince özü nehrinin mansabında müstahkem kaleler yapmak suretiyle, bu Kazak akınlan önlenebildi. 1625 lerden sonra özü ve Kılburun kalele­ rinin inşası işte hu maksadla olmuştur. Diğer yandan Kırım Han’larının Kazak’ların Lehlilere karşı müca­ delelerinde ve istiklâl kazanmalarında yardımları dokunmuştur. Kazak­ lar Ortodoks olmaları hasebiyle, Katolik Lehli Beylere karşı daima kin beslemekte idiler. Bilhassa Leh beylerinin tahakkümü Dnepr nehrinin sol tarafına kadar yayılınca Kazaklar arasmda Leh hâkimiyetine karşı mücadele haşladı. Bu mücadelenin en mühim siması 1648 lere doğru Bohdan Chmelnitski adlı bir Kazak başbuğu oldu. Kendisi, bir müddet Leh hizmetinde bulunmuş ve bu sırada şahsi bir vak’a dolayısıyla Lehli bir beyzade tarafmdan hakarete maruz kalmış ve bunun üzerine Lehlilere şiddetle kızmış ve Kazak'ların başına geçerek mücadeleye başlamıştı, işte bu mücadelede Chmelnitski, Kınm Han’ı Mehmedgerey II. Han’dan fiilî yardım gördü; Han beş-on bin kadar Tatar askerini Kazaklar’m yardımına gönderdi ve 1648 de Korsun şehri yanında vuku bulan muharebede, Chmelnitski bu Tatar kıtalarının yardımı ile Lehlileri yendi. Bunun üzerine Chmelnitski, hem Lehli­ lerden hem de Rus’lardan korunabilmek maksadıyla Osmanlı Devletinin himayesini istemeğe karar verdi ve bu isteği kabul edilerek, Ukrayna, 2 5 0 rV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ yani Kazak’lar, Osmanlı Padişahının himayesi altına girdiler. Kazak­ lar, bu himayeden umduklarını bulamayınca, 1654 de, Pereyaslavl’ anlaşması ile Moskova Çarının himayesini kabul ettiler. îşte bununla Ukrayna-Moskova Rusyasma ilhak edilmiş ve Moskova bu suretle Karadeniz istikametinde büyük bir ülkeyi harpsiz darbsız ele geçirmiş oldu. Bu durum ise, her şeyden önce Kırım Han’lığının emniyeti hak im in- dan mühimdi; Han’lık bu defa Moskova Rusyasııun baskısına maruz kalacaktır. Aynı veçhile Osmanlı Devleti de bundan mutazarrır olacaktır. Nitekim Devlet-i aliyye, Ukrayna’nın böylece Moskova Çarı elinde kalmasına muvafakat etmedi ve Kazak’lar arasında Ruslara karşı başlayan mücadeleyi destekledi. Bu defa Kazakların başı Hetman (Ataman) Petr Doroşenko Osmanlı himayesini tamdı. Petr Doroşenko, hattâ Kazakları ile birlikte 1672 Lehistan seferine katıldı ve Türk kuvvetlerinin Kamaniçe kalesini aldıklarında beraber bulundu. Fakat Kazak’lar, Kırım Tatarlan’nın alanlarından gereği gibi korunamadık­ larından ve bu yolda kendilerine Devlet-i aliyye tarafından yardım yapılmadığından, Moskova Çarına müracaatla Moskova himayesini kabul ettiler. Mamafih Ukrayna’da yine bir kısım Kazak Chmelnitski’nm oğlu Yuriy başta olmak üzere, Osmanlı hâkimiyetini istiyordu. Bunun, üzerine başlayan mücadeleye Osmanlı Devleti karıştı ve 1678 de Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nm kumandasında bir Osmanlı ordusu Ukrayna’ya sefer açtı ve çetin mücadeleden sonra Kazak'ların payitahtı Çihrin’i aldı. Bu savaşta Kazaklar’a Rus ordusu da yardım etmişti. Dolayısiyle bu sefer aynı zamanda ilk Osmanlı-Rus Savaşı mahiyetin­ dedir. Kırım kuvvetleri de sefere katıldılar, ve büyük yararlık göster­ diler. Çihrin kalesinin düşmesinden sonra Osmanlı kuvvetleri çekilmiş ve Moskova ile banşm bağlanması Kırım Han’ına bırakılmıştı. Kırım Han’ının ordugâhına gelen Moskova-Rus murahhasları ile yapılan uzun müzakerelerden sonra, nihayet 1681 de Bahçesaray şehrinde, Kırım Han’ı ile Moskova Çarı arasında yirmi yıllık bir barış imzalandı. Bu suretle, daha XVII. yüzyılın sonunda dahi Osmanlı Devleti Rusya ile doğrudan doğruya Kırım Han’lığı vasıtasıyle işgörmek kaidesini tatbik etmekte idi. Kırım’da Gazigerey gibi çok kudretli bir Han hüküm sürmekte iken Rusya’da “ îç karışıklıklar” başgösteımiş ve tam on sene devam etmişti IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRE KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 5 1

(1603-1613). Bu durumdan Gazigerey Han’ın istifade etmek istemediği açıtça görülüyor; bu karışıklıklar esnasında Moskova çevrelerini dahi rahatça yağma etmek mümkün iken, Tatar atlıları nadiren Rusya’ya çapul tertip etmişlerdir. Bir aralık Moskova şehri Lehliler’in işgali altında iken dahi Kırım tarafından Rus’lara karşı ciddî hiç bir hareket vaki olmamıştır. Kırım Han’larının Rusya’daki olaylara karşı hareketsiz kalışlarının sebebi, bir azdan görüleceği üzere, Hanlar’ın Rusya’ya karşı bir “ Devlet siyaseti” değil, sadece Moskova Çarlarından veya Rus ara­ zisinden mümkün mertebe çok gelir koparmak istemelerinden ileri gel­ miştir. Bu gelir ise ya çapullarda ele geçirilen ganimet (esir ve davar) veya Hanlara, Mirzalara Moskova’dan gönderilen tış (vergi) tan ibaret- „ , , ti. Bir iki Han devri müstesna Kırım Hanları’nın Mos- Kınm Hanları mu Rus siyasetleri kova Rusya’sına karşı sistemli ve plânlı” siyasetleri ol­ madığı muhakkaktır. Han’lar, ancak, Moskova Knezleri ve Çarlarından devamlı bir şekilde “hediye” veya “ tış” adiyle bir şeyler koparmağa bakıyorlardı. Bu “ tış” (Rusçası: “ Vıchod”) haddizatında Altm Ordu’ya Moskova Knezleri tarafından ödenmesi mecburî olan verginin devamı gibi telâkki edilmekte idi. Zaten Kırım Hanlarının Moskova Knezleri (ve Çarları) ne karşı tutumları ve eski geleneğe uygun olarak, “ Taht İli” Hanının Moskova knezine karşı takındığı tavırdan başka bir şey değildi. Hanlar kendilerini Rus Knezlerinin efendisi saymakta ve o sıfatla Moskova Knezlerine yukarıdan bakmakta idiler, îşte bu tavır ve muamelenin icabı olarak da Moskova Knezi Kırım’a “tış” göndermeğe mecbur sanılmakta idi; Han’ın kendisine, aile efradına ve Kırım mirzalarının her birine hangi cinsten ve ne sayıda kürk gönde­ rileceğine aid defterler tanzim edilir ve Moskova hükümeti de bu defter­ lerde ne kaydedilmişse ona göre yollardı. Rus elçileri veya adamları “ tış”ları getirdiklerinde, bu defterlerle karşılaştırılır, eksik olursa tamamlanmaları talep edilirdi. Kırını Hanları bu defterlere dayanarak Moskova hükümetinden belli bir hak iddia etmekte idiler. Çingiz soyun­ dan ve Batu Han neslinden gelmeleri hasebiyle Kırım Hanları Moskova Knezine tahakküm etmek hakkına sahip oldukları zehabına kapılmışlar ve haklarını zor kullanarak, yani çapul tertip ederek fiiliyata koymaktan geri durmamışlardır. Kırım Hanları tarafından, Moskova Knezi ve Çarlarına yazılan mektuplarda (Yarlıklarda) Han’ın kendisi için “ Kalgay” ve “ Nureddin” için Han’ın annesi, kanları, mirzalar ve büyükler için ne mikdar ve ne 2 5 2 rV-Kvni. YÜZYILLAKDA IÜBK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ cinsten kürkler gönderilmesi gerektiği birer birer sayılmakta ve ayrıca ne kadar para yollanması lâzım geldiği de kaydedilmekte idi1. Kırım Hanlığı kuvvetli olduğu müddetçe bu “ tış” talepleri Moskova tarafından hemen yerine getirilmekte idi. Hanlık zayıflayınca, Moskova hükümeti bu gibi taleplere aldırmıyor, ufak şeyler göndermekle yetiniyordu. Bu defa Hanların mektuplarındaki istekleri adetâ bir “ dilencilik” haline giriyordu. Mamafih Moskova’nın bu “ tış” ları yollamaktan faydası da vard>; çünkü bunlar vasıtasiyle Kmm’lılarm akmlan durdurulduğu gibi, Rusya’nın Batı sınırındaki büyük rakibi ve düşmanı Lehistan-Litvan- ya’ya Kırım akınlarının şevki de mümkün oluyordu. Moskova’dan Bahçesaray’a gönderileD kıymetli kürkler, Lehistan-Litvanya’yı tehdit yolunda en iyi bir vasıta idi. Mamafih bu kaide her zaman tatbik edile­ mezdi. Hanlar Moskova’dan hem “tış” alırlar, hem de Lehistan kıralı ile anlaşma yaparlardı. Bunun icabı çoğu zaman Tatar atlıları Rus arazisine çapullar tertip ederlerdi. Kıtım akın Moskova sahasına akın yapıldığında, bunun hazırlıkları çapullanma Ç°k evvelden başlardı. Akma gidecek atlar, adamakıllı yolu ı Sakma çayırlarda otlatılır, istirahat ettirilirdi. Her Tatar, yedekte 4-5 at götürürdü; bindiği at yorulursa hemen onu değiştirirdi; kalan atlar alacağı ganimeti yüklemek içindi. Bu suretle akma 30,000 kişi katıldığı zaman, 150,000 den fazla at da beraber giderdi. Bundan ötürü bu Tatar akmlan müthiş bir kalabalık tesiri yapardı. Akına gidecekler yiyeceklerini torbalar içinde beraber götürürler ve seçtikleri “ yol ağası” kumandasında müthiş bir sür’atle Rus arazisine dalarlardı. Bu akın esnasında, birisi kazaen attan düşerse, atlann ayağı altında ezilir, ölürdü. Anî bir baskınla Rus köyleri, kasaba ve şehirleri basılır, geniş bir kavis içine alman sahada ne varsa ganimet veya esir olarak alınıp götürülürdü. Nasıl hızla gelindi ise aynı hızla geri dönülür­ dü3. Böyle akutların bütün gayesi mümkün mertebe anî baskın yapmak ve mümkün mertebe çok ganimet (esir) almaktı. Göçebelerin yerleşik hayat süren ahali üzerine yapageldikleri bu çeşit akınlar, Türk kavimle- rinin Çin’e, sonraları Mâveraünnehr’e veya Avarlar ile Macarların Orta Avrupa’da yaptıkları akın ve hücumların tekrarmdan başka bir şey

1 Bkz. Ek No. X X II. 2 Bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi (Ek. No. X X III). IV-XVI1I. YÜZYILIABKA TÜHK. KAVİMLEBİ VB DEVLETLERİ 2 5 3

olmayıp, “ göçebelik nizamı’''nm icablarıudan biri idi. Data XVIII. yüzyılda Ingiliz esir tüccarlarmm, Afrika zencilerini basıp, esarete alıp götürmeleri veya Rusların Idil boyu ve Sibir’deki Türk kavimlerinin yer ve yurtlarını gasp ve yerli balkı imha etmeleri gibi İnsanî olmıyan bir takım olaylar göz önüne getirilirse, Kırım alanlarının bunlardan daba fena olduğu iddia edilemez. Ruslardan alınan esirlerin çoğunun, Afrika zencileri gibi pamuk tarlalarındaki müthiş ağır işlere değil, İstanbul veya Akdeniz’in diğer şehirlerinde “ köle” sıfatiyle evlere dağıldıkları ve bir nesil sonra yerli ahali ile karışıp gittikleri hatırlanacak olursa, bu çeşit esaret ve “ köleliğin” sonuçları kendileri için zan ve tasvir edildiği kadar pek de fena olmasa gerektir. Kınm Tatarları tarafından Rus arazisine yapılan akınlar muayyen yollan takip ederdi ki, buna Rusça “ şlyakh” ve Kırım Tatarcası ile: “ sakma” denirdi. Bunlardan ikisi meşhurdu: “ Muravskiy şlyakh” ve “ Izümskiy şlyakh” veya “ Karmiusskiy şlyakh” . XVI. yüzyılda Rusya ile Kırım Hanlığı arasındaki bozkırlar Oka nehri üzerindeki Ryazan ve Don (Ten) nehrinden uzak olmayan Elets (Yelets) şehrinin güneyinden başlardı. Or Kapısından Tula şehrine giden bu akın yolu Doneç ve Dnepr (özü) nehrine akan ırmakların baş kısmı arasından geçerdi. Tatarlar hareketlerini gizlemek için geceleri dere ve ova boylarını takip ederler ve “ dil” (dunun hakkında bilgi verem kişiler) almak için her tarafa atlılar gönderirlerdi. Dillerden edinilen bilgi üzerine etraf hakkında iyice malumat toplandıktan sonra, “yolağası” dedikleri akın kumandanının önderliğinde, ahalisi çok olan saba içinde 100 kim. lik bir yere giderler birdenbire dönerler ve geniş bir yelpaze şeklinde yayılarak rastladıkları insan ve hayvandan ne bulurlarsa alırlar, ağırhğı ve esirleri yedek atlara yüklerler ve sür’atle Kınm istikametinde geri dönerlerdi. Başarı ile biten bu gibi çapullarda onbinlerce Rus erkeği, kadını ve çoluk çocu­ ğu esir edilir ve ayrıca bir çok iribaş hayvan da alıp götürülürdü. Bu esirlerin çoğu Kırım’da Kefe’de, Suğdak veya Azak şehrinde köle olarak satılır, İstanbul’a, Mısır’a ve diğer şehirlere sevkedilirdi. Kınm Tatarlan’ntn bu çapulları mamafih Rusya için büyük bir âfet ve daimî bir “kırbaç” (biç) teşkil ediyordu Hemen hemen her sene

1 Kınm Tatarlan’mn Kus yurduna “ çapul” larma ve Moskova Rusyası’mn buna karşı aldığı tedbirlere ait: A. A. N o v o s e l’ skiy, Bor'ba Moskovskogo gosudarstva s latarami v XVII vehe (XVII. y. yılda Moskova Devletinin Tatarlarla mücadelesi). Akademi neşriyatı (Rus Arşivlerine istinaden yazılan çok mühim bir eserdir). Moskova 1948. 2 5 4 iv-xvn l. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

veya üç dört yılda Lir defa tekrarlanan bu alanları durdurmak maksa- diyle Moskova hükümeti, daha Kazan’m zaptından önce, Nizniy-Nov- gorod’dan Serpuchov’a, oradan da Tula ve Kozel’sk şehirlerine kadar uzanan bir “ müdafaa” hattı yaptırmıştı. Bu hat yer yer müstahkem noktalar, karakollar, hendekler ve topraktan tabyalardan ibaretti. Ormanlık sahada da kaim ağaç kütüklerinden yapılan manialar vücuda getirilirdi. Oka nehrinin güneyinde, Ryazan'dan Kozel'sk şehrine kadar ikinci bir hat daha yapılmıştı. Sonraları Alatır şehrinden Novgorod- Severesk’e giden üçüncü bir hat inşa edildi. Fakat bu iki ve hattâ üç “müdafaa” hattının kurulmasına rağmen Tatar akınlannm önünü almak mümkün olmadı. Ruslar, ancak ateşli silâh ve bilhassa toplar kullanmağa başladıktan sonradır ki, bu Kırım akınlarını durdurmağa başladılar. Bu ise ancak XVII. yüzyıl sonu ve XVIII. yüzyıl başlarında yapılabilmiştir. „ . _ , 1672 de Osmanlı-Türk kuvvetleri tarafından Kamani- bazigerey Han in halefleri çe’nin alınmasını müteakip Lehistan ile yapılan Bukaç (Bukacz) ve 1676 daki Zurana (Juravna) barışı ile Podolya ve Volınya Osmanlı Devleti sınırları içine alınmıştı. Bu­ ralarda “ tahrir-i nüfiıs” yani “ tapu defteri” (Defter-i Hakâni) tanzim edilmiş olması dahi, mezkûr ülkenin Osmanlı idaresinde kalacağını göstermekte idi. Dolayısiyle Osmanlı hâkimiyeti Orta Dnepr sahasına kadar uzamış ve sağ sahil Ukrayna da Osmanlı nüfuzu altına konmuş ve Ruslarm bu istikametteki yayılışlarının önü alınmış oluyordu. Fakat , bu durum çok az sürdü, 1683 deki “ Viyana Bozgunu” nu takip eden büyük savaşlara az sonra Rusya’nın da katılması neti­ cesinde, Podolya ve Volınya Osmanlıların elinden çıktı, Leh kuvvet­ leri tarafından işgal edildi. Merzifon’lu Kara Mustafa Paşa’run Viyana Seferi esnasında Kırım kuvvetleri mühim rol oynadılar. Kırım atlıları Avusturya'nın içlerine kadar giderek, birçok kasaba ve şehri yağma ile ahali arasında dehşet yarattılar. Fakat Muradgerey Han’ın, Jan Sobieski kumandasındaki Leh kuvvetlerine karşı istenen mukavemeti yapmadığı öne sürülmüş, Han azledilerek yerine Hacıgerey nasbedilmiştir. Mamafih Muradgerey’e karşı yöneltilen bu kabil ithamların haksız olduğu anlaşılıyor. Viyana Bozgunundan Kırım Hanını sorumlu tutmak için elde yeter derecede deliller yoktur; Osmanlı kuvvetleri yenildikleri zaman, birçok defa Kırım Hanları sorumlu tutulmak istenmişlerdir; bu defa da aynı şey IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ 2 5 5 tekrarlanmıştır. Hacıgerey Han ise makamında ancak bir sene kalabilmiş ve yerine ikinci defa olmak üzere, Kırım hanları arasında çok mümtaz bir mevkii olan Selimgerey Han nasbedilmiştir. Selimgerey Han, mama­ fih daha önce azledilmişti ve şimdi ikinci defa tahta çıkıyordu. „ _ Selimgerey Han, Osmanlı Devleti’nin en kritik bir selimgerey Han ı (1670-1677, 1684- zamanında Kırım Hanlığı tahtma yeniden geçirilmişti. 1691, 1692-1698, Selimgerey Han, Kırım tahtmı işgal eden Hanlar 1702-1704). arasında seciyesi ile temayüz eden bir hükümdardır; saltanata hiç de hevesli olmadığı halde, Osmanlı Padi­ şahları tarafından dört defa tahta çıkarılmıştır1. Viyana Bozgunu’ndan sonra, Devlet-i aliye’ye karşı meydana gelen “ Mukaddes Lig” (Birlik) devletleri, Nemçe Çasarhğı, Venedik, Lehistan ve az sonra Rusya, geniş bir cephe üzerinde ve Akdeniz’de dahi büyük ve çetin bir savaşa girişmişlerdi. Bu durum karşısında Kırım kuvvetlerine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardı. Bu itibarla Selimgerey gibi çok cesur, dirayetli ve Osmanlı Padişahına tamamiyle sadık olan bir Han’ın bu sıralarda Kırım Hanlığı’nın başında bulunması Devlet-i aliyye için her bakımdan isabetli olmuştur. Kırım kuvvetleri bilhassa Lehistan tarafından başgösteren tehlikeye karşı koymak ve aynı zaman­ da Rusların da özü boyunca Karadeniz sahillerine inmelerini durdurmak için savaşacaklardı. Viyana Bozgunu’ndan sonra, Leh kıralı Jan Sobieski, Türklere karşı mücadeleye Moskova Rusyası’nın katılması için bilhassa gayret sarfetmişti. Zaten bir müddettenberi Rusya ile Lehistan arasında yakınlık teessüs etmiş ve 1682 de akdedilen bir anlaşma ile Kral Jan Sobieski, Kiyef şehrinin 20 yıl müddetle Rus işgali altında kalmasına muvafakat etmişti. 20 yıl için Kiyef’e giren Ruslar bir daha buradan çıkmıyacaklardır. Jan Sobieski’nin önderliği 1684 de Türkler’e karşı “Mukaddes Lig” (Birlik) meydana getirilince, Leh Kralının ısrarı üzerine 1686 da Rusya da buna katıldı. Bu sıralarda Rusya'nın başında Büyük Petro’nun ablası Sofya bulunuyor ve “ sevgilisi” Prens V. V. Golitsın’ın desteği ile devlet işle­ rini idare ediyordu. Bu defa Golitsın’ın kumandasında büyük bir Rus ordusu 1687 de Kırım üzerine bir sefer açtı; fakat hem “ Heyhat sahrasın- da” ki susuzluk ve açlıktan, hem de Kırım kuvvetlerinin saldınları

1 Umdet üt-Tevarih, ss 128-130, 140; Güibün-û Hanan, bs 63-71. 256 r v - x v m . y ü z y u /l a r d a t ü b k k a v İm l e r İ v e d e v i e t l e h İ sonunda perişan olup geri gittiler. Ruslar, 1689 da ikinci bir defa Kırım’a gitmek teşebbüsünde bulundular; hattâ Golitsm’m kuvvetleri Or Kapı- sı’na kadar ilerledi. Fakat buralarda hem anî kar fırtınasının, başlaması hem de Selimgerey Han’m atlılarının saldırışları sonunda Ruslar tekrar perişan edildiler. Bu suretle Rusların Kırım’ı ele geçirmek teşebbüsleri iki defa Deticesiz kaldı. Mamafih bu iki Rus seferi, Ruslar’m btrndan böyle en büyük emellerinin Kırım’ı ele geçirmek olduğunu da açıkça ortaya koymuştu. Az sonra Rusya’nm başma geçen Çar Petro (Deli veya Büyük Petro), Tüıklere karşı savaşı saltanatının en büyük gayesi olarak telâkki edecek ve artık girişmiş olduğu “ Rusyayı Batılılaştırma” faaliyetinin icabı olarak, Batılı teknisyen ve askerlerin yardımı ile Rus ordusunu yeni esaslara göre yeniden teşkilâtlandırmağa, ve en mühimi, Don nehri başmda bir “ donanma” inşaatına başlayacaktır, işte bu faaliyetlerin ilk semeresi olarak Çar Petro 1696 da Azak kalesini ele geçirecektir. Bununla Osmanlı devleti için Rus tehlikesi birdenbire en büyük bir problem halini alacaktır. 1687 de Rusların Kırım’a inmek teşebbüsünde bulundukları bir sırada, Lehliler de Eflâk ve Buğdan’ı ele geçirmek için büyük kuvvetlerle harekete geçmişlerdi. Fakat Selimgerey Han Lehlileri durdurdu ve 1688 de Leh ordusunu Seret nehri üzerinde büyük bir yenilgiye uğrattı. Bü suretle Buğdan, Leh istilâsına uğramaktan kurtulmuş oldu. Kınm Han’ı yalnız Lehlileri durdurmakla kalmadı, bu sıralarda Balkanlar’da çok kritik bir durumda bulunan Osmanlı Devleti’nin yardımına yetişmek­ le de büyük yararlıklar gösterdi.

Selimgerey Han’ın Avusturya kuvvetleri, 1688 de Balkanlarda ilerleyerek, Rumeli’yi “ kurtar- Niş şehrini de ele geçirince, Rumeli’de Osmanlı hâkimi- masi" 1688. yetinin tutunup tutunamıyacağı dahi bahis konusu olmuştu. Bilhassa Balkanlardaki Hıristiyan teb’anm ayaklanması ile durum büsbütün kritik bir safhaya girmişti, işte bu çok nazik zamanda Selimgerey Han, 30 bin kişilik bir Tatar kuvveti ile yardıma yetişti ve düşmana şiddetle saldırarak geri attı ve Rumeli’nin düşman eline geçmesine mani oldu. Kırım kuvvet­ lerinin bu başarıları, çok bozuk bir halde bulunan Osmanlı kıt’alaruun da manevî kuvvetlerinin (morallerinin) düzelmesi ve yükselmesinde büyük bir âmil oldu 1. Nitekim az sonra, Sadaret makamına getirilen

3 Silâhdar Âğa Tarihi II, 516-518. IV-XVXII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEHİ 2 5 7

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nm enerjik idaresi altında Osmanlı ordusu eski harp kabiliyetini tekrar kazandı, ve Selimgerey Han’ın yardımı ile Nemçelileri geri atarak, önce Niş’i sonra Belgrad’ı zaptetti. Bu suretle, bu büyük savaşın tam bir zaferle olmasa dahi hiç olmazsa bir muvazene yaratılması suretiyle bitirilmesinde, Selimgerey Han’ın hissesi büyük olmuştur. Bu büyük savaş yıllarında Devlet-i aliyy’enin, yalnız Kırım Han’ın­ dan değil, hattâ Türkistan’daki “ Hanlık’Iar” dan dahi yardım almak istediği biliniyor. Zaten Özbek Hanları ile Osmanlı Devleti arasında dostça münasebetler devam etmekte ve elçiler gidip-gelmekte idi. Nite­ kim bu defa, Selimgerey Han, 1688 de Özbek (Semerkand) Han’ı Subhan- Kulu Mehmed’e (1680-1702) name ile bir elçi göndermiş, ve “ Âli Osman Padişahına dört taraftan düşman zuhur ettiği, nice memleketi istilâya uğradığı, ve (Osmanlı Padişahının bunların) hetbirine karşı koymaya âciz olduğu, reayasının dahi isyaD ettiği” birer birer anlatıldıktan sonra, “ Ulu” (büyük) ve Mekke-i Mükerreme hâdimi olan “ Osmanlı Padişahına mal ve can ve askerle bizzat imdat ve ianet etmenin vacib-ül ayn oldu­ ğunu” bildirmişti. Subhan-Kulu Han’ın buna gayet muvafık bir cevapla Selimgerey Han’a bir elçi gönderdiği anlaşılıyor. Mamafih Selimgerey Han’ın arzusu, Özbek Han’ın yardımına asker göndermesi değil, Kınm kuvvetlerinin Osmanlı Padişahına yardım makşadiyle Kırım’dan ayrıldıkları bir sırada, Özbek Han’ın hiç olmazsa Kalmıklann Kırım’a yürümelerine mani olması idi. Fakat bu sıralarda Kalmıklann böyle hareketleri olmadığı cihetle Özbek kuvvetlerinin harekete geçirilmesine lüzum kalmamıştı. Selimgerey Han’ın Semerkand’a bu yoldaki mü­ racaatının muhakkak k i: Osmanlı Devletı’nin arzusu ile yapıldığına hüküm etmeliyiz. Bu olay dahi bu sıralarda Tüık-îslâm Devletleri arasında beliren tesanüdü göstermek itibariyle önemlidir. 1699 Karlofça muahedesiyle Osmanlı Devleti ilk mağlubiyet anlaş­ masını imzaladı. Rusya ile, mamafih o zaman ancak iki yıllık bir mütareke akdedildi. Çünkü Rus Çarı Petro, Kerç’in kendisine veril­ mesinde ısrar etmiş, yani Kırım’a ayak basmak istemişti. Bu defa Rusya ile İsveç arasında harbin başlaması ve uzaması üzerine Petro, Devlet-i aliyye ile barış müzakerelerine girişti ve 1700 de İstanbul muahedesi akdedildi. Buna göre: Azak kalesi ve çevresi Rusların eline bırakıldı. Bir de Kınm Hanlarına bundan böyle Rus Çarı tarafından “ tış” yani “vergi” gönderilmiyecekti. Tâ Mengligerey zamanından, yâni XV.

F . 17 2 5 8 rv-xvm . YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ yüzyıl sonlarından itibaren tatbik edilen usul bu suretle resmen ortadan kaldırılmış ve Rusya da Kırım TTanlığı’mn “haracgüzan” olmaktan çıkmıştı. Bununla ise Kırım Hanları ve mirzalarının en büyük “ gelir” kaynaklarından biri kesilmiş oldu. 1705 (1218) yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki sınır hattı da açık olarak tesbit edildi ve bu maksad- la teşkil edilen bir karma komisyon, uzun boylu çalıştıktan sonra,' smır hattını yerinde tesbitle, hudut işaretleri koydu ve bu hususta tafsilâtlı bir hüccet tanzim edildi. Bu smır hattı, aslında Kırım Hanlığı ile Rusya arasındaki sınır idi. Bu hat 1713 e kadar muteber kaldı.

Devletgerey XI Mamafih Rusya’yı yeniden “ haraca bağlamak” için iki Han ve kaçırı- defa büyük fırsat çıkmışsa da, Devlet-i aliyye tarafından lan fırsatlar, güdülen pasif siyaset yüzünden bundan istifade edile- 1698 - 1702, memiştir. Bu fırsatlar, İsveç Kıralı Kari XII. (Demirbaş 1707 ■ 1713. Şarl)’m Çar Petro’ya karşı yaptığı savaşları ve Baltacı Mehmed Paşa’nm Prut Seferi ile bağlıdır1. Çar Petro, Azak kalesini ele geçirmekle beraber Kardenize çıkama­ yacağım anlayınca, bu defa, Fin körfezine ayak basmak ve “ Rusya için Avrupa’ya bir pencere açmak” plânını kurmağa başlamıştı. Bu sırada İsveç’in çok enerjik Kıralı Kari XI. ölmüş (1697) ve yerine de henüz onbeş yaşında olan Kari XII. geçmişti. İsveç bilhassa Kari X. Gustav zamanında (1654-60) Kuzey’in en kudretli devleti derecesine yükselmiş ve 1661 de akdedilen Kardis barışı ile Rusya’yı Livonya’dan çıkarmıştı. Bu defa Çar Petro, İsveç tahtında çok genç bir kıral bulunması ve Livonya’daki asillerin İsveç hâkimiyetine karşı ayaklanmalarından faydalanarak, Fin Körfezi, Estonya ve Livonya’yı ele geçirmek amacıyla harbe başladı. Danimarka ve Lehistan ile İsveç’e karşı Rusya arasmda 1699 da bir ittifak aktedilmişti. “ Kuzey Harbi” diye bilinen ve yirmi yıldan fazla süren bu savaş 1700 de başlamıştı. Fakat, İsveç’in genç kıralı hiç beklenmedik bir enerji ve çok yüksek bir askerî kabiliyet gösterdi; düşmanlarını birer birer yenmeğe başladı, ve 30 Kasım 1700 de büyük bir Rus ordusunu Narva yanında perişan etti; Çar Petro güç hal kaçarak kurtuldu. Mamafih, Kari XII.’nin düşmanları ile savaşı uzadı; bilhassa Lehis­ tan harbi Isveç’lileri uzun zaman için bağladı. Nihayet Kari XII. Çar

1 Bkz. Akdes Nimet K ı r a t , İsveç Kralı Kari X II.’nin Türkiyede kalışı, İstanbul 1940. m. y.; aynı yazarın: Prut Seferi ve Barışı. İstanbul 1953-55. m. y. IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ 259

Petro’ya kat’î darbe indirmek maksadıyle 1707 de bir sefer açtı ve Rusya içlerine doğru ilerledi. Mamafih, kış yüzünden Ukrayna’ya gitmek zorunda kaldı; Ukrayna Hetmanı Mazepa da İsveçlilerle birlikte Ruslara karşı savaşacaklarını vâdetmişti. 1708 yılının 28 Haziran (8 Temmuz) tarihinde, Ukrayna’nın Poltava şehri yanında vuku bulan büyük meydan muharebesini, üç kat fazla kuvvete malik olan Çar Petro kazanınca, îsveç Kıralı Kari XII. de Türkiye sınırlarına, Bender’e iltica etmek zorunda kaldı. Bu defa İsveç Kıralı’nın bütün gayesi Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı harbe sokmaktı. Kendisine bu hususta Kırım Hanı Devletgerey müzaheret etmekte idi. Devletgerey Han, İsveç Kralının Ukrayna’da bulunduğu sırada, daha Poltava yenilgisinden çok evvel, îsveç Krah’na yardıma gitmek istemiş, fakat Sadrazam Çorlulu Ali Paşa tarafından alıkonmuştu. Şayet o zaman Kırımlı kuvvetler Kari XII.’ın yardımına yetişmiş olsa idiler, Poltava’da, isveçlilerin galip gelmeleri kuvvetle muhtemeldi. Bu suretle Osmanlı Sadrazamının Rusya’ya karşı barışçı siyaseti, Çar Petro’nun birdenbire kuvvet kazanması ve Doğu Avrupa’da Rusyanm en kudretli devlet haline gelmesine yardım etmiştir. Aynı zamanda gerek Kırım Hanlığı ve gerekse Osmanlı Devleti tarafından Rusya’nın büyümesine mani olmak için en mühim fırsatlardan biri de kaçırılmış oldu. Rusya’nın Kırım Hanlarına veregeldiği “ tış” (vergi)m yeniden gönderilmesini mümkün kılacak fırsat “ Pnıt Banşı” zamanında kaçırıl­ mıştır. “ Prut Seferi” diye bilinen ve bilhassa Devletgerey Han’m yarar­ lığı sayesinde Çar Petro’nun ordusu her taraftan kuşatıldığı zaman, Rus­ ların talebi üzerine akdedüen barışta, muhakkak ki Kırım Hanına “ tış” - m tekrar gönderilmesi Ruslara kabul ettirilebilirdi. Birçok husus gibi, Baltacı Mehmed Paşa ve yanındakiler, bunu da ihmal etmişler ve Rus Çarı düştüğü bu badireden pek ucuz kurtulmuştur. Bundan böyle Kırım Hanlarının menfaatlarını korumak için yeni bir fırsat zuhur etmek şöyle dursun, aksine Rusya gittikçe kuvvetlenmiş ve yalnız Hanlığın değil, O sm anlı Devleti için dahi büyük bir tehlike teşkil etmeğe başlamıştır. Mamafih “ Prut Barışı” sırasında özü nehrinin aşağı kısmındaki iki Rus kalesi, Yenikale (Şamara) ve Kamanka’nın yıktırılması ile, Kırım Hanlığı üzerine çöken Rus-Kazak tehlikesi bir müddet için olsa dahi giderilmiş oldu. Diğer yandan Kari XII.’m Türkiye’den gitmemekteki inadı ve kendisinin Bender’den zorla kaldırılması (Kalabalık, 12 Şubat 2 6 0 IV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VB DEVLETLEBİ

1713) olayı, Devletgerey Han’ın azline sebep teşkil etmiş ve yerine de Kaplangerey Han nasbedilmiştir. 27 Haziran 1713 te Rusya ile Türkiye arasında akdedilen “ Edirne Muahedesi” ile aradaki ihtilâfk bütün meseleler halledilmiş ve Osmanlı Devleti ile Rusya arasında her iki taraftan da tasdik edilen bir sınır hattı tesbit edilmişti. Bu maksadla bir karma komisyon teşkil edilmişti; bu komisyonda Osmanlı murahhasları olarak: Tevkii İbrahim Ağa, sabık Defterdar Mehmed Efendi, Kırım Hanı’rm mümessili olarak Or Beyi Mehmed Paşa Bey, Hotin kalesi mümessili Mehmed Ağa bulunu­ yorlardı. Ruslardan ise başta Kiyef vali muavini Stephan Galiçov ile üç kişi vardı. Murahhaslar huduttaki Portoşov adındaki bir mahalde buluştuktan sonra, iki devlet arasındaki sınırı baştan başa gezdiler ve münasip noktalarda “ honka” (toprak yığınlan)lar üzerinde alâmetler kondu.

Kıran Rus suur hattı: Dnepr (Özü) nehrine dökülen Erel ve sınır hattı, Şamar nehirlerinin rast ortasından, özü suyu kenarın- 1713. dan başlıyarak, Azak kalesi ile Çerkeskermen (Çer- kassk)in ortasındaki, Timurleng adlı nehrin Ten suyuna karıştığı mahalle varırdı. 1714 yılında, sınırın geçtiği hat, nehirler ve tepeler adlandırılmak suretiyle mufassal bir hüccet (protokol) tanzim edildi1. Bu suur, daha doğrusu Rusya ile Kırım Hanlığı arasındaki “ serhad” bu suretle tayin ve tesbit edilmiş oldu. Varılan prensibe göre: Şamar nehri tarafı Devlet-i aliyye ve Kınm Hanlığına, Erel nehri tarafı da Moskova Rusyası’na ait olacaktı. Bu srnır 1733 ten itibaren az bir değişiklik ile, Küçük Kaynarca Barışma (1774) kadar devam etmiştir. Edime Muahedesinin 10. maddesinde “ Devlet-i aliyye tarafından Kırımlıya müteallik irad olunan metalibe ahvaliçin ruhsatumuz olmayub ve henüz bu hususta Çar’ın muradı malumumuz olmamakla, sair vakitte söyleşijib, tarafeynin rızaları ile rızalaşıla” tarzmdaki ifadeden görüldüğü veçhile, Bâb-ı ali Kırım Hanlarının “ tış” talepleri üzerinde ısrar etmemiş ve bunun hallini Çar’ın arzusuna bırakmıştı. Çar Petro’nun ise, Rusya için küçültücü olan böyle bir metalibi hiç bir zaman kabul etmiyeceği aşikârdı. Dolayısiyle “ tış” ın ödenmesine resmen de son verilmiş oldu. İsveç kıralı da az sonra memleketine gitti ve bilhassa Rusya için tehlikeli sayılan bu kıral, Osmanlı memalikinden uzaklaştı.

1 Bkz. Ek No. X X V II. IV-XVHI. YUZYILLAHDA TÜKK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 261

Bunu müteakip Osmanlı Devleti Venedik ve Avusturya’ya karşı harbe hazırlanmış ve 1715 de Mora Venediklilerden geri alınmıştır. Fakat 1716 da Osmanlı ordusu Petevardein’de Avusturya’ya yenildi ve Pasarofça Barışı ile Belgrad’ı bırakmak zorunda kaldı. Gerek Mora ve gerekse Nemçe seferinde Kırım kuvvetlerinin . fazla rolü olmamıştır. 1725 de Petro’nun ölümüne kadar Türkiye ile Rusya arasmda harp çık­ mamakla beraber, Rusların Kırım Hanlığı sınırlarında boyuna tahşidat yaptıkları ve müstahkem noktalar inşa ettikleri görülmüştü. Kınm atlı­ ları ara Bira akmlarla bunları yıkmağa çalışmışlarsa da, Rus ateşli silâhları ve toplarına karşı âciz durumda idiler. Nitekim az sonra Rusların Hanlık üzerindeki baskısı sür’atle gelişecektir. Petro’nun kızı Çariçe Anna zamanında Rus devlet idaresinde bil­ hassa Baltık menşeli Almanlar hâkimdi. İşte bunlardan birisi olan Münnich Rus kuvvetlerinin kumandam sıfatiyle Kırım’ı zaptedeceğini umuyordu. 1735 de Rusya ile Avusturya ittifak halinde Osmanlı Devleti­ ne karşı harp açtılar.

1736 daki Rus savaşının Kınm Hanlığı için en feci RıîsİM^^afmdan netıce^erin

1 S. S olov ’ yev, îstoriya Rossii, IV, 1344; W. B a rth old , “ Bahçesaray” maddesi İslâm Ansiklopedisi. IV-XVHI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 263

tan sonra, Bahçesaray da tamamiyle Müslüman-Tüık ahaliden mahnım bırakılmış ve dolayısiyle şehrin sarayları, camileri, medreseleri, kütüp­ haneleri, türbeleri ve mezarları yabancı ve düşman ellere bırakılmıştır. Müstevlilerin, Kırım ülkesinin, vaktiyle büyük bir Türk-Müslüman diyarı olduğunu unutturmağa ve tarih bağlantılarım, tamamiyle yok etmeğe çalıştıkları da muhakkaktır. Ruslar 1739 da Kırım’ı tekrar tahrip ettiler. Rus toplan ve tü­ feklerine karşı Kırımlılar karşı duramadılar. Osmanlı-Türk kuvvet­ lerinden yardım alınamamıştı. Fakat Türk kuvvetleri Balkanlarda Avusturyalılan büyük hezimetlere uğratmışlar, Belgrad’ı geri almışlar ve Nemçe Çasarım barış akdine zorlamışlardı. 1739 da akdedilen “ Belgrad Barışı”na göre Ruslar, mamafih fazla bir kâr elde edememişler, ancak Azak kalesinin yıkılması ve çevresinin de kimseye ait olmamasını, yani Türklerin elinden çıkmasını temin edebilmişlerdi. Sınır hattmda da bazı değişiklikler oldu. Tanzim olunan hüccete göre: “Birinci madde: Özü (Dnepr) suyunun Batı tarafında ve Leh civarında olan hudut 1705, yani 1218 tarihinde, olduğu veçh üzere tesbit edile.” îkinci Madde: özü suyunun öte (Doğu) tarafmda, Salva, Rus lisanında “ Konskiye vodı” (Tatarca: Yılkı suyu) tesmiye edilen küçük ırmaktan, büyük bir su olan Berda’ya varınca, iki nehir arasmda doğru bir hat çekilip bu nehirler arasmda arazi Devlet-i aliyye’ye aittir. Üçüncü Madde: Berda nehrinden Miyuş (Miyus) nehrine kadarki saha 1713 tarihinde tesbit edilen smır gibidir. Fakat Kırım'ın iki defa Rus askerleri istilâsı ve tahribatına maruz kalışı buranın artık. Ruslara karşı müdafaasının imkânsız olduğunu da açıkça ortaya koymuştu; Or Kapısı, gayet kuvvetli bir istihkâm haline getirilip, oraya yakın yerlerde de esaslı müdafaa tertibatı alındığı takdirde ancak Rus ilerleyişi, belki durdurulabilirdi. Osmanlı Devleti tarafından bu yapılmadığı cihetle, adetâ Kırım’ın elden gitmesi şimdiden kabul edilmiş gibiydi. Zaten Kırım Hanlığı’nı Ruslara karşı en zayıf düşüren husus da Osmanlı Devleti tarafmdan Kırımlı kuvvetlere ateşli silâh verilmemesi ve bilhassa hemen hemen hiç top gönderilmemesi olmuştur. Han’m nezdinde “kapıkulu” kabilinden birkaç yüz sözde Yeniçeri veya diğer efradın mevcudiyeti ve az miktarda ateşli silâh bulunması, kuzeyden gelen muazzam Rus kuvvetlerini durdurmaya kâfi gelmezdi. îşte bu ihmal yüzünden Kırım Hanlığı sür’atle Rusların eline düşüvermiştir. Osmanlı ricali, Kırımlıların ateşli silâhları olursa, Devlet-i aliyye’ye 264 rV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ karşı ayaklanacakları ve Osmanlı himayesinden çıkacakları endişesiyle Kırım kuvvetlerini “ ok ve kıhç” la bırakmayı kendi siyasetleri bakımın­ dan. daha uygun görmüş olmalıdırlar.

Tüccarların Bdgrad Banşı’ndan sonra Kırım Hanlığı (ve dolayısiyle yağma edilmesi Türkiye) ile Rusya arasındaki münasebetlerin en mühim münasebetiyle meselelerinden birini de Kazakların. Kırım sahasına cereyan eden hücumları, Müslüman ahaliden başka Rum ve Ermeni muameleler tüccarlarını yağmalan gibi barışa mugayir hareketleri teşkil ediyordu. Aynı veçhile Tatarlar da Rus arazisine akınlar yapmak veya oralardan gelen tüccarları yağma etmekten geri kalmıyorlardı. Bu münasebetle her iki taraftan da karşılıklı şikâyetler yapılır ve alıp götürülen davar ve ticaret eşyasının geri verilmesini talep ederlerdi. Kırım Tatarlarının banşa mugayir hareket etmemeleri için İstanbul’dan sık sık tenbihler ve emirler gelirdi. Diğer yandan Zaporog Kazaklan (Berebaş ve Potkallı Kazaklan) tarafından özü veya Heyhat sahrasında yaşıyan Yedisan Nogayları ve Camboylak Tatarlarına olduğu gibi özü kalesi ahalisine ve buralardan geçen Rum ve Ermeni tüccar­ larına büyük zararlar dokundururlaıdı. Kınm Ham da, alınıp götürülen malların defterlerini tanzim ettirip bunları huduttaki Rus makamlarına gönderir ve bu eşyanın geri verilmesini talep ederdi. Ruslar tarafından da aynı talepler eksik olmazdı. Bu gibi talepler çoğu zaman neticesiz kalır, mamafih bazen yağma edilen eşya bulunur ve sahiplerine iade edilirdi. Kınm Tatarlan, Buğ­ dan ülkesinde yağmacılık yaptıkları sırada Buğdan’da bulunan Rus tüccarlarından Ivan oğlu Daniil adlı bir tüccan yağma etmişler ve birçok eşyasını ahp götürmüşlerdi. Ruslar tarafından yapılan müracaat üzerine Kınm Ham bu eşyaları kapıcıbaşılarından el-Hac Hüseyin Ağa marifetiyle arattırıp buldurmuş ve bir deftere kaydettirdikten sonra, bunları el-Hac Mustafa Ağa vasıtasiyle Rus tüccarına teslim etmişti. Bu defterdeki mallar bu devirde Rusların Buğdan’a neler sattıklarım göstermek bakımından dikkat çekicidir. Dolayısiyle bu “ emval ve eşya defteri”ni naklediyoruz:1 “ Tırpan — aded: 58 583, Sim (Gümüş) bandul saat-1, asma çalar saat-1, Gâv (İnek) res (baş) 148, Sim (Gümüş) kabzalı Firengi meç-1, Altınlı Firengi bıçak -1, Filinte (Tüfenk) -1, Şişhane tüfenk -1,

1 Başbakanlık Arşivi. Rus Ahidnamesi. Defter 83-1. s, 117, IV-XVLLt. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 265

Peşto-Pistol aded 5, siyah kabzalı bıçak— 1, çatal —11, Sim döğme —15, Sim kopça-çift 10, Timur balta-1, Şayak (kumaş) to p -1, Bogasî (Kumaş) top - 1, Kadife zennon -1 , Harir yorgan - 1, Çuka yağmurluk -1, Kakım kürk, cübbe-1, alaca entari -1, madenî halka - 2, Sırmalı firenk papuçu, çift -1, Sim başlık, firenk döğmesi, pirinç, —11, Nuhas (bakır) kahve ibriği -1, Nuhas kazgan (kazan) -1, Nuhas tava -1, Gümüş çuka beniş- 1, Mavi çuka, beniş-1, Çakşır, firenk-1, Mavi çuka yağmurluk -1, Çuka kaplı kuzu kürk-1, Alaca sagir entari-1, Bıraşu kebesi-1, Harir kırmızı kaftan-1. Bu defterde sayılan maddelerden ancak birincisi yani tırpanın esas ticaret eşyası olduğu meydandadır; yani bu Rus tüccarının Buğdan’a çok miktarda tırpan getirdiği anlaşılıyor. Demek ki, Buğdan’lı köylülerin ot ve ekinlerini biçmekte kullandıkları tırpanlar Rusya’dan getirilmekte idi. Diğer eşya ise, tüccarların şahsî eşyası olsa gerektir. Bazan Kırım Hanlarının mümessilleri ile Rusların memurları arasmda bu gibi nizalı meselelerin halli için görüşmeler yapılırdı ve uzlaşmaya varılırdı. Bu münasebetle belli tarihlerde işlenen yolsuzluklar üzerine sünger çekilir, araştırma durdurulurdu. Bu kabîlden olmak üzere 1162 senesi Receb’inde (1749 yılı Haziran ortası) Kırım tarafından gelen murahhaslarla Ruslar arasmda, Zaporoglara yakın bir yerde şu yolda bir uzlaşma yapılmış, karşılıklı temessükler verilmişti.

Kıran büyük Belgrat Banşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin başmda idinin Rugya j]e duranlar Rusya ile mümkün mertebe iyi geçinmeğe barışa riayet ede- gayret etmişlerdi. Son harp sırasında Rusların askeri çeklerine ait sahadaki kudretleri kendini açıkça göstermişti. Dolayı- temessüklen 6iyle Rusları kuşkulandırmamak için azâmî derecede gayret edilmekte idi. Bilhassa Kırım Tatarlarının Rus arazisine akanlarının önlenmesi mühim bir mesele teşkil ediyordu. Çünkü bilhassa Nogaylar öyle kolay kolay zaptedilecek kimseler değildi. Nogay Mirzaları çoğu zaman Kırım Hanlarının emirlerine de itaat etmiyorlar ve fırsat çıkınca Rus sahasına hücum yapıyorlar veya Rus tüccarlarını yağma ediyorlardı. îşte bu kabîl sulha aykırı ve Rusların yeni yeni taleplerde bulunmalarına yol açacak hareketlerin önlenmesi için Nogay büyüklerinden, barış maddelerine riayet edeceklerine ait yemin ettikleri ve buna karşı geldikleri takdirde, Yedisan Nogaylan’nın 500 Rumî kese para cezasına çarptırılacakları yolunda, 1171 (1757) 266 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Kasım’ında bir temessük imzalayıp İstanbul’a gönderdikleri biliniyor1. Mamafih bu temessükten sonra Nogaylarm Rus sahasına hücumları durmuş değildi.

Kırımlıların Kııım Tatarları üe Zaporog Kazakları gibi her ikisi de Kazaklar ile ara- 8^? zaptedüir cenkçi zümre olmaları hasebiyle Rusya üe 1 arını bulmak Türkiye arasındaki banşa bakmaksızın, birbirlerinin yolundaki sahasına hücumdan geri kalmayacakları aşikârdı. Bundan teşebbüsler hem R us bem de Osmanh ( Kırım Hanlığı) makamları şikâyetçi idüer. Kazakların Kırım arazisine girip bir­ çok edepsizlik ettikleri, mal ve davarları alıp götürdükleri olurdu. Bunun üzerine Han tarafından Rus makamları nezdinde şikâyette bulunulur ve alınıp götürülen mal ve eşyanın geri verilmesi talep edilirdi. Rus makamları da bazen bu kabil müracaatları dikkat nazarına alırlar ve gerekli araştırmaları yaparlardı. Aynı veçhile Ruslar tarafından da Tatarların ahp götürdükleri mal veya eşya hususunda şikâyetler yapıhrdı. Aradaki bu gibi ihtüâf ve iddiaları halletmek maksadiyle 1762 yılı Kasım ayında Ruslarla Kırım Hanı arasında bir anlaşma yapıldı ve alımp götürüldüğü isbat edilebilecek eşya ve malların aranıp bulunması ve sahiplerine geri verilmesi; isbatı mümkün olmayan şeyler üzerinde her hangi bir hak iddia edilmemesi hususunda bir anlaşmaya varıldı. Bu defa 1763 yılı Temmuz’unda da, Han tarafından bazı talepleri havi bir mektupla, Or kalesinin dizdarı Salih Ağa ve ikinci dizdarı Osman Ağa, Rus sınırındaki “ Kamennoye” mahalline gönderüdiler. Rus makam­ ları, Han’ın mümessillerini gayet iyi karşıladılar ve yapılan müzakere­ lerden sonra, “haklı taleplerin yerine getirilmesi, yani yağma edilen eşyanın aranıp bulunması ve sahiplerine iade edilmesine” karar veril­ di. Isbat edilemiyen eşyanın ise daha evvelki anlaşma mucibince, dikkat nazarına alınmaması da kabul edildi. Bu anlaşma, Kiyef Generali (valisi) Çiçerin’in emri üe Han tarafından gönderilen Ağalara Rus dilinde yazılan bir temessükte ifade edilmişti2. Demek ki, bu gibi hallerde, ihtüâflı meseleler huduttaki makamlar tarafından müzakere edilerek hallediliyordu. Yani bu suretle Rusya ile Kırım Hanlığı (dola- yısiyle Osmanlı Devleti) arasındaki münasebetler gittikçe normalleşmek yoluna girmişti.

1 Başbakanlık Arşivi, Rus Ahidnamesi, Defter 83-1. 3. 115. 2 Rus Ahidnamesi, Defter 83-1, s. 118-119. Başbakanlık Arşivi (İstanbul). IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ 2 67

Kırım Hanlığı ^>rusya Kıralı Büyüt Frederik’in “ Yedi Sene Harpleri” nm çöküşü ve sırasında (1756-1768), Rusya, Prusya’da harp ile meşgul yıkılışı olduğundan, Kırım’ı rahat bırakmıştı. Fakat 1762 de Rusya tahtına, Alman menşeli olmasına rağmen Rus­ ya’ya “hakikî Ruslardan daha çok” hizmet etmiş olan Katarina II. geçmiş ve Osmanlı DevJeti’ne karşı yaptığı harplerle (1768-1774, 1787-1792), Türkiye’yi yenmiş, Rusya’nın Karadeniz sahiline çıkmasını sağlamış (1774 Küçük Kaynarca Barışı), Kırım Hanlığı’nı önce müstakil bir Hanlık haline getirmiş, sonra da 1783 de Kırım’ın Rusya’ya ilhakım ilân etmek suretiyle bu Hanlığın mevcudiyetine son vermiştir. 1793 te Rusya ile Türkiye arasmda akdedilen “ Yaş Barışı” ile Osmanlı Devleti bu ilhakı tanımak mecburiyetinde kalmıştır. 1440 larda Hacıgerey Han ile kurulan ve 1475 de Osmanlı Devleti’ne bağlanmış olan Kınm Hanlığı, 340 yıl devam ettikten sonra, bu suretle tarihe karışacaktır. 1768 de Osmanlı-Rus savaşı başladığı zaman, Osmanlı ricali, Rus Çariçesi Katarina Il.’nm yalnız Lehistan’ı almayı değil, aynı zamanda Kırım’ı da ele geçirmeyi tasarladığım yakından biliyorlardı. Rus hükü­ metinin bu arzusu savaş yıllarında Kınm mirzalarına ve Kuban’daki Tatar büyüklerine gönderdikleri kışkırtıcı yazılardan da açıkça görül­ müştü. Katarina II. bir takım cazip vâdlerle Tatar beylerini Rus hâkimiyetini kabule teşvik etmekte idi. Bu kabîl beyannamelerin Kırımlı Tatarlar arasmda tesiri az olmakla beraber, yine de bazılarının bunlaTa kapılması mümkündü. îşte bu Rus propagandasını karşılamak üzere Osmanlı Devleti tarafından da Kırım’a yazılar, “ hükümler” gönderilmekte, Rus yalanlarına inanılmaması istenmekte idi. Bu kritik anlarda Kırım ve Kuban Tatarlarının Ruslara karşı büyük gayretle savaşmaları gerektiği de ayrıca belirtilmekte idi. Bu kabîl “ hüküm” - lerden biri, savaşın sonlarına doğru, 1773 te kaleme alınmış ve Kınm uleması ile Şirin beylerine hitab edilmişti. Bu “ hüküm” de ezcümle şunlar yazdı idi: “ Kazan Tatarlarını idaresine almış olan Moskuların Kırımlıları ve Kubanlılan dahi iğfal ile memleketlerini işgal etmek fikrinde olduğu meydanda olup, son pişmanlık fayda vermiyeceğinden, el birliği ile düşmana mukabele olunması, Devlet-i aliyye’’ce Kınm. değil, bir Kırımlı bile feda olunmayub, cenk için ordular tertib ve sevk olunduğundan, kendilerinin dahi elbirliği ile düşmana müdafaa ve mukabeleye gayret etmeleri...... ” 1

1 Başbakanlık Arşivi, Eski evraktan “ Hariciye sınıfı hulâsaları” No 3912. Reb. I. 1187 - Mayıs-Haziran 1773. 268 rV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

1771 de Yedisan ve Bucak’taki bazı Nogay urglarının Rusların tahrikine kapılarak Kuban boyuna gitmeleri Istanbuldaki Tatarların sadakatini şüpheye düşürmüş olmalıdır. Halbuki Kırım uleması ve Şirin beylerinin Ruslar’a karşı durmağa teşvik edilmelerine hiç ihtiyaç yoktu. Onlar zaten harbin tâ başından beri bütün güçleri ile savaşmakta idiler. Fakat bu savaşın Kırımlılar için çok ağır şartlar içinde cereyan ettiği de meydanda idi. “ Ok ve kılıç” ile Kırımlıların, top ve tüfenk ile müsellâh, muntazam Rus kuvvetlerine karşı koymaları imkânsızdı. Toplu ve tüfenkli Osmanlı ordusunun dahi boyuna Ruslar tarafından yenildiği de bir hakikatti. “ Hüküm” de gerçi, Devlet-i aliyye’nin “ Kırım”ı değil, “bir Kırımlıyı dahi feda etmek isteme­ diği” yazılı idiyse de, bu gibi “ yuvarlak” lâflara artık Kırım’da inananların azaldığı anlaşılıyor. Osmanlı Devleti’nin vaktinde, Kınm ve Kuban’da Ruslara karşı müdafaa tertibatı almayışının ve bilhassa Kırım Tatarlarına bol miktarda ateşli silâhlar göndermeyişinin acı neticeleri işte şimdi kendini gösteriyordu. Yalnız Kırım ve Kuban boyları değil, Karadeniz’in bütün kuzey sahilleri elden gidiyordu. Kırım Hanlığı’mn son yılları karışıklıklar, entrika ve ^Han ihanetlerle doludur. Karadeniz’in kuzeyinde çok üstün ve Kınm Tatar* ^ir duruma gelmiş olan Rusya, her ne pahasına olursa lannm feci olsun Kırım gibi stratejik ve ekonomik bakımdan da abibetleri önemli olan bir yerin, mutlaka kendi eline geçmesini isteyecekti. Rusya, bu maksada ulaşmak için bir taraf­ tan askerî kudretini kullanırken, aynı zamanda Kırım büyükleri arasmda entrikalar çevirerek kendine taraftar bulmak siyaseti­ ni de takip etmekte idi. Rusya bu yoldaki her iki siyasetinde de başarı sağladı. 1768-1774 Osmanh-Rus harbini takiben akdedilen Küçük Kaynarca Banşı’nm1 III. maddesi ile Osmanlı Devleti “Kırım, Bucak, Yedisan, Camboyluk ve Yediçkul Tatarlarının hür olmalarını” kabul etmişti. Yani Kınm Hanlığı bundan böyle Osmanlı Devleti’nin hima­ yesinden tamamen çıkacak ve Devlet-i aliyye’nin hiç bir Tatar uruğu üzerinde hükmü kalmıyacaktı. Üstelik Rusya, Kırım’da birçok stra­ tejik noktalan da ele geçirmiş bulunuyordu. Keıç, Yenikale Rusların eline geçtiği gibi, özü ve Kılbunın kaleleri de Rusların işgali altına

1 Bu konuya ait son Rusça eser: E. J. D ru zin ia, Küçük-Kaynardjinskiy mir 1774 (Küçük Kaynarca muahedesi). Akademi neşri. Moskova 1955. IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ 2 6 9 girmişti. Bu suretle Kırım fiilen Rus tehdidi altında bulunuyordu Küçük Kaynarca Muahedesi’nin bu ağır şartlarının Kırım’da çok büyük bir tepki yaratacağı muhakkaktı. Bundan ötürüdür ki, Ruslar, Küçük Kaynarca Banşı’nın hiçbir tefsire mahal bırakılmaması ve bu şartların tatbikini sağlamak, daha doğrusu bunları Bâb-ı ali’ye zorlamak maksadiyle aynca bir anlaşma yaptılar. “ Aynalı Kavak Tenkibnâmesi” (Deklârasyonu) adiyle bilinen bu anlaşmada bilhassa “ Kırım maddeleri” üzerinde durulmuştu. Küçük Kaynarca Anlaşması ve Aynak Kavak Tenkihnâmesi şartlarına göre: Kırım Tatarları kendileri diledikleri gibi, Hanlarım seçeceklerdi; Osmanlı Devleti (ve Rusya) buna asla karışma­ yacaklardı. Nitekim varılan şartlar içinde “ Han seçimi” yapıldı ve Bâb-ı ali tarafından hakikaten biç bir baskı olmadı. Buna bakmak­ sızın Kırım mirzaları ve büyükleri eski Han Devletgerey III.’i yeniden tahta çıkardılar. Devletgerey III. ise Türkiye’ye bağlı bir kimse olması hasebiyle Ruslar nazarında makbul değildi. Bu defa Rusların el altından kışkırtmaları ile, Kaplangerey IL’in torunu Ahmedgeıey’in oğlu Şahin- gerey sahneye çıktı ve taht üzerinde bak iddiasına başladı. Nitekim Rusların yardımı ile Şahingerey Han seçildi; seçim sırasmda ve sonunda cereyan eden karışıklıklar Rus askerleri tarafından bastırıldı ve Şahin- gerey’in muhalifleri susturuldular. Bu suretle Katarına Il.’nın isteği üzerine Şahingerey, sözde müstakil olan Kırım Hanlığı’nın Hanı oldu. Bâbı-âli de bu olup bittiyi kabul etmek zorunda kaldı. Mamafih bu durum fazla sürmedi. Kırım ahalisi arasında Şahingerey’e karşı bareket başladı. Şahingerey Han, Her şeyden önce Rûslara dayanarak taktında kalmak istiyor ve dolayısiyle hattı hareketlerinde ve devlet idaresinde Rusları her veçhile memnun ediyordu. Birçok Kırımlının nazarın­ da Şahingerey “ gayet safdil ve Rusyalılarm hiyle ve desiselerinden gafil” di. Kendisinin aynı zamanda “ alafranga” usullere meyli olduğu da ahali nazarında büyük bir kusur teşkil etmekte idi. Şahingerey, sofrada yemek yemekte (galiba bıçak ve çatal dahi kullanmakta idi), alenen işret etmekte (galiba içki kullanmakta), (Avrupa ve Rus usulü) genç çocukları cebren asker yazıp, itiraz edenleri idam eylemek veya ahalinin iktidarından ziyade vergi almakta idi. Hattâ Kırım’da evkaf idaresini

1 1768-1774 Rus-Tüık savaşı ve “ Küçük-K-aynarca Barışı” olayları ve sonraki gelişmeler M. C evdet Paşa’mn Tarihi ile A ta Bey TarihVnde tafsilâtiyle anlatılmıştır. '‘Kının maddesi11 için bkz: Ek No. X X V III. 2 7 0 IV-XVIII. YÜZYTLLABDA TÜRK. KAVİMLEBt VE DEVLETLEBİ külliyen kaldırmak istiyordu. Bütün bunlar yetişmiyormuş gibi, hinto (fayton)ya binip gezmekte idi, (yani ata binmiyordu). Kııımlılarm en çok dinî ve millî hislerini rencide eden cihet de, Şahingerey’in Çariçe Katarına II.'dan bir askerî rütbe istemesi olmuş ve Rus Çariçesi de ona St. Petersburg’daki bir muteber alayın kumandanlığı payesini (General Lieutenant) vermiş ve bu rütbeye mahsus üniforma ile bir adet “kava- lerlik nişanı” dahi gönderilmişti1. Şahingerey’in bütün bu hareketleri Kırım büyükleri nazarında çok büyük bir suç teşkil etmekte idi. Bunun üzerine, Kırım’da Şahingerey’e karşı ayaklanma hareketi başladı; Hanın biraderi Bahadırgerey ve “ Akgöz” denmekle maruf olan Arslangerey’in idaresindeki ayaklanma sür’atle yayıldı. Şahingerey de bunu bastıramadı ve Rus kuvvetleri yanma iltica etti. Bunun üzerine Kırım’daki durum yeniden karıştı ve bu mesele üzerinde Rusya ile Os- manlı Devleti tekrar karşı karşıya geldiler. Katarina II. bundan istifade ederek Kırım’ı Rusya’ya ilhaka karar verdi. 3 Nisan 1783 tarihinde Kmm’m Rusya’ya bir “ Manifesto” (Beyanname) ile Kırım’ın İlhakı, 1783. Rusya’ya ilhakı bildirildi2. Katarina II. bu beyanna­ mesinde Rusya’nın son harp sırasında elde ettiği bü­ yük zaferler üzerine Kırım’ı Rusya’ya ilhaka tamamiyle haklı olmasına rağmen, sırf Devlet-i aliye ile araya soğukluk girmemesi için bunu yapmadığını ve dolayısiyle büyük fedakârlığa katlanıldığım, fakat bu fedakârlıktan umulan neticelerin çıkmadığım belirtmiş ve Kırım’da baş- gösteren karışıklıkların önünün alınması için Kırım’m Rusya’ya katıl­ ması gerektiğini söylemiş, bu ilhaktan sonra Kırım ahalisinin bundan böyle Rusya teb’ası olduğu ve Rus idaresinde “ mes’ud ve bahtiyar olan bütün diğer teb’a” gibi Kırımlıların da bundan böyle ızdırap ve karışık­ lıklardan kurtularak mes’ud ve bahtiyar olacakları ve dolayısiyle bunun kadrini bilerek Rusya’ya tam bir itaat ve sadakat içinde yaşayacakları­ nın beklenildiğini” ifade etmişti. Yani Rus Çariçesi, Kırım ahalisinin Rus hâkimiyeti altmda refaha ve asayişe kavuşacaklarını iddia etmekte idi. Kırım ülkesi baştan başa Rus askerleri tarafmdan işgal edildi ve “ Kınm Hanlığı” da resmen ilgâ edilerek, burası “ Tavriçeskaya guher- niya” (Tavrida vilâyeti) adiyle alelâde bir Rus eyaleti haline

1 Ahmed Rasim, Osmanlı Tarihi (İstanbul 1327-29) III, 1081-82. 2 Katarina Il.’mn 28 Aralık 1783 tarihli “ Deklârasyonu” (Beyannamesi) Kırım’ın Rusya’ya ilhakını ilândan ibaretti. Bu “ Deklârasyon” ım Türkçe tercümesi: Ahm ed R asim Osmanlı Tarihi, III. cild (İstanbul 1327-1329 SS 1071-1077). IVOCVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAYİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 7 1

getirildi. Kazan Hanlığında vaktiyle yapıldığı gibi, Kırım’da da en miinbit yerler, türlü bahanelerle mirzaların elinden alınarak, Katarina Il.’nın umumî valisi Potemkin tarafından, Kırımlıların arazisi gasb ve yağma edilerek Rus zabitlerine ve Rus erkânına dağıtıldı. Kırım’a Rusyanın her tarafından Rus göçmenlerin getirildi. Aynı zamanda da Kırım’dan on binlerce ailenin Türkiye’ye göçü başladı. Müslüman Tatar ahalisinden pek çoğu “kâfir” Rus idaresinde kalmak istemiyor, “ Halife-i ruy-i zemin” yani Osmanlı Padişahının ülkesine gitmeyi arzulayordu. Zaten Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan anlaşma gereğince Kırım ahalisine Türkiye’ye göç hakkı tanınmıştı. Bunun neti­ cesi olarak da Kırım ülkesi sür’atle Türk-îslâm ahalisi tarafından boşaltılacak ve tedricen Rus unsuru çoğalacaktır. Kırım’ın Rusya’ya ilhakında büyük rolü olan ve bu yüzden Kırım ve Osmanlı Türkleri nazarında kendisine “ Hain” nazariyle bakılan Şahingerey Han’ın akıbeti de cidden ibret verici olmuştur. Şahingerey Han Kınm tahtında bulunduğu zaman Rus hükümetince büyük itibar görmüştü. Kırım ahalisi tarafından tahttan indirilerek, Ruslar yanma kaçtıktan sonra Şahingerey Rus hükümeti tarafından Îç-Rusya’ya gönderilmiş, Kaluga şehrinde kalmış, kendisine küçük de olsa bir “ Saray” hasredilmiş ve yeter derecede para da tahsis edilmişti. Han’ın itibarı bir müddet devam etmiş, kendisine zâhiren de olsa saygı gösterilmiş, Han Bıkılmasın diye yanma Kınm Türkçesini bilen yüksek rütbeli bir Rus zabiti dahi verilmişti. Fakat Kırım’ın Rusya’ya ilhakı işi bitirilip, artık Şabingerey’e ihtiyaç kalmayınca Ruslar kendisini tam mânasiyle istiskale başladılar; maaşını azalttılar, maiyyetinden “ Tatarca bilen” kimseleri aldılar ve Şahingerey’i tamamiyle kendi haline bıraktılar. Bu duruma çok sinirlenen Şahingerey, istiskallere tahammül edemedi ve 1787 yazı başında Rusya’yı terkle, Osmanlı ülkesine geldi. Bunun üzerine Osmanlı makamları kendisini Kırım Hanlarının menfa yeri olan Rodos adasına gönderdiler ve burada göz hapsi altında yaşamağa başladı. Bu sıralarda Rodos adasının naibi Sünbülzâde şair Vehbi Efendi idi. Şahingerey’in Rusya’dan gelişi Bâb-ı âli mahfillerinde muhakkak ki, şüphe ile karşılanmıştı. Bu defa Şahingerey’in yaptıklan birer birer hatırlandı, ihanetinin cezalandırılması kararlaştırıldı ve idamı için hüküm yazılarak, Rodos muhafızı Gazi Haşan Bey’e 1201 senesi Şev­ valinde ( Temmuz - Ağustos, 1787) gönderildi. Şahingerey bu idam 2 7 2 r v - x v m . y ü z y i m a h d a t ü r k k a v i m l e b İ v e d e v l e t l e b İ

hükmünü öğrenince Rodos’taki Fransız konsoloshanesine sığınmışsa da, naib Vehbi Efendi’nin talebi ve tehdidi üzerine Fransız konsolosu­ nun sâbık Han’ı teslimini müteakip idam edildi, kesilmiş başı da İstanbul’a gönderilip, cesedi de Rodos kalesinin içinde bir çukura gömüldü. Şahingerey’in akıbeti bununla da sona ermiş olmadı. İddia edildiğine göre: Çok sonraları III. Selim ve II. Mahmud zaman­ larında Rodos’taki kale içindeki kışlalar tamir edildiğinde, kışla önünde birkaç helâ (W.C.) kazılması gerektiğinde, tesadüfen açılan bir çukur, Şahingerey’in defnedildiği kabir yeri değil mi imiş. Onun kabri gûya “ helâ” olarak kullanılmıştır. Ru husus Ata Tarihinin müellifi Tayyarzâde Ahmed Ata Efendi’ye, isimleri birer birer sayılarak birçok kimse tarafından anlatılmış imiş. Ru münasebetle Ata Tarihinde teferruat nakledilmiş1 ve şu mısralar yazılmıştır: “ İhanet medfene varınca insanı rezil eyler” “ Bu haslet sahibin elbette mezmum ve zelil eyler” 2. Şahingerey’in bu akıbeti hakkında Rodos adası naibi Şair Sünbül- zâde Vehbi Efendi tarafından “ Kaside-i Tayyare” adı ile uzun bir manzume yazılmış ve Şahingerey’in ihaneti takbih edilmiştir. Gazigerey, Devletgerey ve Selimgerey gibi çok hamiyetli ve büyük Hanlar yetiştiren Hacıgerey neslinin bu son. ham -Şahingerey, tıpkı Kazan’daki Şah Ali Han gibi, Türk tarihinde “ Hain” olarak yer almış ve adı daima lânetle anılagelmiştir. Osmanlı Devleti, Katarina Il.’nm Kırım’ı ilhakını tanımadı ve bunu şiddetle protesto etti. Bundan hiç bir netice çıkmayanca Rusya’ya karşı harp açıldı. Harbin sebepleri uzun bir nota ile İstanbul’daki büyük dev­ letler elçilerine bildirildi. Burada Rusların nasıl barış şartlarına aykırı hareket ettikleri birer birer anlatıldı. Fakat Türkiye Rusya karşısında artık çok zayıftı ve harpten galip çıkmasına imkân yoktu. Ruslar arka arkaya büyük zaferler elde ettiler. Bu harpte Rusların bilhassa Suvorov adlı generalleri büyük ad kazandı. Aynca Ruslar harp esnasındaki vah­ şetleri ile de nam kazandılar; bunlardan biri de İsmail kalesi’ndeki katli­ âmları oldu. Harbin kaybolması üzerine 1793 te akdedilen “ Yaş Barışı” ile, Osmanlı Devleti Kırım'ın Rusya’ya katılmasını resmen de tanımak zorunda kaldıa. Bununla Kınm meselesi de kapanmış oldu.

1 A ta Tarihî, V (îstanhul 1293) sb. 350-351. Bkz. Ek No. X X X . a Aynı y. s. 351. 3 Bkz. Ek. No. X X IX . IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 273

Kınm’m elden gitmesi ile bu defa İstanbul Boğazı ve İstanbul şehri Rusların başhca hedefini teşkil etmeğe başladı. Bundan böyle “ Şark Meselesi” diye bilinen ve Rusya’nın “ Türkleri Avrupa’dan koğmak” için yaptığı harpler ve buna bağlı olarak takip ettiği siyasetleri XIX. ve XX. yüzyılın en önemli olaylarım teşkil edecektir. Kırım’ın Ruslar tarafından işgali ve Rus hâkimiyetinin Tuna boy­ larına kadar yayılması Kırım’dan ve Tuna boylarından Kınm Tatarları ve Nogaylardan bir kısmını yerlerini yurtlarını bırakarak Türkiye’ye göçe zorlamıştır. Bu defa, az önce söylendiği gibi 1945 te İkinci Dünya Savaşından sonra, Sovyet hükümetince Kırım Türkleri “Al­ manlarla işbirliği yapmakla” suçlandırılmışlar ve tek bir kişi kalmak­ sızın Kırım’dan zorla çıkarılmışlar, Türkistan, Kazakistan ve diğer yerlere nakledilmişlerdir. Bu nakil sırasında 200,000 kişiden yarısının yolda öldüğü anlaşılıyor. Bu suretle, en geç M. s. IV. yüzyıldan beri ahalisi Türk menşeli olan Kırım ülkesi, Türk unsurundan tamamiyle mahrum edilmiş oldu. Bugün Kırım ülkesi ahalisi ile değil, tarihi, âbideleri, camileri ve mezarları ile bir Türk-Müslüman ülkesidir. Ancak Kırım’dan göç eden ve halihazırda Türkiye’de (bilhassa Eskişehir çevresinde) yaşıyan Kırımlılar Kınm Hanhğı’ndan kalan bazı gelenek­ leri devam ettirmektedirler.

f . ı s XIII ÂSTARHAN HANLIĞI

. „ , Altın Ordu’nun, kalıntıları olan Hanlıklar arasında “As- Âstarhan Hanlı- i t i t» ğı’nm kuruluşa tarhan Hanlığı”nın tariki en az bilinenlerindendir. Bu Hanlığın kuruluşu dahi açık olarak tesbit edilemiyor. Küçük Muhammed Han’dan itibaren “ Taht-Ili” nin mütema­ diyen mücadele sahnesi teşkil etmesi üzerine, Saray şehri, emniyet ve asayişi temin edilememesinden, ticaret ve siyasî merkez olarak önemini kaybetmiştir. Halbuki Aşağı Idil boyu ile Türkistan-Ha- rezim arasındaki ticaret faaliyeti durmuş değildi; dolayısiyle yeni bir ticaret merkezinin meydana gelmesi icabediyordu; böyle bir ticaret merkezi olarak, Idil nehrinin mansabmda, eski Hazar payi­ tahtı itil şehrine yakın bir yerde, “ Hacı Tarhan” veya “ Âstarhan” adiyle bir şehir yükseldi. Burası gûya, Hacı Tarhan adlı evliya bir kişi tarafından kurulduğundan böyle bir isim almıştır. Şehrin ticaret için çok elverişli durumu, sür’atle önem kazanmasına götürmüştür. Burası, Idil boyundan başka, Türkistan, Iran, Kafkas ve diğer ülkelerden gelen ticaret erbabının buluştuğu bir yer oluvermiş ve eski Saray şehrinin yerini almıştır. Saray şehrinden ve Idil boyundaki diğer şehirlerden birçok kimsenin Hacı Tarhan’a gelip yerleştiği anlaşılıyor. Etraftaki Nogay uruğlannın da Hacı Tarhan’m siyasî bakımdan yükselmesinde mühim rol oynadıkları biliniyor; Nogay mirzalarının desteği ile, Çingiz oğullarından birinin bu yeni merkezde “ Han küterilmesi” (kaldırılması) ile yeni bir Hanlık kurulmuş oldu.

Kasım Han “ Taht-ili” nde baş gösteren karışıklıklar ve mücadele es- 1466. ’ nasında, Küçük Muhammed Han’m oğlu Mahmud Han’m oğullarından Kasım, her halde Nogay mirzaları tarafından 1466 larda Hacı Tarhan (Âstarhan) da “ Han küterilmiş” (tahta çıkarılmış) olmalıdır. Bu suretle, adetâ Altm Ordu’nun payitahtı, yani “ Taht-ili” Astarhan’a nakledilmiş gibi oldu. Hakikaten Hacı Tarhan (Âstarhan) Hanlığı, Altm Ordu’nun varisi olmak için birçok şartı haizdi. Hacı Tarhan’dan başka Idil boyundaki Berekzan ve Uslan şehirlerinin de Kasım Han’a tabî olduğu biliniyor. Mamafih saha itiba­ riyle bu yeni Hanlık ancak Idil’in aşağı mecrasmdan itibaren olup, IVOCVHI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ 275

Kazan. Hanlığı ve bilhassa Kınm Hanlığı ile ölçülemiyecek kadar kü­ çüktü. Fakat büyük ticaret yolunun başında bulunması ile ayrıca önemi haizdi. Kasım’m Hacı Tarhan’da yeni bir “ Hanlık” kurması Saray’daki Ahmed Han tarafından muhakkak ki tasvib edilmemiş ve bu iki Han arasmda mücadele eksik olmamıştır. Kasım Han diğer yandan, Ak Orda’ya mensup Hanlardan, Kazak uruğlarmı ayrı bir “ Hanbk” haline koymuş olan Ebülhayr Han’ın torunları ile yakınlık tesis etmiş ve onları düşmanlarına karşı korumaya çalışmıştır. Buna karşıhk Kasım Han ile Sibir Han’ı Ibek (Ivak) arasında mücadele başlamış ve Ibek Han Astarhan üzerine yürüyerek, burayı kuşatmıştı; Kasım Han da Astarhan şehrinde kapanmak suretiyle tehlikeyi giderebildiğine göre, buranın bir kale haline getirildiği anlaşılıyor. Her halde Sibir Han’mdan gelen tehlike karşısında Kasım Han ile Saray’daki Ahmed Han arasında yakınlık hasıl olmuş ve Altın Ordu kuvvetlerinin 1480 de Moskova Knezi Ivan III.’a karşı sefer açtığı ve Uğra nehrine kadar gittiğinde, Kasım Han da, galiba, bu sefere katıl­ mıştı. Bu seferi müteakip kaynaklarda Kasım Han’dan bahsedilme­ diğine göre, kendisinin bu sıralarda öldüğü anlaşılıyor.

. Kasım’dan sonra Astarhan tahtına, Kasım’ın biraderi Abdülkerim Mahmud Han’ın oğlu, Abdülkerim geçmiştir. Astarhan Hanlığı, Altm Ordu’nun bir parçası sayıldığından, “ Taht-ili” nde hak iddia eden Kırım Han’ı Mengligerey, Astarhan’da ayrı bir Hanlık bulunmasına tahammül edemiyecekti. Dolayısiyle Abdülkerim ile Mengligerey’in arası açıldı. Abdülkerim’in Kırım’a karşı mücadelede Saray Hanını desteklediği biliniyor; nitekim Abdül­ kerim, Ahmed Han’ın oğulları ile birlikte 1490-91 de Kınm’a karşı bir sefere katılmış, fakat yenilerek geri çekilmeğe zorlanmıştı. Saray şehri 1480 de Mengligerey Han tarafından yıkıldıktan sonra, bu defa Hacı Tarhan şehrinin de Kırımlıların hücumuna maruz kalacağı âşikârdı; nitekim Kırım Hanları boyuna Astarhan (Hacı Tarhan) üzerinde hak iddia etmişler ve burayı ele geçirmek için birçok sefer açmışlardır. Astarhan’m etrafındaki Nogay uruğlan ile Kırımlıların bu iddialarına karşı koyarak, Astarhan Hanlarının müdafîleri kesilmişlerdir. Nitekim Abdülkerim Han, Nogay mirzaları ile birlikte, 1509 yılında Kırım’a karşı bir sefer açmıştı; mamafih bu sefer de, evvelkisi gibi, 2 7 6 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Astarhan ve Nogay kuvvetlerinin yenilgisiyle bitmiştir. Bu seferden sonra kaynaklarda Abdülkerim Han’dan bahsedilmediğine göre, ken­ disinin bu sıralarda öldüğü anlaşılıyor.

. _ Ahdülkerim’den sonra, Astarhan tahtına, Kasım ve Hüseyin Han _ ve halefleri Abdülkerim’in kardeşleri Canibek’in oğlu Hüseyin geç­ miştir. Hüseyin Han zamanında da Astarhan Hanlığı bir türlü istikrar bulamamış ve bilhassa Kırım Han’ı Mehmedgerey’in hücumuna maruz kalmıştır. Mehmedgerey Han’ın şiddetli bir Moskova- Rus düşmanı olduğunu görmüştük; Kırım ile Kazan Hanlığı arasındaki işbirliği üzerine Moskova Rusyasının Idil nehri boyundaki nüfuzu da kırılmıştı. Mehmedgerey Han Astarhan’ı ele geçirmek suretiyle Aşağı İdil boyunu da Kırım’ın hâkimiyeti altına koymak istemişti. Bu mak­ satla 1522 de, Mehmedgerey Han Nogay mirzalarından Mamay ile anlaşarak, Astarhan’a hücum etmiş ve burayı ele geçirmişti. Bunun üzerine Hüseyin Han Astarhan’dan kaçmıştı. Fakat Mehmedgerey’in Astarhan’ı elde tutmak siyaseti gerçekleşemedi; Kırım Ham kendi ülkesine giderken, Ruslar tarafından kışkırtılan Nogay mirzalarının bas­ kınına uğradı ve öldürüldü. Bunun üzerine Astarhan tahtına yeniden Hüseyin Han geçmiş olmabdır. Ona aid son kayıd 1532 de olduğuna göre, Hanlığının epey devam ettiği anlaşıhyor. Hüseyin Han’dan sonra, Astarhan’da Kasım adında bir Han’ın bulunduğu biliniyor. Kasım Han da, tıpkı Hüseyin Han gibi, Moskova Rusyası ile iyi geçinmek ve Rusları memnun etmek siyasetini takip etmiştir. Astarhan Hanlığı bu defa güneyden tehlikeye maruz kaldı ve Kaf- kaslardan Çerkeslerin hücumuna uğradı. Çerkesler, galiba, 1532 de Astar- han’ı ele geçirdiler ve oradaki hanı alıp götürdüler, yerine de, Çingiz oğul­ larından (Ahmed Han’ın torunu ve Mürteza’nın oğlu) Ak Kübek’i geçir­ diler. Mamafih Ak Kübek tahtta ancak bir kaç ay kaldı ve Nogaylar tarafından indirildi. Ak Kübek’ten sonra, Astarhan tahtma, galiba Abdülkerim’in oğlu, Abdurrahman adında bir hanzade geçirilmiştir. Kendisinin 1533-1537 tarihlerinde Hanlık yaptığı biliniyor. Bu sıralarda Astarhan Hanlığı üzerinde etraftaki Nogay mirzalarının büyük tesiri olduğu görülüyor. Hanlık tahtında ancak nüfuzlu mirzaların arzu ettikleri kimseler tutunabilmekte idiler. Nogay mirzalarından birçoğu ise Mosokva Rusyası’nın tesirinde olduğundan, dolayısiyle Astarhan Hanlığında Rus tesiri de mühim rol oynamakta idi. Dolayısiyle Astarhan tahtı etrafmda birçok entrika çevrilmekte idi. Nitekim 1537 de, Nogay IV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ 277

„ . , _ mirzalarının baskısı ile Âbduırahman tahtından indiril- Dervış Alı Han _ tt _ _ miş ve yerine Ahmed Han neslinden, Şeyh Ahmed Han’ın torunu ve Şeyh Haydar’ın oğlu Derviş Ali han olmuştu. Mamafih Derviş Ali Han ancak iki yıl tutunabildi ve Abdurrahman tekrar tahtını ele geçirdi, Bu sıralarda Astarhan’da Rus nüfuzunun epey kuvvetli olduğu anlaşılıyor. Han oğullarından birçoğunun Moskova’ya giderek Rus hizmetine girmeleri buna delâlet eder. Bu cümleden olmak üzere Kasım Han’ın oğlu Yâdıgâr (Sonraki Kazan Hanı) 1541 de Şah Ali Han’ın tavassutu ile, Moskova hizmetine girmişti. Yağmurca 1539 da Derviş Ali Han tahtından indirilince Nogaylara (Yağmurcu) gitmiş, bir müddet korada aldıktan sonra Rus hizmetine Han girmişti. Fakat Abdurrahman da tahtta fazla kalamamış ve Nogayların baskısı ile Astarhan tahtına, Mürteza Han’ın torunu, Berdibek’in oğlu Yamğurca (Yağmurcu) geçirilmişti. Hanların sık sık değiştirilmesi, Astarhan Hanlığında bir türlü istikrar sağlanamamasına yol açtı. Astarhan şehrinin çok mühim bir ticaret merkezi olması hasebiyle, burada Han olmak isteyenler çok olduğu gibi, Moskova Rusyası da burası ile pek yakından ilgilenmekte idi. Aynı zamanda Astarhan üzerinde Kırım Hanları da hak iddia etmekte ve burayı ele geçirmeyi tasarlamakta idiler. Galiba bu tarihlerde Osmanlı Devleti’ni idare edenler de Astarhan (Ejderhan) ile ilgilenmeye başlamış­ lardı. Bilhassa bazı Nogay mirzalarının Kırım baskısından kurtulmayolu- nun Osmanlı himayesini kabul ile mümkün olacağına kanaat hasıl ettikleri anlaşılıyor. Bu maksadla Nogay mirzaları taralından İstanbul’a adamlar ve mektuplar gönderildiği ve Osmanlı Devlet ricalinin ilgilerinin Astarhan ve Nogaylar üzerine çekilmek istendiği anlaşılmaktadır. Mamafih bu kabîl müracaatların İstanbul’da pek ciddiye alınmamış olması da müm­ kündür. Astarhan’ın Blra^ar(ia Kırım’da çok gayretli bir Han olan, Sahib- Sahihgerey Han SeıeY hüküm sürmekte idi. Kendisi vaktiyle Kazan’da tarafından zaptı, Han olm ası hasebiyle, Aşağı İdil boyunun önemini yakın- 1549. dan biliyor ve Astarhan’ın Kırım Hanlığına ilhakından elde edilecek ekonomik ve siyasî menfaatleri tamamiyle müdrik bulunuyordu. Nitekim Sahibgerey Han 1549 da, maiyetinde bir çok yeniçeri olduğu halde, Astarhan’a hücumla burayı almıştı. Şehir adamakıllı tahrip edildikten sonra, ahaliden birçoğu da Kırım’a alınıp gö­ türülmüştü; bu sıralarda orada Han olan Yamğurca’nın Nogaylar yanına kaçtığı biliniyor. Mamafih Sahibgerey’in Astarhan’ı yıkarak ahaliden 278 r v - x v n ı . yüzyillarda t ü h k . k a v İm l e r i v e d e v l e t l e r i birçoğunu alıp götürmesi İstanbul’da iyi karşılanmamış ve Kırım’a göçe zorlanan kişilerin Astarhan’a geri dönmeleri için Han’a emir verilmişti. Yamğurca Han da geri tahtına dönmüş ve bu suretle, Astar- han’m Kırım hâkimiyeti altına konması teşebbüsü akim kalmıştır. Yamğurca Han, esas itibariyle Moskova knezi îvan IV. ile iyi geçinmek siyasetini takip etmişti; hattâ, iddia edildiğine göre, Yam­ ğurca Han 1551 de Moskova’ya işim adında bir elçisini göndererek, Astarhan Hanlığını, tıpkı Kasım Hanlığı gibi Moskova’nın himayesinde bir Hanlık haline getirmek ve Rusların himayesi altında tahtında uzun zaman kalmak için tedbir almak istemişti. Moskova’ya karşı güdülen bu dostluk siyasetinin icabı olarak bazı Han oğulları Astarhan’dan Moskova’ya giderek Rus hizmetine girdiler. Bunlardan biri de Ak Kübek Han’ın oğlu Kaybula (Habibulla?) idi; îvan IV. kendisine Yur’yev şehrini arpalık olarak verdi. Bu suretle Rus hizmetine giren Han oğullarının sayısı mütemadiyen artmakta idi. Moskova Knezi îvan IV. Kazan Hanlığına karşı son darbeyi indirmeye hazırlandığı bir sırada, Han oğullarının bu hareketleri bilhassa manidardı. Nitekim. Kazan şehri­ nin zaptı ve halkının katliamı sırasında, Astarhan’da Hanlık makamında oturan Yamğurca Han, Moskova Ruslannm bu teşebbüslerini durdur­ maları yolunda her hangi bir faaliyet göstermediği gibi, Kazan müca­ hitlerine de gereken yardımda bulunmuş değildi. Fakat Kazan Hanlı­ ğının düşmesini müteakip, Rus tehlikesi Idil nehri boyunca sür’atle Astarhan’ı da tehdide başlayınca, Yamğurca Han’m aklı başına gelmiş ye bu defa yardım isteyerek Kırım Hanı ve hattâ Osmanlı Devleti’ne müracaata başlamıştı. Bunun üzerine, Rus taraftan bazı Nogay mirza­ ları Yamğurca’ya karşı harekete geçerek 1554 te Derviş Ali Han’ı Derviş Ali Han te^-rar tahta geçirdiler. Derviş Ali Han, 1539’da Astarhan tahtından indirildikten sonra, bir müddet Nogaylar arasmda kalmış, 1548 de Rusya’da bulunmuş, 1549 da tekrar Nogaylar araşma dönmüş, 1551 de bir daha Moskova’ya gitmiş ve kendisine arpalık olarak verilen Zvenigorod şehrinde kalmıştı, işte burada iken, Nogay mirzalarının dilekleri ve îvan IV.’m emri üzerine, Derviş Ali Astarhan’a yeniden Han nasbedilmişti. Derviş Ali’yi Astarhan’a iletmek üzere kalabalık bir Rus askerî kuvveti ayrıldı ve bunlar Idil boyunca aşağı inerek, 24 Mayıs 1554 tarihinde Astarhan şehrini ele geçirdiler. Derviş Ali Han da, Moskova hükümetince serdedilen şartlan kabulle, Astarhan’a Han oldu. Yamğurca Han ise, hâzinesini, dört kanşmı ve maiyetini alarak güç hal kaçabildi. Mamafih az sonra onun yanma birçok IV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 279

kimsenin gittiği anlaşılıyor. Nitekim Yamğurca Han, 7 Haziran 1554 tarihinde Karabulat mevkiinde Ruslarla çarpıştı ise de, yenilgiye uğradı. Han’m dört karısı da Rusların eline düştü. Kendisi ise güç hal kaçarak Azak kalesine gelebildi. Yamğurca Han Azak Paşası tarafından çok iyi bir kabul görmüş ve muhakkak ki birçok destek vadini dahi almıştı. Kendisinin Astarhan tahtını geri almak maksadı ile Nogay büyükleri ile temas tesis ettiği de anlaşılıyor. Fakat bu temaslardan her hangi bir netice elde edilemeyince Osmanlı Padişahının yardımını sağlamak maksadıyla, Azak’tan İstan­ bul’a gitti. İstanbul’a, Yamğurca Han ile birlikte birkaç Nogay mir­ zasının geldiği de anlaşılıyor. Sabık Astarhan Hanı ve Nogay mirza­ ları bu defa Astarhan’m Osmanlı Devleti tarafından zaptı yolunda faaliyete geçmiş olmalıdırlar. Onların bu faaliyetleri bilhassa Kırım hanına yakın mahfillerde fena karşılanmış olmalıdır. Dolayısiyle Kınm Hanları Yamğurca Hanı kendileri için büyük bir düşman olarak telâk­ ki ediyorlardı. 1554 de Rusların yardımı ile Astarhan’ı ele geçiren Astarhan Derviş Ali Han, tahtında ancak Rusların muvafakati Hanhğı’mn Ruslar ve müzahereti ile oturabilirdi. Ruslar, İdil nehri ile tarafından zabtı, sür’atle asker gönderebildiklerinden, Astarhan şehri 1556 yılı sonu, daima Rus baskı ve tehlikesine açıktı. Derviş Ali Han, Astarhan’a yeniden Han olurken, Ruslara karşı bir takım ağır taahhütlere girmişti: Yılda kırk bin altın ödemek, üç bin yük balık vermek ve Hazar Denizi’ne kadar İdil nehri boyunca balık avlamak hakkını Ruslara tanımak gibi şartlar bu taahhütlerin ba­ şında gelmekte idi. Rusların bu kadarla yetinmiyecekleri de âşikârdı. Moskova knezinin Astarhan’ı tamamiyle ele geçirip, Hanlığı ortadan kaldırmak isteyeceği de muhakkak idi. Nitekim Derviş Ali Han bütün bunları anlamış ve Ruslara karşı dayanmanın ancak Kırım Ham ve Osmanlı Padişahının yardımı ile mümkün olacağına kanaat getirmişti. Vaktiyle Yamğurca Han’ın yaptığı gibi, Derviş Ali Han da, yardım isteyerek Kırım’a ve İstanbul’a adamlar gönderdi. Galiba kendisine bu hususta birçok Nogay mirzası da yardım etmişti. Belki de Azak Paşasından yardım vâdleri dahi alınmış ve galiba İstanbul’dan da ümit verici vâdler gelmişti. Hakikaten Astarhan Hanlığı’nın ayakta durabilmesi ancak Osmanlı Devleti’nin fiilî müdahalesi ile mümkün olacaktı. Derviş Ali Han’ın Azak Paşası ve Kınm Han’ı ile münasebetleri ve tasardan Astarhan’daki Rus ajanlan tarafından dikkatle takip edilmekte 2 8 0 IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ idi. Astarhan’m Kırımlıların veya Türklerin eline geçmesine asla muva­ fakat edemeyecek olan Çar îvan IV. derhal Astarhan’m Rus kuvvetleri tarafından işgali için gerekli hazırlıkları yaptı ve büyük bir Rus kuvveti îdil nehri boyunca harekete geçirilerek, 1556 yılı sonunda, Âstarhan şehri anî bir baskınla Ruslar tarafından işgal edildi. Derviş Ali Han da, Astarhan’dan kaçarak Azak kalesine iltica etti. Oradan az sonra İstan­ bul’a geldi. Bu suretle İstanbul’da aynı zamanda iki Âstarhan Han’ı “ siyasî mülteci” sıfatiyle bulunuyorlardı. Ruslarm Astarhan’ı işgalleriyle, Âstarhan Hanlığı da sona ermiş ol­ du. Bu işgalin en mühim neticesi de: On asırdan fazla “ bir Türk nehri” olan Idil suyu-bu defa baştan başa bir “ Rus nehri” haline geldi; eski “ Idil” adı yerine “ Volga” adı kaim oldu. Volga nehri ise Rusyanm en mühim İktisadî can daman rolünü oynamağa başladı; bir taraftan balığın çokluğu ve diğer yandan Hazer denizine bağlanması itibariyle- Rusya için en mühim taşıt yolu olmak itibariyle, Volga nehrinin önemi Rusya için yıllar geçtikçe arttı. Rus’lar, Astarhan’m zaptından birkaç yıl sonra, eski şehri bırakarak İdil nehrinin bir adasmda, 10 kim. kadar daha aşağıda, yeni bir Âstarhan şehri ve kalesi kuzdular. Bu kale toplarla teçhiz edildi ve içine Rus as­ kerleri yerleştirilince-Âstarhan kalesi bundan böyle Moskova Rusyasımn aşağı Idil boyu ve Hazer denizi sahilinde en mühim bir Rus dayanak noktasını teşkil etti. Aynı zamanda eskiden olduğu gibi ticaret de önemini muhafaza etmekle Rus hâzinesine büyük bir gelir sağlamakta idi. Ruslar, Astarhan’ı ele geçirdikten sonra, yalmz Hazer denizine ayak basmakla kalmayacaklar, beş-on yıl geçmeden Terek nehrine kadar uzanarak Kafkaslara da el uzatmış olacaklardır. Bu suretle, 1556 yılında, “ Âstarhan Hanlığı” tim Ruslar tarafından ortadan kaldınlması ile yalnız büyük “ Idil boyu” Rus hâkimiyeti altma düşmemiş, Rus istilâsının bir yandan Osmanlı ülkesine ve öte yandan da Türkistan istikametinde gelişmesi için de elverişli şartlar meydana getirilmiştir. Rus idaresi altmda Idil boyundaki Türk unsurlan sür’atle imha edilerek, Âstarhan civarındaki Nogay uruğları da azalmağa başlamış­ lardır. Bunların kalmtılan çok sonraları Âstarhan şehrinde yerleşmiş­ tir. Astarhan’da bugün dahi bunlardan bir kısmı mevcuttur. Âstarhan Hanlarına ait bir Hanzade ise, Buhara’ya davet edilerek orada “ Astar- han Hanlan sülâlesr’ni devam ettirmiştir. XIV NOGAYLAR

Kınm Tarihi münasebetiyle sık sık Nogaylarm adı geçmişti. Bunlar­ dan bir kısmıma Idil nebri’nin batısına geçtiği ve hattâ Tuna mansabma kadar gittiklerini, daha doğrusu, göç ettiklerini de söylemiştik. Kırım Hanlığı tarihinde bu “ Nogaylar” uzun zaman bir problem olmuş ve bunların kontrol altında tutulmaları daima birçok güçlüklerle bağlı kalmıştır. Nogaylann esas kitlesi ise Idil (Volga) nebrinin Doğu kısmında, Yayık ve Cim (Emba) nehirleri sahasında olup, Sır-Derya’ya kadar uzanırdı. Dolayısiyle Nogaylarm bu kısmı Türkistan olaylarına da karışmakta idiler. Nogaylarm doğu uruğlan daha çok “ Mangıt” adı ile bilinirlerdi. “ Nogay” adı bir şahıs ismi olup, 1270-1299 yıllarında Altın Ordu’da büyük bir nüfuz kazanmış olan bir emir idi. 1 işte ona tabi il ve uruğlara “ Nogay” adı verilmişti. flu uruğlar XV. yüzyılın ortalarında Aşağı Idil ve Yayık sahasında göç etmekte olup, kendi Mirzalarının, Beylerinin idaresi altında idiler. Nogay uruğlarmdan yedisi: Şırrn, Ann, Kıpçak, Argun, Alçın, Katay ve Mangıt, “ Yedisan” adiyle biliniyordu; bunlar­ dan başta Şınn olmak üzere ilk dördü Kırım tarafında gitmişti; kalan- lan ise bir müddet daha Aşağı Idil boyunda göç etmişler ve bunlar­ dan “ Mangıt” uruğu, “ Nogay” adı gibi kullanılır olmuştu. Kazan Hanhğı’nm Huşlar tarafından zaptından önce Nogay-Mangıt uruğlanmn göç sahasının kuzeyde ta Kama nehrine kadar uzandığı anlaşılıyor. Nogaylarm Kazan Hanlığı ile çoğu zaman gayet iyi müna­ sebetlerde bulundukları da biliniyor. Nogaylarm başı Yusuf Mırza’nın kızı, Safagerey Han’ın hatunu, Süyüm-Bike Hatun, Kazan Hanlığının en ateşli millî simalarından birisidir. Kazan Hanhğı’mn düşmesi ve Rus yayılışının Aşağı Idil’e doğru gelişmesi ile Nogay uruğlarının göç sahası daraldı ve Nogaylar arasında geçim sıkıntısı baş gösterdi. Bu defa Nogay büyüklerinden bazıları Nogaylarm ancak Rus Çan ile anlaş­ mak, daha doğrusu Rusya’dan maddî menfaatlar temin etmek maksadı ile yaşıyabileceği zehabına kapıldılar ve açıkça Rusya’ya yaklaşmak siyasetini takibe başladılar. Bu zümrenin başında, Yusuf Mırza’mn biraderi İsmail Mirza bulunuyordu. Halbuki Yusuf Mirza Moskova

1 Bk. yutanda, S. 129/130 2 8 2 r v -x v ıır . yüzyillarda t ü b k kavimlebİ ye devletlehİ

Çarı ile hiç bir surette anlaşmak istemiyor, Rusları Nogayların can düşmanı biliyordu. Yusuf Mirza ile İsmail Mirza arasmda çıkan anlaşmazlık Nogay ulusunun birbirine düşman iki kısma bölünmesine yol açtı; Nogay uruğ- ları arasmda şiddetli mücadele başladı. Bu mücadele, meşhur. Rus tarihçisi (Tatar menşeli) Karamzin’in dediği veçhile “ ancak Rusya'nın işine yaramıştır” . İsmail Mirza, Ruslardan aldığı birçok hediye ve Rus kışkırtmasına kapılan Nogay büyüklerinin desteği ile etrafa hayli kuvvet topladı; 1555 de Yusuf Mirza bir tuzağa düşürülerek öldürülünce, İsmail Mirza bütün Nogay uruğlanna baş olacağmı sanmıştı. Fakat Yusuf Mirza’mn oğulları mücadeleyi devam ettirdiler. Bu defa İsmail Mirza’ya karşı gelen uruğlardan birçoğu Idil’in batı, Kırım tarafına göç ile, Kırım Hanının himayesi altında yaşamaya karar verdiler. Zaten Kırım Hanlığı’non en nüfuzlu uruğları, Şirin, Barın, Kıpçak, Argun, aslında Nogay ulusundan ayrılıp Kırım’a göç eden uruğlar olmakla, Aşağı İdil boyunda kalan diğer Nogay uruğlarının bunlarla daima bir yakınlık bağlan olduğu muhakkaktı. Bu defa 1577- 1578 de Aşağı İdil ve Yayık boylarında büküm süren müthiş açlık ve kıtlık Nogay uruğlarının Idil’in batı tarafına göç etmelerinde aynca âmil oldu. Bu kıtlık, kuraklık yüzünden hayvanları besliyecek ot bulun­ mamasından ileri gelmişti; yüzbinlerce hayvan ölmüş ve Nogaylar arasında müthiş açlık başgöstermişti; bu münasebetle yüz binlerce kişinin öldüğü, Nogayların on binlerce çocuklarını Ruslara köleliğe sattıkları veya bırakıverdikleri biliniyor. İşte bu müthiş âfet tesiriyle Nogay uruğlarmdan, İsmail Mirza’ya muhalif olan bir kısmı, Idil’i buzlar üzerinden geçerek, “ Kırım tarafına” gitmeye başladılar. Bu göç eden uruğlann başında Kadı Mirza bulunuyordu. Devletgerey Han bunlara Kuban boyu ve Azak çevrelerinde göç edecek bir saha tahsis etti; “ Küçük Nogay Ulusu” adı ile tanınan bu Nogay uruğlarının başmda da Kırım Hanının oğullarından birisi bulunacaktı. Yani bunlar Kırım Hanına tabi bir duruma konmuş oluyorlardı. İdil nehrinin doğu tara­ fında kalan ve daha büyük bir kalababk teşkil eden Nogay uruğlanna da “ Büyük Nogay Ulusu” denildi. Bu suretle 1557-8 den itibaren Nogay ulusu ikiye bölünmüş oldu. “ Büyük Nogay Ulusu” İsmail Mirza’nm idaresinde kaldığı müddetçe tamamiyle Moskova - Rus siyasetine uygun bir yoldan yürümüştü. Zaten 1556 da, Astarhan’m Ruslar tarafından alınmasında İsmail ıv-xvm. yüzyillarda tühk kavİmlehİ ve devletle at 283

Mirza’nın rolü büyük olmuş, Rusların Aşağı îdil boyunu ele geçirmeleri için İsmail Mirza ter türlü yardımda bulunmuştu. Mamafih kendisinden sonra “ Büyük Nogay Ulusu” nun başında bulunan mirzalardan birçoğu İsmail Mirza’nın bu yanlış siyasetini beğenmemişler, Moskova’ya karşı Kırım Hanı ve bilhassa Osmanlı Devleti ile anlaşmak teşebbüsünde bulunmuşlardır. “ Küçük Nogay Ulusu” ise coğrafî durumu icabı tamamiyle Kırım Hanları ve Osmanlı Devleti’nin takip ettiği siyasete uyarak, Ruslara karşı savaşmışlardır. Bu kabilden olmak üzere 1569 yılındaki Ejderhan Seferi zamanında “ Küçük Nogay Ulusu” ndan Kadı Mırza’nın kuman­ dasında otuz bin kadar Nogay atlısı sefere katılmıştı. Ejderhan Seferi mamafih “ Büyük Nogay Ulusu” ndaki Nogaylar ve hattâ bütün İdil boyu Türk-lslâm halkı arasında, büyük ümitler uyandırmış ve Osmanlı Türklerinin İdil boyu’nu Moskof Ruslardan kurtarmaları dört gözle beklenmişti. Bu seferin akim kalmasının, başta Nogaylarda olmak üzere bütün İdil boyunda hayal kırıklığına sebep olduğu da aşikârdır. Mamafih Nogaylar ve diğer Türk zümreleri Osmanlı Padişahından ümitlerini kesmiş değillerdi. Nitekim 1588 tarihinde Osmanlı Devleti’nin “ Astarhan’ı kurtarmak için” yeni bir sefer açmaya karar vermesi, Nogay mirzaları arasında büyük bir sevinç ve ümit uyandırmış ve uruğlar Ruslara karşı mücadeleye hazırlanmışlardı. Fakat bu sefer yapılamadı ve Nogaylar yeniden hayal kırıklığına uğradılar. Nogay nTuğlarının durumunun Rus baskısı karşısında gün geçtikçe kötüleştiği meydanda idi. Çünkü Rus Kazakları 1580 de Yayık nehrinin mansabm- daki Saray cık şehrini ele geçirdikten sonra, Nogay Ulusunun Türkis­ tan’la münasebeti dahi kesilmiş oluyordu. 1586 yılında da Rus hükümeti Yayık nehrinin orta kısmında “ Yayitsk” adı ile bir müstahkem yer tesis edince (sonraki adı: Ural’sk; türkçesi: Teke) Rus nüfuzu ve hâkimiyeti Yayık nehri boyuna kadar uzamış oldu. Bu defa Noğay uruğları her taraftan Rus kuvvetlerinin baskısı altına düşmüş oldular. İşte bunun içindir ki, Kırım Hanı ve Osmanlı Padişahından yardım gelmesini dört gözle beklemekte idiler. Fakat bu beklenilen yardım bir türlü gelmedi ve Nogay uruğları da kendi başlarına ya Ruslarla anlaşmak veya onlara karşı mücadele ile sonuna kadar döğüşmek şıklarından birini seçmek zorunda bırakıldılar. 1601 yıllarında Nogay ilinde vukubulan yeni bir açlık yüzünden, Nogaylardan birçoğu Şamar nehri sahasındaki göç yerlerini bırakıp, 2 8 4 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Idil’in sağ tarafına, Kuban mmtakaama gitmek zorunda kaldılar. Onlardan, boşalan yerlere de Rus köylüleri gelmiş ve bu suretle Şamar nehrinden doğu, Urallar istikâmetinde, yani Başkurt arazisine kadar Rus yayılışı uzamıştı. Bununla Kama nehrinin güney sahası da tama­ miyle Rusların eline geçmiş oldu ve bu suretie Ruslar için “ Nogay tehlike­ si” de giderilmiş oldu. Kazan Hanlığının Ruslar tarafından zaptından son­ ra, Kazan ilinde başgösteren yerli Müslüman-Türk, Çinniş ve Ar ahalinin Ruslara karşı ayaklanmalarında güneyde Nogaylarm da katıldıkları ve Ruslara büyük zararlar dokundurdukları görülmüştü; bu Nogay akın- lanm durdurmak maksadiyle Rus hükümeti Kama’nın güneyinde, eski Simbir (bugünkü Ul’yanovsk) şehrinden doğuya, Çirmişen, Şuşma ve Zey ile Ik nehirleri üzerinden Ak Idil’in mansabına kadar müstahkem bir hat yaptırmış, ve yer yer müstahkem noktalar inşa ettirmişti; bu müstahkem noktalar etrafında Rus köyleri kurulmuş ve Kama’nın güney sahası da “ Ruslaştınlmıştı.” Bu defa 1600 lerde Nogayların Şamar nehri boyundan göç etmeleri ile Orta Idil boyunda Nogaylar kalmadığı cihetle, Rus yayılışı Tahatça Yayık nehrine kadar genişlemiş oldu. Yayık nehri üzerindeki Yayıtsk kalesinde Rus Kazaklarının yerleştiril­ mesi ile “ Yayitsk Kazakları” denen silâhlı ve daimî Rus kuvvetleri teşkil edildi. Bununla Rus tehlikesi Türkistan’ın kapısını çalmaya başlamış oluyordu. Mamafih 1603 den sonra Rusya’da başlıyan karışıldıklar, Nogaylara ve hattâ Idil boyundaki diğer Müslüman-Türk ahalisine Rus zulmünden kurtulmak için yeni ümitler doğurmuş gibi idi. Moskova’da Çar olmak için sahte Çarlar, yani düzmelerin birbirini takibe başlaması ile, Idil boyunda ve Nogaylar üzerinde Rus baskısı epey gevşemişti. Bundan bazı Nogay beyleri faydalanarak, Rus tahakkümünden kurtulmak ve Osmanlı Padişahının himayesi altına girmek teşebbüsünde bulundular. 1605.de Terek nehri üzerindeki Rus kalesinin, Dağıstan’daki Türk kuvvetleri tarafından yıkılması ve Rusların Kafkaslardan tamamiyle koğulmaları üzerine, Nogay uruğlarının da Rıis tahakkümünden çıkma­ ları için elverişli bir durum hasıl olmuştu. Nitekim bazı Nogay mirzaları istiklâllerini ilân etmişler ve mukadderatlarını Osmanlı Padişahı veya Kırım Hanından gelmesi beklenen yardıma bağlamışlardı. Fakat böyle bir yardım gelmedi ve az sonra Aşağı Idil boyunun doğu’dan gelen ve Türk kavimleri için bir âfet halini alan “ Kalmuk” hücumları sonunda Nogaylar bir kuvvet olmaktan çıktılar. Nogay uıuğlarından bir kısmı ayrı bir halde Idil’in her iki tarafında kalmışlardı; bir kısmı da Kuban IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 8 5 boyunda idi; üçüncü bir kısmı da Kırım Hanları tarafından Tuna man- sabma göç ettirilmişlerdi. Bu suretle XVII. yüzyıl ortalarından sonra Nogay ulusu artık tarihe karışmış oluyordu. Nogaylar tam manasiyle koyu göçebe idüer, yaşayışları bakımından onların Batu Han zamanındaki “ Kıpçak Tatarları” ndan farksız olduğu biliniyor. Hemen hemen hiç ekincilikle meşgul olmayan bu göçebe Türk kavmi, iki tekerlekli yüksek arabaları üzerinde naklettikleri “ derme evleri” ni, göç yerine geldikten sonra yere indirirler ve orada yeni göçe kadar kalırlardı. Çok az mikdarda “ darı” ektikleri ve dolayısiyle “ darı butkası” (darı yarması pilâvı) yedikleri biliniyor; esas gıdaları et ve süt mamulatı idi (Kımız-Kısrak sütü, yoğurt, kurut (peynir) ). Ekmek asla yemezlerdi ve hattâ ekmek yerlerse, ekmeğin yüreklerine yapışıp öleceklerini zannederlerdi. Mangıt-Nogaylarm bu koyu göçebeliği, 1555 lerde onları gören Osmanlı amirali Şeydi Ali Reis tarafından tasvir edildiği gibi, 1569 da Kadı Mirza Nogaylarım gören Lehli diplomat Adnrey Taranovskiy ile 1660 larda Nogaylar arasında seyahat eden Evliya Çelebi tarafından da tasvir edilmektedir. Her üç yazar da Nogay­ lar hakkında pek müsbet görüşte değillerdi. Şeydi Ali Reis bunların daima “ Kervan vurduklarından” acı acı şikâyet eder. Taranovskiy’e, göre “ Nogaylar Tann’yı çok az tanıyan, ne hürmet ne de fazilet bilen bir kavimdi.” Evliya Çelebi de boyuna at eti yediklerini ve ekmekten kaçındıklarını anlatır. Mamafih Evliya Çelebi Nogaylann cesaretini öğer ve boyuna gaza ettiklerini sitayişle anlatır. Tuna boyuna nakledilen Nogaylar ise mecburiyet altında koyu göçebeliği bırakıp yerleşik hayata geçmişlerdi. Bunlardan bir çoğu, Rus istilâsı karşısında Türkiye’ye muhaceret ettiler. v j. »t , Moskova - Rus devleti adamlarının ötedenberi komşu Yedısan Nogayları Ruslarla Devletler veya düşman, memleketlere karşı tatbik et- anlaşmaları ve tikleri bir kaide Kırım .Hanlığı ve Osmanlı Devleti için Kuban boyuna de başarı ile tatbik edilegelmiştir. Bu kaide: Komşu gitmeleri, 1771. veya düşman ülkede «Moskova’ya bağlanacak hizmet edecek büyükleri veya zümreleri bulmaktı. Bu siyaset bilhassa Kazan ve Astarhan Hanlıklarında tatbik edilmiş ve her iki Hanlığın da yıkılmasında mühim rol oynamıştır. Ruslar bu defa Kınm Hanlığında aynı siyasete başvuracaklardır. Daha Petro I. zamanında, Rus hükümeti Nogay mirzalarını Han’a ve Osmanlı Padişahına ihanete davetle, bir takım yıldızlı vâdler dolu davetnameler göndermiştir. Fakat 286 iv-xvm . YÜZYILLABDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Nogay mirzalarından, o tarihlerde hiç biri bu Rus tahrikine kapılmadı­ lar ve ihanet yoluna sapmadılar. Halbuki 1768 de başlayan Rus-Türk Savaşı sırasında Katarina II. Nogay mirzalarım tahrik için Rus ajan­ larım harekete geçirdi. Osmanlı ordularının yenilmesi üzerine Nogay- larla meskûn sahadan bir kısmı Rus işgali altında bulunduğu zaman, Ruslarla Nogaylar arasında bazı temaslar yapılmıştı. Bu münasebetle Ruslar Nogayları kışkırtmaya, Handan ve Osmanlı Devletinden ayrı düşmeye tahrike giriştiler ve birçok vâadlerde bulundular. Zaten Yedi- san ve Bucaktaki Nogaylar ile Kırım Hanı arasında bir müddetten- beri anlaşmazlık hüküm sürmekte idi. 1770 de Ruslar Bender kalesini muhasara ettikleri zaman, Yedi- san Nogay büyüklerinden Tınay Ağa, General Panin’e gelmiş ve az önce Hetman Kal’nişevskiy tarafından Nogaylara hitaben yazının ce­ vabım getirmişti. Bu cevapta beş Nogay mirzasının, o meyanda en büyük mirzanın, Can Membet beyin de, imzaları vardı. Noğay beyleri bu yazı ile Ruslarla anlaşmaya hazır oduklarmı bildirmişlerdi; bunun üzerine 6 Temmuz 1770 tarihinde Nogaylarla Rus Generali arasında “ bir dostluk anlaşması” yapıldı. Buna göre: Yedisan ve Bucak Nogay- ları Kırım Hanı ve Osmanlı Devletinden ayrı düşecekler ve Ruslara karşı savaşmayacaklardı. Bu sureule 1770 yazı ve son bahar aylarında Can Membet Beyin Yedisan ve Bucak Nogayları, yüzyıllardanberi metbuu oldukları Osmanlı Padişahı ile Kırım Hanına ihanet ettiler; “ din düşmanı” Rus Çariçesinin hizmetine girdiler. Bu ihanetin kar­ şılığı olarak Can Membet Bey, Ruslardan 3,000 ruble mükâfat aldı. .1771 yılı başında Nogaylardan St. Petersburg’a gönderilen bir heyet, Katarina II. nin Nogay ulusunun “ himayesi altına konması” isteğinde bulunmuş, ve Çariçe de bunu memnuniyetle kabul etmişti. Bu suretle Kırım Hanlığının askerî kuvvetlerden mühim kısmını teşkileden No- gay’lardan bir kısmının düşman tarafına geçmesi suretiyle Hanlığa büyük bir darbe indirmiş oldu. St. Petersburg’daki tasarıya göre Ruslar tarafından geçen Nogay uruğlarının Bucak sahasından alınarak, Nogayların eski yurtla­ rına dönmeleri, ve “ Müstakil bir Nogay Hanlığı” kurulması Rus siya- yaseti için uygun görülmüştü. Bu hususta Nogay mirzaları ile müza­ kereler yapılmış ve Can Membet Bey de, kurulacak olan “ Müstakil Nogay ulusu” nun başına geçmeyi kabul etmişti. Fakat Nogaylardan kalan üç uruğun Can Membet’in “ Hanlığı” nı kabul edecekleri şüpheli IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ 2 8 7 olduğundan, Rus hükümeti bu defa Kuban boyuna nakledilerek dört Nogay uruğunun başına “ Gerey” lerden, yeni Kırım Hanları sülâlesin­ den bir Sultanın getirilmesi için harekete geçildi. Bu yoldaki müzake­ reler St. Petesburg’da 1771 bütün yaz devam etti ve nihayet bir an­ laşmaya varıldı. Nogaylardan dört uruğun Dneştr, Bug, Dnepr (özü) nehirlerini geçerek, Kuban boyuna hareketleri başladı. Bu ha­ reket Âstarhan’daki Rus valisi tarafından idare edildi ve 1771 yılı sonlarında dört Nogay uruğu Kuban boyunda, Ruslar tarafından kendilerine hasredilen sahada yaşamağa başladılar. Bu Nogay uruğlannın akibeti az sonra çok feci oldu: Ruslar, Nogaylarm bazı hareketlerinden şüphelenecekler ve, sonraları büyük ad kazanacak olan ve bu sıralarda Kuban Boyundaki Rus kuvvet­ lerine kumanda eden General Suvorov’un emriyle bu Nogaylar müt­ hiş bir katliama maruz kalacaklardır. Bu sıralarda Kabartay ülkesi ve Karadeniz’in Kafkas sahillerinde Osmanlı hâkimiyetinde kalan sahanm kumandanı Ferah Ali Paşa idi. Rus tehdidi karşısında buralarda Soğucuk kalesi adiyle müstahkem bir mevki inşa edilmiş ve Ferah Ali Paşa buraların tahkimi ve imarı yolunda büyük gayret göstermişti. Tam bu sırada Ruslar tarafından Kuban boyuna getirilmiş olan, Nogaylardan bir hey’et Ali Paşaya gelerek, Kabartay ülkesinde, Osmanlı arazisinde yerleşmek istediklerini bil­ dirdiler. Ferah Ali Paşa uzun boylu düşündükten sonra, “ iki zıddın arasmda iskân olundukları halde icabında iki tarafın aleyhine” (yani hem Çerkeslerin hem de Rusların aleyhinde) dahi kullanılması müm­ kün olacağı” mülâhazası ile ve “ düşman zuhurunda iptida bunları öne sürüp istenildiği gibi kullanılır” diyerek, Nogaylarm Osmanlı sahasında yerleşmelerine izin verdi. Nogaylar dört kısma bölünerek, 10 bini-Hacılar kalesi yanında, 10 bini-Laba nehri boyunda, 10 bini - Hatukay’da ve kalan 10 bini de Anapâ kalesinin Liman başmda, ve kaleye iki saat mesafede Neft yağı çıkan derenin öte tarafında iskân edildiler. Nogaylara, oralarda kala­ bilmeleri için en başta: Yerleşik hayata geçmeleri ve ekincilikle meşgul olmaları, ve Çerkeslere asla tecavüz etmemeleri, eğer Rusya ile harp çıkarsa, Rus arazisine çapul yapmaları şartları kondu. Nogaylar da bunu kabul ettiler ve hemen kendileri için, kalacaklan yerlerde evler yapmağa, yerleşik hayata geçmeğe başladılar. Bu Nogay zümresinin Osmanlı kalelerinin yanmda yerleştirilmeleri ve Osmanlı- Türk askerlerinin nezareti altmda tutulmalarına bakmak- 288 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

sızın, yerleşik ve “ medenî” hayata birdenbire geçmeleri imkânsızdı. Anapa yakanlarında 10 bin kadar Nogay iskân edilmişti 1. Buraları iri baş hayvan beslemek için çok elverişli olduğundan, çok miktarda tereyağını Anapa kalesine satılığa getirmekte idiler. Bundan başka balık ta getirip sattıkları biliniyor; yani balıkçılıkla meşgul olmakta idiler. Birçoğunun “ amele” olarak Anapa’ya gelip çalıştıkları da biliniyor. Vaktiyle Babadağı’nda yağma ettikleri eşyadan henüz ellerinde kalan at takımı, gümüş eşya ve diğer eşyayı Anapa’ya pazara getirerek yok pahasına sattıkları da olurdu. Hattâ bir gün Nogaylardan biri “ elmas köstekli bir aded altm saat” bir Osmanlı ağasına oniki kuruş gibi çok az bir paraya satmıştı. Bu hal Ferah Ali Paşa’ya anlatılınca, kaledeki Osmanlı zabitleri ve bilhassa kale kumandanı bunun üzerine epey telâşa kapılmışlar, ve böyle “ ele avuca sığmaz, ve Rusya gibi desisekâr bir Devlete kafa tutan, ve bu kadar büyük nehirleri köprüsüz geçerek bu kadar büyük mesafeyi katetmiş olan böyle bir kavmin nasıl itaat altında tutulabileceği” , hususunu düşünmeğe başlamışlardı. Nihayet bu hususta şu çareye baş vurulması kararlaştırıldı. Anapa ve diğer kaleler civarında iskân edilen Noğayların, gerçi “ ele avuca sığacak bir millet olmadığı” âşikâr olmakla beraber, bu “ Tatar taifesinin Sultanlarına ve Mirzalarına inkıyadlarının tam olduğu da” görülmüştü; yani bu Nogay Tatarlarının her hususta Mirzalarına, büyüklerine itaat ettikleri, onların emrinden çıkmadıkları ve büyüklerini saydıkları muhakkaktı. Şöyle ki: Sultan ve Mirzalarından biri boza keyfiyle (yani alkol tesiriyle) Tatarlardan birine silâh, çekse, üç kerre vurmadıkça, eğer Tatar el kaldıracak olursa (yani karşılık vermeğe kalkışırsa),, bu Tatar’ın kâtli (öldürülmesi) gerekmekte idi. Eğer (Sultan veya Mirza) üçten ziyade vurup ta, yine Tatar hayatta kalırsa, o zaman dahi o Tatarın Mirzaya veya Sultana el kaldırması Çingiz tarafından konan kanuna uygundu” 1. İşte Nogay Tatarların bu nizamları ve büyüklerine karşı itaat zorunda bulunmaları, göz önünde tutularak Anapa kalesi ve diğer kale civarındaki Nogayların zapt-ü rapt altında tutulmalarını temin maksadiyle, bu Nogay mirzalarından otuz kişi-Ağa, otuzu “ Kethüda” ve “ Alemdar” lar (Bayraktarlar) nasbedilmiş ve kendilerine “ Kuban muhafızı” adiyle Ağalara-kırkar, Kethüdalara otuzar, ve Alemdarlara

1 Teferruat: M. C evdet Paşa, Tarih, III, 206-207. r v - x v ı n . yüzyillabda t ü k k k a v İm l e h î y e d e v l e t l e b i 2 8 9 na-yirmişer ve neferatma-yedişer akçe para ödenmek üzere, İstanbul’­ dan beratları getirilmişti. Bu Nogaylardan her Cuma günü bin. nefer ile Anapa’da bazır bulunmaları da şart kondu, ve Ağalara hil’atler giydirildi. Nogay mirzalarından otuzu- “ mırzabktan çıkıp - ağa ol­ maları” ile Osmanlı askerî sınıfına intisap etmiş oluyorlardı. Dolayı- siyle Osmanlı askerî nizamını yerine getirmek mecburiyetinde idiler. Nitekim bu Nogaylar yeni nizamı memnuniyetle kabul edip her Cuma günü üç ve bazan dört bin atlı ile Anapa’da, divanda hazır bu­ lundular. Nogaylar Bu tedbir sayesinde Kuban boyunda yerleştirilen bu Noğay taifesi Osmanlı idaresinde tamamiyle zapt-u rapt altma alınmış oldu ve az sonra başlayacak olan Ruslar’a karşı harplerde büyük yarar­ lıklar gösterdiler. “ Bayrakları ile Anapa kalesine gelip, şehadet şerbe­ tini içinceye kadar fedakârlıkla muharebe” ettiler.

Kuban boylarının Ruslar’m eline düşmesinden sonra bu ^tMafındM^Ukat°V •^°§ay^aT(^an büyük bir kısmı 1777 yılında, Suvorov’un liam edilmeleri kumanda ettiği Rus kuvvetleri tarafından, Yeynis şeh­ ri yakınında müthiş bir katliama maruz kaldılar. Sağ kalanlardan bir kısmı yukarı Kuban ve Kama boylarma gitmiş olma­ lıdırlar. Astarhan şehrinde yerleşen Nogaylardan bir kısmının bunlar­ dan olması mümkündür. Bir kısmının da Osmanlı sahasına göç ettik­ leri anlaşılıyor. Diğer yandan, Tuna boyundaki Nogaylardan birço­ ğu, mütemadiyen Türkiye’ye muhaceret etmiş ve bilhassa Eskişehir civarında yerleşerek buraların ziraat sahasındaki kalkınmasında büyük rol oynamışlardır. Eskişehir ve civarındaki köylerde bü Nogay Tatarları çalışkanlıkları ve doğrulukları ile ad kazanmışlardır.

F. 19

SONUÇ

“ îdil Boyu” ve “ Karadeniz’in Kuzeyi”nde milâdî I-IY. yüzyıllar­ dan itibaren XYII-XYIII. yüzyıllara kadar Tüık ırkından birçok kavmin yaşadığı ve buralarda, Hazar, Bulgar, Altm Ordu, Kırım, Kazan ve Astarban adiyle altı hanlığın kurulmuş olduğu göz önünde tutulursa buraların hakikaten “ Türk ülkeleri” olduğu hemen görülmektedir. Zaten Türk tarihinin coğrafî ve tarihî şartları bunu gerektirmiştir. Orta ve Aşağı îdil boylan, Karadeniz’in kuzeyindeki geniş bozkırlar aslında Batı Sihir ve Kuzey Türkistan’daki bozkırların devamı mahiye­ tindedir. Bazı coğrafyacı ve tarihçiler tarafından “ Eurasia” (Avrupa- Asya) adı ile de bu durum belirtilmek istenmiş ve dolayısiyle bu sabanın doğusundaki Türk kavimlerinin batıya gidişlerinin sadece yer değiştir­ mekten ibaret olduğu ve yeni yurtlarında yaşayış tarzları ve sosyal bünyelerinde fazla bir değişiklik hasıl olmadığı da ileri sürülmüştür.

Bu görüş kısmen doğrudur. “ Eurasia” daki geniş bozkırlar hep aynı mahiyette değildir; bugünkü Kazakistan’daki bozkırlar ile bugünkü Ukrayna arasında fauna ve flora bakımından birçok aynhk mevcuttur. Idil’in batısına gittikçe iklim şartları yumuşamakta, nehirler çoğalmakta ve bilhassa Karadeniz’e yaklaştıkça bozkırların manzarası değişmektedir. Mamafih her iki bölge arasında geçilmeyecek büyük manialar, dağlar silsilesi veya göller, büyük kum-çöl sahraları olmadığı cihetle, Batı Sibir ve Türkistan’dan kalkan göçebe Türkler, kolaylıkla Tuna boylarına kadar gelebilmişlerdir.

Bu geniş sahanın beş nehri: İdil (Yolga), Kuban, Don (Ten), Dnepr (Özü) ve Dnestr (Turla) hem göçebe olan hem de devlet kuran Türk kavimleri için büyük bir önemi haiz olmuştur. Hazar Denizi, Azak Denizi ve Karadeniz sahillerinde uzun zaman yaşamaları yüzünden belli başlı topluluklar meydana geldiği, gibi İdil, Don ve Dnepr boyunca yapılan ticaret faaliyetlerinden hem göçebe ve hem de yerleşik Türk kavimleri hissedar olmuşlardır. Hazar Denizi, Azak Denizi ve Karadeniz sahillerinde uzun zaman yaşamalarına rağmen bu kavimlerden pek azı, galiba, “ Denizcilik” le ilgilenmiştir. Bozkırlarda yaşayan, ömrünü hep at üzerinde geçiren göçebelerin, 2 9 2 IV-XVm. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ gemilere binmeyi pek arzulamadıkları âşikârdır. Ancak Idilnehri boyun­ ca yaşayan ve artık tamamiyle yerleşik olan zümrelerin, Idil ve Kama üzerinde gemilerle kayıklarla gidip geldikleri biliniyor. Kırım’da yaşayan Türkler’in de denize açılmaları hayli geç başlamış olmalıdır. Bu suretle tarihlerini takip ettiğimiz Tüık kavimleri tamamiyle “ kara ahalisi” dir; önceleri “ göçebedir” , sonraları da “ yerleşiktir” . Mamafih bir kısmı, meselâ Nogaylar XVIII. yüzyıla kadar göçebelikte ısrar etmişler ve “ hür” yaşamaktan bir türlü vazgeçmek istememişlerdir. Karadeniz sahilleriyle, Kırım ve Azak Denizi çevrelerinin milâttan çok önceleri muhtelif kavimlere yurt olduğu biliniyor. Bunların arasmda “ Türkler’le” yakından ilgilsi olanı Iskitler’dir. Iskitler aslında Iram bir kavim olmakla beraber aralarında Türk zümrelerinin bulunması da kuvvetle muhtemeldir. Saka’larla Iskitler’in. yakınlığı göz önünde tutu­ lursa, bu ihtimal daha da kuvvet buluyor. Iskitler’in Kırım’da ve oraya yakın sahalarda eski Yunan-Grek kolonileri ile temas ettikleri ve klâsik Yunan medeniyetinden birçok şeyler aldıkları da malûmdur. İskit züm­ relerinden bazılarının faaliyet sahalarının doğuda Altaylar’a kadar uzan­ dığım da iddia edenler olmuş, ve “ İskit sanatı”na ait birçok eşyanın Altay çevresinde bulunması bu görüşe sebebiyet vermiştir. Mamafih îskitler’in o kadar uzaklara gittiği bilinmiyor; bu kabil eşyanın çoğu­ nun ticaret yoluyla oralara kadar gitmiş olması çok daha muhtemeldir. Ancak Altay çevresindeki kavimlerin ve bu arada Türkler’in de, Çin ile batıdaki ülkeler arasındaki ticaret faaliyetlerine katılmış olmaları kuv­ vetle muhtemeldir. Ticaret ise kavimleri aynı zamanda kültür mübade­ lesine götürdüğünden, Altay çevresindeki Türk kavimlerinin de batıdan ve doğudan gelen birçok kültür tesirlerine maruz kaldıkları anlaşılıyor. Nitekim son arkeolojik araştırmalar da bunu teyid etmektedir. Karadeniz sahillerinin ikinci hususiyeti de buralarda erkenden ti­ caret merkezlerinin kurulması, yerleşik hayatm tesis edilmesi, ve dolayı- siyle “ medenî” sahaların meydana getirilmiş olmasıdır. Iskitler, Yunan kolonileri, Roma kolonileri, Bizans şehirleri ve nihayet Hazarlar ile Ruslar’m buralarda “ medenî” hayatm yerleşmesi ve gelişmesinde hisse­ leri olmuştur. Dolayısiyle buralara gelen, bilhassa Kırım’da kalan Türk zümreleri, kendilerinden önceki medeniyetlerden birçok şeyler almak imkânım bulmuşlardı. Bu husus bilhassa Kırım Tatarları (Türkleri) için aynca önemi haizdir. Orta ve Aşağı tü l boyuna gelince: Coğrafî şartlar burada yaşayanları Orta Asya, Türkistan, Iran ve Bağdad Hilâfeti ile SONUÇ 293 bağlanmaya götürmüş, dolayısiyle buralarda Îslâm-Türk, Iran, Arab medeniyetlerinin tesiri kendini göstermiştir. Diğer yandan Orta İdil boyu - Idil (Yolga) nehrinin baş kısımlarında teşekkül eden ve sür’atle gelişen Slav-Rus devleti ve medeniyetinin tesiri altına düşmüştür. Bu kavimler ve devletlerin tarihini tetkik ederken, bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Karadeniz sahillerinde uzun zaman kalan göçebelerin en eskisi olan Peçenekler’den bugün etnik bir bütün olarak çok az iz kalmıştır. Ancak, Rusya’da, Macaristan’da ve Anadolu’da bazı yer adlan bunun hatırasını ayakta tutuyor. Peçenekler’in yaşayış tarzları ve askerî teş­ kilâtlan tipik göçebe tarzında olmakla beraber, daha ziyade bir “ askerî demokrasi” ye benzediği anlaşılıyor; başbuğların seçilmesi, “ hâkimiyetin uruğun ancak bir budağında kalması” buna delâlet eder gibidir. Ma­ mafih Peçenekler’in üç uruğunun “ kibar” (Kankar) uruğlar olduğu da unutulmamalıdır. Peçenekler’den kalan mezarlar ve bulunan eşya­ ların azlığı onlar hakkında etraflı mülâhazalara mani oluyor; dolayı- siyle yine de yazılı kaynaklar, bilhassa Konstantin Porphyrogenne- tos’un De Administrando'su yine de bizim için esas kaynak olmakta devam ediyor. Peçenekler’in hususiyetlerinden bir dîğeri de, onların kitle halinde Rus knezliklerinin sınır bölgelerinde yerleştirilmeleri ve Ruslar’m hiz­ metine girmeleridir. Türk tarihinde görüldüğü üzere, Türkler’le temasa gelen her yerleşik devlet, Türkler’den askerî kıtalar temine çalışırdı; çünkü Türkler mükemmel askerdiler ve “ Türkler’in hücumlarına ancak Türk kuvvetleri ile karşı konulabileceği” görüşü hâkimdi. Bu görüşün Rus knezliklerinde olduğu gibi, Moskova Rusyası’nda da hâkim oldu­ ğunu göreceğiz. 1036 da Kiyef knezi Yaroslav Mudrıy tarafından yenilerek, Tuna boylarına gitmelerinden daha önce Peçenekler’den birçoğu Kiyef ve Preyaslavl’ knezlikleri sahasında yerleştirilmişlerdi. Peçenekler’in arkasından “ Tork” (Uz)lann ve onları takiben Kuman- Kıpçaklar’ın gelmeleri ile, Peçenekler’den birçoğu yine Rus arazisine gitmişler ve orada yerleştirilmişlerdi. Bu suretle Türk göçebelerinin birbirlerini “kovalamaları” aynı zamanda Rus knezlerinin işine yaramış, onlara Rus sınırlarını müdafaa için mükemmel atlı kıtalar bulmak imkânım sağlamıştır. Peçenekler bir “ devlet” kuramadıkları gibi, kendilerini korumak ve devam ettirmek yolunda herhangi bir “ siyaset” leri de olmamıştır. Onlar, bir yerde devamlı olarak kalmak için teşebbüste dahi bulunma­ 294 ıv-xvın. vüzyillakda t ü k k k a v İ m l e h İ v e d e v i e t l e b İ mışlardır. Halbuki Kınm yarımadası buna elverişli idi; fakat Peçenek- ler’in mütemadiyen, “ batıya” kaydıklan ve sonunda, iç mücadelelerle birbirlerini yıktıktan sonra, Bizans’ın elinde oyuncak oldukları görü­ lüyor. Tork, (Uz)larm akıbeti de Peçenekler’inkine çok benziyor. Şu fa.rkla ki, Tork, (Uz)lar Karadeniz sahillerinde nisbeten çok kısa bir zaman kalmışlardır. Onların Îdil-Yayık sahasında, îdil’in batısında, Oka nehri çevresindeki devirleri çok az biliniyor, tbn Fadlan 922 de onlara Yayık boyunda rastlamıştı; o zaman onlar tam “ koyu göçebe” idiler ve Müslümanlıkla hiçbir ilgileri yoktu. Ruslar tarafından onlara hep “ Tork” denildiği göz önünde tutulursa, onların kendilerini “ Oğuz” (Uz)’dan ziyade “ Türk” (Tork) diye adlandırdıkları anlaşılıyor, işte bu Tork’lardan bilhassa Rus knezleri istifade etmişler ve birçoğunu kendi hizmetlerine alarak, sınırdaki müdafaa kuvvetlerini çoğaltmışlardı. Güney Rusya’daki “ Tork” adıyla bilinen yer adlarının çokluğu da buna delâlet eder. Kiyef’e yakın Ros nehri boyundaki “ Tork mezarlarında” bulunan bazı eşya, bunlar hakkında bir fikir verebilir. Tork’lan ve Peçenekleri takiben Karadeniz’in kuzeyine gelen ve hepsinden de kalabalık olan ve en çok kalan KumaD-Kıpçaklar ise, buralarda en çok tesir bırakmış olmakla önemlidir. Bir kere Irtış-Talas nehirlerinden Tuna’ya kadar uzanan ve sözün tam manasiyle “ Eurasia” - yı baştan başa işgal etmiş olan hu göçebe Türk kavmi, tarihçilerin bir­ çok bakımdan dikkatlerini çekmektedir. Urallar’ın doğusunda Kimek (Kemek), Yimek (Yemek) ve Kıpçak (Kıfçak) adı ile bilinen bu kavim, Bizanslılar’da Kuman ve Ruslar’da da “ sarışın” manasına gelen Polovtsı (cemi’) olarak tanınmışlardı; Ruslar, en yakın komşuları sıfatiyle on­ ların sadece etnik hususiyetlerini belirtmek istemişlerdi. Diğer kaynak­ larda da Kuman-Kıpçaklarm hakikaten çok yakışıklı (sarı kırmızımsı saçlı) oldukları da kaydedildiğine göre, onlar bu vasıfları ile diğer göçe­ belerden ayrılmış olmalıdırlar. Onlann bu sarışınlıkları, kendilerinin Türk aslından olmadıklan ve Türkleşmiş bir âri kavme mensup oldukları nazariyesinin ortaya konmasına yol açmıştır. Mamafih bu görüş doğru olmasa gerektir. Bilâkis ilk Türk tipi ve Türk ırkının Batı Sibir’deki Fin-Ugorlar gibi sarışm, mavi gözlü, kırmızımsı saçlı, gayet muntazam bünyeli kimseler, yani “ Kuman-Kıpçaklarm cedleri” oldukları da hatıra geliyor. Uzun zaman Altaylar’m kuzeyinde, Sayan Dağlan eteklerinde yaşamalan hasebiyle, bu zümrenin başka kavimlerle karışmadığı ve SONUÇ 295

“ Mongoloid” unsurlardan uzakta kaldığı anlaşılıyor. Çok sonraları Kırım Tatarları arasında da böyle yakışıklı Türklere rastlarındı; onların işte bu güzel Kuman ırkından gelmiş olmaları mümkündür. Kumanlar’ın en büyük Hususiyetleri bir devlet, bir “ Step İmpara­ torluğu” kuramamış olmalarıdır. Her halde onların başında duran başbuğlardan hiç biri, tıpkı Peçenekler’de olduğu gibi, han sülâlesine mensup değildi. Çok geniş bir sahada yaşıyan bu Kuman-Kıpçak uruğ- larmdan her birinin, kendi hürriyetlerine çok düşkün olduğu ve başka bir uruğun hâkimiyeti altına girmek istemediği anlaşıkyor. Yaşadıkları sahanın geniş ve zengin olması ayrı başbuğları’nm bulunmaması ya­ nında yabancı memleketleri fethederek, uruğdaşlarına bol ganimet ka­ zandırmak kayguları da yoktu. Zaten Kumanlar’ı tehdit edecek kom­ şular da mevcut değildi; bu şaitlar içinde, yapılacak fazla savaş da olmadığı için savaşlarda büyük ad kazanacak “ alp erler’’ de bulun­ muyordu. Dolayısiyle Kumanların ikiyüz yıla yakın kaldıkları Deşt-i Kıpçak’ta savaşlarda isim kazanan başbuğlarının sayısı üçü dördü geç­ miyor. Kumanlar’ın devletleri olmadığı cihetle “ bir devlet siyasetleri” de bahis konusu olamazdı. Dolayısiyle kuzeydeki komşuları olan Ruslar’a karşı savaşları, ancak “ küçük menfaatler” icabı olup, gittikçe tehlikeli olmaya başlıyan Rus knezliklerini büsbütün ortadaD kaldırmak, yok etmek asla düşünülmüyordu. Halbuki Kuman-Kıpçaklar, arzu etmiş obalardı, bir kaç defa bunu yapmak için ellerine fırsat geçmişti. Mamafih Kuman akın lan yine de Kiyef Rusyası’nm zayıflamasında mühim rol oynamıştır; güneydeki Rus ahalisinin Kuman baskısı altında kuzeye, Suzdal’ Rusyası’na gitmesi ve sonraları buralarda Moskova Rusyası’mn yükselmesi ve bu sahada yaşıyan Fin’lilerle Slav zümresinin kanşarak “ Büyük Rusların” (Velikorus) meydana gelmesinde de Kuman- Kıpçak hücumlarının tesiri olduğu kabul edilmektedir. Peçenekler, vaktiyle Kiyef Rusyası’nın Karadeniz’e inmesini nasıl durdurmuşsa, bu defa Kumanlar, Ruslar’ın güneye hareketlerini yalnız durdurmak değil, onları aksi istikamette Beyaz Deniz’e, kutuplar istikametine atmış oluyorlardı. Kumanlar’ın büyük bir kısmı Kırım’da yerleşmiş ve burada elverişli şartlann tesiriyle tamamiyle medenileşerek Kınm’ın türkleşmesinde başlıca rolü oynamıştır. Şehir hayatına intisabeden, ticaret, bahçecilik, ekincilikle meşgul olan bu Kuman-Kıpçaklar Moğol Istilâsı’ndan sonra 296 rV-XVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ da kendi varlıklarım muhafaza etmişler ve Kırım Tatarları (Türkleri­ nin etnik temelini teşkil etmişlerdir. Dolayısiyle, bunlar Peçenekler’in hilâfına olarak kaybolup gitmemişlerdir. Kafkasların “ Türkleşmesinde” de Kuman-Kıpçaklarm tesiri büyük olmuştur. îdil nehrinin aşağı mecrasında büyük bir devlet kurmuş olan Hazar Kağanhğı, Türk tarihinde ayrı bir yer tutmaktadır. Bu devletin ekono­ mik temelini îdil nehrinin sağladığı imkânlar teşkil etmiş ve Hazarlar böylelikle, adetâ modem manada “ ekonomik” bir devlet olmuştu. Bu devletin diğer bir hususiyeti de burada birçok dinlerin bir arada yaşamış olması ve üst tabakanın da “ Musevîliği” kabul etmiş olmasıdır. Mamafih esas kitlenin yine de “ Şaman” olarak kaldığı biliniyor. Hazarlar, her halde elde ettikleri ekonomik imkânların tesiriyle, eski Türk askerî teşkilâtını bırakarak, memleketlerinin müdafaa görevini “ ücretli” kıtalara bırakmış olmakla diğer Türk kavimlerinde hemen hemen hiç rastlanmayan bir usul ihtiyar etmişlerdi. Hazarlar, VIII. yüzyıl sonlarında Kafkaslar’da Araplar’la mücadele ederken büyük askerî kabiliyet göstermişlerdi. Mamafih bu savaş­ ların Hazarlar’m askerî kudretlerini epey sarsmış olduğu da muhakkak­ tır. Belki de bunun tesiriyle, Türkistan’dan, Müslümanlardan “ ücretli kıtalar” temini yoluna gitmiş olmalıdırlar. Hazarlar’m devlet teşkilâtı da diğer Türk devletlerinde bulunmayan birçok hususiyetler ihtiva etmektedir. Devletin başında duran “ Kağan” - m iktidarı ancak sembolik mahiyette olup, devleti temsil etmekten başka bir görevi yoktu. Kendisinin “ İlâhî” menşeli olduğu bilhassa belirtilmekte ve Kağan ona göre muamele görmekte idi; bu görüş, Gök- Türk kitabelerinde de belirtildiği gibi, “ Kağan, tanrı tek tanrıda yaratılmış” ve bu sıfatla, teb’asından büsbütün ayrı bir varlık idi. Bu telâkkinin icabı olarak, Hazar kağanının sarayında muayyen bir teşrifat usulü de tatbik edilmekte idi. Devlet idaresi ise tamamiyle “ bey” adını taşıyan şahsın elinde bulunurdu. Bu suretle Hazar Ka- ğanlığm’da “ çift hâkimiyet” usulü tatbik edilmekte idi. Hazar Kağanlığının gayet iyi bir ekonomik düzen sahibi olmasına rağmen, kültür sahasında fazla bir faaliyet gösteremeyişi ayrıca dikkat çekiyor, itil, Sarkel-Tamatarhan, Semender gibi büyük şehirleri olan bir devletten “ yazılı” hiçbir hatıranın kalmayışmın izahı güçtür. Hazar Kağam Yasef’in Ispanya’daki bir Yahudiye, îbranice olarak gönderdiği mektupların, ise, sıhhati tespit edilemiyor; bunların sahte olduğu görüşü gittikçe kuvvet buluyor. Hazarlar Ruslar’m en yakın komşuları olmala- SONUÇ 297 ima rağmen, vekayinamelerde Hazarlar’a ait bilgiler çok azdır. Arap kaynaklarında Hazarlar hakkında epey bilgi verilmekle beraber bu devletin tarihi, dili, kültürü ve sosyal bünyesi yine de aydınlatılamıyor. IX . yüzyılın ortalarında Doğu Avrupa’nın en büyük devleti olan Hazar Kağanlığı’nm, Doğu’dan gelen Türk göçebelerinin darbeleri altında sür’atle çöküvermesi -bu devletin askerî kudretinin zaafına delâlet eder. Demek ki, göçebeliği bırakıp, şehir hayatma ve “ ticaret ekonomisine” geçmenin, kendine göre büyük tehlikeleri vardı. Idil’in nıansabındaki Hazar başkenti olan “ îtil” şehrinin serveti muhakkak ki, göçebeler için çok cazip bir yerdi. Mamafih buranın Kumanlar tarafından alındığı zaman, artık eski serveti kalmadığı, akınlar ve savaşlar yüzünden buralardan geçen ticaret yollarının çoktan emniyetini kaybettiği muhak­ kaktır. Hazarlar arasındaki din ayrılıklarının da, galiba, devletin çökmesinde mühim tesiri olmuştur; dış düşmanlara karşı Yahudi dininde olan üst tabaka, Müslüman, Hıristiyan ve Şaman zümrelerini kendi etrafında toplayamamıştır. İdil Bulgarları’nm tarihi, diğer Türk kavimlerinin tarihinde görül­ meyen birçok hususiyetler arzetmektedir. Orta Idil boyu, yerleşik hayata geçilen en eski Türk ülkelerinden biri olsa gerektir. Coğrafî ve tabiî şartlar bunun için elverişli olmuş ve buraya milâttan hemen sonra gelmeye başlayan türlü Türk kavimleri yerleşik hayata geçmiş olmalı­ dırlar. Idil nehri ile Kama nehrinin birleştiği saha olması itibariyle Orta Idil sahası bir yandan Ural mmtakaları, öte yardan Yukarı Volga ülkelerinin kavşağı olmak itibariyle de önem kazanmıştı. Volga ve Kama nehirlerinin kuzeyindeki büyük ormanlar tâ Sibirya’ya kadar uzamakta ve buralarda çok miktarda kıymetli hayvan bulunmakta idi. Samur, sincap, kakım, tilki ve suda yetiştirilen kunduz gibi kürkleri çok makbul sayılan hayvanların Bulgar Ili’nde de avlanması ve satışa çıkarılması Bulgar ticaretinin belli başh emtiasını teşkil etmişti. Bulgar ilinde iri baş hayvaD ve derisi çok makbul olan bir nevi keçinin de yetiş­ tirilmesi ile Bulgarlar’da dericiliğin de çok geliştiği biliniyor. Rus vekâ- yinamelerinin Bulgarlar’m daha 985 tarihlerinde hepsinin de “ çizme” giydiklerini kaydetmiş olması da bunu göstermektedir. Bugünkü Tataristan’da meydana çıkarılan Bulgarlar’a ait demir ziraat aletleri, bilhassa pulluk uçları, Bulgarlar’m ekincilikte çok ileri gittiklerini de göstermiştir. Zaten demircilikte Idil Bulgarları’mn, kendi devirlerinin en ileri milleti olduğu da malûmdur; Bulgarlar daha XIII. 2 9 8 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEBİ yüzyılda dökme demir (pig) yapmak usulünü bulmuşlardı; bunun Batı Avrupa’da ancak XIV. yüzyılda kullanıldığı biliniyor. Bulgar harabe­ lerinde meydana çıkardan eserler, nihayet Bulgar şehri hakkında kay­ naklardaki kayıtlar, Bulgarlar’ın hakikaten çok medenî bir kavim olduğu­ nu göstermektedir. Ibn Fadlan tarafından yazılan ve 922 tarihine ait olan Bulgar ili tasviri ise, bu kavmin birçok karakteristik taraflarını aydınlatmak itibariyle önemlidir; bu vasıflard?n bazılarının bugünkü Kazan Türkleri’nd e dahi devam ettirilmiş olması, iki zümre arasındaki bağlantının bariz misalini vermektedir. Idil Bulgarları tam msnasiyle “ tüccar” ve “ ekinci” bir kavimdi. Idil nehri boyunca yapılan büyük “ milletlerarası” ticaret Biılgar ilinden geçtiğinden, Bulgarlar, Türkistan, İran, Kafkaslar, Bizans ve Volga boyunca gelen Rus-Vareg, İskandinavya, Rus-Slav memleketleri arasında yapılan ticaretin aracısı sıfatiyle, büyük servet sahibi olmuş­ lardı. Bulgar şehrinden başka birkaç büyük şehirleri de vardı. Köylerde ziraat, arıcılık, hayvancılık ve nehir boylarında bahkçıbğm çok geliştiği biliniyor. Idil Bulgarları devrinde Orta Idil sahasında yaşayan ve yerli halk olan Fin-Ugor zümrelerinin mühim nisbette Bulgar tesirinde kaldıkları muhakkaktır. Bu tesir Bulgarlar’ın Islâmiyeti kabullerinden sonra daha da artmıştır; fakat bu zümrelerin “ BulgarlaştınJması” bahis konusu olmadığından- onlar kendi hallerinde bırakılmışlar ve Bulgar- lar’ra idaresinde varbklannı idame ettirmişlerdir. Bulgar Devleti’nin en zayıf tarafı muhakkakki askerî teşkilâtının yetersizliğidir. Ekonomik refahın tesiriyle olacak, Bulgarlar, e6ki Türk barpçilik vasfını kaybetmişler ve yerleşik hayatın icabı, askerî teşkilâtı ihmal etmişlerdir. Moğol istilâsına tekaddüm eden yıllarda Bulgar ili Batı’dan Rus tehlikesine maruz kalmış ve Ruslar Oka nehrinin mansa- bında yerleşmişlerdi. Ancak Moğol istilâsı Ruslar’ın Volga boyunca bu ilerleyişlerini durdurmuştur. Hazarlar’dan sonra, Idil Boyu ve Karadeniz’in kuzeyinde kurulan en büyük devlet Altm Ordu (Orda)’dır. Çingiz Han’m tonum tarafından kurulan ve Çingiz Han tarafından tesbit edilen esaslara göre idare edi­ len bu önceleri Moğol-Türk (Tatar), sonraları tamamiyle Müslüman-Türk (Tatar) Kağanlığı, Doğu Avrupa, Batı Sibir, Kuzey Türkistan, Kafkaslar ve Balkanlar’da büyük rol oynamış ve bu memleketlerin tarihinde derin izler bırakmıştır. Altm Ordu’nun da, Hazar Kağanlığı gibi, eko­ nomik temelini Idil Boyu teşkil etmişti. Payitaht olan “ Eski” ve “ Yeni” s o n u ç 2 9 9

Saray şehirlerinin Aşağı Idil boyunda olması da buna delâlet eder. Altm Ordu Devleti ve hanları, esas itibariyle göçebeliğe bağlı kalmaları sebebiyle devletin düzenini uzun zaman muhafaza edememişler ve bir takım sebeplerin de bir araya gelmesi ile bu büyük kağanlık zaafa uğramış ve bilhassa Aksak Timur tarafmdan indirilen şiddetli iki darbe­ nin tesiri ile büsbütün çöküp gitmiştir. Altm Ordu, 250 yıla yakın Rusya üzerinde hâkimiyet sürdürmüştür. Rus tarihçileri bu hâkimiyete “ Tatar boyunduruğu” (Tatarskoye igo) derler ve ellerinden geldiği kadar bunu kötülemeğe çalışırlar. Halbuki Ruslar bu “ Tatar boyunduruğu” na teşekkür etmelidirler. Çünkü bunun sayesinde Rusya ayrı parçalara bölünmekten kurtulmuş ve Moskova knezlerinin idaresinde millî devletleri kurulmuş ve sonraki “ Büyük Rusya” nm temelleri atılmıştır. Şüphe götürmez bir hakikat şudur ki: Moskova Knezliği’ni yükselten ve ayakta tutan Altm Ordu hanları olmuşlardır. Altm Ordu hanları aynı zamanda Moskova Rus knezle- rine her hususta örnek olmuşlar ve Moskova, Altm Ordu idare siste­ mini adetâ kopya etmiş ve bilhassa “ merkeziyetçi” sistemi, vergi, para ve askerî teşkilâtını hep Altm Ordu’dan almıştır. Altm Ordu’yu idare eden Hanlar, Beyler, Mirzalar ve Oğlanların mükemmel bir asker ve gayet iyi idareci olmalarına rağmen, bunların bir çoğu şahsî ihtirasları yüzünden geniş mânada “ science politicjue” den (devlet siyaseti şuurundan) mahrumdular. Halbuki şakirtleri olan Mos­ kova knezleri ise bu hususta çok mahirdiler. Kiyef Rusyası’ndan itibaren Rus knezlerinin devlet idaresinde pişmiş olması ve bilhassa Bizans’m da tesiri ile Moskova Knezleri çok erkenden belli bir siyaseti tatbik etmek­ te idiler. O da: Moskova Knezliği’ni kuvvetlendirmek, genişletmek ve bü­ tün Rus yurdunu Moskova etrafında toplamaktı. Altm Ordu hanları da Moskova knezlerine bu hususta büyük yardımcı oldular. Her halde Altm Ordu’nun başmda duranlar “ Rus tehlikesi” ne asla ihtimal vere- miyorlardı. Çünkü, Tatarlar (gerek Altm Ordu’da, gerekse Kınm ve Kazan’da) Ruslar’a gayet yukarıdan bakmakta, onları küçümsemekte, hakir görmekte ve Ruslar’la her an başa çıkabileceklerine inanın,akta idiler. Altm Ordu’da bu zihniyetin hâkim olduğu muhakkaktır. Bu zihniyet aslında doğru idi; çünkü Tatar kuvvetleri, Ruslar’la her çarpış­ mada üstün gelmişler ve Rus yurdu 200-250 yıl Tatarlar’m idaresinde kalmıştı. Hâkim unsur olmaktan doğan bu zihniyet, sonraları şartların değişmesi ve Ruslar’m askerî kudretlerinin artmasiyle, Altm Ordu’yu (ve diğer Türk devletlerim) felâkete doğru sürükliyecektir. 300 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Bütün “ göçebe imparatorluklar” da olduğu gibi Altm Ordu devleti de uzun zaman birlik ve bütünlüğünü muhafaza edemezdi. Bu geniş sahaya giren türlü etnik unsurları bir arada yaşatmak, idare etmek imkânsızdı. Moğollar, zaten kendilerine tabi kavimlerden tek bir millet yapmayı hiç bir zaman düşünmemişlerdir. Onlar nazarında tâbi kavimler, sadece vergi vermek ve belli hizmetleri görmekle mükelleftiler. Bu nizam Altm Ordu’nun kuvveti devam ettiği müddetçe tatbik edilebilirdi. Fakat zaaf eseri görülünce, tâbi kavimlerin hemen baş kaldırmaları da tabiî idi. Altın Ordu’da îslâmiyetin yayılması ile bu devlet tam bir Islâm- Türk ülkesi haline gelmiştir. Altın Ordu’nun payitahtı “ Saray” şehri, Idil boyunun en büyük Islâm kültür merkezi olmuştur. îbn Batuta tarafından verilen malumat da bunu açıkça göstermektedir. İslâmiyet, şüphesiz ki, Idil Boyu ahalisini birbirine daha sıkı bağlamış ve Moğol istilâsını takip eden devirdeki “ Tatar” düşmanlığının giderilmesini sağ­ lamıştır. Moğol istilâsı zamanında Idil Boyu’na gelen Moğollar’dan çoğu geri gitmişse de, bir kısmı muhakkak ki kalmıştır; üst tabaka kamilen Moğollar’dan ibaretti. Bu defa, bu zümre Müslüman olunca, yerli Türk unsuru ile kaynaşmış, erimiş gitmiştir. Bu suretle Altm Ordu’da Islâmi- yetin kabulü, ayrı zümreden olanların kaynaşmasına da yol açmıştır. Saray şehri ile, Bulgarlar’m merkezi olan ve Moğol istilâsı sırasında tahrip edilen ve fakat yeniden yükselen Bulgar şehri arasmda yakın münasebetlerin tesis edildiği de biliniyor. Bu münasebetler Bulgar ili için her bakımdan faydalı olmuştur. Altm Ordu’ da iç mücadeleler başlayınca, Saray’dan ve diğer şehirlerden birçok kimsenin kuzey’e, Bulgar Ili’ne gittiği de malumdur. Zaten, güvensizliğin artması üzerine Idil Boyu’nun ekonomik faaliyetleri, Bulgar Ili’nde temerküz etmeğe başlıyacaktır. Bu hareketin çok geçmeden siyasî gelişmeler üzerinde de tesiri görülecektir. Altm Ordu’nun en zayıf tarafı taht-ı veraset usulünün belli bir kaideye bağlanmamış olmasıydı. Devlet bütün Çingiz Oğullarının malikânesi telâkki edilirdi; yani babası Han olan Çingiz neslinden herkes taht üzerinde hak iddia edebilirdi, işte bunun neticesi olarak, Altm Ordu’da taht kavgaları birbirini takip etti ve devletin içten çökmesine yol açtı. Mamafih Altm Ordu’ya esas darbeyi indiren, yukarıda da be­ lirtildiği gibi, Aksak Timur olmuştur. Timur, 1391 ve 1395 te Toktamış Han’ı yenmek ve Altm Ordu’nun belli başlı şehirlerini tahrip et­ SONUÇ 301 mekle bu Kağanlığın hem askerî hem ekonomik bünyesini temelinden yıkmıştır. Çok geçmeden Altın Ordu ayrı “ hanlıklara” bölünmeğe başladı. Bunlardan ilki Uluğ Muhammed Han tarafından kurulan Kazan Hanlı­ ğı’dır; İkincisi de Hacıgerey Han tarafından tesis edilen. Kırım Hanlığı’- dır. “ Taht İli” yani Saray şehri yine kısa bir zaman Altm Ordu’nun payitahtı olmakta devam etti ise de, Moskova ile Kırım Hanlarının müşterek darbeleri altında Altm Ordu’nun artık devamına imkân kalmamıştı. 1480 de Moskova Rusyası’nm Altm Ordu hâkimiyetinden çıkması ile Rusya’da nihayet “ Tatar boyunduruğu” devri de sona ermiş oldu. Altm Ordu’nun “ halefi” nin hangi “ Hanlık” olduğu meselesine ge­ lince, bu hususta en çok iddia Kırım Hanlığı tarafından gelmiştir. Mamafih, coğrafî yakınlığı itibariyle hakikî “ halef” Astarhan Hacı- Tarhan Hanlığı olsa gerektir. Altın Ordu’nun maddî ve “ manevî” izleri Kırım ve Kazan hanlık­ larında olduğu gibi, Rusya’da da kendini göstermiştir. Moskova çarları herşcyden önce kendilerini Altm Ordu hanlarının “ halef” leri saymışlar ve sonraki fütuhatlarını da bu iddiaya dayandırmak istemişlerdir. Saray şehrinin harebeleri yerinde yapılan arkeolojik araştırmalardan, bu şehrin maddî yapışma ait birçok bilgi elde edilmiştir. Saray şehrindeki yapı tekniği ye sanat eserlerinin îdil boyu’ndaki diğer şehirlere de tesir yaptığı anlaşılıyor. Altm Ordu Kağanlığı’nın bıraktığı en büyük tesir, şüphesiz, dü ve kısmen de edebiyat sahasında olmuştur. Bu devirde teşekkül eden “ edebî dil” gerek Idil boyunda ve gerekse Kırım’da yaşamakta devam etmiştir. Altm Ordu’da kullanılan “ diplomatik” kaideler eski bir gele­ neğin eseri idi. önce “ Uygurca” olarak yazılan “ yarlık” ve “ bitik” ler, sonraları “ Kıpçak” türkçesi ve Arap harfleriyle yazılmıştır. Bu vesikalar bilhassa “ vergi” sistemini, ekonomik ve sosyal hayatı tedkik bakı­ mından önemlidir. Karadeniz’in kuzeyinde bir Türk, devleti olarak XVIII. yüzyıla kadar yaşaması bakımından Kırım Hanlığı’nm ayrıca önemi büyük­ tür. Bu hanlık, Hacıgerey Han zamanında sür’atle gelişmiş olmakla beraber esas kuvvetlenmesi Mengligerey zamanına rastlar. Mamafih Hanlık ancak Osmanlı Devleti’nç tabi olmak suretiyle ayakta kalabil­ miştir. Kırım Hanlığı’mn, 1478 denberi Osmanlı padişahının himayesi 302 IV-XYIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

altına konması Kırım için muhakkak ki çok müsbet neticeler doğur­ muştur. En mühimi Kırım Hanlığı’nın istikrarının sağlanması ve iç mücadelelerinin, bazı istisnalarla önünün alınması olmuştur. îslâm dünyasının en kudretli bir devletinin himayesinde bulunmak suretiyle Kırım ülkesinin de “ medenileşmesi” mümkün olmuştu. Hanların sık sık Osmanlı devlet ricali ile temasları, zaten tahta çık­ madan önce İstanbul’da veya diğer bir yerde kalmış olmaları hasebiyle Osmanlı-Türk idaresi ve medeniyetini benimsemeleri mümkün olmuştu. Mengligerey Han’dan başhyarak bütün Kınm hanları, hepsi de “ mede­ nî” kimselerdi. Aralarından gayet yüksek şairler dahi yetişmişti. Kefe, Sudak, Gözleve, Azak gibi şehirlerde Kırımlılar ile Osmanklar arasında sıkı temaslar yapılırdı; Kırım köyleri ve kasabalarının da Osmanlı- Türk tesirinden uzak kalmadığı muhakkaktır. Mengligerey zamanmdan- beri yükselmeğe başlıyan Bahçesaray şehri ise büyük camiler, medreseler, saraylar, hamamlar ve “ divanhane” ler ve muntazam evleri ile medenî bir şehir olmuştu. Osmanlı Türkçesinin de Kınmhlar’a büyük tesir yaptığı muhakkak­ tır. Bilhassa medreselerde okuyanların behemehal Osmanlıcayı öğren­ dikleri de aşikârdı. Bütün bunların tesiriyle Kırım Tatarları’nm üst tabakası mühim nisbette “ Osmanlılaşmış” - Türkleşmişti. Mamafih alt tabaka, halk kitlesi, bilhassa göçebeliğe bağlı kalan zümreleri, “ Kıp­ çak” Türkçesi veya “ Nogayca” ya bağlı kalmışlardı. Kınm Hanlığı’run, tıpkı Kumanlar gibi, Rusya’ya karşı sistemli bir “ devlet siyaseti” olmadığı da aşikârdır. Hanlar, Rusya’da olup bitenleri takip etmedikleri gibi, etseler dahi bunların manasını anlamak­ tan uzaktılar. Kınm hanlan, kendilerini, Altm Ordu hanlarının halefleri sıfatiyle, Moskova knezlerinin efendileri saymakta devam etmişler ve bu sıfatla, Rus çarlarının Kırım’a vergi ödemelerinin tabii olduğu zehabına kapılarak, Moskova’dan “ tış” , “ tiyyiş” (vergi) almayı siyaset­ lerinin ana prensibi telâkki etmişlerdir. Moskova knezleri de bundan faydalanarak, hanları tatmin etmeye ve yumuşatmağa, yâni bu giinkü tabirle oyalamaya (appeasement) çalışmışlardır. Tış (vergi)lar muntaza­ man gelince, Kınm hanlan Rusya’nm durumu ile ilgilenmemişler ve bu devletin büyüyüp kuvvetlenmesini durdurmak hususunda ciddî tedbire başvurmamışlardır. Bu hususta Osmanlı Devleti’nin de hissesi olduğu muhakkaktır. Osmanlı Devlet ricali de Rusları daima küçük görmüş ve Rusya’dan s o n u ç 303 gelecek tehlikeyi tasarlamak bile istememişlerdir. Rus tehlikesi kendini açıkça belli edince, artık geç kalınmıştı; çünkü kendi haline bırakılan ve rahatça büyümek imkânı verilmiş olan Moskova Rusyası, tvan IH.’dan sonra ve bilhassa Korkunç îvan zamanında, Batı Avrupa’dan aldığı ateşli silâhlarla kuvvetli bir ordu sahibi olmuş ve Kırım Hanlığı’na karşı askerî üstünlüğünü sağlamıştır. Bundan başka Moskova Rus knezleri, vaktiyle tıpkı Bizanslılar’m yaptıkları gibi, Türk kavimleri ve devletleri içine nifak tohumlan saçarak, onları birbirlerine düşürmek ve bundan azamî derecede istifade etmek usullerini de mükemmelen bilmişlerdir. Rusların bu “ divide et impera” siyasetleri, ileride görüle­ ceği üzere, Kazan Hanlığı’nda olduğu gibi, Kırım Hanlığı’nda da büyük bir ustalıkla tatbik edilmiştir. Kınm Hanlığı, geniş bir sahaya sahip olmakla beraber, ahalisinin büyük bir kısmı göçebe olarak kalmış ve özü (Dnepr) ile Dnestr boyları yerleşik hayat için kazan il amamıştır. Kırım ise tamamiyle yer­ leşik hayat süren ahali ile dolmuşsa da, burada tatbik edilen nizam hanlığın müdafaası için yeterli olmamıştır. Bir kere Osmanlı Devleti tarafından Kırım’a karşı tatbik edilen siyaset her şeyden önce Os- rnanlı menfaatlerini gözetmekten ibaretti. Hanlığın fazla kuvvetlen­ mesi Devlet-i aliyye için tehlikeli sayılıyordu. Bunun içindir ki, Kırım hanlarına ancak mahdut miktarda ateşli silâh ve talimli kıtalar bulundurma izni verilmişti. Bu durum karşısında Kırım Hanlığı’nm ateşli silâhlarla mücehhez Moskova Rusyası’nın saldırısına dayanama­ yacağı aşikârdı. Yalnız Kırım Hanlığı değil, XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti dahi bu Rus saldırısına karşı koyamadı. Petro tarafın­ dan başlanan ve Katarina II. zamanında büyük ölçüde yerine getirilen Rus fütuhat hamlesi, nihayet Kınm Hanlığı’nın ortadan kalkması ile sonuçlandı. Bu fütuhat sırasında Katarina II. ’nin Kınmlılar’ın hamisi gibi aldatıcı bir rol oynaması bilhassa dikkat çekicidir. Moskova Rusyası tarafından tatbik edilen “ divide et impera” (ayır ve hükmet) siya­ setinin icabı olarak, Katarina II. “ Zavallı Kırım Tatarlarının istiklâl­ lerini” 1774 Küçük Kaynarca Muahedesi ile garanti altına koymuş iken, 1783 te Kırım’ı Rusya’ya katıvermişti. Kırım Hanlığı, Osmanlı Devleti için uzun bir müddet kuzeyden gelen tehlikelere karşı bir kalkan vazifesini görmüş, Hanlık kalkınca Boğazlar ve İstanbul Rus tehdidine maruz kalmıştır. Kazan Hanlığı birçok bakımdan Bulgar Hanhğı’ıûn devamı gibidir. Şu farkla ki, Kazan Hanlığı kuruluşu itibariyle tam bir askerî devlettir, 304 rV-XVIU. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

çünkü Hanlığı kuran Uluğ Muhammed Han, 1437-8 lerde Kazan iline gelirken bütün askeri ve idari kadrosunu birlikte getirmişti. Kazan Hanlığı bu karakterini, mevcudiyetinin sonu olan 1552 yılına kadar muhafaza etmiştir. İşte bundan ötürüdür ki, Kazan Hanlığı Moskova Rusyası nazarında en tehlikeli düşman telâkki edilmiş ve Moskova Rusyası’mn dış siyaseti bu Hanlığın ortadan kaldırılması üzerinde teksif edilmiştir. Kazan Hanlığı’nın yerli halkı, Bulgar Hanlığı devrinden kalan etnik unsurlardı. Yâni hâkim ve kalabalık zümre Tüık menşeli, sonraları Kazan Türkleri-Tatarlaıı diye bilinen ve eski Bulgarlar ile Kıpçak unsurlarından teşekkül eden bir kavimdi. Bu kavim artık tamamiyle yerleşik hayata geçmiş, mükemmel çiftçi, bahçeci ve hayvan besleyici olmuştu. Yine Bulgarlar’dan kalma âdet üzere Kazan Türkleri çok becerikli tüccardılar. Kazan şehri, eski itil ve Bulgar şehirlerinin yerini tutmuş ve büyük bir ticaret sahası olmuştur. Kazan şehrindeki camiler, medreseler ve han sarayları bu şehrin kendi devrinde çok bü­ yük ve mamur bir şebir olduğunu göstermektedir. Fakat Kazan Hanlığı’nın en büyük zaafı da kendisini müdafaa edecek kuvvete sahip olmayışıdır. Hanlık saha itibariyle küçüktü, ahalisi de azdı. Islâm memleketlerinden uzakta idi. Üstelik Hanlığın içinde de parti nizalan, şahsî rekabetler ve bunun icabı ihanetler de eksik olmazdı. Hanlığın bu talihsizliğine karşı batıdaki komşusu olan Moskova Rusyası sür’atle büyümek ve kuvvetlenmek yolunu tutmuştu. Kazanlılar’ın Ruslar’la çok yakm münasebetleri olduğu halde, Kazan Hanlığı’nı idare edenler,' Rusya’da olup bitenleri ya görmemişler veya ehemmiyet vermemişlerdir. Daha doğrusu tıpkı Kırım’da olduğu gibi, Moskova Rusyası’nı daima küçük görmüşler ve Ruslar’la her zaman başa çıkabileceklerini sanmışlardı. Ruslar, ordularını ateşli silâh ve bilhassa toplarla teçhiz ettikleri halde, Kazanlılar buna karşı hemen hemen hiç tedbir almamışlar ve oklarla, kılıçlarla savaşa devam etmişlerdir. Bunun sonucu da Kazan’m 1552 de Korkunç Ivan tarafından zaptı ve Hanlığın ortadan kaldırılması oldu. 1552 yılı yalnız Kazanlılar için değil bütün Türk kavimleri ve dev­ letlerinin tarihi için bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Çünkü bu olay­ dan dört yıl sonra, yâni 1556 da, Ruslar İdil boyunca aşağı inerek Astar- han’ı zaptetmişler ve Hazar Denizi’ne ayak basmışlardır. Bundan on yıl sonra da Terek boyuna, yani Kafkaşlar’a sokulmuşlardır. 1580 lerde SONUÇ 3 0 5

Yayık nehri mansabı Ruslar’m eline geçmiş ve Ruslar Türkistan'ın kapışma kadar gelmişlerdir. 1583 de Ruslar Batı Sibirya’nın fethini tamamlamışlardır. Aynı zamanda Rus ilerleyişi Don ve Dnepr boylarım­ da takibe başlamış ve 1637 de Rus Kazaklan geçici olarak Azak kalesini ele geçirmişler, yani Osmanlı Devleti’ni tehdide başlamışlardır. Nihayet XVIII. yüzyıl sonunda Ruslar Karadeniz’in kuzeyine inmek suretiyle buralarda 1500 yıl kadar sürmüş olan “ Türk illerini” ve “ Türk Devlet­ leri” ni ortanda kaldırmışlardır.

F. 20 SÜLÂLELERİN ş e c e r e l e r i

A. İdil Bulgarları Hanları: Tokı? Aydar? Ziibeyir? Şeltey Yaltavar (îltabar) Almıa Yaltavar (Îltabar) Müslüman adı: Cafer b. Abdullah; Ibni Ahmed bin Almış (920(?)-948) Talib bin Ahmed (948-958?) Mü’min bin Talib (976 larda) Haşan Yaltavar (Îltabar) Haydar Muhammed İbrahim (1024-1025 lerde) Said Borac İbrahim (1164-5 lerde) İshak Selim İshak Pulat Timur (1361 lerde) Abdullah Haşan (1368-1376) Mahmud Abdullah (1391 den önce. Aksak Timur tarafından öldürülmüştür). B. Altın Ordu Hanları: Cuci (Cengiz Han’ın büyük oğlu) 1223-1227 Batu (Cuci’nin ikinci oğlu) 1237/1241-1256 Sartak (Batu’nun oğlu) 1257 Ulacı 1257 Berke (Batu’nun biraderi) 1257-1267 Mengü-Timur 1267-1280 Tuda-Mengü 1280-1287 SONUÇ 307

Teleboğa 1287-1291 Tokta 1291-1312 Özbek (Tokta’mn yeğeni) 1313-1341 Tini Bek 1341-1342 Canibek (Teni Bek’in biraderi) 1342-1357 Berdi Bek 1357-1359 Kulpa 1359-1360 Nevruz 1360 Hızır-Han 1359-1361 Timuı-Hoca 1361 Mürid 1360-1363 Ordu-Melik 1360-1362 Abdullah 1362/63-1366 Keldi-Bek 1362-63-? Pulat-Timur 1362-1364/65? Togay 1365? Aziz (Kıpçak’ta) 1364-1366/67 Abdullah (Türkistan’da) 1364-1366/67 Cani-Bek II. 1366-67 Muhammed-Bulak 1370? Aybek 1371 Kannhan 1371-1375? Unıs Han 1374/75-1375/76 Toktakıya 1375-76 Timur-Melik 1376-1377 Haşan Bek Han 1377 Arabşah 1377? Tohtamış (Toktamış) 1377-1395 Timur Kutluğ (Timur Melik oğlu) 1395-1400/1401 Şadi-Bek 1400-01/1407 Pulat-Han 1407-1410 Timur (Timur Kutluğ’un oğlu) 1410-1412 Celâleddin (Toktamış’m oğlu) 1412 Kerim Berdi 1412-1414/17 Kibek Han 1414-1415 Cabbar Birdi 1417-1419? Çegre 1418? Uluğ Muhammed (İçkili Haşan oğlu) 1419-1424 ve 1427-1437/38 308 IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLE»! VE DEVLETLEBİ

Devletbirdi 1420-1424 Barak 1422-1427 Seyid Ahmed I. 1433 ?-1465 ? Küçük Muhammed (Timur’un oğlu). 1435?-1465? Ahmed (Küçük Muhammed’in oğlu). 1465?-1481 Seyid Ahmed II. (Şeyh Ahmed’in biraderi). 1481 Murtaza (Seyii Ahmed’in biraderi). 1481-1499 Şeyh Ahmed (Seyid Ahmed’in oğlu). 1481-1502

C. Kazan Hanları Uluğ Muhammed (İçkili Haşan oğlu) 1437-1445 Mahmud (Mahmutek) 1445-1461 Halil 1461-1467 İbrahim 1467-1479 İlham (AH?) 1479-1487 Muhammed-Emin (birinci defa) 1487-1496 Mamuk (Sibir hanzadelerinden) 1496-1497 Abdüllâtif 1497-1502 Muhammed-Emin (İkinci defa) 1502-1518 Şah Ali (Şeh Ali ?) Birinci defa. 1519-1521 Sahibgerey (Kırım sülâlesinden). 1521-1524 Safagerey (Birinci defa) 1524-1531 Can-Ali 1531-1533 Safagerey (İkinci defa) 1533-1546 Şah-Ali (İkinci defa) 1546-1548 Safagerey (Üçüncü defa) 1548-1549 Ütemişgerey 1549-1551 Şah-Ali (Üçüncü defa) 1551-1552 Muhammed Yâdigâr (Astarhan sülâlesinden) 1552

D. K ırım Hanları:

Hicrî Milâdi I. Hacıgerey Han 844 1440(?)-1466 Nurdevlet Han 871 1466 I. Mengligerey Han 873 1469 Nurdevlet Han (II. defa) 878 1474 Canbek (Altm Ordu emiri) 882 1477 SONUÇ 309

I. Mengligerey (II. defa) 883 1478--1514 I. Mehmedgerey Han (Uluğ) 921 1515--1523 I. Gazigerey Han 929 1523 I. Saadetgerey Han 929 1523-•1532 I. îslâmgerey Han 938 1532 I. Sahibgerey Han 938 1532--1551 I. Devletgerey Han (Taht algan) 958 1551--1577 II. Mehmedgerey Han (Semiz) 985 1577--1583 II. îslâmgerey Han (Derviş) 992 1583--1588 II. Gazigerey Han (Bora) 996 1588 Fetihgerey Han 1002 1594 II. Gazigerey Han (İkinci defa) 1002 1594--1608 Tohtamışgerey Han 1017 1608 I. Selâmetgerey Han 1017 1608 Canbekgerey Han 1019 1610 III. Mehmedgerey Han 1031 1622 Canbekgerey Han (İkinci defa) 1036 1627 înayetgerey Han 1045 1635 I. Bahadırgerey Han (Rezmî) 1048 1638 VI. Mehmedgerey Han (Kâmili) 1052 1642 III. îslâmgerey Han 1054 1644 VI. Mehmedgerey Han (İkinci defa) 1064 1654 Âdilgerey Han (Çobangereylerden) 1075 1665 I. Selimgerey Han (El-Hac) 1081 1670-1777 Muradgerey Han 1088 1677 II. Hacıgerey Han (Zengisi uzun) 1094 1683 I. Selimgerey Han (İkinci defa) 1095 1684-1691 II. Saadetgerey Han 1102 1691 Safagerey Han 1102 1691 I. Selimgerey Han (Üçüncü defa) 1103 1692-1698 II. Devletgerey Han 1109 1698-1702 I. Selimgerey Han (Dördüncü defa) 1114 1702-■1704 III. Gazigerey 1116 1704 I. Kaplangerey Han 1119 1707 II. Devletgerey Han (İkinci defa) 1119 1707--1713 I. Kaplangerey Han (İkinci defa) 1İ25 1713 Kara Devletgerey Han 1128 1716 III. Saadetgerey Han 1129 1717 310 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜBK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

II. Mengligerey Han 1136 1724 I. Kaplangerey Han (Üçüncü defa) 1143 1730 II. Fethigerey Han 1149 1136 II. Mengligerey Han (İkinci defa) 1150 1737 II. Selâmetgerey Han 1152 1739 II. Selimgerey Han (Katı) 1156 1743 Arslangerey Han 1161 1748 Halimgerey Han 1169 1756 Kırımgerey Han (Deli Han) 1172 1758 III. Selimgerey Han 1178 1764 Arslangerey Han (ikinci defa) 1180 1767 Maksudgerey Han 1181 1768 Kırımgerey Han (İkinci defa) 1181 1768 III. Devletgerey Han 1182 1769 II. Kaplangerey Han 1183 1770 III. Selimgerey Han (İkinci defa) 1184 1770 Maksudgerey Han (İkinci defa) 1185 1771 II. Sahibgerey Han 1185 1772 III. Devletgerey Han (İkinci defa) 1189 1775 Şahingerey Han 1191 1777 II. Bahadırgerey Han 1196 1782 Şahingerey Han (ikinci defa) 1197 1783 Üç sene fasıladan sonra Şahbazgerey Han 1201 1786 Bahtigerey Han (1206 H., 1791 M. Yaş 1203 1788 Muahedesine kadar)

E. Astarhan Hanları

Kasım (bin Muhammed bin Küçük Muhammed) 1466-1480 Abdülkerim (Kasım’m biraderi) 1480-1509 Hüseyin (bin Canibek bin Mahmud Han) 1509-1532 Ak Kübek (bin Murtaza bin Ahmed) 1532 Abdurrahman (bin Abdülkerim) 1533-1537 Derviş Ali (bin Şeyh Hayder bin Şeyh Ahmed) 1537-1539 Yamğurca (bin Berdibek bin Murtaza) 1539-1554 Derviş Ali (ikinci defa) 1554-1556 EKLER

İdil Bulgarları I. Îbn Fadlan Seyahatnamesî’nden (Hicri - 309, M. S. 921-922). II. İdil Bulgarları’nın Mezar taşlan III. Göçebe Türkleri (Peçenekler, Oğuz(Uz)lar ve Kumanlar Peçenekler. IV. “Kıpçak” adı ve “Kıpçaklar” a ait V. 1093 yılındaki Kuman akını (Rus VekayinamesVnden). VI. Codex Cumanicus'tan (Kuman Sözlüğü) örnekler (1303). VII. Altm Ordu (Orda) Batu Han taraândan Rus yurdunun zab- tedilmesi (Rus Vekayinâmesi’nden, 1237-1240). VIII. Kıpçaklar (Tatarlar). Plano Carpini ve Wilhelm de Rubruk’tan (1245/46 ve 1253). IX . Berke Han’a ait (Şecere-i Türk'ten). X . Deşt-i Kıpçak ve Özbek Han (İbni Batuta Seyahatnamesi • nden, 1334). X I. Uluğ Muhammed Han’dan Sultan Murad IL’a. (1428). X II. Kazan Hanlığı İbrahim Hanın yarlığı (1467-1479 ?). XIII. Kazan Hanı Sahibgerey Han’ın yarlığı (1523). XIV. Şair Muhammedyar’dan (1539). XV. Şair Muhammed Şerifî’den (1550). XVI.' Kazanhlarm Kırımdan yardım istekleri (1635). XVII. Nogaylar A. Andrey Taranovski’den, B. Evliya Çelebi (1569) Seyahatnamesi'nden. (1665). XVIII. Kırım Hanlığı, Sultan Selim, Il.’den Devletgerey Han I.’a (1571). X IX . Sultan Murad IH .’dan Gazigerey Han’a (1589/90). X X . Sultan Murad IH .’dan Gazigerey Han’a (1590). X X I. Gazigerey Han’dan Leh kralı Zygmunt’a (1592). X X II. Canibekgerey Han’dan Rus Çarı Mikhail Feodoroviç’e (1629) X X III. Kırım Tatarlarının çapullan (Evliya Çelebi’den, 1665). X XIV. Bahçesaray Anlaşması (A. Solovyevtan, B. Silâhdar Ağa Tarihi'nden 1681). X XV. Sultan Süleyman Il.’dan Hacı Selimgerey Hana (1688). 312 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ

XXV I. Sultan. Mustafa Il.’dan Hacı Selimgerey Han’a (1696). XVII. Türk-Rus sınır hattı protokolü (1714). X XV III. Küçük Kaynarca Muahedesinde “ Kırım maddesi” (1774) A. Türkçe tercümesinden. B. Rusça tercümesinden. X X IX . Yaş Muahedesine göre “ Kırım maddesi” (1783). X X X . Sümhülzade Vehbi Efendinin “ Şahingerey” baklandaki kasi­ desi (Tarihi Ata'dan).

EK No. 1

IDÎL BULGARLARI

Ibn Fadlan’ın Seyahatnamesi'nden (Hicrî: 309, M. S. 921-922) A. Z. Velidi Togan, Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939. A. P. K o v a le v s k y , Kniga Ahmeda Ibn Fodlana, Kharkov, 1656.

. . üIa I ...... ÎİLjj

(jr Cj j i'j Cs { j .A.H u b T l-La jjji -lj iljL (j jaLS U 4j* j S '^ i âJü^İI J l jJ:.SU J

J j i - j i_y>^Ul J j

(J,|. jljlaL î j <-jUS" U. îS k ja » (j< Jjf-I Jl»

^îlji > a* c t wül(j a£ .ûj& aJI aİ*JI Ajt~o jOîÜI fjC jtJll

AZ^JU? _j âUİj ^ A*İ£ aJ ^ Ij ^ a a]

J L U Jl -v—safli *1 (j-*

dili t c^aI ^ injj a*1p bî ^ . j lA * t j *Aj aJ juuJI

*UJ 4JI 4J ^ 4JI EKLER 3 1 3

. o l ^ l i r )

ıj>l <5ıİJ^ 4) J li (J>"j ÂJli-aJI tj* jJsiil J>l d^^JI jlS j

ı j j i -1 cJj-* üLlaLJI ^ cSjji-l Ij^-ilj

4J LİJ^JI 4JI C .ol-i o^S^j U . jJp (j'S u , j ı$J^\ İ j& 'J l^Jkj _^>JLî (jl <—»^S”" jl T i_J3İ_) 9Jİj*j J Ajl jtu fi J C>1>- İLİ 0 ^ d a t ^ ç » - ( j LU> -jj '•‘J l ./t^V ■ îîlc^îj lıj-

Lb"J LP**Jt Vî J* ^j** J Cj^jİ âjLjj lijJj ljj*m ç çUl Âj“5Ü Ij^ bJli CjIju® ı_M ULysj çj&- lîj—a

^Jp £f. jJâıi# Lj£*& wi>-l l^ Uİl» _j!l _• C j^ ji Vt

OlS* ls“l

jlie- ıjrl LU-j ^ ^LjI Sj^Iî lf^ Ü li (_g^!l ı_i^ U^-j ^

UÂliUJlJ Ü J > câ ^11 J J ^ ü jlî (>.l If; U»jU<9 j jli.*f.dl cJ.1

L*Jî - (j J£-

(Jl [p* Ç lj* f u^~s* ^ ^*"j ç (_r>ı>- <—*>-l-v5

SjUll Jy y - j i jy~l ^Ul 4j^j lj» bili Jı-*l âj.li< (Jjji? ^ J ij. J . j - ^J*3-} ^ f

_/v*ı ı_J ir j t » j (Jıpj-I eli uj ' f i ) ijiit iü>-i ^ jj,S\«j (j,ı ü ? -j ^ hl ^l»î_j U j b JL>-U

___ t*ljl LİÜ. J j j l* (J UJilp ^Jj. j 1^1 jf j f ’ ç öLL'j> - j f ‘ U^*i e-VJ& -Uj çjA l î j Jlî [203 b] jf'I'.u vi j r ^ b_-ıLi j r ' ^r ^ 7j ^ ç ^Lj^j j r f p j l j r

} £ \ ) tiüi < y Jîlj Sî^dlj jUjJl lijfi le jfdlj 314 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLER VE İDEVLETLERİ

â L J çji" Sj m a (Jp aJ (_£İJI^aj îJliLdl ıilU Û S 'C ji

Uj.LiL_.iili o iV jl j aj«u jV l i5_jül

Ij'IJL Jp ^j* & L.».U Lx* ljjt« j (^JJİ^I-J ^^1

^aIjj ^jS” J ûISj jp j Jj»- j İ TTJ^-Lv > * i J_>‘ lîTj \cLi «u^j

-A>-Vl ^Jj 4JI bi J ^ a j olSj UÜ_/_j t»U» U ı_w 2JJ UjJp Ifcjvİ

Â^îlsf-^J—l îiL —U C J İ& îîU!>üj j “£p *■'—** ft/* <—■!>■ âLJ â

Ç jtJ *l*^l-il tA>-Vl LİU û * * ? * lM

<_jbS3l S*!I«jİj J a I j iliJjlil )£> ■ U j^İI»—'L2jl(j

b^pul j L*^ UIS* ,>JlII (j-ijkll U ^ OlS^i

4juÜ-I c^>lıS^<—j o''*■ <ı £~j lwXİî j 4JI 4jl te\JI

m <_jU$3Ij f j ^ r j î j j * $ ^ C J İ j <—jIiSsJI j-l— oî^iu oî-U _j jjJaı ^/_Jj (J»-j jA j aixLs jJaI #j^rJ

Jj CJS _j* VI «M t^JÜI JjI dUl Jjp-I (jli (iUp «o ciİJ lIUi

U f r j i ^ 1 J y . (ij ç , a t***: lj ij 3 i j * Jl (jojil^l Jp

< jj> jiI C -^ jl 3 j J > j Ijj-S 4jı\ji b^Lul ULi 1i j > - li j ? -

j *jj*\ ^ ^ l * j a j jjjU JI £j> x»l>- j'.jjil <—jbS-

^AİjjJI

J j l jii 4 jl^ V j -j>-\ ç S^vî^ll

4>\j a \ J p CjJ?^ ^ dUi U py l^lp j <üp ^ ^ p Î

l^-JU kl«d>- yii ^4- i j j ö-İa j A-^- <_il iJl> - C,jlS^j ^ b il

ln_y*^ul j ^aIjOİI L^JLp (^*»UÎI jv

j < JI liU-Ji UJl a^ - j S p L > J*> O l T l,li

J p »J&-J j A j (^u jj-kjJU- «J*ifjl lil J «jl-J ,jP t)î M j

^ j^ ll ^P^\JI I^Ip j • JL$ oJ j IİIj Ip *a#

4jüaî |T ÂiJlî _j ÎjJIj _j l^JLS*! j ^kî îlj.^K Jsî-ti jA Ijili EKLER 315

*jJj C— âSJîl» lijLj Lli - »ıî IA_jUI< İİSİI J jl ; ^ SjJU 4J*U«i (jlill iHll JjU ^ SjîL* aJ»1>û 4ij£ * (_£Jül ^ Jı»-I j J T u n j J j I ^ » l » o «j'i/_jl JjU 5JjU ^1 _^Jl

^Ukll jj-* j\;* tiii sj&- «JîL* Jl?-I lf>* 4jJîU

Li j

[ 205 b ] .... »X& lii_ptû\ f £*>\ jA »i>^ü i ü i (J*» lil T,âjl

L*Ui SU J jI j l (iJüi 3 j £ «a>-l *i/ U u-îlsr^"!! ^ «JJu ı j C -jîjj

bb ^ ^j^JI ^ıl 4fi\ uı| ^ |»4all t, ~ * * 1 jÎ j fljl) f *

C^ı> âJIp

^ U j j^U I A*tj 4^ ^Sl 1 J ^ i»*jIj*üIj Jli*l 4ji

L^İJ..* <^^^1 4w]a> tal j j

J p îji^ S I i r »Jİa J * j £ Salaİl «JL» cJLîli t>-^L< j

Ll* ıjj^>csâj j £ jy*d \ (J^ IsJLîl j dili ^ h & jii Â^^il

^ û* 3

ç ç*pL« 0Uai:i«si î«liâ!l [ jJp ] â*]o5İI J e £ \^S~ j Jlî

i lli dilil U Î -i b lp ^ JJJI ^ âpLi ill-iT J lj Û 61*jûJ

j,aj j ji-l ^J-* ıj* »^Ja jl DjJji l_y^" 01 ^ J İ

4I*] j r 1*Âa L* ^ 1 j A»JtiP ^

ıiiiî (jı j i j i j J ai ^ imi [ j i r ] j^Lp^j ijı ıju b -jj jı»

ı_‘a^aj Jil 0U«Jİ Î^Jû U j İJlİC bj Jbo* ÛJ Âo-UM 316 IV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜRK. KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

J.İJ Â-Jit jli'illj li^i 4^ull jljl _j

Jli i VI C-U jlil Jli C-î il t£İ jijJd C-lü — 0 j S 4j‘I IÂa ^ j*as\ jlS” J ij 15"”

ıiJ]j J ÂİJtâSi V^a 4jyü Öl lij»- jf-5 ^ $ J JjJaJl (J 'Jc~\

U. jl U j SlJüJl ç ı—ı^iil O ij jlJ l (Jp j-VÜl jl-j'i/l jl t 0vâiî jl

â-U JjiaJ' '*-<1 lil j T ^a-Up jlf^Ü C.JİJ _j Jlî

ÂjîlîJI İLJJI CJlS” V* Jİ^I _r^ U J;HI JJ1I s ^ i 3 ö* t *\*h3 I S\ ^_S~I^^Jl 1 *^«îl c-*^l^ j 4_*.âjl ^^ 1»- t ..^1^-

*—ıj'x.*\ J J ^ j*^\ 1^1 * 4 j 4^1

JS‘\ !j* Aji Js^jll (J^JI *—*»*i î-dÜl .(Jî^ 1^ J î*i L 'mi V C ■ fi 0 ■ JjXİ _/p^?-l L>-Lİj C-jIj j . .... [206 b ] ...... 5_jİP jl |i j 4.İP ^_gj 1^A-1 «dS^b ^».İ-l J>- wLil_j S^vi;Ll jjw*jjl. j j £ j O l j iAİİ (j-UJI J& j-* j^S”l tİ

4İL»_j J_j.Ul ja U I Y î ^ 1 ^^-i'lj'j Ifii1 (J ^O*

-0Î 'il' • [ (jlî-2 ] o-^j*- 4 J**-^ J j J JjjJI (> 4jl ^£jS»cZf frİJ I' 4^- 4ÎL,*( 4j j&jâ. J

^ (j^ <— I *U tiJJi (j>

ji*-£Jl_^ AİaJ-l j l j&'\ J • * f 4 ** . * f ■* öj ijj ^*1 jvP c^“ ^ d»Â>-l ^jj (j* j

^Jp ojÛJL j u*4 (J^" - j J ^ l l J^aJ ^ j İ«.J^1! jJİ ^ liü-JJ Â]j 5

l^i (Ijjj^ ^ ** ON o-^j EKLER 317

(TERCÜMESİ)

îşbu Kitab “ Sakalibe” hükümdarına Muktedir (tarafından) elçi olan Muhammed b. Süleyman’ın “ mevlâsı” Ahmed b. Fadlan b. el-Abbas b. Raşid b. Hammad’ın (kitabıdır). O, (Ahmed) (işbu ese­ rinde) Türk, Hazar, Rus, Sakalibe, Başkurt ve başka (kavimlerin) ülkelerinde müşabade ettiği (onların) mezhebleri arasındaki ayrılıkları, hükümdarları hakkında bilgileri (oraların) ahvali ve yaşayışlarına ait bir çok hususu nakletmiştir. Ahmed b. Fadlan dedi ki: Sakalibe hükümdarı Şelkey oğlu Almış b. Yıltavar’m mektubu müminlerin halifesi el-Muktedir’e gelmişti; (bu mektupta Almış) (halifeden) kendisine (İslâm) dinini öğretecek ve İslâm şeriatı hakkında bilgi verecek, bir cami inşa ve bütün ülkesinde onun adına ahaliyi Islâmiyete davet için bir mabet yapacak birisinin gönderil­ mesini istemişti. (Melik bundan başka) düşman hükümdarlara karşı kendisini müdafaa için kale inşasını bilen birisinin(de) yollanmasını diliyordu. (Sakalibe melikinin) istediği her şeye muvafakat edildi. Bu hususta aracılık yapan da Nezir el-Haramî olmuştu. Ben (de) ona (Sakalibe melikine) (Halifenin) nâmesini kıraata ve melike (hediye olarak) gönderilecek eşyayı vermeğe ve fakihlerle muallimleri nezarete memur edilmiştim. Zikredilen (kalenin) yapı masrafları ve fakihlerle (din) öğreticilerine maaş olmak üzere, İbnü’l-Furat’ın çiftliklerinden, Harizm’deki Arsahuşmihan çiftliğinin geliri kendisine tahsis edildi. Sakalibe hükümdarı tarafmdan el-Muktedir’e gönderilen elçinin adı Abdullah b. Baştu al-Hazari idi. Halife tarafından da elçi ise Nezir el-Haramî’nin mevlâsı Sevsen er-Rassî olup (ona refakat edenler de) Tekin-Türk ve Bars es-Saklâbî (yâni Sakâlibe’li) ve zikrettiğim veçhile ben de onlarla birlikte idim. (Hanın) kendisi, karısı,, oğullan birader­ leri ve askerî başbuğları için hediyeler ve nezirler, yazıp istediği ilâçlar ona (elçiye) teslim edildi. Böylece, biz Perşembe günü 309 senesinin Safer ayının onbirinde (2 Nisan 921) Barış şehrinden (yâni Bağdad’dan) hareket ettik. Bir gün Nahravan’da kaldık ve (oradan) Daşkara’ya kadar gittik ve orada üç gün 316 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ kaldık. Oradan biz hiç bir yere sapmadan dosdoğru Hulvan’a gittik. Orada iki gün kaldık. Buradan (biz) Kirmisin’e gittik ve orada iki gün kaldık. Sonra oradan hareketle, Hemedan’a varıncaya kadar yolumuza devam ettik ve orada üç gün kaldık. Sonra Sâve’ye ulaşıncaya kadar gittik ve orada iki gün kaldık; oradan da Rey’e vardık. Suluk’un biraderi Ahmed b. Ali’yi bekliyerek (Rey’de) onbir gün kaldık, çünkü o -Rey Huvarında bulunuyordu. Sonra biz Rey Huvarına gittik ve orada üç gün kaldık. Sonra, biz Simnan’a gittik, oradan da Damgan’a vardık. Biz (burada) hiç beklenmedik bir şekilde “ Daî” nin mümessili îbn Karin’e rastladık ve (ondan) kervan araşma katılarak gizlendik. Ye oradan hızla giderek Nişabur’a vardık. Leylâ b. Numan (orada) artık öldürül­ müştü ve biz (Nişabur’da) Horasan kuvvetlerinin başbuğu Hammuye Kussa’yı bulduk. Buradan Serahs’a yöneldik, oradan da Merv’e, sonra oradan da Amul Çölü’nün kenarındaki Kuşmahan’a vardık. Biz orada çölde (seyahat edebilmek için) develerimizi dinlendirmek (kasdiyle) üç gün kaldık. Bunu müteakib biz Amul’ a kadar çölü geçip gittik; sonra Ceyhun nehrini geçip Tahir îbn Ali’nin rabatı olan Aferir’e vardık; sonra Beykend’e gittik; sonra Buhara’ya girdik ve Ceybanî’ye gittik. (Bu zat) Horasan emîrinin kâtibidir; Horasan’da ona “ inanılacak ihtiyar” der­ ler. O, her şeyden önce bize kalacak bir yer temin etti, sonra bizim her çeşit ihtiyaçlarımızla meşgul ve her hususta müşküllerimizi hallede­ cek olan bir adam tayin etti. Böylece biz orada bir kaç gün kaldık. ( . . . Buhara’dan Harizm, Oğuzlar Yurdu’ndan, Başkurtlar’dan îdil Bulgarları sınınna kadar yolcukluk). (îbn Fadlan)der ki: Biz bu yerden (Başkurtlardan) gittik ve Çirmişen ırmağını, sonra Um(Uren) (ırmağını), sonra Ürem ırmağını, sonra Beynak (Muyna), sonra Yatig (Utka), sonra Niyasna, sonra Cavsız ırmaklarını geçtik. Zikrettiğimiz ırmakların birisinden ötekisine mesafesi iki gün veya üç, yahut dört gündür, daha fazla veya eksiktir. Kendisine (elçi sıfatiyle) gönderildiğimiz “ Sakalibe” hükümdarına bir gün ve bir gecelik mesafeye gelince, o bizi karşılamak üzere, tabiiyetinde olan dört (küçük) hükümdarı, kendi biraderleri ve oğullarım yolladı. Onlar, ekmek, et ve darı ile karşıladılar ve bizimle beraber (yola devam) ettiler. Biz (Sakalibe) hükümdarından iki fersahlık yere geldikte, o bizi kendisi karşıladı ve bizi görünce (atından) indi, ulu ve güçlü Tanrı’ya dua ve sena ederek yere yüz üstü kapandı. Onun EKLER 319

(elbisesinin) kollan dirhemle (dolu) idi ve o, bunları üzerimize serpti. O, bizim için çadır kurdurdu ve bizler de orada kaldık. Bizim onun yanma varışımız Pazar günü, Muharrem ayının 12’sinde 310 (Hicrî) yılında (12 Mayıs 922) vukübulmuştu. Ülkesinin Curcâniye’den uzaklığı yetmiş gün tutuyordu. Böylece Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri bizim için kurulan çadırlarda kaldık ve ülkesindeki (küçük) hükümdarlar, ülke­ sinin büyükleri ve ahalisinin (halifenin) namesi okunurken dinlemeleri için toplanmalarını bekledik. Perşembe günü olup da onlar da topla­ nınca, biz yanımızda olan iki bayrağı açtık ve (hükümdara) arma­ ğan olarak (Halife tarafından) gönderilen atı eğerledik (Hükümdara) savad (siyah cübbe) giydirip sarık sardık. Bunun üzerine ben Hali­ fe’nin nâmesini çıkardım ve ona dedim ki: “ Bu nâme okunurken oturmamız caiz değildir.” (hemen) Kendisi ve memleketinin ileri gelen­ lerinden orada hazır bulunanlar ayağa kalktılar; hükümdar çok şişman ve cüsseli bir kimse idi. Ben (okumaya) banladım ve nâmenin başlangıcı­ nı okudum ve “ seni selâmlıyorum ve kendisinden gaynbir Tanrı olmıyan Allah’ı sana öğüyorum” sözlerine gelince ben ona (hükümdara) “ Mü­ minlerin Halifesinin selâmına cevab ver” dedim. O ve yarundakilerin hepsi (dediğim) (selâmı) tekrar ettiler. Tercüman ise (bizim okuduk­ larımızı ve onun dediklerini) harfi harfine tercümeye devam etmişti. (Nâmenin) okunması sona erince, oradakiler öyle yüksek sesle tekbir getirdilerki yer gök sarsıldı. Sonra ben Melik ayakta iken vezir Hamid îbnu’l Abbas’ın mektubunu okudum; bu mektup okunurken de ayakta idi. Sonra ben kendisini oturmağa davet ettim ve oturunca Nezir ül-Haramî’nin mektubunu okudum. Ben mektubu okuyup bitirince adamları onun üzerine çok sayıda dirhem serptiler. Sonra da he­ diyeleri çıkardım, bunlar kendisi ve hatunu için güzel kokular, elbise, incilerden ibaretti. Ve bunları bitinceye kadar arka arkaya birer birer takdim etmiştim. Sonra da (Han’m Hatununa) adam­ ların huzurunda hil’at giydirdim; (Hatun) Han’m yanında oturmakta idi, bu ise onlann usulü ve kaideleri idi. Hatun’a hil’at giydirdiğim zaman (oradaki) insanlar hatuna dirhem serpmişlerdi. Bunu müteakip biz (oradan) uzaklaştık.

Bir saat kadar zaman geçtikten sonra (Melik) bizi çağırttı. Biz de onun yanma, çadırında iken gittik. (O’na tabi) Melikler sağ tarafta (oturuyorlardı); o, bizi kendisinin solunda oturmağa davet etti; oğulları 320 IV-XVI1I. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ ise (Melik’in) önünde oturuyorlardı. O, kendisi ise, Bizans'tan gelme sırmalı kumaşla örtülü bir taht üzerinde tek başına oturuyordu. O, yemek (masa) getirilmesini buyurdu; (masa) geldi ve üzerinde sadece kızarmış et vardı. Bunun üzerine o eline bir bıçak aldı, bir lokma kesti ve onu yedi, ikinci ve üçüncü lokmayı da yedi. Sonra bir parça daha kesti ve elçi Sevsen’e uzattı. Sevsen bunu yiyince önüne küçük bir Sofra getirip koydular. Onların kaideleri böyledir ki, Melik bir lokma ikram etmeden kimse yemeğe el uzatmaz. Parçayı alanın önüne hemen masa (sofra) konmaktadır. Sonra Melik bana (et) verdi ve önüme masa kondu. Sonra Melik bir parça (et keserek) sağındaki (tâbi) Melik’e verdi, onun önüne de masa kondu; sonra ikinci Melik’e ikram etti, onun önüne de masa getirildi... Sonra dördüncü Melik’e(et) verdi, ona da masa kondu; sonra oğullarına et verdi, onlara da masa (sofra) geldi. Herkes kendi masasından (sofra) yemeğini yedi. Kimse kimsenin masasına oturmadı ve başka­ sının sofrasından da bir şey yemedi. Yemek (faslı) sonra erdiğinde masasında kalan (yemeği) herkes alıp evine götürdü. Yemeğimiz bitin­ ce, Melik baldan yapılmış ve “ sücü” denen bir içki getirilmesini bu­ yurdu, bu içki o gün ve gece(bazırlanımştı). O kendisi bir maşrapa içti. Sonra o, boyluboyunca kalkarak: “ Bu benim Efendim, Mümin­ lerin Halifesinin - Allah onun ömrünü ziyade eylesin- şerefine eğlen- cemdir” dedi. O ayağa kalkınca (tâbi) dört melik oğulları ve bizler de ayağa kalktık. O bu merasimi ateş gibi üç defa tekrarladı. Bunu müteakip biz oradan uzaklaştık (ayrıldık)...... (205 b) Ben Melik’in ülkesinde bu ülkede sayılıp bitirilemeyecek kadar çok acaip şeyler gördüm. Meselâ Melik’in ülkesinde geçirdiğimiz ilk gecede, güneş (ışığının tamamiyle) kaybolup gitmesinden (bir saat) önce (veya: normal namaz vaktinde) ufuklar büsbütün kızıllaştı. Ve ben de, havada yüksek sesler ve şiddetli gürültü patırtılar duydum. O zaman, ben başımı kaldırdım ve benden uzak olmayan bir mesafede gürültü ve seslerin geldiği kırmızı bir bulut gördüm, (bulut) İçinde insanlara ve atlara benzer hayaletler dolaşıyordu ve uzaktaki insanlara benzer hayallerin ellerinde yaylar, oklar, mızrak ve (çekilmiş) kılıçlar vardı. Bu (şekiller) bana bazan tamamiyle açık, bazan de ancak hayalet gibi gözüküyorlardı. İşte onların yanısıra onlara benzeyen diğer bir topluluk vardı. Orada da adamlar, atlar ve silahlar gördüm. Tıpkı bir kıta. öbürüne saldırır gibi bu kıta ötekine saldırmağa başladı. Biz ise bundan korktuk, el açıp yalvarmağa başladık, fakat EKLER 3 2 1 onlar (yani memleket halkı) bize gülüyorlar ve yaptıklarımıza şaşı­ yorlardı. O (îbn Fadlan) dedi ki: Biz (bayii bir zaman) bir kıtanın ötekine saldırışını seyrettik. Onlar bir müddet için birbirine girdiler sonra ayrıldılar ve böylece bu manzara geceleyin bir saat kadar (veya: gecenin bir kısmında) devam etti. Sonra (bu manzara) gözlerimizden kayboldu. Biz bu hususu Melik’e sorduk, o da bize dedelerinin anlattıklarına göre bunların (hayaletteki atlıların) kâfir ve mümin cinler olduğunu (söyledi). Onlar her akşam birbirleriyle çarpışmaktadırlar. Haki­ katen, onlar her gece orada bulundukça boyuna harb ederler. (Îbn Fadlan dedi ki:) Ben buralara tesadüfen düşmüş olan Bağdat’- lı bir terzi ile sohbet etmek maksadıyla (benim) çadırıma girdim. Biz, Kur’an’m yedide birinin (heftiyek) okunması için gerekli zaman kadar konuştuk. Bu sırada biz yatsı (namazına) ezanı bekliyorduk. İşte ezan okundu. Biz ise çadırdan çıktık; şafak ise sökmüş bulunuyordu. O zaman ben müezzine: “ Ne ezanı okudun?” dedim. O da: “ Sabah namazı” için dedi. Ben ise: “ Yatsı ezanı ne oldu?” dedim. O da: “ Biz yatsı na­ mazını akşam namazı ile birlikte kılarız” ; ben de: “ Gece ne oluyor?” dedim. Oda: “ Görüyorsun ya (gece) bundan daha kısa idi, şimdi ise uzadı” ve o (müezzin) sabah namazını kaçırmak korkusu ile bir aydan beri uyumadığını anlattı. Şayet akşam namazı sırasında tencere ateş üstüne konursa, sabah namazı kılınıncaya kadar (bu tenceredeki yemek) henüz pişmez. (Îbn Fadlan) dedi ki: Ben (o ülkede) günün çok uzun olduğunu gördüm; yılın bir kısmında gün uzundur, gece kısadır. Sonra gece uzun gün kısa olur. Böylece, ikinci gece başladığında, çadırın dışma çıkarak gök yüzünü müşahadeye koyuldum ve orada sadece mahdut sayıda, zannedersem, 15 kadar yıldız gördüm. İşte namazdan önce peyda olan kızıl renkler (şafak) hiç bir suretle (tamamiyle) kaybolmuyor, gecenin karanlığı (o kadar) azdı ki, insanlar bir ok atımından daha uzak bir mesafeden birbirlerini tanıyabiliyorlar.

(206 b) Ben onların memleketinde koyu yeşil ve üzüm sirkesinden çok daha ekşi elmalar gördüm. Kızlar bunu yedikleri için onlara (kız elması) diye ad koymuşlardır. Ben onların memleketinde fındık ağacından ziyade başka ağaç görmedim. Ben, hakikaten bu fındık ağaçlarından uzunluğu kırk ve genişliği yine kırk fersah tutan ormanlar gördüm.

F . 21 322 r v - x v ı n . yüzyillabda t ü b k k a v î m l e b î v e d e v l e t l e r i

(îbn Fadlan dedi ki:) Ben onların memleketinde, ne olduğunu bile­ mediğim şöyle bir ağaç gördüm: çok fazla yüksektir, (ağacın) gövdesi yapraksızdır ve ucunda hurma ağacının ucundaki gibi yapraklar biraraya gelmiştir. Onlar ağacın gövdesinde belli bir yeri deliyorlar ve oraya kap koyuyorlar. Bu kaba baldan daha tatlı bir mayi akar. Eğer bu mayi çok içilirse şarap gibi ve hattâ ondan daha ziyade şarhoş eder. - Onların gıdaları darı ve at etidir, (ayni veçhile) buğday ve arpa da çok bulunur ve herkes ne ekmiş ise, onu kendisi (toplar). Melik’in bunlar üzerinde hiç bir hakkı yoktur. Ancak her yıl o’na ev başından birer samur derisi (vergi) öderler. Şayet Melik, askerî kıtaları memleket­ lerden birine akına gönderir ve (bu kıta da) yağma edip dönerse, Melik de onlarla birlikte hisse sahibi olur. Düğün veya ziyafet tertib eden herkes ziyafetin ölçüsüne göre Melik’e belli bir hisse ayırır. Baldan yapılmış “ sahraç” (şerbeti) ve bir mikdar “ çürümüş buğday” (suyu? galiba kuas veya boza) verirler. Onların arazisi kara ve kokan toprak olması hasebi ile, yiyecekleri (hububatı) koyacak yerleri yoktur; mamafih onlar yine yerde çukur kazarak orada yiyeceklerini (hububatı) koyarlar, fakat bir kaç gün geçince bu yiyecekler hemen bozulur, kokar ve kul­ lanılmaz bir hale gelir.

Ek No.: II.

İDİL BULGARLARI MEZAR TAŞLARI

(G. V. Yusupov, Vvedeniye v bulgaro-tatarskuyu epîgrafuki (Bul- gar-Tatar kitabelerine giriş). Ak. Nauk SSSR -Sovyetler Birliği İlimler Akademisi. Moskva- Leningrad 1960. I. Levha 12. (Tarih : 1 Eylül 1314). 1. ölümü olmayan, yaşıyan (Tanrıdır) ıiı y y j* 2 . Ondan başka her yaşayan ölecektir. 3. Alimleri besliyen ve jVİ üUL» [ ‘UJJ'" 4. Onları seven, mescidler 5. İmaret eden ve çok hayır 6 . sahibi, miskinleri...... 7. (eden) Hoca oğlu ......

8 . Tahsildar Osman oğlu Je J [ûlr*] EKLEB 323

9. Suvarlı İbrahim vefat et olij 10. iniştir. Tarih yediyüz on jjl jji ^ 11. dörtte. Cemaziyelevvel jVI ıfjL»; 12 . ayının, onaltmcı ûjl ıiki*T J 13. günü idi. tjjjl üjS* D. Levha 14. (Tarih: 17 Nisan 1316). 1. Hüküm, yüksek, büyük Tanrınındır. j^ ll JJI <3ı |*£J-I 2 . Atraç Alkıs’m kızı(nm) u-jSII jo jjlyl 3. kitabesidir. Tanrının f ısjk 4. Rahmeti bol olsıın Ij *fj il 5. vefat etti olij <«- 6 . Tarih yediyüz j_y? cA^r £.jlî 7. onaltmcı yıl, Muharrem f / JU- ,jÜI ol j 8 . ayının yirminci Cuma

IH. Levha 15. Tarih : Mayıs - Haziran 1317). 1 . Ölümü olmıyan, yaşıyan (Tanrıdır) Cj V 2. Yiğitlerin bezeği (süsü), gönüllerin özü S jJ j> <.Sj J" 3. Âlimlere itibar ve hürmet eden, öksüz ve dul J> ^ iUV >1 j jV(IW 4. ve kimsesizleri besliyen, Musa oğlu Jijl dıU -lJjV jj-î*jl 5. kuyumcu Şehidullah makberi...... Jjljj .L+i 6 ...... kılsın... Rebiyülevvelin ortası dbJjû ^ .j üj_U 7. Tarih yediyüz onyedi. v 1V 1» £jlî

IY. Levha 16. (Tarih : 1320 Şubat). 1. Hüküm, yüksek, büyük (Tanrınındır). j^Sl' J

(Peçenekler, Oğuz(Uz)lar ve Kumanlar)

Ek No: III.

PEÇENEKLER

Konstautin Porplıyrogenetus’un De Administrando İmperio adlı eserinden. Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae. Bonn 1840, SS 164-167 Yine...... 37. Bab Peçenek kavmine ait. Tarih: M. S. 950 lerde; Gy. M oravcsik ile R. J. H. Jenkins neşri, Budapeşt 1949, ss. 166-170) A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul 1937, ss. 257-258).

TERCÜMESİ

Peçenekler önceleri İdil ve Yayık nehirleri boyunda yaşıyorlardı. Komşuları, Hazarlar ve Oğuzlar idi. Bundan elli sene evvel Uz denilen kavimle Hazarlar ittifak ederek Peçenekler’e harb ilân etmişler ve (Peçenekler’i) hezimete uğratarak oturdukları yerlerinden çıkarmışlardı. Peçenekler’in işgal ettikleri yere Uzlar gelmişler ve bu güne kadar ora­ da oturmaktadırlar. Peçenekler kaçmışlar ve yerleşebilecekleri bir yer aramağa koyulmuşlardı. Onlar, halihazırda işgal etmekte oldukları yere gelmişler ve orada Macarlar’ı bularak harbe başlamışlar ve (Macar’­ ları) mağlub etmişler, yelerinden çıkararak ileriye doğıu süımüşlerdi. Kendileri Macarlar’m arazisini işgal ile burasını tam bir hakimiyetleri altına almışlardı; denildiğine göre bundan ellibeş sene evvel. Bütün Peçenek memleketi sekiz uruğa ayrılmıştır, ve büyük baş­ buğları vardır. Bu uruğlar şunlardır: Birinci Uruğun adı Ertim, İkinci­ sinin Çur, üçüncüsünün Güla, dördüncüsünün Külbey, beşincisinin Karabay, akıncısının Talmat, yedincisinin Kopon ve sekizincisinin Çoban idi. Peçenekler ilk. oturdukları yerden atıldıkları zaman Ertim uruğunun başında Mayçan, Çur uruğunun başında Kuel, Güla uruğunun Kurkut(an), Külbey uruğunun Ipaon, Karabay uruğunun Kaydu(m), Talmat uruğunun Kostan, Kupon uruğunun Yazi ve Çoban uruğunun başında da Batan bulunuyorlardı. Bunların ölümünü müteakip hakimi- ESLER 325 yet kardeş çocuklarına geçer, çünkü bunlarda eskidenberi bir kanun ve örf-ü âdet hükmünü muhafaza etmiştir ki, ona göre idareyi elinde bulunduran kimse hakimiyetini oğullarına terketmez; reisler bayat­ larının sonuna kadar hakimiyeti ellerinde bulundurmakla yetinirler ve öldükleri zaman bunu (hakimiyeti) ya kardeş çocuklarına veya kardeş­ lerinin torunlarına bırakırlar. Bu suretle hakimiyet uıuğun yalnız bir kısmında kalmaz; böyle bir şeref uruğun başka bir budağına da geçer. Uruğa mensub olmayan bir kimse idare başma geçemez. Bu sekiz uruğ ayrıca kırküç kısma ayrılır ve her kısmın başında kendi (daba küçük) reisleri durur. Peçenek uruğlarının dördü; ezcümle: Küerçiçur, Surukülbey, Borotalmat, Bulaçoban uruğları Dnepr nehrinin, öte tarafında olup, Doğu ve Kuzey cihetinde Hazar, Uz ve Alan memleketlerine bakar. Diğer dört uruğ ise Dnepr nehrinin o yerinden (yani evvelki dört uruğun oturdukları mevkiden) Batı ve Kuzey istikametinde olan sahayı, işgal ederler. Bunların isimleri: Yazıkopon uruğu, Bulgaristan ile sınırdaştır; Cüla uruğu Macaristan ile komşudur; Karabay uruğu Ruslar’a y a k ın d ır; Yavdiertim uruğu da Ruslar’a vergi veren Ultin (Ugliç), Derblen (Drev- len), Lendzen (Lutiç) ve başka Slav’larla hemhuduttur. Peçenek mem­ leketi, Uz ve Hazar yurdundan beş günlük Alan’lardan altı günlük Mordia’dan (Mordva) on günlük, Rus memleketinden bir günlük, Macar- lar’dan dört günlük, Bulgaristan’dan da yarım günlük bir yol mesafe- sindedir. Cherson ve bilhassa Bosporos’a yakındır. Peçenekler kendi memleketlerinden tardolunduklan zaman, bun­ ların bir kısmı kendi arzuları ile kendi yerlerinde kalarak Uzlarla beraber yaşamak istemişlerdi; onlar bu güne kadar oradadırlar. Bunlar nereden ayrıldıklarını ve kim olduklarını gösteren âlâmeti haizdirler. Ezcümle bunların elbiseleri kısa olup ancak dizlerine kadardır ve kolları da omuz­ larından ayrılmıştır. Onlar bununla kendilerinin öz ayrılmış olduk­ larını bariz bir şekilde göstermek isterler. Dnepr nehrinin Bulgaristan’a bakan tarafında, bu nehrin geçidinde kale harabeleri vardır; birinci kaleyi Peçenekler Asprori tesmiye eder­ ler; bembeyaz taşlarından dolayı ikinci kaleye Tungatay derler; üçüncü kaleyi Kraknakatay, dördüncüyü Salmakatay, beşinciyi Sakakatay ve altıncı kaleyi de Yalkatay tesmiye ederler. Bu eski kale binaları üzerinde kilise alâmetleri de bulunuyor, (bazı) mermer tuğla üzerine haç hak- kedilmiştır. Ye bundan dolayı burada vaktiyle BizanslIların yaşadıkları rivayet edilmektedir. 326 ıv-xvın. yüzyillabda tükk. kavİmleb! ve devletleri

Peçenekler Kangar ( ...... ) tesmiye ediliyorlar, fakat hepsi değil, ancak diğer uruğlar arasmda en cesur ve kihar olan üç uruğ. Yavdierti (m), Küerçiçur ve Kabuksmgüla kabileleri bu ismi taşıyorlar ki, bu Kangar denilmekten de bariz bir şekilde anlaşılmaktadır.

Ek No. IV.

“KIPÇAK” adı ve “ KIPÇAKLAR’A” ait

Ebülgazi Bahadur Han’ın Şecerei Türk’ünden (Baron Desmaisons neşri. St. Petersbourg 1874. S. 19/20).

cSjj' ......

ıS ^ Ü lwU_uljT iİLajj *m ı_jjij î j j i I

JJİ J ji <£Lî' t$ s j) ıij'— (J jjy ıS*j\ J 5 ji

jljî. ç ( J ja (J-ijjf-y dhû

Jj £-j \ l taj-f jJT ıiL\j_)u l dİAij a ıs-^ i ^

a “J* fJ * iS-b.j*

(jjT t_uî _jî l.u>«j I ^Iâj Jj! ö I ıiJüj I jjJjlT/J

'j* cî1^ CSTIİJ. cA?* u5#' f*

j j j y e î ^ » lsA î' ^ J -; dLw jL>-

^jüUJjj C -^-i İJİjjl OU-Jjl j j j j j r i *

***^ * Lsf'i j V ^ J

Jji j ı j u 4Ül) Jjl ı_ j

Jj' J;i jji gji jjjjj

tiXxjT t—-^2 çjJoL^olj

iLiîj-u tk^i j 0l>- j£^>- (Iz-^Laj ii.1; jlpi.

Jjl jjj Ojjj

(3^;* c->io (JJjl ıiL>.jl e k l e h 327

...... Oğuz Han’ın bir Beyi göçün ahp götürmekte idi; kendisi savaşta öldü; hatunu kurtularak iki nehrin arasmda Han (yani Oğuz’un) arkasmdan gitti. Kadın hamile idi; sancısı tuttu; gün 6oğuk idi; girecek ev de yoktu; bir çürük ağacm içinde bir oğlan doğurdu. Bundan Han’ı haberdar ettiklerinde, Han dedi ki: “ Bunun babası bizim önümüzde öldü, (şimdi) ona bakacak kimsesi yoktur” ve oğlanı çağırttı, adın Kıpçak koydu. Eski Türk dilinde ağaç koğuğuna “ Kıpçak” derler; kara balkın (avamın) dili dönmediğinden, “ kaf” ı (k) “ çim” (ç) derler; “ Kıpçak” ı - “ Çıpçak” derler. O oğlanı (Oğuz Han kendi elinde büyüttü; yiğit olduktan sonra, Rus, Ulak, Macar ve Başkurt illeri düşman oldular; (Oğuz Han Kıpçak’a çokça il (ahali) ve asker vererek o taraflara, Ten ve îdil suyunun yakasma gönderdi. Ten ve İdil ikisi de büyük birer nehrin adıdır. (Kıpçak) üçyüz yıl o yerlerde Padişahlık yaptı; bütün Kıpçak ili onun neslindendir. Oğuz Han’ın zamanından Ten, İdil (Etil ve Yayık - bu üç suyun yakasında Kıpçak’dan başka il (halk) yoktu. Dört yüz yıl kadar o yerlerde yaşadılar ve bundan ötürü o yerlere Deşt-i Kıpçak derler.

Ek No. V.

1093 YILINDAKİ KUMAN AKINI

Povest’ Vremmnych Let (Rus Vekayinâmesi) Akademiya Nauk SSSR. I. (Moskva - Leningrad 1950), ss. 143-151.

(TERCÜMESİ)

O Birada (1093 yılında) Kumanlar Rus yurduna yürüdüler. Vse- volod’ın öldüğünü duyunca, (Kumanlar) barış isteyerek Svyatopolk’a adam yolladılar. Svyatopolk, babası ve amcasının büyük “ drujina” sı (muhafız kıtası) ile damşmayarak, (Turov’dan) kendisiyle gelenlerle danıştı, elçileri yakaladı ve onları bir eve tıkadı. Kumanlar bunu duyunca, savaşa başladılar. Çok sayıda Kuman gelerek Torçesk şehrini kuşattılar...... Svyatopolk, Vladimir ve Rostislav, kıtalarım savaşa hazırlayarak yürüyüşe geçtiler: Sağ taraftan -Svyatopolk, sol taraftan- Yladimir, 328 IV-XV1U. YÜZYILLARDA TÜRK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ ortada ise Rostislav (bulunuyorlardı). Trıpol’ı geçip (sınır) hendeğini aştılar. İşte Kumanlar Ruslar’a karşı yürüdüler ve atıcılar da önde idiler. Bizimkiler (yani Ruslar) hendekler arasmda durdular, savaş bayrak­ larını diktiler ve atıcılar hendek arkasından hareket ettiler. Kuman’- lar hendeğe yanaştılar, kendi savaş bayraklarını diktiler her şeyden önce Svyatopolk’a saldırdılar ve onun askerini bozdular. Svyatopolk sıkıca dayanıyordu. Ama adamları (düşman) askerlerinin saldırısına dayanamayarak kaçtılar. Sonra ise Svyatopolk da kaçtı.

İsrail’in hilekâr çocukları (yani Kumanlar), köyleri ve ekin yığın­ larını yakıyorlardı ve bir çok kiliseyi yaktılar ve buna kimse şaşmasın, günahın çok (işlendiği) yerde, orada her türlü tecziyeyi görebiliriz. Bundan ötürü il-alem (yıkıntıya) maruz kalır, bundan ötürü hiddet yayılmaktadır. Bundan ötürü bütün yurd eziyetlere duçar olmaktadır; bazıları esarete götürülür, diğerleri öldürülür, ötekileri de intikama maruz kalırlar, eziyetli ölümle ölürler; başkaları da öldürülenleri görünce titreşirler, bazılarını da açlık ve susuzlukla öldürürler.

Günahlar işledik ve cezasını abyoruz; nasıl işledikse öylece eziyet çekiyoruz; şehirler hepsi de boşaldılar, köyler boşaldılar; at, koyun ve sığır sürülerinin otladığı bozkırlardan geçelim; herşeyin şimdi züğürt­ leştiğini görürüz, ekin (tarlaları) (yabanî otlarla) kapalıdır ve yırtıcı hayvanların barmağı olmuştur. . . .

Kumanlar çok tahribat yaptılar ve Torçesk’e döndüler. Şehirdeki kişiler açlıktan takatsiz düştüler ve düşmana teslim oldular. Kumanlar, şehri alınca yaktılar, ahaliyi aralarında paylaştılar ve kendi yurtlarına öz yakınları, akrabaları yanma (ahp) götürdüler. Hnstiyanlardan çok kişi zarar gördü: kederli, ızdıraplı; soğuk, açlık, susuzluk ve musibetten donakalmış, yüzleri çökük, vücutları kararmış vaziyette idiler. Yabancı bir ülkede şişmiş - kabarmış dilleri çıplak ve yalınayak derileri diken­ lerle yüzülmüş, gözyaşları ile birbirlerine (şöyle) cevap veriyorlardı: “ Ben şu şehirdenim; (buna) başkası da “ ben ise şu köydenim” diyordu. Kendi menşelerini anlatııken böylece gözyaşları ile ah çekerek, gizli şeyleri bilen, yüksekteki gizli her şeyi bilene (yani, Tanrıya) gözlerini kaldırıp, (birbirleriyle) böyle konuşuyorlardı. . . . Bu ayın yirminci gününde (Temmuz 1096 da), Cuma günü saat birde Allahsız, uyuz yırtıcı Bonyak (Benek) gizlice ve anî olarak Kiyef’e ikinci defa geldi; Kumanlar az daha Şehre giriyorlardı; nehir boyundaki EKLEB 329

(şehrin) alçak yerini yaktılar. Manastır tarafına döndüler. Stefan Ma­ nastırını ve Germanov köylerini yaktılar. Bizler (yani rahipler) sahah ayininden 6onra hücrelerimizde isti- rahatte iken Kumanlar Peçersk Manastın’na geldiler, manastır yanında bağırıştılar ve iki savaş bayrağını manastırın kapısı yanında diktiler; biz manastırın arkasmdan sıvıştık, bazıları ise sekilere (hücredeki yük­ sekliğe çıktılar) (saklandılar). İsmail’in Allahsız evlâtları manastır kapısını kırdılar, hücrelere dağıldılar, kapılan zorlayarak, iç hücrede ne buldularsa götürdüler; sonra bizim mukaddes tanrı doğurucu (yani Meryem) mâbedini ateşe verdiler. Kiliseye geldiler ve Güney’de yapılan kapıları yaktılar ve ötekileri ise Kuzeydedir, Theodoriy’nin mezarı bulunan revaka sokularak ikonlan indirdiler. O zamanda Takva Knez tarafından tepe üzerine yapılmış olan ve Vıdobiçi adım taşıyan Krasny hanım da yaktılar: bütün bunları mel’un Kumanlar ateşle yakıp yıktılar.

Ek No. VI.

CODEX CUMANICUS (Kuman Sözlüğü)’ DAN ÖRNEKLER

(Codex Cumanicus, Kırım’daki Venedikli misyonerler tarafından 1308 lerde tanzim edilmiştir. El yazması Venedik’te St. Markus kütüp­ hanesinde mahfuzdur; Geza Kuun, Budapest 1880; faksimile neşri: K. Groenbech, Kopenhagen 1936; Türkçe sözlük şeklinde neşri: K. Groenbech, Komanisches Wörterbuch. Türkischer Wortindex zu Codex Cumanicus. Kobenhavn (Kopenhagen) 1942. Kumanca bazı sözler (Groenbech’in sözlüğünden naklen): A ç- aç; aç turmerir-ben acım. Açmak-açmak; Uçmak yolun bizge açtm-cennet yolunu bize açtın. Açkuç-anahtar. Agnğ-ağn, hastalık; agnğımıznı onafoğıZ-hastalığımızı iyi et. Ağırlamak-ağırlamak, saymak, hürmet etmek; ulu künni avırlağıl- -sen uluğ güne saygı göstermelisin. Aylı-gebe; an tından aylı boldu- mukaddes ruhtan gebe kaldı. Alhnda-karşısmda; ne uy at bolgay ol köni yargıcı allmda-hâkim karşısında o gün ne kadar utanç duyacaksm. 330 1V-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

Arı-temiz, mukaddes; an tirö(v)-mukaddes hayat; an twı-mukad- des ruh. Ber(bir)mek-vermek; kündegi ötmekimizni bizge bugün birgil-gün­ delik ekmeğimizi bize bugün (dahi) ver. Bitikçi-yazıcı. ön-hak, selâmet. Tetik-hekîm, bilge; bilge tetik kişiler-akülı ve bekîm kişiler. Tirgizmek-diriltmek; bizni tirgizmekge öldür-bizi diriltmek için öldü. Tözdeş-müşabih, benzer. Tözümlü-taharrunül eden; tözümlü /eiji-mütehammil insan. Tügenmek-tükenmek; tügenmez firZi/c-tükenmez hayat (varlık). Tügel, tükel-tamamlamak, gerçekleşmek; törenin tüneli-kanunun gerçekleşmesi. Tümen-on bin. Yaruh, yaruk-ışık, cehennem; yank hava- cehennem; köz yaruhir- göz ışığı, parıltısı. Ulam-vasıtasiyle. Code.t Cumanicus'tan bir metin (Hıristiyan duası) Kuun neşri, s. 148. İnanurmen barçağa erkli bir ata tenrige, kökni yemi barça körünür körünmesni yarat(t)ı dey. Dağı bir beymiz Yesus Hristusga tefirinin yalguz tugan oulu dep, kim barça zamanlardan burun atadan tnvup— turur. Tenri tenriden, yaruk-yaruhtan, çm tenri çın tenriden etilmey, atağa tözdeş tuvup-turur. Andan ulam bar barça bolgan turur, ki biz azamlar üçün dağı bizim önimiz üçün. Kökden enip, arı tından ulam erden ana Mariamda tenahp kişi bulup turur.

Bu günkü türkçe ile: inanırım, her şeye kudretli olan bir baba Tanrı’ya; göğü, yeri her bir görünür (ve) görünmezi yarattı diye. Dahi efendimiz Yesus Hristus’a, Tanrı’nın yalnız doğan oğlu diye, ki bütiin zamanlardan önce doğmuştur. Tanrı-Tanrıdan, ışık-ışıktan, hakikî Tanrı, Hakikî Tann’dan yaratılmış diye. Babaya benziyerek doğmuştur. Onun vasıtasiyle her şey vücud bulur, ki biz insanların hakkı (selâmeti) için, gökten inerek, mukaddes ruhtan faziletli ana Meryemde (etleşti, maddî vücud buldu) kişi oldu. ALTIN ORDU (ORDA)

Ek No. VII. RUS YURDUNUN ZAPTEDÎLMESl, BATU (HAN) TARAFINDAN Nikonov Vekayinâme'sinden (P .S.R .L ), T. X.

TERCÜMESİ Batu’nun Seferi (Tarih : 1237-1240):

1237 yılı. O kışın Batu Han ile birlikte Allah’sız Tatarları Doğu memleketlerinden ormanları geçerek Ryazan' yurduna geldiler. Gelince, onlar önce tabur halinde Onuza (mevkii) yanında durdular ve burayı alıp yaktılar. Onlar oradan kendi elçilerini- sihirbaz bir kadım ve onunla birlikte iki erkeği - Ryazan' knezlerine yolladılar ve onlardan tam takım silâh ve at olmak üzere knezlerinden ve adamlarından aşar talep ettiler. Ryazan' knezleri Yuriy îgoreviç ve onun biraderi Oleg, aynı veçhile Murom ve Pron knezleri, elçileri şehre sokmadılar, Tatarlar’a karşı Vroneî’e yürüdürler. Knezler: “ Bizlerden kimse kalmayınca (yani ölünce) her şey sizin olur” diye cevap vermişlerdi. Ryazan Knezleri, Vladimir Knezi Yuriy’e adam göndererek1, ya yardım göndermesini veya kendisinin gelmesini istediler. Fakat knez Yuriy gitmedi, Ryazan knezlerinin ricalarına kulak vermedi, o kendi başına Tatarlar’la tutuş­ mak arzusunda idi. Ryazan', Murom ve Knezleri Allah’sızlara karşı yürüdüler ve onlarla savaşa tutuştular; ve katı bir savaş oldu ve Allah’sız İsmail oğulları üstün geldiler ve knezlerden her biri kendi şehrine kaçtılar. Tatarlar ise öfkelenerek, büyük bir hiddetle her şeyden önce Ryazan arazisinde sa­ vaşmaya giriştiler; Şehirleri yıktılar, insanları öldürdüler, yaktılar ve esir aldılar. Bu mel’un yabancılar 6 Aralık günü bu başşehri kuşattılar ve şarampollarla çevirdiler. Ryazan knezleri adamları ile birlikte şehirde kapandılar, katı savaştılar ve yıldılar. Aynı âydâ, 21 inde, Tatarlar Ryazan şehrini aldılar, onu tamamiyle yaktılar, knez Yuriy Igoreviç’i öldürdüler, onu, eşini ve diğer knezleri kırdılar, erkekleri, kadınları çocukları, rahip ve rahibeleri yakalıyarak, kimisini kılıçları ile kesip (paramparça) ediyorlar ötekilerini oklan ile öldürüyorlar ve ateşe 3 32 rV-XVIII. YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ atıyorlardı; bazılarını ise yakalayıp bağlıyorlar, göğüslerini yararak ödünü çıkarıyorlardı.... Tatarlar bir çok mukaddes kiliseyi ateşe verdiler, manastırları ve köyleri yaktılar ve bunların mal ve mülklerini zaptettiler. Tatarlar, bunu müteakıb Kolomna üzerine yürüdüler. Büyük Knez Yuriy Vsevolodoviç onlara karşı Yladimir’den kendi oğlu knez Vsevolod’u gönderdi; onunla birlikte kendi askeri ile Ryazan knezi Roman îgoreviç (te) vardı. Büyük knez Yuriy, kendi voyvodası (askeri komutam) Yeremey Gebloviç’i bekçi bir kıta olarak önden gönderdi. Onlar, Vsevolod ve Roman Îgoreviç ile Kolomna’da birleştiler. Orada onları Tatarlar kuşattılar. Çok çetin bir savaş oldu, Ruslar’ı (şehirden) attılar ve orada Ryazan' knezi Roman Igoreviç’i öldürdüler. Ysevolod ’İur’yeviç’in ise voyvodası Yeremey Globoviç’i öldürdüler ve bir çok diğer kimseleri kırdılar. Knez Ysevolod ise küçük bir kıtası (drujinası) ile Vladimir’e kaçıp geldi. Tatarlar ise Moskova’ya doğru yürüdüler. Oraya varınca Moskova’yı aldılar ve voyvoda Filipp Myonka’yı öldür­ düler. Büyük Knez Yuriy’in oğlunu, Vladimir’i ise tuttular; küçük çocuktan ihtiyarlara kadar ahaliden herkesi öldürdüler, bazılarını tutsak ettiler ve bir çok mal-mülk alıp (oradan) gittiler. Büyük Knez Yuriy Vsevolodoviç bunu duyunca yerini ruhanî reisle (Vladiyka) birlikte Vsevolod ve Mstislav knezleri ve voyvodası Peter Olsyadukoviç’i Vladimir (şehrinde) bıraktı, kendisi ise yeğenleri Vasilük Konstantinoviç, Vsevolod Konstantinoviç ve Vladimir Kons­ tantinoviç ile Volga nehrinin ötesine gitti. Onlar Siti nehri üzerinde tabur kurarak durdular. Büyük knez kendisi yanında biraderleri -knez Yaroslav Vsevolodoviç ve knez Svyatoslav Vsevolodoviç’i kuvvetleri ile birlikte bekliyordu ve (büyük knez) kendisi de asker toplamakta idi. Voyvoda olarak da Ziroslev Mikhayloviç’i tayin etti. Bu sırada, 3 Şubat Salı günü, büyük perhizden iki hafta evvel gelen haftadan önce Allah’ın yavrusu, Aziz Simon gününde, Tatarlar Vladimir şehrine geldiler. Vladimirliler kendi knezleri ve voyvoda Peter Oslyado- koviç ile şehre kapandılar. Tatarlar altm kapıya yaklaştılar, kendileri ile birlikte büyük knez Yuri Vsevolodoviç’in oğlu beyzade Vladimir’i götürmüşlerdi; ve (Tatarlar) şu (şartla) sormağa başladılar: “ Büyük Knez Yuriy acaba şehirdemidir ?” Vladimirliler ise onlara (Tararlara) (ok) atmağa başladılar. (Tatarlar ise): “ Atmayın; diyorlardı. Ve şehir kapılarına çok yakın gelince, Viadimirlilere kendi beyleri Yuriy’in oğlu EKLEH 333

Yladimir’i gösterdiler ve “ kendi beyzadenizi tanıyormusunuz” diye sordular. O (yani beyzade) çehresi, solgun mibnet ve sıkıntılar yüzünden bitkin bir halde idi. Ysevolod ve Mstislav altın kapı yanında bulunuyor­ lardı. Kendi kardeşlerini tanımışlardı. Biraderi bu halde görmek ne acı bir şeydir. Ysevolod ve Mstislav ile bütün boyarları ve şehir halkı Yladimir’e bakarak ağlıyorlardı. Tatarlar ise Altm Kapıdan uzaklaştılar ve (şehrin çevresini) görmek için bütün etrafını (at üzerinde) dolaştılar ve Altm kapı önünde Zremyan mevkiinde ve bütün şehir yanında taburlarını kurdular, onların (Tatarlaım) sayısı pek çoktu. Yladimir yanında ordugâhlarım kurduktan, sonra, Tatarlar gittiler ve Suzdal şehrini aldılar. . . . Onlar çok sayıda tutsağı urdugâhlarına getirdiler ve karnavalda Cumartesi günü, sabahtan akşama kadar yapı iskeleleri kurarak üzerlerine (mancınıklar) koymağa başladılar ve geceye kadar bütün şehri çitlerle çevirdiler. Ertesi sabah knezler, ruhanî reis Mitrofan, voyvoda Peter Yslyadokoviç, bütün boyarlar ve halk, şehrin düşeceğim anladılar ve hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Ertesi gün, karnavalın Pazar günü, sekiz Şubatta aziz martir Fedor Stratihet gününde, günün saat birinde, Tatarlar şehrin her tarafından (hücuma) geçtiler ve şehri mancınıklarla döğmeğe başladılar, şehrin ortasına tanrının izni ile, uzaktan atılıp gelen kocaman taşlar şehrin içinde sanki yağmurmuş gibi dökülüyordu ve şehrin içinde pek çok ölen kişi görüldü ve herkes üzerine muazzam korku ve titreme çöktü. Tatarlar Altın Kapı kesimindeki ve aynı veçhile Lybedi’den Orinim’ya ve Bakırcılara (Medyanıch), Yolga kapısındaki Klyenezma’dan ve diğer kesimlerdeki surları deldiler, bütün şehri yıktılar, içeriye taşlar doldurdular ve atla­ yarak doldurulan (taşlar) üzerinden, Altm Kapı tarafından şehre gir­ diler; aynı veçhile, Lybedi Orinim kapısından ve Bakırcılar (Medyamye), Yolga kapısındaki Klyaz'ma (kapısından) ve diğer kesimlerde de şehri yıkarak şeytanlar gibi her taraftan şehre daldılar. Onlar öğleye kadar Yenişehir’i aldılar ve (burayı) tamamiyle ateşe verdiler ve orada Knez Vsevolod’u ve biraderini, birçok boyarı ve ahaliden (çok kişiyi) öldür­ düler; diğer knezler ve bütün halk ise orta şehire koştular. Ruhanî reis Mitrofan, büyük Knezin hanımı, oğulları ve kızları ile gelinleri, torunları, boyarlar, boyar hammları ve ahaliden pek çok kişi ile kiliseye koştular, kilise kapısını kapattılar, kilisede Galeriye çıktılar ve kapan­ dılar; Tatarlar bu şehri de aldılar ve Knezle knezin hanımım aramağa başladılar ve kilisede olduğunu öğrendiler. Tatarlar kilisenin kapılarını kırdılar ve kilisenin içinde olup karşı durmak isteyenleri öldürdüler. 3 3 4 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVİ,ETLERİ

(Bu defa) Knezler ve knezin hanımı hakkında soruşturmağa başladılar ve onların galeride olduğunu öğrendiler ve onlara galeriden inmeleri için yalanlar söylemeğe başladılar. Fakat onlar bunu dinlemediler. Tatarlar kiliseye birçok odun getirerek, kilise (yanında) ateş yaktılar. Galeride bulunanlar (ise) dualarla ve şükranlar içinde ruhlarını Tanrı’ya teslim ettiler; (onlar) ateşte yakıldıkları cihetle (din yolunda kurban) martirler cümlesine ithal edildiler. Mukaddes kiliseyi ise Tatarlar yağma ettiler ve mucize yaratan Tanrı anasının ikon’unu dahi kopardılar. Tatarlar oradan büyük knez Yuriy üzerine yürümüşler, (Tatarlar­ dan) başkaları Rostov’a, üçüncü bir kısım Yaroslav’a gittiler ve onu aldılar; başka birüeri de Volga (nehrine) ve Gorodets üzerine gittiler ve Volga boyunca, Merya’dakı Galeç’e kadar her yeıi ele geçirdiler. Bazıları Pereyaslavl’a giderek, bu şehri aldılar ve ahalisini kılıçtan geçirdiler. Ondan sonra bütün memleketi ve birçok şehirleri istilâ ettiler: Yur’yev, Dimitrov, Volok, Tver’i (aldılar) ve burada Yaroslav’m oğlunu öldür­ düler; Torzok şehrine varıncaya kadar, Tatarların savaşmadıkları yer kalmamıştı. Rostov ve Suzdal ülkesinde sadece Şubat ayı içinde kasaba ve çiftlikler hariç 14 şehri aldılar. Şubat ayı sonunda büyük Knez Yuriy Ysevolodoviç’e, onun bira­ deri Svyatoslav Ysevolodoviç’e, yeğenleri, Vasilka Konstantinoviç, Vsevolodoviç Konstantinoviç’e ve Vladimir Konstantinoviç’e, Vladimir şehrinin alındığı, piskoposun, Büyük Knezin, eşinin, knezlerin ve bütün kişilerin yakıldıkları ve bir kısmının da kılıçtan geçirildikleri haberi ile bir haberci geldi. (Haberci): “ Senin büyük oğlun Vsevolod’u kardeşleri ile şehrin dışında öldürdüler ve senin üzerine yürüyorlar” (dedi). Yuriy, biraderi Yaroslav’ı bekliyordu, fakat o (meydanda) yoktu. Ve Knez kendi voyvodasına adamlarının silâhlanmasını (metinde: takdim edilmelerini) ve savaşa hazırlanmalarım emretti; ve cesur adam olan Dorofey Semenoviç’i üç bin askerle, Tatarları keşf için yolladı. O azıcık uzaklaşmışken: “ Bay Knez: Tatarlar artık bizi sarmış bulunu­ yorlar” sözleri ile geri döndü. Bunu işitince, Knez Yuriy, biraderi Svyatoslav ve kendi yeğenleri Vasüka, Vsevolod, ve Vladimir ve kendi adamları ile atlarına bindi ve dinsiz (pagan) lere karşı gittiler. Büyük Knez Yuriy Vsevolodoviç kıta­ larını tanzimle meşgulken, birden bire Tatarlar Sit’ nehrinde Kneze karşı geliverdiler. Knez Yuriy bütün kaygı (ve kederlerim) unuttu ve onlara karşı yürüdü. Kıtalar (bölükler) birbirine girdiler ve büyük bir EKLER 3 3 5 savaş, katı bir kesişme oldu; kan su gibi aktı. Tanrının izni ile Tatarlar Rus Knezlerine galip geldiler. O zaman, Vladimir Büyük Knezi Yuriy Vsevolodoviç ve onun birçok voyvodaları (komutanları) ve boyarları öldürülmüş v.e onun ordusu kılıçtan geçirilmişti. Onun (büyük knezin) yeğeni Rostov Knezi Vasilko Konstantinoviç’i (Tatarlar) esir ettiler ve kendileri ile birlikte Şeren ormanına kadar götürdüler. Ve orada ordu­ gâhlarım kurdular.

Ek No. VIII.

KIPÇAKLAR (TATARLAR)

A. Plano Karpini (Carpini, Giovanni de Piano)’nin Seyahatna­ mesi' nden (Plano Karpini, Papa Innocence IV. tarafından 1245-6 da Moğolistan’a Güyük Kağan’a gönderilmiş ve yolda Batu Han’ı ziyaret etmişti. Lâtince metni: Recueil de voyages et de memoires, publie par la SocietS de G6ographie. Tome cpıatrieme. Paris 1839. İngilizcesi: 1958 de Hakluyt Cemiyeti tarafından yapılmıştır. Rusça tercümesi: A. J. Malein, S. Psbg. 1911.

(TERCÜMESİ)

IX. Bab. XII. (Bu) Batu (ise) onların İmparatoru (Kağanları) sıfatiyle, muhafızları ve bütün memurlariyle tam bir haşmet içinde yaşamak­ tadır. O, taht üzerinde imiş gibi, daha yüksekçe bir yerde, kan­ larından birisi ile oturmaktadır; başkaları ise, biraderleri ve oğulları ve diğer daha küçük (derecede) olanlar, daha aşağıda, ortada iskemle üzerinde otururlar; öbür kişiler ise onlann arkasmda, erkekler sağda kadınlar da sol tarafta yer üstünde otururlar. Onun (Batu’nun) çadırlan çok büyüktür ve pek güzeldir, keten kumaştan yapılmıştır; önceleri bu çadırlar Macar kralına aitti. Kendi aile efradı dışında yabancı hiçbir kişi Batu’nım çadırına yaklaşmak hakkım haiz değildir, ne kadar büyük ve kudretli olursa olsun ancak davetle ve Batu’nun bu hususta muvafakati olduğu tesadüfen bilindiği zaman (yabancı olan kimse) oraya girebilir. Biz ise memuriyetimizin ne olduğunu anlattıktan sonra sol tarafa oturduk, çünkü oraya gelen bütün elçiler öyle hareket etmek­ tedirler; (Moğol) Kağanından dönerken ise bizi daima sağ tarafa oturtur­ 336 IV-XV1U. YÜZYILLARDA TÜHK. KAVİMLEHİ VE DEVLETLERİ lardı. Ortada, ordugâha girişe yakın bir yerde, üzerinde altın ve gümüş kaplar içinde içki bulunan bir masa korlar ve ne Batu ne de başka bir Tatar beyi, önlerinde şarkı söylenmeden ve gitara (saz) çalınmadan asla içmezler. (Batu) bir yere gittiği zaman, onun üzerinde muhakkak mızrak üstünde, güneşten (korumak için) bir kalkan veya çadırcık taşır­ lar; Tatarların bütün belli başlı beyleri ve hattâ onların hatunları dahi böyle yaparlar. Yukarıda adı geçen Batu (Han) kendi adamlarına karşı çok merhametlidir. Ve (böyle olmasına rağmen) onlarda dehşetli korku vermektedir; harpte O (Batu) epeyce kafidir; O harpte ziyadesiyle basiretlidir ve kurnazdır, zira çok zamandan beri savaşmış bulunmak­ tadır.

A. Wilhelm de Rubruk (Ruysbroeck): (Fransiskan tarikatına mensup olan Rubruk, Fransa kıralı Louis IX . ve Papa Innocence IV. tarafından, Moğol Kağanısın Hıristiyan olduğu şayiası üzerine, 1253 de Istanbul-Kırım-Deşt-i Kıpçak yolu ile Moğolistan’a gönderilmiş ve Batu Han’ı ziyaret etmiştir. Doğu tllerijıe Seyahat adını taşıyan eserin Lâtince metni 1859 da Hakluyt tarafından neşredilmiştir (tam değil); bunun tam ve kritik tab’ı 1839 da Michel ve Wright tarafından yapılmıştır. Almancası 1925 te Herbst tarafın­ dan çıkarılmış, Rusçası da 1911 de Malein tarafından yapılmıştır).

Wilhelm de Rubruk’un 1253 yılında Doğu Ülkelerine Seyahati IX. Bab (Tatarlar ve onların meskenlerine dâir): Onların (Tatarlar) hiç hir yerde daimi oturakları yoktur ve gelecekte de böyle bir yer bulacaklarını asla bilmezler. Onlar Tuna nehrinden güneşin çıktığı yere kadar uzanan Skit ülkesini (yâni Karadeniz’in Kuzeyini) aralarında paylaşmışlardır; ve başbuğlardan her biri, kendi idaresi altmda çok veya az sayıdaki insanlara göre otlaklarının sınırını kışın, yazm, ilk ve sonbaharda sürülerin nerede otlatılması gerektiğini bilir. Çünkü kışın onlar daha ılık olan sahaya, Güneye inerler, yazın ise Kuzeye daha serin olan yerlere giderler. Otlatmak için' elverişli olan, fakat suyu bulunmayan sahada onlar sürüleri ile kalırlar. Orası kar ile örtülüdür ve su yerine kar kullanırlar. Uyudukları evleri ağaç dalların­ dan örülü olup, tekerlekler üzerine konulmuştur; malzeme olarak ağaç dalı kullanılır, bu dallar yukarıya doğru küçük bir tekerlek halinde birleştirilir ve buradan yukarıya doğru soba borusu gibi, boyunumsu bir şey çıkar; bunu beyaz bir keçe ile örterler; çoğu zaman ve keçeye daha EKLEB 337

çok parlaması için kireç, beyaz toprak veya öğütülmüş kemik (tozu) 6ürülür; bazen, siyah, keçe de kullanılır. Tepedeki bu boyunumsu keçeyi onlar (Tatarlar) çok güzel ve çeşitli şekillerle süslerler. Çadıra girişte de alacalı bulacah kumaştan yapılmış bir keçe asarlar. Onlar böylece renkli keçeleri öyle birbiri ile dikerler ki, üzüm salkımı, ağaçlar, kuşlar ve hayvan (resimleri) hasıl olur. Onlar hu tarz meskenlerini o kadar büyük yaparlar ki, bazan bunların genişliği 30 ayak tutar. Ben, hakikaten böyle bir arabama iki tekerleğinin (bıraktığı) izlerin arasım ölçtüm ve yirmi ayak tuttu. Böylece bir ev araba üzerinde iken, tekerleklerin dışına her iki yandan en az beşer ayak çıkıyordu. Ben böyle bir evi 22 öküzün çektiğim (tesbit) ettim; bir sırada, arabanın genişliğine olmak üzere 11 ve ikinci sırada da, onların önünde 11 öküz vardı. Arabanın dingili gemi direği büyıiklüğündedir ve bir adam evin girişinde arabanın üstünde oturuyor, öküzleri sürüyordu. Bundan başka, onlar (Tatarlar) yanlmı; küçük çubuklardan büyük bir sandık hacminde dört köşeli bir sandık yaparlar; bunu müteakip bir kenarından ötekine kadar aynı çubuklardan bir kapak korlar ve ön kenarda küçük bir delik bırakılırlar. Bunun üzerine bu sandık veya evceğizi yağmur geçmemesi için, donyağı veya koyun sütüne batırılmış siyah keçe ile Örterler. Böyle bir sandığı onlar aynı zamanda türlü renkteki veya türlü kumaşlarla süslerler. Onlar bu sandıklara kendilerinin her türlü ev ve (mutfak) eşyası, kıy­ metli eşyalarını korlar ve develerin çektiği yüksek arabalara sıkıca bağlarlar ve böylece bu sandıklar nehirlerden geçirilir. Bu sandıklar hiç bir zaman arabadan indirilmez. Bir yerde kalınacağı zaman evlerini yere indirdiklerinde (evlerin) kapı (girişleri) larını daima Güney yönünde korlar ve arabadaki sandıklan evin şu veya bu tarafından yarım taş atımı mesafesinde yerleştirirler, öyleki, ev arabalardan müteşekkil iki sıra arasmda bulunur ve bunları ancak bir resim diye vasıflandırmak isterim; eğer resim yapmasını bilse idim, bunların resmini yapardım. Zengin bir Moğol veya Tatar, sandıkları taşıyan bu çeşit arabalardan yüz veya ikiyüz tanesine sahiptir. Batu’nun 26 karısı (hatunu) vardır; her bir hatunun küçükleri sayılmamak üzere (birer) büyük evi vardır ve küçük eıvlerini büyük evin arkasma korlar. Bu küçük evleri, içlerinde kızların yaşadığı ayrı birer oda gibidir ve bu evlerden her birine 1200 (sandıklı) araba bitişiktir. Onlar (Tatarlar) bir yerde kala ct klan zaman, baş (birinci) Hatun kendi avlusunu Batı tarafına kor, ondan sonra diğer hatunlar sırası ile yerleşirler, öyle ki sonuncu hatun Doğu tarafa düşer. Bir hatunun avlusu (evi ve taallukatı) ile ötekisi arasmda bir taş atımı

F . 22 338 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ mesafe olur. Bu suretle zengin bir Moğol'un avlusu büyüt bir şehri andırır. Ancak orada çok az erkek bulunur. En zayıf kadın bile 20 ve 30 arabayı idare edebilir, çünkü onların sakası çok düzdür. Onlar öküzler veya develer tarafmdan çekilen 20 veya 30 arabayı birbiri arkasına bağlarlar ve en öndeki arabada öküzü sürmek üzere bir kadıncağız oturur ve bütün diğer arabalar aynı adımlarla (öndekini) takip 'eder. Şayet kötü bir geçit yerine gelinirse, arabaların iplerini çözerler ve birer birer geçirirler. Onlar, kuzu veya öküz nasıl yürürse öyle yavaş giderler.

X X I. Bab (Batu Han’ın sarayı ve bizi nasıl kabul ettiğine dâir). İskender’in Demir Kapı’sı ve Alan Dağları’nın bulunduğu denizin batısındaki bütün bu ülke, Kuzey Okyanusu ve Tanaid (Don)’in başladığı Meotid bataklıklarına (Azak Denizi) kadar umumiyetle Albanya tesmiye edilir. îsidor (bu ülke) bakkmda der ki: Oralarda o kadar kocaman ve vahşi köpekler vardır ve (bu köpekler) öküzleri yakalarlar ve arslanları öldürürler. Bu (sözler) doğrudur ve bana anlatanlardan öğrendiğime göre, kuzey taraflarında köpekler büyüklükleri ve kuvvetlerinden ötürü, öküz­ ler gibi taşıtları çekerler, işte böylece biz Etil sahili kenarında gerek Batu Han’a giden ve gerek oradan dönen elçileri (nehir üzerinden) ge­ çiren Ruslar ve Müslümanların yaşadığı yeni bir mevki bulunmaktadır. Zira Batu Han (itil) nehrinin Doğu tarafında bulunmaktadır ve yaz dolayısiyle yukarı çıktığından bizim kaldığımız yerden geçmiyor ve (Batu Han) artık aşağı inmeğe başlamıştı. Ocak ayından Ağustos’a kadar Batu Han kendisi ve başkaları, serin ülkelere çıkarlar ve Ağustos’- tan itibaren dönmeğe başlarlar. Biz böylece bu (mevkiden) gemi ile Batu Han’ın sarayına kadar gittik ve bu mevkiden büyük Bulgar şehirlerine kadar 5 günlük bir yol tutar. Hangi şeytanın Muhammed’in kanunlarını (yani Islâmiyeti) buralara kadar nasıl götürdüğüne insan hayret içinde kalır. Zira, İran’ın 6onunda (öbür ucunda) bulunan Demir- kapı’dan adı geçen işbu Bulgar şehrine kadar 30 günlük yol ister; Etil boyunca çıkıp, çöl sahası üzerinden ve Etil suyunun denize döküldüğü yere yakın bir kaç meskûn noktadan başka buralarda hiç bir şehir yok­ tur ve Bulgarlar -Sarasenlerin (Müslümanların) en şiddetlisi (mutaassıbı) dirler. Muhammed’in kanunlarına diğer Müslümanlara nisbetle en sıkı bağlananıdırlar. Böylece, benim Batu’nun sarayını (ordugâhı) görünce içime korku düştü, çünkü onun evleri (çadırları) adetâ büyük bir şehir gibi idiler; bunlar boyuna uzamış ve üç dört lieue (bir lieue 4 kim.) mesafeden her yönden (türlü) milletlerle çevrilmişti. Beni İsrail’den EKLER 339 herkesin kendi çadırını Mâbed Çadırının hangi tarafında kurması gerektiğini bilmesi gibi (Tatarlar da) böylece çadırlarını hangi mevkide kurmak lâzım geldiğini ve evlerini (arabalardan) indirdiklerinde (Batu Han) ça d ırının hangi yanına koymaları gerektiğini bilirler. Bundan ötürü “ Saray” a onların dilinde “ Orda” denir. Yani “ ortası” demektir; çünkü (Han’ın çadırı) daima adamlarının ortasında bulunur; ancak şu istisna iledir ki, (çadırın) güneyinde (evini) koymaz, zira çadıra giren kapılar o taraftan açılır. Fakat Bağda ve solda, sahanın elverdiği kadar, arzu edildiği tarafa evler yerleştirilir, ancak tam sarayın önüne veya tam karşısına düşmemeğe bakılır. Bizi ilk önce bir Müslüman'ın yanına götürdüler; o ise bizim yiyeceğimiz ile hiç ilgilenmedi. Ertesi gün bizi ordaya götürdüler ve Batu Han büyük bir çadır kurulmasını emretti. Çünkü orada toplanan erkek ve kadını Hanın çadırı alacak gibi değildi. Bizim rehberimiz Batu Han emredinceye kadar hiç bir şey söylememe­ mizi söyledi. Han emredince gayet kısa konuşmamızı bildirdi. O (rehber) bizden (kıral’m yani Louis IX .’nin) kendilerine elçi gönderip gönderme­ diklerini sordu. Ben de: Sizin (yani kiralın) Güyük Han’a elçi gönder­ diğini ona (yani Batu Han’a) göndermediğini Sartak’ a (Batu’nun oğlu ve Hıristiyan olan) nâme olmadığım ve şayet Hıristiyan olduklarım zannetmemiş olsalardı (gelmemiş olurlardı); çünkü bİz (Louis IX.) bizi elçi olarak korku yüzünden değil Hıristiyan olduklarını duydukları için tebrik maksadı ile göndermiştiniz. Sonra, o (rehber) bizi ba; çadıra götürdü ve bize de, çadırın bir nevi eşiği sayılan iplere asla dokun­ mamamızı sıkı sıkıya tenbih etti. Biz orada kendi kıyafetimizle, yalın ayak, açık başla bir müddet kaldık ve gözlerimizin önündeki muazzam manzarayı seyrettik. Orada bizimle birlikte birader Joann de Polikarpo da bulunuyordu. Fakat o, her hangi bir şüpheye maruz kalmamak için elbisesini değiştir­ mişti; çünkü o Papa’nın elçisi idi. O sırada bizi çadırın ortasına götürdüler ve elçilerden taleb edildiği gibi dizlerimizi çökmek suretiyle her hangi bir saygı göstermemiz de istenilmedi. Böylece biz Onun (Batu Han’m) önünde “ Tanrı beni bağışla” (duasını) söylemek için lâzım gelen zamana kadar durduk ve herkes derin bir sessizlik içinde idi. O (Batu Han) kendisi ise uzun, baştan başa yaldızlı ve yatak gibi geniş bir taht üzerin­ de oturmuş. Bu tahta üç basamakla çıkılırdı. Batu Han ile yan yana hatunlardan (birisi) oturuyordu. Erkekler ise Hatunun sağında ve solun­ da olmak üzere şurada burada oturuyordu. Batu’nun ancak üç hatunu bulunması hasebiyle kadınların kendi taraflarında dolduramadıkları 340 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

yerlerini erkekler işgal etmişlerdi. Kımız ile altından ve gümüşten büyük maşrabalarm konduğu bir iskemle çadırın girişinde duruyordu. (Bunun üzerine) Batu Han bizi, biz de onu dikkatle süzdük. O, boyu bosu bakımından bana kalırsa, Bay Jean de Beaumon(d)e -Tanrı toprağım hafif kılsın- benziyordu. Batu’nun yüzü o zaman kızılımsı lekelerle dolu idi. Nihayet o bize konuşmamızı emretti. O zaman' reh­ berimiz bize dizlerimizi çökmemizi ve söyliyeceklerimizi söylememizi bildirdi. Ben, insanlar huzurunda yapıldığı üzere, bir dizimi çöktüm. Bunun üzerine Batu (Han) iki dizimi de çökmemi işaret etti, ben de bunu yaptım, çünkü bu yüzden münakaşaya girişmek istemedim. O zaman O (Batu) bana konuşmamı emretti ve ben de güya Tanrı’ya dua ediyormuşum gibi -çünkü iki dizimi de çökmüştüm- sözlerime dua ile şöyle başladım: “ Padişahım biz her türlü in’amın kaynağı ve bu gün size bahşolunan bu kadar yer yüzü nimetlerinin ve yarın ahirette de vermesini düediğimiz -çünkü birincisi İkincisi olmaksızın değersizdir- ihsanların sadır olduğu Tanrı’ya yalvarırız” dedim. O dikkatle dinledi, ben de sözlerime şunları ekledim: “ Şunu iyi bilin ki, eğer Hıristiyanlığa geçmezseniz, semavî (âhırette) in’amlara kavuşamazsınız. Zira Tanrı (İsa) demiş ki “kim (bana) inanır ve vaftiz olursa kurtulur. înanmıyan kimse mahkûm olacaktır” . Bu sözlere karşı o hafifçe gülümsedi, diğer Moğollar ise, bizlerle alay kabilinden ellerini çırpmaya başladılar; şöyle ki, benim telmaçım (tercümanım) dehşetli bir korkuya kapıldığından, onun korkmaması için kendisini teşci etmem gerekmişti. Sükûnet hasıl olunca, ben (söze) devamla dedim ki: “ Ben sizin oğlunuza geldim. Çünkü onun Hıristiyan olduğunu duydum ve ben ona Frankların kira­ lından bir name getirdim. O (kıral) kendisi beni size yolladı. Bunun sebebini siz elbette bilmelisiniz” . O zaman (Batu Han) bana ayağa kalkmamı buyurdu ve sizin (kiralın) adınızı, benim ve arkadaşımın telmaçın adlarım sordu ve (alman cevapların) hepsinin kaydedilmesini emretti. O (Batu Han) sizin (Louis IX.) memleketinizden ordu ile hareket ettiğinizi bildiğinizden kime karşı sefer açtığınızı da sordu. Ben de “ Kudüsteki Tanrı evini kirleten Sarasenlere karşı” dedim. O (Batu Han) sizin kendisine elçiler gönderip göndermediğinizi bilmek istedi. Ben de “ size hiç bir zaman (elçi) yollamadı” cevabım verdim. Bunun üzerine o bize oturmamızı ve bize içmek için süt (kımız) verilmesini emretti. Zira onlar (Tatarlar) evlerinde, kendileri ile birlikte kımız içmeğe çok önem verirler. Ben ise, böylece oturduğum halde yere baktığımdan o (Batu Han) bana yüzümü kaldırmamı buyurdu. Galiba beni daha iyi EKLER 3 41 görmek istiyordu ve belki de, kendilerindeki batıl itikadm şevki ile hareket ediyordu. Çünkü onlara göre, önlerinde başka birisinin yüzünü yere eğerek ve bilhassa çenesini eline dayayıp kederli bir halde otur­ masına kötüye yorarlar. Bunu müteakıb biz çadırdan çıktık ve az sonra bizim kılavuzumuz yanımıza geldi ve bize tahsis edilen meskene (çadıra) götürünce; “ Bey kıral efendi (yâni Louis IX.) senin bu memlekette kalmanı arzu ediyor, halbuki Batu Han, bu hususta Mengü Kağan’m haberi (muvafakati) olmaksızın hiç bir şey yapacak durumda değildir. Dolayısiyle senin ve telmaçınm Mengü Kağan’a gitmeniz icap etmek­ tedir; arkadaşın ve öbür adam ise senin dönmeni bekliyerek, Sartak’m sarayına (çadırına) gitsinler. “ Bunun üzerine, Tanrı, kulu benim tel- maçım sızlanmağa başladı. Çünkü kendisini mahvolmuş saymakta idi; arkadaşım ise benden ayrı düşeceğine kafasının kesilmesini tercih ettiğini söylüyordu. Ben de, arkadaşsız gidemiyeceğimi söyledim ve iki hizmetkâra fazlasiyle ihtiyacımız olduğunu da ilâve ettim; çünkü birisi hastalamrsa, ötekinin yalnız bırakılmıyacağım da söyledim. Bunun üzerine kılavuz Batu (Hanın) çadırına dönerek söylediklerimizi anlattı. Batu Han da: “ İki ruhani” nin ve telmaçm gitmelerini ve yardımcının da Sartak’a gitmesini bildirdi. Kılavuz geri gelerek bu kararı bildirdi; ben yardımcının müdafaası, yâni bizimle yola çıkmasını iltizam etmek isteyince, kılavuz şunları söyledi: “ Fazla lâkırdı etme, Batu Han artık böyle emrediyor, ben de bir daha onun yanma gidemem.” Sizin ihsanınız üzere yardımcı Hosset’te 26 İperper (altm) bulunuyordu; o bunlardan onaltısım Tanrı kuluna (Telmaça) verdi ve biz de böylece göz yaşları ile birbirimizden ayrıldık. O (yardımcı Hosset) Sartak’a döndü; biz de orada (Orda’da) kaldık...... ”

EK No. IX.

BERKE H A N ’A A İ T

(E bıilgazi B ahadur Han, Şecere-i Türk St. Petersbourg 1874. Baron Desmaisons neşri, S. 172-173). jU»- İJİİ^İ ıl—ii (iLüü (j I a5j_jj ......

O l i j l-O-U — ^4 (jJjl;»- jj-A (Jjl (_£wlLi (jUi 342 rv-xvm. yüzyillabda t ü h k k a v İ m l e r İ v e d e v l e t l e b İ l-tf -l» jT öVsi- I >iAy*« (j’JjT

ıl)l>- (_^jLs- ^j*ryr (j I Ol>- üTlî J k ^ ıiX'I Olij jN^Ujl i—j_jS^ (j-JJliljj jlp- jl>- 40.

‘■y’jS"* apjTlî Ij^jju (jlO'J OU» j!î\* ^ f

(iJjüJUı tSj' ü j Ç' j j JI_*j (j'Jj I ı_pjL. di i Aya.a!' (^-Üj ıj'jlSj'.l tJ5*- Ü viJjXÎJjj' ı, .JL*ı tiJk.JuJ*-] —* 15Cj53jS”" t£Jjb l«üT j j j j > 0^^““ ıîJ;*J^<ılîTv_*!^îI öj£*

ı i ^ j jj & ~ J j l j j j j " ı— jl _jjS~ c_jjS" (jo ljü £

(_^İJİjT j o '.j * Jî^U~^ 'ri^V »C- (JVjl fjr^" e£~^ j l ^ l T oLİjL J jl <1)L; t?ı®;^,'U“,w4 J ^ c ~ ^ iS^jj*1

(j\İ y ^-^Jİ ılijj*“ ö\jU~< 0^ jı> Ji *0.

^ jjT j! a-»j>,I ^ l&T (jj -j* j> (j[jj.4—j

Oli Ijl^T ^*^L»I £/i tiiîj*»

^Ile jî I-UjÛyt oli dJLL‘1 ^>*ill j >-1 iS-^Ji İJJJ«^Î liJJUT o_jîjı

& x £ j»- laijjj* j; ^JT £jl; J; ^aJj; IOj

••• _/J ^ dL£ûb *•** *A>

BERKE HAN İBNÎ CUCl HANİN DEŞTİ KIPÇAK’TA HAN OLDUĞUNUN ZİKRİ

Batu Han öldükten 6onra, Mengü Kaan Batu Han’ın oğlu Sartak Oğlan’ı Han yaptı. 0 henüz hanlık makamına oturmadan öldü. Ondan sonra Mengü Kaan onun küçük biraderi Olakçı’m Han yaptı. Olakçı hem az bir zamanda vefat etti. Ondan sonra Mengü Kaan B ö ıek e (Berke) Han Ihni Cuci Han’ı han yaptı. Berke han olunca büyük ziyafetler çekip çok inamda bulundu, ve büyük ve küçük kardeşlerine Batu Han tarafından verilen ulus (hisseleri) larını tamamiyle verdi, ve (Mengü) Kaan’a çokça hediyeler gönderdi. Bunu müteakip Tanrı taalâ bir gün Berke Han’ın gönlüne Müslümanlık muhabbetini koydu; EBLEH 3 4 3

(Berke Han) kendisinin yanlış yolda (zulmette) olduğunu anlamıştı. Kıssa: Bir gün (Berke Han) ata binerek, büyük biraderinin yaptığı şehire, ki adı Saraycık’dır, vardıkta, gördü ki: Buhara’dan çokça kervan gelmektedir. (Berke Han) o kervan’da iki iyi kimseyi bir tenha yere çağırdı, ve (onlardan) Müslümanlığın yol ve kaidelerini sordu; kâmkâr, Padişah yani Berke Han, gönül bağlantısı ile Müslüman oldu. Ondan 60nra küçük biraderi "Tokay Timur’u çağırarak, bu sim ona hem söyleyince, o da Müslüman oldu. Ondan sonra İslâm dinini açığa vurarak, nerede kâfir olursa, onunla düşman olup, onlara karşı yürüdü. Sonraları onun vücudunda kulunç illeti peyda oldu ve tarih altıyüz altmış dörtte (1265-1266) Hakk’ın rahmetine kavuştu. Padişahlık müddeti yirmibeş yıl idi.

Ek No. X.

DEŞT-1 KIPÇAK VE ÖZBEK HAN İbni Batuta Seyahatnamesi'nden

(İbni Batuta, Ebu Abdullah Muhammed. Tanca (Fas)’da 1304 te doğmuş, Fas’ta 1377 de ölmüştür. Meşhur seyyah olup, 1325 yılında seyahatine başlamış, 1333 te Anadolu’dan geçmiş (Bursa’da Orhan Gazi ile görüşmüş) 1334 te Kırım üzerinden Kıpçak bozkırlarına geçerek, Özbek Han’la görüşmüş, Saray şehrini ziyaret etmiş, ve oradan Harezm’e gitmiştir.

İbni Batuta’nın seyahatnamesi birçok defa neşredilmiş, Fransızca, İngilizce, Almanca, Türkçe ve Rusça tercümeleri yapılmıştır. Fransızca (Arapça metin ve tercümesi) neşri Voyages d’Ibn Batoutah, text arabe, accompagnee d’une traduction, par C. D efrem ery et B. R. Sangu- in etti. Paris 1853-1858. 4 vols. Kahire, Bulak tab’ı, 2 cilt 1287-8 (1870-1872); Türkçe neşri: Mehmed Şerif Paşa tarafından, 3 cilt İstanbul 1333-38 (1917-18). İngilizce seçilmiş parçalar: ibni Batuta, Travels in Asia and Africa 1325-1354. Translated and selected by H.A.R. Gihb. İlk tabı London 1929. Beşinci tabı: 1963. Kazan Türkçesi tercümesi: Rızaeddin bin FahTeddin tarafından. Deşt-i Kıpçak seyahati, Orenburg 1917). 344 ıv-xvın. yüzyillahda t ü h k k a y I m l e b İ v e d e v l e t l e h İ

Deşt-i Kıpçak Seyahati

Biz deniz yolu ile (Sinop’tan) Kerç denilen liman’a geldik ve oraya girmek istedik, fakat, orada, dağın üzerindeki adamlar bize işaret­ lerle (limana) girmememizi bildirdiler. Biz bundan korkup ve liman­ da düşman gemileri bulunduğunu zannederek kara yakın olmasına, rağ­ men, (denize) geri açıldık. Biz (tekrar) oraya yaklaştığımızda ben gemi­ nin sahibine (burada inmek istediğimi) söyledim. O beni karaya bıraktı. Ben bir kilise gördüm ve oraya giderek içinde bir keşişe rastladım ve kilisenin duvarlarından biri üzerinde, sarıklı, kıhç kuşanmış ve elinde mızrakla bir Arap erkeğinin resmini gördüm, (bu resmin) önünde kandil yamyordu. Ben keşişe: “ Bu tasvirin ne olduğunu” sordum. O da bunun “ Peygamber Ali’nin resmi” olduğu cevabını verdi. Ben onun bu cevabı üzerine hayret ettim. Biz o gece (o) kilisede kaldık ve kendimizle birlikte getirdiğimiz tavuğu pişirdik; fakat onu yiyemedik; çünkü gemide ne bulundu ise hepsine de deniz kokusu sinmiş idi. Bizim kaldığımız yer, Deşt-i Kıpçak adıyla bilinen bozkır’ın bir parçasıdır. Deşt-“ ş” ve “ t” ile yazılır ve Türk dilinde Step (bozkır) demektir. Bu step yemyeşil­ dir, çiçekler açmıştır, orada ne ağaç, ne dağ ne tepe ne yükseklikler vardır. (Dolayısiyle) orada odun bulunmaz ve bu memleket ahalisi yakıt için ancak (kurumuş) tezek dedikleri (hayvan pisliği) kullanırlar; tezek sözü “ z” ile yazılır. (Hatta) onlann büyüklerinin dahi tezeği alıp, elbiselerinin eteklerine koyup götürdükleri görülür. Bu bozkır boyunca ancak arabalarla gidilir ve bu step tam altı aylık yol uzunluğundadır. Bunun üç ayı Sultan. Muhammed Özbek’in ülkesinden gidilir, kalan üç ayı da başkalarının ülkesidir. Bu liman’a gelişimizin ertesi günü, arka­ daşlarımızdan bir tüccar, Kopçak adiyle bilinen ve dinleri Hıristiyan olan kimselere Step’e giderek onlardan, at taralından çekilen bir araba kiraladı, biz bu arabaya bindik ve Kefe şehrine geldik; bunu adı “ k” ve “ f ” ile yazılır. Burası deniz sahili boyunca uzanan büyük bir şehirdir. Oranın ahalisi Hıristiyandır ve büyük bir kısmı Ceneviz’lidir. Oranın emirinin adı Domdir (Demetrio) dır. Biz orada (Kefe’de) bir müslüman mescidinde kaldık ■.. Bu ülkede kullanılan arabalar hakkında: Taşıt’a onlar “ araba” derler ve a, ra, ba ile yazılır. Her bir arabanın dört büyük tekerleği var­ dır; bunlar arasında ancak iki at tarafmdan çekilen (arabalar) olduğu gibi daha çok at koşulanları da vardır. Arabanın ağırlığı veya hafifliğine göre onlar öküzler veya develer tarafmdan çekilir. Arabayı süren kişi, EKLER 3 45 arabayı çeken ve eğeri olan atların birisi üzerine biner. O kişinin elinde, hayvanları sürmek için sallayıp durduğu kırbaç bulunduğu gibi, araba yoldan çıktığı zaman, yöneltmek için uzun bir değnek de bulunur. Arabanın üzerine, birbirlerine ince derilerle bağlanarak dal çubuklardan bir kemer korlar. Bu hafif ağırlıkta bir şeydir; üstünü keçe veya çul ile örterler; (bu kemerde) parmaklıklı (yani kafes gibi) pencereler bulunur ve arabanın içinde (oturan) dışardaki adamları görür, onlar ise görmezler; (araba ile giden) kimse, hareket zamanında istediği gibi döner, uyur, yer, okur ve yazar. Yol eşyası, ağırlık ve yiyecek maddelerini taşıyan arabaların üzerinde aynı tarzda yapılan kemer bulunur, ancak bunlara kilit vurulur. Ben seyahata karar verince, keçe ile örtülü bir araba hazırlattım ve bu arabaya ben ve benim kızım (cariyem) yerleştik. Arkadaşım Afifetüd-Din et-Tuzer’ için küçük bir araba, diğer yolcular için deve tarafından çekilen büyük bir araba hazırlattık. Arabayı süren kimse (bu üç deveden) birisine bindi. Biz yola, Emir Tuluk Temir, onun biraderi îsa ve oğullan Kutlu Temir ve Saru Beg’lerle birlikte çıktık. Bu seyahata bir de onun (Tuluk Temir’in) imamı Sadeddin, Hatip Ebu Bekir, Kadı Şemseddin, Fakih Şerefeddin Musa ve muarrif (teşrifatçı) Alâaddin de katılmışlardı. Türkler, bu bozkırlarda, Hacı­ ların Hicaz’a giderken yaptıklan gibi aniden hareket ederler, yani erken sabah namazından hemen sonra yola çıkarlar, günün erken saatlannda mola yaparlar ve öğleden sonra hareketle tekrar akşama duraklarlar. Duraklayınca atların, develerin ve öküzlerin koşumlarını çözerler, arabalardan (serbest) bırakırlar, ve gece ve gündüz istedikleri gibi otlamaları için bırakıverirler. Hiç kimse, ne sultan (kendisi) ve ne de başkalan hayvana aynca yem vermez. Bu bozkırın hususiyetidir ki, buranın otu arpa yerini tutar; böyle bir şey başka ülkelerde yoktur. İşte bundan ötürüdür ki, buralarda çok hayvan bulunur; bir de bu (Kıpçak) hayvanlannın ne çobanları, ne bekçileri vardır; çünkü (Kıp- çaklarda) hırsızlık şiddetle cezalandırılır. Bu husustaki nizamlan şöyle- dir: Şayet birinde çalınmış bir at bulunursa, o kişi bu atı sahibine iadeye mecbur olduğu gibi, aynca aynı ata benzer dokuz at daha vermesi şart­ tır; şayet bunu yapacak halde değil ise, bunun karşılığı olarak çocuklan alınır; eğer çocuklan yoksa, (o hırsızı) koyun keser gibi keseler. Bu Türkler ne ekmek, ne de sıkılaşmış yemek yerler ve yemeklerini onlarda bulunan onlı’ya benzeyen ve duki dedikleri bir nevi dandan yaparlar. Onlar ateşe kazanda su korlar ve su kaynayınca, işte bu duki (tarhana) den bir parça korlar ve şayet etleri varsa onu ufakça keserler 346 IV-XVin. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ ve birlikte pişirirler. Sonra herkesin hissesini bir tabağa korlar ve üzerine yoğurt dökerler ve kaşıklarlar ve üstüne Kımız dedikleri kısrak sütü içerler. Kımız “ki” , “ mı” ve iki “ z” ile yazdır. Onlar (Kıpçaklar) sağlam, sıhhatli ve kuvvetli bir kavimdir. Onların, bazen buıhanî dedikleri bir yemekleri vardır. Bu yemek hamurdan yapılır; hamur küçük parça­ lar halinde kesilir, ortası delinir ve kazana konulur, pişince üzerine yoğurt dökerler ve kaşıklarlar (yerler). Onlarda, yukarıda zikredilen duki tohumundan yapılan içkileri vardır. Tatlı yemek onlarda ayıp sayılır. Ben, bir defa ramazanda, Özbek Han huzurunda yedim; at eti getirdi, bu (eti) en çok yerler ve bir de koyun (eti) ile erişte getirdiler; (bu yemek de ince hamurdan yapıhr), ve pişirince sütle (yoğurtla) yenir. Aynı gece ben, arkadaşlarımdan biri tarafından hazırlanan tatlıdan bir tabak (dolusu) (Özbek Han’ın) önüne koydum. O bu tatlıya parmağını soktu ve, bir lokmayı ağzına koydu, fakat bir daha (parmağını) uzatmadı (yani yemedi). . . Büyük Sultan Muhammed Özbek Han hakkında; Onun adı Muham­ med Özbek’tir, “ u” “ z” ve “ b” ile yazılır, Han ise onların dilinde Sultan demektir. Bu Sultan muazzam bir ülke (devlet)nin sahihidir. Kudreti, rütbesi değeri itibariyle büyüktür, yüksektir. Allahın düşmanlarım, büyük Konstantiniyye (İstanbul) ahalisini mahvedicidir ve onlarla savaşta Hinin (yani Islâmiyetin) gayretli mücahididir. Onun ülkesi geniştir ve şehirleri büyüktür. Bu şehirler arasında (şunlar vardır): Kefe, Kırım-Macar, Azak, Sudak, Harezm ve onun (Sultanın) paytahtı Saray. Alemin en büyük ve kudretli yedi hükümdarlarından biri: Efen­ dimiz (yani Fas hükümdarı Ebu İnan Fam), Emîrülmüminin, yer yü­ zünde tanrının gölgesi (zillullahı) kıyamet gününe kadar hakikat yolunda savaşacak olan muzaffer ordunun mümessili, Tanrı onun işlerine kuvvet versin ve zaferlerini yükseltsin: Mısır ve Suriye Sultanı; Hindistan sultanı ve Çin Fagfiıru. Bu sultan (Özbek) yolda (göç halinde) iken, o, ayrı başına ordugâhında kalır, ve yanında (ancak) kendi köleleri ve büyükleri bulunur; Hatunlarından her biri ise kendi ordugâhında kalır, eğer o herhangi bir hatunun yanma gitmek isterse, geleceğinden onu haberdar eder, ve hatun da onu karşılamak için hazırlanır. (Hanın) ordugâhında kalışı, göçü ve (Devlet) umurundaki intizamı hayret verici­ dir, mükemmeldir. Onun (edindiği) itiyatlarından birisi de, Cuma nama­ zından sonra, süslü ve harikulâde olan ve “ Altm Çadır” denen çadıra oturmasıdır. Bu çadır, altm levhalarla kaph ağaç çubuklardan yapılmış­ tır. Ortada gümüş ve altm levhalarla kaplı bir taht bulunur; (tahtın) EKLEH 317 ayaklan som gümüştendir, (tahtın) üstü de kıymetli taşlarla bezenmiştir. Sultan bu tahta oturur; sağ tarafında Taytuğla Hatun (Taydoğdu?) ve onun yanında Kabak Hatun; sol tarafta ise Bayalun ve Ordua Hatun oturur. Tahtın basamağının sağ tarafında, Han’m (büyük) oğlu Tinibek, sol tarafında ikinci oğlu Canibek, ayakta dururlar. Han’ın önünde ise kızı İtküçücük oturur. Sultanın hatunlarından birisi geldiğinde, Sultan onun önünde ayağa kalkar ve tahta çıkıncaya kadar elinden tutar. Taytuğla’ya gelince; o Han’ın en sevgili hatunudur. Han onu karşılarken çadırın kapısına kadar yürür, kendisini selâmlar ve tahta çıkıp otur­ masına kadar elinden tutar, ve ancak ondan sonra (Han) kendisi tahta oturur. Bütün bunlar herkesin huzurunda, (gizli) kapaklı olmaksızın cereyan eder. Bunu müteakip, kendileri için sağda ve solda iskemleler konan emirler gelir. Sultanın resm-i kabulüne gelen her emire bir iskemle ile hizmetkârı refakat eder. Sultan’m önünde hanzadeleri ayakta dururlar (bunlar sultanın) amcasının oğulları, (sultanın) kardeşleri ve akrabaları­ dır ve (Hamn) karşısında, çadırın kapısı yanında, büyük emirlerin oğulları dururlar, onların arkasında da 6ağda ve solda olmak üzere asker başbuğları bulunurlar. Bunu müteakip (Han’ı selâmlamak için) her çeşit kimse gelir; bunlar üçer kişiden ibaret olup Han’ı selâmlarlar ve uzak bir yerde otururlar, öğle namazı kılındıktan sonra Baş Hatun uzaklaşır; onu takiben diğer hatunlar da çıkarlar ve (Baş Hatunu) kendi ordugâhına kadar teşyi ederler ve sonra her biri kendi ordugâhına gider. Her bir hatuna at üzerinde elli kız refakat eder. (Hatunların) arabaları önünde araba ile oğlan-uşaklar arasında at üstünde olmak üzere yirmi yaşlı kadın bulunur, onların arasmda da delikanlılardan olmak üzere hepsi yüz kadar köle gelir. Oğlan uşaklar önünde yüz kadar köle o kadar da yaya gider; bunların ellerinde değnek ve bellerine kılıç bağlıdır; bunlar (yani yayalar) atlılar ve oğlan uşaklar arasmda yürürler. Her bir hatunun (Han’m) çadırına geliş ve gidişinde bu kai­ deye riayet edilir. Benim (yani İbni Batuta’mn) çadırım, Sultanın oğlu ve kendisinden ilerde bahsedeceğimiz Caiıibek’in ordugâhının yanı- başında bulunuyordu. Oraya gelişimin ertesi günü ben, öğle namazından sonra Sultana (Özbek’e) uğramıştım. O şeyhleri, kadıları, fakihleri, şerifleri büyük bir ziyafet maksadıyla toplamış bulunuyordu. Biz onun huzurunda orucumuzu açtık. Şeriflerin başı Seyyid îbni Abdül- hamid ve Kadı Hamza benden sitayişle bahsettiler ve Sultan’a bana ikram ye izam etmesini tavsiye ettiler. Bu Türkler, bir misafir için ayrı bir ikâmetgâh aynlması veya kendisine yiyecek-içecek gönderilmesi 34.8 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

âdetini bilmezler, sadece kesip (yemek için) koyun ve at ve tulum içinde Kımız yollarlar. Onların ikram usulü işte böyledir. Bir defasında, Sultan/la birlikte öyle namazım kıldıktan sonra ben gitmek isterken O, bana oturmamı emretti. Yiyecek getirdiler; (bundan): duki’den yapılan çorba, pişmiş koyun ve at etinden ibaretti. İşte o gece ben Sultan’a bir tabak (dolusu) tatlı getirmiştim; o tatlıya parmağımbatırmış (bir lo'kma- yı) ağzına atmış, (fakat) bir daha birşey almamıştı (yani beğenmemişti). . Karanlık diyarı hakkında: Ben, karanlık diyarına kadar uzanmak istedim. Oraya yol Bulgar ülkesinden geçer ve (oradan) kırk günlük mesafededir. Sonraları ben bu sevdadan vazgeçtim, zira bunun için çok zahmete katlanılması gerekeceği gibi böyle bir seyahatin faydasmm da az olacağını anladım. Oralara seyahat ancak büyük köpekler tarafından çekilen taşıtlar vasıtasiyle yapılabilmektedir. Zira bu ıssız ülkeler (her tarafta) buzla örtülüdür ve bu buz üzerinde ne insan ayağı ile ne hayvan­ lar tırnaklan ile durabilirler; (bu) köpekler ise tımaklannı buza batırmak suretiyle, ayakları üzerinde durabiliyorlar. Oralara ancak zengin tüc­ carlar gidebiliyorlar ve bazılarının (böyle) yüz veya bunayakm taşıtları olur; (bu taşıtlar) yiyecek, içecek veya odunla yüklüdür. Çünkü o taraf­ larda ne ağaç, ne taş nede sığınacak kulübe bulunur. Bu diyarların kıla­ vuzu oralarda birçok defa bulunmuş olan köpek olur; (böyle bir köpeğin fiyatı da) bin dinar veya ona yakındır. Taşıt böyle bir köpeğin boynuna (iple) bağlanır ve ayrıca üç köpek (daha) koşulur, bu (kafilenin) öncüsü­ dür ve bunun arkasından taşıtlara koşulu diğer köpekler giderler. (Öndeki) taşıt durunca (arkadakiler de) dururlar. Böyle bir kılavuz köpeği sahibi hiç dövmez ve sövmez. Yiyecek verildiği zaman, köpekler insanlardan önce doyurulur, aksi takdirde köpek(ler) kızar, kaçarlar ve sahiplerini muhakkak bir ölüme bırakırlar. Bu ıssız yerlerde kırk menzil gidildikten sonra, “ karanlık” diyarında durulur. Tüccarlardan her biri getirmiş olduğu ticaret eşyasını orada bırakır ve kendisi (her zamanki) duraklama yeri (menzil)ne gider. Ertesi gün (tüccarlar) kendi emtiasını görmek maksadiyle geri dönerler ve bıraktıkları eşya karşılığında (belli sayıda) samur, sincap ve kakım (ermin) derisi bulurlar. Eğer mal sahibi, kendi malı karşılığında bırakılan kürklerden memnun kalırsa onları alır (ve kendisininkini bırakır) gider, eğer memnun kalmazsa (getirilenleri) almadan geri döner. Ötekiler, yâni “ karanlık” dıyann kişileri, kendi mallarına ilâve yaparlar; fakat çoğu zaman kendi mallannı alıp götürürler ve tüccarlarınkini bırakırlar (almazlar). Onların alış­ verişleri (işte) böyle cereyan eder. O taıaflaıa gidenler, mal alan (ve EKLE it 349 karşılığında kendi mallarını satan)larm kim olduklarını, bunlarm cinler mi veya insanlar mı olduğunu bilmezler, göremezler. Kürklerin en iyisi kakım (ermin)dır. Bu deriden yapılmış bir kürk, Hindistan ülkesinde 1000 dinar kıymetindedir, yani bizim (Fas) paramıza çevrilirse 250 altm (dinar) tutar. Bu kürk barikülâde beyazdır ve ancak bir karış büyüklüğündeki küçük bir bayvan derisin(den) yapıhr; (bu) hayvanın kuyruğu uzun (çadır) ve kuyruk kürk üzerinde mahsus bırakılır. Samur ise ondan daha aşağı değerdedir. Samur kürkün fiyatı 400 dinardır. Bu kürklerin hususiyeti de onlara “ bit” in girmeyişidir. Çin’deki emirler ve büyükler, bütün kürklerinin boyun kısımlarını (işte bu) samur derisi ile çevirirler. Acem ve Irakeyn tüccarları da aynen yaparlar. Ben Bulgar şehrinden, Sultan’m (yani Özbek Han’ ın) benimle birlikte gönderdiği emirle geri döndüm ve Sultan’ı ve Sultan’m ordugâhım, Beşdağ diye bilinen bir yerde buldum. (Dönüş) Ramazan’ın 28’inde oldu. Ben Sultanın (Özbek Han’ın) Iyd namazını kıldırmasında bulundum. Iyd günü Cuma’ya rastlamıştı......

Ek No. XI.

ULUĞ MUHAMMED’den SULTAN MURAD Il.’a (27 Cemaz. I. 831-14 Mart 1428).

(İstanbul, Topkapısarayı ve Müzesi Arşivi. Basılmıştır: Akdes Nimet K U R AT, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına ait Yarlık ve Bitikler. İstanbul 1940, ss. 9-11).

A. Bitiğin metni.

(jo -Usi 2

ülSCUı ç jj d kû j* [ V_/] IpI tl)L>- ' 3

jlS jjl; ı— *i/lil 4

JjIpI - I o**.-}- J,)i 5 350 IV-XVIII. YÜZYILLARSA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

u h - 'f j y . ^ J. - 'i j l A i t S ^ 6

[ L > J C-J 1j j \ (_?*' İ_£~^ ^ ^ 11 7

j i & j . '-r*d^i (Jüol>- u*>jjy. <—>UJj m J>UJ lyy- l—j 8 IjT jjl bjlpj^J

<—j_j-iy U_jJ_jî (Jl j . <1j £ l- j j İj i jj^-jl b-iJUj ^1j £ j j + * __Ol>L' jjj 9

e k j j j y

J u ‘-JJjji X/ ^jL > £];« 10 S^j\

->jj' Jîi JİA& 1 j U S ^ & J . J;d->Jİ V :5^ ^ û’.jVJ;! jjl U»JI J 7 11

L*j Vr*î^" *“7*-?**"^ t—ju

(jl^lT (_SA^ Vj . (j— uıij*" L~j jjjlc I ı_ij (_glpUjj^T

ijdx^ ülSjjj ol—-^1 13 ^ . .. J-I^ JU ./. IJt3 ...... JJ . .. ii ...

^ h j y . ^ j . ı ^ jk ılU/' ( ^ S c j ) o £ y ıU ja 14

^ k - * t--x£jl Jİ l İ ^ ./. ^*’'/' jSoj^ilî c£jj jl|- olSjjl; ı-jtiw 15 Lo l

ı_^I)l c^JUa^ ilj>u‘ lSjjjb;S" t j j i ^ <3V_jl İİLjJ*j ' j i ' b ^ljl 16

olSjjb (jOj**' i z f j j j *

(ü) iİİJ Jl5jj ıihAJ_j~" Lo j'y- ı—-iî ö

( ? ) dU E K LEB 351

j j £ j jjjl ü(^)j^i' (^) UbjOj^" 18

bjjj> lx -li _jJ_?l bjjl 0«M Jü

aîu’u1 j öy^> j jy** ^ A n

Nişan : M a!W) M iıl 5 JjUJI £ itil* J jp tjA c- İ r p* < y j | H Es .- JjU i ö ik u ı • ı r ? (ûU-

B. BİTİĞİN TRANSKRİPSİYONU

1. Hak teâlâ inayetiyle Miiliammp.il Peygamber mucizatiyle 2. Muhammed’din gazi Muradka 3. Selâm burungı Han ağalarımız (birle) siznin Rum Vilâyetini bilgen atalarınız. 4. Ağalar(r)mız birle ilçi keleçi y ıyışıp bölek selâm abşıp bazirgân ortak. 5. Yürüşüp yahşi barış kiliş kılurlar irmiş irdük sonra han ağamız 6. Toktamış Han siznin Uluğ babanız gazi Bâyezid Big birle bu- rungı yahşi yosunga ilçi keleçi ıyışıp 7. Bölek selâm alışıp ikisi tâki dostluk yahşilik öze T(enri) rahmetin b(a)rdılar 8. B(a)sa Hak Teâlâ y(a)rlıgap burungı han ağalarımı71 fi uluğ orunnı birip turganda öz ara 9. Türemiz talaşıp sonragı z(a)manda oçur bulup taht barak koluna tüşup turur irdi burungı yıl 10. Hudaynm inayeti birle ç(e)rig yürüp b(a)np B(a)rak birle mansurn k(a)çurduk tahtını mülkini T(enri) bizge birdi olar 352 ıv-xvın vüzyillakda t ü b k k a v İ m l e b i v e d e v l e t l e r i

11. Taki ançı öz illerin ala k(a)çıp yüriyü b(a)rdılar birer ikişer yıl özü kışlalı tip köçüp k(i)lip t(u)rurbız. B(a)sa sizge kişi 12. Iysak Ulak aşurmağay tip lymaduk, b(a)sa sîzdin su birle kişi k(i)lgey bildük n(i)çük buldı k(i)lmedi siznin y(a)hşı 13. At(ı)nıznı isen tügelnikni Haci A b d (?)... din bildük im d i... K ...u r ... efle....n d a biz ikegüge bir asır(?)...... şa 14. Devlet Birdi irse b(i)z taki T(enri) nin yarısı birle burungı y(a)hşılarımız yosun(u)nca y(a)hşı b(a)nşalı aramız(da) ilçi keleçi ıyışıp selâm 15. Böleklerimiz y(i)tişip bazirgân ortaklarımız yürüşse kiçer buy(?) kalur mengu atka y(a)hşısı ol bulgaymu ime” . B(a)sa 16. Aramızda bu b(i)r kisek Ulak kâfirni kiterürge nigçük maslahat itüp istegin(?) kurıdm sudın bazirgân ortak 17. Yürüp y(a)rlı? miskin tirligin kılsunlar. B(a)sa s(i)znin isen tügellik(ni) kürüp k(i)lsün tip Haci tb a d .. .(?)din b(i)tik selâm ıyduk.. .ni(?) 18. Köz (köb ?) köreze (?) kişi İbamı (?) özünüz bilürs(i)ztip b(i) tik selâm ıyduk (?) yıl biçin Orda Özü y(a)kasında irürde b(i)tildi 19. Fi’l-yevmi’s-seb’a işrîne şehr-i Cumadelevvel sene ihda ve selâ- sune ve semanemie sene 831

C. BİTİĞİN BUGÜNKÜ TÜRKÇEYE ÇEVRİLİŞİ (Aralıklı sözler metinde yaldızlıdır)

1. Hak Teâlâ inayetiyle Muhammed Peygamber mucizatiyle 2. Muhammed’den Gazi Murad’a 3. Selâm; evvelki Han ağalarımız (ile) sizin Rum vüâyetini idare eden atalarınız 4. ağalarınız elçi sözcü gönderişip, hediye, selâm alışıp bazirgân ortak 5. yürüşüp iyi vanş-geliş kıhrlar imiş (iyi münasebette bulunurlar imiş). Sonra Han Ağam ız 6. Toktam ış Han sizin büyük babanız Gazi B âyezid B ey ile eski iyi âdet üzere elçi, sözcü gönderişip EKLER 353

7. hediye, selâm alışıp, ikisi dahi dostluk iyilik üzere Tanrı rah- metine vardılar. Sonra H ak Teâlâ yarhgayarak eski Han A ğalarım ızın büyük (yüksek) makamını verdi derken kendi aramızda büyüklerimiz 9. mücadele etmekte idik (büyüklerimiz ihtilâf çıkanp, dalaşıp) sonraki yıllarda (mühim) vak’alar olup, taht Barak eline geç* inişti. Geçen yıl 10. H uda’nın inayetiyle asker yürüdü, varıp Barak ile Mansur’u kaçırdık; tahtı mülkü (Tann) b ize verdi; onlar(?) 11. dahi ancak (?) kendi halklarını (zümrelerini) alarak kaçıverdiler. Bir iki yıldır kışı geçirmek için Özü (boyuna) göçüp gelmekteyiz; dahi size adam 12. göndersek, Ulah geçirmez diye yollamadık. Sizden su (yolu) ile bir adamın gelmekte olduğunu biliyorduk; nasıl oldu(dâ) gelmedi? Sizin iyi 13. adınızı, esen sağhğınızı, Hacı A b d .. .(?)dan öğrendik. İm d i.. . . da biz ikimize. . . . 14. devlet verdi ise biz dahi T(anraun) yardımı ile, evvelki iyi (ecdadımızın) âdeti üzere, iyi münasebet (tesisle) aramızda elçi sözcü gönderişip selâm 15. (ve) hediyelerimizi (birbirimize) iletip, bazirgân ortaklarımız yürütürse (gider-gelirse) (her şey) geçer, bu (ise) ebediyet için kalır, iyi olanı da bu olduğu muhakkaktır. 16. öyle ise aramızda bu bir parça Ulah kâfiri gidermek (ortadan kaldırmak) nasıl muvafık görülürse, isteyin (bildirin). Karadan ve sudan bazirgân ortak 17. gidip gelerek zavallı fukara dirliklerini görsünler. Dahi sizin esen sağlığınızı görüp gelsin diye Hacı A bd. . . . (?) ile biti (mektup) selâm gönderdik...... 18. Çok hekim (bilgili) bir zat olan İbar (?)ı kendiniz bilirsiniz diye biti (mektup) (ve) selâm gönderdik. Maymun yıl (ında) Ordu özü yakasında iken yazıldı. 19. Cemaziyelevvelin yirmi yedinci gününde sekizyiiz otuzbir yı­ lında (14 Mart 1428). KAZAN HANLIĞI Ek No. X II. Kazan han’ı İbrahim Han’ın Yarlığı (Tarihi: 1467-1479?)-. (“ Kazan utları” No. 8. s. 147. Kazan 1965.) A. Metin:

isi üj>-_}l t£İ-^>- çjjj** [ I I ] iljT JjjîU- Jy (î^ ) [metinde: JjlÂjI] J^-jI jj-Sjl

[metinde: jlS^o] jJ y jl>-_/ [metinde : O 'jl]

j l * ... »ir [IVJ^JLilj ( Ç ı/1

**^1 I i. 1''.j ol—*** oU ^ )

j_jj l$j>. (jujsj_j>- jijlî I (_g-U»S^ jjiyi- jjî (^JİjjI-j [ Y ] j Ij ı

[m etinde: ] (_£*»ljl [V I ] [ JU^] Jufi j

ı j j i \i-jj** hS"l_/_l 4Jji. tSjMlPİ JjJ ı-JİPjjjrf UıC £ | y .

J Cs*J^ji [VII]

(3lj_jî aJj». g j r j^ljj_»ulll [V III] j l —Jl jjs “ L » » j ( j ) V -

J $jj-*J sji [m etinde: (jU,Tj illil £Y jl jla -jb j ^ A J j î dJLx>jÜal ,.j j JUj?- L *_jili [IX ]

J p j I j^ U -[X ] jbu-alS' jlSjL iljT [metinde: tiJLiJjllaJ 3 jJjT ı£j\j£" (Jî jUaJL-*» 4^Jlş- <._.-. —.J » L i j jlsî- _/„_)£•

£py. ^lîL-ü (\-i-jy Ijjj (j)N l—_/.! JTjj [XI]

[X I I] ^JÜUÂj «JiJjl liJULT jL*i*_; (Ç ...... )

[metinde: Jİ^ ] cf-*î^i Jâ»l>-

* Metinde: >-;U ^»1 y İ EKLER 355

Nişan: JU£ Ül'i/I Aİl'i/ ^

(K^ .r “ ^ (^*)ı iikuı ® - 3* 0 ^“ Û i^j^ \

JjI j 4^L 4)14İ>- .

*

W!*’ I M 7 -

B. Kazan Han’ı İbrahim Han Yarlığının Transkripsiyonu

(I) İbrahim sözümüz

(II) Suyurgal sözüm Huday nzası üçün Muhammed Resulııllah şefaati üçün bu öksüz oğul(hem?) (III) tul hatunu azad Tarhan bulsun tidük. Bu azat yiberilgen kim irselerinin atı (.... ?) başlığ (IV) GüLboa- tan Hatun oğlu Muhammed (Ali ?) Aziz Han neseb-i Şah, neseb-i Caneke Sultan. Bu adlı kim irseler azad (V) yiberildi. Taki Hoşkildi atlığ çurasm birge bulsun tidük. Ve taki Muhammed Ali (Muhammed) Aziz’nin (VI) atasını (metinde: İyesi?) suyurgal birgen bu iki tamga ormanın suyurgab ile ağalan birle irekte suyurgaduk (VII) bulardın bilgüsiz kim kim irse ormanların yürümesünler, i İrin saban sürse hazir(?) anbar (VIII) alma- sunlar, bularga küç birle konak kondurmasunlar, tarhan, ilçi, ulağ, ilmek tutmasunlar. (IX) Kayılma yandın küç tigürmesünler tip, bu Haydar Ali Sultan’ın azad yibergen Gülbostan (X) Hatun oğlu Muham- med Ali Aziz Han, neseb-i Şah, neseb-i Caneke Sultan, taki Hoşkildi atlı çurası, (XI) bu kim irseler, tuta turgan(al) nişanlığ yarlığ birildi. Tarih sekizyüzde (•••?) Ramazan ayının evvelinde bitildi. (XII) Hacı Kurban Hafız bitidi (metinde: bitildi).

Nişan: Lâ ilâhe illâllah Muhammed Resulullah Es-Sultan el-azim tzzeddin İbrahim Han 356 rv-xvm . YÜZYULABDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Halledallahu mülkehu Ve eyyede saltanatahu Lâ ilahe illallah Muhammed Resulullah

C. İbrahim Han Yarlığının bugünkü Türkçeye çevrilişi

(I) İbrahim sözüm :

(II) SuyuTgal sözüm. Tanrı rızası için, Muhammed Resulullah şefaati için, bu öksüz oğul (ve?) (III) dul Hatunu azad-Tarhan olsun dedik. Bu azad edilen kim iseler (onların) adı (•••?) başlı (?) (IV) Gülbostan Hatun oğlu Muhammed (Ali?) Aziz Han, Şah neslinden, Caneke Sultan neslinden. Bu isimde kim iseler onlar (V) azad edildiler. Dahi Hoşgeldi adlı kölesin (adamın) beraber alsun dedik, ve dahi Mu- hammed Ali (Muhammed) Aziz’in (VI) babasını suyurgal veren iki “ damga” ormanın Buyurgab il ağalan üe birlikte, hisarda suyurgadık. (VII) Bunların bilgileri olmaksızın, kim kim erse, ormanlarına girmesin­ ler, ekin-6apan sürerse “ hazir-anbar” (salımı) (VIII) almasınlar; onlara zorla misafir indirmesinler, Tarhan,. elçi (ağırlamasınlar) ulağ (ve) (binek) hayvanı istemesinler, (IX) herhangi bir şekilde güçlenmesinler diyerek, bu, Haydar Ali Sultan’ın azad ettiği Gülbostan (X) Hatun oğlu Muhammed Ali Aziz Han, Şah neslinden, Caneke Sultan neslinden, dahi Hoşgeldi adlı adamı (kölesi) (XI) - bunlar kim iseler, (ellerinde) tuttukları (bulundurdukları) (al) damgalı (nişanlı) yarlığ verildi. Tarih sekizyüz (de) Ramazan ayının evvelinde (Milâdî: 18-28 Mayıs 1398) yazıldı. (XII) Hacı Kurban Hafız yazdı.

E k No. XIII.

KAZAN HAN’I SAHİBGEREY HAN’IN YARLIĞI (Tarihi : 1523)

(Seyid V ah idov, Sahibgerey Han Yarlığı. Vestnik Ob-va Tata- rovedeniya. No. 1-2. Kazan 1920. Abdullah B attal, Kazan yurdunda bulunmuş tarihî bir vesika: Sahibgerey Han Yarlığı. “ Türkiyat Mecmu­ ası” cild II. ss. 75-101. İstanbul 1928). EKliEB 357

A. Metin. ( ^ j _>■'■“ ) (t£ j^ öUaLJi) [ I ]

j çliâfi- (CjIoL») o ! j *■*> j (*!^*!) l ^ l j [II]

(O U lT j) ol; j (_jIjjI _j ( ^J->''^ij i j [ ^ ] ûb'l; jJlS"_j jU L^iS”” j [ IV ] (1)L_£pIj j j ( jU ll* ) üUli* j

jf- dJOr j o ıo b N j [ v j j» j j ’j 4ı^»uj j jNjUjjjj

ÇJ&Cj [VT ] ölü jj <*pj*)l oUUI_j (Oli^l^jP) Cjü^; C-^~

(Jf-j\ ıfJuiJ Jt*“l : yanda] -U>l

^p_jl «A*** [ VII ] ja j l tiJL^*swI j«LkA» ^pta [ cJ!«Aj I

L»_/l iJJj j t [ ^.Jl (jJ'lljj ,_g^l jj :yanda] ı_ıjÂ-j ıjljjx j*illp1 d)l^ J jl [ VIIIJ '"r*î^" ^j*. [IX] ^pta^

^•ALi d)lsî-jlJ [ X ] 1 (Jjplü <ü)1 (Jj ^j _j j (Jl*î

I-UjjM^jL* [XI] I-Ujj*İİ_/I j İJC/j^Alji apjM ^4! j l i * j ) J*j 'j*

4^ JI

^j!Lı ö!Aî (JL j ((j^jW) (J^'i) J»-J [XIII]

(*“ _/>■) o l ^ l ^ jv- j Ajilî [ XIV ] j ]j i jNüj^IİU»1

[ XV ] ojN(jv«1jI 4İj J^dj**\k* JjUaJ C— i a»jİp d)j'ifö {jX*> üj>y> j ^j>- j>- aL^ [ X V I ]

jj! jN jj j jOlygjjJ (j” Jjlj L*jjIî [X V II] jVü

J ^>. (£_'_>J ) ^_'jj jAp J j ç\J> [ X V I I I ] t~jjjj^j\ 4İJ t— ^drû p1jj j [ XIX ] j Ip^

^T*İ^ [ X X ] (^İ^- 358 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

iijjij7 ıjj& ı jji jjiy fejti [XXI] ^JöLÜ JT [XXII] öjS ” dıjl liljUıjT ( jk*? )

Nişan: (Kûfi)

iıl Jj-y iıl Yİ «Jl Y Jl ^ !l jjjI

_;^Jâll_j)l (j'J J Ij Uî^JI ^kpYl OUaJLJI

-üJaL- *bl j aSsL* «dil Jİs- ül>- jilf; ı£İ j S

B. Sahibgerey Han Yarlığı’nm çevirisi

(I) es-Sultan el-Gazi Sahibgerey sözüm, (II) Beklere, Damgalara, büyük seyyitlere, İslâm Kadılarına (III) muhterem din adamlarına, vekâlet ve makam erbabına, elçiler ve bakşılara (kâtiplere), (IV) köp- rücülere, geçit muhafızlarına, tutkavullara, damgacılara, (V) ve Kazan Yurdu’nun âfetlerden ve belâlardan mahfuz olmasını istediğimiz umum ülke ve vilâyetlerinde yaşayan ahaliye bu ferman (VI) eriştikte sözüm şudur ki: Bu Muhammed oğlu Şeyh Ahmed, yine Şeyh Ahmed’in oğlu Abdal, yine Seyyid Ahmed, onun küçük kardeşi Muhammed’in oğlu Musa (VII), Seyyid oğlu Yakub, onun küçük kardeşi Bolams, yine küçiik kardeşi Nur Seyyid, işte şu yedi kişi bize gelerek baş vurdular, ki (VIII) onlar bundan mukaddem han ağalarımızdan Tarhanlık almış zatlar imişler. (IX) Biz dahi bu mezkûr kimseleri Tanrı Teâlâ’mn nza ve yine Muhammed Resulullah şefaati için (X) Tarhan kıldık. Bundan böyle bunların yollarında, izlerinde (XI), seferlerinde ve ikâmetlerinde, oturduklarında, kalkdıklarında, onların adamlarına (uşak ve hizmetçi­ lerine),(XII) hayvan ve davarlarına, yüklerine (hamulelerine) ve umiımen İktisadî hayatlarma hiç bir kişi her hangi bir yolla, (XIII) müdahale ve taarruz kılmasınlar, yasak (vergi), kalan (denilen) sahğ (vergi), kuluş, (XIV) kultka denilen hediye ve takaddümleler, gümrük resmi ve masarif istemesinler. Mal ve emlâklerine, süt mahsulatına, toprak ve sularına (XV) el uzatmasınlar. Evlerine zorla misafir ve elçi kondurmasınlar, (XVI) köy masarifi toprak tapusu, tütün (hane) hesabı diyerek hiç bir şey almasınlar, zahire, yem istemesinler. (XVII) Onlara hiç bir cihetten ziyan ve zarar dokundurmasınlar, onlar feragat ve istirahatla yaşayub, EKLER 359

(XVIII) sabah ve akşam, gece ve gündüz bize ve bizim neslimize dua ve alkış (XIX) kılsınlar. Onlara her türlü zor tazyik, zahmet ve cebir adamların (XX) kendilerine hiç iyilik olur mu? (elbette olmaz) diyerek al damgalı yarlığ verildi (XXI). Tarih dokuz yüz yapan yirmi dokuz senesi mübarek Safer ayının onüçüncü günü (XX II) idi (26 Temmuz 1523).

Ek No. XIV.

KAZAN ILI ŞAİRLERİNDEN MAHMUD HACI OĞLU MUHAMMEDYAR’IN Tuhfe-i Merdan iisi’mdan (Hicrî 946, Milâdî 1539)

(Şair Muhammedyar’a ait: Nakıy Isenbet, “Sovyet Edebiyatı” (1941). Bonngı Tatar Edebiyatı Kazan 1963, es. 356-412. Tatat Poezyası Antologyası. Kazan 1956, ss. 55-67).

Tuhfe-i Merdan jtaja JUrfl

(Tatar Poezyası Antologyası, s. 57-58, Borongı Tatar Edebiyatı ss. 375-378)

tA ^ ü Uctf jjl oy^Jaljl üj5j .

c f f

<_Jİ aLI JJJTlj J j \

<_>1 yi- (Jaj

1s'

J& jj jjl ^ t s y

ıs *

^J*5Ljî i— ’Jjjj * f . J ^ î* j \ (JİP XV-XVin. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Ja- jJUj liJÜUu l_I_i.pl; (iili

iL Jjjv' 4*]aî <>ıjj _/ L J jjj 0?*J d )— J jıS " tlJJU- ,j<9^P ıiL*j_/J

j k ^ Ü .^ -t r T y .

J ^ T l-— A ) J ( I r . - ^ j j - ^

öiî (j’csUji ıjd^"oır'y

jlî^s jj—' j (_Sj* li-Lîl.*oj>J JJIp

l^ı» yt «jjjU>-l ç J & J ? {j,\ l& —■*' (îLaJ c ? t>*

Ji^i a ı>* û-* j;^-J jj^jjrl-^ Ji'

lp|gLt9 lı_*wfT* 1—Ss

>-r*^J. t/.J V i-*“ S. o A->J->Jt t_JLı fj'1*) L*jI lî^İ

j-*—*1 L**yj (j^U^

JL-İji j j -*

j\>V ti^i' J1T* ç f y . *~r£j.

ıiL ^ 4>-j Ij j V j j l l j l y p L i

,j«_M_j_j aİjI ^İL>- j j l (_£f—» c5j»

'j,>» û'.^Jj-*'’ j^t^P-1-* J _j-sâi \JU* LjUİ>- O*.,*!? jJ ı_-»-U jSİiJ A^ıJ j_ J j S 'Y ^ >-T (jıjpT iİhUu^L oXî»l JuP^Ui (JcJı;J (İ^J jV^Jb^

^IT,. |J^- ^jlSO_jS^ c5wU j

ı S ^ j.

jU* J^i o . j * ^ jj~ “ Jj'5 J j' J-*1 j W (j'.JiL-^l (j-S^l! ı jj Ji* j>

‘-r’j j j ^ j ' dr.-» ö* l— i-jjj^iLS""f \ f * 5 1-* js <_gJl^'l

,jiol jj J^'’* ^ * “ j Ij

tAoi lA»*- ^i' l^-'B J ifj. l&* Ji* <İ' (>*jji <3—< ' JJ ı3LX»_ji IS'J&jS' Jjl

j'-r’j û-^ J^U-:* ‘^u^J-* jl{ J^* V i7 J-AS” '- ?

jJiı L&J,* ^C^-î* i1-jL£o - jj

Ek. No. XV.

KAZANLILAR’IN 1550 DE RUS HÜCUMUNU PÜSKÜRTMELERİ

Astarhan’lı şair Muhammed Şerif (Şerifî)’nin Zafername-i Vilâyeti Kazan1 mdan parçalar (Tarih: Şuhat 1550). 362 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

(Z. V. Togan, Kazan Hanlığında İslâm Türk Kültürü. İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergİ6İ. c. III (1963) ten ayrıbasım, İstanbul, 1965, ss. 179-204. Bu eserin elyazması: Kütahya yanındaki Tavşanlı (Kaza merkezi) Zeytinoğulları Kütüphanesinde 2348 numaralı mecmua­ nın 60a-64b varaklanndadır.

j l j i C jY j (60 a)

ı_J4Pj i . j j j j i ^>1*1 ( C/.3 ) ......

J. J ö • LS^'i^ jjS'-Ü' y> L* J * JJJ} oljL*» ta jUş^ı «Jl—5”AiJU1" ı—Ja> jUL

I _/.j UİJ-» J lilju^—*~p (^*d o l î j l . (jlj p iJUjT 4 (j^i j JjjLp İJ-i» (>UI

^ J jl i jj ybUi Sjl—s» c J j

(_gjlıül j^SİİU jA L* jJp ı_*>-ljı lip tjLfi

. ( jl j l j (J jlji î-^ S-iL iijLiL C-jN_j jj jjj j

JJJS

öo* ıjAUJI ı_jj c^lip CJjl** j jA* Ja ^ .a j l j î î _ * - j S jlL (jo e.-x. ^ J jl _jj (jw j ^ 1 ) j Ya^ î^I* j lSİjLİ5'j ^ .a İİj O^Jbf Uâ2« <üUj Y / jL iT l5jV «L İj!j iUu

ı^i' ^ cs^-"' j jy&Jİ j A * < A > ^ . *

IjİJı* o b f" j Ij ^ ;C —.jjp-ji jumtj ji fj^j\^\

(_sjl_i!ljjl ç y y Çr* <_a—-1' t_.?-Lvs Lilî EK LER 363

^ J. (6 0 b ) y «Lîob 4*JûN_j j l j i (!)!>• ı£İJ ?Iİ+&

,jl j^r*^ ol j (jî jly.Nl öl) tS y} ^ j >-I j l-sLîa

J^^La <0 j A 1 II l^ljlij Âj I (^r_JÜI lf*^1 j

,.. (61 a) 4pxi*u^ii4* ^ »ü jlj *))! c l^ “ ^ Irf; t—>y_j<

(j^JAİÜ 4i)l(j!siı i—Jj î h - j j l iw.JJgj u*-“ ^ ‘pIjT <—-JT li_jJj> ç j j j S j j

J jl ı_-JT zj*^-a iyj>- ,.,i-jj]jı_ illim i (ji-u^A^o (j^jpUJI (Jf-

Uj~ »j\ j i \ J)1 jj i ö ^ â (J dJîljl jU T

y » [Ji*f'\—*>j jV^_.»l Ja—^''>—^ k_>x>l>- c.jjIjI jja tij*i/l ı—Jj j j i

• J^iS3^ J->JJ^ l—«23 lîLij'l . jl£ Aj’jlJJİ Jlj l * j j JjJO JLjfi J »JjJLa İİJAa

İSL,La £Jj«. S J^J O jU ^5j-İJ \ y j> j LCjI Iİ.İİAJ jj ı i j j l i . . . 4İjj^/ ıiJLxJ CjI>" C ^j^ s>" o l^ o jLiS"...... ^1*11 j j l (illi L-_/J (^-ÜJ cJ s -j * i - t£İj* Cr.ijJj*

l/--5 ‘jcsV^ j ; 1—>Ji y Jl»- ^ j > - ( jo üjJ^S" SîjU- j j

û -^ 4 J...... A -~ i* Jjlj^Tj Ij İİj ^ a J j l j

ö j & j i d)lcl ö ljl ıjvf-t^-4 (_jljiw _j (jdaUi ^jûîl (Jlî_j tlJil*

Ü İ ( _ ^ j J İ 1 1 ** 2 j j £ j '." f*. ı^ di^Aİai (j^jil j . J ı^.lİ4< jU - (J ı^ıy^j 3_}j ^ a

Ui-1 dlîijl ti DjJ— ol 4j aÜIj^I U s s ? a1»L>-I j s \ i J5‘ ûJuij(_$ 6 ljî #JıL ^JuT

jJ; Jj_ji t_-lî

x.I—jj I _j Jjl^JU j jl jUS”^^

: J >

lS ö^J* y , l£^" j . kT^f:

j i j * bLJj y > (_£Jj-*-*-* j f * £ }■ $ <1)1 j i

ıSjT* Û ^ 'j *

dOş- jp U S ^ A J - J - öl>- (]/l ül>- bLb

^ îL j I j. ûûjjt ü.Jİ j\ l £ i r

LJjj _^S” c/.^J^i Ji (62 a)

iSjV** OİJİ /^ C LS-L: J sİİj^**1 y

^ y , ıiy* ®j ji üj*-* _jj j. ıiA>- ob^ U*j«ıî Jj j Ijjv* j_jî aJ_/ ıiJLj c^Ljf (JpjI ıiJiA< ıiJjj

ı_ jT Ijjjilî (JjV^jSLt jwU^»«ıl j Ijb û)Ulj>-j J üi*jT

.... lS-v J ...... «jl-üîl J.jj ü^U-jl ı j dUjjVj

(_5jwU$L-l Jcb^V: lSj j r- ./ t—jllai'SIl v_Jaî (jvJL>^1-U- JuO «JojljjJ j.

... [62b] (Jj*İ/jIjT ö L » J jU-5< (jijJJJ Olîlj»-

^ jL -jliT 1—..İJ ^ jU^I il> - v__aj^>Us>T «ûJ» I Oİjp

• lS-5,/.' JJJJ;

J^* l—^bJ J *— L>^ « ia jljji j çji

■ tS^j) J)JJ: ^j. g}y -i>' ••• ö : ^ 1 <^-l>i j'i

j - dJjUî^iVj jL iL aJ»jlJ J İ j_ (jj

4JIİ-I (]/lj"İ-l ç ^ - k * “Uiliıi-Jl liJlIjLIjj^l 5jj 365

VI SbL.

... ç f tjsj) j.s üUj jA t_aj'I^J £ \j j { lİ.U jjVj liJU ıj\ j liJiti ö lj'îlfT j jİJ«*U b \ jj)h jJL-Lî py£ jISaJ j û r o ji, ^a ili yvai Îf-U-j liLrf ıs'c-'

_/.l ı a 1 j_ tjlÂj-i.î (63 a)

. j b l j y ApaİjIİ

«-L?1 (j^ i1 V î ^ V îT 1* jiA tJ’TiJ < sQ J- ^ J- j'i V-*J" -/ jb Ol# Ai.—it O lj* T .*■ ıjc ^uaj-U»-l jA ıi_bx?j*iL>_)”

^Ijjl Ij—j^/l ajjlı Jjl ^ i ^ jljl

ı_jj)L» 01 jo- ûjlp^il (J>^ j^ı^-zJ t— jVoli_/vsj

N_/ j ^ j j Ğ jV â jib J_}l . (_£.ij \ cSUJjj ü l - 5 jz>£*

ı_^İL# jVj^ 5" -Lx,»u ıl^oı dJ^>bJİ lJj )j J a] J ^ jî. *—’USm^Î

I v JLi O —lj > £ liy

.1 jIjI IjjVa ji^Jljî (—JLî

• Jİ> (İJ .J A;* IpJI ^ I^JL^aS’ ivj c 5 ^ d J

^ b l _^a t_-JLwj IjjV a_ »^ " (j'Pj'i/ajjLj ^jlîj' Jjl (jj

lİjU jI* ı_-5^ljS^ (^"bj'yiljS"" jı^ji(jl_*Lî JL.»- (jjVüji>-_)l

■J:; ^Cc ü jV ^ 'j't* -^ lS^J jL -iy jrT 10. j A jr^ J^eJ^i £jkj\ Jjl . tjjjL dJbjT j>.l j ıdi^Lı_/,! ^ ^ > a 366 JV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRE KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

; C-AJ (63 b)

i ' y L f j Jjj** ı-.jL S ' ^Jjl jA

jl£j y«JI 1; O^jjVj j ol j>- Ij 01» Ij>- ü l

Ojlüuvl j JUı* ^JL * j-Uj?*1 aâîjI J jl ıj'.jV jjl

j jlî I ^>SjV j \ jjj-^ j—»“ (_5*jl Jjl aJj ' Jl_*i ,Jİp

. cSJj'.l u -M

: j*Z> i\ \ jZ jJu^e* Aiîjl jJ tj

±JljjVj İ j a l-Ujjf j^İjI

jL L»Jjjj jS "l o » * j \

jL -j (j>.ilj a j a )1\ C-.İI—C-

«jO. ej.il J. J» tSVJ jk ^ L S j^ ^ y ü 'j-» u İİj O jJ İ JÎ

Sj» «j^li J jl LS^y.l jjV ~ V-Jj" J j 1 ./* ıP jJ 0j^i apIjA yJaJ (—j I ıj^î? cAj* ^ *is~* #js”^ ii ij\* >u«jiy* ^ybj SJ^U- Jiî^ıl5j1 j jij*î:r 0l£*0lSjî î j l Iwjjj_jj lj\(wJl j>- İJİ_jA daJU J'

J ljX ; tjSs eTp jb j b l 01* jî jt>r Aİy. Ij^ jj—-

. ‘r t ^ ( j l (j'.J-î_Jİ jJ Î J Uâ» & • y - j> c-1a»jy Ojj jS"3 ûj>- U î

_>Sj JUÂ-iî”jjS ” ö L O .j ^

AJjlfl** *1_JİJ l-. Vy3 ^Pİ^V^II L—->*y

jlîjl C/.i ûy*J 1^ A ‘-r  i V-J-iji i-j-Ai J jl EKLEH 367 i— ^ ıİj& ^^-**1 4-wajflll ......

: £}jy*> jİS - İ - J j\ IpJ& tjf£*J ü I

a .—*j O^jjSCj j>y->- ilL>-L5^>-

j d)jp**>*j öj>- j l j 4 * * j

^Aİ#v*b Ju\j j t5**^y ^ J

*£.j^ *lJ '~JJ^y. (s^** J liAî^Uj { j j i (jJkL*!l «—Jj i U i p j

<-..\,V»J 4i> jV £*\«~* tS-İ^AÎ (_5'“İJ*I £->J ji* i J*JD J M f s ,aj JLÖ]_9)) is*X*ııgâZÂ* (|^CJ(_Jli. ^İ jİI (1)1 B

dJ^LTİ^ '^■J ^İA^Oj jlis'cS-'jj!Ji jM &JJ-* iS“t£** «®J^”Û^U* j *JjS^ (j'.ijlS’jjj jlîl ^ j ^ ı j i j i ^~>\ ıii^4*l> 8 ^ İL *!l <_JJ jİJ-»jJ4 j lj*lii (j'.İJİ _/b ^kü I) (_£jJji

O L ^ s - j iijS- İ«Ji! j OlSw î-»j»k <—’j l j l ^ İJjl j15"4-_^i jL iS " l.u _ « jjlj

lS^/J J". j*. « ü '-» 6 ^ y (64 b ) jc-S'j/'i ‘t ’jI *

^Jai^N (J-^* jji aJU_İ ^11 jjl jV jjljjjıl iL îiU jJ^ 4 .^g.ait ......

J j J*-*j J_)«üi jlS"

...... t^Jül *u J-Id »—•♦Ijj

t 4alaİ

Jy. jl <_sU>- ö ijr 'ji jA L-!AîL.

jU«*- ®ji JJ3 *—-’T^

jL iâ îlji İİI^-^S* ^1» ji ^ -L c l L-u^JL*

* FirdevBÎ’mn Şahnamesi*nden : Ju£^- 0_^»^ o üU-jJi* j . 3 6 8 i v o c v i i i . yüzyillarda t ü h k k a v i m l e b İ v e d e v l e t l e h İ

Jjl ı-iUaJI j

J j â ^ t dWjMcJj.5 ı_-s-Us (( o U j i ± > )) Jj (Ji* j A ^ S -(jj)J_J?

oLiS"jjJ j t_a,.l(g j JJJ ı _ İ ^5"./-âi j ' L - J j J j ı

J ıl^ j Ij Arfîli , (JL ^ îp j

. (ilu* I Jlî T»Up

,_jÜ*

. jU«!1 jü l *U

B. Zafername-i Vilâyet-i Kazan :

Bulgar vilâyeti, riyaziye (matematik) kitaplarının aydınlattığı üze­ re, yedi iklimlerden yedinci iklimdir, ay’a mensuptur ve ay’ın himayesin- dedir ve yine bu Bulgar vilâyeti Kuzey Kutbuna çok yakm olması hasebiyle, Cevza (ikizler) burcunun sonu ve Seretan (yengeç) burcunun başında, beş vakit namazdan birisinin yani yatsı namazının vakti kalmaz, çünkü iki imam (yani İmam Muhammed ve Yusuf) nazarında şafak, (kızıllığın) kaybolup gitmesinden (biraz önce) (hasıl olan) kızıllıktan ibarettir. Bu belli olan vakitlerde, tan ağarmasından evvelki namaz, yani tam sabah vakti gelmiş olur ve bundan ötürü bu kavme yatsı namazı vacip olmaz, fakat kitaplarında ve bilhassa “ el-Kenz” ve “ ei-Fo/ı” ve “ eZ-Ka/i” kitaplarında zikredildiği gibi, (Kenz’ül-Dakaik, Hafız el-din Ebu’l-Bereket el-Neeefî (öl: 1310) aynı müellifin: al-Vafî fi’l-furug; el-Kafi aynı müellifin el-Vaft adlı eserine şerhi).

Ve dahi bu Bulgar vilâyetinin payitahtı, zamanın (kötü) olayların­ dan korunmuş ve bir İslâm şehri olan Kazan, İslâm ülkelerinden uzak bulunmakta ve kâfir(lerin) ülkesine bitişiktir.

Mısra : Kimse kötünün komşuluğunda olmasın!

Ve hiçbir yandan O’na (Kazan’a) yardım ve destek erişmez, illâ ki Tanrı yakın ola ve melekler yardımcı ve destekçi olalar. İşte bu sebep- tendirki, (Tanrı tarafından) saklanan ve korunan Kazan şehrinin padi­ şahları küffar ile (yani Moskofla) zamanın icabettirdiği üzere memleket- ESLER 3 6 9 lerinin refahı, açılması ve ahalinin rahatı ve asayişi (ni temin) için (Moskofla) sulh üzere olup arada elçiler yürüşüp, anlaşma ve barışıklık kılmakta idiler.

Şiir : Düzgünlük iki yanlıdır ve bu, şu iki sözle izah edilebilir : Dostlarla-mürüvvet ve düşmanlarla-barışıklık. ve diğeT yandan, kılıç ve kalem sahibi (yani cesur bir asker ve iyi bir yazar olan), asalet ve civanmertliğin kaynağı (Tanrının) rahmetine kavuşan ve (Tanrı tarafından günahları) affedilen Ebulgazi Safagerey Bahadır Han Kazan ülkesine padişah olunca, onun kâfirler bu dünyada- dinı, ahirette “ evi” (yani gideceği) yeri ayrı olması hasebiyle uzun zaman ve hayli vakit böylece geçti. Tesadüfen münadînin : \ y I^J

(Kur’an, IY (Nisa) suresi, 78. ayet: Nerede olsamz, sağlam kaleler içinde dahi olsamz ölüm size yetişecektir) nidası, Han hazretlerinin kulaklarına erişi(nce). . . (bu) gurur dünyasından, sevinç dünyasına (yani âhirete) gittiyse, bu (olay) her şeyi bilen Tanrının takdiri ile ol­ muştur. .... Kâfirler (yani Moskoflar) bu dönen (olup-biten) hadiselerden memnun ve dünyanın bu ağır vak’asından sevinç duyarak, O (yani Korkunç îvan) dinsiz kâfir ve kibirli, kindar, günleri bozan ve dünyaya fitne sokan, iki şeytanın biri ve mel’un askerlerin önderi Firavun ve Nemrut suratlı, imansız îvan (yani Korkunç îvan), kendisi başta olmak üzere kalabalık askerle ve sayısız top ve tüfekle, tahminen sekizyüz bin asker ile (ki bunlar) : i l î l j l ^jVlj jjJ - i j ûî jıl U (Kur’an IX. sure-i Ra’d, âyet 25: Yeryüzünden fesadın . oj ^UJI gitmesi için Tanrının emrettiğini bozanlar (Tanrının) lânetine uğrarlar) gelip, Kazan şehrinin etrafını sarıp kuşattılar.

Kâfirlerin askeri karınca ve çekirgeden daha az değildi. Yecuc ve mecuc neslinden olup, insan (neslinden) değillerdi.

Gazel Acayip bir işret yeridir, dünyada bu Kazan Şehri Böylece dünyada, birden bir Alman şehri dahi olamaz. Kazan gibi mamur bir şehir dünyada asla bulunmaz Kazan’dan dünyada ne kadar (başka) şehir hisselenir.

F . 24 370 r v - x v n ı . yüzyillahda t ü h k k a y î m l e b i v e d e v l e t l e r i

Burası ecdad-Hanlardan kalan bir yerdir. Ve burası daima dünyada Hanların şehridir Yerin-yurdun satarak babadan kalan vergisini ödemez Bu mel’un (Rus) buraya nasıl gelmiş, burası İvan’ın şehri değildir Şerif, eğer gaza ümidi (sende) varsa, sen hurdan (Kazandan) gitme,

Bu günden sonra desinler ki: Budur Kazan şehrinin sahibi. (Kazan şehrinin) kale kapısından birinde, bu memleketin (yani Kazan lli’nin) direği ve (bu ülke) insanlarının yol göstericisi, merhum Pulat Bık’in oğlu Mamay Bik ile Nur Ali Mirza, kadirleri artan, harpte tecrübe sahibi ve (yiğitleri) yıkan, Dara ve İskender gibileri (dahi) kıran erleri toplayıp, (düşmana) karşı koymuşlardı. . . Dahi “ Har: Murçali” deki kale kapısından kahramanlar meydanının saf (yancısı), yiğitlik san’atmın arslanı Kozıcak Oğlan, iktidarı artsın... Dahi (başka bir kapıda) Yiğitler zümresinin iftiharı, bahadırlık meydanının Iskenderi Ak Muhammed Oğlan, ömrü artsın. .. Dahi bir kapıda Peygamberimiz Efendimizin neslinden, kavmin ulu’su Seyid Ata’nın torunlarından merhum ve mağfur Seyid’in oğlu Kul Muhammed Seyid, fazh devam etsin, başta genç dervişler ve sofuları toplayıp, (medrese talebeleri). . . gaza atma binip (yani savaşa katılarak cenk elbisesini giyerek, kâfire karşı hazır ve nazır durmakta idi.

Dahi (başka) bir kapıda Dara (sancaklı) ve İskender (gibi), Rüatem misilli ve Behrama benzer Barbulsun Atalık. . . kendi kapısı kulu ile dururdu...

Dahi (başka) bir kapıda, şehrin (yani Kazan’ıiı) Beyi ve Bulgar ülkesinin hâkimi, Sultanların göz bebeği, izzet ve temkinin incisi, Sul­ tanın umurunu yöneten, Hanın hazine kapılarını açan Bibars Bik’in, gayreti artsın, bahadırlık gayreti harekete gelerek, yiğitlik yüreği atarak, her zaman şunları derdi k i,...... Ad kazanan bazı yiğit ve ikbal sahibi bahadır kimseler (meselâ) Tarihi Bik ve Aykildi Bik ve Ak Matay Bik ve hacılardan (bir cemaat), Tanrı onların yardımcısı olsun, herhangi bir yere, berbad kâfir hücum etse, oraya kendilerine yetiştirerek can ve yürekten oraya yardıma koşup, kara kâfirle çarpışarak, kâfirleri yıkıp, süngülerin kırıp gazilik rütbesi ile müşerref olurlardı. EKLER 371

(Sözün) kısası iki ordu birbiriyle vuruşmak üzere karşı karşıya gelmişlerdi. . . . Tamamiyle doğru olan sözlere göre Kâfirin (yani Mos- koflann) ordusunda onbir tane ateşli top vardı, hem iyi bir topçu da kaçıp gelmişti. O toplarm her bir ateşli mermisi tahminen Kazan tartısı bir batman vardı; büyüklüğü de at (yem) torbası kadardı. O mermi içinde türlü tılsım ve her tiirlü tertibat mevcuttu ki, (bumın karşısında) Eflâtun’un aklı ve Aristo’nun anlayışı hayretler içinde kalırdı. Bu mer­ miler dıştan demirle çenberlenmiş, içinde beyaz neft ve kükürtler koyup, küçük topa geçirilirdi (?) bunları düzleyerek( ?), içine dört-beş kurşundan mermi yapıp iyice, sıkıca yerleştirip, karanlık gecelerde (öyle) atarlardı kim, (Kur’andaki ö j . i ‘ . *‘ misilli dahi o ateşli mermilerden geceleri havada salıverdiği kıvılcımları gören kimse göklerdeki yıldızlar ve seyyareler hepsi de yere düştü sanırdı. Ateşli mermiler geceleyin şehir içinde bir yere düşse, onun yanına gidip söndürmeğe kimsenin imkânı yoktu.

beyt: Gerçi her bir ateşi su dökerek söndürmek mümkündür (Fakat) böyle bir ateşi su ile dahi söndürmek imkânsızdır. Lâkin, bazı gençler ve himmetli yiğitler o ateşe Semender dek kendilerini atarlar, onu söndürürler ve onun eseri ve izi dahi kalmazdı. Şiir: Suya -balık, ateşe-semender gerek İş gününde (yâni harpte) yiğit erkek gerek, Eğer er kişiye-himmet (de) yar olsa, Sonunda muradın, elde eder (tapar). Daha dört-beş havai toplan vardı ki, her bir mermi taşı, bir dağ parçası gibi idi; ne vakit bu toplar atılırsa, bu mermi taşı, hareket kuvveti ile kuş gibi uçarak, havaya yandan çıkar. A ü j4*JlT (da dendiği gibi) yu­ karda bir noktaya ulaşıp, havada bir mesafe katettikten sonra, hareket kuvvesi tükendiğinde tabii meyli ile aşağıya inerdi; pek şiddetli rüzgârdan daha gürültülü, kaza ve kader okundan (daha) süratli aşağıya inerdi. Şiir: Felekten (yukardan) bir kaza düşmesin Aşağıdakiler hepsi de kör olur.

Nereye düşse »Uj y W; J-j'. (Kur’an X III, 13: saikaları gönderir ve arzu ettiğine isabet ettirir) mefhumunca o yeri yakar yıkar ve yedi kat yeri yanp geçerdi. 372 1V-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Sözün kısası iki ordu, demire batmış (silâhlı olup) birbirine karşı muharebe ve mücadele ile meşguldüler.

Mısra: öyle çarpışma oldu ki, sanki mahşerdi Hançer sesleri dünyayı kapladı Kazan şehrinde kan Ceyhun (ırmağı) gibi aktı.

Allah’ın yardımı ve İhsam ve Peygambere öğüş ve selâm olsun, Allah’ın yardımı, âlemi yaratan Tanrı’nm inayeti, meleklerin yakınlığı yar­ dımcı olmuş ve âyet-i kerîmede (dendiği üzere) çjJI y j sa- dası Müslümanların kulaklarına ulaşmış ve âyet-i kerîmede ü ol . ‘p ,_JU (Eğer Allah size yardım ederse, üzerinize (kimse) galib olamaz, Kur’an III, 160) ve (Kur’an, IX, 25) de denildiğinin mânası gerçekleşmiş oldu. Bahtı kara ve yenilen düşmanı (Kazanlılar) öyle kırdılar ki onların varlıkları izleri yeryüzünden silindi, ûJ.UJI vj *“ ■ (Kur’an, VI, 45 (Tanrı) Zulmeden kavmi sonuna kadar yok etti ve (Tanrıya bin) şükür olsun). Kalenin iki tarafında kara kâfir öylece (kıbç ve) bıçak yeyintisi ve kurtlarla ayılara lokma olup yatıyorlardı ki ayak basacak bir kulaç yer bulunamazdı...... Sözün kısası bu gibi çarpışmalar onaltı gece ve gündüz mütemadi­ yen, kesilmeksizin devam etti. Onbeşinci günü mahvolan kâfir, perişan, geri atılmış ve kahredilerek çekilip gitmişti.

K ıt’a

Eğer sonu olmıyan Tann birini düşmandan korursa O’nun zırhlar giymesine ve yüksek hisara ihtiyacı yoktur Eğer, korumazsa, bu ikisinden (yani zırh ve hisardan) fayda olmaz Eğer, (Tanrı) korursa zülfikâr (kılıcı) bir kılı dahi kesemez.

Tahkik-i erbabdan ricam ve telfik sahibi kimselerden umduğum şudur ki, bu “ Zafemame” nerede olursa olsun sahib-i devletlerinin gözüne ilişirse -ki bu fakir mütearriftir, aciz ve kusuru muttasıf, günah ve isyanı ile munsıftır- onun muradına ihlâs ile Fatiha esirgemeyin, Rahame AJlahu abden kâle amenna ! işbu vak’a Muharrem ayında dokuzyüz elliyedi senesinde vukubul- du ve bu parlak yazı ve beyaz sahifeye karalıyan kulların en fakiri Şerif- Hacı Tarhan’dır. Ek No. XVI.

KAZANLILAR’IN KIRIM’DAN YARDIM İSTEKLERİ

Kınm Müftüsüne(?) Rahman Kulu vasıtasiyle (Tarih: 1045 Hicrî? 1635 Milâdî)

(Dresden, Landesbibliothek, Eb 361. Akdes Nimet K u r a t , Türkiye ve İdil Boyu, Ankara 1966, Ek No. X I. ss 057-058).

A. Metin. iXı_jb}\e- iLİCj j ] j I * w l j J [ 1 ] u iU jî ^UıL- y - jso Ij ü Jlî>-

ıii>j * l , * e li J j \ Ij mj ûlsî-j^jij jljp i)l_j ıil^xâ

j l jp jAj jbS' ^ jlî j £ iSj. j j j - w j Y jl «Jiiiljlsl _j AP-jalî «XjjU S ^ ( J [3] J j I

4LI (jC _jü—« l_/_j j i j y i * c?cjlJ İJMaI

^11** ^ ^ SU ji (J_jl s j \ s ”jJjl i jljP £4]

5] «LIjIj V jl jZ jjA » ( £ çj)j - ^jî

4İ£İ Jİ0 I jA h vj* t -^ i

aaIAj [6 ] CJ^A^ o L i j ^ - 5 aJjI j & c' j j i j £ ö j l (3jl OiIjjj\j j ılJbi__j" L*l u j J j j S " J k ~& jlji- [7] dJLil j. 4i-< J j \ «UJıS’” 4^aS^ UpU jJ jj; j

,jijIj d^l I_/.j jjJ-~S"" (_gjhxjl« ıij>tJjl j l > j i j i j iljİaIîoL ^ i [8] jlji- J+afi- t£jlilS" j

! j * $ * <*^»1 j_/_ jJ^j'Uj O j * z > - ol> C jYj jJİ J j a o

(j’j «Liib (J j l» a-UjJUo U b ^fli [9 ] (jİJ jJjJUalîi

JISŞ <«5" (jİAÎjj J j i «ıjjl j l j i o»udl J l ^!A«.I 374 r v o c v m . yüzyillakda t ü b k k a v îm l e r İ v e d e v l e t l e b İ

(j\ ji (iL jU - (jl>- ç J i [10] Lilj _/l

4_>-jj JJJİJ ^İJ» (2/ £»1J «-UJ jf-' (_5 jJjJ«^>- üls-

«jJ^ ç\ j öLS aJ&'jC ıjj]jj-& > - Ol»- t s ^ j^ [H ] <-r*JJJîI

^ ■ 1 j ^ lj4pljl 4aI^ (jJu L ilj ^jblj*l 4^aâİU

^^jj J-^— m e 1 ^ 4j j jo ^-7 j<* ^lc öl—.-»oIj [12] j S L » [ 1 3 ] J liJiİÎ J ^ k 5"- f J * JJ'-“JvJi J «C^LÂİİ Jt ^IjU 4Üİ *U Oİ J^AjlOİ ^4*J — JJJ2^^ ıj^ %^ OİjP 1

<—>_jJjl ^ [ 1 4 ] j)jL:>-l j jiC (_sj£üji jû>- j j j J j j i * cSjJ*!o' fg j j ^*1 J y * * * J J ^ ./• (jlûJİ j^li»*j UJL»j ypj -^j

ilj^ il ( Ş» jx*L» ) j* jl)l ç j, Jij»-l Ota jj J$\

S) jijJ_İjjl_jJj «-JJ-^l j';j [17] j <ç\ j'o i lSJ. j *

^ J4^i ^ j a j^ j* ü j ^ j jJj'.5 j j ^ ^ i> jji #jS" ^ jl _^J_/.a jJjl C-jUS" 4-ujji s-Uiy^l [18] iJU jj iJ j]-*— J ^ ^ j l _/

liyjb^ ls^ ^jjjij ç y j > i~ r !>u»ı t/Ji; j t^^sy d)jl #jjS^ Ojl^U IjIj [19] j İ jJî Uaj jA j J4JI>- jlb j jJjj-j JU ü^aj j. o? J~) J (Jlj ö\iaj 'jİJ LÇjlS’J Jl;

j-UlıLvaJ jj4jls>- tiLj { J j ^ i i [20] ç j P j . j ^J^ lS^^j^

«_),L-ıl 0*C— <1^ ^ 1 j t5^j”J ‘-r’^ J b ^ jjj aS]/'j <>JI «jjjl »-JjL—1 ojjjl <_j^1*h1 j~il iLj j jl O jjülj iUil [ 21 ] jj'.j «jj jl j j f dXj jy m a Ji jC - jj(_$Jj ıij«^ ibl^/j bj^J jJ jj'.j <3W

^ İ ^ U s ^ i j J j j . j jJiljl Ijîj [ 22] jJjjij EKLER 375

j h j . i li'-d JİI; a fi\ Û j J j j i j [23] IjJjj j

4 j £ j \ j 4jl>-jijl tİJJjlJP- J^UjS (j\ i J \ i J t Jjl Ül'jS**[24]

j oIjp **ij^frS^ jl'f

t^Mj» Jrij* [25] S ii& J LS^ '^.S^ '0&Z9-J Üas^

cffljfAj ( ji Cjji- ajlttjTo)ljI(jl>- çji jJîiU** jjİS” _j [ 26 ]

[27] f cPJjj\ a^L J»***c^*- e.I ^ jlaS' ^

4J Aİjİ jA 4j

aJjIJU <ıLlÂ< i^S" *zk^\ û-İjJ>^~£- ^L»l (JaI jJİji [82]

1—) jJJjS” aJU- j > -UîUjI t S j £ i j î >2?- j j j J i jj tiJLil Ijl^ j ıl)-icllaJLujijJ^lâsL* iî_^2»-jUİJL»» ^«Jjl jjj jjlS""

O * j * t ^ ~ ûl>-ı-jjb «jJjl j5jJUj! j5"j jj aS”j i j * l>-j

»XjIj (_5_,!lij ı ! j ^ > - ü-ÜI jl—S'*l>- j l i T 0^1 [30](_g*ill_/ ı_j^)*y

Ajljl i S j ^ l j * * ^ ^5** ^jİj^ 4* c£/^y^ vl*^

<-b* 0 4

B. Kazaa’lı (? ) Rahman Kulu’dan Kırım Müftüsüne (? )

tzzetlü ve faziletlü ve fukaraya merhametlü efendi hazretlerinin huzur-u âlilerine yüz sürdüğümüzden sonra arz-i hal-i fukara budıır ki: Benim izzetlü Sultanım, Kızılbaş fethinin ilacı vallahu alem Gazan ve Ejderhan fethidir. Zira ol şah-ı melunun mamur ve rahat ohcak yeri Bahr-i Kulzum kenarıdır. Gazan ve Ejderhan fetholunacak Edil suyu kenarında kadırgalar ve şaykalar yapılıp, Bahr-i Kulzum etrafında olan vilâyetlerin ihlâk ve ihrak olmaları mukarrerdir. Zira Moskova beyi ile dosttur. Gazan ve Ejderhan fetholunduktan sonra ol Kızılbaş-ı bed maaş bu ahvali işidib Kırım hanına tâbi olmalan mukarrerdir. Evvelâ saadetlü Padişah Hazretlerine âsi olmasına sebep Mosku beyi olmuştur. 3 7 6 rv-xvm . YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

Bu taraftan padişahlara “ sizin ile dostluğumuz mukarrerdir, düşmanınız ile düşmanız” derler, Şah-ı zelâlet-penaha gerçi asker göndermez, amma tüfenk ve barut, kükürt, ok odun, temir, kurşun, bakır ve bundan maada kese kese nakartlar sene ber sene eksik etmezler. Gazan ve Ejder­ han fetholunacak bunların mabeynleri kesilir; zira ol 6u ile varış ve gelişleri kat olunur. Muhassal Gazan ve Ejderhan fetholımması Padişah­ ların himmetlerine mevkuftur. Vilâyet-i Kazan Hazret-i Ömer zamanından beri İslama gelip, miimin-i muhlistirler; beş vakit namazlarına kaim, dualarında: “ Ya Rabbl, Padişah-ı dini İslâm eli altında olmak nasib eyle” derler. Alel- husus bu kış Kefe beylerbeyisi saadetlü İbrahim Paşa hazretleriyle, Kırım Hanı Şevketlü Cambekgerey Han hazretleri, nehr-i Ten’deki vaki Ten Kazağı taburlarının hedmi için teveccüh buyurup, Canıhek- gerey Han hazretleri Temrük’te Kaban nam mahalde mani düşüp kalmağıyle, Kefe beylerbeyisi İbrahim Paşa Hazretleri Kale-i Azak’a gelip, Devlet-i Padişah-ı İslâmî tamam mertebe tamir ve termim etmiş­ tir ki, Rus-u mehhus eşkiyasına havf u haşyet düşmüştür. Eğer Kırım Ham top ve tüfenk ve asker ile Gazan fethi kasdmda geliyor deyü işitirlerse, inşallahuteâlâ her birleri muti olmaları mukarrerdir.

Bu hakîr kulunuzu beyler ve ihtiyarlar cem olup, ittifak ile gönder­ diler; elbette bizim ahvalimizi ve askerimizi ve mamurluğunu -ve mah­ sulünü bir bir bildirip, aaadetlü Kınm hatundan istimdad eyle ve ulemâ ve sulehâ ve meşahir-i izamlarına her birlerine has her birleri muavenet edip, Kınm Padişahlarının bu tarafa teveccüh etmelerine sebep olup, bir alay ümmet-i Muhammed’i kâfirler elinden kurtarsınlar. Eğer bu beyan ettiğimiz ahvali etmezlerse bizim ellerimiz (kıy £ mette) onların yakası deyüp, kemal-i mertebe her birleri tazarru ve niyaz edip, yal­ varmışlardır. İki üç kere yüz bin asker çıkarırız derler ve imareti o kadardır ki, üç. yıla dek bir avuç tohum bırakmasalar ve yüz bin asker içinde dursa, kifayet eder derler. Terekesi ve balığı asla kesilmez. Bir kavim vardır ki, Çırşı Çirmiş derler, kırk bin hanedir, her hanesi yasak­ lıdır, baba-dedesinden mülklerine göre kimi on batman bal ve kimileri beş batman bal ve hiç vermiyen bir batman bal verirler. Ve Tav-Çuvaşı derler bir kavim ki, yirmi bin hanedir, cümlesi yasaklıdır; işbu üslup üzere akçe ve terek ve zerdeva (?) ve sincap ve tilki ve as ve cümlesinden üslub-u sâbık üzere yasak verir. Eştek, Başkurt on bin hanedir. İşbu üslup üzere yasak verirler. Ve Tura vilâyetinin mahsulü yedi şehirdir, EKLER 3 7 7 sekiz kere yüz bin samur verirler ve kara tilki dahi ol kadar verirler. Ye dahi taife-i Ar beş bin hanedir, yasaklıdır, anlar dahi ol üslup üzere akçe ve bal ve samur ve sincap ve zerdeva (?) ve kunduz, kama, as, sudan balık ve karadan yasak verirler. Çirmiş, Çuvaş, Eştek, Başkurt, Ar cümlesi atlıdır, yaraklıdır. Gazan ile Ejderhan mabeyni otuz günlük yoldur; ol yerin bir yanı kumdur, Gazan’dan Ejderhan’â varınca arşınla satılık, balık avcılarına verirler, dahi Gazan ve Ejderhan iskeledir; her yıl Kızılbaş ve Buhara’- dan ve Urgenç’ten ve Taşkent ve Türkistan ve Kaşkar’dan Hıtay ve Hotan’dan ve Hindistan’dan kârban (Kervan) gelir; bacı ve haracı ve çebl-i yeki, ve deh-i yeki, ve penç-i yeki gelir. Saadetlü Kırım hanı olan kimselere gayret-i din-i miibîn ve icra-i sünen-i seyyid ül-mürselîn ecri ve ahsen belki evceb ve elzem olduğu ilm-i şerifine pûşide değildir. Küffâr-ı hâksar elinden bir alay ümmet-i Muhammed-i tahlis etmenin mesubatı ne mertebe olduğu meczumunuzduı. Burada(n) asker-i îslâm ile Gazan’a teveccüh olunsa, bu kadar ehli Islâm askerinden asla kimse mukabele idüb ve mukatele ve müraca(t) etmek ihtimali yoktur. Bu hakîr kulunuzu ittifakla bu canibe gönderip, “ Asker-i îslâm ne zaman gelir?” deyü, andağı Müslümanlar bu hakîr varmasına müntazırdırlar. Sultanımdan ricam budur ki: Bu zikrettiğimiz ahvali tafsil üzere yazıp, Han hazretlerine arz eyleyüp, bi alay ümmet-i Muhammedi küffâr-ı hâksar elinden halas bulmaları babında hizmet-i âliyyelerin bidiriği buyururlar. Bakî ne diyelim ki muhat-ı ilmi şerifleri olmıya. Min el-Hakîr Rahman Kulu

Ek No. XVII.

NOGAYLAR

A. (Andrey Taranovski Seyahatnâmesi’nâen (1569), Matbu: Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve İdil Boyu, s. 034). (Nogay) Tatarları, Tann’yı çok az tanırlar, ne hürmet ne de fazilet bilirler; kim en kuvvetli ise, o en iyi olarak bilinir, fakat aralarında bir baş (buğları) vardır, ona Kadı-Mirza derler, arzu ederlerse ona itaat ederler. (Bu Nogay Tatarları) şimdiye kadar Perekop Tatarları Ordası 378 IV-XVIIX. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ

(yâni Kıtım Ham) korkusundan (Han'ın) oğlunu kendilerine efendi olarak kabul etmişlerdir. (Bu Nogaylann) çok miktarda hayvanlan vardır; bazı kimselerde iki-üç bin koyun, yüzlerce kısrak, inek, öküz, yirmi kadar deve tek bir şabsın serveti işte bu kadar oluyor; davar kışın ve yazm kırda biten otla beslenir. Tatarlar asla toprağı sürmezler ve hiç bir şey ekmezler ve ekmek nedir bilmezler; hayvanlanndan birisi ölürse, bunu en iyi av eti sayarlar ve Tanrı’nın kendisi tarafından kesildiğine hükmederler. Tilki, kurt ve bozkırda ne bulurlarsa hepsini yerler, para nedir bilmezler; ancak Çerkeş Tatarları, çuha ve keten getirdikleri zaman, karşılığında koyun, inek, öküz verirler. Bir hayvan derisini yüzdükleri zaman, ondan tulum ya­ parlar ve inekten, koyundan, deveden sağdıkları sütü oraya dökerler ve orada ekşimeğe bırakırlar; süt koyulaşınca, 6uyunu süzerler ve (üze­ rinde) uyudukları keçelerin üstüne dökerler ve güneşte kuruturlar. Kap yapmak için ağaç bulunmadığı gibi, yapsalar dahi beraber­ lerinde taşıyamazlardı. Eğer bir hayvan vurulur veya ölmüş hayvan bu­ lurlarsa, etini gayet ince dilimlere keserler ve bunu keza güneş (ve hava­ da) kuruturlar, bu tarzda güneşte kurutulan et ve süt (peynir) kışa sak­ lanır ve kışın (yemek) pişirmek için odun bulunmadığından, kışın bunları yerler. Yazm ise kurumuş ot veya kurumuş inek tezeği yakarak, bir şeyler pişirirler; fakat daha ziyade süt ile geçinirler; kulübe ve barınak­ larını (evlerini) koyun veya deve yünü keçelerinden yaparlar ve orada yaşarlar; muayyen bir yerde durmazlar, bu gün burada iseler, ot tüken­ dikten sonra, bütün evleri ve mal mülkleri ile başka yere göçerler. Onların büyük ve zengin bir beyleri vardır ve (o) ev eşyasmı iki arabaya yükletir; bir araba iki tekerlekli olup, atlar değil, ancak develer, bazan öküzler tarafından çekilir....

Nogaylar

B. Evliya Çelebi Seyahatnamesinden (1665), V II, 508-509 ...... Hakka ki bu kavm-i Tatar bîrah kavimdirler, amma min indallahi teâlâ Âl-i Osman önüne sedd-i sedid olup, her bâr küffâr ile ceng ü cidal ve harb ü kıtal ederler ve gayet salet ve sebiikbâr askerdir. Zira kavm-i Nogay tatarlarıma yanlarından hill-ü hürmetten (haram­ dan) bir şey bilmezler; bir alay mübah’ kavimdirler; hin-i zaruretten gayri mahalde zîruh nesli olup anın canı ola ve kanı çıka elbette anı yerler ve kanına darı putkası (lapası) karıştırıp, cemi’ hayvanat kanını EKLER 379

şorba gibi içerler; daima yedikleri ettir, bezler (?) ber hayvanın derisini giyerler, yâni kürkün giyerler ve ekmek yeseler yüreklerine yapışıp ölür­ ler; daima yedikleri darı ve giydikleri deri, evleri saz kendileri nâsaz bir alay kavm-i gaziyân-ı mücabidandır; daima hakimane bir güna taam yerler, gayri şey yemez ve bilmezler, ab u havalarının hükmünden mide­ leri gayet seri ül-hazimdir; hatta bir Tatar üç dört günlük taamı ve bir fıçı bozayı yeyip içüp ve yine üç dört gün taam yemese mümkündür bulur; bulad nahşuvası (?) bir ayağın had (?) nice kere yüz bin Tatar vardır kim, ömründe su içmemişlerdir; kımız namında bir güna altı yedi günlük at sütü içerler; talkan namında danyı kavurup değirmenden çekip, un gibi idüp, anı at südü, deve südü ile kanşdırıp içerler; def’i cevettikten maada sebil sekil verir, bir dahi Bursa ayranı yâni ekşimiş ve yıllanmış yoğurdu keş ısladup yerler; bir dahi yazma namında ilik ilik gibi leziz kaymağı alınmamış yoğurdu dahi at südü ile ayran edüb am içerler ve ilik gibi koyu ve leziz bozaları olur; sefer ve hazardan bu zikrolunan eşyaları yiyip içerler, ekmeğe suya anınçün rağbet etmez­ ler; ve “ ekmek neçiktir, kayda (nerede) olur ?” deyü sual ederler; sualine cevap verirler, derler ki: “ Ekmek çöpekte(?) yetkindir, değirmeninde un yaşadıp, çamur idüp, pişkindirip, ateşte küyündürürler (yakarlar) “ ekmek olur” dediklerinde “ Allah, Allah ekmek şulay mu (öyle mi) olur? deyü taaccüp edüp, Adem atayı cennetten çıkarmaya sebep şul çöpekte bitken (biten) ötmek midir; behey atan anan çavlı bulayım, özüm sokurlusta ben onu aşamam (yemem)dır” der, yâni (ben ölürsem de ben ekmeği yemem) der, garib ve acib sefere yarar bu tabiatta halk olunmuş şeci kavimdirler......

KIRIM HANLIĞI

Ek No. XVIII.

SULTAN SELÎM II.’DEN DEVLETGEREY I. HAN’A

(Tarih: 17 Cem. II. 979 - 6 Ekim 1571)

(Başbakanlık Arşivi. Mühimine Defteri No. XVI. s. 25-26 vesika no: 5). (Devletgerey Han’m 1571 de Moskova’ya kadar akın yapması münasebetiyle). 380 IV-XVIII. YÜZYILLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

A. Metin.

£ jjiU* olj

ob^Llp Î ;"p aS^ aJjIj o

A*Sljl (J ijj a£Ap _) Jaj- (_j>- O 4j AİJİ jf- ^AJ1 ^,p (_£İJP jw l' <_jj),jj5- j j> J Î ıjjb jj* - *-JjÂi ^ ö r^ J jL a j- üVjl £»lj aLIL* <_jjJjl_j vJT ^j^>- _}l aol-Ud.»

i [ ] aİİjJjIj jİJJl iL/ ^1 j _jJjl jl j _ liJU

ı_)j-bI l . -yg.j j b ^ j ^ j j ^Ij" ?M dJb g jl <—jj Jij I iiJİJLÎ

ü-Üj* (_£İ^£"-LyJL> 4JAjjI^ i^ iJj j İ JJJJ&

ıil>-aş*J j» _jllj> ^>L*I Js\~& y.L'j ü-Üji Jjv» jS'Up «jSj-iM jIj» O jjjjI» ujjJ.jI Jlif «jljî >_j_j)_>I <_jj-iTj gjl 4İjI j.* c_j_jJjl Jt \S~ (Jj> - <-Ji_/5" «j j i j k t«c*

i iS jUA>~ ı—>^iVjl tu»4*l» O jjU ' fi-lSO.2 9jl*a?-

(I/i («£ üVjl j ** J t*--J J j l ûVjl j\ * & ^ j •) o V ) üjS" jSC* j j i t_j_)J_/_j O jU -l «Jj«j ı_»_jJ_>l ö lj>-1

i-Jj Ij J.İj Ç' ^il tJS'JCİS* aJj*-_^—ı aLI iJl.oA.fr til» ı_Jjilî CjjLp j

ı_^jl i-jjJIjI C-jIpj J ir «j^^l Oljb A i_.ll» ıjlj lp j ü l^ y

jli^ l r u" as-^v* j j l j <_Jj4;l JUjI ı„jj& a aLI

«ti ü\cl*“ û ı ^ l ^*^1 ı ^ ^ i j . J *j £*h)JSj Jİj \ il^cl j

J L .jl ı_j_jLi^i “C— j;lS^cJUj a»-j_/_!(?) (Jp j I

İL 4^-_j Jp «ujI ^^jl jUil a£ ij j* eajUjl j

J_yf“ jİIp ı_jjjj»; ^c- >—J jJ jl j.y ü j ^y>jt- oJ^aJİjj ..~^~ O jU -j j .j -*

a-JjjLfiy^L>- ilf ö -j Ijp- ajl—S^Ij- jUS'jj-ilji Jı-*Li_j jflftliilj EKLER 3 8 1

i_ jj ]j \ ğ\j y iiiAe J>L»I-Üİ J İİJİJJ üVjl £İİJ jS '\ _c- U b aS"" j ^4İ*i^ oU-_jâ “üjia jj (J.UJ

fjf*''1 ıl^r* 0 ° J J j ■4^ ‘ ...... «UİJİ OJjÜj I

B. Transkripsiyonu (Tatar Han’a name-i hümayun suretidir)

Devletgerey Han’a namei hümayun yazıla ki: Utbe-i âlempenah ve südde-i seniyye-i saadet destgâmıza mektub gönderip, Hazret-i Hakk ve Cell-ü alaya tevekkül olunub, bu defa Mosku lainin vilâyetine gaza-i garraya teveccüh olunub, asakir-i muvahhidîn nehr-i Oka’ya varınca vaki olan hisarların yakıb-yıkıb, hurileri kılıçtan geçirilib, esir olunmayıb (alınmayıb) Mosku kasdmâ nehr-i mezkûri ubur idib, muka­ bele ve mükatele kasdında olduğu haberi alınacak, asıl tahtına vanlıb, mukabele edemeyib, otuz bin yarar atlı ve altı bin tüfenkendaz ve hayli badluşka (badlıca) darbler tedarik idib, üç bey ile Belerke( ?) nam vezirin serdar nasbidib, muhkem tobor (tabur) kurub, muharebeye mübaşeret ittükde, oğullarınızdan Mehmedgerey sağ koldan, ve Adil- gerey sol koldan ve sair asakır-i İslâm kollu-kolunca yürüyüb, cenk ve aşüb olub, küffann karara mecali olmayub, toboruna firar eyledikte, asakir-i İslâm maen tobora girib, cüz’i kâfir halâs olub, ser askeri ile iç hisara girdikte, ateş vurulub, barut kalesine ulaşıb, iç hisarı ve saray ve hâzinesi ve hisar içinde olan er ve avrat ve seraskeri olan lain-i bidin ihrak olub, ba’dehu askere seğerdime icazet verilib, onsekiz gün vilâyet tahrib ve garet kılınıb, mal-ı ganimet ile ser hadde gelindikte, adam gönderilib, Hacı-Tarhanı ve Kazam taleb ettüğinizde, varan adamınıza kemal-i riayet idib, adamı ile mektub irsal eyleyib, yarar adam gönderilib, sulh-u salaha tamam itikad ve itimad hasıl olduktan sonra, verilmesi hususu ilâm etmeğin, Süleyman Şah Murad...( ?) ayrıca resalet gelen adamışına koşulub, irsal olunduğın bildirib, ve dahi olbabta her ne ki iş’ar olunmuş ise, alâ veçh-il-tafsil paye-i serir-i saadet musir-i hüsreva- nemize arz-ı takrir olunub, ilm-i şerif-i alem şümul-i padişahânemiz muhit ve şamil olmuştur. İmdi küffar-i hakisare gaza ve cihad husus­ larında vaki olan hüsn-ü tedarik ve ikdammız gayetle müveccih Vaki olub, bihamd-i yezdihi taalâ bu makule futuhat-ı cemile müyesser ve 3 8 2 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ

mukarrer olmuş. Ümiddir ki daima asakir-i müslimin ve cünûd-i müvah- hidin muzaffer ve mansur ve ada-i din-i mübin münhezim ve makhur olmaktan hali olmaya. . .

Ek. No. X IX .

SULTAN MURAD III.’DAN GAZlGEREY HAN’A (Tarih : 1589-90) (Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri No. LXVIII. s. 6. vesika No. 12. Gazigerey Han’ın Rus yurduna akmları münasebetiyle:

A. Metin: . . .

^J ' ^ J jâ-^j*

Jjl ^lj jUjjl aj î j* ıJijjk*

c J ^ i j jjiji t i 'j* j^ y ‘-Jj'jb jJJjlj i ı-jjjjl

j (_Sjî oMjl «0^1 jisl dÜ4İ_jl ^r‘ t j j j l j (sic)

1>«X« İ-Jjjjj£ '-7-**» J ( j jU l J l—JJjj+»

dvüLuJI jk>- j j j !j jz**: jj. 0-^} $ 1 ısjb j

&

V J ? ü.j* ^ ü i ûjaî_jI jf~ j >—1 (_j>o ^ j l j î «ui» ^lj 4j‘jL-I j « 4j‘ bj

ü)lj\ yâ[>- »j&>ji a J 5 j - l i ‘‘iJ j^ üVj-* «—>jtjji ı_> lljilS" ÂjL>; 4$o>- j i j l î ^ IS"”

<»‘j j j l jjLjj.* a-U) <~Jj)Jjb ^ ^ Cj^ jj2-“j* <-Jj!jl Ai*j^ iJjtajS" ji& > jL S 'y- jU£ eJÎJUİ_jl

«JİUa^ jİJ*-* <—'jji* jlİJLlsî- Ojl^> cJ^aJUİ

lyö^p J V jt 1—ljİjİ ÜJJİ Aİ^AİS^

ö-L/l j Oj;o t_jj-b! O j Ip

lj>- ^lc CjjU1 ^-ul j ö \j ^\ (_$jİ4*İ* «jL ,jİj j j l Ij^U

aj‘^ ‘j j ^ dilLf O -jp aLI tSj^j^J

. . . . i*j1 jU ilj ^\pI

B. Transkripsiyonu Gazigerey Han’a name-i hümayun yazıla k i : Mosku kâfirleri üzerine tevcih olundukta evvela Yojuk(?) Yasnıy demekle maruf mevzie varıb, Kara Orman nam mahal ki, kâfirin karavulu durağıdır, ol mahalli vurul, karavullann tutub, Mosku kıralı Feodor nam lain vilâyet-i Kırım’dan kaçıb, varıb, nehr-i Oka’nm et- rafmda olan, kura ve nevahisinin halkını siirüb, ve cemian alpavutlann yanına alıb, reayasın sa’b yerlere gönderib, melce ve me’va idinib, “ kendinin iki aydanberi cemiyeti vardır” deyü haber alındıktan sonra, tutulan keferesinin başları kesilib, nehr-i Ten üzerine varılıb, mübalâğa kâfir karavullann tutub, ve Ten ve Oka suların geçib, anın dahi kara­ vullann kırıp ve yeniden bina ettikleri Neleva (?) ve Slovna (?) nam kaleleri karavullan dahi kınlıp, ve nebr-i Oka’dan kâfirin taht-ı bibah- tma yürüyüb, Molan (?)s uyma eriştikde, demekte hazır olan müsellâh kâfir karşı gelib, cenge mübaşeret ettiklerinde, biinayet-il-llâhi taalâ münhezim ve makhur olub, Mosku beyinin kaym atası Knez Barski (?) tutulub, ba’dehu Mosku üzerine varıb hücum olundukta, kü£far-ı hâk- sar asker-i islâm-1 zafer girdarm hücumuna tahammül edemeyib, firar edib, içeni hisarlarına girib, hendekler kazıb, meydan-ı mesafta cenk etmek murad olunmuş iken, ileni gelmekle, andan dönüb tulen ve arzen kâfir memleketini garet edib, büyüt ve kenayis ve manastırların yakıb, ve yıkıb, andan maada onbeş pâre kaleleleri ihrak ve esirleri garet olunub, tamam ceza ve sezaları verilib, dahi selâmet ile avdet olunub, memalik-i mahruseye dahil olduğunuz ilâm ve iş’ar olunmuştu. . .

Ek No. X X . SULTAN MURAD III.’DEN GAZİGEREY HAN’A (Tarih: 29 Ramazan 999-11. Tem. 1590) (Mühimme Defteri, No. XVII. s. 172. vesika No. 429). 384 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ

A. Metin:

. . . Jl) 4-alj (_£jlp ^

i_$aj j '^ j Âm> jI JL-J t-jyS ^A

ı_>jj1 j _ jt3 s“'î '— _/^>- (j'jlî-U jl oUS"jl-tf ı_j* 15”jÂi

aJI jİ\S*jÂj ö j\ öijiîl 1—1_JİS"" C-Jj Ojllljî aJjjjjl Üjv» aJİjJ

jjJI «Jjjjjl <3j *3 ö ^ jlj* j t i j Z ı_jjjjl £^*i» ^«u4İi^ ti—^lj

t5^Us.l üjîÇJİ ö!>W ajl~if l>- jli5" J CjJS" ijjlJlî a j> ^ s

C ~Jj a^jlT 4*Ll JjJ C~c JP- j ^s^b ı_jjj_jl

O jjjl iJjUa.?- ^Li ( V_jls (:sic) ^\p_jLj a«A*j ı_

Ö-lîl I_Ilîjl _rf- <—JjL'jîs (_JjjL>- 4*1 T (Jjİ ^>0 dijl I—Jjjlj j l i j ^ (_jjİJıâl Aj«djl«j aLUL* ı-Jjljl (JS"”a jjjl

I^ıfT i i i - j ö j l aSc > -_ j ı_J_jİ j i__ .J>i'u İJİ3İ (_jj>-lî sjUa>- t_4İ*ljl Ojit' jL^>- j^jy. jJa—J _j j>_^ <0 jA ı-J_}»Uİ OijP- ıj'iijl (Jl*1 Jİ>1 J

.... jJLİİjl ^L^4. ^ a A » 4 - J İ

• ■ • ılrV-*'*-'^ *Jb- _jjİ ö j —J_jl iijjj

[diye medhediliyor ve daima böyle hareket etmesi bildiriliyor.]

B. Transkripsiyonu Kınm Ham Gazigerey Han’a name-i hümayun yazıla ki: “ Mektub irsal idib, Mosku canibine sefer-i zafer-i rehberiniz vaki olub, yedi nefer kâfir getirip, muhkem tedarikte olduklann haber ahb, dahi içeri vanb, Dolja (?) suyı üzerinde kırallarına rast gelib, anlardan dahi on nefer kâfir ele getirilib, maadası firar edib, ba’dehu Ten suyu üzerinde Elyüz (?) nam hisarın karavulına rast gelib, cümlesini ta’ma-i şimşir ve mürdar edib, giriftar olub, sonra asâkir-i Tatarın kesret ve şevketi küffar-i hâksara ilân için itlak olub, dabi içeri azimet olunub, dil almağa EKLEK 385

çıkmış bazı kâfire rast gelinib, cümlesi ele getirilib, ba’dehu Tula nam bisarm üzerine varıb, anın dahi dil almağa çıkıb, kâfirleri tııtulnb, nehr-i Oka geçilib, andan dabi cemiyet üzere külli kâfir olub, mukabele ve mukateleye iktidarı olmayub, Surikov (?) nam hisara kaçıb, etrafım yakıb-yıkıb, ve cenge on bin kâfir gelib, cümlesi kıbçtan geçıb, tabur­ ları ihrak olunub, hisar gayet muhkem olmağla, top ve tüfenksiz alın­ mak muhal olmağın, avdet edib ve dahi her ne kim tahrir ve tastir olunmuş ise, mufassalan malûmum olmuştur. “ Yüzün ağ olsun, eyü hizmet etmişsin...... ”

Ek No. X X I. KIRIM HAN’I GAZIGEREY’DEN LEH KRALI ZYGMUNT’A (Şubat 1592)

(Vel’yaminov-Zernov, Kırım tarihi için materyaller. No. 4.)

A. Metin:

jA

*»' J J jJ 1 £ jb l

Olpjl j i j m\j ^2 J”j"î c_ iJL ü Jjİ iİİj"j l ^ _/ J ^ jl^L öUjJ liij* j i I j\ liL iîJ ji j 1^* I'?

I S o j M l j j \So ü jl jdJû*»

L>-jIjj I S o O j i j yLiLJIj ISojVjbS""

jjj ^jl» j j JVüb

J=*. 25 386 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

C~j£ ıiluj j£_jYIjI jl <—j_jJjj öjLi*

üUj Y a^J_jI j j\>- (jl jv*lîl ü-Üîljl ^>5"" ılr-*j!^ j

C-jYj İJ.İjYûUj ^ J Jr'ls^-'O jUlji _/,Lj j Jljî C—“ja Ij Jly O j İnj j j Jljî _>*jli oY_jl jUljî

j^\ i_jjJjj (jİjlj J jb J vl-^ C-^JJ M_/ i-jjjjI^1j jjiJT l^ jj“}lib '.^ J>jbj öy ''^ ~ Jj b j Jj &j \ û —11ji jljjj jYl~!jj l-jjJİJ üISjjIj J j>-[! bjr'% ^ \ j jY U jj jjj jj ojijjjl iS jj i Jlji ti— I Ul jtAo_/J jUl i_j_jjIj (j^»l

<—>jl j > > J y J-j jCj ojl (_ğ^İjî (JpjI jjJjj Jl_;* ^tA;l ıi>J^ c5jYj-^AjI ( _ j j Y ( _ ^ l j>- öYjI sJ^^l ıl-SCbî

J <-JJy_J (jjjl öj^ -i ıj\^t> Ja ^J t£jYdi{ üUjS'_J

( i l ; <__>tİA-“(_j^i J jlji’j ı—1jl I jj—A^-jljis iljtt ı- J j l Ş " 4jj-*5_jl ej^j^j^jl Jlji qMjI Jl^i ibhil ^ X p jj_jl ^jllljîjbf j^aji joı^îı c.)ipj ı>jjjYı_îiji ı^U9- d>Yjt j Uj j j^ jl i_jjJjj dJJy j£"j*>lîljj <_£İ^r*- üU_,S^jU- ûVjl û-Ujjj iliJjVo_/vâ>-jlS^^jj^- sliolj JjjUiuj

jlSjjUj j!s_} (_j>-(_5jî üYjl oJ^ljT ilujjUjSjXj j jUj^-il j

üj?-jl cSjY İISj ISj j S^ jb jj jjv» jü»

^AjI jYıl)Ualuij jYjl>- jfjYl^-lf-lj j ^ j l apjjJj I j l r 'j 15Cj>. ^ O j j >-jTI (-jjjU- j Jjyb ^^SClf

YU- jjjtAiy_jl ı_j—j ı^j^lîljJ üULojî jj~^j?- ^1_;>■ jY jl o-u^yjI (Jj-^ c Jjj Jlji O j Ssj j _jt"l-iîj» jif-jl Jlji oUIjj J.I Jî ^S^Lr C^J

^Ö JJİ *-r'-?jWl Yj1. ^Yjj J aSC-jjIj -, ^jij' ISjSCiıl

'-t’jJjj (jijbj (j;jl; ıS^ i (jijb j EK LER 387

ol) j j j j-(S jf"i^j j LS' oUI_j ı—Jjjlj (jı^l ülSjj\j

y ^ \ j j j î j (_gJiLÎ J j-i >—'jJ I <—jj jjS " J3* —^ J l

(j*-^ üj^obkj ^j. ^j^ij

(j'j^îljî öUluijİ J (^1 jp - o ^ jl 0-U>*;! ^S""

®J^d ıJ7-î Ja-s<â ı—>l£ju OXJmyfi \ <^>Jjy*

iU*Jj>j‘y(_,İAS' ajjjl Jri û^iJ>- ÜİPJJÎ

jytj üjlj jV^lS^L l£lL - İİVjj

j j L ISO- d / J '—f i j . i jJ>- - ^ j 3. «jj j l <—

_ > a iL L »jî ^r-U>tJİ jV l—Jjj

p j j ' ‘t ’.A k (A>^.-> cA ^

jj jM jÜaLu <0>-j Ij (jLiU öUaL» UJp Iİ ıiJU5- jl>-

_)

J' APj^U* dîk-3-J

jVLJji jljji» o jjjl J9j .%j J—jj

üI^j j 4P>SoLfis,j j j ıi— -)_jj i i U j <üiLj _) jjiI j

«_jjjl->- y S ''i{-^ > (j-JiL—»T JjI <_jjjUj jî jIjIj q % o ~%

- ( _ j l _ ) ^ $ wİİJjj» ^r-4 j^/L—Jjj .A-*“l

jyjjlŞ üjüjÜJp- jî ıib>A»lji jtlî <^£1 o^Ü J >*jjLj t-jjJ” UJ jrii^l—Jjj jlpjjj »x»^

y^\jjji jw j)lLdjj j% » j l j j j jAPojli jl jl j j jlılj

Cjjj?- (5"l c f lij1

tJİ j * C j j S-İ.jJ öL*I j

y S ’j ^ i S " JjI C-*pj »j» 6W jj adjj^p j«0j\ jS\~Ajt j j ü ; » -

ı j ^ ÜJ-JS'c->jJT" öjjL ^ j j l j ^j*. j t_glij_ji jVülSjjlı iluJj^İJjtİJjiv j 388 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

tl-jTjJ iJL'jjÇ dJj I Jm Vb-(L)UI I—j JJİJ (^*1

ö_)dl

>dJj ö'i/jl ci^

apOjSsjJ J -k/-* J O’ I jı ci^li oijl j j Aj. 3 i

(j jj>- j!;lj ^ ■j&.JüJjji ül>- ti/1-*

y ^ S ’jLf? i^L*j\ j£jV£js i_jjj_j iSjpv»jj»- < 6 'jw ^ lS jL t£ jjl* Jİ?-_;>-

cz/t/T tS”' ülj'j JJjS jU- (i^S'c£jlp >; jj'j

ö j l j j W Vj m S^u~±î~ ■} tsM‘‘~J-J*~

Ol^LS” 1 Jlj% C.>j^mj jv* j (2r"c5^j^i

Jl j i Cjj & j lr~"t5Ü;* jlâjjJs J j l j l dr^LS I ı5^ e? L^Ljb j i J lji C J j* £ ıj (juu (^J-Cİ ö j l j j ISJ^jHJjJi

Jawi (^UlS'jJ j (^U jU ^ (jj^ T ;^ lji

ı_JjL>jy*J APajlî jl jl? _} iJbkî J<^<İİJjjİ

o jV ö L * ,r _/*^>" #Lîolj ^_jİJilnvı j

J i tS^_H cAA-J (_r'j',i j —L?J. o ljj j j j v i jlS’jJj»- «LSol £^kJ_j.ı t-JjjjÇ" ^'ul^J ^-ublpj iİİ^jOj_j>-

(jlij> '

j j f * ı^~* JjVltİ t i ^ ^ - t_jy (J«î\ >Cw>

(jlil'J-l jb IH

Mühür: üU

d j z

■ti* J11 â lj\ jf c J j j KIRIM HANI GAZÎGEREY’DEN LEH KRALI ZYGMUNT’A (Şubat 1592)

(V. Y. Vel’yaminov - Zernov. Materiah dlya istorii Kmmskago Kahnstva - Kırım Hanlığı için materyaller. St. Petersbung 1864, 937. Bu eser aslında Hüseyin Feyizbanov tarafından hazırlanmış, Vel’ya- minov ancak önsözü yazmıştır.) No. 4.

B. Transkripsiyonu: Huve Bilkuvvet i’l-Âhadiyye Ve’l-mucizat i’l-Muhammediye Bismillabi’r-rahmani’r-rahim La ilâhe illâllab Muhammed Resulallâh (Tarak damga)

ULUĞ ORDU ULUĞ HAN’I GAZlGEREY SÖZÜM Allah ve Huday izim ve izd-ü ogan Tefiri taalâ hazretlerinin vah- daniyyeti ve azameti birlen başlansun. On kolnın Uluğ Ulusumn Tümen bilgen min, yüz, on bilgen Oğlanlarına ve Biklerine ve Mızralanna Ye Rus, Prus Knezlerine ve akbaşlar ve kara tunlarına, mesçanlarma ve barça uluğ kineş Panlarma ve içki ve t ışkılarına ve köplük kara ilğe, barça tüzünçe bilgenlerine. Basa min ki sansız ve köplük Deşt-i Kıpçak- mn Uluğ Padişahı GAZlGEREY HAN, min hakk-ı subhanehu ve taalâm ulüvvü inayetleri, şan-ı şerifimizge mukarin ve muavin bulup, uluğ atalarımızın orunlarına, taht-ı hakan’ğa cülûs müyesser ye nasib buldı irse, işbu yarhğ-ı şerif-i hakanîmiz birlen beyan ye aşikâre kılar­ ının kim: Evailden uluğ atamız uçmaklık Hacıgerey Han ve oniki ( ?) havakm ül-izam ve selâtin ül-kiram - rahmetullahı aleyhim ecmain - zaman- landa vilâyet-i Leh (ilâh) memleketi kıralları olan Kazimir kral ve Zigmut kral ve August (Ahust) kral ve sair krallar çağlarında, biri birisi birlen dost, muhabbet ve barış - yanş bulup, iki curt arasmda öksüz oğul ve tul hatun ve yarlı nice, başlarına altun tac vurup yürü bulsalar, ve aslamcı tacir ve bezirgân varıp-kilür bulaşalar, zarar ve 3 9 0 IV-XVUI. Yt’ZYILLABDA TÜÜK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ ziyan, kürmey, emin barıp, aman kilür irdiler. Amma August (Ahust) kral fevt oldukta, Leb. (îlâb) memleketige kral bulur oğul kalmay, Leh (İlâh) memleketi oniki yıl kralsız bolup, memleket içinde olan hırsız ve haramileri Leh (İlâh) memleketinin voyvodaları, ve panları ve kerman bekleri, tirgemey ve zabıt kılmay, zahire azık verip, gemi verip, Ozu suyına kilip, Tatamıfi tavarcısmın ahp, ve tavar ve yılkısın sürüp, sofi Macar kralları uruğundın Iştifan kral Leh (İlâh) memleketige kral bulıp, Ozu suyunda olan kristiyannın hırsız, haramî Kazaklarına riayet itken üçün, Ozu suyunda haramî ve hırsız Kazaklar köplik bulıp, Ozu suyıûdan inip, Devletlü ve saadetlü Hundkâr Hazretlerinin Ozu suyı boyunda olan Can-Kermen ve Ak-Kermen ve Bender-Kermen’nin arasında olan koycu ve tavarcı ve bezirgan fakirlerine zarar ve ziyan kürgezgenleri üçün, rahmetlik babamız Devletgerey Han ve ağaçalanmız Han’lar ve özümüz ve Sultanlar ve Biş-baş Tatar Kazakları, Leh (İlâh) memleketini her yıl ve her kış çapup, iki curt biri birige düşman olurga Ozu suyı içinde olan haramî hırsız kristiyan Kazaklan sebeb olunmuş­ lardır. Hâlâ Leh(lleh) memleketi Kralı bulgan İsveşke kral oğlu karindeşi- miz ZİGMUT kral, Devlet işiğimizge uluğ ilçisi Branövska’nı bülek, hâzi­ nesi birlen yiberip, bunmgı barış ve yarış ve dost ve muhabbet yosunca (yosununca) iki curtımız banş ve yanş bulıp, bezirgan emin vanp ve aman kilip, kim kimesnedin zarar ve ziyan olmasın didiler irse, yibergen bülek, hâzinesini huş kürüp, ahp kabul kılındı. Ve karindeşimiz Zigmut birlen dost ve muhabbet ve banş-yarışımızm dahi şul şart üzerine kılamız ki: Ozu suyı içinde olan haramî ve hırsız kristiyan Ka­ zakların barçasm sürüp, Ozu suymdan çıkarıp, tirgep, zabt itkeyler. Ve taki yibre turgan bülek, hâzinesin her yıl yibergeyler, ve defterimiz üzere kişilerimiznin “ tiyiş” lerini bülek-hâzinesiyle bilge (birge?) yiber­ geyler. Ve oniki kişige dahi tiyiş yibergeyler. Bu üslub üzere bülek- hazinesin viriip ve tiyişlerin bilge yiberü(r) bulsalar, ve Ozu suyı içinden kristiyan Kazakların bir kuymay barçasm çıkaru(r) bulsalar, barış ve yarış ve dost muhabbet bulup, eğer min özüm GAZİGEREY HAN bulay ve uluğ-kiçik Kağılka Sultan başlık barça Sultanlar bulgaylar ve Bikler ve Mirzalar bulsun Tatar çerümiz birlen çabarga ve yakıp-yı- karga ve zarar ve ziyan kılarga bir kimesne barmasın. Eğer sin kardeşimiz ZİGMUT bu ahid ve şart üzerine turar bul­ salar “ Vallahi ve billahi ve tallahi” dostınızga dost, ve düşmamnızga düşman bulurmız ve taki Biş-baş (Tatar) Kazaklar banp el astından EKLER 391 sılanız çabup, esir kiltürür bulsalar, min karindeşiniz GAZİGEREY HAN kiltirgen esirlemi kayta alıp yiberiımiz ve Biş-baş Tatar Kazak­ larının taki haklarından kilüımiz Ozu suyı içinde turgan kristayan Ka- zaklanreıznı çıkarmas bulsanız, Tatar tavarcısıga ve tavar karaga zarar ve ziyan kılar bulsalar, siz karindeşimiz ZİGM.UT bilmiş bulsun kim, dostluk ve muhabbet ve barış ve yarış olmay, iki curt emin ve aman bul maşlar. Ye taki siz Zigmut karindeşimiz Ozu suyı içinde kristiyan Kazak­ larınızın çıkarır bulsanız, Ozu suymda bulgan kara raiyet il kişileriniz curka tazımızdan akçaları birlen eminimizden tuz satın alıp kitsin. Zigmunt karindeşimiznin memleketige ve bizim memleketimizge be zirgânlar korkmay ve üşenmey emin varıp, aman kilgeyler. Halâ uluğ ilçiniz Branovski’nin közünce bu ant ve şart-ı ahid idip, bu ahidname-i yarlığ*ı şerif hakanîmizge altm nişanlığ mühümü basıp, iiziimiiznin uluğ ilçümiz olan içki bekimiz olup, vezirimiz olan Kasım’nı bu ant ve şart-ı ahdimizni. siz karındaşımız ZÎGMUNT’ga bildirir üçün yiberdik. Ye taki siz karindaşımız Masku düşmanmızga atlaganınızdâ, mı’n GAZİGEREY Han karindeşinizden yardım üçün Tatar çerin tiler bulsanız, harçlık flori yibergeysiz ki, çerimizge verip, düşmanınız üstüne cibergeymiz. Ve taki biz GAZİGEREY Han karindeşinizden varan uluğ ilçimizi iki aydın artuk tutkar kılmay bülek-hazinesi ve tiyişler birlen kayta tizok (tizük) biz karindeşinizge yiberğeysin. Ve siz Zigmunt kıral karindeşimizdin bizge kilgen uluğ ilçinizni taki iki aydın artuk tutkar kılmay, sin Zigmunt kral karindeşimizge tizok (tizük) ciberirmiz. İmdi sin ZİGMUNT kral karindeşimiz bilmiş bulsunlar kim, Özu suymı içinden Kazaklarınızın çıkarmay ve tir gemey zabt kılması bulursanız, biz karmdeşiniznin tavarcılarma, ve tavar karaga zarar kılıp ve Devletlüğ, saadetlüğ Padişah Hundkâr Hazretlerinin kermen- lerine ve reayaaıga zarar ve ziyan kılar bulsalar, dostluk ve mnhabbetlik ve barış ve yarış bulmay, iki curtının reayası ve berayası zahmet kürip, Devletlüğ Padişah Hünkâr Hazretlerindin dahi uyat bulursız. Bu ahid ve şunıt ve ant üzerine turulmak kirektir deyü ahidname-i yarhğ-ı şerif-i hakanı bitildi. Fi şehri Cemadiyelevvel min şuhûri sene elf Bemakam-ı Elma Saray, dâr ül-Hakanî Mühür : Gazigerey Han Bin Devletgerey Han (Tarak damga) Ek No. X X II. KIRIM HAN’I CANÎBEKGEREY’DEN RUS ÇARI MÎKHAlL FEODOROYÎÇ’E (1 -10 Ocak 1620)

(Veryaminov-Zernov, Kınm tarihi için materyaller, No 12.)

Â. Metin:

y j j* » 01»- lih ıîjU J C.İO j t t h t f j l o k j d h û C j j j > jl tajjl £j)_>l dJbjjglSjJ? *>U iIjUs j ib jl jj j dJLu'jljlj y*i\*p j £__>J_}' ^ J ^ J j l li-bi IjT £Üs_J

(JUJ 4Uİ ^tal 01»" cS^^i-^Ol»" ^J^*İİp j ^buJı^ j j

Oljd.1 (Jl jvâ^*l j jâ ,Jl j jvâ>- 01 _jpl j«aİ j «cdjj

oU- j > - ı-jjS’j jjl

j Vo SOjÎ (_J_jSj lijujj^jjjl 4İJ^ ^ J İ j ^^jİ dJj

j j j ı__Jut ^Lu

â 0 j J£ L p jj— jr ^ u p 1 y * " -aJw liJU öl^c- jf^ L L > - £ j!jl olSjU; ap jr‘ta_,î j~» 4SjJJjl

OISjV-j 4İji j (JpjI (_gJÜLS^ OL>- o ^ j i ülSjt-.i »LîoU ç_j]jl J> j l (Jvfllj ı— j^k>- jt*j

£_*]_} I jjj (jjJ T aLj

^Jî _^LijJJÜû ililip a>-j!j i y i j j~“ LJ

(jjS*oj>- ^jjjl ajj^l O jIp ^ j - VdJ'i E K LER 393

*İJ^Îİ ( J t İ 4 £ y .C jl* l> - 4 İ J ; !j oJulT j ^ j j lî^JJC İ

-Cj J^- £ j ) j l V U - J j Ü jU ^ -J L S Î J j k ^ - } L İjlj'jU ’ (L>LL* ^»>J

( J ^ aSn- jy <1/-*-* .A^-J jb J (jjJjlaJ İİ)ljjV jl-l;i jlSj^İ tiljjl Ojjjl j^C £ I^Uj -ÜI ] İJijJI j^.

^ y I__J.S I (^I5vjyj| (JUT Ö-ICJÎ AP^JİIUuJİ J A p jJ ^ jİ İ U jy î sliib y'-» LJj; '"d"1 _/ljjijj yij>- 4Py»4^las- dJj öl>- aLiob ^jljl . Jj^'IJ.j'j î j~» jL"y^i?- Ols^ j '~l£v>- j ^sLîofj t_ij5"j g^jl

J»yi j jU lj A^-y>ıjT jl^jyl tU 1 ^ ğ o j j j t ^j*Ç

j l S ^ j b AP^byî _yx £jb' J^jj' V J ^ . ^ J Î

(jij-; jlL? |jU**“ JJî^ljyS y*> >—^ İ y-^'j>- ^ j i J \ ç j 9y£^>

^IpJJîi ^J-*1 ^ tij^^iy5*- £ jb ' 4İ-J jjp ÜjlvaJ j£«>-jjb J

J boj ijJUj < £ j & _/l ıjlpjj" l_^pl) O jjls^ ıiiUİj£_>İbj- Oİ^P ita/1

öl?“ ju^ jile"_jj t.jLdS'"c.«»Ij ^»-y*JjI a!*j ı S j* \

4İİAİ9 y j ı * z > - Ol^j t £ y > \ jjl 4İJJ (^İJ* lSİj' JIM—< ısly^ûl*^ J j-ijlî j£ jjl j£y^jy^>- ül>- c$ljS*ıii-îls^ £jJjl ülSsJS" ı^Njt»-

(^■jjr'ljyj j.» e—lS' i i - y yijli _jr_^SjU>- £jîjl IjJI^- jlpjjls Ijb iw * -

^lyS^yJbLi (^1 yS^^L*^ ^-jîyj t_Jlp yb"j * £ > " Lîl>" c^ld.Llûüjb j i yb-\Jj i q P ^ > - (_5j'Aib jjl aUj ^(_J^»-lî ı—Jjl_jj ı—Jyli-* OÜiLu

(yWAİ-l liA^yflJİ J* j«ı !iL» £ j^ . Ö'j J t/.-Uj*"

LJj i «jjlilli \5>jşj$' ı_ıjljj (yiiî ı_^>»S” d)l*j (_gjlljj öLCl İİL«jUj (j(j

(jjljijlls J$\ji-l J1 Öl>Jji tiJj 4İj J£"liyî

>* <*J üj^j.I (jlc-jj; (_j£ “ s f _ J Vj^* ^V* üjI^j ö'j; j^^-Jj'iJ 3 9 4 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

d)lijj *j aSjjLj ı_j i £j-Jİ ckîjj oj>t^o

j* _>* J 1

apj^jÜj jJp i]i_/1 ii^Lî ^ j j ']'tİ t_ioy>- j'jJ jl

dJLijr'la,» U ji «jjr'bji j-j Jj; itaj \ jU ^

d)l>- dLi^b l^ 4 ^ - i j

4>-jl; >—-JIj «üJjl j^joV j j£~~« ç j t ^ j J ı—'Ij=r t /i/j-i t i - j * ^Jjj-& > -

jj-J jJ O^Tı^J j_)—JjJ jVfiJ^S öj~Jji j j - b “ Ûljjj

«t^v^US* (Jj (jo^dj! j_jJS" d r ^ ö l £ o I^ ^ jL »

j ^ U l Ijb aJj < j j - j j j _)Z«-1İjj l*»j\çi g - î* ü_v

_j£^Jjjl>- «Li'îlj ^ J -k “^ (Jî^ lTİ‘î O j U (_İUJ <öıilti)l J

Jl^-jj APjJiliT ıjj-*‘*-ijs“ cjl^lS" » ilîjJ lj *i/U-t-

öjsyjl (jUJlî j'jJjl (jj ıiJjj:i ti (J^

Oİjp. j££jJjI tSlSvdS" \{J j & > - j- j

(Jj ıih*jj5UJ-l ğjJjl ijj—ı £ ji jl *£ “ ç j s j j t i j jLj (_^Ssj

l £ j j \ öllaL» (_£İ0U“ (jvpilljj ıjl^*l 4f-_j.İlll

j l ^ j jj L i—J i (juLiJ_j< jlijjT (J;*™**1 ıJ*jj\

J»u j ç j aXjT O jU !-Ul*j üW_jj Vj>-*yT jli Jllti

Apjjjl; UJU-jj JjJiıjl jjj_^L* ^j-üT(jJ^o <—j_>lı jl

ÇjJjt (>* Jj >^lSC.jjİir I—jleJ ^.A «•jjTsjla^ iljL* iJi^j Jİy

i l i j\ jl>- alio'u j^jijl jl» - (_gl^SliJjjU- e liib

ılJ^j *iJL» aİjjlj L—Jjj l«A^jJj^ı^Lf

İİ^Uı (Jîi*" öUJjJ j^ü» Û ^ J i L?IJj^ O j j j l ^jİİJj J

(j'-Lib VU- ı—i j j j j a-UljI;İ

ji j^^lf (jjVT <üi JuJ-l c_-xijl jx Ic5,jj I_I jJ J i ÖL>- EKLER 3 9 5

j l i i j ı i i j i ' aj^îT o-ajiji jjUJj ı

»■SjjjJljVl»- ilİ tj>y*C>_j>- j ' j l j l l—J_jj eJ_}jlSİbl OjS^ ıİ-^>'J;{ İİ^ S "

^rJjjlaj J^^l^jJ-üj IS*JjOJ>- 9^4- j i j''^_»;

J-*#/as^ ^ J< J y ^ ‘.j>~ ^"^(^I^jUj t>l;J C f ^ j Ü J J j*jjLİ i]%ş aÜ j i jjjr'bj# Jv- J; j j \ ^ i r j L j {- ^ ıS ^

- a>jT Jf|jij ^ t*JLj jjl (jübji (Jİİ-jjj ^"” j j 1 ^ '* ^ıJlj j r ' b J i y * Jj j/U u ^ i d/jUa». (_5j_)l ^a ı_J y _ ö \ j j y ^ a > -

A e - jjjU;>- ıjo_jj.jl û jiîlji cSjjl

£ ' ül*ijj j^-Uai j CjlJ jl=r ûO k Jj_)S^ (^LLJjj

ö l^ jc j l* - £jJ_>l iW ;; Ö Jy J J-kljÂ* -ûılj* (joJ?-

> “ j-* jA * t S '^ *İJ^~ L$~*~. J4" fJJ^İ Jj^kJ (JdL f-/. <İÜ i$ ^ - Ç j \ Oj^Jİ f_> i^bji

üU- s L ia b û*"* (_y Öİp V(_3^> (JJ*#_/la^-

j j ' t i j { l^ jjl j _/1 jU)l< jS’" y (_ jjj- j dkûj£"j\jj*£&-

ûJJIS05” £ jJ jl j l S j l j V U » j y j j j y ^ « j j j l ^ J j j t

C—ıji ( j l j j l j j j j l A>ıpj>-T _,/• ı_j_j>tjl C-jT j T j i ü -tib ı^~>m d ij j Jji y * aJjl^iS^ jSLJ-1 J j l «il »Liol y J J ^ J İ (jijb (jiji; (jil-Üj*

d)ljti'jj 1" ■ -J ^ A&J&UmJ} J ^ jb l kl^ı l A^dS^S"*

ül5Sl ül^j üL*lj J^p öjj_jj 4^-jSvj4>-jIj y j j y ^ j^ y . y j j ^ j^ p l- J jj #i

j ^ ( J ^ O l^J -ii-JjS^b^i J-rf j -Lİjj _jiJ

^ jJ jl öl*J_)j «ilâJI j Vls>- jljj J^r«j t j y . ü Aky ~

< JjijJjj^ z > - jlk La(_g lj^ "iJjL*j» Jp jl a S j^ jjl ^j-m_jlSj-LiLw <ıpjMjj>-

aT jx j'iUpji ^ l jjll j; a p j t O j j j j; A?jx.jV^; o ^ ; j; 396 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

^STb ISjjCjJIpT I ^ l5Lij *Lj ^7 tjUalvJ 4*JlS ^

ı^wj I j^Aj oUsL» ^ jlklrf ^j'vJIjjj

j j û*Üj l*J O Hal**» ^1 ^ S -|ı| /L fe l-İ J d)i>-t5^ ^ J's*fc£ ^ J ^ İ

y. f üjspı} dl^jT J— i ^ y t . J;7jT (joO j> - £ jJ j l

l a a v^ :* J y^.j*- S1.^ f f. J î* - £ jb ' j - p.j&J**- öl>- ebîob £ jJ jl ( i7 f^j^îi Ü'JİC^ ap^LSoIj <1^ ^j_}Ij_)wUî ^bıiL ğ-jJj I ^» ■ «bîob i/"* t-!jJ ğ & Jl J-^ j A (JJ^ojia>- ^_>. « Jl (^UjUİli j^î»! ı^b^jjîi (_^“^ L«jb LâJjI j « Jj I O jU j- i (_£İ^Ci J jt ç* (J J^ 4 İ)jİ (jl^JjS”” jJJ J»"L?^JJCİ I5jj*üw a pjİIIT £jJ_jl

- ı_jJ cS^J j j )jj. jLiUJjS Jİi - jj % j vJLjip t5vJ j-a (jj ^J*. 1_-ijUıl? Jjşuo ü ljj J j l jî ü\^p ^Cojjjj iJjjLj ApjjSc_»^i l>-jb jijj^ d jj (jijb a ijb ö 'jjl ü j jjl 4^pj>

{ j j İS j ^ i ^- üUaJL»(_g!jSıZJ_)i ÂiJlî ^İ^JüJ i ı^ i^ J İ übty APj^jbf“jj

(_ ^ jL iljjî A>-jb viUîl ^ { j Jb j~ Â ^ ~ üUai—vu (_g'jS^C .^lğp

(^IjSİ]jL> j^pjI j j l (> jİj'olU-cSİji jj l J j Jj-b'LkL- jV om^uS" f.j* J^i J j ' *p_/>j^jj. jr.j^üUa3#<

. Cj j ^ J j (Lo^jj-*-> dr ji5^; f.jtJ Liul t3-01 apJ^jİjjj (JjAÂl>- j^^Pjj Jp jI ûUJU f_y <1*; j j *i Mysl 4 P jj$ 0 ji* lîj ApjjS^; c5'tSjZ'j AkŞÎV j «JjiUj EK LER 3 97 i]jL* ^jjij ^ j£^JLL>- j j 4PJ-*Jû>- I j j 4Pj j £ ajtez»- j^oj>* (j^>fji j j £ “&J\a>- c!»LajJ*w ^ ilŞ^pl 4pl)1^p v> pv w ^ 6 ( (Jljjl ü jjjl tU I ûJjJ-^.^1 ol j i ûJ^-J i dJ^İS** 4İaj y**J±a>- ^\~*1 jj {£)1\ j^lSol c^*'^ J-5

<—■•j.-IjI İİJİJJ öjjjj 1 JmOj>- ^jl^Ll ü jZ '

jUjlj oJjjUj oU*-c»jjj-UiL aSj^ojp^- üW jj ö^U^Ji j VU- k _, J/Jjjb * jU;\j j $ jlJaİ ii^* aİaJ Ip 1 ö y ^ j^ S S ^ A ü^J»- £jijl ^1 <1*; j^Wj-J'i i r J J tj\.c\âjj - £^j5j' (J* j^ts'&J^i ^ j. j İ '^ sj\ ii^Li jŞ j~n_$\SjdLj <üLj jj~ * ıjv>- i~j j j j * ı a^-j5"bLî j^glSjLj IS^ öljj

^ U Î jj ji».» j ~“<^ISj Lj ^6 l i ^ j ^ " (_^iİ4 g j l ö ^ j* “ b y î jj j

llijl ^-UÜ^Jİ 4ÂİİJ ÜJOJS^- ^S> « L ^ t j ^ j - £ j ^ ' ı & '

jljj ^j£jÂl>- Olfp (jl jjjj (^ISj j j Lj Ü ^T JaIjij dJ^4

dJb ajJjMl Sj f - cS-U jli (S-&î* -i2»- 4-iJ j-^ U ü ^ U * viJ^ i tiî1^

£ jJ j l j~ “ ül>- ı S cLLj«LSob ıj^4 (_y ûjjSC^ j j 'j \ t ^ ^ j j ^ j j j l _}-«(^15j ISj _jS^ lS”ıiAj ü ^ p öU L» İİ!>Lj (^oj^ta^i

jl dl^'j— öJjji tJü (J^ (J^jl (_r~^“ (jj j-'LS^ji c5^ j f j j * j 5U>-j jU j k j ^ j j LIjIj j V j l j j ûJj L^İS^ «ı^ j^ li I ^jj j ^>j j Lj lS'Aî ^glıiljjV jjS^J~\ ^ j i j l (_s~jIî j ^ j j ^ . ^aŞs^J C/jj

aSj I^j I c j i «-cJuoji o fjî y j i ' a*u3 I JİJJJ j-U—S3l j5sj>-jj|j ejb(^_;S" j_jS^4J&>- LJ_jj jj^"Jlj A (_£^i> jA j-j^IS C L ; (_g“>Li_}l jj- ^ ^ jI ü ( J

j^^-jjO jb(_jJz i_£İ;JljjV J^J~I ^jiJİ dJ^İS' o-Ij’jj 0-tiU (5\ öj>«jl

j]jj (jijlj ^İjIj jljjl ü jjjl CJI aJJ^^l I _jIjjj jJi^«$3l 3 9 8 IVOCVIII. YÜZYILLARDA TÜHK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

( j o l—Jj; jj Z-ulijj ,jL'lc_

I** j.* ^ ci^JLd^S 4Üb öi- (_c'udjL.j

(Jrî“^ ûljj jl j^(_glSjlj i-jjjŞ ’jjÇ' ii-o\cc-

«l* J jl (J IpüJI Jl; ı_.o j."^15j J.1;j_ i_ j j U

\ «rA < - Jj^ı

a^lÎIj ^Iâç

Mühür : üU- <_fl jS"

m jl* m ölkLu (_gljT

ı3L>Jİ lSJa* (^Uai j^iiljl ^ j^ b* ü O jjl o ^ i l j>6Jia*- ^y İ-Jjj ı £ i \ lJjljj' ifeLj üLiJ^ j*^LJ^' ^ jJt-'a-U!»! j j l öIp_jJ ^j> j»*(_glSjLj aIj

*£j . j*

KIRIM HAN’I CANÎBEKGEREY’DEN RUS ÇARI MlKHAÎL FEODOROVÎÇ’E

(1 -10 Ocak 1629)

B. Transkripsiyonu

CANIBEKGEREY HAN SÖZÜMÜZ

Uluğ Orda, uluğ yurtnın, ve taht-ı Kırua’nm ve Deşt-i Kıpçak’nıû ve sansız köp Tatarmn, ve 6ağışsız Nogaymn ve Tat hile Tuggeçnin ve Tağara Çerkeçnin uluğ Padişahı ve hem uluğ Ham saadetlü ve refatlü e k i ,e h 3 9 9

ve şevketlü ve haşmetlü ve azamatlü CANIBEKGEREY HAN eda- mallhu taalâ devama devletilu ve nasra avan-ı hazretihi fisseferi vel- hazarı ilâ yevm il-mizan Hazretlerinden uluğ Urus’nın ve Purus’nm ve köp hiristiyannın Padişahı, Han hem uluğ Bek Mihayla Feodoroviç, cümle Urusnın ve köp memleketlerin de bulsa Padişahı v« hükümdarın­ dın köp selâm kılıp, nedir haliniz ve hatırınız, yahşi misiz, hoş muşuz ? dip surganımızdan sonra ilâm-ı yarhğ-ı şerif oldur ki

Siz uluğ kardeşimizge yibergen uluğ çapkunımız Osman Bik büe yibergen yumuş kişiniz Cankildi oğlu Vasüey bile yibergen bülekleriniz ve hem muhabbetlik hattınız kilip vasıl buldı. Taki biz uluğ Padişah CANÎ- BEKGEREY Han hazretlerimiz ol hattınıznı muhabbetlik bile aldık, taki uluğ ilçiniz Stepean Tarbeev (?) ni ve hem yazuçıfhz Ivan Psov(?)nı mübarek karşımızga aldık. Taki siz kardeşimiz her ni söz söylegen bulsa­ nız, ilçinizden tınladık. Alar da bulsa, siz kardeşimizden barça muhab­ betlik sözlerinizni yitiştirdiler. Taki hattınızda yazıpsız, kim: Burungu adet üzere uluğ hazinenizni kusursuz verirge buyurduk; nüyebr (Kasım) ayında Valevka (?) hisarımızga uluğ ilçiniz bile Ali Biy’ni yiberip ve hem Stepan Tarbeev’Dİ ve hem yazuçı Psov’nı yibergeysiz. Taki hâlâ uluğ hazine bile yibergen Feodor Lavrent’yeviç Buturlin ve yazuçınız Voyin(?) Triskin (Trişkin?) ni aldırgaysız dip. “ Taki ul îlçimiz allmda (aldında) yeni baştan ıızun uzak karindeşlikke ve dostlukka Kelâm-i kadimden ant içkey irdiniz dip, takî bizim hatremizge huş bulur irdi dip” . Alay bulsa MÎN ULUG PADİŞAH CANIBEK HAN HAZRETLERİ­ MİZ SIZ KARINDEŞlMtZ ULUG PADİŞAH HAN HEM ULUG BEK MlHAYLA FEODOROVÎÇ CÜMLE URUSNlN VE KÖP MEMLEKETLERİNDE BULSA PADİŞAHI VE HÜKÜMDARIĞA malûm kılırmız kim: Burungı ant itken antımızça ahid ve aman ve şart-ı peymanımızga bütün bulup turgammız üçün, uluğ çapkunımız Osmannı siz kardeşimizge yibergen sonra, bizim uluğ ilçimiz hazırlap, siz kardeşimiz ilçisi Stepan Tarbeev’nı ve yazuçınz Yivan (Ivan) Psov’nı, Ali Biy bile uluğ hazine- mizni almaşuğa buyurgan irdik. Osman çapkunımıznın kilürine bağıp turgan irdik. Tanrı tebarek ve taalâ hazretlerinin emri bile ol fikrimizce rast kilmey, tüşmanımız Muhammedgerey Han ve Şahingerey Sultan özü Kazağı bile Or Ağzı diğen hisarımız tışına cavlay kilgen irdi. Min uluğ Canibekgerey Han hazretlerimiz, özimiz karşı bara turgan çakta, uluğ çapkunımız Osman karşımızga kilip, siz kardeşimizdin kildiler. Muham- 400 IVOCVm. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VB DEVLETLERİ medgerey Han Şahingerey Sultan bile, taki özü Kazağı bile uruşıp, hak taalâ hazretlerinin inayeti bile niçe Kazaklamı tirit tutup, ırıın uluğ Padişah Canibekgerey Han hazretlerimiz galib bulıp, Muhammedgerey Han, Şahingerey Sultan maglub bulıp, kaçıp, küç bile öz başları halâs buldılar. Bu sebebdîn revan-ı tacil uluğ ilçimiz bile siz karindeşimiznin ilçisin taki Ali Biy’ni yibermek imkân bulmadı. Zaman kiçip, kış bulıp, kiçke kalganda bulsa, siz karindeşimiz (metinde: kardeşimiz) bile pek muhabbet bulgan sebebli, uluğ ilçiniz Stepan Tarbeev’ni ve yazuçınız Yivan (îvan) Psov’nı merhamet kılıp, Kırım’da köp turganı üçün, ve hem siz kardeşimiz hatresiçün, takt at- may, uluğ ilçimizni kuşıp yiberirge buyurgan irdik. Taki siz kardeşimizge pek muhabbet bulganımız sebebli, kiin ilgeri kilecek uluğ hazinemizni hem yiberirge tilek itgen irdik. Ali Biy bile ilçi başınızga hemyazuçınızga söyletken irdik. Taki siz kardeşimiz de bulsa, kardeşimiznin uluğ ilçi başınız ve hem yazuçınız Ali Biy bile min uluğ Padişah Canibekgerey Han hazretlerimizge şulay cevap verdiler kim: Bizim Meskev vilâyetimiz otka yanıp, barça şehrimiz viran bulgandır, ve hem sammur bulsun, susar (sansar) bulsun ve sırt bulsun barçası Tura diğen yirdin kilir; ol yirdin kiş, susar, sırt kilmeğince, tün bulgança kiç bulır, hazırda hiç nimerse bulmastır. Bu söz birle bara almasınız dip ötil ittiler irse, Min. uluğ Padişah Canibekgerey Han hazretlerimiz, ilçiniz başınıznın hatresin sıylap, Mart ayma tiğrü turgaysız, İnşallahı taalâ Mart ayında uluğ ilçimiz bile yiberip, hâlâ Valevka’da, kilgen hazinemizni almaşuga, bulcal kılıp Ali Biy bile yiberirge buyurdu. Taki uluğ ilçimiz- •nifi kiçke kalganı üçün, siz kardeşimiznin mübarek hatresine nime kilmegey tip, uluğ çapkunımız Osman Bik’ni yiberdim ve buyurdum ki: Uluğ ilçimiz bile siznin (metinde: sizin) uluğ ilçiniznin taki almaşuga imkân bulmadığın, taki Muhammedgerey Han, Şahingerey Sultan taki özü Kazağı bile urış bulgan sebebli, tutkav bulganın bilgeysiz tip bildirdim. İnşallah kar alaçula bulgan zamanda Mart ayında tahkik bizim ve hem siz kardeşimiznin uluğ ilçisi barıp, uluğ hazinemizni aldır­ mak mukarrerdir. Uşul bulcalga barurga karar verdik, mübarek hat- renüzge hiç nimerse keltürmegeysiz.

TÂKt MİN ULUĞ PADİŞAH CANİBEKGEREY HAN SİZ KARDEŞİMİZ ULUĞ PADİŞAH, HAN HEM ULUĞ BEK MİHAYLA FEODOROYİÇ KÖP MEMLEKETLERNİS DE BULSA PADİŞAHI VE HÜKÜMDARIĞA bik muhabbet ve bik karindeş buhp, ömür EKLER 401 ahırgaça uzun uzak dost, tatu bulgan sebebli, tilek kılı malûm kıhrmız kim: Biş altı yıl Yat vilâyetinde turup, hâlâ yeni baştın Han bulup, tüşmanlarımız bile unşıp, elhamdulillâbi alarm kaçırıp, memleketlerimiz perişan buhp, müzayakamız bulgan üçün, kulımızda akça kirek bulganı üçün, kileçek yılnın kün ilgeride bulsa, uluğ hazinemizni, kaysı hâlâ Valevka bulgan uluğ hazinemizge yitiştirgeysiz. Uluğ ilçiniz Feodor Lavrent’yeviç Buturlin ve yazuçınız Voyin (?) Triskin (?) bile yiber- geysiz kim, iki uluğ hazinemizni bizim hatremiz üçün sıylap (saylap?) yibergey irdiniz. Tâki siz kardeşimizden kultka tilek kılırmız kim, dostluk, kardeşlik sebebli on min (metinde: bin) sum nukrat akça harçlık tileyimiz, elbette ve elbette kardeşlik, yuldaşlık ve hem dostluk idip, yibenney bulmagay- siz kim, Or hisarımız viran bulıp, hem Özü hisarını dahi yasatmak tileymiz. Tâki siz kardeşimiz bile muhkem dost bulgan sebebli, özü Kazakların özü’din çıkarurga ve hem Polskay kürk (Pobki korol-Leh krah) vilâyetin çabarga niyet ve kasdımız bulgan üçün, iki uluğ hâzineni ve hem kultka nukratm bir virdin tilek idip, uluğ çapkunımız Osman Bik’ni kün ilgeri yiberdim. Tâki üç yahşi köbe (kiibe) dahi tilek kdırmız kim, Siz kardeşimiz bizim özimiz üçün üç yahşi köbeni yuk dimegey irdiniz, bizim hatre- mizni sıylagan irdiniz.

Tâki min uluğ PADİŞAH CANÎBEKGEREY HAN hazretlerimiznin sözi herkiz yalgan irmestir kim, özge bulgusu yoktur. Burungu ahid üzere muhkem turumuz ve hâlâ yibergen uluğ ilçiniz kilgende yeni baştan Kuran üstünde ant içip, ömür ahırgaça, uzun uzak dost kaıindeş, barış, yarış bulurmız. İnşallah ol ilçiniz kilgende, siz karindeşimiznin könlünçe ant intermiz ki, inangaysız, dostunuzga - dost, tüşmanıgızga • tüşman (düşman) buhp tururmız. Barça sözünüzçe, burun kalay ahıd ve aman ve şert-ı peyman itken bulsak, ol ahid üzere muhkem turırmız. Yine de bulsa ahid kılırmız, asla sözümüz hilâf bulgusu yoktur. Siz kardeşi­ mizge bik muhabbet itken sebebli, kün ilgeri yiberecek uluğ hâzineni yok dimegey, tacil-i revan, hâlâ Yalevka’da bulgan uluğ hazinenizge yitiştirgeysiz kim, bizim özümüzge hem oğlumuz Mübarekgerey Sultan Hazretlerimizge taki tört biyimlerimizge, taki tört bikeçlerimizge, taki altı iç oğlanlanmızga, taki hâlâ bizim bile kil gen hocamız hazretlerine, taki altı hadım ağalanmızga yanı (yana) baştan tiyiş tilek kılamız alarm hem yuk dimey yıbergeysiz. Taki Kalga Sultan, taki Nureddin

F . 26 4 0 2 IV-XV1II. YÜZYILLAHDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

Sultan, taki anadaş kardeşimiz Muhammedgerey Sultan hazretlerige artığı bile yibergeysiz. Taki kayaı Muhammedgerey Han ve Şahingerey Sultan zamanında verilen uluğ hazinedin artık hazine yibergeysiz. Amfi üçün kim, biz ikimiz bik dost, bik muhabbet, bik tatu bulganımız sebebli, ömür ahırgaça barış, yarış bulgan sebebli, hem köp kusursuz uluğ iki hazinemizni tilek kıhp, uluğ çapkunımız Osman’nı yibe’rdim.

Taki min uluğ PADÎŞAH CANlBEKGEREY HAN hazretlerimiz siz uluğ PADİŞAH, HAN HEM ULUĞ BtK MÎHAYLA FEODO- ROVlÇ cümle Urua’mn Padişahına malûm kıhrnuz kim, elbette bi­ zim hatremizni sıylap, her ne kadar zahmet, yonçuğ bulsa dahi, ve şehriniz otka yansa dahi, kilecek yılnın hâzinesin işbu hazinedin kaldırmay, yitiştirirge buyurgaysız. Taki kilgen kultkamızm yuk di- megey, siz Mart ayında, uluğ ilçimiz almaşuga barganda, iki uluğ hazinemizni Ali Biy ahp kilgey irdi. Gayet bile dostluk hem karindeş- lik bulur irdi dip çapkunımız Osman’nı yiberdik. Buyurdum ki : Os­ man kukmıznı revan-ı tacil kaytarıp, bizge bildirgeysiz. Taki siz kar­ deşimiz bile ömrü ahırgaça, uzun uzak banş, yarış bulmuşuzdur; barça dostunuzga dost, tüşmanıfiızga (düşmanmızga) tüşman buldık. Taki karindeşim Kalga Devletgerey Sultan hazretlerini taki Nureddin Azametgerey Sultan hazretlerini taki anın barça kardeşleri sultanları, taki öz kardeşimiz Muhammedgerey Sultan hazretlerini, taki öz oğlum Mübarekgerey Sultan hazretlerini boynumuzga aldık. Taki barça Kı­ rım askerini, barça Kınm Noğay halkını, taki Kınm Beklerini ve Mirzalarım, taki Şınn Beki Kantimur Bik’ni, kardeşleri mirzaları, bile, taki Mantık (Manğıt) Beki Azamet Bik’ni barça kardeşleri mir­ zalar bile boynumuzga aldık. Taki buyruğumuzda bulgan Kasay Bik’ni barça kardeşleri mirzalar bile, taki Sultan oğlu Noğay halkımızın boynumuzga aldık, inşallah bizim zamanımızda siz kardeşimiz vilâ- yetige ve köy kentinizge ve kalelerinizge asla zarar ve ziyan bulmastır. Anıfiçm kim burungu ahdimizge bütün bulıp turupmız; mübarek hat- renüzge bulay alay nimerse kiltürmegeysiz. işbu hattımızga taki çapkunımız Osman’ga itikad itkeysiz. Taki sizifi hatrenüz içün hâlâ uluğ hâzinemiz bile kilecek uluğ ilçiüüz allımda Kuran üstünde ant itermiz uzun uzak muhabbet bulmak mükerrerdir, uşlay tahkik itkeysiz. Alay bulsa kirektir kim, bizim hatremiz üçün, kün ilgeri kileçek yılnın hâzinesin altı burun tedarik idip, hâlâ Valevka’ da bulgan hazinemizke yitiştirip, Muhammedgerey Han zamanında EKLER 4 0 3 bargan uluğ ilçimiz Süleyman Ağa bile sizniîi uluğ ilçiniz Feodor Lavrent’- yeviç Buturlin, Voyin(?) Triskin yazuçınız bile iki uluğ hâzineni tilek kılgammızça yibergeysiz. Taki tilek itkenimiz kultkam bizge yibergeysiz. Taki uluğ çapkummız Osman’m tuktatmay revan-ı tacil bizge yibergeysiz tilegimizçe buyurup, çm söz bile bildirgeysiz, taki siz kardeşimizden üç yahşi köbeni hem yibergeysiz. Uşlay malûmunuz bulgay, iki uluğ hazinemizni bir ilçi başınız bile hem hâzineden başka kultkannı on nıifi sum nukrat akçanı yiberirge buyuıgaysız. Teki Osman çapkummızm revan-ı tacil yiberip, malûm kılgaysız dip hat kıldı. Yazıldı guırei Cema- diyelevvelde bin otuz sekizde.

Tâki min oluğ PADÎŞAH CANIBEKGEREY HAN hazretlerimiz, siz uluğ kardeşimizdin tilek kılgan köbeni çapkummız Osman Bik’ke kür- gez geysiz; öziniz her ni çaklı yahşi irdüğün bilseniz, sizdin tilek kılurmız kim, elbette Osman’ga körgizmey bulmagaysız. Taki Süleş oğlu Ali Biy’ni bundan siznin uluğ ilçiniz bile yiberirmiz. Taki almaşuğa kilgende Feodor Lavrent’yeviç Buruling’ga, yazuçınız Voyin Triskin’ge ant içerge buyurumuz; kaysı uluğ ilçiniz Lavrentey kalay Griyava (?), yazuçınız Aleksander Durov allında özimiz Kuran üstünde ant içerge Ali Biy’ni inandırırınız, uşlay bilgeysiz, her kalay muradınız bulsa, hatranız üçün yanı baştan bunda kileçek uluğ ilçiniz Lavrentey Griyav (?), yazuçınız Aleksander Durov(?)allında ant içeriniz. Uzun uzak banş yarış bulurmız, hiç yamanlık bulmastur, muhkem inangaysız. Alay bulsa kirektİT kim: İki hâzineni tilegimizçe yibermey bulmagaysız; hâzineden başka kultkam hem virgeysiz. Takı üç köbeni hem Osmanga kürkizip, yahşisini yibergeysiz. Uluğ çapkummız Osman’m revan-ı tacil yiberip bildirgeysiz. Uşlay bilgeysiz dip bitildi. Bakı üd’dua fi evvel-i (evail-i) mahı Cemadiyelevel, sene 1038. (1-10 Ocak 1629).

Bemakam*ı Bahçesaray

Mühür: Canibekgerey Han

Bin Mübarekgerey Sultan. Tarak damga Karaçimiz hem atalığımız Kasay Biy’nin kızı Orak Mirzanın hatunu bizim emeldeşimizdir. Orak Mirza küyemizdir. Alay bulsa bizim hatremiz üçün Orak Mırza’nı hatunu bile yibergeysiz. Bizim tuğan öz emeldeşimiz hem küyemiz bulgan sebepli tilek kıhrmız, bizge yibergeysiz. Ek No. X X III.

KIRIM TATARLARI’NIN ÇAPULLARI (Tarih: 1665)

(Evliya Çelebi Seyahatname$i,nâ.en, cilt, VII, s. 532-533).

Bu kavim ol kavm-i saika ra’d vardır kim tahminen küffar bir iki merhale yerlerde kahnca cemi’ Tatara çapul bırakmak yâni ılgar ile gitmek ferman olundukda, cümle kavm-i Tatar mukaddema arpaya bağlanmış ve yaranmış ve kazaklanmış arğamak (metinde : ağramak) küheylan atlarına ol gün süvar olup, seğirdirler. Allah ırağ eylesin, ol mahalde bir adam attan tekerlense asla halâs mümkün değildir; hemen ol dem at ayakları altmda paymal-i rimal olup, şehid olur. Zira ol mahalde bu kavm-i Tatar artlarına ve izlerine balon ak de’bleri değildir; zira onar ve onbeşer kadar atlar birbirlerinin kuyruklarına orkanlar (urganlar) ile bağh olııp, cümle atlar birbirlerin keşan ber keşan çekerler; öyle ana baba gününde bir at dahi yıkılsa, ol at bir dahi davranmayıp, atların ayaklan altında helâk olur, değil ki benî adem attan yıkılıp halâs ola; ol at dahi zir-i pay-i semendde ve benî Adem dahi atların ayakları altmda herise ve macun ve lahm-i acin gibi olur, Allahım afen.a. Hele bu bakir-i kemter bü havften Tatar askerinden alaıka Han ve Kalga(y) ve Nureddin Sultan koçları ile giderdim. El-hasıl akîlâne hareket eden bu kavim içre gitmeyip (eğer rah-i selâmet der kenar est) deyü kenarda gitmek akıbet endişeliktir ve eğer yay (yaz) faslı ise asker­ den taşrası rahattır. Amma kış günlerinde ise bu asker içinde giden atların ve beni Ademlerin kantere batıp, asla soğuk tesir etmez. Amma asker-i Tatar içre Âl-i Cengiz’den beri bir kanun dahi varken, Hanlar bir sefere gitseler, on iki ot ağalan ileriye kılavuz tayin olunup, on iki adet tapkır olup, yâni asker oniki katar yol olup, dere ve tepe ve geçitler gelse oniki Tatar asker birbirlerinin artlarından asla münfek olmazlar. Amma Kalga(y) Sultan sefere atlansa elli bin asker olup, cümle sekiz adet tapkır asker olur. Ve dahi Nureddin Sultanlar sefere gitseler kırk bin asker gıdüp, altı tapkır asker olur. Amma Han veziri ve Kazak sultanlar ve Yalı ağaları ve Şınnlı ve Mansurlu ve Sücüklüler sefere EKLEH 4 0 5 atlansalar otuz bin asker olup, beş tapkır yol olurlar. Maada Mirzalar ve Boy beyleri çapula gitseler onar bin asker olup, bunlar dahi dört katar asker olurlar, amma bunlara sefer demezler. Hemen onar bin adamla ayda bir ve haftada bir çapula gitseler, onar bin asker olup giderler, buna “ Beş baş” derler; bir iki haftada çakp çarpıp ansızdan kâfiristanı talava (yağmaya) vurup, şikârlar ahp, Kırım’a dahil olurlar. Dahi gayri Karaçi halkı mabeynlerinde bir anka Mirza baş olup, iki üç bin batır yiğitler ile bir top olup “ Beş başa” giderler; bunlar nice olursa giderler, tapkır hesapları ycktur, hemen çamapur (?) askeri gibi toplanıp giderler. Amma küffâr bu askerden ziyade havf idiib, daima basiret ve hazer üzredirler; zira bunlar düşmana asla aman ve zaman vermeyüb ve askere gitmeleri zamanında olmayub biribiri ardları sıra kesilmeyüb, kâfiristana bir “ Beş başı” gider, biri dahi bir gayri yoldan gider, anm içün küffâr bu kavimden gayet havf eder, zira küffâr ne dağlara ve ormanlara odun kesmeğe ve tarlalara ekin ekmeğe ve köylerinde oturmağa rahatlan yoktur; güyâ kâfire bu kavmi Tatar taun askeridir. Hülâsa-i kelâm bu zikri sebkat eden tapkırlan selef Hanları vazetmişlerdir kim, sefere giderken alettertip gidüb adam ve at tekerlense helak ve paymal olmıya, hakka ki bu makul şeydir. Amma çapul koyuverildiği mahallinde ve lâ tapkır ve lâ katar ve lâ tertip vardır kim, ruzu mahşerden bir nişan olur...

Ek No. X XIV.

OSMANLI DEVLETİ ADINA KIRIM HANI İLE RUSLAR ARASINDA AKDEDİLEN BAHÇESARAY ANLAŞMASI

(Tarih: 1681)

A. (S. Solov’yev, Istoria Rossii, III, 854)

(Rus murahhasları tarafından Kırım Hamna verilen muhtıra) Anlaşma aşağıdaki şartları ihtiva edecekti:

1. 3 Ocak 1681 tarihinden başhyarak 20 yıl için bir mütareke akdedilecektir. Kınm Hanlığı (ve Osmanlı Devleti) ile sınır Dnepr (özü) nehri olacaktır. Han’a geçen üç yılın vergisi (tışı) ödenecek ve sonra her yıl eski defterlere göre mutad vergi gönderilecektir. 406 r v o r r a ı . yüzyillabda t ü k k k a v i m l e b İ v e d e y l e t l e b İ

2. Mütareke devam ettiği 20 yıl müddetle Han Hazretleri ve Os- manlı Sultanı Hazretleri Buğ (Aksu) nehrinden Dnepr’e kadarki sahada yeni şehirler (kaleler) yapmıyacaklar ve yıkılan Kazak şehirlerini de tamir etmiyeceklerdir. Moskof Çarından (Kırım Hanı’na) kaçanlar kabul edilmiyeceklerdir. Adıgeçen Kazak sahasında hiç bir yeni bina yapılmıyacak, harap halde bırakılacaktır. 3. Kınm, özü ve Akkerman Tatarlarına, Dnepr (özü) nehrinin her iki sahilinde de bozkırlarda, ırmak boylarında göç etmelerine müsa­ ade edilmiş ve onlara atlarına yem bulmalarına ve hayvanlarına bak­ malarına mani olunamaz. Aynı veçhile Çar cenapları tarafındaki Zapo- rog Kazaklarına da Dnepr nehri boyunca aşağı inerek balık avlamak ve tuz ve hayvan tedarik etmek maksadiyle Karadeniz’e kadar gidebilecek­ lerdir. 4. Kiyef Şehri, bütün manastırları, kasabaları ve meskûn sahaları ile, yâni Kiyef’in aşağısındaki, Yasil’kov, Tripol’ye, Stayka ve köyleri; Kiyef’in yukarısındaki Dedoşçina ve Radomışl kasabaları Çar cenap­ larının elinde kalacaktır. 5. Zaporoğ Kazaklan da Çar cenaplarının idaresinde kalacaklardır. Han ve Sultan Hazretleri bu Zaporog Kazakları ile hiç ilgilenmiyecekler ve kendi taraflarına kandırmaya çalışmıyacaklardır. 6 . Çar cenaplarının unvanları (elkabı) kendisi tarafından yazıldığı gibi tam olarak yazılacaktır. Esir düşen boyar Şeremet’yev ile daire başkanı prens Romadonovski’ler serbest bırakılmalıdırlar ve kalan esirler hepsi de ya fidye-i necat karşılığı veya mübadele tarikiyle salı­ verileceklerdir. 7. Sultan ve Han cenapları Çar’rn düşmanlarına yardım etmiyecek­ lerdir. (Bu muhtıra Han tarafından makbul sayılmışsa da, bu metin İstanbul’da değiştirilmiş ve yeni metin hazırlanmıştır.)

B. (Silâhdar Ağa Tarihi, I, 737) Bin doksan iki senesi vekayiin- dendir. In’ikadı sulh be Çar-ı Mosku ve azimet-i Padişah-ı Gazi be-Şehri Kostantiniyye. Bu defa sefer-i hümayuna bais olan Mosku Çan durumuna sari olan havf ü haşyetten müceddiden talib-i sulh-salah olmağla, Kınm Hanı Muradgerey’e mutemed elçileri gelib, musalâha ahvalin söyleşib, müza­ EKTıTCH 4 0 7 kere olunduğu üzere temessük verib, mucibince taraf-ı saltanat-ı âliyye’- den dabi mamul bib temessük verilmesin Han-ı müşarünileyh ilâm eylediği paye-i serir-i alâya arz olundukda, ihda ve tis’ine ve elf senesinde veki Yenvar aymm üçüncü gününden yirmi seneye değin müddet tayin olunub, mabeyninde özü suyu sınır ola; Ye özü suyunun berü tarafından olan memleket Padişah-ı tslâm Hazretlerinin memâlik-i mahruselerinden ola. Ye Kiyef kalesine tabi olub, hâlâ harabe olan Vasil’ko, Tripol’ye ve Stayka palankaları Kiyef kalesinin kadimi sınırı ile, Çar-ı mezburun taht-ı hükümetinde ola. Ve Kiyef kalesinin sınırına ve Potkala vannca Özü suyunun iki tarafına dahi tarafeynden kale bina olunmaya. Minval-i meşruh üzere vezir-i âzam işbu sene-i âtiye Muharreminin yirminci Sak günü temessük verib, mutad-ı kadim üzere bu sulh u sa­ lahın temşiyet ve istihkâmı için Çar-ı müşarünileyhin âsitâne-i saadete muteber ve makbul elçisi geldikde ahidname-i hümayunu şevketmakrun verilmek üzere karar verildi.

Ek No. XXV.

SULTAN SÜLEYMAN II.’DAN HACI SELİMGEREY HAN’A

(Tarih: 5-15 Ocak 1688).

(Başbakanlık Arşivi, Name-i Hümayun Defteri No. V. ss. 19-22).

A. Metin:

iOjjU* OjJj^ / jj- dsl»- tjU ll J'J' Ijl*2J 4jLî^ ajjjl ( J İJ&-\J ÂL. 4j i $ 3l

*(.i'fy ) J tiULf

( j j l j j l i i j i L i 4 ü-UjS”ı—jjJ jI y \ î l J L - j t i £ j

4-L*^Lul j d .«>■ {j &'j .jJû ili j ljUj» jUj» j j j *

ıjfs- ^ j i j l p - j Ijp ej L J j l j U j j j * j \ *.4İ J a J j l

\yt- jbt öl{lj«^d-5

aLI jUjll Jl JUJ iıl ^ jI~pI

<—1Jİ5* J U J «il

(jO Ü-Iİ^is 4j" jfi>J j ^\p - j ojU I J b S J j?~ O İJ J İJ _/Â-“

çi'i J ju>SS J J# J U J Ü J *İj]a}j\ 1 4»İP

^S^l JJİUO jjS jjJjjS " " O ÎJ _J (J*** OJİiApI C jj J xa

J U î <üil ç ljl Lilj jjlâpl f i \ ^»lî jlUll ^Ui) ^i»il j *.Xa

js \ jj^ > - J^c*' jIIp ( ı_ju^Ji) DbJjl JL < jl A;AJt>b-l

*A-1^ û L o j j j *^Oîi -M' a*İp *p^'^* j

t^jliS'jlS*j I O j U—*** l)Il *

jjj_^tj j ij0j& t\İy\^ jji-\ j O1 ^ (j^"i 4İTjj i_jjJ_jI

O^j^spjjJj! #•>j *t * jliNl âJUİs»- oUJj»- (J*Ij^ j V

CJI^ v» j ^le^l C j L^I^Ssİ j j > j j

ü-iîjliU^Iîl ciİJ^ s iİJ,?-l j ı-jj) j\ jcjj ı \jufi J b \ ? - j ü p l 4jSsi

A İiijl ^ J j Â> il-L» ^L>1>- J s js J U j O jil”® jj>- (_j-l^" ü £ j-* a^bj

_/l C jU -I ^r>- ls Ip j j l J> 3 (1)-*J>-I jS\Sj-UjI jU J il j jl^Jâl ojip

<-j' j ^ t j y . j ./. j i o y 'S 'ji*

e-U^iî'4 Cj^ bC 1^ İ j J l ^ j

ı-jb^- j j -'s J y ^ > - ciJ.JİcA^n j V ^laj»- j,*l j j < S^ £} <*;bl (Jl j ' jSÇ>

_/._^- jx_pıi^ C -it^ OjjI»4 Â^lî Aİii^l j aIIj >- o^İjUjJ ^l_>

Ojil»6 jjpl J (ji OaS^ jJ5 ^ f" «J i i j ^ j jJJL*dî JUJİ oj^uj

a J j ^ÜJI d>-l Aİ^ş-jj o-i»j^s j j j 4-U Jjjî CJU--«

ÖJ^I 8J> >»JJ j l â ûjjS” O ^Ja-;İu« J l f l Aİ-İj^t»

<—jb ^ aİ«L_jI j ^j j j * —Z'j |— “Lr" ı i J ü

C -Jz j> - e a ^ S İy^ ss)- ^-İS*” ^jJ&yC J aİ\j^ O^JûiU-« e k l e r 4 0 9

JJLi C-JîjJ J-^İJ (J>^ 4^ J

( j ^ l i j j j z > - j & jSİuJl^- (jl5^ (J.UJ 4)1 f-Li öl <—jjJjİ iJL^v*

*LJp o b b p ^JISjJl* _/1 C jW j^>- (_£Ipo jj^Lt** û-uIj o ö j ^ } j^AJ j ^ J i J-Jj^A j^-'xJ{' j4r^ 6_}^'Jt~^~ j O j üUj^J JİI** OpI^ OUlkLı üUjJ Ijp- _;

_ / l _ ^ f - ^ J j j  * " oU f* Ijp jIj'L" öl-jlp jJLİIj j j~“Uİ_>l til>- j-U^le-l _j ^ J oVjl (»jV

. ^

B. Transkripsiyonu:

Han Hazretlerine name-i hümayun: Elkefere millet-i vahide mazmunu üzere cümle milel-i nasara birbirleriyle ittifak ve ittihad üzere memalik-i islâmiyeye taraf ve eydi-yi islâmdan nice kılâ, ve bika’ı intiza’ ve ahalisin giriftar-i silsile-i esr edib, günden güne fesad ve şekavetleri ziyade olmağla (ayet) mefhumunca din-i islâmda olan her ferde ve bahusus tacdaran-ı din-i penahi ve hüküm- daran-ı ferman-ı ferma-yı sahibkıranî selâtin-i İslâm zamanî olanlara gaza ve cihad farz-l ayn olmağm (ayet) mazmununca, ol tarafta umur- dide ve kâr azmude müsin ve ihtiyar mirzayan-ı şecaat mutad ve asa- kir-i Tatar-ı gaza itiyad- nasarhum allâhu taalâ ilâ yevm il-m’ad-ile müşavere olundukda, nehr-i Tuna müncemid oldukta, tahrik-i Iicam-ı kemiyyet-i nusret peyam ile, Inşallahu taalâ, Bucağa gelib, esbab-ı sefer ve edevat-ı harb-ü kıtali amade ve hazır, ve her ne taraftan düşman-ı din galebe ve zuhur ederse, oltarafa hareket, ve biinayet -allâhi taalâ kahir ve tedmir ve def’i mazarret-i iadada sa’i ve dikkat olunmak makul ve münasib görüldüğün, düstur ü ekrem, müşir-i efham, nizam ül-alem, nazim-ü menazim ül-ümem, Yezir-i azam Siyavuş Paşa edame-allâhu taala iclalehu-ya irsal olunan mektubunuzun mefhumuna ilm-i (şerif-i) alem şumulü hüsrevanemiz muhit ve şamil olmuştur. Siz eba an cedd bu Devlet-i aliyye-i ebed peyvend ve dudman-ı muhal- led-ül-erkâmmızm hayırhahı ve asitan-ı saadet aşyanımızm umur dide ve kâr güzarı olub bu ana değin gayret-i din-i mübin ve uğur-u hümayunum da ırz-ı namus-u saltanatıma lâyık ve muvafık hidemat-i celilet-ül-asar vücuda getirmiş hizmetkârı olduğunuzdan gayri, rey-i rezin ve fikr-i 4 1 0 IV-XVnl. YÜZYİLLABDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ isabet karininize her veçhile itimad-ı hümayun ve sadakat ve istikametini ze itikad-i hatır-ı safa makrumımuz olub, ve ecdad-ı sadakat ittisaflarm- dan ziyade, sizden külli hizmet memul-ü humayun ve melhuz-u hatır-ı sedad maknmum olmağla, gayret-i diniyenizi izhar ve iş’ar eyledüğünüz ecelden, tekrar duay-i hayr-i icabet eser-i mülûkanemize mazhar olmuşuz­ dur. Berhordar olasız, ve iki cihanda yüzünüz ak, ve hakk-ı subh'anehu ve taalâ hazretleri daima ada-i din-i mübinini ser-i bidevletleri üzerinde kılıçımz berrak eyleye. imdi bu emr-i hatîr lâzim-ül-ihtimamm husulu girü Cenab-ı valânisablarma havale ve tefviz olunmağla, name-i hü- mayun-u miılâtefet meşhunumuz tahrir ve Size irsal kılınmıştır. Vusu- lunda gerektir ki: Gayret-i din-i mübin ve uğur-u hümayun-u meyme­ net karinimde düşman-ı din ve küffar-ı duzah karinden ne veçhile ahz-i intikam ve ne tarikle imal-i seniyyelerine göre giriftar-i tedmir mümkündür, oltaraflarda zuhur eden düşman-ı dinin ahval ve asarına Sizin tamam vukuf ve şuurunuz olmağla, Cenab-ı saadetlerine havale ve tefviz olunmuştur. Ittilâ-i külli husulünde ana göre hareket ve beinayet- allâhi taalâ ve benusretihi olveçhile sa’i ve dikkat eylemeğe bezl-i himmet ve sarfı müknet edib, İnşaallahu taalâ vücuda gelen hizmetiniz ızz-ı huzur-u faiz-ul-nur hüsrevanemde meşkûr olub, dua-i hayr»icabet- eser-i mülûkâneme ve enva’i inayet-i aliyye-i hidivanemize mazhar olmanız mukarrerdir. Bu sefer-i zafer rehber için Cenab-ı mam ül-meab- lanna ve maen gaza ve cihadda bulunan Sultanan-ı şecaat mutad ve mirzayan ve sair bellü ve başlu gaziyan-ı Tatar-ı gaza itiyada mühimmat-ı seferiyye için lâzım olanı sair lâzım ül-aız olan ahval ve asar ile arz ve ilâmdan hali olmıyasız. Fi evail-i Reb. I. Sene (10) 99. (5-15 Ocak 1688).

Ek. No. XXV I. SULTAN MUSTAFA II.’DAN HACI SELİMGEREY HAN’A (Tarih: 23 Nisan - Mayıs 1696) (Başbakanlık Arşivi, Namei Hümayun Defteri No. V. s. 210-213)

A. Metin: ajU- f ^ ji S

J J jP <—> (jUjl JL.Jİ AİJ Jİıİ«L~XİW ESLER 411

j ^ c|^-a—‘**ı<3 SjL* ^ ^

O ib jij (_$J^li J^aS O J & J b ( İ l j l J ı£Jj\.£^cj& yL** tjj+i* 4*s> ^ > -

ö-^û#^^aîÜS^ a!jJ?T*ıâ^>- aIaJI 4 ^ ^ ax**> jj 4İ«İjİ ^jl*A7 ü^ğ^Sj j Â*m o )lj\ 4->4'*' ( j ^ tjlJ jî0 *^;i^ J ü^-O ^ ta * ı* a l

414i\jA J-U j öiA^jU* j m ûJS^Ujjl C-OjP ü^j*1 mJ i j j i £ j b f y ) *^®fc iİliaJ *-Li 4JLI { j * * ^ J t^-*iJ* J -U ^

l-jUs* O jU I tiJCjjAsja»* iJjS^LjS^4 OJjSs®4>dS^

44jL**( (j^i>- J^U?- «.aJL* ii^ T il çto e^lı>-

4İâLjI jLSjI j {İj *j ûljil İjUS^SjUi^I - *d> I jj^p C-jIpj j

4-4Ü ûj>^l -î^î" <— 4^-^" o-^pIS .alfiVi (j-jjj (Jp

-U$£ <ü)U tu*iw« ls ^ ‘t ’^*'5!" l—Jl *yij j J L ' jl j jİJL^I

C J fjp C j Î j ^ İ j üjs^jI c J j i j ( j i *b>Jj '*?£J J c JX » j ıi&» «.U-lî

_/.p j&’ ji »j^ai^SJCİi ^f-\ jS"l_^*_j ^L> - 1__ijU

Ajİp *Lj jA İu JjI ü j> J «j£^A»® J J ^ J likjjJ-Uİİ t j j j \ j (Jljl tjP y fij- U 1-JjJjl İJÎT^-* 4İ»* (j^ AİîUjJ &

J J j < u ü l (_£jJUils“ t-jL>* o '-r'ö-* ûİJ»*- (^Lu

<0 £j_^liÎj4 j Tj , (JUî aJj*j «İaSjL* jj (_^Jj1 J L t M C-I^

1İ 0 U- j*\ j ' ? jl jp ^ta_j >-rıjlijjS’ JjlJî jSC*l ı^ r u lS^j j j ojSC^aJJityj y'jiU® C-S^S- jjS^jl Js'j a_iijl

(_5jL11 ^ J l y*-\ iJjü Jdj\ j\iXj\ j*51j j^ > - J»^sJL» 4»îy> wi>«iudi^kljl 4*ljl jjs0 t j ^ jf ^ U ll J l

^uîl (jpjJi'jl «illi *ül ci j oib>-l

(^.ul *>l>j J jiv * 4—Jjl »ilil aİA I l ) ^

411I t-li ol jA cJL* j { 412 r v - x v m . yüzyillarda t ü r k k a v i m l e b İ v e d e v l e t l e h İ

4İJİ ^ Ji aXİj^>jj£ OjU-“ OjiW“ ^ y, ti W

(j^»î Apljl ıjı j ' } ıJtJ. liÜUal—* dr JJIj j- 'j ülSai—u ^UJJ ^llâ*!l

C.jU»i ( j l j lsUûsâ* J { j f s j C j j ş - -j* oIjp oVjl oJJli-jlj

^UiJ j J (_^Jİ$-*" Jjl ajjjl (jljl

c5 ^ j *— j aİjjİj c^jîa l^-4 j IjL j l aJJU- (^J*Aİ5**(j^ J ^ J * 4^4 c£

öJûjijl^. <£j! j aJj jfT 4İiijl ı^jj! j a^^l jj (_ğj_/. oJjjlös-jir iJ^ijlJaLu jl'lî

OL^i ajjjl j'c? jl ^lj>-l j iİJ^I (_gjtt jl j> jJiU -jj

(jü5U^jj o j j jl U^pi ^1 4^>j]jl jj>Jv^ “ci U ^Jb jx U*

C j j j s j i_jjİS^aLI j5s_*v£- 4?-a Jİ—j j OJİL?-^; j diJJîjî (J.UJ

Jjl üjS^j>. ejjjl (ji 1j ı a-U^-ls- aJjL^.>- J>ju» j

■ U'V c_- dı^ljl

B. Transkripsiyonu:

Kınm Ham Selimgerey Hana namei hümayundur:

Ba’del elkah. . . malumlan ola ki mevkih-i hümayun ve maasker-i nusretmakrunumuza Kırım atı alisinin mahzurlanyla mashuhen irsal olunan mektubun gelüh izz-ü huznr-u faiz ül-hubur-u mülûkânemize arz ve meşmul nazar-ı enver-i hüsravenemiz oldukda hulâsa mefhumu: Mosku keferesinin, özü ve Azak taraflarına kasd-ı fasidi ve deryadan ve karadan tedarüki olmağla, bu sene-i amimet ül-yümne de cenab-ı hilâ- fetmeabımızla külfet-î murafakattan istifa olunmuş. Nusret-i rabbani ve teyid-i samedanî ile geçen sene vaki olan sefer-i zafer eserden avdet EKLER 4 1 3

olundukta, bu sene-i mübarekede dahi sebil-i cihadda murafakata sıdk-ı niyet ve hüsn-ü rağbet ile şedd-ü nitak-ı himmet eylemeleri mezkûr olup, bu ana gelince tarafınızdan gelen mektuplarınızın mazmunundan emareti hülf ve mevani olmamağla,cenab-ı niam-ül meâbımızm dudman-ı Çingiziyan meyanında hüffaz-ı hukuk-u sabıka ve riayet-i uhud-u lâhıka ile hasse-i imtiyazınız kitabe-i eyvan vüsuk ve eykan olmağla, alâ riius ül-eşhad kaide-i hasene-i şehriyarî üzere davet-icihad için name-i hüma­ yunumuz isdar ve irsal,ve bizzat Cenab-ı hilâfetmeâbımız dahi müstainen billahi temhid-i kaide-i mülk ve millet ve tertib-i rabıta-i din ve devlet için ref’i rayat-i azimet ve Edime sahrasına medarib-i hıyam ve merakiz ilâm kılındıktan sonra, bu haber-i gayr-i memulün vüsulundan (ayet) tab’ı hümayunumuza iras-i melal eylemiştir. Binaenaleyh ki bu gaile geçen sene dahi mevcut olup, bahusus Azak ve özü kalelerinin esbab-ı mufazası çendan müretteb değil iken, yine Cenab-ı hanileri murafa­ kata bezl-i himmet eylemişler idi. Bu sene-i mübarekede bi avnihi taalâ berren ve bahren oltarafların yine mehma emken tedariki görülüb ve damengîr azimetleri olacak fecayî? bir emr-i hadis olmuş değil iken, hareket-i hümayunumuz vukuundan sonra, bu haberin vürudu tamam mertebe melhuz-u hümayunumuzun hilâfı vaki olmuştur. Oltarafların netayic-i ahvali min el-mebadi ilâl-mekati müberhen-i zamir-i ruşen- leri olmağla, oltarafta kalmanız dahi ziyade istinced-i ecnade vakit müsait iken, esnai şitade ilâm olunmadığı surette, bundan akdem gelen adamınız ile ifade olunmuş olsa her veçhile makul ve münasib idi. Ancak bundan sonra kalmanız muvafık ve mülâyim-i fehim olunmaz. İnşallah her ne ise bu sal-i meymenet iştimalde dahi elbette murafa- katmız aksay-i murad-ı hümayunumuzdur. İnşaallâhı taalâ bu namei hümayun-ı saadetmakrunumuz vüsulunda Kırım askeri ile halef-i salatin -il-izam Kalgay Sultan ve Nureddin Sultanın birini Özü ve birini Azağa tayin, ve olcanibte olan guzat-ı müvehhidine gayret ve temkin verib, mükteza-i rey-i isabeti aray-i ilhanîleri üzere, ol serhadlerin ahvalini sipariş ve tavsiye ve nizam verdikten sonra, Cenab-ı niam

ül-mâblan Kınm ve Bucak halkından m ü m id i ti olduğu mertebe asker-i muasker-i zafer rehberimize tevcih ve azimet ve bir gün evvel gelib gazve-i hümayunumuza murafakat ile, asker-i mansuremizin tervih-i kulübüne ve isticlab-ı nzay-i hümyuanumuza himmetleri memuldur. Ye lâkin naçar istikrarınız lâzımgeldiği halde beher hal bir az Tatar askerinin gazve-i hümayunumuzda lüzumu olmağala, güzide ve işe yararlarından Tatar askeri ile Sultanların kârgüzar ve şecaatle­ 4 1 4 IV-XVIII. YÜZYILLARDA. TÜBK KAVİMLER! VE DEVLETLEBİ rinden birini bu emre namzed ve tayin ve haliya Bucaktan bir az Tatar askeri idad ve ihraç olunmak üzere ferman-ı hümayunumuz şerefyafte-i sudur olub, emr-i şerifimiz gönderilmekle, fermanımız üzere Bucaktan dahi bir mıkdar asker ihraç eylemek üzere tavsiye ve sipariş idüb, Inşallah-ı taalâ Kırımdan ve Bucaktan dahi ziyade asker ile gelib, maasker-i nusret eserimize mülâki ve sebil-i cihadda hizmette bulun­ mak üzere bir gün evvel irsaline mübaderet ve ziyade ihtimam ve müsa- beret eyleyesiz. Şöyle bilesiz, Avahir-i Ramazan sene (1)107). (23 Nisan- 3 Mayıs 1696).

Ek No. XXVII.

OSMANLI İMPARATORLUĞU İLE RUSYA ARASINDAKİ SINIR HATTI PROTOKOLÜ (1714)

(İstanbul, Başbakanlık Arşivi, Rus Ahidnamesi Defteri, 83/1. SS. 43-44).

ıİİI>s»- çiai J

JJi ^ İ İ J JJ i d)JİjU aj iljJu £»1J a -ü jlj >-

J üVjl JjUi* a J j Cj j İ

İ_jUaU_j öl*j j ü 4 i l j 5 " {£jJbdaL*<-->h»l

öUj ûlf»- jllaLu jVjl üLflj ıj'jj jİJj’l J > j

j oüaLu jUl j i j l j

- ıjliaLu (j-l jUaLu

1 Ruslar tarafından verilen temess&k’ Sn başlangıcı:

<^ÜU (jijlj T j s ^ jL*T (JLo il. *5^jjJj! ujjUÎ- j j * V I (5-*^ |_AH ^ j j i (^TI |»-13) üi-Ü^J J

cİIjÖ İl J «&»1* &Jûj • . J OjtA»* J E K L E R 415

a U — U j (j 5j_jla-^a d:‘.UI.u Olıl Oİİj V ll)b“ aLjI ^UaP CJİJİ (_£j û j , j 2 > - 3 j_jA4İI ! j ^ ı \ j i j \ (J,l ÂLJu«î O^As- t £ j & y \ ^ C-Sj!>- AMj'jİİ aJ j 0j i * * O jJ jl j j L* j a j \>- ijJ.ûl-J

1 < j o > - j a ü ) $ J I c4JjU_*« ÂJU_*uT jl>- a4>4j_)l

ûJj'Vj4j j iJH£j\ 4jlz*/\ j Ujw! öV>I 04i£

»Lj~)l ^Call «4»j İSİ'jü! j)j4^-U<2^

o4aI-** .«I O j ^ a j4Î4İ_jl ÖjjU® ^Wl Â^eJLyâl

(jU ji UöPİJ JU^I _J _/_^Sİ jjC;İj!s> ü

û^->' jC*' J (“j^ *il j cs^b' ®jji'

TjUa>- o^uü jj s“^l^ "Â*! j J ı—^ s S " LS”

j -.jÛ j j »lij O jjJ .v ’

tiAijjİj./ i-” - o jli* IjjJjf aâ]?1p Jl» ^b ^L*»! «LioL

UİIj oV_)l < _ £ 0 ' s ^ ~ fs ^ m LS^JA ö“lîç jjâ

^ LUI ı—jI^?| j-Utf Ijill aJ_j4!I IJLa

_jJİjjp J liY lj 4^1 «-jL^I S4jj J}U-l_j SUİ <—-’bjt î j J S j IpI ^aI^I

jJU jv« J» lj^ j ~ f L > - aLI {J,\j ^ - j_jXİI 4*£ j b

jÜ jl ,jwJ - üLî*j C~«lfi (İjlİAİU- OU-

LîjL^ (j4iwl>- ü^—wnjl L-İûIj 4 ^ j j \

__jÜJJ j * £ ? ( j i j j _/j j (l)Vjl (Jiilii VU- ı—JjlJİ j * “

obi^l J dÜ4^; l £ j b ^4aP

jUjl û'W ü b b l)4JİJ s > A^İP- ılJ ji j ’b» J (jlaviL« (j-l Ip I 4*si

jJlfi- jŞ- J ı^Lu'Vl j* j İjl* Û4"lj i v J û4jjJU: I ğ j j -* s£ a 4?-

lS jb9-?

j &ma '—fjJ 'j aI)i£ 2j— jji 3 <1/ j

^ _* aİLI ol*^! o^ ^ l ■«»£ Ij

ıjPj~fls>- aJjI (_j>-ajİj 3j>«JJ şjjjijJjT jU ^il ^L>U_/_)«-

^gjJri I

^ j ^ t j 5

jÜ jl ^jİ& 0 15 Mİ I -Uj ^5b

4jj| 4İJ^ 6^\^2J 24Â& L> J 4İl^4 (jJUX4 OŞjJs* j ü; f^ ji.

-U û V ji C-p L« i ! a1*Ij1 j f ‘■ ^^15

ü^Jjb e^üjî (_jjijâ» ı j_j.ui jjj o»uiji» jji (_^jji

ı_juj-i ^ ,5 Ci_/**J t>âjl» lSU^j #J.5jJjIj aJ^î- Jjl jijlj aj i _/ ^iJ^

X>mt~5 ûJJirf öhJ^I J f's 4 jI çijl jZ\~*£-j 9jj*a> J.s-»(Jlal i l i l j

Jİ-O I ^ SC ll J-4 3 *WUv« ‘CjiJ b aLI ^JxpL»*> jl;>Jl £ * ^ ü_4>iJ i j j j j t

c p t j b 4j^-jIj

i_ â- ^ * ilj^İ4 Jji 4İiljl ^ jl j C fL ^ «jjjl JIj : p I

«jSCv» ö j î j J j I a J j ij-ip - dîmjj^ls j>îJ^ ıl^Jİ

lH-J!" ü * A »-l 7<Üjj>- jj< 0*Aiji_jîa e i j j j jA ıI~<^P t£İ_/

ı Lp' I i Jk^ ' \ . c-L-u j *u^

ji_ jl» j_ j) jS^JÎl J jLu sjSw u Aî-J 1

Jj^'~i'A *JΓ'JjlJ Aİ»»A)İ Aİ^*İJ û A jjjjl

ÖJ4J J a Jİ-UUjJ I-JjljjjjJ$~ I Ajlp J j£ - Aş-Jj>

i l _/->■ O p L u __^İj tjj_jl JİJiPİ ^j jio a j l j ü j jj jJa (j^ jr

■ j iJ':j *cö jj'ı 3 liUjl j ^ ^ iliJ-^*- üUİjl ^iai ? Ij-jl 5 4 Ç 3 2 j jj' üXJ J» _j*U ®

4U J*j£" ® Ç4JU^ e k i e h 417

0\*ljl {j v ü a j ^ jjJ jI

o ÖJLÎİ 1—’jJ jl o I j^ - I 4Â<_j>- A * ^—*ij* ajao ö .u : »^1»

jj_ ^ iiija jL>- jjjL> .Jirjjjurjii < n S j^ Ji—^

ıJb/jl c$"U) ıI-^-L' <_A*aJ tj-Jtf-

O X İJ o l5jI-ü* J!lll i g jj.â>- ^ l'jj'

jjjtajj j j Z ' j * * ’j^jL? I Jjl j- j'j c.o \ 2 j j.* j^ T J L . <—j_T sjJjl 4;rJ

J j j ı>»j^ ^ j I j ^ ijy.y ü.jr osjijz

jjS^j_* (judjl jLU c tUJj_S” (jpjJJjl t_A_ya2»* iijl40 jjS”İ_* «tliLjl

Jle* o O-iJl 1—i j J j l uİJİJ,?-l <üjjs- j j ıl)wU;iJto

j l ___\ j 1 iij.aS^ «lII Jj**

J

aJİJ.Ji_jj <—jjL ^JLo I ^ J j J * * j4j| t-jjL jlj A»ji j

t-jjJj! C^-Lu J p*j jX*£>\ ^jl> a'î'*jV* d/jr O^jjiJ^

•Kİjjp- J J j-U;İ_j]s 0-*J I 4İİİ.Jİ ^ J -Ü J İ I ^>0

ö L J *—1 j^ - 1;^ (jyi-jlp 4jJİ^Jb J le" ö J j I <—'j i i j l J jIJ j-I

(j>-j (jjjl ı—jjLjIj ‘Ujjjjj> 0^jl j J j o ıil>-jS""öJJjjjl ^îlj ajjjjlj t/ jf" w^J_aJJr4 oJ,S«UİÎjJ jJjjS”jL«J 1 *jjj^ ^J(Jlj^* ‘Cjtjla

iSjjJ ‘-Jjljl C.p L> j J « j j j l J U ^ -I cA *^ ’ ^ ' j ^ ^-iJJi^r*

ıİJİJb-l <ûij ^ - j j O-U-i^J» 9-li I (_^ jJ J jl (_a^a.:'.«

j tSjls0 ^j>- oJjl'l; j U 1—

  • F . 27 418 IV-KVni. YÜZYİLLAHDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ

    J j î (_£ jt - J b ‘C İjlf 4İ.Î ılJJ4J «J.S tJiJjHA ‘üijjj «jsjLJ

    j { jh * û*yl ı-Jj-^jL î ü S j l (_£-Uj C-p L-*> _/

    4^ jlj o j_)1j jJu'jîTj.lo I

    O^ljl I ı_Âs ^ji-s ttk jij* I

    ^lc d lljl 4 ûJİ-UJjl 4Âİj >- j j jwU-îJ a ûJJI i j . f i AJ-^'j IJ (>" ü - U j î J s l ı_Jj;lj I < j j i» 4d>~j 4İİİJİ tjj*J «jjjj^ <3^ ^v’J ■tLI jLoU j^ L 'T juj ji^ J -o T

    £v>_) sj^Ü ^ t î I j f i aJU>- ü ^ a j Î j a jjJ J ijjlj 4_^*4İ,^>-J _,A c^L)' C ljA *

    (Jpj^s jL.2\lî ö i j j ş j * ö ajo jI_>- |Jj jla 4^" _/ 1j ^ llj 4üJL^ dJiipl-*“ _/ 4JJİjl» (JJU* d J j4j j

    (_Jjlj.il ıI-pLu ÖUA) iİİ jVj J J j l J İJ İJ 4 0 ji LS^'* 4J .jj jjl >—-J^5

    4L»ü;I 4İ^ 4JijJjlj aI^ Jjl jijlj jU jjl dJL»-jS'_/ sX& J& Jj^ s

    4İİ^1» 4İjÎ Ö-VJİ e J jJ jl ü.A^-1 ■ 4ÂÎJ > - j j JJ^"“^*

    (_j^4ji Ijuj! dijjİ4jj (_jj \j -& j j a o 4LI j]4j ( J j & j b joiujjlj 4J4Jİ Jjl 4l$Cci [? 4ÜJ j P] 4İ_uJjP 4J4j İ£” ü LJ

    4 İJ * ^ ilJj3—« 4 J ^ X S ' C ~pL. j 4JU" j j j l j I) (l)_ui_;Js jJ jjU AJ>~~P

    4LÎL4Jİ 4İJ^ j j i i j t » ^Uı9 I (_jJlll ıiL'4 il? - t j l j b t)*AjS" 4l^u4*iî ^lî

    4LI jJ jî (_j^p_jls o j J ? 4LÎ 4j jjjl >_jjJjl ÜJ^-I <ûjj> jji j-UjiJ>o

    4 - U İ 1—IJİ>- £»İJ 4 j j j j j l ü j , , » 41tj4jJ j^jla jS^I ı—JjLjUS”

    (iilûS* û U j1_/ ^J I jj^ Si\ 4S^^^4;0 4 ^*'4jjjI E K İE R 4 1 9 ajjjJjlj Jjl jjjlj

    4{jp ^» (jJİJjl sjiji» Jjv» j i jjJa Jz \ jhîjl

    ÜJj»-l AÂjjp~ jÖA1^4J)Jİ ±!jJ^İ Jj%J*a

  • S^İ jJj I i_jji! jl iijJjstf» üVJİ (JjLş- 4l^*ulî ij a £- ^JUI (Jjls Jj^5 j ı£jJ«ji

    «0>^£i ö 's i k_jjU^ OJ^>-jı ı£ji.iU iijijv» <—jjij^ cS^iaji j ^ jU I ;jjl? Aİ-ÎLâJİ <ÜLfr a-li I a J İ J jjl j ‘C ^ A Îjjl iJ^JjâLj-lp I jjj«iw* ajt jlpjljl aLi djjbJjl jS"i o öjb’l 4-jjJjI ûİJ^I aâJj>-

    4-UiJjİ j-Ui^is (_JJ>- «djîlijl 4İ^ ,y^i «*Uİ aJijJjlj lu»-l Ajtjj»- j j j»U»i jJs I j tdj*^ JJf***'4 aİ^c^İ lj^-jI oidjjî^ ol**J

    4j# iU- Jijl» 4JLj;l ,_^-i «Jü I flJiJÜjlj e ji JİLç-U-T L£U- j_ğJjJ «iâjiS^öLJ dlliT jJJl t_jjJ_jl ıİJİJ^-l 4juj>- jj> ı__ıj»

    £L*» aT «ji jJiLj-lpT (Jijj*j> Aİ^oTi Jlj^

    (Jiji» 4JU:İ >ıîJjjl lİjIj^-I 4İij>-jj ıliJiijjJ?

    #-U#t Jlju ^jJ jJjI jjj^ lSj^ jü^ & k .j3 jf~ «jjjl

    û^->' Jljl iİ-ÜIî»- üjv= (jijj^ JT j^ ij <-Jj!j' rU‘ i_jj)j-US^jİJx< j< aİjI j<0 öI—JjI jS”i o ı—jjLîilî j i j j j (J^ jjap ojj^«^ ^jİ5-12jI j\^*j ül*jS-* ^^wSj>- 2*1j â^uJU>- (3j*^5 c^'^ij'4 jL>w«ıl ijJ^ ıiJLuilj>- Jjl âj^*0 ûjJjlJj I e.

    ı-ijîj «jj^j* j (_jjl^-l j ,j*~* dJı—JLftl (jljl Oj^'l Ji'jl 420 rv-xvnı. yüzyillarda . t ü m : k a v t m l e b İ v e d e v l e t l e r i

    Ip ! (>3^^ ^ 1^1 ^ ö$a**jPja 4*li aİİİ^I <1j

    (Ç^ j l j (2/ ^ ^ l Ip I *\*£‘ ^lîls^j ^ Ip I

    Ip I j jju > £/ I Ip I l 4io«Aj 4İjI

    j (^U-Vl ıj-5” û1.' ^ ı j ' ö ' c î j ül>- (JSv* ^ Ij

    q JCİj b (jljl iİjUU>" jîfALımS ' j\A&

    K iJ y ^>\ ili# jl»- (JjjJa - aJujjjl _/U ^1j aLI j_jJ,j-* (Ji^k ıli-ü I 4Â ij^ j j O ü-U;i jk aJ-jIsjI aJ

    1<ıJjjJa aiajjS " j U J [? (_^VJt* jS > ] jS jk «ijlîlî jl~J ı—>^1j-L5""

    ^gx4£mJS ijd > - ıth^]}>- J jl s J j j j aJ.îJjjlj ıJîjj>j> 4İ^£i jJ.^İJ\? aJÎJlljl jL ie _ J j £ —**tjk i {£»*»■i* <1)1*j s J öJjjjij* j t S j-jj» 6-xjsm ( j ı i a* j y . j j> 4İİİJİ <ûJL?»i< Jljil jj^l t ^ijll [ q*io )£& ı g-**4^xt j t Lftl ^^x4a1# ^1jl

    !_}*" cJİjl j j i-**> tSÎ-~>\ illjt—iVl jJp jj{jA j r i j*Ui J>- aL I

    X j j jLaZpI [jjj> ] j> ojj^I jjljl ll(jjjJ? j j j i • » tS-^T (j^^9 ->JJ.J'* j r “-f1 c jjjl JJi j* j

    ö d j j ) ^ j \Zk * J ıJijjkA tiJc^\j>- (Jjl ıJ-^Ç JİJ 4il^ * J

    Jl^îl (1)^1 jj J — (l)Ji*ijl? o jUic_^«Vl •Jj'J «jjj^ J j^ *3?-)

    Ö-UpjîJ AajİİP o l —Pjli* JjS^ jAîJ> öJJJAJ (J/jj L> 4xiu?x^

    (_^jX JJij* C*^* öL»j^ O âjSs*» jL .jr aJ_SJİ^- AİİjJ» j_i^î ajjjl (jijI iJy—İ j oJJJjj

    1 E K L E R 4 2 1

    jU jl jS""i *£" Ai*<«ji ^îlj aJjJis j-L^ d il!jJ

    aLîIİJİ aLî^ - tj\j]s>\j *«

    A'-.aâji 2iU j^ i jflill jJjL.» Ö-lj I C JjJjl ljjl-^-1 AdjJ > - J j i O j J i j j i » j j $ X » oJİjJjI j Ai*«eji 3tiAÎj a $ jj£j_* (—>jL«u5”'jI JÂ* j> aIjI (Jjjls jJ-S""

    AİiIjl »J -

    tj5w» jjjjjjjl oJjjL^-l (ij).b- 4jjjl jijl il jJ~» tjiji? »ji

    JJ4lâ (J^liüj^i 1_JJİJ Oc-I--- U (J5^ Jl tu*İC aJj 1 6J İ j L J j l jS " i

    ,_jLjl ±5_^4 e-to jl? ,_yiO (Jy p 5ıiJJj>J J.^-4 »JİJjjij

    j j j ı v^>ı-i *â >j >- j j y* (J^ AijîLjjji aLî^ d)wLjjl? ° j j y

    4.1si -e; j f iljjjj^ jf= <-jjijdŞ' ajj j l ü 'ijr _;r

    jSCr jlîlkj j (jljL- «i«J î-djlj

    j j o aİLSIâjI a!?^ a i # ^ ijjij4 j*c «X - ‘‘" j j ^*^?{ ^^4^-

    (^Jjl j^; jL J jl Jjî_j jLjîpI 2jJ&- »lü^l YU- jX J tj}j\ ü j ^ - I & j> -

    j ^ ı— ı_isâî^4 ».Aüv jU jS ” aLI J l j i d)ij]aâİj> - aS"" s J j j U T

    jj A^cjl^"«jJaİJj>- (^4-U^jjl (JJ*0 lillJ * i jY jl İJ-b- »lf.Jl «JjjUS" £/

    (Jj]» tdJÜAİL ,...« «ilj j jJztl_^> jjl jjj jÜjl j**c j -b aL^-j

    ^W l (3jIa4 jjp a_Ü? j>b ^^L-u| eLiil^ Aİiijl (JsJU aja^4^L*uI ^g^ljl

    iiJJÂ m* jU- (^ i (Jjl» d j —P J <-Jjîjl jJjjl*j« - ıiL>'JjJJ&-

    A^w« ijjîil V ^ (_$ f_çJjJ_4İ <

    [27 imza ] «_jaJ1 j û*ı

    >1-^ ^ ’oj Ojl

    Jjl «jjjl ^ j-djl j mJÂ « j V I j a^ J j J ^ . öbJjl js's j . . .

    4İjI (Jljl ■—'jJ jl »JjJcZ' ı j ( j j jl ö4i*»4jjjl c._-»lj lijlj?3 j

    * 4 î jL S ^ (_} j ~ 0 & j V j l s-u^j jl*jZ

    Jljp «jjjl ^Ls 4pIj) üVjl -il»!» «.UjjU «fcjcJS" Aİrf <0^9

    ■ * JL*_J el* 4**^ aJÜIj»- dlJjjHpl w b»- J Asyl^-jA î)j>mU * <*U

    J a I ı i i ‘. İ .I + ç J i j 4*1p- ü V j l l İ ^ J J l T »—j j 4 j I j l 4 5 * j

    J li'l (_^«*!UI ıih_**»ulî jU jC ls5’’ "1 ıfJLjjijLü-l

    Uâıîl

    « l i j j Ij Ip j j* ti-pl; (JUJ «i T-l*- <3j

    ^ sl *-j^jI ^b^-l j m\ j { ü İ j \ C^JLf (_£İjIj> Jb

    ^Ijjf ö^û^Ss^ J £b-4İ^J>- 4f-,i J'

    j-Utf üVjl j_>4>- »U il «jjjl a>-j ^ j-d jl «.sVb i_j^«İU j t

    i l î ^ l j l ü U j l 4{-U£ «t^ılS* ^*-5 f^ ^ - i y ^ O V j l

    a J i i j o [ j » ı j ı£,"J (_Jjl—j ı—J U -j i_j_jJli eJA-jV^L»! (j^ ljl

    A ^ J 4İ*JU«9- 1 ^ l n ı t Cp’- '* l)-Ua® jl ? ^JVAİU

    ^ ^ J l tJ ^ J J ^ 1 L^*1^ J i **tO^ thTe*^' C J~*\ . Ü^ J& d ^ ^ J'~~*

    ı—Aİl^ 4jt^^ L j j *—■*■** i j^ J I L ■ > ~ j j y * * £ j * ^

    [ 25 Temmuz 1714 ]

    1714 YILI TÜRK-RUS HUDUDU PROTOKOLÜ

    B. Transkripsiyonu:

    Devlet-i aliyye ile Moskulu beyninde akdolunan arazi hududunu mübeyyin hüccetin suretidir.

    Sebeb-i tahrir-i kitab ve mucib-i tastir-i hitab oldur ki, serhadd-i mansure civarında vaki mülûk-ü Nasaradan Mosku Çarının bin yüz yirmi üç ve bin yüz yirmi dört senelerinde münakid olan sulh-ü salahın şurutu- EKLER 4 2 3 na mugayir bundan akdem hareketi olmağın, aftab-i saltanatları zulmet ve zaman-ı ve mehtab-ı hilâfetleri pertev endaz zemin ve asman olan Sultan-ı selâtin-i cihan ve Hakan-ı havakin-i zaman, varis-i mülk-ü Süleyman, bais-i emn-ü aman Sultan il-îslâm vel Müslimin, nasir-i şer’i şerif-i seyyid ül-mürselin, Sultan îbni Sultan ül-Gazi Ahmed Han Ibni Sultan Mehmed Han -lâ zalet ayat-i saltanetuhu, mesturetun fî sahayif ül-enam ve ma bereket silsiletü hilâfetuhu ilâ inkiraz-id-duhur vel a’vam - hazretleri ayat-i izam-i cihad ile memuıen Çar-ı Mosku üzerine sefere azimet birle, mahmiye-i Edirne’ye hareket-i hümayunları oldukta, Çar-ı mesfarun Asitane-i saadette olan murahhas adamları Çarları tarafından vaki olan cürmüne istifa ve Asitane-i saadette mukim Ingiltere ve Nederlanda elçilerine iltica ile, kâlevvel müsalahaya müracaat ettiklerinde, Essulh-ü seyyid ül-Ahkâm ricası limaslahat il-enam makbul-ü Hümayun olduktan sonra, istihkâm-ı muahede için tarafeynden tahrir ve ahz-ı ita olunan ahidnamelerde tasrih olunduğu üzere, tefrik-i arazi ve temyiz-i sınur için vaz’i alâyim olmak lâzım ve ehemm olmağın, husus-u mezburun kema yenbagi keşf-i itmam ve imzası babında, bu fakire hitaben Tugra-i garra-i Sultanî ile muenven, ferman-ı cihanmetam suduruna binaen, bu fakir dahi Padişah-i Islam- zillii atifetuhü memduden alâ mefarik ül-enam — hazretlerinin kıbel-i saadetlerinden bima huvennech-i şer’î hususu mezbure vekilleri olan: Eafian hazelkitab, fahr-i erbab-ı devlet ül-garra, sadr-ı eshab-ürret bet-ül-ulya, Saadetlü Tevkî İbrahim Ağa, ve kudvet-ül erbab-ı necat-ı velcelâl, zübdet-ü eshab- ül-mecd-i vel-ikbal izzetlü Defterdar-ı sabık Mehmed Efendi hazeratı ile husus-u mezburde menziletlü celâdetlü Han-ı âlişan şehamet nişan hazretleri taraf-ı şeriflerinden maiyyetlerine tayin olunan Or Beyi Mehmed Paşa Bey ibni Arslan Gazi Mirza ve Hotin canibinden sabıka serasker olup, halâ Hotin muhafızı olan Veziri- ruşen zamir devletlü saadetlü Abdi Paşa hazretleri tarafından dahi kezalik maiyyetlerine tayin olunan Ağalarından Mehmed Ağa ibni Mustafa ve sair Devlet-i aliyye tarafindan baferman-ı âli tayin olunan serhadd-i mansure Ağalarından ve neferatmdan malum ül-esami vel eşhas cemm gafir kimesneler ile ahidnamelerde isimleri mezkûr olan Erel ve Şamar demekle şehîr nehreyn beyninde vaki’ Portoşov nam mahalle varıp, Mosku Çarı tarafından batemessük muteber tahdid-i vekil olan kudvet-ül ayan ül-mesihiye ve Viç-Gubemator Stefan And- reeviç Klüçev sufracı ile, hususu mezburde maiyyetine tayin olunan Polkovnik îvan îvanoviç Tavaşev (?) sufracı, ve Komendanta Andrey 424 IV -X V in . YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLEBİ

    Artemeviç PolüLin ve Ceneral yesavulu Vasili Jurakovski, Ceneral Tuğçisniy( ?) Yakov Lizçev(?) nam komisarlara mahall-i mezburde badel mülakat, akdolunan meclis-i şer’i nazarda hududa müteallik mükâleme ve münakaşadan, sonra: Cümle ile mahall-i mezburden kalkıp, nehri özü’ye sazhk ve bataklık olmağla, çeyrek saat ba’dî olan şeddi özü ki, Erel tarafmdan tahminen yüz elli adım mıkdarı kurbunde tulânî ve kadîmi mürtefi bir tepe vardır. Ol mahalle varıldıkta rızayi tarafeyn ve marifet-i şer’i şerif ve ikaz-ı ahali-i serhadd-i mansure ve asakir-i Kırım ile zikrolunan mahalden tesviye-i tarafeyn için sahih ül-ayar saatlar ile tarafeyne mutemed ve mevsuk ül-kelâm adamlar gönderilip, yoklandıkta: Mahall-i mezburden nehreyn-i merkumeyne varınca tarafeyn seyr-i itidal üzere beşer saat ve üçer çeyrek olmağla mahall-i mezkûrun mun- tasıf olduğa zahir olmağın, mahall-i mezbur tarafeynden ibtida-i hudud itibar ve kaydolunduktan sonra berayi alâmet mahall-i mezburde tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan şimal-i şarkîye doğru tahminen bir buçuk saat gidildikte K ola y ın kara ağaçı demekle maruf çamlı ormanı kıble tarafına aldıktan sonra, sabık üz-zikr P o rto ş o v nam sulu mahallin bayır üze- zinde vaki’ güherçile tepesine varıldıkta, mezkûr tepeye dahi berveçhi muharrer tarafeyne mutemed aleyh adamlar gönderilip, yoklandıkta, mezkûr tepeden nehreyn-i mezbureyne varınca tarafeyn seyri itidal üzere beşer saat ve yarımşar çeyrek olup, mezkûr tepenin dahi olveçhile mansaf olduğu zahir ve müteayyin olmağın, tarafeynden mezkÛT tepeye karih tarafından birer honka ihdas olunup, Andan yine şimal-i şarkîye doğru kırlar ile gidildikte, tarik-i cad­ denin sol tarafında olup, kıble tarafında olan K ılıçın ( ?) deresine tahminen nısıf saat ba’dî olan ortası çukur güherçile tepesi ki, elli adım mıkdarı batı tarafından beraberinde kadimi mürtefi’ bir tepe vardır, ol tepelerin ortasına varılıp, mezkûr tepelerden dahi vechi meşruh üze­ re, tarafeyne adamlar gönderilip, yoklandıkta, mezkûr tepelerden neh- reyn-i mezbureyne varınca, tarafeyn dörder saat ve üçer buçuk çeyrek olmağla, mezkûr tepelerin muntasıf olduğu kezalik nümayan olmağın, mezkûr tepelerin ortasına dahi tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan yine şimal-i şarkîye doğru kırlar ile gidilip, lisan-ı Tatarda K ü çük A çlı ve lisan-ı keferede V izov k a demekle maruf sulu dereye varmaksızın bir saat kala mahall-i refi’e varılıp, andan dahi ber vechi EKLER 425 meşruh tarafeyne adamlar gönderilip, yoklandıkta mahall-i mezburden nehreyni merkumeyne varınca tarafeyn ikişer buçuk saat olup, mahalli mezburun muntasıf olduğu muayyen olmağla, anda dahi tarafeynden birer honka ibdas olunup, Andan dahi şimal-i şarkîye doğru kırlar ile gidilip lisan-ı Tatarda B üyük A çlı ve lisanı keferede K ü çü k T ırn ovk a demekle maruf derenin kıble tarafında vaki üzerinde küçük müteaddid tepeler olan mahall-i mürtefi’e varılıp, andan dahi tarafeyne minval-i meşruh üzere adamlar gönderilip yoklandıkta, mahall-i mezburden nehreyn-i mezbu- reyne varmca tarafeyn seyri itidal üzere dörder saat olup, mahall-i mezburun dahi muntasıf olduğu zahir olmağın anda dahi tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan yine şimal-i şarkîye doğru kırlar ile gidilip lisanı Tatarda Cum Şam arı ve lisanı keferede B üyük T ırn ovka demekle maruf dereye kezalik kıble tarafına doğru kırlar ile bir saat ba’dî olan mahall-i mürtefia varılıp, andan dahi berveçhi meşruh tarafeyne adamlar gön­ derilip, yoklandıkta, mahall-i mezburden yine nehreyni mezbureyne varınca, tarafeyn altışar saat olup, mahalli merkumun dahi muntasıf olduğu müteayyin olmağın, anda dahi tarafeynden birer honka ihdas olunduktan sonra E rel’in başı tamam olmağla, tesviye-i tarafeyn mümkün olmayup, mahall-i merkumdan Ten suyuna varıncaya değin, ihbar ile vaz’i alâyim olmak tarafeyne lâzım gelmeğin, hususu mezbure vukuf ve tarafeynin mutemed ve mevsuk ül-kelâmı olan adamlardan ba’del istihbar, anlardan her biri dahi mahall-i meıkumdan M uyiş suyu çatalına değin zikri âti mahallerde vaz’i alâyim ile tefrik-i arazi kılınmak her veçhile tarafeyne enseb ve evlâdır deyü ihbarlarından sonra, Mahall-i mezburden kalkıp Şamar budağı demekle maruf sulu derenin şimal-i şaıkî tarafında bir saatlik mahalde vaki’ bayır ki, tarik-i caddeye karib, üzerinde kadimi mürtefi’ bir tepe vardır, ol tepenin msıf saat mikdan eol tarafında bir küçük orman dahi vardır. Ol mahalle varıldıkta, cümle ittifakıyle mezkûr tepeye karib tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan kıble tarafına doğru yine kırlar ile gidilip, Tur suları derelerinin ihtida deresi lisan-ı keferede Gruşka (?) demekle marufdur. Ol dereye varıldıktan sonra, karşı tarafindan bayır üzerinde bir saat dahi gidildikte, Moskovun M ahm ude nam kalesine giden tarik-i cad­ 426 IY-XVHI. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    denin elli adım sağ tarafmdan cümle ittifakıyle tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan yine kıble tarafına doğru kırlar ile gidilip Eğri Tur deresine muttasıl sırt üzerinde vaki’ cenup tarafında, ortası çukur güherçile tepesi ki, tahminen ikiyüz adım mıkdarı beraberinde kezalik ortası çukur kadimi mürtefi bir tepe vardır, ol tepelerin ortasına varıldıkta, zikrolunan Eğri Tur deresini sol tarafımıza aldıktan sonra, tarafı garbe meyilli tarafeynden cümle ittifakıyle, mezkûr tepelerin ortasından birer honka ihdas olunup, Andan zikrolunan sırt ile bir mikdar gidildikte, sağ tarafı K arin- ke (?) dereleri ve sol tarafı sabık üz-zikr M ahmud kalesine cari olan suların dereleri olup, ve mezkûr suların başlan u undan geçilip, Beş- bayrak demekle meşhur ağaçlıkların ortasma varıldıkta, anda dahi cümlenin ittifakı ile, tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan yine zikrolunan sırt ile gidilip, Olugan K aratepesi nam mahalle varıldıkta, anda cümle ittifakıyle cenup tarafından karibinde tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan yine zikrolunan sırt ile gidilip, lisanı keferede olhavali K olad is demekle meşhur suyı M u yiş’e cari ve etrafı cabeca ağaçlıklı dere başma varıldıkta, anda dahi cümle ittifakıyle tarik-i caddeye karib tarafeynden birer honka ihdas olunup, Andan kezalik lisan-ı keferede L even ti B ayrak demekle mâruf ağaçlıklı dere ki sağ tarafında tahminen iki saat mahalde S avur tepesi vardır, ol dereye varıldıkta, anda dahi cümle ittifakıyle tariki caddenin iki tarafına, tarafeynden birer honka ihdas olunduktan sonra, Balâde tahrir olunduğu üzere, haber verilen mahaller, zikri murur eden Leventi Barak nam mahalde temam olup ve zikri ati Muyiş suyu çatalının verası A zak toprağı olmağın, mahalli mezburden kal­ kılıp, yine zikrolunan sırt ile bir mikdar dahi gidilip, Muyiş suyu çata­ lında vaki Çerkeş kerm en g eçid i tabir ettikleri mahurun ubur, ve anda bir gün meksolunduktan sonra, ol havalinin hududu kadimesi istihbar olunmak için Azak kalesi ahalisinin müsin ve ihtiyarı ve hususu mezbure vukuf-u tammı olmağla, kalei merkumeden getürdilen baş Beşlü Ağası El-Hacc Pomak Ağa ibni İslam, ve ikinci Beşlü Ağası G-ayibverdi Ağa ibni ötekili ve sol Kolağası Baçakay Mehmed Ağa ibni Hüseyin ve Müteferrika Başı Kaderiş Ağa ibni Nan Mehmed ile ocaklan ihtiyarlarından Müteferrika Ak Mehmed Ağa İbni Hüseyin ve EKLER 427

    Yusuf Ağa ve ibni Mengli Han ve Tanakay Ağa ibni Haşan ve sair malûm ül-esami vel-eşhas cemm gafîr kimesneler delâletiyle dahi mare ez-zikr Muyiş suyu çatalının Azak tarafmda vaki’ bayır üzerinde Çer- keskermen kalesine giden tarik-i caddenin iki tarafına cümle ittifakıyle yine birer honka ihdas olunup, Andan tariki mezbur ile gidilip, lisan-ı Tatarda T onuz lağı (Donuz kulağı?) ve lisanı keferede T uzla demekle maruf nehire varıl­ dıkta, mahalli mezburde ol havalinin hudud-u kadimeşi mezburünden ve Çerkeskermen kalesi keferesinden istihbar olundukta, tarafeynden sudur eden akvali mütehalife olmağla mahalli mezburde tarafeyn bey­ ninde niza’ı kesir vukuundan sonra, Azak kalesi ahalisi ve Çerkesker­ men kalesi keferesini ilzam ile hak zahir ve nehri mezbur aleliştirak is-seva sınur olmak seza olmağla, nehri mezbur tarafeyn beyninde müşterek olmak üzere hadd (hudud) itibar ve kayid olunduktan soma, nehri mezbur cereyanı üzere gidilip, nehri mezburun Taş geçidi nam mahalline varıldıkta, mezkûr Taşgeçidi ol havalinin maruf ve mute­ ber mahallerinden olmağla, vechi muharrer üzere, ba’del istihbar yine tarafeynden sudur eden akval-i muhtelife olmağm, kezalik tarafeyn beyninde bir kaç gün miinazaat-ı azime vukuundan sonra Çerkesker­ men kalesi ahalisi mülzem olmalanyle, mezbur Taşgeçidi tarafeyn bey­ ninde müşterek olmak, üzere, karşı tarafma geçildikte, Çerkeskermen yolunun sağ tarafında vaki’ D em irlek (Temürlenk?) deresine giden tarik ki, zikrolunan geçide muttasıl şeddi özü ve etrafı çalılıktır, ol tarikin iki tarafma cümle ittifakıyle tarafından yine birer honke ihdas olunub ondan sabıkul-zikr Demürlek deresine giden tarik ile bir mik- dar gidflüb mezkûr Demirlek deresine vanldıkda mezkûr dere dahi bervechi muharer ale’I- iştirak es-seva sınur olmağa seza olmağla mez­ kûr dere tarafeyn beyninde müşterek olmak üzere hud(ud) itibar ve kayd olunduktan sonra zikrolunan dere ile tahminen bir buçtık saat gidilüh Demirlek suyu zuhur ettiği mahalle varıldıkta mezkûr De­ mirlek suyu dahi tarafeyn beyninde müşterek olmak üzere tarafeyn­ den cümle ittifakı ile mahall-i mezburde birer honke ihdas olunub andan nehr-i mezbur ceryanı üzere gidilüb nehr-i mezburun nehr-i Ten’e mansab olduğu mahalle varıldıkta mahall-i mezburde sazlık ve bataklık olmağın alâmet vaz’ı mümkün olmayub tahminen ikiyüz adım yukarusunda nehr-i mezburun iki tarafma cümle ittifakı ile yine birer honka ihdas olunmuşdur. Halâ ibtida-i hudud itibar ve kayd olunan nehr-i özi kenarındaki honkelerden Azak ile Çerkeş kirman 428 rv-xvm . YÜZYILLAHDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ beyninde muntasıf olup nehr-i Ten kenarında intiha-yi hudud olan Demürlek suyu üzerindeki honkelere gelince bu vechle tahdit ve tem­ yiz olunan yüz on saatden ziyade mesafenin sağ tarafı arazi-i îslâmiyye- ye mülhak olmağla Padişah-i islâm-dame zıllehu alâ mufarak ul-enam- hazretlerinin havze-i tasarruflanndan olup ve sol tarafı dahi çar-i mesfurun tasarrufunda kaldığı bilibtiga ketb olundu fi’l-yevmil-aşer min Recebül ferd senei sitte ve ışrîn ve miete ve elf [27 tmza]. . . . Rus temessüğünün son kısmı ve zikrolunan hudud tahdidine balâde tahrir olunduğu üzere, E rel ve Samar’ ın rast ortasından ö z ü suyu kenarında ibtida olunup, Azak ile Çerkeskerm en beyninde olan Ten suyu kenarında vaki’ T im ürlek nan nehrin Ten suyuna karıştığı mahalle gelince, mabeynde münakid olan kavaid-i sulh üzere ahidnamei hümayun mucibince ve serhad ağalarından bu havalide nice mah ve sal geşt-ü güzar idüp, kemal mertebe vukufu olan mutemed aleyh kimesne- miz ve Kırım halkının ehl-i vukuf ihtiyarların iti dahi ihbarı ve Çerkes­ kermen kalesinin ahalisi ittifakı ve cümlenin istihsanı ve ittihadı ile beynimizde kemal-i ittifak ile alâyim nasbi iktiza eden mevazie, alâyim olunarak gelinip, hamden lillâhi taalâ bais-i ferag-ı reaya ve refah-ı bal-i berayay-i memleket olan bu hayırlı hizmet netice pezir-i ihtam olup, asla bir hususta şüphe çekilecek ve sonradan niza olunacak müşevveş ve meş­ kûk bir nesne kalmayup, balâda tahrir olunduğu vech üzere ibtida-i hu­ dud olan mahalden zikrolunan Timürlek nam mahale vazolunan tepelere gelince tahdid olunan arazinin canib-i yemini arazi-yi islâmiyyede kalup, ve canib-i yesan dabi Rus tarafinda kalmağın, tarafeynden dahi temessükleşmek mukteza olmağın, memuriyetimiz hasebiyle vechi meşruti üzere tarafımızdan işbu temessük ketbolunup verildi. Tahriren filyevm is-salis aşere min şehri Receb ül-ferd sene sitte ve ışrîn ve miete ve elf (25 Temmuz 1714). EKLER 429

    Ek No. XXVIII.

    KIRIM HAN’I BAHADIR GEREY’DEN İSVEÇ KRALİÇESİNE Safer 1047 H. = Haziran-Temmuz 1637 (Stockholm, Riksarkivet, Tatarica 138)

    A. Metin:

    J-Oj'" (İr *öÜai^ (Tuğra) * • * 4 « i r -i j j lL-Ujc j j j i LıJ

    * * iİİ*jV15^:>- [2] 1 jl j j 4 * * 4 jliJ jj dJUJLUj l)UI^j (jLijJlp ül>- [ 3 ] j _^U*Japj j

    _,UI j î liJj-' *ldj o J i j j i - j j j-tijZ 'û ijk^ 4*ij* J . J, '-r’-A ^ [ 4] ı S j k j j & -

    Oj>^J [5] j l j l C —j ı Jljjl öjjj' sjjj' aJjl j J j ^ j j

    ı~JjT J ÜUj'C-SOjT £ j J j l j ıiJ.JC jjjj ^jiJI (j£v*j-^'jS"' d/ /LJ-I JI aj~“

    -y t ‘ \ X t jt JLcPl t l J j j [ö] J l j i (J,lj t £ j \jl ı*JLi(l)Lj

    İİİjLj ojJİ Jüj (jljî'i/lj Jjl^/I âjJİ J-e^i-l £j^j' İS** J tL&'î’*

    •Sİ^Pİ ûj^j-üjl Lİ^ jJ AjLvilU^^-i j 1_ J j j j j [7 ] jj5sj^lalj>- i J İ J j l j

    [8] jjJı^ujj ‘d^-jjA *-^jjjj j ISipIj cjjJjI ( j L i İ J j (jlirfjj <~jjjJ.İj5 'jj5wLI cjjJjI CjIpj l f (^plaJİy i

    C ^ji «jjS^ja j-*4«ljl [9] JU- O-'illjl (jij'jj t3'Jj' jjjj'

    j “-“j-5 J'jj' ûjjjl > j-ls'pjjî ölc5^ »y^jj j 1 ı> r -1 * •- 4j (jlıf'jj J <"Jl djj£l*Mj2 LlOj ^

    «jc_^!l>-lpl _j öl»- JUJ üılli jl l“JjJ.

    T ** * 430 IV-XVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    j Jİ-û^J—' Jj [ll]

    * L vIj\iL*a> t_jU«- ı—’jj'UjZ' J bİJA

    C-jLpj [l3] jljlj vl-o® J-ijA Oİ-L-^-j -Uİ

    jjp Ip jJlj Jlı ıJİJ-j£- t£0j*J ıjf'j* '—’J-^ '*-~‘j >~ j ^ * İV 4i>* j£-\yup «U

    Mühür : tS^J^ J-'r.

    M- J | l <>

    L$\J* l~~‘

    j»Iâc

    ıslr" 4f 'J.

    B. Transkripsiyonu:

    (Tuğra): BAHADIRGEREY SULTAN BİN SELÂMETGEREY HAN

    SÖZÜMÜZ

    (1) Uluğ Orda ve uluğ yurtnın ve Deşt-i Kıpçaknın ve taht-ı Kırım’ nın ve sansız köp TatanuîL ve sağışsız Nogaynın ve (2) Tağ Çerkeçnin ve Tat bile Tügeçnin on kolmfi ve sol kolnın uluğ Padişahı bulgan dev- letlü ve saadetlü ve şevketlü ve azamatlü ve şeeaatlü (3) babamız Han-ı âlişan ve Hakan-ı zişan hazretleriyle Sizin ecdadımız Krallar havakın-ı salifiâ rahamuhum Allahu aleyhim ecmain hazretleri (4 halisane dost olup birbirlerine elçilerin gönderüb birbirlerine tüşmanlık etmezler imiş ol derece üzere uzun uzak dost olmak (5) içün Size uluğ elçilerin göndermeğin uluğ yurtıfi ve uluğ memleketnin ve köb hiristiyanın uluğ kralı bulgan Kral (6) devlet-i içtimai karindeşimiz hazretlerine muhabbetlik birle Biz dahi uluğ elçimiz kudvet-ül-emasil vel-akran ziyd-ü kadruhu yiberdik vardukda hatırınız (7) hoş tutub Biz dahi halisane dost olduğumuza itimad ve itikad itkeysiz Siz dahi dostlukda E K 1EH 431 muhkem turub her veçhile dostluk (8) şeraitin kema yenbagi riayet edüb elçmiiz gönderüh dostluk ve kaıindeşlik idiıb uzun uzak barış ve yarış olmakdan hali (9) olmayasız dostmuza dost ve tüşmammıza tüşman bulub turgaysız Biz dahi uzun uzak dost ve kardeş bulub ömür ahırgaça (10) dostunuza dost ve tüşmamnuza tüşman bulduk ter ne muradınız bulsa ilâm itkeysiz İnşaallahu tealâ Han babamıza ve agaç- çalarımıza(ll) hüsnü tedbirünüz idüb memulünüzden artuk yahşilik ve dostluğunuza çalışmak mukarrerdiı hilâf vaki bir nesne olmak ihtimali yokdur (12) olıgeldüğü üzere elçinüziyle hidaya ve armağanlarımız gönderüb bu canib ile muaafat-ı ebedd ve musalahat-ı müebbed olmağa himmet eyleyesiz varan (13) elçimize riayet ve hürmet idüb mer’i ve merzi avdet itdüresiz baki veddua alâ menitteba-el-huda Mah—ı Sefer— -ül-hayr sene 1047. Mühür: Bahadırgerey Han (Tarak damga) bin Selametgerey Han Bemakam—ı Bağçesaray

    Ek. No. X X IX .

    Mirza Kâzım Bik’in Rusça Girişi İle. Kazan 1892

    (El yazmaların diğer nüshaları: Hamidiye, No. 950; Ragıp Paşa No. 1016)

    (Rus Generali Münnich’in kumandasındaki Rus kuvvetlerinin Kırım’ı tahribi ve yağmaları) Sahife : 339-342 A. Metin:

    lv»j <_jı^itj jL'lî iljJU ti ^

    .-“.1-^' J, Jü _$ j jf- (_gl,/ıîi* ikJU lj ıl)U^ (S. 339) *. ■’-'r.5' “ * . .» - • , '• Ojıj Ij « I O I I ü^--

    ü *J J "1 t j r J 4j^*IJjulf j jS"

    ^ jl<* 4İJİ J

    ( SİC) 432 ıv-xvın. yüzyillarda t ü h k k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e r i

    o*Xj &*£**i

    ^UsU ajJj-LS"” ^-«Ivklia C jjI>-j j J'S^"' ÖJjI J>$li o j ıZ__ulil j <üll*

    Jl_p-1 J j-UU- J J ^İC-lİ^ ^ j» (_£ jJ5X* J j ç[~p-

    (_£*Aa1î O I*; l^jl*^j aIaİjI (jl l^ J jAİİ^ ^ t -^-^1 j j £

    (_gjJ jl ı--J^ ö-C»^ 0^1 O jL«>-j ıl-^lıf SjIpI acIi C j j j - ^ ( S. 340 )

    (._-jL*l J J£İİ ıjz**1. ı»JUv (i^oJ <03İJ.1P ^*SI «U**kjjl (Jlj^u jjJ

    A jL ö ^*>" •—1 (jjjjji» J Ji*- JJ* _/ jA « T J 3 jx li^ s J J U il

    AjAJjjila^^ ^^4jl J>Jîı ıf^AjJ..*^ ^jo il -1 *-3 J jJ jl I jjm jJji>-C-O Lp j

    f l j j j l u - ^ P j i j (j^i^ jjJ . * (J-i; o il^>-1 ı_>J->Jİ O j^ P j

    t jlj^ O I (j-*-^ J (_g>oI İİJ.İJİ C~«jo djljiS^jjj^j jIjI c^ j* -

    J a4.J ı_>jJ.J I <_*jji” sjU 'i jllp C^J-^j»- »jjj'(_?j^Â* iL)c£jS' ^â) Jj J._i3

    jJ iijl (3® A»îi •—*L-“I t->j!jl j^li4 aİ?- o 4 İ ^ > - j j- Ij,p1

    4j jJj-^l üU Jji^ji

    l£jMl>- jA jj ^ j I (jyJkjl ı—ıjli,^ j j j ^ i » J ^ -lj J j i j l j - b l -

    -j (_5-i=^- dJbj jI j Cj^ öp- jU» ,^C-iLI L,âyl

    jjp ı—jjJj I ^LîIp j j>-I iJj-»Aİ*- (jUî (js- jl jjS"" i_sj^ o a i 'j l

    ü l ; / ™ J*J5* ^ -jJ jl i j UI 4.*Jj I ^ j î /* y j ^ J J

    üjl jjjvâ»- j j j (_£jJ«jjliv4 (_JjJ5j,:jI «Jjjljjjp jijJ jj^ jT Njl (laJjl

    tii^jl ^al -ji ji ‘JUl ^>jâ* 0jT

    Ö->^>- jLJjj*u aLI j^s (Jl»- jijJj'u a \jjr (jSsJİ a j j j l

    j L j İ j j i^..«^->-j aijIjcI jJb-'Jbl jl j - 4 IJipM j j ^ l i -*•»•> j I j 1 iiji

    I—ıji > - A jsjJ J jT Ab I (J?- ı_ÂİaJ (_£j\ jj-Â > ~ Lili jlJj*î jL'Jİjuv Tjlî

    jL jJjl c{l j j UJ j

    «jjjU» jIjâ* j j)Jjj jjfşJjIj>- oJİ^ jiS"^ «Jic-Lu»

    <_jj L j jj (^jl{ t^ı) jJjl ijjL ^ j ' j~uji». jj^Üs â-iiji*jJji (JjIâ* EKLER 433

    Jİ4-U JJ jLî^«U j j t_J ji o j-b ' J ljjJ & - jl > - t-JJ-Uİ (jJlâ (_g^jJj J jljl (jjl—•>- aSsJ5^ 4jt_jİ (iJjL^lsi jUT ejjJjl Jâ j ojIpI Jjl t, tj0j* ÜUİJ û^î$JJâ»ıJı£S l*jlj

    y j j^l a^\£I aJL^" 4,^ 4jilyv< j İ ^ ^^-|^

    g^LûS*" Ijo 3 ta vlJCb^^j^p üU" (JUjI (j» jUı^l (J ^^-*1 j5*^Lmp t—jjjtl aJS"* jf

    ( S. 341) {$1'^** jjL î {j^ jJ î 4^US*U t^ U -^ U ^ jl vA*' J3^ ü y ^ y . jlîjl o ^ u Ijo- jja-b I «j^ s \ £ - jj J j j S ^ j Asp-Ş*

    JjSŞİ I j-i4*lİ (JjJjJ^S'jlojlİ ili* Z jJ ij 1 ^ 0 - liIfUl jJjl COjP I. I. . / j iLw jJoILj aJjb»cJ£'lİ (_^>- (jJuJJj JV5 a jjjl (J jl^ liJjjjlla jİJijS

    4J0J.İİ9 (JJû^jl ^$-'*,âJ ^~j '—’J-^I tİJİ-U»-l j [ ) J j t aL! !^j \XÂa

    üdSC«^jl jl-ul (j>jSC—p jj <_j^^»1 öjjjl j_gjl(j- j]jl jljlj j^/jl j j *“ j J 4İl^L» «JJJ.U9 v _ jjjjj eia^iJa ıiJU^L*l jS""L«p IÎjL» (JjJjl

    <—>jJjI (jm^~jİ- - mJ& I s-l*J

    ^~aJl>- J j j i ı i l p x > - 1 ^>-1 ^L-U^l jjS"” ( j J & £ - çJ J 4j j x £ ‘ i 4*15 jiljjj «JjJj1 j^ i t_jji o jS ^ l_p j £ jj^Jİ jJİ-U»- «_jjJjj jİjJiıl jljî aJİ^ ^U liJL!jö>- ü jr Jjl U^sl jLjto ^ jl i k j » I*jL j j-'J l(_5>-J j*<0 jL j^ jl ajJ l_ssi-J jllajl^ üV jl aJ4jJi

    4j)ILljl jlljjl» lL3 jjjII» <-»>jj«jjl jjJ j jjl o I jCJcS" l—j jj La crj^ j^ jjj;î jL-uj jijj c~ * % * >-jjJjI i_jL“(J jijüj^ıj^> j^jij j j r g_ji ju î

    JjO »J jjÇ ' jAj^İ'İJİJ .UJ jjJjjUs iZ*pU“ J i J tİJJİ jA

    C-pL- jC olT ı^Jjls _/ jij jljjl O I jl Jİ» jJ jjlj ajjjU» a _/ ^-./?ll a jiljs-l jli^” j]j>*jjİ5 4?j£'X *2£' j C^Li OjJ L-Jj^ri_jjIj jjJ

    LiİJ jljjJ jS^I (J-ÜjI CJz j >- a jjjl (JJİj^ jsJijiai j - ı_Jjijl JflJlj

    f . 28 434 ıv-xvm. yüzyıllarda t ü r k k a v İm l e r İ v e d e v l e t l e r i

    j j i 'Ik Aa S “ Aj j Jj i j y . li ^ > tA ^ s.i Jİ Aj j\ j

    \j*\ <__ * li tij& jt jf> ı—JjlS* a2 İs S- sJ s ^ ^ a

    ûJaLm AİJ jllj j^Iİ-jj j^ÎJ'! ı_J_jJjl 4#J ^j\

    (_İUJ dil j İjJ L I ^-j*Jp 4 ^ 0 1 4£4.J^p illb f ^ fc L * J,î iLj iJjLj L^jUj J.^LA-1 ^\z>- ai**<4J» 15y mj <_£JlL 1

    j - l C ~ * l kSk* J ^ o jjjjjl

    Silis (j^J^ 3 jJiSJlj Z «üiİjlp. ^*k>- o-iul

    aİjİ aJUbltf- ü_^S^ dîjl 4İil_ji

    jjf- ^Tjuil ^r^C] \j C Jlo j i£jÂi ^UiıILa <—>jrtLI ^ö^ljl c-j Ija

    J O wUİ jl^.Ls 1 4İJİ ^caajûJ ^jlâ^’'J l * i l A>*LûJ j 4* jj.a.^3^ jUd^ll

    I^İJLd £/ÂJl (S.342) 4İj 1 C-JT aJU^I > ^ 0 > ı* ^ 6 0 ^ j# JJUİl 4jI>> C^iLv^ j^ -i ç,~4rij *L->- «ült

    j j l 4JlpLî_£i J U - j «UJİ L-*_â-J ç * j ^JîU j

    ıjlj £ " \ *

    ı_*P j i^jS' ( 4PjV I a_>—Ajİj (_5-ij ) i^cJ jL a ? - J (J^tj 4*JJ lSVIj ıjv iijl

    O jLs-j «i4Jjl^ j 4Jljlıv j JU»I aJj\j£\ j JU^Ia> ^tu jjjjlijjjl jjjl_^aj

    ^şıA+^as ö j!jjî”_) ^ü4jaJLJIjb(^l4^t<ü jj'J (J İ$ J - ^ (^“UâiA» (_£

    «ibîl O jL«sj- 4jl_^>Vl j ^ *îdj^J (jlj5-l

    lİoU- ljj]l ^İjf ^JJ j> jüi* b jj OjPİi» üVjl (^il (jlalj (JHî-1

    (^jp !>U -Ip j i_j j _^" 4jj^iijj>tjl ^1 jJJlo- 4jI>- (_jj l j l

    j ü j£ ş > & J & İ O j j i 4 İ*ljl ıl^pb

    4^xi d)jL-ÜjI d-».^-J 4İJ j!jLIj vlJ^â i]jJjl İÜ»- jjjlüİJ

    ^ Itjpj iLi ^x-j U C - i j *aJj J^U- iL’Uo Oj öVjl UajtjjU

    ^1 J>-I J ^yjJ libls» (_Jİ_^” (j^L* EKLER 435

    J

    c-jjJjI olku (^1 j £ ç â alilli oJLî <İj* Jji

    ı (Jjl (J^uJla- o l i jj - i j

    B. Transkripsiyonu :

    Kitab-Üs-Seb'-Üs'seyyar f i Ahbar-ı mülük-üt Tatar

    (S. 399) Han ve ahalinin mukteza-i gurur ve nefsaniyet “ Ve lakad küntüm temennuna - l ’mevte kable en telkahu fakad raeytumuhu ve entüm tanzurun” nazm-i keriminde münderic olan tevbib-i rabbani ve tebdid-i samdaniye mazhar ve temenni-i şuriş ve gavga ile mar hab-alûb olan Mosku keferesinin düm-ü ejder feminhu pay kob tahrik ve izab oldu Janndan naşiy Timurkapu’dan avdetinde Mosku kraliçes ifahiresi- (sic, belki de: fahişesi) tarafmdan Minih (Miinnich) nam mel’un ser asker olup Tabur-u mesfurun Kanlıcak nam mahalle vusulü malûm-u has ve âm oldukda Der Devlet medardan istimad ve def’i düşmana dair müşave­ re bünyad ettiler. Lâkin ayan meyanlarmda olan münakaşa ve enaniyet ve askere zuhur eden kelâl ve rehavet müktazası kendülere nizam ve tedbirlerine hitam vermedikleri Kırım meşayihi ve ricalinden bir merd-ü ahval şiaasiain tahrir ettiği kaimeden zahir ve mmayan olmağla beiba- retiha keşide-i sahife beyan kılındı. (S. 340) Suret-i kaime tgare-i memleket ve hasaret ümmet-i Muham- mede sebeb noldu deyu, sual olunsa el-ilm-i indul-lahi tealâ sebeb-i manevisi kendi şamet-i zatımız ve isaet-i ef’al ve sıfatunızdır ki her mızdır ki her birimiz hadd ve tavrından çıkub habb-i dünyaya mübtelâ ve ibadet-i hakdan muarra olduk nimet-i din-i Muhammediyenin şük- ranesi şeriat-ı Mustafaviye riayet edüb ahkâm-ı şer’i icrada bezl-i makdur iken bizler aksi üzere hareket eylediğimizden küfran-ı nimet eyledik. Efendimiz dahi “ Ve leen kefertüm inne azabi leşeddidün” nazm-ı kerime­ sinin mefhumu üzere cezamızı alem-i dünyada tertip edüb teslit-i ada eyledi. Bir veçhile nusrat-ü hakka mazhar olub eşbab-ı fethe muvaffak olmadık. Selâtin-i izam ve vüzera-i kiram bir makul ve meşru rey ederler sabah yine aksi hareket ederler. Ferd-i vahid makdur ve maglûb olmağın istemez iken her halleri mağlûbiyet iktiza eylediği hemen hazret-i barinin hizy ü bizlân vermesine hamlolunmadan gayri mahal görülmez hak tealâ cümlemizin ahar ve akıbetini hayretleyüb avn ü nusretin 436 IV-XVHI. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ YE DEVLETLERİ

    karin eyleye. Amma sebeb-i süvarisi add olunsa besaba gelmez bazısını beyan edelim. Evvelâ Timurkapu’dan avdetlerinde ettikleri müşavereleri ruz-u Hızırdan on gün mukaddem abali-i Kırım Ferahkennan’da bulunub bendek emrine ihtimam etmek üzere iken yetmiş gün sahrada yatdılar. Halkı cebir ve kahr ile sürdüler hendek emrini terk ettiler ba’da zuhur-ul ada murad eylediler itmamına ruhsat bulmaldılar. Saniyen Saadetlü Kaplıdan Paşa hazretleri lütf-ü hak ile Gözleve’ye çıkup tenassur ve teavun için istizan eyledikte redd buyurdular ba’dez-zuhur-ul-aciz talib oldular müsaade olunmadı. Salisen Yalnızagaç dedikleri mahalde çarkçı yollu bir mikdar tabura mukabil olduklarında tabıır-u mesfur hayretinden üç bölük olub iki bölüğü bozulub kımalık edüb Han haz­ retlerinden top istedüklerinde vermemişler verseler ol dahi igare ve katlolunub küffar-i hakisarin Kırım’a gelmeğe cesareti olmaz imiş. Rabian Kankçık’ta mülakatlarıda etraf-ı erbaada asakir-i bünyan-ı mersus gibi saf bağlayub her biri gaza ve şahadete teşne iken hamle etmeğe izin vermeyüb başsız ve buğsız bazı Tatarlar bayraksız hücum­ larında dahi küffara haşiyet gelüb beyaz bayrakların dikmeğe şuru, ettiklerinde ittifaki Han hazretlerinin arabasının kurbuna bir gülle düştüğü saat avdet buyurub ’asakir-i İslâm dahi bî ihtiyar avdet etmiş­ ler. Hamisen Kanlıca kuyuların kaparız içmeğe su bulmaz kendini (S. 341) gece ve gündüz muhasara ederiz hayvanatlarına otluk bulmaz bi ihtiyar aciz olub avdet eder dediler. Allahu hikmeti kuyuların pak kazdılar kendileri kaleden içerü girdiler taburun muradı üzere su bulundu hatta Kanlıalık’ta tabyalar bünyad ve bir mikdar askeri ile fırınlar ihdas edüb zahiresini andan getürdü. Taşrada olan Tatar evlerin muradı üzere zabtedüb Bucak askerin imdad etmekten men’eyledi. Sadisen ba’dehu men’ettiler. Küffar kale kurbunda gezüb hendek ahvalin te­ cessüs edüb kendüye lâzım olan mahallerin gördü men’etmediler. Ahir- ül-emr hendeğin bir tarafı halisini bulub hendekten içerü girdiler. Asakir-i İslâm top yetmez yerlerde duralım kaleye muhafız olalım dediler isga olunmadı. Ol gün Çeteılik nam mahalde karar ettiler kalede olan murabitler dahi vire.ettuler kalemiz dahi elden gitti. Sabian Kırımın kuyuların kapayıp kendimiz at üzerinden inmeyüb taburun kurbunde duralım inşa allahu tealâ üç gün varmaz susuzluktan bitab olub selâmet bulmaz dediler kuyular kapanmadı her gece dört beş saat taburdan ba’id mahalde yattılar her günde ba’dessabah bir kere tabura varırlar bir mikdar at oynadırlar bir top geldiği saat bozulub giderler ta dört beş EKLER 4 3 7

    Küffâr dahi ahvalimize vakıf olup harf ü haşyetsiz murad üzere ha­ reket eyledi. Eğer Kapudan Paşa hazretleri olmasaydı ne Karasu ka­ sabası kalır idi ve ne Kefe kalesi. Tabur Akmescid’e geldiğinde halka yeis gelüb her biri bu fikre zahib oldular. Ümera iki fırka olub bazıları Altısı boyun arzulayıb Nogay mırzalanyle muahede etmişler ve bazı­ ları memalik-i Osmaniye’ye hicret etmeğe azimet eylediler. Allahu tealâ ref’eyledi deyü kaimesine hitam virmiş. Elhasıl küffar-ı hakisann yediyiiz kırk dokuz Rebi’ul-evvelinde manend kâriz ü kumiz derun-u Kırım’a cereyan edüb levs-i ingiz ol­ dukta Or kasabasının muktedası ve ülemanın müsellem ve pişvası mazinne-i keramet ve sulha-i ümmetten hatib Abdullah Efendinin gevher-i vücud-u gerankâdr ve nazenin fütade-i dest-i advi bidin ol- mağla beş on gün mikdaıı mücahede-i bendegiz ile tahsil-i meratib-i azadegi eyleyüb mükteza-i takva ve diyanet “ Vellezine maehu eşeddai aleküffar” mazmun-u şerifince ef’al ve ahval-i küffar-ı takbih ile izhar-ı şiddet ve hamiyet etmeğin itale-i alet-i carihe ile (S. 342) “ Ve lâ tahse- benne-ellezine kutilu fi sebil-illâhi emvaten bel ehyai ve inde rabbihim yurzakun” ziyafet hane-i İlâhiden seyr ü nail niam-i rabb-ı kadiri olsud “ Nefa’na-Allahu tealâ şefaatuhu” . Or kalesi istilâsından sonra kişver-i derun-u ahali- i Kırım’a leşker-i bigeran-ı gam ü haşıyet müstevli olmağın balâ-i burç kale-i yeis ve hisariçe (nefsi nefisde alarga) güy rab’b ve hiras olduklarından naşi ve kelâlları muktazası adv-i bidin Bakçesaray Darüssaltanası ve Gözleye kasabasını ihrak ve tahribe cüret ve vaz’i nasezai mucib ül ahırana cesaret ettikleri esnada hamil-i sef-i batin-i İlâhi olan ta’un ve veba misillü bir verem-i mümteni-üd-deva hadis olub hane-i hayattan ıhrac için koltuklarına giriib bihad ve add mela’ini iysal-i dar-ül-bevar eylediği ra’bi derunlarına bais olmağla derun-u çarh-i feleke tig ü tir-i Tatar dan kendilerini hıfzederek bilâd-ı zelâlet bünyadlanna ricat eylediler. Çûn kahbe-i mader-i behata olan zenn-i dünyanın hamil olduğu veledi zişt-i napesend-i fesad ve gavgası Kaplangeray Harun tahmil-i haml-i sakil-i hükümet ettiği zamanda vazi’ ve ihraç etmeğin müşari- leyhin kaile-i suyi tedbirine hamlile hükümet-i Kırım’dan azl ve bin yüz kırk dokus Rebiulahirine Kalgay Fethigeray Sultan nasbolunub teşrifat-ı haniyeyi Mirahor-u evvel sefine ile irsal eyledi. 4 3 8 IV-XVUI. YÜZYILLARDA TÜBK EAVİMLERİ YE DEVLETLERİ

    Ek No. X X X

    KÜÇÜK KAYNARCA MUAHEDESİNİN “ Kırım’a Ait Maddesi”

    (tarih: 1774)

    (İstanbul, Başbakanlık Arşivi. Rusya Ahidnamesinin Defteridir.

    83|I. s. 142)

    Â. Türkçe Tercümesinden:

    J j jk jJl>- i üLjJjj ü b jîj -j< j

    ûjcİjİj ^ JU- \j aIaİ-Ij jljlj JîUî . fi * iJîIjÎpI oj jjl ^jlî -clji _/ <^>-1 aU j^j j J.a:—• j

    ö X j j * a Jl 4İijliUjl j (^îj j\s\j t_juljl> j Jİ4İİJİ d j J J

    «dâljl «JîJ z a j£ s > - O Y jl j x S ^ O Ü jl >—- ya) j ı—»UtJl

    4JLI3 t iJ U L * 4****!^ Ajûjb» _/ J j j>^ (Jj i dUjl^J j j

    (_jUiİÎİ (ilfll j> jl>- ii^ j j b j i j * «jj jl jti \f- j O jilî

    j b O j Ü j i j y \ j 4 _ j j j i j

    < £ jU ji A-j»-jl>-tI-K*j^>-l_Jj;^Jbl 4İS“İJ^ aJj^'UİP llJjJ jJ Jİ j>

    jijxS~ Jji _/U cJji Jâx~> j j>b (OjlJji )

    Ajtjtjjt «bjîU? fijjjl 4j4İ»«J” ûJjjV 1—1 J* cŞ^"

    O l c " o j j j v * VİJİİ I—'jJjl ÜJ-*^*"I (JaI (jgjjLftj* J JJj* J u»l

    jlSp -C4JİîiîU» »liJ «cijjJjl (j1 J?-jU İijls^j (jc«jll ^Ul ^4jljlj

    \ ^ J & (_£İ jİ4u^A jj^ıl iljA j-«jj^” JJL>- o jJûSsLî _j c J ji C-jLjjui jU jl

    - ^-jjU*

    «jJjLJU- öljji j jî IJpU öJjjL'lf! j j J * j Z j U j l

    tjij ^İJji j \ij j ^ I j l j jr L w * j g t ö j 4^4* ObJjl ^U-l £*lj

    (_^9İjl öYjl «J^aj <£J > y e 4 j j i 5 j _ y p (3 ^ di^djl jt* L İ j ^ ’R'gT.'gB 4 3 9

    j - 12 \ ^ ‘Kajİj.* \jb 4£j\j o ^ < b - 4]

    A$p jM\i fj\j »Jiij.#) C~£- iİİ*4.Jlp cJ j i JjVlS-" aL*»IS3\ f yi i ^ 4*jmjj jLfa* 1 ^^*a^Ij

    j öl^j^ Jj OtaU**»ûj>“ ^ o*Jjl »a_^jo ajl***.1>1 ^ 1

    (l)J^U>«i**ıl j ) J İ j A J İ T j (_£ jJ ? " 4“'->^" L5jiJ’ ^* J tjfl*'»* j *^v?> j

    AİaiUi JL.J İp* A ^ j î ^ j sJijI J-$*J O J.J ı_İS” liD J i' J^<.]Lp C Jj.5

    ojljlj t^s5\j)p İ ^ b j j Ç ju* dJül£ Aa^JLjİ JL pjl 4jLJl) ij^ -\ ^ j J & smS'

    ^L**j>o- (/ j>» i\j\ çj)j A jj^ S j (_j_jwUİ jbj^ul j^AjIp-cJjj aj jjl * > -j

    < L Â Ü'~~a üJ*. £)jL»jijs J iji a^ j j < i j h i j i

    aS""aJj I j^aJp oJ jj JJJOr ^S-* ^jJİj I ajjjl aj J j **j * a>-j a21\i a

    İ j >-\^ J Aİâllrf Ja) \j»I o.X#^JjjS^a J ^ o&\ Jİ 3 3 4;-ı*t

    a J jT aJ j oJ^“1 aJ ılM l* * # £j> j' *ÂL) ij^ \ 3 t£j>~~£- *ÂZ*

    ij j O^jj\p j i Aj»»_jj AjOjî j* lJû* 1 aJL*> *_j l--—*■! A—j 1

    J>AjİP û J J i «j j Jİ ,_£jll^j£U»l (^r J^ i lljl AjAİ*JTj Ö Ü jl

    9 jl* j i «JjI i i j

    KÜÇÜ

    (10-21 Temmuz 1774)

    (T. Y u z e fo v iç, Dogovon Rossii s Fostoftom-Rusya’nın Şark ile Muahedeleri), St. Psbg., 1869, s. 25).

    B. Rusça Tercümesinden

    Madde: 3.

    Bütün Tatar kavinden: Kırımlılar, Bucaktakiler, Kubandakiler, Yedisanlar ve Yediçkuleler, her iki devletin müdahalesi olmaksızın tamamiyle hür olarak yabancı hâkimiyetten tamamiyle azade, kendi Çingiz sülâleleri neslinden bir Han’m idaresinde olacaklardır; (bu Han) 440 rv-xvm. y ü z y u l a k d a t ü r k k a v î m l e h i v e d e v i e t l e r i bütün Tatarlar tarafmdan seçüecek ve tabta çıkarılacaktır; (bu Han) da onları eski kanunları ve âdetleri üzere idare edecektir ve bu bususta hiç bir yabancı devlete hesap vermiyecektir; ve bu maksatladır ki Rusya Çarlığı ve Bâbıâli böyle bir Han’m seçilişine hiçbir veçhile kanş- mıyacaklardır; aynı veçhile (bu iki devlet) (Kırım’ın) iç işlerine, siyasî idari işlerine hiçbir surette karışmıyacaklardır ve bu Tatar milletini, gerek siyâsî ve gerekse mülkî hususlarda diğer (yabancı) Devletler gibi telâkki edecekler ve (Kınm Hanlığının) öz idareleri altında bulunduğunu ve Tanrıdan başka kimsenin huzurunda sorumlu olmadığını kabul ve tasdik edeceklerdir. Dinî ve ruhanî hususlarda ise (Kınm Tatarları) Müslüman olmaları (ve Osmanlılarla) aynı dinde olmalan hasebiyle ve Sultan Hazretlerinin Müslümanların ruhanî reisi, halifeleri olması itibariyle, Halife tarafından emredilen dinî kaidelere uymak mevcburi- yetindedirler, fakat siyasî ve mülkî hususlarda tamamiyle hür olmalan hakkı mahfuzdur. Rusya Devleti kendi idaresinde alıkoyacak olan Kınm’daki Kerç ve Yenikale kalelerinden ve bunlara tabı nahiyeler ve iskeleler ve Kuban boyundaki Rusların silâhlan ile zaptedilen yerlerin dışında, işbu Tatar milletine Berda, Yılkısuyu ırmakları ile Dnepr (özü) arasındaki sahayı ve Lehistan sınırına kadar Aksu (Buğ) ile Dnestr nehirleri arasındaki yerleri bırakacaktır; ancak özü kalesi buna dahil değildir, özü kalesi ve çevresi eskisi gibi Devlet-i Aliyye’nin elinde kalacaktır. (Rusya Devleti) barış anlaşmasının teati edilmesi ile bütün askerlerini bu sahadan geri çekeceğini vaadeder. Ayni veçhile Devlet-i Aliyye de kendi tarafmdan, Kırım’da, Kuban’da ve Taman’daki heme olursa olsun bütün kaleler, meskûn yerler ve diğer şeyler üzerinde hak iddiasında bulunmaktan vaz geçecektir; ve buralarda garnizonlar ve askerler bulundurmamayı ve Rusya nasıl Tatarlar’a bu yerlerin mülkiye­ tini bırakmışsa (Devlet-i Aliyye) ’de ayni şeyi taahhüt edecektir. Devlet-i Aliyye ilerde de bu yerlere, kalelere ve şehirlere her ne ad altında olursa olsun garnizon bulundurmamaya, asker göndermemeğe ve hiç bir surette seğmenler yollamamağa en kat’i bir şekilde söz verir ve Rusya Devleti Tatarlan nasıl hür ve müstakil bir millet olarak tanıyorsa, Devlet-i Aliyye de onlan öyle tanıyacaktır. EKİER 441

    Ek No. X X X I.

    YAŞ MUAHEDESİNE GÖRE “ KIRIM MADDESİ”

    (T. Y u ze fo v iç, Dogovon Rossii s Vostokom, ss. 42-v. d.).

    Madde II. 10/21 Temmuz 1774 yılı muahedesi (Hicrî 1188, 14 Cemaziyelevvel), 10 Mart 1779 (Hicrî 1193 Cemaziyelahir 20) tarihli (Aynahkavak) tenkihnamesi (açıklanması), 10 Haziran 1783 (Hicrî 1197, Recep 21) tarihli ticaret anlaşması ve Kırım ile Taman’ın Rusya’ya ilhakım açıklayan ve Kuban nehrinin sınır teşkil ettiği hakkında 28 Aralık 1783 (Hicri 1198, Safer 15) tarihli (Çariçe Katarina II nın) deklârasyonu1, işbu (Yaş) muahedesi ile bütün maddeleriyle tasdik ve kabul olunacaktır; ancak işbu muahede ahkâmı ile hükümsüz olan maddeler buna dahil değildir. Her iki taraf bu muahede ahkâmına ta­ mamiyle riayet etmeyi ve şartlarını aynen yerine getirmeyi taahhüd eyler” .

    Ek No. XXXII.

    SÜMBÜLZADE VEHBl EFENDl’NlN ŞAHİNGEREY’lN İDAMI ÜZERİNE “TAYYARE” KASİDESİ

    (Tarih-i Ata, Cild V. ss. 352-355)

    -Xj j j i ® 0 t

    (j*J5j y ®j y ? ^ lsU 4î

    jl U jJJuJjl Jj j a 442 IVOCVIII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    ^»b (jij- î tiJUjjp t h j *

    (J*\k*J ıiJk>- &Jİji d^ijj

    c-j^İUj 4İOj^ (jİ^jî U'-tiaİM# Jlj }

    tSjl&l *il t£*^ jİ

    ü c£Vd>*- Ji3 r*Jj k j j . / ^ *

    <—jI^ÎI j JjI***»! i^J>*o*Aj| * *-*

    L*l ^JLI

    i£j\iS^ 6^j t

    L/l>* *î_^. jAİ^Lİ ıj£~*>* aJL -j^j

    (_£jlSv« jjS " _^îl>- jl ç*&\ *D 4*lî ç i jjS '

    (^•jJ^ j *-Ap

    (_^j^lj 4>sİjJj1 liiîJ 4JLİb

    ^ j i£-^>j&* 4jL«J ol>- (£Xj^*p

    (£j& î

    ^5*XJw*l^l jIi t ^ j b j î j jlf*4İj| cJLpî- EKLER 443

    J l iS* J_)l

    j>-\ (J ^ 1 ÜİJİJA

    (_gjUaJ C..İA <_jjt> * _ J aA jjS' Ob?

    j J c i ^ jJjI iL i^ S ' (jvftli (Jj-U^ jjj'U j

    OtaU,<» ^S" jlijî «jlî ^ 4 jjZ

    Sjülî ^5 L)4İjl j^ *j

    ...... (^jlj.al j l î î c i j l â j 4*iîjj ^ Jtıl

    «U.LI j l j «û-b^J C - İ j aJLîJj l »

    • • • • l £ j ^ J '—’JJ'^J^'**-i

    Kk No. X X X III.

    37. II e p i. t o ü e$vou ç t ü v II octÇ ıv ax i t ö v .

    ’ lffTİOV, OTt Oİ IlaT^VÛOClTai Tİ (X7t’ Ötp^îjÇ E İÇ Tİ>V TtOTKjlİV >Att)X t?]v ocutûv etyov xaTober)ffiv, 6|xoCaıç Si xal, sîç tİv 7totk- |xiv T efa ; &'/ov-t£ç töûçte XaÇâpouç ffuvopoüvTaç xal touç Itov- ojıaÇojıevouç OÜÇouç. IIpi Itcov Si 7tsvrvjxovTa oî Xey6[ievoı OiÇoı (iE-râ t « v Xa£«p[i(}aX6vTeç 7ipöç TOİÇ n«T^lV0W[T0tÇ, U7t£p£CT^UOaVj xal öbti> -njç IStaç X^Pa? aÛTouç eÇeStuÇav, xai Jta-rcff^ov ai-ri)v jıi^P1 trr)(J.epov ol Xsy<5(ievoi 03Çoı. O î Si n«T^ıv«xÎTat çu^ivreç 7rcpciQp)(OVTO, iva^T)Xaçtûvreç t6tcov etç rrjv aÛTÖv xatamt7)vwffiv, x «t«X «- (Î^VTSÇ Sİ TY)V OY)[X£pOV 7tOCp’ aİTÛV SlûüCp«TOU[JieV»)V Yîjv xal eipdvTeç t»; iç Toup/ouç oIvcoüvtoç iv aut^, 7toXi(iou ■rp67Tt1i toİtouç vıx^aavTCç xal £x(3aX6vTeç aûrouç iÇsStaîjav, *aı *a-r- Ecnajvoiffav İv aÛTyj, xal SecnröÇouaıv tîjv ToıauTrjv ytopav, <î>ç eıp^raı, |ji/pı tt)v ar]|i.epov I-ct] 7rev'rf|xovT« tovts. ’ LttIov, (m nacra -f) ]IaT&vax£a eîç S-ljia-ra 6xto) StaıpeÎTKi, ğ^ouaa xaî (isyâXouç itp/ovTaç togoİtouç. T* Si &s[xkt« eİciv 444 rv -x v m . YÜZ Yİ LL ABD A TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLEHİ

    TOÜJTa- (ivOUa TOÜ TTpCÜTOO ^e(XaTOl? ’ HpT7)(i, TOU SsUTEpOU TÇoıip, tou TpİTOU TuXa, tou TETaprou KouX7rer], roü Ttsptrou Xapot(i6Y), toü Sxtou TaX|iâT, toü İ|386}aou Xo7tov, toü 6yS6ou TÇo7i6v. K ara Si t iv x«ıp6v, 8v oot b t % îSEaç %tx>p«.<; oî IIaTÇtvaxLTaı eÇeSicİ^S-YİCTOcv, elyov icpy.oVTücç eEç (j.iv t İ &e(j.a ’ Hp-iTjia tov BatT^av, eîç 8i t İ TÇobp tİv KoueX, eîç Se to rûXa tİv KoupxoÜT«ı, eiç Se t o KouX^et) tİv ’ Ittocİv, eıç Se t İ Xotpapo7) t öv K«îSoıi(i, Etç Si t İ öi[ia TaXfiaT Tİv Kctarav, elç < S i > t b Xc7Tûv tİv rıaÇr), elç Si t İ S i^ a TÇo7tiv tİv Barâv. M eto Sc 8-ocvaTov aİTÛv SieS^kvto Taç «PX*Ç oî toiİtcov si;â8eXçoı. NofJ.oç y«P «ûtoiç xal tutcoç Ey.pâryjaeM 7taXaıiç [ir] ^xeıv i^ouffEav 7tpiç 7caîSaç ^ dcSeXçoOı<; aÛTÜv (ist«71e[İtoiv tcc dtÇıtijıaTa, âXX’ âpxELff-9-aı (Aovov toöç xextt)|Jİvoi,ç t İ xai (le^pı Çcûîjç 5pxEi.v aÛTotiç, [zerde Se &avaT0v 7rpoxsıpE£Eaı î) IÇ(xSeX9ov aÛTÖv ^ EŞaSeÂcpojv îtaîSaç npiç to (xt) xa&oXou sıç ev [iipoç TÎjç Yeve“ ? SıaTpE^Eiv to dtÇıUji*, âXXâ xat {eEç} to&ç ix 7rXay[ou xal xXy]povo[ieîv xai dneycSi^ea&ca tyjv tiu.‘/]'J‘ <£7:0 Çevt]ç Si ysvsâç o û / ÛTüEto'Ep^ETaE tiç xaı yEveTaı £pxtûV- T a Si öhtü) ÖE|-taTa StaıpoÜMTaı e iç Te

    ’Ictteov, 8ti at Tecfffapeç tûv n«TÇıvaxiTÖv Yeve«f> %ouv Tİ 9-su.a KouaprÇiTÇoip xal t İ ös(j.a 2 ’JQouxâX7ts7] xal to BopoTaXiA&T y.cd t İ Seu« BûvAaT/Çoı^v, xemctt ıtspav toü Aa'jdbrpscoç 7rora[xoü îrpiç Ta dcvotToXıxcİTSp« xal popeı^Tepa (jipyj, evaTtoŞXİTOVTa 7tpiç te Oû^Eav xai XaÇap[av xal AXavtav xal tt)V Xepoövoı xal Ta Xonrâ xXt|iaTa. A l 8^ SXXaı T^aaapEç YEveal xEtvraı İv&ev toü Aavdc7ipEwç TOTajıoü 7rpiç Ta SuTixtİTepa xal âpxTixtoTepa jx£py), toutextffTat Si tj IIaTÇıvocx[a sx (iiv OûÇtaç xal XaÇap[xç 6Siv ■fj[i.Epwv ttIvte, i * Si ’AXavEocç iS iv y)(iEpüv 2^, dc7ti Si MopSEocç 6Siv vj^eptöv 8lxa, ânb Si ToupxEaç iSiv y)[iept5v Teacâptov, i.rzb Si BouXYap£aç iSiv •f)(ilpaç t İ xai e iç XEp

    ’Ltteov, oti y.a-râ tov xaıpov, âv oî üaTÇıvaıÜTaı â/ti T'/jç ÎSCaç y_tipac; eÇs8ıtox^'r]ffav’ tiveç eÇ aûröıv x.al o!xeîsc yvtîjji-f, eva7tE(iavav exeTxY)tfav, xal Tû^ v^v Eîffıv aÛTOiç, £j(ovteç Toıaura YV

    ’ Ictteov, o t t gvS-ev t o ü AavötffTpsûy; 7totoi[i.oü Trpoç t o Tov tb övojj.atT&fev 7t«pa tcov IIaTÇı,'JaxiTÜv "AcrTtpo'j Sıâ t6 toiIiç X[S-ou? aÛToü tpatvEd^aı xaTocXEÛxouç, xâffrpov S e û t e p o v Tİ TouyydcTaı, xâaTpov t o I t o v t b Kpaxva*aTaı, xaçxpov t e t o c p t o v t& 2aX[xaxctTat, xaaxpov 7T£[j.7rT0M t o 2«xaxâTaı, xâ(TToov Ixtov < tİ> rıaLouxâTaı. ’ Ev ocCitoîç Se t o î ç t c o v 7iaXaıoxâ

    Taç x«TOLxtaç el^ov ejceüis. ’ IcttIov, 8ti xal Kayyap 6vo[iâÇovT0« oi naT^tvocxÎTaı,

    âXX’ o i / '1 toxvteç , 7tX-}]V o t £>v TpıtSv S-cp. dertti m Xa6ç, t o ü ’lapSıyjpTİ xat, t o ü Kouap-r^tT^oup xa l t o ü X«pouÇıyyuXıx, <î>ç âvSpsıoTEpoı xa l eûyEVEffTEpot t ü v Xowtûv t o ü t o yap Sv}Xoî r\ t o ü K âyyap îrpocnjyopıa.

    KAYNAKLAR YE BİBLİYOGRAFYA

    Eski Türk Kaynakları: Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk yazıtları, İstanbul 1936-41. 4 cilt (Türk Dil Kurumu Yayınlarından). Malov, S. E., Pamyatniki drevne-türkskoy pis'mennosti (Eski Türk yazıtları) Leningrad - Moskva 1951. Malov, S. E., Yeniseyskaya pis’mennost’ türkov, (Türklerin Yenisey yazıtları). Moskva - Leningrad 1952. Von Gabain, A. M., Die alttürkische Grammatik, Berlin 1942. Radlof, W., ve Malov, S. E., Uigurische Sprachdenkmaler. Leningrad 1928. M üller, F. W. K., Uigurica, 4 Bde. Berlin 1908-1931. Bang-Rachmati-Gabain, Türkische Turfan Texte. 5 cüz. Berlin 1929-34.

    Türk Tarihi için Çin Kaynakları:

    E berhard, W., Çin'in şimal komşuları, Ankara 1942 (Çin kaynaklarının umumi bibliyografyası nakledilmiştir). B içu rin (Yakinf), Hiyakinth, Sobraniye svedeniy o narodach obitavşikh v Sredney Asii v drevneyşiye vremena (En eski devirlerde Orta Asyada yaşayan kavimler hakkında toplu bilgiler). St Fetersburg 1850-1851, 4 cilt (Yeni tabı: 1950-51). Chavannes, E., Documents sur les Tou-kiue ( Turcs) Occidentaux. St. Petersbourg 1903. Bretschneider, E., Medieval Researches from Eastern Asiatic Sources. 2 cild. London 1888. Julien, St., Documents historiques sur les Tou-kiue (Turcs). Jouurnal Asiaticjue 1864, vol. 3, 4, Liu Maut-sai, Diechinesischen Nachrichten zur Geschichte der Osttürken, Buch I-II. Wiesbaden 1958. Togan, A. Zeki Velidi, Tarihie usul, İstanbul 1950, SS. 193-197. 4 4 8 x v - x v m . YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

    Umumî mahiyette eserler:

    D eguignes, Josef, Histoire generale des Huns, des Turcs, des Mongols et des autres Tartares Occidentaux avant et depuis J. C. jusqu'a pr^sent. t. I-II. Paris 1756. (Türkçeye tercümesi: Hüseyin Cahit, İstanbul 1923). 1 Togan, A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş. Cild I. En eski devirlerden 16. asra kadar. İstanbul 1946. Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi hakkında dersler, İstanbul 1927. (Almancası : T. M enzel tercümesi) (Fransızcası: Histoire des Turcs d’Asie Centrale, Paris 1945.) Arapça tercümesi de vardır. Gum ilev, L. N., Drevniye Türki (Eski Türkler). îzdatel’stvo “ Nauka” Moskva 1967.

    “ Türk” adına ait:

    V am bery, H. Die primitive Cultur des turko-tatarisehen Volkes. Buda- pest 1885. M unkacsi, B. Die Bedeutung des Namens der 'Türken. Körösi Csoma Arehivum. I. S. 59 v.d. P elliot, Paul, L’origine de T’ou-kiue, nom chinois des Turcs, T’oung Pao 1925, 687 s. v.d. Neme t h, Gyula. (Türk adına ait) Magyar Nyelev II. (1927). Orkun, Hüseyin Namık, Türk sözüne dair, İstanbul 1940. K on on ov, Opıt analiza termina “ Türk” (Türk adının analizi tecrübesi) Sovetskaya Etnigrafya 1947, No. 1.

    Türk kavimlerine ait;

    A ristov, N. A. Zametki ob etniçeskom sostave türkskikh plemen i narodnestey i sevedeniya ob ikh çislennosti (Türk uruğlan ve züm­ relerinin etnik teşekkülleri ve sayılan hakkında mülâhazalar). Zivaya Starina T. X (1896) dan ayn basım. C zaplicka, M. A. The Turks o f Central Asia in History and the Present Day. Oxford, at the Clarendon Press 1918. Orkun, Hüseyin Namık. Yeryüzünde Türkler, İstanbul 1944. EKLEB 449

    Arkeolojik araştırmalar: K iselev, S. V. Drevnyaya istoriya Sibiri (Sibirin en eski Tarihi). Aka­ demi neşri. Moskva 1951. Rudenko, KuVtura naseleniya gornogo Altaya v Skifskoya vremya (Dağlık Altay mmtakasmdaki ahalinin Iskitler devrindeki kültürü). Akademi neşri, Moskva - Leningrad 1953. T olstov, S. P. Drevniy Khorezm (Eski Harezim). Akademi neşri, Moskva 1949.

    Iskitlere ait: Rostowcev, M. Skythien und der Bosporus, Berlin 1931. Vernadsky, G. Ancient Russia, Yale University Press 1943. Minns, E. Skythiarıs and Greeks, Cambridge 1913. (Eski Türk, İskit ve diğer kavimlere ait eski Yunan ve Lâtin kayıdlan gösterilmiştir).

    Slavlara ait: Niederle, L., Manuel de Vantiquite slave. T. I. Phistoire. Paris 1923. D erzavin, N. S.,Slavyane v drenvosti (Eski devirde Slavlar). Moskva (tarihsiz). K urat, Akdes Nimet. Rusya Tarihi. Ankara 1948.

    Huni ara ait: D eguignes, J., Histoire genereale des Huns. . . t. I. Paris 1756. D eG root, Die Hunnen der vorchristlischen Zeit, Berlin-Leipzig 1924. İnostrantcev, YL.,Khunnuigunnı (Hunnu ve Hunlar). Zivaya Starina (1900) ve ayrı basım. Yeni tab’ı Leningrad 1926. Mc G overn, W. M. The Early Empires of Central Asia. Chapell Hill, The University of North Carolina Press 1939.

    Batı Hunlar (Attila): V ernadsky, G., Ancient Russia, Yale University Press 1943. A lföld i, A., Der Untergang der Römerherrschaft in Pannonien, Ungarische Jahrbücher, III (1924). Nemeth, Gyula. Attila ve Hunları (toplu eser) Türkçeye tercüme eden Şerif Baştav, Ankara 1962. Orkun, Hüseyin Namık, Attila ve oğullan, İstanbul, 1933.

    F. 29 450 i y - x v i i . yüzyillarda t ü b k k a v İ m l e r İ v e d e v l e t l e b İ

    M oravcsik, G., Byzantinoturcica I. Budapest 1942. (bibliyografya: SS. 38-39). Thom pson, E. A., A History o f Attila and the Huns, Oxford 1948. Grousset, R., L’Empire des Steppes (Attila, Çingiz Han ve Aksak- Timur). Paris 1939.

    Avarlar : H o v o rth , H. The Avars. Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain X X I (1889) London. Ancient Russia, pp. 173-204.

    Hazarlar’a ait: Z ayon çk ow ski, An. Ze studoivı nad zagadnieniem chazarskim (Hazar meselesine ait tetkikler) Krakow 1947. D unlop, The History of the Jevoish Khazars, Princeton University Press N. J. 1954. M. t. Artamonov, Istoriya Khazar (Hazarların Tarihi). Leningrad 1962 (Geniş bibliyografya). M oravcsik, G., Byzantino-Turcica, I. 44-46.

    Peçeneklere ait: Esas eser: Akdes Nimet K urat, Peçenek Tarihi, İstanbul 1937; ayni yazarın: İslam Ansiklopedisi, “ Peçenek” maddesi. Orkun, Hüseyin Namık, Peçenekler, İstanbul 1933. D. A. R asovsk iy , Peçenegi, Torki i Berendei na Rusii v Ugrii. (Rus yurdunda ve Macaristanda Peçenekler, Torklar ve Berendeler) Seminarium Kondokovanium VI (1933) Praha 1933. P letneva, A. S. Peçenegi, Torki i polovtsı v yuznorusskikh stepyakh. (Güney Rus steplerinde Peçenekler, Torklar ve Kumanlar). Materi- ah po Arkheologü SSSR. No 62 (1958), SS. 151-226. M oravcsik, G., Byzantino-Turcica I, pp 47-49.

    Uz (Oğuz)lar: Sümer, Faruk, Oğuzlar, Ankara 1967. P. G olu bosvk iy, Peçenegi, Torki i polovtsı do naşestviya tatar (Tatar istilâsına kadar Peçenekler, Tork(Uz)lar ve Kumanlar. St Peters- bourg 1884. E K LER 4S1

    Kumanlar’a ait: Bruce - Biswell, A., The Kipchak Turks, The Slavonic Review, VI (1927) pp. 68-85. M arquart, Josepf, Über das Volkstum der Komanen, Berlin 1914. P elliot, P. A propos des Comans, Journal Âsiatique. T. X I (1920). Pop ov, A. î. Kipçaki i Rus’ (Kıpçaklar ve Rusya) Leningrad Üniv. Dergisi, Vyp. 14. Leningrad 1949. K u dry aş ev, K. V. Polovetskaya step’ (Kuman bozkırları) Zap. Vsesoyuz. Geogr. Obşç. nov. ser. T. 2. 1948. K urat, A. N. Peçenek Tarihi, SS, 182-190. (Bibliyografya: ss. 191-193).

    İdil Bulgarlarına ait: Esas kaynak İbn-i Fadlan’m Risalesi. Arkeolojik kazılar: Trudı Kuybışevskoy Arkheologiçeskoy Ekspedicii. Materiali i issledovaniya po Arkbeologii SSS. Akademiya Nauk No 61. Moskva 1958; T. II. Pod red. A. P. Sm irnova. (Muhtelif konular üzerinde birçok yazı).

    U m u m î mahiyette eserler: Ayneddin Ahmerov. Bulgar Tarihi, Kazan 1911. Şahabeddin Mercanı, Müstefad ül-Ahbar f i ahval-i Kasan ve Bulgar. Kazan, cild I. 1885. Sm irnov, A. P. Volzskiye Bulgari {İdil Bulgarları) Trudı Mosk. Gosud. Muzeya, vyp. X IX ., 1951 (Bulgarların menşeine ait görüşler Marr nazariyesine dayandırılmış ve gayri ilmidir). Tataristan Tarihi (toplu eser) Kazan 1959, SS. 45-108. Gening, B. F., Khalikov, A. H. Ranniye Bolgan na Volge (Idil boyun­ da eski Bulgarlar) İzd. “ Nauka” , Moskva 1964. (Tanıtılması: A..N. K urat, D.T.C.F. Dergisi 1966). Istoriya Tatarii. V dokumentakh i materialakh. Akademi neşri. (Vesika­ lar ve malzemesi ile Tataristan Tarihi) Moskva 1937, ss 7-36. Bulgarların menşesine ait son tetkikler arasında, Bulgar tarihçilerinden Al. Burmov’un: K'm b'prosa za proizkhoda na prab'lgarite (ilk Bulgarların menşei hakkında) (Bulgar Tarih Kurumu Yazılan) X X II-X X IV Sofya 1948. 452 IV-XVII. YÜZYİLLABDA. TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

    Altın Ordu’ya ait Vesika ye materyeller: Tiesenhausen, W. Sbornik materialov otnosyaşçikhsyak istorii Zolotoy Ordı. (Altm Ordu Tarihine ait materyaller). St Petersbourg 1884. (Arapça metinler İzmirli İsmail Hakkı Bey tarafından Türkçeye çevrilmiştir: Maarif Vekâleti yayınlarından, İstanbul 1941)'. îstoriya Tatarii. (Materyelleri ile Tataristan Tarihi) Moskva 1937, ss. 40-90 Rus Vakayinameleri (Letopisi). Kur a t, Akdes Nimet, Topkapı Sarayı Müzesi ve Arşivinde Altm Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına ait yarlik ve birikler. İstanbul 1940. B er ezin, J. Tarkhannıye yarlıki Tokhtamışa, Timur-Kutluk’a i Saadet Giraya. (Toktamış, Timur-Kutluk ve Saadetgerey’in Tarhanhk yarlıkları) Kazan 1851. Obolenski. Yarlık Toktamışa Yagaylu (Toktamışın Yagayla’ya yarliği), Kazan 1850. İbni Batuta Seyahatnamesi:

    Eserler: H am m er - P u rgstall, Joseph. Geschichte der Goldenen Horde, Pest 1840. S pul er, Bertold, Die Goldene Horde (Çok zengin bibliyografya), Leipzig 1943. Grekov, B. D., A. YU. Yakubovskiy, Zolotaya Orda iyeye padeniye. (Altın Ordu ve sukutu). Akademi neşri, Moskva - Leningrad 1950 (Fransızca tercümesi de çıkmıştır). (Türkçe tercümesi - yalnız Yaku- bovski’nin yazdığı ve hassaten Altın Ordu’ya ait kısmı Haşan Eren tarafından yapılmıştır, Ankara 1958).

    Kazan Hanlığına ait: Şahabeddin M ercanı, Mûstefad ül-Ahbar f i ahval-i Kazan ve Bulgar, cild I. Kazan 1885. Remzi Murat, Telfik ül-Ahbar ve telkih ül-Asar fi vekdyii Kazan ve Bulgar ve Müluk-u Tatar. 2 cild. (Arapça) Orenburg (Rusya) 1908. Ahmet Zeki Velidi (Togan), Türk ve Tatar Tarihi, Kazan 1912. Hadi Atlasî, Kazan Hanlığı (Tarihi). Kazan 1913 (İkinci tabı: Kazan 1920). M. Khudyakov, Oçerki po istorii Kazanskaogo Khanstva. Kazan 1923. EKLER 4 5 3

    A. Aziz (G ubaydullin) Tatar Tarihi, Kazan. 1924. Istoriya Tatarii, (Vesikalar ve materyaller), Moskva 1937. Tataristan ASSR Tarihi (Toplu eser). Kazan 1959, ss. 108-163. (Rusçası: 1955). N. F. K alinin, Kazan (Tarihî taslak). Rusçadan tercüme. Kazan 1957. Abdullah Battal (Taymas) Kazan Türkleri, İstanbul 1925 (İkinci baskısı: 1966). Akdes Nimet K urat, Kazan Hanlığı. D.T.C.F. Dergisi, Cilt XII. (1954) sayı 3-4, ss. 227-247.

    Kırım Hanlığına ait:

    Kaynaklar : V. Vel’yaminov - Zernov, Materialı dlya istorii Krımskago Khanstva (Kırım Tarihi için materyaller) St Psbg. 1864, 937 ss. (Bu eser aslında Kazanlı alim Hüseyin Feyizhanov tarafından tertip edilmiştir). Mühimme Defterleri. Başbakanlık Arşivi (İstanbul). Rus Ahidnamesi (Defteri) Başbakanlık Arşivi (İstanbul).

    Eserler:

    Hacı Abdülgaffar K ırım î, Umdet üt-Tevarih, Neşreden: Necih Asım, İstanbul 134311927. Seyid Rıza, Es-Seb'u seyyar. Neşreden: Kâzım Bek, Kazan. 1855. Halimgerey Sultan, Gülbün-ü Hanan, İstanbul (1871 ve 1911). Kefeli İbrahim Efendi, Tevarih-i Tatar Han ve Dağıstan, ve Mosku ve Deşt-i Kıpçak ülkelerinindir. (Kırımlı Cafer Seyidahmed Beyin önsözü ile) Pazarcık (Romanya) 1933. V. Sm irnov, Kırımskoye Khanstvo do naçala XVIII veka (XVIII. y. yıla kadar Kırım Hanlığı). St Psbg. 1887; ayni müellifin: Krımskoye Khanstvo pod verkhovenstvom Ottomanskoy Portı (Osmanlı himayesi altında Kırım Hanlığı) Odessa 1889.

    SUMMARY UNTIL 1240

    THE TURKIC PEOPLES AND STATES ON THE VOLGA AND THE NORTHERN BLACK SEA REGION

    The Volga - Ural (Idel - Ural) Region

    The Geography

    The Volga Ural region, where the Tatara and the Bashkkirs cons- tituted the majority of the inhabitants until the XVIII th century, comprises the Middle Volga basin together with the Central and Sout­ hern Urals. These mountams, more correctly the “ Ural hills” are app- roximately 1000-1200 feet high and they form a natural barrier between Asia and Europe as iveli as a watershed between the Obi basin and the Volga basin. Generally the Volga-Ural region is a flat country which is almost the extension of the West-Siberian plain; only a chain of small hills stretch from the foots of the Urals to the South-West (Obshchy Syrt) and link with the Zheguli mountain (1120 feet), near Kuibyshev, where the Volga makes a meander (the Samarskaya Luka). Another mountain range (900-1000 feet), stretching from the mouth of the Sura to the surroundings of Stalingrad along the right bank of the river, cut acrose the Volga region in the South -North direction. For these mountains the Tatars cali the country to the west of the Volga “ the Mountain side” (Tav yaghy). The oldest name of the Volga was the “ Rha” which derived probably from Finnic. When the Volga basin was dominated by the Turkic peoples since the Ild century A. D. “ Rha” was then called “ Idil” (Etil), which was referred to as Atgd in the Byzantine sources. Similar to river names ending with “ ga” such as Vetluga, Mologa, Sviyaga - Volga also derives from Finnic; it was familiarised by the Ruseians and thus came into common use. But the Tatars and the Basbkirs always cali it with the old name “ Idil” . The Chuvashes, the westem neighbours of the Tatars, cali it “ Atal” . The Volga played a singnificant part in the eco- nomic, political and historical evolution of the Volga-Ural region. It connects this region with the Caspian Sea and provides an easy access to TV-XVII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Caucasia and Iran. In addition it linked formerly the' Finnic peoples and the Slavs (later known as the Russians) in the upper Volga with the inhabitants of the Middle Volga region. Even Nestor, the first Rus- sian chronicler, noticing this relationship wrote: “ From Russia the Volga leads to the Bulgar land” . The Kama or the Cholman which runs into the Volga is the ’artery of the Volga-Ural basin. The Belaya (Ak Idil), the principal tributary of the Kama (after the Vyatka), together with its other branches penet- rate to the Ural region and connect this area with the Volga. Another character of the Kama is its division of the Volga-Ural region into forest and steppelands, as forests in the North and steppes in the South. The Vyatka (Nukrat), another tributary of the Kama, is an important Communication link between the Middle Volga and the north of this area. Apart from these great rivers the area has many affluents and streams, among which Kinel, Sok, Dim, Isterlik, Ik, Zey, Shushma, Cheremshan, Alabugha, Ashyt, Meshe, Kazan and Züye (Siviyâga) are important. Generally these river names are in Turkic except when ending with “ ga” or “ ma” , in which case theİT Finnic character is exp- licit; so these river names indicate clearly that the aborigines of this region were the Finnic and Turkic peoples. The northern part of the Kama has large pine tree forests which are the extension of the “ Targa” in Siberia, whereas oak trees, about sixty feet high and two feet thick are predominant around Kazan. South of the Kama, however, represents a mixed forest composed of oak, biıch, aspen, lime, elm and beech trees. Lime-tree forests along the Belaya are specially suitable to beekeeping. The bast of lime-trees has been meeting the needs of the natives for a long time past in the making of bast-shoes, fibres and baskets. The rind of beech-tree was employed in producing house-hold material and tar which at the time waa and stili is an essential need of the peasants. Formerly forests occupied larger areas and stretched to the steppes near the Şamara river and these forests sheltered many squirrels, ermines, foxes, pine- martens, sables, wolves and bears. Thus the precious fur bearing animals led the people of this region to hunt even as early as the II. millenium B. C.; later beaver breeding became customary by the rivers in between the forests. The Volga-Ural basin has various cfualities of soil which differs in accordance with the geological structuıe o f the ground and the kinds SUMMARY UNTIL 1240 457 of plantation. Fiftysix percent of the area in the south of the Kama being “ chernozem” (the black soil) is very fertile. The north and the west of thia margin is clayey and the soil in the south which stretches to the steppes is sandy. Generally the whole basin is suitable to cultiva- tion; in fact agriculture began here as early as during the “ Anan yin.” culture in the I. miUenium B.C. and developed throughout the“Piyany- Bor” culture from the III. B. C. to V. century A. D. Eventually in the period of the Yolga Bulgars (VI-XV centuries) agriculture attained a very high Standard and today is in fact an agricultural country. The crop consists mainly of rye, wheat, bârley, oats, millet, buckwheat and pees. Nevertheless the region is not rich in vegetables: potatoes, cabbage, marrows, carrots and tomatoes are grown well; however the area abounds in pumpkins, cucumber and melons. But the climate is poor for fruit-trees, except for apple, and the banks of the Volga are covered with orchards. Added to these, the forests and the brushwoods on river banks produce large quantities of cherries, rasp berries and wild fowl-cherries. The Middle Yolga Tegion has various underground resources, the most significant of which is the oil. More daily production of oil in Ta­ tarstan in 1956 in comparison to Baku shows how mdustrially important the area is. The existence of oil in Tatarstan was known since the begin- ning of the XVIIIth century. Hovever, despite several geological investigations and soundings in the XIXth and the beginumg of the X Xth centuries, bed of the oil remained unexplored. Only by coinci- dence an oil bed was found in 1929 in the neighbourhood öf Verkhne- chusovoye (in the Urals) at a depth not more than 800 feet. Later, in 1932 rich oil wells were explored at Ishimbay in Bashkirstan. But the richest oil resources were found after 1940 in Tatarstan. The Tatar villages around Bügülme (Bugulma) Shugur(ovo), Timesh(evo) Elmet (Al met evsk, now town) Bavly, and Toymaza and Staro - Pismy- anskoe (now Leninogorsky) a Russian village, are important oil centres. According to the “ Seven years plan” a production of 135 million tons per year was estimated by 1960 from these places. Apart from oil, raw materials like bitumen, torf, slanet and iron-ore as well as coal are plentiful here. Tatarstan and Bashkirstan are famous for the natural beauties, that is to say for their forests, rivers and meadows and small hills. Especially the Belaya is attractive with its transparent waters and pretty 4 5 8 1V-XVII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEBİ looking banks. The waters of the Belaya and the Dim and many others are praised in the folk songs. The Volga, which in the VlIIth century gave its name to the Capital of the Khazars, itil, was well known not only by the peoples living in the river basin but also by distant Tur ki c tribes. Mahmud of Kashgar (the famous Turkic linguist in the XIth century and the author of “ Dictionary of the Turkic languag'es” ) has referred to the Volga in a stanza:

    Idil (Volga) keeps on flowing and flowing With its waters at the bottom of the rocks beating and beating” . A Continental climate prevails in the Volga-Ural region. At the ab- sence of mountain barriers to prevent cold air streams coming from the Arctic Sea frost starts at the end of September. In vinter tbe thermo- meter falls down to 37 and even 40 degrees centigrade below zero. But the heat in Summer goes up to 37 degrees. Generally 150 to 160 days in a year the thermometer is below zero and for 95 to 100 daye the weat- her is cloudy. With ali these features the climate of Tatarstan and partly of Bashkirstan resembles the Ukraine and the Northern Caucasia. Despite many rivers and large forests the Volga-Ural region is not humid. The rainfall is normal and frequent, thunderstorms occur in Summer and the snow is rather deep in Winter. A sudden warmmg up of the \veather in Spring is the peculiarity of the climate. With the effect of the fast mounting thermometer betvveen 10 and 15 April the snow dissolves in the forests and the fields, consequently riyers flood över their banks and cover the adjacent plains. Especially the flooding of the Kama and Volga continues until the middle of June. According to the ground conditions, these rivers may cover an area of about five to ten miles. The Soviets benefit from these over-floods by tran6forming them into large reservoirs, tbe greatest of which is adjacent to Kuîby- shev Povrer Station. The watera of the so-called “ Kuibyshev Sea” will stretch to such a vast area that they will almoet border the city of Kazan and the town of Chistay (Cistopol) on the Kama. The Soviets claim that witb the extension of this “ Sea” the level of ali the rivers will rise in the Central Volga basin and thus the lower Cheremshan, Shushma and Zey will be available for navigation. SUMMARY UNTIL 1240 459

    THE ANCİENT HISTORY The Ancient History (II. millenium B. C. to VI. century A. D.)

    In the present Tatarstan traces of human settlements are found in the lower strata of the paleolıthic age. Also remnants o f the bronze age of the II. and I. miUenium B. C. have heen excavated. These were found in the surroundings of Atabay and Balym. The V llth cen­ tury B. C. may be generally accepted as the beginning of the Iron age in this region where an iron dagger of this period was discovered. In the VII-III centuries B. C. the strata of the “ Ananyin” culture which takes its name from the discoVery of a tomb near Ananyin in the Urals, replaced the formerly predominant culture characterised by the retifonn ceramics and open abodes. In the “ Ananyin” culture husbandry evolved, hoe-farming imp- roved and fur hunting increased considerably. Some people in the North of the Kama only indulged in hunting in the forests. During this time the Middle Volga peoples in the South of the Kama were most likley influenced by the culture of the Scythians who lived at the lower Volga basin and around the Sea of Azov. Since the existence of the Central - Asian Turkic elements among the Scythians was posaıble, the peoples of the Volga-Ural region might have been subjected to the first Turkic influence. Archeological discoveries proved that the peoples Iocated hetween the Vetluga and the Vyatka rivers in the North of the Volga led a far more primitive life and posseesed a very poor culture in comparison with those situated in the south of the Kama. Probably the first \vritten records on. the peoples of the Midle Volga re­ gion helonged to the era of the Ananyin culture. The Yirkes and the Tissagets of Herodotus are peoples of the Middle Volga; according to Herodotus their chief occupation was hunting; quite likely they were ancestors of the Cheremish and the Ar s. The Ananyin culture was followed by the “ Piyany-Bor” culture (from the Illrd century B. C. to the Vlth century A. D.), which was discovered in a tomb excavated at the environs of Alabuga (Tatarstan) at Piyany-Bor. So this name is given to this culture which contains significant remnants such as iron tools and carefully worked bronze ornaments. Among them a clasp resembling an epaulette is important. 460 1V-XVII. YÜZYILLARDA TÜBK KAV İMLERİ VE DEVLETLEBİ

    During this period there was a great increase in the Middle Volga popu- lation and improvement on agriculture. Cultivation, however, expanded at the expense of forests. This was explicit in the discovery of iron- axes used for the chopping off of large trees. Patently hunting v/as very much improved; arrowa made of bones, bronze and iron with a technique so as not to destroy the skin of animals are the best available 'ptoof. Abundance of fish in the Volga and the Kama and the discovery of fish- ing tools shows a high Standard fishery. In Piyany-Bor era large pro- duction on iron material displayed a great advancement on smith- craft. Abundant iron mines at the Urals near the ground level made the process of digging and using the iron an easy matter. Added to iron knives, wooden crockery reflected a high Standard of carving art. But the most important aspect of this period -was the contacta established by the peoples of Middle Volga with those in Westem Siberia, Central Asia and the lovfer Volga. A more significant tura came with the mig- ration of Turkic tribes from Westem Siberia and Central Asia to the mouth of the Kama and with the ensuing settlement of some of them in this region; probably Onogurs were the fitst settlers. For this reason “ Piyany-Bor” period could rightly be called the first stage in the Turki- cizatin of the Middle Volga region. The Sarmats in the Ilnd century B. C. occupied the surroundings of the lower Volga and the Azov region, both of which the Scythians had vacated. Like the Scythians, the Sarmats were of Iranian origin; none the less they contained some Turkic elements. Some branches of the Sarmats, similarly to the Pechenegs and the Uzes in the IXth century, approached the mouth of the Kama; they had therefore some influence on the aborigines. Following the Sarmats, the Alans who were also of Iranian descent, came from Central. Asia; they were mixed with the Turkic elements to a certain extent. Common to ali previous and later nomads their route o f emigration was through the “ Gate of the peoples” in the north of the Caspean Sea; they settled dotvn in the Kuban-Cas- pean region. HoweVer most important development was the appearance of the Huns on the banks of the Volga, where they came after having crossed the Yayik river (Ural) in the Ild century A. D. The Huns remained on the lower Volga region until 370. Some of their tribes might have settled around the mouth of the Kama and this led to the conglomeration of Turkic and Finno-Ugrian elements. Evidently the long stay of the Huns SUMMARY ÜNTIL 1240 461 along the banks of the Volga had a racial as veli as cultural impact on the peoples of the Middle Volga. The Turkic origin of the Huns is certain; in the Chinese chronicles they were Teferred to as the Hiung-nu; undo- ubtedly they preserved some of their ançient institutions and particularly their military organisation. The Soviet historians and the archeologists tend to minimise as much as possible the deeds and the cultural achievements of Turkic peoples in history. Although the Soviet scholars admit the important consequences of the Hunnic 6tay in the lower Volga basin, they have a very partial view of the Huns. The Soviets in fact blame the Huns for having destroyed the precedent Sarmat-Alanian cultural achievements. In their opinion the Huns are only a destructive lot. This conclusion is groundless. Should this be a question of barbarism, then it would put the Sarmats, Alans and the Huns on equal footing with the Germans and Francs who sacked the Roman Empire, not forgetting the Slavs vrho raided the Balkans since the Vlth century and destroyed many Byzantine towns. The Sarmats, Alans and the Huns were the representatives of the “ Horsebreeding” culture; which was also a typical feature of the Turkic tribes; it is certain that the first two of these peoples adopted some elements of their culture. from the Turkic nomad9 of Central Asia. The aborigine population of the Volga-Ural basin consisted of Morda (Moksha), Cheremisch (Udmurt) and Ar (Mari) who were of Finno- Ugrian origin. The Burtasses described by the Xth century Arab geog- raphers must be a branch of the Mordvas. The Mordvas occupied the ■west of the Volga, the Cheremish lived on the both sides of the Volga near the mouth of the Kama and the Ars were around the Vyatka river and by the river of Kazan. In 460 A. D. the Sabirs, a people of Turkic origin and with whose .name Siberia is connected, coming from western Siberia crossed the Volga-Ural region where they made a short stay. The main bulk of the Sabirs descended downstream the Volga, but some of their branches might have settled near the mouth of the Kama; in this connection ve may think whether Suvar, a town in Bulgar country, was of any relation to the Sabirs. The Sabirs on the lower Volga entered the Don>Caucasus region; from this platform they made raids to Eastem Anatolia,.namely to Byzantine territory, in about 518. Shortly afterwards the name of the 462 IVOCVII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Sabirs disappeared from the Byzantine sources in order to give place to the Khazars; bııt the people of Suvar in the Middle Volga basin main- tained theiı existen.ce for â long time. The foundation of the Kök-Türk (The Blue Turk) State in 552 A. D. had also affected the Volga basin, for the expulsion of the Avars by the Kök-Türks to the north of the Black Sea (via “ the Gate of the peoples” ) caused a new formation among the tribes around the Sea of Azov and Northern Caucasia and set them into motion. Accordingly. the foundation of the Kaghanate (Empire) of Khazars (another Turkic State) in Northern Caucasia had a great effect on the Central Volga basin. As a result of the Avar of Khazar pressure, the migratiön öf the Bulgars from the Northern Caucasia and from the neighböurhöod of the Azov Sea - where they lived originally — to the Middle Volga basin was the most important development. This led to the creatiön of a new State and a new ethnical unit, which formed the origin of the Turkic peoples in the present Tatarstan.

    THE VOLGA BULGARS

    Early Period of Their History (VI-IX Centuries)

    The Turkic origin o f the B ulgars is certain; the elements of the Proto-Bulgar language, the testimony of Mâhmud of Kashgar are striking factors. But the actual date of the Bulgar arrival at the Azov region - the Northern Caucasia and the lower Don basin — where the Bulgars were at first observed, is yet to be discovered. The oldest record on the Bulgars comes from Mar-Abas-Katinu of Syria, a contemporary of the Illrd century. According to his account the Bulgars lived in the Northern Caucasia in between 149-127 B. C. This account was repeated by Moises of Khoren, the Armeian chronicler in the VlIIth'century: However the great lapse in between these centuries renders this aceöünt uncertain; for there is no other source such as the Byzantine chronicles to confirm it. In fact the oldest Byzantine record ön the Bulgars is related to the events in 428, when they lived nearby the Danube, and one contingent of them was in service of the Emperör Zenö of Byzantium. A subsequent record belongs to 506 and it relates the Bulgarian raids on the Thrace. And on the occasion of the Bulgar raids ön the Balkans, SUMMAHY UNTIL 1240 463 a short summaıy of their ancient history was recorded ia a Byzantine chronicle which put some light into the Bulgar nomads around the Sea of Azov. No matter how it is certain that the Bulgars cam e from Central Asia, the question of their origin stili presents a difficult problem. Some historians link them with the “ Tmg-ling” s in the Chinese annals (a name for the bearers of squirrel coats?). These “ Tingling” s are probably the Onogurs themselves who are regarded as the ancestors of the Bul- gara. Towards the end of the first century B. C. the Onogurs were stati- onery in West Siberia and they had extended their control as far the Volga. Subsecfuently these Onogurs mixed with the great bulk of the Huns in betvveen the Ilnd andIVth century A. D. and formed a com- ponent part of the later. Actually when Attila’s great empire collapsed, the Kutigurs and the Utigurs, the desçendents of the Onugors, vere wandering in the suıroundiııga of the Sea of Azov - the Utiguıs on the Kuban basin and the Kutigurs to.the west bank of the Don. It is sup- posed that the common name of these two tribes is “ Bulgar” which means “ mixed” . Great political changes took place in Central Asia with the foun- dation of the Kök-Türk (the Blue-Turk) state in 552 A. D. These changes showed their effect on the Bulgars in the Northern Caucasus, the Kuban and the Don basin. Shortly after 552 the Avars crossed the Volga and came to the Northern Caucasus because of the Kök-Türk pressure. Probably under the impetus of the Avars, the Utigurs (who -weıe obseı- ved in the Northern Caucaus in 555) left the Kuban banks and wandered to the Middle Volga region. Whereas the Kutigurs recognised the Avar rule and joined them in their raids to Byzantine territory. Thus in the V lth century the Volga basin Consolidated the Turkic tribes in the eimilar fashion ae in the time of the Huns. It is also admitted that the Bulgarian migration to the north was partly due to the pressure of the Khazars. Againin the same period the Magyarş - the relatives of the Ostyaks in Westem Siberia - began to move in the direction of the lower Kuban. Obviouşly the Magyars spent some time in the Middle Volga region, namely in the neighbourhood of the Bulgars. Indeed it is an interesting phenomenon that the Uiigur Bulgars went north, Avhile ali the peoples of Turkic and Mongol origin migrated we6twards. Admittedly the reason for the Bulgars to go north was 464 IV-XVII. YÜZYILIABDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ due to the Avar Khazar pressure; most probably the ancient memories of tbeir (Bulgar) stay in the Middle Volga region had given them the impression of safety on the northem lands. Or else, the Kutigurs, their bitter enemies, being in possession of the Don basin, left the Utigurs no other choice. Archeological excavations showed the arrival of the Utigur Bul­ gars in great numbers to the mouth of the Kama towards the end of the Vlth century or at the beginning of the V llth century at the latest. The Volga Bulgars went into sedentary life soon after they had arrived in their new domain. Considering that the Magyars took many terms on agriculture and husbandry from the Bulgars, the possibility of their arrival on the banks of the Volga in the Vlth century gains strength. Moreover Bulgar elements is traced in the “ Pro-Perm” language, a coni- mon langugae of Votyaks and Zyryans before their division as separa- te peoples. This “ Pro-Perm” language ıvas in use until the Vlth century and so a certain relationship between the Bulgars and these two peoples could not had taken place later than that. After their settlement in the Middle Volga region the Utigur Bulgars are known as the V olga B ul­ gars in historical and geographical literatüre. A certain faction o f the Utigurs remained in the Northem Caucasus. In the Xth century they were known as the Black Bulgars (Kara Bulgar). Therefore there is good reason to believe that the Balkars in the Nort­ hem Caucasus were related to these Bulgars. As far as the Kutigur Bulgars were concemed, they advanced westwards under the leadership of Kubrat Khan and in the reign of Aspamkh Khan. in 679, they crossed the Danube and entered the Balkans where they founded a state. The Bulgars in this region were known as the “ Danubian Bulgars” . When the Bulgars came to the Middle Volga region they found some inhabitants of Turkic-Hunnic origin and the autochton Finno-Ugrian peoples; the' first were descendants of the Onogurs, Huns and Sabirş (the Suvars). The aborigine peoples, as mentioned aboVe, were divided into three groups: The Cheremishes (Udmurt), the Mordvas (Burtas, Mûksha) and the Ars (Mari). Further north there were the Votyaks and the Zyryans who were also of Finno-Ugrian descent and even north there were the Viso (Ves.) In the east along the banks of the Belaya (Ak Idil) and towards the south of the Urals there were the Turkic- Bashkirs or their ancestors. The Bulgars possessed a higher culture than SUMMARY UNTIL 1240 465 the local inhabitants and owing to their military organisation they domfnated the whole atea. Some historians are inclined to agree that the Bulgars founded a State in the Xth century. But the Kutigurs, who had the same racial origin, similar organization and culture of the Utigurs, had a State since the V llth century. It is therefore impossible to assume that the Utigurs remained stateless until the Xth century. The subjugation of the Finno- Ugrians and peoples of Turkic descent living in the Volga-Ural region could only te realised through and well developed organization, at the absence of which the Bulgars were bound to disappear in the bulk of the aborigines. Accordingly as soon as the Bulgars arrived at the Middle Volga, a State organisation and a dynasty were probably established under the guidance of their chiefs who had brought them there. Considering that the borders of the Eök-Türk Empire expanded to the west of the loveı Volga, a provisional Körk-Türk influence on the Middle Volga region was also possible; cfuite likely the Volga Bulgars adopted some Kök-Türk institutions. The example of the Khazars may be noted here. The Khazars constituted a component part of the Kök- Türk Empire and after its fail they founded the Khazar State, probably the Bulgars folloved tbe very same course as well. Three hundred years of the history of the Bulgars, that is to say from their settlement in the Middle Volga region to the end of the IXth century is obscure. Nevertheless we possess three signifieant factş: The Bulgars had settled in different localities, and they had subjugated the Finno-Ugrian as well as the Turkic inhabitants of the Middle Volga region. And the most importants result of the Bulgar settlement here was : The superiority of Turkic elements at the expense o f the F in.no-TJ gri ans. Tbus tbe ethnical origin of the (Kazan) “ Tatar” people was based on the conglomeration of the Volga-Bulgars ■with the Turkic and Finnic elements of this region. When the Bulgars came to the Middle Volga region, they took över a primitive fortification ıvbich served as a shelter to tbe previous tribes; gradually they built up and enlarged this place ■vvhich later took the shape of a big tovm kno\m as B u lg a r. Development of B iler probably foUowed the same course. The place kno-wn as Suvar had very likely existed during the Bulgarian immigration, and presumably after. a short while the Suvars mixed vvith the Bulgars.

    F . 30 466 IV-XVH. YÜZYILLARDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

    la the Vllth and VlIIth centuries, the Khazar gradually increased their strength and became the most powerful State in Eastem Europe. Their domination extended to the Yolga-Bulgar area. The Xth century records show that the Bulgaıs payed a tribute to the Kaghan (Emperor) of the Khazars, in the form of a sable skin collected from each house. There are no adecpıate records revealing the Khazar influence on the Bulgars in any detail. However, the Khazar domination of the Bulgars and the close distance in between the two countries led inevitably to various contacts among the peoples of two countries. In this respect, the most bearing effect of the Khazars on the Bulgars ought to have been in the field of trade which changed the whole aspect of the Middle Volga area. Since the Vlth century trade between Iran (the era of Sassanides) and Scandinavia was nıade by the Volga. So, itil, the Capital of the Khazars, in the vicinity of present Astrakhan, emerged as a great trade centre. The Bulgars also participated in this trade from a very early date. For, furs being the principle material in the trade of the Khazars, they could be obtained either from the Bulgar-land or through the agency of the Bulgars from further north. In the VlIIth and the IXth centuries this trade along the Volga involved the Moslem countries like Khwa- resm, Iran and the Baghdad Caliphate; at the same time the Varya- Russians of Scandinavian origin, took the opportunity of trading on this river. Consecfuently the land of the Volga-Bulgars became a meeting place of tradesmen who came from varioua countries. And with this trade the town of Bulgar developped rapidly. A commercial port by the Volga at a distance of four miles from this town and a market place (later known as Aga Bazaar) might have been in use from an early date onwards. In the VIII-IXth centuries the Pechenegs, a Turkic people of Oğuz hranch, occupied theYayik river region, and somePecheneg trihes might have been pushed by the Uz’e6 (Oguzes) to the Middle Volga regi­ on. And in Xth century, when the Uzes wandered along the Syrderya and Yayik, the Volga Bulgars had close relations vzith them. Thus the Oğuz elements began to infiltrate into the Volga-Bulgars. Apart from Bulgar many other towns were connected with the trade along the Volga river. Apparently the land of the Bulgars in the end of the IXth century consisted of farming villages and commercial SUMMARY UNTIL 1240 467 towns. The Bulgar tradesmen went to itil, the capital of the Khazars, to Khwarezm and to many other Moslem lands to seli fur and other ohjects. In return many tradesmen from Turkestan, the Caucasia and other countries went to Bulgar and Biler as well as to Suvar. As a result of these contacts Moslem religion spread among the Bulgars and towards the end of the IXth century it gained a firm ground. The date of the adoption of İslam by the Bulgar kings is not known; nevertheless the great part of the Volga-Bulgars were certainly Moslems prior to the visit of the diplomatic mission sent by Muktadir Bi’llah, the Caliph of Baghdad, in 922. For, at the visit of this mission the land of the Bulgars abounded in small and big moscfues with the “ muezzins” (the public crier) summonLng people to prayer; in other words İslam at this time was already widespread. Since the Kaghan of the Khazars belonged to the Jewish faith, it might be that the Khan (king) of the Bulgars in retum gave preference to İslam, in order prevent the full absorption of the Bulgars by the Khazars. Adoption of İslam by the Bulgars vas a very significant fact for this region: The M iddle V olga area was tran sform ed into an Isla m ic co u n try ant it remaiaed so ever since. İslam being a highly advanced cultural institution, the accession of the Bulgars made them the most civilised nation in Eaastem Europe. As a natural consecpıence of this conversion, relations between the Bulgars and the other Moslem countries became even more frecjuent, and shortly afterwards the Khan of the Bulgars sent envoys to the Caliph of Baghdad. Moreover we can assume that some Bulgars went to pilg- rimage to Mecca. As many indulged in trade, going to Mecca was not a difficult affair. Relations between the Cahliph of Bagdad and the Bulgar rulers produced the first ıvritten records on the Bulgars in 309J310 Hidjra (921]22) culminating in the descTİption of îbn Fadlan’s travels to the land of the Volga-Bulgars.

    Bulgars in fte Time of îbn Fadlan (922)

    The Bulgar king Amush (Shenlkey or Shilki’s son) sent in 920]921 Abdullah Bashtu the Khazarian to Muktadir Bi’llah, the Caliph of Baghdad, as his envoy. In a letter addressedto the Caliph, Almush requ- ested a lawyer for the teaching of İslam, also a craftsman experienced in moscfue building and in the construction of a fortress. Obviously the 4 6 8 IVOİVII. YÜZYILLARDA TÜRK KAVİ1ILEBİ VE DEVLETLEHİ

    Caliph intended to support the Bulgar sovereign against the Khazar Kaghan, who professed the Jewish religion. Accordingly a certain Suasan al-Rasi was appointed as envoy and Ahmed îbn Fadlan was appointed as secretary of the mission. The mission left Baghdad in June 921, spent the -vvinter in Turkestan and arrived at the environs of the city of Bulgar on May 12, 922. After his return îbn Fadlan wrote a' book on his journey. The work which waa recently discovered, gives a good deal of Information on the Bulgars, if not the complete picture. We do not know much about the political structure of the Volga- Bulgar state and their frontiers, since îbn Fadlan gives no details on this subject. It is only mentioned that at this time the Bulgar-land consisted of five principalities; although he did not enumerate them, Bulgar, Suvar, Biler, Asbgy (Eshkil) and Bursula might be the five. Nevertheless the Bulgar “ Yaltavar” (king) was the chief of these Princi­ palities, the other Princes being his vassals. The Bulgar king or “ Yal­ tavar” (it is not known if he was then called “ Khan” , a usual title of ali “ king” s of Turkic peoples) Almush at this time was an aging person and a fat man. He had many sons and uncles, and was related to Etrek, vho vas the chief of Oğuz Turks at Syr-Derya and Emba riverş. Almush recognised the supremacy of the Kaghan of the Khazars and his son remained as a lıostage in the Khazar Capital. It is also knovm that the Kaghan married Almush’s daughter and after her death he wanted to maıry her sister. Since the Kaghan of the Khazars professed the Jewish faith and Almush became an an ardent Moslem, he refused him and in return wedded his daughter to the Prince of Aahgly. The Khazar domi- nation över the Bulgars was obviously not too hard, the Bulgars payed some tribute and were £ree in their domestic affairs and in their foreign relations, as it can be seen in the case of the diplomatic mission sent to Baghdad. No Ionger did the Bulgars lead a nomadic life, only in Summer ■vvere they in the hâbit of going to the country and living in tents. The Bulgars were described as leading a sedentary life; they cultivated the land, hunted and traded; ali these features are confirmed by archeolo- gical discoveıies. In fact hunting was the professional occupation of the Finno-Ugrians, but we can presume that the Bulgars got used to it very soon. However, despite many mosques in towns and villages some of thö inhabitants were stili non-Moslems; presumably they vere the Cheremishea and the Suvars (ancestors of the Chuvashes?). StJMMABY TJNTIL 1240 469

    Ibn Fadlan describes tbe Bulgars as a very democratically minded people. For instance, tbe king of the Bulgars was promenaded in the market place alone and the public only stood up to greet him. In recep- tion of the Arab mission, in accordance with the old Turkish custom, Almush’s wife waa also present. She received gifts together with her husband; the presents consisted of precious clothes and jewels; the gifts for Almush consisted among others of turban and black coat - “ savad” , the offical garment of the Abbasid Caliphs. Ibn Fadlan was astonished at the mixed bathing of men and women in the rivers, but the records ahow that the Bulgars gave death penalty to murder, adultery and theft. And ali these occured very rarely. There is also an interestiiıg record on the system of inheritance among the Bulgars. The grand-father looked after the eldest son of the family and at the death of the father, the uncle became the heir. Absence of reference to Bulgar towns in Ibn Fadlan’s work indicatea the inadequacy of the discovered work. The Arabic records of 950 (Is- tafchri) sbow clearly that both the to'vvns of Bulgar and Suvar had many mosques and each could produce 10,000 soldiers. And at the time of Ibn Fadlan’s visit Bulgar must have been already a great to-\vn. Similarly Suvar was also an important centre. Ashgyl, Biler and some other towns must have existed at this time. Ibn Fadlan being a southemer founded the short but “ light” nights very strange. Before and after Ibn Fadlan many Moslem tvriters have mentioned these “ wbite nights” in the Northern lands. It was argued that one of the essential obligations (farz) of İslam religion could not be fulfilled as it was impossible to have a night service. Actually ali the Arab writers including Ibn Fadlan made exagerations in this respect. The shortest nights in the Bulgar land lasted about three or four hours and there was ample time for the night service. The Russians of Scandinavian descent attracted Ibn Fadlan’s notice. The Russian ceremony for the burial of the dead vaa much different from the Moslem funeral. Ibn Fadlan had described the for- mer in detail. The Russians decribed by him were not the Slavs of Kiev or Novgorod, but the traders from Scandinavia; according to circums- tances they became also pirates; thus they indulged both in trade and in piracy along the Volga, and only nine years before the arrival of Ibn Fadlan in Bulgar (922) they plundered the Moslem countries along the 470 rv -x n i. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLTBİ VE DEVLETLEHİ

    Caspean Sea. A certain group of the Russian were present at the poıt of Bulgar during îbn Fadlan’s visit. îbn Fadlan does not describe the trade of the Bulgars with the other nationa. However some recorda bring out that the Bulgars at this time were trading at a large scale with the Eastern Moslem landa, Byzantium, the peoples in the upper Volga and naturally mth the Khazars. The Kaan’s tent was decorated with caıpets from Armenia and his throne was covered with brocade clothes from Byzantium. Silver coins were spread on the members of Baghdad mission. The Russian traders were at the port of Bulgar. Ali these suffice to prove that the Bulgars had relations with many countries at the time. According to îbn Fadlan’s information, millet, horsemeat, barley meat soup were their favourite dishes. The Bulgars made a kind of alchoholic drint which was called in their language “ such” (Tüchü -in Kazan-Turkic means “ sweet” ). Problably it was made from barley. As there is no mention of ‘'Koumiss” (fermented mare’s milk), the Bulgars might have then abandoned this drink which is s o well known to ali the nomads, or alternatively they had not enough mares to make “ Koıımiss” . No description is given as how the people were dressed, except that it was customary to remove hats when meeting the king. How the hats did look we are not informed. In addition the presence of a tailor from Baghdad revelaed that some people followed the Baghdad fashion. A record on the second half of the-Xth century gives some ideas about taxes in the Bulgar states; there is good reason to believe that this system -was employed at îbn Fadlan’s time too. Apart from taking a sable from each house for the Khazar Kaghan, tax was levied for the “ Yaltavar” (king) of the Bulgars of weddinga, crops, sable skine as weU as horse (ox ?) hides. Merchant boats calling at the port at Volga were charged to pay 10 % custom duties ■vvhich brought a considerable sum of revenue to the State. It is possible that the Cheremishes, the Ara and the Mordvas, ■vvho were good hunters and beekeepers had to pay their taxes in skins and honey or wax. The discovery of glassmade beads and plates in Suvar and Bulgar shows an advanced level o f glass-blowing. We have good reasons to presume that the smithcraft was highly developped at this time among Bulgars. The same thing can be said about the preparing of leathers. SUMMABY UNTIL 1240 471

    As the Bulgar State had undergone mu eh detsruction the tombs- tones of the Khans also perished. The long distan.ee between the Bulgar land and the Moslem countries caused the omission of any reference to the Bulgar Khans in the Moslem chronicles. Added to these, the geography of the Bulgar land was too brief and inadecjute in the works of the Arab geographers. They were satisfied with mentioning the f!ow of trade in the far Northem countries and some aspects that apperred odd to Southern concepts. Among these the principal item was the impossibility of having evening prayer because of the short nights in the Bulgar land. This was follo-vved by stories on the “ Giant of the itil (Yolga)” . The Bulgars in fact vere closely connected with the Moslem lands and with Khwarezm in particular both by their cultural and religious affinity and by their trade. There is therefore a great deal of information on the commercial goods sent to Turkestan. In the middle of the Xth century the merehandise from the Bulgar land to Khwaıezm was as follows: Sables, miniver, ermines, fur of steppefoxes, beavers, spotted hares, goats, wax arrows, bireh-berk, high fur caps, fish glue, fish teeth, castroeum, amber, prepared horse hides, honey, hazel nuts, falcons, swords, armour, khalanj wood, Slavonic slaves, sheep and cattle. Among these, furs, khalandj wood, wax, arrows and leather came from the Bul­ gar land, the rest of the merehandise was obtained from other countries in order to be transferred to the towns of Turkestan. Evidently the Bul­ gars made a great profit from this trade which contributed equally to the prosperity of the Bulgar town. It is observed in a letter addressed from Yaseph, the Kaghan of the Khazars, to Hasdai Ibn Sharput, a Jew from Spain, that the Bulgar State was dependent on the Kaghanate of Khazar until as late as the second half of the Xth century. Yaseph while counting his proteetorates had referred to the Bulgar and the Suvars as well as to the Burtas and Cheremish. However the decline of the Khazar State and the occupation of the lower banks of the Yolga by the Kipchaks did not make any change in the commercial activities of this river. Moreover this trade route gained a better security under the control of the Kipchaks. Consecfuently rela- tions between the Bulgars and Türkistan became more frequent as the trade improved accordingly. This development was explicit in the expansion of the Bulgar town. In addition a record on Muhammed Abu Ishak, the Bulgar Khan, confirms this evidence. This Khan had 472 rV-XVII. YÜZYILLARDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

    sent great sums of money for tlıe construction of moscfues at Sebzevar and Khosrevgir, both in. Turkestan. He had also dispatched precious gifts to the ruler of Khorasan. This record by itself manifests the incıe- asing prosperity of the Bulgar State and the continuation of close con- tacts with Turkestan at the beginning of the Xth century. In 1135 the visit of Abu Hamid, a subject of Granada Amirate in Spain, showed the degree of interest by the Moslem countries in this State. Abu Hamid contacted some scholars in Bulgar and left some interesting records on this region. The Volga made a perfect trade route, but being exposed to enemy attack it was a source of danger to the Bulgar land. Accordingly, the Scandinavian Varyags or the Russiana, besides being engaged in trade, used to plunder the area where they had passed. The Arab chronicles record that the destruction and plunder of Moslem towns along the Caspian Sea and in the Southern Caucasia were the affair of the Russians in 913 and 943. And it also becomes clear that the Russians raided the Volga Bulgars and the Khazars, and most probably they attacked the towns of Bulgar and itil. Majority of the Russian historians and particularly the Soviet scholars attribute these raids in 969 to Svyatoslav, the “ knyaz” (king) of Kiev, their allegation is based on Syatoslav’s expedition to tbe fort- ress of Belaya Vezha (Sarkel) on the lower Don in 965. The (Kiev) Russian chronicles record this expedition but the Russian historians go to the extent of finding a relationship between this event and the aforesaid raids. So the Russian scholars affirm that Svyatoslav by concfuering itil struck a heavy blow to the Kaghanate of Khazaı. This. according to the Soviet historians, led to the “ liberation” of the Volga- Bulgars from the Khazar “ yoke” . In other words Svyatoslav waa made the so-called “ liberator” of tbe Volga Bulgars. But impartial studies have proved that in 965 Svyatoslav did not fight against the Khazars nor was there any campaign of that kind in 969. So the “ knyaz” of Kiev and his Russians did not defeat the Khazars in 965 or in 969 and naturally they did not “ liberate” the Bulgars. The downfall of the Kha­ zar Kaghanate commenced with a Pecheneg blow and continued with the advance of other Turkic peoples coming ftom the east. That is to say the Uzes (Ogus’es ) and the Kipchaks (Polovets) kept up bringing the pressure, consequently when tbe trade routes became insecure, first SUMMAEY ÜNTIL 1240 473 the economic then the political setback brought the collapse of the Kha­ zar State. Besides even upon the political decline of the Khazars the Bulgars were gradually relieving themselves from the control of the former. The first hostile contact betvveen the Kiev-Russians and the Bul­ gars took place in 977 in ■vvhich the Russians vere the victors. But it is very doubtful whether the “ knyaz” Yladimir of Kiev had made a cam- paign against the Bulgars in 985 as many historians asserted; an attempt against the Danubian Bulgars may sound more factual. Nevertheless there might certainly have been some contacts betvveen the Bulgars and Kievian Russia at this time. In this period Kiev was an important commercial centre where many Bulgar tradesmen stopped on their way. The stoıy of the Bulgars caırying “ leather boots” emerged probably from the Bulgar connection with Kiev. Besides there was also some statements that Bulgars offered Vladimir in 986 to accept İslam. Since we know that İslam in this area expanded ünder the spectre of trade, we may discem. a close commercial relation betvveen Kiev and the Bulgars, and the Bulgars acted as the K u ltu rtraeg er of İslam. Upon the colonisation of the area betvveen the Oka and the Yolga by the Russian Slavs who came from the south, the Volga Bulgars and the Russians (no longer the Scandinavian Russians but the Eastem Slavs who took the name of Russians) became nextdoor neighhours, so their contacts increased spontaneously. At the same time the “ Ushku- inik” s, the Russian river pirates, began to infiltrate into the surroundings o f the Bulgar State from the upper Volga. By surprise attacks the “ Ushkuiniks” laid waste to the Bulgar to-vvns and villages, and took the inhabitants prisoners. Thus at the end of the xıth cen­ tury the Russian danger for the Bulgars came to a head. The Bul­ gars protested against these incidents by Oleg and Yaeroslav, both the Russian “ knyazes” (Princes), but this remonstrance remained inef- fective. So the Bulgars retaliated in a counterattack and occupied the Murom town (1088), in this strife many Russian villages were destroyed. Evidently the Bulgars had maintained their military organisation in order to resort to its use in case of dire necessity. Moreover the Bul­ gars also attacked the Suzdal town in 1107, undoubtedly this was yet another response to a Russian raid. A century later the Bulgars acquired Velikiy Ustyug in the North. Ali these indicated that the Bulgars had a more improved military organisation in the XIth and XIIth centuries. 474 IV-XVH. YÜZYILLAHDE TÜBK KAVİM LEBİ VE DEVLETLERİ

    At the beginning of the XIIth century Suzdal Russia made frequent campaigns against the Bulgars, after having succeeded in colonising the. area populated -vvith tbe Finnic peoples, tbe Russian “knyazes” became more obsessed with the acquisition of the Middle Yolga region. The Russian chronicles show the campaigns against the Bulgars as in 1120, 1164, 1182, 1186, 1205, and 1220. Among these 1164, 1182, 1186 were the majör campaigns. In 1182 the Russian forces being disembar- ked from boats attacked “ the Great City” of the “ Silver Bulgars” . In 1220 the Russian “ knyaz” Yuriy took Ashgyl or Oshel, an important Bulgarian fortress, by storm and burnt it. Purgas, the leader of the Burtas beign dependent on the Bulgars was constantly exposed to Russian raids, eo he joined forces with the Bulgars in the struggle with the Russi- ans. In 1221 Purgas attacked Nizhniy-Novgorod which Yuriy had con- structed at the mouth of the Oka. The Russians had built this town in order to put pressure on the Bulgars and to possess a bridge-head for arranging military operations. The war between the Russians and the Bulgars together with their subjects the Mordvas lasted for six years and a peace was eventually concluded. In conforming ■vvith this peace, prisoners were exchanged and hostages were given by each party. So this peace of 1230 stopped provisionally the struggle betvveen the Russians and the Bulgars. Nevertheless war was not theonly aspect of Russo-Bulgar relations, both countries traded with each other and maintained some other contacts. Accordingly a trade agreement was concluded betvveen Yladi- mir, the knyaz of Kiev, and the Bulgars in 1006. In the great famine in 1204 in Suzdal Russia, the population managed to survıve by going and obtaining their food in the Bulgar land. It is also known that many Bul­ gar artisans and craftsmen took ■vvork in the Russian towns. For ins- tance in the reign of Svyatoslav Vsevolodovich, the knyaz of Novgorod, at the beginning of the XIIth century, an old church was demolished and in its stead a Bulgar craftsman constructed a very decorated building. Also the Bulgar leather .was a very much sought merchandise in the Russian markets. The Yimeks and Kimeks, who were Kipchaks, migrated from the banks of the Irtysh and from to-daysl Kazakhstan to the lower Volga İn the end of Xth century. Some fraction of thiş people known as the Kipchaks in the Arab chronicles crossed the Volga . about 1030 and occupied the steppes between the Don and the Dnieper, the ükraine STJMMARY UNTIL 1240 475

    of to-day. In so doing they pushed the Peehenengs from this region. to the west, to Hungary and to the Balkans. The Kipchaks are known as Polovets in the Russian and Kumans in the Byzantine sourcea, occupied a vast area from the Irtysh to the D amibe. Thus the north of the Black Sea was called “ Kipchak steppes” (Dasht-i Kicphak). Some trihea of the Kipchaks appeared to asume succession to the Kha- zars ıvith their occupation o f the lower Volga region. Now the Volga trade was entirely under the Kipchaks’ control. Kipchak tribe chiefs procured a great source of income by charging duties from the boats navigating in the Volga. Under the protection of these Kipchaks, security was established in the route from the Middle Volga to Türkistan and accordiııgly trade relations marked a great improvement. Conse

    defeated a United Russo - Kip eh ak army by the river Kalka in June 1223. But when the Mongls erossed the Yolga and advanced in the Bul­ gars ’land, they feü into the ambush of the Bulgars (and the Kipchaks?) who killed a great many of them. The result was that the Bulgars were exposed to the fury and vengeance of the Mongols. Indeed the destruetion of more than half of the Bulgar to-\vn by fire in 1229 was a bad' omen as to signal a great disaster to come in the near future. When the Bulgars and the Zuzdal-Yladimir Russia concluded a peace in 1230 the Mongols attacked the Kipchaks the south-eastern neighbours of the Bulgars. Some Kipchaks took refuge in the Bulgar land and the lower Volga region. Thus the Kipchak element already inereasing in force in the Bulgar State became more potverftı1. And not later than in six years the great Turco-Mongol onslaught under the command of Batu Khan, Chnigis-Khan’s grandson and Djudji’s son, came to the land of the Bulgars in 1236. It was the beginning of the famous “ Western Campaign” of the Mongols. İNDEKS

    Abazalar, 92. Ahmed Han (Gazi), 142, 143, 144, 145, Abbasî Halifesi, 115. 146, 147, 212, 213, 214, 216, 218, 219, Abbasıler, 36, 39, 99. 222, 275, 276, 277, 423. Abdal, 358. Akdeniz, 25, 90, 253, 255. Abdi Paşa, 423. Akgöz, 270. Abdullah, 306, 307. Ak îdil, 112, 113, 191, 284. Abdullah b. Başta al-Hazari, 317. Akkerman (Ak-Şehir-Aspron), 35, 58, 248, Abdullah Efendi, 437. 390. Abdunahman, 277, 310. Akkerman Tatarları, 406. Abdulkerim, 144, 310. Ak Kıpçak, 74. Abdulkerim Han, 275, 276. Ak Kübek, 276, 310. Abdullâtif, 308. Ak’la, 33. Ahdüllâtif Han(lığı), 161, 162, 166, 167, Ak Matay Bik, 181, 187, 370. 169. Ak Mescid, 248, 437. Abdulmümin, 150. Ak Muhammed Oğlan, 181, 187, 370. Acem, 349. Ak Orda, 275. Adam Mickiewicz, 262. Aksakal, 57. Adaşev, N. N., 185, 197. Aksakov, 149. Addar, 16. Aksu, 9, 58, 86, 102. Adilgerey, 309. Akşehir, 31. Aktay., 102. Andrey Taranovskiy, (Lehli diplomat), Aktübe 129. 285, 377. Akuş, 102. Adriyatik, 110, 123. Alâaddin, 345. Aetius, 17. Alan Dağlan, 338. Afanasyev kültürü, 2. Alani, 15. Aferin, 318. AJan(lar), 8, 15, 16, 17,' 18, 21, 22, 26, Afifetü’d-Din et-Tiizer, 345. 56, 92, 100, 110, 325. Afrika, 17, 253. Alatu, 254. Afşar, 119. Albanya, 338. Agaçeri (Akaçeri), 23. Alçın, 281. Agalak, 166. Aldıgerey, 244. Agiş, 165. Aleksander, 145. Ahmed, 308. Aleksander Dnrov, 403. Ahmed-Batır, 189. Aleksey Mihayloviç, 222. Ahmed b. Ali, 318. Aleksius Komnenos, 63, 64. Ahmed b. Fadlan b. el-Abbas, b. Başid b. Alemanlar, 15, 21. Hammad, 317. A. Alföldi, 19. Ahmedgerey, 269. Algan, 100. 478 IV-X.VH. YÜZYILDA TÜHK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

    Ali (Hz.), 182. Anadolu Selçukluları, 84. Ali (Küçük), 175. Anapa kalesi, 287, 288, 289. Ali Biy, 399, 400, 402, 403. Andrey Artameviç Polübin, 424. Al-i Cengiz, 404. Andrönik Paleologos, 135. Ali Ekrem Han, 189, 190. Adnronov kültürü, 2. AJi Gazi, 163. Anglo-Sakson, 23. Ali Han, 162, 163, 164. Ankara, 20, 40, 44, 65, 84, 119,* 200. Alike, 186, 187. Ankara Savaşı, 138. Al-i Osman, 378. Anna (Çariçe), 261. Ali Paşa, 287. Anna Komnena, 63. Ali Şah Kul, 175. Antik Kültür, 15. Ali Şir Nevaî, 226. Ant(lar), 10, 27. Alfca, 102. An-ts’ ai, 13, 14, 15. Almaata, 141. Apraskin, 148. Alman(lar), 4, 10, 22, 23, 70, 85, 122, 146, Aral Gölü, 1, 5, 6, 117, 124, 125. 149, 151, 180, 188, 202, 262, 267, 273, Arapşah, 307. 369. Arap(lar), 16, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, Almış b. Yıltavar, 317. 69, 90, 99, 114, 131, 197, 296, 297, 301, Almış Han, 115. 344. Alp, 26. Arça Nehri, 166, 191. Alp-Aıslan, 63. Arça (şehir), 188. Alpgerey, 244. Ardarik, 21, 22. Al’ta ırmağı, 77. Argın, 211, 217, 281, 282. Altay(laı), 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 24, 109, Arın, 281. 292, 294. Ari, 1, 9, 71. Altm çadır, 131. Arisai, 42. Altm kapı, 337. Aristo, 371. Altm. oba, (Altm opa), 79, 82, 101. Arkhonidler, 25. Altm Ordu, 97, 99, 117, 118, 119, 120, Ar’Iar, 111, 113, 153, 156, 166, 186, 191, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 254, 377. 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 13B, Arpa, 114. 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, Arpad, 41, 46, 60. 147, 148, 151, 152, 153, 154, 155, 156, Arquebuse, 197. 158, 159, 160, 162, 166, 191, 193 194, Arsahuşmihan, 317. 196, 197, 198, 210, 213, 214, 216, 218, Aralan Gazi Mirza, 423. 219, 220, 222, 223, 224, 225, 227, 229, Aralan Gerey, 270, 310. 231, 251, 274, 275, 281, 291, 298, 299, Artamonov, M. J., 30, 34, 36, 38. 300, 301, 302, 306, 331, Asaduk, 101. Altm Taş, 134. Asioi, 15. Altmış Yalt avar, 306. Âsitaue-i Saadet, 432. Ammianus Marcellinus, 16. Aslar, 15, 16, 17, 134. Amu Derya, 68. Asparuh, 110. Amal Çölü, 318. Aspron, 325, bak. Akkerman. Anadolu, 17, 29, 63, 64, 74, 131, 133, 138, Astarhan, 133, 140, 145, 146, 149, 172, 214, 223, 225, 226, 293. 178, 180, 182, 199, 231, 237, 238, 239, İNDEKS 479

    241, 242, 274, 275, 276, 277, 278, 279, Azak Paşası, 279. 282, 283, 285, 289, 291, 301. Azamet Bik, 402. Astarhan Hanı (hanları), 279, 280, 310. Azerbaycan, 39, 40, 132, 138, 139. Astarhan Hanlığı, 186, 224, 231, 274, 275, Aziz, 307. 276, 277, 278, 279, 280. Astarhan Seferi, 200. B Asya, 46, 93, 116. Babadağı, 288. Aşağı Don, 18, 73, 84, 87. Bâbıâli, 153, 200, 260, 269, 271, 440. Aşağı îdil, 17, 18, 30, 31, 33, 40, 72, 117, Bacanak, 55. 144, 153, 274, 281, 282, 283, 284, 292. Baçakay Mehmed Ağa b. Hüseyin, 426. Aşağı ICuban, 15. Baçman, 96. Aşağı Meriç, 59. Bağdat, 124, 317. Aşağı Tuna, 7, 56. Bağdad Halifesi, 115. Aşağı Turla, 54. Bağdat Hilâfeti, 292. Aşıt, 190. Bahadırgerey, 270, 309, 310, 430, 431. Aşina sülâlesi, 20, 24, 35. Bahçesaray, 162, 171, 211, 223, 227, 234, Atabek, 209. 235, 236, 242, 248, 250, 252, 261, 262, Atalay, B., 44, 69. 263, 302, 403. Ata Tarihi, 272. Bahçesaray Anlaşması, 405. Atillâ, 12, 13, 17, 20, 21, 22, 23, 30, 109. Bahr-i Kulzum, 375. Atillâ Hunları 47. Bahşı, 174. Bahşı İbrahim, 174, 175. Atraç Alkes, 323. Bahtıgerey Han, 310. Atcak, 83, 84, 102. Bakhruşin, 202. August (Ahust), 389, 390. Bakırcılar (Medyanıch), 333. Avar(Iar), 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 46, Baki Bey, 233. 60, 110, 119, 252. Bakşi, 197. Avrupa, 1, 15, 23, 25, 47, 133, 138, 163, Bakû, 133. 168, 258, 269, 273. Balamır, 18, 20. Avrupa Ayarlan, 24. Balbal, 105, 106. Avrupa Huni arı, 13. Balçar, 57. Avusturya, 173, 245, 254, 256, 261. Bali Bey (Kefe beyi), 232. AvusturyalIlar, 263. Balın (şehir), 91, 102. Aybek, 307. Balkan(lar), 19, 26, 28, 46, 47, 60, 63, 64, Aybek Han, 143, 144. 66, 73, 74, 97, 98, 123, 129, 173, 218, Aydav, 306. 220, 256, 263. Aygeldi Bik (Aykildi Bik), 181, 187, 370. Balkarlar, 110, 123. Aynalı Kavak Tenkihnamesi, 269. Balkaş Gölü, 2, 6, 44. Ayn-ı Câlut, 99. Ballod, F. V., 130, 133. Azak (Denizi, Kalesi, Şehri), 7, 12, 23, 28, Baltacı Mehmed Paşa, 258, 259. 34, 60, 91, 92, 102, 110, 133, 140, 152, Baltık Denizi, 8, 54, 146, 172, 246, 261. 153, 199, 212, 215, 217, 21-9, 220, 221, Barak, 102, 308, 353. 223, 224, 232, 236, 237, 238, 243, 244, Bar auta, 58. 249, 253, 256, 257, 258, 260, 263, 279, Barbutsun, 181. 280, 282, 291, 292, 302, 338, 346, 412, Bargın, 217. 413, 426, 427, 428. Ban;, 317. 4 8 0 r v o c v n . y ü z y t l d a . t ü b k k a v i m l e r ! v e d e v l e t l e r İ

    Barköl, 25. Bedreddın el-’Arec, 134. Barlas Moğol uruğu, 138. Bektemür Bey, 212. Bar s es-Saklâbî, 317. Belaveja, 33. Barski (knez), 383. Beldüz, 82, 102, Barthold, V. V., 1, 69, 70, 71. Belender, 39. Basarabya, 53. Belerke, 381. Baskak, 126, 136, 153, 158. Belev şehri, 155. Bastarn’lar, 21. Belgorod, 52. Bastı Han, 93, 105. Belgrad, 33, 220, 257, 261. Baş Bey, 212. Belgrad Barışı, 263, 264, 265. Baş kadın efendi, 135. Belkat(i)ğin, 101. Başkord, 71. Beloozero şehri, 167, 178. Başkurt(lar), 45, 46, 71, 113, 127, 136, Bender, 259, 286, 156, 191, 199, 284, 317, 318, 327, 376, Bender-Kermen, 390. 377. Benek, 79, 81, 83, 102. Baştav, Şerif, 20. Bengü taşlan, 105. Batan, 324. Berda (nehir), 263, 440. Batçin, 133. Berdi Bek, 132, 277, 307. Batı Avrupa, 18, 19, 22, 38, 40, 47, 193, Berebaş, 248. 195, 298, 303. Berebaş kazaklan, 264. Batı Göktürk Devleti, 25, 44. Berekzan, 274. Batı Hun] an, 11, 12, 13, 14. Berendi’ler, 65, 67, 68, 86. Batı Koma İmparatorluğu, 13, 18, 19, 22, Berendi-Karakalpaklar, 91. 35. Beren-veren, 68. Batı Seferi, 120. Berezin, t. W ., 136. Batı Sibir, 2, 6, 7, 8, 10, 46, 110, 112, Berezina nehri, 10. 124, 139, 154, 291, 294, 298, 305. Berke Han, 128, 129, 130, 134, 152, 306, Batı Türkçesi, 100. 342, 343. Batı Türkistan, 12. Berke Saray, 140. Batı ve Doğu Slavları, 47. Berlin, 6, 9, 11, 12, 119. Batlamyus, 12. Bern, 22. Batu Han, 36, 96, 97, 121, 122, 123, 124, Bey (Bek, Biy), 196. 125, 126, 127, 128, 152, 251, 285, 306, Beyaz Deniz, 111, 295. 331, 335, 336, 338, 339, 340, 341, 342. Beyaz Kule, 33. Batur, 182. Beynak (Muyna), 318. Baun, 211, 282. Bihars Bik, 181, Bavyera, 15. Bibars Rast, 185. Bayalun, 347. Biçurin, 4. Bayan Kağan, 28, 47. Bilge Kağan, 105. Baybaıs (Begbare), 99, 101. Bin Beğ, 136. Bayçan, 57. Biri-lti, 33. Beyazıd, 139, 145. Birinci Dünya Savaşı, 23. Bayezid II, 145, 219, 220, 221, 352. B irkin, 148. Baykal Gölü, 2, 3. el-Birunî, 15, 17. Bebikov, 148. Bişbalta, 186. İNDEKS 481

    Biykend, 318. Bulgar (jehir), 113, 114,116, 117,118, 121, Bizans, 15, 16, 17, 18, 19, 22, 23, 24, 25, 124, 154, 159, 193, 201. 26, 27, 28, 29, 31, .32, 33, 36, 37, 38, Bulgar(lar), 23, 26, 27, 29, 48, 60, 61, 63, 43, 45, 48, 51, 54, 55, 56, 58, 60, 61, 65, 66, 74, 107, 108, 109, 110, 111, 113, 62, 63, 64, 65, 66, 70, 73, 74, 76, 79, 114, 115, 116, 117, 121, 123, 125, 128, 90, 98, 103, 104, 107, 109, 114, 126, 129, 131, 133, 136, 152, 153, 156, 191, 129, 131, 134, 135, 137, 224, 292, 294, 192, 193, 291, 297, 298, 300, 304, 338, 298, 303, 320, 325. 348, 349, 368. Bleda, 20. Bulgar ahalisi, 114, 116, 121, 153. Blokhin, 148. Bulgar Devleti, 113, 114, 116, 117, 121, Bogas, 60, 61. 156, 190. Bohdan Chmelnitski, 249. Bulgar Dili, 116. Bohemya, 47, 74, 85. Bulgar gönü, 114. Boğaziçi, 249. Bulgar Hanlığı, 125, 303, 304. Boğazlar, 303. Bulgar harabeleri, 116. Bokmıj, 102. Bulgari, 153, 193. Bolanes, 358. Bulgar Kadısı, 116. Boltin, 148. Bulgar îli (ülkesi), 97, 112, 113, 114, 116, Boluş, 73, 101. 117, 121, 122, 139, 152, 154, 297, 300. Bolvan, 106. Bulgar tarihi, 116. Bonn, 28, 31, 32, 63, 65. Bulgar Türkleri, 114. Bonyak (Benek), 79, 81, 82, 83, 102, 328. Bulgar Unsuru, 121. Borac, 306. Bulgar-Kıpçak tli,. 154. Boris, 52. Bulgar-Kıpçak Türkleri, 154, 156. Borotalmat, 56, 325. Bulgar-Tatarlar, 201, 202. Bosfor (Boğaziçi), 15. Bulgaristan, 56, 325. Bosna, 64. Bulgarların menşei, 108. Bosporos, 325. Bulgaroktonos, 63. Böreke Han, 342. Bulgumak, 109. Branovska, 390. Bumın, 24, 110. Bretschneider, 96. Burgundlar, 21. Brukterler, 21. Bursa, 131, 220. Bruxelles, 38. Burtas(lar), 26, 32, 74, 113, 190. Bucak, 243, 244, 248, 268, 409, 414, 436, Bury, B., 11. 439. Buselev, 148. Bucak Nogaylan, 286. Büler, 113, 114, 133. Budapeşt, 20. Büyük açlı, 425. Buğ (Aksu), 58, 86, 102, 287, 406. Büyük Frederik, 267. Bnğdan, 220, 233, 244, 246, 256, 264. Büyük Hun Devleti, 12. Buhara, 194, 343, 377. Büyük Hun İmparatorluğu, 109. Bukaç (Bakacı) Barışı, 254. Büyük Moğol-Türk Kağanlığı, 125. Bula Çoban, 56, 325. Büyük Noğay Ulusu, 282, 283. Bulan, 121, 128. Büyük Ruslar, 295. Bulaton Gölü, 46. Büyük Rusya, 299. Bulat-Şirin, 174, 175, 177. Büyük Tırnovka, 425.

    F. 31 482 IV-XYII. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

    c Çegre, 307. Çek(ler), 75, 85, 89. Cabbar Bîrdi, 307. Çelgü, 57. Cambridge, 8, 9. Çemişkezek, 51. Camboyluk, 268. Çeremisov, 149. Camboyluk tatarları, 264. Çerkes(ler), 91, 99, 134, 210, 228, 233, 237, Can Ali, 175, 176, 178, 179, 308. 238, 276, 287, 398, 426. Caneke Sultan, 356. Çerkeş Kasım, Faşa, 238. Canibek Han, 132, 138. Çerkeskermen (Çerkassk), 260, 427, 428. Canibekgerey Han, 307, 308, 309, 347, Çerkeş zümreleri, 92. 376, 392, 398, 399, 400, 401, 402, 403. Çernıya Klobuki illeri, 68. Can Kerznen, 390. Çernigov, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 84, 85, 07. Can Mehmet, 286. Çernigov ülkesi, 80. Cavsız, 318. Çerukin, 149. Cebe Noyan, 92, 94, 95. Çeterlik, 436. Celâleddin, 307. Chardeş, 70. Cenova (Ceneviz), 90, 91, 133, 134, Çılrhr Gölü, 84. Cenevizliler, 100, 140, 210, 212, 213, 214, Çiçerin (Kiyef valisi), 266. 215, 220, 223, 224, 225. Çihrin, 250. Cengiz, 119, 120, 226. Çin, 3, 4, 5, 13, 24, 30, 31, 71, 72, 112, Ceyhanî, 318. 120, 124, 252, 324, 346, 349. Ceyhun, 318, 372. Çin hâkimiyeti, 32. Chapet HilI, 6. Çin Hindistazu, 119. Charpentier, J., 16. Çinli(ler), 12, 71, 110, 137. Chalnitski, 250. Çin Seferi, 140. Cherson, 325. Çingiz (Cengiz Han, Kağan, Khan), 21, 91, Cim, 18, 42, 44, 95, 130, 281, bk. Emba. 92, 95, 97, 119, 120, 123, 124, 126, Cizvit misyonerleri, 262. 130, 132, 136, 138, 139, 145, 146, 196, Codex Cumanicus, 100, 101, 329. 210, 224f 251, 274, 276, 288, 289, bak. Cuci, 92, 123, 124, 306, 342. Cengiz. Cuci Ulusu, 123, 124, 129, 145, 154. Çingiz Oğullan, 124, 141, 143, 144, 145, Cum Saman, 425. 154, 164, 300. Curcâniye, 319. Çingiz Sülâlesi, 124. Cüke, 113. Çingiz Yasası, 125. Çirikov, 149. ç Çirmiş(ler), 111, 113, 153, 156, 172, 175, Çağatay, S., 100. 183, 186, 187, 189, 191, 202, 284, 377. Çağatay(lar), 124. Çinnişen, 112, 113, 139, 190, 284, 318. Çalım Kalesi, 189, 190. Çje-Çje, 12, 13. Çanakkale Boğazı, 132. Çoban, 55, 56, 57, 324. Çango, 71. Çokan Veli Han, 141. Çapkını Otaç Beğ (Oğlan), 186, 187. Çolman, 112. Çar Hükümeti, 127. Çorlulu Ali Paşa (Sadrazam), 259. Çavdar, 114. Çufut Kalesi, 210, 211,. 261. Çavuşlar, 198. Çura, 174. İNDEKS 483

    Çura Batur, 182, 183. 259, 260, 272, 282, 309, 379, 381, 391, Çura Narik, 177, 178. 402. Çur Uruğa (boyu, Peçenekler’den), 55, 56, Devletgerey II, 309. 57, 198. Devletgerey III, 269, 310. Çüriiksu Deresi, 261. Devlet-i Aliyye, 146, 215, 217, 221, 222, Çuvaş(Iar), 14, 112, 116, 132, 156, 172, 226, 227, 232, 242, 245, 247, 250, 255, 182, 183, 187, 189, 191, 202, 377. 257, 258, 260, 263, 267, 268, 270, 303, 409, 440. D Dietrich, 61. Dilârâ Bikaç, 262. Dağıstan, 98, 238. Dimitrov, 334. Dâi, 318. Divan, 136, 217, 227. Damgan, 318. Divan bitikçi, 136. Danay, 174. Divanu Lüğati't-Türk, 72, 100. Daniil, 92, 105. Diyonysius de Charax, 12. Danimarka 100, 258. Dnepr (özü), 7, 8, 10, 12, 14, 18, 27, 32, Dânişmend (1er, liler), 194. 33, 42, 50, 51, 53; 54, 55, 56, 59, 61, Dara, 370. 62, 66, 67, 73, 74, 77, 78, 84, 85, 94, Daruga (Iar), 126, 136. 95, 98, 102, 109, 122, 243, 248, 253, Daryol (Daryal), 17. 254, 260, 287, 291, 305, 325, 405, 406, Dajkara, 317. 440. Da;kov, 148. Dnepr Kazaklan, 248. David tgoreviç, 81. Dnepr-Ukrayna, 213. David II, 71, 83, 84. DneBter (Turla), 9, 10, 22, 27, 53, 58, 61, Davudov, 148. 62, 74, 84, 102, 125, 287, 303. Pe Administrando İmperio, 61. Dobrınya, 65. Dedogçina, 406. Dobnnskiy, 148. Deugignes, 12. Dobruca, 16, 27, 67, 244. Demirkapı, 110, 338. Doğu Anadolu, 17, 74, 84. Demürlek (Temürlenk) deresi, 427. Doğu Avrupa, 6, 8, 10, 14, 20, 30, 31, 32. Den’ ga, 150. 33, 40, 41, 110, 113, 117, 119, 120, 123, Dengizcik (Dengizik), 22. 124, 132, 137, 146, 159, 213, 259, 297, Derbend, 17, 31, 39, 40, 92, 132. 298. Derme evler, 103. Doğu Avrupa istilâsı, 120. Derblen (Drevlen), 325. Doğu Slavları, 8, 9, 10, 114, Derviş Ali Han, 277, 278, 279, 310. Doğu ve Orta Avrupa, 22, 46. Derzavin, 148. Dolja, 384. Desna, 10, 32, 52, 78. Domdir, 344. Dejt-i Kıpçak, 73, 97, 102, 103^ 122, 129, Domitian, 16. 131, 139, 209, 216, 228, 229, 295, 327, Don (Ten), 7, 11, 15, 16, 21, 23, 24, 26, 27, 342, 343, 344, 389, 398, 430. 28, 30, 31, 33, 34, . 43, 45, 46, 47, 53, Devlet Birdi, 209, 308. 66, 67, 74, 83, 84, 87, 91, 94, 97, 102, Devlet geldi, 209. 109, 110, 111, 121, 122, 135, 140, 142, Devletgerey Han I, 187, 235, 236, 237, 143, 238, 244, 253, 291, 305. 238, 239, 240, 241, 242, 243, 244, 245, Don-Dnepr, 79, 110. 484 IV-XVH. YÜZYILDA »fftİBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

    Don-Doneç, 95, 96, 97, 102. Ermeni(Jer), 70, 90, 100, 108, 193, 224, Doneç, 41, 46, 74, 83, 87, 102, 253. 262, 264. Don Kazaklan, 244, 248, 249. Ermenistan, 39, 40, 84. Dorı-Kuban. 83. Ernek, 22. Don-Volga, 34. Ertim (Erdem), 55, 56, 57. Drevlyan (1ar), 56. Erze, 191. Dulu, 110. Eski Kazan, 113, 154. Dunlop, D. M., 30. Eski Saray, 129, 130. Durak, 57, 59. Eskişehir, 289. Duvanov, 148. Eski Tatar Edebiyatı, 195. Eski yurt, 261. E Estonya, 258. Eştek, 376, 377. Eberhard, W., 4. Etelközii, 41, 46. Ebu Bekir (Hatip), 345. Etil, 112, 338, bak. îdil. Ebu İnan, Faria, 346. Etil sahili, 338. Ebû’l-Gazi Bahadır Han, 70. Etzel, 22. Ebulhayr Han, 275. Eurasia, 291, 294. Ebû Ub ey de-Cerrah, 39. Evliya Çelebi, 285, 378, 404. Ediğe Destanı, 141, 142, 182. Eyyub (Arça beyi), 188. Ediğe Mirza, 140, 141, 142, 155, 166. Eyyubiler, 99. Edika, 21. Edirne, 19, 60, 63, 220, 413, 423. F Edime Muahedesi, 260. Ediz, Haşan Âli, 119. Falb, 70. Edouard Chavennes, 24, 25. Falon, 70. Eflâk, 246, 256. Fars, 16. Eflâtun, 371. Fas, 346, 349. Efraim (Süryani piskoposu), 17. Fatma Hatun, 161, 162, 164. Eftalitler, 25. Fâzıl Mustafa Paşa, 257. Eğri Tur deresi, 426. Fedor Stratihet, 333. Ejderhan, 199, 238, 375, 376, 377. Feodor Karpov, 170. Ejderhan Seferi, 200, 238, 283. Feodor Lavrentyeviç Baturlin, 399, 401, Elbe, 9. 403. Elets (Yelets), 253. Ferah Ali Paşa, 287, 288. Elizarov, 148. Ferah Kermen, 436. Elkey, 186, 187. Fetihgerey, 309, 310. Elklin, 148. Fırat, 38. Ellâk, 21, 22. Filipp Myanko, 332. Emba, 12, 32, 42, 45, 130. Fin (liler), 8, 32, 40, 74,112, 113,190, 191, Emek, 69, 72. 192, 295. Emirek Mirza, 211, 212, 213, 214, 215, 216. Fin Körfezi, 33, 34, 258. Erdel, 15, 23. Fin-Ugor, 8, 41, 46, 115, 153, 294, 298. Erel, 264, 424, 425, 428. Firsov, W ,, 201. Eren, Haşan 119. Fokas, 29. Erguvanı, 62. Franklar, 15, 23, 29. İNDEKS 485

    Frank Devleti, 47. Gudunov, 148. Fransız, 23, 262. Golitsin, V. V., 255, 256. Fransız Konsoloshanesi, 272. Golovin, 148. Fransisken, 100. Gorki (Gorkiy), 117, 148, 155. Fustan, 131. Gorodets, 334. Fustov, 149. Goroşin, 78. Gotlar, 8, 14, 16, 100, 224, 225. G Gotovtozov, 148. Göçebe imparatorlukları, 21. Gaerleon, 19. Göçebe Türk kavimleri, 107. Gagauz(lar), 67. Göçebe Türkler, 58, Gaiturov, 148. Göktürk Alfabesi, 107. Galeç, 334. Göktürk Devleti, 30, 41, 110. Galiç, 68. Göktürk Hâkimiyeti, 111. Galiç knezleri, 93, 121. Göktürk Kağanları, 110, 111. Galiç şehirleri, 123. Göktürk Kağanlığı, 24, 25, 28, 32, 59, 110. Galya, 17, 18. Göktürk Kitabeleri, 69, 296. Garip Han, 140. Göktürkler, 24, 25, 28, 29, 34, 35, 105, Gatay, 58. 107, 110, 132, 210. Gayıp verdi Ağa b. ötekili, 426. Gazan (Kazan), 376, 377 bak. Kazan. Göktürk Sülâlesi, 59. Gözleve, 235, 244, 302, 436. Gazigerey Han, 231, 242, 244, 245, 246, Gregorie, 38. 247, 248, 250, 251, 254, 272, 309, 382, Gregor Terter, 129. 383, 384, 385, 389, 390, 391. Grek ateşi, 29, 86. Gazigerey II, 309. Grek (Yunan) 1er, 8, 102. Gazigerey, III, 309. Grekon, B. D., 119. Gazi Haşan Bey, 271 Groot, J. M. de., 12. Gedeon, 93. Gedik Ahmet Paşa, 215. Grum-Grzimajlo, 71, 72. Grujko, 425. Gedip (1er), 15, 21, 22. Grünberg elyazması, 31, 89. Gening, B. F., 108. George Yemadsky, 6, 7, 18, 40, 147. Gubaydullin (Aziz), 152. Gerdizî, 71. Gulam Şadi, 195. Gerey (giray)’lar, 170, 209, 224, 229, 287. Gustav X , 258. German Kavimleri, 15, 16, 21. Güla, 324, 325. German(lar, 4, 8, 9, 10, 15, 22, 100. Gülbostan Hatun, 356. Germanlar-Gotlar, 8. Gülistan, 133, 135. Germanov, 329. Gündoğdu, 92, German uruğları, 21, Güney Bulgar, 12. German zümreleri, 18, 22. Güney Kafkas, 12, 39, 40. Gevher-Şad, 161, 175, 176, 177, Güney Rus knezleri, 98. Geza Kun (Kont), 100. Güney Rusya, 294. Gıyaseddin, 209. Güney Sibir, 2, 3, 6. Gıyaseddin oğlu Hacı gerey, 155. Güney Slavlan, 47. Gıyaseddin Özbek, 131. -Güney Türkleri, 120. Glebov, 148. Gürcü kırallan, 71, 74, 83, 84. 486 IV-XVH. YÜZYILDA TÜHK KAVİMLEHİ VE DEVLETLEBİ

    Güıcü(leı), 17, 83, 84, 193. Hazar Denizi, 6, 15, 17, 24, 43, 110, 112, Gürcistan, 84, 92, 98, '228. 124, 137, 199, 279, 280, 291, 304. Gürcü vekâyinâmeleri, 71. Hazar Devleti, 31, 114, 117, 191, 198. Güyük Han, 124, 339. Hazar hâkimiyeti, 46. Hazar İli (ülkesi, yurdu), 30, 31, 36, 38, H 42, 43, 45. Hazar Kağanlığı, 30, 31, 32, 33, 35, 36, 37, Hacı Abd, 353. 38, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 49, 137, Hacı Baba, 213. 296, 297, 298. Hacıgerey Han, 132, 164, 209; 210, 211, 212, 231, 236, 254, 261, 267, 272, 301, Hazar Kalesi, 34. 308, 389. Hazar Kültürü, 37. Hacılar kalesi, 287. Hazarların tarihi, 38. Hacı Tarhan, 133, 140, 145, 146, 182, 231, Hazar Leon, 32. 247, 275, 372, 381. Hazar Peçenekleri, 56. Hacı Tarhan Hanlığı, 301. Hazar uruğları, 41, 46. Haçlı Seferi karakteri, 202. Hemedan, 318. Hadi Atlası, 152, 170, 176. Heraklius, 29, 32. Hadrian, 14, 16. Herat, 141, 195. Hâfız, 94. Hermanrich (Ermanaik), 8, 18. Hâfız el-Din Ebu’l-Bereket el-Nesefî, 368. Hernak, 22. . Halil, 3, 159, 308. Heruller, 21, 28. Halil Han, 159, 160. Hetman (Ataman), 250. Halimgerey Han, 310. Hetman Kalnişevskiy, 286. Hamid b. el-Abbas, 319. Heyhat sahrası, 255. Han Balık, 124. Hıtay, 377. Han Kapısı, 181. Hızır Han, 307. Han Mescidi, 184, 194. Hicaz, 345. Hanmnrçalı Kapısı, 181. Hildebrand, 22.. Hansa, 159. Hindistan, 1, 138, 346; 377. Harezm, 30, 33, 42, 45, 69, 74, 95, 131, Hindo-Avrupâi, 9, 71, 72. 137, 138, 139, 141, 274, 317, 318, 343.Hijam, Halife, 39. Harbe, 202. Hirt, Fr., 13, 14. Harun el-Reşid, 36, 39. Hoca Koskoş, 213. Haşan, 306. Horasan, 318. Hasanbek Han, 307. Hosşet, 341. Haşan (içkili), 154. Hotan, 377. Hasday b. Şarput, 37, 38. Hotin, 423. Hatakay, 287. Hotin kalesi, 266. Haydar, 164, 211, 216, 218, 306. Howorth, H., 24. Haydar Ali Sultan, 356. Honi, 25. Hazar(lar), 30, 31, 32, ‘33, 34, 35, 36, 37, Hıristiyan-Kumanlar; 105. 38, 39, 40, 41, 42, 43, 45, 46, 49, 56, Hsiyung-nu, bak. Hunlar. 62, 65, 72, 100, 105, 112, 114, 117, 119, Huday-kuL, 16 İt 164. 224, 238, 274, 291, 292, 296y 297, 298, Huday-kul oğlan, 183. 324, 325. Hududu’l-ÂIem, 17. İNDEKS 4 8 7

    Hulvan, 318. İdîke Mirza, 155. Hunissi, 13. İdil (nehri, suyu), 1, 2, 6, 8, 10, 11, 12, 13, Hun Konfederasyonu, 20. 14, 16, 18, 20. 21, 24, 30, 31, 32, 33, Hunlar (Hsiyung-nu), 3, 4, S, 7, 8, 12, 13, 35, 41, 43, 45, 46, 53, 55, 57, 65, 69, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 72, 73, 74, 92, 96, 97, 110, 111, 112, 26, 108, 109, 257. 113, 115, 116, 123, 129, 130, 132, 135, Hun Tipi yaylar, 19. 139, 140, 141, 153, 155, 156, 157, 158, Hun Uruğları, 20, 21. 160, 161, 179, 183, 184, 185, 189, 190, Hurrem Sultan, 230. 191, 192, 193, 198, 199, 243, 274, 276, Hut-ngai-SBİ, 13. 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 291, Hülagü, 99, 124, 129. 292, 294, 296, 297, 324, 327, (Aşağı Hüseyin Ağa (el-Hac), 264. İdil), 291; Orta îdil, 236, 291, 292, 297, Hüseyin Cahit, 12. 298. Hüseyin (Cambek oğlu), 276. İdil Boyu, 231, 241, 253, 291, 298, 299, Hüseyin Han, 276. 300, 301, 304. Hüseyin, 310. İdil Bulgar Hanlan, 306. İdil Bulgarları, 32, 45, 49, 66, 72, 74, 96, 105, 108, 111, 121, 123, 297, 298, 318, I 322. lan Tzimistzes, 51. İdil (Volga) Bulgarları Hanlığı, 108. Ibak, 164, 165. İdil Havzası, 125. Ik, 112, 113, 156, 190, 284. Idil-Kama, 14, 15, 17, 30, 191. Irak, 30, 138. Idil-Kama Bulgarları, 152. Irakeyn, 134, 349. İdil-Yayık, 294. Irtış nehri, 2, 3, 5, 6, 44, 69, 72, 92, 121, Îgor (Novgorod-Siversk knezi), 48, 87, 88. 125, 195, 294. Îgor (Kiyef knezi), 48, 54, 87, 88. Issık Göl, 108. Îgor Bölüğü destanı, 76, 88, 89. İki Muhammed, 156. 1 İkinci Dünya Savaşı, 23, 273. İkinci Kazan Seferi, 180. Ibek (Sihir Ham, Ivak), 275. İlham, 308. Îbn Mengli Han, 427. İlhanı Devleti, 125. Îbn Battuta, 103, 130, 131, 133, 300, 343. llhanîler, 137. Îbn Fadlan, 45, 116, 294, 298, 318, 321, İlmen Gölü, 9, 33, 40, 121, 122. 322. ll-Şad, 35. Îbn Karin, 318. İmam Muhammed, 368. Îbn el-Esir, 17. lmek, 69. İbnü’l-Furat, 317. İmperium Romanum, 14. İbrahim (Suvarh), 323. İnayet gerey (Kınm ham), 221, 309. İbrahim, 159, 160, 162/ 174, 306, 308. İnebahtı hezimeti, 200. İbrahim Han (Kazan hanı), 160, 161, 162, İncil, 101. 164, 166, 195, 196, 355. lngiliz(ler), 4, 23, 188, 253. İbrahim Han yarlığı, 196. İngiltere, 19. lbrahim-lnal, 323. Ipaon, 57, 324. İbrahim Paşa, 376. İran, 7, 15, 16, 21, 23, 29, 30, 31, 32, 71, İç Moğolistan, 126. 73, 84, 90, 112, 117, 120, 124, 133, 488 IV-XVII. YÜZYILDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

    138, 159, 172, 244, 245, 247, 274, 292, Iştifan, 390. 298, 338. İtalya, 18, 25. İsa, 340, 345. Italyanlar, 101, 107, 224. îsak Akli;, 37. İtalyan misyonerleri, 100, 105. İ9İıak, 306. İtalya Seferi, 85. îsidor, 338. Itü (şehir), 31, 45, 49, 112, 117, 133, 159, İşkal, 77. 274, 296, 297, 338. İskandinavya, 30, 33, 98, 117, 298. İt küçücük, 347. İskan dinavya-Bizans, 40, 54. İtler, 80, 81, 101. İskender, 52, 172, 338, 370. Itoğlu, 102. İskit (Skit)’ler, 6, 7, 16, 224, 292, 336. İvan III, 142, 143, 144, 160, 161, 162, İskit san’ atı, 7. 163, 164, 165, 166, 167, 177, 179, 197, İslâm (İslâmiyet, İslâm Dini), 35, 39, 86, 212, 213, 218, 219, 220, 221, 222, 230, 115, 128, 130, 152, 153, 156, 191, 192, 275. 194, 215, 237, 300, 338, 346, 368. İvan, IV., 127, 179, 180, 181, 182, 183, İslâm Âlemi, 124. 185, 186, 187, 189, 200, 231, 236, 237, İslâm Bey, 186. 238, 239, 240, 241, 242, 278, 280, 303, İslâm dünyası, 30, 115, 194, 302. 369, 370. Îslâmgerey Han, 232, 233, 244, 245, 309. İvan kalıta, 131. Îslâmgerey III, 330. İvan oğlu Daniil, 264. İslâm kuvvetleri, 39. İvek-lvak, 143. İslâm memleketleri, 104, 159, 194. İzay, 102. İslâm ülkesi (ülkeleri), 36, 105, 130, 146. İzmir, 63. İsmail, 329. tzümskiy Şlyakb, 253. İsmail Bey, Gaspıralı, 262. tzyaslav, knez, 77. İsmail kalesi, 272. İsmail Mirza, 243, 281, 282, 283. J Ismailov, 148. Jana Çerkesleri, 235. İspanya, 18, 296. Jan Sobieski, 254, 255. İsrail, 328. Jean de Beaumon, 340. İstanbul, 20, 22, 26, 27, 29, 37, 44, 60, 62, Joann de Polüarpo, 339. 63, 84, 101, 119, 131, 137, 153, 154, Jordanes, 16. 172, 173, 182, 193, 194, 214, 215, 216, Juan-Juan’lar, 24, 25, 110. 217, 218, 220, 221, 222, 223, 225, 226, Justin, 26. 227, 232, 233, 235, 242, 245, 246, 247, Justinian, 23, 25, 27, 28. 249, 253, 262, 264, 266, ?68, 272, 273, 277, 278, 279, 280, 289, 302, 303, 346. K İstanbul Boğazı, 54, 273. istemi, 24, 25, 110. Kabak Hatun, 347. Istep İmparatorluğu, 133 Kaban (Kapan), 55, 56, 57, 376. İsveç, 32, 54, 246, 257. Kabarda (Kabartay), 199, 243, 287. İsveç Devleti, 146. Kabartay-Çerkes, 237. İsveç kıralı, 259, 260. Kabartiyan, 228. İsveçliler, 4, 209, 259. Kabuksınyula, 56. Isveşke, 390. Kaçarlar, 119. İNDEKS 4 8 9

    Kaderiş Ağa b. Nan Mehmed, 426. Kançu, 57. Kadıaskerler, 227. Kandik, 26. Kadı Hamza, 347. Kangar, 55. Kadı Mirza, 243, 282, 283, 285, 377. K ’ang-kü, 13. Kadı Şemseddin, 345. Karıklı (Kanglı), 69. Kadırgan Dağları, 110. Kanlıab, 436. Kabış Beğ, 177, 178. Kanlıca, 436. Kafa vergisi, 136. Kanlıcak, 435. Kafkas-Çerkesleri, 62, 234. Kanlıçık, 436. Kafkas-Don, 117. Kantimur Bik, 402. Kafkas(Iar), 12, 13, 15, 16, 17, 24, 25, 26, Kanunî, 182, bak; Süleyman, Kanunî 27, 28, 31, 32, 36, 38, 39, 72, 74, 90, Sultan. 91, 92, 98, 101, 105, 108, 110, 112, 127, Kaplangerey I, 309, 310. 136, 159, 172, 210, 217, 237, 238, 274, Kaplangerey II, 260, 269, 310, 437. 276, 287, 296, 298, 304. Kapluç (Kapulç), 79. Kafkasların Türkleşmesi, 98. Kapsi denizi, 43, bak. Hazar denizi. Kafkas Memleketleri, 99. Karabay, 55, 56, 324, 325. Kafkas Sahilleri, 33. Karabay uruğu, 56. Kagalnik, 87. Karabuğdan, 216. Kagılgay Sultan, 229. Karabulat, 279. Kağılka Sultan, 390. Karabulat, 279. Kahire, 99. Karaçi(si), 196, 217, 405. Kale, 33. Kara Deniz, 1, 6, 7, 8, 9, 11, 13, 14, 17, Kalga Sultan, 401. 18, 21, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 31, Kalgay, 210, 217, 227, 231, 233, 244, 251, 32, 33, 40, 42, 46, 47, 52, 54, 55, 56, 413. 59, 60, 62, 64, 68, 72, 73, 79, 90, 97, Kalgay Fethıgerey, 437. 98, 102, 103, 104, 109, 122, 136, 141, Kalinin, 154, 159, 178. 223, 235, 244, 246, 248, 249, 250, 255, Kalka (çayı, ırmağı, nehri), 92, 94, 95, 117. 258, 267, 268, 282, 287, 291, 292, 293, Kalka boyu, 122. 294, 295, 298, 301, 305, 406. Kalka muharebesi, 96. Kara halk, 196. Kalka yenilgisi, 94, 95, 99. Karaî, 43, 100, 224. Kalmık(lar), 149, 257, 284. Karakalpak(lar),. 64, 65, 68, 86, 87, 88. Kalmiusskiy Şlyak, 253. Kara Kıpçak, 74. Kama nehri, 6, 8, 12, 31, 32, 33, 69, 111, Karakurum, 124. 112, 113, 114, 118, 123, 125, 152, 153, Karaman, 57. 156, 161, 190, 191, 192, 198, 281, 284, Karamış, 176. 289, 292, 297. Karamzin, N. M., 77, 80, 81, 83, 86, 87, Kama Bulgarları, 65, 74, 113, 114, 117, 88, 92, 122, 143, 149, 155, 163, 171, 122, 125. 172, 180, 181, 183, 188. Kama-ldil, 65, 72. Karandeev, 148. Kamaniçe, 250, 254. Karansk kültürü, 3. Kamanka, 259. Kara Orman, 383. Kamay Mirza, 188. Karasu, 248, 437. Kamennoye, 266. Karaulov, 148. 4 9 0 IV-XV1I. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Karayim, 38, 43, 100. 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, Kardis banşı, 258. 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, Karinke, 426. 209,231,232,234,235, 237,239, 241, Kari (Büyük), 29. 209, 231, 232, 234, 235, 237, 239, 241, Kari X II. (İsveç kıralı Demirbaş Şarl), 243, 254, 277, 278, 284, 285, 291, 299, 258, 259. 301, 304, 368, 369, 370, 371, 372, 376, Karlofça muahedesi, 257. 381. Karluklar, 44. Kazanartı, 181. Kamhan, 307. Kazan büyükleri, 177. Karpat(lar), 6, 7, 9, 14, 15, 19, 27, 56. Kazan Hanları, 277, 308. Karpat çevreleri, 20. Kazan Hanlığı, 118, 137, 146, 148, 152, Kasay Bik, 402. 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, Kasım, 145, 160, 169, 170, 188, 276, 310. 1.62, 163, 164, 165, 166, 167, 168; 169, Kasım Han, 274, 275, 276, 277. 170, 172, 173, 174, 176, 177, 179, 180, Kasım Hanlığı, 65, 148, 149, 158, 164, 183, 184, 185, 187, 188, 189, 190, 191, 180, 194, 224, 278. 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, Kasım Faşa, 239. 200, 201, 202, 224, 230, 231, 234, 236, Kasım Şehri, 194. 237, 275, 276, 278, 281, 284, 303, 304, Kasım Tatarları, 180. 351, 354. Kasım ülkesi, 178. Kazan Hanzadeleri, 164. Kasturev, 148. Kazan ili, 142, 154, 156, 157, 182, 185, Kaşgarlı Mahmud, 44, 69, 72, 191. 189, 192, 193, 194, 195, 200, 202, 359. Kaşga-Derya, 138. Kazan Kalesi, 197, 198, 199. Kaşkar, 377. Kazanlı(lar), Kazan Türkleri, Kazan Hal­ Katalaun muharebesi, 17. kı), 71, 112, i 14, 117, 123, 152, 158, Katay, 58, 281. 159, 160, 161, 162, 163, 165, 167, 168, Kataleim, 57. 169, 170, 171, 172, 173, 174, 176, 177, Katarına II, 89, 267, 270, 271, 272, 286, 179, 180, 181, 182, 183, 185, 186, 187, 303, 441.. 188, 189, 190, 191, 192, 195, 196, 198, Katolik, 101. 200, 201, 298, 3Ö4, 361, 372, 373. Katolik misyonerleri, 100. Kazan-Moskova, 168. Kavimler Büyük Göçleri, 11, 13, 15, 17. Kazan müdafaası, 181, 189. Kavimler göçü, 44. Kazan nehri (ırmağı, suyu), 113, 118, 154, Kavimler kapısı, 6, 26, 110. 155, 156. Kayalı, 87. Kazan ordusu (kuvvetleri), 157, 160, 167. Kaydu(m), 324. Kazan seferi, 179, 182. Kazakistan, 2, 273, 291. Kazan tahtı, 169. Kazak(lar), 54, 71, 106, 237, 238, 246, Kazan tatarları, 190, 201, 267, 304. 249, 250, 264, 266, 390, 404, 406. Kazan ülkesi, 199. Kazak uruğlan, 275. Kazan ve Kınm Hanlıkları, 168. Kazan, 10B, 113, 117, 127, 130, 146, 152, Kazan yurdu, 154, 159, 161, 179, 193. 154, 155, 156, 157, 158, 160, 161, 162, Kazimir IV, Lehistan Litvanya kıralı, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 142, 144, 212, 216, 219, 222, 389. 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, Kebek, 85, 92, 101. 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, Kebek Beğ, 186, 187. İNDEKS 491

    Kebek Han, 150. Kıpçaklann menşei, 69. Kefe, 90, 210, 212, 213, 214, 215, 216, Kıpçak-Mısır, 132. 217, 219, 220, 221, 223, 224, 225, 228,Kıpçak Tatarları, 225, 285. 235, 248, 253, 302, 344, 346, 376, 437. Kıpçak Türkçesi, 99, 100, 101, 154. Kegen, 57. Kıpçak unsurları, 71, 72, 92, 99, 103, 117, Keksholm şehri (Kekholm), 164, 178. 190, 192. Keldi Bek, 307. Kıpçak uruğları, 92, 98, 99. Kelulen nehri, 120. Kıpçak zümreleri, 74, 152. Kenzü’d-Dakaık, 368. K(ı)saknatay, 58. Kerç (Boğazı), 18, 91, 99, 100, 210, 215, Kıral Hunlar, 21. 217, 224, 235, 236, 257, 268, 344, 440.Kırgız kağanı, 205. Kerim Beldi (Birdi), 141, 307. Kırgızlar, 71. Kermen, 225. Kırım, 7, 14, 16, 18, 28, 32, 36, 43, 47, Khabarov, 149. 48, 56, 59, 60, 61, 62, 89, 90, 91, 99, Khalilov, A. Kh., 108. 100, 101, 102, 105, 107, 118, 127, 13Î, Khersonee, 48, 56, 60, 61, 62. 133, 140, 141, 144, 146, 153, 154, 155, Khitrov, 149. 156, 160, 162, 166, 170, 171, 172, 173, Khodurev, 149. 174, 179, 182, 183, 184, 187, 196, 200, Khomyakov, 149. 209, 210, 212, 213, 214, 216, 217, 218, Khonukov, 149. 220, 222, 223, 224, 225, 227, 228, 229, Khorov, 86. 231, 232, 233, 234, 235, 236, 237, 240, Khotrin, 149. 242, 243, 244, 245, 246, 248, 250, 251, Khotyaintsev, 149. 253, 254, 255, 256, 257, 260, 261, 262, Khovakov-Y azıkov, 149. 263, 264, 267, 268, 269, 270, 271, 272, Khudyakov, M., 152, 201. 273, 275, 277, 278, 279, 282, 291, 292, Kısrıs Seferi, 200. 295, 299, 302, 303, 343, 346, 373, 375, Kıfçak-Yemekler, 69. 383, 398, 402, 405, 406, 412, 413, 414, Kılburun kalesi, 249, 266. 424, 428, 430, 435, 436, 437, 438, 439, 440, 441. Kılıçın deresi, 424. Kılıçın deresi, 424. Kınm-Cedid, 133. Kıpçak başbuğları, 92. Kınm (Eski), 210, 235. Kıpçak Bozkırlan, 73, 97, 145, 209, 212. Kırımgerey Han, 262. Kıpçakça, 105. Kırım Hanı (hanlan), 100, 146, 151, 169, Kıpçak dili, 100, 101. 170, 171, 175, 177, 187, 209, 217, 219, Kıpçak ili, 97. 221, 222, 227, 228, 229, 231, 232, 233, Kıpçak Kimekleri, 70. 241, 242, 243, 244, 247, 249, 250, 251, Kıpçak-Kumanlar, 69, 70, 73, 75, 79. 254, 255, 256, 257, 260, 264, 265, 266, Kıpçak-Kuman uruğlan, 75. 275, 276, 277, 278, 279, 282, 283, 284, Kıpçak(lar), 43, 44, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 285, 286, 287, 302, 303, 308, 376, 377, 74, 75, 84, 92, 97, 98, 99, 100, 104, 378, 405. 105, 117, 122, 123, 134, 153, 211, 217, Kınm Hanlığı, 146, 148, 155, 172, 176, 224, 225, 243, 244, 281, 282, 293, 294, 209, 210, 211, 212, 213, 215, 216, 217, 301, 327, 335, 343, 345, 346. 219, 223, 224, 225, 227, 228, 229, 230, 301, 327, 335, 343, 345, 346. 231, 234, 235, 236, 239, 242, 244, 247, Kıpçak kavmi, 69. 248, 249, 250, 252, 253, 255, 258, 259, 492 i v - x v n . YÜZYILDA TÜRK KAVİMLER! VE DEVLETLERİ

    260, 261, 263, 264, 266, 267, 268, 270, Klüşin, 148. 271, 275, 277, 278, 281, 282, 285, 301, Klyazma, 333. 302, 303, 379, 405, 440. Klyenezma, 333. Kinm .Ka7.an, 120, 231. Knatov, 148. Kınm Kuvvetleri, 171, 173. Koba, 210, 217. Kırımlılar, 62, 143, 171, 178, 181, 187, Kobyak, 85. 189, 239, 252, 263, 266, 268, 270, 271, Koçak oğlun, 179, 181. 280, 302, 439. Kokoşkin, 148. Kırım Müdahalesi, 177. Kokovtsev, 38. Kınm Padişahlan, 376. Koladis, 426. Kınm Tahtı, 171, 173, 175. Kol-Mebasser, 37. Kırım Tarihi, 281. Kolomna, 157, 171, 187, 332. Kırım Tatarlan, 28, 29, 82, 100, 107, 225, Koloncak, 182, 183. 226, 228, 248, 250, 253, 262, 264, 265, Koltovsk, 148. 266, 267, 268, 273, 292, 295, 296, 303, Konçak Han, 85, 86, 88, 92, 101, 102, 103. 404, 440. Kondurca, 139. Kınmm Tüeni, 212. Konduzca çayı, 139. Kırım Türkleri, 273. Konakiye vodı, 263. Kınm Yanmada», 90, 97. Konst antin, 15, 36. Kırkyer, 210, 211, 212, 248, 261. Konstantin Monomach, 71, 82, 83. Kıtay Devleti, 72. Kon9tantin Porphyrogennetos, 17, 31, 33, Kıtaylar, 72. 45, 46, 55, 56, 57, 58, 61, 62, 65, 101, Kızılbaş, 377. 293, 324. Kibek Han, 307. Konstantiniyye (Konstantinopolİ9), 15, Kiçi Ali, 175. 346, 406. Kilter, 57. Konya Selçuklulan, 90. Kimek (Kemek), 44, 69, 294. Kopçak, 344. Kimek-Kıpçak]ar, 53. Kopeyka-Kopek, 115, 150. K. tnostrancev, 12, 14. Kopon, 324. Kirili, 36. Korkut, 57. Kırmencik, 113. Kortuba emiri, 37. Kirmısin, 318. Kostan, 324. Kİ9eİev, S. TJ-, 2, 3. Koşira şehri, 163, 169, 178. Kitan, 80. Koşkarov, 148. Kiten, 101. Kotyan, 93, 96. Kiyef, 33, 41, 47, 49, 50, 51, 52, 53, 54, Kovaleaekiv, A. P., 116. 67, 68, 71, 77. 78, 79, 80, 81, 83, 85, Kovuy, 87, 88. 86, 91, 93, 123, 141, 255, 260, 393, Koyrucakoğlu Barak, 155. 294, 328, 406, 407. Kozelsk, 122. Kiyef Knezleri, 54, 56, 79, 81, 84. Kozıcak Batur, 182, 183. Kiyef Knezliği, 49, 86, 71, 79, 85. Kozıcak-Koçak Oğlan, 181, 182, 183, 370. Kiyef Rusyası, 46, 47, 49, 53, 54, 56, 66, Kölemenler, 99. 67, 68, 98, 121, 149, 295, 299. Köten, 93, 96, 97, 101. Klaproth, 1. Köylü serfliği, 192. Klüçevski (kiy), V., 47, 75. Kraknakatay, 325. İNDEKS 4 9 3

    Krakow, 30. 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 100, Krasny, 324. 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 117, Kremenetski, 148. 122, 123, 153, 293, 294, 295, 302, 327, Kremi (Kremlin), 149, 157, 240. 328, 329. Krükov, 148. Kumanova, 98. Kuban, 11, 17, 18, 26, 30, 31, 32, 41, 42, Kuman-Rus, 89, 91. 43, 44, 45, 46, 56, 73, 74, 91, 92, 109,Kuman-Rus münasebetleri, 75, 77. 110, 111, 210, 233, 244, 267, 268, 282, Kuman uruğlan, 92, 95, 96. 284, 287, 288, 289, 291, 440, 441. Kur’an, 369, 371. Kuban boylan, 21, 43, 47. Kurat, A. N., 10, 40, 44, 63, 66, 69, 103, Kuban, 439. 108, 126, 137, 147, 154, 200. Kubanlılar, 267. Kurbskiy (knez), 188. Kuban Tatarları, 267. Kurkut(an), 324. Kuban-Terek, 17. Kursk, 87. Kubilây Han, 124. Kursa, 318. Kubrat, 110. Kursul, 176. Kudüs, 340. Kuşmahan, 318. Kuel, 57, 324. Kutlu Temir, 345. Kuguşev, 148. Kutluk-Timur, 130. Kuk anlık, 129. Kutrigur Bulgarları, 21, 26, 109, 110, 111. Kulbay, 55, 56. Kutrigur(lar), 23, 26, 27, 29, 109, 110. Kul Muhammed Seyyid, 181, 187. Ku-Tsang, 13. Kulpa, 307. Kutumov, 148. Kul Şerif Camii, 188. Kutuzov, 148. Kul Şerif Molla, 188. Kuvarcıçur, 56. Kuman başbuğları, 77, 79, 80, 81, 82, 83, Kuvarcıçur uruğu, 56. 84, 86, 88, 93, 97, 101, 102. Kuzalsk, 254. Kuman begleri, 82, 83. Kuzey Afrika, 18, 25. Kumanca, 100, 101. Kuzey harbi, 258. Kuman hanları, 71. Kuzey İtalya, 46. Kuman kadının oğlu, 84. Kuzey Kafkas(lar), 17, 24, 25, 26, 27, 28, Kuman-Kıpçak begleri, 97. 31, 32, 198. Kuman-Kıpçak camiası, 91. Kuzey Kutbu, 368. Kuman-Kıpçak illeri, . 92. Kuzey okyanusu, 338. Kuman-Kıpçak(lar), 46, 60, 66, 68, 72, 91, Kuzey Türkistan, 291, 298. 92, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, Küçük İstanbul, 224. 104, 105, 107, 117, 226, 294, 295, 296.Kiiçük Kaynarca Barışı, 260, 267, 268, Kuman-Kıpçak Tüıkçesi, 100. 269, 303, 438, 439. Kuman-Kıpçak unsurları, 99. Küçük Muhammed Han, 274, 308. Kuman-Kıpçak uruğlan, 95. Küçük Nogay ulusu, 243, 282, 283. Kuman-Kıpçak zümresi, 105. Küçük Tırnovka, 425. Kuman kızlan, 76, 84, 93. Küerçiçur, 325. Kuman(lar), 43 53, 55, 59, 63, 64, 67, 68, Kiilbey, 55, 56, 324. 69, 70, 71, 72, 73,: 74, 75, 76, 77, 78, Kültegin, 105. 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 89, Kültigın Bengütaşı, 5, 152. 494 iv-xvn. YÜZYILDA BÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEBİ

    Kürdistan, 228. London, 11, 24. Küre (Han), 51, 57, 81. Loşadı, 150. Kütahya, 362. Louis IX, 339, 341. Kvad, 21. Lovat ırmağı, 122. Lubor Niederle, 9. L Lupadin, 148. Lutiçler, 56. Lata nehri, 287. Luz ili, 26. L&doga Gölü, 33, 40. Lübavski, 148. Lan, 15. Lybedia, 333. Langobardlar (Longobardlar), 28. Laptev, 148. M Larisii, 42. Lavor, 88. Macar-cedid, 133. Lavrentey Guyav, 403. Macaristan, 8, 19, 20, 53, 56, 64, 74, 79, Leh (İlah), 390. 84, 85, 97, 105, 117, 122, 123, 173, Leh Hükümeti, 248. 227, 233, 293, 325. Lehistan, 30, 74, 77, 79, 123, 142, 221, Macaristan-Avusturya, 245. 246, 248, 250, 252, 254, 255, 258, 267, Macar kırallaıı, 85, 97, 335, 390. 440. Macarlar, 32, 41, 43, 46, 47, 60, 61, 70, Lehistan-Litvanya, 187, 212, 216, 219, 74, 81, 82, 111, 133, 246, 252, 324, 327, 222, 230, 233, 234, 246, 248, 252. 346. Leh İstilâsı, 256. Macar zümresi, 46. Leh kıralı, 246, 248. Mahmud, 152, 159, 308. Leh Kuvvetleri, 254. Mahmud, Kaşgarb, 100. Lehli(ler), 116, 142, 209, 244, 246, 249, Mahmud I, Sultan, 262. 251, 256, 263. Mahmud II, 272. Leh ordusu, 256. Mahmud-âbâd, 133. Lebedia, 51. Mahmude, 425. Lebunium, 59. Mahmudek, 159. Leibzig, 35, 116, 119, 130. Mahmud Han, 196, 274, 275. Lena, 2, 3, 5. Mahmud Hacıoğlu Muhammed Yor, 359. Lendzen (Lutiç), 325. Makar’yev, 117, 174. Lenin, 149. Maksudgerey, 3101 Leningrad, 12, 30, 34. Malazgirt Meydan Muharebesi, 63. Leninekiye gori, 240. Mamadıj, 113. Leont’yev, 148. Mamak Bey, 212. Leventi Baysak, 426. Mamay Bik, 175, 181, 187, 276, 370. Leylâ b. Roman, 318. Mamı; Birdi, 174, 189, 190. Liang, 13. Mamuk Han, 165, 166, 308. Liegmtz, 123. Manas, 142. Litvanya, 139, 141, 150, 167, 237. Mangıt(lar), 130, 140, 281. Lıtvanya-Lehistan Devleti, 137, 144, 145, Mangıt Beyleri, 233. 151. Mangıt Nogaylan, 285. Livonya, 240, 258. Mangıt-Nogay unığlan, 141. Livonya-Alman, 187. Mansur, 155, 353. İNDEKS 495

    Mansurlu, 404. Mengup, .216, 217. Mansur-oğlu, 211. Mengü Kağan, 96, 124, 341, 342. Mansurov, 148. Mengü Timur, 129, 130, 306. Mar-Abas-Katina, 108. Meotid, 338. Mari, 111, 113, 191. Meriç, 64. Markoman(lar), 21. Merlin, 148. Marmara, 63. Mervan, 39. Marquart, J., 15, 69, 70, 71. Merya, 334. Marr, 9. Meryem, 329, 330. Ma9saget, 7. Merv, 318. Massalov, 148. Meskev, 400. Maşkı(lar), 113, 202. Meşe ırmakları, 190. Matüşkin, 148. Meşçerskiy, 148. Mâverâünnihr, 110, 138, 252. Meşhed, 116. Mayçan, 57, 324. Mısır, 99, 107, 137, 253, 346. Mazepa (Ukrayna Hetmazu), 259. Mısır Memlükleri, 99, 130, 137. Mazon, A., 89» Michail (Buğdan voyvodası), 246. Mc Govern, W, M., 6, 7. Michail (Mikhail) Feodoroviç, 221, 392, Mehmed Ağa, 260. 398. Mehmed 11, Fatih, Sultan, 137, 138, 212, Mihayla Feodoroviç, 399, 402. Mehmedgerey Han I, 229, 230, 231, 234, Mikhail, 158. 244, 276, 309, 381. Mikulinskiy, 185, 186. Mehmedgerey II, 249. Minusinsk bölgesi, 3. Mehmedgerey III, 309. Mirza Küçük Ali, 175. Mehmedgerey VI, 309. Mirza Kâzım Bik, 431. Mehmed Han (Sultan), 423, Mişer(ler), 65, 158. Mehmed Paşa (Or beyi), 423. Mitrofan, 333. Mekerce, 117, 174. Miyuş (Miyus), 263. Mekke-i Mükerreme, 257. Moğol büyükleri, 148. Melik Tahir, 161, 164. Moğol fütuhatı, 119. Melikü’n-Nâsır (Mısır sultanı), 137. Moğol generalleri, 121. Melıoranskiy, 141. Moğol hanlan, 148, 150, 151. MemaJik-i Osznaniyye, 437. Moğol İmparatorluğu, 147. Memleketi T atar-i Bulgar, 153. Moğolistan, 1, 120. Memleket-i Tatar-i Kazan, 153. Meznliik Devleti, 99. Moğol istilâsı, 28, 68, 73, 99,101, 107, 113, Memlükler, 99, 132. 122, 123, 125, 147, 150, 153, 191, 295, Memliik Sultanları, 99. 298, 300. Menander, 28. Moğol kabileleri, 120. Mengligerey Han I, 142, 143, 144, 145, Moğol Kağanlığı, 124. 146, 162, 166, 168, 169, 171, 211, Moğol kavmi, 70. 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, Moğol kıtalan, 121. 220, 221, 222, 223, 224, 229, 230, 244, Moğol kızlan, 148. 257, 261, 275, 301, 302, 308, 309. Moğol kumandanları, 92, 94. Mengligerey II, 310. Moğol kuvvetleri, 92. 496 IV-XVU. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Moğol(lar), 1, 17, 23, 70, 76, 91, 93, 94, 95, Moskova, 2, 8, 9, 27, 34, 75, 88, 119, 122, 96, 97, 99, 103, 120, 124, 128, 132, 143, 126, 127, 130, 131, 140, 141, 142, 143, 149, 150, 153, 300, 335, 337, 338. 144, 145, 146, 147, 148, 150, 151, 157, Moğol mirza, 149. 158, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, Moğol-Tatar hâkimiyeti, 147, 149, 150. 167, 168, 170, 171, 172, 173, 174, 175, Moğol-Tatar Hanları, 149. 176, 177, 178, 179, 180, 182, 183, 184, Moğol-Tatar idaresi, 122. 185, 186, 187, 188, 190, 196, 197, 199, Moğol-Tatar istilâsı, 117, 152. 200, 201, 202, 203, 219, 220, 221, 222, 229, 230, 231, 234, 236, 237, 239, 240, Moğol-Tatar(lar), 90, 94, 96, 97, 99, 117, 241, 242, 246, 250, 251, 254, 276, 277, 120, 121, 122, 128, 149, 150, 151, 191, 278, 283, 284, 285, 301, 302, 332, 375, 211. 379. Moğol-Tatar müesseseleri, 151. Moskova büyük knezi, 171, 176. Moğol-Tatar ordusu, 117. Moskova çarlan, 179, 183, 185, 200, 237, Moğol-Tatar sistemi, 149. 240, 250, 301. Moğol-Tatar tesiri, 149, 150. Moğol teşkilâtı, 150. Moskova çarlığı, 239. Moğol Tümeni, 93. Moskova devleti, 149. Moğol-Türk, 298. Moskova hükümeti, 169, 178, 180, 183, Moğol-Türk devlet teşkilâtı, 149. 185, 186, 198. Moğol-Türk hâkimiyeti, 147. Moskova knezleri, 131, 142, 143, 144, 146, Moğol-Türk istilâsı, 119, 122. 147, 148, 149, 150, 151, 157, 158, 160, Moğol-Türk kağanlığı, 119, 120, 128. 161, 166, 169, 172, 174, 177, 210, 213, Moğol-Türk kıtaları, 149. 218, 219, 220, 222, 229, 231, 237, 243, Moğol-Türk kuvvetleri, 120, 121, 122, 125. 246, 251, 279, 299, 302. Moğol-Türkler, 123. Moskova knezliği, 132, 137, 141, 145, 146, Moğol-Türk ordusu, 120, 121. 148, 149, 150, 157, 159, 161. Moğol-Türk zümresi, 124. Moskova knezleri, 147, 148. Moğol unsuru, 128, 132. Moskova kuvvetleri, 161. Moğol ve Türk uruğları, 120. Moskova ordusu, 157. Moğol zümresi, 128. Moskova-Rus, 250, 251, 282, 285. Moisey Khoren, 108. Moskova-Rus kuvvetleri, 168. Mokşı, 111, 113, 136, 153, 156, 191. Moskova Rusyası, 98, 138, 140, 142, 144, Molan, 383. 146, 155, 160, 162, 168, 179, 180, 187, Molivainov, 148. 190, 191, 192, 198, 199, 212, 213, 219, Mongoloid, 226. 225, 231, 233, 234, 246, 250, 251, 255, Mora, 261. 276, 277, 278, 293, 295, 303, 304. Moravcsik, G., 20, 24, 44. Moskova tahtı, 160. Mondia, bak. Mordva. Moskova-Üçüncü Roma, 151. Mordva (Mordia), 111, 113, 153, 191, 325. Mosku, bak. Moskof. Moskof çan, 406. Moskular, bak. Moekoflar. Moskof(lar) (Mosku), 182, 183, 189, 199, Mstislav, Kiyef knezi, 39, 94, 95, 332, 333. 223, 237, 238, 267, 368, 369, 371, 383, Mstıslavskiv, 164. 384, 412, 423, 435. Mudriy, 52, 53. Moskof-Rus(lar), 141, 182, 283. Muhammed Han (Küçük), 145, 155, 158, Moskof tahakkümü, 200. 159. İNDEKS 497

    Muhammed, 306, 338, 351, 356, 358. Müslüman-Türk, 263, 284, 298. Muhammed Aziz Han, 356. Müteferrika, Ak Mehmed Ağa, 427. Muhammed b. Süleyman, 317. Muhammed Balak, 307. N Muhammed Emir, 308. Muhammed Emin Han, 161, 162, 163, Nahravan, 317. 164, 165, 166, 167, 168, 169, 175, 195.Nahşuvanî, 379. Nakşibendî, 194. Muhammed Gerey Han, 171,172, 173, 399, Napoleon, 88. 400, 402. Muhammed Han (Altın-Ordu Ham), 261. Narbekov, 8. Muhammed Özbek Han, 344, 346. Narık (Bik, Mirza), 181, 186, 187. Nankşin, 148. Muhammed Seyyid, 370. Muhammed Yadigâr, 308. Nasır Hüsrev, 73. Narva, 258. Muhammed Yâr (şair Mahmud oğlu), 195. Mahşı, 133. Neançı, 57. Mukaddes Lig, 255. Nedat nehri, 22. Neleva, 383. Muktedir Billah, Cafer, 115. Nemeth, G., 1, 20. Muktedir, 317. Normanlar, 126. Muncuk, 20. Nemçe, 261. Murad II, 137, 349. Murad III, 244, 245, 382, 383. Nemçe Çaşan, 220, 263. Muradgerey, 254. Muravskiy Şlyakh, 253. Nemçe çasarlığı, 255. Nemçeliler, 257. Murçali, 370. Neron, 16. Murom şehri, 157, 177, 331. Nevruz, 307. Murtaza, 308. Newyork, 30. Musa, 165, 323, 358. Neyatin, 78. Musa Mirza, 243. Nezir el-Harezmî, 317, 319. Musevilik, 36. Niebuhr, Ed. B. G., 28. Musin-Puşkin, 88. Niş, 256, 257. Mustafa II (Sultan), 410. Nişabur, 318. Mustafa Ağa, el-Hac, 264. Niyassa, 318. Mustafa Paşa (Merzifonlu), 250, 254. Nizamî, Şair, 71. Muyiş (suyu), 425, 426, 427. Nizniy-Novgorod, 117, 148, 155, 157, 158, Mübarekgerey Sultan, 401, 402. 161, 167, 171, 174, 176, 177, 180, 198, Mümin Bik Tabib, 306. 254. München, 14. Nogay(lı-lar), 129, 130, 140, 172, 174, 176, Münnich (Rus generali), 261, 262, 431, 178, 179, 182, 183, 186, 187, 188, 189, 435. 199, 226, 227, 229, 231, 232, 233, 234, Murtaza, 144. 239, 242, 243, 244, 245, 247, 248, 265, Murteza Han, 276, 277. 266, 268, 273, 274, 275, 276, 277, 278, Müslüman(lar, lık), 35, 36, 39,42, 86, 104, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 286, 105, 115, 116, 118, 128, 130, 135, 152, 287, 288, 289, 292, 377, 378, 398, 402, 153, 156, 177, 190* 191, 194, 200, 202, 437. 224, 264, 296, 338, 339, 342, 372, 377, Nogay, Emir, 129. 440. Nogay Bey, 187.

    F. 32 498 IV-XVII. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Nogay Han(hğı), 120, 141, 159, 162, 164, Oğuz-Türkmen, 100. 165, 175, 176. Oğuz Zümresi, 66. Nogay kuvvetleri, 162, 167. Oka (nehri), 8, 9, 66, 74, 116, 122, 142, Nogay-Mangıt, 281. 157, 158, 171, 199, 253, 254, 294, 298, Nogay Mirzaları, 265. 381, 383, 385. Nogay Tatarları, 288, 377. Otar, Nogay Ulusu, 176, 178, 225. Okunun, 28. Nogay uruğlan, 144. Oladlar, 235. Nogay ülkesi, 198. Olakçın, 342. Nasonov, A. N., 126, 147. Olaş, 113. Novgorod, 40, 41, 53, 121, 159, 161. Oleg, 41, 49, 54, 80, 81, 331. Novgorod-Severesk, 78, 85, 87, 254. Oleşye, 94. Nukrat, 190, 192. Olga, 49, 50. Numaneddin el-Harezmî, 134. Olugan Karatepesi, 426. Nur Ali Mirza, 370. Onogur, 27, 109. Nur Ali Şirin Bey, 183. Onogur zümreleri, 109. Nur Devlet (Han), 211, 212, 216, 217, Onuza, 331. 218, 308. Or, 401. Nureddin (Azametgerey Sultan), 210, 217, Or ağzı399. 229, 231, 243, 251, 401, 402, 404, 413. Orak Mirza, 403. Nureddin Sultanlar, 227. Or beyi (Mehmed Paşa), 260. Nur Sultan, 159, 160, 161, 162, 166, 168, Orda, 123, 125, 133, 148 169. Ordua Hatun, 347. Nur Sultan Hatun, 162. Ordu-Bazar, 133. Nur-i Sudur, 195. Ordu-Cedid, 133. Ordu Melik, 307. 0 Oreşel, 178. Organa, 110. Obez’yaninov, 148. Orhan, 110. Obi nehri, 2. Orhan Gazi, 131. Obinyakov, 148. Orhon (Orhun-nehri, 5, 120, 124. Obolenskiy, 184. Orhon-yayık, 121. Obrı, 27. Orhun Bengütaşı, 35. OVyedov, 148. Orinimn, 333. Odesa, 8. Orinkin, 148. Odovakar, 21. Or kalesi 266. 437. Ogarev, 148. Or kapısı, 225, 233, 234, 245, 249, 253, Ognisov, 148. 256, 263. Oğiş, 165. Orta Asya, 1, 6, 7, 8, 15, 24, 25, 71, 74, Oğlan Alpal, 174. 90, 108, 109, 112, 292. Oğuz boylan, 65. Oğuz Han, 327. Orta Avrupa, 19, 20, 28, 47, 74, 133, 252. Oğuz(lar), 34, 42, 43, 44, 45, 52, 65, 99, Orta Dnepr, 7, 9, 10, 32, 40, 41, 66. 324. Orta Don, 8, 34. Oğuzlar yurdu, 318. Orta îdil, 18, 31, 45, 66, 72, 74, 96, 97, Oğuz-Tork, 65. 108, 109, 112, 292. İNDEKS 4 9 9

    110, 111, 112, 113, 114, 118, 121, 123, Osmanlı Türkleri, 223, 225, 226, 271, 283. 139, 152, 153, 154 155, 156, 159, 190, Osmanlı ülkesi, 172, 271, 280. 191, 192, 193, 194, 198, 284, 293. Osoluk, 81, 102. Orta Tuna Boyu, 20. Ossetin(ler), 16, 17. Orta ve Aşağı Dnepr, 47. Ostafiyev, 148. Orta ve Aşağı Ren, 15. Ostrogot Devleti, 25. Orta ve Güney Ural, 6. Ostrogot(lar), 8, 14, 18, 21. Orta ve Kuzey Rusya, 8. Ostyak(lar), 46. Ortodoks(lar-luk), 35, 100, 105, 148, 213, Otrar, 139, 140. 249. Otrok, 74, 83. Osman, 322, 399, 402, 403. Otto, IV, 85. Osman, Hz., 38. Owsi, 17. Osman Ağa, 266. Oxford, 20. Osman Bik, 399, 400. Osmanlı Devleti, 137, 139, 146, 171, 172, Ö 173, 199, 210, 216, 217, 218, 219, 220, ölerlik, 96. 221, 223, 224, 225, 227, 235, 236, 237, Ömer, Hz., 376. 246, 247, 248, 249, 250, 255, 256, 257, el-ömerî, 70. 258, 259, 260, 261, 263, 266, 267, 268, önasya, 120. 269, 272, 277, 278, 279, 283, 285, 286, 301, 302, 303. 305, 405. ötemişgerey (Han), 179, 180, 183, 184, 30S7 Osmanlı Donanması, 215. ötiiken, 5, 109. Osmanlı himayesi, 172. Özbek, 257, 307. Osmanlı hükümeti, 245. Özbek Han, 130, 131, 132, 133, 134, 135, Osmanlı İmparatorluğu, 151, 195, 199, 148, 257, 343, 346, 349. 414. Özbek Hanlan, 257. Oamanh(lar), 99, 132, 13.7, 216, 217, 220, özü (Ozu) (Dnepr), 8, 10, 12, 18, 32, 42, 221, 224, 225, 226, 227, 232, 233, 236, 50, 59, 73, 74, 84, 102, 109, 125, 135, 238, 239, 244, 245, 247, 248, 249, 250, 248, 249, 255, 259, 263, 287, 303, 353, 254, 256, 260, 263, 264, 266, 267, 286, 390, 391, 406, 407, 412, 424, 427. 287, 288, 289, 302, 440. özü Kazağı, 399. Osmanlı nüfusu, 171. özü Kazaklan, 243, 249, 400, 401. Osmanlı ordusu, 257, 261, 268. özü kalesi, 264, 268, 401, 413, 440. Osmanlı Padişahları, 97, 145, 146, 172, özü (Heyhat) sahrası, 264. 173, 215, 216, 217, 220, 224, 227, 233, 235, 246, 248, 250, 257, 271, 279, 283, P 284, 285, 286. Osmanlı Paşaları, 220? Paletskiy, 185. Osmanlı-Rus harbi, 268. Pomak Ağa, el-Hac, 426. Osmanlı-Rus münasebetleri, 200. Panin, General, 286. Osmanlı sınırlan, 145. Pankratovay, 127. Osmanlı Sultanlan, 137, 406. Pannonya, 18, 22, 28, 29, 46. Osmanh-Türk, 238, 239, 263, 287, 302. Papa, 339. Osmanlı-Türk kalesi, 199. Paris, 9, 11, 12, 24, 89. Osmanlı-Türk kuvvetleri, 254. Pasarofça Banşı, 261. 500 1V-XVII. YÜZYILDA 1ÜRK. KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Pauiov, 148. Pleşçeev, 220, 221. Pazarık, 3. Pletneva, S. A., 44, 103. Peçenek akınlan, 48. Podolskiy, 148. Peçenek ana kitlesi, 53. Podolya, 254. Peçenek başbuğları, 56, 57, 59, 60. Polaç, 70. Peçenek Câmiası, 47, 53, 57. Polat Timur, 118, 306, 307. Peçenek-Bizans, 60, 62. Poles, 9. Peçenek Camiası, 47, 53, 57. Poliyanov, 148. Peçenek(ler), 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, Polkovnik îvan tvanoviç Tavaşev, 423. 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, Polonya, 47, 146. 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 72, 73, Polovıy, 70. 74, 75, 76, 77, 79, 82, 83, 93, 98, 101, Polovtsı(lar), 68, 70, 73, 77. 102, 103, 104, 105, 106, 107, 293, 294, Polski Korol, 401. 295, 296, 324, 325. Poltava, 259. Peçenek-Rus, 47, 48, 51. Polyan, 32. Peçenek uruğları, 45, 55, 56, 57, 59. Poppe, N., 14. Peçenek zümresi, 63, 64. Porovat, 148. Peçersk, 329. Portoşov, 260, 423, 424. Peisker, J., 9. Poşegin, 148. Pekin, 124. Potemkin, 271. Pelliot, P., 69, 71. Potkala, 407. Peloponnes, 19. Potkallı Kazaklar, 248, 264. Perekop Tatarları, 377. Pretiç, 50. Perennşl, 81. Preyaslavl knezliği, 67, 77, 78, 85. Peresvetov, 179. Prilut, 78. Perevoloka, 238. Pripet, 7, 9, 10, Pereyaslavl, 49, 52, 76, 77, 78, 79, 81, 83, Priskus, 25. 84, 86, 88, 293, 334. Prkov, 178. Prokundin, 148. Pereyaslavl anlaşması, 250. Pron, 331. Peşkov, 148. Pro-perm dili, 111. Peter, Olsyadukoviç, 332. Proto-Bulgar, 108. Petersburg (St.)., 4, 24, 131, 136, 155, 158, Proto-Türk, 4. 198, 270, 286, 287. Prusya, 122, 267, 389, 399. Petervardein, 261. Prut, 18. Peter Yslyadokoviç, 333. Prut Barışı, 259. Petrarca, 100. Petr Doroşenko, 250. Prut Seferi, 258, 259. Petro I, (Çar, deli büyük), 231, 255, 256, Pseudo, 24. 257, 258, 259, 260, 261, 285. Pskov, 85. Petrona Kamateros, 33. Psuv (Ivan), 399, 400. Petrov-Solovogs, 148. Ptolemeus,. 12. Peygamber Ali, 344. Pulat Bik, 181, 370. Pilfiyemov, 148. Plano Karpini, 103. Pulat Bik oğlu, 187. Plemyannikov, 188. Puşkin, 262. İNDEKS 501

    R Rum vilâyeti, 352. Rurik sülâlesi, 121, 125. RadiJov, 148. Rurik, 40, 91. Radimiç, 32. Rua ahalisi, 136, 150, 151. Radloff, 1. Rus beyleri, 158. Radonu;!, 406. Rus beylikleri, 158. Rahman kulu, 200, 375, 377. Rus boylan, 142, 148, 201. Ramsted, 1. Rus çarı (çarlan), 127, 242, 281, 302. Rasony Nagy, L., 68. Rus devleti, 40, 41, 54, 149. Rast, 175. Rus emperyalizmi, 199. Ratayev, 148. Rus eşkıyalan, 154. Recan, 133. Rus fütuhatı, 200. Ren nehri, 13, 15, 21. Rus hâkimiyeti, 171. Rey, 318. Rus hezimeti, 155, 171. Rey Huvaun, 318. Rus hükümeti, 287. Rha, 112. Rus idaresi, 200. Riga, 133. Rus istilâsı, 159, 201. Rimskiy-Korsarov, 148. Rus kazakları, 248, 283, 305. Ripuar Frankları, 21. Rus kıtaları, 183. Ripuar Frankları, 21. Rus kızlan, 148. Rize, 249. Rus kiliseleri, 50, 127. Rodos, 217, 232, 236, 244, 245, 271, 272. Rus knezleri, 48, 52, 58, 64, 66, 67, 68, 71, Roksolan (Roks-alan), 7. 74, 75, 76, 77, 78, 80, 81, 82, 83, 84, Roma, 14, 15, 47, 292. 85, 86, 88, 89, 90, 91, 93, 94, 96, 98, Romadonovski, 406. 105, 121, 122, 127, 132, 135, 136, 141, Roma imparatorluğu, 14,15,16,17, 21, 25. 147, 148, 158, 160, 184, 294. Romalılar, 19, 20. Rua knezlikleri, 41, 67, 73, 74, 75, 76, 78, Roman (knez), 78. 79, 86, 88, 90,. 91, 93, 125, 126, 127, Roman Igoreviç, 332. 131, 147, 158, 293. Roman Lecapenus, 61. Romanoflar, 127, 221- Rus korsanlan, 198. Romanya, 71. Rus-Kuman(lar), 92, 94, 117. Ros nehri, 294. Rus kuvvetleri, 98, 157, 160, 161, 163, 164, Rostilav, 327, 328. 168, 173, 187, 189. Rostopçin, 148. Rus(lar), 4, 17, 26, 27, 33, 40, 41, 42, 43, Rostov, 122, 334. 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, Rostovtsev, 78, 85. 57, 62, 65, 66, 67, 68, 70, 73, 74, 7S, Rostowcev (rostovtzeff), 6, 7. 76, 77,- 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, Roxelana, 230. 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, Rtişçev, 148. 98, 100, 103, 105, 107, 112, 114, 116, Rua (rugila), 20. 117, 122, 123, 126, 127, 129, 134, 317, Rumeli, 132, 225. 142, 143, 147, 148, 150, 151, 153, 157, Rumeli Türkleri, 226. 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, Rum knezleri, 135. 166, 167, 168, 169, 170, 172, 173, 174, Rum(lar), 58, 90, 100, 134, 172, 224, 228, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 262, 264. 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 502 IV-XVII. YÜZYILDA TÜBK KAVİMLEBİ VE DEVLETLERİ

    191, 193, 195, 197, 198, 199, 201, 202, S 220, 221, 222, 229, 231, 237, 238, 239, Saadetgerey Han 1, 172, 173, 231, 232, 244, 240, 242, 243, 246, 248, 250, 251, 252, 309. 253, 254, 255, 256, 259, 260, 261, 262, Saadetgerey II, 309. 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, Saadetgerey III, 309. 271, 272, 273, 276, 277, 278, 279, 280, Şabir(ler), 2.4, 27, 30, 111, 113, 1Ş2. 281, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 289, Sahran, 133. 293, 294, 295, 296, 298, 299, 303, 304, Saburov, 149. 305, 317, 325, 327, 328, 331, 338, 361, Sadır, 165. 370, 389, 405, 422, 428, 440. Sadreddin el-Lekezî, 134. Rusların steple mücadeleleri, 47, 73, 75. Safagerey Han, 173, 174, 175, 176, 177, Rus milletleri, 202. 178, 179, 180, 184, 234, 281, 308, 309, Rus nehir donanması, 198. 369. Rus nehri, 199. Safonov, 149. Rus ordusu, 155, 163, 168, 172, 173, 179, Sahibgerey Han, 132, 168, 169, 170, 171, 180, 187. 172, 173, 174, 177, 195, 196, 230, 232, Rus Partisi, 163. 233, 234, 235, 236, 245, 277, 308, 309, Rus seferi, 86, 167, 177. 310, 356, 358. Rus-Slav knezliği, 40. Sahte Avarlar, 24, 25, Rus-slavlar, 34, 40, 42, 298. Said, 306. Rus şehri, 122, 158, 159. Saidü'l-Harşi, 39. Rusteh, 17. Sakalar, 7, 108, 292. Rus-Türk savaşı, 286. Sakal, 77, 102. Rus ulusları, 136. Sakalıbe, 317, 318. Rus-Vaıegler, 61, 298. Sakakatay, 58, 325. Rus vekâyinâmeleri, 40, 71, 73, 75, 76, 86, Sakov, 82. 88, 92, 96, 101, 103. Sakov Barışı, 82. Rusya, 43, 47, 49, 51, 64, 66, 67, 85, 96, Saksın, 31. 98, 117, 121, 124, 129, 133, 137, 140, Sal, 26. 142, 143, 146, 147, 150, 162, 164, 165, Sal ırmakları, 87. 167, 168, 186, 187, 191,. 193, .198, 199, Salarak, 211, 236, 261. 200, 220, 222, 240, 242, 250, 251, 252, Salih Ağa, 266. 253, 255, 258, 259, 260, 261, 266, 267, Salmakatay, 58. 268, 269, 271, 272, 273, 278, 282, 284, Salra, 263. 287, 288, 293, 299, 301, 414, 440. Saman, 65, 113, 260, 283, 284, 428. Rusya çarlığı, 440. Sambata, 33, 41. Rusya devleti, 440. San nehri, 81. Rus yurdu, 48, 49, 52, 73, 77, 80, 93, 95, Santuz, 101. 98, 121, 122, 125, 126, 132, 147, 148, Saray (şehir), 116, 117, 124, 126, 127, 131, 152, 156, 162. 133, 134, 135, 137, 140, 142, 153, 154, Rüstem, 370. 156, 193, 231, 274, 275, 299, 343. Rüstem Paşa, Sadnazam, 235, 236, 246, Saray Berke, 129, 130, 133, 134, 135, 140. 247. Saray-Cedid, 133. Ryazan, 65, 74, 122, 254, 331. Saraycık, 133, 141, 178, 282, 343. Ryazan (nehri), 253. Saray Han, 127. İNDEKS 503

    Saray ham, 118, 164, 165. Seyid Ahmed Han I, 163, 209, 210, 358. Saray İli, 155. Seyid Ahmed II, 308. San-Batır, 189. Seyyid Burhan, 177, 178. Sarı Han, 79. Seyyid b. Abdülhamid, 347. Sarkel Tamatarhan, 296. Seyid Kul Şerif Molla, 183, 187. Sarkel kalesi, 33, 34, 43, 56. Seyid Şah Hüseyin, 168. Sannat(lar), 7, 15, 16, 20. Sığnak-cedid, 133. Sartak, 306, 339, 341, 342. Sırçan, 102. Saru Beg, 345. Sır Derya, 6, 42, 44, 92, 96, 281. Sasaniler, 26, 32, 112. Sırplar, 129. Satılık tatar, 170. Sibir, 43, 56, 111, 127, 128, 165, 166, 172, Sayan Dağlan, 294. 175, 253. Sayın Han, 125. Sibir Bey, 185, 187. Sâve, 318. Sibir Han, 164, 168. Savuk, 101. Sibir hanı, 275. SchlüsseLburg, 178. Sibir Hanlığı, 165. Seeck, O., 11. Sibir Tatarları, 199. Selâmetgerey I, 262, 309. Sibir-Tura Han, 143, 144. Selâmetgerey II, 310, 430. Sibirya, 2, 4, 109, 193. Selçuklular, 90, 107. Sicivut, 211. Selim I, Yavuz Sultan, 223, 306. Silezya, 15, 123. Selim II, 200, 239, 379. Silistre, 57, 73. Selim III, 238, 272. Simbirsk, 110. Selimgerey Han I, 227, 255, 256, 257, 272, Simbri, 284. 309, 407, 410, 412. Simeon, 60. Selimgerey II, 210. Simnan, 318. Selivanov, 149. Simski, 149. Selivertsov* 149. Simokatta, 24, 25. Se-ma-T’an, 4. Sinop, 131, 249, 344. Se-ma-T’ sieu, 4. Sit, 334. Semender, 31, 36, 296. Siti, 332. Semenev, P. P., 198. Sivayuş Paşa, 409. Semerkand, 194, 195, 257. Siyen-pi, 12. Serahs, 318. Skandinavya, 126. Serasenler, 338. Skazanıya Knyazyazya (Andreya) Serçe sırtlan, 240, 241. Kurbekago, 188. Serebryannıy, 184. Skirler, 21. Seret nehri, 256. Slav boylan, 40. Serpuçhov, 254. Slav havarisi, 35. Setomli, 53. Slav kavmi, 14. Severyanlar, 32. Slav(lar), 4, 7, 9, 10, 11, 20, 21, 22, 27, Sevinç, 102. 29, 32, 40, 47, 112, 295, 325. Sevsen er-Rassî, 317, 320. Slav-Rus devleti, 293. Şeydi Ali Reis, 285. Slav-Rus hususiyetleri, 149. Seyid Ata, 181, 370. Slav-Türk, 10. 504 rv-xvn. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLERİ VE DEVLETLERİ

    Slav unsurları, 22, 47. Suğnak, 228. Slav urüğlan, 40. Su Han, 161. Slav zümreleri, 47. Suk-Tak, 13, 14. Slovna, 383. Şukur, 102. Slovo opoltu igoreve, 88, 89. Sulga, 56. Smileç, 129. Sultak, 216. Smolensk, 85. Sultan Kulu Mehmed (Özbek, Semerkand Sofya (Prenses), 109, 255. Hanı), 257. Soğdaiana, 13. Sura ırmağı, 66, 74, 113, 121, 122, 153, Soğdlar, 90. 156, 172, 187. Sokullu Mehmed Paşa, 238, 242. Solhad, 223, 261. Sura-Oka, 53, 65. Solov’ ey Kljuçevskij, 126. Suriye, 30, 99, 108, 134, 346. Solovyev, S. M., 143, 172, 405. Surikov, 385. Somonov, 149. Surukulbay (Surukülbey), 56, 325. Sorokumov, 149. Sutin, 149. Sosia, 149. Suvar, 30. Sovin, 149. Suvar şehri, 113, 152, 154. Sovyet(ler), 2, 3, 4, 9, 34, 183, 200. Suvorov, 272, 287, 289. Sovyetler birliği, 2, 38, 141. Suzdal, 122, 157, 330, 334. Sovyet-Rus, 200. Suzdal bölgesi, 85. Sovyet-Rus tarihçileri, 127. Suzdal-Rostov, 66, 68. Sovyet Rusya, 9, 34. Suzdal Rusyası, 65, 121, 295. Spuler, B., 119, 130, 136, 141. Sücüklü, 404. Srask, 21. Sfilej, 403. S talin, 2, 200, 262. Süleyman, 423. Starodub, 78. Süleyman b. Rebiatü’l-Bahili, 39. Stayka, 406. Süleyman, Kanuni, 172, 182, 230, 233, Stefan Andreeviç Klüçev, 423. 235, 245. Stepan Tarbeev, 399, 400. Süleyman Sultan II, 407. Stephan Galoviç, 260. Süleyman Şah, Murad, 381. Stockholm, 246. Sümer, Faruk, 65. Strovganuvlar, 149. Süteni, 82. St. Sophia kilisesi, 53. Süyümbike Hatun, 176, 179, 181, 183, Studgrad, 11. 184, 185, 189, 281. Stugna, 52. Stula, 52. Süyümbike Minaresi, 194. Suba, 104, 115. Sverşkov, 149. Subutay Batur, 92, 94, 95, 121. Svişov, 149. Sudak, 89, 100, 102. Sviyaga, 173. Suebler, 21. Sviyazska, 183. Sugor şehri, 102. Svyato9İav, 42, 43, 49, 50, 51, 52, 57, 77, Sugrov, 91, 102. 86, 87, 91. Suğdak (Sudak), 89, 90, 217, 220, 223, Svyatoslaviç, 81. 224, 253, 302, 346. Svyatoslav Vsevolodoviç, 86, 332, 334. İNDEKS 505

    ş Şirvanşah, 71. Şişmatov, 149. Şadibek, 141, 307. Şunak Mirza, 188. Şah Abbas, 247. Şuşma, 112, 113, 190, 284. Şah Ali, 169, 170, 172, 173, 175, 176, 177, 178, 180, 181, 183, 185, 308. Şah Ali Han, 178, 180, 185, 187, 188, 189, T 196, 277. Tabib h. Ahmed, 306. Şahbaz gerey, 310. Tacikler, 193. Şah-Bulat, 176. Tagar Kültürü, 3. Şahin Bey, 232. T ahir b. Ali, 318. Şahingerey Han, 268, 269, 270, 271, 310, Taht-Algan, 241. Şalon, 22. Taht İli, 142, 144, 145, 146, 154, 155, 156, Şam, 116. 209, 212, 213, 215, 237, 251, 274, 275, Şamaha, 133. 301. Şaman(hk), 104, 105, 115, 133, 153. Tai, 13. Şamhal, 238. Takva knez, 329. Şansi, 13. Talaş, 6, 12, 13, 24, 44, 55, 69, 72, 294. Şark Meselesi, 273. Talas-Sirderya, 5. Şarkî Roma, 18. Talmat, 55, 56, 324. Şaruhan, 79, 83, 91, 102. Talnsm, 149. Şayka, 42. Taman, 31, 100, 210, 215, 217, 440, 441. Şehabeddin Mercanı, 153. Tamatarhan, 31, 42, 43. Şehidullah, 323. Tamozniya, 126. Şelkey Yaltavaı (îltabar), 115, 306, 317. Tanâid (Don). 338. Şemailov, 148. Tanais, 34, 102. Şerefeddin Musa, Fakih, 345. Tanca, 131. Şerefeddin Yezdî, 140. Tang sülâlesi, 71. Şeremetyev, 406. Tanrı Dağlan, 5, 21, 108. Şerifi, şair, 182. Taptukov, 149. Şeyban, 165. Taragay, 138. Şeydakov, 149. Tarak damga, 229. Şeydek Mirza, 243. Tarhan, 136, 196, 356. Şeyh Ahmed, 144, 145, 222, 308, 358. Tarhanlar, 136. Şeyh Ahmed Han, 277. Tarhanlık, *27, 136, 196, 229. Şeyh Ali, 170. Tarhanlık yarlığı, 136. Şeyh Evliyar, 169. Tarihî Bik, 370. Şeyh Haydar, 277. Tarihü’I-Kâmil, 17. Şeyh Numaneddin, 134. Tarsuk, 102. Şeygüler, 12, 20. Tag geçidi, 427. Şınn, 211, 212, 213, 216, 281, 282, 402, 404. Taşkent, 377. Şirin Mirzaları (beyleri), 226, 227, 267, 268. Tatar boyunduruğu, 127, 299. Şihanî Han, 95. Tatar-Çağatay, 226. Şi-ki, 4. Tatar hâkimiyeti, 126, 127, 143. Şirin, 196. Tatar Hanlan, 226. Şirvan, 39, 84, 244. Tataristan, 108, 111, 195, 228, 297. 506 IV-XVII. YÜZYILDA TÜRK KAVİMLEBİ VE DEVLETLEHİ

    Tataıistan Tarüıi, 197. Teterev, 10. Tatar Kazaklan, 390, 391. Tetiş, 113. Tatar(lar), 23, 62, 71, 93, 94, 95, 96, 103, Tevaşev, 149. 119, 120, 121, 126, 127, 128, 134, 135, Tevkel, 174. 136, 147, 149, 150, 152, 153, 170, 188, Tevkil İbrahim Ağa, 260, 423. 190, 191, 192, 212, 224, 226, 227, 228, Tevrat, 38. 238, 240, 241, 242, 244, 249, 251, 252, Theodoıiy, 329. 253, 254, 256, 264, 266, 267, 268, 282, Theophil, 33. 288, 298 331 332, 333, 334, 335, 337, Theophylakt, 24, 25. 339, 340, 378, 390, 398, 404, 405, 409, Thompson, E. A., 20. 410, 413, 414, 435, 436, 439, 440. Tmay Ağa, 286. Tatarlaşma, 148. Tiesenhausen, 131. Tatar-MoğoIIar, 93. Tiflis, 39. Tatar oğlu Nogay, 129. Timiryazev, 149. Tatarskoyeıgo, 127, 299. Timuçin, 120. Tatar uruğu, 119. Timur (Timurleng), 130, 137, 138, 139, Tatar zümresi, 65, 128, 153. 140, 141, 159, 299, 300, 307, Tatişcev, 89. Timur Hoca, 307. Tatuş, 57, 73. Timurkapu, 435, 436. Tauromen, 93. Timur Kutluk Han, 132, 139, 140,141, 155, Tav, 113. 156, 307. Tavlı, 102. Timur, 118, 137, 138, 140, 145, 154. Tavşanlı, 362. Timürlek, 428. Tavnıçeskaya gııberniya (Tavrida eyaleti), Timurleng Nehri, 260. 270. Timur-Melık, 307. Tayyarzâde Ahmed Atâ Efendi, 272. Timur oğlu, 155. Taytuğla hatun, 347. Ting-ling, 109. Taz, 102. Tinibek, 307, 347. Tebriz, 132, 133, 138, 139. Tirek, 57. Teke, 283. Tissa, 46, 47. Tekine Beğ, 212. Tissa havzası, 20, 28. Tekin-Türk, 317. Togan, A. Z. V., 35, 45, 84, 101, 116, 183, Tele Boğa, 129, 307. 362. Telmaç, 55, 56, 341. Togay, 307. Temrük, 376. Toğrulca, 130. Ten nehri, 12, 102, 217, 223, 260, 327, Tokay Timur, 343. 376, 383, 384, 428. Tokta Han, 129, 130, 307. Tenakay Ağa, 427. Toktakya, 307. Ten-Idil kanalı, 200. Toktamışgerey, 309. Ten kazağı, 376. Toktamış Han, 118, 137, 138, 139, 140, Tepleyev, 149. 141, 154, 300, 307, 352. Terek boyu, 304. Tokı, 306. Terek nehri, 26, 30, 139, 237, 280. Tokul-Hoca, 138. Terke nehri, 129. Tolunbay, 130. Teryaev, 149. Tonuzlağı, 427. İNDEKS 5 0 7

    T’opa (Tabgaç veya Güney Wei), 13. Turakina, 124. T’opalar, 13. Turan, O., 84, 90. Torçesk, 67, 79, 327, 328. Turbeyev, 149, Torçin, 67. Turgenev, 149. Torkçıtsı, 67. Turla, 9, 27, 53, 84, 102, 125, 284. Torki(ler), 46, 52, 65, 66. Tuıunday, 102. Torkin, 67. Tümen Bey, 136. Torkflar), 65, 66, 67, 68, 73, 77, 79, 80, Tümen şehri, 136, 165. 82, 83, 103, 104, 106, 107, 293, 294. Türgeş, 44. Torkskoye, 67. Türüngiye, 85. Torzok, 334. Türingler, 21. Trabzon, 249. Türk ahalisi, 123, 153, 154, 156. Trakya, 29, 60, 63, 64. Türk Anayurdu, 1, 4. Transilvanya, 15, 19, 20, 21, 23, 109. Türk askeri, 114. Transilvanya-Macaristan, 73. Türk boylan, 7, 24. Trayan, İmparator, 14. Türk Destan Edebiyatı, 142. Tripol, 328. Türk Dilleri, 14, 100. Tripolye, 406. Türk Dünyası, 132. Triskin, 399, 401, 403. Türk Gelenekleri, 119. Trubez, 52. Türk Hanlığı, 164. Tryllos, 102. Türk Hun İmparatorluğu, 13. Tsavets, 135. Türk İlleri, 25, 44, 119, 150, 159, 305. Tsi-ki, 12. Türk İlleri Tarihi, 199. Türk-lslâm Ahalisi, 115, 136, 192, 193, Tsmlyanka, 33, 34. 199, 271. T3’ung-Ling, 13. Türk-lfllâm Devleti, 115, 138. Tabuy, 174, 175. Türk-lslâm Dünyası, 199. Tuda Mengü Han, 129, 306. Türk-lslâm hanlıkları, 164. Tuggeh, 398. Türkistan, 10, 15, 16, 30, 31, 43, 44, 92, Tugor Han, 79, 80, 81, 101. 114, 115, 117, 120, 127, 128, 133, 152, TngoTkan, 79. 159, 162, 172, 189, 193, 194, 195, 198, Tuğçişniy, 424. 199, 257, 273, 274, 280, 281, 283, 284, Tuhfe-ı Merdan, 195. 296, 298, 305, 377. Tuka Timur, 154. Türkistan-Harezm, 112. Tula şehri, 5, 187, 253, 254, 385. Türkistanlıları, 193. Tuluk T a m ir , 345. Türkistan şehirleri, 193, 194. Tuhıy ulusu, 124. Türkiye, 259, 260, 261, 266, 267, 269, 271, T ura an-Tüm en başı, 129. 272, 285, 289. Tuna Bulgar Devleti, 110. Türkiye ve İdil Boyu, 200. Tuna Bulgarları, 49, 111. Türk Kağanları, 55. Tuna, 1, 6, 7, 15, 18, 19, 22, 28, 46, 47, 48, Türk kavmi (kavimleri), 5, 10, 11, 31, 42, 49, 53, 54, 61, 63, 64, 66, 73, 74, 84, 44, 55, 57, 64, 65, 68, 69, 70, 71, 72, 109, 110, 243, 248, 273, 281, 285, 289, 74, 76, 102, 103, 104, 107, 108, 113, 291, 293, 294, 336, 376, 400, 409. 115, 127, 128, 141, 153, 191, 192, 284. Tungatay, 325. Türkler, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 10, 24, 25, 30, Turak, 57, 59. 35, 36, 38, 43, 56, 60, 65, 71, 72, 99, 503 IV-XVII. YÜZYILDA TÜBK. KAVİMLERİ VE DEVLETLBBİ

    103, 104, 107, 108, 110, 111, 112, 113, Ulu Muhammed Han, 118, 137, 154, 155, 115, 117, 119, 120, 128, 132, 133, 135, 156, 157, 158, 159, 160, 168, 169, 189, 138, 140, 150, 152, 153, 156, 189, 191, 197, 307, 308349. 200, 209, 214, 226, 228, 238, 250, 252, Uluğ Orda, 229. 253, 255, 256, 263, 273, 280, 283, 285, Uluğ Yurt, 229. 291, 292, 293, 294, 295, 296, 297, 300, Ulu Hatun, 135. 303, 304, 317, 327, 344, 345, 347, 422.Ulus, 122, 136. Türkleşme, 71, 111, 113, 123, 132, 153, 191. Urak, 166. Türkmen, 99. Ulyanovsk, 111, 284. Türk Millî gelenekleri, 179. Ural(lar), 1, 2, 6, 8, 33, 41, 42, 45, 46, 71, Türk Mitilojisi, 5. 110, 112, 113, 114, 156, 199, 284. Tüık-Moğol, 135, 210. Urak, 165, 166. Tüık-Moğol unsura, 133. Uralsk, 283. Türk Müslüman halkı, 154. Urus Han, 138. Türk Müslüman ili, 152. Urfa (Edessa), 17. Türk nehri, 199. Urga ırmağı, 142. Türk ordusu, 120. Ürem, 318. Türk Tarihi, 119, 120, 158, 159, 189. Uru (Üren), 318. Türk-Tatar hanlığı, 158. Urus, 399. Türk Tipi, 120. Urus ahfadı, 155. Türk ulusu, 159. Urus han, 307. Türk unsuru, 128, 152. Urusof, 149. Türk uruğlan, 24, 75, 110, 120, 121. Usun, 16, 108, Türk ülkesi, 1, 55, 98, 102, 120, 128, 142. Uslan, 274. Türk Yurdu, 72. Uşkuynikler, 154, 160, 198. Türk zümreleri, 71, 72, 75, 87, 98, 119. Utigur, 21, 23, 26, 109. Tver, 178, 334. Utigur bulgarlan, 110, 111, 112. Tyan-Şan, 5, 108. Uvarov, 149. Uygur, 132. Uslar, 34, 43, 45, 46, 52, 53, 56, 57, 58, U 63, 65, 66, 67, 68, 72, 73, 77, 79, 80, Uar, 25. 81, 91, 102, 103, 104, 106, 107, 324, Uç, 115. 325. Udmurtlar, 111, 113, 153, 191. Ufru, 17. Ü

    Ugor, fl. Ügedey, 124. Uğra nehri, 143, 275. Ügeiey ulusu, 124. Ujfally, Ch. E., 11. Ükek. 133. Ukrayna, 147, 230, 249, 250, 254, 259, Ürgenç, 131, 377. 291, 301, 304.

    Ulacı, 306. V Ulah, 353. Ulak, 327. Valens, 19. Uldin, 19. Valentin, 26. Ultin (Ugliç), 56, 325. Valevka, 399, 400, 401, 402. İNDEKS 509

    Valide Sultan, 135. Vladimirtsev, B. Ya., 119. Vambery, .1. Voin, 78. Vandallar, 15, 16, 25, Voina, 73. Varegler, 40, 112. Volga (İdil), 6, 8, 13, 14, 16, 30, 33, 112, Varkhonit, 25. 113, 122, 154, 161, 177, 179, 180, 191, Vasıley, 309. 198, 238, 239, 280, 281, 297, 298, 332, Vasiliev, A, A., 8. 333, 334. Vasili Juıakovski, 424. Volmya, 10, 81, 254. Vasiliy III, 171, 172, 173, 174, 176, 230, Vologda, 163, 164. 231, 234. Volok, 334. Vasiliy, 155, 157, 158. Volokolamek, 171. Vasılka KonBtautinoviç, 334, 335. Vorobyev, N., 190. Vasilkov, 406. Vorobyevı gor, 171, 240. Vasilük Konstanrinoviç, 332. Voronez, 331. Vasil’sursk, 172, Vostra, 52. Vatıg (Utka), 318. Votyak, 111. Vehbi Efendi, Sümbülzade, 271, 272, 441. Voyin, 399, 401, 403. Vekentev, 148. Vsevolod (knez), 73, 77, 78, 87, 332, 333. Veliaminov, 148, 155, 158, 385. Vsevolodiç Konstantinoviç, 332, 334. Velid, Halife, 39. Vyatiç(ler), 32, 85. Vened, 10. Vyatka nehri, 113, 114, 156, 160, 161,177, Venedik, 90, 100, 255, 261. 190, 191, 192, 198. Verdereskiv, 148. Vychod, 231. Verdi, 100. Vernadskiy, 147. W Ves, 111. Walamir, 21. Vetluga, 8, 191. Wales, 19. Vıdobiçi, 329. Wei-ju, 13. Vikingler, 40. \Vilhelm de Kubrıık. 336. Vislükhov, 148. Witovt, 139. Viso, 111. Wön-Çung, 13. Vistül, 7, 9. Vön-Naja, 13. Vişnivetski (Prens), 237. Vignevetski Dimitraşko, 249. y Viyana bozgunu, 255. Viyana seferi, 254. Ya, 107. Vizantiyskiy Vremennik, 90. Yadigâr Muhammed, 180, 186, 189, 277. Vizigotlar, 8, 18, 19, 22, 28, Yahşısaat Mirza, 243. Vizovka, 424. Yahudi(ler), 35, 36, 37, 36, 39, 42, 43, 90, Vladimir (Aziz), 41, 52, 65. 224. Vladimir (knez), 41, 49, 52, 71, 80, 82, 83, Yahudi kalesi, 211. 121, 122, 123, 327, 332, 333, 334, 335.Yahya, hekim, 210. Vladimir (şehir), 163, 332, 334. Yakm-Doğu, 124. Vladimir Konstantinoviç, 334. Yakov Lizçev, 424. Vladimir Monomach, 78, 79, 80, 84. Yakub, 157, 159, 358. 510 iv-xvn. YÜZYILDA TÜBK KAVİMLEAHİ VE DEVLETLEBİ

    Yakub b. Numan, 116. Yenisey, 2, 3, 5, 107. Yakubovskiy, 90, 119, 140, 141. Yemek, 69, 72. Yalkatay, 325. Yer, 115. Yalnız ağaç, 436. Yeremey, 332. Yaltavaı (Yıltabar), 306. Yesükey Batur, 120. Yamşçik, 150. Yezid, 39. Yanık kalesi, 246. Yıldırım Bâyezid, 137, 138, 139. Yamgurca (Yağmurca) Han, 277, 278, Yılkısutu, 263, 440, 279, 310. Yimek (Yemek), 294. Yapançı, 176. Yojuk, 383. Yapança beğ, 138. Yula, 55, 56, 57. Yarmolinskiy, A., 30. Yula uruğu, 56. Yaropolk, 49. Yunan-Grek, 7, 292. Yaroalav, 52, 53, 77, 148, 334. Yunan-Lâtin, 106. Yaroslav Mudny, 293. Yuri Daniiloviç, 131, 148. Yaroslav Vsevodoloviç, 332. Yuriy, 250. Yasef (Hazar kağanı), 37, 38, 296, Yuriy Igoreviç, 92, 105, 331. Yası, 17. Yuriy Ysevolodoviç, 332, 334, 335. Yuryev, 334. Yaş barışı, 267, 272. Yusuf, 368. Yaş muahadesi, 441. Yusuf Ağa, 427. Yaş Timur, 155. Yusuf Mirza, 176, 179, 186, 187, 243, 281, Yavdı Ertim uruğları, 56. 282. Yaviyev, 149. Yavluş, 176. Yusuf ve Ziileyha, 194. Y u b u p o v , 148, 149. Yay, 119, 107. Yuşkov, 149. Yayık, 2, 6, 12, 30, 31, 32, 33, 43, 45, 65, Yuvakatay, 58. 72, 73, 96, 130, 141, 281, 282, 283, Yuzefoviç, 58. 284, 294, 324. Yuzefoyiç, P., 441. Yayitsk, 283, 284. Yüeçiler, 10B. Yayitsk Kazaklan, 284. Yazıkabonı uruğu, 56. Z Yazıkapan, 325. Yazi, 324. Zafernâme-i Yilâyet-i Kazan, 182, 372. Yecüc Meoüc, 17. Zagoskin, 148. Yediç kuleler, 439. Zagraşkin, 148. Yedi San, 243, 248, 268, 281, 286, 439. Zaitsev-Birdiokin, 148. Yedi San Nogayları, 264, 265, 439. Zakirov, S., 130. Yedi Sene Harpleri, 267. Zapiski Moskov, 197. Yediç kul Tatarlan, 266. Zaporog Kazaklan, 249, 264, 265, 266, 406. Yedisu, 2. Zayançkovski, A., 30, 38. Yeni Kale, 259, 268, 440. Zıdanov, 148. Yeni Kazan, 155. Zemarchos, 25. Yeniköy, 249. Zenon, 109. Yenisei, 263. Zernov, 155, 158, 385. Yeni Saray, 129, 135. Zerov, 148. İ n d e k s 5 1 1

    Zey, 112, 113, 190, 284. Zıemyan, 333. Zeyn-Seyyid, 189. Zurana (Juravna), 254. Zeytin-oğuIIarı, 362. Züieyir, 306. Zıryan(lar), 111. Züye kalesi, 112, 113, 183, 185, 186, 187, Zichia, 63. 199. ZinoBİev Mikhayloviç, 332, Züye nebıi, 173, 183, 190. Ziyava Stalina, 12. Zvenigoıod, 166, 278. ZJatarskı, V. N"., 109. Zlovm, 148. Zigmut, 389, 390, 391. Zoros, 26. Zygmuat, 385, 389.