Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran TÜRK SİNEMASI

Prof. Dr. ÂLİM ŞERİF ONARAN

TÜRK SİNEMASI U KİTLE YAYINLARI © Prof. Dr. ÂLÎM ŞERİ FON ARAN & KİTLE YAYINLARI Birinci Basım : Mart 1995 İÇİNDEKİLER

TÜRK SİNEMASI (1980-1994)...... 9 ESKİ KUŞAK YÖNETMENLERİ...... 15 Atıf Yılmaz...... 15 Osman Fahir Seden...... 26 Memduh Ün...... 33 Orhan Elmas...... 40 Ertem Göreç...... 46 ORTA KUŞAK YÖNETMENLERİ...... 49 Yılma2 Güney...... 49 Zeki Ökten...... 55 Şerif Gören...... 57 HalidRefiğ...... 65 Süreyya D uru...... 72 Fevzi Tuna...... 75 Bilge Olgaç...... 78 Ertem Eğilmez...... 82 Erdoğan Tokatlı...... 88 ...... 92 ...... 95 Melih Gülgen...... 96 Ülkü Erakalın...... 98 Hulki Saner...... 99 Yılmaz D uru...... 101 Safa Önal ve Yücel Uçanoğlu...... 102 Mehmet Dinler ve Osman Nuri Ergün...... 104

5 Natuk Baytarı...... 106 Yılmaz ve Orhan Atadeniz...... 108 Aram Gülyüz...... 109 Remzi Jöntürk...... 110 Türker İnanoğlu...... 112 Ve Diğerleri...... 113 YENİ KUŞAK YÖNETMENLERİ...... 117 Ömer Kavur...... 117 Erden Kıral...... 126 Yavuz Özkan...... 134 Ali Habip Özgentûrk...... 143 Tunç O kan...... 149 Korhan Yurtsever...... 152 Tunç Başaran...... 152 İrfan Tözüm...... 156 Şahin Kaygun...... 162 Yavuz Tuıgul...... 163 Başar Sabuncu...... 166 Sinan Çetin...... 171 Zülfü Livaneli...... 175 Muammer özer...... 177 Orhan Oğuz...... 179 Temel G ürsu...... 182 Ümit Efekan...... 184 Şahin Gök...... 186 Yaşar Seriner...... 188 Kaya Ererez, Yavuz Figenli, Aykut Düz ve Ümit Elçi...... 190 Fikret Uçak. Eser Zorlu, Artım Yeres ve Faruk Turgut...... 193 Samim Utku. Arka Uskan. İsmail Güneş...... 197 OYUNCU YÖNETMENLER...... 201 ...... 201 Türkân Şoray...... 203 Cüneyt Ark/«ı. Kadir İnanır...... 204 Ihsan Yüce...... 207 , Müjdat Gezen, llyas Salman...... 208

6 İbrahim Tâtlıses, Ferdi Tayfur...... 210 ...... 211 TELEVİZYON İÇİN FİLM YAPANLAR. TELEVİZYONDAN GELENLER...... 213 Yusuf Kurçenli...... 214 Engin AyÇav ...... 216 Tunca Yönder...... 218 Ünal Küpeli. Hüseyin Şahin...... 220 Ziya Oktan, Okan Uysaier...... 221 Atillâ Candemir. Osman Sınav...... 225 Mahinur Ergun, Tomris Giritlioğlu, Canan Evcimen tçöz...... 227 TÜRK-İSLÂM SENDEZİ ÜZERİNE FİLM YAPAN YÖNETMENLER...... 233 Yücel Çakmaklı...... 235 Mesut Uçkan...... 236 Salih Dirildik...... 238 İsmail Güneş, Mehmet Tannsever...... 239 YABANCI ÜLKELERDE TÜRK SANATÇILARIN KATKISIYLA ÇEVRİLEN FİLMLER...... 243 GENÇ TÜRK SİNEMASI...... 251 Nesli Çölgeçen, Ömer Uğur...... 251 Nisan Akman...... 256 Ersin Pertan...... 258 TEK FİLMLE KENDİLERİNİ KANITLAYAN GENÇ KUŞAK YÖNETMENLERİ...... 261 Firuzan/Gülsüm Karamustafaoğlu, Işıl özgentürk ve Yeşim Ustaoğlu...... 261 Fehmi Yaşar, Banş Pirhasan, Selim İleri...... 265 Oğuzhan Tercan. Yavuzer Çetinkaya, Reha Erdem. Ragıp Taranç/Faik Kartelli...... 267 Semir Aslanyürek. Aydm Bağardı...... 269 Seçkin Yaşar, Canan Gerede, Handan İpekçi...... 271 Erdoğan Kar. Mustafa Altıoklar...... 273 Zeki Demirkubuz...... 275

7 GERİDE KALANLAR...... 277 Oksal Fekmezoğlu, Çetin İnanç, Zafer Par, Avnl Kütükoglu...... 278 Sami Güçlü, Mehmet Aydın,Alev Akarar...... 279 Muzaffer Hiçdurmaz, Aydın Sayman, Cemal Göztitok...... 281 Ayhan önal, Ahmet Pınar, Taner Aşkın, Faik Ahmet Akıncı, Biket Ilhan...... 283 BELGE FİLMLERİ...... 287 Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Belgeselleri...... 294 TÜRK ÇİZGİ FİLMİ...... 301 KISA FİLMLER...... 309 SONUÇ...... 315 TÜRK SİNEMASI 1980-1994

Bu dönemi» 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden 1983 seçimlerine kadar olan 3 yıl» 1983-1991 arasında Anavatan Partisi iktidarının yürürlükte olduğu sekiz yıl ve 1991-1994 arasında geçen Doğruyol-Sosyal Demokrat Halkçı Parti Koa­ lisyonu sırasında geçen üç yıl olarak gözönünde tutmak ge­ rekir» Her ne kadar aslında bu üç dönemin birbirini izleyen» aynı Anayasa ile yönetilen» aynı politikaların sürdürüldüğü tek bir dönem olduğunu savunanlar varsa bile, bazı önemli ayrımlar da vardır. Bir kez Milli Birlik Komitesi, Büyük Millet Meclisini da­ ğıtıp partileri kapatınca gerek kendi başına, gerekse iktidara getirdiği hükümet eliyle sıkı bir yönetimi sürdürmüş; topla­ dığı Kurucu Meclis’te kabul olunan yeni Anayasa da mevcut 1961 Anayasasına bir tepki oluştur ur casına ülkenin siya­ sal, sosyal ve ekonomik yaşamını disipline etmiştir, Anayasa'nın 26, maddesi ile "Herkesin düşünce ve ka­ naatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla açıklama ve yayma hakkına sahip olduğunu" ve bu hürriyetin “resmi

9 makamların müdahalesi olmaksızın haber veya, fikir almak ya da vermek serbestllgrnl içerdiği kabul edilmekle birlikte; “Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yol­ larla yapılan yayınların İzin alma sistemine bağlanmasına engel değildir1* hükmüne de mani olmadığı Ûkri benimsen­ miş bulunuyordu. Bu hükme uygun olarak 1983 yılında Bakanlar Kuru­ lucun 83/7006 sayılı ve 23,8.1983 tarihli kararnamesiyle yürürlüğe sokulan “Filmlerin ve Film Senaryolarının Denet­ lenmesine İlişkin Tüzük" adlı eski tüzük yürürlükten kaldı­ rılıyorsa da; filmlerin ve senaryoların denetlenmesi yeni bir tüzükle yeniden polisin uygulamalarına terk edildiği gibi; bazı deyimleri açıklamaktan, sansür öğelerini daha anlaşılır bir hale getirmekten ve çocuklar İçin yapılacak denetlemeyi gündeme sokmaktan öte bir yenilik getirmiyordu. Dolayısıy­ la siyasal ve ahlaksal denetim bu tüzükle disipline sokul­ muş bulunuyordu. Öte yandan izinli olarak hapishaneden ayrılmış bulun­ duğu sırada yurt dışına kaçan Yılmaz Güneyin filmlerine el konup hakkında yayın yapılmasının yasaklanması yoluna da gidilmişti. Sekiz yıl hapiste yattıktan sonra, kendisini yurt dışında sürgün hayatına mahkûm eden sanatçının bir süre sonra da öldüğü duyuldu. Anavatan Partisi adına Turgut Özafın sekiz yıl boyunca yürüttüğü politika her ne kadar Millî Birlik Komitesi politi­ kasının bir devamı sayılmışsa da; 1986 yılında kabul edilen 3257 sayılı “Sinema. Video ve Müzik Eserleri Kanunu" adlı yasayla film denetiminin polisten alınıp sinemayla ilgili öteki konularla birlikte Kültür Bakanlığı'nm görevleri arasına so­ kulması, bu konuda ilerde daha uygun ve tutarlı tutumlar yaratacak bir politika oluşturmuştur. Bir de, bu dönemde, pek başarılı yansıtmalar sağlamasa da 12 Eylüfü eleştiren filmler yapılmasına izin verilmesine başlanması da artı puan sayılabilir.

10 Bu olumlu durumlara karşın, aynı Partfnin 24 Aralık 1980*de ekonomik yaşamı yeniden düzenleyen kararları ile kabul edilen para ve döviz piyasasına liberalizm getiren ted­ birleri, zamanla enflasyonu azdırdığı için filmlerin üretim maliyetleri de artmış ve liberalizm gereği yabancı sinema ku­ ramlarına tanınan haklar, sinema ve film işletmeciliğinde yeni ayakların oluşmasına neden olmuş; dolayısıyla Türk Si­ nemasına olumsuz bir katkı getirmiştir. Tam bu sırada, bu dönemin sonunda Kültür Bakan­ lığının sinemaya el uzatmaya karar vermesi ve 1990 yılın* daki ilk uygulamalarla 200 milyon lirayı aşmamak kaydıyla filmlerin projelerle belirtilen maliyetlerinin yansını Kültür Bakanlığı nın karşılaması öngörülmüş; ancak o gün için 1,5- 2 milyara yükselen maliyet masraflarını bu yardımın gere­ ğince karşılamadığı anlaşıldığı gibi, ertesi yıllarda 300 mil­ yon, 400 milyon ve 600 milyon gibi rakamlara yükseltilen bu yardımlar, filmlerin maliyetlerinin 5-8 milyara ulaşması kar­ şısında önemli bulunmamıştır. Ayrıca yardım dağıtan kurulun oluşumu ve uygulama- lan da eleştirilmiş; zamanla bu yardımın daha çok sinemaya alt yapı oluşturmak üzere yapılması fikri ağırlık kazanmıştır, Türk sinemasında üretim maliyetlerinin yükselmesi, üretilen filmlerin gösterileceği salonların bulunmaması ve ai­ lecek izlenecek filmlerin niteliğinin bozulması karşısında halkın sinemadan yüz çevirerek televizyon seyircisi olmakla yetinmesi karşısında Yeşilçam yapımcıları da daha çok video ve televizyon filmine ve televizyon dizileri yapımına yönel­ miştir, Video filmleri bir süre rağbet görmüşse de, özel TV is­ tasyonlarının çoğalışı ve pek çok eski Türk filmi de dahil tüm televizyon 'programlarında haftada 60-70, giderek gün­ de ortalama 40 film gösterilmesi video filmlerinin piyasasını da ortadan kaldırmıştır. Ancak özel televizyonların Yeşilçam yapımcılarına film siparişleri artmış; öte yandan Kültür Ba­ kanlığının desteği yanında Avrupa Konseyfne bağlı bir ku­

11 ruluş olan Eurimages’ın desteği de filmcilere soluk aldırmış; son üç dört yıldır yılda onikiden fazla film üretilmeyen ül­ kemizde 1993 yılında ilk kez bu miktar 50ye yükselmiştir (Bu rakama video filmleri de dahildir). Kültür Bakanlığının yardımıyla 1990 yılında 30-35 film destek görecekken, bunların projelerinin zamanında yetişti­ rilememesi ya da maliyet sorunlarıyla başa çıkılamaması do­ layısıyla ancak 10-15 film destekten yararlanarak 1991 yılına intikal ettirilmiş; bunlardan da çoğu film festivallerin­ de ödül kazandığı takdirde gösterim olanağı kazanabilin iştir. Desteklemeden yoksun bırakılan bazı filmler ise. yurt içi ve yurt dışında, destek görenlerin bir çoğundan daha faz­ la rağbet görmüş; ilgi çekmişlerdir. Eurimages, Avrupa Konseyi’ne dahil olan Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelerin malî desteğiyle üye devletler si­ nemacılarına yardım sağlamak maksadıyla kurulmuş bir fondur. 1992 yılına kadar bu fondan yararlanmak üzere beş Türk firması başvurmuş ve yardım görmüştür. Bu yardım Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki film firmalarıyla ortaklaşa üretimde bulunulmasına da yol açmaktadır. öte yandan. Türkiye’nin çeşitli illerinde yapılan film şenlikleriyle uluslararası şenlikler de Türk sinemasının tu­ tulmasında etkili olmaktadır. Bu festivallerden kazanılan ödüller dışında ticarî tanıt­ malarla da dış ülkelere film satımı olanakları sağlanmakta­ dır. İlk kez belediyelerin doğrudan doğruya ayırdıkları tahsi­ sata Kültür Bakanlığının ve diğer özel ya da resmî kuruluş­ ların katkıları da eklenerek yapılan bu şenliklerin, sonradan kurulan vakıflar veya holdingler aracılığıyla düzenlenmeleri sürdürülmüştür. Bu şenliklerde seçilen en iyi üç film ve en iyi oyuncular, en iyi yönetmen ve senaryocuların ayrıştığı filmler halkın

12 rağbetini kazanıyor; şenlikler boyunca gerçekleştirilen göste­ rimler dışında, şenliklerden sonra da sinema salonlannda gösterim ve izlenim olanağı bulabiliyorlar. Türk sinemasının alt yapısı: Stüdyolar, teknolojik ola­ naklar. ham film üreten fabrikalar ve gösterim sağlayacak salonlar bulunmamasına karşın, Türk sineması son yıllarda konu zenginliği, biçim içerik İlişkileri ve artistik yönden en yüksek sanat düzeyini tutturmuş ve sorunsal sinema haline gelmiş bulunmaktadır Sinemanın tiyatroyu, televizyonun da sinemayı öldür­ düğü iddialarına katılmıyoruz. Kitabın sonunda açıklayaca­ ğımız gerekli tedbirler alındığı takdirde, halkın, özellikle Genç Kuşağın Türk sinemasına yaklaşım sağlayacağı kesindir. Türk sinemasının bu dönemini incelerken, yine yönet­ menlere göre: Eski Kuşak, Orta Kuşak, Yeni Kuşak ve Genç Kuşak yönetmenlerini, çalışmalarına ayrı ayn yer vererek değerlemeler yapacağız. Ancak sinemamızda eski kuşaktan geriye kalanların ya­ nında. yeni kuşaktan orta kuşağa katılanlar ve genç kuşak­ tan da yeni kuşağa katılanlar olduğu gibi: yepyeni bir genç kuşak da ortaya çıkmıştır denilebilir. Bu durum gözönünde tutularak 19801i yıllarda daha önceki dönemlerdeki yönetmenler arasında belli ölçüde bir kuşak değişimi olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu kitapta çeşitli kuşaklardan yönetmenlerin ve yapıt­ larının incelendiği bölümlere ek olarak ayn ayn başlıklar al­ tında oyunculuktan gelen, televizyondan gelen yönetmen­ lerle: Türk İslâm Sentezi üzerine film yapan yönetmenler ve Türkiye dışında Türk sanatçılarının çevirdikleri filmler; bun- lan izleyerek de Türk belge filmleri, çizgi filmleri ve kısa film­ ler de incelenmiştir.

ESKİ KUŞAK YÖNETMENLERİ

Eski kuşaktan Lütfl Ömer Akad'la Metin Erksan 197CTÜ yıllarda film yapmaktan vazgeçmiş; Akad, bazı senaryo çalış- malan yaptıktan sonra» özellikle "înce Memed" projesinin gerçekleşmemesi dolayışıyla sinemayı terketmiş; öğretim gö­ revlisi olarak sanat yaşamını sürdürmüş; Erksan ise ka­ pılandığı Devlet televizyonunda kafasında ürettiği yüzlerce projeyi hayata geçirmek olanağı bulmaksızın arasıra yayınla­ dığı kitap ve makalelerle boşalım sağlama yolunu seçmiş; yetenekli bir sanatçı olan Nevzat Pesen de intihar yoluyla ya­ şamına son vermiş bulunduğundan sinemayı da sanatından yoksun bırakmıştır.

ATIF YILMAZ

Her dönemde kendisini yenilemesini bilen, yeni koşul­ lara uyabildiği kadar, yeni akımların da ortaya çıkmasına yol açan Atıf Yılmaz, bu dönemin en ilginç yönetmenidir. Bu dönemde kadın sorunlarına ağırlık vererek “Woman Lib" fik-

15 rinin savunuculuğunu yaptığı kadar kadının sosyal ve cinsel özgürlüğüne sahip olması uğrunda bazı gözüpek denemelere girişmekten de çekinmemiştir. Bu dönemde de geçen dönemlerde olduğu gibi yurt içi ve yurt dışı film şenliklerinde en çok ödül kazananan yönet­ menlerden olan Atıf Yılmaz, seksenli yıllarda, yalnızca iki konu çerçevesinde toplayabileceğimiz filmler çekmiştir: Bi­ rincisi toplumsal taşlamalı güldürüler, İkincisi kadın ve sev­ giyi incelediği filmler. Başar Sabuncumun tiyatro için hazırladığı bir konudan kaynaklanan “Talihli Amele" (1980), llyas Salmanın üstün oyunuyla güldürürken taşlamasını çok iyi biien bir yönet­ menden yankılar getiriyordu. Tutarsız bir ekonomik düze­ nin, insanları ne duruma soktuğunu, reklâm yoluyla para kazanma hırsında olanların küçük insanları nasıl kullan­ dıklarını, insanların nasıl göz göre göre harcandıklarım çok etkileyici görüntüler ve yalın bir anlatımla veriyordu film. Dürüst bir küçük memurun yaşamı aracılığı ile toplumsal bozuklukları vermeyi amaçladığı 1982 yılı ürünü “Dolap Beygiri" ve bürokrasideki aksaklıkları işlediği 1983 yılı ürü­ nü “Şekerpare" Yılmadın diğer toplumsal güldürüleridir. İlkin kendini Ertem Eğilmez’in "Hababam Sınıfı" başlıklı filmlerinde tanıtan Şener Şen, Atıf Yılmazca bu filmleri çek­ tikten sonra, “Değirmen"de (1986) başrol oynadı. Barış Pir- hasanın yazdığı senaryodan filme çekilen “Değirmen"de olaylar 1914 yılında küçük bir Anadolu kasabasında geçer. Bulgar kızı Nadya (Naciye) (Serap AksoyVnın oturak âlem­ lerine katılan Kaymakam Hali! Hilmi (Şener Şen), kızın attığı göbeğin şiddetiyley.hşap bağ evi sarsılınca, sarhoş kafayla zelzele olduğu inantıyla kaçarken yaralanır. Ertesi gün gay­ retkeş bir gazete muhabirinin Payitahta abartılı şekilde du­ yurduğu zelzele haberi Osmanlı Hükümetlini ve müttefiki Al­ manları harekete geçirir ve ilçeye yardım yağmaya başlar. Sonra da Şehzade, ilçeyi görmeye gelir. Zaten harap bir ka­

16 saba olan İlçe merkezini zelzelenin yıktığı sanılır ve kayma­ kama yaptığı hizmetlerden ötürü nişan takılır. Bir devrin toplumsal eleştirisini yapan filmde Şener Şen» kaymakam kompozisyonu ile gerçek bir komedyen ol­ duğunu kanıtlamış; tıpkı AJphonse Daudet'nin ‘‘Değirme­ nimden Mektuplar* adlı öykü kitabındaki “Kaymakam Kır­ da* adlı öyküsünü bahar sarhoşluğu içinde kırlarda kelebek avlayan kaymakamını adeta filmde yeniden canlandırmıştın Reşat Nuri Güntekin’den uyarlanmış usta-işi bir güldürüdür "Değirmen*. Sevginin öğrenilen bir kavram olduğu işlenen Zeyyad SelimogluYıun romanından sinemaya aktardığı “Delikanirda (i981)» konunun işlenişi belki biraz yüzeysel kaldı* Ama 1982’de Salih Dİkişçi’nln kamerasıyla Necati Cumairmn ti­ yatro oyunundan sinemaya uyarladığı “Minemde* kocasının ve küçük kasaba erkeklerinin baskılarına, cinsel çekiciliğin­ den ötürü kendisini rahatsız edişlerine bir süre katlandıktan sonra baş kaldıran kadını başarıyla anlatıyordu. Sinema çevrelerinde büyük yankılar uyandıran bu filmiyle olumlu ve olumsuz birçok eleştiriler aldı Atıf Yılmaz. “Minemdeki gibi Türkân Şoray’ın Cihan Ünal’la birlikte oynadığı ’in senaryosundan Çetin Tunca’nın ka­ merasıyla Yılmazcın çevirdiği “Seni Seviyorum” (1983)‘de zik­ zaklı bir sevgiyi ve pavyona düşüp sonradan hiç umulmadık bir anda ve yerde ortaya çıkan, ama kadınlık onurunu hiç yitirmemiş bir kadını anlatıyordu. Filmin konusu kısaca şöyle: İskenderun'da işadamı Murat (Cihan Ünal)1a, yıllar önce 'da yükseköğrenim görürken tanışıp seviştiği, sonra da kendisi tarafından terkedilen Selma (Türkân Şoray) bir barda karşılaşır; Murat ona yeniden bağlanır. Ama Sel­ ma artık onun yıllar önce tanıdığı Selma değil, pavyon kadı­ nı Aygül'dür. Murat onu bu yaşamdan kurtanp geçmişteki halalarını onarmak ister. Ama kadınlık gururuyla Selma onu kabullenmez. Bu konuda aralarındaki çekişmeyi» kızı

17 özdenliğine inandırarak, Murat kazanır. Ancak evlendikleri gün, geçildikleri bir araba kazası (yoksa ortaklaşa bir intihar mıdır bu?) ile ölüm onları yaşamdan uzaklaştırır. Bizce “Seni Seviyorum", “Minemden daha iyi, daha etkili. Çünkü “Seni Seviyorum" bir masaldır, günümüzde geçen bir masal. Aşk masallarının büyük çoğunluğu gibi uzak yakın Kül Kedisi kalıplarına uyar" (Çetin özkınm, “Varlık", Sayı 920, Mayıs 1984rte yayınlanan Atıf Yılmazın sinemasıyla İl­ gili yazının “İskenderun'u Hiç Sevmiyorum" bölümü). “Seni Seviyorum", yan rollerdeki Bülenç Bilgiç, Ferda Ferdağ, Erdal Özyağcılar ve Orhan Çağman'm da katkılarıyla çağdaş bir melodram olarak Atıf Yılmaz’ın filmolojisinde yer almaktadır. Erdal özyağcılar ile Ferda Ferdağ, bu filmdeki oyunlarıyla Sinema Yazarlarının "Yılınen iyi yardıma erkek ve kadın oyuncuları" ödülünü aldılar. "Bir Yudum Sevgi" (1984) ise, Geçiş Dönemi toplulu­ ğunun gecekondulaşan insanlarının ikilemini, yine “Aygül" adlı bir başka kadını ele alarak anlatıyordu. Lâtife Tekinin gecekondu semtinde gerçekten ortaya çıkmış bir olaydan kaynaklanan tasarımının sinemasal olarak işlenişi: kadına yepyeni bir açıdan bakış sağlaması bakımından ilginçti ve diğer Yeşilçam filmlerinden farklıydı. “Dağınık Yatak" (1984) Atıf Yitmaz’ın "kadın filmleri" döneminden bir başka örnek. Murathan Mungan’ın senaryo­ sundan Salih Dikişçi'nin kamerasından perdeye yansıyan “Dağınık Yatak", Müjde Ar, Ümit Belen, Aykut SözeıTnin başrollerde, Tulûğ Çizgen, Memduh Ün, Gülsen Tuncer ve Hale Akınh'nm yardımcı rollerde görüldüğü bir kurdela. Film, sosyete fahişesi Benli Mery^ıı (Müjde Ar) İn dra­ matik öyküsünü İşliyor. Meryem, sür^Kİi olarak zengin er­ keklere metreslik yaparken, yoksulluk içinde geçirdiği ço­ cukluğunu da acıyla anımsar. Sevgisiz geçen yaşamı içinde sevgi arar. Evli bir işadamı ile metres hayatı yaşadığı gün­

18 lerde bir partide rastladığı genç bir komiye âşık olur. Ancak aradığım bu ilişkide de bulamayacak, sevgilisi İsmail (Ümit Belen) yoz çevrenin etkisiyle tavrını degişterecek, karşısına sadece çıkarım düşünen bir Jigolo olarak çıkacaktın Kadın karakterinin oturmarıuşlığı ve kararsızlığı gibi pek çok zayıf noktalan içerse de, bir kadının umutsuz arayışlan ve aşkın metalaşması üzerine bir Yılmaz/Mungan yaklaşımı diyebile­ ceğimiz film, bizce Yılmazın fllmograflsinde pek önemli bir yer tutmaz. ("Dağınık Yatak” için bkz.: Atillâ Dorsay, "Hayli Dağınık Bir Yatak Öyküsü", Cumhuriyet, 22.2.1985). Atıf Yılmaz aynı konunun diğer versiyonlarını "Adı Vas- fiye", “Dul Bir Kadın”, "Asiye Nasıl Kurtulur?", "Kadının Adı Yok", “ölü Bir Deniz", "Berdel" ve "Düş Gezginlerfnde de işledi. "Adı Vasfiye" (1985fde, Necati Cumaifmn bir öyküsün­ den Barış Pirhasan’ın uyarladığı bir senaryodan yola çıkan Yılmaz, düşmüş bir kadının yaşamını dört ayn erkeğin gö­ rüşüyle anlatır. Böylece Türk sinemasında hiç değinilmemiş bir deneye girişir. Anlatım biçimini oklukça usta işi görsel karşılıklar bularak pekiştirir. Orhan Oğuz ve Atillâ Özde- miroğlu’nun görüntü ve müzik çalışmaları üstün düzeyde. "Dul Bir Kadın" (1985), Atıf Yılmaz'ın Necati Cumalı’nın "Bir Sabah Gülerek" adlı bir perdelik oyunundan uyarladığı senaryoyu Orhan Oğuz'un kamerasıyla ve Müjde Ar, Nur Sürer ve Zafer Yılmaz’ın başrol, Deniz Türkali ile Şükran Güngör'ün yardımcı rolleriyle kotardığı bir diğer çalışmadır. Filmde, günümüz Türkiye’sinde kadın-erkek ilişkileri ele alı­ nıyor: kadının, burjuva ve aydın çevrelerde bile hâlâ bir "mal" gözüyle bakılarak nasıl sömürülmek istendiği gös­ teriliyor: Hariciyeci kocası ölmüş, tek çocuklu, bürokrat çev­ reden, akıllı, ağırbaşlı Suna (Müjde Ar) adlı dul bir kadınla iki yakın arkadaşı: Durmadan koca değiştiren antikacı Gö­ nül (Deniz Türkali), evli bir erkekle yılladır sonu belirsiz bir ilişkiyi sürdüren Ayla (Nur Sürer): Kadın avcısı, vurdumduy­

19 maz, sadist fotoğrafçı Ergun’la (Yılmaz Zafer), Bodrum’da bir arada yaşamayı denerler. Cinselliğini içine bastıran Suna, bir aşk ilişkisi içine girdiği fotoğrafçıyı en yakın arkadaşı Ay­ la ile yatağında yakalayınca bir anda tüm dünyası yıkılır. Bu nedenle iki arkadaşın arası açılırsa da, sonradan gerçeği far- kedip dünyalarını yozlaştıran erkeği yaşamlarından dışlar­ lar. 1985 Antalya Film ŞenligTnde "En iyi film** seçilen "Dul Bir Kadın", kameramanına da (Orhan Oğuz) "En İyi görüntü yönetmeni" ödülünü kazandırın "Sevişme sahnelerinde ge­ rek söz, gerekse görüntü olarak ‘cür’etkâr’ davramlmasma karşın; yine de bayağılaşmaya düşmemeyi, ‘estetik* kalmayı başarmış Yılmaz "Dul Bir KadnTda. Filmde hiçbir olumlu erkek tipinin olmaması, Yılmaz’ın bu kez aşın bir feminizm tuzağına düştüğünü göstermiyor mu?" (Atillâ Dorsay, "Seyri Zevkli Ama İçi Boş Bir Film", Cumhuriyet, 8.10.1985; aynca bkz.: İbrahim Altmsay, "Kadın Filmlerinin Sonu", Hürriyet, 6.12.1985). Atıf Yılmaz fantastik bir edayla bir sosyal eleştiri getiren “Aaah Belinda" (1985) da Serap rolündeki Müjde Ar aracılı­ ğıyla reklâm şirketlerinin filmini çektiği bir oyuncunun öy­ küsünü vermektedir. Film çekimi sırasında oynadığı rolün kişiliğine dönüşen ve artık onu yöresindekilerin eski kişili­ ğiyle tanıyamadığı oyuncu, garip bir yabancılaşmaya düşer. Sonradan yine ansızın eski kişiliğine dönerek yaşadığı serü­ venden yakayı sıyırır. "Asiye Nasıl Kurtulur?” (1986), daha önce Nejat Say- dam*ın Vasıf Öngörenin oyunundan sinemaya uyarladığı Türkân Şoraylı filmin yeni bir versiyonudur. Ama bu kez Yılmaz, Banş Pirhasan*ın senaryosundan yola çıkarak Mjde Ar ve Hümeyra*yı önemli rollerde oynatarak konuyu müzikli bir fantazyaya dönüştürmüş. Ve bu sosyal taşlamada Fu­ huşla Mücadele Dernekleri genel başkanının çabalatma kar­ şın, Asiye'nin ancak sonradan genelev patroniçesi olarak

20 kurtulablldiğlnin çelişkili öyküsünü anlatır. “Kadının Adı Yok'* (1987), Duyga Asena’nın çok-satan romanının bir uyarlamasıdır. Hale Soygazfnin canlandırdığı Işık, ezeli kan/koca/sevglll üçlüsünün kadın tarafını can­ landırıyor ve kadının cinsel ilişkiye özgürce katılmasını de­ ğerlendiriyor. “Erkek gibi davranarak" iş hayatına giren, “ka­ dın gibi davranarak” çeşitli cinsel girişimlerde bulunan bir kişiliği var Işık’ın. Atıf Yılmaz, kitaptan uzaklaşma bahasına yeni yorumlar ve durumlar yaratmış. Yönetmene yöneltilen eleştiriler 'nin güzelim oyununu pek etkilemi­ yor. “Hayallerim, Aşkım ve Sen" (1987) Atıf Yılmazın okullu senarist Ümit İnal ın senaryosundan yola çıkarak Çetin Tun- ca’mn kamera çalışmasıyla, Esin Engin’in müzik donatımı ve Türkân Şoray, Oğuz Tunç, Müşfik Kenter, Fatoş Sezer ve Engin İnai’ın oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirdiği bir film. Konusu şöyle: Yetimhanede büyüyen sinema tutkunu Coşkun (Oğuz Tunç), filmleri ve canlandırdığı kişilerle çocukluğu boyunca hayallerine eşlik etmiş olan Derya Altınay (Türkân Şoray) adlı star için bir sempati duymaktadır. Derya, bir dönem Ye- şllçam melodramlarının büyük starı olup, kimi zaman “Yav­ rum” gibi filmlerde canlandırdığı “Nuran" gibi tiplerde fe­ dakâr, illetli kadınlan oynamış; kimi zaman da “Bataklıkta Bir Çiçek“ gibi filmlerdeki “Melek" gibi fettan, işveli sürtük­ leri canlandırmış ve bu klişe tiplerle kendisine ün sağla­ mıştır. Yıllar sonra Derya için bir senaryo yazarken, bu iki zıt kadın, hayalleriyle onun yakasını bırakmazlar: dolayısıyla bir türlü gerçek “Derya“yı canlandıramaz. Sonunda hakiki Derya ile tanışan Coşkun bir süre sonra onun mutsuz, en- tellektüel olmaya çalışan bitkin bir kadın olduğunu keşfe- f der. Tanıdığı ve sonradan intiharına tanıklık ettiği bir diğer soylu levanten de onun aradığı kişiliği yakalamasında yar­ dımcı olur. Nedir ki. Derya için yazdığı senaryonun, başka-

21 lanmn elinde tipik bir Yeşilçam filmine dönüşmesini de ön­ leyemez. O kadar kİ filmin gösteriminde Coşkun, perde önüne fırlayıp, “Bu senaryo benim değil" diye bağırır. Üç Derya, bir se­ naryo, bir çocukluk: toplamı tek bir hayal bile etmemiştin (Mu- rathan Mungan, “Bu Senaryo Kimin?", Söz, 20.11,1987). Sinemanın genç senaristlerinden Ümit İnal’ın yazdığı senaryoda, ayrıca Demir Özlü'nûn “Bir Beyoğlu Düşü" adlı öyküsünden kimi pasajlar da yer alıyor. “Hayallerim, Aşkım ve Sen", hiç kuşku yok ki, bir çır­ pıda yadsınacak ya da bunun tam tersi hemencecik kabulle­ nilip ‘Mevsimin en iyi filmlerinden biri1 olarak lânse edilecek bir çalışma değil". (Burçak Evren, “Hayallerim, Aşkım ve Sen-Yılmaz Düş Dünyasının Pencerelerini Bir Kez Daha Ara­ lıyor", Güneş, 12.11.1987). Bu aykın görüşlere karşın Atillâ Dorsay, film hakkında kimi olumlu görüşler sergiliyor: "Hayallerim, Aşkım ve Sen" ilginç, hoş bir film... Yeşilçam efsanesine ve daha da genelde sinemaya, sinema-seyirci ilişkisine gözüpek bir öykü aracı­ lığıyla yan nostaljik, yan eleştirel bir bakış atan, sinemanın yarattığı düşlere, mitoslara mesafeli biçimde bakan bir çalış­ ma". (Atillâ Dorsay, “Hayallerim, Aşkım ve Sen, Yeşilçam Ef­ sanesini Sorguluyor-Eleştirel-Nostaljik Bir Bakış", Cumhuri­ yet, 13.11.1987) Filmin Venedik'te gösterimi dolayısıyla İtalya'nın önemli sinema eleştirmenlerinden biri olan Leonardo Autera, “Corri- era della Sera" gazetesindeki eleştirisinde Atıf Yılmaz’m büyük bir iyiniyete dayalı tema'sından iyi bir film çıkma­ dığını yazdı. Autera, yazısında, “Yılmaz sadece oyuncunun yorumundan değil, kendi bağlantılarından dolayı da işin için­ den çıkamamış, bağlantılarının yarattığı karışıklık da ilimi kanşık bir film yapmış tabii." diye belirtiyor. Film, 1987 Antalya Film Şenliği’nde “En iyi üçüncü film" ödülünü almış; yanısıra Çetin Tuncaya “En iyi görüntü

22 yönetmeni”. Türkân Şoray’a “En iyi kadın oyuncu” ödüllerini kazandırmıştı. Aynca ”En iyi stüdyo** dalında da (Sinefekt) “Altın Portakal” almıştı. Filmin genç oyuncusu Oğuz Tunç ise, sinema yazarları tarafından “Yılın en iyi umut veren oyuncusu” seçilmişti. Film, aynca. Atıf Yılmazın Simav! Yayınlan arasında 1991 yılında çıkan “Hayallerim, Aşkım ve Ben” adlı kitabının ismine de ilham oluşturmuştun “ölü Bir Deniz” (1989), Erhan Bener‘in romanından Ma- hlnur Ergun*un katkısıyla yazılmış bir senaryoya dayanıyor. Gençliğinde cinselliğini yaşamamış bir kadın (Türkân Şo- rayfla bir sahil kasabasında tanıştığı orta yaşlı bir erkek (Rutkay Aztz) in bir hafta süren tutkulu aşk öyküsünü an­ latıyor nim. “Berdel” (1990),. birbiri ardından beş kız çocuk doğur­ muş karısından ümit keserek “berdel yoluyla” (karşılığında • kızını vererek) ikinci bir evlilik yapân bir adamın dramını anlatıyor. Türkân Şoray, Tarık Akan, Mine Çayıroğlu ve Fü­ sun Demirdin önemli roller Üstlendiği filmde, mutsuz bir evliliğe zorlanan kız çocuk, yine kız doğuran ikinci eş, yanıl­ dığını görerek yıkılan erkek, bir gece sahip olduğu ilk ka­ rısının ona bir oğlan çocuk sağlaması ve ölmesi gibi sahne­ lerle, bu göreneğin ne denli yanlış olduğu vurgulanmaktadır. Atıf Yılmazın 12 EylüTü eleştiren Ümit Kıvançlın roma­ nından ve Banş Pirhasan la birlikte hazırladığı senaryodan yola çıkarak çevirdiği “Bekle Dedim Gölgeye” (1990), Hale Soygazi ve Aytaç Armanln başrolde ikisini oynadığı 1968 kuşağından dört arkadaşın öyküsünü anlatır. Sinemamızda yapılagelmiş en ilginç siyasal ilimlerden bir örnek oluşturan film, bu alanda ancak ”Sis”ie kıyaslanabilecek bir düzeye j erişmiştir. 198011 yıllarda senarist olarak parlayan Ümit İnaFın se­ naryosundan yola çıkarak müzisyen Fatih rolünde Mazhar

23 Alanson ve Şeytan rolünde Ali Poyrazoğlu’nun oyun üstlen­ diği “Arkadaşım Şeytan" (1988)’da, tüm uğraşılara karşın mesleğinde bir türlü başarı sağlayamayan bir müzisyenin garip serüveni anlatılmaktadır. Sarhoş olarak çalıştığı yer­ den çıktıktan sonra vitrinde gördüğü bir mankene (Yaprak Özdemirogiu) tutulan ve ona dertlerini anlatan müzisyen, başarı sağlamak için ruhunu Şeytan’a bile satacağını söy­ lerken. Şeytan karşısına insan kılığında çıkar ve ruhunu kendisine adaması koşulu ile vitrindeki manken sevgilisini canlandıracağını ve kendisine meslek yolunda şöhret ve ser­ vet sağlayacağını vâdeder Ama değişen dünya koşulları, in­ sanları. Şeytan’a bile pabucunu ters giydirecek düzeye ulaş­ tırır. Fatih düş kırıklıına uğrarken, akıl hocalığı yapan Şey­ tan da sonunda yenik düşer. Atıf Yımaz'ın senaryosunu yazıp Ertunç Şenkay’ın ka­ merası ve Meral Oğuz. Lâle Mansur. . Selçuk özer ve Deniz Türkali’nin oyunculuk katkılarıyla ortaya koy­ duğu “Düş Gezginleri" (1992) sapık cinsel ilişkide mutluluk arayan iki kadının öyküsünü anlatır. Havva (Lâle Mansur). sermaye olarak genelevinde ça­ lıştığı kasabadan yıllar sonra buluştuğu Doktor Nilgün’le birlikte ayrılır. Nilgün, İstanbul’da eski bir tanıdığının yar­ dımıyla muayenehane açar; Havva da biriktirmiş olduğu do­ lar ve markları onun İçin harcar. Ve ona kul köle olarak evi­ nin işlerini üstlenir. Ama bir gün Nilgün’Û eski bir göz ağ­ rısıyla ortaklaşa yataklarında çırılçıplak sevişirken görünce tekrar sokak sermayeliğine döner. "... Atıf Yılmaz yine tabu yıkmaya soyunmuş bu filmde. Yalnız o değil, Lâle Mansur ve Meral Oğuz da. Özellikle Me­ ral Oğuz, "Nilgün kişiliğinde öyle bir muamma ki, belirli bir noktadan sonra, onun, yaşayan bir karakter olmadığını, Atıf Yılmaz’ın yaratmaya çalıştığı sürekli sinir krizinin eşiğindeki kadım oynayan karikatürize bir tip olduğunu anlıyorsunuz." (Selim Eıgun, "Bir Atıf Yılmaz ‘Medyatik’i: ‘Düş Gezginleri”’,

24 Ekonomi Politika (EP), Sayı 12, 7-13.12.1992). 1992 Antalya Film Şenliği’nin kuşkusuz en güzel filmi olan Atıf Yılmazın bu filminin kötü örnek oluşturabilecek lezbiyen bir ilişkiyi yansıttığı düşüncesiyle derece alamadığı söylendi. Oysa fllmf herkesin sandığı gibi, bir sevici ilişkisini canlandırmaktan çok, gerçek sevgiyi bulamayan kadının İsyanını yansıtmaktaydı. Nitekim filmdeki rollerinden ötürü Lâle Mansur Antalya Film Şenliği’nde (1992); Meral Oğuz da Film Şenliği’nde (1993) “En İyi başoyuncu" ödüllerini aldılar. Atıf Yılmaz’ın 6. Ankara Film Şenliği (1994)’nde açılış fil­ mi olarak gösterilen “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar" (1994) adlı prodüksiyonu, Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşayan maıjinallere ait yan-belgesel bir kurdela. Yıldırım Türksan’ın senaryosundan yola çıkılarak İzzet Akay’ın kamerasıyla gerçekleştirilen bu filmde Deniz Türkali, Melek adlı meslekten, düşkün bir kadını; Derya Arbaş, Se­ rap adlı genç bir hayat kadınını, Deniz Atamtürk onun evini paylaşan eşcinsel arkadaşı Arifi, Uzay Heparı, yakışıklı hay­ ranı Hakan’ı; Cengiz Sezici, Melek’in eski sevgilisi pavyon sa­ hibi Osman’ı: filmde aynı zamanda sanat yönetmeni olarak da görev almış bulunan Ömer Yılmaz bir başka travestlyi, Mehmet Teoman zengin bir homoseksüel olan Mehmet’i can­ landırmaktadır. Filmin konusu şöyle: Serap (Derya Arbaş), Beyoglu’nda oturan, arabalara davet olunarak iş tutan bir hayat kadını­ dır. Vaktiyle birlikte oturtuğu ve dostunu yaralamaktan içeri giren Melek, hapisten çıkınca gene onun yanına gelir. Ve Se­ rapla birlikle olan Hakan’dan kendisine yüz vermeyen Os­ man’la buluşmak üzere randevu sağlamasını rica eder. Bu y^ndevu sırasında bu kez Osman onu vurarak öldürür. öte yandan Serap’ın dostu Hakan, eskiden düşüp kalk­ tığı yaşlı bir eşcinselle parasını tamah ederek yeniden ilişki

25 kurar ve Serapsın gecikeceğini sandığı bir gece onunla ya­ tağa girer. Serap erken dönüp bu rezil durumu görünce on­ dan kopar ve çalışıp zengin olmak üzere Adanaya gider. Yıl­ lar sonra döndüğünde altında arabası ve özel şoförü olan bir hayat kadını olur ve bir gün kendisini Divan Otelfne götür­ mek üzere arabasına alan, orada dostlan ile yaş gününü kutlarken onu unutup sonra da parasını vererek uzaklaştı­ ran zengin bir gencin yaptığı gibi aynı otelde yaş gününü kutlar. Filmde dondurucu soğuklarda yançıplak sokak sokak dolaşan Türkairnin değişik oyunculuk teknikleri, —hüneri— görülmeye değer. 1992'de "Düş Gezginleri" ile büyük bir tar­ tışma yaratan Yılmaz, şimdi "Gece, Melek ve Bizim Çocuk­ lar" ile bizi, Beyoglu'nun arka sokaklannda yaşayan, toplum ve polis tarafından itilip kakılarak sürdürdükleri yaşantıla- nm, büyük bir dayanışma ile dayanılır hale getirmeye ça­ lışan hayat kadınlarını ve travestiieri ve benzeri marjinalleri anlatmakta ve Festivalin açılış filmi olarak gösterildiği gece filmi hakkında şunları söylemektedir: "Gece, Melek ve Bizim Çocuklar", roman yapısında bir film. İyi işlenmiş karakter- * ler, zaman zaman birlikte olsalar da kendi yaşamlarını sür­ dürürler. Bir fresk oluştururcasına Beyoğlu’nıin arka sokak­ larından insan manzaraları sergilerler."

OSMAN FAHİR SEDEN

Adı, içerik ve biçim ilişkilerini sinemasal bir yöntemle bağdaştırmaktan uzak, daha çok şekilci bir yönetmene çık-,, mış; ama piyasanın isterlerine uyan filmler çevirdiğinden aranan, Üretken bir sinema adamı olan Osman Fahir Seden; sanatsal duyarlık ötesinde kalan kimi filmleriyle, daha önce olduğu gibi, bu dönemde de çabalarını sürdürmektedir. Onun bu dönemde çevirdiği Bülent Ersoylu “Beddua"

26 (1980). llyas Salman’lı “Beş Parasız Adam" (1980), Ferdi Tay- furlu “Durdurun Dünyayı" (1980), “Bir Damla Ateş" (1981), “Sende mi Leylâ?" (1980): Bânû Alkanlı “Günah Defteri*" (1983), “Aşkların En Güzeli" (1982), "Gecelerin Kadını" (1983): Ahû Tuğba’lı “Akrep" (1986): Hülya Avşar’lı “Yabancı" (1984), "ömrümün Tek Gecesi" (1984), “Karanfilli Naciye" (1984), “Tele-Kızlar" (1986), “Haram" (1985): ve Hülya Avşar’lı “Nefret" (1984): Fatma Girik’li “Yakılacak Kadın" (1982): Gülşen Bubikoğlulu “Görgüsüzler" (1982), “Savum ma" (1986) ve “Suçlu" (1989): Zeki Alasya-Melin Akpınarlı “Şaka Yapma" (1981): Orhan Gencebay’lı “Ben Topraktan Bir Canım" (1980), “Vazgeç Gönlüm" (1981), “Kördüğüm" (1982), “Kahır" (1983) gibi filmler bu savımızı kanıtlamakta: daha önceki dönemlerde Zeki Mürenle ve Kemal Sunarla çevirdiği filmlerden sonra, artık daha çok güzellikleri ya da çekicilikleriyle ön plâna geçmiş kadınlarla, şarkıcılarla ya da güldürü sanatçılarıyla çalışmayı ve piyasanın isterlerini yeri­ ne getirmekle yetinmeyi öngördüğünü göstermektedir* Örnek olsun diye bu filmlerden bir kaçının üzerinde duralım: Senaryosu da Osman Seden tarafından yazılan, görün­ tü yönetmenliğini Salih Dikişçimin yaptığı "Yakılacak Ka- dın"da aldatılmış ve terkedilmiş bir kadının öç alma ve aşk öyküsü anlatılıyor* Filmde hem sevdiği adamı, hem çocu­ ğunu yitiren bu acılı kadını Fatma Girik canlandırıyor* Fat­ ma Girik’in yanında Bulut Araş, Nuri Alço ve Yıldırım Gen- cer de rol alıyor. Bir Mısır filminden esinlenen "Yakılacak Kadın", sine­ mamızın mendille izlenecek melodramlarında biri. Finali se­ yirciyi gözyaşına boğacak duygusallıkta* “Yakılacak Kadın" - da olaylar, hafif bir kadının yöresinde gelişiyor: Fatma Girik, rucuz lokallerde çalışan basit bir şarkıcıdır* Bir gün Fehmi (Nuri Alço) adlı zengin bir gençle tanışır ve ona âşık olur. Bu ilişkiden bir çocukları dünyaya gelir* Fehmi’nin babası Reşit

27 Bey (Yıldırım Gencer) yeraltı dünyasının etkin kişilerinden biridir Oğlunu çıkarlarına uygun zengin bir ailenin kızıyla evlendirmek istediğinden bu ilişkiye karşı çıkar. Çocuğunu kaçırtıp annesine de öldüğünü söyletir. Fehmi, babasının is­ teklerine karşı çıkamadığı için sevdiği halde Fatma'yı terke- der. Fatma hem sevgilisinden olmuş, hem de çocuğunu yitir­ miştir. Bu acıyı duya duya yirmi yıl öç almak için bekler. Bu arada sevgilisinin arkadaşı olan çeteye mensup bir gençle (Bulut Araş) de ilişki kurar. Amacı sevdiği adamı kıskandı­ rarak yeniden kendisine dönmesini sağlamaktır. Ama bu. mümkün olmaz; ve Fatma yirmi yıldır çektiği acıların inti­ kamım alır. “Görüldüğü gibi. Yakılacak Kadın’ melodramın ve foto­ romanın en kaba, en grotesk çizgilerini taşıyor. En ünlü yıl­ dızların. en ünlü yönetmenler eşliğinde (gerçekleştirdiği) ga­ zete foto-romanlarında boy gösterdiği günümüzde bu. belki de şaşırtıcı değil, foto-romanlar sinemalaşıyor. sinemamız da foto-romanlaşıyor. Film, sayısız mantıksal ve ruhbilimsel tu­ tarsızlıklar. saçmalıklar içeriyor/ (Atillâ Dorsay. Cumhuri­ yet. 8.4.1983). Suphi Tekniker'in senaryosundan Hüseyin Özşahin’in kamerasıyla filme dönüştürülen *Kahır"da aşk. intikam, ci­ nayet. mahpusluk gibi her türlü entrika yer alıyor. Seden’in yazgı, hüzün, acı, teslimiyet dolu şarkılarla çileli insanların beğenisiyle özdeşleşen Orhan Gencebaylı filmleri bir hayli kabarık. Bunlar arasında “Kahırdan gayri "Kördüğüm". “Batsın Bu Dünya". “Hatasız Kul Olmaz". “Çilekeş". “Vazgeç Gönlüm". “Yaşamak Yasak" ve “Ben Topmktan Bir Canım" var. “Kahır", güzelik kraliçesi seçildikten sonra tacım yitiren günümüz sinemasının gözde oyuncularından Hülya Avşar'ın da üçüncü filmi. Son yıllarda düzeyli yapıtlara yönelen Av- şar’ın ilk filmi “Haram"ın da yönetmeni Seden idi. Bir ba­

28 kıma yıldız fabrikatörü Seden için Avşar't yaratan yönetmen de denilebilir* Melodramlarla haşır neşir olmaya alışık izleyi­ ciler Orhan Gencebay uğruna “Kahırca katlanabilirler. Fil­ min konusu şöyle: Almanya'dan doğup büyüdüğü kasabaya geri dönen Or­ han (Orhan GencebayVı büyüten yörenin ağası, onu, yeğe­ niyle evlendirmek istemektedir. Orhan'ın bu evliliğe yanaş­ maması üzerine ağa da ona tamirhane açması için söz ver­ diği parayı sağlamaktan vazgeçer. Bunun üzerine Orhan, babasının yakın arkadaşı Kadir Usla (Eşref Ko1çak)'nın evine yerleşir. Kapı komşuları olan Hülya (Hülya Avşar) ile arala­ rında duygusal bir ilişki başlar. Hülya'nın ağabeyi Erdoğan (Yusuf Sezgin)'in sevgilisi Betül (Berrin Tünce!), ağanın oğlu Metin (Salih Kırmızı) tarafından öldürülür. Suç da Erdo­ ğan'ın üzerine atılır. Yargılanan Erdoğan yalancı tanıklarla idam cezasına çarptırılır. Orhan çaresizlik içinde ağabeyinin ölümünü bekleyen sevgilisi Hülya'ya yardım etmek için kö­ tülerle amansız bir savaşıma girişir." (Cumhuriyet. 31.1, 1982) Osman Seden'İn Salih Dikişçi’nin kamerasıyla ve Banû Al kan ve Faruk Pekerin oyunlarıyla gerçekleştirdiği "Gecele­ rin Kadını", Merlyn Leroy'un 1940'lı yıllarda gerçekleştirdiği "Waterloo Bridge" (Waterloo Köprüsıı)'in bir uyarlaması. Memduh Ün’ün yapımcılığını üstlendiği "Ömrümün Tek Gecesi", Esat Mahmut Karakurt’un İ950'de yazdığı roman­ dan Osman Seden'in senaryosu, Orhan Oğuz un kamerası ve Hülya Avşar’ın yambaşında Kenan Kaiav, Suna Yıldızog- lu, Ayşegül Onsal ve Salih Kırmızı'nın oyunlarıyla gerçekleş­ tirilmiştir. Zengin kadınlarla ilişki kuran bir playboy'un aşk ve serüvenlerinin anlatıldığı filmin ana teması arzu ve cinsellik ürerine kurulu. Playboy Ekrem (Kenan Kalav), son sevgilisi Cemile (Suna Yıldızoglu) ile Kilyos’tan dönerken arabasıyla yaraladığı Gülderen (Ayşegül Cnsal) adlı bir kızı tedavi için

29 kendi evine götürür. Ertesi gün. kızın sevgilisinin evinde yattığını öğrenen Cemile olayı yalış değerlendirerek Gûlde- ren’i öldürür, sonra da intihar eder. Bu korkunç olayı unut­ mak için Anadolu’da bulunan madenci arkadaşı Rıza (Salih Kırmızı)’nın yanma gelen Ekrem. Gülseren (Hülya Avşar) adlı bir kıza âşık olur ve onunla evlenmeye kalkışır. Oysa bu kız. Rıza nın nişanlısıdır. Gülderen’in ağabeyi ise. her yerde ara­ dığı. kız kardeşinin ölümüne neden olan Ekrem’in izini bul­ muştur. Düğün günü karşılarına dikilir. Yukarıda da belirtildiği gibi. “Ömrümün Tek Gecesi", aşk. ihtiras ve serüven ağırlıklı, cinsel sahneleriyle ilgi çeken bir melodram. Osman Seden’in Muzaffer Turan ın kamera çalışm akla Hülya Avşar’ın yambaşında Talât Bulut. Ayşegül Onsal. Ha­ yati Hamzaoğlu ve Sümer TÜmaç'la gerçekleştirdiği “Karan­ filli Naclye"nin konusu şöyle: Başıboş bir yaşam sûren Tank (Talât Bulut)’ı düzene sokmak isteyen babası, onu kendi gibi kabadayı olan bir arkadaşının kızıya (Ayşegül Onsal) evlen­ dirmeye kalkar. Arkadaşlarıyla “bekârlığa veda partisi" dü­ zenleyen Tarık da gittikleri pavyoda "Karanfilli Naciye" (Hül­ ya Avşar) diye ünlenmiş dansöze âşık olur. Dansözle düşüp kalkan ve nişanlısını unutan Tank’ı yola getfrmek için iki kabadayı “baba" harekete geçerler. Tankla Naciye’nin sak­ landıkları evi bulan kabadayımn adamlan. dansözü iyice dövdükten sonra, sevgilisinin peşini bırakmasını, aksi tak­ dirde kendisini öldüreceklerini söylerler. Osman Seden’in yaşanmış bir olaydan yola çıkarak se­ naryosunu yazdığı ve yönettiği “Karanfilli Naciye", pavyon dünyasında dansözler, şarkıcılar arasında geçen bir aşk dra­ mı. Osman Seden’in ve Hayati Hamzaoğlu'nun kabadayıları oynadığı filmde Sümer Tilmaç’tan gayri Necati Bilgiç. Hayri Caner, Sevim Çalışgir ve Erdal Tosun da çeşitli roller Üst­ lenmiş. (Cumhuriyet. 4.10.1993) Onun Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkarak

30 Çetin Gürtop’un kamera çalışması ve Gûlşen Bubikoğlu'nun yanında Tank Tarcan ve Bülent Bilgiçle Erler Film adına çevirdiği "Suçlu", Yeşilçam’m klâsik melodram öykülerinden birini allayıp pullayıp seyirci önüne çıkanyor. "Suçlu"da, üs­ tüne kuma getiren kocasından, bunu, bir onur sorunu yapa­ rak boşanan iki çocuklu fabrika İşçisi genç bir kadınla, son­ radan yaşamına giren militan bir gencin ilişkileri konu edili­ yor. Gülşen Bubikoglu fabrika işçisi kadını, yeni kuşak oyuncularından Tank Tarcan kadının ilişki kurduğu militan genci canlandırıyor. "Suçlu", Seden’in usta anlatımı ve bi­ çimsel çizgisinde gelişip oyuncuların katkısıyla İşlerlik ka­ zanıyor. (Cumhuriyet, 8.2.1992) Bu filmler içinde gerçekten anılmaya değer olan "Nef­ ret", Seden’in Orhan Oğuz’un kamera çalışmalarıyla adını andığımız kadın oyunculara, Bulut ArasT da katarak gerçek­ leştirdiği bir kurdeladır. Filmde zengin bir "iş kadını" olan Fatma (Fatma Girik) kocasında yana mutsuzdur. Kızı Hülya (Hülya Avşar) da ge­ zerek eğlenerek, esrar içerek gününü gün eder; yaşamını yönlendirmek isteyen annesinden de nefret eder. Fatma’nın mutluluğu birlikteliğinden umduğu Fikret (Bulut Aras)T sırf bu nefret yüzünden baştan çıkarır; ve ondan gebe kalır. Bu olaydan ötürü Fatma’nın bir an için dünyası yıkılırsa da, an­ nelik duygusu ağır basıp sonunda biricik kızının çıkarlarını düşünmek zorunda kalır. Filme Fatma Girik’in yüksek oyunculuğu ve Hülya Av- şar ın güzelliği değer kazandırmakla birlikte; bir türlü biçim­ cilikten yakasını kurtaramayan Seden, yönetmen olarak yi­ ne de tam not alamıyor. Bu dönemde Seden, daha çok, yukarıda sözünü ettiği­ miz televizyon için çektiği dizi filmlerde başarılı olmuştur. Onun lv'Oö’da senaryosunu yazarak süpervizörlüğünü yapmak kaydıyla Mehmet Dinler’e iki devre olarak çevirttiği

31 "Çalıkuşu" romanından sinemasal öğeleri ve malzemeyi iyice sinemaya uyarladığı çalışma, "Reşat Nuri'nin romanı sine­ maya bundan iyi uygulanamaz" duygusunu uyandırıyordu. Türkân ŞorayTn hayalimizdeki Feride ^yi silerek kendini orta­ ya koyduğu oyununa rağmen, geniş ve tutarlı bir kadroyla desteklenen bu filmdeki başarının, o gün için, ne kadarının Osman Seden’e, ne kadarının Mehmet Dinler’e ait olduğu bi­ linmeyebilirdi. Ancak onun 1986’da başrolünü Aydan Şener’e oynata­ rak TV için çevirdiği 7 dizilik "Çalıkuşu", tümüyle onun üs­ tün başarısını kanıtlayan bir üretim olmuş; ilk "Çalıku- şu"nda yaptığı süpervizörtüğün de filmin başarısında Önemli yer tuttuğu izlenimini uyandırmıştır. Seden’in TV için 1987’de Sevinç Çokum’un senaryosun­ dan filme çektiği "Utanç Yıllan", Bulgaristan’da Tûrklere ya­ pılan baskı ve zulümlerden kaçan Fatma (Aydan Şener) ile Salih (İsmet ÖzhanJTn Türkiyeye sığınmaları üzerine Bulgar makamları tarafından rehin tutulan küçük kızlan Aysel (Mine Çayıroğlu)fin acıklı öyküsünü anlatıyordu. Olayın "Ye­ niden Doğmak" adıyla bir dizi film olarak televizyon ekranı­ na yansıması geniş yankılar uyandırmış; tepkilerden ürken Bulgar makamları da yapılan pazarlık sonucu, "Yeniden Doğmak"ın yayından kaldırılması koşuluyla Aysel’i apar to­ par Türkiye'ye yollamışlardı. Aradan bir yıl geçmiş, Bulgaris­ tan’daki rejim değişikliğinden sonra eski yasaklar da orta­ dan kalktığı için “Yeniden Doğmak" dizisi kısaltılarak ve bazı değişikliklerle "Utanç Yıllan" adıyla 1992 yılında yayın­ lanmıştır. Filmde Serdar Gökhan ve Esra Bora da rol al­ mıştır. Seden in bu dönemde Aydan Şener’le çevirdiği "İki Ka­ dın" (1991) adlı bir mini dizisi ve Tamer Yiğit ve Nilgün Ak- çaoğlu ile çevirdiği "İnsafsızlar" (199 i) adlı bir TV filmi de vardır. Boyuna kendisini yineleyen ve arük sinemada söyleye-

32 cegi bir şey kalmamış İzlenimi veren Seden, TVde son dizi lUmlerini çevirdikten sonra artık piyasadan çekilip alanı genç yeteneklere bırakmış görünüyor.

MEMDUH ÜN

Osman Seden'e karşılık, kendisini zaman zaman yenile­ yen ve eski soluklu filmlerini aratmayan çalışmalar yapmayı bilen Memduh Ün’ün bu dönemde çevirdiği başlıca filmler arasında: "Devlet Kuşu" (1980). "Kanlı Nigâr" (1981). "Gül­ süm Ana" (1982). "Kaçak" (1982), “Postacı" (1984), "Garip" (1986), "Bütün Kapılar Kapalıydı" (1989). "Gün Ortasında Karanlık" (1990) ve "Zıkkımın Kökü" (1993) sayılabilir Memduh Ün'ün rejisör olarak bir özelliği: Daha önce ya­ pılmış bir filmi yeniden çekip, çoğu zaman ortaya sinema dili bakımından aslından daha cazip bir eser olarak ortaya koya­ bilmesidir. Nitekim bir önceki dönemde 1958 yılında çevir­ diği "Üç Arkadaş"ı yinelediği gibi, bu dönemde de Halid Re- figln yirmi yıl önce çevirdiği "Fatma Bacrdan yine Fatma Gi- rikle "Gülsüm Ana"yı, Lütfi Ömer Akad'ın 1964'te çevirdiği "Üç Tekerlekli Bisikletken "Kaçak"ı, kendisinin 1961lde çe­ virdiği "Âvâre Mustafa"dan Kemal Sunallı "Devlet Kuşu"nu böylesi bir tutumla çevirmiştir. "Kanlı Nigâr". orta oyunu repertuarından daha önce Sadık Şendil'in senaryolaştırdığı, Ülkü Erakahn'ın çevirdiği filmin yeni bir versiyonu, 'la Fatma Girik'in baş­ rollerini üstlendiği bir "re-make". Bu kez Orhan Aksoy kaleme almış senaryoyu. Filmde Osmanlı İmparatorluğumun son döneminde İstanbul'da ran- devuevi işleten, peşinde birçok erkeğin dolaştığı namlı alüfte Cihanyandı Nigar'm kendisini bu yola düşürenlerden öç al­ ma öylT'ûsü işleniyor. Fatma Girik, Kanlı Nigâr'ı, Kemal Su- nal aptal uşak İbişi ve kibar çapkın Narçın Bey’i oynuyor.

33 Nigâr ın birbirinden alımlı dört kızından biri olan Bedİa ro­ lündeki Pembe Mutlu, Narçın Bey’e tutkun. Sonunda sevgili­ ler birleşir, Nigâr da intikamım alır. Bir müzikal güldürü olan "Kanlı Nigâr" tek düze bir çiz­ gide gelişen, aceleye getirilmiş bir Kemal Sunal filmine dö­ nüşmüş. Orhan Oğuz’un görüntülerine ve Esin Engin’in mü­ zik çalışmalarına karşın, yeni bir tad ve coşku geUrmekten uzak." (Cumhuriyet, 28.2.1992 ve 18.1.1984) "Kaçak", son sahnelerini Memduh Ün’ûn çektiği Akad’ın "Üç Tekerlekli Bisiklet"inin yeni bir versiyonu. Ayhan Işıkla Sezer Sezin’in rollerini bu kez Tank Akan ve Fatma Girik üstlenmiş. Akad’ın filmine bakınca, konunun gelişiminde değişik­ likler yapıldığı görülüyor: Daha hareketli bir mizansen sağ­ lanmasına karşın, filmde bu kez, çocuğa ve çocuğun konuş- malanna fazlaca yer verildiği görülüyor. Bir de final Antakya otobüs terminalinde üç kişinin ölümü ve Habib’in (Tank Akan) yakalanmasıyla kapanır. "Gülsüm Ana", Tanju Gürsu ile Memduh Ün’ün hazır­ ladıkları senaryodan Çetin Tunca’nm çektiği, Cahit Berkay*- ın müziğiyle donanmış bir başka "re-make", Filmde Gülsüm Ana rolünde Fatma Girik: çocukları; Zeliha rolünde özlem Onursal, Elif rolünde Alev Sayın, Haşan rolünde Günay Girik ve Gülsüm’ün kocası İsmail rolünde Tanju Gürsü, kanlısı Hıdır rolünde Hayati Hamzaoğlu oynuyor. "Gülsüm Ana” üstüne Halid Reflg’in görüşleri şöyle: "Memduh Ün ün rejisör olarak, özelliği, daha önce yapılmış bir filmi yeniden çekip, çoğu zaman ortaya sinema dili ba­ kımından aslından daha cazip bir eser ortaya koyabilmesi­ dir. Bu bakımdan eski ustanın benim on yîî önce yaptığım "Fatma Bacı"dan "Gülsüm Ana" adıyla ortaya çıkardığı yeni filmini merak ve ilgiyle izledim. Sonuçta çok da beğendim. Memduh Ün "Gülsüm Ana”yı o kadar güzel resimlemiş, öyle

34 saat gibi işleyen bir tempo sağlamış ki, seyirciler arasında, birkaç yıl önce ''Fatma Bacfyı televizyonda seyredip hatırla­ yanlar bile, ne olacağını bildikleri halde, çekim ustalığından ayn bir heyecan duymakta idiler. Ben de öyle sinemada ustalık diye ben buna derim işte," (Halid Refiğ, Taze Eski ve Eski-tş Yeni", Bravo, Sayı 19, Ocak 1983), Karşı görüşte olanlar “Gülsüm Ana"nın Memduh Ün’ün olabilecekken olamamış filmlerinden biri olduğunu söylü­ yorlar “Sağlam ve dikkat çekici bir senaryoya dayanmasına rağmen kısa bir süre içinde çırpıştırılmış intibaını uyandıran film, Fatma Girik'i sevenler için izlenebilir" diyorlar (Bkz,: Söz, 30,12,1987), Umur Bugay’m özgün senrayosuna dayanılarak Orhan Oğuz'un görüntü yönetmenliği, Cahit Berkay’ın müzik çalış­ ması ve Kemal Sunal'la Fatma Girik'in başrollerde; İhsan Yüce, Erdal özyağcılar, Nezahat Tanyeri, Necret Yakın ve Nubar Terziyan’ın ikinci derece rollerde oynadığı “Postacı", görevine bağlı postacı Adem (Kemal SunaD’in ve mahallenin güzel kızı Sevtap’ın (Fatma Gİrik) gönül serüvenini anlatıyor. Filmde yoksul çevrenin sıradan insanları, kenar mahal­ le kişileri var. Memduh Ün’ün “küçük dünyası", “postacının çevresi ve kişileriyle yeniden kurulmuş gibi, önceki filmle­ rinde bekçi, çöpçü, kapıcı, satıcı, defineci gibi halk kesimin­ den ilginç tipler çizen Kemal Sunal bu kez de posta dağıtıcısı kimliğinde. İzleyici çoğu kez Kemal Sunal kişiliğinde biraz da kendini bulduğu için onu tutuyor ve benimsiyor. Filmde Sunal/Gİrik İkilisinin yanısıra, özellikle Latif ro­ lündeki Erdal özyağcılar çok başarılı. Umur Bugay'm senar yosu Memduh Ün’ün anlatımıyla birleşince ortaya başından sonuna kadar neş'eyle izlenebilecek bir film çıkmış. (Güneş, 4.1.1987) Memduh Üriün yine Orhan Oğuz’un kamera çalışması ve oyuncu Kemal Sunal’la gerçekleştirdiği bir baş-

35 ka çalışma. Kemat Su nal. bu filmde, bulduğu her İşi yapa­ rak geçimini sağlayan ve “Garip** diye çağrılan bir avare ro­ lünde. Fatma Girik’in hazırladığı senaryodan yola çıkarak yönetim ve kurgu çalışmalarını ve filmdeki rejisör rolünü üstlenen Memduh Ün’ün yapımını gerçekleştirdiği filmde, “Fatoş" rolünü üstlenen Ece Alaton adlı bir çocuk yıldız da lanse ediliyor. Filmde Kemal Sunal, yepyeni bir türe giriyor. Bu kez her an güldürmek yerine, yer yer melodrama varan öykü İçinde zaman zaman güldürmeyi seçiyor. Küçük Ece Ala- tonla birliktelikleri, sinemada Charlie Chaplin/Jackie Coo- gan İkilisinin (camcılık yaparken cam kıran Yumurcaksın ŞarloYa iş alanı hazırlaması sahnesi dahil) “The Kid" (Yu­ murcak) (1921) adlı fîlminl anımsatıyor, Reha Yurdakul, Se­ vil Üstekin, Fatoş Sezen, Sami Hazinses ve Renan Fosforoğlu da karakter oyuncuları olarak üzerlerine düşeni yapıyorlar, Memduh Ün’ün, 1970*11 yıllarda erozyona uğrayan sine­ masını 19801i yıllarda daha üst düzeydeki melodram ve güldürülerle dengeye oturtmaya çalışarak 1986ya kadar orta karar ilimleriyle âdeta bir ara dönemi yaratmaya gayret eder­ ken, birdenbire Fatma Girik, , Zafer Yılmaz, Eray özbal ve Şehnaz Dilân'la Bülent Oran*ın senaryosundan filme çektiği “Oğlum, Oğlum" (1986) ile melodramın dipsiz kuyu­ larına düştüğünü görüyoruz. Ve böylece kendisini kurtarabile­ ceği kritik bir noktaya ulaştığının bllincinede varır. Bu noktadan sonra san’atında mutlu bir dönüşüm ya­ parak san*at kaygısıyla sosyo-politik düzeyde üç film yaptı. Böylece piyasa işi ve kitle kültürünü besleyen düzeydeki filmlere veda ederek, enteliektüel seviyedeki çalışmalarına başladı. Bu üç filmden İlki “Bütün Kapılar Kapalıydı" oldu. Son onbeş yıl içinde çevrilen 12 Eylülle ilgili filmlerin önem­ lilerinden biri olan ve “Memduh Ün’ün gençleşme filmi" ola­ rak anılan bu çalışmayı yeni bir kadroyla ve genç oyuncular­ la gerçekleştirdi.

36 Senaryosunu Süheylâ Acar Kalyoncumun yazdığı filinin görüntü yönetmeni Orhan Oğuz* 12 Eylül döneminde uzun yıllar cezaevinde kalmış, işkenceye uğramış bir kadının dra­ mını anlatan filmde ağırlıklı rolleri sinemanın genç ve yeni yüzleri Aslı Altan ye Uğur Polat üstleniyorlar. Aslı Altan, Şahin Kaygun’un "Dolunay**, Zülfü Llvane- İfnin "Sis** filmleriyle sinemaya adım atmış; Ziya Öztan*ın TV dizisi "Cahide"de daha önce görülmüştü. "Bütün Kapılar Ka­ palıydı** filminin öteki oyuncuları da Nalân örgüt, Dilek Damlacık, Musa Uzunlar. Metin Belgin gibi tiyatro kökenli oyuncular, Filmin konusu kısaca şöyle: Siyasal bir suç nedeniyle altı yıl tutuklu kalan Nil (Aslı Altan), özgürlüğüne kavuştuk­ tan sonra, yıllar Önce geride bıraktığı hiçbir şeyi bulamaz ve yaşamın tümüyle değiştiğini görür. Evi kilitli, eşyaları yok edilmiş; toplum ve insanlar duyarsızlık içindedir. Bu yoğun değişim karşısında ürken ve şaşıran genç kadın, geçmişine, İzleri silinen anılarına sığınmaktan başka çare bulamaz. Yok edilme korkusu içinde ayakta lutunabilme savaşı veren Nil*- in çalışmak, barınmak, eğitimini sürdürmek ve yaşam kur­ ma umutlan, toplumun yeniden yapılanmış kurumlan kar­ şısında parçalanır gider. Genç kadının tükenişini durdurma­ ya, geçmişi İle geleceği arasına sıkışmış sevginin bile gücü yetmeyecektir. "Bütün Kapılar Kapalıydı**, 3. Ankara Film Şenliğfnde (1990) "En iyi ikinci film** seçildi. Memduh Ün "En iyi kur­ gu**, Aslı Altan ve Uğur Polat "Umut veren oyuncular" ve Kal­ yoncu "Umut veren senaryocu" ödüllerini aldılar. Kalyoncu, İstanbul Uluslararası Film Festivali ile 27, Antalya Film Şen- liğfnde de birer jüri özel ödülü aldı. Yine Antalya'da Mem­ duh Ün de jüri özel ödülüne lâyık görüldü. (Cumhuriyet. 8.10.1989 ve "Memduh Ün*ün Gençlik Filmi". Cumhuriyet. 29.11. İ 989) 70 yaşını aşan sanatçıya göre yapımcılık bir yönetmenin

37 yolunu bulmasını engelliyor “Türkiye'de biliyorsunuz, ör­ gütlenmiş ve endüstrileşmiş bir sinema yok. Bölgelerden iş­ letmeciler geliyor, “Bir Fatma Girlk olsun, bir tarihsel, bir de dram olsun” diyorlar. Ben yapımcı olduğum için uzun süre bu şekilde işletmeciler tarafından yönlendirildim. Özellikle bu ısmarlama İlimler arasında yönetmen olarak da görev al­ dığım için pekçok ticari yapıma İmza attım. Yapımcılık bir anlamda yönetmenin yolunu çizmesini engelliyor. Ben 70 yaşındayım ve daha yeni yeni yolumu çizmeye başladım.” (Oya Ayman, "Bütün Kapılar Kapalıydı Üstüne". Cumhuri­ yet. 5.6.1990). “Bütün Kapılar Kapalıydı", Kahire, Manheim, Hong Kong ve Cenevre Festivallerinden de davet aldı. Memduh Ün'ün son dönemdeki ikinci önemli filmi olan “Gün Ortasında Karanlık", beyin özürlü oğlunun ölmesi üze­ rine aklî dengesini yitiren ve hastaneye kaldırılan bir anneyi konu ediniyor. Senaryosunu Yusuf özarslan'ın yazdığı ilim­ de, anne rolündeki Fatma Girik’in yanıbaşında Yavuzer Çc- linkaya ve Halil Ergün de rol alıyorlar. Görüntü yönetmenliğini Orhan Oğuz'un, müzik düzen­ lemesini Cahit Berkay'ın yaptığı film, Fatma Girik’in saçlan kesilerek Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesfnde gerçekleştirilen çekimleri bakımından sansasyon yarattıysa da ilk filmi kadar yankı uyandırmadı. Ama sonuncu film, "Zıkkımın Kökü", Türkiye'de pek az filme gösterilen bir değerbilirlik örneği oluşturdu. Muzaffer lzgü’nün yaşam öyküsünün çocukluk ve yeni- yetmelik yıllarını anlatan aynı adlı kitabından Memduh Ün‘- ün Macit Koper'le ortaklaşa oluşturduğu senaryodan yola çı­ kan, çekimlerini yine Orhan Oğuz'un, kurgusunu Nevzat Dİ- şiaçık'ın, müzik çalışmalarını yine Cahit Berkay'ın gerçek­ leştirdiği "Zıkkımın Kökü", Emre Akyıldız, Menderes Sa­ mancılar. Meriç Başaran, Günay Girik, Elif İnci ve Sim

38 Elltaş'ın oyunculuk katkılarıyla ortaya kondu. Lise öğrencisi Muzo (Gönay Girik)» sevdiği Raziye (Elif İnci) ile öğrenimini sürdüreceği için evlenemez. Kasabadan uzaklaşırken* o güne kadar geçirdiği yaşamı* gözlerinin önün­ den şerit gibi geçer: Ahmet (Menderes Samancılar) adlı yok­ sul bir bekçinin iki oğlundan biri olan ve okumaya hevesli bulunan küçük Muzo (Emre Akyıldız) bir yandan da mısır satarak* yazlık sinemalarda yer süpürücülüğü yaparak* ga­ zoz satarak ailesinin geçimine katkı sağlamaya çalışır. O sı­ rada sinemaya merak sardırır ve topladığı film parçalarını birbirine ekleyerek* bir çevirgece ve bir merceğe dayanan mekanik sistemi bir kutuya yerleştiren sinema makinistinin marifeti sayesinde bu filmleri çocuklara göstererek de para kazanır. Bu arada komşularının ufak tefek hizmetlerine de koşar: hatta bir genç kızın ve çarşıdan bir delikanlının mek­ tuplarını birbirine ulaştırarak kızın kaçırılmasına bile neden olur, öte yandan mutsuz bir evlilik yapan bir başka genç kızın yuvasını terketmesine de tanıklık eder. Film* bir dizi film olmak üzere tasarlanan projenin bir parçası. Gerek Bekçi Ahmet'in* gerekse karısı Havva (Meriç Başaran) oyunları çok rahat ve çok başarılı. Küçük Emre Akyıldız* Muzo’nun küçüklüğü rolünde bir harika. Güney Girik delikanlı Muzo’da aynı derecede başarılı değil. Film bütünüyle kamera ve ışık kullanımı bakımından olduğu kadar mekân seçimi ve insancıl davranışların sergi­ lenmesi bakımlarından da önemli bir başarı sağlıyor. Mem- duh Ün* ilk önemli filmi “Üç Arkadaş” (1958)ftan sonra ilk kez bu denli güzel bir çalışma yapmış. Memduh Ün filmi hakkında» “Ben fukaralık edebiyatı yapmadan» melodrama kaçmadan, bıçak sırtında» bir toplumun sinemaya yansıma­ sına çalıştım" diyor. “Zıkkımın Kökü” küçük bir film; sadece 80 dakika sü­ rüyor vf. çok büyük şeyler amaçlıyor. Ancak iyi çizilmiş sı­ nırları ve alçakgönüllü yaklaşımı içinde hoş ve seviyeli bir

39 film bu. Buram buram yaşama sevinci ve çağdaşlaştırılmış bir hümanizma içeren. Memduh On çevreyi, mekânı ve oyuncuları çok iyi değerlendirmesini bilen olgun sinemasıyla, çok şeyi tama yerinde ve dozunda çözümlemiş. Böylece film, yüreğe dokunan bir içtenliğe ulaşıyor ve dünya üzerindeki birçok şenlikte aldığı övgü ve ödülleri doğruluyor4* (Atillâ Dorsay, *Naif ve Duygusal", Milliyet, 11.2.1994) Gerçekten “Zıkkımın Kökü” pek çok ödül aldı. 1993 Altın Koza Film Şenliğinde beş ödül: “En iyi film”, “En iyi yö­ netmen”, “En iyi erkek oyuncu” (Menderes Samancılar), “En iyi yardımcı kadın oyuncu” (Elif İnci)» “En iyi senaıyo“ (Mem­ duh Ün/Macit Koper). Bu ödüller dışında film. Ispanya'da Asturias Avrupa Köy ve Balıkçılık Film Şenligfnde “En iyi yönetmen” ödülü aldı; Tokyo’da “Dünyanın en iyi filmleri** arasında anıldı. “Türk Magazinciler Demeği” tarafından "Yılın en iyi filmi” seçildi. Kültür Bakanlığının seçtiği “Yılın en iyi on filmi” arasında anıldı. Hindistan Udaipur Çocuk ve Gençlik Filmleri Şenli- ğfnde “Altın Fil" ödülünü aldı. Ayrıca Paris'te “Cinfe-Junior 94 FestivalTnde “Mon Enfance” (Çocukluğum) adıyla gösteri­ lerek büyük ödüle değer görüldü. Ertem Göreç, Hal id Refiğ, Tunç Başaran, Zeki ökten ve Bilge Olgaç'ın kendi yanında yetiştiğini vurgulayan Memduh On. “Çağdışı kalmak gibi bir duygudan sıyrılarak kendini yeni­ lediğini; kimi genç sanatçıların kendisini dinazor olarak gör­ mek istediğini; bu duyguları aşarak yaklaşım sağlarlarsa de­ neylerinden kendilerini yararlandırabilecegini” söylüyor (18.12.19934te TVde “Sinema Sinema” programındaki ko­ nuşması).

ORHAN ELMAS

Orhan Elmas, 19701i yıllarda bir süre piyasadan uzak kaldıktan sonra, 19801i yıllarda çevirdiği “Metres” (1983) ve “Kayıp Kızlar* (1984) başta olmak üzere gerçekleştirdiği kırk kadar filmle kendini ortaya koymuştur* Bu dönemde çevir­ diği “Acı Günler* (1981). “Bağrımdaki Ateş* (1981). “Yürek Yarası" (1982). “Kadın Bir Kere Sever* (1984) gibi uydurma salon filmleri; llyas Salman’lı “Fakir Milyoner* (1985). “Kızlar Sınıfı Yarışıyor* (1985); Cüneyt Arkın’h “Kahreden Gençlik* (1985). “Paranın Esiri" (1985) gibi güldürü ve serüven filmle­ rinin dışında, yukarıda sözü edilen “Metres" ve “Kayıp Kız­ lardan başka. Hülya Avşar'lı “Aşk Hikâyemiz" (1986). “Ala­ mananın Karısı" (1987); Ahû Tugba’lı “Yasak İlişki" (1988). “Evcilik Oyunu" (1988) ve “Bir Aşk Bin Günah" (1989) gibi piyasa işi filmler üretti. Çoğunu piyasanın isterlerine göre ve tutarsız senaryo­ lardan yola çıkarak çevirdiği filmlere karşın, kendisine ola­ nak sağlandığı durumlarda pekala başarılı olabileceğini gösteren çalışmalarda yaptı bu dönemde. Örnek olması için bunların kimilerinden söz edeiim: “Metres", onun bu dönemde çevirdiği en tutarlı yapıttır. Safa Önal’ın Daniel Mann’ın Elizabeth Taylor’la 1960’da çeivrdiği “Vizonlu Venüs" (Butterfield 8) adlı filminden esin­ lenerek hazırladığı senaryodan yola çıkarak Salih Dikişçinin kamera çalışmaları ve Türkân Şoray. Can Gürzap ve Metin Serezli’nin oyunculuk katkılarıyla ortaya koyduğu filmin ko­ nusu şöyle: Güzel, alımlı bir tele-kız olan Feride’nin (Türkân Şoray). zengin, evli işadamı Orhan (Can Gürzap)*la giriştiği bir gecelik ilişki kaçamak bir aşka dönüşür. Kansı Müzey­ yen (Nevra SerezliVin yazlıkta bulunmasından yararlanarak Orhan’ın eve getirdiği Feride, karısıntn vizon kürkünü alır gider. Kürkü geri almak için Feride’nin peşine düşen Orhan, onunla İlişkilerini daha da yoğunlaştırır. Birlikte bir tatile çıkarlar. Orhan tatil dönüşü acı bir haberle irkilir; oğlu Ke­ rem (Cem Ermiş) hastaneye kaldırılmıştır. İlişkilerinin bir gün bitmeğini anlayan Feride ise yuva yıkan kadın olmamak için aradan çekilmeye karar verir.

41 Konusu ve gelişmeleri kadar, aşk sahneleriyle de ilgi çe­ ken Almde Türkân Şoray ile Can Güızap İlk kez birlikte oy­ namış ve iyi bir İkili oluşturmuştur. Selâm! Şahin'in o dö­ nemlerde çok sevilen "Seninle Başım Dertte" adh şarkısının fon müziği olarak kullanıldığı filmde Neriman Köksal, İhsan Devrim ve Hüseyin Kutman’ın da katkısı var. "Metres" çev­ resinde yaratılan yoğun reklâm kampanyası sayesinde Halid Refiğ’in “Beyaz ölüm" adlı filminden sonra en iyi iş yapan film oldu (Cumhuriyet, 21.1.1992) “Kayıp Kızlar". Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkılarak Çetin Gürtop'un kamera çalışması ve Tarık Akan. Ahu Tugba, Çiğdem Tunç, Nilgün Saraylı, Nuri Alço, Eray özbal ve Coşkun Göğen’in oyunculuk katkılarıyla gerçekleş­ miştir. Toplumun çeşitli kesimlerinden genç kızlar, kurdukları “pembe düşTeri gerçekleştirmek amacıyla evden kaçmakta ve kendilerini kapkara bir dünyanın ortasında bulmaktadır­ lar. Filmde böyle bir ortamda karşılaşan üç genç kızın; Lâle (Ahu Tugba), Sevda (Çiğdem Tunç) ve Zehra (Nilgün Saray­ lıcın başına gelenler anlatılıyor: ve kadın avcıları Reşit (Nu­ ri Alço) ve Leman (Belkıs Dilllgil) ile bunların ajanları Bel- mondo Engin (Eray özbay) ve Kötü Cengiz (“Tecavüzcü Coş­ kun" adıyla sinema aleminde ünlenmiş olan Coşkun Göğen) devreye girdikten sonra bir emniyet âmirinin (Tank Akan) Lâle ile dostluk kurarak beyaz kadın ve beyaz zehir kaçak­ çılığı yapan çeteyi ve bunun bağlantısı randevu evini bula­ rak bunlann faaliyetlerine son vermeleri vurgulanıyor. Orhan Elmas’ın eıı güzel ve en çok iş yapan filmlerinden biri “Kayıp Kızlar". Tarık Akan rolüne cuk oturmuştu. Ahu Tugba başta, kötü yola düşen kızları canlandıran üç oyuncu da başarılı idiler, ikinci derecedeki rollerde Nuri Alço, Eray özbal ve Coşkun Göğen de belli bir başan çizgisini sağlaya­ bilmişler. Ancak kadın taciri Benli Hanife rolündeki Nevzat Okçugil ile LâleYıin babası rolünü oynayan Raik Alnıaçık

42 oyunlarıyla filmin temposunu epeyce bozuyorlardı. Gerilim ve yatak sahnelerinin başarıyla birbirini izleme­ si; özellikle yakın plânlarda kamera kullanımı ve kurgu yön­ lerinden de kayda değer bir film "Kayıp Kızlar". "Aşk Hikâyemiz"» Arthur Hillerln 1970 yılında Ryan O'Neil ve Ali McGravv'la çevirdiği “Love Story" (Aşk Hikâyesin­ den uyarlandı. Elmasın senaryosunu yazıp yönettiği ilim Çetin Gür- toplun kamera çalışması ve Cevat Sezerin kurgusuyla bi­ çimlendi. Baş oyuncuları Hülya Avşar ve Tank Tarcan olan filmin yardımcı oyunculan Arslan Altın. Ihsan Yüce» Şemsi İnkaya. NazanAyas. Servet farkının ve ölümcül bi hastalığın olanaksız kıldığı bir aşkı anlatan "Aşk Hikâyemiz"» Arthur Hiller’in gerçekleş­ tirdiği aslıyla karşılaştınlarak, eleştirmenlerce pek beğenil­ medi. Ancak Tarcan. Yüce. İnkaya ve Avşar ın doğal oyunlan filme epeyce katkı sağladı. Bunun dışında melodram ağır­ lıklı. sahte bir film olarak tanımlandı “Aşk Hikayemiz". Yerli yersiz (mutlu sahnelerde ile) çalınıp söylenen Sezen Aksu'­ nun “Sen Ağlama" nakaratlı şarkısı bile filme fazla bir katkı sağlamamış. Aslında bu şarkı hüzün dolu bestesi ve sözle­ riyle yerli yerinden kullanılsa filme büyük bir katkı sağlardı. “Hayat Kadını" (1986), zengin bir gence gönül verdikten sonra günahlarından arınıp tövbekar olan bir kadının öykü­ sü. Safa Ünal'ın senaryosundan Ümit Ardabakln kamera çalışmasıyla gerçekleştirilen "Hayat Kadınlında Türk sine­ masının cinsellik simgesi Ahu Tuğba'mn yatak sahnelerinde Tank Tarcanla soluk kesen sevişmeleri sergileniyor. Ama hepsi o kadar, öbür oyuncular arasında Murat Soydan. Ne­ riman Köksal. Şemsi İnkaya ve Baki Tamer var. Tümüyle te- cimsel bir çalışma. "Ak/hancının Karısı". Elmas'ın yine Safa Önalln senar­ yosundan yola çıkıp Çetin Gürtop’un kamera çalışması ve

43 Hülya Avşar. bu kez Korhan Abayla eşlendirilerek ve yar­ dımcı oyuncular olarak Coşkun Gögen, Baki Tamer ve Hakkı Kıvançla gerçekleştirdiği bir film, “Alamananın Karısı" Türkiye'de yapılan dış göç filmleri İçinde eli yüzü düzgün, iyi yönetilmiş bir film. Çevrildiği yıl foto romanı da yapılan ve gazetelerde yayınlanan filme Avşar güzelliğiyle, Korhan Abay sanat gücüyle katkıda bulunuyor. “Alamananın Karısı* uzaktan uzağa “Dönüş" (1972) adlı filmle benzerlikler göstermesine karşın Türkân Şoray’ın filmi kadar başarılı bulunamamıştır. “Sen Ağlama" (1987), tecimsel amaçla çekilmiş, yasa dı­ şı işler görüp girdiği hapishaneden çıktıktan sonra karısını ve üç çocuğunu arayan aile bağları güçlü eski bir kabada­ yının melodramatik öyküsü. Elmas ın Erdoğan Tünaş'ın se­ naryosundan yola çıkıp Rafet Şiriner'in kamera çalışması ve Cüneyt Arkının oyunculuk katkısı İle gerçekleştirdiği vurdu- lu-kırdılı bir film. Necla Nazırcın devreye girdiği ve zengin bir yan-oyuncu kadrosuyla (İsmet özhan, Hüseyin Peyda, Agâh Htin, Turgut Ûzatay, Necati Er, Baki Tamer. İhsan Baykal) gerçekleştirilen film, yine de Cüneyt Arkın’ın eli yüzü düz­ gün filmlerinden biri. “Seni Seviyorum" (I987)ün genç bir balıkçının, kendi­ siyle alay eden şımarık bir kızı kaçırması gibi bir oluşumu var. Yine Safa önafın hazırladığı senaryoyu, yine Rafet Şiri- ner’le filme çekmiş Elmas. Ama bu kez başrollerde Yaşar Alptekin ve Melike Zobu var. Nefretle doğan aşk öyküsü, kitle kültürünü besleyen kaynaklardan biridir. Bu yüzden film, eleştirmenlerce değil­ se bile, halk tarafından beğenilmiş; özellikle ikinci bölümüy­ le ilginç gelişmeler kaydetmiştir (Milliyet Oscar Magazin, Sa­ yı 49, 11-17.9.1993). Filmin ikinci derecedeki oyuncuları arasında Ali Şen ve Ferda Ferdağ da var “Evcilik Oyunu", bir bar kadınıyla yasak aşk ilişkisine giren bir gencin öyküsü. Yine Safa Önal senaryosunu yaz-

44 iniş; yine Çetin Gürtop resimlemiş. Tank Tarcan İle Ahû Tuğba başrolde. Yan oyuncular Ekrem Dümen Nil Ona], Mehtap Ar, Etğun Köknar, Diler Saraç. "Evcilik Oyunu", vodvil entrikalarıyla doldurulmuş, Ahû Tuğba’nın yançıplak, allı pullu pavyon giysileriyle yürek hoplattığı beylik aile{!) güldürülerinden biri. (Cumhuriyet, 8.8.1993) Orhan Elmaslın Ahû Tuğbayı "hayat kadını" olarak oy­ nattığı bir başka film de. aynı oyuncunun bir genelev serma­ yesi olarak görüldüğü "Bir Aşk Bin Günah"ta ise yine Ahû Tuğba aracılığı İle toplum yaşantısında genelev gerçeğine eğilen, hayat kadınlarının sorunlarına ışık tutmaya çalışan, ancak bunların yazgılarının değişmeyeceği savını vurgulayan erotik görüntülü bir piyasa filmi. Orhan Elmas, daha önceleri Turgut özakmanln senar­ yosundan yola çıkarak çevirdiği en başarılı filmi "Duvarların ötesi" (1964)*nin yeni bir versiyonunu Kültür Bakanlığının desteği ile filme çekmek istemişse de, projesi kabul edilme­ yince 1990'da Berker lnanoğlu adına Peyami Safa'nın. Ses­ siz Sinema Döneminde Muhsin Ertuğrullm filme dönüştür­ düğü "Sözde Kızlar" adlı romanını filme çekmek zorunda kalmıştı. Bu kez Mengü Yeğinin kamera çalışmalarını üstlendiği "Sözde Kızlar" Sema Yunak ve Tank Tarcan’ın başrol oy­ nadığı, yan rollerde Nuri Alço, Çeçilya, Diler Saraç, Suzan Avcı, Nevra Aysan ve Renan Fosforoğlu’nun görüldüğü pek yankı uyandırmayan bir kurdela olmuştur. Orhan Elmas'ın son sinema deneyimlerinden biri de Ta­ nk Dursun Kakınç'ın bir öyküsünden yola çıkarak, daha çok bir televizyon oyunu olarak gerçekleştirdiği "Sümbül Te­ ber" (1991)’dir. Tamer Yiğitle manken Ümit Belen ve Binnaz Avcı’nın b ak ileri paylaştığı "Sümbül Teber"in konusu şöyle: Ege sa­

45 hillerindeki ufak bir balıkçı kasabasına bir sabah karşı sa­ hillerden bir teknede küçük kızı Sümbülle çıkagelen Yaşar Kaptan Türkiye’ye sığınır* Kasabada ustalığı ve dürüstlüğü ile saygınlık kazanan bir denizci olur. Aradan yıllar geçer; küçük Sümbül büyün alımlı bir genç kız olur. Ve bir gün Yaşar Kaptan’m denize açıldığı bir sırada gezginci bir serseri tarafından baştan çıkarılır ve terkedilir. Yavaş yavaş kamı büyüyen Sümbül, durumu babasın­ dan gizleyemez, Yaşar Kaptan İçin bir ümitt bir sevinçken, birdenbire bir utanç ve yüzkarası olur. Dokunaklı ve naif, ama sinema olmak fırsatını kaçırmış bir öyküdür bu. Orhan Elmas büyük ümitler uyandırarak sinema haya­ tına atılmış; sonradan geçim derdiyle sanatını ticaretin emri­ ne vermiş bir yönetmen. Çoğu, yarıya kadar doğru dürüst bir şeyler anlatırken, birdenbire zorlaşan senaryolardan film yapmaya çalışarak nafile çabalara düşmüş biri. Şimdi biraz da, tıpkı Orhan Elmas gibi başlangıçtaki tu­ tarlı çıkışlarını ticaret uğruna unutan ve çoğunlukla salon ve serüven ilimlerine imzasını atan bir başka yönetmenden söz edelim.

ERTEM GÖREÇ

1970’li yıllarda uzun süre Almanya’da kaldıktan sonra yurda dönen Ertem Göreç, bu dönemde Bulut Araş ve Çeçil- ya’lı "Kader Kurbanları” (1986), Adnan Şenses ve Çiğdem Tunçlu "Sonsuz Aşk” (1986) gibi melodramlar; Müjdat Ge­ zen/’h "Kocamın Karısı" (1987), “Güldürme Beni" (1987) gibi güldürüler; Hülya Avşar h "Sevda Ateşi" (1986), Yılmaz Zafer-Neslihan Acarlı birbirinin devamı olan "Dayak Cennetten Çıkmadır" (1986) ve “Elmayı Kim Isırdı?" (1986) gibi salon ve komedi filmleriyle piyasa koşullarına

46 uygun çalışmalarla mesleğini sürdürmeye çabaladı. 1965 yılında Antalya Film Şenliğimde “Karanlıkta Uya­ nanlar" adlı filmiyle “En başarılı üçüncü film" ödülünü alan Göreç, “Otobüs Yolcuları" (1961) adlı filmiyle büyük bir çıkış yaptıktan sonra, daha önce sözünü ettiğimiz gibit “Eski Fan­ teziler". “Yeni Fanteziler" ve “Aşk ve Serüven Filmleri” baş- lıklanna uygun olarak çalışmalar yapmış ve artık bu dönem­ de bu filmleri bile aratacak kadar düşkün, piyasa işi filmler üretmiştir.

ORTA KUŞAK YÖNETMENLERİ

YILMAZ GÜNEY

Yılmaz Güney’tn hazırladığı senaryodan yola çıkarak. Zeki Ökten’in gerçekleştirdiği, 1980 yılında lânse edilen "Düşman", aynı yıl 30, Berlin Film Şenliğfnde "En iyi se­ naryo" ve “Jüri özel" ödüllerini; Sinema Yazarları Demeğfn- ce de 1981 yılında en iyi on film arasında üçüncü sırayı aldı. Bu dönemde gerçekleştirilen iki film ise “Yol" (1981) ve “Duvar" (1983) oldu, “Yol"un Türk Sinema Tarihi1 nde baştan sona bir roma­ na konu olabilecek hareketli bir serüveni vardır. Gerçekten çekim öncesinden çekim sonrasına; giderek de Cannes'daki “Altın Palmiye" zaferine kadar uzanan "Yol", çarpıcı bir yol filmi özelliklerini taşır. Yapımcısı ve senaryocusu Yılmaz Gü­ ney olan filmin ilk çevirimini yapacak olan yönetmeni Erden Kıral idi. Sonradan "Yol" olarak değiştirilen filmin adı da "Bayram"dı, Ayvalık ve Cunta adasında çekimine başlanan projenin kalabalık bir kadrosu vardı. 17 gün çalışıp 33 kutu ilim çekildikten sonra, hapishaneden gelen bir emirle onbir

49 mahkûmun öyküsünü anlatan filmin çekimi durduruldu. Yılmaz Güne/le Erden KıraTın anlaşmazlığa düşmelerinin nedeni senaryonun değiştirilmek istenmesidir. Onbir mah­ kûmun üzerine kurulan temel öyküyü beş kişiyle sınırlan­ dırmak ister Güney. Erden Kıral bu değişime karşı çıkınca da Şerif Gören devreye sokulur. (Erden Kıral, bize, anlaş­ mazlığın gerçek nedeninin inlsyatifi tüm olarak kendi üzeri­ ne almak istemesine karşın Güneyin kendi direktifiyle hare­ ket edilmesinde ısrar etmesi olduğunu anlattı). Böylece çeki­ len bütün parçalar atılır, film yeni baştan Gören tarafından çekilir. Yılmaz Güney yurt dışına kaçtıktan sonra İsviçre'de "Yol'un kurgusunu kendisi yapar. Yılmaz Güney filmtyle ilgi­ li olarak yıllar önce şunlan söylemişti: “Rüzgârlar, kuşlar ve çiçekler gibi üzüntünün çeşitli gölgeleri, çeşitli yüzleri var­ dır. Bu filmde bazı yakın arkadaşlarımın vasıtası ile üzün­ tüyü, aşkı ve pişmanlığı, bazı zamanlarda belli kişiler bun­ ları anlaşılmaz veya olağanüstü bulsalar dahi, izaha çalış­ tım. Durum şudur ki, insanlar yaşamaya devam ettikçe üzüntü, aşk ve pişmanlık da çeşitli formları ile yaşamaya devam edecektir. Çünkü insan farkında olsa veya olmasa da aşk ve üzüntüyü beraber taşıyan yegâne varlıktır.” (Milliyet, 26.9.1993). Güney bunları söylerken insanın evrensel duyguların­ dan yola çıkıyordu. Aradan 12 yıl geçtikten sonra bu evren­ sel duygularla "Yol”, yeni kuşaklara, Güney sinemasını ta­ nımayanlara ulaştırılıyor. Başlıca rollerini Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Çobanoğlu, Semra Uçar, Hikmet Çelik, Sevda Aktolga ve Tuncay Akça'nın paylaştığı, kamera çalışmalarını Erdoğan Engin’in, müzik çalışmalarını Sebasti- an Argol Kendal (Zülfü Livanelifın gerçekleştirdiği film, Tür­ kiye’de insanlara, özellikle Kültlere karşı uygulanan baskıla­ rı, toplumda kadının yerini ve ailede erkek egemenliğinin

50 korkunç sonuçlarını gözlemleyerek bu durumların bu gün de güncelliğini koruduğu savında. "Yol", hemen söylemeli, bir sinema başyapıtı: Sinema­ nın son yıllarda gerçekleştirdiği en güçlü filmlerden biri. Film, gücünü çeşitli düşünsel akımların, entellektüel kaygı­ ların, biçimsel araştırmaların, öz/biçim dengesi ve ilişkisi tartışmalarının at oynattığı dünya sineması içinde, yalın ve özlü bir sinema olmasından alıyor. Film, son dönemdeki bir­ çok başarı kazanan filmimizde olduğu gibi, insanoğlunun te­ mel sorunlarını irdeliyor. Kadınla erkek ilişkisi, kadının odak noktasını oluşturduğu sevgi, istek, kıskançlık, ihanet, namus, onur, onursuzluk gibi kavranılan ele alıyor.** (Atillâ Dorsay, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 60, 15 Kasım 1982). ToPun konusu şöyle: Ayrı ayn özlemleri, ayrı ayn so- runlan olan beş mahkûm, İmraJı Yanaçık Cezaevfnden izinli çıkacaklardır. Seyit Ali (Tank Akan), cezaevinde aldığı mek­ tuplardan kansı Zine (Şerif Sezerinin kendisini aldattığını acıyla öğrenir. Seyit Ali, şeytana uyan kansına verilecek ceza için yola çıkar. İki ailenin namusuna leke düşüren Zine*nin öldürülmesi gerekmektedir. Bu görev de özelikle İhanete uğ­ rayan koca olarak Seyit Ali'ye düşmektedir. Seyit Ali karısını, sekiz aydan beri kapatıldığı bir ahırda hasta bulur. Ve Zine'yi sırtına vurarak karlı dağlarda bir ölüm yürüyüşüne çıkar. Zine, dondurucu soğuğa dayana­ maz, karlı dağ başında çöker; Seyit Ali*ye kendisini kurtar­ ması için yalvarır. Gerçekte de Seyit Ali. baştan beri karısını öldürmeye karşıdır. Ve onu kurtarmak için çırpınır, ama do­ ğanın acımasız dondurucu soğuğuna karşı gücü yetmeye­ cektir. Mehmet Salih (Halil Ergün). karısı Emmeyi (Meral Or- honsay) büyük bir tutkuyla sevmektedir. Buna karşılık genç adam, kaynanası ile kayınpederinin nefretini kazanmıştır. Onlar için Mehmet Salih bir korkaktır. Çünkü geçmişte, bir- liîri-5 yaptıkları bir soygunda karısının kardeşini yaralı ola­

51 rak bırakıp kaçmış, onu ölüme terketmiştir. Emine, ailesinin baskılarına karşılık, gene de erkeği ile gitmeyi tercih eder. Mevlüt (Hikmet Çelik), izin sonrası nişanlısı Meral (Sev­ da Aktolga) ile başbaşa kalmayı düşler. Ve Meran bulur. Ne var ki, başbaşa kalamazlar. Çünkü kızın ailesi nereye gitse­ ler başlanndadır. Mevlüt ise bu baskı nedeniyle cinsel öz­ lemini genelevlerde giderecektir. Yusuf (Tüncal Akça), cezaevinde resmini göğsünde taşı­ dığı bir kadının özlemini yaşamaktadır. Bu kadın karısıdır. Yusuf, bu özlem içinde, izne çıktığında, izin kâğıdını kaybet­ tiği için tutuklanacak ve tekrar hapse dönüp karısını göre­ meyecektir. Ömer (Necmettin Çobanoğlu) ailesini görmek için köyü­ ne gittiğinde yıllardır yakınlık duyduğu Gülbahar'la (Sema Uçar) ilgilenecek, ama beraber olma fırsatını bulamayacak­ tır. Çünkü sınırdaki mayın tarlalarında kaçakçılık yapan ağabeyini Jandarmalar aramaktadır. Ve Ömer, ortalarda gö­ rünmeyen ağabeyinin cesediyle köy meydanında karşılaşa­ cak, korktuğu için ona sahip çıkamayacaktır. Bu öykülerin içinde en etkili ve dokunaklı olanı ve de çok iyi oynananı İlk öykü olmuştur. Burada bir konuyu açıkça tartışmak gerek: Yılmaz Gü­ neyin senaryosunu yazıp çekimini Şerif Görence emanet ettiği; sonradan kendisinin kurgusunu yaptığı ve ödüllen- dirildiği "Yol", ne dereceye kadar bir Yılmaz Güney, ne dere­ ceye kadar bir Şerif Gören filmidir? Sadece senaryosunu yazıp, kendi yönergesine uyulmuş olsa da, çekim ve kurgusunu Zeki Ökten’in yaptığı “Sürü**, bence, bir Zeki ökten filmidir. Ama senaıyosunu yazdıktan sonra, yine belli ölçülerde kendi yönergesine göre Şerif Gören'in çektiği, ama kurgusunu kendisinin gerçekleştirdiği “Yol", emeğin çoğu Yılmaz Güney’e ait olduğu için bir Yılmaz Güney filmidir. Çünkü bir İlimin belkemiğini senaryo oluş-

52 turdugu gibi»; yaratıda sadece bir malzeme oluşturan bir kurdelayı sanat eseri haline getiren çaba kurgu olduğuna göre, bu savımızın geçerliliği ortadadır (Yine de çekimi yapan yönetmenin emeği yadsınmamak koşulu ile). Bundan dolayı 1982 Cannes Film Şenliği'nde "Yorun, Costa Gavras'ın "Missing" (Kayıp) adlı filmiyle “Altın Palml- ye~yi Yılmaz Güney adına kazanmış olmasının tartışılacak yanı yoktur. Onun Fransa'da kendi senaıyosundan İzzet Akay'ın ka­ mera çalışmasıyla ve Ozan Garip Şahin'in ve Setrak Baki­ relin müziğiyle donatarak Tuncel Kurtiz, Ayşe Emel Mesçl, Nicolas Hossein, isabelle Tisandier, Jacques Dimanche, Ali Dede Altıntaş, Sema Kuray ve Zeynep Kuray m oyunculuk katkılanm sağlayarak ve bir ortak yapım olarak 1983'te gerçekleştirdiği “Le Mur" (Duvar)'m konusu şöyle: Bir Türk hapishanesinin dördüncü koğuşu. Bir sübyan koğuşudur bu. Suçlu çocukların liderleri de Allah adıyla anılan bir süb­ yandır, Hepsi çeşitli suçlar nedeniyle biraraya gelmişlerdir. Suçlu çocuklardan Arap, bıçakla adam öldürmüştür. Arkadaşları Aziz ve Uzun da aynı suçlardan yatmaktadırlar. Şaban ise annesi ve babası tarafından terkedilmiş ve sonun­ da hırsızlığa itilmiş bir çocuktur. Her sabah aynı anahtar şakırtılarıyla uyanır'çocuklar. Hapishanede Jandarmaların dudakları arasından yarım ya­ malak dökülen memleket türküleri de hep aynıdır. Tekdü­ zedir. Hiç değişmeyen cezaevi avlusunda bazan sesler deği­ şir. Tutukevi müdürü çocukları ziyaret eder. Çocuklarla ko­ nuşur, onları sorgular. Sübyanlar bölümünün iki gardiyanı Cafer'le Tonton Ali'­ dir. Gece gündüz dönüşümlü olarak nöbet tutarlar. Başgar­ diyan Şevket ise onlan denetler. Çocuk mahkûmlardan Şaban, kaçmayı dener. Fakat öldürülecektir. Uzun da kaçmak isterken tutulun hücreye

53 kapatılır Sesleri kesilmiştir. Ve bir süre sonra cezaevinde bir tek ses duyulun "İsyan". (Agâh özgüç, "Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney*, Afa Yayını, İstanbul, 1988). Henüz Türkiye’de gösterim olanağı sağlanamayan "Du­ var" (Le Mur) Fransız eleştirmenler tarafından pek tutulma­ dı. Filmi, "Karamsar bir dünya görüşü" biçiminde değerlen­ dirdiler, “Le Mur" (Duvar), sanatçının son filmi oldu. "Yılmaz Güneyin sinemasına genel olarak bakıldığında, özündeki zenginlik dikkatimizi çeker. Bu zenginlik, yalnızca gerçekçi yapıtlarda değil, içeriğinde popülist eğilimler taşı­ yan, ‘Palavra* ya da ‘Döküntü’ diye nitelenen o vurdulu-kır- dılı Çirkin Kral Dönemfndeki ilimlerinde de vardır. Çünkü bu, "bütünüyle insana dönük" bir sinemadır. Sıcaktır, du- yarlıdır... Yaşayan bir sinemadır. Çünkü, yaşayan bir in­ sanın, Yılmaz Güneyin yaşamından parçalar, yansımalar vardır (içinde).,. "Yılmaz Güneyin sineması elbette çeşitli tartışmalara açık bir sinemadır, örneğin kimisine göre Güney sinema­ sında "şematiklik, feodallik ve aşırı duygusallık" vardır. Ki­ mine göre de sanatçı ‘sinemamızda hâlâ aşılmamış bir kilo­ metre taşı’dır. O. ya da bu. Ama gerçek şu ki, Yılmaz Güney her şeyden önce yüreğini bu işe, yani sinemaya koyan ‘adam’dı. Ve yakın dostu Onat Kutlarln şu sözleriyle: "Ada- na nın Yenice kasabasından tozlu ayakkabıları, uzun bacak­ ları. bir yana eğilmiş hem gülümseyen, hem hırçın, hem is­ yancı yüzü ile çıkıp: uzun, çetin, yer yer acılar ve kanlı anı­ lar. yer yer zafer çelenkleri ile dolu yollardan geçerek taa Paris'e ulaşan ve orada serüvenini noktalayan Yılmaz Gü­ neyin yaşamı, onurlu bir direncin tarihidir." (Agâh özgüç. a.g.e., sh. 16).

54 ZEKİ ÖKTEN

Yılmaz Güneyin hapisteyken önerdiği esaslara göre, onun senaryolarından "Sürü” ve "Düşmancı çevirdi Zeki Ök­ ten. özellikle "Sürtünün yurt içi ve yurt dışında sağladığı başarı, onun bu çalışmalardaki başarısını da belirledi ve ök- tenl ünlendirdi. Geçen dönemin son filmleri ""Faize Hücum” ve ""Pehlivan"dan sonra, bu dönemde Zeki ökten "Yoksul” (1986), "Ses” (1986) ve “Düttürü Dünya" (1988)yı çevirdi. Başrolünü Kemal Sunarın oynadığı "Yoksul”un kahra­ manı yakınlarının kendisini "Yoksul” diye çağırdığı bir genç­ tir. Köyden kente gelmiş ve bir hanın çay ocağında çalışma­ ya başlamıştır. Bu saf, iyi niyetli genç, kısa süre sonra han­ daki atölyelerden birinde çalışan Ayla adlı bir kıza (Şehnaz Dilân) âşık olur; bu da başına çeşitli dertler açar. Yoksul, sevdiği kızla evlenme hayalleri kurarken, kız ötede beride gününü gün etmekte, arada Yoksufa imzalattığı senetlerle onu borçlandırmaktadır. Öte yandan delikanlının patronuy­ la da sorunları vardır. Hep kandırılan ve iyi niyeti kötüye kullanılan, bu yüzden başına belâlar gelen genç, bir ara du­ rumun farkına varacak; sonra da açıkgöz bir tip olacak ve önlenemeyen bir yükseliş kaydedecektir. "Yoksul” Tahtakale’dekl küçük bir handa 801er Türki­ ye’sini sergileyen; yurdun ekonomik kargaşasına, liberalizmi ne yapıp edip "köşeyi dönmek” diye yorumlayan anlayışa, alaturka ve arabesk motiflerle bezeli yerli kapitalizme ver yansın eden bir küçük film, Ökten in çok iyi bilinen oyuncu yönetimi sayesinde Kemal Sunal usta-işi bir kompozisyon çiziyor filmde. "Yoksul”, Kemal Sunal kadar, başta Yaman Okay olmak üzere tüm oyuncu kadrosundan Orhan Oğuz’un titiz ve iş­ levsel görüntülerine, günümüz arabesk müziğinden derlenen i >n müziğinden Umur Bugay'ın akıcı senaryosuna dek Ök- ten’in çizgi üstü filmlerinden biri.

55 *Ses" ise, 12 Eylül filmlerinden biri. Film. Güney’dekl bir tatil kentine bir gencin fTânk Akan) gelmesiyle başlar. Geçmişte uğradığı kötü işlemler yüzünden bir kolu tutmayan bu gizemli genç, yörede merak uyandırır. Aynı merakı, anasıyla bu kentte tatil geçirmeye gelen Serap (Nur Sürer) de duyar. Ve İzlediği gencin altı yıl hapiste yat* tıktan sonra dışarıya çıkmış bir mahkûm olduğunu keşfe* der; onun, taşlara çarpılarak öldürülen ahtapota bakışın­ dan; balık avında kullanılan zincirlerle ağlara dalan gözle­ rinden genç adamın içerde yalnız kolunu değil, daha pek çok şey yitirdiğini anlar. Ona özlemini çektiği sevecenliği vermek İster. Bu arada gencin yöresinde duyduğu bir sesten zaman zaman irkildiğinin ayırdma vanr. Genç, bu sesin, gözleri kapalı tutularak kendisine iş­ kence eden, sesini duyduğu, ama yüzünü görmediği cellâda (Kâmuran Usluer) ait olduğunu anlar. Ve sesin sahibini İzle­ yerek harap bir kilisede onu kıstırır. Bu kez adam, gözlerini bağlayarak, ona işkence eder. Yani şimdi cellât kurban, kur­ banda cellât olmuştur. Ve ölke dolu bir hesaplaşmaya giri­ şir. Ama bu fırsatı şiddetle değerlendirmeyecek denli insan­ cıl duygularla kurbanını bağışlar genç adam. Tarık Akan’ın dediği gibi “Ses", “acılann anatomisi"; Nur Sürer’in dediği gibi "sessiz bir protestoydun “Düttürü Dünya", bir başka toplumsal taşlamadır. Filmde. Ankara’nın yoksul gecekondu semtlerinden birinde oturan ve “Dütdüt" olarak da anılan Mehmet (Kemal Su nal), gecelerini bir pavyonda klarnet çalarak eşini ve geri zekâlı üç çocuğunu geçindirmeye çalışır. Açıkgöz kayınbiraderi (Erdal Gülver) onun kirayla oturduğu gecekondusunu satmak iste­ mektedir. Gecekondunun yıkım ve satışını önlemek için “Dtitdüt" gündüzleri de çakmak gazı satıcılığından inşaat iş­ çiliğine kadar her İşe girişir. Mevcut düzenin “kafanı çalıştır, köşeyi dön" kuralına uymak ister. Ne var ki, bin parçaya bölünmüşlük, geceyi gündüze katarak çalışma, küçük adam

56 Dütdüt için sadece yıpratıcı ve giderek çökertici olur. Sonun­ da ev yine yıkılır ve aile açıkta kalır. Zeki ökten, 801i yıllardan sonra ülkemizdeki güncel yaşam biçimini belirleyen alaturka, arabesk toplumsal du­ yarsızlığı, yozlaşmayı ustalıklı bir kara güldürü bordürüne oturtabiliyor; ve mutlu sonla biten Kemal Sunal güldürüle­ rine alışmış seyircide hayal kırıklığı yaratıyor; ama nitelikli yapıtlarda başan sağlayabileceğini bir kez daha kanıtlayarak bu açıdan da saygınlık kazanıyor.

ŞERİF GÖREN

Şerif Görenin bu dönemdeki Orhan Gencebaylı "Kır Gönlünün Zincirini" (1980), “Feıyada Gücüm Yok" (1980); İbrahim Tatlısesli "Alişan" (1982) ve İkinci derecede önemli “Gizli Duygular" (1984), "Adem ile Havva" (1986), “Umut So­ kağı" (1986), "Sen de Yüreğinde Sevgiye Yer Aç" (1987) ve "Abuk Sabuk Bir Film" (1990) bir yana bırakılırsa, önemli ve Türk sinemasına gerçekten katkıları olan filmleri şunlardır: “Her Hangi Bir Kadın" (1981), “Tomruk" (1981), “Derman" (1983), "Firar" (1984), “Kan" (1985), “Kurbağalar" (1985), "Yılanların Öcü" (1985), "Sen Türkülerini Söyle" (1985), "Be- yoğlu’nun Arka Yakası" (1986), “Katırcılar" (1987), "On Ka­ dın" (1987), “Polizei" (1988) ve “Amerikalı" (1993). Tank Akan ve Hülya Koçyiğitle gerçekleştirdiği "Her Hangi Bir KaduT’da fabrikatör babasının evinden ayrılarak kendi başına bir yaşam kurup fotoğrafçılıkla geçinmeye ka­ rar veren Yıldızın (Hülya Koçyiğit). bir eve taşındığı sırada eşyalannı taşıyan ve resmegiderliği bakımından fotoğrafla- nnı çektiği CemaTle (Tank Akan) olan ilişkisi anlatılır. Cemal bu ilişki ve ilgiyi yanlış yorumlar; arkadaşlarının da teşvi­ kiyle kızın kendisini sevdiğine inanır. Film, bu yanılgıyla kızın yaşamındaki gerçek bir ilişki

57 arasındaki çakışmayı ve kızın kendi çevresinden Murat'la (Cihan Ünal) evleneceği sırada, kaçırdığı kızdan gerçeği, ra­ kibinin önünde, öğrenince Cemalin ayaklarının suya ermesi ve “chaplinesçue" bir buruklukla kaderine razı olmasıyla son bulur. Ahmet Soner'in senatyosundan yola çıkılarak, kamera çalışmaları Kaya Ererez tarafından gerçekleştirilen ve Cahit Berkay’ın müziğiyle donanan film, olanaksız bir sevgi öykü­ sünü melodrama kaçmaksızın ve yer yer dozunda tutulan bir güldürüye dönüştürerek anlatmaktadır. Sevildiğine ina­ nan ve duygulan bu sevgiyle beslenen, kahırlandığı zaman "Yeşil Kurbağalar "ı söyleyen, sevdiği kızı görmek İçin gezgin- kaset satıcılığına soyunarak sokağından geçen, buluşacağı kızı etkilemek için “Travolta" biçimi saç yaptıran Anadolu çocuğu garip hamal rolündeki Tank Akan filmin başarısında büyük rol oynuyor. (Film hakkında aynca bkz.: Atillâ Dor- say. Cumhuriyet. 5.2.1982) "Tomruk" (1982), Şerif Görenin. Osman Şahinin bir öy­ küsünden yola çıkarak senaryosunu Ahmet Soner’in yazdığı, kamera çahşmalann Orhan Oğuz’un, musiki çalışmalannı Cahit Bekayln gerçekleştirdiği; Kadir İnanır, Serpil Çakmak­ lı, Selçuk özer, Hayati Hamzaoğlu, Seyfettin Karadayı ve Mehmet Medeni’nin oyunculuk desteği ile kotarılmış bir kur- deladır. Şerif Görenin kendi firması (Anadolu Film) adına ger­ çekleştirdiği filmde, ağaç kesimi ve tomruk taşımacılığı ko­ nusu içinde bir aşk serüveni de anlatılmaktadır. "Bir sevda öyküsüyle İlkel bir taşımacılığın beraberinde getirdiği gerilimin iç içe sunulduğu filmde, sinemamız için gerçekten başarılı sayılabilecek bir çok sahne de var. örne­ ğin belgesel bir (ad veren sallar üzerindeki insanların doğa ile savaşımı ustaişi bir sinema diliyle, ustaişi bir kamera ile görüntülenmiş." (Burçak Evren, Milliyet, 4.2.1983) "Tom- ruk"Laki doğa araştırması, doğanın bir gerilim unsuru ola­

58 rak eJe alınması ve bunu gerçekleştirebilmek İçin güç çekim şartlanndan kaçını İma ması filme, 1983’le, 20. Antalya Film Şenliği nde “En iyi üçüncü film” ve Orhan Oğuz’a “En İyi gö­ rüntü yönetmeni* ödüllerini kazandırdı. “Firar”, yine Osman Şahinin bir öyküsünden Erdoğan Tünaş’ın uyarladığı bir senaryodan ve yine Orhan Oğuz’un kamera, “Yeni Türkü” grubunun müzik çalışmalarıyla ve Hülya Koçyiglt, Talât Bulut, Metin Çekmez, Haldun Güvenç, Asuman Arsan ve Meral Çetinkaya’nın oyunculuk desteğiyle gerçekleşmiştir. Evli bir adamla metres hayatı yaşayıp ondan iki çocuk peydahladığı halde karısından boşanıp kendisiyle evlenmeye razı edemediği adamı bir tartışma sonucu öldüren ve hapse girdikten sonra çocuklarının özlemine dayanamayarak gar­ diyanın (Talât Bulut) yardımıyla kaçan; bir süre bir şantiye­ de çalışıp para edindikten sonra uzun bir yolculuk yaparak yavrularına kavuştuğu sırada yakalanıp geri getirilen Ayşe’­ nin (Hülya Koçyigit) öyküsünü anlatır “Firar*. Buram buram seks kokan filmde çocuklarına kavuş­ mak İçin birçok erkekle yatmayı göze alan bir kadındır Ayşe. (Film hakkında bkz.: Turhan Gürkan, “ Firar’, Gerçeklere Dayalı Bir Yaşam Kesitini Sergiliyor-Kadın Cinselliğine Olum­ lu Yaklaşımlar”-Cumhuriyet, 12.12.1993; Atillâ Dorsay, Türk Sinemasının 1984 Yılındaki Önemli Çıkışları”, Cumhu­ riyet, 12.12.1984; Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı III. 1.1.1985). 1985’te Yankı Dergisi’nin düzenlediği bir ankette “Yılın en iyi Türk filmi” seçilen, yine aynı yıl sinema yazarları ta­ rafından “En İyi üçüncü Türk filmi” olarak belirlenen “Firar” oyunculardan Metin Çekmez’e de Antalya Film Festivali’nde “En iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünü kazandırmıştı. “Kan” (ya da “Kanın Namusu”) (1985), Osman Şahin’in “Kanın Masalı” adlı öyküsünden yola çıkılarak çevrilmiş bir başka töre filmidir. "Kanın Namusu”, intikamın yerde kal­ mayacağı ve töre icabı mutlaka öç alınması gerektiği tema sı üzerine... Tank Akan filmde bir babayı ve oğlunu canlan­ dırıyor. Serpil Çakmaklı. Hakan Balamir ve Alev Sayın filmin belli başlı kişileri. Senaryocu Osman Şahin, töredeki “Atın kuyruğu, ka­ dının saçı ve erkeğin bıyığı ile şaka olmaz* esprisini de yola sokarak, böylesi bir olayın nasıl acımasız bir kan davasına dönüştüğünü: Şerif Gören de. bu filmle. "Korkuyu anlatma­ ya çalıştığını” söylüyorlar. “Kurbağalar* da bir Osman Şahin öyküsünün uyarla­ ması. Şerif Gönen’in, bu filmi, ilk kez eşi görülmemiş bir öy­ küyü sinemamıza getiriyordu. Filmde, geçimini çamurlu su­ larda kurbağa toplayarak sağlayan köylülerin dünyası. TYak- ya yöresindeki çeltik tarlalarıyla birlikte veriliyordu. Kocası öldüğü halde küçük oğlunun geçimini sağlamak için aynı uğraşı sürdüren dul Elmas (Hülya Koçyiğit) tüm erkeklerin cinsel ilgisini çeker; ama o ancak hapis damından yeni çık­ mış köyün uçan delikanlısı Ali (Talât Bulutj’ye gönül verir. Ali de ona yanıktır; ancak bir gecelik birliktelikten sonra Ali onunla evlenmekten vazgeçer, öte yandan Ali’nin dul anası da bu evliliği istemez. Elmas’ın çileli yaşamı bundan sonra da yine kurbağalar dünyasında sürüp gidecektir. özden Çankaya’nın senaryosunu yazdığı Atillâ Özde- miroğlu’nun müziğini yaptığı film yer yer belgesel izlenimi uyandıran sahneleri ve kendine özgü bir ritme sahip; sakin, durağan, ağırbaşlı bir hava yansıtıyor. Fransa’da. 1987’de Nantes kentindeki “Üç Kıt’a Film Şeniiğrne katılan film. Hülya Koçyiğit’e “En iyi kadın oyun­ cu* ödülünü kazandırdı. Metin Erksan’ın 1962’de Fakir Baykurt’un romanından sinemaya uyarladığı “Yılanların öcü"nû Şerif Gören 1985’te yeniden ele aldı. Bu kez Irazca Ana rolünü Fatma Girik. Ka­

60 ra Bayram rolünü Kadir İnanır. Hatça rolünü Nur Sürer, Hac'aliyi Erdal özyagcılar, Hac'Alfnin eşini Serpil Çakmak­ lı oynuyordu. Erksanlnkiyle Görenin filmi arasında önemli fark, an­ latımda yatıyor. Erksan'm filmi ölçülü bir ritme, bir gerilime; gece çekimlerinde olsun, gündüz çekimlerinde olsun özenil görüntülere; gelişkin bir üslûba sahiptir. Gören ise, filmi için bir Ön-biçim, bir anlatım yapısı belirlememiş. Gören tek­ nik cambazlıklara ve cinselliğe ağırlık vermiş görünüyor. “Sen Türkülerini Söylemde bir siyasal suçtan ötürü iş­ kence görüp hapse atılan Hayri (Kadir lnanır)*nln cezasını çekerek dışan çıkınca yaşadığı yalnızlık ve yabancılık anla­ tılır. Bu yabancılaşmayı kendi aile çevresinde duyduğu ka­ dar, hâlâ Papirüs’te toplanıp eğlenen, ancak birer işe kapı­ lanarak eski devrimciliklerini unutmuş arkadaş çevresinde de duyumsar. Rejisör arkadaşı Şerif (Şerif Görendin aracılığı ile tanıştığı bir model kız (Sibel Tumagöl) yalnızlığını unut­ turmak için kendini ona verir. Bununla yetinemeyen Hayıl, İstanbul’dan ayrılır; ayrılırken de Çağdaş Türkü Grubumun söylediği “Sen Türkülerini Söyle1* şarkısını duyar. Aytekin Çakmakçı nın kamerasıyla çekimi sağlanan fil­ min dağınık bir konusu var. "Nouvelle Vague" (Yeni Dalga) filmlerinin mahzun “anti-hero"Ianna benzeyen bir rolü oynu­ yor Kadir İnanır. Biraz da “realizme poetique" (Ozansı ger­ çekçilik) akımının kahramanlarını anımsatıyor. Hepsi o ka­ dar. *Beyoğlu’nun Arka Yakası", bir Beyoğlu nostaljisi... - Filmde evlilik hayatında mutsuz olan ve yeni aldığı maaşıyla hovardalık yapmak isteyen Haydar (Tank Akandın Beyoğlu’nda. yaşadığı serüven anlatılır Çeşitli kişilerle ta­ nıştıktan sonra bir otel odasında yattığı konsumatris Züm­ rüdün yanında sıza kalan ve bütün parasını çaldıran, Bey- oğluserüveni de böylece biten sıradan bir kişidir Haydar.

61 Senaryosunu Eyüp Hallt Türkyazıcı ve Hüseyin Kuzu1- nun birlikle yazdıkları “Beyoğlu’nun Arka Yakasfnı Erdal Kahraman filme çekmiş. Beyoğlu nun bilinmeyen gizli yüzü­ nü: zamanımızdaki meyhaneleri, batakhaneleri» fuhuş yuva­ larını, otel odalarını, randevu evlerini, sarhoşlan, esrarkeş­ leri, hovardaları, satılık kadınlan, nonoştan, fahişeler!, mu­ habbet tellâllarım, eşcinselleri ve travestileri müthiş bir ko* kuşmuşluk içinde yansıtır Şerif Gören filmde. Fuat Çelik’in bir öyküsünden Hüseyin Kuzu’nun senar- yolaştırdığı ve Erdal Kahramancın filme çektiği “KatırcılarMa, Şerif Gören: Kadir İnanır, Halil Ergün, Ayşegül Aldinç, Nec­ mettin Çobanoglu ve Bülent Bilgiçlin oyunculuk katkılarını sağlayarak ve yeniden vahşi doğa görüntülerini kendine öz­ gü çerçeveleme biçimi ve seçiciliği ile kullanarak “Derman" ve özellikle “Yol"u anımsatan bir çalışma ortaya koyuyor. “Katırcılar" filminin baş kişileri sınırı boyunca katır sır­ tında kaçak mal taşıyan doğululardır. Kadir İnanır “Katırcı RüstenTi, Halil Ergün “Katırcı Abdurrahman“ı, Ayşegül Al­ dinç ise, bu yörelere gelmiş, onların yaşadığı güç koşullan paylaşmak zorunda kalmış ve kaçakçılardan birine yakınlık duyan gazeteci kızı canlandırıyor. Gören filmlerinin bir çoğunu öykü ya da olaylar üzerine değil, İlginç ve çarpıcı bir mekân üzerine oturtmayı seviyor. “Katırcılar" her Gören filminde olduğu gibi bir çok şeyi, bir- biriyle organik bir bağ olmaksızın bir arada anlatmayı yeğ­ liyor, ama hiçbirini yeterince anlatamayan bir film olup çık­ mış. Kaçakçılık, kasaba eşrafının betimlenmesi, yabancı bir kadına karşı gösterilen aşırı duyarlılık, doğanın karşısında yaşanan çaresizlik, salgın hastalık vs, vs, hepsi var bu film­ de. (Burçak Evren, “Katırcılar, Hep Aynı Masal", Güneş, 4.12.1987) “On Kadın'da Şerif Gören filmde sadece Türkân Şoray'ı oynatarak kadın sorunlarını irdeliyor. Toplumun çeşitli ke­ simlerinden on kadını (daha doğrusu sonradan biri filmden

62 çıkarıldığı için dokuz kadım) ele almış. Bu kadınların tümü birbirinden bağımsız ve farklı konularda iseler de; öyküleri birbirine bağlayan tema: sonradan her birinin “suçlu" duru­ ma düşmesi. Türkân Şoray’ın canlandırdığı kadınların kö­ keni ve öykü adları şöyle: Kır kökenliler; kır kökenli ana ve kız; fahişe, ortadirek kadını, gazeteci, çingene, burjuva ka­ dın, feminist, kayınbabasının tecavüzüne uğrayan gelin, tele-kız. Hüseyin Kuzu’nun başanlı bir senaryosundan yola çı­ kan Şerif Gören, hızlı tempolu bir anlatımı yakalayabilmek için sinemanın tüm öğelerini ekonomik bir biçimde kulla­ nıyor. Ne kamera hareketleri, ne oyunculuk, ne de olmayan müzik (sadece otantik seslerle yetinilmesi çok yerinde bir karar) ıskalanmamış, kof bir üslûpçuluğa düşülmemiş. Erdal Kahraman’ın kamerasıyla tespit ettiği diğer oyun­ cular: Erdal Özyagcılar. Bilâl İnci, Songül Ülkü, Yavuzer Çe- tinkaya, Gülsen Tuncer. ~Polizei"da, küçük yaşından beri büyüdüğü Almanya'da çöpçülük yapan Ali Ekber (Kemal Sunal), birgün tanıdığı bir rejisörün arzusuna uyarak bjr filmde “polis" rolü oynar. Çöpçü olarak toplumda saygın bir yeri olmadığı halde, stüd­ yodan polis kılığıyla çıktığında kendisine karşı herkesin tav­ ımın ne denli değiştiğini görerek keyiflenir Ali Ekber. Ve bu kılıkla dolaşmayı sürdürerek daha önce kendisini horlayan­ lardan öç alır. Bir yandan da Türklerin yaşadığı çevrelerde ve Alınanlarda gördüğü aksaklıkları düzeltir. Babette (Babet- te Jütte) adlı Alman sevgilisi ile mutluluğa ulaşır. Ama kendi yarattığı bu sahte düş pek uzun ömürlü olmaz: sonunda yi­ ne kendi kişiliğine bürünür. Tümü Almanya’da çekilen filmin ilk yansındaki çöpçü tiplemesi, Kemal SunaTın her filminde canlandırdığı kişili­ ğini yansıtmakta; ama “polis" kişiliği sağlam gözlemlere da­ yanan bir çabayla yepyeni bir tipleme olarak karşımıza çıkı­ yor.

63 1990*93 yıllarında setlerden uzaklaşan Şerif Gören, 1993 te Ûmlt İnaİ'ın senaıyosundan yola çıkıp Erdoğan En* gln’in kamerasıyla çektiği ve Volkan Gücenin müziği ile do* nattığı “Amerikalı" ile sansasyonel bir çıkış yaptı. Şener Şen, Lale Mansur. Taner Barlas, Eray Özbal, Sim EUtaş, Mustafa Oğuz, Enver Dönmez gibi sanatçıların kat­ kısıyla gerçekleştirdiği filmin senaryosunun başında; “Bun- dan bir milyon yıl önce Luke Skywalker ve arkadaştan Pren­ ses Leayı imparatorun elinden kurtarmışlardı. Daha sonra dünyada insan dediğimiz varlık ortaya çıktı. İnsanlık ateşi, yazıyı, sinemayı, pop-com'u ve tabii ki Amerikayı keşfetti. Ve Amerika'nın keşfinden yaklaşık 500 yıl sonra genç bir Türk, 'Şeref the Türk" Amerika kıt’asına ayak bastı ve ora­ da çok zengin oldu.” ibâresi konarak filmin ne denli “gırgır” olacağının ilk işareti verilmektedir. “Amerikalı”, gençliğinde sevgilisini arkadaşına kaptıran, üstelik arkadaşının attığı kazıkla hapse düşen Şerefin ko­ mik öyküsü. Hapishaneden “Geceyarısı Ekspresimin kahra­ manıyla birlikte kaçan Şeref, özgürlükler ve fırsatlar ülkesi Amerika'da soluğu alır. Orada Önüne çıkan her fırsatı değer­ lendirerek dolar zengini olur. Şeref yirmi yıl sonra Türkiye'ye dönerken amacı, hem ticari bağlantılar kurmak, hem de vaktiyle kendisini aldatan arkadaşından ve sevgilisinden öç almaktır. Ancak Türkiye, yirmi yıl öncesinin Türkiye'si değildir. Şeref aradığı dinginlik yerine, kendisini, tutkulu bir şiddetin ve komedi dünyasının içinde bulur. Türkiye'deki göz ka­ maştırıcı, hızlı değişimi, dört nala giden “Amerikanlaşma”yı eleştiren “Amerikalı", şiddet öğesi İçeren Hollywood filmleri­ nin de katılımıyla gerçekleştirilmiş toplumsal bir taşlama ör­ neği. Filmde son yıllarda “gişe hasılatı" yapan “Özel Bir Ka­ dın" (Pretty Woman), Temel içgüdü” (Basic Instinct), “Evde

64 Tek Başına" (Home Aione), “Thelma ve Louise" gibi kimi fiim- lerden alıntılar var. Vurucu sahnelerle dolu bu filmleri ince­ den inceye alaya alıyor. Yönetmenin de belirttiği gibi, teknik düzeyi yüksek, her anlamda farklı bakılması gereken bir film “Amerikalı". Yukanda da belirttiğimiz gibi, üç yıl film çekmemiş veya çekememiş olan Şerif Gören, ansızın gerçekleştirdiği **Ameri­ kalı" ile bir anda öne çıktı ve aynı zamanda milyarder oldu. Film piyasada 8-10 hafta gösterilen Amerikan filmleriyle âdeta yanştı. (Bkz.: Ümit Bayazoğlu. “Şerif Gören Spielberg ile Yanşıyor-“Amerikalı" Yirmi Milyara Koşuyor". EP (Ekono­ mi Politik). Sayı 49. 31.X. 1993-7.11,1993) (Film hakkında ayrıca bkz.: Turhan Gürkan. "Kişiliksiz Toplum Olmanın Eşiğinde". Cumhuriyet, 19 Mart 1994; Necati Sönmez, “Ame­ rikalı". Nota (Ne Nerede Eki). Sayı 45, 31.11.1993). 1993 Antalya Film Şenliğinde yarışmaya katılan film, jüri tarafından değil, ama halk Jürisi tarafından "En iyi film” seçildi. Yukanda sözü edilen röportaj sırasında Şerif Gören, “Altın Portakal artık umurumda değil" şeklinde beyanda bu­ lunuyor. Bu film dolayısıyla para kazanma uğruna harcanmış bir yetenek olarak bakıldı Şerif Gören'e ve “Ertem Eğilmezin çe­ virdiği “Arabeskle nasıl Türk filmleri gırgıra alındıysa* aynı yöntemle ve aynı oyuncuya (Şener Şen), bu kez, Şerif Gören, Amerikan filmlerini gırgıra almanın sanat olduğunu sanıyor; ya da para kazanmakla yetinip sanata boş veriyor” denildi.

HALİD REFİC

Halid Refiğ’in 1980’den sonra, çoğunu Erler Film Kuru­ mu *na kapılanarak Türker İnanoğlu adına maaşlı yönelmen olarak çektiği ticari yanı ağır basan, ama sanat lan da nasi bini almış filmler arasında: "Leylâ ile Mecnun" (198:>), “O

65 Kadın* (1982). "ihtiras Fırtınası* (1983). “Beyaz ölüm* (1983) ve “Alev Alev* (1984). gerek anlatımdaki düzey, gerek oyuncu yönetimi bakımından öteki ticari filmlerine göre ayırd edil­ mektedir. Özellikle “ihtiras Fırtınası*. Gûlşen Bubikoğlu, ve Cihan Ünal'ın katkılarıyla Abdülhamid döneminin “Jeune Turc* hareketleri içinde oluşan sivil ve resmi (asker) kişilerin siyasal serüvenleri kadar iki kadın tarafından sevi­ len bir gencin duygusal serüvenini de yansıtması bakımın­ dan ilgi çekicidir. özgün bir sanatçı olan Zühal Olcay da ilk kez bu filmde parlamış ve 21. Antalya Film Şenliği'nde (1984). “En iyi yar­ dımcı kadın oyuncu* ödülünü kazanmıştır. “Leylâ ile Mecnun*, yine Bubikoğlu ile Orhan Gence- bay'ın oynadığı bir halk öyküsünün arabesk yorumlaması­ dır. Her ne kadar kimi yazariarca Refığ'in bu yorumu hoş karşılanmamışsa da. büyük bir çaba göstererek, konunun Arap filmlerinde görüldüğünden farklı bir yorumla ele alı­ nabileceğini göstermesi yönünden bu deneme ilginçtir. “Beyaz ölüm*. Halid Refığ'in Tank Akan. Ahu Tuğba ve Yaprak Özdemitoğlu ile çevirdiği genç kızlan uyuşturucuya alıştırıp kötü yola düşüren bir çeteyle mücadele eden bir po­ lisin öyküsüdür. “Alev Alev*; Tank Akan. Cüneyt Arkın. Gül- şen Bubikoğlu ve Çiğdem Tunç'la çevirdiği bir tatil kasaba­ sında başlayıp sonu ölümlerle biten bir serüveni anlatmak­ tadır. Biçimsel yönden üstün nitelikte olan bu kurdelalar. bir oranda, belli olayların, belli durumlann, belli yerlerdeki ki­ şilerin "lett-motifleri. Bütün bunlara karşın “Alev Alev*, bu ölçüler içinde özenle, bilgiyle yapılmış bir “başanlı* filmdir. Çünkü amaç önceden belirlenmiştir, kestirilen yere de epey­ ce yaklaşılmıştır. Bu dönemde Halid Reflğ'in gerçek birer sanat yapıtı olan

66 öteki çalışmaları: "Teyzem" (1986), "Kurtar Beni" (1987). "Ha­ nım" (1988), "Kanlar Koğuşu" (1989) ve televizyon için yaptı­ ğı bir Kemal Tahir uyarlaması olan “Yorgun Savaşçı"dır. “Teyzem". Milliyet Sanat Dergisfnce öyküsü birinci se­ çilen okullu senaryocu Ümit İnal ın senaryosundan yola çı­ kılarak gerçekleştirilmiştir. Tıpkı ’un "Fahriye Abla"daki tutumuyla, bu kez Umur adlı bir çocuğun gözüyle teyzesi Üftade'nin (Müjde Ar) serüveni anlatılmakta filmde. Çocuk, mutsuz bir evlilikten sonra eve dönen teyzesinin genç kızken Erhan'la (Yaşar Alptekin) olan buluşmalarına tanıklık eder. Onunla birlikte çok güzel çocukluk günleri ge­ çirir. Onun evde gördüğü baskıları ve üvey babasının haksız davranışlarını da sezinler. Evdeki huzursuzluklar büyüyüp üvey babasının (Mehmet Akan) teyzesinin neden olduğu sal­ dırıları annesine (Tomris Oğuzalp) kadar uzanınca Umur, teyzesinden nefret eder. Ancak teyzesi yitip gittikten ve uzun yıllar geçtikten sonra eve dönen Umur, kendi kendisiyle bir iç hesaplaşmasına girer. Teyzesi Üftade’nin tuttuğu günlük­ leri evin bir köşesinde bulunca, gençlik yıllarının sevgilisini yitiren teyzesinin şizofrenik olduğunu anlar ve onu yeniden tanımaya başlar ve gizemli dünyasını çözmeye çalışır. Müjde Ar'ın filmdeki harika yoruma karşın, enişte ro­ lündeki Mehmet Akan'm abartılı, sevgili rolündeki Yaşar Alp­ tekin'in donuk oyunları filmin havasını bozuyor. Senaryosu­ nun da filme gereğince yansılamadığı izlenimi uyanıyor. Bu­ na karşın “TeyzenTde, Atilla Özdemiroglu'nun müziği ve inti­ har sahnesi çok etkileyici. "Kurtar Beni", bir sağcı film sayılamayacak kadar in­ sancıl bir kurdela. Gülşen Bubikoglu ve Talât Bulutla çev­ rilen filmin konusu şöyle: Ayten (Gülşen Bubikoğlu) fahişelik yaparak hayatını kazanır. Genç kadm. bu bataktan bir türlü kurtulamaz. Ve dua etmek için gittiği camiin imamı, birden­ bire genç kadına güç verir. Çünkü İmam Salih (Talât Bulut) ile aralarında bir yaklaşım başgöstermiş; Salih'in telkinleriy­

67 le Ayten doğru yolu bulmuştur* Ancak Ayten'in müşterilerin­ den ve Salih'in yakını olan Rıza Kaptan (Tanju Gürsu) kadım tanıyınca iş çatallaşır. Buna karşın Salih onunla evlenir ve imamlıktan ayrılarak baba mesleği olan denizciliğe döner. Bu filmdeki oyunlarından ötürü Gülşen Bubikoğlu 25. Antalya Film Şenliğinde "En iyi kadın oyuncu", Tanju Gürsu "En iyi yardımcı erkek oyuncu" ve Fatoş Sezer "En iyi yar­ dımcı kadın oyuncu" ödülleri aldılar. Filmin seıgilediği in­ sancıl söyleme karşın, Basında aykın eleştiriler de görüldü: "Filmdeki fahişe, ne fahişeye benzemiş, ne de imam imama. İlişkilerin yerini raslantılar, ödeşmelerin yerini silâhlar, deği­ şimlerin yerini ise "Kurtar Beni" ile başlayan dualar almış. Film, bırakın bireysel özelliklerinden arındırılıp kişisizleşti­ rilmiş ve kartonsu bir hale sokulmuş kahramanlarını bir ya­ na, kendisini bile kurtaramamış." (Burçak Evren, Güneş, 11 Kasım 1988). Buna karşın Refiğ'in 1988'de çevirdiği ve tıpkı Lütlî Ömer Akad'ın "Üç Tekerlekli Bisiklet", "Vesikalı Yarim" gibi küçük başyapıtlarını anımsatan, hatta onları da aşan son çalışmalarından biri olan “Hanım", hiçbir çatlak ses çıkma­ dan herkes tarafından övgüyle karşılanmıştır. Nezihe Araz’ın senaryosundan yola çıkılarak bir yaşlı ve yalnız kadınla "Hanım" adlı kedisinin öyküsünü anlattığı film: Halid Refiğ'in yaşamıyla da kesişmekte; evinde birkaç kedi besleyen ve eşiyle birlikte kedi sevdalısı olduğu bilinen Reflğ, bu filmiyle yaşlı bir kadının ömrünün son günlerinde yaşadığı duyarlıktan sergiler. Başrollerini Yıldız Kenter'in ve Eşref Kolçaklın büyük birer san'at gücüyle canlandırdığı "Hanım", kanser olduğu­ nu öğrenmiş, yitip giden eski değerlere tutkun, eski terbiyey­ le yetişmiş: güzeller güzeli kedisiyle yaşayan yaşlı ve yalnız Olcay hanımı anlatıyor. Teknesi çürüğe çıkanlmış Necip Kaptan (Eşref Kolçak) ile Olcay hanımın yakınlaşması, İs­ tanbul'un bozulup yozlaşması ile insan İlişkileri arasında

68 paralellik kuran plâtonik bir tad veriyor. Necip Kaptan, ölmeden önce kedisini bırakabilecek bir kimse arayan ve bulamadan ölen Olcay hanımın evinin önünden geçerken, kadının sesini duyunca, hem o Olcay hanıma olan dile vurulmamış aşkının farkına vanr; hem de kediyi sahiplenmesi gerektiğinin bilincine ulaşır. Halid Refiğ, duygusal ve nostaljik bir geçmişe âdeta ağıt yakmış. Filmde gerçekleştirdiği sahneler: ölen deniz subayı kocasının anısıyla ve hayaletiyle mutlu olan ve kendisi de yaşarken bile hayalete dönüşen Olcay hanım rolünde Yıldız Kenter ve yaşlı kaptan rolünde yılların sanatçısı Eşref Kol­ çak büyük başan gösteriyorlar. Yıldız Kenter, Bastia Akdeniz Film Festialfnde, yarattığı kişilikle “En iyi kadın oyuncu" seçildi. Necip Kapta'ın rö-orkörüyle Boğaz'dan Haliç'e doğru son yolculuğunun eşsiz bir görsel ağıta dönüştürülmesi de övüye değer, * Ama Nezihe Araz’ın senaryosundan gelen iyilerle kötüle­ rin göze çarpar bir biçimde filmde verilişi eleştirilere uğra­ mış: aynca Halid Refig’in yerli klâsik müzik bestecilerini, Batılı klâsik müzik bestecilerinin karşısına çıkarmasının bir tür “chauvmisme" olduğu ileri sürülmüştür. (Bkz.: İbrahim Altınsay, Güneş, 6.1.1990). Refiğ'in çok iddialı bir diğer çalışması hayranı olduğu Kemal Tahinden ikinci uyarlaması (ilki “Yorgun Savaşçı" idi) "Kanlar Koğuşu" (1989)dur. Kemal Tahir’in 1942 yılında Malatya Cezaevfndeki mahkumiyeti sırasında yaşadığı gün­ leri canlandırdığı aym adlı romanından filme alınan bu kur- dela, ticari bir film değil, 2. Dünya Savaşı sırasında Türki­ ye'nin durumunu bir hapishanenin "micro" ölçüleri içinde yansıtan bir çalışma. Cezaevindeki erkek ve kadın mahkûm- lann günlük yaşamlarının gerçekçi, insancıl bir anlatımı. Dışarıda 2. Dünya Savaşı bütün şiddetiyle sürüyor. Türkiye tetikte: Almanlar mı kazanacak, müttefikler mi? İçe­

69 ride, Malatya Cezaevfnde ise başka bir dünya: Siyasî mah­ kûm Murat (Kadir İnanır), adi suçluların can simidi olmuş­ tur. Daha yasaların bile ne olduğunu bilmeyen hükümlüler sorunlarının çözümünü ondan sorarlar: Devletin dışladığı Murat'a umutlarını bağlamışlardır. Birkaç günlüğüne cezae­ vine kapatılan Malatya genelevinin şanlı sermayesi Tözey (Hülya Koçyiğit), baş gardiyanın kızı Nebahat (Nazan Ayaş), âşığıyla bir olup kocasını öldüren idam mahkûmu Hanım Kuzu (Perihan Savaş), beş yaşındaki kızı Aduşla hapishane­ de bannın cinayetten hükümlü Fati Kadın (Füsun Demirel), kabadayılık kurbanı Hacı Abdullah Mazmanoğlu (Tuncer Necmioğlu), İsmet Paşa*ya küfreden Hubuş (Güzin Çorağan), kayınvaldesini odunla korkutayım derken ölümüne yol açan Sıdıka gibi Murad’ın Önerilerinden yararlananların daha bir çoğunun dramı filmde seıgileniyor. Film. 27. Antalya Film Şenligfnde (1990) "En iyi film" ödülünü alırken; Halid Refîğ de "En iyi yönetmen" ödülünü, Yusuf Kurçenli ile paylaşıyor; öte yandan "En iyi kadın oyuncu ödülü"nü filmdeki Töze rolüyle Hülya Koçyiğit alır­ ken. "En iyi yardımcı erkek ve kadın" ödüllerini de bu film­ deki Mazmanoğlu rolünden ötürü Tuncer Necmioğlu ve gar­ diyan kadın rolünden ötürü Ayşegül Ünsal hak ediyorlardı. “Karılar Koğuşu" değişik, önemli, ilginç bir film. Reflğ, sinema olarak klâsik ve durağan bir anlatımı seçmiş. Kişile­ rini tiplerden karakterlere dönüştürmeyi baş amaçlarından biri olarak almış. Bu arada, tüm film boyunca değilse de, yer yer unutulmaz güzellikle bölümler yaratmış." (Atillâ Dorsay, "Yaşama ve Yaşatma Ustası", Cumhuriyet, 18.5.1990), Ancak filmde gerçeklere uymayan sahnelere de yer veril­ miş. Hapishanede, müdürü bile etkisi altında tutarak, iste­ diği gibi özgürce dolaşan, "Her derde çözüm bulan", "maço"; odasında Atatürk'le birlikte Nazım Hikmefinde portresini bulunduran, istediği zaman genelevi ziyaret edebilen mah- bus tipini yaratan Murat, her ne kadar Kemal Tahir’le özdeş­

70 leşmeye yatkm görülse de; abartılı bir kişilik çiziyor* "Yine de ‘Kanlar Koğuşu*, aslolarak Kadir înanır'ın başarısıyla anıla­ bilir bence* İlk kez baştan sona tutarlı nüanslarını yakala­ yan bir oyunculuk sunuyor İnanır*” (Ali Hakan, Sabah gaze­ tesi). “Karılar Koğuşu”, oldukça ağır tempolu, konuşmaları bol bir yapıt* Konusu, anlatımı, ilginç tipleri, hükümlülerin kırık yaşanülanyla Halid Refiğ'in sineması için Önemli bir aşama* Halid Refiğ'in, bu dönemde, yukarıda belirttikleimiz dı­ şında kalan ve melodramatik öğelerle donattığı “Param-Par­ ça” (1985), “ölüm Yolu” (1986), “Yarın Ağlayacağım" (1986), “Kızım ve Ben” (1988) adlı tüm olarak ticari yapıtlarından burada söz etmek istemiyoruz* Ancak Refiğln sanat yaşamında bu dönemde yaşadığı trajik bir olay var. “Yorgun Savaşçı Olayı”. Biraz ondan söz etmek istiyoruz. Gerçekten TRT adına bir dizi filmi olarak çevrilmesi ka­ rarlaştırılan ve ordu yardımıyla gerçekleştirilen bu film, kur­ gusu yapılıp seslendirilmesi tamamlanacağı sırada Millî Bir­ lik Komitesi ve ona bağlı devlet kuruluşları tarafından gös­ terimden alıkonulmuş ve yakıldığı haberleri yayılmıştı!*). “Yorgun Savaşçı”da Atatürk'ün orduyu toparlayarak Kurtuluş Savaşı nı açmasından önceki perişanlık dönemi anlatılıyor Bu kadar emek sarfedilip masraf yapıldığına gö­ re, filmde asıl Kurtuluş Savaşfnın anlatılmamasının kusur oluşturduğu ve Atatürk'le kontra düşmeden önceki olumlu dönemde, Çerkeş Etem’e ağırlık verilmesinin sorunsal hale getirilmesinin filmin yasaklanmasında etkili olduğu düşünü-

(*) Bu kitabın yazan, filmin iki saatlik sessiz bir bölümünü gerçekleştirim safhasında görerek beğenmiş; ve eserin tüm kopyalanmn yakılmış olama­ yacağını öteden beri savunmuş ve bunu Halid Refiğe de söylemişken; yanlış bir istihbarata dayanarak filmin yakılmasına karar veren hey’etin üyesi olduğu sanısıyla yönetmen tarafından itham edilmiş; Rcfiğ sonradan yanılgısını dile getirmiştir.

71 lebilin 1983'te yakıldığı iddia edilen filmi, o tarihten 1992ye kadar bulup gösterime sokmak savaşımını veren Halid Refig, nihayet Kültür Bakam Fikri Sağlardın da yardımıyla filmin sağlıklı bir kopyesinin MfTde bulunduğunu öğrenebiliyor ve Show IVnin 20 Temmuz 1992 akşamı yayınlanan "32, Gün Türkiye" programında "Yorgun Savaşçrnm dosyası açılıp fil­ min kimi bölümleri gösteriliyor. HBB (Has Bilgi Birikim) TVsi adına Tunca Yönder’in çektiği "Yorgun SavaşçTnın ye­ ni bir versiyonunun bu televizyon programı içinde gösteril­ meye başlanmasından sonra, 1993 Mart ve Nisan aylarında Halkl Refığ'in versiyonu da TRTde gösteriliyor ve hiç kimse filmin vaktiyle niçin yasaklanmış bulunduğunu ve yakıldığı söylentilerinin çıkarılışının hikmetini anlayamıyordu.

SÜREYYA DURU

Süreyya Duru 1980’den sonra, Vedat Tûrkali’nin senar­ yosundan yola çıkarak çevirdiği “FatmagüFün Suçu Ne?" (1986)'den sonra anılmaya değer iki film daha çevirdi: "Çil Horoz" (1987) ve "Ada" (1988), Talmagül’ün Suçu Ne?", deniz kenarında çamaşır yı­ karken beş gencin saldırısına uğrayıp kirlenen Fatmagül'ün (Hülya Avşar) dramım yansıtıyor. Bir süre sonra olaya ka­ nları gençler yakayı ele veriyorlar. Gençlerin kurtuluşu an­ cak aralanndan birinin genç kızla evlenmeyi kabul etmesi ile mümkündür. Saldırganlardan üçünün zengin aile çocuğu, birinin gariban olması, ister istemez Kerim adlı bir genci (Aytaç Arman) evliliğe İter. Ve Kerim, istemeyerek de olsa, Fatmagül’le evlenip arkadaşlarını kurtarır. J3U zoraki evlilik Kerim in kanını bozar; öte yandan bir kez kirletilen bir kıza her zaman kötü gözle bakılması, onu karısına karşı kötü davranmaya zorlar. Ondan kurtulmak için gerekli yasal beş

72 yılın geçmesi, bu koşullar aiiında nasıl gerçekleşecektir? Ama karısına vaki saldırılan defetmek de onun onur anlayışı bakımından gereklidir* Bu arada kadının boynubükük bağlı­ lığının etkisi, onun, bu durumda nasıl bir suçu olduğunu düşünmeye yöneltir Kerimi*.* Ve düştüğü onursuzluğa kar­ şın, giderek, FatmagüTe bağlanın Konusunu biraz dramatize ederek aktarmaya çalıştığı­ mız "Fatmagüfün Suçu Ne?”, sinemamız için bilinen ve çok­ ça işlenen motiflerin yamsıra değişik sayılabilecek temaları da içeriyor* Filmin bilinen ve ucuza kaçan yanı: iyilerle kö­ tülerin bıçağın sırtı denli kaba bir biçimde belirtilmesi; iğfal edilme gibi —hem de filmde gereksiz uzatmalarla anlatılan— olağan, ama çok melodramatik bir olaya dayandırılması: za­ man zaman da bu olayın uzantıları olabilecek beylik trükleri sık sık kullanmasından kaynaklanıyor* Değişik ve yeni olabi­ lecek tarafları ise, filmin olumsuz yönlerini unutturacak- sayıda: Özellikle Süreyya Duru/Vedat Türkali İkilisi olayı el­ lerinden geldiğince olabilirlik çizgisine oturtuyorlar; Alî Uğur da bunu kamerasıyla gereğince resme dönüştürüyor. Ke­ rimin davranışındaki değişimde bunu açıkça görüyoruz* "Çil Horoz", Oktay Rifat'ın aynı adlı oyunundan Macit Koper'in kotardığı senaryodan yola çıkılarak çekilmiştir. Aynı evde oturan üç kız kardeşten birinin kızı olan Ay- ten (Hülya Avşar) ile bir diğerinin oğlu Ahmet (Sedat Savtak) arkadaşça dolaşırlar* Ancak kızın üvey babası Kasap Ârif (Savaş Yurttaş) ve teyzesi Sultanla (Tulûg Çizgen) düşüp kalkan, zamparalığı dolayısıyla "Çil Horoz" diye anılan Şoför Haşan (Selçuk Özer) da ona tutkundur. Ahmetl sevdiği hal­ de ondan ilgi görmeyen Ayten, karısını boşamak kaydıyla Şoför Haşanla evlenmeye razıdır; ama zamanla onun karı­ sını boşamayacağına inanır* Bir gün Kasap Ârif kızın evde yalnız bulunduğu bir sırada çıkagelir; bıçak tehdidi altında kızın ırzına geçer ve onu öldürür* Ayten bir gece rüyasında: Pembe badanalı bir odada

73 Haşanla sevişirken» çıkagelen akrabalarının duvarları siya­ ha boyadıklarını görür. Bıçak altında can verirken de yeni­ den pembe bir rüya görür: Bu sırada Haşan gelip onu alıp götürür; yeni yuvalarında mutlu bir yaşama hazırlanırlar. Hülya Avşar'ın tipine yatkın bir rolü var filmde. Selçuk Özerle kızın öteki teyzesi rolündeki Ayla Algan ve Tulûğ Çiz­ gen iyi oynuyorlar. Ama fildeki karmakanştk ilişkiler» konu­ yu bizim burada anlattığımızdan çok daha fazla karıştırıyor. Süreyya Duru'ntın filmolojisinde pek önemli yeri yok fil­ min. Onun son barutunu kullandığı “Ada", Peride Celâl'in bir öyküsünden yine Macit Koper'in uyarladığı senaryodan yola çıkılarak Salih Dikişçinin kamerasıyla çevrilmiştir. Her fil­ minde olduğu gibi yine aksayan, sarkan yanlan olan, ama belli bir sıcaklığa, içtenliğe ve “çaba*ya sahip bir çalışma ol­ muştu bu da. Filmde on yıl önce ayrılmış olduğu ressam ko­ casını (Rutkay Aziz), Burgaz Adasfnda ziyaret eder Eser (Türkân Şoray). Bu hüzün ve gizem yüklü kadın aslında kızları (Nilüfer Açıkalın) ile ilgili bir konuşma için bu ziyareti göze almıştır. EserMn geçmişe döndüğü ve hem dünüyle hem de bu günüyle ilgili hesaplaşmalarla beklemediği gelişmeler yaşayarak tekrar kente döndüğü bir günün öyküsüdür bu. Duru, sinemasal açıdan oldukça zor olan bu öyküyü perdeye aktararak işini, en uygun yol olan “yalınlık" ile ele almış; harekete, süse, hıza fazla önem vermeyen, “psikolojik" bir boyutu yakalamak için olanaklar tanıyan, sakin bir anlatım tutturmuş. Sonuçta kendi halinde bir çaba belki; ama yine de, kocasıyla birlikte olduktan sonra, yalnızlığa ve sanata sığınmak isteyen ressamı terkeden Eser rolünde Tür­ kân Şoray’ın oldukça başarılı oyunu, Rutkay Aziz’in de sine­ maya “ısınma turu" için görülmeye değer. 1930‘da geldiği dünyadan 1988Tde, bu filmi tamamla­ mak üzere iken, ayrılan Süreyya Duru, Yeşilçanrfda farklı yönetmenlerden biri olmuştur. Farklıydı; çünkü “alıştığı

74 yolda yürümek inadı" yoktu, 1960 larda başladığı sinemada ticari filmler çekerken, sıradan bir yönetmen olarak anılırdı. Sonra birden bire, 70 li yılların ortasına gelindiğinde, (Vedat Türkali ile işbirliği yapmasının da etkisiyle) "Bedrana", "Kara Çarşaflı Gelin", "Güneşli Bataklık" gibi hiç de yabana atılma­ yacak ürünler verdi. Araya yıllar girdi sonra. Ama 801i yıl­ larda (başarılı oldukları tartışma götürse de) bir kez daha "Fatmagül’ün Suçu Ne?", "Ada" gibi nitelikli çalışmalarla ye­ niden çıkmıştı karşımıza.

FEVZİ TUNA

Bu dönemde Fevzi Tuna’mn dört filmi: “Seni Kalbime Gömdüm" (1982), "Tutku" (1984), "Bir Kadın, Bir Hayat" (1985), "Kuyucaklı YusuF (1985) ve TV için bir dizi filmi: "Üç İstanbul" (1982), üzerinde durumaya değer çalışmalardır. "Seni Kalbime Gömdüm"* Türkân Şoray, Cihan Ünal ve Müşfik Kenterin başrol oynadığı bir aile dramıdır: Sökeli pa­ muk üreticisi milyoner bir ailenin kızı ve bir tekstil fabri­ katörünün (Müşfik Kenter) eşi olan Eylül (Türkân Şorayfün dramıdır bu. Kızı küçük yaşta ölen ve kocasından beklediği yakınlığı göremeyip bir mutsuzluğa sürüklenen Eylül teselli­ yi ve mutluluğu Bodrum’da tanıştığı Ressam Ali (Cihan Ünalfde bulduğunu sanır. Kocasından boşanıp onunla ev­ lenmeyi düşlerse de; İstanbul’da onunla birlikte olduğu sıra­ da, Ali'nin de kocasından bir farkı olmadığım anlar ve eski yaşamına döner, "Fevzi Tuna, ‘Seni Kalbime Gömdüm’le sinemamızda ya­ pılmış en güzel aşk filmlerinden birini vermektedir. Filmde Müşfik Kenter ve Çolpan İlhan özellikle başarılıdır. Cihan Ünal da şimdiye kadarki filmlerinde olduğu gibi dört dört­ lüktür, Türkân Şoray’a gelince,,, Böylesi mükemmel bir oyuncuya, güzelliğiyle oyun gücünü böylesine birleştimen

7‘> bir (sanatçıya) Sahip olduğu için sinemamızın gurur duyma­ sı gerekir." (Atillâ Dorsay, Cumhuriyet. 15.10.1982). (Aslın­ da) filmin en başarılı kişisi Fevzi Tımardır. Çünkü filmi ala­ turka yöntemlerle çekmek yerine tandansına uygun bir yak­ laşımla görüntülemeye çalışmış. Tümüyle değilse de yer yer başarılı olmuş." (Aydın Sayman, Gösteri, 24.11.1982) "Tutku". Necati Cumalfmn “öç" adlı öyküsünden Safa ÖnaTın uyarladığı senaryodan filme intikal ettirilmiştir. Filmde, genç yaşında dul kalan köylü kadın Gülsüm (Meral Orhonsay), kızı Hacer (Hülya Avşar) ile sakin bir ya­ şam sürerken, zamanla, ikisi birden köyün uçan delikanlısı Şerif Ali (Kenan Kalav)ye tutulurlar. Filmin sonunda Şerif Ali tercihini Hacer için kullanarak kızı kaçırır. Arkalarından yetişen Gülsüm tüfekle Şerif Aliyi vurur. Çetin Tunca’nın kamerasıyla sinemamıza kazandırılan bu tutku öyküsünü izleyerek, fotoroman olarak gazetelerde yayınlandıktan sonra. Pınar Küriün senaryosundan filme dönüştürülen “Bir Kadın, Bir Hayarda: Kocasının (Müşfik Kenfer) kendisini aldattığını anlayan bir kadının (Türkân Şo- ray), bunu bir onur sorunu yapıp yuvasından ayrılarak, eşinden yana mutsuz bir erkekle (Cihan Ünal) ilişki kur­ masının, bu yüzden ilkin kendisinden yüz çeviren çocukları­ nın sonradan ona hak vererek hep birlikte analarının hazırladığı yeni yuvada bir aile oluşturmalarının öyküsünü anlatır. "Kuyucakh YusuP, Sabahattin Alfnin romanından Fevzi Tuna'nm hazırladığı bir senaryoya dayanır. Bir köyde tüm ailesi eşkiyalar tarafından öldürülen ve Kaymakam Selahattin Bey (Ahmet Mekin) tarafından evlat edinilen Yusuf (Talât Bulut) ile, birlikte büyüdüğü kaymaka­ mın kızı Muazzez (Derya Akbaş) arasındaki ümitsiz aşka da­ yanır film. Eşraftan birinin oğlu olan Şakir (Atillâ Yiğit) kızla evlen-

76 mefc isteyince aralarında çatışma çıkar. Çeşitli olaylardan sonra Yusuf Muazzezle gizlice evlenin Kaymakamın ölü­ münden sonra Yusuf, tahsildar olarak köylerde dolaşırken, kötü kayınvaldesinin (Sema Çeyrekbaşı) etkisiyle Muazzez kötü yola sürüklenecekken katıldıkları içkili toplantıyı ba­ san Yusuf silâh çekerek kayınvaldesini ve kötülük erbabını vurur ve kızı kaçırır. Oysa o hengâmede yaralandığının ayır- dma varamadığı Muazzez kırlık bir yerde dinlenirlerken kol­ larında ölür. Kızı, bir çukur kazarak oraya gömer Yusuf; kendisi de bilinmeyen bir semte doğru yol alır. Fevzi Tuna romana büyük bir sadakatle bağlanmış ve onun üslubuna yatkın bir resimleme çabasına girişmiş. Ama birçok önemli sahnelerde “romana sadakat", filmin inan­ dırıcı olması, sahnenin dramatik eylem bakımından, gerçeğe uygunluk bakımından doyurucu olması sonucunu getirmi­ yor; roman (edebiyat) gerçeği ile film (sinema) gerçeği mutla­ ka birbiriyle örtüşmüyor çünkü. Farklı değerlerle yaklaş inak, Yazın’ın uygun görsel karşılıklarını bulmak, uyarlama sorunları üstünde daha çok kafa yormak gerekiyor" (Atillâ Dor- say, Cumhuriyet, 7.3.1986). “Bu yüzden kolay okunan bir ro­ mandan ağdalı bir film çıkarmıştır (Fevzi Tuna)“. (Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi. Sayı 140,15.3. 1986). Bizce asıl üzerinde durulması gereken olay. Fevzi Tuna’- nın son yılların en güzel dizi filmlerinden birini, Mithat Cemal Kuntay’ın romanı “üç İstanbul'dan yola çıkarak Bü­ lent Oran’ın senaryosu ve başta Burçin Oraloğlu, Nilgün Ak- çaoğlu. Ayda Aksel. Yalçın Boratav, Erol Keskin, Celile To- yon. Gülsen Tuncer, Neriman Köksal gibi sanatçılardan olu­ şan bir oyuncu kadrosuyla Sultan Abdülhamit döneminden başlayarak İstibdat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasal ve sosyal yaşamlarını beyaz cama getirmesidir. Aynı zamanda bir edebiyatçı olan Avukat Adnan (Burçin Oraloğ- lufın yetişmesi, çevresi; siyasal düşünceleri: gönül ve arka­ daşlık ilişkileri; evlenmesi, sürgüne gidişi; yeniden evlenişi

77 ve Cumhuriyet döneminde çöküşü ve ölümü; yaşamına ka­ tışan Mehmet Akif» Sakallı Vasfl gibi olumlu olumsuz dost­ lan; Süheylâ, Çıbanh Zehra* Macide, Raşel ve Uranya gibi kadınlar; İstanbul'un sarayları, köşkleri ve bahçeleri kadar fakir mahalleleri de ele alınarak başarıyla anlatılmıştı bu dizi filde. Film hakkında çeşitli polemikler ortaya çıkmasına karşın; bizce, sinema olarak. "Üç İstanbul", TRTnin dizi film­ lerinden biri olarak* “Aşk-j Memnu"dan sonra, en başarılı eserdir.(*)

BİLGE OLGAÇ

Türkiye'nin en eski ve en üretken kadın yönetmeni ola­ rak tanımlayabileceğimiz Bilge Olgaç'ın bu dönemde anılma­ ya değer çalışmalan arasında: "Kaşık Düşmanı" (1984), "Gü­ lüşen" (1985)* "Elif Ana* Ayşe Kız" (.1986)* "Üç Halka 25" (1986), "İpekçe" (1987), "Gömlek" (1988), "Aşkın Kesişme Noktası" (1990). “Kurşun Adres Sormaz" (1993) sayılabilir. Bir dönem önce parlak bir çıkış yaparak "Linç"i çeviren Bilge Olgaç, çalışmalanna bir süre ara verdikten sonra yeni­ den ortaya çıkarak çevirdiği "Kaşık Düşmanı" ile 1984 Altın Portakal Film Yanşması'nda "En iyi üçüncü film" ve "En iyi senaryo" ödüllerini aldı. Perihan Savaş, Halil Ergûn* Aliye Rona, İsmet Ay, Seden Kızıltunç ve Menderes Samancılarla çevirdiği "Kaşık Düş­ manı". 1980 Kasım'ında Ankara'nın Keskin ilçesine bağlı Danacıbaş köyünde yapılan bir düğün sırasında meydana gelen bir tüp gaz patlaması sonucu köyün neredeyse bütün kadınları ve çok sayıda çoluk-çocuğunun telef olması gibi bir felâketle sonuçlanmıştı. İşte bu felâketten yola çıkan Bilge Olgaç. olaydan sonra köyde başgösteren "kadın kıthgrmn

(*) Ayrıca bkz.: “Üç İstanbullun Arka Plânı" (Söyleşi) (Katılanlar: Cengiz Gün- doğdu. Mustafa Scrcan. Nihal Ataman. Fevzi Tuna. Burçin Oratoglu). Varlık. Mayıs 1984. Sayı 920.

78 yarattığı gülünç durumları da (İlminde sergiler. Bu gülünç durumları, olaydan sonra köye film çekmeye gelen Alman si­ nema ekibinin tutumuyla traji-komik bir çizgide sürdürerek perdeye yansıtır Olgaç. Bu arada olay günü düğüne katıl­ ması engellendiği için, köyün olayın dışında kalmış tek ka­ dını olarak yaşamını südüren "köyün delisi" de (Perihan Savaş) olup bitenlere garip bir sezgiyle karşı çıkar. Bir kadın yönetmen olarak Olgaç'ın yürekli bir çalışma ile gerçekleştirdiği '‘Kaşık Düşmanı", 1985'te Fransa'da Cre- telle'de "Uluslararası Kadın Sinema Yönetmenleri" yarışma­ sında "Dünya Birincisi" oldu, "Kaşık Düşmanrnı izleyerek çevirdiği "Gülüşan"da, Os­ man Şahin'in bir öyküsünden yola çıkar Bilge Olgaç. Filmde İki karısından da (Meral Orhonsay, Güler ökten) çocuk sahi­ bi olamayan Mestan (Halil Ergün), Gülüşan'ı (Yaprak Öz- demiroglu) kaçırır. Eve gelince onun kör olduğunu görür. Bu durum ilkin onu şaşkınlığa sürüklerse de. sonra, giderek bu durumdan etkilenir. Onun bu etkilenişini bilen ve kuma­ larını kıskanan eski eşleri, kurdukları bir tuzakla körün ölümüne neden olurlar. Dokunaklı ve çarpıcı bir öykü. Hüseyin özşahin'İn ko­ nuya yaraşır resimlemeleriyle ve iyi oyunculukla vurgulanan bir film. Bunu izleyerek Olgaç. TRT Kurumu adına kendi yaşa­ mından esinlenerek "Elif Ana. Ayşe Kız"ı çevirdi. Filmde bir dul kadınla (Selma Güneri), evlâd edindiği on yaşındaki Ayşe (Canan Kutayfnin dünyaya bakışları anlatılıyor. Film, ülkeyi yönetenlerin kimsesiz çocuklar üzerine dikkatlerini çekmek için yapılmış izlenimini veriyor. Muzaffer Izgü'nün romanın­ dan filme çekilen "Üç Halka 25" ve Osman Şahin'in bir öy­ küsünden aktarılan "(pekçe"ye gelince, ilkinde bir panayır halka attincisi kızın (Hülya Avşar), babasıyla birlikte uğra­ dığı ilçede başına gelenler; İkincisinde bir köye tebdili hava­ ya gelen ve uzun san saçlanna bakarak köylülerin İpekçe

79 adını verdikleri bir sermayenin (Perihan Savaş) ve onu köye almaya gelen patronunun adamının sırrını açıklamasına rağmen, kendisine tutkun Seyyid (Berhan Şimşek)ln kasa­ baya gelip genelevde olay çıkarmasının öyküsü anlatılır. “özellikle ikinci filmde Olgaç, kimi zaman sakin, kimi zaman kıpır kıpır bir kamerayla, özel merceklerle.sağlanmış dışavurumcu etkileri de savsaklamaksam bir “illusion", bir yanılsama olayını sinemalaştırmayı başarıyor. Filmin başarı­ sında Aytekin Çakmakifnm görüntülerinin, Perihan Savaşan Hlmin havasına iyi uyan stilize oyununun ve yeni bir oyuncu olan köy nakışçısı Berhan Şimşekln yalın kompozisyonu­ nun katkısı var4* (Atillâ Dorsay, “Çağdaş Bir Aşk Masalı" Cumhuriyet, 25.12.1987), “Gömlek", yine Osman Şahinin bir öyküsünden filme dönüşmüştür. Berhan Şimşek, Erdal Özyagcılar ve Şehnaz Dilân'ın başrollerini üstlendiği “Gömlek”te kendi çıkarlarını koruyup köylülerin öfkesini sindirmek amacıyla başkaldı- ranlann liderini evlât edinen bir ağanın ve evlâtlığının Gü­ neydoğu Anadolu'daki öyküsü verilir. Bu filmle Olgaç, 3. An­ kara Film Şenligfnde (1990) AFSAD özel ödülünü aldı. “Aşkın Kesişme Noktası”, yine bir Osman Şahin öy­ küsünün Hüseyin özşahin'in kamerasıyla filme dönüştürül­ mesinden oluşuyor. Berhan Şimşek ve Serpil Çakmaklının başoyuncuları olduğu filmde yaşlı kocası kazada ölen bir köylü kadınıyla kent yaşamının gürültüsünden kaçıp, kur­ tuluşu yabansı bir ormanda arayan gizemli bir erkeğin düş­ sel öyküsü anlatılır. “Bilge Oigaç’ın son filmi “Kurşun Adres Sormaz”, Kapa- dokya'da çekilmiş nefis görüntülerle donatılmıştır. Başrolle­ rini Halil Ergün, Aytan Arman ve Şerif Sezerin paylaştığı filmde olaylar şöyle gelişir: Bir dağın tepesinde küçük oğullarıyla yaşayan kan-ko- caya misafer gelen kişi, evsahibi Seyfo'nun (Halil Ergün) ağabeyini öldüren katilin kardeşi Hano (Aytaç Armanfdır.

80 Kan davalı, evine sığınan kanlısını vuramaz. Ama onu selâ­ metlerken kendisini öldüreceğini söyler ve böylece ağabeyi­ nin öcünü alacağını bildirin ve onu bir başka kanlısıyla bir­ likte izlen Ve sözünün yerine gelmesi için hem Hamoyu, hem de ötekiizleyiciyiöldürür. Sohıkkesenbirkandavasıöyküsü.Oyuncuiannhepsirolle- rininhakkınıveriyor. Fiimpiyasayaçıkmadanönce, Ka-nal6tele- vizyonundagösterildi(25,7.1993). Bilge Olgaçln. 1970 yılında çevirdiği “Linç"le mesleğinin doruknoktasına çıktıktan sonra Yılmaz Güneyin senaryosunu yazdığı "Bir Gün Mutlaka" ile düşkünlük gösterip bir süre film çekiminiertelediginiyukandaaçıklamış tık. 1984yılındansonra» onun»olgunlukdönemibaşlar. 1964- 1988yıllanarasındaardar- da çektiği "Kaşık Düşmanı"» "Gülüşan", "İpekçe" ve “Gömlek", onun en başarılı çalışmaları olmuştur. Bu tarihten sonra çektiği “Aşkın KesişmeNoktası"ve“Kur-şun Adres Sormaz" ve de“Kızın AdıFatma"(1988)ilekariyerindeyenidenbirdüşmegörüldü. 29yüUkbirsinemaemekçisiolanvegeçenyılU993) Uluslara­ rası İzmir Film Şenliği'nde» “Türk sinemasına» çalış ma ve çabalarıyla» sanatsal ve kültürel birikimleriyle katkıda bulunan sanatçılara"verilenAltınArtemisÖdülüBilge01-gaçtaverildi. Yeşilçam’ınenuzunsoluklukadınyönetmeniolarakbilinen Olgaç» 3 Mart 1994 günü, evinde çıkan bir yangın sonucu yaşamımyitirdi. ölmeden Önce başladığı son filmi “Bir Yanımız Bahar Bahçe"nin çekimini yeni bitirmişti. "Bu film İçin (bir TV prog­ ramında) yaşamında çektiği ilk aşk filmi olduğunu söylemişti. Yanlış! O hep aşk filmleri çekti. (“Gülüşan" ve “İpekçe" nedirki?); gönlûhepsevgiiçinçarptı. Huzur içindeyatsın!”(AtillâDorsay, “İz BırakarakGidenler",Milliyet» 12.3.1994). Bu temenniyi» ölümü dolayısıyla» onu överek» bir çok başka arkadaşları da yineledi. (Bkz.: “Olgaç’ın ölümü Türk Sinemasını Yasa Boğdu"» Cumhuriyet» 4.3.1994).

81 ERTEM EĞİLMEZ

Ertem Eğilmez; Hu İki Saner, Türker lnanoğlu, Safa önal. Ümit Efe kan gibi daha çok yurt dışında ve yurt içinde çevrilen salon ya da aile filmi sayılabilecek filmlerin Türk versiyonlarını ya da “re-make"lerini yapan ve bu işin asıl us­ taları sayılan Orhan Aksoy, Nejat Saydam ve Ülkü Eraka- lın’ın açtığı yoldan giden yönetmenler içinde, (sonradan gös­ terdiği ytlksek performans da gözönünde tutulunca), en önemlisidir, Daha önceki dönemdeki güldürü filmlerinden söz eder­ ken adını andığımız Ertem Eğilmez, sinemaya yayıncılıktan gelmiş; 5011 yılların başında Refik Erduranla Çağlayan Ya­ yınevi'ni kurup çok başanlı cep kitapları ve TEF adlı mizah delgisini yayınlamıştır. Daha sonra bu deneyimi terkedip Nahit Ataman ile birlikte Arzu Film Şirketini kurdu. Yete­ nekli bir yapımcı olarak 19641e daha önce sözünü ettiğimiz İlk güldürü filmi (Fatma Girik ve Tayfur Serengille) “Fa- toşün Fendi Tayfur'u Yendi"yi çevirdi; bunu izleyerek 1965r- len 1972ye kadar aşk filmleri yaptı. Adı da "Aşk filmlerinin ünlü yönetmenline çıktı. Bunlar arasında, “Senede Bir Gün", “Nilgûn", “Küçük Hanımefendi", “Sürtük" gibi geniş seyirci kitlelerinin izlediği filmler vardır. Onun kendini aşarak çeirdiği ilk önemli filmi Tank Akan, Hafit Akçatepe ve Kahraman Kıralla gerçekleştirdiği “Canım Kardeşim" (1973) olmuştur. Ertem Eğilmezin daha önce çevirdiği filmlerden farklı, sahteliklerden ve klişe kişi­ lerden ve soyutlamalardan arınmış, iddiasız ve ustalıklı bir filmdi bu. “Canım Kardeşiırfde, İstanbul'un yoksul bir kenar ma­ hallesinde yaşayan ölüme yakın küçük bir çocuğu mutlu edebilmek için çırpman, bu uğurda suç bile işleyen sorum­ suz, avare ve yoksul; ama para gerektiğinde kanlannı sata­ rak çocuğa ilâç sağlayacak kadar özverili iki gencin öyküsü

82 anlatılıyordu. “Canım Kardeşim", 5. Altın Koza Film Şenliğinde, “En iyi ikinci film", “En iyi yönetmen" (Ertem Eğilmez), “En iyi görüntü yönetmeni* (Erdoğan Engin) ödüllerini kazanmıştı. Ertem Eğilmez 19701i yıllarda, daha önce sözünü ettiği­ miz, “Hababam Sınıfı" dizisini, son olarak da bu dizinin so­ nuncu filmi "Hababam Sınıfı Güle Güle"yi 198Tde çevirdik­ ten sonra, bu dizide üne kavuşturduğu Kemal Sunal, Şener Şen ve Hyas Salman a başrol oynatarak pek çok güldürü ya da toplumsal taşlama filmi çevirdi. Bunlar arasında, bir ön­ ceki dönemde çevirdiği “Erkek Güzeli Sefil Bilo^nun devamı olan “Banker Bilo" (1981), “Namuslu" (1984), “Âşık Oldum" (1985) ve “Arabesk" (1990) anılmaya değer olanlarıdır. Ertem Eğilmezin son derece kabarık ve uyumlu bir kadroyla çevirdiği “Hababam Sınıfı Güle Güle"de her zaman­ ki oyuncuları; Kemal Sunal, Şener Şen, Adile Naşit, Münir özkul yer almıştı. (Bu dizideki filmlerde her zaman görülen bu oyuncuların yanıbaşında zaman zaman: Tank Akan, Semra özdamar, Ahmet Sezerel, flyas Salman, Perran Kut- man, Mehmet Ali Erbil, Savaş Dinçel gibi oyuncular da yer almıştır). “Hababam Sınıfı" dizisi, Rıfat İlgaz'ın lise öğrenimi sıra­ sında yaşadığı ya da başkalannın anılanndan derlediği ko­ mik tipleri, özel bir yerli okulun “dalgacı" bir sınıfında topla­ yarak sergilemiştir. (Ertem Eğilmezin gerek bu dönemde, ge­ rekse bir önceki dönemdeki sanat yaşamı, Gökhan Akçu- ra'nın derlediği ve Güneş Gazetesi'nde 21-28.9.1990 tarihle­ ri arasında yayınladığı “Ben, Ertem Eğilmez" başlıklı yazı di­ zisinden izlenebilir). Onun bu döneminde çevirdiği filmlerden “Namuslu", Eğilmezin, Başar Sabuncu’nun senaryosundan yola çıkarak Ertunç Şenkayln kamerası ve başrolde Şener Şen, yardımcı rollerde Adile Naşit, Ayşen Gruda, Erdal özyagcılar, Ergun

83 Uçucu, Zihni Küçümen, Bilge Zobu, Haşmet Zeybekle ger­ çekleştirdiği bir çalışmadır. Konusu şöyledir: “Mutemet Ali Rıza Bey (Şener Şen), işine bağlı, son derece namuslu bir vatandaştır. Bu nedenle çevresi tarafından hor görülür; itilir, kakılır... Ali Rıza Bey’in çaldırdığı paralan aslında zimmetine geçirdiği söylentileri ortalığa yayıldığı zaman, onu bir gün öncesine kadar itip ka­ kanlar çevresinde pervane olurlar. Namuslu memur, ancak "namussuz* sanılınca itibar görür. Bir takım çıkarlar uğruna el üstünde tutulur. Ama bu iki yüzlü çevre bir süre sonra Ali Rıza Bey‘e gene sırt çevirecektir. Çünkü Ali Rıza Beycin çalı­ nan paralan zimmetine geçirmeyip namuslu olduğu anlaşı­ lacaktır/ (Agâh Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü (1974-1990), Sesam Yayını, İstanbul 1991) Başar Sabuncumun Devlet ve Şehir Tiyatrolarında oy­ nanan "Mutemet Ali Rıza Bey’in Yaşanmış Hayat HikâyesFn- den alınan “Namuslu*, Şener Şen’in başrol oynadığı ilk filmi. Güldürü sanatçısı bu filminde ölçülü, tutarlı bir oyun sergi­ leyerek bundan sonra izleyeceği yolun da kapısını aralıyor; bir türlü rahat ettiremediği karısı (Ayşen Gruda) yüzünden, mızmız kaynanası (Adile Naştt) İle de başı dertte olan; taşı­ dığı parayı çaldırdığına kimseyi inandıramayan bir zavallı iken köşeyi dönmenin ne demek olduğunu anlayan bir açık­ göze dönüşen birinin öyküsüdür bu. “Başar Sabuncumun elinden çıkan senaryo, Ertem Eğil­ mezdin imzaladığı yönetim, konunun işlenişi, dramatik yapı­ nın kuruluşu, çevre ve tip seçiminin inandırıcılığı yüzünden kusursuz sayılabilecek özelliklere sahip. Senaıyonun dengeli sağlamlığı ve yönetmenin deneyimli anlatımı İle “Namuslu", küçümsenemeyecek bir başan düzeyine ulaşmış... Ertunç Şenkay’ın görüntü düzenlemeleri. Melih Kibar'ın müzik ça­ lışmaları da filmin bütününü tamamlıyor/ Çetin Özkınm, “‘Köşeyi Dönmek* Yozluğunun İlkeleştiği Bir Ortamda ‘Na­ muslu* Kalmanın Filmi", Varlık, Sayı 928, Ocak 1985).

84 “Âşık Oldum". Gökhan Akçura'nın senaryosundan yola çıkılarak yine Ertunç Şenkay'ın kamera çalışması ve Şener Şen, Şehnaz Dilân, Nevra Serezli, Ayşen Gruda, Erdal Öz- yagcılar, Uğur Yücel ve Savaş Dinçelle çevrilmiştir. Senaryo aslında iki yabancı filmden alıntılarla bize mal edilmiş bir uyarlama. Filmin başlangıcı. 1984’te Gene Wilder’in çok tu­ tulan komedisi "Kırmızılı Kadın” (The Woman in Redfda görülen kırmızı etekliği hava akımında beline kadar savrulan güzel bacaklı kadının ünlü sahnesini çağrıştırıyor. Aslında bu sahne de. MariJyn Monroe’nun Billy WlydeıTe çevirdiği "Yaz Bekan” (Seven Year’s Itch) adlı filminden alınmıştır.!*) Filmde, çalıştığı bürodaki bir memur hanımı (Ayşen Gruda) garajda rastladığı etekleri uçuşan dilberle (Şehnaz Dilân) karıştıran, bu yüzden başına gelmedik gülünç olay kalmayan Şakir (Şener Şen) adlı bir reklâm şirketi memuru­ nun; en sonunda yanılgısını kavraması ve bu kızın yeni lan­ se edecekleri reklâmda rol alacak Sibel adlı bir manken ol­ duğunu anlaması anlatılır. Şener Şen in güldürünün ruhunu kavrayarak yetenek­ lerini çok güzel ortaya koymuş olduğu bu filmin ana tema­ sını yabancı bir filden alınmasından başka kusuru yok. “Arabesk”. Gani Müjde*nin senaıyosundan yola çıkılarak. Aytekin Çakmakçının kamera çalışmaları ve Şener Şen. Müjde Ar ve Uğur Yücel üçlüsünün ve “kötü kişi” rolündeki Necati Bil­ giçlin oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirilmiş bir film* Yeşıl- çam’da 1950’den beri cari salon filmleriyle 1970’lerde moda olan Arabesk melodram filmlerinin parodisi niteliğinde. “Bir tür Arabeski Arabesk le gırgıra almak denemesi” (Burçak Ev­

(*) Bu sahnenin ilk uygulanışı “Scbnsucht 202” (özlem 202) adlı Alman fil* m inde görülmüştür. Muhsin Ertuğrut'un bu filmden "Milyon Avcıtarf adıyla Türk sinemasına uyarladığı filmde de (1934): kokucu dükkânının vitrinini düzenleyen satıcı kızın eteklerinin içeriden yanlışlıkla işletilen vit­ rindeki vantilatörün ansızın çalışmasıyla savrulup güzel bacaklarının görülmesi ve yine vitrinde bulunan “Burada gördükleriniz hiçbir şey değil: siz asıl girin de içeride neler olduğunu görün" levhasını bu manzarayı gör­ dükten sonra okuyan müşterilerin mağazayı doldurması sahnesinde en iyi şekilde verilmişti.

85 ren, "Arabeski Arabeskle Gırgıra Almak", Güneş, 17.3.1990). Filmin konusu anahatlarıyla şöyle: Bir köyde iki genç van Ağa kızı (Müjde Ar) ile yanaşma oğlu (Şener Şen). Ağa, kızını patayla satar, bunun üzerine kız kaçarak şehre gider. Oğlan da peşinden tabii. İstanbul'da karşılaşırlar, ama birle- şemezler. Kız randevu evine düşer, oğlan ünlü bir Arabesk şarkıcısı olur. Yine rastlaşırlar. Tam aralarındaki engel kal­ kacakken. kötü adam (Necati Bilgiç) ya da kötü kader onları yeniden ayınr. Kör olurlar, gözleri açılır, dua ederler. Müj­ dece âşık olan adam (gazinocular kralı) (Uğur Yücel) Şener'i vurur. Ama o, yüz kurşun yediği halde ölmez. "Arabesklin bu sahnesi. Yılmaz Güney'in bir (İlminde (Seyyid Han-Topra­ ğın Gelini) böyle yüzlerce kurşun yiyip de (tüm düşmanlarını temizlemedikçe) ölmediğini anımsatır. Ondört yıl önce tasarladığı gecikmiş bir proje olan (İlmi gerçekleştirdiği sırada Ertem Eğilmez anfizem (nefes darlığı) çekmektedir ve tekerlekli iskemlede binbir güçlükle işini ta­ mamlamak gayreti içindedir ve filmi bitirmek üzere iken ölür (21.9.1989); filmi oğlu Ferdi Eğilmez tamamlamıştır. Gerçi Egllmez'den önce de kimi Kemal Sunal filmlerinde (örneğin "Şark Bülbülü” ve Atıf Yılmadın "Hayallerim, Aşkım ve Sen” adlı filminde) Arabesk şarkıcılarının ve Yeşilçam filmlerinin taşlamasının yapıldığı görülmüşse de bu denli abartılı ve kapsamlı bir eleştiri sağlanamamıştı. “'Arabesk' bu açıdan tam bir günah çıkarma' filmi. Yal­ nız sinemamızın değil, tüm bir Doğu (özellikle Hind) sine­ masının en görkemli kalıplan, en koyu melodram Öğeleri, bu bir türlü ‘kavuşamayan’ âşıklar öyküsünde tatlı lallı (gide­ rek acı acı) alaya alınıyor. Âşıkların "İmkansız aşkları1, köyde çocukluktan başlayıp İstanbul'lara dek sürüyor. Bu arada âşıklarımızın başına neler gelmiyor ki! 'Gazinocular Kralı' ile karşılaşıp şarkıcı oluyorlar; hem de ikisi birden; tecavüzlere uğruyorlar (doğallıkla Müjde Ar söz konusu olunca); Mecnun gibi çöllere düşüp Cahide gibi meyhanelerde alkole sığını­

86 yorlar. Kör oluyorlar (ikisi de; ama ne yazık ki aynı anda de­ ğil); gözleri açılıyor; ölümcül hasta olduklarnı sanıyorlar; sonra bunun doktorun yanılgısından ileri geldiğini anlıyor­ lar. Film* bu açıdan tam bir Yeşilçam melodramları antoloji­ si gibi" (Atillâ Dorsay, “Yeşilçam’a Arabesk Taşlama", Cum­ huriyet, 3.3.1989). “‘Arabeskle, ‘Mezarımı Taştan Oyun’dan tutun, 501i yıllarda herkesi hüngür hüngür ağlatmış ‘süper Hind Ara­ beski ‘Avare ye kadar mendil eskiden bir sürü filmin, akıl almaz bir hızla birinden öbürüne geçilerek matrağa alınışım izliyoruz" (Erdal Çetin. “Arabesk". Milliyet, 23.2.1989). “ör­ neğin Hind giysileri içinde şarkı söyleyen Müjde ile Şener, Nergis ile Raj Kapoor değil mi? Ya ağaca kazınan isimler? Onu daha önce bir yerlerde görmemiş miydik? Ya kötülük­ lerin simgesi Kaya'ya ne demeli? Sevenlerin onulmadık bir durumda kardeş olduklarını öğrenmesi, deva bulmaz has­ talıklar vs, vs. Hep bir zamanlar tonlarca gözyaşı dökülüp bir o kadar da mendil ıslattıran Avare* filmini anımsatmıyor mu?" (Atillâ Dorsay, aynı kaynak). “'Arabesk te toplumun her kesimindeki, her kurumun- daki çarpıklıklar, iğretilikler Türk sinemasında bugüne dek eşine rastlanmadık bir kara güldürü anlatımıyla öyle bir taşlanıyor ki. nefes almadan, aralıksız gülmekten izleyicide takat kalmıyor... Ama bir yandan da Eğilmezin, toplum ya­ pısının aynaya yansıttığı görüntüsü insanı ürpertiyor. “Âhirette bile kavuşamayan sevgililerde Müjde Ar ile Şe­ ner Şen her türlü övgünün üstünde oyunlar sergiliyorlar. Hele Müjde Ar. oyunculuk kariyerinin en pırıltılı yücelikleri­ ne tırmanıyor. “Kötü adam'da Necati Bilgin, gazinocular kra­ lı Ekrem'de —izleyicide Ai Pacino'yu büyük bir ustalıkla çağ­ rıştıran— Uğur Yücel, izleyicinin hayranlığını topluyorlar. Atülâ Özdemİroğlu‘nun özene bezene yaptığı müzik de ‘Ara­ beskin büyük başarısında önemli pay sahibi" (Erdal Çetin). “Adanalı Celâl" ve “Kart Horoz“dan yola çıkarak meslek

87 içinde yetişen ve zekası ve yeteneğiyle "Arabeskle ulaşan Er- tem Eğilmez’in diğer önemli vasfı, bir "yıldız fabrikatörü" olması idi. Özellikle filmlerini yalnız başına değil de, daha önce sözü- nü ettiğimiz gibi, senaryocu, oyuncu, sanat yönetmeninden oluşan bir ekiple; daha senaryo, çekim senaryosu ve diyalog yazımı safhalarında danışmak olarak gerçekleştirmesi, onun, sanatını ne denli önemle ele aldığını göstermesi bakımından ilginçtir.

ERDOĞAN TOKATLI

Ayşe Şasa'nın senaryosundan yola çıkarak naif bir aşk serüvenini sergilediği “Son Kuşlar" (1964) ile başarılı bir çı­ kış yaparak bu çizgiden çoğunlukla iş filmleri yaparak uzak­ laşmak zorunda kalmış bulunan Erdoğan Tokatlı bu dönem­ de, 1984*te gerçekleştirdiği "Fidanla yine oldukça tutarlı yeni bir çıkış yaptıktan sonra eli yüzü düzgün filmler yap­ maya başlamış; bu arada ikinci önemli vurgulamasını Or­ han Kemal den uyarladığı "72. Koğuşla (1988) ortaya koy­ muştur. Onun bu dönemde bu ikisinden gayrı yaptığı filmler: "Seyyid" (1985), “Güneşe Köprü" (1986), "Sıcak Tatlı Yaz" (1986) , "Suçumuz İnsan Olmak" (1986), "Günah Gecesi" (1987) , "Menekşeler Mavidir" (1987), "Yasemin" (1988) ve "Boynu Bükük Küheylân" (1990)dır. “Fidan". Macit Koper'in senaıyosunu görüntüleyen Sa­ lih Dikişçfnin kamera çalışmalarıyla gerçekleştirilmiş ve Fik­ ret Hakan. Talât Bulut, Nur Sürer, Asuman Arsan, Bülent Kayabaş, Güler ökten, Oktar Durukan, Murat Güler, Defne Halman ve Erdal Tosun’un oyunculuk katkılarıyla destek­ lenmiştir. Tokath’nm sinemaya dönüş filmi olan "Fidan"da. Köfteci

88 Ramazan (), kızına ve oğluna daha iyi bir ya­ şam düzeyi sağlamak için köyünü lerkedip İstanbul'a gelir. Kızı Fidan (Nur Sürer) de, ailesine ekonomik katkıda bulun­ mak için bir butikte tezgâhtar olarak çalışmaya başlar; an­ cak bir türlü kent yaşamına ayak uyduramaz. Bir süre son­ ra da yaşamını butik sahibi Meloş (Asuman ArsanJ’un oğlu “Travolta” Engin (Talât Bulut)*la birleştirerek ailesinden ko­ pan Oysa Ramazan işini büyütmek maksadını da güderek kızını başlık parası karşılığı bir hemşerisinin oğluna vermeyi düşünmektedir. Fidan istemediği bu gençle evlenmemek için ailesinden uzaklaşmıştır. Ramazan, oğlu Memo (Murat Gü­ ler) ile birlikte kızını aramaya koyulur ve bir gün onun izini bulur. Kız Engin’den de ayrılmış, artık, uyuşturucu alınan bir diskoteğe kapılanmıştır. Ramazan çok değişmiş olan kızını tanıyamaz ya da tanımak istemez; ve “Sen benim kı­ zım olamazsın4* diyerek oradan ayrılır. Filmde bütün oyun­ cular âdeta TokatlTnın oyuncu yönetimindeki başarısını vur- gulacak bir tutarlılıkla sanatlarını sergilemişler; özellikle Fik­ ret Hakan. 1940 yılında Gustav Ucîcky’nin Almanya’da çe­ virdiği konusu “Fidan”! anımsatan “Menzilhane Müdürü” (Der Postmeister) adlı filmde Heinrich Georg’un başarısına yakın bir performans göstermiştir. “Seyyid”. Safa Ünal’ın senaryosundan ve Erdoğan Ere- rez’in kamera ve Kadir İnanır, Sevtap Parman, Yavuzer Çe- tinkaya ve Yaman Okay’ın oyunculuk katkılarıyla gerçekleş- tirimiş bir kurdeladır. Filmde Seyyid, kan davası yüzünden hapse girmiş ve oniki yıllık cezasını tamamlayarak dışarı çıkan bir sabıkalıdır. Dışarıda bir marangozun yanında ça­ lışmaktayken barda konsamatrislik eden Hacer (Sevtap Par­ man) adlı bir kadınla tanışır. Birbirlerini severler ama hem kızın peşinde olanlar, hem de Seyyid’in hasımları onlara rahat vermez. Başoyuncuların iyi bir çift: oluşturmalarına karşın orta karar bir filmdir “Seyyid”.

89 Tokatlı, “Güneşe Köprümde, Kemal Tabirin “Göl İnsan­ ları" adlı kitabındaki bir öyküyü ele alıp Safa Önalla ortak­ laşa hazırladığı bir senaryodan yola çıkarak, bu kez Aytekin Çakmaklının kamerası ve Kadir inanır, Halil Ergün, Güzin Doğan, Kuzey Vargın, Savaş Yurttaş ve Menderes Saman­ cıların oyunculuk katkılarıyla bir kumlada çalışan, kadınsız kalmış bir amele grubu, bunların patronu ve işçilerden biri­ nin gelip aralarına katılan karısı ile ilişkileri üzerine bir si- namasal deneyime girişmiştir, Erdoğan Tokatlı “Seyri oldukça rahat, akıcı bir anlatım tutturmuş,,. Filmin kişilik incelemesi ve psikolojik araştırma yanını başarmış; ama ne yazık ki, gerilim, şiddet sahnelerin­ de aynı düzeyi tutluramıyor (Atillâ Dorsay, Cumhuriyet, 19,12,1986), Oktay Akballn aynı adlı romanından Mehmet Aydınla birlikte uyarladığı senaryodan yola çıkarak yine Aytekin Çakmaklının kamera ve Kadir İnanır. Pınar Avşar, Gül Er- da. Nilüfer Aydın ve Savaş Yurttaşla oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirdiği “Suçumuz İnsan OlmakTa. evliliğinden bu­ nalmış bir adamla bir rastlantı sonucu tanıdığı bir genç kadının olumsuz aşk öyküsünü anlatır Tokatlı, Sinema-Edebiyat ilişkileri bakımından, romanın zengin diyalog ağından kendisini kurtaramadığı için, onun başarı­ sız olduğunu İddia edenler olduğu gibi (Bkz.: Burçak Evren, Güneş, 23.1,1987); “Filmin, kendi başına ele alındığında ter­ temiz, dürüst, düzeyli bir çalışma olduğunu; ağızda hüzün­ lü, karamsar, edebi yanı da olan bir tad bıraktığım" söyle­ yenler de oldu (Atillâ Dorsay, Cumhuriyet, 23. L 1987) “Menekşeler MavidirMe, eski senatörlerden Alişan (Ke­ nan Pars), kızı Ayşe (Tülây Arda), işten el çektirilmiş bir öğ­ retmen olan damadı Orhan (Kadir İnanır), oğulları Bahadır (Kuzey Vargın) ve Mehmet (Cem özer) 1e bir kıyı kasabasında motel işletmektedir. Orhan’ın mutlu evlilik yaşamı Menekşe (Çiğdem İşbilir) adlı bir genç kadının kasabaya gelişiyle alt

90 üst olur ve bir sabah. Menekşenin sahile vurmuş cesedi bu* lunur. Erdoğan Tokatlanın yazdığı senaryoyu bu kez Ertunç Şenkal filme çekmiş; filmde ayrıca Gökhan Mete, Kutay Kök- türk, Füsun Demirerin de rolü var, “Yasemindin senaryosunu da Erdoğan Tokatlı kendisi yazmış ve filmin çekimini yine Ertunç Şenkay'ın kamera ve Harika Avcı, Halil Ergün, Ülkü Ülker Songül Ülkü, Alpay İzer ve Oktar Durukan'ın oyunculuk katkılarıyla gerçekleş­ tirmiş. Filmde yaşadığı kasabada teyzesiyle oturan ve bir lo­ kantada çalışırken bir müşteri (Halil Ergün) ile artist olmak üzere İstanbul'a kaçan: birlikte yaşadığı adam suç işleyip hapse girince arkadaşlarının da teşvikiyle kötü yola düşen Yasemin (Harika Avcı) adlı bir kızın öyküsü anlatılır. “72. Koğuş", Tokatlfnın Çetin Önerle birlikte Orhan Ke­ mal’in kitabından yola çıkarak yazdığı bir senaryoyu Ertunç Şenkay'ın kamera: ve Kadir İnanır, Halil Ergün, Engin İnal, Menderes Samancılar, Hakkı Kıvanç ve Rasim Üstekin'in oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirdiği hapishane yaşamıyla ilgili başanlı bir çalışması. Daha önce Orhan Kemal'in romanının oyunlaştınlıp An­ kara Meydan Sahnesinde uzun bîr süre oynadığını gözö- nünde tutan Tokatlı çevirdiği filmde,işlediği bir suçtan ötürü hapse giren Karadenizli Kemal'i temiz ruhlu bir delikanlı ola­ rak ele alır. Zayıflan koruyan yiğit Kemal'in, kadmsızhktan düşleri azar; hapishane penceresinden kadınlar kısmındaki Fatma'yı (Tülây Arda) görür, sevdalanır. Bir yandan annesinden gelen 20 lirayı (o gün için çok para) barbut oynayarak yitirir ve don gömlek kalasıya her şeyini kumarda ütülürken; Fatma'ya olan sevdası yüzünden kahrolur. Kız, başka bir hapishaneye naklolun Kemal, karlı bir kış günü pencerede onu görürüm ümidiyle sabahlarken

91 donarak ölür. Filmde Kemal rolündeki Kadir Inanır'tn, koşuğun belâ­ lısı rolünde Engin lnal'ın, gardiyan rolünde Hakkı Kıvanç’ın ve “Bobi" rolünde Rasim Ostekin'in başanlı kompozisyonlar çizdiği görülüyor Burçak Evren, "hapishane yaşamından acı kesitler ve­ ren Orhan Kemal'in romanım sinemaya aktarırken, yazann dünyasını zedelediğini* söyleyecek (Güneş, 8.1.1988); Atillâ Dorsay'sa, "72.Koğuş', Orhan Kemal'in önemli yapıtından çı­ karılabilecek en iyi film değil belki, özellikle dekor, çekim koşullan, çekim sonrası işlemleri alanlannda sanırım daha çok çaba (ve bütçe) İstiyordu. Ama bu haliyle de oldukça ilginç, sağlam yapılı ve etkileyici bir film." diyerek (Cumhuri­ yet, 8.1.1988) "72. Koğuştu değerlendirdiler. "Boynu Bükük Küheylân"da, bir apartmanda kapıcılık yapan, ama daha çok karısının kazandığı paralarla geçinen "Küheylân" lâkaplı bir gencin öyküsü anlatılır. Ümit Arba- dak'ın görüntü yönetmenliği yaptığı filmde Kemal Sunal ve Füsun Demirel başrollerde. Küheylân daha sonra bir kızı kansın ın üzerine kuma getirir. Ama sonunda iki kansı da onu terkeder. Farklı ve değişik bir Kemal Sunal görülür filmde.

ORHAN AKSOY

1964'te Hülya Koçyiğit'le çevirdiği "Vurvın Kahpeye* ile bu adla çevrilen filmlerin bizce en iyi versiyonunu gerçekleş­ tirdikten sonra, çoğunu yine Hülya Koçyiğit ile çevirdiği, bü­ yük bir çoğunluğunu da Kerime Nadir'inkilerden oluştur­ duğu yerli roman uyarlamalan ile, ağırlıklı olarak salon ve serüven filmleri çevirip 1972'de Ayşecik (Zeynep Değirmen - eloğlu) ile çevirdiği “Hayat mı Bu?" İle 10. Antalya Film Şen­ liğinde “En iyi film" ödülü aldıktan; 1977’de "Dilâ Hanım",

92 1978*de “Altın Şehir” ve Tatlı Nigârla büyük başarılar sağ­ ladıktan sonra; 19801i yıllarda; “Renkli Dünya" (1980), “Ga­ zap Rüzgârı” (1982). “Zifaf (1983). “Yolun Sonundaki Ka­ ranlık” (1987), “Dehşet Gecesi" (1989) ve “Varyemez" (1989) gibi belli ölçüde başarılı yapıtların yanında Ferdi Özbeğen, İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Orhan Gencebay gibi şarkı­ cılarla çevirdiği: Tanrıya Feryad" (1980). Tövbe” (1981), "Yüz Karası" (1981). “Bir Yudum Mutluluk" (1982) gibi: Ay­ demir Akbaş, Kemal Suna! gibi güldürücülerle çevirdiği “Üşütük" (i984). “Kiracı” (1987). “Yakışıklı” (1989), “Zehir Hafiye" (1989) gibi; Banû Alkanlı “Bataklıkta Bir Gül" (1983). “Sokaktan Gelen Kadın" (1984) gibi kurdelalara bakarak artık onun sanatı bir yana bırakıp piyasa işi filmlerle oya­ landığını görüyoruz. “Renkli Dünya”da, onun, bir rastlantı sonucu çalıştığı gazinoda bir şarkıcı gence âşık olup sonra da dünya evine giren bir terzi kızın öyküsünü. Melih Kibar. Esin Engin ve Çiğdem Talü Üçltisü’nün müziğiyle donatarak anlattığını ve Gülşen Bubikoglu, Erol Evgin, İzzet Günayfın yambaşında filmin Ayşen Gruda, Adile Naşit, Halit Akçatepe, Erol Gü­ naydın gibi güldürü oyuncularıyla desteklendiğini görü­ yoruz. “Gazap Rüzgârfnda ise, Orhan Oğuz'un kamerasıyla, Avukat Selma (Hülya Koçyiğit) ile, milletvekilliğinden Adalet Bakanlığına yükselen Fikret (Cihan ÜnalJ’ın aşk ve serüve­ nini anlatır. “‘Gazap Rüzgârı* sinemaya birşeyler kalmasa da rahatça izlenen bir film. Bir polisiye veya Barbara Cartland. Kerime Nadir türünden pembe bir roman okunur gibi.” (Atillâ Dorsay, Cumhuriyet. 21.1.1983). “Zifafta, Orhan Aksoy, sinemamızın aşk filmlerinin yıl­ lanmış yönetmeni olarak Yeşilçamln beylik kalıplan içinde oluşturduğu Ahû Tuğba (Çağla), Faruk Peker (Kenan) ve Salih Güney (Tekin) üçlüsü İle zifaf gecesinde öldürülen ko­ casının katilini, baskı altında tanıklık ederek mahkemede

93 beraat ettirdikten sonra onunla evlenen; ama ikinci zifaf ge­ cesinde bu kez katili vurarak kendisi öldüren bir kadının öy­ küsünü pek fazla İnandırıcı olmayan bir foto-romana dönüş­ türerek anlatır. “Yolun Sonundaki Karanlıkla, bu kez, Yalçın Gülhan, Sibel Turnagöl ve Savaş Yurttaş üçlüsüyle, evden kaçıp ar­ tist olmak isteyen bir kızın öyküsünü anlatır Aksoy. Safa OnaTın “The Accused” (Sanık) adlı bir Amerikan fil­ minden uyarladığı senaryodan yola çıkılarak gerçekleştiril­ miş “Dehşet Gecesrnde ise, bir kıza (Gülşen Bubikoğlu) sal­ dıran beş gencin peşine düşen bir savcı (Fikret Hakanının öyküsü anlatılır* Bu filmler geçim kaygısına düşmüş bir yönetmenin nafi­ le uğraşlarla kendisini nasıl harcadığını kanıtlar. Özellikle Sabahattin Ali'nin o güzelim “Haşan Boğuldu" öyküsünü ha­ zırladığı proje Kültür Bakanlığınca kabul olunduktan sonra buna aldığı krediyi de katarak 1990’da çevirdiği (ya da sü- pervlzörluğünü yapıp oğlu Turgay Aksoy’a çevirttiği) aynı ad­ lı filmde de. Hülya Avşar ve Yalçın Dümer'in katkılarına kar­ şın, kendisinden beklenen başarı çizgisine yine ulaşama­ mıştır, Orhan Aksoy'un son filmi, adını François Trufiaut’nun “La Peau Douce" ndan aldığı izlenimini veren “Yumuşak Ten"i (1994)fdir. Başından iki mutsuz evlilik geçmiş bir adamla gizemli bir kadının tutkulu öyküsünü anlatıyor film. Yaşamda gerçek sevgiyi tatmadığım düşünen Erol (Ekrem Bora), pavyonda tanıdığı bir konsomatrisin (Meral Oğuz) çekiciliğine kapılır. Tutkuyu, duyguyu, cinselliği ilk kez do­ yasıya bu kadınla yaşar. Sonra kadın kaybolur. Erol'un kar­ şısına ikinci kez çıktığında ise, yepyeni sürprizleri vardır. Orhan Aksoy’un “Yumuşak Ten“le son yıllarda moda olan sanatsal erotik (1968-1972 yıllarındaki seks filmleri furyasından ayırmak için böyle söylüyoruz) filmlerle ilgili bir

94 deneyime giriştiği ve de kendini yenilemeye çalıştığı anlaşılı­ yor, (Bkz.: Atillâ Dorsay, “Yumuşak Ten’*, Milliyet, 19,8, 1994). Parlak bir çıkış yaptıktan ve bir dönem Önce umut veren filmler çevirdikten sonra, kendisini yenilemesini bile­ meyen ve son barutlarım atan bir yönetmen örneği vermek­ tedir Orhan Aksoy.

NEJAT SAYDAM

Aynı çizgide 1960’lı ve 1970*11 yıllarda belli ölçüde tu­ tarlı çabalar harcayan, en azından ve Sema öz- can'lı “Allaha Ismarladık" (1966), ve Hülya Koçyigirii "Küçük Hanımefendi" serisi; Türkân Şoraylı “Gençlik Rüzgârı" (1964). “Aşk Mabudesi" (1969), “Fosforlu Cevriyem" (1969), “Vukuat Var" (1972), “Sisli Hatıralar" (1972) ; Fikret Hakan *lı “Buzlar Çözülmeden" (1965) gibi film­ ler çeviren Nejat Saydam 5. Antalya Film Şenligfnde 3, film seçilen Türkân Şoray ve Hakan Balamlrli “gönül verdiği ba­ kırcı ustasıyla kan davalı Ümmühan'ın öykusü"nü anlatıp, ilk yansında emsalsiz bir performans gösterdiği “Mahbus" (1973) u izleyerek uzun bir süre film çevirmeye ara verdikten sonra 1980*11 yıllann sonunda belirli bir düşme göstererek “Günah" (1987), “Acı Su" (1988), “Toprağın Gücü" (1988), “Beni Bende Bitirdiler" (1989) adlı filmleri çevirdi. “Günah"ta, küçük Cüneyt, annesi Nazan (Nilgün Saray­ lı) ve babası Orhan’la (Yusuf Sezgin) mutlu bir yaşam sür­ mektedir. Bir gün evde yabancı bir erkek gören Orhan al­ datıldığını sanıp karısını döver ve evden kovar. Oysa bu adam, parasına göz koyduğu Orhan*ı elde etmeyi plânlayan Sevda (Ayfer Özcan) tarafından gönderilmiştir, Amacına ula­ şarak evin yeni hanımı olan Sevda avucuna aldığı Orhan’ı kışkırtarak küçük Cüneyt’i evden kovdurur. Sokak çocuğu

95 olan Cüneyt, günlerce açlık ve sefalet içinde yüzdükten son­ ra bir barakada bannan Ömer (Münir özkul) adlı saf, temiz yürekli bir ihtiyarın yanına sığınır, “Günah" Nejat Saydamın Kemal Ecehan’ın senaryosun­ dan sinemaya uyarladığı duygu sömürüsü yapan, inandırıcı­ lıktan uzak, gözyaşı seline bulaşmış, acıklı, vıcık vıcık bir aile dramıdır." (Cumhuriyet, 12,7.1992) Bir başka kan davası öyküsünü anlattığı Murat Soydan ve Güzin Doğan'lı “Toprağın Gücü"; yine sokak çocuklarının sorunları üzerine kurulan bir senaryodan yola çıkan küçük Emrahlı “Acı Su"; anne ve babalarım trafik kazasında yiti­ ren üç kardeşin dramını yansıtan küçük Ceylânla çevirdiği “Beni Bende Bitirdiler" de aynı nitelikte piyasa filmleridir. Ama Nejat Saydam, artık döneminin geçtiğini çabucak anla­ yarak sinema âleminden ayrıldı.

MELİH GÖLGEN

Tıpkı Orhan Aksoy ve Nejat Saydamcın yolunda sanatını sürdüren Melih Gülgen de piyasa işi filmlerin önemli sima­ larından biridir. 1968’de çevirdiği ilk filmi “Aşkların En Güzeli"nden son­ ra 19701i yıllarda (1970-1973) daha çok: “Dadaloğlu\ "Ka­ nunsuz Sokak". “Kurşun Memed", “öldüren Yumruk", “Teh­ likeyi Severim", “İyi Severim, Kötü Döverim", “ölüm Peşi­ mizde" ve “Soğuk Kanlılar" gibi aşk ve serüven filmlerini; ço­ ğunlukla Tamer Yiğit, Yılmaz Köksal, Serdar Gökhan. Ünsal Emre; Hülya Darçan, Bahar Erdeniz denli İkinci sınıf oyun­ cularla çevirdikten sonra; 1978’de “İnsanları Seveceksin", 1979’da "Fırat"la kendini toparlayıp 1980’li yıllarda: “Düş­ künüm Sana" (1982), “Bedel" (1983), “Kurban" (1983), "İm­ parator" (1984), “Doruk" (1985), “Patroniçe" (1987), “Tatar Ramazan" (1990), “Fedai” (1990) gibi çoğunluğu yine serü-

96 ven filmi olarak çalışmalarını sürdürdü. Onun, sinemasında belirli bir seviye tutturduğu, iki fil­ minden söz edelim: Erdoğan Tünaş'ın senaryosundan yola çıkarak Mustafa Yılmaz ın görüntü yönetmenliği ve Nükhet Duru, Fikret Ha­ kan ve Faruk Pekerfin başroldeki oyunları ile gerçekleştirilen "Düşkünüm Sanalda, şarkıcı Nükhet (Nükhet Durufin an­ nesi dansözdür Bir gün hastalanan kadının yerine dansa çıkan Nükhet pek beğenilir Sonradan bir trupla birlikte tur­ neye çıkar Ama döndüğünde sözlüsünün (Faruk Peker) bir başkasıyla evlendiğini görür. Film ilk bakışta Nükhet Durula uzun yıllar sonra Ye- şilçam’a dönmek fırsatını sağlamak için yapıldığı izlenimini veriyor Gerçekten gerek Nükhet'in, gerek Faruk Peker’in düşük çizgideki oyunlarına karşın. Arabesk filmler gibi “tu kaka" denilecek bir film de değil “Düşkünüm Sana", özel­ likle yakın günlerin bazı olaylarını gerçek kişileri ve mekân­ larıyla gündeme getirdiği için bir takım ilginç motifler taşıyor (Burçak Evren, Milliyet, 11,3.1983). “Tatar Ramazan"*da, Kerim Korcan'm romanından yola çıkan Melih Gülgen, bir ağanın oğlunu öldürerek dört yıla hüküm giyen Tatar Ramazan (Kadir İnanırfm hapishane serüvenini aniatır. Salih Dikişçfnin kamera çalışmaları ve yan rollerde: Esin Moralıoğlu, Yaman Okay, Hayati Hamzaoğlu, Yıldırım Gencer ve Kâzım Kartal'ın katkılarıyla gerçekleştirilen “Tatar Ramazan", Türkiye'de çevrilen hapishane filmleri içinde be­ lirli bir yeri olan bir kurdela olsa da; Melih Gülgen'in yoru­ mu ile romanın edebî değerinin biraz dışında kaimış; iyi anlatılmış bir kabadayı öyküsü izlenimi verse bile genellikle tiplerin abartılarak verilmesi bakımından kusursuz sayıla­ mayacak bir çalışma.

97 ÜLKÜ ERAKALIN

196Tde ilk filmi “İki Yetime"yi bir yabancı roman uyar­ laması olarak ve Leylâ Sayarla çeviren Ülkü Erakalm, bu dönemin ünlü yönetmenlerinden biri olmuştu. Konservatuarda müzik öğrenimi görmekle birlikte aile filmi türündeki sinemasıyla çok izlenen bir yönetmen olarak 19601ı ve 19701i yıllarda: Filiz Akınla “Aşk Merdiveni", “Arka Sokaklar", “Tığ Gibi Delikanlı"; Türkân Şorayla “Biz de Arkadaş mıyız?", “Lekeli Kadın", “Muailâ", “Bütün Suçu­ muz Sevmek", “Yedi Kocalı Hürmüz", “Anasının Kuzusu"; Hülya Koçylgitle “Hepimiz Kardeşiz”, “Uzakta Kal Sevgilim"; Fatma Girlkle “Köye Giden Gelin", “Erkek Fatma", “öpüş­ mek Yasak", “Kızım"; Sadıi Alışık ve Zeynep Aksu ile “Üvey Ana"; Engin Çağlar ve Hale Soygazi ile “Bir Garip Yolcu"; Hale Soygazi ile “Bir Kız Böyle Dtiştü"yü çevirdikten sonra; Yıldıray Çınarla “Çoban"; Sadri Alışıkla “Dikiz Aynası", “Ay­ yaş"; Adnan Şensesle “Elbet Bir Gün Buluşacağız"; Murat Soydan ve Zeynep Aksu ile "İki Süngü Arasında"yı çevirdi. Daha sonra 1974'ü İzleyerek, daha çok, “Tak Fişi Bitir İşi". “Uçurumdaki Kadın", “Şıllık", “Rezalet", “Yatır Sev Kaldır Sev", “Ah Bu Kadınlar", “Çalkala Yavrum Çalkala", “Bizim Fıstıklar" gibi seks; “Fırçana Bayıldım Boyacı", “Dokunma­ yın Dünyama", “Aldırma Gönül" gibi şarkıcı filmleri çevirmiş; ancak Aytaç Arman, Sadri Alışık ve Meral Orhonsay’la kendi firması Kardeş Film hesabına 1976’da çevirdiği "Ben Sana Mecburum" ile İstanbul Uluslararası Film Festivalimde “En iyi ikinci film" ve "En iyi senaryo" ödüllerini almıştır (“Ben Sana Mecburum", çekim, çerçeveleme ve renk kullanımı ba­ kımından Erakahnın yeni deneyimlerde bulunarak biçimsel yönden başarılı bir film olmuşsa da; filmde tiyalromsu ta­ vırlar ve konuşmalarla ve de Orhonsay’ın hazin şarkılarıyla inandırıcı olmayan melodramatik vurgulamalar ortaya çık­ mıştı).

98 Ülkü Erakalmın son filmleri arasında: "Kaderi Zorlama** (1985), "O Kadınlardan Biri** (1985), "Sana öyle Hasretim ki** (1985), “Salmışım Anasım** (1985), "Acıların Kadını” (1986), "Hayroş” (1986), “Kısrak” (1986), "Erkek Sevgisi” (1987), “Yı­ lın Kadını” (1989) vardır^ Çirkin bir adamın ruh ve duygu güzelliğiyle çirkinliğini yenme savaşımının öyküsünü veren Selâmi Şahin ve Deniz Akbulutİa çevirdiği “Kaderi Zorlama"; yine Deniz Akbulut, Bulut Aras*la çevirdiği pavyon kadınlarına âşık olan iki gen­ cin öyküsünü anlatan “O Kadınlardan Biri”; Faruk Tınaz, Meral Orhonsay ve Pembe Mutlu ile çevirdiği aynı adama âşık olan an a-kızın öyküsünü anlatan "Sana Öyle Hasretim ki”; gündelikçi bir kadının öyküsünü anlatan Adile Naşit’le çevirdiği "Satmışım Anasını”, şarkıcı Bergen’in yaşam öykü­ sünü anlatan Bergen ve Yalçın Gülhanla çevirdiği "Acıların Kadını”; yine Adile Naşitle çevirdiği ve idamını bekleyen suç­ suz bir kadınla konak sahibi zengin bir adamın öyküsünü anlattığı "Hayroş"; bir kaza sonucu erkekliğini yitirmiş, sa­ kat bir çiftlik sahibiyle genç karısının seyisiyle yaşadığı ihti­ raslı aşkın öyküsünü veren Hülya Avşar, Yalçın Gülhan ve Ünsal Emre*yle çevirdiği "Kısrak”; sevdiği kıza (Nazan Saatçi) olan aşkı yüzünden bir gencin (Kenan Kalav). kızın kardeş­ leriyle çatışıp üçünü de öldürdüğünden dolayı idama mah­ kûm edilişinin öyküsünü anlatan "Erkek Sevgisi” ve buna­ lım içinde çırpınan evli bir kadınla bir şoförün ve çarpık bir çevrenin öyküsünü Arzu Aydın ve Tuğrul Meteer gibi 3. sınıf oyuncularla çevirdiği "Yılın Kadını”, onun sanat yaşamın­ daki iniş çıkışları göstermeleri bakımından ilginçtir.

HULKİ SANER

Amerika'da kimya ve müzik öğrenimi gördükten sonra Türkiye’ye döndüğünde film müzikleri yaparak yaklaştığı si­ nemada; sonradan yapımcı ve yönetmen olarak görülen;

99 İ958’de yaptığı ilk filmi "Sevmek Günah mı?"dan donra daha çok Balı sinemasından yaptığı uyarlamalar ya da öz­ gün komedi ve güldürülerle yani piyasa işi ve kasa geliri sağlayan filmlerle Önlenmiştir. Bu filmler arasında Nejat Uygur’la O’Henry’nln bir öy­ küsünden uyarladığı "Cafer Bey Çocuk Hırzısr (1962); Zey­ nep Değirmencioğlu ile "Ayşecik Cimcime Hanım" (1964) ve "Ayşecik Boş Beşik" (1965); Muammer Karaca ile "Cibali Ka­ rakolu" (1966), "Deminde Söylerim" (1967); (1964te Sadri Alışıkla yaptığı “Turist Ömer" filmi, Sadri'ntn yarattığı se­ vimli, sevecen tip dolayısıyla tutulduğundan) bunu izleyerek, "Turist Ömer Almanya’da" (1966), “Turist Ömer Arabistan’­ la" (1969), “Turist Ömer Yamyamlar Arasında" (1970), "Tu­ rist Ömer Boğa Güreşçisi" (1971) ve “Turist Ömer Uzay Yo­ lunda" (1973); yine Sadri Alışık ile “Helâl Olsun Ali Abi" (1963); Emily Brontönin “Withering Heights" (Rüzgârlı Ba­ yırlar) adlı romanından uyarladığı "Acı Aşk" (1962); Billy Wil- derln "Some Like it Hot" (Bazıları Sıcak Sever) adlı komedi­ sinden uyarladığı "Fıstık Gibi Maşallah" (1965) ve onun de­ vam filmi "Nazar Değmez İnşallah" (1965); müzikli eser ola­ rak Erol Bûyükburçla çevirdiği “Öp Beni" (1970), Emel Sa­ yınla çevirdiği “Gülizar" (1972), Ahmet özhan’la çevirdiği "Bak Yeşil Yeşil" (1975); kedi firması adına Osman Nuri Er- gün’e Sadri Alışıkta çevirttiği "Ali Baba ve Kırk Haramiler" (1971) sayılabilir. Hulki Saner, 1975ten sonra sinemadaki kriz dolayısıyla film çevirimine ara verdi; ancak 19601ı ve 19701i tatlı hayal­ leri onu yeniden sinemaya yöneltti ve 1984-1987 yıllan ara­ sında beş film çevirmekten kendini alamadı: “Kız Babası" (1984), “Köfteci Holding" (1985), “Para Babası" (1985), “Şal­ var Bank" (1987) ve “Yaşamaya Mecburum" (1987). Ancak bu filmler bir dönem önceki çalışmalarının epeyce gerisinde kalmıştı. Bunlardan Sadri Alışıkla çevirdiği "Kız Babası"nda Vin-

100 cente Minelli'nin “Father of Ihe Bride" (Celinin Babasıfndan esinlenmiş (Bkz.: Milliyet, 16.5.1987): yine bir güldürü olan “Şalvar Bank"ta zengin olmak üzere İstanbul'da gelen Reşit Ağa (Sadri Alışık) ile karısı Güllü (Göksel Kortay)yü çekici bir komedinin oyuncuları yapabilmiştir.

YILMAZ DURU

San at âlemine 1950'li yıllarda Ses Tiyatrosunda dansör olarak başlayan ve ilk eşi Nilüfer Aydan'la birlikte gittiği Amerika'da ünlü bir çift olarak belirli bir performans göster­ dikten sonra Türkiye'ye döndüğünde “Ekmek Kavgası" (1966) adlı filmiyle yönetmenliğe soyunan Yılmaz Duru, geçen dö­ nemlerde çoğunun senaryolarının ikinci eşi Sabah Duru'nun yazarak çevirdiği filmler arasında önemli bir çıkış yaptığı ve kendisine 1967 Antalya Film Şenliği'nde "Birincilik Ödülü** kazandıran “Zalimler" (1966); ertesi yıl Antalya Film Şenli- ğfnde yine birincilik ödülü kazanan "ince Cumali" (1967); 1969 Antalya Film Şenliği’nde ikincilik ödülü kazanan “Bin Yıllık Yol" (1968); 4. Adana Film Şenliği'nde “En iyi film" ödülü kazanan “Karadogan"; ve Sabahattin Ali'nin üç öykü­ sünden sinemaya uyarladığı “Azap Yollan" (1967); Necati Cumalı'nın romanından ikinci kez sinemaya uyarladığı “Su­ suz Yaz" (1973); “ince Memed" romanının adından esinlene­ rek çevirdiği İnce Memed Vuruldu" (1975) gibi filmler çe­ virdi. Bu filmlerde çoğunlukla Anadolu insanının yaşamını, sorunlarını; bir yanıyla gösterişçi, şiddet öğeleri taşıyan, di­ ğer yanıyla mistik bir sinema anlayışıyla vurgulanan sahne­ ler vardı. 1979*da Sovyetlerle ortak yapım olarak Nazım Hlkmet'in “Ferhat ile Şirin-Bir Aşk Hikâyesi" adlı oyunundan Ejder lbrahimov'un sinemaya uyarladığı ve baş rollerini kendisiyle

101 birlikte Türkân Şoray. Faruk Peker ve Alla Şigolav ile pay­ laştığı bir film çevirdi. 19801i yıllarda onun "Acı Ekmek" (1984), "Kuşatma" (1986), “Süreyya" (1986) ve “Mankurt" (1992) adlı filmleri çevirdiğini görüyoruz. Ali Uğur un kamerasıyla gerçekleştirdiği ve Bülent Er- soy, Fikret Hakan ve kendisinin rol aldığı “Acı Ekmek"te, Yeşil çam melodramlarının vıcık vıcık edilmiş havasını getiri­ yor (Burçak Evren, Güneş. 25.1.1987); “Kuşatmamda, 1970'- da John Hough’un çocuk yıldız Mark Lesterle çevirdiği “Kü­ çük Şahit" (Eyewitness)’inden esinlendiği görülüyor; “Sürey- ya"da bir mankenin öyküsünü perdeye yansıtıyor; yeniden bir Sovyet-Türk ortak yapımı olarak, kendisinin ve Tank Tarcan'ın da rol aldığı ve yönetmenliğini yaptığı “Mankurt'ta. 9-10. yüzyılda Orta Asya'da yaşayan talana bir kabilenin diğer kabile insanlarını hayvana dönüştüren işkenceleri ko­ nu ediliyordu. Ama bütün bu filmler hiçbir zaman vasatın üstüne çıkmıyor ve Yılmaz D urula artık eski güzel günlerini düşlemekten başka yapacak iş kalmıyordu.

SAFA ÖNAL ve YÜCEL UÇANOĞLU

19501i yıllardan bu yana Bülent Oran ve Erdoğan Tü- naş'la birlikte Türk sinemasının en üretken senaryo yazar­ larından biri olan Safa Önal ilk filmlerini 1969*da Zeki Mü- renle çevirdi: “İnleyen Nağmeler" ve “Kalbimin Sahibi". Dun­ lan izleyerek 1976ya kadar "Karlı Dağdaki Ateş" (1969). Şarlo'nun “Yumurcak" fThe Kid) adlı filminden uyarladığı "Afacan" (1970), iki Esat Mahmut Karakurt uyarlaması: “Ölünceye Kadar" (1970) ve “Bir Kadın Kayboldu" (1971); "Umut Dünyası" (1973); Türkân Şoraylı üç film: “Buğulu Gözler" (1970), “Çılgınlar" (1974) ve “Yüreğimde Yare Var" (1974) ve “Küçük Ev"i (1978) çevirdi.

102 Bu filmlerden Refik Halit Karay’ın aynı adlı romanından Ayhan Işık ve Filiz Akınla sinemaya uyarladığı “Karlı Dağ­ daki Ateş” ile Tank Akan ve Necla Nazır la çevirdiği "Umut Dünyası" anılmaya değer Film çevirimine 1987*ye kadar ara verdikten sonra yeni­ den Yılmaz Zafer ve Selin Dikmenle “Vur Hançeri Kadınım" (1987) , Mahmut Tuncer ve Sibel Gökçe ile “Yabancı" (1988) ve Nedret Güvenç, Meral Konrad, Sezer lnanoğlu ve Fulden Urasla çevirdiği “Yalı" (1990) onun bu dönemdeki çalışma­ ların] n tümünü oluşturur “Yalı"da Safa Önal, yetişkin oğlu (Sezer lnanoğlu) ve kızı (Meral Konrad) ile babadan kalma bir yalıda yaşayan bir an­ nenin (Nedret Güvenç) dramı ve yalıyı sattırmamak için, farklı kültür anlayışlarında olan çocuklarına karşı verdiği naflle savaşımı anlatmaktadır. Ancak Safa önal kaleme al­ dığı güzelim senaryoyu aynı güçle perdeye yansıtamamıştır Bir dönem önce “Dişi Kartal" (1966)1a kinemaya baş­ layan Uçano

103 Şenses şarkılarıyla donattığı (Umde başrolü Banû Alkan’la paylaşıyor. Çocuk Yıldız da Elif Çevrim. Kendi küçük* aklı büyük olan bu çocuk, ana babasım yeniden birleştirmek için akla hayale gelmedik şeyler yapıyor. "İhanetin Bedellinde, bir işadamının (Ekrem Bora) yolda rastladığı hamile bir kadını (Güzin Doğan) hastaneye götü­ rür, çıkınca da kendisini araması için kartvizitini verir. Ka­ dın doğum yaptıktan sonra çocuğunun, karttan adını öğren­ diği işadamından olduğunu iddia eder." (Cumhuriyet, 11.7. 1987) Kıbnslı şair özker Yaşın’ın yazdığı metinden yola çı­ karak Mehmet Aydın'ın senaryolaştırdığı konuyu (1974 yı­ lında Banş Harekâtına yol açan olayları ve Enosis emelleri­ nin yok edilmesini) “Kıbrıs'ta Vuruşanlar" adıyla sinemaya uyarlayan Yücel Uçanoğlu, oyuncu olarak Yaşar Alptekin, Neslihan Acar, Bahar Öztan, Osman Yağmurdereli* Murat Soydan ve Yıldırım Gencer’le filmi gerçekleştirdi. ,

MEHMET DİNLER ve OSMAN NURİ ERGÜN

Zafer Davutoğlu ile birlikte Osman Fahir Seden’in asis­ tanlığını yaptıktan sonra* onun süpervizörlüğünde ve yine Seden'in yazdığı kimi senaıyoları filme dönüştürerek mes­ leğe atılmış bu iki yönetmenden Mehmet Dinler, 196 l'de Uk filmi “Cilâlı lbo Zoraki Baba"yı Feridun Karakaya ile çevir­ dikten sonra, geçen dönemde Türkân Şoraylı “Aşk Yarışı" (1962), “Kelepçeli Melek" (1967), "Sinekli Bakkal" (1967), FTançois Truffaut'nun “La Marie tait en Noire"’ından uyarla­ ma “Melek mi, Şeytan mı?" (1971); Fakına Girik'ie "Bazılan Dayak Sever" (1967), “Sevişmek Yasak" (1965), "Ekmekçi Kadın" (1972); Hülya Koçyigitle (Frank Capra’nın "It Happe- ned One Night"mdan uyarlama) "Aslan Marka Nihat (Aşk Otobüsü)" (1964), "Kadınlar Hayır Derse" (1975); Fîiiz Akın’-

104 la "Yuvasız Kuşlar" (1970); Hale Soygazi ile "Şüphe” (1973). “Ceza” (1974); Tank Akan. Meral Zeren, Fatma Belgen ve Suna Keskin ile “Üç Sevgili” (1972); yabancı film ve roman uyarlamalan olarak (yukanda anılanlardan başka); Engin Çağlar ve Mine Mutlu ile (Erich von Stroheim’in “Paprika” adlı romanından) “Çingene Aşkı-Paprika" (1969), Vincent Shermann'ın “The Young Phlladelphian” adlı filminden "Fakir ve Mağrur” (1966) Mervn Leroy’un “Waterloo Bridge" (Vaterlo Köprüsü) filminden Türkân Şoray ve Ediz Hun'la "Sonbahar Rüzgârları” (1969); Feridun Karakaya ile “Cilâlı Ibo Yetimler Meleği" (1971); Sadri Alışık ile “İşler Kanşık” (1970) ve “Tarko Ahmet (Talihsiz Baba)” (1970); ünlü şar­ kıcılardan Yıldız Tezcan’la “Tatlı Sevgilim” (1970): Gülden Karaböcekle “Ağlıyorsam Yaşıyorum" (1986); Ömer ve Bilge Şanla “Zehirli Çiçek” (1986) gibi filmler çevirdi. Onun bu dönemde çevirdiği diğer filmler arasında, “öl­ meyen Arkadaşlık” (1981). ”Kadın Kucağında" (1982) da sa­ yılabilir. Ama bütün bu ilimler bir zamanlar piyasa işi filmle­ rin başarılı yönetmeni Mehmet Dinler’in filmolojisine hiçbir katkı sağlamamaktadır. Osman Nuri Ergûnt aktörlüğü yönetmenliğini aşan bir sanatçı olarak Osman Seden’in aynı çizgiyi sürdüren ikinci asistanıdır. 1956 yılında senaıyosunu Seden’in yazdığı “Şehir Yıl­ dızları” ile yönetmenliğe soyunan Ergün. geçen dönemde Sadri Alışıkla “İftira” (1957) ve “Kaldırım Çiçeği” (1969); Ediz Hun ve Filiz Akınla Georges Ohnefden uyarladığı “Fakir Bir Gencin Romanı” (1965); Cüneyt Arkın ve Hülya Koçyiğifle Aİfred Hitchcock’ın “Rebecca”*sından uyarladığı “Mor Defter” (1964); Ayhan Işık’la “Gecelerin Kralı" (1966). “Her Şeyim Şensin” (1971), Esat Mahmut Karakurt’un romanından “Erikler Çiçek Açtı” (1968); Erol Büyükburç’la “Haydi Genç­ lik Hop Hop” (1975) gibi filmler çevirdi. O dönemdeki son filmi “Oy Emine”yi 1975*te Erkan

105 Ocaklı, Aysun Güven. Önder Somer ve Suna Selenle çevir­ dikten sonra 1982ye kadar çalışmalarına ara veren Osman Nuri Ergtin bu dönemde sadece iki film çevirdi: Tennur So­ lak ve Kartal Kaanfla çevirdiği bir müzikli güldürü olan "Şıngırdak Şadiye" (1982) ve Salih Güney ve Bahar öztanla çevirdiği "Darbe" (1984). Onun sanatında ne gibi kayıplar olduğunu belirleyen bu iki filmden Vecdi Uygur'un senaryosunu yazdığı ve Ke­ nan Kurt'un kamera çalışmasını yaptığı İlkinde, şımarık ve zengin Şıngırdak Şadiye (Tennur Solak)*nin kahvecinin oğlu Bülbül Tevflk (Kartal Kaan) ile olan aşk öyküsü anlatılır. Filmden ancak Kartal Kaan'ın o güzelim sesiyle söylediği şarkıların anısı kaldı. "Darbe”de ise. Bülent Oran'm senaryosundan yola çıkan Ergûn. Aytekin Çakmaklının kamerasıyla sıradan bir aile dramı sergilen filmde zengin bir çiftin (Salih Güney/Bahar Öztan) hastanede ölü doğan çocukları yerine yeni doğan bir başka çocuğu sahiplenmelerinden oluşan bir konu işlenir.

NATUK BAYTAN

19701i yıllarda Cüneyt Arkınla çevirdiği "Kara Murat" serisi (“Kara Murat" (1972). "Kara Murat Fatihin Fedaisi" (1973). "Kara Murat-Devler Geliyor" (1974). “Kara Murat Şeyh Gaffarca Karşı" (1976). “Kara Murat Kara Şövalyeye Karşı" (1976) ve “Kılıç Bey" (1978). “Babaların Babası" (1975). “Denizler Hakimi" (1977) gibi serüven filmleriyle ün­ lenen Natuk Baytan. bu dönemde daha çok Kemal Sunallı “Gerzek Şaban" (1980). "Üç Kâğıtçı” (1981). "Yedi Belâ Hüs­ nü" (1982). “Atla Gel Şaban" (1984). "Tokatçı" (1985) ve "Tar­ zan Rıikı" (1986) adlı filmlerle ününü sürdürmüştür. Halkçı sinemanın önemli simalarından biri olan Natuk Baytan. bunlardan başka, türkücü Ferdi Tayfur’la "Huzu­

106 rum Kalmadı" (1980), “Kara Gurbet" (1981), "Günaha Gir­ me" (1982), "Kalbimdeki Acı" (1983), "Toprağın Teri" (1981) ve "Gecenin Sonu" (1983) gibi filmler çevirdi. Mehmet Soyarslan ın senaryosundan yola çıkarak Kaya Ererez'in kamera çalışması ve Fikret Hakan, Güngör Bayrak ve Bulut Aras'ın başrol oynadığı "Toprağın TerTnde, Ameri­ ka'dan eşiyle (Güngör Bayrak) dönen Hasan'ın (Fikret Ha­ kan), yöredeki Ağa'mn (Erol Taş) zulmünden köylüyü, orada çalıştırıp kurtarmak için bir iş yeri açması sonucu oluşan olayları anlatır. "Yeşilçam filmlerinin alışılagelmiş tüm trük- leri. tüm anlatım kalıplan birbirini izleyen filmde, şiddet öğesi egemen... Onat Kutların kullandığı bir deyimle, tipik bir "Anadolu WestenYi ya da sinemamızda yeni bir türün, "Köy-Korku" filminin ilk örneği" (Bkz.: Vecdi Sayar, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 42, 15.2,1982). "Gecenin Sonu" ise, Natuk Baytan’ın kendi yazdığı se­ naryodan yola çıkarak, bu kez Çetin Tunca'nın kamera çalışmaları ve Tank Akan. Ahmet Mekin ve Çiğdem Tunç’un kalkılanyla çekilerek; ikisi de kabadayı bir baba-oğul'un yıllar sonraki çatışmalannı ve öç alışlannı sergilemeye çalışı­ yor. "Gecenin Sonu" senaryodan kaynaklanan bazı yanlışlar ve mantık hatalarına karşın, yönetmenin akıcı anlatımı ve oyuncuların tutarlı katkılanyla belli bir düzeyi tutturuyor (Bkz.: Cumhuriyet, 27.1.1981). Buna karşılık Natuk Baytan'ın TRT adına gerçekleştir­ diği ve Talât Paşa'mn siyasal yaşamını, Berlin'de öldürülü­ şünü ve suçluların mahkemesini beyaz cama getiren "Du­ vardaki Kan" (1986) bizce tutarlı bir çalışma. Halûk Kur- doğlu (Talât Paşa), Meral Zeren (eşi Hayriye Hanım). Eray Özbal (Ermeni katil Teyleryan), Fikret Hakan (Berlin Ağır Ce­ za Mahkemesi savcısı Goidnick) önemli rollerde; aynca Erol Taş, Altan Günbay, Zafer Ergin, Talât Gözbak, Ayton Sert ve Gökhan Mete de rol almış dizide. M. Kemal öke'nin Osmanlı İmparatorluğunun son dö­

107 nemi üzerine yaptığı incelemeler sonucu ortaya koyduğu se­ naryodan yola çıkılarak Muzaffer Türan’ın kamerasıyla çev­ rilen film, çevre seçimi, oyunculuk* çekim ve kurgu bakım­ larından kusursuz bir çalışma sergiliyor. (Bu dizi hakkın- daki olumlu veya olumsuz görüşler için bkz.: Nilgün Gür- kan, "Duvardaki Kan - Bunca Paraya Bunca Yanlış", Nokta* Ekim 1986; "Duvardaki Kan", Hayat, 27.5.1985; “Belgelerle Ermeni Sorunu", Cumhuriyet* 9.10.1986).

YILMAZ ve ORHAN ATADENİZ

Suna PekuysaHa çevirdiği "Yedi Kocalı Hürmüz" (1963) ile sinemaya başlayan Yılmaz Atadeniz, bir dönem önce* Yıl­ maz Güney’le “Kahreden Kurşun" (1965), “Çirkin Kral" (1966) ve “Çirkin Kral Affetmez" (1967); Tamer Yiğitle “Zorro Kamçılı Süvari" ve “Zorro'nun İntikamı" (1969); Kartal Ti­ bet’le “Çakırcalı Mehmet Efe" (1969) gibi İlimler çevirdikten sonra 1980’li yıllarda da aynı çizgide çabalarını sürdür­ müştür. Bu dönemde Cüneyt Arkınla “Kader Arkadaşı" (İ980), “Kanije Kalesi" (1982); Behçet Nacar’la “Kobra" (1983); Müs­ lim Gürses’Ie “Çare Sende Allahım" (1984), “İkizler" (1984), “Küskünüm" (1986); Feridun Karakaya ile “Donanmanın Gücü" (1987); Uyas Salmanla “Afacan" (1989); Kibariye ile “Hapishane Gülü" (video filmi) adlı çalışmaları yapmıştır. iyi niyetli, mesleğine bağlı bir yapımcı ve yönetmen olan Yılmaz Atadeniz. piyasanın emrinde çalışmaktan öte bir de­ ğer ortaya koyamamış; ondan önce mesleğe soyunan ağabe­ yi Orhan Atadeniz onun kadar bile soluklu bir çaba gös­ terememiş; bir dönem önce “Ali ile Veli (Cemile Sultan)" (1951), Mehmet Muhtarla birlikte gerçekleştirdiği, başrolde. Muammer Karaca’mn görüldüğü “İstanbul Yıldızlan" (1952) ve Tamer Balcı ile “Tarzan İstanbul'da" (1952) adlı filmleri

108 çevirmiş; 1953’te ömrünü noktaladığı için, son dönemde film çevirmek bahüna ulaşamamıştır*

ARAM GÜLYÜZ

1960*da çevirdiği ilk filmi “Sensiz Yıllar"dan sonra* 19601ı yıllarda Orhan Günşirayla “Kadın ve Tabanca" (1962)* “Hop Dedik" (1963)* “Erkek Sözü" (1964); Ajda Pekkanla “Kaynana Zırıltısı" (1964)* “Sevdalı Kabadayı" (1965); Öztürk Serengii'le “Abidik Gubidik" (1964)* “Kanm Beni Aldatırsa" (1967); Vahi öz’le “Taşralı Amca" (1965)* “Üsküdar’dan Top- kapı'ya" (1966); Tanju Gürsö ile “Kaynana Zınltısı" (1964) “Cumartesi Senin* Pazar Benim" (1965) (“I Walk Alone" (Yal­ nız Yürüyenler) adlı Amerikan filminden); 1970'li yıllarda İz­ zet Günay'la “Şıllık" (1970); Sadri Alışıkla "Tatlım" (1973); Fikret Hakanla "Alçaklar Cehenneme Gider" (1972)* “Büyük Şamata" (1973); Müjdat Gezenle “Aman Ne Gırgır" (1974); Aydemir Akbaşla “Ava Giden Avlanır" (1977), “Oh Oh" (1978)* “Binlik Nail" (1979) gibi piyasa işi serüven ve gül­ dürü filmleri çevirdi* 19801i yıllarda; Cüneyt Arkınla "Sanşın Tehlike" (1980), “Yaşamak" (1988); Abdullah Şahin ve Enver Demirkan'la “Şaşkın Milyonerler" (1985); Münir Özkul ve Asuman Ar­ salla "'Babalar da Ağlar" (1986), “Kadersiz Kullar" (1987); llyas Salmanla “Uyanıklar Dünyası" (1985). “Sen Neymişsin Be Abi" (1987); Banû Alkan'la “Afrodit" (1987) ve Kenan Kalav, Nadya Smolik ve Bahar Öztanla “Mazideki Kadın" (1988) gibi filmler çevirdi* Onun sanatı hakkında bir fikir vermek üzere son iki filmi üzerinde biraz duralım: “Afrodit" Vural Paketin senaryosundan yola çıkarak* Mahmut DemirMn kamera çalışması ve Banû Alkan’m ya­ nında Sühan Baydar ve Salih Güney’in oyunculuk katkıları

109 ile gerçekleştirilmiş. Anadolu’da bir kazıda Afrodit heykelini arayan Kemal (Sühan Baydar) bu tutkuyla aslında canlı bir Afrodit kadar güzel karısını görmezden gelir ve istihkar eder. Bu yüzden (nikâhsız) karısı Cemile (Banu Alkan) onu terkederek İstan­ bul’a döner ve orada eski göz ağrılarından Murat (Salih Gü­ ney) ile ilişki kurar* Bu duygusal ilişki tam evlenmeye dönüşürken İstanbul'a dönen Kemal, Murat'ı öldürür. Filmin asıl yönetmeni olan Remzi Jöntürk bir trafik kazasında ölünce, Gülyüz filmi bitirerek kurgulamıştır. "Mazideki Kadın", Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkarak acıklı bir "gurbetçi" öyküsü oluşturur. Bir hayli yüksek harcama ile çekilen "Mazideki Kadın’da gurbetçi iş­ çiyi Kenan Kalav, asıl eşini Bahar öztan, nikâhsız Alman eşini Nadja Smolik oynuyor. "Mardin-Münih Hattı" dizisiyle üne kavuşan Nadja Smo- lik in Yeşilçam'da çevirdiği sayılı filmlerden biri "Mazideki Kadın". Karısını ve çocuklarını Türkiye'de bırakıp Alman­ ya’ya çalışmaya giden ve orada Eva (Nadya Smolik) adlı ya­ bancı bir kadınla ilişki kuran Kemal (Kenan Kalav)'ın öy­ küsü anlatılır ilimde. Bir eğlence yerinde kavga çıkardığı için sımrdışı edilen Kemal, sonradan Eva’nın hamile olduğunu öğrenir. Doğurduğu oğlunu Kemal’e bırakmak için Türki­ ye’ye gelen Eva. Kemal'in kansı Selma (Bahar öztan)*nın karşı çıkmasına karşın; sonunda çocuğunu Türk ailesine teslime muvaffak olur. Video film olarak çekilen, gazetelerde foto roman olarak da yayınlanan "Mazideki Kadın" tipik bir Yeşilçam filmi.

REMZİ JÖNTÜRK

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi "Afrodit" adlı filmi çe­ virirken bir trafik kazasında ölerek, filmin, Aram Gülyüz ııo tarafından tamamlanmasına olanak sağlayan Remzi Jön- türk, çoğu meslektaşı gibi çeşitli mesleklerde dolaştıktan ve de sinemanın en alt kademelerinde uzun süre çalıştıktan sonra kamera ardına geçerek yönetmenliğe soyundu. İlk filmi “Zımba Gibi Delikanlfyı 1964'te çevirdi. Ger­ çekleştirdiği tüm filmler içinde 1967'de ikinci versiyonunu gerçekleştirdiği “Bir Şoförün Gizli Defteri” (1967) ve bu dö­ nemde çevirdiği “Takip” (1981) onun belirli bir düzey tuttur­ duğu filmlerdir. Aka Gündüzdün aynı adlı romanından ilk versiyonunu Atıf Yılmaz’ın Eşref Kolçak ve Çolpan İlhan la 1958*de çevir­ diği “Bir Şoförün Gizli Defterf ni yeniden ele alıp senaıyosu- nu da yazan Remzi Jöntürk, Mahmut Demir’in kamera ça­ lışmasıyla Cüneyt Arkın ve Sema Özcan'la filmi gerçekleş­ tirmiştir. Bu film onun filmograflsinde belli bir yer tutsa da, Atıf Yılmazın versiyonu ile karşılaştırılırsa Jöntürkfün versi­ yonu, biraz daha geri plânda kalmaktadır. “Takip” ise, Mehmet Aydm’ın senaıyosundan yola çıka­ rak Çetin Tunca'mn kamera çalışmalan ve Cüneyt Arkın, Oya Aydoğan, Fikret Hakan ve Hayati Hamzaoğlu'nun oyun­ culuk katkılarıyla gerçekleştirilmiş: film hapisten kaçan iki mahkûmla (Cüneyt Arkın ve Hayati Hamzaoğlu) sığındıkları, karların yollarını kapattığı bir dağ evinde kalırlarken: bun­ ların evin sahibi (Eşref Kolçak) ile kansı arasındaki ilişkileri sergilemiştir. Mahkûmlardan birisi ile ilişki kurduktan son­ ra karısının onunla birlikte kaçması ve ihanet gördüğü karı­ sından intikam alamayan ev sahibinin intiharı ile gelişen olayları da anlalan film, içerdiği abartılı şiddet öğelerine kar­ şın, etkileyici olabilmiştir. Onun 1980*11 yıllarda çevirdiği diğer filmler arasında: “Acı Gerçekler” (1981), “Unutulmayanlar” (1981), “Aşk Ada­ sı” (1983), “Türkiyenı” (1983), “Halk Düşmanı” (1984). “Al- tar” (1985), “Biraz Neş'e, Biraz Keder" (1986) ve “Yaralı Can” (1987) da vardır.

111 Bu filmlerde şiddet öğeleri üstün çalışmalar yapan, ama kendine özgü bir anlatım üslûbu da oluşturmuş bir yönet­ menin çabalarına tanıklık ederiz.

TÜRKER İNANOĞLU

1960 yılında kendi yazdığı senaryodan yola çıkarak Mustafa Yılmazın kamera çalışmaları ve Turhan Seyfioğlu, Kenan Pars ve Cavidan DoraYıın oyunculuk katkılarıyla çe­ virdiği “İçimizden Biri” ile sinemaya adım atan Törker lnan- oğlu. 19601ı ve 19701i yıllarda çoğunu eşi Filiz Akınla çe­ virdiği “Bekârlık Sultanlıktır” (1963), “Filinta Kadri” (1964). “Babasına Bak Oğlunu Al” (1965), “Tamirci Parçası” (1965), “Arkadaşımın Aşkısın” (1968), (konusunu William Wyler1n “Roman Hollyday” 'Roma Tatili' adlı filmden alan) “İstanbul Tatili” (1968), “Cilveli Kız” (1969), “Son Mektup” (1969), “Yarım Kalan Saadet” (1970), “Cambazhane Gülü” (1971), “Soygun” (1973); Cüneyt Arkınla çevirdiği “İntikam Uğruna” (1966), “Yarım Kalan Saadet” (1970); Ediz Hunla “Tatlı Rüyalar” (1971), “Soygun” (1973) gibi filmler üretti. İkinci eşi Gülşen Bubikoğlu ile çevirdiği “Bizim Kız” (1977)1a başladığı sonraki çalışmalarında da oğlu İlker Inanoğluyia “Yumurcak” (1969), “Yumurcağın Tatlı Rüya­ ları" (1971) adlı filmleri çevirirkende aynı tutumu sürdürdü. 1977-1987 yıllarında film çevirmeye ara verdikten sonra Safa Önal'ın iki senaıyosundan “Gönülden Gönüle” (1987) ve “Hafız Yusuf Efendi" (1987) adlı filmleri Ahmet Özhan ve Sibel Tumagöl'îe çevirdi. Bundan sonra kendisini televizyon için film üretme uğ­ raşlarına verdi. Son yıllarda sürekli olarak Ulusal Film Ku­ rumu (halen vakfa çevrilmiştir) adına TRT 1 için “Bir Başka Gece” adlı programı hazırlatmakta ve bu programın süper- vizörlüğünü yapmaktadır.

112 VE DİĞERLERİ...

Orta Kuşak'ın salon, serüven ve güldürü filmleri yapan diğer popülist yönetmenler arasında: Sim Gültekin. Semih Evin. Nazmi özer ve Yavuz Yalınkılıç ın ayrı bir yeri vardır. Halkçı bir sinemaya hizmet etmiş bulunmaları dolayısıyla biraz da onlardan söz etmek hakşinaslık olacaktır. Sim GülteJdn, ilk filmi “Aramızda Yaşayamazsın"! 1955’ te çevirdikten sonra. Öztürk Serengil, Mahir özerdem, Sadri Alışık, Yılmaz Duru, Cüneyt Arkın, Ekrem Bora, Semra Sar. Meral Orhonsay gibi sanatçılarla 197011 yılların sonuna kadar “Sevdalı Gelin** (1959). “Günahsız Âşıklar" (1962). “Adım Çıkmış Sarhoşa1* (1965), “Üç Sevdalı Kız“ (1969), Top­ haneli Murat“ (1971), “Parasızlar** (1974). “Sarhoş" (1977) gibi filmlere imzasını attı. i980’li yıllarda Sadık Şendifin senaryosundan Hüseyin Özşahinle "kan davası konulu bir güldürü** olan ve başrolde öztürk Serengifin bulunduğu “Şaşkın Gelin" (1984); kendi yazdığı senaryodan Orhan Kapkı ile “bir miras nedeniyle yaşamı değişen bir piyangocu kızın öykûsü"nü anlatan, baş­ rollerde Çeçilya ve Cemal Gencerln bulunduğu “Piyangocu Kız" (1986); senaıyosunu Hadi Çaman’ın yazdığı ve Abdullah Gûrek’in kamerasıyla gerçekleştirdiği “evleri yıkılan bir ana- kızın serüveni"ni Adile Naşit ve Ayşen Gruda ile video-film olarak çektiği “Kiralık Ev" (1986-1987); Münir Özkul, Ayla Algan. Suna Selen. Erol Günaydın. Kenan Büke ve Cevat Kurtuluş ile çektiği “bir. profesörün eski arkadaşlarını 35 yıl sonra toplayıp; toplantı yaptıkları otelde garson olarak ça­ lışan ve bir zamanlar kendisine yapmış olduğu haksızlıktan dolayı hakkında vicdan azabı çektiği bir arkadaşını da yeni­ den kazanmasrnın öyküsünü anlatan ve zaman zaman dra­ matik, zaman zaman güldürü boyutları içinde anlatılan “Bir Ömrün Bedeli" (1989) gibi filmler çevirdi. Bir zamanlar üç günde bile film çevirimini bitirebile-

113 cegini söylediği İçin adı Basın'da küçümsenerek anılan eski bir yönetmendir Semih Evin. Kendisiyle görüştüğümüzde bize, bunun vebalini pat­ ronlara yükleyen, kendisine vakit ve nakit olaraklan tanı­ nınca pekâlâ eli-yüzü düzgün filmler üretebildiğin! söyleyen Evin ilk filmi Aka Gündüzdün bir eserinden senaryosunu yazdığı ve Yuvakim Filmeridisle çevirdiği Sezer Sezin ve Kenan Artunlu “Allah Kerim- (1950)'den sonra, daha önceki dönemlerde “Yağma Haşan ın Böreği- (1953), “Leylâ'nın Ka­ deri" (1957), “Abbas Yolcu- (1959), “Gece ve Gündüz- (1960), “Kahraman Üçler- (1961), “Menekşe Gözler- (1963), “Yum­ ruk Yumruğa- (1965), “Akşam Yıldızı- (1967), “Emmioğlu- (1969), “Düşen Bir Yaprak Gibi- (1970), (Münir özkul’la) “Donkişot, Sahte Şövalye- (1971), “Kaçak" (1972), “Sen Alın Yazımsın- (1972), “Şaban İstanbul'da- (1973), “Ölüm Yolcu­ su- (1974), “Ben Armudu Dişlerim- (1975), “Yakalarsam Se­ verim- (1975) gibi filmler çevirdi, 1980'li yıllarda “yeğenini öğrenim görmesi İçin İstan­ bul’a gönderen yaşlı bir teyze (Adile Naşitfnin çiftlik yaşa­ manın öyküsünü veren, kendisinin yazdığı senaıyosunun Abdullah Gülek'in kamerasıyla filme dönüştürüldüğü ve yardımcı oyuncular olarak Ayşen Gruda, Erol Günaydın, Sa­ mi Hazinses gibi sanatçılardan destek alan “Ağa Bacı- (1986) adlı bir güldürü filmi çevirdikten sonra Semih Evin Yeşil- çam’t bıraktı ve TRT için filmler yapmaya başladı. Bunlar arasında Mehmet Raufun ünlü romanı “Eylül“den Selçuk Gülyüz'ün senaryosunu hazırladığı, Ömer Atabakfnln gö­ rüntü yönetmenliğini yaptığı ve Mine Maııavoglu, Ali Kara­ göz, Yaşar Yağmur, Sibel Keskinel, İsmail lncekara. Agâh Hün ve Nevin Aypar’ın ıol aldığı, aynı adlı üç bölümlük dizi filmi en tutarlısıdır. Yönetmen olarak ilk filmi “Dövüşmek Şart Oldu- (1966)* yu çevirdiğinden beri Yeşilçam’da olan Nazmt Özer, sonra­ dan kendi firması olan Emek Film i kurdu, 19601ı yıllarda

114 "Ölüm Yolcuları" (1966). "Ağa Düşen Kadın" (1967). "Bir Sev­ gili Uğruna" (1969), "Günahsız Katiller" (1970). (Yılmaz Gü­ neyce) "Çirkin ve Cesur" (1971), "Benimle Sevişir misin?" (1972). "Vahşi Aşk" (1972), "Kaderim Kanla Yazıldı" (1973). “Mağlup Edilmeyenler" (1974), “Beş Atış Yirmibeş” (1975), “Ne Alsan İkibuçuk" (1976), (Yılmaz Güney’in “Umutsuzlar" adlı (ilminden uyarladığı) “Düzen"! (1978) çevirdi. Nazmi Özerin 19801i yıllarda çevirdiği filmler arasında; Erdoğan Tünaşln senaryosundan Salih Dikişçfnin kamerası ve Ferdi Tayfur ve Banû Alkanln başrol oynadığı “iğfal ettiği kızın katili olan bir gencin öyküsü"nü anlatan “Ben de Özle­ dim" (1981); İhsan Yüce'nin senaryosundan yola çıkarak Ka­ ya Ererez’in kamera çalışması ve Tarık Akan, Fikret Hakan, Neş'e Aksoy ve Kadir Savundun oyunculuk desteği İle gerçek­ leştirdiği “kan davasının anlamsızlığı" ve “insan sevgisinin yüceliği" üzerine “Arkadaşım" (1982); sevgilisi olan kabadayı hapse girdikten sonra memleketine dönen ve orada tanıdığı zengin biriyle evlenmek üzere iken hapisten çıkan belâlısının hışmına uğrayan bir kadının öyküsü"nü anlatan Serpil Çak­ maklı. Murat Soydan, Münir özkul ve Salih Güney in oyun­ culuk. Sedat Ülker'in kamera katkılarıyla ortaya koyduğu bir video filmi: “Al Dudaklım" (1987) sayılabilir. Son yıllarda yapımcı olarak başarılı filmler (bu arada Şerif Gören'e çevirttiği “Yılanların Öcü" [1986fnü) üreten Nazmi Özer, bu alanda, yönetmenlikten daha tutarlı oldu­ ğunu kanıtlamıştır. tik filmi “Fedakâr OnbaşTyı 1960’da çeviren Yavuz Ya­ lınkılıç. bundan önceki dönemde: “Genç Osman" (1962). “Dağ­ ların Aslanı" (1964), “Kanlı Kale" (1965). “Aslan Bey" (1968), “Meryem" (1973), “Madrabaz" (1979) gibi filmler çevirdi. Yavuz Yalınkılıç, 1980'li yıllarda Kenan Kurt'un kame­ rasıyla Mehmet Şahin ve Deniz Akbulut’un rol aldığı “Har­ man Sonu" (1981), yine aynı kameramanla ve Adile Naşil, Münir Özkul, Ayşen Gruda'nın rol aldığı “Fakir ama Yürekli

115 ve dürüst bir mahalle halkıyla düzenlerini bozmak isteyen kabadayıların öyküsü"nü anlatan “Buyurun Cümbüşe" (1982) Erhan Canan ın kamerasıyla Uyas Salman, Ayşen Cruda ve Münir Özkul'un başrol oynadığı "İstanbul'a Öküz almak için gelen köylü Bilo (Uyas Salman)'nun gülünç serüvenrni anla­ tan "San Öküz Parası" (1985); türkücü Belkıs Akkale ile çe­ virdiği köy melodramı ya da köyden kente göç konulu "Gelin Oy" (1986), "Kara Diken" (1986), :Ana Yüreği" (1987), "Azap" (1987), “Gölet" (1987), "Sultan" (1987) ve "Tapulu Irgat" (1987) ve Dinçer Önal'ın kamerasıyla ve Muhammed Taflan ile Meli­ ke Zobu ve Hayati Hamzaoglu’nun oyunculuk katkılarıyla "Do­ ğa sevgisiyle kendisini insanlığa adayan bir doktor hanımla genç bir adamın öyküsü"nû anlattığı "Aşka Vakit Yok" (1988)*u çevirdi. Türk sinemasında bir kısmının soluğu 1980'li yıllara ulaşamayacak kadar tükenmiş; kimileri de Türk sineması­ nın son yıllarda düştüğü dar boğaza ulaşıncaya kadar çaba harcamış popülist (halkçı) sinema anlayışıyla filmler yönet­ miş başka yönetmenler de vardır Ancak biz sadece bu türden filmler yapan kimi yönet­ menleri, örnek olsun diye, ele aldık. Bu çalışmayla Türk si­ nemasının bir envanterini çıkarmak gayesi gütmediğimiz için diğerlerini ele alamadık.

116 TENİ KUŞAK YÖNETMENLERİ

ÖMER KAVUR

Bir dönem önce adını duyurduktan sonra, Ömer Kavur, asıl önemli filmlerini 1980’den sonra ortaya koydu. Bunlar arasında; "Kırık Bir Aşk Hikâyesi" (1981), “Ah Güzel İstan­ bul" (1981), “Göl" (1982), “Amansız Yol" (1985), “Körebe" (1985), “Anayurt Oteli" (1986), “Gece Yolculuğu" (1987) ve “Gizli Yüz" (1990) sayılabilir. “Kırık Bir Aşk Hikâyesi"nde, kanımızca. Ömer Kavur, sanatının doruğuna ulaşmıştır. Selim İleri nin senaryosun- dan yola çıkarak Ayvalık’taki “variyetli" ailelerin yaşantısı, Recep Bey (Orhan ÇağmanVin kızıyla ekonomik zorunluluk­ larla evlenmek üzere bulunan Fuat (Kadir İnanır) ve Lise’de öğretmenlik yapan Aysel (Hümeyra) arasındaki gönül ilişkisi, içine kapanık öğretmen Bedri (Kâmuran Usluer)’nin umdu­ ğu mutluluğu Aysel’de de bulamayıp intihar etmesi, Fuat’ın Öğretmen sevgilisine duyduğu bunca sevgiye rağmen Recep Bey’in kızıyla evlenmek zorunda kalışı ve filmin sonunda emekli olmadan önce son görevine giden Aysel’in Ayvalık’tan

117 geçtiği sırada eski gözağrısı ile bir kez daha görüştükten sonra evine dönen Fuat'ın aile hayatının tekdüzeliğine nasıl kendisini kaptırdığı anlatılıyor filmde. Ailevi ve iktisadi so­ runlarla kendi mutluluğundan ve sevdiği kadınla bu mutlu­ luğu paylaşmaktan feragat eden adamın ve onu hiç unutma­ yan bir kadının öyküsü bu. Gerçekten kırık bir aşk hikâyesi. Olayların ustaişi bir kurguyla rayına oturtulduğu İlim­ de, gerçekçi bir tutumla ele alınmış tiplerle sinemamız için oldukça değişik bir tür olan psikolojik salon filmlerinin ilk belirgin örneği ortaya çıkmıştır “Kınk Bir Aşk Hikâyesi1* ile. Müjde Arla Kadir lnanır*m Füruzan'ın aynı adlı öykü­ sünden sinemaya uyarladığı “Ah Güzel İstanbul'da, kamyon şoförü Kâmille genelev sermayesi Cevahir’üı umutsuz ilişki­ si anlatılmak istenir. Her ne kadar öykünün havası tam an­ lamı ile filme yansıtılmamışsa da. Müjde Ar'ın kendi tavrına uygun bir genelev kadınının, o cehennemden ayrıldıktan sonra, girdiği yeni hayatta da birlikteliklerini sürdüremeye­ ceklerini anlayarak imâ yoluyla anlatılmak istenen intihara giden yolu seçişini başarı İle canlandırıyor denebilir. Türk sinemasında Atıf Yılmaz’ın “Bir Şoförün Gizli Def­ teri' (1958). Nejat Saydam'ın “Sonbahar Yapraklan' (1951), Ltitfl Ömer Akacfın “Vesikalı Yârim” (1968) gibi filmlerde kötü yola düşen kadınlann dramı işlenmiştir. Gerek “Ah Güzel İstanbul'da, gerekse adı anılan filmlerde “Bir kez bu yola düştükten sonra bundan kurtuluşun ve bir erkekle mutlu bir yaşama kavuşmanın olanaksızlığı' yaklaşımı geti­ rilmiştir. Tıpkı Pier-Paolo Pasolinfnin “Accattone' (1960)#da- ki kötü yola düşen kadınları ele alışı gibi. Nitekim “Accatto- ne'de kötü yolda yaşını başını almış bir kadın, mesleğe yeni giren birine. Dante’nin “İlâhi Komedya'sında Cehennem ka­ pısındaki “Lasciate ogni speranza voi ch’entrate' (Buraya gi­ ren sîzler tüm ümidinizi lerkedin!) sözünü anımsatarak, bu yola da girilince artık tüm umutların terkedilmesi gerektiğini vurgular.

118 “Görde ise, yine Selim lleri’nin bir senaryosundan yola çıkılarak Hakan Balamir, Müjde Ar ve Talât Bulut üçlüsüyle, yitirdiği eşinin anısını kasabaya gelen bir şarkıcı kadında canlandırmaya çalışan bir ruh hastasının (Hakan Balamir) İntiharla biten öyküsünü anlatır Kavur. Sonunda kadın, ken­ disini saran kâbustan kurtulup sevdiği balıkçıya (Talât Bu­ lut) kavuşur. Güzel görüntüler, güzel oyunculuk; ama. üs­ tün bir başarı getirmez film. "Amansız Yol" (1985), Banş Pirhasan'ın senaryosundan yola çıkılarak Kadir İnanır, Zuhal Olcay ve Yavuzer Çetin- kaya İle ve Orhan Oğuz’un kamerasıyla çekilmiş. Filmin ko­ nusu şöyle: Tevkif edilip hapse mahkûm edildiği İçin uzun yıllar Almanya’da kalan tır şoförü Haşan (Kadir inanır) çok önceleri İstanbul’da bıraktığı eski sevgilisi Sabahat (Zühal Olcayl’ı çocukluk arkadaşı Yavuz (Yavuzer Çetinkaya) ile ev­ lenmiş ve ondan bir kız çocuğu edinmiş olarak bulur. Koca­ sının fahişeliğe ve kirli işlere ittiği Sabahat’la yeniden eski İlişkilerini tazeler. O arada, bir alacak işi dolayısıyla haydut­ lar, Yavuz’un peşine düşer; ailesini de tehdit ederler. Böylece izlenenler arasında Yavuz’un karısı da vardır. Haşan, küçük Ayşe (Mine Çayıroğlu) ve Sabahat’ı kamyonla Güney’e kaçı­ rır. Haydutlar yol boyunca onları izler. Böylesine basit bir konuyu Pirhasan ustalıkla işlemiş; gelişim ve çekişmeleri verirken İlginç ayrıntılar eklemiş ve böylece filme ilgiyle izlenecek malzeme sağlamış. Yönetmen Ömer Kavur da aynı çabayı gösterince ortaya dörtbaşı bayın­ dır bir film çıkmış. Özellikle Zuhal Olcay’ın patetik güzelliği ve oyun gücü filme büyük katkıda bulunuyor. Olcay filmdeki rolü İçin 22. Antalya Film Şenliği’nde (1985) "En başarılı kadın oyuncu" ödülünü kazandı. “Amansız Yol" aynı yıl sinema yazarlarının seçtiği en iyi on Türk filmi arasında yer aldı.

119 “Körebe" yine Banş Pirhasan’ın senaryosundan yola çı­ kılarak çevrilmiştir* Türkân Şoray. Cihan Ünal ve Aykut Sü­ zeri ile* Filmin kısaca konusu şöyle: Kocasından ayrılarak sekiz yaşındaki kızı Elifle yaşayan ve bir bankada çalışan Meral (Türkân Şoray)* bir gün çocuğunun okuldan eve dön­ memesi ile onun kaçırıldığını anlar* Bunu duyan eski kocası (Aykut Sözeri) avukatı ile Merali ziyaret ederek onu ağır şe­ kilde itham eder. Avukat Turgay (Cihan Ünal) ise kadına karşı çok anlayışlı davranır* Birlikte uzun aramalar sonunda çocuğu bulurlar* Mesleğinin neden olduğu bir çatışmada vaktiyle karısını ve kızını yitirmiş olan avukat Turgayla ya­ şamını birleştirmekte bulur Meral mutluluğu* Bir polislik konuyu oluşturan film gerginlikle dolu. Ama filmi seyreden­ ler, gerek Türkân Şorayln oyununda, gerekse Ömer Kavurd­ un rejisinde bir düşüklük sezer gibi oldular* “Anayurt Oteli". Ömer Kavur’un Yusuf Atılgan’ın roma­ nından sinemaya uyarladığı ve bundan önceki çalışmalarını aşan bir film* Orhan Oğuz’un kamera çalışmalarının da önemli katkıda bulunduğu filmle Kavur* Anadolu'nun bir kasabasında İstasyona yakın Anayurt Oteli kâtibi Zebercet’i anlatıyor* Cumhuriyet bayramlarında izcilerin geçit resmi yaptığı* Belediye hoparlörlerinde duyurular verilen* hayat kadınlarının hasat gelirleriyle cebi şişkin köy ağalarım hoş­ nut etmeye çalıştığı* sinemalarında karate filmleri gösterilen* serin çarşılarında pantolonlu genç kızların İlk sevgilileriyle buluştuğu* tatminsiz genç çocukların horoz döğüşlerinde ge­ çici eşcinsel ilişkiler aradığı bu küçük tipik kasabanın Ana­ yurt Oteli’ni İstanbul’da oturan dayısı adına çekip çeviren Zebercet* kişilik ve yalnızlık bunalımı yaşıyor. Çeşitli günlük ve sıradan ilişkileri gitgide gerginleşiyor, sonunda kopuyor. Herhangi bir dostla bir yakınlık, bir insancıl ilişki arayıp da bulamayan bir ruhun* artık kaldıramadığı yalnızlığa teslim olmasının irdelenmesidir “Anayurt Oteli" (Atillâ Dorsay. Cumhuriyet, 23.10*1987).

120 "Ankara ekspresiyle gelip otelde bir gece kaldıktan son­ ra yeniden geleceğini söyleyip bir türlü gelmeyen; anısı belle­ ğine kazınmış; yattığı odaya başkası sokulmaksızın kullan­ dığı eşya olduğu gibi saklanan gizemli bir kadının hayali Ze­ bercetle teselli verir Ne temizlikçi kadınla cinsel ilişkisini sürdürüp sonunda tatminsizlikle onu boğması; ne de başka ilşikiler ona doyum sağlamaz. Sonunda oteli tümüyle kapa­ tıp gizemli müşterisinin kaldığı odanın tavanına kendisini asar. "Ömer Kavur, Zebercedin öyküsünü bize örnek bir sine­ ma (duygusuyla) anlatıyor Son derece ekonomik, hiçfbir) fazlalığın olmadığı, Frenklerin ‘epure* dedikleri alabildiğine yalınlaştırılmış bir üslûpla... Ama Ömer Kavurdun bu yolcu­ luğu, sonunda bizi değme blçem cambazlıklarından çok da­ ha fazla heyecanlandırıyor/ (Atillâ Dorsay, aynı kaynak). Daha çok Türk sinemasında senaryocu olarak tanınan Zebercet rolündeki Macit Koper bu filmde "hayatının oyu- nu”nu oynuyor Gizemli kadında Şahika Tekand, temizlikçi kadında Serra Yılmaz, diğer rollerde Osman Alyanak. Orhan Çağman ve Kemal İnci de belirli bir katkı sağlıyor. Ama film­ de asıl başrolde olan Anayurt Otelfnin kendisi. Orhan Oğuz* un düzenli çalışmasıyla bütün çekimleri; salonları, holleri, merdivenleri ve odalarıyla Anayurt Oteli üstümüze çöker- cesine bizi etkiliyor. "Anayurt Oteli", 24. Antalya Film Şenliği’nde (1987) "En iyi ikinci film", Ömer Kavur “En iyi yönetmen" ödülü aldj. Uluslararası İstanbul Film Günlerfnde (1987) "En iyi film" seçildi. 44. Uluslararası Venedik Film Şenliği nde (1987), Uluslararası Sinema Yazarlan Federasyonu (FIBRESC1) ödü­ lünü bir başka filmle paylaştı. Aynı yıl 8. Valencia Film Şen- liğfnde üçüncülük ödülünü bir başka filmle paylaştı. Ayrıca 9. Nantes 3. Kıt a Film Şenliği’nde "büyük ödül" kazanırken; Macit Koper de “En iyi erkek oyuncu" seçildi. Sinema yazar­ larının "Yılın en İyi filmleri" seçiminde birinci oldu. Anka­

121 ra'da "Bütün zamanların en iyi on Türk filmi" seçiminde 3. sırayı aldı, "Gece Yolculuğu" (1987), yine Macit Koper ve Şahika Te- kand’la başrolde Aytaç Arman'ın görüldüğü, 801i yıllarda gerek Avrupa'da, gerek Türkiye'de gerçekleştirilen film çevi­ renlerin sorunlarını irdeleyen filmler içinde önemli yer tutan bir çalışmadır. Bu kez Salih Dikişçi’nin kamerasıyla Anado­ lu'nun unutulmuş bir ören yeri olan mekânın ağırlık ka­ zandığı bir yöre filmi oldu "Gece Yolculuğu", "Eski iki arkadaş olan yönetmen Aliyle {Aytaç Arman) senaryocu Yavuz (Macit Koper) çekimine başlayacakları fil­ min mekânlarını saptamak için bir yolculuğa çıkarlar. Elle­ rindeki video alıcıyla mekân arayışları sırasında vaktiyle Kumlar tarafından terkedilmiş bir Anadolu kasabasıyla kar­ şılaşırlar. Harabeye dönüşmüş bu ilginç görüntü Ali'yi müt­ hiş etkiler. Gerçekte Ali, çevresiyle uyum sağlayamadığı gibi kendisine de yabancılaşmış bir kişiliğe sahiptir. Arkadaşı Yavuz ise çevresiyle daha uyumlu ve gerçekçidir. Bir kimlik arayışı içinde olan Ali, bu etkileme sonucu harap köyün ki­ lisesine kapanıp yeni bir senaryo üzerinde çalışmaya başlar. Bu ölü kasabada başlayan yeni yolculuk sırasında Ali, kendi kendisiyle hesaplaşır. Bölük pörçük anılar yumağı içinde po­ litik nedenlerle yitirdiği kardeşini ve bir Rum güzelini anım­ sayarak yolculuğuna devam eder". (Agâh Özgüç, Türk Film­ leri Sözlüğü, 2. cilt. Sesam Yayını, 1991). Sonunda istediği gibi bir senaryoyu hazırladığını düşünen Ali, çevirim mekâ­ nına gelince yeni bunalımlara düşer ve senaryonun yaprak­ larını rüzgâra terkederek intihar eder. "Fazla dağılmadan, '80 öncesinde değinmeler ve Türki­ ye'deki kültür erozyonuna eleştiriler de var filmde (Fethiye* deki, tüm kültürel faaliyetlerin içinde yer aldığı eski sinema salonunun müşterisizlikle zorunlu olarak mobilya salonuna çevrilmesi gibi)* (Ali Hakan, "Gece Yolculuğu" Bir Yaratı Fil­ mi", 2000'e Doğru, Sayı 52, 20.6.1987)

122 “İlk bakışta değişik* farklı bir film izlenimi bırakıyor “Gece Yolculuğu"* Ama izleme süresi geliştikçe bu değişiklik yerini sıkıntıya, hantallığa» yönetmenin kimi belirsiz ve iş­ levsiz sahneleriyle nedensiz ve sonuçsuz bir boşluğa bıra­ kıyor." (Burçak Evren. “Ömer Kavur ve ‘Gece Yolculuğu1". Güneş. 25.12*1987). (Film hakkındaki diğer eleştiriler için bkz.: Murathan Mungan, “Gece ve Yolculuk", Söz, 25.12. 1987; Atillâ Dorsay, “Bunalımın Mekânla İlişkisi", Cumhuri­ yet, 25.12*1987). . Bütün bu eleştirilere karşın filmde yadsmamayacak bir gerçek varki. o da Aytaç Arman in “bunalım içindeki yönet­ m enin sorunlarım yorumladığı Ali rolü..* Emsalsiz bir oyun gücüyle canlandırılan bu rol dolayısıyla Arman, 25* Antalya Film Şenliğfnde (1988), “En iyi erkek oyuncu” ödülünü al­ dığı gibi, filmdeki çalışmalarından ötürü Ömer Kavur “En iyi yönetmen”. Salih Dikişçi de “En iyi görüntü yönetmeni" ödüllerini kazandılar* “Gizli Yüz" (1990), hakkında birçok birbirine aykırı gö­ rüşler bildirilmesine karşın, bizce şaşırtıcı bir yapıt, hatta bir başyapıt. “Gizli Yüz", konusunu Orhan Pamuk’un tartışmalara neden olan “Kara Kitap" adlı romanının bir bölümünden al­ mış: İstanbul'un meyhane ve gece klüplerinde çalışan bir fo­ toğrafçı (Fikret Kuşkan), çektiği fotoğrafları her sabah gizem­ li bir kadına (Zuhal Olcay) götürmektedir* Kadın bu fotoğ­ raflar arasında bir yüz aramaktadır* Onun fotoğrafçıyla bu ilişkisi yıllarca sürer ve bir gün aranan bulunur* Fotoğraf­ taki adam (Rutkay Aziz), tuhaf düşleri ve hayalleri olan bir kenar mahalle saatçisidir. Fotoğrafçı bu bilgiyi kadına ak­ tardıktan kısa bir süre sonra, onun kenti terketmiş olduğu­ nu görür. Saatçi de kepenklerini indirmiş ve gitmiştir. Bu kez arama sırası fotoğrafçıya gelir; kadını bulmak İçin vaz­ geçilmez bir tutkulya unutulmuş kasabalara, terkedilmiş beldelere doğru sonsuz bir yolculuğa çıkar.

123 Dergâh dergisinin Ocak 1992 sayısında Ayşe Şaşa “Gizli Yüz ya da Bir Sığlığın Mitleştirilmesi" başlıklı yazısında. “Fil­ min daha beşinci dakikada geriliminin düştüğünü, tekrara düşen gösterinin hareketsizliği gözden gizleyemediğinr söy­ lüyor ve “Gizli Yüzdün mitleştirilmesinin iki dünya arasında binamaz Türk okuyucusunun yaşantı fukaralığını ve tefek* kür noksanını yüceltmesi" olarak yorumluyor. Onat Kutların belirttiği gibi fllm. “Sinema dili ve gö­ rüntü bakımından kusursuz; ancak senaryoda anlaşılmayan yerler var" (Milliyet. 5,2,1982), “örneğin temelde çağımızın önemli sorularından biri olan iletişim, daha doğrusu İleti­ şimsizlik sorunu (bunlardan biri). Filmin bu açıdan son ker­ te açıklayıcı olan bir anahtar sahnesi. “Kalpler ŞehrTnde kahramanımızın gelip kendini bulduğu binadaki sahneler­ dir, Burada herkesin yaşamlarımızın en çözülmez gizemle­ rinden birincisi olan zaman’ı simgeleyen birer saatle birlikte bir masaya oturarak içinden geldiğince konuşması, “itiraflar­ da bulunması", bir yanıyla Hristlyanlığın günah çıkarma- sı"nı. öte yanıyla çağımızın gözde kurumu psikanalizin top­ luma uygulanan bir biçimini anımsatan ilginç bir sahnedir" (Atillâ Dorsay, Cuhuriyet. 29,10,1990), Filmin çatısı sağlam çatılınca ve bu çatıyı daha da sağ­ lamlaştıran, fiziğiyle bile “gizemli" olabilen usta oyuncu Zuhal Olcay olunca, filmin başarısı çizgi üstüne çıkıyor. Buna genç oyuncu Fikret Kuşkan’ın yeteneğini ve sırasıyla Savaş Yurttaş, Sevda Ferdağ, Salih Kalyon ve Rutkay Azlz'ln her'zaman övgüyle anılacak olan katkılarını eklemek gereki­ yor, “Gizli Yüz" 1) Bastia’da Akdeniz Ülkeleri Film Festia- İfnde C.LCA.E, ödülü; 2) Montreal Yeni Sinema Festiva­ linde “En iyi film" ödülü; 3) Bastiada Akdeniz Ülkeleri Film Festivalimde eleştirmenler ödülü; 4) 28, Antalya Film Şen­ liğimde “En iyi film" ödülü aldı; Fikret Kuşkan da “En iyi er­ kek oyuncu" ödülünü paylaştı.

124 Ömer Kavur BİLSAK’ta seyirci önünde yaptığı bir ko­ nuşmada sinema üzerine şu görüşleri savunuyor: "Senaryo SauaşlarT. Değişik senaıyo yazarlarıyla, çalıştım. Senaıyoda önemli olan filmi çekecek olan kişinin dünyasına yakın bir dünya tutturmaktır. Senaryo yazarları —özellikle yazarsa bu kişiler— kendi yazarlık kişiliklerinden sıyrılmakta zorluk çe­ kiyor. Bizde maalesef senaryocuyla yönetmen arasında —ge­ nelinde konuşuyorum— bir kişilik çatışması oluyor. Özellik­ le tanınmış bazı yazarlarımız ortak bir senaryo yazımına so­ yunduklarında ortaya çok ciddi sorunlar çıkıyor. Müşterek bir çalışmayı tutturmak çok önemli. Angaje Olmalı mı? Türk sinemasındaki angajman soru­ nu biraz şundan kaynaklanıyor sanıyorum: Bir Yeşliçam film­ ciliği. —çok genel olarak söylüyorum— kötü bir Hollywood kop- yasıyız; 1930ların Holhvood’unun kopyası. Dolayısıyla oyun­ culuk. senaryo, kişilik çatışmaları,her şey en aşın uçlara gö­ türülerek ortaya konulmak isteniyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de yakın plânlarla çalışılıyor. Üstüne üstüne gidiliyor. Eski ve yeni sinemayı üslûpsal bir sorun olarak görenler var. Ve bun- iann bundan kaçınmalan söylenebilir, tabii. Temel Sorun Üslûp. Türk sinemasının üslûpsal sorunu derken şunu söylemek istiyorum: Türk sineması konu sı­ kıntısı kesinlikle çekmiyor. Zaten her türlü çalkantıyı yaşa­ dık, son derece dinamik bir toplumuz. Sanıyorum bizim si­ nemamızın sorunu (herhangi bir) olayı anlatmak yerine, o olayı nasıl anlatmak. Yani bizde genel eğilim şudur İyi bir konu buldunuz mu. film iyi olur. Çatışması sert olan, bu ko­ nuda —politik ya da toplumsal— insanların ilgisini çekebi­ lecek bir konunun sineması da mutlaka iyi olur. Ben biraz buna karşıyım. Sanıyorum ki, herhangi bir konuda bir filmi yapabilmek mümkün olmalıdır ve mümkündür. Önemli olan o konuyu nasıl aktardığımızdır". (Yeni Gündem, Ömer Kavur Sinemasını Anlatıyor — Alçakgönüllü ve Açıkça", Sayı 39, 24.1.-6.2.1986).

125 ERDEN KJRAL

Erden Kırarın bu dönemde çevirdiği ve gösterime soktu­ ğu beş film: "Hakkâri'de Bir Mevsim" (1982), "Ayna" (1984), “Dilân“ (1986), “Av Zamanı" (1987) ve uzun bir sûre çevirime ara verdikten sonra gerçekleştiği “Mavi Sürgün’ (1993)’dür. Erden Kıral, Ferit Edgü’nün “O" adlı romanından Onat Kutlar’ın uyarladığı senaryodan, Türkiye’de beş yıl sonra gösterime girebilecek olan, fakat bu arada yurt dışında ya­ rışmalarda ödüller kazanan “Hakkâri’de Bir Mevsim’! çekti. “Hakkâri’de Bir Mevsim’, 1983 Berlin Film Şenliği’nde Jüri özel ödülü (Gümüş Ayı), Uluslararası Sinema Yazarları özel ödülü olan FIBRESCI ödülü, 3. Uluslararası Sanat ve Deneme Sinemaları (CICAE) ödülü, 4. lnter-Fİlm ödülünü aldı. Görüntü yönetmenliğini Kenan Ormanlardın yaptığı ve başlıca rolleri Genco Erkal, Şerif Seher, Erkan Yücel, Rana Cabbar, Erol Demiröz, Berrin Koper ve Macit Koper’in üst­ lendiği filmde, askerliğini yedeksubay öğretmen olarak Hak­ kâri'nin kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde yapan, öğ­ renimini Fransa’da tamamlamış bir aydının sorunları irdele­ niyor. Neredeyse Orta Çağ koşullan İçindeki bu İlkokul öğ­ retmeninin ilgisizliğe, yalnızlığa, yoksulluğa karşı koyuşu- nun ağıdı, bir tür “tanıklığın ve insancıl dayanışmanın’ filmi. “Hakkâri’de Bir Mevsim”, hiç görmediği, dtişlemediği bir yaşam biçimi ve kültürüyle karşı karşıya gelen öğretmenin uğradığı şokla başlıyor. Ve iki ayrı kültürün karşıtlığından doğan iletişim güçlükleriyle, Boğa’nın acımasızlığıyla cebel­ leşen öğretmenin, salgın hastalıklarla, ölümlerle, acılarla kuşatılmış bir ortamda, bir yandan öğretirken bir yandan da yaşamın bilmediği taraflarını öğrenmesiyle sürüp giden, ya­ lın ve büyüleyici bir filme dönüşüyor. Senaryosu, oyuncuları ve herşeyi ile dört dörtlük “Hakkari’de Bir Mevsim". (Nokta,

126 Ne Nerede eki. 4.10.1987) “Hakkâri'de Bir MevsiırTe kaynak oluşturan romanın yazan Ferit Edgü'nün kaleme aldığı ve Hürriyet Gazetesi'nin 15-18 Eylül 1987 tarihli nüshalarında yayınladığı bir dizi yazısından anlaşıldığına göre İlimin, ibret verici bir serüveni var: Filmin ön-araştırmalan için Güneydoğu Anadolu'da Onat Kutlar’ın da katıldığı uzun boylu bir mekân saptama çalışmasından sonra seçilen Hakkâri’nin Yoncalı köyünde çok güç doğu koşullan altında gerçekleştirilen çekimden sonra film, teknik işlemlerin tamamlanması için Almanya'ya gönderilmiş; orada Berlin Film Festivali ilgililerince 1983 Festivali'ne katılması kararlaştırılmış. Ancak, bu arada, Film Denetleme Kurulu, filmin “Devlet otoritesini zaafa düşmüş gösteren görüntü ve diyaloglara yer verdiği/ konunun Devlet ve Ulus bütünlüğünü bozucu biçimde işlendiği gerekçesiyle Türkiye’de gösterilmesini yasakladığı için” filmin Türk ya­ pımcıları festivale katılmasını öngörmediler. Ancak bir Türk- Alman ortak yapımı olan “Hakkâri'de Bir Mevsimdin Alman yapımcıları filmi yarışmaya soktular ve yukarıda sözü edilen ödülleri kazandılar. Ayrıca sekiz ay sonra Korsika'da “Akdeniz Ülkeleri Film Festivali'ne de katılan film, orada “Altın Zeytin" ödülünü al­ dı. Onat Kutlar da “en iyi senaryocu" seçildi. Filmi yasaklayan karara karşı açılan dava dolayısıyla verilen 7.6.1983 günlü bilirkişi raporunda “Filmin Anayasa ve Demokratik Hukuk Devleti ilkelerini, ya da Anayasa gü­ vencesi altında bulunan temel hak ve özgürlükleri tehlikeye sokucu veya saygınlığını yitirici etki yaptığı söylenemez" den­ mekte. Bu görüşe uyarak Ankara 3. İdari Mahkemesi 16.5. 1984 tarihli kararıyla. Denetleme Kurulu karannı iptal ede­ rek filmin halka gösterimine olanak sağladı.

127 ööylece bir köy Öğretmeninin aslında Hakkâri'nin Pir- kâni köyünde gerçekten yaşadığı ve bu ülkenin aydım olarak o yörenin insanlarım, ufuksuz topraklarını, çıplak dağlarını, amansız kışım, kurdunu kuzusunu düşieyip yazdığı roman, sorunsal bir filme dönüşmüş ve bu film, geç de olsa, Tür­ kiye'de gösterilebilmiştir. “Ayna", Erden Kıral'ın Osman Şahin'in "Beyaz Öküz" adlı öyküsünden esinlenerek yazdığı senaryoyu yine Kenan Ormanlar'ın kamerası ve Nur Sürer, SÜavi Eren, Hikmet Çelik, Nikos Skiades, Vasilis Tsaplos ve Vera Deludi'nin oyunculuk katkıları ile gerçekleştirdiği bu dönemdeki ikinci filmidir ve ZDF Alman TV 2. Kanalı İle ortak yapım olarak ortaya konmuştur. "Filmde aynaya bakmanın ve aynada kendini görmenin büyülü çekiciliği rol oynuyor. Belki de film, yansıma ve bu­ nun insanlar üzerindeki etkisiyle epey ilgili olduğu İçin; Ağa' nın küçük kardeşi (Hikmet Çelik), yoksul Necmettin'in (Süa- vi Eren) karısı Zelihan'a (Nur Sürer) para ve aynayla yanaş­ maya çalışıyor. Hiç sahip olmadığı para Zelihan'ı huzursuz ederken, cep aynası etkisini gösteriyor. Ağanın kardeşi, ayna aracılığı ile Zeiihan'ın kocasma bile kapalı olan gizil dünya­ sına gözüpekçe giriyor. Ancak Zelihan Küçük Aga'nm bu ilgi­ sini kocasma anlatır. Kıskanç koca, köyde bulunmayacağını söylediği bir gece evine gelen Küçük Ağayı karısının da yar­ dımıyla pusuya düşürüp öldürür. Ve ölü, yeni evli iki yoksul yanaşmanın beyaz öküzle paylaştığı odada, tam öküzün ba­ rındığı yerin altına gömülür. Ancak Zeiihan'ın tutkusu geçmez ve Necmettin onun beyaz öküze sarılıp sarılıp ağladığım görünce, öküzü de kur­ ban eder. Yunanistan’da, Türkiye'deki koşullan barındıran bir yö­ rede çekimi yapılan film, Türkiye'den önce Berlin'de gösteril­ di ve Alman basınından Övgüler aldı. Özellikle TIP dergisinde Wolfgang Brenner’in yazdığı eleştiride şu gözlemlerde bulu-

128 nuluyor: “Filmin metafizik yüküne karşılık, gerçekçi bir dile sahip olması şaşırtıcı. Kıra], Zelihan ve Necmettin'in acısını ve yaz­ gısının klâsik çıkmazını görkemli bir dille anlatmaya yelteni­ yor, Gücünü davranışların yalınlığıyla sağlıyor. Felâketi yü­ celtmeden, felâketten, basit şeylerin şiirini yaratmayı göze alıyor, “Olayların korkunç dinamiğine karşın, Kıral, melodram ağırlıklı, tempo yüklü sinemadan kaçmıyor. Daha önce (1981) enfes bir film olan (Ali özgentürkfün filmi) "At"ı çeken ve yapımcılığını üstlenen Kenan Ormanlar, natürmort gibi duran derinlikli görüntüler veriyor. Soğuk simgeselliklerin- den arındırılan görüntüler, etkili ve şiirsel izlenimlere dönü­ şüyor", (“Erden KıraTın ‘Ayna* filmi Alman Basınında övü­ lüyor", Cumhuriyet, 12,2.1985), “Öte yandan ‘Ayna*, yönetmenin deyimiyle yapı/üslup araştırmasını yansıtan bir film, öykünün yapısına paralel giden durağan görüntüler, aynı durağanlıkta olan düş sahnesi, ölçülü diyaloglar ve gerçek film müziğinin ne olabileceğinin ipuçlarını veren yanıyla da yalın, sade bir film. Filmin tümü­ nün sesli çekildiğini de burada belirtelim." (Burçak Evren, “Ayna: Bir Başka Sevda Öyküsü", Güneş, 18,12,1987), ("Ayna" hakkında ayrıca bkz.: Çetin Özkırım, “33, Berlin Film Festivali Günlüğü". Varlık, Sayı 907, Nisan 1983, Cemal Ener, "Ayna Evresinde Bir Kadın", Söz, 18,12,1987) "Ayna". Akdeniz Kültürleri FiJm Festivalinde (1984) “Film Eleştirmenleri Ödü!ü"nü aldı, Lüksemburg Film Şenli­ ği (1985) “Büyük ödüFünü kazandı, İstanbul Uluslararası Sinema Günleri 1985 yılı Altın Lale Yarışmasında “Özel man­ siyon "la değerlendirildi, Figueira de Poz Uluslararası Film Şenliğfnde (Portekiz 1985) "Büyük ödüFü kazandı, “Mavi Sürgün", bir Türk-Alman-Yunan Ortak Yapımı olarak Halikamas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaagaçlıfnın aynı

129 adlı kitabından ve bir başka kitabındaki bir öyküsünden Er­ den Kırarın senaıyolaştırdığı; sonra da Kenan Ormanların kamera. Timur Selçuk’un müzik çalışmaları ve Can Togay. özel Fecht, Ayşe Romay, Hanna Schygulla, Tatiana Papa- moshu ve Halil Ergün’ün oyunculuk katkılanyla gerçekleş­ tirdiği sonuncu çalışması. Filmde, mütareke yıllarını izleyen Kurtuluş Savaşanın ilk günleri, bu sırada Cevat Şakir’in (Can Togay) asker ka­ çaklan üzerine yazdığı bir yazıdan ötürü İstiklâl Mahkeme­ since sürgüne mahkûm edilişi ve Sürgün yeri olan Bod~ rum’a giderken geçirdiği yol serüveni ve de Bodrum’da ge­ çirdiği sürgün hayatı anlatılır. Cevat. kendini, sürgün edildiği Bordum’un güzellikle­ rine kaptınr. Bu arada çevreyle ilişki kurar. İki de kadın ta­ nır: Bunlardan biri “Veresiye Emine" (özel FechtJ'dir. Yan deli olan Emine’ye bir süngerci vurgundur. Ama o ilkin sün­ gerciye yüz vermez: köyün delikanlılanyla ufak paralar kar­ şılığında hatta veresiye düşer kalkar. Tanışığı olan Hatice’ye de (Ayşe Romay). “Bunlar ekmek paralarını zor kazanıyor. Gönülleri beni çekiyor: ekmek paralarının tümünü ellerin­ den mi alayım?" der. Sonradan evlenen Emine biraz us­ lanmış gibi olursa da. süngerci Hasan’ın ölümüyle büsbütün zıvanadan çıkar. Kaymakam onu eski değirmende direğe bağlatmak zorunda kalır. Hatice'yi ise bir gece dolap çevirirken görür: o denli fakir bir ailenin kızıdır. Kız fakirdir ama güzeldir. Cevat günün bi­ rinde kızın ağzını yoklayarak ondan kendisine benzer bir ni­ şanlının özlemini çektiğini öğrenin sonunda evlenirler. Cevat Bodrum’a girerken üzerinden geçtiği bir köprüyü yapan us­ tanın. köprü bittiği sırada sevdiği kızı kaçırdıklarını anla­ yınca. elinden çekici fırlatıp, “Bu köprüden hiçbir gelin geç­ mesin: geçerse köprü yıkılsın!" dediği için o güne kadar hiç­ bir gelinin geçmediği köprünün üstünden ata bindirdiği eşini geçirir.

130 Deli kızın bağlandığı yerden halatını keserek kurtar­ mak üzere İken, kaymakamlıktan gelen görevlilerin kızı alıp götürmelerine acıyla tanık olur. Sürgün cezasının yansını İs­ tanbul'da geçirmesi uygun görülünce karısı ile İstanbul'a ge­ lir. Ve büyük sürgün cezası tamamlanınca yeniden Bod­ rum'a dönerek ölünceye kadar orada yaşar. Romandaki gibi filmde de sürgüne gidiş yolculuğu epeyce uzun sürer ve film bir yolculuk filmine dönüşür. Bu­ na karşılık Mme Marie (Schygulla) ile geçen trendeki ve Mi­ las'taki sahneler filmde epeyce geniş biçimde yer alıyor. Oysa romanda bir tiyatro oyuncusunun Cevat'ın durumunu öğre­ nince ona sigara verip kendisini teselli etmesiyle yetiniliyor; jandarma teğmeninin sevdiği tiyatro oyuncusunun da aynı kadın olduğu bclirlilmiyor. Öte yandan aslında romanda Tarım bakanhğı'nın bir memuru olan ve ‘'Zeytinci" diye anılan Musa ile Hatice’nin serüveni, filmde Ceval İle Hatice arasında geçmiş gibi göste­ riliyor. Veresiye Emiııe'nin Hatice’ye, "Sen hep verimkârstn. Bir kişi hariç hiç kimseden bir şey beklemezsin. Gün doğar güzelsindir; zeytinler toplanır gûzelsindir. Süngerciler sür- gerden döner güzelsindir.” der. Oysa bu sözlerle aslında ken­ disini anlatmaktadır. Romanda Cevat'ın babası (Halil Ergün) ile karısının (Tatiana Papamouslu) ilişkisini öğrenince onu öldürüp ha­ piste yattığından söz edilmez. Ancak Erden Kıral'ın bunu Ce- vat’ın hayatını inceledikten sonra anladığı için; biraz da onun Bodrum'a nasıl gamlı gelip orada yeniden gerçek kişili­ ğini bulduğunu anlatmak için bir başka neden yaratmak üzere ele aldığı anlaşılıyor. Hatice ile evlendikten sonra bir gece onu çağınp pence­ reden yeni doğan ayı göstererek "ay yeni doğarken bir güzele bakmak bütün bir ayın güzel geçmesini sağlar'’ deyişi çok hoş. Tuttuğu evin duvarîannı kuyudan doldurduğu kovadan su fırlatarak uzun uzadıya yıkaması biraz abartılı kaçsa da; 131 evi yıkayarak kendi gönül evini de yıkıyor olması bakımın­ dan sembolik. (Romanda sadece yedeki taşlara su savurur; ama bu suyu yıldızlara kadar savurabilme arzulan duyar.) "Erden Kiralın olgunluk döneminin bu şaheserinde yalnız Türk sineması için değil dünya sineması içinde yeni bir atılım oluşuyor. Türkiye’de doğmakta olan bir aydınlar sinemasının İlk yapıtlarından biri bu. "Cevat Şakir, aslında, içindeki soruları çözemiyor, için­ deki o ağır taşı atamıyor; ancak çelişkileri ile uzlaşarak ya­ şayabiliyor. Yabancılaşmadan ya kendi içinize dönerek, ya da kendi içinizden çıkarak kurtulabilirsiniz; kurtulmanın başka yolu yoktur. O da bu yollardan birini deniyor: Kendi içine dönüyor ve uzlaşıyor" (Ayşe Şaşa, "Yeşilçam Günlüğü: Muhleşem Bir Epik: Erden KıraTın ‘Mavi Sürgün1 ü”, Dergâh, Mart 1994). "Mavi Sürgündün başarısında aslan payı kuşkusuz yö­ netmen Erden Kıral'ın. tTabii senaıyo, çekim vb. unsurlarla başta Can Togay olmak üzere oyuncuları da unutmayalım). Bu arada izleyici üzerinde estetik etki bırakan ve sinema sanatı İçin bir kazanım olduğunu duyumsatan kimi sahne­ lerden söz etmemek de elde değil. "... Köprüden gelin geçirme sahnesi, aydının gerici gö­ renekler üzerindeki değiştirici, dönüştürücü etkisini simge­ ler. Ismarlama mektup yazma serüveni —yataksız somyanın altından çekilen olağanüstü görüntülerle— onun bencillik, kurnazlık gibi insana özgü kusurlarını ortaya döker. Sürgün evine geliş sahnesi, kişinin iç yaşantısıyla dış çevre arasın­ daki uyumu sergiler: Cevat Şaklr ilkin kapıdan dışarı (deni­ ze) taş atar, sonra duvarlara kova kova su boşaltır. Bu, bir yeniden doğuşun sevincinin, aynı zamanda da bireyin dü­ şünce dünyasında başka eylem dünyasına duyduğu özlemin —mahkûmluğun eylemsizliğinden kurtuluş özleminin— dile getirilişi değil midir? Cevat Şakir'in "tarikat deneyimi” ve kendi kendine "lâtince konuşma” gereksinmesi, Doğu-Batı

132 karşıtlığının düşünsel ve duygusal gerilimini iletir bize. Fi­ naldeki mezar sahnesinde aldığı kararsa, yaşamın çekicili­ ğinin bu gerilimi zayıflattığını düşündürür/ (Tülin Tınaz Tankut, “Sine-Kolluk" adlı henüz basılmamış kitabından). "Sonuç olarak. ‘Mavi Sürgün*, Türk sinemasının son yıllardaki en başarılı filmlerinden biri... Erden Kırarın gö­ rüntülere egemenliği, psikolojik bir filmle bir ‘dönem filmfni, bir tür "destan tarzını, belli bir bireşime ulaştırmadaki ba­ şarısı açık. Kenan Ormanların görüntüleri ve yer yer Vivaldl esintileri taşısa da, kendi başına bir müzik olayı sayılması gereken ve filme müthiş katkıda bulunan Timur Selçukün çalışması, son derece usta işi. Ve de kuşkusuz, oyuncular. Tüm roller, küçüğünden büyüğüne çok iyi seçilmiş, oynan­ mış ve yönetilmiş. Ama özellikle Can Togay’m görkemli Cevat Şaklr kompozisyonunu. Almanya‘daki Türk oyuncular Özay Fecht ve Ayşe Romay’ın oyunlannı söz konusu etmek gere­ kir" (Atillâ Dorsay, "Mavi Sürgün, Cevat Şaklr NasıL ‘Balıkçı* Oldu?" Milliyet, 31 Aralık 1993). Bizce Cevat Şaklr rolü çok iyi oynanmış olsa da. bizim resimlerinden ve gravürlerinden tanıdığımız Cevat Şakir orta boylu, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı, bir bakıma çirkin, ancak ruhunun güzelliğiyle çirkinliği yok olmuş birisi olduğuna gö­ re: bu çok uzun boylu. Avrupai tipli oyuncu, onun kişiliğini yansıtmaktan çok uzakta. Bir başka tür eleştiri de şöyle: "Filmin destansı üslûbu ile Can Togay‘tn daha çok bir “anti- hero"ya yakın duran, giderek sıradan birine evrilen Cevat Şakir karakteri arasındaki uyuşmazlıktan da söz etmek ge­ rekir. Bilindiği gibi Balıkçının serüveni, filmin afişlerinde de kullanıldığı biçimiyle, "Bu dünyadan biri olmak... sıradan biri gibi kalmak" çabasıdır. Bu idealin peşinden gitmiş: ba­ lıkçılık, süngercilik yapmış, hayatım denize ve köy yaşamına adamış bir kişiyi kahraman (olarak ele alan) bir dille aktar­ maya çalışmak zorlama olmuş. Bunun dışında, görsel özeni ve teknik yetkinliği ile yerli yapımlar arasında kuşkusuz göz

133 dolduran bir yapıt var karşımızda/ (Necati Sönmez, "Haf­ tanın Filmi: "Mavi Sürgün", Nokta (Ne Nerede eki) Yıl 4, Sayı 1, 25.12.1993-1.1.1994). "Mavi Sürgün" katıldığı Berlin Film Şenliği’nde "Panora­ ma" bölümünde gösterildi. Montreal Film FestivalTnde tak­ dirle karşılanmasına karşın Ödül alamamış: ve 1994 “En İyi Yabancı film Oscar adayı olmak şansını elde edememişse de; 1993‘te Antalya Altın Portakal Film yarışmasında ve 1994'te İstanbul Uluslararası Film yarışmasında “İnsancıl yaklaşımı ve sanatsal yüceliği" nedeniyle “En iyi film" ödüllerini aldı. Aynı yıl “Sinema Yazarları Demeği" (SİYAD) tarafından yılın en iyi İlimi seçildi: başroldeki Can Togay da “yılın en iyi er­ kek oyuncusu" ilân edildi.

YAVUZ ÖZKAN

Yavuz Özkan'ın bu dönemdeki belli başlı filmleri: “Yağ­ mur Kaçaklan" (1987). “Umut Yarına kaldı" (1988). "Büyük Yalnızlık" (1989), “Film Bitti" (1989), “Ateş Üstünde Yürü­ mek" (1991), “İki Kadın" (1992), "Bir Sonbahar Hikâyesi" (1994) ve "Yengeç Sepeti" (1994)'dir. Özkan bu filmlerinin çoğunluğuyla, bu dönemde, büyük bir performans göstererek sayılı yönetmenlerden biri olmuş ve ödüller kazanmıştır. Bir dönem önce çevirdiği “Maden" adlı filminin Fran­ sa'da gösterime çıkması dolayısıyla eleştirmenler arasında büyük bir ilgi uyandıran Yavuz Özkan, uzun yıllar boyunca Fransa'da çekmeyi tasarladığı “Yağmur Kaçakları" (Les Evad£s de Pİuit) adlı filmini çeşitli nedenlerle ertelemişti. So­ nunda filmi için aradığı Türk sermayesini buldu ve filmi Fransa'da çekti. "Yağmur Kaçaklan". 12 Eylül konulu film­ lerden biri oldu. Filmde "Mich£le (Aurelie Toledano) adlı bir gazeteci ka-

134 dm* kaldığı apartmanın karşı dairesinde oturan ve bir Fran­ sız erkekle evli olan bir Türk arkadaşının erkek kardeşi (Ta­ nk Akan) ile giriştiği intihar engellemesi sonucu tanışır. Bu Türk genci, ailesinden kopuk, bıkkın ve bunalımlı Fransız kızını hayata bağlan ancak Fransa Hükümeti üç gün içinde onu Fransa'dan sınır dışı eder. Kız da arkasından İstanbul'a gelir. Ve birlikte sonu gelmeyen bir serüven yaşarlar. "Yağmur Kaçakları", 12 Eylülden sonra uzun yıllar Fransa'da yaşayan Özkan'ın kişisel deneyimlerinden besle­ nen öykü çerçevesinde ilginç ve önemli bir konuda; dilin, sözcüklerin yardımı olmadan iletişim kurmanın güçlükle­ rine, giderek olanaksızlıklarına dokunuyor. Filmde birbirinin dilinden anlamayan iki ayn kültürden iki sevgili ele alınarak yabancılaşma duygusu oldukça tutarlı biçimde işlenmiş. Özkan, sansür endişesiyle öyküsünü belli bir ülkede geçirmekten, belli bir zamana ve mekâna yerleştirmekten özellikle kaçınmış; dolayısıyla filmi zaman zaman bir soyut­ lama ve sülizasyona sokmuş. Ama soyutlama zor iştir. Film bu yönden pek başarılı olamamış. Yavuz Özkan'ın yıllar sonra çevirdiği "Yağmur Kaçak­ lan", başanlı ve canlı bölümlerine. Romain Vinding'in üstün kamera çalışmasına ve bazı ilginç anlan yakalayıp doruğa yönelmesine karşın, doyurucu ve onikiden vuran bir film de­ ğil. Karlı, ışıklı yörük obası da, bir başka filmden, Livane- li'nin "Yer Demir, Gök Bakırcından alınmış izlenimi veriyor. Yavuz Özkan'ın Türkiye'ye döndükten sonra yaptığı ilk tilm "Umut Yanna Kaldı", başrollerinde kendisinin, Duygu Asena’nın ve Lâle Mansur'un görüldüğü bir kurdele. "Tür­ kiye'ye yeniden ısınma filmi" diyebileceğimiz ve kendi adına çevirdiği bu çalışmasında Özkan, ailesinden kalan gelirle ge­ çinip hayatta hiçbir üretimde bulunmayan ve yalnızca ya­ lısını oda oda kiraya vererek kiracılarıyla ilişki kurmaya ça­ lışan bir adamın öyküsünü anlatıyor. (“Umut Yanna Kaldı" hk. bkz.: Cumhuriyet, 25.12.1993).

135 Bunu izleyerek yaptığı ikinci film» "Büyük Yalnızlık", Ertunç Şenkay'ın kamerası ve Onno Tunç'un müziğiyle ve Sezen Aksu ile Ferhan Şensoy'un oyunculukları ile gerçek­ leştirilmiş, on yıllık bir evlilikten sonra, son gecelerini kav­ gayla kapatan bir kan kocanın bir gecelik öyküsü, * "Büyük Yalnızlık", Sezen Aksu nun Edith PiafTı anım­ satan takma adıyla ilkin Atıf Yılmaz’la çevirdiği "Minik Ser­ çe" (1978)*den sonraki ikinci filmi. Bazı yönleriyle Oktay Rifat’m "Yağmur Sıkıntısı" adlı tiyatro oyunuyla benzerlikler gösteriyor, "'Büyük Yalnızlıkla, ünlerini çok değişik ve farklı uğra­ şılarda sağlamış, biri şarkıcı, öbürü tiyatrocu iki kişi can­ landırılıyor. Yaşamda da kendi alanlarında başarılı olan bu iki sanatçı, aslında sanki oynamıyor, gerçek bir olayı yaşı­ yorlar" (Turhan Gürkan, Cumhuriyet, 6.10.1991). "'İnsan bir Yalnızlıktır' temasını öne çekiyor Özkan. Ama iki kişiyi de hiçbir şekilde derinleştiremeyince; bu, ha­ vada bir lâf olarak kalıyor. Hatta karı-kocanın niye kavga et­ tikleri bile anlaşılamıyor,.. Gittikçe daha kişisel bir sinemaya yöneliyor Özkan. Ancak yalnızlığın tespitinde maskeleri yırt­ mak yerine onlan savunarak, filmini yanlış bir eksene otur­ tuyor. Filmin sorunlarından biri de bu tür bir filmde çok ti­ tizlikle kurulması gereken diyaloglar baştan itibaren aksıyor. Aynca Sezen Aksu'nun diksiyonu filmin izleniminde epeyce bir handikap." (Serhat öztürk, Güneş, 18 Mart 1990). Yurda dönüş sonrasında Özkan'ın çektiği üçüncü film olan "Film Bitti", Kadir İnanır, Zeliha Berksoy ve Meral Oğuz üçlüsünün başrolleri üstlendiği ve Halil Ergün'ün belli öl­ çüde katkıda bulunduğu yine Ertunç Şenkay'ın kamerasıyla kotarılmış bir çalışma. "İki sinema yıldızı (Kadir İnanır ve Zeliha Berksoy) evle­ nip ayrılmış; sonra uzunca bir süre birbirlerini görmemiş­ lerdir. İkisinin de kızgınlığı ve ölkesi devam etmektedir. O

136 günlerde ilginç bir öneri alırlar» Yeni bir filme başlanacaktır» Bu yeni film, bir çiftin, araya giren bir kadın ve bazı sorun­ lar yüzünden boşanmalarını anlatmaktadır» iki oyuncu da öneriyi kabul edince, kendi yaşamlarından izler de taşıyan bu filmin setinde bir araya gelirler. Sette, ikisiyle birlikte başrolü paylaşan bir oyuncu (Meral Oğuz) daha vardır» Bu da, bir süre önce boşanan eşi .tedirgin eder. Bîr yandan iki­ sinin evliliklerinden kalma sorunlar, bir yandan da bu olayın yarattığı gerginlik ister istemez film çalışmalarına da yansır» İki arada bir derede kalan yönetmen (Halil Ergün). var gücüyle filmi tamamlamaya çakşır; bu kez de filmin yapımcısı sorun çıkarır» Ama sonunda film biter, "'Film Bitti* yönetmen Yavuz Özkan için büyük bir adım».» Bu kez, 'Demiryol' ve 'Maden' gibi lümpenliği devrim­ cilikle karıştırdığı 1980 öncesi slogancı filmlerin tersine kü­ çük, duygusal bir filme yönelmiş." (Bkz»; Ibrahim Altınsay, "Harmandalı Ritmiyle Beethoven", Güneş, 5,12.1989), “Film Bitti", 3, Antalya Film Şenligi'nde (1989), "En iyi üçüncü film" seçilirken, Meral Oğuz da bu filmdeki rolüyle "En iyi yardımcı kadın oyuncu" ödülü kazandı. Avrupa Sinema, Televizyon ve Video Eserleri Fonu (Eu- rimagesVnun Türk Sineması'na ortak yapımlar için sağladığı desteği, Yavuz Özkan'ın "Ateş Üstünde Yürümek" adlı dör­ düncü filminden de esirgemiyor. Yönetmen "Ateş Üstünde Yürümek"le, bizde bugüne kadar denenmemiş bir işi yapıyor ve Cumhuriyet tarihinin geniş bir özetini, tek bir film olarak ve o filmin belirli süresi içinde vermeyi amaçlıyor. Üstelik di­ yaloglardan alabildiğince kaçınarak yapıyor bunu; mesaj­ larını daha çok bale ve pandomimayı ön plâna çıkararak ve­ riyor. Bir ışık ve renk cümbüşü içinde. Gerçi bu güne kadar bazı filler ve TV için yapılan çalışmalarda yakın tarihin belli bir dönemi ele alınmıştı. Ama bu kez. alan iyice genişliyor... Özkan'ın filmi, Cumhuriyet Tarihi'nin tümünü kapsıyor. Filmin konusunu ve amacını yönetmen Özkan şöyle

137 anlatıyor "Ateş Üstünde Yürümek', Kurtuluş Savaşandan günümüze kadar Türkiye'yi ele alıyor. Kurtuluş Savaşı son- rası Atatürk devrimler!; çok ve tek partili dönemler; 27 Ma­ yıs, 12 Mart. 12 Eylül.,. Toplum tüm bu süreçleri yaşayarak nereye ulaşıyor? Amaçlanan, Türk insanını farklı bir boyu­ tuyla irdelemek. Türkiye'de öyle bir toplum var ki, bir dönem Adnan Menderes'i omuzlarında taşıdı. İktidarına son veril­ diğinde (orduyu) alkışladı; asıldıktan sonra da yasmı tuttu. Her dönemde belli çelişkiler yaşanıyor. İşte sinema aracıyla bu çelişkilerin nedenlerine değinmek istiyorum, öykünün içine gömülü bir de aşk hikâyesi var. Bu hikâye benzer iliş­ kilerin bireysel boyuttaki etkilerini ortaya koymaya yönelik, yönetmene göre... Filmin oyuncu kadrosu bir hayli kalaba­ lık; 550 dolayındaki oyuncunun 250'si balet ve balerinden oluşuyor. Devlet Opera ve Balesi ve Devlet Halk Danslan Topluluğu sanatçıların yanısıra Polonya Devlet Opera ve Ba­ lesi sanatçıları da filmde yer alıyor." (Aslı Kayabal, "Yavuz Özkan'ın Yeni Filmi Ateş Üstünde Yürümek': Kurtuluş Sa- vaşı'ndan 12 Eylül'e". Cumhuriyet. 2.9.1990). Türk-Fransız-Alman Ortak Yapımı olarak başrollerde Yılmaz Zafer, balerin Hülya Aksular ve balet Kürşat Alnı- açık'ın görüldüğü, kameramaniığını Pierre Rovion ile Ertunç Şenkal'ın paylaştığı filmin çekimleri 150 yıllık Feshane bi­ nasında yapılmış. Zaman zaman koro içinde gözümüze Ak­ rep Nalân ve Semiha Berksoy da çarpıyor. “Ateş Üstünde Yürümeksin konusu bir balenin provaları sırasında geçiyor. Özkan uzun bir tarihsel süreci anlatırken bu süreç içinde üçlü bir aşk öyküsünü de ele alıyor. Fesha- ne'de kurduğu bu ‘devasa’ tarih lâboratuvannda, bir sosyo­ log, bir tarihçi, bir psikolog, bir toplumbilimci gibi çalışıyor." (Şengül Balıksırtı, “Türk Tarihi Ateş Üstünde Yürümek' Fil­ minin Platosunda Yeniden Canlanıyor". Güneş, Ekran. 23.3.1991). Bizce halka dönük bir film değil "Ateş Üstünde Yürümek".

138 Entellektüel seviyede. Savının filmde ne denli başarıyla ka­ nıtlandığım söylemek zor. “Ateş Üstünde Yürümek”, yine de 28* Antalya Film Şenliğinde “En iyi birinci film” seçildi. Yavuz Özkan'ın bu dönemdeki beşinci filmi* kendi se­ naryosundan Orhan Oğuz'un kamerasıyla ve başoyuncular Zuhal Olcay, Serap Aksoy ve 'in ve yardımcı oyuncu olarak Tunca Yönder'in katkılarıyla gerçekleştirdiği İki Kadın”dır. Yaşamını tele-kız olarak sürdüren otuz yaşlarında çok etkileyici bir kadın (Zuhal Olcay) tanımaya başlıyoruz filmin ilk karelerinde... İşini benimsemiştir, mesleği konusunda herhangi bir kompleks duymaz, en önemlisi kendisiyle ba­ rışık birisidir. 7-8 yaşlannda gözleri görmeyen bir kız çcuğu vardır. İşinin dışındaki tüm zamanını kızma ayırmaktadır. Tele-kız bir gün bir müşteriye çağrılır; bir bakandır bu müşteri. Ama aralarında anlaşmazlık çıkar, hakaret görür müşterisinden, bırakıp gidecekken alıkonur, zorla ırzına geçilir fahişenin. Tele-kız tecavüz gördüğünden söz ederek bakan hak­ kında dava açar. Doğallıkla iddiasını kanıtlayıp sonuç ala­ maz. Ama bu arada bakanın karısı kocasının kaçamağım anlayıp ondan yüz çevirir. İlkin Zühal'e karşı da düşmanca davranır. Daha sonra bir müşteriymiş gibi onu yazlık evlerine davet edip buluştuklarında dostça davranır ve anlayış göste­ rir. Ama karısıyla barışmak için çiçek ve şampanyayla yazlık eve gelen kocası, onları halı üzerinde birlikte uyurlarken görünce, ölkeye kapılarak fahişeye hakaretler yagdınr. Tele- kız, karısının yadımı ile bakanın elinden kurtulur ve araba­ sına atlayarak oradan uzaklaşır. Bakan da eşinden özür diler; o da Adliye'de aklanmış olan kocasına döner. “iki Kadın”, 29. Antalya Film Şenliği nde (1992) “En iyi ikinci film” çekildi. Mekân ve oyuncu seçimi ve yönetimi, ışık

139 ve renk kullanımı bakımlarından harika olan İlimdeki üstün oyunundan dolayı Zuhal Olcay "En iyi kadın oyuncu* ödü­ lünü aldı* Serap Aksoy ise tutarsız ve nankör bir rol üst­ lenmesinden dolayı (sonradan "başrol" oynadığı savıyla red­ dettiği) "En iyi yardımcı kadın oyuncu" ödülüne lâyık gö­ rüldü* Ama sonradan 1993’te Ankara ve İskenderiye Film Şenliklerinde “En iyi kadın oyuncu ödülü”nü de kazandı (Bkz.: Anıl Al, “İskenderiye Festivali nde En İyi Kadın Oyun­ cu ödülüfnü Alan Serap Aksoy'la Görüşme", Cumhuriyet, 5.10*1993)* "Bir Sonbahar Hikâyesi", Yavuz Özkan'ın bu dönemde çevirdiği son filmlerden biridir. Kendi yazdığı senaryodan yola çıkarak Ertunç Şenkay'ın kamera, Cahit Berkay'ın mü­ zik çalışmalarıyla ve Zuhal Olcay, Can Togay. Sinem Üret­ men ve Kaan Girginin oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirilip Sedat Karadeniz'in kurguladığı filmin konusu şöyle: “Otuz yaşlarında genç bir kız (Zuhal Olcay) Üniversite’de Batı Dille­ ri Edebiyatı öğretim görevlisidir. Amerika'da iktisat doktorası yapmış bir "yuppie" olan aynı yaşlardaki genç bir adamla (Can Togay) anarşik bir olay dolayısı İle caddede trafiğin durduğu bir sırada karşılaşır. Bu karşılaşma, sonradan aş­ ka dönüşür ve evlenirler* Erkek ekonomik hayatın girdi çık­ tılarım çok iyi bildiğinden başarılı olmaktadır* Kadın da Üni­ versite yaşamında başarılıdır. Ancak uyguladığı müfredat programına devrimci kesimdeki öğrenciler, "ülkede kan göv­ deyi götürürken, sizin anlattıklarınız havada kalıyor* Aya­ ğınızın yere basması gerek!” sözleriyle karşı çıkarlar bir gün. Kadm o yılların bütün gelgitlerini, heyecan ve korkula­ rını yaşayarak Üniversitece iyi bir kariyer yapar. Kocası ise özel bir bankada çok başarılı bir dönem geçirir ve sonunda kendi fınans şirketini kurar. Ülkedeki değişikliğin mantığını kavrayan genç adam, yakışıklı, sempatik ve çok zekidir. En belirgin özelliği ise olağanüstü hırslı olmasıdır. Yalnız iş ha­ yatında değil, sosyetede tanıdığı ve kendisinden daha az

140 hırslı olmayan bir kadınla (Sinem Üretmen) olan ilişkisinde de...Karısı onun bu kaçamağım yakalar ve ondan kopmak ister; adam sahip olduğu hiçbir şeyi elden çıkarmak niyetin­ de olmadığından pişmanlığını dile getirir, kendini bağışlatır. Ancak bir kez daha herhangi bir ilişkiye girmemesi koşu­ luyla. Kadın kocasının ikinci kaçamağını yakalayınca, kendi­ sinin de bir kaçamak yapmış olduğunu söylemek için geçir­ diği önemsiz bir olayı kullanır. Kocası çılgına döner; her şeyi kırar, yıkar, devirir; sonra da sakinleşir. Aralarındaki uçu­ rum hergün biraz daha büyürse de. ne birbirlerini terkedebi- lirler, ne de birlikte olabilirler. Evlilik yaşamları, savaşmak ve savaşın yaralarını onarmaya çalışmak arasında gidip gel­ mektedir. Yukarıda belirtildiği gibi filmlerinden dolayı kazandığı ödüllere karşın, gittikçe entelektüel düzeyde gelişmeler gös­ teren; ama gerekli sıcaklığı taşımadıkları için herkesin içine pek sinmeyen sinema anlayışını, Özkan, ilk kez bu filmle terketmiş ve Zuhal Olcay'ın oyunculuğunu ve patetik güzel­ liğini ve (1992 yılında Ankara ve İstanbul Macar Film Hafla- iarfda gerçekleştirdiği uzun metrajlı "Tatilci" (1991) adlı fil­ miyle ilk kez Türkiye'de tanınan) Türk asıllı Macar Can Togay'ın üstün seviyeli oyunculuğunu bu filmde gereğince değerlendirerek, bu kez, başannın doruğuna yükselmiştir. Nitekim film, bu niteliği ile 6. Ankara Film Şenliği’nde (1994) "Geçirdiğimiz toplumsal değişimlerin bireylere yansı­ yan öyküsünü sinemamıza katkıda bulunacak bir inan­ dırıcılıkla ve yalın bir sinema diliyle anlattığı için" “En iyi film”, "En iyi yönetmen", "En iyi kadın oyuncu". "En iyi erkek oyuncu", “En iyi özgün senaryo", “En iyi sanat yönet­ meni" (Figen Batur), "En iyi seslendirme stüdyosu” (Şafak Film), "en iyi umut veren erkek oyuncu” (Kaan Girgin) ödül­ lerini kazandığı gibi 13. İstanbul Film Festivaifnde (1994) de yanşma jürisi "En iyi film ödülü"nü "Bir Sonbahar Hikâ- yesi"ne verdi.

111 Yavuz Özkan'ın son filmi 'Yengeç Sepeti" (1994), İsmini Atillâ Ilhan'ın esinlendiği bir senaryodan yola çıkarak Sadri Alışık ve Macide Tanır gibi eski tüfeklerle birlikte Mehmet Aslantuğ, Şahika Tekad, . , Sedef Ecer, Ege Aydın ve dört küçük çocuğun rol aldığı ve Ertunç Şenkay'ın kamerasıyla perdeye yansıtılmak üzere hazırlanmıştır. Filmde dört yetişkin kardeşin aileleriyle birlikte Sapan- ca'da oturan ana-babalannı ziyarete gittikleri bir hafta sonu­ nun öyküsü anlatılıyor. Mutlu aile tablosuyla başlayan hafta sona, her bireyin kendi hayatındaki sorulann ve birbirleriyle çatışmalarının giderek su yüzüne çıktığı beklenmedik bir şiddetin baş gösterdiği, gergin ve hüzünlü bir hesaplanmaya dönüşüyor. Filmdeki "gündelik şiddet", her birinin İçinde barınan "potansiyel şiddet” bir tür “mikro-kosmos” olarak alınan ai­ lenin yaşadığı yıkıcı ve acımasız çatışma, Türk toplumunun ve genelde tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı öfke ve sal­ dırganlığın kökenlerini işaret ediyor. Yönetmenin, çoğunu Sapanca'da gerçekleştirdiği çe­ kimlerde İnsanların içinde bulundukları psikolojik durumu da mekan aracılığı ile anlatmak olanaklarım aramak; ve ül­ kemizdeki 1994 yılındaki son yerel seçimlerin yarattığı düş kırıklığı dolayısıyla bireyin kendi kendini sorgulaması yolu­ nu açmak için böyle bir film yapmış olduğu kendi beyanla­ rından anlaşılıyor. (Bkz.: Pelin Özer, "Gündelik Şiddetten Sevgi Arayışına”, Cumhuriyet, 29.7.1994). Yavuz Özkan, sinemamızın en "verimli” yönetmenlerin­ den biri. Bir döneni önce işçi kesiminin sorunlarını irdeleyen “Maden”!e önemli bir çıkış yaptıktan sonra; kentli insanın dünyalarını incelediği Yağmur Kaçaklan”, "Umut Yarına Kaldı”, "Büyük Yalnızlık”; film içinde film denemesi “Film Bitti” ve Türkiye'nin yakın tarihini renk, ışık ve bale cüm­ büşü içinde veren “Ateş Üstünde Yürümekle ve son filmleri

142 “Bir Sonbahar Hikâyesi" ve "Yengeç Sepeti" ile filmografisi- nin 1980 sonrası haJkİaannı oluşturdu.

ALI HABİP ÖZGENTÜRK

Ali Hablp Özgentürk'ün 801i yıllardan başlayarak bugü­ ne kadar çevirdiği filmler: "At" (1981), "Bekçi" (1984), "Su da Yanar" (1985) ve "Çıplak" (1993)1ır. "At", Kenan Ormanların Işıl özgentürk’ün senaryosun­ dan yola çıkarak çektiği, Okay Temizin müziğiyle donanmış bir çalışmadır. Konusu şöyle: “Hüseyin (Genco Erkal) ezik, yoksul ve cahildir. Çocuğu Ferhat (Harun Yeşilyurt) okursa, kendisi gibi cahil olmayacaktır. Kendi cahilliğinin ve ezilmişliğinin nedenini böyle yorumlayan Hüseyin, kansını köyde bırakıp oğlu ile birlikte İstanbul'a gelir, Hüseyin'in amacı Ferhadl parasız olarak bir yatılı okula yazdırmaktır. Ne var ki bir ço­ cuğun parasız yatılı okuması için babasının ölmüş olması, yani yetim olması gerekmektedir. Şartlar ne olursa olsun Hüseyin kararlıdır: çocuğunu okutacaktır. Ve Hüseyin çok sevdiği oğlunu okutmak uğruna kendini mutluluk duyacağı bir ölüme hazırlamaktadır. “özgentürk'ün (Avrupa'da tanınmış) "Hazardan sonra çektiği bu ikinci başarılı filminde, güncel ve toplumsal soru­ lar acımasız bir gözlemle gözler önüne seriliyor. Ve kent dünyasında yaşanan gerçekler, sonunda tragedya boyutla­ rına tırmanıyor: Oğlunu okutmak için çırpınan babanın ölü­ müyle. Altı çizilen gerçekçi tutum, kimi sinema yazarlarının aklına "Türk usulü korku filmi" tanımlamasını getirebilir. Ama "At" içinde taşıdığı çarpıcı gözlemleriyle gerçekten sert bir toplumsal eleştiri denemesi." (Agâh Özgüç, "Yüz Filmde Başlangıcından Bugüne Türk Sineması", Bilgi Yayınevi, 1993).

143 “Kenan Ormanlardın sürrealist kamerası yayalara ilişkin birçok ayrıntıları yansıtıyor, örneğin yasalara aykırı olarak davranan bir grup el arabası satıcıları, zabıtadan kaçarken onun kamerasıyla fırtınada savrulan şemsiyeler gibi görü­ nüyor. “özellikle Genco Erkafla Harun Yeşllyut'un baba-oğul olarak sergiledikleri oyun, Kenan Ormanlardın kamerası ve Okay Temizin “contrapunktal” müziği ile, büyüleyici olduğu kadar "compelling" (sürükleyici) olarak yansıyor." (Duane Jacobs, “Fatherand Son", New York Times). Yaşadığı han odasında kuş besleyen bir seyyar satıcı rolünde Aybert Çölok, bir diğer el arabası esnafı Yaman Okay, oğlunu yitirerek onu İstanbul sokaklarında arayan “Dell Kadın” rolünde Güler ökten de oyunlarıyla ilginç ki­ şilikler çiziyorlar. “Ali Özgentürk, daha ikinci filminde, “HazalTn başa­ rısını sağlayan öğelere kesinlikle sığınmayan, yeni bir arayış, yeni bir biçim getiren bir çalışma gösteriyor. Sinemamızın ve de sinemanın yıllanmış kalıplarım, klişelerini yüreklice bir kenara iten; hayattan, İstanbul’dan bir kesit vermeyi dene­ yen değişik, ama o Ölçüde de olgun, ustaişi bir Ülmle,” (Atillâ Dorsay, Cumhuriyet, 23.4.1983). “At", 19. Antalya Film Şenliğinde (1982) İkincilik ödül aldı. Genco Erkal “En iyi erkek oyuncu”, Güler ökten “En iyi yardımcı kadın oyuncu” seçildiler. Ayrıca Valencie'da düzen­ lenen (1982) “Akdeniz Ülkeleri Film Şenliğfnde “üçüncü film” oldu. Lecce (İtalya) Uluslararası Film Şenliği'nde (1983) “En iyi film” ödülü aldı- Saö Paolo (Brezilya) Uluslararası Film Şenliği’nde (1983) “büyük ödül”ü kazandı, 7. Uluslara­ rası Tokyo Film Festivalfnde “En iyi film ödülü” olan 250.000 dolarlık “Ozu Ödülû”nü diğfcr iki filmle paylaştı. “Bekçi”, daha önce Tnuç Başaran’m Orhan Kemal'in “Murtaza” adlı romanından Müşfik Kenter ve Ayfer Feray'm

144 filme aldığı konunun, bu kez Müjdat Gezen ve Güler Ök- ten’le çevrilen yeni versiyonu. Gayretkeş bir fabrika bekçisinin dramatik serüvenini anlatan filmde Müjdat Gezenin de Müşfik Kenter kadar başarılı olduğunu görüyoruz. "Murtaza" kişiliğini değişik yo­ rumlarla ama başarılı olarak oynanan bu iki sanatçıdan bi­ rinin diğerine üstünlüğünü söylemek olası değil. Başoyuncu Müjdat Gezen kadar yardımcı oyuncular Güler Ökten, Halil Ergün, İhsan Yüce, Orhan Çağman, Macit Koper de başarılı. (Film hakkında ayrıca bkz.: Nezih Coş, Nokta, Sayı 9, 3.5. 1983; Tuğrul Eryılmaz, Yeni Gündem, Yıl 2, Sayı 1, 10- 16.3.1986). “Bekçi" Venedik Film Festivalinde gösterildi. 14. Straz- burg İnsan Haklan Film Şenliğinde Muamer Özer’in "Bir Avuç Cenneti ile birlikte İkincilik ödülü aldı. Sinema yazar­ larının seçtiği "Yılın en iyi on filmi" soruşturmasında (1986), üçüncü sırayı aldı. “Su da Yanar”. Ali Ûzgentürk’ün 1985 I. Tokyo Film Şenliğinde kazandığı ödül İle gerçekleştirilmiştir. Festival koşullarına göre Ali Özgentürk ödülle sağladığı parayı yeni bir filmin yapımında kullanacaktı. Işıl Özgentürk’ün senar­ yosunu yazdığı "Su da Yanar" oldu bu film. Çekimleri İstan­ bul, Asos, Erzurum ve İzmir'de yapıldı. Müziğini hazırlayan Sarper özsan çalışmalara en başında katıldı. Filmin bir özel­ liği de figüran kadrosunun dışında ellibeş rolün olması. 1986'da 2. Tokya Film Festivalinin açılış filmi olarak gösterilen filmin konusunu senarist Işıl Özgentürk şöyle an­ latıyor: "Bir türkü vardır: 'Dağlar kızıl boyandı /Kim yaktı, kim uyandı? / Su döktüm ateş sönsün /Döktüğüm su da yandı?’. Bu sözler bana hep büyük bir umutsuzluk halini, bir o kadar da inadı, insanoğlunun dayanışma gücünü dü­ şündürür. Lorca’nın dediği gibi, ‘Deniz de ölür, su da yanar.’ Umutsuz ve karamsar bir ülke coğrafyasında yaşayan '68 kuşağından bir sanatçının kendi yaşamını sorgularken; bir

145 umut, bir ışık gibi büyük şairin (Nazım Hikmet) filmini yap­ maya çalışmasının, engellerin ve sorunların öyküsüdür/ (Şule Perinçek, "Sinema: *Su da Yanar" İkibine Doğru, Sayı 22, 31.5.1987). Ali özgentürk de “Su da Yanardı şöyle anlatıyor: "'Su da Yanar' yalnızca bir Türk yöntmeninin bireysel hesaplaşması değil aynı zamanda bir kuşağm toplumsal hesaplaşmasıdır. Ozanın (Nazım Hikmet) ölümsüz dizeleriyle "Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan, bu hem cehennem, hem cennet ülkede 'Bir ağaç gibi tek ve hür- ve bir orman gibi kardeş- çesine yaşamak isteğiyle yanan bir kuşağın şu suskun günlerinde iç hesaplaşması... Her aydın için bir bayrak olan Büyük Ozan'a adanmış bir film yapmak (uğrunda) çekilen çile, verilen savaşı (anlatıyor film). (Yankı, 21-27.8.1987). Türk-Japon-Alman ortak yapımı olan filmin laboratuvar ve kopya çalışmaları Berlin'de tamamlandı, özgentürkün bu yapıtında başrolü Tank Akan üstlenirken öbür rolleri de Fransız Nathalie Düveme, Şahika Tekand, Suna Selen, Meral Çetinkaya, Turgut Savaş ve Ayberk Çölok paylaşıyor. “Bir 'auteur filmi' tutkusuyla çevrilen 'Su da Yanar'da kimi ustaişi sahneler yok değil, özgentürkün has bir sine­ macı olduğunu duyuran ... Ama film sonuç olarak tümüyle yapay, tümüyle sentetik duruyor" (Atillâ Dorsay, “Yönet­ menler de Yanılabilir!", Cumhuriyet, 25.9.1987). Sansür Kurulu'nun gösterim izni olduğu halde, İstan­ bul Valiliği’nce “vatana İhanet suçuyla itham edilen ve sür­ gün yaşamında olan" komünist şair Nazım Hikmet'in yaşa­ mının ve fikirlerinin anlatılmak istendiği film yasaklandı (Michel Farrere, “Gensure â İstanbul", Le Monde, 17 Nisan 1988). Ancak İstanbul Bölge idare Mahkemesl'ne başvuran AH özgentürk yasaklama nedenlerine itiraz etti: ve İdarî mahke­ menin davayı esas bakımından kabullenip valiliğin tasamı-

146 funu ortadan kaldırması üzerine film yeniden gösterime so­ kuldu. Ancak “Su da Yanar” geniş seyirci kitlelerince izle­ nilecek bir film olmaktan çok entellektüele hitap eder bir film olarak sinema tarihine mal oldu. Ali Habip Özgentürk’ün altı yıllık bir suskunluktan sonra çektiği son filmi “Çıplak", Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi resim atölyelerinde çıplak modellik yapmak durumunda kalan kırsal kesim kökenli İki kadının; Ayla ile Seherin (Sumru Yavrucuk. Hülya Karakaş) ve bu durumu nasıl karşılayabileceklerini bir türlü bilemeyen ko­ caları Yadigar ile Hüseyin’in (Erdal Küçükkömürcü ve Ad­ nan Tönel) öykülerini anlatıyor. Film, Ali özgentürk’le Sadık Karlfnm birlikte kotardıkları senaıyodan yola çıkarak Emir Custurica’nın kameramanı Vilko Flaç’ın kamerasıyla bir Türk-Fransız-Yunan ortak yapımı olarak Kültür Bakanlığı’- nın ve Eurimages’ın desteği ile gerçekleştirilmiştir. Filmde, “Böylesi utanç verici bir durumun gerginliğini, geleneksel toplumsal değerlerle çevre baskısını kaldıra- mayıp, şiddete yöneliyor önce iki dargelirli koca. Tipik Türk erkeği davranışlarının peşinden bu neredeyse suçluluk duyduktan çıplaklık olayına kafa patlatıp birbirine açılarak, içkinin de desteği ile işin İçinden çıkmaya uğraşan Yadi- gar'la Hüseyin neden sonra resim öğrencilerine çırılçıplak poz vermeyi benimseyen karılanyla yine eskisi gibi sürdü­ rürler düzenlerini. Dahası, kendileri de çıplak model olmayı kabullenerek. “Meral Çetinkaya’nm ‘Üşütük Nine’ rolünde şov yaptığı, otuz yıllık deneyimle model Hayriye’nin (Ayten Uncuoğlu) ilk ve (devamlı) erkeği rolündeki Sami Hazinses’in de sıcak oyu­ nuyla döktürdüğü “Çıplak", Müşfik Kenter’in hem anlatıcı hem de tüm öyküyü derleyip toparlayan bir yönetmen gibi yönlendiren "inner volce’ (içsel ses)ının açıklamaları ile ge­ lişen. özbiçlm sorunlarını dört dörtlük çözememiş olsa da yenilikçi ve araştırıcı birtakım çabaların ürünü niteliğinde.

147 kendine özgü, değişik bir deneme sayılabilir, "... Derili kocaların açıldığı genelev kadınlarının tepkisi ya da Latin-Amerika yapımı pembe dizi diyaloglarının kul­ lanılması gibi sevimli buluşların da eksik olmadığı “Çıplak", Ali ûzgenttirk’ün yönetmenlik yaşamında yeni bir dönemin habercisidir. "Filmin çekimleri sürerken, ‘ciddî olmayan, kötü bir film’ diye açıklamalar yapan Ali özgentürk, filminin ‘sinemaya, bu filmin temasına, bu filmin kahramanlarına, erotizme, toplumdaki çifte standartlara karşı bir tepkT oluşturduğunu söylüyor ve ekliyor: ‘Bir filmin mesaj taşımasının önemine saygım var Ama bu filmimde kişisel olarak en bağımsız nok­ taya ulaşmak istedim... Yönetmenliğimi sınava çektim. En uç noktaya itmeye çalışarak. (Necati Sönmez, “Kültür-Sanat- Söyleşi/Ali özgentürk. ‘Kötü Film Yapmaya Hakkım Var\” Nokta, yıl 12, sayı 11. 6-12.3.1984). (özgentürk yanlış an­ laşılmaları ortadan kaldırmak için ‘Kötü filmden, ciddî olma­ yan, yani asık yüzlü, üniformalı olmayan, kendisini ispat et­ meye çalışmayan bir film kastetmiştim' açıklamasını yaptı). Ali Özgentürk’ün sinemasıyla pek barışık olmadığını açık açık itiraf eden Atillâ Dorsay'ın terimiyle “Garip, gerçek­ üstü dokunuşlarla donatılmış, kendine özgü bir film 'Çıp­ lak*!H "Aslında ‘Çıplak‘ın senelere uzanan bir hikâyesi ve çe­ kilen filmden çok farklı bir senaryosu söz konusu. Senarist Sadık Karlı’nın yıllar önce yazdığı senaryonun farklılığım Ali Özgentürk de kabulleniyor. ‘Çekimden önce elimde demir gibi bir senaryo vardı: Sadık Karh'nınki. Klâsik, başarısı kesin bir senaryoydu: Başı sonu belli, nereye gideceği, ne olacağı ortadaydı. Senaryo bir sırra sahip değildi. Tuttum, bir sabah onu değiştirdim; içinde bilinmezliği olan bir senar­ yonun peşine düştüm/ diyor,” (“Ali Özgantürk‘ten Gecikmeli Merhaba”, Hürriyet Show eki, Sayı 50, 27.2.1994).

148 Ali özgentürk’ün bu filmi, 1994 Antalya Film Şenligfn- de "Jüri özel ödülü" almasının yamsıra, "en iyi görüntü yö­ netmeni", “ein iyi lâboratuvar" ve "en iyi seslendirme" ödül­ lerini de aldı»

TUNÇ OKAN

Tunç Okan, on yıllık aradan sonra, ikinci filmini İsviç­ re’de çekti. Friedrich Dürrenmatrın "Salam" adlı öyküsün­ den yola çıkarak, çoğunlukla Fransız ve İsviçreli oyuncula­ rın (Francis Huster, Carole Laure, Lajques Villeret, Michel Blanc vd.) ve Tunç Okan’ın kendisinin rol aldığı "Cumartesi. Cumartesi" (Samedi, Samedi) (1984)^1 Türk-lsviçre ortak yapımı olarak gerçekleştirdi. Yönetmen ve senaristliğini Tunç Okan’ın, görüntü yö­ netmenliğini Ramon Suarez’in, müziğini Vladimir Kosma’nın yaptığı ve "Otobüs"ten sekiz yıl sonra gerçekleştirdiği "Cu­ martesi, Cumartesrde. İsviçre’de yaşayan bir Türk çiftinin gözüyle olup bitenler sergilenmektedir. İsviçre’nin Neuchâtel kentinde bir cumartesi günü alış verişe çıkan Sümer (Francis Hunter) ve Ayşegül (Carole Laure) adlı Türk karı-kocanın karşılaştığı sinir bozucu ama aynı za­ manda gülünç olayların öyküsü anlatılıyor filmde. Karı-koca, sonunda. Batılı toplumdaki yabancılaşma, duygusuzluk ve teknolojik gelişmenin yarattığı hata yapma­ yan, kusursuz insan kalıplarından zorda olsa kurtularak kendi özel dünyalarına dönmeyi başarabiliyorlar. Rüyasında karısını keserek salam yapan şişko kasabın rüyadan etkilenerek peşpeşe cinayetler işlemesi, meydanda­ ki Charlie Chapltn filmlerine özgü hızlı çekimlerin fazla uza­ tılmasına rağmen filmin kara mizah bölümlerinden birini oluşturur, Aynca filmi diğer hafif esprileri arasında, eserin bütünlüğünde bir dengesizlik oluşturur bu sahne.

149 “Oyuncakların adı söylenmediği için çocuk yuvasını dar­ madağın eden küçük yaramaz: hayatında hiçbir zaman şoför olamayacak olan sinirleri körelmiş adam; dişçi koltuğunda uyuyabilen bir başka adam: lokantadaki ilginç ahçı ve gar­ son: bilgisayar kitabı okuyan bilgiç çocuk gibi güldürü kalıp­ larım titiz bir gözlem ve çalışma sonunda birbiri ardından sergilemiş Tunç Okan" (“Batı Kalıplarında Sunulan Türk Mi­ zahı ‘Cumartesi, Cumartesi", Hayat Sayı 14, 8,4,1985), “‘Cumartesi, Cumartesi*, konu olarak, bir bakıma, ‘Oto­ büssün devamı. Ancak ‘Otobüsteki kırsal kesimden gelen ki­ şiler, Batılı toplumdan ürkmüş, umutsuz görünen işçilerdi. Ondan sekiz yıl sonra çevrilen ‘Cumartesi, Cumartesi’nde- kiler ise, daha bilinçli, çevrelerine alışmışlar gibi, daha sa­ kin, daha uyum içindeler, İki İlimde de iki ayrı toplumun in­ sanları çalışıyorlar lkisninde Dogulu-Batılı, Avrupalı-Asyalı diye ayrılabilen iki dünyanın baş kaldırışı, çatışması, tepkisi anlatılıyor, “‘Otobüste bu çatışma daha belirgin, çarpıcı, vurucu, dramatik ve ses getirici: 'Cumartesi, Cumartesi’de ise, daha yumuşak, sevecen, ölçülü”, (“İki Dünyanın Çatışması", Cum­ huriyet, 1.6,1991). Tunç Okan, bu gelip geçici aksesuar sah­ neler yanında çevresindeki olaylara karşı kayıtsız, kadın av­ cısı epizoduyla filmin en ilginç ve sevimli tipini sergiliyor. Film, sekiz on yıllık bir arayla, “Otobüs”te ilk izlenimleri vererek; “Cumartesi, Cumartesi"de daha sonraki izlenimleri­ ni vurgulayarak Tunç Okan'ın Batı’ya bakışını yansıtıyor. “Fikrimin İnce Gülü” (Mercedes Mon Amour). Odak Film Kurumu adına 1987 yılında gerçekleştirilmesi karar laş tırıl- misken; üç aylık bir çalışmadan sonra çekimine ara verilen bîr girişimin filmi. Fransa’da arabaya takla attıracak bir "cascateurnün bulunmasının gecikmesi; Tunç Okan’ın bir yandan İsviçre’deki diş doktorluğunu sürdürmek için sık sık işinin başından ayrılması gibi nedenlerle film bir türlü bitiri­ lemiyor ve Odak Film Kurulu’nun iflâsın eşiğine getirmiş bu­

150 lunuyordu. Öte yandan filmin esas kaynağı olan Adalet Ağa- oglu'nun (Kapıkule'den İçeri "fikrinde bir İnce gül", başında yeşil tirol şapka» sırtında Franz Lehar yazılı notalı gömleği; altında Mercedes 230 u ile giren Aiamancı Bayram'ın kurtu­ luşu Almanya'da arayan binlerce işçiden biri olarak öyküsü­ nü anlatığı) romandaki havanın senaıyo ve filmde tüm ola­ rak tersine çevrildiği ve filmin süresi içinde bitirilmediği iddi­ asıyla açtığı davanın işi biraz daha sürüncemede bırakması; filmin Tunç Okan'ın sağladığı sermaye ile bitirilmesi sonucu­ nu doğuruyor; böylece Orhan Oğuz’un kamerası, Vladimir Kosma'nın müzik düzenlemesi, Andre Gaultier’nin kurgusu ve llyas Salman (Bayram), Valerie Le Moine (yoldaki yabancı kadın), Sadet Gürses (Kezban), Mickey Sebastian (yataklı minibüsteki adam)tSavaş Yurttaş (Türk hemşeri) rollerindeki oyunculuk katkılarıyla filmin bitirilmesine katkıda bulunu­ yorlardı. Filmin çevirim öyküsü de, böylece, Bayram'ın san Merce­ des! ile geçirdiği serüvene benzer bir serüven oluşturuyordu. Filmde Bayram'ın bir arkadaşının sırasını kaparak Al­ manya'ya gidip işçi olarak çalışması; birgün tüm kazancıyla Mercedes satın alması ve bu arabayla Almanya'dan Türkiye'­ ye yolculuk yaptığı sırada, bir Fransız turistle (Valerie Le Moine) kurduğu ilişki ve bir karavan sürücüsünün (Mickey Sebastian) ona yol vermeyip yanşa kalkışması dolayısıyla tam köyüne yaklaştığı sırada önüne bir biçer-döverin çıkma­ sı; ona çarpmamak için Bayram'ın direksiyon kırıp şaram­ pole düşmesinden oluşan bir yol öyküsü anlatılıyor filmde. "Fikrimin İnce Gülü", 29. Antalya Film Şenliği'nde (1992). "en iyi ikinci film” ödülünü aldığı gibi; Tunç Okan "En iyi yö­ netmen". Andre Galtier “En iyi kurgucu” ödüllerini kazan­ dılar. "En iyi erkek oyuncu” ödülünün kendisinden esirgen­ diği llyas Salman şenlikle alenî protestolarda bulundu. Son­ radan kendisine aynı yıl yapılan Ankara Film Şenliği'nde, bu filmdeki oyunundan Ötürü, "En iyi oyuncu” ödülü verildi. KORHAN YURTSEVER

İlk iki filmini çevirdikten sonra Almanya'ya gidip orada yerleşen Korhan Yurtsever, bu dönemde tek filmi “Zincir"! (1987) çevirdi. Osman Şahin’in “İrgat Erleri" adlı öyküsüyle kendisinin “Zincir" adlı öyküsünden yola çıkarak Macit Ko­ pekin hazırladığı senaıyodan Erdoğan Engin'in kamerasıyla kotarılan ve Halil Ergün. Betül Aşçıoğlu ve Ihsan Yüce ile çevrilen filmin konusu şöyle: "Elif (Betül Aşçıoğlu) ile Zülfü (Halil Ergün) büyük bir kentteki lunaparkta birlikte çalışıp gece bekçiliği ve temizlik İşçiliği yapmaktadırlar. Kente göç­ meden önce. Çukurova'da ırgatlık yaparlarken küçük kızla­ rını bir yangın sonucu yitirmişlerdir. Bu acı olayı unu tama- yan Elif şizofreniye kapılmıştır. Bu nedenle bir gün luna­ parkta eğlenmeye gelen bir kız çocuğunu kendi çocuğu yeri­ ne koyarak sahiplenir. Çocuğu onun elinden kurtarmanın çetin öyküsünü getirir film." Erdoğan Engin'in kamerasıyla 9 mm'lik mercekle me­ kanı ve yüzleri deforme eden bir çalışmayla filme psikolojik bir yoğunluk sağlanmaya çalışılmış; iddialı bir yapım. Yurt­ severin Türk sinemasında bir “Kuğu Şarkısı" oluşturan son filmi Betül Aşçıoglu’nun olağanüstü oyunculuğuyla belli bir seviye tutturabilmiş. “Zincir". 25. Antalya Film Şenliğfnde (1988) “En iyi üçüncü film" seçildi.

TUNÇ BAŞARAN

Dört yıl Memduh Ün. Halid Refığ. 'Atıf Yılmaz. Ertem Göreç ve Lütft Akad'ın yanında asistanlık yaptıktan sonra ilk filmi “Hayat Kavgasfm 1964'te çeviren Tunç Başaran, daha önceki dönemlerde Tamer Yiğit. Yılmaz Güney. Ediz Hun. Kartal Tibet. Yılmaz Köksal. Tanju Korel. Orçun Sonad, Uğur Güçlü. Demir Karahan; Semra Sar. Sevda Ferdağ. Fatma

152 Karanfil, Feri Cansel, Arzu Okay. Fatma Belgen gibi oyuncu­ larla çoğu serüven ve bir kısmı salon filmleriyle; "Hazreti Ali" (1969), “Ömer Hayyam" (1973) gibi tarihsel İlimler; George Steven’ln "Shane" adlı filminden "Konyakçı" (1964), William Wellmann’ın “Beau Geste" ("Gönüllü Kahraman" (İlminden) "Gönüllü Kahramanlar" (1966), Alexandre Duman Pfcre’den ve Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'ndan esinlenmiş "Kara Davut" (1967) gibi uyarlamalar yaptı. Bunların arasında bel­ li bir seviye tutturabildiği tek film Orhan Kemal in aynı adlı romanından Müşfik Kenter'le sinemaya uyarladığı "Murtaza" (1966), onun son yıllardaki başarılarının muştucusu olmuş bir çalışma olmakla beraber; aslında bu dönemde çevirdiği filmler tümüyle onun deneyim filmleri olmuş ve 1983’te çe­ virdiği “Ömer Hayyam"dan sonra Tunç Başaran film çalış­ malarına ara vermiştir. Onun sinemaya yeniden gelişini muştulayan filmi 1987’ de yaptığı “Biri ve Diğerlerindir, Kendi hazırladığı senaryodan Aytekln Çakmakçı’nın kamerası ve başrolde Aytaç Arman ve Meral Oğuz'un oyunculuk katkılarıyla ortaya koyduğu bu çalışma günümüzde moda olan entel barlardan birinin ve düşsel bir aşkın öyküsünden oluşmakladır. Yağmurlu bir gecede genç bir adam (Aytaç Arman) bir bara gelir ve bilin­ meyen bir kadını beklerken bir başka erkeği bekleyen bir kadınla (Meral Oğuz) tanışır. Buluştukları barda aralarında duygusal bir yakınlaşma başlar, Sımdıklan bu şiirsel hava tam dışarı çıktıkları sırada kadının kocasının çıkıp gelmesiy­ le dağılır, “Biri ve Diğerleri", 24. Antalya Film Şenliği’nde (1987) "jüri özel ödülü" adı. Ayrıca 7, Uluslararası İstanbul Sinema Günleri’nde (1988) "En iyi film" seçildi. Adının Ümit oldu­ ğunu söyleyen kadın (Meral Oğuzfla Banş olduğunu söyle­ yen erkek (Aytaç Arman), bir entel barın dumanlı havası ve âvâre kişileri arasında yaşadıkları bir iki saatlik bir serüven­ le yetinir görünürler. Bir ban mekân tutanlann ve bastırıl­

153 mış duyguların öyküsüdür bu" (Bkz.: Turhan Gürkan, "Biri ve Hiçbir Zaman Olmayan Diğerleri". Cumhuriyet, 25.8.1993: Atillâ Dorsay, “Başaranın Dönüş Filmi: Senaryonun Sillesini Yemiş. Tam Hedefe Varamamış", Cumhuriyet, 15.1.1988; Sungu Çapan, “Bardan İnsan Manzaraları", Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 186, 15.2.1988), Bunu izleyen “Uçurtmayı Vurmasınlar" (1989), Feride Çiçekoglu’nun aynı adlı romanından Erdal Kahraman ın ka­ merası ve Nur Sürer, Füsun Demirel, Güzin özyağcılar, Me­ ral Çetinkaya ve küçük oyuncu Ozan Bilenin katkılarıyla kadınlar hapishanesinden kesitler sunmakta. “Uçurtmayı Vurmasınlar", kuşkusuz kusursuz bir film değil. Filmin içerdiği iyimserliğin kaçınılmaz biçimde getir­ diği bi tür “nalflikT benimsemek pek kolay olmuyor. Filmin oldukça “repetitiF (tekrara dayanan) fon müziği de, yine, özellikle Ünal bölümünde biraz sabırlarla oynuyor. (Atillâ Dorsay, “Özgürlük Uçurtmalarda", Cumhuriyet, 3.11.1989). “Film, kitabın belki de özü olan siyasal yanına da bilerek sırt çevirmiş" (Burçak Evren. Güneş, 10.11.1989). Ama üst düzeydeki çocuk oyuncu Ozan Bilenen ve Nur Sürerin oyunları ve filmden taşan saflık, “Uçurtmayı Vur- masıniarT ister istemez başanlı kılıyor. “Uçurtmayı Vurmasınlar", İstanbul 8. Sinema Günle­ rinde (1989) “Eni iyi Türk filmi" seçildi. 26. Antalya Film Şenliğinde “En iyi film", “En iyi senaıyo", “En iyi kadın oyuncu“ ve Erdal Kahraman “En iyi görüntü yönetmeni* ödülleri aldı; ve Ozan Bilen “jüri özel ödülü" ile taltif edildi. Aynca Valencia’da 10. Akdeniz Film Festivalinde (1989) “En iyi 2. fılm"e verilen “Don Kişot ÖdülüMnü aldı. Daha sonra 4. Ankara Film Şenliğinde, İsviçre*de (1990) ve Lyon Çocuk Filmleri Şenliğinde (1991) ödüller aidi. “Piano, Piano Bacaksız" (1990), Kemal Demirdin “Evi­ mizin İnsanları" adlı romanından yola çıkarak Tunç Başa­

154 ran, Kemal Demirel ve Ümit lnal'm ortaklaşa çalışmalarıyla ortaya çıkan senaryonun Colin Moulnier'nin kamerası ve Rutkay Aziz, çocuk oyuncu Emin Sivas, Meriç Başaran ve Menderes Samancıların oyunculuk katkılarıyla oda oda ki­ raya verilen bir aile evinin insanlarını tanıtmakta, "Uçurtmayı VurmasınlarMa olduğu gibi olayları bir ço­ cuğun gözlemlerine dayanarak anlatır film. Bu tarzda ger­ çekleştirilen film dolayısıyla 10. Uluslararası İstanbul Film Festivalimde "En iyi yönetmen” Ödülünü Tunç Başaran. "Camdan Kalp"in yönetmeni Fehmi Yaşarla paylaştı. Kana­ da Çocuk ve Gençlik Filmleri Festivalimde de ödüller ka­ zandı. Filde özellikle Rutkay Azizin çizdiği kompozisyon emsal­ siz bir performansla verilmişti. Emin Sivas da çocuk oyuncu olarak kolay erişilmez bir başarı sağlamıştı. Tunç Başaran’ın bu dönemdeki son filmi "Uzun İnce Bir Yol” (1992), Âşık Veysel'in “Uzun İnce Bir Yoldayım" mısra - lanyla başlayan bir türküsünden yola çıkarak ve Dede Kor­ kut Masallarımdan Deli Dumrul’la Azrail'in çekiştiği bir öy­ küden ve Euripides'ln oyun taştırdığı eski bir Yunan efsanesi olan Alkestislen esinlenerek yazdığı bir senaıyoda yola çıka­ rak Ümit Göksoy'un kamerası ve Tarık Akan, Karen Libby, Taner Barlas'ın oyunculuk katkılarıyla çevrilmiştir. Uzun yıllar İngiltere'de yaşayan Müşfik (Tarık Akan), İn­ giliz kökenli eşi Mary (Karen Libby) İle oğullan Adam'm (Or­ hun Serdik) Türk gelenek ve göreneklerine göre sünnetini yaptırmak ve özlediği aile büyüklerini görmek için Türkiye'ye gelir. Batı dünyasının kendine özgü yaşamından bunalmış olan Müşfik, yolda bir kazaya neden olur. Bundan sonra Az­ rail (Taner Barîas) tarafından öldürülmek üzere izlenmeye başlar. Film Müşfikle Azrail arasındaki bir kaçıp kovalanıa- cadan oluşur. “Ürpertici bir trafik kazasıyla gerilim kazanan "Uzun İnce Bir Yol", trafik cehennemi içinde ölümden kaçmaya ça­ lışan bir ailenin ilginç gelişmelerle süren dramını sergiliyor" (Turhan Gürkan, "Traflk Kazalarına Destansı Eleştiri", Cum­ huriyet, 26,11,1993; aynca bakınız: Müjgân Yıldırım, “Tür­ kiye’de ilk Defa Fantastik-Gerçekçi Bir Film Çekiliyor: Azrail Yollarda", Tempo, Sayı 4, 28,7-3,8,1991), Tunç Başaran 1994’te yaşadığı ruhsal sıkıntılarla sekiz kez akıl hastanesine giren Ayşe Nifin hastane içindeki ve dışındaki anılarını anlattığı “Kaçıklık Diploması" adlı kita­ bından aynı adla sinemaya uyarladığı senaıyoyu Müjde Ar, Zuhal Olcay, Nur Sürer, Hale Soygazi ve Hülya Avşarla filme çekmekte.

İRFAN TÖZÜM

1984 yılında gerçekleştirdiği ilk filmi “Birkaç Güzel Gün lçin"le sinema yaşamına atılan irfan Tözüm, bu dönemde: “Çağdaş Bir Köle" (1986), “Rumuz Goncagül" (1987), “Melod­ ram" (1988), “Fazilet" (1989), “Fotoğraflar" (1989), İki» Oyun­ lar" (1989), “Devlerin Ölümü" (1990), “Cazibe Hanım'm Gün­ düz Düşleri" (1992) ve “Kızkulesi Aşıklan" (1994) adlı filmleri çevirdi. Senaryosunu Bülent Oran'ın yazdığı, kamera çalışma­ larını Hüseyin Özşahin'in yaptığı, Cüneyt Arkın, Cemal Gen- cer ve Necla Nazır’ın rol üstlendiği “Birkaç Güzel Gün"ün öyküsü şöyle: Zengin bir iş adamının kızı olan Necla (Necla Nazır), Erol (Cemal Gencer) adlı bir adamı sevmekte; fakat babası onlann evlenmelerine karşı çıkmaktadır. Bu arada işadamı Hikmet Boyacı (Tuğrul Meteer) ölür ve göz kamaş­ tırıcı servetini koşullu olarak kızma bırakır, Neclâ gemi mü­ hendisi Kemal Polat (Cüneyt Arkmjla evlenirse servetin sa­ hibi olacaktır, İlkin Necla'nın önem vermediği Kemal, bir

156 kayak kazasında ve toplumsal yaşamda onu tehlikelerden koruyarak zamanla sevgisini kazanır. Çok abartılı, inandırıcı olmayan; oyuncuların iğreti veya donuk durduktan bir film. Görüntü yönetmeni yardımcısı Aytekin Çakmakçı nın katkısıyla yer yer güzel fotoğraflar gö­ rülüyor. Bir anlaşmazlık sonucu irfan Tözüm setlerden ayrılınca filmi, Cüneyt Arkın tamamlamış. "Çağdaş Bir Köle", Bekir Yıldız ın aynı adlı romanından yola çıkılarak Cengiz Alpman’ın yazdığı senaryodan Aytekin Çakmakçı*nın çektiği filmin başoyuncuları Sevtap Parman ve Yaşar Alptekin. Filmde kan davası sonunda hasınım öldüren Haydar [Yaman Okay) onbeş yıl yattığı cezaevinden çıkmaya hazırla­ nırken. öldürülen adamın İngiltere'de okuyup mühendis çık­ mış olan oğlu Halil (Yaşar Alptekin) babasının kanını yerde bırakmamış olmak için İstanbul'a gelir. Çağdaş yapısına karşın kan davasından vazgeçmeyen Halil'le, onu bu yoldan dönmesi için yardım etmek isteyen Melek adlı hayat kadı­ nının (Sevtap Parman) ilişkilerini sergiler film. “Rümuz Goncagül", Oktay Arayıcı'nın sahne oyunundan Macit Koper’in senaryolaştırdığı ve Orhan Oğuz'un kamera çalışmalarım yaptığı bir film. Türkân Şoray’ın başrol oyna­ dığı filmde Al tan Karındaş, Hakan Balamir, Müşfik Kenter, Tulûğ Çizgen, Berrin Koper, Aydın Tezer, Yavuzer Çetinkaya yardımcı oyuncu olarak görülüyorlar. Gülsüm (Türkân Şoray) adlı evde kalmış bir kızııı "Gon- cagül" rûmuzuyla evlenme ilânı vermesini ve annesinin (Al- tan Karındaş) de teşvikiyle aldığı mektuplara göre taliplerini değerlendirmesini konu alıyor film. Birçok garip serüvenler geçirdikten sonra, durumuyla ilgilenen bir gazeteci (Hakan Balamir) ile evlenir Gülsüm. "Başyapıt değil ama, özenli bir yapıt”. (Erdal Çetin, Mil­

157 liyet, 9*6.1988 ve 30*6*1988) (Diğer görüşler için bkz*: Tur­ han Gürkan, "Mektupla Koca Arayışın İlginç Gelişmeleri". Cumhuriyet. 19.12*1993; “Düzeyli Bir Uyarlama”. Cumhuri­ yet, 8.2*1994; Atillâ Dorsay, “Rümuz Goncagül Sinemada”, Cumhuriyet 10.6*1988; Agâh özgüç, "Mektuplarla Eş Ara­ yan Bir Kadının Öyküsü". TVTde 7, Sayı 52. 23*12*1990). “Melodram”, yine Macit Koper’in yazdığı bir senaryodan, bu kez Cem Molvan’ın kamerasıyla Hülya Avşar, Macit Ko- per ve Yalçın Dümer'le gerçekleştirilmiş. Film, roman yazma meraklısı uçuk bir kadın olan Esra (Hülya Avşar) ile uyuş­ turucu tutkunu kocası Koray’ın (Yalçın Dûmer) Öyküsünü anlatır. Bu arada içine kapanık bir antikacı olan Behzat (Macit Koper) da devreye girer* “Melodram, Batıkların küçümseyici anlamda adlandır­ dıkları gibi, tam bir “entellektüel film" deneyi. Ama bu tür bu filmleri yapan Batılı ustalar; Antonioni, Bergman. Tar- kovski yanında ne Macit Koper* ne de onun senaryosuna da­ yanan Tözüm başarılı değil. (Bkz.: Atillâ Dorsay, Entellektüel Film Deneyi”. Cumhuriyet. 24.3* 1989). “Fazilet”, Gülin Tokat, Gökay Özgüç ve İhsan YÛce’nin ortaklaşa hazırladığı senaryodan Ertunç Şenkay’ın kamerası ve Hülya Avşar’ın oyunculuk katkısıyla gerçekleştirilmiş psi- ko-analiük konusuyla ilginç bir film* Köyden gelip besleme olarak şehirde bir zengin evine yerleşen Faziletin (Hülya Av­ şar) yaşadığı hayattan etkilenerek ikinci bir kişilik geliştirdi­ ği ve Aziz (Yaman Okay) adlı bir köylüsü ile evlendiği halde hizmetçiliği sürdürdüğü evdeki kadının (Merih Akalın) elbi­ selerini giyerek ve tuvalet eşyasını kullanarak şizofrenik bir kişiliği sürdürdüğü anlaltlır filmde. Hülya Avşar bu filmdeki ve “Benim SinemalannTdaki başarılı rolleri dolayısıyla sinema yazarlarının 1990’da dü­ zenlediği “Mevsimin en iyi filmleri ve sanatçıları” değerlendir­ mesinde “En iyi kadın oyuncu” seçildi*

158 “Fotoğraflar", yine Macit Koper'in bir senaryosundan Uğur Döndürdün kamera çalışması ve Hülya Avşar’la Hakan UraTın oyunculuk katkılarıyla gerçekleşmiş. Film, birlikte büyüyen bir Türk kızıyla bir Rum gencinin, ailelerinin evlen­ melerine karşı çıkmasıyla, mutsuzluğa dönüşen aşk öykü­ sünü anlatır. Geride sadece bu temiz aşkı belgeleyen fotoğ­ raflar kalmıştır. Yerli malı bir Romeo-Jüliet öyküsü. (Türban Gürkan, “Yalnızca Fotoğrafta Kalan Bir Aşk Öyküsü". Cum­ huriyet, 16.5.1994). “İkili Oyunlar", Bilgesu Erenus'un aynı adlı romanından yazarının kaleme aldığı bir senaryonun yine Ertunç Şen- kay'm kamerasıyla Tank Akan ve Zeliha Berksoy'un oyuncu­ luk katkılarıyla ftlme çekilmiştir. Öğrenci hareketlerinin yoğunlaştığı 1968lere kadar uzanan bir yaşam diliminin ve bir kimlik değişiminin öykü­ sü. Erol (Tank Akan) ile Nur (Zeliha Berksoy) bu ortamda tanışırlar. Bir çocukları olur. Sonra aynlırlar. Bir zamanlar özerinde titredikleri özgürlük artık yalnızca kendi hayat la - nnı yaşamak özgürlüğüne dönüşür. “İkili Oyunlar" orta karar bir eser olsa da; izleyici filmden Tözüm ve Ekibinin uzun araştırmalar sonucu bulduktan mekânların özellikleri Şenkay'ın nefls görüntüleriyle (yansıtılınca), Fellint filmlerin- dekilere benzer tadlar alıyor. (Erdal Çetin, Milliyet, 19.4. 1990). Bunda, Erenus'un sağlam yapılı senaıyosunun ve başoyunculann gösterdikleri performansın da katkısı var. “Devlerin Ölümü", yine Bilgesu Erenus'un Sabahattin Ali'nin üç öyküsü (“Hanende Melek", “Yeni Dünya" ve “Çil­ lisinden yola çıkarak hazırladığı senaryodan Ertunç Şen- kay’ın kamerasıyla çekilmiş; Tarık Akan ve Hümeyra’nın başrollerde; Zuhal Gencer, Levent Yılmaz, Ülkü Ülker ve Es­ ra Pertan gibi sanatçıların yan oyunlarda sağladıkları katkı­ larla gerçekleştirilmiştir. Bu üç öyküyü perdeye getiren fllm, İrfan Tözüm’ün “Ka­ dın-Erkek ilişkileri" üzerine bir fllm yapmak bir savaşım ver­

159 diğini gösteriyor. Hümerya filmde kentli, kasabalı ve köylü üç kadını canlandırmak İçin aynı çabayı gösteriyor. (Film hakkında bkz.: Oya Ayman Büber, “Önce Kadını Anlatmak Gerek", Güneş, 20.11.1990; Fatma Oran, "Erkek Dünyasın­ da Kadın" Cumhuriyet, 4.12.1990). “Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri", yine Macit Koper’in bir senaryosundan Aytekln Çakmakçı’nın kamerasıyla ve baş­ roldeki Hale Soygazi’nin oyunuyla gerçekleştirilmiş. Cazibe (Hale Soygazi), annesi Firüzan’ın (Suna Selen) sıkı baskısıyla evde kalmış düşler kurarak kendine doyum sağlayan şizofren bir kız. Dayısı Behçet (Maci Koper) de on­ larla birlikte yaşar ve kıza karşı gizli emeller besler. Cazi- be’nin düşlediği çocukluk arkadaşı Kürşat (Uğur Polat) anarşik olaylara karıştığından bir gece Cazibe’lerin evine sı­ ğınır ve kızla yatar; sonra da ortadan kaybolur. Onları gören dayısı kalp sektesinden ölür. Cazibe zamanla zihinsel denge­ sini yitirerek hastaneye yatar. Oradan çıkınca annesine fil­ me indiğini görür. Bir yandan fala bakarak ün ve para ka­ zanır. öte yandan gelmeyen sevgiliyi düşler ve bekler. “Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri", daha çok Batı sına­ malarının eğildiği özgün konusu, cinsel sorunlara yaklaşımı, usta anlatımı ve görüntüleri; başta Hale Soygazi, Suna Selen ve Macit Koper’in üstün oyunlarıyla sinemamızın ilginç ör­ neklerinden biri. Bu nitelikleriyle 29. Antalya Film Şenliği’nde (1992) üç Altın Portakal ödülü (“en iyi film", “en iyi senaryo" ve “en iyi müzik" ödülü) aldı. 5. Ankara Film Şenliği ve İstanbul Film Festivali’nde de çeşitli ödüller aldı. İrfan Tözüm’ün son filmi "Kızkulesi Âşıkları-Hera ve Le- andros". senaryocu olarak yine Macit Koper’in ve görüntü yönetmeni olarak Aytekin Çakmakçı’nın, oyuncu olarak da Nurseli İdiz ve Beklan Algan’m başrollerdeki Mehmet Ulu- soy, Aytaç Yürükaslan ve Ayla Algan’ın yan rollerdeki katkı-

160 ianyla gerçekleşmiştir. Efsaneye göre Aşk Tanrıçası Afroditln rahibelerinden Hera, Kızkulesi’nde yaşarmış. Ona âşık Leandros adlı bir de­ likanlı. her gece GaJata’dan Kule’ye yüzer ve onunla sevişir- mIş. Bir gece kopan bir fırtına onun ölûsûnû kıyılara atar. Bu efsaneden yola çıkan Tözüm, konuyu şu yolda ele alın “60 yaşlarında bir düşünür (şair) olan Adam (Beklan Algan) bir gün Kızkule$ikne gelir. Girdiği odalarda intihar eden eski fener bekçisinin eşyalarıyla karşılaşan Adam, bekçinin tuttuğu bir günlükle bir seyir defteri bulun Gün­ lüğü okudukça Kule’nin efsanesine girmeye başlayan Adam, düş mü. yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadığı sesler ve hayaller görmeye başlar. Kule’nin alt katında yaşayan bir kadın (Nurseli ldizj’ın Hera ile Leandros efsanesindeki Hera olduğunu düşünen Adam kadınla sevişir. Bu arada onu hiç rahat bırakmayan eski fener bekçisi, yaşamının tüm seyrini değiştirmiş; Adam yeni fener bekçisi olmuştur. Bir gece Hera sandığı kadının eski fener bekçisinin kızı Nesibe olduğunu anlayan Adam, eski fener bekçisinin kendisini kullanarak arzulamıı gerçek­ leştirdiğini farkeder. Girdikleri efsaneden kurtulmanın tek yolunun efsaneyi yaşamak olduğunu düşünen Nesibe ile Adam, Hera ve Le­ andros olarak yaşamaya başlarlar. Ve tıpkı efsanede olduğu gibi Adam, (fırtınalı) bir gece Salacaksan denize atlayıp. Hera’nın meş ale ile balkonunda durduğu Kızkulesi’ne doğru yüzerek (ölümcül bir yolculuğa çıkar). (“Kızkulesi Âşıkları- Onlar İçin Tek Çözüm Yolu Vardı: Efsaneyi Yaşamak", Sine­ ma Gazetesi, Sayı 32, 9.4.1994). İrfan Tözüm’ün sinemasında ve Nurseli ldiz’in san at hayatında belli bir düşmeyi belirleyen film, çıplak sevişme sahneleri yüzünden geniş seyirci kitleleri tarafından izlendi.

161 ŞAHİN KAYGUN

1951 yılında Adana’da doğan, 1992 yılı Aralık ayının 5'lnci günü İstanbul'da ölen Şahin Kaygun, ilkin büyük bir fotoğraf sanatçısı olarak tanındı. Atıf Yılmaz ın "Dul Bir Ra­ dın", "Adı Vasfiye" ve "Aaah Belinda"; Ömer Kavur’un "Ana­ yurt Oteli" filmlerinde sanat yönetmenliği yaptı. İlk filmi, I987'de gerçekleştirdiği Türk Tiyatrosu'nun öncü kadınla­ rından olan ve yaşamı trajik bir sonuçla noktalanan Afife Jale üzerine idi. Hakkında birkaç fotoğraf ve tanıdıklarının anılarından başka belge bulunmayan san atçının hayatını Nezihe Araz ve Selim İleri senaryolaş tirdi. Konuyu Erdoğan Engin ve Mahmut Yumuşak görüntüledi. Başrolde Müjde Ar. yan rollerde Tank Tarcan, İlkay Saran, Macit Koper, Güler ökten, Alev Sezer, Şahika Tekand, Reşit Gürzap, Toron Ka­ raca, İsmet Ay ve Güzin Çoragan oyun verdi. Kadın olarak, sadece azınlık kadınlarının sahneye çıka­ bildiği bir dönemde savaşım vererek Türk kadınlarının da ti­ yatroda görev almaları için çaba gösteren ve çektiği acılar ve kötü alışkanlıklar sonucu genç sayılabilecek yaşta ölen sa­ natçıyı Müjde Ar aynkst bir oyun gücüyle oynadı. Afife Jale'­ nin hayatına giren babası, Selâhatün Pınar, Burhanettin Tepsi, , Vasfi Rıza, kocası Ziya gibi erkekle­ ri; Macit Koper, Alev Sezer. Toron Karaca Reşit Güızap, Ta­ nk Tarcan; Zepur Hanımyan, Eliza Binemeciyan, Seniye Tepsi gibi hanımlan; Şahika Tekand, Güzin Çoragan, Gül­ sen Tuncer gibi sanatçıların; felâketine neden olanlardan Dahiliye Nazırını Tunca Yönder'in oynadığı (Umde, rol dağıtı­ mı ve oyuncu yönetimi kadar mekân ve ışığın kullanımı da başarıyla sağlanmış (Bkz.: Atillâ Dorsay, "Şahin Kaygun’un İlk Filmi: ‘Afife Jale' Cumhuriyet, 26.2.1988; Erdal Çetin, "Afife Jale", Milliyet 25.2.1988; Turhan Gürkan. "Güçsüz Ama Onurluydu". Cumhuriyet, 18.9.1993; İbrahim Allınsay, Hürriyet, 3.3.1988; Selim İleri, "Afife Jale Konusunda". Gü­

162 neş, 5*3.1988). Şahin Kaygun'un ikinci ilimi, “Dolunay**, Gülseli lnarın “Calypso” adlı romanından yola çıkılarak Salih Dikişçi’nin kamera çalışması ve Macit Koper. Aslı Altan, Kenan Bal. Gü­ zin Çorgan ve çocuk yıldız Beril Bolat'ın katkılarıyla gerçek­ leşmiştir. Filmde Birfçim (Aslı Altan) adlı genç bir kadının öyküsü anlatılır* Biriçim sevişerek evlendiği eşinden (Kenan Bal) za­ manla soğur* Kocasına olan sevgisi gibi resme olan ilgisini de yitirir* Neyi beklediğini bilmeden ve içinde dalma bir ek­ siklik duyarak hayatını sürdürürken; eve kocasının eski bir arkadaşı* gizemli bir misafir gelir ve herşey bir anda alt üst olur* Ama karamsarlıktan kurtulup bir umuda kavuştuğunu sanan kadın için, bu serüvenin de sonu yoktur. Filmde Aslı Altan büyük bir başan ile mutsuz kadını canlandırdı* Işığın en iyi şekilde kullanıldığı “Dolunay** I. An­ kara Film Şenliğinde (1988) “en iyi üçüncü film" ödülü aldığı gibi, Salih Dikişçi de “en iyi görüntü yönetmeni** ödülü kazandı* (Aynca bkz*: Anna Turay, (Şahin Kaygunla Görüş­ me) “Aslında Bu Benim için Bir ilk Film”, Cumhuriyet* 21*10.1987; Neş*e Şen. “Bu Filmi inat için Çektim**, Güneş, 10*4.1989). Sinema estetiğinin ender temsilcilerinden biri olan Şa­ hin Kaygun*un vakitsiz ölümü Türk Sineması’nı eşsiz bir yönetmenden mahrum etti.

YAVUZ TURGUL

Ahmet Muhip Dranas'm “Fahriye Abla” adlı şiirini sine­ maya uyarlayarak ve uyarlama sorunları gereği Fahrjye*nin evlilik, hapishane hayatı ve çalışma yaşamı ile ilgili uzantı ve eklemleri sağlayarak yazdığı senaryodan Çetin Tunca’mn ka­ merası ve Müjde Ar ve Tank Tarcan*ın yanıbaşında Mes*ut

163 Çakarlı, Haldun Ergüvenç, Kadir Savun, İhsan Yüce, Haş­ met Zeybek ve Ölkü Ülker gibi sanatçıların yan katkılarıyla gerçekleştirdiği aynı isimli film, bir kenar mahalle dilberinin komşu çocuğun gözlemleriyle yaşamını anlatıyordu. Fahriye (Müjde Ar), aynı mahalledeki Mustafa adlı bir marangoz (Tarık Akanl'a gönlünü kaptırır ve onunla ilişki kuran İki sevgilinin evlenmeleri mümkün olmayınca Fahri* yeyt bir ErzincanlIyla evlendirirler. Ancak kocası “kız çıkma­ dığı" İddiasıyla kızı ailesine geri getirin Mustafa’nın kendi­ sinden kesinlikle koptuğunu anlayan Fahriye onu yaralar ve hapse düşer. Hapisten çıkınca düşecek yerde kendini topar­ lar; bir fabrikada çaıştr. Tam ustabaşıyla evlenecekten vaz­ geçip hâlâ kendisini seven ve kötü yola düşen karısından ayrılan Mustafa ile birleşir. Tüm bunlar bir komşu çocuğun gözlemleri olarak bize anlatılır. Müjde Ar, yarattığı Fahriye Abla kişiliğiyle âdeta özdeşleşmiştir sinemada, “Fahribe Abla" sinema yazarlarının 1984-85 mevsiminin en başarılı filmleri sıralamasında 8. sırayı aldıysa da. Müjde Ar “en iyi kadın oyuncu" olarak belirlendi, (Aynca bkz,: Çe­ tin özkaram, “Fahriye Abia-Şiirden Sinemaya", Varlık, Sayı 929, Şubat 1985), “Muhsin Bey", Yavuz Turgufıın özgün senaryosundan Aytekin Çakmakçı nın kamerası ile Şener Şen, Şermin Hür- meriç, Uğur Yücel üçlüsüyle gerçekleştirdiği bir kurdela, Muhsin Kanadıkınk (Şener Şen) alaturka sanat müziği hayranı bir emprezaıyodur. Ancak bir tanıdığının aracılığı ile kendisini arayan Şanlıurfalı Ali Nazik (Uğur Yücel), ona kar­ şın Arabesk türkücü olarak parlayıp kendisine İhanet eder; bu arada himaye ettiği Sevda adlı bir dulu da (Şermin Hür- meriç) baştan çıkarır, öte yandan Muhsin Bey bir kaset­ çinin de gadrine uğrar. Ümitsizlikle kırgın Muhsin, bu eski İstanbul efendisi,

164 sonunda yine, Ali Nazik’in boşladığı Sevdayı çocuğuyla bir­ likte kabul ederek yaşama ısındırır. Filmde güncel bir kültürel sorun irdelenirken aynca Şener Şen ve Uğur Yücel oyunlarıyla yüksek düzeyde perfor­ mans sağlarlar (Film hk. bkz.: Turhan Gürkan, “Eski İstan­ bul Efendisfnin Düş Kırıklıkları". Cumhuriyet, 3.10.1993; Murat özer, “Yozlaşmaya Karşı İnsan", Aydınlık, 3.10.1993; Emine Demi ray, “‘Muhsin Bey* Filminin Propp’un İşlevleri Açısından İncelenmesi". 25. Kare. Sayı 4, Mart-Nisan 1993; Atillâ Dorsay, “Muhsin Beyin önlenemez Biçimde Yıkılan Dünyası", Cumhuriyet, 27.4.1988; Hüseyin Alemdar, “Muh­ sin Bey’e övgü". Varlık, Sayı 963, Aralık 1987; Serhat öz- türk, “Yeşilçaml Yeşilçam Yapanların öyküsü", Güneş, 14.2.1990). “Muhsin Bey" filmi, yönetmeni ve oyuncuları 24. Antal­ ya Film Festivali ’nde (1987); 36. San Sebastian Film Festİ- valfnde (İspanya 1988) ve 7. Uluslararası İstanbul Film Fes­ tivalimde ödüller aldı. Yapımcı Arma Umut Filmin filmle ilgili broşüründe Film­ le İlgili olarak Elia Kazanln şu görüşüne yer veriliyor. “Ko­ nunun ruhunu oluşturan ironi öylesine evrensel kİ, hepimiz için geçerlidir. Harika bir film, çok iyi yönetilmiş. Komik ve dokunaklı. Türkiye (bu filmle) övünebilir." Bunu izleyerek Yavuz Tutgui, “Aşk Filmlerinin Unutul­ maz Yönetmeni" (1990)ni. sanki bu adla anılan Ertem Eğil­ mezce filmini adamış gibi, kendi yazdığı senaryodan Orhan Oğuz’un kamerasıyla, yine Şener #Şen*in başrolde; Pıtırcık Akkerman, Aytaç Yörükaslan, Yavuzer Çetinkaya, Gül Onat ve Arif Akkaya^yı yan rollerde oynatarak gerçekleştirdi. Sıradan aşk filmleri çeviren ve seyirciyi doyasıya ağla­ tan Haşmet Asilkan (Şener Şen) değişen koşullarla çaptan düşmüşken son bir parlaklık sağlamak üzere bir sanat filmi çevirmek ister. Ama filmi çevirirken yapımcıdan, oyunculara

165 ve teknisyenlere kadar herkebten binbir müşkilât görür* So­ nuç tam bir fiyaskodur. Yavuz Turgul, bu filmle Yeşilçam’a yumuşak bir iniş ya­ parak yakından tanıdığı sinema çevrelerini irdelemeyi deni­ yor. Atillâ özdemiroğlu bu filmdeki çalışması dolayısıyla 27* Antalya Film Şenliği nde (1990) "en iyi özgün müzik* ödülü kazandı. (Ayrıca bkz.: Banü Kahraman, "Aşk Filmlerinin Unutulmaz YönetmenF-'Türk Sinemasının Geçmişine Gele­ ceğine Bir Bakış"» Sinema Gazetesi, Sayı 26. 12.-18.3*1990). Yavuz Turgufun son filmi "Gölge Oyunu" (1993) Beyog- lu’nda bir eğlence yerinde "Karabiberler" takma adıyla nu­ maralar yapan Abidin (Şener Şen) ve Mahmut (Şevket Altuğ) adlı iki arkadaşın ve yaşamlarına karışan ama kız Kumru (Larissa LitichevskaJ’nun yan fantastik ilişkilerini anlatır. Filmin senaryosu da Yavuz TurguTun; kamera çalışma­ larım Çetin Tunca yapmış. Yan rollerde san'at dünyasında tanınmış kişiler (Metin Çekmez, Füreya Koral, Cevat Çapan, Meltem Savcı ve Ülkü Duru) de oynuyor. "Gölge Oyunu", Antalya Film Şenligfnde (1993) “En iyi film" olarak değerlendirildiği gibi, Sinema Yazarları tarafın­ dan da "en iyi ulnT Seçiîdi.Yavuz TUrguİ’un bu filmdeki se­ naryo çalışması da "en İyi senaryo" olarak değerlendirildi. (Aynca bkz.: Füreya Ersoy, "Gölge Oyunu Gölgelerden Sıyrı­ lıyor", Nokta, Yıl II* Sayı 4, 17-23.1*1993; Turhan Gürkan, "Düşlerimiz Hep Aynı Değil mi?", Cumhuriyet, 6*6.1993)*

BAŞAR SABUNCU

Aslında bir tiyatro yazan ve sahneye koyucu olan Başar Sabuncu'nun sinemaya soyunması "Çıplak Vatandaşla (1985) başladı.

166 Senaryosunu da Sabuncumun yazdığı film bir tür sos- yo-politik taşlama. Emtunç Şenkay’ın kamera çalışmaları ve Şener Şen, Nilgün Akçaoğlu, Candan Sabuncu, Pekean Ko­ şar, Zihni Küçümen ve Şehir Tiyatrosu'nun diğer bazı oyun­ cularıyla çevrilen filmde dar gelirli bir vatandaş: bir bankada odacılık yapan İbrahim (Şener Şendin ekonomik strese ka­ pılarak çırılçıplak sokağa fırlamasından sonra, ilkin reklâm­ cılar tarafından kullanılışı, sonra da tımarhanede biten se­ rüveni anlatılıyor. Sinema yazarlarının "en iyi °n fikn" seçiminde (1986) altıncı olan "Bu ilk filminde böylesine durmuş oturmuş, böylesine kıvrak bir anlatımı tutturmuş olmakla Sabuncu, çok önemli bir şey yapıyor; sinemanın yalnız "ustalara bıra­ kılacak çok "zor" bir şey olmadığım anımsatıyor; genç sinema heveslilerine umut veriyor" (Atiilâ Dorsay, Cumhuriyet, 1.11. 1985) (Öteki görüşler için bkz.: Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 132, 15,11.1985; Erol MuÜu, "Çıplak Vatandaş-Vatandaşın önlemeyen Çöküşü", Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 138, 15.11.1985; İbrahim Altınsay, “Küçük Adamın Dramı: "Çıplak Vatandaş"", Hergün, 1.11.1985; Hızır Tüzel, "Çıplak Vatandaş, Şener Şen", Kadınca, Ekim 1985 sayısı). Bir sevgisizlik öyküsü olan "Asılacak Kadın" (1986), Pı­ nar Küfün romanından yola çıkarak Başar Sabuncumun senaryosunu yazdığı ve Ertunç Şenkay'ın kamera çalışma­ larını yaptığı; Müjde Ar, Yalçın Dümer ve İsmet Ay'ın başrol, Güler Ökten, Can Kolukısa, Ergun Ergüvenç ve Gülsen TUn- cer'in yan rollerde oynadığı bir film. Köyünden yaşlı bir kadına hizmet etmesi için İstanbul'a getirilen Melek (Müjde Ar), kadının ölmesiyle iktidarsız yaşlı kocası Hüsrev’le (İsmet Ay) evlenir ve onun düşüncelerine boyun eğerek köşke davet edilen erkeklerle sevişirken ev sa­ hibi röntgencilik yapar. Kızı seven çocuk yaştaki bir genç (Yalçın Dümer), onunla yattıktan sonra, av tüfeği ile Hüsrev'i

167 vurur. Ama çirkeften kurtarmak istediği Melek'ln, suç ortağı olarak asılmasını engelleyemez. Bir cinsel sapığın fetişi haline gelen çaresiz Melek*! yete­ rince başarıyla canlandırır Müjde An Hûsrev rolünde İsmet Ay da hayatının en önemli oyunlarından birini oynar İlimde. MAsılacak Kadın" ilkin yasaklanırsa da. sonradan gösterime girmesi sağlanır. (Film hakkında aynca bkz,: Atillâ Dorsay, "Asılacak Kadın Yakılacak Film mİ?*, Cumhuriyet, 16.1. 1987: İbrahim Altınsay. "Haftanın ve Yılların Filmi: Sansür", Hürriyet, 22.1.1987; Burçak Evren. "Gizemli Cinsellik Evre­ ni", Güneş. 8.5.987; Fatih özgüven. "Asılacak Kadın-Bir Kapalı Dünya Denemesi", Yeni Gündem, Yıl 4, Sayı 61, 3- 9.5.1987). Başar Sabuncu’nun Buftuel’in Joseph Kessei’in "Belle de Jour" (Gündüz Güzeli) adlı romanından aynı isimle sine­ maya uyarladığı filmden Türk sinemasına uyarladığı "Kupa Kızı" (1986), Nilgün adlı bir kadının çift kişiliği üzerine kuru­ lu. Enver {Tank Tarcan)’in eşi olan Nilgün (Müjde Ar), zaman zaman illüzyonlara kapılır; olmadık şeyleri olmuş gibi kabul eder. Sonunda bu ikili kişilik onu her öğle sonrası Mme Emüia (Nisa SerezliJ’nın randevu evinde bedenini satmaya kadar götürür. Orada tanıdığı erkeklerdren bir belâlı kişi (Selçuk Özer) bir gün evine kadar onu izler. Nilgün imâlarla ona randevu evinin yolunu açan aile dostu Necati’yi (Zihni Küçümen) belâlısına öldürtür; Neca­ ti’nin uzatmalı dostu Alev (Candan Sabuncu) da onu öldü­ rür. Bu durum, belâlısından hamile kalan Nilgûn’ün, anne­ sini (Aysel Gürel) de, kocasını da sevindirir ve kadın normale döner. Yan rollerde randevuevi sermayelerini oynayan Meh­ tap Ar, Rezzan Yücel ve Füsun Demirel’llı de kalkılan olan ve Selçuk Taylaner’in görüntü yönetmenliğini üstlendiği film, esas aldığı Bunuel’in filminin yanında çok zavallı kalı­ yor. Sadece yeni bir yorum getirerek bir değişiklik sağlıyor. “Kaçamak" (1986)*ın senaryosu da Başar Sabuncu’nun.

168 Görüntü yönetmeni Erdal Kahraman. Oyuncu kadrosu; Müjde Ar. Çetin Tekindor. Hale Akıllı, Engin Şenkan, Nezih Tlıncay, Orhan Çağman ve Nezihe BeceriklTden oluşmuş. Karışım (Müjde Ar) aldatan bir koca ile kocasını (Çetin Tekindor) altadan bir kadın Boğaziçi'nde arabalarıyla denize gömülür, ölürler. Geride kalan eşleri birbirlerini tanıyınca aralarında bir ilişki doğar ve sanki ölenlerden İntikam alır- casına '‘âdeta nörotik bir aşk oyunu"na yönelerek, sevişme yoluna giderler. Bu temayı Başar Sabuncu oya gibi işlemiş; tadına do­ yulmaz bir yapıt çıkarmış ortaya. Müjde Ar ve Çetin Tekin­ dor İlimdeki kadınla adamın (duyarlıkları) gibi simetrik bir ustalık, simetrik bir başarı sergiliyorlar" (Erdal Çetin, "Kaça­ mak". Milliyet, 24.3.1988). "Kaçamak", 10-27.11.1988 tarih­ lerinde yer alan 32. Londra Film Şenliğine katıldı. (Diğer görüşler İçin bkz.; Atillâ Dorsay, "Boşlukta Kalan İlginç Bir Fikir", Cumhuriyet, 25.3.1988; Burçak Evren, "Aldatanlarla Aldatılanların Trajediden Komediye Dönüşen Öyküsü", Gü­ neş, 25.3.1988). "Zengin Mutfağı" (1988), Vasıf Öngören'in aynı adlı ti­ yatro oyunundan senaryosunu çıkanp Erdal Kahraman ın kamerasıyla sinemaya uyarladığı bir sosyal taşlama filmi. Büyük bir konağın mutfağı, aşçıbaşı güreş meraklısı LÜtil Usta (Şener Şen), hizmetçi Funda (Nilüfer Açıkalın). hiz­ metçinin ağabeyi Ahmet (Gökhan Mete), evin şoförü (Oktay Korun) ve hizmetçinin nişanlısı Selim (Osman Gürgen)’den oluşan bir mikro-kozmoza dönüşür. Ve bir gün buraya 12 Mart muhtırasıyla suçlu duruma düşen bir devrimci de da­ hil olur. Evin biftekle beslenen iri kara köpeğini de bu kad­ roya sokabilirsiniz. Mutfaktan dışanya adımını atmamış Lütfl Usta, âdeta, Hal Ashby’nin "Merhaba Dünya" (Being There)*daki Chance Gardener'ı andırıyor. Ama korunak haline gelen mutfağın kapısı 12 Mart öncesinin mağdurlarına pekâlâ açıktır.

169 Fİİmde 12 Mart darbesinin yaklaştığı günlerde ülkenin İçinde bulunduğu atmosfer ve halkın farklı kesimlerin ruh hali, zengin bir konağın mutfağında yaşanan gündelik İlişki­ lerin içinden veriliyor. Şener Şen ve Nilüfer Açıkalm alabildiğine özdenlik!! oyunlarıyla filme değer katıyorlar. "Zengin Mutfağı" Bastia Film Şenliğime katıldı (1989) ve "Gümüş Zeytin Ağacı" ödü­ lünü kazandı. (Film hakkında bkz.: Şenay Kalkan, "Zengin Mutfağı Beyaz Perdede", Cumhuriyet, 13.4.1988; Gürsel Gu- tan. "Biftekkıran Şener" Güneş, 4.3.1988; Turhan Gürkan, "Zengin Mutfağında Bir Emekçi". Cumhuriyet, 3.2.1994). “Yolcu" (1993), Başar Sabuncumun Nazım Hikmetin adı ilk kez açıkça anılarak aynı adli oyunundan sinemaya aktarılmış ve Tank Akan. Müjde Ar, Halil Ergün ve Berhan Şimşekln oyunculuk katkıları ve Hüseyin Özşahin’in kame­ ra çalışmasıyla gerçekleştirilmiş bir film. Birinci Dünya Savaşımda biri gözünü, diğeri bacağını yitirmiş iki harp malulü Kurtuluş Savaşı sırasında trenlerin uğramadığı bir istasyonda şef (Halil Ergün) ve makasçı (Ta­ nk Akan) olarak görev verirler. Şefin yanında İstanbul'un kenar semtlerinden bir dilber olan kansı (Müjde Ar) da var­ dır ve makasçıyla kaçamak bir gönül İlişkisi içindedir. Asker kaçağı ya da İzinli bir asker olan bir yolcu dördüncü kişi ola­ rak ortaya çıkınca dramatik gerilim artar. Kadın bu kez bu kişiyle oradan kaçmanın imkânlarım arar, ama bulamaz. Arada bir gelip geçen trenlerin dışında film bu dört kişi arasında geçer. Filmde çevrenin çok iyi vurgulanmış bulun­ ması ve oyuncuların virtüozite sağlayacak kadar rahat ve başarılı olduğu kabul ediliyor (Bkz.: Sungu Çapan "Şef, Ka­ rısı, Makasçı ve Yolcu", Cumhuriyet, 26.11.1993; Küçük Bir İstasyonda Yabancılaşan Üç İnsan ve Yolcu" Sinema Gazete­ si, Yıl I, Sayı 12, 20.11.1993).

170 SİNAN ÇETİN

Atıf Yımaz, Zeki Öktetı ve Şerif Görenin yanında asis­ tanlık yaptıktan ve "Halı Türküsü" (1978) adlı orta metraj bir belgesel film çevirdikten sonra, İlk konulu filmi "Bir Gü­ nün Hikâyesi" (1980) ile önemli bir çıkış yapan Sinan Çetin, bu dönemde "Çirkinler de Sever" (1982), "14 Numara" (1985), "Gökyüzü" (1986), "Prenses" (1986) ve “Berlin in Berlin" (1993)1 çevirdi. "Bir Günün Hikayesi", onun, kendi yazdığı senaryoyu Ertunç Şcnkay'm kamerası ve Nizamettin Arlç, Fikret Ha­ kan, Nur Sürer ve Şerif Sezerle filme dönüştürdüğü bir ça­ lışmadır. Kardeşinin ölümü üzerine maden işçisi Mustafa (Fikret Hakan), onun dul karısı Emine (Şerif Sezer) ile evlenmek zo­ runluluğunu duyar. Oysa Mustafa baldızı Zeynep (Nur Sü­ rer)'! sevmektedir. Bu dilemmamı Zeynep'i sevdiği arkadaşı Nizamla (Niza­ mettin Aıiç) evlendirerek çözeceğini düşünür; kendi düğü­ nünü yaparken patronuyla onun ihtilâf halinde olduğu iş­ çileri de dâvet eder. Düğün dağılırken patronun kiralık katil­ leri işçiler üzerine ateş eder ve Mustafa'yı vurup öldürürler. Zeynep de Mustafa'nın arzusuna uyarak Nizam'la evlenir. "Bir Günün Hikâyesi", iyi kotarılmış bir öyküyü İyi oy­ nayan oyuncuların filmi olarak Fransa'da 1982*de düzenle­ nen Hifcres Genç Sinema Şenliği"nde "Halk Büyük Jürisi" ödülünü kazandı. 12. Antalya Film Şenligi'nde Nur Sürer, bu filmdeki rolü için "en iyi kadın oyuncu" ödülünü aldı. Bunu izleyerek Müjde Ar ve llyas Salman'ın oyunculuk ve Ertunç Şenkal'ın kamera çalşımasının desteğini sağlayan Sinan Çetin, çevirdiği “Çirkinler de Sever"de, Anadolu'da film çeken bir yıldızın (Müjde Ar) kendisine ilgi göstermesin­ den etkilenerek ardından İstanbul'a gelen bir köy delikan­

171 lısının (llyas Salman) onun evinde bahçevanlık yaparken; "star"ın gerçek sevgilisinin baskısı olduğunu anlayınca çil* gınca davranışlarda bulunmasının öyküsünü anlatın Film her ne kadar 19. Antalya Film Şenliğfnde (1982) "en başarılı film”, Ankara’da sinema yazarları tarafından Müjde Ar ve llyas Salman "en başarlı oyuncular" seçildi ise* İer de bizce inandırıcı olmayan yakışıksız bir aşk tutkusu* nun kötü oynanmış hikâyesi olmaktan öteye gidememiştir. Ama bunu izleyerek Yavuz Turgul’un senaryosundan yola çıkarak yine llyas Salman ve Şener Şenle, yan oyucular olarak Pembe Mutlu, Ayşen Gruda, Orhan Çağman. İhsan Yüce ve Ahmet Metinin rol aldığı "Çiçek Abbas", Türk sine­ masında bugüne kadar çevrilen en yetkin güldürüdür. Bir minibüs şoförü (Şener Şen) muavininin (llyas Sal* man) ortaklaşa sevdikleri kız (Pembe Mutlu) uğrunda iş ve aşk yaşamlarındaki yarışma ve çatışmalarını veren filmde, "Çiçek Abbas" rolündeki llyas Salmanın âdeta Şener Şed­ den rol çalarak gösterdiği performans, her türlü övgünün üstündedir. 19. Antalya Film Şenliği nde (1982), Yavuz Turgul, bu 'filmle ilgili olarak "en İyi senaıyo yazan" ödülünü aldı. (Film hakkında bkz.: Atillâ Dorsay, Cumhuriyet, 8.10.1982; Nezih Coş, "Sinan Çetinle Konuşma", Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 47, 1.5.1982; "Çiçek Abbas-Bir Mlnibüsçü Masalı", Cumhu­ riyet. 6.8.1984; “Güldürü Sanatçılarının Geçidi-Çiçek Ab­ bas". Cumhuriyet, 12.3.1984). "14 No.", İrfan Yalçın’ın “Genelevde Yas" adlı romanın­ dan Sinan Çetin’in Ömer Uğurla birlikte kotardığı senaryo­ dan Cem Molvan’m kamerası ve Hakan Balamir, Serpil Çak­ maklı, Bülent Bilgiç. Neriman Ulusoy ve Nilüfer Aydan’la çe­ virdiği bir film. "14 No.", köyünden gelip geneleve düşmüş Yaprak (Ser­ pil Çakmaklı) ile onu dost tutmak İsteyen Arap (Hakan Bala-

172 mir) ve saf ve temiz yürekli sevdalısı Necmi (Bülent Bilgiç) arasındaki, sonu Yaprak’ın ölümüyle biten, serüveni anlatır. Film, "toplumun kanayan yaralarından biri olan genelev gerçeğini başarıyla gözönüne seriyor. Sinen Çetinin bu fil­ minde Serpil Çakmakİı da cuk oturmuş" (TVTde 7, 1.3.1992). "14 No." 22. Antalya Film Şenliği'nde (1985) "en iyi ikin­ ci film", Sinan Çetin "en iyi yönetmen" ödülleri aldı. Sinema yazarlarının “en İyi on film" seçiminde (1986) film, 8. sırada yer aldı. (Bkz.: Atillâ Dorsay, “Oslupçu Bir Gelenev öyküsü", Cumhuriyet, 10.1985; Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 134, 15.12.1985). Bu çalışmaları İzleyerek Sinan Çetin siyasal içerikli iki yapıtı; "Gökyüzü" ve "Prenses"! çevirdi. “Gökyüzü"nde bir film yönetmeni (Sinan Çetin) yazdığı siyasal bir öyküyü filme dönüştürmek ister; ama oyuncu kadrosuya ve patronla ça­ tışır ve siyasal nedenlerle hapse girer. Sonradan yapımcılar tarafından mutlu bir öykü anlatmaya zorlanır. Oysa yönet­ men mutlu aşka inanmaz. Sonunda, tüm oyuncular büyük bir boşlukta kalarak yönetmeni sorgularlar. Erdoğan En­ ginin kamera çalışmalarını yaptığı filmin oyuncuları: Sinan ÇeUn’den gayrı Lucie Strobbe ve Ayhan Seçkin. Aytekin Çakmakçının kamera çalışmaları ve Serpil Çakmaklı, Tunç Okan ve Mahmut Hekimoğlu’nun başrol oy­ nadığı “Prenses"te, 12 Eylül öncesinde siyasal olaylara ka­ rışıp polisçe aranan Tank (Tunç Okan) ile onun zoruyla olay­ lara karışan sevgilisi Nevres (Serpil Çakmaklı), bir de ona âşık bir fotoğrafçı (Mahmut Hekimoğlu)yı ele alır. "Prenses", bunlarla birlikte, genç kız için birçok şeylerin simgesi olan ve her yere taşıdığı kırmızı bir koltuğun öyküsünü de anla­ tan 12 Eylül konulu filmlerden biri. “Prenses" diye anılan Nevresln kişiliksiz oyunu bu filmi de diğeri gibi değersiz kılıyor. (Bkz.: Burçak Evren, Hür Dü­ şüncenin Acınası Komikliği", Güneş, 20.2.1987; ismet Ber-

173 ker, "Üzerinde En Çok Tartışılan 12 Eylül Filmi 'Prenses*" Dogmalara Karşı Doğma**, Cumhuriyet, 22*3.1987) Sinan Çetin son filmi "Berlin İn Berlin"! (1993)1 Alman­ ya'da yeni deneyimler geçirerek yıllar sonra çevirmiştir. "Berlin in Berlin", Berlin'de geleneklerine bağlı bir Müs- lüman-Türk ailesinin gelini Dilber (Hülya Avşar) ile isteme­ den kocasının (Zafer Ergin) ölümüne neden olan Thomas (Armin Block) adlı bir Alman gencinin inanılması güç se­ rüveni. Kadının kayınbiraderi Mürtüz (Cem Özer), Thomas’ı kovalarken genç Alman bilmeyerek onlann evine girer ve ka­ dının yatak odasındaki dolabın üzerine saklanır. Orada bu­ lunduğu zaman da eve sığınmış olduğu düşünülerek yaşlı büyükanne (Aliye Rona) ve ölen adamla Mûrtüz’ün babası (Eşref Kolçak) tarafından himaye edilir. Bunların başlangıçta yadırgadıktan Alman zamanla sempatilerini kazanır ve ev­ den ayrılınca artık Mürtüz de onu vuramaz; ve evlenmek is­ tediği yengesini onunla birlikte gitmekten alıkoyamaz. Film çekim üstünlükleri ve hareketli bir kurguyla tek­ nolojik bir başyapıt. Oyuncu seçimi ve yönetimi de çok başa- nlı. Hülya Avşar, İlimdeki, erotik vurgulamalarla oluşturdu­ ğu rolü dolayısıyla Moskova Film Şenliği’nde (1993) "en iyi kadın oyuncu" seçildi. (Bkz. Nükhet Güz, "Berlin in Berlin", ya da Sinemaya Gitmek ya da Eleştiri Yapmak ya da Film Çözümleyebilmek". İletişim. 30 Nisan 1993; Sungu Çapan. "Sinan Çetin’in Sinemaya Dönüşü Belgeleyen ‘Berlin in Ber­ lin’ Eliyüzü Düzgün ve Şamatalı Bir Film-Mürtüz ve Şüre­ kası Karşımızda", Cumhuriyet. 16.4.1993; Ayça Atikoğlu. "Sinan Çetin’den Tema Değil Temaşa", Milliyet, 4.4.1993; aynca bkz.: İsmet Berker’in önsözü ile Sinan Çetin’in senar­ yosu ve ilimin çekim serüveni: Sinan Çetin, "Berlin in Ber­ lin", Plato Yayını, 1993).

174 ( ZÜLFÜ LİVANELi

Müzisyen ve yazar Zülfü Ltvanelinin Yaşar Kemalin T er Demir. Gök Bakır" romanını sinemaya uyarlayacağı duyu­ lunca "Bastım Keçe Oldu. Sivrilttim Külah Oldu" başlığı altında imzasız bir yazıda (Varlık. Sayı 947. Ağustos 1986) "bir keçeci çırağının mesleği nasıl uygulayacağını hocasına anlatması ile alınarak" Zülfü Uvaneli "Yer Demir, Gök Ba- kır"ı yönetecekmiş. Senaryosunu yazmış, müziğini de yapa­ cakmış. Müzik konusunu anladık, senaryo da şaşırtıcı değil. Ne var kİ şu sinema yönetmenliği çok kolay bir şey (sanılı­ yor) olsa gerek. (Hiçbir sinema deneyimi olmadan sırf sine­ mayla ilgili kitapları okumak yönetmen olmaya yeter sanı­ lıyor anlamında)." deniyordu. Livaneli Jürgen Jürges'in kamerasıyla ve Rutkay Aziz, Yavuzer Çetinkaya. Macide Tanır, Serap Aksoy, Eray özbal ve Rana Cabbar'ın oyunculuk katkılarıyla "Yer Demir. Gök Bakır"ı tümüyle doğrudan doğruya sesli ve Türk-Alman or­ tak yapımı olarak çekti (1987). “Yer Demir. Gök Bakır", muhtar Seferin (Yavuzer Çe­ tinkaya) oyunbazlığı yüzünden o yaz Çukurova'da hiç para kazanamamış dağ köylülerinin kışı yoksulluk içinde geçir­ meleri; kasabadaki bakkala borçlarını ödeyemedikleri için haciz korkusu ile bekleşmeleri; bir dayanak ararken mağrur Taşbaş'a (Rutkay Aziz) ermişlik yakıştırıp, ona sığınanların nimi. T er Demir, Gök Bakır". 1987 Cannes Film Şenliğinin “Özgün Bir Bakış" (Un certain Regard) bölümüne seçilmiş, 1987 San Sebastian Film Festivalinde "en iyi yabancı film" ödülü olan OCID’i kazanan, aynı yıl Moskova Film Şenliğin­ de gösterilen; Londra. Rio ve Kudüs festivallerinde davetli olarak gösterime giren bir yapıt. Film Türkiyelde de beğenildi; ve "Anadolu insanının ka­ ra yazgısını anlattığı" uygulanarak; özetle; T aşar Kemal'in

175 evrensel yazını... Zülfü Livanelfnln duyarlığı Türk oyuncu­ sunun içtenliği... ve BatTnm tekniği... İşte Yer Demir, Gök Bakır*,..** tanımlamasıyla övüldü. (Bkz.: HEY, Sayı 9, 28.2. 1987). (Ayrıca bkz.: Femıh Yazıcı, Yer Demir, Gök Bakır"- Uvanelİ’nin İstanbul Çıkartması**, TVTde 7, Sayı 2, İL İ. 1988; Faruk Şüyun, Yaşar Kemalle Yer Demir Gök Bakır Üstüne-Film Şimdiden Başarılı", Güneş, 28.4.1987; Murat- han Mungan, *Türk Sinemasmda Bir Mevsim: Kış**, Söz, 8.1.1988; Atillâ Dorsay, "Türk Sineması Cannes Şenliğinde Başarıyla Temsil Ediliyor-Yer Demir, Gök Bakır* Şenlikte Alkışlarla Karşılandı**, Cumhuriyet, 17.5.1987; Yaşar Kemal, "İnsanlığın Hikâyesinin Filmi", Haftaya Bakış, Sayı 32, 24.5.-6,6.1987; M. Ziya Ölkenciler, "Zülfü Livanelfnln İlk Yönetmenlik Denemesi-Blr Kış Masalı**, Cumhuriyet Dergi, Sayı 62, 26.4.1987; ve Yer Demir Gök Bakır* En Başarılı Yaşar Kemal Uyarlaması-Bûyük Romandan Kar Şiirine", Cumhuriyet, 8.1.1988). Llvanelfnin ikinci filmi "Sis" (1988), bu kez yönetmenin özgün senaryo ve müzik düzenlemesinin, yine Jüıgen Jür- ges*in kamera çalışması ve Rutkay Aziz, Uğur Polat, Aslı Al- tan, Sevtap Parman, Menderes Samancılar, Kenan Pars ve "konuk oyucnu" Elia Kazan ın katkılarıyla gerçekleşmiştir. Yeşilçam ın 12 Eylülü konu alan filmlerinden biri olan "Sis"in konusu şöyle: Yargıçlıktan emekli olduktan sonra avukatlığa başlayan Ali Fırat'ın (Rutkay Aziz) oğullarından biri, 12 Eylül öncesindeki anarşik olaylarda öldürülür ve kuşkular kardeşinin (Uğur Polat) üzerinde toplanır. Bu yüz­ den uğradığı şoka karşın avukat oğlunu hapisten çıkarmak için yol arar. Bir babanın büyük dramını anlatırken siyasal gönder­ meler de yapan "Sis". 28. Antalya Film Şenliğfnde "en iyi ikinci film" ödülünü aldı; 10. Akdeniz Film ŞenliğTnde (Va- lencia, 1989) büyük ödül olan "Altın Palmiye"yi bir diğer filmle paylaştı: ve Akdeniz Sinemaları Buluşmasfnda (Ffcan-

176 sat 1989) büyük ödül olan "Altın Antigone"yi aldı. (Film hak­ kında ajanca bkz.; Turhan Gürkan, “Uvaneli’nin *Sisl Ekran­ da", Cumhuriyet, 18.1.1992; Agâh Özgüç, “Bir Ailenin Par­ çalanma Öyküsü", TVde 7, Sayı 2, 12.1.1992). Zülfü Livaneli’nin üçüncü ve bu dönemdeki son filmi “Şahmaran (Bir İstanbul Masalı)" (1993), Eurimages’ın kat­ kılarıyla yönetmenin Zeynep Avcı ile ortaklaşa yazdığı senar­ yodan Ümit Gülsoy’un kamera çalışmaları ve başrolde Tür­ kan Şoray; yan rollerde Mehmet Baikız, Faruk Peker, Suna Selen, Rana Cabbar, Dilâver Uyanık ve Atacan Arseven’in katkılanyla gerçekleşmiştir. Aslında bir “Binbir Gece Masalı" olan Şahmaran öykü­ sü, Yusuf adlı küçük bir çocuğun (Mehmet Baikız) rastlan­ tısal olarak arkadaşlarıyla girdiği; sonra tek başına bırakıldı­ ğı Bizans kaimlisi Anemas Zindanlarında gizlenen bir ka­ çakçı kadını istemeden ele vermesiyle ilgili olarak anlatılır ilimde. Tıpkı cüzzam illetine yakalanmış bir hükümdan der­ dinden kurtaracak Yılanlar Kraliçesi Şahm aranistem eden yakalanmasına neden olan masal kahramanı gibi. "Şahmaran" son sahnesindeki şahane deniz görüntü­ süyle kapanmasına karşın, tıpkı İrfan Tözüm’ün son filmi “Kızkulesi Aşıklan-Hera ve Leandros" gibi efsaneyle günü­ müz olaylarını karşılaştırmış, başarısız bir film. (Bkz.: “Şah­ maran", Sinema Gazetesi, Yıl I. Sayı 24, 12.3.1984; Atillâ Dorsay, “Bir İstanbul Masalı", Milliyet, 18.2.1994).

MUAMMER ÖZER

Bilecikln bir köyünde doğarak fotoğraf ve sinema me­ rakının kendisini Almanya ve İsveç’e kadar sürüklediği Mu­ ammer Özer; Stockholm’e yerleşerek orada belge filmleri ya da eksantrik kısa filmler çevirerek bir yandan da hükümet desteğiyle açılan bir yan-resmî kuruluşta sinema tekniği ile

177 ilgili dersler vererek sanatını oluşturdu, 1987’den başlayarak İsveç’te yaptığı kısa tümlerden “Toprak Adam" (1969) göçmen sorununa dokunuyor; "Kör­ düğüm" (1968-1970), belgesel ve konulu film karması bir kı­ sa fllm; Türkiye’de çalışma hayatıyla İlgili, Oğuz Makal’ın se­ naryosundan yola çıkarak gerçekleştirdiği "Çıraklar" (1980). Türkiye’de çırakların sorunlarına dokunuyor “Ali" (1981), Avrupa’da iş arayan Türk gençlerinin sorunlarını irdeliyor "Yabancı" (1981). kendi deneyimlerinden de yararlanarak Türk insanının Avrupa’daki yabancılaşma sürecini yansıtı­ yor, "Kulu" (1981), İsveç’te çalışan Kulu’lu Türkler üzerine, (Muammer özer’in kısa ilimleri hakkında bkz.: Alim Şerif Onaran, "Kısa Filmin Bir Gönüllüsü: Muammer Özer", Türk Dili, Sayı 370, Ekim 1982). Çeşitli uluslararası şenliklerde bir çoğu ödül kazanan bu kısa ilimlerle san’atım olgunlaştıran Muammer özer, uzun metrajlı olarak, İsveç’te Mine Film (Kadri Yurdatap) adına “Kardeş Kanı" (1984); Türkiye’de Mine (Dev Kino) Bel­ ge Film adına bir ortak yapım: “Bir Avuç Cennet" (1985) ve kendi firması Kino-Mozaik adına "Kara Sevdalı Bulut" adlı filmleri çevirdi. Kendi senaryosundan Pedro Ramirez’in kamera çalış­ ması ve kendisi ve Mazlum Kiper dışında (Umde rol alan tü­ mü İsveçli oyuncularla gerçekleştirdiği “Kardeş Kanı" (Split- UngTnda İsveç’te yaşayan Karadenizli bir ailenin çözülüşü anlatılıyor. (Bu film hk. bkz.: Attilâ Dorsay, "Yeni Bir Yönet­ mene ’Hoşgetdinî’", Cumhuriyet, 27.11.1985; Yavuzer Çetin- kaya, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 130, 15.ip.1985). “Bir Avuç Cennet", Anadolu’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin iki bireyi: Kâmil (Tank Akan) ve Emine (Hale Soygazi) ve iki çocuğunun mesken sorunuyla babanın iş bulma soru­ nunu ele alıyor. Film Göteborg Şenliği ne İsveç filmi. Berlin Film Şenliği’ne Türk filmi olarak katıldı,

178 “Kara Sevdalı Bulut* adını Nazım Hikmetin bir oyunun­ dan almakla birlikte konu bakımından askerî İdare ve poli­ sin egemen olduğu bir ülkede solcu yayın izleyip sendikalara yazılıp grev hakkını kullanan Sibel (Zuhal Olcay) adlı bir kadının, daha önce tevkif edilip muhbirlik yapan arkadaşı Esma (Şahika Tekand)’ın ihban üzerine tevkif edilip İşkence görmesi ve ırzına geçilmesi üzerine aklını yitirmesi, kocası­ nın (Halûk Bilgin) çaresizliği; sonunda çocuğu ile birlikte bir odaya kapanan karısının öyküsünden oluşur. Filmin sonun­ da büyük annesinin torununa “Kara Sevdalı Bulut* efsanesi­ ni bu öyküye dayanarak anlatışına tanıklık ederiz. Zuhal Olcay’ın üstün bir performans gösterdiği film, dikkat çekmesi ve Muammer özer’in İsveç tebaasından olması ve izinsiz ftlm çekmiş bulunduğu bahanesiyle bir sü­ re yasaklandı; ya da sokulması gecikti. (Film ve hakkındaki yasaklama karan hk. bkz.: Muhsin Kızılkaya, “İkibin Yılın­ dan Günümüze Bir Bakış*. Güneş. 3.1.1988; Levent Okan. “Kara Sevdalı Bulut*, lfsak Fotoğraf-Sinema Dergisi, Sayı 19. Temmuz 1988; Şenay Kalkan, “ Kara Sevdalı Bulut’a Dava*. Cumhuriyet, 19,4.1988; “Özerin Filmi Hâlâ Gözal­ tında*, Cumhuriyet, 13.5.1988; “‘Kara Sevdalı Bulut’ Beraat Etti*, Cumhuriyet, 24.8.1988).

ORHAN OĞUZ

Türk sinemasında en usta görüntü yönetmenlerinden biri olan ve bir çok önemli yönetmene kameramanlık etmiş bulunan Orhan Oğuz, çoğunlukla eşi Nuray Oğuz’un senar­ yolarından yola çıkarak 80’1I ve 90’lı yıllarda beş önemli film çevirdi: “Her Şeye Rağmen* (1987), “Üçüncü Göz* (1988). “İki Başlı Dev* (1990), “Dönersen Islık Çal* (1993) ve “Mani­ sa Tarzanı* (1994). Ankara i. Film Şenliği (1988)’nde “en iyi ftlm* seçilen

179 “Her Şeye Rağmen", Orhan Oğuz'a “en iyi yönetmen". Şerif Sezerce de “en iyi kadın oyuncu" Ödüllerini kazandırdı. Ve Orhan Oğuz birdenbire Türk sinemasının en önemli yönet­ menleri arasına katıldı. Çekimini de Orhan Oğuz'un üstlendiği filmde Talât Bu­ lut, Bülent Oran ve Meral Çetinkaya rol aldı. “Her Şeye Ragmen"de, hapisten çıkınca bir kilisenin ce­ naze arabası şoförlüğünü yapan Haşan (Talât Bulut) Ala­ mana bir gurbetçinin dul karısıyla (Şerif Sezer) tanışır. İlgi duyduğu kadının kendi çocuğu Ahmet'e (Hakan Çırakçı) ka­ yıtsız, avare ve uygunsuz bir yaşamı vardır. Çocuğa Haşan sahip çıkar. Sıradan bir konuyu işlemesine karşın, “Filmin bir in­ sancıllığı, bir sıcaklığı, bir doğallığı var. Orhan Oğuz bir İlk filmden beklenebilecek anlatım aksaklıklarının hiçbirine düş­ memiş... Sinemamızda hak ettikleri yeri bulamamış iki sa­ natçı saydığım Talât Bulut la Şerif Sezer’in oyunları alabil­ diğince yapmacıksız.** (Attilâ Dorsay, “Her Şeye Rağmen Hoş Geldin!*", Cumhuriyet, 27.11.1987) Ankara Film Şenliğfnin jüri başkanı İtalyan cinöast'ı Mario Verdone “Her Şeye Rağmenln “Türk toplumunda çok rastlanan sıradan İnsanların öyküsünü yalın, abartısız ve çok yoğun bir anlatımla anlattığı için" birincilik ödülü aldığı­ nı söyledi (Agâh özgüç, Türk Filmleri Sözlüğü. 2. cilt, Sesam Yayını, 1991). “Her Şeye Rağmen", 5. Avrupa Sinema Festi­ valimde (İtalya) “Eleştirmenlerin seçtiği Avrupa'nın en iyileri" bölümünde “birincilik ödûlü"ne lâyık görüldü (1988). Aynı yıl Cannes Şenliği nde de “Gençlik Ödülü" aldı. Orhan Oğuz'un İkinci filmi “Üçüncü Göz". Tank Akan. Meral Konrat, Selçuk Özer. Ferda Ferdag, Yaman Okay, Ali­ ye Rona ve Orhan Çağman’ın oyunculuk katkılarıyla yine Orhan Oğuz’un kamerasıyla gerçekleştirildi. 1980*li yıllarda pek moda olan film yönelmen ve senar-

180 yoculannın sorunlarını konu edinen filmlerden biri olan “Üçüncü Göz“de Tank Akan da köy kökenli bir yönetmenin çekeceği filmin ön çalışmaları dolayısıyla mekân arayışı ve kafasında düşieyip yaratmak istediği kahramanlarıyla çatış­ malarının psikolojik öyküsü. 2. Ankara Film Şenliğfnde (1989), “Üçüncü Göz", "en iyi üçüncü film" seçildi. Orhan Oğuz da "en iyi yönetmen" seçi­ lirken, Meral Kon rat "umut verenen iyi oyuncu" ödülü aldı. 8. İstanbul Uluslararası Film Festivalinde (1989) "Üçüncü Göz"e, "... Türk sinemasında yaratıcılık sorununa yürekli yaklaşımından dolayı, ‘üstün başarı belgesi' verildi." "İki Başlı Dev", Orhan Oğuz'un "aslında melodrama yatkın (ve Yeşilçam’ın bir çok kez rezil ettiği) bir konuyu, bir “büyük aile dramrnı, örnek bir yalınlık ve özgün bir üslûpla anlatmasını bildiği bir çalışma" (Atillâ Dorsay, “Önemli Bir Çıkış Daha", Cumhuriyet, 7.12,1990). Senaryocu Nuray Oğuz, yönetmen ve görüntü yönetmeni Orhan Oğuz; oyun­ cular Cüneyt Arkın, Sedef Ecer, Fikret Kuşkan, Fuat Özhan ve Meral Çetinkaya. Filmde, bir kaza sonucu gözlerini yitiren İşadamı baskı­ cı bir babanın (Cüneyt Arkın) ve kurumlaşmaya karşı çıkıp gerçek kişiliğini arayan bir oğulun (Fikret Kuşkan) öyküsü anlatılır. Gözlerinin görmediğini yöresine belli etmeden oğ­ lunu gözü yerine kullanır baba. Bunu halleder ama, daha sonra, aralarında anlaşmazlıklar çıkar. “iki Başlı Dev", 10. Uluslararası İstanbul Film Şenliğfn- de (1991) jüri özel ödülü aldı. “Dönersen Islık Çal", bu kez Cemal Şan ın yazdığı senar­ yodan çekilen iki gecekuşunun öyküsüdür: Barmenlik ya­ pan bir cüce (Mevlüt Demiryay) ile geceleri Beyoğlu’nun ka­ ranlık sokaklarında işe çıkan bir travestinin (Fikret Kuşkan). Cücenin köpekleri ve düdüğü ile kurduğu dünyasının içine alt kat komşusu fahişe (Deıya Alabora); onun ezik, Doğulu

. 181 kocası ve pezevengi Adıgüzel (Menderes Samancılar) da kan* şır. Toplumdan dışlanmış, aykırı iki insanın dostluğu, arka­ daşlığın ve dramatik bir sona yönelen kaderleri üzerine ku­ rulu “Dönersen Islık ÇaT\ Filmde geceleyin Beyoğlu çekimleri olarak mekânın veri* llşi ve ışığın kullanımı harika* Kuşkan hayatnm rolünü oyna* mış. ödül alamaması yadırgatıcı. Buna karşın, Orhan Oğuz, 5* Ankara Film Şenliğimde (1993) “en iyi görüntü yönetmeni", sa­ dece kendini oynamaktan öte bir işlevi olmayan Mevlüt Demi* tyay ise 7. Adana Atın Koza Film Şenliğimde "jüri özel ödülü" aldı. "Dönersen Islık Çal", ayrıca, 15. Montpeilier Akdeniz Sine­ ma Festivalimde (1993) "Genç Seyirci Ödülü" (FTix de Jeune Pubİle) aldı. (Bu konuda ayrıca bkz.: Mehmet Basutçu, * Festi­ vale Gidersen, İslıkça!*", Cumhuriyet. 12.11.1993). Orhan Oğuz, son filmi, Türkiye'nin ilk çevrecilerinden olan Manisa Tarzanı (Ahmet Bedevinin yaşamı üzerine eşi­ nin son yazdığı senaryodan (Nuray Oğuz yazdığı bu senaryo­ nun filme dönüştüğünü göremeden yüksek tansiyonu dola­ yısıyla henüz genç sayılacak bir yaşta vefat etti) Tadat Bulut (Manisa Tarzanı) ve Serap Sağlar (Hatice öğretmendin başrol oynadığı “Manisa Tarzanı"nda görüntü yönetmenliği de yaptı. (Henüz piyasaya çıkmadığı için tam bir değerlendirme yapamadığımız film hakkında Basmada çıkan çeşitli yazılar arasında bkz.: Nilgün Toptaş, "Her Yönetmenin Mücadelesi Bireysel", Cumhuriyet, 28.10.1992; Ümit Otan, "Manisa Târ- zanından Çevre Dersleri", Cumhuriyet, 12.12.1993).

TEMEL GÜRSU

1970’de ilk filmi “Dikkat Kan Aranıyorsa gerilimli bir polisiye film yapıp dikkatleri üzerine çektikten sonra ve 19901ı yıllarda Hale Soygazi ve Aytaç Armanla “Çocuğumu İstiyorum" (1973), Perihan Savaş ve Aytaç Arman la bir baş­

182 ka gerilim filmi "Hostes" (1974); Yılmaz Güneyin senaryo­ sunda Azra Balkan ve Halil Ergün'le "İzin" (1975)’le ilk izle­ nimini sürdürmekteyken; büyük çoğunluğunu Ferdi Tayfur, İbrahim Tatiıses, Orhan Gencebay, Ercan Turgut, Coşkun Sabah, Gökhan Güney, Küçük Emrah, Küçük Ceylân. Kiba- riye, Neş’e Karaböcek gibi şarkıcılarla müzikli Arabesk film­ ler çeviren Temel Gürsu, bir yandan da 80’li yıllarda “Gırgı- riye’de Cümbüş" (1983), "Gırgıriye’de Büyük Seçim" (1984) gibi; "İlişki" (1983), "Sekreter" (1985), Temas" (1987), "Pem­ be Düş Sokağı" gibi cümbüş ve çoğunlukla seks filmleri çe­ virerek ümit kırıcı bir duruma düştü. Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkarak Banû Al- lcan, Faruk Peker ve Engin Çağlarla Sertaç Karan ın kamera çalışmaları yoluyla gerçekleştirdiği "İlişki", sırf dönemin ün­ lü erotik oyuncusu Banû Alkan’m vücudunu doğal dekorlar içinde vermek için yapılmış izlenimi bırakıyor. Filmde foto­ modellik yaparken aşka tutulan ve bu yüzden başına gelme­ dik iş kalmayan Pınar’ı oynuyor Banû Alkan. Marmaris’te bir yandan tatil yaparken, bir yandan da reklâm filmi çevi­ rirken Kaptan Muratla (Engin Çağlar) tanışıp ona âşık olur. Faruk Peker ise kulağı küpeli, esrarkeş ve sapık eğilimli bir erkek fotomodeli canlandırıyor. "Sekreter" (1985), Suphi Teklnerln senaryosundan kay­ naklanıyor. Ertunç Şenkay’ın kamerasıyla Hülya Avşar’ı (Hülya), Tolga Savaş’ı (Erkut), Neriman Köksal'ı (Erkut'un annesi), Muhip Arcıman’ı (Erkut’un babası), Güzin Doğan ı (Belkıs), Ali Süruriyi (Ragıp), Mümtaz Alparslan’ı (Faik). İh­ san Devrim’i (Fazlı) olarak resimliyor. Uludağ’da tanışıp birbirini seven fakir kız Hülya (Hülya Avşar) ile zengin aile çocuğu Erkut (Tolga Savacıfnın aşk öy­ küsü anlatılır filmde. Evlenme ümidiyle birlikte olan iki genci Erkut’un baba­ sı (Muhip Araman) engeller ve ortağı Faik (Mümtaz Alpars­ lan) ile bir kumpas kurarak şirkette çalışan kızı. Erkut a kö­

183 tü yoldaymış gibi gösterirler. Erkut, teyze kızıyla evlenir. Hül­ ya. arkadaşı Belkısln yanında gayrı meşru çocuğunu büyütür; sonra da iflâs etmekte olan Erkut’un babasının şirketine ken­ disini himaye eden Ragıp Saka nın (Ali Süruri) yardımıyla sahip olur. Mutlu edemediği Erkut’tan teyze kızı ayrılır ve onu, kendi­ sini hâlâ sevdiğini anladığı Hülyaya terkeder. Televizyonda sansüre uğrayarak “Sırılsıklam* adıyla gösterilen ‘Temas’* (1987), bu kez bir başka güzel oyuncu Harika Avcı ile Ekrem Bora ve Engin Koç üçlüsünü perdeye getiriyor. Senaryoyu Arda Uskan yazmış; Ertunç Şenkay da görüntülemiş. ‘Temas* hareketli, kotralı deniz sahnelerinin de yer al­ dığı: kıskançlık, intikam ve cinayet öğelerinin bolca kulla­ nıldığı bir aşk ve macera öyküsü anlatıyor. Bir video ilimi olan “Pembe Düş Sokağı*, yine Arda Us- kanln senaryosunu füme çeken Ertunç Şenkay'la ve Banû Alkan, Engin Koç, Neriman Köksal, Aitan Erbulak ve Reha Yurdakul'un oyunculuk desteğiyle gerçekleşmiştir. Filmde zengin bir ailenin tek çocuğu olan Engin (Engin Koç), Nilüferle (Banû Alkan) tanışır ve ona aşık olur. İlk günler pek sorun çıkmaz ama, bir süre sonra Engin ondan bıkar ve Nilüferi terkeder. Bunun üzerine Nilüfer onu tehdi­ de başlar. Sonra Engin Nilüferi öldürür, ve boğulduğu izle­ nimini yaratmak ister. Ama geride bazı ipuçları bırakmıştır. Çok film çeviren, çoğu Arabesk melodramlardan oluşan, kimilen de salon filmi olan bu çahşmalannda Temel Gürsu yeteneğini harcamış görünüyor.

ÜMİTEFEKAN

Sinema oyuncusu Efgan Efekan ın kardeşi olan Ümit Efekan, 1977‘de Müjde Arla gerçekleştirdiği “Günahın Bede- İFni izleyerek yine aynı oyuncuyla iki film daha [“Sarmaş Dolaş* (1977) ve “Töre* (1978)1 çevirerek tutarlı bir çıkış yap­

184 tıktan sonra 8011 yıllarda ilkin Temel Gürsu’nun düştüğü Arabesk tuzağına kapılmış göründüğü Ferdi Tayfun Ümit Besen, Küçük Emrah gibi Arabesk şarkıcı ve türkücülerle kimi İlimler çevirdikten sonra kendini toparlayarak (iyas Sal­ manla beğenilen güldürüler (“Aptal Kahraman" (1983)t "Şaş­ kın Ördek" (1983), "Kızlar Sınıfı" (1984), "Deliye Her Gün Bayram” (1985), "Ya ya ya Şa şa şa" (1985) ve Aydemir Ak­ başla bir sulu güldürü: "Lodos Zühtü” (1984) çevirmesi dı­ şında; Temel Gürsu'nun namına çoğu piyasa işi, ama halkın beğenisini kazanan, Metin Erksan'ın senaryosundan Burçin Oraloğlu ve Yaprak Özdemlroğlu ile "Fırtına Gönüller" (1984), Derya Arbaş ve Efgan Efekan’Ia “Alev Gibi” (1986), Harika Avcı ve Tolga Savacı ile "Sıcak Yatak" (1986), Tank Akan, Zuhal Avcı ve Melike Zobu ile "Halkalı Köle" (1986), Kadir İnanır ve Perihan Savaşla "Yarınsız Adam" (1987), Cihan Ünal ve Harika Avcıyla "Kalbimdeki Düşman" (1987), Fatma Girikle "Bu Devrin Kadını” (1988) ve “Kadın Dul Kalınca" (1988); Hülya Avşar’la "öğretmen Zeynep" (1989) ve Gülşen Bubikoğlu ile “Madde 438" (1990) gibi filmler çevirdi. Onun eleştirmenlerce en iyi filmi olarak kabul edilen “Halkalı Kö­ leden ve son iki filminden söz edelim: "Halkalı Köle”. Bekir Yıldızın "Halkalı Köle" ve “Aile Sa­ vaştan” adlı romanlarından Haşmet Zeybeksin uyarladığı bir senaryodan yola çıkarak Salih Dikişçimin kamera ve Mevlüt Koçak'ın kurgu çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Karısı (Zuhal Olcay) ve sevgilisi (Melike Zobu) arasında kalan bir yazarın (Tarık Akan) ilişkilerini irdeleyen filmde uzun diyaloglara yer verilerek tiyatromsu bir hava estirilse de, Zuhal Olcay’ın harika oyunu "Halkalı Köle"ye revnak ve­ riyordu. (Bkz.: Atillâ Dorsay, "Sinemada Bir Evlilik Belgesi", Cumhuriyet, 16.1.1987; Fatih Özgüven, Ezilen Erkekler Bir­ leşiniz", Yeni Gündem, Sayı 46, 18-24.1.1989). "Öğretmen Zeynep", Safa önaTm senaryosu ve Hakan Gürtop’un kamerasıyla gerçekleşen “öğretmen Zeynep” Hül­

185 ya Avşariın başrol oynadığı» bir gangsterin (Kuzey Vaıgın) oğlunu özel olarak eğiterek kazandığı parayla nişanlısıyla (Bülent Bilgiç) evlenmek hayalleri kuran bir lise öğretmeni­ nin dramım vermektedir (Tipik bir Ycşilçam ilimi). "Madde 438”, Mersin'de» kendisine saldıranların» fahişe olduğu iddia edilerek, cezalarının üçte iki oranında eksildiği N.T. adlı kadının ve suçluların durumunu irdeleyen bir film. Kültür Bakanlığının parasal desteği ile çevrilen filmin sena­ risti Erdoğan Tünaş» görüntü yönetmeni Çetin Gürtop. oyuncuları; Gülşen Bubikoğiu, Hakan Ural ve Berhan Şim­ şek. Ne yazık ki film aldığı krediyi hakedecek sonuca ulaşa­ madı.

ŞAHİN GÖK

Uk filmi "Kurban OldugunTu 1990 yılında çeviren ve ça­ lışması eleştirmenlerce “kötü bir hikayenin kötü biçimde an­ latılmış filmi" olarak değerlendirilen (Bkz.; Atillâ Dorsay» Cumhuriyet» 15.1.1982) Şahin Gök bundan önceki iki yö­ netmenin düştüğü hataya kapılmaktan (yani» her ne kadar Hülya Süer» Orhan Gencebay ve Gökhan Güneyle birkaç film çevirmişse de» Arabesk şarkıcılara pek takılmadan), ço­ ğunlukla eli-yüzü düzgün toplumsal ve psikolojik ağırlıklı filmler çevirmiştir. Bunlar arasında bir “Postacı Kapıyı İki Kez Çalar" uyar­ laması olan “Sarı Belâ" (1985) ve Burhan Arpad’m aynı adlı kitabından Safa önal'ın senaryolaştırdıgı ve Serpil Çakmaklı ve Hakan UraTın başrollerde görüldüğü “Alnımdaki Bıçak Yarası" (1987) bir yana bırakılırsa: çoğunu Serpil Çakmaklı ve Banû Alkan'la çevirdiği filmler dışında “Ponente Feneri" (1988)» “Eskici ve Oğullan" (1990) ve son filmi “Kıztlırmak- Karakoyun" (1993)r onun üzerinde durulmaya değer filmleri­ dir.

186 “Ponente Feneri”, Zeynep Avcı/Işıl Kasapoğlu İkilisinin senaryosundan yola çıkılarak Erdoğan Engin'in kamera ça­ lışmaları ve Hülya Koçylğit, Hakan Balamlr, Mine Çayıroğlu, Kâzım Kartal ve Meral Yavuzer gibi sanatçıların oyunculuk katkıları ile gerçekleştirilmiş. “Issız bir yan-adada yaşlı an­ nesi ve iki kızıyla yaşayan fenerci kadınla (Hülya Koçyiğü) adaya sığınan kimliği meşhui bir yabancının (Hakan Bala- mir) psikolojik öyküsü* Şahin Gök, oldukça başarılı bir yapıt çıkarmış ortaya. Film, psikolojik yapısına uygun bir görsellik sağlayarak diyalog açısından çok ekonomik olan senaryoya belli bir akıcılık kazandırmış” (Ali Hakan, “Beklenmeyen Ba­ şarır, Sabah, 4*5*1990), “Eskici ve Oğullan” Orhan Kemal’in romanından Şahin Gök'le Yaşar Güner'in çıkardığı senaryoya dayanıyor* Trab­ lus Savaşı gazisi topal bir eskicinin, oğullarıyla çatışması üzerine kurulu. Başrolde Fikret Hakan, yan rollerde Kadir İnanır, Levent inanır, Menderes Samancılar, Güzin Özipek var* Eskici rolünde büyük bir performans gösterdiği halde Fikret Hakan'ın tiyatromsu oynadığı gerekçesiyle (oysa bu rolün ancak teatral oyunla Üstesinden gelinirdi), o yıl (1990) Adana Film Şenltği'nde “en iyi oyuncu ödülü” alamaması bü­ yük bir haksızlık oldu* Şahin Gök'ün son filmi, Nazım Hlkmet’ln Ercüment Er takma adıyla yazdığı senaryoyu yeni bir yorumla ele alan Tuncer Cücenoğlu'nun hazırladığı senaryodan yola çıkarak Salih Dikişçinin filme aldığı “Kızılırmak-Karakoyun” (1992)' dur* Başrollerde Berhan Şimşek ve Meral Oğuz; yan rollerde Tuncer Necmioglu, Berna Lâçin, Kâzım Kartal ve Cemal Gencer görülüyor* Yörük obasının beyi Hüseyin Ağanın (Tuncer Necmioğ- lu) kızı Hatice (Berna Lâçin) ve kansı Zehra (Meral Oğuz) ço­ ban Selİm'e (Berhan Şimşek) âşıktır* Hüseyin Ağa'nın borç­ landığı Ali Ağa (Kâzım Kartalının oğlu Mehmet (Cemal Gen­ cer) de Hüseyin Ağa'nın kızı Hatice'ye taliptir. Oysa Selim'le

187 Hatice birbirlerini sevmektedirler. Köyün yaşlılarında birinin erken davranarak, Ali Aga'dan önce Selim’dcn yana Hatice*- ye talep olması ve Selimin de olmaz bir koşulu (susuz bıra­ kılan sürüyü ırmaktan su içmeden geçirmek koşulu) yerine getirmesi km ona kazandırır. Bu durumda Ağa’nın kansı kara sevdalı Zehra, kendini Kızdırmakla atarak İntihar et­ mek zorunda kalır. İşlenişi bakımından daha önce Muhsin Ertuğrul’un (1947) ve Lütft Ömer Akad’ın (1967) çevirdiği versiyonlardan epeyce farklı olarak ve "Kızılırmak efsanesi" âdeta çarpıtüarak ger­ çekleştirilen film, daha gerçekçi bir tema ve tiplemeler üze­ rinde geliştirildiği halde, üç çevirimin en iyisi olamıyor. *

YAŞAR SERÎNER

İlk filmi "Güneşten de Sıcak"ı, 1976*de Müjde Ar, Salih Güney ve Cemal Gen çerle çeviren Yaşar Seriner, 19801i yıl­ larda "Kuduz-Çocuklar Çiçektir" (1983), "Dil Yarası" (1984), "Sevgi Çıkmazı" (1986), "Kiraz Çiçek Açıyor" (1990) adlı film­ leri çevirdi. "Dil Yarası" Serinerln Orhan Gencebay ve Yaprak Özde- miroğlu’nu başrolde oynatarak Suphi Tekinerln senaryosu­ na Erdoğan Enginin kamerasıyla görsellik sağladığı bir kur­ deledir. Babasmın katilini bulmak için İstanbul'a gelen taş­ ralı bir gencin (Orhan Gencebay) öyküsüdür bu. Önce bir işe girer. Görevi, bir iş adamının (Tuncer Necmioglu) kızını (Yap­ rak özdemiroğlu) korumaktır. Bir süre sonra iki genç ara­ sında duygusal bir yakınlık başlar. Ancak delikanlı bu sı­ rada vurmak istediği adamın patronu olduğunu öğrenince zor bir seçimle karşı karşıya kalır. Filmin asıl önemi Gence- bay'dan dinlenen şarkılardadır. “Sevgi Çıkmazı", Mehmet Aydıncın senaıyosundan Kadir İnanır, Harika Avcı, Neslihan Acar, Bülent Ufuk, Fatoş Sezer

188 ve Osman Yağmurdereli’nin oyunculuk katkıları ve Erdoğan Engin’inkamerası ile gerçekleşmiştir Yaşar Sertner'in Halit Çapın’ın öz-yaşamını anlatan “Bay Alkolü Takdimimdir" adlı TV dizisinden sonra çektiği “Sevgi Çıkmazı**» sinemamızda birçok kez denenmiş üçlü aşk İlişkilerine yeni bir soluk getirmeye çalışıyor; ama tam ba­ şarı sağlayamıyor Onun gerçekten anılmaya değer iki yapıtı “Kuduz-Ço- cuklar Çiçektir** ve “Kiraz Çiçek Açıyor"dur. “Kuduz - Çocuklar Çiçektir**» 1942 yılında Derviş Pınan köyünde geçen gerçek bir olaydan yola çıkarak Safa önafın yazdığı senaıyoyu Muzaffer Turan’ın» Tank Akan» Necla Na­ zır. Mes*ut Çakarlı» Hayati Hamzaoğlu» Tuncer Necmioglu, Neriman Ulusoy» Suna Selen ve İsmail Hakkı Şenle görün­ tülemesinden oluşmuş. Evlenmesine karşı çıkan bir babanın kızıyla (Necla Nazır) onu kaçırmak zorunda kalan ayağı topal bir köy delikanlısının (Tank Akan) öyküsü bu. Ama araya kuduz bir köpekle ısırdığı çocuklar girince ve bunlann ku­ durmadan kasabaya ulaştırılmasının gerekliliği ortaya çıkın­ ca film bir aşk öyküsünden çok bir gerilim (suspance) öykü­ süne dönüşüyor. Yaşar Seriner. sade ve yalın anlatımıyla Yeşilçam*a yeni bir soluk getiriyor. (Turan Aksoy. Tele-Magazin, 20.3.1984). “Kiraz Çiçek Açıyor**» Macit Koper*in senaıyosu. Erdoğan Engin*in kamera çalışması ve Nur Sürer, Halil Ergün» Bülent Bilgiç» Menderes Samancılar ve Eray özbahn oyunculuk katkılarıyla gerçekleşmiş. Kiraz (Nur Sürer) kocası Almanya’da kalıp kendisini aramadığı bir genç kadın. E5 yolunun kenarlarında» geçen kamyoncularla düşen kalkan bir hayat kadını. Ama her eve dönüşünde köyde oturanlarca hoş karşılanmayan bir insan varlığı. Kamyon kasalarında tüketilen bir yaşamı canlandı­ ran Nur Sürer bu rolde olağanüstü başarı sağlıyor.

189 Ancak yönetmen, Kiraz’ın psikolojik dünyasına gerekli ağırlığı verememiş izlenimi bırakıyor (Bkz.: Burçak Evren, “Kamyon Kasalarında Tüketilen Yaşam*, Güneş, 17,3.1991),

KAYA EREREZ, YAVUZ FİGENLİ, AYKUT DÜZ ve ÜMİT ELÇİ

İlk filmi “Vahşi ve Tatlı"yı Yaşar Seriner*in senaryosun­ dan yola çıkarak 1978'de çeviren Kaya Ererez, bu dönemde Derya Arbaş ve Engin ÜnsaTla “Bitmeyen Sevda* (1986) Hül­ ya Avşar’la “Dağlı Güvercin* (1986), Tank Akan ve Sibel Tur- nagölle “Skandal" (1987), Küçük Emrahla “Acı" (1988), “Es Deli Rüzgâr" (1988) ve “Seninle İlk Defa" (1988)yı çevirdi. Birlikte çalıştığı diğer senaryocular; Sefa Önal, Erdoğan Tünaş; görüntü yönetmenleri; Hüseyin Ererez, Erdoğan Ere­ rez. “Dağlı Güvercinin, “SkandaTın, “Es Deli Rüzgâr Es"in, “Seninle Bir Defa"mn ve “Bitmeyen Sevda"nın görüntü yö­ netmenliğini de kendisi yapmış; “Bitmeyen Sevda"nın senar­ yosunu da kendisi yazmış. Filmleri halkın nabzına göre şerbet veren türdendir. Yi­ ne de kendi firması (Rüzgâr Film) adına Tank Akan ve Sibel Tumagölle çektiği hapse girip çıkan ve işsiz kalan bir gaze­ teci olan Çetin frank AkanVle tanışıp seviştiği manken Sibel (Sibel Tumagöl) arasındaki ilişkiyi ve gazetecinin hariçten iz­ lediği bir hayali İhracat çetesinin faaliyetlerini saptarken Si­ bel'in çete reisinin metresi olduğunu anlayınca yıkılmasının öyküsünü anlatan “Skandal", oyuncuların katkısı dolayı­ sıyla öteki filmleri aşmıştır. Yavuz Figenli, bu dörtlü grubun en eskisidir. İlk filmi “İntikam Fırtınasını 1966’da çeviren Figenli, 1980 yılına kadar 82 film çevirmiş; bir çoğu seks komedisi olan bu film­ lerin büyük çoğunluğunu, önemli bölümü ikinci sınıf oyun­

190 cular olmak üzere Salih Güney, Tamer Yiğit, Tanju Korel, Behçet Nacar, Tugay Toksöz, Mahmut Hekimoğlu, Aydemir Akbaş gibi aktörler ve Erol Taş, Kâzım Kartal gibi karakter oyuncuları; Sevda Ferdağ, Zeynep Aksu, Melek Görgün, Nükhet Egeli, Piraye Uzun, Feri Cansel, Yeşim Yükselen, Mine Mutlu, Figen Han, Zerrin Egeliler ve Dilber Ay gibi akt­ rislerle çevirmiştir. 19801i yıllarda aynı çabayı sürdürerek çevirdiği filmler arasında “Dişi Köpek" (1980). “Yılan" (1980) seks komedileri­ nin güncelliğini yitirmesinde sonra; Perihan Savaş ve Fikret Hakan'la çevirdiği “Alkol" (1985), Gökhan Güney ve Sema Feker'le çevirdiği “Seni Sevmeyen ölsün" (1986), Arif Susam ve Selin Dilmenle çevirdiği “Kader Utansın" (1989), Mahmut TUncer ve Ceylân Altuğla çevirdiği “Muhteşem Urfah" (1987), yine Mahmut Tuncer ve Arzu Aydınla çevirdiği “Yeter" (1988) gibi çoğu Arabesk melodrama kaçan filmler üretti. Figenli halkçı filmlerin yorulmaz bir emekçisidir. Aykut Düz, ilk filmi “Talihsiz MeıyemT 1968*de çevir­ dikten sonra, bir önceki dönemde seks komedilerinin ve se­ rüven filmlerinin furyası içinde Tamer Yiğit* Tanju Gürsu, Behçet Nacar, Serdar Gökhan, Ünsal Emre, Hadi Çaman, Kâzım Kartal, Bülent Kayabaş; Hülya Darcan, Müşerref Tez- can, Zeynep Tedü, Ceyda Karahan, Sevda Nur, Gülgûn Er­ dem, Meral Orhonsay. Müge Güler, Zerrin Doğan, Necla Fide gibi daha çok İkinci sınıf oyuncularla film çevirdi. Seks film­ leri furyası geçip yeniden salon ilimlerine dönüldüğü 8011 yıllarda, daha çok Cüneyt Arkm, BulutAras, Tank Tarcan, Yılmaz Zafer gibi erkek; Meral Orhonsay, Nazan Saatçi, Zü­ hal Olcay, Özlem Onursal gibi kadın oyuncularla eli-yüzü düzgün filmler çevirdi. Bunlar arasında; Cüneyt Arkın'la çevirdiği “İntikam Ye­ mini" (1980), “Kanun Kanundur" (1984); Bulut Araş'la çevir­ diği bir Amerikan-Türk ortak yapımı olan “Kırmızı Kelebek" (1982) ve “Kahreden Kurşun" 11983); Yılmaz Zafer ve Zuhal

191 Olcay'la çevirdiği “Otelde Cinayet” (1986) ve “Genç ve DuT (1986) vardır. Aykut Düz de* daha çok, halkçı filmlerin yorulmaz emekçilerinden biridir. Ümit Elçi, bu dönemde* roman uyarlaması üç filmiyle: “Kurşun Ata Ata Biter” (1985), “Bir Avuç Gökyüzü" (1987) ve “Mem-u Zin” (1991) İsim yapmıştır. Elçi, sinema dilini kav­ ramış, sinema gustosu yerinde bir yönetmen izlenimi bira- tayor. Tank Dursun K(akınç)*m aynı adlı romanından Tank Dursun ve Şener Gezgen'in katkıiaıyla uyarladığı senaryo­ dan yola çıkarak Orhan Oğuz'un kamera çalışmaları ve Ha­ kan Balamir, Meral Orhonsay, Zuhal Olcay, Ahmet Mekin, Selâhattin Bilâl ve YugoslavyalI sanatçı Lütfi Feyzullah'ın oyunculuk verileriyle çevrilen "Kurşun Ata Ata Bİter"de, Gü­ ney Doğu Anadolu'da, sınırlarda kaçakçılık yapan üç arka­ daştan birinin mayın tarlasında ölmesinden sonra yaşanan olaylar; özellikle geride kalan iki kaçakçıdan birinin, ölenin kansı ve diğerinin bir başka kadınla ilişkisi ve bu kadınların beklentileri; sonunda kaçakçılardan birinin yaralanarak ba­ cağını kaybetmesi ve bir ağanın yardımıyla bakkal dükkânı açması; sının geçmeleri İçin yardım ettiği ne idüğü belirsiz iki anarşistin ağa ile birlikte onu da Öldürmesinin öyküsü anlatıyor. Ahmet Mekin, Zuhal Olcay, Meral Orhonsay ve Lütfi Seyfullah’ın inandırıcı oyunlan ve çevrenin iyi değerlendiril­ mesi ile film de değer kazanıyor. "(Tutulan) bir romandan yola çıkan, bu arada kendi si­ nema kişiliğini de ortaya koyan Ümit Elçi, özgün bir Türk fil­ mi yaratmış.” (Hayri Caner, “Dev Romandan Yaratılan Süper Film", Hürriyet Kelebek eki, 6.12.1985). (Bir başka görüş için bkz.: Atillâ Dorsay. “Kaçakçılık Üstüne Bir Kadın Filmi", Cumhuriyet. 18.9.1985).

192 "Bir Avuç Gökyüzü", Çetin Altan'ın aym adlı romanın­ dan Omit Elçi nin kendisinin uyarladığı senaryonun Aytekin Çakmakçı nın kamerasıyla Aytaç Arman, Şahika Tekand, Zuhal Olcay ve Engin İnal la resimlediği bir konuyu yansı­ tıyor Bir süre için tutuklandıktan sonra salıverilen» ama her an yeniden tutuklanma korkulan içindeki bir siyasi sanığın (Aytaç Arman) sorunlarını karısı (Zuhal Olcay) ve sevgilisi (Şehika Tekandfnin sorunlarıyla birlikte irdeliyor: cezası ke­ sinleşip yeniden tutuklanması sırasında gizli görevli olan bir çocukluk arkadaşından (Engin İnal) nafile yere yardım bek­ lediği anlatılıyor filmde. (Bkz.: Serdar öztürk, "Atacak Barut Kalmayınca", Nokta, Sayı 8, 28*2.1988: Atillâ Dorsay, "Sevgi ve Nefretin Gelgiti", Cumhuriyet, 4.3.1988: Burçak Evren, Güneş, 11.3.1989: Erdal Çetin, Milliyet, 10.3.1988 ve İbra­ him Altınsay, Hürriyet, 10.3.1988). "Mem-u-Zin", Kürt yazan Ahmed-i Hanfnin bir tür Ro­ meo Jülyet ya da Leylâ ile Mecnun öyküsü olan aynı adlı romanından yapıtın aslına alabildiğince bağlı kalarak uyar­ ladığı senaryodan Meltem Doğanay, Yalçın Dümer, Halil Er- gün ve Füsun Demirelle çevrilmiş Kürt kültüründen soyut­ lanması olanaksız bir eser. Yatçın Dümer tam bir “Mem" (Memo) olduğu gibi, sinemada ilk deneyimi olmakla birlikte Meltem Doğanay da tam bir Zin (Zeyno) olarak başarı sağlıyor. Füsun Demirel de başarlı; ama Halil Ergün için aynı görüşü ileri sürmek olası değil. Doğu Anadolu'nun, olayın geçtiği gerçek yörelerinde çekilmiş film. (Bkz.: Ahu Antman, "300 Yıllık Kürt Trajedisi", Cumhuriyet, 18.1.1992; Refik Durbaş, “KürtDestanı Beyaz Perdede", Cumhuriyet, 22.7.1991).

FİKRET UÇAK, ESER ZORLU, ARTUN YERES ve FARUK TURGUT

Metin Erksan'ın asistanlığından sinemaya geçen Fikret Uçak, ilk filmi "Sonsuz AcTyı 1960*da çevirdikten sonra:

193 1980’e kadar, “ölüm Kayalıkları" (1961), “Utanç Kapılan" (1967), “Hacı Bektaş-ı Veli" (1967), "Tarkan Camoka^a Kar­ şı" (1969), “Koçum Ali" (1970), “Kurt Kapanı" (1973), “Ca­ fer’in Nargilesi" (2974), “Bize Koca Gerek" (1975), “Parola Kartal" (1976) gibi serüven ve güldürü filmlerine İmzasını at* tı; çalışmalarına bir süre ara verdikten sonra, 1980H yıllar­ da yine çoğu İkinci sınıf sanatçılarla “Azrail’in Elçileri" (1983), “Mayın" (1987). “Girdap" (1988) gibi serüven filmleri; "Çakır- calı Mehmet Efe" (1987) ve "Efeler Diyarı" (1987) gibi efe filmleri ve “Izdırap Çocuklan" (1988), "İlk Aşk" (1989) ve "Te­ celli" (1989) gibi melodram ya da şarkılı melodram filmleri çevirdi. Eser Zorlu, ilk filmi "Sevgi Damlacıklan"nı 1985te çevirdikten sonra hemen hepsinin senaryolarım eşi Yasemin Zorlu’nu yazdığı "Kıskançlık yüzünden kocasını öldüren bir kadının dramını yansıtan "iki Zarf Bir Hayat" (1988). “Kocası öldükten sonra kızıyla birlikte hayatta tek başına kalıp son­ radan pavyona düşürülen bir kadının öyküsü"nü anlatan Toplumun Kadım" (1988), “Bir ceza avukatı baba ile homo­ seksüel ilişkiler içinde olan oğlunun öykü$ü"nû anlatan “Acı­ lar Paylaşılmaz" (1988) "Yalnız Bir kadınla yaşamına giren kaçak bir soyguncunun öyküsü"nü yansıtan “Yağmur Baş­ ladı" (1989) ve “Özürlü bir Çocuğun dramatik öyküsünü ve ona yakınlık gösteren bakıcısının insancıl davranışrnı anla­ tan “Yorum Yok" (1990) onun bu dönemde çevirdiği filmler­ dir. Sumru Yavrucuksun sinemada ilk kez görüldüğü halde sonraki başarılı oyunlarına yol açan bir performans göster­ diği “Yorum Yok" spastik bir çocukla ilgilenen duyarlı bir­ kaçlım oynadığı film olarak önemli olduğu gibi: 27. Antalya Film Festivali jürisi tarafından Âdem Kart’a da "kendi ya­ şamım canlandırdığı bir sinema filminde rol alma yürekli­ liğini göstermesi ve spastik insanlarla dayanışma duygulan içinde bulunması" dolayısıyla “onur plâketi" verildi.

194 Eser Zorlu’nun özellikle “Acılar Paylaşılmaz” ve “Yorum Yok”ta olduğu gibi son ilimlerinden “Aids”te (1994) de maıjl- nal bir konuya yaklaştığını; Yasemin Zorlu nun senaryosun­ dan yola çıkarak şarkıcı Selâhattln Cesurla çevirdiği filmde; bir travesti olan arkadaşından* onun bu durumunu bilme­ den, hastayken aldığı kanla aids’e kapılan ve bu yüzden giz­ lendiği yerde “flash back“le başından geçenleri düşünen biri­ nin dramı anlatılıyor filmde. Bir şarkıcı melodramına dönüş­ türülen film* kötü oynanmış, kötü yönetilmiş izlenimini bıra- luyor. (Aynı konuyu işleyen ve başoyuncusu Tom Hanks’e Oscar ödülü kazandıran Jonathan Demme’nin “Philadelp- hia”sıyla kıyaslanınca ne demek istediğimiz kolayca anla­ şılır). Eser Zorlu Yeşilçam’ın ele almadığı konulara eğilmesi ya da ele aldığı konuları değişik bir bakışla yorumlaması bakı­ mından ilginç bir yönetmen. Ama büyük bir yönetmen ol­ mak için bu kadarı yetmiyor; ele aldığı konulan sinema dili­ ni en iyi şekilde kullanarak anlatmak gerekiyor. Artun Yeres. san "at öğrenimi görüp 1967’den sonra “Çir­ kin Ares” ve “Onlar ki" adlı kısa filmler yaparak adını duyur­ duktan sonra 1970’lerde Kadir İnanırla “Asi Gençler”, Ha­ kan Balamir’le “Dadaş Haşan” adlı filmleri yapmış; ve İlkin gazetelerde yayınlanmak üzere pek çok foto-roman ve Alman­ ya’daki Türkler için epeyce video film çevirdikten sonra Tür­ kiye’ye dönerek 1980’li yıllarda William Wyler’in “Roma Tati­ li” (Roman Hollyday) filminden esinlenerek Deıya Arbaş, Yılmaz Zafer ve Rasim Üstekinle “Bir Günlük Aşk” (1986); Yaşar Alptekin ve Nazan Ayaş’la “Bir Yaz Yağmuru” (1988); Kenan Kalav ve Nilgün Bubikoğlu ile “Yengeç Burcu” (1988) ve iki cinayet filmi; Ahu Tuğba ve Yalçın Gülhan’la “Gece” (1989) ve Kenan Kalav ve Arzu Aydınla “Kilyos Cinayeti” (1990) ’ni çevirdi. Onun senaryosunu yazıp filme çektiği bili­ nen son çalışmalarından biri Sabahattin Ali’nin, Zeyyat Se- llmoğlunun, Oktay Rifat’ın ve Faik Baysal’ın birer öyküsünü

195 kaynak alarak Meltem Berent, Osman Çayçı, Kâmil Sönmez, Ümit Yesin, Osman Çalğar, Nazan Saatçi, Kutay Köktürk ve Atalay Elçioğlu gibi sanatçılarla çevirdiği “Dört Hikâye* (1991)’dir, Bu dört Öyküdeki kadm-erkek ilişkilerine dair olaylan Artun Yeres başarıyla perdeye yansıtabilmiştir. Artun Yeres'in son çalışması 1994 İstanbul Film Şen­ liğinde yarışmaya da katılan “Buluşma" (I994)fdır. Kendi se­ naryosundan Ertunç Şenkay’ın çektiği filmde Ayşe Emel Mestçi ve Aytaç Arman oynuyor. Film, kocası Deniz (Aytaç Arman) tarafından terkedilen Inctnin (Ayşe Emel Mestçi), dokuz yıl sonra onun çıkıp gelmesiyle geçmişlerini gerçek­ lerle sanrılar arasında çözümlemelerini anlatır. Faruk Turgut, aynı çizgide eser veren bir diğer sanatçı. 1980’li yıllarda, yaşanmış gerçek bir öyküden Perihan Savaş ve Halil Ergün’le gerçekleştirdiği “Sis* (1987); bir kan davası öyküsünü anlatan Osman Şahin'ln “Son Cirit* adlı öyküsün­ den yola çıkarak Tank Akan ve Nur Sürer’le çeviridiği “Dönüş" (1988); Ferdi Tayfur ve Meral Konratla çevirdiği, yaşamlarını inceleyip kaleme almak üzere balıkçıların arasına kanşan bir gazeteci kızın öyküsünü anlatan “Allahım Sen Bilirsin" (1989); Anadolu’dan büyük şehre gelen bir gençle zengin bir kızın aşkını anlatan Sevtap Parman ve Yalçın Dümetle çevirdiği “Hoşçakal" (1989); biri hastalıklı, öteki suçlu iki gençle sevdik­ leri genç kızın öyküsünü Tank Akan, Oktay Sözblr ve Meral Konratla çevirdiği “İsa, Musa, Meryem* (1989): büyüyünce çocukluk yıllarında tecavüz gören annesinin öcünü alan bir gencin öyküsünü veren. Harika Avcı ve Engin İnalla çevirdiği “Öyle Bir Kadın ki" (1989), “Dönersen Islık ÇaTın senaristi Cemal Şan'ın senaryosundan yola çıkarak, büyük kentte tu­ tunmak için savaşım veren bir ailenin öyküsünü Tarık Akan, Füsun Demirel ve Osman Alyanak gibi oyuncularla anlatüğı “Bir KüçükBulut* (1990) ve çevre sorunlarını ele aldığı ve Tolga Savacı ve Ayşegül Aldinçle gerçekleştirdiği “Yeşil Bir Dünya" (1990) adlı filmleri vardır.

196 Sinemaya çalışmalarıyla yeni bir soluk getirmeye çalışı­ yor Faruk Turgut,

SAMIM UTKU, ARDA USKAN. İSMAİL GÜNEŞ

ilk filmi “Hanım Evlâ<|Tnı 1978*de çeviren Samim Utku, daha çok 801i yıllarda yaptığı filmlerle ilkin seks komedile­ rinde, sonra kimi sulu güldürülerde denemeler geçirdikten sonra, müzikli melodramlar ve salon filmleri sayılabilecek "Kaldırım Dilberi** (1979). “Çırpınış** (1980), “İşte Kadın“ (1981). “Yapışık Kardeşler" (1981), “Ağlama Yarim" (1984), “Güldürme Beni" (1984), “Benimsin" (1987), “Umutların öte­ si" (1988), “Anılar" (1989). “Bir Aşk Yeter" (1989) ve “Tahrik" (1989) adlı filmleri yaptı. Onun sinema anlayışı üzerine bir fikir vermek üzere nispeten tutarlı diğer üç filmi hakkında kısa vurgulamalar yapalım: Samim Utku, “Uçurum" (1986)*da yakışıklı bir kiralık katille (Kenan Kalav) masum bir balerin (Selin Dilmen) ara­ sındaki aşkı anlatır. Ancak patronunun onunla evlendirmek İstediği kızının (Nalân Türkoğlu) varlığı işleri çatallaştırır. Bir foto-roman düzeni içinde gelişen, sinemasal bir de­ ğeri olmayan bir aşk ve serüven filmi. “Aşk Peşinde" (1987)*de, karısı (Nazan Ayaş) köylülük­ ten vazgeçmeyen Anadolu kökenli bir sanatçı (Ilyas Salman), oldukça özgür tavırlı bir kentli kızla (Cavidan Akyol) düşüp kalkmaya başlar. Ancak iki kadında “ifratla “tefrit"! tanıyan Ilyas, bir türlü mutluluğa kavuşamaz. Araya bir başka kadın (Nur Incegül) girince işler büsbütün kanşır. Ilyas Salman sa­ yesinde ayakta durabilen bir güldürü. “Zirve" (1987) ise. sakatlanan bir basketçi (Faruk Peker) ile atıldığı klübün başkanımn kızı (Selin Büke),arasındaki gönül

197 serüvenini anlatır. Stradanbir çatışıp sonradan uyuşma filmi. Arda Vskan, 1974'de, artist olmak isteyen bir genç kızla (Seyyal Taner), büyük paralar kazanmayı düşleyen bir genç (Mes'ut Engin) ve bir fotoğrafçı (Orçun Sonat)nın büyük şehirde geçen öyküsünü veren iki filmi “Gecelerin ötesi" ve yine Seyyal Taner ve Cemil Şahbazla çevirdiği İstanbul'a traktör almaya gelen bir köylü kızının nasıl bir revü yıldızı olduğunun öyküsünü anlatan "Çİzmeli Kedi" (1976) adlı mü- zekali çevirdikten sonra (bkz.: “Konser Gibi Film". Cumhuri­ yet, 1.8.1991), sayısız foto-roman çevirdi. Aslında senaryo- culuktan yönetmenliğe soyunan bu sanatçı 801i yıllarda "Bir Küçük Burjuvanın Güncesinden" adlı kısa filmi yaptıktan sonra sinemayı terketU. tsmail Güneş, ustası Natuk Baytan'a ithaf ettiği, senar­ yosunu Ahmet Tezcan’ın yazdığı, kameramanlığım Ümit Ar- dabak’ın yaptığı ve Kenan Kalav, Necla Nazır, Fikret Hakan, Mehmet Arslantug’un önemli rollerde görüldüğü ilk filmi "Gün Doğmadan" (1986)’da, bir gencin, minibüsüyle, memle­ ketine bir akrabasının cenazesini götürüp karısıyla birlikte geri dönüşünün öyküsünü anlatır. "Gün Doğmadan", Kültür Bakanlığının parasal desteğini kazandığı halde, yanlış oyun­ cu yönetimiyle, temposu düşük bir film olmuştur. Sonradan Nur Sürer, Mehmet Aslantuğ. Savaş Dinçel ve Nazan Ayaş'la yaptığı ikinci filmi "Ateş BöceğFnde (1987), kocası Dr. Yıl­ mazla (Mehmet Aslantuğ) iletişim kuramayan çevirmen Duygu'nun (Nur Sürer) tam ruhsal dengesizliğini, yeniden kavuştuğu çocukluk arkadaşı Halûkla (Savaş Dinçel) dü­ zeltmişken, kocasının, iş arkadaşı Müge'yle (Nazan Ayaş) gi­ riştiği ilişkiyi öğrenerek yeniden yıkılmasının öyküsü. “Biz Doğarken Gülmüşüz" (1989) ise, Yeşilçam'da Yücel Çakmak] ı'nın Orhan Gence bayla çevirdiği "Ben Doğarken Ölmüşüm" (1973)’ü ele alınarak Yeştlçam filmlerini ve film kahramanlarını alaya alan bir kurdela. Filmin başrollerinde Komedi Dans Üçlüsü'nün görüldüğü filmin senaryosunu

198 Yusuf Özaslan yazmış; filmi Sedat Ülker görüntülemiş. (Bkz.: Beşir Ayvazoğlu, T ürk Sinemasının Geçmişini Kari- katürize Eden Film; 'Biz Doğarken Gülmüşüz', Tercüman, 20.2,1987).

OYUNCU YÖNETMENLER

Türk sinemasında bir süre star oyuncu, karakter oyun­ cusu ya da güldürü ve Arabesk melodram oyuncusu olarak çalışüktan sonra; oyunculuğu bırakarak ya da oyunculuğu da sürdürerek yönetmenliğe soyunan bir grup sanatçıyı ayrı bir kategori olarak incelemek yerinde olacaktır.

KARTAL TİBET

ilkin Suaz Yalaz'ın kendi çizgi romanlarından uyarladığı “Karaoğlan"ın (1965) başrolünde oynayarak sinemaya başla­ yan tiyatro oyuncusu Kartal Tibet yine aynı yönetmenin "Baybora’nm Oğlu" (1966), "Camoka'nın İntikamı" (1966) gibi filmlerde oynadıktan sonra, 1960Tı ve 19701i yıllarda salon filmlerinin en başarılı stan olarak pek çok film çevirip daha sonra seks filmleri furyası başlayınca oyunculuğa veda etmiştir. Kartal Tibet, Ertem Eğilmezin üretim grubuna katılarak Kemal Sunalla ilk filmi "Tosun Paşa" (1976) yı çevirdikten

201 sonra üretken bir yönetmen olarak 701i yıllarda; "Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor" (1978), Türkân Şoray ve Bulut Arasla "Sultan" (1978), Kemal Sunalla "Şark Bülbülü" (1979); 198011 yıllarda; yine Kemal Sunalla "Zübük" (1980). "Gol Kralı" (1980), "Davaro" (198i), "Doktor Civanım" (1982), "Çarıklı Milyoner" (1983), Şarlo’nun "Şehir Işıkları" (City Lightsfndan esinlendiği "En Büyük Şaban" (1983), “Şaba- niye" (1984), "Katma Değer Şaban" (1985), “Deli Deli Küpeli" (1986), "Japon İşi" (1987), “Koltuk Belâsı" (1990) ve “Öğret­ men" (1990) gibi filmler çevirmiş; Kemal Sunarla en çok film çeviren yönetmen olarak adeta bir “Kemal Sunal filmleri uz­ manı" olmuş; bunların dışında; Şener Şenle “Milyarder" (1986), Şener Şen ve Müjde Arla "Şalvar Davası" (1983); Müjde Ar ve Savaş Başarla “Aile Kadını" (1983); Türkân Şoray, Cihan Ünal ve Tanju Gürsu ile “Bir Sevgi İstiyorum" (1984); Gülşen Bubİkoğlu ve Müjdat Gezenle "Gırgıriye" (1981) ve “Gırgıriyede Şenlik Var" (1981) gibi flimler çevirdi. İlk filmlerinden “Sultan" (1978)la büyük bir çıkış yap­ tıktan sonra, daha çok güldürü, biraz da salon İlimlerinde orta karar bir gidişte sürdüren Kartal Tibet bu dönemdeki güldürü filmlerinden Kemal Sunalla çevirdiği Aziz Nesinden uyarladığı sahteci bir politikacıyı yansıttığı "Zübük" ve “Öğ­ retmen"; Şener Şenle çevirdiği ama Müjde Ariın daha üstün bir performans göterdiği, Aristofanes'in “tysistrata"sından esinlenmiş “Şalvar Davası", müzikal olarak çevirdiği, temaşa âleminde ün kazandıktan sonra kendi mahallesine dönen bir roman (çingene) güzeli ile sevgilisi "Darbukatör Baryam" in serüvenlerini anlatan “Gırgıriye" ve “Gırgıriyede Şenlik Var" ve bir yasak aşkı anlatan Türkân Şoray, Cihan Ünal ve Tanju Gürsu ile çevirdiği “Bir Sevgi İstiyorum" gibi filmlerle anımsanacaktır.

202 TÜRKÂN ŞORAY

Bir dönem önce çevirdiği “Dönüş” (1972) ve “Azap” (1973)* la yönetmenliğe soyunan Türkân Şoray, üçüncü filmi “Bod­ rum Hakimi” (I976)*ni de çevirdikten sonra belli bir düzey tutturmuştu. Özellikle “Dönüşle gerek yönetmen, gerek oyuncu olarak yüksek düzeyde bir performans gösterdikten sonra 801i yıllarda daha çok Türk sinemasının bir numara “star”ı olarak önemli bir görünüm sağlayan Türkân Şoray. Umut Film (Abdurrahman Keskiner) adına Yaşar Kemalin “Yılanı Öldürseler" adlı büyük öyküsü filme dönüştürülmek istenince, yeniden yönetmenliğe soyundu. Senaryosunu Ya­ şar Kemalle birlikte Türkân Şoray. Işıl Özgentürk ve Arif Keskinerln hazırladığı ve Güneş Karabuda İle Muzaffer Tu- ran’ın resimlediği, kendi yanında Talât Bulut. Mahmut Cev­ her. Ahmet Mekin, Aliye Rona, Erol Demiröz ve Pars Sezerin rol aldığı çalışmayı 198Tde tamamladı. Filmde, köyün güzel kızı Esmeye (Türkân Şoray) herkes gibi eşklya Abbas da (Mahmut Cevher) âşık olmuştur ve onu kimseye bırakmamak niyetindedir. Bu nedenle yıllarca yat­ tığı hapisten çıkınca, kızın evlendiği köy ağası Halimi (Ah­ met Mekin), evini basarak öldürür. Hafilin akrabaları dahil hiç kimse Eşme'nin güzelliğinden gözleri kamaştığından ötü­ rü bir türlü onu öldürmeye kıyamazlar. Ancak Ali (Talât Bu­ lut) bu görevi Üstlenmeye niyetlenir: ama o da bu işi becere­ mez. Olayı öldürülmesi gereken bir yılan efsanesine dönüş­ türerek oğlu Hasanl (Pars Sezer) anasım öldürmeye ikna ederler. Haşan birgün yıkanırken babasının tüfeğiyle anasını vurur. Böylece babasının kanını da yerde bırakmamış olur. 1982 yılında “Yılanı öldürseler”, sinema yazarları tara­ fından “Yılın en iyi beş filmTnden biri seçildi: filmin özgün müziğini besteleyen Zülfü Livaneli de “birincilik” ödülü aldı. Yaşar Kemal'in doğduğu köy Hemite (AdanaVda çekilen, yazann bizzat kendisinin sinemaya uyarlanan eserleri İçinde

203 Türkân Şoray’ın en iyi uyarlamayı yaptığını açıkladığı fUm, gerek yönetim, gerekse oyunculuk bakımından üstün nite­ likte görüldü. (Bkz.: Turhan Gürkan, “Yaşar Kemal Uyarla­ malarına Nitelikli bir örnek: Yılanı öldürseler’", Cumhuriyet 15.2.1984; Atillâ Dorsay, Cumhuriyet, 12.3.1982: Sungu Çapan, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 44, 15,3.1982; Burçak Evren, Gösteri, Sayı 17, Nisan 1982; Turan Aksoy, Hey, Sayı 19. 15.3.1982).

CÜNEYT ARKIN, KADİR İNANIR

Bir zamanlar salon filmlerinin aranılan oyuncusu olan Cüneyt Arkın, sonradan tarihsel serüven filmlerinin ve vur- kırlı kabadayı kurdelelerinin aranılan oyuncusu iken, 1976' da ilk filmi “Şahin"! çevirerek bir dönem önce “Görünmeyen Düşman" (1978), “Ölüm Görevi" (1978), "Vatandaş Rıza" (1979), “Küskün Çiçek" (1979), “Kanun Gücü (1979) gibi filmler ürettikten sonra, 19801i yıllarda “Rüzgâr" (1980), “Kanun Adamı" (1985), “Kaçış" (1985), “Son Kahraman" (1987), “Bombacı" (1988) gibi hemen hepsinde kendisinin başrol oynadığı aşk ve serüven filmleri çevirdi. Bunlardan Safa Önal’ın senaryosundan Muzaffer Tu­ ranla filme dönüştürdüğü “Rüzgâr", şarkı ve kavgalardan örülmüş ve Emel Sayın’ın sesi ve güzelliğiyle donanmış; ün­ lü bir şarkıcıyla, arazi mafyasıyla çatışıp girdiği hapisten çı­ lanca, kötü yoldaki kocasından intikam almak İçin şarkıcıyı bir dağ evine kaçıran bir mülk sahibinin aşkını anlatır. “Kaçış"ta, kendi yazdığı senaryodan yola çıkarak Sedat Ülker’in görüntü yönetmenliğini üstlendiği ve Emel Büyük- burç'un kendisine eşlik ettiği, haksız yere hapishaneye dü­ şüp oğlunun hastalanmasını haber alarak buradan kaçan ve kendisini haksızlık yapanlardan öç alan birinin hikâyesi­ ni; Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkarak yine Se­

204 dat Ülker'in kamera çalışmasıyla vç Bahar Öztan'm p a r t­ nerliğiyle ortaya koyduğu “Kanun Adamı", bir avukatın ka­ nun dışı adamlarla savaşımını; kendi senaryosunu füme çeken Şener Işık'm ve Serpil Al kaya, Hüseyin Peyda, Turgut özata/ın oyunculuk katkısını sağladığı “Son Kahraman", Japonya'da geçen bir silâh kaçakçılığının Öyküsünü; yine kendi senaryosundan Ümit Ardabak'm kamera çalışması ve Yıldınm Gencer* Erol Tâş, Müge Utkan, Turgut Özatay ve Renan Fosforoğlu'nun sanatsal katkılanyla çevirdiği “Bom­ bacı", Mafya ile mücadele eden sıradan bir vatandaşın öykü­ sünü anlatır. Ancak bu ilimlerin hiçbirinde bir önceki dönemde çevir­ diği “Küskün Çiçek" ve “Vatandaş Rızamdaki parlaklığı bir daha yakalayamamıştır, Cüneyt Arkın, son yıllarda özel bir televizyon için çe­ vireceği bir dizi ilimde, bütün bu deneyimlerinde yararlan­ mayı düşünmekteydi, (Bkz,: Can Közanoğlu, “Cüneyt Arkın, özel Bir Televizyon tçin Dizi Filmi Çekmeye Hazırlanıyor (ve diyor kİ:) “önce Gerekli Belgeleri Topluyorum; Gerektiği Ka­ dar Vurup Kıracağım", (Cumhuriyet, 4,2,1992); (aynca bkz.: Agâh Özgüç, "Cüneyt Arkın-Macera mı Dediniz?", TVde 7, Sayı 27, Temmuz 1992). 1968'de, yani 26 yıl önce oyuncu olarak sinemaya giren ve Türk “Jeune"leri içinde kendisine ayrıksı bir yer sağlayan Kadir inanır, 1992*de ilk filmi “Ah, Gardaşım"ı çevirdi. Ya- nıbaşında Ece Uslu, Levent İnanır, Yıldınm Gencer, Baki Ta­ mer ve Ayla Aslancan’ın oyunculuk katkılarını sağlayarak perdeye yansıttığı orman işçilerinin gerçek öyküsüdür bu: “Çetin Doğa koşullarının tarıma olanak vermediği, sebzenin, meyvenin yetişmediği, sekiz ay kar altında yaşam mücade­ lesi veren orman işçilerinin öyküsü... Kansı, ana-babası, erkek kardeşi, iki kız çocuğu ile tek- göz evlerinde yaşayan Haşmetin (Kadir İnanır), büyük arzu­ su kardeşi Hüseyin'i (Levent İnanır) Alamancı Ferhat'ın (Yıl-

205 dınm Gencer) kız kardeşi Nergisle (Ece Uslu) evlendirmektir. Ancak Almanya'dan kesin dönüş yapan Fahrettin. Nergisi yeğeni Mehmet'le evlendirmeyi düşünmektedir» İki gencin aralarında çatışma çıkar. 6u sırada Fahrettin bir içki âle­ minde kooperatif başkanım vurarak kaçar. Yaralı hastanede yatarken para karşılığı davasından vazgeçmeye razı olur. Bu arada Haşmet’den iyilik gördüğü için kız kardeşini Hüseyin'e vermeye razı olur. Ancak evlenmenin gerektireceği masraf­ ları sağlayacak durumda olmayan iki kardeş kaçak ağaç kesmeye başlarlar. Haşmet devrilen bir ağacın altında kalır. Köyden yardım gelinceye kadar ağabeyinin donacağını he­ saplayan Hüseyin, onun kanını kaynatarak bedenini sıcak tutmak için yalanlar söyleyerek onu tahrik eden O sırada çıkagelen jandarma ve köylüler kendisini kurtarır kurtarmaz Haşmet kardeşini vurur. Jandarma komutanı. "O seni hiddetlendirerek donmanı engellemek istemişti" deyince, Haşmet bilmezliğine yanarak "Ah Gardaşım!" diye haykırıp dövünmeye başlan Film, yer yer durgun, yer yer canlı, çekim ve kurguda aksaklıklar var. Kadir her zaman kendinden beklenen oyu­ nu çıkaramıyor. Buna karşılık çavuş (Yıidınm Gencer, Hüse­ yin (Levent İnanır) ve Nergis rolündeki Ece Uslu başarılı. Abartılı ve inandırıcı olmayan sonucuna rağmen, film, vasa­ tın üzerinde bir görünüm sergiliyor. Buna karşın onun lnter Star TV'si için yaptığı ve seks ve şiddet öğeleriyle donattığı ve zengin bir kadroyla gerçek­ leştirdiği "Savcı" (1992), dizi film olarak başarılı bulundu: ve “maço" bir savcıyı canlandıran Kadir İnanır, sinema âlemin­ de "Kadirizm" denen bir cereyanın uyanmasına neden oldu. {Bu konuda bkz.: "Star'da Bir Star: Kadir İnanır "Savcı'da". TVTde 7. Sayı 15. 12.4.1992; Türk Televizyonunda Bir Tabu Yıkılıyor, Savcfdan Şok", Milliyet. 7.6.1992; "Kadir İnanır İlk Kez Bir IV Dizisinde ‘Kadirizm'i Başlatıyor", Milliyet, 12.4, 1992; "Kadirizm, Erotizm ve Dizi Film", Nokta, Sayı 18, 3.5.

206 1992; Sina Koloğlu, “Ekranda Kadirizm", Cumhuriyet, 26.4. 1992).

İHSAN YÜCE

Bir önceki dönemde, Yılmaz Kuzgun'la ortaklaşa yazdığı senaryodan yola çıkarak Kaya Ererez in kamera çalışması ve Mahir Günşlray ve Bilgen Bengü’nün oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirdiği “Bebek1* (1979)1e yönetmenliğe başlayan İh­ san Yüce, bu dönemde senaryolarını da kendisi yazarak, Yu­ nus Bülbül ile aynı kadına âşık olan bir kabadayı ile bir şoförün öyküsünü anlatan “Duy Kalbimin Feıyadınr (1980), Rifat İlgaz'ın aynı adlı öyküsünden sinemaya uyarladığı “İbi- şo" (1980), “Bizim Sokak" (1981) ve “Deliler Koğuşu" (1981) adlı filmleri çevirdi. “lbişo"da Ilyas Salman başrolü, Adile Naşit, Münir Öz- kul ve Tuncer Necmioglu karakter rollerini üstlenmiş; orta karar bir kurdela olan film, zengin ve büyük toprak sahibi bir ağanın yanında yanaşma olarak çalışan bir gencin zalim ağanın istif ettiği akaryakıtı tüm köy halkına dağıtarak ka­ zandığı sempati ile yanaşmahktan nasıl milletvekilliğine yükseldiğini Ilyas Salmanın güldürü anlayışı içinde perdeye yansıtmıştır. Müjdet Gezen'in başrol oynadığı "Bizim Sokak" ise. Mü­ nir ûzkul ve Adile Naşit'İn katkılarıyla fakir bir mahallede geçen, bir meyhaneci kızı (Filiz Erstirer) ile uğruna savaş veren bir âşık gencin (Müjdet Gezen) öyküsünü anlatmakta: Adile Naşit. Altan Erbulak, Münir Özkul, Müjdat Gezen ve kendisininde rol aldığı "Deliler Koğuşu" ise, çeşitli nedenlerle akıl hastanesine düşmüş garibanların acıklı ve de gülünç serüvenlerini sergilemektedir. Türk sinemasında daha çok en iyi senaristlerden ve ka­ rakter oyuncularından biri olarak tanınan İhsan Yüce, bu

207 dönemde» bu orta karar dört filmi çevirdikten sonra yaşama veda etti.

ZEKİ ALASYA, MÜJDAT GEZEN» İLYAS SALMAN

Arena ve tiyatrolarım izleyerek Haldun Ta­ ner'in “Devekuşu Kabare Tiyatrosunda iyi bir komedyen olarak kendini tanıttıktan sonra oyuncu niteliğiyle sinemaya da katkıda bulunan Zeki Alctsya. sonradan yönetmenliğe de soyunmuş ve Metin Akpınar’la oyunculuğu paylaşarak ilk filmi “Aslan Bacanak”ı 1977'de çevirmiştin 701i yıllarda, yine tiyatrodaki partöneri Metin Akpınarla başrol oynadıkları “Sivri Akıllılar'' (1977), “Cafer'in Çilesi” (1978)» “Petrol Kralları" (1978), “Köşe Kapmaca" (1979), “Vah Başımıza Gelenler” (1979); Kadir İnanır, Yalçın Gülhan ve Oya AydoğanUa “Doktor” (1979) u çevirdikten sonra 1980’li yıllarda yine Alasya/Akpınar İkilisi olarak “Davetsiz Misafir” (1983), “Dönme Dolap” (1983), “Patron Duymasın” (1985) ve Kadir İnanır ve Ahû Tuğba ile “Elveda Dostum” (1982), Or­ han Gencebayla “Kaptan” (1984), Kadir İnanır ve Melike Zo- bu ile “Yaz Bitti” (1985), Kadir İnanır ve Hülya Koçyiğit'le “Dikenli Yol” (1986)’u çevirdi. Alasya/Akpınar Ikilisi'nin sinemada oynadığı güldürü­ ler, onların sahnedeki başarılarını yineledikleri, “filme çe­ kilmiş tiyatro” İzlenimini uyandıran çalışmalar olsa da, eş­ yanın doğasından ortaya çıkan bu duruma rağmen Zeki Alasya’nın diğer oyuncularla çevirdiği filmlerin çoğunda si­ nema gustosu sezilmekte; ve onun yönetmen olarak güldü­ rülerde olduğu kadar dramlarda da başarılı olduğu görül­ mektedir. Her iki türden de birer örnek vererek bu durumu vur­ gulayalım: Yalçın Yelence'nin senaryosundan yola çıkan Zeki Alas-

208 ya, Abdullah Gürek’in kamera çalışmaları ve yan railerde Güzin Doğan, Cihat Tamer, Ali Yalaz ve Selim Naşittn kat­ kılarıyla çevirdiği "Patron Duymasın"da, fakir evlerinde ya­ şayan İki kafadan ele almakta; yeni kaptlandıklan bir İşte, bunlardan biri patronun göz koyduğu sekretere âşık olunca işler karışmakta ve kovulacaklanm anlayınca acımasız ve sömürücü olan patronu kaçırıp onun yerini alarak işçilere zam yaptıkları halde, fabrikayı kâra geçirdikleri görül­ mektedir, Colin Higgins’ln Jane Fonda ile çevirdiği "Nine to Five" (Dokuza Beş Kala) adlı filmden uyarlandığı izlenimini bıra­ kan, senaryosunu Çetin önerin yazdığı, kameramanlığım Ertunç Şenkay’ın yaptığı ve Kadir İnanırla Hülya Koçyiginn ve Eşref Kolçaklın oyunlarıyla katkıda bulunduğu "Dikenli Yol"da ise, kardeşinin kendi yüzünden öldürülmediğini ka­ nıtlamaya çalışan bir adamın bu uğurdaki savaşımını anla­ tılmaktadır, “Dikenli Yol", Hülya Koçyiğit’in çarpıcı kompo­ zisyonuyla da değerlenen, özellikle bu gibi konuların sine­ mada nasıl ele alındığına ilgi duyan seyircinin görmesi gere­ ken bir film (Bkz,: Atillâ Dorsay, "Yeni Bir 12 Eylül Filmi", Cumhuriyet, 9.1.1987) Müjdat G ezdin yönetmen olarak Almanya’da gerçek­ leştirdiği "Kobay" (Der Mutterman) (1986) ise eksantrik bir durumu canlandırmaktadır, Kandemir Konduk’un senaryo­ sunu İzzet Akay’ın kamerasıyla resimlediği bu filmde Müjdat Gezen başrolü de üstlenmekte; yanıbaşmda Kostas Papa- nastasiu, Ulrike S, Lotar Lambert de yer almaktadır, Almanya’da çalışmakta iken işinden çıkarılan ve aldığı tazminatı da dolandırıcılara kaptıran bir Türk (Müjdat Gezen), mahallesindeki Manavın kızına (Ulrike S, Lothar Lambert) âşık olduğundanüikesinedönmekistemezveyoğun bir trafikte ezil­ mek üzere olan bir köpeği kurtararak sahibinin yanında köpek bakıcısı olur. Kızın para canlısı babası (Kostas Papanastaslu), yüklü bir başlık parası isteyince, bunu sağlamak üzere erkek­

209 lerde hamilelik testi yapan bir lâboratuvarda kobay olarak de­ neye tabi tutulmayı kabul eder, İlkin aldığı ilâçların etkisiyle kamının şiştiğini sanan delikanlı, sonradan hamile kalmış bu­ lunduğunu anlayınca intihar eder, Müjdat Gezen bu kaba güldürüyü olanca özverisiyle oy­ nadığı halde, "güldürü oyunculuğuyla ciddî oyunculuk ara­ sında kararsızlıklar geçiriyor" (Fatih özgüven, "Gerçek Bir Kobay Filmi", Yeni Gündem, 18-24,1,1987), Sonuç olarak, film, Almanya'dan güzel kent görüntüleri sergilemekten öte bir değer taşımıyor; "boşa giden bir çaba" olarak tanım­ lanıyor, (Bkz.: Burçak Evren, Güneş, 23,1,1987), Güldürü sanatçısı tlyas Salman da, Türk sinemasında oyuncu olarak büyük bir performans gösterdikten sonra 1990' da senaryosunu yazıp başrolünü üstlendiği iki film çevirdi, Omit Ardabak'a çektirdiği, partöneri de Sibel Gökçe olan "Yaşanan Dünya" (1990). köyden kente gelen ve büyük kentte tutunamayıp dağılan bir ailenin dramı. Aile büyük umutlarla İstanbul'a gelir; babanın bir apartmana kapıcı olmasıyla İşlerin düzeleceği sanılır; ama zamanla aile içinde sorunlar çıkar. Bu arada büyük kızın kötü yola düşmesiyle ailede çözülme başlar, HaUd Refiğ'in "Gurbet Kuşlan" (1964)' nın bir özentisi olduğu izlenimini bırakıyor "Yaşanan Dünya", llyas Salman'ın ikinci filmi, görüntü yönetmenliğini Ab­ dullah Gürek’in yaptığı doğuştan geri zekâlı bir adamla (llyas Salman) evlendiği yine geri zekâlı bir kız üzerine kuru­ lu olan bir güldürü olan "Zavallı" (1990), ilk filmi kadar bile yankı uyandıramamış olan bir deneme.

İBRAHİM TATLISES, FERDİ TAYFUR

Arabesk şarkıcı olarak isim yaptıktan sonra, müzikli Arabesk melodramlarda da rol alan bu iki sanatçıdan tbra- him Tatlıses, biraz da Yılmaz Güney'e özenerek çevirdiği ilk

210 filmi TalarTı (1982) izleyerek Perihan Savaş, Hülya Avşar, Necla Nazır, Ahü Tügba, Sevtap Harman, Sezer Güvenirgil ve Derya Tuna gibi kadın oyuncularla "Günah" (1983), Ayşem" (1984), "Sevdalandım*1 (1984), "Mavi Mavi" (1985), "Gülümse Biraz" (1986), "Yıkılmışım Ben" (1986), "Gülüm Benim" (1987), "Aşıksın" (1988) ve "Fosforlu" (1989) gibi filmler yaptı. Halk türkülerinin ve arabesk şarkıların "Bir Numara"li sanatçısı olan İbrahim Tatlıses. nasıl Pavorotti değil de an­ cak lborotti olabilmişse; sahnedeki okuyuculuk ve sinema­ daki oyunculuğun verdiği rahatlıkla tümünün başoyuncusu olduğu bu filmlerde şarkı ve türkü söyleyerek boy göstermiş­ se de, hiçbir zaman gerçek bir sinema yönetmeni olama­ mıştır. Aynı durumda olan Ferdi Tayfur da bir çok filmde rol al­ dıktan sonra yönetmenliğe soyunmuş; çevirdiği filmlerde Tatlıses'ten de düşük bir performans göstermiştin Bunlar arasında Necla Nazırla çevirdiği "Affet Allahım" (1986), "İçimde Bir His Var" (1986); Deniz Akbulutla çevir­ diği "Haram Oldu" (1985); Leylâ Somerle çevirdiği "Ya Be- nimsin, Ya Toprağın" (1987) ve Çiğdem Akarsu ile çevirdiği "Bu Talihimin Canına Okuyacağım" (1988) sayılabilir.

TUNCEL KURUZ

Daha çok tiyatro oyuncusu olarak seçkinleşip yurt için­ de ve yurt dışında pek çok filme de oyuncu olarak katılmış karakter oyuncusu olarak ödüller almış bulunan Tuncel Kurtizln bir sinema yönetmenliği denemesi de olmuştur: İsveç'te doğrudan doğruya sesli olarak çektiği "Gül Haşan" (Haşan the Rose) (1989), Nureddin Sezerin senaryosundan yola çıkarak kendi­ siyle birlikte Müjdat Gezen, Özcan özgür, Erol Demiröz, Ya­ man Okay, Savaş Dinçer, Haşan Gül ve Nurettin Sezerle bir-

211 İlkte kimi yabancı sanatçıların da rol aldığı ve çekimini Salih Dikişçi’nin gerçekleştirdiği ilimde. İsveç’te Türk işçilerini çevrilecek bir ilimde oynatma vaadi ile sömüren bir Türk şe­ bekenin öyküsü anlatılır. Şebeke tam bunlardan topladığı parayla kaçacağı sırada, uyanan işçiler işe el koyarlar. Bu durumda şebeke bu paralarla ilimi çekmek zorunda kalır. “Gül Haşan*. 18. Antalya Film Şenliği’nde (1981) “en iyi üçüncü film* seçilmiştir.

212 TELEVİZYON İÇİN FİLM YAPANLAR, TELEVİZYONDAN GELENLER

ilkin televizyonda kısa ilimler ya da belge filmleri, gide­ rek konulu ya da dizi İlim yaparak deneyim sağladıktan son­ ra Ycşilçam'a geçen, Yeşilçam’da olduğu halde TV için de film yapan, ya da devamlı olarak televizyonda kalarak TV için film yapımını sürdüren, bir de dışarıdan sırf televizyon için film yapan kimi yönetmenleri ayn bir kategori olarak ele almayı düşündük. Vaktiyle resmi TVlerde çalışıp şimdi piyasaya ve piyasa koşulları olanak verdikçe dışarıdan TVye film yapanlar ara­ sında Yusuf Kurçeli, Engin Ayça.Tunca Yönder, Ünal Küpeli, Atillâ Candemir, Canan Evcimen Içöz; bugün resmi ya da özel televizyonların kadrosu içinde kalarak film yapanlar içinde Ziya öztan, Hüsamettin Ünlüoglu, Emin Gerçeker, Tomris Giritlioğlu ve Hüseyin KarakaşT sayabiliriz. Hiçbir zaman TV kadrolarında çalışmamış olmakla birlikte sırf TV için film yapımını sürdüren (tek örnek) Osman SınavT da ay­ rıca anacağız.

213 YUSUF KURÇENU

Piyasa için yaptığı ve Ayşe Şasa’mn senaryosu ve Suat Kapkı'nın kamerası ile Mahmut Cevher, Mes’ut Engin, Neciâ Nazır ve Pembe MutJu'nun oyunculuk katkılarıyla gerçekleş­ tirdiği ilk filmi “Ve Recep ve Zehra ve Ayşe" (1983)’de, bir genç kızı (Pembe Mutlu) iğfal edip hapse giren bir adamın (Mahmut Cevher) öyküsünü anlatıyordu. Daha bu Uk filmiy- le dikati çeken Kurçenli. yine Ayşe Şaşa ile Bülent Orandın senaıyosundan bu kez Kenan DavutoğJu’nun çektiği, bir ai­ lenin Almanya’da ve Türkiye’deki yaşamını, bu arada Al­ manya’da yaşayan bir Yunanlı aileyle ilişkileri üzerinde in­ sancıl bir deneme olan “Ölmez Ağacı" (1984)’m ikinci İlim olarak gerçekleştirmiş; filmde başrolleri Necla Nazır ve Ha­ kan Balamlr üstlenmiş; yan rollerde Çetin öner, Gülsen Tuncer, Sema Çeyrekbaşı başarılı kompozisyonlar çıkarmış­ lardı, İlk bakışta, “Alamana göçmenlerin sorunu", "Türk-Yu- nan Dostluğu" ve “Yabancılaşma" gibi konulan işler görün­ mesine karşın, film daha çok Bahar (Necla Nazır) ve Niko (Hakan Balamirfnun aşkını sergiliyor. Onun üçüncü filmi “Merdoglu Ömer Bey" (1986) yine Ayşe Şaşa ve Kenan Davutoğlu’nun senaryo ve kamera çalış- malanna dayalı, İlk iki filminde de oynayan Necla Nazır ve Mahmut Cevher başrollerde; Meral Orhonsay, Yaprak öz- demiroğlu, Ayşegül Ünsal, Savaş Din çer ve Suna Pekuysal yan rollerde, Aile geleneği içinde evlenen kırsal kökenli bir beyzade­ nin bu geleneği sürdürürken bir yandan da çeşitli çevre­ lerden kadınlarla ilişkileri anlatılıyor filmde, (1985'te Kültür Bakanlığının teşvik ödülünü kazanan film hakkında birbirine ters düşen çeşitli görüşler için bkz.: Atillâ Dorsay, "İki Kültür Arasındaki Adam", Cumhuriyet, 28,11,1986; İbrahim Altınsay, “Merdoğlu Ömer Bey", Hürri­

214 yet, 27,11.1986; Burçak Evren, “Antalya'ya Ulaşamayan Ta­ lihsiz Bir Film", Güneş, 28.11.1985). Kurçenli'nin sıradan, piyasa işi bir filmi olan “Gönül Garip Bir Kuştur“u (1989) ve Kültür Bakanlığı’nm kredisiyle çevrilen, ama bu çalışmayla istediklerini yapamadığı için be­ nimseyemediği “Raziye"yi (1990) bir yana bırakarak, öteki üç önemli filmi üzerinde duralım: Sabahattin Ali'nin bir öyküsünden Ayşe Şaşa ile Yusuf Kurçenli'nin hazırladığı senaryodan yola çıkılarak Kenan Da- vutoglu'nun kamerasıyla gerçekleştirilen “Gramofon Avrat** da (1987), Konya oturak âlemlerinde bu adla anılan Cemi- le'nin, bir güzel oyuncu kızın (Türkân Şoray) tutkunlarının (Hakan Balamir, Kemal İnci, Menderes Samancılar. Mehmet Akar) ve onu koruyan bu yüzden katil olup hapse giren yiğit bir faytoncunun (Emin Ant) öyküsü anlatılıyor. 1930larda geçen bir olay; ama bugün de çok şey değişmiş değil. Filmde Türkân Şoray'm büyük oyunculuğu yanında Terzi Mürüvvet rolündeki Gülsen Ttıncerln oyunu da görülmeye değer (Bkz.: Atillâ Dorsay, “Yusuf Kurçenli'nin Sabahattin Ali Uyarlaması “Gramofon Avrat"-Kadının Pek Değişmeyen Yeri”, Cumhuri­ yet, 4.12.1987; Ayça Atikoğlu. “Gramofon Avrat", Milliyet, 28.11.1987; Cemal Ener, “Yeşiîçam'a Uğramayan Melekler", Söz, 27,11.1987). “Karartma Geceleri" (1990), 1940*lı yıllarda tanık oldu­ ğu olaylan anlatan Rifat İlgaz'ın aynı adlı romanında Yusuf Kurçenlfnin uyarladığı senaryoyu Colln Moulnier'nin kame­ rasıyla resimlediği ve başrollerde Tarık Akan, Nursçli İdiz; yan rollerde Bülent Bilgiç, Menderes Samancılar, Gülsen Tuncer ve Necati Bilglç'İn görüldüğü bir kurdela. O yıllarda siyasal görüşlerinde dolayı kanundan kaçan, sonra da göz altına alınan ve işkence gören bir öğretmenin (Tarık Akan) ve karısının (Nurseli İdiz) öyküsü. “Karartma Geceleri" önemli, başanlı ve sevgi ürünü bir film. (Atillâ Dor­ say, “Bilinç ve Sevgi Ürünü", Cumhuriyet, 20.4.1990).

215 "Karartma Geceleri". 9. İstanbul Uluslararası Film Şen­ liğinde "en iyi Türk filmi" ödülü aldı (1990). 27. Antalya Film Şenliğt’nde de (1990) “en iyi ikinci film" seçildi ve Yusuf Kurçenli “en iyi yönetmen" ödülünü Halld Reflğ’le paylaştı. 35. Uluslararası Valladolit (İspanya) Film Şenliğfnde (1990) “Jüri özel ödülü”nü Şiirli yönetmen Silvio Calozzi İle pay­ laştı. Yusuf Kurçenli'nin son filmi “Çözülmeler" (1990). “Ey­ lülcü filmlerin en iyilerinden biri. Cezml Ersöz'e ait bir öy­ küyü senaryolaştıran Kurçenli bu kez de Tank Akan/Nurseli İdiz İkilisinin yanıbaşında Savaş Dinçer, Tunca Yönden Tomris Oguzalp, İsmail Hakkı Şendin oyunculuk katkıları ve Colin Moulnier'nin kamerasıyla gerçekleştirilmiş filmi. Kocası Kemal (Savaş Dinçer) siyasal bir suçtan hapse girince. Nihal (Nurseli İdiz) ortaklaşa arkadaştan Uğur (Ta­ nk Akan)'un ilkin tesellisini, sonra da aşkını kabullenir. Ke­ mal'in affa uğrayarak hapisten çıkması söz konusu olunca bu sevgi, korku ve utanca dönüşmeye başlar. Ama bilinmez bir nedenle Kemalin hapisten çıkması ertelenir. Psikolojik boyutlan İçinde üstün seviyeli bir film. "Kız- kulesi Âşıklarımdaki berbat rolüne karşın. Nurseli İdiz bu filmde harika bir oyun çıkanyor “Çözülmelerde. Bu yüzden Sinema Yazarlan 1994 değerlendirmelerinde onu. “Yılın en iyi kadın sanatçısı” seçtiler.

ENGİN AYÇA

İtalya’da “Cenlıo Sperimentale di Cinematografla” (Sine­ ma Deneysel Merkezi)'da sinema öğrenimi gören, çeşitli dergi ve gazetelerde sinema üstüne yazılar yazan, 1970’li yıllarda Atillâ Dorsayla birlikte “7. Sanat” dergisini çıkaran; daha sonra TRT Kurumu’na girerek belgesel ve deneysel filmler çeviren Engin Ayça. TRTden ayrıldıktan sonra daha ilk filmi

216 "Bez Bebek"le (1987) dikkatleri üzerine çekti Hapisten çık­ makta olan kocasını (Mehmet Akan) daha derli toplu bir ev­ de karşılamak isteyen Melek (Hülya Koçyiğit) ile evi tamir edip boyayacak Ahmet Usta (Hakan Balamir) arasında geçen cinsel ilişkinin öyküsünü anlatır film. Evde bir de küçük kız çocuğu Gülcan (Begüm örnek) vardır ve hapisten çıkan Re­ cep! bu tutkulu cinsellik yüzünden Ahmet Usta öldürecek­ tir. Küçük Gülcan ise, her şeyden habersiz bez bebeğine ma­ sallar anlatır. Engin Ayça, Ankara Film Şenliğinde (1991) bu İlim için "en İyi senaryo" ödülünü aldı; film, "en iyi ikinci film" seçildi. Daha sonra gösterildiği Amiens (Fransa) Film Şenliğinde Hülya Koçyiğit “en iyi kadın oyuncu" ödülünü aldı (Bkz.: Alp Buğdaycı, "Engin Ayça’nın İlk Bebeği", Söz. 17.1.1988; Tur­ han Gürkan, “Bez Bebek", Cumhuriyet, 24.4.1991; Celâl Oster, “Televizyonca ‘Bez Bebek Cinayeti*", Cumhuriyet. 9.12.1988; Gülseren Güçhan, “Ch. Metz'in Göstergebilimsel Psikanalitik Yaklaşımı ile Bir Film Çözümleme Denemesi: ‘Bez Bebek*", 25. Kare, Sayı 3, Ocak-Şubat 1993). Engin Ayça, "Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu" (Udî) (1990) adlı ikinci filmini kendi yazdığı senatyodan Kültür Bakanlığının desteklediği projeyi kamerasıyla resimleyen Ertunç Şenkay'ın ve Türkân Şoray, Ekrem Bora. Gülsen Tuncer. Alev Koral, Tunca Yönder ve Bülent Ufuk'un oyun­ culuk desteğiyle çevirdi. Bir gezgin musiki grubunun assolisti Leyla'nın (Türkân Şoray) gizlice kendisine tutkun olan Udi Cemal Bey'in ölü­ münden sonra, onun bu sırnnı öğrenmesi ve bu denli derin bir aşkı birlikte yaşayamamış olmasının hüznüyle sarsıl­ masını anlatıyor film. Ekrem Bora*ya “jeune" olarak sinemada oynadığı yılla­ rını geride bıraktıktan sonra, karakter oyunusu olarak başa­ rı sağladığı bu rolden ötürü Antalya Film Şenliğinde (1991) Fikret Kuşkan’la paylaştığı "en iyi erkek oyuncu" ödülü veril­

217 di. (Bkz. Atillâ Dorsay, "Yaşanmamış Aşk öyküsü"» Cumhu- ryiyet, 26*7.1991; Mehmet Mercan* "Engin Ayça’nın Soğuk­ tu ve Yağmur Çiseliyordu’ filmi Ticarî Sinemalardan Daha önce Video Alanında Piyasaya Çıklı-Yeşilçam’ın Krizi Aş- maYön temleri", Güneş, 25.7.1991; "Soğuktu ve Yağmur Çİ- seliyordu-Bir Arayışın Ctyküsü", Nokta* Yıl 4, Sayı 31, 28.7.- 3.8.1991).

TUNCA YÖNDER

Aslında tiyatro sanatçısı olan Tunca Yönder, 19601ı yıllarda TRTde yönetim ve üretim görevlerinde bulunup» 1971de buradan aynldıktan sonra da çoğunlukla TV için filmler çeviren bir yönetmen olarak çoğunu Türk Edebiyatı’ mn ünlü yazarlarının öykü ve romanlarına uyarladığı dönem filmleri çevirdi: TVde dizi film olarak gösterilen Ahmet Ham- di Tanpınar’dan “Bir Tren Yolculuğu" (1988), Memduh Şev­ ket EsendaTdan "Ayaşlı ve Kiracıları" (1989), Tarık Buğra’ dan "Yağmur Beklerken" (1992), Kemal Tahir’den "Yorgun Savaşçı" (ikinci çevirim) (1992), Turgenyev’den bir uyarlama olarak "İlk Aşk" (1993), Halûk Şahin’den "Ağrı’ya Dönüş" (1993) ü çevirdi. En son çalışması yine bir dizi film Leon Tolstoy’un "Anna Karenina"sından bir uyarlama olan "Seni Sevdiğim Kadar" (1994) bu savımızı kanıtlar. “Ayaşlı ve Kiracılarımda Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara’yı Ayaşlı bir ev sahibinin (Tüncer Necmioğlu) kiracısı olan Memduh Şevket (Mahir Günşirayfin gözüyle izleriz. 1989da Ankara Film Şenliğine katılan "Bir Tren Yolculu­ ğumda, bir tiyatro grubunun 2. Dünya Savaşı sınırlarımızı zorladığı yıllardaki yaşamı; "Yağmur Beklerken"de, 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası'mn üç ay on günlük serüveni; aslının gösterim yasağını kırmak için cesa­ retle ortaya çıkıp kendi versiyonunu özel televizyonlarda

218 gösterdiği, Mütareke yıllarında ve Kurtuluş Savaşandan ön- çeki yıllarda savaştan yorgun çıkan subayların nafile çaba­ larını vurgulayan “Yorgun Savaşçı”; Atillâ Tokatlanın Tur- genyev'den uyarladığı ve Yine TRT adına Vecihi Enerin ka­ merası ve Can Gürzap, Nilüfer Açıkalın, Gönen Bozbey gibi sanatçılarla filme çektiği, 2. Dünya Savaşandan hemen ön­ ceki yıllarda Yeşilköy'de yaşanan günleri bir çoçuğun gözüy­ le veren “İlk Aşk”. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ağrı’da görev yaparken eşini yitiren bir subayın anılarının ve geçten geçe yeniden Ağrı'ya ziyaretinin öyküsünü veren “Agn'ya Dönüş”; 1930’lu yıllarda geçen acı bir aşk öyküsünü anlatan “Seni Sevdiğim Kadar” onun tüm çabalarını oluşturur Bu filmler­ den bazıları sonradan yeniden kurgulanıp kısaltılarak sine­ ma filmine dönüştürülmüştür, Tevfik Şenol ve Salih Dikişçi gibi kameramanlarla çalı­ şan Tuncer Yönder, kendisinin de rol aldığı bu filmlerde Türkân Şoray, Tuncer Necmioğlu, Kemal İnci, Kemal Bekir, Eşref Kolçak, Can Gürzap, Halûk Kurdoğlu, Mahir Günşi- ray, Gülsen Tuncer, Seray Düşenkalkar (Gözler), Bennu Yıldırımlar gibi eski ve yeni oyuncuları en iyi şekilde yö­ netmiş ve başarı sağlamıştır, (Tunca Yönder’in filmleri hk, bkz.: “Rötarsız Bir Tren Yolculuğu", TV”de 7, Sayı 12, 20,3, 1989; Muhsin Kızıîkaya, “Tanpmar'ın Filme Alman ‘Bir Tren Yolculuğu' Adlı Öyküsü, Cumhuriyetin Kuruluş Sonrasını Anlatıyor”, Güneş, 21,4,1988; Fatma Oran, (Yağmur Bekler­ ken hk, “Tunca Yönder Serbest Fırkaca Bakıyor”, Turhan Gürkan, “Çok Partili Döneme Geçiş Denemesi”, Cumhuriyet, 6,10,1993; Mehmet Atak* “Spot: Yağmur Beklerken”, Ne Ne­ rede (Nokta dergisinin eki). Sayı 41, 3-9,10,1993; Pelin Özer (Ağrı'ya Dönüş hk.), “Birileri Dönem Filmi Çekmek Zorun­ da”, Cumhuriyet, 6.2,1994; Figen Yanık (Seni Sevdiğim Ka­ dar hk.) “Romantizm öldü, Öykü 40 lara Kaldı“, Cumhuri­ yet, 2,3,1994).

219 ÜNAL KÜPELİ, HÜSEYİN ŞAHİN

Ünal Küpeli, televizyon için "Mardin-Münih Hattr (1986), "3. istasyon” (1988), "Alçaktan Uçan Güvercin” (1989), "Hanımın Çiftliği" (1990) gibi dizi filmler çevirdikten sonra; Muzaffer Turan ın kamerasıyla ve Serpil Çakmaklı, Hakan Ural, Osman.Çaycı ve Serpil Gökçe’nin oyunculuk desteğiyle "Dört Köşe Dünya” (1988); Ümit Ardabak’ın kamerası ve Ka­ dir İnamr, Halil Ergün ve Burcu Dinçerln oyunculuk desteği ile "Hüzün Çemberi" (1988) ve yine Ümit Ardabak'ın kame­ rası ve Kadir İnanır, Alev Baymur ve Halûk Kurdoğlu’nun oyunculuk desteği ile "Sayın BaşkanT (1990) çevirdi. Bunlardan "Dört Köşe Dünya"da biri şoför, diğeri zen­ gin çocuğu olan iki arkadaşla, iki gecekondu kızının öyküsü; "Hüzün ÇemberTnde ise, dokuz yıl hapiste yattıktan sonra tekrar suça itilen bir adamın öyküsü anlatılır. Biraz daha eli-yüzü düzgün bir film olan "Sayın Baş kan"da ise, Anadolu kökenli genç bir idealist Şafak Özden (Kadir İnanır) adlı bir müteahhidin belediye başkanlığına so­ yunması ve ona inanan Günay Rodoplu'nun (Alev Baymur) seçim danışmanlığını üstlenip onu başarılı kılmasının öy­ küsü anlatılır. İlkin toprak mafyasıyla uğraşan ve halka ev yapımı için arsa sağlamayı vadeden başkan halkın ve Günaydın gönlünü çeler. Ama sonradan Şafak'ın sık sık su baskınına uğrayan bir vadide arsa sağladığının ve farkında olmadan inşaatçı ar­ kadaşlarına iş çıkarmak için çaba gösterdiğinin ayırdına va­ ran Günay, onu ikaz eder. Ama başkan ona aldırmaz ve ara­ lan bozulur. Ve bir gün umulmadık şiddette ve uzun süreli bir yağ­ mur yağıp vadiyi dolayısıyla evleri su basarak yıkım ve can kaybı ortaya çıkınca Günay halkın ortasında Şafaktı tokatlar

220 ve Nazım Hikmet'in çaresiz insanlar üzerine söylediği bir şii­ ri anımsayarak oradan ayrılır. Ancak Ünal Küpeli* TV dizi filmleri “Berlin-Münih Hattı" ve "Alçaktan Uçan Güvercindeki performansını bu çalış­ malarında gösteremedi. Onun TV için başarıyla yönettiği dizi filmler içinde: Bir Bulgar mezaliminden kaçış öyküsü olan "Belen" (1988); Atil­ lâ Ilhan'ın senaryolarını yazdığı "Sekiz Sütuna Manşet" ve "Kartallar Yüksekten Uçar"; ve bunlara ek olarak Abbas Sa- yarTn aynı adlı kitabından uyarladığı "Yılkı Atı" ve "Yalancı" sayılabilir. "Aşkın İlk Yarısı"* Sevtap Parmanla Gül Erda’nın çok iyi oyun verdiği hareketli bir TV filmiydi. Hüseyin Karakaş bu piyasa işi filmde bile bir varlık gösterebilmiş. Leylâ [Sevtap Parman) ile Gönül’ün (Gül Erda) şu konuşması filmin hava­ sım özetliyor: Leylâ; “Sırların çözüldüğü bir dünya." Gönül: “Kin yok. nefret yok". Leylâ: "O zaman insan da yok." Ne yazık ki Karakaş. bir diğer filminde Reşat Nuri Gün- tekinTn "Bir Kadın Düşmanı" adlı romanından aynı adla uyarladığı, ama konuyu epeyce değiştirerek gerçekleştirdiği filmde (1993) aynı başarıyı gösteremiyor. Tank Akan ve Mel­ tem Doğanay ile başrollerini oynadığı "Bir Kadın Düşma- nfnda Tarık Akan. Reşat Nuri'nin kahramanı “Momuncu- los" diye anılan kadın düşmanı Ziyayı hiç anlatamamış. Ku­ sur belki de senaryo yazarı Ülkü Karaosmanoğlu'nun.

ZIYA ÖKTAN. OKAN UYSALER Bizce TV'de çalışan yönetmenler içinde en başanlı İki yönetmen Ziya öztan ve Okan Uysaler'dir. Ziya Oktan tıpkı Tunca Yönder'in yaptığı gibi TRTye ki­ milerini sonradan bir defada görülecek şekilde kurgulayıp kısalttığı bir seri televizyon dizisi çekmiştir.

221 Bunlar arasında: ilk dizi filmi "'ittihat ve Terakkimi İzle­ yerek. Refik Halit Karay'dan Ahmet Mekin ve Sema Yunakla çevirdiği "Bugünün Saraylısı" (1985): Reşat Nuri Güntekin'ln romanından uyarladığı "Dudaktan Kalbe": Hale Soygazi, Rutkay Aziz. Metin Serezli. Müşfik Kenter, Uğur Folat ve Alev Sezerle çevirdiği “Cahide" (1988-89); Feride Çiçek- oglu'nun senaryosundan Ahmet Levendoğlu ve Zuhal Olcay'­ la çevirdiği “Bahann Bittiği Yer" (1990); Halide Edip Adt- var’dan Zuhal Olcay. Ahmet Levendoğlu ve Can Gürzap’la uyarladığı “Ateşten Günler" (1991) ve son çalışması "Kurtu­ luş" (1994) belli başlıcalandır. “Bugünün Saraylısı". İstanbul'un eski bir semtinde otu­ ran bir depo kâtibinin (Ahmet Mekin) kimsesiz kalmış uzak bir akraba kızını (Sema Yunak) yanlarına almasıyla yaşamı­ nın altüst olmasının öyküsünü anlatıyor. Reşat Nuri'den uyarladığı "Dudaktan Kalbe", keman sa­ natçısı Kenan CTarık Tarcan) İle “Kınalı Yapıncak" adını tak­ tığı Lâmia'nın (Lâle Kalyoncu) İzmir'in Bozyakası'nda başla­ yıp İstanbul'da tükenen. “Sevginin bir zehir gibi dudaktan kalbe inmemesi"ni savunan Kenan'ın sonunda intihar etme­ siyle biten serüvenini ortaya koyuyordu. Cahide Sonku'nun san'at yaşamına; himaye gördüğü, ilişki kurduğu kişilere; evlilik hayatı; Muhsin Ertuğrul ve Cahit Irgatla kurduğu birliktelikler; Tütüncü Ihsan (Do- ruk)'Ia evliliği ve boşanması; içkiye bağımlılığı ve sonunda Beyoğlu'nun ara sokaklarındaki meyhanelerde mekan tutu­ şu ve ölümü dizide olanca tutarlılığı ile ele alınıyor ve Hale Soygazi'nin eşsiz kompozisyonuyla veriliyordu. Daha önce Ertuğrul Muhsin (1923) ve Vedat Örfi Bengü (1950) tarafından iki kez çevirlen “Ateşten Gömlek"i yeniden dizi fim haline getiren Ziya öztan, kocasının ölümünden sonra İstanbul'a gelip sonradan Kurtuluş Savaşı'na katıl­ mak üzere Anadolu'ya geçen Ayşe rolünde patetlk güzelliğiy­ le etkileyici bir konumda olan Zuhal Olcay'ı oynatarak; ona

222 tutulan subaylardan biri olan akrabası tlhami (Ahmet Le- vendoğluj’nin yaralandıktan sonra kaldırıldığı hastanede yazdığı anılan resimliyor; Ayşe'nin sevgisini "Ateşten Bir Gömlek" gibi giyinenlerden İhsan (Can Güzrap)'la olan aşkı­ nı ve Büyük Taarruz'da birlikte ölmelerini etkili bir üslupla anlatıyordu. “Baharın Bittiği Yer"de, ortak anılan olan iki eski okul arkadaşı (Levendoğlu ve Olcay), meslekleri gereği Beyoğlu'n- daki eski evleri incelerler iken; bir dairede yaşayan yaşlı bir hanımın konuğu olurlar. Kadın (Macide Tanır) onlan çok et­ kiler. Geçmişin bir daha geri gelemeyeceğini anladıktan kınk bir aşk hikâyesidir bu. Filmde Macide Tamr'ın harika bir performansla rolünü canlandırdığını burada belirtmeliyiz. Ancak Ziya Öztan'ın en başarılı çalışması Turgut Özak- man’ın senaryosundan d izi film haline getirdiği "Kurtuluş" (1994)tur. Atatürk rolünde Rutkay Aziz'in. İnönü rolünde Savaş Dinçel'in, Fevzi Paşa rolünde Mahmut Cevher'in, Hali­ de Edip rolünde Ayda Aksel'in üstün başan sağladığı film. Kurtuluş Savaşı'nın cephe gerisi ve savaş safhalarını, Millet Meclist’ndeki siyasal manevraları olanca tutarlığı ve kalaba­ lık bir fıgürasyonla vermesi bakımından takdire şayandır. Ancak "Kendine özgü" bir tutumla Atatürk'ü oldukça başarıyla Beyaz Cam'a getiren Rutkay Aziz; uzun boyu, ge­ niş alnı kızıla boyanmış siyah saçları ve Atatürk'ün ince ve madensi sesine hiç benzemeyen dolgun sesi ve kimi vakit ivedi konuşmasıyla dinleyeni şaşkına çeviren diyalogları ba­ kımından role yatkınlığı hakkında kuşkular uyandırıyordu. (Ziya Öztan'ın TV filmleri hakkında bkz.: Turhan Gürkan, “İki Dönemin Penceresinden - Bugünün Saraylısı", Cumhu­ riyet, 26.2.1994; Tarcan Gönenç, "Baharın Bittiği Yer", Gü­ neş, 6.6.1990; Ayşe Durukan, "Bir Yönetmenin Rüyası", TVTde 7, Sayı 8, 20.3.1988; Filiz öcal, "Son Atatürk-Rutkay Aziz". TV'de 7, 30.4-6.5.1994; Müşerref Hekimoğlu, "Kurtu­ luş", Cumhuriyet. 29.4.1994; İlhan Selçuk, "Kurtuluş",

223 Cumhuriyet. 16.4» 1994: Tuğrul Eryılmaz, “Bir Halk Hareke­ tinin İlk Filmi”. Cumhuriyet Dergi. Sayı 418. 27.3.1994; Esin Dalay, “‘Kurtuluş' Filminin Yönetmeni Ziya öztan Anla­ tıyor”. Hürriyet, 27.3.1994; Tuna Erdeme “ölümsüz Bir Des­ tan: 'Kurtuluş'”, Cumhuriyet. 25.3.1994), * Henüz genç sayılabilecek en verimli çağında ölen Ofcan Uysater. TRT için “Parmak Damgası” (1984). “Gecenin öteki Yüzü" (1987), “Dönemeç" (1988), "Geçmiş Bahar Mimozaları" (1989), "Yıdızlar Gece Büyür" (1991), “Issızlığın Ortası" (1991) gibi çalışmalar yaptı. Halikamas Balıkçısı (Cevat Şaklr Kabaağaçlıfnm aynı adlı öyküsünden başrollerde Zuhal Olcay ve Aytaç Arman’ın, yan rollerde Aliye Rona, İhsan Yüce, Kadir Savun. Turgut özatay, Ergun Uçucu, Menderes Samancılarla Bülent Oran* ın senaryosundan yola çıkarak çevirdiği “Parmak Damga­ sında, yaşam deneyimi geçirmek üzere Ege'nin bir kıyı ka­ sabasına gelen öğretmen Seniha (Zuhal Olcay) ile Balıkçı Mahmut'un (Aytaç Arman) arasındaki dostluk ve aşk anlatıl­ makta; filmde uygun çevre düzeni içinde, baş oyuncular ka­ dar yan oyuncuların da başarılı oldukları görülmektedir. “Gecenin Öteki Yüzü", Uysaler’in Firuzan’ın romanın­ dan yine Zuhal Olcay'la çevirdiği bir film. Olcay, FiruzanTn romanındaki duyarlı ve gizemli kadını olanca tutadığı ile canlandırmış. Geleneksel değerlerle kişisel hırs ve çıkarların çatıştığı “Geçmiş Zaman Mimozalarfnda Nevin İnanç ın senaıyosun- dan yola çıkan Uysaler, Hümeyra (Filiz Akın) ile önder (Rut- kay Azizfin evlilikleri; Hümetya'mn kardeşleri Müşilk (Musa Uzunerfle Dilara (Merih Çimenciler) ve Esen (Ceylân Palay) ile ilişkilerini; geleneksel aileye bağlı olan Hümeyra'nın so­ nunda yaşamında tek başına kalışını anlalır. Tarık Bugra'dan uyarladığı “Dönemeç"te. taşralı bir doktor (Halûk Kurdoğlufun kızı Handan (Nilgün Akçaoğlu) ile genç bir doktor (Çetin Tekindor) arasındaki buruk aşk

224 anlatılır. Mehmet Eroğlu'nun romanından uyarladığı “Issızlığın Ortasında” (1991), Kıbrıs Savaşı’ndan yararlı olarak dönen ve sevgisizlikten bir türlü kurtulamayan Ayhan (Fikret Kuş- kanfın ve onu bu duygudan bir türlü kurtaramayan Ferda (Sevtap ParmanVın öyküsüdür. Olayların merkezinde olan Fikret Kuşkan'ın oyun gücü son kertede yetkin. (Okan Uysa- lerfin çalışmaları hk. bkz.: “Ve Sonunda Ekranda ‘Dudaktan Kalbe”* TV'de 7, Sayı 42, 10.10.1988; “Kınalı Yapıncak Nasıl Kurtulur?” TVTde 7. Sayı 42. 17.10.1988; “Dönemeç”. TV'de 7, Sayı 40. 3.10.1988; “Geleneksel-Çağdaş İkilemi: Geçmiş Zaman Mimozaları”. Cumhuriyet, 17.11.1989; Ahu Antman, “Geçmiş Zaman Mimozaları”, Cuhuriyet, 13.1.1990; “Issız­ lığın Ortasında, Sevgisizlik Darbesi”, Milliyet, 17.11.1991; Serdar Benli. “Okan Uysaler Rekora Gidiyor”, Güneş-Ekran, Sayı 42, 27.7,1991; Mehmet Atak, “Okan UysaJer'in ölü­ münden Sonra Aradan Tam Bir Yıl Geçmiş”, Cumhuriyet Dergi, Sayı 350. 6.12.1992).

ATİLLÂ CANDEMİR, OSMAN SINAV

Televizyonda deneyim sahibi olduktan sonra Atilla Can- demir, Halil Ergün'ün senaryosundan yola çıkarak Selçuk Taylaner’in kamerası ve Perihan Savaş, Halil Ergün, Ayhan Kayaş, Hüseyin Kutman, Asuman Arsan ve Defne Halman’ın sanatçı katkılarıyla “Kırlangıç Fırtınası” (1985) m çevirdi. Kasaba eşrafından birinin oğlu olan Kemal (Halil Ergün) ile kasabaya tayin edilip kaymakam tarafından evlerine yer- leştirilen öğretmen Gül (Perihan Savaş) arasındaki duygusal ilişkilerinin, evlenip yerleştikleri İstanbul'da mutluluklarının geçim sıkıntıları ve iç çaüşmalanyla çöküşünün öyküsü. Sinema yazarlarınca “Yılın en İyi on filmi” seçiminde 7. sırayı alan “Kırlangıç Fırtınası” genç bir adamın tedirginlikle­

225 rini vermek isterken seyirciyi sıkıyor. 'Film hakkında bkz.: Atillâ Dorsay, “Yetersiz Kalan Bir İlk Film\ Cumhuriyet, 7.2.1986: Turhan Gürhan, “Yaşamın Fırtınasında Savrulan İnsanlar", Cumhuriyet, 15,12.1993, Şenay Kalkan, TCırlan- gıç FırUnasfmn Yönetmeni Candemtr 'Sinema Aracılığı ile Ünlü Olmak Gibi Bir Derdim Yok". Cumhuriyet, 4.2.1986). Bu yazılarda sergilenen olumsuz görüşlere karşın, filmin, pi­ yasa işi olmayan niteliğini ve işlenişi bakımından yenilikçi bir anlatımdan da yoksun olmadığını söylemek yerinde olur. Osman Sınau Selim lleri'nin romanı “Yalancı Şafak“tan uyarladığı Necmi Bahadırcın kamerası ve Nur Sürer, Taner Birsel, Songül Ülkü, Civan Canova, Halûk Kurdoğlu gibi oyuncularla çevirdiği aynı adlı filmde (1990) Orhan fDaner Birsel) ve Selma (Nur Sürerdin aşkları ve çevreleri anlatılı­ yordu. Bunu izleyerek Hulki Aktunç’un aynı adlı bir öykü­ sünden llhaml Algör'Ie uyarladığı bir senaryoyu esas alarak Hüseyin Özşahin'in kamerası ve Elif Kraner, Yalçın Dümer, Gülsen Tuncer ve Mustafa Yavuz'un oyunculuk katkılarıyla “Aşka Vakit Yok" (199 lVu çevirdi. Bu filmde de gizemli bir aşk hikâyesi anlatılıyor; Gülseren (Elif Kraner) ile Yusuf (Yalçın Dümerfun aşkına tanıklık eden bir küçük çocuğun (Taner Karagüzel) aşkı öğrenişi veriliyordu. Osman Sınav’ın 29. Antalya Film Şenliği’nde başroldeki Mehmet Aslantuğ'a “en iyi erkek oyuncu" ödülü kazandıran, “Kapıları Açmak" (1992) adb filminde, büyük ümitlerle kapıl­ dığı bir aşk ilişkisinin sonunda hayalkınklıgına uğrayıp ya­ payalnız kaldığı şehirde yaşamını sürdürebilmek için fahi­ şelik yapan; yaşadığı bu hayattan kurtulabilme için köyüne sığınma çabası içinde olan Zehra (İlknur Bozkurtfnın öykü­ sü anlatılıyor. Köyde onun bu durumunu kabul etmek istemeyen ağa­ beyine karşın, sığındığı imamın evinde, evin oğlu Cihan (Meh­ met Aslantuğ) ile kızın olumlu ilişkisi insansal boyutlar içinde veriliyor "Kapılan Açmak"ta.

226 Filmde çevre düzeni başarılı; Zehra Cihan ve imam (Ma- cit Flordun) üstlendikleri kişilikleri çok iyi canlandırıyor. Se­ naryosunu Osman Sınav/Mustafa Kutlu'nun hazırladığı film, katıldığı 29. Antalya Film Şenliğinde “en iyi üçüncü film* olarak da değerlendirildi. Osman Sınav'ın Bedii Faik'in “Yalancı* adlı romanından aynı adla uyarladığı kurdela (1994)’nin ilginç bir konusu van Bir çocuğun gözüyle, yaşamında unutulmaz izler bıra­ kan dayısının değerlen d irilmesi. Tevflk Şenol'un kamerası ve Mehmet Aslan tuğ. Fikret Hakan. Tomris Öğuzalp'm oyuncu­ luk katkılarıyla gerçekleştirilen filmdeki oyunu dolayısıyla Mehmet Aslantug bir kez daha 30. Antalya Film Şenligfnde (1993) “En İyi erkek oyuncu* ödülünü aldı. Fikret Hakan da “en iyi yardımcı erkek* ödülüne lâyık görüldü. Gerçekten filmde yeğenine gelişen yıllar içinde, hayatı sevmeyi, dün­ yaya gülümseyerek bakmayı, kadınlan tanımayı ve her du­ rumda kıvrak zekâ oyunlarıyla müşkül durumlardan nasıl sıynlacağını öğreten Ali (Mehmet Aslantürk). ona. minnettar kalacağı bir rehberlik yapmıştır. Aslan tuğ, bu rolü, görülme­ dik bir başarıyla canlandırmıştır. 1994 İstanbul Sinema Günleri’nde ödül almamasına karşın, en çok İzlenen, en çok beğenilen İlimlerden biri ol­ muştur “Yalancı*, (Aynca bkz.: “19501er Türkiye'sinden İnsan Manzaraları", Cumhuriyet, 3.7.1993).

MAHtNUR ERGUN, TOMRİS GİRİTLİOĞLU, CANAN EVCİMEN İÇÖZ

Mahinur Ergim, Nilgün Akçaogfu ve Zafer Yılmaz'la; iki çocuklu şirket yöneticisi Nilgün (Nilgün Akçaoğlu) ile zengin kocası (Yılmaz Zafer) arasındaki duygusal ilişkiler gevşeyince kadının bir üniversiteli gençle (Ender Levent) birlikteliğini anlatan, karmaşık ilişkilerle dolu acemice bir video filmi olan “Yabancı Bir Sevgi* (1988fyi çevirdikten sonra foto­

227 romanı bir gazetede de tefrika edilen "Gece Dansı Tutsak- larTnı (1988) gerçekleştirdi. Kendi senaryosundan Erdoğan Engin'in çektiği filmde, büytlk bir aşk yaşayan bir gazeteci çift (Hülya Koçyiğit ve Cihan Ünal) İle evlerine pansiyoner olarak kabul ettikleri kızın (Amanda Jane Grant) öyküsünü anlatır. Manihur Ergun iyi oynanmış, ölçülü, güzel bir kadın filmi yapmış. Yan rollerde Orçun Sonat, Meltem Savcı, Sü- han Bağdar ve Ali Sürmeli görülüyor. Mahinur Ergun'u tanıtan üçüncü filmi “Med Cezir Man­ zaraları" (1989), Neslihan Eyüpoğlu'nun senaryosundan yola çıkılarak Ümit Ardabak'ın kamerasıyla ve Kadir İnanır, Zü­ hal Olcay, Yılmaz Zafer ve Bülent BiLginç'le çevrilmiş. Yan rollerde Bülent Ufuk, Zerrin Doğan. Baki Tamer. Meral Çe- tiııkaya var. Üniversiteyi Amerika'da okumuş olan Zeynep (Zuhal Olcay) ile bir banka yöneticisi, “maço” bir erkek olan Erol (Kadir Inanırfun cinselliği ağır basan ilişkileri üzerine kurulmuş film. Bu ilişkiyi bir psikiyatrist (Yılmaz Zaferfe an­ latan Zeynep, aslında etkisine kapıldığı erkeğin bir ruh has­ tası olduğunu anlar. Kendine özgü "Jargonları olan bir “burjuva filmi” olarak ilkin insanı şaşırtsa da. bu durum onun üst düzeyde bir fil­ me dönüştürülebilecek senaryosunu aşamıyor. (Bkz.: Atillâ Dorsay, “Farklı Kişiler ve Yeni Çevreler”, Cumhuriyet, 13.4. 1990; Agâh Özgüç, “Mazohist Bir Aşk Öyküsü”, TSTde 7, sayı 2, 13.1.1991; Turhan Gûrkan, “Kadın Yönetmenden İnsan Manzaraları”, Cumhuriyet, 22.5.1993). “Med ve Cezir Manzaraları”, Ankara Film Şenliğfnde (1990) "en iyi yönetmen”, "en iyi kadın oyuncu", “en iyi er­ kek oyuncu" ve “en iyi film” ödüllerini kazandı. Mahinur Ergun'un son filmi “Ay Vakti" (1993). Kendi se­ naryosundan Uğur lçbak'ın görüntülediği ve Zuhal Olcay, Müşfik Kenter, Füsun Demire! ve Mehmet Kartal'ın oyuncu­ luk katkılarıyla gerçekleştirdiği filmde, orta yaşlı bir hattat olan Agâh (Müşfik Kenter) babasının (Tuncer Necmioğlu) ra-

228 halsizliği dolayısıyla nikahsız yaşadığı ve başkasından edin­ diği Ay adlı bir de çocuğu (Ece Sevgen) olan Yıldız (Zuhal Ol- cay)’la çiftliğe gelir, Orada henüz kendisinden resmen ayrıl­ madığı. babasıyla birlikte oturan ve çiftliği yöneten ve koca­ sına hâlâ eski sevgisiyle bağlı asıl karısı Maide (Füsun Demi­ rci) de vardır* Bir yandan Maide’nin kocasını yeniden kazanmak İçin yaptığı manevralar sürüp giderken, öte yandan çevresinden sıkılan Yıldız çiftlikte çalışan birinin oğlu (Mehmet Kartal) İle çıkar ve İçki' içer: çocuğuyla da ilgilenmez. Ancak delikanlı patronlarının eşi olduğu için Yıldızla yatmak islemez, öte yandan kendinden olmadığı halde Agâh, hastalanan çocukla yakından ilgilenir. Ona “Ay Vakti" masallar okur. Birlikte ya­ şadığı kadının davranışlarına boş verir. Ancak bu yoldan huzur bulur. Filmde Müşfik Kenter. Füsun Demirel ve çocuk yıldız Ece Sevgen başarılı oyunlar çıkarıyor; ama Zuhal Olcay hep aynı anlatımı taşıyan yüzü ve canlandırdığı kişiliksiz kadın rolü dolayısyla her zamanki başarıyı gösteremiyor. “Ay Vak- ti"nde iç ve dış mekânların kullanımı. ışığın değerlendiril­ mesi başanyla uygulanmış. Film tedirgin havasına karşın huzuru sağlayan bir mekân anlayışıyla dengelenmiş İzlenimi vermiyor. 6. Ankara Film Şenliği'nde “Ay Vaktindeki oyunu do­ layısıyla Füsun Demirel “en İyi yardımcı kadın oyuncu" ödü­ lünü aldı. Mahinur Ergun daha önce TRT için “Karşı Şov" ve “Şans Blokları" gibi çalışmalar yapmıştı. 1994*te aynı kurum için “Artist Palas" adlı bir dizi film hazırlıyor. Tomrts Giritlioğlu. televizyonda “Beyoğlu" üzerine bir bel­ gesel yaptıktan sonra. “Kantomdan Tângoya" adlı ikinci bir belgesel hazırlamakta iken Ziya Öztan’ın fikir vermesi ve se­ naryo çalışmasına katılması dolayısıyla bu ikinci filmini ya­

229 n-dokümanter konulu bir filme dönüştürmüş. Babadan oğula doğru gelişen bir kültür mirasını, "yitik zaman peşin­ de" izlenen bir hava içinde Mithat adında bir diplomatın anı­ larına yerleştirerek kantocu Anjelik’ten tangocu Nezileye doğru yönelen 1920‘li ve 301u yıllarda "aşklar, kadınlar, kentler, sokaklar ve eşyalarda yönelerek hazırladığı filmde çekimler Tevflk Şenol'a; oyunculuk kalkılan: Aytaç Arman, Serap Aksoy, Pıtırcık Akerman, Meral Çetlnkaya, Filiz ö n ­ der, Tank Ünlüoğlu, Ergun Uçucu*ya ait. Tomris Giritlioğlu Ankara ve İstanbul film şenliklerine katılan İlk konulu filmi "Suyun öteki Yüzü"nü Feride Çiçek- oğlu’nun senaryosundan yola çıkarak Orhan Oğuz'un kame­ rasıyla Nur Sürer, Meral Çetinkaya, Selçuk Yöntem, Uğur Polat, Halil Ergün ve Pıtırcı Akkerman'ın sanatçı katkılarıyla 1991'de gerçekleştirdi. Tutuksuz yargılanmak üzere siyasal bir suçtan zanlı genç bir üniversite hocası (Selçuk Yöntem), kansıyla (Nur Sürer) birlikte Ayvalıkln Cunda Adası'na gelir. Orada Giritli Sıdıka Hanım (Meral Çetinkaya)in evinde pansiyoner olarak kalırlar ve onun Ciritle ilgili ve Albaylar Cuntası sırasında Türkiye'ye sığınmış bir Yunanlıyla yaşadığı anılarını dinler­ ler. Hüküm giyerek beş yıl hapis yattıktan sonra yeniden, bu kez yalnız başına, geldiği Ada'dan, yeni davalardan ka­ çınmak için genç profesör, "Suyun öteki Yanfna, yani Yu­ nanistan'a kaçıp kaçmamakta İkirciklik duymaktadır. Filmdeki harika kompozisyonundan ötürü Meral Çetin­ kaya ödül kazanmıştır. Duyarlı, nostaljik bir film "‘Suyun Öteki Yam\ 6. Ankara Film Şenliği'ne katılan "Yaz Yağmuru" (1994) ise, yine TRT Ankara Televizyonu için, Ahmet Hamdi Tan- pmar’ın aynı adlı öyküsünden yola çıkılarak gerçekleştiril­ miştir. Tomris Giritlioğlu'nun Ümit İnalla birlikte hazırla­ dıkları senaryodan Yavuz Türkeri'nin filme çektiği ve Pıtırcık Akkerman, Ahmet Levendoğlu ve Meral Çeünkaya'nın oyun­

230 culuk katkılarıyla çevrilen filmin yan-fantastik bir konusu var: "Yaz Yağmuru"» vaktiyle küçük bir kız çocuğu olarak içinde büyüdüğü, sonradan yanan bir konağın yerine yapı­ lan binaya yağmur yağdığı sırada sığınan ve orada kiracı olarak oturan yazar Sabri (Ahmet Levendoglu) ile tanışan bir genç kız (Pıtırcık Akkermanfia bunların arasındaki geçici ve düşe benzer ilişkiyi anlatır» Karısından ayn yaşamakta olan yazar, kendi iç dünya­ sının çılgın imgeleriyle yaşayan bu yan şizofren genç kızın büyüsüne kapılır» Film boyunca kızın gizemi yavaş yavaş çö­ zülür: Genç kız yanmadan önce eski binada yaşayan küçük kızdır» Ve ansızın belirdiği gibi yine ansızın yazarın hayatın­ dan çıkar; gaiplere kanşır» Filmde yan rollerde Mehmet Güleryüz. Meral Çetinkaya. Müge Akyamaç, Nilüfer Aydan. Suna Selen, Fikret Kuşkan ve Nur Sürer de var. Aşı renkli konağın yanmasını gösteren sahnenin dışında filmde çevre düzeni normal. Akkerman'ın oyunu övülmeye değer» Ankara Film Şenliğfnde ödül vermek üzere tek film seçildiği için film olarak birinciliği (en iyi film ödülünü) ucu ucuna kaçırmış olan "Yaz Yağmuru"nun, hiç değilse baş­ oyuncusu Pıtırcık Akkerman'a “en iyi kadın oyuncu" ödülü verilmeliydi. (“Yaz Yağmuru" için ayrıca bkz.: Nilgün Sağ- yaşar, “Yapımcı Gözüyle Yaz Yağmuru*", TRT Radyo-Tele- vizyon Dergisi, Sayı 54, Kasım 1993; Nilgün Toptaş. “Yaz Yağmuru'Bitti, Konak Yandı". Cumhuriyet» 12.10.1993)» Giıitlioğlu 1994’te, yine TRT için Zuhal Olcay, Mehmet Aslantug, Halûk Bilginer. Uğur Polat, Pıtırcık Akkerman ve Savaş Dinçefle Mehmet Eroğlu’nun 68 kuşağıdan üç arka­ daşın kimlik arayışlarını anlatan “Yarım Kalan Yürüyüş" ad­ lı romanından “80. Adım" adıyla uyarladığı bir senaryoyu filme çekiyor.

231 Can Evcimen îçöz, Ayla Kutlu’nun aynı adlı romanından Nuray Oğuz’un uyarladığı senaryodan Tevfik Şenol’un kame­ ra çalışması ve Şerif Sezer, Kürşat Alnıaçık, Özlem Güveli ve Altan Gördüm’ün oyunculuk katkılanyla gerçekleştirdiği “Hoşçakal Umut* (1994) la 6. Ankara Film ŞenliğTne katıldı. Üniversitede okumakta İken siyasal olaylara karışarak hapse düşen Oruç (Kürşat Alnıaçık) orada günlerini Ufuk (Altan Gördümjla geçirir ve siyasal fikirleri olgunlaşır. Dışarı çıktığında tesadüfen karşılaştığı Alg üz (Şerif Sezer) le İlişki kurar. Bu ilişki Algüz’de bir tutkuya dönüşse de. Oruç pek oralı değildir. Onun tek emeli, tahliyeden sonra Almanya’ya yerleşen Ufuk’un yanına gitmektir. Aslında Oruç yanlış tah­ liye edilmiştir. Bu maksatla Algüz, Oruç’un kaçmasına yar­ dım etmek ister ve sınır boyuna kadar geldikleri halde giri­ şimleri sonuç vermez. Şerif Sezer sevgilisi uğruna her türlü özveriye katlan­ mak isleyen kadın rolünde oldukça başarılı; ama diğer oyuncular aynı tutarlılıkta değil. Sonuç olarak Ayla Kutlu’- nun o güzelim romanı filme dönüşünce aynı başarıyı sağla­ yamamış, denebilir. (Diğer birkaç TV için film yapan yönetmen için bkz.: Aydın Sayman, $h. 201; Ayhan önal ve Ahmet Pınar, sh. 202).

232 TÜRK-İSLÂM SENTEZİ ÜZERİNE FİLM YAPAN YÖNETMENLER

Daha önceki dönemlerde Milli Sinema üzerine görüşleri­ mizi açıklamış ve bu akımın en belirgin temsilcisi olarak Yücel Çakmaklı hakkında bilgi vermiştik (Bkz,: 1. cilt, sh. 104, 156-159), Bu akım, Türkiye’de fikir özgürlüğünün alabildiğine hoşgörüyle karşılandığı 80’li ve 90’lı yıllarda gelişerek âdeta bir ideoloji olarak ele alman "Türk İslâm Sentezi" çerçeve­ sinde birçok yeni yönetmenler ve bunlann çabalan sonucu ortaya çıkan çalışmalarla gerek uluslararası, gerekse ulusal şenliklere de katılarak ödül kazanan yapıtlar ortaya çıktı. Bu dönemde de başta Yücel Çakmaklı olmak üzere bu akımın kuramcısı Mes’ut Uçakan (Bkz.: Mes'ut Uçakan, "Türk Sinemasında ideoloji" (Millî Sinema Bölümü). Düşün­ ce Yayınları, 1977; Necip Tosun, "Mes’ut Uçakanla Sinema Söyleşileri”, Nehir Yayınlan, 1992) ve öteki "Millî Sinema­ cılar: Salih Diriklik, Mehmet Tannsever, bu tarzda film ya­ pan başlıca yönetmenlerdir.

233 1974’te, MTTB (Milli TOrk Talebe Birliğfi’nin Sinema Klübü’nde birleşen bir takım gençler, sonradan "Akın Grup” adlı bir birliktelik kurdular ve "Her türlü Yeşilçam kalıp­ larından uzak olarak Islâm düşünce ve yaşayış biçimini si­ nemada yansıtmaya çalışacaklarını" açıkladılar. Bu grupta Salih Diriklik, Abdurrahman Dilipak ve daha yedi arkadaşı vardı. Yönetmenliğini Salih Diriklik’in üstlendiği ilk yapıt "Gençlik Köprüsü" (İ974)’dür. Bu olayı izleyerek Mes'ut Uçakan'ın da aynı klübe ka­ tılıp bir yandan yukarıda sözü edilen ideolojik yapıtı yayın­ larken öte yandan geçen dönemde “Lânet" (tlenç) (1979) adlı filmi çevirmesi söz konusu oldu. 1980’Ü yıllarda birden bire başta Yücel Çakmaklı ve Mes’ut Uçakan; onlann yanıbaşmda Salih Dirlklik ve Meh­ met Tanrısever bu işe germi verdiler. Bu akımın ortaya çıkmasıyla Basın'da ve aydın kesim­ lerde bu filmlerin lehinde ve aleyhinde görüşler sergilenmeye başladı (Bkz.: "Uçakan'la Sinema Söyleşileri" (Bir Tebliğ - Türkiye'de Sinema Anlayışının Tahlili ve Olması Gereken Durumu), sh. 97-107); Hakan Aygün. İslamcı Sinema Ye­ şilçam’ı Solluyor", Cumhuriyet, 25.10.1990; Ayça Atikoğlu. "Yeşilçam*a Fatih Rekabeti", Milliyet. 17.9.1991; ömür Çe- Iikdönmez. "Millî Görüş, Millî Sinema", Millî Gazete. 25.6. 1993; “İrtica Şimdi Yeşilçam’a Girdi", Gölgedeki Adam, 16.6.1987). TGRT (Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu)’nin yayına girmesi ve Yunus Yılmaz'ın “Hazret! Ayşe". Ahmet Hoşsöy- ler in "Kâ’b Bin Züheyt" gibi filmlerin yanıbaşmda İsmail Gü­ neş’in "Ahmet Bedevi Hazretleri", Asaf Tenglz’in “Hazreti Ömer" gibi kurdelelerle çoğu bu kuruluş adına yapılmış Türk ve İslâm kadın ve erkek evliyalığı üzerine çevrilmiş, çoğunun sanat değeri bulunmayan filmleri bir yana bıra­ karak “MIH! Sinema" ya da "Türk-lslâm Sentezi" üzerine film yapan dört önemli yönetmen üstünde duralım:

234 YÜCEL ÇAKMAKLI

Yücel Çakmaklının bu dönemde çevirdiği filmleri: “Min- yeli Abdullah" (1989), “Sahibini Arayan Madalya" (1990), “Minyeii Abdullah 2" (199Öb “Kurdoğlu" (1991) ve “Bişr-i Ha­ fi" (1992)’dir, Aynca TRT Kurumu adına Tank Kakınç’m senaryosun­ dan “Denizin Kam" (1980), Turan Oflazoglu'nun senaryosun­ dan “4, Murat" (1981), Bülent Oran/Ayş« Sasa İkilisi nin se­ naryosundan “Hacı Arif Bey" (1982), Tarık Buğra nm senar­ yosundan “Küçük Ağa" (1983-84), Tank Kakmç'ın senaryo­ sundan “Aliş ile Zeynep" (1884) ve son olarak Osmanlı im­ paratorluğunun kuruluş yıllarını anlatan “Kuruluş" (ya da “Osmancık") adlı dizi filmleri yaptı, “Minyeii Abdullah", Hekimoğlu İsmail'in aynı adlı roma­ nından Bülent Oran'ın uyarladığı senaryoya göre Hüseyin Özşahin'in kamera çalışması ve Berhan Şimşek, Perihan Sa­ vaş, Halûk Kurdoğlu, Lütfi Sadullah ve Nezihe Beceriklinin sanatçı katkılarıyla çevrilmiştir, Mısır'da Kral Faruk zama­ nında yaşayan, geleneklerine ve dinine bağlı bir müslüman olan Minyeii Abdullah'ın hapse atılma öyküsü anlatılır, Ab­ dullah rolünde Berhan Şimşek^ karısı rolünde de Perihan Savaş görülür, Türkiye'de özellikle İslam! kesim tarafından büyük bir beğeniyle geniş kitleler tarafından izlenen ve “Beyaz Film" ya da “İslâmî Sinema" olarak adlandırılan akımın içinde yer alan filmin gördüğü rağbet dolayısıyla ertesi yıl (1990) ikinci bölümü de yapıldı, İkinci bölümde cezasını çekip hapisten çıkan Abdullah'ın bir süre hamallık yaptıktan sonra bul­ duğu ailesiyle bütünleşmesi anlatılır (Bu film hakkında bkz,: Birlik Vakfı Sinema Klübü’nde düzenlenen panel/Yücel Çak­ maklı, Hekimoğlu İsmail, Mehmet Tanrısever, Lütfi Seyful- lah, Bülent Polat) Video Haber, Sayı 62, Şubat 1990; Necip Tosun, “Minyeii Abdullah 1-2)" Türkiye Kültür ve Sanat Yıl-

235 ligi, TYB Yayım, İstanbul 1991, sh. 438; Serhat öztürk, “im­ kansızın Peşinde Bir İslâmî Kahraman", Güneş, 9.8.1990; Safa Safsu ^Minyeli Abdullah Kimdir?", Cumhuriyet. 8.8. 1990; Sinan özedincik, “MinyeK Abdullah'a İkinci Start". Cüneş-Ekran, Sayı 43, 4.8.1990; -Hfrahim Altınsay, Popüler Sinemanın Son Durağı"* Güneş, r Ocak 1991). “Sahibini Arayan Madalya”da, Tank Buğra’nın senaıyo- sundan yola çıkan Çakmaklı, yine Hüseyin Özşahin’in ka­ merasıyla ve Bulut Araş. Salih Kırmızı, Erol Tezeren, Cemal Gencer ve Agâh Hün’ün sanatçı katkılarıyla Kurtuluş Savaşı sırasında Maraş’ta geçen ve işgalci Fransızlara karşı savaşım veren bir avuç kahramanın öyküsünü anlatmaktadır. “Kurdoğlu" İse, Serdar Gökhan. Gürcan Sansoy. Sezer Güvenir ve Yılmaz Köksal’ın rol aldığı. Venediklilere esir dü­ şen Türk denizcisi Oruç Reisi zindandan kurtarmak için görevlendirilen Kurdoglu’nun serüvenlerini anlatır. "Bişr-i Hafi" (ya da diğer adıyla “Bir Zamanlar Sarhoş­ tu") ise. Bülent Oran’m senaıyosundan Hüseyin Özşahin’in kamerası ve Yılmaz Zafer, Halûk Kurtoglu, Kadir Savun ve Engin tnal’ın sanatçı katkılarıyla çevrilmiştir. M.S. 8. yüzyıl­ da yaşayan bir din bilgininin hayatını anlatır. Gençliğinde avare ve sarhoş bir kişi olan bu zat bir gün çamurlar içinde üzerinde Allah’ın adı yazılı olan bir kâğıt parçası bulur, onu temizleyip evinin en seçkin yerine asar. Bundan sonra keşfi açılır ve büyük bir din bilgini olur; ve “yalınayaklı" anlamına gelen “Bişr-i Hafi" adıyla anılır. TGRT adına yapılan İslam! filmler içinde ayrıksı bir yeri vardır “Bişr-i HafTnin.

MESUT UÇKAN

1977’de ilk filmi “Lanet" (llenç)’i çevirdikten sonra, bu dönemin başlarında pek önemli olmayan üç film; "Rahmet

236 ve Gazap” (1980)* “öç” (1984) ve “Zeynepler Ölmesin” (1987)' den sonra gerçekleştirdiği; “Reis Bey” (1988), “Yalnız Değil­ siniz” (1990) ve devamı “Sonsuza Yürümek” (Yalnız Değilsi- nİz-2) (1992), “İskilipli Atıf Hoca” (Kelebekler Sonsuza Uçar) (1993) adlı filmlerle “Kavanozdaki Adam” (1987) adlı bir dizi film gerçekleştirdi. Necip Fazıl Kısakürek'in bir öyküsünden yola çıkarak yönetmenin uyarladığı bir senaryoya göre Erhan Canan’ın kamerası ve Halûk Kurtoğlu, Murat Soydan, Ümit Acar. Sü­ mer Tilmaç, Songül Beyçe, Nevin Aypar'ın katkılarıyla ger­ çekleştirilen “Reis Bey"de bir adli hata nedeniyle suzsuz bir gencin idamına karar verdiği için sonradan vicdan azabı çeken emekli bir yargıcın (Halûk Kurtoğlu) dramı anlatılır. Üstün İnanç’m “Yalnız Değilsiniz” adlı romanından uyarlanan aynı adlı filmin senaıyosunu romancıyla birlikte Mes'ut Uçakan hazırlamış. Gamze Tunar, Nilüfer Aydan. Akın Tunç, Funda Birtek, Halûk Kurtoğlu, Murat Soydan ve Efgan Efekan’ın sanatçı katkılarıyla gerçekleşen filmde sos­ yeteye mensup bir ailenin kızı olan Serpifin (Gamze Tunar), üniversitede tanıştığı türbanlı arkadaşlarının çevresine gire­ rek nasıl başörtüsü taktığı ve özgürlük ve inanç haklarını kullanarak bunda nasıl direndiği anlatılır. Basın’da bir tür “Türbana Destek Filmi” olarak tanım­ lanan (Bkz.: Hakan Aygün, Cumhuriyet, 24.10.1990) “Yalnız Değilsiniz”, tıpkı “Minyeli Abdullah” gibi İslâmî çevrelerde büyük ilgi gördüyse de; san at bakımından” Hint ve Mısır si­ nemalarından gelen melodram anlayışı içinde; oyunculuk­ tan, yönetimden nasibini alamamış, son derece beceriksiz, estetik duygusundan yoksun” bir yönetmenin eseri oldu­ ğunu vurgulayanlar da oldu (Bkz.: Ali Hakan, “Boş Perdede Beyaz Sinema”, Sabah, 21.12,1990) (Karşı görüşler için bkz.: Necip Tosun, a.g.e.). Onun devam filmi olan “Sonsuza Yürümek”, bir önceki filmde zorlama sonucu kliniğe düşen Serpilen (Gamze Tü-

237 nar), dışarı çıkınca savaşımım sürdürüp sonunda başatı sağladığı anlatılıyor, Mes’ut Uçakan’ın üzerinde en çok tartışılan son filmi "İskilipli Atıf Hoca” (Kelebekler Sonsuza Uçar), yönetmenin özgün senaryosundan Omit Ardabak’m kamerası ve Yılmaz Zafer, Halûk Kurtoglu, Nilüfer Aydan» Baki Tamer, Abuzer Atalay gibi sanatçılarla çevrilmiştir. Film» şapka kanunu çıkmadan önce yayınladığı bir yazı dolayısıyla İstiklâl Mahkemesi’nce yargılanan ve tam kendini savunmak için hazırlanmışken, bir gün önce gördüğü rüya­ nın etkisiyle yargıçlar önünde savunmadan vazgeçip idam edilen İstanbul Darülfünundu müderrislerinden İskilipli Atıf Hoca’nın başına gelenler hakkında yıllar sonra soruşturma yapıp Hoca'nın haksızlığa maruz kaldığını kanıtlamaya çalı­ şan bir gazetecinin (Yılmaz Zafer) çabalan üzerine kurul­ muş. Gerek "Reis Bey”, gerekse "İskilipli Atıf Hocamda Halûk Kurtoğju'nun gösterdiği performans övülmeye değer, (Bu ko­ nuda bkz.: Taner Barlas, "İskilipli Atıf Hoca”, Antrakt, Ocak 1994; Atillâ Dorsay. Milliyet, 3,12.1993; Bedir Acar, İskilipli Atıf Hoca”, Milli Gazete, 9.12.1993; Mustafa Kutlu, İskilipli Atıf Hoca”, Zaman, 10,12.1993). Mes’ut Uçakan’ın bir de Faik Baysal’m eserinden sine­ maya uyarladığı “Kavanozdaki Adam” (1987) adlı, Ahmet Mekinln başrolde görüldüğü ve beyin nakit yapan bir dokto­ run açmazlan üstüne bilim-kurgusal bir dizisi vardır.

SALİH DİRİKLİK

Bir dönem önce çevirdiği ilk filmi "Gençlik Köprüsü” (1976)*nü izleyerek Peyami Safa nın aynı adlı romanından uyarlayarak çevirdiği "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı dizi filmi (1985). "Uzak Kentin insanları” (1986), "Çiçekler Açmak

238 ister" (1991) “DanimarkalI Gelin" (1993) adlı filmleriyle ta­ nınmıştır. Sabah at Emir'in “Köprü" adlı öyküsünden uyarladığı se­ naryoyu Ümit Ardabak'ın kamerası ve Agâh Hün, Asuman Arsan'ın başrollerde: Ali Karagöz. Ayşegül Uyguner, TUna Arman. Türkân Tümer*in öteki rollerdeki katkılarıyla gerçek­ leştirilen “Uzak Kentin lnsanlan"nda Cevdet Bey (Agâh Hün). eşi Melâhat Hanım (Asuman Arsan), oğlu Vedat'tan (Ali Karagöz) oluşan bir ailenin öyküsü çerçevesinde toplu- mumuzdaki iki tür uygarlık ve kültür anlayışıyla insanların nasıl iletişimsiz kaldığı ve mutsuzluğa itildiği anlatılır. Bu serüvenin başlangıç noktası Almanyaya çalışmaya giden Vedat'ın bir Alman kızıyla evlenip yurda dönmesidir. Daha çok beğenilen ve bu yüzden birkaç kez ekrana ge­ len “DanimarkalI Gelin" (1993) ise. Serap Akıncıoğlu. ismet özhan. Sinem Dinçay ve Bülent Polat'tan oluşan bir oyuncu ekibiyle gerçekleştirilmişti. Öğrenim için gittiği Danimarka'da evlendiği, sonradan ihtida ederek Hatice (Serap Akıncıoğlu) adını alan bir ya­ bana kızla yurda dönen Metin (İsmet özhan). bir süre sonra eşinin aşırı dindarlığından tedirgin olur ve Danimarka'dan kızım görmeye gelen kayınvalidesinin önünde Hatice'yi dö­ ver. Kadın bunun üzerine, annesiyle birlikte kendi ülkesine döner. Karısına karşı davranışından pişmanlık duyan Metin. Danimarkaya giderek onun gönlünü alır: birlikte Türkiyeye geri gelirler.

İSMAİL GÜNEŞ, MEHMET TANRI SEVER

İsmail Güneş, ticari anlayışla TGRT için "Ahmet Bedevi Hazretlerini Bulut Araş. Ali Nur. Uğur Polatkan ve Macit Flordun la çevirerek M.S. 12001ü yıllarda Mısır'da yaşamış bir evliyayı Beyaz Cam'da canlandırdıktan sonra; yapımcı

239 Mehmet Tannsever’Ie işbirliği yaparak Ömür Lütfi Mete’nin senaryosundan Engin İnal, Mac i t Flordu n, Ertaç Ünsal ve Hüseyin Güneş’in Hüseyin ûzşahin’in kamerasıyla görüntü­ lediği “Çizme”yi (1992) çekti. Film Çaybaşı kasabasının nahiye müdürü olup “Çizme’* diye anılan despot bir idarecinin (Engin İnal), Arapça Ezan yasağı kalktığı halde baskı yaparak bunu tanımamasının or­ taya çıkardığı olayları anlatmakta. İsmail Güneş, Natuk Baylan’ın yanında yetişerek, daha önce İslamcı filmler dışında “Gün Doğmadan” (1986), “Biz Doğarken Gülmüşüz” (1987), “Ateş Böceği” (1987), “Küçük ve Sonsuz Yürek” (1992) gibi filmler ve TV için “Yusufçuk” (1988) ve “Bizim Ev" (1990) gibi dizi filmler yapmıştır. Mehmet Tannsever, Almanya’da bir süre film işletme­ ciliği yaptıktan sonra yurda dönerek Feza Film’i kurdu. Bu­ rada İsmail Güneş’le işbirliği yaptı. Sonra da kendi yöneti­ minde “Sürgün”ü (1992) çevirdi. Senaryosunu Mehmet Uyar’ la birlikte hazırlayıp kamera çalışmalarını Hüseyin Şahin’e bıraktığı filmde. Bulut Araş, Gamze Tunan Erol Taş, Fatma Belgen, Lütfi Seyfullah, Orçun Sonat, Macit Flordun, Nezihe Becerikli ve Halit Akçatepe gibi sanatçılar rol aldılar. “Sürgün“de inançları uğruna yıllardır çekmediği kalma­ mış bir ilkokul öğretmeni (Bulut Araş) İstanbul’dan Orta Anadolu köylerinden birine sürülür. Yeni atanan öğretmen yüzünden çıkar ilişkilerinin bozulacağını anlayan köyün muhtarı İsmet Ağa (Erol Taş) yüzünden öğretmen, Anadolu insanının temiz yüreği ve inancını taşıdığına inandığı Molla ile işbirliği yapar. Babasıyla sorunları olan küçük Durmuş ve köyün delisi (Halit Akçatepe) İle de dostluk kurar ve köy­ lünün sorunlarım çözerek onları arıcılık ve ördekçilik gibi uğraşılara alıştırır. Ama bütün bunlar onu yeniden sürgüne gitmekten kurtaramaz. “Sürgün”, İtalya’nın Salemo Festiali ne katılarak (1992)

240 ”en iyi ikinci film” seçilmiştir. Ayrıca aynı yıl Taşkent Ulusla­ rarası Fim Şenliğfnde "en iyi ikinci film” ve Mehmet Tann- sever ”llk filmini çeken en iyi yönetmen” seçildi. “Tannsever inançları doğrultusunda kurduğu bu basit öyküyü sade bir şekilde anlatmış. Ortada (pek öyle) propa­ ganda, sömürü, slogan yok... (Filmin bir süre yasaklanma­ sının nedeni, filmde çocukları toplayıp evinde Kur'an meş- kettiren köy imamının evinin basılıp, kitaplarının yakıldığı sahnenin bul un maşıydı)” (Durul Taylan, ”Antrakt 92 Sinema Yıllığı”, İstanbul 1993, sh. 155).

TABANCI ÜLKELERDE TÜRK SANATÇILARIN KATKILARIYLA ÇEVRİLEN FİLMLER

Daha önce genç kuşak yönetmenleri arasında sözü edi­ len Muammer Özerin İsveç'te çevirdiği filmlerle; bir dönem önce Yılmaz Duru'nun Sovyet Rusya'da Ejder İbrahimovla çevirdiği bir Nazım Hikmet uyarlaması olan “Bir Aşk Hikâ­ yesi" (Ferhat İle Şirin) (1978) ve tiyatro ve sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz'in İsveç’te çevirdiği “Gül Hakan" hariç, bu dö­ nemde yurt dışında yönetmen ya da oyuncu olarak Türk- lerin katkıda bulunduğu filmler şunlardır: Tevfık Başerln “40 m2 Almanya" (1985), “Yanlış Cennete Elveda" (1988) ve “Elveda Yabancı" (1991); Gloria Behrengln “Balta Ailesi" (1987>; İsmet Elçinin “Kısmet Kısmet" (1987) ve “Düğün" (1990); Ahmet Hoşsöyler'in "Seni Sevmekten Korkuyorum"; Xavier Koler'in “Umuda Yolculuk" (1990); Babro Karabuda*- nın “Menekşe Koy" (1990); Hark Bohm'un “Yasemin" (1991), Doris Dörrie'nin "Doğum Günün Kutlu Olsun, Türk" (1991); Konstantin Schmidt’in “Boşlukta Gölgeler" (1992) ve Gyula Maar'ın “Balkan, Balkan" (1993),

243 Tevfik Başer, Anadolu Üniversitesfnde sinema öğrenimi görüp mezun olduktan bir süre sonra Almanya’ya yerleşip Almanya'daki Türkler ve sorunları üzerine üç film yaptı. Bunlardan "40 m2 Almanya", bir yandan Almanya'daki Türk işçilerinin çalışma ve barınma sorunlarına ışık tutar- ken, öte yandan bağnaz bir Türk erkeği olan Dursun'un (Ya­ man Okay) ve 40 m21ik bir mekânda oturmaya zorladığı ve bir cinsel obje olarak kullandığı sonunda buna başkaldıran kansı Turna (özay FechtJ'nın öyküsünü anlatır. Senaryosunu da Tevfik Başer'in yazdığı filmin kamera­ manı İzzet Akay. “40 m2 Almanya" çevrildiği yıl (1985) Ber­ lin Film Festivalinin "ilk filmini çeviren rejisörler" yarışma­ sında “Debreut" ödülü kazandı. Tevfik Başer'in ikinci filmi Türkiye'de "Sahte Cennete Elveda" adıyla gösterilen “Yanlış Cennete Veda" (Abschield vom Falshen Paradies), Safiha Sheinhard'ın "Yaşamadan Ölen Kadınlar" adlı romanından sinemaya uyarladığı bir başka Alamancfnın, bu kez Elif adlı bir kadının dramını ser­ giliyordu. Alman kocasını öldürmekten hapse giren ve altı yıllık hapislik yaşamı sırasında psikiatrist’inin de yardımıyla Almanca öğrenen ve oradaki mahpuslarla İletişim kuran Elif kendini toparlayarak bir erkek mahpustan gelen mektup ve fotoğraf sayesinde yeniden güzellik ve sevgiye kavuşur. Geriye dönüşlerle verilen filmde Elifin Türkiye'de genç kızken yaşadığı şiirsel görüntüler kadar hapishanedeki iliş­ kilerinin içtenliğini veren sahneler de filme renk katmakta­ dır. Başer’in senaryosunu yine izzet Akay filme çekmiş; Zu­ hal Olcay Elif rolünde başarılı; bir başka Türk oyuncu Ayşe Al tan dışında üç Alman kadın oyuncu da filme katkıda bu­ lunmuş. Başer’in üçüncü filmi yine senaryosunu kendisinin yaz­ dığı “Elveda Yabancı" (Lebewohl Fremde) (Farewell, Stran-

244 ger), Almanya’nın kuzeyindeki küçük bir adaya iltica etmiş­ ken yurt dışına çıkarılması kararlaştırılan Türk Mülteci De­ niz (Müşfik Kenter) ile Karin (Grazyna Szapolowska) adlı bir Alman kızının» birbirlerinin dilini bilmeden yaşadıkları aşk serüvenini anlatır» Tevfik Başer’in kadın oyuncuları, özellikle Zuhal Olcay Almanların da takdirini kazanmış ve "Yanlış Cennete Elve- daldaki rolü için Olcay’a Almanya’nın en büyük ödülü olan “Altın Kurdele'yi Federal Almanya İçişleri Bakanı kendi eliye takmıştın Aym ödülün daha önce “40 m2 Almanya'daki rolü için özay Fecht de almıştı» Film ayrıca Lokamo'da “Gümüş Leopar'; Rotterdam’da “en iyi filııT: Amsterdam’da “Altın Sincap' ödüllerini de kazanmıştı» (Bkz»: Güner Yürektik, “40 m2 Almanya'ya “Avrupa’da Üç Ödül”. Cumhuri-yet, 20»6.1987) (Tevfik Başerim filmleri hakkında ayrıca bkz.: Attilâ Dorsay, “Tevfik Başer’in ’40 m2 Almanya’sı: Aynn- tılarla Örülmüş Bir Senaryo ve Ustaişi Bir Sinemasal An­ latım", Cumhuriyet, 18.9.1987: Burçak Evren. “Sahte Cen­ nete Veda-Parmaklıklar Arasındaki özgürlük". Tempo» Yıl 4, Sayı 9. 24.2.-2.3.1991; Dr. Şükran Esen, “Yanlış Cennete Elveda’nın Düşündürdükleri", Milliyet, 22.3.1991; Turhan Gürkan, “Anadolu Kadınının Almanya’daki Çilesi“, Cumhuri­ yet, 18.6.1993; Mehmet Barutçu, (Tevfik Başerile Görüşme) “Daha Geniş Kitlelere Seslenmek İstiyorum", Cumhuriyet, 1.5.1994). Gloria Behreng’in İsmet Bilir Göze, Ali Ekmekyemez ve Dilek Türker adlı Türk oyuncularla çevirdiği ve bir dizi-film olmak üzere hazırladığı “Balta Ailesi", Almanya’da yaşayan iki Türk ailesindeki ilişkileri, bunların bitip tükenmeyen so­ runları, toplumla uyuşmazlıkları, geleneklerine bağlılıkları ve çocuklarım yetiştirme konusundaki kaygıları üzerinde durmakta, ismet EtçTnin Almanya’da çevirdiği iki filminden "Kısmet Kısmet"! (1987), yönetmenin senaryosundan, kendi oyuncu-

245 lugu ve Tülay Kemancı'nznkl dışında Alman oyuncuların da katkısıyla Alman kameraman Albert Kittler görüntülemiştir. Yine Alman toplumu ile uyum sağlayamayan iki Türk genci- ni ele alır film. "Düğün" (Die Heimat) (1990) ise, yine ismet Elçi'nln se­ naryosunu filme dönüşüren bir başka Alman kameraman Martin Gressmann'ın eliyle ve Halil Ergün, Oğuz Tunç, Aslı Altan, Gülsen Tuncer gibi sanatçıların katkısıyla bir Türk- Alman ortak yapımı olarak gerçekleştirilmiştir. Evlenmek istemediği kız (Aslı Altan) yüzünden İstan­ bul'daki babasıyla (Halil Ergün) çatışan bir gurbetçi gencin (Oğuz Tuna) öyküsü. Yıllardır Almanya'da yaşayan İsmet Elçi, senaryosunu yazdığı ve oyuncu olarak rol aldığı "Vatansız Sinan" dizisinin Alman ZDF televizyonunda gösterilmesiyle ilk kez adını du­ yurmuştu. Daha önce Türkiye'de “Tek Başına" (1988). "Çılgın Aşık­ lar" (1990) ve "Kurye" (1990) gibi filmler yapan Ahmet Hoş- söyler Fransa (Metz)'da film yapımcılığına özenen ve son iki filminde oyuncu olarak da yer alan Kâmil öztürk adına "Se­ ni Sevmekten Korkuyorum" (J'ai peur de t'aimer) (1993) adlı bir film çevirdi. Aslında bir göçmen olarak Fransa'ya gittikten sonra orada evlenen ve karısıyla birlikte ya da ayrı ayn çeşitli ticari girişimlerde bulunup başarı sağlayan; sonradan da filmciliğe soyunan Kâmil Öztürk'ün yaşamını yansıtıyordu film. Ancak film yapımcılığına olduğu kadar oyunculuğa de merak saran Öztürk, nedense ancak "teknik direktörlüğe lâyık gördüğü Ahmet Hoşsöyler'i ekarte ederek afişlerde yönetmen olarak kendi adını lanse etti. (Bkz.: Agâh Özgüç, Cumhuriyet Dergi, Sayı 375, 20.6.1993). Xavier Köftecin 1990'da "en iyi yabancı film OscaıVnı İsviçre adına kazandırdığı ödüllü film "Umuda Yolculuk"

246 (Reise der Hoffnung) (Voyage vers l’Espoire), yönetmenin Fe­ ride Çiçekoğlu ile birlikte hazırladığı senaryodan yola çıka­ rak ve Elmer Ragalyi’nin kamerası ve Necmettin Çobanoğlu, Nur Sürer, Emin Sivas, Yaman Okay ve de iki yabancı oyun­ cuyla gerçekleştirildi. Filmin konusu, kaçak olarak İsviçre sınırını aşmak isteyen bazı Türklerln başından geçenler üze­ rine kurulu. Tipkı Tunç Okan’ın “Otobüs” filminde yabancı­ laşma duygusunu veren havasıyla karlı İsviçre dağlarını ve sınır boyunu çevre olarak veren, ama yine de otobüsteki ya­ bancılara gösterilmeyen anlayışı sonunda devreye sokarak insancıllaştırılmış; çocuk yıldız Emin Sivas'ın övgüye değer oyunuyla da seçkinleşmiş bir film. Barbro Karabuda'nın bir Türk-tsveç ortak yapımı olarak Yaşar Kemal'in “Ağır Akan Su” adlı öyküsünden yola çıkarak yazdığı senaryoyu kocası Güneş Karabuda’nın kamerası ve Türkân Şoray, Sven Wollter, Macit Koper, Yavuzer Çetin - kaya. Vildan Kara ve Füsun Demirci gibi oyuncularla ger­ çekleştirdiği “Menekşe Koyu”nda (1990), günün birinde bu koya Kerem Usta (Sven Wollter) adlı elinden her iş gelen biri­ nin yerleşmesi ve orada güzeller güzeli Neriman (Türkân Şû­ rayla birlikteliği anlatılıyor. Kadın uyuşamadığı Kerem’den aynlıp Almanya’ya gider; birlikte yaşadığı bir adamdan edin­ diği bebekle geri gelir. Ama burada, onca sevdiği doğaya küsmüş, yöreye yabancılaşmış ve de elini kana bulamaktan esirgemeyen bir Kerem Usta bulur. Büyük bir oyuncu Sven Wollter. Barbro Karabuda da çevre seçimi ve oyunculardan tipler çıkarma (Örneğin yan rollerdeki Kadir Savun, Lâle Oraloğlu ve Erol Günaydının tiplemeleri) bakımından çok başarılı. Türkân Şoray oyunu­ nun hakkını veremiyor izlenimini bırakıyor. (Bkz.: Atillâ Dor- say, “Menekşe Koyu-Rengârenk İnsan Mozayiği”, Cumhuri­ yet. 12.10.1991). Bu filmler dışında Ayşe Romay’a bir “Altın Kurdele” ödülü kazandıran Alman yönetmen Hariç Bohm’un farklı

247 kültürler arasındaki çatışmayla kuşaklar arasındaki farktan doğan çekişmeleri veren Şener Şenin de katkıda bulunduğu ve Slawomir Idziad’ın kamerasıyla perdeye yansıtılan "Yase­ min” adlı diğer bir filmle (Bkz.: At t ilâ Dosay, "Üçüncü Ku­ şaktan Yasemin", Cumhuriyet, 19.1.1990: İbrahim Altmsay, "Alman Oğlan Türk Kızım Kurtarır", Güneş, 12.1.1990); Dorts Dörrie'nin Türkiye’de film şenliklerinde de gösterilen Yakup Aıjoun’un Almanya’da çok satan "Happy Blrthday, Türke" (Doğum Günün Kutlu Olsun Türk) adlı romanından özay Fecht, Hans Czypionka. Doris Kurtsmann ve Ömer Şimşekle filme çektiği, Frankfurt'ta yaşayan Türk asıliı ama tek kelime Türkçe bilmeyen Kayankaya (Cyzpionka) adlı yalnız ve parasız bir özel dedektifin serüvenini anlatan aynı adlı kurdela var. Her şey bir sabah İller adlı bir Türk kadının (Özay Fecht) Kayankaya’nın bürosuna gelmesiyle başlar. Kadının içine battığı pisliği temizlemek çabasına girişir dedektif. Akıcı ve sonuna kadar İyi götürülen bir filmdir "Doğum Günün Kutlu Kutlu Olsun Türk". Dolayısyıla kendi türü içinde başarılıdır. Türk-Amerikan ortak yapımı olarak, sinema eğitimi gör­ düğü Amerika’ya yerleşmiş bir Türk genci olan Kutluğ Ata- man'ın, 1994 İstanbul Sinema Festivali’ne de katılan "Ka­ ranlık Sular" (Serpent’s Tail) bu halkanın son ve en yetkin filmidir. Senaryosunu da yönetmenin yazdığı ve Christopher Squines’in çektiği filmin oyuncuları; Gönen Bozbey, Metin Uygun, Daniel Chase, Semiha Berksoy, Halûk Kurtoğlu ve Giovanni Scognamillo. Köylü bir aristokrat aileden ğelen Lâmia Köprülü (Gö­ nen Bozbey), evlilik dışı bir ilişkiden doğan oğlu Haldun’u bir deniz kazasında yitirdiğine inanır ve mallarım idare eden Haşmetin tuzağına düşmüşken, Amerikalı bir serüvenci/

248 araştırmacı olan Richie Hunter, oğlunun ölmediğini bazı ka­ nıtlar göstererek kadına inandırır. Birlikte yaptıkları araştır­ ma sırasında son dini kurmaya çalışan aşın bir mezhebin de peşinde olduğu üzeri el yazması harflerle, ama çözülemez bir şifreye dönüştürülerek yazılmış, gizemli bir parşömen bulur­ lar. Ve bu olay onlan bir girdaba sürükler “Karanlık Sular”, yapılan gereği anlaşılması güç öykü­ lerin karmaşık bir ağını örnekte. Yepyeni. Gotik anlayışla gerçekleştirilmiş: garip, sarsıcı bir film. İstanbul Film Şenli­ ğimde Kutluğ Atamanca bu filmdeki çalışmalanndan ötürü özel bir ödül verildi ve 1994’te Sinema Yazarları Derneği, “Karanlık Sulardı yılın “en iyi filmi“ seçti. Ayrıca, ABD’nde, verdiği Oscar ödülleriyle tanınan “The Academy of Motion Pictures Arts and Science” (Sinema Sanatlan ve Bilimleri Akademisi). Amerika’da yaşayan genç Türk yönetmeni Kut­ luğ Ataman’ın bu ilk uzun metrajlı filmini, sonsuza dek sak­ lamak üzere arşivine dahil etti (Antrakt, Sayı 34. Temmuz 1994). Henüz piyasaya çıkmadığı için değerlendirilmesi olanak dışı bulunan diğer iki film; Konstantfn SchmidCin Nur Sü- rer’le çevrdigi “Boşlukta Gölgeler” ve bir Türk-Macar-Fransız ortak yapmı olan ve de Macar yönetmen Gyula Afaar'ın Pa- nait Istratfnin “Codine" ve “Kira Kiralina” adlı romanların­ dan çıkardığı senaryoyu Halil Ergün, Aylin Araşıl. Levent Inamr’ın da İçinde rol aldığı ve kısmen İstanbul’da çekilen “Balkan Balkandı da burada zikredelim. Filmdeki önemli rol­ lerden olan “Codine“i Macar Frigyes Funtek, Kyra’yı Alina Nedelia oynuyor. (Ayrıca Sovyet Rusya’da film çevirmiş Semir Aslantürk için “Tek Filmle Kendini Kanıtlayan Yönetmenler” bölümü, sh. 193’e bakınız).

249

GENÇ TÜRK SİNEMASI

19801i yıllarda ilk filmlerini çeviren bir kısmı okullu (Nesli ÇÖlgeçen, Ömer Uğur, Yavuzer Çetinkaya, Semir As- Janyürek, Oğuzhan Tercan, Mahinur Ergun, Ragıp Taranç, Faik Kartelli gibi), bir kısmı eleştirmen, roman yazan, senar­ yo yazan ya da san'at yönelmeni gibi mesleklerden gelmiş (Ersin Perten, Selim İleri, Firuzan (Selçuk), Fehmi Yaşar, GOlsüm Karamustafa gibi), kimileri de doğrudan doğruya meslek içinde yetişmiş gençlerin ortaya çıkışı Türk sinema­ sına yeni bir soluk, yeni bir kan getirmiştin Bunlardan kimi­ lerinin sadece tek bir filmle bile kendilerini kanıtlamış olma­ ları Türk sinemasının kendine özgü bir niteliğini vurgular. Bunları ayrı bir başlık halinde inceleyeceğiz.

NESLİ ÇÖLGEÇEN, ÖMER UĞUR

Nesli ÇÖlgeçen, Ankara SBF Basın Yayın Yüksek Oku- lu’ndan çıktıktan sonra bir süre reklâm piyasasında çalıştı, İlk konulu filmi "Kardeşim Benim” (1983) Nurettin Sezerin

251 senaryosundan özcan ûzgürf Nazan Ayaş, Orhan Çağman, Bayfcal Kent ve Sevinç Pekinin oyunculuk katkıları ve Sel­ çuk Taylanerln kamerasıyla çekilmiştir. Şöhretini yitirip bunalıma düşen eski bir sinema aktörü ile âşık olduğu bir bar kadınının öyküsü anlatılır bu filmde. Yeşilçam’da özellikle güldürü rollerine çıkan Can Öz (Özcan Özgür), aile düzeninden yoksun, kendini içkiye kap­ tırmış bir aktör eskisidir ve her gün sokaktan geçen tanı­ madığı bir kızı (Nazan Ayaş) pencereden seyreder. İnsanlarla ilişki kurmak ister, ama beceremez. Arada bir stüdyoya çağ­ rılıp geçici işler alsa da bunlarla doyum sağlayamaz, öte yandan hayatına karışan bir bar kadınının (Sevinç Pekin) özveriyle kendisiyle ilgilenmesi de yaşamındaki boşluğu dol- duramaz. Bu film, yeni ve yetenekli bir yönetmenin gelişini muş­ tulamaktan öte bir değer taşımıyordu. Nesli Çölgeçen ancak ikinci filmi “Züğürt Ağa** ile ün ka­ zanmış; bu film onun bu dönemde çevirdiği en başarılı çalış­ ması olmuştur. Yavuz Turgul’un senaryosundan yola çıkan ve kameraman olarak yine Selçuk Taylaner’den, oyuncu ola­ rak da Şener Şen, Erdal özyağcılar, Nilgün Nazlı, Atillâ Yiğit, Bahri Selin, Can Kolukısa ve Füsun Demirci’den yararlanan Çölgeçen, bu filmde Doğu Anadolu’da Haraptar Köyü’nün sahibi bir ağanın (Şener Şen) züğürtleyip malım mülkünü satarak İstanbul’a göç edişini ve orada giriştiği birçok işte başarı sağlayamadıktan sonra çiğ köftecilikte karar kıldığını, en kötü durumlarda bile kendisinde aynlmayan ikinci karısı Kiraz’la (Nilgün Nazlı) mutluluğu buluşunu anlatır. Film, eleştirmenlerce çok beğenildi. "Türk sinemasını aşan bir film” olarak tanımlandı. (Bkz.: Kadınca, Sayı 87, Şubat 1986). "Züğürt Ağa” İstanbul Uluslararası Film Şenliği’nde (1986) “en iyi film” ödülünü diğer iki Türk filmiyle paylaştı.

252 Yavuz Turgul "en İyi senaryocu". Selçuk Taylaner “en iyi gö- rüntü yönetmeni", Şener Şen “en iyi oyuncu" Füsun Demirel ve Erdal özyağcılar “en İyi yardımcı oyuncu" ödüllerini al­ dılar . Aynı yıl sinema yazarlarına göre Nesli Çölgeçen “en iyi yönetmen", Taylaner “en iyi görüntü yönetmeni", Şener Şen “en iyi oyuncu" seçildiler* Film 1986 Antalya Film Şenliğim­ de de (“özgün senaryo" ve "en iyi yardımcı oyuncu" dalların­ da) ödüller aldı, (Züğürt Ağa hk. aynca bkz,: Atillâ Dorsay, "Haraptar Ağa nın önlemez Çöküşü", Cumhuriyet, 17,1,1986; Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 137, 1,2.1986: Sungu Çapan, “Köyden Şehire inince", Nokta, 3, 26,1,1986; Turhan Gürkan, “Genç Kuşaktan örnek". Cumhuriyet, 27,2,1991), Çölgeçen in üçüncü filmi “Selâmsız Bandosu" (1987), Hakan Aytekin/Nesli Çölgeçen/İrfan Eroğtu üçlüsünün ha­ zırladığı bir senaryodan yola çıkar. Bu kez Ertunç Şenkay kamerayı kullanır. Yine Şener Şen başrolde; Ali Uyandıran, Üstün Asutay, Güzin Çorağan. Can Kolukısa, Uğur Yücel yardımcı oyunculukları üstlenmiş. Yurt gezisine çıkan cum­ hurbaşkanının Selâmsız ilçesine de uğrayacağını öğrenen belediye başkanı Lâtif Beyin (Şener Şen), ilçesinin dertlerini anlatmak fırsatım yakalayacağını düşünerek Devlet başka- nını karşılamak üzere bir bando kurmasını; ama trenin dur­ maksızın geçip gitmesiyle umutlarının nasıl suya düştüğünü birçok gülünç sahnelerle anlatır film. Şener Şen yine ilginç bir kişiliği canlandırmış; muhalif parti lideri Tabir Bcy*i oy­ nayan Üstün Asutay da bizce sinemadaki en parlak oyunla­ rından birini bu filmde sergilemiştir. (Film hk. diğer görüşler için bkz.: Atillâ Dorsay “Hoş Bir Siyasal Masal", Cumhuriyet, 19.2.1988; Sezer Tansuğ, “Şener Şen Kendinden Korkuyor", Güneş, 18.3.1988; Serdar öztürk, “Zurnanın Zırt Dediği Yer". Nokta. Sayı 7. 21.2.1988; Turhan Gürkan, “Kasaba İn­ sanının Düş Kırıklığı", Cumhuriyet, 2,6.1993). Çölgeçen'in son filmi “İmdat ile Zarife" (1990), Nesli

253 Çölgeçen/Hakan Aytekin/lrfan Eroglu üçlüsünün hazırladı­ ğı senaryodan Ay tekin Çakmakçının kamera çalışması ve Şev­ ket Altuğ. ayı Ayşe, Ostûn Asutay, Erkan özkurt, Seima Çe- tinel ve Can Kolukısa’nın oyunculuk katkılarıyla gerçekleş­ miştir. İmdat (Şevket Altuğ) adlı bir çingene genciyle yavru ola­ rak tutup yetiştirdiği Zarife (ayı Ayşe) arasındaki ilişkileri anlatır film. Ayı oynatıcı olarak kentin sokaklarında dolaşan İmdat, bir gün ormandan geçerken Zarife’nin huysuzlanma- sından çektiği orman özleminden kendini kurtaramayacağı­ nı anlarsa da; geçimini sırtından kazandığı ayıdan vazgeç­ mek istemez. Yine de iyi yürekli roman (çingene) ayının ya­ kasını koyuverin Ayı da mutlu(l) bir yaşam sürmek üzere or­ mana dönen Sinemalarda gösterim olanağı bulamayan "imdat ile Za­ rife" ancak TVde seıgilendl. Nesli Çölgeçen de bir daha ko­ nulu film çevirmedi. Ömer Uğur, İzmir 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünden mezun olduktan sonra tıpkı Çölgeçen gibi bir süre Yeşilçam’da ve reklâmcılıkta ça­ lıştı; senaryo ve metin yazarlığı yaptı. İlk filmi "Son Urfair (1986)^ kendi yazdığı senaryodan Ümit Ardabak'ın görüntü çalışmalarıyla gerçekleştirdi. Talât Bulut, Nur Sûren Bülent Kayabaş ve Savaş Yurttaşın oyuncu olarak yer aldığı film. İbrahim Tatlıses'in gerçek yaşamını beyaz perdeye getiren bir çalışmaydı. İkinci filmi "Zamansızlar" (1987), Uğurdun Cemal Gözû- tokla birlikte hazırladıkları bir senaryodan kaynaklanıyor ve Ardabak ikinci kez kamerasıyla, Berhan Şimşek, Nilgün Ak- çaoğlu, Bülent Kayabaş, Menderes Samancılar ve Sevinç Pe­ kin oyuncu olarak katkı sağlıyorlardı. Yan-açık bir cezaevinin bulunduğu kıyı kasabasına gi­ ren bir tiyatro trupuna yardımda bulunmak üzere çalışmaya

254 gelen mahkûmlardan Kerim (Berhan Şimşek) İle trupun genç oyuncusu Gülây (Nilgün Akçaoğlu) arasında yıllar öncesi ya­ şanmış kötü bir anı vardın Gülay tanıklık etmeye gelmediği için Kerim sekiz yıla mahkum olmuştun Bir yandan eski gö­ nül ilişkisi depreşirken» öte yandan Rağıp (Orhan Güzeloglu) adlı bir kasabalının da kıza takılması: trupun yöneticisi Emin (Bülent KayabaşJ'in de ekibini toparlamak için gösterdiği gayretler filmin gelişimini oluşturun Berhan Şimşek Uğurd­ un çizdiği tiplemeye uymasına karşın aşın kasılıyor ve Nil­ gün Akçaoğlu’nun oyununu da bozuyor. Bu yüzden film. 2. Ankara Film Şenliğimde “umut veren oyuncu** ödülünü Ak- çaoglu’nun tüm gayretlerine karşın kaçınyon Sonuç olarak “Zamansızlar**, iyi niyetli bir çaba sergilemesine karşın âde­ ta. iyi niyetli olmanın çoğu kez bir şey getirmediğini kanıtlı­ yor” (Bkz.: Agâh özgüç. “Bir Tutkunun Ö y k ü s ü -Zamansız­ lar”. TVTde 7. Sayı 33. 14.10.1990). “Arka Evin İnsanları” (1988). Anadolu'da geçen, bir ge­ linle (Perihan Savaş) kayınpederi (Yıldırım Gencer) arasın­ daki cinsel ilişkiyi konu almış. Senaryosu Ömer Uğur’un, görüntü çalışmaları Omit Ardabak’ın. Pek önemli bir film de- gü- “Bir Eski Yangın” (1988) ise aynı yönetmen/senaryocu/ kameraman ilişkisi içinde Meral Zeren. Mahmut Hekimoğlu ve Emin Alkut üçlüsünün, aynı kıza tutulan baba-ogulun serüveni üzerine bir başka çeşitleme ve bir öncekinden de daha zayıf bir çalışma. Ömer Uğur son yıllarda üç proje üzerinde duruyor, tik proje 1989’da oluşmuş. Tank Tarcan ve Şahika Tekand’m başrollerini üstlendikleri “Ekran Aşıklan”, evlenmek için bil­ gisayarlardan yardım bekleyen insanlann nafile çabaları üs­ tüne. (Saklambaç. 25.11.1989). Tıpkı İbrahim Tatlıses gibi Yılmaz Güney’e özendiği İzle­ nimini veren, genç yönetmenlerin Yeşiîçam’da bedavaya ça­ lışmasını. “Sinemamızda herkes yeterince şövalye” tanımla­

255 masıyla vurgulayan Ömer Uğur {Bkz. Tuna Erdem» Cumhu­ riyet, 6,8.1993), yine de iki ilimin daha projesini gerçekleş­ tirmek istiyor: Senaryosu Vasconcelos’un "Şeker PortakalTm andıran ve çocuk oyuncular Ozan Bilenle Emin Sivas’ın başrolde Necmettin Çobanoğlu’nun baba rolünde görüldüğü kurdela; bir de Kafkavarl bir 12 Eylül öyküsünün anlatıldığı "Sorgumda (Bkz.: aynı kaynak).

NİSAN AKMAN

Nisan Akman’ın İlk filmi "Beyaz Bisiklet" (1986), Claude Goretta’yı üne kavuşturan “La Dantelltere" (Dantelcl Kız) (1977) adlı filminin Türkiye’ye uyarlanması. Eriş Akman’ın senaıyosundan yola çıkarak Erol Sayıba- şı'nın kamerası ve Deıya Arbaş, Yaşar Alptekin, Songül Ölkü ve Sedef Ecer’in oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirildi. İki zıt karakterli arkadaş gözde (Songül Ülkü) ile Sedef­ in (Derya Arbaş) tatilde iken iki sevgili bularak geçirdikleri serüveni anlatır film. Sedefin basit bir kız olduğu halde ta­ nıştığı Metin, zengin bir ailenin üniversiteye devam eden oğ­ ludur. Annesinin karşı çıkmasına rağmen Sedefle evlenir. Ama mezun olup hariciyeci olma arifesinde yaptığı hatayı anlar ve kızdan uzaklaşmaya başlar. Uğradığı ağır darbe Se­ defi tımarhaneye mahkûm eder ve artık Metin’i de tanıya­ maz olur ve bir gün beyaz bisikletinin üzerinde kendisine dönecek olan sevgilisini düşler. Acı bir öykü ve Deıya Arbaş bu ilk filminde kendini aşan etkili bir oyun çıkarıyor. "Beyaz Bisiklet" ile gösterdiği performanstan ötürü Nisan Akman’ı 1986 Antalya Altın Por­ takal Film Şenliği’nde “jüri Özel ödülü" verildi. Nisan Akman'm ikinci filmi "Kırık Bir Bebek" (1987), Ayşe Kulin’in senaıyosundan Colin Moulnier’nin kamera ça­ lışmasıyla ve Hülya Avşar. Erdal Özyagcılar, Derya Yücel.

256 Orhan Çağman, Güzin Özyağcılar’ın katkılarıyla gerçekleş­ miştir. Bir reklâm şirketinde çalışan göçmen Remzi (Erdal öz- yagcılar) ile küçük güzel kızı Güllzar (Hülya Avşarfın hüzün­ lü öyküsü. Ablasının mutsuz evliliği babasını perişan etmiş­ ken güzelliğiyle seçkinleşip reklâm filmlerinde oynamaya başlayan Gülizar ünlenip sınıf atlama aşamasına ulaşır ve kendisine ve çevresine yabancılaşır. Bu durum onun büyük dostu, mankenlerini yapan Ermeni Artin usta (Orhan Çağ- manimi da perişan eder. “Beyaz Bisiklette daha çok foto-roman izlenimi yaratan Akmanın ikinci çalışmasının ürünü, biraz daha değişik nite­ liğiyle beğenilir bir film oluyor. “Kırık Bir Bebek'teki oyunlarıyla Ankara I. Film Şenli- ğfnde (1988), Derya Yücel ve Orhan Çağman “en iyi yardım­ cı oyuncu' ödüllerini kazandılar. Film de Kültür Bakanlığın­ dan para ödülü kazandı. (Değişik görüşler için bkz.: Burçak Evren, “Bir KınkBebek, Bir Kırık Film", Güneş, 20.1 1.1987). Nisan Akman’m son filmi “Dünden Sonra, Yarından Ön­ ce' (1987), yine Eriş Akman'ın senaryosundan yola çıkılarak Erol Sayıbaşı’nın, Zühal Olcay, Eriş Akman ve Sedef EcerMn canlandırdığı bir üçlü aşk öyküsünü resimlemesi ile ortaya çıkmıştır. Gül (Zuhal Olcay) ile Bülent (Eriş AkmanVın mutlu evli­ liklerine, erkeğin Avrupa görmüş Pelin (Sedef Ecer) ile ilişkisi gölge düşürür. Film daha çok Güfün psikolojik tegayyürle- rinin çözümlemesini yapmaya çalışır. Bir zamanların çocuk yıldızı Sedef Ecer filmde umul­ madık rahatlıkta bir oyun çıkarırken; Zuhal Olcay mahzun güzelliğini sergileyen harika bir performans gösteriyor ve bu filmdeki rolünden ötürü Ankara Film Şenliği'nde (1989) “en iyi kadın oyuncu' Ödülü alıyordu. Filme admı veren şarkıyı jenerikte okuyan Olcay, ayrıca

257 oyun gücünün yanında üstün ”sound”ı belirgin bir sese sa­ hip olduğunu ortaya koyuyor ve bunu İzleyerek düzenlediği üç kasetle ünlü bir ses sanatçısı da oluyordu.

ERSİN PERTAN

Bir zamanlar dergilerde eksantrik film eleştirilerini İzle­ diğimiz Ersin Pertan da sonunda yönetmenliğe soyunup bu dönemde iki film yaptı: "Kurt Kanunu” (1992) ve "Tersine Dünya” (1993). "Kurt Kanunu” Kemal Tahir’in aynı adlı romanının bir uyarlaması. Senaryosunu da Ersin Pertan'ın yazdığı» karne- ramanlığını Aytekin Çakmakçının yaptığı "Kurt Kanunu”» teması "Kurtlukta düşeni yemek kanundur” olan romanın aslına sadık kalınarak ele alınmış: hatta romandaki Çorum ağzıyla konuşmalar bile aynen diyaloglara yerleştirilmiş. Er­ sin Pertan’ın bu ilk filmi oldukça başarıyla İzmir'de Ata­ türk'e karşı suikast girişimi nedeniyle genç Cumhuriyet ikti­ darının muhalif milletvekillerini» İttihat ve Terakki Partisi artığı paşaları ve politikacıları tasfiye etmesi ve kimi kişilerin bu bu-nahmlı günlerdeki idamlarını ve kaçınılmaz sonlarını anlatıyor (Milliyet» 27.3.1992). Filmde Mehmet Akar» Aslı Al- tan» Hümeyra» Berhan Şimşek» Zihni Küçümen ve Zafer Yılmaz önemli rolleri üstlenmişler. Konuk oyuncu olarak da Şahika Tekand ile Aydemir Akbaş var. öteki rollerde de Ni­ hat Akçan» Yasemin Alkaya, Cem Davran» Eray özbal, Ra- sim öztekin ve Canan Sabuncu görülüyor. "Kurt Kanunu”. 1926 Haziranında ortaya çıkan olayı iz­ leyen günlerde İttihat ve Terakki kalıntılarının izlenişini ve yargılanmak üzere İstiklâl Mahkemesi’ne sevkedilmelerini oldukça canlı bir şekilde yansıtan bir dönem filmi. Her oyun­ cu üzerlerine düşeni fazlasıyla yapıyor. "Yorgun Savaşçı” ve "Kanlar Koğuşu”ndan sonra Kemal

258 Tahir’in sinemaya, oldukça tutarlı bir şekilde uyarlanmış üçüncü romanı. Pertan’ın ikinci çalışması “Tersine Dünya", bu kez Or­ han Kemal in aynı adlı romanının oldukça özgür bir uyarla­ ması. Senaryo yine Pertan'ın, kamera çalışması Uğur Dön­ dürdün. Demet Akbağ. Rasim Öztekin, Lâle Mansur. Jale An- kan, Sevda Ferdag. Berhan Şimşek, Erdinç Akbaş, Serra Yıldız ve Can Kolukısa rol üstlenmişler. “Toplumda erkeklerin rolünü kadınlar üstlense, erkek­ ler de kadınlar gibi davransalar acaba nasıl olurdu?" soru­ suna yanıt oluşturuyor film. Ve Demet Akbağ, Lâle Mansur ve Jale Ankan "Bitirim Leylâ". "San Leman" ve “Hanife" adlı üç külhani kadının serüvenlerini başarıyla sahneye yansı­ tıyor. Ev erkeği rollerinde Can Kolukısa ve Rasim Üstekin, genelev sermayesi rolünde Berhan Şimşek de çarpıcı tiple­ meler çizmişler. Ancak, "Kurt Kanunu"nun başarısı yanında, bu fantezi biraz hafif kaçıyor.

259

TEK FİLMLE KENDİLERİNİ KANITLATAN GENÇ KUŞAK YÖNETMENLERİ

Daha önce başka vesilelerle tek film çeviren Tünce] Kur- tiz. Müjdat Gezen ve Kutlu Ataman gibi Orta Kuşak ve Genç Kuşak yönetmenlerinden söz etmiştik. Şimdi de bunlardan geri kalan kimi yönetmenlerden vurgulamalar yapacağız.

FİRUZAN/GÜLSÜM KARAMUSTAFAOĞLU, IŞIL ÖZGENTORK ve YEŞİM USTAOÖLU

Firuzan ve Gülsüm Karamustafaoğlu'nun fîlmi "Benim Sinemalarım" (1990). Firuzanln aynı adlı romanından alı­ nan senaıyoya dayanıyor. Ertunç Şenkay'ın kamera çalış­ malarıyla Hülya Avşar, Sema Aybars. Yaman Okay. Ayşegül Uyguner, Güzin Çorağan ve Metin Sözer'in oyunculuk kat­ kıları sağlanarak çevrilmiş. "Benim Sinemalarım", 19601ı yıllann başında İstanbul'un kenar mahallelerinin birinde ye­ tişen Nesibe adlı bir genç kızın (Hülya Avşar) ve onun aile yaşamındaki güçlüklerden kurtulma yollarını arayışının

261 öyküsü. Genç kızın çocukluk çağının en büyüleyici anısı kendi başına sinema dünyasında yaşadığı olağandışı duyar- lanmalardır Büyüyüp ergenlik yaşına ulaştıktan sonra bile sinema onun için coşkulu bir tutkudur. Güzel Nesibe düşle­ rinin belirttiği yolu bulup tek bir odada sefalet içinde yaşa­ yan ailesinden kopar ve artist olma uğrunda Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki batağa doğru sürüklenir. "öykücülüğümüzde bir doruk oluşturan "Benim Sine­ malarım"; yazan Flruzan ve ressam, san’at yönetmeni olarak ün yapmış olan Gülsüm Karamustafaoğlu’nun beklenen dü­ zeye ulaşamayan bir "ilk yapıt" denemesi. 1950-L9601ann Beyoğlu nostaljisini ve sinemalarda renklenen altın çağım duygulu» buruk bir tadla anlatan "Benim Sinemalarım" sınıf atlamak için sinema dünyasının ışıltılı» renkli düşlerine sı­ ğınan bir genç kızın çöküşünün» yok oluşunun serüvenini sergiliyor" (Cumhuriyet» 10.11.1992). "Çekimleri üç yıl içinde» çeşitli aralıklarla tamamlanan fUm. tüm patırtısına karşın» Firuzan'ın romanındaki atmos­ feri yaratmaktan epey uzak düşmüş" (TV'de 7» Sayı 38. 22.9.1991). Bizce bunun nedenlerinden birinin kurgu ile is­ tenen temponun yakalanamaması olduğu kadar» pek çok defa gösterilen sinema fenerlerinin filmleri abartıyla yansıt­ masının yapaylığıdır. Filmin bir kez daha kurgulanmasından sonra bu hataların düzeltildiği izleniminin verilmesi bilmem ne kadar doğrudur? Bir de iki yönetmen söz konusu olunca» sorumluluğun ya da başarının en çok hangisine alt oldu­ ğunu saptamak güç. Filmin estetik sorunları herhalde Gül­ süm Karamustafaoğlu'ndan sorulur; konunun bütünlüğü ve ruhsal tutarlığı da Firuzan’dan (Ayrıca bkz.: Ayça Atikoglu» (Yönetmenlerle konuşma)» "Filmimiz Bir Çağı Anlatıyor". Mil­ liyet, 23.9.1991). "Benim Sinemalarım", 1990-1993 yıllarında yerli (İstan­ bul Antalya) ve yabancı (Cannes, Toronto» Köln» Brüksel. Tahran, New Delhi ve Tokyo) film şenliklerine katılmış ve

262 kimi dokunaklı sahneleri dolayısıyla yabancı basından öv­ güler almıştın (Bkz.: Ayla Kapan. (Söyleşi) “Firuzan, Gülsüm Karamustafaoğlu, Aslı Selçuk-Onlann Sinemaları". Kadınca, Sayı 139, Haziran 1990). Işıl Özgentûrk, eşi Ali Habip Özgentürk’ün ‘‘Bekçi*, “At", ve “Su da Yanar* gibi filmlerinin senaryocusu olarak seçkin­ leştikten sonra, kendi başına, “Seni Seviyorum Rosa" (1991)*yı çevirdi. Sevgi Soysalın “Tante Rosa“ adlı romanından uyar­ ladığı senaryodan çekilen filmde başrolü Sumru Yavrucuk: yan rolleri: Mahir Günşlray. İsmet Ay oynuyor. Filmde za­ man zaman görülen, Rosa’nın yaşamına kanşmış kişileri Müşfik Kenter, Halil Eıgün, Müjdat Gezen, Taner Barlas ve Ayla Algan oynuyordu. Dansa, musikiye, eğlenmeye düşkün ve de aşka susa­ mış olan Rosa’nın gençlik yıllarında geçirdiği parlak dene­ yimler, yaşlılık ve yoksulluk yıllarında yaşadığı sefalet, çevre ve karakter vurgulamalarıyla filmde belirtiliyor, Sumru Yav­ rucuk parlak bir oyunculuk sınavı veriyor (“Seni Seviyorum Roza“ hk. yazılanlar için bkz.: Serhat Öztürk, (Söyleşi) “Si­ hirbazlık Yapmak Zorundayım*, Nokta. Sayı 16, 21.4.1991: “Kendi Düşlerinde Yaşayan Bir Kadının Filmi Seni Seviyo­ rum Rosa“, Tempo, Sayı 25, 16-22.6.1991; Mehmet Atak, “Işıl özgentürk'ün İlk Filmi Etrafında Üçlü Sohbet: Seni Se­ viyorum Rosa“, Nokta, Sayı 38. 13-19.9.1992; Turhan Gür- kan, “Işıl Özgentürk’ün İlk Yönetmenliği*. Cumhuriyet. 21.2.1994). Film 28. Ankara Film Şenliği nde “en iyi oyunculuk Ödü­ lü (Sumru Yavrucuk)*; 4. Ankara Film Şenliğinde “en iyi yardımcı erkek oyuncu (İsmet Ay)“. “umut veren müzik ödü­ lü (Thesia Panayotou)"; 6. Adana Altın Koza Film Şenliğinde “en iyi oyuncu* ve “en iyi görüntü yönetmeni* (Ertunç Şen kay); II. Uluslararası tstanbul Film Şenliğinde “jüri özel ödülü* kazanmıştır. Daha önce yaptığı kısa filmlerle deneyim ve ödüller ka­

263 zanan Yeşim Ifetapglu (bkz.: sh. 223)'nun ilk uzun metrajlı filmi “İz" (1994). Tayfun Pirselimoğlu'nun senaryosundan yola çıkarak Uğur tşbakın kamerası ve Aytaç Arman, Nur Sürer, Derya Alabora, Meral Çetinkaya, Erdinç Akbaş, Kutay Köktürk, Metin Çekmez, İsmet Ay, Bülent Kayabaş, Serra Yılmaz, Ke­ mal inci, Selçuk Uluergüven ve Giovanni Scognamillo’nun oyunculuk katkılarıyla gerçekleştirilmiş. Film, sıradan gibi görünen birinin karanlık dehlizlerde saklanmış gizli kişiliğini anlatır. Emekliliği yaklaşan polis Kemal (Aytaç Arman), tekdüze yaşamını telsizden izlediği bir emre uyarak klâmetçl Cezmi Karanın evine gittiğinde onu, yüzünü parçalayan bir kurşunla öldürülmüş ve bir parmağı kesilmiş olarak bulur; duvardaki bir grup resimde görünen birinin de yüzü silinmiştir. Kemal işin peşine düşer. Ancak bir gün baskına uğrayarak o da bir parmağım yitirir. Kemal bütün bunların gizemini çözmek için İstanbul'un en karan­ lık sokaklarım, en ucuz pavyonlarını dolaşır, hatta eski ma­ hallelerinin ötesindeki bir deniz fenerine kadar uzanır. Buna rağmen, ölenin fotoğrafını elde edemez. Ancak bilmecenin parçalan bir “jigsaw puzzle" (oymalı tahta bulmacası) gibi belirlenerek onu bütüne doğru götürür. Bu arada epeyce tu­ haf kişilerle karşılaşır. Ama gittikçe kendi yaşamı da bir gize dönüşür. İyi oynanmış, iyi çevrilmiş bir film. Biraz “Gizli Yüz"ü andırır yanlan; bunun yanısıra Kafkasya göndermeler yapıl­ dığı izlenimini veren sahneleri var. Yeşim Ustaoğlu'nun ka­ dınsı duyarlılığı filminin havasına sinmiş âdeta. (Bkz.: “Dört Kısa Filminden Sonra Yeşim Ustaoğlu. İlk Uzun Metrajlı Fil­ mi lz*i Çekiyor-Bilmeceyi Çözmeye Seyirci de Katılmalı", Cumhuriyet. 20.12.1993; Erdoğan Salgıroglu, “Yeşilçam Dışı Bir Film; iz". Gösteri, Sayı 164, Temmuz 1994).

264 FEHMİ YAŞAR. BARIŞ PlRHASAN, SELİM İLERİ

Adı belirlilen Oç senaryo yazan, bu dönemde ilk İlimleri­ ni çevirmek üzere yönetmenliğe soyundular. Fehmi Yaşar, senaıyosunu yazıp Erdal Kahramancın ka­ merası ve Genco Erkal, Deniz Gökçer, Şerif Sezer. Füsun Demirel. Cemal Şan ve Nurettin Şen'in oyunculuk destekleri ile "Camdan Kalpli (1990) çevirdi. Kendi Üzerine gül koklayarak ikinci bir evliliğe hazırla­ nan kocasını çalıştığı evin beyi "Kirpi" (Genco Erkal)ye şikâ­ yet eden evin hizmetçisi Kiraz Kadın (Şerif Sezer), "Kalbin cam­ dan olduğunu, bir kez kırılırsa bir daha onanlamayacağını" söyler ona. Saflık eder adamcağız, kadının köyüne kadar gi­ derek sorunu ailesi nezdinde çözmeye kalkışır. Oysa Kiraz, bu sırada, kocasının imam nikâhıyla evle­ nip eve getirdiği yeni ortağına (Füsun Demirel) alışmış; onun sayesinde paraya, mala ve kendisini rahatlatacak yardım eli­ ne kavuşmuştur. Kocası çıkıp gelen akrabalarına, "Kirpfnin bir ırz düşmanı olduğuna inandırarak onun ölümüne neden olur. Kimi fantastik öğelerle de donatılan (kendisine köyde yardım eden çocuğun yurdundan uzaklaştığı halde müşkül anında çıkagelip ona kaçacak gizli bir yer göstermesi gibi) film, Genco Erkarın oyunu ve Fehmi Yaşar'ın esprili senar­ yosu dolayısıyla değer kazanıyor ve insan yaşamındaki saç­ malıkların ve "yabancılaşmadın hangi boyutlara ulaşabile­ ceğini vurguluyor. (Bkz,: Zeynep Oral, "Kalp Camdandır Kı­ rılır", Milliyet. 11.11.1990; Atillâ Dorsay, ‘Kültür Farkları öldürücüdür", Cumhuriyet, 16.11.1990; İbrahim Altmsay, "O Benim Kalbimi Kırmıştır", Güneş, 16.11.1990; Oya Ay­ man Büber, "Ve Kahramanın Adını ‘Kirpi' Koydum", Güneş, 22.8.1990; Nuri Dikeç, (Söyleşi), "Yeşllçam'da Bir Yabancı Gibi Yaşadım", Cumhuriyet Dergi. Sayı 249, 16.12.1990); (Ayrıca bkz.: Fehmi Yaşar, "Camdan Kalp" senaryo ve film

265 hakkında yazılanlar; özellikle Oruç Aruoba, “Aydın ın Kirpi Olarak Portresi", sh. 141-143; Oyunevi Yayım, İstanbul 1993). "Asiye Nasıl Kurtulur", "Aaah Belinda", ‘Adı Vasfiye", "Amansız Yol" gibi kimi ilginç filmlerin senaristi olan Banş Pirhasan’m "Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal" (1986) adlı filmi uzun süren muhataralı ve temeli parasal olan bir se­ rüven sonunda bitirilebildi. Pirhasan kendi yazdığı senaıyo- yu An ton Klima'nın kamerasıyla ve Hale Soygazi, Nihat İleri, Derya Köroğlu, Yasemin Alkaya, Hikmet Körmükçü, Atacan Arsever, Saltuk Kaplangı ve Füsun Erbulak'ın oyunculuk katkılarıyla filme dönüştürdü. Birbirine nispet yaparcasına İhanet eden genç bir karı- kocanın, Feryal ile Mesut'un (Hale, Soygazi, Nihat İleri) garip İlişkilerinin öyküsü. "Küçük Balıklar" akıcı bir tempo kaza­ nan anlatımı, ustalşi senaryosu, birinci sınıf mekân-dekor kullanımı, oyuncu yönetimi ve görüntü çalışmalarıyla değer kazanır. İçerdiği eleştiri, yakaladığı gündelik ayrıntılar ve gerçekçi diyaloglarıyla, son dönemde akıllarda kalan nitelikli ve başarılı Türk filmlerinden biri. Oyunculardan birinin (Hale Soygazi) ifade ettiği gibi, "... Bana göre (filmin) kendi dozu epey yüksek. En dramatik sahnelerde bile gülebilmek rahatsız edici olabilir seyirci için". (Bkz. (Söyleşi) Sinema: "Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal- Durum Ciddiyetini Koruyor", Nokta, Sayı 21, 27.5.1990; Zü- leyha Güvenir, (Söyleşi), "Küçük Balıklar Sonunda Bitti", Kadınca, Sayı 137, Nisan 1990). Lütfl Akad’ın “Yaralı Kurt". Ömer Kavur'un “Kırık Bir Aşk Hikâyesi", Osman Sınav'ın “Yalancı Şafak" gibi filmleri­ ne senarist olarak katkıda bulunan Selim fterfnin senaıyo- sunu Ayşe Şaşa ve Levent Dönmezin katkılarıyla yazarak kendi başına çevirdiği "Hiçbir Gece" (1989), Salih DİkişçTnin kamerası ve Hülya Koçylğit, Murat tikel. Gülsen Tuncer, Kâmuran Usluer ve Güzin Çorağan'ın oyunculuk desteğiyle

266 gerçekleşmiştir. Aralarındaki yaş farkı nedeniyle birlikteliklerini çıkmaza sokan orta yaşlı bir sinema oyuncusu olan Sevda Tanyeli (Hülya KoçyiğitHe yirmi yaşlarındaki Bahadır adlı bir gencin (Murat İlker) sevda öyküsünü verir film. Filmde “gay" ve "tra- vesti" klüpleri mekân olarak kullanılıyor. (Erkek kahrama­ nın bu çevrelerden gelip yine bu çevrelere dönmesi dolayısıy­ la), Bir çok da misafir oyuncu van Murat Soydan, Güler Ökten, İsmet Ay, Bülent Oran, Cevat Kurtuluş ve Pınar Kür gibi. Aslında topluma sevgi, anlayış ve hoşgörü aşılamak id­ diasıyla çevrilmiş film. (Bkz. "Selim İleri Uk Filminde Traves- tileri Oynatıyor. Son Korkusuz Adam”, TV'de 7, Sayı 6t 6.2. 1989; Atillâ Ilhan, “Herkes Mutlu, Ben Mutsuz" (Filmin baş kişisi Murat'ın bir konuşmasından alınma), Cumhuriyet, 22.12.1989; Erdal Çetin, "Hiçbir Gece", Milfiyet. 3.8.1989). Bu filmi izleyerek Selim İleri. Kanal 6 için “Yedikuleli Mhiriban" adlı bir dizi film çekti.

OĞUZHAN TERCAN, YAVUZER ÇETtNKAYA, REHA ERDEM, RAGİP TARANÇ/FAİK KARTELLİ

Beşi de Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümle­ rinde sinema öğrenimi görmüş olan bu gruptaki gençlerden Oguzhan Tercan bir süre reklâm filmciliği alanında çalış­ tıktan sonra, ilk filmi "Uzlaşma" (1991)^1 davası uğrunda öldürülen gazeteci Abdi İpekçi üzerine gerçekleştirdi. Senaryosunu Oğuzhan Tercan/Sabahattin Çetin İkilisi­ nin yazdığı filmi Aytekin Çakmakçı görüntüledi. Halil Ergün, Berhan Şimşek, Nur Sürer, Kutay Öztürk ve Salih Kalyoncu oyunculuk üstlendiler. Aslında olayın bir tasarımını açıklamak isleyen oyuncu (Berhan Şimşek) katil Ağca rolünü de üstlenir. Böylece ger­

267 çekle fantezi filmde bir arada yürütülüyordu. Filmdeki Halil Ergün her ne kadar İnandırıcı bir Abdi İpekçi kompozisyonu çizememişse de; film bütünüyle sinema duygusu yerinde genç bir yönetmenin başanlı bir çalışması olarak kabul edil­ di (Bkz.; Ayşe Dunıkan, "Ve Abdi İpekçi Beyaz Perdede’*, TV- de 7, Sayı 38, 21.9.1989; "Abdi İpekçi Filmi ’Uzlaşma'mn Yö­ netmeni Oğuzhan Tercan: Terör İnsanlık Sorunu”*. Cumhu­ riyet, 10.9.1991; Zeynep Oral, "Uzlaşma", Milliyet, 15.9,1991; "Abdi lpekçfyi İdealize Ettik" (Söyleşi), Güneş, 13.9.1991; Burçak Evren, “Abdi İpekçi nin Sinemasal Görünümü", Gü­ neş, 27.9,1991). Yavuzer Çetinkaya, İzmir GSF Sinema-TV bölümünde Eisenstein üzerine yüksek lisans Paris Üniversitesl’nde Jean Rouch’ia birlikte “Paris’te Köpek Mezarlığı" üstüne bir proje­ yi kabul ettirerek doktora derecesini idrak ettikten sonra Ye- şilçam’da aktör ve basında film eleştirmeni olarak bir süre çalıştı. Bu sırada “Deniz Kızı" (1987) adlı filmini çekti. Senaryo­ sunu da kendisinin yazdığı filmin kameremanı Salih Dikişçi, oyuncular; Halil Ergün. Emel Demirhan, Ülkü Ülker, ûzde- mir Han idi. 1992*de 44 yaşında iken yitirdiğimiz Yavuzer Çetinkaya’ nın bu filmi fantastik bir yapıda: Bir panayır gösterisi yapan uzun san saçlı deniz kızına âşık olan gencin dramı işleniyor filmde. “Deniz Kızfnın tek mekânda geçen baş tarafı çok sı­ kıcı. Ama sonlara doğru film, bir hareketlilik kazanıyor ve uyuşutrucu verilerek numara yaptırılan deniz kızını kaçıran delikanlının peşine bir yandan çadır tiyatrosunun sahibi, öte yandan jandarma düşüyor. “NaiF bir ilk yapıt denemesi. Bizce Yavuzer Çetinkaya’nın gerçek değeri karakter oyun­ culuğunda ve film eleştirmenliğinde aranmalıdır. Yine İzmir 9 Eylül Üniversitesi GSF Sinema-TV çıkışlı iki genç yönetmenin Ragıp Tarançla Faik Karteli?nin ortak-

268 iaşa ürettikleri “Bir Düğün Masalı* (1993), Zuhal Çetin in se- naryosu, Onur Çakaloz’un görüntü çalışmalarıyla ve Gülsen Tuncer, Şener Kökkaya. Deıya Herek, özdemir Nutku, Esin Varlıyağcı ve Evren Serterin oyunculuk katkılanyla gerçek­ leştirilmiş. Filmde, hoppa ve "non-chalant* (kaygısız) bir kadın olan ve nemfomanyak eğilimler gösteren Ayten (Gülsen Tuncer) kocasının ölümüne neden olduğu gibi, evlenecek kızının mutluluğunu da gölgelemeye çalışır* Kocası Ekrem'e çok benzeyen yeri-deli kayınbiraderi Şahapla da (her iki rolü Şe­ ner Kökkaya oynuyor) garip bir ilişkisi; geçmişinde de ka­ ranlık noktalar vardır. Film, Gülsen Tüncer'in güzel oyununa karşın girift ve anlaşılmaz sahneleri yüzünden bir ilk film olmanın kimi ku­ surlarını taşımaktadır. Festivallerde ödül alamayan diğer pek çok film gibi Tür­ kiye’de gösterilme olanağı bulunmayan “Bir Düğün Masalı", Romanya'nın Costineşti Kenti’ndeki “I. Uluslararası Genç Film Yapımcıları Festivali"ne de katılarak, kullandığı özgün müzik (Berrak Tarancı’nın), Balkan halktan arasnda dostlu­ ğu pekiştirici özellikleri ve başroldeki oyuncu Gülsen Tun- cer’in gösterdiği yüksek performans nedeniyle "dikkate de­ ğer" bulundu (Cumhuriyet 22.7.1994).

SEMİR ASLANYÜREK, AYDIN BAĞARDI

Semir Aslanyürek, sinema öğrenimini Sovyet Rusya’da görmüş; sonra da M.Ü. GSF Sinema-TV bölümünde öğretim görevlisi olmuştur. Onun “Vagon" (1993) adlı filmi, Ivan Ju- ko ile birlikte yazdığı senaıyodan yola çıkarak Hayk Kirakos- yan’ın kamerası ve Julia Torkhova, Iva Prymak, Hans Odd, Yuri Çernov, Ludmilla Hityaeva’nın oyunculuk katkılarıyla çekilmiştir.

269 Perestroika politikası gereği olarak, bir sürgün iken, Rusya’dan sınırdışı edilmek Üzereyken havaalanında kaça­ rak bir aile evine yerleşen; orada yeni dostlar bulan, yeni tanıdıklar sağlayan bir gencin öyküsü* Filmde mekânlar ve oyuncuların seçimi yerinde, Sovyet Oyuncular harika oynuyorlar. Ama yapımcı İbrahim Kara- memetle yönetmen dışında hiçbir şey bizimle İlgili değil. Film­ deki sürgün gencin Türk olup olmadığı; yeniden Türkiye'ye gönderilip gönderilmediği bile belli değil. Ama İlimden büyük bir sevecenlik ve İnsan sevgisi taşı­ yor. Filmdeki akıl almaz kertede raslantısal mutlulukların ortaya çıkması bile bu havayı zedeleyemiyor. Buna karşın yine insansal güzellikleri ve sevecenliği vurgulayan bir diğer film: '‘ölûrayak* (i992) emsalsiz bir te­ mayı başarıyla vurguluyor: ikisi de Ölmek üzere olan iki kan­ serlinin sonuncu kez sevgiyi ve kıskançlığı tanımaları. Ayşe Nur Aslan'ın senaryosundan yola çıkan Aydın Ba­ ğandı; Meral Oğuz. Haluk Bilginer ve Erol Demiröz üçlüsüyle bunu sağlıyor. Yan rollerde; Filiz Taşkan. Suna Selen. Arif Pişkin ve Nüvit özdoğru var. Kamerayı da Sedat Selvidal kullanmış. Avrupa'da rastladığı ve umut aşıladığı bir kanserli hasta olan Ömer'i (Haluk Bilginer) İstanbul'a dönüşünde de bulan kendisi de kanserli Eda (Meral Oğuz), kocasından ayrı otur­ sa da, evli ve Doğa adında bir çocuğa sahip olduğu halde Ömer'le ilişki kurar. Kısa sürecek olan ömürlerini "Ölürayak* yaşamak isterler, ve birbirlerini mutlu edeceklerine İnanır­ lar. Eda'mn annesi de buna göz yumar. Ömer karısını terke- der. Eda da bir süre ortadan kaybolur. Birlikte yaşadıktan kır evinde Ömerln cebinde bulduğu son rapordan Eda, onun durumunun çok kötü olduğunu: kendisiyle birlikte olabilmek için tedaviyi de boşverdiğini anlar. Buruk bir memnunlukla ona minnettar olur. Evet, giderayak değil,

270 “ölürayak" acı bir mutluluktur yaşadıkları. Film esprili havası, oyuncuların performansı, konuşma- lardaki doğallık ve özdenlikle melodrama dönüşmekten çok uzak. Konusu bir parda Edmund Goulding'İn George Brent ve Bette Daviesle çevirdiği “ölünceye Kadar” (Dark Victoıy) (1938)'a benziyor.

SEÇKİN YAŞAR. CANAN GEREDE, HANDAN İPEKÇİ

Yönetmenliğini Seçkin Yaşor'ın sanaryosunu yine kendi­ sinin yazdığı, görüntü yönetmenliğini Ümit Arbadak'ın üst­ lendiği ve Şahika Tekand, Mahir Günşlray ve Levent Özdi- lek in başrollerde; Zuhal Gencer. Suna Selen, Kutay öztürk’- ün yan oyunculuklarıyla desteklediği “San Tebessüm" (1992-93). Türkiye’de son yıllarda kasa geliri sağlayan film­ lerden biri oldu (Ötekiler: “Amerikalı”. “Şahmaran", “Kızku- lesi Aşıklan" ve “Tersine Dünya"). Kendisini çok seven fakat İktidarsız kocası şair İdris Üs­ tün (Levent Özdilek) Avrupa’da bulunduğu sırada arkeolog Eda (Şahika Tekand) aile dostlan ressam Erdal'la (Mahir Günşlray) cinsel ilişkiye girer. “San Tebessüm" bu üçlünün sorunlannt irdeler. Son dönemin en tartışmlaı yerli yapıtlanndan biri olan film, kadın-erkek ilişkilerine ve erotizme değişik bir yak­ laşımla eğiliyor. Ama kadın, biri yumuşak davranışlı ama güçsüz, diğeri cinsel bakımdan güçlü ama kaba iki erkek arasında aradığı mutluluğu tam olarak bulamıyor. "Sonunda yumuşak, kusursuz kocasına dönüyor. Hu­ zuru onda bulacağına inanarak: çünkü benliğinin diğer bö­ lümleri onunla doludur. Ama Tanrı şaire, bir tür ruhani lide­ re sığınarak kendi varlığını da inkâr ediyor" (Tülin Tınaz Tankut. Türk Sineması üzerine henüz yayınlanmamış bir çalışmasından).

271 Buna karşın film, entel kadının cinsel sorunlarına ya­ pay ve pek de inandırıcı olmayan bir anlatımla yaklaşıyor* Üstelik özgün bir konuya da dayanmıyor. Bir bakıma Adrian Lyneln 19864da Mickey Rourke ve Kim Basingerte çevirdiği “Nine 1 /2 Weeks" (9,5 Hafta)sı Ue Sam PUlsbuıy’nin 1990'da Joe Pantolianus, Aaron Neville, Eıika Anderson'la çevirdiği “Zandalee" adlı filmle yoğun benzerlikler İçeriyor. (Bkz.: Tar- han Gürkan, "Kadın Gözüyle Doyumsuz ilişkiler44, Cumhuri­ yet, 10*5.1994; "San Tebessüm", Flda Film, Sinema Gazete­ si, Sayı I, 4 Eylül 1993; Esra Blryıldız, “Eda ya da Zandalee- San Tebessüm", Sinemaskop, Sayı I, Ekim 1993), Seçkin Yasar, "Yorgun Savaşçı"^ çevirirken Hahd Re- fiğ’e asistanlık yaptığı gibi, o zamandan beri de en çok Re- fiğle olmak üzere; Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Orhan Aksoy, Orhan Elmas, Temel Gûrsu, Kartal Tibet ve Ömer Kavurfla birlikte çalışmış* Sinema diline vakıf biri olduğu, bu yönüyle bir “ilk film"! hiç andırmayan “San Tebessüm"ü çevirmesin­ den belli oluyor zaten. (Sevin Okay, "Haftanın Favorisi: San Tebessüm", Nokta, Ne Nerede eki, Sayı 37, 5-11*9.1993)* Çeşitli ülkelerden Cannes Film Şenliği (1991)‘nde “Eleş­ tirmenler Haftası"na katılmak üzere başvuran 200 film ara­ sından seçilen yedisi araşma girmeyi başaran Canan Gere­ de'nin ilk kez yönettiği "Robert'in Filmi” (Robert's Movie) 1991), "Gogo" takma adlı bir şarkıcı (Asit Altan) Ue Robert adlı bir serüvenci (Amerikalı bir savaş fotoğrafçısı) (Patrick Buchau) arasındaki eksantrik ilişkiyi anlatır. Avrupa ve Tür­ kiye'de “İstanbul'da Son Tango" başlıklı yazılarla tanıtılan, yapımcılığı Türkiye, Almanya ve Fransa tarafından üstleni­ len ve Eurimages’dan da yardım alan filmin bir özelliği de ilk kez Türkiye'de, hem Türkçe hem de İngilizce olarak çekilmiş olması. Görüntü yönetmeni Jürgen Jürges. Filmin yan rolle­ rinde John Kelly ve Sinan Çetin de yer alıyor. Canan Gerede, İstanbul'un büyülü, tanımadığımız ölçü­ de hüzünlü atmosferini fon olarak kullanmış. Bu kentin ka­

272 ranlık sokaklarını, marjinallerini, eşcinsellerini, travestilerini ve uyuşturucu tutkunlarını veren bir başka film var karşı* mızda. Robert rolünde Patrlck Buchau üstün nitelikte bir oyun çıkarıyor. Handan ipekçi, İlk film deneyimini “Baba-Askerde* (1994) İle yapan bir başka kadın yönetmen. Daha önce “Ke- mençenin Türküsü* adlı kısa filmiyle dikkat çeken ipekçi, "San TebessümMe de yönetmen yardımcılığı yapmıştı. "Babam Askerde** çocukları “Baban askerde** diye kan­ dırılan, aslında 12 Eylül*den sonra hapsedilen veya ölen tu- tuklulann ve ailelerinin dramını işliyor. Filmdeki buıjuva ai­ lesini Yasemin Alkaya ve Mehmet Atak, küçük buıjuva aile­ sini Zuhal Gencer ve Ali Uyandıran işçi ailesini ise Füsun Demirel ve Nurettin Şen canlandırıyor. Bu üç ailenin çocuk­ ları bakımından baskı dönemlerinin ne denli üzücü olduğu anlatılıyor filmde. Yan rollerde Selçuk Uluergüven, Halûk Kurtoglu görülüyor. Filmin görüntü yönetmeni Mehmet Ül­ ken san*at yönetmeni Ayşe Akılhoğlu. (Bkz.: Pelin özen “Handan İpekçi 'Babam Askerde* adlı İlk filminde Baskı Dönemlerini Çocuklar Açısından lrdeliyor-Yaşanmaması Ge­ reken Süreçlerde", Cumhuriyet, 4.3.1994; “Bir 12 Eylül Öyküsü: *Babam Askerde*", Milliyet, 5.2.1994). (Son aylarda, “Babam Askerde'nin bitirilmesi için Kül­ tür Bakanlığı nın sağladığı kredinin sonuncu bölümü, tasar­ ruf tedbirleri dolayısıyla verilemediği takdirde filmin tamam- lanamayacağı tehlikesi doğmuştur) (Bkz.: “Sinema Sektörü Durdu", Hürriyet, 9.8.1994).

ERDOĞAN KAR. MUSTAFA ALTIOKLAR

Osman Şahin*in bir öyküsünden sinemaya uyarlanan “Su** (1986), bu tek filmiyle Erdoğan Kar*a ün sağladı. Filmin senaryosunu Osman Şahinle birlikte hazırlanan Kar. Selçuk

273 TuranlI ve Musa Orall görüntü yönetmeni; Bahri Selin, Me­ lih özçetin, Oben Güney ve Osman Bardakçt*yı oyuncu ola­ rak seçti. Merdan (Talât Bulut) gurbete çıkmış; çalışıp uzun yıllar sonra köyüne dönerken bir "sarf (kauçuk yatak) getirmiştir. Köyün ağası Berces Aga (Bahri $elln)t bırakıp gittiği sözlüsü Peronu (Perihan Savaş) başlık parası karşılığı kendine kan edinmişken, şimdi de elinden bu güzelimi!) yatağı almak is­ temektedir. Merdan ise hiç değilse bu varlığından kopmak istemez. Ama köyün biricik kuyusu da Aga’nm avlusunda olun* ca işler sarpa sarar ve birlikte kaçmayı kararlaştıran sevgili­ ler bakımından film, trajik bir şekilde biter. "Su”, Anadolu'da hâlâ hüküm süren feodal düzeni* yok­ sulluğu, başlık parasını, kadın-erkek çelişkisini ortaya ko­ yan bir film. Erdoğan Karlı, daha ilk filminde özenli bir ça­ lışma dikkatli bir anlatım sağlamış. Kar, bir hikâyenin görsel olarak nasıl anlatılacağım biliyor (Bkz. Erdal Çelin, "Su", Milliyet, 26.3.1987; "Sanki Bir Geri Kalmışlık Antolojisi". Cumhuriyet. 27.3.1987). "Denize Hançer Düştü" (1992) ile 7. Altın Koza Film Ya- nşmasTnda (1993) dikkatleri üzerine çeken Mustafa AUtoklar tek fUmie kendini kanıtlayan bir başka genç yönetmendir. Yasemin Altıoklar ve Zühtü Erkanla birlikte oluşturduğu fil­ min senaıyosunu Uğur İşbak resimlemiş ve Nur Sürer, Ya­ semin Alkaya, Yaman Okay, Meral Çetinkaya ve Zühtü Er­ kanla oyuncu kadrosunu tamamlamıştır. Öykü, Deniz (Nur Sürer) ile İpek (Yasemin Alkaya)ln çalıştığı tiyatro provaları sırasında başlar. Jean Genefnin "Balkon" adlı oyunu prova edilmektedir. Bu ikili eksantrik bir ruhla birlikte yaşarlar. Adeta aralarında bedensel bir iliş­ ki bulunduğu ima edilir. Denizin bir de alkolik annesi (Me­ ral Çetinkaya) vardır. İpekln ayrıca Ege (Zühtü Erkan) He de

274 ilişkisi vardın Bu yüzden iki arkadaşın yalana ve düzene ka­ çan ilişkileri. Bunu anlayan İpek de arkadaşına acımasızca davranır ve o da Ege’yle ilişki kurar. Böylece ödeşmiş olur­ lar. Filmde aşınya kaçan sahnelerde van Geceyansından sonra İpek’ln İstiklâl Caddesinde avare gezerken, Galatasa­ ray Lisesi önündeki bankta bir serseriyle cinsel ilişkiye gi­ rişmesi gibi. Filmin son sahnesinde Deniz, duvardaki hançeri kının­ dan çıkarır ve vücuduna sürterek dolaştırır. Ama onu cina­ yet ya da İntihar aracı olarak kullanmaksızın denize atar. Altıoklar, filminde iki oyuncunun sahnede oynadığı Genet’- nin eserinin etkisinde kalarak konuyla paralel bir yaşamı sürdürdüklerini ileri sürmekle ve kısaca Boris Vian’ın deyi­ şiyle: "Bu filmde göreceklerinizin hepsi gerçektir. Çünkü biz düşündük" demektedir. Nur Sürerle (daha önce "Kurt Kanunumdaki oyunun­ dan ötürü "en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü alan) Yase­ min Al kaya çok iyi oynuyorlar.

ZEKİ DEMİRKUBUZ

Ankara ve İstanbul Film Şenliklerimde jüriler tarafından çalışması değerlendirilerek "jüri özel ödülleri" alan “C Blok" (1993) adlı filmiyle seçkinleşen Zeki Demirkubuz, senaıyo- sunu da yazdığı ftlmi Serap Aksoy ve Fikret Kuşkan ı baş­ rollerde: Zühal Gencer ve Selçuk Yöntem’i yardımcı rollerde oynatarak görüntüleme işini de Ertunç Şenkay’la yürüttü. "C Blok", bir apartman kümesinin C Bloklunda oturan- zengin bir kadın olan Tülây’ın (Serap Aksoy) bunalımları üzerine kurulu. Film, bir gün kapıcının oğlu Halet’i (Fikret Kuşkan) hizmetçi Aslı (Zuhal Gencer) ile sevişirken gören kadının, aynı şeyi kendisi için de ondan istemesi; ama

275 kocasının da Aslı ile ilişki kurduğunu görünce yeniden bu­ nalıma girmesi gibi psikolojik durumları irdeliyor. Bir atmosfer filmi olarak Lütft Akad ın ve Metin Erk- san’ın daha önce bu konuda sinemamızda yaptıklarını bir başka türlü yerine getiriyor Demirkubuz: Bunalımlarla ken­ dini sokağa atan TüJây’ı bloklarda, otobanlarda e insanda hüzün uyandıran puslu, gri bir denizin hakim olduğu mekânlarda dolaştırıyor. Zeki Demirkubuz sinema yapmasını bilen bir genç yö­ netmen. Ne anlatmak İstediğini biliyor, özgün bir anlatım dili tutturarak gerilimi filmin başından sonuna dek denetim altında tutabiliyor (Mehmet Barutçu. Cumhuriyet 10.4. 1994) Demirkubuz. sinemamızda anlaşılamamış bir değerin: Fransa’da sinema öğrenimi gördükten sonra, başta "Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri” (1966) olmak üzere ürettiği dört yapıta gösterim olanağı sağlayamayan Alp Zeki Heper'in anı­ sına adamış filmini; ve de İstanbul Film Şenliği Jürisi nin verdiği ödülü de geri çevirdi: “Ülkemizde yaşanan ve sanat­ çıyı engelleyen nedenlerden dolayı, kendini kullanılmış his­ settiği” gibilerden pek anlaşılmayan nedenlerle. Bu nedenleri kendisine yeniden soran Tamer Baranca verdiği yanıttan onun, daha çok. "Beğenilen bir filme Jürinin özel ödül değil, “birincilik ödülü” vermesi gerekirken. “yaran’ı” kayınp bunu yapmayışını kınamak için” protestoda bulunduğu anlaşılı­ yor. (Bkz. Antrakt, Sayı 32, Mayıs 1994).

276 GERİDE KALANLAR

Bu çalışmamızın sinemamızın çeşitli dönemlerinde çev­ rilen tûm İlimlerle bunlan gerçekleşürenlerin tamamının bir envanterini yapmak gibi bir iddiası ve işlevi yok. Esasen iki cilt halinde yayınlanan bu çalışmada böylesi bir maksadın gerçekleştirilmesine de olanak yok. Bizf her dönemde başarılı çalışmalar yapmış kuşaklarla umut veren yönetmenlere ağırlık veren* bu arada bizim sine­ ma anlayışımıza pek uymasa da belli dönemlerde ortaya çık­ mış kimi türlerle sinema için emek vermiş kimi yönetmen­ lere de —sırf halkın belli bir kesiminin isterlerine yanıt ver­ miş oldukları için ve bir örnekleme oluştursun diye— belli ölçüde kitabımızda yer verdik. Bundan dolayı, bu son bölümde, bunlardan bazılarını yeniden anımsayarak değerlendirmeyi ve kimi boşlukları doldurmayı uygun gördük.

277 OKSAL PEKMEZOĞLU, ÇETİN İNANÇ, ZAFER PAR, AVNİ KÜTÜKOĞLU

tik filmi * Almanya’da Bir Türk Kızfnı 1974 yılında çe­ viren Oksal Fekmezoglu, 19801i yıllarda, Tank Dursun K (akınç)Tn bir öyküsünden “Beni Böyle Sev" (1980), "Dört Ce­ line Dört Damat" (1981), "Üç Kardeştiler" (1981), "Çelik Me­ zar" (1983) ve Vahdet Vural’la çevirdiği şarkılı melodramları: “Ayrılık" (1984), İftira" (1984), "Onlar da Sevdiler" (1985): ve "Sevgili Bebeklerim" (1987), "Acılar Günlüğü" (1988) gibi filmler yaptı. Halkçı türden olan bu filmlerden örnek olsun için "Çe­ lik Mezar" ile “Acılar Günlüğü" üzerinde biraz duralım: “Çe­ lik Mezar", Güngör Bayrak. Hülya Avşar ve Salih Güney üç­ lüsüyle çevrilmiştir ve bir rasdantı sonucu, kendini bir ca­ sus şebekesi içinde bulan bir taksi şoförünün öyküsünü anlatır. "Acıların Günlüğü" ise Fikret Hakan ve Nilgün Sa­ raylıcı başrolde oynattığı ailevi çelişkiler nedeniyle alkol ba­ ğımlısı olmuş bir oto tamirhanesi sahibiyle kızının öyküsünü yansıtır. Oksal Pekmezoğlu üretken, sokaktaki adama hitap et­ mesini bilen bir yönetmen görünümünde. Çetin inanç, ilk filmi "Bahriyeli Kemal"! 1974*te çevir­ dikten sonra, 80’İİ yıllarda, "Aşk Pınarı" (1981) ve "Kara Bahtım" (1982) ile şarkılı melodram ve dram türlerinde ça­ lışmalar yaptı. Bunu izleyerek Cüneyt Arkınla çevirdiği: "Dün­ yayı Kurtaran Adam” (1982). “Gırgır Ali* (1982), "Ölümsüz" (1982), "Çöl* (1983), "Son Adım" (1983), "Dev Kanı" (1984), "Bir Defa Ölürüm" (1985) gibi dramatik serüven filmleriyle bir diğer üretken halkçı ftlm yönetmeni olmuştur. Zafer Par, ilk filmi "Candan Sevmeli" (1985) ile sinema­ ya adım attıktan sonra, "The Thief Of Hearts* (Kalp Hırsızı) adlı yabancı bir filmden esinlendiği "Hırsız" (1986) ve "Yedi

278 Uyuyanlar" (1988) ile dönemi kapatmıştır. Gökhan Güney* Nilgün Akçalıoğlu ve Ayşegül Onsal ile çevirdiği ilk filminde "çocuğu olmayan bir şarkıcı ile başka bir kadından çocuk sahibi olan kocası"nm öyküsünü, Onsal Emre ve Deniz Akbulut ile çevirdiği “Hırsız"da* “soygun için girdiği evde bir romancı olan evsahibinin kanamın duvarda­ ki resmine aşık olan bir hırsızın dramı: “Yedi Uyuyanlarda. Macit Koper’in senaryosundan Kadir İnanır, Şahika Tekand, özcan özgür* Haluk Kurtoğlu, Menderes Samancılar gibi oyuncular ve Aytekin Çakmakçı’nın kamerasıyla “Bir tatil kasabasında geçen hayalî ihracat olaylanndan yola çıkarak yasadışı bir örgütün kirli çamaşırlarını ortaya çıkaran bir müfettişle otel sahibi bir kadının öyküsû"nû anlatır. Bu üçüncü Olm. ilk ikisinden daha başanh olduğu izle­ nimini bırakmakla birlikte, “her şeyi birden ele aldığından, gerçekçi hava vermek istemesine karşın slogancılığa dönüş­ müş bir Üslubu ortaya koymuştur" (Burçak Evren, “Hayalî Bir Film", Güneş, 4.11.1988).

SAMİ GÜÇLÜ* MEHMET AYDIN* ALEV AKARAK

Sami Güçlü* ilk filmi “Kul Sevdasını şarkıcı Hayri Şa­ hinle 1985*te çevirdikten sonra, yine Hayri Şahinle “Yaşa­ madım ki Ben" (1985). Ilyas Salmanla “Ava Giden Avlanır" (1986), özlem Onursal ve Münir Özkul’la “Kızlar Sınıfı Tatil­ de" (1986), Pınar Kür’ün romanından Hülya Avşar, Selçuk Özer ve Kerem Yılmazerle “Yarın, Yann" (1987) ve Cem Özer ve Selin Dilmenle "Zirvenin Bedeli" (1989) adlı filmleri çe­ virdi. Kuşkusuz Sami Güçlü yukarıdaki başlık altında adını andığımız dört yönetmenden daha ileri, sinema duygusu bi­ raz daha gelişmiş bir yönetmen olduğu halde, ikinci sınıf bir sanatçı olarak kalmıştır. Kendini aşmakta belli ölçüde ba­

279 şarı sağladığı "Yarın, Yarın"* "Evlendikten sonra bunalıma düşen Şeyda (Hülya Avşar) ile kendisinden ilgisini esirgeyen zengin kocası Oktay'ın (Kerem Yılmazer) öyküsünü anlatır. Oktay'ın bir başka kadınla ilişki kurması bu evliliği param­ parça eder. Bu sırada Avrupa'da öğrenim gören çocukluk arkadaşı Selim (Selçuk Özer) kadını teselli eder* Şeyda yeni­ den mutluluğa kavuşur gibi olursa da bu mutluluk uzun sürmez. Filmde. “Güçlü”nün belki biraz fazla durgun, önemli yerleri yutan, ama Vakur* sinema dili dikkati çekiyor” (Ali Ulvi Uyanık. Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 170r 15.6.1987). Mehmet Aydm, ilk filmi "Küçüğüm” (1987)'Û Kadir İna­ nır ve Ceylân Palayla çevirdikten sonra, Tank Tarcan'la "Ya­ sak Cennet" (1987) ve "Mağrurlar” (Yaralı Kalp) (1990); Fa­ ruk Tınazla "Baharda Hüzün” (1990) ve "Sabah Olmasın”; Serpil Çakmaklı ve Tolga Savacı ile “Sen ve BenT (1988) çevirdi. Ancak bütün bu filmlerde ilk filminde gösterdiği ümidi yaşatamadı. Gerçekten. Erdoğan Engin'in kamerasıyla ve başoyuncuların yanında Bora Ayanoglu ve Tuncay Kap'ın da rol aldığı filmde, eşini trafik kazasında yitiren mutsuz bir resim öğretmeninin (Kadir İnanır) kendisini içkiye kaptırdığı sırada kızının arkadaşı olan, babasından sevecenlik görme­ miş ve genç adamın kendisini "Küçüğüm” diye çağırdığı bfr genç kız (Ceylân PaJay)1a aralarında doğan duygusallığın yeni bir mutluluğa dönüşmesiyle hayatı yeniden yaşaması anlatılır. Kadir İnanırın “maço” olmaktan çok sevecen bir erkek olarak görüldüğü ve Ceylân Palay'm taze güzelliğinin süs­ lediği film gerçekten bir umut olmuştu. Alev Akarar, Orçun Sonat ve Nükhet Egeli ile çevirdiği ilk filmi "Delicesine”den (1975) sonra, bu dönemde Cemal Tekin ve Nükhet Egeli ile "Yaktın Beni Dünya” (1980). Adile

280 Naşit le "Adile Teyze" (1982), Halil Ergün ve Nükhet Egeli ile "Nisan Bitti" (1986), Halil Ergün ve Zuhal Olcay’la "Bir Gü­ nah Gibi" (1987), Halil Ergün ve özlem Onursalla "Unuta­ madığım" (1987), Müjdat Gezenle "Kahraman Hamamcı” (1987), Nebahat Çehre ve Yaşar Alptekin'le "Eski Sevdalar Gibi" (1987), Bahar Öztan ve Tuğrul Meteerle "Serseri Âşık­ lar" (1989) ve Arif Susam la "Beni mi Buldun?" (1990) ve "Her Şeyi Bitirdik"! (1990) çevirdi. örnek olsun diye onun iki Diminden kısaca söz edelim: "Unutamadıgım"da, zengin bir çiftlik sahibi (Halil Er­ gün), uzun süre bir kadınla (özlem Onursal) yaşadıktan sonra onu terkeder ve bir başka genç kızla (Francesca Cia- betlni) ilişki kurar. Terkedilen kadın çıldınr ve hastanede kendisini ziyarete gelen eski sevgilisini geçirdiği bir kriz sıra­ sında öldürür. "Bir Günah Gibfde ise. evli bir kadınla (Zu­ hal Olcay) evli bir erkeğin (Halil Ergün) yasak aşk öyküsü anlatılır. Akarar, kendine özgü bir sinema dili oluşturma ça­ basında görülüyor.

MUZAFFER HİÇDURMAZ, AYDIN SAYMAN, CEMAL GÖZÜTOK

Muzaffer Hiçdurmaz, Ahmet Sezerel’le birlikte gerçek­ leştirdiği ilk filmi “Kılıbık" (1984)*tan sonra kendi başına işçi davasına adanmış önemli bir film çevirdi: "Çark" (1987). Bekir Yıldız’tn aynı adlı öyküsünden Haşmet Zeybek'in uyarladığı senaryoyu Erdoğan Ererez’in kamera çalışmalan ve Tarık Tarkan, Müge Akyavaş. Savaş Yurttaş, Erol De- miröz, thsan Yüce, Muazzez Kurtoglu, Bekir Yıldız, Haşmet Zeybek, Hikmet Karagöz, Diler Saraç'm oyunculuk katkıla­ rıyla resimleyen Hiçdurmaz bir cam fabrikasında çalışan dört fabrika işçisinin emeklerinin karşılığını almak için ver­ dikleri savaşımı anlatır. Film tümüyle Kazlı Çeşme'de (bu­

281 gün yok olan) deri atölyelerinde çekilmiş. Filmde ortaya çı­ kan bir iş kazası sonucu dört arkadaş ne denil haklı olduk­ larım kanıtlayarak öteki işçileri de bilinçlendirirler. "Çark*, her zaman için, Ertem Göreçln "Karanlıkta Uya­ nanlar" (1964) ve Yavuz Özkan'ın "Maden" (1978)’inden son­ ra en iyi işçi filmlerinden biri olma erdemini saklayabilmiş­ tir" (Bkz.: Atillâ Dorsay, “Gerçek Bir Grevden Edebiyata, Edebiyattan Beyaz Perdeye: ‘Çark*, Bir İşçi Sineması örne­ ği", Cumhuriyet, 20.11.1987; Burçak Evren, “Geç Kalan Bir İşçi Filmi: “Çark ". Güneş, 13.11.1987). Aydın Sayman, aslında TV programlan için hazırlanmış bir projeden yola çıkarak gerçekleştirdiği “Gelincik Tarlası’ (1994) İle bir baraj inşaatmda çalışan yabancı bir mühendi­ sin (Levent Ülgen) gözlemleri ve eski bir cinayet üzerine ku­ rulu. Film eleştirmeni olarak belli bir ün sağladıktan sonra SaymanTn yaptığı bu filmde, baraj yapımında araç operatö­ rü olarak çalışan Kepçeci Ali (Menderes Samancılar)'nin ka­ rısı (Zerrin Atılgan) ile âşığını (Giray Harmandaroğlu) öldür­ mek suçundan uzun yıllar hapis yattıktan sonra öyküsünü mühendise anlatırken, görüntüler “flash back’lerle verilir. Filmde Kepçeci Ali'nin anılarından başka öyküler, başka İn­ sanlar da vardır. Bu arada baraj yapılırken su altında kala­ cak eski eserleri inceleyen Juanna adlı bir kadın arkeologla (Eser Giray) köy ağası (SelâhaUİn Fırat) arasında geçen ko­ mik aşk ilişkisinden de söz edilir. Filmin oyuncular kadrosu­ na Yılmaz Pütün, Lütfi Seyfullah ve Elif İnci de katılmıştır Cemal Gözüiok, “Adada Son Gece" (1992-93) ile 7. Altın Koza Film Yarışmasında (1993) görüldü. Meltem Doğanay ile Serdar Gtireş'in başrol oynadığı filmde, silâhlı bir eylemci olan Farukun (Serdar Güreş), babasının ölümü üzerine gel­ diği Marmara Adası'nda çocukluk aşkı Nilgünle (Meltem Do­ ğanay) evlenmiş olan Salih'in (Yaman Tarcan) evinde misafir kalır. Ancak eski duyarlıkları tazelenen iki eski sevgilinin

282 durumu aileyi sarsar. Faruk'un gitmesiyle her şeyin rayına oturacağına inanan Salih, bu ümidi gerçekleşmeyince inti­ har eden Annesi de felç olur. Adalılar nezdinde ve kendi içsel dünyalarında Salih'in ölümünden Faruk'la Nilgün sorumludur. Bu yüzden çifte in­ tiharla yaşamlarına son verirler. Filmde Faruk rolünde İlk kez film çeviren Serdar Güreş büyük bir performans göstermiştir. Bir ilk yapıtm getirdiği dezavantajlara karşın, “Adada Son Gece" iyi niyetli, düzgün anlatılmış, gerilimli, sonu kanlı biten bir “politik sinema" örneği (Turhan Gürkan. “Cemal Gözütok'un İlk Yönetmenlik Denemesi ATV'de-Serdar Güreş örgüt Oyesi Terörist Bir Genç", Cumhuriyet, 15.12.1993),

AYHAN ÖNAL. AHMET PINAR TANER AŞKIN, FAİK AHMET AKINCI, BİKET İLHAN

Memduh Şevket Esendal'ın aynı adlı öyküsünde Tank Dursun K(akınç)'ın hazırladığı senaryodan yola çıkan Ayhan ÖnaL Mustafa Yılmaz'ın kamerası ve Burçin Oraloğlu, Seî- ma Güneri, Seda Sayan, Fatoş Sezer, Ali Karagöz'ün oyun­ culuk desteği ile “Saide"yi (1986) gerçekleştirdi, işgal yılla- nnda İstanbul’da geçen öyküyü zamanımıza aktarmış Ayhan Önal. Filmde, yaşamında kadın tanımamış Şinasi (Burçin Oraloğlu), ressam arkadaşı Beyhan (Fatoş Sezer) aracılığıyla tanıştığı entellektüel Saide (Selma Güneri) ile evlenir. İki ço­ cukları olur. Şinasi sonunda Güzide (Seda Sayan) adlı çekici bir kadınla gizilce düşer kalkar. Buna ilkin ses çıkarmayan Saide, sonradan bir mektupla her şeyi bildiğini kocasına açıklar. Şinasi vicdan azabını bir iş bulduğu Batman'a gide­ rek bastırır. İki yıl sonra pişman yuvasına döner. İstanbul ve Batman’da çekilmiş, çevre ve oyuncu seçiminden yana talih­ li bir film.

283 Ahmet Pmart Sait Faik’in daha önce Lütfl Ömer Akad’m Türkân Şoray ve izzet Günay’la çevirdiği “Vesikalı Yârim" (1968) adlı filmine de konu oluşturan aynı adlı öyküsünde “Menekşeli Vadi" (1988)yi yine bir TV dizisi olarak gerçekleş­ tirdi. Yaşantısını değiştiren bir kaçamak sonunda, bir sebze yetiştiricisinin alışmadığı bir ortamda: Beyoglu’nda yaşadığı çelişki ve sorunların konu edildiği filmde başrolleri, bu kez. Meral Oğuz ile Mahmut Cevher paylaşıyorlar. Filmde görü­ len öykü yazarı Sait FaikT de Erdinç Bora canlandırıyor. Taner Aşkm’ın yine Mahmut Cevherle bu kez Nfigün Akçaoğlu ve Merih Akalın’ın partönerlik ettiği “Yansımaksın- da (1993) olaylar, bir trafik kazasıyla başlar ve kaza sırasın­ da genç adam (Mahmut Cevher) belleğini yitirir. Sanki eski hayatını hiç yaşamamış gibidir. Karısını (NllgÜn Akçaoğlu) bile anımsayamamaktadır. Bunun üzerine eşi, onun İyileş­ mesine yardımcı olmak için çareler aramaya başlar. “Yansımamda başrol oynayan Mahmut Cevher dört dört­ lük bir oyun çıkarıyor. Fatfc Ahmet Akıncı, Haşan Kıyafetlin “Baraj" adlı öy- küsünden yola çıkarak çevirdiği “Iş" (1994)*de emek ve ek­ meğin öyküsünü, işçi sendikalarının ve Kültür Bakanlığının maddî katkısıyla kotararak anlatır. Aydın’da Yaylakavak ba­ rajında çekilen filmde, Berhan Şimşek, Sumru Yavrucuk. Bülent Bilgiç. Ahmet Sezerel, Salih Kırmızı. Savaş Yurttaş ve Orhan Günşlray rol almış. İnsanların işe girebilmek için verdikleri traji-komik sa­ vaşım, işe girince de atılma korkusunun onlara yaptırdıkla­ rı, iş kazalarında ölenlerin yerine akrabaları işe alınınca, ka­ pıda öz kardeşleinin yaşamlarını yitirmelerini bekleyen in­ sanların dramım sergileyen filmin senaryosunu da Akıncı. Çanakkale'de hapis yattığı günlerde yazmış (Bkz.: Ali Eyüp- oğlu, “iş ’ Filmine İşçilerden 500Milyon", Milliyet, 15.2. 1994). Eşi AUllâ Ilhan’dan ayrıldıktan sonra 1992’de “Tele-

284 Flaş" adlı bir IV dizisiyle yönetmenliğe başlayan Biket Ilhan, ikinci filmi olan "Senin İçin Bir Kadehti (1994) Ülkü Karaos- manoğlu nun senaryosundan yola çıkarak Sibel Tumagöl. Hakan Ural, Yusuf Sezgin ve Sevda Ferdamla çevirdi» Farklı kesimlerdeki kadın-erkek ilişkilerinde doğruyu arayan genç bir "kaptan kız"ın seçtiği yaşam biçimini ve bu yaşantısı için direnmesini anlatıyor film» "Senin İçin Bir Kadeh" entrikasız bir tipleme ve atmos­ fer filmi olarak dikkati çekiyor (Cumhuriyet 15.4.1994).

285

BELGE FİLMLERİ

Türkiye'de çevrilen iJk filmlerin belge filmleri olduğun­ dan daha önceki dönemlerin Türk sinemasını anlatırken söz etmiştik. Bu akım, özellikle 80T1 ve 90'lı yıllarda gittikçe artan bir yoğunlukla sinemamızda yerini buldu. Başta TRT, öte yandan PTT, DDV, TBMM Kültür ve San'at Yayın Kurulu, Kültür Bakanlığı, Mimar Sinan Üni­ versitesi Sinema-TV Araştırma Merkezi. M.Ü. S7V Bölümü, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema-TV Bölümü. İzmir 9 Eylül Üniversitesi G.S.F. Sinema-TV Bölümü, Yapı- Kredi Bankası, As Ajans (Behlül Dal), MTV (Milliyet Televiz­ yon) (Süha Ann) gibi resmi ya da yarı-resmî kuruluşlar belge film yapımında öncü olmuşlardır. Bu filmlerden belgesel ya da dramatik belgesel olarak bu dönemde çevrilmiş olanlardan bizce önemli görülenlerin bazılarından söz edelim: 1981-1988 yıllan arasında Süha AnnTn belge film ola­ rak gerçekleştirdiği filmler arasında; "Mimar Sinan-Dünya Durdukça" (1987-1988), "Eski Evler, Eski Ustalar" ve "Ege

287 Evleri" (bu arada "Kula Evleri") (1986) sayılabilir. Mimar Sinan'ın acemi oğlanlıktan mimarbaşıhğa değin meslek yaşamım; sarayla ilişkilerini; Kanunî Sultan Süley­ man'la birlikte seferlere katılışım ve Türkiye. Macaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Suriye ve Sovyetler Blrliği’ndeki eserlerini anlatan "Mimar Sinan-Dünya Durdukça" (Bkz.: "Bu Dizi Millî Olacak", İVde 7, Sayı 48, 28.11.1989); ve Ege bölgesinin en eski ve geleneklerine bağlı bir kasabasının ya­ şamı ve Türk evi olarak örnek gösterilebilecek, ancak göç ve ihmal yüzünden harap olmuş evlerini anlatan "Kula Evleri", bir belgeselin nasıl yapılması gerektiği Üzerine örnekler oluş­ turmaktadır. Ertuğrul Karslıoğlu'nun TRT adına gerçekleştirdiği "Ke­ çenin Teri" (1988), Şanlı Urfa'da hâlâ yaşatılan eski bir ze- naatın durumunu ilginç görüntülerle belgeliyor. Yabancı ül­ kelere satılabllen nadir belgesellerden biri "Keçenin Teri". Sami Şekeroglu'nun Mimar Sinan Üniversitesi Sinema - TV Araştırma Merkezi nde gerçekleştirdiği; "Türk Sinema Ta­ rihi Belgeseli" (1986), LÜtfl Akad, Metin Erksan, Âlim Şerif Onaran, Ilhan Arakon. Atıf Yılmaz ve Memduh Ün gibi sine­ ma adamlarıyla yaptığı konuşmalar ve Türk ilimlerinden alı­ nan fragmanlarla donatılmıştı. (Daha sonra, gerçekleştirilen "Hayatım Sinema" adlı Yeşilçam Belgeseli ile birlikte ele alı­ nınca, bu konuda oldukça tutarlı İki çalışmanın gerçekleş­ tirilmiş bulunduğunu görüyoruz.) 1989*da gerçekleştirilen "Kıbrıs Belgeseli, Prof. Halûk Ülman’tn danışmanlığı altındaki, Mehmet Ali Birand İle "32. Gün" Ekibi'nin gerçekleştirdiği bir çalışmadır. Bu belgeselde 1) Kıbrıs Türkiye'nin gündemine nasıl girdi?; 2) Anlaşmalar nasıl yapıldı?; 3) Kıbrıs üzerindeki gizli pazarlıklar neydi? so­ rularına yanıt verecek belgeler sergileniyordu (Bkz.: Cumhu­ riyet, 14.8.1989). Bağımsız Kıbrıs Devleti'nin kuruluşunun öncesinde Makarios'u iktidardan uzaklaştıran EOKA hareke­ tini, İnönü ve Ecevit'in Kıbrıs sorunu karşısındaki davranı-

288 şını ve sonunda Kıbrıs Devletinin kuruluşunu anlatan bel­ gesel, yerli ve yabancı birçok Devlet adamıyla yapılan röpor­ tajlarla da zenginleştirilmişti “Fırat’ın Türküsü" (1989) yine Ertugrul Karslıoğlu nun TRT adına hazırladığı, yalnız nehrin değil, yöresindeki kent ve kasabaların sosyal ve iktisadı yaşamlarından da vurgula­ malar yapan ve bu kent ve kasabalar için Fırat’ın değerini ortaya koyan bir çalışmadır. Kerime Şenyüceİin hazırladığı "Yağmalanan Anadolu" (1989). dört dizilik bir belge film olarak tarih! eserlerin yurt dışına nasıl ve neden kaçırıldığını dört bölümde: "Elmalı Soygunu", "Kumluca ve Karun", "Tarihi Kurtarmak İçin", ve "Neden Kaçırıyorlar?" başlıkları altında araştırıyor; alınması gereken önlemleri tartışıyor (Bkz.: Cansel Semerci, "Bölüm Bölüm Kaybolan Tarih", Nokta, Sayı 20, 21.5,1989; Ayşe Sa­ yın, "Anadolulu Kazı, Kazan!", Cumhuriyet. 28,8.1989). 3. Ankara Film Şenliği’nde "jüri özel ödülü" kazanan Rifat Aras’ın gerçekleştirdiği “Uygarlığın Adımları" (1991), in­ sanın milyonlarca yıl önce ateşi ve tekerleği bulmasından bu yana kaydettiği gelişmeleri ve en sonunda aya ayak basacak kadar teknolojik gelişmeler sağladığını anlatan bir belgesel. Canan Evcimen Içöz’ün "Çarşı Pazar İstanbul" (1989)’ da, Gökhan Akçura’nın senaryosundan yola çıkılarak “tek tek dükkânlardan, kendi halindeki çarşılardan, plazalar, gallerialara kadar İstanbul’un çarşıları son 500 yıllık döne­ min içinde ele alınarak ekrana getiriliyor. (Bkz.: Anna Turay, “Çarşı Pazar İstanbul", Cumhuriyet, 11.7.1989). Ölkemiz televizyonunda yabancı kaynaklı "İpek Yolu" adlı şaşılası yetkinlikte bir film gösterildikten sonra, ilkin Garanti Bankası’nın sponsorluğunda Konsept Film Kurulu: Güneş Karabudanın yönetmenliğini yaptığı "Turkuaz" (Türk Mavisi) (1990) adlı 30'ar dakikalık 18 bölümlük bir belgesel dizi film çevirdi. Karabuda, bu filmde Boğaz Köprüsü’nden

289 Orhun Anıtlarına kadar Türk Dünyasının İslâmiyet'ten ön­ ceki Şamanlıgın hâlâ geçerli olduğu Karakurum, Orta Asya’­ nın uygar bölgeleri; Türkistan, Özbekistan, Gobİ Çölü, Or­ hun Anıtları dahil Türki Cumhuriyetlerin tarihsel kültürel ve sosyal durumlarını belgeledi. TRy adma İsmail Çoruh'un hazırladığı "Altaylardan" (1990), iki milyarlık bir projeyi gerçekleştirerek, Sovyetler Birliğfnden ayrılan Türki Cumhuriyetlerin bugünkü duru­ munu belgeleyen bir çalışma oldu, TRT ekibi bu maksatla Altay dağlanma zirvelerine ka­ dar çıktı. Çekime konu oluşturan yerler arasında: Orhun, Selenge, ötüken, Anon ve Koriler bölgeleri, Gobi Çölü, Kara- kurum Kenti, Göktürk Abideleri, Çin Şeddi, Budist Mağa­ raları da vardı. Bu film de altı bölüm olarak TRT televizyonlarında gös­ terildi ve büyük ilgi topladı, Mehmet Ali Birand’ın gerçekleştirdiği ikinci belgesel di­ zi; “Demirkırat" belgeseli (1989)'dir. Bu dizi, halkın dilinde "Demirkırat Parti" olarak geçen Demokrat Parti’nin 1950 se­ çimleriyle iktidara gelişlerinden 1960-27 Mayıs askeri hare­ ketiyle iktidardan uzaklaşması ve Yassıada mahkemeleri so­ nunda kimi liderlerinin idam edilmesine kadar geçen olay­ ları 12 bölümde sergileyen etkileyici bir çalışma olmuştu, Mehmet Ali Birand’ın üçüncü çalışması “12 Mart İhtila­ linin Pençesinde Demokrasi" (1994) adını taşıyor ve 10 bö­ lümlük bir dizide, 12 Mart Askeri Mücadelesfnin durumunu oniki tanık; Suphi Karaman, Sıtkı Ulay^Cüneyt Arcayürek, Emin Aytekln, Nuri Beşer, Ferruh Bozbeyli, Talât Tarhan, Metin Toker, Muhsin Batur, Ekrem Allcan, Şadİ Fehlivan- oğlu ve Mete Akyol aracılığıyla ortaya koyuyordu. Bu gibi belgesellerin televizyonlarda izlenmesi olanağı ülkemizde demokrasinin yerleşme yolunda olduğunu göste­ ren bir kanıt sayılabilir.

290 TRTnin Çelik Gülersoyla, Marianna Yerasimos'un da­ nışmanlığı altında gerçekleştirdiği "Yabancı Ressamlar Gö­ züyle İstanbul" (1991)» ülkemizde resim çalışmaları yapmış Armand Charles Caraffe, Cassas, Fauvel, Castellon, Melling, Brendisi, J.-L, Geröme, Allom, von Mour Rosier, Preziosi'nin tabloları aracılığıyla İstanbul'u tanıtıyordu. Selma SandeıTn Ekrem Akurgal'ın danışmanlığı» Ümit Serdaroglu'nun sunuculuğu altında hazırladığı "Tann'nın Çığlığı" (1991), Anadolu'da 6-7 bin yıl kadar uzun bir zaman dilimine damgasını vuran Ana Tannça'nm Boğa'yı temsil ettiği fikrinden hareket ederek kimi vurgulamalar yapıyordu. Yine TRT adına yapım ve yönetimini Kerime Şenyücel'in gerçekleştirdiği "Acısıyla Tatlısıyla Hayatımız Arabesk" (1993) daha önce "Yüzyılımız Türk Resmi". "Ah Beyoğlu, Vah Be­ yoğlu" gibi başarılı belgesellere imza atmış olan Yavuz Türk- eli nin kamerasıyla gerçekleştirilmişti. 1950lerden bu yana Türkiye'de modernleşmenin insan yaşamına getirdiği görsel boyutları belirten dizinin danış­ manları "Cilâlı İmaj Devri" adlı kitabın yazan Can Kozanoğlu ile "Popüler Kültür ve Orhan Genccbay" adlı kitabın yazan Dr. Meral Özbek. Filmde 1950'lerden sonra kırsal kesimden büyük kent­ lere göçen kişilerin yarattığı "Arabesk Kültür"ün giderek tüm yaşamımızı nasıl etkilediği anlatılıyor. Aynca: Ferdi Tayfur, Emrah. İbrahim Tatlıses gibi sanatçıların yanında Urfa'dan, vannı yoğunu satarak yeni bir "Tatlıses" olmak üzere İs­ tanbul'a gelen; ama bu alanda tutunamayarak klüp fedaili­ ği, manavlık ve lahmacun fırınında işçilik yapan Bedir Zarif- ses'in durumu da söz konusu ediliyor. Arabesk kültür konu­ sunda Ünsal Oskay, Murat Belge, İsmet Özel, Nida Tüfekçi, Müzeyyen Senar, Timur Selçuk, Can Yücel, Yıldırım Gürses ve Safiye Ayla'nm da görüşleri almıyor. "Hayatım Sinema" belgeseli (1989) Âgâh Özgüç'ön da­ nışmanlığı altında Metin Zeynoğlu'nun hazırladığı senaryoy­

291 la Salih Kalafatoglu'nun yönetiminde; Yeşilçam’a emek ver­ miş» kimileri “starlığa kadar yükselen Sezer Sezin, Oya Sen- sev, Muhterem Nur» Neriman Köksal, Leylâ Sayar, Selma Güneri, Ayşecik (Zeynep Degirmencioglu), Türkân Şoray. Fatma Girik, Bdiz Hun, İzzet Günay, Kartal Tibet, Kadir İnanır ve Tank Akan a kadar oyuncular ele almıyor; bunla­ rın kimi filmlerinden fragmanlar gösterildiği gibi bugünkü halleriyle konuşmalar da yapılıyor. Özellikle sinemamızın 1950'den sonraki durumunu bil­ meyen genç kuşaklar için eşsiz bir belge filmi oluşturulmuş. TRT adına Dilek fçinseTin yapım ve yönetimini üstlen­ diği “Yakın Plân Yeşilçam“ (1990)*da ise, Faruk Kençln film­ lerinden yola çıkılarak onun ün kazandırdığı Belgin Doruk, Sadri Alışık, Neriman Köksal, Oya Sensev, Nevzat Okçugll ve diğer oyuncular ele alınıyor; filmde aynca bunlarla yapılan röportajlara yer veriliyor (Bu iki film tık, Bkz.: Ayşe Duru- kan, "Hayatım Sinema“-Yeşi]çam Belgeseli”, TVde 7, Sayı 31, 13.8.1989 ve “"Yakın Plân Yeşilçam\ Filmler ve Röportaj­ larla Yeşilçam". Cumhuriyet, 13.1.1990). Kendisi hakkında TRTnfn Sunar Aytunaya yaptırdığı bir belgeseli izleyerek Lütfİ Ömer Akad da, TRT için “Dört Mevsim İstanbul” adlı kendine özgü bir belgesel Ûlm yaptı. Senaryosunu yazdığı filmi Gani TuranlI görüntüledi. Sunar Aytuna yardımcılığı üstlendi. “İstanbul Bir Şarkıdır”, "İstanbul Bir Özlemdir” ve “İstanbul Bir Kavgadır” başlıklı üç bölümden oluşan film bir şekilde dramatik belgesel özellikler taşıyor: Biri erkek, öteki kız iki arkadaşın İstanbul üzerin­ deki gözlemlerini sergiliyor; dramatik kesimlerde Güler Ök- ten, Ahmet Kostarika (Turgutlu), Orhan Çağman, Ayşegül Aldinç, Füsun Demirel, Yavuzer Çetinkaya, Meral Çetinkaya gibi sanatçılar da rol almış bulunuyorlardı. (Bkz.: Alim Şerif Onaran, “Lütfİ Ömer Akad”, Sh. 183-186, AFA Yayınlan, İs­ tanbul 1990; Tarcan Gönenç, “Dört Mevsim İstanbul”, Gü­ neş, 4.8.1990; Atillâ Dorsay, “Dört Mevsim IstanbuFda An

292 Bir Sinema Araştırdığını Söyleyen Akad, 'Belge Değil, Belge­ sel Denedim1 (diyor)1*. Cumhuriyet. 19.7.1990), GOner Sanoğlu’nun ve Süha Ann'ın yetiştirmelerinden Nesli Çölgcçen, Arif Keskinerln "Tarih Boyunca Anadolu1* belgesel dizisinde çalıştıktan ve kendi başına belgeseller ve konulu İlimler ürettikten sonra, Ankara Belediyesi adına, "Ankara'yı Seviyorum11 (1993) adlı bir belgesel daha yaptı. Ankara kenti üzerine yapılmış, bir ara özgürce gösteril­ dikten sonra yasaklanmış en ünlü belgesel olan "Ankara Türkiyelin Kalbidir11 (1933)1 Sovyet yönetmen Sergei Yutke- viç yapmıştı. Bu kez Çölgeçen, Emrah Dönmezin hazırladığı senaryo­ dan yola çıkarak, “Ankara'yı Ankara; Ankaralıyı An karalı Yapandın ne olduğunu yanıtlamış filminde. Ankara'yı seven yöneticilerin, onu yönetmek İçin, onu yüceltmek için coş­ kuyla çalışanların selâmı bu belgesel. Bir bakıma bir otobüs yolculuğu boyunca şoförün ve yolculann gözüyle Ankara'yı sosyal, kültürel ve iktisadi yaşamıyla tanıtan bir film. Anka­ ra'nın sırf İstanbul'a dönüşünü11 sevenlerin bile izlemesi ge­ reken bir film. (Bkz.: Müşerref Hekimoğlu, "AnkaralI Seviyo­ rum”. Cumhuriyet. 22.9.1993; “Bir Kent Nasıl, Neden Se­ vilir?11, Cumhuriyet. 17.10.1993; Coşkun Incekara. "Bir Baş­ kadır Ankara Sevgisi". Gösteri, Sayı 15 Kasım 1993). Yapı Kredi Bankasının kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla kültür faaliyetlerinden biri olarak Kültür Bakanlığının da desteği.ile gerçekleştirdiği “Simurg" (Gerçeğin Peşinde Otuz Yolcu) (1994) adlı belgesel admı. "Feridettln-i Attarln "Man- tık-et-Tayr" adlı kitabında sözü edilen değerli bir kuştan al­ mıştır. Böyle anlaşılması güç bir mecazı ortaya koyacak yerde dizinin "Aydınlanma Yolunda" başlığıyla sunulmasını isteyenler olmuştur. (Bkz.: Arslan Kaynardağ, “TRTde Bir Belgesel Dizi: Simurg ve Felsefe”, Cumhuriyet, 22.2.1994). Bu dizide Atatürk'ün önderliğini ettiği Türkiye Cumhu­

293 riyeti kültürünü en iyi temsil eden ve edebiyat, sinema, mu­ siki, resim, dil, felsefe, arkeoloji, fotoğraf ve seramik sanatı ve oyunculukta isim yapmış 30 kişiden ilk plânda 15*inhı belgeseli yapıldı. Bunlar Abidtn Dİno, Bedia Muvahhit, Ara Güler, Melih Cevdet Anday, Macit Gökberg, Füreya, Ömer Asım Aksoy, Lütfi Ömer Akad, Ekrem Akurgal, Necil Kâzım Akses, Cihat Burak, Cevat MemduhAltar, Cahit Arft Yaşar Kemal ve Aziz Nesindi. Kültür Bakanlığı adına Emre Kongar'm, Yapı Kredi Ban­ kası adına Ayhan Tezcan’ın ve İFA (İstanbul Film Ajansı) adına Onat Kutların süpervizörlüğünü ve Alpay Kabacaifnm araştırma sorumluluğunu üstlendiği filmin yönetmeni Salih Rifat, yönetmen yardımcısı Zeki Demirkubuz*dur. (Bu konu­ da ayrıca bkz.: Atillâ Dorsay, "Simurg, Kültür Tarihimizin Onbeş Yolcusu", Cumhuriyet, 10.5.1994). Bu filmlere TRT adına yapılan "Kaybolan Meslekler Bel­ geseli" ve "Zaman içinde Nargile Ustaları** (1988); Nazmi Kal1 ın yine TRT adına çevirdiği "Kenan Evren Belgeseli" (1989); Arslan Kaçarın Kültür Bakanlığı adına AGFA Film gözeti­ minde hazırlanan iki bölümlük; "içimizden Biri: Yunus" ve "Gönüller Sultanı Mevlâna"; TRT/Diyanet işleri Başkanlığı* nın ortak yapımı, senaıyosunu Mustafa Kutlu*nun hazırla­ dığı ve Tuncay öztürk*ün yönettiği “Süleyman Çelebi Belge­ seli" (1989); TRT ve Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu1 nun ortak yapımı, Taha Akyol ve Atillâ Ilhan'ın danışman­ lığını yaptığı "21. Yüzyıla Girerken Türk Ailesi" (1991); TRT adına Nesrin Aktolun un yaptığı 13 bölümlük "Bilimde Dam­ lalar" (1991); Şenol Demi röz'ün yaptığı “Dünyada Türk Vakıf Medeniyetleri" (1991) adlı belgeselleri de eklemek gerekir.

Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Belgeselleri

Atatürk’ün askerî ve özel yaşamı, gerçekleştirdiği dev­ rimler üzerine yalnız Türkiyede değil Avrupa ve A.B.D.’nde

294 de filmler yapmak üzere projeler düzenleyen ve de tip olarak Atatürk'ü andıran oyuncuları devreye sokmak isteyen birçok girişim oldu. Bunlardan Douglas Fairbanks Jr. ve Kurt Jür- gens’in başrol oynayacağı projeler epeyce su yüzüne çıktı. Bu İsimlere sonradan Yul Bıyner, John Wayne, Kirk Doıug- las. Burt Lancester, Marlon Brando ve Charlton Heston da eklendi. Ama bu girişimlerin hiçbiri gerçekleşemedi. Astında Kurt Jürgens, yakışıklı ve büyüleyici kişiliği olan Atatürk'ün orta yaşlı halini, Douglas Fairbanks Jr. da gençlik halini epeyce andırıyordu. Bu projelerden en sonuncusu Lawrence Ollvier'nin oğlu Tarquin Ollvier'nin girişimidir. Bir Atatürk filmi çevirmeyi tutku haline getiren ve bu uğurda 35 milyon dolarlık bir ka­ pital de sağlayan Tarquin Olivier, "Gandi" filminin senaristi John Briley'le anlaşmış olarak: yönetmen olarak da Sidney Pollack, Bertolucci ya da Jeremy Thomas'ı çalıştırmayı dü­ şünerek eşiyle birlikte 1990 Ocak ayında Türkiye'ye gelmiş ve bizden de film çevirmek için izin ve malî destek aramıştı. Ancak Türkiye'den, aradığım bulamadan ayrılmıştı. (Bkz.: özcan Ercan. “Ollvier'nin Oğlundan Atatürk Filmi'". Milliyet, 1.2.1990; Sevgi Sanlı, “Tarquln Olivier Atatürk Filmi Çevir­ mek İçin İzin ve Destek Bekliyor"). Aslında daha 1987 yazında Kültür Bakanlığı İtalyan yö­ netmen Bernardo Bertolucci, Mısırlı yönetmen Mustafa Akad ve Amerikalı yönetmen Steven Spielberg'le resmi olmayan te­ maslar kurarak bir Atatürk filmi çektirmek için gayret sar- fetmekteydi. (Bkz.: Günseli önal, “'Atatürk' Filmi İçin Kültür Bakanlığı Önlü Yönetmenlerle İlişkide- Atatürk' Senaıyosu Ismarlandı". Cumhuriyet, 24.7.1989). Sonradan bu girişimi terkederek Türk yazarlarına se­ naryo ısmarlamayı düşündü ve Refik Eıduran, Necati Cu- malı, Nezihe Araz, Recep Bilginer. Türan Oflazoğlu, Tank Buğ­ ra, Güngör Dilmen, Orhan Asena, Ziya Öztan, Halid Refig, Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Lütfi Ömer Akad gibi edebiyat ve

295 sinema adamlarıyla temasa geçti. (Bkz.: Günseli Önal, a.g.y.). Bu yazarlar ve sinema adamlarından Necati Cumalı '‘Bağım­ sızlık ya da Ölüm”, Orhan Asena “Candan Can Koparmak", Ziya Öztan “Atatürk", Güngör Dilmen “Samsun'a Doğru", Refik Eıduran “Metamorfoz", Turan Oflazoğhı “Mütarekeden Büyük Taarruza", Nezihe Araz “Bir Kırmızı Gül", Tank Buğra “Zafer Gaye Değildir", Recep Bliginer “Zaferden Sonra", Halid Refiğ “Çankaya" adlı senaryoları hazırladılar. Metin Brksan tavır koyup “Atatürk filmi senaryosu yazamam" diyerek ara­ dan çekildi. (Bkz.: Milliyet, 29.7.1987v e21.İL 1988). Yukanda yazarları ve adlan belirtilen senaryolar Ata­ türk Kültür, Dil ve Tarih Kurumlan tarafından incelendikten sonra Asena, Öztan, Erduran, Araz, Oflazoğlu ve Reflğ'ln se- naryolan kabul edildi. Türkiye'de Atatürk rolü İçin Eşref Kolçak ve Ahmet Me- kin aday gösterilmişti. Belki belli ölçüde Ahmet Mekin bu role yatkın olabilirdi. Nedir ki tip olarak değil, oyun gücüyle de Atatürk'ün kişiliğini yansıtabilecek bir oyuncu bulmak zora koşulmak olduğu için bu projeler bir türlü gerçekleşe­ medi. 80'li yıllarda Kültür Bakanlığının TRTnin ve diğer ku­ ruluşların Atatürk ve Kurtuluş Savaşı üzerine projeler üre­ tilmesine olanak sağlayan bir çaba göstermesi, girişimlerin önünü açtı ve aşağıda görüleceği gibi bunlann çoğu da ger­ çekleşti. Atatürk filmleri projesinin ilk filmi Refik Erduran'ın hazırladığı senaryoya dayanarak Fevzi Tuna'nın. görüntü yö­ netmeni olarak Çetin Tuncayia işbirliği sonunda ortaya koy­ duğu “Metamorfoz" oldu. Daha çok Atatürk'ün devrimlerini anlatan bu filmde Atatürk rolünde Devlet Tiyatrosu sanat­ çısı Mahir Gûnşimy görülüyordu. 2,5 milyarlık bir bütçeyle gerçekleşUrilen filmde Atatürk'ün büyük bir komutan ve Devlet adamı olmasının dışında “bir toplumu yeniden biçim­ lendiren" bir devrimci oluşuna ağırlık verilmişti. Refik Erdu-

296 ran da bunu böyle değerlendiriyordu, (Bkz.: Dilek Girgin Can. ‘Toplumu Biçimlendirmedeki Ustalık". Güneş. 19,6.1991). “Öç IstanbuTda başarılı bir dizi yaparak deneyim ka­ zanmış olan Fevzi TUna, bu filmde de kendine yaraşır bir parlaklık gösterebilmiştir. (Bkz.: Fatma Oran. “‘Metaformoz’ da Atatürk Türkiyesl’nin Kuruluş Yıllarını Anlatan Fevzi Tu­ na Büyük Araştırma İçinde: ‘Atatürk’ün Jestlerinin Peşin­ deyiz", Cumhuriyet, 4.7.1991) Filmin diğer önemli rollerinde Melih Çardak. Mehmet Ege, Emin And, Dorothy İz, Nedim Göknil, Necdet Yakın, Kemal İnci ve Aslı öyken var. Aslında “Metamorfoz"da olaylar, üniversite öğrencisi bir İngiliz genç kızın hazırlayacağı doktora tezi için bir belgesel film çekmek istemesi ve bu amaçla Atatürk’ün getirdiği de­ ğişimleri incelemek için Türkiye'ye gelmesiyle başlıyor. Film 10 Kasım 1991 günü ekranda gösterildi. Sonradan isim değiştirerek “Kurtuluş" adıyla dramatik belgesel olarak çekilen Ziya öztanln çalışmasından daha önce söz etmiştik (Bkz. sh. 162). Yukarıda sözü edilen kabul görmüş senaryolardan, biz, sadece filme çekilenleri söz konusu ettikten sonra; Atatürk ve Kurtuluş Savaşı konulu filmler üstüne oluşturulan diğer çalışmalardan söz edeceğiz. Bu dönemde Atatürk üzerine çevrilen ilk filmlerden biri Çelik Gülersoy'un hazırladığı metinden yola çıkarak Türkiye Turizm ve Otomobil Kurumu adına Süha Ann'm gerçekleş­ tirdiği “Atatürk ve Dolmabahçe” (1981)'dir. Aslında bu ça­ lışma TVnin Atatürk'le ilgili olarak çevirttiği bir seri filmden biri olarak gerçekleşmiştir. Diğerleri; Mete Yıldızcan'm hazır­ ladığı “Atatürk ve Çocuk“, Münip Şenyücefin hazırladığı “Atatürk ve Çağı", Nursen Türkkaya ve Müzeyyen Melik'in hazırladığı “Yayınlarda Atatürk'tür. As Ajans sahibi Behlül Dal, Yılmaz Atadeniz’in yönet­ menliğinde “istikbal Göklerdedir" (1988) adlı 35 dakikalık

297 bir belge filminde Sablha Gökçen'den» dolayısıyla Atatürk' ten söz ettikten sonra kendi yönetiminde çevirdiği “O Gece’ adlı belgeselde de 26 Ağustos 1922'de başarılan Büyük Ta­ arruzdu ele alıyor ve 44 dakikalık bir belgeselde 25 Ağustos'u 26 Agustos'a bağlayan gece ortaya çıkan tarihsel olayları sergiliyordu, Behlül Da) daha soma bir diğer Atatürk belgeselinde; “Samsun'a Uzanan Yol: tik Adım", “Amasya'da Yaşanan Ta­ rih’» “Erzurum'dan Gelen Ses’, “Sivas Bayraklaşırken’ ve “Millî İrade İçin’ başlıkları altında beş bölüm olarak Kurtu­ luş Savaşfna yolaçan faaliyetleri TBMM Kültür» Sanat ve Yayın Kurulu adına yaptığı dizide seıgiliyon filmde Atatürk rolünü de Lem’i Bilgin oynuyordu. Atatürk üzerine çevrilen son belgesel 10,10.1993 günü Show TV ekranlarına gelen “San Zeybek’tir. “San Zeybek’l Can Dündar hazırladı. Sonradan kasetleri de.piyasaya sürü­ len filmde Atatürk'ün ölümünden önceki son 300 günü an­ latıyor Toplam 45 dakikalık bir belgesel. Ata'nın ölümünün 55. Yıldönümünde (1993) çekilen film onun “ilk kez İnsan olarak» bizlerden biri olarak hissedi­ lip tanınması, dolayısıyla onu İnsancıl yönleriyle yansıtan bir belgesel olması’ bakımından önem taşıyor. Askeri dehası» ileri görüşlülüğü ve kişiliğinde toplanan bütün erdemleri bilinen Atatürk'ün duyarlı bir insan oluşu­ nu yansıtan film beyazcamda ilgiyle izlendi. özellikle ölümü yaklaştığı bir sırada 29 Ekim 1938'de» Dolmabahçe Sarayı önünden geçen ve Kuleli Askeri Lise öğ­ rencilerini taşıyan gemiden sesler duyulması üzerine pence­ renin önüne gelip öğrencileri selâmlaması ve o anda belki de hayatında ilk kez gözlerinde yaşlarla görülmesi filmin en do­ kunaklı sahnesidir. (Bkz.: “San Zeybek’ Belgeseli Üç Kez Ek­ rana Geldi-ölüme Giden Son Yolculuk’» Figen Yanık» Cum­ huriyet, 26.10.1993).

298 Atatürk’ün özel yaşamından bir bölümü İsmet Bozdağ* m "Atatürk ve Lâtife" adlı kitabından alarak yola çıkan Reflğ senaryosunda, İzmir’de Uşşakizade Muammer Bey’in evinde tanıdığı iyi eğitim ve öğrenim görmüş kızıyla evlenmesini: ve 970 gün süren bu evliliğin hangi nedenlerle bozulduğunu anlatıyordu. 1 milyar 400 milyonluk bir bütçeyle gerçekleştirilecek filmin yönetmeni de Halid Refığ olacak ve Mimar Sinan Üni­ versitesi Sinema-TV Araştırma Merkezi müdürü Sami Şe- keroğlu ile işbirliği yaparak film çekilecekti. Sonradan proje­ nin 4 milyara gerçekleşebileceği anlaşıldı. Bir yandan, başta Oktay Akbal olmak Üzere (biraz da Kemal Tahir’ci olarak tanınan İsmet Bozdağ ve Halid Refiğ’in kişiliğinden kaynaklanıp) ortaya çıkan tartışmacılar, bir yan­ dan da ön-ödemelerden sonra Kültür Bakanlığının zama­ nında tahsisat göndermemesi yüzünden bu proje su yüzüne çıkamadı. (Basın’da epeyce yankılanan bu konu hakkında bkz.: "‘Gazi ve Lâtife’ Filmi Tartışması-Atatürk Hâlâ Tabu mu? Teklif de. Red de Atatürkçülerden", Yörünge, Şayi 27, 19.5.1991; Burçak Evren, "Yorgun Savaşçımdan Gazi ile Lâ­ tife^", (dizi yazı), Güneş, 29.5-1.7.1991: Çelik Gürsoy, "Ga­ zi ile Lâtife". Güneş, 19.5.1991; Günseli önal, "Atatürk’ün 970 Günlük Evliliği", Cumhurtyet TV Eki, 14.6.1991; “Gazi ve Lâtife İçin 4 Milyar; Atatürk’ün Özel Yaşamı Sinemada", Cumhuriyet, 29.9.1993).

299

TÜRK ÇİZGİ FİLMİ

Sinemamızın 1980’e kadar geçen yıllarında» ilk çizgi filmlerinden bu yıla kadar geçen sûrede yapılan çalışmaları anlattıktan sonra; Batı da ve Doğu'dakl gelişmelerden de söz etmiş: bizim bu konuda geciktiğimizi vurgulamıştık. (Bkz.: I. Kitap, sh. 197-198). 1980’den bu yana ülkemizde çizgi ilim çalışmaları ko­ nusunda kimi toplantılar olmuş; İstanbul'da, 1988 ve 1989 yıllarında, Anadolu Sanat Merkezfnin hazırladığı ve Kültür Bakanlığı İle Vakıf Bank’ın ve Kadıköy Belediye Başkanlığı' nın desteklediği bir "Anadolu Uluslararası Çizgi Film Festi­ vali” düzenlenmiş; Ümit Solak, Tonguç Yaşar. Ateş Benice, Tunç Izberk, Derviş Pasiner. Nilüfer Bora, Orhan Büyük- doğan, Meral-Cemal Erez, Bülent Ateş. Erim Gözen, Oğuz Aral, Ferruh Doğan, Tekin Aral, Eflatun Nuri ve Tan Oral gibi sanatçılar bu festivallere katılmışlardı. Anadolu Sanal Merkezinin düzenlediği bu festivallere ayrıca 21 ülkeden 195 çizgi film katılmış. 7*den 70’e kadar herkes bu İlimleri ücretsiz olarak seyretmiştir. (Bkz.: Türgut Çeviker, “Anadolu Uluslararası Film Festivali-Çocuklar Çizgi

301 Film Aşığı", Cumhuriyet, 17.5.1989). Bunu izleyerek Türkiye’nin ilk çizgi film semineri 1989’ da İstanbul’da yapıldı. Bu seminere TRT yöneticileri, çizgi filmciler ve Kültür Bakanlığından bir temsilci katıldı. Semi­ nerin TRT tarafından düzenlenmesi ve "yapıcı* geçmişi, Türk çizgi filminin geleceği için olumlu bulundu. (Bu konuda bkz.: Ahu Antmen, "Türkiye'nin İlk Çizgi Film Semineri İs­ tanbul’da Yapıldı-Çlzgiye Can Arayışı", Cumhuriyet, 20.12. 1989). öte yandan bu yıl (1994) 6. sı yapılan Ankara Film Şen- liği'nde, başlangıcından beri ele alman uluslararası çizgi film yarışmaları da sürdürüldü. Kimi girişimlere karşın, "Canlan­ dırma sinemasının zor bir san’at olduğu; gerçekleştirilmesi için yeterli bir alt yapının kurulması gerektiğini* vurgulayan bu Şenlik'in sorumlusu Mahmut Talî öngören, "TRT bu gibi işlere girmeyi göze alamıyor. ABD ve Japonya’dan ucuza çiz­ gi film kapattığına göre, buna lüzum da görmüyor” diyerek, bu kuruluşun düzenlediği gösterişçi davranışı eleştiriyordu. (Bkz.: Mahmut Talî Öngören, ‘Çizgi Film* (2), Cumhuriyet, 26.3.1993). Gerçekten çizgi film yapımı bu dönemde de pek ağırlık kazanmamış; yine de ortaya çıkan belli başlı çalışmalar aşa­ ğıda gösterilmiştir: Bir önceki dönemde “Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü?” (1969) adlı çizgi filmiyle seçkinleşen Tonguç Yaşar, bu dö­ nemde, Kültür Bakanlığı nın başarı ödüllerini kazanan "Kap­ lumbağa ile Tavşan” (1985); Nasrettin Hoca’dan öykülen “Cüppe* ve ‘Hırsızın Hiç mi Kabahati Yok” (1986); Meral İmrenle birlikte “Kuş ve Avcı” (1987): ‘Kaplumbağa ile Tav­ şan" (1988) (konu yeniden ele alınarak trafik konusunda çocukları eğitmek için £mnlyet Genel Müdürlüğü Trafik Eği­ tim Dairesi tarafından yaptırılan dörder dakikalık beş film); "Sağlığımızı koruyalım" (1990) (Çocuk sağlığının korunması için TRT tarafından yaptınlan): “Balinar ile Mandalina” (1992)

302 (Fazıl Hüsnü Dağlarca'mn aynı adlı şiirinden, Kültür Ba­ kanlığı adına); "Öhö. Öhö, Öhö" (1993) (Sigarının zaran üs­ tüne Kültür Bakanlığı adına yapılmış üçer dakikalık beş film; aynca tam tarihlerini saptayamadığımız ancak 8011 yıllarda yapılmış: "Uzaylı Zekiye”, Arif Keskiner’ln sponsor­ luğunda “Bizi Güldürenler” (Nasrettin Hocamdan Haldun Ta­ ner’e kadar); Halid Çapın ın biyografik eserinden “Bay Alkolü Takdimimdir”, Tonguç’un bu dönemdeki çizgi filmleri hemen hemen tümüdür. Başkaca Cemal ve Meral Erez, Fransız hükümetinden sağladığı bursla, sözsüz, kurguya dayalı, “Kafkaesk” vurgu­ lamak "İpler” (Cordes) (1983) adlı çizgi filmini gerçekleştirdi­ ler ve Fransa'nın önemli bir çizgi film şenliği olan Mardy-le- Rol Şenliğinde ödül aldılar. Filmde nereden çıktığı belli ol­ mayan iplere bakarak bir sineğin uyarıcı vızıltısıyla bfr türlü uyuyamayan birinin kabusa dönüşen öyküsü anlatılıyordu. Bu ikilinin 1992’de bir eğitici çizgi film olarak gerçek­ leştirdikleri "Şaşkın Sihirbaz ve Şakacı Şapka” adlı çalışma­ ları, her bir harfe birer dakika yer ayırarak; dakikalık bir filmde A dan Zye Türk alfabesinin tüm harflerini çizgi film olarak anlatan bir çalışmaları daha vardır. Ali Murat Erkorkmaz’m "Quick Ease” adlı çizgi filmi 1983 Annecy (Fransa) Canlandırma Film Festivalinde 350 film arasından seçilerek ilk onfa girmiştir... Pasin-Benice Stüdyosu’nun başanimatör ve yönetmen Derviş Pasiner'e yaptırdığı uzun metrajlı (50 dakika} “Boğaç Han” (1988) ve bir seri "Dede Korkut Hikâyesi”, Japon çizgi filmciliğinden daha nitelikli bulundu. (Bkz. Turgut Çeviker. “Türk Çizgi Filmciliğine İlk Adım”, Güneş. 3.6.1988). 5. Ankara Ulusal Film Festivaline katılıp ödül alan Ni- .met Yardımcının gerçekleştirdiği, yaşlı bir kunduracı ile iyi kalpli üç cinin öyküsünü anlatan “Kunduracı ve Cinler” bir Grimm Kardeşler masalının çizgi film uyarlaması. Yine

303 Pasin-Benice Atölyesinin Yalvaç Ural’ın senaryosundan (r6öl anim£ olarak gerçekleştirilen) ve TVTde de gösterilen “Evliya Çelebi"; Ali Murat Erkorkmaz'ın Mazhar-Fuat-özkan'ın klibi- ni süsleyen “Vak-the Rock" çizgi filmi (1987) ve “Woody and May" (1983) de bunlara eklenebilir» Yalvaç Ural ve Sunder Erdoğan'ın yarattıkları çizgi ma­ sal kahramanı “Küçük Abdullah1* Hollanda Televizyonumda da gösteriliyor ve Ural “çocuk yazınımız ve çizgi dünyamızın Batı nın çok gerisinde kaldığının düşünüldüğü bir dönemde (bunun) çok sevindirici bir olay olduğunu vurguluyor (“Kü­ çük Abdullah Yurt D ışında-Uzan İpim Uzan*1, Nokta, Sayı 20, 21.5» 1989), Kültür Bakanlığı, tarihsel Türk tiplemeleri üzerine çizgi filmi yapmak kararı verince, “Red Klt Dede Korkut'a Karşı", “Toygar" gibi filmler yaptırdı. Bu filmlere halktan tepki geldi: “Red Kit“in, “Toygar kılığında "Tarzan’ın devreye sokulması ayıplandı. Filmleri yaptıran daire başkanı Alâettin Korkmaz. “Kopyacılık sadece çizgi roman kavramındadır. Çünkü bizim geleneğimizde çizgi roman kavramı yok" diyerek kendini sa­ vundu. Profesör Dr. Bozkurt Güvenç ise, “Tarihimizi, kültü­ rümüzü böyle modem bir teknikle çocuklarımıza iletmek fi­ kir olarak doğru" diyerek bu projeyi destekledi. (Bkz.: Bur­ han Eroğlu, Kültür Bakanlığının Türk Tlpleri-Tarİhimlz Çiz­ gi Roman". Tempo, Sayı 52, 23-29.12.1990). Dede Korkutman bir başka masal (“Dünya Güzeli’ ma­ salının bir bölümü olarak) “Ak-Tay"ın çizgi film olarak TVTde görülmesi (4 ve 11 Kasım 1990) “Bismillârirrahmanirrahim ve bihi nastain" diye söze başlaması bu ulu kişinin İslâm öncesi Türk destanlaftyla ilgili olması bakımından eleştirildi. “Boğaç Han" seyredilirken gelen tepkilerden değişik bir tep­ kiydi bu. (Bkz.: Ahmet S. Güzel. “Red Kit Dede Korkut’a Karşı", Bakış, Aralık 1990). Bu tartışmalar sürüp giderken, “çocuğa dmi-millı çizgi film" mottosuyla TRT ve Devlet Bakanlığı 1990-1991’de,

304 “Emre", "Süleyman Çelebi ve Mevlit", "Yusufçuk", "insanlar Yaşadıkça" başlıklı çizgi ilimlerini yaptırdı. Bu filmleri, "Ten Ten", "Tom and Jerry" ve "Uyuyan Güzel", “Taş Devri", "Cici Kız", “Donald Duck" ve "Ghost Busters" gibi yabancı çizgi filmlere tercihan göstermesinin İstenmesi yeniden tartışma­ lara yol açtı. (Bkz.: Hülya Karabağlı, “Çocuğa Dinî-Millı Çizgi Film", Güneş, 9.11.1991). Kültür Bakanlığı İse, "diskoya giden", “kola içen", "ham­ burger yiyen" gençliğe karşı, "milli değerleri yeğ tutan" bir gençlik yaratmak üzere filmler yapmayı düşünerek “Alpars­ lan", “Ergenekon Destanı", "Bilge Kağan". "Keloğlan", "Pem­ be İncili Kaftan" gibi filmler yaptırdı (İdil Gürsel, "Tommİks’e Karşı Alparslan". Cumhuriyet, 16.2.1991). Bütün bunlar İslâmî Kesimi harekete geçirdi ve Tele- Çizgi Ajansının sahibi Tufan Mengi "donanımlarının yerinde olduğundan" söz ederek, "çocuklarımıza çanların çaldığı çiz­ gi filmleri seyrettiriyorlar. Biz neden kendi külütrümüzü yansıtmıyoruz? Toplumun inandığı değerlerden neden kor­ kuyoruz?" diyerek daha çok Suudi Arabistan’daki ve Alman­ ya’daki müslümanlar için çizgi filmler yapacaklarını açık­ ladı. Bu arada Elif Video’nun "Nur Adası" (Hay) (1993) adh bir film yaparak Endülüslü ünlü düşünür Ibn-i Tufeylin gü­ nümüzden 850 yıl önce yazdığı "Hay bin Yekzan" adlı bir çocuğun, dünyada, ilk ıssız ada konusu (Robinsonadl’nun kahramanı olduğunu vurgulamaya çalıştı. (Bkz.: "Medyanın Atar Damarlarında "Müslüman Medyası". Hürriyet. 18.11. 1993). İslâmî Kesim işi biraz daha ileri götürerek, "kökü içerde yerli film kahramanlan, kökü dışarıda Batılı çizgi film kahra- manlanna karşı" motto’suyla Elif Video ve Tele-Çizgi fir­ masının Diyanet işleri Bakanlığı adına gerçekleştirdiği "Bir Hikâye, Bir Ders", "Keloğlan", "Küçük Mücahit", "Nasrettin Hoca", "Bosna Alevler içinde" adlı çizgi filmler yapıldı (1993) ve Millî Gazete yazarlarından Fatih Serçe'nin girişimiyle

305 Fatih Sultan Mehmet’in insan yönünü vurgulayan bir çizgi filminin gerçekleştirilmesi için konuyu EUa Production’a tevdi ettiler. (Bkz<: Metin Sever. "Fatih, Red Kit’e Karşı”, Nokta. Sayı 36. 26.8. 4.9.1993). işin asıl ilginç tarafı, İslâmî Kesim’İn "Kur’an-ı Kerim’in çizgi tornan haline getirilmesi” projesiyle ortaya çıktı. Le Monde’un geçtiği bir habere göre. Fransa’da. "Si le Coran m’fctait conte* (Kur’an Bana Anlatılsaydı) adlı Arapça ve Fransızca olarak ve de çizgi roman halinde lanse edilerek Kur’an-ı Kerim’in bütün sûreleri, onları Peygamberce vahye- den Cebrail’in de içinde görüldüğü 7 ciltlik bir kitap haline getirilmiş ve Yusuf Sıddık adlı bir Tunuslu arabın bu çizgi romanları Fransız ressamlara yaptırdığı anlaşılmıştı. Bir yandan Arap ülkelerinde Yusuf Sıddık’ın yeni bir Salman Rüştü gibi kabul edildiğini; bizde de bunun hoş gö­ rülmediğini bildiren haberlerin yanıbaşında. Basm’da İlgili­ nin gençler için Kur’an-ı daha anlaşılır hale getirdiği iddia­ sının pekâlâ kabul gördüğünü bildiren haberlerde çıktı. (Bu konuda bkz.: "Ve Kur’an da Çizgi Roman Oldu". Güneş. 10.1.1990; Vivet Canetti. "Çizgi-Romanın Yazan Yusuf Sıd- dık’la Görüştük, "Çizgi Kur’ana İcazet Aldık’ (diyor)", Güneş. 11.1.1990: "Kur’anı Kerlm’i Çizgiyle Anlatmak Mümkün Değil”, Güneş, 12.1.1990; "Çizgi Roman Kur’an’ın Yayıncısı Sıddık, "Kur’anı Daha Anlaşılır Hale Getirmek İstedim”, Gü­ neş, 11.1.1990; "Diyanet İşlerinden Çizgi-Roman Kur’an’a Olumlu Yaklaşım” (Diyanet İşleri Başkanı Prof. Said Yazıcı- oğlu nun Açıklaması), Güneş, 25.1.1990). Çizginin kudretine inanan tslâm Âiemi’nde bir yandan "İslâm’da Tasvir Yasağı” dolayısıyla köktenci kesim bu tasav­ vura karşı çıkarken; aydın İslâm Kesimi Kur’an’ın çizgi-ro- man halinde tasavvur edilmesine cevaz vermekte; ilerde bel­ ki çizgi-filme dönüşmesine cevaz vermekte bile mahzur gör- meyeecegint düşündürmektedir. Çizgi film gibi eğitici bir konunun İslâm! Kesim ta­

306 rafından benimsenip siyasal maksatla kullanılmasından Ön­ ce Üniversitelerimizin Güzel Sanatlar Fakülteleri Stnema-TV Animasyon bölümleri başta olmak üzere ilgili resmî kuru­ luşların da İşi ciddiyetle ele alması ve lâik ve demokratik dü­ şüncenin bir verisi olarak konunun geliştirilmesi düşünül­ melidir» Nitekim M.Ü. GSF STV Bölümümde ve Anadolu Üniver­ sitesinde bu konuda çalışmalar başlamış ve yürütülmekte bulunmuştur. M.Ü. GSFnde Sinema-TV bölümünde Gûlçin Balta Tezcan’ın gerçekleştirdiği Sabahattin Ali’nin “Koyun Masal T öyküsünden aynı adla üretilmiş bir çizgi film ile Anadolu Üniversitesinde Hayri Baltanın ürettiği “Karagöz Fiş Topluyor" (1992) gibi alçak gönüllü çalışmalar yanında Ankara Film Festivali Uluslararası Çizgi Film Yarışmasında bu yıl (1994) katılan ve “Soğuk bir teknolojinin sıcak» insan­ cıl bir duygu vermek için kullanılması ve bunda başarılı ol­ ması" grekçesiyle ikincilik ödülü alan “Yabancı" adlı üç bo­ yutlu çizgi filminin Anadolu Üniversitesi Canlandırma Sa­ nattan bölümünde bilgisayar da devreye sokularak gerçek­ leştirilmesi tutarlı birer kanıttır. (Bkz.: Tan Oral, “ödüllü Bir Canlandırma Filmi", Cumhuriyet Bilim-Teknik Eki, Sayı 366, 26.3.1994). Çizgi film konusunda bir başka “ters gelişim" örneği de, daha önce Amerika’da “Fil Abner", "The Flinstones", Avru­ pa’da “Ten Ten" gibi çizgi romanlar ya da çizgi İlimler canlı oyuncularla konulu filmlere dönüştürüldüğü gibi: bizde de Kemal Gökhan Gürses’in 1991’den beri Cumhuriyet Gazete­ sinde yayınlanan “Zontentellektüel Abdullah" (ApoJ’ın serü­ venlerini IV için konulu dizi film yapması projesidir (Cum­ huriyet Dergi, Sayı 430, 19.6*1994). “Yan aydın", “yan zonta" kişiliği ile kimliğini henüz bulamamış “kriptolu bir ga­ riban" olan Apo^yla ilgili filmin senaryosunu yine Kemal Gür- kan yazmış; yapımcı/yönetmen ise Necmettin Varlı. Bu yıl (1994) çekimi ve gösterimi sağlanıyor. (Bkz.: Aydın Engin,

307 "Zontentellektüel Abdullah, 9 Bölüm". Cumhuriyet, 10,6. 1994). 1988'den beri yapılageien "Anadolu Çizgi Film Festivali", bu yıl (1994) yine aynı girişimcilerden oluşan Demo Tanıtım Organizasyon Ltd., Kültür Bakanlığı ve Çizgi Filmcileri Der­ neğinin katkılarıyla uluslararası bir niteliğe büründürülerek 6. kez düzenlendi. Festivalde Türkiye'de gerçekleştlrilenlerle birlikte Batı ve Doğu ülkelerinin çeşitli çizgi filmleri de ücret­ siz olarak gösterildiği gibi, festivalin amacı "Ölkeler arasın­ daki dostluk ve barışın sürdürülmesi için yarınları kuracak olan çocukların kendi ülkelerinin dışındaki kültürleri ve bu kültürlerin ürettici yapıtları tanımaları, Türkiye çizgi film yapımcılarının dünyaya açılmaları için olanak tanınması" olarak belirtildi. Festival boyunca çizgi film konusunda setgiler açıldığı gibi “Türk çizgi film sektörünün sorunları" adlı bir panel ve "Bilgisayar destekli çizgi film üretimi", "Türkiye ve Dünyada Çizgi Film Sektörü" konulu konferanslar düzenlendi. Öte yandan bu tutarlı çabayı izleyen aylarda çeşitli ne­ denlerle TRT desteğini ve tasarruf önlemleri nedeniyle Kül­ tür Bakanlığı nın desteğini yitiren, üretimi oldukça pahalı bir bütçeyle sağlanan Türk çizgi film sektörü durma nokta­ sına geldi. Bu yüzden 1991-1993 yıllarında Telif Haklan ve Sinema Genel Müdürlüğünce tescili yapılan sekiz yerli çizgi filmine karşılık, 1994 yılının ortalarına kadar hiçbir yerli çizgi filmin tescili yapılmadığı (Bkz.: "Çizgi Film Sektörü Ölü­ yor”, Cumhuriyet, 12.7.1994); oysa Fransa’da bu sektörün Devlet’ln desteği sayesinde oldukça ileri bir seviyede bulun­ duğu anlaşılmaktadır. (Bkz.: "Çizgi Film Sektörü ölüyor", Cumhuriyet. 12.7.1994; "Çizgi Film Sektörü Durma Nok­ tasında", Hürriyet, 14.7.1994). Geçici olduğuna inandığımız ekonomik krizin atlatılma­ sından sonra Türkiye’mizde her sektör gibi çizgi film sek­ törünün de rayına oturacağı günleri bekleyelim!

308 KISA FİLMLER

Sinema okulları öğrencilerinin sınıf geçme ve mezuniyet çalışmaları kadar amatörce çalışmaların da konusu olan kı­ sa Alm çevirimi, bir bakıma» 19501i yıllardan sonra ABD n- de canlandırılan Deneysel (Underground) sinemanın da ele aldığı bir konudur; ve sinemaya başlama için en tutarlı uğ­ raşıdır. Nitekim Türkiye’de bugün önemli yönetmenler ara­ sına katılmış olan Sinan Çetin» Oguzhan Tercan» Mustafa Altıokiar, Ali Habip özgentürk ve Fevzi Tuna ilkin bu yolda çalışmalar yapmıştır, İktisadî ve ticarî bakımdan değeri olmayan, sinemanın yöresinde bir uydu gibi beliren bu tür uğraşıların aynca ya­ rışma konusu da yapılması ve ödüllendirilmesi; aynca Dev­ let kuruluştan ya da özel kuruluşlar tarafından desteklene­ rek» karşılıksız araç-gereç sağlanması ya da ücretsiz lâbora- tuvar işlemlerinin yapılması, hatta TVde ve sinemalarda gösterilmek üzere satın alınması gibi promosyonlar sağlan­ ması, beklenen bir tavırdır. Nitekim Türkiye’mizde Kültür Bakanlığı, TRT ve özel televizyonlar kadar Ankara, Adana Film Şenlikleri gibi, İFSAK, Marmara Üniversitesi İletişim

309 Fakültesi gibi kuruluşların desteği de bu gereksinimi değer­ lendirdiler. 1984 yılında İFSAK'ın kuruluşunun 25. yıldönümü do­ layısıyla açılan yanşma dolayısıyla ‘Türkiye'de Kısa Fim Pa­ neli” yapıldı ve bu panele katılan Atillâ Dorsay, Oğuz Makal, Ateş Benice, Güner Sanoğlu kısa film sorunlarını tartıştılar. 16.10.1990 tarihli bir bildiri ile kısa film üzerine bir sempozyum yapılması için davette bulunan A Hilmi Etikan bu işe gönül verenlerden biriydi. Nihayet 1992 yılında 6. Altın Koza Kısa Film Yarışması­ na katılan öğrenciler (Anadolu (Üniversitesi, Dokuz Eylül (Üniversitesi, Marmara (Üniversitesi ve Mimar Sinan (Üni­ versitesi adına) bir tebliğ yayınladı. Gerek bundan önceki kaynaklarda, gerekse bu son kay­ nakta, kısa film düzeyinin yükseltilmesi için ne gibi destek­ ler sağlanmasının ve ödüllerin daha gerçekçi ve doyurucu olmasının gerektiği; yarışacak filmleri ‘drama", ‘belgesel”, "deneysel", "klips ve animasyon" olarak sınıflandırılmasının ve “en iyi fllm'in seçilmesi kadar "en iyi yönetmen" , “en iyi senaryo", "en iyi kamera çalışması* ödüllerinin ayn ayn ve­ rilmesi (bu dilek 1993 Altın Koza Film Şenligi'nde yinelen­ miştir); Kültür Bakanlığı'nın ve Devlet Televizyonu ile bağım­ sız televizyonların bu filmlere gösterim sağlaması gibi dilek­ ler vurgulandı. (Türkiye’deki tüm kısa film çalışmaları için bkz. Sabri Kaliç, ‘Kısa Filmler Dünyasından" (İFSAK Yarış­ maları hk.), (Antrakt, Mart 1994); Tarkan Kaynar, “önce Kı­ sa Film Vardı". Antrakt Yayını, İstanbul 1993, Azmi Karave- li, “Sınamamızın Üvey Çocuğu: Kısa Film”, Cumhuriyet, 20.2.1994). Kısmen belgesel film çalışmalarını da kapsayan ama daha çok deneysel kısa filmlerin ağırlık kazandığı bu türde 1980’li ve 90'lı yıllarda yapılan belli başlı çalışmalar şun­ lardır:

310 Omlt inal ın -Adsız’* (1983) (1983 İfsak Ödülü), Korkut Akın’ın "Voli" (1983) (1984 İfsak Ödülü), Oktay Kutlucun "Uçurtma" (1984), Oğuzhan Tercan’ın "Bir Denizin Yitirdiği Batık Kıyılarda" (1985 İfsak Ödülü), Dilek Gökçin’in "Yokuş" (1985) (1986 Oberhausen Kısa Filmler Festivali birincilik ödü­ lü), Ersin Atok’un "Zoma" (1985) (Barclay, ‘ABD* Film Fes­ tivali Birincilik Ödülü), Yeşim Ustaoğlu’nun "Magnafantaz- ma" (1986); Oğuzhan Tercan’ın "Maıjinal" (1988) (I. Ankara Film Şenliği (1988)’nde büyük ödül), Sabri Kaliç in "Ars Lon- ga Vlta Absurda" (Sanat Kalıcı, Yaşam Saçmadır) (1987), Ce­ mal Şan’ın "Muzır Film" (1987); Didem Düzgören’in “Beşbu- çuk Altı, Altıbuçuk Yedi" (1988) (1988 İfsak Ulusal Kısa Film Yarışmasında başan ödülü), Necmettin Göksel’in “Denge" (1988) (I, Ankara Film Şenliği’nde birincilik ödülü), Melih Kançelik’in “Yaşam Üstüne Bir Deneme" (1987) (2, Ankara Film Şenliği Video Özendirme ödülü). Yücel Ünlü’nün "Ses­ ler, Yüzler, Sokaklar" (1990) (Ankara İnsan Haklan Vakfı 1991 büyük ödülü), Mustafa Altıoklar’ın “Agony" (Can Çe­ kişmesi) (1991) (13. İfsak ulusal kısa ftlm yarışması video başan ödülü), Selâhattln Yıldız’ın Yitik Zamanlar" (1991), Sabri Kallç’in “Bolero" (1991), Yeşim Ustaoğlu’nun "Otel" (1991) (14. Montpellier Uluslararası Akdeniz Film Festivali büyük ödülü), Şeyda Pehlivan’m "Kazlı Çeşme" (1992), Fü­ sun Kayay’ın “Rüyamı Çektim ve Müzik Ekledim" (1991) (1992 Adana Altın Koza Film Şenliği öğrenci filmleri yanş- masında 2. lik ödülü), Mustafa Altıoklar’ın “Kılpayı" (1992), Ceylâ Tannöver’in ‘Uyan Uykusu Çok Gözlerim" (1992) (1992 Adana Film Şenliği öğrenci filmleri yarışması, birincilik ödü­ lü), Ertekin Aytekin’in “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" (1992) , Kudret Sabancı’nm "Mutfakta Biri mi Var?" (1993) (9 Eylül Üniversitesi GSF Kısa Film Yarışması nda birincilik ödülü), Özer Kızıltan’ın “Gözlerin Yeşilçam’ın Son Yangını” (1993) , Natali Yeres in “Aynalar Süiti" (1994) (1994 M. Ü. İle­ tişim Fakültesi Kısa Film Yarışması birincilik ödülü), Kaan Şensoy’un “Illusion" (1994) (ifsak Kısa Film Yarışması birtn-

311 ellik Ödülü), Serdar Pehlivanoğlu’nun "Julia Sax" (1993) (1994, 6, Ankara Ulusal Kısa Film Yarışmasında birincilik ödülü). Bunlardan bazılarına bir göz atalım: "Zoma", aslında, Ersin Altıokün gizil birçok filminden biri. Hani bir insan televizyonda yaşadığı kenti görür ve ta­ nıyamaz ya Altıok'un bir fotoğrafçı olarak taşıdığı güçlü görsel bakış açısının yanısıra filme kattığı çarpıcı ses kurgu­ su apayn bir zenginlik sağlıyor. Film belgesele kaçar ha­ vasıyla bir koyunun kırpılan yünleri, derisinde yapılan tu­ lumda kanlan sütü: insanlann yaşadığı çadırlan (yani zu­ rnaları) anlatıyor gibi görünüyorsa da; özünde kadınla er­ keğin günlük yaşamları içindeki iş bölümünü ve taşıdıklan yükün orantılarını aksettiriyor bize. Sabri Kaliçln “Bolero"su, Ravelin “Htts Classics" dizile­ rine katılmış ünlü eserinin bir yorumu. Kaliç bu vesile ile si­ nemada zaman kavramını ele almak ve bu kavramla olabil­ diğince deneysel bir biçimde oyun oynamak istiyor. “Ne ya­ parsak yapalım yaşamdan çıkaramayacağımız tek şey belki de zamandır. Bunu yaşamda yapamazsam bari sanatta ya­ payım. Sanatın yaşamdan en büyük üstünlüğü de, bu öz­ gürlük alanı." demekte Kaliç. Raverin müziğindeki ritmin gitgide zenginleşerek patlamaya varması, yükselişi “Bole­ romda görüntüye dönüşüyor. “Bir Anı Yakalamak", "Magnafaztazma" ve "Düet" gibi kısa filmleriyle tanınan Yeşim Ustaoğlu, “OtelMe, filmin kah­ ramanı “Türkiye’nin profilinden, daıheler sonunda oluşan arka fonundan etkilenen bir kişi" olanak tanımlanıyor. Ertekin Akpmarln “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" filminin yapımına Oguzhan Tercan da katkıda bulunmuş. Film, çıkış noktasını Peride Celâlin "Kurtlar" adlı romanın­ daki “Yıl 1978 ve kent kurtlarla sanlıydı" sözünden alıyor. İsminin öyküsü ise İsmet Özelin kitabından değil, Arjan-

312 tindeki bir halk hareketinden kaynaklanıyor Kaynak fikir olarak da George Onvell in “1984*ündeki “Big Brother’ ha­ tırlanabilir Baştan sona yüksek ritminin, aynı ölçüde bir müziğin desteklediği film, kuşatılmış “kenti* bir lâbirente dönüştürerek, kaçanı “av*, kovalayanı ise “maşa* olarak ele alan siyasal niteliği ile belirginleşiyor*. (Bu filmler için bkz,: Tarlan Kaynar, “önce Kısa Film Vardı*, Antrakt Yayını, İs­ tanbul 1993). İfsak Kısa Film Yarışmasında (1994) “birincilik Ödülü* alan Kaan Şensoy'un “Illusion*u, şehirden biraz olsun uzak­ laşmak isteyen üç gencin illusion olamayacak kadar gerçek yanılmaları ve kayboluşa tanıklık etmelerini anlatıyor. (Bkz: Azmi Karaveli, “Sinemanın Üvey Çocuğu: Kısa Film*, Cum­ huriyet, 28.2.1994). Çevre konusunu işleyen filmde, özellikle renk ve leke kullanımı beğenildi. (Sabri Kaliç, “Kısa Film Dünyasından*, Antrakt, Sayı 30, Mart 1994). Özer Kızıltan'm “Gözlerin Yeşilçam'ın Son Yangım*, Al­ tın Koza 1993 öğrenci Filmleri Festivalinde yalnız “birinci­ lik ödülü* değil; “en iyi senaıyo*, “en iyi görüntü* Ödüllerini de aldı ve filme 30 milyon lira armağan verildi. Jüri Başkanı Erden Kıral, “Çok düzeyli ve heyecan veri­ ci filmlere puan vermekte zorlandıklarını* söylüyordu. Füsun Kayaydın “Rüyamı Çektim ve Müzik Ekledim* için festival broşüründe şu vurgulama yapılıyor “Rüyalardan uyanınca, gördüklerimizi bütün çıplaklığı ile anlatamayız. Seyirci bir şeyden bir başka şeye ansızın geçişlere alışık de­ ğildir. Bu ilişki üzerine yapılmış deneysel bir kısa film ça­ lışması*. (Bkz. Asu Maro, “Anlattıklarım Kısa Filme Uygun*, Cumhuriyet Dergi, Sayı 361, 21.2.1993). Ceylâ Tannöver'in “Uyan Uykusu Çok Gözlerim*, bizce Türkiye'de bugüne kadar çevrilen en iyi deneysel (experi- mental, underground) film. “Şimdi, geçmişte, gelecekte var olan bir kadının gözünden kendi hayatı ve başkalarının ha­

313 yatları" üzerine görsel bir fantazya oluşturuyor. 6. Ankara Ulusal Kısa Film Yanşması'nda birincilik ödüiü alan \Julia Sax" için seçici kurulun gerekçesi şöyle: “Ülkemizin bugünlerde içinde yüzdüğü bir atmosfer van dü- şüncelerimlzet lnançlannuza egemen olduğu için bu havayı görüp eleştirmemiz çok zor. “Julia Sax"ı yapanlar bu havayı görebilmiş, çok İyi gözlemlemiş, hoş bir mizah anlayışıyla, iyi bir yöntemle, başarılı oyunculuk, kurgu ve görüntü düzen­ lemesiyle perdeye aktarabilmişler/ Natali Yeres (yönetmen Artun Yeresin kızı), M.Ü. GSF STV bölümünde yaptığı "Aynalar Suitfnde İlimin temasım şöyle belirtiyor “İnsanoğlu doğduğu andan İtibaren medya­ ların ve ideolojilerin sunduğu yönde toplumdaki örneklerine benzer yapaylıklara girmek zorunda kalıyor/ diyor. Film, tüm bunlardan yola çıkarak bir kızın kendi iç rahatsızlığını sorguluyor. Bütün bu çalışmalar ileride okulluların Yeşİlçam'a kar­ şın soylu bir Türk sineması yaratmak İçin verdikleri umut dolu uğraşılarını vurguluyor. Kısa film yönetmenlerinden Kaan Şensoy’un şu görü­ şüyle bu bölümü kapatalım: “Kısa filmler Avrupa'da başlı başma bir dal olarak kabul ediliyor ve bu işten iyi de para kazanılıyor. Türkiye'de şartlar çok zor olsa da profesyonel çalışılması gereğine İnanıyorum". (Azmi Karaveli, Sinema­ mızın Üvey Çocuğu: Kısa Film", Cumhuriyet, 28.2.1994).

314 SONUÇ

Bizce 1980-1994 yılları arasında san’at değeri bakımın­ dan Türk Sineması en iyi ürünlerini verdi. Bundan dolayı bu 15 yıllık dönemi ayn bir kitap halinde sunmak istedik. Nicelik bakımından eski yıllardaki üretim sayısından oldukça düşük olan sinemamız nitelik bakımından, özellikle sinema dilini geliştiren yeni yeni denemelerle epeyce yücel- miştir. Üretim masraflarının enflâsyon dolayısıyla her yıl art­ ması, 1994 yılında da ortalama bir İlimin 5-8 milyar TL’na mal olması niceliğin düşmesinde etkili olduğu gibi; üretilen filmlerin de, yabancı film kuruluştan salonlarla ilgili bütün ayaklan tuttuğundan; bunların gösterim olanaklan da orta­ dan kalkmış; ancak iç ve dış festivallerde ödül kazanan veya sanatsal erotik filmler müşteri celbedebtlir düşüncesiyle —bu yabancı kuruluşların olanak sağladığı oranda— gösterilebilir olmuşlardır. Yıllardan beri düşünülen "sorunlu programasyon" fikri­ de sinema sahipleri için çekici bulunmak şöyle dursun, itici eğilimler doğurmuştur.

315 Hiçbir sinema sahibi izleyici çekmeyecek filmleri boş sa­ lonlarda oynatmak zorunluluğunu kabul etmez. Ancak film sahibi, ya da teşvik olsun diye Kültür Bakanlığı zararım kar­ şılayacak güvenceyi sağlarsa buna olanak vermeyi düşüne­ bilir. Bizce üretim konusunda Kültür Bakanlığı, TRT ya da özel televizyonlar kadar Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan ve tutarlı projelere destek ve ortak yapım olanaklan hazırla­ yan Eurimages'ın katkıları olsa da; sinemaya özel sermaye­ nin de olumlu gözle bakıp parasal katkıda bulunması şart­ tır. Ancak özel sermaye kâr peşinde koştuğundan bu filmle­ rin kâr getirecek projelere dayandırılması ve gösterim ola­ naklarının sağlanması da gerekir. Bunun için de yalnız san’at değeri olup festivallerde ödül kazanan filmlerin değil eğlendirici tarafı baskın olan filmlerin bile geniş halk kitleleri tarafından izlenmesi -imkân dahiline sokulmalıdır. Son yıllarda Türkiye’de sadece 314 sinemanın kaklığı ve aralarında Afyon, Artvin, Bingöl Sinop, Yozgat ve Kırkİareli dahil 21 ilimizde de hiç sinema bulunmadığı süreci karşısın­ da Devlet ve Yerel İdareler oturup düşünmelidir. (Bkz.: Bur­ çak Evren, "Sinemasız Bir Türkiye”, Pazar Postası, Sayı 21, 23.7.1994). Belediyelerin bir görevi de sanatsal çabalan destekle­ mektir. Bu balomdan Yerel İdarelerin semt sinemaları yap­ maları; ya da (özellikle) site halinde inşaat yapacak kişi ve kuruluşlara, bu sitelerin bünyesinde en az 300 kişi alacak sinema salonları yapmayı zorunlu kılmalan yeterlidir. Bu yüzyılın başında, sinema san’at ve eğlence aracı olarak yay­ gınlaşınca, A.B.D.’nin her yerinde ^nickel-odeon” denen, nikel paralarla girilen, 300-400 kişi alan ucuz sinemalann mantar gibi çoğaldığı görülmüştü. O zamanlar sinemanın yayılmasını sağlayan bu tür sinema salonları, bugün, Tür­ kiye’mizde sinemanın batışını kurtarmak için bir çare olarak

316 düşünülmelidir Böylece bugünkü fiyatlarla, örneğin çocuklara on bin, büyüklere yirmi bin lira karşılığında film gösterebilecek bu aile sinemaları revaç ve sürümden para kazanır. Son günlerde Basın’da; “Türk Sineması öldü mü?". “Ye- şilçam'ın Tabutu Çakıldı mı?" (Hayri Caner, Mega Movle. Temmuz 1994) “Sinema Sektörü Durdu", Hürriyet, 9.8,1994) ya da "’En iyi Çekilemeyen Film* Ödülü mü Dağıtılsın?" (Pe­ lin özer. Cumhuriyet, 2.8.1994) başlıklı yazılar görülmesi ümit kinci oldu. Bu endişelere kapılmanın nedeni: Televizyo­ nun geniş gösterim olanaklarına sahip olması dolayısıyla halkın bu programlarla yetinmesi ve taşıt ve sinema ücret­ lerinin yükselmesi karşısında uzak semtlerde oturanların si­ nema salonlarına rağbet etmemesi olsa da; sosyal bir gerek­ sinme olan sinema salonlarına devam ederek geniş perdeler­ de film izlenmesi sürecinin ortadan kalkması, bireyi toplu­ mun bir parçası olmaktan koparacağı için yukarıda ileri sürülen görüşlerin gerçekleşmemesini umanz. öte yandan Kültür Bakanhğfmn çabalan ile sinemada sansürün ortadan kaldırılarak sadece san’at değerlemesi yapılması ve gerçek san’at değeri olan filmlerin vergi ve rü­ sumdan bağışık olması, gecenin belli saatlerinde sonra ero­ tik (ya da sofi pomo) filmlerin bile T\Tde gösterilmesine izin verilmesinin sağlanması, ancak belli yaşlardan (örneğin 16 yaşından) küçük çocuklann göremeyeceği seks ve şiddet filmlerinin belirlenmesi şeklindeki yasa önerisi komisyonlar­ dan geçip Parlâmento’nun çogunluğunca kabul görürse, çağdaş bir denetleme anlayışına kavuşmasız mümkün ola­ caktır. Gelecek yıl (1995), sinemanın bulunuşunun 100. yıl­ dönümüdür Bu bakımdan Fransa’da Pompldou Kültür Mer­ kezi ile Belçika’da “Europalia* kuruluşu, her ülkenin “en iyi filmi" başta olmak üzere en iyi beş konulu, üç belge ve iki çizgi filmini öğrenmek; ayrıca Men iyi 100 filmi~nin saptan­

317 masını istemek faaliyete girişmişlerdir. Gelecek yıl bu iki kültür merkezi dünyanın en iyi sine­ ma ürünlerini programlayarak Avrupa halkına göstermek ve L00 fllmlik gösterileri de yine gelecek ya da ertesi yıl birkaç haftalık izlencelerle halka sunmak düşüncesindedirler. Kültür Bakanlığı nın Haziran 1994'te İstanbul'da yaptığı iki toplantıda bu konular görüşülmüş ve Temmuz 1994'ün sonuna kadar yetkili kuruluş ve kişilerden görüş bildirmesi istenmiştir. Avrupa'da sinemaya bu denli önem verildiği bir dönem- de umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur. Öte yandan 1960'li yıllardan bu yana çeşitli toplantılar­ da bir TSK (Türk Sinema Kurumu) İhdas edilerek Türk Sine­ masının sicil arşiv, telif hakkı, kredi, denetleme, örnek stüdyo, mesleki eğitim ve yayın gibi sorunlarının burada çözülmesi fikri tartışılmıştır. Artık bu tartışmalar bitirilmeli ve ortaya çıkan gerçeklere ve gereksinimlere bakılarak ba­ ğımsız olarak kurulacak bu kuruluşun örgütlenme, yetki ve parasal kaynaklar gibi sorunları bir yasa ile belirlenmelidir. Ayrıca Devlet desteği veya teşvik yoluyla ham film fabrikası kurulması da gerçekleştirilmelidir. Bu yıl desteklenecekleri vaad edildiği için çekilmesi düşünülen yirmi kadar filmden bugüne kadar "Yumuşak Ten". “Kızkulesi Aşıklan", “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar" ve “Manisa Tarzanf çekilebilmş; "Babam Askerde" yanda kalmıştır. Şerif Görenin yöneteceği “Ağır Roman", İsmail Güneş'in yöneteceği “Yalnız Salih", Memduh Ün’ün yö­ neteceği “İsimsiz", Ünal Küpeli'nin yöneteceği “Nora’nın Dü­ ğünü", Işıl özgentürk'ün yöneteceği "İstanbul Annendir Ço­ cuğum", Cemal Gözütok'un yöneteceği "Sekizinci Saat", Ca­ nan Gerede'nin yöneteceği "Aşk Ölümden Soğuktur", Ahmet Soner’in yöneteceği “Yakamoz". Ahmet Halûk Ünal'ın yöne­ teceği “Çökertme" ve “Şarlo", Mustafa Aitıoklar'ın yöneteceği

318 "İstanbul Kanatlarımın Altında"* Ertem Göreç’in yöneteceği "Sisli Yaz" ve Turgut Yasalardın yöneteceği "Sergüzeşt i Dar- be-i Hükümet" çekilememiştir. (Bkz.: "Sinema Sektörü Dur­ du", Hürriyet 9,8,1994), Oysa Kültür Bakanı yukarıda sözü edilen 8,7.1994 gün- lü Basın toplantısında, “Kültürde tasarruf olmaz" fikrini sa­ vunmuş ve Türkiye’nin geçirmekte olduğu krizin buna engel olamayacağım söylemişti. Yeni kültür bakanının festivallere desteğin sürdürüleceğine dair verdiği sözün de “Film olma­ yınca festival de olmaz" fetvasınca bir değeri kalmayacaktır. Esasen Türk sinemasının uzun vadede yaşaması için yukarıda sözü edilen kuruluşlar ve sermaye piyasası bu işe el atmadan sadece bakanlık desteğinin yetmeyeeceği de bi­ linmelidir. TRTnin desteği daha çok dizi ya da belge film projeleri­ ne sponsor olmak ve yıllar yılı üretilmiş filmleri dolgun üc­ retler ödeyerek ekranda göstermek şeklinde ortaya çıkıyor. Eurimages da bu yılın birinci yansında bir elin parmakla- nnın sayısı kadar filme yardım etmiştir. Ancak yılın ikinci yansında sinema salonlannın yenilenmesi, filmlere mail des­ tek sağlanması ve ortak yapım olanaklan bulunması konu- lannda; aralannda Türkiye, Fransa, Ingiltere, İtalya, İspan­ ya. Polonya, Bulgaristan, Macaristan, Çekoslovakya. Ro­ manya. Yunanistan ve Kıbrıs’ın da bulunduğu 23 ülkeye yardımda bulunmak üzere projeler istemiştir. Türkiye’den gönderilen projeler arasında: Tunç Başa­ ranın da katıldığı “Zae\ "Delice" ve "Sende Gitme Triyanda- filis"; Ali Özgentürk’ün katıldığı iki belgesel; "Bosna" ve ~Bü- lûg Çağı"; Canan Gerede’nin "Aşk Ölümden de Soğuktur"; İspanyol romancı Aranda’mn “La Pasion Turca" adlı roma­ nından uyarlanacak aynı adlı film; Sinan Çetin’in "Utopia"; Sabahattin Çetin’in "Ağır Roman" ve Ömer Kavur’un hazır­ lamakta olduğu bir diğer proje vardır. (Bkz.: Pelin Özer, "Or­ tak Yapılar Katkı Sağlıyor", Cumhuriyet, 21.8.1994).

319 Bu yol (1994) Türkiye’de Temmuz sonuna kadar 4-5 film üretilmiş olduğu anlaşılıyor. Bunun en az üç katı kadar üretim olmadıkça (Ankara, İstanbul Adana ve İzmir) film şenliklerinde yarışma ve gösteri sağlanması olanaksızdır» öte yandan Antalya film festivali 1-10 Ekim 1994 tarih­ leri arasında yapacağı Altın Portakal Yarışması için filmler­ den dereceye gireceklere 600»000*000 TL’sına kadar ödül ve­ receğini ilan etmiştir* Umudumuz filmlerin yeterince üretilmesi ve bu şenlik­ lerde gösterim olanaklarının sağlanmasıdır» Bu da mutlaka gerçekleşecektir. Yoksa bunca ustanın çabalan ve yetenekli genç sinemacıların umutlan yok olur.

Erdek, 22 Ağustos 1994

320