HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOGUNUN KRALiÇESi EDİTÖRLER: Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ & Doç. Dr. Haydar ÇORUH & Dr. Süleyman HATİPOĞLU HATAY ARAŞTIRMALARI-V

DOĞUNUN KRALİÇESİ

Editörler

Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ & Doç. Dr. Haydar ÇORUH & Dr. Süleyman HATİPOĞLU

Hatay 2020

Copyright © 2020 by iksad publishing house All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, distributed or transmitted in any form or by any means, including photocopying, recording or other electronic or mechanical methods, without the prior written permission of the publisher, except in the case of brief quotations embodied in critical reviews and certain other noncommercial uses permitted by copyright law. Institution of Economic Development and Social Researches Publications® (The Licence Number of Publicator: 2014/31220) TURKEY TR: +90 342 606 06 75 USA: +1 631 685 0 853 E mail: [email protected] www.iksadyayinevi.com

It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules. Iksad Publications – 2020©

ISBN: 978-625-7687-40-9 Cover Design: İbrahim KAYA December / 2020 Ankara / Turkey Size = 16 x 24 cm

Kapak Resmi: (1944 Yılında Antakya’dan Bir Görüntü) Kaynak: http://www.eskiturkiye.net/3459/eski-antakya-1944#lg=0&slide=0

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ...... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BAHAR KALKANI HAREKÂTI ...... 11 Davud KAPUCU İKİNCİ BÖLÜM HATAY’IN KURTULUŞ YILDÖNÜMÜ KUTLAMALARI ...... 63 Yelda TUTAR SERTER ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HATAY DEVLETİ CUMHURBAŞKANI TAYFUR SÖKMEN’İN GÖZÜYLE ATATÜRK ...... 99 Yahya YILMAZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM MİSAK-I MİLLİ EKSENİNDE HATAY SORUNU ...... 151 Gürdal Çetinkaya BEŞİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN ORTADOĞU COĞRAFYASINDA İNGİLİZ-FRANSIZ NÜFUZ MÜCADELESİ ...... 169 Süleyman HATİPOĞLU ALTINCI BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA SİNA-FİLİSTİN-SURİYE CEPHESİ ...... 195 Necdet AYSAL & Erdal KORKMAZ YEDİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ KOLORDU VE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONLARINDAKİ FAALİYETLERİ ...... 275 Enes DEMİR

SEKİZİNCİ BÖLÜM HATAY’DA EĞİTİME FARKLI YÖNLERDEN BAKIŞ ...... 321 Ömer Faruk KADAN DOKUZUNCU BÖLÜM AMİK OVASI VE ASİ HAVZASI’NDAKİ SU TAŞKINLARI SORUNU VE SORUNUN ÇÖZÜMÜ ...... 345 Mehmet YILDIRIM ONUNCU BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE HALEP VİLAYETİ MERKEZ HAPİSHANESİ ...... 369 Yüksel BABANINOĞLU ON BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞ SÜRECİNDE ANTAKYA ...... 397 Sedat BİLİNİR ON İKİNCİ BÖLÜM

MEMLÛKLER DÖNEMİNDE ANTAKYA ÇARŞISI: TİCARÎ MEKÂNLAR VE MESLEK GRUPLARI ...... 439 Mehmet Yusüf ÇELİK ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HALEB ATABEGLİĞİ-ANTAKYA PRİNKEPSLİĞİ ARASINDAKİ BİRKAÇ ÖNEMLİ SAVAŞ: YAĞRA, TELL- İNNİB VE EFAMİYE ...... 473 Abdulcelil IŞIK ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM PRIMA’DAKİ ANTIOKHEIA TERİTORYUMU GEÇ ANTİK DÖNEM BAZİLİKAL PLANLI KİLİSELERİ VE BEMALI AYİN DÜZENİ ...... 489 Orçun ERDOĞAN

ON BEŞİNCİ BÖLÜM KIBRIS ERMENİ LEJYONU VE LEJYONERLER HAKKINDA YAZILAN ESERLER ...... 513 Haydar ÇORUH ON ALTINCI BÖLÜM SURİYE DIŞ TİCARETİNDE TARIM ÜRÜNLERİ VE SURİYE’NİN YENİDEN İNŞASINDA TARIM SEKTÖRÜNÜN ÖNEMİ ...... 555 Güven ŞAHİN ON YEDİNCİ BÖLÜM KARACAOĞLAN’IN ŞİİRLERİNDE RENKLER ...... 599 Bülent ARI & Zehra ANAZ

ÖNSÖZ

İlki 2010 yılında Antakya Belediyesi sponsorluğunda basılan Antakya Araştırmaları serisi günümüze kadar dört sayı olarak yayınlanmıştır. Ayrıca 2019 yılı içerisinde Hatay’ın anavatana katılışının 80. yıl dönümü münasebetiyle özel bir sayı hazırlanmıştır. 17 makaleden oluşan bu çalışma ile beşinci sayı tamamlanmış bulunmaktadır. Alanında uzman araştırmacılar tarafından yazılmış olan her bir makale çalışmada ayrı bir bölüm olarak sunulmuştur.

Birinci bölümün yazarı Davud Kapucu Bahar Kalkanı Harekâtı adlı makalede 27 Şubat 2020’de 36 Türk askerinin şehit edilmesi sonrasında başlatılan Bahar Kalkanı Harekâtı ile bölgedeki insani drama bir çözüm bulunması ve mülteci sorununun yerinde çözüme kavuşturlması amaçlamıştır. Türkiye Bahar Kalkanı Harekâtı da dâhil olmak üzere gerçekleştirdiği tüm sınır ötesi operasyonlarda hiçbir ülkenin toprağında gözü olmadığını açıkça ifade etmiş ve bu harekâtın Suriye’de barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olduğunu her defasında dile getirmiştir. Bu harekât sonrasında, Moskova Mutabakatı imzalanmıştır. 5 Mart 2020’de Moskova’da gerçekleştirilen zirvede, İdlip’te ateşkesin sağlanması, M4 Karayolu’nda güvenli koridor oluşturulması ve M4 Karayolu’nun Trumba’dan (Serakib’in 2 kilometre batısı) Ayn El Havra’ya kadar olan kesimi boyunca Rusya ve Türkiye tarafından ortak devriye yapılması kararlaştırılarak, Suriye barışına katkı sağlanmaya devam edilmesinin temin edildiğini ifade etmiştir.

1

İkinci bölümün yazarı Yelda Tutar Serter Hatay’ın Kurtuluş Yıl Dönümü Kutlamaları adlı bölümde 23 Temmuz 1939 tarihinde başlatılan kurtuluş günü etkinliklerinin tarihsel süreç içinde artan bir önem ve coşku ile kutlanmaya devam edildiğini ifade etmektedir. “Hatay kurtuluş gününe sevinçlerle bütün vatan, bütün vatandaşlar iştirak ediyor. Hataylılara refahlı ve bahtiyar yaşayış istiyoruz.” sözleriyle İsmet İnönü Hatay Kurtuluş Bayramı’nın önminden bahsettiğine vurgu yapan Serter, Kurtuluş Bayramı etkinliklerinin dönemin basın kuruluşlarına yansımalarını da dikkate alarak makalesinde genel bir çerçeve çizmekte ve yazısını muhtelif görsellerle güçlendirmektedir.

Üçüncü bölümün yazarı Yahya Yılmaz ise Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Gözüyle Atatürk adlı yazısında “Sökmen, Atatürk’ü hiç kimse ile kıyaslanamaz bir şekilde eşsiz görmektedir. Bu durum körü körüne bir bağlılık değildir. Atatürk’ü tanıdığı ilk günden itibaren, Hatay ve Türkiye için yaptıkları, ona bir ömür minnet duymasına yeterlidir. Sökmen’in Hatay mücadelesinde ve siyasi yaşamında hep bir dayanak olarak gördüğü Atatürk’ü ömrünün sonuna kadar saygı, sevgi ve vefayla anmıştır. Onun yaptıklarına olan güveni de kendi yaptıkları veya yapacakları için her zaman cesaret vermiştir. Atatürk’e güvenmesi onu lider görmesi kendi liderliğini de güçlendirmiştir” ifadeleriyle Tayfur Sökmen’in Atatürk sevgisini ortaya koyan bir yazı kaleme almıştır. Yazının sonunda ise “Tayfur Sökmen’in gözünde Atatürk, Türk milletine hayat vermiştir.” diyerek konuyu bağlamıştır.

2 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Dördüncü bölümün yazarı Gürdal Çetinkaya, Misak-ı Milli Ekseninde Hatay Sorunu başlıklı çalışmasında Hatay’ın Misak-ı Milli içerisinde ne şekilde yer aldığını ve Atatürk’ün konuya nasıl baktığını ele almıştır. Atatürk’ün izlediği diplomasinin Hatay sorununun çözümünde etkin olduğunu, sorunu son aşamaya kadar getirirken, sadece Hatay’ın bağımsızlığından söz ettiğini, buna rağmen Türkiye’ye iltihakı konusuna hiç girmediğini belirtirken Atatürk’ün düşüncesinde bağımsız bir Hatay’ın her durumda Türkiye ile işbirliği içinde olacağına inandığını ileri sürmüştür. Bu açıdan bakıldığında Hatay’ın, Atatürk’ün Türk Milletine hediye ettiği en son eser olduğuna dikkat çekmektedir.

Beşinci bölümün yazarı Süleyman Hatipoğlu Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu Coğrafyasında İngiliz-Fransız Nüfuz Mücadelesi adlı çalışmasında İtilaf Devletleri’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasıyla Osmanlı Devleti aleyhine bazı gizli anlaşmalar yaptıklarını, ancak bu anlaşmaların Bolşevikler tarafından ifşa edildiğini, buna rağmen Osmanlı Devleti’nin bu anlaşmalar doğrultusunda parçalandığına dikkat çekmiştir. Buna İtilaf Devletleri, aralarındaki rekabet nedeniyle uyuşamayınca bu durumu değerlendiren Mustafa Kemal, iki devleti birbiriyle çatışma noktasına getirmiş ve Fransa ile 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara İtilafnamesini imzalayarak, İngiltere’yi yalnız bırakmaya muvaffak olmuştu. Hatipoğlu, bu aşamadan sonra İtalya’yı yanına alan Fransa’nın Türkler karşısında İngilizleri yalnız bıraktığını ifade ederek, Türk başarılarının İngilizleri masaya oturmaya zorladığına dikkat çekmektedir.

3

Altıncı bölümün yazarı Necdet Aysal ve Erdal Korkmaz Birinci Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Suriye Cephesi adlı makalede Napolyon’un bir sözüne atıfta bulunarak “Savaşlar daha büyük bataryalarla kazanılır.” ifadesiyle Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nin nasıl oluşturulmuş olduğuna dikkat çekmiştir. Yazarlar, Türk Ordusu’nun bütün zayıflığına rağmen, İngilizlerin yaklaşık 120 bin kişilik bir ordu ile cephede olduklarını, savaşın kaybeden tarafının Türkler olmasına rağmen, Türkün azim ve kararlılığının ancak böyle büyük bir ordu karşısında test edilebileceğini ifade etmişlerdir.

Yedinci bölümün yazarı Enes Demir, Üçüncü Kolordu Ve Birinci Dünya Savaşı Sonlarındaki Faaliyetleri adlı makalesinde Osmanlı 3’üncü Kolordusu hakkında bilgi vermektedir. 1911 yılında kurulan ordunun ilk olarak Balkan Savaşları’nda Trakya bölgesinde görev yaptığını, Tekirdağ’da konuşlu olduğu sırada en hızlı şekilde seferberliğini tamamlayan birlik olarak Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Gelibolu’ya kaydırıldığını bu süreçte Çanakkale’de kurulan 5’inci Ordu’ya bağlı olduğunu belirtir. Arıburnu ve Seddülbahir’deki muharebelerde önemli başarılar elde eden 3’üncü Kolordu’nun, Çanakkale Cephesi’nin kapanmasıyla evvela Doğu Cephesi’nde, akabinde de Filistin-Suriye Cephesi’nde görevlendiril- diğini ifade eder. Filistin-Suriye Cephesi’ndeki şiddetli ve geniş çaplı muharebelerin merkezinde yer alan bu kolordu 1917 sonlarına kadar başarılı savunma muharebeleri yapmıştır. Fakat Kasım 1917’de meydana gelen Üçüncü Gazze Muharebesi’yle başlayan Filistin Cephesi’ndeki Osmanlı savunma hatlarının yarılması sürecinde büyük kayıplar vererek önce Suriye’ye ardından Halep’e çekilmiştir. 3’üncü

4 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kolordu, 7’nci Ordu’nun emir komutasında Halep’in kuzeyinin savunulması için görevlendirilmiştir. Nihayetinde Mondros Mütarekesi öncesi İskenderun, Hatay, Afrin-Katma hattında emrindeki 24’üncü, 41’inci ve 43’üncü Tümenlerle birlikte konuşlanan 3’üncü Kolordu, İngiliz ileri harekâtını bu bölgede durdurmuş; birkaç gün sonrasında da 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalanınca bu bölgedeki görevi sonlanmış ve Anadolu’ya çekilmiştir.

Sekizinci bölümün yazarı Ömer Faruk Kadan, Hatay’da Eğitime Farklı Yönlerden Bakış adlı makalesinde bir toplumun kalkınabilmesini o toplumdaki bireylerin eğitim bakımından yeterli seviyeye ulaşmalarına bağlamıştır. Bu kapsamda öncelikle toplumdaki eğitim yapısının açık bir şekilde ortaya koyulması ve analizler yoluyla irdelenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Çalışmasını TÜİK, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğü verileri ışığında inceleyerek Hatay ilinin okuryazarlık durumu, eğitim durumu, okullaşma durumu, yükseköğretime ilişkin durumu ve merkezi sınavlardaki başarı durumunu ortaya koymak istemiştir.

Dokuzuncu bölümün yazarı Mehmet Yıldırım ise Amik Ovası Ve Asi Havzası’ndaki Su Taşkınları Sorunu Ve Sorunun Çözümü adlı makalesinde ülkemizin kanayan yaralarından biri olan su taşkınlarına işaret ederek “Amik Gölü havzasında ve Asi Nehri civarında meydana gelen su taşkınlarının son yüz elli yıllık sürecinde, bu taşkınların bir kısmının Ovanın topoğrafyasından bir kısmının ise su kaynaklarından daha çok yararlanmak amacıyla yapılan müdahalelerden kaynaklı olduğu ileri sürmüştür. Geçmişte su gücünden daha çok yararlanmak

5

amacıyla özel şahısların yaptığı yatırımların negatif bir dışsallık yaratarak çevreye ciddi zararlar verdiğinden söz etmek mümkündür. Bu negatif etki iki şekilde olmuştur; Amik Gölü girişindeki dalyanların önüne setler çekilerek ve Asi Nehri üzerine su değirmenleri yapılarak. Her iki menfi duruma da devletin müdahale ettiği ve oluşan zararların giderilmesi için kamu otoritesinin hassas davrandığı görülmektedir. Beşeri kaynaklı her iki negatif dışsallık 1950’lere gelindiğinde ortadan kaldırıldığı halde, topoğrafyadan kaynaklı doğal sorunların devam ettiği görülmüştür.” demek suretiyle doğaya yapılan müdahalelerin gelecekte daha büyük sorunlara yol açabileceğine işaret etmekte ve bilim insanının bu etkileri öngörmek suretiyle müdahalelerini yapmak zorunda olduğunu belirtmektedir.

Onuncu bölümün yazarı Yüksel Babanınoğlu ise Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Halep Vilayeti Merkez Hapishanesi adli makalesinde Osmanlı hapishanelerinin Tanzimat sonrasında geçirdiği evreleri anlattıktan sonra Osmanlı Devleti’nin ilk modern hapishane sistemini 1880’li tarihlerden itibaren inşa ettiğini belirtir.

On birinci bölümün yazarı Sedat Bilinir Türkiye Selçuklu Devleti’nin Kuruluş Sürecinde Antakya adlı çalışmasında Süleyman Şah’ın Antakya ve Büyük Selçuklu Devleti ile olan mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu mücadeleler sırasında Süleyman Şah, bir taraftan Haçlılarla bir taraftan da Türk Beylerle savaşmak ve kendi bağımsızlığını kazanmak çabası içerisindedir. Süleyman Şah, Sultan Alparslan tarafından özgür bırakıldıktan sonra Bizans’ın sınırlarında gaza geleneğini sürdürmüş ve İznik’i fethederek Türkiye Selçuklu

6 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Devleti’nin temellerini atmıştır. Sedat Bilinir, Onun bu başarısını Kutalmış oğullarının öldürülmemesi yönünde Nizamülmülk’ün yapmış olduğu telkin sayesinde olduğunu ileri sürmekte ve bu sayede Selçuklu Devleti’nin bir uç beyi gibi İznik’te Türkiye Selçuklu Devleti’nin temellerini atmıştır.

On ikinci bölümün yazarı Mehmet Yusüf Çelik, Memlûkler Döneminde Antakya Çarşısı: Ticarî Mekânlar ve Meslek Grupları adlı çalışmasında Antakya Çarşısının, birden çok çarşıyı ihtiva ettiğini belirterek bu çarşıda çeşitli meslek gruplarının varlığına işaret etmiştir. Çalışmasında, bu meslek gruplarına mensup esnafların söz konusu çarşıda mesleklerini icra ederken şehrin ekonomisine büyük katkıları olduğunu ve bu bağlamda Memlûkler zamanında Antakya’da, özellikle canlı bir ticarî yaşamın olduğunu vurgulamıştır. Sur içinde kalan Antakya çarşısının ise meslek gruplarına ait 10 çarşı ve dokuz handan oluşan bir külliye yapısı arz ettiğini belirterek, 318 dükkân, 2 fırın, 3 değirmen ve 1 Meslah/Mezbahane ve 23 mesleğin varlığının tespit edilebildiğini ifade etmiştir.

On üçüncü bölümün yazarı Abdülcelil Işık, “Haleb Atabegliği- Antakya Prinkepsliği Arasındaki Birkaç Önemli Savaş: Yağra, Tell- İnnib ve Efamiye” adlı makalesinde Haleb Atabegliğinin Antakya Prinkepsliği’ne karşı II. Haçlı seferi sonrasında verdiği başarılı mücadele sonrasında Dımaşk Atabegliği ve Musul Atabegliği ile beraber hareket etme kararı almasına sebep oldu. Bu kararın hemen akabinde Haçlıların kendi aralarındaki mücadelelere de müdahil olarak onların arasındaki muhtelif çatışmalardan faydalanma yolunu seçmiştir.

7

Makalede Nureddin Mahmud b. Zengi’nin Müslümanları birleştirmeye çalışırken, Haçlılar arasındaki ihtilafları büyüterek onları dağıtabilmenin çabası içerisinde olduğuna vurgu yapılmaktadır.

On dördüncü bölümün yazarı Orçun Erdoğan “Syrıa Prıma’daki Antıokheıa Teritoryumu Geç Antik Dönem Bazilikal Planlı Kiliseleri Ve Bemalı Ayin Düzeni” adlı makalesinde Roma İmparatorluğu coğrafyasında gerçekleştirilen çok sayıdaki yüzey araştırması ve kazılardan elde edilen verilerin Erken Hristiyanlık dönemi kilise mimarisi ve bu mimarinin litürjik elemanlarına ilişkin yeni ve eksiksiz bir tipoloji ve terminolojinin oluşmasını sağladığını belirterek, söz konusu mimari ile bu litürjik ögelerin herhangi bir Hristiyan ayininde tam anlamıyla nasıl bir kurgunun parçası olduğu hususunun şimdilik belirsiz olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda makalenin bahsi geçen kiliselerde yapılan ayinlerin nasıl kullanıldığını ortaya koymaya çalıştıklarını belirtmiştir.

On beşinci bölümün yazarı Haydar Çoruh, “Kıbrıs Ermeni Lejyonu ve Lejyonerler Hakkında Yazılan Eserler” adlı makalesinde Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tuttuğu 19. Yüzyılın son 10 yılında Rumlar, Araplar ve Ermenilerin kendi ulus devletlerini kurmak amacıyla giriştikleri isyanların büyük çoğunluğunun Batılı devletlerin teşvikiyle çıkmış olduğunu, bu meyanda İngiltere ve Fransa’nın teşvik ve önerileriyle Ermeni komiteci Bogos Nubar Paşa’nın organize etmesiyle başlayan Ermeni Lejyonu’nun Musa Dağı’ndan göçen Ermeniler tarafından oluşturulduğunu ifade eder. Öyle ki, söz konusu devletler Sevk ve İskân Yasası ile Suriye ve Irakta bulunan Ermenileri bir araya

8 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

getirerek oluşturdukları bu lejyonerlere Suriyeli, Cezayirli ve Hintli Müslümanlardan da takviyede bulunulmuştur. Doğu Lejyonu adı verilen bu birlikler Kıbrıs’ta toplanan Ermeniler ve getirilen bu askerler ile yaklaşık 5000 kişiyi bulmuştur. Bu ordu Adana ve Mersin bölgesinin işgali ile görevlendirilmiştir. Bu ordu öncelikli olarak Adana, Mersin, Antep ve Urfa bölgelerinde birçok Müslümanın kanına girdiği yetmezmiş gibi, kendi içinde gösterdiği tutarsızlıklar ve Fransızların aşırı temayülüyle ortaya çıkan güven sebebiyle yine Fransızlara başkaldırması sonrasında ortadan kaldırıldığı ifade edilmektedir. Çoruh, bu yazısında yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından yazılan eserler üzerinden Ermeni Lejyonu meselesine ışık tutmaya çalışmıştır.

On altıncı bölümün yazarı Güven Şahin, “Suriye Dış Ticaretinde Tarım Ürünleri ve Suriye’nin Yeniden İnşasında Tarım Sektörünün Önemi” adli makalesinde “Ortadoğu” kavramının geniş kitlelerce “petrol / enerji kaynakları, çatışmalar, terör” gibi belli başlı birkaç kavramı ifade eder hale gelmiş olduğuna dikkat çekmektedir. Şahin’e göre Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Arap ülkelerinin bir kaçı dışında genel bir istikrarsızlığın devam ettiğini belirterek, Arap Baharı ile birlikte halk hareketlerinin ön plana çıkması bu istikrarsızlığın biraz daha öne çıktığına dikkat çekmektedir. Bu istikrarsızlık içerisinde söz konusu ülkelerin problemlerinden biri olan tarım konusu ise ya hiç gündeme taşınmamış ya da çok az ilgi gördüğünü belirterek, oysaki Suriye’nin diğer Arap ülkelerine nazaran daha az petrole sahip olduğu dikkate alındığında, Suriye’nin daha ziyade tarımsal ürünler ile geleceğini kurgulayacağına işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığında

9

yaşanan iç savaş sonrasında parçalanmış olan ülkenin geleceğinin yeniden inşası için tarımsal faaliyetlerin ülkenin imarına yapacağı katkıya karşılık, petrolün ülkenin bölünmesine sebep olacak bir faktör olarak önce çıkacağına işaret etmektedir.

On yedinci bölüm aslında oluşturulan eserden bağımsız bir yazıdır. Bu yazı, bu sayıdan sonra konu dışı yazılara da yer verilmesinin uygun olacağı yönünde alınan yeni bir kararın neticesi olarak Hatay Araştırmaları adlı eserde yer almıştır. Yazarlarımız Bülent Arı ve Zehra Anaz’dır. Yazarlar Karacaoğlan Şiirlerinde Renkler adlı makalede Karacaoğlan’ın şiirlerindeki renklere ve renklere yapılan göndermelere şairin tasavvur ettiği kadından, kadının fiziki vasıflarında güzellik unsurlarından, giyim-kuşamından, kişiliğinden, kadınla ilişkilendirilen herhangi bir unsurdan, içinde yaşadığı doğadan hareketle yer vererek şairin tasvir yaklaşımını ortaya koymaya çalışmışlardır. Âşıklık geleneğine bağlı olarak eserler veren Karacaoğlan’ın şiirlerinde renkler konusunu inceleyen bu çalışma akademik kaynaklardan ve onlara kaynaklık eden şiirlerin yol göstericiliğinden hareketle oluşturulmuştur. Görüldüğü gibi on yedi makaleden oluşan bu eserde, Doğunun Kraliçesi Hatay’ın tarihi açıdan bir panoraması çizilmektedir. Bundan sonraki sayılarda şehrin tarihi, kültürü ve coğrafyasıyla ilgili konular ele alınmaya devam edilecek ve bu konularda yapılan çalışmalar teşvik edilerek önemli bir boşluğun doldurulmasına çalışılacaktır. .

10 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

BAHAR KALKANI HAREKÂTI

Davud KAPUCU*

11

12 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1. HAREKÂT ÖNCESİ GELİŞMELER

2010 yılının aralık ayında Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasındaki otokrat ve totaliter rejimlere karşı baş gösteren Arap Baharı, doğrudan ve dolaylı olarak Suriye’deki rejimi de etkilemiştir.1 Suriye’deki rejime karşı başlayan muhalif hareket, zamanla ülkede asayiş ve güvenliğin bozulmasına neden olmuştur.2

Bu sırada Suriye sınırları içerisinde yayılma alanı bulan DEAŞ ve YPG/PYD/PKK terör örgütlerinin faaliyetleri, Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliğinin tehlikeye girmesine yol açmıştır. Bir taraftan Suriye rejimi ve onun destekçisi Rusya Federasyonu’nun diğer taraftan terör örgütlerinin, Ilımlı Suriyeli Muhaliflerin bulunduğu alanları bombalaması sivil halkın Türkiye’ye göç etmesine zemin hazırlamıştır.3 Bu durum Türkiye’nin mülteci akını ile karşı karşıya kalmasına ve sınırlarında yaşanan kaos nedeniyle vatandaşlarının huzurunun bozulmasına neden olmuştur.4

*Dr., [email protected]. 1Naim Gök, “Suriye Krizi’nin Türkiye’ye Yansımaları (2011-2017)”, Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019; Sayı: 8, s.77-114; Gökhan Kartal ve Serdar Öztürk, “Arap Baharı Olaylarının Orta Doğu Ekonomilerine Etkileri”, Uluslararası Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Aralık 2018, Cilt: 4, Sayı: 4, s.29-36; Taşkın Deniz, “Arap Baharı ve Türkiye: Siyasi Coğrafya Açısından Bir Değerlendirme”, Doğu Coğrafya Dergisi, Yıl 2013, Cilt: 18, Sayı: 29, s.65-78. 2 Doğan Şafak Polat, “Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyindeki Askerî Harekâtının Amaçları ve Sonuçları”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 2020, Cilt: 16, Sayı: 33, s.53- 96; Mustafa Cem Ünal, “Arap Baharı’ Sonrası Avrupa Komşuluk Politikasının Geleceği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:16, No:2 (Yıl: 2017), s.147-170. 3 “TheArabSpring'sRefugeeCrisis”, ARDD-Legal Aid, Erişim Tarihi: Nisan, 26, 2016, http://ardd-jo.org/sites/default/files/resource-files/the_arab_springs_refugee _crisis.pdf. 4 Taşkın Deniz, “Suriye’nin Durumu, ABD-Rusya ve Türkiye’nin Tutumu”, Marmara

13

Türkiye, sınırlarında meydana gelen bu gelişmeler üzerine uluslararası kamuoyu ve uluslararası örgütler (Birleşmiş Milletler ile NATO gibi) nezdinde yaptığı girişimlerden bir sonuç alamamıştır. Bunun üzerine Türkiye, sınır güvenliğini sağlamak ve mülteci göçünü önlemek üzere çeşitli dönemlerde; Fırat Kalkanı (24 Ağustos 2016-29 Mart 2017), Zeytin Dalı (20 Ocak 2018-24 Mart 2018), Barış Pınarı (9 Ekim 2019- 25 Kasım 2019) harekâtları düzenlenmiştir.5 Bu harekâtlarla Türkiye, sınır güvenliğini kendi imkân ve kabiliyetleri ile sağlamış ve terör örgütlerinin bölgede alan ve saha kapma faaliyetlerine son vermiştir.

Türkiye güney sınırlarında güvenliğini sağlamaya yönelik adımlar atarken, Rusya destekli Esad güçlerinin 27 Şubat 2020 tarihinde 34 Türk askerini şehit etmesi üzerine, 1 Mart 2020 tarihinde Bahar Kalkanı Harekâtı’nı başlatmıştır.6İlgili harekât ile Türkiye; Rusya, Türkiye ve İran arasında varılan Soçi Mutabakatı’nı7 ihlal eden Rus destekli Esad

Coğrafya Dergisi, Sayı: 27, Ocak-2013, İstanbul, s.314-332. 5Mehmet Yeltin, “Türkiye’nin Suriye Krizine Karşı Güvenlik Arayışlarına Bir Örnek: Fırat Kalkanı Harekâtı”, Econder Uluslararası Akademik Dergi, Cilt: 2, Sayı: 2, s.200-214; Tayyar Arı, “Türk Dış Politikasının Kavramsal ve Kuramsal Temellerini Yeniden Tartışmak”, XI. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi, Bursa, 14-15 Ekim 2019, s.6; Mustafa Kibaroğlu, Zeytin Dalı Harekâtı’nın Siyasi, Diplomatik ve Askeri Açıdan Bir Değerlendirmesi, MEF Üniversitesi, 2018, s.14-15; Mehmet Babacan, “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği”, XI. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi, Bursa, 14-15 Ekim 2019, s.912. 6 Oytun Orhan ve Hamza Haşıl; “Moskova Mutabakatı Sonrası Türkiye’nin Tehdit Değerlendirmesi: Suriye Rejimi, YPG/PKK ve Radikaller”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezî, Bakış, 2020. s.13. 7Soçi Mutabakatı (17 Eylül 2018): Gerginliği Azaltma Bölgesine yönelik saldırıların durdurulması, istikrarın sağlanması ve İdlib’de “silahlardan arındırılmış bölge” kurulması maksadıyla 17 Eylül 2018 tarihinde Türkiye-Rusya Federasyonu Devlet Başkanları arasında Rusya’nın Soçi kentinde varılan mutabakat. Ayrıntılı bilgi için bakınız: https//www.hurriyet.com.tr/iran-ve-rusya-buyukelcileri-idlibte-yapilan- i-40704932, (Erişim Tarihi: 27.10.2020).

14 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

rejim güçleri ile İran destekli teröristlerin İdlib’e yönelik saldırılarını durdurmak, ılımlı muhalifleri desteklemek ve rejim güçlerini mutabakat sınırları dışına itmeyi amaçlamıştır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2020 Şubat ayında deklare ettiği İdlib bölgesine yönelik olası müdahale seçeneği, 34 askerin şehit edilmesi ile birlikte fiilî olarak hayata geçirilmiştir. Soçi Mutabakatı’nı göz ardı eden Rusya ve Esad rejiminin saldırganlığı, 2020 Şubat ayı içerisinde Türkiye’nin bölgeye seri bir şekilde askerî araç ve muharip güç sevk etmesi ile yeni bir boyuta taşınmıştır. Rejim ve destekçilerinin Türkiye’nin olası müdahale açıklamalarına karşılık İdlib’deki gerilimi daha da tırmandırmaya yönelik bir strateji izlemesi ve 27 Şubat 2020 tarihinde beldesinde doğrudan Türk askerlerini hedef alan saldırıları, Ankara’nın bölgede caydırıcı adımlar atmasını zorunlu hâle getirmiştir.8

2. HAREKÂTIN NEDENLERİ

Bahar Kalkanı Harekâtı öncesinde 3 Şubat 2020’deSuriye Rejim Güçlerinin yaptığı saldırıda 5 asker 3 sivil şehit düşmüştür.9 Bunun üzerine Birleşmiş Milletler (BM), İdlib’de Türkiye ile Suriye ordusu arasındaki çatışmadan endişe duyduğunu açıklamıştır. Konu hakkında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in sözcüsü Stephane Dujarric, “Genel sekreter, bu gerginliğin bir kez daha Suriye’de devam eden

8Riad Domazeti ve Mesut Özcan, “Bahar Kalkanı Harekâtı: Askerî, Siyasi ve Stratejik Hedefler”, Analiz, İHH İnsanî ve Sosyal Araştırmalar Merkezî, 2020, s.1. 9İstiklal, 4 Şubat 2020, s.4; Akşam, 4 Şubat 2020, s.8; Karar, 4 Şubat 2020, s.8; Korkusuz, 4 Şubat 2020, s.11; Milat, 4 Şubat 2020, s.9; Millî Gazete, 4 Şubat 2020, s.11; Ortadoğu, 4 Şubat 2020, s.6; Sözcü, 4 Şubat 2020, s.1; Türkiye, 4 Şubat 2020, s.10; Yeni Akit, 4 Şubat 2020, s.9; Yeni Birlik, 4 Şubat 2020, s.9-10.

15

çatışmaların hem bölgesel hem de uluslararası barış için tehdit oluşturduğunun altını çizdi.” demiştir. BM Sözcüsü ayrıca, Suriye yönetiminin operasyonlarındaki sivil can kaybı ve geçen aralıktan bu yana yüzde 80'inikadın ve çocukların oluşturduğu 1,5 milyon sivilin çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmasından derin endişe duyduklarını da söylemiştir. İlave olarak Dujarric, BM’nin tüm taraflara açıkça ve özel olarak gerginliğin düşürülmesi gerektiği mesajını ilettiğini belirtmiştir.10

4 Şubat 2020’de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin İdlib için varılan mutabakattaki bazı yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve “el Nusra teröristleri ile silahlı muhalifleri birbirinden ayıramadığını” söylemiştir. Lavrov, Türk güçlerinin İdlib’de konuşlandırıldığına ve Suriye ordusu ile çatışmalar yaşandığına ilişkin bilgiler aldıklarını, Rus askerî gözlemcilerin durumu izlediklerini de açıklamıştır. Rus TASS ajansının haberine göre, devlet medyası Rossiyskaya Gazeta editörlerine konuşan Lavrov, Türkiye’nin, Rusya ile İdlib’deki durumun normale dönmesi için vardığı Astana ve Soçi Mutabakatları’ndaki bir kaç taahhüdünü yerine getirmekte başarısız olduğunu kaydetmiştir.

İlgili açıklamasında Lavrov: “Maalesef, şu aşamada, Türkiye tarafı, İdlib sorunun çözmesi beklenen bir dizi taahhüdünü yerine getirmekte başarısız oldu. İlk olarak Türkiye, onlarla işbirliği yapan ve Suriye

10https://www.ntv.com.tr/dunya/bm-idlibde-gerginligin-azaltilmasini- istedi,iks9MInk2E2YKmuyu9deCA, (ET:14.11.2020); http://www.diken.com.tr/bm- idlibde-turkiye-suriye-catismasindan-endiseliyiz/, (ET:14.11.2020); https://www.dw. com/tr/bmden-idlib-, (ET:14.11.2020);

16 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

hükümeti ile diyaloğa hazır silahlı muhalefet ile adını ‘Hayat Tahrir üş- Şam’ olarak değiştiren el-Kaide uzantısı el-Nusra Cephesi teröristlerini birbirinden ayıramadı. Ayrıca, içlerinde el-Nusra üyelerinin de bulunduğu yüzlerce militan, İdlib’den Libya’ya, bölgedeki çatışmaları arttırmak için götürüldü.” demiştir.11

Lavrov, işaret ettiği sorunları Rusya’nın tek başına çözemeyeceğini, ancak İdlib’de çözüm için büyük çaba gösterebileceğini ifade etmiştir. İdlib’de teröristlerin provokasyonlarına devam ettiğini vurgulayan Lavrov, iki gün önce Lazkiye’deki Hmeymim Üssüne drone ile saldırı yapıldığını, ayrıca İdlib’deki mevzilerden Suriye ordusu mevzileri ile sivil bölgelere düzenli olarak topçu saldırısı yapıldığını söylemiştir. Lavrov, bu durumun sonuçlarından birinin, İdlib’de “Askerden Arındılmış Bölge”nin oluşturulmasının imkânsız hale gelmiş olması olduğunu belirtmiştir.

Bunun yanında Lavrov, “Türk ortaklarımıza hatırlatmak isteriz ki, Rusya ve Türkiye devlet başkanları tarafından alınan kararların her yönüyle uygulanması için sonuna kadar mücadele edeceğiz” demiştir. Öte yandan Lavrov, İdlib’de Türkiye ile Suriye askerleri arasındaki yeni çatışmalara da işaret ederek: “Türk birliklerinin İdlib’de konuşlandırıldığına ve bunların Suriye ordusu ile çatıştığına ilişkin bilgiler alıyoruz. Askeri gözlemcilerimiz bu durumu izliyor. Askeri yetkililer tarafından duyurulan elimizdeki son verilere göre Türk güçleri, İdlib’de bize ve Suriye güçlerine haber vermeksizin, ilerliyor.

11 “Lavrov: Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmedi; Suriye ordusu ile çatışmalar var”, http://www.diken.com.tr/lavrov-turkiye-yukumluluklerini-yerine-getirmedi- suriye-ordusu-ile-catismalar-var-izliyoruz/, (ET:14.11.2020).

17

Saldırılar sonucu Türk tarafı, intikam tehdidinde bulundu. Bunlar, çok üzücü. İdlib için 2018 ve 2019’da varılan Soçi mutabakatlarına tam olarak uyulması çağrısında bulunuyoruz.”12 ifadesinde bulunmuştur.

4 Şubat 2020’de İdlib’de Suriye hükümet güçlerinin Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına saldırısı ve yedisi asker sekiz kişinin hayatını kaybetmesinin ardından Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında bir telefon görüşmesi yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmede, “İdlib’de çatışmala- rın önlenmesi maksadıyla bölgeye sevk edilen Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına Esad rejimi tarafından düzenlenen saldırının, Suriye’de barış için yürütülen ortak çabalara darbe vurduğunu” ifade ederek,“Türkiye’nin benzer saldırılara karşı meşru müdafaa hakkını en sert şekilde kullanmaya devam edeceğini” belirtmiştir. Görüşmede, Suriye ve Libya’daki diğer gelişmeler ile ikili ilişkiler de ele alınmıştır.13

Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye hükümet güçlerinin İdlib’deki Türk askerlerine yönelik saldırısına ilişkin, “Burada Rusya’ya önemli görevler düşüyor. Bize yönelik saldırıları tolere etmemiz mümkün değil” demiştir. Açıklamasının devamında

12 “Lavrov: Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmedi; Suriye ordusu ile çatışmalar var”, http://www.diken.com.tr/lavrov-turkiye-yukumluluklerini-yerine-getirmedi- suriye-ordusu-ile-catismalar-var-izliyoruz/, (ET:14.11.2020). 13Yıldız Nevin Gündoğmuş, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin telefonda görüştü”, https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan- ile-rusya-devlet-baskani-putin-telefonda-gorustu/172 4409,(ET:14.11.2020); “İdlib saldırısının ardından ilk Erdoğan-Putin görüşmesi: Barış çabalarına darbe vurdu”, http://www.diken.com.tr/idlib-saldirisinin-ardindan-ilk-erdogan-putin-gorusmesi- baris-cabalarina-darbe-vurdu/, (ET:14.11.2020).

18 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Çavuşoğlu; “Uzun zamandır çözüm bulmak için uğraşıyoruz. Son günlerde İdlib’de ciddi bir gerginlik oldu. Dün de sekiz şehidimiz var. Rejimin saldırganlığı, arsızlığı artıyor. Komşumuz Rusya ile bu çatışmaları durdurmak için çaba sarf ediyoruz. Rusya’ya da burada önemli görevler düşüyor. Bir an önce kalıcı ateşkes sağlamak ve kalıcı siyasi çözüm istiyoruz. Bize yönelik saldırıları tolere etmemiz mümkün değil. Karşılığını verdik, bundan sonra da vereceğiz.” demiştir.

Bakan Çavuşoğlu sözlerini: “Rejimin İdlib bölgesindeki gözlem noktalarımıza taciz atışları yaptığını, devam ederse karşılık vereceğimizi rejimi durdurmaları gerektiğini mevkidaşım Lavrov’a söyledik. Rejime karşılığını verdik, çok fazla zayiat verdiler. Astana ve Soçi süreçleri son zamanlarda tamamen ortadan kalkmadı ama yara almaya başladı ve önemini kaybetmeye başladı. Gözlem noktalarımızın amacı ihlalleri gözetlemekti. Tüm bunlar rejimin dizginlenmesi gerektiğini gösteriyor. (Rusya’nın) ‘Rejimi tam kontrol edemiyoruz’ bahanelerini doğru bulmuyoruz”14 diyerek tamamlamıştır.

Bu sırada 6 Şubat 2020 tarihinde Suriye ordusunun İdlib’deki ilerleyişi sürmüştür. Bir hafta önce Suriye hükümet güçlerinin eline geçen bölgenin ikinci büyük yerleşimi Maaret en-Numan kasabasından sonra İdlib’de stratejik yol kavşağında yer alan Serakib kasabasının da Suriye askerlerinin kontrolüne geçtiği öğrenilmiştir. Kasabadaki çatışmalarda, Türk topçusunun Suriye hükümet güçlerine ateş açtığı da belirtilmiştir. Reuters’in haberine göre, İdlib kent merkezinin 15 kilometre

14 “Çavuşoğlu: İdlib’de Rusya’ya önemli görevler düşüyor”, http://www.diken.com .tr/cavusoglu-idlibde-rusyaya-onemli-gorevler-dusuyor/, (ET:11.11.2020).

19

doğusunda bulunan Serakib, Rus savaş uçaklarının desteğini alan Suriye hükümet güçleri tarafından kuşatıldıktan sonra ele geçirilmiştir. Serakib’in Suriye güçlerinin eline geçtiği haberi, görgü tanıklarının Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR)15 ulaştırdığı raporlardan yola çıkılarak duyurulmuştur. Gözlemevi’nin açıklamasında, Serakib’deki muhalif güçlerin, Suriye ordusunu kasabanın kuzey taraflarında, “Türk Silahlı Kuvvetleri topçusunun Suriye hükümet güçlerine karşı topçu ateşi desteğiyle geri püskürttüğü” bilgisine yer vermiştir. Görgü tanıkları, Suriye hükümet güçlerinin, Türk gözlem noktalarından açılan topçu ateşi altında bulunduğunu bildirmiştir.16

6 Şubat 2020’de Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye hükümetinin İdlib’deki ilerlemesi sonrası, daha önce varılan Astana ve Soçi Mutabakatlarında belirlenen “İdlib çatışmasızlık bölgesi” sınırlarında değişiklik yapılmasını kabul etmeyeceklerini açıklamıştır. Kalın, İdlib’deki askerî gözlem noktalarının yerlerinin değiştirilmeyeceğini ve bu noktalardaki askerlerin can güvenliğinin sağlanması için gerekli tahkimatın yapılacağını belirtmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada: “Rusya’dan bir askeri heyetin Türkiye’ye gelmesini bekliyoruz. İdlib sahasındaki gelişmeleri detaylı bir şekilde ele alacaklar. İdlib’de yeni stratejimiz Askerlerimizin korunması için her

15 SOHR: SyrianObservatoryfor Human Rights, (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi). 16 “Suriye ordusu, stratejik kasabaya girdi; Türk topçusu Suriye güçlerine ateş açtı”, http://www.diken.com.tr/suriye-ordusu-stratejik-sarakib-kasabasina-girdi-turk- topcusu-suriye-guclerine-ates-acti/, (ET:11.11.2020).

20 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

şey yapmak olacaktır. Askerî gözlem noktaları yerinde durmaya devam edecektir. Çatışmasızlık bölgesi olarak belirlenin sınırlarda değişikliği kabul etmemiz mümkün değil. Askerlerimizin can güvenliğinin sağlanması için gerekli tahkimat yapılacaktır. Rejimin ay sonuna kadar girdiği yerlerden geri çekilmesi gerekir. Bundan sonra yapacağı her bir hatanın yapacağı ağır sonuçları olacaktır. Bu mesajları Rus mevkidaşlarımıza da ilettik. Astana süreci ile ilgili yeni bir toplantı olabilir. Rus askeri heyetle görüşmelerden sonra yol haritası belirlenecek. Soçi Mutabakatı çerçevesinde İdlib Mutabakatı hala masada duruyor. 12 gözlem noktasını da bu mutabakata göre belirledik. Aynı harita üzerinden müzakerelerimizi yürüteceğimizi bildirdik. Rejimin askerlerimize yönelik herhangi bir tehdit olduğunda karşılıksız bırakmayacağımızı bilmeleri gerekiyor.”17demiştir.

10 Şubat 2020’de Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak göçü ve çatışmaları engellemek amacıyla Serakib ilçesinin kuzeyinde bulunan ’a18 sevk edilen TSK unsurları, Suriye rejim güçlerinin topçu atışıyla vurulmuştur. İlgili günde Esad rejimi, havadan Rusya, karadan İran milislerinin desteğini alarak İdlib’teki Taftanaz askerî üssüne yoğun topçu ateşi yapmıştır. Bu saldırıda 5 Türk askeri hayatını kaybetmiş, 5 asker de yaralanmıştır.19 İdlib’te yaşanan bu gelişme

17 “Kalın: İdlib çatışmasızlık bölgesi sınırlarının değişmesini kabul etmeyeceğiz”, http://www.diken.com.tr/kalin-idlib-catismasizlik-bolgesi-sinirlarinin-degismesini- kabul-etmeyecegiz/, (ET:11.11.2020). 18Taftanaz Hava Üssü: Türkiye sınırına 30, İdlib’e 12, Halep’e ise 35 km uzaklıkta olup Hama, Humus ve Şam’a ulaşan M4 karayolunun güvenliği açısından önemli bir noktada bulunuyor. 19C.Armağan Dilek, “Suriye Toprağı İdlib’i Suriye’ye Karşı Korumanın Bedeli”, Yeniçağ, 11.02.2020, s.6; Aydınlık, 11 Şubat 2020, s.8; Akşam, 11 Şubat 2020, s.14; Türkiye, 11 Şubat 2020, s.12; YeniAkit, 11 Şubat 2020, s.7; YeniAsya, 11 Şubat 2020,

21

üzerine Türkiye’nin rejim unsurlarına verdiği karşılık sonucu 115 rejim hedefi ateş altına alınmıştır. Bu saldırıda101 Suriye rejim askeri etkisiz hale getirilmiştir.20Türk Milli Savunma Bakanlığı; Suriye Rejim Güçlerine ait 3 tank ve 2 top/havan mevzii ve 1 helikopterin imha edildiğini açıklamıştır.21 MSB, “Şehitlerimizin kanı yerde bırakılmamıştır, bırakılmayacaktır” demiştir.22 TSK, rejim güçlerinin saldırıları üzerine bölgedeki güçlerini takviye etmeye başlamıştır.23Bu amaçla, TSK’nın Barış Pınarı Harekâtı bölgesinden Hatay’a sevk edeceği100 araçlık askerî konvoy Şanlıurfa’daki20’nci Zırhlı Tugay Komutanlığına ulaşmıştır. Konvoy burada lojistik ihtiyaçlarını tamamladıktan sonra Hatay’a gönderilmiştir.24 Bu askerî konvoyun, İdlib’teki birlikleri takviye etmesi planlanmıştır.25

İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde Rusya ve rejimin saldırıları devam etmiştir. Rusya’nın yaptığı hava saldırısında 9 sivil hayatını kaybetmiştir. Rusya ve rejimin saldırıları sonucunda son iki günde 26 sivil hayatını kaybetmiştir.26 Muhaliflere ait uçak gözlem evine göre Rus ve rejim savaş uçakları Halep’in İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi

s.6; Yeni Mesaj, 11 Şubat 2020, s.7; Birgün, 11 Şubat 2020, s.9; Cumhuriyet, 11 Şubat 2020, s.7. 20Korkusuz, 11 Şubat 2020, s.6; Yeni Çağ, 11 Şubat 2020, s.11. 21Milat, 12 Şubat 2020, s.6; Yeni Akit, 12 Şubat 2020, s.14; Diriliş Postası, 12 Şubat 2020, s.1. 22Hürriyet, 11 Şubat 2020, s.12; Akşam, 11 Şubat 2020, s.14; İstiklal, 11 Şubat 2020, s.4; Karar, 11 Şubat 2020, s.5/8-9; Yeni Birlik, 11 Şubat 2020, s.8; Yeni Şafak, 11 Şubat 2020, s.9. 23 Sedat Engin, “Suriye’de En Tehlikeli Aşamaya Geçiliyor”, Hürriyet, 11 Şubat 2020, s.12. 24 “Hatay Sınırına Asker Sevkiyatı”, Milli Gazete, 11 Şubat 2020, s.9. 25Anayurt, 11 Şubat 2020, s.10; Aydınlık, 11 Şubat 2020, s.8; Akşam, 11 Şubat 2020, s.14. 26 “Afrin’de de Sivilleri Vurdu”, Milat, 11 Şubat 2020, s.6.

22 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

sınırları içerisinde bulunan Kefer Nuran, Kefer Naha, Cemyiet Rehhal, Şeyh Ali, Orum Es Sugra ve Etarib yerleşim yerlerine hava saldırısı düzenlemiştir.27

İdlib’teki saldırı Türk-Rus heyetlerinin Ankara’daki görüşmeleri sırasında yapılmıştır.28 Toplantıda İdlib’teki süreç ele alınmış, ancak taraflar uzlaşma sağlayamamıştır. Türkiye, bu görüşmelerden sonuç çıkmamasına rağmen, Suriye Rejim Güçlerinin belirlenen bölgenin dışına çıkmasını istemiştir. Ancak Türkiye, meydana gelen olaylar ve Türk askerlerinin şehit düşmesi üzerine Şam’a 29 Şubat 2020’ye kadar verdiği çekilme tarihini öne çekebileceğini ifade etmiştir.29 Saldırıya ilişkin açıklama yapan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Rus yetkili makamlarına muhatabımız siz değilsiniz, tamamıyla rejimdir, bizim önümüzü kesme gibi bir durum söz konusu olmasın”30demiştir.

Bu sırada NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Brüksel’de düzenlenecek NATO Savunma Bakanları Toplantısı öncesinde basına açıklamalarda bulunmuştur. Ayrım yapmaksızın sivilleri hedef alan hava bombardımanlarının da gerçekleştiğini belirten Stoltenberg, “İdlib’teki saldırıları kınıyor, Esed rejimi ve Rusya’ya acilen saldırıları durdurma çağrısında bulunuyorum” demiştir.31ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da; “NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız” demiştir.32

27 “Ruslar ve Rejim İki Güne 26 Sivili Katletti”, Yeni Akit, 11 Şubat 2020, s.14. 28 Batuhan Yaşar, “İdlib Harekâtı İçin Geri Sayım”, Türkiye, 12 Şubat 2020, s.11. 29 Akşam, 11 Şubat 2020, s.1. 30 Diriliş Postası, 11 Şubat 2020, s.9. 31 Anayurt, 12 Şubat 2020, s.10; Akşam, 12 Şubat 2020, s.8; Karar, 12 Şubat 2020, s.8; Milat, 12 Şubat 2020, s.6. 32 “ABD Ankara Büyükelçiliği: Türkiye’nin Yanındayız”, Milliyet, 11 Şubat 2020, s.10.

23

Ardından bu ülkenin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey bir heyetle Ankara’ya gelmiştir. Jeffrey de;“Türkiye’ye destek vermek istiyoruz” diyerek açıklamada bulunmuştur.33

11 Şubat 2020 tarihinde Suriyeli muhalifler, İdlib’e karşı operasyon başlatmıştır. TSK’nın ateş desteği verdiği muhalifler Neyrab beldesine girmiştir. Uzun bir aradan sonra ilk kez rejime ait bir helikopter de düşürülmüştür. Helikopterin içinde bulunan tuğgeneral ile teğmen pilotlar ölmüştür. Muhalifler, geri aldığı Nayrab ile kuzeyindeki Afis köyü hattında rejime ait 2 tankı imha ederken, 1 tank ve 1 uçaksavarı ele geçirmiştir. Esad güçleri sivilleri yerleşim yerlerini vurarak 13 sivili katletmiştir.34 Omuzdan atılan MANPADS füzesinden kurtulan bir uçak ise panikle kendi mevzilerini vurmuştur.35Düşürülen helikoptere ilişkin Türk Milli Savunma Bakanlığı, “Alınan son bilgilere göre, İdlib bölgesindeki An Nayrab’tan rejim unsurlarının çıktığı ve rejime ait bir helikopterin düştüğü öğrenilmiştir.” açıklamasında bulunmuştur.36 Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı, “51 rejim unsuru etkisiz hale getirildi. 2 tank ve 1 mühimmat deposu imha edildi. 1 tank da ele geçirildi” açıklamasını yapmıştır.37

Gün içerisinde Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de bir kez daha Türk askeri hedef alındığı takdirde Türkiye’nin sessiz

33 Türkiye, 12 Şubat 2020, s.9. 34 “TSK Takviyeli ÖSO’dan Rejime Tokat”, YeniAkit, 12 Şubat 2020, s.14. 35 Hamza Hıdır, “Havada Mesaj”, YeniŞafak, 12 Şubat 2020, s.9; Milliyet, 12 Şubat 2020, s.10. 36 Anayurt, 12 Şubat 2020, s.1; Karar, 12 Şubat 2020, s.8; Ortadoğu, 12 Şubat 2020, s.7; YeniBirlik, 12 Şubat 2020, s.13; YeniBirlik, 12 Şubat 2020, s.6. 37 Yeniçağ, 12 Şubat 2020, s.8; Posta, 12 Şubat 2020, s.8.

24 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kalmayacağını vurgulayarak, “Masada diplomasi, sahada da silahlı kuvvetlerimiz mevcut. Astana, Soçi Mutabakatlarıyla verilen sözlerin yerine getirilmesini bekliyoruz. Askerimize en küçük bir zarar gelirse Soçi Mutabakatı dışında da olsa rejim güçlerini her yerde vururuz. Gerekli karşı cevapları en üst düzeyde Suriye tarafına verdik. Ciddi manada orada, özellikle de İdlib’de misliyle belalarını buldular ama yetmez, daha devam edecek, bu adımları 12 Şubat 2020 tarihinde kamuoyuyla paylaşacağım.” diye konuşmuştur.38 Erdoğan, bir gün önce geçmişteki harekâtlar öncesinde sarf ettiği “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü yineleyerek, “İdlib harekâtı an meselesidir” demiştir.39

Bu sırada Ankara’da Rus heyetiyle görüşmeler sürerken bir hafta içerisinde 13 Türk askerinin şehit edilmesi dikkat çekmiştir.40 Rusya’dan hava desteği alan Beşşar Esad rejimi ve İran destekli yabancı terörist gruplar, Astana anlaşmaları ve Soçi Mutabakatı’nı hiçe sayarak son 2 günde İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde4110 yerleşim birimini ele geçirmiştir. Böylece Rejim güçleri, Rusya’nın hava desteğiyle, Halep’in İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi sınırları

38 Yeni Birlik, 12 Şubat 2020, s.8; Yeni Mesaj, 12 Şubat 2020, s.7; Yeni Şafak, 12 Şubat 2020, s.11; Diriliş Postası, 12 Şubat 2020, s.8-9; Akşam, 12 Şubat 2020, s.13. 39 Abdurrahman Dilipak, “İdlib’de Ne Oluyor?”, Yeni Akit, 27 Şubat 2020, s.9; Türkiye, 12 Şubat 2020, s.11. 40 Ahmet Takan, “Şehitler ve Suriye’den Gelen TIR’lar”, Korkusuz, 12 Şubat 2020, s.6. 41 Gerginliği Azaltma Bölgeleri: Türkiye, Rusya ve İran'ın katıldığı 4-5 Mayıs 2017’deki Astana toplantısında, İdlib ili ve komşu illerin (Lazkiye, Hama ve Halep vilayetleri) bazı bölgeleri, Humus ilinin kuzeyi, başkent Şam’daki Doğu Guta ile ülkenin güney bölgeleri (Dera ve Kuneytra vilayetleri) olmak üzere oluşturulan 4 bölgedir.

25

içerisinde kalan bölgenin güneybatısındaki toplam 10 yerleşim alanına hâkim olmuştur.42

Aynı dönemde Türkiye, bölgedeki 12 olan gözlem noktasını 21’e çıkarmıştır. Sahadaki Türk askerinin toplam mevcudiyeti ise 1200’lerden 10 bine dayanmıştır. Ayrıca Türkiye bölgeye iki günde bine yakın araç taşımıştır. Böylece Türkiye, bölgedeki durumu kontrol altında tutmayı amaçlamıştır. Türkiye’nin bölgeye yönelik asker ve araç sevkinde; Hatay, Reyhanlı, Hassa gibi yerleşim yerlerine bomba düşmemesi ve göç hareketlerinin kontrol edilmesi de amaçlanmıştır.43

12 Şubat 2020 tarihinde Suriye ordusunun İdlib’de ilerleyişi üzerine, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında bir telefon görüşmesi yapılmıştır.44Telefon görüşmesinin ardından AKP Grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Madem durum buysa biz de artık lafa değil artık sahadaki gerçeklere bakarak hareket edeceğiz. Karada ve havada ne gerekiyorsa yapacağız. Yerleşim yerlerini vuran hava araçları eskisi gibi rahat hareket edemeyecek. Askerlerimize zarar gelirse rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum. Türkiye’yi hedef alan herkes bunun bedelini sadece saldırı alanında değil her yerde ödeyeceğini bilmelidir. Şayet bunun için hesap vermemiz gerekiyorsa, her türlü bedeli ödeyerek onu da yaparız. Şubat sonuna kadar rejimin, Soçi mutabakatı sınırlarına çekilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum. Rejimin çekilmesi için son günler, uyarılarımızı yaptık. Aksi

42 Ortadoğu, 12 Şubat 2020, s.7. 43 Kıymet Sezer, Yeni Şafak, 12 Şubat 2020, s.9. 44 Hürriyet, 13 Şubat 2020, s.8.

26 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

takdirde biz tüm hazırlıklarımızı yaptık. Bir gece ansızın gelebiliriz. İdlib harekâtı bir an meselesidir.” demiştir.45 Rusya, İdlib’deki durum nedeniyle Ankara’yı suçlarken Türkiye’ye gelen ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey; Cumhurbaşkanlığı, MSB, Dışişleri ve MİT’te görüşmeler yapmıştır.46Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ile Jeffrey arasında yapılan görüşmede, İdlib’de rejim tarafından Türk gözlem noktalarının hedef alınmasının kabul edilemez olduğu ifade edilmiştir.47Bu sırada Türkiye’deki ABD Büyükelçiliği, “Gözler İdlib’de” etiketiyle Esad, Rusya ve İran’ı suçlayan bir video paylaşmıştır.48

Bu sırada İdlib gerilimi sürerken Haseke’de de tansiyon yükselmiştir. Şam’a bağlı güçlerin Kamışlı’da geçişlerine izin vermediği ABD askerlerinin ateş açması sonucunda bir sivil yaşamını yitirmiştir. Gerilimin ardından 2 ABD savaş uçağı, Kamışlı yakınlarındaki Suriye’nin iki askeri noktasına hava saldırısı düzenlemiştir. Bu hava taarruzunda bir rejim askeri hayatını kaybetmiştir.49

13 Şubat 2020’deTürkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İdlib’de bulunan sadece rejim kuvvetlerini değil, radikal unsurları da uyarmıştır. Bakan Akar açıklamasında, “Ateşkesi sağlamak ve kalıcı kılmak için

45 Cumhuriyet, 13 Şubat 2020, s.1; Günboyu, 13 Şubat 2020, s.8; Milat, 13 Şubat 2020, s.8. 46 Milliyet, 13 Şubat 2020, s.13; Türkiye, 13 Şubat 2020, s.10-11. 47 Tunca Bengin, “ABD ve Rusya’nın İdlib Oyunları”, Milliyet, 13 Şubat 2020, s.13; Hakan Çelik, “Türk-Rus Gerginliği Batı İçin Büyük Fırsat”, Posta, 13 Şubat 2020, s.14; Yeni Birlik, 13 Şubat 2020, s.8. 48 Cumhuriyet, 13 Şubat 2020, s.7. 49 Cumhuriyet, 13 Şubat 2020, s.7; Milat, 13 Şubat 2020, s.1; Ortadoğu, 13 Şubat 2020, s.1; Yeni Birlik, 13 Şubat 2020, s.11.

27

ilave birlikler gönderiyoruz, alanı kontrol edeceğiz. Radikaller dâhil ateşkese uymayanlara karşı zor kullanacağız. Her türlü tedbiri alacağız.” demiştir.50Bu sırada TSK, Şam rejiminin saldırıları sonrası sınıra Çok Namlulu Roket Atar (ÇNRA) konuşlandırmıştır. Bölgedeki gözlem noktalarına çok sayıda asker de gönderilmiştir.51

14 Şubat 2020 itibarıyla, Suriye rejimine Soçi Mutabakatı sınırlarının dışına çıkması için verilen süre dolarken, TSK, Hatay sınırı ve İdlib’deki gözlem noktalarına askerî sevkiyatını sürdürmüştür.5215 Şubat 2020 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, rejimin İdlib’deki saldırılarına ilişkin “Rejim güçlerinin bizim gözlem noktalarını kuşatmaya başladığını görüyoruz. Sessiz kalmamız mümkün değil, onlara karşı gereğini yapıyoruz.” demiştir.5317 Şubat 2020’de Türkiye’nin farklı birliklerinden takviye amacıyla 150 araçlık konvoy Hatay’a ulaştıktan sonra Suriye’ye yönlendirilmiştir.54 Bu sırada aynı gün Türk ve Rus heyetleri, İdlib’deki durumu ele almak üzere Moskova’da bir araya gelmiştir.55

18 Şubat 2020 tarihinde, Türk-Rus heyetlerinin İdlib’deki durum için Moskova’da yaptığı görüşmeler ikinci gününde de devam etmiştir. Konuya ilişkin olarak Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından bir açıklama yapılmıştır. Rus Dışişleri Bakanı açıklamasında, “Temel

50 Akşam, 14 Şubat 2020, s.14. 51 Akşam, 14 Şubat 2020, s.1; Birgün, 14 Şubat 2020, s.9; Cumhuriyet, 14 Şubat 2020, s.7; Karar, 14 Şubat 2020, s.1; Milat, 14 Şubat 2020, s.9; Sabah, 14 Şubat 2020, s.13; Türkiye, 14 Şubat 2020, s.10. 52 “Süre İşliyor Sevkiyat Sürüyor”, Akşam, 15 Şubat 2020, s.8. 53 “Sessiz Kalamayız”, Yeni Birlik, 16 Şubat 2020, s.8-9. 54 “Suriye Konvoyu”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2020, s.9. 55 “Moskova’da Kritik Zirve”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2020, s.9.

28 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

mutabakat, diyalog kurmaya hazır muhaliflerin BM tarafından terör örgütü olarak tanınmış gruplardan ayrılmasını öngörüyor. Ayırma işlemi, sorunların anahtarı konumunda” demiştir.56

19 Şubat 2020’deTürkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamada; “İdlib’de Rusya ile görüşmeler sürse de istenen noktanın uzağındayız. İdlib harekâtı an meselesidir. ABD Başkanı Trump’la bu konuyu görüştük. ABD ile her an her türlü dayanışmamız olabilir.” demiştir.57 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Soçi Mutabakatına uyulmuyor.” sözlerine Moskova’nın 2018 haritasına dönmeyeceğiz karşılığı krizde dönüm noktası olmuştur. Heyetler arası görüşmeler de sonuçsuz kalınca tansiyon en yüksek seviyeye çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İdlibharekâtı an meselesi çıkışına, Kremlin’den “Şam’a askerî operasyon en kötüsü olur.” denilerek cevap verilmiştir.58

20 Şubat 2020’deCumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İdlib harekâtı an meselesi” açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden İdlib’in güneyinde, Suriye hükümet güçlerinin 6 Şubat’ta ele geçirdiği Serakib kasabası yakınlarındaki askerî noktaların vurulduğu bildirilmiştir. Ilımlı askerî muhaliflerin, bölgedeki Suriye hükümet güçlerine karadan başlattığı harekâtta, Serakib ilçesinin kuzeybatısındaki Neyrab köyüne girdiği ve köyde şiddetli çatışmalar yaşandığı belirtilmiştir. Köydeki Suriye hükümet güçleri hedeflerine yönelik topçu atışlarının ardından karadan ilerlemeye başlayan ılımlı askeri muhaliflerin, Suriye hükümetine ait 1 tank ve 1 de zırhlı personel taşıyıcıyı imha ettiği, 1

56 Akşam, 19 Şubat 2020, s.1. 57 “İdlib Harekatı An Meselesi”, Akşam, 20 Şubat 2020, s.1. 58 “Soçi Bitti İpleri Gerdi”, Karar, 20 Şubat 2020, s.1; Korkusuz, 20 Şubat 2020, s.5.

29

tankı da ele geçirdiği bildirilmiştir. Bu sırada meydana gelen hava saldırısı sonucunda 2 Türk askeri şehit olurken 5 asker yaralanmıştır.59

Aynı gün konuya ilişkin olarak Türk Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada: “Ateşkesi sağlamak üzere İdlib bölgesinde bulunan unsurlarımıza yapılan hava saldırısı sonucu 2 kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, 5 kahraman silah arkadaşımız yaralanmıştır. Belirlenen hedefler ateş altına alınmış, alınmaya devam edilmektedir. Bugüne kadar olduğu gibi şehitlerimizin kanı yerde bırakılmamış, bundan sonra da bırakılmayacaktır. Hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, TSK ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, yaralı personelimiz için de acil şifalar dileriz. İdlib bölgesindeki çeşitli kaynaklardan alınan son bilgilere göre; 50’den fazla Rejim unsuru, 5 tank, 2 zırhlı personel taşıyıcı, 2 silahlı pikap, 1 obüsün imha edildiği öğrenilmiştir.” denilmiştir.60

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Şubat 2020 tarihinde bölgedeki durum sebebiyle yaptığı açıklamada; “Şu an orada bir savaş devam ediyor. Son rakamlara göre 150 civarında rejim mensubu etkisiz hale getirilmiştir. 12 tank, 3 zırhlı araç, 14 obüs ve 2 doçkalı pikap imha edilmiştir. “Rejim İdlib halkına zulmü durdurmadan oradan çekilmeyiz” demiştir. Ayrıca Erdoğan, “Putin ile yapacağım görüşmeden sonra adımlarımız netleşecek” diyerek açıklamasını bitirmiştir. Aynı gün saat 18.30’da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında bir telefon görüşmesi yapılmıştır.

59 Milli Gazete, 21 Şubat 2020, s.15. 60 Akşam, 21 Şubat 2020, s.15; Cumhuriyet, 21 Şubat 2020, s.7; Milliyet, 21 Şubat 2020, s.12.

30 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bu görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan, rejimin dizginlenmesi ve insani krizin durmasının şart olduğunu dile getirmiştir. İki lider görüşmenin sonunda tüm anlaşmalara bağlı olduklarını teyit etmiştir. Bu görüşmeden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa Devlet Başkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel ile üçlü bir telefon görüşmesi yapmıştır. Erdoğan görüşmede rejim saldırganlığının durdurulması gerektiğinin altını çizmiştir.61

22 Şubat 2020’deCumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün Suriye meselesini görüştüğü Rusya, Almanya ve Fransa liderleri ile 5 Mart 2020’de bir araya geleceklerini açıklamıştır.62 Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin bugün bölgede verdiği mücadeleden kaçınmasının yarın çok daha ağır faturalarla geri döneceği uyarısında bulunmuştur. Açıklamasının devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Milli birliğimizi ve bekamızı hedef alan tehditlerin, kendi vatanımızda bize terör, siyasi ve ekonomik sıkıntı, istikrarsızlık olarak dönmesi için bu mücadeleyi vermek zorundayız. Tabii bu kolay bir mücadele değil. Şehitler veriyoruz, bedeller ödüyoruz.” “İdlib meselesi de en az Afrin kadar, Barış Pınarı kadar önemlidir. Bu konudaki kararlılığımızı Sayın Putin’e de açıkça ifade ettim. Bir dönem PKK’lı canilerin cirit attığı bölgelerde şimdi huzur ve barış var. İnşallah aynı sükûnet ortamını İdlib’de de tesisi edeceğiz”demiştir.63

24 Şubat 2020’de Rus savaş uçakları tarafından İdlib’de bazı yerleşim bölgeleri havadan vurulmuştur. Bu durum TSK’ya ait yaklaşık 50

61 Akşam, 22 Şubat 2020, s.14. 62 Akşam, 23 Şubat 2020, s.14. 63 Akşam, 23 Şubat 2020, s.13.

31

araçlık konvoyun İdlib’e girdiği sırada gerçekleşmiştir. Rus savaş uçakları, kentin kuzeyindeki Kefrenbil, Ken Safra, Ihsem beldeleri ile köylerini kapsayan 18 sivil yerleşim birimini bombalamıştır. Yoğun hava bombardımanı sonucunda 5 sivil hayatını kaybetmiştir.64Rus savaş uçakları İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde sivil yerleşim birimlerini bombalarken Esad rejimi ve İranlı milisler de yüzbinlerce sivili Türkiye sınırına doğru göçe zorlamıştır.65

26 Şubat 2020’deTürkiye’nin desteklediği muhalifler, Suriye’nin İdlib kentine 15 kilometre uzaklıkta; Halep, Lazkiye ve başkent Şam’a giden ana yolların bağlantı noktasında bulunan Serakib kasabasını ele geçirmiştir. Aynı gün öğle saatlerinde bir Türk yetkili Reuters’a, Suriye ordusunun Rusya’nın hava desteğiyle, Türkiye’nin desteklediği muhalifler tarafından ele geçirildiği söylenen Serakib’i geri almak için operasyon başlattığını açıklamış, “Bölgede şiddetli çatışmalar var” demiştir.66 İdlib’de çatışmalar sürerken, Suriye devlet televizyonu Suriye ordusunun TSK’ya ait bir İHA’yı düşürdüğünü duyurmuştur. Konuyla ilgili olarak konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “En büyük sıkıntımız hava sahasını kullanamıyor oluşumuzdur. Yakında buna bir hal çaresi bulacağız” demiştir.67

27 Şubat 2020akşam vakitlerinde Suriye’de görev yapan Türk askerlerine yönelik bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Hava saldırısı

64 “İdlib Ateş Çemberinde”, Yeniçağ, 25 Şubat 2020, s.6; Cumhuriyet, 25 Şubat 2020, s.7. 65 Milat, 25 Şubat 2020, s.6. 66 http://www.diken.com.tr/turkiyenin-destekledigi-muhalifler-serakibi-ele-gecirdi/ (E.T. 3.11.2020). 67 “Süre Doluyor Ama Hava Sahası Kapalı”, Birgün, 27 Şubat 2020, s.11.

32 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

sonucu Suriye’de görev yapan 33 Türk askerinin yaşamını yitirdiği duyurulmuştur. Konuya ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamada, hayatını kaybeden asker sayısının 36 olduğu ifade edilmiştir. Saat 17.00 civarında 400 askerden oluşan Türk mekanize piyade tugayının, güney İdlib’deki ’ın yaklaşık beş kilometre kuzeyinde Balyun ve al-Bara arasındaki bir yolda gerçekleştirilen hava saldırısının hedefi olduğu bildirilmiştir.68

Moskova konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamasında, Rus uçaklarının bölgede saldırı gerçekleştirmediğini ifade etmiştir. Ayrıca Moskova, Suriye ordusunun bölgeden çekilmesi ve ateşkes yapmasını sağlama konusunda Rusya’nın elinden geleni yaptığını söylemiştir. İlave olarak Moskova, terör karşıtı operasyonların sürdüğü bölgede, Türk askerlerinin bulunmaması gerektiğini ve Ankara’nın onların buradaki varlığını önceden bildirmediğini belirtmiştir.

Rus medyasına göre, MANPADS Solarak bilinen taşınabilir hava savunma sistemleri kullanmak suretiyle bölgedeki Türk askeri karakollarından açılan yoğun ateş, 27 Şubat sabahı İdlib üzerinde uçan Rus uçağını hedef aldığında gerilim doruğa ulaşmıştır. Eşzamanlı olarak, MANPADS ve drone saldırılarının Rusya’nın Suriye’deki en önemli askerî tesisi olan Khmeimim üssünü tehdit ettiği bildirilmiştir. Al-Monitor’ün görüştüğü Rus kaynakları, 27 Şubat 2020 tarihinde saat 13.00’den sonra güney İdlib’te hava saldırısı gerçekleştiren Rus ve Suriye savaş uçaklarını hedef alan ve doğrudan Türk birliklerince gerçekleştirilen en az 15 MANPADS saldırısı olduğunu ileri sürmüştür.

68 Akşam, 28 Şubat 2020, s.15.

33

Bazı Rus uçaklarının kaçmak için manevra yaparken zarar gördüğü iddia edilmiştir. Uçaklara ve Khmeimim üssüne yönelik saldırıların kabul edilemez ölçüde şiddetlenmesi sonucunda, saat 17.00’de Türk konvoyu vurulmuştur.69

Saldırıdan sonra, Ankara’nın kayıpları hava yoluyla taşıyabilmek için İdlib hava sahasının Türk helikopterlerine açılması isteği Moskova tarafından reddedilmiştir. Sonunda, ölü ve yaralılar bölgeden 70 kilometre uzaktaki Reyhanlı hastanesine karayoluyla nakledilmiştir. Türk halkının bu olayı sosyal medya üzerinden duyması saat 21.30’dan sonra olmuştur. Aynı gün saat 23.00’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde acil güvenlik toplantısı yapılmıştır.70Saldırı sonrası toplanan ve altı saat süren güvenlik zirvesi ile ilgili Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun tarafından bir açıklama yapılmıştır. Bu açıklamada; a. Esad rejiminin yüz binlerce Suriyelinin ölümünden sorumlu olduğu vurgulanarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerini korumak üzere görev yapan askerlerimize namlusunu doğrultan gayri meşru rejime misliyle mukabele edilmesi, b. Hava ve kara destek unsurlarımızla rejimin bilinen tüm hedeflerinin ateş altına alınması, c. Astana Süreci’nin tarafları başta olmak üzere, uluslararası toplumu üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çağrılması,

69 https://www.a3haber.com/2020/02/29/turkiyenin-suriyedeki-en-karanlik-gecesinin -detaylari/ (E.T. 3.11.2020). 70 Akşam, 28 Şubat 2020, s.15.

34 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ç. Geçmişte Ruanda’da, Bosna’da yaşananların bugün İdlib’de tekrarlanmasına seyirci kalınmaması, d. Kahraman askerlerimizin kanının yerde bırakılmayacağı, Suriye’deki faaliyetlerimizin, bayrağımıza uzatılan eller kırılana dek süreceği ifade edilmiştir.71

3. HAREKÂTIN İCRASI VE GELİŞMELER

Türkiye, Esad’a gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için Şubat 2020 sonuna kadar süre tanımıştır. Ancak rejim, Soçi Mutabakatı’nın gereğini yapmak yerine Halep’in batısı ve İdlib’in güneyinde saldırılarına devam etmiştir. Bunun üzerine birkaç gün sonrasına planlanan Serakib operasyonu erkene alınmıştır.72

27 Şubat 2020 tarihinde Washington ve NATO ile diplomasi trafiği başlatılmıştır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise ABD’li mevkidaşı Esper ile telefon görüşmesi yapmıştır. Sahada tırmanan gerginlik masaya sıçramıştır.73

28 Şubat 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin telefonla görüşmüştür. İki lider yüz yüze görüşmeyi kararlaştırmıştır. Görüşmenin 5 veya 6 Mart 2020 tarihinde yapılabileceği değerlendirilmiştir.74 Cumhurbaşkanlığı İletişim

71 Hürriyet, 28 Şubat 2020, s.19; doğru haber, 29 Şubat 2020, s.1; Milliyet, 28 Şubat 2020, s.14. 72 Hamza Hıdır, Yeni Akit, 28 Şubat 2020, s.10. 73 Milliyet, 28 Şubat 2020, s.13-14; Akşam, 28 Şubat 2020, s.14-15. 74 Milli Gazete, 29 Şubat 2020, s.1; Aydınlık, 29 Şubat 2020, s.9; Cumhuriyet, 29 Şubat 2020, s.5.

35

Başkanı Altun tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında yapılan görüşmeye ilişkin bir açıklama yapılmıştır. Bu açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’e; “Şehitlerin kanı yerde bırakılmayacak, rejimin her unsuru meşru hedeftir.” dediğini ve “Soçi Mutabakatı gereği rejimi durdurma sorumluluğunu hatırlattığını” açıklamıştır.75 Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov görüşme sonrası, “İdlib konusunda Putin ve Erdoğan arasındaki anlaşmalara bağlıyız” demiştir. Bu sırada Türk ve Rus Heyetleri arasındaki görüşme Ankara’da Dışişleri Bakanlığında devam etmiştir. Rus heyetine “Rejim, belirlenen sınırlara çekilmeli” denilmiştir. Aynı gün Ankara’nın talebiyle olağanüstü toplanan NATO “Türkiye’ye destek vermeye devam edeceğiz” mesajı vermiştir.76

Bu sırada BM Genel Sekreteri António Guterres, “İdlib’de derhal ateşkes ilan edilmeli” demiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı da, Suriye rejiminin saldırısını kınayarak, “Türkiye’nin yanındayız. Esad rejimini, Rusya ve İran destekli güçleri, bu alçak saldırılara son vermeye çağırıyoruz” ifadelerini kullanmıştır.77 Aynı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan; Almanya Başbakanı Merkel, İngiltere Başbakanı Johnson ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la da görüşmüştür. Bu görüşmelerde; “İdlib’in uçuşa yasak bölge ilan edilmesini” istemiştir.78

Bu sırada yapılan operasyonlar sonucunda vurulan hedefleri Türk Milli Savunma Bakanı Akar: “F-16, İHA, SİHA ve kara araçlarıyla 200’ü

75 Akşam, 29 Şubat 2020, s.13. 76 Akşam, 29 Şubat 2020, s.15; Posta, 29 Şubat 2020, s.1; Birgün, 29 Şubat 2020, s.1; Cumhuriyet, 29 Şubat 2020, s.7. 77 Posta, 29 Şubat 2020, s.1; Yeni şafak, 29 Şubat 2020, s.9. 78 Akşam, 29 Şubat 2020, s.13; Akşam, 29 Şubat 2020, s.13.

36 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

aşkın rejim hedefi yoğun ateş altına alınmış; 309 rejim askeri, 5 helikopter, 23 tank, 10 zırhlı araç, 23 top, 5 mühimmat aracı, bir SA- 17 ve bir SA-22 hava savunma sistemi, 3 depo ve 1 karargâh binası imha edilmiştir.”79 şeklinde açıklamıştır. Harekât bölgesinde bunlar olurken MSB Bakanı Akar, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, “Türkiye, askerinin yerini Rusya’ya bildirmedi. Türk askerleri teröristlerin arasındaydı.” sözlerini yalanlamıştır. Akar, “Birliklerimiz sahadaki Rus yetkililerle koordine edildi. İlk saldırıda da uyardık; yine devam ettiler. Ambülanslar dahi vuruldu. Çevremizde hiçbir silahlı grup yoktu.” demiştir.80 Aynı dönemde İdlib’e; obüs, zırhlı araç ve topçu birlikleriyle, komando takviye edilmeye devam etmiştir. Türk asker ve zırhlı araçlarını Gaziantep ve Kilis’teki taksiciler ve sivil halk, sevinç gösterileri ile uğurlamıştır.81

Aynı gün NATO Genel Sekreteri Stoltenberg: “Türkiye için toplandık. Türkiye’nin arkasındayız.” açıklamasında bulunmuştur.82BM Genel Sekreteri Guterresde: “Türk askerinin kaybından derin endişe duyuyorum.” demiştir. AB Güvenlik Temsilcisi Borrell ise: “Gerginlik acil durdurulmalı. Siviller tehlikede.” demiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Raab ise konuşmasında: “Suriye ve Rusya’nın gaddar saldırılarını kınıyoruz.”demiştir. Almanya Dışişleri Bakanı Maas ise:

79 Akşam, 29 Şubat 2020, s.8; Anayurt, 29 Şubat 2020, s.10; doğru haber, 29 Şubat 2020, s.1; Milat, 29 Şubat 2020, s.1; Türkiye, 29 Şubat 2020, s.11; Yeni Akit, 29 Şubat 2020, s.10; Yeni Birlik, 29 Şubat 2020, s.13; Yeni çağ, 29 Şubat 2020, s.1; Türk gün, 29 Şubat 2020, s.1. 80 Toygun Atilla, “İşte O Ambulans”, Hürriyet, 1 Mart 2020, s.13; Akşam, 29 Şubat 2020, s.8; Karar, 29 Şubat 2020, s.1; Türkiye, 29 Şubat 2020, s.11. 81 Akşam, 29 Şubat 2020, s.8. 82 Diriliş Postası, 29 Şubat 2020, s.4.

37

“Kendi halkını öldüren rejim kalıcı barış sağlayamaz.” açıklamasında bulunmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı da: “Esad, Rusya ve İran destekli güçler alçak saldırılara son vermeli.” demiştir.83

29 Şubat 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerçekleştirilen operasyona ilişkin bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan; “PKK’nın 35 yıldır Türkiye’de yaptığı terörü ve Suriye’de ABD’nin eğittiği 60 bine yakın teröristi hatırlatarak, Bugün Suriye’de vermediğimiz savaşı yarın Türkiye içinde vermek zorunda kalırız. Bugün İdlib’de Olmazsak Yarın Hatay’da Savaşırız.” demiştir.84 Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugün Kamışlı’da, Rasulayn’da, Tel Abyad’da, İdlib’de vermediğimiz savaşı, yarın Şırnak’ta, Mardin’de Gaziantep’te, Hatay’da vermek zorunda kalırız. Çünkü senaryonun asıl hedefi Suriye değil, Türkiye’dir. İstediklerini alanlar namluyu Türkiye’ye çevirecektir. Suriye’yi fiilen üçe bölenlerin, Türkiye’nin bütünlüğüne saygı göstereceklerini düşünmek gafletten öte bir durumdur. Suriye’de topraklarımızda gözü olduğunu inkâr etmeyen bir rejim varken biz nasıl huzurla yaşayabiliriz. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden zaferle çıkmak için gece gündüz çalışıyoruz. Putin’e söyledim. Sizin orada ne işiniz var? Bizim önümüzden çekilin bizi rejimle baş başa bırakın dedim.” demiştir.85

83 Akşam, 29 Şubat 2020, s.15. 84 Sadullah Özcan, “İdlip ve Dünya Dengelerindeki Yerimiz”, Milat, 1 Mart 2020, s.6; Akşam, 1 Mart 2020, s.13; Korkusuz, 1 Mart 2020, s.5. 85 Zeynel Yaman, “Bugün İdlib’de Olmazsak Yarın Hatay’da Savaşırız”, Sabah, 1 Mart 2020, s.14; Özgür Altuncu, “Çekilin Önümüzde”, Hürriyet, 1 Mart 2020, s.14; Aydınlık, 1 Mart 2020, s.8.

38 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, akşam saatlerinde ABD Başkanı Trump ile görüşmüştür. İki lider bölgede ilave tedbirler alınması konusunda mutabık kalmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile yaptığı konuşmada, Trump’ın; “Putin ne istiyor? Kamışlıdaki petrolü dedim. “Orada petrol var mı dedi; var dedim. Ama Deyrizor kadar değil. Biz ise sadece güvenlik istiyoruz.”86 dediğini aktarmıştır.

Gün içerisinde İngiltere’nin çok okunan gazetelerinden biri olan Guardian, Türk askerlerine yönelik saldırıyı Ruslar’ın düzenlediğini iddia etmiştir. İngilizlerin bu iddiasının ardından Rus basınında da benzer haberler yer almıştır.87 Rusya’nın saygın haber sitelerinden lenta.ru, İdlib’deki saldırıyla ilgili haberinde, “Rusya ve Suriye’nin, Türk Konvoyuna saldırısında çok sayıda kişi öldü.” başlığını kullanmıştır. Rusya İdlib’deki saldırıyla ilgili “Rus uçakları bölgede değildi. Ateşkes için elimizden geleni yaptık.” açıklamasını yapmıştır.88

Türk ordusu operasyonlarına devam ederkenMilli Savunma Bakanı Akar ve Kuvvet Komutanları sınırın sıfır noktasına gelerek harekat ile ilgili olarak bir dizi incelemelerde bulunmuştur.89 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi Mutabakatı sınırlarına çekilmesi için rejim güçlerine tanıdığı süre gece yarısı itibariyle dolmasına rağmen rejim güçlerinin bölgeden çekilmediği gözlemlenmiştir. Bu sırada Rusya Dışişleri Bakanlığı’nca; “İki tarafta teröristlerle savaşmaya devam ederken

86 Akşam, 1 Mart 2020, s.13; Yeni çağ, 1 Mart 2020, s.8. 87 Mehmet Faraç, “Türk Askerini Kim Vurdu?..”, Yeni çağ, 1 Mart 2020, s.4. 88 Sözcü, “Rus Basını Hain Saldırıyı Üstlendi”, 1 Mart 2020, s.11. 89 Orhan Uğurlu, “Ordumuzun Baş Komutanı Kim?”, Yeni çağ, 1 Mart 2020, s.3.

39

sahada tansiyonu düşürmeyi hedefledikleri konusunda mutabık kaldı.” şeklinde bir açıklama yapılmıştır.90 Ancak, Türk Dışişleri Bakanlığınca Rusya’nın bölgedeki terörist grupların net tanımının yapılmasına yanaşmadığını ifade ederek, “Uzlaşı söz konusu değil” bilgisi verilmiştir. Bu çerçevede, Kremlin sözcüsü Dmitry Petkov, Rusya Devlet Başkanı Vlaidimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 veya 6 Mart 2020 tarihinde bir araya gelme ihtimaline göre çalışmalarını sürdürdüklerini açıklamıştır.91

Gün içerisinde İdlib bölgesindeki Esad rejimine ait kuvvetler, 200 noktada vurulmuştur. Hedeflere karadan ve havadan operasyonlar sürdürülmüştür. Rusya destekli rejim ordusu tarafından yapılan saldırı sonucunda İdlib’de 34 Türk askerinin şehit olmasının ardından TSK tarafından başlatılan operasyonlarla İdlib, Halep ve Hama bölgelerindeki rejim noktaları; havadan SİHA’lar, karadan Fırtına obüsleri,92 ÇNRA, ve Kaplan Füzeleri93ile vurulmuştur. Türk yapımı ANKA-S ve BAYRAKTAR TB2 SİHA’lar rejim hedeflerine eş zamanlı operasyon gerçekleştirmiştir.94

90 Sözcü, “Rusya: Anlaştık”, 1 Mart 2020, s.11. 91 Ecem Toplar, “İdlib İçin Süre Doldu”, Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12. 92 T-155 Fırtına: Türkiye tarafından üretilen kundağı motorlu topçu sistemine sahip bir obüs. Üzerine monte edilmiş 12 adet hidro-pnömatik süspansiyon ünitesi ve tekerlerinden oluşan gelişmiş süspansiyon sistemi sayesinde engebeli arazi dâhil her türlü arazide rahatça harekât icra edebilmektedir. 93 TRG-300 Kaplan Füzesi: yüksek isabet ve tahrip gücü sayesinde 20-120 km menzildeki yüksek öncelikli hedefler üzerinde etkili ateş gücü yaratıyor. ROKETSAN tarafından geliştirilen K+ Silah Sistemi ve Çok Maksatlı Roket Sistemi (ÇMRS) ile uygun ara yüzlere sahip farklı tipteki platformlar üzerinden atılabiliyor. https://www.savunmasanayiidergilik.com/tr/HaberDergilik/ROKETSAN-in-Kaplan- Fuzeleri-Esed-rejimini-vuruyor. (ET: 11.11.2020). 94 Deniz Kurt, Yavuz Pehlivan, Erdal Korkmaz, Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kuvvetleri, Cilt-III, Hava Basımevi, Ankara, 2020, s.386; Seyfettin Ersöz, “Rejim’in

40 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bu sırada TSK, Halep’in doğusundaki Kuweires hava üssü ile Türkiye sınırına 70 kilometre uzaklıktaki Halep’in Al Safirah bölgesinde bulunan rejiimin kimyasal harp tesisini vurmuştur. Kuweires Hava Üssü hangarlarda bulunanrejime ait Rus SU-24 uçakları imha edilmiştir.95 TSK yaptığı operasyonlarda, rejim askerlerinin gizlendiği yerler, zırhlı araçlar, füze rampası, yüklü atışa hazır askerî araçlar, tank, obüs, mühimmat depoları, alçak ve orta menzilli hava savunma sistemlerini hedef almıştır. Suriye rejimine ait aktif durumdaki Pantsir- S196 kısa orta menzilli hava savunma sistemi Türk SİHA’ları ile vurulmuştur. TSK, Serakib ve M597 otoyolu üzerindeki hareketli rejim askerlerini SİHA’larla hedef almıştır. Halep’in güneyindeki Tal Hadiya bölgesinde iki obüs bataryasını imha etmiştir.98

Diğer taraftan SİHA’larla Suriye’de Hizbullah ve Rus askerlerinin bulunduğu üslere de saldırılar düzenleyen TSK, düzenlediği saldırılarda bir kaç Suriyeli asker ve komutan ile 4 Hizbullah askerinin hayatını

Hava Üssü Vuruldu”, Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12. 95 https://www.nethaber.com/gundem/tsk-esadin-hava-ussunu-yerle-bir-etti-13971, (ET.03.09.2020). 96Pantsir-S1: Rusça: Панцирь-С1; NATO rapor adı: SA-22 Greyhound), bir Rus kısa ve orta menzilli karadan havaya füze ve uçaksavar topçu sistemidir. Sistem, 2K22 Tunguska'nın gelişmiş bir modelidir ve hedef belirleme ve izleme için fazlı dizi radarları kullanmaktadır. Sistemin insansız hava araçlarına karşın aldığı başarısız sonuçlar karşısında, KBP Instrument Design, yeni sensör ve radar kabiliyetleriyle, hava savunma kabiliyetlerini asimetrik savaş doğrultusunda değişiklikler kazandırmıştır. 97M5 Karayolu: Suriye'nin Ürdün sınırı yakınlarında başlayan ve Türkiye sınırı yakınlarındaki Halep'e kadar uzanan otoyolun adı. İdlib vilayetini boydan boya kesen ve 450 kilometre uzunluğundaki yol, ülkenin nüfusu en fazla olan dört kentini, Şam, Humus, Hama ve Halep'i birbirine bağlıyor. Başkent Şam'ı Halep’e bağlayan M5 otobanı Suriye'de “uluslararası yol” olarak biliniyor. Suriye'nin bütün büyük kentlerinden geçen yol, ülkenin kontrolünü ele geçirmek için anahtar rolü oynuyor. 98 Seyfettin Ersöz, “Rejim’in Hava Üssü Vuruldu” Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12.

41

kaybettiğini, 50 askerin ise yaralandığı bilgisini paylaşmıştır.99Rejime yakın kaynaklar TSK’ya ait SİHA’ların düzenlediği operasyonda 3 general ile çok sayıda subayın öldürüldüğünü bildirmiştir. Esad yanlısı bazı sosyal medya hesapları öldürülen generallerin isimlerini paylaşmıştır. Buna göre; Esed’in kardeşi Mahir Esed’in komutasındaki Suriye Cumhuriyet Muhafızları 124’üncü sancağının komutanı Tümgeneral Burhan Rehmun ile Tuğgeneral İsmail Ali, Albay Mazen Fervati ve Yarbay Muhammed Hammud hayatını kaybetmiştir.100 Ancak rejimin resmi medya organlarında rejim güçlerinin kayıplarına ilişkin herhangi bir bilgi paylaşılmamıştır.101

Bu arada Esad rejimi saflarında yer alan İran destekli Hizbullah militanlarının kendi aralarında haberleşmek için kurdukları WhatsApp grubundaki yazışmalar ele geçirilmiştir. Bu yazışmalarda; TSK operasyonları karşısında Rusya’yı kendilerine yardım etmemekle suçlayan militanlar, rejime güçlerinin de bölgeden kaçarak örgütü yalnız bıraktığını belirtilmştir. İdlib’te yaşananlarla ilgili olarak gruba gönderilen ses kaydında ise bir militanın “Rus ordusu yardım etmedi ve Suriye ordusu da bölgeden kaçtı. Gençlerimiz tek başına kaldı. Türk ordusu bölgeyi ağır bombardımana tuttu. Enkaz altında kalan kayıplarımız var. Aralarında Abbas ve Cafer’inde olduğu duyumuna ulaştık. Henüz netleşen bir şey yok ve Ruslar hala olaylara kayıtsız

99 https://www.nethaber.com/gundem/tsk-esadin-hava-ussunu-yerle-bir-etti-13971, (ET.03.09.2020). 100 Sabah, 1 Mart 2020, s.13. 101 Ersöz, a.g.m., s.12.

42 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

durumda. Şimdilik bir şey sormayalım durum çok kritik” ifadeleri dikkat çekmiştir.102

İdlib’de devam eden operasyonlara ilişkin Milli Savunma Bakanlığı’nın twitter hesabından yapılan paylaşımda “Esed rejiminin 2100’ün üzerindeki unsurunu etkisiz hale getiren kahraman ordumuz, tespit edilen rejim hedeflerini başarılı bir şekilde imha etmeye devam ediyor.” ifadeleri kullanılmıştır. Yapılan bu açıklamanın ardından Milli Savunma Bakanı “Asil Milletimiz emin olsun ki; İdlib’de barış ve huzur için toprağa düşen aziz şehitlerimizin hesabını sormaya devam edeceğiz.” paylaşımında bulunmuştur.103

TSK, Halep’in güneyindeki bir kimyasal harp tesisini obüslerle ve İHA’larla imha etmiştir. TSK operasyonlarında bazıları metruk binaların içine saklanmış 94 tank, 37 obüs, 28 ÇNRA, 17 zırhlı araç ile hava savunma sistemleri imha edilmştir. 2100’den fazla rejim askeri de etkisiz hale getirilmiştir. Ayrıca, TSK, İdlib’de kapalı hava sahası engelini İHA ve SİHA’larla aşmıştır. Sürü halinde havalanan SİHA’lar, Esad hedeflerini nokta atışıyla imha etmiştir. Önceki gün yapılan operasyonda 3 general ve 56 rejim askeri öldürülmüştür.104

TSK, İdlib’de kapalı hava sahası engelini İHA ve SİHA’larla aşmıştır.105 Sürü halinde havalanan SİHA’lar, Esad hedeflerini nokta atışıyla imha etmiştir. Operasyon sırasında 3 general ile 1877 rejim askeri öldürülmüştür. Böylece 20 günde etkisiz hale getirilen asker

102 Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12. 103 Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12. 104 Akşam, 1 Mart 2020, s.13; Milat, 1 Mart 2020, s.6. 105 Uğur Ergan, “Esad’ın Generallerini SİHA Vurdu”, Hürriyet, 1 Mart 2020, s.11.

43

sayısı 3600’ü bulmuştur. 94 tank, 17 zırhlı araç ve obüsleri imha edilmiştir. Milli elektronik harp sistemleri Suriye hava savunmasını felç etmiştir. Bu sayede SİHA’lar, İdlib ve Halep üzerinde uçarak havada tam hâkimiyet sağlamıştır.106

Bu sırada şehitlerin verildiği İdlib’in güneyinde de Suriye rejim güçleri ile muhalifler arasında çatışmalar devam etmiştir. Rejimin M4 otoyoluna yaklaşması üzerine muhalifler, Zaviye Dağları’nda ve Gab Ovası’nda karşı saldırı başlatmıştır. Muhalifler, Zaviye Dağları’ndaki birçok köyü geri almıştır. Türkiye’den İdlib’e sevkiyatlar devam etmiştir. Hatay’ın Kırıkhan ilçesine çeşitli birliklerden intikal ettirilen Zırhlı Personel Taşıyıcıları (ZPT), ÇNRA’lar ve yüzlerce komando İdlib’deki gözlem ve üs noktalarına geçiş yapmıştır.107

TSK’ya ait SİHA’larla rejimin Halep’teki Neyrab Hava Üssü, F- 16’larla da Halep’teki rejimeait hedefler vurulmuştur. Esad rejimine verilen sürenin dolmasına dakikalar kala Türkiye’nin farklı üslerinden havalanan TSK’ya ait savaş uçakları, Halep ve İdlib’teki rejim noktalarını vurmuştur. TSK, terör örgütü PKK/YPG’nin kontrolündeki Tel Rifat’ın kuzeyinde yer alan Minnig Hava Üssüne hava harekatı gerçekleştirmiştir. Rejim ve YPG hedefleri karadan da topçu atışlarına tutulmuştur. Öte yandan Türkiye’nin verdiği sürenin dolduğu dakikalarda, Rus uçakları da İdlib semalarında uçuş gerçekleştirmiştir.

106 Milat, 1 Mart 2020, s.6; Türkiye, 1 Mart 2020, s.10. 107 Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12.

44 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

F-16’lar Suriye hava sahasına girmeden İHA’ların verdiği koordinatlar ve uzun menzilli güdümlü füzelerle atışlarını gerçekleştirmiştir.108

Suriye’nin İdlib Bölgesinde yaşananlar gündemdeyken, Rus haber ajansı Sputnik’in uluslararası edisyonunda, Hatay meselesiyle ilgili olarak bir haber yayınlanmıştır. “Çalınan İl: Suriye’nin Bir Köşesi, 80 Yıl Önce Neden Fransa Tarafından Türkiye’ye Verildi?.” başlıklı haberde Hatay’ın Türkiye’ye katılışı ve gerçekleştirilen referandumla ilgili yanlı iddialar yer almıştır. Son dönemde Suriye medyasında yer aldığı öne sürülen haberlerde, Hatay konusunun yeniden gündeme getirildiği ifade edilmiştir. Haberde, Hatay’da 1939 yılında gerçekleştirilen referandum öncesinde,Anadoludan bölgeye Türklerin getirildiği ve sonuçlarda hile yapıldığı gibi tarihi gerçeklere dayanmayan iddialar yer almıştır.109

1 Mart 2020 tarihindeoperasyonu bizzat yöneten Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 27 Şubat 2020 tarihinde yapılan alçak saldırının ardından İdlib’de rejim güçlerine karşı başlatılan harekâtın adının “Bahar Kalkanı”110 olduğunu açıklamıştır. Konuya ilişkin olarak Bakan Akar: “Bahar Kalkanı Harekâtı Başarıyla sürüyor. Bugüne kadar 1 İHA, 8 Helikopter, 103 tank, 19 Zırhlı personel Taşıyıcı (ZPT) 72 top/obüs/ÇNRA, 3 hava savunma sistemi, 15 tanksavar/havan, 56 zırhlı araç, 9 mühimmat deposu ve 2212 rejim askeri ve unsuru etkisiz hale getirilmiştir. Gelinen noktada Rusya’dan beklentimiz, garantör ülke

108 Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.12. 109 “Rus Ajansında Skandal Haber”, Milliyet Gazetesi, 1 Mart 2020, s.15. 110 Karar, 2 Mart 2020, s.8, Milliyet Gazetesi, 2 Mart 2020, s.11, Posta, 2 Mart 2020, s,1, Sözcü, 2 Mart 2020, s.11, Yeni Asır, 2 Mart 2020, s.8, Yeni Birlik, 2 Mart 2020, s.9.

45

olarak taahhütlerini yerine getirmesi ve bu kapsamda rejimin saldırılarını durdurması ve Soçi Mutabakatı sınırlarına çekilmesi için rejim üzerindeki etkilerini kullanmalarıdır. Rusya’yla karşı karşıya gelmek gibi ne bir niyetimiz ne maksadımız var. Bizim oradaki tek niyetimiz, rejimin katliama son vermesi ve böylelikle radikalleşmenin ve göçün önlenmesi durdurulmasıdır. Garantör ülke olarak ‘rejimin yapacağı saldırılardan sorum değiliz’ gibi bir açıklamayı kabul edilebilir bulmuyoruz.” ifadelerini kullanmıştır.111

Gün içerisinde Türk uçaklarına taarruz eden rejime ait Rus yapımı iki Su-24 uçağı, radarını kapatan ve bu sayede fark edilemeyen F-16’nın, havadan havaya attığı füzelerle düşürülmüştür.112Rejim hedefleri SİHA ve fırtına obüsleriyle vurulurken, Halep’teki askeri Neyrab Havaalanı kullanılamaz hale gelmiştir. SİHA’lar gün boyu top ve füzelerle İdlib ve Halep’in kırsalı ile Lazkiye’de kilit noktalara ağır zayiat verdirmiştir.113Aynı saatlerde İdlib’in güneyindeki stratejik öneme sahip Maaret el Numan, Vadi el Deyf, Tel Merdih, Mar Debse noktalara füzelerle taarruz edilmiştir. Terör örgütü YPG’nin kontrolündeki Tel Rıfat yakınlarındaki Minnig Askerî Hava Üssü, Afrin’in Şereva ilçesi çevresindeki mevzilerle rejimin Neyrab bölgesindeki Hava Üssü de ateş altına alınmıştır. Neyrab Askerî Üssü kullanılamaz hale gelmiştir. Harekâta ilişkin Türk Milli Savunma Bakanlı tarafından yapılan

111 Milliyet Gazetesi, 2 Mart 2020, s.11; Akşam, 2 Mart 2020, s.8; Daily Sabah, 2 Mart 2020, s.5; Hürriyet, 2 Mart 2020, s.15; Karar, 2 Mart 2020, s.8; Korkusuz, 2 Mart 2020, s.11; Milat, 2 Mart 2020, s.9; Sabah, 2 Mart 2020, s.10; Yurt, 2 Mart 2020, s.7. 112 Halit Turhan, “Bahar Kalkanıyla Hedefler Dümdüz”, Sabah, 2 Mart 2020, s.10; Akit, 2 Mart 2020, s.9; Korkusuz, 2 Mart 2020, s.8; Karar, 2 Mart 2020, s.8; Milat, 2 Mart 2020, s.6; Türkiye, 2 Mart 2020, s.10. 113Akşam, 2 Mart 2020, s.8.

46 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

açıklamada, “Bir SİHA’mızı düşüren hava savunma sistemi ile diğer hava savunma sistemi imha edilmiş, uçaklarımıza taarruz eden rejime ait iki adet Su-24 tipi uçak düşürülmüştür” bilgisi paylaşılmıştır. TSK tarafında gerçekleştirilen kara ve hava operasyonları sonucu rejim ve müttefiklerine mensup 48 milis öldürülmüştür.114 Bunlar arasında 11 rejim subayının yanı sıra Lübnan Hizbullahı’nın lider kadrosuna mensup 14 üyesi öldürülmüştür. TSK’nın ardından muhalif gruplar da birçok cephede saldırıya geçmiştir. Muhalifler, rejim güçlerinin kontrolünde olan Hama kırsalındaki Ankavi, Kahira, Manara ve Tel Zecren ile İdlib’in güneyindeki Hallube, Kukfin, Kefer Avid, ve Fattere köylerinin bulunduğu 9 köyü ele geçirmiştir.115

İdlib’de yürütülen Bahar Kalkanı Harekâtı’na milli imkânlarla üretilen silahlı insansız hava araçları (SİHA) damga vurmuştur. Rejime ait noktalar ve hareketli hedefler, Suriye hava sahasında dolaşan Bayraktar TB2 ve ANKA-S ile imha edilmiştir. Eş zamanlı ve sürü konseptiyle116 rejim unsurlarına saldırılar gerçekleştiren SİHA’lar, kullandıkları yerli üretim hassas güdümlü füzelerle nokta atışlar yapmıştır. İHA ve SİHA’ların Suriye hava sahasındaki uçuşunun altında alınan inisiyatif kararı yer almıştır.117

114 Halit Turhan, “Bahar Kalkanıyla Hedefler Dümdüz”, Sabah, 2 Mart 2020, s.10. 115 Seyfettin Ersöz, “İki SU-24 Uçağı Düşürüldü”, Milliyet Gazetesi, 2 Mart 2020, s.1, 11; Sabah, 2 Mart 2020, s.10. 116 Sürü İHA Konsepti; birden fazla platformun hep beraber uçar hale getirilmesidir. Ayrıntılı Bilgi İçin: https://www.savunmasanayiidergilik.com/tr/HaberDergilik/Suru- iHA-ve-simulasyon-teknolojisi(E.T.:03.11.2020) 117 Yeni Akit, 2 Mart 2020, s.9.

47

Bu sırada İdlib’de rejime ait iki Su-24 savaş uçağının nasıl düşürüldüğü ortaya çıkmıştır. Bölgede görev yapan Türk Hava Kuvvetleri’ne ait Havadan İhbar ve Kontrol Uçağı (HİK), rejime ait Su-24 savaş uçaklarının üslerinden kalktığını ve taarruzda olduğunu tespit etmiştir. HİK uçağı bu bilgiyi, harekât merkezi ve bölgede devriye görevi yapan F-16 savaş uçaklarına anında bildirmiştir. Bölgeye yönlendirilen F-16 uçaklarından biri, düşman uçakları ve radarlar tarafından tespit edilmemek için kendi radarlarını kapatmıştır. HİK uçağı, bu F-16’nın bilgisayarına kendi işlediği radar görüntüsünü aktarmıştır. F-16 pilotu ekranına düşen bu radar verisini kullanarak orta menzilli havadan havaya atılan füzeyi (AMRAAM) ateşlemiştir. Bu sayede F-16 pilotu Su-24 savaş uçaklarına fark edilmeden iki uçağı da vurmuştur.118

TSK’nın iki Su-24 uçağı vurduğu anlarda pilotlara ulaşmak isteyen rejim telsizcilerine yanıtı, muhaliflerin habercisi vermiştir. Anadolu Ajansı’nın ulaştığı telsiz konuşması kayıtlarına göre, ilk olarak rejimin kontrol kule görevlisi, düştüğü yönünde bilgiler olan uçaklarla bağlantı kurmak için art arda anonslar yapmıştır. Zehebi, Fıddı ve Riyah kodlarıyla seslenerek 3 uçağın havada olduğunu zanneden rejim görevlisinin anonslarının arasına muhaliflere ait uçak gözlemevinin telsizcisi girmiştir. Muhalif telsizcisi tarafından, “Vuruldu vuruldu vuruldu” anonsu yapılmıştır. Böylece rejim güçleri, uçaklarının düştüğünü anlamıştır.119

118 Seyfettin Ersöz, “Koral Kör Etti F16 ve SİHA Vurdu”, Milliyet Gazetesi, 2 Mart 2020, s.1, 11. 119 Halit Turhan, “Bahar Kalkanıyla Hedefler Dümdüz”, Sabah, 2 Mart 2020, s.10.

48 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

2 Mart 2020 itibarıyla TSK’nın İdlib’te başlattığı Bahar Kalkanı Harekâtı genişleyerek sürmüştür. Rejim hedeflerine yapılan yoğun ateşin ardından muhalifler de rejim ve YPG mevzilerini vurmuştur. Aynı gün muhalifler, İdlib’in güneyinde stratejik öneme sahip olan Cebel Zaviye beldesini kontrol altına almıştır. Suriye rejimi ise İdlib’e açılan kapı Serakib’i almak için saldırılarını yeniden yoğunlaştırmıştır. Rejim kaynakları tarafından yapılan açıklamada, Serakib şehir merkezinde kontrol sağladıkları ileri sürülürken, çatışmaların yoğun şekilde sürdüğü belirtilmiştir. TSK’nın rejim hedeflerine nokta operasyonu yapması muhaliflerin ilerleyişini hızlandırmıştır. İdlib’in güneyindeki Zaviye Dağı’nda 20 yerleşim birimi, muhaliflerin denetimine geçmiştir.120

Aynı gün Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurları, İdlib’in güneyinde yer alan Hazarin, Kefermus ve Darul Kebire köylerini rejimden geri almıştır. Cebel Zaviye bölgesi rejim güçlerinden temizlenmiştir. Böylece muhalifler, rejimi M4 otoyolundan uzaklaştırmıştır. İdlib’e hâkim sıralı dağların bulunduğu Cebel Zaviye, Halep ve Lazkiye’yi birbirine bağlayan M4 karayoluna açılan kapı konumunda olması yönüyle önem arz etmiştir. Bu sırada muhalifler, bir hafta önce kaybettikleri Kafranbel kasabasını kuşatmaya almıştır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Cebel Zaviye ve Hamidiye bölgesinde Türk SİHA’larının gerçekleştirdiği hava saldırısında 19 rejim askerinin öldürüldüğünü duyurmuştur. SOHR ayrıca İdlib ve Halep kırsalındaki

120 Namık Durukan, Milliyet, 3 Mart 2020, s.13.

49

çatışmalarda 26 rejim askeri, 10 Lübnan Hizbullah milisi ve bir İran Devrim Muhafızları subayının öldüğünü açıklamıştır.121

Gün içerisinde Rejim güçleri ise, İdlib’in kapısı olarak bilinen M4 ile M5 otoyollarının kesiştiği Serakib’e saldırmıştır. Rejim 27 Şubatta kaybettiği Serakib’i almak için muhaliflere yönelik harekâta başlamıştır. Rus savaş uçaklarının saldırılar düzenlediği Serakib ilçe merkezinde çatışmalar gün boyu sürerken, TSK ise Serakib bölgesindeki rejim askerlerini SİHA’larla vurmuştur. Bu sırada TSK, bölgeye takviye güç sevk etmiştir. TSK’nın Serakib hattında çok sayıda noktaya mevzilenmesi nedeniyle güçlü bir savunma hattı oluşturulduğu ve rejim güçlerinin ilerlemekte zorlandığı öğrenilmiştir. Rejim kaynakları, Serakib şehir merkezinde kontrol sağladıklarını ileri sürmüş, ancak muhalifler bu iddiayı yalanlamıştır.122

Yine gün içerisinde Serakib yakınlarındaki beldesinde bulunan TSK birliklerine rejim güçlerince saldırı yapıldığı ileri sürülmüştür. Türk İHA ve SİHA’larının İdlib bölgesinde etkili vuruşlar yapması üzerine rejim hava sahasını uçuşa kapattığını duyurmuştur. Öte yandan muhalifler Arima beldesinde rejim ve YPG mevzilerini de obüs atışlarıyla vurmuştur. Rejim güçlerine yardım gönderilmesini engelleme amacı taşıyan saldırıda mevziler imha edilmiştir. Bu sırada muhaliflerle rejim arasında çatışmaların yaşandığı İdlib’in Serakib kentine Rus Askerî Polis birliklerinin sevk edildiği öne sürülmüştür. Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi’nden yapılan

121 Seyfettin Ersöz, “SİHA’lar Vuruyor”, Milliyet, 3 Mart 2020, s.13. 122Milliyet, 3 Mart 2020, s.13.

50 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

açıklamada, Rus Askeri Polis birliklerinin güvenliğini sağlamak üzere Serakib’e gönderildiği kaydedilmiştir. Konuya ilişkin olarak; “M4-M5 otoyollarında araçların ve sivil halkın güvenliği ve engelsiz hareket edebilmelerini sağlamanın önemi göz önünde bulundurularak 2 Mart’ta saat 17.00 itibariyle Rus askeri polis birlikleri Serakib kentine girdi.” ifadelerine yer verilmiştir.123

Bu sırada İdlib’de Bahar Kalkanı Harekâtı’nı başlatan TSK, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PKK/YPG’ye de nefes aldırmamıştır. Milli Savunma Bakanlığı, Barış Pınarı bölgesi güneyine sızma girişiminde bulunan PKK/YPG’li 32 terörist, Fırat Kalkanı bölgesine saldırı hazırlığında olan PKK/YPG’li 17 terörist ve Tel Rifat’tan Zeytin Dalı Harekâtı bölgesine sızma girişiminde bulunan 7 PKK/YPG’li teröristin komandolar tarafından etkisiz hale getirildiği açıklanmıştır.124

Aynı gün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, yanında bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit Dündar ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz ile birlikte geceyi Hatay’da sınırın sıfır noktasındaki Taktik Komuta Yeri’nde geçirmiştir. Akar, gece boyunca rejim hedeflerine yönelik operasyonu sevk ve idare etmiştir. Akar, burada yaptığı açıklamada Bahar Kalkanı Harekâtı’nın başarıyla devam ettiğini belirterek, “TSK tarafından tüm saldırılara misliyle, en şiddetli şekilde ve tereddütsüzce karşılık verilmiş, verilmektedir. Harekât kapsamında bugüne kadar; rejime ait 2 savaş uçağı, 2 İHA, 8

123 Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2020, s.13. 124 Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2020, s.13.

51

Helikopter, 135 tank, 5 Hava savunma sistemi, 86 top/obüs/ÇNRA, 16 tanksavar/havan, 77 zırhlı araç, 9 mühimmat deposu, 2 bin 557 rejim unsuru ve asker etkisiz hale getirilmiştir” demiştir.125 Ayrıca Türkiye’nin garantör ülke olarak mutabakatlardan doğan tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini vurgulayan Akar, “Rusya’dan da beklentimiz; garantör ülke olarak taahhütlerini yerine getirmesi, rejimin saldırılarını durdurması ve Soçi mutabakatı sınırlarına çekilmesi için rejim üzerindeki etkisini kullanmasıdır. Diğer taraftan Rusya’yla karşı karşıya gelmek gibi bir düşüncemizin olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bizim tek isteğimiz rejimin katliama son vermesi ve böylelikle radikalleşmenin ve göçün önlenmesidir” diye konuşmuştur.126

Gün içerisinde Suriye’deki gelişmeleri ele almak üzere ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Kelly Craft ve Trump’ın Suriye özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara’ya gelmiştir. Jeffrey ile görüşmelerin ana konusunu Suriye’deki “uçuşa yasak bölge” oluşturulması taslak planı ve Patriot Hava Savunma Sistemi temin edilmesi müzakereleri oluşturmuştur.127

3 Mart 2020 tarihi itibarıyla Bahar Kalkanı Harekâtı, İdlib’in güneyi ile Halep’in batısında başarıyla sürmüştür. TSK İdlib’de rejime ait bir uçağı daha düşürmüştür. Edinilen bilgilere göre L-39 uçağı üssünden kalkış yaptıktan sonra Türkiye sınırına doğru yönelmiştir. TSK’ya ait AWACS uçağı bölgede devriye görevinde olan F-16 savaş uçaklarına

125 Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2020, s.13. 126 Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2020, s.13. 127 Ecem Toplar, “ABD Heyeti İdlib İçin Türkiye’de”, Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2020, s.15.

52 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

tehdit uçak bilgisi vermiştir. Ardından F-16’lar Suriye hava sahasına girmeden uzun menzilli havadan havaya füze ile uçağı vurmuştur.128 Pilotlar paraşütle uçağı terk etmiştir. Ancak bir uçağın pilotunun cesedi, Cebel Zaviye Bölgesinde bulunmuştur. MSB yaptığı açıklamada “Son 24 saatte 1 uçak, 1 İHA, 6 tank, 5 obüs/ÇNRA, 2 hava savunma sistemi, 3 zırhlı muharebe aracı, 5 silahlı pikap, 6 askerî araç ve 1 mühimmat deposu imha edilmiştir. 327 rejim askerî de etkisiz hale getirildi” bilgisi paylaşılmıştır.129

Aynı gün Suriye Rejim Ordusu, Rusya’nın desteğiyle stratejik önemdeki Serakib’te kontrol sağlamıştır. Rus askeri polisinin de Serakib’te konuşlandığı öğrenilmiştir. Rus askerîpolisi, muhaliflerin ve TSK’nın operasyonlarını engellemek için bölgede kalkan görevi olmaya çalışmıştır. Serakib’in alınmasıyla M5 otoyolunda rejimin kontrol sağladığı ileri sürülmüştür.130

4 Mart 2020 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Basın Hakla İlişkiler Müşavirliği Plan, Koordinasyon ve Analiz Şube Müdürlüğünce, İdlib’te devam eden Bahar Kalkanı Harekâtı’na ilişkin bilgilendirme yapılmıştır. Harekât alanında Esad rejiminin açtığı ateş sonucu iki Türk askerinin şehit olduğu, altı Türk askerinin yaralandığı belirtilmiştir. Ayrıca, bölgede tespit edilen hedeflerin derhal ateş altına alındığı ve hedeflerin vurulmaya devam edildiği kaydedilmiştir. İlave olarak, harekâtın başlangıcından bu yana 3 uçak, 8 helikopter, 3 İHA,

128 Bir gün, 4 Mart 2020, s.11. 129 Karar, 4 Mart 2020, s.8; Posta, 4 Mart 2020, s.10; Milliyet Gazetesi, 4 Mart 2020, s.13. 130 Namık Durukan ve Seyfettin Ersöz, “Rejim Uçağı Düşürüldü”, Milliyet Gazetesi, 4 Mart 2020, s.13.

53

151 tank, 47 top/obüs, 52 ÇNRA, 8 hava savunma füze sistemi, 12 tank savar silahı, 4 hayvan, 24 zırhlı araç, 27 zırhlı muharebe aracı, 34 silahlı pikap, 60 askeri araç ve 10 mühimmat deposunun imha edildiği ifade edilmiştir. Bunun yanında 3 bin 138 rejim unsuru etkisiz hale getirilmiştir denilmiştir.131

Aynı gün Serakib ve çevresinde saldırılarını artıran rejim ordusu, İdlib’in güneybatısındaki Neyrab’a birçok cepheden saldırı başlatmıştır. Saldırıya karşı koyan muhalifler, TSK’nın topçu ve hava desteği ile rejim ordusunu püskürtmüştür. Rejim ordusunun Serakib’teki ileri hatlarında bulunan öncü kuvvetleri de SİHA’larla etkili bir şekilde vurulmuştur. Yoğun topçu ve tankçı atışları ile rejim unsurları büyük kayıp vermiştir. TSK’ya ait SİHA’lar önceki gece, Serakib civarında Suriye ordusuna ait bir adet Pantsir S-1 (SA-22) ve Rus yapımı BUK-M2 (SA-17) orta menzilli hava savunma füze sistemini imha etmiştir. Bu sırada Rejime bağlı Kaplan Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Sühely Hasan’ın SİHA atışı sonucu ağır yaralandığı ileri sürülmüştür.132

Bölgede çatışmaların Serakib’in dış kesimlerine yayılması üzerine önceki gün kasabaya konuşlanan Rus askeri polisi saldırılara maruz kalmamak için Serakib’ten çekilmiştir. Muhalif güçlerin birçok cephede saldırıya geçmesi üzerine Rus ve rejim savaş uçakları bölgede birçok noktayı yoğun bombardımana tutmuştur. Rus savaş uçakları, 81 hava saldırısı düzenlerken, rejim uçakları ise bölgede en az 27 hava

131 Namık Durukan-Seyfettin Ersöz, “Kaplan Komutanı Vuruldu İddiası”, Milliyet Gazetesi, 5 Mart 2020, s.13. 132 Durukan ve Ersöz, a.g.m., s.13.

54 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

saldırısı geçekleştirmiştir. Bölgedeki kaynaklar, TSK’ye ait F-16’ların dün bir rejim uçağına, atış yaptığını ancak rejim uçağının isabet almadığını bildirmiştir. Öte yandan Rusya Savunma Bakanlığı sözcüsü, İgor Konaşevkov yaptığı açıklamada, İdlib’teki muhalif mevzilerinin Türk Gözlem noktalarıyla birleştiğini iddia etmiştir.133

Bu sırada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in görüşmesi öncesi Ankara’da yoğun diplomasi trafiği yaşanmıştır. Ankara’da Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel, ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kelly Craft, ABD’nin Suriye, özel Temsilcisi James Jeffrey, ABD Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell kriz yönetiminden sorumlu AB Komiseri, Janez Lenarci, göç krizi ve İdlib’teki gelişmeler üzerine bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir. Yapılan görüşmelerde Suriye’deki soruna bir çözüm bulunmaya çalışılmıştır.134

5 Mart 2020 tarihinde Suriyeli muhalifler ile rejim güçleri arasındaki çatışmalar hız kesmeden devam etmiştir. Rejim güçlerine; İran bağlantılı Hizbullah, Kudüs Gücü Birlikleri, Nuceba Hareketi, Hayderriyun ve Zeynebbiyun Hareketi destek vermiştir. Serakib’in kuzeyindeki Afes’i almak için harekete geçen rejim unsurları, muhaliflerin direnişi ile karşılaşmıştır. Rus savaş uçakları Türkiye saati ile 03.30’da İdlib’in Marretmısrin beldesini savaş uçaklarıyla bombalamıştır. Bombardıman sonucunda 16 sivil hayatını kaybetmiş,

133 Durukan ve Ersöz, a.g.m., s.13. 134 Ecem Toplar, “Moskova Öncesi Yoğun Diplomasi”, Milliyet Gazetesi, 5 Mart 2020, s.13.

55

18 sivil yaralanmıştır. Rejim güçlerinin Halep’in batısındaki Daretİzzah kasabasına yönelik topçu ateşi sonucunda siviller yaralanmıştır.135

Aynı gün MSB yaptığı açıklamada, karadan ve havadan başarıyla sürdürülen Bahar Kalkanı Hareakı’nda “Son 24 saat içerisinde 4 tank, 5top/ÇNRA, 3 tanksavar silahı, 8 askeri araç, 2 doçka yüklü pikap, 2 zırhlı muharebe aracı imha edildi. 184 rejim askeri de etkisiz hale getirlmiştir.” demiştir. Bu sırada MSB, TSK’nın Halep’in batısında bulunan Atarip Kafmashe kasabasında yeni bir askerî nokta kurduğunu belirtmiştir.136 Ayrıca Türk Milli Savunma Bakanlığı, İdlib’de sürdürülen Bahar Kalkanı Harekatı’nda rejimin açtığı ateşte 2 Türk askerinin şehit olduğunu, 3 Türk askerinin de yaralandığını duyurmuştur.137

Bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya lideri Putin’le, Moskova’da yaptığı görüşmeden İdlib için ateşkes kararı çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, insani durumun kötüleşmesini önlemek için bölgedeki tüm askerî faaliyetlerin 6 Mart 2020 Saat 00.01’de durdurulması kararı aldıklarını açıklamıştır.Rusya lideri Putin’le ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan, “Türkiye’nin rejimin her türlü saldırısına cevap verme hakkının saklı olduğunu.” söylemiştir. Ayrıca Erdoğan, “Rusya’yla aramızdaki işbirliği ruhu, Suriye’deki krizin

135 Namık Durukan-Seyfettin Ersöz, “İdlib’de Ateşkes 00.01’de başladı”, Milliyet Gazetesi, 6 Mart 2020, s.15. 136 Durukan ve Ersöz, a.g.m., s.15. 137 “İdlib’de 2 Asker Şehit”, Milliyet Gazetesi, 6 Mart 2020, s.15.

56 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

çözülmesine yönelik çabalara, emsalsiz bir katkı sağlamıştır.” demiştir.138

Suriye’deki duruma ilişkin Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Rus mevkidaşı Lavrov, ateşkese yönelik 3 maddelik protokolü birlikte açıklamıştır. Bu protokolde;

“a. İdlip, gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetlere 6 Mart 2020 saat 00.01’den itibaren durdurulduğu ve ateşkesin başlayacağı, b. M4 karayolunun kuzeyinde 6 kilometre ve güneyinde 6 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge tesis edileceği, ayrıntılı usullerin 7 gün içinde kararlaştırılacağının planlandığı, c. Türk ve Rus Devriyelerinin 15 Mart 2020’de M4 karayolunun Trumba’dan (Serakib’in 2 kilometre batısı), Ayn El Havra’ya kadar olan kesimi boyunca başlatılmasının kararlaştırıldığı” ortaya konulmuştur.139

SONUÇ

Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtı ile başlayan, Zeytin Dalı Harekâtı ile devam eden ve akabinde Barış Pınarı Harekâtı ile şekillenen bölgedeki askeri caydırıcılığını Bahar Kalkanı Harekâtı ile perçinlemiştir. Türkiye’nin Bahar Kalkanı Harekâtı’nı yapmasında; bölgede bulunan Türk kuvvetlerinin güvenliğini sağlama düşüncesi, bölgeden

138 Milliyet Gazetesi, 7 Mart 2020, s.1. 139 “M4 Karayolunda Güvenlik Koridoru”, Milliyet Gazetesi, 6 Mart 2020, s.12; Güneri Civaoğlu, “Moskova’da Kazan-Kazan”, Milliyet Gazetesi, 7 Mart 2020, s.15.

57

Türkiye’ye yapılan göçü durdurma isteği ve sınırlarındaki terör unsurlarını temizleme hedefi etkili olmuştur.

Bahar Kalkanı Harekâtı, Suriye rejim güçlerinin 27 Şubat 2020’de 36 Türk askerinin şehit edilmesinin ardından başlatılmıştır. Türkiye başlatmış olduğu harekât ile bölgedeki insani drama bir çözüm bulma ve sınırlarına dayanan mülteci sorununu yerinde çözüme kavuşturmayı amaçlamıştır.

Türkiye, Bahar Kalkanı Harekâtı da dâhil olmak üzere gerçekleştirdiği tüm sınır ötesi operasyonlarda hiçbir ülkenin toprağından pay alma düşüncesinde olmamıştır. Suriye’de barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik başlatılan Bahar Kalkanı Harekâtı sonrasında, Moskova Mutabakatı imzalanmıştır. 5 Mart 2020 tarihinde Moskova’da gerçekleştirilen zirvede, İdlip’te ateşkesin sağlanması, M4 Karayolu’nda güvenli koridor oluşturulması ve M4 Karayolu’nun Trumba’dan (Serakib’in 2 kilometre batısı) Ayn El Havra’ya kadar olan kesimi boyunca Rusya ve Türkiye tarafından ortak devriye yapılması kararlaştırılmıştır.

58 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

Kitap ve Makaleler

Arı Tayyar, “Türk Dış Politikasının Kavramsal ve Kuramsal Temellerini Yeniden Tartışmak”, XI. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi, Bursa, 14-15 Ekim 2019.

Babacan Mehmet, “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği”, XI. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi, Bursa, 14- 15 Ekim 2019.

Gök Naim, “Suriye Krizi’nin Türkiye’ye Yansımaları (2011-2017)”, Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019; Sayı: 8.

Deniz Taşkın, “Arap Baharı ve Türkiye: Siyasi Coğrafya Açısından Bir Değerlendirme”, Doğu Coğrafya Dergisi, Yıl 2013, Cilt: 18, Sayı: 29, s.65-78.

Deniz Taşkın, “Suriye’nin Durumu, ABD-Rusya ve Türkiye’nin Tutumu”, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı: 27, Ocak-2013, İstanbul, s.314-332.

Kartal Gökhan ve Öztürk Serdar, “Arap Baharı Olaylarının Orta Doğu Ekonomilerine Etkileri”, Uluslararası Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Aralık 2018, Cilt: 4, Sayı: 4.

Kurt Deniz, Pehlivan Yavuz, Korkmaz Erdal, Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kuvvetleri, Cilt-III, Hava Basımevi, Ankara, 2020.

59

Domazeti Riad ve Özcan Mesut, “Bahar Kalkanı Harekâtı: Askerî, Siyasi ve Stratejik Hedefler”, Analiz, İHH İnsanî ve Sosyal Araştırmalar Merkezî, 2020.

Kibaroğlu Mustafa, Zeytin Dalı Harekâtı’nın Siyasi, Diplomatik ve Askeri Açıdan Bir Değerlendirmesi, MEF Üniversitesi, 2018.

Orhan Oytun ve Haşıl Hamza; “Moskova Mutabakatı Sonrası Türkiye’nin Tehdit Değerlendirmesi: Suriye Rejimi, YPG/PKK ve Radikaller”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezî, Bakış, 2020.

Polat Doğan Şafak, “Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyindeki Askerî Harekâtının Amaçları ve Sonuçları”, GüvenlikStratejileriDergisi, 2020, Cilt: 16, Sayı: 33, s.53-96.

Ünal Mustafa Cem, “Arap Baharı’ Sonrası Avrupa Komşuluk Politikasının Geleceği”, AnkaraAvrupaÇalışmalarıDergisi, Cilt:16, No:2 (Yıl: 2017), s.147-170.

Yeltin Mehmet, “Türkiye’nin Suriye Krizine Karşı Güvenlik Arayışlarına Bir Örnek: Fırat Kalkanı Harekâtı”, EconderUluslararasıAkademikDergi, Cilt: 2, Sayı: 2, s.200-214.

Gazeteler

Akşam Anayurt Aydınlık Birgün Cumhuriyet

60 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Günboyu Hürriyet İstiklal Karar Korkusuz Milat Millî Gazete Milliyet Ortadoğu Posta Sözcü Türkiye Yeni Akit Yeni Asya Yeni Birlik Yeni Çağ Yeni Mesaj Diriliş Postası

İnternet Kaynakları https://www.ntv.com.tr/dunya/bm-idlibde-gerginligin-azaltilmasini- istedi,iks9MInk2E2YKmuyu9deCA.http://www.diken.com.tr/bm- idlibde-turkiye-suriye-catismasindan-endiseliyiz/. https://www.dw.com/tr/bmden-idlib-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4 %B1/a-52247513.

61

http://www.diken.com.tr/lavrov-turkiye-yukumluluklerini-yerine- getirmedi-suriye-ordusu-ile-catismalar-var-izliyoruz/. https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-ile-rusya- devlet-baskani-putin-telefonda-gorustu/172 4409. http://www.diken.com.tr/idlib-saldirisinin-ardindan-ilk-erdogan- putin-gorusmesi-baris-cabalarina-darbe-vurdu/. http://www.diken.com.tr/cavusoglu-idlibde-rusyaya-onemli-gorevler- dusuyor/. http://www.diken.com.tr/suriye-ordusu-stratejik-sarakib-kasabasina- girdi-turk-topcusu-suriye-guclerine-ates-acti/ http://www.diken.com.tr/kalin-idlib-catismasizlik-bolgesi-sinirlarinin- degismesini-kabul-etmeyecegiz/.

62 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İKİNCİ BÖLÜM

HATAY’IN KURTULUŞ YILDÖNÜMÜ KUTLAMALARI

Yelda TUTAR SERTER*

63

64 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa’nın İskenderun Sancağına yönelik ilgisinin hukuksal çerçevesi oluşturulmuş, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan bu anlaşma ile Anadolu’nun güneyinden itibaren Suriye ve Lübnan bölgelerini içine alan coğrafya1, Mondros Ateşkes Antlaşması ile Fransa’nın işgal alanı haline getirilmiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Anlaşması’nın 2. maddesine dayanılarak İskenderun ve çevresi 3 Kasım 1918 tarihinde işgal edilmiştir. İngiliz işgal kuvvetleri Suriye ile birlikte 1 Kasım 1919 tarihinden itibaren, Fransızlara İskenderun Sancağı ve Çukurova Bölgesi’ndeki işgal ettikleri yerleri devretmişlerdir.

Fransızlar, 27 Kasım 1918’de merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiseri General Gouraud tarafından yayınlanan bir kararname ile İskenderun Sancağını kurmuştur. Bu kararname ile yönetim şekli ve kuralları Beyrut’taki Yüksek Komiserlik tarafından belirlenecek olan Sancak, idari merkezi İskenderun olmak üzere Antakya, Harim (Reyhaniye) ve Belen kazalarını da içine alan bölgede kurulmuştur. Böylece Fransızlar tarafından tamamen işgal edilmiş olan bölge, Milletler Cemiyeti yasasının 22. Maddesi ile öngörülen ve 28

*Dr. Öğretim Görevlisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, [email protected] 1 Antlaşmaya göre, Sivas, Harput, Diyarbakır, Adana (Kilikya), Akka’nın kuzeyi Lübnan dahil Suriye kıyıları Fransa’ya ait olacak, Anadolu’nun maden ve pamuk bölgesi, Suriye’nin tahıl kaynakları Fransızların hizmetinde bulunacaktı. Bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908- 1918), C. IX, TTK Yayınları, Ankara 1999, s. 544.

65

Haziran 1919 da kurulan Mandat sistemine dayanılarak 25 Nisan 1920 tarihinde Müttefik Devletler Yüksek Konseyi San Remo Konferansında Suriye ve onun bir parçası sayılan Lübnan’a “A” türü mandat yönetimi olarak Fransa’ya bırakılmıştır.2 Bölge, Büyük Lübnan, Alevi Bölgesi, Şam ve Halep olmak üzere dört idari bölgeye ayrılmış ve özerk statüdeki İskenderun Sancağı da bu statüsünü koruyarak Halep Hükümeti’ne bağlanmıştır. Bu karar doğrultusunda Sancağın, yetkisini Halep Valiliği’nden alan bir mutasarrıf tarafından yönetilmesi karara bağlanmıştır.3

28 Ocak 1920 tarihinde Mebusan Meclisi’nce kabul edilen Misak-ı Milli’ye göre, Fransız işgalinde olan İskenderun ve Antakya Bölgesi’nin Türk sınırları içerisinde olmasının gerekliliğinden bahsedilmiş, Irak’ın kuzeyindeki Musul-Süleymaniye-Erbil ve Kerkük Bölgeleri Türkleri ile Suriye’nin kuzeyindeki Rakka-Halep-Antalya ve İskenderun kesimlerindeki Türklerin Anayurttan ayrılamayacağı belirtilmiştir.4

Millî Mücadele sürecinde Türk milli kuvvetlerinin gerçekleştirdiği direniş karşısında bölgede tutunamayacağını anlayan Fransa, bölgeden Ankara Antlaşması ile çekilmiştir.

2 Hamit Pehlivanlı, Yusuf Sarınay, Hüsamettin Yıldırım, Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2001, s. 33-34. 3 Adil Dağıstan, Adnan Sofuoğlu, İşgalden Katılıma Hatay, Phoneix Yayınevi, Ankara 2008, s. 15. 4 İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları 1920-1945, C I, B. III, TTK Yayınları, Ankara 2000, s. 15.

66 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

20 Ekim 1921 tarihinde Fransa’yla imzalanan Ankara Antlaşması’nın 7. Maddesi5 ile Türk nüfusunun yoğun olarak bulunduğu İskenderun Sancağı, Suriye sınırları içerisinde özel bir idareye bırakılmıştır. Adı geçen antlaşma ile Sancak halkına kendi kültürlerini koruma imkânı verilmiştir.6 Ayrıca 9. maddeye göre; Suriye topraklarında kalan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Caber Kalesi Türk toprağı sayılmıştır

Lozan Barış Antlaşması’na göre, Sancak bölgesi ile ilgili olarak hüküm değiştirilmemiş ve 1921 Ankara Anlaşması kararının devamına karar verilmiştir. 30 Mayıs 1926’da Türkiye- Fransa arasında “Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Sancak için öngörülen özel yönetim bir kere daha teyit edilmiştir. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasıyla getirilen Sancak’ta özel rejim çözümünün Lozan’da olduğu şekliyle kabul edilmesi Fransız işgaline ilk günden itibaren direnen bölgedeki Türkler arasında ciddi bir memnuniyetsizlik yaratmıştır.

2 Kasım 1921’de bölgenin ileri gelenlerinden Tayfur Sökmen ve Faruk Cengiz ile görüşen Mustafa Kemal (Atatürk), bölgenin neden sınırların dışında kaldığını şu sözlerle açıklamıştır;7 “Memleketimizin içinde didiştiği davaları biliyorsunuz, dünya bizimle muhasama halinde. Böyle bir zamanda Avrupa’nın büyük devletlerinden biri olan Fransızlarla bir antlaşma yaptık. İşgal ettikleri Adana, Mersin,

5 Buna göre antlaşmanın 7. maddesinin son fıkrasında ‘Sancakta resmi dilin Türkçe olduğu’ açıkça belirtilmiştir. 6 Soysal, a.g.e, s. 51. 7 Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992, s. 63.

67

Osmaniye, Kilis, Antep’i tahliye edecek ve bize harp malzemesi verecekler. En mühimi Mersin Limanı’nı bize iade edecekler. Bu arada İskenderun Sancağı ve havalisinin de tahliyesi üzerinde büyük gayret sarf ettiysek de şimdilik bir şey yapamadık. Ancak orası için hususi bir idare tatbik edeceklerini taahhüt altına alabildik. İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız. Şimdi memleketinize giderek çalışınız.”

Mustafa Kemal, 15 Mart 1923’te Adana’da yaptığı konuşmada ise; “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz” diyerek Hatay konusundan asla taviz verilmeyeceğini ve bu uğurda sonuna kadar mücadele verileceğini ortaya koymuştur. Atatürk’ün Adana’ya gelişini Tayfur Sökmen şöyle aktarmaktadır; “Arkadaşlarla toplanarak, törene katılacaklar için hazırlık yaptık. 15 Mart 1923 günü karşılama töreninde, biz, İskenderun ve havalisi halkına da bir yer verildi. 200 kişi kadar vardık. Siyah bayraklarla karşıladık. Gazi Mustafa Kemal Paşa hizamıza gelince, ilk toplantı yaptığımız manifaturacı Antakya'lı Affan Efendi'nin siyahlar giymiş kızı, bir ucundan tuttuğu ''Gazi Baba bizi de kurtar'' ibaresi yazılı pankartla yolunu kesince, eşsiz Ata bizlere dönerek yüksek ve vakur bir sesle ''Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz'' diye tarihi sözünü söyledi. Bu tablo, törende bulunan 7'den 70'e herkesi duygulandırdı ve ağlattı. Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya gelişinde bir oğlum olmuş, adını Kemal Bahir koymuştum. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya ilk gelişi ve o tarihî meşhur sözü üzerine çalışmalarımızı daha çok hızlandırdık.”

Hatay bu dönemde karışıklığın hüküm sürdüğü, kanun kaçakların sığınma alanı haline dönüşmüştür. İskenderun Sancağı ve havalisinde

68 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Fransız idaresinden memnun olmayanların bir kısmı Mersin ve Adana gibi yerlere göç etmeye başlamışlardır. İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu göçmenlere hizmet vermek amacıyla Sami Azmi Ezer tarafından kurulmuştur. Tayfur Sökmen, Nuri Aydın, İdris Antaki ve Rasim Yurtman da derneğe destek vermişlerdir.8

Hatay’ın durumu 1936 yılından itibaren ciddi bir biçimde değişmeye başlamıştır. 1936 yılı ile birlikte Arap milliyetçilerinin, Fransa yönetimine karşı ülke içinde gösteriler düzenlemesiyle zaman zaman çatışmalar yaşanmıştır. Arap milliyetçileri ile Fransa Hükümeti arasında Paris’te Suriye’nin statüsü hakkında başlayan görüşmeler, 9 Eylül tarihinde imzalanan Dostluk ve İttifak Antlaşması ile sonuçlanmış ve antlaşmanın 3. Maddesinin Hatay’ın Suriye’ye devredileceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır.9

Bu gelişmeler sonucunda Türkiye Hatay’ın durumunun belirsiz kalacağından endişe etmiş ve konuyu Milletler Cemiyeti’ne taşımıştır. Milletler Cemiyeti’nin 26 Eylül 1936 tarihli oturumunda Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Hatay konusunda Türk ve Fransız Hükümetleri arasında görüşmeler yapılmasını teklif etmiş, Fransa, bu görüşmelere Suriye’nin de katılmasını önermiştir. Türkiye, Fransa’nın konuya olan yaklaşımından duyduğu rahatsızlık sonrası 9 Ekim 1936’da Fransız Hükümeti’ne bir nota vermiştir. Bu nota da Suriye’ye tanınan bağımsızlık hakkının İskenderun Sancağına ’da tanınması

8 Sökmen, a.g.e., s. 30 9 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara 1993, s. 127.

69

istenmiştir. Fransa, konunun çözümünde Milletler Cemiyeti’nin rol almasını teklif etmiş; Türkiye’de bunu kabul etmiştir.10

14 Aralık’ta Konseyde başlayan görüşmeler sonucunda Sancak’ta ki uyuşmazlıkların çözümü için rapor hazırlanması uygun görülmüş ve İsveç temsilcisi Sandlar bu konu ile ilgili görevlendirilmiştir. Bu arada Hatay bayrağının şekli Atatürk tarafından belirlenerek Hataylılara armağan edilmiş ve bayrak 27 Aralık 1936’da cemiyetin İstanbul merkezine çekilmiştir.11

27 Aralık 1937’de Türk ve Fransız Hükümetlerinin ortak görüşü ve İngiltere’nin arabuluculuğu ile Sancak için tanınan yeni statüde, Sancağın içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Suriye’ye bağlı olmasına karar verilmiştir. Bu yeni durumda, sancağa Milletler Cemiyeti’nin garantörlüğünde muhtariyet verilmiş ve güvenliği Türk-Fransız ortak askeri komisyonu tarafından korunması kabul edilmiştir.

Mayıs 1937 tarihine kadar Hatay meselesi sadece Türkiye ve Fransa arasında değil aynı zamanda hem İngiltere’nin hem de Milletler Cemiyeti’nin ilgi alanında bulunmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden, Cenevre’ye gelen Fransız temsilcilerini daha ılımlı bir tutum izlemeleri için ikna etmiş ve buna bağlı olarak Türk görüşüne yakın bir anlaşma temelinde hazırlanan rapor, Milletler Cemiyeti’ne sunulmuştur. Mustafa Kemal’in bu konu hakkında İsmet İnönü’ye çektiği telgraf şu şekildedir: “Türkiye Cumhuriyeti haklı olduğuna kani bulunduğu davasını, büyük ve âdil hakem heyeti olmasını daima arzu

10 Gönlübol, Sar, a.g.e., s. 128. 11 Soysal, a.g.e, s. 534.

70 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ettiği ve bu sıfat ve salâhiyetinin daha çok çetin meseleler hallinde en yüksek kudret ve kuvveti haiz olmasını temenni eylediği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık namına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle medeniyet namına da yüksek bir vazife ifa etmiş olmakla sadece takdir ve tebrike şayandır”.12

İçişleri Bakanlığı ise Türkiye ve Hatay’da mitinglerin yapılması için tüm vilayet ve müfettişliklere talimat göndermiştir. Bu talimatta, 31 Ocak 1937’de yurdun her tarafında Hatay için başarı mitingleri yapılmasını mitinglerin CHP, Halkevleri ve belediyeler tarafından tertip edilerek resmi bir mahiyet verilmesi istenmektedir. Mitinglere, memurlar ve öğrencilerin katılmasının sağlanması, söylenecek nutuklarda, Hatay’ın Türk olduğu, oradaki Türklerin hak ve hayatlarının istiklal içinde gelişmesinin tabii ve medeni bir hak olduğu, bu hakkın Milletler Cemiyeti tarafından verilmesinin Türkiye’yi memnun ettiği, Fransa ile dost geçinme isteği, Suriye’nin bağımsızlığı ile Arapların saadetinin devamından yana olunduğunun açıkça beyanı istenmiştir. Miting sonunda Atatürk’e, İnönü’ye, Dışişleri Bakanına, CHP’ye, Hatay Egemenlik Cemiyetine teşekkür telgrafları çekilmesi de istenilmektedir.13

Aynı günde Hatay’da da miting yapılması için Dörtyol ve Kilis Kaymakamlıkları vasıtası ile Hatay’a talimat verilmiştir. Bu talimatta, Araplar ile bir çatışma olmayacağına kanaat getirildikten ve Fransız

12 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, TTK Yayınları, Ankara 1998, s. 597-598. 13 Yusuf Sarınay,” Atatürk’ün Hatay Politikası (1936- 1938)”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000, s. 373.

71

temsilcisinin izni alındıktan sonra miting yapılması istenilmektedir. Ayrıca diğer unsurların da (Çerkez, Arap, Ermeni vb.) Türklerle birlikte mitinge katılmalarının teşvik edilmesi, Arapların Suriye’deki gösterilerine cevap verilmemesi, mitinglerin sadece Sancak dâhilinde yapılarak Fransa ve Türkiye’ye teşekkür edilmesi, Milletler Cemiyeti lehinde tezahürat yapılarak teşekkür telgrafları çekilmesi gerektiği belirtilmiştir.14

Milletler Cemiyeti’nin aldığı kararlar sonucunda sorun tamamen çözüme kavuşturulamamış, Türkiye ile Fransa arasında seçim sistemi konusunda görüş ayrılığının ortaya çıkması, anayasayı uygulama konusunda Fransa’nın engeller çıkarması ve Hatay’daki Fransız sömürge idaresinin Arapları Türk toplumunun aleyhine kışkırtması gibi sebeplerle Türkiye ile Fransa arasındaki gerginlik yeniden tırmanmıştır. Atatürk’ün, 20-24 Mayıs 1938’de Mersin ve Adana’ya gidip topçu ve piyade birliklerini denetlemesi Türkiye’nin bu doğrultudaki kararlılığını ortaya koymuştur. 1937-1938 yıllarında Hatay konusunda Türkiye ile Fransa arasında yaşanan kriz en üst seviyeye ulaşmıştır.

İlerleyen günlerde Hatay’daki Hıristiyan mahallesinde bir Türkün öldürülmesi, Türklerin infialine sebep olmuş, Hıristiyan mahallesine yönelik saldırı girişimi zorlukla bastırılmıştır. Türkiye, yaşanan olayları Fransa ve Milletler Cemiyeti nezdinde protesto etmiş, seçim çalışmaları ertelenerek Milletler Cemiyeti Komisyonu’nun Hatay’dan ayrılması söz konusu olmuştur. Bütün bunların devamı niteliğinde haziran ayı sonlarında Türkiye sınıra 30 bin kişiden oluşan bir askeri kuvvet sevk

14 Sarınay, a.g.m., s. 373.

72 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

etmiştir. Yaşanan bu olaylar sonucunda Türkiye ve Fransa arasında 4 Temmuz 1938’de Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.15

Hatay’da seçimleri gerçekleştirmek için başlayan yeni süreç sonrasında seçimler yapılmış ve 2 Eylül 1938 tarihinde bağımsız bir Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. Yeni devletin Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen ve Başbakanlığına ise Abdurrahman Melek seçilmiş- tir.16

Hatay’ın bağımsızlığına kavuşmasının ardından Hatay meclisinde yapılan görüşmelerin ağırlık merkezini Türkiye ve Türkiye’ye katılım oluşturmuştur. Hatay idarecileri ve halkı Türkiye’ye katılmak istemişler, Türkiye bu karara olumlu cevap vermiştir. Fakat Hatay 29 Mayıs 1937 antlaşması ile Türkiye ile Fransa’nın ortak garantisi altında bulunduğu için Hataylıların Anavatana katılma istekleri iki devlet arasında yeniden sorun olmuştur. Öte yandan Avrupa’da büyük bir savaşa sebep olacak gelişmelerin meydana gelmesi Fransa’yı Türkiye’ye daha da yaklaştırmıştır. Fransa, Türkiye’nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek durumunda kalmıştır. 23 Haziran 1939’da iki devlet arasında yapılan bir antlaşma ile Fransa Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmiştir. 23 Temmuz 1939 sabahı Türk ve Fransız birliklerinin katıldığı bir törenle Fransız bayrağının indirilip yerine

15 Ergünöz Akçora, “Hatay'ın Anavatan'a İlhakının Türk Dış Politikasındaki Yeri,” Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000, s. 346. 16 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I, İstanbul 1997, s. 97.

73

İstiklal Marşı eşliğinde Türk bayrağının çekilmesinin ardından son Fransız askerlerinin de çekilmesiyle Anavatan’a bağlanmıştır.

HATAY’IN ANAVATANA KATILMASININ KUTLAMALARI

Antakya’da, Hatay’ın anavatana katılışının birinci yıl dönümü için hazırlıklar bir komisyon teşkil edilmesi ve komisyonun çalışmalarını kolaylaştırmak ve kutlama programının düzenlemesi ile başlamıştır.17 29 Kasım 1937 tarihi yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesinin başlangıç tarihi olduğundan bu tarihte halkevlerinde bir tören yapılması uygun görülmüştür. Törene Türk vatandaşlarının da davet edilmesi istenmiştir. Törende, Hatay’ın tarih ve coğrafyasına değinilmesi, yeni rejiminden ve bu yeni rejimin Hatay’a vadettiği gelecekten bahsedilmesi ve iyi komşuluk güdülmekte olan Araplara karşı saldırgan bir dil kullanılmamasına dikkat edilmesi uygun görülmüştür.18

23 Temmuz 1939 tarihinde Hatay Kurtuluş bayramına katılmak üzere Gaziantep, Maraş, Seyhan, İçel ve Urfa Parti ve meclis azalarından 10 kişinin seçilmesine karar verilmiş, bu heyetin masraflarının CHP tarafından karşılanması uygun görülmüştür. CHP Genel İdare Heyetinden iki kişi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden üç kişilik bir heyetin de Antakya’ya giderek törene katılması istenmiştir. Bu heyetlerden oluşturacak 15 kişilik tek bir heyetin Adana’da buluşarak Antakya’ya hareket etmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, bütün vilayet parti başkanlarının Hatay parti başkanlığına tebrik telgrafları çekmesi ve

17 BCA, 30.10- 225-515-21. 18 BCA, 490-01-3-15-44.

74 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Halkevi, Parti ve Belediye binalarının 22-23 Temmuz gecesi elektriklerle aydınlatılması da alınan kararlar arasındadır.19

23 Temmuz 1939 tarihinde başlayacak olan Hatay’ın ilk Kurtuluş Bayramı programı önceden hazırlanarak ilgili yerlere bildirilmiştir. Programa göre; 22 Temmuz 1939 akşamı İskenderun Limanı’nda bayrama katılacak heyeti karşılama töreni yapılacaktır. Vali, askeri kumandan, mebuslar, İskenderun Belediye Başkanı, İl Parti Başkanı ve İskenderun’da bayramda görevlendirilmiş memurlar saat 17.00’de istasyonda hazır bulunacaklardır. Bir jandarma birliği tarafından resmi selam verilecek, öğrenciler, izciler ve halk gelen heyeti selamlamak için hazır bulunacaklardır. Heyet Soğukoluğa geçecek ve geceyi burada geçirecektir. Hatay Valisi, heyet şerefine bir ziyafet verecek, 23 Temmuz’da Beylana geçecek heyet şehitler abidesine çelenk koyacaktır. Heyet buradan Topboğazında, Bedirgede kaymakam, Belediye Başkanları ve halk tarafından karşılandıktan sonra törenin yapılacağı Antakya’ya lise meydanına geçecektir. Antakya’daki törenden sonra ise Turizm otelinde yenilecek öğle yemeğinin ardından Harbiye’ye geçecekler ve burada konaklayacaklardır. Antakya’da Fener alayı yapılacaktır. 26 Temmuza kadar heyet Reyhaniye ve Kırıkhanı ziyaret edecek, aynı gün İskenderun’dan büyük bir tezahüratla uğurlanacaktır.20

19 BCA, 490-1-4-21-8. 20 “Hatay’ın Bayramı”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 1939, s. 8.

75

Hatay’ın ilk kurtuluş bayramı büyük bir merasimle kutlanmış birçok milletvekili, asker de törende hazır bulunmuştur.21 Kurtuluş bayramı olan 23 Temmuz’da Büyük Millet Meclisi ikinci reisi Şemseddin Günaltay’ın başkanlık ettiği bir heyet 17.15’de İskenderun’a büyük sevgi gösterileri eşliğinde gelmiştir. Günaltay, asker ve jandarma kıtaatını teftiş etmiştir. Hatay ve civar illerden gelen geniş bir halk kitlesi Millet Meclisi heyetini “Yaşasın Milli Şef, Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Millet Meclisi” şeklinde selamlayarak minnet duygularını göstermişlerdir.22

Hatay’ın anavatana katılışı münasebetiyle yapılan Kurtuluş Bayramı için CHP Genel Sekreterliği tarafından yurttaki tüm halkevlerine talimatname gönderilerek kutlamaların ne şekilde yapıldığının raporunun verilmesi istenmiştir. Bu doğrultuda ülkenin birçok ilinde faaliyette bulunan halkevleri tarafından kutlamalar düzenlenmiştir. Hatay’ın Kurtuluş Bayramı münasebetiyle kutlamalar yapan halkevleri arasında İzmir, Balıkesir, Manisa, Mersin, Muğla, Ordu, Yozgat, Samsun, Denizli, Antalya, Kayseri, İstanbul, Kayseri, Malatya, Bingöl, Afyonkarahisar, Şırnak, Bolu, Aydın, Artvin, Rize, Ermenek, Çankırı, Marmaris Bulancak, Ayvalık, Bafra, Demirci, Düzce, Tokat, Konya, Yozgat, Kahramanmaraş, Adana, Tefenni, Mustafa Kemal Paşa, Trabzon, Eskişehir, Ankara, Tarsus, Turgutlu, Tunceli bulunmaktadır.23

21 Antalya milletvekili, Tayfur Sökmen, Albay Şükrü Kanatlı, Rahmi Apak, Abdülgani Türkmen, parti ve Halkevi Başkanları törene katılan isimler arasındaydı. Kutlamaya, Halkevi gençleri tarafından çalınan İstiklal Marşı ile başlanmış, daha sonra konser verilmiştir. “Hatay’da Tezahürat”, Cumhuriyet, 28 Haziran 1939, s. 1-5. 22 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1939, s. 8. 23 BCA, 490- 01-21-106-1.

76 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Halkevlerinin yaptığı kutlamalara bakıldığında genel bir çerçevenin dışına çıkılmadığı, İstiklal Marşıyla başlayana törenlerin söylevlerle, şiirlerle devam ettiği görülmektedir. Tören öncesinde halkevleri aldıkları talimat doğrultusunda şehirdeki resmi binalar başta olmak üzere birçok binayı Türk bayraklarıyla ve çiçeklerle donatmışlardır. Kutlamalar eğlencelerle devam etmiş, Halkevlerinin binaları ve bahçeleri elektrikle veya fenerlerle aydınlatılmıştır.

İzmir Halkevinde tören saat 17.30’da Halkevi bandosunun İstiklal Marşını çalması ile başlamış ve hoparlörlerle tüm şehre duyurulmuştur. Bütün şehir resmi ve özel binalar bayraklarla donatılmış, akşam da Halkevi bahçesinde eğlenceler düzenlenmiştir. Ortaoyunları oynatılmış, halkevi bandosu tarafından milli şarkılar söylenmiştir. İzmir Halkevi gelen misafirlere limonata ve bisküvi ikram etmiştir.

Eskişehir Halkevi’nde, Eskişehir Ticaret Odası Başkâtibi Lütfi Oğuzcan uzunca bir söylev vermiştir. Oğuzcan söylevinde; Atatürk’ün Anadolu’ya geçmesinden ve Misak-ı Milli’den bahsederek Hatay’ın anavatana duyduğu hasreti anılarıyla açıklamaya çalışmıştır. Hatay Kurtuluş Marşı ile söylev sona ermiştir. Bergama Halkevinde tören İstiklal Marşı ile saat 9’da başlamıştır. Halkın yoğun katılım gösterdiği törende Halkevi Başkanı Haluk Ökeren, Öğretmen F. Okan Celal Avdan tarafından söylev verilmiş, her yer bayraklarla donatılmıştır. Muradiye Halkevi Başkanlığında da Kurtuluş Bayramı üzerine yapılan toplantı sonucunda bir program hazırlanmıştır. Parti Başkanı ve Yüzbaşı Nafi Taşçıoğlu tarafından Hatay’ın kurtuluşuna dair söylev verilmiştir. Gündüz söylevlerle ve şiirlerle kutlanan bayram akşam

77

gençlerin yaptığı milli oyunlar ve eğlencelerle devam etmiştir.24 Bafra Halkevi Başkanı Hatay’ın anavatana katılmasından duyduğu mutluluğu şu sözlerle ifade etmiştir;25

“Ebedi Şef Atatürk’ün açtığı nurlu yoldan yürüyen Milli Şef ve onun yüksek önderlikleri ile çalışan Refik Saydam hükümetinin uyanık idaresi sayesinde yirmi yıldan beri hasretini çektiğimiz sevgili Hatay’ımız 23 Temmuz 1939 Pazar günü Cumhuriyet Hükümeti idaresine kavuşuyor. Kırk asırlık Türk yurdunun ana vatandan ayrı kalmasından mütevellit acılarımız artık diniyor. Bu milli zaferimizden ötürü ne kadar sevinsek ne kadar gurur duysak azdır. 23 Temmuzda bütün Türk yurdu tek bir kalp halinde Hatay'ın Kurtuluş Bayramını yapacaktır. Bafra halkı da bu bayramı daha şimdiden görülürken sonsuz sevinç ve heyecan içinde, aynı tarihte cumhuriyet alanında kutlayacaktır.”

Mersin’de kutlamalar Belediye binası bahçesinde başlamış ve çeşitli konuşmalar yapılmıştır. Ar şubesi üyelerinden Ali Tan kendi yazdığı şiiri okumuştur. Mersin Halkevi sosyal yardım üyelerinden Dr. Tahsin Soylu yaptığı konuşmada;

“Ey uzun yıllar karalara bürünen Hataylı genç kız, Ey masum Hataylı çocuk, Ey gözyaşları ile gözleri kapanan ihtiyar Hataylı anne, Ey yabancı dillere ve yabancı ellere düşerek öksüzleşen Hatay toprağı, Hatay dereleri, Hatay vadileri, Hatay güneşi. Artık silkininiz, çünkü matemlerimizin sonu gelmiştir.” diyerek Hatay’ın Anavatana hasretini

24 BCA, 490- 01-21-106-1. 25 BCA, 490- 01-21-106-1.

78 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ortaya koymuştur. Halkevi neşriyat Şubesi üyelerinden Avukat Hüseyin Antebelli’de Türkiye’nin kalbinin Hatay’la birlikte attığını şu sözlerle ifade etmiştir;

“Ondokuz yıl önce Gazi’nin Antakya’yı ziyareti esnasında karalar giyinmiş Hataylı genç kızların döktüğü gözyaşlarının izleri hala kurumadı. İskenderun’da bir Türk konsolosunun otomobilinde dalgalanan Türk sembolü hilali öpen Hataylı gençlerin acı feryatları kulağımızdan silinmedi ve hiç şüphe yok ki bu yurdun kalbi bizden ayrı geçen günlerde de bizimle beraber çarpıyordu.”

Mersin Aslanköy Halkevinde 120 kişiyle26 gerçekleşen kutlamalarda Tıp fakültesinden Cafer Yıldıran ve Halk evi idare memuru Hilmi Şahin tarafından Hatay’ın kurtuluşu üzerine konuşmalar yapılmıştır. Milli oyunların yanında halka bombom şekeri ikram edilmiş, akşam halkevi fenerlerle süslenerek, sinsin oyunu ve güreş müsabakaları düzenlenmiştir. Tokat Halkevi halka saat 13.00-15.00 arasında bir film izlettirmiştir. Söylevler sonrasında öğrenciler, sporcular, memurlar ve büyük bir kalabalık Cumhuriyet alanında İstiklal Marşı söylemişler ve Atatürk anıtına çelenkler koymuşlardır. Davullarla geç vakitlere kadar kutlamalar devam etmiştir. Nazilli’de de diğer illerin benzeri kutlamaları yanında bir futbol turnuvası düzenlenmiştir. Aydın Halkevinin kutlama programı şöyledir;27

26 Bazı şehirlerde kutlama yapılacak alan yeterli gelmediği için Belediyeden temin edilen hoparlörlerle tüm halka yayın yapılmıştır. Tarsus Halkevinin genel merkeze gönderdiği yazıda tören salonunun 650 kişiyi alabildiğinden bahsedilmiş ve birçok vatandaşın töreni dışarıdan dinlemek durumunda kaldığından söz edilmiştir. 27 BCA, 490- 01-21-106-1.

79

1- 23.07.1939 Pazar günü belediye, parti ve halkevi binaları bayraklarla donatılacak, akşamı da ışıklandırılacaktır. 2- Saat 7’de spor şubesi tarafından Çine çayına bir bisiklet gezisi yapılacaktır. 3- Saat 10’da hapishane okuma kursunda yetişenlerin diplomaları verilecektir. 4- Saat 16’da Halkevi hoparlörleri ile konser verilecektir. 5- Kızıl bulutlar (Vals), Fuartango, Fimoza Tango, Milli şarkılar…

Yozgat Halkevi’nde lise öğrencisi Ragıp Yeniay ve Yozgat Sakarya Okulu Başöğretmeni Celal Bayar tarafından konferans verilmiştir. Bu konferansta Bayar duygu yüklü bir konuşma yapmıştır;28

“ Bugün kahraman askerlerimiz Hatay’a top tüfek sesleri ile değil, zafer şarkıları ile giriyorlar ve onlara anavatan çiçeklerinden yapılmış çelenkler götürüyorlar. Kan dökmeden elde edilen bu zafer karşısında ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’, derken Atatürk’e minnet duygularını şu sözlerle ifade etmiştir:

“On beş yıl önce verdiğin söz yerini buldu şimdi senin manevi huzurunda Türk ulusunun ve bize emanet ettiğin İsmet İnönü’nün karşısında amanus silsilesinin Gâvur dağlarının Hatay namına minnetle şükranla eğildiğini görüyoruz ve bütün Hatay’ın Akdeniz sularında muazzam gölgesinin rükûa varan heybetli aksini seyrediyoruz. Kabrinde müsterih uyu. Biz senin her emrini her arzunu yerine getirmeye and içtik. Aziz ruhun şad olsun Ebedi ATA”

28 BCA, 490- 01-21-106-1.

80 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Ordu Halkevinin Ar Şubesi Milli Müzik Kolu tarafından Belediye Parkında bir konser verilmiştir. Konserden önce de Halkevi Başkanı tarafından söylev gerçekleştirilmiştir. Denizli’nin Zeyve Halkevi’nde yörenin en önemli oyunlarından olan zeybek oynanmıştır. Muğla’da hem Hatay Kurtuluş Bayramı’nın Hem de Lozan Antlaşması’nın kutlanması amacıyla programlar yapılmış ve halkın programlara katılımının öneminden bahsedilmiştir. Muğla Halkevi Başkanı Şaban Kınay ve Üçüncü okul Başöğretmeni Basri Tüzün29 tarafından Hatay’ın tarihçesini, yaşadığı acıları, Atatürk ve İsmet İnönü’nün çabalarını açıklayan konuşmalar yapılmıştır. Gece devam eden kutlamalar da çocuk dansları, milli oyunlar ve şiirler ile devam etmiştir.

İstanbul Fatih Halkevi’nde tören tiyatro salonunda kutlanmış ve 480 kişi törene katılmıştır. Halkevi Yönetim kurulundan Müçteba Selahaddin Or, öğretmen Celal Alnıgeniş tarafından konuşmalar yapılmış ve ardından “Kör” isimli bir piyes sergilenmiştir. Afyonkarahisar’ın Sandıklı ilçesi Halkevinde Kanun adamı adlı piyes gösterilmiş, ilçeye yakın köylü gençler de milli kıyafetleri ile törene katılarak milli oyunları icra etmişlerdir. Bünyan ve Balyada da günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yapılmış, ayrıca tüm Belediye, Halkevi, çarşı, meydan elektrikle süslenerek aydınlatılmıştır.30 Konya Beyşehir’de “Deliler Hekimi” adında bir oyun Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinde faaliyette bulunan halkevinde “İsimsiz Facia” isimli bir oyun temsil edilmiştir. Demirci Halkevinin önünde bulunan parkta çalgı ile

29 Basri Tüzün verdiği bu konferansta Hatay’ın Suriye’ye değil Anadolu’ya tabi olduğunu coğrafi ayrıntıları kullanarak açıklamıştır. 30 BCA, 490- 01-21-106-1.

81

kutlama yapılmış, havai fişek ve maytaplar atılarak bayram kutlanmıştır. Burada yapılan konuşmanın kim tarafından yapıldığı belli değildir. Bu konuşmada Hatay’ın tarihi hakkında bilgi verilmiş, Atatürk ve İsmet İnönü’ye şükranlar sunulmuştur.

Adana Halkevi’nde 1939 yılının temmuz ayında, Hatay’ın kurtuluşu ve Lozan Antlaşmasının imzalanmasının yıl dönümü nedeniyle 23-24 Temmuz 1939 gecesinde büyük bir tören düzenlenerek Halkevi bahçesinde bu konularla ilgili söylevlerde bulunulmuş, şiirler okunmuş, müzik parçaları çalınmıştır. Bu büyük günün onuruna Halkevinde, bir toplantı düzenlenerek saat 20.30’da İstiklal Marşı ve Adana Halkevi üyesi olan bir kişinin hitabesiyle, Zafer Bayramı’nın önem ve değeri vurgulanmıştır.

Samsun Halkevinde Hatay’ın anavatana katılışı dolayısıyla yapılan kutlamalarda; halkevi bandosu tarafından çalışan İstiklal Marşı dinlendikten sonra Dil, Tarih ve Edebiyat Şubesi başkanı tarafından kutlamanın amacını belirtir bir konuşma yapılmış, ayrıca verilen bir konferansta Hatay’ın tarihinden bahsedilmiştir.

Ankara’da Halkevinde yapılması planlanan etkinlik saat 9’da bando ile İstiklal Marşı’nın çalınması ile başlamıştır. Öğretmen Muhiddin Doğan İnözü tarafından günün önemini belirten bir konuşma yapılmış ve milli filmler, oyunlar ile günün anlamı pekiştirilmiştir.31

İskenderun’da da büyük heyecanla kutlanan Kurtuluş günü Adana Tümen Komutan vekili Albay Kemal Yasınkılıcın kıtaatı teftişi ile

31 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1939, s. 8.

82 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

başlamıştır. Rıhtım meydanının bayrak direğine çekilmiş olan Hatay bayrağı merasimle indirilerek yıldızının içi hemen orada doldurulmuş ve Türk Bayrağı merasimle direğe çekilmiştir. Bayrak direğe çekilirken Hamidiye’den atılan toplar bayrağı selamlamıştır. Tören yapılan konuşmalar ile tamamlanmıştır.32

Eminönü Halkevinde Kurtuluş günü büyük bir kalabalıkla kutlanmış, Doktor Salim Ahmed, Atatürk’ün hatırasına hürmeten dinleyicileri bir dakikalık saygı duruşuna davet etmiş, yaptığı konuşma sonrasında Halkevi Temsil kolu tarafından Dekbazlık piyesi icra edilmiştir.33

Antakya kışlası üzerinde 21 seneden beri asılı bulunan Fransız bayrağının indirilerek yerine Türk bayrağının çekilmesi çok gösterişli bir törenle gerçekleştirilmiş, bütün geceyi, sokaklarda, caddelerde bayram yaparak uyanık ve ayakta geçiren halk, sabaha karşı saat üçten itibaren kışla meydanını doldurmuştur. Eminönü Halkevindeki Hatay gecesinde bulunanlar Saat tam 7 de Hatay’daki son askerî kıt'asına mensup askerler kışlayı boşaltarak meydanda ihtiram vaziyetinde sıralanmışlardır. Saat 7.35 te Haleb mıntakası Fransız kıtaatı komutanı General Monet, Albay Kole ve maiyeti, Vali Şükrü Sökmensüer, Albay Şükrü Kanadlı ve maiyeti, sabık başkonsolos Fethi Denli, jandarma komutanı Yarbay Kemal, Antakya Emniyet müdürü İbrahim Akıncı, alkışlar arasında merasim yerine gelmişlerdir. Önce Fransız Milli marşı ardından İstiklal Marşı çalınarak Fransız borazan takım borusu ile Fransız bayrağı ağır ağır indirilmiş ve yerine Türk bayrağı çekilmiştir.

32 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1939, s. 9. 33 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1939, s. 9.

83

Bundan kısa bir süre sonra kışla, kadınlı, erkekli on binlerce insan tarafından işgal edilmiştir. Yollarda kurbanlar kesilmiş, Antakya’nın bütün camilerinde Türkçe ezanlar okunmuştur. Antakya kadınları Albay Şükrü Kanadlı’ya gözyaşları içinde kışlayı kendi elleriyle silip süpürmek için yalvarmışlar ve izin almışlardır.34

Fransız kıtaatı komutanı General Monet Hatay’a vedasını şu sözlerle dile getirmiştir: “Kendi bayrağının, milli marşı ile indirdiğine tanık olmanın kalbi için ne kadar elem verici bir olay olduğunu sizin asker kalbinizin takdir edeceğini sanıyorum.” Kanatlı’nın cevabı ise şöyledir: “Haklısınız sayın generalim. Ancak ben bu manzarayı Türk- Fransız dostluğunun ve işbirliğinin ebedi bir nişanesi olarak karşılıyorum.”

Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer’in, Hatay’ın anavatana kavuştuğunu Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bildirdiği telgrafta şu sözler yer almaktadır; “Millî Şef Büyük İnönü Türkün makûs talihini Metristepe de yendiniz. Büyük Türk ulusunun başına parlak siyasî zafer tacını da Hatay’da koydunuz. Bugün 23 Temmuz 1939 saat 11,40 ta dostumuz Fransız ordusunun son neferi de Hatay hududlarını terketmistir. Şimdi bütün Hatay’da yalnız Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Millet, meydanlarda bu mukaddes bayrağın gölgesi altında misli görülmemiş tezahüratla kurtarıcıları ve Milli Şefleri Büyük İnönü’ne minnet ve şükran hislerini göklere kadar yükseltirken Hataylıların sonsuz minnet

34 “Hatay’ın Kat’i İlhakı”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 1939, s. 9.

84 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ve şükranlarına, şahsî minnet ve tazimlerimi katarak Hatay’ın bu bahtiyarlığını yüksek huzurunuza arzetmekle mes'udum, aziz Şefimiz.”

Fransız askerlerinin Hatay’dan çekilmeleri ve Fransız kumandanlarıyla Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer ve Albay Şükrü Kanatlı arasındaki dostane vedalaşmada Hatay valisi Şükrü Sökmensüer, Kolonel Kole’ye; “Size bu kısa günler içindeki iyi arkadaşlığınızdan dolayı çok teşekkür ederim. Vedalaştığımız şu anda kalbim sizin için iyi istikbal temennileri ile doludur.” demiş Şükrü Kanatlı ise “Bu mesaimiz esnasında temiz kalbinizin ve silah arkadaşlığınızın kıymetli hatıralarını bütün hayatımca muhafaza edeceğim, sizden bir kardeşten ayrılır gibi ayrılmaktayım” sözleriyle iki ülke arasındaki dostluğu ifade etmiştir.35

İsmet İnönü, Hatay’ın anavatana katılışını şu sözlerle kutlamıştır; “Hatay kurtuluş gününe sevinçlerle bütün vatan, bütün vatandaşlar iştirak ediyor. Hataylılara refahlı ve bahtiyar yaşayış istiyoruz.”

Hatay’ın kurtuluş kutlamaları yerel basında da büyük yer bulmuş ve Temmuz 1940’da Hatay’ın anavatana katılmasının birinci yıl dönümünde Yenigün Gazetesi Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye teşekkürlerini şu sözlerle ifade etmiştir;

“Ebedi Şef’e; “Başladığın büyük dava kudretli halefin İnönü tarafından başarılmıştır. Hatay artık albayrağın altında ve ana yurdun göğsündedir. Manevi huzurunda minnet ve şükranla eğiliyoruz.” “Milli Şef’e; Bir damla Türk kanı dökmeden kurtardığın öz yurt parçası

35 Cumhuriyet, 28 Temmuz 1939. s. 7.

85

Anavatanla beraber tek bir kalp ve tek bir imanla emrindedir. Vatan için inkılâp ve istiklal için göstereceğin yolda yürümeğe bir kere daha and içiyoruz”36

Yenigün gazetesi 23 Temmuz 1940 tarihli haberinde “Bayram Hazırlığı Son Hızını Aldı” başlığıyla Kurtuluş Günü’nün hazırlıklarından bahsetmiştir. Habere göre, Şehir baştan başı donatılmış, Zafer takları kurulmuş ve elektriklerle süslenmiştir. Evini en güzel şekilde süsleyen kişilere Belediyeden ödül verileceği duyurulmuştur. Bayramın önceki senelere göre daha coşkun kutlanması için Belediyeler, Halkevleri ve parti birbiriyle yarışa girmiş, herkes üzerine düşen tüm fedakârlığı yapmıştır. Belediye bahçesine betondan bir sütun dikilerek üzerine Atatürk’ün güzel bir büstü konmuştur.37

Gazetenin haberine göre kutlama programı şu şekilde olacaktır;38

1- Bayram 23 Temmuz 1940 sah günü saat 9 da spor sahasında yapılacak merasim ile başlayacaktır.

2- Merasim sahasında askeri kıtaların, sporcu gençlik gruplarının, Parti mensuplarının Esnaf birliklerinin ve halkın ne suretle ve nerelerde yer alacakları bir kroki ile tespit edilecektir.

3- Bayram merasiminin idaresi ve hazırlıklarının takip ve kontrolü Parti, Belediye, Ordu ve zabıta mensuplarından teşekkül edecek 4

36 “Büyük Bayram Hepimize Kutlu Olsun”, Yenigün, 23 Temmuz 1940, s. 1. 37 “Bayram Hazırlığı Son Hızını Aldı”, Yenigün, 23 Temmuz 1940, s. 1. 38 Yenigün, 23 Temmuz 1940, s. 4.

86 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kişilik bir komiteye aittir. Bu komite ait olduğu daire reisliklerine tayin olunarak programın kabulünü müteakip derhal faaliyete geçecektir.

4 – Merasime şu suretle başlanacaktır:

A- Vali, askeri komutan ve zabıta amirinden mürekkep heyet tüm saat 9 da merasim sahasına gelerek askeri kıtaları ve diğer grup ve teşekkülleri teftiş edecek ve tribündeki şeref mevkiini alacaktır.

B- Müteakiben istiklal marşı çalınarak sahaya dikili direğe Türk bayrağı çekilecektir.

C- Bayrak çekme merasiminden sonra Vali ve Partiden bir zat tarafından birer nutuk irad edilecektir.

D- Nutukları müteakip askeri kıtaların, sporcuların, Parti mensuplarıyla esnaf birliklerinin ve köylülerin geçiş töreni başlayacak, tribün önünden geçerek sahadan çıkacak olan gençlik gruptan ve diğer halk teşekkülleri doğruca şehitliğe giderek çelenkler konulacak ve halk adına bir nutuk söylenecektir.

E- Geçit resminin hitamıyle sahadaki merasim sona erecektir.

5- 23 Temmuz günü ve akşamı resmi ve hususi bilumum binalar bayraklar ve Defne dallarıyla süslenecek, bol suretle ışıklandırılacaktır. Caddelere ve meydanlara zafer takları kurulacak bugünün büyüklüğünü ve değerini canlandıracak dövizler asılacaktır.

6- 23 Temmuz günü öğleden sonra beden terbiyesi gençlik kulüpleri tarafından muhtelif müsabakalar tertip ve icra edilecektir.

87

7- Gece Belediye bahçesinden hava fişekleri atılarak, Halkevinde bir toplantı yapılacaktır.

8- Halkevi hatipleri gündüz şehrin muhtelif semtlerinde kurulacak halk kürsülerinde ilhakın ve Cumhuriyet idaresinin büyüklük ve kutsiliği hakkında hitabeler irad edeceklerdir. Vali tarafından gece saat 21’den itibaren bir gardenparti verilecektir.

9- 23 Temmuz günü akşamı Parti tarafından bir fener alayı tertip edilecek, şehrin ana caddelerinde ve meydanlarında geniş bir tur yapılacaktır.

10- Bayram 23 Temmuz akşamı saat 23 te sona erecektir.

11- Bu program ilan ve tamim olunacak, kaza ve nahiyelerde buna mümasil programlarla bayramı mahallin iraplarına göre parlak surette kutlayacaklardır.

23 Temmuz 1941’de kutlanacak olan Kurtuluş Bayramı için C.H.P Genel Sekreter Vekili Zonguldak Milletvekilinin İl İdare Heyeti Müdürlüğü’ne göndermiş olduğu telgrafta her yıl büyük coşkuyla kutlanan Kurtuluş Bayramına fazlaca vatandaşın katılımının sağlanması istenmiştir. Yapılacak söylevlerde ve tezahüratlarda Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşının barışla sonuçlanmasında ki görevinden bahsedilmesine de önem gösterilmiştir.39

23 Temmuz 1949 tarihinde Hatay’ın kurtuluşunun onuncu yıldönümü kutlamaları da çok büyük bir heyecan içinde geçmiştir. Antakya

39 BCA, 490-1-0-0/ 1436-746-1.

88 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Halkevi Hatay Milli Mücadelesi ve Kurtuluşu Müzesi’ni oluşturmaya karar vermiş ve bu doğrultuda çalışmalarına başlamıştır. Meydana getirilecek müzenin masraflarına karşılık olarak devlet bütçesinden 1.000 lira tahsis edilmiştir. Ayrıca Hatay belediyelerinin de bağışlarla müzeye katkı sunmaları istenmiştir. 10. yıldönümünde açılacak olan müzenin, esaslı belge ve hatıralara dayanacağı belirtilmiş ve bu milli günü gelecek nesillere aktarabilmek için Antakya müzesi Müdürü Ruhi Tekan, Lise Resim öğretmeni Ressam Hayrettin Çizer başta olmak üzere Halkevi İdare Kurulu tarafından ciddi mesailer harcanmıştır. Ayrıca yine bu müzeye konulmak üzere Hatay davasında önemli rol oynamış kişiler ve Yenigün gazetesi sahibi Şükrü Balcı tarafından mücadele aşamalarını belgelere dayanarak gösteren yaklaşık 500-600 sayfalık bir eser vücuda getirilmiştir. Eserin ilk etapta Hatayla ilgili olan anlaşmaları belgeleriyle ortaya konması planlanmıştır. Halkevi tarafından Kurtuluş Bayramı için vitrin, dekor, fotokopi, montaj gibi işler için 4000-5000 liralık tahsisat ayrılmış, bunun 1000 lirasının 1949 yılı devlet bütçesinden 900 lirasının ise belediyelerden temin edilmesi yoluna gidilmiştir.40

23 Temmuz 1949 tarihinde Antakya Halkevinde açılan Hatay Kurtuluş Müzesi çok büyük ilgiyle karşılanmış ve açılıştan sonra müzenin zenginleştirilmesi adına halktan da belge yardımında büyük artış olmuştur.41 Müzenin yanında Hatay’ın Kurtuluş Bayramı anısına bir film çekilmiştir. Hatay’ın Kurtuluş Bayramı dolasıyla yaptırılan film

40 BCA, 490-1-0-0/980-801-8. 41 BCA, 490-1-0-0/980-801-8.

89

için yaklaşık 900 liralık bir masraf olacağı tahmin edilmiş, filmler için Marmara stüdyosu ile anlaşılmıştır. Hatay’da çekilecek filmin senaryosu ise şöyledir; İskenderun’un yakın çekim görüntüsü, İskenderun şehrinden parçalar (liman görüntüsü, rıhtım boyu, kışla ve meydanı, parti, halkevi binası ve hükümet dairesinden görüntüler), İskenderun dağlarının görüntüsü, Beylan sırtlarından İskenderun’un liman ve ovasının genel görüntüsü, Soğukoluk köyünün manzarası, Beylan kasabasının üstündeki yazlık askeri ordugâh, (askerlerin talim yaparken, dinlenirken, yemek yerken görüntüleri) Amik ovasından görüntüler, Antakya şehrinden ve Asi nehrinden manzaralar, Harbiye’den manzaralar, Ordu kasabasından manzaralar, Antakya ile Reyhaniye arasındaki Yenişehir köyü ve köyün yakınında ki göl ve kahve görüntüleri ( Köylü çocuklar gölde yüzerken, halk kayıklarla gölde gezerken).Halep yolu üzerindeki Kızlar Sarayı, Reyhaniye Kasabası, Kırıkhan kasabası ve civarındaki kışlalar, (Köylülerin doğal halleri ile),Antakya müzesindeki kıymetli eserler ve civarda harfiyat yapılan höyük, bayram sabahı köylülerin şehre gelişi, Antakya’da gündüz ve gece yapılan bayram tezahüratları ve resmigeçit, İskenderun başta olmak üzere mümkün olan diğer yerlerdeki gündüz ve gece tezahüratları ve resmigeçitler ve İskenderun istasyonuna trenle bayram şenlikleri için gelen ve gidenlerden görüntüler.42

Hatay’ın Kurtuluş Bayramı olarak kutlanan 23 Temmuz tarihinin 1939 yılında tüm Türkiye’de büyük bir coşku hüküm sürmüştür. Halkevlerinin katkılarıyla yoğun katılımla kutlanan bayramda belli bir

42 BCA, 490-1-0-0/ 1212-25-1.

90 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

programa uymaya özen gösterilmiştir. Buna bağlı olarak Belediyelerin, Halkevlerinin, resmi ve özel kuruluşlar tepeden tırnağa bayraklarla donatılmış ve birçok yer elektrikle aydınlatılmıştır. İstiklal marşı ile başlayan törenler günün önemini belirten konuşmalarla devam etmiştir. CHP Genel sekreterliğine gönderilen raporlarda özellikle “milli” kelimesine vurgu yapılmıştır: “Milli oyun, milli çalgı, milli şarkı, milli şiir gibi terimlerin kullanılması ile halkın kaynaşması sağlanmıştır. Verilen nutuklarda Atatürk ve İsmet İnönü’ye teşekkürler edilmiş, “Ulu Önder”, “Yaşasın Milli Şef” gibi kullanımlarla devlete bağlılık gösterilmeye çalışılmıştır. Hatay Kurtuluş Bayramı’nın tüm Türkiye’de birlik ve beraberlik ve büyük bir coşku ile kutlanması Hatay’ın en erken dönemden itibaren Türk halkı için önemini göstermesi bakımından önemlidir.

91

KAYNAKÇA

1.Arşiv Belgeleri

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

BCA, 30.10- 225-515-21.

BCA, 490-01-3-15-44.

BCA, 490-1-4-21-8.

BCA, 490- 01-21-106-1.

BCA, 490. 01-1212-25-1.

BCA,490-1-0-0/ 1436-746-1

BCA, 490-1-0-0/980-801-8.

2. Süreli Yayınlar

“Hatay’da Tezahürat”, Cumhuriyet, 28 Haziran 1939.

Hatay’ın Bayramı, Cumhuriyet, 21 Temmuz 1939.

Cumhuriyet, 23 Temmuz 1939.

“Hatay’ın Kat’i İlhakı”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 1939.

Cumhuriyet, 24 Temmuz 1939.

Cumhuriyet, 28 Temmuz 1939.

Yenigün, 23 Temmuz 1940.

92 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

3. Telif Eserler

Akçora, Ergünöz, “Hatay'ın Anavatan'a İlhakının Türk Dış Politikasındaki Yeri,” Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.

Akşin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi I, İstanbul 1997.

Dağıstan, Adil, Sofuoğlu, Adnan, İşgalden Katılıma Hatay, Phoneix Yayınevi, Ankara 2008.

Gönlübol, Mehmet, Sar, Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara 1993.

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908- 1918), C. IX, TTK Yayınları, Ankara 1999.

Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, TTK Yayınları, Ankara 1998.

Pehlivanlı, Hamit, Sarınay, Yusuf, Yıldırım, Hüsamettin, Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2001.

Sarınay, Yusuf, “Atatürk’ün Hatay Politikası (1936- 1938)”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.

Soysal, İsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları 1920-1945, C I, B III, TTK Yayınları, Ankara 2000.

Sökmen, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992.

93

EKLER

EK-1. Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer İskenderun’da.

(Cumhuriyet 28 Temmuz 1939, s.7.) EK-2. Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer Beylan’da Konuşma Yaparken.

(Cumhuriyet 28 Temmuz 1939, s.7.)

94 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-3. Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer’in İskenderun’da Halk Tarafından Karşılanması.

(Cumhuriyet 28 Temmuz 1939, s.7.)

EK-4. Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer’in Hatay’da Halk Tarafından Karşılanması.

(Cumhuriyet 28 Temmuz 1939, s.7.)

95

EK-5. Antakya’da Türk Ordusunun Fransız Askerleri Tarafından Selamlanması.

(Cumhuriyet, 26 Temmuz 1939, s.1.).

EK-6. Fransız Heyeti’nin Türkiye Ziyareti.

(Cumhuriyet, 26 Temmuz 1939, s.1.)

96 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-7. Hatay’ın Kurtuluş Bayramı’nda Çekilen Fotoğraflar.

(Cumhuriyet, 26 Temmuz 1939, s.7.)

97

EK-8. Hatay’ın Anavatana Katılması Şenliklerinden.

(Cumhuriyet, 28 Temmuz 1939, s.7.)

98 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HATAY DEVLETİ CUMHURBAŞKANI TAYFUR SÖKMEN’İN GÖZÜYLE ATATÜRK

Yahya YILMAZ*

99

100 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilişinin son çeyreğine geldiğinde, Türk Milleti tarihinin en zor şartlarından birisini yaşıyordu. Osmanlı’ya son veren savaşlar, kaybedilen topraklar ve bu toprakların kaybedilmesini hazmedemeyen mücadele ruhunu bırakmamış kahramanlar. Aslında kaybedilen savaşlar ve elden çıkan topraklardan ziyade asıl tehlike bir milletin kendine olan güveninin de ölmesi idi. Yüzyıllardır dünya güç dengelerinin en önemlisi olan Osmanlı Devleti, artık bu gücünün sonuna gelmişti. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası işgaller vatanın her yerini sarmış, ülkenin kalbi İstanbul bile ele geçmişti. Devletin içinde bulunduğu şartlar bu durumu önlemeye muktedir değildi. İşte bu şartlar altında tepkilerini ortaya koyan bölgesel direniş güçleri, mücadeleye başlayacaklardı.

Bu mücadelenin ortaya çıkardığı birçok kahramandan birisi de, Hatay’ın işgaline karşı bölgesel direnişe geçen Tayfur (Sökmen) Bey’dir. Ama ondan da önce, bu bölgenin hassasiyetinin farkında olan ve İstanbul Hükümetini işgallere karşı ilk uyaran, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa’dır.1 Her ne kadar bu uyarılar, işgalleri önlemede fayda sağlamamış ise de anlaşılan, bu işgallerden

* Öğr.Gör.Dr., İskenderun Teknik Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, [email protected] ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-6871- 2341 1 Bu konuda geniş bilgi için bkz., Yahya Yılmaz, “Mondros’tan Ankara Anlaşması’na İskenderun Sancağı’nın Durumu, İşgallere Karşı Mustafa Kemal Paşa’nın Tepkisi ve Tayfur (Sökmen) Bey’in Faaliyetleri (1918-1921)”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 17, S. 1, Ocak 2018, ss. 378-403.

101

kurtuluşun, merkezi hükümetin dışında, halka dayanan güç ile olacağıdır.

Zamanın zor şartlarında ülkenin işgalden kurtuluşu için aynı kaygıları taşıyan kahramanlar, Türk Milleti’nin kaderini değiştireceklerdi. Bu kahramanlardan birisi, Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak, onun desteği ve yönlendirmesi ile de Tayfur Sökmen, Hatay Devletinin ilk ve tek Cumhurbaşkanı olacaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Millî Mücadele ruhunu örnek alan Tayfur Sökmen, bölgesi ve ülkesi için yaptıklarından dolayı Atatürk’ü yaşamı boyunca hep saygı ve hürmetle anacak, ona bağlılığından hiçbir zaman ödün vermeyecekti. Onun için Atatürk, Hatay davasında ve kendi siyasî yaşamında her zaman değişmeyen lider olarak kalacaktır.

Tayfur Sökmen’in Atatürk ile ilk tanışması, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi arifesinde olmuştu. Sökmen, savaşın başladığı ilk yıllarda, Kırıkhan-Hassa arasında askeri sevkiyat için yapılmakta olan yolda görev yapmıştı. Daha sonra, Halep’te bulunan Kolordu Kumandanı Nihat Paşa’nın emrindeki istihbaratta görevlendirilmişti. Savaşın yenilgi ile bitmesinden sonra Eylül 1918’de Halep’ten ayrılmadan önce, Vali Abdülhalik Renda’yı ziyaret için gittiği Baron Otelinde, hayatının her döneminde onun üzerinde etki edecek insanla tek taraflı tanışmıştı. Sökmen otelden çıkarken, genç bir komutan dikkatini çekmiş, kim olduğunu sorduğunda aldığı cevap ise, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa olmuştu.2 Bu tek taraflı tanışma,

2 TBMM Arşivi, TBMM Üyelerine Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Dönem: IX, Sicil No:875, Defter No: 2-419, Zarf No.: 24, Hal Tercümesi Kağıdı Örneği; Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları,

102 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Sökmen’in hayatı boyunca devam edecek Atatürk bağlılığının da başlangıcıydı. Bu başlangıç Sökmen’in yaşamında ayrı bir yer tutacak ve Atatürk’e duyduğu derin hisleri ve vefasını her zaman gösterecekti. Çalışmamızda, Tayfur Sökmen’in bu duygularını, Atatürk’e onu yaklaştıran nedenleri olayların kronolojik sırasını gözeterek, ortaya koymaya çalıştık.

1- TAYFUR SÖKMEN’İN GÖZÜNDE ŞEKİLLENEN ATATÜRK

Tayfur Sökmen’in, Baron Otelinde Mustafa Kemal Paşa’yı görmesinden sonraki asıl tanıması ve yakınlaşmasının başlangıcı, Mustafa Kemal Paşa’nın işgallere karşı ilk tepkiyi gösterdiği zaman olacaktır. Sökmen, Atatürk’ün Hatay davasına el koymasını, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası Suriye’de bulunan müttefik orduları Komutanı Mareşal Allenby’e işgalleri protesto için çektiği telgrafa dayandırır. Bu telgrafla Atatürk’ün, Hatay ile şahsen alakasının başladığını, bununla birlikte milli mücadele ruhunun da Adana’da doğduğunu söyler. Hatta Hatay’ın Misak-ı Milli sınırları içine aldırılmasını da bu alakaya dayandırır.3

Anadolu’nun işgale uğraması ile umutsuzluğa düşenler, ülkenin kurtuluşu için çıkar yol arayanlar, bir şeyler yapılması gerektiğinin

Ankara 1992, s. 19. 3 Sökmen, a.g.e., s. 21; Doğumunun 100üncü Yılanda Eski Hatay Devleti İlk ve Son Cumhurreisi Tayfur Sökmen Diyor ki, Haz.: Murat Sökmenoğlu-Vefa O. Semenderoğlu, V.O.S. Yayınları, İstanbul, t.y., “Aziz Atatürk ve Türk Hatay”, s. 54- 56; (Bu kaynak bundan sonraki dipnotlarda “Tayfur Sökmen Diyor Ki…” şeklinde kullanılacaktır.) Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk Anadolu Harekâtına Başlamadan Evvel Hatayla Neden ve Nasıl Alakalanmışlardır.”, s. 49.

103

farkında olanlar, Atatürk’ün milli mücadeleyi başlatması ile umutlanmışlardı. Her ne kadar Anadolu’daki işgallere karşı bölgesel direnişler başlamış ise de, bu direnişi ülkeyi kurtaracak düzeyde tek güce dönüştürmek gerekiyordu. Tam da bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ile başlayan süreç, kongrelerle mücadele şeklini belirlemiş, Misak-ı Milli ile kurtarılacak vatan toprakları çizilmişti. Artık tam bağımsızlık için silahlı/silahsız mücadele dönemi başlamıştı.

İskenderun-Antakya bölgesinde de, Anadolu ile eş zamanlı silahlı mücadele 3 yıl sürmüş (1918-1921), sonrasında da Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması (1921) ile mücadelenin şekli değişmiştir. Şimdi silahlı mücadeleden silahsız mücadeleye geçilecekti. Bu iki mücadelede de Tayfur Sökmen, hep ön saflarda olmuş, kurtuluşun kendinden gelmeyeceğinin farkında olarak hareket etmiştir. Bu düşünce tarzı Hatay’ın kurtuluşunda en büyük umutlardan birisi haline gelmiş, Tayfur Sökmen’in Mustafa Kemal Paşa’ya inanması ve kurtuluşta kendilerini yalnız bırakmayacağını öngörmesi de, bu mücadelenin ruhunu güçlendirmiştir.

Tayfur Sökmen’in Mustafa Kemal ile ilk teması dolaylı olarak telgraf yoluyla olacaktır. Zira Fransız işgali Hatay’da sürerken, buradaki direnişi zayıflatmak için “Sancak (Hatay) Misak-ı Milli’ye dâhil değildir” propagandaları yapılmaktadır. Bu durum başta Tayfur Sökmen olmak üzere bölgesel direniş güçlerini rahatsız ediyor, hatta birçoğu böyle bir durum var ise, mücadele etmenin gereği olmadığını bile düşünüyordu. Bu duruma bir açıklık getirmek için, Reyhanlı

104 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Tayfur Sökmen başkanlığında bir heyet, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticileri ile görüşmek üzere, Mayıs 1920 sonunda Antep’e gitmişti. Burada yapılan görüşmelerde İskenderun Sancağı’nın4 (Hatay) durumu ile ilgili bir sonuç alınamadı. Sökmen bunun üzerine, Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya Hatay’ın durumu ile alakalı Antep Bölge Komutanı Miralay Recep Bey vasıtası ile bir telgraf çektirmişti. Yine bu vasıtayla gelen cevap heyeti ziyadesiyle memnun etmişti. Mustafa Kemal Paşa, “Misak-ı Milli’ye dâhilsiniz, Azami fedakârlığınızı bekler Maraş’taki İkinci Kolordu ile irtibat tesis ediniz.” emrini vermişti. Sökmen bu durumu “ilk defa aziz Atatürk’le gıyaben tanışmak bahtiyarlığına ermiş idim.” diyerek kendisi için bu durumun ne kadar önemli olduğunu vurgulayacaktır.5

O dönem içerisinde Sökmen, Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçmiş olmayı ve ondan emir almayı Hatay’ın kurtuluşu için büyük bir ümit olarak görüyordu. Çünkü bu durum esaretin zincirlerini kıracak ve bölge Türklüğünü harekete geçirecekti. Bu durum elbette ki Atatürk’e duyulan güvenle alakalı olduğu kadar, yürütülen milli mücadelenin ve alınan başarılarında etkisi büyüktü. Sökmen Antep’e gittiği zaman, oradaki mücadeleyi anlatırken kullandığı kelimeler, Mustafa Kemal Paşa’ya duyulan güveninde bir karşılığı idi. Sökmen o günleri şöyle

4 Hatay ismi Atatürk tarafından bu bölgeye 1936 yılında verilmiştir. Fransızlar bölge için “Sancak” ismini kullanırken, Türkiye genelde “İskenderun-Antakya bölgesi ve çevresi” tabirini kullanırdı. Biz yazımızda bütünlük için “Hatay” ismini kullanacağız. 5 Sökmen a.g.e., s. 32-35; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk Anadolu Harekatına Başlamadan Evvel Hatayla Neden ve Nasıl Alakalanmışlardır.”, s. 49-50; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk ve Türk Hatay”, s. 54-55.

105

anlatacaktır: “…Antep’e varıldı. Etraf düşman tarafından muhasara edilmiş, harp bütün şiddeti ile devam ediyor, çoluk, çocuk sokaklarda. Düşmanın 15’lik obüs topları mütemadiyen şehir üzerinde gülle yağdırıyor, bütün bunlara rağmen halk Atatürk’ten kendilerini kurtaracağına emin olarak çelik gibi mukavemet etmektedir.”6 Tayfur Sökmen’in bu yaklaşımını bütün Hatay mücadelesini içine katarak değerlendirdiğimiz zaman, Atatürk’ün Hatay’ı da kurtaracağındaki eminlik ile aynıdır. Sökmen’in belki de Hatay mücadelesinde en büyük itici gücü Atatürk’e duyduğu bu güven ve ondan aldığı umut ışığı olmuştur.

Bunun en iyi örneklerinden birisi Fransa ile 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasıdır. Antlaşma sonrası Hatay Türklüğü büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Zira Fransa ile imzalanan bu anlaşma ile İskenderun-Antakya bölgesi Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu halde dışarda bırakılmak zorunda kalınmıştır. Atatürk böyle bir durumla karşılaşılmasının gerekçelerini, büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Tayfur Sökmen’e onu kabulünde anlatacaktır.

Tayfur Sökmen, Antlaşma sonrası Mustafa Kemal Paşa’ya minnet ve şükranlarını arz etmek için görüşme talebinde bulundu. Bu talep 2 Kasım 1921’de kabul edildi. Atatürk’ün meclisteki odasında gerçekleşen bu kabul, Sökmen’in onunla ilk fiili tanışması idi. Bu görüşmeye hatıratında anlatan Sökmen, “O büyük İnsan” diye başlar sözlerine. Onun için Atatürk mücadelenin timsalidir. Atatürk’ün kendilerini büyük bir nezaket ve incelikle iltifat ederek karşıladığını,

6 Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk ve Türk Hatay”, s. 55.

106 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kendilerinin de hürmet ve tazimlerini sunduklarını söyler. Sonrasında Mustafa Kemal Paşa, yapılan anlaşmanın hangi şartlar içinde yapıldığını anlattıktan sonra, bu anlaşmanın sağladığı faydaları sıralar. Sıra Hatay’a gelince bu konuda da Mustafa Kemal Paşa, bu bölgenin kurtuluşu için büyük çaba gösterdiklerini fakat şimdilik bunda muvaffak olamadıklarını, ama yine de Hatay’da özel bir idare kurulacağının sözünü aldıklarını aktarır. Son söz olarak ta “İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız. Şimdi memleketinize giderek çalışırsınız. Bir işiniz olur veya müşkülatla karşılaşırsanız arkadaşlara müracaat edersiniz.”7 sözleriyle, Misak-ı Milli sınırları dışında kalmanın hayal kırıklığını yaşayan Tayfur Sökmen ve arkadaşlarına ümit vermişti. Sökmen, Atatürk’ten karşılaşılan zorluklarda yardım sözü aldıktan sonra, hürmet ve şükranlarını sunarak, Atatürk’ün elini öperek oradan ayrılmıştı.8

Bu görüşme Sökmen için ayrı bir anlam ifade ediyordu. Zira Ankara Antlaşması sonrası Fransız işgalinin Hatay’da sona ereceği beklentisi gerçekleşmemiş olsa da, Atatürk’ün “İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız.” sözleri, Sökmen için uzun sürecek yeni bir mücadelenin başlangıcıydı. Sökmen üzgün fakat umutlu bir şekilde Ankara’dan ayrılır. Bu umut, zaman zaman Fransızlara olan güvensizliği nedeniyle umutsuzluğa dönüşse de, Atatürk’ten aldığı destek onu hep mücadelenin içinde tutacaktır.

7 Sökmen, a.g.e., s. 63; Ömer Osman Umar, “Hatay Meselesi ve Atatürk”, Askeri Tarih Bülteni, S. 48, 2000, s. 75. 8 Sökmen, a.g.e., s. 63; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk Anadolu Harekatına Başlamadan Evvel Hatayla Neden ve Nasıl Alakalanmışlardır.”, s. 50; Umar, a.g.m., s. 75.

107

Hatay’da mücadeleye devam ederken yeniden bir umut ışığı doğmuştu. Artık Millî Mücadele’nin savaş dönemi bitmiş, Mudanya Mütarekesi imzalanmış ve sıra nihai barış için Lozan görüşmelerinin başlamasına gelmişti. Bu süreç Hatay’ın kurtuluşu için yeni bir başlangıç olabilirdi. Bunun farkında olan Hatay Türkleri, Tayfur Sökmen’inde içinde bulunduğu bir heyeti hükümet nezdinde girişimlerde bulunmak için Ankara’ya gönderdiler. Heyet burada yaptığı bazı görüşmelerden sonra Atatürk tarafından da kabul edildi. Görüşme başlamadan önce Atatürk Sökmen’e, heyette bulunanları kendisine takdim etmesini emretti. Sökmen bunun sebebini de Atatürk’ün eskiden beri (şerefyap) kendisini tanımasına bağlar.9 Bu durum Sökmen için büyük bir onurdur.

Sökmen o görüşmeyi anlatırken; “1920’de gıyaben, 1921’de şahsen tanışıp, şerefyab olduğum, Büyük Kumandan Mustafa Kemal ziyaretimizden mütehassis olduklarını belirtip, dertlerimizi dinledikten sonra…” diye görüşmeyi anlatır. Sökmen bu görüşmeden sonra Heyet’ten ayrı Ankara’da bir süre daha kalır. Bu süre zarfında Atatürk’le bir kez daha Meclis’te karşılaşma imkânı bulur. Bu karşılaşmada Atatürk’ün kendisine iltifatta bulunduğunu söyleyen Sökmen, kendisini o zamanın Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp’a “…işte Cenubi Türkmenistandan yani Hatay’dan gelmiş olan murahhaslarımızdan Tayfur…” diye takdim ettiğini anlatır.10

9 Sökmen, a.g.e., s. 68; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Aziz Atatürk Anadolu Harekâtına Başlamadan Evvel Hatayla Neden ve Nasıl Alakalanmışlardır.”, s. 50; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Kazım Özalp Paşa”, s. 70. 10 Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Kazım Özalp Paşa”, s.70.

108 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Atatürk ile Tayfur Sökmen’in bir sonraki karşılaşmaları Adana’da olacaktı. Bu karşılaşmadan bir yıl önce Sökmen, Fransa’yı rahatsız eden faaliyetlerinden dolayı baskı görmüş ve Hatay’dan ayrılarak Adana’ya yerleşmek zorunda kalmıştı. Burada kurulan İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti aracılığı ile Hatay mücadelesine devam etmişti. Amaç Hatay meselesini Ankara Hükümetinin gündeminde tutarak, Hatay’daki duruma dikkatleri çekmekti. Bunun için de en iyi fırsat 15 Mart 1923 günü Atatürk’ün Adana’yı ziyaret etmesiyle olmuştur.

Atatürk’ün Adana ziyareti sırasında Tayfur Sökmen ve törene katılan iki yüz kadar Antakyalı ve İskenderunlu, onu siyah bayraklarla karşıladılar. Atatürk’ün gruba yaklaştığı sırada karalar giymiş dört hanım, “Gazi baba bizi de kurtar” yazılı pankartla yolunu kestiler. O sırada Ayşe Fıtnat Hanım Atatürk’ü de duygulandıran o içli nutku okudu. Bu nutuk Atatürk’e kurtuluşa dair o meşhur sözü söyletmişti: “Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz.”11 Hatay Türklerinin, sesini duyurma çabası sonuç vermiş, Atatürk daha önce Sökmen’e verdiği “İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız” 12 sözünü artık bütün milletine vererek bütün dünyaya ilan etmişti. Bu söz, Hatay davasını Atatürk’ün şahsi davası yapacaktı. Fakat bu davanın sonuçlanması o günün genel şartları ve siyaseti içinde uzun sürecekti.

11 Sökmen, a.g.e., s. 70; Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1966, s. 9; Selim Çelenk, Hatay’ın Kurtuluş Mücadelesi Anıları, Haz. Günay Çelenk, Antakya Gazeteciler Cemiyeti Yayını, Antakya 1997, s. 28; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008, s. 528; Süleyman Hatipoğlu, “Atatürk, Ayşe Fıtnat ve Hatay”, Güney Rüzgârı Dergisi, S. 3, 1997, s. 30. 12 Sökmen, a.g.e., s. 63.

109

Bu duruma en büyük etkende, Türkiye’nin yıllardır birikmiş onca sorununun ve güç kazanmasının zaman almasıydı. Buna rağmen Hatay Türklüğü hiçbir zaman mücadeleyi bırakmamış ve kurtuluşa olan inançlarını kaybetmemişlerdi.

Zaman zaman bu inançları zayıflasa da tek çarenin kurtuluş olduğunun farkında idiler. Umudun umutsuzluğa döndüğü bir diğer gelişme, Lozan Antlaşmasının imzalanmasıdır. Lozan’dan beklenen çözümün çıkmaması ve daha önce Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşmasındaki statünün devam etmesi, Hataylı Türkler üzerinde derin bir hayal kırıklığı yaratmıştı.

2- EMRE İTAAT, SADAKAT, GÜVEN VE KURTULUŞ

Tayfur Sökmen’in Lozan ile girilen yeni dönemden yani, 1923 yılından 1928 yılına gelinceye kadar Atatürk ile kurduğu ilk bağlantı dolaylı olarak Atatürk’ün özel kalem müdürlüğünü yapan Hasan Rıza Soyak vasıtasıyla olmuştu. Bu tanışma Soyak’ın Atatürk’ün portakal bahçeleri ile Karabasamak Çiftliği’ni gözden geçirmek için Dörtyol’a geldiği bir sırada gerçekleşmişti. Bu tanışmadan Sökmen’in beklentisi, Hatay’da yaşanan olayları ve sorunları yeniden Ankara’ya taşımak ve dikkatleri Hatay davasına çevirmekti. Bu fırsatı kaçırmayan Sökmen, Hasan Rıza Soyak’a Hatay meselesini uzun uzun anlatmıştı. Özellikle sorunun bu denli büyük olmasında, Hatay’daki Fransız manda yönetiminin Türkler üzerinde haksız ve insafsız uygulamalarından bahsetti. Sökmen bunları anlattıktan sonrada, büyük bir kararlılıkla bu durumdan kurtulacaklarına dair inancını da ortaya koydu. İsteğinin o kurtuluş gününe kadar Ankara’nın kendilerine mümkün olan yardımları

110 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

yapmalarıydı. Soyak, bu konuşmadan etkilenmişti. Ankara’ya döndüğü zaman durumu Atatürk’e aktardı. Hatay davasını unutmamış fakat sürekli ertelemek zorunda kalmış Atatürk, Hasan Rıza Soyak’ı Hatay davasıyla ilgilenmesi ve takibini sağlaması için görevlendirdi. Öyle ki ona, gerek duyulduğu zaman, hükümet adamları veya kendi adına dahi teşebbüste bulunma izni vermişti. Bu durum Hatay ve Tayfur Sökmen’in kaderinde yeni bir başlangıç olacaktı.13

Hasan Rıza Soyak, Hatay davasındaki bu yeni dönemde karşılaşılan sorunlar konusunda büyük katkılar sağlayacaktı. Bu sorunlardan birisi de Hatay’dan getirilen öğrencilerin eğitimleri ile ilgiliydi. Bu olay hem Atatürk’ün hem de Soyak’ın Hatay davasındaki hassasiyetlerini de göstermesi acısından önemlidir. Hatta Soyak’ın Atatürk’ün talimatıyla Hatay işlerinde ve Sökmen’in taleplerinde nasıl da uğraştığını gösterir.

1932 yılının sonunda Tayfur Sökmen İstanbul’a yerleşmişti. Yine buradan başkanlığını da yaptığı İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti aracılığıyla mesaisinin çoğunu Hatay davası ile ilgilenmeye ayırıyordu. Hatay Türkleri için fayda sağlayacak her imkânı kullanmaya çalışıyordu. O dönem Millî Eğitim Bakanlığı, Türkiye dışındaki Türk çocuklarını okutmak için bir imkân sağlamıştı. Tayfur Sökmen bunu öğrendiği zaman, Milli Eğitim Bakanı olan Reşit Bey’den, Hatay’da maddi gücü olmayan fakat zeki çocuklardan on kişi getirmek için talepte bulunmuştu. Bu talebi kabul edilince Sökmen, Hatay’dan Cemiyet aracılığı ile eğitim görmeleri için on çocuğu

13 Sökmen, a.g.e., s. 86; Soyak, a.g.e., s. 529; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Hasan Rıza Soyak’la dostluk ve münasebetimiz”, s. 48.

111

Türkiye’ye getirtmişti. Bu süreç devam ederken Reşit Bey Bakanlıktan istifa etti. Onun yerine Doktor Refik Saydam Bey Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Bunun üzerine Sökmen Refik Bey’le görüşerek Hatay’dan gelen çocukların durumunu anlattı ve bir an önce okullara yerleştirilmeleri için yardım istedi. Fakat hiç beklemediği bir şekilde Sökmen’in bu yardım talebi reddedilmişti.14

Tayfur Sökmen, Hatay konusunda sürekli yardım gördüğü için bu duruma bir anlamda verememişti. Bunun üzerine devreye Hasan Rıza Soyak girdi. Fakat o da çocukların okula yerleştirilmelerini sağlayamamıştı. Soyak’a göre bunun temel sebebi, Hatay’a gösterilen yakın ilginin, Fransa-Türkiye ilişkilerini kötü etkileneceği endişesini taşıyan hükümet adamlarının olmasıydı. Hatta bu hükümet adamlarının bir kısmı, eğitim için getirilen çocukların ülkeye hiçbir fayda sağlamayacağı düşüncesinde idi. Bu düşüncede olanların başında da Bakanlık görevinde bulunan Dr. Refik Saydam geliyordu. Soyak, Hataylı çocukların yurtlara ve okullara yerleştirilmesi için Saydam’a günlerce dil döktüğünü ve bundan dolayı onunla münakaşa bile ettiğini anlatacaktır.15 Bu durum karşısında çok üzülen Sökmen olayı Atatürk’e arz eder. Atatürk, yakında Hikmet (Bayur) Bey’in Milli Eğitim Bakanı olacağını söyleyerek, onun sorunu halledeceği güvencesini verir. Öyle de olur ve daha sonraki yıllarda da Hatay’dan Türkiye’ye eğitim için çocuklar gelmeye devam etmiştir.16

14 Sökmen, a.g.e., s.88-90. 15 Soyak, a.g.e., s. 530. 16 Sökmen, a.g.e., s. 89-90.

112 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Şunu anlıyoruz ki, Atatürk’ün Hatay’ın kurtuluşu konusunda çizdiği strateji ve yapmak istedikleri ile çoğu hükümet adamlarının düşünceleri farklıdır. Soyak’ın da dediği gibi onların çoğunun düşüncesi, Hatay’dan getirilen çocukların eğitilmesinde hiçbir fayda sağlanamayacağı, hatta Fransa ile Türkiye’nin ilişkilerinin bozulacağı ihtimali idi. Bu düşünceye karşılık Atatürk, Hatay ile kurulacak her bağın, oranın kurtuluşunda nasıl katkı sağlayacağının farkındadır. Çoğunun unuttuğu Hatay davasını, o ertelemiş fakat hiçbir zaman unutmamıştır. Bu ilgi ve alakanın devamlılığı Hatay kurtuluş süreci incelendiği zaman net bir şekilde görülecektir. Tayfur Sökmen’in Hatay ile ilgili yapmak istediklerinin karşılık bulması ve kolaylık sağlanmasının da anlamı budur.

Tayfur Sökmen’i Hatay mücadelesinde daha ön plana çıkartacak ve sorumluluk verecek hamle Atatürk tarafından yapılacaktı. Atatürk, Tayfur Sökmen’in 1935 seçimlerinde Antalya’dan bağımsız milletvekili olmasını istemiş, yapılan seçimlerle bu gerçekleşmişti. Sökmen’in anlatımı ile kendisinin bile haberdar olmadığı bu durumda, Atatürk’ün eşsiz stratejisini görmek mümkündür. Sökmen’in en çok şaşırdığı durumlardan birisi de seçildiği bölgede kimsenin onu tanımadığıdır. Ona göre Adana, Osmaniye, Gaziantep gibi yerler anlaşılır fakat Antalya hiç düşünemeyeceği bir yerdir. Her ne kadar bu duruma Sökmen şaşırmış ise de bu emrin Atatürk tarafından verildiğinin farkında olarak, seçimlerden sonra Atatürk’ü ziyaret eder ve ona şükran ve minnetlerini iletir. Bu görüşme Tayfur Sökmen’in her zaman gururla taşıyacağı “Sökmen” soy isminin Atatürk tarafından

113

“…yadigârım olsun”, diyerek kendisine verildiği gün de olmuştur.17 Tayfur Sökmen için bu olaylar hayatının en önemli aşamaları olacak ve Atatürk’e olan minnet ve vefası hiçbir zaman bitmeyecektir.

Tayfur Sökmen, Antalya bağımsız milletvekili olarak, 1 Mart 1935 tarihinde meclise gelmiş ve yemin etmişti.18 Seçildiği bölgeye her ne kadar belli bir zaman anlam verememiş ise de bağımsız milletvekili olmasını pek dikkate almamıştı. Onu dikkate alması Cumhuriyet Halk Partisi toplantı zilinin çalmasıyla olmuştu. Zilin çalması ile parti toplantı salonuna girmeye çalışan Sökmen, baş hademe Abbas Efendi tarafından uyarılmış, bunun bir parti toplantısı olduğunu, kendisinin ise bağımsız milletvekili olarak salona giremeyeceği söylemişti. Sökmen hiç beklemediği bu durum karşısında şaşırmış ve üzülmüştü. Bu üzüntüsünü zamanın Meclis Başkanı Abdulhalik Renda’ya anlatarak, bu durum karşısında milletvekilliğinden istifa edeceğini söylemişti. Sökmen’in ciddiyeti karşısında Renda durumu Atatürk’e anlatmıştı. Bunun üzerine Atatürk, Sökmen’i Çankaya’ya çağırtarak ona; “Üzülmeyin Sökmen, Sancak (Hatay) davasında daha yakından çalışabilmeniz için, müstakil saylav seçildiniz. Vakti gelince sebebini anlarsınız sabırlı olun, mesainize devam ediniz.” diyerek, bağımsız milletvekili yapılmasının cevabını da kısmi olarak vermiş oluyordu.19 Elbette bu durum karşısında Hatay davasında ne kadar etkin olduğunun farkında olan Sökmen’in karşı durması beklenemezdi. Nitekim de öyle

17 Sökmen, a.g.e., s. 91; Tayfur Sökmen, “Atatürk’e Ait Hatıralar, Atatürk ve Hatay, Anlatan: İlk Hatay Devlet Reisi ve Halen Senatör Tayfur Sökmen”, Hatay’ın Sesi Aylık Dergi, Eylül 1969, Yıl: 1, S. 2, s. 7. 18 TBMMZC, Devre: V, C. 1, İçtima: F., Tarih: 1.III.1935, s. 5. 19 Sökmen, a.g.e., s. 92.

114 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

oldu ve istifa etme sözünü bir daha dile getirmemişti. Zira Sökmen, güvendiği ve inandığı o insanın, Hatay için planladıklarında kendisinin var olduğunu çok net bir şekilde anlamıştı.

3- ATATÜRK’ÜN SON HATIRASI

Çok zaman geçmeden Atatürk Hatay için düşüncelerini ve yapacaklarını Türk ve dünya kamuoyuna açıklayacaktı. Hatay davasının çözüme kavuşturulmasında kilit rol oynayan birçok olay gösterilebilir fakat hiçbiri Atatürk’ün 1 Kasım 1936 tarihli Meclis açılış konuşması kadar etkili olmamıştır. Bu konuşmayı bu kadar önemli ve etkili yapan Atatürk’e göre, gerçek sahibi öz Türk olan İskenderun- Antakya ve çevresinin geleceğinin belirlenme zamanının geldiğini en yüksek düzeyde açıklamasıydı. Artık bu konu Türkiye’nin en büyük meselesi idi ve Fransa ile Türkiye’nin arasındaki tek ve büyük sorundu.20

Atatürk’ün Mecliste yaptığı bu konuşma hiç şüphe yok ki, Hatay Türkleri ve yıllardan beri Hatay davasına Türkiye’nin dikkatini çekmek isteyen Tayfur Sökmen için büyük bir umut ışığı olmuş ve heyecanlanmıştı.

20 Konuşma metinleri için bkz:, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, A-IV-18-c, D 74- 1, F 7. İskenderon-Antakya Meselesine İlişkin I-II Sayılı Kitapçık, s. 20; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Belge No: (030.10.224.510.12), 402/456, 4.7.1938, “Reisicümhurumuz Kemal Atatürk’ün 1 Teşrinisani 1936 da Kamutayın beşinci devresinin ikinci senesini açarken söylediği nutuklar”; TBMMZC, Devre: V, C. 13, İçtima: 2, Tarih: 1.XI.1936, s. 4-7; TBMM, Tarihe Düşülen Notlar 1, Yasama Yılı Açılışlarında Cumhurbaşkanlarının Konuşmaları-1, (1 Mart 1924-14 Aralık 1987), (Ed.: Hasan Yılmaz), Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, Aralık 2011, s. 58.

115

Atatürk’ün meselenin halli için kafasındaki planı, Fransa’nın Hatay’a bağımsızlık vererek bölgeyi terk etmesi ve Hatay’da Türkiye’nin garantisi altında bağımsız bir Türk Devleti’nin kurulması idi.21 Bu düşünceleri gerçekleştirmek için Atatürk hiç zaman geçirmeden konuşmanın bir gün sonrası, 2 Kasım 1936 tarihinde Tayfur Sökmen’i çağırtmıştı. Ona, Antakya-İskenderun ve havalisinin isminin bundan böyle “Hatay”22 olduğunu söyleyerek yeni bir başlangıç yapmıştı. Atatürk’ten bölge insanına bir armağan olan “Hatay” isminin, artık yerleştirilmesi ve kurtuluşun bu isim üzerinden yapılması gerekiyordu. Atatürk, merkezi İstanbul’da bulunan İskenderun-Antakya ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de adının değiştirilerek, “Hatay Egemenlik Cemiyeti” olmasını istemişti. Atatürk, cemiyetin Mersin, Hassa ve Kilis’te şubeler açarak, merkezinin Dörtyol’da olması talimatını vermişti. Merkezin Dörtyol seçilmesindeki sebep ise, gerektiği zaman Hatay’a dağdan, denizden ve karadan ulaşılmasının kolay olmasındandı. Bu teşkilatlanmaların yapılmasından sonra, Cemiyetin Hatay ile Türkiye arasındaki irtibatını ve istihbaratını sağlayacak isim olarak Tayfur Sökmen seçilmişti. Bu görev konusunda önce tereddüt eden Sökmen, emrin Atatürk’ten geldiğini duyunca hemen kabul etmişti.23 Artık sorumluluğun büyüğü Cemiyetin fahri başkanı olarak ondaydı.

21 Soyak, a.g.e., s. 532. 22 Bu ismin verilmesi ve tarihi kökeni ile ilgili bkz.: İsmail Müştak Mayakon, “Tarihten Bir Yaprak, Bir Türk Camiasının Adı”, Cumhuriyet, 10 Birinciteşrin (Ekim) 1936, s. 1. 23 Sökmen, a.g.e., s. 95-96.

116 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Atatürk’ün bu hamlesi ve Tayfur Sökmen’in bu görevlendirilmesi, çözüme kavuşacak davanın ve kurulacak yeni devletin de liderini belirliyordu. Tayfur Sökmen’in Atatürk’ün yaptıklarına karşı inancı tamdı. Onun söyleyeceği her şeyi tereddütsüz yerine getiren birisiydi. Atatürk’e olan bu bağlılığın geçmişe dayanan kökleri ve kurtuluşun ondan geleceğine duyulan güvenin etkisi elbette büyüktü. Tayfur Sökmen’in bu güvenine karşılık, Atatürk’ünde ona karşı duyduğu güveni görmek gerekir. En hassas görevler tereddütsüz Sökmen’e verilmişti. Onun devlete bağlılığı ve vatanseverliği tartışılmazdı.

Tayfur Sökmen’in bağımsız milletvekili olarak Hatay davasında ilk icraatı, Atatürk’ün emri ile Dörtyol’daki Cemiyet şubesinde, Hatay’ın Fransa’dan isteklerini öne süren bir konuşma yapmasıydı. Sökmen’in bu konuşması sonrası rahatsızlıklarını Atatürk’e ileten Fransızlar, bir milletvekilinin sınırda konuşup halkı Fransa aleyhine kışkırttığını, eğer bu duruma müdahale edilmezse iki ülke dostluğunun zarar göreceği uyarısında bulunmuşlardı. Atatürk’ün çoğu kişinin anlayamadığı hatta Tayfur Sökmen’in bile belli bir zaman anlam veremediği, Antalya bağımsız milletvekili olmasının nedeni Fransa’ya verilen cevapla ortaya çıkıyordu. Atatürk, Fransızlara, o milletvekilinin bağımsız olduğunu ve bağımsız milletvekillerinin istediği yerde ve istediği şekilde konuşma hakkını anayasanın ona verdiğini, bunun için o milletvekiline müdahale edemeyeceğini söyleyecekti.24

24 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi 1700-1958, Emel Yayınları, Ankara 1977, s. 575- 576.

117

Atatürk’ün diplomasi yoluyla Fransa’ya verdiği bu yanıt, onun daha önce planlayıp uygulamaya koyduğu ve en güvendiği isim üzerinden yaptığı bir hamle idi. Neticede Türkiye’nin etkin dış siyaseti, zamanın şartları ve bu şartları iyi kullanan Atatürk sayesinde Fransa ile varılan anlaşmalar gereğince Hatay’da bağımsız bir devlet kurulmasına karar verilmişti. Kurulacak devletin meclisini oluşturmak için Hatay’da yapılan seçimler Türkiye’nin istediği gibi sonuçlanmış ve çoğunluk Türklerin olmuştu.25 Bu sonuçla Türkiye, Hatay mücadelesinde istediğini elde etmişti. Artık sıra yeni kurulacak devletin Cumhurbaşkanının ve milletvekillerinin kim olacağına gelmişti.

Türkiye’nin, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı adayını belirlenirken aradığı özellikleri, zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, Başbakan Celal Bayar’a gönderdiği 10 Ağustos 1938 tarihli raporunda görmekteyiz. Bu rapor değerlendirildiği zaman, Hatay Cumhurbaşkanı olarak ilk öne çıkan isim Tayfur Sökmen olmuştur. Raporda “Bu reisliğe Hatay davasında Milli Mücadeleden beri fedakarane çalışmış ve bilhassa Ankara’nın drektiflerine büyük hassasiyetle sadık kalmış olan Antalya Saylavı Tayfur Sökmen ilk namzettir.”26 denecektir. Tayfur Sökmen’i ön plana çıkartan en önemli iki özelliği Hatay davasındaki fedakârlığı ve Ankara’ya karşı sadakatidir. Tayfur Sökmen’in Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesini Atatürk istemişti. Bu isteğinin ilk dile getirildiği yer ise, 10 Ağustos 1938

25 Hatay seçim sonuçları için bkz:, BCA, Belge no: (030.10.224.512.28), 2.8.1938, “Cevad Açıkalın’ın seçim sonuçlarını gösterir raporu”, s. 1; Melek, a.g.e., s. 61. 26 BCA, Belge no: (030.10.224.512.40), 10.8.1938, “Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Başvekil Celal Bayar’a gönderdiği, Hatay Hükümet ve Meclisinde vazife ve yer alacak şahsiyetlerin raporu”; s. 1.

118 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

tarihinde Hatay Devlet yönetiminin belirlenmesi için Dörtyol’da yapılan toplantı olmuştur. Tayfur Sökmen’in de katıldığı toplantıda Konsolos Fethi Denli, Şükrü Sökmensüer’e Cumhurbaşkanının kim olacağını sorması üzerine verdiği cevapta, Cumhurbaşkanı adayını Atatürk’ün belirlediğini ve Tayfur Sökmen’in olmasını istediğini söyleyecektir. Bunun üzerine Sökmen, tereddüt ve endişeyle, bu önemli vazifeyi kabul edemeyeceğini, zira bu görevin Atatürk tarafından verildiğini eğer başarısız olursa Atatürk’ün ona olan güven ve teveccühünü kaybedeceğini söyler. Buna karşılık Sökmensüer kendisinin bir şey yapamayacağını, sadece tebliğ ile görevli olduğunu söyleyerek konuyu kapatır.27

Sökmen, yapılan bu toplantıdan bir gün sonra 11 Ağustos 1938’de Hasan Rıza Soyak’a, Atatürk’e bildirmesi için yapılan bu teklif karşısında duyduğu endişeleri yazarak, daha önce hiçbir yönetim tecrübesi olmadığını da ekleyerek, Atatürk’ün kendisini bu vazifeden affetmesini ister.28

Bu durumu Hasan Rıza Soyak, Atatürk’e arz eder. Atatürk’ün yaklaşımı nettir. Ona göre zaten kurulacak devlete Türkiye hâkim olacağı için, yönetimdeki tecrübesizliğin bir önemi yoktur. Önemli olan bir an önce devletin kurulmasıdır. Fransızların işi uzatmasından çekinen Atatürk, Soyak’a verdiği talimatla Sökmen’in derhal görevi kabul etmesini emreder.29 Bu emir aslında Atatürk’ün Sökmen’e duyulan güvenin bir

27 Sökmen, a.g.e., s. 106. 28 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Tayfur Sökmen’le bir mülakat”, s. 124, Sökmen, a.g.e., s. 106. 29 Soyak, a.g.e., s. 619.

119

kez daha teyit edilmesidir. Bu durumu teyit eden bir diyalog Atatürk ile Celal Bayar’ın Hatay Cumhurbaşkanı ismi üzerinde konuşulurken geçer. Cumhurbaşkanı olarak Sökmen ismi geçince Bayar Atatürk’e sorar; “Zatıâliniz ne düşünüyorsunuz?” Atatürk; “Mesele mühim ve müsteceldir. Vaziyet yeni tecrübelere mütehammil değildir. Bu arkadaş tecrübe edilmiş her bakımdan itimada layik, namuslu ve becerikli bir adamdır. Ötedenberi bu yolda çalışmış ve başarılı hizmetlerde bulunmuştur. Binaenaleyh Devlet Başkanlığı için en münasibi odur, bunu bir vazife olarak kabul etmelidir.”30 cevabını verir. Kendisine bu kadar itimat duyan Atatürk’ü hayatı boyunca en değerli yapmasının sebeplerinden birisi de, Atatürk gibi bir kahramanın kendisine gösterdiği teveccühtür. Bu gelişmelerden sonra Sökmen tereddütsüz verilen görevi kabul eder ve 18 Ağustos 1918’de Atatürk ile görüştükten sonra Dörtyol’a döner.31

Sökmen’in Atatürk tarafından Hatay Devleti Cumhurbaşkanı adayı olarak göndermesi, halk üzerinde de büyük etki yapmıştı. Zira Sökmen’in Atatürk’e bağlılığı halk tarafından da iyi biliniyordu. Sökmen İskenderun’a Hatay Cumhurbaşkanı adayı olarak geldiği zaman “Yaşasın Atatürk, yaşa bize halas ve saadet getiren Atatürk çocuğu” tezahüratları ile karşılanmıştı.32

30 Sökmen, a.g.e., s. 107; Nuri Aydın Konuralp, Hatay, Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, (Yay. Haz., Abdurrahman Konuralp), Hatay Postası Yayınevi, İskenderun 1970, s. 158-159; Tayfur Sökmen Diyor ki… “Tayfur Sökmen’le bir mülakat”, s. 124. 31 Sökmen, a.g.e., s. 108; Tayfur Sökmen diyor ki...” İftira ve tevzir karşısında hakikatler”, s. 118. 32 “Hataylılar Dün Yeni Bir Bayram Yaptılar, Hataylılar Büyük ve Kahraman Çocuğunu Bağrına Bastılar”, Hatay, 20 Ağustos 1938, s. 1; “Hatay İstiklalinin

120 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tayfur Sökmen, 2 Eylül 1938 tarihinde seçildiği Hatay Cumhurbaşkanlığı görevine başladıktan sonra ilk olarak Atatürk’e bir telgraf çekmiş ve minnettarlığını bildirmişti. Bu minnettarlık kendisine sağladığı makamdan ziyade özgürlüğüne kavuşan Hatay içindi. Bu özgürlüğün, Atatürk’ün yüksek alaka ve yardımı sayesinde olduğunun farkında olarak ona karşı duyduğu minnet, şükran ve bağlılığını bir kez daha göstermek istemişti.33 Sökmen, Hatay’ın ana vatana katılışına kadar (29 Haziran 1939) kendisini her zaman ana vatanın bir parçası saymış ve ana vatana katılana kadarda bu anlayışını korumuştur. Kendisinin, ana vatanın ayrılmaz bir parçası olduğunun en güzel örneklerinden birisi Cumhurbaşkanlığının ilk günlerinde yaşanmıştır.34

Tayfur Sökmen, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı seçildiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki Antalya Bağımsız Milletvekilliği de devam ediyordu. Bu durum siyasi tarihte pek de görülen bir durum değildi. Bir devletin Cumhurbaşkanı, diğer devletin milletvekilliğini yapıyordu. Bunun tek bir çözümü vardı. Tayfur Sökmen’in Antalya

Kahraman Mücahidi, Hatay’ın Altın Kalpli Evladı”, Yenigün, 25 Ağustos 1938, s. 1 33 Telgraf metni şöyledir: “Hatay Millet Meclisi tarafından bugün Hatay Reisliği’ne seçildiğimi ve bu vazifeyi ifaya başladığımı yüksek huzurunuza arzetmekle şereflenirim. Türkiye’nin Ulu Önderi tarafından gösterilen yüksek alaka ve yardım sayesinde istiklaline kavuşmuş olan Hatay’ın, Ulu Şef Atatürk’e ve B.M.M.’ne karşı beslediği minnet, şükran ve bağlılık hislerini ve bu vesileyle de arzetmekle son derece bahtiyarım. Vazifemin ifası sırasında yüksek alaka ve irşatlarınızın esirgenmemesi dileğiyle candan bağlılığımı ve sonsuz saygılarımı arz ederim.” Sökmen, a.g.e., s. 108; “Atatürk’le Cumhurreisimiz Arasında Teati Edilen telgraflar”, Yenigün, 4 Eylül 1938, s. 1; “Atatürk’ün Hatay Devlet Reisine yüksek iltifatı”, Cumhuriyet, 5 Eylül 1938, s. 1-7. 34 Yahya Yılmaz, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Hatay’ın Bağımsızlığındaki Yeri ve Siyasi Faaliyetleri (1918-1974), Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hatay 2018, s. 177.

121

Bağımsız Milletvekilliğinden istifa ederek, Türk vatandaşlığından çıkarılmasıydı. Türk Dışişleri Bakanlığı bunun için Sökmen’e telgrafla gereğini yapmasını bildirmişti. Sökmen bu telgrafa verdiği cevapta, Hatay’da Atatürk’ün emrini yerine getirmek için gönderilmiş bir memur olarak bulunduğunu, asıl görevinin ise Antalya Milletvekilliği olduğunu ve Türk vatandaşlığını taşıdığını, eğer Dışişleri ısrar ederse Hatay Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa ederek, ana vatana döneceğini söylemişti.35 Sökmen Hatay’da yaptığı görevin Atatürk tarafından kendisine verildiğini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Atatürk durumdan haberdar olunca bir talimat vererek, Bakanlar Kurulunun toplanarak Tayfur Sökmen’in Türk vatandaşlığının ve Antalya Bağımsız Milletvekilliğinin korunması yönünde karar almasını, neticenin de Sökmen’e bildirilmesini emreder. 14 Eylül 1938 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Sökmen’in milletvekilliği ve Türk vatandaşlığı hakkının saklı kalması yönünde karar alınmış ve Atatürk son kez sağlığında Tayfur Sökmen için kararnameye imza atmıştı.36 Tayfur Sökmen için bu durum o kadar önemlidir ki, alınan bu karar kendisine bildirildiğinde “Eşsiz Atatürk’ün imzasını taşıyan kararın tebliği hayatımın mesut anlarından biridir.”37 diyerek mutluluğunu dile getirecektir.

Atatürk’ün ölümü her Türk insanından bir parça koparmıştı. Zira herkes kendine göre Atatürk’te bir yönünü buluyordu. Onun yaptıkları mutlaka

35 Sökmen, a.g.e., s. 110. 36 TBMM Arşivi, TBMM Azasına Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Devre: 5, Sicil No: 875 Defter no: 28, Kutu numarası: 4. Kararname metni için bkz.: EK-1 ve 2. 37 Sökmen, a.g.e., s. 111

122 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

herkesin hayatında birşeyleri değiştirmişti. Tayfur Sökmen içinde durum böyleydi. Onun hayatında Atatürk çok özeldi. Atatürk’ün ölümü üzerine Tayfur Sökmen, taziye için Cumhurbaşkanı vekili Abdülhalik Renda’ya bir telgraf göndermişti. O telgraf Sökmen’in Atatürk’ün hatırasına sahip çıkacağının da verilmiş bir sözü idi. Telgrafta, “Türk âleminin ve bütün Şarkın Ulu Atasının ebedi ziyaı Hatayı sonsuz teessüre gark etmiştir. Büyük Önderin rejimini ve aydınlattığı izleri takip edecek olan Türk Milletinin ve Türk varlığının izleri üzerinde bütün varlığımızla yürüyeceğimizi ağlayarak arzeylerim.” 38

Bu telgrafın ardından Sökmen, 14 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün ölümü dolayısıyla toplanan Hatay Meclisi’nde yaptığı konuşmasında; “Bu acı ölümle Türk vatanı yapıcısını, Türk Milleti Ulu Şefini insanlık büyük evladını kaybetmiştir.” sözleriyle derin üzüntüsünü dile getirir. Bu üzüntünün hafiflemesinin ise onun büyük eserine sahip çıkmak ve onun açtığı yoldan ilerleyerek mümkün olacağını söyleyerek, büyük kurtarıcının son eseri olan Hatay’da da onun eserlerini ve prensiplerini daima takip edeceklerini söyler. Ona göre ölen fani Atatürk’tür. Onun dünyayı aydınlatan fikirleri, parlaklığı ile gözleri kamaştıran eserleri büyük ruhu daima yaşayacaktır. Onun büyük ruhunun daima meşale olacağını ve ondan hız alarak daima ileriye yürüyeceklerini söyleyerek sözlerini şöyle bitirir: Bize bu istiklali bahşeden ve bu mesud günleri yaşatan halaskar Atatürkün büyük ruhu ve aziz hatırası önünde hürmetle eğilerek sonsuz minnet ve tazimlerimi anavatana saadet ve

38 “Hataydan Taziye ve Tebrik Telgrafları”, Yenigün, 13 İkinciteşrin (Kasım) 1938, s. 1.

123

refah temennilerimle arzeder, Büyük Atatürkün guyubiyeti elimesiyle yanan necib Türk milletine ve bütün Şark âlemine en samimi taziyelerimi sunar(ım)…”39 Tayfur Sökmen, Atatürk’le ilgili derin hatıraları bir daha yaşar gibiydi. İlk gününden son anına kadar hep ona bağlı kalmış, o öldükten sonra da eserlerine bağlılığı devam etmiştir.

4. BİTMEYEN VEFA VE BAĞLILIK

Tayfur Sökmen, Atatürk’e olan bağlılığını, o hayatta iken birçok olayda net bir şekilde ortaya koymuş ve bu bağlılıktan hiç tereddüt etmemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonrada bu bağlılığı devam ettirmiş ve ona duyduğu vefa hiçbir zaman eksilmemiştir. Yazılarında ve konuşmalarında çoğunlukla Atatürk’ten bahsetmiş ve onun fikirlerini, eserlerini savunmuş, Türkiye’yi onun eseri olarak görmüştü. Bu başlıkta Sökmen’in bu yaklaşımını ve Atatürk hakkındaki söylediklerini yazılarında ve konuşmalarında analiz etmeye çalışacağız.

Tayfur Sökmen, Atatürk’ün ölümünden sonra, onun hakkındaki düşüncelerini ilk olarak 14 Kasım 1938 tarihinde toplanan Hatay Meclisi’nde ortaya koymuştu. Sözlerine, Büyük Ulu Şef’in hatırasını taziz için maruzatımı arz edeceğim” diyerek başlamış ve onu, Türk’ün istiklalini sağlayan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türk milletini muasır medeni milletler seviyesine yükselten, dünyada sayılan ve hürmet edilen bir devlet vücuda getiren büyük bir kurucu olarak anlatmıştı. Sökmen’e göre, Atatürk’ün ölümü ile Türk vatanı yapıcısını,

39 “Hatay Millet Meclisinde Devlet Reisimiz mühim bir nutuk söyledi”, Yenigün, 16 İkinciteşrin (Kasım) 1938, s. 1-3. “Hatay Millet Meclisi 14.11.938 Tarihli Toplantısına Ait Zabıtnamedir”, (Haz.: Mehmet Tekin), Hatay Devleti Millet Meclisi Zabıtları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2009, s. 84-85.

124 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Türk Milleti Ulu Şefini ve insanlık büyük evladını kaybetmişti. Bu kayıp karşısında duyulan acı ve üzüntünün sınırı yoktu. Bu üzüntünün hafiflemesi ancak, onun büyük eserine sahip çıkmakla ve onun açtığı yoldan ilerlemekle mümkün olabilirdi. Bu anlayışla büyük kurtarıcının son eseri olan Hatay’da onun eserleri ve prensipleri daima yaşatılacaktı. Ona göre ölen fani Atatürk’tü. Onun dünyayı aydınlatan fikirleri, parlaklığı ile gözleri kamaştıran eserleri, büyük ruhu daima yaşayacaktı. Sökmen, o ruhun ebedi olduğunu, kendilerine daima meşale olup yollarını aydınlatacağını ve ruhun babadan evlada, nesilden nesile aynı istek, aynı kuvvetle intikal ederek ebediyen yaşayacağını söyler. Son söz olarak da, kendilerine bu istiklali kazandıran ve bu mutlu günleri yaşatan halaskar Atatürk’ün büyük ruhu ve aziz hatırası önünde hürmetle eğilerek sonsuz minnet ve tazimlerini ileterek bitirir.40 Sökmen’in bu sözlerinin o günün gereği söylenmediğini ve Atatürk’ü yaşamının birçok yerinde örnek alarak onu ilham kaynağı gördüğünü yaşananlardan görmekteyiz.

Bu duruma en iyi örneklerden birisi Tayfur Sökmen ’in 16 Kasım 1938 tarihinde “El Liva” gazetesine vermiş olduğu beyanatıdır. Bu beyanatın başında Sökmen, “Siz şunu çok iyi bilin ki, ben burada herkes için ve Büyük Babamız Atatürk’ten aldığımız ilhamla…” diye başlar ve devamında, Hatay mücadelesinde, düşüncelerinde ve siyasi hayatında ilham kaynağının Atatürk olduğunu söyler. Daha sonra gazeteye Hataylıların birlik ve beraberliğinin kaynağını anlatan Sökmen, son

40 “Hatay Millet Meclisinde Devlet Reisimiz mühim bir nutuk söyledi”, Yenigün, 16 İkinciteşrin (Kasım) 1938, s. 1-3. “Hatay Millet Meclisi 14.11.938 Tarihli Toplantısına Ait Zabıtnamedir”, Tekin, Hatay Devleti…, s. 84-85.

125

cümlesinde, “…Yine inanmanızı rica ederek ilave ediyorum ki, Hataylılara bila tefrik baktığımı söylerken hiçbir siyasî mücadeleye tabi olmuyorum. Atatürkten aldığım ilhamla şuurumdan gelerek konuşuyorum.”41 diyecektir. Atatürk’ün milleti için yaptıklarını yaşayarak, çoğu zaman aynı mücadelenin içinde olarak görmüş olan Sökmen, onun yolundan gitmeyi ve ondan ilham almayı büyük mutluluk saymıştır.

Tayfur Sökmen’in zaman geçtikçe Atatürk ile ilgili bütün olaylarda ve konularda taraf olduğunu görmekteyiz. O kendi deyimiyle, Türkiye’nin Ulu Önderi Atatürk’ü ve onun inkılaplarını her ortamda ve koşulda savunmuştur. Onun kafasındaki Atatürk bakışıyla, çoğu zaman kendi partili (CHP) arkadaşlarıyla bile ayrı düşmüştür. Mensubu bulunduğu CHP’yi her zaman Atatürk’ün partisi olarak görmüş ve onun çizgisinden uzaklaştığını düşündüğü zamanda en keskin eleştirilerini yapmıştır. Özellikle 1950’li yıllardan sonra bu duruma daha çok rastlıyoruz.

Cumhuriyet tarihinin ilk iktidar değişiminin olduğu 1950’li yıllardan sonra, Sökmen’e göre, Atatürk’e ve onun inkılaplarına karşı saldırılar artmıştır. Bu saldırılara önlem almak ve cezayı müeyyideler uygulamak için dönemin hükümeti Demokrat Parti, “Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında Kanun” tasarısı hazırlamıştı. Bu tasarı, 4 Temmuz 1951 tarihinde Genel Kurulda görüşülmeye başlanmış, uzun süren görüşmeler ve tartışmalardan sonra 25 Temmuz 1952 tarihinde

41 “Devlet reisimiz El Liva gazetesine verdiği beyanatıdır”, Yenigün, 20 Birinciteşrin (Ekim) 1938, s. 1.

126 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kanunlaşmıştı.42 Bu kanun görüşmelerinde Sökmen’in tavrı elbette kanunun çıkması yönündedir. Fakat hem Demokrat Partiden hem de Halk Partisi’nden olsun çoğu vekiller bu kanunun çıkması taraftarı değildir. Gerekçeleri her ne kadar farklı olsa da, kanunun aleyhinde olanların hepsinin Atatürk’e karşı oldukları düşünülmemelidir. Usul ve bakış açılarındaki farklılık mecliste uzun tartışmalara sebep olmuştur.43 Burada konumuz gereği Tayfur Sökmen’in bu tartışmalarda, bakış açısı önemlidir. Zira kanunun çıkması lehinde tavrını ortaya koyarken aslında kafasındaki Atatürk’ü de ortaya çıkarmıştır.

Sökmen’e göre, her şeyden önce kanun tasarısı tartışılırken, Atatürk’ün partiler üstü bir değer olduğunu herkesin kabul etmesi gerekir. Zira o, sadece Türk milletinin değeri değildir. Yaptıklarıyla ve gösterdiği kabiliyetlerle dünyanın takdirini ve hayranlığını kazanmış bir liderdir. Onun heykelini, eser ve inkılaplarını kanun ile korunması veya buna mecbur kalınması acı, hazin, hatta çok ayıptır. Fakat ülkeyi içerden çökertmek isteyenler, milletin ortak değerlerini yok etmek ve halkın gözünde Atatürk sevgisini azaltmak için birtakım oyunlar oynamaktadırlar. Özellikle Atatürk’ün dinsiz ve inkılaplarının dine karşı olduğunu birtakım vasıtalarla ve ajanlarla, saf ve temiz halkımıza ispatlamaya çalışmaktadırlar. Hâlbuki Atatürk inkılaplarının esası dinle çelişmediği gibi, Atatürk’te dinsiz değildir. Aksine dini kendi çıkarları

42 TBMMTD, Dönem: IX, C. 7, Toplantı:1, Tarih: 4.V.1951, s. 40. 43 Bu görüşmeler ve tartışmalar için bkz.: TBMMTD, Dönem: IX, C. 7, Toplantı:1, Tarih: 4.V.1951, s. 40-70; TBMMTD, Dönem: IX, C. 7, Toplantı:1, Tarih: 7.V.1951, s.78-131; TBMMTD, Dönem: IX, C. 9, Toplantı:1, Tarih: 23.VII.1951, s. 251-290.

127

için kullanan ve tarih boyunca var olmuş, mürteci ve yobazlarla, medeniyete engel olan hurafelerin ve batıl inançların düşmanıdır.44

Sökmen bu sözleriyle, daha önce konuşan birçok milletvekilinin söyleyemediklerini söylemiştir. Birçok Milletvekili Atatürk’e ve inkılaplara düşmanlıktan bahsetmiş olsa da, bu tehlikenin ne olduğunu ve gücünü nerden aldığını ortaya koyamamıştır. Sökmen, açık sözlülükle asıl tehlikenin ne olduğu tespitinde bulunmuş ve kendi yaklaşımı ile de Atatürk’ü savunmuştur.

Sökmen, Atatürk’ün ve onun inkılaplarının korunması için bu kanun tasarısının mutlaka çıkmasından yana tavır takınmıştır. Onun için bu saldırıları yapanların mutlaka cezalandırılması gerekir. Bunu gerekçelendirirken de Sökmen, milletin sembolü bayrak örneğini verir. Sökmen göre, esasında yünden, pamuktan, iplikten ibaret olan bir kumaş, bayrak haline geldiği zaman kutsiyet ve değer kazanır. O zaman bir milletin değeri, bir vatanın sembolü olur. O değeri korumak için de kanun çıkartılır. İşte Atatürk’te böyledir. O, önce bir insan olarak görülse de, nitekim baştanbaşa işgale uğramış bu vatanı işgalden, bu milleti yok olmaktan kurtarmış ve bu medeni hale getirmiştir. Sonrasında, hür ve bağımsız bir vatan yaparak, bu milletin bir değeri, bu vatanın bir sembolü olmuştur. Türk’ün atası ünvanı bahşedilmiş olan Atatürk’ün tüm değerler gibi saldırganlara karşı korunmalıdır.45

Sökmen’in, Atatürk’ü savunurken elbette sözlerinde duygusallık daha ön plandadır. Onun tanıdığı ve kafasındaki Atatürk en büyük değeri hak

44 TBMMTD, Dönem: IX, C. 9, Toplantı:1, Tarih: 23.VII.1951, s. 267. 45 TBMMTD, Dönem: IX, C. 9, Toplantı:1, Tarih: 23.VII.1951, s. 267-268.

128 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

eden insandır. Bu konuşmada Sökmen, duygusallığın dışında Atatürk için, onunda bir fani olduğunu, onun da noksanları ve kusurları olabileceği gerçeğini de görür. Fakat asıl önemli olanın terazinin kefesine bakmak olduğunun da altını çizer. Sökmen’in uzun süren konuşmasının özünde şu vardır; Atatürk’ün mensubiyeti ile övüldüğü asil, vefakâr ve kadir bilir Türk Milleti’nin, bir fincan kahvenin hakkını gözetirken, özgür ve bağımsız bir vatan bırakan, kendini medeni milletler seviyesine çıkartmış kahraman evlatlarının heykelini, eser ve inkılaplarını kötü ruhlu insanların saldırılarından koruyacak kanunun kabul edilmemesine razı gelmez. Sökmen son söz olarak da, hemen hemen bütün konuşmalarının sonunda yaptığı gibi, Atatürk’ün manevi huzurunda sonsuz minnet ve şükran ile eğilerek, ona olan saygısını her zamanki gibi ortaya koyar.46

Tayfur Sökmen’in görüşülen bu kanun tasarısı için ortaya koymaya çalıştığı temel düşüncesi, Atatürk ve İnkılaplarının hiçbir siyasî kaygı taşınmadan ve partiler üstü görülerek sahip çıkılmasıdır. Her ne kadar bu kanun yasalaşmış olsa da, Atatürk ve inkılaplarına karşı saldırılar eksik olmamıştır. O saldırılara karşı da Sökmen, hem Atatürk’ü hem de onun İnkılaplarını her ortamda ve koşulda savunmaya devam etmiştir.

Sökmen, Atatürk’ü hayatının her döneminde hissederek yaşamıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birsi, 1968 yılında onunla yapılan bir mülakatta sorulan soruya cevap verirken kullandığı kelimelerdir. Sökmen, “1954’den sonra arzumla teşrii vazifeyi bırakarak köşemde

46 TBMMTD, Dönem: IX, C. 9, Toplantı:1, Tarih: 23.VII.1951, s. 266-268.

129

oturup aziz Atatürk’e rahmet ve millete dua ederek yaşamaktayım.”47 diyerek, siyasi hayattan çekilmiş fakat Atatürk’le yaşamaya devam etmiştir. Sökmen’in gösterdiği bu vefa örneği ömrünün sonuna kadar sürmüştür.

Sökmen, Atatürk’e bağlılığı onun eserlerine sahip çıkmak olarak görürdü. Onun için en değerli hatıralardan birisi, kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi idi. Ona göre Halk Partisi’nin temeli Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetidir. Halk partisinin temeli olan bu Cemiyetlerde Atatürk’ün liderliğinde kurulmuş ve vatanın kurtuluşunu sağlamıştır.48 Sökmen bu partiye mensubiyetinden de her zaman gurur duyarak; “Kuvay-ı Milliye zamanından beri Halk Partisinin imanlı üyesiyim” sözleriyle bağlılığını ortaya koyacaktır.49 Fakat Atatürk’ün ölümünden sonra partinin izlediği siyaseti zaman zaman eleştiren Sökmen, partinin özellikle 1965 sonrası geldiği noktadan rahatsızlık duyacaktır. Atatürk’ün sağlığında bu partinin, onun açtığı ve aydınlattığı terakki ve tekâmül yolunda ilerlediğini, fakat onun ölümünden sonra bu ilerleyişi koruyamadığı ve inkılaplarından ödün verdiği düşüncesindedir.50

Sökmen 1954 yılından sonra aktif siyasetten çekilmiş, fakat dolaylı olarak hep siyasetin içerisinde kalmıştır. O tarihten 1967 yılında CHP’den istifa ettiği51 zamana kadar dönem dönem yazdığı yazılarda

47 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Tayfur Sökmen’le bir mülakat”, s. 125. 48 Tayfur Sökmen, C.H.P. Ortadadır, Ortanın Solu Moskova Yoludur; 1966, Broşür s. 3. 49 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Tayfur Sökmen CHP ortak Grubunu uyardı.”, s. 171. 50 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Bir Bilirkişi Konuşuyor”, s. 140. 51 Tayfur Sökmen CHP’den istifa gerekçesinin; “İnönü’nün partiyi aşırı solculuğu

130 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ve konuşmalarında CHP’nin izlediği siyasetten rahatsızlığını dile getirerek, partinin Atatürk’ün çizgisinden uzaklaştığını söyleyecektir. Bu uzaklaşmanın temel sebebi olarak da İsmet İnönü’yü görecektir. Ona göre İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra kendisini ayrı bir varlık olarak gösterme hevesine kapılmayıp Atatürk’ün çizdiği yolda yürüseydi ne kendi nede memleket birtakım badirelere girmez ve kendinden sonra gelenlerde aynı yolu takip etmeye mecbur olurlardı.52

Sökmen’in, CHP’yi Atatürk’ün çizgisinden uzaklaştığı eleştirilerinin temelinde, “Ortanın Solu” söylemleri ve bu bağlamda partinin değişen siyasetin rolü büyüktür. İnönü bu kavramı savunurken şunları söyleyecektir: “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir ekonomik anlayıştadır.”53 Bu kavrama şiddetle karşı çıkan Sökmen, CHP’nin solculukla ve sosyalizmle bir bağının bulunmadığını, bu kavramların karşılığının Halkçılık olduğunu, Atatürk’ün de inkılap yaparken böyle kavramlara hiç ihtiyaç duymadığını kaleme aldığı broşürde54 yazar. Sökmen’e göre Atatürk’ün partisine yazık olmuştur. Yıllardan beri memlekete birçok

veya komünistliği önleyeceğim hülyası ile ortanın soluna kaydırması” olduğunu söyleyecektir. Tayfur Sökmen Diyor ki… “Bir Bilirkişi Konuşuyor”, s. 141; “Eski Hatay C. Başkanı Tayfur Sökmen ile Oğuz Oran dün CHP den istifa ettiler”, Dünya, 3 Mayıs 1967, s. 1. 52 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Atatürk’le hiçbir kimse kıyaslanamaz!..”, s. 95; Tayfur Sökmen Diyor ki… “Atatürk politika metaı olamaz”, s. 131. 53 İsmet İnönü Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri 1965-1967, (Haz.: İlhan Turan), Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004; Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile “Ortanın Solu ve Aşırı Sol” Konulu Söyleşi, s. 71. 54 Tayfur Sökmen’in kaleme aldığı bu broşür, CHP’nin Ekim 1966 tarihinde yapılacak 18. Kurultayı öncesi delegelere dağıtılan ve niçin “Ortanın Solu” kavramına karşı olduğunu anlattığı bir broşürdür. Metni için bkz.: Tayfur Sökmen, C.H.P. Ortadadır, Ortanın Solu Moskova Yoludur; 1966, Broşür.

131

hizmet vermiş ve birçok kıymetli şahsiyetler yetiştirmiş olan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, bir avuç solcu tarafından ortanın soluna çekiliyor. Partinin birçoğu ise Atatürk’e yakışır hüviyetini korumak gayretindedir.55

Sökmen bu fikirleri ile hem ortanın solu kavramına hem de İnönü’nün izlediği siyasete karşı çıkmıştır. Bu karşıtlığı 1967 yılında Atatürk’ün en büyük eseri olarak gördüğü CHP’den ayrılmasına sebep olmuştur.56 Onun gibi düşünenlerde, CHP’nin Atatürk’ün ilkelerinden tamamen uzaklaştığını düşünerek partiden ayrılmışlardır.57 Bu istifaların gerekçelerinden bazı yönleriyle farklı olsa da, CHP’nin değişmez ismi İsmet İnönü’de parti içi değişen düşünce farklılıklarından dolayı 1972 yılında istifa etmiştir.58 Sökmen, CHP’nin artık Atatürk’ün partisi olmadığını çok net bir şekilde şu sözleriyle ortaya koyacaktır; “Atatürk Partisi olarak vasıflandırılan bir partinin kongresinde Atatürk'ten

55 Tayfur Sökmen’in “Ortanın Solu” kavramını eleştirdiği yazısı için bkz:, Tayfur Sökmen, C.H.P. Ortadadır, Ortanın Solu Moskova Yoludur; 1966, Broşür. 56 Sökmen İnönü’ye gönderdiği istifa dilekçesinin sonuna şunları yazacaktır: “…ben ki ‘mezarıma kuvayi milliyeden beri içinde bulunduğum saflarından çalışmakta mübahi olduğum Atatürk’ün kurduğu CHP’li’ olarak yazdırmak fikrindeyim. Ama başında bulunduğunuz ortanın solundaki partiden istifa ettiğimi saygılarımla arzedirem.” Tayfur Sökmen Diyor ki… “CHP sola kaydığı için istifa ettim”, s. 180- 181; Tayfur Sökmen Diyor ki… “Tayfur Sökmen CHP ortak Grubunu uyardı.”, s. 171- 172. 57 “CHP’den Atatürk ilkelerinden uzaklaştığı için ayrıldık”, Dünya, 8 Mayıs 1967, s.1. 58 İnönü istifa yazısında gerekçe olarak şunları yazacaktır: “12 Mart şartlarının nazik mahiyetini muhafaza ettiği bir zamanda, parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP’den ayrılmış olduğumu bilgilerinize sunarım.”, İsmet İnönü, , İsmet İnönü Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri 1970-1973, (Haz.: İlhan Turan), Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004, s. 346; “İnönü’nün CHP’den İstifası Açıklandı”, “Siyasi hayatına Tabii Senatör olarak sürdürecek”, Cumhuriyet, 6 Kasım 1972, s. 1.

132 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

bahsedilmezse, nasıl Atatürk Partisi denilebilir?”59

Sökmen’in rahatsızlık duyduğu bir başka konu da ordu-siyaset ilişkisi olmuştur. Birçok yazı ve konuşmalarında bu ilişkinin hassasiyetinden bahsederek ordu içerisine siyasetin sokulmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Sökmen, tarihi olarak bunun acısının çok çekildiğini, özellikle İttihat ve Terakki’nin orduya politikayı karıştırarak düzeni bozduğunu ve buna en büyük tepkiyi de Atatürk’ün gösterdiğini söyleyecektir.60 Sökmen’e göre Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile çıkılmasına, ordudaki idaresizlik ve politik çekişmeler sebep olmuştur. Bu duruma şahitlik eden Atatürk’te milli mücadele ve sonraki dönemde de orduya siyaseti sokmamıştır. Onun ölümünden sonra ise durum değişmiş ve orduya politika sokulmuştur.61 Bu durum 27 Mayıs ile birlikte ülkede ihtilallere sebep olmuş, fakat ülke içine düştüğü karışıktan çıkamamıştır. Bunun sebebi de, politika bilmeyen askerlerin tutumu olmuştur.62 Buna şiddetle karşı çıkan Sökmen, Atatürk ordusunun hiçbir politikacının ve teşekkülün aracı yapılamayacağını, onun en dokunulmaz bir varlık olarak politikacıların tahriklerinden uzak tutulması gerektiğini düşünür.63

59 CSTD, C. 7, Bileşim: 4, Toplantı 12, Tarih: 16.11.1972, s. 44-45. 60 CSTD, C. 65, Bileşim: 75 Toplantı: 10, Tarih: 15.6.1971, s. 347. 61 Tayfur Sökmen Diyor Ki... “30 Ağustos zaferinin şerefi inhisar altında değil”, s. 134. 62 CSTD, C. 47, Bileşim: 61, Toplantı: 7, Tarih: 30.9.1968, s. 422; Tayfur Sökmen Diyor Ki... “İktidar ve muhalefet çatışması fırsat kollayan sağcı ve solcuların işine yarıyor.”, s. 78. 63 CSTD, C. 53, Birleşim: 67, Toplantı: 8, Tarih: 28.5.1969, s. 535-536; Tayfur Sökmen Diyor ki… “Ordu ve Siyasi Haklar”, s. 112.

133

Tayfur Sökmen, Atatürk’ün temel fikir olarak Cumhuriyetin temeline yerleştirmeye çalıştığı ideolojinin haricinde, 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan ve kaynağını dışarda gördüğü ideolojilerin karşısında olmuştur. Ona göre aşırı sağcılık, gericilik ve taassup olup, her yeni çıkan şeyleri gâvur icadıdır diye kabul etmemektir. Solculuk ve sosyalistlik ise, komünizmin öncüsü olup, kurulu düzeni bozan, kanun tanımayan anarşistliktir. Bu iki ideolojinin ve mensuplarının ülkeye vereceği zarar aynı ölçüdedir.64 Sökmen’in bu düşünceleri ortaya koyduğu dönem, 16 Şubat 1969 olaylarının yaşandığı dönemdir. Ona göre sağ ve sol tahrikçileri, Türk gençliğini birbirine düşürmüş ve ülkenin huzurunu bozmuştur. Bu gençleri tahrik edenlerin onları Atatürk gençliği diye ortaya sürmesini ve böyle isimlendirilmelerini asla kabul etmemiştir. Sökmen, bu davranışları sergileyen gençlere Atatürk’ün Cumhuriyeti değil, bir köyü bile emanet etmeyeceğini ve etmediğini söyler.65 Atatürk’ün elleri silahlı, kanun tanımayan, düzeni bozanları, hangi sebeple olursa olsun savunanları kendinden saymadığını söyleyerek, Atatürk’ün gençlere “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözleriyle yön verdiğini hatırlatır. Bu ilim ve bilginin de tabanca ve dinamit ile elde edilemeyeceğini, ancak disiplinli okumakla ve çalışmakla öğrenilebileceğini vurgular.66

Bu olayların Sökmen’i asıl üzen tarafı, huzur ve düzen bozucu hareketlerin, Atatürkçülük, devrimcilik ve ilericilik olduğunun söylenip savunulmasıdır. Sökmen’in söylemiyle, Atatürk düzen bozanları ve

64 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Hadiseler karşısında düşüncelerim”, s. 158. 65 Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Hadiseler Karşısında Düşüncelerim”, s. 160. 66 CSTD, C. 57, Bileşim: 57, Toplantı: 10, Tarih: 7.4.1970, s. 539.

134 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

anarşik hareket edenleri hiçbir zaman sevmemiş, irtica unsuru sağcılardan ve komünizmin öncüsü solculuktan da nefret etmiştir. Sökmen bu söylediklerini birilerinden duymadığını, bizzat kendisinin işittiğini belirtir. Bu sebeple, sağcıların, solcuların, sosyalistlerin asla Atatürkçü ve devrimci olamayacağını, onların Atatürk’ü hiç sevmedikleri gibi, onu kötü emellerine paravan yapmak istediklerini söyleyecektir.67

Sökmen’e göre, eğer Atatürk bu ideolojilere yakınlık gösterseydi, davet edildiği 1923 yılında Paris’te toplanan solcu ve sosyalist kongresine temsilci gönderirdi. O toplantıya Halk partisinden hiç kimse gönderilmemiştir. Sökmen’in kafasındaki gerçek Atatürkçülük, kâkül uzatmak, pantolon paçalarının kıvrımını kaldırmak, okulları silah deposu yapmak ve yaptırmak değildir. Atatürkçülük ve ilericilik, bankaları ve özel teşebbüsleri devletleştirmek hiç değildir. Gerçek Atatürkçülük ve gerçek ilericilik; kışlaya, okula, camiye politika sokmayıp, tefrika çıkarmamaktır.68 Gerçek Atatürkçüler, ilmi rehber edinmiş ve Kemalizm ideolojisini benimsemiş kişilerdir. Kafalarında başka ideolojiler taşıyanlar fikirleri dışarıdan beslenen iki pasaportlulardır. 69

Tayfur Sökmen’in bu ideolojilere karşı tepkisinin ve endişe duymasının temel sebebi, ülkede karışıklık çıkartarak düzeni bozmaya çalışmalarıdır. Bu durumda anarşiyi doğuracaktır. Anarşi ise memleketi

67 CSTD, C. 57, Bileşim: 57, Toplantı: 10, Tarih: 7.4.1970, s. 540. 68 CSTD, C. 54, Bileşim: 16, Toplantı: 9, Tarih: 23.12.1969, s. 587. 69 Sökmen, “Profesörlerin Mektubu” Dünya, 2 Haziran 1971, s. 2; Tayfur Sökmen Diyor ki… “Profesörlerin Mektubu”, s. 130.

135

felakete sürükleyecektir. Bu felaket de Türk Milletini ve vatanını tehlikeye sokacaktır.70

Tayfur Sökmen, Atatürk’ün ortaya koyduğu fikirlerle ve yaptığı icraatlarla çelişen bir başka konunun ekonomik yaklaşımlar olduğu görüşündedir. Sökmen’e göre, CHP’nin benimsediği devletleştirme politikasının Atatürk’ün ekonomi anlayışı ile hiçbir alakası yoktur. Her şeyi devletleştirme düşüncesi sosyalist ve komünistliğe yaklaşmaktır. Oysa Atatürk, vatandaşların yapamadıklarını Devletin yapması için görüşlerini çok net İzmir İktisat Kongresinde açıklamıştır.71 Sökmen, Atatürk’ün özel sektöre ve yabancı yatırımcılara karşı olmadığını söyler. Kendisi de, bazı kesimlerin yabancı şirketlerin yatırım yapmalarını işgal ve istila göstermesinin aksine, bunun böyle olmadığını, yapılan yatırımların milletin fakirlikten kurtulması, işgal ve istilaya karşı maddi bir güç kazanılması olarak görür.72 Sökmen’in bu düşüncelerini şekillendiren Atatürk’ün ortaya koyduğu fikirlerdir.

Birçok kez değindiğimiz gibi Sökmen, Atatürk’ü ve fikirlerini bir bütün olarak görür ve öyle bağlılık gösterirdi. Atatürk’ün de onu kendine yakın gördüğünü düşünürdü. Bu düşüncesinin dayanağını onunla yapılan bir mülakatta dile getirecektir. 1968 yılında Halkevlerinin kurmak istediği Atatürk Enstitüsü’nün şeref azaları Atatürk’ün yakını olanlardan seçilmişti. Bunlar içerisinde Tayfur Sökmen’de vardır. Fakat bazıları Sökmen için Atatürk’ün yakını olmadığı ve şeref azası olmasının yanlış olduğu görüşündedir. Sökmen’e kendisinin şeref azası

70 CSTD, C. 54, Bileşim: 16, Toplantı: 9, Tarih: 23.12.1969, s. 587. 71 CSTD, C. 7, Bileşim: 4, Toplantı 12, Tarih: 16.11.1972, s. 46. 72 Tayfur Sökmen Diyor ki… “Sokak Gösterilerinin Düşündürdükleri”, s. 126.

136 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olmasını hoş görmeyenler olmuş ne dersiniz, sorusuna verdiği cevapla, Atatürk’e yakınlığını ortaya koymaya çalışmıştır.

Sökmen, eğer Atatürk beni kendisine yakın görmeseydi, Hatay davasına daha yakından çalışabilmem için Antalya’dan bağımsız milletvekili seçtirmezdi. Hatta kabul edemeyeceğimi söylediğim halde, Atatürk’ün eserleri olan Hatay Cumhurbaşkanlığına beni aday gösterirler miydi? Mülakatın sonun da Sökmen; “Hülasa, dünyanın takdir, hürmet ve hayranlığını kazanmış olan eşsiz Atatürk’ün iltifat itimad ve teveccühlerine mazhar olmuş, aynı zamanda müşarünileyhin Hatay Cumhurbaşkanlığına her bakımdan layık görmüş olduğu bir kimseyi, Atatürk Enstitüsü’nün şeref azalığına alınmasını şu veya bu sebeple hoş görmemek iyi davranış olmadığı kanaatindeyim.” 73 sözleriyle cevap verecektir.

Sökmen’in, Atatürk’ün 32. ölüm yıl dönümünde yaptığı konuşma aslında ona bağlılığını ve bu bağlılığın gerekçelerini ortaya koyar niteliktedir. Bu sebeple, o duygu yoğunluğunu kendi cümleleriyle aktarmak daha doğru olacaktır. Konuşma metni şöyledir: 74

Ey eşsiz insan, aziz Atatürk; aramızdan ayrıldığınızın 32 nci yıldönümünde dahi büyük namın, tarihî şahsiyetin, kıymettar hatıraların manevi bir varlık ve kıymettar bir abide olarak kurtarıp, koruduğun Türk Milletinin minnet ve şükran dolu kalbinde yaşıyor ve yaşıyacaktır.

73 Tayfur Sökmen Diyor Ki... “Tayfur Sökmen’le bir mülakat”, s. 125. 74 CSTD, C. 62, Bileşim: 5, Toplantı 10, Tarih: 10.11.1970, s. 47.

137

Aziz Atatürk, bu mukaddes vatanın halaskârı olduğun gibi, son asırda, cihanda Türkün, Türkiye'nin sembolü oldun. Yüz yıllar boyu eskimiş tarihin örselenmiş, yıpranmış yaprakları arasında okunmaz ve unutulmuş olan Türkün kahramanlık destan ve menkıbelerini Çin Şeddinden Pirene dağlarının şahikalarına, Pirene dağlarının şahikalarından okyanusun engin sahillerine kadar uzayan semalarda kahraman namın, büyük şahsiyetin zafer sancağı gibi dalgalanmaktadır. Aynı zamanda eserlerin birer cevheri giranbeha, inkılapların milletler için birer meşalei reha olmuş ve olmaktadır.

Aziz Atatürk, cihanın takdir ve hayranlıkla teslim ve kabul ettiği bir hakikattir ki; sen olmasaydın bu mübarek yurtta Türk varlığı düşman çizmesi altında ezilir, mahvolur, tarihe karışırdı. Sen olmasaydın bugün abidelerimizde şanlı Türk Bayrağı yerine düşman bayrağı sallanırdı. Sen olmasaydın mabetlerimizde ezan yerine çan sesi işitirdik.

Aziz Atatürk, inkılap meşalelerinle aydınlattığın terakki ve tekâmül yolunda bazı sapık ve satılmış olanlar hariç asil Türk Milleti kahraman ordusu ile gençleri ile ihtiyarları ile köylüsü ile işçisi ile bir kül ve bir vahdet, halinde yürüyor ve yürüyecektir. Bu itibarla habegahı ebedinde müsterih yat ve uyu.”

138 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

5-TAYFUR SÖKMEN’İN KONUŞMALARINDA VE YAZILARINDA ATATÜRK’E HİTAP ŞEKLİ

Tayfur Sökmen, bütün Meclis konuşmalarında ve yazdığı yazılarında mutlaka Atatürk’ten bahsetmiştir. Her defasında ona olan vefasını, manevi huzurunda saygısını gösterir ve ülkesi için yaptıklarına minnettarlığını sunardı. Onun için kullandığı sıfatlara baktığımız zaman, minnet duyduğu aslında vatanı ve milleti için yaptıklarıydı.

Sökmen, konuşmalarında sanki ona dua eder gibi sözlerine başlardı. Ona dua etmek için Meclis çatısı altında toplanmış olmaları yeterliydi; “…bugün bu mukaddes çatı altında toplanmamızı sağlamış olan eşsiz Atatürk’ün manevi huzurunda kemali tazimle eğilerek…75

Bir başka minnet sebebi işgal ve istiladan vatanı kurtarması olabilirdi; “…İptida bu mübarek memleketi işgal ve istiladan kurtarıp, bizleri bu mukaddes çatı altında vazife görmemizi temin etmiş olan aziz Atatürk'ün mânevi huzurunda eğilerek…”76

Ya da onun yaptıklarını ve yaşadıklarını bilerek içten gelen heyecanı ile minnet duyardı; “…Minnet ve şükran duygularıyle her zaman çarpan kalbimin derinliklerinden gelen heyecanın uğultusu ile eşsiz Atatürk'ün manevî huzurlarında tazimle eğilirken…”77

Belki de onun ismini anmayı kendine vazife edindiği içindi; “…Milli ve vatani bir dava ve bir mesele konuşulurken, ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ vecizesi ile bizlerin bu kubbei zerrin altında

75 CSTD, C. 47, Bileşim: 61, Toplantı 7, Tarih: 30.09.1968, s. 47. 76 CSTD, C. 10, Bileşim: 7, Toplantı: 10, Tarih: 28.04.1971, s. 316. 77 CSTD, C. 13, Bileşim: 11, Toplantı: 10, Tarih: 11.12.1973, s. 205.

139

toplanmamızı temin etmiş olan aziz ve muhterem Atatürk'ün mübarek isminden bahsedip, manevi huzurlarında eğilmeyi vazife edinmiş olmanın hazzı içinde maruzatıma başlıyorum…”78

Artık Sökmen’in siyasi hayatının bir parçası olduğu için her zaman onu anardı; “…Her zaman olduğu gibi bugün de burada yine Aziz Atatürk'ün manevi huzurlarında kemali tazimle eğilerek…”79

Sökmen’in Atatürk’ün ismini andığı zaman isminin önüne mutlaka bir sıfat koyardı. Bu sıfatlardan en çok kullandığı ise; “Aziz Atatürk” idi. Konuşmalarında ve yazılarında kullandığı sıfatlara baktığımız zaman çok çeşitli ve anlamlı olduğunu görürüz. Genel anlamda bu sıfatların farklılığını, yapacağı veya yazacağı konunun içeriği belirliyordu.

Sökmen’in Atatürk için kullandığı diğer sıfatlar baktığımız zaman; Aziz, Eşsiz Kumandan, Ulu Şef, Büyük Şef Ulu Önder, Büyük Önder, Ekselans, Büyük Devlet Adamı, Kurtarıcı, Cumhuriyetin Banisi, Başbuğ, Büyük Babamız, Türk Vatanı Yapıcısı, Büyük Ruh, Türk’ün Atası… gibi sıfatları kullandığını görürüz.

Bu sıfatların bu kadar çeşitli olması, Sökmen’in Atatürk’e olan bağlılığının ve sevgisinin onu yüceltmek istemesiyle doğrudan alakalıdır.

78 TBMMTD, Dönem: X, C. 10, Toplantı: 10, Tarih: 23.7.1971, s. 392. 79 TBMMTD, Dönem: XI, C. 11, Toplantı: 11, Tarih: 24.1.1972, s. 209.

140 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

SONUÇ

Tayfur Sökmen’in gözüyle Atatürk’ü bulmak isteyen bu çalışma sonucunda şunu çok net görüyoruz ki, Sökmen, Atatürk’ü hiç kimse ile kıyaslanamaz bir şekilde eşsiz görmektedir. Bu durum körü körüne bir bağlılık değildir. Atatürk’ü tanıdığı ilk günden itibaren, Hatay ve Türkiye için yaptıkları, ona bir ömür minnet duymasına yeterlidir. Sökmen’in Hatay mücadelesinde ve siyasi yaşamında hep bir dayanak olarak gördüğü Atatürk’ü ömrünün sonuna kadar saygı, sevgi ve vefayla anmıştır. Onun yaptıklarına olan güveni de kendi yaptıkları veya yapacakları için her zaman cesaret vermiştir. Atatürk’e güvenmesi onu lider görmesi kendi liderliğini de güçlendirmiştir.

Sökmen’in gözüyle bir diğer gördüğümüz ise, onun Türkiye’yi bir bütün olarak Atatürk’ün değerleri üzerine kurmuş ve onu korumayı bir vazife olarak görmüş olmasıdır. Çünkü yıkılan ve işgal edilen vatan toprağı üzerinde yeniden vücut bulan Türkiye Cumhuriyeti ve onun kazandığı yeni değerler, Atatürk’ün eserleridir. Bu eserler bir milleti hür ve bağımsız yapmış, uygar milletler düzeyine çıkarmıştır. Onun için bu eserleri korumayı ve yüceltmeye çalışmayı ömrünün sonuna kadar sürdürmüş, vefasızlık gösterenlerinde hep karşısında olmuştur.

Sökmen’in Atatürk hakkındaki düşünceleri ve bağlılığı hiçbir çıkara dayanmıyordu. Onun Hatay mücadelesi ile kazandığı halk kahramanlığı, milletine bağlılığından, elde ettiği milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı ona olan güvenden ve ülkesine sadakatinden kaynaklanmıştır. Kendisinin siyasi anlamda hiçbir talebi olmamıştır. Olmadığı gibi, layıkıyla yapamamaktan çekindiği Hatay

141

Cumhurbaşkanlığını bile almakta tereddüt yaşamıştır. Bu karşılıksız millet sevdası ve devlet hizmeti isteğinin farkına varan Atatürk’te ona en kritik noktalarda görev vermekten çekinmemiştir.

Tayfur Sökmen’in asıl istediği, Türkiye’nin bütün varlığıyla ortak değeri olan ve bu ülkeyi kurtaran Atatürk’ü, siyasetin üstünde görerek, hiçbir menfaate alet edilmeden, gereken saygının gösterilmesidir.

Yine Sökmen’in konuşmalarında ve yazılarında şunu görüyoruz ki, onun gözünde Atatürk hep eşsiz bir insan olmuştur. Onu hiçbir politikacı, devlet adamı veya komutanla kıyaslama kabul etmez. Çünkü o günün şartlarında yapılması gerekenlerin en zorlarını başarmış ve bir ülkeyi esaretten kurtarmıştır.

Son söz, Tayfur Sökmen’in gözünde Atatürk, Türk milletine hayat vermiştir.

142 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

ARŞİVLER

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Belge No: (030.10.224.510.12), 402/456, 4.7.1938, “Reisicümhurumuz Kemal Atatürk’ün 1 Teşrinisani 1936 da Kamutayın beşinci devresinin ikinci senesini açarken söylediği nutuklar”

BCA, Belge no: (030.10.224.512.28), 2.8.1938, “Cevad Açıkalın’ın seçim sonuçlarını gösterir raporu”

BCA, Belge no: (030.10.224.512.40), 10.8.1938, “Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Başvekil Celal Bayar’a gönderdiği, Hatay Hükümet ve Meclisinde vazife ve yer alacak şahsiyetlerin raporu”

Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi

Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, A-IV-18-c, D 74-1, F 7. “İskenderon-Antakya Meselesine İlişkin I-II Sayılı Kitapçık”

TBMM Arşivi

TBMM Arşivi, TBMM Üyelerine Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Dönem: IX, Sicil No:875, Defter No: 2-419, Zarf No.: 24, Hal Tercümesi Kağıdı Örneği

TBMM Arşivi, TBMM Azasına Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Devre: 5, Sicil No: 875 Defter no: 28, Kutu numarası: 4. Kararname

TBMMZC, Devre: V, C. 1, İçtima: F., Tarih: 1.III.1935

143

TBMMZC, Devre: V, C. 13, İçtima: 2, Tarih: 1.XI.1936

TBMMTD, Dönem: IX, C. 7, Toplantı:1, Tarih: 4.V.1951

TBMMTD, Dönem: IX, C. 7, Toplantı:1, Tarih: 7.V.1951

TBMMTD, Dönem: IX, C. 9, Toplantı:1, Tarih: 23.VII.1951

TBMMTD, Dönem: X, C. 10, Toplantı: 10, Tarih: 23.7.1971

TBMMTD, Dönem: XI, C. 11, Toplantı: 11, Tarih: 24.1.1972

CSTD, C. 47, Bileşim: 61, Toplantı: 7, Tarih: 30.9.1968

CSTD, C. 53, Birleşim: 67, Toplantı: 8, Tarih: 28.5.1969

CSTD, C. 54, Bileşim: 16, Toplantı: 9, Tarih: 23.12.1969

CSTD, C. 57, Bileşim: 57, Toplantı: 10, Tarih: 7.4.1970

CSTD, C. 62, Bileşim: 5, Toplantı 10, Tarih: 10.11.1970

CSTD, C. 65, Bileşim: 75 Toplantı: 10, Tarih: 15.6.1971

CSTD, C. 10, Bileşim: 7, Toplantı: 10, Tarih: 28.04.1971

CSTD, C. 7, Bileşim: 4, Toplantı 12, Tarih: 16.11.1972

CSTD, C. 7, Bileşim: 4, Toplantı 12, Tarih: 16.11.1972

CSTD, C. 13, Bileşim: 11, Toplantı: 10, Tarih: 11.12.1973

TETKİK ESERLER

Çelenk, Selim, Hatay’ın Kurtuluş Mücadelesi Anıları. (Haz.: Günay Çelenk), Antakya Gazeteciler Cemiyeti Yayını, Antakya 1997.

144 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İnönü, İsmet, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri, 1965- 1967, (Haz.: İlhan K. Turan), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004.

______, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri 1970- 1973, (Yay. Haz. İlhan Turan), TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004.

Konuralp, Nuri Aydın, Hatay, Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, (Yay. Haz. Abdurrahman Konuralp), Hatay Postası Yayınevi, İskenderun 1970.

Melek, Abdurrahman, Hatay Nasıl Kurtuldu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1966.

Soyak, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008.

Sökmen, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992.

______, C.H.P. Ortadadır, Ortanın Solu Moskova Yoludur (Broşür), 1966.

Sökmenoğlu, Murat ve Semenderoğlu, Vefa O. (Haz.) Doğumunun 100üncü Yılanda Eski Hatay Devleti İlk ve Son Cumhurreisi Tayfur Sökmen Diyor ki, V.O.S. Yayınları, İstanbul (t.y.).

TBMM, Tarihe Düşülen Notlar 1, Yasama Yılı Açılışlarında Cumhurbaşkanlarının Konuşmaları-1, (1 Mart 1924-14 Aralık 1987), (Ed.: Hasan Yılmaz), Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, Ankara 2011.

145

Tekin, Mehmet (Haz.) Hatay Devleti Millet Meclisi Zabıtları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2009.

Ünal, Tahsin, Türk Siyasi Tarihi 1700-1958, Emel Yayınları, Ankara 1977.

Yılmaz, Hasan (Ed.), Tarihe Düşülen Notlar 1, Yasama Yılı Açılışlarında Cumhurbaşkanlarının Konuşmaları-1, (1 Mart 1924-14 Aralık 1987), Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, Ankara 2011.

Yılmaz, Yahya, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Hatay’ın Bağımsızlığındaki Yeri ve Siyasi Faaliyetleri (1918- 1974), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay 2018.

MAKALELER

Hatipoğlu, Süleyman, “Atatürk, Ayşe Fıtnat ve Hatay”, Güney Rüzgarı Dergisi, S. 3, 1997.

Mayakon, İsmail Müştak, “Tarihten Bir Yaprak, Bir Türk Camiasının Adı”, Cumhuriyet, 1936, 10 Birinciteşrin-Ekim s. 1.

Umar, Ömer Osman, “Hatay Meselesi ve Atatürk”, Askeri Tarih Bülteni, S. 48, 2000, ss. 71-87.

Sökmen, Tayfur, “Atatürk’e Ait Hatıralar, Atatürk ve Hatay, Anlatan: İlk Hatay Devlet Reisi ve Halen Senatör Tayfur Sökmen”, Hatay’ın Sesi Aylık Dergi, Yıl: 1, S. 2, 1969, s. 6-7.

146 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Yılmaz, Yahya, “Mondros’tan Ankara Anlaşması’na İskenderun Sancağı’nın Durumu, İşgallere Karşı Mustafa Kemal Paşa’nın Tepkisi ve Tayfur (Sökmen) Bey’in Faaliyetleri (1918-1921)”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 17, S. 1, 2018, ss. 378-403.

GAZETELER

Cumhuriyet

Hatay

Yenigün

Dünya

147

EKLER

EK- 1: Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in vatandaşlık işi hakkında. 1

1 TBMM Arşivi, TBMM Azasına Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Devre: 5, Sicil No: 875 Defter no: 28, Kutu numarası: 4.

148 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-2: Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Vatandaşlık İşi Hakkında Kararname. 2

2 TBMM Arşivi, TBMM Azasına Mahsus Zat ve Sicil Dosyası, Devre: 5, Sicil No: 875 Defter no: 28, Kutu numarası: 4.

149

150 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MİSAK-I MİLLİ EKSENİNDE HATAY SORUNU Gürdal ÇETİNKAYA*

151

152 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ Hatay (Antakya), Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1516 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiştir. Önceleri Halep’e bağlı bir sancak daha sonra ise kaza olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun buradaki hâkimiyeti 1918 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemde meydana gelen I. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin Hatay’ın bulunduğu coğrafyadaki hâkimiyetini sarsmıştır. 19 Ağustos 1918’de Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nazırı Enver Paşa ile bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın: “… Orduların Arap topraklarını bırakarak geri çekilmesi…” yolundaki teklifini reddetmiştir. Neticede Başkumandanlık Karargâhı, askeri gücün yok olması pahasına Arap topraklarının savunulmasında diretmiştir. Nihayet, düşman baskısı karşısında ordu Halep’e çekilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Halep’i sokak muharebeleri yaparak terk etmiştir. Orduyu Halep’in kuzeyindeki El Hüsniye- Helan hattına çekmiştir. Birlikler son olarak, İskenderun- Belah- Dircemal- Telrıfat hattını korumuşlardır. 28 Ekim 1918’de Antakya “Hatay” bu hattın içinde yer almıştır. 30 Ekimde imzalanan Mondros Mütarekesi anlaşmasında bu husus, Hatay’ın geleceği bakımından son derece önemli bir tarih olmuştur.1

* Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, E-mail: [email protected]. 1 Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, Harp Akademileri Komutanlığı, İstanbul, 1981, s. 108.

153

1- MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE HATAY

19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’yi başlatmıştır. 4- 11 Eylül 1919 tarihinde toplanan, Sivas Kongresi ile milletin ve memleketin bütünlüğü, dünyaya ilan edilmiştir. Sivas Kongresi Beyannamesi’nin ilk maddesiyle de: “30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dâhilinde kalan vatan parçasını bir bütün ve bu vatanda yaşayan İslam vatandaşlarının bölünmez bir bütün olduğu musarrahtır” denilerek Misak-ı Milli belirlenmiştir. 28 Ekim 1918’de İskenderun Sancağı- ki Hatay ve mülhakatı- Türk hudutları içerisinde yer almıştır.2

Tayfur Sökmen, 1920 yılı başlarında Maraş’a giderek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile temasa geçmiştir. Buradan Hatay’a dönerek kendisine verilen direktifler doğrultusunda hazırlıklara başlamıştır. Nisan 1920’de, Amik’te teşkil etmiş olduğu bir müfreze ile Antep mücahitlerine yardıma giden Tayfur Sökmen, Antep’in savunması için Ankara’dan görevlendirilen ve Antep’in kuzeyindeki Sam köyünde bulunan Binbaşı Ali Bey’le görüşmüştür. Tayfur Sökmen’in Sam köyünde iken 1920 yılı Mayıs ayı sonlarında Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı telgraf muhaberesi Hatay mücadelesinde önemli bir başlangıç olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Antep savunmasında görevlendirilen Albay Recep vasıtasıyla Tayfur Sökmen’e gönderdiği telgrafta,

2 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1991, s. 90.

154 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

“Mıntıkanız Misak-ı Millî dâhilindedir. Maraş’ta bulunan İkinci Kolordu ile münasebet tesis ederek çalışmalısınız” demiştir.3

1921 yılında Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Fransa’da bulunduğu sırada Fransız Başbakanı Briand ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmanın 6. maddesinde: “İskenderun ve Antakya bölgesinde Türk unsuru fazla olduğundan Fransa, burada hususi bir rejim takip edecek, Türk kültürünün inkişafına mani olmayacağı gibi resmi dil de Türkçe olacaktır” denilerek bölgenin Türklüğü ortaya konulmuştur. Bu madde 20 Ekim 1921’de imza edilen Ankara İtilafnamesi’nde hemen hemen aynen kabul edilmiştir.4 Bu anlaşmanın en önemli maddesi bu hüküm olmuştur. Hatay’ın kurtarılması bu maddeye dayanılarak sağlanmıştır. Lozan’da uzun tartışmalardan sonra, yine bu madde olduğu gibi kabul edilmiştir. Ankara İtilafnamesi imzalanacağı sırada, milletvekili seçimlerinden sonra Tayfur Sökmen Bey’in başkanlığında bir heyet Ankara’ya gelmiştir; Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüşlerdir. Hatay’ın Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunması istenmiştir. Mustafa Kemal Paşa heyete:

“…Hatay’daki mücadelelerin gaye ve hedefini biliyorum. İlk günden beri de bu mücadeleleri takip ediyor, imkânlarımızın müsaadesi nispetinde de destek oluyoruz. Hatay, zaten Misak-ı Milli sınırlarımız içerisindedir” demiştir.5

3 Ahmet Faik Türkmen, Hatay Manda Tarihi Silahlı Mücadele Devresi, C.4, Tan Matbaası, İstanbul, 1939, s. 944. 4 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, Emel Yayınevi, Ankara, 1958, s. 571. 5 A.g.e., s. 575.

155

Bununla birlikte, 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında yapılan Ankara İtilafnamesi ile İskenderun Sancağı, Suriye sınırları içerisinde bırakılmış, ancak bölgeye özel bir statü verilmiştir. Buna göre, halkının çoğunluğu Türk olan sancakta, Türk parası geçerli olacak ve halkın millî kültürünün korunması için her türlü kolaylık sağlanmıştır. Ayrıca bu antlaşma, İskenderun Sancağı’na Türkiye ve Fransa’nın garantörlüğünde ayrı bir varlık hakkı tanımıştır. Bu antlaşma ile her ne kadar Sancak'ta yaşayan Türklerin hakları savunulmuş olsa da yine de Sancak, Suriye'deki Fransız manda yönetiminin egemenliğine girmiştir.6 1921 yılında Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nın çifte garantörlük ilkesine rağmen, Fransa’nın Türkiye’nin görüşünü sormadan Suriye ile böyle bir antlaşma imzalaması ve Hatay’ı Suriye’ye devretmesi üzerine, Türk hükümeti hemen itiraz hakkını kullanmıştır ve durumu Milletler Cemiyeti’ne taşımıştır. Böylece Fransa’nın Suriye ile yapmış olduğu tek yanlı antlaşma ile Hatay Sorunu uluslararası bir platforma taşınmıştır.7

Hatay mücadelesinin ileri gelenleri, 1922’de İzmir’in kurtuluşundan sonra Ankara’yla münasebetlerini ilerletmeye çalışmıştır. 1922 yılında Antakya’dan İstanbul’a giden Tayfur Sökmen, buradaki hemşehrilerinden aldığı itimatname ile Mustafa Kemal Paşa’ya telgrafla müracaat ederek İskenderun Sancağı’yla ilgilenmelerini

6 S. Esin Dayı, "Hatay Devleti ve Hatay'ın Anavatana Katılması", A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 19 (2002), s. 332; Tarık Saygı, "Lozan Antlaşması'nda Musul Sorunu ve Hatay Meselesi", Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, 5/10 (2015), s. 167 7 Melek, a.g.e., s. 2

156 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

istirham etmiştir. Ayrıca, İstanbul’da Kızılaycı Hâmit (Hasancan) vasıtasıyla Ankara’ya dilekçeler göndermiştir. Nihayet Tayfur Sökmen, Rasim Yurtman, İnayet Mürseloğlu, Samih Azmi’den (Ezer) oluşan Antakya heyeti Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmiştir. Bu ziyaretten haberdar olan Fransız idarecileri, heyette bulunanların Hatay’a girişlerine engel olmuştur. Bunun üzerine heyet üyeleri, 1923 yılında Adana’da, Antakya-İskenderun Yurdu’nu (Antakya-İskenderun ve Havalisi Birliği) kurmuşlardır.8

2. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASINDA HATAY SORUNU

Şu bir gerçektir ki Lozan’a gidinceye kadar, Misak-ı Milli büyük ölçüde tahakkuk ettirilmiştir. Ancak Batı Trakya, Hatay, Musul ve Kerkük birer sorun olarak kalmıştır. Bu arada, Lozan Konferansı devam ederken, 30 Mayıs 1923’de Antakya- İskenderun ve Havalisi Müdafaa- yi Hukuk Cemiyeti resmen kurulmuştur.9 Cumhuriyet dönemindeki mücadeleye esas, Mustafa Kemal Paşa’nın: “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz”10 ifadesinde kendisini bulmuştur. Asırlar boyu Türk’e yurtluk eden, halen de üzerinde Türklerin yaşamakta olduğu Hatay, Türk yurdunun ve Türk milletinin bir parçası olarak, ayrı yaşayamamıştır. Milli birlik, bütünlük ve milli bünyeden ayrı kalamamıştır. Hatay öncelikle bağımsızlığına kavuşacak ve sonra da

8 Türkmen, a.g.e., s. 11. 9 Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1978, s. 35. 10 İsmail Habib Sevük, Atatürk’le Beraber, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008, s. 27.

157

Türk yurdunun bölünmez bir parçası olarak tarihteki şerefli yerini alacaktır.

Lozan’da Hatay, milli sınırlarımızın dışında kalarak; Suriye ile Türkiye arasındaki sınır tespiti yapılmıştır. Ankara İtilafnamesine göre, bu itilafnamenin imzalanmasından bir ay sonra, Türkiye- Suriye sınırını kesin olarak çizmek üzere karma bir komisyon kurulması istenmiştir.

Bu komisyon ise ancak 1925 yılında kurulabilmiştir. Sınırların çizilmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Türkiye, Fransa ile doğrudan müzakereye girerek Dostluk ve İyi Komşuluk sözleşmesi yapmıştır. Bu ise, ancak 18 Şubat 1926’da parafe edildiği halde, Türk- İngiliz- Musul meselesinin çözümüne kadar bekletilmiştir. Bu çözümden altı gün önce, 1926’da imza edilmiştir.11

3. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASINDAN SONRA HATAY SORUNU

Fransa, 1926 yılının Mayıs ayında Lübnan’da, 1930 yılının Mayıs ayında da Suriye’de cumhuriyet rejimi ilan ederek, sözde bağımsızlıklarını vermiştir. 1930’lu yıllarda, Türkiye, Lozan’dan arta kalan problemler de dâhil olmak üzere sorunlarının büyük çoğunluğunu çözüme kavuşturmuştur. 1936 yılına gelindiğinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanarak, Lozan Antlaşması’ndan geriye kalan sorunlardan biri olan Boğazlar Meselesi çözüme kavuşturulmuştur. Atatürk, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vermeye hazırlandığı

11 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 323- 324.

158 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bir meselesi olan Sancak Sorunu'nu Türkiye lehine çözmeye karar vermiştir.12

Atatürk, bu konuda Tayfur Sökmen’e verdiği sözü bir an bile unutmamıştır. 1936 yılında yapılan seçimlerde, Tayfun Sökmen Bey’i Antalya’dan bağımsız milletvekili olarak seçtirmiştir. Yakınları: “Niçin Adana veya Antep değil de Antalya” diye sormuşlardır. Atatürk ise “Günü gelince (L) harfi yerine (K) harfini koyacağız. Böylece Antalya Antakya olacak” demiştir.13 Atatürk, 1 Kasım 1936 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış nutuklarında:

“… Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun- Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler”14 demiştir.

Fransa, Türkleri Hatay’da bir azınlık olarak görmüştür. Fransızlar, İskenderun Sancağı’nın nüfusunu 190.000 olarak kabul etmiş ve bunun sadece 70.800’ünün Türk olduğunu iddia etmiştir. Ancak Fransa, bu rakamlara bir nüfus sayımı yaparak ulaşmamış, hatta medeni kanunun gerektirdiği sayımlar son 15 yıldır yapılmamıştır. İskenderun nüfusu o tarihte yaklaşık 300.000 civarında olmuştur ve aradaki fark da

12 Armaoğlu, a.g.e., s. 198. 13 Ünal, a.g.e., s. 575. 14 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, s. 337.

159

Türklerden yana olmuştur. Fransızlar, nüfus istatistiklerinde Türkleri azınlık göstererek, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi hedeflemiştir.15

Hatay meselesi Milletler Cemiyeti’ne intikal etmiştir. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiştir. Önce bir seçimle nüfus ekseriyetini tespite karar vermiştir. Atatürk Başbakan’a bir telgraf çekerek: “… Türkiye Cumhuriyeti haklı olduğuna kani bulunduğu davasını, büyük ve adil hakem heyeti olmasını daima arzu ettiği ve bu sıfat ve salahiyetinin daha çok çetin meseleler halinde en yüksek kudret ve kuvveti haiz olmasını temenni eylediği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık namına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle medeniyet namına da yüksek bir vazife ifa etmiş olmakla sadece takdir ve tebrike şayan bir durum olmuştur.”16 demiştir. Atatürk, Hasan Rıza Soyak’a Fransa-Suriye Antlaşmasından sonra Sancak konusundaki düşüncelerini sorduğunda;

“…Fransa’nın Sancağı artık hakiki sahiplerine terk edip gitme zamanı geldiğini… Türk İskenderun, Antakya ve dolayları halkının da hasıl olan son durumda otomatik olarak istiklale kavuşması tabii ve mantık icabı olduğunu” söylemişti. Atatürk, Soyak’ı onaylayarak; “Evet öyledir; orada, garantimiz altında müstakil bir Türk Devleti kurulmalıdır, bunu temin edeceğiz çocuk.” cevabını vermiştir.17

15 Ulus, 5 Ocak 1937. 16 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, s. 597- 598. 17 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019, s. 292.

160 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

4. BAĞIMSIZLIĞA GİDEN SÜREÇTE HATAY

27 Ocak 1937 tarihinde ise Sancak Statü ve Anayasası’nı hazırlamak üzere 5 kişilik bir komite sancağa gitmişlerdir. 27 Ocak 1937 günü Sancak’ın toprak bütünlüğü bir Türk- Fransız Antlaşması ile güvence altına alınmıştır. Sancak’ta resmi dil konusunda Türkçe yanında Arapça da resmi dil olarak kabul edilmiştir.18

Bu sıralarda, Fransa’da Leon Blum Hükümeti, Suriye’ye İstiklal vaad etmiştir. Bu gerçekleşirse, Hatay’ın durumu ne olacaktı? Geleceği çok iyi gören Atatürk, Fransız büyükelçisi ile yaptığı bir sohbette:

“… Ben toprak büyütme delisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak, antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu alamazsam edemem. Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem, onun huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız”19 demiştir.

Hatay, iç ve dış politikada en önemli yeri işgal etmiştir. Davayı Türk kamuoyu da benimsemiştir; Atatürk için, her şeyden önde gelmiştir. Nitekim: “… Bu benim şahsi meselemdir. Durumu büyükelçiye, daha

18 İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s. 545. 19 Ruşen Eşref Ünaydın, Hatıralar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1943, s. 5- 6.

161

başlangıçta, açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında silahlı bir çatışmaya sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım. Kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhurreisliği’nden ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim. Bir fert olarak bana katılacak birkaç arakadaşla beraber Hatay’a gideceğim. Oradakilerle ele ele verip mücadeleye devam edeceğim”20 demiştir.

Bu sıralarda Atatürk çok hasta olmasına rağmen, Hatay meselesini halletme konusunda azimli davranmıştır. Kendisine, milletine, ordusuna ve kahraman Hataylılara güveni son derece yüksek olmuştur. Dünya durumunu çok iyi değerlendirmiştir. Bir İskenderun sancağı için Fransızların bir savaşı göze alamayacaklarına emin olmuştur.21

Atatürk, Hatay sorunu için hasta yatağından kalkarak Mersin ve Adana’ya gitmiştir. Milletler Cemiyeti kararının yürürlüğe girişini Fransız mümessili bir türlü kabul etmemiştir; bazı olaylar çıkmıştır. Bunun üzerine, 30 Kasım 1937 günü Atatürk Hatay’la ilgili olarak Ulus Gazetesine şu demeci vermiştir:

“… Hatay’da Fransız delegesi, Hataylıların çok şevk ve heyecanla bayram yapmaları tabii olan bir günde eğer Hatay Türklerinin serbestçe bugünü kutlamaktan men edecek tedbirler almış ise, buna yazık demekle iktifa ederim. Çünkü böyle bir zihniyet, devletlerarasında yüksek dostluk münasebetlerinin hal

20 Hasan Rıza Soyak, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım 1949. 21 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2004, s. 466.

162 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ve istikbali için, müspet yolda yürümek lüzumunun henüz anlaşılamamış olmasından ileri gelir.”22

Atatürk’ün Hatay’ı silah zoruyla alabileceğini, Fransızlar anlamışlardır. Bunu dikkate alarak bir askeri anlaşma yapmayı istemişlerdir; bu anlaşma yapılmıştır. Atatürk’e göre savaş, hayati olmadıkça yapılmamalıydı. Bu askeri anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilmiştir. Bu maksadı sağlamak için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verilmiştir. Rahmetli Orgeneral, o zaman kurmay Albay, Şükrü Kanatlı kumandasındaki birliklerimiz, Hatay’a girmiştir. 13 Ağustos’ta seçimler yapılmıştır; Meclis ekseriyetini Türkler kazanmıştır. Toplam 40 milletvekili (22 Türk, 9 Alevi, 5 Ermeni, 2 Sünni Arap, 2 Ortodoks Rum) seçilmiştir. Mecliste, Devlet ve Meclis Başkanları seçildi ve anayasa kabul edilmiştir. Böylece bağımsız Hatay Devleti kurulmuştur. Hatay Devleti bayrağı resmen kabul edilerek göndere çekilmiştir. 6 Eylül günü, beş kişiden oluşan Hatay Devleti Hükümeti güvenoyu alarak göreve başlamıştır: Abdurrahman Melek (Başbakan, Dâhiliye, Hariciye, Müdafaa ve Emniyet işleri) ben üzerime aldım. Adliyeye Cemil Yurtman (Adliye Vekili), Cemal Baki (Maliye ve Gümrük Vekili), Faik Türkmen (Maarif ve Sıhhiye Vekili), Kemal Alpar (Nafia ve Ziraat Vekili).23

Seçimler sonucunda oluşturulan Hatay Meclisi ise 2 Eylül 1938’de toplanarak “Hatay Cumhuriyeti” ni ilan etmiştir. Bu Cumhuriyet de, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye iltihak kararını almıştır. Ana yurdun

22 Kocatürk, a.g.e., s. 612. 23 Melek, a.g.e., s.36-65; Sökmen, a.g.e., s. 5-15, 95-102.

163

bölünmez, vazgeçilmez bir parçası olan Hatay, ana yurtla bütünleşmiştir. Cumhurbaşkanı olarak Tayfur Sökmen, Başbakanlığa ise Abdurrahman Melek seçilmiştir.24

2 Ekim 1938 tarihinde Hatay Millet Meclisi’nin açılması ve Hükümetin kurulmasından sonra, ilk icraatlarını yapan Hükümet ve Meclis, 1 Kasım 1938’e kadar tatile girmiştir. Bu tatil sürecinde Meclis kapalı olsa da Hükümet, meclisin verdiği, mevcut mevzuatı değiştirmek, yerlerine yeni kanunlar yapmak ve yürürlüğe koymak yetkileriyle, icraatlar devam etmiş ve bazı düzenlemeler yapılmıştır. Zira İskenderun Sancağı idaresinin bütün devralınmış olması, verilen taahhütlerinde yerine getirilecek olması, Hatay Hükümeti’ni hayli meşgul etmiştir.25

Devlet teşkilatının oluşturulması ve icraatlarıyla ilgili Tayfur Sökmen, 1 Kasım 1938 tarihinde, Hatay Millet Meclisi’nin açılış nutkunda, 2 aylık sürede yapılanları anlatmıştır. Hatay Devleti, teşkilatlarını oluştururken sürekli Türkiye ile işbirliği içinde olmuş, Türkiye’de gereken bütün yardımı göstermiştir. Bu teşkilatlanma ve gelişen süreç, Hatay’ı ana vatana biraz daha yaklaştırmış ve katılımın zeminini oluşturmuştur.26

Türkiye, artık Hatay meselesinin çözüleceği ve iltihak işlerinin biran önce biteceğinden çok emin olmuştur. Bunun en önemli göstergelerinden birisi, 24 Mart 1939’da Türkiye’de yapılan

24 Kocatürk, a.g.e., s. 612. 25 Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1966, s. 66. 26 Yahya Yılmaz, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Hatay’ın Bağımsızlığındaki Yeri Ve Siyasi Faaliyetleri (1918- 1974), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay, 2018, s. 194.

164 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

seçimlerde, Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Antalya’dan, Başbakan Abdurrahman Melek’in ise, Gaziantep’ten bağımsız milletvekili seçilmesi olmuştur. Bu herkes üzerinde Hatay’ın ana vatana iltihak olmak üzere olduğu kanaatini uyandırmıştır.27

Sonuç itibariyle, başta Atatürk olmak üzere diğer devlet adamları, Türkiye’nin bu jeopolitik ve jeostratejik konumunu çok iyi kullanabilmiş, sorun barışçı yollardan çözüme kavuşturmuştur. Özellikle Atatürk’ün izlediği diplomasi sorunun çözümünde etkin olmuştur. O, sorunu son aşamaya kadar getirirken, sadece Hatay’ın bağımsızlığından söz etmiş, onun Türkiye’ye iltihakı konusuna hiç girmemiştir. Atatürk’ün düşüncesinde Hatay bağımsız olunca, nasılsa, Türkiye ile işbirliği içinde, geleceğine kendisi karar verecek, bu karar da ana vatana bağlanmak olacaktı ve öylede olmuştur. Hatay, Atatürk’ün Türk Milletine hediye ettiği en son eser olmuştur.28 Hatay’ın Türkiye’ye katılması ile Misak-ı Milli yolunda önemli bir adım atılmıştır.

27 Melek, a.g.e., s. 80-81. 28 Yılmaz, a.g.t., s. 209.

165

KAYNAKÇA

Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2009.

Atatürk, Nutuk, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1984.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997.

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1991.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2004.

Cumhuriyet Gazetesi.

Dayı, Esin S., "Hatay Devleti ve Hatay'ın Anavatana Katılması", A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 19 (2002).

Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, Harp Akademileri Komutanlığı, İstanbul, 1981.

Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1958.

Melek Abdurrahman, Hatay Nasıl Kurtuldu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1966.

Saygı, Tarık, "Lozan Antlaşması'nda Musul Sorunu ve Hatay Meselesi", Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, 5/10 (2015).

Sevük, Habib İsmail, Atatürk’le Beraber, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008.

Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019.

166 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Soysal İsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000.

Sökmen, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1978.

Türkmen, Faik Ahmet, Hatay Manda Tarihi Silahlı Mücadele Devresi, C.4,İstanbul, 1939.

Ulus Gazetesi.

Ünal, Tahsin, Türk Siyasi Tarihi, Emel Yayınevi, Ankara, 1958.

Ünaydın, Ruşen Eşref, Hatıralar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1943.

Yılmaz Yahya, Hatay Devleti Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Hatay’ın Bağımsızlığındaki Yeri Ve Siyasi Faaliyetleri (1918- 1974), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay, 2018.

167

168 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

BEŞİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NİN ORTADOĞU COĞRAFYASINDA İNGİLİZ-FRANSIZ NÜFUZ MÜCADELESİ

Süleyman HATİPOĞLU*

169

170 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Ortadoğu taşıdığı önemden dolayı, öteden beri büyük devletlerin ilgisini çekmiş, ayrıca bu devletlerin rekabet alanı olmuştur. Bu rekabet daha çok İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya arasında meydana gelmiştir. Bu rekabetin özünü ise, Osmanlı Devleti’nin toprakları oluşturmuştur. İşte bunun üzerine başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda da, Almanya’nın savaşı kaybetmesi ve ayrıca Rusya’nın Bolşevik İhtilali sebebiyle savaştan çekilmesiyle; Ortadoğu’da meydan İngiltere ve Fransa’ya kalmış, zaten eskiden beri süregelen anlaşmazlıkta iyice kendisini belli etmişti. Bundan sonra ise Ortadoğu, İngiltere ve Fransa arasında meydana gelecek nüfuz mücadelesi ile karşı karşıya kalmıştı.1

Zaten Ortadoğu İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesinin yabancısı değildi. 1815 Viyana Kongresi’nden beri İngiltere ve Fransa Ortadoğu’da zaman zaman savaşın eşiğine gelmiş olmalarına rağmen; bu durum silahlı bir çatışmaya dönüşmemiştir. Fakat aralarındaki çıkar çatışması sert olmuştur. Gerçi bu mücadele, imparatorluklarına yeni topraklar katmaya kadar varmamıştır ama iktisadi rekabet sınırlarını da çok aşmıştır. Bu rekabetin esasını diplomasi ve kültür, elçilikler ve konsolosluklar, dini misyonlar ve okullar oluşturmuştur. Bu mücadele daha ziyade, Mısır’da (Yukarı Nil ve Süveyş kanalında), Filistin’de, Çanakkale’de, Lübnan’da, Musul’da, Selanik’te ve İstanbul’da

*Dr. Öğrt. Üyesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Böl., Antakya/HATAY 1 Yaşar Akbıyık, “XX. Yüzyılın Başlarında Ortadoğu’da Fransız-İngiliz Rekabeti ve Türkiye”, Milli Kültür, S.66(Eylül 1989), Ankara, 1989, s.40 vd.

171

alevlenmiştir. 1839–1841 Mısır ve 1898 Sudan krizleri, bölgedeki Fransız ve İngiliz misyonerlerinin mücadele azmini canlı tutmuştur. Bundan dolayıdır ki, İngiltere ile Fransa arasındaki bu rekabet geleneğini bilmeden, bu konudaki şüphe ve acıyı tatmadan Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki İngiliz-Fransız çekişmesini anlamak mümkün değildir. Bölgedeki bu durum, iki ülkeyi temsil edenlerin zihinlerine iyice yerleşmiştir. Bu mücadeleler sırasında en fazla acı çeken ülke Fransa olmuştur. Çünkü Hindistan’da kaybedenler onlar olmuş ve bundan dolayı Fransızların kafasında acı hatıralar, tatlılardan daha derin ve menfi izler bırakmıştır.2

Bilindiği gibi İngiltere ile Fransa arasındaki bu anlaşmazlıkların uzun bir geçmişi vardır. Napolyon’un Mısır’ı işgalinden başlayarak bütün XIX. yüzyıl boyunca Fransa, Akdeniz’in Doğusunda ayak basacak sağlam bir köprübaşı ardında koşmuştur. Fakat bu yoldaki Fransa’nın her teşebbüsü İngilizler tarafından engellenmiştir. Buna rağmen 1912 yılında İngiltere, Fransa’nın Suriye üzerindeki isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır.3

FRANSA’NIN ORTADOĞU’DAKİ EMELLERİ

Fransa’nın Suriye ve Çukurova üzerinde ısrarlı bir şekilde durmasının sebebine gelince; evvela Fransa Doğu Akdeniz’de bir köprübaşı tutmak niyetinde olup daha sonra ise, Çukurova’ya hâkim olarak Orta Toros Geçitlerini de ele geçirip, İç Anadolu bölgesini de kontrolü altına

2 Edward Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev. Kasım Yargıcı, İstanbul, 1972, s.341- 342. 3 Laurance Evans, Türkiye’nin Paylaşılması 1914-1924, çev., Tevfik Alanay, İstanbul, 1972, s.112.

172 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

alabilme hesabını yapmaktaydı. Bu hususta Fransız devlet adamları bu bölgeler için şunları söylemişlerdi:4 “Çukurova’nın Fransızlar tarafından işgali, stratejik ve ekonomik sebeplerle Suriye’nin tarihi müdafaasını teşkil eden Toros Geçitlerini ele geçirmeyi istilzam etmektedir....” Fransa’nın stratejik yaklaşımının yanı sıra, ekonomik açıdan da amaçları söz konusuydu. Zira Fransa ekonomisini, pamuk hammaddesi açısından muhtaç bulunduğu ABD’ne bağımlılıktan kurtarmaktı. Fransa pamuk ihtiyacının ancak % 7,4’ünü kendi sömürgelerinden karşılayabiliyordu. Geri kalan pamuk ihtiyacını ABD ve İngiltere’den temin ediyordu.5

İşte Fransa bütün bunları da dikkate alarak gözünü Çukurova’ya çevirecekti. Zira Çukurova pamuk ürünü açısından oldukça müsait bir bölgeydi. Tekstil sanayiinin hammaddesi olan pamuk, bu sanayii ile uğraşan Fransızların dikkatini çekmekteydi. Hele Almanların üretimi arttırmak amacıyla başlattıkları “Sulama Projesi” kurma planlarına Fransızlar devam ederse çok iyi bir netice alabilirlerdi. Nihayet 1920 yılı sonlarında, Cezayir ve Tunus Toprak Kredi Kurumu’nun desteğiyle Adana Pamuk Kumpanyası adında bir Fransız şirketi kuruldu ve bu şirket Adana’daki Alman pamuk tesislerini satın alarak, pamuk üretimini arttırmak için çalışmalara başladı. Ayrıca Çukurova buğday, arpa, pirinç, tütün, orman, ipek, maden vb. ürünleri ve kaynakları açısından Fransa için cazip bir bölge olarak düşünülmekte idi. bunun

4 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle ilgili İngiliz Belgeleri,Çev.,Cemal Köprülü, Ankara, 1971,s.212 5 Yaşar Akbıyık, “Maraş’ın İşgali Sırasında Fransız-Ermeni Münasebetleri”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 1989, s.99

173

dışında Fransa’nın Çukurova’dan tahsil edeceği yüz milyonları bulacak olan vergilerle bütçesini destekleyebilirdi.6 Bütün bunların dışında narenciyenin Çukurova’da oldukça fazla verimli hale getirilmesi de başka bir konudur.7

SYKES-PICOT ANTLAŞMASINA GÖRE ORTADOĞU’NUN TAKSİMİ

Fransa aralarında yapmış oldukları gizli antlaşmalarla ilgili olarak da; Rusya ve İngiltere’den Suriye’nin ve buraya bitişik olan Güney Anadolu topraklarının, Osmanlı Devleti’nden Fransa’ya düşen paylar olarak kabul edildiğini bildiren bir yazı da almıştı.8 Kısaca bu gizli antlaşmalardan en önemlisi olan 9–16 Mayıs 1916’da gerçekleştirilen Sykes-Picot Antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın taslağını, İngiliz ve Fransız hariciyecileri Ruslara göstermişler ve Rusya bunun karşılığında ancak Erzurum, Trabzon, Bitlis illeri ile Muş, Siirt ve Türk-İran sınırını içine alan kuşağında kendisine verilmesi karşılığında kabul etmişti.9

Rusya’ya verilen bu topraklardan sonra İngiltere ile Fransa aralarında şöyle bir paylaşma yapmışlardı; Fransa bütün Suriye’ye, Musul iline, Çukurova, Adana ili, Orta Anadolu’nun Sivas’a kadar uzanan parçasına el koyuyor; İngiltere Musul ve Fransa’ya ayrılan alanlar dışındaki topraklarla birlikte bütün Irak’ı, Hicaz, Necit ve İran sınırından Kızıl Deniz’de Akabe’ye kadar olan yerleri ayrıca Filistin’in güneyine düşen

6 Pierre Redan, La Cilice Et le Probleme Ottoman, Paris, 1921, s.114 vd; Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, Ankara 1988, s.308. 7 Kamil Erdeha, Milli Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975, s.299. 8 Laurance Evans, a.g.e, s.112. 9 M.S. Anderson, The Eastern Question 1774-1923, Newyork, 1966, s.377; Peter Mansfield, The Successors The Ottoman Empire, London, 1973, s.44 vd.

174 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

sınır bölgelerini alıyordu. Filistin ise uluslararası bir bölge olacaktı. Fransız ve İngiliz bölgelerinin her biri; iki ayrı alana bölünüyor, bunlardan biri, doğrudan doğruya ilgili devletin denetimine alınarak, öbürü yine ilgili devletlerin kanatları altında kurulacak bir Arap devleti yönetimine bırakılıyordu.10 Daha sonra Sykes-Picot Antlaşmasından haberi olan İtalya’ya St. Jean de Maurrienne Antlaşması ile Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri verilecekti.11

Bu arada Filistin meselesine gelince, Sykes-Picot görüşmeleri sürerken, Fransa Suriye’nin bütünüyle birlikte Filistin’i de nüfuz alanının içerisine almak için İngiltere’ye baskı yapmıştı. İngiltere, Fransa’nın bu isteğine iki sebepten dolayı karşı çıkmıştı; bunlardan birincisi Akdeniz’den Irak’a kapı olması nedeniyle Hayfa-Akka limanlarını kontrolü altında bulundurmak arzusu; diğeri ise, Filistin’in Süveyş kanalına yakın olması sebebiyle Fransa’nın bu kanal üzerinde nüfuza meyilli olabileceği endişesiydi. Bu konuda İngiltere’nin taviz vermemesi üzerine Fransa, Filistin’i “Uluslararası Bölge” olarak kabul etmek zorunda kalmıştı.12

10 Osman Olcay, Sevres Antlaşmasına Doğru, Ankara, 1981, s. LVII vd.; Zaten bu hususta BA Yıldız Arşivi, Sadaret Hususi Maruzat Evrakı, Dosya 168, Sıra no. 108’deki 3.12.1298 (1881) tarihli Padişaha arz olunan dilekçe: “...Anadolu, Mısır ve Suriye taraflarının Rusya, İngiltere ve Fransa arasında taksim edilmesi ve bu taksime göre, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis Rusya’ya; Halep, Mısır, Bağdat ve Basra tarafları İngiltere’ye ve Suriye bölgesi de Fransa’ya verilmesi” kararlaştırılmıştır. Görüldüğü gibi Sykes-Picot Antlaşmasından çok önceleri Osmanlı yöneticilerinin bu durumu yakından takip ettiklerinin bir kanıtıdır. 11 St. Jean de Maurienne Antlaşması için bkz., Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 1961, s.615-616 12 Süleyman Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, İstanbul, 1990, s.358

175

YAHUDİ DEVLETİ KURMA GİRİŞİMİ

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın müttefiki olması hasebiyle Almanya’dan ümitlerini kesen Museviler, giderek İngiltere ve Fransa’ya yaklaşmaya başlamışlardı. Savaş esnasında yoğun faaliyet gösteren Museviler, Filistin’in “Yahudi Milli Yurdu” haline getirilmesine çalışıyorlardı. Bu durumun farkına varan İngiltere, dünyadaki Yahudi gücünü İtilaf Devletleri’nin lehine çevirmiş ve savaş döneminde Musevilerin hâkim olduğu banka ve kamuoyu araçlarının da kendi siyasetini desteklemesini sağlamıştı. İngiltere ayrıca savaştan sonra da Filistin’de himayesi altında kurulacak bir Yahudi yurdunun Ortadoğu’daki çıkarlarını koruyacağını düşünmekteydi.13 Bu konuda bir başka husus ise; İngiltere Siyonizm’in anavatanı durumunda bulunan Almanya ve Avusturya’daki Yahudileri de kendi saflarına çekerek, adı geçen devletleri savaş esnasında içerden vurabilme imkânı elde etmiş olmaktaydı.14

Diğer taraftan bu durumu fark eden Fransa İngiltere’den daha önce davranarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Jules Cambon vasıtasıyla 4 Haziran 1917 tarihinde Siyonist liderlerden Solokow’a resmi bir mektup göndererek, Yahudilerin ileride bir devlet kurması hususunda bir güvence vermişti.15 Tarihte bu mektuba “Cambon Deklarasyonu” denilecekti. Buna karşılık, İngiltere Dışişleri Bakanı

13 M. Kemal Öke, Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), İstanbul, 1982, s.177; Peter Mansfield, a.g.e, s.65 14 Nitekim İngilizler, Siyonistleri Çanakkale’de Türklere karşı savaştırmışlardı. Bkz. M. Kemal Öke, Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), s.177. 15 Davıd Fromkın, Barışa Son Veren Barış Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914– 1922, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 1993, s.289.

176 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

A.Jomes Balfour 2 Kasım 1917 günü İngiltere Yahudilerinden Lord Rothschild’e yazdığı bir mektupla Filistin’in Yahudi vatanı olduğunu kabul ediyordu. İngiltere tarihte “Balfour Deklarasyonu” adını alacak bu bildiriyle Yahudi meselesini kendi ekseni etrafına çekmeye çalışmış16 ve bu konuda da başarılı olmuştu.

Ne var ki, Filistin’in uluslararası bir bölge haline getirilmesine karşı olan Siyonistler, İngiltere’nin Siyonizm hareketini desteklemesine karşılık olarak “Kutsal Toprak” ta İngiliz himayesinin kurulması yolunda çalışmaya razıydılar.17 Nitekim İngilizler ve Siyonistler, Filistin’deki uluslararası bölge statüsünü zorlayarak, burada İngiliz manda yönetiminin kurulması için çalışacaklardı. Nihayet 25 Nisan 1920’de müttefiklerin Filistin üzerinde İngiliz mandaterliğini onaylaması üzerine, İngiltere Filistin’de manda yönetimini kurmak için harekete geçecekti.18

Yahudilerin bu durumdan asıl amaçları ise İngiliz manda yönetimi sırasında Filistin’de çoğunluğu ele geçirerek güçlenip, sırası ve zamanı gelince “Yahudi Devleti”ni kurmaktı.19 Bu konuda sırası gelmişken şunu da ifade etmek isterim; daha önce Fransa, Filistin’in uluslararası bir bölge olmasını bir tarafa bırakınız, kendisine verilmesi hususunda ısrar etmesine rağmen, sonuçta Filistin’i İngiltere’nin manda idaresine

16 L. Evans, a.g.e, s.48 vd., P. Mansfield, a.g.e, s.64. 17 P. Mansfield, a.g.e, s.65. 18 Süleyman Kocabaş, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1987, s. 210-228. 19 L. Evans, a.g.e, s.130.

177

bırakmak zorunda kalmıştı. Bu durum ise, Fransa üzerindeki Siyonist baskısının başarılı sonucunu göstermektedir.20

PETROL BÖLGESİ MUSUL VİLAYETİNİN PAYLAŞIMI

Bu bölümde üzerinde önemle duracağımız başka bir konu da Musul’dur. Çünkü Musul, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahipti. Bu durum Musul’un ekonomik açıdan değerini belirtmektedir. Ayrıca İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan’a giden yolların kavşak noktasında bulunması21 Musul’un İngiltere açısından önemini belirtmeye yeter kanaatindeyim. Öyleyse Musul’u İngiltere niçin Fransa’ya bırakmıştı sorusuna gelince; bu konuda şunları söyleyebiliriz: Musul, İngiltere ve Fransa arasında uzun bir süre tartışma konusu olmuş ve sonuçta İngiltere’yi sürükleyen en büyük sebep, Rusya ile kendisinin arasına tampon bir devlet olarak Fransa’yı yerleştirmek istemesiydi.22 Bu hususta İngiltere Musul’u Fransa’ya bırakırken, Kerkük ile yetinmesini bilmişti. Fakat Hindistan Sömürge Bakanı Musul’un kaybını İngiltere adına “ciddi bir fedakârlık” olarak değerlendirmişti. Buna rağmen İngiltere’nin bu tavizi devletin ilgili müesseselerinde fazla bir tepkiye neden olmamıştı.23

İngiltere özellikle Rusya’yı Akdeniz’den uzak tutmak ve onunla doğrudan temas kurmamak için özel bir gayret sarf etmiştir. Bu sebepledir ki, kendi mıntıkası ile Rusya arasında bir “Fransız Duvarı”

20 Süleyman Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, s.360. 21 Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. M. Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi (1918-1926), İstanbul, 1987, s.10 vd. 22 Süleyman Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, s.357-358. 23 M. Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi(1918-1926), s.15-16.

178 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

çekmeyi uygun bulmuştur. Hatta İngiltere antlaşma öncesinde, Fransa’ya Akdeniz’den İran’a kadar uzanan bir alanı bile vermekten çekinmemiştir. Ancak Rusya bu duruma karşı çıkmıştır.24 Görüldüğü gibi büyük devletler, Birinci Dünya Savaşı sırasında bile, bir araya gelerek, sürekli bir şekilde Osmanlı coğrafyasını aralarında paylaşmışlardır. Bu paylaşma esnasında birbirlerinin menfaat alanlarını mümkün olduğu ölçüde daraltmanın yollarını da aramışlardır. Yani aralarında çıkar çatışmaları bir türlü bitmemişti. Nitekim girdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve yorgun çıkan Osmanlı Devleti, İtilaf Devletlerinden barış isteyerek, 30 Ekim 1918 günü Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştı. Böylece kendi aralarında yapmış oldukları gizli antlaşmalara göre İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını paylaşma fırsatını yakalamış oluyorlardı.25

I. DÜNYA SAVAŞI SONUNDA İNGİLİZ-FRANSIZ NÜFUZ MÜCADELESİNİN ALEVLENMESİ

Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda Almanya’nın yenilmesi ve ihtilal sebebiyle de Rusya’nın savaştan çekilmesi ile Ortadoğu’daki sömürgecilik yarışının sona ereceğine inananlar, hayal kırıklığına uğramakta gecikmediler. Savaşın bitimi üzerinden çok geçmeden Fransa ve İngiltere Türkiye karşısında değişik politikalar izlemeye başladılar. Bu iki devlet arasında 1904 Antlaşması26 ile bir süre için

24 İsmail Özçelik, Milli Mücadele’de Güney Cephesi Urfa, Ankara,1992, s.25. 25 Süleyman Hatipoğlu,, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915-1921), Ankara, 2001, s.25 vd. 26 1904 İngiliz-Fransız Anlaşması: 1904 yılının Nisan ayında İngiltere ile Fransa arasında Samimi Anlaşma (Entente-Cardiale) adını alan bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma ile Mısır’ı İngiltere’ye bırakıyor ve buna karşılık İngiltere’de Fransa’nın

179

durmuş gibi görünen rekabet savaştan sonra eski hızı ile yeniden canlandı. Aslında 1904 Antlaşması Almanya karşısında duyulan ortak korku yüzünden yapılmıştı. Yoksa çıkar birliğinden dolayı değildi. Ortak düşman ortadan kalkınca, artık işbirliği için bir sebep yoktu. Birinci Dünya Savaşı Bağdat Demiryolu dramının birinci bölümünü bitirmişti denilebilir. Fakat aynı zamanda ve aynı şekilde önemli olan ikinci bölümünü başlatmış oluyordu. İkinci bölüm ise Osmanlı topraklarında Almanya’nın boş bıraktığı yeri doldurmak üzere İngiltere ile Fransa arasında başlayan nüfuz mücadelesidir.27

Nitekim Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Ortadoğu’da yapılan paylaşmadan Fransız devlet adamları memnun olmamışlardı. Fransa bu dağılımdan, her yerde ve her zaman olduğu gibi en büyük payın İngiltere’ye düştüğüne inanıyordu. Fransa, İngilizler ile Araplar arasındaki iyi ilişkinin samimiyetinden de şüpheleniyordu. İngilizler self-determinasyon’dan bahsederek Fransa’nın Suriye’deki durumunu sarsmak niyetindeydiler. İngiltere sırası geldikçe durmadan, “Türklerle biz, Fransız yardımı olmadan savaştık. İngiliz imparatorluğu Türklere karşı savaş alanlarına sürdüğü bir milyon askeri ile Suriye’de söz hakkına sahiptir” iddiasını tekrar etmeleri ise, Fransızları çileden çıkarıyordu. Ayrıca Ortadoğu’da İngiltere’nin takip ettiği siyaset ile itibarı yükselmişti. Oysa Ortadoğu’da Fransa’nın da bir dizi menfaati söz konusuydu. İngiliz itibarının yükselişi, Fransızların moralini sıfıra indirmişti. Görüldüğü üzere, Ortadoğu’daki mücadele ister ekonomik

Fas’ı ele geçirmesini kabul ediyordu.. bkz., Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, c.1, Ankara, 1984, s.30 vd. 27 E. Earle, a.g.e, s.341.

180 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ister askeri, ister kültürel vs. gibi konularda hangi alanda olursa olsun prestij bu bölge diplomasisinin en önemli silahıydı.28

Diğer taraftan Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde İngilizler, Filistin Cephesi’nde Nablus üzerinden 18/19 Eylül 1918’de taarruza başladılar. Bu taarruz İngilizlerin lehine gelişme gösterdi. Türk kuvvetleri zaman zaman çetin savunmalarda bulunmalarına rağmen, çekilmeye başladılar.

Bu taarruzun sonucunda İngilizler, Arapların da yardımıyla kısa sürede, Suriye’nin tamamını ele geçirmişlerdi.29 Bundan sonra ise Fransa, savaş içinde yapılan Sykes-Picot Antlaşmasına göre, İngiltere’den buraları kendilerine vermesini talep etmişti. Fakat İngiltere, Süveyş Kanalını savunma amacıyla Suriye’den bütünüyle vazgeçmek istemiyor, bundan dolayı da Suriye’nin denetimini tamamen Fransa’ya bırakmak niyetinde değildi. Bu arada Fransa, İngiltere’ye rağmen 6 Ekim 1918’de bir filosunu Beyrut limanına sevk ederek asker çıkarmıştı. İngiltere ise buna karşılık vererek iki gün sonra buraya VII. İngiliz-Hint filosunu göndermişti. 14 Ekim’de ise Fransa İskenderun limanına asker çıkararak, nüfuz bölgelerini işgale hazırlanmaya başlamıştı. Fransa’nın bu davranışı İngiltere’nin hiç hoşuna gitmemişti. Bütün bunlara rağmen Fransa, İngiltere’yle Sykes-Picot Antlaşmasını yürürlüğe koyması için baskı yapıyordu. Bu olaylara bağlı olarak Fransa ile İngiltere arasında başlayan bir dizi görüşmelerden sonra İngiltere, Suriye ve Çukurova’da Fransız mandasını kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı.30 İngiltere’nin

28 E. Earle, a.g.e., s.342-343. 29 Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, s.627-628. 30 S. Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, s.364-365.

181

savaştan sonraki siyaseti Osmanlı’nın mirasından en büyük payı almaktı. İngiltere savaşın son dönemlerinde Osmanlı Devleti ile hemen hemen sadece kendi kuvvetleriyle savaşmış, özellikle Güney Cephesindeki Türk savaşı İngiliz planlarına uygun bir şekilde yürütülmüştü. Büyük savaşın sonunda Osmanlı Hükümeti mütareke isteyince, İngiltere daha önce müttefikleriyle yapmış olduğu antlaşmaları uygulamak niyetinde değildi. İngiltere’nin bu tavrı O’nu diğer müttefikleriyle uğraşmak durumunda bırakmış ve bu devletlerin başında da Fransa gelmişti.31

İngiliz Başbakanı Lloyd George’a göre, İngiltere savaş sırasında Fransa’ya, Sykes-Picot antlaşmasında söz konusu olan mıntıkaların birlikte işgalini teklif etmişti. Bu teklife göre Fransa, İskenderun’a çıkarma yaparak, güneye doğru işgal alanını genişletecekti. İngiliz birlikleri ise Mısır’dan Suriye’ye doğru ilerleyeceklerdi. Bu durum gerçekleşmemiş bölgede sadece İngiliz kuvvetleri savaşarak sonuca gitmişti. Ayrıca İngiltere bölgede Arapları da ayaklandırarak kendi amaçları doğrultusunda faydalanma yoluna gitmişti. Lloyd George bunun İngiltere’ye bedelinin 750 milyon sterlin olduğunu da açıklamıştır. Fransa Başbakanı Clemenceau’ya bakacak olursak, Avrupa’da Almanya’ya karşı Fransa tek başına direnmişti. Ayrıca Fransız kuvvetlerinin Selanik harekâtı, Osmanlı Devleti’ni mütareke istemeye sevk etmişti. Oysa İngiltere, Fransa’nın bu başarısını görmemezlikten geliyordu.32

31 Yaşar Akbıyık, “XX. yüzyılın Başlarında Ortadoğu’da Fransız-İngiliz Rekabeti ve Türkiye”, s.43. 32 Osman Olcay, a.g.e. s.46-48-49.

182 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Nitekim İngiltere, Osmanlı Devleti ile yapacağı mütarekede de, tek başına hareket etmeye başlayarak, Fransa’yı saf dışı bırakmıştı. İngiliz amiral Calthorpe, Mondros’ta bulunduğu halde Fransa amirali Amet’ten ayrı olarak Türk heyeti ile görüşmüştü. Fransız Hükümeti Calthorpe’den müttefiklerin rızası olmadan mütareke metnini imza etmemesini istediği halde, Calthorpe mütarekeyi imzalamıştı. Böylece Fransız Hükümeti oldubitti karşısında boyun eğerek, 31 Ekim’de mütareke hükümlerini onaylamıştı.33 Aslında İngiltere’nin buradaki tutumu, daha önce Fransa’nın İngilizlere danışmadan Bulgarlarla mütareke imzalamasına karşı yapılan bir misilleme olarak görülebilir, ayrıca Fransız delegelerin devamlı olarak Paris’e danışmak istemeleri barış görüşmelerini uzatabilme korkusunu ortaya çıkarmıştı. Bu sebeple İngiltere, Fransız temsilcisini saf dışı bırakmıştır diyebiliriz.34

SURİYE İTİLAFNAMESİ

İngiltere, 1919 yılı Ocak ayı ortalarında Suriye’deki kuvvetlerinin güvenliğini sağlamak üzere Kilis, Antep ve Maraş’ı işgal etti. Bu işgalin gerçek sebebi ise Musul’u bir an önce kendi hâkimiyetine geçirmek için Fransa’yı nüfuz alanlarında zorlamak istemiyorlardı. Yani İngiltere Musul üzerindeki egemenlik hakkını garanti altına almak amacıyla acele davranıyordu. Bir an önce nüfuz bölgelerine yerleşmek isteyen Fransa, sonuçta İngiltere ile bir daha anlaşarak Musul dışındaki işgal bölgelerinin kendisine devri sırası geldiğine inanıyordu.35 Nitekim 15

33 Pierre Renaouvin, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Çev. Adnan Cemgil, 1982, s.490; Lord Kinross, Atatürk, Çev. Necdet Sander, İstanbul, 1984, s.209. 34 L. Kinross, a.g.e. s.209. 35 S. Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, s.365

183

Eylül 1919 tarihinde, İngiltere ile Fransa arasında “Suriye İtilafnâmesi” adı altında bir mukavele imzalanmıştı.

Buna göre; Adana, Mersin, Maraş, Antep, Hatay, Osmaniye, Kilis, Urfa ve Suriye’yi İngiltere Fransa’ya bırakıyor; Musul ise İngiltere’ye kalıyordu. Böylece daha önce İngiliz işgalinde bulunan bölgeler Fransız işgaline terk ediliyordu.36 Bu mukavele gereğince İngiliz ve Fransız birlikleri yer değiştireceklerdi.

Ayrı yatan antlaşmalar gereği Musul Fransa’ya bırakılmıştı. Oysa İngiltere Musul’u Rusya ile komşu olmamak için Fransa’ya bırakmıştı. Ne var ki, daha sonra bu şartlar değişmiş Çarlık Rusya’sı yıkılmıştı. İngiltere için problem kalmadığından Musul’a yerleşmek yeniden gündeme gelmişti.37 Nitekim 1918 yılının Aralık ayında Fransa ile Paris’te yapılan bir antlaşmaya göre Fransa, İngiltere’nin Avrupa’daki savaş sonrası düzenlemelere ilişkin tavizlerine ve Musul petrollerinden Fransa’ya pay vermeyi kabulüne karşılık, Musul’un İngiliz nüfuz bölgesine katılmasına razı olmuştu.38 Böylece İngilizler Musul üzerindeki emellerini de gerçekleştirmiş oluyorlardı.

Bu olaylar zincirinden sonra, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı adlı eserinde Taner Baytok hadiseler arasında şöyle bir ilişki

36 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, Haz. Nimet Arsan, Ankara, 1964, S.119 vd., Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1988, s.351; Osman Olcay, a.g.e., s. LXVI vd. 37 S. Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, s.365 38 Şükrü S. Gürel, Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, Ankara, 1979 s. 57-58; Abdulkerim Rafık, “Türkiye-Suriye İlişkileri 1918-1926”, Türk Dünyası Araştırmaları, Çev. Sebahattin Samur S. 88 (Şubat-1994), İstanbul, 1994, s.65.

184 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kurmaktadır:39 “Müttefik Devletler bir taraftan görüşmeler yoluyla Türkiye ile yapılacak barış anlaşmasının şartlarını tespite çalışırken, diğer taraftan da fiili durumlardan yararlanmak suretiyle, sonunda karlı çıkmanın yollarını arıyorlardı. Bu gayretlerde de ağırlığını hissettiren ve olayların akışını değiştirebilecek faaliyetleri görülen devlet yine İngiltere idi. İngilizler işgalleri altında bulunan Güney Doğu Anadolu Bölgesini Fransızlara terk ederken, bundan çeşitli şekillerde, faydalanacaklarını düşünüyorlardı. Bir kere, devamlı olarak kaynayan bir bölgenin sorumluluğunu Fransızlara devretmek suretiyle onları Türklerle karşı karşıya bırakmışlardı. Sonra bölgeden çekilme kararı ile büyük ölçüdeki kuvvetlerinin serbest kalmasını sağlamışlardı. En önemlisi, Türklerin anavatanına dâhil bu toprakları nasıl olsa yabancılara bırakmayacaklarını anladıklarından, Fransızları bu bölgede meşgul ederek dikkatlerinin Arap ülkeleri üzerinden dağılmasını sağlamışlardı. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir de Robeck’in 12 Kasım 1919’da Lord Curzon’a yolladığı rapor bu düşünce ve görüşleri çok iyi aksettirmektedir; Suriye ve Güney Doğu Anadolu’nun İngiliz işgalinden Fransız işgaline devri hususundaki kararın açıklanması üzerine burada gösterilen tepki, Adana bölgesinin Türkiye’nin tabii ve ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştur. Nitekim bu karar üzerine İstanbul’daki Müttefik Devletlerin Yüksek Komiserlerine memleketin çeşitli yerlerinden gönderilen telgraflarda Fransızların Antep, Urfa ve Maraş’ı işgalleri protesto edilmiştir. Gelen telgrafların hemen hemen

39 Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1970, s.24-25

185

aynı formun tekrarından ibaret bulunuşu milli hareketin teşkilatlanışının yaygın ve süratli olduğunu, mütareke sırasında Türk yönetiminde kalan toprakların bölünmesini gerektiren Barış Konferansı kararının tanınmaması fikrinin ne derece yaygın hale geldiğini ve bu hususta milliyetçi hareketin ne kadar gayretli bulunduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır...

Bu mesajın altına İngiliz Dışişleri yetkilisi G. Kidston tarafından konulan notta şunlar yazılıdır: Fransızların Anadolu’ya sızma çabalarını teşvik etmeliyiz. Böylece onları sonuç alamayacakları bir alanda uğraştırıp, daha makul olabilecekleri alanlardan dikkatlerini dağıtmayı başarabiliriz” derken bu yazının kenarına Lord Curzon da şu notu düşüyordu : “Başlarına neler geleceğini anlamıyorlar” Neticede ileriki tarihlerde Fransızların Maraş yenilgisi, İngilizleri memnun edecek ve dışişlerinden L. Philippe’ye şu sözleri söyletecektir: “Fransızlar nihayet eşek arısının yuvasını karıştırdıklarının farkına vardılar”.40

Diğer taraftan eski Osmanlı topraklarının paylaşıldığı 1920 Nisanı’ndaki San-Remo Konferansı ile de; Musul’u da içine alan Irak’ın manda yönetimi İngiltere’ye; Suriye’nin manda yönetimi de Fransa’ya bırakılmıştı. San-Remo Antlaşmasının başlıca pürüzlerinden biri, bu paylaşmadan Fransa’nın duyduğu hoşnutsuzluk idi. Musul petrol yataklarının kontrolünün yalnız İngiltere’ye verilmesi, Fransa Dışişlerinden Philippe Berthelot’nin o kadar şiddetli itirazlarına yol açtı

40 Y. Akbıyık, “XX. Yüzyılın Başlarında Ortadoğu’da Fransız İngiliz Rekabeti ve Türkiye”, s.44.

186 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ki; İngiltere Hükümeti Petrol Dairesi Müdürü J. Cadman’a, Fransa Hükümeti ile bir uzlaşmaya gitmesi talimatını verme gereğini duymuştu. Bunun üzerine 25 Nisan 1920’de İngiltere ve Fransa, San- Remo Petrol Antlaşması diye anılan bir anlaşma imzalamışlardı. Buna göre Türk Petrol Kumpanyasındaki %25’lik Alman payı Fransa’ya veriliyor ve İngiltere %70’lik payı elinde bulunduruyordu.41 Fakat anlaşmaya öyle bir madde konmuştu ki, Musul ve Bağdat bölgelerinden çıkarılacak petrol, Fransa’ya hiçbir vergi ödemeden ihraç edilebilecekti. Adı geçen maddeye ayrıca şu konuları da eklemişlerdi; “Fransa Mezopotamya ve İran’dan çıkarılacak petrolün, Fransız nüfuz bölgelerinden geçirilecek iki boru hattı ve bir tren hattı ile Akdeniz’de bir limana ulaştırılmasına razı olmuştur”.42

Bir başka husus ise, Fransa Sevr Antlaşması ile Bağdat Demiryoluna verilen yeni düzenlemeden de memnun olmamıştı. Daha önceleri, Demiryolu Almanya’nın denetiminde iken, Fransız bankerlerinin bu teşebbüsteki hisseleri %30 idi. Bunun için Fransa, müttefikler tarafından Bağdat Demiryoluna yeni bir şekil verildiği zaman denetimin kendilerine geçmesini istiyordu. Sevr Antlaşması Fransa’nın Bağdat Demiryolundaki, özellikle Mersin-Adana güzergâhındaki menfaatlerini tanımış olmakla birlikte daha öncede gördüğümüz gibi hat, milletlerarası bir mülkiyette, kontrolde ve işletmede olacaktır. Fransa, bu uluslararası antlaşmaya, özellikle İngiltere’nin katılmış

41 Ayrıca Gülbenkyan’ın %5 lik payı, 1914 Anlaşmasındaki düzenlemeye uygun olarak sürdürülüyordu, bkz. Şükrü S. Gürel, a.g.e. s.58. 42 E. Earle, a.g.e , s.343-344; Ş. S. Gürel, a.g.e, s.57-58; M. Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi (1918-1926), s.51

187

olduğundan dolayı şüpheleniyordu. Çünkü Mısır’daki ortak yönetim sonunda bir İngiliz himayesine dönüşmüştü. Ayrıca Fransa, geçmişte Süveyş Kanalının da yaşanan durumun, Bağdat Demiryolunda da tekrarlanabilir düşüncesi taşımaktaydı. Bütün bunlara ilave olarak, Hindistan’a giden bu büyük demiryolu güzergâhında İngilizler, Almanlara baktıkları şüpheli gözlerle Fransızlara da bakamazlar mıydı? İşte Fransızlar bu olayları düşündükçe rahatsız oluyorlardı.43

GÜNEY BÖLGELERİNDE TÜRK KUVA-YI MİLLİYESİNİN MUKAVEMETİ VE BAŞARISI

Bütün bunların yanı sıra, Çukurova ve Güney Doğu Anadolu’da Fransa, Anadolu’daki Türk Milli Mücadelesinin karşısına çıkmıştı. Adı geçen bölgelerde Türk Milli direnişçileri Fransızları zor durumda bırakmışlardı. Böylece İngiltere rakibi Fransa’nın başına yeni bir mesele açmıştı. Fransa, Güneydeki Türk mukavemeti ile uğraşırken, daha güneydeki İngiltere’nin faaliyetlerini fark edememişti.44 Daha sonra bu işin farkına varan Fransa, tarihi kültürel ve askeri bakımdan bölgedeki varlığını uzun süre devam ettiremezdi. Çünkü “Rhineland Meselesinde Almanya’ya karşı kendisini desteklemeyen İngiltere’ye Osmanlı’nın mirasından eline geçirdiği büyük payın tehlikeye düşebileceğini göstermek istiyordu.45 Nihayet Fransa’da İngiltere’ye

43 E. Earle a.g.e. s.344. 44 Güneydeki Türk-Fransız muharebeleri için bkz., Kemal Çelik, Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918-1922), TTK.Yay.,Ankara,1999; Süleyman Hatipoğlu, Türk- Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915-1921), Ankara, 2001; Yaşar Akbıyık, Milli Mücadele’de Güney Cephesi (Maraş), Ankara, 1990; İsmail Özçelik, Milli Mücadele’de Güney Cephesi(Urfa), Ankara, 1992; Sadettin Gömeç, Milli Mücadele’de Gaziantep, Ankara, 1989. 45 J. Blanco Villalta, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982, s.397; Ayrıca bu hususta

188 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

karşı Ankara’ya yaklaşmaya çalışmış ve neticede 29/30 Mayıs 1920 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan Ankara ile 20 günlük mütareke imzalamıştı.46 Aslında Fransa bu mütareke ile İngiltere’nin dikkatini çekmek istemişti. Gerçekten Fransa’nın bu davranışı İngiltere’nin gözünden kaçmamıştı. İngiltere bir protesto ile duruma müdahale etmek ihtiyacını hissetmişti. Fransa’nın buna karşı tutumu ise İngiltere karşısında geri adım atmak olmuştu. Fransa’nın cevabı söz konusu mütarekenin devletlerarası bir hüviyete sahip olmadığı, sadece bölge komutanlıkları arasında yapılmış sıradan, kısa süreli uzlaşma mahiyetinde bulunduğu47 şeklinde olmuştur. Esasen 20 günlük mütareke Fransa ile İngiltere’nin arasını iyice açmıştı. Nitekim bu olaydan sonra Fransa, Türkiye hakkındaki politikasında gittikçe İngiltere’den ayrı düşünmeye başlayacaktı.48

SONUÇ Netice olarak şunları söyleyebiliriz; İtilaf Devletleri Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmışlardı. Fakat olayların gelişimi ve kendi aralarındaki çıkar çatışmaları nedeniyle, Osmanlı Devleti aleyhine yapmış oldukları gizli anlaşmaları uygulayamadılar.

Rusya’da Bolşevik İhtilalinin olması bu ülkeyi paylaşmada saf dışı bırakmıştı. Avusturya cephesinde çarpışırken İtilaf Devletlerine yük olması, İngiltere ve Fransa’nın gözünden kaçmamış ve bu durum da;

daha geniş bilgi için bkz., Süleyman Hatipoğlu, “Fransızların Zonguldak ve Ereğli’yi İşgal Etmeleri”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, (Uluslararası I), Samsun, 1990, s.77 vd. 46 S. Hatipoğlu, a.g.e, s.175 47 Kamil Erdeha, Milli Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975, s.319 48 S. Hatipoğlu, a.g.m., s.82.

189

İtalya’nın payını azaltmak için iyi bir fırsattı. Ayrıca İngiltere Osmanlı Devleti’ne karşı savaşı büyük ölçüde kendi imkânlarıyla yürüttüğü fikrinden hareket ederek, Fransa’nın da payını azaltmak istiyordu. Böylece Osmanlı Devleti’ni büyük bir devlet olmaktan çıkarmanın ötesinde, Türklerin anayurdunu parçalamak ve Türkiye’yi iyice zayıf bir hale getirme hususunda anlaşan İtilaf Devletleri, rekabetleri nedeniyle kendi aralarında çıkabilecek şiddetli uyuşmazlıkların tohumlarını atmış oluyorlardı. Böylece Anadolu’daki Milli Mücadele’nin eşsiz lideri Mustafa Kemal, Fransa ile İngiltere arasındaki çıkar çatışmasından istifade ederek zafere ulaşmaya çalışmıştır. Bunun başarılı sonucunu da 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan bölgenin Fransa tarafından boşaltılmasını sağlayan Ankara İtilafnamesi ile görmüş ve Fransa’nın maddi ve manevi desteğini de kazanmıştır. Bundan sonra Fransa, İngiltere’nin desteklediği Yunanlılara karşı, Türkleri desteklemekten de geri kalmamıştır. Böylece, Fransa Ankara İtilafnamesi ile Türkiye’yi resmen tanımış ve bu hareketiyle de İtalya’yı yanına alarak İngiltere’yi Türkiye karşısında yalnız bırakmıştır.

190 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

Ada, Serhan, “Kurtuluş Savaşı’nda Diplomasi ve Askeri Yardım (Fransız ve İtalyan Askeri Yardımları)”, İkinci Askeri Tarih Semineri-Bildiriler, Ankara,1985

Akbıyık, Yaşar, “Maraş’ın İşgali Sırasında Fransız-Ermeni Münasebetleri”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 1989

Akbıyık, Yaşar, “XX. Yüzyılın Başlarında Ortadoğu’da Fransız-İngiliz Rekabeti ve Türkiye”, Milli Kültür, Ankara, 1989

Akbıyık, Yaşar, Milli Mücadele’de Güney Cephesi (Maraş), Ankara, 1990

Akyüz, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, Ankara 1988

Anderson, M.S., The Eastern Question 1774-1923, Newyork, 1966

Armaoğlu, Fahir, Siyasi Tarih, Ankara, 1961

Armaoğlu, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, c.1, Ankara, 198

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, Haz. Nimet Arsan, Ankara, 1964

Baytok, Taner, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1970

Çelik, Kemal, Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi (1918-1922), TTK. Yay., Ankara, 1999

191

Earle, Edward, Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev. Kasım Yargıcı, İstanbul, 1972

Erdeha, Kamil, Milli Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975

Evans, Laurance Türkiye’nin Paylaşılması 1914-1924, Çev., Tevfik Alanay, İstanbul, 1972

Fromkın, Davıd, Barışa Son Veren Barış Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914–1922, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 1993

Gömeç, Sadettin, Milli Mücadele’de Gaziantep, Ankara, 1989

Gürel, Şükrü S., Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, Ankara, 1979

Hatipoğlu, Süleyman, Türk-Fransız Mücadelesi (Orta Toros Geçitleri, 1915-1921), Ankara, 2001

Hatipoğlu, Süleyman, “Fransızların Zonguldak ve Ereğli’yi İşgal Etmeleri”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (Uluslararası I), Samsun, 1990

Jaeschk, Gotthard , Kurtuluş Savaşı İle ilgili İngiliz Belgeleri, Çev., Cemal Köprülü, Ankara, 1971

Karabekir, Kazım, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1988

Kinross, Lord, Atatürk, Çev. Necdet Sander, İstanbul, 1984

Kocabaş, Süleyman, Tarihte Türkler ve Fransızlar, İstanbul, 1990

Kocabaş, Süleyman, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1987

Mansfield, Peter, The Successors The Ottoman Empire, London, 1973

192 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Ankara, 1990

Olcay, Osman, Sevres Antlaşmasına Doğru, Ankara, 1981

Öke, M.Kemal, Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), İstanbul, 19821

Öke, M. Kemal, Musul Meselesi Kronolojisi (1918-1926), İstanbul, 1987

Özçelik, İsmail, Milli Mücadele’de Güney Cephesi Urfa, Ankara,1992

Rafik, Abdulkerim, “Türkiye-Suriye İlişkileri 1918-1926”, Türk Dünyası Araştırmaları, Çev. Sebahattin Samur S. 88 (Şubat- 1994), İstanbul, 1994

Redan, Pierre, La Cilice Et le Probleme Ottoman, Paris, 1921

Renaouvin, Pierre, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Çev. Adnan Cemgil, 1982

Tansel, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. IV, Ankara, 1978

J. Blanco Villalta, Atatürk, Çev. Fatih Özsu, Ankara, 1982

193

194 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ALTINCI BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA SİNA-FİLİSTİN-SURİYE CEPHESİ

Necdet AYSAL* & Erdal KORKMAZ**

195

196 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1. KANAL HAREKÂTI VE GELİŞMELER

İnsanlık tarihi kadar eski sayılan savaş kavramı tarihçi EricHobsawn’ın tabiriyle “Devrim Çağı”ndan itibaren birbiri ardına ortaya çıkan ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelere bağlı olarak büyük bir dönüşüm geçirmiştir. 1789 Fransız Devrimi’nin güçlendirdiği ulus- devlet anlayışıyla şekillenen ve ardından gerçekleşen Sanayi İnkılâbı ile evrilen dünya düzeni, Birinci Dünya Savaşı ile farklı bir boyut ve mahiyet kazanmıştır.12 Ülkelerin siyasi, askeri ve ekonomik hedefleri doğrultusunda başlayan savaş, orduların uzak-yakın birçok cephede karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Dünya tarihinde meydana gelen bu ilk büyük savaş, olumlu ve olumsuz yönleri ile birçok toplumun kaderini belirlemiştir. Bu kapsamda bakıldığında Osmanlı Devleti’nin kaderini belirleyen ve savaştan çekilmesine neden olan muharebeler Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nde meydana gelen çatışmaların bir sonucu olmuştur. Bu cephedeki muharebeler Kanal Harekâtı ile başlamış ve Katma Muharebesi’ne kadar devam etmiştir.

Kanal Cephesi Almanya’nın isteği üzerine Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek ve İngiltere’nin Uzak Doğu’daki Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi sömürgeleri ile bağlantısını kesmek amacı ile açılmıştır.3 Ayrıca Almanya, Osmanlı topraklarında açılacak yeni bir

* Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi, E-posta: [email protected]. ** Tarih Uzmanı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Tarihçe Şube Müdürlüğü; Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Öğrencisi, E-posta: [email protected] 2 Davud Kapucu, Erdal Korkmaz, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Askerî Hava Seyahatleri (1909-1939), Karakum Yayınevi, Ankara 2020, s. 7. 3 Yuluğ Tekin Kurat, Osmanlı İmparatorluğunun Paylaşılması, 2. Baskı, Turhan

197

cephe ile Batı Cephesi’ndeki yükünü hafifletmeyi amaçlamıştır. Osmanlı Devleti ise Kanal Cephesi’ni açarak son dönemde kaybettiği Mısır’ı geri almayı planlamıştır.4Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, Mısır üzerine yapılacak bir harekâtla Çanakkale’ye karşı İtilaf taarruzunun durdurulacağını, Suriye’ye bir çıkarma teşebbüsünün önleneceğini ve aynı zamanda Mısır’da başarı sağlanırsa Kuzey Afrika ve Sudan bölgesindeki Müslüman halkın ayaklanarak Osmanlı kuvvetlerine katılacağını değerlendirmiştir.5 Bu maksatla, süratli bir şekilde Suriye ve Filistin’de yeni bir ordu teşkiline karar verilmiştir.6

Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti’nin kararı doğrultusunda 6 Eylül 1914 tarihinde Suriye bölgesindeki tüm Osmanlı kuvvetleri yeniden düzenlenerek 8’nci ve 12’nci Kolordulardan 4’ncü Ordu Komutanlığı

Kitabevi, Ankara 1986, s. 23; Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, (Çev.: Belkis Çorakçı Dişbudak), 5. Baskı, Sabah Kitapları, İstanbul 1995, s. 255. 4 Deniz Kurt, Erdal Korkmaz, Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kuvvetleri (Harekât ve Teşkilatlanma Tarihi 1911-1922), C. I, Hava Basımevi, Ankara 2020, s. 263; Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, 4. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995, s. 467-473. 5 Cemal Paşa, Hatıralar, (Haz.: Alpay Kabacanlı), I. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2001, s. 164-165; İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912- 1922, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2014, s. 180-182. 6 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. IV, 1. Kısım, Sina-Filistin Cephesi Harbin Başlangıcından İkinci Gazze Muharebeleri Sonuna Kadar, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1979, s. 112; Sehernaz Güvenbaş, Birinci Dünya Harbi Filistin Cephesi’nde ve İstiklâl Harbi Batı Cephesi’nde Hava Fotoğrafçılığı ve Keşfinin Etkinliği, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2019, s. 90-93.

198 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

oluşturulmuştur.7 4’ncü OrduKomutanlığı’na önce Zeki Paşa atanmış8, daha sonra ise 18 Kasım 1914 tarihinde Bahriye Nazırı Cemal Paşa bu makam için görevlendirilmiştir.9 Cemal Paşa, 6 Aralık 1914’te Şam’a ulaşarak görevine başlamıştır. Bu sırada4’üncü Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’na ise Alman Albay KressvonKressenstein getirilmiştir.10

Birinci Dünya Harbi Filistin Cephesi Haritası11

7 Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı (ATASE) Arşivi, BDH, Klasör: 159, Dosya: 705 (759), Fihrist: 16-1; Ali Fuat Erden, 1’inci Cihan Harbi’nde 4’üncü Ordu Mücmel Tarihçesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1948, s. 3; Şükrü Mahmut Nedim, Filistin Savaşı 1914-1918, (Çev.: Abdullah Es), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995, s. 17; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955, s. 426. 8 ATASE Arşivi, BDH, K: 126, D: 97 (590), F:23-20. 9 ATASE Arşivi, BDH, Klasör: 3221, Dosya: H9-A, Fihrist: 1-7; ATASE Arşivi, BDH, K: 69, D: 343 (63), F.8; ATASE Arşivi, BDH, K: 159, D: 704 (539), F: 15. 10 ATASE Arşivi, BDH, K: 126, D: 97 (590), F: 23-1; Kress von Kressenstein, Son Haçlı Seferi: Kuma Gömülen İmparatorluk, (Çev.: Tahir Balaban), Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2007, s. 17; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa 1914-1922, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972, s. 166; Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914- 1995, C. 2, 12. Baskı, Alkım Yayınevi, Ankara 2000, s. 112. 11 ATASE Arşivi, BDH, K: 3219, D: 60, F: 1.

199

Bu sırada İngilizlerin bölgede 30.000 Hint askerî kuvveti olmak üzere, toplam 150.000 kişilik bir kuvveti tertiplenmiştir. Ayrıca İngilizlerin Süveyş Kanalı bölgesine olası bir saldırı ihtimaline karşılık 6 savaş gemisi bölgede görevlendirilmiştir. Bunun yanında İngilizler tarafından kanala paralel döşenen demir yolu hattındaki zırhlı trenlerle seyyar bir savunma hattı meydana getirilmiştir. Bu savunma hattını desteklemek amacı ile kanal çevresine kurulan ışıldaklar ile bölge geceleri dahi gündüz gibi aydınlatılmıştır. Bölgede bu sırada 3 İngiliz uçağı ile Fransa’ya ait FoudraUçak Gemisi de görev yapmıştır. İngiliz kuvvetleri bölgenin önemi ve olası bir taarruz ihtimaline karşı 30 Kasım 1914 tarihinden itibaren 6 uçaklık Nieuport filoları ile keşif ve gözetleme faaliyetlerine başlamıştır.12

Hazırlıkların bitirilmesinden sonra 4’üncü Ordu Komutanlığı’na bağlı Sina Çöl Komutanlığı tarafından Birinci Kanal Harekâtı, 14-15 Ocak 1915 tarihinde ileri yürüyüş ile başlamıştır. Osmanlı ordusunun yürüyüşü İngiliz uçakları tarafından yakından takip edilmiş ve kuvvetlerin durumu anında birlik komutanlığına iletilmiştir. Bu yüzden Osmanlı kuvvetlerinin harekâtı İngiliz birlikleri tarafından adım adım havadan izlenmek suretiyle tespit edilmiştir. Neticede Osmanlı kuvvetleri 2 Şubat 1915’te kanala ulaştığında onları bekleyen İngiliz kuvvetleri, ışıldakların yardımıyla Türk kuvvetlerinin karşı kıyıya geçmesini önlemiştir. Falih Rıfkı Atay, Birinci Kanal Harekâtı ile ilgili

12 Davud Kapucu, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’nde Hava Harp Gücü ve Faaliyetleri (1914-1918), Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2019, s. 366; Ajun Kurter, Türk Hava Kuvvetleri Tarihi, C. II, Hava Basımevi, Ankara 2009, s. 68.

200 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

yaşananları eserinde; “Yüzme bilmeyen bir kıt’a birlik tulum takınarak, kanala atıldı. Kanalın doğu kıyısından, dişlerine kadar silahlı olarak suya giren bu Anadolu çocukları, öbür kenara esir olarak çıktılar. İngilizler bu askerleri soyup kuruttuktan sonra, Halife ve İmparatorluğu aşağılamak için Kahire sokaklarında çıplak dolaştırdılar.” demiştir.133 Şubat 1915 akşamına kadar kanal civarında devam eden muharebelerde Türk kuvvetlerinin ağır zayiatlar vermesi üzerine Cemal Paşa’nın emri ile Osmanlı birlikleri Sina Çölü’nü boşaltmış, Gazze-Birüssebi-Maan hattına çekilmiştir.14

Başarısız Birinci Kanal harekâtından sonra 4’ncü Ordu Komutanlığı tarafından yeni bir taarruz için hazırlıklara başlanmıştır. Bu kapsamda 4’ncü Ordu Kurmay Başkanı Albay VonKress’in Almanya’ya giderek yaptığı çalışmalar sonucunda, Alman Başkomutanlığı “Paşa Kuvvetleri” adı verilen 16.000 kişilik bir kuvvetle beraber içerisinde 300’üncü Paşa Bölüğü adı verilen bir hava birliğini bölgeye göndermiştir. Ayrıca bölgeye düşman uçaklarına karşı kullanmak için iki uçaksavar da getirilmiştir.15

İkinci Kanal Harekâtı için hazırlıkların tamamlanmasından sonra kuvvetler, 4 Temmuz 1916 tarihinde ileri harekâta başlamıştır. Bu sırada, El-Ariş’te toplanan birlikler 19 Temmuz 1916’da Orgatina ile

13 Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970, s. 30. 14 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, IV. C., 1. Kısım, s. 217; Ali Fuat Erden, Paris’ten Tih Sahrasına, Ulus Yayınevi, Ankara 1949, s. 158-160. 15 Yavuz Kansu, Sermet Şensöz, Yılmaz Öztuna, Havacılık Tarihinde Türkler, C. 1, Hava Basımevi, Ankara, 2006, s. 260; Davud Kapucu, 1909-1939 Yılları Arasında Yapılan Yurtiçi ve Yurtdışı Askeri Hava Seyahatleri, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2015.

201

Mugaybera hattını ele geçirmiştir. 300’üncü Paşa Tayyare Bölüğü de hava harekâtı ile Kanal Seferi’ne destek vermiştir. 5 Temmuz 1916 tarihinde Osmanlı hava birliklerinin faaliyetine karşılık, 11 İngiliz uçağı tarafından El-Ariş civarındaki Türk Hava Meydanı’na 76 bomba atılmıştır. İngilizlerin bu hava taarruzu sırasında, açık alanda bulunan 2 uçak tahrip olmuş, 1 pilot, 1 rasıt ve birkaç makinist hayatını kaybetmiştir. Ayrıca hava saldırısı sırasında 10 hangardan ikisi yanmıştır. Bu sırada İngilizlerle yapılan hava muharebeleri sonunda 3 İngiliz uçağı hasar görerek kullanılamaz hâle gelmiştir.16

3 Ağustos 1916 tarihinde Osmanlı Kanal Seferî Kuvvetleri, yorgun ve susuz bir şekilde İngilizlerin savunma hattına ulaşmıştır. Ordunun vaziyeti üzerine cephe komutanlığı, cephane ve erzak stokunun da sınırlı durumunu göz önüne alarak, İngiliz kuvvetlerinin bulunduğu Romani-Düveydar hattına 4 Ağustos 1916 tarihinde taarruz kararı almıştır.17

4’ncü Ordu Komutanlığı’nın emri altında bulunan Sina Çöl Komutanlığı tarafından organize edilen İkinci Kanal Harekâtı, 4 Ağustos 1916 tarihinde 300’üncü Paşa Tayyare Bölüğü’nün İngiliz hatlarını bombalamasıyla başlamıştır.18 Seferî kuvvetin taarruzu ilk günlerde başarılı olmuş, ancak zamanla harekât Osmanlı birlikleri aleyhine bir durum almıştır. “Romani Muharebesi” olarak ta bilinen bu harekât esnasında İngiliz General Archibald Murray Komutasındaki

16 ATASE Arşivi, BDH, K: 1392, D: 20, F: 3-10; ATASE Arşivi, BDH, K: 1392, D: 20, F: 3-12. 17 ATASE Arşivi, BDH, K: 168, D: 730, F: 102-33. 18 İhsan Göymen, Türk İstiklal Harbi, Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, C. V, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1964, s. 271.

202 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İngiliz birlikleri Osmanlı taarruzunu durdurmuştur. Bunun üzerine Osmanlı 4’ncü Ordu Komutanlığı, taarruzun başarı sağlayamayacağını değerlendirerek bölgedeki birlikleri 14 Ağustos 1916 tarihinde El-Ariş yönünde geri çekmiştir.19

Osmanlı birliklerinin Kanal Harekâtı’ndaki başarısızlığı, İngiliz birliklerinin savunma konumundan taarruz konumuna geçmesine neden olmuştur. Bu durum İngilizlerin, Kanal’ın doğusuna geçerek Sina- Filistin üzerine bir harekâta girişmesine etki etmiştir.20 Nitekim Ağustos 1916’da taarruza geçen İngiliz kuvvetleri, 7 Eylül 1916’da Bir- ülMezar’ı ele geçirmiştir. Böylece, Sina Çölü’nün büyük bir bölümü İngilizlerin kontrolü altına girmiştir. Bu sırada İngilizler, birliklerinin ikmal ve lojistik ihtiyaçlarını kolaylaştırmak için Gazze istikametinde bir demiryolu ve demiryolu hattına paralel olarak su boruları inşasına başlamıştır. Bütün bu yatırımlarla İngilizler, ordularının iaşe, cephane, personel ve su ihtiyaçlarını karşılamayı ve herhangi bir problemle karşılaşmadan cephe hattında ilerlemeyi amaçlamıştır.21

Bu sırada 17 Aralık 1916 tarihinde İngiltere’de iktidara gelen Başbakan Lord George’un, Kudüs’ün alınmasına yönelik talepleri İngiliz harekâtını hızlandırmıştır.22 22 Aralık 1916’da General Murray komutasındaki İngiliz birlikleri tarafından başlatılan taarruz sonucunda

19 ATASE Arşivi, BDH, K: 4769, D: 9, F: 54; ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: 37, F: 1-36; Von Kress, a.g.e., s. 224. 20 Otacilio Bandeira Peçanha, The ‘Palestine’ Campaign in 1917-1918 From The British Perspective: Enduring Lessons For The Contemporary Environmet, R. Esc. Guerra Naval, Rio de Janeiro, V. 20, N. 2, p. 483-502, jul./dez. 2014 s. 486-487. 21 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. IV, Kısım 1, s. 382. 22 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 2, Kısım IV, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, s. 108-110.

203

9 Ocak 1917’de Tellü’r Refah elden çıkmıştır.23Bu gelişme üzerine Osmanlı birlikleri, Gazze-Şeria-Birüssebi hattında savunma için Sina Çölü’nden tamamen çekilmiştir. Böylece bütün Sina Yarımadası İngilizlerin eline geçmiştir.24

2. GAZZE MUHAREBELERİ VE GELİŞMELER

İngilizler Sina Yarımadasını ele geçirdikten sonra Filistin’i ele geçirmek amacı ile bir taarruz harekâtı yapmayı planlamıştır. İngilizler bu harekât ile İngiltere ve Fransa arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan SykesPicot Antlaşması’nı yürürlüğe koymayı, Kudüs’ü ele geçirmeyi, Suriye’yi ele geçirerek Fransa’nın Hıristiyan Araplar üzerindeki etkisini artırmayı ve Filistin’de ileride oluşturulacak bir Yahudi Devleti için zemin hazırlamayı amaçlamıştır.25

İngilizler 20 Mart 1917 tarihinden itibaren Filistin cephe hattındaki kuvvetleri ile taarruz hazırlığını hızlandırmıştır. Bu sırada 25 Mart 1917 tarihinde Osmanlı uçakları ile yapılan hava keşfinde, İngilizlerin Hanyunus’ta iki atlı tümeni, Birirefah ile Tellelrefah’ta atlı tümenleri ve Hanyunus ile Tellelrefah arasında iki tümen kadar kuvvetleri ve çok sayıda topçu ve askeri birliklerinin olduğu belirlenmiştir.26Bu hava keşfine dair rapor 1’nci Kuvve-i Seferiye Komutanlığı tarafından aynı gün 4’ncü Ordu Komutanlığı’na; “Tayyare keşif raporlarına göre,

23 Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Yıldırım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2002, s. 37. 24 Mithat Aydın, “Birinci Dünya Savaşı’nda Mısır, Suriye ve Filistin Cepheleri”, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı, (Ed.: Ümit Özdağ), Kripto Yayınları, Ankara 2016, s. 278. 25 Cemal Kemal, “Birinci Dünya Savaşı’nda Gazze’yi Nasıl Kaybettik?”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 55, 2014, s. 132. 26 Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, Kısım 1, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1979, s. 511.

204 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İngilizler Dirbalah-Beni SüheyleTellelrefah bölgesinde çok sayıda ordugâh hazırlamakla meşguldürler. Tahava-Tellelcema hattında zayıf emniyet kuvvetleri bulunmaktadır. Demir yolu toprak tesviyesi Hanyunus’un iki-üç kilometre kadar doğusuna ulaşmıştır. İngilizlerin işgal ettikleri bölgede kamyon ve tren faaliyeti son derece artmıştır. İngilizlerin yarın taarruz etmesi mümkündür.”denilerek iletilmiştir.27

26 Mart 1917 tarihinde yapılan hava keşfi İngiliz taarruzunun başladığını ortaya çıkarmıştır.28İngiliz birlikleri Birinci Gazze Muharebesi olarak adlandırılan bu taarruz sırasında 50.000 civarındaki bir kuvvetle, 18.000 civarındaki Osmanlı birliğinin savunduğu Gazze’yi kuşatmıştır.2927 Mart 1917 tarihinde Gazze’de yaşanan muharebelerin ardından İngiliz birlikleri, Ali Muntar Tepe ile Gazze’nin güneyini ele geçirmiştir.30 Ancak İngilizler, aynı gün Osmanlı kuvvetlerinin karşı taarruzu ile ele geçirdikleri bölgeleri ağır zayiatlar vermek suretiyle boşaltmak zorunda kalmış ve Vadi Gazze batısına çekilmiştir.31İngilizlerin geri çekildiği iki Osmanlı uçağı ile yapılan keşif ile teyit edilmiştir.32Birinci Gazze Muharebesi sırasında

27 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-47, F: 1-1. 28 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-4. 29 Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, (Çev.: Eşref Bengi Özbilen), 3. Baskı, İstanbul 2014, s. 220. 30 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-16. 31 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-16; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâp Tarihi,1914-1918 Genel Savaşı, C. III, Kısım 3, TTK Yayınları, Ankara 1957, s. 355- 356. 32 Fahri Belen, Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, 1917 Yılı Hareketleri, C. IV, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1966, s. 108-110.

205

İngiliz kuvvetleri 7.000 civarında kayıp verirken, Osmanlı ordusu ise 294 şehit vermiştir.33

28 Mart 1917 tarihinde VonKress, 4’üncü Ordu Komutanı Ahmet Cemal Paşa’ya gönderdiği telgrafında Birinci Gazze Muharebesi’nde kazanılan başarıyı; “Şimdi Gazze’den döndüm. 4’üncü Ordunun kazanmış olduğu çok parlak başarıdan dolayı, zati devletlerini tebrik edebilmekle pek sevinçliyim.” diyerek kazanılan başarıyı iletmiştir. Ahmet Cemal Paşa, aynı gün Von Kress’e gönderdiği tebrik mesajında; “Bildirdiklerinizden ve tebriklerinizden dolayı teşekkür ederim. Komutanız altındaki Kuvve-i Seferiye Kıta’larının kahramanca savunma ve taarruzlarıyla elde edilen başarıdan dolayı tebrik eder, tebriklerimle takdirlerimi bütün subay, astsubay ve erlere duyurmanızı, hepsinin gözlerinden öptüğümü ilave etmenizi rica ederim. Gazze Muharebesi, 4’üncü Ordu için övünç vericidir. Birçok yeni başarılar ve şerefler elde edilmesini güvenle bekliyorum. Kahraman Alayların, sancaklarının taltifi hakkındaki teklifinizi yapınız. Binbaşı Tiller’e samimi tebriklerimi ulaştırınız. Size de özellikle tekrar tebriklerimle teşekkürlerimi bildiririm.” demiştir.34

Birinci Gazze Muharebesi İngilizler adına olumsuz sonuçlanırken, 11 Mart 1917 tarihinde Irak Cephesi’nde Bağdat’ın kaybedilmesi, Osmanlı adına olumsuz bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Bu sürecin etkisi ve İngilizlerin kışkırtması ile Arap ayaklanmaları baş göstermiştir. Bu ortamda İngilizler, Kudüs’ün alınması için tekrar bir taarruz hazırlığına

33 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-17. 34 Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina Filistin Cephesi, C. IV, Kısım 1, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1979, s.553-554.

206 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

girişmiştir.35İngilizler hazırlıklar kapsamında, Mısır Sefer Kuvvetler Komutanlığı’nı yeni piyade ve süvari birlikleri ile takviye etmiştir. Ayrıca harekât sırasında kullanmak üzere bölgeye 4.000 zehirli gaz mermisi ve 8 adet tank getirmiştir.36Bu sırada Osmanlı 4’ncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, Gazze-Birüssebi hattının korunmasına yönelik bir strateji izlenmesinin doğru olacağını öngörmüştür.37

10 Nisan 1917 tarihinde İngilizlerin, birliklerinin su ihtiyacını karşılamak için demiryolu hatlarına paralel olarak döşedikleri çelik su borularını patlatmak amacıyla bir hava harekâtı gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda 300’üncü Paşa Tayyare Bölük Komutanı Felmy ile rasıdı Falke, İngiliz hatları gerisinde bulunan çelik boruların geçtiği güzergâha inerek, su borularını dinamitlerle patlatmıştır.38 Böylece, İngiliz kuvvetlerinin su ihtiyacını karşılamasını engellemek amaçlanmıştır.

İngilizler hazırlıklarını tamamladıktan sonra 50.000 kişilik bir kuvvetle, Gazze-Birüssebi hattında konuşlanmış 30.000 kişilik Osmanlı ordusuna, 17 Nisan 1917’den itibaren donanmanın da desteği ile taarruza başlamıştır.39İngiliz kuvvetleri ilk taarruzlarında Şeyh Abbas

35 Bayur, a.g.e., s. 356. 36 Edward J. Erickson, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu 1914-1918, Timaş Yayınları, İstanbul 2011, s. 169. 37 Vakit, Hatıralar ve Vesikalar, Cemal Paşa’nın Hatıratı Üzerine Tetkikler, Vakit Gazetesinin Forma Halinde Tefrikası, İstanbul 1933, s. 325. 38 Rudolf Holzhausen, Birinci Dünya Harbi’nde Almanya’nın Türkiye’ye Sağladığı Hava Desteği ve Çanakkale Havacıları, (Çev.: Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1982, s. 42. 39 Adem Akın, Birinci Dünya Savaşında Filistin Cephesi ve Filistin’in Elden Çıkışı, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985, s. 60-61.

207

ve Mansure bölgelerine yerleşerek, 18 Nisan 1917’de Osmanlı mevzilerini bombalamaya devam etmiştir. Bu sırada İngilizlerin elinde bulunan tanklardan üçü Osmanlı kuvvetleri tarafından imha edilmiştir.40 19 Nisan 1917’de de devam eden ve ilk kez tankların da kullanıldığı İngiliz taarruzu, üç günün sonunda verilen 7.000 civarındaki zayiat nedeniyle durdurulmuş ve İngiliz birlikleri Nevbahir Vadisi’ne çekilmiştir.41 Bu karar sonrasında İngiliz General Murray, taarruz planından belirli bir süreliğine vazgeçerek, takviye unsurlar gelinceye kadar savunmada kalmayı uygun görmüştür.42 Muharebeler sırasında Türk ordusu ise 2.013 şehit vermiştir.43

4’ncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, İkinci Gazze Muharebesi’nde elde edilen zaferi Başkomutan Enver Paşa’ya gönderdiği bir telgrafla iletmiştir.44Başkomutan Vekili Enver Paşa’da, İkinci Gazze Muharebesi’nde kazanılan başarıyı gönderdiği bir telgrafla tebrik etmiştir.45

İkinci Gazze Muharebesi’nden sonra İngilizler, sıcak mevsimin gelmesi ile birlikte taarruzdan ziyade bölgeye yönelik yeni bir harekât için hazırlık yapmaya başlamıştır. Bu nedenle 31 Ekim 1917 tarihindeki

40 Belen, a.g.e., s. 111. 41 ATASE Arşivi, BDH, K: 4524, D: H-2, F: 1-15; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı, 1908-1918, C. IX, TTK Yayınları, Ankara 1996, s. 515. 42 Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası (1912-1922), Eylem Yayınları, Ankara 2008, s. 129. 43 Kress von Kressenstein, a.g.e., s. 158. 44 Sami Ağaoğlu, “Birinci Dünya Savaşı’nda Gazze Muharebeleri”, Journal of History Cultureand Art Research, C. 6, S. 2, Mart 2017, s. 317. 45 ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-53, F: 1-10.

208 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Üçüncü Gazze Muharebesi’ne kadar bölgede büyük bir çatışma meydana gelmemiştir.46

İngilizler Üçüncü Gazze Taarruzu için hazırlık yaparken, Alman General VonFalkenhayn Bağdat’ın geri alınması için yapılacak hazırlıkları görüşmek amacıyla 7 Mayıs 1917’de önce İstanbul’a, ardından ise 16 Mayıs 1917’de cephe hattına gelmiştir. General VonFalkenhayn, bu ziyareti sırasında 4’ncü Ordu Komutanlığı karargâhının bulunduğu Kudüs’ede uğramış ve Cemal Paşa ile görüş alışverişinde bulunmuştur. Bu görüşme sırasında Falkenhayn, hazırlanacak ordularla Bağdat’a taarruz ederek, burayı geri almak niyetinde olduğunu belirtmiştir.47 Ahmet Cemal Paşa ise bu fikre, taarruz için yeterli kuvvet ve malzeme olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmıştır.48 Bunun üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa, durumu yerinde tetkik etmek ve birliklerin vaziyetini yakından görmek maksadıyla Filistin’e gitmiştir.49

24 Haziran 1917’de Başkomutan Vekili Enver Paşa, Filistin Cephesi’ni denetledikten sonra orduların son durumunu görüşmek üzere ordu komutanlarının katılımıyla Halep’te bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıya Kafkas Ordular Grubu Komutanı Ahmet İzzet Paşa, 4’ncü Ordu Komutanı Ahmet Cemal Paşa, 2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 6’ncı Ordu Komutanı Halil Paşa, Başkomutanlık Karargâhı Kurmay Başkanı Alman General Bronsart Paşa, Harbiye

46 Bayur, a.g.e., s. 357. 47 Belen, a.g.e., s.113. 48 Kress von Kressenstein, a.g.e., s. 171. 49 Aydemir, a.g.e., s. 295.

209

Bakanlığı Müsteşarı Mahmut Kâmil Paşa, 4’ncü Ordu Kurmay Başkanı Albay Ali Fuat (Orgeneral Erden), 3’ncü Ordu Komutanı adına Kurmay Başkanı VonGoze, Kafkas Ordular Grubu Kurmay Başkanı Yarbay VonFalkenhavzen ve 6 ncı Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kreçman katılmışlardır.50

Komutanlar Toplantısı sırasında Enver Paşa cepheyi denetlerken, savunma düzeninden pek memnun olduğunu belirtmiş ve İngilizlerin sağ kanadına bir taarruz yapılması düşüncesinde olduğunu ifade etmiştir. Bu kapsamda her ordu komutanı, kendi ordusunun durumunu anlatmış, Enver Paşa da genel durum hakkındaki kararını açıklamıştır; “…Düşüncem, Bağdat’ı bir taarruzla geri almaktır. 2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın komutasında bir 7’nci Ordu kurmak ve bu orduyla Halil Paşa’nın komutasındaki 6’ncı Ordu’yu, Yıldırım Grubu adı altında bir ordu grubu komutanlığının emrine verip Bağdat üzerine göndermek amacındayım. Hangi cephelerden hangi tümenlerin alınması gerektiğini tümüyle tespit ettim. Ordular Grubu Komutanlığı için de Almanya bize General Falkenhayn’ı verdi. Sanıyorum ki, bu görevi iyi başaracaktır.”demiştir.51 Bu toplantıda Cemal Paşa Bağdat harekâtının mahsurlarından bahsetmiş, bunun yerine Suriye cephesine birlik kaydırılmasının daha uygun olacağını ifade etmiştir.52Aynı toplantıda söz alan 2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, taarruz planına karşı çıkmış ve planın gerçekleştirilemez

50 Necati Çankaya, Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri, Tifduruk Matbaası, Ankara 1995, s. 18. 51 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, IV. C. 2. Kısım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1986, s. 69-72. 52 Cemal Paşa, a.g.e., s. 214.

210 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olduğunu, Filistin bölgesi tehlikede iken Bağdat seferinin faydasız olduğunu beyan etmiştir.53Bunun üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa; “Genel Karargâh Bağdat harekâtına karar verdi. Almanya’dan kudretli bir general aldı. Bu nedenle bu harekâttan vazgeçmeye imkân yoktur.” demiştir.54Yapılan görüşmeler neticesinde hiçbir karar alınmadan toplantı sona ermiştir. Enver Paşa, cephe komutanlarından farklı olarak İngilizlere taarruz edilerek bunların Mısır ile bağlantılarını kesip denize dökmek düşüncesinde ısrarlı olmuştur. Oysaki Cemal Paşa, her türlü taarruz hareketinin prensip olarak aleyhinde bulunmuştur.55

Bu sırada 4’ncü Ordu Komutanı Cemal Paşa verdiği bir raporda, “Birçok misaller, bize ordumuzla komutanlarının sevk ve idare ve eğitimlerinin bir taarruzu başaracak derecede ilerlemediğini göstermiştir. Savunmada birliklerimiz iyidir. Fakat taarruzda başarılı olamıyorlar, bu nedenle böyle bir sergüzeşte atılmayı istemem. Eğer sonbaharda gerçekten Bağdat’a bir taarruz yapılacaksa, bu da bir felaketle sonuçlanacaktır. Çünkü ordunun lojistik durumu dikkate alınmamış ve vaktinde düzenlenmemiştir.” demiştir.56 Cemal Paşa ayrıca bölgedeki çok önemli bir tehlikeye de dikkat çekmiş, Arap İsyanının Suriye geneline yayılmasının Filistin Cephesi’nde çok

53 Süleyman Hatipoğlu, Filistin Cephesi’nden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2009, s. 16. 54 Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, Kısım II, Ankara 1986, s. 70. 55 Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1980, s. 75. 56 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, IV. C., 2. Kısım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1986, s. 23

211

olumsuz etkiler yaratacağını 7 Temmuz 1917 tarihli raporla bildirmiştir. Bu raporda; “…Suriye’de bir ayaklanmanın yakın olduğunu, örgütlenmesi devamlı gelişmekte olan ihtilalin, dış düşmanların Suriye ve Filistin’e yapacakları taarruzla aynı zamanda ve birlikte başlayacağını gösterdiğini, bir yıl önce Mekke’de çıkan Arap İhtilali’nin bir yıl sonra Suriye’ye girdiğini, yakında tüm Suriye’ye yayılacağının muhakkak olduğunu…” belirtmiştir.57 Bu rapordan başka Cemal Paşa, 9 Temmuz 1917 tarihinde Başkomutanlık Karargâhına gönderdiği bir başka telgrafta, Bağdat’a yönelik harekât ve Suriye- Filistin Cephesi ile ilgili düşünce ve tekliflerini tekrar iletmiş fakat Başkomutanlığın kararlarında bir değişiklik meydana gelmemiştir.58

Osmanlı ordusunun yüksek komuta kademesinde Bağdat ve Suriye- Filistin Cephesi ile ilgili derin görüş ayrılıkları nedeniyle harbin neticesine tesir edecek ciddi zaman kaybı yaşanırken, İngilizler arka arkaya uğradıkları Gazze yenilgisinden sonra, 5-6 ay süren esaslı bir hazırlık dönemine girmiştir.59Bu kapsamda İngiltere Başbakanı Lloyd George, Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için başta Kudüs olmak üzere Filistin ve Suriye bölgesinde Türk egemenliğini ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bu kapsamda Öncelikli olarak 11 Haziran 1917 tarihinde Mısır’daki İngiliz kuvvetlerinin başında bulunan General John Murray görevden alınmış ve yerine General

57 Cemal Kemal, a.g.m., s. 146. 58 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 70- 71. 59 Liman von Sanders, Türkiye’de 5 Yıl III, (Çev.: Örgün Uğurlu), Yenigün Basın ve Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 205.

212 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EdmundAllenbyatanmıştır.60General Allenby, 27 Haziran 1917 tarihinde Kahire’ye gelmiş ve 28 Haziran’da Mısır Kuvve-i Seferiye Komutanlığı görevini devralmıştır.61Yapılması planlanan askerî harekât neticesinde; Süveyş Kanalı’nın güvenliğinin ileri savunma yoluyla gerçekleştirilmesi, Türk ordusunun yenilgiye uğratılarak İttifak cephesinde bir çökme meydana getirilmesi, Kudüs’ün alınarak İngiltere kamuoyunda moral değerleri yükseltmek ve Filistin-Suriye bölgesindeki Türk egemenliğine son vererek İngiltere’nin Ortadoğu politikasını kalıcı hale getirmek hedeflenmiştir.62 Bu hedefler doğrultusunda General Allenby, birliklerin su, yiyecek ve cephane ihtiyacının karşılanması için çalışmaları hızlandırmıştır. Demiryolu yapımı, motorlu araç temini ve deve kolları teşkili bu kapsamda yapılan faaliyetler olmuştur.63 Bu sırada Allenby’nin desteklenmesi için İngiliz Genelkurmayı, bölgeye en kısa zamanda iki tümen bir kuvvet gönderileceğini bildirmiştir.64 Yapılan hazırlıklar sonrasında Mısır Seferi Kuvvetler Komutanı General Allenby’nin emri altında iki piyade

60 Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2016, s. 397; David Lloyd George, War Memoirs of David Lloyd George, Vol. II, Odhams Press Limited, London 1938, s. 1923. 61 Murat Çulcu, “General Allenby'nin Filistin Raporları” Arşivi Kaybolan Savaş Sina- Filistin-Suriye Cephesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul 2009, s. 283. 62 Güngör Cebecioğlu, Atatürk ve Güney Cephelerimiz, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1991, s. 38; Otacilio Bandeira Peçanha, s. 486. 63 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 45; James Lawrence, Imperial Warrior: The Life and Times of Field-Marshal Viscount Allenby 1861-1936, Weindenfeldand Nicolson, London 1993, p. 119-20. 64 The National Archives (TNA)/Londra-UK, WO 32/5128: “General Edmund Allenby’s Despatch on Operations in Palestinefrom 18 Septemberto 30 October 1918”; John Mordike, General Sir Edmund Allenby’s Joint Operations in Palestine, 1917-18, Royal Australian Air Force, Air Power Development Centre, Australia 2008, s. 3.

213

tümeni ve bir süvari alayı teşkil edilmiştir.65

Halep’teki Komutanlar toplantısından sonra Bağdat’ın kurtarılması için oluşturulan Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na General Falkenhayn’ınatanma emri 11 Temmuz 1917’de Padişah’ın onayından çıkmış ve 15 Temmuz 1917’de de yeni ordu teşkili emri yayımlanmıştır. Bu emir kapsamında 6’ncı ve 7’nci Ordular, Yıldırım Ordular Grubu’nun teşkilatı altına girmiştir.66Almanya, bu yeni ordu grubunun başarısı için Türk müttefiklerini desteklemek amacıyla “Asya Kolordusu (Paşa II Müfrezesi)” adı verilen 12.000 kişilik bir kuvveti bölgeye göndermeyi kabul etmiştir.67Alman General Falkenhayn Türkiye’ye gelip Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı görevini üzerine aldıktan sonra, sevk ve idare tamamen Almanların nüfuzu altına girmiştir. Bu sırada Yıldırım Ordular Grubu Karargâhında dokuz Türk subayına karşılık, otuz üç Alman subayı görev yapmaya başlamıştır.68 Aynı dönemde alınan karar ile Mustafa Kemal Paşa, 2’nci Ordu Komutanlığı’ndan 7’nci Ordu Komutanlığı’na tayin edilmiştir.69

Mustafa Kemal Paşa, karargâhı Halep’in Aziziye mevkiinde olan Ordu Komutanlığı’ndaki görevine başlamak üzere 15 Ağustos’ta İstanbul’dan hareket etmiştir. Bu sırada General Falkenhayn’ın komutasındaki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na bağlı birlikler arasında; Halil Paşa’nın başında olduğu 6’ncı Ordu, Mustafa Kemal

65 TNA, WO 106/729 “Future Operations Palestine”. 66 ATASE Arşivi, BDH, K: 211, D: 892, F: 17. 67 Yusuf Hikmet Bayur, “Mustafa Kemal’in Falkenhayn’la Çatışmasıyla İlgili Henüz Yayınlanmamış Bir Raporu”, Belleten, C. 20, S. 80, Ekim 1956, s. 620. 68 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 24. 69 Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, BOA, İ. DUİT, 155/53.

214 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Paşa’nın 7’nci Ordusu ve Alman VonKress’in8’inci Ordusu yer almıştır. Yıldırım Ordular Grubu’nun ilk işi, Bağdat’ın geri alınması olarak öngörülmüştür. 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Falkenhayn ile bu harekât için bir girişime başlamadan anlaşmazlığa düşmüştür.70

Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1917 tarihinde Başkomutanlık Vekâleti, Sadaret Makamı, Dâhiliye Nezareti ve Bahriye Nezareti’ne bir rapor göndermiştir. Bu raporda;“Mülki hükümetin tam bir güçsüzlük içinde bulunduğu, ordunun, harbin ilk dönemlerine göre çok zayıf halde olduğu, birçok birliğin mevcutlarının lazım olan miktarın beşte biri kadarı olduğu, memleketin insan kaynaklarının bu eksikleri gidermeye yeterli gelmediği” tespitlerini yapmıştır. Raporun devamında Mustafa Kemal Paşa; “Askerî siyasetimiz bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetler ve tek bir neferi korumak siyasetimiz olmalıdır. Böyle bir siyaset yurt dışında bir tek Osmanlı eri kalmasına mütehammil olamaz, Bütün Suriye ve Hicaz, şimdiye kadar olduğu gibi, her hususta bir İslam Osmanlıya ait olur ve bunun emri altında olarak Sina Cephesi’nin harekâtını bağımsız olarak diğer bir İslam Osmanlı üzerine alır. İşte yurt yararına en uygun şekli budur. …Almanları idare etmek gibi sebep ve etkenler yurt yararlarını gerektirdiği açık ve kesin şekli engelleyemez inancındayım.”71diyerekTürk kuvvetlerinin bir Alman komutasında görev yapmasını uygun bulmadığını ifade etmiştir. Böylece Mustafa Kemal Paşa, Suriye Cephesi’nde verilen mücadelenin

70 Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Filistin Savaşı 1914-1918, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995, s. 54. 71 ATASE Arşivi, ATAZB, K:35, G: 74, B: 74 (1: 11).

215

Alman generallerin yönetiminde Almanların çıkarlarına değil, Osmanlı subaylarının emir-komutasında Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına hizmet edecek şekilde organize edilmesini istemiştir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın bütün çabalarına rağmen mevcut durumda bir değişme meydana gelmemiştir.72 7’nci Ordu Komutanı ile Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı arasındaki anlaşmazlık ve görüş ayrılığı gitgide büyümüştür. Yaşanan olaylarda Mustafa Kemal Paşa’yı haklı gören Cemal Paşa da kendisine 27 Eylül’de cepheye geleceğini, yüz yüze görüşmeden bir karar vermemesini istemiştir. Ancak görüşme sonrasında Mustafa Kemal Paşa, istifa fikrinden vazgeçmemiştir.73

Aynı dönemde Cemal Paşa ile Enver Paşa arasında dacephe hattında uygulanacak taktik ve strateji sebebiyle gerginlik yaşanmıştır. Enver Paşa taarruz siyaseti güdülmesini isterken, Cemal Paşa temkinli hareket edilerek, savunma stratejisi uygulanmasını daha uygun görmüştür. Bu gergin ortamda 27 Eylül 1917 tarihinde alınan bir teşkilat değişikliği kararı ile 4’üncü Ordu Komutanlığı lağvedilmiş, yerine Suriye ve Batı Arabistan Umum Komutanlığı kurulmuştur. Bu yeni komutanlığın başına da Cemal Paşa tayin edilmiştir.74

Başkomutan Vekili Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın raporuna 2 Ekim 1917 tarihinde verdiği cevabında; “100 kilometreden fazla uzunluğu olan Sina Cephesi’nin iki bölgeye bölünmesini pek tabii bulurum. Bu sebeple 7’nci Ordu’nun bu cepheye sığmayacağı

72 George W. Gawrych, Genç Mustafa Kemal, (Çev.: Gül Çağalı Güven), Doğan Kitap, İstanbul 2014, s. 86. 73 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1972, s. 138. 74 Nevzat Artuç, Cemal Paşa Askerî ve Siyasi Hayatı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2008, s. 255.

216 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

hakkındaki yüksek düşüncelerine katılamam. Bundan başka Sina Cephesi’nde bulunacak kıtaların harekâtını sevk ve idare etmeye memur edilmiş olan Falkenhayn Paşa’nın bu harekâtı başarıyla sonuçlandırması için, en doğru karar ve tedbirleri alacağına eminim. Bu konudaki güvenime zatıâlinizin de katılmanızı özellikle rica ederim.” demiştir.75 Enver Paşa’nın bu cevabı üzerine Mustafa Kemal Paşa,7’nci Ordu Komutanlığı görevinden istifa etmiş ve yerine 2’nci Ordu Komutanı Fevzi (Çakmak) Paşa atanmıştır.76 Yıldırım Ordular Grubu Komutanı, Sina Cephesi’nin emir ve komutasını tam olarak 30 Eylül 1917’den itibaren yürütmeye başlamıştır.77

İngilizler hazırlıklarını tamamladıktan sonra 31 Ekim 1917 tarihinde Gazze-Birüssebi hattına yönelik taarruz harekâtına başlamıştır.78 İngiliz taarruzu, kurdukları hava savunma perdesi altında ilerlemiş ve aynı gün Birüssebi İngilizlerin eline geçmiştir.79Gelişen İngiliz taarruzu sonucu 6-7 Kasım 1917 tarihinde gerçekleşen Üçüncü Gazze Muharebesi sonucunda Türk mevzileri yarılmıştır. İngiliz taarruzuna denizden birçok savaş gemisi ve üç tane de uçak gemisi destek vermiştir. Üçüncü

75 ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 82, B: 82-1. 76 Erdal Korkmaz, Şeyma Özden, “Arşiv Belgeleri Çerçevesinde Birinci Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa”, Sosyal ve Beşeri Bilimlere Multidisipliner Bakış, (Edl.: Ayhan Aytaç, Giray Saynur Derman, Mustafa Talas), Güven Plus Grup A.Ş. Yayınları, İstanbul 2019, s. 35. 77 Celal Erikan, Komutan Atatürk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 2006, s. 194. 78 H. Pirie Gordon, A Brief Record of the Advance of the Egyptian Expeditionary Force: July 1917 to October 1918, His Majesty’s Stationery Office, London 1919, s. 2. 79 George G. Harrap, Field-Marshal Viscount Wavell, Allenby: Soldierand Statesman, London 1948, s. 155; Vivian Gilbert, The Romance of the Last Crusade, with Allenby to Jerusalem, D. Appleton Company, London 1923, s. 88; Davud Kapucu, “Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Ordusunda Hava Gücü”, M5 Ulusal Güvenlik, Savunma ve Strateji Dergisi, Yıl 44, Sayı 337, Ağustos 2019, s. 72-79.

217

Gazze Muharebesi’ne Osmanlı ordusunda görev yapan yaklaşık 40 Alman uçağı katılmıştır. İngilizler ise bu muharebelere 120 uçaktan oluşan bir kuvvet ile destek olmuştur. İngiliz taarruzu sırasında Osmanlı ordusunda görev yapan 17 pilot ile 7 rasıt muharebe dışı kalmış, 9 pilot ile 2 rasıt hayatını kaybetmiştir. Böylece bölgede Osmanlı’nın elinde bulunan uçakların % 25’i elden çıkmıştır.80Bu taarruz sonunda Gazze İngilizlerin eline geçmiş, Türk birlikleri ise Kudüs-Yafa hattına çekilmek zorunda kalmıştır.81Bu gelişme sebebiyle Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı karargâhı 13 Kasım 1917’de Kudüs’ten Nablus’a taşınmıştır.82

Birüssebi ve Gazze’nin elden çıkması üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa cephe hattına gelerek denetlemelerde bulunmuştur. Bu denetlemeler sırasında Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mareşal Falkenhayn, yenilgiden VonKress Paşa’yı sorumlu tutmuştur. Bunun üzerine VonKress Paşa, kayıplardan kendisini sorumlu tutan Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mareşal Falkenhayn’a istifasını sunarak Almanya’ya dönmüştür.83

İngiliz taarruzlarını durdurmak mümkün olmamıştır. İngilizler 16 Kasım 1917’de Yafa’yı, 9 Aralık 1917’de de Kudüs’ü ele geçirmiştir.84 11 Aralık 1917’de General Allenby kente büyük gösterilerle girmiştir.85

80 Davud Kapucu, Erdal Korkmaz, a.g.e., s. 68. 81 ATASE Arşivi, BDH, K: 3701, D: 12, F: 32; Hakan Uyar, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye-Filistin Cephesi Stratejileri, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale 2006, s. 69. 82 Nedim, a.g.e., s. 91. 83 Ayfer Özçelik, Ali Fuad Cebesoy, Akçağ Yayınları, Ankara 1993, s. 25. 84 Kurt, Korkmaz, a.g.e., s. 281; Gordon, a.g.e., s. 10. 85 ATASE Arşivi, BDH, K: 1406, G: 71, B: 36; John Mordike, a.g.m., s. 5.

218 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Türk birlikleri Kudüs’ün kuzeyine çekilmek zorunda kalmıştır. Kudüs’ün İngilizlerin eline geçişi, Filistin harekâtında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türklerin bu dönemdeki harekâtta (31 Ekim- 9 Aralık 1917) kayıpları yaklaşık olarak 25.000 kişiyi bulmuştur. İngilizlerin kaybı ise 18.000 civarında gerçekleşmiştir.86 Kudüs’ün kaybedilmesinden sonra Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı karargâhı Nablus’tan Nasıra’ya alınmıştır.87 Kudüs’ün geri alınması amacıyla iki kez karşı taarruz yapılmasına karşın başarılı olunamamıştır.88

Bu sırada Cemal Paşa, Kudüs’ün kaybedilmesinden sonra Enver Paşa ile yaşadığı görüş farklılıkları sebebiyle,12 Aralık 1917 tarihinde izin bahanesiyle İstanbul’a gitmek üzere Şam’dan ayrılmıştır. Cemal Paşa’nın bölgeden ayrılmasından sonra O’nun kontrolünde bulunan Suriye, Filistin, Hicaz ve Irak’ın denetimi 12 Ocak 1918’de Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na devredilmiştir.89 Kudüs’ün kaybedilme-si ile sonuçlanan Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nde yaşanan olaylar, Osmanlı Başkomutanlık Karargâhı ile Cemal Paşa’nın ve cephe komutanlarının en başından itibaren bölgede takip edilmesi gereken askerî stratejide ciddi fikir ayrılıkları yaşamasından kaynaklanmıştır. Ayrıca, komuta kademesinin Almanlara teslim edilmesi ve zamanın etkili şekilde kullanılmamasının doğal bir sonucu olarak bölgede

86 Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV,2. Kısım, s. 444. 87 Figen Atabey, “Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin-Suriye Cephesi’ne İlişkin Belgeler Işığında Genel Bir Değerlendirme”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 66, Bahar 2020, s. 63-90. 88 Gordon, a.g.e., s. 13. 89 Ayrıntılı bilgi için bakınız; Ali Fuat Erden, Birinci Cihan Harbi’nde 4’üncü Ordu Mücmel Tarihçesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1948; Şükrü Mahmut Nedim, Filistin Savaşı 1914-1918, (Çev.: Abdullah Es), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995, s. 113.

219

yenilgi kaçınılmaz olmuştur.

3. ŞERİA MUHAREBELERİ VE GELİŞMELER

Kudüs’ün kaybedilmesi ve beraberinde ortaya çıkan gelişmeler üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından Yıldırım Ordular Grubu Komutanı General Falkenhayn görevden alınarak yerine General Liman vonSanders atanmıştır.90 Bu sırada 16 Şubat 1918’de alınan karar ile Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı yeniden teşkilatlandırılmıştır. Bu kapsamda 4’ncü Ordu Komutanlığı yeniden teşkil edilerek, komutanlığına Mersinli Cemal Paşa tayin edilmiştir. Böylece, merkezi Amman’da bulunan komutanlığını Mersinli Cemal Paşa’nın yaptığı 4’üncü Ordu Komutanlığı, yine merkezi Nablus’ta bulunan komutanlığını Albay Fevzi (Çakmak) Bey’in yaptığı 7’nci Ordu Komutanlığı ve merkezi Tulkarim’debulunan komutanlığını Cevat (Çobanlı) Paşa’nın yaptığı 8’nci Ordu Komutanlığı, Liman Paşa’nın emrine verilmiştir.91General Liman vonSanders 1 Mart 1918 tarihinden itibaren fiilen Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı görevini üzerine almıştır. Bu sırada mevcut kuvvetler Yafa ile Lut Gölü arasındaki mevzide tertiplenmiştir. Bu vaziyet ile Osmanlı kuvvetleri, İngiliz genel taarruzuna karşı genel bir savunma düzeni tesis etmiştir.92

90 ATASE Arşivi, BDH, K: 3704, D: H-19, F: 1-16; Liman von Sanders’in atanması ile ilgili Başkomutan Vekili Enver Paşa imzalı 25 Şubat 1918 tarihinde yayımlanan diğer bir emirde Alman İmparatorluğu tarafından General Falkenhayn’ın farklı bir yere görevlendirilmesi dolayısıyla General Liman von Sanders’in Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olarak atandığı belirtilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bakınız; ATASE Arşivi, BDH, K:134, D:618, F:5. 91 İhsan Göymen, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Hava Harekâtı, C. 9, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara 1969, s. 38; Nedim, a.g.e., s. 137. 92 Belen, a.g.e., s. 19-20.

220 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1918 yılı Şubat ayı ortalarında General Allenby, İngiliz birliklerine taarruz emri vermiştir. Bu sırada bölgede meydana gelen Arap İsyanı’nın da etkisiyle İngiliz kuvvetleri ilerleme imkânı bulmuştur. Bu kapsamda 19 Şubat 1918’de İngiliz kuvvetleri Şeria Nehri’ni geçerek, Amman’ı ele geçirmek için genel bir taarruza girişmiştir. Bu sırada Amman yolu üzerindeki Eriha ilk hedeflerden biri olmuştur. Eriha Taarruzu aynı anda Der’a-Hicaz demiryolu hattına yapılan Arap saldırısı ile aynı anda gerçekleştirilmiştir. Böylece Osmanlı kuvvetlerini zor durumda bırakmak amaçlanmıştır. General Allenby’nin bu taktiği tutmuş ve İngiliz birlikleri 21 Mart 1918’de Şeria Nehri’ni geçmeyi başarmıştır. Ardından İngiliz kuvvetleri, Amman yakınlarındaki El-Salt’ı 26 Mart 1918’de ele geçirmiştir.93 İngiliz kuvvetleri, 7 gün süren muharebeler sonucunda Amman’daki Osmanlı savunmasını kıramayarak 1 Nisan 1918’de bölgeden geri çekilmiştir. Böylece Birinci Şeria Muharebesi, Osmanlı kuvvetlerinin başarısı ile sonuçlanmıştır.94

30 Nisan 1918’de İngilizler, ani bir taarruz ile ikinci bir taarruz gerçekleştirmiştir. Bu taarruz sırasında İngilizler, 8’nci Türk Kolordusu cephesine taarruz ederek ileri mevzileri ele geçirmiştir. Bu sırada bir kısım İngiliz kuvveti Amman yakınlarındaki Salt’ı ele geçirmiştir. İngilizler, yoğun topçu ateşi ve zırhlı otomobil ile desteklenen harekâtlarını 8’nci Kolordu cephesine yoğunlaştırmıştır. Ancak Türk kuvvetlerinin direnişi karşısında İngilizlerin taarruzu başarılı

93 Cyril Falls, Military Operations in Egyptand Palestine from June 1917 to the End of the War, Vol. II, H.M. Stationery Office, London 1930, s. 400-402. 94 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 724.

221

olamamıştır. Salt’tan Şuayyip Köprüsü’ne ilerleyen İngiliz birlikleri, Kafkas Süvari Tugayı’nın müfrezesi tarafından durdurulmuştur. 1 Mayıs 1918’de 8’inci Kolordu’nun yükünü hafifletmek amacıyla İngiliz birliklerine karşı 24’ncü Fırka tarafından bir karşı taarruz gerçekleştirilmiştir. Böylece 8’nci Kolordu birlikleri, aldığı destek ile Tele’l-Nimrin sırtlarındaki mevzilerini korumuştur.95

2 Mayıs 1918’de 8’nci Kolordu cephesine taarruzuna devam eden İngilizler, küçük toprak kazanımlarının dışında başarı gösterememiş ve Salt’a kadar çekilmek zorunda kalmıştır. 3 Mayıs 1918’de ilerlemeye çalışan İngiliz birlikleri Türk makineli tüfeklerinin etkili ateşi karşısında geri çekilmiştir. Aynı gün Osmanlı birlikleri Salt’ı geri almıştır.964 Mayıs 1918 itibarıyla başarılı olunamayacağını gören İngiliz kuvvetleri geri çekilmiştir. Böylece İkinci Şeria Muharebesi de Türk kuvvetlerinin zaferi ile sonuçlanmıştır.97

30 Nisan-4 Mayıs 1918 tarihleri arasında meydana gelen İkinci Şeria Muharebesi’ne katılan birlikler, personelinin yarıdan fazlasını kaybetmiştir. Bu kapsamda 7’nci Ordu Komutanlığı’nın muharebe gücü önemli ölçüde zayıflamıştır. Geri ulaşım yolu kesilen 8’nci Kolordu ise yiyecek ikmali yapılamadığından açlık tehlikesiyle karşı

95 Mesut Güvenbaş, “İkinci Şeria Muharebesi’nde 8’inci Kolordu Baştabipliğinin Vermiş Olduğu Sağlık Hizmetlerinin Düşündürdükleri”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 32, Ankara 2020, s. 4. 96 Kâmil Önalp, Hilmi Üstünsoy, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, İkinci Gazze Muharebesi Sonundan Mondros Mütarekesi’ne Kadar Yapılan Harekât (21 Nisan 1917-30 Ekim 1918), IV. C., 2. Kısım, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara 1986, s. 580-592. 97 İsmet İnönü, Hatıralar, (Haz. Sabahattin Selek), Bilgi Yayınevi, Ankara 2009, s. 123-124.

222 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

karşıya kalmıştır. Bu nedenlerle İngiliz birliklerine yönelik bir takip harekâtı yapılamamıştır.98

Şeria Muharebelerinden sonra yaz mevsiminin gelmesi ve sıcakların bastırmasından dolayı iki tarafta faaliyetlerini yavaşlatmak zorunda kalmıştır. Durgunluğun sebeplerinden bir diğeri Almanya’nın Fransa’da giriştiği harekât sebebiyle, Filistin’deki kuvvetlerin bir kısmının İngiltere tarafından bölgeden çekilmesinin de etkisi olmuştur. Alman harekâtı sebebiyle İngiltere, Doğu Şeria harekâtından vazgeçerek, General Allenby komutasındaki tecrübeli 2 piyade tümeni, 24 İngiliz alayı, gönüllülerden oluşan 9 süvari alayı, 5 ağır topçu taburu ve beş makineli tüfek bölüğünü 1918 Mart ayından itibaren Fransa’ya göndermiştir. Buna karşılık Fransa cephesinden de Filistin’e herhangi bir savaş tecrübesi olmayan Hint kökenli süvari birlikleri kaydırılmış, Irak Cephesi’nden de 2 tümen kuvvet bölgeye nakledilmiştir.99 Bu nedenlerle General Allenby, yaz mevsimini kuvvetlerini yapılacak yeni bir harekât için eğitmek ve yeni takviye birlikler alarak hazırlamak için geçirmiştir.100

98 Cemal Kemal, “Nablus Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 51, Ankara Bahar 2013, s. 618-619. 99 TNA, WO 106/729. 100 BOA, HR.SYS. 2113/9 11-12.

223

30 Mayıs 1918 Tarihli Amman Civarında Gerçekleştirilen Hava Keşfine Ait Kroki101 Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti ise Kudüs’ün kaybedilmesinden sonra bölgedeki durumun kritik bir hal alması üzerine 7’nci Ordu Komutanlığı’na,7 Ağustos 1918’de ikinci kez Mustafa Kemal Paşa’yı komutan olarak atamıştır. Padişah, bu atamanın yapıldığını Mustafa Kemal Paşa’yı huzuruna çağırıp bizzat kendisi tebliğ etmiştir.102Bu atama sonrasında Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1918’de Nablus’taki 7’nci Ordu Karargâhına gelerek komutayı devralmıştır.103

101 ATASE Arşivi, BDH, Klasör: 3217 Dosya: 53 Fihrist: 2-3. 102 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul 2006, s. 118. 103 Yusuf Hikmet Bayur, “Mustafa Kemal Paşa’nın Üç Mektubu” Belleten, Cilt XXIV, S. 93, Ocak 1960, s. 134 vd; Askerî Yönüyle Atatürk, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1981, s. 50; Atay, a.g.e., s. 59.

224 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

4. NABLUS MEYDAN MUHAREBESİ VE GELİŞMELER

Şeria Muharebelerinden sonra İngiliz ordusu, Osmanlı kuvvetlerinin doğu kanadı üzerinden yaptığı harekâtta başarılı olamamış ve Şeria Nehri batısına çekilmek zorunda kalmıştır.104Bunun üzerine General Allenby harekât planını revize ederek, bu defa taarruzlarını Osmanlı ordusunun batı kanadından yapmak üzere, beş piyade ve üç süvari tümeninden kurulu kuvvetli bir sıklet merkezi ile Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nın üç ordusundan biri olan ve batı kanadında konuşlu bulunan 8’nci Ordu’nun cephesini yarmayı amaçlamıştır. Yarma harekâtı sonrasında Osmanlı ordusunun geri bölgesine sarkarak bir kuşatma harekâtı yapmayı hedeflemiştir.105 Bu sırada cephe hattında İngilizlerin 150.000 kişilik muharip gücü varken, buna karşılık Osmanlı ordusu 40.598 kişi ile cephe hattında konuşlanmıştır.106

Bu sırada Osmanlı ordusu cephe hattında, sağ kanatta Akdeniz kıyısını kapatan ve karargâhı Tulkarim’de bulunan 8’nci Ordu, Ürdün Nehri’nin batı kıyısına kadar olan alanı koruyan ve karargâhı Nablus’ta bulunan 7’nci Ordu ve Ürdün’ün doğusunda görevli ve karargâhı Amman’da bulunan 4’ncü Ordu ile bölgede konuşlanmıştır.107

19 Eylül 1918’de İngiliz birlikleri, büyük kuvvetlerle Filistin Cephesi’nde genel taarruza başlamıştır. İngiliz kuvvetleri asıl taarruzun 7’nci Ordu cephesine yapılacağı düşüncesini vermiş, bu kapsamda ilk

104 Şerif Güralp, 1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin ve Suriye’den Çekilişinde 3’üncü Süvari Tümeni’nin Harekâtı, ATASE Yayınları, Ankara 2006, s. 31-38. 105 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 622- 623. 106 ATASE Arşivi, BDH, K:3718, D:38-F: 1-24; Nedim, a.g.e., s. 138. 107 Sanders, a.g.e., s. 342-343.

225

olarak 7’nci Ordu cephesine bir saldırı gerçekleştirmiştir.108 Aynı dönemde İngiliz birlikleri,8’nci Ordu’ya baskın tarzında bir taarruz gerçekleştirerek bu orduyu hazırlıksız yakalamıştır. Bu büyük çaplı taarruz neticesinde muharebe gücü ve disiplinini kaybeden 8’inci Ordu’nun cephesi yarılmıştır. Bu gelişme üzerine 8’inci Ordu Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa, Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan yardım talebinde bulunmuştur.109 Harekâtı genişleten İngiliz ordusu, bu sefer 7’nci Ordu’yu kuşatma harekâtı kapsamında 20’nci Kolordu savunma cephesine 3 kilometre kadar girmeye başlamıştır. Böylece İngilizler, 7 ve 8’inci Orduların ricat hatlarını kesmeye çalışmıştır.110Bu sırada İngiliz taarruzuna 100’den fazla düşman tayyaresi de destek vermiştir. Bu kapsamda oluşturulan hava perdesi altında İngiliz süvarileri hızla ilerlemeye ve Osmanlı cephesinin geri hatlarını sarmaya başlamıştır.111Bu kritik gelişme üzerine 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, ordusunu imhadan kurtarmak maksadıyla geri çekilmekten başka hareket tarzı olmayacağını değerlendirerek, o gece Kafr-ı Haris- İskaka-Tima-Kobalan-El-mukır-Hırbet-i Cibit-Vadi-i Ebu-Zerka hattına çekilme emri vermiştir.112

Mustafa Kemal Paşa; Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı, 8’nci ve 4’ncü Ordu Komutanlıklarına bu kararını bildirmiş ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ndan yeni harekât için direktif istemiştir.

108 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 5-26. 109 ATASE Arşivi, BDH, K:3787, D:37, F: 1-14. 110 TNA, WO 32/5128. 111 Brian P. Flanagan, “TheHistory of theOttomanAir Force in the Great War, Part 4: The Last Days of the Ottoman Air Force-1918”, Cross & Cockade Journal, Vol. 11, No. 4, 1970, s. 346-369. 112 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28-F: 5.

226 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Grup Komutanlığı ise “Geride savunma hattıyla ilgili aynı görüşte olunduğu, bundan sonraki harekâtta ise bu hattın kesinlikle savunulması gerektiği” direktifini vermiştir.113 Bu direktif ile Grup Komutanlığı, cephenin daraltılarak tasarruf edilen kuvvetlerin yeni bir göreve gönderilmesini öngörmüştür. Bunun askerî açıdan muhtelif mahzurları bulunuyordu. Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı; birliklere 19 Eylül’de verdiği ikinci bir mevzide direnme hakkındaki kararını daha çok geriye çekilme zorunluluğu duyduğu vakit, Bisan ve özellikle Beyt-i Hasan genel istikametinde olması gerektiğini istemiştir.114 Ayrıca Mesudiye-Cenin şosesinin doğusunun 7’nci Ordu’ya isabet edeceğini emirle bir kez tekrarlamış olmaktan başka, orduların birlikte hareketini düzenleyecek mevcut soruna çözüm getiren bir direktif vermemiştir. Dolayısıyla Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nın genel emri, orduların koordineli bir şekilde hareketini sağlayamamıştır.

Grup Komutanlığı’nca 4’üncü Ordu’ya, 7’nci Ordu’ya ulaştırılmak üzere verilmiş olan bir çekilme emrinin 7’nci Ordu’ya gelmesi de çok gecikmiş ancak saat 13.30’da telefonla bildirilmiştir. Geç gelen emrin uygulama imkânı kalmamıştır. Diğer yandan emrin gecikmesi neticesinde 7’nci Ordu, geri bölgesinden sarılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.115İngiliz birlikleri 20 Eylül 1918 günü 50 uçaklık filoları ile taarruzlarını şiddetlendirmiştir.116 Bunun sonucunda 8’nci

113 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:5-1. 114 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:7 (1-2). 115 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:12, F: 7 (1-2). 116 ATASE Arşivi, BDH, K:4522, D:H-15, F:1-38.

227

Ordu muharebe gücünü tamamen yitirmiş, panik içindeki birlikler emir- komuta birliğini ve harp düzenini kaybetmiştir.117 Aynı zamanda İngiliz süvarilerinin Yıldırım Orduları Grup Karargâhı’nın bulunduğu Nasıra’ya sabah saatlerinde bir baskın yaptığı öğrenilmiş ve bu durum neticesinde haberleşme ve bağlantı kesilmiş, yeni bir emir ve direktif alma imkânı kalmamıştır.118

Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı karargâhının bulunduğu Nasıra’nın kuşatılması ve haberleşme hatlarının da kesilmesi üzerine ordular ile Grup Komutanlığı’nın bağlantısı tamamen kesilmiştir.119 Bu durum karşısında Osmanlı orduları için yalnızca Nablus civarından Şeria üzerindeki geçitlere giden dar yollardan geçerek esaretten kurtulma imkânı kalmıştır. Buradaki iki geçiş noktası olarak Der’a ve Muzeyrib ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla ilgili bölgelerin korunması ve birliklerin bu bölgelerden güvenli bir şekilde kuzeye intikal etmesi önemli birer konu olmuştur. İngiliz komutanlığı ileriyi görerek harekâtın başlangıcında gözünü bu noktalara çevirmiştir. Bu kapsamda isyancı Şerif Hüseyin’in birliklerinden bir müfreze Hicaz Demiryolu’nun doğusundan Kasr el Azrak’a doğru ileri harekete geçmek ve buradan da Der’a ve Muzeyrib’e hücum etmek ve keza buradaki Türk-Alman birliklerinin ricat hatlarını kesmek için harekete geçmiştir.120

117 Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Daire Başkanlığı Yayınları, Temmuz 2016, Yıl 65, Sayı 138, s. 33; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım s. 632-641. 118 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:7. 119 Hatipoğlu, a.g.e., s. 106. 120 Flanagan, a.g.m., s. 346-369.

228 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bu esnada 8’nci Ordu Komutanı Cevat Paşa birliklerini geri çekmeye çalışmış, ancak Nablus-Bisan kara yolu İngiliz süvari birlikleri tarafından tutulduğundan kuvvetlerin büyük kısmı teslim olmak zorunda kalmıştır. Haberleşmenin kesilmesinden dolayı Mersinli Cemal Paşa da zor durumda kalmış ve Şam istikametinde kuzeye doğru geri çekilmeye başlamıştır.121

Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı ile irtibatı kalmayan Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 akşamı 7’nci Ordu karargâhını taşıdığı Beyti Hasan’dan, 20-21 Eylül 1918’de 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve 3’üncü Kolordu Komutanı Kurmay Albay İsmet (İnönü) Bey’e, 7’nci Ordu’nun Şeria Nehri doğusuna geçemediği takdirde, güneyden ve kuzeyden düşman baskısına maruz kalabileceği düşüncesinden hareketle; “Genel vaziyet, süratli şekilde Ordunun Vadi- i Fara’nın kuzey-batısına geçerek, Bisan dolaylarına ulaşmasını zarûrî kılmıştır. Sekizinci Ordu unsurları Nablus’un beş altı kilometre kadar batısında olup Tubas üzerinden çekilecektir. Üçüncü Kolordu harekâtını Sekizinci Orduya nazaran tanzim ederek Tellüze-Tammün güneyi hattına çekilecektir. Yirminci Kolordu harekâtını kat’iyyenÜçüncü Kolorduya uydurarak Beyt-i Hasan-BisanCâddesi tarafeynine çekilecek ve Şeria Grubuyla irtibâtını dikkate alacaktır. Üçüncü Kolordu Tubas istikametinde sevki mümkün olmayan sahrâ bataryalarını tam zamanında Yirminci Kolordu emrine verecektir. Birinci derecede önemli olan husus, eldeki iâşe ve cephâne bitmeden Bisanhavâlîsine ulaşmaya mecbûriyyet olduğu düşünülmelidir. Buna

121 Nedim, a.g.e., s.152.

229

nazaran sürati kısıtlayan nakli mümkün olmayan her şey imha edilebilir. Her türlü imkâna başvurarak irtibâtın korunması elzemdir. Ancak Yirminci Kolordunun Üçüncü Kolordudan evvel şimdiki mevziini terk etmesi tehlikelidir. Ordu KarargâhıBeyt-i Hasan’dadır.”emrini vermiştir.122

Mustafa Kemal Paşa, 21 Eylül 1918’de Başkomutanlığa mevcut durum hakkında bir telgraf göndermiştir. Bu telgrafta “Düşman süvarilerininSamah’a kadar ulaştıkları anlaşılıyor. Sekizinci Ordu kalmamıştır. 7’nci Orduyu Vadi-i Fara soluna (güneye) çekmeğe çalışıyorum. Ordu henüz düzenini muhafaza etmektedir. Ancak gıda ve cephane meselesinin etraflıca düşünülmesi gerekir. …Bisan’ı tutturmağa gayret ediyorum. Her hâlde kuzeyden anılan noktaya kadar kuvvet yetiştirilmesi hayat ve memat meselesidir. Ben karargâhımla Ordunun merkezi gerisinde bahsi geçen Vadi’de, Beyt-i Hasan’dayım. Grup Kumandanlığı ile irtibat yoktur.”123 diyerek 8’inci Ordu’nun dağıldığını ve Grup Komutanlığı ile irtibatının olmadığını bildirmiştir. Bu telgraftan da anlaşılacağı üzere 7’nci Ordu savaş kudretini kaybetmeden düzenli bir şekilde geri harekât icra etmiştir. Aynı gün Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman vonSanders, Der’a’ya çekilme kararı vermiştir.124

7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa tarafından Başkomutanlık Karargâhına gönderilen telgrafta, düşman süvarisini Bisan’da durdurmayı başardığını belirtmiştir. Böylece Türk kuvvetlerinin Şeria

122 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 15, 15-1 123 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28-F: 13. 124 ATASE Arşivi, BDH, K: 3220, D: 61, F: 1-1.

230 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Nehri doğusuna geçişi güvence altına alınmıştır. Yoğun düşman baskısı karşısında Osmanlı birliklerinin çekilmesiyle birlikte İngilizlerin takip harekâtı 21 Eylül’de başlamış, 25 Ekim’e kadar 34 gün sürmüştür. Osmanlı birliklerinin geri çekilmesi üç aşamada gerçekleşmiştir. 21 Eylül’de Dera’ya kadar birinci aşama, Şam’a kadar ikinci aşama, Halep’e kadar ise üçüncü aşamadır.125

Osmanlı ordusunun geri hatlarını güvence altına almak için ricat yolu üzerinde önemli geçiş noktaları olan Der’a ve Muzeyrip’e yapılan isyancı Arap taarruzunu durdurmak amacıyla 10 tayyareden ibaret bir hava gücü görevlendirilmiştir. Alman havacılardan oluşturulan bu hava gücü, açık sahradan gelen Şerif’in kuvvetlerine ve Bedevi atlılara bomba ve makineli tüfeklerle taarruz etmiştir. Bu taarruz sonucunda isyancı Arap unsurların saldırısı durdurulmuştur. İsyancı Araplarla beraber hareket eden İngiliz ajanı Lawrence, Muzeyrib’e yapılan taarruz sırasında Alman bombası ile yaralanmıştır. Birkaç gün sonra bir Alman tayyaresinin saldırısı ile zırhlı arabasında bulunan İngiliz ajanı Lawrence ikinci kez yaralanmıştır. Böylece isyancı Arapların püskürtülmesi ile Osmanlı ordusunun geri çekilme hatları güvence altına alınmıştır.126

Nablus (Megiddo)Meydan Muharebesi sonucunda Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nın çoğunluğu imha olmuş veya esir düşmüş, kalan unsurları ise kuzeye doğru çekilirken Halep’e kadar İngiliz ordusu ve Arap isyancılar tarafından takip harekâtına maruz kalmıştır.127 22-23

125 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 682. 126 Flanagan, a.g.m., s. 346-369. 127 Cemal Kemal, a.g.m., s. 638.

231

Eylül 1918 gecesi 7’nci Ordu birlikleri Şeria Nehrinin doğusuna ulaşmıştır.128 Bu sırada 23 Eylül 1918’de Akka ve Hayfa, 25 Eylül 1918’de de Amman İngiliz kuvvetleri ile isyancı Arapların eline geçmiştir.12925 Eylül 1918’de Mareşal Liman vonSanders karargâhı ile Halep’e geçerken,130 Mustafa Kemal Paşa kendi birliklerine yayımladığı emirle, 7’nci Ordu’nun El-Muzeyrip-Dera hattında toplanacağını bildirmiştir.131

7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa; Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’na gönderdiği 27 Eylül 1918 tarihli yazıda, kuvvetleriyle Dera’yı terk ederek Şam’a hareket ettiğini bildirmiştir.132 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, her türlü olumsuzluğa rağmen başarılı bir geri harekât neticesinde kurtarıp Şam’a kadar getirdiği kıtalarının da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmesinden kaygılanmıştır. Şam dolaylarındaki durum böyle olmakla beraber, Rayak’ta da kuvvetlerin dağınıklığı ve her yönden muharebe güçlerinin çok zayıf oluşu, güneyden hiçbir kuvvetin kıta halinde gelmeyişi, ancak kuzeyden gelecek kuvvetlere dayanılma zorunluluğu, Mustafa Kemal Paşa’nın geri harekât kararında etkili olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, 29 Eylül’de Liman vonSanders tarafından “…Mustafa Kemâl Paşa’nın Ordular Grubu sağ cenâhında bulunan birlikleri tensîk ve tanzîm etmek üzere

128 Atabey, a.g.m., s. 83; Mustafa Kemal Paşa’ya 22 Eylül 1918’de olağanüstü hizmetleri ve ordusunu imhadan kurtardığı için Fahri Yaverlik unvanı verilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bakınız: BOA, İ-DUİT/55-56. 129 ATASE Arşivi, BDH, K: 179, D: 1232, F: 773-009. 130 Nedim, a.g.e., s. 155. 131 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:18-4. 132 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:19-15.

232 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

mümkün olan sürat ile Rayak’da emir-komutayı yerine getirmesini emrederim...” denilerek Rayak bölgesine atanmıştır.133

Liman Paşa’dan aldığı emir üzerine Mustafa Kemal Paşa, Şam’ın savunmasını Cemal Paşa emrine bırakıp, Rayak Cephesi’nin komutasını almak üzere geceleyin trenle oraya hareket edeceğini bildirmiştir.134 Cemal Paşa, Şam’ın müdafaası ve genel durum ile ilgili bir ordu emri yayımlamıştır. Bu emirde birliklerin Şam’ın savunulması için görevlendirmesi ve tedbirler de yer almıştır.135General Allenby, Türk ordusunun imhadan kurtularak geri çekilen unsurlarını Şerif Hüseyin’in Arap birlikleri ve Çöl Süvari Kolordusuyla Şam istikametinde takip etmeye karar vermiştir.136 Şam’a yapılan taarruzlar neticesinde 30 Eylül-1 Ekim arası yapılan İngiliz harekâtı ile Şam 20.000 kadar esir verilmek suretiyle düşmüştür.137 1 Ekim’de Şam’ın düşmesi ile birlikte İngiliz General Allenby’nin taarruzu Ekim ayında da devam etmiştir. Bu sırada 6 Ekim 1918’de 4’ncü Ordu’nun koruduğu Beyrut düşmüştür. Beyrut’un kaybını 8 Ekim 1918’de Lübnan, 16 Ekim 1918’de Humus, 19 Ekim’de Hama takip etmiştir.138

5. KATMA MUHAREBESİ VE GELİŞMELER

Şam’ın düşmesinde askerî amillerin yanında Şam şehir merkezinde yaşanan asayişsizlik ve anarşinin çok büyük etkisi olmuştur. Arap

133 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:20. 134 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 18-4. 135 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:20-9, 20-9a. 136 Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, 1918 Yılı Hareketleri, C. 4, Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1967, s. 95. 137 Atabey, a.g.m., s. 84; Nedim, a.g.e., s. 156. 138 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 718.

233

isyancı Şerif Faysal ve adamları, Şam’da halkı isyana teşvik etmiş, Türk ordusuna yönelik saldırılar başlatmıştır. Ulaşım, haberleşme ve ikmal hatları tahrip edilip yağmalanmıştır. Mersinli Cemal Paşa, mevcut olumsuz koşullarda Şam’ın güneyinde savunmasını tertipleyerek, düşman birliklerini durdurmayı başaramamıştır.139Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman vonSanders, 1 Ekim 1918’de 7’nci Ordu’ya gönderdiği emirde; “7’nci Ordu’nun görevinin güneyden gelen birlikleri kendi bulunduğu hatta tutmak olduğunu ve Ordunun geriye doğru kademeli olarak çekilmesini kendisinin de desteklediğini” belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa da bu emrin altına “Benim emrimden başka türlü hareket etmek mümkün değildir. Zâten ikinci mâdde ile sûret-i hareketde ittihâd vardır.” notunu ilave etmiştir.140

Mustafa Kemal Paşa, Şam’ın düşmesinden sonra Liman vonSanders’in aksine, Şam-Rayak hattında savunma yapmaya devam etmenin mümkün olmadığını değerlendirmiştir. Bu kapsamda 1 Ekim 1918 tarihinde bu konudaki görüşlerini ve alınması gereken tedbirleri Yıldırım Orduları Grubuna bildirmiştir. Bu yazıda Mustafa Kemal Paşa; “Bugün, Ordu’ya verdiğim direktifin bu hal içinde uygulanmasının mümkün olmadığı bildiriliyor. Bu emrin içindekilere göre kapsamını orduların haline ve durumun bugünkü şekline yakından olan vukufum itibariyle sözle açıklayacak olursam, zatı devletleriyle tüm olarak düşünce birliğinde bulunduğumda kesinlikle kuşkum yoktur. Aslında benim emrettiğim hususlar, düşmanın baskısıyla kendiliğinden

139 Cemal Kemal, a.g.m., s. 47; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2.Kısım, s. 697. 140 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:22-1.

234 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

meydana gelecektir. Yeter ki bu takdirde kıta komutanları yapacaklarını daha şimdiden bilsinler. Her halde verdiğim emirle bana yüklenen görev, güneyden gelen kıtaları kendi savunma hattında tutmaktan ibarettir ki, bu da yerine getirilecektir. Ancak, güneyden kıta halinde hiçbir birlik gelmekte değildir, Panik halinde gelenlerinse, durdurulup düzene sokulması ve muharebe hattına gönderilmesi düşmanla temasın kesilmesiyle, çekilmekle mümkün olacaktır. Emrimde bildirdiğim surette hareket edilmediği takdirde, bundan sonra orduya bir şekil dahi vermeye imkân kalmayacağını büyük bir itaatle arz ederim.”141 demiştir.

Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman von Sanders, 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın bu son raporundan sonra teklifini kabul etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa komutasındaki 20’nci Kolorduya gönderdiği 2 Ekim 1918 tarihli emirde; Ordunun büyük kısmının Şam’ın doğusundan Humus üzerine çekildiğini, Ordu karargâhının da Baalbek’e hareket edeceğini bildirerek Rayak çevresinde bulunan bütün kuvvetin derhâl yürüyüşe başlayarak Baalbek’te destek mevzisi gerisinde toplanmasını istemiştir. Ayrıca aynı emirde 7’nci Ordu Karargâhının da aynı gün Baalbek’e hareket edeceğini belirtmiştir.142 Fakat Baalbek’te silahlı halkın düşmanca tutumu, ordu ambarlarının yağmalanmaya çalışılması ve 3 Ekim’de adeta bir halk ayaklanmasının yaşanması üzerine Ordu Karargâhı daha kuzeyde bir yere nakledilmiştir. Gerek arazi durumu ve

141 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:22-2, 3. 142 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:23.

235

gerekse içinde bulunulan koşullar nedeniyle Baalbek’teki destek mevzii bırakılarak, Ali Fuat Paşa komutasında Humus bölgesine çekilmeye başlanmıştır.143

3 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanı ile Humus’ta buluşan Mustafa Kemal Paşa, Liman von Sanders’i birliklerin içinde bulunduğu şartlar sebebiyle çekilme konusunda ikna etmiştir. Bu görüşmede Liman vonSanders; “Karar budur. Fakat ben nihayet bir yabancıyım, bu kararı veremem. Bunu ancak, memleketin asıl sahipleri verebilir.” demiş ve Mustafa Kemal Paşa “O halde karar tatbik edilecektir.” karşılığını vermiştir. Liman vonSanders, “Yalnız rica ederim, benim Kurmay Başkanımı da (Kazım İnanç) ikna eder misiniz” demiştir. Mustafa Kemal Paşa, Kurmay Başkanı Kazım (İnanç) Paşa’ya da mevcut durumu anlattıktan sonra O’nunla da görüş birliğine varmıştır. Bu kapsamda,7’nci Ordu’nun Suriye’nin kuzeyinde Halep’te toplanması kararlaştırılmıştır.144

Bu gelişmeler üzerine Liman vonSanders, 7’nci Ordu’nun Halep’in güneyine gitmesini, 3’üncü ve 20’nci Kolordularında burada toplanmasını, Asya Seferi Kuvveti’nin trenle Humus üzerinden kuzeye yollanarak, 7’nci Ordu emrine girmesini, 4’ncü Ordu ile Alman 146’ncı Alayı’nın Humus’un güneyinde kalmasını, her iki ordunun kendilerine gösterilen mevzilerde gerekli teşkilat ve tertipleri alarak kuvvetlerin aslına uygun düzenlenmesinin sağlanmasını emretmiştir. Ayrıca

143 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi,Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 708. 144 Atay, a.g.e., s. 66-67.

236 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kuzeyden gelecek birliklerin Mustafa Kemal Paşa’nın komutasına girmesini istemiştir.145

Yaşanan gelişmeler Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’nın Halep’e doğru çekilmekten başka çaresinin kalmadığını göstermektedir. Halep’e doğru yapılacak geri harekâtın kademeli bir şekilde uygulanması söz konusu olmuştur. Bu amaç doğrultusunda Yıldırım Orduları Grubu 3 Ekim’de yeni bir emir vermiştir. Bu emirde; “Düşman büyük kuvvetlerle takip etmiyor. Ordular Grubu güneyden gelen kıtaları üç yerde toplayacaktır. Humus İstasyonu’nda, Humus İstasyonu’nun güney batısında ve göl kenarında El-katine mevkiinde ve Humus-Şam yolu üzerinde Humus mahrecinde. Kıtaların toplanması ile 4’ncü Ordu Karârgâhı meşgul olacaktır. 4’ncü Ordu Karargâhına muavenet etmek üzere: Miralay Âsım Bey (maiyyetiyleberâber), Kaymakam Vilmer Bey (maiyyetiyleberâber), Miralay Selâhaddin Bey (maiyyetiyleberâber) ve kıtasız olarak şimdilik Humus’da bulunan karargâhlara tayin edilmiştir. Alman ve Avusturya kıtaları için Humus- Şam şimendifer hattının doğusunda ordugâhlar hazır edilmiştir. Türk kıtaları için belirtilen hattın batısında 4’ncü Ordunun münasip göreceği mahallerde tesis edilecektir. Bütün kıtalar ve subayların şehre girmesi durumunda silâhla men edilecektir. Bazı müstesna durumlarda 4’ncü Ordu Karargâhı vesika verebilir. Gelen kıtaların teşkilatına hemen başlanılacaktır. Dağınık erler teşkîl edilmiş kıtalara paylaştırılacaktır. Şehir dâhilinde âsâyiş bir heyet tarafından temîn edilecektir. Emniyetin ve âsâyişintemîni için Grup, gelecek kıtaları

145 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F: 24-2.

237

4’ncü Ordu emrine paylaştıracaktır… Kıtaların genel iâşesindenHumus’daki Menzil Müfettişliği sorumludur. 7’nci Ordunun kıtaları 7’nci Ordu Karargâhı emrinde kalacaktır.”denilmiştir.146

Grup emrini alan Mustafa Kemal Paşa, 7’nci Ordu’nun Halep’in güneyinde toplanmasını, 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın Rayak’ta emrine girmiş olan bütün birlikleri durmaksızın kuzeye göndermesini ve kendisinin derhal Halep’in güneyine gelmesini, ayrıca 3’ncü Kolordu Komutanı Albay İsmet (İnönü) Bey’e de Şam’da emrine girmiş olan 7’nci Ordu birliklerini Halep’e getirmesini emretmiştir. Ordu bölgesinde bulunan diğer grup ve müfreze de gerekli emirleri verdikten sonra kendisi Ordu Karargâhı ile birlikte 4 Ekim gecesi trenle Halep’e hareket etmiştir.147 Mustafa Kemal Paşa, 5 Ekim’de Halep’teki Baron Oteli’ne yerleşmiştir.148

Bu karışık ortamda Rayak’taki hava depoları da İngilizlerin eline geçmiştir. Burada Almanya’dan yeni gelmiş, sandıklar içinde 30 tayyare bulunuyordu. Kasaba terk edilirken monte edilmemiş bu tayyareler, düşman eline geçmesin diye yakılmıştır.149

Mustafa Kemal Paşa vakit kaybetmeksizin birliklere kapsamlı bir ordu emri yayımlamıştır. Bu emirde; “7 nci Ordu, emrinde bulunan Alman teşkilatı (Oppen Grubu ve güney istikametinden gelen (hangi orduya ait olursa olsun) perakende teşkilat, subay ve erler, taşıt araçları, gereç ve donatım Tammun-Vuzuhi hattında durdurularak toplanacak ve tensik

146 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:24-1. 147 ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:41. 148 Erikan, a.g.e., s. 187; Çalışlar, a.g.e., s.303. 149 Flanagan, a.g.e., s. 346-369.

238 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

edileceklerdir. Ordu’ca teşkil edilen tensik kurulu, Ek-1’deki çizelgede gösterilmiştir. Alman kıtalarının tensiki için de, Ordu 1’nci Şube Müdürü Binbaşı Bekret, bu emre göre gereken tertip ve teşkilatı yaptıracaktır. Osmanlı teşkilatının Tammun (hariç)-Vuzuhi İstasyonu hattında ve Alman teşkilatının Tammun (dâhil) batısında kurulacak ordugâhlarda tensiki uygun olur. Baş Menzil Müfettişliği, mümkün olduğu kadar çok çadır, zeminlik malzemesi, kazma ve kürek ve mutfak gereçleri gönderecektir. Civar köylerden ancak teşkil edilmiş kıtaların iskânı için faydalanılabilir. Tensik Kurulu, güneyden yaya olarak veya trenle gelecek bütün teşkilatı ve dağınık birlikleri Tammun-Vuzuhi İstasyonu hattının kuzeyine geçirmeyecektir. Gelen toplu veya dağınık kıtalar, subaylar, erler, fenni araçlar ve donatımı kayıt ve sınıflandırmak için tertip edilecek kurullar, büyük çaba harcayacaktır. Bu kurulların teşkiline tensik kurulu emrine verilen karargâh ve kurullar yetmediği takdirde ilk katılacaklardan faydalanılabilir. Tasnif sürdürülürken aynı zamanda teşkilatın da çabuklaştırılması elzemdir. Ordu’ya mensup teşkilatın gelişine kadar mürettep kıtaların teşkiliyle beraber, her an elde muharebeye hazır mümkün olduğu kadar çok birlik bulundurulması göz önünde tutulacaktır. Piyade kıtaları, 150’şer mevcutlu üçer bölükten, mekkâricisi ve tabur erkânıyla beraber toplam 500 insan ve 50 hayvan mevcudunda mürettep taburlar halinde teşkil edilecektir. Bunlara birden itibaren numara verilmelidir. Makineli tüfek bölükleri, altışar tüfek üzerine tertip edilmelidir. Bölüğün mevcutları 100 er ile 50 hayvan civarında tutulmalıdır. Topçu ve diğer sınıf erlerinden piyadede kullanılmaya elverişli olanlar bu sınıfa verilmelidir. Subayların taburlara verilmesinde eski birlikleri dikkate

239

alındığı halde, örneğin bir tümen veya alaydan olan subayların aynı birliğe verilmesi sonra da kendi birliklerinin gelmesi halinde teşkilatın süratle tamamlanması sağlanmalıdır. Taşıt araçlarıyla gelen erlerin büyük bir kısmı, cephede kullanılmaya elverişlidir. Bunların bünyece zayıf erlerle değiştirilmesi ve hayvanların başına nizami sayıda er bırakılması ve ağırlıklarıyla sürüklenip gelen erlerin teşkilat içine herhalde alınması lazımdır. Perakende olmayıp kıtaların parçası halinde bulunan kısımların dağıtılması yerine birleştirilmesi faydalıdır. Baş Menzil Müfettişliği, Tammun’daki iaşe merkezini bir menzil noktası haline koyacağı gibi Vuzuhi İstasyonu’nda ayrıca bir menzil noktası açmaktadır. Aynı istasyonda bir istasyon komutanlığı kurulması Baş Menzil Müfettişliği’nden rica olunur. Halep Şehri’nde ve istasyonlarında görevli olmayan subaylarla küçük birlikler ve perakendeleri toplatıp Vuzuhi’ye göndermeyi 2’nci Ordu üzerine almıştır. Tensik Heyeti, bugün (5 Ekim 1918) Vuzuhi’ye giderek teşkilatını yapmaya ve süratle faaliyete geçmeye başlamalıdır. Kurul, her günkü çalışma sonucunu bir raporla orduya bildirecektir. Ordu Karargâhı, şimdilik Baron Oteli’ndedir.”demiştir.150

7’nci Ordu’nun bu emirle yeniden kurulmasına başlanmış, kuruluş daha sonra verilen emirler ve icraatla; 1’nci ve 11’nci Tümenler’den 20’nci Kolordu; 24’ncü ve 43’üncü Tümenler’den 3’ncü Kolordunun katılımı ile oluşturulmuştur. Fakat Humus’ta 4’ncü Ordu ve Halep güneyinde 7’nci Ordu tarafından toplanan dağınık birliklerden yapılan teşkilattan da hemen bir fayda beklenmemiştir. Eldeki birliklerle uzun süre

150 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 25-8.

240 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

anayurdun güvenle savunulamayacağı ve özellikle bir İskenderun çıkarmasının durumu büsbütün kaygı verici bir şekle sokacağı tahmin edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 5 Ekim 1918’de gönderdiği yazıda yaşanan gelişmeleri özetlemiş ve mevcut durumu Başkomutanlık Karargâhına bildirmiştir. Bu raporda Mustafa Kemal Paşa;“7’nci Orduyu Şam’ın güneyine kadar getirdikten sonra emir-komutasını Grup Komutanı emriyle 4’ncü Ordu Komutanı Cemâl Paşa Hazretlerine bırakıp Rayakcivârındaki kuvvetlerin tensîki için Rayak’a hareketimi Şam’dan arz etmiştim. Rayak ve havâlîsindemuhârebe kudretine sahip teşkilât bulmadığım gibi firari ve dağınık askerlerden bizzât yaptığım teşkilat da bu boşluğa mühim bir şey ilâve edemedi. 4’ncü Ordunun ve emrinde bulunan 7’nci Ordunun Şam civârındahezîmeti ve bilhassa Rayva Boğazı’nın düşman tarafından tutulması ve Beyrut önünde gösterilerin başlaması üzerine Rayak ve havâlîsimevcûdiyyeti Baalbek ve daha kuzeyinde toplanmak emrini verdim ve yine Grup emri ile Halep güneyinde, güneyden akıp gelen dağınık askerlerin tevkif ve tensîkatını gerçekleştirmek üzere karârgâhımlaHaleb’e geldim.

…Gerek Rayak’tan Humus üzerine ve gerek Baalbek üzerinden Humus’a gelen yollar üzerinde hâlen düzenini muhafaza etmiş muharebe kabiliyetine sahip ve emir-komutaya tâbi mühim denecek hiçbir kıta olmadığı gibi Humus’ta 4’ncü Ordu Kumandanı tarafından ve Halep güneyinde de tarafımızdan toplanmakta olan dağınık askerlerden yapılan teşkilat da maalesef güvene layık bir kuvvet teşkil etmekte değildir. Kuzeyden gelen küçük kuvvetlerin bu kıymetsiz akına memleketin

241

müdafaası noktasında mühim bir kuvvet ilâve etmeleri mümkün değildir. Ne Humus güneyinde ve ne de Halep civarında toplanma ve müdafaa fikri anavatanı koruma ve muhafaza edemeyeceği gibi bir İskenderun ihracının vaziyeti büsbütün kaygılı bir şekle sokacağını tahmin ederim.”demiştir.151

Gelişmeler Osmanlı kuvvetleri aleyhine gelişirken Liman vonSanders hava keşfine göre, İtilaf kuvvetlerinin Şam’dan daha kuzeye geçme niyetinde olmadığını değerlendirmiştir.152 Aynı dönemde Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan dağınık birliklerden meydana getirdiği küçük birlikleri, alay tümen haline sokmaya, iç güvenliğin artırılmasına çalışmış ve propagandaya karşı tedbirler almıştır. Bu kapsamda Halep’ten İdlip’e bir süvari müfrezesi gönderilmiş ve bu müfrezeye İdlip, Cesri Şuur ve Muarra bölgesinde mahalli hükümetle işbirliği yapılarak Arap propagandasının kuzeye yayılmasına engel olunması ve Türk halkıyla özel bir örgüt kurularak Lazkiye-Cesri Şuur ve Hama- Muarra istikametlerinin güvenlik altında bulundurulması görevi verilmiştir. Humus’ta toplanıp tensik işi 7’nci Ordu kuruluşuna alınan 24’ncü Tümen’in 10 Ekim 1918’de Halep’e gelmeye başlayan kafileleri, kısım kısım Katma istikametine yürütülmüştür. Bu tümen, Katma’da toplanarak tensik edilmeye başlanmış ayrıca güvenilir görülen Halep Arap süvarilerinden biri 100, diğeri 300 mevcudunda iki hecinsüvar müfrezesinin teşkilatı bir hayli ileri götürülmüştür. Ordu

151 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 27, 27-1. 152 Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi,Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 712.

242 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Komutanlığı elindeki bu kuvvetlerle Halep bölgesinde bir savunma yapmak hedeflenmiştir.153

11 ve 12 Ekim’de alınan hava keşif raporunda, yaklaşık bir süvari tümeni ile bir piyade tümeninin Baalbek’e geldiği ve daha güneyde bir piyade tümeni kadar tahmin edilen bir düşman kuvvetinin görüldüğü bildirilmiştir.154 Akşamüzeri iki süvari bölüğü Zera’ya girmiştir. 12 Ekim’de dinlenen İngiliz takip kuvvetleri, 13 Ekim’de harekete geçerek öğleden sonra, Baalbek güneyine ulaşmıştır. Bu sırada Halep’teki Arapların taşkınlıkları üzerine Yıldırım Ordular Grup Komutanı, Halep’te kalmanın bir anlamı olmadığı kanısına vararak birinci kademesiyle 12 Ekim 1918’de Adana’ya hareket etmiştir.155

Mustafa Kemal Paşa, 12 Ekim’de yayımlamış olduğu Ordu Emri ile yakın zamanda cereyan etmesi pek muhtemel muharebeler için yeni teşkil edilen tümenlerin her seviyede hazır hale getirilmesi için alınması gereken tedbirler konusunda kapsamlı bir direktif vermiştir. Bu direktifte; “Yeniden teşkil edilmiş bulunan fırkalarımızda sıkı bir disiplinin tesisi ihtiyacının daima göz önünde tutulmasını çok önemli bulur ve bunun hemen temin edilmesini emrederim. Her komutan komuta ettiği birliğe maddi ve manevi olarak hâkim olmasını bilmelidir. Bu hususun icabının yapılması lâzım olan ağır cezalar ve büyük mükâfatların daima maksada vefa edemeyeceği unutulmamalı, komutanlar her konuda maiyetlerine örnek olmalıdır. Amir tarafından

153 Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Daire Başkanlığı Yayınları, Temmuz 2016, Yıl 65, S. 138, s. 160. 154 ATASE Arşivi, BDH, K:3719, D:44, F:1-34; Deniz Kurt-Erdal Korkmaz, a.g.e., s. 304. 155 Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, s. 713.

243

korunmuş olduğu kanaati özellikle silâh-endâzın (tüfekli piyade eri) ruhuna nüfuz etmelidir. Bu düşünceye sahip olarak hazır edilecek kıtalarda yapacağım denetlemelerde askerin maneviyatı yükseltilmiş ve gelecek konuların da öğretilmiş bulunduğunu görmek isterim. Sert ve keskin kumandalar ve açık emirler verilmesi, üst subaylar, subaylar ve erlerin çevik ve çalışkan hale getirilmesi, yalnız küçük kıtalar dâhilinde yanaşık düzen eğitimlerinin sürat ve intizamla yapılabilmesi, her taraftan gelen eden düşmana ânî cephe alınması, özellikle düşman süvarisine karşı cesaretle ateş tevcîhi (Silaha hâkim ve teyakkuz durumundaki bir piyadenin süvariye daima hâkim olacağı düşüncesi askere telkin edilmiş bulunmalıdır.), avcılık, nişan, silâh, âteş eğitimleri, araziden, yürüyüşte ve muharebede istifade edilmesi, tayyarelere karşı savunma ve korunma usûlleri, fiziki kuvvetin ve ruhi olgunluğun önemine inanma (Bu ancak sağlık koşullarına bağlılıkla olur.), bu görevin yerine getirilmesi sırasında küçük ölçekte ve muhtelif sınıflarla muhârebe eğitimleri yapılmasını ve küçük büyük komuta heyetlerinin icabında şahsi ve seri kararlar ile iş görebilecek şekilde hazırlamalarını ricâ ederim.”demiştir.156

13 Ekim 1918 tarihinde emir-komutanın tek elde toplanması ve sevk- idaredeki dağınıklığın engellenmesi maksadıyla Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman vonSanders’in direktifi ile 4’ncü Ordu lağvedilmiş, karargâhı ve bütün kıtaları 7’nci Ordu emrine verilmiştir.157 Bu gelişme üzerine 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal

156 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 41; ATASE Arşivi, BDH, K: 3720, D: 47, F: 16-8. 157 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 44.

244 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Paşa, 4’üncü Ordu’nun geriye kalan unsurlarını, kurmaya başladığı yeni Ordu teşkilatı içerisinde yeniden düzenlemiş bu düzenlemeye aykırı hareket edenlerin şiddetli şekilde cezalandırılacağını belirtmiştir.158 Ayrıca 20’nci Kolordu’dan Ordu ve kolordu karargâhlarının düşman tayyarelerine karşı yakından korunması için doğruca karargâh emrinde bulunmak üzere dörder tüfekli birer makineli tüfek bölüğü teşkil edilmesini istemiştir.159 Böylece harbin başından itibaren İngilizler tarafında etkili bir şekilde kullanılan hava taarruzlarına karşı en azından ana karargâhların korunmasına yönelik bir savunma tedbiri alınmıştır.

7’nci Ordu Komutanı ve mahiyeti tarafından alınan tedbir ve gösterilen gayrete rağmen, mevcut kuvvetlerle uzun süren bir savunma yapmanın mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Bu düşünceden hareketle Mustafa Kemal Paşa, savaşın tez zamanda sona erdirilmesi konusundaki düşüncelerini İstanbul’a iletmeye çalışmıştır. 13 Ekim 1918’de Sadrazam Talat Paşa, Sultan Vahdettin’in isteği ile istifa etmiştir. İstanbul’da yeni bir hükümetin tesis edilmesi ile ilgili çalışmalar başlamıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin’e ulaştırılmak üzere Padişah Başyaveri Albay Naci (İldeniz) Bey’e verdiği 14 Ekim 1918 tarihli gizli ibareli telgrafında: “Talat Paşa Hükûmeti felç olmuş bir durumda, Tevfik Paşa Hazretlerinin de belirli bir hükûmet kurulmasında güçlüklere uğramakta olduğunu haber alıyorum. Ordular savaşma kuvvetinden yoksun ve aslında var olan kuvvetler, savunma yapamaz duruma getirilmiştir. Düşman her gün

158 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 45. 159 ATASE Arşivi, BDH, K: 4521, D: 15, F: 61.

245

daha uygun ve ezici şartlar elde etmektedir. Birlikte, olmaz ise kişisel ve derhâl barışı kararlaştırmak gerekir. Bunun için kaybedilecek bir an dahi kalmamıştır. Aksi durumda ülkenin bütünüyle elden çıkması ve devletimizin giderilmesi imkânsız tehlikeli işlere uğraması ihtimalden uzak değildir.160diyerek barışın süratle tesis edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

7’nci Ordu’nun 17 Ekim 1918 tarihine kadar yapmış olduğu keşiflere göre cephe gerisindeki düşman, iki piyade ve 1 süvari tümeni kuvvetindeydi. Ayrıca isyancı Faysal’ın komutasında 1.200 piyade ve 300 kadar atlı urban, bu tümenlerin ilerisinde bulunuyordu.161 Resnan’da Arap kuvvetleri, Humus’ta düşman süvari ve zırhlı otomobilinin varlığı tespit edilmişti. İngilizlerin asıl kuvvetleri, Humus bölgesinde ordugâh kurmuştu. 7’nci Ordu üç tümen ile Halep ve güneyinde, bir tümen ile Katma’da mevzi almış durumdaydı. Katma’daki tümen, olası bir düşman çıkarmasına karşı İskenderun bölgesine intikal hazırlığı yapmıştı. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın direktiflerine göre kolordular kademeli tertiplerle kanatlarını güven altına almışlar, keşif ve emniyet unsurlarını ihtiyaç duyulan bölgelere sevk etmişlerdir.

Nihayet, 23 Ekim’den itibaren İngilizlerin Araplarla beraber Halep’e yapmış olduğu taarruzlar püskürtülmüştür. 25 Ekim’de Şerif Faysal’ın birlikleri ve kendilerine katılan silahlı bir kısım isyancı yerli halk ile

160 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; ATAM Yay., Ankara 2006, s. 17- 18.; İçten Çelikoğlu, “Mustafa Kemal ve Filistin Cephesi”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, S. 429, Temmuz 2016, s. 30. 161 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 9.

246 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İngilizlerin kamyonlarla taşıdıkları süvari kuvvetlerinin, sokak çatışmalarına kadar varan saldırıları neticesinde ciddi muharebeler yapılmıştır. Orduyu İngiliz takip hareketinden daha çok, yerli Arap halkı sıkıştırıyordu. Çünkü bunlar, ordunun içinde etrafında orduyu sarmış bir durumda bulunuyorlardı.162 Halep şehri içinde sıkıyönetim ve askeri hükümet ilan edilmekle beraber, gereğinde üst rütbeli bir subayın Vali vekili olarak atanmasıyla büyük bir şiddetle inzibatın sağlanması karar altına alınmıştı. Mustafa Kemal Paşa bu durumu 25 Ekim 1918’de Yıldırım Ordular Grubuna gönderdiği raporunda; “…öldürücü olan düşmanın karşıdaki İngilizlerden ziyade içeride ve etraftaki yerli halk olduğu ve 7’nci Ordu Karargâhının da Halep’ten sonra Katma’ya naklinin düşünüldüğü…” şeklinde iletmiştir.163 25 Ekim 1918 tarihinde Halep’ten yayımladığı ordu emrinde ise “Ordunun maksadının ülkenin bir karış toprağını sebepsiz terk etmemekle beraber, düşmanın üstün kuvvetlerle ciddi girişimleri karşısında Orduyu kesin savunma için uygun mevzilerde toplamak olduğunu” bildirmiştir.164

Bu muharebeler, Filistin geri çekilmesinin artçı muharebeleri dışına çıkan yegâne muharebelerdir. Özellikle yerli Araplar, Şerif Faysal kıtalarıyla birlikte zorla şehre hâkim olmak istiyorlardı. İngilizler, bu süreçte verdikleri kayıpları Şam’dan getirdikleri kuvvetlerle takviye etmişlerdir. Araplar, 1’nci Tümen’in cephesine taarruz ettilerse de başarılı olamamışlardır. Fakat yaklaşık olarak 1.500 bedevi, şehrin

162 ATASE Arşivi, BDH, K: 3707, D: 34, F: 24. 163 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-4. 164 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-5, 34-5a.

247

doğusundan kısa bir çarpışmadan sonra şehre girmiştir. Arapların 25 Ekim öğleden sonra doğudan şehre girmesi ve şehirdeki asilerle işbirliği yaparak harekete geçmesi, 20’nci Kolordu’nun sol kanadından daha önce, 7’nci Ordu Komutanı ile karargâhının içinden çıkılıp kurtulması güç bir tehlikeyle karşı karşıya bırakmıştır. Mustafa Kemal Paşa, İngilizler ve isyancı Arapların ilerleyişi karşısında, askerliğin gereği olarak Halep şehrinde kalmayı güvenli bulmamış, 7’nci Orduyu 25-26 Ekim 1918 gecesi Halep’in 5 kilometre kuzeyindeki Katma’ya çekmeyi uygun görmüş,165 kendisine bağlı 20’nci Kolordu ise aynı gece Kefr Yasin-Hefan hattına çekilmiştir.166 Böylece Halep İngilizlerin eline geçmiştir.167

Türk kuvvetlerinin çekilmesinden sonra ana savunma hattı İskenderun, Belen, Dircemal, Telrıfat çizgisi olmuştur. 28 Ekim’de Antakya’da, bu savunma hattı içine alınmıştır.168Türk kuvvetlerinin uzağa çekildiğini sanan İngiliz ve Arap kuvvetleri, bu savunma hattına yönelik 26 Ekim 1918’de Heylan bölgesindeki Birinci Fırkanın sağ tarafına taarruz etmiş ve diğer üç süvari alayı da daha batıdan 111’nci Piyade Alayı ile 109’ncu Piyade Alayının arasına girerek Fırkanın cephesini yarmak istemiş ise de savunmadaki birliklerin müdafaası sayesinde düşman her tarafta perişan bir surette bozguna uğratılmıştır. Türk harp tarihine Katma Muharebesi olarak geçen bu muharebenin sonunda kaçan düşman, yandan tevcih edilen makineli tüfek ve topçu ateşleriyle etkisiz

165 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 9. 166 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-6. 167 ATASE Arşivi, BDH, K: 179, D: 1232, F: 773-18. 168 Erikan, a.g.e., s. 221.

248 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

hale getirilmiştir. Böylece 7’nci Ordu üzerine tekrar taarruza geçen İngiliz kuvvetleri, Halep’in kuzeyinde durdurulmuş ve düşmanın bu hattı geçmesi engellenmiştir.169 Aniden meydana gelen bu zor durumdan sıyrılıp çıkmak ve aynı zamanda duruma hâkim olmak, zor bir durumdu. Mustafa Kemal Paşa, bu tehlikeyi çok önceden sezmiş ve alınması gerekli bütün önlemleri aldırmıştır. 7’nci Ordu’nun Şeria’dan Şam’a kadar getirilmesinde olduğu gibi, bu kez de, 7’nci Ordu Karargâhını Mustafa Kemal Paşa’nın dirayeti, cesaret ve kahramanlığı kurtarmıştır. Bu zafer, Birinci Dünya Harbi’ndeki Türk ordusunun son askerî başarısı olmuştur.

27 Ekim 1918 Tarihinde Suriye Cephe Hattındaki Orduların Vaziyetini Gösterir Kroki170

169 ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-6; ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 35-3. 170 ATASE Arşivi, ATAZB, K: 43, D: 1ao.

249

Mustafa Kemal Paşa’nın ve sevk-idare ettiği birliklerin Filistin-Suriye Cephesi’ndeki özellikle Katma Muharebesi’ndeki büyük başarısını Orgeneral Fahrettin Altay; “Filistin Muharebelerinde ordumuz bozuldu. Ordu Kumandanı Liman VonSanders Paşa kaçtı. Ve zorlukla kendini esaretten kurtardı. Bunun üzerine üç ordu kumandanı Cevat, Mersinli Cemal ve Mustafa Kemal Paşalar enkazı Dera’da topladılar. Fakat daha kıdemli oldukları halde Cevat ve Cemal Paşalar ordu kumandanlığını Mustafa Kemal’e bıraktılar. Kendileri çekilip gittiler. Mustafa Kemal ise en buhranlı, en nazik bir zamanda bu döküntülerden ibaret ordunun kumandanlığını alma cesaretini gösterdikten başka, olabildiği kadar düzenlediği ordu ile Halep civarındaki istila ordusunu durdurmaya muvaffak oldu ki, bu gerçekten hayrete şayan bir olaydır.”171diyerek anlatmıştır.

28 Ekim 1918’de 7’nci Ordu askerî harekâta ait son ordu direktifini vermiştir. Bu emirde; Ordunun İskenderun şehri ve sahili ile beraber İskenderun-Beylan-Akdeniz Gölü-Afrin Nehri-Cebel-i Seman’ın kuzey kısmı üzerinde Zerikat-Deyr-i Cemal-Telü’r-rifat-Defterdar- Halep Arkı genel hattının muhafaza edileceği, ilgili yerlerde emniyet ve keşif amaçlı tertibat alınacağı, ordu karargâhının şimdilik Katma’da olduğu bildirilmiştir.172

Bu emre göre alınan tertiplerle bölgedeki Türk millî sınırları çizilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın burada takip ettiği hedef, bir ateşkes

171 Feridun Kandemir, “Atatürk’ün Askerliği”, Atatürk, XV. Ölüm Yılı Hatırası, Yeni Tarih Dergisi Yayını, İstanbul 1953, s. 6-7. 172 Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Daire Başkanlığı Yayınları, Temmuz 2016, Yıl 65, S. 138, s. 262-263.

250 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

anlaşmasına kadar düşmana kuvvet kaptırmamak ve gerekirse çekilerek anayurt topraklarında bir savunma hattı oluşturmak olmuştur. Bu sırada 30 Ekim 1918’de Osmanlı Hükümeti’nin yaptığı görüşmeler sonucunda Mondros Mütarekesi imzalanmış ve Osmanlı Devleti adına Birinci Dünya Harbi sona ermiştir.173

Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün Sadrazam İzzet Paşa’nın gönderdiği emirle Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grup Komutanı olmuş, Liman vonSanders’in ise İstanbul’a gelmesi istenmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1918 itibarıyla Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığı vazifesini devralmıştır.174 Liman vonSanders anılarında: “Mustafa Kemal Paşa akşama doğru karargâhını şehrin dışında bir tepeye aldı ve şehri boşalttı…1’nci Tümen ile 11’nci Tümen, şehrin batısından kuzeye çekildiler… 26 Ekim sabahı Halep’in 8 km kuzeyindeki büyük tepelere konuşlandılar. Saat 10.45’te düşmanın dört süvari alayı, zırhlı otomobiller ve piyadelerin de katıldığı bir saldırı yapıldı. 1’nci Tümen bu saldırıyı kırdı. 7’nci Ordu karargâhı da Katma’ya taşındı… Bundan sonraki günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın 7’nci Ordusu birçok taarruza uğradı ama bunların hepsini geri püskürtmeyi başardı ve şu mevzie çekildi: Cephe, Marata’dan başlayıp İskenderun’a giden yol üzerinde Babulit-Halilli üzerinden Tatmaraş’ı ve demir yolunu geçiyor ve Cirbin doğusuna kadar uzanıyordu. Birlikler de Halep’in 25 km kuzeybatısındaki Ziyaret

173 Necdet Aysal; “Çöküşten Mütarekeye Osmanlı’da Haber Alma”, Atatürk Yolu Dergisi, C. 9, S. 40, Kasım 2007, s.532; Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım, Emre Yayınevi, İstanbul 1993, s. 68-90. 174 Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Daire Başkanlığı Yayınları, Temmuz 2016, Yıl 65, S. 138, s. 271-276.

251

mevkiine kadar ileri sürülmüş bulunuyordu. İşte tam bu sıralarda, 31 Ekim’de mütareke yapıldığı haberini aldık. Ordu, bu son günlerdeki savaşlarda silahının şan ve şerefini korumayı başarmıştı”175 diyerek anlatmıştır.

Liman vonSanders, Mustafa Kemal Paşa’ya ve Türk ordusuna Grup Komutanlığını devrederken “Ordular Grubunun sevk ve idaresini Mustafa Kemal Paşa’nın birçok harpte şeref kazanmış kudretli ellerine bırakmak zorunda olduğum şu anda, emrim altında Osmanlı İmparatorluğu’nun yararına savaşmış bütün subay, memur ve erlerin hepsine candan teşekkürlerimi sunarım.”176diyerek takdir edici sözlerle veda etmiştir.

31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’nı devralan Mustafa Kemal Paşa, bu görevi sadece bir hafta yapmıştır. 10 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı ile 7’nci Ordu Komutanlığı lağvedilmiş, Mustafa Kemal Paşa’da Harbiye Nezareti emrinde görevlendirilmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Adana’dan hareket etmiş ve 13 Kasım 1918’de İstanbul’a ulaşmıştır.177Mustafa Kemal Paşa’nın Katma’da oluşturduğu savunma hattı, ana vatanın müdafaasında stratejik bir öneme sahip olmuş ve Misak-ı Milli hudutlarının belirlenmesinde önemli bir mahiyet ve yer edinmiştir.

175 Sanders, a.g.e., s. 108-109. 176 Sanders, a.g.e., s. 110-111. 177 Durmuş Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C. I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000, s. 161.

252 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Sina-Filistin-Suriye Cephesi muharebeleri, Napolyon’un “Savaşlar daha büyük bataryalarla kazanılır.” sözünün doğruluğunu ortaya koymuştur.178Bu kapsamda bakıldığında Birinci Kanal Harekâtı ile açılan Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nde İngilizlerin 1 Ekim 1918’e kadar 717.853 muharip ve 474.658 yardımcı ve destek sınıf olmak üzere toplam 1.192.511 askeri görev yapmıştır.179 İngiliz kuvvetleri sayısal üstünlükleri yanında ikmal, lojistik, yiyecek, kıyafet, su ve malzeme desteği ile Türk ordusundan çok iyi durumda yer almıştır. Buna karşın Osmanlı ordusu özellikle 1918 yılı itibarıyla ikmal ve lojistik yetersizlikler ile karşı karşıya kalmış, bulaşıcı hastalıklar sebebiyle savaşma azim ve gücünü zamanla kaybetmiştir. Personelin giydiği postallar zamanla sandalet halini almıştır. İaşe azlığı yanında kıyafetlerin eskiliği ve yırtıklığı, Osmanlı askerlerinin ölen İngilizlerin elbise ve postallarını giymeye başlamasına neden olmuştur. Bütün bunların yanında silah ve tayyare üstünlüğü İngilizlere önemli bir avantaj sağlamıştır. İlave olarak İngilizlerin kışkırtması ile Şerif Hüseyin önderliğindeki Arapların isyanı Türk ordusunun iki ateş arasında kalmasına yol açmıştır.180 Bütün bu gerekçeler ekseninde bakıldığında, Osmanlı ordusunun İngiliz güçlerine göre hem nitelik hem de nicelik olarak Sina-Filistin-Suriye Cephe hattındaki zayıflığı muharebelerin sonucuna etki etmiştir.

178 Flanagan, a.g.m., s. 346-369. 179 Nuri Karakaş, “Sina-Filistin Cephesi’nde Britanya Ordusu: Teşkilat ve Kadro”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVIII, S. 1, 2013, s. 152. 180 Nedim, a.g.e., s. 138.

253

KAYNAKÇA

Arşiv Belgeleri

Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı (ATASE) Arşivi, BDH, K: 159, D: 705 (759), F: 16-1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 126, D: 97 (590), F:23-20.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H9-A, F: 1-7.

ATASE Arşivi, BDH, K: 69, D: 343 (63), F.8.

ATASE Arşivi, BDH, K: 159, D: 704 (539), F: 15.

ATASE Arşivi, BDH, K: 126, D: 97 (590), F: 23-1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 1392, D: 20, F: 3-10.

ATASE Arşivi, BDH, K: 1392, D: 20, F: 3-12.

ATASE Arşivi, BDH, K: 168, D: 730, F: 102-33.

ATASE Arşivi, BDH, K: 4769, D: 9, F: 54.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: 37, F: 1-36.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-47, F: 1-1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-4.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-16.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-17.

ATASE Arşivi, BDH, K: 4524, D: H-2, F: 1-15.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-53, F: 1-10.

254 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ATASE Arşivi, BDH, K: 3219, D: 60, F: 1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3221, D: H-49, F: 1-16.

ATASE Arşivi, BDH, K: 211, D: 892, F: 17.

ATASE Arşivi, ATAZB, K:35, G: 74, B: 74 (1: 11).

ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 82, B: 82-1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 1406, G: 71, B: 36.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3701, D: 12, F: 32.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3704, D: H-19, F: 1-16.

ATASE Arşivi, BDH, K:134, D:618, F:5.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 5-26.

ATASE Arşivi, BDH, K:3787, D:37, F: 1-14.

ATASE Arşivi, BDH, K:3718, D:38-F: 1-24.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28-F: 5.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:5-1.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:7 (1-2).

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:12, F: 7 (1-2).

ATASE Arşivi, BDH, K:4522, D:H-15, F:1-38.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 15, 15-1.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28-F: 13.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3220, D: 61, F: 1-1.

255

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:7.

ATASE Arşivi, BDH, K: 179, D: 1232, F: 773-009.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:18-4.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:19-15.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:20.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 18-4.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:20-9, 20-9a.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:22-1.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:22-2, 3.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:23.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F: 24-2.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:24-1.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:41.

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:25-8.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 27, 27-1.

ATASE Arşivi, BDH, K:3719, D:44, F:1-34.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 41.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3720, D: 47, F: 16-8.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 44.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 45.

256 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ATASE Arşivi, BDH, K: 4521, D: 15, F: 61.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 9.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3707, D: 34, F: 24.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-4.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-5, 34-5a.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 9.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-6.

ATASE Arşivi, BDH, K: 179, D: 1232, F: 773-18.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-6.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 35-3.

ATASE Arşivi, ATAZB, K: 43, D: 1ao.

ATASE Arşivi, BDH, K: 626 D: 167 F: 023-09.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3217 D: 53 F: 2-3.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı,

BOA, İ.DUİT, 155/53.

BOA, HR.SYS. 2113/9 11-12.

BOA, İ-DUİT/55-56.

The National Archives (TNA)/Londra-UK

TNA, WO 106/729 “Future Operations Palestine”.

257

TNA,WO 32/5128: “General Edmund Allenby’s Despatch on Operations in Palestinefrom 18 Septemberto 30 October 1918”.

Kitap ve Makaleler

Aysal, Necdet, “Çöküşten Mütarekeye Osmanlı’da Haber Alma”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, C. 9, N. 40, Kasım 2007, ss. 523-543.

Ağaoğlu, Sami, “Birinci Dünya Savaşı’nda Gazze Muharebeleri”, Journal of HistoryCultureand Art Research, C. 6, N. 2, Mart 2017.

Akçakayalıoğlu, Cihat, Atatürk (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1980.

Altay, Fahrettin, 10 Yıl Savaş ve Sonrası (1912-1922), Eylem Yayınları, Ankara 2008.

Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914- 1995, 2. C., 12. Baskı, Alkım Yayınevi, Ankara 2000.

Artuç, Nevzat, Cemal Paşa Askerî ve Siyasi Hayatı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2008.

Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Daire Başkanlığı Yayınları, Yıl 65, S. 138 Temmuz 2016.

Atabey, Figen, “Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin-Suriye Cephesi’ne İlişkin Belgeler Işığında Genel Bir Değerlendirme”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 66, Bahar 2020, ss. 63-90.

258 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; ATAM Yayınları, Ankara 2006.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2006.

Atay, Falih Rıfkı, Zeytindağı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970.

Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa1914-1922, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972.

Aydın, Mithat, “Birinci Dünya Savaşı’nda Mısır, Suriye ve Filistin Cepheleri”, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı, (Ed. Ümit Özdağ), Kripto Yayınları, Ankara 2016.

Bayur, Yusuf Hikmet, “Mustafa Kemal’in Falkenhayn’la Çatışmasıyla İlgili Henüz Yayınlanmamış Bir Raporu”, Belleten, C. 20, S. 80, Ekim 1956.

Bayur, Yusuf Hikmet, “Mustafa Kemal Paşa’nın Üç Mektubu” Belleten, C. XXIV, S. 93, Ocak 1960.

Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 2, Kısım IV, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991.

Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâp Tarihi, C. III, Kısım 3, 1914-1918 Genel Savaşı, TTK Yayınları, Ankara 1957.

Belen, Fahri, Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, 1917 Yılı Hareketleri, C. IV, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1966.

Belen, Fahri, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2016.

259

Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, 1918 Yılı Hareketleri, C. 4, Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1967.

Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, 2. Kısım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1986.

Birinci Dünya Harbinde Türk HarbiSina-Filistin Cephesi Harbin Başlangıcından İkinci Gazze Muharebeleri Sonuna Kadar, C. IV, 1. Kısım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1979.

Cebecioğlu, Güngör, Atatürk ve Güney Cephelerimiz, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1991.

Cemal Paşa, Hatıralar, (Haz. Alpay Kabacanlı), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2001.

Çankaya, Necati, Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri, Tifduruk Matbaası, Ankara 1995.

Çelikoğlu, İçten, “Mustafa Kemal ve Filistin Cephesi”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, S. 429, Temmuz 2016.

Çulcu, Murat, “General Allenby'nin Filistin Raporları” Arşivi Kaybolan Savaş Sina-Filistin-Suriye Cephesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul 2009.

Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955.

Durmuş, Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C. I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2000.

260 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Erden, Ali Fuat, I’inci Cihan Harbi’nde 4’üncü Ordu Mücmel Tarihçesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1948.

______, Paris’ten Tih Sahrasına, Ulus Yayınevi, Ankara 1949.

______, Birinci Cihan Harbi’nde 4’üncü Ordu Mücmel Tarihçesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1948.

Erickson, Edward J. ,I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu 1914-1918, Timaş Yayınları, İstanbul 2011.

Erikan, Celal, Komutan Atatürk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 2006.

Erkilet, Hüseyin, Hüsnü Emir, Yıldırım, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2002.

Falls, Cyril, Military Operations in Egyptand Palestine from June 1917 to the End of the War, Volume II, H. M. Stationery Office, London 1930.

Flanagan, Brian P., “The History of the Ottoman Air Force in the Great War, Part 4: The Last Days of the Ottoman Air Force-1918”, Cross & Cockade Journal, Vol. 11, No. 4, 1970, s. 346-369.

Gawrych, George W., Genç Mustafa Kemal, (Çev.: Gül Çağalı Güven), Doğan Kitap, İstanbul 2014.

Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, Kısım I, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1979.

261

______, Filistin Savaşı 1914-1918, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995.

______, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C. IV, Kısım II, Ankara 1986.

George, David Lloyd, War Memoirs of David Lloyd George, Vol. II, Odhams Press Limited, London 1938.

Gilbert, Vivian, The Romance of the Last Crusade, with Allenby to Jerusalem, D. Appleton Company, London 1923.

Gordon, H. Pirie, A Brief Record of the Advance of the Egyptian Expeditionary Force: July 1917 to October 1918, His Majesty’s Stationery Office, London 1919.

Görgülü, İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2014.

Göymen, İhsan, Türk İstiklal Harbi, Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, C. V, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1964.

Güralp Şerif, 1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin ve Suriye’den Çekilişinde 3’üncü Süvari Tümeni’nin Harekâtı, ATASE Yayınları, Ankara 2006.

Güvenbaş Mesut, “İkinci Şeria Muharebesi’nde 8’inci Kolordu Baştabipliğinin Vermiş Olduğu Sağlık Hizmetlerinin Düşündürdükleri”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 32, Ankara 2020.

262 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Harrap, George G., Field-Marshal Viscount Wavell, Allenby: Soldier and Statesman, London 1948.

Hatipoğlu, Süleyman, Filistin Cephesi’nden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2009.

Holzhausen, Rudolf, Birinci Dünya Harbi’nde Almanya’nın Türkiye’ye Sağladığı Hava Desteği ve Çanakkale Havacıları, (Çev.: Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1982.

İnönü, İsmet, Hatıralar, (Yay. Haz. Sabahattin Selek), Bilgi Yayınevi, Ankara 2009.

Kandemir, Feridun, “Atatürk’ün Askerliği”, Atatürk, XV. Ölüm Yılı Hatırası, Yeni Tarih Dergisi Yayını, İstanbul 1953.

Kansu, Yavuz, Şensöz Sermet, Öztuna Yılmaz, Havacılık Tarihinde Türkler, C. 1, Hava Basımevi, Ankara 2006.

Kapucu, Davud, “Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Ordusunda Hava Gücü”, M5 Ulusal Güvenlik, Savunma ve Strateji Dergisi, Yıl 44, S. 337, Ağustos 2019.

______, Korkmaz Erdal, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Askerî Hava Seyahatleri (1909-1939), Karakum Yayınevi, Ankara 2020.

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı, 1908-1918, C. IX, TTK Yayınları, Ankara 1996.

Karakaş, Nuri, “Sina-Filistin Cephesi’nde Britanya Ordusu: Teşkilat ve Kadro”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVIII, S. 1, 2013.

263

Kemal, Cemal, “Birinci Dünya Savaşı’nda Gazze’yi Nasıl Kaybettik?”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 55, 2014.

______, “Nablus Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, S. 51, Ankara Bahar 2013.

Korkmaz, Erdal, Özden Şeyma, “Arşiv Belgeleri Çerçevesinde Birinci Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa”, Sosyal ve Beşeri Bilimlere Multidisipliner Bakış, (Edl.: Ayhan Aytaç, Giray Saynur Derman, Mustafa Talas), Güven Plus Grup A.Ş. Yayınları, İstanbul 2019.

Kress von Kressenstein, Son Haçlı Seferi: Kuma Gömülen İmparatorluk, (Çev.: Tahir Balaban), Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2007.

Kurter, Ajun, Türk Hava Kuvvetleri Tarihi, C. II, Hava Basımevi, Ankara 2009.

Kurat, Yuluğ Tekin, Osmanlı İmparatorluğunun Paylaşılması, 2. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 1986.

Kurt Deniz, Korkmaz Erdal, Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kuvvetleri (Harekât ve Teşkilatlanma Tarihi 1911-1922), C. I, Hava Basımevi, Ankara 2020.

Kurt, Deniz, Pehlivan Yavuz, Korkmaz Erdal, Fotoğraflarla Atatürk ve Havacılık, Hava Basımevi, Ankara 2020.

264 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Lawrence, James, Imperial Warrior: The Life and Times of Field- Marshal Viscount Allenby 1861-1936, Weindenfeld and Nicolson, London 1993.

Mordike, John, General Sir Edmund Allenby’s Joint Operations in Palestine, 1917-1918, Royal Australian Air Force, Air Power Development Centre, Australia 2008.

Nedim, Şükrü Mahmut, Filistin Savaşı 1914-1918, (Çev.: Abdullah Es), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995.

Orbay, Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım, Emre Yayınevi, İstanbul 1993.

Özçelik, Ayfer, Ali Fuad Cebesoy, Akçağ Yayınları, Ankara 1993.

Önalp, Kâmil, Üstünsoy Hilmi, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, İkinci Gazze Muharebesi Sonundan Mondros Mütarekesi’ne Kadar Yapılan Harekât (21 Nisan 1917- 30 Ekim 1918), IV. C., 2. Kısım, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara 1986.

Peçanha, Otacilio Bandeira, The ‘Palestine’ Campaign in 1917-1918 From The British Perspective: Enduring Lessons For The Contemporary Environmet, R. Esc. Guerra Naval, Rio de Janeiro, V. 20, N. 2, p. 483-502, jul./dez, 2014.

Palmer, Alan, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, (Çev.: Belkis Çorakçı Dişbudak), 5. Baskı, Sabah Kitapları, İstanbul 1995.

265

Sanders, Liman Von, Türkiye’de Beş Yıl, (Çev.: Eşref Bengi Özbilen), 3. Baskı, İstanbul 2014.

______, Türkiye’de 5 Yıl III, (Çev.: Örgün Uğurlu), Yenigün Basın ve Yayıncılık, İstanbul 1999.

Tezer, Şükrü, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1972.

Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih, 4. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.

Vakit, Hatıralar ve Vesikalar, Cemal Paşa’nın Hatıratı Üzerine Tetkikler, Vakit Gazetesinin Forma Halinde Tefrikası, İstanbul 1933.

Tezler

Akın, Adem, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi ve Filistin’in Elden Çıkışı, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985.

Güvenbaş, Sehernaz, Birinci Dünya Harbi Filistin Cephesi’nde ve İstiklâl Harbi Batı Cephesi’nde Hava Fotoğrafçılığı ve Keşfinin Etkinliği, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2019.

Kapucu, Davud, 1909-1939 Yılları Arasında Yapılan Yurtiçi ve Yurtdışı Askeri Hava Seyahatleri, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2015.

266 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kapucu, Davud, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’nde Hava Harp Gücü ve Faaliyetleri (1914-1918), Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2019.

Uyar, Hakan, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye-Filistin Cephesi Stratejileri, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale 2006.

267

EKLER

EK-1

7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın 21 Eylül 1918 tarihinde Başkomutanlık Erkan-ı Harbiye Riyasetine gönderdiği Suriye Cephesi’ndeki durum ve vaziyeti ortaya koyan, Sekizinci Ordunun kalmadığına ve Yedinci Orduyu Vadi-i Kara kuzeyine çekmeye çalıştığına ve Yıldırım Orduları Grubu ile irtibatın olmadığına dair raporu.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 13

268 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-2

7’inci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın; Der’ayı Terk Ederek, Kuvvetleriyle Beraber Şam’a Hareket Ettiğine Dair Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına 27 Eylül 1918’de Gönderdiği Yazı

ATASE Arşivi, BDH, K:3705, D:28, F:19-15.

269

EK-3

7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Eylül 1918 tarihinde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na gönderdiği, kuvvetlerin Rayak istikametine çekilmesine dair mütalaasını içeren yazısı.

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 28, F: 20

270 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-4

7’inci Ordu Komutanı Mustafa Kemal’in Halep’te İsyancı Unsurlara Karşı Sokak Muharebeleri Verildiğine, Diğer Taraftan İngilizlerin Kolordu Bölgesine Kuvvet Kaydırdığına ve Ordu Karargâhının Katma’ya Gideceğine Dair 25 Ekim 1918 Tarihli Yazısı

ATASE Arşivi, BDH, K: 3705, D: 29, F: 34-4.

271

EK-5

4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa ve 4’üncü Ordu Kurmay Başkanı Alman Albay VonKress’in Hava Birliklerini Teftişi, Berr-Sheva, 1916

Deniz Kurt, Erdal Korkmaz, Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kuvvetleri (Harekât ve Teşkilatlanma Tarihi 1911-1922), C. I, Hava Basımevi, Ankara 2020, s. 273.

EK-6 3 Temmuz 1917 Tarihinde Port-Said’in Hava Keşfi Sırasında Çekilen Fotoğrafı

ATASE Arşivi, BDH, K: 626 D: 167 F: 023-09.

272 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK-7 Birinci Dünya Savaşı Esnasında Halep’te Yapılan Komutanlar Toplantısı, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, 4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa ile 2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 24 Haziran 1917

Deniz Kurt, Yavuz Pehlivan, Erdal Korkmaz, Fotoğraflarla Atatürk ve Havacılık, Hava Basımevi, Ankara 2020, s. 52.

273

274 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

YEDİNCİ BÖLÜM

ÜÇÜNCÜ KOLORDU VE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONLARINDAKİ FAALİYETLERİ

Enes DEMİR

275

276 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerinden biri olan Filistin-Suriye Cephesi’nde Osmanlı Ordusu, İtilaf Devletleri kuvvetlerine karşı mücadele etmekteydi. Bilhassa İngilizlerin başını çektiği İtilaf Kuvvetleri, Osmanlı Devleti’nin yaklaşık bir buçuk yıl arayla gerçekleştirdiği Şubat 1915 ve Ağustos 1916’daki iki Kanal taarruzunu püskürttükten sonra Sina üzerinden ileri harekâta geçmiştir. Osmanlı Ordusu ise bundan sonraki süreçte kontrolündeki Osmanlı topraklarını korumak için müdafaa vaziyetinde kalmıştır.1

3’üncü Kolordunun da iştirak ettiği, 1917 yılı başından itibaren İngilizlerin taarruzları neticesinde vuku bulan ve Birinci Gazze ve İkinci Gazze Muharebeleri, Osmanlı Ordusu tarafından kazanılmıştı.2 Bu süreçte Şam merkezli 4’üncü Ordu’ya bağlı olan 3’üncü Kolordu, Temmuz 1917’de bölgede Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığı’nın kurulmasından sonra teşkilatı oluşturulan 7’nci Ordu’ya bağlanmıştı. Böylece Filistin Cephesi’ndeki Osmanlı birliklerini 4’üncü, 7’nci ve 8’inci Ordular ihtiva ediyordu. Bu dönemde 3’üncü Kolordu’ya Miralay (Albay) İsmet Bey3 komuta etmekteydi.4

* İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Öğrencisi. 1 Murat Özgan, “Taarruzdan Savunmaya Bir Ricat I. Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi (1914-1918)”, İnönü University International Journal of Social Sciences (INIJOSS), c.5, S.2, 2016, ss.2-6. 2 Şerif Güralp, 1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin ve Suriye'den Çekilisinde 3 ncü Süvari Tümeninin Harekâtı, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2006, ss.1-2. 3 Orgeneral İsmet İNÖNÜ. 4 Enes Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, Hiper Yayın, İstanbul 2019, s.37.

277

Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığı’nın kurulması, cephenin o ana kadar var olan emir komuta yapısındaki değişikliğe sebep olduğundan ötürü olumsuz etkilere yol açmıştır. Nitekim İtilaf Kuvvetlerinin yeni taarruzu ile Üçüncü Gazze (Birüssebi) Muharebeleri meydana gelmiştir. Bu kapsamda 3’üncü Kolordu ’ya bağlı birliklerin koruduğu Gazze ve Birüssebi’nin İngilizlerin eline geçmesiyle Kudüs’te kuşatma tehlikesiyle karşılaşmıştı.

Kudüs’ü bu esnada Ali Fuat Paşa5 idaresindeki 20’nci Kolordu savunmaktaydı. Birüssebi’yi boşaltarak geri çekilmek zorunda kalan Albay İsmet Bey’in 3’üncü Kolordusu ise Kudüs’ün kuzeyindeki Ramallah’ta ihtiyat kuvveti olarak konuşlanmıştı.

Osmanlı birlikleri, İngiliz taarruzuna karşı Kudüs surlarına kadar geri çekilen birliklerden oluşmakta olup moral ve motivasyonları düşük seviyede idi. Ali Fuat Paşa, Kudüs’ü bu gibi nedenlerle başka bir birliğin savunmasını talep etmişse de cephe kumandanı olan Yıldırım Orduları Grup Kumandanı Alman Mareşal Falkenhayn bu görevi kendisine vermişti. Fakat İngiliz taarruzun beklenenden şiddetli olması halinde, şehri savunmak için 20’nci Kolordu birliklerinin yeterli olmayacağını belirten Ali Fuat Paşa, üst kumandanlığından aldığı emir doğrultusunda 9 Kasım 1917’de şehri terk etmek mecburiyetinde kalmış ve Kudüs şehri 11 Kasım 1917’de İngiliz birliklerince işgal edilmişti.6

5 Korgeneral Ali Fuat CEBESOY. 6 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, s.42.

278 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kudüs’ün işgalini müteakip İngiliz ileri harekâtının durmasıyla cephedeki muharebelerin şiddeti azalmış; bu süreçte her iki tarafta güçlerini takviye etmekle meşgul olmuştu. Bu sürede Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığına da bir başka Alman Mareşal Liman Fon Sanders tayin edilmişti.7 Fakat 1918 yılı başlarında İngiliz taarruzu yeniden başlamış; buna karşın 4’üncü, 7’nci ve 8’inci Ordulardan oluşan Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı birlikleri, Birinci Şeria ve İkinci Şeria Muharebelerini (Amman Muharebeleri) kazanarak İngiliz saldırılarını bertaraf etmiş ve Kudüs kuzeyinde teşkil edilen savunma hatlarını korumaya devam etmişti.

İngiltere’nin Filistin Cephesi’ndeki Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanı General Edmund Allenby, 1918 yılı yaz ayları boyunca taarruz hazırlıklarıyla meşgul olmuş; oysa cephedeki Osmanlı kumandanlıkları ve Osmanlı Harbiye Nezareti, İngilizlerin büyük çaptaki hazırlıklarına karşı yeterince tedbir alamamıştı.8 Bu sıralarda 7’nci Ordu Kumandanı Fevzi Paşa’nın rahatsızlanması üzerine Mustafa Kemal Paşa9 yeniden 7’nci Ordu Kumandanı olarak tayin edilerek bölgeye gönderilmiş ve 26 Ağustos 1918’de Nablus’taki ordu karargâhına ulaşmıştı. Bölgede teftişe çıkan Mustafa Kemal Paşa cephenin durumunu, “Bölgeye geldiğimde vaziyetin feci bir hal aldığını ve gerçek anlamda bir tedbir almanın zorluğunu gördüm. Bölgede üç ordu bulunmakta idi. Fakat adı

7 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, s.46. 8 Özgan, “Taarruzdan Savunmaya Bir Ricat I. Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi (1914-1918)”, s.7. 9 Maraşel Mustafa Kemal ATATÜRK.

279

ordu olan bu kuvvetlerin mevcudu eksik ve dağınıktı. Bunları birleştirip tek bir ordu kurmak daha faydalı idi” şeklinde ifade etmişti.10

Bu esnada Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7’nci Ordu;

- Miralay (Albay) İsmet Bey idaresindeki 3’üncü Kolordu ve emrinde Alman Yarbay Hans Guhr idaresinde 1’inci Tümen ve Albay Hüsnü idaresinde 11’inci Tümenlerden,

- Mirliva (Tuğgeneral) Ali Fuat Paşa kumandasındaki 20’nci Kolordu ise emrindeki Kaymakam (Yarbay) Reşat11 idaresindeki 53’üncü ve Kaymakam (Yarbay) Mehmet Hayri12 idaresindeki 26’ncı Tümenlerden müteşekkildi.

İtilaf Kuvvetleri, Şeria Muharebelerindeki başarısızlıklarından sonra icra etmeyi planladıkları büyük taarruz için kapsamlı hazırlıklarını tamamlamayı müteakip Filistin-Suriye Cephesi’nin kaderini derinden etkileyecek harekâtın icrasına yönelmiştir. Böylece İtilaf Kuvvetlerinin asker sayısı ve teçhizat bakımından katbekat üstün olarak başlattığı Nablus/Megiddo (Mecidiye) Muharebesi, 18 Eylül’ü 19 Eylül’e (1918) bağlayan gece İtilaf Kuvvetlerinin taarruzu ile başlamıştır.13

10 Liman Fon Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. Eşref Bengi Özbilen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2018, s.337, Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, s.49. 11 Albay Reşat ÇİĞİLTEPE. 12 Tümgeneral Mehmet Hayri TARHAN. 13 Özgan, “Taarruzdan Savunmaya Bir Ricat I. Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi (1914-1918)”, s.10; Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.51-56.

280 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Müşterek harekât şeklinde icra edilen İtilaf taarruzu, evvela 7’nci Ordu’nun sağ kanadı üzerine vuku bulmuş; esas taarruz ve yarma harekâtı ise Cevat Paşa14 idaresindeki 8’inci Ordu’nun sağ/batı kanadı üzerine yapılmıştır. Bu kapsamda şiddetli çarpışmalar, 8’inci Ordu’ya bağlı Albay Refet Bey komutasındaki 22’nci Kolordu, 7’nci Ordu’ya bağlı İsmet Bey komutasındaki 3’üncü Kolordu ve Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki 20’nci Kolordu’nun savunma hatları üzerinde vuku bulmuştur. Aynı zamanda Nablus üzerine de yoğun top atışları ile hücuma geçen İngiliz Ordusu, Osmanlı birliklerinin ana karargâhları arasındaki bağlantıyı kopartmak için Hicaz’daki bir kısım Arap aşiretlerinden oluşan ve Osmanlı Devleti’ne isyan eden bedevileri de etkin şekilde kullanmıştır.15 İngiliz süvari birlikleri bir yandan da başta 8’inci Ordu’nun mevzileri olmak üzere Osmanlı birliklerini batı kanadından çevrelemeye başlamıştır.16

Limon Fon Sanders’in “hatıratında” yer alan ifadelere göre de 18 Eylül’ü 19 Eylül’e bağlayan gece 7’nci Ordu cephesinde muharebe başlamış ve sabaha doğru İngilizler, 8’inci Ordu’nun deniz tarafındaki (Akdeniz) sağ kanadından sıklet merkezi ile taarruz icra ederek cepheyi yarmıştı. Bu anda 8’inci Ordu karargâhı (Tel-Kerem) ile Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığı Karargâhı (Nasıra) arasındaki telgraf bağlantısı kopmuş ve telefon bağlantısı da kesilmişti.17

14 Orgeneral Cevat Çobanlı. 15 İsmail Köse, Büyük Oyun’un Küçük Aktörü Şerif Hüseyin, Kronik Yayınları, İstanbul 2018, ss.32-36. 16 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.53-56. 17 Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, ss.371-375.

281

Nitekim Nasıra’daki karargâhını kuzeye taşıyan ve 20 Eylül akşamı Beyt-i Hasan’daki karargâhından ordu ve kolordulara emir veren Sanders Paşa bu emrinde; 3’üncü Kolordunun muntazaman 8’inci Ordu’nun sol kanadıyla birlikte geri çekilmesini; daha doğudaki 20’nci Kolordu’nun ise 3’üncü Kolordu’ya göre hareketini uydurarak Beyt-i Hasan istikametinde çekilmesini ve 4’üncü Ordu’nun batısındaki Şeria grubu birlikleriyle haberleşmeyi temin etmesini emretmişti.18

21 Eylül günü ise Cevat Paşa kumandasındaki 8’inci Ordu’nun tamamına yakınıyla etkisiz hale geldiğini haber alan Mustafa Kemal Paşa idaresindeki 7’nci Ordu ve müteakiben de bu durumu haber alan Mersinli Cemal Paşa idaresindeki 4’üncü Ordu, bir bütün halinde ricat etmeye başlamışlardır.19

Bu çekilme esnasında 7’nci Ordu’nun batı kanadı da (3’üncü Kolordunun sorumluluk mıntıkası) ağır hasar almış ve büyük zayiat vermiştir. 7’nci Ordu, emrindeki kolordularla birlikte geri çekilmeye başlamıştır. 8’inci Ordu ise geride kalan bakiyeleriyle, 7’nci Ordu’nun hasar almış ve saldırıya açık hassas kanadını İngiliz ilerleyişine karşı savunmaya çalışmıştır. Bu savunma sadece 7’nci Ordu’ya geri çekilmesi için vakit kazandırmış, fakat tüm savunma hatları çökmüştür. Başta 8’inci Ordu olmak üzere Osmanlı birlikleri bu muharebede birçok askerini şehit, yaralı ve esir vermiştir.20

18 ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.138, ss.30-31. 19 Mehmet Fatih Tarım, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Orduları Grubu, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Hatay 2004, ss.70-86. 20 Cemal Kemal, Birinci Dünya Harbi’nde Filistin Cephesi, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2004, ss.140-155.

282 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

(Nablus/Megiddo Muharebesi savaş krokisi - Harita Çizim: Enes DEMİR) Mustafa Kemal Paşa, ordusuna verdiği 23 Eylül 1918 tarihli emirde; 20’nci ve 3’üncü Kolordu birlikleri ile 7’nci Ordu emrine giren birliklerin Bisan ve Aclun civarındaki İngilizlerle temastan kaçınarak İrbid üzerinden Dera (Şam güneyi) istikametine doğru kuzeye çekilmeye devam etmelerini bildirmiştir.21

Yıldırım Ordular Grup Kumandanı Sanders Paşa ise müteakiben verdiği emirde; Mustafa Kemal Paşa’nın Şeria Nehri batısında, dağılan birlikleri toparlamak ve düzenlemek üzere Rayak’a (Lübnan’ın bir bölgesi) çekilmesini, 4’üncü Ordu’nun ise Şam şehri ve çevresiyle güneyinin savunulmasından sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Bu

21 Atatürk’ün Kaleminden Suriye ve Irak, Derleyen Musa Sarıkaya, Kaynak Yayınları, İstanbul 2018, s.41.

283

kapsamda Şam’ın savunulabilmesi için Taberiye Grubu birliklerinin yanı sıra 7’nci Ordu emrindeki 3’üncü Kolordu da ikinci bir emre kadar 4’üncü Ordu emrine verilmiştir.22

Yeni konuşlanma kapsamında Şam’da karargâhını kuran 4’üncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Şam ve güneyini korumak için 3’üncü Kolordu’yu Dişan Grubu olarak teşkilatlandırmış; bu kapsamda 3’üncü Kolordu’nun vazifesini ise İngiliz birliklerinin kuzey yönündeki ileri harekâtına karşı Şam-Kuneytra ve Şam-Baniyas yollarını kapamak olarak belirlemiştir.23 Dolayısıyla 3’üncü Kolordu birlikleri, Kisve’den Rabva boğazına kadar Şam’ın güneyini ve güneybatı istikametlerini müdafaa etmek için düzen almıştır.24

Fakat İngiliz birliklerinin Şam istikametine yürüyüşe geçtiği sırada Şam’ın güneyini tutmakla görevli, Cemal Paşa’nın emrine verilen Albay İsmet Bey idaresindeki 3’üncü Kolordunun, ordu karargâhı ile oluşan irtibatsızlık ve Şam şehrinde Faysal taraftarlarının ortaya çıkardığı eylemler neticesinde ordu kumandanından habersiz ve kopuk bir şekilde kuzeye çekilmesi, orduda görevli bazı Arap asıllı subayların karşı tarafa intikali, Şam güneyinin savunulması için her türlü tedbiri almış olan 4’üncü Ordu Kumandanı Mersinli Cemal Paşa’yı zor durumda bırakmıştır. Şam’ın güneyinde kurulması planlanan savunma

22 Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, ss.685-692; ATASE. BDH Fonu, Atatürk ve Filistin Cephesi Başlıklı Belgeler, Gnkur. ATASE Yayınları, http://www.ata.tsk.tr/content/media/11/AF_7.pdf, [13.04.2019 Tarihinde Erişildi]. 23 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.67-68. 24 Güralp, 1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin ve Suriye'den Çekilisinde 3 ncü Süvari Tümeninin Harekâtı, s.21.

284 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

hattı, en başında dağılmış ve bölgeyi geçen İngiliz tümeni, Kuneytra üzerinden Şam’a doğru hareket etmiştir.25

İhtiyatla yaklaşılması gereken bir bilgi olmasına rağmen özellikle Albay İsmet’in emrindeki 3’üncü Kolordu ile şehri terk edip Humus (Şam kuzeyi) istikametinde çekildiğini belirten Yüzbaşı Rıfat Bey,26 Cemal Paşa’nın bu durumdan haberdar olmadığını ve Şam sokaklarına tellal çıkartarak İsmet Bey’i arattırdığını ve görenlerin ordu karargâhının bulunduğu Viktorya Oteli’ne göndermelerini, duyurttuğunu bildirmiştir.27

Nablus Muharebesi’nden sonra (18-21 Eylül 1918), 4’üncü ve 7’nci Osmanlı Orduları, hızlı bir şekilde kuzey istikametinde geri çekilmeye devam etmekte olduğundan 1 Ekim 1918’de Şam yine aynı tarihte Beyrut İngilizlerce işgal edilmiştir. Bu kapsamda 4’üncü Ordu Humus’a, 7’nci Ordu ise 5 Ekim 1918’de Halep’e ulaşmış ve karargâhını burada kurmuştur. Fakat 13 Ekim’de Humus’u tahliye edip daha kuzeydeki Hama’ya çekilmekte olan 4’üncü Ordu karargâhı lağvedilmiş ve emrindeki tüm birlikler, karargâhı Halep’te bulunan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7’nci Ordunun emrine verilmişti.28

25 Kemal, Birinci Dünya Harbi’nde Filistin Cephesi, ss.149-167. 26 Cevat Rifat Atilhan, savaş esnasında Mersinli Cemal Paşa’nın yaveri olarak görev yapmıştır. Konuyla ilgili en detaylı malumat için bkz. Mersinli Cemal Paşa’nın Yaveri Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi Hatıraları, Yay. Haz. Celil Bozkurt, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015; Cevat Rifat, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin-Suriye Cephesinin Çöküşü, Suriye Hezimeti Faci’ası ve Sebepleri, yay. haz. Celil Bozkurt, Altınordu Yayınları, Ankara 2019. 27 Cevat Rifat Beyin Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi Hatıraları, s.61. 28 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.71-76.

285

Bunun üzerine 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa trenle Halep’e hareket etmeden önce yeniden emri altına giren 3’üncü Kolordu Komutanı Albay İsmet Bey’i ve 20. Kolordu Komutanı Albay Ali Fuat Bey’i Halep güneyindeki Tamara’ya çağırarak durum değerlendirmesi yapmıştır.29

3’ÜNCÜ KOLORDU’NUN HARP TEŞKİLATI VE KONUŞLANMA DURUMU

Halep’e çekilme sürecinde 4’üncü Ordu’nun lağvedilmesiyle yeniden 7’nci Ordu emrine giren 3’üncü Kolordu’nun harp teşkilatında Nablus Muharebesi ve Şam’dan çekilirken verdiği ağır kayıplar neticesinde değişikliğe gidilmiştir. Nablus Muharebesi esnasında kolordu bağlısı olan 1’inci ve 11’inci Tümenlerin yerine 3’üncü Kolordunun hâlihazırdaki birlikleri, 24’üncü ve 43’üncü Tümenlerden müteşekkil olarak yeniden belirlenmiştir.30

Bu süreçte 3’üncü Kolorduda komuta değişikliği olmuş ve rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’a gönderilen Albay İsmet Bey yerine Albay Selahaddin Bey31 atanmıştır.32 3’üncü Kolordunun Erkan-ı Harp Reisi (Kurmay Başkanı) ise Binbaşı Naci Bey idi.33

Halep’e ulaşana kadar ağır personel ve malzeme kaybı yaşayan 3’üncü Kolordunun 43’üncü Tümeni’nin mevcudu 90 subay ve 2.200 nefer

29 Özgan, “Taarruzdan Savunmaya Bir Ricat I. Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi (1914-1918)”, ss.10-11. 30 Kemal, “Osmanlı’nın Filistin Cephesi’ndeki Son Muharebesi”, s.55. 31 Tümgeneral Selahaddin ADİL. 32 İsmail Özer, "Bir Taarruz, Üç Ricat: Sina-Filistin Cephesi Bozgunu ve Mustafa Kemal Paşa", Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, c.5, S.2, 2020, s.116. 33 Korgeneral NACİ TINAZ.

286 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olup 700 küsur hayvanı bu Bununla birlikte 43’üncü Tümen emrindeki bir tabur ile iki cebel (dağ) topunun Hama müfrezesi emrinde olduğu belirtilirken 24’üncü Tümen ile alakalı bir malumat verilmemişti.34 Dolayısıyla 3’üncü Kolordunun asker mevcudu yaklaşık 5.000 olduğu tahmin edilebilir. Humus-Hama hattıyla Halep’e ulaşan 3’üncü Kolordu, karargâhını Halep’in kuzeyinde yer alan Katma’ya (Afrin’in kuzeydoğusu) taşımıştı.

3’üncü Kolordu bünyesindeki iki tümenden;

- 24’üncü Tümen bünyesindeki 2’nci Alay ve emrindeki 127’nci, 129’uncu ve 240’ıncı Taburlar,

- 24’üncü Tümen bünyesindeki 58’inci Alay ve emrindeki 104’üncü, 231’inci ve 258’inci Taburlar,

- 24’üncü Tümen bünyesindeki 143’üncü Alay ve emrindeki 76’ncı ve 177’nci Taburlar yer alıyordu.

- 43’üncü Tümen bünyesinde ise sadece 148’inci Alay olup bu alay bünyesinde 247’nci, 251’inci ve 253’üncü Taburlar yer almaktaydı.35

3’üncü Kolordunun 24’üncü Tümeni Kaymakam (Yarbay) Mehmed Lütfi Bey idaresinde Katma’da, 43’üncü Tümeni ise Kaymakam

34 ATASE. BDH Fonu, Atatürk ve Filistin Cephesi Başlıklı Belgeler, Gnkur. ATASE Yayınları, http://www.ata.tsk.tr/content/media/11/AF_17.pdf, [15.04.2019 Tarihinde Erişildi] 34 Kemal, “Osmanlı’nın Filistin Cephesi’ndeki Son Muharebesi”, s.55. 35 ATASE. ATAZB. 43-1ae – (7’nci Ordu’nun 24 Ekim 1918 Tarihli Kuruluş Tablosu)

287

(Yarbay) Osman Nuri Bey36 kumandasında Tel Rıfat’ta konuşlanmıştı. İfade edilen bu mıntıkalarda birliklerin karargâhları varken muharip unsurları Halep kuzeyi, Halep şehir merkezi ile Halep’in güney, güneydoğu ve güneybatı istikametinde görev yapmaktaydı.37

Öte yandan İngilizlerin Humus ve Hama’yı işgalini müteakip Halep istikametinde ilerlemelerinin bir sonucu olarak 7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa da Halep’teydi. Halep’teki Baron Oteli’nde karargâhını kurmuş olan 7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, 24 Ekim 1918 tarihli sabah 9 civarında yayımladığı ordu emrinde, Halep’in savunulması için 20’nci Kolordu’nun şehrin güneybatı, güney ve güneydoğu yollarından girişlerini kapatarak düşmanın durdurulmasını istemiş; bu kapsamda 3’üncü Kolordu’nun 43’üncü Tümeni bünyesindeki 148’inci Alay’dan bir taburu 20’nci Kolordu emrine vermiştir.

3’üncü Kolordu’nun görevi ise Katma’daki ihtiyat tümeni olan 24’üncü Tümen vasıtasıyla icabında Halep güneyinden Katma’ya doğru çekilecek olan 20’nci Kolordu’nun emniyetini sağlamak ve geri harekâtını örtmek üzere belirlemişti. Böylece her iki kolordunun Halep kuzeyindeki Kefr Baziyan (Kefr Basem) bölgesinde buluşturacakları keşif kolları vasıtasıyla sıkı bir şekilde irtibatları tesis edilecekti.38 Nitekim özellikle 20-24 Ekim 1918 tarihleri arasında Osmanlı ve

36 Tümgeneral Osman Nuri KOPTAGEL. 37 ATASE. ATAZB. 43-1ae – (7’nci Ordu’nun 24 Ekim 1918 Tarihli Kuruluş Tablosu) 38 ATASE. ATAZB. 43-1ac; 43-1 aca.

288 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İngiliz orduları arasında Halep güneyi ve İdlip hattında çatışmalar vuku bulmuştu.39

Cephedeki son durum ile alakalı 25 Ekim 1918 tarihinde yayımlanan Mustafa Kemal Paşa imzalı bir başka emirde ise 3’üncü Kolordu ve diğer tümenlerden müteşekkil müfreze birliklerinin cephe gerisindeki güvenlik ve asayişi sağlamak üzere Der Cemal, Mayer ve Kefr Basem’e gönderildikleri; bu keşif kollarının her iki kolordu (3 ve 20) arasında inzibat görevi üstlenecekleri bildirilmekteydi. 3’üncü Kolordunun Afrin’deki süvari takımından Seman Kalesine gönderilen süvari keşif kolu da o civarda düşman olmadığını rapor etmişti.40

Fakat 25 Ekim günü İngilizlerle birlikte Osmanlı Ordusuna karşı harekatta yer alan Şerif Hüseyin’e bağlı bedevi birlikleri Halep şehrine sızmış ve aynı gün Halep’te vuku bulan sokak çatışmaları neticesinde, 7’nci Ordu karargâhının Halep Baron Oteli’nden evvela şehrin kuzey çıkışındaki Sebil Bahçesi’ne müteakiben de Katma’ya taşınması kararı alınmıştı.41 Vuku bulan hadiseler ve Halep’ten kuzeye çekilme neticesinde Yıldırım Ordular Grup Kumandanı L. Sanders’in emriyle Adana merkezli 2’nci Ordu’nun İskenderun’da konuşlu 41’inci Tümeni, 7’nci Ordu emrine; dolayısıyla da 3’üncü Kolordu emrine verilmiştir.42

39 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.79-83. 40 ATASE. ATAZB. 43-1ai. 41 Süleyman Hatipoğlu, “I. Dünya Savaşı Sonunda Halep Sokak Muharebeleri ve Mustafa Kemal Paşa”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 14 (42), Kasım 1998, s.1171; Süleyman Hatipoğlu, Filistin Cephesi’nden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009. 42 ATASE. ATAZB. 43-1ag.

289

3’ÜNCÜ KOLORDU

Kumandanı: Alb. Selahaddin Bey - Tümg. ADİL

Karargâhı: Katma - Afrin çevresi (Kurt Kulak) - Belen

24’üncü TÜMEN 41’inci TÜMEN 43’üncü TÜMEN Karargâhı: Katma Karargâhı: İskenderun Karargâhı: Komutanı: Yb. Mehmed Lütfü Komutanı: Yb. Hüseyin Hüsnü Tel Rıfat Bey Bey (Korg. ALPTOGAN) Komutanı: Yb. Osman Nuri

(Tümg. KOPTAGEL)

2’nci 58’inci 143’üncü 131’inci 132’nci 139’uncu 148’inci ALAY ALAY ALAY ALAY ALAY ALAY ALAY (Kefr (Nubl) (Nubl) Garis)

127’nci 104’üncü 76’ncı X. X.TABUR X. 247’nci TABUR TABUR TABUR TABUR TABUR TABUR

129’uncu 231’inci 177’nci X. X. X. 251’inci TABUR TABUR TABUR TABUR TABUR TABUR TABUR

240’ıncı 258’inci Sahil TABURU 253’üncü TABUR TABUR TABUR

Tablo: 3’üncü Kolordu’nun Mondros Mütarekesi Öncesi Teşkilatı (Ekim 1918) Bunun üzerine 7’nci Ordu Erkân-ı Harbiye Reisi Vekili (Kurmay Başkanı) Miralay (Albay) Sedat imzasıyla yayımlanan 25 Ekim 1918 tarihli yazıda, 7’nci Ordu emrine geçen 41’inci Fırkanın (tümen)

290 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

birlikleri hakkında malumat verilmişti. Buna göre İskenderun ve çevresinde konuşlu tümen:

- 131’inci Alay ve bünyesindeki 2 tabur ve 3 makineli tüfekle,

- 132’nci Alay ve bünyesindeki 2 tabur 2 makineli tüfekle,

- Dörtyol’da bir bölük,

- İskenderun ve güneyinde konuşlu sahil taburu ve bu taburun makineli bölüğü,

- 41’inci Alayın üç bataryası ile,

- Bir telgraf takımı ve bir projektör, bir telsiz, bir telsiz telgraf takımı, ekmekçi, sıhhiye bölüğü, seyyar hastane, bir arabalı ve üç develi olmak üzere dört nakliye kolundan oluşmaktaydı.43

Bu kapsamda 7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa tarafından 3’üncü Kolordu emrine verilen 41’inci Tümen’in büyük bir ciddiyetle İskenderun ve çevresindeki sahil kesimlerden yapılması planlanan çıkarmanın engellenmesi noktasında görev ifa etmesi emredilmişti.44

Mustafa Kemal Paşa’nın ordu karargâhını taşıdığı Katma’dan yayımladığı emirde; 20’nci Kolordu’nun emredilen hatta çekilmesiyle birlikte Katma’da konuşlu 3’üncü Kolordunun Katma’nın hemen batısındaki Kurt Kulak istasyonu civarına, 3’üncü Kolordu emrindeki 24’üncü Tümenin ise daha batıdaki Raco’ya, 3’üncü Kolordu

43 ATASE. ATAZB. 43-1ah; 43-1aha. 44 ATASE. ATAZB. 43-1aha; Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmi Yayınları, Ankara 1962, s.71.

291

emrindeki bir diğer 43’üncü Tümenin ise Halep-Katma yolu ile Kilis yolu bağlantısını kapatmak üzere görevlendireceğini bildirmişti.45

(Osmanlı Ordusu’nun Halep kuzeyindeki savunma hattı – Harita çizim: Enes DEMİR)

Böylece 26 Ekim 1918 tarihi itibariyle 3’üncü Kolordu, emrindeki toplam üç tümen ile (24’üncü, 41’inci ve 43’üncü Tümenler) Halep kuzeyindeki bölgeler başta olmak üzere Afrin ve çevresi ile İskenderun- Belen-Reyhanlı-Antakya (Hatay) hattındaki bölgelerin muhafazasın- dan sorumlu olarak görevine devam etmekteydi.

45 ATASE. ATAZB. 43-1aj; ATASE, BDH Fonu, ATASE. BDH Fonu, Atatürk ve Filistin Cephesi Başlıklı Belgeler, Gnkur. ATASE Yayınları, http://www.ata.tsk.tr/content/media/11/AF_23.pdf, [18.04.2019 Tarihinde Erişildi]

292 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Cephedeki gelişmelerle ilgili aynı gün 3’üncü Kolordu Kumandanı Miralay (Albay) Selahaddin Adil Bey tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen raporda:

- Kolordu karargâhının 20’nci Kolordu’ya nazaran cephe gerisinde olması nedeniyle önemli bir vukuat olmadığı,

- Kolordu bünyesinde olup 20’nci Kolordu emrine verilmiş 43’üncü Tümenin 148’inci Alayında yer alan bir hücum bölüğünün Müslimiye’de (Halep’e 5 km mesafede) olduğu ve 43’üncü Tümen karargâhının ise Mayer’e geldiği, İskenderun’daki 41’inci Tümen ile ise henüz bilgi alışverişi yapılmadığı belirtilmişti.

3’ÜNCÜ KOLORDU’NUN MONDROS MÜTAREKESİ ÖNCESİ İSKENDERUN-ANTAKYA (HATAY)-AFRİN HATTINDAKİ ASKERÎ FAALİYETLERİ

26 Ekim 1918 günü Osmanlı Ordusu ve cephe hattı çok yoğun geçmiştir. Zira Osmanlı Ordusu, Halep kuzeyinde yeni bir ileri harekât başlatan İngiliz birliklerini Anadan/Heylan Muharebesi’nde yenilgiye uğratmıştır.46 Bu muharebe, Osmanlı Ordusu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda son çarpışması olmuştur. Aynı şekilde bölgedeki kasaba ve köylere saldırılar düzenleyen Bedevilerde geri püskürtülmüştür.47

46 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.94-96. 47 Fahrî Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1918 Yılı Hareketleri, V. Cilt, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1967, ss.220-423.

293

27 Ekim 1918’de ise Halep kuzeyindeki Müslimiye hattında İngiliz ve Urban (Bedevi Arap) birliklerinin toparlanmakta olduğu, 3’üncü Kolordu bünyesindeki 43’üncü Tümen tarafından haber alınarak bildirilmiştir. İskenderun’a olası bir çıkarma harekâtına karşı cepheyi yerinde incelemek üzere 3’üncü Kolordu Kumandanı Miralay (Albay) Selahaddin Bey İskenderun’a gitmiştir.48

Mustafa Kemal Paşa’nın aynı tarihli yayımladığı 11 numaralı ordu emrinde 3’üncü Kolordu’nun cephe durumuna dair şu bilgiler yer almaktadır:49

- 3’üncü Kolordunun bir mıntıkası olan Antakya’ya (Hatay) bedevilerden bir grubun girdiği ve Hükûmet-i Arabiye’yi ilan ettikleri bilgisi edinilmiştir.50 Bu gelişmenin Harim ve Reyhanlı’ya sirayet etmesi beklenmekte olduğundan kuvvetli bir müfreze ile önlem alınacaktır.51

- Ordu birlikleri bir önceki emirde belirtildiği üzere Belen, Cebel- i Seman’ın kuzey sırtları ile Zerîkan, Der Cemal, Tel Rıfat, Afrin güneyi ve Halep’in kuzey yollarını tutmaya devam edecektir.

- 3’üncü Kolordu, İskenderun sahili ve güneyindeki yolların emniyetini sağlayabilmesi açısından mümkün olduğu kadar en

48 ATASE. ATAZB. 43-1ag. 49 Özer, "Bir Taarruz, Üç Ricat: Sina-Filistin Cephesi Bozgunu ve Mustafa Kemal Paşa", s.119. 50 Fakat belli bir grup Faysala bağlı Bedevinin bu girişimi birkaç gün sonra 2 Kasım 1918 tarihinde 41’inci Tümen birliklerince bertaraf edilmiş ve Hükümet Konağı ve Bedevilerin ele geçirdiği yelerde kontrol sağlanmıştır. Asiler ve destekçileri ise kurtarılmıştır. Bkz. Mehmet Tekin, Hatay İşgal Yılları ve Bağımsız Hatay Devleti Kronolojisi (1918-1939), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, s.25. 51 ATASE. ATAZB. 43-1asa; 1at.

294 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

güney istikametindeki hatlarda kuvvetli birliklerle savunma tertibatı alacaktır.

- Yine 3’üncü Kolordu Afrin Vadisi ve Antakya yolunu emniyette tutmak üzere Ma’arata, Balut, Beytine hattına birlikler yerleştirecek ve kolordu emrindeki Raco’da konuşlu hücum bölüğü ile 24’üncü makineli tüfek bölüğü, seri bir şekilde birliklerin yardımına koşmak üzere teknik vasıtaları tedarik edilmek suretiyle hazır bir şekilde bekletilecektir.52

7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim’de bağlı olduğu Yıldırım Orduları Grup Kumandanı L. Sanders Paşa’ya gönderdiği raporda; 3’üncü ve 20’nci Kolorduların sorumluluk mıntıkalarını belirtmiştir. Bu kapsamda 3’üncü Kolorduya, İskenderun şehri ve sahil kesimiyle İskenderun-Belen-Akdeniz Gölü-Afrin Nehri-Cebel-i Sem’ân’ın kuzey kısmı üzerindeki Zerîkân-Der Cemal-Tel Rıfat- Defterdar-Haleb Arkî (yolu) hattını ve Afrin vadisine kadar olan alanları muhafaza etmesi emredilmiştir.

Ayrıca Faysala bağlı Bedevi hareketinin (Harim) ve (Reyhaniye/ Reyhanlı) kasabalarına da sirayeti ihtimaliyle (İskenderun - Katma) (Antakya - Islahiye) şoselerinin korunabilmesi için 41’inci Tümenden bir taburun Topboğazı’na sevk edildiği bildirilmiştir. 53

52 ATASE. ATAZB. 43-1at. 53 ATASE. ATAZB. 43-1 ar.

295

(28 Ekim 1918’de 7’nci Ordu’nun konuşlanması ve emrindeki 3’üncü ve 20’nci Kolordu’nun mıntıkalarına göre savunma hatları - Harita Çizim: Enes DEMİR)

28 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa tarafından yayımlanan 11 numaralı Ordu emrine cevap yazan Grup Kumandanı Liman Fon Sanders ise kolordu mıntıkalarının belirlenmesini ve konuşlanma vaziyetini beğendiğini; bununla birlikte 3’üncü Kolordu mıntıkasının hem karadan hem denizden gelecek tehdit nedeniyle geniş olduğunu, bilhassa 24’üncü ve 41’inci Tümen birliklerinin bu saldırıları karşılamada zayıf kalacağını belirtmiştir.

Bu kapsamda verdiği emirle; daha kuzeydeki Erzin müfrezesinden bir alay ile makineli tüfekleriyle beraber iki taburlu 139’uncu Alayı, 3’üncü Kolorduya bağlı 41’inci Tümen emrine göndermiştir. Erzin’e

296 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ise takviye olarak Adana civarında bulunan iki tabur ve bir makineli tüfek bölüğü ile10’uncu Depo Alayını yollaması için 2’nci Ordu’ya emir vermiş; bölgedeki birliklerin İskenderun ve çevresinde dengeli olarak dağıtılması gerektiğini, her ihtimale karşı Raco (Afrin’in kuzeybatısı) güneyinde de bir kuvvetin bulundurulmasının faydalı olacağını belirtmiştir.54

7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa ise 29 Ekim 1918 sabahı Liman Fon Sanders’e gönderdiği cevapta;

- 3’üncü Kolordu mıntıkasının ifade edildiği şekilde nispeten büyük olduğunu, buna karşılık henüz 3’üncü Kolordu karşısında hücuma geçen bir düşman kuvveti olmadığını,

- 3’üncü Kolordu bünyesindeki 24’üncü Tümenin büyük çoğunluğuyla Afrin’in güneyinde Cebel-i Seman’ın kuzey sırtlarında konuşlandığını ve buradan bir alayın Reyhanlı ve Hamam’a gönderileceğini,

- Bir taburun İskenderun havalisindeki 41’inci Tümen emrine verileceğini; buna mukabil 24’üncü Tümene daha kuvvetli sayılabilecek Adana’dan gelen bir hücum ve bir makineli tüfek bölüğü verildiğini ifade etmiştir.55

İlaveten Liman Paşa’nın Erzin ve Adana’dan daha güneydeki birlikleri takviye etmek için birlik göndermesinin pek isabetli olduğunu belirterek Raco ve çevresinde de emredildiği üzere kuvvet

54 ATASE. ATAZB. 43-1au. 55 ATASE. ATAZB. 43-1au.

297

bulundurulacağını; esasında Katma’daki birliklerin yığılmasını engellemek için 3’üncü Kolordu karargâhının Kışla ile Kurt Kulağı istasyonu arasına alındığını, 7’nci Ordu karargâhını da fazla izdihamı engellemek üzere Katma’dan Raco’ya nakledeceğini bildirmiştir.56

Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti açısından son aktif muharebe günü 30 Ekim 1918 olmuştur. Dolayısıyla 30 Ekim tarihli akşam raporunda yer alan ifadelere göre; gün içerisinde 3’üncü Kolordu Cephesi sakin geçmiştir.57

MONDROS MÜTAREKESİ’NİN İMZALANMASI VE SONRASINDA 3’ÜNCÜ KOLORDU’NUN ASKERÎ FAALİYETLERİ

Osmanlı Ordusu ve İtilaf Kuvvetleri arasındaki cephede aktif bir şekilde harp vaziyeti devam ettiği sırada Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletlerini temsilen İngiltere arasında 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalanmış ve Osmanlı Devleti için dört yıldır devam eden Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. Mondros Ateşkesi 30 Ekim’de imzalanmasına rağmen mütarekenin başlangıcı 31 Ekim öğleden sonra olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte mütarekenin imzalandığı ve koşullarının tüm Osmanlı ana birlikleri ve bağlı ast birliklerine tebliğ edilmesi de bu yarım günlük süreç içerisinde olmuştur.

Bu esnada 31 Ekim sabahı cephe hattındaki gelişmelere bakıldığında 3’üncü Kolordu mıntıkasında yer alan Reyhanlı’da bedevilerin etkisiyle karışıklık çıktığı, Hamam’da bulunan 24’üncü Tümen bünyesindeki

56 ATASE. ATAZB. 43-1av. 57 ATASE. ATAZB. 43-1ba; 43-1baa.

298 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

58’inci Alay Kumandanı tarafından bildirilmişti. İlgili rapora göre; Hükümet-i Arabiye namına Reyhanlı’da hükümet konağına bayrak çekilmiş ve ilçeye bir İngiliz Subayı kumandasında 100 kişilik bir birlik girmişti. Bunun üzerine 58’inci Alaydan süratle bir sahra topçu takımı ile bir piyade bölüğünü emrine alan 24’üncü Tümen Kumandanı, Hamam’dan 18 kilometre güneydeki Reyhanlı’ya hareket etmiştir. Reyhanlı’ya ulaştıktan sonra ahaliye yayımladığı bildiri ile itaat etmelerini, aksi takdirde bu isyana katılanların kurşuna dizileceğini bildirmiştir. Bu konuda 7’nci Ordu Kumandan Vekili Ali Fuat Paşa tarafından 3’üncü Kolordu’ya isyan edenlerin itaat etmemeleri durumunda kurşuna dizilmesine dair emir verilmiştir.58

31 Ekim 1918 itibariyle mütareke yürürlüğe girdiğinde, 7’nci Ordu’ya bağlı 3’üncü Kolordu karargâhı hâlâ Afrin Kurt Kulak’ta idi. 3’üncü Kolordu’ya bağlı 24 Tümen ise bugünkü Afrin’in 5 km güneyinde yer alan Kerzecil’de konuşlanmıştı. Afrin Nehri ile Seman Dağı kuzeyinde kurulan geniş bir alanı ihtiva eden Türk savunma hattından Hamam ve İskenderun’a kadar olan hattı da 3’üncü Kolordu’ya mensup askerler koruyordu.59 Ateşkesten birkaç gün sonra ise 3’üncü Kolordu karargâhı da Afrin’den Belen’e taşınmıştır.60 Bununla birlikte 3’üncü Kolordu ’ya 2 Kasım 1918 tarihinde gönderilen emirde ise Kolordu’nun Afrin Nehri doğusundaki bölgeyi ve çevresini korumaya devam etmesi bildirilmiştir.61

58 ATASE. ATAZB. 43-1bc; Tekin, Hatay İşgal Yılları, ss.24-29. 59 Demir, Vazgeçilmeyen Topraklar Misak-ı Milli, ss.200-201. 60 “Mondros Mütarekesi Sonrası Suriye ve Irak Cepheleri”, ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.142, s.31. 61 ATASE. İSH. 352-172.

299

Aynı şekilde 3’üncü Kolordu, mütarekesi sonrası İngilizlerin ilk işgal etmek istediği ilk bölge olan İskenderun ve çevresini muhafazayla görevli olduğu için ateşkesin sahadaki tatbikine yönelik gelişmelerin bizâtihi muhatabı olmuş ve İngilizlerin isteklerini üst kumandanlıklarına bildirmiştir. Nitekim 7’nci Ordu ve Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı da İngilizlerle temas hattında bulunmasından mütevellid 3’üncü Kolordu Komutanlığından malumat istemekteydi.62

Mütareke sonrası 7’nci Ordu birliklerinin Halep kuzeyindeki geri çekilmeleri ve yeni kuruluşuna ilişkin Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa tarafından bir grup emri yayımlanmıştır. Emre göre 3’üncü Kolordu emrindeki 24’üncü Tümen, 20’nci Kolordu emrine girmiş ve geri çekilmenin emniyetli bir şekilde olabilmesi için kolordunun Katma-Tel Rıfat hattındaki birliklerini takviye amacıyla bölgeye gönderilmiştir. 20’nci Kolordu karargâhı ise lağvedilmesi düşünülen 7’nci Ordu karargâh subaylarıyla takviye edilmiştir.

3’üncü Kolordu emrinde bulunan İskenderun’daki 41’inci Tümen ise Toprakkale civarındaki 15’inci Kolordu emrine verilerek Payas’a çekilmek için talimat almıştır. 2’nci Ordu bünyesindeki 15’inci Kolordunun ise İskenderun’a yakın bir bölgeye karargâhını taşıması emredilmiştir. Müteakip gelen emirde ise 3’üncü Kolordu karargâhının bu sefer de Belen’den Adana’ya nakledilmesi istenmiştir. İskenderun’da bulunan 3’üncü Kolordu Komutanı Albay Selahaddin

62 ATASE. İSH. 269-189.

300 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bey’in 15’inci Kolordu bölgeye gelene kadar yerinde kalması uygun görülmüştür. Böylece bir bakıma 3’üncü ve 15’inci Kolordu görev değişimi yaşamıştır.63

İtilaf Kuvvetlerinin 3’üncü Kolordu mıntıkasında bulunan ilk işgal etmek istedikleri nokta, stratejik önemi haiz olan İskenderun olduğundan burayı işgal etmek için baskılarını arttırmışlardır. İtilafların işgal gerekçelerinin başında İskenderun yoluyla Halep’teki birliklerini ikmal etme isteği gelmekteydi. Bu sırada L. Sanders Paşa’nın yerine Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, İskenderun’un işgal edilmesine karşı direnmiş ve İngilizlerin olası çıkartma harekâtı yapması karşısında mütarekeye rağmen 41’inci Tümen Kumandanlığına ateş emri vermişti.64 Bunu haber alan Sadrazam İzzet Paşa ise emrin geri çekilmesini Mustafa Kemal Paşa’dan talep etmiştir.65

Mustafa Kemal Paşa, 41’inci Tümen Kumandanlığına gönderdiği bir diğer emrinde ise Mondros Mütareke şartlarının ikinci maddesine göre torpiller hakkında İtilaf Devletleri’nin Osmanlı sularındaki tüm torpil bölgeleri ve mevzilerinin gösterileceğini, bunların taranması veya temizlenmesi için istekte bulunulması halinde yardım edileceğini ancak karaya asker çıkartılmasına izin verilmemesini bildirmiştir.66 Bununla

63 “Mondros Mütarekesi Sonrası Suriye ve Irak Cepheleri”, ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.142, ss.75-76. 64 Demir, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, ss.117-118. 65 “Mondros Mütarekesi Sonrası Suriye ve Irak Cepheleri”, ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.142, ss.94-95. 66 Mahmut Bolat, “İşgalden Ankara Antlaşması’na Kadar Fransızların Hatay’da Uyguladıkları Politikalar (1918-1921)”, Anavatana Katılışının 80. Yılında Hatay

301

birlikte İngilizlerin siyasi ve askerî baskısı neticesinde 9 Kasım 1918’de, 41’inci Tümen birlikleri İskenderun’dan ve müteakip günler de Antakya, Reyhaniye, Belen gibi bölgelerden Payas-Dörtyol hattına çekilmeye başlamış; neticede İtilaf Kuvvetleri tüm bu bölgeleri işgal etmiştir.67

Bu süreçte 7’nci Ordu’nun lağvedilmesiyle 3’üncü Kolordu, Adana’daki 2’nci Ordu’ya bağlanmış; 1918 yılı Kasım ayı ortalarında da Payas’ın kuzeyine çekilmiştir. Bölgeden çekilen 41’inci Tümen, tümen deposundaki silahların bir kısmını muhtemel bir direnişe katkı sağlamak amacıyla bölge halkına dağıtmıştır.68 Nitekim gelen müteakip emirle 3’üncü Kolordu birlikleri, 25 Kasım 1918’de Ulukışla’ya hareket emri almıştır.69 14 Aralık 1918’de ise mütareke şartları gereği mütareke konuş yeri olan Sivas'a gelmiştir.70 Burada 9. Ordu Kıtaatı (III. Ordu) Müfettişliğine bağlanan 3’üncü Kolordu’nun 1919 yılındaki yeni teşkilatına göre Amasya’daki 5’inci Kafkas Tümeni ile Samsun’daki (daha sonra Trabzon) 15’inci Tümen bağlı birlikleriydi.71

Uluslararası Sempozyumu, 4-6 Nisan 2019, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2020, s.978. 67 Tekin, Hatay İşgal Yılları, ss.26-32; İskenderun’un İngilizler tarafından işgal edildiği, 41’inci Tümen’in Payas’ın kuzeyine alındığına dair arşiv kaydı. Bkz. ATASE. İSH. 67-76. 68 Mahmut Bolat, “Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı Sırasında Mondros Mütarekesi ve Sonrası Oluşan Duruma Tepkisi ve Hatay’a Yönelik Faaliyetleri”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, S.XVIII/Özel Sayı, 2018, s.86, 89. 69 ATASE. İSH. 256-156. 70 Türk İstiklal Harbi I Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, 3. Baskı, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1999, s.87. 71 Zekeriya Türkmen, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-1920), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s.34, 111.

302 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Millî Mücadele’nin merkezlerinden biri olan Sivas’ta konuşlanmasıyla Millî Mücadele hareketine önemli bir katkı sağlayan 3’üncü Kolordu, güney cephesindeki işgallere karşı Kuvâ-yı Milliye hareketini organize etmiş72 ve kolorduya bağlı birlikler işgalci Fransız güçleriyle mücadele etmiştir.73 Özellikle Maraş’ın geri alınmasına yönelik mücadele Selahattin Adil Bey’in74 sevk ve idaresinde Elbistan karargâhından idare edilmiştir.75 Bunun yanı sıra Amasya karaları, Amasya görüşmeleri, Sivas Kongresi gibi Milli Mücadelenin en temel icraatları, 3’üncü Kolordu mıntıkasında ve kolordunun sağladığı güvenlik ortamında icra edilebilmiştir.76

3’üncü Kolordu 1921 yılında Batı Cephesi’ne görevlendirilecektir. Sakarya Meydan Muharebesi’ne Tuğgeneral Kazım Paşa77 idaresinde Mürettep Kolordu bünyesinde katılmıştır. Büyük Taarruz hazırlıkları sürecinde Sivrihisar merkezli olarak yeni bağlıları; 1’inci Tümen,

72 Fahri Kılıç, “Millî Mücadele Döneminde Elbistan”, Asia Minor Studies, c.6, S.11. Ocak 2018, s.71, 81. 73 Mümtaz Ulusoy, İstiklâl Harbi’nde 2’nci Kolordu (1918-1921), Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2006, s.74. 74 1919 yılında iki aylık süreyle Albay Refet (Tümgeneral Refet BELE) de 3’üncü Kolordu’ya komuta etmiştir. 75 Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2009, s.66, 212 76 Türk İstiklal Harbi Batı Cephesi, c.2, kısım.2, 3.Bsk, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1999, s.107; 3’üncü Kolordu bölgedeki faaliyetleriyle ilgili ayrıca bkz. Orhan Doğan, “Millî Mücadele Döneminde Maraş’ta Müdafaa-i Hukuk Örgütlenmesi ve Kuvâ-yı Milliye’nin Kuruluş ve Faaliyetleri”, Millî Mücadele’de Güney Bölgesi Sempozyumu 25 - 27 Aralık 2013, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, ss.166-177. 77 Orgeneral Kazım ÖZALP.

303

41’inci Tümen ve 1’inci Süvari Tümeni’nden oluşan teşkilatıyla Batı Cephesi’ndeki görevine devam etmiştir.78

Büyük Taarruz Muharebelerine, Sakarya-Kocaeli hattından79 2’nci Orduya bağlı olarak katılan Albay Şükrü Naili Bey komutasındaki 3’üncü Kolordu, bu esnada 1’inci, 41’inci ve 61’inci Tümenleri bünyesinde barındırıyordu.80 Büyük Taarruz sonrası kazanılan zafer neticesinde 3’üncü Kolordu, Şükrü Naili komutasında 6 Ekim 1923’te İstanbul’a giren ilk Türk birliği de olacaktır.81

SONUÇ

1911 yılında kurulan 3’üncü Kolordu, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ana karargâhı olan Tekirdağ’dan Çanakkale Cephesi’ne gönderilmiştir. Gelibolu bölgesinde konuşlanan ve savaşa en hazır Osmanlı birliklerinden biri olan 3’üncü Kolordu, İtilaf Kuvvetlerinin taarruzlarına karşı Tuğgeneral Esat Paşa (Korgeneral BÜLKAT) komutasında Çanakkale Kara Muharebeleri’nin en şiddetli çarpışmalarının yaşandığı bölgede, başarılı savunma muharebelerinin

78 İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014, s.378; 3’üncü Kolordu’nun Batı Cephesi’ndeki faaliyetlerine ilişkin bkz. Hüsnü Özlü, “Arşiv Belgelerine Göre, Büyük Taarruz Öncesi, “Sad Taarruz Planı” Ve Mustafa Kemal Paşa’nın Genel Taarruz Planının Analizi”, Büyük Taarruzun 90. Yılında Uluslararası Millî Mücadele ve Zafer Yolu Sempozyumu 02-04 Ekim 2012, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, c.2, Ankara 2014, ss.939-950. 79 Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dönemi (23 Nisan 1920 - 29 Ekim 1923), IV’üncü Cilt 1’inci Kısım, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1984, ss.276, 314-317. 80 Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, ss.382-388. 81 Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1989, s.92.

304 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

merkezinde yer alarak İngilizlerin çekilmesinde pay sahibi olan birliklerden biri olmuştur.

Çanakkale Cephesi’nin kapanmasını müteakip Doğu Cephesi’ne gönderilen Tuğgeneral Ali Rıza Paşa (Tuğgeneral SEDES) idaresindeki 3’üncü Kolordu birlikleri Muş, Bitlis, Bingöl hattındaki mücadelelerde de başarı göstermiştir. Doğu Cephesi’ndeki görevini de başarıyla tamamlayan ve Osmanlı Ordusu içerisindeki savaş tecrübesine sahip birliklerden biri olan 3’üncü Kolordu, 1917 yılı başlarında Filistin Cephesi’ne gönderilmiştir. Bu süreç zarfında, 20 Haziran 1917’de Albay İsmet Bey (Orgeneral İNÖNÜ), 3’üncü Kolordu’nun komutasını üstlenmiştir.

Filistin-Suriye Cephesi’nde 1917 senesinde vuku bulan Birinci ve İkinci Gazze Muharebeleri’nde İtilaf Kuvvetlerine karşı 3’üncü Kolordu’nun da içinde bulunduğu Osmanlı birlikleri başarı elde etmiştir. Fakat 3’üncü Kolordu birlikleri, 1917 yılı Ekim ayı sonunda meydana gelen Birüssebi Muharebesi’nde yenilgiye uğramış; Gazze ve Birüssebi’den çekilmek durumunda kalmıştır. Söz konusu yenilginin en önemli neticesi olarak ise Kudüs İtilaf Kuvvetlerince kuşatılmış ve 9 Aralık 1917’de şehir işgale uğramıştır.

Bundan sonraki süreçte 1918 yılının ilk çeyreğinde meydana gelen Birinci ve İkinci Şeria Muharebesi’nde İtilaf Kuvvetlerinin ilerleyişini durduran Osmanlı Ordusu, 18-21 Eylül 1918’de meydana gelen ve Filistin-Suriye Cephesi başta olmak üzere savaşın da kaderi üzerinde büyük bir tesir oluşturacak Nablus/Megiddo Muharebesi’nde neticeleri ağır bir yenilgi almıştır. Bu büyük muharebede, 7’nci Ordu’ya bağlı

305

olan 3’üncü Kolordu’nun tertiplendiği savunma mevzileri, İngilizlerin ilk taarruzuna maruz kalan muharebe hatlarından biri olmuş ve cephe 8’inci Ordu bölgesinin yanı sıra bu bölgeden de yarılmıştır. Neticede 8’inci Ordu’nun çoğunluğunun imha olmasıyla 3’üncü Kolordu başta olmak üzere 7’nci Ordu’nun da kuşatılma riskiyle kar karşıya kalması sebebiyle Osmanlı Ordusu Nablus’tan kuzeye doğru Şam istikametinde geri çekilmiştir.

Nablus Muharebesi’nde alınan yenilgi sonrası Yıldırım Ordular Grup Kumandanlığı’nca Şam ve güneyinin savunulması maksadıyla geçici olarak 4’üncü Ordu’nun komutasına verilen Albay İsmet Bey idaresindeki 3’üncü Kolordu, Şam güneyindeki savunma hatlarını da koruyamamış ve ağır zayiat vererek Şam’ın kuzeyine çekilmiştir. Muharebenin kaybedilmesi ve cephe hattında meydana gelen hızlı çekilmeden ötürü sorumluluk yüklenen birliklerden biri olan 3’üncü Kolordu, bu kapsamda bazı eleştirilere de maruz kalmıştır.

Şam’dan itibaren Humus-Hama-Halep hattında kuzey istikametinde cereyan eden Osmanlı Ordusu’nun genel ricati (geri çekilme) esnasında 4’üncü Ordu’nun lağvedilmesiyle 3’üncü Kolordu, yeniden Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7’nci Ordu’ya bağlanmış; bu esnada 3’üncü Kolordu Komutanlığına İsmet Bey’in yerine Albay Selahaddin Bey (Tümgeneral ADİL) atanmıştır.

Neticede Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti için son ayı olan 1918 yılı Ekim ayının ortalarında, 7’nci Ordu Halep’te karargâh kurmuşken 3’üncü Kolordu karargâhı da Halep’in kuzeyindeki Katma’ya nakledilmiştir. 3’üncü Kolordu’nun Nablus’tan Şam’a,

306 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Şam’dan da Halep’e çekildiği süre zarfında verdiği zayiatlar ve cephe şartlarıyla bağlantılı olarak harp teşkilatında da (terkip ve tertibatında) değişiklikler meydana gelmiştir. Nitekim 3’üncü Kolordu, Katma’da karargâh kurduğu esnada 24’üncü ve 43’üncü Tümen birliklerinden müteşekkil olarak teşkilatlandırılmıştır. Halep savunmasının başladığı tarihten Halep’in tahliye edildiği 25/26 Ekim’e kadar olan süreçte 3’üncü Kolordu (20’nci Kolordu emrindeki birlikleri hariç) Katma merkezli olarak daha çok cephe gerisinde göre yapmıştır.

Halep’in kaybedilmesi ve İngiliz ileri harekâtıyla hasıl olan yeni tehditler karşısında, İskenderun-Antakya-Belen hattında konuşlu bulunan 41’inci Tümen de 3’üncü Kolordu’nun emrine girmiştir. Bu süreçte 3’üncü Kolordu, Katma ve çevresindeki birliklerinin bir kısmını, komutası altına dahil 41’inci Tümen’in mıntıkası olan İskenderun ve çevresine kaydırmıştır. 3’üncü Kolordu’nun diğer birlikleri ise Afrin Vadisi ile güneyindeki Cebel-i Seman (Halep batısı) hattında konuşlanmıştır.

Dolayısıyla 3’üncü Kolordu, Mondros Mütarekesi/Ateşkesinin imzalandığı 30 Ekim 1918’e kadar olan birkaç günlük süreçte 7’nci Ordu’nun batı kanadının korunmasından sorumlu olarak İskenderun- Antakya-Halep kuzeyi (Afrin) ve batısındaki hatlarda, İngiliz ilerleyişine karşı son savunma muharebelerini vermiştir.

3’üncü Kolordu Mondros Mütarekesi sonrası da Güney Cephesi’nde İtilaf Kuvvetlerinin işgal etmek istediği ilk bölgeler olan İskenderun, Antakya ve Halep kuzeyindeki hatlardan sorumlu olduğu için İtilaf Devletlerinin askeri temsilcilerinin temas kurduğu ve mütareke

307

şartlarının tatbikiyle ilgili en güncel bilgileri sahadan alan ve üst komutanlıklara, dolayısıyla İstanbul’daki Harbiye Nezaretine ulaştıran askerî birlik olmuştur.

Fakat mütarekenin ortaya çıkardığı siyasi ve askerî şartlar gereği 9 Kasım 1918’den itibaren İskenderun-Hatay-Afrin hattındaki birliklerini Payas istikametinde geri çeken 3’üncü Kolordu, müteakiben 1918 yılı Aralık ayında Sivas’a çekilmiştir. Burada yeniden konuşlanan 3’üncü Kolordu, Millî Mücadele’nin/İstiklal Harbi gerek siyasi ve idari faaliyetlerine güvenlik katkısında bulunmuş gerekse de Maraş-Antep hattında meydana gelen Fransız işgaline karşı verilen mücadelelerde askerî harekât açısından önemli görevler üstlenmiştir.

1921 yılında Batı Cephesi’ne görevlendirilen 3’üncü Kolordu birlikleri, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’da 2’nci Ordu’ya bağlı olarak cephenin kuzey hattında başarılı harekatlar icra etmiştir. Türk İstiklal Harbi’nin sona ermesiyle Lozan Antlaşması kapsamında, 6 Ekim 1923’te İstanbul’u teslim almaya giren Şükrü Naili komutasındaki ilk Türk birliği de 3’üncü Kolordu olmuştur.

Sonuç olarak; 3’üncü Kolordu’nun Balkan Savaşları’yla başlayan muharebe serüveni, Birinci Dünya Savaşı boyunca sırasıyla Çanakkale Cephesi, Doğu Cephesi, Filistin-Suriye Cephesi’nde devam etmiştir. 3’üncü Kolordu’nun bilhassa Filistin-Suriye Cephesi’ndeki askerî başarı ve başarısızlıkları cephenin sonucuna etki edecek mahiyette olmuştur. Millî Mücadelede ise Güney Cephesi ve Batı Cephesi’nde aktif görevler alan 3’üncü Kolordu kısa zamanda geniş bölgeleri kapsayan, son derece hareketli ve inişli çıkışlı bir harp performansı

308 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

sergilemiştir. Nihayetinde İstanbul’u teslim alan birlik olduğu için 1923’ten bugüne kadar hala İstanbul’daki karargâhında görev yapmaktadır. Bugün 3’üncü Kolordu, aynı zamanda NATO bünyesinde HRF (High Readiness Forces/Yüksek Hazırlıklı Birlik) Kolordusu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini NATO’da temsil etmektedir.

309

KAYNAKÇA

1. Arşiv Kaynakları

Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askeri Tarih Başkanlığı (ATASE Arşivi) a. Atatürk Koleksiyonu:

ATASE. ATAZB. 43-1ae, 43-1ac; 43-1 aca, 43-1ai, 43-1ag, 43-1ah, 43- 1aha, 43-1aj, 43-1ag, 43-1asa, 43-1au, 43-1 ar, 43-1au, 43-1av, 43-1ba, 43-1baa, 43-1bc. b. İstiklal Harbi Koleksiyonu:

ATASE. İSH: 67-76, 256-156, 269-189, 352-172.

Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu (Yayımlanmış Belgeler)

ATASE. BDH Fonu, Atatürk ve Filistin Cephesi Başlıklı Belgeler, Gnkur. ATASE Yayınları, http://www.ata.tsk.tr/content/media /11/AF_17.pdf, [15.04.2019 Tarihinde Erişildi]

ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.138, ss.30-31.

“Mondros Mütarekesi Sonrası Suriye ve Irak Cepheleri”, ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.142, s.31.

2. Kitâbî Kaynaklar ve Araştırma/Telif Eserler

Atatürk’ün Kaleminden Suriye ve Irak, Derleyen Musa Sarıkaya, Kaynak Yayınları, İstanbul 2018.

BELEN, Fahrî, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1918 Yılı Hareketleri, V. Cilt, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1967.

310 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Sina-Filistin Cephesi, IV’ncü Cilt, 2’nci Kısım, Genelkurmay Yayınları, Ankara 1986.

BOLAT, Mahmut, “İşgalden Ankara Antlaşması’na Kadar Fransızların Hatay’da Uyguladıkları Politikalar (1918-1921)”, Anavatana Katılışının 80. Yılında Hatay Uluslararası Sempozyumu, 4-6 Nisan 2019, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2020.

BOLAT, Mahmut, “Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı Sırasında Mondros Mütarekesi ve Sonrası Oluşan Duruma Tepkisi ve Hatay’a Yönelik Faaliyetleri”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, S.XVIII/Özel Sayı, 2018, s.86, 89.

Cevat Rifat, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin-SuriyeCephesinin Çöküşü, Suriye Hezimeti Faci’ası ve Sebepleri, yay. haz. Celil Bozkurt, Altınordu Yayınları, Ankara 2019.

DEMİR, Enes, Harp Raporlarına Göre Osmanlı Ordusu Filistin ve Suriye’den Nasıl Geri Çekildi?, Hiper Yayın, İstanbul 2019.

DOĞAN, Orhan, “Millî Mücadele Döneminde Maraş’ta Müdafaa-i Hukuk Örgütlenmesi ve Kuvâ-yı Milliye’nin Kuruluş ve Faaliyetleri”, Millî Mücadele’de Güney Bölgesi Sempozyumu 25 - 27 Aralık 2013, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, ss.166-177.

ESENKAYA, Ahmet, “Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart- 24 Nisan 1915 Günleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Bahar 2013, S.14, ss.49-83.

311

GÖRGÜLÜ, İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014.

GÜRALP, Şerif, 1918 Yılında Türk Ordusunun Filistin ve Suriye'den Çekilisinde 3 ncü Süvari Tümeninin Harekâtı, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2006.

HATİPOĞLU, Süleyman, “I. Dünya Savaşı Sonunda Halep Sokak Muharebeleri ve Mustafa Kemal Paşa”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 14 (42), Kasım 1998.

HATİPOĞLU, Süleyman, Filistin Cephesi’nden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009.

KEMAL, Cemal, Birinci Dünya Harbi’nde Filistin Cephesi, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2004.

KILIÇ, Fahri, “Millî Mücadele Döneminde Elbistan”, Asia Minor Studies, c.6, S.11. Ocak 2018, s.71, 81.

KÖSE, İsmail, Büyük Oyun’un Küçük Aktörü Şerif Hüseyin, Kronik Yayınları, İstanbul 2018.

Liman Fon Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. Eşref Bengi Özbilen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2018.

Mersinli Cemal Paşa’nın Yaveri Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi Hatıraları, Yay. Haz. Celil Bozkurt, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015.

ÖZER, İsmail, "Bir Taarruz, Üç Ricat: Sina-Filistin Cephesi Bozgunu

312 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ve Mustafa Kemal Paşa", Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, c.5, S.2, 2020, s.116.

ÖZGAN, Murat, “Taarruzdan Savunmaya Bir Ricat I. Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi (1914-1918)”, İnönü University International Journal of Social Sciences (INIJOSS), c.5, S.2, 2016, ss.2-6.

ÖZLÜ, Hüsnü, “I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde 16’ncı Kolordunun Harekât Planı, Muş ve Bitlis’in İşgalden Kurtuluşu”, 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu 25-27 Eylül 2014, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, ss.388-416.

ÖZLÜ, Hüsnü, “Arşiv Belgelerine Göre, Büyük Taarruz Öncesi, “Sad Taarruz Planı” Ve Mustafa Kemal Paşa’nın Genel Taarruz Planının Analizi”, Büyük Taarruzun 90. Yılında Uluslararası Millî Mücadele ve Zafer Yolu Sempozyumu 02-04 Ekim 2012, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, c.2, Ankara 2014, ss.935- 958.

TARIM, Mehmet Fatih, Birinci Dünya Savaşı’nda Yıldırım Orduları Grubu, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Hatay 2004.

TEKİN, Mehmet, Hatay İşgal Yılları ve Bağımsız Hatay Devleti Kronolojisi (1918-1939), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015.

Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay

313

Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmi Yayınları, Ankara 1962.

Türk İstiklal Harbi I Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, 3. Baskı, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1999.

Türk İstiklal Harbi Batı Cephesi, c.2, kısım.2, 3.Bsk, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1999

Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2009, s.66.

Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1989.

Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dönemi (23 Nisan 1920 - 29 Ekim 1923), IV’üncü Cilt 1’inci Kısım, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 1984.

TÜRKMEN, Zekeriya, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-1920), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011.

ULUSOY, Mümtaz, İstiklâl Harbi’nde 2’nci Kolordu (1918-1921), Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara 2006.

314 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EKLER

EK 1:

41’inci Tümen’in 3’üncü Kolordu emrine verildiği ve 3’üncü Kolordu’nun İskenderun ve çevresine İtilaf Devletlerinin sahil kesiminden olası çıkarma harekâtını engellenmesine dair 25 Ekim 1918 tarihli 7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa imzalı emir

ATASE. ATAZB. 43 -1aha

315

EK 2:

3’üncü Kolordu Kumandanı Mîr-alay (Albay) Mehmed Selahaddin tarafından 26 Ekim 1918 tarihli cephe durumu ve kolordunun harp nizamıyla alakalı bağlı olduğu 7’nci Ordu Kumandanlığına gönderilen rapor

ATASE. ATAZB. 43 - 1 al

316 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK 3:

3’üncü Kolordunun İskenderun sahil mıntıkası ve çevresi ile Antakya-Afrin Vadisi ve çevre yolların güvenliğinden sorumlu olduğuna dair 7’nci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa tarafından yayınlanan 28 Ekim 1918 tarihli ordu emir

ATASE. ATAZB. 43 - 1 at

317

EK 4:

3’üncü Kolordu’nun 15. Kolordu bölgeye gelen kadar İskenderun çevresinde gerekli tedbirleri almasına dair Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın 7 Kasım 1918 tarihli emri

ATASE Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, S.142 - BELGE NO: 23

318 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK 5:

Mondros Mütarekesi sonrası 7’nci Ordu Kumandanlığından ateşkesin tatbiki hususunda bilgi isteğiyle alakalı 3’üncü Kolordu Kumandanlığına gönderilen emir

ATASE. İSH. 269-189

319

320 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

SEKİZİNCİ BÖLÜM

HATAY’DA EĞİTİME FARKLI YÖNLERDEN BAKIŞ

Ömer Faruk KADAN*

321

322 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ İçerisinde bulunduğumuz bilgi ve teknoloji çağı devamlı değişkenlik gösteren bir yapıdadır. Bu değişkenlik nedeniyle farklı alanlarda her an yenilikler meydana gelmekte ve bu yeniliklere ayak uydurmak zorunlu bir hal almaktadır. İnsanoğlunun hayatını daha iyi ve kolay bir şekilde sürdürebilmesi bu yeniliklerden faydalanmasına bağlıdır. Bunu sağlamanın en temel yolu ise eğitimdir.

Eğitim, bireylerin değişimlere ayak uydurmalarına ve gelişim sergilemelerine olanak sağlayan faydalı bir vasıtadır. Bu vasıta sayesinde insanlar sorgulamakta, düşünmekte, analiz etmekte, yorumlamakta ve öğrenmektedirler. Eğitimin tanımının tartışmalı bir alan olduğu, onun üzerine farklı tanımlar yapıldığı ama temel olarak bireylerin davranışlarında yaşantıları yoluyla ve istendik bir biçimde değişim sağlama şeklinde ifade edilebileceği belirtilmiştir1. Eğitim, hem bireysel hem de toplumsal açıdan son derece önemli sosyal bir kurumdur. Bireylerin yaşamlarını sorunsuz bir şekilde sürdürmelerini sağlamanın yanı sıra toplumların da sosyal yaşamın kurallarına uygun biçimde hayatlarını sürdüren bireylere sahip olmasına olanak tanımaktadır. Bu yönüyle, sosyal düzeni sağlamanın ve gelişmiş bir toplum olmanın yolunun eğitimden geçtiğini ifade etmek mümkündür. Zira toplumların oluşum süreçlerinde kendilerine has değerlere başvurdukları ve bu değerleri barındıran yapıya ulaşmadaki en temel

*Öğr. Gör. Dr., Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Yabancı Diller YO, [email protected] 1 Selahattin Ertürk, “Son Makalesi Türkiye’de Eğitim Felsefesi Sorunu”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 3, 1988, s. 12-13.

323

aracın da eğitim olduğu bilinmektedir2. Bu doğrultuda, gelişim göstermesi beklenen tüm toplumların eğitime başvurması gerekmektedir.

Eğitim ve toplumu birbirinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Eğitim, toplumsallaştırma, insan kaynaklarını geliştirme, sanayileşme, ekonomik kalkınma, kültürel unsurları aktarma gibi birçok işlevi muhteva eden bir sistem olarak tanımlanmıştır3. Bu sebeple toplumlar, gelişim gösterebilmek için her alanda eğitime ihtiyaç duymaktadırlar. Eğitim ise toplumun ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir. Bu nedenle bir toplumun gelişmişlik düzeyini belirleyebilmek için o toplumun eğitim yapısının resmedilmesi yararlı olacaktır. Bu şekilde toplumda hangi konularda eksiklikler olduğu belirlenecek, eksikliklerin giderilmesi konusunda çalışmalar yapılabilecektir. Toplum olarak bir ülkeyi ele almak ve ülkedeki eksiklikleri belirlemek şüphesiz çok önemlidir. Fakat unutulmamalıdır ki daha küçük birimlerdeki sorunları tespit etmeden genele odaklanmak bazen sorunların çözümünde yeterince etkili olmayabilir. Bu nedenle öncelikle ülkede bulunan şehirlerin eksikliklerinin tespit edilmesi daha faydalı olabilir. Eğitime yönelik planlama yapılabilmesi için şehirlere ait eğitim yapısını bilmek ve incelemek gerekmektedir4. Bu amaçla farklı şehirlerin eğitim yapısını ortaya çıkaran çalışmalar

2 A. Kadir Aslan, “Eğitimin Toplumsal Temelleri”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 5, 2001, s. 28. 3 Jale Akhundova, “Eğitim ve Toplum Olgularının Etkileşimi: Sosyoekonomik ve Sosyopolitik Analiz”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, C. 4, S. 6, s. 15-27. 4 Abdulkadir Uzunöz, M. Şule Akgür, “Nevşehir İlinin Eğitim Fonksiyonlarının Eğitim Coğrafyası Açısından İncelenmesi”, Kapadokya Eğitim Dergisi, C. 1, S. 1, 2020, s. 14.

324 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

bulunmaktadır ama Hatay şehri için böyle bir çalışmaya rastlanmamıştır.

Hatay, gerek jeopolitik konumu gerekse çok kültürlü yapısı nedeniyle eğitim açısından ele alınması gereken önemli şehirlerden biridir. 18. yüzyılın ilk yarısında Antakya’da 30 medrese, 1 rüştiye mektebi, 17 Müslüman iptidai mektebi, 3 Rum mektebi, 1 Ermeni mektebi, 2 Protestan mektebi ve 1 Musevi mektebi bulunduğu belirtilmiştir5. O zamandan bugüne eğitim alanında çeşitli gelişmeler yaşanması normaldir fakat bu gelişimin ne oranda olduğunun belirlenip ülke geneliyle mukayese edilmesi ve eğitim yapısının resmedilmesi yararlı olacaktır. Belirli bir bölgenin eğitim yapısını resmedebilmek için o bölgede yaşayan insanların okuryazarlık durumu, eğitim düzeyleri, bölgedeki okullaşma oranı, okul sayısı, öğretmen sayısı, merkezi sınavlardaki başarı durumu vb. bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu doğrultuda, bu çalışmada Hatay ilinin adı geçen değişkenler aracılığıyla eğitim yapısını resmetmek amaçlanmıştır. Bu şekilde Hatay ilinin eğitim bağlamında ülkemizdeki yeri konumlandırılmaya çalışılmıştır.

YÖNTEM

Bu çalışma, betimsel bir araştırmadır. Betimsel araştırmalar, mevcut durumu mümkün olduğu kadar detaylı bir biçimde açıklamaya yönelik çalışmalar olarak tanımlanmıştır6. Araştırmada veri toplama tekniği olarak belgesel tarama kullanılmıştır. Belgesel tarama, mevcut kayıt ve

5 Bilgiler, Hatay Valiliği web sayfasından (hatay.gov.tr) edinilmiştir. 6 Şener Büyüköztürk, vd., Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Pegem Akademi Yay., 2008, s. 21.

325

belgeleri inceleyerek veri toplamak şeklinde ifade edilebilir7. Bu çalışmada da Hatay ilinin eğitim yapısını resmetmek amacıyla belgesel taramanın en uygun yöntem olacağına karar verilmiştir.

VERİLERİN TOPLANMASI

Çalışmada verileri toplamak amacıyla, tarihsel süreç içerisinde Hatay’ın eğitim durumuna ilişkin literatür taraması yapılmış, eğitim alanında yazılan kitap, makale ve tezlerin yanı sıra, TÜİK, Milli Eğitim Bakanlığı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi ve Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğü gibi kurumlara ait veriler elde edilmiştir.

VERİLERİN ANALİZİ

Yukarıda adı geçen kurumlardan elde edilen veriler, konunun somutlaştırılması amacıyla tablo ve grafiklerle sunulmuştur. Bu sayede Hatay şehrinin eğitim bakımından Türkiye’deki yerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.

BULGULAR

Cumhuriyet ilan edildiğinde, Türkiye'nin nüfusu 11-12 milyon civarında idi. Nüfusun tamamının %10'u ve kadınların %3'ü okuryazardı. Ülkemizde 4.894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise, 64 meslek okulu, 9 fakülte ve yüksekokul, olmak üzere toplam 5.062 kurum eğitim-öğretim faaliyeti yürütüyordu. Bu eğitim kurumlarında öğrenim gören öğrenci sayısı ilkokullarda 341.941, ortaokullarda 5.905, liselerde 1.241, meslek okullarında 6.547 ve yükseköğretimde 2.914

7 Niyazi Karasar, Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Akademi Yay., 2012, s. 183.

326 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olmak üzere toplam 358.548 idi8. 31 Aralık 2019 tarihi itibariyle ise Türkiye’nin nüfusu 83 milyon 154 bin 997 olmuştur ve toplam nüfusun %97.24’ü okuma yazma bilmektedir. Erkeklerin %99.2’si, kadınların ise %95.3’ü okuma yazma bilmektedir. Aynı tarih itibariyle, 24.790 ilkokul, 19.268 ortaokul, 13.046 ortaöğretim, 6.925 genel ortaöğretim, 6.121 mesleki ve teknik ortaöğretim, 3.979 fakülte ve yüksekokul örgün eğitim faaliyetini yürütmektedir9. Bu bölümde Hatay ili bazı değişkenler açısından Türkiye geneli ile kıyaslanmıştır.

HATAY İLİNİN OKURYAZARLIK DURUMU

2019 yılı itibariyle Hatay’da 6+ yaş grubu nüfusun %97.16’sı okuryazardır. Bu oran Türkiye ortalamasının (%97.24) 0.08 puan altındadır ve bu fark büyük değildir. Diğer taraftan cinsiyete ve yıllara göre Hatay ve Türkiye’nin okuryazarlık durumu aşağıdaki tabloda sunulmuştur.

8 Faruk Kaya, Ağrı İlinin Eğitim Coğrafyası, Ağrı Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, 2016, s. 30 9 Milli Eğitim Bakanlığı, Millî Eğitim İstatistikleri: Örgün Eğitim, Resmi İstatistik Programı Yayını, 2020.

327

Tablo 1. Hatay ve Türkiye’nin 2009-2019 Yılları Okuryazarlık Durumu* Cinsiyet Okuma yazma bilmeyen Okuma yazma bilen

2009 yılı 2019 yılı 2009 yılı 2019 yılı Kadın 85.818 22.053 520.546 688.139 Hatay Erkek 20.910 5.445 587.231 706.790 Toplam 106.728 27.498 1.107.777 1.394.929

Kadın 3.757.203 1.738.389 27.304.701 34.920.568

Türkiye Erkek 915.054 286.590 30.039.678 36.464.762 Toplam 4.672.257 2.024.979 57.344.379 71.385.330 * TÜİK verilerinden faydalanılmıştır (www.tuik.gov.tr).

Tablo 1 incelendiğinde, hem Türkiye’de hem de Hatay’da 10 yıllık süre zarfında okuma yazma bilmeyen nüfusta ciddi azalmalar meydana geldiği görülmektedir. 2019 yılı itibariyle Hatay’da okuma yazma bilmeyen nüfusun %80.20’sini kadınlar oluşturmaktadır. Bu oran Türkiye geneli için ise %85.85’tir. Bir başka deyişle, Hatay’da okuma yazma bilmeme durumu bakımından kadınların erkeklere oranı Türkiye ortalamasının altındadır. 10 yıllık süreçte Türkiye’de okuma yazma bilmeyen erkek nüfusundaki azalma %2,18 iken Hatay’da okuma yazma bilmeyen erkek nüfusundaki azalma %2,68 olmuştur. Türkiye’de okuma yazma bilmeyen kadın nüfusundaki azalma %7,36 iken Hatay’da okuma yazma bilmeyen kadın nüfusundaki azalma %11,04 olmuştur. Bu durum göstermektedir ki Hatay’da okuma yazma bilmeyen nüfustaki azalma oranı Türkiye ortalamasının üstündedir. Aşağıdaki şekiller Hatay ve Türkiye’deki okuryazarlık oranlarının 10 yıllık değişimlerini daha iyi resmedebilmek amacıyla verilmiştir.

328 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Şekil 1. Hatay İlinde 2009-2019 Yılları Okuryazarlık Durumu (%)*

100,00

95,00

90,00 Erkek 96,56 99,24 96,89 85,00 Kadın

85,85 80,00

75,00 2009 2019

* TÜİK verilerinden faydalanılmıştır (www.tuik.gov.tr).

Şekil 2. Türkiye’de 2009-2019 Yılları Okuryazarlık Durumu (%)*

100,00

95,00

90,00 Erkek 97,04 99,22 85,00 95,26 Kadın 87,90

80,00

75,00 2009 2019

* TÜİK verilerinden faydalanılmıştır (www.tuik.gov.tr).

329

Yukarıdaki grafikler incelendiğinde, hem Türkiye’de hem de Hatay ilinde kadın nüfusta okuryazarlık oranının erkek nüfusa kıyasla daha büyük bir artış sergilediği anlaşılmaktadır. Hatay’da bu oranın daha yüksek olduğu görülmektedir (%11,04 / %7,36). Bu sonuç Hatay ili için önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir.

Hatay İlinin Eğitim Durumu

2019 yılı itibariyle 6+ yaş Hatay nüfusu 1.443.874 (720.770 kadın ve 723.104 erkek) olarak hesaplanmıştır. Cinsiyet bakımından değerlendirildiğinde, Hatay’daki erkek nüfusun okuma yazma bilmeyen oranı %0,76 iken kadınlarda bu oran %3.11 idi. Aşağıdaki tabloda Hatay nüfusunun 2019 yılı itibariyle eğitim durumuna göre dağılımı aktarılmıştır.

Tablo 2. Hatay Nüfusunun Eğitim Durumu (2019 – 6+ Yaş)* Cinsiyet Okuma Yazma

Bilen

Fakat Bir

Okul

Bitirmey

Fakülte

İlkokul İlköğretim Yüksekokul veya Lisans Yüksek Lise ve Dengi Liseve Dengi Doktora Bilinmeyen en OrtaokulveDengi Kadın 119.974 202.0 50.93 127.1 110.0 72.69 4.52 715 10.5 37 7 95 61 4 6 78 % 8.30 13.99 3.52 8.80 7.62 5.03 0.31 0.05 0.73 Erkek 79.902 178.1 65.15 152.5 136.9 85.66 7.11 1.21 10.8 89 7 73 76 8 2 3 69 % 5.53 12.34 4.51 10.56 9,48 5.93 0.49 0.08 0.75 Toplam 199.876 380.2 116.0 279.7 247.0 158.3 11.6 1.92 21.4 26 94 68 37 62 38 8 47 % 13.83 26.33 8.03 19.36 17.1 10.96 0.80 0.13 1.48 * TÜİK verilerinden faydalanılmıştır (www.tuik.gov.tr).

330 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tablo 2 incelendiğinde, okuma çağına gelmiş 6+ yaş Hatay nüfusunun 2019 yılı itibariyle en fazla ilkokul mezunu olduğu (%26.33), bunu ortaokul ve dengi mezunlarının (%19.36) ve lise ve dengi mezunlarının (%17.1) izlediği görülmektedir. Bitirilen eğitim seviyesi bakımından en düşük oran doktora mezunlarına aittir (%0.13). Bu veriler Türkiye geneliyle kıyaslandığında şu sonuçlara ulaşılmıştır. 2019 yılı itibariyle 6+ yaş Türkiye nüfusu 74.031.169 (36.982.593 kadın ve 37.048.576 erkek) olarak hesaplanmıştır10. 6+ yaş Türkiye nüfusunun da en fazla ilkokul mezunu olduğu (%23.75), bunu lise ve dengi mezunlarının (%20.84) ve ortaokul ve dengi mezunlarının (%18.05) izlediği belirlenmiştir. Hatay ilinde Türkiye genelinden farklı olarak ortaokul mezunları lise mezunlarından fazladır. Bununla birlikte, Hatay ilinde olduğu gibi Türkiye genelinde de en düşük oran doktora mezunlarına aittir (%0.29). Fakat bu oran Hatay iline kıyasla daha yüksektir. Diğer taraftan, Türkiye geneli yüksekokul veya fakülte mezunu oranı %13.86 iken Hatay’da %10.96’dır. Ayrıca yüksek lisans mezun oranı dikkate alındığında Türkiye geneli oran %1.46 olduğu için Hatay’daki oranın neredeyse iki katıdır. Bu durumdan yola çıkarak, lise, lisans ve lisansüstü eğitimini tamamlamış bireyler bakımından Hatay’ın oransal olarak Türkiye geneline kıyasla geride kaldığı ifade edilebilir.

HATAY İLİNİN OKULLAŞMA DURUMU

Bir toplumda eğitimin sağlıklı yürütülebilmesi için yeterli sayıda okul ve öğretmen bulunmalıdır. Aynı zamanda o toplumdaki okullaşma oranının yüksek olması gerekmektedir. Bu bağlamda Hatay’daki

10 www.tuik.gov.tr

331

okullaşma durumu ele alınmıştır. Aşağıda, 2019 yılı itibariyle Hatay’da düzeye göre okul sayısı, öğrenci sayısı, öğretmen sayısı, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ve okullaşma oranı sunulmuştur.

Tablo 3. 2019 İtibariyle Hatay’da Düzeye Göre Bazı Veriler* İlkokul Ortaokul Lise Okul Sayısı 591 469 - Öğrenci Sayısı 145.091 150.391 127.697 Öğretmen Sayısı 8.443 9.370 8.002 Öğretmen Başına Düşen Öğrenci Sayısı 17 16 13 Okullaşma Oranı (Net) %94.01 %96.25 %85.21 * TÜİK verilerinden faydalanılmıştır (www.tuik.gov.tr).

Tablo 3’e göre Hatay’da öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilkokulda 17, ortaokulda 16, lisede ise 13’tür. Türkiye genelinde ise öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilkokulda 17, ortaokulda 15 ve lisede 11’dir. Bu durumda Hatay’ın, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından Türkiye geneli ile benzerlik sergilediğini ifade etmek mümkündür. Hatay’da okullaşma oranları incelendiğinde, ilkokulda %94.01, ortaokulda %96.25 ve lisede %85.21 olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye genelinde ise okullaşma oranı, ilkokulda %93.62, ortaokulda %95.9 ve lisede %85.01 şeklindedir. Bu oranlar kıyaslandığında her üç eğitim kademesinde de Hatay’daki okullaşma oranlarının Türkiye geneline göre az da olsa daha yüksek olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Hatay ve Türkiye’nin okul öncesi dönemde okullaşma oranları Tablo 4’te aktarılmıştır.

332 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tablo 4. Türkiye ve Hatay’da Okul Öncesi Dönemde Okullaşma Oranları (2019-2020)* Yaş Kadın (%) Erkek (%) Toplam (%) 3-5 39.99 41.08 40.55 Hatay 4-5 51.41 52.71 52.08 5 74.76 76.88 75.85 3-5 41.44 42.10 41.78 Türkiye 4-5 51.99 52.82 52.41 5 70.39 72.00 71.22

Tablo 4’teki okul öncesi dönemde okullaşma oranları incelendiğinde, en fazla okullaşmanın 5 yaşındaki bireylerde olduğu ve Hatay’daki toplam okullaşma oranının bu bağlamda Türkiye geneline kıyasla daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Yine de okul öncesi okullaşma oranlarının diğer eğitim kademelerine göre hem Hatay’da hem de Türkiye genelinde düşük kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında, okul öncesi dönemin erken çocuklukta eğitim düşüncesi yerine, ilkokula hazırlanma amacıyla anasınıfı eğitimi şeklinde düşünülmesi yol açmış olabilir11.

HATAY İLİNİN YÜKSEKÖĞRETİME İLİŞKİN DURUMU

Hatay ilinde 1992 yılında kurulan Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi ve önceden kendisine ait bazı birimlerin ayrılmasıyla kurulan İskenderun Teknik Üniversitesi bulunmaktadır. Bu bölümde, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğrenim gören öğrenci sayıları verilmiştir.

11 Kaya, a.g.e., s. 49.

333

Tablo 5. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Öğrenci Sayıları (2019- 2020)*

Cinsiyet Fakülte Yüksekokul Meslek Enstitü Genel Yüksekokulu Toplam Kadın 5.788 1.031 4.072 563 11.454 Öğrenci Erkek 5.745 1.057 5.380 875 13.057

Sayısı Toplam 11.533 2.088 9.452 1.438 24.511 * Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi verilerinden faydalanılmıştır.

Tablo 5 incelendiğinde, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde toplam 24.511 öğrenci olduğu anlaşılmıştır. Öğrenciler cinsiyet bakımından ele alındığında öğrencilerin %46.73’ünün kadın ve %53.27’sinin erkek öğrenci olduğu belirlenmiştir. Düzey olarak değerlendirildiğinde ise, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğrenim gören toplam 9.452 ön lisans, 13.621 lisans, 1.172 yüksek lisans ve 266 doktora öğrencisi bulunmaktadır12. Aşağıdaki grafikte öğrencilerin düzeylere göre yüzdelik dağılımları gösterilmiştir.

Şekil 3. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Öğrencilerinin Düzeye Göre Oranları (2019-2020)

Öğrenci Oranları (%) 4,78 1,09 Ön Lisans 38,56 Lisans 55,57 Yüksek Lisans Doktora

12 Bilgiler, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi web sayfasından (www.mku.edu.tr) edinilmiştir.

334 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Şekil 3’ten de anlaşılacağı gibi 2019-2020 akademik yılında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğrenim gören öğrencilerin büyük bir kısmı (%55.57) lisans öğrencisidir. Lisans öğrencilerini, Hatay’ın farklı ilçelerine yayılmış olan meslek yüksekokullarında öğrenim gören ön lisans öğrencileri (%38.56) izlemektedir.

HATAY İLİNİN MERKEZİ SINAVLARDAKİ BAŞARI DURUMU

Bir şehrin veya bölgenin eğitimdeki başarısını ortaya çıkaran en önemli göstergelerden biri, o şehrin veya bölgenin insanlarının merkezi sınavlardaki başarısıdır. Bu nedenle bu bölümde ilk olarak Hatay ilinin 2019 Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınav başarısı ele alınmış ve Türkiye genel ortalaması ile kıyaslanmıştır.

Tablo 6. Hatay İli ve Türkiye Geneli 2019 Yılında Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınava Katılan Öğrencilerin Alt Test Ham Puan Ortalamaları*

Din T.C. İnkılap Kültürü

Tarihi ve ve Ahlak Yabancı

Dil (10 Bilgisi Atatürkçülük Soru)

(10 Soru) (10 Öğrenci Öğrenci Sayısı

Ele Alınan Yer Soru)

Türkçe Soru) (20

Matematik (20 Matematik Soru) Fen Fen (20 Bilimleri Soru)

Hatay 24.806 8.93 2.65 6.97 5.75 5.59 3.51 Türkiye 1.029.555 9.45 2.80 7.27 6.04 5.91 3.62

* MEB Eğitim Analiz ve Değerlendirme Raporları Serisi, 2019

335

Tablo 6’ya göre, Hatay ilinden sınava katılan öğrencilerin 20 soruluk alt testler arasında en yüksek başarı gösterdikleri alt test Türkçe (8.93), en düşük başarı gösterdikleri alt test ise Matematiktir (2.65). Aynı inceleme 10 soruluk alt testler için yapıldığında öğrencilerin en yüksek başarı gösterdikleri alt test T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (5.75), en düşük başarı gösterdikleri alt test ise Yabancı Dildir (3.51). Hatay’dan sınava katılan öğrencilerin tüm derslerin alt test ham puan ortalamalarında Türkiye ortalamalarının altında kaldığı görülmüştür. En büyük farkın ise Türkçe dersinde olduğu anlaşılmıştır. Bu durumun nedenlerinin araştırılması ve Hatay’ın Türkiye ortalamasını yakalayabilmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Diğer bir merkezi sınav olan YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı) 2018 yılı bakımından Hatay ilinde ikamet edenlere ve Türkiye geneline ilişkin veriler aşağıdaki tabloda sunulmuştur.

Tablo 7. Hatay İlinde İkamet Edenlerin ve Türkiye Genelinin 2018 Yılı YKS Tablosu*

Ölçüt Birim Sayı Yüzde (%) YKS’ye Başvuran Hatay 47.557 100 Türkiye 2.381.412 100 Sınava Giren Aday Hatay 45.512 95.70 Türkiye 2.260.274 94.91 Tercih Yapma Hatay 34.629 72.82 Hakkı Olan Aday Türkiye 1.749.144 73.45 Tercih Yapmayan Hatay 10.899 31.47 Aday Türkiye 542.333 31.01

Tercih Yapan Aday Hatay 23.730 68.53

336 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Türkiye 1.206.811 68.99 Yerleşen Aday Hatay 16.288 68.39 Türkiye 857.232 71.03 Lisans Hatay 7.924 48.83 Türkiye 418.911 48.87 Ön Lisans Hatay 8.304 51.17 Türkiye 438.321 51.13 Yerleşemeyen Hatay 7.502 31.61 Aday Türkiye 349.579 28.97 Hatay’ın Başarı Sırası Ortalaması 640.284 Hatay’ın Türkiye Sıralaması 52 * YÖK, Yükseköğretime Geçişte İl-Bölge Başarıları ve Nüfus Hareketliliği

Tablo 7’den anlaşılacağı gibi Hatay ilinde ikamet edenlerden bir yükseköğretim programına yerleşenlerin oranı (%68.39), Türkiye genelinde yerleşenlerinkine (%71.03) kıyasla daha düşüktür. Diğer taraftan, Hatay’ın YKS 2018 Türkiye sıralamasında 52. Olduğu tespit edilmiştir. Bu durum, Hatay’ın YKS başarısı bakımından Türkiye’deki toplam 82 vilayet arasında iyi bir durumda olmadığını göstermektedir. Aşağıdaki tabloda Hatay ilinde ikamet edenlerin yerleştikleri öğretim türüne göre dağılımları verilmiştir.

Tablo 8. Hatay İlinde İkamet Edenlerin 2018 YKS Sonucunda Yerleştikleri Öğretim Türüne Göre Dağılımı* Lisans Ön Lisans Toplam Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Toplam 7.924 100 8.304 100 16.228 100 Gündüz 6.818 86.04 5.268 63.44 12.086 74.48 İkinci 775 9.78 1.048 12.62 1.823 11.23 Uzaktan 4 0.05 81 0.98 85 0.52 Açıköğretim 327 4.13 1.907 22.96 2.234 13.77 * YÖK, Yükseköğretime Geçişte İl-Bölge Başarıları ve Nüfus Hareketliliği

Tablo 8’e göre, Hatay ilinde ikamet edenlerin 2018 YKS sonucu en fazla yerleştikleri kademe ön lisans kademesidir. Ön lisans kademesine

337

yerleşmeye hak kazanan öğrencilerin büyük bir kısmı (%63.44) yükseköğretim kurumlarındaki bir gündüz programını tercih etmiştir. Benzer şekilde, lisans programına yerleşmeye hak kazanan adayların çoğunluğu (%86.04) gündüz programlarını tercih etmiştir. Açıköğretim programlarına yerleşmeye hak kazanan öğrenciler toplamda 2.234 kişidir ve oransal olarak %13.77’ye tekabül etmektedir.

Tablo 9. Hatay İlinde İkamet Edenlerin 2018 YKS Sonucunda Yerleştikleri Üniversite Türüne Göre Dağılımı* Lisans Ön Lisans Toplam Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Toplam 7.924 100 8.304 100 16.228 100 Devlet 6.836 86.27 7.630 91.88 14.466 89.14 Vakıf 606 7.65 361 4.35 967 5.96 KKTC 473 5.97 313 3.77 786 4.84 * YÖK, Yükseköğretime Geçişte İl-Bölge Başarıları ve Nüfus Hareketliliği

Tablo 9 incelendiğinde görülmektedir ki Hatay ilinde hem ön lisans hem lisans düzeyinde öğrenim görmeye hak kazanan öğrencilerin büyük bir kısmı (%89.14) devlet üniversitelerini tercih etmiştir. En az tercih gören öğretim kurumları (%0.06) yurtdışındaki kurumlar olmuştur.

SONUÇ

Bir toplumun kalkınabilmesi, o toplumdaki bireylerin eğitim bakımından yeterli seviyeye ulaşmaları ile mümkündür. Bunu sağlayabilmenin yolu, öncelikle toplumdaki eğitim yapısının açık bir şekilde ortaya koyulmasından ve analizler yoluyla irdelenmesinden geçmektedir. Ancak bu şekilde eksiklikler sağlıklı bir şekilde tespit edilebilecek ve giderilmesine yönelik gerekli önlemler alınabilecektir.

338 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bu çalışmada da bu doğrultuda TÜİK, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğü gibi kurumlardan elde edilen veriler ışığında, Hatay ilinin okuryazarlık durumu, eğitim durumu, okullaşma durumu, yükseköğretime ilişkin durumu ve merkezi sınavlardaki başarı durumu ele alınmıştır.

Elde edilen verilerin analizleri sonucunda, 2019 yılı itibariyle Hatay’da 6+ yaş grubu nüfusun %97.16’sının okuma yazma bildiği anlaşılmıştır. Okuma yazma bilmeyen nüfusun %80.20’sini kadınların oluşturduğu ve 2009-2019 yıllarını kapsayan 10 yıllık süreçte Hatay’da okuma yazma bilmeyen nüfustaki azalma oranının Türkiye ortalamasının üstünde olduğu belirlenmiştir. Hatay’daki 6+ yaş nüfusun 2019 yılı itibariyle en fazla ilkokul mezunu olduğu (%26.33), bunu ortaokul ve dengi mezunlarının (%19.36) ve lise ve dengi mezunlarının (%17.1) izlediği tespit edilmiştir. Lise, lisans ve lisansüstü eğitimini tamamlamış bireyler bakımından Hatay’ın oransal olarak Türkiye geneline kıyasla geride kaldığı ortaya çıkmıştır.

Hatay’ın, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından Türkiye geneli ile benzerlik sergilediği, Hatay’da okullaşma oranları incelendiğinde, ilkokulda %94.01, ortaokulda %96.25 ve lisede %85.21 olduğu anlaşılmıştır. Bu eğitim kademelerinde Hatay’daki okullaşma oranlarının Türkiye geneline göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Okul öncesi dönemde okullaşma oranları incelendiğinde ise en fazla okullaşmanın 5 yaşındaki bireylerde olduğu ve Hatay’daki toplam okullaşma oranının bu bağlamda Türkiye geneline kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

339

Yükseköğretim bakımından düşünüldüğünde 1992 yılında Hatay’da kurulan Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde 2019-2020 akademik döneminde toplam 24.511 öğrenci olduğu ortaya çıkmıştır. Üniversite öğrencileri cinsiyet bakımından ele alındığında öğrencilerin %46.73’ünün kadın ve %53.27’sinin erkek olduğu belirlenmiştir. Düzey olarak değerlendirildiğinde ise, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğrenim gören toplam 9.452 ön lisans, 13.621 lisans, 1.172 yüksek lisans ve 266 doktora öğrencisi olduğu bulunmuştur.

Hatay ilinin merkezi sınavlardaki başarısı ele alındığında Hatay ilinden sınava katılan öğrencilerin 20 soruluk alt testler arasında en yüksek başarı gösterdikleri alt testin Türkçe (8.93), en düşük başarı gösterdikleri alt testin ise Matematik (2.65) olduğu anlaşılmıştır. Aynı inceleme 10 soruluk alt testler için yapıldığında öğrencilerin en yüksek başarı gösterilen alt testin T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (5.75), en düşük başarı gösterilen alt testin ise Yabancı Dil (3.51) olduğu belirlenmiştir. Hatay’dan sınava katılan öğrencilerin tüm derslerin alt test ham puan ortalamalarında Türkiye ortalamalarının altında kaldığı ve en büyük farkın ise Türkçe dersinde olduğu anlaşılmıştır. Hatay’ın YKS 2018 Türkiye sıralamasında 52. olduğu tespit edilmiştir. Bu durum, Hatay’ın YKS başarısı bakımından Türkiye’deki toplam 82 vilayet arasında iyi bir durumda olmadığını ortaya çıkarmıştır. Bu durumun çözümü adına eğitim alanında eksikliklerin belirlenmesi ve çözümü adına harekete geçilmesi gerekmektedir.

340 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Sonuç olarak, bu çalışmada Hatay’ın eğitim yapısı farklı değişkenler aracılığıyla ortaya çıkarılarak bu alanda Hatay’a katkı sunacak çalışmaların önünün açılması hedeflenmiştir.

341

KAYNAKÇA

Akhundova, Jale, “Eğitim ve Toplum Olgularının Etkileşimi: Sosyoekonomik ve Sosyopolitik Analiz”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, C. 4, S. 6, ss. 15-27.

Aslan, A. Kadir, “Eğitimin Toplumsal Temelleri”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 5, 2001, ss. 16-30.

Büyüköztürk, Şener, vd., Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Pegem Akademi Yay., Ankara, 2008.

Ertürk, Selahattin, “Son Makalesi Türkiye’de Eğitim Felsefesi Sorunu”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 3, 1988, ss. 11-16.

Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi web sayfası, www.mku.edu.tr

Hatay Valiliği web sayfası, hatay.gov.tr

Karasar, Niyazi, Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Akademi Yay., Ankara 2012.

Kaya, Faruk, Ağrı İlinin Eğitim Coğrafyası, Ağrı Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ağrı 2016.

Milli Eğitim Bakanlığı, Millî Eğitim İstatistikleri: Örgün Eğitim, Resmi İstatistik Programı Yayını, Ankara 2020.

Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitim Analiz ve Değerlendirme Raporları Serisi, No: 7, MEB Yayınları, Ankara 2019.

342 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Uzunöz, Abdulkadir ve Akgür, M. Şule., “Nevşehir İlinin Eğitim Fonksiyonlarının Eğitim Coğrafyası Açısından İncelenmesi”, Kapadokya Eğitim Dergisi, C. 1, S. 1, ss. 12-27.

Yükseköğretim Kurulu, 2018 YKS Yükseköğretime Geçişte İl – Bölge Başarıları ve Nüfus Hareketliliği, YÖK Yayınları, Ankara 2019.

343

344 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

DOKUZUNCU BÖLÜM

AMİK OVASI VE ASİ HAVZASI’NDAKİ SU TAŞKINLARI

SORUNU VE SORUNUN ÇÖZÜMÜ*

Mehmet YILDIRIM**

345

346 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Etrafı dağlarla çevrili olan Amik Ovası, dağlardan akan akarsularla beslenen ve 1975 yılına kadar bir kısmı doğal göl olan verimli bir ovadır. Amik Gölü kurutulmadan önce Amik Ovası’nın önemli kısmı, özellikle kış aylarında göldeki su seviyesinin yükselmesiyle su altında kalırdı. Ayrıca Asi Vadisi boyunca Asi Nehri’nden taşan sular da Ovanın su altında kalmasına yol açardı. Taşkınlar, temelde iki nedenden kaynaklanmaktaydı. Birincisi, Asi Nehri üzerinde yapılmış olan su değirmenleri (su dolabı) ve setlerdi.1 Bu değirmen setleri suyun akışına mani olduğu için yükselen sular etraftaki arazilere taşardı. İkincisi neden ise Amik Gölü’nün güneybatı çıkışında yapılmış olan dalyanlardan kaynaklıydı. Balık tutmak maksadıyla yapılmış olan dalyanların önü setlerle yükseltildiği için, göldeki suyun Asi Nehri’ne akışı engelleniyordu ve Ova su altında kalıyordu. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde her iki sebebin ortadan kaldırılması için yoğun çaba gösterildi. 1943’te başlanan ıslah çalışmaları 1975’te gölün tamamen kurutulmasıyla sonuçlandı. Asi Nehri yatağının ıslahıyla nehirden kaynaklı taşkın sorunu büyük ölçüde giderildiyse de kurutma işlemine rağmen eski göl sahasındaki taşkın önlenemedi. Bu sorunun

* Bu makale, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi BAP Birimi tarafından desteklenip 20.02.2020 tarihinde sonuç raporu kabul edilen 18.M.034 no’lu “Osmanlı'nın Son Döneminden Cumhuriyet'e Amik Gölü Islah ve Kurutma Çalışmaları” başlıklı proje çalışmasından yararlanarak hazırlanmıştır. ** Dr., Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, Antakya/HATAY, [email protected]. 1 A. Faik Türkmen, Mufassal Hatay Coğrafyası ve Edebiyatı, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1937, s. 58.

347

kalıcı şekilde izalesi için Reyhanlı Barajı yapılmış ve 2020’de tamamlanmıştır.

1. OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE AMİK OVASI’NDA SU TAŞKINLARI

Asi Nehri’nin taşması ve Amik Ovasının su altında kalması tarihte sık görülen bir durumdu. Örneğin 1736 senesinde nehrin taşması sonucu çevredeki araziler su altında kalmış, köprüler zarar görmüş ve can kayıpları yaşanmıştı. Zarar gören Demir Köprü kullanılamaz duruma gelmiş, onarılması için Mimar Halil Ağa tayin edilmiş ve kendisine yardım etmek için Antakya’dan 80 işçi görevlendirilmişti. 2 Dolayısıyla arşiv belgeleri geriye doğru incelenirse taşkınların her dönemde de meydana geldiği görülecektir. Bu taşkınların temel sebebi, insanların zamanla nehrin akışına müdahale etmesi ve nehir yatağının belli bir derinliğe ulaşamamasıydı. Nehir yatağı gelen suyu soğurmada yetersiz kalınca, sular da Ovaya taşmaktaydı. Karasu ve Afrin başta olmak üzere diğer akarsular da Ovaya dolunca, gelen alüvyonlar Ovada birikiyor ve deltalar oluşuyordu. Ovadaki suyunun Asi Nehri’ne akması ise balık üretimi amacıyla tesis edilen bentler tarafından engellendiği için Ova zamanla rüsubat ile dolup bataklık halini alıyordu.3 Oysa nehir yatağındaki su değirmenleri ve dalyanlar kaldırılmış olsaydı, zamanla

2 Abdülkadir Gül, Antakya Kazası’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1709-1806), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum 2008, s. 297. 3 Amik Ovasının Teybîsi ve İrvası, Yenigün Matbaası, R. 1341, s. 3. Yazarı belli olmayan bu Osmanlıca rapor İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda “D_00416” demirbaş numarasıyla kayıtlıdır.

348 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

suyun cereyanından dolayı nehir yatağı derinlik kazanacaktı ve Ovada fazla su birikmeyecek, dolayısıyla bataklık oluşmayacaktı.4

Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türki’de belirttiğine göre “dalyan”; “balığı tedricen çıkarmak ve hususi tasarruf altında muhafaza etmek üzere deniz kenarında, koy ve boğazda yapılan mahdut ve mahsur yer” şeklindeki suni göllere denir. Türk Dil Kurumu da “dalyan”ı; “deniz, göl ve ırmakların kıyılara yakın yerlerinde ağ ve kazıklarla oluşturulan, büyük balık avlama yeri” şeklinde tanımlamıştır. İslam hukukundan kaynağını alan Osmanlı hukuk sistemine göre araziler devlete ait olduğu için, dalyanlar da devlete aitti. Devlet işletmesi (mukataa) olan dalyanlar ancak devlet izniyle belli bir bedel karşılığında ve belirli süreyle özel şahıslara kiralanırdı. Ayrıca elde edilen mahsulattan da vergi alınırdı.5

19. Yüzyılın ikinci yarısında Amik Gölü ve Asi Nehri üzerinde 15’ten fazla dalyanın mevcut olduğu görülmektedir.6 Bunlardan özellikle Mazlum Paşa’nın inşa ettiği ve çocuklarına miras kalan dalyanlar hakkında çok sayıda şikâyetin olması göze çarpmaktadır. Mazlum Paşa dalyanı bugünkü Büyükdalyan mıntıkasında olup 1970’li yıllara kadar işletilmiştir.7 Dalyan girişindeki bendin 1,5 metre yüksekliğinde ve 300 metre uzunluğunda olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca bentlerin

4 Göldeki bataklıkların sebebi ve sıtma sorununa dair Halep Mebusları Ali Cenani Bey ile Rifat Bey’in 1909 yılı başında Meclis’te yaptıkları sunum için bkz. Ek 3. 5 Osmanlı Devleti’nde balık mukataalarının işletilmesi hususunda bkz. Rıfat Günalan, “İstanbul’da Balıkçılık: XVI. Yüzyılda Dalyan Mukataaları”, İÜEF Tarih Dergisi, S. 48 (2008/2), İstanbul 2009, s. 17-27. 6 Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, MVL, 502/20. 7 Dalyanın konumu için bkz. Ek 1’de (X) olarak işaretlenen yer.

349

üzerinin tellerle çevrildiği ve bu tellerin arkasında biriken kamış, ot vb. cisimlerden ötürü suyun tahliyesinin engellendiği yazılıdır.8 Bu durum, başta Reyhanlı Aşireti olmak üzere göl etrafında mukim olan halkın hane ve arazilerinin su altında kalmasına yol açmaktaydı. Bu dalyanların yarattığı sorun, çok defa resmi makamlara şikâyet edildiği halde giderilememişti. Şikâyete konu olan sadece Mazlum Paşa dalyanı değil, daha güneydeki Küçükdalyan mıntıkasında, Vecihi Paşa’ya ait olup Asi Nehri üzerinde kurulu bulunan dalyan da taşkına neden olmaktaydı.9

Ovayı istila eden sular bir süre sonra çekilse de buralarda tarım yapılamıyor ve oluşan bataklıklarda yalnız sazlık oluşuyordu. Civardaki köylüler bu sazları toplayıp satarak ek gelir elde ediyordu.10 Taşkınlardan nispeten az etkilenen ve tarım yapılabilen alanlar ise, etrafında derin hendekler kazılmak suretiyle bataklıktan korunuyordu. Hendekler birkaç yılda bir dolduğu için yeniden temizlenerek açılıyordu.11 Kabaca yapılan hesaplamaya göre 19. Yüzyıl sonunda, daimi göl alanı 90 bin dönüm kadardı. Fakat taşkınlar esnasında su altında kalan toplam arazi 250 bin dönüme ulaşıyordu.12 Elbette bu taşkınların tamamı dalyanlardan kaynaklı değildi. Ova, doğal

8 http://www.hatayvatan.com/amik-golu-neden-kurutuldu.html 9 Aydın Efe, “XIX. Yüzyılda Amik Gölü ve Dalyanları”, İnsan ve Toplum Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 4, 2016, s. 933-954. Dalyanın konumu için bkz. Ek 1. (Y) olarak işaretli konum. 10 Türkmen, a.g.e., s. 61. 11 Türkmen, a.g.e., s. 61. 12 Kemal Şehoğlu, “Tartışma: Yerel Miras, Hafıza ve Sözlü Tarih”, Akdeniz Dünyası: Düşünce, Tarih, Görünüm, (Ed.: Eyüp Özveren v.d.), İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 239-240.

350 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

yapısından dolayı yağışlarda su altında kalmaya müsaitti. Zira ovanın tabanı ile gölün tabanı arasındaki kot farkı birkaç metreden ibaretti. Dolayısıyla yoğun yağışlarda ovanın önemli bir kısmı göl halini alıyordu. Yazın sular çekildiğinde ise Ovanın batı tarafında yüzlerce küçük adacık ortaya çıkıyordu.13

Amik Vadisindeki taşkınların tek sebebi dalyanlar değildi. Asi Nehri üzerinde sulama amaçlı yapılan ve bir kısmı Hazine-i Hassa’ya ait olan su dolaplarından (değirmen) ötürü de nehir civarındaki araziler taşkına maruz kalıyordu. Dolaplar vasıtasıyla nehirden su almak için nehir içinde taş yapılar ve setler inşa edilmişti. Sayıları 21’i bulan dolapların yaz aylarında nehirden çektiği su neticesinde nehir suyu % 70 oranında azalmaktaydı. Yağışın bol olduğu zamanlarda ise dolaplar ve bentler suyun akışına mani olduğu için taşkın oluşmaktaydı.14 Bu taşkınlar sonucu on binlerce dönüm arazi su altında kalıyor ve büyük zararlar doğuyordu. Bizzat Antakya kaymakamı Rauf Bey tarafından 1907 yılında yazılan bir arzda, su bentlerinin yüksekliğinin uygun seviyeye düşürülmesi için gereğinin yapılması isteniyordu. Bunun üzerine Hazine-i Hassa’ya ait olan taş kemerli köprünün (kantara) seviyesi düşürüldü15 ve zamanla diğer dolaplar da tamamen kaldırıldı.

13 Doktor Şerafettin Mağmumi, Anadolu ve Suriye’de Seyahat Hatıraları, Kahire 1909, s. 280. 14 Su dolaplarının bir örneği için bkz. Ek 2. 15 Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, DH.MKT. 1219/10.

351

2. CUMHURİYET DÖNEMİNDE AMİK OVASI’NDA SU TAŞKINLARI

Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından sonra tespit ettiğimiz ilk büyük taşkın 1940 yılında meydana gelmişti. 1 Şubat 1940 günü ve devamındaki günlerde verilen raporlara16 göre Demirköprü ile Eşrefiye arasında nehir taşmış ve Reyhaniye ile Saçaklı arasındaki yerler su altında kalmıştı. Babatorun Nahiyesi’ndeki Hacıpaşa Köyü ve Sahvara Köyü de su altında kalmış, farklı noktalarda onlarca ev yıkılmıştı. Reyhaniye Kasabası’nın bazı yerleri Afrin Nehri’nden ötürü taşkına maruz kalmış, Muratpaşa Köyü ve jandarma karakolu su altında kaldığı için tahliye edilmiş, özellikle Karasu’yun taşmasıyla civarındaki tarım arazileri hepten su altında kalmıştı.17

Bir yıl sonra aynı tarihlerde tekrar sel felaketi yaşandı. 1941 yılı Ocak ayı başında başlayan yağmurlar sonucu Demirköprü civarındaki aşağı ve yukarı Mirmiran Köyleri arasında Asi Nehri taşmış ve tarım alanlarını istila etmişti. Harbiye-Yayladağ yolu büyük hasar görmüş ve Defne Şelalesinden gelen su şebekesi hasar gördüğü için şehirde su kesintisi yaşanmıştı.18 Bu yağışlarda Asi Nehri, Antakya içinde normal seviyesini 1,5 metre, Demirköprü’de normal seviyesini 3,32 metre geçmişti. Afrin Nehri ise 2 metreye yakın yükselmişti. Defne Şelalesi

16 Raporlarda geçen yer isimleri olduğu gibi nakledilmiştir. 17 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 118-834-5. 18 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 119-846-21.

352 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ile işleyen 7 adet değirmenden 4’ü tamamen, 3’ü kısmen tahrip olmuştu.19

30 Ocak 1941’de yeniden başlayan yağmur sonucu oluşan taşkınlar 10 Şubat’a kadar devam etti. Reyhaniye Kazası ve civar köyleri su altında kaldığından köylere ancak kayıklarla ulaşıla biliniyordu. Bazı evler ve bir değirmen yıkılmış, 1.580 dönüm buğday, 500 dönüme yakın arpa ve 550 dönüm de yulaf ekili alan su altında kalmıştı.20 Asi Nehri kenarındaki Mezbaha, Tabakhane ve Ziraat Numune Bahçesi su altında kalmış, tarihi Roma Köprüsü’nün gözleri su ile dolmuştu. Ayrıca Paşa Köyü’nün bir kısmı ile Sehveri, Güzelburç, Kavasıt ve Demirköprü köylerini de su basmıştı.21

Bu afetler üzerine Amik Gölü’ndeki bataklıkların kurutulması ve Asi Nehri’nin ıslahı tekrar gündeme geldi. Cumhuriyet hükumetleri gerek sıtmayı yok etmek gerekse verimli tarım sahaları yaratmak maksadıyla bataklıkların kurutulmasına büyük önem vermekteydi. Bu amaçla onlarca bataklık kurutulmuş ve tarıma açılmıştır.22 Amik Ovası ıslah çalışması da bunlardan birisiydi. Yapılan ihalenin ardından Bayındırlık Bakanlığı ile Ankara’da ikamet eden Yüksek Mühendis Celal Cündoğlu arasında 19 Eylül 1942’de bir mukavele imzalandı. Bu ihalenin amacı

19 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 118-833-9. 20 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 118-834-10. Bu dönemde yerelden yazılan hasar raporlarından, bölgede ne tür ürünlerin yetiştiğini de tespit edebiliyoruz. Örneğin 19 Ekim 1940’ta meydana gelen şiddetli yağmurda Reyhanlı’daki çeltiklerin ve muz ağaçlarının zarar gördüğü yazılıdır: Bkz. Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 118-832-6. 21 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 118-834-3. 22 Cumhuriyet hükumetleri döneminde ıslah edilen bataklıklar için bkz. Haydar Çoruh, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Bataklık Islah Çalışmaları (1920-2000)”, Journal of Strategic Research in Social Science, C. 5, S. 1, s. 223-242.

353

Amik Gölü etrafındaki bataklıkları kurutarak buraları tarıma açmak ve Asi Nehri’ni ıslah ederek taşmasını önlemekti.23 Söz konusu kurutma ve ıslah işlerinin 1946 yılına gelindiğinde halen devam ettiği arşiv vesikalarından görülmektedir. Fakat Hatay Milletvekili Eyüp Durukan’ın 20 Şubat 1950’de TBMM’de Bayındırlık Bakanı’na sorduğu sorularda, 1943’te başlayan Amik ıslah çalışmalarının bir miktar ilerlediği ve göl seviyesinin bir miktar düşürüldüğü, bunun sonucunda on binlerce hektar arazinin tarıma kazandırıldığı, ancak 1943 sonrasında çalışmaların durduğu ifade edilmiştir. Çalışmaların tamamlanmasını ve Asi Nehri’nin temizlenip ıslah edilmesini isteyen Durukan, Afrin ve Karasu nehirlerinin çevreye yarardan çok zarar verdiğini, dolayısıyla bunların da bir an önce ıslah edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.24 Araştırmacı Zafer Sarı’nın verdiği bilgiye göre ise Gölün kurutulması 21 Eylül 1931’de Hatay Devleti zamanında gündeme gelmiş ama karar ancak 15 Ocak 1939’da alınmıştır. Gene Sarı’ya göre dalyan bentleri 1940-1950 arasında yıkılmıştır.25

Bu kısmi ıslaha rağmen 1952 ve 1953 yıllarında su taşkınları adeta felaket halini aldı. 25 Mayıs 1952’de Bakanlar Kurulu tarafından, Antakya Merkeze bağlı 11 ve Reyhanlı İlçesine bağlı 12 köyde Amik Gölü’nün taşması sonucu mahsulleri zarar görenlere 150 ton tohumluk buğday verilmesi kararlaştırıldı.26 Taşkınlar her yıl aynı şiddette

23 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2 / 99-58-7; 30-11-1-0 / 190-10-8. 24 T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, C. 24, Toplantı: 4, Birleşim: 51, s. 891. 25 Zafer Sarı, “Halep Vilayeti Salnamesinde Amik Gölü” Hatay Expres, (31 Mart 2017). 26 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2 / 129-43-8.

354 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

tekrarlanmasa da genelde aynı dönemde gerçekleşiyordu. Örneğin Şubat 1962’de sürekli yağışlar sonucu Göl seviyesi 79 m kotundan 81 m kotuna yükselmiş ve 13 bin hektar arazi su altında kalmıştı.27 2 Şubat 1968’te ise Reyhanlı İlçesine bağlı Aktaş Köyü su altında kalmış, burada 76, Kırıkhan İlçesi Kaskeyle Köyü’nde ise 22 ev zarar görmüştü.28 Dolayısıyla verdiğimiz örnek olaylar da göstermektedir ki her ne kadar dalyanlar Ovanın daha fazla su altında kalmasına etki yapmış olsa da taşkınların temel sebebi değildi. Taşkının temel sebebi Ovanın topoğrafyasıydı.

Amik Gölü, çevresindeki bataklıklarla beraber yaklaşık 310 km2 alana yayılmış olmasına rağmen yaz mevsiminde suyla kaplı olanı 61 km2 dolayındaydı. Taşkın zamanlarında bu 310 km2 nin büyük kısmı su altında kalmaktaydı. Gölü besleyen havza toplamda 6.600 km2 dolayındadır.29 Dolayısıyla Gölün, kendi alanının yüz katı kadar alandan yağmur suyu aldığını söyleyebiliriz. Göl seviyesi 1949’da 79,4 m ile en düşük, 1954 yılında ise 84,53 m ile en yüksek seviyeye ulaşmıştır.30 1943 öncesinde bentlerden dolayı daha yüksek irtifaya

27 Necat Ağca, “Amik Gölünün Kurutulmasının Çevresel Etkileri”, Ulusal Toprak ve Su Sempozyumu, 25-27 Mayıs 2011, Ankara, s. 147-152. 28 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2 / 220-40-4 ; 30-18-1-2 / 221-47-2. Yıllar itibariyle tek tek sayamayacağımız kadar çok sayıdaki taşkının verdiği hasarların bir kısmını konu edinen çalışma için bkz. Şafak Ural, “Cumhuriyet Döneminde Hatay’da Sel Baskınları Ve Alınan Önlemler (1940-1970)”, ss. 1869- 1895. 29 Göl alanı farklı zamanlarda farklılık göstermiştir. 1940 sonrası hem gölün girişindeki bentlerin kaldırılması hem de göl civarında kanallar açılarak tarım için arazi açılması neticesinde göl alanının küçüldüğü görülmektedir. Detaylı bir çalışma için bkz. Semir Köklü, Sulak Alanların Tarımsal Amaçlı Kullanılmasının Yarattığı Çevre Sorunlarının Amik Gölü Örneğinde İrdelenmesi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 2010. 30 Köklü, a.g.t. s. 8.

355

sahip olan gölün su seviyesi, yıldan yıla değişiklik göstermekle beraber tarım arazilerini sürekli tehdit etmekteydi. Reyhanlı, Kırıkhan ve Kumlu ilçelerinin Ova tarafındaki arazi ve yerleşkeleri daima bu riski taşımaktaydı. 2019 yılında bu riskin hala devam ettiği görüldü ve eski göl alanı aylarca su altında kaldı. Bunu önlemenin tek yolu, Ovadan Asi Nehri’ne muvasalayı sağlayan kanalların derinleştirilmesiydi. Fakat Devlet Su İşleri, su birikmeyecek şekilde daha derin kanallar açmaktan imtina etmişti. Çünkü böyle bir durumda, şiddetli yağışlarda Asi Nehri’nin debisi yükselecek ve Antakya kenti taşkına maruz kalacaktı. Çözüm olarak, Ovadaki fazla suyun başka bir havzada geçici bir surette tutulması uygun görüldü ve Reyhanlı Barajı yapımına bu sebeple mübaşeret olundu. 2020 yılında tamamlanan ve su tutmaya başlayan Reyhanlı Barajının hem taşkınlara kesin çözüm getireceği hem de Ovanın sulama ihtiyacını karşılayacağı öngörülmektedir.

3. TAŞKINLARIN YARATTIĞI SORUN: SITMA

Taşkınlar sonucu oluşan bataklıklarda türeyen sivrisinekler sıtma mikrobu yaydığı için bununla mücadele etmek ise ayrı bir sorundu. Amik Ovası civarında sıtmaya maruz kalmayan köy yoktu.31 Halep’e veya Antakya’ya giden yolcular Ovadan geçtiklerinde sıtmaya maruz kalmaktaydı. Örneğin Sermet Muhtar Alus hatıratında, 1897 yılında henüz çocukken Halep’e gidişinde Amik Ovası’nda sıtmaya

31 Turgut Yazar, “Hatay Ziraatine Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ziraat Dergisi, S. 21, 1941, s. 21.

356 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

yakalandığından bahseder ve “sıtmadan kavruklaşmış, bir deri bir kemik olup çıkmışım” diye yazmaktadır.32

Sıtmadan dolayı bazı dönemlerde çocuk ölümleri % 90’lara ulaşmaktaydı. Tarım alanlarının bataklık halini alması da eklenince bu sorunlardan dolayı yazın göl civarındaki köylerde neredeyse kimse kalmıyordu ve köylüler yüksek yaylalara çıkmayı tercih ediyordu.33

Yerel halk akşam olunca “cibinlik” denilen tüllerin altında kalmaktaydı. Fransız yönetimi döneminde sıtma ile mücadelede hiçbir adım atılmamıştı ve 1942’de ele alınan Amik Ovası ıslah çalışmasıyla beraber sıtma ile mücadele için de çalışmalar başlatılmıştı. Esasen bataklıklar kurutulunca sıtmanın da doğal olarak azalacağı öngörülmekteydi.34 Sağlık Bakanlığı sıtma ile mücadele için sık sık kinin göndermekteydi. Örneğin 1959 yılında yerel yetkililerin talebi üzerine 50 kg kinin bölgeye gönderilmişti.35

4. AMİK GÖLÜ’NÜN TAMAMEN KURUTULMASI

Asi Nehri ve Amik Ovasının sorunlarının tespiti ve ıslahı için 1957 yılında Devlet Su İşleri tarafından detaylı bir inkişaf raporu hazırlandı. Bu raporda taşkın sahaları tek tek tespit edildi. Bu sahalar şu şekildeydi:

-Asi’ni denize döküldüğü sahadaki taşkınlar

32 Sermet Muhtar Alus, “Bir Vakitki Deniz Hamamları”, Akşam Gazetesi, 11.06.1947. 33 “Amik Ovasının Teybîsi ve İrvası”, Rumi 1341, Yenigün Matbaası, s. 4. Bu Osmanlıca eser İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığında “D_00416” demirbaş numarasıyla kayıtlı olup, eserin yazarı belli değildir. 34 Yazar, a.g.m., s. 21. 35 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-10-0-0 / 225-515-15

357

-Antakya-Mirhop Boğazı arası taşkınlar

-Antakya Şehri civarı taşkınlar

-Suriye hududundan Amik Gölü, Küçük Asi Kavşağına kadar olan kısımdaki taşkınlar

-Afrin Taşkınları

-Karasu taşkınları

-Balık Gölü civarı taşkınları

Dörtyol ve İskenderun taşkınları da dahil edildiğinde tüm bu taşkınların yol açtığı zararın yıllık 4.254.000 liraya ulaştığı tespiti yapılmaktaydı. Şayet inkişaf raporunda teklif edilen tesisler (Amik Gölü Rezervuarı, Mirhop Barajı, Harim Taşkın Kanalı) yapılırsa Amik Ovasında 10.680 hektar, Samandağ Ovasında ise 520 hektar arazinin taşkından korunacağı belirtilmekteydi. Özellikle Karasu (Torunköprü), Afrin (Müşrifli) ve Asi Nehrin (Demirköprü) taşkın noktalarının önemi üzerinde durulmaktaydı.36

DSİ kurutmuş olduğu bataklık araziyi köylüye tahsis etti ve bunun karşılığında köylü “kurutma ücreti” adı altında devlete her sene belli bir miktar ödemede bulunmaktaydı.37

Asi Nehri’nden kaynaklı olan taşkınların sonraki yıllarda devam eden projelerle büyük ölçüde bertaraf edildi. Fakat Amik Ovasının

36 Asi Havzası İnkişaf Raporu, Nafia Vekâleti Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Etüt ve Plan Dairesi Reisliği, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara 1958. 37 Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-2 / 315-34.

358 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

bataklıktan tamamen kurtarılması hala mümkün olamamıştı. Araziyi taşkından kurtarmak maksadıyla göl civarında kanallar açmak suretiyle Devlet Su İşleri tarafından yapılan yatırımlar, 1966 yılında 50 milyon TL’ye ulaşmıştı ve bu yatırımlar sayesinde 18 bin hektar arazi taşkınlardan korunur hale gelmişti. Bu tarihte Amerikan menşeili bir firmanın hazırlamış olduğu raporda önemli tespitlere yer verilmişti. Rapora göre Amik Gölünü çevreleyen sahalardaki taşkınların başlıca sebebi, Göle gelen su akımlarının Küçük Asi yoluyla Asi Nehri’ne büyük ölçüde suyun boşaltılamamasından kaynaklandığı belirtilmekteydi. Zaten yetersiz kalan Küçük Asi’ye bir de Ovadan rüsubat taşındığı için, tahliye imkânı daha da azalmaktaydı. Gene aynı raporda, son yıllarda taşkınlarda 15,700 arazinin taşkına maruz kaldığı, normal Gölün ortalama sathının 6,700 hektar olduğu ama fazladan 6,800 hektarın daha sularla dolduğu yılın belli döneminde su altında kaldığı da belirtilmekteydi.38

Raporda Asi Nehri’nin tabanının 1.5 m derinleştirilmesi ve kıvrımların düzeltilmesi, ayrıca Asi Nehri üzerindeki Roma döneminden kalma taş köprü ile Demirköprü mevkiindeki taş köprünün de kaldırılması gerektiği belirtiliyordu.39 Rapor Göl için ise nihai çözümün, Gölün tamamen kurutulması ve Göle gelen akarsuların drenaj ile doğrudan Asi Nehrine bağlanmasını, böylece bataklıkların kurutulmasını ve tarıma uygun hale getirilmesini önermekteydi.40 1966 yılında ıslah edilmeyen

38 International Engineering Company’nin Amik Gölü ve Tahtaköprü Barajı için hazırladığı fizibilite raporu (1966), Kısım İki (2-II-2). Yer: Cemil Meriç Halk Kütüphanesi, Antakya. 39 a.g.r. 2-IV-3. 40 a.g.r., 2-VI-2.

359

tek akarsu yatağı Harim deresi ve bunun haricinde Hassa dolayındaki Höpürün çayı ve Bakras deresiydi. Afrin deresi ve bu derelerin taşkını sonucu her yıl ortalama iki bin hektar arazi su altında kalmaktaydı.41

Söz konusu rapor dikkate alınarak Gölün tamamen kurutulması için başlatılan çalışmalar 1975 yılına gelindiğinde büyük ölçüde sonuçlandı ve Göl tamamen kurutuldu. Buna rağmen Asi Nehri üzerinde zaman zaman taşkınlar meydana geldi. Fakat daha önemlisi Amik Ovası bazı dönemlerde tamamen su altında kalmaya devam etti. Örneğin Mayıs 1998’de meydana gelen taşkında Amik Ovası’ndaki ekili alan büyük ölçüde zarar gördü ve 500’e yakın ev su altında kaldı. Gene Mayıs 2001’de, Aralık 2009’da, 2012 Ocak sonunda ve son olarak Ocak 2019’da ova su altında kaldı.

SONUÇ

Amik Gölü havzasında ve Asi Nehri civarında meydana gelen su taşkınları son yüz elli yıllık süreç içinde incelediğinde, bunların bir kısmının Ovanın topoğrafyasından bir kısmının ise su kaynaklarından daha çok yararlanmak amacıyla yapılan müdahalelerden kaynaklı olduğu görülmüştür. Geçmişte su gücünden daha çok yararlanmak amacıyla özel şahısların yaptığı yatırımların negatif bir dışsallık yaratarak çevreye ciddi zararlar verdiğinden söz etmek mümkündür. Bu negatif etki iki şekilde olmuştur; Amik Gölü girişindeki dalyanların önüne setler çekilerek ve Asi Nehri üzerine su değirmenleri yapılarak. Her iki menfi duruma da devletin müdahale ettiği ve oluşan zararların

41 a.g.r., 2-II-4.

360 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

giderilmesi için kamu otoritesinin hassas davrandığı görülmektedir. Beşeri kaynaklı her iki negatif dışsallık 1950’lere gelindiğinde ortadan kaldırıldığı halde, topoğrafyadan kaynaklı doğal sorunların devam ettiği görülmüştür. Bu coğrafyadan kaynaklı sorunların izalesi için ise çalışmalar günümüze kadar devam etmektedir. Kamu otoriteleri tarafından hemen her sene tekrarlanan bu taşkınları engellemek için, 2010 yılında Reyhanlı’da yeni bir baraj yapımına başlanmıştır. 2020’de tamamlanan bu projeyle yüzbinlerce dönüm arazi suya kavuşacak ve 200 bin dönümlük arazi de taşkından korunmuş olacaktır. Dolayısıyla yağmurun şiddetli olduğu dönemde havzaya akan suyun hepsinin, taşkına sebebiyet vermeyecek şekilde, Asi Nehri vasıtasıyla denize akıtılması mümkün olmadığından, suyun gerideki bir barajda depolanması ve yaz aylarında su ihtiyacının arttığı dönemde sulama amaçlı kullanılması, hem ovayı taşkın riskinden koruyacak hem de verimliliğe katkı yapacaktır. Böylece Asi havzasındaki arazi de asırlardır süregelen taşkın tehlikesinden korunmuş olacaktır.

361

KAYNAKÇA

Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi

MVL, 502/20, DH.MKT. 1219/10.

Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi

30-10-0-0 / 118-834-5, 30-10-0-0 / 119-846-21, 30-10-0-0 / 118-833-9, 30-10-0-0 / 118-834-10, 30-10-0-0 / 118-832-6, 30-10-0-0 / 118-834-3, 30-18-1-2 / 99-58-7, 30-11-1-0 / 190-10-8, 30-18-1-2 / 129-43-8, 30- 18-1-2 / 220-40-4, 30-18-1-2 / 221-47-2, 30-10-0-0 / 225-515-15, 30- 18-1-2 / 315-34.

Yazılı ve Basılı Eserler

Amik Ovasının Teybîsi ve İrvası, Yenigün Matbaası, R. 1341.

Ağca, Necat, “Amik Gölünün Kurutulmasının Çevresel Etkileri”, Ulusal Toprak ve Su Sempozyumu, Ankara, 25-27 Mayıs 2011.

Çoruh, Haydar, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Bataklık Islah Çalışmaları (1920-2000)”, Journal of Strategic Research in Social Science, C. 5, S. 1, ss. 223-242.

Efe, Aydın, “XIX. Yüzyılda Amik Gölü ve Dalyanları”, İnsan ve Toplum Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 4, 2016.

Gül, Abdülkadir, Antakya Kazası’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1709- 1806), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2008.

362 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Günalan, Rıfat, “İstanbul’da Balıkçılık: XVI. Yüzyılda Dalyan Mukataaları”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 48 (2008/2), İstanbul 2009.

International Engineering Company Inc., Amik Developmanı Fizibilite Raporu (1966). Yer Cemil Meriç Halk Kütüphanesi, Antakya.

Mağmumi, Doktor Şerafettin, Anadolu ve Suriye’de Seyahat Hatıraları, Kahire 1909.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, C. 2, İctima Senesi 1, , TBMM Basımevi, Ankara 25 Şubat 1324 (10 Mart 1909).

Sarı, Zafer, “Halep Vilayeti Salnamesinde Amik Gölü” Hatay Expres, (31 Mart 2017).

Şehoğlu, Kemal, “Tartışma: Yerel Miras, Hafıza ve Sözlü Tarih”, Akdeniz Dünyası: Düşünce, Tarih, Görünüm, (Edl.: Eyüp Özveren v.d.), İletişim Yayınları, İstanbul 2006.

T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, C. 24, Toplantı: 4, Birleşim: 51.

Türkmen, A. Faik, Mufassal Hatay Coğrafyası ve Edebiyatı, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1937.

Ural, Selçuk, “Cumhuriyet Döneminde Hatay’da Sel Baskınları Ve Alınan Önlemler (1940-1970)”, Anavatana Katılışının 80.Yılında Hatay Uluslararası Sempozyumu Bildiriler, 4-6 Nisan 2019, Hatay. Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2020.

363

Yazar, Turgut, Hatay Ziraatine Bir Bakış, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ziraat Dergisi, S. 21, 1941.

364 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EKLER EK 1.

Osmanlı döneminde Amik Gölü’nü gösteren harita. (x) olarak işaretlediğimiz nokta Mazlum Paşa dalyanını, (y) olarak işaretlediğimiz nokta ise Vecihi Paşa dalyanını göstermektedir.

Kaynak: Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, HRT.h.. 2270/1.

365

EK- 2. Antakya Kasabasında Emlak-ı Seniyye Su Dolapları Resmi.

Kaynak: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No. 90427 / 34

366 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

EK- 3

Kaynak: Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, C. 2, İctima Senesi 1, TBMM Basımevi, Ankara 25 Şubat 1324 (10 Mart 1909), s. 226.

367

368 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ONUNCU BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE HALEP VİLAYETİ MERKEZ HAPİSHANESİ

Yüksel BABANINOĞLU*

369

370 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Medeniyetler inşa edilirken insanlar, toplum hayatını düzenleyici kurallar oluşturmuş, bu kuralların ihlâli durumunda uygulanmak üzere cezai yaptırımı uygulamıştır. Bunun neticesinde bir cezai yaptırımlar getirmişlerdir. Kadim dünyada kanunu çiğneyen kişinin cezalandırılmak maksadıyla kapatılması, hapsedilmesi yaygın ve kurumsallaşmış bir uygulama değildir. Ceza uygulaması, genellikle suçlunun bedenine yönelik şiddet kullanılması şeklindedir. İdari altyapısı derinleşmemiş ve kontrol teknolojileri gelişmemiş kadim siyasi yapılarda ferde ve topluma en etkin mesaj gönderme yolu bedene yönelik şiddet olduğundan bu tarz cezalandırmalar halkın gözü önünde icra edilmiştir1. 17. Yüzyılın sonundan itibaren bedene uygulanan bu uygulama yerini hapis cezasına bırakmaya başlamıştır2. Avrupa’da Aydınlanma dönemiyle birlikte bedenin dokunulmazlığını garanti eden ve hürriyetten yoksun bırakma yoluyla zengin ile fakiri aynı şekilde cezalandıran hapis cezası insanî bir çözüm olarak görülmüştür. Dolayısıyla hapis ve para cezası uygulamaları yaygınlaşmıştır. Diğer taraftan hürriyeti bağlayıcı ceza ölçülebilir olduğundan, cezanın hesaplanması da bir mantığa dayanmaktaydı3. Zihniyetle birlikte suç ve

* Dr. Öğr. Üyesi, Gaziantep Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e- posta: [email protected] 1 Gültekin Yıldız, Mapusâne Osmanlı hapishanelerinin Kuruluş Serüveni (1839- 1908), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012, s. 5-7. 2 Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi, Ankara 1992, s. 9-12. 3 Timur Demirbaş, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı, Edt. Emine Gürsoy Naşkalı- Hilal Oytun Altun, Kitabevi yayınları 2. Baskı, İstanbul 2010, s. 4.

371

suçlu tanımları ile suçluya müdahale yöntemleri değişirken, devletin suça müdahale kapasitesi ve suçu kontrol etme imkânı artmıştır4.

Tanzimat Fermanı’nın ilânıyla birlikte Avrupa’daki bu gelişmeler Osmanlı’da da etkisini göstermişse de hapishanelerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar mümkün olmamıştır. Bunun en önemli nedeni ise Osmanlı Devleti’nde İslâm hukukunun uygulanması ve İslâm hukukunda da hapis cezası yerine genellikle bedeni cezalar uygulanması olmuştur5. İslam hukukunun kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’de gerek dinî ve ahlâkî gerekse hukukî anlamda yasak ve suç belirlemeleri yapılmış, hatta bunlardan bir kısmı için bazı cezalar öngörülmüştür. Ancak hapis cezasından ne genel bir cezalandırma şekli ne de belli bir suçun cezası olarak söz edilmiştir6. Bahsi geçen hapsetme olgusu, suçluyu cezalandırmadan çok ceza belirleninceye veya infaz edilinceye kadar tutuklama veya uyarı amaçlı kısa süreli bir cezalandırma aracı olarak kabul edilmiştir. Bu cezanın infazı için de genellikle saray, kale, hisar, kule, tersane zindanları, devlet görevlilerinin konutları birer mahbes olarak kullanılmıştır7.

Osmanlı’da mahbes olarak kullanılan bu yerler dar, havasız, az ışık alan ve insan sağlığına uygun olmadığı için sık sık Avrupalı diplomatlar tarafından eleştirilerek ıslah edilmeleri istenmiştir8. Bu nedenle İstanbul

4 Hasan Şen, “Osmanlı’da Hapishane Mefhumu”, Osmanlı’da Asayiş Suç ve Ceza 20. Yüzyıllar, Der. Noemi Levy, Alexandre Toumarkıne, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s. 203. 5 Demirbaş, a.g.m., s. 29. 6 Ali Bardakoğlu, “Hapis”, TDVİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 54. 7 Yıldız, a.g.e., s. 8, 24. 8 Mehmet Temel, “XX. Yüzyılın Başlarında Menteşe Sancağı Hapishaneleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 26, 2009, s.111

372 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

zindanları 1831 yılında kaldırılarak, Sultanahmet'te Mehterhane olarak anılan İbrahim Paşa Sarayı'nın bir kısmında Hapishane-i Umumî kurulmuştur. Ancak, Avrupa tarzı hapishanelerin kurulmasıyla ilgili esas düzenleme Tanzimat Fermanıyla birlikte kabul edilen 1840 (1256), 1851 (1267) ve 1858 (1274) tarihli ceza kanunlarının kabulüyle olmuştur. Islahat Fermanının ilânıyla da ilk defa ceza ve tevkifhanelerdeki olumsuz koşulların düzeltilmesine dair hükümlere değinilmiştir9. Bu hazırlıkların sonucu olarak 19. yüzyılın sonlarında modern hapishaneler inşa edilmesi planlanmış ise de ülkenin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik ve siyasi koşullar nedeniyle gerçekleştirilememiştir10. Onun yerine mahbesler tamir edilerek hapishane şartlarına biraz daha uygun hale getirilmiştir. Bir ya da iki katlı, kârgir ve genellikle dikdörtgen plânlı olan bu mütevazı yapılar uzun süre yeni hapis mekânları olarak kullanılmıştır11. Bunların yanında bazı hanelerin kiralama usulüyle hapishane olarak kullanıldığı da olmuştur. Özellikle de bahsi geçen hapishanelerin sıhhi şartlar, sayı ve kapasite olarak yetersizliği nedeniyle kiralama usulüne sıklıkla başvurulmuştur12.

Yüzyılın sonlarında Anadolu ve Rumeli’de yaşanan olaylar neticesinde siyasi suçların artmasıyla mahkûm sayısı ve buna bağlı olarak sorunlar

9 Demirbaş, a.g.m., s. 29-31. 10 Temel, a.g.m, 112. 11Emine Gümüşsoy, “19. Yüzyıl Sonu ve 20. Yüzyıl Başlarında Gebze Hapishanesi”, Uluslararası Gazi Akçakoca ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, Kocaeli 2014, s. 1006. 12 BOA.DH.MB.HPS. Dosya No:43/4, lef 2, 16 zilhicce 331; Yüksel Babanınoğlu, “Osmanlı Devleti’nde Kadın Gardiyanlar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 13 Sayı: 70 Nisan 2020 & Volume: 13 Issue: 70 April 2020, s. 185.

373

da artmıştır13. Bu sorunlardan biri de Avrupalı devletlerin elçilikler vasıtasıyla, hapishanelerdeki gayrimüslim mahkûmları bahane ederek Osmanlı’nın içişlerine karışmaları olmuştur. Yabancı elçiliklerin hapishanelerin şartlarının iyileştirilmesi hususunda ısrarlı politikaları hapishanelerin yapılandırılması için yetkilileri harekete geçirmiştir14. 1880 yılında yürürlüğe giren "Tevkifhane ve Hapishanelerin idarelerine Dair Nizamname" ve "Hapishane Gardiyanları Hakkında Talimatname" ile mahkûmların daha iyi şartlarda yaşamaları ve her türlü suistimalden korunmaları için hukukî tedbirlerin alınmasına çalışılmıştır15. “Ayrıca hapishane ve tevkifhanelerin yaygınlaştırılması her vilayet, kaza ve livada mahalli hapishanelerin açılması bunlara ek olarak da belirlenecek yerlerde umumi hapishanelerin yapılması ile mahkûmların cezalarına göre ayrılarak belirli yerlerde tutulmaları kararlaştırılmıştır.”16 II. Meşrutiyet ve takip eden süreçte hapishanelerin ıslahıyla ilgili çalışmalar sürdürülmeye çalışılmış ancak devletin içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten dolayı sorunlar devam etmiştir17. Çalışmanın konusunu oluşturan Halep vilayeti merkez hapishanesi de bu sürece dahil olmuştur.

13 Yıldız, a.g.e., s. 310-315; Saadet Tekin- Sevilay Özkes, “Cumhuriyet Öncesi Türkiye’de Hapishane Sorunu”, ÇTTAD, VII/16-17, (2008/Bahar-Güz), s. 189. 14 Tekin-Özkes, a.g.m., s. 189. 15 Demirbaş, a.g.m, s. 32. 16 Tekin-Özkes, aynı yer. 17 Tekin-Özkes, a.g.m., s.190.

374 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1. HALEP VİLAYETİ MERKEZ HAPİSHANESİ VE FİZİKİ DURUMU

1515 yılında Osmanlı hâkimiyeti altına giren Halep’te büyük bir gelişme devri başlamıştır. Osmanlılar bölgeye hakim olduktan sonra Halep eski Memluk idarî teşkilatında olduğu gibi Şam beylerbeyliği dahilinde bırakmıştır. 1864 Vilâyet Nizamnâmesi’nin kısmî değişikliklerle 1866’da Halep’e uygulanmasıyla Halep vilâyeti Urfa, Maraş, Kozan, Adana, Payas, Halep merkez ve Zor sancaklarından teşkil edilmiştir. Ancak 1869’da Adana, Kozan ve Payas sancaklarının çıkarılmasıyla sınırları daraltılmıştır. 18. Yüzyıla kadar ticaretin zenginleştirdiği Halep’te, bu yüzyıldan itibaren siyasî güç mücadeleleriyle dengeler sarsılmaya başlamıştır. Şehirdeki gruplar arasındaki çekişme ve mücadele şehrin ekonomisinin ve siyasî kurumlarının çöküşüne yol açmıştır 18. Özellikle de 19. yüzyılda bir taraftan aşiret mensuplarının sık sık çetelere veya yeniçeri garnizonuna katılmaları, yeniçerilerle eşraf arasında süregelen silahlı çatışmaların yarattığı kaos ve salgın hastalıklar, diğer taraftan Tanzimat reformlarının bir sonucu olarak zorunlu askerliğin başlayacağı söylentileri ile süregelen savaşların olumsuz sonuçları nedeniyle şehirde ayaklanmalar eksik olmamıştır19. Dolayısıyla devletin bölgede düzeni sağlama konusunda fazladan bir çaba harcaması gerekmiştir. Ayrıca yüzyılın ikinci yarısında şehirde batının da etkisiyle sosyal,

18 Bruce Masters, “Halep”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s. 244-246. 19 Edhem Eldem, Daniel Goffman, Bruce Masters, Doğu ile Batı Arasında Osmanlı Kenti Halep-İzmir-İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2017, s. 46-47, 74-77, 84, 90, 92.

375

iktisadi ve imar faaliyetleri konusunda önemli değişiklikler de yaşanmaya başlamıştır20. Bu değişikliklerden biri de hapishaneler mevzuudur.

Osmanlı Devleti’nde hapishanelerle ilgili düzenlemeler yapılıncaya kadar taşradaki kapatma yerleri şehirlerdeki kale ve hisarlar gibi müstahkem ve emniyetli mahallerin bünyesinde bulunan zindanlardan veya saray adı verilen yönetim binalarının mağaraya benzer odalardan ibaret olmuştur21. Bu sebepten dolayı Halep vilayet merkezinde benzer uygulamalar yapılmıştır. Hatta mahbeslerde alışılageldiği üzere mahpuslar tarafından hapishaneye giriş çıkışlarda verilen zincir parası uygulaması burada da devam etmiş, mahpuslar zincir parası olarak giriş ve çıkışlarda sekizer akçe vermişlerdir22. Halep vilayetinde mahbesten hapishaneye geçiş süreci 1862 yılından itibaren başlamıştır. bir hapishane inşasından önce mahkûmları kapatmak için Şeyh Bayrak kışlası bünyesinde bulunan cami ile kale bünyesinde bulunan bir hapishane23 ve hükümet konağı zeminindeki mağaradaki iki oda kullanılmıştır24.

20 Jean Sauvaget, “Haleb”, MEBİA, C. 5, 1.Kısım, İstanbul 1987, s. 122. 21 Yıldız, a.g.e., s. 27, 85; BOA.CDH. 89/4413, H.29.12.1255/ M. 18 Şubat 1840; BOA. A.MKT.MVL. 131/53, H. 24.2.1278/ 14 Ekim 1857; BOA.MVL. 764/94, H.05.05.1279/ M. 29 Ekim 1862. 22 Yıldız, a.g.e., s.245; BOA. MVL. 10/10, Lef 2, (H. 17.12.1263/M. 26.11.1847). 23 …Halep’te Şeyh Bayrak kışlasında bir kıt‘a hapishane ittihaz olunan cami‘i-şerif harab olduğu gibi koğuşlara ittisâli ve bu vechle oraya barut vaz‘ı muhataralı olduğundan mezkûr koğuşlara baid olan arsa-ı haliyeye bir hapishane inşası ve Halep kal‘ası derûnunda bulunan koğuşun ve mezkûr kışla derûnunda olan maa-ahur bir bab değirman ile zahire anbarlarının icar-yı tamiratı ve Halep hastahanesi etrafına bir duvar çekilmesi… BOA. İ.MVL. 463/20902, Lef1, H. 14 Ramazan 1278/M. 15 Mart 1862 24 Yıldız, a.g.e., s. 27, 85.

376 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tanzimat’ın ilânını takip eden süreçte hapishanelerle ilgili başlatılan ıslah çalışmaları kapsamında taşrada da mahpusların suçlarının derecesi ve sosyal statülerine göre ayrılmalarına imkân veren yeni hapishane/tevkifhane inşasının yapılması öngörülmüştür25. Bu doğrultuda 1862 yılında Halep’te hapishane olarak kullanılan yerlerin harap olması nedeniyle hükümet konağının yanındaki boş bir arsa üzerinde yeni bir hapishane inşa edilmesi öngörülmüştür26. Aynı yılın sonlarında Halep hükümet konağı bünyesindeki hapishanenin yetersiz ve rutubetli oluşu, mahkûmları suçlarına göre tefrik edip ayrı koğuşlarda tutabilecek başka bir hapishane olmayışından dolayı yeni bir hapishane inşası lüzum görülmüştür. Bu doğrultuda hükümet konağı bitişiğinde daha önceden satın alınan arsa üzerine yaklaşık olarak yükseklik ve uzunluğu 4,5-5 metre, zemini 4 metre genişliğinde 12 odanın inşasına karar verilmiştir. Yapılan keşif sonucunda bu hapishanenin 80.000 kuruşa mâl olacağı belirlenmiştir27. 1869 yılına gelindiğinde bu hapishanenin kapasitesinin yetersiz oluşundan dolayı eski kapatma yerlerinin halen hapishane olarak kullanıldığı görülmektedir. Hassaten hükümet konağı bünyesindeki hapishanenin fazlaca dar olmasından dolayı cinayet suçluları ile hafif suçlardan mahkûm olanlar bir arada tutulmak zorunda kalmıştır. Haliyle bu durum oldukça fazla şamataya neden olduğundan mevcut hapishaneye sekiz oda daha ilave edilmesi istenmiştir28.

25 Yıldız, aynı yer. 26 BOA. İ.MVL. 463/20902, Lef1, H. 14 Ramazan 1278/M. 15 Mart 1862; BOA. MVL. 764/94, H.05.05.1279/ M. 29 Ekim 1862. 27 BOA. İ.MVL. 478/21667, Lef 1-3, R. Teşrin-i Sani 1278/ M. Kasım-Aralık 1862. 28 BOA. A.MKT.MHM. 434/78, Lef 4, H. 27.10.1285/ M. 5 Şubat 1869.

377

1889 yılına gelindiğinde Halep vilayeti merkez hapishanesinin 400’e yakın tutukluyu barındırdığı29 ancak artan suç oranlarıyla birlikte bu hapishanenin kapasitesi de mahkûmları barındırmak için yeterli gelmediği göze çarpmaktadır. Kapasiteyi artırmak adına hapishanenin bitişiğinde bulunan ve bir kısmı kadın hapishanesi bir kısmı polis dairesi olarak kullanılan eski mutasarrıflık dairesinin tamir edilerek hapishaneye çevrilmesi istenmiştir30.

Yüzyılın sonlarına doğru gerek Halep vilayet merkezinde gerekse Halep’e bağlı kazalarda hapishanelerin mevcut şartlarıyla ilgili sorunlar devam etmiştir. Bunların başında, bazı kazalarda değil hapishane hükümet konağının dahi bulunmayışı ile Halep vilayet hapishanesi bünyesinde bir hastane yapılması meselesi gelmiştir. Bu soruna çözüm bulmak amacıyla Halep ve bağlı yerlerde konuyla ilgili keşif yapmak üzere bir mühendisin görevlendirilmesi öngörülmüştür. Ne var ki sorunların çözülmesi için yüklü miktarda paraya ihtiyaç duyulduğundan geçici çözümlere başvurulmak durumunda kalınmıştır. Bu kapsamda mevcut hapishanelerin sıhhi şartlara uygun olacak şekilde tanzim edilmesi, Halep vilayet hapishanesi içinde uygun bir yerin hastaneye çevrilmesi istenmiştir31. Ancak bu çözümler yeterli olmamıştır. 1904 yılına gelindiğinde hapishanenin yine fazla kalabalık olması nedeniyle her an çıkacak bir salgın hastalık tehlikesiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bundan dolayı hükümet binasının yakınındaki

29 …hükümet ittihaz olunan konağa muttasıl hapishane mevcûd-ı mahpûsini isti‘ab idemekde… BOA. Y.PRK.UM. 70/133, Lef 1, 6.7.1322/ M. 16 Ekim 1904. 30 BOA. DH.MKT. 1600/31, R. 18 Şubat 1304 / M. 2 Mart 1889. 31 BOA.DH.TMIK.S. 19/76, Lef 1, R. 21Mayıs 314/ M. 2 Haziran 1898.

378 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

büyük bir hastane binasına, hastanenin de mekteb-i sanayi binasına taşınması istenmiştir32.

1907 yılında hâlâ hapishane mevcudunun hapishanenin olumsuz fiziki şartlarına nazaran oldukça fazla olduğu göze çarpmaktadır. Bu dönemde Halep hapishanesi oldukça müşkül, dağınık birkaç mahal ve eski binalardan oluşmakla birlikte mahkûm sayısı 1221’i bulmuştur. Hapishanedeki bu kalabalığı hafifletmek için bazı çözüm yolları aranmıştır. Bu kapsamda başka bir hapishane inşası için keşif yapılması, bu süre dahilinde geçici olarak uygun bir yerin kiralanarak hapishane olarak kullanılması öngörülmüştür33. Hatta bu doğrultuda Hibetullah adlı bir kadının hanesi yıllık 400.200 kuruşa kiralanmıştır34. Ancak yazışmalardan anlaşılacağı üzere hapishanelerin fiziki ve sıhhi şartlarındaki yetersizliğin takip eden yıllarda da devam etmiş ve bunun için çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda hapishanelerin durumlarının kanun ve nizama uygunluğunun ve hapishane çalışanlarının hal ve hareketlerinin denetlenmesi için bir komisyon teşkiline karar verilmiştir. Bu doğrultuda istinaf ceza mahkemesi başkanı savcısı, jandarma kumandanı, merkez savcılığı ve polis müdüriyetinden oluşan bir komisyon kurulmasını istemiş ancak vilâyet emniyet müdürlüğü hapishanelerin teftiş işinin polis memuruna ait olmadığı gerekçesiyle mahalli bir komisyonun teşkil edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Diğer taraftan Halep jandarma alayı kumandanlığından da benzer cevap gelmiştir. Jandarma alay kuman-

32 BOA. Y.PRK.UM. 70/133, Lef 1, 06.07.1322/ M. 16 Ekim 1904. 33 BOA. BEO. 3043/228152, Lef 1-3, R. Nisan 1323 / M. Nisan 1907. 34 BOA. DH.MKT. 1253/51, Lef 1, R. 22 Nisan 1324/ M. 5 Mayıs 1908.

379

danı meşguliyeti sebebiyle komisyona devam etmesinin pek mümkün olamayacağını bildirmiştir. Buna rağmen jandarma alay kumandanı görevi yerine getirmekten geri kalmamıştır. Jandarma kumandanının belirttiğine göre mevcut hapishanede 900’e yakın mahkûm bulunmaktadır. Ancak O’na göre hapishaneye çevrilen iki odalı hane bu işlevi yerine getirmeye değildir. Mahkûmların ve mevkufların karışık ve dağınık bir halde olmasından dolayı güvenliği sağlamak için 50 nefer jandarma, 20 nefer nizamiye askeri görevlendirilmesi gerektiğini ancak uygun şekilde bir hapishane inşa edilirse 10 nefer jandarma ile bunların güvenliğinin sağlanmasının mümkün olabileceğini belirtmiştir35. Bu durum yeni bir hapishanenin yapılmasını gerektirmektedir. Yapılması planlanan yeni hapishane için masraflar 10.069 kuruş olarak belirlenmiştir36. Ancak devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılar nedeniyle birçok yerde olduğu üzere Halep’te de yeni bir hapishanenin inşası gecikmiştir.

Yaşanan gecikmelerden yöneticiler de oldukça mustarip olmuşlardır. Öyle ki Halep valisi Hüseyin Kazım, Kilis ve Antep civarında senelerden beri hükümetin yakalayamadığı yüzlerce mahkûmu ele geçirmiş ancak Halep ve bağlı kazalardaki hapishanelerin dolu olmasından dolayı suçluları tutacağı yer konusunda çözüm arayışına girmiştir37. Diğer taraftan kadın mahkûm sayısının da günden güne artması yeni bir hapishane inşasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu

35 BOA. DH.MUİ. 48/69, Lef 2-6, R. R. Kanun-ı Evvel-Şubat 1325/ M. Aralık 1909- Şubat 1910. 36 BOA. ML.EEM. 779/26, Lef 1-3, R. Teşrin-i Sani 1325/ M. Ocak 1910. 37 BOA. DH.MB..HPS. 41/3, Lef 2, R. 7 Teşrin-i Sani 1326/ M. 20 Kasım 1910.

380 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

doğrultuda birkaç yüz dönüm ve sathında bulunan Halep kalesinin iç kısmında redif deposu olarak kullanılan bina ile diğer tarafı bina enkazıyla çevrili olan yerde yeni bir hapishane inşası istenmiştir38.

Diğer taraftan Halep ve civarındaki hapishanelerin yetersizliği bir yana bu hapishaneler nizamata aykırı bir şekilde inşa edilmiş bir takım bodrumlardan oluşmaktaydı39. Bu doğrultuda yeni ve modern bir hapishane inşa etmek şart olsa da mali sıkıntılar nedeniyle mevcut olan merkez hapishane ve tevkifhane tamir edilerek kullanılmaya devam edilmiştir40. Ancak bu tamirat işlemleri nihayete erdirilememiş, hapishanelerin sıhhi şartlara kavuşması mümkün olmamıştır. Hapishanenin suyolları uzun zamandır tamir edilmediğinden hapishanede su tedariki dahi gerçekleştirilememiştir. Bu nedenle suyollarının tamiri için ayrıca bir bütçeye ihtiyaç duyulmuştur41.

2. HALEP VİLAYETİ KADIN HAPİSHANESİ

1880 yılında Hapishanelerle ilgili olarak yapılan düzenlemelerde kadın mahkûmlar da göz önünde bulundurulmuştur. Bütün kaza, liva ve vilayet merkezlerindeki hapishanelerde kadınlar için ayrıca bir koğuşun bulundurulması öngörülmüştür. Fakat devletin içinde bulunduğu mali sıkıntı buna çok da imkân vermemiştir. Dolayısıyla erkek mahkûmlara nispeten sayıca daha az olan kadın mahkûmlar genellikle din adamlarının hanelerinde, hapishane olarak kiralanan hanelerde veya

38 BOA. DH.MB..HPS. 34/1, Lef 1, R. 18 kanun-ı sani 326 / M. 31 Ocak 1911. 39 BOA. DH.MB..HPS. 143/5, R. 27 Mart 1327/ M. 9 Nisan 1911; BOA. MV. 39/34, Lef 1 R 20 mart 1330/ M. 2 Nisan 1914. 40 BOA. DH.MB.HPS. 6/25, R. Şubat 1329/ M. Şubat 1914. 41 BOA. ML.EEM. 1126/2, R. 8 Mayıs 1329/ M. 21 Mayıs 1914.

381

hapishane olarak kullanılan binalarda bir koğuşta tevkif edilmişlerdir42. Zaman içerisinde kadın mahkûm sayısının artmasıyla kadın hapishanelerine ihtiyacı artırmışsa da devletin içinde bulunduğu durum buna pek de fazla imkân tanımamıştır. 1889 yılında Halep vilayet merkezinde kadınlar için merkez hapishanenin bitişiğindeki mutasarrıflık dairesinin bir kısmı kullanılmıştır43. 1912 yılına gelindiğinde ise kadınlar için hapishane olarak uygun bir yer kiralanmış ve kira bedeli olarak da 800 kuruş ödenmiştir44. Muhtemelen kadın mahkûm sayısı erkek mahkûm sayısına nazaran oldukça az olduğundan kadınlar için müstakil bir hapishaneye ihtiyaç duyulmamıştır.

3. MAHKÛMLARIN DURUMU

1858 tarihli Ceza Kanununa göre Osmanlı’da suçlar, cinayet, cünha ve kabahat olarak üçe ayrılmıştır. Cinayet suçu kapsamında adam öldürme ve zina gibi suçlar, cünha kapsamında vurma, yaralama ve hırsızlık gibi suçlar yer almıştır45. Diğer taraftan dörder aylık dönemler halinde düzenlenen yoklama cetvellerinin tutulmasıyla hapishanelerde bulunan mahkûm ve tutukluların sayıları, suç türleri hakkında bilgiler kayıt altına alınmaya çalışılmıştır. Halep merkez hapishanesinin ilk dönemlerindeki mahpus sayısı çok da fazla olmamakla birlikte ilerleyen dönemlerde bu miktarda hızlı bir artış olduğu görülmektedir. Örneğin 1889 yılına dair mahpus 400’e yakın iken, 1907 yılında bu sayının

42 Yıldız, a.g.e., s. 122-124. 43 BOA. DH.MKT. 1600/31, R. 18 Şubat 1304/ M. 2 Mart 1889. 44 BOA. DH.MB..HPS. 87/67, Lef, R. 25 Eylül 1328/ M. 8 Ekim 1912. 45 Ömer Şen, Osmanlı’da Mahkûm Olmak Avrupalılaşma Sürecinde Hapishaneler, Kapı Yayınları, İstanbul 2007, s.18.

382 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1221’i bulduğu dikkat çekmektedir. 1910 yılında bu sayının 900’e yakın olduğu gözlemlenmiştir46. 1911 yılında hapishanede 366 adet cinayetten, 43 adet cünha suçlarından olmak üzere toplam 409 mahkûm mevcuttur47. 1914 yılında ise mahkûm sayısının 1069 olduğu ancak bunlarının bir kısmının Payas kalesine nakledileceği belirtilmiştir48. 1907 ile 1910 yılları arasında hapishane mevcudunda bir düşüş olurken sayının 1914 yılında yeniden yükseldiği gözlemlenmiştir. Hapishane mevcudundaki bu değişiklikler, muhtemelen o dönemde merkez hapishanenin yetersiz kaldığı zamanlarda başkaca bir hane kiralanmasıyla ve mahkûmların bir kısmının bağlı kazalar hapishanelerine nakilleriyle alakalı olmalıdır.

1915 yılından itibaren Halep vilayeti merkez hapishanesinin tutuklu ve mahkûmları ile bunların suç türlerine dair bilgileri şu şekildedir:

Temmuz 1914 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı49 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 518 5 523 336 6 342 Cünha 125 - 125 48 - 48 Toplam 643 5 648 384 6 390

46 BOA. Y.PRK.UM. 70/133, Lef 1, 6.7.1322/ M. 16 Ekim 1904; BOA. BEO. 3043/228152, Lef 1-3, R. Nisan 1323 / M. Nisan 1907; BOA. DH.MUİ.48/69, Lef 2- 6, R. R. Kanun-ı Evvel-Şubat 1325/ M. Aralık 1909- Şubat 1910. 47 BOA. DH.MB..HPS. 143/ 74, R. 17 Teşrin-i Evvel 1327/ M. 30 Ekim 1911. 48 BOA. DH.MB..HPS. 6/ 25, Lef 6, R. 8 Şubat 329/M. 21 Şubat 1914. 49 BOA. DH.MB.HPS.M. 16/66, Lef 1, R. 1 Temmuz 1330/ 14 Temmuz 1914.

383

Kasım 1914 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı50 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 508 3 511 - - - Cünha 131 1 132 - - - Toplam 639 4 643 481 2 483

Mart 1915 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı51 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 385 4 389 522 3 525 Cünha 105 10 115 - - - Toplam 490 14 504 522 3 525

Kasım 1915 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı52 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 188 4 192 512 15 527 Cünha 122 6 128 - - - Toplam 310 10 320 512 15 527

Mart 1916 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı53 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 300 3 303 - - - Cünha 92 1 93 - - - Toplam 392 4 396 625 18 643

50 BOA. DH.MB.HPS.M. 18/35, Lef 1, R. 1 Kasım 1330/ 14 Kasım 1914. 51 BOA. DH.MB.HPS.M. 20/75, Lef 1, R. 1 Mart 1331/ H. 14 Mart 1915. 52 BOA. DH.MB.HPS. 156/40, Lef 1, R. Teşrin-i Sani 1331/ M. 14 Kasım 1914. 53 BOA. DH.MB.HPS.M. 24/47, Lef 1, R. 2 Mart 1332/ H. 15 Mart 1916.

384 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Temmuz 1916 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı54 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 223 4 227 554 8 562 Cünha 187 5 192 - - - Toplam 410 9 419 554 8 562

Kasım 1916 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı55 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 425 5 430 607 8 615 Cünha 106 5 111 - - - Toplam 531 10 541 607 8 615

Temmuz 1917 Halep Vilayeti merkez Hapishanesi Tutuklu ve Mahkûm Miktarı56 Mahkûm sayısı Tutuklu sayısı Suç Türü Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Cinayet 449 5 454 465 12 477 Cünha 130 2 132 - - - Toplam 579 7 586 465 12 477

1918 yılında ise hapishanenin mevcudu 1000’e yakındır57. Bunların haricinde Halep hükümet konağı bünyesinde bulunan hapishanede de mahpusların olduğu bilinmektedir58. Tablolardan da anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti’nin son yıllarında merkez hapishanedeki mahkûm ve tutuklu sayısı 1915 yılının Kasım ayı haricinde 1000’in altına düşmemiştir. Zaten yazışmalardan da anlaşılmaktadır ki bu rakamlar hapishanenin kapasitesinin her daim üzerinde olmuş ve bu nedenle soruna çözüm bulmak üzere yeni hapishane inşası talebi, mahkûmların

54 BOA. DH.MB.HPS.M. 25/41, Lef 1, R. 1 Temmuz 1332/ H. 14 Temmuz 1916. 55 BOA. DH.MB.HPS.M. 26/25, Lef 1, R. 1 Kasım 1332/ H. 14 Kasım 1916. 56 BOA. DH.MB.HPS.M. 29/58, Lef 1, R. 1 Temmuz 1333/ H. 1 Temmuz 1917. 57 BOA. DH.MB..HPS.M. 35/69, R. 26 Teşrin-i Evvel 1334/ M. 26 Ekim 1918. 58 1917 yılında hükümet konağı bünyesindeki hapishanede toplamda 48’i erkek, 3’ü kadın, 11 tan de 18 yaşında olmayan tutuklu mevcuttu. Bu tutukluların hepsi işsiz olup bunlara 33’er dirhem ekmek verilmiştir. Hepsi işsizdir. He mahkûma 33 dirhem ekmek verilmektedir. BOA. DH. MB..HPS.M. 27/46, Lef 9, R. Şubat 1332/ M. Şubat 1917.

385

bir kısmının bağlı kazalar hapishanesine nakilleri veya hane kiralama usulüne başvurulması meselesi gündemden hiç düşmemiştir59.

Hapishanenin kapasitesinin üzerinde sakinlerinin olması bir takım güvenlik sorunları ile ve uygunsuzlukları kaçınılmaz hale getirmiştir. 1901 yılında hapishane müdürü Mestan Efendi hakkında, mahkûmları darp ile para ve eşyalarını gasp ettiği gerekçesiyle şikâyette bulunulmuştur. Bunun üzerine tahkikat başlatılmıştır60. Benzer bir problemle 1909 yılında karşılaşılmıştır. Yine şikâyet konusu hapishane müdürü olup, bu kişinin istibdat döneminde iken komiser olduğu, meşrutiyetin ilânıyla görevden uzaklaştırıldığı, ancak Halep’e gelen bir valiye haremi tarafından akraba olduğundan dolayı hapishane müdürü yapıldığı belirtilmiştir. Bu kişinin hapishanenin odalarını sattığı, baş gardiyanla birlikte çeşitli usulsüzlüklere karıştığı, mahkûmlar arasında zengin fakir ayrımı yaptığı, zengin olanlardan yoğurt, yumurta ve kıyma getirenlere farklı davrandıkları, fukaraya bir buçuk batman kömür verirken zengin olan mahkûmlara iki batman kömür verdikleri, fukaranın yiyeceğini kestikleri gerekçesiyle mahkûmlar tarafından şikâyette bulunulmuştur61.

Mahkûmların, hapishanenin kalabalıklığına bağlı olarak karşılaştıkları diğer bir sorun da sıhhi şartların yetersizliğidir. Öyle ki hapishanenin havalandırmasının yetersizliği, mahkûmlara yeterli miktarda gıda ve

59 Halep Merkez Hapishane ve Tevkifhanesindeki izdihamın hafifletilmesi için cünha mahkûmlarından hapishanede kalma süreleri uzun olanların mensup oldukları kazalar hapishanelerinde geçirmek üzere nakillerine müsaade itası… BOA. DH.MB..HPS. 106/23, Lef 1, R. 2 Ağustos 1332/ M. 15 Ağustos 1916. 60 BOA. DH.MKT. 2529/4, H. 21 Cemaziye’l-Evvel 1319/ 5 Eylüll 1901. 61 BOA. DH.MUİ. 151/73, R.5 Teşrin-i Sani 1325/ M. 18 Kasım 1909.

386 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

elbise temin edilememesi salgın hastalık riskini ve buna bağlı vefat sayısını artırmıştır. Her ne kadar buradaki mahkûmların düzenli olarak muayene edilmesi için aylık 500 kuruşla bir doktor görevlendirilmiş ise de doktorun muntazam bir şekilde bu göreve devam etmemesi üzerine mahkûmlar yeterli derecede sağlık hizmetlerinden faydalanamamış- lardır. Bu durumun yetkililer tarafından fark edilmesiyle doktor hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ancak soruşturma neticesinde hastanelerde yeterli tahsisat olmadığı, ilaç sıkıntısı çekildiği, sıhhi gıda temininde problem yaşandığı anlaşılmıştır62.

4. HAPİSHANE GÖREVLİLERİ

1880 Nizamnamesiyle hapishanelerin fiziki ve idari yapısında bir takım standartlar belirlenmiştir. İdari alanda yapılan değişikler doğrultusunda hapishanelerde ve tevkifhanelerde çalışanlar ile bunların görev tanımları yapılmıştır. Bu kapsamda bir müdür, bir başkâtip, lüzumu kadar kâtip, bir başgardiyan, yeteri kadar gardiyan, tabip, çamaşırcı, ihtiyaç oranında hastane hademesi, her hapishane için bir işçi, ruhani memurlar, ayrıca kadın hapishaneleri için de kadın gardiyan bulundurulması lazım gelmiştir63. Halep merkez hapishanesinde de bu doğrultuda hapishane çalışanları mevcut olmakla birlikte bunların sayıları hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Halep vilayeti merkez hapishanesindeki görevliler ile ilgili bilgiler genellikle personel atama ve maaşlarıyla ilgili yazışmalardan anlaşılmaktadır. 1889 yılında merkez vilayet hapishanesinde çıkan tifo salgını nedeniyle aylık 150

62 BOA. DH.MB.HPS. 78/68, Lef 1-3, R. Şubat 1334, M. Şubat 1918. 63 Yıldız, a.g.e., s. 476.

387

kuruş maaşla10 tane gardiyan, 2 adet hastane için 600 kuruş maaşla bir askeri doktor ve 400 kuruş maaşla bir doktor, 300 kuruş ve 200 kuruş maaşla 2 eczacı, 500 kuruş maaşla bir hastalar ağası atanması uygun görülmüştür64. Ancak bunların görevlerine atanıp atanmadıkları ya da geçici olarak mı atandıkları hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Bilinen o ki mahbesten hapishaneye geçiş sürecinden Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar hapishanelerin en büyük sorunu hapishanelerin yeterli tahsisatının olmayışıdır. Dolayısıyla bu durum hapishanelerin fiziki yetersizliğinin yanında personel eksikliğine de neden olmuştur. Zaten hapishanelerle ilgili yazışmalar takip edildiğinde bu sorunun kendi fazlasıyla hissettirdiği görülecektir. Bu kapsamda 1893 yılında Halep vilayeti dahilindeki hapishanelere gardiyan ve müdür tayini istenmiş, ancak bütçede yeterli para olmayışının yanında maliyenin büyük devletlerin kontrolü altında olmasından dolayı bu taleplerin karşılanamayacağı bildirilmiştir65. Böyle bir durumda hapishanenin güvenliğini ve nizamını sağlamak oldukça zorlaşmıştır. Nitekim 1903 yılında hapishanede yaşanan bir arbedede mahkûmlar yaralayıcı aletlerle birbirlerine saldırmış, polis ve jandarmanın müdahalesiyle olay bastırılarak mahkûmlar koğuşlarına iade edilmişlerdir66. Bu gibi durumlar ister istemez hapishanelerde personel sayısının arttırılmasını zorunlu kılmıştır. 1907 yılına gelindiğinde merkez hapishanede 1000 kuruş maaşla 1 müdür, 500 kuruş maaşla 1 kâtip, 200’er kuruş maaşla 6 gardiyan, 150 kuruş maaşla 1 hademe, 150

64 BOA. MV. 39/34, H. 19 Cemaziye’l-Evvel 1306/ M. 21 Ocak 1889 65 BOA. DH.MKT. 161/36, Lef 1, R. 12 Teşrin-i Evvel 309/M. 24 Ekim 1893. 66 BOA. DH.TMIK.S. 37/72, R. 27 şubat 1318/ M. 12 Mart 1903; BOA. ZB. 99/36, R. 8 Şubat 1318/ M. 21 Şubat 1903.

388 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kuruş maaşla 1 çamaşırcı görev yapmıştır. Tevkifhanede ise 500 kuruş maaşla 1 memur, 300 kuruş maaşla 1 kâtip, 300 kuruş maaşla 1 başgardiyan, 200’er kuruş maaşla 3 gardiyan, 150’şer kuruş maaşla 1 hademe ile çamaşırcı, 250 kuruş maaşla 1 doktor görev yapmıştır67.

Devletin içinde bulunduğu mali sıkıntının kaçınılmaz bir sonucu olarak hapishane çalışanlarının maaşların yetersizliği veya zamanında ödenememesi başlı başına bir sorun oluşturmuştur. Yine de hapishanelerde emniyetin ve düzenin sağlanması ise yeterli sayıda personelin bulunmasıyla mümkün olduğundan hapishaneye yeni personellerin atanması ve maaşların arttırılmasıyla ilgili yazışmalar devam etmiştir. Bu bağlamda 1912 yılında Halep merkez ve bağlı kazalar hapishanelerinde görevli memur ve müstahdemlerin maaşlarının artırılmasına dair taleplerde bulunulmuştur. Hatta hapishanedeki gardiyanlar sorunlu insanlarla bir arada kalmak zorunda olduklarından dolayı kendi vazifelerinin, diğer memurlardan daha zor olduğundan bahisle maaşlarının yetersizliğinden şikâyetçi olmuşlardır. Hatta gardiyan maaşının ancak bir kişiyi beslemeye yettiğinden ailelerinin geçimlerini sağlayamadıklarını bundan dolayı da maaşlarına zam yapılmasını istemişlerdir68. Ancak maaşların tamamının ödenmesi dahi bu süre içerisinde oldukça sıkıntılı olmuştur. 1915 yılına ait yazışmalarda gardiyanların maaşlarının yarısının ödeneceğine dair karar alınmışsa da gardiyanların bu durumdan dolayı oldukça acınacak bir hale geldikleri belirtilmiştir. Ancak savcılık tarafından verilen

67 BOA. DH.MB..HPS.M. 55/3, Lef 1, R. Mayıs 1329/ M. Mayıs 1907. 68 BOA. DH.MB..HPS. 85/81, Lef 1-2, R. Kanun-ı Evvel-Şubat 1327/ M. Ocak-Şubat 1912.

389

müzekkerede bunların ücretle çalışan işçi sınıfından olduklarından ve o dönemde hapishanede çıkan olaylarda gardiyanların işin ehli olmadığı için bunların değiştirilmesi gerektiğinden fakat yarım maaş ödemesiyle kimsenin bu işe rağbet etmeyeceğinden bahisle maaşların tam olarak ödenmesi istenmiştir69.

SONUÇ

Tanzimat Fermanı’nın ilânıyla birlikte Avrupa’daki yaşanan gelişmeler doğrultusunda Osmanlı ceza hukukunda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunun başında ise bedeni cezalar yerine hapis cezasının uygulanmaya başlaması olmuştur. Ancak ilk dönemlerde hapis cezası özgürlükten yoksun bırakmaktan ziyade suçlunun cezası belirleninceye veya infaz edilinceye kadar bir cezalandırma aracı olarak kabul edilmiştir. Cezanın infaz edildiği yerler ise genellikle saray, kale, hisar, kule, tersane zindanları, devlet görevlilerinin konutları olmuştur. Osmanlı’da mahbes olarak kullanılan bu yerler dar, havasız, az ışık alan ve insan sağlığına uygun olmadığı gibi sürekli olarak Avrupalı diplomatlar tarafından eleştirilerek ıslah edilmeleri istenmiştir. Bu doğrultuda yetkililer hapishanelerin şartlarının ıslahı, modern hapishanelerin inşası gibi konularında çaba sarf etmişlerdir. Özellikle de 1880 yılında yürürlüğe giren Tevkifhane ve Hapishaneler nizamnamesiyle mahkûmların daha iyi şartlarda yaşamaları ve her türlü suiistimalden korunmaları açısından hukukî tedbirlerin alınmasına çalışılmıştır.

69 BOA. DH.MB..HPS. 91/40. Lef 1,3, R. Haziran 1331/ M. Temmuz 1915.

390 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Osmanlı Devleti’nde hapishanelerle ilgili düzenlemeler yapılıncaya kadar Halep’te de benzer uygulamalar yapılmıştır. Elde edilen belgeler doğrultusunda Halep vilayetinde mahbesten hapishaneye geçiş süreci 1862 yılından itibaren başlamıştır. Aynı yılın sonlarında hükümet konağı bitişiğindeki arsa üzerine 12 odalı bir hapishane inşa edilmesine karar verilmiştir. Diğer yerlerdeki hapishanelerde olduğu gibi Halep vilayeti merkez hapishanesinde de benzer sorunlar yaşanmıştır. Bunların başında artan suç ve mahkûm oranlarıyla birlikte hapishanenin fiziki ve sıhhi anlamda kapasitesinin yetersiz kalışı gelmektedir. Dolayısıyla merkezle yapılan yazışmalarda sürekli olarak yeni bir hapishane inşası istenmiştir. Bunun yanında mevcut hapishanenin tamir edilmesi, hapishaneye ilave odalar yapılması veya uygun bir yer kiralanması gibi geçici çözümlere de başvurulmuştur. Ancak devletin içinde bulunduğu mali buhrandan dolayı tahsisat eksikliği burada da kendini göstermiş ve bulunan geçici çözümler hapishanelerin mevcut durumunu düzeltmeye yetmemiştir. Kadın mahkûmlar için ise önceleri mutasarrıflık dairesinin bir kısmı sonra da kira karşılığı tutulan bir yer kullanılmıştır. Zaten kadın mahkûm sayısı az olduğundan müstakil bir kadın hapishanesine ihtiyaç duyulmamıştır.

Hapishanede karşılaşılan sorunlardan bir diğeri mahkûmların beslenme, barınma, hijyen, elbise temini konusunda eksiklikler ile buna bağlı salgın hastalık riskinin mevcut oluşudur. Dolayısıyla hapishanede bu şartlardan kaynaklanan vefat durumları da eksik olmamıştır. Her ne kadar buradaki mahkûmların düzenli olarak muayene edilmesi için maaşlı bir doktor tahsis edilmişse de mahkûmlar yeterli derecede sağlık

391

hizmetlerinden faydalanamamışlardır. Kaldı ki hastanelerde yeterli tahsisat olmadığı gibi doktorun yazdığı reçete dahi yaptırılamamıştır. Hapishanenin aşırı kalabalık oluşu bir takım güvenlik sorunları ile ve uygunsuzlukları kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu uygunsuzluklardan biri hapishane çalışanları cephesinden gelmiştir. Zaman zaman bu gibi görevliler vazifelerini layıkıyla yerine getirmedikleri için mahkûmlar mağdur edilmişlerdir. Mahkûmlar arasında zengin-fakir ayrımı yaparak zenginlerden rüşvet aldıkları ve onlara daha iyi muamele yaptıkları, mahkûmların eşyalarını ve paralarını gasp ettikleri gerekçesiyle şikâyet dahi edilmişlerdir. Diğer taraftan hapishanelerde gardiyan gibi görevlilerin sayısının yeterli olmayışı, mevcut olanların da maaşlarının yetersizliği bir yana eksik maaş almaları birtakım asayiş problemlerini beraberinde getirmiştir. Hapishanelerde sıklıkla karşılaşılan arbedeler zaman zaman burada da yaşanmış, asayişi sağlamak için gardiyan değişikliği yapılmak istenmiştir. Ancak devletin içinde bulunduğu mali sıkıntı maaşların yetersizliğine veya zamanında ödenememesine neden olduğundan insanların gardiyanlık işine rağbetini de azaltmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki yukarıda Halep vilayeti merkez hapishanesiyle ilgili sıraladığımız problemlerin hemen hepsi Osmanlı Devleti bünyesindeki çoğu hapishanede yaşanmıştır. Bu sorunları çözümlemek adına çeşitli girişimlerde bulunulmuşsa da devletin içinde bulunduğu buhranlı süreç buna mani olmuştur.

392 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

1. Arşiv Kaynakları

Devlet Arşivleri Başkanlığı (DAB), Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Belgeleri

BOA. A.MKT.MHM. (Sadaret Mektubî Kalemi Mühimme)

BOA. A.MKT.MHM. 434/78.

BOA. A.MKT.MVL (Sadaret Meclis-i Vâlâ Evrakı)

BOA. A.MKT.MVL. 131/53.

BOA.BEO. (Bab-ı Ali Evrak Odası)

BOA. BEO. 3043/228152.

BOA.CDH. (Cevdet tasnifi Dahiliye)

BOA.CDH. 89/4413.

BOA. DH.MB..HPS. (Dahiliye Nezareti Mebânî-i Emîriyye Hapishaneler Müdüriyeti)

BOA. DH.MB..HPS. 6/25; 34/1; 41/3; 43/4; 78/68; 85/81; 87/67; 91/40; 106/23; 143/5; 143/ 74; 156/40.

BOA. DH.MB..HPS.M. (Dahiliye Nezareti Mebânî-i Emîriyye Hapishaneler Müdüriyeti Müteferrik Evrakı)

BOA. DH.MB..HPS.M. 16/66; 18/35; 20/75; 24/47; 25/41; 26/25; 27/46; 29/58; 35/69; 55/3.

BOA. DH.MKT. (Dahiliye Nezareti Mektubi kalemi Evrakı)

393

BOA. DH.MKT. 161/36; 1253/51; 1600/31; 2529/4.

BOA.DH.MUİ. (Muhaberat-ı Umumiye İdaresi)

BOA. DH.MUİ. 48/69; 151/73.

BOA. DH.TMIK.S. (Dahiliye Nezareti Islahat Evrakı)

BOA. DH.TMIK.S. 19/76; 37/72.

BOA.ML.EEM. (Maliye Nezareti Emlak-i Emiriye Müdüriyeti)

BOA.ML.EEM. 779/26; 1126/2.

BOA.MV. (Meclis-i Vükelâ Mazbataları)

BOA. MV. 39/34.

BOA.MVL. (Meclis-i Vâlâ Evrakı)

BOA. MVL. 10/10; 764/94.

BOA. İ.MVL. (İrade Meclis-i Vâlâ)

BOA. İ.MVL. 463/20902.

BOA. İ.MVL. 478/21667

BOA. Y.PRK.UM. (Yıldız Perakende Umumi Evrakı)

BOA. Y.PRK.UM. 70/133.

BOA.ZB. (Zabtiye)

BOA. ZB. 99/36.

394 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

2. Tetkik Eserler

Babanınoğlu, Yüksel, “Osmanlı Devleti’nde Kadın Gardiyanlar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 13 Sayı: 70 Nisan 2020 & Volume: 13 Issue: 70 April 2020, s.183-191.

Bardakoğlu, Ali, “Hapis”, TDVİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 54-64.

Demirbaş, Timur, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı, Edt. Emine Gürsoy Naşkalı- Hilal Oytun Altun, Kitabevi yayınları 2. Baskı, İstanbul 2010, s. 3-40.

Eldem, Edhem, vd., Doğu ile Batı Arasında Osmanlı Kenti Halep- İzmir-İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 201.

Foucault, Michel, Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi, Ankara 1992.

Gümüşsoy, Emine, “19. Yüzyıl Sonu ve 20. Yüzyıl Başlarında Gebze Hapishanesi”, Uluslararası Gazi Akçakoca ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, Kocaeli 2014, ss. 1005-1018.

Masters, Bruce, “Halep”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s.244-247.

Sauvaget, Jean, “Haleb”, MEBİA, C. 5, 1.Kısım, İstanbul 1987, s. 117- 122.

Şen, Hasan, “Osmanlı’da Hapishane Mefhumu”, Osmanlı’da Asayiş Suç ve Ceza 20. Yüzyıllar, Der. Noemi Levy, Alexandre Toumarkıne, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.200-211.

395

Şen, Ömer, Osmanlı’da Mahkûm Olmak Avrupalılaşma Sürecinde Hapishaneler, Kapı Yayınları, İstanbul 2007.

Tekin, Saadet- Özkes, Sevilay, “Cumhuriyet Öncesi Türkiye’de Hapishane Sorunu”, ÇTTAD, VII/16-17, (2008/Bahar-Güz), s. 187-201.

Temel, Mehmet, “XX. Yüzyılın Başlarında Menteşe Sancağı Hapishaneleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 26, ss. 109- 135.

Yıldız, Gültekin, Mapusâne Osmanlı hapishanelerinin Kuruluş Serüveni (1839-1908), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012.

Yıldız, Özgür, “Osmanlı Hapishaneleri Üzerine Bir Değerlendirme: Karesi Hapishanesi Örneği”, Akademik Bakış, C. 9, S. 17, Kış 2015

396 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞ SÜRECİNDE ANTAKYA

Sedat BİLİNİR*

397

398 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Türkiye Selçuklu Devleti kurucusu olan Süleyman Şah’ın İznik’te kurduğu devletin yansımaları hem Antakya için hem de Süleyman Şah için bir dönüm noktası mahiyetinde olmuştur. Bu süreçte karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. İznik’in fethinin hemen akabinde Antakya’da sosyal hayatta bile değişimler yaşanmaya başladı. Ardından Süleyman Şah’ın Antakya’ya gelmesi Türkiye Selçuklu Devleti’nin kaderini değiştirirken aynı şekilde bu durum Antakya şehir halkının ve yönetiminin de kaderine etki etmişti. Dolayısıyla bölgede bir domino taşı etkisi yaratarak Bilâd-ı Şam’da taşların yerinden oynamasına sebebiyet verdi. Antakya halkının Bizans yönetimi ve Ermeni valilerin yönetimi altında yaşadıkları ile Türkiye Selçuklu Devleti hâkimiyeti altında yaşadığı süreç karşılaştırmalı olarak ortaya konulmaya çalışıldı. Genel olarak yaşanan bu etkileşim ve gelişmeler dinî, askerî, iktisadî ve sosyal alanlarda sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelenmeye çalışılmıştır.

Büyük Selçuklu Devleti hanedan üyelerinden olan Süleyman Şah, babaları Kutalmış’ın taht mücadelesinde mağlup olmasının ardından Mikail oğullarının elinde esir olarak tutuluyorlardı. Esasen Sultan Alp Arslan 1064 yılında Kutalmış oğullarının öldürülmesinden yana karar almış olmasına rağmen veziri Nizamülmülk’ün, idamın devlete uğursuzluk getirebileceğini telkin etmesi neticesinde bu kararından vaz geçmişti. İdam yerine Bizans hudutlarına gaza amaçlı gönderilmesi İslam dünyası açısından daha avantajlı olacağı düşünülmüştü1,

*Dr. Öğr. Üyesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,

399

böylelikle hanedan üyeleri merkezden uzak tutulmuş olacaktı. Kutalmışoğulları idam edilmedi ancak hapis hayatı yaşamaya devam ettiler. Süleyman Şah ve kardeşlerinin ne şekilde Anadolu’ya geldiklerine dair farklı görüşler bulunmaktadır. Kendisinin Nâvekiyye Türkmenlerinden olduğunu ileri süren görüşlerde mevcuttur2. Nâvekiyye sözcüğü Farsça kökenli bir sözcük olup “Nâvak” kökünden türemiştir. Nâvak, “Küçük ok” anlamına gelmektedir. Genellikle kuşları vurmak için kullanılan okları anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Rivayete göre; Sembolü kırık yay olan sağ kanat boylarına “Kırıkların Halkı” anlamına gelen Boz-ok, sembolü üç ok olan sol kanat boylarına ise Üç-ok’lar denilmekteydi3. Bu görüşe göre, Süleyman Şah Nâvekiyye Türkmenleri ile birlikte hareket ediyordu. Nâvekiyye Türkmenleri ise Güneydoğu Anadolu ve Bilâd-ı Şam bölgelerinde faaliyetlerde bulunmaktaydılar. Bu alan Süleyman Şah’ın da faaliyet alanıydı. Genel olarak Sultan Alp Arslan’ın vefatından Melikşah’ın Sultan olduğunun duyurulması arasında geçen boşlukta Süleyman Şah ve kardeşlerinin bir yolunu bularak kaçıp Anadolu’ya geldikleri iddia edilmektedir. Bunun yanında onların kaçarak değil de Sultan Melikşah tarafından Anadolu bölgesinin fethi için görevlendirildikleri de ifade edilmektedir4. Ancak bu bilgi pek kabul görmemektedir. Netice

[email protected] 1 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, 11. Basım, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2011, s. 75. 2 Faruk Sümer, Oğuzlar-Türkmenler, 2. Baskı, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1972, s. 129. 3 Dimitri Korobeinikov, “The King of The East and The West”; The Seljuk Dynastic Concept and Titles in The Muslim and Christian Source, Edt. Sara Nur Yıldız, The Seljuk of Anatolia, I.B.Tauris, London, New York 2013, s. 72. 4 Hamdullâh Müstevfî Kazvînî, Târîh-î Güzîde, Çev, Erkan Göksu, Bilge Kültür Sanat

400 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

itibariyle Süleyman Şah ve kardeşleri Alp İlig, Dolat (Devlet) ve Mansur, Sultan Melikşah döneminde Anadolu’daki faaliyetlerine başlamış oldular. Onların ilk faaliyet yerleri ise Diyarbakır ve Urfa olarak belirtilmektedir. 1071 sürecinde Bilâd-ı Şam’ın kuzeyi ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde hali hazırda pek çok Türkmen boyu gaza mücadelesi içerisindeydi. Hatta Anadolu’nun batı sahillerinde Çaka Bey denizcilik faaliyetlerine dahi başlamıştı5. Süleyman Şah için, başsız olan Türkmenleri kendi saflarına katmak bölgede kendisine büyük avantaj sağlayacaktı. Bu maksatla yapılması gereken ilk eylem bölgede önemli kalelere sahip olabilmekti. Süleyman Şah’ta ganimet amaçlı seferlerin aksine fetih amaçlı hareket etmekteydi. İlk girişimlerinde istediği sonuca ulaşamasa da kendisine katılımların artmasıyla birlikte bölgede her şey onun istediği gibi şekillenmeye başlayacaktı.

ESARETTEN DEVLET KURMAYA GİDEN SÜREÇ

Süleyman Şah’ın esir hayatından kurtulduktan sonra yukarıda da bahsettiğimiz üzere ilk faaliyet bölgesi Anadolu’da Diyarbakır ve Urfa bölgesi oldu. Kutalmış oğulları birbirlerinden ayrı hareket etmekteydiler. Hatta Halep bölgesinde Türkmen beyi Şöklü’ye yardıma giden Kutalmış oğulları (Alp İlig ve Dolat) Atsız ile girmiş oldukları mücadelede esir düştüler ve Atsız tarafından Sultan Melikşah’a gönderilip yeniden hapse atıldılar. Ancak Şöklü’nün yardım çağırısı bir nevi Kutalmış oğullarının Bilâd-ı Şam bölgesine yönelmesine sebebiyet

Yayınevi, İstanbul 2015, s. 41. 5 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2009, s. 279.

401

verdi6. Süleyman Şah kardeşlerinin Atsız’ın elinde esir olduğunu duyduğu zaman onları kurtarmak için teşebbüste bulunduysa da başarılı olamadı7. Atsız onları Bağdat’a, Selçuklu Devleti’nin Bağdat Valisi Gevherayin’e8 gönderdi, Gevherayin’de Kutalmış oğullarını İsfahan’a gönderdi. Süleyman Şah bu vesileyle Bilâd-ı Şam’ın kuzeyine geldi ve bölgede gaza faaliyetlerine girişmeye başladı. Öncelikle Halep Kalesini bir süre kuşattıktan sonra Emir Nasr’ın ödediği fidye neticesinde kuşatmayı kaldırdı. Ardından Selemiyye şehrini yağmaladı ve Antakya önlerine geldi. Süleyman Şah Bizans’a bağlı olan Antakya kalesini bir süre kuşattıktan sonra kurtuluş akçesi olarak Antakya valisi Issakios’tan9 20 bin altın aldı ve kuşatmayı kaldırıp Anadolu içlerine doğru hareket etti10. Böylelikle Süleyman Şah’ın ilk Bilâd-ı Şam seferi sonuçlanmış oldu.

SÜLEYMAN ŞAH’IN BİLÂD-I ŞAM BÖLGESİNDEKİ FAALİYETLERİ

Süleyman Şah’ın, Sultan Alp Arslan’ın ölümünün hemen ardından zindandan kaçarak Bilâd-ı Şam bölgesine doğru hareket ettiği söylenirken, bazı kaynaklarda Süleyman Şah’ın bizzat Alp Arslan tarafından merkezden uzaklaştırılmak maksadıyla Bilâd-ı Şam bölgesine Dımaşk’ın fethi için vazifelendirildiği söylenilmektedir. Alp

6 Oğuz Ünal, Horasan’dan Anadolu’ya, Töre Devlet Yayınları, Ankara, 1980, s. 148. 7 Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, 2. Baskı, TTK, Ankara 2011, s. 37. 8 Gevherayin yerine Aytekin es-Süleymanî’ye gönderildiğini belirtenler de vardır. Bkz. Ali Sevim, “Süleyman Şah I”, DİA, XXXVIII, İstanbul 2010, s. 104. 9 Ali Sevim, a.g.m., s. 104. 10 Sıbt İbnü’l Cevzi, Mir’âtü’z-Zamân fî Tarihî’l Âyân, Trc. Ali Sevim, TTK, Ankara 2011, s. 202,205; Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, C.1, Haz. Refet Yınanç, TTK, Ankara 2013, s. 80.

402 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Arslan’ın bu kararı vermesinde veziri Nizamülmülk’ün etkisi olduğu ifade edilmektedir. Buna göre; Sultanın Kutalmış oğullarını isyan ettikleri için öldürmek istediği ancak Nizamülmülk’ün bu eylemin devlete uğursuzluk getireceği fikrini telkin etmesi neticesinde sultan fikrini değiştirdi11. Bunun yanında Süleyman Şah’ın Malazgirt savaşından sonra ödül olarak Anadolu’nun fethi için görevlendirildiği söylense de Kutalmış oğulları esasen sürgün amaçlı Anadolu’ya gönderilmişlerdir12.

İZNİK’TE TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU (1075)

Süleyman Şah, Bizans içerisinde yaşanan taht kavgalarından çok iyi istifade etti. Antakya kuşatmasını kaldırdıktan sonra Anadolu’nun içlerinde rahat bir şekilde hareket etme fırsatı buldu ve İznik’e kadar ilerleyebildi. Bizans’ın aksine Süleyman Şah’a mani olmak isteyen Büyük Selçuklu Devleti’ydi. Porsuk komutası altında gelen ordu ile mücadele etmek zorunda kalan Süleyman Şah ve Mansur kardeşlerden Mansur, bu süreçte yaşamını yitirdi13. Bu gelişme dışında Süleyman Şah’ın İznik’i fethi esnasında Bizans’a karşı büyük bir direnişle karşılaşmadı14. Süleyman Şah’ın İznik’i ele geçirdiği sene (1074-1075) Antakya’da ilginç bir gelişme yaşandı. Antakya kale kapısı önünde

11 Mîrhând, Ravzatu’s-Saf’a, Trc. Erkan Göksu, TTK, Ankara 2018, s. 121, 267; Korykoslu Hayton, Flos Historiarum Terre Orientis, (Doğu Ülkeleri Tarihinin Altın Çağı), Çev. Altay Tayfun Özcan, Selenge Yayınevi, İstanbul 2015, s. 63. 12 Ali Öngül, Anadolu Selçukluları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2018, s. 2. 13 Osman Turan, Selçuklular Tarihi…, s. 280. 14Mehmet Ersan- Mustafa Alican, Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı, Türkiye Selçukluları, Timaş Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 2016, s. 31.

403

Deyrü’l-mülk’te, taştan yapılmış bir su deposunun içinde bakır atlar üzerinde ok torbalarıyla bakırdan yapılmış yedi Türk’ü temsil eden bir Türk tılsımı bulundu. Bu gelişme Türklerin Antakya’yı ele geçireceği şeklinde bir alamet olarak yorumlandı15. Birkaç sene içerisinde de bu alamet gerçek oldu. El-Hüseyni, Süleyman Şah’ın İç Anadolu bölgesinde ele geçirdiği şehirlerin (Konya, Aksaray, Kayseri, İznik dâhil)16 Sultan Melikşah’ın emriyle gerçekleştiğini söylemektedir17. Ancak bu bilgi doğru değildir. Kaldı ki Türkiye Selçuklu Devleti kurulduktan sonra Büyük Selçuklu Devleti’ne vergi ödememiştir18. Sultan Melikşah’ın emriyle Anadolu’daki fetihlerin gerçekleştiği olası görünmemektedir. Ayrıca Büyük Selçuklu Devleti ordu komutanla- rından Porsuk’un Kutalmış oğullarıyla Anadolu’da savaşması durumu gözler önüne sermektedir.

Süleyman Şah ikinci Kilikya seferinde, bölgede Ezene (Adana), Masisa (Misis), Ayn Zarba (Anazarba) feth etti19. Süleyman Şah çok kısa bir süre içerisinde 1082 yılında Kilikya’dan Marmara kıyılarına kadar geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurmuştu. Hatta İmparator Alexios ile Dragos Suyu Anlaşması yaptı ve bu anlaşma neticesinde, boğazdan geçen gemilerden vergi alma hakkına sahip oldu20. Süleyman Şah’ın ele

15 Azîmî, Azîmî Tarihi, Çev. Ali Sevim, 2. Baskı, TTK, Ankara 2006, s. 24. 16 İbnü’l Verdi, Tetimmetü’l-Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, Trc. Mustafa Alican, Kronik Yayınları, İstanbul 2017, s. 40. 17 El-Hüseyni, Ahbârud-Devleti’s-Selçukiyye, Çev. Necati Lügal, TTK, Ankara 1999, s. 49. 18 Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2005, s. 89. 19 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 261; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 98-99. 20 Peter Tudebodus, Historia de Hierosolymitano İtinere, (Bir Tanığın Kaleminden

404 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

geçirdiği bu topraklar neticesinde Bizans’ın Antakya ile olan bağı oldukça zayıfladı. İznik’in ele geçirilmesiyle Antakya kaderine terk edildi. Bu gelişmeden sonra bölge komutanları gözlerini Antakya’ya dikmeye başladılar.

İZNİK’İN FETHİ SÜRECİNDE ANTAKYA HALKI VE YÖNETİMİ

Antakya Bizans’ın güneyde özellikle X. yüzyılda önemli bir sınır kalesi konumundaydı. Bölgede hâkimiyeti kaybetmemek için Antakya askeri üs konumunda asker ve erzak yığınağının yapıldığı bir kaleydi. Ayrıca bölgedeki önemli âlimler bu merkezlerde yaşıyorlardı21. Ayrıca Bilâd-ı Şam bölgesinde stratejik konumu yüksek bir kaleydi. İktisadi olarak da doğudan gelen kervanların Akdeniz ile buluştuğu ve ürünlerini deniz aşırı ülkelere sevk ettiği liman Antakya limanıydı. Antakya’da Helenistik dönemden kalma pek çok tapınak harabe haldeyken çarşı ve pazarlara dönüştürülerek kervanların buluşma noktası haline getirilmişti22. Antakya, Bizans’ın nadir olarak oluşturduğu darphanele- rinden bir tanesinin bulunduğu bir şehirdi ve Antakya’da altın sikkeler basılmaktaydı23. Bu da Antakya’daki ekonomik gücün seviyesini gösteren önemli bir gelişmeydi. Bunların yanında şehir Hıristiyanlar için kültürel ve dinsel bir merkez konumundaydı24. X. yüzyılın

Birinci Haçlı Seferi), Çev. Süleyman Genç, Kronik Yayınevi, İstanbul 2019, s.21. 21 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 17,27. 22 Ahmet N. Özdal, Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar (X-XIV. Yüzyıllar), Selenge Yayınevi, İstanbul 2016, s. 118, 295. 23 Muhsin D. Yusuf, Economic Survey of Syria During The Tenth And Eleventh Centuries, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 1985, s.59. 24 Mehmet Ersan- Mustafa Alican, a.g.e., s. 41.

405

sonlarına doğru (992) Bizans’ın bölgedeki varlığının biraz daha azaldığı dönemde Hamdanî emiri Lülü, Fatımî Devleti ordu komutanı Aziz-billah ile birleşerek Antakya’ya saldırdılar. Antakya bölgesindeki tüm köy ve kasabaları yağmalayarak ele geçirdikleri ganimet ve esirlerle birlikte Mısır’a döndüler25. Halep emirleri bu süreçte Antakya’ya ufak çapta saldırılar düzenliyorlardı. Yine 1040-1041 tarihinde Rum komutanı ile Halep ordu komutanlarından Togan arasında yapılan savaşı Antakya hâkimi kazanmıştı26. Bu mücadeleler belirli aralıklarla devam etti. Özellikle Halep’te Mirdasî hâkimiyetinin yaşandığı yıllarda Mirdasî emirleri bölgedeki Türkmenlerin askeri gücünden oldukça fazla istifade etmeye çalıştılar. Bizans’ın Antakya’daki gücünün zayıflatılması bölge devletler için büyük bir öneme sahipti. Örneğin 1035/36 yılında Müslüman orduları Urfa, Fırat dolaylarına gaza akınları düzenlediğinde Bizans bu akınların önünü kesebilmek için Antakya’da beklettiği ordularını Urfa dolaylarına sevk etti. Bu sene Bizans’ın Antakya Valisi Kostantin idi27. Kostantin, İmparator Mihail’in kardeşiydi. Bu da bize Bizans imparatorunun Antakya’ya vermiş olduğu önemin boyutlarını göstermektedir. Bizans Antakya’yı yakından takip ediyor ve patrik atamalarına da özen gösteriyordu. 1042-1043 yılında Antakya Patriği Bedros’un ölümünün hemen ardından yeni patrik Basil atandı. Basil 1050-1051 yılına kadar görevinin başında kaldı, ancak bu tarihte ölünce yerine hemen Yohanna

25 Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK, Ankara 2000, s. 43. 26 Azîmî, a.g.e., s. 4. 27 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 59.

406 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

adında bir patrik atandı28. Bizans Antakya’yı elinde tutabilmek için her geçen sene daha fazla çaba sarf ediyordu. Buna rağmen her geçen sene Antakya üzerindeki hâkimiyeti hızla azalıyordu. Bunda; içte Ermeni prenslerin faaliyetleri ve dışta Türklerin bölgeye düzenledikleri akınlar oldukça etkili oluyordu.

1068-1072 yıllarında Antakya valiliğinde hakkında pek fazla bilgi bulunmayan, en-Naht adında biri bulunmaktaydı29. Ancak 1071 yılındaki Antakya dükü, Halep’te Mirdasî emirliğinde yaşanan hâkimiyet mücadelesine dâhil oldu. Atiyye ile Mahmud arasındaki mücadelede Atiyye’nin tarafında yer aldı30. 1072’de bölgede ağır mağlubiyetler alan Bizans askerleri çareyi Antakya’ya sığınmakta buldular. Böylelikle olası bir hezimetten kurtulmuş oldular. Bu dönemde Bizans İmparatoru Romanos Diogenes Antakya’yı koruyabilmek için Menbiç Kalesini ele geçirdi ve Antakya müdafaasını buradan başlattı31. 1068-1069 tarihinde ise Antakya önlerinde Türk komutan Afşin’i görmekteyiz. Afşin bir süre Antakya’yı kuşatma altına aldıysa da 20 bin altın karşılığında kuşatmayı kaldırarak bölgedeki köy ve kasabaları yağmaladıktan sonra ele geçirdiği ganimetlerle bölgeden ayrıldı32. Afşin Antakya’ya bağlı olan zott’ların yani çingenelerin bulunduğu kasabaları yağmaladı ve buralardan yaklaşık 4000 camız ele

28 Azîmî, a.g.e., s. 6, 12, 13. 29 Ömer Tokuş, Müslüman-Bizans Münasebetleri, Araştırma Yayınevi, Ankara 2020, s. 233. 30 Ernst Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Trc. Fikret Işıltan, İstanbul 1970, s. 120; Ali Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 52. 31 Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklular I, İsam Yayınları, İstanbul 2013, s. 148. 32 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 161; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 54; Ali Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 48.

407

geçirdi. Bunların tanesi pazarlarda 3 dinara satılıyorken Afşin bunları 1 dinardan satışa sürdü, elde ettiği gelirle bölgeden ayrıldı33. Yine 1077 yılında Halep hâkimi Sabık b. Mahmud, bölgede bulunan Türkmen komutanlarından Ahmed Şah’a haber göndererek Antakya kuşatmasında kendisine katılmasını istedi. Bu teklifi kabul eden Ahmed Şah maiyetindeki askerlerle birlikte Antakya’yı kuşatma altına aldı. Kuşatmada halk büyük sıkıntı çekti. Birkaç tane ekmeğin 1 dinara satıldığından bahsedilmektedir. Kale düşmedi ancak 5000 dinar karşılığında kuşatmayı kaldırıp Halep’e döndüler34. Bu dönemde Antakya yine Ermeni valiler tarafından yönetiliyordu.

Bu süreçte Antakya’da İslâm dışında yoğunluk gösteren beş farklı mezhep görmekteyiz. Bunlar; Süryaniler, Gregoryan Ermenileri, Yakûbîler, Nastûrîler ve Melkâniyye Mezhebi idi. Süryanilerin sayısı oldukça fazlaydı. Süryaniler teslisi (üçleme) kabul ederler. Ancak Bizans hâkimiyeti altında oldukça ciddi baskı ve zulüm yaşadılar. Ermenilerden sonra en fazla baskıya uğrayan ikinci grup Süryanilerdi35. Türklerin hâkimiyetinde ise özgür ve rahat bir yaşama kavuştular. Gregoryan Ermenileri, Hz. İsa’nın insanî tabiatının ilahi tabiatın bir yansıması şeklinde olduğuna inanıyorlardı. Bunlarda özellikle Filaretos36 hâkimiyetinde baskı yaşamışlardı. Yakûbîler, Süryanilerin

33Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, s. 9-10; Ahmet N. Özdal, a.g.e., s. 314-315. 34 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 172; Ernst Honigmann, a.g.e., s. 121; Ömer Tokuş, a.g.e., s. 235. 35 Ahmet Ocak, Selçukluların Dinî Siyaseti (1040-1092), Tatav Yayınları, İstanbul 2002, s. 295. 36 Philaretos Brachamios (Փիլարտոս Վարաժնունի); Önemli bir Ermeni kökenli Bizans generaliydi. Kapadokya bölgesi komutan yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Daha sonra IV. Romanos Diogenes’in ordusunda yüksek dereceli komutanlığa yükseldi. Malazgirt savaşından sonra Germenica (Maraş) dolaylarına kaçtı.

408 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

içinden farklı bir yorum olarak ortaya çıkmışlardır. Hz. İsa’nın normal bir insan gibi et ve kemikten oluştuğunu kabul ederler ama Hz. İsa’yı Tanrı’nın insan formuna girmiş hali olarak görürler. Bunlar da Bizans tarafından baskı ve zulme maruz kalmışlardır. Nasturiler, Hz. İsa’yı ne Tanrı olarak ne de Tanrı’nın oğlu olarak görürler. Hatta Tanrı’ya çocuk isnat etmenin küfür olduğunu kabul ederler. Hz. İsa’yı kendisine keramet ve müjde verilmiş bir elçi olarak görürler. Diğerleri gibi Bizans tarafından sevilmeyen bir mezhepti. Melkâniyye mezhebindekiler ise, teslisi (üçlemeyi) kabul ederler. Bunların dışında Yahudî, Mecûsî, Sabîi ve İslâm inançları da diğerlerine nazaran az da olsa vardı. Antakya doğu kiliseleri için merkez konumundaydı37. Görüldüğü üzere X. yüzyılda Antakya oldukça farklı dini inançların bir arada yaşadığı bir merkez konumundaydı.

FİLARETOS’UN ANTAKYA YÖNETİMİNİ ELE GEÇİRMESİ

Bizans kontrolü altındaki Antakya yönetimine baktığımızda, 1061 yılında Ani’li olduğu tahmin edilen Ermeni Dükü Khaçator’u Antakya yönetiminde görmekteyiz38. 1066 senesinde ise Antakya’da Ermeni asıllı Bekht adında biri bulunmaktaydı39. Bekht’in yönetiminden sonra

Kilikya’dan Urfa’ya kadar özerk bir hâkimiyet kurmaya çalıştı. Ordusunun çekirdeğini Normanlar oluşturuyordu ve sayılarının beş binin üzerinde olduğu bilinmektedir. 1079’da Antakya hâkimi oldu. 1084’te ise Süleyman Şah Antakya’yı kendisinden aldı. Bunun üzerine önce Urfa’ya, burada tutunamayınca Maraş’a gitti. Filaretos’un burada öldüğü bilinmektedir. Bkz. https://www.zeno.ru/search.php? searchid=459878. 37 Ahmet Ocak, “Türk Hâkimiyetine Geçiş Sürecinde Antakya ve Çevresinde Bulunan İslâm Harici Dinî Cemaatler, Selçuklu Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı: 10, Konya 2019, s. 12-16.(ss.1-20) 38 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 48. 39 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 126.

409

1074 yılında Antakya’da İsak (Issakios) adında bir valinin yönetimi ele geçirdiğini görmekteyiz. Hatta İsak’ın Süleyman Şah ile mücadeleye giriştiği ve mağlup olduğu bilgisi verilmektedir. Süleyman Şah bu savaşta İsak’ı esir olarak ele geçirdi ve Bizans’tan yüklü miktarda kurtuluş fidyesi alması karşılığında onu serbest bırakmıştı40. Bu gelişme, Süleyman Şah’ın İznik’i fethinin hemen öncesinde Antakya bölgesindeki faaliyetlerinin boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Bundan yaklaşık on yıl sonra 1078-79 senesinde Antakya’yı Vasak (Vasag) adında bir Ermeni prensin yönettiğini görmekteyiz. Vasak Antakya’nın son Bizans valisi olarak adlandırılsa da son sırada kendisinden sonra Filaretos’u gösterebiliriz41. Son Bizans valisi denmesinin sebebi kendisinden sonra gelecek olan Filaretos’un bağımsız bir şekilde hareket etmesi ve Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbî bir yönetici durumuna gelmesi olabilir. Vasak’ın yönetiminin ardından, 1079 yılında Filaretos’un Antakya’nın başına geçtiğini görüyoruz, ancak bu süreç biraz da mecburiyetten gerçekleşmişti. Vasak Bizanslı askerler tarafından pek sevilmeyen bir yöneticiydi. Vasak’ın Bizans askerleri tarafından kandırılarak suikast ile öldürüldüğü bilgisi verilmektedir. Mateos, Vasak’ın çarşıda gezerken bir bölük Romalı asker ile diyaloğa girdiğini ve bu diyalog sonucunda Bizanslı piyadelerin saldırısına uğrayıp öldürüldüğü bilgisini vermektedir. Tabi bu haber Antakya’daki Ermenileri oldukça tedirgin etti ve hemen iç kaleye toplandılar. Zedagân adında bir topluluk yönetimde bir zafiyet oluşmaması için yeni bir lider seçmek için ellerini çabuk tuttular ve

40 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 79. 41 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 98.

410 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Filaretos’a haber göndererek, kısa süre içerisinde kendisini Antakya’nın yeni hâkimi ilan ettiler. Filaretos Antakya’nın başına geçmeden hemen önce İstanbul’a gitmiş ve burada çok iyi karşılanmıştı. Kendisine altın, değerli hediyeler ve silahlar verilmişti42. İbnü’l Esîr, Filaretos’un Bizans İmparatorunun tercümanlığını dahi yaptığından bahsetmektedir43. İmparatorda kendisine Domestikos (Beylerbeyi) unvanını vermişti44. Bu gelişmelerin Antakya hâkimi olmasına da bir etkisi var mı bilmiyoruz ama Antakya hâkimi olduktan sonra Bizanslı askerlere çokta iyi davranmadığını biliyoruz. Ayrıca Antakya’da başa geçtikten sonra Bizans’ın darphanesini kullanarak Antakya’da kendi adına sikke bastırdı45 (Bkz. Ek 1). Filaretos aslında Antakya hâkimi olmadan önce Bizans askerleriyle birlikte Malatya ve Harput bölgesinde Türkmen ordularına karşı mücadele içerisine girmiş ancak başarılı olamayınca bölgeden kaçmak zorunda kalmıştı46. Filaretos başa ilk geçtiğinde tam da Ermenilerin istediği gibi hareket etti ve Vasak’ın katili olan taburu sefere çıkma bahanesiyle Afşun adında bir bölgeye götürdü ve orada taburdaki herkesi kılıçtan geçirdi47. Böylelikle hem Vasak’ın intikamı alınmış oldu hem de Antakya’da kendileri için oluşan tehdidi ortadan kaldırmış oldular. Bu gelişme Filaretos’un elini güçlendirdi. Ancak aynı yıl Selçuklu Meliği Tutuş

42 Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi, C.1, Çev. Ömer Rıza Doğrul, 3. Baskı, TTK, Ankara 1999, s. 331. 43 İbnü’l Esîr, El Kâmil fi’t-Tarih, C. 10, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, s. 343. 44 Anna Kommena, Alexiad, Çev. Bilge Umar, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1996, s.194. 45 https://www.zeno.ru/search.php?searchid=459869. 46Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, 3. Baskı, TTK, Ankara 2000, s. 22; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 59. 47 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 152-153.

411

beraberindeki Afşin Bey ile birlikte Antakya’yı kuşatma altına aldı. Bu sırada Antakya Filaretos’un elindeydi. Kuşatma bir süre devam ettikten sonra Tutuş 30 bin altın karşılığında kuşatmayı kaldıracağını teklif etti. Teklif kabul edildi ancak bu esnada komutan Afşin kendini tehlikede görerek Tutuş’tan ayrıldı ve kuşatmayı terk etti. Afşin’in kendini tehlikede görmesinin sebebi, Tutuş’un Atsız’ı öldürmüş olmasıydı. Bu gelişme Tutuş’un elini çok zayıflattı. Bu durumu haber alan Antakya yönetimi 30 bin altını vermekten vazgeçtiler48. Tutuş ise çaresizce kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı ve Antakya önlerinden ayrıldı. Filaretos bu süreçte hâkimiyet alanını genişletti. Maraş, Malatya, Harput, Palu, Elbistan, Tarsus ve Antakya49 şehirlerinde kısa bir süre de olsa kontrolün kendisinde olduğunu görmekteyiz.

Filaretos hâkimiyeti altındaki Antakya 1080 yılı dolaylarında kıtlık ve doğal afetlere maruz kaldı50. Yalnız bu durum sadece Antakya’da değil tüm Kilikya bölgesinde yaşandı. Bu bakımdan Antakya halkı bu süreçte sıkıntılı günler geçirdi. Halkın zor durumda kalmasına sebep olan yalnızca doğal afetler değil bunun yanında sık sık ve uzun süren kale kuşatmaları da etkiliydi51. Bu yıl sebebini bilmediğimiz bir nedenden dolayı Filaretos Cebele kadısını tutuklattı, ancak Trablus hâkimi İbn Ammar’ın araya girmesi neticesinde Cebele kadısı serbest bırakıldı52. Görüldüğü üzere bu süreç Antakya için biraz sıkıntılı bir süreç olarak geçti.

48 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 231. 49 Ali Öngül, a.g.e., s. 10. 50 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 155-156. 51 Ahmet N. Özdal, a.g.e., s. 115. 52 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 237.

412 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Filaretos dönemi de dâhil olmak üzere genel olarak baktığımızda Antakya’daki Ermenilerin sürekli olarak Bizans ile sıkıntılar yaşadığını görmekteyiz. Nitekim Filaretos’un da başa geçmesinde bu durum etkili olmuştu. 1080 yılında Antakya’daki Bizans askerleri ile Ermeni yöneticiler arasında yine bir gerginlik yaşandı. Bizans askerleri, Ermeni Prenslerinden Gagik’i esir olarak ele geçirdiler. Bu gelişme üzerine Filaretos; “Bir krala karşı ne cesaretle bu harekette bulundunuz. Onu serbest bıraksanız da bırakmasanız da mahvolacaksınız” diye sitemini dile getirdi. Ancak bu mektup Bizans komutanları tarafından ters tepti ve prensi öldürdüler. Hatta cesedinin boynuna ip bağlayarak Antakya kale kapısı surlarından aşağı sarkıttılar ve günlerce öyle kaldı. Oradan geçen her Ermeni bu durumu gördükçe hıçkırıklar içerisinde büyük bir üzüntüyle ağladılar53. Esasen bu tarihlerde Kilikya bölgesinde bir başka Ermeni Prens Vahram daha önce Filaretos’un elinde olan yerleri bir bir ele geçirerek Kilikya bölgesinde kendi baronluğunu kurma yolunda ilerliyordu54.

1082-1083 yılında ise Filaretos, yaşadığı kuşatma ve doğal afet gelişmelerinin ardından ödediği yıllık vergiyi aksatmaya başladı. Yıllık 300 bin dinar vergi ödemesi gerekiyordu ve bu vergiyi ödemek istemedi55. Müslim yıllık vergi zamanı geldiğinde bu verginin gönderilmemesi üzerine Antakya üzerine harekete geçti ve Humus

53 Başkumandan Simbat, Başkumandan Simbat Vekayinamesi, Çev. Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1946, s. 46. 54 İbrahim, Tellioğlu, Orta Çağ’da Türkler, Ermeniler, Gürcüler, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul 2019, s. 48. 55 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 92.

413

önlerine kadar geldi56. Esasen Müslim’in Antakya üzerine harekete geçmesini sağlayan durum ona gizlice gönderilen mektuplarda Antakya yönetiminde ileri gelen bazı kimselerin kaleyi kendisine teslim edeceklerini söylemesiydi. Ancak bu mektuplaşmaları sağlayan tercüman kâtip Hıristiyan’dı, Antakya’da Hıristiyanların elindeydi. Kâtip Antakya’nın Arapların eline geçmemesi için bu gelişmeyi Filaretos’a haber verme kararı aldı. Filaretos bu olaya oldukça öfkelendi ve bu planı yapan, bu planın içinde olan yaklaşık 300 kişiyi yakalatarak idam ettirdi. Ayrıca bunun yanında Müslim’in Mısır halifesiyle yazıştığını da öğrendi. Bu gelişmeyi hemen Selçuklu Sultanı Melikşah’a bildirdi. Ancak Müslim görevinden alınmadı, sadece vezir Nizamülmülk’ten kınama içerikli bir mektup alarak Musul valiliği görevine devam etti57. Buradan anlaşılıyor ki Müslim henüz Filaretos zamanında bile ara sıra Antakya’yı ele geçirmek için fırsat kolluyor ve girişimlerde bulunmak için gizli bir şekilde kale içerisindekilerle dirsek temasını kesmiyordu.

Filaretos 1084 yılında Antakya’dan kısa bir süre için ayrıldı. Bazı kaynaklar, Filaretos için kâfir ifadesini kullanmasına rağmen Antakya’dan ayrılış sebebini Mekke’ye gitmek olarak göstermişlerdir58. Bu bilgi doğru değildir. Filaretos her ne kadar din değiştirdiğini ilan etse de bunun gerçekten gönülden değil de siyasi çıkarları için olduğu sonraki eylemlerinden de anlaşılmaktadır. Esasen Filaretos Sultan Melikşah’ın desteğini alabilmek için Müslüman

56 Azîmî, a.g.e., s. 27. 57 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 246. 58 Kazvînî, a.g.e., s. 114; Ahmed b. Mahmud, a.g.e., s. 297; Mîrhând, a.g.e., s. 267.

414 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olduğunu ilan etmişti59. Kaldı ki Müslümanlığı kabul ettiğini söylemesine rağmen Kazvînî neden hala Filaretos’a ismi yerine kâfir demektedir? Bu ifadeler aslında Filaretos’un eyleminin samimiyetinin nasıl algılandığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple Mekke’ye gitmesi muhtemel görülmemektedir. Yine aynı şekilde Filaretos’un Akka Kalesine kız istemeye gittiği bilgileri de doğru görünmemektedir60. Neticede Filaretos Urfa’ya gitmek için Antakya’dan ayrılmıştı.

ANTAKYA’DA BİZANS İLERİ GELENLERİNİN İNCİL YAKMA SEBEBİ

1053/54 yılında Antakya’da alevli taşların gökten şehrin üzerine düştüğünden bahsedilmektedir. Hatta bu taşların (muhtemelen göktaşı) düşmesinin ardından şehirde şiddetli sarsıntıların meydana geldiğinden bahsedilmektedir. Halkın bu olayı doğa olayı olmasının aksine Tanrının cezalandırması olarak düşündüklerini görmekteyiz. Şehir halkının olayı cezalandırma olarak görmesi aslında Antakya’da yaşam düzeyinin istenildiği şekilde gitmediğinin bir yansımasıdır. Antakya bu dönemde Bizans hâkimiyeti altındaydı. Ancak şehirde Bizanslılardan çok Süryaniler bulunmaktaydı. Süryani halkın ekonomik durumu çok iyiydi. Daima kalabalık gruplar halinde gezer, değerli lüks ipek kumaşlardan kıyafetler giyer ve pek çok insanın özeneceği düzeyde bir yaşam sürerlerdi. Ayrıca pek çoğunun kendilerine özel köleleri bulunmaktaydı. İbadet için kiliselere giderken yine yaklaşık 500 kişilik

59 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 171. 60 Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, Çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2000, s. 14.

415

bir grup halinde katırların üzerinde adeta küçük bir ordu oluştururcasına Bizans’a gövde gösterisi yapar gibi kiliselere giderlerdi. Tabi bu gelişmeler Bizans halkını ve özellikle askerlerini oldukça sinirlendiriyordu. Onlara göre şehre Bizans hâkimdi ama şehrin sefasını süren Süryanilerdi. Durum böyle olunca Bizanslılar Süryanileri kıskanıyor bu da kendilerine karşı içten içe kin beslemelerine sebebiyet veriyordu. Fakat bu durum Süryani liderlerinden birinin Bizanslılar tarafından uzun sohbetlerden sonra din değiştirmeye karar vermesiyle değişti. Süryani ileri gelenlerinden biri olan ve adı verilmeyen bu kişi Bizanslılar tarafından kendi rızasıyla vaftiz edildikten sonra Ortodoks mezhebine girdi. O andan sonra bu defa Süryanilere karşı kin beslemeye başladı. Bu tarz olayların artması ile Bizanslılar sürekli insanlara mezheplerini sormaya başladılar. Bu da Antakya toplumu üzerinde dini bir baskı oluşturdu. Şehirde dini özgürlük kalmadı, Bizans artan bir şekilde baskısını sürdürmeyi devam ettirdi. Yaşanan gelişmeler Bizanslıları daha fazla cesaretlendirmeye başladı ve ileriki aşamada Süryanilere ait İnciller yakılmaya başlandı. Bu kişiler İncil yakma hadisesinden sonra şehrin yollarında yürürken birlikte yüksek sesle ilahiler söyleyerek büyük bir zafer kazanmış gibi davranıyorlardı61. Bu gelişmeler Süryanilerin Bizans yönetimine olan nefretlerini arttırdı. Antakya’da Bizans dışındaki tüm dini guruplar Bizans’ı dini inanç konusunda kindar olarak tanımlamaktaydılar. Hatta Bizans’ın, himayesi altındaki bu grupları zorla Ortadokslaştırmaya çalıştığından bahsedilmektedir. Bizans’ın bu politikası halkın yönetime

61 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 59, 98.

416 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

karşı kin duymasına sebebiyet verdi. Bunun en somut etkisini Malazgirt savaşında görebiliriz. Savaşta Bizans’ın saflarından ayrılıp Sultan Alp Arslan saflarına geçen gruplar arasında Ermeniler de vardı62.

ANTAKYA’DAN SÜLEYMAN ŞAH’A YARDIM ÇAĞRISI

Urfalı Mateos, Filaretos hakkında oldukça ağır ithamlarda bulunmaktaydı. Kendisine ismi yerine” Şeytanın oğlu”, şeklinde hitap etmesi ondan ne kadar nefret edildiğinin görülmesi açısından önemlidir. Kendisini bir Hıristiyan düşmanı olarak gösteriyor ve bu fikrini şu cümlelerle açıklıyordu; “O Hıristiyanlara karşı harp etmeye başladı. Çünkü O Hıristiyan olmakla beraber imansız bir adamdı… Ermeniler onu Ermeni olarak görmüyordu. Bizanslılar da onu kendilerinden görmüyorlardı. O din ve adetçe bir Romalı, baba ve anne tarafından da bir Ermeni idi”63. Filaretos Antakya halkı tarafından sevilmeyen biriydi, geniş toprak sahibi olan kişilerin topraklarına haksız yere el koyan, kendi oğlunu dahi zindana atan biri olarak ün salmıştı64. Ancak ele geçirdiği paraların büyük bölümünü askerlere dağıtması kendisine karşı oluşabilecek bir isyanı önleme açısından stratejik bir davranıştı65. Bu da aslında kendisini güvende görmediğinin bir neticesiydi. 1084 yılının Şubat ayında Urfa’da hüküm süren Ermeni senyörü Vasil öldü. Bunun üzerine İşkan adında bir ileri gelen Urfa’nın hükümdarsız kalmasından endişe ederek Antakya’ya gelip Filaretos’a Urfa’nın başına geçme teklifinde bulundu. Filaretos bu teklifi kabul edince bir

62 Ahmet Ocak, Selçukluların Dinî Siyaseti, s. 293, 294, 295. 63 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 147. 64 İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 128; Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 261. 65 Abu’l Farac, a.g.e., s. 331.

417

miktar askerle birlikte Antakya’dan çıkıp Urfa’ya gittiler66. Bunun yanında Filaretos’un Urfa hâkimiyetini Vasil’in oğlu Barsam’a devrettiğinden bahsedilmektedir67. Urfa’da Türklere karşı başarılı bir direnç gösterildiğini düşünen Filaretos bu başarının devam ettirilmesi için yönetime karışmadığı düşünülmektedir. Urfa babadan oğula geçiş ile bir süre daha Ermeniler tarafından yönetilmeye devam edecekti.

Filaretos bu vesileyle kaleden çıkmıştı. Ondan nefret eden yöneticiler İznik’te Devlet kurmuş olan, hanedan mensubu Süleyman Şah’ı gizlice Antakya’ya çağırıp şehri teslim almasını istediler68. Antakya ileri gelenlerinin Süleyman Şah’ı davet etmelerindeki sebebin, Filaretos’un Müslümanlığı kabul etmesiyle ilgili olduğu söylense de bu doğru değildir69. Çünkü Filaretos zaten hiç kimseye adaletli davranmıyordu aksine zorba ve baskıcı bir yönetime sahipti. Kaldı ki Antakya halkı Müslüman bir lideri kabul etmiyorsa Süleyman Şah’ı da davet etmezlerdi. Bu süreçte Süleyman Şah’ın devlet kurması hadisesi bölgede yardım istenildiği zaman öncelikli olarak kendisinin düşünülmesine vesile olan sebeplerden bir tanesidir. Çünkü hanedan soyuna mensup bir Türkmen’in devlet kurmasının ardından kendisine katılım her geçen gün daha fazla artıyordu. Nitekim bu gelişme sadece Antakya yönetimi ile sınırlı değildi, Bizans’ta bu dönemde Süleyman Şah’ın nüfuzundan faydalananlar arasındaydı. Öyle ki sadece taht mücadeleleri için değil ayrıca dış güçlere karşı da yardımı

66 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 161. 67 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 97-98. 68 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 261; Urfalı Mateos, a.g.e., s. 161. 69 Osman Turan, Selçuklular Tarihi…, s. 283.

418 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

istenmekteydi70. Bu durumda Bizans Süleyman Şah’ın yardımına bağlı bir hale gelmişti71. Örneğin; İmparator Mikhail Dukas, Normanların Bailleul Dükü olan Roussel’in Anadolu için saldırıya geçmeye başladığı dönemde (1075-1076) hemen Süleyman Şah’tan yardım istedi ve Süleyman Şah’tan aldığı destekle bu tehlikeyi bertaraf edebildi72. Ancak Süleyman Şah’tan yardım istemesi oldukça sert eleştirilere maruz kalmasına sebep oldu. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Mikhail tahtı terk etti73. Mikhail Dukas zaten böbrek hastasıydı ve kendi sağlığıyla uğraşmaktan Bizans’ı yönetmekte yetersiz kalıyordu74. Bu gelişmede tahtı bırakmasına sebep olan gelişmelerden bir tanesiydi. Ayrıca Süleyman Şah hali hazırda 1082-1083 senelerinde Kilikya bölgesine yapmış olduğu seferde Tarsus gibi büyük şehirleri ele geçirmiş bulunmaktaydı75. Bu fetihlerin ardından bir nevi Antakya’ya da komşu olmuş oldu. Süleyman Şah, Tarsus’u feth ettikten sonra Trablus’ta, Mısır Fatımî Devleti’ne karşı isyan edip bağımsız bir yönetim kuran İbn Ammar’a elçi göndererek şehirde görevlendirmek üzere bir kadı ve bir hatip göndermesini istedi76. Aslında bu gelişme Abbasi Halifeliğine bir gözdağı niteliğindeydi77. Süleyman Şah, hanedan üyesi olduğunu ve kurmuş olduğu devletin İslam âleminde

70 Anna Kommena, a.g.e., s. 24. 71 Dimitri Korobeinikov, a.g.m., s. 72. 72 Peter Tudebodus, a.g.e., s. 20. 73 Ioannes Zonaras, Tarihlerin Özeti, Çev. Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2008, s. 148. 74 Abu’l Farac, a.g.e., s. 327. 75 Ahmed b. Mahmud, Selçuknâme, Haz. Erdoğan Merçil, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul 2011, s. 141; Abu’l Farac, a.g.e., s. 329. 76 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 249; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 93-94; Ali Öngül, a.g.e., s. 11. 77 Oğuz Ünal, a.g.e., s. 161.

419

meşru sayılmasını istiyordu. Bazı kaynaklar Süleyman Şah’ın Antakya’yı fethi için harekete geçmesini, Melikşah’ın emri ile gerçekleştiğini ifade etmektedir78, ancak bu bilgi yanlıştır. Süleyman Şah bizzat Antakya şıhnesi İsmail’den (askeri vali) gelen teklif ile harekete geçmişti79. İznik’te yerine vekil olarak Ebu’l Kâsım’ı bırakarak yaklaşık 300 kişi ile birlikte gizlice yola koyuldu80. Yolculuğunu gizli tutmalıydı çünkü Antakya çevresindeki emirler bu gelişmeyi öğrenirseler Süleyman Şah’ın kaleye girmesine mani olurlardı. Bu sebeple askerler yolculuğu gece devam ettirirken gündüzleri saklanıyorlardı. Yolda, kaynaklarda Ümraniyye olarak isimlendirilen bir kasabada bulunan bazı ileri gelenlerin Süleyman Şah’ın Antakya’ya doğru ilerlediğini haber alması Süleyman Şah için tehlike arz ediyordu. Bu durumda Süleyman Şah bu gelişmeyi riske atmamak adına bu kişilerin öldürülmesi emrini verdi81. Antakya önlerine vardığında Fâris Kapsından gelen yardımlar neticesinde adamları kale içerisine sokuldu ve ardından Fâris kapısı açıldı82, böylelikle Süleyman Şah ve maiyetindeki askerler 12 Aralık 1084 Perşembe gecesinde şehre giriş yaptılar.

Süleyman Şah, Antakya’yı Ermeni asıllı Bizans valisi Filaretos’un elinden almış oldu83. Süleyman Şah’ın Antakya’yı ele geçirmesinin hemen ardından haberin duyulmaya başlanmasıyla ilk olarak bölgede

78 Korykoslu Hayton,a.g.e., s. 64. 79 Abu’l Farac, a.g.e., s. 331. 80 Azîmî, a.g.e., s. 29; Peter Tudebodus, a.g.e., s. 23. 81 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, Trc. Ali Sevim, TTK, Ankara 2014, s. 51-52; Ali Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 109. 82 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, Sami Dahan, C.3, Beyrut, s. 86. 83 Anonim Haçlı Tarihi, Çev. Ergin Ayan, Selenge Yayınları, İstanbul 2013, s. 38.

420 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

faaliyetlerde bulunan Türkmen beyi Mencekoğlu (Mincakoğlu) ve maiyetindeki yaklaşık 300 kişi Süleyman Şah’a katılmak için Antakya’ya geldi84. Bu gelişmeler Süleyman Şah’ın bölgede güçlenmesine neden oldu. Zaten Halep ile Antakya arasında Beytü’l- Lâhâ olarak isimlendirilen yerde Türkmen yerleşmesi olduğuna dair bilgiler de bulunmaktadır85. Antakya yaklaşık olarak 116 yıl aradan sonra yeninden Müslümanların eline geçmişti86. II. Nikephoros Phokas 968 yılında Antakya’yı Müslümanlardan almıştı87. Antakya Nümeyiroğullarından para ile satın alınarak Bizans’ın hâkimiyetine geçmişti88. Süleyman Şah 1084 yılında, Cuma namazında 110 müezzin ile aynı anda Antakya’da ezan okuttu ve yıllar sonra şehirde namaz kılınmaya başlandı89. Süleyman Şah merkez kiliselerini, Kawasgana olarak anılan Mar Cassianus Kilisesini90 camiye çevirdi ancak Hıristiyanların da gönlünü almak için, kendilerine kilise inşa etmelerine izin verdi. Böylelikle Meryem Ana ve Aziz Cercis adında iki kilise inşa edildi91. Antakya halkı yeni bir lider ve yönetim ile karşı karşıyaydı92. Bu lider hem Türk hem de Müslümandı ancak Antakya halkının uzun yıllar beklediği ve arzuladığı yönetimi sergileyecekti. Süleyman Şah şehri ele geçirme sürecinde kendisiyle mukavemet eden pek çok askeri rehin olarak ele geçirmişti, fakat savaştan sonra hepsini serbest

84 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb, C. 2; s. 86; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 99. 85 Ali Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 100; Oğuz Ünal, a.g.e., s. 161. 86 İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 128. 87 Halil Sahillioğlu, “Antakya”, DİA, C.3, İstanbul 1999, s. 230. 88 Ali Öngül, a.g.e., s. 11. 89 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb…, s. 52-53. 90 Ali Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 110. 91 Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 100. 92 Abu’l Farac, a.g.e., s. 331.

421

bıraktı93. Halk Süleyman Şah’ın himayesinde dinlerini ve kültürlerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yaşamaya başladı, hem ekonomik hem iktisadi hem de canlarının güvenliği konusunda bir sıkıntı yaşamadılar. Öyle ki Süleyman Şah Antakya’yı ele geçirdiği gün bile askerlerin evlere girmesini yasaklamış halkın canına ve malına dokunulmaması istemiştir. Muhsin D. Yusuf bu dönemde yapılan savaşlarda yaşanan can kayıpları ile ilgili yapmış olduğu araştırmasında; Süleyman Şah’ın Antakya’yı fethinde ölüm oranını; “Neredeyse hiç ölüm yaşanmadı”, şeklinde belirtmiştir94.

Süleyman Şah Antakya’daki ticari hayatı da korumaya özen göstermiş, daha önceden şehre gelen Hıristiyan tüccarların şehre girişini engellememiştir95. Örneğin; İtalya’nın Bari şehrinden gelen tüccarların şehre girip ticaret yapmalarına hiçbir şekilde engellememiştir. Bari’li tüccarlar yıllarca Antakya’ya ürün alıp satmaya geliyorlardı. Antakya halkı da Bari’liler ile ticaret yapmayı seviyorlardı96. Aynı şekilde Venedikli tüccarlarda Antakya’ya gelmeye devam ettiler97. Bu durum Antakya halkının Süleyman Şah’a güven duymasını sağlayan bir diğer gelişmeydi. Ayrıca Süleyman Şah’ın İznik’i feth etmesi Bizans’ın Antakya ile olan bağını da kesti ve Bilâd-ı Şam’ın kuzeyindeki tüm halklar rahat bir nefes almaya başladılar98. Artık Bizans’ın bölgedeki

93 Ernst Honigmann, a.g.e., s. 121. 94 Muhsin D. Yusuf, a.g.e., s. 194. 95 Halil Sahillioğlu, a.g.m., s. 230. 96 W.Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev. Enver Ziya Karal, TTK, Ankara 2000, s. 105-106. 97 Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, Yeditepe Yayınları, 2. Baskı, Çev. Mustafa Daş, İstanbul 2013, s. 68. 98 Dimitri Korobeinikov, a.g.m., s. 72; Ahmet Ocak, Selçukluların Dinî Siyaseti, s. 296.

422 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

baskıcı yönetimi sona ermiş oldu. Süleyman Şah bu politikasını yalnızca Antakya’da değil, Anadolu’da da uyguluyordu. Anadolu’da köle olarak çalışan halkları, toprak kölelerini özgür kıldı. Zamanla bu insanlar İslâmiyet’e karşı sevgi beslemeye başladılar ve kitleler halinde Müslüman oldular. Anadolu içlerinde pek çok köy Selçuklu yönetimini tercih etmeye başladı99. Bu gelişmeler Süleyman Şah’ın ardından gelen çocuklarının da politikası oldu.

Filaretos Antakya’nın elinden çıktığını Urfa’da iken öğrendi ama artık her şey için çok geçti. Sultan Melikşah’tan destek alabilmek için Müslüman olup sünnet olmayı kabul etti, böylelikle Urfa yönetimi kendisine verildi. Ancak kısa süre sonra Urfa halkı da kendisinin yönetiminden hoşnut olmadı ve bu defa Maraş’a gitti. Hayatının kalan kısmını Maraş’ta geçirdiği söylenilmektedir. Abu’l Farac, Filaretos’un Maraş’ta yeniden Hıristiyanlığa geçtiğinden bahsetmektedir. Kalan günlerinde açlık ve sıkıntılar yaşadıktan sonra burada öldüğü bilgisi verilmiştir100.

ANTAKYA’NIN EL DEĞİŞTİRMESİ NETİCESİNDE YAŞANAN GELİŞMELER

Filaretos Büyük Selçuklu Devleti’ne yıllık vergi ödemekteydi. Bu vergi Musul hâkimi Müslim b. Kureyş tarafından toplanıyordu. Antakya’dan Melikşah hâkimiyeti döneminde yaklaşık olarak 300 bin dirhem vergi alınıyordu101. Antakya Süleyman Şah’ın eline geçince bu durum

99 V.Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. Azer Yaran, Onur Yayınları, Ankara 1988, s. 170. 100 Abu’l Farac, a.g.e., s. 333. 101 Aksarayî, a.g.e., s. 14.

423

Müslim tarafından olumlu karşılanmadı. Özellikle Süleyman Şah’ın Hıristiyan halka dinlerini serbestçe yaşama özgürlüğü vermesi Müslim’i oldukça rahatsız etti çünkü Müslim bölgede Arap milliyetçiliği yapmaktaydı ve bu şekilde Antakya’yı da hâkimiyeti altına almak istiyordu102. Her ne kadar Selçuklu adına vergi toplasa da aslında bölgede hâkim gücün Araplar olmasını istiyor ve bu doğrultuda adımlar atıyordu. Örneğin bölgede Melik Tutuş’un emrinde olmasına rağmen kendisinin kale kuşatmalarınaya çok geç geliyor ya da gelse bile Tutuş’a pek yardım etmeden, savaşlara gönülsüz giriyordu. Bu yüzden Müslim ile Tutuş arasında üstü kapalı bir gerginlik söz konusuydu. Hatta Tutuş’un Müslim’i azarlayıp kuşatmadan kovduğu savaşlar dahi olmuştur103. Süleyman Şah’tan da Antakya’nın vergisini istemesi doğal olarak tarafların gerilmesine sebebiyet verdi104. Süleyman Şah aslında bu istek karşısında gayet net bir cevap sundu: “ O mülk İslâm’a girdiği için haraç istenemez”105 bu cevabın üzerine Müslim’in Antakya’dan haraç vergisi istemeye devam etmesi aslında Büyük Selçuklu Devleti adına değil kendi menfaatleri adına konuştuğunu göstermektedir.

102 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 262. 103 Suhayl Zakkar, The Emirate of Aleppo, Prefaced Bernard Lewis, Dar- Al-Amanah El-Risalah Publishing House, Beirut, Lebnon 1971, s. 206-207. 104 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., s. 297; Abu’l Farac, a.g.e., s. 332; Kamal Salibi, Syria Under Islam (634-1097), 2. Baskı, Dar Nelson, Gravana Books, Lebanon 1977, s. 143- 144. 105 Kazvînî, a.g.e., s. 114; İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb, C. 2; s. 89.

424 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KURZAHİL SAVAŞI

Müslim, Gayrimüslim olan Filaretos yönetimindeki Antakya’dan her sene Büyük Selçuklu Devleti adında yıllık vergi alıyordu. Bu vergiyi Süleyman Şah’tan da istemesi iki taraf arasında gerginliğe sebep oldu106. Bu isteğe karşı Süleyman Şah misilleme olarak Menbiç’e kadar her yeri yağmaladı107. Mateos’un Bizah olarak bahsettiği108 Kurzahil mevkiinde taraflar karşı karşıya geldi. Müslim savaştan bir gün öne kuzenleriyle birlikte akşam yemeği yerken kuzenleri sürekli ölümden bahsedip durmuşlardı. Süleyman Şah ile yapılacak bir savaş neticesinde sonlarının ölüm olacağını söyleyip durunca Müslim daha fazla dayanamadı ve kuzenlerine; “Bizi zaten sizin karamsarlığınız mahvetti” diyerek tepkisini ortaya koymaya çalıştı109. Süleyman Şah Antakya’ya geldiğinde yaklaşık olarak 300 kişiydi ama kısa bir süre sonra bölgede gerçekleşen ilk savaşta yaklaşık olarak 4000 kişiyle savaş alanına geldi110. Türkmen Beylerinden Çubuk Bey, Müslim’in ordusunda yer alıyordu ancak savaş esnasında taraf değiştirerek Süleyman Şah’ın safına geçti111. Bu gelişme ile birlikte durumu kötüye giden Müslim’in ordusu tamamen dağıldı. Savaşı kazanan taraf Süleyman Şah oldu112. Müslim ise savaş alanında öldürüldü113. Müslim b. Kureyş’in ölümünün

106 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb…, s. 54-55; Mîrhând, a.g.e., s. 267. 107 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 262. 108 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 164. 109 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb, C. 2; s. 91. 110 İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb, C. 2; s. 90-91. 111 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 267. 112 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., s. 297; Kazvînî, a.g.e., s. 114; Aksarayî, a.g.e., s. 15; İbnü’l Verdi,a.g.e., s. 41; İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 129. 113 Azîmî, a.g.e., s. 29.

425

ardından yerine kardeşi İbrahim b. Kureyş, Musul yönetiminin başına geçti114.

TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ İLE BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KARŞI KARŞIYA GELMESİ

Süleyman Şah’ın Halep’i kuşatması üzerine Halep ileri gelenlerinden Salim ve Şerif el-Huteyti115, önce Melikşah’a mektup yazarak yardım istediler. Ancak cevabın gecikmesi üzerine bu defa Dımaşk’ta bulunan Sultanın kardeşi Melik Tutuş’tan yardım istediler. Böylelikle hem Türkleri birbirine düşürmüş olacaktı hem de Halep’i kurtarmış olacaktı116. Tutuş bu teklifi kabul etti. Çünkü kendisine, onları Süleyman Şah’tan kurtarmaları karşılığında Halep’i teslim edecekleri vaat edilmişti. Tutuş ile mücadeleye girmek zorunda kaldı117. Tutuş’un ordusunda Malazgirt savaşında bulunan komutanlardan Artuk Bey’de bulunmaktaydı118. Artuk Bey’in Süleyman Şah’a karşı önceden, içten içe beslediği bir kini vardı. Artuk Bey Anadolu’nun fethi için faaliyetlerde bulunurken bölgeye Süleyman Şah’ın gelmesi ve kendisinin de görev yerinin değiştirilmesi Artuk Bey’i çok sinirlendirmişti119. Bu sebeple bu savaşa bir nevi intikam gözüyle bakıyordu. İki taraf 1085/86 tarihinde Halep ile Antakya arasında Kınnesrin bölgesinde Ayn-ı Seylem adında bir bölgede karşı karşıya

114 İbn Kesîr, El Bidâye ve’n-Nihâye, Çev. Mehmet Keskin, C.12, Çağrı Yayınevi, İstanbul 1994, s. 257; İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 130. 115 İbnü’l Adîm, Bugyetü’t-taleb fi Tarihî Haleb, Çev. Ali Sevim, TTK, Ankara 1989, s.124-125; İbnü’l Verdi,a.g.e., s. 41; İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 135. 116 Suhayl Zakkar, a.g.e., s. 215; Kamal Salibi, a.g.e., s. 144. 117 Kazvînî, a.g.e., s. 114. 118 Sıbt İbnü’l Cevzi, a.g.e., s. 269; Abu’l Farac, a.g.e., s. 333. 119 Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, s. 70.

426 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

geldiler120. Savaş çok sert geçti, çok fazla ölüm yaşandı121. Savaş esnasında Süleyman Şah tarafında yer alan Çubuk Bey, Melik Tutuş’un tarafına geçti122. Bu gelişme savaşın kaderine etki etti. Savaş neticesinde Süleyman Şah hayatını kaybetti123. Ölümü ile ilgili intihar ettiğine dair görüşlerde mevcuttur124. Savaşın ardından Süleyman Şah’ın ordusundaki askerlerin bir kısmı Tutuş’a tabii oldular125. Ancak Tutuş yardım çağrısına icabet etmesi ve savaşı kazanmasına rağmen Halep’e alınmadı126. Ardından abisi Melikşah’ın bölgeye geldiğini haber alması üzerine Halep önlerinden çekilip Dımaşk’a gitti.

ANTAKYA’NIN BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ HÂKİMİYETİNE GİRMESİ

Sultan Melikşah bölgede yaşanan bu gelişmelerin ardından elde edilen kazanımların kaybedilmemesi adına bölgeye sefer düzenlemek zorunda kaldı. Urfa, Halep ve Antakya’ya bizzat gelerek bu yerlere vali ataması yaptı ve bölgeyi Büyük Selçuklu hâkimiyeti altına almış oldu. Antakya’ya Yağısıyan’ın vali olarak atanması, Antakya’nın resmen Türkiye Selçuklu Devleti’nden Büyük Selçuklu hâkimiyeti altına girdiğini göstermektedir127.

120 Azîmî, a.g.e., s. 30. 121 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., s. 297; Urfalı Mateos, a.g.e., s. 168; İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb…, s. 57,59; Aksarayî, a.g.e., s. 15. 122 Anna Kommena, a.g.e., s. 195. 123 İbnü’l Verdi,a.g.e., s. 42. 124 Kamal Salibi, a.g.e., s. 145. 125 Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, s. 49-50. 126 İbnü’l Esîr, a.g.e., s. 135; İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb, C. 2; s. 96-98. 127 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 172; Kamal Salibi, a.g.e., s. 146; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 125.

427

Özellikle Antakya Bizans’ın değil Türkiye Selçukluların elinden alındığı için Süleyman Şah’a âsi nitelendirmesi yapılması128 da ne kadar doğrudur diye düşünmek lazım. Netice itibariyle Melikşah Antakya’da şehri Süleyman Şah adına yöneten, Hasan b. Tahir eş- Şehristanî’den aldı129. Hasan b. Tahir şehri hiçbir şekilde direnmeden Sultana teslim etti ve Süleyman Şah’ın çocuklarının affedilmesini ayrıca istedi. Böylelikle Kılıç Arslan, Sultan Melikşah tarafından İsfahan’a götürüldü. Hasan b. Tahir görevinden alındı ancak iyi niyetli tutumu nedeniyle Antakya’da vergi işlerinden sorumlu görevli olarak atandı130.

Sultan Melikşah Antakya’yı Büyük Selçuklu hâkimiyetine kattıktan sonra bu gelişmeyi, yani hâkimiyet alanının ne kadar genişlediğini vurgulamak maksadıyla bu durumu büyük bir övünçle yaymaya başladı. Bunlardan bir tanesi; Antakya sahil kasabası olan Süveydiye’ye gidip sahilden kum alıp babası Alp Arslan’ın mezarına götürmesidir. Dünyayı bir uçtan bir uca feth ettiğini ve dünyanın bir ucundan getirdiği toprağı babasının mezarına serptiğini dile getirmiştir. Bir diğer hadise ise, Melikşah’ın Ceyhun Nehri’nden Mellâhân (Kayıkçılar) vasıtasıyla geçtikten sonra kayıkçılara; “Ücretinizi Antakya’dan gidip alabilirsiniz” demesidir. Burada sahip olduğu toprakların genişliğini vurgulamaya çalışmıştır. Tabi ki ücretin Antakya’dan gidip alınması o dönem için pek olası bir durum değildi, zaten kayıkçılarda, “Bu bize zordur, oraya gidip parayı alıp gelene

128 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., s. 149. 129 Osman Gazi Özgüdenli, a.g.e., s. 170. 130 İbnü’l Adim, Bugyetü’t-taleb, s. 35; Mükrimin Halil Yınanç, a.g.e., s. 192.

428 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kadar yaşlanırız”131 ifadesi toprakların genişliğinin anlaşılması açısından önemlidir. Neticede olay Nizamülmülk’ün ödeme yapmasıyla kapandı. Melikşah tıpkı Süleyman Şah gibi gayrimüslim Antakya halkı hatta tüm hâkimiyeti altındaki gayrimüslimlerde dâhil olmak üzere kendisinden; “Yüreği Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu”132 bir hükümdar ifadesini kullanıyorlardı. Antakya halkı Haçlı işgallerine kadar (1098), Selçuklu yönetimi altında rahat bir hayat yaşadı.

SONUÇ

Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecinde yani Süleyman Şah ekseninde kaleme aldığımız bu çalışmada. İznik’in fethinden önce Tıpkı Büyük Selçuklu Devleti Sultanları gibi hanedan mensubu olan Oğuzların Kınık boyuna mensup Kutalmış oğullarının, Doğu Anadolu ve Bilâd-ı Şam bölgesindeki faaliyetleri Anadolu’daki ilk faaliyetleridir. Bu süreçte ana kaynaklara baktığımızda bir takım ihtilafların oluştuğunu görmekteyiz. Kimileri Kutalmış oğullarının Büyük Selçuklu Sultanları tarafından görevlendirilerek geldiklerinden bahsederken kimi ana kaynaklarda, hapisten kaçarak, tutsaklıktan kurtularak bölgeye geldiklerini belirtmişlerdir. Bu bağlamda, konumuz dâhilinde olan Süleyman Şah’ın ve kardeşlerinin Antakya ve çevresindeki faaliyetleri de birinci Kilikya seferi şeklinde sınıflandırılmıştır. Bu birinci seferde Kutalmış oğulları ağır bir darbe aldılar. Dolat ve Alp İlig kardeşler mağlup oldukları bir savaşta rehin olarak Sultan Melik Şah’a yani esir hayatına geri gönderildiler.

131 Reşidüd-din Fazlullah, Cami’ü’t-Tevârih, Çev. Erkan Göksu, H.Hüseyin Güneş, Selenge Yayınevi, İstanbul 2011, s. 126-127; Aksarayî, a.g.e., s. 14. 132 İbrahim Tellioğlu, a.g.e., s. 167.

429

Dolayısıyla bölgede istedikleri hedeflere ulaşamadılar. Süleyman Şah Antakya’yı kuşattıysa da kurtuluş fidyesi ödenmesi neticesinde kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.

Daha sonra İç Anadolu’ya yöneldiyseler de Büyük Selçuklu Devleti tarafından görevlendirilmiş olan Porsuk komutasındaki Selçuklu askerleri Kutalmış oğulları ile bir mücadeleye girdi ve bu mücadele neticesinde Mansur öldürüldü. Görüldüğü gibi Kutalmış oğullarından iki kardeş zindana atılırken biri de öldürüldü ve geriye sadece Süleyman Şah kaldı. Bu gelişmeler Büyük Selçuklu Devleti’nin Kutalmış oğullarını Anadolu’nun fethi için görevlendirildikleri iddiasını çürütür niteliktedir.

Çalışmamızda bu gelişmelerin yaşandığı süreçte Antakya’ya hâkim olan devletin, şehir valisinin, yönetimi, iktisadî, dinî ve sosyal yapısının nasıl olduğuna dair bilgiler verilmeye çalışılmıştır. İznik’in fethinden sonra ise Bizans’ın Antakya ile olan politikası ve müdahale kapasitesi tamamen değişti. Bu durum kent halkına ve yönetimine hemen sirayet etti. Bu bağlamda İznik’in fethini milat olarak kabul edersek, fetihten önceki Antakya ile sonraki Antakya diye iki farklı durum göz önüne çıkmaktadır. Burada göze çarpan ilk olgu, Bizans yönetimindeki Antakya’da bulunan Ortodokslar dışındaki tüm dini gruplar baskı ve zulüm altında yaşıyorlardı. Şehirde Bizans tekfurlarıyla yerli halk arasında sürekli bir didişme ve mücadele söz konusuydu. Ancak Türkiye Selçuklu Devleti’nin İznik’te kurulmasından kısa bir süre sonra Süleyman Şah’ın Antakya’ya davet edilmesi ve şehri yönetimi altına almasının ardından bu durum tam tersi bir hal aldı. 1084’ten itibaren

430 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

artık Antakya daha özgür ve refah seviyesi yüksek bir kent durumuna geldi. Bu gelişme yerli halk tarafından ve tüm dinî gruplar tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. Süleyman Şah’ın İznik’te kurmuş olduğu Devlet ve bu devleti yönetim şekli Antakya’ya davet edilmesinde birinci dereceden önemli bir yer teşkil etmektedir.

Ancak Süleyman Şah’ın Antakya’yı ele geçirmesi bölgede bazı tehlikeli gelişmelerinde yaşanmasına sebebiyet verdi. Antakya, Büyük Selçuklu Devleti’ne vergi ödüyordu, Süleyman Şah ise Selçuklu Devleti’ne vergi ödemeyeceğini duyurmasının ardından Musul valisi Müslim ile savaşmak zorunda kaldı. Onu mağlup edip sınırlarını Halep’e kadar ulaştırması Selçuklu Devleti ile karşı karşıya gelmesine yol açtı. Daha önce Selçuklu valisi ile mücadele ederken şimdi sultanın kardeşi Melik Tutuş ile karşı karşıya kalacaktı. Neticede iki taraf arasında yapılan savaşta Süleyman Şah hayatını kaybetti ve Antakya Türkiye Selçuklu Devleti yönetiminden Büyük Selçuklu yönetimi altına girmiş oldu. Antakya olayı aslında dolaylı olarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecinin sekteye uğramasına sebebiyet veren bir gelişme olmuş oldu. İki yıl içinde (1084-1085) üç yönetim değiştiren Antakya’nın yeni hâkimi artık Büyük Selçuklu Devleti idi. Bu gelişmeler Antakya’nın sosyo-ekonomik, dinî ve askerî yapısına da doğrudan etki etti.

431

EKLER

Ek 1.

Filaretos, Bizans İmparatoru tarafından Domestikos (Beylerbeyi) unvanı aldıktan sonra 1082-1084 tarihinde Antakya’da bastırdığı sikkeler. Paranın ön yüzünde kalkan, mızrak ve zırhlı bir şekilde duran Aziz Theodor’un ayakta duran figürü bulunmaktadır. Çok ince kesilen sikkenin ağırlığı 11.08 gr. dır133.

133 https://www.zeno.ru/search.php?searchid=459878 (20.10.2020).

432 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi, C.1, Çev. Ömer Rıza Doğrul, 3. Baskı, TTK, Ankara 1999.

Ahmed b. Mahmud, Selçuknâme, Haz. Erdoğan Merçil, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul 2011.

Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, Çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2000.

Anna Kommena, Alexiad, Çev. Bilge Umar, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1996.

Anonim Haçlı Tarihi, Çev. Ergin Ayan, Selenge Yayınları, İstanbul 2013.

Azîmî, Azîmî Tarihi, Çev. Ali Sevim, 2. Baskı, TTK, Ankara 2006.

Başkumandan Simbat, Başkumandan Simbat Vekayinamesi, Çev. Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1946.

Cahen Claude, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, Yeditepe Yayınları, 2. Baskı, Çev. Mustafa Daş, İstanbul 2013.

El-Hüseyni, Ahbârud-Devleti’s-Selçukiyye, Çev. Necati Lügal, TTK, Ankara 1999.

Ersan Mehmet-Alican Mustafa, Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı, Türkiye Selçukluları, Timaş Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 2016.

Hamdullâh Müstevfî Kazvînî, Târîh-î Güzîde, Çev, Erkan Göksu, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul 2015.

433

Honigmann Ernst, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Trc. Fikret Işıltan, İstanbul 1970.

Ioannes Zonaras, Tarihlerin Özeti, Çev. Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2008.

İbn Kesîr, El Bidâye ve’n-Nihâye, Çev. Mehmet Keskin, C.12, Çağrı Yayınevi, İstanbul 1994.

İbnü’l Adîm, Bugyetü’t-taleb fi Tarihî Haleb, Çev. Ali Sevim, TTK, Ankara 1989.

İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, Sami Dahan, C.3, Beyrut.

İbnü’l Adîm, Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, Trc. Ali Sevim, TTK, Ankara 2014.

İbnü’l Esîr, El Kâmil fi’t-Tarih, C. 10, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, İstanbul 1991.

İbnü’l Verdi, Tetimmetü’l-Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, Trc. Mustafa Alican, Kronik Yayınları, İstanbul 2017.

Korobeinikov Dimitri, “The King of The East and The West”; The Seljuk Dynastic Concept and Titles in The Muslim and Christian Sources”, Edt. Sara Nur Yıldız, The Seljuk of Anatolia, I.B.Tauris, London, New York 2013, (ss. 68-91).

Korykoslu Hayton, Flos Historiarum Terre Orientis, (Doğu Ülkeleri Tarihinin Altın Çağı), Çev. Altay Tayfun Özcan, Selenge Yayınevi, İstanbul 2015.

434 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Mîrhând, Ravzatu’s-Saf’a, Trc. Erkan Göksu, TTK, Ankara 2018.

Ocak Ahmet, “Türk Hâkimiyetine Geçiş Sürecinde Antakya ve Çevresinde Bulunan İslâm Harici Dinî Cemaatler, Selçuklu Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı: 10, Konya 2019, s. 12-16.(ss.1-20).

Ocak Ahmet, Selçukluların Dinî Siyaseti (1040-1092), Tatav Yayınları, İstanbul 2002.

Öngül Ali, Anadolu Selçukluları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2018.

Özdal Ahmet N., Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar (X-XIV. Yüzyıllar), Selenge Yayınevi, İstanbul 2016.

Özgüdenli Osman Gazi, Selçuklular I, İsam Yayınları, İstanbul 2013.

Peter Tudebodus, Historia de Hierosolymitano İtinere, (Bir Tanığın Kaleminden Birinci Haçlı Seferi), Çev. Süleyman Genç, Kronik Yayınevi, İstanbul 2019.

Reşidüd-din Fazlullah, Cami’ü’t-Tevârih, Çev. Erkan Göksu, H.Hüseyin Güneş, Selenge Yayınevi, İstanbul 2011.

Sahillioğlu Halil, “Antakya”, DİA, C.3, İstanbul 1999, (ss. 228-232).

Salibi Kamal, Syria Under Islam (634-1097), 2. Baskı, Dar Nelson, Gravana Books, Lebanon 1977.

Sevim Ali, “Süleyman Şah I”, DİA, XXXVIII, İstanbul 2010, (ss. 103- 105).

Sevim Ali, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, 3. Baskı, TTK, Ankara 2000.

435

Sevim Ali, Ünlü Selçuklu Komutanları, 2. Baskı, TTK, Ankara 2011.

Sıbt İbnü’l Cevzi, Mir’âtü’z-Zamân fî Tarihî’l Âyân, Trc. Ali Sevim, TTK, Ankara 2011.

Sümer Faruk, Oğuzlar-Türkmenler, 2. Baskı, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1972.

Tabakoğlu Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2005.

Tellioğlu İbrahim, Orta Çağ’da Türkler, Ermeniler, Gürcüler, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul 2019.

Tokuş Ömer, Müslüman-Bizans Münasebetleri, Araştırma Yayınevi, Ankara 2020.

Turan Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2009.

Turan Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, 11. Basım, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2011.

Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK, Ankara 2000.

Ünal Oğuz, Horasan’dan Anadolu’ya, Töre Devlet Yayınları, Ankara, 1980.

V.Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. Azer Yaran, Onur Yayınları, Ankara 1988.

W.Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev. Enver Ziya Karal, TTK, Ankara 2000.

436 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Yınanç Mükrimin Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, C.1, Haz. Refet Yınanç, TTK, Ankara 2013.

Yusuf Muhsin D., Economic Survey of Syria During The Tenth And Eleventh Centuries, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 1985.

Zakkar Suhayl, The Emirate of Aleppo, Prefaced Bernard Lewis, Dar- Al-Amanah El-Risalah Publishing House, Beirut, Lebnon 1971. https://www.zeno.ru/search.php?searchid=459878, (20.10.2020)

437

438 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON İKİNCİ BÖLÜM

MEMLÛKLER DÖNEMİNDE ANTAKYA ÇARŞISI: TİCARÎ MEKÂNLAR VE MESLEK GRUPLARI*

Mehmet Yusüf ÇELİK**

439

440 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Anadolu’nun kadim kentlerinden biri olan Antakya, günümüzde Hatay ilinin merkezidir. Antik çağdan bu yana yüzyıllar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Memlûk Sultanı Baybars’ın 15 Mayıs 1268’de başlattığı kuşatma neticesinde 18 Mayıs 1268’de şehir ele geçirilmiştir. Ertesi gün (19 Mayıs 1268) iç kalenin alınmasıyla da Antakya’nın fethi tamamlanmış ve şehirde 170 yıl hüküm süren Haçlı varlığına son verilmiştir. Bundan böyle Antakya’da, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine (1516) geçene kadar devam eden Memlûkler dönemi başlamıştır.

İslam coğrafyacıları ve tarihçilerinin Dımaşk’tan sonra en nezih şehir olarak gösterdikleri Antakya1; tarihin her döneminde ilgi görmüş havası

* Bu çalışma, Memlûkler Döneminde Antakya (1268-1516), Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Nevşehir 2020, doktora tez çalışmamızdan üretilmiştir. **Öğr. Gör. Dr. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. e-mail: [email protected], Orcid No: 0000-0002-5257-5346. 1 El-Himyerî (Muhammed b. Abdulmun’im), er-Ravzu’l-Mu’attâr Fî Haberu’l-Aktâr, İhsan Abbâs (tah.), Mektebetü Lübnan, Beyrut 1984, s. 38; İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, Ramazan Şeşen (terc.), Yeditepe Yay., İstanbul 2014, s. 157; El- İdrisî (Ebî Abdullah b. Muhammed), Kitâbu Nuzhetu’l-Muştâk Fî İhtirâku’l-Afâk, C. II, Mektebetu’s-Sakafe ed-Diniyye, Kahire 2002, s. 645; İstahri, Ülkelerin Yolları Değerlendirme Metin, Murat Ağarı (çev.), Ayışığı Kitapları, İstanbul 2019, s. 69; Yakut el-Hamevî (Şahabeddîn Ebî Abdullah), Mu’cemu’l-Buldân, C. I, Dâr-Sâdr, Beyrut 1977, s. 266-267; El-Bağdâdî (Safîeddin Abdulmumin b. Abdulhâk), Marâsidu’l-İttilâ’ Âlâ Esmâi’l-Emkineti ve’l-Bukâ’, Ali Muhammed el-Becâvî (tah.), C. I, Dâru’l-Ceyl, Beyrut 1992, s. 124-125; İbnu’l-Adim, Bugyetu’t-Taleb Fî Tarih Haleb, Süheyl Zekkâr (tah.), C. I, Daru’l-Fikr, Beyrut 1988, s. 89; İbn Şeddâd (İzzeddin Muhammed b. Ali b. İbrahim), el-A’lâku’l-Hatîra Fî Zikr Umerâi’ş-Şam ve’l-Cezire, Yahya Zekeriya Âbbâre (tah), C. I/2, Vezâretu’s-Sekâfe, Dımaşk 1991, s. 354; Ebu’l-Fidâ, Kitâb Takvimu’l-Büldân, Mac Guckın De Slane (tah.), Dâru’t- Tıbââ es-Sultâniye, Paris 1840, s. 256-257; Ebü’l-Fidâ (İsmail b. Ali el-Eyyûbî), Ebü’l-Fidâ Coğrafyası (Takvimü’l-Büldan), Ramazan Şeşen (terc. ve Yay. haz.), Yeditepe Yay., İstanbul 2017, s. 220; El-Kalkaşandî (Ebi’l-Abbâs Ahmed), Subhu’l-

441

temiz, suyu bol ve mümbit topraklara sahip bir şehir olarak tanımlanmıştır2. Bu özelliğinin yanı sıra Memlûk Devleti’nin kuzey sınırında Suriye’den Anadolu’ya ve Çukurova’ya giden Halep yolu üzerinde bulunan Antakya3, Çukurova’ya ve Anadolu’nun içlerine akınlarına devam eden Memlûk orduları için jeo-stratejik bir öneme sahipti ve bir “ordugâh” durumundaydı. Özellikle Sis’in (Kozan) ele geçirilip Çukurova’nın fethinin tamamlanmasına kadar olan süreçte, Kilikya Ermenileri üzerine düzenlenen sayısız seferler sırasında Antakya ve özellikle Amik Ovası, Memlûk ordusunun toplandığı ve sefere hazırlandığı yerler olmuştur4. Sefer dönüşünde de Amik ovasına inen ordu, burada dinlenerek ele geçirilen ganimetler burada paylaştırılmıştır5.

A’şa, C. IV, Matbaâtu’l-Emiriye, Kahire 1914, s. 129; Şihabeddin b. Fazlullah el- Ömerî, Mesâliku’l-Ebsâr Fî Memâliki’l-Emsâr, Kamil Selman el-Cebbûri ve Mehdi en-Necm (tah.), C. II, Dâru’l-Kutûb el-İlmiyye, Beyrut 2010, s. 20; İbn eş-Şihne (Ebi’l-Fazl Muhammed), ed-Durru’l-Muntehab Fî Tarih Memleketi Haleb, Abdullah Muhammed Derviş (tak.), Dâru’l-Kitâb el-Arabî, Dımaşk 1984, s. 202; Muhammed b. İsa b. Kenan es-Sâlihî ed-Dımaşkî, el-Mevâkibu’l-İslamiyye Fî’l-Memâlik ve’l- Mehâsin eş-Şâmîyye, C. II, Hikmet İsmail (tah.), Vezâretu’s-Sekâfe, Dımaşk 1993, s. 83; İhsan Abbas, Şezerât Min Kutûb Mefkûda Fî’t-Tarih, Dâru’l-Arab el-İslâmî, Beyrut 1988, s. 345; Muhammed Ragıb et-Tabbâh el-Halebî, İlâm en-Nübelâ bi-Tarih Halebü’ş-Şehbâ, Muhammed Kemal (tah.), C. IV, Daru’l-Kalem el-Arabî, Halep 1989, s. 183. 2 Ebu’l-Fidâ, Kitâb Takvimu’l-Büldân, s. 256-257; Ebü’l-Fidâ, Ebü’l-Fidâ Coğrafyası…, s. 220; Yakut el-Hamevî, C. I, s. 267; el-Bağdâdî, C. I, s. 124-125. 3 Enver Konukçu, “Bazı Gezi Notlarına Göre Osmanlı Dönemi’nde Antakya”, Ortadoğu’da Osmanlı Dönemi Kültür İzleri Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, C. I, AKMB Yay., Ankara 2001, s. 275. 4 El-Birzâlî, C. II/2, s. 431; en-Nuveyrî, Nihayetu’l-Ereb Fî Fünûni’l-Edeb, Necib Mustafa Fevvâz ve Hikmet Keşlî Fevvâz (tah.), C. XXXII, Dâru’l-Kutûb el-İlmiye, Beyrut 2004, s. 249; Ebu’l-Fidâ (el-Meliki’l-Müeyyed İmâdeddîn İsmail), Tarih Ebu’l-Fidâ el-Müsemmâ el-Muhtasar Fî Ahbâru’l-Beşer, Mahmud Deyyûb (tah.), C. II, Dâru’l-Kutûb el-İlmiye, Beyrut 1997, s. 434-435. 5 İbn Şeddâd, Baypars Tarihi Al-Melik Al-Zahir (Baypars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi, M. Şerefüddin Yaltkaya (çev.), TTK Yay., Ankara 2000, s. 49; İbn Şeddâd

442 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Öte yandan Memlûkler döneminde bölgenin önemli ticaret merkezlerinden biri Halep idi. Bu durum, özellikle XIV. yüzyıldan itibaren belirgin bir şekildeydi. Bağdat üzerinden gelen yol Rakka’dan geçerek Halep’e ulaşırdı. Buradan da bir yoldan Antakya’ya, diğer yoldan ise Lazkiye’ye gidilirdi. Bu dönemde Doğu Akdeniz’in önemli

(İzzeddin b. Ali b. İbrahim), Tarih el-Melik ez-Zâhir, Ahmed Huteyt (itina), Merkez et-Tıbâ’a el-Hadîse, Beyrut 1983, s. 106; Muhyiddin b. Abduzzâhir, er-Ravzu’z-Zâhir Fî Siret el-Meliki’z-Zâhir, Abdulaziz Huveytir (tah.), Riyad 1976, s. 436, 443; Baybars el-Mansûrî, et-Tuhfetu’l-Mulûkiyye fi’d-Devleti’t-Turkiyye Tarih Devletu’l- Memâlik el-Bahrîyye Fî’l-Fetretu Min 648-711 Hicrîyye, Abdulhamid Salih Hamdân (neşr.), ed-Dâru’l-Mısrîyye el-Lübnâniye, Kahire 1987, s. 80-81; Baybars, el- Mansûrî, et-Tuhfetu’l-Mulûkiyye fi’d-Devleti’t-Turkiyye Türk Devleti Konusunda Sultânlara Armağan (1252-1312), Hüseyin Polat (çev.), TTK Yay., Ankara 2016, s. 73; Baybars el-Mansûrî, Zubdetu’l-Fikre Fî Tarihi’l-Hicre, Donald S. Richards (tah.), Ma’hed el-Almanî Li’l-Ebhâs eş-Şarkîyye, Beyrut 1998, s. 145; en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Ereb…, C. XXX, s. 219; Aynı Müellif, C. XXXI, s. 213-214; İbn Aybek ed-Devâdâri (Ebî Bekir b. Abdullah), Kenzu’d-durer ve Câmi’u’l-Gurer ed- Durretu’z-Zekiyye Fî Âhbâr ed-Devleti’t-Türkiyye, Ulrih Hârmân (tah.), C. VIII, Ma’hed el-Almanî Lil-Âsâr Kısım ed-Dirâsât el-İslâmiye, Kahire 1971, s. 177; Alemüddin el-Birzâlî, el-Muktefî ‘Âlâ Kitâbu’r-Ravzateyn el-Ma’rûf bi-Tarih el- Birzâlî, Ömer Abdusselâm Tedmurî (tah.), C. I/1, el-Mektebetu’l-Asrıyya, Beyrut 2006, s. 325; El-Makrîzî, (Takiyeddin Ahmed b. Ali), Kitâbu’s-Sulûk li-Ma’rifet Düvelu’l-Mülûk, Muhammed Mustafa Ziyade (tah.), C. I/2, Dâru’l-Kutûb el- Mısrîyye, Kahire 1936, s. 618; El-Makrîzî (Takiyeddin Ahmed b. Ali), es-Sulûk li- Ma’rifet Düvelu’l-Mülûk, Muhammed Abdulkadir Ata (tah.), C. II, Dâru’l-Kutûb el- İlmiye, Beyrut 1997, s. 90; İbnu’l-Verdî (Zeyneddin Ömer b. Muzaffer), Tarih İbnu’l- Verdî, C. II, Dâru’l-Kutub el-İlmiye, Beyrut 1996, s. 235; Ebu’l-Fidâ (el-Meliki’l- Müeyyed İmâdeddîn İsmail), Kitâb el-Muhtasar Fî Ahbâru’l-Beşer, C. IV, Matbaâtu’l-Huseyniye el-Mısriyye, Kahire 1907, s. 35-36; Bedreddin Mahmud el- Aynî, İkdu’l-Cumân Fî Tarih Ehli’z-Zemân Asr Selâtin el-Memâlik, Muhammed Muhammed Emin (tah.), C. III, Dâru’l-kutub ve’l-Vesâik el-Kavmîyye, Kahire 2010, s. 386-387; İbn Haldun, Tarih İbn Haldun el-Musemmâ Divân el-Mubtedâ ve’l-Haber Fî Tarih el-Arab ve’l-Berber ve min Âsrahum min Zevî es-Sultan el-Ekber, Halil Şihâde ve Suheyl Zekkâr (haz.), C. V, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000, s. 450; Muhammed b. Şakir el-Kutubî, Uyûn et-Tevârih, Faysal Sâmir ve Nebîle Abdulmun’im Davud (tah), C. XXI, Vezâretu’s-Sakafe ve’l-Îlâm, Irak 1984, s. 54; İlyas Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler Dönemi”, Başlangıçtan Günümüze Hatay Tarihi Tüm Zamanların Gözdesi, Ahmet Gündüz (ed.), T.C. Hatay Valiliği Yay., Hatay 2013, s. 153.

443

ticaret merkezlerinden biri de Ayas limanı olmuştu6. Halep-Ayas ticaret yolu Bagras üzerinden geçerdi. Bu aynı zamanda posta (berîd) yolu güzergâhıydı7. Bununla birlikte Antakya, Rusya’dan gelip Karadeniz üzerinden Sinop ve Samsun’dan Anadolu’ya geçerek Irak, Suriye ve Mısır’a giden kürk yolunun güzergâhı üzerindeydi. Aynı zamanda Hindistan üzerinden gelen baharat yolu da Antakya’dan geçmekteydi8. Kaynaklar, kervanlardan alınan vergi miktarı hakkında herhangi bir bilgi vermese de, buradan geçen kervanlardan vergi alınmakta ve şehre gelir sağlanmaktaydı9. Örneğin Haçlılar döneminde Antakya’dan Halep’e giden tüccarlar, Cisr-i Hadîd (Demirköprü) adıyla anılan Asi Nehri üzerindeki müstahkem köprüden geçerken bir vergi veriyorlardı10.

Memlûkler döneminde Antakya, küçük bir İslam şehri hüviyetindedir. Fakat coğrafî konumundan dolayı Memlûk döneminin sonuna kadar jeo-stratejik önemini korumuştur11. Suriye’nin kuzeyini güvence altına

6 Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler…”, s. 151. 7 El-Kalkaşandî (Ebi’l-Abbâs Ahmed), Subhu’l-A’şa, C. XIV, Matbaâtu’l-Emiriye, Kahire 1919, s. 283-284; Şihabeddin b. Fazlullah el-Ömerî, et-T’arîf bi’l-Mustalahi’ş- Şerîf, Muhammed Hüseyin Şemseddin (tah.), Dâru’l-Kutûb el-İlmiyye, Beyrut 1988, s. 195. 8 Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler…”, s. 168. Memlûkler döneminde önemli ticaret yolları ve güzergahları hakkında detaylı bilgiler için bkz: Bahattin Keleş, Bahrî Memlükler İktisadî ve Ticarî Hayat (1250-1382), Siyer Yay., İstanbul 2018, s. 227- 233. 9 Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler…”, s. 168. 10 W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Enver Ziya Karal (çev.), TTK Yay., Ankara 2000, s. 192; E. S. Bouchier, A Short Hıstory Of Antıoch, Basil Blackwell, Oxford 1921, s. 289. 11 Sultan Kayıtbay, Memlûk-Osmanlı mücadelesinin yoğun yaşandığı bir dönemde devletinin kuzey sınırlarını güvence altına almak amacıyla yerinde incelemeler yapmak üzere Suriye’nin kuzeyine sefere çıkmıştır. Bu sırada 9 Ekim 1477’de öğlen vakti Antakya’ya gelmiş ve burada üç gün konakladıktan sonra Bagras’a gitmiştir. Daha detaylı bilgiler için bkz: İbn el-Ci’ân, el-Kavlu’l-Mustazraf Fî Sefer Mevlânâ

444 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

almak isteyen Memlûk sultanları, ilk dönemlerden itibaren buraya Türkmenler yerleştirerek Antakya ve çevresini bir “Türk Yurdu” haline getirmiştir. Memlûkler, kontrolleri altında tuttukları şehirde Türkmenlerden oluşan bir “askerî tampon bölge” tesis etmişlerdir12.

Memlûk Sultanı Baybars, kılıçla fethedilen şehrin yağmalanmasına ve tahrip edilmesine izin vermiş; Haçlılardan kalan pek çok eseri yıkmakla birlikte Antakya Kalesi’ni ve şehri yaktırmıştır. Daha sonra Türkmen nüfus yerleştirerek kısmen kenti yeniden imar etmiştir. Ondan sonraki Memlûk sultan ve emirleri de Antakya’da bazı eserler inşa etmişlerdir13. Bunların başında cami ve mescitler ile sosyal yapılar ve hamamlar gelmektedir. Ayrıca şehir, her ne kadar eski önemini kaybetmişse de yine ticaret yollarının üzerinde olmasından dolayı kervanların uğrak yeri olmaya devam etmiştir. Buna bağlı olarak şehirde canlı bir ticarî yaşam söz konusudur. Tamamı surun dâhilinde olan Antakya Çarşısı’nda çeşitli meslek gruplarına ait dükkânlardan oluşan çarşılar, hanlar gibi ticarî mekânlar bulunmaktadır.

1. ANTAKYA ÇARŞISI’NIN FİZİKÎ YAPISI

İslam şehirlerinde ticarî faaliyetlerin merkezî olarak çarşılar ayrı bir öneme sahiptir. Çarşılar; şehirli ve köylü üreticiler ile esnafın ürettiği

el-Meliki’l-Eşref, Ömer Abdusselâm Tedmurî (tah.), Cirus Press, Trablusşam 1983; s. 6-7; Mehmet Yusüf Çelik, Memlûkler Döneminde Antakya (1268-1516), Doktora Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Nevşehir 2020, s. 187-189. 12 Cüneyt Kanat, “Memlûkler ve Çukurova”, Efsaneden Tarihe, Tarihten Bugüne Adana: Köprü Başı, Erman Artun ve M. Sabri Koz (haz.), YKY Yay., İstanbul 2000, s. 101; Süleyman Özbek, Moğolları Durduran Türk Sultan Baybars, Berikan Yay., Ankara 2018, s. 142. 13 Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler…”, s. 170.

445

ürünlerin satışa sunulduğu mekânlar olup buralarda mal değiş-tokuşu yanında hizmet alım ve satımının da gerçekleştiği yerlerdir14. İnsanların rahat ve kolayca ihtiyaçlarını temin edebilecekleri ve satıcıların mallarını satabilecekleri en münasip yer olarak çarşılar, genellikle şehir merkezinde, şehrin çekirdek kısmında yer almaktadır. İslam şehirlerinde şehir merkezini belirleyen en önemli unsur şehirdeki büyük cami-ulu cami olmuştur15.

Memlûkler döneminde Antakya Çarşısı, şehrin en işlek caddelerinden16 biri ile Asi Nehri arasında; şehrin en kutsal tarihî mekânlarından biri olarak görülen Habib-i Neccar Camii ile şehir merkezindeki Ulu Cami’nin çevresinde bulunmaktadır. Çarşı, genellikle birbirine bitişik yapıda ve her ticaret erbabının veya meslek grubunun kendi aralarında, ticarî faaliyet çeşidine göre gruplara ayrıldığı ve aynı ticarî işle

14 Haydar Çoruh, Ahmet Çaparlar, Yaşayan El Sanatları ve Sanatkârıyla Hatay (Tarihten-Günümüze), Pozitif Matbaa, Hatay 2012, s. 9. 15 Yılmaz Can, İslâm Şehirlerinin Fizikî Yapısı, TDV Yay., Ankara 2014, 125; Nevzat Topal, Anadolu Selçukluları Devrinde Aksaray Şehri, T.C. Aksaray Valiliği, Aksaray 2009, s. 62-63. 16 Elimizdeki vakfiye kayıtlarında söz konusu caddenin adı geçmese de Antakya çarşısının doğusunda yer aldığı belirtilen bu caddenin günümüzdeki Kurtuluş Caddesi olduğunu söylemek mümkündür. Memlûkler Dönemi Antakya hakkında detaylı bilgiler içeren vakfiye hücceti; Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan b. Muhammed b. Kalavun ‘Alâ Medreseti bi’r-Rumeyle adlı eserde yayımlanmıştır. Bkz: Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan b. Muhammed b. Kalavun ‘Alâ Medreseti bi’r-Rumeyle, Huveyda el-Hârisi (tah.), Matbaâti Dergâm, bi- İşrâf el-Ma’hed el-Almanî el-Ebhâs eş-Şarkiyye, Beyrut 2001, s. 93-115. Vakfiye hüccetiyle ilgili Türkçe ilk çalışma Suriyeli araştırmacı yazar Faiz Kavsara tarafından yapılmıştır. Ancak bu çalışmada vakfiye hücceti sadece ana hatlarıyla ele alınmıştır. Bkz: Faiz Kavsara, “Memlukluler Döneminde Antakya”, Asi’nin İncisi Antakya, Mehmet Karasu-Sadık Nazik (edt.), Antakya Belediyesi Kültür Yay., Antakya 2012, s. 17-27.

446 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

uğraşanların genellikle bir arada toplandığı çarşılardan oluşmaktadır17. Bununla birlikte çarşının içinde hanlar ve hamamlar bulunmaktadır.

Antakya’nın Memlûk hâkimiyetine geçmesinden doksan yıl sonra (1358) varlığı detaylı olarak tespit edilebilen bu mekânlar, değirmenlerin biri dışında tamamı surun dâhilinde yer almaktadır. Ayrıca çok sayıda cami, mescit gibi yapılar ve bu yapılara ait vakıflar da ticarî mekânların arasında yer almaktadır. Ticaret ve iskân yerleri birbirinden ayrı konumlanmış olmakla birlikte az da olsa çarşı içinde veya çarşıya bitişik olarak iskân yerlerine (evlere) rastlanmaktadır18.

Ticarî mekânların bir kısmı Memlûklerin şehri fethi esnasında tahrip olmuşsa da şehrin Memlûklerin eline geçmesinin ardından şehre yerleştirilen Müslümanlar tarafından tamir edilerek faaliyete geçirilmiştir. Söz konusu mekânların şehrin gelişimine paralel olarak sayıları değişmekle birlikte Memlûk döneminin sonuna kadar Antakya’da varlığını devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim 9 Ekim 1477’de Sultan Kayıtbay’ın Antakya’yı ziyareti esnasında yanında bulunan müellif İbn el-Ci’ân, sayı vermemekle birlikte Antakya’da çok sayıda dükkân ve çarşı bulunduğunu belirtmektedir19. Oysa Antakya tarihine dair yapılan bazı çalışmalarda Memlûklerin Antakya’yı yeniden canlandırmakta bir çıkar görmedikleri ve müstahkem bir sınır

17 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan b. Muhammed b. Kalavun ‘Alâ Medreseti bi’r-Rumeyle, Huveyda el-Hârisi (tah.), Matbaâti Dergâm, bi- İşrâf el-Ma’hed el-Almanî el-Ebhâs eş-Şarkiyye, Beyrut 2001, s. 93-115. 18 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 109. 19 İbn el-Ci’ân, s. 61.

447

şehri olarak önemini korumaya devam ettiği; hatta surların içinde kalan evlerin pek çoğunun bir daha onarılmadığı ifade edilmektedir20. Şehir hakkında verilen bu bilgilerin doğru olmadığı, Memlûkler zamanında Antakya’nın imar edilip geliştirildiğini söylemek mümkündür.

2. TİCARÎ MEKÂNLAR

2.1. Çarşılar

Daha önce geçtiği gibi Antakya Çarşısı, genellikle birbirine bitişik yapıda ve ticarî faaliyete göre meslek erbabının bir araya geldiği çarşılardan oluşmaktadır. Bunlar; tüccar, kuyumcular, kunduracılar, pamukçular, kasaplar, hasırcılar, marangozlar (Neccarlar), baharatçılar (Attarlar), demirciler ve yağcılar çarşısıdır. Adı geçen çarşılar hakkında 1358 tarihli vakfiyede detaylı bilgiler verilerek, adeta Antakya Çarşısı’nın bir topoğrafyası sunulmuştur21.

Tüccar Çarşısı

Tüccar çarşısı, 27 dükkândan oluşmaktadır. Bunlar güney ve kuzey istikametinde karşılıklı iki sıra halinde dizilmişlerdir. Çarşı, güneyden Habib-i Neccar Camii vakfına ait dükkânlar, doğudan Büyük Cami, batıdan şehrin surları, kuzeyden işlek bir cadde ile çevrilidir. Bu caddenin sonunda Kuyumcular çarşısı yer alır22.

20 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Fikret Işıltan (çev.), C. III, TTK Yay., Ankara 2008, s. 277; Bouchier, s. 269. 21 Bkz: Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 93-115. 22 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 94.

448 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kuyumcular Çarşısı

Kuyumcular çarşısında doğu-batı yönünde karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş 8 dükkân bulunmaktadır. İşlek bir cadde ve türbeye ait 2 dükkân çarşıyı ikiye böler. Güneyinde tüccarlar, doğusunda kunduracılar çarşısı yer alır. Kuzeyinde ise bir yol ağzı vardır. Oradan çarşıya ve Babü’l-Bahr’a (Deniz kapısı) gidilir23.

Kunduracılar Çarşısı

Çarşı, karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş 18 dükkândan ibarettir. Çarşının güneyinde Büyük Cami, batısında tüccarlar çarşısı ile kuyumcular çarşısı, doğusunda ise işlek bir yol vardır24.

Pamukçular Çarşısı

Pamukçular çarşısı, birbirine bitişik üç dükkândan ibarettir. Güneyden ve batıdan işlek bir yol ile çevrilidir. Doğudan cami vakfına ait dükkânlar, kuzeyden ise yine cami vakfına ait bir han ile sınırlıdır. Dükkânların kapıları, çarşının güneyinden geçen yola açılır25.

23 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 94. 24 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 95. 25 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 95.

449

Kasaplar Çarşısı

Kasaplar çarşısı, karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş 7 dükkândan ibaret olup çarşının ortasından işlek bir yol geçer. Çarşının kuzeyinde ve batısında ise işlek bir cadde vardır26.

Hasırcılar Çarşısı

Hasır; sözlükte saz, kabuk, yaprak gibi bir bitki kullanılarak el ile örülmüş taban veya tavan örtülerine verilen isim olarak açıklanmıştır. Antakya ve çevresinde imal edilen hasırlar bu çarşıda satılmaktaydı. Hasırcılar çarşısı on iki dükkândan ibaret olup bunların dört adedi Habib-i Neccar makamına vakfedilmiştir27.

Marangozlar (Neccarlar) Çarşısı

Marangozlar çarşısında yirmi iki dükkân vardır. Dükkânların bir kısmı Habib-i Neccar Makamı vakfına ait olup bir dükkân da Şucaeddin Mescidi Vakfına aittir28.

Baharatçılar (Attarlar) Çarşısı

Antakya’daki ticarî mekânlardan biri de her çeşit baharatın satıldığı baharatçılar (Attarlar) çarşısıdır. Attarlar çarşısına ait dükkânların sayısı belli olmamakla birlikte buradaki üç dükkân Habib-i Neccar

26 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 95. 27 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 99. 28 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 95-114.

450 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

makamına vakfedilmiştir. Çarşının hemen başında yer alan yedi dükkân da bu vakfa dâhildir29.

Demirciler Çarşısı

Demircilik, Türk tarih ve kültüründe önemli bir yere sahip olup geçmişi M.Ö. 4000’e dayanan bir el zanaatıdır. Aynı zamanda Türkler arasında sanat dalı haline gelmiş ve en “kutsal sanat” olarak Türk tarihine geçmiştir30. Memlûkler döneminde Antakya’da demircilik mesleğini icra eden zanaatkârlar bir çarşı etrafında toplanmıştır. Demirciler çarşısında 1358’de on dükkân ile bir fırın bulunmaktadır. Dükkânların bir kısmı Antakya’daki dinî kurumlara vakfedilmiş bir kısmı da özel şahısların mülküdür31.

Yağcılar Çarşısı

Yağcılar Çarşısı, Antakya ve civarında bol miktarda üretilen zeytinlerden elde edilen ürünlerin satıldığı ticarî mekânlardan biri idi. Güneyden işlek bir cadde, doğudan Kusayri camii vakfı, kuzeyden bir sebze bahçesi, batıdan ise el-Keyşi veya el-Keyşa adıyla bilinen han ile sınırlıdır32. Çarşıda dokuz dükkânın bulunduğu tespit edilmiştir. Bunlardan beşi Habib-i Neccar Makamı’na vakfedilmiştir33.

29 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 110-112. 30 Çoruh ve Çaparlar, 48. 31 Antakya’daki dükkânlar ve mülkiyetleri hakkında bkz: Tablo 2. 32 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 110. 33 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 110-113.

451

Yukarıda adı geçenlerden başka Antakya çarşısında; Hacı Halit Çarşısı, tabbahlar (Aşçılar), semerciler ve kılcılar çarşısı bulunmaktadır. Ayrıca baharatçılar çarşısının kuzeyinde süt ve süt ürünlerinin satıldığı yoğurtçular çarşısı veya yoğurtçular meydanı vardır. Bununla birlikte yine ticarî bir mekân olarak çarşının kuzeyinde “Meydan” adı verilen geniş bir alan mevcuttur34.

Memlûkler döneminde Antakya çarşısında varlığı tespit edilen ticarî mekânlar, doğal afetler, yıpranma, tadilat gibi sebeplerden dolayı dönemin mimarî özelliklerinden büyük bir kısmını yitirmişse de günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. İlk Osmanlı tahrirlerinde bu mekânlardan bazılarının isimlerine rastlanmaktadır. Fakat zamanla sosyal ve ekonomik yaşamdaki değişiklikler, çarşı esnafını da etkilemiştir. İhtiyacın azalmasıyla birlikte semercilik, hasırcılık gibi mesleklerin icra edildiği çarşılar, yerlerini yeni esnaf gruplarına terk etmiştir. Şehrin gelişimine paralel olarak bazı mekânlar; çarşı içinde ya yer değiştirmiş ya da çarşı dışına çıkarılmıştır. Örneğin geçmişi Antik döneme kadar uzanan tarihî demirciler çarşısı, günümüzde yeni bir mekâna taşınmıştır. Tarihî yerinde ise sadece çarşının ismi kalmıştır.

2.2. Hanlar

Hanlar, şehir içinde konaklama ve ticaret amacıyla inşa edilen yapılar için kullanılan bir kelime olup genellikle belirli bir esnaf veya tüccar grubunun toplu olarak bulundukları, mal yapımı ve ticaret işlerinin birlikte görüldüğü yerlerdir. İsimlerini burada üretilen veya satılan

34 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 103-112.

452 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

mallardan alıyorlardı35. Antakya Çarşısı’nda çeşitli ticarî faaliyetlerin yapıldığı dokuz adet han yapısının bulunduğu tespit edilmiştir. Bunlar tablo 1’deki gibidir.

Tablo 1. Antakya’da Mevcut Olan Hanlar

No Adı Mülkiyeti Adedi 1 el-Keyşî Hanı Katip el-Beyserî Evlatları 1 2 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 3 Belirtilmemiş Ömer b. Enis Evlatları 1 4 Salah’ın Oğlu Hanı Belirtilmemiş 1 5 Camii el-Ma’mur Vakfı Belirtilmemiş 1 6 Mahmut Hanı Belirtilmemiş 1 7 Kadı Fahreddin Ve Ortakları Belirtilmemiş 1 8 Şucaeddin Hanı Belirtilmemiş 1 9 Karasunkur Hanı Belirtilmemiş 1

2.3. Hamamlar

Hamam, “suyun ısıtılıp insanların yıkanması için yapılmış bir tesis” olarak açıklanmıştır36. Bununla birlikte insanlık tarihinin en eski dönemlerinden itibaren çeşitli medeniyetlerde hamam yapılarının meydana getirildiği bilinmektedir. Nitekim Antakya’nın kuruluşu sırasında halkın yıkanma ihtiyacını karşılamak için şehre hamam yapıları inşa edilmiştir37. Bu amaçla Memlûkler döneminde de şehre

35 Şebnem Akalın, “Kervansaray”, İslâm Ansiklopedisi, C. XXV, TDV Yay., Ankara 2002, s. 299. 36 Semavi Eyice, “Hamam”, İslâm Ansiklopedisi, C. XV, TDV Yay., Ankara 1997, s. 402. 37 Rivayete göre şehrin kuruluşu esnasında surların yapılmasının ardından şehirde pek çok yapının yanı sıra 25 hamam inşa edilmiştir. Bkz: M. Fatih Köksal, “Nazmî’nin Tevârih-i Antakiye Adlı Eseri”, VI. Hatay Tarih Ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Mehmet Tekin (Yay. haz.), HAFAD Yay., Hatay 2002, s. 23.

453

hamamlar yapılmıştır. Asi Nehri üzerinde inşa edilen nauralar38 vasıtasıyla nehirden su getirilerek hamamların su ihtiyacı karşılanmıştır.

Memlûkler döneminde varlığı tespit edilen hamamlar şunlardır: Saka, Dâru’l-Berter, Cündi ve Beyserî hamamıdır. Bunlardan başka harap durumda olup kayıtlarda adı belirtilmeyen bir hamam daha vardır39. Saka hamamı, Memlûkler döneminde varlığını sürdürmüş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Hamamın içinde bir yatır vardır. Cündi hamamı, Sultan Baybars tarafından Antakya’nın fethinden hemen sonra yaptırılmış ve bu hamam için bir vakfiye kurulmuştur40. Osmanlı tahrir kayıtlarından 1526’da yıllık elde edilen gelirin 4000 akçe olduğu anlaşılmaktadır41. Sinan Paşa Vakfı’na ait mülkler arasında İbnü’l- Cündi adıyla kaydedilmiştir42. Memlûk eseri olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

38 Naura: Kısaca “su dolabı” demektir. Antakya’da Asi Nehri üzerinde görülen nauralar hakkında detaylı bilgiler için bkz: Ender Özbay, “Antakya’nın Tarihi Su Dolapları “Naura”lara Işık Tutan ‘Alvân Su Kemeri Kalıntısının Mimarî-Tarihî Analizi ve Restitüsyonu”, Sanat Tarihi Dergisi, C. 21, S. 2, 2012, s. 73-98. 39 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 98. 40 Halil Sahillioğlu, “Antakya”, İslâm Ansiklopedisi, C. III, TDV Yay., İstanbul 1991, s. 230. 41 BOA, TD 1040, 83a; Ahmet Gündüz, Erdinç Gülcü, “XVI. Yüzyılda Antakya Nahiyesi (1526-1584)”, MKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C. 6, S. 12, s. 300; Abdulkadir Gül, Kültürlerin Kaynaştığı Şehir: Antakya, Gece Kitaplığı, İstanbul 2015, s. 144; Mustafa Öztürk, “16. Ve 17. Yüzyılın Başlarında Antakya”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Mehmet Tekin (Yay. haz.), HAFAD Yay., Hatay 2004, s. 105. 42 Sinan Paşa Vakfına ait 23 Haziran 1586 tarihli vakfiye için bkz: Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) Arşivi, EV d. Nr. 570, Sıra No 87, s. 139.

454 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Suveyka çarşısında bulunan Beyserî hamamı, Antakya’nın fethine katılmış ve daha sonra şehrin valiliğine atanmış olan Bedreddin el- Beyserî tarafından yaptırılmıştır43. 1358’de hamamın faaliyette olduğu tespit edilmiştir44. Dâru’l-Berter hamamı günümüze kadar ulaşmamıştır. Meydan hamamının ise Memlûk kaynaklarında adına rastlanılmamıştır. Ancak mimarî özelliklerinden hareketle XIV. yüzyıl Memlûk dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir45. Osmanlı tahrir kayıtlarına göre hamamın 1526’da yıllık geliri 5000 akçedir46.

2.4. Ma’saralar

Ma’sara; zeytin, üzüm, susam gibi ürünleri sıkacak yer olarak tanımlanmıştır47. Antakya’da üçü surun dâhilinde, üçü de surun dışında Maşuka arazisi ile şehir arasındaki bölgede olmak üzere altı ma’sara vardır. Ma’saralardan biri Tabbahlar (Aşçılar) çarşısında olup Habib-i Neccar makamına vakfedilmiştir48.

2.5. Esnaf Dükkânları

Arapça “dukkân” kelimesi, Türkçede dükkân şeklinde kullanılmış ve esnafın perakende satış yaptığı, küçük zanaat sahiplerinin mesleklerini

43 Gökhan, “Hatay Bölgesinde Memlûkler…”, s. 171. 44 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 110. 45 Fuat Şancı, Hatay İlinde Türk Mimarisi I., Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları (Türk-İslam Sanatları Tarihi) Anabilim Dalı, Ankara 2006, s. 343. 46 BOA, TD 1040, s. 82a. 47 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat Eski ve Yeni Harflerle, Aydın Kitabevi, Ankara 2004, s. 582. 48 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 95-114.

455

icra ettikleri yer olarak açıklanmıştır49. Memlûkler döneminde Antakya çarşısı içindeki dükkânlar, hem ticarî aktivitenin gerçekleştiği hem de çeşitli mesleklerin icra edildiği mekânlar şeklinde ticaret hayatına hizmet etmiştir. Bunlar düzenli bir yol ağı ile birbirine bağlanmış olup bu yol ağı üzerinde birbirine bitişik olarak veya karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş yapılar şeklindedir. Bir kısmı Antakya’daki dinî kurumlara vakfedilmiş bir kısmı da Antakya’da yaşayan şahısların tasarrufundadır. Antakya’da varlığı tespit edilen dükkânlar ile bu dükkânların fizikî olarak Antakya çarşısında nerede bulunduğu, mülkiyetinin kime ait olduğu ve sayısına dair bilgiler tablo 2’ deki gibidir.

49 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkçe Sözlük, Şükrü Haluk Akalın vd. (haz.), TDK Yay., Ankara 2009, s. 585.

456 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tablo 2. Antakya Çarşısında Bulunan Dükkânlar50

No Nerede Olduğu Mülkiyeti Adedi 1 Tüccar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 13 2 Tüccar Çarşısı Özel Şahıslar 14 3 Kuyumcular Çarşısı Belirtilmemiş 8 4 Kunduracılar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 18 5 Pamukçular Çarşısı Belirtilmemiş 3 6 Kasaplar Çarşısı Belirtilmemiş 7 7 Kuyumcular Çarşısı Türbe 2 8 Neccarlar Çarşısına Yakın Belirtilmemiş 3 9 Hacı Halit Çarşısı Belirtilmemiş 1 10 Ardi’l-Galle Belirtilmemiş 1 11 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 12 Belirtilmemiş Ahmet el-Mühtesib 1 Attarlar Çarşısı’nın 13 doğusunda Takıyyeddın b. Katib el-Beyserî 1 14 Kasaplar Çarşısı Şerefeddin el-Mühtesib 1 15 Belirtilmemiş Hıdır en-Neşâvi 1 16 Belirtilmemiş Hıdır b.Cuma el-Hasri 1 17 Belirtilmemiş Ali el-Fukai 1 18 Belirtilmemiş Ahmed b. Salih 1 19 Neccarlar Çarşısı Ubeyd en-Neccar 1 20 Neccarlar Çarşısı Ömer b. Enis Evlatları 13 21 Hasırcılar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 4 22 Hasırcılar Çarşısı Muhammed b. Cabir 2 23 Hasırcılar Çarşısı Katib el-Beyserî 6 24 Neccarlar Çarşısı Hacı Osman 1 25 Belirtilmemiş Takıyyeddın b.Katib el-Beyserî 4 26 Belirtilmemiş Hacı Hıdır el-Maʻsarani 1 27 Belirtilmemiş Şecaeddin 1 28 Neccarlar Çarşısı Ömer b. Balaban 2 29 Tabbahlar Çarşısı Şerefeddin el-Mühtesib 1

50 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 93-115.

457

30 Belirtilmemiş el-Hac Mehmet b. Ferruh 2 31 Halit Çarşısı Muhammed b. Salah 1 32 Belirtilmemiş Sarimüddin el-Muʻti 1 33 Belirtilmemiş Fahreddin Osman 1 34 Belirtilmemiş Sıddık el-Ceşari 2 35 Belirtilmemiş Muhammed 1 36 Belirtilmemiş Şerefeddin el-Muhtesib 1 37 Belirtilmemiş Ebu Bekir b. Halit ve Ortağı 12 38 Belirtilmemiş el-Hac İbrahim es-Sayi' (kuyumcu) 1 39 Belirtilmemiş Fakih Abdurrahim 1 40 Belirtilmemiş Süleyman el-Tayi 1 41 Belirtilmemiş el-Hac Ömer el-Kavas 1 42 Belirtilmemiş Tâ'bâki Evlatları 1 43 Belirtilmemiş Arap Nâibi Sarimüddin 1 44 Belirtilmemiş Şeyh Ali 1 45 Belirtilmemiş İbrahim es-Sekakini 1 46 Belirtilmemiş el-Hac Ömer Hoca 2 47 Belirtilmemiş Yusuf b. Emir Hüseyin 1 48 Belirtilmemiş el-Hac Ahmed el-Hamami 1 49 Belirtilmemiş Şeyh Halil 1 50 Belirtilmemiş Şucaeddin İnşası Mescidi Vakfı 1 51 Belirtilmemiş Sadiddin 1 52 Yağcılar Çarşısı Ahmed b.Habib el-Türkmani 2 53 Belirtilmemiş El-Hac Ali b.İlyas 1 54 Belirtilmemiş Yusuf el-Hallavi 1 55 Belirtilmemiş el-Hac Ali b.Garip 1 56 Belirtilmemiş Yusuf el-Fahura 1 57 Belirtilmemiş Dâr Berter Mescidi Vakfı 1 58 Belirtilmemiş Ahmed el-Fatranci 1 59 Belirtilmemiş Ahmed b.Calis 2 60 Belirtilmemiş Muhammed b. Emir Ahmed 1 61 Belirtilmemiş Muhammed b.Yusuf Evlatları 2 62 Belirtilmemiş Hasan b.Cuma 1 63 Belirtilmemiş Muhammed b. Bahsis ve ortağı 1

458 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

64 Belirtilmemiş Hasan b.Cuma dükkânı 1 65 Belirtilmemiş el-Hac Hamza 1 66 Belirtilmemiş Musa b.Habil 1 67 Belirtilmemiş Ömer el-Mısrî 1 68 Belirtilmemiş Numan 1 69 Belirtilmemiş Muhammed b.Süleyman 1 70 Demirciler Çarşısı Tuğan Evlatları 1 71 Demirciler Çarşısı el-Hac Yahya 1 72 Belirtilmemiş Hasan b.Hatib 1 73 Demirciler Çarşısı Yahya el-Haddad (Demirci) 1 74 Belirtilmemiş Sadidin el-Fahuri 1 75 Belirtilmemiş el-Hac Arslan el-Neccar 1 76 Belirtilmemiş Yusuf el-Beradi’i evlatları 1 77 Belirtilmemiş Kadı Fahreddin Osman ve ortakları 7 78 Belirtilmemiş el-Hac Ma’tuk el-Baytar 1 79 Belirtilmemiş Ali el-Baytar 1 80 Belirtilmemiş Yusuf el-Baytar 1 81 Belirtilmemiş Muhammed b. El-Hac Ubeyd 1 82 Belirtilmemiş Halil el-Mağribel 1 83 Belirtilmemiş Şerafeddin el-Mühtesib 5 84 Belirtilmemiş Süleyman en-Neccar 2 85 Belirtilmemiş el-Hac Abdullah 1 86 Belirtilmemiş İsmail b. Yusuf 1 87 Belirtilmemiş Yusuf b. Kutlumelik 1 Fırın ve 88 Demirciler Çarşısı Arap Nâibi Sarimüddin Dükkân 89 Belirtilmemiş Habib et-Türkmani 1 90 Belirtilmemiş Muhammed Nusrat 1 91 Belirtilmemiş Mahmud b. Nasrallah 1 92 Belirtilmemiş el-Hac Halil b. Muhammed 1 93 Belirtilmemiş İbn Habib 1 94 Belirtilmemiş el-Hac İsa el-Lebudi 1 95 Belirtilmemiş Dar el-Berter Mescidi Vakfı 1 96 Belirtilmemiş Ahmed b. Vefa 1 97 Belirtilmemiş Muhammed b. Bahsis 1

459

98 Belirtilmemiş Ali b.Caliş 1 99 Saka Hamamı Yakınında Yusuf b. Salih 1 100 Belirtilmemiş Karabal 1 101 Belirtilmemiş Yusuf b.Sıddık 2 102 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 103 Belirtilmemiş Ahmed b. Topal 1 104 Belirtilmemiş Ahmed b. El-Cüvecri 1 105 Belirtilmemiş Şerefeddin el-Mühtesib Fırın 106 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 107 Belirtilmemiş Ali b. Sıddık 1 108 Belirtilmemiş Şaban b. Avad 1 109 Belirtilmemiş Süleyman b. Musa 1 110 Belirtilmemiş Kemal el-Ba’rasi 3 111 Belirtilmemiş Şerefeddin el-Mühtesib 1 112 Belirtilmemiş el-Hac Ahmed el-Müezzin 1 113 Belirtilmemiş el-Hac Kasım 1 114 Belirtilmemiş Muhammed b. Emir Ahmed 1 115 Belirtilmemiş Ahmed b. Aybek 1 116 Belirtilmemiş Karasunkur 1 117 Attarlar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 3 118 Attarlar Çarşısı Yakınında Zaviye Vakfı 3 119 Attarlar Çarşısı Başında Belirtilmemiş 7 120 Belirtilmemiş Muhammed el-Fu’i Zaviyesi Vakfı 2 121 Demirciler Çarşısı Şeyh Halid Mescidi Vakfı 2 122 Neccarlar Çarşısı Şecaeddin İnşası Mescidi Vakfı 1 123 Neccarlar Çarşısı Allah Rızası İçin Mescidi Vakfı 2 124 Belirtilmemiş Fakih Hüseyin Mescidi Vakfı 2 125 Neccarlar Çarşısı Fakih Said Mescidi Vakfı 2 126 Yağcılar Çarşısı el-Hac Baki Mescidi Vakfı 2 127 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 17 128 Yoğurtçular Meydanı Fukaraya Sadaka İçin Mevkuf 3 129 Belirtilmemiş Dâru’l-Berter Mescidi Vakfı 3 130 Belirtilmemiş Yağcılar Çarşısı’nda Bulunan Türbeye Mevkuf 1 131 Belirtilmemiş Yağcılar Çarşısı’nda Bulunan Camiye Vakf 2

460 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

132 Yağcılar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 4 133 Yağcılar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 134 Semerciler Çarşısı Satılmış Vakfı 1 135 Belirtilmemiş Mahmud Mescidi Vakfı 1 136 Şaarlar (Kılcılar Çarşısı) Şecaeddin İnşası Mescidi Vakfı 1 137 Demirciler Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 138 Belirtilmemiş Said Mescidi Vakfı 1 139 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 140 Meydan'ın başında Habib-i Neccar Makamı Vakfı 3 141 Demirciler Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 142 Demirciler Çarşısı Allah Rızası İçin Mescidi Vakfı 1 143 Demirciler Çarşısı el-Hac Hamis Mescidi Vakfı 2 144 Belirtilmemiş Şecaeddin İnşası Mescidi Vakfı 1 145 Belirtilmemiş Baki İnşası Mescidi Vakfı 1 146 Belirtilmemiş Ali el-Halebi Mescidi Vakfı 1 Habib et-Türkmani elinde olup 147 Musalla Çeşmesi Yanında hayırlı işlere mevkuf 1 148 Belirtilmemiş İbn Satılmış Mescidi Vakfı 2 149 Belirtilmemiş Dâru’l-Berter Mescidi Vakfı 1 Dâru’l-Berter yakınında olan bir mescide 150 Belirtilmemiş mevkuf 1 151 Belirtilmemiş Fakih Salah Mescidi Vakfı 1 152 Tabbahlar Çarşısı Habib-i Neccar Makamı Vakfı 5 Tabbahlar Çarşısı 153 -Ma’sara Dükkânı- Habib-i Neccar Makamı Vakfı 1 154 Saka Hamamı Yakınında Mahmud Mescidi Vakfı 1 155 Belirtilmemiş el-Hac Halil Mescidi Vakfı 1 156 Belirtilmemiş Nasreddin Türbesi Vakfı 1 157 Belirtilmemiş Habib-i Neccar Makamı Vakfı 2 158 Belirtilmemiş Müravatiye/Mirvatiye Mescidi Vakfı 1 Toplam Dükkân Sayısı 318

2.6. Diğer Ticarî Mekânlar

İncelenen dönemde Antakya’da hayvan derilerinin işlenip giyim eşyası, ayakkabı imalatı ve hayvan koşumları yapımına elverişli hale getirilip

461

renklendirildiği 1 debbağhâne; dokuma sanayisi açısından önem arz eden ipliklerin renklendirilip kumaşların boyandığı 1 boyahane bulunmaktadır. Bunlardan başka kent yaşamında önemli bir yere sahip değirmen, fırın gibi mekânların yanı sıra Asi Nehri üzerinden şehre su getirilmesinde kullanılan naura/su dolabı vardır. Tespit edilen diğer ticarî mekânlar ve sayıları tablo 3’deki gibidir.

Tablo 3. Diğer Ticarî Mekânlar

No Adı Adedi 1 Boyahane 1 2 Debbağhane 1 3 Değirmen 3 4 Meslah/Mezbahane 1 5 Naura 1

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere XIV. yüzyılda şehirde 3 adet değirmen mevcuttur. Bu değirmenlerden biri İbn es-Sabûnî veya Sabûnîye değirmeni adıyla bilinirdi51. Değirmen, surların dahîlinde olup Asi Nehri’nden değirmene kadar uzanan özel bir su kanalı vardı. Tahrir kayıtlarına göre 1526’da yıllık geliri 2000 akçedir52. Et- Tabbâh’ın bildirdiğine göre Sabûnîye değirmeni gelirlerinin yarısı, Halep’te bulunan el-Zeki Camii’ne vakfedilmiştir53. Diğer

51 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 111. 52 BOA, TD 1040, s. 82a. 53 El-Zeki Camii, daha önce mescit iken Timur’un Halep’i işgalinden önce halka emirlerinden Muhammed Zeki tarafından yenilenmiş daha sonra 1425-1426’da Emir Nasreddin el-Hacîc el-Üstâdar tarafından genişletilmiştir. Emir Nasreddin el-Hacîc, camiye bir vakıf oluşturarak birçok mekânın yanı sıra Antakya’daki Sabûnîye değirmeninin yarısını adı geçen camiye vakfetmiştir. et-Tabbâh el-Halebî, C. VI, s. 179-181.

462 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

değirmenlerden biri Nasıreddin Muhammed b. Garip’in mülkü idi ve yıkık bir vaziyetteydi54. Bir diğeri ise Nasreddin b. el-Şücai’nin mülkiyetinde görülmektedir55.

3. ANTAKYA ÇARŞISI’NDA FAALİYET GÖSTEREN MESLEK ERBABI

Yukarıda anlatılan konulardan anlaşılacağı gibi Memlûkler döneminde Antakya’da şehrin ekonomisine katkıda bulunan belirli bir esnaf grubu vardı. Daha önce geçtiği gibi bunlar, mesleklerine göre bir çarşı etrafında toplanmıştır. Buna göre incelenen dönemde Antakya’da 21 meslek çeşidinin varlığı tespit edilmiştir. Bunların isimleri tablo 4’deki gibidir.

Tablo 4. Antakya’da Tespit Edilen Meslekler

No Mesleğin Adı No Mesleğin Adı 1 Attar (Baharatçı) 12 Ma’saracı 2 Boyacı 13 Na’lbend (Nalbant)56 3 Debbağ 14 Neccar (Marangoz) 4 Değirmenci 15 Pamukçu 5 Demirci 16 Semerci 6 Fırıncı 17 Şaar (Kılcı) 7 Hamamcı 18 Tabbah (Aşçı) 8 Hasırcı 19 Tüccar 9 Kasap 20 Yağcı 10 Kunduracı 21 Yoğurtçu 11 Kuyumcu 22

54 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 96. 55 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 111. 56 Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en-Nasır Hasan…, s. 107; Çelik, Memlûkler Döneminde Antakya (1268-1516), s. 242.

463

Memlûkler döneminde Antakya’da ipek dokumacılığı şehrin ekonomisinde önemli bir yere sahipti, cam sanatı da gelişmişti57. Bu bağlamda yukarıdaki tabloya ipek dokumacılığı ve camcılık meslekleri ilave edildiğinde meslek çeşidi sayısı 23’e ulaşmaktadır.

SONUÇ

Antakya Çarşısı, birden çok çarşıyı ihtiva etmektedir. Çeşitli meslek grupları bu çarşılar etrafında toplanmıştır. Bu meslek gruplarına mensup esnaflar, söz konusu çarşılarda mesleklerini icra ederek şehrin ekonomisine katkı sunmaktadır. Bu bağlamda Memlûkler zamanında Antakya’da, özellikle XIV. yüzyılın son çeyreğinde canlı bir ticarî yaşamın olduğunu söylemek mümkündür. Zira tamamı surun dâhilinde olan Antakya çarşısında, çeşitli meslek gruplarına ait 10 çarşı ve dokuz han yapısı içinde 318 dükkân vardır. Ayrıca kent yaşamında önemli bir yere sahip olan ticarî mekânlardan 2 fırın, 3 değirmen ve 1 Meslah/Mezbahane mevcuttur. Bunların yanı sıra 23 meslek çeşidinin varlığı tespit edilmiştir.

57 Çelik, Memlûkler Döneminde Antakya (1268-1516), s. 239-242.

464 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

1. Arşiv Kaynakları

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), TD 1040.

Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGM), EV d. Nr. 570, Sıra No 87.

2. Ana Kaynaklar

Ebu’l-Fidâ, Kitâb Takvimu’l-Büldân, tah. Mac Guckın De Slane, Dâru’t-Tıbââ es-Sultâniye, Paris 1840. Aynı eser Ebü’l-Fidâ, İsmail b. Ali el-Eyyubî, Ebü’l-Fidâ Coğrafyası (Takvimü’l- Büldan), terc. ve Yay. haz. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul 2017.

Ebu’l-Fidâ, Kitâb el-Muhtasar Fî Ahbâru’l-Beşer, C. IV, Matbaâtu’l- Huseyniye el-Mısriyye, Kahire 1907.

Ebu’l-Fidâ, Tarih Ebu’l-Fidâ el-Müsemmâ el-Muhtasar Fî Ahbâru’l- Beşer, tah. Mahmud Deyyûb, C.II, Dâru’l-Kutûb el-İlmiye, Beyrut 1997.

Ed-Devâdâri, İbn Aybek Ebî Bekir b. Abdullah, Kenzu’d-durer ve Câmi’u’l-Gurer ed-Durretu’z-Zekiyye Fî Âhbâr ed-Devleti’t- Türkiyye, tah. Ulrih Hârmân, C. VIII, Ma’hed el-Almanî Lil-Âsâr Kısım ed-Dirâsât el-İslâmiye, Kahire 1971.

Ed-Devâdâri, İbn Aybek Ebî Bekir b. Abdullah, el-A’lâku’l-Hatîra Fî Zikr Umerâi’ş-Şam ve’l-Cezire, tah. Yahya Zekeriya Âbbâre, C. I/2, Vezâretu’s-Sekâfe, Dımaşk 1991.

465

Ed-Dımaşkî, Muhammed b. İsa b. Kenan es-Sâlihî, el-Mevâkibu’l- İslamiyye Fî’l-Memâlik ve’l-Mehâsin eş-Şâmîyye, tah. Hikmet İsmail, C. II, Vezâretu’s-Sekâfe, Dımaşk 1993.

El-Aynî, Bedreddin Mahmud, İkdu’l-Cumân Fî Tarih Ehli’z-Zemân Asr Selâtin el-Memâlik, tah. Muhammed Muhammed Emin, C. III, Dâru’l-kutûb ve’l-Vesâik el-Kavmîyye, Kahire 2010.

El-Bağdâdî, Safîeddin Abdulmumin b. Abdulhâk, Marâsidu’l-İttilâ’ Âlâ Esmâi’l-Emkineti ve’l-Bukâ’, tah. Ali Muhammed el-Becâvî, C. I, Dâru’l-Ceyl, Beyrut 1992.

El-Birzâlî, Alemüddin, el-Muktefî ‘Âlâ Kitâbu’r-ravzateyn el-Ma’rûf bi-Tarih el-Birzâlî, tah. Ömer Abdusselâm Tedmurî, C. I-II, el- Mektebetu’l-Asrıyya, Beyrut 2006.

El-Hamevî, Yakut, Mu’cemu’l-Buldân, C. I, Dâr-Sâdr, Beyrut 1977.

El-Himyerî, Muhammed b. Abdulmun’im, er-Ravzu’l-Mu’attâr Fî Haberu’l-Aktâr, tah. İhsan Abbâs, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1984.

El-İdrisî, Ebî Abdullah b. Muhammed, (2002) Kitâbu Nuzhetu’l- Muştâk Fî İhtirâku’l-Afâk, C. II, Mektebetu’s-Sakafe ed-Diniyye, Kahire 2002.

El-Kalkaşandî, Ebi’l-Abbâs Ahmed, Subhu’l-A’şa, C. IV, XIV, Matbaâtu’l-Emiriye, Kahire 1914-19.

El-Kutubî, Muhammed b. Şakir, Uyûn et-Tevârih, tah. Faysal Sâmir ve Nebîle Abdulmun’im Davud, C. XXI, Vezâretu’s-Sakafe ve’l- Îlâm, Irak 1984.

466 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

El-Makrîzî, Takiyeddin Ahmed b. Ali, Kitabu’s-Sulûk li-Ma’rifet Düvelu’l-Mülûk, tah. Muhammed Mustafa Ziyade, C. 1/2, Dâru’l- Kutûb el-Mısrîyye Matbaâtu’t-Te’lif ve’t-Tercüme, Kahire 1936.

El-Makrîzî, Takiyeddin Ahmed b. Ali, es-Sulûk li-Ma’rifet Düvelu’l- Mülûk, tah. Muhammed Abdulkadir Ata, C. II, Dâru’l-Kutûb el- İlmiye, Beyrut 1997.

El-Mansûrî, Baybars, et-Tuhfetu’l-Mulûkiyye fi’d-Devleti’t-Turkiyye Tarih Devletu’l-Memâlik el-Bahrîyye Fî’l-Fetretu Min 648-711 Hicrîyye, neşr. Abdulhamid Salih Hamdân, ed-Dâru’l-Mısrîyye el-Lubnâniye, Kahire 1987. Aynı eser el-Mansûrî, Baybars, et- Tuhfetu’l-Mulûkiyye fi’d-Devleti’t-Turkiyye Türk Devleti Konusunda Sultânlara Armağan (1252-1312), çev. Hüseyin Polat, TTK Yay., Ankara 2016.

El-Mansûrî, Baybars, Zubdetu’l-Fikre Fî Tarihi’l-Hicre, tah. Donald S. Richards, Ma’hed el-Almanî Li’l-Ebhâs eş-Şarkîyye, Beyrut 1998.

El-Ömerî, Şihabeddin b. Fazlullah, et-T’arîf bi’l-Mustalahi’ş-Şerîf, tah. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Dâru’l-Kutûb el-İlmiyye, Beyrut 1988.

El-Ömerî, Şihabeddin b. Fazlullah, Mesâliku’l-Ebsâr Fî Memâliki’l- Emsâr, tah. Kamil Selman el-Cebbûri ve Mehdi en-Necm, C. II, Dâru’l-Kutûb el-İlmiyye, Beyrut 2010.

En-Nuveyrî, Şahabeddin Ahmed b. Abdulvehhâb, Nihayetü’l-Ereb Fî Fünûn el-Edeb, tah. Necib Mustafa Fevvâz ve Hikmet Keşlî

467

Fevvâz, C. XXX-XXXI XXXII, Daru’l-Kutûb el-İlmiye, Beyrut 2004.

İbn el-Ci’ân, el-Kavlu’l-Mustazraf Fî Sefer Mevlânâ el-Meliki’l-Eşref, tah. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Cirus Press, Trablusşam 1983.

İbn eş-Şihne, Ebi’l-Fazl Muhammed, Ed-Durru’l-Muntehab Fî Tarih Memleketi Haleb, tak. Abdullah Muhammed Derviş, Dâru’l- Kitâb el-Arabî, Dımaşk 1984.

İbn Haldun, Tarih İbn Haldun el-Musemmâ Divân el-Mubtedâ ve’l- Haber Fî Tarih el-Arab ve’l-Berber ve min Âsrahum min Zevî es- Sultan el-Ekber, haz. Halil Şihâde ve Suheyl Zekkâr, C. V, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000.

İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, terc. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul 2014.

İbn Şeddâd, Baypars Tarihi Al-Melik Al-Zahir (Baypars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi, çev. M. Şerefüddin Yaltkaya, TTK Yay., Ankara 2000.

İbn Şeddâd, İzzeddin b. Ali b. İbrahim, Tarih el-Melik ez-Zâhir, itina. Ahmed Huteyt, Merkez et-Tıbâ’a el-Hadîse, Beyrut 1983.

İbnu’l-Adim, (1988) Bugyetu’t-Taleb Fî Tarih Haleb, tah. Süheyl Zekkâr, C. I, Daru’l-Fikr, Beyrut 1988.

İbnu’l-Verdî, Zeyneddin Ömer b. Muzaffer, Tarih İbnu’l-Verdî, C. II, Dâru’l-Kutub el-İlmiye, Beyrut 1996.

468 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İstahri, Ülkelerin Yolları Değerlendirme Metin, çev. Murat Ağarı, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2019.

Muhyiddin b. Abduzzâhir, er-Ravzu’z-Zâhir Fî Siret el-Meliki’z-Zâhir, tah. Abdulaziz Huveytir, Riyad 1976.

Sultan Hasan b. Muhammed b. Kalavun, Kitâbu Vakfu’s-Sultân en- Nasır Hasan b. Muhammed b. Kalavun ‘Alâ Medreseti bi’r- Rumeyle, tah. Huveyda el-Hârisi, Matbaâti Dergâm, bi- İşrâf el- Ma’hed el-Almanî el-Ebhâs eş-Şarkiyye, Beyrut 2001.

3. Telif Eserler

Abbas, İhsan, Şezerât Min Kutûb Mefkûda Fî’t-Tarih, Dâru’l-Arab el- İslâmî, Beyrut 1988.

Akalın, Şebnem, “Kervansaray”, İslâm Ansiklopedisi, C. XXV, TDV Yay., Ankara 2002, ss. 299-302.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II, TDK Yay., Ankara 1993.

Bouchier, E. S., A Short Hıstory Of Antıoch, Basil Blackwell, Oxford 1921.

Can, Yılmaz, İslâm Şehirlerinin Fizikî Yapısı, TDV Yay., Ankara 2014.

Çelik, Mehmet Yusüf, Memlûkler Döneminde Antakya (1268-1516), Doktora Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Nevşehir 2020.

469

Çoruh, Haydar ve Çaparlar, Ahmet, Yaşayan El Sanatları ve Sanatkârıyla Hatay (Tarihten-Günümüze), Pozitif Matbaa, Hatay 2012.

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat Eski ve Yeni Harflerle, Aydın Kitabevi, Ankara 2004.

Et-Tabbâh el-Halebî, Muhammed Ragıb, İlâm en-Nübelâ bi-Tarih Halebü’ş-Şehbâ, tah. Muhammed Kemal, C. IV, VI, Dârü’l- Kalem el-Arabî, Halep 1989.

Eyice, Semavi, “Hamam”, İslâm Ansiklopedisi, C. XV, TDV Yayınları, Ankara 1997, ss. 433-434.

Gökhan, İlyas, “Hatay Bölgesinde Memlûkler Dönemi”, Başlangıçtan Günümüze Hatay Tarihi Tüm Zamanların Gözdesi, ed. Ahmet Gündüz, T.C. Hatay Valiliği Yay., Hatay 2013, ss. 138-176.

Gül, Abdulkadir, Kültürlerin Kaynaştığı Şehir: Antakya, Gece Kitaplığı, İstanbul 2015.

Gündüz, Ahmet ve Gülcü, Erdinç, “XVI. Yüzyılda Antakya Nahiyesi (1526-1584)”, MKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 6 (12), 2009, ss. 289-323.

Heyd, W., Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. Enver Ziya Karal, TTK Yay., Ankara 2000.

Kanat, Cüneyt, “Memlûkler ve Çukurova”, Efsaneden Tarihe, Tarihten Bugüne Adana: Köprü Başı, haz. Erman Artun ve M. Sabri Koz, YKY Yay., İstanbul 2000, ss. 93-107.

470 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kavsara, Faiz, “Memlukluler Döneminde Antakya”, Asi’nin İncisi Antakya, edt. Mehmet Karasu ve Sadık Nazik, Antakya Belediyesi Kültür Yay., Antakya 2012, ss. 17-27.

Keleş, Bahattin, Bahrî Memlükler İktisadî ve Ticarî Hayat (1250-1382), Siyer Yay., İstanbul 2018.

Konukçu, Enver, “Bazı Gezi Notlarına Göre Osmanlı Dönemi’nde Antakya”, Ortadoğu’da Osmanlı Dönemi Kültür İzleri Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, C. I, AKMB Yay., Ankara 2001, ss. 275-285.

Köksal, M. Fatih, “Nazmî’nin Tevârih-i Antakiye Adlı Eseri”, VI. Hatay Tarih Ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Yay. haz. Mehmet Tekin, HAFAD Yay., Hatay 2002, ss. 19-29.

Özbay, Ender, “Antakya’nın Tarihi Su Dolapları “Naura”Lara Işık Tutan ‘Alvân Su Kemeri Kalıntısının Mimarî-Tarihî Analizi Ve Restitüsyonu”, Sanat Tarihi Dergisi, 21 (2), 2012, ss. 73-98.

Özbek, Süleyman, Moğolları Durduran Türk Sultan Baybars, Berikan Yayınevi, Ankara 2018.

Öztürk, Mustafa, “16. Ve 17. Yüzyılın Başlarında Antakya”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Yay. haz. Mehmet Tekin, HAFAD Yay., Hatay 2004, s. 101-122.

Runciman, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, çev. Fikret Işıltan, C. III, TTK Yay., Ankara 2008.

Sahillioğlu, Halil, “Antakya”, İslâm Ansiklopedisi, C. III, TDV Yay., İstanbul 1991, ss. 228-232.

471

Şancı, Fuat, Hatay İlinde Türk Mimarisi I., Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları (Türk-İslam Sanatları Tarihi) Anabilim Dalı, Ankara 2006.

Topal, Nevzat, Anadolu Selçukluları Devrinde Aksaray Şehri, T.C. Aksaray Valiliği Yay., Aksaray 2009.

472 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HALEB ATABEGLİĞİ-ANTAKYA PRİNKEPSLİĞİ ARASINDAKİ BİRKAÇ ÖNEMLİ SAVAŞ: YAĞRA, TELL- İNNİB VE EFAMİYE*

Abdulcelil IŞIK**

473

474 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1. GİRİŞ

I. Haçlı seferi sonunda kurulan devletlerden biri olan Antakya Prinkepsliği1, Kudüs Krallığı’ndan sonra Suriye’deki en geniş topraklara sahip Haçlı devletiydi. Zengîlerin 1144 yılında el-Ruha (Urfa)’yı Haçlılardan geri alması2 ile birlikte, Papa III. Eugenius’in çağrısıyla Fransa Kralı VII. Louis ve Alman İmparatoru III. Konrad’ın öncülük ettiği II. Haçlı Seferi başladı3. Uzun ve yıpratıcı bir yolculuktan

* Bu makale, “Zengî Atabegliği; Haleb Kolu (1146-1181)” (Işık, 2018) adlı Doktora Tezi’ne dayanmaktadır. ** Dr. Başiskele Şehit Ozan Özen Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi, Uzman Tarih Öğretmeni, Kocaeli/Türkiye, [email protected], ORCİD: 0000-0003-2524-1567. 1 Ebru Altan, Antakya Haçlı Prinkepsliği Kuruluş Devri (1098-1112), TTK. Yayınları, Ankara, 2018. 2 Abu’l-Farac, Abu’l-Farac Tarihi, çev. Ö.R. Doğrul. c. II, TTK Yayınları, Ankara 1987, s. 378-380. 3 Süryânî Mihael, Süryanî Patrik Mihail’in Vakayinâmesi, Türkçe çev. Hrant D. Andreasyan, TTK Kütüphanesi Tercümeler Kısmı, NO: Ter/44, Ankara 1944, s. 139; Willermus Tyrensis, Historia Rerum in Partibus Transmarinis Gestarum, Ergin Ayan, Denizaşırı Bölgelere Yapılan Seferlerin Tarihi), Adlı Eserinin XVI., XVII. ve XVIII. Kitaplarının Türkçe Çevirisi, (İst. Üniv. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1994, s. 36-76; İbnü’l- Adîm, Zübdetü’l- Haleb Min Târîh-i Haleb, Haşiye: Halil el-Mansûr, I. Baskı, Dar el-Kütûb el-İlmiyye, Beyrut 1996, s. 330; Anonim Süryânî Vekayinâmesi, H. A. R. GİBB’in Notlarıyla, İngilizce Çev. A. S. Tritton, Türkçe çev. Vedii İlmen, I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi, Yaba Yayınları, İstanbul 2005, s. 64-69; S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi II, 3. Baskı, çev. Fikret Işıltan, TTK. Yayınları, Ankara 2008, s. 205-206; Ebru Altan, II. Haçlı Seferi(1147- 1148), TTK Yayınları, Ankara 2003, s. 10-13; B. Kök, “Nûreddin Zengî, Mahmud”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXXIII, 2007, s. 260; J. Sauvaget, İslam Dünyası Kısa Kronolojisi. AÜİFY., Genişletilmiş 2. Basım, Türkçeye Çeviren ve Genişletenler: Suut Kemal Yetkin-Faik Reşit Unat, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1963, s. 43; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi. Birinci Basım, MEB. Yayını, İstanbul 1972, s. 93; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Nakışlar Yay. İstanbul, 1980, s. 92; P. Lemerle, Bizans Tarihi, Türkçe Çev: Galip Üstün( Histoire de Byzance, Presses de Universitaires de France, Paris, France: 1943), İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s. 93; H. A. Nomiku, Haçlı Seferleri, çev. Kriton Dinçmen, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, s. 39; M. Paine, Crusades (Haçlı Seferleri), çev. Cumhur Atay, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2011, s. 50. s. 47-49; P. K. Hitti, Syria: A Short History, The Macmillan Company, New York 1959, s. 182; C. Morrison, Haçlılar, çev. Nermin Acar, Dost Kitabevi Yayınları,

475

sonra Suveydiye Limanı üzerinden Suriye’ye giriş yapan Fransa Kralı VII. Louis’in idaresindeki Haçlılar, Antakya Prinkepsi Raymond tarafından Antakya’da çok iyi bir şekilde karşılandı. Raymond’un bu ilgisinin sebebi Louis’i Müslümanlara karşı gerçekleştireceği bir sefere ikna etmek idi. Çünkü Nûreddîn Mahmud’un Urfa ve Hama arasındaki bölgeyi hâkimiyet altına alması ve giderek güçlenmesi haklı olarak Raymond’u endişelendirmekteydi. Müslümanların saldırısına uğradığı takdirde Bizans’ın yardımını zamanında alamayabilirdi. Bizans yetişse bile bu yardım karşılıksız olmazdı. Prinkepslik üzerindeki Bizans baskısı daha da artabilir veya Bizans’a daha sıkı bağlarla bağlanması gerekebilirdi. Kral VII. Louis idaresindeki bu büyük güçten yararlanmak gerekirdi. Nûreddîn Mahmûd ona karşı saldırıya geçmeden önce kendisi Haleb’e karşı harekete geçmeliydi4. Antakya Prinkepsliği’nin bu düşünceleri onun bölgedeki Türk-İslam devletleri için ne denli tehlikeli olduğunu da göstermiş oluyordu. Bu tehdidin özellikle Haleb Zengî Atabegliği’ni hedef aldığı aşikârdır. Bu nedenledir ki II. Haçlı Seferi ile istedikleri sonucu alamayan III. Konrad

Ankara, 2005, s. 48. 4 Willermus Tyrensis, a.g.e., s. 42-44; Abu’l-Farac, a.g.e., s. 384; Anonim Süryânî Vekayinâmesi, s. 69; Niketas Khoniates, Historia (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Çev. Fikret Işıltan, TTK. Yayınları, Ankara 1995, s. 44-45; Ioannes Kinnamos, Ioannes Kinnamos’un Historiası (1118-1176). Yay. Haz. Işın Demirkent, Ankara 2001, TTK. Yayınları, s. 66; Walter Besant-Edward Henry Palmer, Jerusalem, The City of Herod and Saladin, London 1871, s. 279; Amin Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri. çev. M.A. Kılıçbay, 2. Basım, Telos Yayınları, İstanbul 1998, s. 194; Morrison, a.g.e., s. 47; C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, Çev. Erol Üyepazarcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2012, s. 32; M. Barber, Tapınak Şövalyelerinin Tarihi(Yeni Şövalyelik), çev. Berna Ülner, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2003, s. 117-118; Osman Turan, a.g.e., s. 92-93; Morrison, a.g.e., s. 47; Işın Demirkent, Haçlı Seferleri. Dünya Yayınları, İstanbul 1997, s. 109; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086 Sonuna Kadar), TTK. Yayınları, Ankara 2014, s. 15, 125; Altan, II. Haçlı Seferi, s. 86-90, 96-97.

476 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ve VII. Louis idaresindeki orduların bölgeyi terk etmesi ile birlikte Haleb Atabegliği, Antakya Prinkepsliği’ne karşı harekete geçti. Buna bağlı olarak Haleb Atabegliği ile Antakya Prinkepsliği arasındaki mücadele daha da kızışmış oldu. Bu araştırmada Haleb Atabegliği’nin II. Haçlı Seferi’nin ardından Antakya Prinkepsliği ile yaptığı mücadele ve bu mücadelede büyük önemi taşıyan Yağra, Tell-İnnib (İneb) ve Efâmiye savaşları kaynaklara dayalı olarak açıklanmaya çalışılmıştır.

Kudüs Kralı III. Baudouin’in ev sahipliğinde III. Konrad, VII. Louis ve diğer Haçlı liderlerinin katılımıyla Akka yakınlarındaki Palmea’da, 24 Haziran 1148 gerçekleşen toplantıda Dımaşk üzerine yürüme kararı verildi5. Bu karar bir süreliğine de olsa Raymond’un planlarının gecikmesi demekti. Bu kararın alınmasındaki amaç Mısır ve Afrika Müslümanlarının Kuzey Suriye ve doğudaki Müslümanlar ile temasını kesmek idi. Halbu ki Haçlıların bu kararları onların bölgedeki İslam devletlerine karşı dostluk ilişkilerini kurabilecekleri Tuğtekinliler ile aralarının açılmasına ve bölgede Nûreddîn’e karşı denge unsuru olabilecek bir müttefikten yoksun kalmalarına neden oldu6.

Franklar 24 Temmuz 1148 tarihinde Dımaşk’ı kuşatıp saldırıya geçtiklerinde Dımaşk’ın müdafaası Muineddîn Üner tarafından gerçekleştirildi7. Muineddin, bu beklenmedik Haçlı saldırısı karşısında

5 Anonim Süryânî Vekayinâmesi, 2005: 70; Barber, a.g.e., s. 119; Demirkent, a.g.e., s. 111. 6 S. Runciman, a.g.e., II, s. 234; Demirkent, a.g.e., s. 111-112. 7 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Târîh, çev. Abdulkerim Özaydın, C. XI, Bahar Yayınları, İstanbul 1991; İbn Kesîr El-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, C. XII, Çağrı Yayınları, İstanbul 1995, s. 411; 120; Barber, a.g.e., s. 120; Demirkent, a.g.e., s. 112.

477

kendisine bağlı yerlerin hâkimleri ile Haleb Atabegi Nûreddîn Mahmud’tan yardım istemek zorunda kaldı8.

Dımaşk ordusunun Haçlılara karşı art arda gerçekleştirdiği saldırılar9 ve Üner’in Haçlı reislerine rüşvet vermesi10 kralların, ordugâhın yerini kuşatmaya müsait olan güneyden surların en güçlü olduğu doğu tarafına aktarmak gibi bir hataya düşmelerine neden oldu11. Ayrıca Haçlılar arasında, Dımaşk’ın alınmasından sonra durumunun ne olacağı ile ilgili münakaşaların sebebiyet verdiği kavgalar çıktı. Nûreddîn Mahmûd ve Seyfeddîn Gâzî’nin ayrı ayrı ordularıyla yaklaşmaları üzerine III. Konrad ve VII. Louis bölgedeki Haçlıların desteğinden yoksun bir şekilde bu kuşatmayı devam ettiremeyeceklerini bildiklerinden kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldılar12 (1148)

II. Haçlı Seferi’nden büyük medet uman Anakya Prinkepsi Raymond, istediği sonucu alamadığı gibi bundan sonra Haleb Atabegliği idaresindeki müslümanların hedefi haline gelmiş oldu. Haleb Atabegliği ise Haçlıların başarısızlığından yararlanarak, Antakya Prinkepsliği, Dımaşk Atabegliği ve diğer komşu güçler karşısında dengeyi kendi lehine dönüştürecek olan bir dizi başarıya imza attı. Antakya Prinkepsliği ve ona destek veren komşu bölgelerdeki Haçlı

8 Demirkent, a.g.e., s.112; M Paine, a.g.e., s. 50. 9 Demirkent, a.g.e., s. 112; Paine, a.g.e., s. 50. 10 Anonim Süryânî Vekayinâmesi, s. 70. 11 Walter-Palmer, a.g.e., s. 283. 12 İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 330; Abu’l-Farac Tarihi, a.g.e., II, s. 384-385; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 411; Ebu’l-Fidâ, Kitâbü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer, Matbaati’l- Hüseyniyye, Mısır 1325, s. 20; Demirkent, a.g.e., s. 112; Maalouf, a.g.e., s. 196; Runciman, a.g.e., II, s. 234-236; Hitti, Syria: a.g.e., s. 182-183; R. Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Yeni Edisyon, Üsküdar 2002, s. 47.

478 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kuvvetleri karşısında Yağra, Tell-İnnib ve Efâmiye’de önemli mücadeleler verdi.

2. II. HAÇLI SEFERİ SONRASI HALEB ATABEGLİĞİ VE ANTAKYA PRİNKEPSLİĞİ MÜCADELESİ

2.1. Yağra Baskını

II. Haçlı Seferi sonrası sabık Trablus kontu Alfonso’nun oğlu Bertrand, Trablus’un kendi hakkı olduğu iddiasıyla önce Urayma Kalesi üzerine yürüyerek almıştı. Bundan sonra gelecek hedefinin Trablus olacağına işaret etmişti. Zor durumda kalan Trablus Kontu II. Raymond, Haleb Atabegi, Nûreddîn Mahmûd b. Zengî ve Dımaşk Atabegliği’nden yardım talebinde bulundu. Raymond’un bu talebi Haçlılar arasındaki ihtilafın derinleştirilmesi bakımından önemli bir fırsattı. Haleb Atabegi Nûreddîn ve Dımaşk Atabegliği kuvvetlerine ek olarak Musul Atabegliği kuvvetleri de destek verdi13. Nûreddîn, Dımaşk Atabegliği ve Musul güçlerinden oluşan müşterek kuvvet, Urayma Kalesi üzerine bir sefer gerçekleştirerek kaleyi sıkı bir kuşatma neticesinde aldı14. Trablus Kontu II. Raymond ile yaptıkları anlaşma gereği gerçekleşen bu seferin başarıyla neticelenmiş olması, bölgedeki İslâm güçlerinin ittifakının etkilerini göstermesi bakımından büyük önem arz etmekteydi. Suriye’de Haçlılara karşı gerçekleşen akınlarda Haleb Atabegliği’nin öncü güç olduğunu iyi bilen Haçlılar, bu olaydan sonra

13 İbnü’l-Kalânisî, Bizeyli Târîhi Dımaşk, (Şam Tarihine Zeyl: I. Ve II. Haçlı Seferleri Dönemi), çev. Onur Özatağ, I. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, s. 167-168. 14 İbnü’l-Esîr, El-Târihu’l-Bâhir fi’d-Devlet el- Atâbekiyye bi’l-Mavsil, Nşr. Abdulkadir Ahmed Tilîmât. Kahire 1963, s. 90.

479

Haleb üzerine yürüyerek gözdağı vermek istediler. Ancak bu amaçla gerçekleştirdikleri hareket sonuç vermedi. Bu arada Türkiye Selçuklu Devleti, Anadolu’nun güneyine gerçekleştirdiği sefer sırasında Nûreddîn Mahmûd’tan Antakya Prinkepsliği topraklarına bir akın düzenlemesini istedi. Harekete geçen Nûreddîn ve ordusu Raymond’un ani baskısıyla dağıldı. Bu yenilginin alınmasında Raymond’un yanında yer alan İsmaililerden Ali b. Vefa’nın desteği büyük rol oynamakla birlikte, Nûreddîn’in kendi emîrleri arasındaki küskünlük asıl etken olarak görünmektedir. İbnü’l-Esîr ve pek çok İslam kaynağının verdiği bilgiye karşılık Anonim Süryânî Vekayinamesi’nde olaylar daha başka şekilde aktarılmaktadır. Buna göre; Nureddîn ordusunu toplayarak Antakya toprakları içinde bulunan Yağra’yı kuşattı. Bu sırada Cebele’de bulunan Yağra hâkimi güçlerini toplayıp Türklere bir baskın yaparak onları yendi. Nûreddîn iki yüz kişi ile Haleb’e kaçmayı başarırken savaş meydanında ordusundan bin kişinin cansız bedeni geride kaldı. Anonim Süryânî Vekayinâmesi bu savaşın sonucunda Nûreddîn’in çadırı, altın ve gümüşler, yanındaki kadın ve erkek köleleleri, şarkıcı kızlar ve çalgıcıları ile müzik aletlerinin de Frankların eline geçtiğini ve bunları Antakya’ya götürdüklerini aktarmıştır. Bu anlatıma ek olarak Antakya’da Frankların hizmetinde bulunan ve Nûreddîn’e kızgın olan Ali b. Vefâ adındaki bir Arab’ın da bu savaşta yer aldığını belirtmiştir15.

15 Anonim Süryânî Vekayinâmesi, s. 71-72.

480 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

2.2. Haleb Atabegliği’nin Tell-İnnib Zaferi ve Antakya Prinkepsi’nin Öldürülmesi

Kaynaklarda değişik şekillerde yer almış olan bu Yağra baskınının ardından, Haleb’e dönen Nûreddîn, iki önemli devlet adamı Şîrkûh ile Mecdü’d-Din Dâye arasındaki ihtilafı giderdi. Nûreddîn Mahmûd Sincâr sorununu halledip elde ettiği mal ve hazine ile güçlendikten sonra Antakya Prinkepsliği topraklarına yöneldi16. 544/1149 yılında önce Frankların Hârim Kalesi17 üzerine yürüyerek kuşatma altına aldı. Dış mahallelerini yıkıp merkezini yağmaladı. Sonra buradan İnnib ne gidip onu kuşattı. Franklar, Nûreddîn’i oradan kovmak’( إنِّب) Kalesi için Antakya Prinkepsi Raimond de Poitiers ile birleşerek harekete geçtiler18. Nûreddîn, Frankların geldiğini haber alınca kuşatmayı kaldırıp dağlık araziye yöneldi. Tell-İnnib yakınındaki Gab bataklığı yakınındaki ovada konaklayan Frankların, sayısının azlığını gören gözcüler Nûreddîn’e bu durumu iletince ordusunu savaş düzenine geçirip Franklar üzerine saldırıya geçti19. İki taraf arasında 28 Haziran 114920tarihli savaşta Nûreddîn genç yaşına rağmen bu savaşta insanların beklemediği bir şekilde cesaret ve kararlılık gösterdi. Bu

16 Ebû Şâme, Kitâb el-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn En-Nûriyye ve’s-Selâhiyye, Neşr ve Tahkik: İbrâhîm Şemseddîn, I-II, Beyrut 2002, Dârü’l-Kütûbü’l-‘İlmiyye, s. 210. 17Hârim, Haleb’e bağlı sağlam bir kalesi olan kasaba. Bkz. Hamevî, a.g.e., II, s. 237. 18 İbnü’l-Esîr, a.g.e., s. 99; İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 333; Abu’l-Farac, a.g.e., II, s. 386. 19 Anonim Süryânî Vekayinâmesi, s. 72. 20 Bündârî ve İbnü’l-Adîm Antakya Prinkepsi Raimond’un ve daha birçok önde gelen Haçlı’nın öldürüldüğü bu savaşın tarihini 21 Safer 544/30 Haziran 1149 şeklinde vermişlerdir. Karşılaştırma için bkz. İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 333; Bündârî, Zübdetü’n- Nusrâ ve Nuhbetü’l-Üsra-Irak ve Horasan Selçukluları, çev. Kıvameddin Burslan, TTK Yayınları, Ankara, 1943, s. 205.

481

savaşın kazanılmasında Dımaşk’tan Muîneddîn’in gönderdiği Serhat nâibi Mücâhîdeddîn b. Mervân b. Mas idaresindeki askerlerin de büyük rolü vardı. Atabeg Nûreddîn Mahmûd, idaresindeki orduyla yaptığı saldırı sonunda Antakya Prinkepsi Raimond de Poitiers, Maraş hâkimi Renaud ve İsmâilîlerin önde gelenlerinden Ali b. Vefa’nın ölümleri ile sonuçlanan savaşta Haçlılar hezimete uğradı21. Savaşın sonucunda pek çok kayıp veren Haçlıların önde gelen reislerinden bir grubu da esir alındı. Böylece daha önceki mağlubiyetle zedelenmiş olan itibarını düzeltmiş oldu. Ayrıca daha önce aldığı mağlubiyetin geçiciliğini de göstermiş oldu. Savaşın sonunda elde edilen ganimet ve esirlerden bir kısmını Musul Atabegi Seyfeddîn’e, Abbasi Halifesi ve Sultan Mes’ûd ile diğer bazı kimselere göndermek suretiyle gücünden birşey kaybetmediğinin mesajını da vermek istedi22.

Raimond, Haçlılar arasında en önde gelen ve toprağı en çok olanlardandı. Yanındaki üç bin Haçlı askerine rağmen öldürülen ( بيمند Antakya Prinkepsi ardında Bohemond (Arap kaynaklarında adında küçük bir oğul bıraktı23. Oğlu annesiyle Antakya’da kaldı. Annesi Constance bir başka prens ile evlendi. Bu prens, Bohemond büyüyünceye kadar ordunun işlerini yürütmek, onu yönetmek ve

21 Anonim Süryânî Vekayinâmesi, s. 72; İbn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk. Dirâset ve Thk. Muhibbüddîn Ebî Saîd Ömer b. Garâme el-Ömeroy, c. LVII, Dârü’l-Fikr, Dımaşk, 1997, s. 119; Demirkent, a.g.e., s. 117; Barber, a.g.e., s. 123; Cahen, a.g.e., s. 32. 22 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Târîh, XI, s. 123; Ebû Şâme, a.g.e., s. 211-213; Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1985, s. 143; Gök, 2013: 73. 23 İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 334; İbn Asâkir, a.g.e., LVII, s. 119; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 413; Walter-Palmer, a.g.e., s. 284; Maalouf, a.g.e., s. 198.

482 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

onlarla birlikte çarpışmalara katılmak üzere Antakya’da Bohemond’in annesiyle kaldı24. Nûreddîn, daha sonra Frank ülkesine bir saldırı daha düzenledi. Karşısına çıkan Frank süvarilerini yenip kimisini öldürdü kimisini de esir aldı. Esirler arasında Bohemond’un üvey babası Antakya Prinkepsi de vardı. Nûreddîn’in yeni Antakya prinkepsi’ni esir alması, Bohemund’a Antakya‘ya hâkim olma fırsatını verdi25.

2.3. Haleb Atabegliği’nin Efamiye Kalesi’ni Fethi

Kalesi’ndeki Franklar, Hama ve Şeyzer’e saldırılar (أفامية) Efâmiye düzenleyerek yöreyi yağmalamaktaydı. Bu durum, yöredeki müslüman halkın onların baskı ve zorbalığı altında sıkıntı ve sefalet yaşamasına neden olmakta idi. Antakya Prinkepsliği’ne karşı ciddi başarılar elde eden Haleb Atabegliği, gelen şikâyetler üzerine 545-1150/1151 yılında Frankların elindeki Efâmiye Kalesi’ni ele geçirmek üzere harekete geçti. Yüksek bir tepede ve korunaklı bir kale olan Efamiye26(Famiya) ele geçirilmesi en zor kalelerden biriydi. Kale ile Hama kenti arasında bir konaklık mesafe vardı. Kaleyi muhasara ederek baskı altına alan Haleb Atabegi Nûreddîn Mahmûd, dışardan yardım almalarını da engelledi. Ayrıca toparlanmalarını engellemek için onlarla devamlı savaştı. Franklar, Efâmiye’yi kurtarmak gayesiyle toplanıp ulaşıncaya

24 İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 334; İbn Asâkir, a.g.e., LVII, s. 120. 25 İbnü’l-Esîr, El-Târihu’l-Bâhir fi’d-Devlet el- Atâbekiyye bi’l-Mavsil, s. 100; Aynı mlf., El-Kâmil Fi’t-Târîh, XI, s. 130; İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 334; İbn Asâkir, a.g.e., LVII, s. 120; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 414. 26 Efâmiye Kalesi, Haçlı kaynaklarında Apameia şeklinde geçen ve Haleb’in güneybatısında Şeyzer ve Hama civarındaki yüksek bir tepenin üzerinde kurulmuş, o yörenin en müstahkem ve en sağlam kalelerinden biridir. Bkz. İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Târîh, XI, s. 134; Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân, c. I-V, Dâr-ı Sadr, Beyrut 1977, s. 269; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 415.

483

kadar Nûreddîn kaleyi ele geçirdi. Efâmiye Kalesi’ni gıda maddeleri, silahlar, askerler ve ihtiyaç duyulan maddelerle doldurdu27.

Kalenin alınmasından sonra yetişen Franklar, Nûreddîn Mahmûd’un kendileriyle karşılaşmadaki ciddiyetini gördüklerinden savaşmaktan vazgeçerek müslümanlarla bir anlaşma yapmak zorunda kaldılar. Bu anlaşmaya göre Nûreddîn Mahmûd’un aldığı yerler kendisine bırakıldı28. Şairler (Kayserânî, İbn Münir vb.) Nûreddîn Mahmûd’un bu başarısından dolayı birçok methiyeler yazmışlardır29.

SONUÇ

Haleb Atabegliği, Antakya Prinkepsliği’ne karşı özellikle II. Haçlı seferi sonrasında başarılı bir mücadele dönemi geçirmiştir. Haleb Atabegi Nûreddîn Mahmûd, Haçlılarla yaptığı mücadelede Dımaşk Atabegliği ile Musul Atabegliği ile birlikte hareket etmeye özen göstermiştir. Ayrıca Haçlıların kendi aralarındaki mücadelelere de müdahil olup onların arasındaki çatışmaların derinleşmesi için gayret sarfetmiştir. Böylece bir taraftan bölgedeki İslâm birliğini güçlendi- rirken öte taraftan Haçlılar arasındaki ittifakı bozmaya gayret ettiği anlaşılmaktadır.

27 İbnü’l-Esîr, El-Târihu’l-Bâhir fi’d-Devlet el- Atâbekiyye bi’l-Mavsil, s. 101; İbnü’l- Adîm, a.g.e., s. 334-335; Ebû Şâme, a.g.e., s. 224; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 415. 28 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Târîh, XI, s. 134; İbnü’l-Adîm, a.g.e., s. 334-335. 29 Bu şairlerden biri de İbn Münir’dir. Bkz. İbnü’l-Esîr, El-Târihu’l-Bâhir fi’d-Devlet el- Atâbekiyye bi’l-Mavsil, s. 101; İbn Kesîr, a.g.e., XII, s. 414-415; İbrahim E. Polat, Abbasî Döneminde İki Muhalif Şair ve Şiirlerinde Ortak Temalar, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, VII (24), s. 32.

484 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

Abu’l-Farac, Abu’l-Farac Tarihi. Türkçe Çev. Ö.R. Doğrul. C. II, TTK Yayınları, Ankara 1987.

Alptekin, Coşkun, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1985.

Altan, Ebru, II. Haçlı Seferi(1147-1148), TTK. Yayınları, Ankara, 2003.

Anonim Süryânî Vekayinâmesi, H. A. R. GİBB’in Notlarıyla, İngilizce çev. A. S. Tritton, Türkçe çev. Vedii İlmen, I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi, Yaba Yayınları, İstanbul 2005.

Barber, M., Tapınak Şövalyelerinin Tarihi(Yeni Şövalyelik),Türkçe çev. Berna Ülner, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2003.

Bündârî, Zübdetü’n-Nusrâ ve Nuhbetü’l-Üsra-Irak ve Horasan Selçukluları çev. Kıvameddin Burslan, TTK Yayınları, Ankara 1943,

Cahen, C. Osmanlılardan Önce Anadolu, Çev; Erol Üyepazarcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

İstanbul 2012,

Demirkent, I. Haçlı Seferleri, Dünya Yayınları, İstanbul1997.

Ebû Şâme, Kitâb el-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn En-Nûriyye ve’s- Selâhiyye, Neşr ve Tahkik: İbrâhîm Şemseddîn, I-II, Dârü’l- Kütûbü’l-‘İlmiyye, Beyrut 2002,

485

Ebü’l-Fidâ, Kitâbü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer, Matbaati’l- Hüseyniyye, Mısır 1325.

Erer R., Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Yeni Edisyon, Üsküdar 2002.

Gök, H. İ., Musul Atabegliği; Zengîler(Musul Kolu:1146-1233), TTK. Yayınları, Ankara 2013.

Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân, c. I-V, Dâr-ı Sadr, Beyrut 1977.

Hitti, P.K., Syria: A Short History, The Macmillan Company, New York 1959.

İbn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk. Dirâset ve Thk. Muhibbüddîn Ebî Saîd Ömer b. Garâme el-Ömeroy. c. 57, Dârü’l-Fikr, Dımaşk 1997.

İbn Kesîr, El-Bidâye ve’n-Nihâye (Çev. Mehmet Keskin), C. XII, Çağrı Yayınları, İstanbul 1995.

İbnü’l- Adîm, Zübdetü’l- Haleb Min Târîh-i Haleb. Haşiye: Halil el- Mansûr, I. Baskı, Dar el-Kütûb el-İlmiyye, Beyrut1996.

İbnü’l-Esîr, El-Târihu’l-Bâhir fi’d-Devlet el- Atâbekiyye bi’l-Mavsil, Nşr. Abdulkadir Ahmed Tilîmât, Dârü’l-Kütubü’l-Hadis, Kahire 1963.

İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Târîh çev. Abdulkerim Özaydın, C. XI, Bahar Yayınları, İstanbul 1991.

İbnü’l-Kalânisî, Bizeyli Târîhi Dımaşk, (Şam Tarihine Zeyl: I. Ve II. Haçlı Seferleri Dönemi), Trkç. Trc. Onur Özatağ, I. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015.

486 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kafesoğlu, İ., Selçuklu Tarihi. Birinci Basım, MEB, İstanbul 1972.

Khoniates, Niketas, Historia (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), çev. Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara 1995.

Kinnamos, I. Ioannes Kinnamos’un Historiası (1118-1176). Yay. Haz. Işın Demirkent, TTK Yayınları, Ankara 2001.

Kök, B., “Nûreddin Zengî, Mahmud”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedsi, 33, (2007), ss. 259-262.

Lemerle, P., Bizans Tarihi, Türkçe Çev: Galip Üstün (Histoire de Byzance, Presses de Universitaires de France, Paris, France: 1943), İletişim Yayınları, İstanbul 1994.

Maalouf, A., Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri. Trkç. Çev. M.A. Kılıçbay, 2. Basım, Telos Yayınları, İstanbul 1998.

Morrison, C., Haçlılar, Trkç. Trc. Nermin Acar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005.

Nomiku, H.A., Haçlı Seferleri, Yunancadan çev. Kriton Dinçmen, İletişim Yayınları, İstanbul 1997.

Paine, M., Crusades (Haçlı Seferleri), çev. Cumhur Atay, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2011.

Polat, İbrahim E., Abbasî Döneminde İki Muhalif Şair ve Şiirlerinde Ortak Temalar, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, VII (24), (2007), ss. 21-36.

Runciman, S., Haçlı Seferleri Tarihi II, 3. Baskı, çev. Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara 2008.

487

Sauvaget J., İslam Dünyası Kısa Kronolojisi. AÜİFY., Genişletilmiş 2. Basım, Türkçeye Çeviren ve Genişletenler: Suut Kemal Yetkin- Faik Reşit Unat, Üniversitesi Yayınları, Ankara 1963.

Sevim, Ali, Anadolu’nun Fethi, Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086 Sonuna Kadar), TTK Yayınları, Ankara 2014.

Süryânî Mihael, Süryanî Patrik Mihail’in Vakayinâmesi, Türkçe çev.: Hrant D. Andreasyan, (Müsvedde Halinde), TTK Kütüphanesi Tercümeler Kısmı, NO: Ter/44, Ankara 1944. .

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Nakışlar Yayınları, İstanbul 1980.

Willermus Tyrensis, Historia Rerum in Partibus Transmarinis Gestarum, Denizaşırı Bölgelere Yapılan Seferlerin Tarihi, Adlı Eserinin XVI., XVII. ve XVIII. Kitaplarının Türkçe Çevirisi, Ergin Ayan, İstanbul Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1994.

Walter B., M.A. – E.H. Palmer, M.A., Jerusalem, The City of Herod and Saladin, London 1871.

488 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SYRIA PRIMA’DAKİ ANTIOKHEIA TERİTORYUMU GEÇ ANTİK DÖNEM BAZİLİKAL PLANLI KİLİSELERİ VE BEMALI AYİN DÜZENİ

Orçun ERDOĞAN*

489

490 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Roma İmparatorluğu coğrafyasında gerçekleştirilen çok sayıdaki yüzey araştırması ve kazılardan elde edilen veriler, Erken Hristiyanlık dönemi kilise mimarisi ve bu mimarinin litürjik elemanlarına ilişkin neredeyse eksiksiz bir tipoloji ve terminolojinin oluşmasını sağlamıştır. Buna rağmen, mimari ile litürjik ögelerin herhangi bir Hristiyan ayininde tam anlamıyla nasıl bir kurgunun parçası olduğu; buna bağlı olarak ruhban ve ruhban dışı sınıfın kilise ana bünyesi içindeki hareketleri, genel hatlar dışında halen belirsiz ve oldukça az irdelenen bir husustur. Söz konusu araştırma alanında günümüze kadar ulaşılan noktayı değerlendirdiğimizde, dönemin naos içi ayin düzeninin yerel gelenek, tercih ya da öğreti farklılıklarına bağlı olarak bölge, hatta tek bir yapı özelinde dahi farklılık gösterebildiği; dolayısıyla Erken Hristiyanlık dönemi litürji kurgularının, mimari tipoloji ya da litürjik elemanlar bağlamında temel çıkarımlarla; hatta çoğu kez dönem kaynaklarının sunduğu bilgiler temelinde dahi tam anlamıyla çözümlenemediği görülmektedir. Henüz, bir kilisenin işlevsel isimlendirmesi (piskoposluk, hac, köy, mezar ya da bir azize adanan kilise vb.) gibi en temel tanımlamanın yapılabilmesinin bile oldukça tartışmalı olduğunu dikkate aldığımızda, kilisenin bu inşa sebebiyle ilişkilendirilmesi gereken ana mekân düzenlemesinin özgün kurgusunun önerilebilmesi süreci de aynı derecede güçtür. Benzer şekilde avlu/atrium, nartheks, orta nef, 1 yan nefler, galeri, kiliseye eklemlenen çeşitli mekânlar ya da

*Dr. Araş. Gör. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü. [email protected]

491

daha özelde, bu mekânlarda kullanılan litürjik donanımların muhtemel işlevlerine dair genel yorum yapılabilirken, özellikle bema/altar odası dışında, bu mekânların özgününde gerçekten de önerilen düzene sahip olup olmadığı hususunda emin olmak, birçok örnekte halen zordur. Dolayısıyla bir kilise ya da herhangi bir bölgeye ait kiliselerin özgün işlevinin ve litürjik düzeninin çeşitli açılardan çözümlenmesi sürecinde oldukça detaylı bir incelemenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Suriye bölgesi bu bağlamda önemli bir örneği oluşturur. Oldukça iyi korunmuş kilise kalıntılarına sahip olmasına ve Erken Hristiyanlık dönemi ayin düzeni ve elamanları hakkında buraya atfedilen çok sayıda dönem kaynağı bulunmasına rağmen, bölgede, yerel öğreti farklılıklarından dolayı özgün litürjik kurgusu tartışmalı birçok yapı vardır. Bunların bir bölümünü, kuzeybatı Suriye’de, orta nefinde at nalı biçimli bir mimari unsuru bulunan kiliseler oluşturur. Kilise içi düzenleriyle Geç Antik dönem Roma İmparatorluğu coğrafyasındaki diğer kiliselerden farklılık gösteren bu yapı grubunun tümü Antiokheia Patrikliği idari alanı içinde, tamamına yakını ise kentin siyasi teritoryum sınırlarındaki Kireçtaşı Tepelikler’de bulunmuştur. Dolayısıyla söz konusu kalıntılar, Antiokheia ile bağlantılı bir geleneğin izlerine işaret etmektedir.

492 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Görsel 1. Syria I ve çevresindeki eyaletler (Brakke, “The East (2): Egypt and,” 364).

Makedonyalı I. Seleukos Nikator tarafından M.Ö. 300’de kurulan Antiokheia2, M.Ö. 64’de Roma İmparatorluğu topraklarına dâhil edilmiş ve yeni Syria eyaletinin başkenti olmuştur3. Septimius Severus’un eyaleti Syria Coele ve Syria Phoenice olarak bölmesinden bir süre sonra Syria Coele’nin4; yaklaşık 415’den itibaren ise Syria I’in

2 Michael Maas, “People and Identity in Roman Antioch,” içinde Antioch the Lost Ancient City, ed. Christine Kondoleon (Princeton: Princeton University Press, 2000), 14; Asa Eger, A Gazetteer of Towns on the Islamic-Byzantine Frontier, 2. Baskı (İstanbul: Ege Yayınları, 2016), 20. 3 Tina Najbjerg ve Christopher Moss, “The History of Antioch on the Orontes in the Greco-Roman Period,” içinde Antioch on the Orontes, ed. Scott Redford (İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2014), 28; Maas, “People and Identity,” 14-15. 4 Glanville Downey, A History of Antioch in Syria from Seleucus to the Arab Conquest (Princeton: Princeton University Press, 1961), 202; Marlia M. Mango, “Antioch on

493

(Syria Prima) eyalet başkenti haline gelmiştir5. Kentin siyasi teritoryum alanı bu eyalet topraklarında büyük bir yer kaplamaktadır6. Antiokheia, bölgedeki siyasi ayrıcalığına kıyasla, kilise yönetimi açısından çok daha geniş bir alana hükmetmiştir. Hristiyanlık dünyasının en köklü bölgeleri arasında sayılan kentin başpiskoposluk statüsü ve kilise yetki alanı, I. İznik Konsili’nde meşru hükme bağlanarak, İskenderiye ve Roma ile birlikte patriklik merkezleri arasında kabul edilmiştir7. 4. yüzyıla gelindiğinde, Antiokheia piskoposluğunun Dioecesis Orientis’de, kuzeyde Mesopotamia ve Syria’dan güneyde Mısır sınırına uzanan bölgedeki piskopos ve metropolitlerin üzerinde otoriteye sahip olduğu düşünülür. Bu yetki bölgesi, Kilikia ve Isauria’ya kadar ulaşmıştır. Antiokheia’nın 5-7. yüzyıllar arasında, 11 metropolitlik ile 127 piskoposluk olmak üzere tüm Dioecesis Orientis bölgesine

the Orontes,” içinde The Oxford Dictionary of Byzantium, Vol. 1, ed. Alexander P. Kazhdan vd. (Oxford: Oxford University Press, 1991), 114. 5 Mango, “Antioch on the,” 114. Ayrıca bk. Gregoire Poccardi, “Antioch on the Orontes,” içinde The Oxford Dictionary of Late Antiquity, ed. Oliver Nicholson (USA: Oxford University Press, 2018), 84. 6 Teritoryum hakkında bk. Georges Tchalenko, Villages Antiques de la Syrie du Nord, C. III (Paris: 1958), 12-14, 57; J. H. W. G. Liebeschuetz, Antioch: City and Administration in the Later Roman Empire (Oxford: Clarendon Press, 1972), 40; Orçun Erdoğan, “Geç Antik Çağ’da Antiokheia ad Orontem Kırsalı: Tarihsel ve Arkeolojik Yaklaşım,” içinde Hatay: Anavatana Katılışının 80. Yıl Armağanı, ed. Ahmet Gündüz vd. (İstanbul: Hiperyayın, 2019), 352-354. 7 Susan Ashbrook Harvey, “Antioch and Christianity,” içinde Antioch the Lost Ancient City, ed. Christine Kondoleon (Princeton: Princeton University Press, 2000), 42.

494 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

hükmettiği bilinir8. 637/638’de Arapların bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte kentte Roma hâkimiyeti sona ermiştir9.

Kuzeybatı Suriye coğrafyası mimari geleneği kapsamında değerlendirilen, Antiokheia teritoryumu sınırları ile yakın çevresinde yer alan kiliselerde (yak. 4. yüzyılın ortaları- 7. Yüzyılın başı) uygulanan en yaygın tip, uzunlamasına üç nefli bazilikal plandır. Tek nefli ve Suriye’nin diğer bölgelerine oranla oldukça az tercih edilmesine rağmen merkezi planlı kiliseler de inşa edilmiştir. Bazilikal planlı kiliselerin nefleri, üstünde kemerlerin yükseldiği sütun ya da ayak sıralarıyla ayrılır10. Doğu bölümlerinin, içinde altarın bulunduğu bema/presbyterion ve iki yanındaki odalardan oluşması bölgede gelenektir11. Bununla birlikte, ambon ile apsiste synthronon ve kathedra

8 W. Eugene Kleinbauer, “The Origin and Functions of the Aisled Tetraconch Churches in Syria and Northern Mesopotamia,” Dumbarton Oaks Papers 27 (1973): 109-110. Antiokheia kilise idaresi altındaki eyaletler ve metropolitler için bk. Georges Tchalenko, Eglises syriennes a bema (texte) (Paris: Librairie Orientaliste Paul Geuthner, 1990), 13. 9 Poccardi, “Antioch on the,” 84. 10 Kuzey Suriye’de 4-6. yüzyıllar arasına tarihlenen kiliselerin genel mimari özellikleri için bk. Howard Crosby Butler, Early Churches in Syria: Fourth to Seventh Centuries (Princeton: Princeton University Press, 1929), 175, 177-178. Suriye’nin bu bölgesindeki kiliselerin detaylı mimari özellikleri için kitabın II, III ve V. bölümlerine bk. 11 Bu düzenin çeşitlemeleri için bk. Jean Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie: Essai sur la genèse, la forme et l’usage liturgique des édifices du culte chrétien, en Syrie, du IIIe siècle à la conquête musulmane (Paris: Labraire Orientaliste Paul Geuthner, 1947), fig. 32. Apsis iç eğrisine çok yakın konumda bulunan altar için bk. Robert F. Taft, “Some notes on the bema in the East and West Syrian traditions,” Orientalia Christiana Periodica 34 (1968): 342; Sible De Blaauw, “Origins and Early Developments of the Choir,” içinde La place du choeur: architecture et liturgie du moyen age aux temps modernes, ed. Sabine Frommel ve Laurent Lecomte (Paris: Picard Edition, 2012), 16. Ayrıca bk. G. Rouwhorst, “Jewish Liturgical Traditions in Early Syriac Christianity,” Vigiliae Christianae 51/1 (1997): 74; Thomas F. Mathews, The Early Churches of Constantinople: Architecture and Liturgy (USA: The Pennsylvania State University Press, 1971), 106, 120.

495

bulunması istisnadır12. Galeri katı kullanımı yaygın değildir13. Bu tip kiliselerde naosa geçiş iki ya da üç kapı açıklığıyla sağlanmıştır. Ancak, geleneksel uzunlamasına kiliselerden farklı olarak, ana kapılar genellikle güney cephede yoğunlaşmaktadır. Üç kapının uygulandığı durumlarda batı cephe ile güney cephenin doğu ve batısında; ikili kapı açıklığında ise batı ve güney cephelerde birer tane ya da yan cephede iki tane kapı yer alması oldukça yaygındır14. Naosa geçiş kapılarının sundurmalı olması ya da bu cephelere revak eklenmesi sık karşılaşılan bir uygulamadır15. Avlular ise tercih edildiği takdirde batı cepheye ya da özellikle güney kanada yerleştirilmiştir.

12 Synthronon ve kathedra için bk. Taft, “Some notes on the bema,” 343; Rouwhorst, “Jewish Liturgical Traditions,” 74. Ambon için bk. Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 207; Emma Loosley, The Architecture and Liturgy of the Bema in Fourth- to Sixth-Century Syrian Churches (Leiden-Boston: Brill, 2012), 207. 13 Ignacio Pena, The Christian Art of Byzantine Syria (Madrid: Garnet Publishing, 1997), 76. 14 Loosley, The Architecture and Liturgy, 7. Bölgedeki giriş düzenleri için ayrıca bk. Butler, Early Churches in Syria, 177; Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 188- 189; Taft, “Some notes on the bema,” 341. 15 Ayrıca, ancak 6. yüzyıl içinde daimi bir unsur haline gelmeye başlayan batı kapılarının bulunduğu cepheye nartheks de eklenebilmektedir. Bk. Butler, Early Churches in Syria, 177.

496 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Görsel 2. Nefte bemasıyla, solda, Babisqa, Doğu Kilise, M.S. 390- 407/8; sağda, Qirqbize, M.S. 4. yüzyıl (Yasin, Saint and Church Spaces, fig. 4.10, 4.22).

Bazilikal planlı kuzeybatı Suriye kiliselerinin söz konusu mimarisiyle biçimlenen temel işlevsel düzenleri genel hatlarıyla bilinmektedir. Bema/presbyterionun iki yanında bulunan odaların işlevleri değişkenlik gösterir. Bölgedeki bazı örnekler bağlamında bunların vaftizhane, çeşitli kutsal ve litürjik eşyaların tutulduğu oda, ya da ek mekânlara geçişi sağlayan birimler olarak kullanıldığı ileri sürülmektedir. 5. yüzyılın başlarından itibaren birçok yapıda bu odalardan birinin, özellikle de güneydeki odanın aziz röliklerinin sergilendiği yer/martir şapeli olarak işlev gördüğü belirlenmiştir16. Ana kapıların güney cephede bulunduğu örneklerde, güneybatı kapısı kadınlar, güneydoğu kapısı ise erkeklerle birlikte aynı zamanda ruhban sınıfı için ayrılmış olmalıdır17. Röliklerin yer aldığı odaların, genellikle söz konusu ana giriş- çıkışların da konumlandığı güney yan nefe açılması; hem buraya cemaat tarafından kolay ulaşılabilmesini sağlayan, hem de kilise içi

16 Ann Marie Yasin, Saints and Church Spaces in the Late Antique Mediterranean: Architecture, Cult, and Community (Cambridge: Cambridge University Press, 2009), 164-165. Ayrıca bk. Wendy Mayer ve Pauline Allen, The Churches of Syrian Antioch (300-638 CE) (Belgium: Peeters, 2012), 229; Natalia B. Teteriatnikov, The Liturgical Planning of Byzantine Churches in Cappadocia (Roma: Pontificio Istituto Orientale, 1996), 74. 17 Loosley, The Architecture and Liturgy, 7. Suriye bölgesine atfedilen dönem kaynaklarında bahsi geçen kapılar ve yorumları için bk. Taft, “Some notes on the bema,” 341; Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 191-192. Constitutiones apostolorum II, 57, 10 (olasılıkla Antiokheia kökenli, yak. M.S. 380) için ayrıca bk. Cyril Mango, The Art of the Byzantine Empire 312-1453: Sources and Documents (Toronto: University of Toronto Press, 2013), 24-25.

497

dolaşımı belli bir akışta tutan, planlı bir şemaya işaret etmektedir18. Bölgedeki kiliselerin naosunda, ana kapılardaki uygulamaya benzer şekilde kadınlar ile erkeklerin yerlerinin birbirinden ayrıldığı, Suriye bölgesine atfedilen Geç Antik dönem kaynaklarından bilinir. Bu pratiğin çeşitlemelerinden biri, yine aynı kaynaklarda belirtilen, bölgesel geleneğe dayalı ruhban ve cemaat içi “sınıf” sıralamasından yapılan çıkarımlara göre, enine düzen olmalıdır. Khrysostomos’un vaaz verdiği kilisedeki (muhtemelen Antiokheia’da) ahşap bölmelerle gerçekleştirilen kadın-erkek ayrımı (Matthaeum hom. 73/74), bölgedeki bazı kiliselerde gözlemlenen kalıntılarla desteklenmektedir. Söz konusu kiliselerin nef ayrımlarını sağlayan sütunların yüzeylerinde tespit edilen yuvaların, naosu doğu-batı olmak üzere ikiye bölen ahşap korkulukların yerleştirilmesi için açıldığı; dolayısıyla -çağdaş kilise öğretileri ve güney cephe kapı konumlarıyla tutarlı bir biçimde- kadınların kilisenin batısında, erkeklerin ise sadece ruhban sınıfı için ayrılan bema/presbyterionun hemen önündeki doğu bölümde bulunduğu önerilir19. Öte yandan bu düzen, galerilerdeki kadınlara ve

18 Yasin, Saint and Church Spaces, 164, 170. 19 Naosda kadın-erkek ayrımı hakkında Didascalia apostolorum (olasılıkla Suriye kökenli, 3. yüzyıl), Constitutiones apostolorum II, 57, 2-4, 10-13 ve Testamentum Domini I, 19 (olasılıkla Suriye kökenli, M.S. 5. yüzyıl) ile bu kaynakların bölge kiliseleriyle bağlantılı yorumları için bk. Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 192; Loosley, The Architecture and Liturgy, 66; Pena, The Christian Art, 72; Robert F. Taft, “Women at Church in Byzantium: Where, When-And Why?,” Dumbarton Oaks Papers 52 (1998): 80; Mango, The Art of, 24-25; Mayer ve Allen, The Churches of, 212 dn. 176; Mathews, The Early Churches, 120. Khrysostomos (Matthaeum hom. 73/ 74) için bk. Wendy Mayer, “The Dynamics of Liturgical Space: Aspects of the Interaction between st John Chrysostom and his Audiences,” Ephemerides Liturgicae CXI (1997): 108; Mayer ve Allen, The Churches of, 212 dn. 176. Bemalı kiliselerde saptanan ahşap korkuluk yuvaları için bk. Tchalenko, Eglises syriennes, 264; Loosley, The Architecture and Liturgy, 8, 136, 148, 161, 193, 207.

498 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

kadınlarla erkeklerin yan neflere ayrı şekilde yerleştirilebileceğine işaret eden bölgeyle bağlantılı yazılı kaynaklardan dolayı, standart bir uygulama biçimi olarak algılanmamalıdır20. Kadın-erkek arasındaki bu temel bölünme dışında, daha özelde, ruhbanın ve cemaatin kendi alanlarında çeşitli sınıf ve yaş gruplarına göre de ayrılmış olabilecekleri, yine bölgeyle ilişkilendirilen çağdaş kaynaklardan anlaşılmaktadır21. Bunlar arasında en azından katekümenlerin, ökaristi litürjisi öncesi kilisenin belli bir yerinde durdukları bilinir22.

20 Bu konuda bk. Mayer, “The Dynamics of,” 108; Testamentum Domini I, 19 (Mango, The Art of, 25). 21 Didascalia apostolorum için bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 66. Constitutiones apostolorum için bk. Taft, “Women at Church,” 80; Mango, The Art of, 24. Testamentum Domini için bk. Mango, The Art of, 25. 22 Mathews, The Early Churches, 125, 127. Bölge kiliseleri bağlamında, katekümenlerin ökaristi öncesi ve sonrası bulunmuş olabileceği alanlar hakkındaki öneriler için bk. Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 193-194.

499

Görsel 3. Siman Dağı, Kafar Daret Azzeh, bema, M.S. 399-400 (Loosley, The Architecture and Liturgy, fig. 10).

Yukarıda bahsettiğimiz mimari ve bununla bağlantılı kilise içi düzen farklılıklarının yanı sıra, kuzeybatı Suriye kiliselerinin bir bölümünü “Grek tipi” kiliselerden ayıran bir başka özellik daha bulunmaktadır. Bölgedeki yaklaşık elli kilisenin23 orta nef merkezinin kısmen batısında konumlanan, dikdörtgene yakın planlı, batısının tüm kenar genişliği boyunca yarım daire apsisle, doğusunun ise birkaç basamakla çıkılan bir giriş açıklığı ile sonlandığı ve duvarları blok taşlarla örülü bir platform yer almaktadır. Bazı örneklerde, girişin batısına, geçişin sağlandığı batıdaki apsisli ana birimden daha alçak, ancak naos zemininden yüksek bir giriş aralığı oluşturulmuştur. Zeminin birçok örnekte taş plakalarla kaplandığı saptanmıştır24. Arkeolojik veriler, eksedra, atnalı/U biçimli platform ve bema25 gibi terimlerle anılan bu ögenin kullanım amacına yönelik çeşitli ipuçları sunmaktadır. Platformun genellikle iç duvarlarının büyük bir bölümü boyunca, synthronon benzeri taştan oturma sıraları bulunur. Bazı örneklerde platform duvarlarının üst kısımlarında tespit edilen oyukların, oturma sıralarının olası ahşap aksamlarının takılması için açıldığı

23 Emma Loosley Leeming, Architecture and Asceticism: Cultural interaction between Syria and Georgia in Late Antiquity (Leiden-Boston: Brill, 2018), 138. 24 Butler, Early Churches in Syria, 214-215; Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 208; Taft, “Some notes on the bema,” 329. 25 Hem Doğu, hem Batı Suriye kökenli birçok yazılı kaynak, orta nefteki bu platformun Geç Antik dönem ve Orta Çağ’da bema olarak adlandırıldığını açıkça göstermektedir. Bu konu hakkında bk. Taft, “Some notes on the bema,” 329, 337. Orta nefteki bema, doğudaki apsis önündeki alandan (bema/presbyterion/altar odası) ayırt edilebilmesi için italik yazılmıştır.

500 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

düşünülmektedir. Birçok kilisede, batıdaki apsisin hemen önünde, kürsü olarak adlandırılan bir mimari elemana ait kalıntılar saptanmıştır. Bunlar dışında, ender bulunmasına rağmen, platformların merkezinde taştan bir altar yer alabildiği bilinir. Bazı kiliselerde tespit edilen mimari plastik parçalar, üstlerinin kiborion ile örtülebildiği ortaya çıkarmıştır26. Taştan inşa edilmiş bemalar dışında, Antiokheia ile Apamea sınırlarının kesiştiği bölgeden üç tane mozaik bema bilinmektedir27. Mozaik betimlemelerinde hayvan figürleri öne çıkmaktadır28. Taştan bema planının zemin mozaiğine uyarlaması biçiminde karşımıza çıkan bu tiplerin üst bölümlerini oluşturan elemanlar, özgününde ahşaptan yapılmış olmalıdır. Benzer şekilde, zemininde mozaik bulunsun ya da bulunmasın, günümüze bir kalıntısı ulaşmamasına rağmen, ahşap bema uygulamasının yaygın olabileceği düşünülmektedir29. Orta nefte sabit duran taş bemadan farklı olarak, mozaik ve belki de aynı şekilde olası taşınabilir ahşap bema uygulamalarının kilisede gerçekleştirilecek farklı türdeki ayinlere adapte olabilmesi hususunda esneklik sağlayabileceği muhtemeldir30.

26 Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 208, 209-212; Taft, “Some notes on the bema,” 329; Loosley, The Architecture and Liturgy, 50, 72, 96, 97, 113. Tüm ögelerin arkeolojik açıdan değerlendirmesi için bk. Tchalenko, Eglises syriennes, 259-264. 27 Loosley, The Architecture and Liturgy, 112 dn. 20. Ayrıca bk. Taft, “Some notes on the bema,” 339. Antiokheia teritoryumu içinde bulunan Rayan’daki mozaik bema için bk. Tchalenko, Eglises syriennes, 199. Rayan’daki mozaik bemanın çizimi için bk. Tchalenko, Villages Antiques, 61 fig. 23. 28 Ayrıntılı bilgi için bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 45-48. 29 Lassus, Sanctuaires chrétiens de Syrie, 210; Taft, “Some notes on the bema,” 339; Loosley, The Architecture and Liturgy, 20-21, 41. 30 Loosley, The Architecture and Liturgy, 47.

501

Arkeolojinin sunduğu veriler ışığında daha geniş bir çerçeveden değerlendirildiğinde, bu tip kiliselerin çok sayıda ortak özellik sergiledikleri anlaşılır: 4-6. yüzyıllar arasında inşa edilen bemalı kiliseler31, Antiokheia Patrikliği içinde32; daha özelde ise, komşu Euphratensis eyaletindeki iki örnek dışında, Syria Prima eyaleti sınırları içinde bulunmaktadır33. Kiliselerin büyük çoğunluğu, tamamına yakınının Antiokheia teritoryumu sınırları içinde kaldığı Kireçtaşı Tepelikler’deki antik köy yerleşimlerinde tespit edilmiştir34. Syria Prima eyaletindeki kent gibi büyük yerleşimlerden en fazla iki bemalı örnek bilinmektedir35. Herhangi bir manastır yerleşimde ise bulunamamıştır36. Her köyde bemalı kilise yoktur. Ancak, Kireçtaşı Tepelikler’de oldukça yaygın olduğu üzere bir köyde birden fazla kilise varsa, sadece bir tanesinde bema tercih edilmiştir37. Üstelik bu bemalı kiliseler, çoğunlukla köylerin en eski ve en büyük kiliseleridir38. Bema,

31 Kilise ve bemalarının inşa tarihleri hakkında bk. Tchalenko, Eglises syriennes, 313- 322. Son değerlendirmeler ışığında bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 5, 8, Appendix 2 ve 3. 32 Taft, “Some notes on the bema,” 339; Kleinbauer, “The Origin and Functions,” 94- 95. 33 Loosley, The Architecture and Liturgy, 8. Benzer forma sahip bemaların muhtemelen 7. yüzyıl sonrası Tur Abdin ve Mezopotamya bölgesinde kullanıldığı bilinir. Ancak arkeolojik veriler oldukça kısıtlıdır. Bk. Taft, “Some notes on the bema,” 330-331; Loosley, The Architecture and Liturgy, 39, 62. 34 Tchalenko, Villages Antiques, 57 fig. 7’deki harita ile Tchalenko, Eglises syriennes, 313-322 ve Loosley, The Architecture and Liturgy, Appendix 1’deki bemaların bulunduğu bölgeleri krş. Ayrıca bk. Leeming, Architecture and Asceticism, 138; Taft, “Some notes on the bema,” 338-339. 35 Bu konu hakkında bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 42; Tchalenko, Eglises syriennes, 12. Ayrıca bk. Kleinbauer, “The Origin and Functions,” 95. 36 Taft, “Some notes on the bema,” 348; Kleinbauer, “The Origin and Functions,” 94; Loosley, The Architecture and Liturgy, 52. 37 Taft, “Some notes on the bema,” 348; Loosley, The Architecture and Liturgy, 21- 22, 35. 38 Loosley, The Architecture and Liturgy, 21.

502 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

tek nefli39 ve merkezi planlı40 kiliselerde nadiren saptanmışken, yer aldıkları en yaygın kilise formu üç nefli bazilikal plandır41. Bazı bemalı kiliselere “katedral”, “hac” ve “martir” gibi isimler atfedilmiştir. Bu durum bemalı kiliselerin en azından tek bir tiple özdeşleştirileme- yeceğini gösterir. Öte yandan, ilk ya da belli bir dönemdeki temel ve yaygın kullanımı hangi işlevle bağdaştırılırsa bağdaştırılsın, arkeolojik veriler, bu bölgedeki bemaların esasen hemen her kilise tipinde gerçekleştirilen ayinlerle bağlantılı ortak bir mimari öge olduğunu göstermektedir: Tchalenko ve Loosley’in bölgede incelediği bemalı bazilikal planlı kiliselerin tümünün doğusunda bema/presbyterion yer alır42. Syria Prima eyaletinde bemaya sahip olduğu bilinen iki merkezi planlı kilisenin de son değerlendirmeler sonucu doğuda bema/presbyterion ile sonlanmış olabileceğine ilişkin destekleyici veriler ortaya çıkmıştır43. Diğer bir yandan, eyaletteki bemalı kiliselerin apsislerinde synthronon ve kathedra bulunduğuna dair ikna edici bir veri elde edilememiştir. Bölgedeki bazı kiliselerde ambon parçaları saptanmıştır. Ancak bu ambonların, kiliselerin ilk döneminde kullanılan bemaların yerine inşa edilmiş olabileceklerine yönelik

39 4. yüzyılda bir konuttan dönüştürülen bemalı tek nefli kilise (Qirq Bizeh) için bk. Nicholas N. Patricious, The Sacred Architecture of Byzantium: Art, Liturgy Symbolism in Early Christian Churches (China: I.B. Tauris, 2014), 65-66; Loosley, The Architecture and Liturgy, 3, 112. 40 Her ikisi de günümüz Hatay ili sınırları içinde bulunan Qausiyeh’deki (Kaoussie) Aziz Babylas Kilisesi (Antakya) ile Seleukeia Pieria “Aşağı Kent”teki Kilise (Samandağ) için bk. Mayer ve Allen, The Churches of. Her iki yapı aynı zamanda Syria Prima eyaletinin Türkiye topraklarından bilinen ve literatüre girmiş tek merkezi planlı ve bemalı kiliseleridir. 41 Blaauw, “Origins and Early,” 17. 42 Mayer ve Allen, The Churches of, 209. 43 Bu konu hakkında Qausiyeh’deki Aziz Babylas Kilisesi ve Seleukeia Pieria “Aşağı Kent”teki Kilise için bk. Mayer ve Allen, The Churches of, 209-211.

503

arkeolojik deliller vardır. Kuzeybatı Suriye’de yer yer ambonun bemanın yerini almaya başladığı bu sürecin 6. yüzyıl sonuna doğru başladığı düşünülmektedir44.

Muhtemelen Antiokheia çıkışlı bemanın Geç Antik dönem kuzeybatı Suriye bölgesi kiliselerinde hangi işlevlere sahip olabileceğine ve ayin düzenini nasıl şekillendirdiğine ilişkin çeşitli öneriler sunulmuş olsa da bu ögenin özgün ayin kurgusu tam olarak çözümlenememiştir. Bu eksiklik, temelde bemadan bahseden kaynakların büyük bir çoğunluğunun Doğu Suriye kökenli ve Antiokheia ile çevresindeki kullanımının muhtemelen tamamen sonlandığı 7. yüzyıl sonrasına ait olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Müslüman hâkimiyeti dönemine ait Doğu Suriye ve oldukça kısıtlı olmasına rağmen Batı Suriye kökenli kaynaklar, 7. yüzyılda Batı Suriye geleneğinden koparak, büyük olasılıkla Doğu Suriye’de benimsenmeye başlanan bu mimari elemanın Geç Antik dönem Antiokheia teritoryumu ve yakın çevresi kiliselerindeki muhtemel kullanım şemalarına ilişkin temel çıkarımlarda bulanmamıza imkân tanımaktadır.

44 Ambon hakkında bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 10, 19-20, 26, 128, 207.

504 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Görsel 4. Merkezinde bemasıyla, solda, Seleukeia Pieria’daki kilise, M.S. 6. yüzyıl (Kleinbauer, “The Church Building,” fig. 1); sağda, Aziz Babylas Kilisesi, M.S. 4. yüzyıl (Tchalenko, Eglises syriennes, fig. 31).

Bema, ayinin özellikle kutsal kitaptan parçaların, çeşitli duaların ve ilahilerin okunduğu, vaazın verildiği Kutsal Kitap Litürjisi kısmında kullanılmıştır45. Ayinin son bölümü olan Ökaristi litürjisinin bu platformda gerçekleştirildiğine dair veri yoktur46. Dolayısıyla bema, en azından kutsal kitap okumasıyla bağlantılı temel bazı işlevleri bakımından hem M.S. 2-3. yüzyıllardan itibaren sinagoglarda kullanıldığı bilinen bema47, hem de “Grek” ambonu ile ortak özelliklere sahiptir.

Bema, kilisenin her bir bölümüne mikrokosmos sembolizminin yüklendiği düzen içinde Kudüs’ü simgelemiş olmalıdır48. Platformdaki

45 Rouwhorst, “Jewish Liturgical Traditions,” 75, 77; Mayer ve Allen, The Churches of, 210, 211 dn. 172; Loosley, The Architecture and Liturgy, 102, 104. 46 Mayer ve Allen, The Churches of, 210. 47 Rouwhorst, “Jewish Liturgical Traditions,” 75-76; Loosley, The Architecture and Liturgy, 22-25. 48 Loosley, The Architecture and Liturgy, 88-90.

505

synthronon benzeri oturma sıraları, olasılıkla ruhban ya da koro için ayrılmış olup, havarileri temsil edebilecek şekilde 12 ya da daha fazla kişilik kapasiteye sahiptir49. Ancak bu muhtemel ruhban sınıfı içinde piskoposun bemanın herhangi bir yerinde oturduğuna yönelik bir delil yoktur. Genellikle batıya dönük şekilde duran kürsünün öncelikli olarak İsa’nın ayindeki varlığını simgeleyen İncil’in yerleştirilmesi için kullanıldığı düşünülür. Söz konusu litürji sırasında, okuma ve vaaz işlevine de sahip olmuş olabilir50. Syria Prima’da sadece iki örnekte karşılaşılan kiborionlu merkezi altarın, kuzeybatı Suriye litürjisinde zorunlu bir öge olmadığı anlaşılmaktadır51. Doğu Suriye geleneğinde Golgotha ismi ile anılan bu altarın üstüne haç ve İncil koyulur52. Bölgedeki, arkeolojik ve yazılı verilerle desteklenen enine kadın erkek cemaat bölünmesinin, yukarıda tartışıldığı üzere bemalı bazilikal planlı kiliselerde yaygın bir şekilde uygulandığı kabul görmektedir53. Merkezlerinde beması bulunan istisna iki merkezi planlı yapıdan serbest haç kollu Aziz Babylas Kilisesi’nin batı, güney ve belki de kuzey haç kollarının benzer şekilde ayrı cinsiyetlere ayrıldığı önerilirken54, Seleukeia Pieria Aşağı Kent’teki çevre koridorlu tetrakonkhos Kilise’de, bazilikal planlı örneklerdeki düzenin

49 Taft, “Some notes on the bema,” 344, 348, 350; Loosley, The Architecture and Liturgy, 41, 50, 72, 96. 50 Mayer ve Allen, The Churches of, 212; Taft, “Some notes on the bema,” 345-346, 350; Loosley, The Architecture and Liturgy, 96. 51 Loosley, The Architecture and Liturgy, 96. 52 Taft, “Some notes on the bema,” 334-335. Rölik sergileme olasılıkları için ayrıca bk. Mayer ve Allen, The Churches of, 210. 53 Doğu Suriye geleneğindeki benzer düzen için ayrıca bk. Taft, “Some notes on the bema,” 332, 334. 54 Mayer ve Allen, The Churches of, 214.

506 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

benimsenme olasılığı üzerine durulmuştur55. Bema/presbyterion ile bema arasındaki doğu-batı doğrultulu uzunlamasına eksen ise ruhban sınıfının ayin sırasındaki hareketleri için ayrılmış olmalıdır56. Orta nef batı-doğu eksendeki hareket sürekliliğini engelleyen bemanın varlığı ile genellikle batıda ana giriş kapısının bulunmaması gibi belirgin özellikler -Doğu Suriye litürjisine benzer şekilde- batıdan kilise içine yapılacak bir giriş kortejinin yaygın olamayacağına işaret etmektedir57.

Yukarıda belirtildiği üzere, bemalı kiliselerin litürjik kurgusunun çözümlenebilmesi sürecinde esas alınan yazılı kaynakların ağırlıklı olarak Doğu Suriye/Nasturi kökenli ve genellikle 7. yüzyıl sonrasına ait olmasından dolayı, Geç Antik dönemde Antiokheia ve yakın çevresinde inşa edilen bemalı kiliselerin ayin düzenini kesin sınırlarla belirleyebilmek şimdilik zordur. En azından Batı Suriye kaynakları, bemanın, ayinin birinci kısmını oluşturan Kutsal Kitap Litürjisi’nin

55 Mayer ve Allen, The Churches of, 216. 56 Benzer plan şeması bağlamında Doğu Suriye litürjisi ile krş. Taft, “Some notes on the bema,” 336. Ayrıca bk. Mayer ve Allen, The Churches of, 216; Loosley, The Architecture and Liturgy, 116. 57 Krş. Taft, “Some notes on the bema,” 336. Doğu Suriye geleneğinde ayine başlangıç kortejinin doğrudan bema/presbyteriondan orta nefteki bemaya geçişle başladığı bir düzen bilinmektedir. Bk. Taft, “Some notes on the bema,” 336. Batı Suriye ya da doğrudan Antiokheia geleneğiyle bağlantılı olabileceği ileri sürülen 6. yüzyıl kökenli Ordo Quo Episcopus Urbem Inire Debet isimli el yazmasının bir bölümünde, kente gelen bir piskoposun karşılama töreni konu edilir. Piskopos, kentin kilisesine önceden planlanmış bir kortej eşliğinde ulaşır. Piskopos kiliseye girdiğinde tütsüler yakılır, dualar okunur ve ardından piskopos bemaya çıkarak halka takdis duası okur. Ardından bemadan inerek, episkopeion’a gider. Metin için bk. Loosley, The Architecture and Liturgy, 71-72; Taft, “Some notes on the bema,” 355-356. Piskopos eşliğindeki bu tip bir uygulamanın söz konusu kuzeybatı Suriye köy kiliselerinde yaygın olmasını beklemek mümkün olmasa da bu metin en azından bölgede kilise dışından içine yönelen bir küçük giriş kortejinin uygulanabilirliğine işaret etmektedir. Bölgede batı kapılarının 6. yüzyıldan itibaren yaygınlaşması, batıdan yönelen muhtemel bir kortej alternatifini de akla getirmektedir.

507

gerçekleştirilmesi için kullanıldığını açıkça belirtmektedir. Bölgedeki bemalı kiliselerin doğusunda bema/presbyterion bulunduğundan, Ökaristi litürjisini bema ile ilişkilendirmek mümkün görünmez. Diğer yandan, bu platform içinde bulunan kürsü ve altarın özgün işlevleri saptanamamıştır. Benzer şekilde, synthronon benzeri oturma sıralarının kimler için ayrıldığı belirsizdir. Bölgedeki bemalı kiliselerin apsislerinde synthronon kalıntısı tespit edilememesi, oturma sıralarının koro ve/veya Kutsal Kitap litürjisini gerçekleştiren ruhban sınıfı tarafından kullanıldığına işaret etmektedir. Kadınların batıda, erkeklerin ise doğuda bulunduğu düzen, bemalı kiliseler için olası görünmesine rağmen, arkeolojik ve yazılı veriler bu konuda standart bir uygulamaya ilişkin henüz kesin delil sunmamaktadır. Bemalı kiliselerin ayin düzenine yönelik yapılan yorumlar, ağırlıklı olarak yazılı kaynaklar ve yüzeyde gözlemlenebilen kalıntılara dayalı olduğundan, oldukça eksik kalmaktadır. İleride gerçekleştirilecek arkeolojik kazı çalışmalarıyla, bemalı ayin düzeninin mahiyetine ilişkin daha detaylı ipuçları elde etmek mümkün olabilir.

508 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

Blaauw, Sible De. “Origins and Early Developments of the Choir.” İçinde La place du choeur: architecture et liturgie du moyen age aux temps modernes, ed. Sabine Frommel ve Laurent Lecomte, 11-18. Paris: Picard Edition, 2012.

Brakke, David. “The East (2): Egypt and Palastine.” İçinde The Oxford Handbook of Early Christian Studies, ed. Susan Ashbrook ve David G. Hunter, 344-364. New York: Oxford University Press, 2008.

Butler, Howard Crosby. Early Churches in Syria: Fourth to Seventh Centuries. Princeton: Princeton University Press, 1929.

Downey, Glanville. A History of Antioch in Syria from Seleucus to the Arab Conquest. Princeton: Princeton University Press, 1961.

Eger, Asa. A Gazetteer of Towns on the Islamic-Byzantine Frontier. 2. Baskı. İstanbul: Ege Yayınları, 2016.

Erdoğan, Orçun. “Geç Antik Çağ’da Antiokheia ad Orontem Kırsalı: Tarihsel ve Arkeolojik Yaklaşım.” İçinde Hatay: Anavatana Katılışının 80. Yıl Armağanı, ed. Ahmet Gündüz, Haydar Çoruh ve Süleyman Hatipoğlu, 350-374. İstanbul: Hiperyayın, 2019.

Harvey, Susan Ashbrook. “Antioch and Christianity.” İçinde Antioch the Lost Ancient City, ed. Christine Kondoleon, 39-50. Princeton: Princeton University Press, 2000.

Kleinbauer, W. Eugene. “The Origin and Functions of the Aisled Tetraconch Churches in Syria and Northern Mesopotamia.”

509

Dumbarton Oaks Papers 27 (1973): 89-114.

Lassus, Jean. Sanctuaires chrétiens de Syrie: Essai sur la genèse, la forme et l’usage liturgique des édifices du culte chrétien, en Syrie, du IIIe siècle à la conquête musulmane. Paris: Labraire Orientaliste Paul Geuthner, 1947.

Leeming, Emma Loosley. Architecture and Asceticism: Cultural interaction between Syria and Georgia in Late Antiquity. Leiden- Boston: Brill, 2018.

Liebeschuetz, J. H. W. G. Antioch: City and Administration in the Later Roman Empire. Oxford: Clarendon Press, 1972.

Loosley, Emma. The Architecture and Liturgy of the Bema in Fourth- to Sixth-Century Syrian Churches. Leiden-Boston: Brill, 2012.

Kleinbauer, W. Eugene. “The Church Building at Seleucia Pieria.” İçinde Antioch the Lost Ancient City, ed. Christine Kondoleon, 217-219. Princeton: Princeton University Press, 2000.

Maas, Michael. “People and Identity in Roman Antioch.” İçinde Antioch the Lost Ancient City, ed. Christine Kondoleon, 13-21. Princeton: Princeton University Press, 2000.

Mango, Cyril. The Art of the Byzantine Empire 312-1453: Sources and Documents. Toronto: University of Toronto Press, 2013.

Mango, Marlia M. “Antioch on the Orontes.” İçinde The Oxford Dictionary of Byzantium, Vol. 1, ed. Alexander P. Kazhdan, Alice-Mary Talbot, Anthony Cutler, Timothy E. Gregory ve Nancy P. Sevcenko, 113-115. Oxford: Oxford University Press,

510 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1991.

Mathews, Thomas F. The Early Churches of Constantinople: Architecture and Liturgy. USA: The Pennsylvania State University Press, 1971.

Mayer, Wendy “The Dynamics of Liturgical Space: Aspects of the Interaction between st John Chrysostom and his Audiences.” Ephemerides Liturgicae CXI (1997): 104-115.

Mayer, Wendy ve Allen, Pauline. The Churches of Syrian Antioch (300- 638 CE). Belgium: Peeters, 2012.

Najbjerg, Tina ve Moss, Christopher. “The History of Antioch on the Orontes in the Greco-Roman Period.” İçinde Antioch on the Orontes, ed. Scott Redford, 22-35. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2014.

Patricious, Nicholas N. The Sacred Architecture of Byzantium: Art, Liturgy Symbolism in Early Christian Churches. China: I.B. Tauris, 2014.

Pena, Ignacio. The Christian Art of Byzantine Syria. Madrid: Garnet Publishing, 1997.

Poccardi, Gregoire. “Antioch on the Orontes.” İçinde The Oxford Dictionary of Late Antiquity, ed. Oliver Nicholson, 84-85. USA: Oxford University Press, 2018.

Rouwhorst, G. “Jewish Liturgical Traditions in Early Syriac Christianity.” Vigiliae Christianae 51/1 (1997): 72-93.

511

Taft, Robert F. “Some notes on the bema in the East and West Syrian traditions.” Orientalia Christiana Periodica 34 (1968): 326-359.

Taft, Robert F. “Women at Church in Byzantium: Where, When-And Why?.” Dumbarton Oaks Papers 52 (1998): 27-87.

Tchalenko, Georges. Eglises syriennes a bema (texte). Paris: Librairie Orientaliste Paul Geuthner, 1990.

Tchalenko, Georges. Villages Antiques de la Syrie du Nord, C. III. Paris: 1958.

Teteriatnikov, Natalia B. The Liturgical Planning of Byzantine Churches in Cappadocia. Roma: Pontificio Istituto Orientale, 1996.

Yasin, Ann Marie. Saints and Church Spaces in the Late Antique Mediterranean: Architecture, Cult, and Community. Cambridge: Cambridge University Press, 2009.

512 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON BEŞİNCİ BÖLÜM

KIBRIS ERMENİ LEJYONU VE LEJYONERLER HAKKINDA YAZILAN ESERLER

Haydar ÇORUH*

513

514 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Doğu cephesinde sürdürülmekte olan savaş sebebiyle Türk, Rum, Arap, Ermeni vs. milletlerin zarar görmemesini sağlamak ve iki ateş arasında kalmalarını önlemek amacıyla, daha güvenilir bir bölgeye gönderilme- lerine karar verilmişti. Bu maksatla 30 Mayıs 1915’te “Sevk ve İskân Kanunu” çıkarılmıştır. Tarihçiler arasında yanlış bir şekilde “Tehcir” olarak da adlandırılan bu yasanın temel iki maddesi bulunmaktadır.

“Madde 1. Savaş esnasında ordu, kolordu ve fırka kumandanları, vekilleri ve müstakil mevki kumandanları, ahali tarafından herhangi bir suretle hükümetin emirlerine, memleket savunmasına, asayişin muhafazasına ilişkin icraatlara muhalefet, silahla saldırı ve mukavemet görürlerse en sert şekilde cezalandırmaya yetkili ve zorunludurlar.

Madde 2. Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları askeri icaplar gereği veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu olarak başka mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.”1

Talat Paşa’nın sunduğu bu yönerge Meclis-i Vükelâ tarafından 30 Mayıs 1915’te kanunlaştırıldı. Türkler dâhil birçok unsuru hedef alan bu kanun Ermenilerle ilgili çalışmaların büyük bölümünde özellikle

*Dr. Öğr. Üyesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected] Bu makale, 24-25 Nisan 2019 tarihinde Gazi Magusa’da Raif Rauf Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı’nda düzenlenen 10. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi’nde sunulan bildirinin genişletilmiş halidir. 1 Haydar Çoruh, Osmanlı’da Değişim Rüzgârları (Azınlıkların Yükselişi), Mustafa Kemal Üniversitesi Yay., Hatay 2013. s. 188-189.

515

yabancı tarihçiler tarafından doğrudan Ermenileri hedef almış gibi gösterilmiştir. Oysaki yukarıdaki maddelere bakıldığında “casusluk veya hıyanetleri” tespit edilen her topluluğun hedef alınmış olduğu açıkça ifade edilmektedir. Kanun kapsamına Ermenilerin alınması ise Doğu vilayetlerinde Ruslar ile sürmekte olan savaşa müdahil olmaları sebebiyledir. Ermeni Taşnak ve Hınçak örgütlerinin bölgedeki askeri karakolları olduğu kadar Türk ve Müslüman ahaliyi de hedef almış olması bu kanunun öncelikli muhatabının Ermeniler olmasına sebep olmuştur.

Osmanlı Devleti, Ruslarla birlikte hareket eden Ermeni örgütlerin önünde kalan ve katliamlara maruz olan Türk, Arap, Ermeni ve Rum toplulukları daha güvenli bölgelere sevk etmek üzere çıkarmış olduğu bu yasanın günümüzde kullanılan şekliyle bir nevi tecrit anlamına gelen “Tehcir” anlayışıyla değil, yerinden oynattığı bu toplulukları diğer tebaalarından ayırt etmeyecek şekilde sevk ederek, gittikleri yerlerde iskân etmek, iaşe ve ibatelerini sağlamak için uygulamıştır.

Bu yasayla sevke tabi tutulacak toplulukların iskân yerlerine varıncaya kadar, 60 milyon kuruş tutarındaki muhacirin tahsisatından faydalandırılmalarına karar verilmiştir. Kanunun içeriğine bakıldığında sevk edilenlerin iaşelerinin karşılanması, gittikleri yerlerde kendilerine durumları nispetinde emlak ve arazi dağıtılması, muhtaç olanlara ev yaptırılması, zirai malzeme, tohumluk, alet ve edevat verilmesi, terk ettikleri yerlerde kalan eşyanın ve malların istemeleri halinde satılması, kendilerine verilmesi veya kendi istekleri dâhilinde mal sandıklarında

516 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

muhafaza edilmesi gibi hususları içermekteydi2. Kanunun Ermeniler ile alakalı olmadığı, kanuna ek maddeler olarak kabul edilmiş olan 15 maddeden anlaşılmaktadır. Bu maddeler Ermenilerin iskân ve iaşe meselesinin tanzimini ve tazminini içermekteydi3.

Buna rağmen bütün tarihçilerin üzerinde hem fikir oldukları husus Osmanlı Devleti’nin zorunlu bir sürgün şeklinde de olsa “Sevk ve İskan Kanunu”nu icra etmiş olmasıdır. Ancak bu kanun toplumsal bir hafıza oluşturduğu ve bu hafızanın bizim tarafta kalan hatıralarının büyük bir bölümünün belgelerle ortaya konulabilmesine karşılık, kanundan etkilenmiş ve bir şekilde haksızlığa uğradığını iddia edenlerin elinde bu iddialarla ilgili herhangi bir belge olmadığı gibi iddialarının tamamının sözlü ve sonradan derlenmiş kaynaklara dayanıyor olması, hadisenin bir yerlerden kumanda edildiğini ve bu yolla Türk Milletinin hafızalarda mahküm edilmeye çalışıldığını ve bunun için dünya çapında bir organizasyonla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.

Öyleyse Türk tarafının bugüne kadar hiç yapmadığı, yapmış olsa da çok az üzerinde durulmuş olan bir veçheden konuya bakmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu da öldürüldüğü iddia edilen 1.500.000 Ermeni’nin söz konusu tarihte Osmanlı topraklarında ne kadarını bulunduğunu yani gerçekte bu nüfusun ne kadarı o tarihte Anadolu’dadır ve ne kadarı sevk ve iskana tabidir bunu ortaya koymak gerektiğidir. Tarihçilerimiz ortaya konulan tehdit ve şantajların bir sonucu olarak yaşadıkları kafa karışıklığı ve travma sebebiyle kendilerini bu 1.500.000 kişinin ne

2 Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2009, s. 78. 3 Bu 15 Maddenin detayları hakkında bkz. Bakar, a.g.e., s. 78-80.

517

olduğu sorusuna cevap aramak mecburiyeti de hissetmektedirler. Halbuki bu tarhite yok edilmiş olan Osmanlı vatandaşı Türk ve Müslümanlar hakkında ne bizim tarafta ne de karşı tarafta ciddi bir endişe yoktur.

Öyleyse asıl mesele ise 1915 öncesi ve sonrasında Osmanlı toprakları dışına çıkmış ve diaspora olarak adlandırılan Ermeni varlığının ne zaman ve nasıl oluştuğunu ortaya koymaktır4.

1. 1918 GERİ DÖNÜŞ YASASI

Osmanlı Devleti yapmış olduğu icraati yarıda bırakmamış, “Sevk ve İskân Kanunu”nun ek maddesini yani “1918 Geri Dönüş Yasası”nı da çıkarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Talat Paşa kabinesinin istifa etmesi (7 Ekim 1918) ve Ahmet İzzet Paşa hükümetinin kurulmasıyla Ermenilerin Geri Dönüş meselesi gündeme taşınmıştır. 17 Ekim’de Ermeni mebuslar Dâhiliye Nazırına başvurarak Ermenilerin geri dönüşü hakkında ne yapılacağını sorduklarında Nazır Ermenilerin yerlerine iade edileceklerini ve kendilerine geride bıraktıkları mal ve mülklerinin teslim edileceğini bildirmiştir. 18 Ekim 1918’de vilayetlere gönderilen 3 maddelik bir talimat geri dönüşün şartlarını şu şekilde ortaya koymuştur5:

4 Bu hususta Doktora öğrencim Derya Büyükbaş ile “1915 Sonrası Osmanlı Topraklarından Yabancı Ülkelere Göçen Ermeniler ve Diaspora Faaliyetleri” adlı bir doktora çalışması yürütülmektedir. 5 Bakar, a.g.e., s. 169-170. Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı, s. 396’dan naklen: BOA, HR.SYS, 2569/1-2, 21 Ekim 1918.

518 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

1. Harp dolayısıyla sevkine karar verilen ahalinin geri dönüşüne başlanmış olması sebebiyle dönmek isteyenlere müsaade edilmesi. 2. Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Diyarbakır, El-Aziz ve Erzincan’da vasıta ve iaşe yetersiz olduğundan, buralara dönmek isteyenler için önceden hazırlık yapılması, yol güvenliğinin sağlanması, barınma ihtiyaçlarının temini. 3. Kararın memleketin yüksek menfaatleri gözetilerek alınmış olması dikkate alınarak, herhangi bir bahane ve gecikmenin kabul edilemeyeceği bildirilmiştir.

İlk icraat 22 Ekim 1918’de Diyarbakır’a sevk edilmiş olan 762 Ermeni’nin tekrar Van vilayetine gönderilmesi olmuştur6. 23 Ekim 1918 tarihinde bütün vilayet ve livalara gönderilen bir karara göre7 28 Ekim tarihine kadar 5 günlük sürede geri dönüş için yaklaşık 500.000 kuruş harcama yapılmıştır8. Bu karar ile Ermeni ve Rumların geriye dönüşüne bağlı olarak, ihtida edenlerin de tekrar eski dinlerine dönmesi için gerekli serbestliğin tanınması sebebiyle yaklaşık 25.000 kişinin geçen 5 gün zarfında geri dönüşünün sağlandığı ve eski yerlerine iskanlarının temin edildiği tespit edilmiştir9. 1 Kasım 1918’den 20

6 Bakar, a.g.e., s. 171. 7 Memleketlerine geri dönecek ahali için alınan tedbirler hakkında bk. Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı, s. 397’den naklen: BOA, HR.SYS, 2569/1- 3, 23 Ekim 1918. 8 Ermenilerin geri dönüşlerinde kolaylık sağlanması ve ihtiyaçlarının karşılanması hakkında bk. Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı, s. 399-401’den naklen: BOA, HR.SYS, 2569/1-5, 5 Kasım 1918. 9 Bakar, a.g.e., s. 174.

519

Aralık tarihine kadar İstanbul, İzmit, Sivas, Van, Bitlis ve diğer vilayetlere yapılan geri dönüş toplam 60.434 kişi olmuştur. 20 Aralık 1918-4 Şubat 1919’a kadar geçen bir buçuk ay zarfında geri dönen Rum ve Ermeni sayısı 170.000’e ulaşmıştır. 4 Şubat-19 Mart tarihleri arasında geri dönen Rum ve Ermeniler ise 232.679’a yükselmişti10. Ermeni ve Rumların geri dönüşü 3 Şubat 1920 tarihine kadar izlenebilmektedir. Muhtemelen bu tarihten sonra da Anadolu’ya geri dönüşler sürmüştür. Söz konusu tarihte Rum ve Ermeni olmak üzere 335.883 kişi ikamet yerlerine geri dönmüştür. Geri dönenlerin 145-150 bin kadarı Ermeni, kalanı Rum idi11.

Geri dönen Ermeni ve Rumlara mallarının iadesi, sevk ve iskan sırasında zarar gören Türk ve Müslümanların durumu da dikkate alınarak, hızlı bir şekilde yapılacaktı. Bunun için 3 Kasım 1918 tarihinde alınan karara göre12:

1. Rum ve Ermenilere iade edilecek emlâkin fazlası, hükümet tarafından kiralanarak Türk muhacirlere tahsis edilecekti. 2. Yerlerine dönmeyen veya vefat eden Rum ve Ermenilerin emlaki hükümet tarafından kiralanarak Türk muhacirlere tahsis edilecekti. 3. Kiralama süresi 6 sene olup bedeli belediyeler tarafından belirlenecek ve ödenecektir.

10 Bakar, a.g.e., s. 188. 11 Bakar, a.g.e., s. 195. 12 Bakar, a.g.e., s. 201-202.

520 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Malların iadesi hususunda Osmanlı Devleti bir hayli yol kat etmiştir. Buna göre 30 Nisan 1919 tarihine kadar Ermeni ve Rumlara iade edilen malların oranı %98’e yaklaşmış olup, bu miktar 271.000 kişiye tekabül etmekteydi13.

Burada işaret etmek istediğimiz öncelikli mesele 1915’te Osmanlı Devleti tarafından Sevk ve İskân Kanunu ile Suriye ve çevresine yerleştirilmiş olan Osmanlı vatandaşı Ermenilerin 1918 Geri Dönüş Yasasıyla Osmanlı topraklarına dönmeleri gerektiği hususudur.. Oysaki İngilizler ve Fransızlar tarafından söz konusu bu nüfusu 1916’dan itibaren Lübnan, Mısır ve Kıbrıs üzerinden Avrupa, Afrika, Amerika gibi kıtalara dağıtılmasıyla ortaya çıkmış olan diasporanın gerçekte Osmanlı kuvvetleri tarafından öldürüldüğü iddia edilen 1.500.000 kişinin olup olmadığı meselesidir.

Yapmış olduğumuz küçük bir araştırma sonucunda ulaşmış olduğumuz kaynaklar bize bu vatandaşların hangi tarihlerde ve kimler tarafından nasıl ve nerelerden bu kıtalara dağıtılmış olduklarını açıkça göstermektedir. Bu göçlerin en bariz örneklerinden biri 1916’lı yıllarda ortaya çıkmış olan Kıbrıs Ermeni Lejyonu olup, Ermenileri kimin hangi amaçla göçürdüğü gerçeğini ortaya koymak için bu örneğin dahi yeterli olacağı kanısındayız.

13 Bakar, a.g.e., s. 207.

521

2. ERMENİ DİASPORASI VE “SÖZDE SOYKIRIM YALANI”NIN DÜNYAYA DAYATILMASI

Robin Cohen “Ghobal Diasporas” adlı eserin 49. Sayfası ve devamında Türklerin öldürdükleri Ermeni sayısının 1894-1896 yılları arasında 300000, 1915-1916 periyodunda Suriye ve Filistin’e sürgün edilerek öldürülenlerin ise 1.500.000 olduğunu iddia etmektedir. Türklerin bu rakamları şiddetle reddetmesine rağmen, bu rakamların “Dünyanın yetiştirdiği en büyük tarihçi” olan Arnold Toynbee tarafından ileri sürüldüğünü ifade etmektedir14. Ancak Toynbee söz konusu iddiayı ileri sürdüğü çalışmasında öldürülenler hakkında hiçbir kaynak vermez. Arnold Toynbee’nin iddiaları hakkında Prof. Dr. Hikmet Özdemir şu tesbitte bulunmaktadır: “Toynbee yalnızca ve yalnızca eski Yunan ve onunla bütünleşmiş bir Avrupa (=Hıristiyan) uygarlığına inanmaktadır. Eğer Hıristiyan değilseniz, Avrupalı olamazsınız.” Özdemir ayrıca: “Toynbee’nin bu tezi Birinci Dünya Savaşı yıllarından önce savunmaya başladığını, oğlu Peter'le yaptığı bir söyleşide oğlunun sorusu üzerine Toynbee: "Ben ilk kitabımı, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce yazmaya başladım; "The Nationalities and The War" (Milliyetler ve Savaş). Bu kitap 1915 veya 1916 yılında yayınlandı" diyor. Özdemir, Arnold Toynbee'nin ilk eserinin bu olmadığını, ilk eserinin; Türklerin Ermenileri nasıl katlettiğine dair hazırladığı 159 sayfalık bir savaş propaganda kitabı olan The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915- 1916 (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yapılan Muamele, 1915-1916) adlı kitap idi. Bu kitap 1915 yılında yayınlan-

14 Robin Cohen, Ghobal Diasporas, New York 2008, s. 49-50.

522 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

mıştır. Toynbee kendi bilimsel yaşamını anlatırken ilk eseri olarak The Nationalities and the War kitabının adını veriyor. İkinci eseri olarak da "Western Question in Greece and Turkey" (Yunanistan'da ve Türkiye'de Batı Sorunu) adlı kitabını ileri sürüyor. Toynbee’nin kendi eserlerine çok önem verdiği bilinen bir gerçektir. Ancak kendisi tarafından yazılan bir takım kitapların adını anmıyor. Türk-Ermeni ilişkileri ile ilgili hiçbir gerçeğe dayanmayan, daha sonra kendi ifadesiyle sadece ve sadece 'misyonerlerin' ve 'Ermeni kaynakların' anlatımlarına dayanan bu savaş propagandası kitabını ve aynı malzemeden hareket eden başka propaganda kitaplarını ve 1919 Paris Konferansı'na yayınlanan Türkiye aleyhindeki makalelerin tümünü inkâr ediyor.”15

Toynbee’nin söylemlerini eleştiren Mim Kemal ÖKE ise; “Toynbee’nin The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915- 1916 (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yapılan Muamele, 1915-1916) adı altında İngiltere tarafından “Mavi Kitap” kapsamına alınarak basılan çalışmasında: “Ermeni destekçileri tarafından ikinci ve üçüncü elden toplanmış Ermeni kaynaklarına ve belgelerine dayanan, kaynak belirtilmeksizin ve kaynaklar arasında bir karşılaştırma yapmaksızın, atıfta bulunduğu tanıkların ad ve soyadlarını bildirmeden tüyler ürpertici katliam sahneleri uydurduğunu” söyler.

15 Hikmet Özdemir, Arnold Toynbee’nin Ermeni Sorununa Bakışı, Türkiye Bilimler Akademisi Forumu, Ankara 2005, s. 13-14.

523

Ona göre Toynbee “sözüm ona katliamları sanki kendisi kurbanlardan biriymiş gibi en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır.”16 diyerek Tarih çalışmalarında görgü şahitliği ve belge aktarımı meselesinin ciddiyetsizliğine işaret etmiştir.

Ermenilerin kendi iddialarını ortaya koymak amacıyla nasıl bir yol izlediklerini bu şekilde bir nebze de olsa değindikten sonra asıl konumuz olan Ermeni Diasporası’na dönmekte fayda vardır.

Burada öncelikli olarak sorulması gereken üç temel soru vardır:

1. Sözde soykırım iddialarından önce Osmanlı Devleti’nin Ermenileri sevk ettiği Suriye ve Filistin’de ne kadar Ermeni yaşamaktaydı?

2. Sevk Ve İskan sonrasında bölgede bulunan Ermeni Sayısı nedir?

3. 1916-1918 arasında Ermenilerin durumu ne idi ve 1918 Geri dönüş yasasına rağmen Ermeniler neden Anadolu’daki yurtlarına dönmediler?

Bu üç sorunun ilk iki sorusunu aydınlatmak amacıyla öncelikle Vital Cuinet, La Turquie D’Asie, Paris 1891 adlı eserine bakmak gerekmektedir. Bu eserde çok fazla veri bulunamadığından Halep ve Deyr-i Zor üzerinden bir hususu örneklendirmek gerekmektedir.

16 James Bryce & Arnold Toynbee, Osmanlı İmparatorluğu nda Ermenilere Yapılan Muamele, 1915-1916, (Vikont Bryce’ın Fallodon Vikontu Grey’e Sunduğu Belgeler), Yayına Hazırlayan: Ara Sarafian, Londra 2009, s. xi-xii.

524 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Cuinet’in verilerine göre 1890’da Deryr-i Zor’da sadece 400 katolik Ermeni bulunmaktadır17. Aynı tarihte Halep’te ise Gregoryan ve Katolik olmak üzere 813 kişi bulunmaktadır18. Aynı eserin müslim ve Hıristiyan karşılaştırmasının yapıldığı genel tabloda ise Katolik ve Gregoryan olarak Halep’in merkezinde 9550, Deyr-i Zor’da 3350, İdlib’de 600, Harem’de 100, Maarra’da 100, Elbab’da 200, Münbiç’te ve Rakka’da 300 Ermeni’nin yaşadığı tespit edilebilmektedir19. Cuinet’in 1890’lı yıllar için vermiş olduğu bu tabloya bakıldığında Sevk ve İskan Yasası öncesinde bölgede 14350 Ermeni’nin meskûn olduğu anlaşılmaktadır.

Şerife Eroğlu Memiş’in 2007 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nde tamamladığı “Syrıan Armenıans Durıng The Last Decades Of The Nıneteenth And The Fırst Quarter Of The Twentıeth Centurıes/19. Yüzyılın Son On Yılında ve 20. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Suriye Ermenileri” adlı çalışmasının 45-59. Sayfalarında Salnamelerden ve Patriklik kayıtlarından derlenen 1908 Halep nüfus verilerine göre toplam Katolik ve Gregoryan Ermeni nüfusu 6-7 bin civarındaydı. Aynı şekilde 91-94. sayfalarında 1900- 1908 Şam’daki Ermeni nüfusu ise 100-200 kişi arasındaydı. 1914-1925 yılları arasında Halep ve Şam’da 37.702 Ermeni olduğu ifade etmektedir20.

17 Vital Cuinet, La Turquie D’Asie, Paris 1891, s. 296. 18 Cuinet, a.g.e., s. 128 19 Cuinet, a.g.e., s. 113. 20 Şerife Eroğlu Memiş, “Syrıan Armenıans Durıng The Last Decades Of The Nıneteenth And The Fırst Quarter Of The Twentıeth Centurıes”, (Middle East Technical Uiversity, Degree of Master, Department of Middle East Studies), Ankara 2007, s. 108-109.

525

Ermenilerin en fazla itibar gösterdikleri Raymond Kevorkian’ın “The Armenian Genocide: A Complete History” adlı eserinde ise Şubat 1916’da Osmanlı Devleti tarafından Halep, Şam, Fırat Nehri ve Zor kazalarına yaklaşık 500 bin kişi yerleştirilmiş olduğunu bildirmektedir21. Raymond, 1916 yılı sonuna kadar bölgeye 600 bin civarında yerleşimcinin gelmiş olduğunu ve bu nüfusun sözde soykırımın ikinci aşamasında en az 250 bininin hayatta olduğunu ifade eder22.

Raymond bununla neredeyse 350 bin Ermeni’nin öldürüldüğü iddiasını ortaya atarken gözden kaçırdığı veya saklamaya çalıştığı bir husus vardı ki bu da Fransız Dışişleri Bakanı’nın 1916 Sonbaharında Suriyelilerden ve Ermenilerden bir Doğu Lejyonu oluşturmak için yapmış olduğu gönüllü talebidir23. Bu talebin bir neticesi olarak işgalden hemen sonra Adana bölgesine Fransızlar 100 bin Ermeni getirmişlerdi. Bu Ermenilerle ilgili olarak Edouard Brémond, 1919 yılı sonlarına doğru 60 bin Ermeni’nin bulunduğu Adana’daki yığılmayı önlemek için bunların Kilikya içlerine dağıtıldığını, yılsonlarına doğru bu nüfusun 120 bin civarlarına ulaştığını ifade eder24.

21 Bunlardan 100 binden fazlası Şam ve Maan civarlarına yerleşirken, 12 bini Hama ve çevresine, 20 bini Humus’ta, 7 bini Halep’te, 5 bini Basra’da, 8 bini El-Bab’da, 5 bini Münbic’te, 20 bini Resu’l-Ayn’da, 10 bini Rakka’da ve 300 bini Deyr-i Zor’da yerleştirilmiştir (Raymond Kevorkian, The Armenian Genocide: A Complete History, New York 2011, s. 693). American Committee for Armenian and Syrian Relief Organization (ACASR) verilerine göre 1916 Şubatı’ndan sonrasıyla ilgili olarak bu bölgelere 500 bin Ermeni’nin yerleştirilmiş olduğunu bildirir (Memiş, a.g.t., s. 112). 22 Kevorkian, a.g.e., s. 693. 23 Süleyman Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, İstanbul 1990, s. 361-362. 24 Süleyman Hatipoğlu, Çukurova’da Ermeni Mezalimi, Antakya 2006, s. 70-71. Sevk ve İskan Yasası ile Suriye ve Mezopotamya’ya sürgün edilen Ermeniler için Yusuf Halaçoğlu tarafından verilen rakamlarda bazı fazlalıkların ve eksikliklerin olduğunu

526 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Görüldüğü gibi Ermeni nüfusun ortadan kaldırılmamış, tam tersine istendiği zaman bir yerlerden çıkıp gelebilmektedirler. Bu gelişler hakkında Vahe Sahakyan “Between Host-Countries and Homeland: İnstitutions, Politics and Identities in the Post-Genocide Armenian Diaspor (1920s to 1980s), Michigan 2015(Evsahibi Ülkeler ile Anavatan Arasında: Soykırım Sonrası Ermeni Diasporasın'daki Kurumlar, Siyaset ve Kimlikler (1920'den 1980'lere)” adlı Doktora çalışmasına bir göz atmakta fayda vardır. Sahakyan, çalışmasının 84. Sahifesinde dp. 52’de Amerika’ya göç ettirilen Ermeniler hakkında bilgiler sunulmaktadır. Buna göre 22 Şubat 1910’da Ermeni-Amerikan delegasyonu kayıtlarına göre Amerika’ya göç eden Ermeni sayısının 20.450 olduğu belirtilmekte ve bu Ermenilerin Anadolu’dan çıktıkları yerlerin de adları verilmektedir25.

tespit eden Kemal Çiçek, ATASE arşivlerinden elde ettiği bilgiler dâhilinde 11 vilayet 8 sancaktan sevk edilenlerin 413.067 kişi olduğunu, Yusuf Halaçoğlu’nun ise bu sayıyı yaklaşık bir sapma ile 438,758 olarak verdiğini belirtmektedir. Kemal Çiçek aynı zamanda Amerikan belgeleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda sevk edilenlerin 500 bin kişiden fazla olduğunu, buna mukabil ACASR adlı yardım örgütünün ise 8 Şubat 1916 tarihi itibariyle bölgede toplamda 486 bin göçmeninin bulunduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir. Aynı kaynak bu sayının 15 ay sonra 113.600’lere düştüğünü belirterek bunların ne olduğu hususunda soru işaretleri oluşturmuş olsa da, 1921 yılı itibariyle bölgenin Fransızların elinde olduğu dönemde Kilikya’ya 300 bin Ermeni’nin yerleştirilmiş olduğu dikkate alındığında bu sayının neden düşmüş olduğunu anlamak mümkündür (Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü (1915-1917), TTK Yay., Ankara 2005, s. 247-250). 25 Kaliforniya’da 2000 Ermeni, Batı Hoboken Bölgesinde 1000 Ermeni, New York’da 5000 Ermeni, Filedelfiya’da 650 Ermeni, Troy-New York’da 600 Ermeni, Şikago’da 1000 Ermeni, Kanada’da 600 Ermeni, Saint-Louis’de 800, Detroit’de 400, Lawrence’de 900, Worcester’de 2500, Boston’da 2500, Providece’de 2500 Ermeni’nin Amerika’ya gönderilmiş olduğunu ileri sürmektedir (Vahe Sahakyan, Between Host-Countries and Homeland: İnstitutions, Politics and Identities in the Post-Genocide Armenian Diaspor (1920s to 1980s), Michigan 2015, s. 84).

527

Shakyan, Amerika dışında Ermenilerin göç ettiği bir başka ülkenin 19. Yüzyılın son on yılında Fransa olduğunu ifade etmektedir. Fransa’daki Ermeni toplumunun hızla arttığını belirten Shakyan, bunun sebebi olarak Osmanlı Devleti’nde yapılan sürgünleri ve sözde soykırım iddialarını delil göstermektedir. Ona göre Marsilya’ya ilk aşamada küçük bir topluluğun yerleştirildiğini, ancak 1920’lerden sonra bu topluluğun hızla büyüdüğünü ve yapılan hesaplara göre bu sayının yılsonuna doğru 40 ila 70 bin arasında olduğunu ileri sürer. 1922-1928 arasında Ermeni mültecilerin yerleştiği en büyük yerleşim yeri olan Marsilya’da 1920 ile 1950 arasında 350 bin civarında Ermeni olduğunu ifade etmektedir26.

3. KIBRIS’A GÖÇÜRÜLEN ERMENİLER VE KIBRIS ERMENİ LEJYONU

Osmanlı Devleti’nin tebaası iken söz konusu devletlerin sorumluluğunda bölgeden ayrılarak dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan ve Milli Mücadele’nin başladığı 1919 ve 19120’lerde Amerika’dan ve Avrupa’dan geri dönen binlerce gönüllünün Mısır ve Kıbrıs’taki Ermenilerle birleştirilerek kurulmuş olan Ermeni Lejyonu çatısı altında, Anadolu topraklarına saldıran Ermenilerin kimler olduğunu sorgulamak bu problemin birincil maddesi haline gelmiştir. Ancak geçen zaman zarfında bu sorgulamayı yapmayan duayenlerimizin yaratmış olduğu boşluğu dolduracak malzemenin büyük bir bölümü elimizde değildir. Bu malzemeyi talep ettiğimiz İngiliz, Fransız ve Amerikalı muhataplarımız da bu konuda bize

26 Shakyan, a.g.e., s. 99.

528 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

doyurucu bir bilgi vermedikleri gibi birçok arşiv kaynağının da incelenmesinin önünü tıkadıklarına şahit olmaktayız.

Ulvi Keser, Kıbrıs’a ilk toplu Ermeni göçünün 1909 Adana olayları sonrasında olduğunu, Magusa, Larnaka ve Girne’ye göçün yaklaşık 40 günde 8000 kişiye ulaştığını belirtir. 1915 Sevk ve İskan sürecinde ise Kıbrıs’a gelen Ermenilerin ağırlıklı olarak Çukurova’dan geldiğini, 1921 Ankara Anlaşması sonrasında ise alanın genişlemiş olduğunu Mersin’den Urfa’ya kadar uzanan bir hat boyunca göç yönünün Kıbrıs’a doğru olduğunu belirtmektedir27. Kıbrıs’a yapılan göçlerin genel kanıya göre Musa Dağı olayı ile ortaya çıktığını ve 3 ila 4 bin civarında olduğu anlaşılmaktadır. Bu Ermeniler zaman içinde Kıbrıs’ta küçük de olsa bir Ermeni kolonisi oluşmasına zemin hazırlamıştır. Lozan Barışı sonrasında adada yaklaşık 5000 kişilik bir Ermeni kolonisinden söz etmek mümkün görünmektedir28.

Bu kolonini oluşmasına sebep olan hadiseyi biraz açmak gerekirse şu husus öne çıkarılabilir. Sevk ve İskân Yasası’nın uygulanmaya başlamasının hemen akabinde bugün Hatay olarak ülkemizin en güney ucunu teşkil eden ve o tarihte Süveydiye (Samandağı) olarak bilinen yerleşim yerinde çıkan bir Ermeni isyanını bastırmak isteyen Osmanlı Devleti, Musa Dağı’na bir birlik gönderir. 13 Temmuz-12 Eylül 1915’e kadar Musa Dağı’nda yaklaşık 5000 Ermeni’nin biriktiği ifade

27 Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Azınlıklar: Ermeniler, Maruniler ve Gurbetler”, ÇTTAD, XVII/35, (2017/Güz), s. 320-321. 28 Ulvi Keser, “Ermeni Doğu Lejyonu’ndan Kanlı Noel Sürecine Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış 1915-1963”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 60, Ankara 2014, s. 14, 20.

529

edilmekle beraber, Osmanlı Askerinin harekâta başlayıp, Musa Dağı’na vardığında, buradaki Ermenilerin İngiliz ve Fransız gemilerine binerek Musa Dağı’nı terk ettikleri haberi gelmiştir. Harekât başlamadan bu şekilde sonuçlanmıştır. Musa Dağı Ermenileri önce Rodos’a ve Kıbrıs’a götürülmek istense de son anda Mısır’a götürülmüşlerdir29.

Ermenilerin Kıbrıs ile irtibatlandırılmasının ikinci aşamasında ordularının çoğunu Almanlara karşı sevk etmiş olan Fransa’nın Suriye ve çevresini elinde tutabilmek için Ermenilerden istifade etmek yolunu seçmiştir. Ermeniler de Doğu Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulamayacağını anlayınca Kilikya bölgesiyle ilgili eski bir hayalin peşine düşerek, Fransız ordusunda gönüllü asker olmak istediklerini bildirmişlerdi. Fransa’nın Londra Büyükelçisi tarafından 4 Temmuz 1916’da Genelkurmay Bakanlığı’na gönderilen bir telgrafta bu husus dile getirildi. Elçi Suriye ve Mısır’da bulunan ve eli silah tutan Ermenilerin Fransa kontrolünde Kıbrıs’a gönderilmesini ve burada bir lejyon oluşturularak eğitilmelerini ve Adana’da Fransa adına savaşmalarını istemiştir30. Ermenilerin Kıbrıs’ta toplanmaları hususu sadece Fransa’nın değil aynı zamanda İngiltere’nin de gündemindeydi. 22 Mart 1915’te Washington İngiliz Büyükelçisine müracaat eden Miran Sevasly isimli bir Ermeni, bilgi toplamak ve Çukurova bölgesinde faaliyetlerde bulunmak üzere Kıbrıs’a Ermenilerin bir sızma harekâtında bulunmaları için izin istemişti. Bu izin talebi İngilizlerin Çukurova bölgesine yapacakları harekâtta Ermenilerin kullanılabile-

29 Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Ankara 2009, s. 120. 30 Ulvi Keser, Kıbrıs-Anadolu Ekseninde Ermeni Doğu Lejyonu, Ankara 2007, s. 47.

530 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ceği fikri İngiliz Sömürgeler Bakanlığı tarafından farklı gerekçelerle benimsenmemiştir. Bunun üzerine Ermeniler bu planı 1 Ağustos 1916’da Fransa’nın Afrika Sömürgeler Bürosu’na götürdüler. Fransa 8 Ağustos 1916’da bu ordunun mutlaka kurulmasına karar verdi. Bu 5000 kişilik ordunun başına Deniz Kuvvetleri Suriye Bölümü Komutanlığın- dan bir Tuğamiralin getirilmesine karar verdi31.

Çukurova’nın işgali ve Kilikya’da kurulacak bir Ermeni devletinin provası için uygun yer olarak Kıbrıs/Magusa kazasına bağlı Monarga bölgesi seçilmiştir. Monarga bölgesinin kamp yeri olarak seçilmesinin sebepleri Halil Aytekin “Kıbrıs’ta Mornarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, TTK Yay., Ankara 2000” adlı eserinin 60-62. sahifelerinde 14 maddede toplamıştır. Bu maddelerden 1 ve 3.’sü önem arzetmektedir.

1.Madde: İngilizlere dost bir devlet olarak kiralanmış ancak sonradan ilhak edildiği açıklanmış bir adadan Anadolu üzerine yapılan saldırılarda ve Ermeni İsyanlarında kullanılan silahların Anadolu’ya Magusa-Dörtyol hattı üzerinde dağıtılması sebebiyle alt yapının kısmen hazır olduğuna işaret etmekteydi.

3. Madde: ise pek duyulmamış bir husus için önemlidir. Lefke- Gemikonağı’ndan başlayarak Lefkoşe’den geçen tren yolunun Magusa’da sona ermesi meselesidir32 ki, bu husus Kıbrıs çalışanlar tarafından dikkatle incelenmesi gereken bir meseledir.

31 Keser, a.g.e., s. 47-53. 32 Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Mornarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, TTK Yay., Ankara 2000, s. 60-62.

531

Kıbrıs Ermeni Lejyonu ile ilgili bu kısa bilginin sonuna doğru şu hususu hatırlatmakta yarar görüyorum. Sevk ve İskân Yasası ile Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Suriye ve Mezopotamya’ya sürgün edilen Ermenilerin göç yönünün Mısır ve Kıbrıs’a yönelmesi Fransızların Osmanlı Devleti’ne karşı başlatmış oldukları Ermeni işbirliğinin sonucunda başlamış olmakla beraber, 1921’de Anadolu’da Milli Mücadelenin başarıya ulaşmasıyla Fransa’nın Türk Misakını tanımak zorunda kalması, Ermenilerin hayallerinin de sonu olmuştur. Başarıya ulaşamayan bir milletin bundan sonra yapabileceği tek bir şey vardır o da hayalerinin peşinde koşarken çamur atmak olacaktır. Ki bu hususta yetiştirilen önemli Ermeni uzmanlarından biri olan ve yukarıda adı geçen Raymond Kevorkian’ın bu çamur deryasında nasıl boğulduğunu ortaya koymak bizden sonraki nesillerin amacı olmalıdır.

Kevorkian’ın yukarıda 1915 Sevk ve İskân Yasası’ndan sonra bölgeye sevkedilen 600 bin Ermeni’den 1916 sonlarına kadar sadece 250 bin kişinin kalmış olduğu iddiasına karşılık, gerçekte söz konusu 350 bin kişinin hangi gerekçelerle nerelere götürülmüş olduğunu Kıbrıs Lejyonu ve Doğu Lejyonu gibi oluşumlar açıkça ortaya koymaktadır.

532 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

4. KIBRIS MONARGA VE DOĞU LEJYONLARI HAKKINDA 2007 SONRASINDA ÜRETİLMİŞ OLAN YERLİ VE YABANCI YAYINLAR a) 2007 Yılı Sonrasında Üretilen Yerli Kaynaklar:

1. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, ATAM, Ankara 2009. Adlı eserinde 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması’yla Fransa ile devam eden savaşın sonlandırıldığını, Ermenilerin bu anlaşmadan duydukları rahatsızlık sebebiyle endişeye kapıldığını, Fransızlar Kilikya’yı boşaltırken Adana’da kalan ve yukarıda bahsi geçen 150 bin Ermeni’nin 120 bin kadarının Suriye’ye kaçtığını, kalan 30 bin kadarının ise Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul’a dağıldığını bildirmektedir33.

2. Maxime Gauin, “Bir Yol Ayrımının Sebepleri: Mondros Mütarekesi’nden İtibaren Lozan Antlaşması’na Kadar Fransa Cumhuriyeti İle Ermeni Komiteleri Arasındaki İlişkiler”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 49, Ankara 2014, s. 159-187. Makale İngilizler ile Fransızlar arasında Ermenilere bakış açısını ortaya koyması açısından önemlidir: “Nitekim 2 Ocak 1919’dan itibaren, Yüksek Komiser François Georges-Picot Ermeni lejyonerlerinin

33 Bakar, a.g.e., s. 243-245. Bakar’ın s. 255’te Vedat Eldem’den yapmış olduğu bir alıntıda ilginç bir ayrıntı paylaştığı görülmektedir. Adı verilmeyen bir Amerikan kaynağının Ermenilere atfen vermiş olduğu 1923 tarihli raporda; Rus Ermenistan’ına kaçanlar 375.000, Suriye ve Lübnan’a iltica edenler 123.000, Bulgaristan ve Yunanistan’a gidenler 61.000, Irak’a göçenler 25.000, diğer memleketlere 31.000, cephelerde ölenler 85.000, muhaceret esnasında ölenler ise 500.000 şeklinde verilmiş olup, Kevorkian’ın iddiasına benzer bir iddia ileri sürülmüştür (Bakar, a.g.e., s. 255).

533

“hoyratlığından” özellikle de “cinayetlerinden” şikâyetçiydi. Bütün bunlar “başka bir ırktan olan insanları, özellikle de çoğunlukta olan Türk unsurunu tedirgin ediyor.” Üstelik de bu yüksek makamlar Ermeni yanlısı, fazla aşırı ve zamansız olan beyanlarda bulundular - bu desteği öne sürerek Ermeni Komiteleri bütün bu haberleri yayımlayıp fazla sade bir hale soktular. Bu da Ermeni olmayanlar için yeni bir endişe kaynağı oldu. Oysa “Düşmanlarımız olan İngilizler”, Anadolu, Kilikya ve Yakın Doğu’daki kendi çıkarları için “bu zihniyetten pay çıkarmaktan geri kalmadılar.”34 Makalenin 159-172. Sahifeleri arasında Ermeni Lejyonu hakkında bilgiler verilmektedir.

3. Halil Özşavlı, “Ermeni Araştırmalarında İhmal Edilen Kaynaklar: Ermenice Hatıratlar, Süreli Yayınlar Ve Diğer Eserler”, Belleten, Cilt: LXXXII, Sayı:295, Aralık 2018, s. 1047- 1076. Makalede vilayet vilayet Ermenice kaynaklara yer verildiği gibi, Ermenilerden günümüze intikal eden hatıratlara da açıklamalı olarak yer vermektedir. Yapmış olduğu tasnif şu şekildedir: 1) Hatıratlar: a) Çeşitli Ermeni hemşeri dernekleri tarafından I. Dünya Savaşı’ndan sonra yayımlanan toplu hatıratlar, b) Ermeni gönüllü birliklerinde savaşan Ermeni askerlerin hatıratları. 2) Süreli Yayınlar, 3) Yayımlanmış Belgeler, 4) İnceleme Eserler. Makalenin 1059-1074. Sahifelerinde ise Ermeni Lejyonu hakkında bilgilere yer vermektedir.

34 Maxime Gauin, “Bir Yol Ayrımının Sebepleri: Mondros Mütarekesi’nden İtibaren Lozan Antlaşması’na Kadar Fransa Cumhuriyeti İle Ermeni Komiteleri Arasındaki İlişkiler”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 49, Ankara 2014, s. 165.

534 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

4. Hikmet Özdemir, Ermeni Asıllı Rus General Korganoff'a Göre Kafkasya Cephesinde Osmanlı Ordusuna Karşı Ermeni Faaliyetleri, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 2010. 242s. Eserin tamamında Ermeni Lejyonları anlatılmaktadır.

Korganoff'un anlatımına göre; Rus Genelkurmayı, Osmanlı ordusuna karşı Ermeni Lejyonları projesini ilk anda "şüpheyle" karşılamış ise de daha sonra yararlı bulmuş ve proje onaylanmıştır: "Bir taraftan, düşmana karşı büyük bir nefret besleyen ve savaşın gerçekleştiği sahneyi iyi tanıyan, benzer dil ve lehçeleri konuşan ve yerel halkla bağlantıları olan unsurları savaşta kullanmanın avantajı var iken; öte yanda millî birimler kurmanın ayrılıkçı duyguların gelişmesine yol açabilme ihtimali göz önünde tutuluyordu."

General Korganoff'un yazdığına göre; savaşın hemen başında oluşturulan 4 lejyonda 2,500 aktif ve 600 yedek savaşçı olmak üzere 3,100 gönüllü silahaltına alınmıştır35.

5. Sedat Laçiner, Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Ankara 2008. Adlı eserin 97-104’üncü sayfaları arasında Fransız-Ermeni Lejyonu’na yer vermektedir. Sedat Laçiner eserini genel olarak yabancı eserlerden derlemiş olmakla beraber 1925-1926 Ghutah’ta Arapların Fransızlara başkaldırmasına dair verdiği bilgiler, Ermenilerin sadece Kilikya’da

35 Hikmet Özdemir, Ermeni Asıllı Rus General Korganoff'a Göre Kafkasya Cephesinde Osmanlı Ordusuna Karşı Ermeni Faaliyetleri, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 2010, s. 15-16.

535

Türkleri değil, aynı zamanda Suriye’de de Arap Müslümanları katletmek gibi bir emelin peşine düştüklerine dair vahşet dolu olayları ortaya koymaktadır. Ermenilerin sadece bir günde öldürdüğü Arap sayısının 1000’lerle ifade edildiğini, bu vahşet karşısında Fransız subayların Ermeni lejyon askerlerini cezalandırmak zorunda kaldıklarını ifade etmektedir36.

6. M. Serdar Palabıyık, “Fransız Arşiv Belgeleri Işığında Doğu Lejyonu’nun Kuruluşu ve Faaliyetleri (Kasım 1918 – 1921)”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 25, Ağustos 2007, s. 99-119. Daha ziyade Fransız Arşivlerini kullanan Serdar Palabıyık, Ermeni Lejyon askerlerinin İskenderun’da başlattıkları itaatsizlik ve Cezayir askerlerine yönelik saldırılarının sabır boyutlarını aştığını, Fransız komutanların dahi tepkisine sebep olan bu olaylar Bogos Nubar Paşa tarafından Osmanlı Devleti suçlanarak örtülmeye çalışıldığına dikkat çekmektedir37.

7. Ulvi Keser, “Ermeni Doğu Lejyonu’ndan Kanlı Noel Sürecine Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış 1915-1963”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 60, Ankara 2014, s. 1-51. Sayın Keser, Osmanlı idaresinden İngiliz idaresine, oradan 2014 Türkiyesi’ne uzanan uzun soluklu bir Türk Ermeni ilişkileri seyrini ortaya koyduğu

36 Sedat Laçiner, Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Ankara 2008, s. 98-100. 37 M. Serdar Palabıyık, “Fransız Arşiv Belgeleri Işığında Doğu Lejyonu’nun Kuruluşu ve Faaliyetleri (Kasım 1918 – 1921)”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 25, Ağustos 2007, s. 105-107.

536 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

bu makalede yer yer iki toplum arasında gelişen dostluk, kardeşlik ve zaman zaman da düşmanlığa dayalı alıntılara yer verir.

8. Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış (1915-1963)”, Tesam Akademi Dergisi, Ocak 2015, Sayı: 2 (1), s. 51- 88. Sayın Keser, bu makalesinde ise Ermenilerin insanı insanlıktan tiksindirici davranışlarını yine aynı dinin mensupları olan Rumlardan derlediği ifadelerle vermektedir. Bu ifadeler hem İngiliz hem de Fransız devlet adamları tarafından da onaylanmış olduğuna dair alıntılar makalenin her tarafına serpiştirilmiştir38.

9. Ulvi Keser&Muharrem Özdemir, “Kıbrısta Azınlıklar: Ermeniler, Marunîler Ve Gurbetler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XVII/35 (2017-Güz/Autumn), ss. 317-344. Bu makalede Sayın Keser 321-322. Sahifelerde ise Ermeni Lejyonu hakkında bilgiler sunmaktadır.

b. 2007 Yılı Sonrasında Üretilen Yabancı Kaynaklar:

1. Gasparyan R.H., “The Armenian Legion (1916-1920)”, FUNDAMENTAL ARMENOLOGY, (Translated from Armenian by M. Yandian), No: 2 (4), 2016, s. 1-12.

Gasparyan Birinci Dünya Savaşını benzeri görülmemiş küresel bir çatışma olarak görür. Bu savaşın on yıllarca sürecek etkilerinin sadece büyük felaketler ve trajik sonuçlar doğurmadığını, aynı zamanda

38 Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış (1915-1963)”, Tesam Akademi Dergisi, Ocak 2015, Sayı: 2 (1), s. 61 vd.

537

Ermeni Sözde Soykırımı gibi 20. Yüzyılın ilk toplu imhasının da gerçekleştirildiği bir savaş olduğunu söyler. Bu suçun gerçekte Avrupa toplumunun Osmanlı Devleti’ne yapmış olduğu dayatmaların bir sonucu olduğunu, Osmanlı hükümetini elinde bulunduran Jön Türk taifesinin Turan oyunu esnasında Ermenilerin aktif olan unsurlarının varlıklarını, ekonomik güçlerini ve ilerlemelerini ve yıllar içerisinde edindikleri bütün birikimlere el koymak amacıyla işlenen bir suç olduğunu ileri sürer. Ermeni meselesini bütün engelleri ortadan kaldırmak için bütün bir milleti yok etmek suretiyle çözmeye çalışan Osmanlı makamlarının Birinci Dünya Savaşı’nı kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıklarını iddia eder39.

Ne hazindir ki aynı Gasparyan “katil” Ermeni Lejyonu hakkında verdiği bilgilerde “Görkemli zaferlerle ünlü, olağanüstü ve ustalıkla yürütülen askeri harekâtlar ve ne yazıkki trajik olaylar arasında doğmuş olan Doğu Lejyonu (Ermeni Gönüllü Hareketi)nin tarihteki yerine işaret ederken övgüler yağdırmaktadır. Lejyondaki askerlerin büyük çoğunluğunun Ermeni olduğunu, 16 Mayıs 1916’da İngiltere ve Fransa temsilcilerinin Londra’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile Osmanlı topraklarını paylaştıklarını, İngiltere’nin petrol zengini bölgeleri kontrolüne alırken, Fransa’nın ise Kilikya ve Güney Ermenistan’ı denetimine alacağına işaret eder. Ancak müttefikler için Suriye- Filistin cephesinde acil bir mücadele gücüne ihtiyaç vardı ve bu nedenle Ermeni ve yabancı gönüllüler toplanmaya ve bunlardan yeni

39 Gasparyan R.H., “The Armenian Legion (1916-1920)”, FUNDAMENTAL ARMENOLOGY, No: 2 (4) 2016, s.1.

538 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

bir güç oluşturmaya koyuldular, işte bu güce sonradan Ermeni Lejyonu denildi demektedir.

2. Andrekos Varnava, “Imperialism first, the war second: the British, an Armenian legion, and deliberations on where to attack the Ottoman empire, November 1914–April 1915”, Historical Research, Vol: 87, No. 237, (August 2014), pp. 533-555.

28 Nisan 1915’te Ermeni seçkinlerinin önerisiyle kurulan Ermeni Lejyonu’nun oluşturulması hususunda Harold Eustace Satow’un “Kilikya’da yükselen bir Ermeni askeri varlığının ne işe yarayacağını bilemediğini, ancak çok sayıda masum Ermeni’nin katliamına yol açacağı konusunda çok az kuşku duyduğuna” işaret etmektedir. Varnava, Raymond Kevorkian’ın iddialarının aksine İttihat ve Terakkki hükümeti tarafından İstanbul’daki Ermeni seçkinlerinden 250 kadarının tutuklanarak sınır dışı edildiklerini söyleyerek, öldürüldükleri fikrine katılmadığını göstermektedir. Bu aşamanın sözde soykırımın ikinci aşamasının başlatıldığını ifade eder. Varnava, Lejyon fikrinin erken dönemde reddedilmesinin İttihat ve Terakki’nin bu hareketi sonrasında hiçbir fark yaratmadığını, Osmanlıların Kasım 1914’te kurguladığı sözde soykırıma karşı İngilizlerin herhangi bir tedbir almamalarına rağmen, neden Kilikya’nın işgali sırasında bir Ermeni Lejyonu’na ihtiyaç duyduklarını sorgulamaktadır.

Varnava, bu makalenin Lejyon önerisinin ardındaki Ermeni amaçlarını, İngilizlerin ilk önerildiği zaman Lejyon kurulmasını neden reddettik- lerini ve Ermen (sözde) soykırımı ve Müttefiklerin Osmanlı

539

imparatorluğuna yapılan saldırıda ortaya çıkan sonuçları tarihçilerin görüşlerine yer vererek sorgulamaya çalışmaktadır40.

3. Erich Feigl, Armenian Mythomaina, Langenschaidts Wörterbuch, 2007, 168 pp.

Ermeni Mitolojisi adlı kitabında Ermeni terörü ve Ermeni’lerin Anadolu’daki varlığını ortaya koymaya çalışan Erich Feigl, Osmanlı ve Osmanlı öncesi Anadolu’daki Ermeni kalıntılarına uzanan bir geçmişi Türk araştırmacıların bulgularına dayanarak verdikten sonra 1915 ve sonrasındaki Ermeni terörüne dikkat çekmekte ve özellikle Hocalı Katliamı üzerinde durarak, iç içe yaşayan bu iki milletin nasıl böyle bir düşmanlıkla karşı karşıya geldiğini irdelemeye çalışıyor. Kendi deyimiyle Ermeni terörünü anlatırken şu notları düşmektedir:

“Tarih hem zehir hem de panzehirdir. Tarihçiler genellikle günümüz- deki terörist tartışmalara çok az katkıda bulunur veya hiçbir şey yapmazlar. Orta Doğu tarihçileri, Ermeni terörizmi üzerine yorum yapmaktan özellikle kaçınılmış, daha uzak ve geri çekilme olasılığı daha fazla olan konuları tercih etmişlerdir. Ancak, Ermeni şiddetini göz önünde bulundurarak, tarih göz ardı edilemez, çünkü tarih hem Ermeni terörizminin sebebi hem de tek tedavisidir. Ermeni terörü yanlış bir tarih görüşüne dayanıyor. Sadece bu görüşü düzelterek Ermeni terörizmi yenilecektir. Bu nedenle, terörle mücadelede genellikle kullanılmayan bir yöntem önermek istiyorum: tarih çalışmaları. Her

40 Andrekos Varnava, “Imperialism first, the war second: the British, an Armenian legion, and deliberations on where to attack the Ottoman empire, November 1914– April 1915”, Historical Research, Vol: 87, No. 237, (August 2014), pp. 533-534.

540 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

teröristin bir yükselişe ihtiyacı var - bir felsefe ve öldürüp öldüğü bir sebep. Tarih genellikle bu işte bir rol oynar, çünkü hem teröristler çoğu zaman halkının iyi olduğu pastoral bir geçmişe bakarlar, hem de teröristler neredeyse her zaman gerçek veya hayal edilen tarihsel yaralanmaları ve intikamı hatırlarlar. Ancak teröristlerin temel arzusu, halkını her zaman yabancı kölelikten kurtarmaktır. Viet Kong ile olan durum buydu, bugün ise I.R.A. ile aynıydı. Bugünün Ermeni teröristleri bu tarihte benzersizdir ya da en azından onların versiyonları tek gerçek haklılıklarıdır. Son günlerde I.R.A. "küçük" önemde görünüyor. Sardunya, Kosova ya da İspanya’nın ETA separatistlerle olan sorunu “özgürlük savaşçıları” için de aynı. Ayrıca Orta Doğu’daki en acımasız olaylar, Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik suçlu saldırılarını bir şekilde unutturdu. Ancak Batı Azerbaycan’lı mülteciler asla unutmayacak. Ve Türkler, Ermeni acımasız suçlamalarını asla unutmayacak. Ermeni teröristleri için "kurtarılacak" hiç kimse yok. Ermeni teröristlerinin tek bir nedeni var: intikam-diğer tarafın (Türklerin) yaptıkları hatalar olarak gördükleri intikam.”41

Erich Feigl, Ermeni terörizmine karşı en iyi silahın tarih çalışması olduğunu belirterek yazmaya başladığını belirtmekte ve şu saptamada bulunmaktadır “Belki de şunu söylemek daha doğru olacaktır: En iyi silah gerçektir. O zaman belki doğruları yapabiliriz. İstanbullu Snork Kalutsian'ın geç Gregoryen patriğinin sözleri gerçek olabilir: "Her ülkede gerçekleşen tüm bu mutsuz olaylar sona ermiş olabilir. Tanrı'nın Huzuru tüm iyi niyetli insanlarla birlikte olabilir."

41 Erich Feigl, Armenian Mythomaina, Langenschaidts Wörterbuch, 2007, pp.166.

541

4. Maxime Gauin, “The Armenıan Forced Relocatıon: Puttıng An End To Mısleadıng Sımplıfıcatıons (Ermeni Zorunlu Göçü: Aldatıcı Basıtleştırmelere Son Vermek)”, Review of Armenian Studies, No. 31, 2015, pp. 93-131.

Maxime Gauin, bu makalesinde Türk-Ermeni ihtilafının üç konusunu incelemektedir. Ermeniler ve Ermeni yanlılarının iddia ettiğinin aksine, özellikle İstanbul, Batı ve Orta Anadolu ve ayrıca Arap vilayetlerinde, sayıları yaklaşık olarak 500.000’i bulan çok sayıda Ermeni sevk ve iskândan muaf tutulmuşlardır. Ayrıca, Osmanlı hükümetinin Ermeni sürgünlere yönelik politikası, çok sayıda vakada bu politika başarısız olmuş olsa dahi, koruyucu bir politikadır. İstanbul’dan gelen emirler çok açıktır. Özellikle, Osmanlı hükümetinin yiyecek sağlamadığı ve yabancı yardımlarını engellediği gibi suçlamalar kesinlikle asılsızdır. Bu tür suçlamalar tahrif edilmiş kanıtlara dayandırılmaktadır ve Osmanlı olduğu kadar Amerikan ve Alman kaynaklarının da göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir. Eğer 1915-1916 sevk ve iskânı, Osmanlı Ermenilerinin 1914-1922 yılları arasında yaşadığı kayıpların asıl sebebi olarak sunuluyorsa bu gerçeğe aykırıdır. Aslında, Rusların gerçekleştirdiği sevk ve mülteci akını olduğu kadar Ermeni radikal gruplarının Fransızların çekilmesi sırasında Kilikya Ermenilerinin göç ettirilmesindeki sorumluluğu ve Rumların 1922’deki yakma politikası ile Batı Anadolu’daki Hristiyanların zorla göç ettirilmesi de göz önüne alınmalıdır.

542 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

5. Garabet K. Moumdjian, “Cılıcıa Under French Admınıstratıon: Armenıan Aspıratıons, Turkısh Resıstance, And French Stratagems”, Research Gate, July 2008,pp.1-36.

Garabet K. Moumdjian bu makalede Ermeni Lejyonu’nun 1916'da Boghos Nubar Paşa, Yakın Doğu'da Fransız ordusuyla birlikte savaşacak bir Ermeni gönüllü lejyonu kurulmasını önermesiyle kurulduğunu ifade etmektedir. Nubar Paşa’nın Fransız ve İngiliz temsilcilerle birkaç ay süren müzakerelerin: “Kilikya'yı Türk idaresinden kurtarmak için yalnızca Levant'ta konuşlandırılacak” bir gücün yaratılmasına izin veren bir anlaşmayla sonuçlandığını belirtir. Müttefik zaferinden sonra özerk bir Ermeni devleti oluşturulacak olan Kilikya'da Fransız ordusunun konuşlandırılabilmesi için Mısır'a askeri bir misyon gönderildiğini ve 26 Kasım 1916'da Lejyon’un ilk Taburunu düzenlendiğini belirtir. Bu taburda Musa Dağından getirilen birkaç bin Ermeni mülteciden oluşturulduğunu ifade eder. Kısa süre sonra, Osmanlı ordusundan çıkan ya da Yemen ve güney Mezopotamya'daki Müttefik kuvvetler tarafından ele geçirilen diğer Hıristiyan ve hatta Müslüman askerler Lejyon'a katıldı. Fransız komutanlığı Lejyon'u Kıbrıs'a yerleştirdi ve Mısır, Avrupa ve ABD'den toplamda 5.000'i aşkın yeni Ermeni gönüllünün 1917'nin ilk başlarında Ermeni Lejyonuna katıldıklarını söyler42.

42 Garabet K. Moumdjian, “Cılıcıa Under French Admınıstratıon: Armenıan Aspıratıons, Turkısh Resıstance, And French Stratagems”, Research Gate, July 2008,pp.11.

543

6. Andrekos Varnava, “French And Brıtısh Post-War Imperıal Agendas And Forgıng An Armenıan Homeland After The Genocıde: The Formatıon Of The Légıon D’orıent In October 1916”, The Historical Journal, No: 57 (4),. 2014, pp. 997-1025.

Andrekos Varnava, İngiliz-Fransız müttefiklerinin Ekim 1916’da Osmanlı Devleti ile savaşmak için Kıbrıs’ta bir Ermeni Gönüllü Ordusu kurmak isteğine, İngilizlerin önceleri karşı çıkmasına rağmen, sonradan yapılan anlaşmalar çerçevesinde izin çıkmıştı. Varnava, İngilizlerin ve Fransızların bu anlaşmasının perde arkasında neyin olduğunun henüz bilinmediğini, gerçekte bu hususun anlaşılması halinde tarihin bu az bilinen bölümünü de aydınlatacağını ileri sürer. Varnava, makalesini hazırlarken 4 ana bölüme yer vermekte ve43;

1. Doğu Akdeniz’deki emperyalizm tutkularının karmaşık ilişkileri altında İngiliz ve Fransız devletlerinin bölgeye yönelik niyetlerini ortaya koymak, 2. Yerel seçkinlerin/Ermeni vs. müttefik kuvvetlerden taviz koparma çabaları, 3. İngilizlerin ve Fransızların sömürü sistemlerini sürdürebilmek için bölgede oynadıkları oyunlar, 4. (Sözde) Ermeni Soykırımı’nın ortaya koyduğu sorulara tarihi tartışmalar sonucunda bulunabilecek cevaplar.

43 Andrekos Varnava, “French And Brıtısh Post-War Imperıal Agendas And Forgıng An Armenıan Homeland After The Genocıde: The Formatıon Of The Légıon D’orıent In October 1916”, The Historical Journal, No: 57 (4),. 2014, pp. 997.

544 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Makalenin diğer bir yönü ise İtilaf devletlerinin Ermenileri nasıl desteklediğini ortaya koyarak, Ermenilerin İngiliz ve Fransız emperyalistlerin Doğu Akdeniz’i ele geçirme rekabetlerinde nasıl bir piyon olarak kullanıldığının ajandalarına ulaşabilmek.

7. Mustafa Serdar Palabıyık, “The Establıshment And Actıvıtıes Of The Eastern Legıon In French Archıval Documents (November 1918 – 1921)”, Review of Armenian Studies, No. 18, 2008, pp. 101- 120.

Serdar Palabıyık, bu makaleyi bir dizi makalenin altıncısı ve son makale olduğunu ifade ettikten sonra, makalenin Doğu Lejyonu ve Kuruluşuyla ilgili faaliyetler üzerinde durulduğuna işaret eder. Makalenin amacının Ermeni Lejyonu’ndaki değişimleri, Kilikya bölgesindeki faaliyetleriyle ilgili tartışmaları, Kasım 1918’de Lejyonun Kilikya bölgesini işgal ettiği zaman ve 1921’in sonuna kadarki dönemi incelediğini belirtir. Palabıyık, bu dönemde ilk olarak Fransız-Ermeni işgal kuvvetlerinin Müslümanlara karşı uyguladıkları vahşet üzerinde durmaktadır. İkinci aşamada Doğu Lejyonu’nun oluşturulmasında Kıbrıs Ermeni Lejyonu’nun oynadığı rol üzerinde durmaktadır. Bu lejyonun Ermeni ve Suriye lejyonları olarak ikiye bölünmesi ve Fransızlara karşı ilk başkaldırı ve Fransızların bu başkaldırıya gösterdiği tepkiler üzerinde durulur. Son kısımda ise Ermeni Lejyonu’ndan kurtulmak isteyen Fransızların aldıkları önlemler üzerinde durmaktadır44.

44 Mustafa Serdar Palabıyık, “The Establıshment And Actıvıtıes Of The Eastern Legıon In French Archıval Documents (November 1918 – 1921)”, Review of Armenian Studies, No. 18, 2008, pp. 101.

545

8. Maxime Gauin, “Strategic Threats And Hesitations: The Operations And Projects of Landing In Cilicia And The Ottoman Armenians (1914-1917)”, 19.-20. Yüzyıllarda Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu Kaynaşma-Kırgınlık-Ayrılık-Yeni Arayışlar, Uluslararas1 Sempozyum (5-7 Ocak 2015), Bildiriler, 2. Cilt, İstanbul 2015, s. 982-1004.

Maxime Gauin, bu makalesinde İskenderun ve Mersi’in işgali girişimleri üzerine çok az çalışma yapıldığını ve hiçbirinin Fransız kaynaklarını kullanmadığına işaret eder. Özellikle de bu tür projelere Paris’in neden tereddüt gösterdiği üzerinde derinlemesine bir analiz yapılmadığı üzerinde durur. Ancak Ermeni komiteleri tarafından önerilen Osmanlı kıyılarının bir çıkarma için elverişliliğine nazaran ilgi çekmemesinin nedenleri üzerinde durulmamıştır. Önyargılı eserler İngiliz politikasına ilişkin yanlış iddialar içerdiğine vurgu yapan Maxime Gauin, Fransızların bakış açısını da tamamen görmezden geldiklerini, oysaki Fransızların bu tür askeri operasyonların nasıl bir tehlike saçtığının bilincinde olduklarına dikkat çekilmediğini iddia eder. Fransız ve İngiliz arşivlerinde yapılan çalışmaların yanısıra yayınlanan diplomatik belgeler ve basılı kaynaklar bu tehditin varlığını ortaya koyduğunu ifade eder. Her iki devlet tarafından ortaya konulan projelerin Kasım 1914’ten 1917’ye kadar nasıl ulaştırıldığın ve 1914- 1915 yıllarında gemilerden küçük çaplı da olsa çıkarmalar yapıldığını anlamak için bu arşivlerin incelenmesi gerektiğine işaret eder. Hatta Bogos Nubar Paşa gibi milliyetçi Ermenilerin girişmiş olduğu ve 1914’ün hemen öncesindeki saldırıların birçok sebepten dolayı başarıya

546 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ulaşmadığını, Kilikya ve Zeytun’daki Ermeni isyanının gerçeklerle ilgisinin olmadığını, başlangıçta politik sebeplere dayanan bu isyanların Nisan 1915’e kadar Fransızlardan destek görmediğini, hatta Fransızların Osmanlı topraklarının paylaşılmasına karşı çıktığını ifade eder. Osmanlı topraklarının paylaşım fikrinin Ruslara dayandığını, onların baskılarıyla Fransa’nın da zamanla bu fikre ısındığını, Çanakkale, Balkanlar ve Ortadoğu’daki operasyonlara verilen katkıların bu fikre ısınmalarına sebep olduğunu söyler. Fransızların bütün bunlara rağmen mevcut askeri yeteneklerden yoksun oluşları ve Osmanlı demiryollarına yapılan saldırılar sonrasında Osmanlı tahkimatlarının kuvvetlendirilmesi gibi nedenler ve Kilikya topraklarının Fransızlara önerilmesi, Fransa’nın başarısızlıklarının temel sebepleri arasında gösterilmektedir45.

9. Şerife Eroğlu Memiş, “Syrıan Armenıans Durıng The Last Decades Of The Nıneteenth And The Fırst Quarter Of The Twentıeth Centurıes”, (Middle East Technical Uiversity, Degree of Master, Department of Middle East Studies), Ankara 2007.

Şerife Eroğlu Memiş tarafından 2007 yılında yapılan bu Yüksek Lisans çalışması Ermenilerin 19. Yüzyılın son on yılında ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Suriye’nin neresinde ne oranda olduklarını ortaya koymanın yanısıra, 1915 zorunlu göçü sırasında hangi ülkelere dağıldıklarını göstermesi açısından büyük önem arzeder. Özellikle 1919-1924 yılları

45 Maxime Gauin, “Strategic Threats And Hesitations: The Operations And Projects of Landing In Cilicia And The Ottoman Armenians (1914-1917)”, 19.-20. Yüzyıllarda Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu Kaynaşma-Kırgınlık-Ayrılık-Yeni Arayışlar, Uluslararas1 Sempozyum (5-7 Ocak 2015), Bildiriler, 2. Cilt, İstanbul 2015, s. 982.

547

arasında Ermeni kaynakları tarafından öldürüldükleri iddia edilen 700 bin Ermeninin İran, Irak, Rusya, Amerika, Kıbrıs, Mısır ve diğer batı ülkelerine dağılmış olduğunu göstermesi açısından incelenmeye değer. Tez ayrıca Ermeni Lejyonu ve Kıbrıs Ermeni Lejyonu hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Bu bilgileri Stanford J. Shaw’ın “The Armenian Legion and Its Destruction of the Armenian Community of Cilicia” in From Empire to Republic: The Turkish War of National Liberation, 1918-1923, 5 vols., (Ankara: TTK, 2000), pp. 155-190.”

SONUÇ

Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tuttuğu 19. Yüzyılın son 10 yılında tebaasından özellikle Rumlar, Araplar ve Ermeniler kendi devletlerini kurmak amacıyla büyük isyanlara giriştikleri görülmektedir. Bu bildirinin konusunu Ermeniler teşkil ettiğinden burada sadece Ermenilerin durumuna değinilmeye çalışılmıştır.

İngiltere ve Fransa’nın teşvik ve önerileri, Ermeni komiteci Bogos Nubar Paşa’nın organize etmesiyle başlayan Ermeni Lejyonu projesi kapsamında Musa Dağı’ndan göçen Ermeniler, Sevk ve İskân Yasası ile Suriye ve Irakta bulunan Ermeniler bir araya getirilerek, Suriyeli, Cezayirli ve Hintli Müslümanlar ile pekiştirilen Doğu Lejyonu, Ermenilerin Kıbrıs’ta yetiştirilmiş olan Kıbrıs Ermeni Lejyonu ile 5000 kişilik bir ordu kurularak Adana ve Mersin bölgesinin işgaline girişilmiştir. Bu ordu öncelikli olarak Adana, Mersin, Antep ve Urfa bölgelerinde birçok Müslümanın kanına girdiği yetmezmiş gibi, kendi içinde gösterdiği tutarsızlıklar ve Fransızların aşını temayülü sebebiyle

548 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ortaya çıkan güven sebebiyle yine Fransızlara başkaldırması sonrasında ortadan kaldırılmış olduğu görülmektedir.

Bu çerçevede söz konusu lejyonun hayat hikâyesini değil, Ülvi Keser ile Halil Aytekin’in bıraktıkları yerden itibaren yapılmış olan yerli ve yabancı eserler üzerinden meseleye ışık tutmaya çalıştık.

549

KAYNAKÇA

BOA, HR.SYS, 2569/1-2, 21 Ekim 1918.

BOA, HR.SYS, 2569/1-3, 23 Ekim 1918.

BOA, HR.SYS, 2569/1-5, 5 Kasım 1918.

Aytekin, Halil, Kıbrıs’ta Mornarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, TTK Yay., Ankara 2000.

Bakar, Bülent, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2009.

Bryce, James & Toynbee, Arnold, Osmanlı İmparatorluğu nda Ermenilere Yapılan Muamele, 1915-1916, (Vikont Bryce’ın Fallodon Vikontu Grey’e Sunduğu Belgeler), Yayına Hazırlayan: Ara Sarafian, Londra 2009.

Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Ankara 2009.

Cohen, Robin, Ghobal Diasporas, New York 2008.

Cuinet, Vital, La Turquie D’Asie, Paris 1891.

Çiçek, Kemal, Ermenilerin Zorunlu Göçü (1915-1917), TTK Yay., Ankara 2005.

Çoruh, Haydar, Osmanlı’da Değişim Rüzgârları (Azınlıkların Yükselişi), Mustafa Kemal Üniversitesi Yay., Hatay 2013.

Feigl, Erich, Armenian Mythomaina, Langenschaidts Wörterbuch, 2007.

550 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Gasparyan, R.H., “The Armenian Legion (1916-1920)”, FUNDAMENTAL ARMENOLOGY, No: 2 (4) 2016.

Gauin, Maxime, “Bir Yol Ayrımının Sebepleri: Mondros Mütarekesi’nden İtibaren Lozan Antlaşması’na Kadar Fransa Cumhuriyeti İle Ermeni Komiteleri Arasındaki İlişkiler”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 49, Ankara 2014.

Gauin, Maxime, “Strategic Threats And Hesitations: The Operations And Projects of Landing In Cilicia And The Ottoman Armenians (1914-1917)”, 19.-20. Yüzyıllarda Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu Kaynaşma-Kırgınlık-Ayrılık-Yeni Arayışlar, Uluslararas1 Sempozyum (5-7 Ocak 2015), Bildiriler, 2. Cilt, İstanbul 2015.

Hatipoğlu, Süleyman, Çukurova’da Ermeni Mezalimi, Antakya 2006.

Hikmet Özdemir, Ermeni Asıllı Rus General Korganoff'a Göre Kafkasya Cephesinde Osmanlı Ordusuna Karşı Ermeni Faaliyetleri, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 2010.

Keser, Ulvi, “Ermeni Doğu Lejyonu’ndan Kanlı Noel Sürecine Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış 1915-1963”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 60, Ankara 2014, s. 14, 20.

Keser, Ulvi, “Kıbrıs’ta Azınlıklar: Ermeniler, Marûniler ve Gurbetler”, ÇTTAD, XVII/35, (2017/Güz), s. 320-321.

Keser, Ulvi, Kıbrıs-Anadolu Ekseninde Ermeni Doğu Lejyonu, Ankara 2007.

551

Kevorkian, Raymond, The Armenian Genocide: A Complete History, New York 2011.

Kocabaş, Süleyman, Tarihte Türkler ve Fransızlar, İstanbul 1990.

Laçiner, Sedat, Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Ankara 2008.

Memiş, Şerife Eroğlu, “Syrıan Armenıans Durıng The Last Decades Of The Nıneteenth And The Fırst Quarter Of The Twentıeth Centurıes”, (Middle East Technical Uiversity, Degree of Master, Department of Middle East Studies), Ankara 2007,

Moumdjian, Garabet K., “Cılıcıa Under French Admınıstratıon: Armenıan Aspıratıons, Turkısh Resıstance, And French Stratagems”, Research Gate, July 2008.

Özdemir, Hikmet, Arnold Toynbee’nin Ermeni Sorununa Bakışı, Türkiye Bilimler Akademisi Forumu, Ankara 2005.

Palabıyık, M. Serdar, “Fransız Arşiv Belgeleri Işığında Doğu Lejyonu’nun Kuruluşu ve Faaliyetleri (Kasım 1918 – 1921)”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 25, Ağustos 2007.

Palabıyık, Mustafa Serdar, “The Establishment And Activities Of The Eastern Legıon In French Archival Documents (November 1918 – 1921)”, Review of Armenian Studies, No. 18, 2008.

Sahakyan, Vahe, Between Host-Countries and Homeland: İnstitutions, Politics and Identities in the Post-Genocide Armenian Diaspor (1920s to 1980s), Michigan 2015.

552 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Ulvi, Keser, , “Kıbrıs’ta Ermeni Toplumuna Kesitsel Bir Bakış (1915- 1963)”, Tesam Akademi Dergisi, Ocak 2015, Sayı: 2 (1).

Varnava, Andrekos, “French And Brıtısh Post-War Imperıal Agendas And Forgıng An Armenıan Homeland After The Genocıde: The Formatıon Of The Légıon D’orıent In October 1916”, The Historical Journal, No: 57 (4),. 2014.

Varnava, Andrekos, “Imperialism first, the war second: the British, an Armenian legion, and deliberations on where to attack the Ottoman empire, November 1914–April 1915”, Historical Research, Vol: 87, No. 237, (August 2014).

553

554 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON ALTINCI BÖLÜM

SURİYE DIŞ TİCARETİNDE TARIM ÜRÜNLERİ VE SURİYE’NİN YENİDEN İNŞASINDA TARIM SEKTÖRÜNÜN ÖNEMİ

Güven ŞAHİN*

555

556 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Akdeniz Havzası’nın doğusunda, medeniyetin temellerinin ilk olarak atıldığı Münbit Hilal’in de bir parçası olan Suriye, görece sınırlı petrol kaynakları, sadece Türkiye sınırı ve Akdeniz kıyıları boyunca yoğunlaşan tarım ve ormancılık faaliyetleri ile hafif ve orta sanayinin ağırlıklı olduğu bir ülkedir. Ülke, son yüzyılının tamamına yakınını siyasi çalkantılar, iç ve dış karışıklıklarla geçirmiştir. Suriye, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından kurulan / kurulması vaat edilen devletlerden biri olmakla birlikte 1920’den 1946’ya kadar Fransız sömürgesinde kalmıştır. Sonrasında ise Mısır ile birlikte Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuşsa da kısa ömürlü olmuş ve ülke 1961 yılında bugünkü idari yapısına kavuşmuştur. Ülke, kuzeyde Türkiye, doğuda Irak, güneyden batıya doğru da Ürdün, İsrail ve Lübnan’la çevrilidir (Şekil 1). İsrail ile arasında ise günümüzde hala çözüme kavuşturulamamış olan Golan Tepeleri sorunu yanı sıra tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alan “Arap Baharı” hareketlerinin 2011’de burayı da etkisi altına almasıyla ülkede iktisadi ve siyasi kaos ortamı egemen olmuştur.

Suriye’de 2011’de başlayan ve kısa sürede ülke geneline yayılan halk hareketleri, buna paralel olarak sadece ülkede değil tüm komşu ülkeleri de etkileyen terör olayları ile ülkede hem insani hem de iktisadi manada büyük problemler ortaya çıkmıştır. Günümüzde resmi olmamakla beraber 6 – 71 milyon Suriye vatandaşının mülteci konumuna düşmesi

*Dr., [email protected] .1

557

ve bundan daha da fazla bir nüfus kitlesinin yaşadığı yeri terk etmek durumunda kalması, ülkenin demografik yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir. Tüm bu süreçte ise tarım ülke ekonomisi için en önemli iktisadi ve de hayati konuyu oluşturmaktadır. İnsanların temel besin ihtiyaçlarının karşılanması, tarımdan geçimini sağlayan halkın alım gücünün belli bir aralıkta korunabilmesi ancak tarım sektörünün korunup geliştirilebilmesiyle mümkündür. 2018 itibariyle ülkenin tahmini 16.906.283 nüfusu söz konusu olup toplam istihdam edilen nüfus içerisinde % 14.6’sı, çalışan kadınların da % 13.4’ü tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Ülkede 2011 sonrası süreçte tarımın GSYİH payı ortalama % 20 civarında seyretmiş, son yıllarda ise % 25’e kadar yaklaşmıştır2.

Şekil 1. Suriye’nin Lokasyonu ve Günümüzdeki İdari Yapılanma

2 Güven. Şahin, “Yaşanan Son Gelişmeler Doğrultusunda Suriye’nin Tarımsal Yapısı”, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, Ankara 2019, s. 286.

558 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Ülke iktisadındaki gelişmeler ile ihracat malları arasında ham veya işlenmiş tarım ürünlerinin payı ise daha da artırmıştır. Suriye’de her ne kadar çok ciddi anlamda kayıplar yaşansa da hala aralıksız devam eden üretim faaliyetinin başında tarımsal üretim yer almaktadır. Kalıcı barışın tesis edilip, ülkenin yeniden kalkındırılması noktasında da tarım, ülke için hayati sektör olma özelliğini koruyacaktır. Zira Suriye için zirai üretim yanı sıra tarıma dayalı sanayi de ülke ekonomisinin en önemli kollarını oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak da uluslararası örgütler ve yerel yönetimin Suriye tarımı konusuna ayrıca önem vermeleri gerekmektedir.

Bu çalışmada kısaca Suriye’nin tarımsal yapısı üzerinde durulduktan sonra ülke ihracat ve ithalatında önemli yer işgal eden tarım ürünleri ele alınmıştır. Ayrıca söz konusu tarım ürünlerinin (İşlenmiş ve ham) ilerleyen süreçte ülke ekonomisinde oynayabileceği roller üzerinde durulmuştur. Suriye koşullarında kolaylıkla ve bol miktarda yetiştirilebilen, aynı zamanda ülkeye önemli ölçüde döviz sağlayan ürünlerin durumunun özellikle 2000’lerden itibaren geçirdiği sürecin ele alındığı bu çalışmada, sektörün geleceğine yönelik de çıkarımlarda bulunulmuştur. Özellikle de turunçgiller, antepfıstığı, tütün ve tütün mamulleri, baharatlar, pamuk, yün, zeytinyağı ve un / unlu mamullerin ihracat ve ithalatı detaylı bir şekilde ele alınarak yapılması gerekenler üzerinde durulmuştur.

559

SURİYE TARIMININ GENEL YAPISI

Ülkenin 183.600 km² olan yüzölçümü3 bulunmakta olup bunun sadece % 25’i kadarlık kesimi ekilebilir alanlardan oluşmaktadır. Suriye’de çayır ve meralar dahil tüm zirai alanlar 13.921 ha. olup sadece 4.662 ha. alan ekilebilir, 4.910 ha. alan da ormanlardan oluşmaktadır4. Ülkede yıldan yıla genişlemekte olan nadas alanları 2016’da 1.523 ha. olmuş, sulu tarım yapılan alanlar ise tahminen 1.523 ha. alan ile sınırlıdır. Suriye’de bahçe bitkileri yetiştiriciliği nispeten daha yaygın olup ülke yüzölçümünün % 5.8’ini bağ ve bahçeler oluşturmaktadır.

Şekil 2. Suriye’de 2018 İtibariyle Üretilen Başlıca Zirai Ürün Grupları

2018 Baklagiller 2,0% Pamuk Turunçgiller 1,8% 14,6% Tahıllar 22,2%

Diğer Meyveler 30,4% Sebzeler 29,1%

Kaynak: FAO, 2020.

3 Suriye’nin yüzölçümü çoğu kaynakta farklı belirtilmektedir. Golan Tepeleri ile ilgili ihtilaflı durum ve çölden geçen sınırı Irak ve Suriye’deki makamların farklı hesaplaması bunun başlıca sebebidir. Buna göre de en yaygın belirtilen alan 185.180 km² ile 183.600 km²’dir. 4 FAO, 2020.

560 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Suriye tipik Akdeniz ikliminin görüldüğü bir ülke olarak üretimi yapılan tarım ürünleri içerisinde zeytin, turunçgiller ve antepfıstığı ilk sıralarda yer almaktadır. Bununla birlikte çoğu ülkenin temel besin ihtiyacını oluşturan tahıllar Suriye zirai yapısında da geniş denebilecek bir paya sahiptir. 2018 itibariyle ülkede en fazla meyve üretimi gerçekleşmiş olup şekil 2’de belirtilen tarım ürünleri içerisinde toplamda % 45’lik bir paya sahip olup bunun da sadece % 14.6’sını turunçgiller oluşturmaktadır. Ülkedeki turunçgillerin üretiminde her ne kadar gerileme söz konusuysa da hala önemli bir payı bulunmakta ve 2018’de de 1.125.057 tonluk üretim gerçekleşmiştir5. Diğer meyveler ise toplamda 2.349.857 tonluk bir dilimi oluşturmakta olup elma, erik, armut ve antepfıstığı üretimi yapılan başlıca ürünlerdir. Meyvelerin ardından en fazla üretimi yapılan ürün grubunu sebzeler oluşturmakta, 2018’de de toplam 2.2 milyon tonluk üretimiyle % 30’a yakın bir payı bulunmaktadır. Aynı yıl tahıllar ise % 22.2’lik üretim payıyla (1.713.213 ton) 3. sırada yer alan bitkisel ürün grubunu teşkil etmektedir (Şekil 2). Ülkede baklagillerin üretimdeki payı çok sınırlı olup (153.105 ton), geçmişe kıyasla pamuk üretimi de çok ciddi ölçüde gerilemiştir.

Hayvancılık ile ilgili duruma baktığımızda geçmişten beri Suriye’de küçükbaş hayvancılık özellikle de İvesı ırkı koyun yetiştiriciliği yaygın bir şekilde sürdürülmektedir. Ülkedeki bütün çatışma süresince dahi söz konusu faaliyette kayda değer bir düşüş yaşanmamıştır. Nitekim çiftlik hayvanları içerisinde koyun yetiştiriciliği açık ara farkla hala en

5 FAO, 2020.

561

ön sıradadır. 2018’e gelindiğinde ülkedeki koyun varlığı 17.716.882 baş olmuş ve son 8 yılda bu anlamda kayda değer bir değişim yaşanmamıştır. Koyundan sonra en fazla yetiştiriciliği yapılan diğer bir hayvan türü ise keçidir. 2018 itibariyle 2.2 milyon baş olan keçi varlığında da koyun varlığında olduğu gibi önemli bir değişim olmamış ve son 9 yıldır 2 milyon başın altına inmemiştir. Büyükbaş hayvancılık geçmişten beri Suriye hayvancılığında önemli bir yer edinememiştir. Modern mandıralar, verim artırıcı iyi vasıflı yem bitkileri üretimi ve yem sanayi ülkede yok denecek kadar az olan sektörlerdir. Bu da büyükbaş hayvan yetiştiriciliği ve buna bağlı ürünlerin (Süt ve süt ürünleri) üretimini kısıtlayan başlıca faktörler olmuştur. Ülkede 2005’ten beri 1 milyon başın altına düşmeyen büyükbaş hayvan sayısı 2018’de de 1.090.000 baş kadardır (Tablo 1). Arıcılığa baktığımızda ise hayvancılık faaliyetleri içerisinde gerilemenin en fazla yaşandığı kollardan birisi olmuştur. Son yıllarda ülkede tahmini verilere göre 500 bin civarında kovan bulunmakta olup bunların kaçının arılı kovan olduğu bilinmemektedir. Yük hayvanları içerisinde geçmişten beri ülkede önemli bir paya sahip olan deve varlığı bakımından ise kayda değer gelişmeler söz konusudur. 1990’lardan beri artış eğiliminde olan deve varlığı, ülkede yaşanan çatışmalardan da etkilenmemiş olup artışını sürdürmektedir. 2018 itibariyle Suriye’deki deve varlığı 2005’e kıyasla % 140’lık artışla 56.140 başa ulaşmıştır. Ülke hayvancılığında en zayıf kolları kanatlı hayvan varlığı ile balıkçılık oluşturmaktadır. Kanatlı hayvan varlığı iyimser tahminlerle 18.2 milyon baş civarındadır. Ülke, söz konusu hayvan mevcudu noktasında önemli ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Son olarak deve varlığının aksine

562 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ülkedeki at varlığı yıldan yıla azalma göstermekte olup 2018’de 13.411 baş at kayıtlara geçmiştir (Tablo 1).

Tablo 1. Suriye’de 2018 Yılı İtibariyle Hayvan ve Hayvansal Ürün Miktarları Hayvan Cinsi Miktar (Baş) Hayvansal Ürünler Miktar (Ton) Koyun 17.716.882 Süt 2.229.166 Keçi 2.286.000 Et 342.705 Sığır 1.090.000 Sakatat 51.740 Kovan 500.000 Deri 29.285 Deve 56.140 Hayvansal Yağ 24.702 Kanatlı Hayvanlar 18.236.000 Yün 18.661 At 13.411 Bal 2.500 Kaynak: FAO, 2020.

Hayvansal ürünlerin durumuna baktığımızda koyun sütü başta olmak üzere genel olarak en fazla üretimi yapılan hayvansal ürün süttür. Ülkede 2018 itibariyle 2.2 milyon tonu aşan süt üretimi yanı sıra süt ürünleri üretiminde de iyileştirme çalışmaları sürmektedir. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) tarafından 25 Nisan 2018 tarihinde Suriye’ye yönelik tarımsal yatırım çağrısı yapılmıştır. Bu kapsamda Şam ve Gaziantep idari merkezli yürütülen “Whole of Syria / WoS” girişimiyle Suriye’de tarımsal yapılanmanın sürdürülebilir bir şekilde tesisi adına bir dizi uygulamalara başlanmıştır. Ülkenin kuzey illerinde ekseriyetle tahıl üretimi ve hayvancılık alanında, merkezi ve güney illerinde hayvancılık alanında, İdlib ve Tartus’ta ise gıda üretimi temelli çalışmalar yapılmış ve de yapılmaya devam etmektedir6. Özellikle de kırsal kesimdeki kadın işgücünün iktisadi hayata dahil

6 Güven Şahin, “Yaşanan Son Gelişmeler Doğrultusunda Suriye’nin Tarımsal Yapısı”, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, Ankara, 2019, s. 314.

563

edilmesi kapsamında yoğurt, peynir, kefir üretimi konusunda eğitim çalışmaları sürdürülmekte olup bu alanda da kayda değer gelişmeler yaşanmıştır. Suriye’deki et üretimi, özellikle de beyaz et (Kanatlı hayvanların eti başta olmak üzere her türlü su ürünü dahil) üretimi çok sınırlı olup 2018’de sadece 342.705 tonluk et üretimi gerçekleşmiştir. Aynı yıl 51.740 tonluk da sakatat üretimi yapılmıştır (Tablo 1). Ülke geleneksel zeytinyağı üreticileri arasında sayılabilecek olup diğer bitkisel kökenli yağ üretimi de belli bir aralığı yakalamış olmasına rağmen hayvansal kökenli yağ üretimi çok sınırlıdır. Küçükbaş hayvancılıktaki iyi duruma bağlı olarak ise yün üretimi azımsanma- yacak seviyede olup 2018’de 18.661 tonluk üretimi söz konusu olmuştur. Ülke arıcılığı çok belirsiz ve değişken bir yapı sergilemekte, 500 bin civarındaki kovan varlığı ve 2.500 tonluk da bal üretimi bulunmaktadır (Tablo 1).

SURİYE DIŞ TİCARETİNDE ZİRAİ ÜRÜNLER

Suriye’deki ithalat ve ihracatın tarım ve de işlenmiş tarım ürünleri özelindeki durumunu izaha geçmeden önce ülkenin dış ticaretindeki gelişimi ana hatlarıyla incelediğimizde ilk olarak ülkede yaşanan gelişmelerin doğal bir sonucu olarak hem ihracat hem de ithalatta çok dikkat çekici değişimlerin yaşandığı görülmektedir. Özellikle 2011’de patlak veren olaylarla ülkenin ihracatı çok hızlı bir şekilde düşüşe geçmiş ve bu anlamda elde ettiği kazançta önemli ölçüde yitirilmiştir. Suriye’nin şekil 3’te de görüldüğü üzere 2005 – 2011 yılları arasında ihracat geliri 6 milyar $’ın altına inmemiştir. Hatta 2008’de 14.3, 2010’da da 11.3 milyar $ gibi yüksek seviyelerde ihracat geliri elde

564 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

edilmiştir. Fakat 2010’dan itibaren sürekli azalan ihracat ile birlikte bu alandan elde edilen gelir 2014’ten itibaren 1 milyar $’ı dahi bulamamıştır. 2012’de 2.2 milyar $, 2015’te 855.5 milyon $ ve 2018’de de 723.5 milyon $’lık ihracat geliri elde edilmiştir (Şekil 3). 2019’a gelindiğinde de ilk geçici verilere göre ülkenin 367.2 milyon $’lık ihracat geliri söz konusudur.

Suriye’nin 2018’deki genel ihraç malları yapısına baktığımızda temel ürünleri tarım ya da işlenmiş tarım ürünlerinin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ülkenin 2018’deki toplam 723.515.000 milyon $’lık ihracat gelirini tek başına % 18.5’lik kesimini zeytinyağı ihracatı (133.753.000 milyon $) oluşturmuştur7. Zeytinyağını % 17.4’lük payıyla meyveler takip etmiş olup sırasıyla baharatlar ve bitkisel çaylar (% 12.5), kireç / kalsiyum fosfatlar (% 4.8), taze sebzeler (% 4.5), reçel, marmelat ve turşular (% 3.4), pamuk (% 3), sabun, doğal yüzey temizleyiciler ve cilalar (% 2.9) ile yün ve diğer hayvan kılları (% 2.4) oluşturmaktadır8. Bunlar içerisinde kireç / kalsiyum fosfatlar ile sabun, doğal yüzey temizleyiciler ve cilalar bir kenara bırakılacak olursa ihracatta yer alan ilk 9 ürün / ürün grubundan 7’sini tarım ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerinin oluşturduğu görülmektedir. Buna göre de 2018’de toplam ihracat gelirinin % 61.7 gibi önemli bir kısmı tarıma dayalı ürünlerden elde edilmiştir. Bu da ilerleyen süreçte Suriye’nin yeniden imarında söz konusu sektörün önemi ve potansiyeli konusunda önemli fikirler vermektedir. Suriye coğrafi şartlarına uygun bir şekilde

7 ITC, 2020. 8 ITC, 2020.

565

sürdürülebilir zirai kalkınmanın Ziraat Coğrafyası esaslarına göre şekillendirilmesinin ilk etapta üzerinde durulması gereken konulardan olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte savaş sonrası süreçte temel ihtiyaçların karşılanmasında da tarım ve tarıma dayalı sanayinin ilk olarak düzene sokulması çok daha önemli bir husustur.

Şekil 3. Son 15 Yılda Suriye’nin Toplam İhracat Gelirleri

İhracat (000 $) 16.000.000 14.000.000 12.000.000 10.000.000 8.000.000 6.000.000 4.000.000 2.000.000

0

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2008

2007

2006

2005 2019*

*: 2019 yılı verileri geçicidir. Kaynak: ITC, 2020.

İthalatın genel durumuna baktığımızda belirgin kırılmanın ihracattaki gibi 2010 – 2011 dönemine rastladığı görülmektedir. Şekil 4’ten de anlaşıldığı üzere 2011’de 18.2 milyar $’a kadar çıkan ithalat harcamaları sonrasında çok hızlı bir şekilde azalsa da yine de 4 milyar $’ın altına inmemiştir. İhracatla karşılaştırıldığında da ülkedeki dış ticaret açığı bu anlamda çok daha net bir şekilde görülebilmektedir. Suriye’de genel olarak 2009’daki küçük çaplı gerileme göz ardı edilirse

566 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

genel olarak ithalat ödemelerinde 2005’ten itibaren düzenli ve de hızlı bir artış yaşandığı görülmektedir (Şekil 4). Ülkede 2007’de 14.6 milyar $ olan ithalat harcamaları 2008’de 18.1 milyar $’a ulaşmış, 2011’de 18.2 milyar $ olmuş ve son yılların en büyük ithalat harcaması gerçekleşmiştir. Halbuki aynı yıl ülkede sadece 8.2 milyar $’lık ihracat geliri söz konusu olmuştur. Suriye’deki gibi savaş yaşanan hemen her ülkede ihracat ve ithalatta kayda değer değişimler yanı sıra ürün niteliğinde de önemli değişiklikler olabilmektedir. Ülkenin de yaşanan olaylar nedeniyle ithalat harcamalarında önemli düşüşler yaşanarak 2014’te 6.9 milyar $, 2017’de 6.2 milyar $, 2018’de de 6.7 milyar $ ithalat harcaması gerçekleşmiştir. 2019’a ait ilk tahminlere göre de 4.2 milyar $’lık ithalat harcaması yapılmıştır. Ülkedeki mevcut iktisadi şartlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde ise ithalat ödemelerinin, ihracatın birkaç katı olması beklenen bir durumdur. Öte yandan Suriye gibi 1990’ların sonu ve 2000’lerin başlarında hemen hemen belli bir ihracat – ithalat dengesinin yakalanabildiği bir ülkede savaş sonrası için yapılacak dış ticaret yapısına yönelik girişimler de bu durum göz önüne alınmalıdır. Örneğin; ülkede 2006’da 11.5 milyar $’lık ithalat harcamasına karşılık aynı yıl 11 milyar $’lık ihracat geliri söz konusu olmuştur9

9 ITC, 2020.

567

Şekil 4. Son 15 Yılda Suriye’nin Toplam İthalat Giderleri

İthalat (000 $) 20.000.000 18.000.000 16.000.000 14.000.000 12.000.000 10.000.000 8.000.000 6.000.000 4.000.000 2.000.000

0

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2008

2007

2006 2005 2019* *: 2019 yılı verileri geçicidir. Kaynak: ITC, 2020.

Suriye’de ithalatı yapılan başlıca ürün / ürün gruplarına baktığımızda 2018 itibariyle 6.7 milyar $’lık toplam ithalatın % 13.5’ini elektrikli aletler ve parçaları oluşturmaktadır. Bunu sırasıyla makine ve makine parçaları (452.6 milyon $), plastik ve plastik ürünler (383.5 milyon $), tütün ve tütün mamulleri (347.4 milyon $), raylı taşıtlar hariç diğer araçlar ve ekipmanları (266.7 milyon $), bitkisel ve hayvansal yağlar (207.5 milyon $), demir – çelik (184.9 milyon $), şeker ve şekerlemeler (174.5 milyon $), demir – çelik ürünleri (157.2 milyon $) ve çay, kahve, baharatlar (143.1 milyon $) oluşturmaktadır10 En fazla ithal edilen ürünlerden de anlaşıldığı üzere ülke, ağır ve hafif sanayi ürünleri ile ara mallara büyük ölçüde ihtiyaç duymaktadır.

10 ITC, 2020.

568 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Zirai Ürünler İthalatı: Geçmişten beri Suriye’de tarım ürünlerinin ithalatı önemli bir dilimi oluşturmuştur. Bunda da ülkenin coğrafi şartlarından kaynaklı kendi kendine yeter olabilmekten çok uzakta olması temel faktördür. Özellikle de zaman zaman şiddetini artıran kuraklıklar, küresel iklim değişimine bağlı olarak periyodu sıklaşan ekstrem hava olaylarının da etkisini gösterdiği yıllarda belli başlı ürün ve ürün gruplarında ithalat çok daha fazla artış göstermiştir. 2011 ve sonrasındaki süreç ise ülkenin belli başlı ürünlerde dışa olan bağımlılığını daha da artırmıştır. Sonuç olarak Suriye’nin toplam ithalatında tarım ürünlerinin payı 2015’te % 30.6’ya ulaşmış, 2019 ilk tahminlerine göre de % 27.2 civarındadır.

Suriye’deki tarım ürünleri ile tarıma dayalı sanayi mamullerinin ithalatını detaylandırdığımızda tablo 2’de de görüldüğü üzere hemen hemen çoğu kalemde belli bir istikrardan bahsetmek mümkün görülmemektedir. Ülkenin 2005’te söz konusu ürünler içerisinde ilk sırayı tahıllar (433.0 milyon $) oluşturuyorken, aynı ürün 2015’te 4. sıraya gerilemiştir. Bir diğer örnek olarak tütün ve tütün mamullerinin ithalatına 2010’da 337.2 milyon $ harcanmışken, bu değer 2015’te 82.7 milyon $’a gerilemiştir (Tablo 2). Bununla birlikte Suriye’de 2015’ten sonra belli başlı ürün / ürün gruplarının ithalatında daha fazla yoğunluk yaşandığı da dikkat çekmektedir. Un, unlu mamuller ve tahıllardan elde edilen diğer işlenmiş ürünler bu açıdan ithalatı en fazla yapılan grubu oluşturmaktadır. Hayvansal ve bitkisel yağlar, kahve, çay, tahıl (Özellikle ülkede üretilmeyen pirinç), hayvansal gıdalar ile şeker (Ham şeker) ve şekerlemeler Suriye’nin en fazla ithal ettiği tarımsal kökenli ürünlerdir (Tablo 2). Ülke ithalatında geçmişe kıyasla en fazla

569

değişimin görüldüğü ve ithalatının önemli ölçüde azaldığı ürünler ise meyveler, yağlı tohumlar ve geçmişe kıyasla azalsa da hala önemli bir payı bulunan tahıllardır. Alkollü ve alkolsüz içecekler, işlenmiş hayvansal ürünler, kakao ve kakaolu ürünler, canlı hayvan ile sakız, reçine ve diğer bitkisel hülasalarda uzun yılların ortalamalarından da hareketle belli bir ithalat aralığının korunduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 2. Seçilmiş Yıllar İtibariyle Suriye’nin Tarım ve İşlenmiş Tarım Ürünleri İthalatı (000 $) Ürün / Ürün Grubu 2005 2010 2015 2019* Un, unlu mamuller, nişasta vb. 19.016 57.180 248.412 199.214 Hayvansal ve Bitkisel Yağlar 107.368 181.282 235.818 145.261 Kahve, çay, baharat 112.330 123.834 204.460 126.650 Tahıllar 433.006 972.504 195.369 125.043 (Yumurta, bal Hayvansal gıdalar 94.371 167.642 116.929 106.641 vb.) Şeker ve şekerleme ürünleri 210.364 764.930 164.868 84.577 Her türlü taze sebze 23.623 99.128 106.755 67.914 Tütün ve tütün mamulleri 45.063 337.245 82.764 60.594 (Sucuk, İşlenmiş hayvansal ürünler 24.678 52.503 38.530 56.972 salam vb.) ve havyar Canlı hayvan 12.606 33.813 34.030 41.010 Alkollü ve alkolsüz içecekler 13.729 47.826 29.662 32.062 Meyveler 51.599 155.705 53.064 29.540 Yağlı tohumlar 124.696 367.479 74.175 24.177 Kakao ve kakao ürünleri 20.698 37.613 24.901 22.193 Sebze, meyve ve yemişlerle hazırlanmış besinler (Dondurulmuş 15.931 50.187 55.310 19.395 sebzeler, turşu, reçel vb.) Et ve sakatat - 34.512 34.875 6.391 Balık ve diğer su ürünleri 1.628 12.604 4.397 4.313 Sakız, reçine ve diğer bitkisel 822 1.483 1.563 1.670 hülasalar TOPLAM 1.311.528 3.497.470 1.705.882 1.153.617 TOPLAM İTHALAT 7.897.930 17.561.576 5.571.267 4.232.811 NOT: Sıralama 2018 yılına göre yapılmıştır. 2019 yılı verileri geçicidir. Kaynak: ITC, 2020.

570 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

İthal edilen ürünleri kendi içerisinde ve Suriye genel ekonomik yapısı içerisinde detaylandırdığımızda; insanların yaşamlarını sürdürmesinde temel ihtiyaç malzemeleri arasında ilk sırada tarım ürünleri ve bunlar içerisinde de tahıllar gelmektedir. Özellikle de Ortadoğu beslenme alışkanlığında un ve unlu mamullerin (Özellikle de ekmek, lavaş, pide, yufka ekmek gibi) tüketiminin yaygınlığı ve de yoğunluğu, söz konusu ürün grubuna olan gereksinimi çok daha artırmaktadır. Suriye’de de tahıl üretim ve ithalatı bu noktada üzerinde durulması gereken bir husustur. Ülkede 2010 öncesine kadar 4 ila 6 milyon ton arasında seyreden toplam tahıl üretimi 2010 sonrasında sürekli gerilemiş, son yıllarda ise birkaç milyon tonla sınırlı kalmıştır. 2018 itibariyle ülkede 1.713.213 ton (FAO tahminleri) tahıl üretimi gerçekleşmiş olup bunun da 1.200.000 tonluk kısmını buğday oluşturmaktadır (Şekil 5). Ülkede aynı yıl 118.000 ton mısır üretilmiş olup 141.924 ton kadar da mısır ithalatı gerçekleşmiştir. 2018’deki toplam tahıl ithalatına ise 118.2 milyon $ harcanmıştır. Suriye’nin tahıl ithalatına harcadığı dövizin 2004 – 2019 yılları arasındaki seyrine baktığımızda şekil 5’te de görüldüğü üzere çok değişken bir gelişimin yaşandığı anlaşılmaktadır. Ülkede 2004’te 1.2 milyar $’ı bulan tahıl ithalatı sonraki yıllarda önemli ölçüde azalmışsa da 2008 – 2011 arasında yine artışa geçmiştir. Sonraki süreçte istikrarsız bir gelişimin ardından 2015’ten itibaren 200 milyon $’ın altında kalmıştır. Ülkede tahıl üretimi azalıyorken aynı zamanda tahıl ithalatının da azalmasındaki asıl sebep dış ülkelerden yapılan insani yardımlar kapsamında bu ürün grubundan önemli miktarlarda yardımların gönderilmesi, kısmen de ülke nüfusundaki azalmayla (6.2 ile 7 milyon arasında) alakalıdır. Suriye’deki tahıl ithalatı yanı sıra

571

ülkenin 2018’de 231.2 milyon $’lık unlu mamul ve tahıl ürünleri (Un, nişasta vb.) ithalatına da dikkat çekilmesi gerekmektedir. Ülkenin 2018’de hem tahıl hem de bunların işlenmesiyle elde edilen ürünlere ödemiş olduğu döviz aynı yılın toplam ithalatının % 5.2’sini oluşturmaktadır. Bu açıdan ülkenin temel ihtiyaç malzemelerinden olan tahıl ve tahıl ürünleri konusunda dışa bağımlılığını azaltmak adına bu alana yönelik olarak buğday, mısır, arpa ve yulaf yetiştiriciliği ele alınıp, buna paralel olarak da değirmenlerin, söz konusu ürünleri işlemeye yönelik diğer küçük ve orta ölçekli işletmelerin iyileştirilmesi ya da yeniden tesis edilmesine yönelinmelidir. Suriye’deki beslenme alışkanlıklarına göre halkın un, bulgur, ince bulgur, irmik, makarna ve nişasta ihtiyacının en az % 75 oranında özkaynaklardan karşılanması sağlanmalıdır.

Şekil 5. 2004 – 2019 Yılları Arasında Suriye Toplam Tahıl İthalat Değeri ve 2018 Yılı Tahıl Çeşitlerine Ait Üretim ve İthalat Değerleri

Kaynak: FAO, 2020; ITC, 2020.

572 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Suriye’nin hem ithalat hem de ihracatında çay – kahve ve baharat bitkileri önemli bir yer işgal etmektedir. Bununla birlikte bu ürün grubundaki ürünlerin ticaretinde de belli bir istikrardan bahsetmek mümkün değildir. Bahis konusu gruptan ürünler, özellikle de kahve ile çok çeşitli baharatlar, genellikle lüks tüketime hitap ettiği için ülkedeki mevcut iktisadi şartlar göz önüne alındığında düzenli bir seyrin söz konusu olamaması anlaşılır kabul edilmektedir. Alım gücünün düşmesi, hem ithal hem de lüks tüketime giren ürünler olması sebebiyle ülkede bu gruptaki ürünler geniş bir pazar bulamamaktadır. Nitekim şekil 6’da da görüldüğü üzere 2011’de patlak veren olayları takiben bu ürün grubunun ithalatı sürekli gerilemiştir. Ülkede 2000’lerin başlarında 400 milyon doları aşan (Örneğin; 2004’te 432.5 milyon $) çay – kahve – baharatların ithalatı, 2005 – 2010 yılları arasında ortalama 100 – 110 milyon $ arasında kalmışsa da 2011’de 300 milyon $’a yaklaşmıştır. Sonrasında ise sürekli azalarak 2016’da 176.7 milyon $, 2018’de 143.1 milyon $ ve 2019’un ilk tahminlerine göre de 126.6 milyon $ olmuştur (Şekil 6). Ürünler özelinde incelediğimizde yine ilgili şekilde 2010 – 2018 yıllarının karşılaştırıldığı ürünler içerisinde kahve ve matenin11 her iki yılda da önemli paylara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan 2010’da 30.044 tonluk çay ithalatı, 2018’de 990 tonla sınırlı kalmıştır. Çaydaki gerilemenin aksine kahve ve mate ithalatı ise artış göstermiştir. Baharatlar içerisinde ise en fazla kakule ithal eden Suriye’de esasında 2010 ve 2018’de miktar olarak birbirine yakın

11 Mate: Uluslararası pazarlarda Paraguay Çayı veya Brezilya Çayı olarak da bilinen mate, Latin Amerika menşeli bir çay çeşididir. Mate, özellikle Suriye ve Lübnan’da çok popüler olmuş ve her yıl çok miktarda ithal edilmektedir.

573

seviyelerde ithalat yapılmışsa da ödenen dövizde birkaç katlık artış söz konusudur (Şekil 6). Karanfil ve tarçında ise miktar olarak önemli ölçüde azalan ithalata karşılık ödenen dövizde kayda değer bir gerilemenin olmayışı dikkat çekicidir. Sonuç olarak toplamda da söz konusu ürün grubu 2010’da 82.457 ton ithal edilmiş olup 2018’de bir miktar gerileyerek 60.961 ton olsa da harcanan dövizde azımsanmayacak bir artış gerçekleşmiştir. Bunda daha önce de bahsedildiği gibi söz konusu ürünlerin lüks tüketim grubunda yer alıyor olması, hem ülke pazarlarında hem de uluslararası pazarlarda yüksek fiyattan alıcı bulabilen ürünler olmasından dolayı fiyatlardaki artış temel belirleyici olmuştur.

Şekil 6. Suriye’nin Seçilmiş Yıllar İtibariyle Çay – Kahve ve Baharatların İthalat Değerleri

Kaynak: FAO, 2020; ITC, 2020.

574 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Suriye’de çoğu tarım ürününde olduğu gibi tütün üretiminde de bir gerileme yaşanmıştır. Bununla birlikte pek çok tarım ürünüyle karşılaştırıldığında tütündeki gerileme çok büyük değerlerde değildir. Bununla birlikte çoğu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tütün mamullerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinden ötürü söz konusu zirai faaliyet zaten gerileme eğiliminde olduğundan Suriye’deki bu durum da esasında olumlu bir gelişme olarak algılanabilir. Öte yandan Suriye’de çok yaygın ve bir o kadar da yoğun olan sigara ve nargile kullanımı tütüne olan talebi artırdığından ülke söz konusu ihtiyacını ithalat yoluyla karşılamak durumunda kalmaktadır. Şekil 7’de de görüldüğü üzere Suriye’de 2003 – 2019 yılları arasında zaman zaman çok yüksek döviz ödenerek tütün ve tütün mamulleri ithalatı gerçekleşmiştir. Konuyla ilgili dikkat çeken bir diğer nokta ise tütün ve tütün mamulleri ithalatındaki düzensiz seyrin ülkede yaşanan savaş ortamıyla kayda değer bir bağlantısı olmadığıdır. Nitekim 2004’te ülke, söz konusu ürün grubuna 245.7 milyon $ harcamışken, sonraki yıllarda ciddi ölçüde düşüş gerçekleşse de 2010 (337.2 milyon $), 2017 (376.8 milyon $) ve 2018 (347.4 milyon $)’de de çok yüksek döviz harcamaları gerçekleşmiştir. Ülkedeki 2018 yılında yapılan 347.4 milyon $’lık tütün ve tütün mamulleri ithalatının 337.9 milyon $’ını sigara ithalatı oluşturmaktadır (ITC, 2020). Burada belirtilmesi gereken en önemli husus Suriye’deki tütün ve tütün mamullerine olan yoğun talebin ülke yönetimi ve uluslararası örgütlerce düşürülmesine gayret edilmesi gerektiğidir. Bu gerileme hem bireysel ölçekte tüketiciler nezdindeki farkındalık çalışmalarıyla hem de tütün üreticilerini mağdur etmeden alternatif ürünlere yönlendirilmesi ile gerçekleşmelidir.

575

Örneğin Türkiye’de 2000’lerin ilk yarısında tütün yetiştiricilerine yönelik olarak Alternatif Ürün Projesi (AÜP) ortaya konmuş ve tütüne alternatif; buğday, ayçiçeği, kuru fasulye, nohut, kırmızı mercimek, pamuk, bağ, meyve ve sebze, örtüaltı üretim ile tıbbi bitki yetiştiriciliğinin desteklenmesi uygun görülmüştür12 Benzer durum Suriye koşulları için de gündeme alınarak özellikle kırmızı mercimek, nohut, arpa ve baharat bitkileri Suriyeli tütün üreticilerine alternatif olarak sunulabilir.

Şekil 7. Suriye’de 2003 – 2019 Yılları Arasında Tütün ve Tütün Mamulleri İthalat Değerleri

Değer (000 $) 400.000 350.000 300.000 250.000 200.000 150.000 100.000 50.000 0

*: 2019 yılı verileri geçicidir. Kaynak: ITC, 2020.

12 Güven Şahin ve Nuran Taşlıgil, “Türkiye’de Tütün (Nicotiana tabacum L.) Yetiştiriciliğinin Tarihsel Gelişimi ve Coğrafi Dağılımı”, Doğu Coğrafya Dergisi, Sayı: 30, Erzurum 2013, s. 92.

576 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bunlar dışında ithalatı yapılan ürünler ya Suriye’de yetiştiriciliği yapılamayan çay, kahve, kakao ve bunların işlenmesiyle elde edilen mamuller ya da ham olarak yetiştiriciliği yapılabilse bile işlenmesiyle elde edilen mamullerden oluşmaktadır. İşlenmiş hayvansal ürünler, zeytinyağı haricindeki diğer sıvı ve katı yağlar, dondurulmuş veya fermente ürünler ithalatı yapılan başlıca işlenmiş tarım ürünlerindendir. Her ne kadar Akdeniz’e kıyısı bulunuyor olsa da Suriye’de hem kıyı balıkçılığı hem de içsu balıkçılığı fazla gelişmemiş olup su ürünleri tüketimi de çok sınırlıdır. Buna bağlı olarak da ülkede bu gruptan ürünlerin ithalat ve ihracatı çok düşük seviyelerdedir.

Zirai Ürünler İhracatı: Ülkenin tarım ürünleri ihracatını incelediği- mizde esasında bu durum yıllar içerisinde hem miktar hem de ürün çeşitleri açısından çok ciddi değişim göstermiştir. Örneğin küresel ölçekte pamuk tedarikçileri arasında yer alan Suriye’de söz konusu ürün son yıllarda çok ciddi ölçüde gerilemiştir. Buna karşılık ülkenin baharat bitkileri üretim ve ihracatı yıldan yıla önemli ölçüde artış göstermiştir. Tarım ürünlerinden elde edilen gelir ise toplamda ciddi ölçüde gerileme göstermiş, bununla birlikte söz konusu ürün grubu ülke ihracatının en önemli kalemini oluşturmaya da devam etmektedir. Suriye’nin 2010’da tarım ürünleri ile işlenmiş tarım ürünleri ihracatından elde ettiği ihracat geliri toplam gelirin % 17’sini oluşturuyorken, 2015’te bu oran % 48.4’e çıkarak kabaca toplam gelirin yarısına yakınını oluşturur hale gelmiştir. Son olarak 2019’un ilk tahminlerine göre bu gruptan ürünlerle elde edilen gelir % 71’e yükselmiştir.

577

Tablo 3. Seçilmiş Yıllar İtibariyle Suriye’nin İşlenmiş ve Ham Tarım Ürünü Grupları İhracatı (000 $) Ürün / Ürün Grubu 2005 2010 2015 2019* Hayvansal ve Bitkisel Yağlar 107.902 93.096 43.644 91.499 Kahve, çay, baharat 49.143 58.438 102.679 55.893 Her türlü taze sebze 135.533 438.391 61.873 42.096 Meyveler 60.007 451.143 129.449 38.995 Sebze, meyve ve yemişlerle hazırlanmış besinler (Dondurulmuş sebzeler, turşu, 37.148 143.940 18.012 13.493 reçel vb.)

Un, unlu mamuller, nişasta vb. 23.207 159.496 11.889 5.721 Yağlı tohumlar 13.523 37.287 23.347 4.236 Şeker ve şekerleme ürünleri 14.214 239.682 4.130 3.987 Hayvansal gıdalar (Yumurta, bal vb.) 22.659 282.095 13.691 2.719

Balık ve diğer su ürünleri 241 122 323 762 Kakao ve kakao ürünleri 4.547 24.974 3.278 572 Sakız, reçine ve diğer bitkisel hülasalar 285 1.398 125 198 Fidan, süs bitkileri, kesme çiçek 1.181 1.656 1.612 90

TOPLAM 469.590 1.931.718 414.052 260.261 TOPLAM İTHALAT 6.449.882 11.352.924 855.535 367.227 NOT: Sıralama 2019 yılına göre yapılmıştır. 2019 yılı verileri geçicidir. Kaynak: ITC, 2020.

Suriye’de ihracata konu olan tarım ürünlerini detaylandırdığımızda hemen her bir kalem için istikrarsız bir gelişimin yaşandığı görülmektedir. Bunda da kırsal kesimde ortaya çıkan işgücü açığı, sağlıklı bitki bakım ve beslemenin yapılamıyor oluşu, sıklaşan kurak

578 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

dönemler etkili olmaktadır. Mevcut şartlarda ülkenin en önemli ihraç ürünleri arasında zeytinyağı önemli bir paya sahiptir. Söz konusu ürünle ilgili durum ilerleyen bölümde daha detaylı bir şekilde izah edilmiştir. Son yıllarda ülke zirai yapısında önemi ciddi ölçüde artan ürünlerden birisi de baharat bitkilerinden kimyondur. Üretimdeki artışa paralel olarak ihracattaki payı da artış göstermektedir. Bununla birlikte Suriye’de kimyondan elde edilen döviz ihraç edilen miktarla paralellik göstermemektedir. Örneğin; 2001’de 18.282 tonluk kimyon ihracatından 218.6 milyon $ döviz sağlanmış olmasına karşın 2018’de nispeten yakın miktarlarda (16.716 ton) kimyon ihracatı yapılmış olmasına karşın 45.5 milyon $ gelir elde edilmiştir. Bu durum uluslararası baharat bitkileri ticareti bir bütün olarak değerlendiril- diğinde beklenen bir durum değildir. Suriye’deki en önemli ihraç malları arasında yıllara göre değişmekle birlikte ilk 3’te yer alan kimyon için ekim, hasat ve ambalajlama gibi hususlara daha fazla yönelinerek ürünün pazar değerini artırmaya yönelik tedbirler alınması gerekmektedir. Suriye’nin geleneksel ihraç malları arasında yer alan Antepfıstığındaki duruma baktığımızda ihraç miktarı yıldan yıla azalsa da elde edilen dövizde inişli çıkışlı bir yapı gözlenmektedir.

579

Tablo 4. Suriye’nin Başlıca Tarım ve İşlenmiş Tarım Ürünleri İhracatı 2001 2010 2018 Ürün(ler) Ton Değer Ton Değer Ton Değer (000 $) (000 $) (000 $) Zeytinyağı 396 4.161 17.515 65.499 41.338 133.753 Kimyon 18.282 218.668 5.066 22.097 16.716 45.574 Antepfıstığı 9.759 47.028 5.047 29.107 3.388 41.221 Elma 15.938 29.938 103.767 73.028 23.086 26.191 Pamuk 211.186 999.302 166.520 369.041 15.302 22.158 Kişniş 664 2.199 4.776 17.784 8.168 9.524 Mercimek 13.503 27.829 42.138 60.883 15.814 8.450 Unlu Mamuller (Bisküvi, kek 542 2.423 32.967 37.940 3.220 7.203 vb.)

Süt Ürünleri (Yoğurt, kefir, 942 2.907 15.451 12.092 2.110 6.965 krema vb.)

Erik 6.126 22.227 20.153 16.444 3.911 6.728 Turunçgiller 41.495 85.189 300.801 126.524 12.433 5.765 Not: Sıralama 2018 yılı ürün değerlerine göre yapılmıştır. Kaynak: ITC, 2020.

Sayılan bu 2018’in ilk üç ürününden başka ihracatı yapılan ürünlerden elma, yıldan yıla değişiklik göstermekle beraber ülkenin döviz sağladığı meyveler arasında hemen her yıl ilk 3 sırada yer almıştır. Pamuk ise Suriye’de hem üretimi hem de ihracatı en fazla değişiklik göstermiş tarım ürünü olmuştur. Suriye, esasında 2011’deki olaylar öncesine değin dünya pamuk ticaretinde öne çıkan ülkeler arasındaydı. Öncesinde ise Suriye, Fransız mandasından kurtulup bağımsızlığını ilan ettiğinden 1990’lara kadar önemli bir ipek ve ipekli dokuma üreticisiydi13. İpeğin yerini pamuğun almaya başlamasıyla birlikte ülke

13 Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. https://siba.world/textile-industry-in-syria/ (Son erişim: 29.04.2020).

580 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ham pamuk ve pamuk iplik ihracatçısı konumuna gelmiştir. Nitekim ülke 2001’e gelindiğinde pamuk ihracatından yaklaşık 1 milyar $ döviz elde etmiştir (Tablo 4). Fakat ülkenin su kaynakları göz önüne alındığında Suriye zirai yapısı için uygun olmayan pamuğun son yıllarda yaşanan şiddetli kuraklıklarla üretimi ciddi ölçüde azalmış bu da ihracata yansımıştır. Suriye’nin 2010’da 166.520 ton olan pamuk ihracatı, 2018’e gelindiğinde 15.302 tona gerilemiş ve sadece 22.1 milyon $ kazanç elde edilebilmiştir. Kimyondan sonra ihracatı yıldan yıla artan diğer bir baharat bitkisi de kişniştir. Ülkenin 2001’deki 664 tonluk kişniş ihracatı, 2010’da % 600’ün üzerindeki artışıyla 4.776 tona çıkmıştır. 2018’e gelindiğinde ise 8.168 tonluk kişniş ihracatından 9.5 milyon $ döviz elde edilmiştir (Tablo 4). Mercimek, erik, unlu mamuller ve süt ürünleri ihracatı ülkede gelişme eğilimindeyken yaşanan olaylarla birlikte çok ciddi ölçüde gerileme göstermişlerdir. İlerleyen bölümde detaylı bir şekilde izah edildiği üzere turunçgillerin ihracatı ise ülkede en fazla gerileme gösteren ürün grubunu oluşturmaktadır.

Zeytin yetiştiriciliği ve zeytinyağı üretimi özellikle son yıllarda Suriye ziraatı ve ihracatının en önemli kalemini oluşturan faaliyet alanıdır. Özellikle de ülke ihracatında pamuğun çok ciddi ölçüde gerilemesi, açığa çıkan boşluğu zeytinyağının doldurmasıyla ülkenin en önemli döviz gelirleri arasında ilk sıraya taşınmasına vesile olmuştur. Suriye’de 2000’lerden itibaren zeytinlikler ve zeytinyağı imalathanelerine yönelik artan yatırımlar olumlu sonuç vermeye başlamıştır. Ülkede çoğu Akdeniz ülkesinde olduğu gibi 2000’lerin

581

başlarından itibaren zeytinyağı üretimi ve ticareti hızlı bir gelişim içerisine girmeye başlamış ve şekil 8’de de görüldüğü üzere 2005’ten 2007’ye çok hızlı bir artış yaşanarak 2007’de son yılların en yüksek ihracat geliri (268.1 milyon $) sağlanmıştır (ITC, 2020). Buna karşılık 2007’den 2009’a çok keskin bir düşüş yaşanmış ve 2011’e gelindiğinde de 44.0 milyon $’lık ihracatla sınırlı kalınmıştır. Suriye’de 2011 – 2015 yılları arasında bu alanda kayda değer bir gelişme yaşanmazken, sonraki yıllarda söz konusu ürünün ülke ihracatındaki önemine bağlı olarak faaliyette yaşanan gelişmelerle yeniden bir artış sürecine girilmiştir. Ülkenin 2016’daki 88.8 milyon $’lık zeytinyağı ihracatı, 2017’de 97.4 milyon $’a, 2018’de 133.7 milyon $’a çıkmış, 2019 geçici verilerine göre de ülke, zeytinyağı ihracatından 90.9 milyon $ gelir elde etmiştir.

582 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Şekil 8. 2005 – 2019 Yılları Arasında Suriye’nin Zeytinyağı İhracat Gelirleri

Değer (000 $) 300.000

250.000

200.000

150.000

100.000

50.000

0

2019

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2008

2007

2006 2005 Kaynak: ITC, 2020.

Suriye’de geçmişe kıyasla son yıllardaki zeytinyağı ihracatı hala düşük gibi görünse de ülkenin döviz elde ettiği en önemli kalemlerden olmasıyla ayrıca öneme sahip olduğunu belirtmek gerekir. Bununla birlikte burada kısaca dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus ise özellikle son yıllarda zeytinyağı tüketimine olan rağbet ve kalitesi yüksek Akdeniz zeytinyağlarının pazar hakimiyetini ele geçirmeye çalışması ülkede türlü açılardan kendini göstermektedir. Akdeniz zeytinyağlarının çeşit ve kalite bakımından dünyanın en iyi kalite zeytinyağları arasında olması bakımından pazarlardaki rekabet gücünü artırıcı bir unsurdur. Öte yandan bu anlamda gelişmiş olan ülkelerin uluslararası pazarı ellerinde bulunduruyor olması Suriye için çok büyük bir dezavantajdır. Tablo 5’te de görüldüğü üzere 2018’de belli başlı

583

zeytinyağı ihracatçısı ülkelerden 5’inin durumuna baktığımızda beklendiği gibi İtalya’nın bu anlamdaki üstünlüğü çok dikkat çekicidir. Ülkenin 2018’deki 1.6 milyar $ gelir sağladığı yaklaşık 300 bin tonluk zeytinyağı ihracatı İtalya ekonomisinde önemli bir yer işgal etmektedir. Öte yandan Tunus’un da bu anlamda iyi bir kazanç sağladığını söylemek mümkündür. Geleneksel zeytinyağı ihracatçılarından Yunanistan ise iç tüketimin çokluğuna bağlı olarak sınırlı ihracatından 700 milyon $’a yakın kazanç elde etmiştir (Tablo 5). Pazara çok geç dahil olan Türkiye ise Yunanistan ve Tunus’un gerisinde kalmıştır. Suriye’de ise 2018’de 41.338 tonluk zeytinyağı ihracatından 133.7 milyon $ gelir elde edilmiştir. Tüm bunlar bir tarafa ton başına elde edilen gelir açısından bakıldığında ise İtalya’nın 5.571 $’lık geliri diğer ülkelerle kıyaslanamayacak seviyededir. İtalya’ya bu anlamda en yakın ülke ton başına 4.203 $’lık geliriyle Yunanistan’dır. Suriye ise bu açıdan bakıldığında da tablodaki ülkeler arasında son sırada yer almaktadır. Bunda da elde edilen zeytinyağlarını işleme süreci, kalite, özellikle tüketiciler tarafından en önemli albeni noktası olan ambalajlama ve diğer pazarlama tekniklerindeki yoksunluk Suriye zeytinyağlarının pazar değerini düşürmektedir. Başta Avrupalı zeytinyağı üreticileri olmak üzere sektöre yönelik faaliyette bulunan işletmeler özel zeytinyağı şişelerinden, tanıtıcı etiketlere kadar ürüne albeni katacak tüm aşamalarda büyük titizlik göstermektedirler. Suriye’deki kalıcı barışın ve ülkenin yeniden iskanının sağlanarak, iktisadi planlaması yapılırken Suriye zeytinyağlarına yönelik ayrıca yatırımlar yapılması sağlanmalıdır.

584 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Tablo 5. 2018 İtibariyle Seçilmiş Ülkelerin Zeytinyağı İhracat Değerleri

Ülkeler Ton Değer (000 $) Ton Başına Değer ($) İtalya 298.803 1.664.580 5.571 Tunus 201.335 801.021 3.978 Yunanistan 164.326 690.774 4.203 Türkiye 65.865 239.601 3.637 Suriye 41.338 133.753 3.235 Kaynak: ITC, 2020.

Uluslararası pazarlarda yüksek fiyattan alıcı bulan, özellikle de Ortadoğu mutfağında tatlılarda bol miktarda kullanıldığı için yoğun talebin olduğu Antepfıstığı üretim ve ihracatını incelediğimizde bu alanda da sıkıntıların olduğu anlaşılmaktadır. Ülkenin sınırlı bir kesiminde yetiştiriciliği yapılan Antepfıstığı, ülkenin geleneksel ihraç mallarından olmakla birlikte üretimi de en fazla yapılan meyveler arasındadır. Tablo 6’da görüldüğü üzere 2005 – 2019 yılları arasında (Son yıllara ait üretim değerleri tahminidir) üretim önceleri belli bir istikrarı yakalamışsa da özellikle 2013’ten sonra çok hızlı bir şekilde düşmüş, son birkaç yılda ise yeniden 50 – 55 bin ton arasında üretiminin yapıldığı tahmin edilmektedir. Öte yandan ihracat miktarı ise çok ciddi ölçüde gerilemiştir. Ülkenin 2009 – 2010 yıllarında 5 bin tonu aşan Antepfıstığı ihracatı, ülkeye önemli ölçüde döviz girdisi sağlamış, hatta 2011’de Suriye, Antepfıstığı ihracatından 33.5 milyon $ kazanç elde etmiştir (Tablo 6). Fakat sonrasındaki malum savaş ortamı sektörü çok ciddi ölçüde engellemiş, 2013’ten itibaren ihracat miktarı bin tonu dahi bulmamıştır. Buna bağlı olarak ülkenin Antepfıstığından elde ettiği döviz de ciddi ölçüde gerilemiş ve son yıllarda birkaç milyon $ ile sınırlı kalmıştır.

585

Tablo 6. Son 15 Yılda Suriye’nin Antepfıstığı Üretim ve İhracat Değerleri İhracat İhracat Yıllar Üretim Yıllar Üretim Miktar Miktar Değer (000 Değer (000 $) $) 2005 44.642 1.935 3.775 2013 54.516 202 2.103 2006 73.183 3.296 7.245 2014 28.786 617 8.127 2007 52.066 2.535 4.952 2015 35.000 327 3.544 2008 52.600 2.609 5.143 2016 58.000* 378 4.571 2009 61.484 5.153 10.140 2017 56.500* 684 8.651 2010 57.471 5.782 16.034 2018 60.000* 137 1.639 2011 55.610 3.285 33.585 2019 55.000* 496 4.419 2012 57.195 1.029 14.602 *: Söz konusu veriler uluslararası örgütlerce tahminlere dayalı olup değişkenlik gösterebilmektedir. Aynı yıllar için FAO’nun 4 yıllık değerleri 28.000 ton ile sınırlıdır. Kaynak: FAO, 2020; ITC, 2020; IndexMundi, 2020.

Suriye tarım ürünleri ihracatında en dikkat çekici değişimlerden birisi de turunçgillerde yaşanmıştır. Ülkenin 2007’den 2010’a değin sürekli ve de çok hızlı bir artış gösteren turunçgiller ihracatı 2011’deki malum çatışmaların başlamasıyla birlikte çok hızlı bir düşüş yaşamış ve bir daha eski değerlere ulaşılamamıştır. 2009’da 269.783 ton, 2010’da da son yılların en yüksek değeri olan 300.801 ton olan ihracat, 2011’de 29.057 tonla sınırlı kalmıştır. Takip eden yıllarda en fazla 2014’te 63.387 tona kadar çıkabilen turunçgiller ihracatı 2018’de 12.433 ton olmuş, 2019 geçici verilerine göre de 7.141 tonla sınırlı kalmıştır (Şekil 9). Ülkedeki üretim – ihracat ilişkisine baktığımızda ise 2010’da 1.071.305 ton turunçgiller üretimi gerçekleşmiş ve bunun % 28 gibi önemli bir kısmı ihraç edilmişken; 2018’de 1.125.057 tonluk üretimin sadece % 1.1’i ihraç edilebilmiştir. Esasında genel manada Suriye turunçgiller üretimine baktığımızda ciddi bir değişim yaşanmadığı

586 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

görülmekte olup son 10 yılın üretim ortalaması 1.003.387 tondur. Öte yandan ciddi bir ihracat atılımı yaşanmışken, gelişen olaylarla pazarların kaybedilmesi, uluslararası ticaretteki aksamalar sektörü önemli ölçüde geriletmiştir. Savaş sonrası ülke ekonomisinin yeniden yapılandırılmasında turunçgiller sektörü ilk etapta gündeme getirilmesi gereken ürün grubunu oluşturmaktadır. Söz konusu üretim kolu aynı zamanda meyve suyu sanayine yönelik hammadde sağlaması açısından da tarıma dayalı sanayinin temel girdisini sağlaması açısından da önemlidir.

Şekil 9. 2007 – 2019 Yılları Arasında Suriye’nin Turunçgiller İhracat Miktarları

Ton 350.000

300.000

250.000

200.000

150.000

100.000

50.000

0

2019

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2008 2007

Kaynak: ITC, 2020.

587

SURİYE’NİN TARIM ÜRÜNLERİ TİCARETİ PARTNERLERİ

Suriye, geçmişten beri Rusya Federasyonu ile yakın ilişkiler içerisinde olduğundan dış ticaretinde de yakın yıllara değin en önemli ortağı olarak varlığını korumuştur. Fakat son yıllarda özellikle de tarım ürünleri ithalat ve ihracatında Rusya’nın payının çok ciddi ölçüde daraldığı dikkat çekmektedir. Zaman zaman ilişkilerin gerilmesiyle birlikte Suriye’nin ithalat ve ihracat yaptığı diğer bir önemli ülke de Türkiye’dir. Son yıllarda özellikle Lübnan’la da ilişkilerin bu anlamda yoğunlaştığı görülmektedir. Bununla birlikte alım ve satım yapılan malların niteliğine göre ilişki kurulan ülkelerde de değişiklik olduğuna dikkat çekilmesi gerekmektedir.

Suriye ihracatında 2017 itibariyle % 21’lik payıyla Lübnan ilk sırada yer almıştır. Burayı %17 ile Mısır, % 11’lik paylarıyla Türkiye ve Ürdün izlemiştir. Buna göre de ülke ihracatında özellikle çevre ülkelerle yoğun ilişkide olduğunu belirtebiliriz. Bu ülkeleri % 8.6 ile İspanya, % 5.3 ile Cezayir, % 4.6 ile Hindistan, % 3.3 ile Kuveyt ve % 3 ile de Almanya izlemiştir (OEC, 2020). Aynı yıl Rusya Federasyonu ile olan ihracat payı ise % 0.6 gibi çok sınırlı bir oranda kalmıştır. Geçmişle kıyaslandığında Suriye ihracatında Rusya Federasyonu’nun gerileyerek yerini çevre ülkelerin almaya başladığı görülmektedir.

Suriye’nin ithalat ortaklarına baktığımızda 2017 itibariyle % 26 gibi önemli bir payla Türkiye ilk sırada yer almıştır. Burayı son yıllarda ilişkilerinin daha da yoğunlaştığı Çin, % 25’lik payıyla takip etmiştir. Buna göre Suriye için ithal ettiği malların yarısını Türkiye ve Çin’den

588 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

sağlamıştır diyebiliriz. İthalat yapılan diğer ülkelere baktığımızda; % 5.6 ile Lübnan, % 4.9 ile Güney Kore, % 4.9 ile Mısır, % 4.3 ile Rusya Federasyonu, % 3.3 ile de Hindistan izlemektedir14

Suriye ile Türkiye arasındaki tarım ürünleri ticaretini detaylandır- dığımızda siyasi gelişmelere bağlı olarak çok değişken bir gelişimin yaşandığını söylemek mümkündür. Nitekim tablo 7’ye da bakıldığında 1990 yılında Suriye’ye yapılan toplam 28.4 milyon $’lık tarım ve hayvancılık ihracatı, 1995’e gelindiğinde ¼’ünden daha az bir seviyeye gerilemiştir. Yine 2000’de de 10 milyon $’ın altında kalmış olan değer, 2010’a değin kayda değer ölçüde artmış ve 100 milyon $’ı aşmıştır (Tablo 7). Fakat 2011’de ülkenin sürüklendiği savaşla birlikte bu alanda çok hızlı bir gerileme yaşanmış, 2012’de daha da gerileyerek 20 milyon $’ın altına inmiştir. Takip eden yıllarda Türkiye’den yapılan tarım ve hayvancılığa dayalı ihracatta, özellikle ihtiyaç duyulan temel insani malzeme kıtlığı nedeniyle bu anlamda yeniden bir artış sürecine girilmiştir. Hatta 2015’te yeniden 100 milyon $’a yaklaşan ihracat, 2017’de bir miktar gerilemeyle 91.3 milyon $ olmuştur. Türkiye’den Suriye’ye satılan tarım ürünleri 2018’e gelindiğinde 115 milyon $ civarında olup 2019’un ilk tahminlerine göre de 142.2 milyon $ ile tarihinin en yüksek değerine ulaşmıştır.

14 OEC, 2020.

589

Tablo 7. Seçilmiş Yıllar İtibariyle Türkiye’den Suriye’ye Olan Bitkisel ve Hayvancılık Ürünleri İhracat ve İthalat Değerleri15 Yıllar İhracat ($) İthalat ($) 1990 28.483.663 9.087.974 1995 6.751.448 26.758.830 2000 8.326.942 78.048.770 2005 40.722.458 80.493.260 2010 100.396.041 103.357.634 2011 23.136.348 7.545.133 2012 19.329.792 8.967.786 2013 58.789.104 65.064.400 2014 82.798.653 92.112.140 2015 99.147.382 19.003.244 2016 93.085.432 45.496.741 2017 91.301.469 38.390.821 2018 114.990.527 33.257.936 2019* 142.247.176 30.098.019 *: 2019 verileri geçicidir. Kaynak: TÜİK, 2020.

Türkiye’nin Suriye’den gerçekleştirdiği tarım ürünleri alımına baktığımızda ihracattakinden çok daha değişik bir gelişimin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. 1990’da 10 milyon $’ı bulmayan ithalat, 1995’e gelindiğinde 26.7 milyon $ olmuş ve 2010’a değin çok hızlı bir artışla 100 milyon $’ı aşmıştır. Hatta 2010 itibariyle ihracat çok sınırlı da olsa ithalatın gerisinde kalmıştır (Tablo 7). 2011’de yaşanan olaylarla birlikte ihracat ve ithalat çok ciddi ölçülerde gerilemiş ve aynı yıl 7.5 milyon $ ile sınırlı kalmıştır. Takip eden birkaç yılda ise ithalat çok hızlı bir artışla 2014’te 92 milyon $’ı aşmışsa da ertesi yıl yeniden gerileyerek 19 milyon $ olmuştur. Son yıllarda ise ortalama 30 – 35

15 Tabloda belirtilen değerlere balıkçılık ve ormancılık ürünlerine ait değerler dahil olmamakla beraber söz konusu gruba ait ödenen dövizin de toplamı çok etkilemeyeceğine dikkat çekmek gerekir.

590 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

milyon $ ile sınırlı kalmış olan ithalat, 2019’un ilk tahminlerine göre 30 milyon $ civarında kalmıştır.

Türkiye’nin Suriye’den ihraç ve ithal ettiği tarım ürünlerine baktığımızda un ve unlu mamullerin ihracatta, ham pamuk ve baharatların da ithalatta öne çıktığı görülmektedir (Tablo 8). Suriye’deki buğday sıkıntısı ve buna bağlı olarak unlu mamuller konusunda ortaya çıkan açığın Türkiye ile olan ticaretinde de öne çıktığı ve buna göre de 2017 itibariyle 74.9 milyon $’lık un, 44.6 milyon $’lık da unlu mamuller ihracatının gerçekleştiği görülmektedir. Türkiye’den alınan diğer bir önemli ürün grubunu da hayvan yemi oluşturmakta olup aynı yıl 43.4 milyon $’lık ihracat gerçekleşmiştir. Geçmişte Suriye, kayda değer miktarlarda yağlı tohum üretiyorken son yıllarda bu alandaki üretim ve buna bağlı yağ üretimi de büyük ölçüde gerilemiştir. 2017 itibariyle de Türkiye’den 26.9 milyon $’lık margarin alımı yapılmıştır. Türkiye’den alınan diğer belli başlı tarım ürünleri (İşlenmiş tarım ürünleri dahil) ise baklagiller, çikolata, işlenmiş et ürünleri, şekerlemeler, pirinç, patates ve yumurtadır. Türkiye’nin Suriye’den alım yaptığı belli başlı tarım ürünleri arasında pamuk (17.7 milyon $) ilk sırada yer almaktadır. Pamuğu, ülkede en fazla üretilen zirai ürün grubu olan baharatlar takip etmektedir. Baharatlar içerisinde de açık ara kimyon ilk sırada yer almaktadır. Çok sınırlı miktarda baklagil ve ülkede önemli bir hayvancılık kolunu teşkil eden koyun yetiştiriciliğine bağlı olarak da yün alımı gerçekleşmektedir. Türkiye’nin Suriye’den aldığı mallar içerisinde balıklar, çay, kavun,

591

aromatik bitkiler, ayçiçeği ve kurutulmuş sebzeler ise çok sınırlı miktarlardadır.

Tablo 8. 2017 İtibariyle Türkiye – Suriye Arasındaki Tarım Ürünleri Ticareti Değerleri

İhracat (000 $) Ürün Grubu $) Ürün Grubu İthalat (000 Un 74.900 Ham pamuk 17.700 Unlu Mamuller 44.600 Baharatlar ve tohumları 14.360 Hayvan Yemi 43.400 Baklagiller 4.230 Margarin 26.900 Yün 2.170 Baklagiller 15.000 Ürün Grubu İthalat ($) Çikolata 14.700 Balıklar 623.000 Salam, sucuk ve diğer 11.240 Çay 382.000 işlenmiş et ürünleri Şekerlemeler 10.900 Kavun 214.000 Pirinç 10.800 Aromatik bitkiler 83.200 Patates 9.100 Ayçiçeği 10.400 Yumurta 7.260 Kurutulmuş sebzeler 5.390 Kaynak: OEC, 2020.

SONUÇ Suriye, coğrafi konumu ve 2011’den beri yaşanan ve de etkisi hala devam eden iç savaşın etkisiyle tarımsal açıdan çok büyük ölçüde dış kaynaklara bağımlı hale gelmiştir. Zaten tabi şartlar bakımından kendi kendine yeter olmaktan oldukça uzak olan ülke, yaşanan olumsuz gelişmelerle tarımsal ürünler ve buna bağlı olan hayati kaynaklar açısından da büyük ölçüde bağımlı hale gelmiştir. Bu nedenledir ki, ülkenin yeniden imarında mutlak suretle gündeme alınması gereken ilk konuyu tarım ve tarıma dayalı sanayiler oluşturmaktadır. Nitekim temel yaşam kaynakları büyük ölçüde (Başta buğday olmak üzere un ve unlu mamuller ile et, süt ve bunlardan elde edilen işlenmiş ürünler) öz kaynaklardan karşılanmadığı sürece ülkenin bu anlamda toparlanması çok daha güç olacaktır.

592 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Suriye’nin ilk etapta tarımsal anlamda dışa bağımlılığını azaltmak için kendine yeter ürünlerin tespitinin yapılıp bu anlamdaki ithalatın kısıtlamasına gidilmesi gerekmektedir. Tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlar bu anlamda öncelikli ürün grupları olup sonrasında da turunçgiller başta olmak üzere Akdeniz kıyısındaki merkezlere yönelik bahçe bitkileri yetiştiriciliğine yönelinmesi gerekmektedir. Sonraki süreçte ise bol miktarda üretebildiği ürünleri katma değerli olarak (Zeytinyağı, doğal liflerden elde edilen dokumalar, ip, iplik vb.) ihraç edebilir hale getirerek buna yönelik pazar araştırması yapılmalıdır. Tütün yerine de alternatif ürünlere yönelinerek ülkede de sigara, nargile ve her türlü tütün mamulü ürünün tüketiminin önüne geçmek adına faaliyetlerde bulunulması gerekmektedir.

Suriye’de zirai planlama yapılırken de uluslararası pazarlarda rekabet gücü yüksek ve son yılların popülaritesi artmış ürünleri de gündeme alınmalıdır. Bunların başında ise yine Akdeniz kıyılarında kolaylıkla yetiştiriciliği yapılabilecek olan keçiboynuzu gündeme alınmalıdır. Keçiboynuzunun hem bir atıştırmalık olarak hem de işlenmesiyle pekmezinin pazarlara sunulması kırsal kesim için düşük maliyetli ve iyi gelir sağlayacak bir alternatif olarak öne çıkartılabilir. Ayrıca keçiboynuzu tozunun kakaoya alternatif olarak gıda sanayinde daha da fazla kullanılır hale gelmesi bitkiye olan talebin ilerleyen yıllarda çok daha fazla artacağını göstermektedir. Benzer şekilde Türkiye sınırlı ve Akdeniz kıyıları boyunca antepfıstığı ile birlikte keçiboynuzu ve badem yetiştiriciliğinin teşviki uluslararası pazarlarda yüksek fiyattan alıcı bulan bu ürünlerin ülke ekonomisine büyük yarar sağlayacağına dikkat

593

çekmek gerekir. Bahçe bitkileri içerisinde yine son yıllarda Doğu Akdeniz ülkelerinde sıkça gündeme gelen tropikal meyvelerin yetiştiriciliği de göz önüne alınabilir. Özellikle de pazar payı artan avokado, muz, ejder meyvesi (Pitaya) gibi yüksek fiyattan alıcı bulan ürünler ilk etapta Suriyeli çiftçiler için kısa sürede sermaye birikimine katkıda bulunacaktır. Sermaye birikimi arttıkça ülkede tropikal meyveler başta olmak üzere kesme çiçek ve süs bitkileri için de üretimin ilk yatırım masrafları yüksek örtüaltı yetiştiriciliğine kaydırılması da daha kolay olacaktır. Suriye’deki güneşlenme süresi, uzun yaz devresi ile örtüaltı yetiştiricilik de bu anlamda çok randımanlı bir yatırım olarak görülmektedir.

Suriye’deki tarıma dayalı sanayiler boyutuyla konuyu ele aldığımızda özellikle baharat bitkilerine yönelik iyileştirme yapılması çok önemlidir. Baharat bitkilerinin uluslararası standartlara göre işlenip, paketlenerek pazarlara sunulması ürünün rekabet gücünü artırması yanı sıra zaten pahalı olan baharatlardan yüksek gelir sağlanmasını olanaklı kılacaktır. Ülkede kimyon ağırlıklı süren baharat yetiştiriciliği mutlaka çeşitlendirilmeli, kişniş, rezene, safran, anason gibi ürünlerle kompleks bir baharatçılık sektörü oluşturulmalıdır. Baharatçılık sektörü dışında ülke için üzerinde durulması gereken ve stratejik açıdan planlanması gereken sektör zeytinyağı imalatıdır. Ülkede hem geleneksel yöntemlerle hem de endüstriyel manada zeytinyağı imalatı bahçeden market raflarına kadar çok iyi bir şekilde planlanmalıdır. Hali hazırda ülkenin uluslararası pazarlara en fazla açılabildiği ürün olan zeytinyağından diğer Akdeniz ülkeleri gibi iyi gelir sağlayabilmesi

594 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

açısından İtalya, İspanya ve Yunanistan’dan uzmanlarla işbirliğine girilmesi gerekmektedir. Zeytinyağının pazara sunum şeklinin ürün fiyatında büyük ölçüde belirleyici olduğunu da göz önüne alarak bu anlamda yan sanayiyle de işbirliğine gidilmesi (Cam şişe imalatı gibi) sektörel açıdan çok önemli ve de sermaye açısından belirleyici olacaktır. Bununla birlikte Suriye menşeli zeytinyağlarının da tanıtım ve pazarlamasının yapılmasında çevre ülkeler yanı sıra ithalat ve ihracatta yakın ilişkiler içerisinde olduğu ülkeler üzerinden işbirliği yapılması yerinde olacaktır. Ayrıca zeytinyağı sektörü, bir yan sanayi olarak zeytinyağlı sabun üretimi açısından da hammadde tedariki noktasında sağlayacağı avantajla da ülke ekonomisine katkı sunacaktır. Suriye-Türkiye arasındaki ilişkiler özelinde de yapılması gerekenlere bakıldığında her iki ülkenin zirai bilgi birikimini paylaşım noktasında yakın ilişkiler içerisinde olması büyük avantaj sağlayacaktır. Özellikle de Suriye doğal şartlarına yönelik çeşitlerin yaygınlaştırılması konusunda Türk akademisyenlerle ortak projeler yürütülmesi, sürdürülebilir kırsal kalkınma odağında stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda da Türkiye, Suriye için en uygun paydaştır. Suriye menşeli ürünlerin pazarlanması konusunda da Türkiye ile işbirliği yapılması, Suriyeli çiftçilerin, imalatçıların ürünlerini geniş pazarlara sunmakta büyük yarar sağlayacaktır. Ayrıca ilk etapta tarıma dayalı sanayi altyapısı tesis edilene kadar Suriye menşeli tarım ürünlerinin Türkiye’de işlenerek pazarlara sunulması da hem Suriye hem de Türkiye açısından önemli bir kazanım olacaktır. Her iki ülkenin ilk etapta da antepfıstığı, baharatlar, zeytinyağı, turunçgiller ve pamuk

595

konusunda işbirliği yapması ile üreticilerinin refah seviyesinin yukarı çekilmesinde büyük yarar sağlayacaktır.

596 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

KAYNAKÇA

FAO, (2020). “Plant Statistics”, http://www.fao.org/faostat/en/#data (Son erişim: 11.05.2020). ITC, (2020). “Trade Statistics” http://www.intracen.org/ (Son erişim: 11.05.2020). Şahin, G., Taşlıgil, N., “Türkiye’de Tütün (Nicotiana tabacum L.) Yetiştiriciliğinin Tarihsel Gelişimi ve Coğrafi Dağılımı”, Doğu Coğrafya Dergisi, Sayı: 30, s. 71 – 101, Erzurum 2013. Şahin, G., “Yaşanan Son Gelişmeler Doğrultusunda Suriye’nin Tarımsal Yapısı”, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, s. 283 – 316, Ankara 2019. Taşlıgil, N. & Şahin, G. “Ortadoğu Kavramı ve Türkiye de Ortadoğu Coğrafyası ile İlgili Bir Literatür Çalışması”, Akademik Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Cilt: 6, s. 141 – 158, 2011. WITS (World Integrated Trade Solution), (2020). “Syrian Arab Republic trade statistics”, https://wits.worldbank.org/Country Profile/en/SYR (Son erişim: 11.05.2020). WoS (Whole of Syria). Food Security Situation in Syria, Expanded version of the Food Security Sector Humanitarian Needs Overview 2018, 2019, pp. 38.

Yararlanılan Web Kaynakları:

https://tradingeconomics.com/syria/agricultural-land-percent-of-land- area-wb-data.html

597

https://www.indexmundi.com/agriculture/?country=sy&commodity= wheat&graph=imports https://knoema.com/atlas/Syrian-Arab-Republic/topics/Land-Use https://www.ceicdata.com/en/syria/trade-statistics https://oec.world/en/profile/country/syr/ https://ajdadalarab.wordpress.com/category/syria- %D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A%D8%A7/page/17/ Son erişim tarihleri: 11 Mayıs 2020

598 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ON YEDİNCİ BÖLÜM

KARACAOĞLAN’IN ŞİİRLERİNDE RENKLER

Bülent ARI* & Zehra ANAZ**

599

600 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

GİRİŞ

Renk kavramı, tarihin en eski devirlerinden günümüze dek insanlığın ilgisini çekmiştir. Bireyin iç dünyasını yansıtan renkler, aynı zamanda toplumların hem tarihsel hem de kültürel birikimlerinin bir sonucudur.

Yaşadığımız evrende her şey bir renge sahiptir. Renk hayattır. Rengin olmadığı bir dünya düşünülemez. Her renk bireyin iç dünyasına seslenir, farklı duygular ve kavramlar çağrıştırır. İletişimde renklerin anlamı toplumsal, ekonomik, siyasal (ideolojik), sosyal ve kültürel değerler içerir1. İnsanoğlu renkleri tabiatla tecrübe ederek öğrenmiştir. Akşam olduğu zaman güneşin batmasıyla önce mavilik ve ondan sonra karanlık (kara renk) dünyayı bürüyerek, insanlarda huzur, istirahat ve uyumaya yani geçici bir ölüme hazırlık hali ortaya çıkmaktadır. İşte bu durumdan dolayıdır ki, karanlık ve kara rengi, ölüm ve matem rengi olarak insanların zihninde yerleşmiştir. Bir taraftan da insan sabahın gelmesi ve güneşin doğmasıyla çeşitli renklerin (kırmızı, turuncu ve sarı) görünmesine şahit olmuş ve onda sıcaklığı da temsil eden bu renklerin tesiriyle hayata olan ilgisi artmıştır2.

Varlığın tanınmasında, en az şekil kadar, renkler de önemli olmuşlardır. Ancak renklerin yalnızca dış dünya ile ilgili olmadığı, insanın iç dünyası ile de sıkı bir şekilde bağlantılı olduğu keşfedilmiştir.

*Prof. Dr., HMKÜ Eğt. Fak. Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Böl., [email protected]. 05334143614. **Dr., HMKÜ Fen-ED. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Böl., [email protected], 05075804987.1 Arzu Yazmacı, Tipografi ve Renk, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2012, s.10. 2 Cevad Heyet, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve Renkler, (Ed: Sadık Tural, Elmas Kılıç), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1996, s. 55.

601

İnsanların ruh dünyası ile renkler arasında bir ilgi olduğu ortaya çıkmıştır. İnsanların hem iç hem de dış dünyaları ile bu kadar bağlantılı olan renklerin süreç içinde belli sembolik değerlere ulaşması kaçınılmazdı. Bu değerler, tüm insanlığın benimsediği ve aynı anlamda algıladığı açılımlara sahip olmakla birlikte, bazı kültürler ve geleneklerde tamamen değişik algılanmıştır3.

Toplumlara, dönemlere, uygarlıklara göre değişik biçimlerde algılanan, yorumlanan bir olgu olarak kabul edilen renkler, aynı zamanda evrensel özelliklere de sahiptirler. Geçmişten günümüze her toplumda, her yerde ve her kültürde renklerin birçok simgesel değerleri olmuştur4.

Toplumsal hayatın başlamasıyla birlikte, renkler de kendilerine özgü bir dille oluşmaya başlamıştır. Doğaldır ki renge yüklenen anlamlar, kültürden kültüre değişmeler gösterir. Farklı kültürler, aynı duyguyu, ayrı renklerle sembolleştirmişlerdir. Örneğin, siyah renk birçok toplumda ölümü simgeleyen renk olarak kabul edilir. Buna karşın, Japonlarda yas rengi, alışılmışın aksine siyah değil beyazdır. Onlar, bu olumsuz anlamları beyaza yüklemişlerdir. Bu farklılaşmayı destekleyecek başka örnekler de verebilmek mümkündür. Eski çağın ünlü devleti Babil’de devletin resmi fahişeleri beyaz elbise giyerlerdi. Oysa bu renk, günümüzde el değmemişliği, bakireliği simgelemektedir.

3 Ali Yıldırım, “Renk Simgeciliği ve Şeyh Galib’in Üç Rengi”, Milli Folklor, S. 72, s.129. 4 Nazmiye Topçu, “Fransızca ve Türkçe Renk İsimleri İçeren Deyimlerin Karşılaştırmalı İncelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 20, s.39.

602 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Bu nedenle, gelinliklerin beyaz renkli olması deyim yerindeyse bir kural haline gelmiştir 5.

Renkler, birer sembolik dil olarak, aynı coğrafyada farklı ya da farklı coğrafyalarda aynı anlamlara gelebilmektedir. Kültürel dokusu içinde herhangi bir rengin yeni bir anlam kazanabilmesi bir dizi etkene bağlı olarak gerçekleşir. Bu etkenlerin başında yaşanılan coğrafi bölgenin niteliği, toplumsal belleğin birikimleri, din olgusu, meslek dalı ve benzeri gibi unsurlar gelmektedir 6.

Renklerin evrensel anlamlarının yanı sıra, farklı coğrafi bölgelerde ve toplumlarda değişen anlamları vardır. Kültürler arası bu farklılıklar, renklerin farklı etkilerinden değil, toplumların farklı algı yapısı ve renk tercihlerinden kaynaklanmaktadır 7. Dünyadaki farklı kültürlerde bulunan renkle ilgili algıları toplumlara göre değişkenlik göstermek- tedir.

İnsanları hem birbirleriyle hem de dış dünya ile buluşturup, anlaşmalarını sağlayan dil, bazen aktarılmak istenen düşünceyi ifade etmekte yetersiz kalır. Bu gibi durumlarda, toplumsal yaşam ya da sanatta kullanılan bazı ortak imgeler aracılığı ile anlatılmak istenen anlam; kelime, renk, sayı, ya da olguların arka planında verilmeye çalışılır 8. Renk ve edebiyatın etkileşimi kapsamında ele alınan Dede

5 Mustafa Sözen, Sinemada Renk-Sembolik Anlamlar-, Detay Yayıncılık, Ankara 2003, s.70-71. 6 Sözen, age, s.75 7 Tülay Özdemir, “Tasarımda Renk Seçimini Etkileyen Kriterler”, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 14, S.12, s.395. 8 Ayşe Ulukan, Dede Korkut Hikâyeleri ve Grimm Masallarında Kültür ve İnançlara Yerleşmiş Renk ve Sayı İmgelemi, Yüksek Lisans Tezi, 2012, s.165.

603

Korkut Hikâyeleri ve Grimm Masalları, farklı kültürlerin yansımaları olmalarına rağmen, renk kullanımı birebir örtüşmese de aynı değerlerin ortak paydasında buluştukları görülür 9.

Türk kültüründe renk kavramını incelediğimizde renklerin yazılı ürünlere yansıdığı şekliyle çeşitlendiğini, ses ve anlam değişiklikleriyle yer aldığını görürüz.

Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış olan Göktürk Yazıtlarından (M.S. VIII. yüzyıl başı) günümüze dek gelen bazı renk adları, zamanla yerlerini Türkçe ya da yabancı dildeki bir sözcüğe bırakarak, kaybolmuş; bazıları küçük ses değişikliklerine uğramış, bazılarının anlamı daralmış, bazıları da değişmeksizin varlıklarını korumuşlardır. Örneğin, ak kelimesi yazı dilinde ve ağızlarda kullanılmakla beraber, Arapçadan alınma beyaz kelimesine göre kullanım sıklığı azalmıştır. Aynı anlamdaki örüŋ/ürüŋ/yörüŋ sözcüğü ise, günümüze ulaşamamıştır. Yaşıl kelimesi yeşile dönüşürken; Türk lehçelerinde “yüce, mavi, boz, çal, ala, gri, yeşil vb.” kavramları karşılayan kök kelimesi hem anlam daralmasına uğramış hem de biçim değişikliğine uğrayarak, yerini Arapça mavi‟ye bırakmıştır. Buna karşın, kara ve siyah sözcükleri eş anlamlı olarak varlıklarını günümüzde de sürdürmektedir 10.

Asya Hun İmparatorluğu'nun kurucusu olan Teoman Han’ın oğlu Mete Han, dünya tarihinde ilk kez, Çin İmparatorunu kuşatması esnasında,

9 Ulukan, age, s.189. 10 Salim Küçük, “Türkiye Türkçesinde Renk Adları ve Özellikleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.10, S.3, s.557.

604 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

ordu birliklerini at renklerine göre düzenlemiş; Doğu yönüne mavi atlar (kır atlar), Kuzey yönüne siyah atlar, Güney yönüne ise kırmızı atlardan (doru atlar) oluşan süvari birliklerini yerleştirmiştir 11.

Türkler’in dört anayönün simgeleri kadar (kuzey/siyah - güney/kızıl - doğu/mavi ya da yeşil - batı/beyaz); diğer simgeler, yani hayvanlar, yıldızlar, su, ateş, ağaç, maden, toprak (merkez) gibi unsurlar da, aslında renklerin, kozmolojinin ve mitolojinin diğer alanlarının konularıyla yakın ilişkili olduğunu gösterir. Örneğin, Uygurca’da, kuzey yönü kara yılan, güney yönü kızıl saksağan, doğu yönü mavi ya da yeşil ejderha, batı yönü ise ak pars ile özdeşleştirilmiştir 12.

Eski Türklerde, sosyal sınıflar, beyler ve kağanlar (Ak Kemikliler / Ak Kamıg) ile halk tabakası (Kara Kemikli Millet / Kara Kamıg Budun) olarak ikiye ayrılmıştı. Kara sözcüğü, sonradan halk için kullanılan genel bir deyim haline gelmişti. Soylu olmayan bir halk çocuğu ya da hakanların halktan aldıkları evlatlıklar da tahta geçince, ona da Kara Han deniyordu 13.

Görüldüğü gibi, renkler, Türk kültür ve geleneklerinde, simgeledikleri anlam ve kavramlar aracılığıyla, önemli bir yer işgal etmektedirler. Aslında, bu kullanımlar, geçmişten günümüze bir geçiş halinde ele alındıklarında, birer şifre ya da kod niteliği taşırlar. Türk kültüründe yer alan renkler ile ilgili söz ve kavramlar, dile yönelik-birincil

11 Nejat Diyarbekirli, “Eski Türklerde Kültür ve Sanat”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, C. 3, Ankara 2002, s.60. 12 Annemarie Von Gabain, “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkçe Tercümesi: Semih Tezcan, Türkoloji Dergisi, C. 3, D. T. C. F. Yay., Ankara 1968, s.109. 13 Orhan Türkdoğan, Türk Tarihinin Sosyolojisi: Toplum Yapısı ve Sınıfsal Gelişim, Hasret Yay., Ankara 1978, s.141.

605

anlamlarının yanı sıra, soyut anlamlarda da kullanılmışlardır. Bu sözcükler, dinsel, ulusal, coğrafi ve duygusal açılardan yüklü durumdadırlar 14.

Renklerin her birinin kendi içinde anlamı bulunmaktadır. Türk toplumu da kendi bulundukları durumlar çerçevesinde renklere anlamlar yüklemişlerdir. Renklere yüklenen bu anlam çeşitliliğini şairlerin şiirlerinde görmek mümkündür.

Şairler, bu anlamda sıradan dilin üstünde olan sembolik dili tercih etmişlerdir. Simgesel dilin en güzel örneklerini de şiirleri aracılığıyla vermişlerdir. “Sözlü dönem Türk kültürü ürünleri birbirinden çok farklı çağlarda, yine birbirinden çok değişik bakış açılarıyla birçok esere konu olmuştur” 15. Örneğin şair siyah zülüfü tezatı olan beyaz gerdanla, yüzle beraber anlatırken bu kalıbı farklı nesnelerle teşbih etmiştir. Tamamen kahvehane ortamının mahsulü 16 olan Âşık edebiyatının en önemli şairlerinden Karacaoğlan da renklerin bu soyut ve simgesel yönünü kullanmış, şiirlerinin çoğunda, “siyah/kara, beyaz/ak ve kırmızı/al ela/ala, yeşil” renklerini seçmiş ve şiirlerini bu renklerle ilgili mazmunlar üzerine kurgulamıştır.

KARACAOĞLAN’IN ŞİİRLERİNDE RENKLER

14 Cevad Heyet, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve Renkler, Editörler: Sadık Tural, Elmas Kılıç, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1996, s.55. 15 Mehmet Akif Korkmaz, “Yazılı İlk Türkçe Metinlerde Sözlü Kültüre Ait Teknikler” Dört Kıtada Folklorun İzinde: Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu Armağanı, Hâkim Yayıncılık, Ankara 2015, s.641. 16 Özkul Çobanoğlu, Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000, s.137.

606 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Eserleriyle halk şiirinde ölümsüzlüğe imza atan, edebiyatımızda âşıklık geleneğinin önemli temsilcileri arasında yer alan Karacaoğlan’ın doğum ve ölüm tarihleri ile hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Araştırmacıların yapmış olduğu çalışmalardan hareketle genel kabul gören tarih 17. yüzyıldır. Babasının Kara İlyas adında bir asker olduğu, kendisinin de ordu şairi olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. Âşığın asıl adı ise Wilhelm Radloff’un derlediği Karacaoğlan ile İsmigân Sultan Hikâyesi’nde Sımayil (İsmail) olarak geçerken, başka araştırmalarda Halil, Hasan ya da Âşık Mehmet olarak da geçmektedir. Barak Türkmenlerinden, Çilingiroğlu Varsaklarından, Sailoğlu Varsaklarından olduğuna dair görüşler bulunan şairin, Çukurova ya da Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan konargöçer bir yaşam süren Varsak Türkmenlerinden olduğu düşünülmektedir. Memleketinin tam neresi olduğu bilinmemektedir. Nerede, nasıl öldüğüne dair net bir bilgi yoktur 17. Karacaoğlan mahlası yazılan her şiir şaire ait değildir. Sakaoğlu ve Karaer, buna neden olarak Karacaoğlan’ın irticalen söyleyen âşıklardan olması, şiirin ilk ortaya çıktığı andan sonra yayılıp değişmesi, şairin konargöçer bir hayatının olması, o yüzyılda ya da farklı zaman diliminde yaşamış olan mahlası Karacaoğlan olan ya da başka şairlerin şiirlerinin Karacaoğlan’a atfedilmesi, yazıya geçirilme zamanı gibi etkenlerden kaynaklandığı görüşünü dile getirmişlerdir 18.

17 SAKAOĞLU, Saim Sakaoğlu, Karaca Oğlan, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 135-138. 18 Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlan Hayatı ve Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s. 26-28.

607

Mahlasından da anlaşılacağı üzere Karacaoğlan, esmer bir kişidir. “Asıl adı Hasan olan Karacaoğlan; kara yağız, uzun boylu, seyrek sakallı, çapkın, levent bir adammış; Karacaoğlan lakabı da bu sebeple kendisine verilmiş.” 19 Karacaoğlan halk şiirinde tabiattan en iyi yararlanan şairlerden biridir. Tabiat onun için bir hammaddedir. Tabiat, onun şiirlerinde seyredilen bir manzara değil, yaşanan bir mekândır. Her türlü bitki, çiçek, meyve onun duygularını anlatması için bir araçtır. Çiçekler bütün kokuları ve tazelikleriyle kendini hissettirir. Onun şiirlerinde oldukça canlı bir tabiat dekoruyla karşılaşılır 20.

Sözcüklerle adeta resim yapan Karacaoğlan, sazı ile köy köy dolaşarak karşılaştığı her canlının ya da varlığın renklerini bir ilham kaynağı olarak görmüştür. Çukurova ve Toroslar gibi bir renk cennetinde yaşaması Karacaoğlan’ın zengin benzetmeli şiir âleminin tamamla- yıcısı olmuştur.

Bir doğa şairi, duygu şairi, aşk şairi olarak tanınan Karacaoğlan’ın deyişlerinde renkli bir çevre görülür. Kırmızı, sarı, yeşil, mavi, mor, ala, boz ve kır onun doğa betimlemelerinde, nesnelerde, sevgilinin güzellik unsurlarında bolca yer alır. Alabildiğince renkli bir çevrenin insanı olan Karacaoğlan’ın dünyasında renkler, onun ruhunun yansıması olarak karşımıza çıkar.

19 Gülin Öğüt Eker, “Kültürel Gösterge Olarak Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Edik”, http://millifolklor.com, (E.T.28.07.2020) S.43, s. 54. 20 Hayrettin Rayman, Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Ahenk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, s.11.

608 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Karacaoğlan’ın dünyasında renklerin ayrı bir yeri vardır. Bir doğa şairi olan Karacaoğlan, doğanın renklerini de şiirlerine katarak benzersiz bir şiir dünyası yaratmıştır. Onun şiirleri renkli ve ışıklıdır. Bu renkler onun çevresinde, Çukurova’da, Toroslarda gördüğü renklerdir. Renklerden bahsederken “irenk, levin ve elvan” sözcüklerini renk sözcüğünün yerine kullanmıştır.

Karacaoğlan, güzelleri doğadan, yaşadığı çevreden ayrı düşünmemiş; güzeli anlatmak için doğanın renklerinden yararlanmıştır. Doğanın güzellikleriyle ve renkleriyle bütünleşen güzeller; siyah, ak (beyaz), kırmızı, yeşil, mor, ala, boz gibi renklerle karılmıştır.

Karacaoğlan şiirindeki güzel üslûbunu andıran dil ustalığının asıl kudreti renkler ve şekiller, nitelikler sık sık kullanması, bunların açık manalı oluşu, bunların şairini görüş ve fikir kaynağı olarak gösterilmesidir. Karacaoğlan’ın şiirinde renkler şu yoğunlukla kullanılmışlardır: ak %44; kara %39; %20; yeşil %15; kırmızı %14; siyah %12; sarı%10; beyaz %8; mor %7: boz %3; mavi %2; şal %1.

Âşığın şiirlerinde samimi, doğal, bir dilin hâkim olduğu görülür. Yer yer de Arapça, Farsça kelimeler ve tamlamalar da kullanarak eserlerine ayrı bir renk katmıştır. Kendine özgü bir üslup çizgisi vardır. Bulunduğu toplumun belli kalıplarının dışına çıkıp güzellere olan duygularını açık bir şekilde ifade etmiştir.

Giyim- kuşam, bütün olarak bir kültür ürünüdür. Divan şiiri ve halk şiiri ortak kültür kaynağından beslendiği için birçok yönden olduğu gibi sevgilinin üzerindeki giyim –kuşam da bazı ortaklıklar gösterir.

609

Giyim-kuşam ve takılarla ilgili bir ortaklık, şair ve âşıkların ele aldıkları giyim-kuşamın cinslerini ve renklerini kültürün verdiği anlama göre seçmelerine neden olur. Yeşilin murat, beyazın saflık, kırmızının şiddet ifade ettiği gibi...

Sanatçıların eserlerinde giyim-kuşam ve takıdan yola çıkarak, dönem özelliklerinin belirlenmesine yönelik çalışmalarda geleneğin ağırlığı göz ardı edilmemelidir. Ziya Gökalp, toplum düzeninde ve tarih içinde geleneğin önemine yer verilmesi gerektiğini vurgulayan ilk düşünürümüzdür. Bu günü değerlendirebilmek için dünü vurgulayan değerleri göz önünde bulundurmayı ön görür 21.

Renklerin çeşitli kültürlerde genel olarak temsil ettiği anlamlar ve Karacaoğlan’ın şiirlerinde yer alan renkler ile sembolik anlamları şu şekildedir:

AK-BEYAZ

Beyaz, renksizlik olarak kabul ediliyor olsa da içinde tüm renklerin kaybolmuş olduğu bir dünyanın sembolüdür. Beyaz, doğumdan önceki hiçliğin ya da buz çağındaki dünyanın çekiciliğine sahiptir. Beyaz, neşe ve lekesiz saflığın simgesidir. Beyaz güneş ışık renklerinin tümünü gizlediği için güneş ışığı kırılıp parçalandığında gökkuşağının renkleri ortaya çıkar. Bu nedenle beyazda hem yeşilin mağrurluğu, hem sarının neşeliliği, hem kırmızının gücü, hem de mavinin huzuru vardır. Beyaz tüm bu duyguların toplamını insanlara yansıtır.

21 Bülent Arı, Karacaoğlan’da Benzetme ve Nitelemeler, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana 1992.

610 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Beyaz, güneşin tüm ışınlarını yansıtan, geri çeviren, siyahın tam karşıtı olarak renk gamının diğer ucunda yer alan bir renktir. Beyaz, veri olarak aslında ışığın ta kendisidir. Tarihsel süreç içerisinde beyaz renk, aydınlığın, hafifliğin, iyi niyetin, temizliğin, saflığın, duruluğun, doğallığın, masumiyetin, tevazuun, umudun, evliliğin, merhametin, teslimiyetin, gençliğin, barışın, hakikatin, ölüme giden yolun vb. sembolik bir göstergesi haline gelmiştir. Ayrıca lekesizlik anlamında el değmemişliğin, bakireliğin de bir simgesi olmuştur. İnsan psikolojisi üzerindeki etkileri oldukça ferahlatıcıdır, dürüstlüğü, istikrarı ve kararlılığı temsil etmektedir 22.

Saf ve temiz oluşun sosyal hayatta en net gözlendiği anlardan olan evlilikte gelinliklerdeki beyazlık masumiyetin, iffetin, namusun ve tertemiz bir ruhun temsili olarak kabul edilmekte ve şuur altlarına bu mesaj verilmektedir. Bu yüzden olsa gerek pek çok kültürde gelinlikler beyaz renklidir. Bu saflık duyguları ile birlikte ruhlara emniyet ve güven mesajları verir. Yansıdığı bütün ruhlarda bir aydınlık duygusu oluşturur ve rahatlık, ferahlık gibi manevi esintilerin zeminidir. Yine varlığın, bütününden sıyrılmışlığın ve bütünlüğün, mutlaklığın sembolü şeklinde algılanır. Beyaz, insan vücudundaki enerji sistemini dengeleyen ve temizleyen bir renk olarak kabul edilir. Beyaz, süreklilik, kararlılık ve güven aşılar 23. Bu renk olumlu yönleri yanında olumsuz

22 M. Çağatay Göktan, “Renk Unsurunun Fotoğraf Sanatında Sembolik Olarak Kullanımı-1”, Fotoğraf Dergisi, Ant Yayınları, S. 90, 2010, s.92. 23 Hakan Yalman-Kubilay Aktaş, Sözlerin ve Renklerin Gizemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, s.190.

611

yönleriyle ise soğuğun, karın, sessizliğin, teslimiyetin, kısırlığın simgesi sayılır.

Her renk, kendisine karşıt ve tamamlayıcı bir diğer renge sahiptir. Ancak bu karşıtlık yalnız iki farklı renkte ortaya çıkmamaktadır. Aynı renk kendi bünyesinde de kavramsal temsiller açısından bir karşıtlık içerir. Bunu beyazın hem doğumu hem de ölümü temsil edişiyle hem sevincin hem de yasın göstergesi oluşuyla ortaya koyabiliriz. Beyaz renk kendi içerisinde çelişen olumlu ve olumsuz anlamları bir arada barındırmaktadır. Saf ve masum olarak algılanan, iyiliğin sembolü olan bu renk, köpek balığı ve kutup ayısı beyazlığı ile özdeşleştirildiğinde aniden anlam değişmesine uğrayarak, tanımlanabilecek en dehşet verici kavramların karşılığı olarak da görülebilmektedir 24.

Beyaz, İslam geleneğinde ışığın, parlaklığın, Kara Afrika inançlarında ise ölümün simgesi kabul edilmektedir. Batı kültüründe bir kadının beyaz giymesi saflığı temsil ederken, Çin ve Japonya’da ölümü, hastalığı ve cenazeyi, Avusturalya, Yeni Zelanda ve ABD’de mutluluk ve saflığı temsil etmektedir 25.

Birden fazla rengin birleşimi ile meydana gelen bu renk, çok eski çağlardan beri sürekli olarak temizlik kavramı ile özdeşleştirilmiştir. İffeti, temizliği ve masumiyeti ifade ettiğinden dolayı Hristiyanlıkta vaftiz ve kudas giysileri beyaz renklidir. Aynı anlayışı İslam

24 Suzan Orçan, Türk Masallarında Renk İmgesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011, s. 59-60. 25 Deniz Özer, “Toplumsal Düzenin Oluşmasında Renk ve İletişim”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, C.3, S.6, s.274.

612 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Dünyası’nda da görmek mümkündür. Araplar ruh temizliğini beyaz olarak ifade etmişlerdir 26.

Karacaoğlan, şiirlerinde karanın karşısında, ak ve beyazı sıkça kullanır. Sevgilinin tenini, gerdanını, alnını, yanaklarını, göğsünü, döşünü, ellerini, topuklarını, bileklerini, kollarını anlatırken “ak” sözcüğünden yararlanır. Onun şiirlerindeki güzeller “ak yüzlü” dür. Beyaz tenlidir, inci gibi beyaz dişlidir. Akça kızlardan, ak yârinden, ak göbelekten, ak gelinlerden ve doğayla ilgili dizelerinde ise ak ırmaklardan, ak güllerden, akça kuğulardan, ak çiçekli korulardan, ak mantarlardan, akça cerenlerden, ak güllü bağlardan, ak kuzulardan bahseder. Karacaoğlan’ın ak, beyaz sıfatlarına şu kullanımları da örnek olarak verilebilir:

Ak sayalar geyip karşımda durma (S.S.K.425) Karayı bağla da beyazı çöz at (S.S.K.480) Karac’oğlan der geyinmiş ak ile (S.S.K.484) Beyaz tenli olsun kansız olmasın (S.S.K.505) Almadan kırmızı, elmastan beyaz Bana bir güzel ver, gönlüm eğleyim (S.S.K.505) İnciden, mercandan beyaz yanağı (S.S.K.581) Beyaz geymiş alta üste de mavı (S.S.K.456) Sevdiğim üstüne dört libas geymiş Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz (S.S.K.648) Ak mürekkep idim kızıl kan ettin (S.S.K.457) Billur gibi beyaz pambuk

26 Soner Gündüzöz, “Renk”, T. D. V. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2007, s.571.

613

Beyaz gövden kar mı yoksa (S.S.K.398) Saçıma doladım ben ak telleri (S.S.K.414) Ak imiş gerdanın beyazdır kardan (S.S.K.412) Karac’oğlan der ki edelim niyâz Ak göğsün üstünde kılalım namaz Almadan kırmızı elmastan beyaz Bana bir güzel ver gönlüm eğleyim (S.S.K. 505) Ataş yanmayınca tütün mü tüter Ak göğsün üstünde çimen mi biter (S.S.K. 444).

Karacaoğlan, şiir örneklerinde görüldüğü gibi sevgilinin fiziki özelliklerine atfen beyaz ve ak renklerini sıkça kullanır.

KARA-SİYAH

Siyah, bütün renk ışıkları etkilerinin yokluğudur. Bütün ışık demetlerinin tamamıyla doymuş halidir. Demek ki ışık olmadığı yerde siyah hâkimdir. Bundan dolayı siyah ve siyah renklere tarafsız renkler denilmiştir 27.

Bu rengin olumludan-olumsuza çok değişik anlamlarda kullanıldığı görülmüştür. Psikolojik olarak olumsuzluk duygusu meydana getirir.

Siyah karamsarlık göstergesi olarak en büyük, en derin acının giysisi, ölümün simgesi olarak seçilmiştir. Türk kültüründe siyah rengin kimi zaman olumlu anlamlarda büyüklük, hükümranlık anlamında sancak- bayraklarda kullanıldığı olmuşsa da çoğu zaman diğer birçok toplumda

27 Sadettin Çağlarca, Renk ve Armoni Kuralları, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1993, s.44.

614 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

olduğu gibi matemi, kötülüğü, üzüntülü gün ve durumları ifade de kullanıldığı da bilinmektedir 28.

Siyah renk, çoğunlukla ışığın, aydınlığın ve güzellikler yaşatan duyguların karşı kutbu olarak ele alınır. Bu manada karamsarlık, yalnızlık, esrarengizlik ve kötülük gibi duyguların yaşandığı zemin olarak algılanır. Renklerin algı üzerindeki etkileri ile ilgili bazı çalışmalar yapılmış ve bu anlamda yapılan birçok testte fizik olarak güzel, ancak duygular açısından değerlendirildiğinde acımasız olarak tanımlanan pek çok insanın siyah renge daha çok meyilli olduğu ortaya konmuştur. Siyah; gücü, tutkuyu temsil eder, aynı zamanda hırsın da ifadesidir.

Siyah rengin olumlu anlamlar kazanması, tek tanrılı dinlere geçişle başlamıştır. Uzun yıllar boyunca soysuzluğun, kötülüğün, nefretin, ölümün ve yasın simgesi olan siyah, Hristiyanlar için saygın ve kutsal bir renk olmuştur. Rahiplerin cüppelerinin siyah olması ile bu renk, ayırıcı ve üstün olma özelliğine kavuşmuştur. Böylece devlet adamlarında ve burjuvalarda saygınlık ifadesi, dulların kıyafetlerinde ise ciddiyetin göstergesi olarak bu renk kullanılmaya başlanmıştır.

Siyahın konsantre olmaya en uygun renk olduğu düşünülmektedir. Albert Einstein’ın konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan bir odaya girip düşündüğü meşhurdur. Bu hal tasavvufta inziva şeklinde yaşanan hale ve Hz. Muhammed’in Hira mağarasında

28 Mustafa Yağbasan-Nida Aşkın, “Renklerle İletişim ve Ulusal TV Logolarının Göstergebilimsel (Dilbilimsel, Grafiksel, Renksel) Analizi”, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları Dergisi, C. 4, S. 2, Elâzığ 2006, s.127.

615

sosyal hayatın kesretinden sıyrılıp iç âlemine, bir anlamda bilinçaltına yönelişine benzer bir tavır olmalıdır 29.

Karacaoğlan’ın şiirlerinde “kara” (siyah) sıklıkla kullandığı sıfatlardan biridir. Onun şiirlerinde, kara bile bir güzellik unsurundan bahsetme sebebi olarak yer almıştır:

Bana kara diyen dilber, Gözlerin kara değil mi? Yüzünü sevdiren gelin, Kaşların kara değil mi? (S.S.K.449)

Karacaoğlan, sevgilinin saçlarını, örgülerini (beliğini), kirpiğini, zülüflerini, gözlerini, kaşlarını, sürmesini anlatırken “kara” der. Bazen de sevgilinin alnındaki siyah peçeden, alları çıkarıp karalar giymesinden, kara örtü bağlamasından söz eder. Bazen kara donlu Beytullah’ın örtüsünden, kamalaklı karaardıçtan, iki gözü kara ceren yavrusundan, top kara zülüflü mayalardan, karaçalıdan, kara taşlardan, kara topraktan bahseder. Bu sözcüğü mecaz anlamıyla da kullanıp kara talihinden yakınır, kara günün ömrünün az olacağını söyler. Kara kıştan, kara yere yüz sürmekten, bir başı karaya eş olma arzusundan, sevgilinin ışıldayan kara saç tellerinden söz eder. Sevgiliye bedduasında “Yüzün kara olsun Hak divanında” (S.S.K.565) der. Kara (siyah) diğer dizelerde şöyle geçer:

Kara bağrın yere sürü (S.S.K.401)

29 Yalman-Aktaş, age, s.193-194.

616 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Ala göze siyah sürme (S.S.K.430) Gelen gider imiş bu kara yere (S.S.K.602) Ak yerine karaları başıma Bağlar melil melil, bilmem nedendir (S.S.K.607) Dostum misk çalınmış siyah saçına (S.S.K.606) Kapısında kara kullar olduğum (S.S.K.591) Güzeller serveri geysin karalar (S.S.K.577) Karacaoğlan, bir şiirindeki dörtlüklerin son dizelerini de şöyle oluşturur:

Kaşların kara değil mi? Zülüfün kara değil mi? Beliğin kara değil mi? Saçların kara değil mi? Biber kara değil mi? Kölesi kara değil mi? Çadırı kara değil mi? Kahve kara değil mi? Sümbül kara değil mi? (S.S.K.449) Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır 30, Siyah zülfü mâh yüzünde gül gibi 31

Sevgilinin tüm fiziksel özelliklerini siyah/kara rengiyle teşbih sanatını kullanarak dile getiren Karacaoğlan, bununla birlikte doğada yer alan biber, çadır, kahve gibi unsurları da rengiyle nitelemiş ve kendisinin

30 Karaer, age, s.72. 31 Karaer, age, s.105.

617

kara olmasının kötü bir şey olmadığını, bu saydığı unsurlara dayanarak dile getirmiştir.

KIRMIZI

Kırmızının tonları olan renklere baktığımızda; kızıl, karmen ve al kırmızı veya koyu kırmızıdır. Kırmızının tarih öncesi devirlerde bile, hayat veren renk olarak kabul edildiği bilinen bir gerçektir. Nitekim kırmızı siyahla birlikte insanoğlunun sanatının kaynağı olan çok eski mağara resimlerinde de görünen bir renktir.

Kırmızı denilince ilk akla gelen kanın renginin kırmızı olduğudur. Kırmızı renk, siyah ve beyazın ardından en fazla sembolik anlama sahip olan renktir. Bu rengin sahip olduğu yoğunluk ve canlandırıcı etki diğer renklerin tümüne baskın gelmekte ve renk denildiğinde renklilik duygusunu uyandıran, tek başına renk kavramını da karşılayabilecek nitelikte olduğunu gösteren bir renktir 32.

Genel olarak kırmızı renk uç duygular ve semboller ifade eder. Savaş, güç, hız, aşk-hırs, öfke kırmızı renkle özdeşleşen duygulardır. Pek çok uygarlık tarafından zengin anlamlar oluşturacak şekilde kullanılan kırmızı rengin, kültürel olarak değeri doğaldır ki tarih öncesi dönemlere kadar gider 33.

32 Suzan Orçan, Türk Masallarında Renk İmgesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011, s.67. 33 Sözen, age, s.95-96.

618 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Ateşin ve kanın rengi olan kırmızının simgesel bağlamda evrenselliği diğer renklerden daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar 34. Kırmızı, bize kanımız kadar yakındır. Bütün hücrelerimizin hayat suyunun rengidir.

Kırmızı en çok aşkın, tutkunun ve şiddetin rengi olarak kabul edilmektedir. Bundan ötürü, âşıklar duygularını yıllardır kırmızı güllerle dile getirirler. Örneğin, Karacaoğlan’ın: “Kime kin ettin de giydin alları.” ifadesi şiddetin ve kinin ifadesi olarak düşünülebilir 35. Ancak bu renk aynı zamanda tehlikeyi de beraberinde taşır. Öyle ki güzellik, lüks, eğlence, kırmızı ruj ve oje kadını güzelleştirirken aynı zamanda günahı ve yasaklanmayı da içinde barındırmaktadır. Hz. Âdem’i cennetten kovduran yasak meyve de kırmızıdır. Sporda bir oyuncuya verilebilecek en büyük ceza yine kırmızı kartla gösterilir. Kırmızı, kızıla yöneldikçe hem ateşli ve kavgacı bir ruhun, hem de tutkulu ve tensel bir aşkın simgesi olur. Bu renk yakan, yaralayan, yıkan cehennem ateşi gibidir. Bu nedenle hem tehlikenin, yasağın, günahın rengi olarak olumsuz çağrışımları hem de aşkın, çocukluğun, şenliğin rengi olarak olumlu çağrışımları aynı anda birlikte üstünde taşır. Bu ikilemin temelinde tıpkı mavi renkte olduğu gibi kırmızının da en koyusu olan şeytan kırmızısından meleklerin rengi olan tozpembeye dek açılabilmesi ve dolayısıyla bu ton değişimleriyle cehennem hayatından; cennetin temiz, masum göksel katına kadar uzanabilmesi yatmaktadır.

34 Topçu, age, s.136. 35 Bülent Arı, “Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Sevgilinin Giyim Kuşamı”, Hacı Bektaş Veli Dergisi, S.38, s.9.

619

İnsan doğasında kırmızı rengin insan bedenini temsil ettiği bilgilerine yer verilir. Kırmızı rengin peygamberlikte sembolize ettiği anlamların ise cesaret, istek ve coşkunluk olduğu söylenmektedir. Kırmızı renk şekillerden kare ya da küp ile temsil edilebilir. Nitelik olarak sıcak, kuru ve kesiftir. Kırmızı ağır, katı ve değerli bir renktir ve güçlü bir görsel çekim gücüne sahiptir. Burada dikkati çeken sembolizasyonlardan kırmızının bedeni ve katı maddeleri temsil edişidir. Bu temsiller çok önemli yorumlara kapı aralar. Kırmızının bedeni temsil edişi, aynı zamanda bedensel güzelliğin sunumunun kırmızı renkle sağlanma gereğini getirir. Masallarda güzelliğini ortaya koyan, kendisini genç erkeğe veya kayınvalideye beğendirmeye çalışan kızın, kırmızı giyinerek gözükmesi bedensel güzelliğin sunumu olabileceği gibi, kırmızı rengin ergenliği de işaret ettiği gerçeğinden hareketle evliliğe hazır olduğu mesajını da ilettiğini söyleyebiliriz. Kırmızı rengin katı maddeleri yani somut şeyleri ve maddeyi temsil edişiyle de kırmızı renkle sunulan görsel şovun aynı zamanda zenginliğin, paranın yani maddesel gücün de aktarımı olarak görebiliriz 36.

Renklerin kültürlere göre anlamları değişebilir. Kırmızı renk de farklı milletlerde ve kültürlerde farklı anlamlar kazanmıştır. Örneğin; Türklerde bir düğün ve gerdek rengidir. Mesela, Dede Korkut’ta evlenecek kız ve damat kırmızı kaftan giyerler. Ayrıca, kızlar için kırmızı erginliğin de bir ifadesi olmuştur. Henüz evlenmemiş genç Kazak kızlarının eskiden kırmızı başörtü takmaları; ergenliğe geçişin ve evlenmeye istekli olduklarının dikkat çeken bir göstergesidir. Diğer

36 Orçan, age, s.67.

620 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

yandan kırmızı renk, Avrupa kültüründe birçok efsane ve halk hikâyesinde, dünya ötesi bir gücün simgesi olarak kabul edilmiş, zaman içerisinde ise masallarda geçen bir ikon haline gelmiştir. Kırmızı Başlıklı Kız’ın parlak pelerini gibi Pamuk Prensesin zehirli elması da buna bir örnektir.

Türklerin en eski inançları ile ilgili olarak onlarda “Al Ruhu” veya “Al Ateş” adları verilen bir ateş tanrısının yahut da hâmî (koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. İşte Türklerin en eski devirlerden beri Al Bayrak kullanmalarının bu Al Ateş kültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor 37.

Dolayısıyla al (kızıl) rengin de tarihimizin başlangıcından beri bizde manevî ve millî renk olarak algılandığı ve tarih boyunca inançları yansıtan, aynı zamanda da Türk duygusunu ve ruhunu anlatan bir millî sembol hüviyeti kazandığı görülmektedir 38.

Kırmızı (al), Karacaoğlan’ın en çok kullandığı renklerdendir. Sevgiliyi genellikle “gül” teşbihiyle anlatan Karacaoğlan, gül rengini ve kızılı da kırmızının yanında kullanır. “Gelin al çimenli koru” (S.S.K.594) , “Kız da der ki al çiçeğin moruyum.” (S.S.K.428), “Kırmızı goncam gayri açılındı” (S.S.K.417) dizelerinde alı, kırmızıyı sevgiliyi betimlerken kullanır. Yanağının bazen elma gibi, bazen gül gibi al, kırmızı, kızıl olduğunu söyler. Sevgilinin ten rengini, benzini ise “gül benizli” sözüyle karşılar. Karacaoğlan kırmızıyı dizlerinde şöyle kullanır:

37 Reşat Genç, “Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler ve Sarı- Kırmızı- Yeşil”, ERDEM İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Ankara 1997, s.1082. 38 Genç, “agm”, s. 1084.

621

Bin bir çiçekten rengini almışsın Döndürmüşsün rengin güle sevdiğim (S.S.K.495) Kızıl yanakların kaldır aradan (S.S.K.518) Gül yanaklı efendimi (S.S.K.407) Al yanaktan bir bergüzar vermen mi? (S.S.K.394)

Sevgilinin dudaklarını kiraza benzeten Karacaoğlan “Alma yanak, kiraz dudak, diş sedef” (S.S.K.580) dizesiyle kırmızıyı bu kez dudağa yakıştırır. “Sevdiğim sinende kırmızı alma” (S.S.K.425) dizesinde, kırmızı elmayı göğüsler için kullanır. Karacaoğlan al ve kırmızı ifadelerinden, sevgilinin giysilerini ve başındaki örtüleri anlatırken de yararlanır: Al geyinmiş de çiçekler sokunmuş (S.S.K.526) Al sıktırma kavuşturmuş belini (S.S.K.600) Altına al geyer, üstüne yekte (S.S.K.605) Başı al valalı, sürmeli gelin (S.S.K.644) Yakıştırmış yeşil alı (S.S.K.617) Önü al önlüklü yüzü peçeli (S.S.K.495) Kırmızlar geyip çıkar salınır (S.S.K.403)

Karacaoğlan, kırmızıyı bazen de diğer renklerle bir arada kullanır. Kırmızıyı daha çok, yeşille bir arada işler. Al ile moru, karayla alı yan yana kullanır. Al ve diğer renkler arasında uyum oluşturmak ister. Bu renkleri güzellerin önlük, yazma, elbise gibi giyim kuşamını anlatırken sıkça kullanır:

Yeşil bağla ala karşı (S.S.K.430) Al yeşil konaktan hükmeyleyenler (S.S.K.425)

622 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Geydireyim yeşil ile al ile (S.S.K.435) Eğnine geyinmiş alınan moru (S.S.K.553) Karalar mı geydin alın üstüne? (S.S.K.411) Al önlük, mavı yazma Gey karşımda salın dilber (S.S.K.586) Al yeşil hırkalar, türlü libaslar (S.S.K.501)

Karacaoğlan al benekten keten olup sevgilinin boynuna sarılmak, dolanmak ister. Şiirlerinde güzellerin kolundaki kırmızı kol bağından, kırmızı kolçaktan, al tokadan, şalvardaki kırmızı süslerden, kırmızı pervazdan, ak ellerdeki kırmızı, kan gibi kınalardan, sevgilinin saçındaki al karanfilden, kırmızı bir elma türü olan yanıl elmadan da bahseder.

Doğayı anlattığı dizelerinde de kırmızı çubuklu bağlar, kırmızı ayaklı bülbüller, al kınalı keklikler, al çiçekler, allı turnalar, başı al laleli yüce dağlar, kırmızı gülle süslü bağlar yer alır:

Koç yiğide düşen dilber

Al çiçekle kurulanır (S.S.K.612)

“Kırmızı” redifli koşmasında da ayakları kırmızı bir çift bülbül, elma gibi kırmızı yanaklar, kırmızı kol bağı, mezarına istediği kırmızı iki çift mezar taşı, kırmızı döşeli oda, on parmağı kırmızı sevgili yer alır.

MAVİ

Gök ve yeşil renkler mavi ile beraber Türkçede kullanılan renk isimleridir. Gök renk ve mavi, gökyüzünün ve suyun simge ve

623

alametidir. Gökyüzü ve su insanlık tarihinde mukaddes sayılmıştır. Gök rengi sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve huzuru telkin eder ve sinirler için kırmızının aksine olarak sükûn ve huzur verir. Gök rengi dostluk, sadakat, aydınlık, temizlik sembolüdür 39. Her ne kadar İslam’da karakteristik renk olarak yeşil çok benimsenen bir renk olsa da maviye de en az yeşil kadar rağbet vardır.

Türk kültür tarihinde kutsal anlamlara sahip olan bu rengin geçmiş yüzyıllarda batı kültüründe en olumsuz şekilde nitelendiği, siyaha en yakın renk olarak görüldüğü, ölümü, yası, karamsar ruh halini, melankoliyi, kederi ifade ettiği, soğuk ve uzak olarak duyumsandığı görülür 40.

Maviyi daha çok, sevgilinin giysilerini betimlerken kullanan Karacaoğlan, “mavı donlu” sevgiliyi “Acep gezsem mavı donlum var m’ola” (S.S.K.386) nakaratlı şiirinde Niğde’de, Bor’da, Tokat’ta, Adana’da, Diyarbakır’da, Halep’te, Trablus’ta, Mısır’da, Hindistan’da, Çin’de, Yemen’de, Kayseri, Karaman, Konya, Antep’te arar. Sevgiliye “mavı donlu meleğim” diye seslenir. Sevgilinin sırtındaki mavi sayadan, mavi yazmasından bahseder. Maviyi, Osman Paşa’dan bahsettiği bir dörtlüğünde ise şöyle kullanır:

Altı Arab atlı hem mavı donlu, Serdarlar serdarı tepesi tuğlu, Şah Beyazıd ile ölçer boyunu, Bu da bir gün kendisine derd olur (S.S.K.621).

39 Heyet, “agm”, s.59. 40 Orçan, age, s. 79.

624 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

YEŞİL

Karacaoğlan, doğanın rengi olan yeşili ise allarla, beyazlarla, sarılarla kullanır. “Yeryüzünün lale yeşil bürüden” diyerek Tanrı’yı anar. Yeşili genellikle diğer renklerle iç içe kullanır. Bir dizesinde:

Kibar yâr alnına bir yağlık çaldı. Yeşil midir, oflaz mıdır, al mıdır? (S.S.K.606) diyerek “oflaz” dediği eflatunu, yeşilin yanına ekler. Kırmızı, siyah, beyaz kadar olmasa da Karacaoğlan yeşili sıkça kullanır. Yeşil ardıçtan, fesleğen yaylasının yeşil salından, yeşilbaşlı bülbülden, yeşil turnadan, ağaçlardan, yapraklardan, göllerden, yeşil çimenlerle donanmış dağlardan söz ederek yaşadığı coğrafyanın renkli ve canlı bir tasvirini yapar.

Yeşil, kadın giysilerinin rengi olarak da işlenir. Hüma kuşu gibi yeşil donlu olan sevgili, yeşil donlu melek diye andığı sevgili, elvan elvan güllü yeşil koruya benzeyen, sağrısı yeşil örekli, esen poyraz yele benzeyen sevgili, yeşil başını eğip de bir selam vermeden geçen sevgili, al üstüne yeşil donu giyen al yeşil valalı güzeller Karacaoğlan tarafından övülmeye layık bulunmuştur. Güzele ve güzelliğe tutkun olan Karacaoğlan bu güzelleri yeşil ile al ile giydirmek, donatmak istemiş ve bununla ilgili olarak da şu dizeleri söylemiştir:

Yakışmazsa öldür beni Yeşil bağla ala karşı (S.S.K.430)

625

Yeşili hep olumlu anlamda kullanan Karacaoğlan bir düğün alayını anlattığı dizelerinde ise usul boylu, yeşil elbiseli bir gelinden şöyle söz açar:

Düğün olup al bayrağı açınca Usul boya yeşil kamha biçince (S.S.K.564)

Yeşilin Türk halkların kültüründe yer tutmasını tamamen İslam’ın rengi olmakla izahı biraz zordur. Yeşil Türk kültür coğrafyasında halk inançlarında da yer sahibidir. Yeşilbaşlı ördek bilhassa halk edebiyatında geniş yer tutar. Hıdırellez’de yeşil bitkilere dokunmanın sağlık ve bereket getireceğine inanılır 41(Kalafat, 2012: 81). Doğanın rengi olan yeşili doğayla iç içe olan Karacaoğlan yeşil ördekle adeta mazmunlaştırarak sıkça kullanır:

Yeşil ördek sulanıyor gölekte Altun küpe şavk veriyor kulakta (S.S.K. 66)

ELA (ALA)

Karacaoğlan “ala” yı göz rengi olarak kullanır. Karacaoğlan’ın şiirlerinde ala gözlü Türkmen kızının ayrı bir yeri vardır. Karacaoğlan ayrıca alageyiklerden, ala bulutlardan, ala güneşten, ala karlı dağdan, göğsü alaca keklikten, alaca pınarlardan, altına serilen alaca kilimden bahseder:

Ala gözlerini sevdiğim dilber Sana tenhada sözüm var benim

41 Y. Kalafat, Türk Halk İnançlarında Renkler, Berikan Yayınevi, Ankara 2012, s.81.

626 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Kumaş yüküm dost yüküne çözüldü Bir zülfü siyaha nazım var benim.

Karacaoğlan’ın varsağı türünde yazdığı şiirlerde de yiğitçe söyleşin ardından yine güzelin ela gözlerinden bahseder, ela/ala rengini güzelin gözlerinde görmek ister ve güzeli bu göz rengiyle sever:

Behey ala gözlü dilber Yâre bir ben gerek bir ben Âşık’ın aklın almağa Yâre bir ben gerek bir ben 42. Ala gözlüm ayrı çekmiş göçünü (S.S.K.464)

Diğer Renkler

Karacaoğlan’ın deyişlerinde diğer bir renk adı olarak bozu görürüz. Boz bulanık seller, boz geyik, boz kurt, boz sığın, boz kır, boz at, boz topraklar bu rengin kullanıldığı yerlerdir. Ayrıca, atların renklerinden bahsederken de kır ve kulayı kullanmıştır.

Kırmızıdan türeyen bir renk olan pembeden ise şöyle bahseder:

Pembe önceğini çalmış beline (S.S.K.428)

Mor, Karacaoğlan’ın şiirlerinde doğayı betimlerken mor sümbüller ve mor menekşelerle kullanılır. Sevgili bazen mor sümbüllü koru, (S.S.K.413) bazen mor menekşe, (S.S.K.431) bazen de al çiçeğin moru (S.S.K.428) olarak ifade edilir. Sevgilinin kıvrım kıvrım zülüfleri,

42 Özdemir, “agm”, s.133.

627

boynu eğik mor menekşeyle anılır. (S.S.K.437) Mor sümbüllü korular, bağlar ve bahçeler, yurtlar onun şiirlerinde şöyle yer alır:

Viran oldum mor sümbüllü bağ iken (S.S.K.531) Sarı sümbül, mor menevşe Geydi bizim bağlar şimdi (S.S.K.443)

Giysilerde alla moru bir arada kullanan Karacaoğlan, sevgilinin mor beliklerini (örgülerini), (S.S.K.629) mor bileklerini, (S.S.K.453) mor sümbülle donatılan saçını, (S.S.K.463) alnındaki mor perçemini, (S.S.K.487) oflaz (eflatun) yağlığını, (S.S.K.606) kendine has ifadelerle işler.

Karacaoğlan’ın, şiirlerinde kullandığı renklerden biri de sarıdır. Sarıyı daha çok, ayakkabı rengi olarak kullanmıştır. Edik ya da çedik, yumuşak meşinden yapılmış kısa konçlu bir çizmedir. Güzellerin giyim kuşamlarından bahsederken ayaklarındaki sarı ediği de anmadan edemez:

Sarı çedik geymiş koncu kısarak Gidiyor da birim birim basarak (S.S.K.397) Seksen bin de sarı postal geyenler (S.S.K.617) Güvercin topuklu, sarı meslinin (S.S.K.538) “Sarı çedik giymiş koncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde” (S.S.K.397)

Onun şiirlerindeki güzeller, sarı renkli giysiler ve aksesuarlarla bezenmişlerdir. Allı morlu giysiler, kadife elbiseler, al valalar sarı çediklerle birleşmiş; ak elleri sarı akik taşlı yüzüklerle (S.S.K.446)

628 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

tamamlanmıştır. Karacaoğlan ayrıca sarı valadan, sarı ibrişimden, sırmadan, altından, sarı benizden, gül benizlerin sararıp solmasından, sarının yerine renk adı olarak kullanılan sandaldan da bahsetmiştir:

Geyinmiş kuşanmış güzel görmedik Al mı, yeşil mi, sarı mı bilmem? (S.S.K.483) Sırmalar geymişsin alın üstüne (S.S.K.412)

Doğanın canlı ve renkli dokusundan bahsederken yıldızları, sarı sümbülleri, sarı çiğdemleri, sarı çiçeği, mor menekşeyi şu şekilde işler:

Kız da der ki sarı yıldız doğma mı? (S.S.K.429) Sarı sümbül, mor menekşe (S.S.K.443) Sarı çiğdem küme küme serilmiş (S.S.K.384) Sarı çiçek sarvan kurmuş oturur (S.S.K.575)

SONUÇ

Renkler tarih öncesi çağlardan beri insanların dikkatini çekmiştir. Bir anlamda toplumsal iletişimi sürdürme biçimi olarak kullanılmış, toplumsal yaşamın her alanında etkin rol oynamış ve günümüzde de bu işlevini sürdürmektedir. Toplumun damarlarına bu kadar işlemiş olan renkleri, ait olduğu toplumun yine köklerinden gelen Âşık edebiyatı- mızın en çok tanınan şairlerinden Karacaoğlan, mahlasıyla dahi simgeleştirerek şiirlerine yansıtmış ve adeta şiirlerinde bir renk cümbüşü yaratmıştır.

Karacaoğlan, bir doğa aşığı olarak tabiatta bulunan tüm renkleri şiirlerine yansıtmıştır. Aynı zamanda nerede yaşadığına dair net bir bilginin olmayışı da onun pek çok diyarı gezdiğine, gezdiği yerde

629

gördüğü güzelleri ve güzellikleri anlattığına yönelik tespitlerimizi kanıtlar niteliktedir. Karacaoğlan hakkında başta da belirtildiği gibi pek çok araştırma yapılmıştır. Karacaoğlan’ın şiirlerinde kullanmış olduğu renklerin ele alındığı çalışmada, Karacaoğlan’ın şiirlerinde en çok kullandığı ve tercih ettiği Ak/beyaz, kara/siyah, yeşil, mavi, mor, al/kırmızı ve sarı renklerine değinilmiştir.

Kimi zaman sevgiliyi fiziksel özellikleriyle, kimi zaman giyim kuşamıyla kimi zaman süs malzemeleriyle kimi zaman da iç içe yaşadığı doğanın her bir parçasına bezediği renklerle ahenkli, dinamik bir şiir anlayışına sahip Karacaoğlan’da sevgilinin görünümü şöyledir:

Onun gözleri sürmelidir, kulakları küpelidir, burnu hırızmalıdır. Kolunda bilezik, parmağında yüzük, topuğunda ise halhal vardır. Sevgilinin başında tülbent, poşu, mahrama, yemeni, vala... adı verilen örtüler vardır. Üzerindeki elbise mavi, yeşil, ala ve sarıdır 43.

Sevgilinin üzerindeki elbiselerin sarı, mavi, yeşil veya al gibi can alıcı, parlak, dikkat çekici renklerde olduğu görülür. Bu onun doğayla iç içe olan bir yaşam biçimine sahip olmasından kaynaklanıyor olabilir. Gelinin başındaki valanın beyaz renkli olması beklenirken, karşımıza hep al renkte çıktığı görülmektedir.

Karacaoğlan, renklerin gelenekte kazanmış olduğu anlamı güzellerin üzerine giydiği elbise ile ifade etmiştir. Örneğin: “Kime kin ettin de

43 Bülent Arı, Karacaoğlan’da Benzetme ve Nitelemeler. Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana.

630 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

geydin alları” dizesi kırmızının şiddet ve kin ifadesi olarak algılandığını açıkça ortaya koymaktadır.

Karacaoğlan, çeşitli renklere bezediği güzeli bir bütün olarak değerlendirmeyi seçmiş, giyim kuşama, makyaja ve takılara dizelerinde yer verirken onları sevgilinin güzellik unsurlarından bahsetmenin bir gerekçesi ya da onun güzelliğini tamamlayan birer unsur olarak işlemiştir.

631

KAYNAKÇA

Arı, Bülent. (1992). Karacaoğlan’da Benzetme Ve Nitelemeler. Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana.

Arı, Bülent. (2006). “Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Sevgilinin Giyim Kuşamı”, Hacı Bektaş Veli Dergisi, S.38.

Çaglarca, Sadettin. (1993). Renk Ve Armoni Kuralları, İnkılap Yayınevi, İstanbul.

Çobanoglu, Özkul. (2000). Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Diyarbekirli, Nejat. (2002). “Eski Türklerde Kültür Ve Sanat”, ” Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, C. 3, Ankara 2002, S.60.

Eker, Gülin Öğüt. “Kültürel Gösterge Olarak Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Edik”, Http://Millifolklor.Com, (E.T.28.07.2020) S.43, S. 54.

Gabain, Annemarie Von. (1968). “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkçe Tercümesi: Semih Tezcan, Türkoloji Dergisi, C. 3, D. T. C. F. Yay., Ankara.

Genç, Reşat. (1997). “Türk İnanışları İle Milli Geleneklerinde Renkler Ve Sarı- Kırmızı-Yeşil”, Erdem İnsan Ve Toplum Bilimleri Dergisi, Ankara.

632 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Göktan, M. Çağatay. (2010). “Renk Unsurunun Fotoğraf Sanatında Sembolik Olarak Kullanımı-1”, Fotoğraf Dergisi, Ant Yayınları, S. 90.

Gündüzöz, Soner. (2007). “Renk”, DİA, İstanbul.

Heyet, Cevad. (1996). “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz Ve Renkler, Editörler: Sadık Tural, Elmas Kılıç, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.

Kalafat, Y. (2012). Türk Halk İnançlarında Renkler, Berikan Yayınevi, Ankara.

Karaer, Mustafa Necati. (2013). Karacaoğlan Hayatı Ve Bütün Şiirleri, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Korkmaz, Mehmet Akif (2015). “Yazılı İlk Türkçe Metinlerde Sözlü Kültüre Ait Teknikler” Dört Kıtada Folklorun İzinde: Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu Armağanı, (Editör M. Eren-M. Karaaslan- Arvas) Ankara: Hâkim Yayıncılık, S.639-654.

Küçük, Salim. (2010). “Türkiye Türkçesinde Renk Adları Ve Özellikleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 3 / 10.

Orçan, Suzan. (2011). Türk Masallarında Renk İmgesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

Özdemir, Tülay. (2005). “Tasarımda Renk Seçimini Etkileyen Kriterler”, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 2.

633

Özdemir, Ahmet. (2017). Karacaoğlan Hayatı, Söylenceleri, Sanatı Ve Şiirleri, Tura Yayınları, İstanbul.

Özer, Deniz. (2012). “Toplumsal Düzenin Oluşmasında Renk Ve İletişim”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 3(6).

Rayman, Hayrettin. (1996). Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Ahenk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Sakaoğlu, Saim. (2004). Karaca Oğlan, Ankara: Akçağ Yayınları.

Sözen, Mustafa. (2003). Sinemada Renk-Sembolik Anlamlar-, Detay Yayıncılık, Ankara.

Topçu, Nazmiye. (2001). “Fransızca Ve Türkçe Renk İsimleri İçeren Deyimlerin Karşılaştırmalı İncelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 20.

Uğur, Efsun Yılmaz. (2009). Klasik Türk Şiirinde Renkler, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale.

Ulukan, Ayşe. (2012). Dede Korkut Hikâyeleri Ve Grimm Masallarında Kültür Ve İnançlara Yerleşmiş Renk Ve Sayı İmgelemi, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya.

Türkdoğan, Orhan. (1978). Türk Tarihinin Sosyolojisi: Toplum Yapısı Ve Sınıfsal Gelişim, Hasret Yay., Ankara.

Yağbasan, Mustafa, Aşkın, Nida. (2006). “Renklerle İletişim Ve Ulusal Tv Logolarının Göstergebilimsel (Dilbilimsel, Grafiksel, Renksel) Analizi”, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları Dergisi, C. 4, S. 2, Elâzığ.

634 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

Yalman, Hakan, Aktaş, Kubilay. (2006). Sözlerin Ve Renklerin Gizemi, Nesil Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.

Yazmacı, Arzu. (2012). Tipografi Ve Renk, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Yıldırım, Ali. (2006). “Renk Simgeciliği Ve Şeyh Galib’in Üç Rengi”, Milli Folklor, Sayı:72, 129-140.

635

636 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

637

638 HATAY ARAŞTIRMALARI-V DOĞUNUN KRALİÇESİ

 ISBN: 978-625-7687-40-9