Bir Çağdaştaşma Örneği Olarak

o o CUMHURIYET'IN o ILK ONBEŞ YILI

(1923-1938)

Orhan KOLOliLU

Bir Çağdaştaşma Örneği Olarak CUMHURIYET'IN• • ILK. ONBEŞ YILI

(1923-1938)

Orhan KOL OGLU

•oYUT KITAIILA.I BOYUT YAYlN GIIIUBU BOYUT KiTAPLARI ARAŞT IRMA- SiYASET YAZlLARI Dizisi 1999/3

Orhan �lu

Bir Çaıdaşlaşma Örncıi Olarak CUMHURİYET'İN İLK ONBEŞ YILI

Boyut Kitapları Yayın Yönc:tmc:ni Uğur Bülıe

Sanat Yönc:tmc:ni Murat Önq

Yayına Hazırlayan Sultan Polat

Bu kinbın Türkiyt'dd:i htr rürlü yayın hakka Fikir vt Sanal Eurlui lUnunu gcrrA:incc s.,�, TtlfiNcılıi A.Ş.'ye aiııir. Tanıum amacıyla yapılacak lun ahntılar dışında, yayanemın yazıla izni olmaksızın hiç-bir yolla ç-oA;altılamaz.

1. Basım Haz iran 1999

Bas kı Boyu ı Marbaacı lı k A. Ş.

Yazııma Adresi: Yüzyıl Mah. MAS·SİT Maıbaacılar Siıcsi No: 115 34560 Ba�cılar/ İSTANBUL Tel.: (O lll) 619 53 00 (Pbı) Faks.: (O lll) 619 05 74-75 İçindekiler

Önsöz ...... 9

Giriş ...... 15 l. Bölüm Dİc.";ER İSLAMTOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI

Şerif Hüseyin'in Formülü ...... 23

Hint Müslümanlannın Uzlaşmacılı& ...... 33 Mısır'da Pazariılda Ba&msızlık Arayışı ...... 39

2. Bölüm DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE Kemalizm'in Önerisi ...... 45 Vahdettin'in Ulusal Egemenli�e Kaqı Hilafeti Oynaması ...... 52

3. Bölüm 1922 ŞO:KLARIN ETKİSİ İslam Dünyası Yargılannı Yeniden De�erJendiriyor ...... 65

Ulusal Egemenlikle Himayeci Ara�ında Tercih Yapamayanlar ...... 72 Hilafet'çi Kesilen Emperyalizmin Işe Kanşması ...... 85

Riyaseti Celileye ...... ı 07

4. Bölüm OSMANU'DAULUSAL EGEMENLİc.";E YÖNELİŞİNASAMALARI

Ba&msızlı&n Kapsaı:nı ...... 115

Ba&msızlık- Kapitülasyon Çatışması ...... 115

Yumuşatılmış Kapitülasyon Önerisi ...... 120

Kapitülasyonsuz Bir İslam Toplumu ...... 124

Himayecinin Verdi� Özgürlük ...... 130

Kapitillasyonlara Tepkinin Gendleşmesi ...... 132

Mısır'da Kapitülasyonla Uzun Savaş ...... 136 Iran'da Hızlı Çözüm ...... l40 25 Yıllık Öncdik ...... l4l S. Bölüm CUMHURİYET'İN DIDERLENDİRİLMESİ Kemalizm: Demokratik Diktatörlük...... l5l İslamla Ba�daşır/Ba�daşmaz Tartışması ...... 155

Bolşeviklik-Babilik Damgası ·····: ...... ; ...... 162 Toplumun Yüzde 5'iyle 95'inin Ilişkisi=Sorunu...... l65

7 6. Bölüm LAİKLİc.";İ TANlMLAYABiLME

Şerian IÇimler İster? ...... 175 Şan'da I!k Tepki: Hilafeti S�!ıipleniş ...... 178 lslamda Ilk Tepki: Cahiliye Olüm� Taroşması ...... 184 Uzun Vadede Şan: Djpsiz Detil Ilgi.�iz ...... 195 Uzun Vadede Islam: Once Din fTii, Ozgürlük mü? ...... 199 Denemenin Soqucunu Bekleme ünerisi ...... 2ll Yeni Bir Halife Için Sonuçsuz GirişimJer ...... 214

7. Bölüm .. MİLLİYETÇİLİK AÇMAZI ı.,ider/Omek Arayışında Sıkınn ...... 237 Ikinci Endülüs Psikozu ...... 242 Yerel Çözümlere Geçiş ...... 24 7 B an 'nın Emperyalizmi ile Uygarlı�ını Ayırabilme ...... 253

8. Bölüm

DİL - HARF SORUNU Aydınla Halkı Birleştirme Arayışı...... 265 Yeni Türk Harflerine Geçiş ...... 270 Arap Harflerini Kutsallaşnrmada Milliyetçilik ...... 275 J(ur'an Ezberlenecek mi, Anlaşılacak mı? ...... 281 Ibadette Türkçe ve Radyo Krizi...... 290

9. Bölüm . KİŞİLİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK Fesin Islam'ın Simgesi Oluşu ve Reddi ...... 303 Fesi Kutsal Sayıp Vazgeçmeyenler ...... 309 Şapkayı Zorunlu Kılanlar...... 316 Ulusal Başlık Arayanlar ...... 318 10. Bölüm KADlN HAI

ll. Bölüm CUMHURİYET ve DEVRİMLER KARŞlSlNDA DIŞ TÜRKLER 150'liklerin Uzlaşmazlan...... 359 Özeleştiri Yapabilenler ...... 36 7 Kemalist-Anti Kemalist Çatışmalan ...... 370 Sonuç 75. YILI DüLDURURKEN 1919-1938'in Tarihteki Yeri ...... 377 Cumhuriyet Ça�daşlaşmanın Güvencesidir ...... 389

------�: 8 :r------Önsöz

Cumhuriyet'imiz 75 yaşında. Çok mutluyuz ama tedirginlik hissedenlerimiz de var. 'Cumhuriyet ne getirdi?1 ya da 'Yetmif bq yılda yapılanlarıngerçek/eltirilmesi için mutlaka cumhuriyet gerekli miydi?1 diye soranlanmız eksik de�l. Hatta Osmanlıyı canlandırmak. özlemini saklamayanlanmız bile var. Bazılanmız bu sorulara 'kadir bilmez/ie damgasını vurarak hemen kızıyor. Oysa bu durumun biraz geçmişe ilgisizlikten kaynaldandı�nı, biraz da insan hafizasının unutkanlıkla malul oldu�unu düşüne­ rek hepsini art niyetli saymaktan vazgeçebiliriz ... Aralannda art niyetliler bulunsa da ... Cumhuriyetin üçüncü kuşa�ından bir ya­ zar (Türkiye gazetesi, 14.2.1998, Dr. Veysel Gani) açok jükür! Bizim nesil Mehmet Akifin matem tutan bülbülünün kahır ve çilesini çekmedi» diyerek e�limin kökenine başanlı bir şekilde ışık tutmuştu. Yine bizim nesil, Kurtuluş Savaşı'nda dedeleri gi­ bi ateşle imtihana tabi tutulmadı... Temel sorunları, çözülmüş, hazır bulanların daha ileri aşamalan hedefleyen ruh hali, bu tür soruları kaçınılmaz kılar, ama aynı zamanda objektifbir de�er­ lendirmeyi güçleştirir. Bu kitap, hafizalan zenginleştirmeyi ve objektifbakışı egemen kılmayı hedeflemektedir. Dördüncü kuşa�ın toplumda söz sahibi olmaya hazırlandı�ı bir dönemde, geçmişin bugünü biçimlendiren oluşumlannın ay­ nen 75-80 yıl öncesindeki heyecan ya da korkuyla algılanması ta­ bii mümkün de�ldir. Ancak yetersiz bulmak topluma bir yarar sa�lamazken daha iyisi için eleştiri yapmak sa�lıklı olur. Bu nedenle, bir yandan toplumsal de�işmenin yasalarına di�er yan-

------�: 9 �:------Bi r C.:• Ad•şlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI dan da karşılaştırmalı yönteme başvurulmalıdır. Birincisi tarihin uzun süre kavramım dikkate almayı zorunlu kılar. Kısa süreye dayalı yargılarda isabet sa�amaktan çok hata yapma olasılı� faz­ ladır. Di�er yöntem ise, bütünleşen bir dünyada aynı etkeniere tabi kalarak ça�daşlaşma yanşma katılmış geri kalmış toplumlar­ da neden farklı sonuçlara vanldı�uu anlamaya yarar. Yukandaki sorulara bilimsel yanıtlar verebilmek için, kitapta kısa süreli, duygusal yargılardan kaçınılaca�ı gibi, karşılaştırmalı de�erlendirmede de sık düşülen bir hatadan uzak durma�a özen gösterilecektir. Bu da öncelikle Batı dünyası ile de�l, yüzyıllar­ ca aynı temeli paylaştı�mızİslam toplumlanyla neden fa rklı yer­ lere vardı�ımızın belirlenmesiyle mümkündür. İleri mi, yoksa geri mi adımlar atmış oldu�umuz ancak bu yöntemle ortaya ko­ nabilir. Ondan sonra ülkenin ulaştı� uygarlık düzeyinin ça�daş­ lanyla kıyaslanınası ve eleştirilerin haklı yanlannın belirlenmesi daha tutarlı olur. Aynı yaklaşım, İslam toplumlan ve özellikle Arap komşulan­ mız için de, yirminci yüzyıldaki sorunlannın anlaşılabilmesi için gereklidir. Onlar da ortakyaşamımızın sona erişini kısavadeli ve karşılaştırmasız anlayışla de�erlendirdikleri için her sorumlulu� ve suçu Osmanlı'ya ve Türk'e yükleyerek kendilerini temize çı­ karmayı denediler. Bu yönterninözeleştir iyi gereksiz kılması, baş­ langıçta hayli rahatlatıcı da oldu. Ama kısa süre sonra, kendi hata­ lanyla birlikte, bir zamanlar Osmanlı'ya karşı ittifak yaptıklan Av­ rupalılann küçümsenemeyecek rolünü de hesaba katınaziarsa so­ runlannasa�lıklı bir çözüm bulamayacaklannı fa rk ettiler. Türk toplumunun dünyada kendine özgü, ço� kez gözlem­ cileri şaşırtan evriminin doruk süreci, hiç şüphesiz Atatürk'ün 1919 ile 1938 arasında yaptıklan, yani Kemalist Devrimler'dir. Yönternimize sadık kalarak, İslamdan bir kopmaymış gibi sunul­ maya çalışılan 1919-1938 olaylannın bir yandan 19. yüzyılın başianna kadar uzanan köklerini her konuda ayn ayn belirtme­ ye, di�er yandan da 1950'de demokrasinin işlemeye başlamasıy-

------�: ıo:� ------ÖNSÖZ la işlevini tamamlayan devrim süreci sonrasında gelişmelerin ça�­ daş dünya düzeyi karşısındaki yerini de�erlendirmeye çalışaca­ �z. 75. yılında cumhuriyetin ancak bu yaklaşımla nesnel bir de­ �erlendirmesinin yapılabilece�ne ve nelerin başanlıp nelerin ba­ şanlamadı�nın anlaşılaca�na inanıyoruz. Bu kitapta büyük oranda, iki cilt halinde yine Boyut Yayınla­ n'nca yayınlanan ve ikincisi Sedat SimaııiSosyal Bilim Arajtırma Ödülü'nü kazanan 'Gazi}nin Çağında İslam Dünyası' (1994) ve 'Türk Çağdaflapnası 1919-1938' (1995) adlı kitaplanından aktarmalar yapılmışnr.

Orhan KOLoGLU

......

......

• • ç kıtada yaşayan toplumlann büyük kısmının tarihlerinde Udamgası bulunan, dünyanın sayılı imparatorluklanndan Osmanlı Devleti, doruAuna 16. yüzyılda erişmiştir. Bu nedenle o döneme Türk yüzyılı denilmektedir. Devletin mükemmel işle­ yen düzeninin 16. yüzyılın sonlannda ekonomik ve idari açıdan bozulmaya başlaması ve 17. yüzyılın sonunda Viyana bozgunu­ nun ardından siyasi çöküş sürecine girilmesi de üzerinde birleşi­ len noktalardır. Osmanlı yöneticileri ve düşünüderi daha 16. yüzyılın son çeyreAine girmeden yürümeyen bir şeyler bulunduAunu fa rk et­ miş, sistemin devamı için aksayan taraflannı düzeltme yolunda çaba göstermeye başlamışlardır. Bu dönemde Osmanlı, Avrupa ile en çok içiçe yaşayan İslam ülkesiydi ve Avrupalılar tarafindan biraz korku, biraz da hayranlıkla izlenmekteydi. Ne var ki bu iç içeHAin Osmanlı 'yı dış dünyadan örnekler almaya götünnesi için vakit henüz erkendi. 18. yüzyılda arokeskiyle yerinmenin yetersizliAifa rk edilecek ve askerlikten başlayarak doArudan Avrupa uygulamalannın ay­ nen benimsenmesine -hem de Banlı uzmaniann eAitimi alnnda­ girişilecektir. İlk üçyüz yılında pek çok alanda büyük bir dinamizmle çaAı­ na uyum gösteren Osmanlı'nın bu gerikalışının sebeplerini araş­ onrken Prof. S. Ülgener ilginç saptarnalarda bulunmuştur. Eko­ nomi alanındaki duraklamayı incelerken vardıAı sonuçlan bütün alanlara yaymak mümkündür. Önceliklegelecek kaygusuz/uğu'na düşülmüş olması üzerinde durur.Böylece uzun vadeli program­ lar tasarlamayan, günü gününe yaşamayı ilke edinen, çalışmayı,

ıs ;-: ------Bir Ça&daş laşma Örneli Ola rak CUMHURiY ET iN iL K ON BEŞ YILI araştinnayı en aza indiren, öbür dünyadaki hesapiaşmayı ön pla­ na çıkanp -islama aykın olarak- bu dünyayı dışlayan bir tip insa­ nın belimuş oldu�unu vurgular. Ya1amı düzenleyen inanç-akıl dengesinde tamamen birincinin kaderci anlayıjına teslim olan insanlaryetijir. 18. yüzyılın sonunda arok yeterli fo rmüllerüreti lemez olmuş­ tur. 19. yüzyılın ilk çeyre� ça�daşlaşmaya karşı olandire nçleri aş­ marunyollannı aramakla geçer. 1826'da Yeniçeri Oca�runkaldı­ nlmasıyla en büyük tutucu güç hertarafedilmiş olur. Bir yandan ça�daş düzeyi temsil eden Avrupa'dan kurum ve kurallar alınır­ ken, di�er yandan da toplumun en geniş kesimini oluşturan Müs­ lümaniann yeni düzene yabancılaşmamasını sa�lamak için İsiama ba�lılı�n yo�un şekilde devletçe vurgulanmasına özen gösterilir. Aynı zamanda, din konulan gibisiyasi konutannda (özellikle dü­ şünce açıklama ve örgütlenme) kamuoyunda taroşılmamasına dıkkat edilir. Burada da sebep aynıdır. Tarih boyunca ikinci sınıf vatandaş sayılmış gayri-Müslimlere de evrensel insan haklannın tanınmasının do�uraca� tepkileri, devletin bütünlü�ü açısından etkisiz bırakmak gereksinmesi vardır. Bütün vatandajların ejit sayılacağı bir Osmanlı Milleti olupurmak çabasıinn yanısıra böy­ lesine köklü bir de�şimi hazmettinne yöntemi olarak, bütün gi­ rişimlerin en kısa zamanda yerleşece� mesajı resmi propaganda­ nın temelini oluşturur. Tanzimat Fermanı'nda, ISO yıldır yaşa­ nan gerilemeninyeni kabul edilecek ( Avrupa'dan oldu�u belirtil­ meyen) kurum ve nizamnamelerle 5-10 yılda telafi edilece� kay­ dedilmiştir. Bu zorunlu acilci söylem kısa vadede geçerli olabilir­ di, ama uzun vadede etkisiz kalması kaçınılmazdı. Uzun vadede etkisi görülecek girişimlerin başında yerel idare­ terin gelipirilmesi vardır. Böylece vatandaşın yönetime fiilen ka­ tılması yolunda önemli bir adım atılmış olur. Üstelik Banda do�­ rudan özel sektörün girişimiyle gelişen cumhuriyet yönetimi ve halkın katkısı konulannın topluma aktanlmasında bizde ilk adımı devletin resmi yayınlan atar. Ta kvimi Vekayi daha 1830'1arda

------�: 16 r:------G i R i Ş

parlamenter sistem ve işleyişi hakkında haberler vermekle yetin­ memiş, vükeldyı millet ve milletvekili deyimlerini de dilimize ka­ zandırmışnr. Böylece ülke sorunlannın meclislerde ve açıkça tar­ nşıldı�nı öğrenmeye başlayan halk özel gazetelerin çıkmasıyla çağdaş fikirlerle tanışma sürecine girer. İntihap (seçim) sözcüğü sık kullanılır olur. Arapça kökenli cumhur (halk) kavramından o­ luşturulan cumhuriyet ve cumhur reisi sözcükleri ilk kez Türkçe basında kökleşir; öyle ki 1850'lerde Mustafa Refit Pa1a'ya salta­ nat yerine cumhuriyet kurma isteği bile yakıştınlmışnr. Daha 1860'lann başında emiiletin fikirlerinin katkısıyla me1rutiyet ida­ resiyle yöneti/me'nin şekli anlatılır. Konstitüsyon (anayasa) diye bir temel yasanın varlı�ndan da ilk olarak o zamanlarda bahsedil­ ir. 1860'lann sonlannda ise Avrupa'daki Türkçe sürgün basında ülkede cumhuriyet rejiminin ilanı gereğini vurgulayan yazılar yer alır. Yine Arapça kökenli hür sözcüğünden tamamen yeni bir içe­ rikle -siyasi bir içerikle- hürriyet sözcüğünü oluşturan ve serbes­ tiyet yerine kökleştiren de Türk düşünüderi olur. Mithat Pa1a'yı suçlamak için 1881 'de verilen jumalde de saltanat yerine cumhu­ riyeti kurmak istediği iddiasına yer verilmiştir. Görüldüğü gibi toplum arnk bazı kavrarnlara alışmışnr. Yirminci yüzyıla girerken Tanzimat'ın doğurduğu diyalektik tam anlamıyla işlerneğebaşlamış; çağdaşlaşma yolundaki girişimler artmışn. Aynlıkçı akımlar bütün gayri-Müslimlere yayıldıktan son­ ra Müslüman cemaatlere de bulaşmışn. Ekonomik ba�mlılık en üst düzeye erişmişti. Devleti yaşatma tutkusu Milleti Hakime'de ( 1878 öncesinde Müslümanlar, sonrasında Türkler) iç dinamizmi güçlü şekilde harekete geçirmişti. Böylece gelecek kaygusuzlu­ ğu'ndan sıynlmış,gelecek endifesine sahip bir kuşak belirmişti. Jiin Türk adı verilen kadrolar ve onlann örgütlü grubu olan İttihat ve Terakki, çağdaşlaşma tutkulannı ve dinamizmlerini başlıca üç hedefe yöneltti: Keyfi siyasi yönetim yerine vatandaşın söz sahibi olaca� bir yönetim sistemi getirmek,

------�: 17 �: ------Bir Ça!ldaşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Ekonomik ba�ımlılıktan (en başta kapitülasyonlardan) kurtulup, kısınnsız siyasi özgürlü�e kavuşmak, Başta Orta Asya'dakiler olmak üzere sömürgeleşmiş Müs­ lüman toplumları bir İslami dayanışma ile kurtanp, Os­ manlı Devleti 'nin önderli�ini devam ettirmek. İttihatçıların acilci gelene�e uygun olarak iyi niyetle ileri sür­ dükleri bu düşünceler, atnkları adımlar, akımların kökleşmesine önemli katkıda bulunduysa da hiç birinde başan sa�lanamadı. Mqrutiyet sistemini geri getirdiler ama kendi diktatörlükleri egemen oldu. Kapitülasyonlardan sözde kurtuldular ama ekono­ miyi ba�ımlılıktan kurtaracak yatınmlar için olanaklara da zama­ na da sahip olamadılar. İslami dayanışma denemesi fiyasko ile sonuçlanırken, Osmanlı'nın İslamın liderli�i hayali de sona erdi. Meşrutiyeti,halkın egemenli�ini geri getirdikleri için İngilte­ re ve Fransa'dan kalkınma çabalarına köklü bir destek bekleyen İttihatçılar, tam bir hayal kırıklı�ına u�ramışlardı. Bu devletler böylesine bir de�işimin sömürgeterindeki Müslümanlara örnek olmasından endişe ediyorlardı. Libya ve Balkaniann kaybı karşı­ sındaki tutumlan da 1913'den itibaren İttihatçılann Alman­ Avusturya ittifakına yakınlaşmasına sebep olmuştu. Böyle bir or­ tamda iki çıkar grubu arasındaki çekişmenin, bazı hedeflerinin gerçekleşmesine yardımcı olabilece�i inancıyla Dünya Sava1ı'mn patlamasından yararlanmayı tasarladılar. İlk karar başarılı oldu. 9 Eylül 1914' de, eskisi gibi donanma gönderip Osmanlı Devleti'ni tehdit ederneyecek durumda bulunan bütün Avrupalı devletlere kapitülasyonlarınlağvedildiği bildirildi. Fırsat iyi kullanılmıpı. Ancak emperyalistler arası çatıima'nın dışında kalarak sonuç­ lanmasını beklemek gerekirken, askeri başarı tutkusu en büyük tarihi hatanın işlenmesine sebep oldu. Almanların güdümü alnn­ da, Osmanlı donanmasının Rus limanlarını bombalaması olayı (R uslar bize saldırdı' diye sunulup İngiliz-Fransız-Rus birliğine savaş açıldı. Üç gün sonra da 14 Kasım 1914'de devletin ve top­ lumun hiç de hazırlıklı olmadı�ı bu eyleme kısmi bir Panislam

------�: 18 �:------GİRİş

eylemi eklendi. Cihadı Ekber ilan edilerek İngiliz, Fransız, Rus, Sırp,Karada� yönetimi altındaki Müslümanlar ayaklanmaya ça�­ rıldı. Libya'ya tam egemen olmak için 191 1 'den beri yerli halk­ la savaşını devam ettiren İtalya, Almanya'nın yanında yer alması olasılı�ını yok etmemek için listeye dahil edilmemişti. Avustur­ ya'nın Bosna'ya el koymuş oldu�u unutulmuştu. Hollanda ve İspanya da tarafsızlıklanndan ayrılmamaları için gündeme geti­ rilmemişti. Cihad yönlendirmesinin de Almanlardan geldiği bel­ liydi, zira ayaklanması istenen kesimlere maddi yardım da onlar­ dan çıkıyordu. İngiliz ve Fransızlann Müslüman toplumlanna yönelik, İttihatçılan dinsizlikle ve islamı Almanlara peşkeş çek­ mekle suçlayan propagandalan bu dönemde yo�unlaşu. Di�er yandan da Araplan Osmanlı/Türk karşıtı bir ayaklaya kışkırtmak için çabalarını arurdılar. Hicaz olaylan bu girişimlerin sonucun­ da belirdi. İttihatçı/arın hatası toplumsal dinamizm ve bilincin her cemaatte aynı olmadığını düfünememifolmaları ndaydı. Kemalist Hareket 1919'dan itibaren Jön Türklerle İttihatçı düşünce ve kadrolan devralırken, bunlara tepkileri de devraldı. Uzun süre İttihatçılıkla Kemalizmin aynı şey olmadı�ının fa rk edilmemesi işi zorlaşurdı. Dolayısıyla 1919 ve sonrasındaki olu­ şumlarda Kemalizm özgünlü�ünü ne denli vurgularsa vurgula­ sın, Osmanlı'nın son dönemine ait tepkilerden kendini soyutla­ ması kolay olmuyordu. Türklere yönelttikleri suçlamalann kendi davranışlannda da bulundu�unun fark edilmesini istemeyen di­ �er İslam toplumlannın liderleri, dikkatleri o noktalar üzerinde yo�unlaştırarak ilkesizliklerine kılıf bulmaya çalışnlar. Öyle ki, ilk aşamada ba�msızlı�ın kazarnlması ve Cumhuriyet'in ilanı, ikinci aşamada devrimierin gerçekleştirilmesi sürecinde Türkiye ile Arap komşulanmn ayn, hatta tam ters noktalara varmalarında bu ön­ yargılar belirleyici oldu. Bu oluşumun iyice anlaşılabilmesi için in­ celememize, 1916 yılındaki kopuşun öyküsüyle başla yaca�ız.

ı. Böliiın

Dİ GER İSLAM TOPLUMLARıNDA ULUSAL EGEMENLIK ANLAYlŞI

Şerif Hüseyin'in Formülü

Şerif Hüseyin Hareketi Arap Yeniden Dirilişi'nin (An Nalıda el Arabiyya) başlangıcı sayılmışnr. Araplann tarihinde önceki­ lerden fa rklı bir başkaldın niteligi taşıdı�ından bu yargı do�ru­ dur. Ancak Hicaz'dan kendi başına do�muş (ömegin Vehhabi Hareketi gibi) bir eylem degildir. Üç merkezde yüz yıla yakın bir süredir oluşan düşüncelerin, Hicaz dışında egitilrniş beyinlerce Hicaz'da uygulamaya konmasıdır. Bu üç merkez İstanbul (ona ba�lı olarak Beyrut ve Şam), Kahire ve ParisjLondra'dır. Arap dirilişi bunlar arasındaki fikir ve eylem alışverişlerinin toplumsal de�işme kurallanna uygun olarak yeni aşamalara erişmesi ve ko­ şullann uygun hale gelmesi sonucunda lO Haziran 1916'da Hi­ caz'da başladı. Buna Hicaz'daki şehirli halkın katkısı sınırlıdır. Hatta Mekke'nin Arap olmayan sakinleri karşı çıkmışnr. Eylem­ de rol alan Bedevilerin ise bir Araplık bilincine sahip olduklann­ dan bahsetmek güçtür. Arap Nahda'sı, daha sonraki karmaşalan da, bu özelligi yüzünden yaşamışnr. Aynca Arap aydınlan da hiçbir konuda fikirbirligi içinde degillerdir. Lübnanlı tarihçi Ze­ ine N. Zeine, şöyle yazıyor: "Bütün Araplar)ın JJe Osmanlı İm­ paratorluğunun Arap eya/etlerindeki liderlerinin Mekke Şerifi tarafindanyö" netilmeyi arzulamadık/arını büyük bir dürüstlük/e belirtmek gerekir. » Aynca hiçbiri Arap ba�msızlı� ya da Arap topraklannda kurulacakhükümet şekli konusunda da fikir birligi içinde de�ildi. Şerif Hüseyin Hareketinianlayabilmek için, öncelikle Osman­ lı toplumu içindeki oluşumlan dikkate almak gerekiyor. Devlet zayıfladıkçave Avrupa'nın Do� toplumlan üzerindeki etkisi art-

23 ------�: �: ------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI tıkça insaniann kendileri için çözüm aramalan ve e�er bir gün Osmanlı yok olursa nasıl ayakta kalacaklannı düşünmeleri do�al­ dı. Devletin, vatandaşlannın çözüm bekleyen sorun ve istekleri karşısındaki yetersizliği kadar, bu yetersizli�in baskı yoluyla üstünün örtülmeye çalışılması da halklan buna itiyordu. Mesela 191 O'lu yıllarda Babıali'nin, Müslüman-Hıristiyan Arnavutların işbirli�i karşısında kabul etti�i ödünler, başkalannda -özellikleA­ raplarda- aynı yolu izlemek düşüncesini yaratmıştır. Sözü edilen merkezlerdeki Arap aydınlan köklü bir modernkültür birikimine sahip olmasalardı, İk inci Mqrutiyei'in ilanının arkasından açık ve gizli bir düzine uluscu/ihtilalci cemiyet kurmazlardı. İha el Ara­ bi el Osmani ya da Hizbi la Merkezziye gibi uzlaşmacı yahut el Kahtan, el Abd, el Arabiyya el Fet atgibi ihtilalci olanlan kademe kademe Araplık bilincini bilemekteydiler. Hatta bunlardan bazı­ lan daha 1913'de Şerire liderlik önerisinde bulunmuşlardı. Hi­ caz dışında böyle bir gücün ve Araplık bilincinin varlı�ını bilme­ se Hüseyin de her halde bu işe girişmezdi. Libya ve Balkan yenilgilerinin ardından Araplar arasında Ade­ mi Merkeziyetçi e�ilimin artması, Avusturya-Macaristan� ı andı­ rır bir Türk-Arap Federasyonu fikrinin gelişmesi, her vilayette resmi dilin yerel hakim dil olması düşünceleri, bu kadrolarda hayli gelişmiş bir programın varlı�ını kanıtlar. Aynı dönemde A­ rapları Türkleştirme yolundaki iddialara karşılık, bu kadroların önemli bir kısmının İstanbul'daki Harbiye, Mülkiye ve Tı bbi­ ye'den çıkmış olması daha objektif bir bakış gerekti�ini kanıt­ lamaktadır. Paris Arap Kongresi (18-23 Haziran 1913) Müslü­ man-Hıristiyan fa rkı olmadan Arapların bir bütün halinde dav­ randı�ı kanısını yaratmıştır. Arkalarma Avrupa devletlerinin des­ te�ini de alan bu birlik, o günden idbaren Türk yönetici ve dü­ şünürlerinde de bir Arap-Türk fe derasyonu fikrinigündeme ge­ tirmiştir. Mahmut Şevket Pa1a'dan Ziya Gökalp'e uzanan bir çiz­ gide bunun örnekleri varsa da1 İttihatçılann temel politikası ol­ du�unu söylemek mümkün de�ildir. En az yüz yıldır bütün Os-

------�: 24 �: ------DİCER İSLAM TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI manlı yöneticilerinde var olan devletin parçalanma ve yok olma psikozundan onların da kurtulması mümkün değildi. Unutma­ mak gerekir ki, bütün Avrupa'nın sloganı reTürkleri Asyaya,gel­ dikleri yere kovalamak"tı. Bu arada Araplara bağımsızlık vaad e­ diyorlardı. Dolayısıyla bir parça Araplık bilincine sahip olan kim­ senin Osmanlı yönetiminin başındakiler kadar parçalanmadan kendini sorumlu hissetmesi mümkün değildi. Onlar bir alterna­ tifhayal edebiliyorlardı. Türkler içinse alternatifyoktu. İttihatçı­ ların katılığı, bu Ademi Merkeziyetçiliğin tam parçalanmayı ge­ tireceğini hissetmelerindendir. Dolayısıyla sert davranmış, vaa­ dettikleri özgürlükleri vermeye yanaşmamışlardır. Araplar arasında tam bir birlik bulunduğu kanısı, Cemal Pa­ la Divanı Harbi hem Müslüman hem de Hıristiyan Arap lider­ leri mahkum edince daha da kuvvetlenmiştir. Arap tarihçi Kemal Saliki bunu şöyle anlatıyor: cCJ-übnanve Arap ulusçulukları arasında ilk anla�zlıklarher halde 1909'dan hemen sonra belirdi. Ama doruğuna I. Dünya Sava1ı sonrasında eripi. Savapn ba1ında ikisi birlikte Türk)e ka rp sava1mak zorundaydı/ar. 1915 ve 1916 )da ikigruptan 35 1ef, müttefikler/e ilifki kurarak ihanette bulunmak suçlamasıyla Beyrut ve Şam)da idam edildiler. Lübnan ve Suriye)nin en ün­ lü ailelerinden gelen bu yijneticilerin ortak 1ehitliği bir an Lüb­ nan ve Arap ulusçularının ortak bir dava için savapık/arı ka­ nısını yarattı (.. .) Şerif Hüseyin)in Büyük Arap Krallığı proje ­ sini pek çok Müslümanın yanı sıra bazı Ortodoks ve Protestan A­ raplar da destekledi. Lübnan)da ise Maruniler veRum Kato/ik­ ler ve geri kalan bütün Hıristiyanlar kar1ı çıktı.» 1 Bu noktada Arap propagandasında büyük yer tutan bu idam­ lar üzerinde kısaca duracağız. Cemal Paşa, açıklanan belgelerde de görüldüğü gibi savaş döneminde düşmanla işbirliği yapanları mahkum etmiştir. Ona yöneltilen suçlamalar Fransızlada bir iş­ birliği yapılmadığı yolunda değildir. Zaman içinde açıklanan İn­ giliz ve Fransız belgeleri idamlardan sonra bile Suriye ve Lüb-

------�: 25 :�------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI nan'dan müttefiklere haber gönderme hizmetinin devam ettiril­ di�ini gösteriyor. Suçlama asılanlardan bazılannın suçsuz olma­ sı ve genelde İttihatçıların affi düşünmeyen politikasınadır. A­ raplar olayın yabancılarla işbirli�i yanına hiç temas etmezler. Oy­ sa onlar da İttihatçıların Almanlarla işbirli�ine eleştiri yöneltebi­ lirlerdi. Ama işlerine gelmedi�i anlaşılıyor, zira bu Cemal Paşa'yı haklı çıkanrdı. Nitekim Fransızlarla dostluk yapmakta Şerif de Suriyeli Milliyetçilerden geri kalmamıştır. 1916'da Fransız Cumhurbaşkanına �eçmipe ve halen Fransız ulusunun İslam ve Müslümanlar hakkındaki dostça ve iivgüye layık davranı1larını' unutmadı�ını ve 'yeni Arap krallığının kendilerinden en iyi des­ teği beklediğini' belirten bir mektup da yollamıştır. 3 İttihatçılara yöneltilmiş, aşın sömürgeci propagandacılann damgasını taşıyan, dinsizlik ve Kur'ana saldın gibi ciddiyetten u­ zak iddialan bir yana bırakırsak, geriye Abdülcelil Temimi'nin i­ fa desiyle �raplığın temel unsurlarını unutmak ve ihmal etmek' suçlaması kalır.4 Burada Araplığın tanımlaması, (A rap milliyetçi­ liğinin' anlamını taşımakatadır. Bu tarihçi «İttihatçılar kendileri için, Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü korumak yolunda milliyet unsurunun iinem ve mepuluğunu kabul etmif, ama bu hakkı A­ rap halkına tanımamı1lardır" diye eklermektedir. Bu yargı ara­ dı�ımız bütün gerçekleri içermektedir. Araplar yeterli bir milli­ yetçi bilinçlenmeye varmış ve bunun karşılanmasını istemektedir­ ler. İttihatçılar ise bütünlü�ü korumak için dayanacak bir güç a­ ramış ve bunu Türkçülükte bulmuşlardır. Yani toplumsal evrim i­ ki toplumu da milliyetçilik bilincine ulaştırmış ve evrensel siyasi gidiş Osmanlı'nın parçalanması aşamasına gelince bu milliyetçi­ likler çatışmaya �rmiştir. Kısacası İttihatçılann Osmanlı'yı parça­ lamak için milliyetçilik yaptıklannı söylemek mümkün de�ldir, bu asıl hedeflerine -devletin yaşaması- aykın olurdu. Temimi Arap isteklerinin aşın de�l rpek mütevazi feyler' oldu­ �unu da ekliyor. El Manar'dan5 başlayarak bir çok yayında ista­ tistiklere dayanarak Osmanlı Devleti'ndeAraplann ço�unlu� o-

------�: 26 �:------DİOER İSLAM TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI luşturduğunu, dolayısıyla yönetirnde ona göre söz sahibi olmala­ n gerekti&ni savunuyorlardı. Bu açıkça yönetimidevralma öneri­ sidir. Arap bilafetidüşün cesiyle birleştirilirse daha da belirginleşir. Böyle bir tasan yapma özgürlüğü kimseden alınamaz. Ancak bu­ nu fa rkedip önlem aldığı için karşı tarafi suçlamak da yanlış olur. Araplar, Ademi Merkeziyet ilkesinin sadece kendi bölgelerinde uygulanmayacağını bilmiyor olamazlardı. "Arap vilayetlerinde kendi bütünlükleri sağlanırkenAnadolu ve Rumeli)de) Rum) Ar­ navut, Sırp, Ermeni vb... bölünmeler/e devletin nasıl güçlü ve İstamın savunucusu olarak kalabileceğini hesaplıyorlar mıydı?" sorusuda sorulması gereken bir sorudur. Trablus-Bingazi İtalyan saldınsına uğradığında savaşanlar yerli halka İttihatçı subaylar ve Türk askeri olmuştur. Arap dünyası sadece moral desteği vermek­ le yetinmiştir. Balkan Savaşında ise Arap milliyetçili&nin lideri sa­ yılanlardan Aziz Ali Mısri, Deme cephesi kumandanlığını yapar­ ken, emirlerin aksine yerlilerin lideri Şeyh Sunusi ile çanşnğı ve o­ na bırakması gereken silah ve paralan Mısır'a götürdüğü için suç­ lanmışnr. Balkan Savaşında da neredeyse İstanbul elden çıkarken ilgi, duygusallığı aşamamışnr. Böyle bir ortamda İttihatçılann desteği Türkçülük'de aramalan çarpıklık ya da dinden kopma şeklinde açıklanamaz. Nitekim aynı dönemde Arap milliyetçileri­ nin Osmanlı'dan sonraki dönemin hazırlığını yapmalan da doğal bir davranışnr. Federatifyapı düşüncesi bunun ürünüdür. Dün­ yayı yönlendiren güçler Arap ve Türk milliyetçiliklerinin birer zerre oluşturduklan bir kazanda kainan kanşnnrken bu ikisinin çanşmasında suçlu, hele hele bahane aramak yanlışnr. Cemal Pa­ şa -belki aşın şekilde- sorumluluğunu üstlenerek görevini yapmış­ ur, ŞerifHüseyin de patlama aşamasına gelmiş bir dinami&, ken­ di hayallerine göre yönlendirmeye girişmiştir. Şerif Hüseyin eylemine, 14.7.1915 ile 10.3.1916 arasında Mısır'daki İngiliz Yüksek Komiseri'ne beş mektup yollayıp aldı­ ğı beş cevaptan sonra girişti. Mersin-Adana-Urfa -Mardin çizgi­ sinin İran'la kesişti& yerin güneyinde kalan ve bütün Arap Yan-

------�: 27 �:------Rir Ça!ldaşlaşma Örncjli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI madasını kaplayan (İngiliz kontrolundaki Aden hariç) bölgede bir Arap Krallı�ı kurmak için izin isteyerek başladı. 6 İngilizlerin ilk itirazı, Mersin-İskenderun ve Suriye sahillerine tam Arap de­ nemeyeceği, aynca Basra-Ba�dat'ta İngiliz, Beyrut-Halep'te Fransız çıkarlannı hatırlatmak şeklinde oldu. Türkleri bölgeden atmak ve Araplan Türk boyunduru�undan kurtarmak konusun­ da birleşiyorlardı. Şerif, Mersin-Adana'dan vazgeçmeye, Irak'ı para karşılı�ında bir süre İngiliz mandasına bırakmaya razı oldu. Hüseyin önce Hicaz Krallı�ı konusunda kendisine biat ettirdi. Halifelik sıfatı konusunda anlaşmaya varılıncaya kadar da ken­ disini dini lider ilan etti. T emimi'nin belirtti�ine göre, «y eni bay­ rak çıkardı, adına para bastırdı ve eski halifeleri takliden gecele­ ri tehditi kıyafttle kentin sokaklarında tek başına halkın arasına karıştı». Fransa-İngiltere ve Rusya birlikte bunları kabul edeme­ yeceklerini kendisine bildirdiler. O da boyun e�mek ve Hicaz Kralı unvanıyla yerinmek zorunda kaldı. Hicaz dışındaki bölge­ lerde, İngiliz-Fransız çıkar bölgeleri ve de başka yerli Arap ya da emirlerinin hakları bulundu�u kabul ettirildi. Yine de savaş son­ rası için mu�lak vaatler yapılmaktan geri kalınmadı. Osmanlı'nın cihad ilanı ile Şerif Hüseyin'in cihad ilanının Müslüman kitleler üzerinde yaptı�ı etkiyikarşılaştırmak, iddiala­ rın ne derece benimsendi�ini göstermek açısından önemlidir. Taraflarrakip bildirilerin kendi Müslümanianna ulaşmaması için sıkı önlemler almış ve katı sansür uygulamışlardır. Dolayısıyla bunlar ancak ulaşabildikleri yerlerde etki yaratmışlardır. Osman­ lı Cihadı'nın Arap Yanmadası ve Irak'ta bazı aşiretlerle, Libya çölünde zaten Osmanlı deste�yle İtalyanlarla savaşan Senusi­ ler'de, İran, Kafkasya, Do�u Mr ika ve Mg anistan'da bazı grup­ lan eyleme götürdü�ü görülmüştür. İngiliz ve Fransızlar başlan­ gıçta genel bir ayaklanmadan çok korkmuşlarsa da 1916 yılına girildi�inde endişeleri kalmamıştır. Mesela ayaklanmanın en çok beklendi�i Mısır'da, ancak Türk ordulan Kahire'ye girerse böy­ le bir şeyin mümkün olabilece�i fa rk edilmiştir.

------�: 28 �: ------DİCER İSLAM TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI

Osmanlı Devleti beklediğini bulamazken sömürgeci devletler ordulannda Müslüman askerler kullanarak, İslami dayanışmanın sadece teorik varlığını ispatladılar. Fransızlar savaşta 100.000 Fransız Müslümanının Fransız hizmetinde can vermesinden gu­ rur duyduklarını açıklamışlardır.7 Bu en az 1.000.000 Müslüma­ nın görev almış olduğunu kanıtlar. İngilizler çoğu geri hizmet­ te olmak üzere dönüşümlü olarak 1.500.000 Mısırlı'ya -Filistin cephesi de dahil- ordulannda görev vermişlerdir. Başkumandan Allen by bunlarınkatkılanna açıkça teşekkür etmiştir.8 Hindistan'da en az 900.000 Müslüman İngiliz ordusunda yer almıştır.9 Önemli bir kısmı Irak cephesinde kullanılmıştır. Paralı asker olan bu insanlardan pek azı dindaşlanna karşı savaş­ maya tepki göstermişlerdir. Toplumlanndan da tepki gelmemiş­ tir. Bu sadakati özellikle İngilizler, savaş sonrası için bazı siyasi ödün vaatleri vererek ödüllendirmişlerdir. Şerif'in ayaklanmasının yarattığı yankılar da Osmanlınınkin­ den fa zla fa rklı değildir. Bu konuda bir araştırma yapan A. Te­ mimi şunları kaydediyor10: "Reuter Ajansı haberi hemen dünyaya yaydı; - Osmanlı kar1ıtlığı bilinen A. Şehbender, Refit Rıza, Fuat el Katipgibi aydınlar hemendeste klerini verdiler; - Cenevre'deki Bomalı bazı öğrencilerleİran 'da bir 1ahıs des­ tek bildirisi yayınladı; - Fransız sömürge bakanlığı ile konso/oslukları Somali, Ma ­ dagaskar, Çin, Mançurya, Bangkok, Siam gibi yerlerde Şe­ rifin bildirisini yerli dillere çevirerek yaydılar." İlginç olan Şerif'in mesajının Fransız sömürgelerindeki Müslü­ manlara ulaşmaması için bu hükümetlerce önlem alınmasıdır. Daha sonra menıiniçinden aşağıdakiif adeler çıkanlarak izin verilmiştir: İh tilalingücü, İhtilalci katılımımız, milletin ihtilali, devletin ihtilali, Araplarınıstırabı, Arap dilini öldüren İstdmı öldü­ rür, Arapçaya karp yaptıkları dine ve devlete kar1ı en büyük günahtı, Arap liderlerini astılar sadece Araplar dilimiz di-

------�: 29 �:------Bir Ça@. daşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

nimizdir demesinler diye, Araplar a1ağılanınca İslam afağı­ lanmı! olur. Şeririn Türkleri hedef alan eleştirilerinden sömürgecilerin ra­ hatsız olması Türklere yöneltilen suçlan kendilerinin fa zlasıyla işliyor olmalanndandı. Şerire vaatler yapılırken 1916 Mayıs'ında İngiltere-Fransa­ İtalya-Rusya arasında Osmanlı mirasını paylaşan Sykes-Picot An­ /almaları tamamlanmıştı. Şeririn Hicaz dışına taşması bahis ko­ nusu de�ildi. Üstelik 2 Kasım 1917'de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour Filistin'de Yahudi Yurdu vaadini açıklayarak ona büyük bir darbe vurdu. Türk ordusu çekilirken her kentte idare­ yi hep yerli Müslüman Arap temsilcilere devrediyordu (Ku­ düs'te, Şam'da, Beyrut'ta). O�lu Faysafın komutasındaki Arap ordusu her girdi�i yerde yönetimin hemen kendisine devredi­ lmesini bekliyordu. Bu yüzden Şam'da Araplar arasında ilk kan­ lı çatışma oldu. İngiltere ve Fransa yanlısı addedilenler birbirine girdi.11 İngiliz komutanı olaya el koydu ve banş yapılıncaya ka­ dar kontrolun kendilerinde kalaca�ını hatırlattı. Aynı şekilde Beyrut'a çekilmiş olan Şerifbayra�ı sadece yedi gün asılı kaldık­ tan sonra indirildi, yerine Fransız bayra�ı çekildi. 11 1918 başın­ da Bolşeviklerin açıkladı�ı gizli anlaşma Medine'deki Türk Ku­ mandanı vasıtasıyla Şerire ulaştırılmışsada Şerif, propaganda sa­ yarak inanmamıştı. Ayrıca Fransız ve İngiliz yetkililer de mesaj­ lar göndererek anlaşmamn aslı olmadı�ını belirtmişlerdi. 1919 yılı, MüttefiklerinOsmanlı banşını sürekli ertelemesi yü­ zünden Paysal'ın bir iki kez Londra ve Paris'e gitmesi ve pazar­ lıklar yapmasıyla geçti. Ocak 1919'da sundu�u memorandumda c600 yıldırArapları eritmek için çalı1an Türklerden kurtulmak i­ çin'kurmayı tasarladiklan Arya'da Arap Birliği'nin hemen onay­ lanmasını istiyordu. Bütünlü�ün bozulmaması için Filistin'de Ya­ hudilerle işbirli�i yapılabilece�i de şu cümlelerle anlatılıyordu: «piJistin'de Araplar çoğunluktadır. Ya hudiler kan bakımından Araplara son derece yakındır ve iki ırk arasında karakter ihtilafi

------�: 30 :�------DiGER İSLAM TOPLUMLA RlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI yoktur. İlke olarak tamamen biriz (-..) Hükümet kurmak zor de­ ğil, asıl eng el Türk hükümetinin sorumlu olduğu yerel cehalettir.» Yahudilerle bir sorun olmadığının ispata çalışılması galip güç­ leri tatmin içindi. Nitekim Faysa] 3 Ocak 1919'da Londra 'da Si­ yonist lider Weizmann ile bir dostluk ve işbirli� antiaşması yap­ maktan da çekinmedi. Antlaşmada da Araptarla Yahudiler arasın­ da mevcut akrabalık ve çok eski ba�dan bahsetmekteydi. «A rap Devleti ve Filistin'in gelilmesi için mümkün olan en kapsamlı bir i1birliğine taraftar oldukları» belirtilmekteydi. En önemli kısım Siyonizmin Arap isteklerine destek vermesi, geniş çaplı Yahudi göçünün kolaylaşunlması ve Yahudilerin sadece Filistin'de de�il, bütün Arap dünyasına yayılarak yardımcı olmasının düşünülme­ siydi. Arap kaynaklan antlaşmanın varlı�ını reddederler. Tarafsız bir gözlemci, Alman Wolfgang Bretholz, antlaşmanın orjinalini gözleriyle gördü�ünü belirtmekte, Kral Abdullah'ın gösterdi� bu metnin alunda, Paysal'ın kendi el yazısıyla İngiliz hükümeti­ ne sundu� memorandumdaki ba�ımsızlık istekleri tam onaylan­ mak şaruyla antlaşmayı imzaladı�ı, en küçük fa rklılık durumunda geçersiz ve yapılmamış sayacağım belirtti�ini eklemektedir.13 Kral Hüseyin 1924'de tahttan düşürülünceye kadar taviz ver­ miyor görünmekte kararlı olmuştur. Ama «İngiltere balığıniçin­ de yüzdüğü genil denizdir, deniz ne kadarge nil olursa balık da o kadar yağlı olur» sözü ona aittirve o�lunun taviz vermesine göz yumarak dengeyi sa�lamışur. Üstelik krallı�ının günlük yaşarnı­ nı yürütebilmesi için İngiltere'den gelecek paraya mahkumdu. Hicaz'da direnmek kolay de�ilken, Suriye'de hiç olamazdı.1' Memorandumda gere�n dışında anti-Türk bir üslup kulla­ nılması, hem galiplere güvence vermek hem de Hindistan'da ol­ du� gibi Avrupa'da da Türkler lehinde beliren bir e�ilimi has­ urmak içindi. Kudüs'ün Türklerden alınmasının üzerinden bir yıl geçmeden İngiliz propaganda yayını Near Ea.rt'in 2 7.9.19 18 tarihli sayısında bölgedeki eski Türk yönetimine övgü dizmesi kuşku yaratmayacak gibi de�ldi:15

------�: 31 �:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«(Burada) gelecekteki hükümeti kurmak, çqitli dini mezhep­ /erin homörü ve iyi niyeti sağlanamazsa kolay ilolma yacaktır. Türk, aydın ve ilerici bir yönetim kurmaya yetenekli değildi. Ama hakkını vermek gerekirse, en ufa k bir kıvılcımla bir ba­ rut deposu dolusu fa natizmin ate1 alabileceği böyle bir yerde, dinlerin karmakarılık bir arada bulunmasından doğan so­ runlarla ba1 etmekte hiç de ba1arısız değillerdi... » Kral Hüseyin'in resmiyayın orgam El K ıblagazetesinin 1919 yılından 1920 Mayıs'ına kadarki sayılan üzerinde yapb�mız bir incelemede hem yukanda belirtilen iki sebeple, hem de Türkleri yıkmak isterken İsiarnı yıkmış olmakla suçlanmasına karşı sürekli olarak yayın yapıldı�ım saptadık. Bazı örneklerverebiliriz: - Osmanlı Hilafetiniiste yenler var, İngiltere'nin hilafe t üze­ rinde bir amacı yok. İngiliz politikası Majeste Hüseyin'in politikası ile tam uyum içindedir. Kıbla'da hep açıkladık, ancak bütün Müslümanlar anla1ırlarsa Emirülmüminin ünvanı almaya razıdır (... ) İngilizlerden Osmanlı halkla­ rınıyeniden bir araya toplamasını isteyenler var. Osman­ lıları yıkan kendi/eridir, suç bizim değil. - Osmanlı yeniden canlandırılamaz. Ta viz verilirse İttihat­ çılargerigelir. İttihatçı dü1manı Sebahattin'i iktidarage­ tirmek de bir feyi değiftirmez. -Kral Hüseyin'in bildirisi: Türkiye Müslümanlarının fela­ keti sava1a katılmı1 olmalarındandır. Kötü niyetliler İslamın kutsal 1ehirlerinin if/erine İngiliz hükümetinin karıpığını söylüyorlar. Aslı yoktur. - Ortalıktaki karı1ıklığınsuçlusu barıp geciktirenlerdir. Ay­ nı ülkenin insanları birbirine düfürülüyor. Efe ndimiz kendi tebaasını tehlikelerden kurtardı. Türkler ceza çeki­ yorsa suçlu kendi/eridir. - Hintli Muhammed Al� İngiliz balbakanına Arapların Os­ manlı yönetimine dönmesini söyledi, Seyid Hüseyin ise aksini. Görüyoruz ki barı1kon gresi bir diplomasi oyunu oldu. Üze-

------�: 32 �:------DİCER İSLAM TOPL UMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI

rinde 1uıyubir gece hüküm süren dünyanın geleceği hakkında ne diyeceğimizi bilemiyoruz. AJJah'a haPale ederiz. - Dürrizade'nin, milli kuPPet/erin kaftr Pe ô"lllürülmelerinin 'Pacip' olduğunu bildiren fe nasını aynen aktaran Kıb­ la'nın ek notu: İpe haklılığımız ortaya çıktı. Suriye - Lübnan bölgesinin Fransızlara devrinden do�an ger­ ginlikler 1920'de doru�a ulaştı. Paysal isterneye isterneye Fran­ sızlann şartlannı kabul etti ama, 8 Mart'ta kralh�ınıilan edince önce Lübnanh Araplar (Müslürnanlar da dahil) ona karşı ayak­ landılar:Fransız himayesini tercih ediyorlardı. Bunun sonunda iş Fransız ordusuyla silahlı çatışmaya kadar vardı. Arap ihtilalinin lideri sayılan ŞerifHüseyin ve o�llan için u­ lusun egernenli� bahis konusu de�ldi. Saltanat ve oradaki yet­ kisinin sorgulanmaması için bilafeti sahiptenrnekasıl arnaçtı .

Hint Müslümanlarının Uzlaşmacılığı

İngiliz politikasını çok etkileyen Hindistan Müslümanlannın 1. Dünya Savaşının hemen ardından başlattıklan eylemlerin kö­ keninde, bir zamanlar ülkeye hakim olmuş olan bu cernaatin et­ kenli�ni tamamen kaybetmiş olması yatar. Şair Akbar Allahha­ di bunu iki dizede özetlerniştir: "Hükümet İngiliz/erde, mülk Hindularda/Müslümanlara Allah'tan bajka fCY kalmadı."16 Kimliklerini koruyabilmek için dine daha çok sanldılar ve eski­ den beri büyük sempati duyduklan Türklere ve Osmanlı Hilafetine ba�hhklan arttı. Ancak İngiliz Kral/imparatoru'na sadakatten de vazgeçmediler. Hindistan Ulusal Kongresi çalış­ maya başladı�nda ( 1885) Müslüman temsilciler 1/35 oranın­ daydı. Zamanla aydın kadrolan arttı, 1906'da Müslüman Birli­ �'ni kurdular ve Hindularla ilişkilerini arttırdılar. Trablusgarp Savaşı sırasında İngiltere'nin Türkiye aleyhinde tutumu üzerine Sultan/Halife lehine eylemiere giriştiler,Balkan Savaşı bu e�ili­ rni daha da güçlendirdi. Bu arada kendi içlerinde,İngilizlere da-

------�: 33 �: ------Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI ha itaatkar olanlar (A�a Han ve Amir Ali gibi) ayn bir grup o­ luşturmaya başladı. Osmanlı'ya dini açıdan ba�lılı�n öncülü�ü­ nü Muhammed Ali ve Şevket Ali kardeşler yapıyordu. Bunlar İn­ giltere 1914'de Osmanlı Devletine karşı savaş ilan etti�nde a­ çıkça karşı çıkmaktan, Mısır'ı terketmesini ve Türkiye ile anlaş­ masını önermekten geri kalmamışlardı. Tabii tutuklandılar.17 İngiliz Hükümeti,2 Kasım 1914 tarihli deklarasyonu ile sa­ vaşın dini nitelik taşımadı�ı, Arabistan ve Mezopotamya'daki kutsal yerlerin dahil edilmeyece�i, haccın engellenmeyece� ko­ nusunda açık güvence verdi. İstanbul'da ilan edilen cihadın Hin­ distan'a sıçramasını önlemek için hem basın üzerinde sansür sıkılaştırıldı hem de sınır aşiretlerine para da�ıtımı arttınldı. Türk ve Alman ajanların bunlan ayaktandırmak yolundaki çabalanna karşı Feroz Ahmad'ın belirtti� gibi «İngilizlerin her zaman ka­ bile 1e flerine verilecek daha fa zla rüfVetleri vardı. �8 Hindistan hükümeti ile Londra arasında yapılan yazışmalar, Kutsal yerlerin gelece�i ve Arap bilafeti sorununun Hindis­ tan'daki yönetimi her şeyin üstünde ilgilendirdi�ni gösteriyor. 19 Londra'dan gelen cevap, (Aralık 1914) Harbiye Nazın Kitche­ ner'in (Genç Türk bakanların eylemleri sebebiyle Sultan'ın İslam dünyasının halifesi sıfatıyla göreve devamına kar1ı olduğunu' bilertiyordu. Ama (Müslüman Hindistan Arap hilafetiniona yla­ sa bile, yabancı müdahalesine bağlı olarak bir deği1menin yine de ho1 kar1ılanmayacağı' ekleniyordu. Hint Hükümeti adına gön­ derilen görüş, uzun vadeli bir politikaya dayanmaktaydı: «Hilafe t ifinekarı1ma mız İslam kamuoyu açısından akıllı ol­ maz. Daha da önemlisi güçlü bir Arap bilafeti kesin olarak İngiltere'nin çıkarına aykırıdır. İstediğimiz birlepk bir Ara­ bistan değil, hakimiyetimiz altında olabildiğince küçük prens­ Iikiere ayrılmıf, bize kar1ı koordine bir eyleme muktedir ala­ mayacak, Batının büyük devletleri arasında tampon olupura­ cak zayıf ve bölünmü1 bir Arabistan'dır. »

34 DİCER İSLAM TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI

Bu görüşü, Mısır, Aden ve Bombay'daki İngiliz yetkilileri de onayladılar. Hindistan bu öneriyi yaparken Şerif'le yapılan te­ maslardan haberdar de�ildi. Aden böyle bir girişimin yararlı ola­ ca�m ilerisürünce durumdan bilgisahibi edildi. Bu görüşün İn­ giliz genel politikasına temel teşkil etti�,Sykes- Picot Antlaşma­ sını hazırlayan görüşmeler sırasında, öncelikle Araplarla Türkle­ ri ayırmanın yollannın aranmasından ve bunda hilafet unsuru­ nun düşünülmesinden anlaşılıyor. Mısır'daki İngiliz İstihbara­ tından Clayton verdi�i raporda 'Sadece ruhani otoritesi olan güç­ süz bir Arap bilafetindenyana 1 oldu�unu kaydediyar ve ekliyor­ du: «zira hiç bir İngiliz böyle bir Frankensteinyaratm ak istemez» ( 6.1.1916). İngiliz makamlannın düşüncesi cGüçlü bir Arap Devleti1nin Hıristiyanlık için güçlü bir Osmanlı Devleti1nden daha tehlikeli1 olaca� ve cB ir İslam Devleti1ni yıkıp bir diğerini yaratmanın anlamsızlığı1 şeklindeydi. ( 23.2.1916) Hindistan ordusundaki Müslüman birliklerin, Müslüman kar­ deşlerine karşı silah atmamak, ayaklanarak protesto etmek, hatta kendilerini yaralayarak cepheden kaçma girişimleri bir ara komu­ tanlan hayli endişelendirdi. Bu birlikler de�iştirme için Hindis­ tan'a döndüklerinde halktan da tepki görüyorlardı. Hükümet bunlann üstüne gitmemeyi, yumuşak davranınayı tercih etti. Kendini yaralayanlara ölüm cezasının uygulanmasından vazgeçil­ di. Müslümanlar hala dualannda cdü1manın ba1ı olanSultan Ha­ lifeninadını 1kullanıyorlardı. Bunun yerine İngiliz Kral/impara­ toru'nun isminin konması öneriidiyse de hemen reddedildi. Bu fikirünlü bölüşme planının hazırlayıcısı Sykes tarafindan, İngilte­ re'nin en yüksek karar mercii Savaş Komitesi'nin önünde de açık­ landı. Sykes, «'Tarih Sultanıngelecekte halife unvanını kaybedece­ ğini göSteriyor' diyerek Chamberlain 'ı da e tkiledi. İngiliz gururu o hale gelmişti ki o da Müslüman dualanna Krai/İmparator fo r­ mülünün eklenmesi önerisini yapabildi. Haberler üzerindeki sıkı sansür sayesinde Çanakkale yenilgisi ve Irak'taki olaylar topluma yansıtılmadı. Şerif'in ayaklanması da son derece hafifletilerek ve

------�: 35 :�------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Türk aleyhtan bildirisi çıkartılarak kamuoyuna açıklandı. Olay öylesine yumuşanlmıştı ki, bütün Hindistan'da bunun kısa süre­ de Türklerce bastınlaca�ı kanısı do�du. Hint Müslümanlannın tepkisinin korkulan düzeye ulaşma­ ması yavaş yavaş İngilizlere daha cesur kararlar alma olana�ını verdi. İttihatçılanndinsizli�i, Halife'nin aniann elinde esir oldu­ �u, Mekke'yi bombaladıklan şeklinde bir propoganda kampan­ yası başlatıldı. Böylece Hint Müslümanlannın İmparatora sada­ kati, tekrar eski düzeyine getirilmiş oldu. Hindular da Müslümanlar da, hem insan gücü, hem de para olarak (Toplam 250 milyon Sterlin20) İngiltere'ye yardımda bu­ lundular. Bunun karşıh�ını almak için ı9ı6 Kasımında Hindu­ lann Kongre'si ile İslam BirliğiLucknow'da bir araya gelip Hin­ distan ulusu için ortak isteklerini fo rmüle etme�e ve birlikte ey­ leme başladılar. Karşıh�ı 20 A�ustos ı 9 ı 7 Deklerasyonu ile İn­ giliz Hükümetinin yeriiierin yönetimekatılma haklannı kabul e­ dece�ini ilan etmesi oldu. Bu karar ülkedeki kanşıkhklan fr enle­ di. Yine de Majestelerinin en sadık Müslüman tebaası İngiliz po­ litikasının Hilafet işine burnunu sokmasından memnun de�ildi. Nitekim Şerif Hüseyin'in Sultan/Halife'ye karşı ayaklandı�ı ha­ beri gelince Huddamı Kabe Cemiyetı.,nden Abdülbari ve ulema Şeriri lanetleyen bir fe tva yayımladılar. Osmanlı Halifesi'nin mevkiinin tartışılmazh�ını belirttiler. Kral/İmparator'a sadakat­ le Sultan/Halife'ye sadakatlerini birbirine kanştırmıyorlardı. İn­ gilizler bunun fa rkındaydılar ve Genel Vali Londra 'yı şöyle uyar­ dı: «şerifHüsey in'i (. .. ) halifelik makamına oturtmak istediği­ miz intibaı.nın uyanmamasına azami dikkatgö stereli m. Hindis­ tan (-. .) Hi/afeti n padifahın elinden çıkmasını hof karfılamaya­ caktır. » Ali'nin asıl önemli saptaması Hilafetmeseles inin Müslü­ manları bölebileceğini belirtmesidir. Balkan Savaşı sırasında Türklere gösterilen sempatinin aşırıh�ı yüzünden İslam Birli�i Yöneticili�inden ayrılan AğaHan ve arkadaşlannın yeniden ön

------�: 36 �:------DiGER İSLAM TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI plana çıkmaya başlamalan bu döneme rastlar. Müslümantarla Hindular birleşirken, Müslümanlar arasında ikilik yaratacak giri­ şimlerine ilerde temas edece�iz. Dünya Savaşının bitişiyle birlikte Hindistan için düşünülen reformların gerçekleştirilmesini iki cemaat da istemeye başladı. 30 Aralık 1918'de toplanan Bütün Hindistan Müslüman Birli­ gi Kongresi'nde bir yandan Hindularla işbirli�inin artunlması ö­ nerilirken di�er yandan Hilafet'le ba�ın önemi, Osmanlı Sulta­ nının tek kabul edilir halife oldu�u, Şerif Hüseyin'in şahsi çıka­ n için Kur'an ve sünneti çi�nedi�i, Arabistan'ın Darülharp sayı­ laca�ından Müslümaniann hacca gitmemesi gerekti�i ileri sürül­ dü. Fazlül Hak «Bir asi hiçbir zaman halife olamaz» diyerek, İn­ giliz oyunlarına karşı çıku. Paris Barı[ Konferansı'na Müslüman temsilcisi olarak İngilizlerin A�a Han ve Amir Ali'nin gönderil­ mesini desteklemelerine karşılık, Müslüman Birli�i Muhammed Ali'yi önerdi. Böylece İngiliz güdümünün dışında, giderek Hi­ lafe t Hareketi adını alacak akım rayına oturmaya başladı.21 1919 başında Gandhi'nin Barı[çı Direnç Hareketı,nin bu ey­ lemle birleşmesi, Hindistan'ın ba�ımsızlı�ı için Hindu-Müslü­ man işbirli�ini güçlendirdi. 1919 yılı ortak gösteriler ve İngiliz­ lerin bunları durdurmak için kanlı müdahaleleriyle geçti. Di�er yandan İngiltere'de oturan Müslümanlarla, Hindistan'dan giden Müslüman Heyeti Londra ve Paris'te bakantarla konuşarak, bil­ diriler yayınlayarak, gazetelere demeç vererek sürekli olarak Os­ manlı'run savunmasını yapular. Bu fa aliyetlerde öne sürdükleri tezler şöyle özetlenebilir: Osmanlı Devleti)nin bütünlüğü korun­ malı) kutsal fehirler Osmanlı) dakalm alı) son bağı msız İslam dev­ letinin yıkılmasına izin verilmemeli. Tü rkler İslamınkoru yucusu) kılıcı idiler [imdi de onları koruma sırası Müslümanlardadır. ) Bu kampanya Ağa Han ve Amir Ali'yi bile, Müslümanların istekleri kabul edilmezse İngiltere'nin daha da zora düşece�i yo­ lunda İngiliz gazetelerine açık mektuplar yollamaya zorladı. Böylece tekrar Müslüman hareketini yönlendirmek yolunda rol

------�: 37 �:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI almaya başladılar. İngilizler bundan daha sonra yararlanacaklar­ dır. Di�er yandan Hilafet Hareketi'ni yönlendirenler arasında da görüş fa rklılıklan belirme�e başladı. Muhammed Ali İngiliz Baş­ bakanına, Arapların ba�ımsızlı�ı gibi Hicaz Krallı�ı'na da karşı oldu�unu, bunlann Osmanlı Hilafeti çerçevesinde özerklik ve Müslümaniann kendi kararlanyla halli, yabancılann işe kanşunl­ maması gerekti�ni söyledi. Aynı heyetteki Seyid Hüseyin ise iki­ sine de karşı olmadı�ını belirtti. Yo�un şekilde Türkleri Avrupa'dan atmak, İstanbul'dan çı­ karmak kampanyası içinde bulunan galip hükümetler ve basınla­ rı, 1920 yılında daha da yo�unlaşan Müslüman-Hindu dayanış­ masıyla güçlenen Hilafet kampanyası karşısında yumuşamak zo­ runda kaldılar. Hindistan hiç bir zaman İngiltere karşısında böy­ lesine bütünleşmemişti. İngilizlerin her zaman başvurduklan iki cemaati birbirine düşürmek oyunu bu kez işlemedi. 1914 1918'de Kral/İmparator'a sadakat önde gelirken bu kez Sul­ tan/Halife'ye sadakat Hinduları da peşine takarak öne geçmişti. İngiliz politikası bunun üzerine Hilafet'i İstanbul'dan kovmak yerine İstanbul'da tutup Va tikanlapırmak -yetkisiz ve güçsüz bir papa durumuna getirmek- hatta himayesinde tutmak yolunu seçti. Bu mücadeleleri ve hilafet heyeti ile Başbakan Lloyd Ge­ orge arasında yapılan görüşmeleri içeren, o dönemde Hindis­ tan'da basılmış bir kitabın kapa�ındaki kayıt, İngiliz ajanı sayılan ŞerifHüseyin'in hareketinin amacını ve ŞerifHüseyin'in niçin is­ tenmedi�ini şöyle özetlemektedir: ccHilafet Hakkında Bütün Bilgiler-Mahatma Gandhi'nin giirüfleriyle-Davamızın tek bir giirüfda ya ırkçı yanı yoktur... (Bu insanların davasıdır) Eğ er İs­ lam dünyasının Sultan/Halife'si hata yaparsa onu, Arabis­ tan'da milletini ve imanını altın için satan süper haini lanetie­ diğimizgibi lanetleriz. .ııı. Özetlersek Hindistan Müslümanlan, Hindulann da kanlması sayesinde güçlü bir kampanya yürütmüş ve İngiliz politikasını alt etmiş oluyorlardı. Ancak önerileri tam bir netlik içermiyor, hele

------�: 38 :�------DİCER İSLA M TOPLUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI hem Türk hem de Arap toplumlannda beliren e�imlere hiç bir yanıt getirmiyordu. Daha da önemlisi, aynı akım içinde de�işik görüşlerin ortaya çıkmasının da başlangıcı oldu. Bu gelişmelerin Hindistan Müslümanlan için önemi ise kimliklerinin pekişınesine yardımcı olması ve herhalde Pakistan'ın temelini atmasındadır.

Mısu'da Pazariılda Bağımsızlık Arayışı

İslam dünyasında, kararlı bir Türk dostu (Hint Müslümanlan) ve kararlı bir Türk düpnanı (Hicaz-Suriye) olanlar yanında Os­ manlı Devletine ve Türk'e daha objektif, kendi çıkan yönünde bakanlar da vardı. Bunlann başında Mısırlılar gelir. Bu ülkedeki bağımsızlık hareketi, Lübnan'da oldu�u gibi kendine özgü bir çizgi ve örgütlenmeler, yani ço�ulculuk göstermektedir. 19. yüz­ yılın başında Vali Mehmet Ali Paşa'nın başlattı�ı hareketten beri bir Arap ulusçulu�undan çok Mısır ulusçulu�u akımı egemen ol­ muştur. Öyle ki, Mısır ulusçulan 1. Dünya Savaşı sonunda banş konferansında söz sahibi olmak için verdikleri memoranduma "Mısırlılar, Arap/ardan, Suriyeli/erden, Mezopotamyalılardan üstündür' kaydını koymuşlardır. Osmanlı Saltanat ve Hilafetin­ den de -eleştirseler de- tam bir kopmayı düşünmemişlerdir. Bu­ nu İngiliz işgalinden kurtulmak için bir yöntem sayıyorlardı. Ni­ tekim Osmanlı Devletinde İkinci Meşrutiyet ilan edildi�inde meclise milletvekili göndermeye de kalkışmışlardır. Esasen 1914 öncesinin Arap milliyetçi/ulusçu hareketlerinde rol oynayan 126 kişiden sadece birinin Mısır kökenli oldu�u hesaplanmıştır. Bütün Dünya Savaşı boyunca halk arasında Osmanlı hatta Al­ man sempatisi hakimdi. "Allah Hayy ... Abbas Cay= AIIahım Ya ­ fasın, Abbas geliyor» tekerlemeleriyle bir beklenti içindeydiler. Osmanlı ordulannın başansızlı�ı beklentiyi pasifli�e dönüştür­ dü�ü gibi, Mısır hükümetinin ordusunu tam olarak İngiliz des­ te�ine sunmasına ve Uluscu partinin gelişmesine yol açtı. 1916'da Şerif Hüseyin'in ayaklanması her tabakada şaşkınlık ve

------�: 39 �:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

şüphe ile karşılandı. Al Ma nar dergisi gibi otorite sayılan bir ya­ yın bile Hicaz'ın kendi başına bir varlık olabilece�ini, hele hilafet konutanna girebilece�ini hayal bile edemiyordu. Bir Bedevi ha­ reketi, halifeye karşı İngiliz ajanlı�ı olarak yorumlandı, sempati duyulmadı. Bu yüzden İngiliz güdümündeki basında Osmanlı'yı ve Türk Hilafetinide�il, İttihatçılann dinsizli�ini ve ulusçulu�u­ nu hedef alan bir kampanya sürdürüldü. Savaşın bitiminde, başında Zaglul Paşa bulunan Wafd Partisi vaatlere uygun olarak Mısır'ın tam ba�ımsızlı�ını istedi (Kasım 1918 ). İngilizlerin reddi, üstelik çok güvenilen Wilson ilkelerine aykın olarak Amerika'nın Mısır üstünde İngiliz himayesini kabul etmesi (Nisan 1919) ülkeyi kanştırdı. Zaglul ve arkadaşlan tu­ tuklanınca iş gösterilerden çatışmalara dönüştü. İngilizler ve on­ lan destekleyen Ermeniler saldırılara u�radı, askerin ateş açması sonucu toplu ölümler oldu. Zaglul ve arkadaşlan zorunlu olarak bırakıldı ve Mısır'ın ba�ımsızlı�ı için Banş Konferansı nezdinde girişimiere başladılar. Ülkelerinin ne Osmanlı, ne de Arap topra­ �ı olmadı�ını belirtiyor, Osmanlı banşı içinde ele alınmamayı is­ tiyorlardı. Dolayısıyla Hicaz ve Suriye'deki olaylarla ilgili görün­ mernek işlerine geliyordu. Bu Mısırlılık e�ilimine uygun olarak Müslümanlarla Kopt'lar arasında yo�un bir işbirli�i başladı. İh­ tilalin lideri bir Kopt papazıydı, hatta Mısırlı Yahudiler de des­ tek veriyor görünümündeydi. Mısır merkezli eylemi en iyi anla­ tan, olaylan yaşayıp hemen gününde kaleme almış olan Mısırlı tarihçi M. Sabry'dir, Mısır İhtilali adlı kitabında Fransız İhtila­ line benzeterek Büyük İh tilafden bahseder ve ekler: «şunu da hatırlatmalıyım ki, Müslüman Doğu'nun kubbesi­ nin anahtarı Türkiye ya da Kafkasya değil, İslam uygarlığı­ nın ve biliminin büyük deposu Mısır'dır. (El Ezher'i ô'verek) yanmaya hazır bir dünyada bu yangın ocağı sonsuza kadar bırakılamaz. Ya ng ıngeçici olarak ô'nlendiği için tehlikenin u­ zakla!ttğını sanmak hatadır. (.. .) Bu kül altındaki ate1 ani-

40 DiGER İSLAM TOP LUMLARlNDA ULUSAL EGEMENLİK ANLAYlŞI

den alev/enebi/ir ve bütün Doğu ufk unu atqe boğabilir (.. .) Ancak din, dünyaya en iyi hoF!Jô"rü ô"rneğini veren Mısır'da as­ la bir milliyetçi araç olmayacaktır. İhtilalin lideri bir Kopt papazıdır.' za Zamanın eritici, yozlaştıncı etkisini kullanmayı taktik sayan İngilizler, pazarlıklarda hep dışarıdan gelecek bir saldınya karşı savunma konusunu ileri sürerek işi uzatmayı denediler. Bu Mı­ sırlıların zayıfnoktasıydı. Konuşmalar buradan başlayınca İngiliz ordusunun Mısır topraklannda bulunması ve himaye konusu ka­ çınılmaz olarak gündemin a�ırlı�ını oluşturuyordu. Ayrıca Su­ dan'ın da Mısır'a dahil olmasını istiyorlar, Londra ise buna kesin şekilde karşı çıkıyordu. Mısırlı liderler silahlı mücadeleyi asla dü­ şünmediler ve yıllar böyle pazarlıklarla geçti. Notlar:

Zeine N. Zeine; The Emergence of ArabNationalism (Beirut 1966, Khayats), s.95 Karnal Salibi; Historie du Liban, Naufal, Paris 1992, 2. Baskı, s.250 A. Temimi, "Lettre du Cherif Hussein Bin Alia Poincare President de la Republique Française", Arab Histerical Review fo r Ottoman Studies,no 3-4 Aralık 1991, s. 119-126 A. Temimi, "Politique des Jeunes Turcs en Bilad Es-Sham et Revolte Arabe en 1916: Nouvel Essai d'lnterpretation", Rcvue d'Histore Maghrebine, NO. 63-65, A�stos 1992, s. 87 El Manar, c. 18, 1915, s. 66 Mektuplann tam metinleri için: A. Hokayem-M.C. Bittar, L' Empire Ottoman Les Arabes et !es Grandes Puissances 1914-1920, Ed. Univ.de Liban, Beyrut 1981, s. 1-17 Figaro, 9.7.1921 lsrael Gershoni-James P. Jankowski, Egypt Islam and the The Searc fo r Egyptia!:l Nationhood 1900-1930, Oxford .Un. Press, 1986 M. Kemal Oke, Güney Asya Müslümanlannın Istiklal Davası ve Türk Milli Mücadelesi, Kültür ve Turizm Bakaıılıp Yayınlan, Ankara, 1988 ıo A. Temimi, "Politique des Jeunes Turcs ...", a.g.m., s. 93-98 11 Mustapha Kraiem, "LesRivalites Imperialistes Franco-Anglaises et l'Occupation Française de la Syrie et du Liban", Rcvue Tunisenne de Sciences Sociales, No. 82-83, 1985, s. 193-251; JukkaNevakivi , Britain France and the Arab 1914-1920, Athlone Press, London 1969. Stephen Hemsley Longrigg, and Lebanonu nder French Manda te, London 1958, s. 53. W. Bretholz, Aufstand der Araber, V. Kurt Desch, Münih 1960, s. 100. Suleiman Mousa, "A. Matter of Principle: King Hussein of the Hijaz and the Arabs of Palestine", IJMES, 9, 1978, s. 183-194 Near East , 27.9.1918, s. 777 HanifFauq, "The History of lndian Muslims Struggle and the Role of Quiad-e-Azam, Ankara Ünv., DTCF, Do�u Dilleri, c.ll, No.3, 1979, s. 153. 1 7 M. Kemal Öke, a.g.e., s. 147-160 18 Feroz Ahmad, 1814-1915 yıllannda İstanbul'da Hint Milliyetçi Devrimcileri, Yapıt, no.6, A�ustos, Eylül 1984, s. 5-15 Briton Cooper Busch, Britain India and the Arabs 1914-1921, Un. of California Press 1971 20 Encyclopedia Britannica, 1970 Basımı, India Maddesi 2ı Yararlanılan eserler, başta M. Kemal Öke'nin adı geçen eseri olmak üzere; M. H. Abbas, AllAbout the Khilafat with the Views of Mahat ma Ghandi, Calcutta 1923; Essad Fouad, Les Origines du Mouvement Nationaliste lndien, Extrait de la Revue Orient et Occident, Paris 1922; R.K Sinha, Mustafa Kemal ve Gandi 1919-1928, Milliyet Yay., !stanbul 1972. M.H. Abbas; All About the Khilafat ... , Kitapkapap. M. Sabry; La Revolution Egyptienne, 2. Kısım, Paris 1921, s. 157. 2. Bölii nı

DÜNYA SAVAŞl SONRASI TÜRKflm

Kemalizmin Önerisi

ondros Ateşkesiyle birlikte bütün Ortado�u toplumlan ba­ Mğımsızlık şarkısı tutturdular. Bırakınız ulus niteli�ne ulaş­ mış olanlan, küçük etnik gruplar bile aynı arzuyu taşıyorlardı. Hepsi de Başkan Wilson'un ilkelerini ellerine almış, savaş galiple­ rinden haklannı istiyorlardı. Böylece karann onlardan çıkacağını da kabul etmiş oluyorlardı. Osmanlı'dan kopanlmış topraklarda hemen ba�ımsızlık uygulamasına girişrnek pek kolay bir çözüm olabilirdi, ama galipterin işine gelmedi. Paylaşmayı tehlikeye dü­ şürebilirdi, bunun için paylaşımı bir buçuk yıl geciktirdiler. Gecikme iki oluşuma zemin hazırladı: Savaştan önce de var olan ulusçu, milliyetçi dinamizmler, da�ılmış örgütlerini yeni­ den kurmak, fikirlerini sistemarize etmek firsatını buldular ve buna ba�lı olarak çeşitli karşıt düşünceler ortaya çıkıp, böyle du­ rumlarda en sa�lıklı çözüm olan çabuk ve tek çizgili yolun yeri­ ni iç karmaşa aldı. Bu durum, hakem rolünü oynamak im.. ·>q ıru verdi�i için işgalcilerin işine geliyordu. San Remo'da 18-26 Nisan 1920 tarihlerinde yapılan toplan­ tılarda, ABD küskünü, İngiltere başrolü oynadı, Fransa toplantılan biraz zorladı, İtalya, Japonya, Yunanistan gibi ülkel­ er figüranlı�ı üstlendi. Sonuçta, var olan bölüşme projeleri ufak rötuşlarla onaylandı. Hiç de bir buçuk yıl beklemeyi gerektire­ cek bir çalışma gösterilmemişti. Kararlar, 10 A�ustos 1920'de Sevr Antiaşması adıyla imzalandı. Tek gerçek ödün, Osmanlı Sultan/Halife'sinin İstanbul'da kalmasına izin verilmiş olmasıy­ dı. Asıl şaşırtıcı olan, başkalannı yöneteıtır-yqek kadarJr.Q tü ol­ du�u için tasfiye edildi�i belirtilen Osmanlı Devleti'ne, İstan-

------�: 45 �: ------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI bul'la beraber Orta ve Kuzey Anadolu'da küçücük de olsa, laf­ zen ba�ımsız bir bölge bırakılırken, ba�ımsızlıklan için ayaklan­ mış Arapların hiç birine bunun layık görülmemiş olmasıydı. 01- gunlaşıncaya kadar himaye altında kalmalan kararlaştırılmıştı. Türkler ve Araplardan itirazlar yükseldi. Tabii yukarda bah­ setti�imizçeşitlili�e uygun olarak bu itirazlar tek çizgili de�ildi ve zaman zaman birbirine kanşarak anlaşılmalannı daha da güç­ leşiyordu. Arap dünyasında şu akımlar görümekteydi: - Suriye ve Irak'ta ayn milliyetçilikler, Lübnan ulusçulu�, Paysal'ın İngilizlerle (sonra Fransız­ lada) uzlaşmacı çizgisi, - Şerif Hüseyin'in Asya Araplar Birli�i düşüncesi ve iki kol­ lu Osmanlı fe deralistleri (Sultana ba�lı özerklik isteyenler­ le tam ba�ımsızlık şartıyla konfederasyon), - Mısır'da zayıfbir Osmanlıcılık, güçlü bir Mısırulusculu�. Hindistan'da olaya salt bir İslam sorunu diye bakanlar, Arap­ Iann ba�ımsızlı�ını kabul eden ve etmeyenler şeklinde ikiye aynl­ mıştı. Hindu-Müslüman işbirli� çerçevesinde Hindistan ulusçu­ lu� ön plana çıkıyordu. Bazılan Gandhi'ci pasiflik, bazılan ise Muhammed ve Şevket Ali'nin eylemcili�ni izliyordu. Bütün bu durumlarda İngiliz tacına ba�lılık uzlaşmacılı�ından da vazgeçil­ miyordu. Türk toplumunda, Saray /Babıali, savaş öncesi bütün­ lü�ün muhafazası karşılı�ında Saltanat ve Hilafet'in gücünü her türlü uzlaşma fo rmülüne ba�lamaya hazırdı. Aydınların bir kısmı Amerikan ya da İngiliz mandası arıyordu. Misaki Millici'lerin yanlısı olanlar vardı. Yurt dışına kaçmış İttihatçılar da -Bolşevik­ lerle ilişkide olarak- bir Panislam ihtilali hayali içindeydiler} Bütün bu akımlar birbirleriyle az veya çok temastaydılar, do­ layısıyla dalgalanmalar göstermeleri do�al oluyordu. Dönemin önde gelen düşünür ve eylem adamlarınıtek bir görüşile de�er­ lendirmek yanlış olur. Hızla de�işen şartlar içinde yalpalamak kaçınılmazdı. Aralarındaki ilişkiler ve ba�lar da buna uygun şe­ kilde biçimlenmiştir. Hiç kimse di�erine güvenmiyor, herkes birbirini bir yabancı gücün oyunca�ı olmakla suçluyordu.

------�: 46 �:------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE

Bu fikirayniıkianna karşılık Araplardaki egemen görüş, büyük bir oranda kendi ba�ımsızhklanydı. Pek azı bunu Osmanlı'yla ge­ çici bir birleşmeden -Avrupalı müdahalesinden kurtulmak için­ sonra gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Galipterin bu ba�ımsızh�ı do�al olarak er ya da geç verecekleri inancıçok daha geniş bir ke­ simde mevcut oldu�undan bu Osmanlı fe deralistleri büyük bir destek bulamadılar. İçlerinden Ankara hareketiyle işbirli�ni ta­ sarlayanlar çıkmıştır. Özellikle 1919 sonlannda Suriye'deki İngi­ liz işgal kuvvetleri çekilip yerlerini Fransızlara bırakırken, hele Kuzey Irak'ta İngiliz yerleşmesine karşı direnç artarkenböyle dü­ şünenler oldu. Bunlar genellikle Harbiye ve Mülkiye'den mezun olmuş, Osmanlı ordusu ve bürokrasisinde çalışmış, kısmen Os­ manhhğı benimsemiş kimselerdi. Avrupalı işgalcilerin ülkelerin­ den aynimak niyetinde olmadıklannı en önce onlar fa rk ettiler. Ancak azınlıktaydılar. Ne İngilizve Fransıztarlaişbirli�i yapanlar, ne de onlardan maddi destek görerek ordu besleyen Şerif Hüse­ yin ve o�lu Paysal gibi güçleri yoktu. Bu ortamda, yüzyıllardır sa­ dece yerlileri de�il, Avrupalılan da sindirmiş olan Türkler geliyor sloganını kullanmak onlara güçsüzlüklerini örtmenin bir yolu olarak görünmüş olmalıdır. Fransız ve İngiliz arşivlerinde, istih­ barat kadrolannın eline geçmiş bol sayıda, Kemalist ba�lantılı ol­ duktan ileri sürülen ortak ayaklanma ça�nlanna rastlanır. Hatta, Osmanlı ve Türk'e tam karşı oldu�u bilinen Paysal'ın bile böyle bir başvuruda bulundu�u hakkında rivayetler, sırf işgalcileri ra­ hatsız etmek için yayılmışur. Ancak bunlann yerli halkı harekete geçirdi�ni gösteren pek az örnek vardır. Mesajlardaki Türkler gelirse Araplar da ayaklanır1 havası, upkı Dünya Savaşındaki Ci­ had ilanı karşısında Mısırhlann 'Türk ordusu Süveyfi app Kahi­ re)egirerse biz de ayaklanırız' anlayışına benzemekteydi. Müslüman toplumlann duygusal gösteriler (demeçler, mi­ tingler, vb ... ) dışında Anadolu Hareketine destek olmadıklannı biliyoruz. Bir de sorunun maddi destek tarafi var. Bunun önemi de ilginin oranırubelirleme açısından en kesin kamu oluşturma­ sıdır. 1919'da Anadolu'da bir savaşa yetecek para, silah, cephane,

------�: 47 :�------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI ubbi malzeme, giyecek bulunmadı�ını görürüz. Bunlar için dışa­ ndan yardıma ihtiyaçvardı . Hesaplanmıza göre en çok dış yardım Bollevikler)den gelmiştir. En erken yardıma onlar başlamış (1920'nin ikinci yansında BMM hükümetikurulur kurulm az) ve al un, silah, cephan e; ubbi malzeme olarak Ankara 'ya gelen tüm yardımın %83'ünü sa�lanuşlardır. %10'luk katkılanyla Hint Müs­ lümanları ikincili�i alır: Toplam 675.000 lira göndermişlerdir. Bu paranın ilk bölümü 1921 Aralı�ında yani Sakarya zaferinden sonra gelmiştir. Üçüncü kaynak Fransız/ardır. 1921 Ekiminde imzalanan anlaşma üzerine Çukurova'dan çekilirken silah, cepha­ ne ve giyecek olarak depolannda bulunan malzemeyi bırakmışlar­ dı ki, %7'ye eşit oldu�u söylenebilir. Görülüyor ki Bolşevik yar­ dımı olmasa Türk ordusunun savaş yapması mümkün de�ldi. Bunlann dışında bir de 1921 Nisan 'ında 2. İnönü Savaşının arkasından Mısır'da başlanlan Hi/ali Ahmer)e yardım kampan­ yası vardır. Tosun ve Aziz Hassan paşalar gibi en ünlü kişilerin eşlerinin yönetti�i kampanya Büyük Sava/ta İngiliz Kızılhaç)ına yapılan yardımgibi Anadolu'ya ilaç, doktor, hastabakıcıdan olu­ şan sa�lık ekibi göndermeyi amaçlıyordu. 48 doktor, 600 teknis­ yen, çadırlar ve nakliye arabalan gibi büyük hedefler koyan kam­ panyanın pek başanlı gitti�ini söylemek mümkün de�l.1 Alu ay sonra 1921 Ekim'indeVaf d lideri Saad Zaglufa yapılan bir baş­ vuruda3 İskenderiyeli 19 tüccann, Hindistan'da Gandhi'nin yü­ rüttü�ü kampanyadan daha başantı olabilmek için ça�nda bu� lunmasını istemeleri bunun bir delili gibi görünüyor. 14 Ekim 1921 de Mokattam'da yayınlanan listeye göre alu ayda 11960 Gine (Mısır lirası) toplanmış gazetenin 1 O Mayıs 1921 sayısında Bolşevikterin 30 bin alun göndermiş olduklannın kaydedildi�i­ ne göre, Mısırlılann hayli geride kalmış olduklannı fa rk ettikleri anlaşılıyor. Nitekim Hilafet'in la�vından sonra Mısır'da yayınla­ nan bir özeleştiride şu açıklamaya rastlıyoruz: ""A ncak Türkler zafer kazanmaya ba1/adıktan sonra Mısırlılar onlara yardım toplamaya ba1/adı. Mısır)da sayıları bir milyonun çeyreğinden daha az olan Yunanlılar kendi ordularına 14 milyon Mısırlı)nın

------�: 48 �:------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE hilafetleri için gö"nderdiğinden fa zla para yolladı.» Yazar buna insan yardınu iddiasını da yalanlayan ilginç bir eklemede bulu­ nuyor: "Müslüman/ar Türklere kan borcu Perdi/er mi? Türklerin kanına hiç bir Müslüman gö"nüllünün kanı karıpnadığı halde Fransız ordusunda (Müslüman) gö"nüllüler Pardı ... »• İngilizor­ dusundaki Müslümanlar ise daha da çoktur. Bu bilgilerin ışı�ında, bir Mısır heyetinin M.Kemal'e savaş kurbanlan için 1.000.000 lira vermek üzere Ankara'ya gidece� hakkındaki haberi propaganda saymak gerekiyor. 5 Bu dönemde M. Kemal'in Araplar hakkındaki düşünceleri ne­ lerdir? Bu konuda do�rudan do�ruya bir Arabın tanıklı�ına baş­ vuraca�ız. Trablusjam kökenli olan FCPzi KaPukçu Harbiye'den mezun olmuş, Osmanlı Ordusu'nda subaylık yapnuş, savaş yılla­ nnı Filistin cephesinde geçirmiş, savaştan sonra da Arap dünya­ sında siyasi rol oynanuştır. Hatıralannda, savaş sırasında Arap ih­ tilal cemiyetlerininkendisine de yanaştı�nı,kendisinin katılmadı­ �ını, -oysa içerde komplo hazırlayanlar oldu� gibi İngiliz ya da Şerif ordusuna kaçanlar da vardı- belirtir. Cemal Paja'yı tanınuş eylemlerini onaylamanuş ama ihanete de kalkışmanuştır. Hilafet­ in birleştirici özelli�ne inandı�nı belirtir. Kavukçu'nun son ko­ mutanı Mustafa Kemal'dir. Şam bozgunundan sonra yukan çeki­ lirken Paşa'nın kendisine şunlan söylerligini aktanyor: «Artık mukadderatımız düjmanın elinde. Her birimiz ne mümkünse onu kurtarmaya çalıpnalıyız. Arapların yeni dô"­ nemde hür yafamalarını temenni ediyorum. Ve eğer bir gün Anadolu'dan bir hareket haPadisi ijitirsen ona ülkende katıl­

malısın Pe bize katılmalısı n.» 6 Daha da önemlisi Kavukçu bir subaya yakışmayacak bir istek­ le, ordudan aynlıp memleketi Trablusşam'a gitme izni isteyince Mustafa Kemal onu da vermiştir. Olaya Türk-Arap ilişkileri açı­ sından baktı�ımızda önyargılı davranmadı�, Araplann özgürlü­ �ünü temenni etti�i ve buna katılmak isteyen bir subayı da hoş­ görü ile karşıladı�ı görülür. Bu yüzdendir ki, bazı Türk kornu­ tanianna duyulan antipari M. Kemal'e karşı belirmemiştir. Bu

------�: 49 r:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

özellikleri sebebiyledir ki Kavukçu, daha sonraki dönemde Fay­ sal'a Türklerle işbirli�i önerisinde bulunabilecektir. Bu konuşmadan az sonra M. Kemal İstanbul'da işsiz bir pa­ şa olarak dolaşırken, bir önemli kişi kendisine Araplar hakkında­ ki düşüncesini sormuş ya da sordurmuştur.7 Bu ikinci önemli ta­ nık İtalya'nın İstanbul'daki Siyasi temsilcisi Kont Sforza'dır. Al­ dı�ı cevabı şöyle aktanyor: "Artık Araplar konusunu konu1mak istemem. Türk yönetiminin Araplarüzerindeki dePamında ısrar etmek, bizim gücümüzün zayıflamasının temellerinden biridir." Bu sözlerden M. Kemal'in Araplara ba�ımsızlıklannın çok önce verilmesi yanlısı oldu�unu düşünmek mümkündür. Son olarak, Suriye'den aynimasından bir yıl sonra hakkında bir Suriye gazetesinde, Hama'nın Al Hadaf gazetesinden nak­ len, Beyrut'un Al Belag gazetesinin 22.11.1919 tarihli sayısında çıkan yazıyı tanık gösterece�iz: ((M. Kemal Filistin'de kumandandı. Doğu'da nüfuzlarınıar­ tırmak için Almanların gizli projelerini fa rk edince Falken­ haym 'la anlajmaya yana1madı (. . .) Osmanlı ordusu yenilince Suriye'deki yenilgininsebepleri konusunda İstanbulgazeteleri­ ne yazılar yazdı (. . .) Bir çok kez Türk hükümetinden Arap ap­ ret/eri karpsındaki politikasını düzeltmesini, Emir Paysal ile pazarlık yapılmasını Pe Suriye halkının sırtındaki pahalılık yükünün ha.fifletilmesi amacıyla para gönderilmesini de öner­ mipir. Suriye'deki yenilginin içyüzü konusundaki yazılarında Arapların onuruna dokunur tek bir kelime kullanmadı Pe ak­ sine onların daPranıflarına mazeretler gösterdi.» Görülüyor ki Mustafa Kemal, Milli Mücadele başlamadan önce de Arap toplumlarının ulusal hakianna saygılıdır. Hem de onlann katkısıyla gelen bir bozgunu yaşamış oldu�u halde. Ar­ tık son demine gelmiş olan Osmanlı Devletine ba�lı kalmalan gerekti�ini düşünmemektedir. Bu sadece ona özgü bir düşünce de�ildi. Erzurum ve Sivas kongrelerinden 17.2.1920 'de açıkla­ nan Misakı Milli'ye varan çizgide bütün aydınlann üzerinde bir­ leştikleri bir anlayıştı. Mondros Ateşkesinin imzalanması sırasın-

------�: so�:------DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE

da Türk ordulannın kontrolunda bulunmayan bölgelerinin ge­ lece�inin kendi halklannın oylanyla saptanmasından başka bir çözüm kabul edilmiyordu. Misakı Milli'nin birinci maddesinde özellikle Araplann bu hakkı belirtilmiştir. Ankara Hareketi ile Saray ve Babıali'nin görüşleri arasındaki en büyük fa rk bu konuda ortaya çıkar. Galiplerin bile Osmanlı Devleti deyimini dışiayıp Türkiye diye andıklan bir ortamda Os­ manlı Devletini yaşıyor sayan sadece Sultan ile sadrazamıydı. Da­ mat Ferit 1919 ortasında Paris'teki Banş Konferansı'na sundu�u öneride Arap vilayetlerinin hala Osmanlı Devletine ba�lı kalması­ nı isteyebiliyordu. Araplann bunu istemediklerinin fa rkında de�il­ di. Ya da fa rkındaydı ama verece�i ödünlerin çekicili� ile İngiliz­ leri ikna edebilece�ni umuyordu: Hilafeti hizmetlerine sokmak. Galipler bir seçenek olarak bu öneriyi ellerinin alunda tutarken bir yandan da (durumun hala fa rkında olmadtğı1 gerekçesiyle Osmanlı heyetini «Paris1te daha fa zla kalmanıza gerek yok,gere­ ği olunca size bilgiveririz 1» diyerek adeta konferanstan kovdular. Misakı Milli'de vurgulanan anlayışın aynntılı gerekçelerini daha bu metnin açıklanmasından önce, M. Kemal'in sözcüsü Ha kimiyeti Milliye gazetesinin ilk çıkan sayılannda bulmak mümkündür. Bunlarda Arap ba�ımsızlı�ının kabul edilen milli­ yet ilkelerine uygunlu�unun onaylandı�ı; eski imparatorluk hu­ dutlannın asla düşünülemeyece�i; bilafeti kontrol edip İslam toplumlannı ipotek aluna sokturmanın reddedildi�i; hilafete saygının Panislamcı bir siyasi birlik ya da emperyalist yayılmacı­ lık olmadı�ı, imana dayalı bir kardeşlikten ileri gidemeyece�i, kesin ifadelerle belirtilmiştir. Gerek Misakı Milli öncesinde gerekse I 920 yılında TBMM'nin toplantılannda yaptı�ı açıklamalarla M. Kemal Türk toplumu için hedeflerini ve di�er toplumlarla ilişkilerin nasıl yü­ rütülece� hakkındaki ilkelerini şöyle açıklamıştır: - Ta m bağımsızlıktan ba1ka hiç birformül kabul edilemez: Ta ­ rihte Peygamber1in de uygun olmayan kofu/larda barı1 im­ zasına mecbur olduğu olmuftur, ancak halifenin bağımsız-

------�: sı :�------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

lığıve toplumu tehlikeyeatacak an/apna/ara hakkı yoktur. - Gerçekgüç ulurtadır ve eg emenliğinkay nağı da odur. Ver­ diği sava1ın ürününden o yararlanma/ıdır. - Bağımsızlık için savapn ba1arısı, her bireyin niçin savapı­ ğının bilincine varmasına bağlıdır. - Hedeflerinisap tarken toplum kendi nesnelkofu/la rını iyi be­ lirlemelidir, izlenecek yol üzerinde bu özgün kofulla rın etki­ si hesaplanma/ıdır: Haddimizi bilelim, biz hayat ve iJtiklal isteyen bir milletiz, Müslüman da olsa balkalarını egemen­ liğimizinaltına almaya çalı1mak emperyalizm olur. Toplum kendi gücünden ba1kasına bel bağlamamalıdır, balkalarının himaye, manda ya da yardımlarından sonuç alınmaz: Devletin hayat ve ilifkilerinde Allah yolunda kar­ plıksız millet yetipirmek alıfkanlığıyoktur. - İstdmida yanı1ma ancak, bütün İslam toplumları aynı an­ da kendi bölgelerindeki imalcilere karp ayaklanır/arsa ürün verir. Yerli halkın katılmadığı bir kurtulufu, dıfarı­ .. dan gelen sağlayamaz. Ozetlersek, Kemalist fo rmül ün gerek di�er Türk (Saray yanlı­ sı, Bolşevik yanlısı, mandacı, vb .. ) ve gerekse bütün di�er Müslü­ man çözümlerden fa rklı oldu� anlaşılır. Bunun kendi dönemin­ de, iletişiminçok sınırlı oldu�u bir dönemde yeterince anlaşılma­ sı çok kolay de�ildi. Ancak Kemalistlerin aniaşılmayı bekleyecek zamanlan yoktu, program hazırdı, uygulamaya geçtiler. Her top­ lum kendi nesnel koşuHanna uygun olarak adım atmaya yöneldi.

Vahdettin'in Ulusal Egemenliğe Karşı Bilafeti Oynaması Arap tarihçisi G. Antonius 1920'yi Felaket Yı lı diye adlandı­ nlmışur. Aslında bu deyim Türk toplumu için de geçerlidir. Sevr imzalanmış, Türk direncini yok etmek için Yunan ordulan ileri harekete geçirilmiştir. Suriye'de önce ba�ımsızlık yanlısı Arap­ larla kralcı/uzlaşmacı Paysal yaniılan birbirini kırmış, arkasından Fransızlar iki tarafı da temizlemiş ve Faysal'ı ülkeden kovmuşlar­ dı. Lübnan ve Suriye'yi birbirinden ayınp kendilerine ba�lı iki

------�: 52 :�------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE ayn hükümet de kurdurdular. Faysal'ı hiçbir ilgisi bulunmayan Irak'a kral yapan İngilizler, yerli halkın ba�ımsızlık yanlılannı onun adına kılıçtan geçiriyorlardı. Mısır'da bütün çabalara ra�­ men himaye sisteminin devamı politikacılara kabul ettirilmişti. Hicaz'da vadedilenlerin yerine getirilmemesinden şikayetçi olan Şerif Hüseyin'e karşı, yeni kral adaylan İbni Suud'u hazırlama operasyonu son aşamasına getirilmişti. Böylece bütün Arap ül­ kelerinde ulusun egemenli�i de�il, sömürgecilerin çizgisini izle­ yecek kadrolar iktidaragetirilmiş oluyordu. Tabii ba�ımsızlık da bahis konusu de�ldi. Böyle bir ortamda hilafet konusunun uluslararası politikanın gündemine girmesi ilginçtir. Türkiye'deki direncin dışında Araplar ve Hint Müslümanlannda da savaş sırasındaki vaadierin yerine getirilmemesine karşı tepkiler yükselmekteydi. Müslü­ manlan teskin edecek bir halife ihtiyacı en başta İngiltere için -en yüksek Müslüman nüfusuna sahip devlet- son derece artmış­ u. Saray ve Babıali'nin savaşın bitimiyle beraber İngiliz yanlısı politikalarizlemeye özen göstermesinde bu ihtiyacıtatmin endi­ şesi baş rolü oynadı. Vahdettin'in Damat Ferid'i tekrar tekrar sadrazamlı�a getirmesi de bütün galiplere de�l sadece İngilte­ re'ye güvence verme amacı güdüyordu. Sakarya Zaferinden son­ ra onu görevden alma girişimi de kendi iradesiyle yapılmış bir şey de�il, bütün resmi belgelerin kanıtladı�ı gibi, işgal kuvvetle­ ri komutanlannın iste�i üzerine olmuştur. Bunun sebepleri üze­ rinde ileride duraca�ız. Hilafet üzerindeki oyunlara ilk yo�n tepki Hint Müslümanla­ nndan geldi. Halifenin yetkilerini ve gücünü kısıtlayıcı, kutsal yer­ ler üzerindeki kontrolünü iptal edici formülleri kabul etmeyecek­ leri ve e�er Osmanlı Sultam bunlan kabul ederse sultanlıkve hali­ fe lik sıfanmn sona erece�ni açıkladılar. Bir yandan da bu yoldaki çabalan sebebiyle Araplara -Başta Şerif Hüseyin'e- ısrarla çatnlar. Türk toplumunca da tanınan iki ünlü Arap liderin, izledi� politika karşısında Vahdettin'e yönelttikleri eleştirilerde önem­ lidir. Birincisi Osmanlı Ayan Meclisi'nin üyelerinden Trablus-

------�: 53 �:------Bir Ça�daşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI garp'lı Süleyman Baruni'dir. 12.6.1919 tarihli Arapça El Adi ga­ zetesinde yer alan yazısında Arap halifesi atamaya kalkışmanın akıllı işi olmadı�ını ve işi İslam düşmanlannın körükledi�ini be­ lirtmiştir. Bu yazısı yüzünden İstanbul Hükümetince bütün haklanndan mahrum edildi. 27.1.1920 tarihli Tasviri Ejk arda­ ki bir yazısında da Osmanlı Hilafetinin tek geçerli kurum oldu­ �unu yeniden vurguladı. Daha da ileri gitmiş, 28.2.1920'de İs­ tanbul'daki işgal kuvvetleri komutanianna yolladı�ı, bir kopyası­ nı da sultana ulaştırdı�ı muhtırasında da aynı temaları işlemekle kalmayıp padişaha da ceğer bağımsızlığı için sava1mazsa gö'revin­ den dü1eceği' tehdidini yöneltmiştir. İkinci önemli şahsiyet, İtalyanlara karşı mücadelesiyle bütün İslam dünyasınca Mücahid sıfatını kazanan yine Libyalı Ahmet Şerif Es Sünusi'dir. 1920 Haziranında Yunanlılar Bursa'yı işgal etmek üzereyken, sultanın davetine ra�men İstanbul'a gelmeyi red etmiş ve 'İslamiyetin yeganeordus u' saydı�ı Ankara mücahit­ lerine katılmayı ye�lemiştir. Sultana mektubunda onun halifeli­ �ıni sorgulamaz ama «Peyga mber efe ndimiz hazretlerinin hür­ metine Allah Mustafa Kemal Pa1a 'yı korusun ve esirgesin» de­ mekten kaçınmamıştır. O sırada M. Kemal ve arkadaşlannın Vahdettin'in Şeyhülislam'ı Dürrizade'nin fe tvasıyla İsiama iha­ net suçuyla idama mahkum edilmiş oldu�u unutulmamalıdır. Üstelik, gerek sultan gerekse İngiliz propagandacılannın Anka­ ra'yı dinsizlikle suçlayan kampanyaianna karşı, Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ir1at heyetleri'nde yer alarak fiilen hem Vahdettin'e hem de İngilizlere karşı tavır koymuştur. Bazı böl­ gelerdeki ayaklanmaların bastınlmasında etkili rolü olmuştur. Sadece Vahdettin'in de�il, genelde hanedan mensuplannın Ankara hareketine olumlu bakmadıklan biliniyor. İlgiliymiş gibi görünenierin aslında ipleri elden kaçırmamak endişesi içinde ol­ duktan, ulusal mücadelenin ilkeleriyle hiçbir ba�lantılan bulun­ madı�ına dair pek çok kanıt vardır. Vahdettin'eve Damat Ferit'e karşıymış gibi görünen Veliaht Abdülmecii'inAnkara yanlısıymış

------�: 54 r: ------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE izlenimini veren içerdeki davranışianna karşılık 1921 Mayısında Mısır'ın El Alıbar gazetesine verdi� demeçte, İslamın Bolşevikli­ �e karşı oldu�unu, İngiltere'nin İsiama saygısının giderekartn�ı­ nı gördü�ünü, 1911 'de İngiliz Kralıyla görüşme firsatının kendi­ sine verilmemiş olmasına üzüntüsünü belirtir ve Müslümaniann gelişmesine yardım ederek İngilizlerin İslam içinde çok dost edi­ nebileceklerini ekler. Açıkcası o da teslimiyetçidir. İslam dünyasindan gelen uyanlara ra�men Saray ve Babı­ ali'nin İngilizcilikten vazgeçmemesi İngiliz başbakanı Lloyd Ge­ orge'u yumuşatmaya yine de yetmedi. 1920 Martında Banş Konferansı'nda müttefikliderlere, Türkiye'ye karşı en katışekil­ de davranılaca�ını şu sözlerle ifade etmiştir: "Sultana fO'yle deme­ li: Size bir parça turkey (: bindi: Türkiye) bırakacağız ... Kanat­ ları ve gogsünü alıyorsak da size yine de birkaç kemik kalacaktır." O birkaç k emikle Sultan/Halife ne yapabilirdi? ... Kendini bile geçindiremeyece�ine göre galiplere teslim olmaktan, onların po­ litikalannın aracılı�ını yapmaktan başka seçene�i kalır mıydı? Damat Ferid'i görevden almak zorunda kaldı�ında Vahdet­ tin böyle bir siyasi oyunun aracı olmuştur. İşine de gelmiyor de­ �ildi, zira girişim Ankara'yı özellikle Mustafa Kemal'i köşeye sı­ kıştırmayı hedefliyordu. Artık galipler, Sevr'i imzalamakla Da­ mat Ferit'in görevini tamamlamış oldu�unu, şimdi anlaşmayı Ankara'ya da onayiartıracak adımın atılması gerekti�ini düşünü­ yorlardı. Bunun için Ankara'nın başından beri ihtiyatla sürdür­ dü�ü politikadan da yararlanmayı tasarladılar. BMM'nin gizli oturumlarında sadece Babıali de�l Vahdettin'in kendisi de hain ilan edilmekle birlikte kamuoyuna yapılan açıklamalarda Saltanat ve Hilafet'e ba�lılık daima vurgulanmış, esir durumunda bulun­ du�u için de yapılanlardan sorumlu sayılamayaca�ı eklenmiştir. Ülke içinde hala devam eden ayaklanmalan önlemek ve ikili�in sürmesine engel olmak için bu kaçınılmaz bir taktikti. İşgalcile­ rin Tevfik Pa1a başkanlı�ında bir uzlaşma hükümeti kurdurma­ ları, hatta M. Kemal'in sadrazamlı�ı olasılı� söylentilerini çıkar-

------�: 55 �:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI malan, onu da BMM'yi de İstanbul'a aktanp etkisiz hale getir­ me amacını güdüyordu. Anadolu'da do�rudan halkından aldı�ı deste�i ve dinamizmi, milliyetçi liderlerin İstanbul'un işgal alun­ daki kozmopolit ortamında kaybedeceklerini hesaplıyorlardı. Ankara'nın bu oyuna gelmemesi bu kez de "Bakın Sul­ tan/Halıfe yumu1adığı halde direnen Kemalistlerdir, kendi halifelerini din/emiyor, ona ba1 kaldırıyor/ar" propagandasının işlemesine zemin hazırladı. Ankara'nın ulusal egemenlik, ba�ımsızlık gibi di�er Müslü­ man toplurnlara da (k iitü iirnek'sayılan ilkelerinden vazgeçmesi­ nin yollannı aranırken BMM'nin %akimiyetin kayıtsız 1artsız milletin' oldu�unu belirten anayasanın görüşmelerini başlatma­ sı şüphesiz rastlantı de�ildir. Orada M. Kemal hilafetin niteli�i­ ni açıkça belirtmiştir: «Makamı hilafetin kutsiyetini hürmetkarane takdis etmi1 ol­ makla beraber bu makamda oturacak zatı hiçbir vakitte efe n­ di yapmak mevzubahis değildir; 1eriatı garrayı Muhammedi­ ye ile kabili telifdeğildir. Seydülkavmi hadimühim buyurmul­ lardır. Millete efe ndilik yoktur. Hadimlik vardır. Bu millete hizmet eden onun efe ndisi olur ... (Hanedanı Osmaniye) Mil­ letin ihtiramı, kendisine efe ndi bulmak ve aramak için değil­ dir. Millet ona ancak vaz'ı kanunisiri (yasal durumunu) ve vaz' ı mqruunu ( mepu durumunu) verir ve hakimiyetini biz­ zat muhafa za eder. » 1921 Anayasası olarak bilinen bu metnin kabulü, Saltanat ve Hilafet'ten hiç bahsetmedi�i için cumhuriyete do�ru çok önem­ li bir adım oluşturuyordu. Adeta adı kanmadan cumhuriyet ilan edilmişti. Bunun, daha öncesinden beri Ankara'nın yöndişinden rahatsız olan Saray ve İngiliz destekçileri arasında müthiş bir kız­ gınlık uyandırmış oldu�unu biliyoruz. Damat Ferit hükümetle­ rinin şeyhülislamianndan ve sadrazam vekilli�i de yapan üyele­ rinden Mustafa Sabri'nin bir yazısını aktaraca�ız. Yeni Anayasa­ nın kabulü ve sultanın TBMM'yi tanımasını isternek üzere Mec-

------�: 56 �:------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE lis Reisi sıfatıyla, M. Kemal'in sadrazam Tevfik Paşa'ya bir telg­ raf göndermesi üzerine, Milli Mücadele'ye düşmanlı�ı sebebiyle ISO'likler arasına girecek olan Mustafa Sabri, Peyam'ı Sabah ga­ zetesinin 8 Şubat 1921 tarihli sayısında özetle şunlan yazmıştır: «Anado lu'da yükselen isyan bayrağı kendini Allah'ın sancağı yerine koymağa kalkıyor. Türk ve Müslümanların iinünde eğ ildikleri hilafe t ve saltanatı parçalamak isteyen bir sergerde çadırından mini yükseltti. Ankara'da kurduğu ve darağaçla­ nyla koruduğu iktidarın hırsı içinde, Osmanlı Devletinin yı­ kılıpnı kullanıp Osmanoğullarının yerini alıyor. H iç utan­ madan bu a1ağılık teklifi milletin iradesi diye sunuyor. Hem de sultan esirdir diyerek bunu Padijaha onaylattırmağa çalı­ pyor. Milleti tehdit etmenin arkasından padijaha da giizdağı vermeye çalıjıyor, hiç utanmadan milletten çaldıklarını sul­ tan adına alınmıf diye sunuyor. Abdülhamit'i tahttan indir­ dik/erinden beri böyle küstah bir dil kullanmamıjlardı. Kuva­ yı Milliye adı altında kurduklanyla vatanı milleti kurtarma­ ya değil, kendi iktidarları için çalıjıyor ve Osmanlı hanedanı­ nı kurban ediyor. Hakimiyeti Milliye adına hesapsız kanlar döküyor ve ordunun süngü tehdidi ile yaptıkları Anayasa ile saltanat ve hilafet'in temelini değijtiriyorlar. Unutmayınız ki Anadolu'daki milyonlarca kendini fedaya hazır insan ve ger­ çek Müslüman saltanat ve hilafetiçin ergeç sizin kanınızı da akıtacaktır. Ama sizi durduracak, rejimi hırsızlıktan temiz­ leyecek bir medeniyet dünyası vardır. Her {eyin üstünde Şeri­ atı İslamiye bilafeti saltanattan ayırmaz. İstamda papalık yoktur. Hilafette hükümeti cismaniye vardır. Bunları bilenler bir asi fefin bu hain entrikalarına kendilerini kaptırmazlar. M. Kemal hilafetin kutsal niteliğini kendi fahsına bağlamak istiyor. Ey Müslüman/ar! .. Dini mübine hizmet etmif bir soylu kökten gelen bir halifeninyerine hiçbir di ne bağlı olmayan bir müflisi kabul edebilir misiniz? Bu düjünülebilir mi?... »

------�: 57�:------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Yazı M. Kemal'e daha bir sürü bakaretle devam eder, Sevr'i onayiayan hükümetin zaman zaman sadrazam vekillil9 de yapan bu en önemli üyesinin, bir din alimi olmak iddiasıyla halifenin ya­ bancılann hele Hıristiyanlann esiri olmaması gerektil9ni düşün­ memesi, ön yargısının; Mısır Memluklulan zamanının kukla hali­ fesine dönüşmüş efendisi için cismani güç isterken bunun nere­ den bulunacağı ve kime hizmet edeceğini hesaplayamaması ise uzak görüşten yoksunluğunun kanıu oluyor. Tabii ki buna, An­ kara'dakilere yönelttiği iktidar hırsı suçlaması da eklenebilir. Ha­ yalinde acaba, Milli Mücadele'nin yıkılması sonucu kendisinin tekrar şeyhülislamlığa atanması özlemi yatmıyor muydu? Peki ki­ min şeyhülislanuolacaktı? ... Varlığınıve haklannı kabul etmediği halkının mı, yoksa işgalcilerin tanıdığı yetki oranında bağımsız sultan/halifenin mi? ... Vahdettin'in ulusun egemenliğini kabul etmemek konusundaki kararlılığı 1922 Şubatında da bir kere da­ ha kanıtlanmıştır. Avrupa'daki görüşmeler için İstanbul'dan geç­ mekte olan Ankara Hükümeti'nin Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal'i kimseye duyurmaması kaydıyla sarayda konuşmaya çağırnuş, ama onun TBMM'yi yani ulusal egemenliği tanıma yolundaki çağnsı­ nı yanıtsız bırakmıştır. Bu davranışta 1922 başında hala Türki­ ye'nin yansının Yunan işgalinde bulunması ve İngilizler isteme­ dikçe Anadolu'dan çıkanlamayacaklan inancı mutlaka etken ol­ muştur. Babıali ve Saray ne halkın haklannı ne de onun temsilci­ lerini tanımamakta öylesine şartlanmışlardı ki, Yunan ordusu de­ nize döküldüğü ve milli hükümetin temsilcisi Refet Paşa İstan­ bul'a yerleştiğinde sultanın zaferi kutlaması ve meclisi onaylama­ sı yolunda yapılan öneriyi de geri çevirdiler. Ne zaferi sağlayan li­ derler ne de meclisten bahsedilmiyor sanki her şeyi o yapnuş gi­ bi (milletin hakanı ve İstamın halifesi1 ön plana çıkanlıyordu. Padişah ve çevresinin bu konuda ne derece bilinçsiz oldukla­ rını, Saltanat'ın lağvı üzerine Vahdettin'in; Bardakçı'nın kitabında bahsettiği üzere 19. yaşında bir cari ye ile nikah kıyıp bir hafta boyunca harerne kapandığı sırada mabeyincilerinden

------�: 58 :r------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE

Rıfat'ın AP ajansı muhabirine verdi�i demeç gösterir. Bu zat TBMM'nin Türk milletini temsil etmedil9ni, böyle bir karar al­ ma hakkı bulunmadı�nı söyleyebilmiştir. Mademki İngilizlerin İstanbul'u basması üzerine sultanın la�vetti�i meclisin üyelerin­ den oluşuyorlardı, zafer de kazanmış olsalar, hatta liderleri hak­ kındaki idam fetvası Babıali tarafindan kaldırılmış da olsa, bu mabeyinci onları adamdan saymayabiliyordu. Hem de Bolşevik­ likle suçlayarak ve İslam dünyasının Vahdettin'in hesabını Ke­ malistlerden soraca�ı iddiasıyla: «İslam tarihinde büyük bir dô'nem kapanıyor. İslam dünyasının böyle bir ihtilali nasıl karplayacağını bilemiyoruz. Ama fU mu­ hakkak ki Arabistan, Hindistan, Afganistan bu ihtilalci kara­ n reddedecek, Rusya, Türkistan, Azerbaycan onaylayacaktır.

Zira bu felaketten onlar sorumludur. Türkiye Swyetlqiyor.» • Tahttan kendisinin çekilmesi önerisine karşı Sadrazam Tevfik Paşa'nın aracılı�yla verdil9 yanıt da millet dedil9 şeyin ne oldu­ �undan haberi bulunmadı�ını kanıdıyor: «sultan bu durumdan son derece üzgün, tahttanfe ragat niyetinde değil. Suçlanmıfoldu ­ ğu için milletin ô'nünde kendini savunmak istiyor. » Bu gerçekten inanılmaz bir şaşkınlık öme�idir. Ama bütün davranışlan siyasi zeka yoksunlu�unu yansıtacak niteliktedir. Vahdettin, İngilizlere sı�nıp kaçmadan kısa bir süre önce Refet Paşa'ya Mustafa Kemal ile muhabere etmek istedil9ni ve bir emin adamını memur etme­ sini arzuladı�ını bildirmişti. Herhalde Yusuf Kemal olayından alınmış dersle M. Kemal ile Rauf Bey önce Vahdettin'in arzusu­ nu yazılı olarak bildirmesi talebinde bulundular. Halife, Anka­ ra'ya göndermedi�i yazılı başvurusunu İngiliz İşgal Ordusu Ku­ mandanına yolladı: "İstanbul'da hayatımı tehlikede gö'rdüğümden İngiltere Devleti fa himesine iltica ile bir an evvel İstanbul'dan ma­ halli ahara naklimi talep ederim, efe ndim. HalifeiMüsli min."9 Millete hesap vermekten bahsedip milletinden böylesine ka­ çan bir yöneticiye herhalde tarihte sık rastlanmaz. Vahdettin'in ülke dışına kaçtıktan sonraki davranışlan da siyasi bilinçsizli�ini ve mevhum güçlerin yardımıyla tekrar tahtının başına dönebile-

------�: 59 :�------Bir Çaj!;daşlaşma Örnej!;i Ol arak CUMHURİYET İN İLK ON BEŞ YILI ce�ne inandı�ını gösteriyor. Mabeyncisinin müjdeledi�i Arabis­ tan, Hindistan, Mganistan Müslümanlanndan çok onlan yön­ lendiren İngiltere olmalı bu mevhum güçler. İlk eylemi, Hicaz kralı ŞerifHüseyin'in daveti üzerinekutsal topraklan ziyareti ol­ du. Hüseyin kendini halife ilan ettirmek için bir hayli u�raşmış ama hem Araplann kendileri hem de Hint Müslümanlanndan gelen yo�n hain, i1birlikçi suçlamalan sebebiyle bir sonuç elde edememişti. Büyük kesim meşru halifeye karşı Hıristiyanlarla iş­ birli�ni unutanuyordu. Vahdettin'leaynı zamanda kaçan ve Mı­ sır'a sı�ınan Mustafa Sabri ve Rıza Tevfikgibi ISO'likler yerliler­ den açıkça hakaret görüyor ve korkudan soka�a çıkamıyorlardı. Durumdan kendi lehinde yararlanmayı tasarlayan Hüseyin hem Vahdettin'i hem de Mısır'daki bu grubu Hicaz'a davet etti. Bu açıkça Türkiye'deki rejime de meydan okumaydı. 1923 yılının Ocak-Mayıs aylan arasında gerçekleşen bu ziya­ retin en çok Hüseyin'in resmi sözcüsü El Kwla gazetesiyle bazı İngiliz gazetelerinde yankı bulması propaganda amaçlı oldu�u­ nu kanıtlar. Vahdettin'in destek umdu�u Arap basınının büyük ço�unlu�u ve Hint basınının hemen hepsi olayı iki İngiliz ajanı­ nın buluşması ve İn�liz çıkarlan için bir girişim olarak aktardı­ lar. El Kwla Vahdettin'in halife sıfatından hiç bahsetmemiştir. Yazılanlardan anlaşıldı�ına göre eski sultanın ömrünü Hicaz'da tamamlaması ve halife sıfatını Hüseyin'e devretmesi umuluyor­ du. Mekke'den yayılan haberlerde sürekli olarak Ankara ve M. Kemal aleyhtan kampanyanın hala sürmesi Vahdettin'e güven vermek amaçlı olmalıdır. Vahdettinise bir süre Medine'de yaşadıktan sonra 'vakti mü­ saitse vatana diinmeyi düfünduğünü' kızına yaznuşnr. Filistin'e, Mısır'a, Hindistan'a yerleşme tasanianna karşı bu ülkelerin halk­ lan kadar yöneticilerinden de gelen tepkiler hiç kimse tarafindan istenmedi�ni gösteriyordu. Kendisine ba�lı bir kuvvet bulunma­ dı�ına, Türk halkının saygınlı�ı doru�a erişmiş M. Kemal'i devirmesi düşünülemeyece�ne göre tek bir umudunun kaldı� anlaşılıyor: İn�liz deste�. Herhalde buna güvenerek Hüseyin'e

------�: 60 �:------D Ü N Y A SAVAŞI SONRASI

TÜRKİYE umut vermemiştir. 1923 Nisanında Mekke'de yayınladı� bildiri­ nin içeril9 de hem gelece�e yönelik planlannı hem de Hüseyin'i hiç dikkate almadı�ı göstermek bakımından ilginçtir. Dünya Savaşındaki yenilgiden ve Mondros Ateşkesinden sorumlu olma­ dı�ını söylerken, çözümü banşla aramaktaki kararlılı�nı belirtir­ ken haklıdır. Ama Yunanlılann İzmir'e çıkışına ve nasıl olsa uy­ gulanamaz diye Sevr'in imzasına karşı gelmedil9ni kaydederken inandıncı olamamaktadır. Bildiride, Ankara Hareketi'nin başan­ sından, askeri zaferden, Kemalistlerden, Misakı Milli'den, Haki­ miyeti Milliye'den, İslam dünyasını aya�a kaldıran coşkudan tek kelimeyle dahi bahsedilmemektedir. Aksine «A vrupa Savapndan sonra yaptıkları {eyler hakkında Kemalistler bana hesap vermeli» demektedir. Yunan mezaliminden tek satırla bahsedilmezken Ke­ malistlerin asnklan ve öldürdükleri insanlar konu edilmektedir. M. Kemal'i Anadolu'ya kendisinin göndermedil9ni, esasen Milli Mücadele'nin hiç de önemli olmadı�ını ekleyen Vahdettin'in kendi halkından kopuklu�unun en belirgin işareti ise, hilafet ko­ nusundaki '3-5 milyon Türk'ün kararının iinem tajımadığı' şek­ lindeki yargısıdır. Pek az yakını dışında bütün herkesin Kemalist­ lere katılmış olmasından şikayeti de, halkını nasıl küçümsedi�i ve anlamadı�nın işaretidir. Açıkçası yanındaki bir avuç insanın dı­ şındakileri kamuoyu olarak görmemekte, Vatan'a dönmek is­ temekte, ama vatandaşlan saymamaktadır. Bildirinin Hüseyin'in bekledi�i gibi ona umut verecek bir içerik taşımaması, aksine Vahdettin'in iddiasının sürdü�ünü göstermesi Hicaz Kralı'nı kız­ dırmış ve ilişkileri gerginleşmiştir. Bunun üzerine Hicaz'ı terk et­ mek ve hiçbir Müslüman ülkesi kendisini istemedi�i ve de eski destekçisi İngiliz ve Fransızlar izin vermedikleri için, Avrupa'ya San Remo'ya gidip yerleşmek zorunda kalmışnr. Bu bildiriye en serttepkiler Mısır ve Hint Müslüman düşünüderinden gelmiştir. Böylece Vahdettin, son günlerini, sürgünde, nasıl oyuncak gibi kullanılmış oldu�nu aniayarak geçirmiştir. Notlar: Mısır, Suriye ve Türkiye'deki cemiyerlerin dışında Avrupa'da, bazılannı Bolşeviklerin destekledi� t\irlü kuruluşlarvardı. Enver Paşa'nın önderliıindeki Berlin'deki Ittihadı Selameti Islam bunlann başında gelir.Aynca Berlin'de siyasi fa aliyette bulunan Deutche Persische Gesellshaft, Orient Klub, Deutche Gesellshaft fiir Islam Kunde, Vereinigung Vergewaltigter Voelker, Arbeiter und Bauempartei der Turkei vardı. Roma'da Şark'ın Mazlum Milletleri Birliıimevcuttu. 1. Dünya Savaşı sırasında Panislam'ı körüklemek için görev üstlenmiş siyasetçi ve ajaniann çoıu buralarda görevlerini sürdürüyorlardı. MO (El Mokattam); 12, 13, 14, 15, 19 Nisan ve 6.21 Mayıs 1921. MO 11.10.1921. MO; 1.4. 1924, A. Sabri Yazısı Reveil; 14.1.1922 Hayriyye Kasımiyye, Kıraat fıl muzakkarat wa awrak el Kavvukci, Buhus wa Dirasat. Abdulkadm Mahmud Graibe'ye armaıan, Arnman 1989, s.415. Sforza, Les Batisseurs de I'Europe Moderne, Lib. Gallimard, Paris 1931 adlı kitabında ve NeueZürcher Zietung'un 17.11.1938 sayısında "Der Shöpfe� der Türkishen Republik" adlı makalesinde bu konuya temas et­ miştir. Ikisi arasında biraz fa rk varsada -birinde şahsen konuştuıunu di­ ıerinde fikri sorulduıunu kaydeder- cevapta fark yoktur. New York Times; 5.11. 1922 Vahdettin'in son günlerihakkında: Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, c. I, 1957, s. 138; Fahri Engin "Vahidettin'in Kaçışı ve Sonrası", Yakın Tarihimiz, c. III, s. 385-6; Kandemir, "Kaçarken Vahidettin ile Beraberdim", Yakın Tarihimiz, c. III, s. 387-8; Ahmet Şükrü, "Vahidettin ile San Remo'da, Yakın Tarihimiz, c. II, s. 215-217; Gl. Harrington, Tim H. Looks Back, London 1940; Nevile Hendersen,Water Underthe Bridges, London 1945; Andrew �yan, The Last of the Dragomans, 1951; Murat Bardakçı, Şahbaba, Istanbul l998. 3.

Bölünı

1922 ŞOKLARıN ETKİSİ

Islam Dünyası Yargılarını Yeniden Değerlendiriyor

ünya Savaşının bitişinden beri İslam dünyası bilaferin kade­ Driyle çok yakından ilgileniyordu. Çünkü Asya'nın ortasında­ ki küçük ve etkisiz Mg an Krallı�ı dışında ba�msız Müslüman devlet kalmamışn. Bu ilgiyi Vahdettin'in kendi şahsına yönelik sanması en büyük hatası olmuştur. Müslümanlar bir dayanışmayı yönlendirecek lider arayışındaydılar. Vahdettin'in teslimiyetçi po­ litikası ise o kadar bariz olmuştu ki onu ciddiye alan kalmamışn. Ama alternatifi ortaya konamadı�ından yetersizli�ni tarnşan da çıkmamışn. Savaş galipleriyle mücadeleyi sürdüren Kemalistler de gündeme getirmeyince, sorun bir süre dondurulmuş oldu. 1922 yılının son dört ayında yaşanan iki olay bir yandan Vah­ dettin'in yanılgısını anlamasına, di�er yandan da konunun yeni­ den gündeme gelmesine yol açtı. Bu olayiann ilki, yeni bir atılım yapamayaca�ına artık bütün dünyanın inandı�ı Türk ordusunun bir yıldırım operasyonla iki haftadan kısa bir sürede Yunan ordusunu denize dökmesiydi. Daha 1920'de Avrupalı sömürgecileri alt edemeyecekleri düşüncesiyle himayeyi kabul eden, Mısır'dan Hindistan'a kadar uzanan bölgenin (Libya, Tunus, Cezayzir, Fas için zaten tartış­ ma yapılmıyordu) insanları bu zaferi e yeni bir dönemin başladı­ �ını hissettiler. Bütün İslam dünyasında "Yeni bir Türk rüzgarı esmeye bafladı" Türk sevmezlikten Kemalistlerin Bolşevikli�ine, İttihatçıların dinsizli�ine kadar her çeşit propaganda ile beyni yı­ kanmış olan çevreler bir anda bunların hepsini unutup Türkler lehinde gösterilerle sokaklara döküldüler. Gazeteler İstamınGa -

------�: 65 �:------Bir Ça�daşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI zi Bajkumandanı ilan edilen Mustafa Kemal başta olmak üzere Ankara'nın komutanianna övgüler diziyor, resimleri elden ele dolaşıyor, kahvelerin, evlerin duvarianna asılıyordu. 1914'deki Cihad ilanında rastlanmayan bir heyecan Cezayir'den Hindis­ tan'a kadar bütün İslam dünyasını çalkalıyordu. Sömürgeciler kadar, onlarla anlaşarak iktidara gelmiş olan yerli yöneticiler de bu durumdan rahatsız oldular. Türk örneği­ nin bir kez daha rahatlannı bozması olasılığı belirmişti. Savaşın liderlerini suçlamağa giriştiler. Eski bir alışkanlıkla Türkiye)den öncülük beklemeğe bajladılar. Doğal olarak Türkiye'nin Gazi Başkomutanının eyleme geçmesi arzulanıyor, hatta bazı yayın organlan, askerlerinin başında Suriye'ye gelmek üzere olduğunu bile yazıyorlardı. Ankara Hükümetinin böyle bir girişimi düşünmeye bile me­ cali yoktu. Herşeyden önce Yunan ordusu sadece Anadolu'dan çıkanlmıştı. İstanbul ve Trakya hala işgal altındaydı. Aynca 1911 Libya Savaşından beri on bir yıldır, yani bütün diğer ülkelerden altı yıl daha fa zla savaşmış olan Türk toplumunun artık mücade­ le edecek takatı kalmamıştı. "Yürüyelim bir vurupa Trakyayı hatta SelaniFi kurtaralım" diyenlere Mustafa Kemal'in engel olması, bir açıdan sorunun sadece askeri nitelik taşımamasından, diğer yandan da yeni bir savaşta karşısında sadece Yunanlılann olmayacağını bilmesinden ileri geliyordu. Üstelik kendileri eyle­ me geçmeyen 300-400 milyon Müslümanın Cihad karşısındaki davranışlannın güven vermediğinin bilincindeydi. Buna karşılık Araplar arasında Türk halifesi aleyhinde mesaj­ lar bir anda yok oluvermişti. Türkiye'nin, hilafete sahip olması­ nın karşılığında bütün İslamlan kurtarması gerektiği daha yoğun şekilde vurgulanmaya başlandı. Örneğin Beyrut'un İslamcı ga­ zetesi El Belag, Türkiye'de saltanada bilaferin aynimasından üç gün önce şöyle yazıyordu: "Halife Peygamber)in temsilcisidir. Aralanndaki anlajmaz­ lıklara rağmen Müslümanlar birlqmeli, halifeye bağ/anma/ı­ dır. Halifey e direnmemeli, onu maddi ve manevi açıdan des-

------ı: 66 :;....------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

teklemelidirler. Hi/aferin amaçlarından biri de Mısır'ın öz­ gürlüğü idi, eğ er bu,gô"rüjmelerle sağlanamazsaHila fetbunu zorla sağlar. Allah ümmetin kahramanlarını kutsasın. » Bu fikri ileri sürenin, Mısır'daki genel inancın tam tersi oldu­ ğunu bilmezlikten geldigi, girişimlerin bir kandırmaca olduğu, himayecileri ürkütrnek amacı taşıdığı kanısını güçlendirmekte­ dir. Avrupa'dan gelen haberler de böyle bir korkuyu onayiaya­ cak nitelikteydi. Irak'ta ordusunun başında esir olduktan sonra üç yıl Türkiye'de kalan ve zaferden sonra M. Kemal'i ziyaret için Ankara'ya giden İngiliz Generali Townshend tehlikeyi Batı dün­ yasına şu sözlerle açıkladı: "Şu anda Kemal arzuetse bütün İslam dünyasına bize kar1ı ayaklanma ijaretini verebilir... İslam dünyasının Türklerin liderliğinde İngiliz egemenliğine kar1ı ô"r,gütlü ayaklanması halinde, imparatorluğumuzun güvenliğinin korunabiieceği hususunda hiçbir umudum yok.» 1 Türk zaferinden nasıl yararlanabileceğinin tartışmasını henüz başlatmış ve hilafete bağlı toplu bir eylemi (Panislam'ı) ileri sü­ rerken İslam dünyası ikinci şokla karşılaştı: 1 Kasım 1922 'de Türk Meclisi saltanatı lağvedip, halifenin sultanlık sıfatını orta­ dan kaldırdı, arkasından da V ah d ettin İngiliz işgal kuvvetlerine sığındı. Meclis de yerine sadece halife sıfanyla, veliaht Abdülme­ cit'i seçti. Vahdettin'e kimsenin sempatisi yoktu, onun gitmesi kimseyi şaşırtmamıştı. Mısır'ın ve Hindistan'ın iki önemli fikir öncüsünün açıklamalan bunun kanındır:

El Ezher Şeyhi Eski Vekili Muhammed Şakir Kasım 1922, (Özet)

İngilizlerden sığınma hakkı isteyen Vahdettin'i hilafetten uzaklaşnran TBMM, Allah yardım ederse daha çok hizmetler edecektir ve prestij eskisinden yüksektir. Sultan Mehmet Reşat savaşta Mısır'ı kurtarmak için beyannameler yayınlatmış, bir mil-

------�: 67 �:------Bir Çaj!daşlaşma Örncj!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI yonluk ordu yollamış ve halife olarak İngilizlerle savaşmışur. Öyle ki Lloyd George zaferi kazanan Mareşal Allenby'yi Haçlı Kumandanı ilan etti. Vahdettin ise peygamberin halifesi sıfauyla milliyetçi savaşçıları şeriata aykırı davranma, fitne ile suçladı ve harici ilan etti. Sonra da gitti İngilizleresı�ndı. Allah'dan, pey­ gamberden, halkından utanması yok mu? Peygamberin halifesi olarak nasıl konuşabilir? Bu eski rejimi yıkmak Müslümanlara görev değil midir? İsiarnı ve Müslümanlan felaketten kurtarmak için sarayın ve Babıali'nin durdurulması şartu. Müslümanları ha­ lifeden uzaklaşurıp düşman cephesine yönelmeye sevk eden on­ lar olmuştur. Müslümanlar kaybettikleri başkentlerini ele geçir­ mek için hainlere karşı aslanlar gibi savaşular. Ankara'nın kahra­ manlan, İslamın koruyuculan, Kemalistler bütün Müslüman milletiere özgür yaşamak için örnek olacaklardır. Müslüman dünyası artık himaye ve manda altında kalamaz. Hilafet İstan­ bul'da, Osmanlı ailesinde kalacakur. Artık Müslümanlar tek bir kişinin sözüyle hareket etmeyecektir.2

El Manar: Yeni Türk İnkılabı Aralık 1922, (Özet)

Devleti Osmaniye'nin sona erdirilmesi ve Türkiye Devletinin kurulması, Osmanlı hilafet makamından dünyevi gücün kaldırıl­ ması, halifenin meclise bağlanmasına ve Avrupa demokrasisine yönelinmesine sebep olan olaylar hakkında ( ... ) misafirimiz Hintli Mevlana Ebul Kelam'ın düşünceleri: Bu sonucu getiren olaylar, Ha life'nin Şeyhülislam aracılığıyla Kemalist kahramanları (A bdal el Anadot el Kemaliyin) ida­ ma mahkum ettirmesi, onlarla savalacakları 1ehit vegazi ilan etmesidir. Bunlara kar1ı Kemalistler Milli Misak'ı ilan ettiler (... ) İsta ma zarar vermil olan, Vahdettin'in .fitnesiydi. Os­ manlı Devleti İslamın ztife r kılıcıydı. Kemalistler zaferi İngi­ liz dü1manlığıyla kazanarak devleti ve ümmeti takviye ettiler. Va hdettin ümmetin içine .fitne sokmakta kullanıldı. Şimdi

------�: 68 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

kutsal topraklarda Hicaz Me/iki ile ittihad ederse, ümmet ve milletin dü1manı olduğu bilinmeli.3 Görüldüğü gibi suç ortaklığı sebebiyle eski Şeyhülislam Mus­ tafa Sabri Vahdettin'i savunurken bir Arap ve bir Hintli otorite onu açıkça lanetlemektedirler. Birleştikleri nokta ise, saltanada hilafetin ayrılmasına karşı olmalarıdır. Propaganda araçlan, bu yeni duruma uyum sağlamakta hiç gecikmemişlerdir. Hindistan'ın büyük kısmına hakim olan KemaJlin yanılmaz­ lığıdoğması hiç şüphesiz İngiliz um urlanna en büyük darbe ol­ du. Ankara ne karar alırsa bunu Hilafet Hareketi1nin amacına uygun sayıyorlardı. Üstelik, "İngiltere Türkiye1nin dostu olursa bizim dostluğumuzu kazanır» şeklindeki gözdağı bile verildi. Hint Liberal Partisi'nin bir üyesi buna "Derilerimizden Türk as­ kerine ayakkabı yapmaya hazırız» sözlerini bile ekledi. Hint Müslümanlannın liderlerinden Hakim Afmal Han ile Dr. Ansa­ ri yayınladıklan bildiride4 İngiliz karşıtlığını daha da kesin belirt­ tiler. Reuter Ajansı'nın konu üzerinde bol ve çarpık haber vere­ rek hem Kemalistlere sempatiyi azaltmak hem de Hindistan'da İngilizlere karşı gelişen tepkiyi başka yöne çevirmek amaçlı çaba­ larını yerdikten sonra ekliyorlardı: «Yetkinin TB MM1ne devredilmesi aksine bilafe ti güçlendir­ mipir. İp tal bahis konusu değil. Vahdettin1in müttefiklerin oyuncağı olduğunu bilenler bunu alkıflar. Va hdettin de, Mı ­ sır, Hicaz, Mezopotamya kralları da bizi kandıramazlar. İn­ giliz propagandası Türklere sevgimizi yıkamaz. » Mg anistan'ın Ankara elçisi de İzmir'de yaptığı açıklama ile sadece Mg anlıların değil bütün Müslümaniann da Türkiye ile beraber olduğunu ifade etti.5 Mısır'da kararın hem hilafetin hem de İslamın yararına olduğunu ve İslamda yönetimin halka aitli­ ğini ileri sürenler az değildi. 6 Kitleler üzerinde etkili ulemaya egemen eğilim ise "İslamın savunucusu M. KemaFin Avrupa)a kafa tuttuğu bir sırada onu zora düfürecek davranıflaragirilme­ mesi" yolundaydı. El Ahbar, Ajmal-Ansari bildirisine benzer bir yazıyla İngiliz oyunlarına dikkati çekti:

�: ------�: 69 ------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Hilafetip yalnız Türkleri ve Müslümanları ilgilendirir. İngi­ lizler Türkleri suçlayarak İsldmi akımı Türklerden uzaklaf­ tırmak için fırsat ko/luyor. Kararın ne 1artlarda alındığını ôg reninceye kadar İngiliz oyununa gelmeyelim. Tek bir Müs­ lüman Vahdettin1i sevemez ve M. KemaFe kızamaz. İngilizler hesabına çalı1an su/tanı, ŞerifHüseyin 1i sevmiyoruz. Kema­ listleri Allah yolladı.» 7 Hilafet'in siyasi gücünün iptali, bu gücün varlığına dayanarak Türkiye'yi kendi girişmedikleri eyleme mecbur etmek isteyenle­ rin tezlerini bir anda sıfira indirdiği için tepki çekiyordu. ilk olarak Mısır'da yoğun bir tartışma başladı. İslam tarihi ve uygar­ lığı alimi Ahmet Zeki Paşa Kemalist karann İsiama aykın olmadı­ ğını, dinin ayn siyasetin ayn şeyler olduğunu savundu. Hilafeti Atatürk'e yakıştıranlar, halifenin, bütün İslam toplumlannın ka­ tıldığı bir seçimle belirlenmesini isteyenler, yeni halife özgür -ör­ neğin yakında bağımsız olacak Mısır gibi- bir ülkede yerleşsin önerisinde bulunanlar çıktı. Tabii suçlama yanşma girişenler de. Türklerin zaten dini yoktu ya da M. Kemal bütün bunlan halife­ liği de şahsında toplamak için yaptı diyenler de. Kimisi halife Tür­ kiye'de de kalsa, Türk Hükümetinden ayn bir devlet gibi olması­ nı ve her Müslüman devlete elçiler yollayıp kabul ederek ilişki yü­ rütmesini öneriyordu. Hilafet'in Müslümanlara yarardan çok za­ rar verdiğini ileri sürenler de vardı. Abdülmecit'in seçiminin genellikle tam bir onay almasına kar­ şılık hilafet-saltanat aynlığı sorunu aynı fikir birliğini sağlamadı. İşin ilginci bu tartışmaya Ortadoğu'nun gayri Müslim kesimi de yoğun bir şekilde katıldı." Va hdettin1in uzak/apırı/masını Irak, Lübnan, Mısır onaylamıf, Suriye1de de çOğunluk kabul etmi1ken Suriye'de gayri Müslim gazetelerde takma isimlerle yazılan yazı­ tarla kar1ı çıkı/masına 1apyorum" diyen Hıristiyan Beşara el Hu­ ri8, Lübnan'ın sosyal yapısı gereği, dinin siyasetten ayniması görüşünde olduğunu kaydeder. "Suriye/ilerdeki tepkiye Müslü­ man çevreden de tepki var." der. Mısır kabul etmişken Suriye'nin şeriat konusunda El Ezher'den üstün olmasını şaşırtıcı buluyor:

------�: 70 :�------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

«sebep siyasi olsa, Suriye'nin durumu kabul eden Mısır, Filis­ tin, Irak, Fas ve Hint'den bir fa rkı yok ki. Gayri Müslim ga­ zetelerin bu i1e karı1ması 1a1ırtıcı. Gerçi demeç/eri Müslüman­ lardan alıyorlar ama burada yabancıların etkisi hissediliyor. Bizim sizin dini illerinize karıpığımızı hiçgörd ünüz mü?119 Pek nadir rastlanan bu itiraf tartışmanın İslam dışı çevrelerin çok işine geldiğini ve onlar tarafindan körüklendiğini kanıtlıyor. Bunu da doğal karşılamak gerekir zira Ortadoğu'da kontrol al­ tında tutmak istedikleri kitleler büyük çoğunlukla Müslümandı. Eskiden Müslümanları birleştirici bir araç sayarak yıkmaya çalış­ tıklan hilafet konusunu bu kez birbirine düşürme aracı olarak kullanma firsatını bulmuşlardı. Ellerinde, bu iş için oyuncak ola­ rak kullanılmaya razı halife adaylan da vardı: Vahdettin, Şerif Hüseyin, Haydarabad Nizamı, Mısır Kralı vb ... Hepsinin de ulu­ sal egemenlik fikrinekarşı olmalan himayecilerin en çok işine ge­ len yanlanydı. Bu mantıktaki insanlan kullanarak Kemalist Za­ fe r'in uyandırdığı coşkuoluğu bastırmayı umuyorlardı. Sadece yönetim kadrolarında değil, düşünür kadrolannda da bu açıdan destekçiler bulmakta zorluk çekmediler. Suriye'nin AlifBa gazetesi, İstanbul'un Ta nin gazetesinin Türkiye'nin demokratik, laik ve bütün vatandaşlannın eşit oldu­ ğu bir devlet niteliği taşıdığı yolundaki yazısından hareketle "Böyle bir devlette Hilafe t olabilir mi?" sorusunu soruyordu. Yi­ ne 1923'ün başında aynı gazetede çıkan bir diğer yazıda "Müs­ lüman, Hıristiyan, Ya hudi e1itliği varsa Türkiye'de din yok de­ mektir, zaten Mqrutiyetten beri dinleri yok; hilafet, dinsiz bir devlete dayanamaz." deniliyor. Açıkça Hilafet kurumu, Tanzi­ mat'ın seksen yıl önce benimsediği evrensel insan haklannın an­ ti-tezi olarak ilen sürülüyordu. Bu da ulusun egemenliğini savu­ nan Kemalizmin dışlanması demekti. Bu tür yayınlan yapanlann, himayeci sözcülüğünü yapanlarla Şerif Hüseyin'in yayın orga­ nında bulunmalan sadece bir rastlantı sayılamaz. Bu suçlayıcı yaklaşımın biraz daha ılımlısına Mısır'ın El Akh­ bar gazetesindeki yorumda rastlıyoruz:

·. ------�: 71 �------ll ı r c.: • 11 ,( • 1 ı • ı ın • O r n c A i O ı a r a k C U M ll U ll I Y E T İ N İ L K O N B E Ş Y I L I

«rBMM1nin Hi/afer/e ilgilikararı ola ğanüstü1artlarda alın­ mı{genel bir karardı. TBMM mutlaka yeniden üzerinde dura­ cak ve Hi/aferinyetki ve haklarını belirleyecektir. Türkler ara­ sındaki bir kısım frenklejmeyanlıları var ki İslamla diğerdin­ ler arasındaki fa rkı anlayamıyorlar. Özg ürlük içinde ilerlemek için dini dünyadan ayırmak gerektiğine inanıyor/ar. Dinde ilerlemeyi engelleyen {eyler bulunduğunu sanıyorlar.» 10 Görüldüğü gibi geniş halk kitlelerini de ilgilendiren genel bir tartışma bahis konusu olmuştur. Ancak devrim sürecine girmif olan Kemalist hareketin bu özelliği henüz yeterince fa rk edileme­ diğinden değerlendirmeler tam yerine oturmuyor. Hakimiyeti Milliye)i tam özümsememil kimselerin bundan bir adım sonrası­ na yönelik olujumları anlamaması doğal. Düşüncelerde karma­ şa öyle bir düzeyde ki, reform karşıtı olmayan bir İslamcı yayın organı Anadolu'da içki yasağı bulunmasına bakarak Türkiye'de İslami Doğuş'un (An Nalıda el İslamiyye) gerçekleştiğini pekala iddia edebiliyordu. ıı Tabii bu arada "Yoksa cumhuriyet mi ola­ cak ?" diye soranlar, "Bu durumda TBMM, Darül Fetva1nın da üstüne çıktı" yargısına varanlar yok değil. 12

Ulusal Egemenlikle Himayeci Arasında Tercih Yapamayanlar

Dünya Savaşı galiplerinin Türkiye ile yeniden barış görüşme­ lerine oturacaklannın işitilmesi, arkasından Lozan'da oturumla­ rın başlaması, başka çözüm bulunamayacağı görüşüyle iki yıl ön­ ce himaye rejimlerini kabul etmiş olanlarda yeni bir umut uyan­ dırdı. Bu umutla harekete geçerlerken, girişimlerindeki çelişkiler Ankara'nın başından beri büyük bir tutarlılıkla izlediği, başta Misakı Milli olmak üzere hiç bir politikayı anlamamış olduklan­ nı göstermektedir. İranlılar, Mg anlar, Balkan, Kafkas ve Orta Asya Müslüman­ ları ile sorun yaratmayan Misakı Milli'yi algılayış ve değerlen-

------�: 72 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s dirmede Araplada Hint Müslümanlannın ayrı yerlerde durduk­ lan ve kendi aralarında da uyuşma olmadı�ı kolaylıkla fa rk edi­ lmektedir. Araplar, egemenli�inden çıkmak için savaştıklan bir yönetimle yeniden ilişki kurarken, konuya daha çok siyasi açı­ dan bakmaktaydılar. Böyle bir ilişki içine girmemiş olan Hint­ Iilerio yaklaşımlan ise sadece dinsel açıdandı. 1 922 Martında Londra'da düzenlenen Türk-Yunan Banş Konferansına Hin­ distan Kralı Naibi tarafindan ulaştırılan Hint Müslümanlarının görüşlerini incelerken Prof. A. Toynbee, bu çelişkiyi iyi fa rk et­ miş görünmektedir: «Türk Misakı Milli1si birkaç ekstremistyada macera severin is­ teğini deği/ Türk ulusunun sağlam bir kitlesinin isteklerini 1 yansıtıyor. (. . .) Bugünkü Türk programının kô"keninde tama­ men ulusculuk var. (. . .) Buna dayanarak Trakya ve Küçük As­ yayı istiyorlar. Diğer ya·ndan Arap çoğunluğu olan viiayetie­ rin ayrılmasını kabul ediyorlar. Türk ve Hint Müslümanları­ nın görüfleri arasındaki temel fa rk buradadır ve özellikle kut­ sal 1ehirleri algılayıf tarzında daha açıklıkla gô·rülüyor. Edir­ neyi Hintliler kutsal 1ehir diye istiyor Türkler ise İs tanbuJlun 1 savunması onsuz olmayacağı için (. . .) Türklerin Hicaz ve di­ ğer kutsal yerler üzerinde talepleri yok (. . .) Hintliler kutsal !e­ 1 hirlerin üzerinde Türkiye1nin deği/ sultanın egemenliğinden 1 bahsediyorları bu nokta da Türkiye1nin iç politikası üzerinde ciddi etki yaratacaktır. Sultanın istibdat yö·netimi arzusuyla 1 TB MM1nin anayasal hükümet kurmaktaki kararlılığı kolay kolay bağdapırılamaz. Ta bii ki burada sultanın diğer Müslü­ manların da halifesi olarak malik olduğu dini otorite onun 1 için büyük destektir. Bunu açıkça söylemeleri zor olsa da aynı 1ey Türk ulusunun liderleri için kolayca geçerli olmaz. (. . .) Za­ ten Misakı Milli1de kutsal fehirlerden de sultanın Arap yarı­ 1 1 madası üzerinde hükümranlığından da bahis yok.» 13 Öyle sanıyoruz ki, Türk ulusal savaşının bir sonuç vermeye­ ce�ine inanç özellikle yönetici çevrelerde öyleydi ki, Ankara'nın

------�: 73 r: ------Bir Ç•�daşlaşma Örncjli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI ilkeleri ve tezleri üzerinde ciddiyede durmak yararlı görülme­ miştir. Nitekim bir iki küçük yayın dışında Arap basını, Misakı Milli'nin tam metoini yorumlamaya ve yayınlamaya ilgi göster­ medi. Örne�in Kemalistlere eleştiriler ya�dıran El Manar, Misa­ kı Milli'nin tam metoini ancak zaferden sonra, Kasım 1922'de yayınlamıştır. 14 Hatta Roma'da Mısır Heyeti'nin Celalettin Arif ile görüşmesinden sonra Mısır'ın da bir Misakı Milli yayınlama­ sının gündeme getirildi�i görülüyor. 15 Oysa daha 1918'de Mı­ sır'da Vafd'cılar böyle bir metin açıklamışlardı. Aradaki fa rk, Mi­ sakı Milli'nin uzlaşmacılı�ı kesin reddetmesi ve gerçekleştirilmiş olmasıydı. Mısır'ınkinde ise hayli ödün verilmişti. 1922 sonuna varıldı�ında Arap liderler toplumlarını sömürgecilerin himayesi­ ne sokan anlaşmalarla ba�lamış iken karşıianna yine Arapların deyimiyle İstikiali Tam'a sahip bir Türkiye çıkıvermişti. 1920 Haziranında Osmanlı Devleti Sevr'i imzalamaya hazır­ landı�ı sırada Kral Hüseyin'in sözcüsü şöyle diyordu: "Boyuneğ­ me devrini kapattık, bağımsızlık çağına girdik, geçen dönemde bütün varlığımızla sava1tık ve ba1arıya ula1tık, !imdi ikinci dö­ nemdeyiz ... "16 Gerçi Hicaz Kralı bir yandan Asya Araplannın (Arap Yanmadası'na ek olarak Filistin, Suriye ve Irak) kendi yö­ netiminde ba�ımsızlı�ını savunuyordu ama di�er bir yandan o�ullan da kendisi de krallıklannda İngiliz ordusu ve mali yardı­ mı sayesinde ayakta durabiliyorlardı. Nitekim Vehhabi tehdidi artınca da yine oradan medet ummuşlardı. Osmanlı Devletine karşı başanya ulaştırdıklan ba�ımsızlık savaşını, himayeciye (mandacıya) karşı yürütememenin ezikli�ini duyuyorlardı . Dola­ yısıyla tam ba�ımsızlık esasına dayalı bir programı, Misakı Mil­ li'yi bilmiyor görünmek işlerine geliyordu. Kral Hüseyin ve o�llannı di�er Araplardan fa rklı bir tutum içine girmeye zorlayan koşulları da dikkate almak gerekiyor. Hü­ seyin ile Ürdün Emiri olan o�lu Abdullah Türklerle do�rudan ilişkileri kalmadı�ı için Ankara'yı önemsememiş, bütün di�er sa­ vaş galipleri gibi İstanbul ve Babıali'yi ön planda tutmuşlardır.

------�: 74 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

Dolayısıyla Sevr'de de Lozan'da da müttefikler arasında yer alıp Osmanlı'yla hesaplaşmada söz sahibi olmayı tercih etmişlerdir. Onlan buna zorlayan bir sebep de Sevr'den önce Damat Ferid'in Banş Konferansına, Osmanlı toprak bütünlüğünü ve sultan/ha­ lifenin varlığını koruyan bir konfederasyon önerisi getirmiş olma­ saydı. Saray hala Araplann bağımsızlığını kabul edemiyor, hima­ yeciliğini devam ettirmek istiyordu. Hint Müslümanlan da Lozan sırasında bu tezi küçük farklılıklada savundular. Hüseyin ile oğul­ lan içinde bilafeti en çok arzulayan Abdullah'ın buna tepkilerinin bir yansımasını Arnman'da yapnrdıklan camiye konan kitabede buluyoruz: "Ali Osman tarafindanga sbedilmi1 olan gerçek bila­ ftti kendisine döndüren rakipsiz olarak emirülmüminin, Adnan soyundan Avn oğ ullarından Hüseyin... "17 Haşimilerio bir oldu bittiye gelmernek için önlem düşünmeleri doğaldı. Bu da galip­ lerio çizgisine girmekle mümkün görünüyordu. Diğer oğul Pay­ sal ise, Suriye'deyken yanındaki Arap kökenli eski Osmanlı subay­ lan tarafindan Kemalistlerle ilişki kurmaya zorlanrruş, dolayısıyla Ankara gerçeğini açık seçik öğrenmişti, hem de oradan Fransız süngülerinin ucunda uzaklaştınlmak babasına. Irak'taki krallığın­ da ise İngilizlerin silah desteğiyle ayakta durabiliyordu, dolayısıy­ la tahtta kalmak istiyorsa, himayecilere kendini teslim etmekten, onlann politikasını izlemekten başka seçeneği bulunmadığının farkındaydı. Büyük Zafer'e kadar İngiliz politikası da Misakı Mil­ li'yi red ve Vahdettin'i desteklemek üzerine kuruluydu. Hüseyin grubunun Misakı Milli'den ilk bahsedişine, Lozan Konferansının ilk döneminin sona erişi üzerine İsmet Paşanın bir açıklaması ve­ silesiyle rastlıyoruz. 11.2.1923 tarihli Le Te mps, Ankara Dışişleri Bakanının Kral Hüseyin'in temsilcisinden şu mesajı hükümdan­ na ulaştırmasını istediğini kaydediyor: «A nkara Hükümeti kesin olarak, Araplara karp gayrı dostane hiç bir emeli olmadığını, aksine Arap ülkelerinin tam bağımsız­ lığını tanıdığını, sadece Hicaz'ın değil, Suriye'nin, Filistin'in ve Mezopotamya'nın da bağımsızlığını tanıdığını açıklar. »

------�: 75 �: ------k ll ı ı � • 1 ol • 1 1 • 1 ııı • O r ll ,. ll ı O 1 a r a 1. ll M ll ll ll ı V 1'. T ı N ı L K O N B E Ş Y ı L 1

Bu sözlerin Misakı Milli'nin ruhuna tam uygun oldu� bel­ lidir. Ancak haberin yazılışma eklenen bir not ile sanki Anka­ ra'nın bütün Araplann lideri olarak Hüseyin'i tanıdı� kanısı ya­ ratılmak istenmiştir. İsmet Paşa'ya ait tırnak içindeki cümleden hemen önce hükümdaona kelimesinin yanına ki Arap halklannın yüce lideridir cümlesi eklenmiştir. Ertesi gün ( 12 Şubat) Ti mes gazetesinde çıkan demecinde Hüseyin'in Londra temsilcisi olan ve Lozan'ı izlemekle görevli bulunan Naci el Asli'nin şu sözleri yer alıyor: «İsmet Pa1a ile isteği üzerine görüftüm. Türkiye'nin Araplara karp hiç birgayrı dostane emeli bulunmadığını ve ulusal tam bağı�sızlıklarını tanıdığını söyledi. Bunun, TBMM adına yapılmı1 resmi bir açıklama olarak Kral Hüseyin'e ula/tırıl­ masını istedi. » Türk temsilcisinin, ülkeleri ayrı ayrı belirterek bağımsızlık te­ mennisine karşılık, bir çevrenin Hüseyin'e bütün Araplann tem­ silcisi sıfatını İsmet Paşanın verdiği izlenimini yaratacak üslup kullanması dikkati çekicidir. Bunu Naci el Asli'nin yapmış olma­ sı mümkündür, zira Times'a demecinde Hicaz, Suriye, Filistin ve Mezopotamya'dan ayrı ayn bahsetmeyip bütün Arapları be­ lirtmektedir. Daha da önemlisi Times'a demecinde kullandığı Misakı Milli'nin varlığını adeta inkar eden bir cümledir: «(İsmet Pa1anın) sözleri önemlidir, zira ilk defa Ankara ve 1imdi Türkiye'nin hükümeti resmen Arap ülkelerinin bağım­ sızlığını tanıyor. » Misakı Milli'nin gerektiği şekilde algılanamamasında Doğulu düşünürlerin ilgisizliği kadar Batı medyasına ve ajansiarına ba­ ğımlı olmalan da rol oynadı . Ankara Hükümetinin kurduğu

Anadolu AJtınsı'nın pek sınırlı yaygınlığı dışında diğer İslam toplumlannda böyle bir kurum da yoktu. Dolayısıyla Lozan'da neler konuşulduğu hakkındaki bilgiler hep himayecilerin istedi­ ği bir içerikle toplurnlara yansıyordu. İlk dönem görüşmelerinin kesilmesi sırasında bir Batılı gözlemcinin elinden gelebildiği ka-

------�: 76 'r, ------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s dar tarafsız olmaya çalışarak kaleme aldığı değerlendirme bu ka­ lıplar hakkında bir fikirverebili yor: «Türkler Türkiye'de egemenliklerini istiyorlar. Uzakta duran bir kaplan olarak bize fa zla geldi. Eğ er bu kapla nı evcil bir ke­ di ile sağılacak bir inek arasında bir 1eye dönüpürmeyi düfü­ nüyorsak ba1aramayız. İfin aslı fU ki, Türk'e bir hayvanmı/gi­ bi bakmaktan vazgeçmedikçefa zla bir ilerleme kaydedemeyiz. Ondan ho1lanmak zorunda değiliz; ancak ihtiyatlılık ona -ve uygunsuz tutkusu (inconvenient passion) halinegelen özgür­ lüğüne- saygı duymamızı gerektiriyor. » 18 Bu özeleştiri, Lozan görüşmelerinin Avrupa'nın Misakı Milli ilkelerini kabul etmemekte direndiği ve yeniden savaş çıkacağı söylentilerinin yaygınlaştığı bir dönemine, 1923 Martına aittir. Benzetmedeki çarpıcılık dikkatten kaçamaz. Evcil kedi ya da sağ­ mal inek olmayı kabul edenler himaye/manda yönetimi altına alınmışlardı. Buna tek karşı çıkan Türkiye ise ikisini de reddedi­ yor, sadece özgür olmak istiyordu. Emperyalist mantığının bu doğal eğilimi uygunsuz bir tutku diye nitelemesi yenilgisini haz­ medemediğinin kanıtıdır. Avrupa bütün insanlığa şartsız eşitlik ve özgürlük ilkelerini kazandırmış olduğunu inkar etmek paha­ sına direniyordu. Davranışın kökeninde Ankara'nın, Osmanlıla­ n ikinci sınıf insan haline düşüren kapitülasyonlan reddetmesi vardır. Kapitülasyonların kalkması ekonomik sömürünün yok ol­ ması demekti. Bu takdirde, henüz bir iki yıl önce aceleyle özgür­ lüklerinden vazgeçip kapitülasyonlann devamını ve Avrupa'nın himayesini kabul eden Doğulu yöneticiler aldatıldıklannı ya da hata ettiklerini daha açık şekilde anlayacaklardı. Bu gereksinmelerin sonucu olarak İngilizler örneğin "Irak'ta petrole el koymak için değil de Emir Paysa/'ı Kemalist Bol1evik or­ tak saldırısı kar1ısında savunmasız bırakmamak için» bulun­ duklannı ileri sürebiliyorlardı. M. Kemal'in 'rejimimiz halk yöne­ timidir, saf ve temiz bir demokrasidir' şeklindeki sözleri de fa zla itibar görmedi. Ankara'nın her karan, Bolşevik esinine bağlanı-

------�: 77 r: ------lı o '

lı M ll ıı lı ı 1 1 1 ı N ı 1. K O N ll E Ş Y I L I

yordu. T imei'ın "Sadece Boljeviklerin kabul edeceği bir karar; Hilaftt1i Boljevik zehiri ile Ye niçeri küstahlığı öldürdü1 ya {imdi kılıçsız halifeyi bütün İslam reddederse"19 şeklindeki saidmsı bü­ tün bir kampanyanın ruhunu yansıtır. Bunda sanki tarih boyun­ ca İngiltere kılıçlı bir halifeden yanaymış gibi bir hava yaratılma­ ya özen gösterilmiştir. Gerçek amaç, manda rejimlerinin işleme­ sini imkansızlaştıracak halka dayalı rejimlerin, uysal hükümdarla­ rın yerini almasını engellemekti. Bu oyunu tam olmasa da kıs­ men fa rkeden Müslüman kesimler belirmedi değil. Hatta Ağa Han'ın Mısır'da bütün Müslüman toplum temsilcilerinin katıla­ cağı bir Hilafet toplantısı yapılması önerisini Mısır uleması, ba­ rış görüşmeleri devam ettiği sürece gereksiz bulmuş, hesaplaş­ manın sonra yapılmasını savunmuştu. Tamamen dışanda tutulmanın kendilerini büsbütün iktidarsız tanıtaeağı endişesiyle banş görüşmelerinde rol oynamanın yolla­ nnı arayanlar çok oldu. Hatta, o hiç ilgilenilmemiş Misakı Milli'yi gündeme getirip orada tanınan haklar çerçevesinde, hala Osman­ lı vilayetiymiş gibi otomatikman bağımsızlıklannı elde edebile­ ceklerini umanlar vard.ı. 1914'den beri İngiliz ve Fransızlada ya­ pılmış gizli ve açık anlaşmalan unutup hepsi, hatta Hicaz Kralı Hüseyin bile Lozan görüşmelerinde taraf olmak istiyorlardı. Res­ men kanlmadığı halde onun adına, Tarihi Eserler Alt Komisyo­ nu'nda Mukaddes Emanetler1in Hicazla iadesi10 istendi. Gerekçe olarak bunlann çoğunun Hintlilerin hediyesi olduğu gibi çelişki­ li bir iddia ortaya atıldı. Türk sultanlannın yanşılamaz katkılan­ nın bu firsatla unutulması da ön yargının bir kanıud.ır. İşin gari­ bi Hüseyin galipler arasında yer almak isterken Filistin, Mısır ve Suriyeli bağımsızlık yaniılan Türk tarafinda olmak istiyorlardı. ıı Daha da garibi Banş Konferansı için çağnnın, himayecileri olan İngiltere, Fransa ve İtalya'dan geldiğini, asıl onlann onayını al­ malan gerektiğini unutuyorlardı. Japonya ve diğerleri gözlemci olarak çağnlmışn. Türkiye'nin çağn hakkı yoktu. Ankara, kapitü­ lasyonlarla ilgili madde görüşülürken, cepheyi kalabalıklaşuracak-

------�: 78 r:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s lan endişesi ile İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç, Belçika gi­ bi tarafsıziann kanlmasına şiddetle karşı çıku. Müttefikler de Tür­ kiye'nin önerdi�i Sovyetler, Ukrayna ve Gürcistan'ı reddettiler. Araplann çelişkili tutumuna en çarpıcı örnek Filistin konu­ sunda verilebilir. Türk ordusu Kudüs'ü terkederken şehrin anah­ tarlannı ne İngilizlere ne de baş yardımcılan Hüseyin'in temsil­ cilerine vermiş, şehrin en ünlü Arap ailesine, Hüseyni'lere teslim etmişti. Bu, simgesel de olsa önem taşıyan bir davranışu. Açıkça emaneti gerçek sahibine bırakmışlardı. Ba�ımsızlık vaadiyle Os­ manlı'ya ayaklananlar, bu teslimden beş yıl sonra, 1922 Mayısın­ da hem İngiltere hem de kendi ırktaşlan tarafindan kandinidik­ lan düşüncesindeydiler. İngiliz haber alma kaynaklanna ulaşan bilgilere göre Filistinliler arasında M. Kemal'in «Türklerin Filis­ tin1e giriline kadar eylemi devam ettirmeleri» şeklinde bir mek­ tubu bir Arap örgütüne gönderdi�i söylentileri dolaşmaktaydı. İngiliz yan-resmi yayınının bu konudaki yorumu şöyle: «A raplar siyasi Siyonizm1e kar1ı eylemlerinde1 Türkler döne­ minde İngiliz diineminden daha iyi olduklarını ve kuzeydeki kardellerinin de aynı 1eyiFr ansızlar hakkında söylediklerini ile­ ri sürüyor/ar. Türklerin1 Arapların oturduğu bô'lgeleri istemil olsalar da olmasalar da1 buralara yakın bir gelecekte hakim olacakları dü1ünülemez; ama 1u da inkar edilemez ki bu ülke­ lerdeki propagandaları 1aplacak bir ba1arı sağlamaktadır. » 21 Kanımızca Ankara'nın propagandasından çok, Arap kamuoy- larının tepkileri bu tür söylentileri yaratıyordu. Yunanlıların Anadolu'dan çıkarılabilece�ine pek az kimsenin inandığı bir za­ manda Türk ordusunun Kudüs'ü kurtarmasını beklemek M. Ke­ mal'in Irak ve Suriye'yi ordularıyla kurtaracağı hakkındaki düz­ mece mektuplan anımsatıyor. Kral Hüseyin ve di�er Arap lider­ lerinden bir çözüm gelmeyece�ini ve İngiliz koruması altında Yahudi yerleşmesinin önlenemeyece�ni fa rkeden FilistinlilerM. Kemal ve Türk korkutmasından medet ummuş olmalılar. 1921 Ekiminde Kudüs'ü ziyaret eden Yahudi Myriam Harry'nin Le

------�: 79 �:------Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Temps'da yayınladı� Filistin'in İngiliz yönetimine geçişinden dört yıl sonraki görünüşü, onlara hak verdirecek nitelikteydi: «A ttı köfeli yıldız, Haç1ın ve Hil aPin yerini aldı. Otomobille­ rin radyatör kapağında, hem1irelerin 1apkalarında, İngiliz üniforması giymil askerlerin yenlerinde, yedi kol/u 1amdanın yerini Davud1un arması aldı » Bir İngiliz yayınında (Morning Post, 12.2.1923) bile, 600 bin Müslüman ve Hıristiyandan da az, sadece 85 bin Yahudi bu­ lunduğu halde, İngiltere'nin ülkeyi "ithal edilen bir azınlık lehi­ ne yönetme çılgınlığı" eleştirilmiştir.22 Bu tepkinin doğal sonucu olarak, Lozan görüşmeleri başlayacağı sırada, Filistin Arap Dele­ gasyonu son umut olarak işin içine Kemalistleri kanşurmayı amaçlayan bir bildiri yayınladı: «ülkemizinzarar gördü ğü en büyükfelaket olan Sevr antlafma­ sı iptal edildi ve Filistin1i içeren Arap sorunu tartı�ya getiri­ lecektir. Misakı Milli1sinin ilk maddesi, yurttailarınıngele cek için gerçek isteklerini ifa de edebilmeleri amacıyla Arap ülkele­ rinde plebisit yapılmasını öngören Kemalistler, bu maddenin u� gulanması için ısrar edeceklerdir. Ayrıca yeni İngiliz Hüküme­ ti de siyasi programında, İngiltere1nin Arap ulusuna, araların­ da Filistin de bulunan Arap ülkelerininba ğımsızlığı için yaptı­ ğı vaatleri dahil etmif bulunuyor (. . .) Bqinci Filistin Kongre­ si1nde alınan kararlarıgerçek/epi rmek için yasal yollardan, ba­ rı! ve toplum düzenini bozmadan çalı1acağız (. . .) Filistin/i Araplara bu çizgiden sapmamalarını, birlik ve dayanı1manın ba1arının temeli olacağını hatırlatırız. .ı2a Delagasyondan biri de şu açıklamayı yapu: «Yukardaki açıklamalar programımızın ana hatla rıdır. Cu­ martesi günü İstanbuPa hareket edeceğiz. Kemalistlerle görülme­ ler yapacak, sonra Lozan1a geçeceğiz. İst ediğimiz, Misakı Mii­ Ji1nin plebisitle ilgili birinci maddesinin uygulanması ve K ema­ listleri bu hususta müttefi kleri kabule zorlamayı yöneltmektir. » Heyetin Başkanı Kazım el Hüseyni de el Ahram'a benzer bir demeç verdi:

80 ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

«Misakı MilliJnin kabul ettiği plebisiti sağlamak için İsta n­ buJla vegerekirse Gazi Mustafa Kemal Pa1a ile konu1mak üze­ re Ankaraya gideceğiz. Kemalistlerin zaferi sonucu Sevr1in geçersiz olduğunu müttefi kler de kabul etmi1 bulunuyor. (... ) Kemalistlerin Misakı Milliye bağlılık konusundaki ısrarlı açıklamaları bize destek vereceklerinin güvencesidir. » Hicaz Kralı'nın savaş galibi olarak masada yer almak iste�iy­ le, Filistinlilerin Misakı Milli'yi temel alan yaklaşınu arasındaki fa rk, Arap topluluklan arasındaki çelişkinin en belirgin örneği­ dir. Anlaşılıyor ki Filistinliler, Türkleri kovalamış olmaktan mut­ lu görünmeyi arzu etmiyorlardı. Aynı günlerde Siyonist propagandalardan Türkiye aleyhine yararlanmayı tasarlayan çevreler, Kemalistlerin Yahudiler için Fi­ listin'de bir Ulusal Yuva projesine destek vaadi bulundu�unu dünyaya yaydı. Hatta Baş Haham'a, Filistin'in Türk mandasına verilmesi için Lozan 'a başvurması yolunda telkinde bulunuldu­ �u da ileri sürüldü. Bunun Müslümanlar arasında bir yakıniaş­ mayı engellemek için yapılmış bir oyun oldu�u belliydi. Filistin heyetinden bir sözcü, söylentileri gerçek dışı saydı�ını şu açıkla­ ma ile belirtti: «Kemalist/eri hem Müslüman hem de Hıristiyanlar taraftn­ dan kutsal sayılan bir toprakta Ya hudi Ulusal Yuvası kurul­ masını desteklemekten Allah korusun. Misakı Milli11eri böyle bir iddianın yalan olduğunu kanıtlamak için yeterlidir. Ay­ rıca Siyonistlerin bu söylentinin kaynağı olduğunu ile sürdük­ leri Ankara1nın Parifteki temsilcisi Ferit Bey (Tek) bunun ta ­ mamen yalan olduğunu Filistin İcra Komitesi ba1kanımız Kazım Pa1aya bir mektupla bildirdi. Komite de bunu Filistin ve Mısır1da her tarafa yaydı. » 14 Görüldü�ü gibi, Tü rk görü1ünün doğruluğu'nun kanıtlan­ masını engelleme çabalan propaganda oyunlanna yöneltilmişti. Bu yolda çelişkili adımlar atıldı. Türk zaferinin bütün İslamın katkısıyla ve İslam dünyasının tümünü kurtarmak amacıyla ger-

------�: 81 �: ------lt ı ı • 1 .ı • ı 1 • ı ııı • 1) ı ıı ,. ll ı O 1 • r • k !. ll M ll ll lt ı Y ı·: T ı N ı L K O N B E Ş Y ı L ı

çekleştirildi�i iddiası dahi ileri sürüldü. Böylelikle Ankara'yı ku­ surlu göstermek ve kendilerini temize çıkarmak kolaylaşacaku. 'Türk ordusunda Araplar, Kürtler, İran/ı/ar, Çerkes/er, Kafkas­ lı/ar, Ta tar/ar, Türk kardqleriyle birlikte çarpıpyorlar» iddiası do�rudan bunu amaçlıyordu. Adeta bir Panislam ordusundan bahseder gibiydiler. Oysa Anadolu halkı bu savaşta yalnız bırakılmıştı. (Savaş sırasında gelen maddi yardımların da %90'ının Bolşeviklere ve Fransızlara ait oldu�unu, tek Müslü­ man yardınunıyapan Hintiiierin ise en ihtiyaçduyulan zamanda del9l, en sonra ortaya çıkuklannı evvelce belirtmiştik.) Arapların kafasındaki bu karmaşanın temelinde, ba�ımsızlık eyleminin halktan mı gelmesi yoksa halk için yukandan mı başlanlması gerekti�i konusundaki kararsızlık bulunuyordu. Hi­ caz Kralı Hüseyin'in Lozan görüşmelerini izlemekle görevlen­ dirdi�i Naci El Asli yukarda bahsetti�imiz 1923 Şubatındaki ko­ nuşmasında himayeciye ne denli ba�lı olduklannı saklamaya ih­ tiyaç bile hissetmemiştir: «(İsmet Pa1anın Ankara'nın Arap bağımsızlığını onayladığı hakkındaki demecinin) uzun zamandan beri Araptarla Bü­ yük Britanya arasında kurulmu1 ilifkilere bir etkisi olamaz. Ben Londra·'ya bu ilifkileri sağlam temellere oturtmak için geldim. Suriye, Filistin, Mezopotamya, Hicaz, Ye men'in Arap halkları Türkiye'nin eski eya/etlerini olupururdu. Biz onların hepsinin bölünmez olduğunu kabul ediyoruz (.. .) Onların hep­ sini bir/epirmek istiyoruz (... ) Lord Curzon'un Lozan'da hü­ kümetinin Kral Hüseyin'e vaatleri konusundaki davranı1ı (.. .) hayli güven vericidir. Biz büyük Arap projesinin gerçeklq­ mesi için İngiltere'den ne ordu ne de para istemiyoruz. Ama mademki sava1a müttefikleri olarak katıldık ve bugüne kadar ortak amaçlı bir politika izledik, umarız ki Arap Devletleri­ nin Birliği İngiltere'nin yardımıyla gerçeklqir. Lozan'da bu­ lunduğum sırada bütün Arap heyetleri, ülkelerinin, Kral Hü­ seyin'i bütün Arap halklarını kapsayan bir konfederasyonun yüce reisi olarak benimsediğini belirtiyor/ardı. »

------�: 82 :�------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

Biri, İngilizNaci'ye, böyle bir birli�i manda rejimleriyle nasıl ba�daştırabileceklerini sordu�unda şöyle yanıt verir; "Irak hü­ kümetinin İngiltere ile anla1ma hakkı vardır."25 Böylece vasıta­ lı olarak himaye anlaşmalanna karşı olmadı�ını açıklar. Böylesi­ ne bir ba�ımlılı�ın, Londra'nın o dönemde çıkarianna baş tehli­ ke saydı�ı Kemalistlere sempati ile bakması mümkün değildi. Dolayısıyla Hüseyin'in, Hicaz'dan kovalandı�ı 1924 yılı sonuna kadar Kemalist girişimleri yermesi ilkelerinden çok, ba�ımlılı�ı­ nın gereğiydi. Benzeri düşünceleri 1922 Ekiminde Şam'ın El Muktabas gazetesinde de okumak mümkün: «Türk zaferi sonrasında Suriye1de genel bir mutluluğun doğ­ duğunu söylerken abartmıyoruz. Öyle ki, yüzeyselbakan ve i1in derinine inmeden yargılayanlar ülkede Türklerin geri dönme­ sinin arzulandığını sanabilirler. Oysa gerçek 1udur ki halk, himaye yönetimiyle kazandığı bağımsızlığını korumaktan vazgeçmil değildir. Eminiz ki Suriye milleti1 bugünkü manda rejimi altında kendi kendini yö"netme fikrinden vazgeçmil de­ ğildir. Türk ba1arısı üzerine gösterilen sevgiye bakarak hayal kuran kimselerin sandığı gibi halk Türk rejiminin dönmesin­ den yana değildir. Millete böyle bir arzuyu yakıpırmak onun saygınlığını dü1ürmek olmupur. Suriye halkının büyük kısmı­ nın Türk hükümetine yönelik gerçek duygularınını atalar sö­ zünü andıran 1u cümlede özetlenebileceğinisanıyoruz: Benden uzak olsun da Allah onu mutlu etsin.» Suriye Cedide gazetesi de gösterilerde ortaya dökülen duy­ gulann, yüzyıllarca birlikte yaşamış ve pek çok ortak yanı bulu­ nan toplumlar için do�al oldu�unu belirttikten sonra ekliyor: «Bütün bunlar bizi, Türklere sempati göstermeğe ve yaptıkla- rında ba1arı ve ilerleme temenni etmeyeyönelti yor. Suriyeliler Türklerin kazandıkları ba1arı ile istedikleri kadar sevinebilir­ ler ama sevinçleri onlara milliyetlerini unutturmamalıdır . .vı6 Görüyoruz ki, İslami nitelikli ve dışa açık olan bir toplumsal sevincin yerel milliyetçi bir nitelik kazanması arzulanmaktadır.

------�: 83 �:------ll 1 1 ...ıl • ' ı • ' til .. 1 ll M ll ll ll ı V 1·. 1 ı N 1 1. K O N B E Ş Y I L I

Hem de himayeci bir yabancı devletin kontrolü alunda. Sevinç gösterilerini yapanlar belki sadece Müslümanlardı ama Fransız egemenliğinin beklenen bağımsızlık ve özgürlükleri getirmedi­ ğinden endişelenmekte Hıristiyan aydınlar da daha az telaşlı de­ ğillerdi. Bir araşurmacı/7 8.3.1922 tarihli karamarneyle Lüb­ nan'daki Fransız Yüksek Karnİseri'nin yürütme erkinden başka yasama erkini ve mali konulan kontrol hakkım elinde tutması kar­ şısında G. Samne'nin 'Fransız makamları az verdi çok aldı' dedi­ ğini kaydediyar ve ekliyor: "Manda uygulamasından hayal kırık­ lığına uğ rayan Hıristiyanlar da - ki Fransa'nın gelifini heyecan­ la istemif/erdi -giderek Müslüman muhalefetinin saflarına katıl­ dılar." Ayn tarihlerde, Fransız yanlısı Şükrü Ganem'e yazdığı mektupta, Büyük Lübnan Savunma Birliği Genel Sekreteri A. At­ tieh, himayeci yönetimi endişelendirecek şu cümleye yer vermiş­ tir: "Suriye ve Lübnan halkının %95'i (... ) maalesef, durumları­ nın Türkler döneminden daha fa rklı olmadığını kabul ediyor." Daha sonralan, özellikle Araplar arasında yaygınlaşan Türk aleyhtan akımın temelinde Lozan sürecine ait bu çelişkiler büyük oranda etkili olmuştur. Halk Kemalist modeli arzuladığını ifade ederken liderler, düşünürler aksini savunabiliyorlardı. Bu konuda en önemli örneklerden biri de Mısır'ın milliyetçi lideri Saad Zag­ lul Paşa'dır. Mısır Kralının İngilizlerle uzlaşma fo rmülüne önce Ta m İs tiklal' fo rmülüyle karşı çıktı ve halkın sempatisini topla­ mayı başardı. Ama silahlı mücadeleye karşıydı ve pazarlıkla çözü­ me ulaşmaktan yanaydı. Bunun sakıncalı tarafi ödün vermenin kaçınılmazlığıdır. Nitekim zamanla, Mısır'da İngiliz askerinin yalnızca imparatorluğun bağlantı yollannın güvenliği için bulun­ masına razı olan fo rmülünden geri adımlar atmak durumunda kaldı. l924'deki on aylık başbakanlığı sırasında da ilkelerini ger­ çekleştiremedi ve görevi bıraku. Kitlelerin ön hazırlıksız ani gös­ terilerinde, hatta Vafd'ın toplantılannda halkın M. Kemal'in re­ simlerini dolaşurması ve Kemalistler lehinde sloganlar atması her­ halde bu eksikliği çağnştırdığı için, Vafd liderlerinin hoşuna git-

------�: 84 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s memiştir. 1924 yazında Vafd'ın aktifyöneticilerinden Abdülha­ lim Behali'nin İstanbul ve Ankara'yı ziyaret edip Türk yöneticile­ riyle temas kurması tepkiyle karşılandı, cezalandırılması yoluna gidildi, o da partidenistif a etti. Şerefineverilen bir ziyafette Zag­ lul'un başbakan sıfatını kullanması ve Türklerden 'vahp ve bar­ bar' diye bahsetmesi de bir açık tarnşmaya yol açtı. Arnavut kö­ kenli Haşim Bey yerinden firlayarak ba�rdı: «Türkler hakkında böyle konu1maktan sizi men ederim. N e de­ rece saygı ve takdire layık olduklarını bilemezsiniz. Unutma­ yınız ki bu halk en büyük felakete uğ radığı zaman Avru­ pa1nın muzaffergüçlerine kar1ı kafa tutmayı ba1ardı ve evlat­ ları kanlarını akıtarak esaret zincirini kırdılar. Bağımsızlık­ larını kazandılar. İfa de tarzınızı onay/amam, zira, aksine Türkler size iirnek olmalıdır. » Zaglul en zayıf noktasından eleştiriimiş olmanın kızgınlığıy­ la, Haşim'e hakaret davası açtıysa da, iktidardan düşünce dava sonuçsuz kaldı. Olay Türk basınında polemiğe yol açtı. Hüseyin Cahit bir başyazısında kızdıncı bir benzetmeye yöneldi:28 «Mısırlılar ba1/arına geçirmek için M. Kemal, Fevzi, Kazım, Ali Fuad, İs met pa1alar ve diğerleri düzeyinde kumandanlar bulabilirler mi? İçlerinde bu değerdekimseler buldukları gün bağımsızlığa hak kazanmı1 olacaklardır. Ancak o güne kadar İngilizlere kar1ı yö'neltecekleri kipsel saldırılar durumlarını daha da karma1ık hale getirmekten ba1ka bir 1eye yaramaz. »

Hilafet'çi Kesilen Emperyalizmin Işe Karışması

Kemalistler gibi ulusal egemenliğe erişmek yerine himayeyi tercih edenlerin çokluğu, doğal olarak emperyalisdere yeni oyun ufukları açtı. 19. yüzyıl boyunca en üstün toplumsal hedef in ulusculuk olduğunu savunan Avrupalılar, Türk ulusculuğu başa­ nya ulaşınca tam tersi bir tutuma girdiler. İngiliz çevreleri impa­ ratorluklannın İslam karşısında en az Türkler kadar duyarlı oldu-

------�: ss r: ------Il ir �: a�daşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

ğunu belirtiyor ve Hindistan'daki Hilafet Hareketi'ni, M. Ke­ mal'in hilafete karşı davranışına bakıp İngiltere'nin düşman ol­ madığına inanmaya çağınyorlardı. Yani birdenbire İslam dininin savunucusu kesildiler. Ve eyleme geçtiler. İngilizler, l915-l916'daki Mac Malıson yazışmalarım 1923 başında kısmen açıklayarak, Hicaz'ın dokunulmazlığından yarar­ lanarak tarihte ilk kez Mekke'den bilafeti ve Panislamcı hareketi düzenlemeye29 kalkışan Hüseyin'in tasfiyesine giriştiler. Siyo­ nİstler de Hüseyin'in oğlu Paysal'ın Filistin için l919'da dile ge­ tirdiği uzlaşmacı görüşlerini ekleyerek bunu tamamladı.30 Vah­ dettin'in bildirisi ile de Hilafet açısından zaten düşük olan şan­ sım kaybetti. Arkasından sıra Vahdettin'in tasfiyesine geldi. İn­ gilizlerin maddi ve siyasi yardımıyla görevlerine geri dönme umudundaki eski Sultan, beklediği desteği alamayıp San Re­ mo'da tek başına bir hayata mahkum oldu. Kral Hüseyin'e ve bütün Arap ulusuna verdiği yazılı vaatleri önemsemeyen politi­ kacıların, Vahdettin'e içeriğini bilemediğİrniz sözlü vaatlerini tutmalan hiç beklenemezdi. Lozan'ın imzasının hemen arkasın­ dan Abdülmecit'e saygılarım sunup tercihlerini ortaya koydu­ lar.31 Ancak bu, İngiliz politikasımn sorunu çözülüp bitmiş say­ dığı anlamına gelmiyordu. Eski piyonlar devreden çıkanlıp yeni­ lerine yönelindi. Hint Müslümanlarının, hemen bütün dünya gibi Ankara'mn kararım saygı ile karşılayıp Abdülmecit'in halifeliğini onaylama­ sı32 karşısında İngiltere eskisi gibi bir inada girişmedi. Bunun yerine Hint Müslümanlarının iç çelişkilerinden yararlanmaya yöneldi. Hint Müslümanlarının özelliğini İngiliz yönetimine (Kral/İmparator'a) bağlılık oluşturur. İçlerindeki fa rk, Ağa Han gibi bir kesimin dini bağı (hilafet e bağlılığı) ikinci planda tutmasına karşılık, başım Muhammet Ali ve Şevket Ali kardeş­ lerin çektiği daha geniş bir kesimin iki bağlılığı eşit tutması, hat­ ta İngiliz yönetiminden İsiarnı kayırmasım beklemesiydi. Bu ya­ pılırsa ülkenin İngiliz himayesinde kalmasına itirazlar yoktu.

------�: 86 r:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

Yani tam bağımsızlık peşinde değillerdi. Hilafet Hareketi 'nin başını çeken ve Milli Mücadele'nin en hararetli savunucuların­ dan olan, bu uğurda mahkemelere ve hapse düşmekten kork­ mayan Mevlana Muhammed Ali'nin ise çok özel bir çizgisi var­ dı. Her günkü İslamın Panislam olması gerektiği kanısındaydı, dolayısıyla ortaya koyduğu hedefler zaman zaman Hilafet Ha­ reketinden de, Hindu'larla sürdürdükleri ortak Hint ulusculu­ ğundan da sapıyordu. Hilafet Hareketinin bu en ünlü savaşçı ve sözcüsünün Türki­ ye'nin üstlenmesini istediği yükümlülükler ise, kendi toplumu için kabul ettiklerinden çok daha kapsamlıydı. Türkiye sadece kendisi için bağımsızve güvenlikli olmayacak, İsiama karşı da görevini ye­ rine getirmek zorunda olacaktı. Bu da kutsal yerlerin (Hicaz ve Irak'taki) de Osmanlı yönetimi altına sokulmasıyla mümkündür. Kısacası Arapların tam bağımsızlığını kabul etmiyor, bunun Os­ manlı bütünlüğü içinde bir özerklikten fa zla olmasını düşünmü­ yordu. Ne bunların gerçekleşme şansı ne de toplumlardaki ege­ men eğilimler üzerinde derinine duruyordu. l920'deki Avrupa turunda her konuşmasında tekrarladığı tez şudur 33: «B iz Türkiye'yive Türkleri temsil etmiyoruz. Kendimizi ve ül­ kemizi, yani Hindistan'ı temsil ediyoruz (. . .) Biz İngiliz Hint­ lileri sizin kardel vatanda1larınızız ve sizler gibi Kral/İmpa­ rator'un iyi uyruklarıyız. Meseleyi İngiliz İmparatorluğunun üyeleri olarak ortaya atıyoruz. (. . .) Türkler gelince kendi dava­ larını kendileri sunarlar, teknik olarak kralın dü,manlarıdır­ lar. (.. .) Bu mesele bir Türk meselesi değil, bir İslammeselesidir. Bir Hint, bir Cezayir, bir Tunus meselesidir. Hilt:ifetin korun­ ması meselesidir. Dünya Müslümanlarının çoğu Türk Sultanı­ nı emirülmüminin ve peygamberin halifesi olarak tanırlar. Ha lifeninyeterli toprakları, yeterli askeri, bahri, mali kaynak­ ları olmalıdır. N e için? Saldırı için deği� Türkiye'nin savun­ ması için de değil, imanımızın savunması için. Bu davada dünyanın önünde Müslümanların lideri olarak dikilmesi ve

------�: 87 :�------ll ır c,: .�d·�IJ�ma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanların iman özgür­ lüğü tehlikeye dü1erse, en azından saldırgan/ara -Bunu yapar­ sanız cezalandırılırsınız- demesi için.» 26.12.1923'de Hindistan Ulusal Kongresi başkanlık out­ kunda da aynı tezi ileri sürerek Lozan banşının yetersizli�ini vurgulamışur34: «Günümüzdeki ulusal ve etnik gelifme a1amasında İngilte­ re-'yeihtiya cımızı ve onun vasiliğine ihtiyacımızı tarttık ve iyi yönlerinin kötülüklerinden ağ ır bastığını gördük. İçten bir bağlılıkla özgür bir insanın yapacağı 1ekilde ona sadığız. İn ­ giltere'nin bize ihtiyacı olmasa da bizim ona ihtiyacımız var. (. .. ) Türkler Lozan'da istediklerini tam anlamıyla kılıçlarıyla aldılar. Barı1ın 1artlarını koyan onlar oldu. (. ..) Lozan'da so­ payı gösteren Türkferdi ve mahkum olanların bilinen tepkisi­ nigösteren İtilafdevletleri oldu. Açıkçası Türklerin Lozan'da elde ettikleri, İngilizlerin Tü rklere kar1ı adalet duygusundan ya da Hint Müslümanlarının Hilafet kar1ısındaki dini yü­ kümlülükleri ve duygularından değildir. Lord Curzon sapayı bir kez daha kaldıracaktı, ama bu kez el deği1tirmi1ti. (.. .) Lo­ zan Barı1ının bütün sağladığı, Türklerin kendi Swaraj'larını (birlik/erini) bizim yüz küsür yıl önce kaybetmemize benzer !e­ kilde kaybetmek üzereykenku rtarmı1 olmalarıdır. Hilafe t Ko­ mitesinin istekleri ve özellikle Ceziretül Arap ile ilgilidini ta­ lepleri hala tatmin edilmi! değildir. ( .. .) Zafe r, yenilgi ve umutsuzluk köpek balığından, Allah korkusu tapyan Türkler tarafindan bo1una koparılmadı. Bir kez sava1 ve barı1ın kaçı­ nılmaz dertlerinden kurtulduktan sonra eminim Allah'ın inayetiyle, Abbasi ve Emevi devletlerinin ihti1amını canlan­ dırmakla kalmayacak, hilafetin bir kral ya da hanedan belir­ meden önceki ilk otuz yılını canlandıracaklardır. » Panislam çerçevesini de aşıp bütün ezilen uluslann, belki de bütün Asya'nın sorunlannın çözümünü özleyen bu ütopik çer­ çeveyi haurlatu�ı Paris, İsviçre ve Ro ma'daki Türklerin kendisi-

------�: 88:�------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s ne şu cevabı verdiklerini de saklamamaktadır: «savapa bize kar­ l' silahkullanan askerleriniz iyi savajıyorlar. Neden bunları İn­ gilizlere kar1ı kullanmıyorsunuz?.. Bir kere özgür olursanız Hila ­ fet o zaman kurtulur. » Bundan da anlıyoruz ki, ccÖnce bağımsız­ /ıP sloganı sadece M. Kemal' e özgü de�il, Türk düşünürlerinin hepsinde kökleşmiş bir tutku olmuştu. İki yaklaşım arasındaki fa rk, dünyadaki en kalabalık İslami ce­ maati oluşturan Hint Müslümanlannın ülkelerinde azınlık duru­ munda olmalannın sonucudur. Ankara'da kesin, Araplarda ise kısmi hedef olan ba�ımsızlık durumunda bütünüyle Hinduların sultası altına düşmek tehlikesi vardı. Esasen, işbirli�ne ra�men tabanda Müslüman-Hindu ilişkileri pek dostça yürümüyordu. Dolayısıyla Muhammed Ali'nin tezi, sadece kendi toplumunun koşullannda tutarlı olan bir aşamayı temsil ediyordu. Yani, dışa­ rıda özgür ve güçlü bir hilafet devleti olur ve Müslümanlara bas­ kı yapanların karşısına dikilirse, kendilerini güvencede hissedebi­ leceklerdi. Bu fo rmülün ne Türk, ne de çeşitli Arap projeleriyle uyumlu olmadı�ı ortadadır. Araplar içinde, 1921 'de Kral Hüseyin'le bo�uştu�undan be­ ri Hint Müslümaniarına daha ılımlı bakan El Manar'ın yaklaşı­ mında bile bu uç görüşe rastlanmaz. Birleştikleri nokta, hali­ fe 'nin bir İslam kongresinde seçilmesiydi. Aynca ne Vahdettin ne de Hüseyin'in adaylı�ını istemiyorlardı. Bu dönemde Arap­ larda da Hindistan'da da kongre isteyenler pek çoktur. El Ma­ nar'ın yaklaşımını hem Arap dünyasındaki otoritesi, hem de Türk'e bakışında anlaşılmaz bir çelişki içermesi nedeniyle özetle aktarmaya çalışacağız. Reşid Rıza'nın, 1923'de yayımlanan El Hilafe val İmama el Uzma adlı kitabında, Gazi Mustafa Kemal 'in başkentiMusul ola­ cak bir Türk-Arap Federasyonunun sultanı olması teklifini ileri sürdü�nü görüyoruz35 Böylece M. Kemal'i İttihatçılarla özdeş­ leştirmedi�i fa rkediliyor. İngilizleri ve Av rupa'yı kuvvetle dize ge­ tirmiş olmasından ötürü duydu�u saygıyı gizlemiyor. Zira İngi-

------�: 89 :�------ll ı ı � • ll .ı .ı 1 ı • 1 lll Ornc�i Olarak CUMHURIYET İN İLK ONBEŞ YILI lizierin Araplar ve Müslümanlar arasında desise yapttklan inancın­ da. Yine de Türk'e bakışında köklü bir de�işiklik oldu�unu söy­ lemek mümkün de�il. Bunda, bilafetle saltanann ayrılmasına ve hakla banlın kanşması saydı�ı cumhuriyet ilanma karşıtlı�ı etkili oluyor. Bunun tamamlayıcısı olarak Hakimiyeti Milliye ve Milli Devlet fikirlerine karşı oldu�unu da saklarnıyor. Matbuat ve is­ tihbarat Umum Müdürlü�ünce Ankara'da yayımlanan ve Türk görüşünü yansıtan «Hilafet ve Hakimiyeti Mi/liye» adlı kitabın aynnnlı eleştirisi var. Türk milliyetçili�ine oldu�u gibi Arap mil­ liyetçili�ine de karşı oldu�unu, Hakimiyeti Milliyenin Turancılı­ �ın canlandırılmasından başka bir şey olmadı�ını tekrarlıyor. Bu eleştirilerin tarihi evrime yöneltilmesi, Türk Devletinin ilimle ilgilenmeyen, taklit ve frenkleşmeyi Mithat Paşadan beri izleyen ve Avrupa maddecili�ini benimseyip şeriattan çıkan bir yapıda oldu�u suçlamalannın tekrarına tirsat vermiştir. Tanin'in dini konuların anlaşılabilmesi için Türkçe'nin kullanılması öne­ risini de, «A rapça bilmeyenin Müslüman sayılmayacağına» yak­ laşan bir ifadeyle karşılıyor. Halifenin bir kongre ile seçilmesi önerisini yaparken Türki­ ye'deki kararın siyasi şartlardan do�du�unu gerekli ve geçici ol­ du�unu, güçsüz hilafet olamayaca�ını ileri sürmesi ilginç36: «Kemalistler Abdülmecid1i kendi !artlarına göre halifeya ptı­ lar. Emir yetkisi ve dünyevi gücü yok. Amaçları İngilizlerin üzerlerindeki baskısını azaltmak ve Rusların desteğini artır­ mak. Bu iki d.evletten biri sömürgeci diğeri ise Bol1evik oldu­ 1 ğu için hilaftte ka11ı. Osmanlı Devleti hilafttin siyasi nufu- zundan yararlanıyordu. Türk devleti ondan kurtulduğunu söyleyerek yararlanmaktan vazgeçti. Ondan yeniden yararla­ nacağına inandığı güne kadar dı1arıda bırakması normal. Bu bekleyif, İslamla ilgili bütün görevlerini yapacak duruma gelinceye, İstama daveti ihya edinceye, ithadı bid1atı cezalan­ dıracak konumu kazanıncaya, zekat ve sadaka tevziini, mez­ hep tefrikalarını önlemeyisa ğlayacakgüce erifinceye kadar sü-

------�: 90 �.· ------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

recektir (' ..) Bu ifleri gerçeklejtirebilmek için bütün Müslü­ man milletierin temsilcilerinden, akıllı ulema ve ihtisas sahip­ lerinden olu1acak bir divan kurulmalı ve halıfeyi seçmelidir. » Hindistan'daki İngilizce basının Vahdettin'in kaçışı üzerine Ankara'yı Bolşevik ve Yahudi yanlısı ilan edip «Hintli/er halıfeyi kurtarmak için asıl 1imdi İngiliz hükümetine yardım etmelidir» yolundaki kampanyası37 da tepkiden başka bir şey yaratmadı. Dolayısıyla yeni bir politikaya yönelmek şart olmuştu. Ortado­ �u'da uzun yıllar görev yapmış deneyimli bir Banlı, Coles Paşa, sorununkarmaşık lı�ını, salt İslam içi de�il, uluslararası platform­ da da ele alarak, hilafet aracılı�yla sömüren-sömürülen bütün­ leşmesini sa�lamayı tasarladı. Mısır'la Hicaz Hac çekişmesi örne­ �inden hareketle çözüm üretme yolunu tuttu38: «Eğer Mısır hükümeti halıfeye bapurup lehinde bir karar alır­ sa Kral Hüseyin buna uyacak mıdır? Eğ er reddederse bunu kim kabul ettirecek ve böyle bir durumda biz HAMİSİ OL­ DUGUMUZ Kral Hüseyin1i Mısır veya Türkiye1nin saldırı­ sından nasıl koruyacağız? Bu son soruya olumsuz cevap veril­ melidir ama bizim desteğimiz olmadan Hicaz Krallığı uzun süre ya1ayamaz. Karga1a birden fa zla açıdan gündeme gel­ mipir ve de İslamın kutsal yerlerinin muhafizlığının hilafet ya da halifeningörevlendire ceği bir otorite tarafindan üst/en­ ilmesi gerektiğinisöyleyenler ne dediklerini biliyorlar. Ta bii Kral Hüseyin1in Arap Hila fetini canlandırması ve ken­ dini halife ilan etmesi mümkündür, ancak bizim desteğimiz olmadan ne kadar dayanabilir? Ve ayrıca İslam dünyası, bel­ ki IraHn dıpnda, böyle bir çözümü ne derece kabul edebilir? Şimdiki halife, bütün eski gücüyle hala Türk İmparatorlu­ ğunun sultanı olsaydı cevabın ne olacağı belliydi; oysa fa rk et­ memiz gerekir ki, genellikle Müslümanlar dünyevi gücünden arındırılmı1 ve Ankara Meclisi tarafindan sadece unvanını muhafa za etmesine izin verilmil bir kukiayı kabule hazırlan­ maktadır. Ayrıca Türklerin daha ba1ka düzenlemeleri bekler-

------�: 91 �:------ll ı ı \ • 11 ol • 1 1 J 1 nı • O r 11 < p. i O 1 a r a k C U M ll U R 1 Y E T 1 N İ L K O N B E Ş Y I L I

ken sultanı sadece bir vekil sayıp saymadıklarını da bekleyip görmemizgerekiyor. (. ..) Türk sultanıgeçmipe, Peygamber so­ yundan olmadığıhalde hilafet imtiyazını kullandıysa bu sade­ ce fe tih hakkı i/edir. Son SOO yılda bu hak hiç ciddi 1ekilde tar­ tıfılmamı! ise, ortaya yeterli güçte Müslüman hükümdar çık­ mamı! olmasındandır. (... ) Ama bugün Türkiye'nin hiç bir Arap eya/eti yok. Hicaz ve Irak'ın yanı sıra Ürdün'de Arap kralları var. Mısır ve Afganistan tam bağımsız ve Hint Müs­ lümaniarına da evvelce sahip olmadıkları siyasal statü tanın­ mıpır. Dolayısıyla Hilafetsorunu yepyeni bir veche almı1 bu­ lunuyor ve belki Türk hükümeti de bir halifenin artık kendi bapna hüküm süremeyeceğini ve diğerMüs lüman devletler ta­ rafindan kabul edilen biri olmasını kabul etmektedir. Aksi halde, 1imdi söylemesi ihanet sayılsa da, buna daha fa zla da­ yanmak mümkün değildir. İpe resmin bir yüzü. Öbür yüzünde ise, Mustafa Kemal'in Yu nanlılar kar1ısındaki zaferleri ve İsmet Pa1anın Lozan'da­ ki diplomatik ba1arıları sonucu prestiji bir hayli yükselmil bir Türk hükümeti ile kar1ı kar1ıyayız. Avrupa ile doğacak her­ hangi bir sorunda bu henüz tomurcuk a1amasındaki devletler Türk hükümetinin arkasında sıkıca yeralacak ve yol gösterme­ si için Ankaraya bakacak/ardır. Kısaca Türk İmparatorluğu her ne kadar parçalanmı1 olsa da etkisinden hiç bir 1ey kaybet­ mediğive İslam davasını büyük oranda kazandığı söylenebilir. Sonuç olarak zaferlerini ba1arıya ula1tırmak Türk inkılapçı­ larına kalmı1tır. Önce, kötü bir yönetim/e bütün kazandıkla­ rını dağıtmayarak ve ikinci olarak da Arapları ve Mısırlıları uzlapırıp eski Tü rk İmparatorluğunun küllerinden bir cİslam Birlepk Devletleri' çıkararak. Mustafa Kemal ve arkadaflarının, çok kilinin beklediğigibi, Ankaraya yerlepiklerini fa rz edelim. İk inci adımları İstan­ bul' da bir dini konferans toplamak olmalıdır ve bu konferansa bütün kom1u Müslüman devletler delegelerini yollamaya davet

------�: 92 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

edilmelidir. Bu konftransın amacı bir dini anayasa ve sabık Türk İmparatorluğuna bağlı olan Müslüman devletlerin hep­ sinin ulema ve 1eyhlerini bir araya getiren bir Hilafe t Konseyi kurmak olmaiıdır. Konseyin, kardinal/erin papayı seçmesigibi halifeyiseçmesi beklenir. Her devletten temsilci sayısı anla�y­ la saptanır, Türk oyları muhtemelen daha fa zla olur. Böylece kurulmu1 bir konseyce halifenin seçilmesi modern ihti­ yaçlara uygundur ve Peygamber'in Mekke'de ta/im ettiği de­ mokrasiye ters dü1mez. Ayrıca Türkler, kendi laik anayasala­ rında demokratik prensipleri kabul etmif olduklarınagöre, ay­ nı 1eyi din konularında da uygulamayı mantıki olarak redede­ mezler. Şu 1artla ki: Laik hükümet ve devlet sınır olacaktır ama dini konularda İstamınka rdel dayanılmasının sınırı yok­ tur. (.. .) Bu tekliften niyetimiz, siyasi bir amaca varmaktır, ya­ ni bazı Müslüman devletlerin, merkezi İs tanbul'da bulunan bir fe deral hükümetle federasyon kurmasıdır (.. .) Bir kez Hila­ fe t Konseyi İstanbul'da kurulunca ekonomik birliğin avantaj­ ları tartı1ılır ve bir gümrük birliğigerçeklqtirilir. Siyasi birlik için ekonomik birliğin ilk adım olduğu bize ôg retilmedi mi? Diğer yandan dini hükümette böyle bir birlik olu1mazsa, çok geçmeden ortaya mutlaka bir Arap bilafe ti sorunu çıkacak ve İsldmftn kutsal yerleri için mücadele zorlukla engellenecektir. Ama belirttiğimizgibi, seçilecek bir halifepre nsip olarak kutsal yerlerin muhafızı addedilir ve Hicaz Kralı yerel olarak halife­ nin temsilcisi sayılsa da onun hükümleri geçerli olur. Bir kez İstanbul dini hükümetin ba1kenti olarak kabul edilin­ ce, Kahire'deki El Ezher Üniversitesinin ôg rencilerinin çoğun­ luğu İs tanbul'a gitmese de, İslam din bilimindeki rolleri aza­ lır, böylece İs tanbul Müslüman gençliğin eğ itim merkezi olur. » Önerilen çözüm Müslüman toplumlar arasında birlikten çok anlaşmazlık yaratacak nitelikte olmasına karşın gerçekçi bir yanı da bulunmaktadır. Bu da yakın bir gelecekte belirecek sorunlara işaret etmesindedir;

93 ll ı r �: a � d a � 1 a � m a () r n e A i O 1 a r a k CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

1) Asıl büyük sorun ekonomik meselelerden kaynaklanacak, 2) Türkiye'nin hilafetteki yeni statüyü devam ettirmesi zor olacak, dışandan çok tepki gelecek, 3) Araplar arasında kutsal yerler için mücadele başlayacak, 4) Ba�msızlık iddiaları hem Avrupa'ya hem de birbirlerine karşı sorunlar yaratacaknr. Müslümanlar da (özellikle Hint Müslümanlan) özellikle ha­ lifenin özgürlüğünü istemekteydiler. Ona bağlı özerk devletler kurulması sorunu çözebilecekti. Bu önerinin asıl hedefi,yazann açıkça bahsetmediği bir nok­ ta dikkate alımnca belirginleşiyor: Birliğe katılması öngörülen devletlerin hepsi İngiliz himayesini kabul etmiş ya da çıkar böl­ gesinde olduklarına göre, bu birlik -ekonomik bağiann da etki­ siyle- aslında sömürgecilerin arnaçianna hizmet edecektir. Yani İngilizlerin Hilafet'i kontrol altına alma projesinin daha evren­ selleştirilmiş bir türüdür. İç sorunlarda hilafet jandarmalık yapa­ cağından İngiltere'nin başı ağrımayacak, dışa karşı ise İngiliz ta­ cı çevresinde bir İslam Commonwealth'i oluşacaktır. Coles Paşanın önerisine kesin ve tek bir İngiliz projesi olarak bakmak yanlış olur. Herhalde birçok tasarıdan biridir, ama ana hatlan birbirine benzer. İslam dünyasındaki söz karmaşasına bir yeni yön daha eklenmişti. Buna daha başkalan da eklemeler ya­ pacak, böylece kazanın kaynaması sürdürülmüş olacakn. Dikkat edilirse, hilafet tartışması kızıştıkça, Türkiye dışındaki bütün İs­ lam toplumlannın bağımsızlık sorununu unuttukları görülür. Bunun unutturulması, sömürgecilerin yerine Türkiye'nin eleşti­ ri ve tartışma hedefi haline gelmesi demekti. Ankara'nın başın­ dan beri üzerinde durduğu «bütün İslam toplumları bağımsız­ lıklarına ula1tıkları anda zaten hilafetsorunu kendiliğinden çii­ zümlenir» temasına kulak veren yoktu. Lozan sonrasında ilginç bir çizgi izleyerek bu tartışmaların içine dalan iki kişi de İngiliz yanlılığıyla ünlü Hint Müslümanla­ nndan Ağa Han ve Amir Ali olmuştur. En dikkati çeken, ikisi-

------�: 94 �:------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s nin de Sünni olmaması nedeniyle Sünnilerin halifesi konusunda yetkili olmamalanna ra�men sürekli olarak (Müslüman Lider1 di­ ye anılmalandır. A�a Han (1817-1957) Şii Nizari İsmaili tarikannın imamı­ dır. Ailesinin Hazreti Ali'ninsoyundan geldi�i iddiasındadır. İlk A�a Han unvanını, büyükbabası olan İran Şahından almıştı. Ama ayaklanıp yenilince Hindistan'a kaçn ve İngilizlere, ilk M­ gan Savaşı (1839-42) ve Sind'in ele geçirilmesinde (1842-43) yardımcı oldu. Karşılık olarak kendisine hem aylık ba�landı hem de cHis Highness: Asaletmeapı unvanı verildi. 1881 'de ölümün­ den sonra yerine geçen o�lu 2. A�a Han dörtyıl sonra ölünce, 8 yaşındaki tarunu Sir Muhammed Şah, İsmaililerio imamı ol­ du. İranlı olan annesinin kontrolü altında köklü bir Do�u ve Ba­ tı e�itimi gördü. Yaşı ilerledikçe cemaatinin işlerinin yanı sıra Hint Müslümanlarının işlerinde de ön plana çıkmaya başladı. İn­ giliz İmparatorlu�una ba�lılı�ı ve cemaatinin İngiliz sömürgele­ rinde dal budak salmış ticari fa aliyetlerinin durumu sebebiyle Londra, daima şüphelendi�i Müslümaniann liderli�inde onu görmeyi tercih etti. Şii oldu�u için, Türk Hilafetine sadakatten vazgeçmeyen Hintli Sünni Müslümanların karşısında siyasi kamplikasyon yaratmadan yer alabilecekti. Onun başında bulun­ duğu heyetierin ba1arısına izin verilerek Müslümanlar arasında da itibarının yükselmesi sağla ndı. Y erlilerin yönetirnde temsili çabaları başladı�ında Müslüman cazınlığını sayı gücüyle de�il, sadakat ve siyasal önemine göre bir hakka sahip olmasını savunan Kral Naibi Lord Minto'ya 1906'da çıkan heyetin başında bulundu. Müslümanlara seçim­ lerde kontenjan tanınmasını sa�ladı. Bütün Hindistan Müslü­ man Birli�inin reisi oldu. Balkan Savaşı ve sonrasında İngilte­ re'nin Türkiye düşmanı politikasına karşı Hint Müslümanlann­ da başlayan tepkiyi bastıramayınca bu reisiikten ayrıldı. 1. Dün­ ya Savaşı başlayınca dünyanın dört bir tarafindaki İsmaili cema­ aderine telgraf gönderip kayıtsız şartsız İngiliz makamlannın

------�: 95 �: ------ll ır <,: •�d•şiJşına OrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI hizmetine girmeleri emrini verdi. Osmanlı Devleti savaşa girip Cihad da ilan edilince, bütün İngiliz İmparatorlu�u Müslüman­ lannı İngiltere'ye sadık kalmaya davet eden bir bildiri yayınladı. Bu hizmetlerine karşılık kendisine, gitti�i yerlerde on bir pare top atışıyla karşıianma hakkı tanındı. 1. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'ye karşı İngiliz politika­ sında A�a Han'ın birlikte hareket etti�i arkadaşı Amir Ali de (1849-1928) soyunu 8. Şii imamı Ali Rıza'ya ba�lar. 1873'den itibaren İngiltere'de avukatlık yapmış, İngiliz Hindistan yöneti­ mince en üst adli görevlere atanmış ve yaşamının son 25 yılını İngiltere'de geçirrniştir. Encyclopedia Britannica onun daima Hindistan'da İngiliz egemenli�inden yana oldu�unu yazar. Amir Ali Şii kökenli olmasına karşılık, ne Şii ne de Sünni olma­ dı�ını kendisini Mutezile'den (9. yüzyılda İslamda aklı ön plana çıkaran akım) saydı�ını ileri sürmüştür. Her halükarda, Sünni­ lerio en önemli sorunlarından birinde Sünni olmayan iki kişiyi hakem gibi kullanabildi�i için İngiltere'yi takdir etmemek müm­ kün de�ildir. 1919'da Hilafet Hareketi güçlenip Hindularla işbirli�ine gi­ rişince her ikisi de demeç ve bildiriler vererek Hindistan iç poli­ tikasını yönlendirmeye çalışmışlardır. Bir yanda Gandhi, di�er yanda Muhammed Alive Şevket Ali gibi liderler tam haklan için savaşırlarken, A�a Han/Amir Ali ikilisinden daima uzlaşma, İn­ giltere'nin çıkarianna uygun davranma ça�rılan yükselmiştir. is­ tekleri haklı gösterip, verilenle yetinilmesi tavsiyesinde bulun­ mak en çok izledikleri yol olmuştur. Bu çerçeveyi aşmamak şar­ tıyla İngiliz hükümetine akıl verdiklerine de rastlanmıştır. Tabii asıl hedefledikleri İslam toplumuydu. Makale ve açık mektupla­ rı İngiliz gazete ve ajanslarının deste�i sayesinde bütün dünyada ve Türkiye'de ö�renilmiş, geniş yankı yaratmıştır. Araştırmalan­ mızda, ayn ayn, birlikte ya da başkalarıyla Lozan'a kadar Türki­ ye ile ilgili şu mesajlan verdiklerini saptadık:

96 ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s

Türkiye parçalanmamalı, (Times, 25.3.ı9ı9), Türkiye parçalanmamalı, (Times, 6.6.ı 9ı9), Türkler İstanbul'da kalmalı, (Times, 2.8.ı 9ı9), Suçlu da olsa Türk dinlenmelidir, (Times, 24.2.ı 920), Sevr deği1melidir, (Near East, 2. ı2.ı 920), Yu nan ihtiraslarına çatma, (Times, 6.7.ı92ı), Sevr değifmCii, (Times, 2.8.ı92ı), Yunanistan Trakya ve Anadolu'yu bırakma/ı, (Times, ı9.9.ı92ı), İngiliz Kızılhap Anadolu için yardım topluyor, (Reveil 9.ıı.ı92ı), Türk barı1ı yapılmadıkça Doğu durulmaz, (Times, ı2.ıı.ı92ı), Hilafetkon gresi yapılsın, (Daily Express, 7.ı ı.ı 922), Hilafetkonus unda kongre yapılsın, ( Matin, 2 7. ı I. ı 922 ). En son girişimleri de, İsmet Paşa'ya mektup olayıdır. Asıl sa­ hibine vermeden mektubun yaymlattınlması, hizmet verdikleri mekanizma ile ne denli özdeşleşmiş olduklannın kanıtıdır. Mektup olayının hemen arkasından A�a Han ile Amir Ali'nin İtalyan bir oryantalist tarafindan de�erlendirilişi yargılarımızı onaylamaktadır: «Ağa Ha n bazen Bombay'da bazen da Londra'da oturur, İn­ giliz gibi giyinir, duygulanyla İngiliz yanlısıdır, açıklamalan ço­ �unlukla İngiliz davasına hizmet eder. İslam dünyasındaki öne­ mi, ülkelerinden dışlanmış, Avrupalılaşmış Do�uluların zaman zaman hak edilmemiş üne kavuştuklan Avrupa siyasi ortamında, sanılandan çok daha sınırlıdır. Eski bir İtalyan diplarnan onun bütün Müslümaniann dini lideri olmayı tasarladı�ını ve birlikte Zengibar'da düzenledikleri şampanya partilerini anımsıyor. ( ... ) Amir Ali tamamen İngilizleşmiş bir Hintlidir. Kendilerine Mo­ dern Mutezili'ler denilen gruptan, tamamen Sünnili�in dışında­ dırlar. ( ... )"39 Sünnet ehli olmayan bu iki Müslümanın mektubu, Ankara hükümetinin Türk Hilafetini etkisiz hale getirmesine karşı sürdürülen kampanyada Sünnilerin işine çok yaradı.

------�: 97 r:------Dir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Lozan imzalanır imzalanmaz A�a Han bir açık mektup ya­ yınlayarak İngiltere ve Fransa'nın uzlaşma yoluna girmelerini över ve dindaşlannı bütün siyasi çekişmeleri bırakıp ırHiç füphe­ siz İslam dünyasının en parlak yıldızı olacak bir Müslüman hü­ kümeti dostça ve bütün güçleriyle desteklemeye»davet eder. Din konulanndaki hassasiyeti ile tanınan Tevhidi Efkar'ın bu öneriyi de�erlendirişi hiç de A�a Han'ın lehinde de�ildir40: ır.Ağa Han tamamen İngiltere'ye sadık kimselerden biridir. MüslümaniartaHindular üzerinde kötü etkisi olacaktır. Tür­ kiye'ye yardım teklifine gelince, Türk ba1ansının etkisinden endife/enen/er bunun yabancı boyunduruğu altında ezilen di­ ğer uluslar tarafindanbağı msızlıklaniçin kullanılmasından ürküyorlar. Ağa Han'a insancıl duygulanndan dolayı tefek- kür ederiz, ama eğ er bu duygulanMüs lüman toplumunun çı­ karlanyla bağdalmayan fikir/erin hizmetine kanmasaydı da­ ha iyi olurdu.» A�a Han ve arkadaşı Türk destekçisi görünen adımlar attık­ lan sırada, Türkiye'nin iç işlerini yönlendirme ya da etkileme için gereksindikleri ortamı onlara Türk düşünür, politikacı ve yazar­ lan hazırlamıştır. Lozan'ın ertesine kadar hayli uyumlu ve birlik görünen bu çevreler, Ankara'nın başkent ilanı (13.10.1923) ve cumhuriyet rejiminin kabulü (29.10.1923) ile Gazi'nin cum­ hurbaşkanı seçilmesi üzerine açık tartışmaya yöneldiler. Kimisi M. Kemal'in diktatörlü�e yöneldi� endişesindeydi, hatta cum­ huriyete ve Hakimiyeti Milliye'ye karşı olmadı�ı halde sırfbu se­ bepten eleştirenler vardı (Tevhidi Efkar'da Velid Ebüzziya gibi). Lozan görüşmelerinde görevlendirilmedi�i için kırgın olan Ra­ uf, Hakimiyeti Milliye'den vazgeçmemekle birlikte meşruti bir sistemi ye�leyen (Hilafete daha etkin bir görev verilmesi anla­ mında) Re fet gibi de�şik görüşlere sahip olanlar, iktidardan uzaklaştınimalanna kızan eski İttihatçılar, saltanann hilafetten ayniması yanlısı Rıza Nur gibi bazı kimselerin bu kez geri adım atıp hilafete bazı yetkiler ve görevler tanınmasını savunanlar ara-

------�: 98 �: ------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s sına katılması, cumhuriyet karannda acele edildi� inancında olan başyazarlar (Ebüzziya, Ahmet Emin, Hüseyin Cahit), salta­ nann tekrar bilafetle birleştirilmesini arzulayanlar (Baro Reisi Lütfi Fikri ve Sebilürreşad'da Eşref Edi b )'u, bunlara ek olarak gazetecili�nde eleştiriyi zevk sayanlar (başta Hüseyin Cahit) ve nihayet başkentin İstanbul'dan aynlmasıyla çıkarlan zedelenen yerli ve yabana çevreler, hiç de küçümsenmeyecek bir yaygara kopardılar. Tabii bunun karşısına, o zaman Müdafaa-i Hukuk­ çular denilen Kemalistyazarlar ve politikacılar çıkb: Hakimiyeti Milliye, Yeni gün, Vakit, Akşam, İlerikarşı ata�a geçtiler43• Ciltler doldurabilecek olan bu tartışmalardaki içerik ve üslu­ bu en iyi de�erlendiren, yansız bir yabancı gözlemci olmuştur. Olaylan Türkiye'de izleyen İtalyan gazeteci Alessandro Salvo'ya göre Ankara'nın sözcüleri «so n derece kati bir üslupla, dümdüz, basit ve mantıki1ekilde tezlerinisavunmakt adır/ar. .uU Buna kar­ şılık İstanbul basını «ihtiyatlı, aldatıcı, kurnaz ve ısıncı, mepu­ tiyetin sınırlarını zorlamakta çok ustadır. » Tozu dumana katan ve aslında iç iktidar çekişmesi a�rlıklı olan bu tartışmalar, dış dünyaya dört ana tema şeklinde yansıdı: l) Halifenin görev ve yetkilerinin belirlenmesi gerekti�, 2) Hilafetin Türklere bir şey kazandırmayıp hep fedakarlı�a zorladı� (Yenigün ve Akşam'ın yayınlan dışanda hakaret diye algılannuşnr), 3) Yalanlamasına ra�men Abdülmecit'in istifa etti�, Lütfi Fikri'nin direnmeye ça�rdı�ı, Rıza Nur ve Akşam'ın hal­ ifenin bir İslam Kongresi ile seçilmesini önermeleri, 4) Oyunun M. Kemal'i halife yapmak için tezgahlandı�ı (Ta­ nin) iddialan. Başvekil İsmet Paşa ve Fethi Bey'in «B ir hilafet sorunumuz yok; cumhuriyet, devleti ilgilendirmeyen bir sorunla ilgilenmez» yolundaki açıklamalanna ra�men konunun bütün İslam kamuoy­ lannı harekete geçirmemesi mümkün de�ildi. Üstelik o güne ka­ dar sadece kendi aralannda Hilafet tartışmasını sürdürenler için

------ı: 99 :f------Bir ÇaAd •ı••ı jl.ı ll l.ırJk CUMHUIIIII I IN 11.1.:ONBE Ş YILI alanı genişletnıl' yohıııda iyi bir firsattı. İkdam «şerif Hüseyin hi­ lt:ifetini ilan etmc_'Vı' hazırlanıyor, elimizden kaçırmak istemiyorsak konuya ciddi olarak eğilelim» derken İngilizbasını ve ondan nak­ len Hüseyin'in resmi yayın organı M. Kemal' e bazı planlar yakış­ nnyorlardı: «A bdülmecit'i istifa ettirecek, yerine Türkiye'nin iç il­ lerine karı�yacak Türk olmayan bir halife seçtirecek, biiylece kendisinin Osmanlı tahtına geçmesi kolayla1acak . .ııU Hindistan'da, Hint kamuoyunun başlıca haber kayna�ı olan Reuter Ajansı'nın bu tartışmalan biraz da tuz biber ekerek yan­ sıtmasının etkisi yükselmektc gecikmedi. Hint Müslümanlan adına Abdülkadir imzasıyla yayınlanan bir bildiri kavgacı bir eda taşıyordu: «Türkiye'de bir resmi gazete Halife'ye ve ailesine hakaret etti. Oysa o hem bütün Müslümanların, hem de bizim liderimizdir. Ona hakaret bize hakarettir. Biz Türk Milli Mücadelesini bu sebeple destekledik. Hilafet Osmanlı ailesinden ba1kasına veri­ lemez -hem M. Kemal'in, hem de Hüseyin'in istemediğian/ap­ lıyor- Türkiye ona saygılı davranırsa bizden destek görür. »45 Bu tür yazı ve propagandalann Türkiye'de iltifat görmediği- ni, basma da aksetmedi�ini fa rk etmiş olmalılar ki, İngiliz propa­ gandacılannın yeni bir yönteme başvurduklan görüldü. Gazete­ lere açık mektup göndermek ve yayıniatmak sıradan bir olaydır. Ancak bir başbakana hitaben özel bir mektup yazar ve bunun onun eline geçmesinden çok önce gazetelerde yayınianmasını sa�larsanız, artık bu açık mektup olmaz, muhatabının eline geç­ miş ve cevap vermesi gereken bir mesele haline gelir. Kabul et­ mek gerekir ki bu, Türk hükümetinin hilafet sorununu tartışma­ mak ve tartıştırmamak için sarfetti�i çabayı boşa çıkarmakta ba­ şarılı bir taktikti. Türk kamuoyu, kulak vermedi�i yabancı dü­ şüncelerine katılmak zorunda bırakılnuş oluyordu. A�a Han ve Amir Ali işe tabii ki sadece imzalarını vererek katıldılar, işin asıl düzenleyicilerinin,bundan çok daha geniş çaplı sonuç bekleyen­ ler olması gereklidir. Bunlar da tabii kiA�a Han ve Amir Ali gi-

------�: 10 0 �------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s bi iki kişiye böyle bir mektuba imzalannı attırabilecek İngiliz çevreleriydi. Zamanlamada ve işin düzenlenmesindeki mükem­ mellik böyle düşünmeyi zorunlu kılıyor. Aksi halde, İngiltere'de yaşayan iki Şii'nin kendilerini hiç de ilgilendirmemesi gereken hilafet konusunda böylesine telaşlanması anlaşılamaz. Samimi­ yetsizlik, Trablus Savaşı sırasında biz size yardım etmiştik, diyen A�a Han'ın tersine Trablus'dan Dünya Savaşı sonuna kadar İn­ giliz politikasının ajanı rolünü oynamış olmasından bellidir. 5 Aralık 1923 tarihli Tanin ve İkdam gazeteleri ile ertesi günkü Tevhidi Efkar'da yer alan mektup46 dikkatle okunursa, Türkiye'ye, Türk'e, Gazi M. Kemal'e son derece saygılı oldu�u fark edilir. Halifenin bir kongre ile seçilmesi ve Türkiye dışından işe kanşılması da bahis konusu de�ildir. Aksine, neredeyse TBMM'nin Gazi M. Kemal'i halife yapması önerisi vardır. Ve esas tez, 'halifenin nufu z ve lerefinin hiçbir zaman papanın nufuz ve lerefinden az olmaması gerektiği1 üzerinde yo�unlaş­ maktadır. Bunun Müslüman çevreleri kışiartacak bir slogan ol­ du�u yadsınamaz. Bu bakış açımızı destekleyen, iki hafta kadar sonra, Türkiye'de İstiklal Mahkemeleri gündeme geldi�i sırada Times'da yayımlanan fa kat Türk kamuoyuna yansımayan bir ikinci açık mektuptur. Bu kez imza sahibi, ilk ikisi kadar İngiliz destekçisi olan ve yine İngiltere'de yaşayan bir Hintli Müslü­ man, Abbas Ali Baig'dir. İki arkadaşının önerisini, Gazi'ye hila­ fe ti teklifederek ve bunun için bir kongre önererek daha açık şe­ kilde tekrarlamışur: '�nkara1nın, Türkiye1nin en kararlı dost/arına karp yönetti­ ği değersiz iddialar, Türkiye)e İslam aleminin her tarafin­ dan yöneltilen destek ve sempatiyi soğutmaya sebep oluyor gibi görünüyor. Ankara, Osmanlı Hilafetinin İslam liderliğinden doğan prestijini devam ettirmek isterken, aynı zamanda en devamlı destekçilerinin, İslambirliği ve dayanılmasını sembo­ lize eden hayati bağın korunması konusundaki iyiniyetli tav­ siyelerine yanlıf anlamlar vermemelidir. Ağa Han ile Amir

______, 101 r------• �� ll ı• ll ı 1 ı ı ı N ı L K O N B E Ş Y I L I

Ali 'n in ortak mektuplarında belirsiz bir isteksizlik/e kaydettik­ leri, yeni kurulan Türkiye Devletiningüçlükleri arasında Hi­ lafe t'in CVatikanlapınlması' İslam duygu/arına kar1ıt olup, Emirülmüminin sıfatıyla bağdapr gibi değildir. (. ..) Hazreti Ömer devrinden beri bu makam bütün sorumluluklarla bir­ likte yürütülmüpür. İslam tarihi, halifeliğin her güçsüzlüğe düfÜfÜnde daha güçlü ellere geçtiğinigö stermektedir. Büyük icraatları kendisine bü­ tün İslam aleminde rakipsiz bir ün kazandırmı1 olan Gazi M. Kemal Türkiye Cumhurbalkanı olarak bilafeti kabul eder ve bu yücegörev adaylığını tıpkı ilkhalife Ebubekirgibi sünni ce­ maatin ayiarınasunar sa, moderndemokratikgüçlerin yetki ve eğ ilimlerinin bilincinde olan İslam dünyası bunu onaylaya­ caktır. Bu husus, Türk Anayasasının gözden geçirilmesini ve fimdiki halifenindurumunun uygun bir düzenlemeye tabi tu­ tutmasını gerektirmektedir. Halifenin durumu İslam doktri­ ni ve geleneğine uygun hale getirilinceye kadar bir gölge hila­ fet, Ankara Türklerinin korktuğugibi bir .fitnemerkezi değil, fa kat Müslüman liderlerden dostça uyarıların merkezi olma­ ya devam etmelidir. »47 Özetle Ankara halifeyi papadan aşa�ı duruma getirmiş ol­ makla suçlanıyor. Tekrar icra yetkilerini kazanması için Türk Anayasası'nın de�iştirilmesi ve halifenin durumunun İslam doktrin ve geleneklerine uygun hale getirilmesi için tarnşmalara girişilmesi öneriliyor. Bu mektubun üzerinden yetmiş yıldan fa z­ la geçmişken hala halifenin yetkileri konusunda bir anlaşmaya vanlamamış olması, İslam dünyasının içine itilmek istendi�i kısır tarnşmalann nedenini gösterir. Bütün dikkatler bu konu üzerin­ de yo�nlaştınlarak,ilerideki bölümlerde görece�miz gibi, bir­ likten çok bölünmeyi getiren tarnşmalar içinde kaybolunacaktı. Verilen yem de Gazi'ye hilafet tahtını sunmaktı, hem de yetkisiz ve sorumsuz kişiler tarafindan. Ne A�a Han ne de Abbas Ali'nin, toplumlannın ba�msızlık özleminden hiç bahsetmemeleri ve

------� 102 r------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s kendilerini hiç de ilgilendirmeyen Sünni Bilafetinden hareketle Türk Anayasasını ve Türkiye'nin iç işlerini düzenleme senaryola­ n oluşturmalannı, aklı başında bir düşünürün samimi öneri ola­ rak algılaması mümkün değildir.Türkiye'yi tam ba�msızlık he­ definden uzaklaşurmanın sömürgeeller tarafindan ne derece olumlu karşılanaca� bir kez daha hesaplanmalıdır. Mektuplann siyasi amaçla düzenlenmiş oldu�nun en belir­ gin kanıtlannı yine Times gazetesinin sütunlannda buluyoruz. Sahibine ulaşmadan bir özel mektubun kamuoyuna açıklanması­ nın do�ru bir hareket olmadı�ru bu gazete iki ayn sayısında be­ lirtip bir 'objektifgazetecili k) oyunu oynar ama bunun yanına ek­ ledi�i yorumlar asıl amacım ortaya dökmektedir: «A nkara Hükü­ metine büyük darbe oldu ... Cumhuriyet)e darbe deniyor) aniapiı­ yar ki sinirleri bajka sebeplerden bozuk ... Sebebi) halk içinde büyük sefa/et var ve hiçbirfey yapamadığı için hükümeti elepiriyorlar... Bütçe açığı beklenenden de fa zla.. . M. Kemal hasta ve İzmir)e ka­ pandı .. . »tB Burada Coles Paşanın asıl sorunlann iktisadi zorluk­ lardan ileri gelece�i uyansını hatıriamamak mümkün de@. 1911 'den beri savaş içinde olan, her yanı tahripedilmiş bir ülke­ nin hükümetinin, ilk yılında sefaleti ortadan kaldıramadı� için eleştirilmesi aslında İngiliz politikasının sıkmuda oldu�nu gös­ teriyor. Bu dönemde Yunan ve Lozan yenilgisi sebebiyle dünya­ nın hakimi sıfau hayli darbe yiyen İngiltere'den bu tür garip eleş­ tirilerçıkması şaşırncıolmamışur. Yan resmi Near East'in hemen o günlerde, başkentinAnkara'ya taşınmasının ekonomik mesele­ leri zorlaşuraca�nı iler sürerek Kemalist politikalan «Dangalak ­ ça ahmaklık (Crass idiocy) ... Ya bancı etkisini öylesine ajağıladılar ki sonunda altında kaldılar... Ülkenin çıkarlarına aykırı davra­ nıyorlar... Bajkent İs tanbul'a dönme/i . .. » 49 gibi sözlerle eleştir­ rnekihtiyacını duyması bunun karuudır. Görüldü�ü gibi, İngiliz­ lerin milliyetçili�i destekledi�i ve bilafeti yok etme�e çalışu� hakkındaki tezlerin aksine hilafetçiliği kışkırtan, milliyetçilik ve Hakimiyeti Milliyeyi reddeden politikalan ile karşı karşıyayız.

------� 103 r------ll ı ı � • jl ,ı • 1 1 • 1 ın • O r ıı c A i O 1 a r a k CUMIIURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Ankara Hükümeti konuyu meclise getirdiğinde gerekçesi «AiemfÜmul propaganda yaptıktan sonra hilafe te Türkiye üzerin­ de idare vazifesi, siyasi vazife vermekgiri1iminde bulunulmasııy­ dı50 Tabii ı Kasım ı 922 tarihli Saltanann Kaldmiması Kanunu­ na aykınlık ve gizli olması gereken bir konunun açıklanması ba­ his konusuydu. Hiyaneti Vataniye Kanunu'na aykın davranılmış oldu�u ileri sürüldü. Buna dayanılarak 8 Aralık ı 923'de, 63 red­ de karşı 89 oyla bir İstiklal Mahkemesi kurulması kararlaşnnldı. Tanin, İkdam, Tevhidi Efkargazeteleri sorumlulan ile bunlardan ayn olarak halifeyi açık dirence davet eden mektubu sebebiyle Baro Başkanı Lütfii Fikri tutuklandılar. Gazeteciler Davası diye ünlü ilk kısmında sanıkiara asıl yöneltilen sorular bilafetle ilgili ol­ mayıp cumhuriyet yönetimini kabul edip etmedikleri olmuştur. Buna olumlu cevap alınınca, yayının da sadece bir gazeteci fa ali­ yeti sınınnda bulundu�u ve ona destek vermek şeklinde olmadı­ �� gerekçesiyle hepsi beraat ettirilmiştir. (2 Ocak ı 924 ). Lütfi Fikri davası ise do�rudan bilafetle ilgiliydi. Baro başka­ nı ı O Kasım ı 923 tarihli Tanin'deki Huzuru Hazreti Hilafetpe­ nahi'ye başlıklı yazısında «ölüm tehlikesi olsa bile yerinden ayrıl­ mamasını ve direnmesini11 öneriyordu. Bunu Akşam'da çıkan halifenin istifa edece�i ve bir İslam Kongresince yenisinin seçile­ bilece�i hususundaki bir yazıya cevaben yazmıştı. Hilafetin Türklerde ve Osmanlı Hanedanında kalmasından yanaydı. Aksi halde Türkiye'nin önemsiz bir devlet durumuna düşece�i ve ye­ ni halife seçilmesinin İslam ülkelerinde anarşi yaratabilece�i inancındaydı. Cumhuriyet kurmak için hilafetten vazgeçilmesine karşıydı. Halifeyi, ı6. Lui'nin Fransız İlıtilaline direnmesi gibi, gerekirse ölüm babasına direnmeye ça�ırdı . Ona da yöneltilen esas soru cumhuriyet rejimini kabul edip etmedi�i hususunday­ dı. Lütfi Fikri meşruti rejimin cumhuriyetten fa zla fa rklı olmadı­ �ını savundu, soruya tam kesin cevap vermekten kaçındı. Hiya­ neti Vataniye Kanunu uyannca 27 Aralık ı 923 günü 5 yıl kürek cezasına çarpnnldı. ı 3 Şubat'ta meclisin af karanyla bu ceza kal-

------1 104 1------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s dınldı. Olayda asıl dikkati çeken, Ankara'ya yakınlı�ı ile bilinen NecmettinSa dak'ın -herhalde oradan aldı�ı bir esinle- bütün İs­ lam dünyasında yaygınlaşmış olan Uluslararası İslam Kongresi fikrini kamuoyuna sunarak tepkileri belirlemeye çalıştı�ında, bu kez de Türk kesiminden (Lütfi Fikri, Velid Ebüzziya, Eşref Edib) İtirazın yükselmesidir. Yabancı kaynaklar genellikle, Anka­ ra'da böyle bir kongreye çok ters bakılmadı�ı, ama ne olaca� aniaşılmadan hemen yanaşılmadı�ı hakkında bilgiler içeriyor­ lar51 Hilafet İslam dünyasınca seçilerek, bir de Türk olmayacak birine verilirse, o zaman Türkiye'nin sorumlulu�u ve yükümlü­ lü�ü kalkacak, bütün İslam dünyası oradan çıkacak dini yönlen­ dirmeleri gerçekleştirmekte sorumlu ve yükümlü olacaktı. Oysa Lütfu Fikri ve arkadaşlannın istedikleri gibi Osmanlı Haneda­ nında kalırsa, icranın da ona katılması, böylece cumhuriyetten vazgeçilmesi, eski düzene dönülmesi söz konusu olacaktı. Daha da önemlisi, İslam dünyasının bir çaba göstermeden sömürgeci­ lere karşı yapılmasını bekledi�i eylemleri de Türkiye üstlenmek durumunda kalacaktı. Ayrıca buna, Araplarda Türk halife iste­ meyen ya da Kureyş Şartını arayan kesimle uzlaşmanın sorunla­ rını da eklemek gerekli. Böylece Abbas Ali 'nin önerdi�i kısır döngünün içine düşülecek ve bunun yönlendiricisi ve işler kötü gitti�inde bütün sorumlu ve suçlusu da Türkiye olacaktı. Türkiye'deki tartışmalar Halife adayianna cesaret verdi. Vah­ dettin, İngiliz Daily Express ve arkasından Daily Despatch gaze­ teleri muhabirierine demeç vererek sultan ve halife sıfatlannı ha­ la taşıdı�ını açıkladı . O dönemde Arnman'da bulunan Hüseyin de Emirülmüminin diye anılıyor ve halife adayı oldu�u çevreye yayılıyordu. Kral Fuad'ın bilafeti için İngiltere ile İtalya arasında pazarlık ve tartışmalar oldu�u da bu sırada yayıldı. Hüseyin Malımal'ın Arnman'dan yola çıkanlaca�ını açıklayarak, Mı­ sır'dan önceki yılki gibi yapılacak müdahaleleri peşinen önleme yolunu tuttu. Bunların içinde en sıkışık durumda olan şüphesiz Abdülmecit idi. Ankara'dan cesaret bulamadı�ı için varlı�ını ka-

------1 105 �------t ••• 4 1 1 t '

11 M ll ıı ll 1 1 ı ı 1 N 1 ı. K O N B E Ş Y ı L ı

lıul cııircbilınck üzere kendi başına gösterilere girişmişti. Hila­ fe te geçiş töreninin basitli�ni52 (Ne Padifahım çok ya1a diye ba­ �ıran olmuş ne de kılıç kuşanma töreni yapılmışn) aşmak için fir­ sat buldukça ön plana çıkmaya çalışıyordu. Muhteşem at ve ara­ batarla cuma namazianna gidişler, 14 kürekli kayıkla Bo�az'ı geçmeler, yeşil bir zemin üzerindeki kırmızı dairenin içine yer­ leştirilmiş beyaz, ay yıldızlı ve daireden çıkan sekiz şuadan olu­ şan bir de bayrak icat etmişti53• Ziyaretine gelenlere de siyasi de­ meçler vermekten geri kalmıyordu. Öme�in, Amerikalı diplo­ mat C. R. Crane'e Lozan görüşmelerinin sürdü� bir dönemde «Dostça taPsiyeler Pe ticari destek için ABD)e bakıyoruz, Ameri­ ka'nın Lozan'a katılması barı1 için umudu artırıyor» tarzı söz­ ler sarf etmiştir. Oysa Amerika Lozan'la pek ilgilenmemiş hana onaylamamıştır da. Adaylar arasındaki bu çekişmeler ve yabancı devletlerin katkısı bilinçli Müslüman çevrelerde üzüntü yarat­ mıştır. 1924 yılı başında bir Arap gazetesi şöyle yazıyor54: «Ne kadar yazık ki hilafe t meselesi Müslümanlar arasında anla1mazlıklaryarat maya neden oluyor. Birden fa zla emir, halife olmak istiyor. Türklerin bir kısmı halifenin Arap, AJ­ gan ya da ba1ka milletten olmasına aldırmıyor. Bir diğer kıs­ mı, Türkiye)e aittir, deyip bırakmak istemiyor. Üç aday Pe on­ ları destekleyen üç ülke Par: İngiltere, Fransa, İtalya. Özellik­ le İngiltere bütün İslam dünyasını emrine almak istiyor. Vah­ dettin; hakkından asla Pazgeçmeyeceğini, Türkiye Cumhuriye­ tine karp çıkmaya hazır olduğunu söyledi. Halkının istemesi­ ni bekliyor. Kendi kendimize soruyoruz, acaba İngilizler iste­ yince iddiasından pazgeçmez mi? İngilizler yeni darbeler ha­ zırlıyorlar pe o da nefret ettiği Türkiye Cumhuriyeti ile hiç mqgulolamadan hilt:ife ti bırakır. » Sorunun böylesine karmaşık bir hal aldı� sırada, İzmir'de bulunan M. Kemal'e Başbakan'dan, Abdülmecit'in hükümetin kendisiyle ilgilenmemesi ve temas etmemesinden şikayet etti� ve ödene�in arnnlması için istekte bulundu� hakkında bir yazı

------1 106 1------ı 9 2 2

Ş O K L A R N E T K s gelir. Hemen makine başında verdi� cevapta «Halife kendinin Pe maltamının ne olduğunu sarih olaralt bilme/i Pe bununla ye­ tinmelidir»>5 kaydı vardır. Aynca, İngiltere Kralı ile Hindistan Müslümanlannın, Mg an Kralı ile Mg an halkının ilişkilerine ka­ nşma hakkı bulunmayan halifenin Türkiye Cumhuriyeti ile Tür­ kiye halkı arasındaki ilişkilere de kanşamayaca� hatırlatılnuştır. Bu son nokta çok önemlidir. İngiltere ya da Fransa'nın Müslü­ manlara karşı uygulamalanna ses çıkaramayanlann sadece Türki­ ye'yi hedef almalan gariptir. Yukarda Arap gazetesinin işaret et­ ti� noktayla tam kesişmektedir. Saray ve Babıali ile mücadele ederken «sadece halifeliğin dini prestiji Pe İngiltere'nin maddi desteğine dayanan»>6 bu kurumlan alt etmenin sıkıntılannı yaşa­ mış olan M. Kemal'in, aynı tuzaıa düşme tehlikesiyle karşılaştı­ ımı fa rk ettiıi anlaşılıyor. Eskiden beri kafasında bulunan bir düşüncenin orada billurlaştıımı kaydeder. İzmir'e gelen Baş­ vekil, Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkanı ile görü­ şüp Hilafet'in kaldmiması karanna vanrlar. Konu bütçe görüş­ meleri sırasında gündeme getirilir. Kanun teklifiningerekçesi, Ankara'nınpolitikasını tam olarak yansıtmaktadır:

Riyaseti Celileye

Türkiye Cumhuriyeti dahilinde Makam-ı Hilafetin vücudu, Türkiye'yi dahili ve haricisiyasette iki başlı olmaktan kurtarama­ dı. İstikialinde ve hayat-ı siyasiyesinde müşareket ( onaklık) ka­ bul etmeyen, Türkiye'nin zahiren ve zımnen bile olsa, ikiliıe ta­ hammülü yoktur. Asırlardan beri Türk Milletinin sebeb-i fe laketi ve en nihayet fiilen ve ahden bir Türk İmparatorıuıu'nun vasıta-i inkırazı olan hanedanın hilafet kisvesi altında Türkiye'nin mevcudiyetine daha müessir bir tehlike olacaıı tecarib-i mütehammilane ( dayanılan tecrübeler) ile kat'iyyen sabit olmuştur. Bu

------; 107 r------ll ı ı • 1 ıl • 1 1 • 1 nı • ll ı ıı ,. j\ ı O 1 � r J k 1 ll M ll ll k 1 Y 1'. T 1 N i L K O N B E Ş Y ı L ı hanedanın Türk Milleti ile münasebettar olan her vaziyet ve kuvveti, mevcudiyet-i milliyemiz için malız-ı tehlikedir. Esasen hilafet, emaret evail-i İslamda hükümet mana ve vazifesinde ihdas edilmiş oldu�undan dünyevi ve uhrevi bilcümle vesaif-i mütevecciheyi ifa ile mükellef olan zaman-ı hazır hükümat-ı İslamiyesi'nin yanında ayrıca bir hilafetin sebeb-i mevcudiyeti yoktur, Hakikat bundan ibarettir. Türk Milleti, İslamiyeri muhafaza etmek için hakikate ittibadan başka bir hattı hareket ihtiyar edemez. Terakum (biriken) edegelen teşewüşaun vazılı ve kat'i bir surette halli için mevadd-ı aliyenin bugün, derekap ve müstacelen müzakeresiyle kanuniyet kesbetmesini teklif ederiz.

2 Mart 1340 ŞEYH SAFFET (URFA)"

TBMM tarafindan 3 Mart 1924'de hilafetin kaldınlıp Os­ manlı hanedam mensuplarının yurt dışına çıkarılması ve Şer'iye Vekaleti'nin kaldınlmasıyla tevhidi tedrisat (öğre timin birle!tiril­ mesi) hakkındaki yasalar meclisce kabul edildi. Böylece Türkiye laiklik yolunda en önemli adımını tamamlamış oldu. 9 2 2

ş o K L A R N E T K s

Notlar: NYT (New York Times),l9.11.1992 MO, 5.12.1922 MN (Manar), c.23, s. 703, 713-714. ST (Statesman), 16.11.1922 MP (Morning Post), 15.11.1923 Nizam, el Alkar ve el Düstur gazetelerinden naklen EG'nin 8,9 ve 13.11.1922 sayılanndan. E. G. 8.11.1992; El Manar sahibi Reşid Rıza'nın Kral Hüseyin'i Tagut (Sapık, zorba, şeytan anlamına insanlan Allah'a iman etmekten uzaklaştınp kendisine veya başka şeylere kulluk yapmaya çapran herşey) diye niteledip Elie Kedourie yaazıyor. 'Egypt and the Caliphate', Journal of the Ro.yal Asiatic Society, Ekim 1963, s. 215-2216. El Bark'tan naklen Belag, 28.11.1922. Belag, 21.12.1922,; Hıristiyan çevrelerin Saltanat'la Hilafet'in aynimasını vesile alıp Kemalistleri Bolşeviklikle suçlama kampanyasını hızlandumalan ilginçtir. Journal du Caire'de Gabriel Enkiri imzasıyla yayınlanan yazıda "lslamda ilk kez bu kutsal mekana saldınyı Ankara'nın Kemalistleri'nin yaptıp gibi tümüyle yanlış bir yorum yapıldıktan sonra, dine bu saygısızlıp Islam dünyasının kabul etmeyece�i ve Bolşeviklik oldu�unu belirtiyor. (Reveil de 16.11.1922 tarihli sayısında aktarmıştır.) New York Times 19.11.1922 ve Times da 24.11.1922 tarihli yorumlarında Bolşeviklik olarak de�erlendiriyorlar. 5.1.1921 tarihli sayısınçla Sevr anlaşmasının met­ nini veren Current History dergisinin ilanını "lstanqul'un Hıristiyanlı�a kazandınlması" diye sunan New York Times'ın, Islamın yıkılışı gibi gördü�ü bir olayı neden böylesine önemsedi�i dikkate alınması gereken bir konudur. Belki de Hıristiyanlı�a kazandınldı�ı sanılanın kaybedilmesine duyulan öfkedir. ıo EA (El Akbar), 28.12.1922 1 1 B (Belag), 4.01 ve 19.04 1923 n MO, 10.12 ve 5.11.1922 1 3 MG (M��chester Guardian), . ll. 03.1922; Bunlan yazarken belki de Toynbee, Ingiliz hükümetinin Istanbul'daki Japon elçisi Uchida araqlıpyla hem Babıali hem de Ankara ile pazarlık yapmış oldu�unu biliyordu. Ikisine de Hint Müslümanianna yardım etmerı:ıekarşılı�ında Misakı Milli'nın kab­ ı,ılü ve ateşkes ilanı pazarlıp önerildi. Istanbul Hükümeti Dışişleri Bakanı !zzet Paşa aracılıpyla anlaşrı:ıaya hazır oldu�unu bildirdi, aynca Hint Müslümanlannın hareketini lngilizlerle birlikte bastıracaklannı ekledi. Babıali'nin deste�i herhalde Halife aracılı�ıyla l:lilafete ça�n olacaktı. Ankara'nın cevabı ise şartlıdır: Misakı Milli'yi Ingiltere k�bal ederse "Müslüman ülkelerdeki siyasi hareketlere katılmama hususunu Ingiltere ile müzakere edebiliriz." (Masami Arai'Lozan konferans.ı karşısında Japonya'nın tutumu, 70. Yılında Lozan B;ınş Semineri, lnönü Vakfı, Ankara 1994, s. 12 7-134) Anlaşıldı�ına göre Ingiltere Peşin olarak ateşkesi ve Müslümaniann itaatini sa�lamak istiyordu. Saray/Babıali buna hazırdı, hatta hizmetlerini daha da ileri götürmeyi tasarlıyordu. Ankara ise önce MisakıMilli'yi kabul ettirmek yanlısıydı. O,ıun kabulünden sonra müzakere düşünüyordu. Bu tutum Sovyetler'in lngilizlerle Krassin anlaşmasını andınyor.

109 1------11 � , 1 ,ı , ı 1 • ı "' • 4) ı n r jl ı O 1 • r a k ı ı J.t ll 11 lt 1 V 1· 1 N ILK ON BEŞ YILI

14 MN (Egiprian Gazette), c. 23, No:9, Tercümer el misak el milli. 11 EG, 17.11.1922 16 Kıbla, No: 373, 17.6.1920, s. 1, "Baynal madi vel hadis" 17 El Hakika (Beyrur) gazeresinin 20.02.1923 sayısından nakleden OM, 15.03.1923, s. 588 11 N�w ST, 24.03.1923 19 Tl (Times), 6.11.1922 . :ıo Tl 26.1.1923; Curzon Lozan'dan Cidde'dekl Ingiliz temsilcisine -rabü Kral Hüseyin'e ulaşnnlması için- gönderdiı1;i 27.12.1922 tarihli mesajda, Emanan Mekaddese'nin iadesiyle ilgi.Iendiıini ama Türklerin venneye yanaşacak gibi görünmediklerini kaydediyor. Buna Cidde'ı;ien gelen cevap­ ra Hüseyin'in konuyu yakından izlediı1;i belirtiliyor. Iki mesajda bu malzeme için 'Türklerin yaımaladı� ( :loared) ve k�pıp kaçırdııı (:snarched) deyimlerinin kullanılması ilginçti�. (M.K, Oke, Ingiliz Böltlelerinde Lozan Btırq Konftrtınsı, Boıaziçi U. yay., Istanbul 1984, c. II, s. 47) . NE (Near East) 1.6.1922,S. 723, Ingilizkayn aklannın Filistin konusunda hep kendilerinden başka. suçlu araması turku haline gelmiştir. Oysa Arap kamuoylan bu konuda Ingiltere'yi suçlamakra kararlıydılar. 1922 yılında Mevlidi Nebevi 2 Kasım'a rasdıyordu. O gün Balfur deklarasyonu'nun ilanının beşinci yıldönümü idi. Suriye ve Mısır'da gös.reriler her zamankindendaha heyecanlıolmuş ve Türk zaferikurlanırken Ingiliz eyle­ mi yerilmiştir. RE 9 ve 14.11. 1922 Ahram'dan naklen. 11 Resmi rakamlar 650.641 Müslüman. ve Hıristiyan, Arap, 83790 Yahudi (Kamil Mahmud Halla, Filistin vcl lnridab cl Brirani, Trablus 1982, s. 291) u EG 9.11.1992; Filistiniiieri Misakı Milli'den bahsermeye yönclrenlerin Türkiye'

ııo t------9 2 2

ş o K L A ll N E T K s

u RE 12.10.1922 27 Lohcac, Lyne, Daoud Ammoun ct la Creation de I'Etat Libanais, Klincksicck. u Tanin, 3.12.1924, !925 Ocak ayında Tanin'in Fransı�ca nüshasında da bi konuda yazılar var: Mısır hükümetlerinin uysallıt;ını Ingilizler şöyle ifade ediyorlar:. "Mısır hükümetlerinin davrapışlanyla Türklcrinki tam ters. Türkiye Ingiltere ilc işbirliıi yapanlan Istiklal mahkemesine yollamıştı. Mısır'da ise Zaglulculann bile aiC.Iına mahkemeye sevk gelmczdi. Sadece eski kararnameleri iptal edecek bir parlemento komitesi kurmalda yctinir­ lcrdi. (RE 17.8.1926, NE'in başyazısından naklen). 29 HazrctiPeygamber ve ilk halifelerden sonra HicazIslamın kutsal yeriolarak kalmış, ama asla siyasi merkezi olamamıştır. 19. yy'ın sonlannda Panislam hareketinin Hicaz'dan yayıldıt;ı Avrupalılarca düşünülmüş, ama Hollandalı Oryantalist Snuck Hurgronjc'nin Müslüman olup Mckkc'dc gcçirdiıi aylardan sonra bunun aslı olmadılı anlaşılmıştır. . 111 Times, 3.4.1923, Hüseyin vaadfcrini yerine gctirmcdiıi için Ingiltere'yi eleştirince Morning Post'un cevabı: Yeterince para aldın, kafidir. (Reve il, 5.1.1924) . Times'ın 31.8.1923 tarihl.i sayısındaki .şu haber, kopuşu tam Ingiliz üslubuyla şöyle anlatıyor: "Istanbul'daki Ingiliz YüksekI

lll .. ' ı ııl • ıl .. ' ı .. ' lll .. Cl ı ll' OIJrJk

lt M ll lt M 1 \' 1 1 N ILK ONBEŞ Y I L I

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, Ankara 1968; ;Ergün Aybars, a.g.e_.; Ş.S. Aydemir, Tek Adam, c.3; Kazım Karabekir, Istiklal Harbimiz, Istanbul 1960; Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklecimve Geçirdiklerim, c. III, İstanbul 1970. Bilal Şimşir, Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, TTK, Ankara 1981, s. 332, Corriere Italiano, 23.12.1923'den naklen. 44 Daily Telegraph'dan naklen El Kıbla, 12.11.1923 45 Bilal Şimşir, Dış basında .. , s. 324, 1.12.1923 tarihli Journal de Geneve'den. 46 Metinin Ingilizce orjinali için bkz. Bilal Ş�mşir, Dış Basında .. , s. 320-322. 47 Times, 18.12. 1923, "Unity of Islam" (Islam Birliği); Atatürk Nutuk'ta (c.II, s. 850), Hintiiierin halife seçme önerisinin kendisine, Hindistan ve Mısır'dan dönüşünde Antalya Mebusu Rasih Efendi tarafından ulaştınldığını belirtiyor. Teveccühe teşekkür etmekle birlikte, şu gerekçeyi reddediyor: ırHalifenin reisi devlet olduğunu bilirsiniz. Bazılarında kral­ ları, imparatorları bulunan tebaanın bana önerdiği teklifi nasıl kabul ede­ bilirim. Ben kabul etsem, yöneticileri kabul eder mi? Halıfenin emrini yer­ ine getirmek gereklidir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi infaza muktedir midirler? Dolayısıyla konusu, delili olmayan hayali bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?" Bu sözlerde gerçekçi bir politikanın bütün unsurlan vardır. 48 Times, 29.12. 1923 ve 4.1.1924 49 Near East, 17.1.1924, s. 61, 71. so Gazeteci.Jer Davasının aynntılan ıçın: Nut�k, c. II, .s.827�85l; Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri, Dokuz Eylül Unv. Yay., !zmir 1988, c.I-11, s. 22�-252,; Murat Çulcu, Gazeteciler Davası ve Hilafetin Sonu, Kastaş Yay., Istanbul 1992 (yayın, mahkeme zabıtlannın tamamını içermektedir). Döneme ait gizli belgeler açıklandığında durum daha da açıklık kazanacaktır. Temps, 20.11.1922, Times, 24.11.1922. New York Times, 17.3.1923, Mokattam, 28.3.1923. Belag, 3.1.1924. Nutuk, c. II, s.845-848. Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Kültür Bak. Yay., Ankara 1981, c. I, s. 245, 27 Aralık 1920 tarihli nota; TBMM'nin 3 Mart 1924 toplantısında Adiiye Vekili Seyyid Beyin konuşması: �ilafetin Mahiyeti Şer'iyesi, Sadeleştiren; Suphi Menteş, Menteş Kitabevi, Istanbul 1969. 4.

Böliin1

OSMANLI'DA ULUSAL EGEMENLİGE YÖNELİŞİN AŞAMALARı

Bağımsızlığın Kapsamı

Bağımsızlık - Kapitülasyon Çatışması

(( r-rıtrkiye'nin zafe ri ... Sözde bağımsız İslam devletlerini tam .1. bağımsızlık için daha fiddetle mücadeleye, yan ya da ta­ mamen bağımlı olanlanise bu bağlarınıgev1 etmeyeya da atma­ ya cesaret/endirecektir (... Böylece) yasisi sorunların ön plana çı­ kacak olmasına rağmen, her zaman önemi daha fa zla olan eko­ nomik sorunların ulusal ve uluslararasıya1a mda önemi daha da artacaktır. Etnik, siyasi ya da dini görüflerimiz ne derece fa rklı olursa olsun, dünya ulusları, aralarında bir temel ekonomik da­ yanı/ma bulunduğunu unutmayacaklar dır. » 19.04.1923 İngiliz Glasgow Herald Gazetesi.

Lozan görüşmeleri sürerken açıklanan bu görüşte, sömürge­ cili�in topra�a hakimiyetten finans (özellikle sanayi yatırımları için) ve ticaret hareketlerinin kontrol altına alınaca�ı yeni ulus­ lararası yapılanmaya geçişinin temel anlayışını görmek mümkün. Siyasi sorunlar ne derece ön plana çıkarsa çıksın asıl belirleyici­ nin ekonomik ö�e oldu�u unutulmuyor. İslam dünyası, nüfus ve toprak olarak sadece %5'ini oluşturan Türkiye'yi örnek alsa da, ekonomik dizginler elde tutuldukça bunun etkisiz kalaca�ı inancı hakim. Zaten himaye (manda) rejimleri fo rmülünden de beklenen bu. Yerliler siyasi (ve özellikle güdümlü dini) tartışma­ larla oyalanırken ekonomik sömürü devam edecektir. Bu sebep-

------i llS 1------" ı ı ••, , • 1 1 • 1 '" J Orıocp.ı Ol•rak

1 ll M tt ll tt 1 Y 1·: T iN iLK ONBEŞ Y I L I le İngiltere'nin Filistin Yüksek Komiseri Herbert Samuel «Man­ da rejimi, sömürgeciliğinyeni 1ekli olacaktır. Nazariyatı ayrı ol­ sa da .fiiliyatta aynıdır/ar� diyor. Kemalistlerle di�er İslam toplumu öncüleri arasındaki fa rk bu noktada çok belirginleşir. Kemalistlerin ısrarla tekrarladıklan -ileride görece�imiz gibi Lozan'da Curzon'u çileden çıkaran- üç kavram vardır: Hakimiyeti Milliye, İstiklal (Ba�ımsızlık) serbesti-i tam ya da hakimiyet (Egemenlik). Bunların birincisi ik­ tidarı hanedan ya da bir grubun de�il, bütün ulusun elinde tut­ masını ifade eder. İkincisi siyasi, üçüncüsü ise iktisadi (İnönü Lozan'da cçıkarlarımıza ta mamen sahip olmae diye tanımlıyor) ba�ımsızlı�ı işaret ediyor. Kemalist literatürde bu savaş toplu olarak anti-emperyalist diye nitelenmiştir. İleri sanayileşmiş ül­ kelerle sanayisiz ülkelerde anti-emperyalizmin fa rklı nitelikleri oldu�unu belirtecek kadar konuyu bilen, M. Kemal'in resmi sözcüsü Hakimiyeti Milliye daha 3. sayısından itibaren (20.1.1920) bu terimi sık sık kullandı�ı gibi, meclisdeki tartış­ malarda da çok tekrarlanmıştır. Araplarda Hakimiyeti Milliyeden neredeyse hiç bahsedilme­ mektedir. Bir hanedana ba�lanmak fikri daha yaygındır. En ile­ ri görüş meşruti krallıktır. Ba�ımsızlık ve egemenlik ise bir arada İs tikiali tam deyimiyle anlatılmıştır. İktisadi ba�ımsızlı�ın siya­ setteki kadar önem taşıdı�ı vurgulanmamaktadır. Bu yüzdendir ki, himaye rejimi altında ve kapitülasyonlann, ekonomik kontro­ lün tam işledi�i bir sistemi istiklal diye tanımlayabilmişlerdir. Buna karşı çıkanlar olmuşsa da seslerini yeterince duyuramamış ya da yönetim mekanizmalannın dışında kalmışlardır. Örne�in Arap dünyasında himayeciye karşı Hindistan'daki kadaryaygınve etkili bir ekonomik boykot uygulamasına pek rastlanmarruşnr. Bu­ nun do�al sonucu olarak Araplarda anti-emperyalistkavramı da he­ men hemen hiç kullanılmarruşnr. Türkiye'de ise yerli sermaye ve sermayeyle haklan için müca­ dele anlayışı Kemalistlerden önce de vardı. İslam toplumlan için-

------� 116 �------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI de, kapitülasyonlardan kurtulmakiçin sürekli ve en sistemli savaşı veren Osmanlı yönetimi olmuştur. Zamanında eşit koşullar şar­ nyla ve ticareti geliştirmek amacıyla kabul edilen bu ayncalıkların ülkenin ilerlemesini engelleyici hale dönüşmesi karşısında, 19. yüzyılın ikinci çeyre�inden itibaren Babıali'deki her yöneticinin en büyük çabası bunun kısıtlayıcılı�ını aşmaya çalışmak olmuştur. Tanzimatçı paşalar da Abdülhamit de pek çok girişimde bulun­ muş ama mali-ekonomik-askeri güçsüzlük sebebiyle hiçbirini ba­ şaramamıştır. İttihatçılar, Dünya Savaşı vesilesiyle Avrupalıların baskı yapamayacaklanru hesaplayarak, Osmanlı topraklanndaki kapitülasyonları 1 A�ustos 1914'de, tek taraflı olarak, la�vetti2 Savaş ortaklan Almanya ve Avusturya bile buna pek memnun ol­ madı3 Zira, görünüşte Do�uluyla başka türlü iş yapılamayaca�ı gerekçesi, gerçekte ise kolay ve sınırsız kazanç keyfiyle bu rahat­ lığı kaybetmek istemiyorlardı. Kapitülasyonlann başlangıcındaki eşitlik ve karşılıklılık ilkesinin yok olması, İslam toplumlannın ba�ımsızlıklanrun sınırlanması sonucunu vermişti. Bir yanda ver­ gi ve gümrük indirimleri ya da bağışıklıklan, di�er yanda da hu­ kuki alandaki dokunulmazlıklan, Do�u ülkelerini onlar için bir cennet haline getirmişti. Bu sayede, kendi ülke ve sömürgelerin­ de yabancı rekabetine sınır kayabilen bu yönetimler, Do�u piya­ salannda liberalizmin savunucusu kesilebiliyorlardı. Mondros Ateşkesinin ardından Türkiye'yi askeri işgale alma­ ya başlayınca ilk işleri kapitülasyonların tekrar yürürlü�e konma­ sı oldu. Sömürgelerinde (Kuzey Afrika, Mısır, Hint, Güney Do­ �u Asya Adaları) Avrupalıyı yerliden üstün sayan uygulamalar devam ederken, Osmanlı mirasından ele geçirdikleri bölgelerde de (Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve aynca İran'da) kapitülasyon uygulaması eskisi gibi devam ettirildi. Oysa buralann, özellikle savaşta Osmanlı'ya karşı müttefiklere destek vermiş olan yerlile­ ri, bu tür ayrıcalıklann, ba�ımsızlıklarıru almalarıyla sona erece­ �ini umuyorlardı . Aksine Sevr anlaşmasında, kapitülasyonların önceden bu haklara sahip olmayan müttefik devletlere de (Ja-

______, 117 r------ll ı ı • • .ı • ı 1 • ı ın • O r n < A i O 1 a r a Ir.

ll M ll ll 1\ 1 Y E T i N i L K O N B E Ş Y I L I po n ya gibi) tanınması 261. madde ile kabul edildi. 149. madde de �ayri Müslim ırkiarasultanlarca tanınmı1 bütün imtiyaz/a­ rın' aynen devam edece�ini kaydediyordu. Hatta kendisinde ka­ pitülasyonlar devam eden Çin'e, Arap ülkelerinde kapitülasyon hakkı da tanındı. 1920 Nisanında Ankara Hükümetinin kurulmasından itiba­ ren Kemalist bölgesinde kapitülasyonlann uygulaması durdurul­ du ve her firsatta toplumun özgürlük ve ba�ımsızlı�ını kısıtlayı­ cı uygulamalara izin verilmeyece�i belirtildi. SakaryaZaf eri'nden sonra Ankara ile uzlaşma yollan arayan galipler, Londra görüş­ meleri sırasında Sevr ile getirilen ekonomi imtiyazlannın yerli ti­ caret ve sanayi için engelleyici niteli�ini kabul edip, hafifletici öneriler getirdiler. Yine de vergi ve gümrük resmi saptanmasını kendi kontrollerinde tutuyor, adli sistemi de bir komisyonun ya­ paca�ı çalışmanın yıllar sürecek uygulamadan sonraki raporunun insafina bırakıyorlardı. Bütün bunlann anJamı, Türk toplumu­ nun 'uyga rla1mamı1' ve o dönemde dünyanın en üst düzeyini temsil eden Avrupa'nın düzeyine erişmemiş, kısacası 'çağdaflaf­ mamı!' sayıldı�ıdır. Osmanlı toplumu ve yönetimi dikkate alın­ dı�ında bu eleştiriye haksız demek de mümkün de�ildi. Kemalistlerin askeri bir çözüm getiremeyeceklerine ve işlerin biraz ödüne dayalı pazarlıkla çözümlenece�ine inanıldı�ı dönemde Ankara'yı köşeye sıkıştırmak için sürekli kapitülasyon­ lar sorununun üzerine gidilmiştir. 14 A�ustos 1922 tarihini ta­ şıyan, İstanbul'daki İngiliz ticari çevrelerinin görüşünü yansıttı­ �ı anlaşılan bir yazıda, bunun yolu da gösterilmektedir•. Lond­ ra'da İngiliz parlamenterlerince Müslümanlarla dostça ilişkileri geliştirmek için Near and Middle EastAssociation (Yakın ve Or­ ta Do�u Birliği) kuruldu�u belirtilip Ankara Meclisinin iyi niyetini 'Hı ristiyanlarla dostça iliikiler için cemiyet' kurarak ispatlaması öneriliyor ve devam ediJiyor; «osmanlı halkının, sınırları içinde tam hükümranlık hakla­ rından bahsederken anımsamalıdırlar ki bunun anlamı, İn-

------� 118 r------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiGE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

giliz, Fransız ya da Yunanlılar Türk polisi tarafindantutuk­ lanabilirler ve Türk mahkemelerinde yargılanabilirler Ve eğer kapitülasyonlar kalkarsa hiçbir yabancı burada kalmaz. Bir İngiliz tüccar dedi ki a:Milliciler İs tanbuFa gelirse kapitülas­ yonlar iptal edilir (... ) ve o zaman burada ya1am çekilmez olur. Türklerin İstanbuFda kalmaları bütün ulusların yara­ rınadır ama kontrol altında tutulmalıdırlar ve bu fikre çok sayıda Türk de katılıyor. Dolayısıyla bu konuda bir düzeltme ya da değipirme yapılacaksa ilk etki/enecek olan Türkiye1deki yabancıların dikkate alınması ve gereken önem verilmesi zo­ runludur. » 5 Aynı konuda hemen arkasından gelen bir yorumda, Kemalist politikasındakiöncelik çok daha kesin çizgilerleortaya konmuştur5 a:Hem Kemalist basın hem de Kemalist politikacılar kamu iinündeki açıklamalarında kapitülasyonlara temastan kaçını­ yar/ar. Oysa bu konu, diğer hususlara nazaran Türkiye1deki yabancılar için daha önemli bir olaydır. İttihat ve Terakki Komitesigibi Ankara1nın Genç Türkler1i de bütün varlıkları­

nı cba ğımsızlığın1 kazanılmasına bağ/amıliardır ki bu, bir çok firsatta bu sütunlarda açıkladığımızgibi, her feyden evvel hem ilke hem de uygulama olarak kapitülasyonların lağvı an­ lamına gelir. Konuya hiç temas etmemesine bakılarak Anka­ ra Hükümetinin 19141de İttihatçı Hükümet1in yaptığı gibi müttefikleri bu anialmaları tek taraflı iptale razı olmaya zor­ /ayacağından korku/ur. Gerçekte bu, müttefiklerin çıkarları açısından en önemli husustur ve sorun ne kadar kısa zaman­ da kesin bir açıklığa kavu1turulursa o kadar iyiolur. » Yabancılann itirafindan da anlaşılıyor ki, ba�ımsızlık sorunu- nun gerçek odak noktası kapitülasyonlar oldu�unda, Avrupalı­ larla Avrupalı gibi düşünebilen Kemalistler birleşmektedir. Bi­ rinciler, Yakın ve Orta Do�u'daki siyasi varlıklannın bir övünme vesilesi de�il, çıkar aracı ve bunun en önemli kurumunun kapi­ tülasyonlar oldu�unun bilincindedirler. Kemalistler ise kapitü-

------�: 119 r------ll ı ı � • a ,ı • 1 1 • 1 nı • O r ıı r p. i O 1 a r a k 1 ll M ll ll ll 1 \' E T i N İ L K O N B E Ş Y ı L 1 lasyonlardan tamamen anndırılmadıkça sözde ba�ımsızlı�ın hiç bir yararı olamayaca�nı görmektedirler. Yani siyasi-askeri zafe­ rin amaç de�il araç oldu�nu, başarının ekonomik alandaki so­ nuçlarla biçimlenece�ini anlarnışlardır. Nitekim Lozan görüş­ meleri başlarken gazetecilerle yaptı�ı bir konuşmada M. Kemal askeri zaferin yeterli olmadı�nı, bunu siyasi ve asıl ekonomik bir zaferle tamamlamak gerekti�ini ısrarla vurgulamıştır. Himayeci devletlerin siyasi programları söz konusu oldu�unda karşıt gruplara ayrılmış olmasına (Yunanistan'ı des­ tekleyen İngiltere'nin karşısında İtalya ile Fransa yer alıyordu) ra�men, ekonomi alanında tek bir cephe oluşturmalan kendileri için en önemli konunun hangisi oldu�unun göstergesidir. İngil­ tere'nin tam deste�ine sahip olan saray ve Babıali'nin hilafetinya da İstanbul'un Türklerde kalması için üstün çaba harcarken ka­ pitülasyonlar konusunda tek bir girişimde bulunmaması dikkat­ lerden kaçmaz. İleride daha ayrıntılı şekilde irdeleyece�imiz Da­ mat Ferid, Mustafa Sabri türü Kemalistlerin Türk muhaliflerinin açıklamalannda ekonomik ba�ımsızlık ve kapitülasyonlar üzerin­ de hiç durmamaları, neden İngilizlerce çok sevildiklerini izaha yardımcı olur. Aynı şekilde, himaye altındaki Mısır, Lübnan, Su­ riye, Irak gibi yerlerde yöneticive düşünür kadrolannın da, din konusundaki duyarlılıklannın yirmide, otuzda birini kapitülas­ yonlar üzerine yöneltmemiş olmaları da uzlaşmacılıklannın nite­ li�ini ortaya koyar6 Yumuşatılmış Kapitülasyon Önerisi Ankara hükümetinin 1922 Eylülünde İzmir'e, Ekiminde İs­ tanbul'a girer girmez ilk İcraatlarından biri gümrüklere el koy­ mak, buralardaki yabancı memurların işlerine son vermek ve gümrük resmini üç misline (yabancı kaynaklara göre %500'den %1500'e) çıkarmak olmuştur. Bu hem ülkeye giren ve çıkan in­ sanların, hem de maliann kontrol altına alınması demekti. Mu­ danya Ateşkes görüşmelerinin başlamasından hemen önceki ger-

______, 120 �------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI gin günlerde bir Avrupalı gözlemci, Kemalistlerin ne istedikleri­ ni şu şekilde özetlemiştir. «Türklerin politikası bir cümlede özetlenebilir; Yirmi yıldır bir Avrupalı ulus olmaya çalı1ıyoruz, bir Avrupalı ulus gibi mu­ amele gö"rmek istiyoruz, diyorlar. Bir ba1ka deyi1le, imtiyazlar olmayacak, kontrol, müdahale, egemenlikte kısıtlama, yabancı­ lariçin ö"zelstatü olmayacak. Programları ifte bu. Ama lüphe­ niz olmasın ki bütün Türklerin kafasında vardır ve zaman

içinde bütün Müslümanların kafasında olacaktır (.. .) N e ya­ pılırsa yapılsın (Türkiye ile) bu pazarlıklar hayli karmapk ve hemen çözüme hazır olmayan bir sorunun ilk adımından bal­ ka bir ICJ değildir. Bu da, İngiltere tarafindan temsil edilen Batı ile İslam arasındaki iliikilerin tümünü olu1turur. »7 9 Eylül'den, Mudanya Ateşkesi'nin imzalandı�ı ll Ekim'e kadar geçen 1 aylık sürede Avrupa'dan yeni bir savaş çıkaca�ı yo­ lunda yükselen gürültülerin asıl amacı, Kemalistleri aşın istekler­ de bulunmamalan için korkutmak, böylece İslam dünyasının ay­ nı yönde eyleme geçmesini önlemekti. Propagandanın temelsiz­ li�i, tarihinin en büyük bozgununun şaşkınlı�ı içindeki Yunanlı­ ların Trakya'dan İstanbul'a yürüyecekleri balonlannın uçurul­ masından anlaşılır. Asıl amaç dikkati başka tarafa çekmekti. Fran­ sa; Suriye ve Lübnan'da, İngiltere ise; Mısır, Filistin, Irak ve Hindistan'da himaye rejimlerini devam ettirebilmek için savaş dönemindekine eşit askeri harcamalar yaparken, Anadolu'ya ye­ ni bir seferi kimse ciddiye almayacaktı. Ama Türk'ün korkutul­ ması ve korkmuş gösterilmesinden iki yönlü yarar umuluyordu. Ekonomik açıdan batmış olan Türkiye savaş atmosferinde tu­ tularak, normal ekonomik düzene geçmesi geciktirilecek ve bundan yabancı sermaye için ödün sa�lanmaya çalışılacaktı. İkincisi ise; Türk zaferiyle yeni bir heyecan dönemine giren İs­ lam dünyasına gözda�ı verilmiş olacak, kimsenin dünyanın en büyük güçlerine şartlar koşmaya haddi olmadı�ı gösterilecekti.

______, 121 r------Hir ı,: a8daşlaşma Örne8i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Araşnrmalamruzda, devletler düzeyinde ilk tepkinin ABD Dı­ şişleri Bakanından geldi�ni gördük. Bakan Hughes, Türkiye ve Bo�azlar sorununun siyasi tarafiyla ilgilenmediklerini, bunun Müttefiklerin ve Yunanlıların sorunu oldu�unu belirttikten sonra ekliyor: «Karadeniz1e serbest geçq ve ticaretteftrsat efittiğinin bu­ lunması bize yeter. (... ) Ya kın Doğu1da uzun zamandırsahi p ol­ duğumuz bazı haktarla daha çok ilgi/iyiz. Bunlar önce kapitülas­ yonlar sonra Amerikan vatandallarının davalarının konsorosluk mahkemesinde görülmesi hakkıdır. JJJ Bu görüşü, Lozan Konferan­ sındaki ABD temsilcileri Grew ve Child da yineleyeceklerdir9 Belçika Lozan'a katılmaya ilgi göstermemiş, ama Milletler Cemiyeti garantisi altında ılımlı bir kapitülasyon sisteminin ku­ rulmasını istemiştir10 Danimarka da konferansa kanlmayaca�ını bildirmiştir. Ancak onun da bir koşulu vardı; savaşta tarafsız ka­ lanlann kapitülasyon haklannın dikkate alınmasııı Tek karşı çı­ kan Sovyetler olmuştur. Ticari delagasyonun şefi Vorovski kapitülasyonlann devamının Türk egemenli�ne saldın niteli� taşıyaca�ını açıklarmşnr11 Türk topraklarında büyük yatırımlan olan Fransa ve İngilte­ re tabii ki çok daha aynntılı şekilde konuya e�ildi. İstanbul'daki Fransız Ticaret Odası Başkanınm hükümetine sundu�u bir rapor endişeleri ve çözüm önerilerini şöyle yansıtıyor: «Türkler Yu nan zaferi sonrasında kendilerini dünyanın en büyük askeri devleti sanmaya baflamıflar, ölçüsüz bir gurura (. . .) ve kendi 1artlarını empoze edebilecekleri inancına kapıl­ mıflar. Bizi endife/endiren fUdur: Öncelikle 1ahıslarımız ve mallarımız için kapitülasyonların kaldırılması. Yasalarının durumunu bildiğimizden cesaretle söyleyebiliriz ki, bu vazge­ çilemez garanti/erin yokluğunda onurlu Avrupalılar için Türkiye'de ya1amak mümkün değildir. Bu sebeple (.. .) etkimi­ zi, çıkarlarımızı savunan ve ticaretimizi yürüten insanlar ül­ keyi terk etmek zorunda kalacak/ardır. Bu da Fransa için te­ laftsi imkansız bir kayıp tefkil edecektir. Dolayısıyla -en fiddet­ li Türk dostlarınında kabul ettikleri gibi- imtiyazları muha-

------� 122 �------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

fa za etmeliyiz. Abartılmı1 durumdaki Türk gururunu olqa­ mak için kapitülasyonların ip tal edildiği ilan edilebilir, ama bir ba1ka 1ekil altında bunlar dePam ettirilebilir. (. . .) Hukuk sisteminin düzeltilmesi için 15 yıl süre konabi/ir Pe sonuçta düzeldiği kabul edilirse haklarkalkar. (... ) Eğ er kapitülasyon­ lar kaldırılırsa Fransızlar da diğeryabancılar da Osmanlı­ lardan alınan pergiteri Permek durumunda kalacaktır. (. . .) Muhtemelen Türkiye ekonomik özgürluğünü de alır. Dolayı­ sıyla !imdiye kadar APrupa dePJetlerinin onayıyla saptanan gümrük tarifelerini istediğigibibelirleyebilir. Yöneticilerinin, fa kirlqmi! Pe nufussuz kalmı1 ülkede büyük bir sanayi kurmak gibi çocukça hayalleri bulunduğuna göre, koruyucu amaçla gümrük tarifelerini büyük ölçüde artıracak/ardır. Anado­ lu'da halen uygulanan Pe hemen bütün Fransa ile İngilte­ re'nin bal mü1terisi olduğu ham maddelerin fiyatlarını da ar­ tıracak/ardır. (. . .) İçki yasağını da İzmir Pe Bursa'yagirer girmez uygu/adı/ar. Bundan Fransa'nın zararı yılda 15 mil­ yon olacaktır. ( .. .) Saf suya mahkum edilmek kifisel özgürlüğe aykırıdır (.. .) Şirketlerimiz kontrol altına girecek, yazılmala­ rı Türkçe yapmak zorunda kalacak, bütün memurların Türk olması istenecek bu yüzden Patandaflarımız i1siz kalacaktır. Gemilerimiz, okullarımız, hastahanelerimiz,genel hizmet ku­ rumlarımız, Fransız, İtalyan, İngiliz postaları yok olacaktır. (. . .) Bu acık/ı durumda eski imtiyazlarımızın olabildiği ka­ dar bir kısım enkazını kurtarmaya çalı!malıyız. » 13 Fransızların tela1ına İngilizlerin de hemen katıldıkları görü­ lür. Near East föyleyazar: «Yakın Doğu Barı1 Konferansında hal/i tasarlanan sorunlardan hiçbiri, Türk kapitülasyonları gibi, daha !imdiden büyük bir dikkatle incelemeye alınmı1 de­ ğil. Türkler tamamen kaldırılmasını isteyecek. İstanbul'un ya­ bancı/arı ise aynen kalmasını istiyor (. . .) Kendi ülkelerinin kofullarıyla diğerbağımsız devletlerde Par olan ta m özgürlük­ lerin kar1ılapırması mümkün olamayacağına göre, Türkler herhalde likayetlerini fren/erler. İs tanbul Fransız Ticaret

______, 123 r------ll ı ı • • ıl • 1 1 • 1 nı • ll ı ıı .. 11 ı 1 1 1 .ı r .ı k

1 l l M ll ll lt 1 1' 1'. T 1 N 1 L K O N B E Ş Y 1 L I

Odası, İngiliz Ticaret Odasına katılarak müttefik/ere yaptığı bafVuru ile Ankara Hükümetine iddialarını ispatlaması ge­ rektiğini anımsatmıpır. Gösterebileceklerinden fa zlasını iste­ meleri saçmalık olur. (... ) Eğ er Türkiye sözde değil de gerçek bağımsızlık istiyorsa, yava1 ama emin yapılanma yolunu seç­ melidir. 1920'den bu yana İstanbul'un borcunu reddetmekle ve İzmir'de uyguladıkları vergi politikasıyla hataya düpüler. (. ..) Bu ne aklıseli me ne de devlet adamlığına uymuyor. (.. .) Türkiye toprak bütünlüğ ünü elde etti. (.. .) Ama sadece bu mo­ dernbir devletin kurululu için yeterli değildir ve yeni Türkiye yabancı istikrazları sağlayamazsa fa zla uzağa gidemez. Ke­ malistler kapitülasyonlar alanında müttefiklerden ne kadar çok koparmaya çalı1ır ya da yabancı ticaretini ve tüccarlarını cezalandırmaya yönelirse, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu mad­ di yardımları elde etmekte o derece zor/anacak/ardır. »

Kapitülasyonsuz Bir İslam Toplumu Lozan'ın başlamasından önce Paris'te bulunan Curzon ile Poincare pek çok konuda fa rklı görüşlere sahip olmalarına kar­ şın kapitülasyonlar konusunda çabucak anlaştılar. Ilımlı gibi gö­ rünecek bir düzen içinde sistemin devamından yanaydılar. Ada­ let sisteminin de Türkiye'ye Avrupa'dan ithal edilecek hakimler­ le yürütülmesinin uygun olaca�ı kanısındayddar (Mısır ve Hin­ distan'daki gibi). Fransa ayrıca ticaretin dışında okullannın (l922'de 21.249 ö�rencisi bulunan 113 okul) ve Do�u'da Ka­ toliklerin savunucusu rolünün devam edebilmesi için kapitülas­ yonları gereksiniyordu14 Bütün sorunlann çözümü Lozan görüşmelerinden beklenir­ ken, İstanbul'daki Yüksek Komiserler Ankara temsilcisi Refet Paşaya bir nota vererek, yabancılann ticaretine zarar verdi�i ge­ rekçesiyle kapitülasyonların yok sayılmasına karşı çıktılar15 An­ kara'nın gümrüklerden sonra bütün bankaların, mali kurum ve şirketlerin de Türk yasalanna uymalarını istedi�i haberleri endi-

------� 124 �------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiGE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

şelerini artırmıştı. Onlar da, sadece ekonomi aJanında de�il, en basit zabıta olayında bile kendi kurallannın işlemesini istiyorlar­ dı. Ankara eskilerin "tecahülü arifane bilgiççe bilmez giirünme» adını verdikleri bir üslupla, ı 5 Kasım ı 922 tarihli notasında ka­ pitülasyonlardan bahsedilmesine şaştı�ım, böyle bir şeyin var ol­ madı�ını, ülkede eşitli�e dayalı uluslararası kurallann ve TBMM yasalannın geçerli oldu�unu belirtti. Görüldü�ü gibi, barış ko­ nuşmalarının tamamen dışında ve ondan ba�ımsız olarak, Avru­ palılar oldu bittiye getirerek kapitülasyonlann varlı�ını, Ankara ise aynı yöntemle yoklu�unu onaylattırmaya çalışıyorlardı. İsmet Paşa, 20 Kasım ı 922'deki Lozan Banş Konferansının açış konuşmasında, özellikle Türkiye'nin ba�ımsızlı�ına ne ka­ dar büyük de�er verdi�ini belirtti. Bu konuşmayı yorumlayan ünlü Fransız gazetesi Le Temps kazandı�ını Avrupalılann bazı mali oyunlanna kapurmamak dikkatinin Türklerde ne kadar kökleşmiş oldu�una özellikle dikkati çekmektedir. Nitekim İs­ met Paşa Le Matin'e verdi�i bir demeçte16 "Karşınızda ô'zgür bir halk var sô'müt;ge değil, eşit insanlar var kullar değil»demek ihtiyacını duymuştur. Komisyon görüşmelerinde ya da dışanda gazetecilerin sorulan karşısında Türk temsilcilerinin ((s adece siya­ si bağımsızlıkla yetinmeyiz ekonomik bağımsızlık da gereklidir» şeklindeki ısrarlan ve bu konudaki ödün vermez tavırlan da ar­ tık herkesçe biliniyordu. İki buçuk ay süren birinci Lozan Konferansı süresince Avrupa tarafİnın tezleri ve propagandası başlıca iki nokta üzerinde yo­ �unlaştı. Birincisi, kapitülasyonlarda ısrar edilirse Avrupalı iş ada­ mının aynimasının yanı sıra ülkeye yabancı sermayenin de gelme­ yece�i ile ilgilidir. "Oysa Türkiye ô'yle fakirki bunlar olmazsa kal­ kınamaz» gerekçesini buna ekliyorlardı. İkincisi, azınlıkların (Özellikle Rum ve Ermeni çıkanlmasının sanayi ve ticaretin öl­ mesin(; sebep olaca�ı, bunlara özel azınlık haklan verilmesinin ya­ rarlan ile ilgilidir. Bu konuda abartma o dereceye varmıştır ki Türkiye'de ayakkabı tamircisi bile bulunamayaca�ım iddia eden-

------�: 125 r------u 1 ı .. ll ıl • ' ı • ' lll • jlı Ol•r•k II MIIIIRI\'1·. 1 IN ILK ONBEŞ YILI ler de çıku. İşi «Azınlıklara bir Noel hediyesi vermek istemez mi­ siniz?» sorusuna vardıranlar bile görülmüştür. Rıza Nur'un buna yanıu ünlüdür: «Bizde Noel hediyesigeleneği yoktur. •7 Bu iki temanın da savunucusu Lord Curzon olmuş ve Türki­ ye ısrar ederse görüşmeleri kesme tehdidini de ileri sürmüştür. Türkiye'nin azınlık hakianna karşı çıkması bunu da kapitülas­ yonlar gibi bir sömürüaracı saymasındandı. Nitekim Lozan'ı iz­ leyen bir Fransız gözlemci bunu itiraf etmekten geri kalmadı: «Fransız düfüncesi, Hıristiyan/ara Türkiye'de kô'tü davranıl­ masına kar1ıdır. Ama aynı zamanda onların Türkiye'yipar­ çalamakya da hükmü altına almak isteyen bir yabancı politi­ kanın ajanları haline getirilme/erine de kar pdır. Hıristiyan­ ları bu tür koruma daha da fe laketlerine sebep olmu1tur. Er­ meni/erin Ruslar, Yu nanlıların İngilizler tarafindan hima­ ye edilmesinde olduğu gibi. •• Zamanla azınlık haklan konusunda Avrupa yumuşadı19, buna karşılık kapitülasyonlarda ısrarlan daha da anu. İngiliz Dışişleri Bakanı görüşmelerin kesilmesinin sebebi olarak İsmet Paşanın bu konuda ödün vermemesini gösterdi: «önerilerimizin iyiliğini anlamıyor İsmet... Bompard davra­ nı!ınız cinayettir diye niteledi... İsmet Türkiye'yi ekonomik esarete sokmağa razı olamayacağını söyledi ... Ya bancılara hu­ kuki fo rmül için, kalıpla1mı! monoton/uğu ile alıftığımız Türk bağımsızlt-ğı ve Türk eg emenliği sloganlarını tekrarla­ maktan ba1ka bir !CJyapmıy or.» 20 Curzon'un sert üslubu İngiliz ve Amerikan basınlarını daha da sert olmaya, Hıristiyanlann can güvenli�ini ileri sürerek kapi­ tülasyonları savunmaya yöneltti: «İngiliz çevreleri hala kapitü­ lasyonların çok yararlı olduğuna Doğu kamuoylarını inandır­ mağa çalı1ıyor, eğ er barı1 bu yüzden kesildiyse İsmet Pa1anın mantıksızlığındandır.�ı İsmet Paşa ise do�rudan İngiliz Dışişleri Bakanını savaşçılık­ la suçladı: «Lord Curzon barı1ı istemiyor, barı1 olmasın diye ba­ haneler ileri sürüp konferansı akamete uğ rattı. »

______, 126 r------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLil;EYÖNELiŞiN AŞAMALARI

Dönemin ünlü Do�u uzmanlanndan İngiliz V. Chirol, Mı­ sırlılara verilenden daha ileri koşullar kabul edildi� halde Türk­ lerce reddinin rrGenç Türk'lerin Erki Türk'lerden fa rklı olmadı­ ğını kanıtladığını» belirtirve ekler: rrB u Türk zihniyetini iyi an­ lama/ı ve Yeni Türkiye diye bir 1eyin varlığınıhayal etmeme/iyiz. (... ) Bakın Mısır'da (Avrupalı - Yerli) karma mahkemeleri ne güzel ifliyor. Oysa Mısır'da Batı uygarlığı ile temas arzusu Tür­ kiye'dekinden fa zladır. �1 Lozan görüşmelerinin ekonomik sebeplerle kesilmesinden sonra İzmir'de İktisat Kongresi'nin toplanması, bütün dünyaya kesin bir mesaj vermek açısından rastlantının ötesine giden bir eylem olmuştur. O sıradaki Türkiye ve İslam dünyası olaylanm çok yakından izleyen resmi ve akademik nitelikli İtalyan yayını Oriente Moderno'nun bu kongreyi sunarken "Ekonomik Ulu­ sal Ant: Misakı Milli" deyimini kullandı�ını ve sonucu dört maddede özetledi�ini görüyoruz: 1) Türkiye kimseye düşman de�l, herkese dosttur. 2) Türkçe kullanmayan, ulusal yasalara uymayan kurumlar istemiyoruz. Bu koşullarla yabancı sermayeye karşı de@iz. 3) Her türlü tekele karşıyız. 4) Türkiye Türklere aittir. Böylece, Türkiye'nin Sovyetler gibi içine kapanmak niyetin­ de olmadı�, yabancı sermayeyi reddetmedi� ama her ba�msız ülkenin uyguladı� koşullardan vazgeçilmeyece� anlanlmış ol­ du. Sanınz Lozan görüşmelerinin ikinci döneminde iktisadi ko­ nulann rahatlıkla aşılmasında bu mesajın bir rolü olmuştur. Aynı sırada Amerikalı Chester'e Türkiye'de kapsamlı yatınm izni verildi�nin açıklanması da Ankara'nın ipleri koparmış gö­ rünmekistemedi�nin kanıtıdır. İngiliz çevreleri de böyle algıla­ mıştır. Daha sonra Ankara bu anlaşmadan vazgeçmiştir. Esasen Lozan bir pazarlık fo rumuydu. Daha do�rusu 1919'da başlayan ve galipterin monologuyla süren toplantılann diyalog haline dö­ nüşmesiydi. Önce taraflar savaş istemediklerini belirterek anlaş-

______, 127 r------1\ ır c,:ıı�J . ·�I•�ma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI ma masasına oturdular. İlk hamlede ödüne yanaşmayacaklarını kanıtlamak için Avrupalılar işi savaş tehdidine kadar götürdü. Türkiye bu resti gördü. Ancak iki taraf da yeni bir savaşa girişe­ bilecek güçte olmadıklarının farkındaydılar. C. K Streit adlı bir Amerikalı gözlemci, ilk döneminde barışa erişilememesinin su­ çunu «İngiliz Emperyalizmi, ABDkapitalizmi, Türk ulusçuluğu ve Rus Komünist EnternasyonalizmiJ.'ne ba�lal3 Bir İngiliz de Türk'ün davranışını «İslam, bize insanın inancı ve onuru bulun­ duğunu gösterdiği için yararlı olmu1tur" diye nitelemiştir24 İkinci döneme taraflar anlaşmaktan başka çare bulunmadı�ı anlayışıyla başladı. Bu da ödüne razı olmalarını gerektiriyordu. Batı, borçlar ve azınlıklar gibi konularda, Türkiye hudut mesele­ lerinde (Özellikle Musul) yumuşadı. Kemalistlerin ödüne hiç ya­ naşmadı�ı tek konu kapitülasyonlar oldu. Siyasette oldu�u gibi , ekonomi alanında da bütün kararlan kendileri almak, gerekti�in­ de şartlan istedikleri gibi de�iştirmek hakkını ellerinde tutmak is­ tiyorlardı. Açıkçası, yabancı sermaye ve teknoloji gelecekse bunun Türkiye'nin koşullanna uygun olarak gelmesinden yanaydılar. Borçlarda iyi ödeme şartları ve eski Osmanlı vilayetlerine his­ selerinin paylaştınlması kabul ettirildi. Azınlıklar için sınırlı kül­ türel ve dini fa rklar kabul ediidiyse de, bu konuda kendilerinin haklanndan vazgeçmeleri sa�landı�ında sorun kalmadı. Sınır an­ laşmazlıklannın Milletler Meclisi hakemli�ine bırakılması ger­ ginli�i indirdi. Daha sonraki pazarlıklarda Musul kaybedildi, Hatay kazanıldı. Kapitülasyonlar ise 28. madde ile kesin olarak kaldırıldı. Bunu bir Yunan kökenli yazar da ccLozan)da M. Ke­ maFin diplomasisinin en temel ve balkalarına ô'rnek olan ba!arı­ sıdırJ.ııs diye de�erlendirmiş; hatta Ro bert College'de hocalık yapmış oldu�undan Türkleri iyi tanıyan ünlü Amerikalı tarihçi A.H. Lybyer gibi c'Türkiye çağda! dünya ile aynı düzeyde yürü­ yor, onu tanıyacak bUyük devletlerin en sonuncusuABD olmama­ lıdır)) diye niteleyenler çıkmıştır. Lozan için Avam Karnarasında­ ki konuşmasında «İngiliz diplomasi tarihinin a1ağılayıcı, üzücü

______, 128 r------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI ve karanlık bir sayfası» tanımlamasını yapmakla birlikte büyük yenik Lloyd George da «kabulden ba1ka çare yok, reddi hata olur» demekle kapitülasyonlann Türkiye'de tarihe kanştı�ıru ka­ bul etmiş oluyordu. Lozan'ın objektif bir de�erlendirmesini, 1924'de 6 cilt olarak banşın tarihini (A History of the Peace Conference of Paris) yazan H.W.V. Temperley yaprnışnr: «Lozan barı1ı sadece Sevr'den değil, Versay, St. Germain, Tri­ anon ve Neuilly barıllarından da uzun ya1ayacak ... Bunlar karlılık/ı anla1manın deği� galip/erin zorlamasınınsonucu y­ du. Lozan'ın meziyeti ise, ilgili taraflar arasında her birinin fedakarlıklarda bulunduğu ve hayal kırıklıkianna uğ radığı bir anla�yı temsil etmesidir. Ama hiç birinin karlılanamaz mükellefiyetiere ya da kabul edilemez alağı/anma/ararazı ol­ madığı da (birgerçek tir) .» Kapitülasyonlan tam kaybetmeyi Ban, bunun geçici bir yenil­ gi oldu�u gerekçesiyle hazmetmeye çalışn. Times'ın gelecekte bu yenilginin bedelinin ödettirilece�i yolundaki ((Lozan Geçici Pırıltısı» başlıklı yazısı, böyle düşünenierin görüşlerini tam ola­ rak yansıtmaktadı�6: (18.7.1923) «Türk tam ve egemenba ğımsızlığında ısrar ediyor. Ya lnız b a­ lına, öy lesine kendi bapna yürümeyi öneriyor ki, bütün mo­ dern uluslar arasındaki kaçınılmaz bağımlılığı tanımak iste­ miyor. Kapitülasyonlar gitti. Ya bancıların Türkiye'de, niteli­ ği bir hayli füpheli Türk yasalarından ba1ka koruyucusu kal­ madı. ( .. .) Türkiye için yabancıların yaptığı her feyi, Yu nan­ lılar ve Ermeniler tarafindanya pılan her 1eyi 1imdi Türkler kendileri yapmak istiyorlar. (. . .) Ürkütücü bir alarm durumu var. (... ) Türk milliyetçilerinin bir çok özlemi tiksinilecek !ey­ ler değildi. Şimdi her 1eyi kendileri yapacaklar. Yabancı yar­ dımını reddediyorlar. Ama buna ihtiyaç duyacakları zaman gelecektir. Bu bekleyil sırasında sabırlı ve istendiğinde akıllıca ve umutsuz olmayan 1ekilde yardımda bulunmaya hazır ol­ mak gereklidir. »

------4 129 �------ll 1 1 • a .ı • 1 ı • 1 m • O r n r {1. i O ı a r a k ı l l M ll ll K ı V 1'. T ı N İ L K O N B E Ş Y ı L 1

Himayecinin Verdiği Özgürlük Kapitülasyonlann tekrar gelece� günün umudunu taşıyan bu bekleyiş sırasında Avrupa'nın, araç olarak kullanıp gerekti�nde kurban vermekten çekinmedi� azınlıklar konusunda Journal de Geneve'in yorumu himayeye aldıklan toplumlann dikkat etme­ leri gereken hususlan içermektedir: «Batılı/ar Doğuif lerindego"rterdiklerikorkunç bencilliğinhesa ­ bını ödüyor/ar. Onlar en çok çıkar için rekabet yaparken (. . .) sonunda Türk ulusçuluğ u muzaffer oldu. Lozan Antlafması Batı için iyi bir derstir. Zavallı Ermeni/erin kaderine üzülme­ mek elde değil. Ve Lozan1da layıkgiJ"rüldükleri davranı1 utanç vericidir. Devletlerin hepsi de sessizlik komplosunda ifbirliği yaptılar. En azından moral bir koruma ve para yardımı sağ­ lamalıydılar. Onlara bir !CJ yapmamakla kalmadıları bütün gülücük/eri Ankara1nın muzaffer Cumhuriyet1ine yöneldi. ım Kemalistlerin en önemli saydıklan kapitülasyon konusunun Lozan görüşmeleri sırasında İslam kamuaylannda fa zla yankı bulmaması ilginçtir. Saltanat'la bilaferin aynlması, cumhuriyetin ilanı, hilafetin la�ı gibi konular üzerindeki tartışmave yayınlar­ la karşılaştınlırsa bunun yirmide, otuzda biri oranında dahi ele alınmadı� hayretle görülür. Bunun açıklamasını, Araplann «is­ tiklaP' ve «istiklali tam»kavramlanndan çıkarabiliriz. İlk deyim, bir himayecinin kontrolündeki siyasi ve ekonomik alanlarda kı­ sıtlı özerkli� ifade etmektedir. Suriyeli el Muktabas başyazannın dedi�i gibi «Himayecinin getirdiği özgür/üP yeterli görülmek­ tedir. Misakı Milli'nin yani Türklerin istiklal dedi�ne ise Araplar «istiklali tam» diyorlar. Bu anlayış çerçevesinde, Kemalistler eko­ nomik ba�msızlı�a öncelik verirken Araplann bunu anlamaması ve salt dini açıdan bakarak eleştirilerüretmeleri do�al olmaktadır. Olaylara tam İstiklal de�il de İstiklal açısından bakışın ilginç bir örne�ine Ankara'daki içki yasa�ının yeni kurtanlan yerler ve özellikle İstanbul'a uygulanmasına gösterilen tepkide rastlıyo­ ruz. Ankara'da yasak varken M. Kemal'in içkisine devam etti�i o

------� 130 �------OSMANLI'DA

ULUSAL EGE MENLiGE YÖNELiŞiN AŞAMALARI dönemde de yaz1lmışnr. Buna ra�men karar bir dinsel nitelikle Araplarca benimsenmiştir. İstanbul'a da uygulanınca Mısır'da ahlaki niteliğiyle alkışiandı ve aDarısı ba1ımıza» türüyayınlar ya­ pıldı. Karann Türkiye'yi ilerietmek ve halkın çıkarlan için çalış­ mak amacıyla alındı�ı, Osmanlı İmparatorlu�ndaki din anlayı­ şının bunu kolaylaşurdı�ı belirtildi. Oysa yasa�ın Fransız Ticaret Odası başkanının en çok üzerindedurdu�u ithal içkileri engelle­ mek, bunlara ödenen düşük gümrü�ün kaldırılmasından çıkacak engelleri aşmak amacı güttü� bellidir. Yani ulusal ekonomi kurmanın ve kapitülasyonlarla savaşın bir parçasıdır. Nitekim kı­ sa bir süre sonra içki yasa� kaldırılmış ve bütçenin en büyük ge­ lirini sa�layan inhisarlann, yabancı üretimiere benzeyen ( Konyak yerine Kanyak gibi) yerli içki üretimine geçtiği bilinmektedir. Lozan'ın ertesindeA�a Han abütün Müslümanlara» başlı�yla yayınladı� bildiride, Türklerin haklannı elde etmesini İngiltere ve Fransa'nıniyi niyetinin ürünüolarak açıklamışur. Bununla iyi niye­ tİn bir gün di�erlerine de yönelebileceği anianimakistenmektedir. Kitlelere Türk örneğini izleme önerisinde bulunmaması, aksi­ ne sadece dini eylemleri frenlemelerini istemesi, tam himayecinin arzuladı� bir politikadır. Sonra İngiliz çıkarianna uygun düştü­ �ünde hilafet konusunu ünlü mektup olayıyla kendisi kamuoyuna mal edecektir. Bu oyunu aynarken A�a Han, toplumunun ekono­ mik ba�msızlı�nı arka plana iten davranışının mutlaka fa rkınday­ dı. Daha 1922 Mart'ında ArnoldToy nbee, Hilafet Hareketi lider­ lerinin İngiliz hükümetine yolladıklan mesajı de�erlendirirken, di­ ni temalardan (hilafet, hilafet başkenti, kutsal şehirler) bolca bah­ sedilmesine karşılık kapitülasyonlardan hiç bahsedilmemesine özellikle dikkati çeker: ccBunların büyük iinemi vardır. Kapitülas­ yonlar sultanın dini prestijini etkilemez ve onun için pek az siyasi sakınca yaratır, ama Türk halkının (Kemalistler anlamına) gii­ zünde hem uygunsuz hem de a1ağılayıcıdır. Hindistan'daki Müs­ lüman kesimin ekonomik ögeyi ikinci planda tutmasına karplık Gandhi'nin sö'mür,geyiin etimini ekonomik boykotla vurmağa çalıl­ ması arasındaki fa rka i1aret etmeyiyararlı buluyoruz».

------1 131 �------ll ıı �·ll•l.ııl•ıın• Orıı��i Olarak

<. ll M ll ll ll 1 Y E T I N İ L K O N B E Ş Y ı L ı

Kapitülasyonlara Tepkinin Genelleşmesi İslam dünyasına gelince, eski sömürgelerde kökleşmiş imti­ yazlar aynen devam ederken yeni himayeye alınanlarda da bun­ lar için düzenlemeler yapıldı. Örne�in Fransızlarca Suriye ve Lübnan için yabancılann uyacaklan hukuk kurallan saptanıp ilan edildi. İttihatçılar döneminde kapitülasyonlann kaldınlmış ol­ masına tanık olan halk, özgürlü�ünü getirdiğini iddia eden ya­ bancı yönetimin bunlan yeniden canlandırmasına tepki göster­ mekten kendini alamadı. İttihatçılarla ba�ı bilinen ihtilalci Arap­ lardan Şekip Arslan 1922'de Almanya'da düzenledi�i Do�u Halklan Kongresinde bir çok istek arasında ba�ımsızlı�ın yanı sıra kapitülasyonlann kaldınlmasını da istedi, ancak ülkesinde fa zla yankı yaratabildi�ini söylemek güçtür. Asıl ilginci, gözü ka­ palı Fransız yanlısı bilinen kesimin de kanlmasıyla bütün Suriye ve Lübnan'ın, Güney Amerika pasaportlanyla ülkeye dönen eski Araplann kapitülasyon haklanndan yararlanmak istemelerine tepki göstermiş olmasıdır. Sayılannın onbin oldu�u söylenen bu eski Araplann isteklerine karşı gerekçe gösterilirken her fİrsatta Osmanlı yasalan öne sürüldü: «Biliyoruz ki, Osmanlı yasaları keyfi uygulamalara izin ver­ miyordu. Türk rejimi altında dı1arıdan yabancı pasaportla gelenler, ancak belgeleri İstanbul Dıfifleri Bakanlığınca onay­ lanmı/sa kapitülasyon rejiminden yararlanabiliyordu. Aksi halde ya vergileri ô'demek ya da ülkeyeyerlq mekten vazgeçmek durumundaydılar. » 28 1923 Temmuzunda bir gün bazı İtalyanlann Beyrut'ta sarhoş olup sokakta havaya ateş etmeleri ve uyaranlara «pjs Suriyeli/er» diye hakaret etmeleri, götürüldüiderikarakoldan konsolosluk ka­ vası tarafindan hemen çıkarılmalan, barda�ı taşıran son damla ol­ du. Fransız yanlısı Reveil bile «Lozan'dan sonra kapitülasyonlar» adlı başyazısında Türkiye'de sona eren bu rejimin ülkede V ene­ zuelalı, Brezilyalı, Uruguaylılar için devam etmesine isyan etti:

------� 132 r------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖN ELiŞiN AŞAMALARI

«EBer 24 Temmuz 1923'e kadar (Lozan'a) Osmanlı sayılıyor idiysek, kapitülasyonlar bizde de bitmil demektir. Yok Fransa geldiğinden beri Osmanlı değil idiysek yine ilgimiz olmamalı. Oysa bd/d devam ediyor. Acaba suçumuz Türkler gibi düfün­ memiz mi? ( ...) Bu rejimin bd/d deTJamı, biz Lübnanlı/ar için sadece bir a1ağılanma olduğu kadar, sava1 öncesi Türkleriyle aynı ahlaki düzeye konan ve bugünkü Türklerden daha a1ağı bir yerde duran Fransızlar için de a1ağılayıcı niteliktedir. (... ) Bize negibi bir elqtiri yöneltilebilir? Türklerin eripikleri (mü­ cadele vererek) kazandıkları bizim ise yabancıların onayını zorlamak için hiç bir 1ey yapmamamız değil mi? (... ) Ama bu çağda artık en güç/ünün mantığı tezi i!lememelidir. »29 Ayrıca düzenlernelerin kapitülasyonların hiç kalkmaması kor- kusunu da yarattı�ı anlaşılıyor: (Reveil, 2.8.1923) «(Himaye yönetimi) siyasi eğitimimizde mükemmeliyete eripi­ ğimizgünde, en azından Türklere e1it sayıldığımızda, ülkemi­ zi terk edecektir. Ama imtiyazlar devam edecek. O zaman ka­ pitülasyonlara sahip devletler ne gibi bir hakka sahip olacaklar­ dır (... ) Türkler Avrupa'nın takdir ve hayranlığına bizden fa z­ la layık sayılıyor, oysa bir zamanlar uygarlık ve eğ itim düzeyi­ miz açısından Türk'den üstün olduğumuzu ileri sürer/erdi. » 30 Bu tür tepkileri himayeciler hemen tatmin etme�e yanaşmadı- lar, Türkiye'nin kendi olanaklarıyla kalkınmasının imkansız oldu­ �unu kısa zamanda fa rkedece�i ve yabancı sermaye ile tekniği is­ ter istemez geri ça�ıraca�ı kanısındaydılar. O zaman da imtiyaz­ lar yeniden gündeme getirilecekti. Bu sebeple Sovyet deneyimi­ nin başarısızlı�ına bir göz atması Ankara'dan isteniyordu. Buna, Türklerin esasen işletme konusundaki yetersizlikleri ve «aptalca fa natik bir ulusçuluğun kurbanı olarak dı1arı kapandıkları»tezi de eklendi. Ülkedeki karmaşanın uzman eksikliğinden do�du�u ileri sürülüyordu. Misyoner okullannın kontrol altına alınması Fransızların yanısıra Amerikalılan da protesto korosuna kattı. Çı-

______, 1 33 r------ll ı ı • 11 .ı • 1 1 • ı ın • O ı ıı < � ı O 1 a r a k II MIIIII\IYFT IN İLK ONBEŞ YILI karcı ve duygusal eleştiriler ön plana çıku. Türkiye'nin laikliğini ilan etmiş oldu�u bilindiği halde dini taassup tezine kılıf arandı: «'Tü rkler eski anlamda dini fa natik deği� siyasifa natik oldu. M. Kemal ve çevresi belki dogmatik İstdmi açıdan ateistsa yıla­ bilir/er, ama bütün Doğuda siyaset ve din özdqlqtiğinden, bir dini fa natik kendini siyasetle ifa de edebileceğigibi, bir siyasi fa ­

natik de dinle ifa de edebilir. Açıkça fa zla tercih hakkı yok.» 31 Himayeci güdümündeki basın Türkiye'deki iktisadi bunalımı bir yandan azınlıkların çıkanlmasına ba�larken, di�er yandan da 12 yıldır süren savaşları unutup Türk Ha lkının Büyük Sefaleti)ni adeta ders alınmasını istercesine vurguluyordu. Bu iktisadi çökü­ şün Türkiye'nin sömürgecilerce işgaline yol açabileceğini dahi 1926'da şöyle ileri sürdüler: «Near East'teki bir banazı, çalı1kan ve ilerlemek isteyen bir halk için Küçük A.ıya)nıngenil topraklarının ideal bir yerlq­ me yeri olduğunu kaydediyor. Bu ülkenin geleceği Türk hükü­ metinin elindedir. Eğ er halkını tatmin için akıllıca davran­ mazsa az zaman sonra bir ba1ka ulus buna girifir. Ülkenin güçlerini değersiz sorunlara yöneiten Kemal'in radikal re­ fo rmları ve yabancıları ülkeyi terke zorlayan düfmanlık, Tür­ kiye)nin kendi kendini yönetemeyeceğinigösteriyor. Bu durum­ da İtalyan/arın, olgun meyveyi toplayacakları günleri sayıyor

olmaları 1aprtıcı değildir. » 32 Bütün bu eleştiriler, Türk'ün haddini aşması ve aşın gururu temalanyla birlikte, himaye altındaki ülkelerin Fransızca ve İngi­ lizce yayınlan gibi Arapça'da da yer aldı. HedefinTürk'e ve ça�­ daşlaşma eylemlerine nefret yaratmak oldu�u açıku. Yan etkile­ rinde başarılı olmakla birlikte bu çabalar 1914'den beri kapitü­ lasyonlann kaldırılması deneyimini yaşamış kitleleri kandırama­ dı. 1926 ve 1927'de Do�u Alemini bunlardan kurtulma hırsının sardı�ını sömürgecilerin sözcüsü Near East'de gördü: «Son aylarda Doğunun bir çok ülkesinde kapitülasyonların kaldırılması için yeni bir akım belirdi. Kısmen Çin)deki olaylar, kısmen Bolfevik kı1kırtması var ama, muhtemeldir ki

------�: 134 r------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

en büyük etki Lozan'da kapitülasyon rejimini silip atan Tür­ kiye örneğindendo ğuyor. (. .. ) Ciddiyet/e dikkate alınmasıge­ reken bir a1amaya Parıldı. (.. .) Tep ki en çok İran, Mısır Pe Hicaz'da Par. Eski alıfılmıf, ko1ullar uygun değil, yanıtı ar­ tık yeterli değil. ... ( ) Türkiye, İran ya da Mısır'dan daha ile­ ri olmadığına göre, birine kabul edilenin diğerlerine reddedilmesi uygun görünmez. (. .. ) Kapitülasyonların kaldı­ rılması acil sorun değilse de, biz Batılılar için, Doğunun ge­ leceğini kendimizin söylemesi, onu Doğululardan iptmemiz­ den daha yararlı olur. » 33 Yan -resmi bir yayındaki bu açıklama, bir yandan Türkiye'nin Lozan'da başlattı�ının zincirleme etkisinin durdurulamayaca�ını gösterirken, di�er yandan geleceği görme yetene�ine sahip me­ kanizmaların önlem alma zekasını da kanıtlıyor. «'Türkiye gibi zorla nasıl olsa alacaklar, bari biz kendimize uygun bir 1ekil pe­ re/im» mantı�ı siyasi/askeri sömürgecilikten salt ekonomiye da­ yalı sömürgecili�e geçişin ilk işaretlerinden sayılabilir. İtalya'nın ünlü diplomatlanndan Kont Sforza da vanlan noktanın L. Geor­ ge'un zorlayıcı politikasının sonucu oldu�unu belirtmiş ve ekle­ miştir: «liJzan'da Türkiye'nin bütün hakları kabul edildikten sonra bunların Çin'e reddi akılcı olmaz; üstelik Çin saPafta müt­ tefikimizdi. .ı;ı• Hicaz'da durum, Hüseyin'in uzaklaşnrılması ve İbni Su­ ud'un krallı�a girmesiyle belirdi. Birincisi, savaş içinde Mısır'da­ ki İngiliz Yüksek Komiseri yaptı�ı yazışmalarda bazı düzenleme­ leri istemişti. Oysa İbni Suud kapitülasyonlann tümüyle reddini istiyordu. İngilizlerle özel anlaşmalar yapmaktan geri kalmamak­ la birlikte, çok eleştirdi�i Hüseyin'in himaye altındaki durumun­ da görünmek niyetinde değildi. Kapitülasyon olaylan içinde en az ilgi toplanuş olanı budur. Zira krallı�ın petrol araması konu­ sunda İngiliz ve Amerikan şirketlerine verdi�i imtiyazlar genel kapsamlı olmadan bu araştırmalar çerçevesinde devam etmiştir.

------; 135 r------ll ı ı � • a ıl • 1 1 • 1 m • O r ıı c lt i O 1 a r a k c: ll M ll ll N. 1 Y E T i N İ L K O N B E Ş Y I L I

Mısır'da Kapitülasyonla Uzun Savaş Mısır'da sorun hayli sancılı bir süreç geçirdi. Hükümetin, Lozan'dan önce himayeci devletle ilişkileri düzenleyen bir anlaş­ ma imzalamış olması, sorunu yeniden gündeme getirmeyi zor­ laştırdı. Ancak geride kalınnuş olduğunun fa rkedilmesi doğal olarak rahatsızlık yarattı. Hem hilafete, hem de Arap liderliğine talip olurken, Avrupalılardan aşağı sayılmak tabii ki inandınalığı azaltıyordu. Ulusçu eğilimi ile tanınan Leva gazetesinin «'Türk hükümetinin yabancılara davranı1ı» konusundaki bir yorumu (15.3.1926), Mısır'daki bunalımı iyi yansıtmaktadır: c'Türk halkının çıkarlarını korumak için Türk hükümeti ger­ çek bir vatanseverlik duygusuyla hareket ediyor. Türklerin eko­ nomilerini geliftirmelerine ve açgözlüyabancı sömürücü/erin etkisinden kurtulmalarına yarıyor. (.. .) Böyle bir durumu dik­ kate alıp kendi halimizi değerlendirelim. Görmüyor musunuz ki, Mısır, Mısırlı olmayanlarca sömürülmektedir. ( .. .) Herkes kendi ülkesi için çalı1ır. Yunanlı Yunanistan, Fransız Fran­ sa, İngiliz İngiltere için. Oysa Mısırlılar çalılmalarından az çıkar sağlıyor/ar. Kendimize nasıl bağımsız diyebiliriz? Türki­ ye'ye bakınızve politikasından ders atınız. Ya kın zamana ka­ dar Türkiye bizimle aynı durumdaydı, ama 1imdi görüyoruz ki, yeniden doğu1undan beri çok daha güzel günler ya1ıyor. (... ) Bu davranı1ı yabancılara düfmanlığından değil, gerçek vatanseverliği ve gerçek bağımsızlığındandır. (.. .) Kapitülas­ yonların kaldırılmasından sonraki Türkiye'de tablo karanlık, ama denebilir mi ki bu kapitülasyonların iptalinin sonucu­ dur? ( ... ) Durumun bozukluğunu kapitülasyonların kalkma­ sı dolayısıyla ülkeyi terk edenlere bağlamak yanlı1 olur. » 35 İstiklal ile Tam İstiklal arasındaki fa rkın bilincine varılması İngiliz yönetimini hayli rahatsız etti. Mısır'daki İngilizler Birliği tarafindan 1926'da düzenlenen bir toplantıda, Daily Teleg­ raph'ın Kahire muhabiri W.E. Drakeford'a kapitülasyonlar kal-

------� 136 �------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiGE YÖNELiŞiN AŞAMALARI kınca Türkiye'nin refa h ve ticaretinin nasıl yıkıldığı, Mısır'ın ay­ nı tehlikeyle karlılalabileceği konusunda konuşma yaptınldı. Bu­ nun Mısırlı aydınları etkilediği söylenemez. Türkiye'de ortadan kalknuş bir uygulamanın kendilerinde de kaldınlması için Millet­ ler Cemiyetine ve Parlamentolararası Konferans'a başvurdukları görüldü. İran nota vererek imtiyazları kaldıracağım bildirince Mısır'da kızgınlık daha da arttı. l928'de El Alıram «Kapitülas­ yon sistemi bir dü1mandır, ortadan kaldırılmadıkça Mısırlılar asla ba1arılı olamayacaklardır» diyor ve ekliyordu: «Neden Mı­ sır buna tahammül etsin? Türkiye, İran ve diğerülkelerce alınmı1 bir kararı alamayacak kadar zayıf mı? (.. .) Kapitülasyonların kaldırılması için sava1mak, bağımsızlık, adalet, özgürlük ve qit­ lik için sava1maktır. ,..;6 Mısırlılan böyle bir gerginliğe yönelten, Dünya Savaşım sona erdiren Alman (Versay) ve Avusturya (St. Germain) antlaşmalan­ mn bu iki ülkenin Mısır'da kapitülasyon haklanm iptal etmesine karşılık birincisiyle l925'deki anlaşmayla yeniden bu hakiann ta­ mnması ve ikincisiyle görüşmelerin de l929'da aym sonuca var­ masıydı. Yani savaş müttefiki olarak İngiltere ve ortaklanna yap­ tığı yardımlar Mısırlımn statüsünü değiştirmiyar, yeniklerden de aşağı olmaktan kurtulamıyordu. Mısır hükümetinin ısrarlan üze­ rine himayeci devlet olarak İngiltere'nin l929'da önerdiği çö­ züm, o günkü haliyle kapitülasyonlan değiştirmenin şart olduğu­ nu kaydetmekle birlikte konsolosluk mahkemelerinin yetkilerinin yabancılann yasal haklanm koruyacak şekilde karma mahkemele­ re devrive böylece Mısır yasalanmn yabancılara da uygulanması­ m öngörürken, yeni sakıncalan da beraberinde getirdi. Konunun biruzmanı bununla karma malıkernelerin alanının eskisinden çok fa zla genişlemesi yani hukuk sistemi içinde yabancı varlığının da­ ha da artması sonucunun belirebileceğini saklamıyordu. Mısır'da kapitülasyonlann kaldınlmasının 8- lO yıl daha gecikmesi bu tür kelime oyunlannın sonucunda olmuştur.

------�: 137 r------ll ı ı � • ll ıl • 1 1 • ı ın J () r n c A i O 1 a r a k C U M ll U N. ı Y E T ı N İ L K O N B E Ş Y I L I

Tam bu sırada Türkiye'nin bütün uluslara tanınan karma mahkemede hakim bulundurma hakkını istemesi Baulılar karşı­ sında durmadan ezilen Mısırlılarda şiddetli bir tepkiye yol açtı. Ülkede yaşayan Türklere kapitülasyon hakkı tanınıp tanınmama­ sı konusu daha önce basında taruşmaya yol açnuş, hatta Kahire do�umlu olan ama hem Türkiye'de gazetecilik yapan hem de Mısır gazetelerinin muhabiri olan Ömer Rıza'nın (Do�rul) Tür­ kiye'de mahkemeye sevkine sebep olmuştu. Mısır'daki Türk dip­ lamatı Muhittin Paşa'nın isteği anlatırken en uygun kelimeleri seçememiş olmasının gerginli�i artırdı�ı kanısı do�uyor. Ama Mısırlı düşünürlerin de aşın hassasiyet içinde konuyu sapurdık­ lan, bir gurur meselesi haline getirmelerinden anlaşılıyor. Es Si­ yasa'nın yorumu bunun en belirgin örne�i: «A lmanya ve Avusturya)'ayeniden verdik ama onlar eskiden de kapitülasyon kullanır/ardı, oysa Türkiye kapitülasyonları üzerimize yıkıp bırakandır. Dolayısıyla, Mısır'dan daha üs­ tün olduğunu iddia edemeyecek bir ulusun vatandaliarına yani Türklere imtiyaz tanımaya ne maddi ne de manevi ge­ rekçe bulunamaz. Ve onlara Mısırlılardan daha üstün haklar tanınamaz. Ayrıca Türklere, kapitülasyonların temelde Müs­ lümanlarla gayri-Müslümanları ayırmak amacı güttüğünü ve birbirinin fa rkından ilerigeldiğini anı msatmalıyız. Biliyo­ ruz ki bugün Türk, İslam dünyasının duyguları ve sempatisiy­ le pek ilgili değil; sanmıyoruz ki, Müslüman Türk halkı evri­ minde ve yenilqmesinde özel gelenekiere sahip olmu1 olsun. Yi ­ ne sanmıyoruz ki Kemalist Türkiye'nin vatanda!ları, Mısır kuralları ve geleneklerine uymakla, Türkiye'de buldukları gü­ venlik, refa h ve korumadan mahrum kalsın/ar. Bize öyle geli­ yor ki Türkiye)'iMıs ır'dan bu isteğeyöneiten siyasigururudur. Ama tekrarlayalım ki, Cumhuriyet Türkiyesi imkansızı istiyor ve istekleri hiçbir Mısır hükümeti tarafindan, hiçbir sebeple ve hiçbir firsatta kabul edilemez. » 37 cB ir Türk vatandalının davasında Türk konsorosluk temsilci-

______, 138 r------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI sinin bulunması ve böylece Mısır'ın egemenlik hakkının rencide edilmesinin düfünülemeyeceği' de resmi makamlara atfen açık­ landı. Türkiye'nin prestijinden bahsedilmesi kızgınlığı daha da artırdı: «Mısır bunu egemenliğinemüdahale sayıyor. Eğ er Türkiye'nin gururu varsa Mısır'ın da var. Mısır'daki ya'l]ı sistemi Türk ya'l]ı sisteminden a1ağı değildir, adaletleri de tartıfılamaz. Oysagünümü zde Kemalist rejimde Türk hakimlerinin rüfVet­

çiliğindenbahsedili yor. .ıın Zamanında tam bağımsızlığını istememiş olan, Baulıya her imtiyazı tanımayı doğal sayan bir Doğulunun bir diğer Doğulu karşısındaki aşın tepkisi, ancak kusurunu örtme psikozu ile açık­ lanabilir. Özellikle ki, Türkiye'nin istediği kapitülasyon hakkı el­ de etmek değil, dünyadaki herhangi bir insandan aşağı sayılma­ maktan ibaretti. Türkiye Mısır mahkemelerinin yargısını reddet­ miyar, sadece karma mahkeme durumunda (yani içinde bir de Avrupalı hakimin bulunduğu ve kapitülasyonlann işlediği du­ rumda) kendi yetkilisinin de hazır bulunmasını istiyordu. Nite­ kim Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Mısırlılann yanlış anla­ maya yöneldiğini el Alıram muhabirine kesin şekilde açıklamışur: ((Gazeteniz Türkiye'nin Mısır'daki karma mahkemelere bir Türk hakimin atanmasını istediğini, Türk vatandallarının da Avrupalılar gibi kapitülasyonlardanyararl anmasının ar­ zulandığını yazdı. Ya nlıf haber. Türkiye'nin bunlardan kur­ tulmak için neler çektiğini siz bilirsiniz. Mısır'da kapitülas­ yonların kalkması için ilk oyu ben vermeye hazırım. Ama va­ tandaflarımızın ba1kalarından daha az hakka sahip olması­ na da kar1ıyız. Eğ er bize bir Türk vatandalının karma mah­ kemeyegô "nderilmeyeceğigarantisi verilirse yerli adaletin hu­ zuruna çıkarıimalarına razıyız. Ama eğer karma mahkeme­ ye gönderilecekse o zaman rakibininki gibi Türk hakiminin de bulunmasını isterim. Bununla yeni bir 1ey istemi! değiliz, sizin mevcut sisteminize uyuyoruz. Mesela Lotus gemisi davasında

------�: 139 �------Dir <_: aAt.l•ılaıına OrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Lahey mahkemesi bizden Türk hakimi de istedi. Ba1ka bir yol gösteren olursa kabul ederim.» 39 Bu yanıtta Mısır'i kapitülasyonlara karşı kışkırtmanın akıllı bir taktiğini hissetmernek mümkün de�il. Sorun hemen çözüleme­ miş, 1930'lu yıllarda da taruşma devam etmiştir. HattaMısır'da şeriat mahkemelerinin Türk Medeni Kanunu'na göre karar ver­ mesinin ülkenin çıkanna olaca�ı, böylece kapitülasyon ve konso­ losluk mahkemeleri ayncalıklarının aşılabileceğini ileri sürenler de çıku. Çekişme Avrupalıların 1937'de kapitülasyonlann kaldı­ nimasını kabulüyle sona erdi. İran'da Hızlı Çözüm İran'da ilk kez 1921 'de Ziyaeddin'in kısa başbakanlı�ı sıra­ sında kapitülasyonlann la�ı tasarlandı ama olaylar uzun süre tekrar ele alınmasını engelledi . Rıza Şah Pehlevi saltanatını pe­ kiştirdikten sonra, sadece Sovyetlerin vazgeçti�i, Türklere de esasen mevcut olmayan kapitülasyonların kaldırılması için hare­ kete geçti. 26 Nisan 1927 günü Teşkilatı Cedidi Adiiye töreni vesilesiyle yapu�ı konuşmada adalet bakanını bu işle görevlen­ dirdi�ini açıkladı. 40 Hazırlıklar yapılacak, adalet sistemi ça�daş­ laşunlacak ve imtiyaz anlaşması olan devletlerle yeni anlaşmalara girişilecekti. Süre olarak 1 O Mayıs 1928 belirtildi. Sitare-i İran gazetesi olayı şöyle sundu: «ilk olarak 1828 Türkmençay antla�sıyla Ruslara verildi. (. . .) Asılgülünç ve utandırıcı olan son sekiz yılda kapitülasyon hakkının kendileri kapitülasyona tabii ülkelere verilmil olma­ sıdır. 19201de 1imdi kendi ülkesinde bunu kaldırmaya çalı1an Çin1e tanındı ve 192Jlde Türkiye ve Afga nistan1a. (.. .) Şu sı­ rada sadece İran1 Mısır ve Arabistan1da devam ediyor ... » İran bunun için gerekli ça�daşlaşma düzenlemelerini hazırla- malan için ABD'den maliye, Belçika'dan gümrük uzmanlan ge­ tirtti ve ülkede ça�daş nitelikli hukuk okulu açu. Baulılar, «Tür­ kiye1nin Lozan1da kazandığı zaferin ve Çin1deki son durumun

140 1------OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI bu girilimin kiikeninde olduğu muhakkaktır. » yorumunu yaptı­ lar. Bir Arap yarumcu da «Lozan antialmasıyla Türkiyeıde kapi­ tü/asyon rejiminin sona erilinden sonra bunların İran'da daha uzun süre kalması mümkün değildi. (-..) İran, Türkiye ve Çin gi­ bi Batılı devletlerle elit sayılmak istiyor» görüşünü ileri sürdü. lO Mayıs l928'de İran Meclisi la�ı resmen ilan etti,ancak İngilte­ re ile yapılan 11.5.1928 antlaşmasıyla sistem yumuşatılarak özel nitelikle devam ettirildi. Yine de İran, Batıdan her gelenin üstün sayıldı�ı bir ülke olmaktan kurtulmuş oldu. İlginç olan Fran­ sa'nın İran'da kapitülasyon hakkından vazgeçerken Mısır'dakini bırakmayaca�ını ısrarla belirtmesidir. Mısırltiann gerginli�inde bu hususu öncelikle dikkate almak gerekiyor, sanınz. 25 Yıllık Öncelik Avrupa'nın daha Lozan'dan önce başlattı�ı «kapitülasyon, azınlık ve yabancılardan vazgeçerseniz batarsınız» kampanyası Türkiye'nin savaş ve göçlerden do�an kritik dönemi atiatama­ ması umudunun yansımasıdır. Bu birkaç yılı atlatırsa «A vrupa devletleriyle ta m qit tek Müslüman devlet» niteli�i pekişecek «Kapitülasyonların kalkıpyla Batı ile Doğunun qit kolullarda tam anla1ma denemesi11nin örnel9 olacaktı. Böylece «İslam tari­ hinde bir diinüm noktası olupuran yeni Türkiye, ileride diğer Müslüman toplumların kendisini izleyeceği bir yolu açmı1 oluyor­ du. 11Himayeciler l930'lara kadar antipropagandayı sürdürmele­ rine ra�men, daha l920'lerin ortasında Türkiye'nin batmamayı sa�layacak bir kararlılık, kadrolaşma ve sistemle davrandı�ını da itiraftan geri kalmadılar. Türkiye'deki Yabancılar konusunu işle­ yen Times l926'da bunlann düşüncelerini şöyle aktanyor: «Piyasanın tanınmı1 tüccarları 'kendi geleceğimiz için kii­ tümser olduğumuz oranda, Türkiye'nin geleceği için iyimse­ riz' dedi. Doğrusu istenirse Türkiyeınin durumu hiç de fena değil, en iy i devresini ya1ıyor. Sorun yabancıların ülkenin ba­ !arılıgeli!mesine katkıda bulunmalarına izin verilip verilme-

------; 141 r------Bir Ça!!;daşlaşma Örnc!!;i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

yeceğidir. Ya bancı yardımı ile Türkiye sava1 sonrası Avrupa1- sı ve Asya1sında yararlı bir unsur haline gelebilir. Aksi halde olası refahı da prestiji de zarar görür.» 1 41 İngiliz iş çevreleri her alanda tekeller kurulması ve yönetim­ lerinin Türklere verilmesinden şikayetçidirler. Türkiye ile di�er Yakın ve Ortado�u ülkelerininkapitülasyon­ lan kaldırmaktaki fa rkı, Türkiye'de yabancıJann ekonomi, maliye ve ticaret üzerindeki kontrolünun tamamen kınlmasına karşılık di�erlerinde, bazı ayncalıklardan vazgeçilirken bu kontrollerin ya­ bancılarda kalmış olmasındandır. Kemalistler, hem yerli sermaye ve iş adamı oluşmasında hem de sanayileşme alanında İttihatçıla­ nn başlatn�ı politikayı devam ettirdi, hatta daha da ileri götürdü­ ler. Türkiye Cumhuriyeti,yabancı ticaret odalannı, ticari yazışma­ lan, kabotaj hakkı, maden arama ve işletmelerini kontrolüne ala­ rak, ekonomi ticaretve maliye alanlan üzerinde devlet olarak ege­ menliğinitamamladı . Başlangıçta bu alanlan yerli özel sektöre bı­ rakan devlet, 1929-30 Dünya Krizi sırasında, kendi katkısı olma­ dan en büyük özlem olan sanayileşmenin gerçekleşemeyece�ini fa rk etmiş ve devletçi politikaya yönelmiştir. Sovyetler Birliğinin önemli katkısıyla ve demiryollan inşaaunda devletin girişimiyle, Türkiye sanayileşmenin en önemli adımım 1930'lu yıllarda atu. Daha sonraki aşamada çok önemli olan alt yapı (dokuma, şeker, demir-çelik sanayileri) ve yabancıya ihtiyaç göstermeyen teknik kadrolar, bu dönemde yetiştirilmiştir. Kapitülasyonlar kalkmadık­ ça bunlann gerçekleştirilmesi mümkün de�ildi. Kapitalist dünya, hem manu�ına aykın oldu�u, hem de örnek olmasını arzulamadı�ı için 1920'li yıllarda bekledi�i çökme ger­ çekleşmeyince, olaya gerçekçi bir şekilde bakmaya yöneldi. 1929 Dünya Ekonomik Krizi günlerinde Başbakan İsmet İnönü'nün bir yabancı yayında (Zeitschrift fur Geopolitik, Mart 1929) hala ccsiyasi durumumuz iyi ama ekonomik durumumuz çok iyi deği�· yabancı sermayenin çiizüm olduğuna inanmıyoruz, geleceğimizin ip otek altına konmasını istemiyoruz; yardımı, siyasi ve ekonomik

------�: 142 �------OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiOE YÖN ELiŞiN AŞAMALARI bağımsızlığımıza zarar vermeyecekse kabule hazırız» demesi ola­ ya daha bilimsel bakılması sonucunu verdi. Cumhuriyet'in lO. yı­ lı ve sonrasındaki değerlendirmelerde büyük bir objektifliğe rast­ lanır. "Sanayilqiyorlar», « 15 yıl önce yok olma noktasındaki bir ül­ ke için küçümsenemeyecek ba1arı», "10 yılın sonuçlarıyla hayal kı­ rıklığına uğ ramadılar, bugün Türkiye Cumhuriyeti Uluslar Top­ luluğu)nun değerli bir üyesidir, vas at bir Türk erkek ve kadınının ya1amı da eskisininkinden daha güvenli, daha özgür ve daha do­ ludur» şeklindeki yargılar bir zamanlar hep kötü gören İngilizle­ rin simgesi Times'a aittir (29.10.1932, 28 ve 29.10. 1933). Tür­ kiye'nin ne Faşist ne de Komünist olmayan bir yöntemle sanayi toplumunun temellerini atuğını ve bunu planlı devlet kapitalizmi ile özel mülkiyeri bağdaşurarak gerçekleştirdiğini Amerikalılar vurguluyor (Harry Howard, Current History, Ekim 1936). Ro­ bert L. Baker da aynı yayındaki bir dizi yazısında (Ocak, Şubat, Mart 1934) aynı temayı işledikten sonra ekliyor: «'Türkler ne yap­ tıiarsa kendi kaynaklarıyla yaptılar, yabancı parasıyla olacak ka­ dar hızlı değil ama yine de mutlu edecek bir kalkınma.» Avrupalılar, Türkiye'nin yatırım için yabancı sermayeye ihti­ yacı olduğu iddiasında haklıydılar. Ancak hem mali, hem sınai hem de ticari alanda uzman kadrolarını yetiştirmedikçe ekono­ minin dışa açılması gerçekten tam teslimiyet olurdu. Lozan'da­ ki ısrarın da anlanu kalmazdı. İttihatçılarla başlayan milli serma­ ye ve sermayedar yetiştirmeyöntemi bu kampanyayla mümkün­ dü. Kemalistler bunu bütün gelişmekte olan toplumlar için ge­ rekli bir ilke saynuşlardır. İnkılap dersinde Recep Peker "Türk devriminin, her ulusun ya1ayıpnı kendi vasıtalarıyla temin etme­ sini istemesi, harp sonrası Avrupa)sında büyük değifiklikler yap­ tı»�2 diyerek bu anlayışı özetlemiştir. Bu açıdan l928'de Ame­ rikan Ford şirketinin tekel olarak Türkiye'de otomobil sanayii kurma önerisi ilgi görmezken, bunun Arap kamuoylarına, kabul edilmiş gibi sunulup örnek sayılmasının istenmesi ( 'Türkiye bü­ yükgiri!imler yoluna girmil bulunuyor, umut ederiz ki biz de ek o-

------�: 143 �------ll ı r �· • lt ıl • ı 1 • ı rrı .ı () r n r lt i O 1 a r a k C U M ll U R 1 Y E T i N i L K O N B E Ş Y I L I nomik ya1amımızın geleceğinigüvene alacak cesareti gösteririz» - L'Orient, Beyrut, 20.10.1928- ) Türk çağdaşlaşmasında devlet­ çiliğin rolü ile himaye altındaki İslam toplumlarında egemen ik­ tisat anlayışının fa rkım yansıtıyor. 1934'de Mısırlı gazetecilerin Türkiye'yi ziyaretlerinde «A nkara/ı meslektaliarı onlara; Mısır pamuğunun Mısır1da i1lenmesi1 Mısır ekonomik azadlığının en tabii fo rmülüdür demi1lerdi. Mısır pamuk sanayiine enerji kay­ nağı olarak da mübarek Nil giisterilmifti. Tıpkı bunun gibi1 Irak1dan Sina sınırlarına kadar olan yerlerde doğacak bir sana­ yinin en tabii enerji kaynağı da petro/dür. » Bağımsızlıklanna, kaynaklanna ve sanayilerine kendileri ege­ men olmak yolunda Yakın ve Ortadoğu toplumlannın gerçek savaşlannı 19 50'lerden itibaren vermeye başladıkları anımsan­ malıdır. Lozan'ı izleyen 15 yıl içinde Türkiye siyasi ve iktisadi is­ tikrarı ve askeri gücü açısından Avrupa'da aranan bir ortak ol­ muş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan değişik dünyaya, petrol zenginliği olmadığı halde, diğer İslam toplumlanndan çok farklı ve şüphesiz avantajlı bir yapıyla girmiştir. OSMANLI'DA

ULUSAL EGEMENLiCE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

Notlar:

KamilMahmud Halla, a.g.e., s. 155, Ten Years of World Cooperation,

London 1930, s. 337. . Kapitülasyonl!inn la�ı karannı veren lttihatçı hükümetin sadrazamı Said Halim Paşa, Islam ahlakına sanlma inancıyla tanındıp halde, ekonomik öğenin qnceliğini vurgulamaktangeri kalmamıştır: Batının ekonomik gücü arttıkça Işiarn dünyasınınki düştü ... Onlardan bu açıdan çok şey öğren­ meliyiz. Islam dünyasının maddi durumunun düşmesi politik yılcılması sonucunu yaratmıştır. Fakirliği ve araçlannın noksanlıp sebebiyle ikti­ darsızlığa duçar olunca Batı halklarının ihtiraslı eylemlerine karşı bağımsızlığını koruyamadı. Bu yüzden her türlü aşaplanmalara, felaketiere uğradı. (S. Halim, La Reforme des Soci�t�s Musulmanes, Orient­ Occident, no: 1, Ocak 1922) Almanlar, kapitülasyonlann kalkmasını kabul etmediyse de, kendilerine bir mektupla, diğerülkelerin .kabul etmesi durumunda, Almaniann da kabul etmiş sayılacağı bildirildi. Imtiyazlar, pratikte, savaş süresince devam etti. NE, 31.08.1922,.s. 273 NE, 7.09.1922, Istanbul'da 27.08.1922 tarihinde yazılmış. Yani Büyük Taarruzhenüz bilinmemekte. Şarki Ürdün emirliğinin ilk hükümederinin programiarnıda 'İngiltere ve Fransa ile iktisadi bağiann geliştirilmesi' kaydı vardır. El asar el KamileIii melik Abdullah el Hüseyin, Eldar el müttehide lilneşr, Beyrut 1973, s. 175. Fİ (Figaro), 22.09.1922, Henry Bidou .�L'Angleterreet I'Islam'. NYT, 27.09.1922; Johin M. Lippe, "Oteki Lozan Mtiaşması Amerikan Kamuoyunda ve Rt:smi ÇevrelerindeTürk-Amerikan Ilişkileri Tartışması", 70. yılında Lozan ... , a.g.e., s. 70-71; Lozan'da en önemli konu iktisattır, siyasi ve hukuki sayılan konular da sonuçta iktisadi çıkariann aracı olmuştur. Mesela ABD'nin gerçek ilgisi Musul petrolleridir. Washington Post, (3.01.1923) "StıTJtıfın ba1ından beri Amerikan Diplomasisinin temelinde petrol TJtırdı ve ABD'nin bütün davranıf/arı doğrudan ya da vasıtalı olarakpetrol ipne bağlıydı" diye yazmıştır. Musul'dan dışlandıp için ABD diğer konularla ilgilenmemiştir. Rt:veil de bir başyazısında (3.01.1923) §öyle diyor: rrPetrol, Lozan Konferansını en etkileyen konu. po ğusorunu Istanbul'dan Musul'a naklolundu. Fransa, Musul'u karplıksız Ingiltere'ye bırakan, sonra 'Pe trol bulunduğunu bilseydim' diye yakınan Clemenceau'yu_ affe tmiyor. Oysa petrol için stıvllf, daha dünya savtıpndan önce Fransa, Ingiltere, Almany!J arasında baflamı1tı. Şimdi ise Turkish Petrokum'dahak isteyen ABD, Ingiltere'nin Irak mandasını veto ediyor. » 9 J. M. Lippe, a.g.m., Tl 27. 11. 1922 başyazı; NYT 25.04.1922. 10 TE (Temps), 4 ve 5.11.1922 11 TE 16.11.1922 11 TE 24.11.1922 13 RE 28.11.1922; Fransa, ingiltere ve ABD'nin kapitülasyonlar üzerinde en ısrarlı ülkeler olması rastlantıdeğildir. Sermaye yatınmıaçısından (Lozan'la belirlenen Türkiye sınırlan için9e) Fransa 2,5 milyar Frankla birinci, Almanya 1,25 milyarla ikinci, Ingiltere 760 milyonla üçüncüydü (J.

145 Rir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y I L I

!tulnau, LaTurquie el la Guerre). Amerika'nın ilgisi ihracattay�. 1919'da Istanbu!'a yapılan 93 milyon TL miktanndaki ihracatın%26'sı Ingilizlere, %20'si ltalyanlar�, %9'u Amerikalılara aitti. 1920'de toplam miktar 176 ınilyona çıkmış, Ingiliz payı 29 olmuş, ABD %15 iJ.e ikinciliıe yükselmiş, Italya ise üçüncülüıe düşmüştür. 1921 başında Ingiltere ile ABD'nin %21 'ler ile başbaşa geldiıini görüyoruz. Bu bilgileri veren kaynak ekliyor; "Berlin ile Manila arasında, çoıu iş a�amı olan, yerleşik ile yan yerleşik en çok Amerikalının bulunduıu yer Istanbul'dur. Amerikan iş çevreleri, �usya'nın ekonomik kalkınması için merkez olarak kullanmak amacıyla Istanbul'a gelmiştir." (NIT 25.12.1921, Elmer Revis, 'Yankees in Constantinople'). Bu deıerlendirme, Sovyetler gibi Türkiye'nin de kon­ trolsüz yabancı sermayeye kapılannı kapaması karşısında Amerika'nın neden büyük tepki gösterdi�ni ve Lozan'ı onaylamadıpnı açıklamaya yardımcı olacaktır. 14 TE 27. 12.1922, P. Gentizon İstanbul'dan yazı; FI 6.11.1922, G. Vaulgues yazısı. IS TE 29.11.1922 16 TE 14.11.1922 17 TE 24.12.1922 11 TE 15.12.1922 19 Avrupa, kapitülasyonlan kaybetmemek için azınlık haklannı fe da etmekten çekinmedi. Bu yumuşama üzerine Türkiye de ılımlı koşullara yanaştı ve konu kapandı. Daha sonra Rum, Ermeni, Yahudi azıniıkiann bu haklanndan kendi rızalanyla vazgeçmeleriyle sorun ortadan kalktı. Konu üzerinde en ısrarlı ülke ABD olmuştur. ırA merika kapitülasyonların Rumların ve Ermeni/eringüvenliği için degerekli olduğuna inanıyordu ve ABD kamuoyunun tatmini için antlapnaya Hıristiyanları koruma hüküm­ leri konulmasını istiyordu ... Hıristiyan/ann korunması konusu Amirekan yatınmlarının ve ekonomik çıkarlarının korunması konusuyla birlikte yer alıyor ve aynı zamanda bunu merru kılıyordu. " (John M. Vander Lippe, a.g.m.). Ancak Lozanimzalanınca ABD de ısrann gereksizliıini farketti ve kapitülasyonlann kaldınlmasını onayiayan 6.08.1922 Dostluk ve Ticaret Antlaşmasını imzaladı. Ancak Amerika'daki Rum-Ermeni lobilerinin mily­ onlarca propaganda broşüründe 100-400 bin Hıristiyan kız ve çocuıun haremlerde igrenç ve korkunç Türkler tarafindanesir tutulduıu kampanyası sonucunda antlaşma senato tarafindan reddedildi. Ancak birkaç yıl sonra hemen hemen aynı şartlan haiz bir antlaşma yapıldı. Bütün bunlar o dönem Amerikasının politikadaki bilinçsizliıini kanıtlıyor. NE 27.01.1927'de şöyle yazar; ��"A BD kapitülasyonlarda ısrar ederek Lozan'ı reddetti. Herkesin 1923'de va:r,geçtiğ ini kendisinin alabileceğini mi zannedi1!Jr?" . 1 0 M. K Oke, Ingiliz Belgelerinde... , s. 504, Curzon'dan Lindsay'e, Lo­ zan'dan 5.02.1923 tarihli mesaj. ST 10.02.1923, 'Capitulations in Turkey'. Bu kampanyada inanılmaz suç­ lamalara rastlanır: "Antlaşma olmaması Türk heyetinin Misakı Milli'den bir tek kayıpla geri giderlerse öleceklerini bilmelerindendir. Gerçek yöneten güç meclis de�l, yaşamı aylığına, talanına ve rüşvet edayanan, sayılan SO bi­ ne varan Türk subaylandır. Halkı zorla soyarak yaşıyorlar. Bir yıl daha ayak­ ta duracak halleri yok. Subaylar Suriye ve Mısır'a akın yapıp çapul ile yaşa­ mak peşindeler." (Tl 8.01.1923)

------�: 146 OSMANLI DA

ULUSAL EGEMENLiGE YÖNELiŞiN AŞAMALARI

11 İsmet İnönü'nün Haoralan ... a.g.e., c. Il, s. 92-93. Zl Asia. Nisan 1923 u Asiatic Rı:wiew. Nisan 1923 ıs Costopoulo, Stavro, Empire de I'Orient, Paris 1925, s. 185; L. George'un görüşünü aktanrken NE (14.04 1924, s. 402) aklında yalnızca kendi kı.ısu­ runu örtmenin bulunduğunu belirtip ekliyor; ırBu konupnil Türklerin Ingi­ lizlerden fÜphelenmesinehak verdiriyor. DAynı yayın Türklerin ingilizleriırk­ lannın en büyük düşmanı saydıklannı da kaydediyer (25.12.1924, s. 662). L. George görüşlerini 1923'ün sonunda yayınlanan 'ls it Peace?' (Bu da Banş ını?)kitabında açıklamıştır. "Herşeyi yapıp herkesi kesen Türk'ün Lo­ zan'da centilmen yerine konmasını ve yapılan 'yamama banşı' eleştirdi.Lo­ zan'a sert eleştiriler yöneiten bir kesim de Anglo Sakson misyonerlerdir. 'Lozan Banşı Yaşayacak mı?' başlıkla bir yazıda (MW (Muslim World), Ni­ san 1924) en ünlü misyoner yayınlannda (Living Church, The Church Ti­ mes World Dominion, Christian World) tamamen Hıristiyanlan yok etmek için yapıldığının belirtildiği kaydediliyor. Tarsus'dan (herhalde Amerikan Kolejinden) yazan Paul E. Nilson'un gözlemi ilginç: "'Washington ile M. Kemal aynı btıftınyı gösterdiler. Ama ikincisinin geleceği fÜpheli. Washing­ ton en sıkıntılı anında diz çöküp Alltıh'a dua etti. Kemal dua ediyor mu? Sadece çıkarcı olmayan, Allah'tan korkan liderler Türkiye 'yi demokrasinin tam kardqliğineyüceltebilirler. Bunlardan y�terince var mı? Zamangöst ere­ cek. D Bu yaklaşımda laikleşen Türkiye'nin Islamdan kopup Hıristiyanlığı kabul etmesi umudu yatar. Ancak 1930'1arda hiç başanlı olmadıklannı aynı yayın organlan saklamamışlardır. z6 Tl, 18.07.1923 ı? 29.08.1924, Azınlıklan kurban edişin köklü bir politika olduğunu Ermenileri çok iyi tanıyan Robert College'in müdürü Gatesşöyle anlatıyor: "Beni uyandıran, 1919'da Küçük Asya'da zarar görenlere yardım derneği adına Anadolu'ya gidişim oldu. Müttefiklerher tarafla çevirmen ve memur olarak Ermenileri kullandılar ve bunlar da Türklere karşı küstahça davranıp kızgınlık yarattılar. Müttefiklerce silahla korunmadıkça kendilerinden çok daha kalabalık olan Türkler arasında Ermeniler krallıklannı kuramazlardı. Ben böyle bir korumanın geleceğine inannuyordum. Elli yıl boyunca Avrupa devletlerinin Yakın Doğu'daki karşılıklı kıskançlıklan ve toprak büyütmek için ihtiraslardan oluşan politikalannı izledim. Hıristiyan azınlıklar lehine müdahaleleri bunlan ızdıraba sokan kötülükleri daha da azdırmıştır. Uluslararası müdahalelerde olaylarda müdahalenin yararlı olması için gerçek ve etkili olması şarttır. Bu olaylarda müttefiklerin müda­ halesi mutlaka geçmişte olduğu gibi, gerçek bir eylemden uzak olacaktı.( ...) Ermeni ve Rumlan 1919'da uyardığımda bana Türk dostu demişlerdi.) (Current History, Nisan 1931) 28 MG 11.03.1922 z9 RE 13 ve 30.07.1923 30 RE 02.08.1923 31 NYT 07.06.1925, Türkiye'de eğitim alanında 22 yıl görev yapmış olduğunu belirten Dr. W. M. Post'un yazısı. RE 28.04.1926; NFP (Neue Freie Presse) 16.02.1924 G. Herit'in yazısnda da 'aptal fa natik ulusculuk sebebiyle hiçbir şey yapılmadığı' kaydediliyor. Bir Ça�daşlaşma Örnejli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

33 NE 05.05.1927, The Abolition ofCapitulations. 34 NYT 11.08.1927 35 EG 15.03.1926 36 EG 24.04.1926 37 Es Siyasa 04.12.1929 38 Es Siyasa 11.12.1929 39 RE 24.12.1929 40 OM 1927 Mayıs, s. 230 v.s., RE 03.08.1928,Amaud.imzalı yazı 41 Tl 12.10. 1926, 'Fooreigners in Turkey'; Genelde Ingiliz ç�vreleri1932 öncesinde nadir.en olumlu bir yaklaşımda bulunmuşlardır. Orneğin: Tl 29.07.1930'da lran'ı Türk qrneğini izlernemesi için uyanr ve ekonomiyi işaret eder; NE and India'da Ingiliz sermalesi gelmeden başan sağlanamay­ acağı hep tekrarlanmıştır: 28.11.1928; 18.4 ve 23.05.1929; 13.02, 14 ve 21.08, 04.09, 17.11, 28.12.1930 ve 28.04.1932. Ulus, 18.12.1935 5. ı .. . . .B o.u.m

CUMHURIYET'IN. . DEGERLENDİRİLMESİ

Kemalizm: Demokratik Diktatörlük

ürkiye'de bir cumhuriyet rejiminin yürürlükteoldu�u, cum­ Thuriyetin ilanından önce çok kez Baulı gözlemciler tarafin­ dan belirtilmiştir. TBMM'nin Avrupa'da uygulanan sistemler­ den hiçbirine uymaması, güçler ayınmının bulunmaması -hem icra hem de yasarnayı kendinde toplaması- ve özellikle halk tem­ silcilerine dayanması bunun cumhuriyetin ilanı ile sonuçlanaca­ ğı tahminlerini güçlendirmiştir. Yapının Fransız Devrim Mecli­ sini andırdı�ını belirtip, "Bonapart'ınızadikkat edin" yani bura­ dan bir diktatör çıkabilir diyenler de yok de�ildi1. Do�unun bu tip rejimiere alışık olmadığı ve aşın sa� ya da sol tarafindan tah­ rip edilebilece�i de öne sürüldü. M. Kemal'in 1923 Eylülünde bir Avusturya gazetesine cumhuriyetten bahsetmesi her tarafta yo�un yorumlara zemin hazırladı. İşi uydurma ayaklanmalara kadar vardıranlar görüldü. Cumhuriyetin ilanından önce Türki­ ye'nin kaçınılmaz olarak yeni bir şekil almak zorunda bulundu­ �unu anlatan en ilginç yorum, 1923 Ekiminde büyük olasılıkla resmi sıfatlı ve Türkiye'de görevli oldu�u için ismini açıklayama­ yan bir Amerikalıdan geldi 1: arü rk/erin ba1arısı, hiçbir fCyi olmayan ülkede her fCyi yarat­ mıf olmalarıdır, hem de dı1 yardım almadan. Bunun anlamı hem /iderler, hem de onları izleyip ordularını olupuran basit köylülertara findangöste rilen kararlılık Pe bilgeliktir. Ya ni en üst düzeye eri1mi1 kifisel özJJeri Pe bağlılıktır. (... ) Şimdi baw na bir diktatör gelmeden yapamayacaktır, zira Türkiye'nin kanında daima otokrasiyi tercih Mr olmu1tur. (... ) Çelilkinin

______, ısı :�------Bir Ça(ldaşlaşına Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

çelilkisine bakınız ki Türk ulusçuları ayaklanma bayrağını çektiklerinde ve Batıya kar1ı Doğunun liderligini üstlendikle­ rinde, benimsedikleri, Batı hükümet türlerinin en çağdalı ol­ du. Batının cumhuriyet fikrinden çok daha ileriye gittiler. Sovyet türüne sıcak bakmadılar, zira onda sınıf diktatörlüğü var. Onlara demokrasinin en saf 1ekli uygundu. Batı nadir olarak biiylesine kesin ve ijdün vermez bir demokrasi uygula­ mıpır. ( .. .) Bütün güçler halkın doğrudan temsilcilerinin elindedir. Ankara Hükümetinin en a1ırı ucuna götürdüğü demokrasi türünün ya1atılması zor, yıkı/ması kolaydır. Zorlu­ ğu türünün saflığı ve halkın sesine üst düzeyde bağımlı olma­ sındadır. Çok daha akıllı insanlarıyla ve çok daha liberal ge­ leneklerine rağmen Batı demokrasiyi kolay ifletememiftir. Bel­ ki de Türkler bir diktatörlük altında çok daha iyi sonuç alır. Bugünkü durumuyla demokrasi iç ve dı1 tehlikelere çok açık bulunuyor. Hükümette bir yıkı/ma hemen yabancı müdahale­ sinigetirebilir. Daha !imdiden bir hayli yabancı, açık açık, bir kaç yıl içinde bu hükümet türü yıkılınca, İstanbul'un ve Batı­ nın istediği her1eyin geri alınacağı zamanın geleceğini siiylü­ yor. (.. .) En despot devletin en demokrat olması (... ) !eklindeki Türk deneyi Doğuya örnek olacak, dal budak salacaktır. Do­ ğuyu Batıya kar1ı ayak/andıran en Batılı olmaya çalı1ıyor. (.. .) Japonya'nın 1854'den beri sürdürdüğü deneyimi bir ke­ nara bırakmak, Türkiye'nin ulusal deği1mede herhangi b�r halkın kar1ılapığı en zor sorunları a1maya çalıpığını siiyleye­ biliriz. Ba1ka halkların deneyimlerinde ve kendi halkının geç­ mi! tarihinde biiylesine müthif bir deneyiminba1arıs ından alı­ nacak cesaretlendirici bir örnek de yok. Eğ er Türk deneyimi ba1arılı olursa Batı için parlak birgelecek görünmez. (... ) Ba­ tının refahı ve uygarlığı iki unsurun üzerine kurulmu1tu: Ye ­ ni Dünyanın gelilmesi ve eskisinin sömürülmesi. Doğunun bü­ tünü ayaktanırve ba1arırsa, Batı kontrolü Doğuda genel ola­ rak yenilirse, dünya ticareti kendini nasıl düzenleyecektir?»

------� 152 �------CUMHURİYET İN DEGERLENDİRİLMESİ

Bu değerlendirmede, halkıyla aydınlan bütünleşmiş bir top­ lumun en demokrat yapı içinde erişebileceği başan ve eğer bü­ tün Doğu aynı örneği izlerse Batının dünya ekonomik egemen­ liğini kaybedebileceği korkusu, çok objektif bir dille açıklanmış bulunuyor. Kemalistlerin İslam dünyasına önerdiği ortak eyle­ min nihai hedefi de buydu, ama katılan olmamıştı. Yazar, olağa­ nüstü koşullarda başanlı olan o yönetim türünün uzun süre de­ vamının olanaksızlığını da aynı objektifliklekaydediyor. Ona gö­ re iki seçenek vardır: İlk ciddi hükümet krizinde tekrar sömür­ gecilerin ağına düşmek ya da otoriter bir rejimle çağdaşlaşmaya yönelmek. Kemalistler ele geçirdiklerini kaybetmek niyetinde ol­ madıklan için ikinci fo rmülü benimsediler. Bu aşamada M. Ke­ mal'e sultanlık, halifelik önerileri geldiyse de o, cumhuriyetin başkanlığını tercih etti. Doğal olarak diktatörlük nitelemeleri de yoğunlaştı. ı 924 Anayasası, Türkiye'de demokratikleşmeye doğru olumlu bir adım olarak yorumlandı. ı 920'lerde Avrupa'yı dolduran diktatörler arasında daima anılan M. Kemal'in ı 927'den itibaren ayn bir değerlendirmeye tabi tutulmaya baş­ landığı fa rk ediliyor. Mussolini, Stalin, Primo de Rivera, Pango­ los gibi şeflerdenfa rklı olduğu açık açık belirtildi 3: «M. Kemal'i, onun gibi uluslarının kaderi üzerinde belirgin bir etki yapan diğer devlet balkanları ve özellikleküçük bir as­ keri cuntanın desteği ile ya da kendi kı1kırttıkları ve aynı za­ manda genil bir halk hareketine dayanan, fa kat kısa zaman­ da kendilerinin de artık hakim olamadıkları eylemlerle ikti­ darageçen diktatörler/e karıpırmak çok yanlı1 olur. » M. Kemal ( 3. ı 1.ı 92 7) ve Yeni Türkiye konusunda en iyi tahliliere yine Le Temps Gazetesinde rastlıyoruz 4: «Gazi, enerji, cüret ve kabul gerekir ki siyasi beceriyle ayakta kalan bir diktatördür (.. .) Hatta denebilir ki sava1 sonrasın­ da kendi iradesine bağlı bir ulusal hareket ile tam ve kesin dik­ tatö'rlüğü kuran tek kifi oldu ... Lenin, Mussolini, Primo de Ri­ vera'nın karlı/apıkiarı sorunlarla karfıla1madı ... Üzerinde

------� 153 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

hiçbir vesayet, hiçbir kontrol olmadı. Kelimenin tam anlamıy­ la diktatördür ve be1 yıldan az zamanda gerçeklqtirdikleri için ba1ka türlü davranamazdı. Dinle en çok yoğrulmu1 dola­ yısıyla en gelenekçi ülkede hayal edilebilecek en derin ihtilali gerçeklepirmil adamdır. Onun yaptığı !ekliyle ihtilalin Türk halkı için iyi mi yoksa kötü mü olduğu tartıfılabilir. Ama var­ lığıinkar edilemez; hiç bir 1eyin yokfa rzettiremeyeceği bir ger­ çek olarak mütalaa etmekgereklidir. Her 1eyiyle yıkı/ması ön­ lenemez gibi görünürken, Osmanlı gücünün harabeleri üze­ rinde M. Kemal, kendi kifiliğine sahip, günepe yerini ftthet­ mi! bir Türk ulusu meydana çıkardı. Bu bir gerçektir. Bu eser yapay ve köksüz mü? Evet demek düfüncesizlik olur, zira bu ce­ sur girilimierin Türk ruhu üzerinde yapacağı derin etkileri kimse bilemez. İlke olarak bugüne kadar bütün varlığı dini inancının hükmünde kalan bir halkı, normal evrimin bütün a1amalarını yakarak, adeta sihirli bir değnekle değipirmeye kalkı,mayı, insan gücünün üzerinde çı{gın bir giri1im saymak gerekir. Deneyim bize, Türk halkının zorlanan yeni düzene, çatı1masız, fiddetli dönü1/ere gitmeden ne derece uyabileceğini göSterecektir. M. Kemal en az liberal doğulu metotlarla Avru­ pa çağdaflığına ula1mada tek hakim. (.. .) Ankara hükümeti­ nin siyasi eylemi bazen garip 1ekilde mantığa meydan okuyan faprtıcılığa sahip. M. Kemal'in sistemi Rus Komünizmi ile İtalyan Fapzminin ilkelerini andırıyor ve her çe1it Batılı de­ mokraside geçersiz. ( ...ama) Sava1 sonrası uluslararası koful­ ları Ankara )tayerlepirmeyi becerdi. Son CHP kongresinde he­ deflerini açıkladı: Diktatörce metotlarla çağdaflapırarak Türkiye Cumhuriyetini savunmak ve korumak. Bu politika Gazi'nin ki1isel prestiji sürdüğü sürece ya1ama 1ansına sahip­ tir. Ondan sonrası meçhul dür, bütün diktatör/erin sonu gibi. » l930'lu yıllarda Hitler'in yükselişi ilediktatör kavramı yepyeni bir boyut kazanınca «demokratik diktatör', «demokrat ruh/ulider» deyimleri kullanılmaya başlandı ve nihayet ölümünden 3.5 ay ön-

______, 154 r------CUMHURİYET İN DEOERLENDİRİLMESİ

ce «Günümüzdeki diğerlerine bakınca Atatüree diktatör demek yanlı1 olur� yargısı belirdi. Himayeci devieder ekonomi açısından olduğu gibi siyasi açı­ dan da Türk örneğinindiğer bölge toplumlaona yansımasını arzu­ lamıyorlardı. Buna karşılık bölgeyi iyi tanıyan Amerikalı düşünür­ lerin Türk deneyiminin diğerlerine de örnek olabileceğine inan­ dıklan görülüyor. A. H. Lybyer "Türkiye Ya kın Doğu'nunLideri Oluyor» başlıklı yazısında «Hiçbirinde ifleyen Pe çağda1la�ya açık anayasa yok, hem bağımsızlık hem de çağdaflafmada Türkiye hepsine örnek olabilirıf>diyor. C. F. Gates Türk tarihinde ilk kez ha­ kimiyeti milliyenin gerçekleştiğini, halkın devletin üstüne çıktığını M. Kemal'in başansının halkın katkısıyla mümkün olabildiğini, re­ jime halk hükümeti demek gerektiğini, şu anda keyfi taraflanolsa da, tam cumhuriyet olma yönünde ilerlediğini belirtiyor.

Islamla Bağdaşır/Bağdaşmaz Tartışması

Böylece Türkiye halk egemenliğine geçişin son basamaklan­ nı aşarken komşulannda da bunun etkisi hissedilmeye başlandı. İslam dünyasında cumhuriyete ilk tepki, halifenin cumhur­ başkanına bağımlı bir statüye girmiş sayılmasına olmuştur. En katı çıkışı, Hicaz Kralı Hüseyin'in sözcüleri yaptı. El Kıbla, cum­ huriyet söylentileri çıkar çıkmaz Türkiye'deki muhaliflerinaçık­ lamalannı tercihan yayınladı. Başta Lütfi Fikri'nin görüşlerine yer verdi (14.5.1923). Halkın çoğunluğunun geleceklerini ko­ rumak için bu girişimi engelleyeceği umudu belirtildi. Ülkede önemli iç karışıklıklar olduğu bunların hakimiyeti milliye ve cumhuriyeti reddedenler tarafindan çıkarıldığı ileri sürüldü (29.10.1923). Hüseyin ve yandaşlan Kur'an olduktan sonra anayasa ve başka metinve kurumlara gerek olmadığı halifeye bi­ at'ın her şey için yeterli olduğu inancındaydılar. En açık saldın­ ları saltanatın hilafetten ayrılması konusunu işleyen 26.11.1923 tarihli sayıdaki bir yazıda yer aldı. Cumhuriyeti dinsizliğin bir

------� 155 �------Bir Ça�daşl.a şma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI göstergesi sayan anlayışla şu soru öne sürüldü «ya cumhuriyeti ilan ettiklerinde Türk hakimiyeti altında olsaydık ne duruma dü­ ferdik ? Ne yapabilirdik ?» Hindistan'da bu tür suçlayıcı yayınlar görülmedi. Hanedan imtiyazının iptal edilip sağlıklı bir cumhuriyet temeli atılması ya­ dırganmadı. Türklerin son İslam devletiolarak görevini tamam­ lamış olması dolayısıyla artık bilaferinsadece bir devlete ait sayı­ lamayacağı savunuluyordu. «B ize göre hilafet ile cumhuriyet ayrı feyler değildirıli diyen vardı. Onlara göre sorun rejimin şekli de­ ğil, bütün İslamın ortakdayanışmaya yönelmesiydi. Krallık rejiminin egemen olduğu Mısır'da cumhuriyetlehinde kampanya yapmak, hiç şüphesiz yeni kanşıklıklar istemeyen İngi­ lizleri de rahatsız edecekti. Buna yanaşan olmadı. Esasen hakimi­ yeti milliye konusuna dini açıdan baknklan için saltanatın hilafet­ ten aynimasındaki gerekçeler tekrarlandı. Türkiye'de cumhuriye­ tin Hamndan önce l922'de Mısır'da İngiliz himaye rejimi ilan edilmiş halkta tepki yaratmışn. «Madem haksızlık devam edecekti, lanetli Hıristiyanların hükmü altında olmaktansa eski İsldmi dü­ zende -Osmanlı idaresi- kalmayı tercih ederdik .ıBdiyorlardı. El Manar, Türklerin İslam dinini tam hazınedememişolduğunu, hi­ lafeti benimseyemediklerini, yönetimlerinin hep şahsi ve keyfi ni­ telikli olduğunu, anayasayı ilk getiren Midhat Paşadan beri İsiama milliyetçiliği ve sonunda Turani milliyetçiliği getirdikleri­ ni, İslam ahlakını ifsad ettiklerini yazdı. Mokattam'a göre "Tür­ kiye'de otokratik yönetimden demokratik cumhuriyete geçiş, halkın hiçbir fikri alınmadan Gazi 'nin şahsi gücüyle gerçekleşmiş­ tir; Türkiye'de halkın rejimden bıkkınlığı henüz yoksa da, pek çok Türk düşünürü bu değişmenin İslam dünyasında vereceği sonuçtan şüphe içinde bulunuyor. "9 19 25 yılında ayaklanma be­ lirdiğinde bunlarda halkın cumhuriyete karşıtlığıarandı. Cumhuriyete, hakimiyeti milliyeye karşı çıkmak en çok hima­ yeci gücün işine geliyordu. Daha sonra anayasada hakiann geniş­ letilmesi için yapılan taruşmalar sırasında İngiliz çevreleri bun­ dan yararlanmışlardır. Bir İngiliz araştırmacı şunlan yazmışnr10:

------4 156 �------CUMHUR.İ YET İN DECERLENDİRİLMESİ

«Mısır1ın iç karıfıklı.ğı Mısır milletinin 1923 yılında verilen gayet serbestana yasaya henüz hazır olmadığınınen büyük ka­ nıtıdır.Muktedir bir hakim cB iz Mısır1a bir entari verdik1 fa­ kat çok bol olduğu görünüyor1 tamam gelmesi için pek çok kes­ mek lazımdır1 dedi. » Günümüzün Mısır kökenli bir araşurmacısı da şöyle yazıyor 11: «1 9201/erde ve daha sonraları komünist/ik fikrigibi Cumhu­ riyetçilik fikride bir tehlikeyi1 yasaların ihlalini ifa de ediyor­ du. 19241de İskenderiye1de Komünist Partisinin çekirdeğini yok etmekle birlikte1 Saad ZagluJlun hükümetinin kendisi de cumhuriyetçi eğ ilimler ta1ıdığı için suçlanmı1tı. 1925 OcaFında basın Vafdcılar tarafindan 1924 Ağustos1unda tezgahianan bir cumhuriyetçi komplodan söz ediyordu. Bu suç­ lamayı izleyengünlerde aralarından bazıları partiden ayrıla­ rak kralcı El İttihad Partisinegirdiler. 1925 yılının 5 Ocak günü Saad Zaglul cumhuriyetçiliğe kar1ı sempati duyduğunu reddetti, bu fikrehiçbir zaman inanmadı.ğını açıkladı. Çün­ kü cumhuriyet sisteminin Mısır1a uy madı.ğını ve hatta onun için bir tehlike tqkil ettiğini düfünüyordu. Ona göre Saad Zag lul ve partisi cumhuriyetçi eğilimfere sahiptiler. İçifleri bakanı Zag luJlu suçlamadı ancak ZagluJlun iktidarı koru­ mak için ortaya koyduğu demagojik tutumundan ve cBen ya da Devrim1 !eklindeki tehditlerinden dolayı kınanması gerek­

tiğinisö yledi. Türkiye ıde cumhuriyetin ilanı, anialılacağı gibi Mısır sarayında, Vafdcıların ve Liberal Anayasacı Partinin ılım/ı/arından bazıları arasında endife/er yarattı. Ancak cumhuriyetçilik fikri, devrimci rejim tarafindan cumhuriye­ tin 19521de i/anına kadar üstü iirtülü ve belirsiz kaldı.» Mısırlı Kadı Abdülrezzak'a büyük tepki gelmesinde, 'El İs- lam ve Usulül Hükm' adlı kitabında Kur'anın her şeyi içerdiği tezine karşılık, İslamın kendine özgü bir siyasi doktrini bulun­ madığını ileri sürmesi kadar, 1923 Anayasasını sorgulaması da rol oynadı. Bu anayasa meclis ve seçim gibi meşru yönetimin ba-

------� 157 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI zı unsurlannı içermekle birlikte kralı herşeyin üstünde tam yet­ kili kılıyordu. Kur'an'ın emirio üstünlüğünü savunmasına uy­ gunluğu sebebiyle ulemadan tepki almanuşu. Tabii halk ege­ menliğini tam anlamıyla sınırlıyordu. El Ezher Abdülrezzak'ı mahkum ederken (bütün sıfatları kaldırılmış hayat boyunca bir daha görev verilmemiştir) şeriat kadar emirio üstünlüğü ilkesini de kurtarnuş oluyordu. Bu açıkça cumhuriyete kapıyı kapamak ve İslamla bağdaşamayacağını vurgulamaku. Bir Mısırlının cumhuriyetövgüsüne bir Amerikan dergisinde (Current History, 19 2 8) rastladık. Mısır İçişleri Bakanlığı eski siyasi büro müdürü sıfatını taşıyan İbrahim A. Khairallah «Yeni Türkiye1nin Yapıcısı M. Kemal» başlıklı yazısında şöyle diyor12: «Kemal diktatör diye anılamaz. İcraatı böyle bir sıfa tıyala n­ lar. Herkes tarafindan sonsuz derecede sevilen, isteseydi kendi­ ni sultan ilan edebilecekken basit bir vatandal rolünü tercih eden ve varlığındaki her enerji atomunu cumhuriyetin temel­ lerini sağlam olarak yerlqtirmek için kullanan bir milli kah­ raman asla diktatör olamaz. Güç TBMM1de temerküz ettiği­ ne göre, istese de diktatör olamaz. Cumhuriyetçi Türkiye onun büyüklüğünün anıtıdır. (... ) Zira milletinin kaderine 1a1maz inancı sayesinde ülkesini haritada değiitirdi ve onu milletler camiasının saygıdeğer ve yararlı bir üyesi haline getirdi.» İngiliz himayesindeki bölgelerde hep krallıklar bulunduğu için cumhuriyete tepki yerli hükümdarların da isteğiydi. Fransız kontrolündeki Lübnan ve Suriye'de ise himayeci devletçe cum­ huriyet rejimi tercih edildiğinden tepki yerine uyanlara rastlanır. Müslüman el Belag saltanattan demokratik cumhuriyete geçişin zorluklar yaratacağı ama bunların aşılabileceği kanısında. Hıris­ tiyan Lisanül Hal ise M. Kemal'in güçlükleri bilerek cumhuriye­ ti ilan ettiğini, ülkenin geleneklerinden aynimasının sıkıonlar ya­ ratmasının doğal olduğunu ama karar veren M. Kemal'den baş­ kası olsa böyle kolay kabul edilmeyeceğini ekliyor. l928'de, «se­ çimde yeteneksiz bir partikaz anır ve reformlar aksar korkusuyla

------1 158 r------Gazi krallığını ilan etmeye karar verdi, ip muhalefetsizyürüte­ cek.ı:A.3 şeklinde bir haber yayıldı�ında Lisanül Hal'ın yorumu olumsuz de�di14: "Türkiye'de krallığın kurulacağı haberi okuyucuyu{a[ırtabilir, çünkü Türkiye eskigelenekleribırak tıysageriye dönmek için de­ ğildir. Ancak M. Kemal'in krallığı apayrı bir {ey, Gazi yeni ku[ağın ruhudur, o kaybolursa Türkiye'de her {eyka ybolur, an­ cak devamlı görevde kalması sağlanırsa kaybolmaz, onun için neden seçim yapalım, kral ilan edilsin daha iyi diyenler çıktı. Zaten Türkiye'de krallığın ilanı geçmi[e dönüf anlamı tap­ maz. Türk anayasası Türk halkına, bapaki ister cumhurba[ka­ nı olsun ister kra� tüm haklarını vermi[tir. Böyle yaparsa, M. Kemal'i izleyen ülkeler de aynı yolu tutacaklardır. » Türkiye'de demokrasi başlıklı yazısında da aynı gazetenin TBMM'nin çalışmalanna büyük övgüsü var. Avrupa parlamen­ tolannı andırdı�ını, CHP'nin devrimleri koruma�a kararlı oldu­ �unu, ama meclisde muhalefete de yer oldu�unu ekliyor. Bu ya­ zı Türkiye'deki rejimi yansıtmaktan çok, Lübnanlılann özlemini aktanr gibidir. Arap dünyasında M. Kemal'in cumhuriyeti şahsi hırsı sebe­ biyle ilan etti�i hakkında iddiada bulunanlar da çıkmıştır. Bun­ lann en ilgincine eski İttihatçı mücahitlerden Mısırlı Abdülaziz Şaviş'in bir açıklamasında rastlıyoruz15: (4D ünya Savalı'nda Berlin'de iken bir arkada[ım, Vahdet­ tin'in yaveri olan M. Kemal'den [Unları ipttiğini söyledi: İtti­ hatçı/ar benden Irak cephesinin bapna geçmemi istediler. Ye ­ terli para ve silah verilirse kabul ederim dedim. Ama hissettiler ki Irak'ın hakimi olmayı tasarlıyorum, beni uzakla[tırdılar.» Olayın yakıştırma oldu�u anlaşılıyor M. Kemal Irak del9l Hi- caz cephesini reddetmiştir. Aynca sadece ona de�, Cemal Pa­ şaya da Suriye'de kendi krallı�ını kurmak ihtirası yakışunlnuşur ve aynı şekilde aslı yoktur. Saltanada hilafetinaynimasından son­ ra 17 Aralık 1922 günü Ankara'ya vardı�ını, bazılan bakan olan

------�: 159 r------Bir Çajldaşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI eski arkadaşlarıyla görüştüğünü ve M. Kemal tarafindan da kabul edildiğini belirten Şaviş'in «Kemalist bombası İslamın ve Türki­ ye'nin en hassas noktasına isabet etti» başlığıyla l924'de yazdığı uzun anılarını, önemi sebebiyle özetle aktarmaya çalışacağız16: «M. Kemal sadece İslamın değil, dünyanın bile gözünü ka­ mapırmıltı. Avrupa'dan hayranlık ifa de edenler vardı. Örne­ ğin İngiliz arslanına karp desteğini sağlamak için ABD'deki İrlandalı/ar ona mektup yolladılar. Zira Türkiyeyeniden do­ ğulu ile dünyayı kendisine hayran bıraktı. Lozansırasında öl­ seydi dünya kahramanı olurdu, Ebubekir'i Sıddık'a e1it yer tu­ tardı. (. .. ) Türkiye'de yaptıklarına kimsenin karı1ma hakkı yoktur, ama Türkleri diğer Müslüman milletiere bağlayan bağlar Gazi'yi bunları ihmal etmemeye zorluyor. Abdülmecit görevine devam edebilirdi. Politikaya karı1mıyordu. Hatta bir gün bana, Türkiye'nin içillerine karı1mayacağını, sadece İsiama hizmeti hedeflediğini söyledi. Bütün İsla m halklarının katılacağı bir hi/t:ifttkonseyi yanlısıyd ı. Burada Müslümanla­ rın sorunları çözümlenecek, aralarında yayılan bid'atlar, ef­ saneler ve sayısız sapmalar önlenip ilerlememiz sağlanacaktı. Cumhuriyete kar1ı fikriyoktu. Ama sadece Allah'ın bilebilece­ ği bir sebepten Gazi bu kararı aldı ve İsidmı en hassas yerin- den vurdu. Ankara'da öğ rendiğimegöre Gazi halifeolmak is­ tiyordu ama iç karı1ıklık çıkacağından ürküyordu. Kemalist­ lerin kararlarına Türk halkının kar1ı çıkacağından eminim. Türk ordusu İsiama bağlıdır, kalpaklarına 'Ya gazi, ya 1ehid' yazmı1/ardır. (. . .) Bu yüzden rejim sertlepyor. (. . .) M. Kemal'i övenler Türkleri bozan Rus Ta tarlarıdır. İslam dinini bil­ mez/er, doğu1tan Müslüman ama ruben Rusturlar. » (Orta Asya Türklerini Müslüman saymayan Arap görüşünü bir çok örnekle tekrarladıktan sonra, ittihatçıların şeriata karşı çıktıklarını; Meşrutiyet dönem halifelerinin Müslüman halife de­ ğil, ruhani halife sayılacağını; gerek bu gerekse milliyetçilik, La­ tin harfleri -ki daha o sırada Türkiye'de kabul edilmemişti, kadın

------�: 160 �------CUMHURİYET İN DECERLENDİRİLMESİ

özgürlüğü gibi konularda Türkleri yozlaştıraniann onlar oldu­ ğunu uzun uzun anlattıktan sonra) ekliyor: «Kalp/eri İslamla dolu olan Said Halim ve Enver Pa1alar ol­ masaydı kandıracaklardı da. Onlar bu sabotajcıları engelle­ di/er. Atasözüdür ciyiler gider maymunlar kalır). Osmanlıda alimler gitti alan bu Ta tariara kaldı. M. Kemal vasıtasıyla İsiama darbe vurdular. Ama Türkiye ve İsidmı yıkamaz/ar zira batan İslam dünyası tepki gösterecektir (... ) Türkiye bila­ fe ti kaybetmekle en zor anlarında kendisini koruyan bir zırhı kaybetti. Sade 15 milyon nufusu olan Türkiye Cumhuriyeti İs­ lam korumasından mahrum kalınca ihtirasların hedefi olma­ yacak mı? Türkiye parçalanacaktır. » M. Kemal'i ziyaretinde hilafet konusuna girmek istemediğini ama onun ısranyla uzunca tartıştıklarını 2 Ocak 1923'de de Ce­ lal Nuri tarafindan parti grubu toplantısına çağınldığını ve hila­ fe t konusunda kendisine sorular yöneltildiğini, bir hayli tartıştık­ larını belirtiyor. Kemalistler tarafindan kendisine yöneltilen so­ rular konu üzerinde Türk Arap fa rklılığını ortaya çıkardığı için bunları özetle aktanyoruz: 1 ) Hilafet nedir? 2) Müslümana gerekli midir? 3) Yaran nedir ve bilafeti sadece ruhani işlerde tutmak için siyasetten nasıl ayırmalı? 4 )Keyfi idareyi önlemek için bir kişi yerine meclis gibi bir kurumla temsil edilemez mi? 5) Dünya Savaşı'nda cihad ilanının etkisi ne oldu, Müslü­ manlar imparatorluğu yıkmakta Kur'ana karşı İngiltere ve Fransa'ya yardım etmediler mi? 7) Türkler zaferi kendi ordulannın silahlanyla aldı, Müslü­ maniann hiçbiri buna katıldığını söyleyebilir mi? İttihatçılartn eylemlerine sonuna kadar kanlan, Mısır'da bu yüzden mahkemeye sevk edilen, ihtilalci olarak yıllarca sürgünde yaşayan Saviş'in, Said Halim ve Enver Paşalan değerlendirirken

------; 161 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

bunlann tam ba�msızlık için savaşım verdiklerini, kapitülasyon­ lan kaldırdıklannı, Turan idealinin baş savunucusu -hem de Ta­ tar olmayan- Ziya Gökalp'in en önemli desteklerinden birinin Enver oldu�nu unutması çelişkisini oluşturuyor. aBağımsızlığın ne önemi var, halifeyi kurtarmak bizeyet er» manb� ona hakimi­ yeti milliye ve do�al sonucu cumhuriyet kavramlaoru unutturu­ yor. Böylece ittihatçılann bütün İslcimı tam ba�msız kılmak ey­ leminde önemli bir rol oynayan bir kişi, ba�msızlı�a kademelİ ulaşma yöntemini benimsemiş oluyor. Özgürlüksüz İsiama razı.

Bolşeviklik, Babilik Damgası

Cumhuriyet ilanma ilgi duymuş bir di�er ülke de İran'dır17 Osmanlı devleti ile daima bir çekişme içinde olan ve di�er kom­ şu Müslüman ülkelerle de fa zla yakınlaşma kurmayan aydınlan, İran'ın ı 906-ı 908 Meşrutiyet eylemleri sırasında İttihatçılarla yakınlaşmışlardı. Dünya Savaşında ülkenin bir kısmının Türk-Al­ man kuwetlerince işgali bir so�kluk yaratu. Büyük Zafer'den önce, Haziran ı922'de Ankara ile siyasi ilişkileri kurmalan, İran'da yönetimi etkileyen reformcu kesimin Kemalist e�ilimle­ ri dostça gördü�nü ortaya koydu. Ancak halk kitleleri ve gele­ nekçi kesimin ayru duygulara sahip oldu�nu söylemek güçtür. Büyük Zaferi bütün İslam dünyası coşku ile kutlarken İranimm durgunlu�unu kendileri de fa rk etmişlerdir. uÖlüden ses çıkmaz» başlıklı yazısında Meşhed'in Fikri Azad Gazetesi (ı9.ıo.ı922) durumu şöyle yansınyor18: aÖ/müJÜz. İslamın ruhu Jle milliyetçi ruh bizden kopmu1. Böy­ le değilse, ya1am belirtileri nerede? İslamın muzafferordu la­ rının iyi haberleri geldiğinde mutluluğumuzu neden göster­ medik? Neden görkemle kutlamadık? İslam duygusu adına Müslüman kardelierimize kutlama telgraft gönderen meclis nerede. İslam dünyasındaki ewensel se11ince katılmak üzere hem1ehrilerini da11et eden parti nerede? (... ) Hint, Mısır, Me-

______, 162 �------CUMHURİYET İN DECERLENDİRİLMESİ

zopotamya, Fas, Cezayir ve diğer yerlerde kutlamalar oldu. Kıble ve Kur'an'ın düpnanlannın kalpleri korkuyla titredi. Biz ne yaptık? (... ) İngilizler Necef'ten bizim ruhani balkenti­ mizden dini liderlerimizi çıkardı, Filistin}de baskı, haksızlık yapıyor, bizden ses yok. Hepsigözlerimizin önünde cereyan et­ ti, yalnız protestotelgra ftyolluyoruz, Müslüman kardelierimi­ ze yardım etmiyoruz. İslam kılığında İsta mın köküne balta vuranlar asıl dü1mandır. Bağımsızlığımızı engelleyen/er, İslamın ilerlemesi ve Müslümanların birliğini engelleyenleri Allah kahretsin. » Türkiye'de zaferin sa�ladı� dinamizm ve prestij cumhuriye­ tin ilanını sorunsuz hale getirmişti. İran'da ise böyle bir durum yoktu ama sonradan Rıza Şah Pehlevi adını olacak olan Serdar Sipah, bütün gücü elinde tutuyor ve Kaçar Hanedanını uzaklaş­ tırmak istiyordu, hedefi Türk öme�ne uygun şekilde cumhuri­ yet ilan etmekti. Bunun için 1924 yılı başında kamuoyunu ka­ zanmak niyetiyle yo�un bir basın kampanyası düzenlendi. Kaçar ailesine şiddetli saldırılar yöneltildi, hanedanın çekilmesi, cum­ huriyetin ilanı istendi. Taşradan da çok sayıda telgrafla bu kam­ panya desteklendi. Islahatçılann sözcülerinden Sitare-i İran ga­ zetesi sonuç alınana kadar kırmızı çıkmak karan aldı. «Tahran }ı n Kızıl Ufu k gazetesi İstama en uygun hükümet cumhuriyettir di­ yor ... Ve ekliyor: Kendine ulema diyen bazı satılmı1 kifiler (Cum­ huriyet Bolfevikliktir} diyor, komünizmi getireceğini sel gibi kan akacağını ileri sürüyor/ar. Cumhuriyetin Bolfeviklikle hiçbir ilgisi yoktur, cumhuriyet rejimi kan dökmek için deği� İran}a huzur ve ilerlemegetirmek içindir. Ji.9 O sırada Türkiye Cumhuriyetinde hi­ lafet la�edilmiş oldu�ndan komünistlik suçlamasının Ankara'ya yönelik eleştirilerden esinlendi� çok belliyde0 Buna yerli bir te­ ma olarak cumhuriyetin Babilik sayıldı� söylentileri de eklendi. Cumhuriyetçilik kampanyası kendi lehine yürütüldü� halde Rıza e�lim göstermekten kaçındı. Dini silah olarak kullananlara karşı aynı silahtan yararlanmaya yöneldi, lO Muharrem törenle-

------� 163 r------Bir Ça�daşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI rinde en önde yer aldı, daha sonraları da Necef ve Kerbela'da hac yaparak dini bütünlü�ünü göstermeye özen gösterdi. Bu arada İran siyasetinde daima belirleyici güce ve role sahip molla­ lar ve çarşı tüccarlarının kesin e�ilimini ö�renmeye çalıştı. Bun­ lar Bolşevik damgasında kararlıydılar. Ayrıca Ku m şehrine gidip mollaların en etkilileriyle görüşen başbakan onların da, Türki­ ye'deki laikleşme uygulamasının endişesi içinde olduklanru, ta­ mamen tasfiye edilmenin korkusuna kapıldıklannı gördü. So­ nuçta karann açıklanmasına kesin nazanyla bakıldı�ı 1924 yılı Nevruz'undan hemen önce hükümet «İran)da cumhuriyet ila­ nının İsiama aykırı olacağı ve bundan böyle konunun tartışılma­ sını yasakladığını n. ı açıkladı. Serdar Sipah verdi�i bir demeçte de hükümet şeklinin önemli olmadı�ını, asıl amacın ülkeyi sefa­ let ve fakirlikten kurtarmak, kendi kendine yeterli hale getirmek, yabancı müdahale ve saidınianna karşı güç kazanmak ve uygar ülkeler arasında yüksek bir yer almak oldu�unu ifade etti. Bu sözlerle beraber cumhuriyet kampanyası bırakıldı bunun yerine Avrupa'da zevk gezisinde bulunan şah aleyhindeki kampanya hızlandınldı. Sonunda Kaçar hanedam ülkeden çıkarılıp, Rı­ za'nın Şah Pehlevi adıyla hükümdarlı�ı ilan edildi. Bu yüzden Batıda İran'ın M. Kemal'i diye anıldı22• İran tarihçilerinin Tür­ kiye'deki olaylardan etkilendi�nde birleştikleri Rıza, daha sonra cumhuriyet ilanında kararlı oldu�unu ama mollalar, toprak sa­ hipleri ve üst düzey sosyal sınıf temsilcilerinin uyarısı üzerine bundan vazgeçti�ni söylemekten kaçınmamıştır. M. Kemal'in krallı�a niyetlendi� söylentileri Rıza'nınşahlı�ı cumhuriyete tercih etmesinden sonra yaygınlaştı. Onu izleyece­ �i sanıldı. Unutulan şey, M. Kemal'in kararlanru verirken çevre­ sinde Osmanlı uygulamalanna alışmış bir kitle ve kadrolar bu­ lunmasıydı. Osmanlı'da şeyhülislamlık ve din görevlileri daima devlet memuru olmuş ve Babıali'nin kontrolü altında hareket et­ mişlerdi. İran'da ise ulemanın başından beri, anayasaya da kon­ muş, yasalan vetö hakkı vardır. Yani bunlar millet meclisinin de

------�: 164 �------üstünde yetkiye sahiptirler. Rıza 1924 Muharrem törenine en ön safta katılırken, İran tarihinde ilk kez askeri bandoya da bir Beethoven marşı çaldırarak iştirak ettirmekle gelenekleri ve din adamlannı umursayabilece�ini cesaretle göstermiştir. Ancak ule­ ma ve mollaları tam tasfiyeye kalkıştı�ı takdirde kitlelerden tam destek gelebilece�ine inanmadı�ı anlaşılıyor. Açıkçası hakimiye­ ti milliye kavramına ve (Köylü Efe ndimizdir� sloganına İran top­ lumu henüz alışmış de�ildi. 1920'lerde Komünistlik ve Babilik diye suçlanan cumhuriyet ancak 1979'da, ulemanın güdümün­ de önüne bir İslam sıfatı getirildikten sonra kabul edildi.

Toplumun Yüzde S'iyle 95'inin İlişkisi = Sorunu

«Gazi ile Mussolini bir gömlek ve bir 1apka dı1ında birbirinin aynı, ikisinde de infazlar var» diyor 1927'de bir Amerikalı yo­ runcu ve fa rklarını, İtalya'nın fe tih peşinde koşmasına karşılık «Gazi�nin on yıl daha elini kılıcına atmayacağının kesin olma­ sında» buluyo�3 Cumhuriyet Türkiyesinin barışçı politikasını ekonomik kal­ kınmaya a�ırlık vermesinde bulanlar oldu�u gibi, rejimi halka benimsettirmek için zamana ihtiyaç oldu�una inananlar da var. M. Kemal'in asker ve diktatör özellikleriyle, Türklerin savaşçı ve fatih niteliklerinin depreşece�i ve tekrar bölgeye hakim olmaya kalkışaca�ını düşünenler de az de�il. Bu düşünceyi besleyenler, bir yandan himayeci sultasından ancak Türk katkısıyla kurtulabi­ leceklerini ileri sürenler, di�er yandan da Türk korkusunu pekiş­ tirrnek için Emperyalist Türk imajını vurgulamakta yarar gören Batı çevreleriydi. Kemalistlerin çok sık tekrarladıklan Hakimiye­ ti Milliye ilkesinin M. Kemafin diktatörlüğünün altında ezildi­ ğini dikkatlerden kaçırmak için cumhuriyetin perde olarak kulla­ nıldığıdüşüncesi bu ortamda pekişti. Emil Ludwig'in diktatörlük konusunu kendisiyle tartıştıktan sonra yayınladı�ı «Kemal: Bir Diktatörün Canlı Portresi» başlık-

------; 165 r------ll ı ı 1, • p. ıl • 1 1 • 1 ın • O r n c A i O 1 a r a k CUMHURIYET İN İLK ONBEŞ YILI lı yazısı14 o günlerin havasını ve sansürsüz bir konuşma içinde Atatürk'ün görüşleriniyansıtn� için önem taşıyor. M. Kemal'in bu röportajdan sonra, böylesine fiitursuzsorularla tekrar karşılaş­ mamak için olacak, bir süre yabancı yazar kabul etmedi� bilini­ yor. E. Ludwig'in «Halksizden korkuyor» sözlerine cevabı şöyle: «Korku üzerine hiçbir1ey kurulamaz. Silah üzerine kurulmu1 iktidarlar eriyip gider. Ama bir ihtilal sonrasında silaha ihti­ yaç olur, hatta bazen diktatörluğe de. Büyükgirilim/er komi­ teler/e yürütülemez. » «Neden basın özgür değil?» «DeP/etin temel yasalarına saldırmadıkça özgürdür. Biz bir cumhuriyet Pe laik dePietiz. » «... Kendisinden casker' diye bahsedilmesinden hoflanmıyor Pe onu daima ck umandan' diye düzeltiyor. APrupa'da yeni bir deP/etin hapnda bir general görmekten rahatsız olunduğunu söyleyince önce biraz !alırdı, sonra yanıtladı: Çok doğru, eğer bir general sadece bir asker olarak Pe kontrol edeni bulunma­ dan iktidara gelirse daima tehlikelidir. Bunu siz kendiniz de Almanya'da gördünüz ... » - Türkiye'de de Talat'ın EnPer'e ihtiyacı olmupu, her dikta­ tô"rlüğün sonucu budur, deyincekızar gibi oldu... - İhtirastan bahsettiniz. Doğaldır ki ihtirassız hiç bir 1ey bafa­ rılamaz, ama 1ahsi olmayan, örneğin bütün ulus için olan bir 1eye yöneltilmelidir. Lider büyük kararlarını ulustan almalı­ dır, ulusu denemeli Pe onu izlemelidir... (TBMM'den bahse­ dip) Türkiye'de bütün güç halktan gelir. Ben sandığınızdan çok daha az aktifim. Bakanıma sorun (ÇePiriyi yapan dıfifle­ ri bakanı Tevfik Rüpü'dür) if/erine karıpyor muyum? Cum­ hurbalkanlığını hatta askeri liderliği bırakıp kendimi tetkika­ ta harretmeye hazırım. Ünlü yazar makalesini şu yorumla bitiriyor: «Bütün ô"nde ge­ len yabancılar kabul ediliyor ki, basit kökenine Pe sultan rejimine elepirel daPranıpna uygun dü1en demokratik fikirleri ya1ama sokmak için çok çaba sarfetti. »

------� 166 �------CUMHURİYET İN DECERLENDİRİ LM ESİ

Bu tamşma içinde, o günlerde gündemde yo�un şekilde bulu­ nan diktatörlü�n sultanlı�a geçiş için bir ara adımıoldu�u tema­ sına da vasıtalı yanıt var. E. Ludwig şöyle bir konuşmayı aktanyor: «_ Montesquieu1de halkın musiki düzeyine dikkat edilmeden devrim yapılamayacağını okudum. Doğru bir fey. Onun için müzik/e ilgilendim. Asıl Türk müziği köydedir. Onların daha yüksek düzeye getirilmesine çalıimayacak mısınız? Batı müziği bugünkü düzeyinene kadar zamanda ulajtı. Dörtyüz yıllık bir sürede. Biz o kadar uzun bekleyemeyiz. Onun içindir ki Batının müziğini getiriyoruz. » Kapanması gereken büyük fa rkın hız artırılarak yok edilebile­ ce�i, bunun da diktatörce bir tutumla sa�lanabilece�ne inancı­ nı E. Ludwig şöyle ifade ediyor: "'Toplumunu gaz lambasından geçirmeden elektriğe ulapırmak istediği için hızlı davranıyor (.. .) Her feyin bir bedeli var ama eğ er ikisinin ağ ırlıklarını karjılapı­ rırsak uyanma uykuya tercih edilir ve hiç füphesiz uyuyan bir hal­ kı uyandırmak müthif bir girijimdir. » Siyaset biliminde 'Aydın Mutlakıyetçi1 diye nitelenen bu dav­ ranışın gününde anlaşılması şüphesiz pek kolay de�ldi. Bunun ülke içinde olumsuz şekilde yansımasını önlemek amacıyla olsa gerek, hem Avrupa hem de Suriye ve Mısır'daki diktatörlük e�­ limlerive kraliıkiara karşı Türk basınında yo�un bir kampanyanın sürdürüldü�ü görülüyor5 Bazı Osmanlı şehzadelerinin hatta Ahmet Nami gibi damatiann Arnavutluk, Irak, Suriye tahtianna aday gösterilmeside -hiçbirinin gerçekleşmemesine karşın- Anka­ ra'nın duyarlılı�ını artıran bir ö�e olmuşsa da asıl gerekçe daima Hakimiyeti Milliye'ye karşıt e�limleri yermekti. Arnavutluk'ta Zogu cumhuriyetten krallı�a geçince en a�r eleştirilere u�dı. Mısır'da rejime karşı yapılan eylemlerin "'Kral ve yanındaki %5 ile %951i temsil eden milliyetperver/er arasındaki bir mücadele» ola­ rak sunulmasız6 da gerçekten çok Kemalistlerin bakış açısını yan-

------� 167 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI sıtmaktadır. Açıkçası Kemalist anlayışta meşruti krallı�ın bile Ha­ kimiyeti Milliye ile ba�daşnnlabilece� anlayışı yoktur. Bunda İt­ tihatçı dönem deneyiminin başansız kalması kadar, yeteneklerisı­ nırlı olan Vahdettin'in bile hükümdarlı�ından "keyfiyö netime dö­ nüf için» yararlanmaya kalkışması herhalde etken olmuştur. Nite­ kim Mısır örne�i üzerinde Türk basınının sıkça durması, %5'lik bir azınlı�ın krallık aracılı�ıyla bütün kitleyi himayeciye teslim et­ mesinin çok belirgin bir tablosunu oluşturmasındandır. 1920'li yıllarda İngiliz çevrelerinin sık sık Türkiye-Mısır karşılaştırması yapması ve Türkiye'ye Mısır gibi himaye altına girmesini önerme­ si herhalde Ankara'da kızgınlık yaratıyordu: ('Türkiye ile Mısır arasındaki kadar büyük bir çelifki ba1ka yerde yoktur. Ha lkının çok mutlu olduğu görünen Mısır)ın olağanüstü refahı insanı 1aprtır. Amerika)nın dıfında, o ka­ dar çok zengin görünüflü evlerin in1a edildiği Kahir e) den bal­ ka 1ehir yoktur (. ..) Zira her pa1a zenginliklerinin bolluğunu ) göstermek için yapısının ihti1amında diğerleriyle yarı1mak is­ tiyor. Birkaç istisna dıfında yollar genil ve bakım/ı olup en lüks otomobiller çok daha çağdapır. Parisli gibi hayat sürüyor ) Londra)nın büyük senyörlerininki kadar lüks bir mutfağa sa­ hip ve yabancıya özellikle İngiliz'e kar1ı misajirperverlikte ) mükemmel. Eğ er Türkler bunun üzerinde düfünürlerse, Os­ manlı Devletinin eski vilayeti servetini artırır ve çağdal Mı­ sır)ın 14 mily onluk nüfusunun gerçeklepirdiği çalı1ma ile onurlanırken, Küçük A.ıya)nın çöllerine sürü/mü! 9 milyonluk halkının 1imdiki durumu kar1ısında bir eziklik hissedecekler­ dir. (.. .) Mısır bağımsızlığını istiyorsa da, için için, kendisi ile diğeryabancı devletler arasında duran bir büyük devlet olma­ dan durumunun pek tehlikeli olacağını çok iyianl ıyor. )) Do�uda nüfusunço�unlu�unu oluşturan köylüyü ve zengin- ler dışındaki %95'i dışlayan bu anlayış, Fransa'nın Kuzey Mrika politikasında da vardır. Tunus beyini ccPossesseur de la Tunisie - Tu nus)un Ma/iki» diye adlandırarak seçilmiş bir kesimle birlikte

------�: 168 r------tatmin ederken, di�er yandan Tunus topraklanna çok sayıda Fransız köylüsü yerleştirerek tam bir sahiplenme projeleri yapılı­ yordu. Buna karşı çıkan özerklik ve anayasal rejim isteyen (Yani cumhuriyet olmasa da meşruti krallı�a razı olan) Genç Tunuslu­ lar'ın partisi Destur'u suçlama komünistlikti. İleri sürülen gerek­ çe de İngilizinkine pek uyuyor: ((Böylece ne Müslüman milliyet­ çiliğinden ne Sovyet komünizminden ne de İtalyan emperyaliz­ minden endişe duyulur. ıf1.7 Açıkçası ça�daşlaştırma sürecinin ta­ mamlanması beklenirken himayecinin çıkarlan pekiştirilmiş ola­ cakn. Sorun özetle, ça�daşlaşma sürecinin himayeci sultası alun­ da mı, yoksa kendi güdümünde mi yapılaca�ı tercihinde dü�üm­ lenmektedir. A. Toynbee ((Yunanistan ve Türkiye'de DoğuSoru­ nu)) adlı kitabında Kemalistlerin tercihini şöyle özetlemiştir: ((Daha iy i bir dünyayı beklemeden Türk'ün Anadolu'da kendi başına buyruk olabileceğini şahsi gösteriyle kanıt/adı.» M. Kemal'in cumhuriyet rejimindeki ısran, halkı yönetime ortak ederek %5'/er tarafindan bu tür pazarlıklan önlemek, hiç olmazsa en aza indirebilmek içindi. Bu konuda iki ilginç örnek verebiliriz. Mısır'da 1918 Kasım'ında Vafd'cılar İngiliz Yüksek Karnİseri Wingate'e ba�ımsızlık muhtırasını verdiklerinde arala­ nnda şöyle bir konuşma geçer: A. Fehmi: Çok yiyecek verilirse hazımsızltğa uğ rayacak çocuk örneğinin bize uyacağını sanmıyorum. Wingate: Kendinizi yönetebileceğinizi zannediyor musunuz? A. Fehmi: Bunu gelecek söyleyecektir. Ama eğ er Mısır'dan dahageri Arap devletleri bağımsızlıklarını aldı/arsa biz da­ ha layığız. Bu yanıtta %5'i temsil edenlerin kendilerinden şüphesi açıkça görülüyor. Aynı durumda bir TBMM temsilcisinin çok kesin bir yanıt verece�inden şüphe edilemez. Nitekim bu muhnrada İngi­ lizlere ekonomik ve askeri alanlarda ödün vermenin de kabul edi­ lece�i belirtilmiştir. İkinci örneği Irak kralı oldu�u dönemde Pay­ sal'ın İngiliz temsilcilerine söylediği sözlerden alabiliriz28:

169 1------Bir Ça�daşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«Arap ulusunun yönetimi hususundaki kifiselfikirlerindıl ın­ da ben İngiliz politikasının bir aracıyım. İngiliz hükümeti ile ben aynı vapurdayız. Birlikte batacak ya da yüzeceğiz. Beni siz seçmi1 olduğunuza göre kendinizden biri olarak benimse­ me/i ve majest elerinin hükümeti bana size davrandığı gibi

davranma/ıdır. .. » Günümüzde, geleneksel olarak hanedan yönetiminesahip ol­ muş Fas gibi ülkeler ya da petrol zenginli�inden sonra Batının daha iyi diyalog kurabilece�i gerekçesiyle destekledi�i krallıklar (Suudi Arabistan, Körfez şeyhlikleri, Ürdün) dışında, bütün İs­ lam dünyası cumhuriyet rejimini benimsemiş bulunuyor. Hedef halkın yönetirnde temsili, katkısı ve icraatı kontrolünün sa�lan­ masıdır. Hakimiyeti Milliye kavramının gerçekleşmesi, bazılan dışında krallıklarda bile parlamenter sisteme yönelinmesi şeklini almıştır. Hatta Libya gibi, yeni icat etti�i Cemahiriye kavramı ile kitlelerin -işleyişi başanlı olmasa da- do�rudan karar ve icra gü­ cü oluşturmasını tasarlamış toplumlar bile görülüyor. Notlar:

16.04.1920'de NYT'de "Türk Anadolu Cumhuriyeti" ve "Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti" deyimlerine rastlıyoruz. NE 06.01.1921'de Kemalistan deyimini kullanmış. NYT de 20.02.1921'de M. Kemal'in ülkesi diyor. 1921 Kasım'ında Almanlarda 'Ankara Cumhuriyeti' tanımlamasını çok kullanıyorlar. Saltanatla hilafetin ayniması üzerine M. Kemal'in cumhurbaşkanlıpnı istedi� -bütün tarihler 1922 Kasım'dır­ (DN 20.11; EG 22.11) ihtilalci davranışıyla Batı demokrasileri çizgisine girdi� ileri sürülmüştür (MG 03.11; EG 04.11, Vorwaerts 4 ve 6; FL 4 ve 22) Atlantic Monthly, Ekim 1923, s. 546-554, imza: by an observer; Ankara'da bilinçli bir halk hareketi oldu�u düşüncesine karşı Tl Lozan sonrasına kadar Ankara'daki milletvekilierini datJı vahşi, kaba anlamına gelen'backwoodsmen' diye nitelemiştir. Lozan başansını bile ilkel adamın inatçılı�ına ba�lamıştır: "Ço�u mantıksız, kaba, gaddar olsalar da aklıselim sahibi insaniann umutsuzlukla vazgeçecekleri noktada fanatik, şoven olma meziyetleriyle tek bir amaca yönderek başanya ulaştılar. Lozan, yenilclikleri zaman yeterince hissetmeyen insaniann muzafferane başansıdır" (Tl 06.08.1923) F. de Garando, La Turquie Nouvelle, Paris 1927, s. 19; Roland de Mares 1927 Ekim'inde 'Dictateurs et dictateurs' makalesinde 'Tamamen Do�ulu metodlarla Batı ruhlu bir cumhuriyet kurdu' diyor; K S. Chantitch-Chanden 'Türk mucizesi' (Le Miraele Turc, Paris 1929, s. 104) adlı kitabında şöyle de�erlendiriyor: ((M. Kemal'in ruhu esas olarak demokratik. Diktatör olması için kofullar uygundu ama, demokratik ruhu Pe patanı için seTJgiJi ondan bütün PatanseTJer edemokratlar için takdire değer bir örnek yaptı." Roland Michel 1932'de Le Miroir du Monde der­ gisindeki 'M� Kemal Liberal bir Diktatör' başiıldayazısında diyor ki: ((Diyelim ki diktatördür,; fakat değifmeZ klifesi gözlerimizin önünde duran diktatör tipi numunelerinden tamamen ayrı bir zihniyet Pe ruhta bir diktatördür. " 03.11.1927, başyazı; 'Ölünce yaptıkları ayakta kalır mı?' sorusu hep sorulmuştur: Tl 27.11.1926; NYT'den J. Walter Collins M. Kemal ile konuşup bu soruyu kençiisineyöneltiyor, Tl 09.07.1931 sistemi devam ettirecek Kemal, fevzi, Ismet triyomvirasının yerleşti�ini belirtiyor; Tl 29.10.1932'de "lsmet ve Fevzi devam ettirirler, fakat asıl devam ettirecek olan gençlik yetişti." diyor. OR 19.11.1927 'Mucizesi Yaşamasına BatJı' Great Britainand the East, A�ustos 1938. Current History Ekim1928 OM 15.05.1924, s. 290, Kalküta'nın el Jamia dergisinde, Ahmed Abdülkelam'ın yazısından. Current History, A�ustos 1972 9 MO 10.02.1924 'El Jumhuriyet Et Turkiya' 10 Ayın Tarihi, Mayıs 1931, s. 7420, The Contemporary Review'de Arthur Merton'un Mısır'da Kanuni Esasi yazısından naklen. . Maged Mansy, 'Biçim ve Reform, Mısır ve Kemalist Türkiye', I. Gökalp ve F. Georgeon (ed.)

171 Bir Ça�daşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y I L I

'M. Kemal Maker of the New Turkey' Current History, Nisan 1928, s. 65-71 LH (Lissanul Hal), 01.09.1928 LH 05.09.1928, 06.09.1928 tarihli sayılannda krallık ilanının kesinleştiıi, hatta başkentin lstanbul'a taşınmasının da kararlaştırıldııı eklenmiştir. BE 20.03.1924 'El kumbula el kamaliya tusibu kebet el İslam ve Turkiya' Belag'ın 18, 19, 20, 22, 24, 25 Mart 1924 sayılanndaki tefrika. Yararlanılan başlıca kaynaklar: NE 10.04.1924, s. 366-377 ve 01.05.1924; OM 15.Q3., 15.04 ve 15.05.1924; Yann Richard . "Kemalizm ve Iran", I. Gökalp ve F. Georgedon (ed) Kemalizm ve Islam Dünyası s. 79-97. MW Ekim 1924, c. 13, no.4. 09.10.1922 tarihli sayısından. TE 21.03.1924, başyazı 'La Perse Republicaine'. Rıza'nın oılu Muhammed Şah Pehlevi anılarında, babasının Türkiye'den etkilenerekcumhur iyeti düşündüıünü , hilafetin laıvının karar deıişikliıini etkilediıini belirtiyor. (Muhammed Reza Shah Pahlavi, Mission fo r my Country, Mc Graw Hill, New York 1961, s. 38-39) Gerçekte hilafetin laıvı deıil, türbe, rekke ve zaviyelerin kapatılması ve diyanet işleri dışındaki özel dinci kadroların tasfiyesinin mollaları korkut­ tuıu açıktır. Tl 02 ve 03.04.1924 NYT 04.11.1925, 'Teheran Imitaties Angora' Time, 21.02.1927, s. 13; 27.09. 1926. New York Times, 9.3.1930. Hakimeyeti Milliye (12,14,16,30.02.1929; 17.04.,10.07., 23.11.1929) ve Cumhuriyet'te (6,8, 3.11.1929; 11.08.,26.09.1�29 ve 26.05.,25.06.,14,25.08.1930) Suriye,Yugoslavya, Ispanya, Mısır, Almanya, Lehistan, Romanya'daki krallık ve diktatörlük girişimlerine sert saldınlar var. Muharrem Feyzi, Cumhuriyet, 22.07.1930. Le Matin, 06.01.1925; Fransa Başbakanı Şubat 1925'de meclisde Anavatan ile Kuzey Mrika'nın geniş bir bütünleşme politikasından bahset­ miştir. 28 H. Laurens, L.' Orient Arabe, Arnund Colin-Paris 1993, s, 220 6.

Böl ün1

LAİKLİGİ TANlMLAYABiLME

Şeriatı Kimler İster?

T aiklik inanç-�1 dengesi arayışında insanlığın buldu�u son Lfo rmüldür. Inancı hakim kılmak amacıyla, kutsal emirlere aykın olarak, zorlamayı hatta insan öldürmeyi bile geçerli sayan gerilikten kurtulmak, insaniann inançlanndan dolayı sorgulan­ masını engellemek ve en önemlisi inançlan ne olursa olsun in­ sanlann eşit olduklan anlayışını yaratmak, aklın en başanlı adımı oldu. Bütün dinlerin kölelik kurumunu do�al karşıladığını anımsamalıyız. Bundan sıyrılmanın koşulu her şeyden önce, yö­ netimlerin her yaptı�ına sorumsuzluk kazandıran yetkinin Tan­ rısal kaynaklardan do�du�u inancının tasfiyesiydi. Aynı anda, toplumun yaşamıyla ilgili kurallann belirlenmesinde yalnızca Tann buyruklannın geçerli oldu�u anlayışının da tasfiyesikendi­ li�nden gündeme geldi. Din-iman ile şeriat (izlenecek yola ait hukuk kuralları) arasın­ da bir ayının yaparak, tek Tannlı dinlerin sonuncusu olan İslam bu alanda ileri bir adım attı. İslamın beş temel şartı (namaz, oruç, hac, zekat, kelimei şehadet) ile imanın altı temeli (Tann­ ya, peygamberlere, meleklere, kutsal kitaplara, ahiret gününe, kaza ve kadere inanmak) tarnşılmaz ve de�iştirilemez. Toplu­ mun uyaca�ı yaşam kurallannı oluşturan şeriat ise Tann buyru­ �u de�ldir. Bu kurallann pek azı, belki binde biri Kuran'da be­ lirtilmiştir. Geri kalan 999'unu insanlar belirlerler. Tabii yere ve günün koşuHanna uygun olarak. Bunun gereklili�ni Hazreti Peygamber de belirtmiştir. Onun zamanında da, sonrasında da İslam toplumları tek bir örneküzere yaşamamışlardır. Bu açıdan örft (yerel adetlere) ba�lı yasalannın bollu�u sebebiyle Osmanlı

______, 175 r------Bir Ça{ldaşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Devleti İslam tarihinde özel bir yere sahiptir. Kur'andaki o az sa­ yıda kurallann bazılarını da dışlayan, aynı zamanda yerel Hıristi­ yan geleneklerini dikkate alan kanunnameler çıkarmıştır. Aynca ilmiyeyi, icat etti�i bir şeyhülislamlık makamına ba�lı memur statüsüne sokarak da dini yönetimin emrine en çok ba�layan devlet olmuştur. Böylece din çekişmelerini önlemeye çalışnuştır. Bütün bunları yaptı�ı için Osmanlı'ya tabii ki laik diyemeyiz. Ama laikli�in hedefi olan halklaşmada bazı ileri adımlar attı�ı da inkar edilemez. Katolikli�in en ba�naz dönemini yaşadı�ı ça�­ larda Osmanlı'nın neden başarılı oldu�u bundan kolayca anlaşı­ lır. Hıristiyanlık bu ba�nazlı�ı önce reform sonra da aydınlanma ile ancak 400 yılda aşabilmiştir. Bu halklaşmanın Batı'da da tek bir kalıp içinde gerçekleşti�ini sanmak hata olur. Belli başlı iki örnekten İngiltere'de seküler deyimi altında kral kilisenin başı sayıldı böylece kilise devlet protokolünde bir yere sahip oldu, ama orada da giderek yasalara ve yaşam kurallanna karışması dış­ landı. Simgesel bir nitelikten ileri gidemedi. Resmi işlevinde bel­ ki sadece nikah kayıtlarını tutnı. Laiklik adıyla Fransa'da yapılan uygulama ise, kilisenin ve dinin bütün resmi niteliklerinin tasfi­ yesi, vatandaşın özel tercihine bırakılması oldu. Her iki anlayışın da ortak yanı insaniann tercihlerinde serbest bırakılması ve bun­ dan dolayı sorgulanmaması ilkesinin kabulüdür. Biz Batı'nın daha çok Fransız kültürü ile etkilemiş oldu�u­ muzdan deyim olarak laik'i benimsedik ama uygulamada kendi özeiliklerimize ba�lı kaldık. Osmanlı'daki gibi devlete ba�lı bir Diyanet İşleri Başkanlı�ı mekanizmasını devam ettirdik. Ancak bu kurumun ne siyasette ne de toplumun yaşam kurallannda söz sahibi olmasını kabul etmedik. Diyanet İşleri, her zaman vatan­ daşa birey olarak hizmet veren bir kurum olarak düşünüldü. Osmanlı'nın klasik döneminde örfiyasalann egemen olması­ na ek olarak, Tanzimat döneminde de Mecelle, İslam ile Batı'nın laik yasalarını ba�daştırma girişiminde bulunmuştu. O zaman da bazı çevreler cşeriat istiyoruz' fe ryadı ile karşı çıkmışlardı. Atılan adımların dinden kopma, dinsizleşme anlamı taşıdı�ını ileri sü-

______, 176 r------rüyorlardı. Oysa din ve iman ile şeriatın apayrı şeyler oldu�unu daha önce belirtmiştik. Bugün de kullanılan bu slogan, Osmanlı'dan mirasdır. En iyi örne�i Yeniçeriler oluşturur. Yeniçerilik kurumunun, devletin kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki disiplin ve başarısına, Batılı­ lar da hayranlık duyar. Ancak kurum 17. yüzyıldan itibaren de­ jenere olmuş, disiplinsizli�in simgesi haline gelmiştir. Halkın can ve mal güvenli�ini tehdit eden, cülus bahşişi için sultan öl­ düren bu kurum kendisini düzene sokmaya kalkışan her girişime (Şeriat isteriz' sloganıyla karşı çıkmıştır. Böylelikle karşılanndaki­ ni dinsizlik ve imansızlıkla suçlayarak, dikkatleri sürdürdükleri yaşam tarzından uzaklaştırmış oluyorlardı. 31 Mart olayında ayaklananlar da, Ba�ımsızlık Savaşında Bü­ yük Millet Meclisi'ne karşı çıkanlar da aynı sloganı aynı amaçla kullanmışlardır: Kendi olumsuzluklannı örtrnek için. Bu yüz­ dendir ki Türk toplumunun belle�inde şeriat isteyenlere karşı bir güvensizlik oluşmuştur. Devrimiere de aynı sloganla karşı çıkanlar oldu. Gerçekte hiç kimsenin ibadetine karışılmıyor, ama dinin siyasi amaçla ve çı­ kar aracı olarak kullanılması kesin olarak engelleniyordu. Bu akımlan körükleyenler gerçek din alimleri de�il, daima hocalık, imamlık iddiasındaki cahiller olmuştur. Esasen bunlara tepki de Kemalistlerin buluşu de�ildir. Tanzimat'tan önce de, Tanzi­ mat'ta da eleştirenleri çok olmuştur. Mecelle'yi hazırlayan Ah­ met Cevdet Paşanın kendisi medreseden yetişme bir din alimiy­ di ama kendi meslektaşlarının kalitesizli�ini en çok eleştirenler­ dendi. Birinci Osmanlı Meclisinde, 1877'de, Aydın Milletvekili Menekşelizade Emin Efendi kürsüden %alkın bajına bela kesilen cahil ilmiye mensuplarından' yakınınca di�er konuşmacılar ona katıldıkları gibi genel kurulca da alkışlarla karşılanmıştır. Dine ba�lılı�ı tartışılamayacak Mehmet Akifin de cahil hocalara sert eleştirilerini herkes bilirdi. Ö�retici, e�itici olmalan gereken medrese kadrolan cahilli�in pekişınesine hizmet eder ve sadece kendi geçimlerine yararlı ola-

------�: 177 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olaralt CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI cak bir İsiarnı anlatırlarken, aslında bir dönemde ba�nazlı�ın aşılmasının aracı olan zaviye ve tekkeler de miskinlik yuvasına dönüşmüştü. Saygıyla anılacak pek az sayıdaki din adamımn ve Ba�msızlık Savaşı'na yataklık eden birkaç tekkenin dışında her iki kesimin neredeyse %95'i hiçbir üretimde bulunmadan sadece halkın sırtından bedava yaşamanın yollannı anyorlardı. 1920'le­ rin başında nüfusu bir milyonun altında bulunan İstanbul'da bu tür tufeyli miskinlerio neredeyse % lO'a ulaştıklan hesaplanıyor. Tekkelerin, zaviyelerin, türbelerin kapatılması, din adamlı�ının simgesi olan san�ın ancak yetene�ini ispatlayanlarca taşınması­ nın yasalaşması bu gereksinmenin ürünüdür.

Batı'da Ilk Tepki: Hilafeti Salıipieniş

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya laiklik ilkesini şöyle açıklamıştır: a:Bununlabiz dinin memleketif leriüzerinde nufuzsahibi olma­ sını ö"n/emek istiyoruz. Dinler vicdanlarda ve mabetierde kal­ malı maddi hayatın ve dünyanın if/erine karı1mamalıdır. » 1 Dini bireyin şahsi işi saymak, toplumu yönlendiren kararlar- da kaynak saymamak e�ilimi Kemalistlerin ani bir davranışının sonucu de�ildir. Kökleri Tanzimat'a dayanan uzun bir hazırlık süreci geçirmiştir. E�itimde medresenin, hukukta şer'i mahke­ meler ve dini yasalann, karar vermede Babı Meşihatındışına taş­ ma ve benzeri e�ilimlerin kökleşmesi adım adım gerçekleşmiş ve karara temel oluşturmuştur. Bu süreç sırasında Osmanlı anaya­ sasında devlet dininin İslam oldu�u kaydı hep mevcuttu. Anka­ ra'nın 1921 Anayasasında devlet dini hakkında hiçbir kayıt mev­ cut de�ildi. Bu hüküm anayasaya 1923'deki de�işiklikle girdi. Hilafeti la�veden 3.3.1924 tarihli yasanın yanı sıra Şeriye veka­ letinin kaldırılması ve Tevhidi Tedrisat kararlannın alınması bu alanda kesin adımı oluşturdu. 1924 Anayasa de�işikli�inde dev­ let dininin İslam oldu�u kaydı aynen muhafaza ediidiyse de 10 Nisan 1928 değişikli�inde ikinci maddedeki bu kayıt kaldınldı-

------; 178 �------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

� gibi 26. maddedeki şer'i hükümlerin TBMM'ce düzenlenece­ �ini öngören hüküm de iptal edildi. Böylelikle tamamlanan uy­ gulama I 9 37'de laikli�n anayasaya ilke olarak dahil edilmesiyle nihai şekline ulaştı. Fransızca'dan alman laik sözcü�ünün içeri�i ve çevirisi bazı yanlış anlarnalann do�masına sebep olmuştur. Laik, Latince kö­ keni itibariyle «ruhani olmayan, dinsel olmayan /CJ, fikir, ku­ rum» anlamına gelir. Fransız İlıtilali sonrasında rahiplerin etki­ sinden sıynlma, halklaşma anlamı da taşıyordu. Arap ve Türkler tarafindan (özellikle Ziya Gökalp) Iddi ni şeklinde çevrilmesi bir ölçüde karmaşa yaratmıştır. Bu sözcü�ün dinsel olmayan yerine dinsiz gibi anlaşılması bilgisiz kitleleri etkilemekte kullanılmıştır. Bazılan (Müşir Ahmet Paşa gibi ve İranlılarda) gerçek anlamıy­ la Id ruhani ( ruhhan sınıfindan olmayan) deyimini tercih etmiş­ lerdir. Ancak bu ifadenin ulema ve din adamlan üzerinde olum­ suz etki yapabilece�i düşünülmüş olmalı ki fa zla yaygınlaşma­ mıştır. Bir de Araplann kullandı� alemanideyimivardır. Laik'in karşılı�ıdır ama her iki anlamda da kullanıldı�ı görülür.1 İlk akla gelen olasılık Batı'nın, hilafetin kaldınlmasına sevine­ ce�iydi. Daha on yıl önce bütün Müslümanlara, birleşerek sö­ mürgeci yönetimleri devirmeleri ça�nsında bulunmuş bir kuru­ mun la�vedilmesine, do�al olarak böyle bir tepki göstermeleri gerekiyordu. Kurumun ortadan kalkmasıyla bu tür tehlikelerin yinelenmemesi güvencesine kavuşuluyordu. Oysa Batı, bilafeti savundu, kurumu kaldıran Kemalistleri suçladı, hatta kendi me­ zarlarını kazdık/arını ileri süren yo�un bir kampanya başlattı. 3 Batı, hilafetin kaldırılması karannı, Ankara'nın uzun sürede, ekonomik nedenlerle gerçekleşecek çöküşünü hızlandıracak bir etken olarak de�erlendirmiştir. Bu demektir ki, emperyalistler hilafete de�il, başta Panislam olmak üzere, bilafeti kullanan akımlara karşıdırlar. Uyumlu davranan, Batı'nın çıkarianna hiz­ met edecek bir halifenin yaşaması, kaldınlmasındandaha çok iş­ lerine gelmektedir.

------� 179 �------Bir Ça!ldaşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

İngiltere'den ccHaydarabad Nizamını halife yapmanın tam zamanıdır))gibi öneriler4 yükselmekle birlikte, sorunun İngilte­ re'nin başını çok ağntacağının bilincinde olanlar daha çoktu. 5 Fransa'dan ilk öneri Abdülmecit'i Tunus'taki Cerbe adasına yer­ leştirmeyi ileri süren Claude Farrere'den geldi. Bu öneriyi c'An­ tipapalara kar1ı kullanılan papa» örneğine benzeterek uygun görenler çıktı.6 İtalyanlar Libya'yı düşündü. Mısır ccimana sadık kalan en özgür ülke» olarak, Abdülmecit'in, o olmazsa hilafetin mutlaka Mısır'a getirilmesini arzuluyordu.7 Fransız politikacılan ise yepyeni bir öneriyle ortaya çıktılar. Senatonun dışişleri ko­ misyonunda hilafetin lağvıyla doğan durum tarnşılırken, Lozan Antiaşması komisyonun raportörü olan Gasser'in önerisi şöyle oldu8: Fransa bütün İsiarnı kucaklayan bir hilafetin caniandıni­ masına yönelik hiçbir girişimi desteklememelidir, zira bunun so­ nucu Panislam olur. En uygunu her Müslüman ülkenin kendi halifesi olmasıdır. Panislamın yıkılışı Müslüman uyruklan bulu­ nan devletlerin çıkannadır. Kemalist hareketin bütün İslam dünyasını peşine katabilece­ ği korkusu ve aynı dönemde sömürgecileri isteklerine uygun davranmaya hazır halife adaylannın varlığı (Haydarabad Nizamı, Hüseyin, Fuat, Vahdettin ... ) emperyalistlerin bilafeti mazlum, Ankara'yı zalim gösterme kampanyası için çok uygun bir ortam yarattı. Avrupa'dan kovulması için yüzyıllardır kampanya sürdü­ rülen Osmanlı Hanedanına karşı aşırı sevgi gösterilmeye başlan­ dı; ccBefYiiZyıldır Türkleri zaferden zafere kopuranlar hudut dı­ !' ediliyor. ı» Sınırdışı edilen şehzadelere Lübnan'da gösterilen yakınlığın diğer bütün ülkelerdekinden fa zla olduğunu Fransız­ lar saklamadılar. Yalnız Müslümanlar değil Hıristiyan cemaatler­ den de karşılayanlar oldu. Ankara hakkındaki demeçleri de ba­ sında eksiksiz yer aldı. 10 Israrla, karann İsiama saygısızlık olduğun ve Bolşevik eğilim taşıdığı12 belirtildi. Fırsatı kaçırmak istemeyen bir Yunanlı, Ang­ Io-Sakson basınını kullanarak, kararda Marksist görüşün etkili

______, 180 �------oldu�unu belirtmekle kalmamış, «devamı Kur1anın lağvı ve akıl ilahına At Meydanı1nda teriir ilan eden bir kararnameya yınla­ mak olacaktır» demekten kendini alamamıştır.13 Kararın, o dö­ nemde Batılı çevrelerce her kötülü�ün kayna�ı gösterilerek yeri­ len Bolşevekli�e ba�lanması, hem Müslüman çevrelerdeki tepki­ yi artırmakhem de çöküşte akibetlerinin benzer olaca�ı kanısım yaratmak için kullanılmaktaydı. İslam dünyasındaki tepkinin ya­ nısıra Türkiye'de ayaklanmalar olaca�ı, rejimin devrilece�i M. Kemal ve İsmet paşaların cezalannı hayadarıyla ödeyecekleri ve bunun bir intihar kararı oldu�u14 sıkça söylendi. Tam aksi nok­ tadan bakarak olayı de�erlendiren ve kararı yerinde bulan Bolşe­ vikler bile, karann ayaklanma ve Kemalistlerin devrilmesi ile so­ nuçlanaca�ı şeklindeki yargıya katılıyorlardı. Onlar Ankara'yı ye­ terince ihtilalci davranmamak ve «siyasi saflık ve sınıfçekingenli­ ği iJe» Osmanlı Hanedanını ülke dışına gitmekte serbest bırak­ ınakla suçluyorlardı. Çar ailesi gibi yok edilmemeleri sebebiyle «A bdülmecit1in ve din adamlarının mutlaka cumhuriyete kar1ı yürütülecek kampanyaya zemin hazırlayacak/arı» inancındaydı­ lar. 15 Kemalist düşüncede cumhuriyete komplo psikozunun aşı­ rı düzeye erişmesinde bu dış etkenler önemli rol oynamıştır. Himayeci güçlerin bu çarpık bakışı ve abartışı Do�uluların bile dikkatini çekti. El Alıbar gibi İslamcı bir yayın «A nkara1nın çirkin hatasından yararlanmak için emperyalistpolitika hareke­ te geçmipir» uyarısında bulundu. 16 Hatta yan-resmi sözcü nite­ li�i taşıyan Reveil bile sordu: «Hilafe t olayının önemini artıran Avrupa basınının kopardığı yaygaradır. Türkiye tek özgür ve si­ lahlı Müslüman ülke olduğunagiire bu kararın Müslüman ülke­ lerdeki tepkilerinden böylesine bahsetmek niye?�7 Kampanya ile İngilizlerin, di�erlerinden daha ilgili olması, uyumlu halifeye daha çok gereksinim duymalanndandı. İslam ko­ nusunda çok görüş açıklamış İngiliz uzmanlardan Sir Valentin Chirol 1924'te bu arayışın yönünü pek kesin şekilde belirtmiştir18: «islam, yüksek yetenekli Araplardan OrtaA.ıya vahpliğ inden sıy­ rılamamıl Türklerin eline düpüğünden beri felç oldu. Bu mah-

______, ısı r------ll ı ı (,, • jl ıl • 1 1 • 1 ın • O r ıı c � i O 1 a r a k CUMIIURIYET İN İLK ONBEŞ YILI

zuru Türkler elleriyle ortadan kaldırdılar. Şimdi İstdmın lider­ ligini alan, büyük bir hayatı canlandırmafırs atını elde edecek.» Himayecilerin, Araplan -ve di�er Müslümanlan- kendilerini yönetme�e ve özgürlü�e layık görmedikleri halde yüksek yete­ nekli ilan etmeleri ve İslamın yeniden canlanmasını arzulamala­ n, bir yandan Bolşeviklerin yaydı� ateizmi, di�er yandan Anka­ ra'nın ba�ımsızlık akımım nötralize etme istekleri nedeniyledir. Kemalizm'e Bolşevik damgası vurulunca bir hamlede iki tehlike­ nin de yok edilmesi kolaylaşıyordu. İngilizler Hicaz Kralı Hüse­ yin'in halifeli�ni arzulamadıklangibi, bunun hem Hintliler hem de Arapların ço�unlu�u tarafindan istenmedi�ni de biliyorlardı. İngilizlere göre «Kemalistlerce ihanet suçuyla Pe sadece İngiliz yanlısı oldukları için» uzaklaştınlan Vahdettin'e9 bile aday gös­ terebilirlerdi, ama İslam dünyasının ço�unlu�u onu da istemi­ yordu. Abdülmecit'ten yararlanmayı düşünenler de çıktı: «uzaklapırılan halifeyi, insana sadık kalan en özgür İslam ülkesi olarak Mısır'a daPet etmelidir. O gelmese de hilafet Mı­ sır'a getirilmelidir. Böylece, 16. yüzyıldaki olay -hilafetin Mı­ sır'dan İstanbul'a götürülüfü- düze/tilmil olur. » zo Özel nitelikle de olsa Abdülmecit'e ça�n açıklandı ve cevap vermesi sa�lanmaya çalışıldı. Özellikle bir halifenin Hıristiyan ül­ kelerine (İtalya, İsviçre) yerleşemeyece� belirtiliyordu. Manar'cı Reşid Rıza da bu kampanyaya katıldı.zı Mısır'a yerleşmenin İn­ giliz kontroluna girmek şeklinde algılanaca�nı bildi�inden Ab­ dülmecit'in bu ça�ınyı kabul etmesi zordu. Esasen ça�ınnın da redde zemin hazırlayarak Mısır Kralı Fuad'a hilafet yolunu açma amacını güttü�ü açıktı. Fransız ve İtalyanlann da Abdülmecit'i kendi topraklarına yerleştirerekkontrol alunda tutmak istedikle­ rinden daha önce bahsetmiştik. Kısacası himayeciler resmi a�ız­ lann dedi� gibi «hi/afeti Müslümanların iç sorunu» sayıp ko­ nuyla ilgilenmiyor de�illerdi. Olaya gündelik politika dalgalanmaları çerçevesinde de�l de tarihin uzun süre anlayışı içinde, bütün İslam dünyasına öz-

______, 182 r------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

gü bir de�işim hareketi olarak bakanlar yok de�ildi. Fransa'nın en etkili yayın organı Le Temps'ın başyazılan ve Türkiye'ye uzun süreyle yolladı� muhabiri Paul Genziton'un yazılan ör­ nek gösterilebilir:zz «Türk devletinin siyasi, dini Pe sosyal kurumlarında gerçek bir ihtilal. (... ) Laiklik kararı etkilerini gösterecek, kadın erkek qitliğigelecektir. Hatta ciddi olarak Latin harflerinin kabu­ lünden bahsedenler var. (... ) İngiltere'nin kararın Hindis­ tan'da üzüntü yarattığı hakkındaki kampanyası Türkiye aleyhinde propaganda amacı güdüyorsa bu yanlıf. Türkler dinden çıktı demekse çok hatalı. Bunları söyleyenler Türki­ ye'nin dep/et mekanizmasını bilmiyorlar. ( .. .) Karar Türk ulusal Cl'riminin doğal sonucudur. Ankara meclisinde her za­ man tam bir sonuna kadar gitme eğilimi mepcut olmu1tur. Ankara/ı/ar, Müslümanları birleftirme çabalarının hep bo1a gittiği ve cezasını Türklerin ödediğine inanıyor/ar. (. ..) Kıs­ men eskiden kopmuf, ama modernizme tam ayak atmamı1 olan Türkiye'de iki fe lsefe çarpıfıyordu. Ya eskiye dönecek ya da yirminci yüzyıla uyacak/ardı. Ya rım yarım yafamaya del'am edemez/erdi bir karara varmaları 1arttı. Muhafazakarların Rauf] radikal/erin İsmet pafaları çekifirken Kemal, Büyük Petro kesinliğiyle ifi çözdü: Laiklik (... ) » İtalyan İslam Tarihi profesörü Nallino da İslam evrenselli�i yerine bir ulusal devlet hareketinin belirdi�ini, oluşumun bu çer­ çevede de�erlendirilmesi gerekti�ini kaydeder. Ünlü Corriere Della Sera gazetesi de bu yargıya katılıp ekliyor: «Hi/afeti iste­ meme/eri, yabancı oyuncağı haline gelmil olmasındandır. .!Al Bu çevrelerin üzerinde durduklan bir di�er husus da Anka- ra'nın programını gerçekleştirmedeki kararlılı�ıdır:z4 ((M. Kemal, ÖPülmesigereken bir cesaretle Pe milyonlarca Müs­ lümanın sempatisini kaybetmeğe aldırmadan politikasını yü­ rütüyor. Kimseye aldırmadan kaderine yürüyor. İsteyen cihad açsın.»

______, 183 r------1\ir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

İslamda İlk Tepki: Cahiliye Ölümü Tartışması

İslam dünyasının en sert tepkisi Mart 1924'te Hicaz Kralı Hüseyin'den geldi. Bu tepki, sadece hilafetin la�vına ve laikleş­ ıneye karşı olmayıp, 1916'dan beri Türkiye'de yaşanan bütün konuları içermektedir.Hüseyin, resmi sözcüsü Kıbla gazetesi va­ sıtasıyla sadece Türkiye'deki oluşumlan eleştirmekle kalmayıp, Kemalistleri örnekalmaya kalkışan Araplan da sürekli uyarmıştır. Bu çerçevede daha 1923 Kasımında Mısırlı reformculara sert bir saldında bulunmuştu. Mokattam'ın, Türkiye ve Mısır)da Şer)i Mahkemeler konulu bir yazısında yeni Türk anayasasından bahisle, bu malıkernelerin Türkiye'de kaldınlmakta oldu�u ve Türk örne�ininizlenmesinin Mısır'a yarar sa�layaca�ının belirtilmesikızgınlı�ın başlıca nede­ niydi. Gazetenin özellikle "Neden biz de hilafetdevletinin yaptı­ ğını yapmayalım ... Sosyal sorunlarda dine bağlı kaldıkça hiçbir bajarı umudumuz olamaz... Türkler Osmanlı Devletinin düfü­ fÜnün en büyük sebebinin bu bağlılık olduğunu siiylüyorlar» şek­ lindeki ifadeleri kızgınlı�ı daha artırdı. Kıbla'nın 8 Kasım 1923 tarihli yorumu şöyle oldu: "Böyle jeyleri ancak taklidin yarattığı kötülüğü fa rkedemeyen­ ler siiylebilirler. Okul çocukları bile, Şer)iye mahkemelerini lağ­ vedenin bir hilafe t devleti sayı/amayacağını bilirler. Zira biiy­ le bir devletin herjeyden önce 1er)i yasalara cüz)en ve külliyen bağlı olması gerekir. El Ezher üniversitesiyle ünlü Mısır)ın bu­ na katılması tezi insanı hemgüldürüyor hem de ağ /atıyor. İjin ba1arı 1ansı da yoktur. Üstelik bu fikri desteklemek için Türk liderinin inkılap sonrasındaki demeçlerine dayanıyor/ar. Bu sözlerin arkasında ne tür bir art fikiryatıyor bunu tekrarla­ mak istemeyiz. Bize sadece ayeti tekrarlamak kalıyor: cMümin olmak isteyen mümin olur, münkir olmak isteyen de münkir. ' Osmanlı Devletinin yıkılıjını dinsel gerekçelere bağlamak ise tam bir skandaldır. » Hüseyin takımından, bilaferin la�vı üzerine yükselen eleştiri-

------� 184 �------ler, kendisininhilaf etiniilan etmiş olması sebebiyle eskisinden da­ ha da iddialı oldu. Gazi'nin bütün bunlara ra�men İslam dünya­ sında yok edilemeyen prestijiniaşıp kendisini bütün İsiama kabul ettirebilmesi için bu davranış kaçınılmazdı. ((İslamın birliğiniyık­ tılar, bir kararla yabancıların amaçlarına destek verdiler» ya da

"Mülhid = Allahı inkar edenler» suçlamalanna onun sözcüsü Kıbla'da rastlanır?5 «Halifeye biat edilir ve uyu/ur, soru sorulmaz» anlayışıyla bireysel yöneticili�in temsilcisi olan, bir yandan da Ku­ reyşlinin tartışmasız kutsallı�ının savunuculu�unu yaparak milli­ yetçi-ırkçı çizgiyi izleyen Hüseyin'in bu resmi yayını, adeta bir «Kemalist aleyhtarı yazılar antolojisi» niteli�i taşımaktadır. Hin­ distan'dan yükselen çeşitli e�ilimleri yansıtan görüşler içinde sa­ dece karşı olanlan, özetle Kıbla'da bulmak mümkündür: «Karaçi'den aldığımıziı'zel mektupta, İsmet Pa1anın hilafet­ ten dolayı değil, Türkler güçlü olduğu için Müslümanların destek verdiğisöz lerinin büyük üzüntü yarattığı kaydediliyor. (... ) Hint Madina gazetesi, Türkler için mevlidi marazi okunma/ı ve Allahtan rahmet dilenmelidir, diye yazdı. (.. .) Şeyh Abdülmecid Kadiri Zamindargazetesinde ulemayı acele önlem almaya ve Abdülmecid'den dahagüçlü bir halife seçme­ ye çağırdı. Şeyh Mevlana Abdülbari de Mekke'den aldığı ve Kral Hüseyin'in bu makama tek uygun kiji olduğunu kayde­ den mektubu yayım/adı.» 16 Bu yazılar ve Hüseyin'in hilafetine karşı çıkanlar yüzünden Hint Müslümanlannın ikiye aynldı�ını saklayamayan Kıbla, Ke­ malist karan yerrnek için şu görüşleri ekliyor17: «A sıl elepirme/eri gereken Türklerin Turancı akımı ve laik hareketleri olmalıydı. İslam, hi/afetin lağ vını kabul edebilir mi? İslam, Türk erkek ve kadınlarıyla Bulgar, Yunan, Avus­ turyalı, İtalyan ve Ermeni/erin dansetmesini kabul edebilir mi? İslam matmazel Zeynep hanımın Burhanettin Ali Bey ile dans etmesine izin verir mi? İslam Nurettin beyin matmazel Li/i Maskat ile 22 saat durmadan dansettiği için övünme/eri-

------�: 185 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

ni ho1 görür mü? İslam sekizyüz yıldır İsiama hizmet veren Ali Osman 'ın uzak/apırı/masını ho1 görür mü?» Mısır'ın Moktabas gazetesinden aktanlan bir yazı da Arap milliyetçili�ni aşın kullandı�ı için uygun görülmüş olmalı18: «Herkes Arap dü1manlığı yapıyor. Türkler 1eytani Turancı Nahda (Uyanı1) ile Türkçe'den Arapça kelimeleri çıkarıyor­ lar. Kadın öğ retmenler/e konu1masında M. Kemal föy/e dedi: «öğrencilerinizi güzel kadınlar, serbestlikçi (a1ağılayıcı an­ lamda) ve bizimle barlarda bulunacak, bizimle içki içecek, bi­ zimle tiyatro ve dansinge gelecek insanlar olarak yetipirin. (... ) Yunanlı/ara kar1ı din adına Arap, İran/ı, Hintli, AJ- ganlılardan topladıkları paraları unutuyor ve savapa destek veren Arapları ihanet/e suç/ayıp uzaklapırıyorlar. Va rlıkları­ nı Araptan nefret üzerine kuruyor/ar. Geçmif zaferlerinden bahsederken Turan, Ti mur, Cengiz ve ataları Bozkurt'tan bahsediyorlar. Araplardan nefreti din haline getirdiler.» Hicaz Kralı'nın kampanyasında üslubun giderek sertleşmesi ve «unutalım Türkleri, biz kendi hilafttimizi kendimiz kura­ lım» yoluna girmemesinin sebebini 1924 Marnnda halifeli�ni ilan etmesinden itibaren hiçbir çevreden destek görmemiş olma­ sında aramak gerekir. Suriye ve Lübnan'da ismini hutbede akut­ mak istemiş, yerli makamlarca engellenmiştir.19Filistinliler, İngi­ liz himayesi ve Yahudi politikasını reddederse, yeni halifenin is­ mini hutbede anacaklannı bildirdiler. Hindistan Müslümanları­ nın büyük kısmının yeni halifeyi İngiliz ajanı diyerek reddetmiş oldu�undan daha önce bahsetmiştik. Mısır kesin olarak karşıydı. Mekke ve Medine'yi işgale hazırlanan İbni Suud da 2 Haziran 1924'de bir bildiriyle halifeli�ini reddetmişti. İki o�lu Abdullah ve Paysal'dan başka destekleyeni yoktu.3° Kendisine yöneltilen en büyük suçlama İngiliz ajanı oldu�u yolundaydı. Bolşevik ga­ zetesi Pravda'nın (20.3.1924) «A ziz To mas'ın inayetiyle halife: Caliph by the grace of St. Thomas» alayı İngiliz kamuoyuna da yansımış ve ciddiye alınmışn. El Ahbar da «Hüseyin halife olur-

------1 186 �------sa artık (Müslümanların halifesi, kral bqinci George' diye hutbe okumamız gerekecektir» diye yazdı. Hindistan'daki bir İngiliz sözcüsü «Hüseyin' in billifetifay da değil, aksine diğer ülkelerde Türkler lehine bir akım yaratacaktır» diye peşinen uyanda bu­ lunmuştu.31 A. Toynbee de karann açıklanmasının hemen erte­ sinde, İslam dünyasının büyük ço�nlu�unun Hüseyin'i isteme­ di�ni anımsattı.az Böyle bir ortamda Hüseyin'in sürekli olarak Türk temasını iş­ lemesinin, Kemalistleri de aşıp bütün Türklerisuçlamasının, aşa­ �ılamasının nedeninitahmin etmek zor de�ldir. Hüseyin'in İngiltere'den başka mali ve askeri deste� yoktu, Arap Milliyetçili� adına ayaklanrnıştı; Arap olmayanın, Arapça konuşmayanın Müslüman olamayaca� düşüncesindeydi. Türkle­ ri haklı çıkaracak bir görüş bütün tezlerinin çökmesi demekti. Kendisine bütün Araplann krallı�nı ve bilafeti kazandırabilecek tek güç, o dönemde dünyamn bir numaralı gücü İngiltere'ydi. Londra'nın, sömürgeleri için o dönemde Bolşeviklerden de teh­ likeli saydı� Türkleri yermek, suçlamak, İngilizlere ba�Wı�nın bir kanıtı oluyordu. Hilafetininilanından sonra kendisinin ve o�­ lu Abdullah'ın 18 Mart l923'de Manchester Guardian'a verdik­ leri demeçler bu taWilin do�rulu�unu kanıtiayacak niteliktedir: Hüseyin: «Türk sultanları hi/afeti zorbalıkla ele geçirdiler. Hilafe t için gerekli ko1ullara sahip değillerdi. ( .. .) Hi/afeti si­ yasi ve ki1isel entrikalarında ve çıkar sağlamak için kullandı­ lar, dini korumadılar. Onların entrikaları yüzünden yaban­ cı güçler Müslümanlara aynı 1ekilde zarar verdiler. Şimdi de dini duygu/ara sahip bir halkgibi davranmıyorlar. Kararla­ rı yalnızca bilafeti lağvetmemif, laik bir devlette olduğu gibi dine karp bir sava! ba1/atmıpır. Fransızlar da bir ihtilal yap­ tılarve cumhuriyet kurdular ama dinle sava1madılar. (. ..) Şu anda kimse Türklere Müslüman diyemez. Ben halifeolmak is­ temedim, bana empoze edildi. İstdmı koruyacak halife lazım diye geldiler. Bunu yapacak tek kifisiniz dediler. Hanifsiniz,

------1 187 �------ll ı r �· • j\ ıl • ı 1 .ı � ın • () r n c {l i O 1 a r a k CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Kureyj1e mensupsunuz1 Araplar içindegerçek Arapsınız dedi­ ler. (. . .) Mısır Afgan1 Fas kralları sahte halife olurlar1 zira 1 gerekli kojullara sahip değiller sadece ben gerçek halifeyim. 1 (.. .) Ama fU anda durum hayli kritik1 Arabistan1da tehlikeler var. İbni Suud1un ve İmam Ya hya1nın tehditleri var. Ayrıca savaftan doğan durum dikkate alınmalı. Müttefik/ere en zor durumlarında katı/dım. Bana yazılı vaatlerde bulundular1 ama bunları yerine getirmediler üstelik bana danı1madan ı Türkiye ile barı1 yaptılar. Türkler Emanatı Mukaddese)igö­ türdüler geri istedik vermediler. Müttefikler de bunun için 1 hiç bir 1ey yapmadı. Halkım bana gelip diyor ki: (Müttefik/er vaatlerini tutmadılar ve siz onlara güvenip İslamın birliğini bozdunuz. 1 Beni sorumlu tutuyorlar ve durumum kritik. Ve {imdi bu zorluklara halifeliğin ağ ırlığı ekleniyor. Kaderi kötü bir insanım.» Abdullah: «Türkler intihar etti. Hilafe t onlardayken1 en bü­ yük siyasi güce sahiptiler. Onu ballarından attılar. Cumhuri­ yetçiler hilafe t kurdunun günün birinde cumhuriyet için teh­ like olujturacağını düjündüler. Böylece Araplara en büyük hizmette bulundular. M. KemaFe bir tejekkür mektubu gön­ dermek içimden geliyor. Hilafet bir Arap kurumudur. Pey­ ga mberimiz Araptı1 Kur1an Arapçadır1 Kutsal Şehirler Ara­ bistan1dadır. Ve halifeAr ap ve Kureyjli olmalıdır. » Hüseyin, İngiltere ve müttefiklerinden hilafetinin güvenceye alınmasını isterken, onlann deste�i olursa zamanla İslam dünya­ sındaki muhalefetin de sönece�ine inanıyor anlaşılan. Gerçek­ ten, e�er sadece Hicaz'la yetinmeyi kabul etseydi İngilizler Su­ udileri fr enleyerek bunu sa�layabilirdi. Hüseyin'in politikalanndaki çelişkilerin pek çok kimse fa rkın­ daydı. Bunu tevil için Mokattam 15 Mart 1924 tarihli sayısında «Nahda et Arab (Arap uyanıjı) sırasında İs/d.mı bölmemek için ve İstamın dü1manları yararlanmasın diye» gerekçesini ileri sürmüş­ tür. Görülüyorki Arap milliyetçili� teması ön planda gelmektedir.

------�: 188 r------Hüseyin'le tam ters düşen İslamcı yaklaşımda, Türk'ü suçla­ mak ve aşa�ılamaktan çok hilafet dolayısıyla verilen deste�e nan­ körlük temasının işlendi�igörülmektedir. Hicaz kralının tam ak­ sine, Türk'ün Müslüman olmadı�ı ve dinsizli�ide�il, aksine din için savaştı�ı ve Araplada Hintlilerden bu yüzden destek aldı�ı ileri sürülmektedir. Burada kızgın yazılar yok de�il. Zafer üzeri­ ne Kemalistlere bir süre yumuşak bakan Manar, onları İttihatçı­ lada özdeşlcştirmeye yönelir ve Mısır'dan yükselen «k üfr, i/had, İslam düfmanltğı, zulüm, dalalet» suçlamalan ve geri dönme ça�rılanna bol bol yer ver verir33, geri dönme ça�nlarını kendisi de eksik etmez. Bu kesimde Hüseyin'deki gibi bütünüyle dışla­ manın aksine, kızgınlı�ın egemen oldu�u görülmektedir: Hasan Hüseyin, açık mektup: Türkiye Lozan'ı kendisi ka­ zandı sanıyor, oysa İngiltere ve Fransa, İslam dünyasının korkusundan razı oldular. (Mokattam 07.03.1924) Türkler hilafetten yararlanıp tüm Arap ülkelerinden para ve insan yardımı aldılar. Avrupa'nın İslam aleminin kız­ gınlı�ından korkusu vardı. Bazı Müslüman toplumlar Av­ rupalılarla birleştilerse ba�ımsızlıklannı almak içindi. An­ cak savaşta Türklere Hint Müslümanlarının yardımını görmedik mi, Araplar da yardım ettiler. (Mokattam 08.03.1924) - Mohammed Şakir El Ezher (eski şeyh vekili): Türklere acı­ yorduk, ama bir kez istediklerini elde edince ilgilendi�i­ miz tek kurumu, şeriatı attılar, k3.fir oldular. (Mokattam 08.03.1924) El Nizam: Zafer Gazi'nin kılıcının eseri de�ildir, İslamın­ dır. ( 13.03.1924) El Ahram: Türk'e itaat ediyor idiysek bilafeti savunması içindi. (Belag, 15.03.1924) - Belag (Mısır): Milyonlarca muvahhid Türk'e ek güç ve ko­ rumaydı, bununla düşmanlannı tehdit ediyordu. (Belag, 15.03.1924)

______, 189 r------ll ır <,:aAdaşlaşma ÜrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

El Ezher'den Ali Buvadi: M. Kemal için hep dua ediyor­ duk. Dualanmız kabul olundu, zafere ulaştı. Neden Gazi bu dua edenleri unutuyor. Hilafete herkesin itaatı caizdir, en başta M. Kemal'in. Gazi zaferiyle sarhoş, kendisinden üstün kuvvet istemiyor, Allah'a ve Peygamber' e karşı çıkı­ yor. (Mokattam 09.03.1924) Başanların tamamen İslam dünyasının eseri oldu�u görüşü­ nün tamamlayıcısı, Türklerin güçsüz ve küçük bir toplum oldu­ �u tezidir. İslamın deste�ini kaybedece�i, Bulgaristan, Yunanis­ tan gibi küçük devletler arasında küçük bir cumhuriyet olarak kalaca�ı, Avrupa için artık hiç bir tehlike teşkil etmeyece�i (Ce­ zayirli Emir Said'in görüşü) ısrarla belirtiliyor. Bu yaklaşım, Tür­ kiye'den kendilerinin gerçekleştiremedi�i beklentileri bulundu­ �unu kanıtlıyor. 1922'de zafer kazanılınca Türklerin büyüklü�ü ve gücünü vurgulayanlarınbu ani dönüşü, artık umutlannın kal­ madı�ının belirtisidir. Türklere yönelik yorumlardan daha çok, ne yapılaca�ı konu­ sundaki görüşler yayın organlannda yer alıyor. Tabii ilk soru TBMM'nin tek taraflı kararıyla bilaferin ortadan kalkıp kalkma­ yaca�ıyla ilgili. Eski el Ezher Şeyhi Malıarnmed Hassaneyn hali­ fe nin kendisi istifa etmedikçe biatın devam edece�ini belirtti ve Sahibi Müslim'den bir hadis aktardı: ((Bir halifeye sadık olmadan iilen cahiliyye ii/ümüyle -dinsiz- iilmü1 olur.�· Cezayirli Emir Sa­ id de bir şer'i fe tva yapılmadı�ınıileri sürerek kararı gayrı meşru ilan etti.35 Halifesiz yaşanamayaca�ı görüşüne Hindistan'dan Şevket Ali, Trablusşam müftüsü Şeyh Bedreddin Rafii ve başka­ lan da katıldılar. El Ezher ulemasından Ahmed Mekki «B ir ha­ yalet de olsa halifeka/malı dır» fikrindeydi.36 Eleştiriler sürüp giderken, pratikte hutbede kimin isminin söylenece� sorunu daha büyük önem kazanmaya başladı. Kral Hüseyin'in Suriye, Lübnan ve Filistin'de kendi adına hutbe okutturma çabalan tepkiyle karşılandı. El Ezher'de okunan ilk hutbede halife hakkında ne denilece�i merakla bekleniyordu.

------; 190 �------Vaiz sürpriz şekilde Ankara'nın karanndan övgü ile bahsedince cemaatten yo�un itirazlar yükseldi, kürsüden indirdiler ve Ab­ delbaki Surur Nuaim'i ne yapılması gerekti�ini anlatması için kürsüye çıkardılar.37Abdülmecit'in atanmasının onayı alınmış ve biat edilmiş olmasına göre bunun devam etti�, bütün biat et­ mişlerin onayı alınmadan görevden uzaklaştınlmasının geçerli olamayaca�ını, Ankara'nın protesto edilerek karann geri alınma­ sının isteomesini önerdi. Görüldü�ü gibi Türk'ü bütünüyle İs­ lam dışı sayan Arap üstünlü�üne dayanan Hüseyin'in görüşünün tam aksine bir anlayış egemendir. Aynı görüşe, ilerde ayrıntılı ele alaca�mız Mısır Ulema Dayanışma Cemiyeti'nin Vahdettin'e cevabında da rastlanır.38 Bu aşamada hutbede halifenin mi, yoksa yerel hükümdarıo mı isminin söylenece� sorunu ortaya çıktı. İngilizler, 1914'de Mısır'da, Hüseyin Kemal'i sultan yapınca, Türk ba�lantısı kesil­ miş, hutbeden Osmanlı halifesinin ismi çıkarılmış, sadece Mısır sultanının ismi bırakılmıştı. Çar zamanında Rusya'da Çann ismi­ nin söylendi�i hakkında bir iddia vardır. 1915 A�ustosunda da İtalyanlar, Osmanlı Devletiile savaşa başlayınca Osmanlı halife­ sinin ismini çıkarmış, Mısır Sultanının ismini koymuşlardı. Bu kez Bingazi'de hutbede İtalya kralı Vittorio Emanuel'in isminin okundu� haberi gelince tepkiler büyüdü.39 Abdülmecit'in gay­ ri-Müslim bir Avrupa ülkesinde bulunmasının etkisiyle daha ka­ lıcı bir formül bulunması e�limi arttı. Bütün İslam toplumlan­ nın temsil edilece�i bir kongre ile işe çözüm getirilmesi düşü­ nülmeye başlandı. «Hilafet bir dakika bile bo1 kalmamalıdır» di­ yenlerin karşısında Cezayirli Emir Said ve Trablusşam müftüsü gibi «a cele etmeyelim, acele edilirse İslam dünyasına daha zarar verir» diyenler çıkmaya başladı. Hatta Trablusgarplı Süleyman Baruni «Gülünç bir halifedense bir süre halife olmaması daha iyi­ dir» dedi.40Böylece, hilafetin bir danışma meclisi ile birlikte yö­ netilmesi hatta seçilmesi konusundaki hayli tekrarlanmış bir gö­ rüş giderek güç kazandı. Böyle bir kongrenin ve seçece�i halife-

______, 191 �------ll ır <,:Jj!.

------1 192 �------Abdülmecit halife sayılamaz, zira şeriat, hem seçilmemiş hem de gücü olmayan bir halifeyi kabul etmez. Seçilmemiş olmasına göz yumulsa bile ikinci husus dışla­ namaz. Her halükarda güvencede olamaz, bütün gücü elinden alınmış olduğuna göre Türkiye'de kalamaz ve kendini sa­ vunamaz. - Dolayısıyla Abdülmecit uygun değildir ve kendi ülkesinde oturmayan bir kişiye Müslümaniann biatı şerefli olmaz. - Hilafetin sağlam İslami temellere dayanması gereklidir. - İslam dünyası karmaşa içinde, ne yapacaklannı bilemiyor- lar. Halifeyi ancak ortalık sükunete erdikten ve her eğilim belli olduktan sonra seçebilirler. Dolayısıyla Kahire'de bir kongre düzenlenmelidir. Hilafet konusunda gayret gösteren herkese teşekkür ederiz - Aynı şekilde, tamamen bir İslam sorunu olan Hilafet işine kanşmayan gayri-Müslim ülkelere de teşekkür ederiz. İslam dünyası gayri-Müslimlerle banş içinde yaşamak istiyor. - Bunlan herkesin malumu olması için yaymayı uygun bulduk. Bu bildiri hilafet olayında dönüm noktası oluşturur. «Halife olmazsa iilen dinsiz gider» anlayışının önem taşımadığı uygun ortamın beldenmesininyararlı olduğu kaydedilerek sorunun bü­ tün İslamın temsil edileceği kongrelerle çözümlenmesi süreci başlatılmış olur. Hilafetini onaylanırmak için Hüseyin'in 1924 Mekke, Mısır'ın 1926 Kahire, Suudiann 1926 Mekke kongrele­ ri bu eğilimin sonucu olmuştur. Ancak diğer yandan bildiri ödünler de içerir. Önce Abdülmecit'e biat geçerli sayılmış k en bu kez reddedilmesinde, hilafetin Mısır kralına verilmesi eğilimi rol oynamışnr. «Hilafet i1ine karıfmayanga yri-Müslim ülkelere te­ fekkür» ibaresi de İngiliz onayını sağlama çağnşımı yapıyor. Ru­ hani halifenin reddi ve siyasi yetkinin şart olduğu vurgulanırken bağımsızlık konusuna hiç temas edilmemesi başka türlü yorum­ lanamaz. Vahdettin ve Hüseyin'e olduğu gibi Mısır kralına yük-

------; 193 r------ll ı r �: • lt <1 • 1 1 • ı ııı .ı O r n c A i O 1 a r a k CUMHURiYET İN İLK ONBEŞ YILI selen itirazlarda -üstelik Mısır'ın içinden de- İngilizhimayesinde olması baş unsurdu.43 Bu tutum, gayri-Müslimlerle barı1 içinde olma iste�yle de birleştirilince Kemalistlere yöneltilen, neden di�er Müslümanlan da kurtarmak için savaşa devam etmedi� eleştirilerini etkisiz bırakmaktadır. Kararı izleyen dönemde ileri sürülen görüşlerden biri de laik­ li�i isteyenlerin bir avuç oldu�u, Türk toplumunun ço�unlu�u­ nun bunları kolaylıkla devirebilece� yolundaki iddiadir. Hatta "Orduya dayanıyorlar ama bu ordu iman salabeti ile ünlüdür, eylem oradan gelecektir» diyenler bile çıkmıştır." İleride görece­ �imiz gibi, Şeyh Sait (1925) ayaklanması sırasında bu tema çok yo�un olarak gündeme getirildi. Daha 9 Mart 1924 günü Ali­ garh'da konuşan Muhammed Ali kararı gayrı hukuki diye nite­ lerken şunu da eklemiştir: "Türkiye'de çok kanlı bir ayaklanma olabilir . .ıı&s Burada bir iki örnek eklemekle yetinece�iz: El Hilafe t ve/ Kemaliyun başlıklı yazısında İskenderiyeli MalıarnmedSaid, Ke­ malistlere şiddetle saldıran Abdülaziz Şaviş ve Malıarnmed Şa­ kir'i hedef alarak şöyle yazmaktadır: "Herkes Kemalist/eresaldırı yor, kdfirdi yor. Şimdi herkes hali­ fey i savunuyor. Türklergeçmil yüzyıllarda bilafe ti savunurken neredeydiniz, Müslüman/ar? Hasta Adam'ın malları pay/alı­ lırken, Rusyaİst anbul'un kapılarındayken neredeydiler? Mer­ hum M. Ali Pa1a İslam halıfesine ka11ı Rustarla anla1madı mı, İs tanbul kapılarına kadar gelmedi mi? Yunanlılarve İn­ gilizler Türkleri yok etmek üzereyken neredeydiniz, Müslü­ man/ar? Şimdi haris diye yerdiğiniz bu kahraman M. Kemal Pa1aya giinüllü olarak Arap, İran, Hint orduları yardım etti mi? Yo lladığınızpar anın yardım sayılabileceğinis anıyor mu­ sunuz? Hilafe t, kendi ihmalimizle kaybettiğimiz bir hazine­ dir. Hilafe t /afla savunulmaz. Siz bilafe ti savunmadınız ve Tü rklergibi sizden sayıca az bir milletin savunmasını bekleye­ mezsiniz. Ve sizler Şavi1 ve Şakir beyler, cevap verin: Hilafttin

------� 194 r------milletinin balkentine bir konsows göndermeyi düfündünüz mü? Beyrut'a bir Fransız sömürgesine konso/os yolladınız, ama İstanbul, hilafetin ba1kenti, bir hükümet temsilcisine layıkgii­ rülmüyor. Bugün Türklerinyap tığı elejtirilemez. BefJÜz yılsa ­ vundu/ar, 1imdi sıra ba1kalarında.» Hüseyin Süleyman Zenkluhi de Ezher'lilerin sessizce geçiş­ tirrnek istedikleri yabancı etkisi konusunu ön plana alarak öze­ leştiriye yöneldi46: «İslamda, ba1ı halıfe olan bir dini iirgütlenme yoktur. Kur'an'da hilafet konusunda kayıt yok, atıfla r vardır. Şu sı ­ rada sadece Türkiye ve Afganistan bağımsızdır, halife oralar­ dan ba1ka yerde oturamaz. Mısır'a gelmesi ve buradan İslam alemine yardımcı olması füphelidir. Avrupalıların onu kul­ lanmasına izin vermektense lağvedilmesi evladır. » Özeleştirinin dışına çıkan olumlu yaklaşım pek az. En ilginci Belag'ın 25 Mart l924'te Türkler bundan iki yarar bekliyorlar diyerek yapn� yorumdur: Birincisiözgün bir dış politika izleye­ bilecekler; ikincisi, milletin ilerlemesine engel olan geçerlili�i kalmamış ilkeleri de�ştirme rahatlı�uu kazanacaklar.

Uzun Vadede Batı:Dinsiz Değil Ilgisiz

Laikleşmeyi politik bir yerme aracı olarak kullanmakta -en azından l920'li yıllarda- İngiltere'nin önde gitmesi iki nedene dayanıyordu. Kemalistler karşısındaki siyasi yenilgiyle kaybettik­ leri prestiji telafi etmek ve Musul petrollerini kaptırmamak. Bu amaçla, Türkiye'de yapılan herşeyi (falcılık ve muskacılı�ın kal­ dınlması, tekkelerin kapatılması, vb ...) yer rnek, bunlann di�er İslam ülkelerinde aksine çok yayıldı�uu övmek47, Ankara'nın ka­ rarlanru Bolşevik etkisine ba�lamak48 Times'ın tercilıli konula­ nndandı. Buna M. Kemal'i şahsen dinsiz ilan etme çabası da ek­ lendi.49 Ba�ımsızlık Savaşı devam ederken eleştirileri içki severli­ �ne yöneltmek adetti. l923'den sonra bu temanın pek az işlen­ di� görülür ve yerini dinsizlik alır.

------�: 195 ll i r �: a A d • � 1 a � m a O r n c g i O 1 a r a k CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

İngiliz Reuter Ajansı'nın 1 Kasım 1927 tarihiyle Paris'ten geçti�i bir haberde «Bir hükümet toplantısında politikasına kar1ı olan bir ayetten bahsedilince Kur'an'ı firlatıp attığı, toplumun geçmil nesiller için konmu1 kurallarla köstekleneceğini sifylediği» ileri sürülmüştür. 50 Araşnrmalanmızda Batı ve Do�u yayın or­ ganlannın bu habere fa zla güven duymadıklannı pek az kullanıl­ mış olmasından anladık. Kayna�ın, Ankara'da toplantılann Çan­ kaya'da yapıldı�ını bilmeyen Paris'teki ISO'likler olması muhte­ meldir. Müslüman gazetelerin aktarmaya ra�bet göstermedi� bu habere yaygınlık kazandıran İngiliz istihbarat Subayı Armst­ rong'un The Grey Wolf (Bozkurt) isimli kitabı oldu. Mütareke döneminde İstanbul'da bulunmuş olan Armstrong, laikli� din­ sizlik olarak sunmaktan ve kişisel saldınlara yönelmekten kaçın­ mamışnr.51 Türk tarafindan da Armstrong'a İstanbul'dayken iliş­ kide bulundu�u eşcinsellerin isimleri açıklanarak cevap verilmiş­ tir. Bunun yanında ikinci derecede kalan uydurmalar da bulun­ maktadır. 1927'de İstanbul'dan Daily Express'e gönderilen bir telgraf bunlardan biri: «M. Kemal'in yayınladığı bir kararname­ yegöre rü1tüne eri1ene istediği dini kabul etme hakkı tanındı. »La­ ikli�in kapsamında bulunan bir hakkı yeni bir kararnameye ba�­ lamanın tabii ki propagandadan başka amacı olamazdı. İşin ilgin­ ci buna yalanlama bilimsel bir İtalyan dergisinden gelmiştir51: (Türk kaynaklarını taradık böyle bir 1ey yok.» Laikli�i çarpıtarak de�erlendiren bir kesim de Avrupa'nın dinci ve özellikle misyoner kesimidir. Bir Fransız katoli�i Fran­ sız laiklerinden Herriot'nun Türkiye'deki uygulamayı övmesine sert tepki göstermiştir: (Türkiye'de laiklik bir kelime oyunudur. Ankara'dakiler, Turancılar, yeni Müslüman/ar, dinsizler, ma­ son/ardır. Laikleri 1790 ihtilalcilerinin laikliğidir. Bu yüzden Türk halkı laik değil, laik cumhuriyetin vatanda[ıyız diyorlar . .ıiil Misyonerler arasında bunu Bolşeviklikle bir tutup «İslam parça­ lanıyor ama Hıristiyan azınlık da yok oluyor.ıii" «en büyük tehlike laiklik ve materyalizmdir» diye de�erlendirenler55 varsa da asıl

------1 196 1------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

ço�unlu�u İslamın yıkılışıyla Hıristiyanlaşnrma şansının arnşını umanlar oluşturuyor. Ancak l930'lann ikinci yansı geldi�nde bu bekleyişin boşa çıkn�ını yine kendileri itiraf etmişlerdir: «js­ lamda çağdaflafma Müslümanları Hıristiyanlığa götürmedi ... (Aksine) Türkiyeınin laiklefmesi bu ülkedeki Hı ristiyan misyonla­ rı için ölüm darbesi oldu. �6 Bannın çok ilgilendi�i bir konu da halkın İsiama ilgisinin azalıp azalmadı�ını anlamaktı. Bunun için camiierin özellikle Ramazan'da dolup dolmadı�ı konusu sık sık işlenmiştir. Genel­ de camiierin dolu oldu�u haberleri a�ırlık taşır. Hatta bazan bir­ biriyle çelişen yargılara aynı yayının sütunlannda rastlamak da mümkündür. Örne�n, Times 2 Nisan 1927 tarihli sayısında İs­ tanbul muhabirinin gözlemlerini aktanyor: «Kadir gecesi İstan­ bul camileri doldu tapı, Ayaso.fyaıda 12 bin kifi dua etti ve na­ maz kıldı. Süleymaniye ve Beyazıt camileri de doluydu. �7 Ama beş gün sonraki sayısında gazete l917'de de İstanbul'u görmüş bir özel muhabirinin -büyük olasılıkla savaş esiri bir asker- yazı­ sını yayınladı58: «cami/er Ramazan'da bile bombof. Süleymani­ ye'nin kubbesi altında sadece iki-üç yaflı zavallı adam Kur'an okuyor, oysa eskiden namazda dolardı. Hükümet cesaret kırmaya çalı1ıyor ve Türkler de hükümeti izliyor. » konu üzerinde en ger­ çekçi de�erlendirmeyi ünlü Oriyantalist Denison Ross yapmış59: «(Hi/afetin kalkması, laiklik, tekkelerin kapatılması, modern yasalar. vb ...) bütün bunların Türk Müslümanlarını kalple­ rinden nasıl etkilediğini siiylemek güçtür. Her halükarda dıf giirünüfÜyle ba1arılı oldu. Ayasofyaınınve bir iki diğerinin dı­ pnda camiierin hepsi müminlere açıktır ve müezzinler binler­ ce minareden ezan okuyorlar. Camilerde namaza katılım iyi­ dir. Öyle zannediyorum ki milliyetçi parti İsldmın devletteki yerini gönülsüzce terketti. Ama Türkiye)de olanın Arapça ko­ nulan ülkelerde olması mümkün değildir. » D. Ross'un de�erlendirmesi, iki konu üzerinde Ban dünya­ sında l920'den beri süren tarnşmanın sonuçlannı yansınyor. Bi-

______, 197 �------ll ı r �; • � d J J 1 • J m • O r n c � i O 1 a r a k CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI rincisi «Türkler dinsiz mi oldu?» sorusudur. Büyük ço�unlukla dinsizlik iddiası reddediliyor, bunun yerine Türkiye'de dinin ön plana çıkanlmadı�ı, ilgisiz davranıldı�ı ve ihmal edildi� deyim­ leri var.60 Bunun yanı sıra devrimierin laikleşme olmadan gerçek­ leşemeyece�i de ekleniyor. Misyonerierin dergisinde yer alan bir yazı gelece�i de görmeye çalışan bir yorum getiriyor61: «M. Kemal'i iki türlü değerlendiren var: 1) Dinsizdir, ilkfırsatta İsidmı tam yok edecek ve 2) Ostroroggibi, amaç dini yok etmek değil temizlemek ve güç­ lendirmek, diyenler. Gerçek herhalde ikisinin, düf"IR-nlıkla dostluğun ara­ sında... İstanbul'un ijgalinin onuncu yıldönümünün resmi programında jehitlere fa tiha okunmupu. Din konusundaki nutukları tetkik edilirse dinin sadece tutucu ya da vatandafın herjeyiyle ulusuna katkısını engelleyen taraflarına karp olduğu görülür. EDer din bu amacı sağlayacaksa ne d/d. Yoksa dıjla­ nır. Devlet dini kavramı kaldırıldı ama Rusya'dakigibi cami­ leri kapama türü baskılar yapılmadı ... Dine kar1ı düjmanlık değil, soğukluk var. EDer bugünden yirmi yıl sonra Türkiye'de dini hayat kesin olarak İsldmi kalırsa ve toplum övüneceği be­ lirgin jekilde İsldmi olan canlı bir dini örgüte sahip olursa, dünya Muhammed'in mesajının ô"lmediğinin ve hayli değijmif {artlar altında yafamasını sağlayacak devamlılığın esaslarına sahip olduğunun kanıtına sahip olacaktır. Bu İslam için çok ciddi bir deney olacak. Zulüm çağından daha ciddi bir dene­ me, zira (eğer ba1arısız olursa) muhalefe t nihayet bir sebep olupuracak ve UJUfmUf dinin kö"zlerini atqleyecektir. » Ross'un ikinci de�erlendirmesi Türk örne�inin di�er Müslü- manlarca benimsenip benimsenmeyece�i ile ilgili. Araplann bu­ nu izlemeyece�ini ileri sürerken herhalde onun da kafasında yükselmekte olan di�er bir akım vardı; Vehhabiler.62 Dolayısıyla uzlaşmacı yönetici kadrolann karşısına iki uç modelin geldi� ka­ bul ediliyor: Özgürdü jünceci Kemalizm ve köktendinci Vehhabi-

______, 198 r------L A K L G T A N 1 M L A Y A B L M E

lik. Karşıt yöntemler uygulasalar da ikisinin de dini yozlaştırmış unsurlardan kurtarınayı hedefledikleri kabul ediliyor. Ancak İs­ lamda "y apıyı temizlemek ve değifen kofullara uymak anlamında reform mümkün değildir, bu bid'at olur; Allah Müslümanlara dokunulmaz bir doktrin vermiftir. Gazi1nin yaptığı ısiahatdeğil bid1attır» diyenler vardı.63 Buna karşılık "İslam dünyası Türk ifr­ neğini kabul ederse ba1arıya ula1ır, icma ile Müslüman kurum­ lar modern siyaset bilimine uyabilirler» diyen de var.64 Bu konu­ da net bir karara vanldı�ım söylemek mümkün de�il. Batılılara göre, Türkiye'nin bir yandan Ostrorog'un deyimiyle İslamdan aynimak de�il, aksine yeni bir canlanmayı oluşturması (Ama bir Gazali'si ya da Abduh'u yok diye eklemekten de geri kalmıyor) öbür yandan Do�u despotizmi ile Batılılaşmaya çalışması fa kat bu arada ihtiyacıolan Batılılan ülkesinden çıkarması, "A vrupalı­ larda sisteme güvensizlik yaratmıpır». 65 Bu yüzden Türk laikleş­ mesinin bir örnek oluşturabilece�ine kesin inançlan yok. Kanı­ mızca, Kemalistlerin Batı laiklik modeli -dini özerk bir kurum saymak- yerine, Osmanlı örne�ne uygun şekilde devlet kontro­ lunda tutmalan karmaşanın temelini oluşturur. Dinin devletin birinci meşgalesi olmaktan çıkanldı�ına ina­ nınca Avrupalılar artık Türkiye'nin Panislam'la meşgul olmaya­ ca�ını kabul ettiler. Oradan kalan boşlu�a önce Pantürkcülük yerleştirilmek istendi. Ama Kemalistlerin Türkiye dışına taşmak yanlısı olmadı�ı da kısasürede anlaşıldı, hele tarih ve dılçalışma­ ları gündeme gelince yeni Türkiye'nin özelli�nin ulusculuk ola­ ca�ı herkesee kabul edildi.

Uzun Vadede İslam: Önce Din mi, Özgürlük mü?

Mart 1924 şokunu atlattıktan ve M. Kemal'in "Hilafe t haya­ letini sallamağa kalkı1an Türkiye1nin ve İslamın düfmanıdır» tehdidınidinledikten sonra İslam dünyası laiklik sorununa daha kapsamlı bakmaya başladı. "Doğu büyük değifiklikler içinde, bazı

------� 199 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI toplumlar sorunları alabilecek, bazılan ise yok olacak»diyebile­ cek kadar durumu ciddiye alanlar vardı.66Ancak de�erlendirme­ ye yönelenlerin ço�nlu�nun kararı yermeyi ye�ediğini kay­ detmeliyiz. Gazi'nin Çağında İslam Dünyası kitabınuzda bu tepkilerden bir kısnunı vermiştik. Burada bazı di�er önemli tep­ kileri özetle aktaraca�ız: El Manar: «İJhaddır... Türkleri kendi kavimlerine tercih eden bazı Suriyeli ve Mısırlılar onların din ramtasında bi­ linç/eri bulunmadığını anımsamalıdırlar» ( c.2 7 s. 71 ); «Beyrut muftüsü Şeyh Mustafa Necada eEl Hilafe t el İsld miye' kitabının dinden sapan taklitcilere yiingö sterece­ ğine inanıyor» ( c.26 s.653) Woking Camii (İngiltere) imamı Mustafa Han: «Akıl dinin yerine konamayacağına giire Türkler dini terketti demek­ tir. » (Islamic Review 1927/I) Islamic Review ( 192 7/7 s.224 ): «Na mazda 1apkayı mecbu­ ri kıldı/ar, Ramazan'da namaza izin vermiyor/ar, kadın erkeklerin ortasındayü rüyor, İslamdan koptular. » The Moslem Outlook (Lahore): «Dini devletten ayırıp ult­ ra -modern olmaya kalkıpılar, buna karpyız.n (Moslem World, 1928 Ekim, s.415) Nawab Sir ZulfikarAli Han: «Din-devlet ayırımı yanlıpır. » (Moslem World. 1930/Mart-Nisan s.l08-ll4) The Sunrise (Lahore) (Kadiyani'lerin sözcüsü): «M. Ke­ ma/'in Tü rkiye'ye empoze ettikleri, Müslümanlar için tah­ ta kurdu ve ağ aç uru gibidir. İs/dmi fikir ve idealleri yiyen Batılı füpheciliğe dayanıyor ... Avrupa mate1yalizmi ile öy ­ lesine sarhoflafmıl ki burnunun ya da gözlüğünün ötesinde bir 1ey göremiyor. » ( Moslem World 19 30 Nisan s. 201) Irak Vakıflar Bakanı: «Türkiye'de İslam inancının çiiküfü­ nün kanıtıdır. Biz onları izlemeyiz.»( Tl 14.4.1928) Irak Parlamentosunda Ramazan'da oruç tutmayanların ceza­ landırılması önerisine iki milletvekili karşı çıktı, «dini vazife/erin

------1 200 1------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

cezasının sadece ruhani olabileceğini belirttiler, buna rağmen meclis kabul etti. »S? Şeyh Sait ayaklanmasını İsiarnı reddeden Kemalistlere karşı Allah adına karşı çıkış diye sunanlar olmuşsa da pek çok yayın or­ ganı "Musul için İngilizler tarafindan ve maddi desteğiyle» dü­ zenlendi�ini ileri sürmüşlerdir.68 Bir yazarın bu konudaki yargı­ sı çok ilginçtir: "M. Kemal her girifiminde ba1arılı oldu, tek ba­ farısızlığı Musul'dadır. Allah büyüktür ama petrol daha büyük­ tür. » Bu kitabın adı da Allah Büyüktür'dür.69 Ayasofya'nın müze yapılarak ibadete kapanlması eleştirilerin yenilenmesi için bahane oluşturdu. Misyoner okullanndan Hı­ ristiyan işaretlerinin kaldınlmasını anımsamayı düşünmeden Ke­ malist hükümetin memurlan arnktatil günü yapılan pazar gün­ leri başianna şapkalarını kol l.ınna eşierini takıp o mozaikleri sey­ re giderler diye alaya alanlar oldu. Yazar ccYunanlılar bile daha iyisini yapamaz/ardı» diye ekliyor.70 Bu kampanyayı yürüten Muhibeddin el Hatip ŞerifHüseyin'e yakınlı�ı ile tanınıyordu. Sahibi oldu�u Kahire'nin El Path dergisinde sık sık Türk ça�daş­ laşmasına yöneiriimiş eleştiriler vardır. Hele Ürdün Emiri Ab­ dullah 1937'de Atatürk'ü ziyaretten sonra "A rap ülkeleri de ya­ kında Türkiye·'ye benzer jekildegelije ceklerdir» şeklinde bir de­ meç verince son derece sert bir çıkışta bulundu71: "Ne demek bu,1eriatı, Kur'an'ı red mi edecek? Emir sözlerini ya/anlama/ıdır. Kahire, Yafa, Bağdat, Hindistan ve İran'ın pek çok gazetesi Türkiye örneğini yüceltiyor, Şeyhül Ezher ile onun kadar ünlü kifiler Türkiye'yi övüyorlar ve Ezher'in der­ gisi Majalla el Ezher, hükümeti saltanattan cumhuriyete, hi­ lafttten laikliğegeçmif bir ülkenin, Türkiye'nin lehindeki bir kitabı övüyor. Türk çağdaflajmasının karakteristik ilkesi leri­ attan vazgeçmeyedaya nır. Bunu hangi Arap ülkesi yapabilir? FDitimse Mısır Türkiye 'ye üstündür. Ordu ise, Türk ordusu­ nun düzeni abartılıyor. Müslümanlar İstama alternatifka­ bul etmezler. »

------ı 201 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Türk modeline bu sert tepkinin temelinde ba�ımsızlık ve öz­ gürlü�ün fa rklı anlaşılışı rol oynamaktadır. Örne�in Irak'ta 1936'da Ramazan'da oruç yemek yasa ile yasaklanınca «özgür olan Irak İsiama bağ/anıyor, oysa emperyalistlerin ve koloniyalist­ lerin hükmü altındaki İslam ülkelerinde dinimiz ajağılanıyor ya da yaralanıyorıJ!ı yorumu yapılmışnr. Siyaseten, ekonomik ola­ rak ve di�er her alanda yabancı kontrolu alunda olan Irak'ı sa­ dece oruç bozana ceza verebildi�i için özgür saymak tabii ki bü­ yük bir çelişki. Bunun, kendilerini özgür saymalanna imkan ver­ di�i için himayecilerin özellikle işine geldi�ini fa rketmemeleri il­ ginçtir. Bu anlayışın sınırlı de�il yaygın oldu�unu gösteren ka­ nıtlar var. Bir Hint dergisi şöyle diyor73: «M. Ke mal'in hizmetleri inkar edilemez. Türkler özgürlük ve varlıklarını ona medyundur. Ama özgürlükten önemli bir jey var, o da dindir. Müslümanlar için dinlerinin tamamiyeti dünyada her {eyin üstündedir. M. Kemal ülkesine yaptığı hiz­ metler kadar zarar da vermijtir. Halkını Batıının boyundu­ ruğundan kurtardı ama onlara kılıç tehdidi altında Batı gi­ bi davranmaya, yafa maya, giyinmeye, düjünmeye ve inanma­ ya zorlayarak, ruhlarını Hıristiyanlığa sattı. Köklü bir inan­ ca sahip halkının düjüncelerini çağdaflaftırmak ve dinsel he­ yecanını azaltmak için çejitli yollara ba[VUrdu... » Bu anlayış içinde, yani özgürlükleri mevcut ve başka bir şeye de ihtiyaçlan olmadı�ına göre, «Kemalist reformlar asla Arap ülkelerine girmeyecektir» diyenler tutarsızlı�a düşmüş olmuyor­ lardı. Mubibeddin el Hatip «JraFta Türkiye ve İranıı izlemeyi düjünenler bulunduğu ve bunların laiklejme yanlısı oldukları» hakkındaki haberlerkarşısında tepkisini şöyle yansıtmışnr74: «Kemalist reformlar asla Arap ülkelerine girmeyecektir, zira ruhsal, ahlaki ve sosyalsavunmaları için İslam Araplara çelik bir duvar olujturur ... Hıristiyanlık dinle devleti ayırır, İslam ise hepsini kavrar. Araplar maymun değildir. Avrupaıyı Av­ rupa/ıyı taklit etmek istemiyor/ar. Arapların kendi tarihi, ba-

------ı 202 1------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

ğımsız kifilikleri, özelulusal renkleri ve bir din cemaati ruh­ ları vardır. » Hicaz Kralı İbni Suud da, 19 31 haccında yabancı devlet tem- silcilerine verdi� ziyafetteki konuşmasında aynı çizgide konuştu75: «Müslümanların ilerlemesi için tekformül olarak Avrupalıla­ rı taklit yolunda propaganda yapanlar hata/ıdır. DüfÜften ancak ilk dönem saflığına (Sele.fiye) dönülmekle çıkılır. Ken­ dine Müslüman diyenierin açıkça vegizlice Avrupalıları tak ­ lit etmeye çağrıda bulunduklarından beri on yıl geçti. Hangi biri bir dik if iğnesiya da bir uçak yapabildi ya da bir tüftk ve­ ya bir top. Avrupalıları taklit ettiler ama kendilerine yararlı olacak feyleri deği� İslam diniyle çatı1an feyleri taklit ettiler ve hala Müslüman olduklarını ve İslamın savunucusu oldukları­ nı iddia ediyorlar. Çağrı yaptıklarında insanlık adına yapı­ yorlar. Yemin ederlerse insanlığın onuru üzerine yemin edi­ yorlar. İnsanlık kardefliğinden bahsediyorlar. Çabalarımızı bütün insanları Müsl ümanlapırmaya yöneltme/iyiz. Müte ftr­ nicun (Frenklqmi1 Müslüman) olmaktan uzaklapp dine uy­ gun davranmı1 atalarımıza (Es selefes salih) iizenelim.» Burada iki anlayış ve yöntemin çatışmasıyla karşı karşıyayız: Kemalistler özgürlük ve ba�ımsızlı�ın kişili� biçimlendir­ mekte öncelikli oldu�u inancındalar. Dolayısıyla ça�daşlaşma çerçevesinde dışandan alacaklan şeylerin kişiliklerini yok edece�i kompleksine kapılmıyorlar. Özellikle bu alacaklannı kendilerinin seçme hakkına sahip olmalan güçlerini oluşturuyor. İran ve M­ ganistan'da Türk modelini izlemek arzusunun -sınırlı da olsa­ üst yönetici kademelerinde belirmesi ba�ımsızlı�n verdi� gü­ vençtendi. Kendi. toplumlannın sosyo-ekonomik yapısına uygun şekilde istedikleri kadannı alabileceklerini biliyorlardı. Arap ve Hint dünyasındaki egemen Müslüman çevreler ise özgürlük ve ba�ımsızlı�a sahip olmamanın bilinciyle, ça�daşlaş­ manın getirece� de�şmede çerçeveyi kendilerinin saptayama­ ması ve böylece kişiliklerini kaybetme korkusu içindeydiler. As-

------1 203 1------Rir Ça�ı..l a�la�ına Ornc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YIL lında himayeci yönetim zaten de�şmeler getiriyordu. Dolayısıy­ la kendilerine yöntem olarak İsiama ba�lılı�ı vurgulamak kalı­ yordu. Böylece kendi kusurlannı da örtme olana�ına kavuşuyor­ lardı. İşler onlar istemeden oluyormuş gibi. Gerçekte kitlelerin ve aydınların bir kesiminin bu takti�i yuttuklannı söylemek güç­ tür. Times'ın Irak uleması arasında yaptı�ı bir soruşturmaya gö­ re bunlar Türk anayasasından din kaydının çıkanlmasını onayla­ mamış ama/başka alanlarda yapılan reformlan büyük sempati ile izlediklerini de saklamamışlardır.76 İngiliz politikasının bu ünlü sözcüsü, hem Irak hem de Mısır'da Kemalist de�işimle halk kit­ lelerinin ilgilenmedi�ini de ileri sürmüşse de77 1920 ve 1930'lu yıllarda Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Hindistan gibi ülkelerde çı­ kan ve ancak silah zoruyla bastınlabilen olaylar aksini kanıtla­ maktadır. Egemen kesimin Türkiye'de her yapılanın İsiama ay­ kın oldu�u konusundaki kampanyayı (şapka, hafta tatili, alfabe, vb. konularda ilerde aynntılı bilgi verilecektir) yo�unlaştırmalan daha çok kendi çözümsüzlüklerinin sonucudur. Türkiye'de Müslüman kalmadı�ı, herkesin dinsiz ya da Hıristiyan oldu�u yolundaki kampanya bunun sonucudur. Örne�in, daha 1928'de Türkiye'nin yirmi bin nüfuslu bir kasabasında muntazaman na­ maz kılan sadece tek bir kişinin kaldı�ı, onun da bunu günlük jimnastik saydı�ı bile ileri sürülmüştür.78 Hıristiyanlaşma konusundaki aşın duygusallık, sömürge du­ rumundaki bazı yerlerde yönetimlerin tam bir eritme politikası izlemelerinden ileri geliyordu. Bu ülkelerin başında Cezayir ge­ lir. Bu bölgeyi anavatan topra�ı sayan ama yeriilere eşit vatandaş hakkı tanımayan Fransa, kapsamlı bir eritme politikası izliyor, ayrıca Arap-Berber kopuşunu kışkırtıyordu. Mısır basınının 1930 Eylülünde bu konudaki kampanyasının yo�unlu�u Fran­ sızlan da rahatsız etti, hatta bir din de�iştirmenin bahis konusu olmadı�ını, sadece Berber geleneklerini yasallaştırdıklannı ileri süren bir bildiri yayınladılar.79 Sadece yazıp çizmenin bir sonuç vermedi�ini fa rkeden polemikçilerden birinin önerisi işin içine

______, 204 1------bütün islamı katma projesi oldu: ccB ir komite kurulsun bütün dünya müslümanları arasında 1ubeler açsın, herkesten birer ku­ ru! bile olsa toplanacak bağı1/ar Mısır'daki merkez fUbeyegetiril­ sin, bununla Doğulu ülkelerden olupurulacak heyetler Avrupa ya giinderilip Fransa aleyhine kampanya açsın/ar. JJIO Müslümanların, kendi toplumu içinde ve kendi güçleriyle çö­ zemedikleri bir soruna, Avrupalılann vasıtalı müdahalesiyle çö­ züm aramaları, özgürlük ve ba�ımsızlı�ın yoklu�unun do�al bir sonucuydu. Türkiye misyoner okullannın sınıflanndaki dinsel simgeleri kaldırtabildi, dini kisvelerin görev dışında kullanılması­ nı Hıristiyanlara da yasaklayabildi, iki okul çocu�unu Hıristiyan­ laştırmaya kalkışan misyonerierin Bursa'daki okulunu, Batılıların protestalarma aldırmadan anında kapatabildiyse, topraklannda kurdu�u egemenli�i başkasıyla paylaşmadı�ı içindi. Buna karşı­ lık Araplar, benzer olaylarda sürekli olarak himayeciden destek aramaktaydılar. Mısır'da Port Said'den bir delikanlı ve iki genç kızın Hıristiyan olması üzerine Müslümanlarla Koptlar arasında büyük bir gerginlik başladı�ında, Ezher'in eski rektörü Şeyh el Maragi başkanlı�ında kurulan İsidmı Koruma Birliği l933'te yayınladı�ı bir bildiri ile yabancı elçiliklerden misyonerierin fa ali­ yetlerini durdurmaları istedi. 81 Din konusundaki kararlarda güç­ süzlüklerine bir di�er örne� de Filistin'den verebiliriz. 9 Aralık tarihini İngilizlerin haçlı seferiyle Kudüs'ü Müslümanlardan kurtarı1 ve haçın bilale zafergünü olarak kutlamalan rahatsızlık yaratıyor ama önlenemiyordu. 82 Lübnanlılann da Osmanlı yöne­ timinden kurtuluşu Paris'te Zafer Anıtı'na çelenk koyarak kutla­ malannın bütün Lübnanlı Müslümanlarca onaylandı�ını söyle­ mek mümkün de�ildi, ama karan etkileyecek güçleri yoktu. Rastladı�ımız nadir tepkilerden biri yine de Filistin'den gelmiş­ tir. Onlann da yapabildikleri, bir Müslümanın Hıristiyan oldu�u haberi üzerine genel boykot ilan eden Müslümanların ma�aza­ larını yanm gün kapatmalan olmuştur. Bir ay hapse mahkum edilen adam din de�iştirmedi�ni söyleyip işin içinden sıynldı. 83

------1 205 1------ll ı ı �· • jl ıl • 1 1 • 1 nı • O r ıı c ll i O 1 a r a k C U M ll U R 1 Y E T İ N İ L K O N B E Ş Y I L I

Böylesine kompleks içinde olduklan bir dönemde Türkiye dışı Müslümanlann, laikleşmeyle bireyin kendi yaşam ve imaruru biçimlendirme özgürlü�üne sahip olmasını anlamalan tabii ki kolay de�ldi. Bunu kolaylıkla bütün Türklerin Hıristiyanlaştı� şeklinde fo rmüle etmeleri zor olmuyordu. Bu arada Abdullah Cevdet türü bazı yazariann din karşın yazılarının da suçlamaya destek sa�ladı� görülüyor. Ahmet Haşim'in tek bir yazısının propaganda mekanizmalan tarafindan nasıl kullanıldı� konu­ sunda Yunus Nadi'nin 29.12.1928 tarihli başyazısı iyi bir örnek oluşturuyor: İslam Dininin N e Kusuru Va r? başlıklı yazının alt­ başlı� şöyle: «Türklerin dinlerini değiltirme/eri düfünülemez. Böylebir düfünce Türk inkilabının ciddiyet ve azametine bühtan­ dan ba1ka bir 1ey değildir. » 84 V e devam ediyor: «Ahmet Ha1im bir yazı yazmıf, NoeFin çocuklara verdiği he­ yecandan bahisle, mademki sene itibariyle garba uyduk, yılba­ lının garpta çocuk dünyasına ihzar ve ihda ettiği heyecanı da adapte edemez miyiz diyen bir fıkra. Ti mes muhabiri hemen gazetesine, Ahmet Hapm'in makalesine istinaden ve istidlalen Türklerin din meselesinde dahi bir inkılap yapacaklarına in­ tikal ediyor ve Gazi Mustafa Kemal'in gidi1indeki salabet ve isabete nazaran onun zamanında buna ihtimal vermenin pek müfkül olduğunu söylemekle beraber acayip tahminlere giri!­ mekten ve garip rivayet/ere kulak asmaktan hali kalmamakta olduğunu gösteriyordu. Mister Collins aramızda çok kaldı ama habbeyi kubbe yap­ maktan kurtulamamı1. Ya çok cahil ya da suiniyet sahibi. Bu iki 1ıkkın her ikisi dahi Mr. Collins için 1erejli bir tevcih ola­ maz. (... ) Bu garplı adamlargarip adam/ardır. Onlarkendi memleketleri haricinde her1eyi ba1ka bir gözlük/e görmek ister­ ler. Yoksa ciddi bir inkılapta dinin asla ve kat'a mevzuu ha­ his olamayacağı garp ilminin ve garpaleminin elbette meçhu­ lü değildir. Biz inkılabımızın dine ait kısmını ika edeli dört sene oluyor. Biz o zaman dedik ki, din dünya if/erine karı1a-

------1 206 t------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

maz Pe karı1mamalıdır. Bu husustagarbın bin can Pe kan pa­ hasına yaptığı da bundan ibaret değilmidir? Bunun haricin­ de biz Picdanlarınhürri yetini Pe bapa kendi dinimiz olduğu halde bütün dinlerin muhteremiyetini kabul ettik. Dine hür­ met etmekte İngiltere'den geri almadığımızgibi papaz ruhu tapmamakta herhalde İngiltere'den çok i/eriyiz. Bunu Ti ­ mes'a da muhabirine de her zaman yüksek ses Pe yüksek alın ile ihtar edecek Paziyetteyiz. Dünyayı yaratan bir tanrıya tapmakta İslam dininin ne ku­ suru Pardır ki Türkler onun yerine ba1ka bir d inin, hele Hıris­ tiyan dininin ikamesini düfünmüf olsunlar? Biiyle bir düfün­ ce Türk inkılabının ciddiyet Pe azametine bühtandan ba1ka bir 1ey değildir. Aifabeinkılabı sadece bir yazı inkılabıdır. Bu­ nun zımnında milli kültürün zePaline cepaz Perecek Türk bu­ lunmaz. Ahmet Ha1im beyin1aira ne temennisi olsa olsa yan­ lıf ifa de olunmUffahsi birfikirhaddinigeçemez. Biiylebiryan­ lıflığa istinat ederek koca bir milletin din hususunda hafif mepebane hareketler edeceğine ihtimai Permek ise Times için de muhabiri için de pek yaman bir küçüklüktür. Şimdilik bu noktaya bir balmumu yapıpırmı1 olalım.» Türklerin İslamdan koptu�u teması hayli yo�un şekilde işlen­ mekle birlikte, Müslümanlıklannın devam etti�ini ısrarla belir­ tenler de az de�ildir. Bazı örnekler verelim: «şam/ı/ar Türk konso/osuna dini bağlılık Pe İsldmagüPenle­ rinigöstermek için büyük karplama yapmaya hazırlandı­ lar. » (Hal ep, 192 5) «Türk hükümeti Ramazan'a müdahale etmedi, sadece Paiz­ lerin izin alması 1artını koydu.» (Beyrut, 1925) «Bütün suçlamalara rağmen, laik olmakla birlikte Türkler İslamdan kopmadı. » ( ... ) Siirt mebusu Mahmut Bey Ha­

kimiyeti Milliye'de trdinse/ pe siyasal inkılabımızı beğenme­ yen cahilleri bize karp tahrik etmemeleri için İslamdan uzaktapıP diye yazdı. �ruzaklafmamız, İslam dünyasının

------1 207 1------Bir Ça�daşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

tepkisinin sükunet bulmasından sonra bu değifmeninyara­ rını anlamaları içindir. (... ) Türkiye'nin hilafetkon gresi­ ne katılmaması İngiliz desteğine sahip saydığındandır, Mekke'dekine katılacak.» (Beyrut, 1926) ((Mekke kongresine katılarak Türkiye İslamdan kopmadığını kanıt/adı. (... ) Hüseyin kalsaydı hiçbir Türk Hicaz'a git­ mezdi, zira bir Müslümanın bir İngiliz hizmetkarı tara­ findan yönetilen ve İngiliz altını ile temiz ülkesini kirleten bir toprakta dua etmesi kufürdür.» (Beyrut, 1926) «Türklerin dinden koptuğunun aslı yok, aksini ispata çalıfı­ yorlar, bilime dayalı saf İsidmı arıyor/ar, hocaların İsidmı­ nı değil. Türkiye İslamın sağ kolu, Mısır beyni, Hint kalbi idi. Yine Sıratı Müst akim'de bir/efeceklerini umuyoruz.» (Islamic World, 1926) «İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Halil Nimetu/lah'ın Milli Mecmua'daki yazısından naklen: İslam, yozlaftıran batı/ inançlardan temizlenip ilk saflığına döndürülmeli­ dir. » (Moslem World, 1928) «suriye basınında Türkleri savunan ve Türkler neden dinsiz­ likle suçlanıyor sorusunu soranlar var. Cevap olarak, İs ­ lam/ar arasında ayrılık ve kıskançlık yaratmak iline gelen bir yabancı güç, özellikle İngiltere İslam dünyasını daha kolay kontrol için bunu yapıyor diyorlar.» (Moslem World 1930) «B u yıl Ramazan'da İstanbul camileri dolu. Ankara'da da camiler yetmiyor, din canlanıyor. » (Ahram, 1930) Türklerin Müslümanlıktan vazgeçmedikleri hakkındaki inan­ cın tamamlayıcısı, özellikle Türk ça�daşlaşmasının laiklikle ilgili kısmını onayiayan görüşlerdir. Hindistan'da tekke ve ulemanın kalitesi üzerinde durularak onay veriliyor. Ahmediye tarikannın yayın organı The Light der­ gisine göre "Tekkeler siyasi ve ahlaki mikrop yuvası haline gelmif­ ti, Gazi siyasi ve askeri zaferini sosyal reformlarla tamamlamasa

------i 208 1------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

eserini yarım bırakmıf olurdu . .ıBs Pencab'ın E�itim Bakanı ise 20. yüzyılda icma yapılamayaca�ını, tek kaynak olarak Kur'an'a dönmek gerekti�ini vurguluyor86 ve böylece vasıtalı olarak kara­ n onaylıyor. Türkiye'yi ziyareti sırasında düşünceleri sorulan R. Tagore dinsel taassubun Do�u üzerinde tutucu bir etkisi oldu­ �nu, Türkiye'nin izlenecek bir yol buldu�unu belirtmiştir.87 Sirdar İkbal Ali Şah «A nkara'nın millicileri ilerlemeyi durduran din adamlarını tasfiye etmekte haklıydı, Avrupalı gibi giyinmij olmalarına, peçesiz kadıniarına rağmen Anadolu'da İstamın en saf jekli beliriyor" diyor ve ekliyor: ('Türkiye'yi frenleyen dogma­ lar kalktı, sağlıklı bir Türk uluscu/uğu Ankara sokaklarından yükseliyor . .ıiiB Kalküta'da S. H. Khuda Bukhsh hepsinden daha id­ dialı89: «Kemal Pafa 'nın yaptıkları yanlıf olarak ileri sürüldüğü gibi Batı ilhamının etkisi altında yapılmıf bir ihtilal ya da ısia­ hat değildir. Aksine üstünlejmek için uzun süredir mücadele ve­ ren saf İs/dmi jikirierin son ürünüdür. 3 Mart 1924'de hi/afeti n kaldırılması uzun süredirgelifen olayların doğal sonucudur. " Mısır'da iki ünlü yazarla bir ünlü şair yayınlanyla laikli�e kar­ şı çıkanların karşısına dikildiler.90 Ulema özellikle iki yazar Şeyh Ali Abdülrazık ile Taha Hüseyin'e büyük tepki gösterdi. Abdül­ razık El İslam ve Us ulü/ Hükm adlı kitabından başka yazdı�ı ma­ kalelerle de görevinden uzaklaştınlmasına sebep olan görüşlerin­ den vazgeçmedi�ini ortaya koydu. Bunların birinde şöyle diyor­ du91: «Dinle devletin ayrılmasında kamu yararı aranırsa iki ta­ raf da haklı gerekçeler bulabilir. Ama pratik teorilerden daha önemlidir. İkisinin ayrılması halkın dinini hiç etkilemez, kimseyi dinden çıkarmaz, dini değipirmez. Bu sebeple karar üzerinde ya­ pılan büyük 1amatayı anlayamıyorum. Bunu yapanlar iizelamaç güdüyorlar, çünkü Türkler din adamlarını ve etkilerini tasfiye etmek pqindeler, devlet ijlerine karı1mamalarını istiyorlar. Biz de din adamı sultasının kamu ijlerine karıpığında halka zarar veren bir etki yarattığına inanıyoruz. "Yazar Türkiye'nin, ulema ve din adamlarının emrikaları sebebiyle bu kararı almış oldu�-

------1 209 t------Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI nu anladı�ını, ancak devlet dini kaydının kaldınlmasını kabul et­ medi�ni bunu yapmadan da (laik devleti ilan etmeden de) din adamlannın kanşmamasının sa�anabilece�ini ileri sürüyor. Şair­ terin Sultanı diye ünlenen Ahmet Şevki ise hilafet kongresi ya­ panlarla «Türklerin cihad açarak elde edemediklerini siz cihad yapmadan elde etmeyi mi tasarlıyorsunuz?» diye alay ettikten sonra eklemektedir91: «cebini doldurmayı hedefleyen kadı/ar­ dan, vakıflarda çöreklenmif ulemaya çare bulun; ısiahatyol unu tutun ve yaflanmı1 vücut/ara yeni zamanların ruhunugetirin; çok sayıda Müslüman (çağın çocuğuyum' diyor ama zaman hare­ ket ederken kendilerigelenek/ere bağlı kalıp hareketsiz oluyorlar. » İran'dan gelen onay biraz sınırlıdır. Her din adamının devlet işlerine kanşmasını istememekle birlikte, tamamen dışlamaya da karşı çıkmışlardır93: «Yüzeysel bakılırsa Türkiye'deki durum ko­ nusunda yanlıflığa düfülür. Oysa görüyoruz ki Türkiye'de Ra­ mazan her zamanki gibi kutlandı. İftar için top da atıldı, kur­ ban da kesildi. Asıl mesele ruhanilerin Avrupa'dakigibi siyasete karıfmamasıdır. Gayri ruhani siyaset Avrupa'da da var. Siyaset uzmanlık ister, her din adamı yapamaz. Ama Avrupa'nın her/e­ yini taklit etmeyelim. Mesela cuma yerine pazar tatili neye yarar. Avrupa'nın büyüklüğünü kabul ediyoruz ama iyi ayıran bir göz ve sağlıklı bir kafa ile alınacaklar aranıp bulunmalıdır. » İranlı­ Iann bu ihtiyatlılı�ında en üst düzey ulemaya anayasada meclis üstünde yetkiterin tanınmış olması etkiliydi. Lübnan'da Hıristiyan kesimin laikli�i desteklemesi do�aldı, buna karşılık Belag, Ray ul-Amm, Ahdul Jadid gibi bazı Müs­ lüman kesim sözcülerinin de laiklikten yana yayın yapması Hı­ ristiyanlan da şaşırtmıştır. «Dikkat edin böyle bir durumda leri­ at mahkemeleri de kalkacaktır» diye uyanyorlardı. Hıristiyanla­ nn endişesi laiklik durumunda misyoner okullannın da Türki­ ye'dekilerin akibetine u�ramasıydı. Belag ise kararlıydı. Dinin artık Türkiye ile komşulan arasında engel teşkil etmedi�ini vur­ guluyordu.

------i 210 1------L A K L C i TANlMLAYABiLME

Denemenin Sonucunu Bekleme Önerisi

Genel de�erlendirmeye girişti�imizde, iki dünya savaşı ara­ sındaki dönemde İslam dünyasında ça�daşlaşma ile dinsel yapı arasındaki etkileşimi biçimlendiren dört e�ilimin varlı�ı görülür: 1 İslamın dışandan alınacak hiçbir şeye (ça�daşlaşmaya) ihtiyacı olmadı�ını, sonradan eklenmiş unsurlann temiz­ lenmesiyle ilk dönem saflı�ına dönmeyi yeterli bulanlar ( Selefiye),

2 - Himayeci güdümünde her alanda ça�daşlaşmayı zorun­ lu kabul ederken, İslamdan kopmuyor görünmeyi ısrarla vurgu la yanlar,

3 - Laikli�e yanaşmayıp, kendi seçimleriyle toplumlanna uy­ gun buldukları de�işimleri getirenler, 4 - Ça�daşlaşmayı dini işe karıştırmadan planlayanlar. Birinci e�ilimin temsilcisi Vehhabiler'di.Mekke ve Medine'yi bombalı ve kanlı bir şekilde ele geçirmeleri, Kral Hüseyin'e kim­ senin sempatisi olmamasına ra�men İslam dünyasının hiçbir ye­ rinde hoş karşılanmamıştır. Aksine sert tepkiler gelmiş ve Hint, Irak, İran, Mısır gibi ülkelerden lanetler, davranışlan yeren fe t­ valar çıkmışnr. Mısır'la çekişmeleri yüzünden siyasi gerginlikart­ mış ve o yıllarda hacı sayısında önemli düşüş olmuştur. Suudi Krallı�ının prestijinin o dönemde laikli�i ilan eden Türkiye'nin­ kinden de aşa�ıda oldu�unu söylemek yanlış olmaz. 18. yüzyıl sonunda belirdi�inden beri bütün İslam toplumlannın (özellik­ le Araplann) marjinal saydıklan Vehhabiler, İngiltere'nin de des­ te�iyle uluslararası fo ruma ilk kez adımlarını atarken bu dışlan­ ınayı dikkate alarak gayet ihtiyatlı davranmışlardır.9' Bu yüzden­ dir ki, ilke olarak tam karşısında olduklan Türkiye'yi hemen ta­ nımış ve Mekke'de düzenledikleri İslam Kongresine davette te­ reddüt etmemişlerdir.95 Türkiye de, bir yandan kararlı düşmanı Hüseyin'in kampanyasından kurtulmaıun rahatlı�ı, di�er yandan da Vehhabilerin tekke, yatır, evliya gibiuygulamalara karşı olma-

------1 211 :ı------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI lannın ilkelerine uyması sebebiyle uzlaşmaya hemen yanaşmıştır. Bu bir bakıma dinsizlik kampanyası cephesini bölmenin de bir aracıydı. Suudi Krallı�ının dış politikalan da Ankara'nın görüşle­ riyle fazla çatışmıyordu: Yayılmacı de�llerdi, topraklannın dışı­ na taşmayı düşünmüyorlardı; bütün dünyayı Müslüman etmeyi hayal etseler de bir İslam İmparatorlu�u hayalleri yoktu; Hüse­ yin'inki kadar bile Arap Birli�i iddiaları yoktu; bilafeti hiç düşün­ müyor, onun yerine bütün İslam toplumlannın kanlaca�ı yetki­ si sınırlı bir konferansı ye�liyorlardı. Köktendinciliklerini hacıla­ ra yansıtmamaya da özen gösterdiler. Zaten l940'lı yıllara gelin­ ceye kadar dünyayı etkileyecek petrol gelirine de sahip de�iller­ di. Dolayısıyla ideolojilerini ihraç edecek girişimlerde bulunabi­ lecek güçleri de yoktu. Salt şeriata dayalı devlet anlayışlan da yaygınlık kazanmadı. Bu dönemde Mısır ya da Hindistan gibi yerlerde köktendinci akımlar belirmişse de do�rudan Suudilerio etkisine ba�lamak mümkün de�ildir. Üçüncü grubu oluşturan İran ve Mg anistan ile dördüneünün tek modeli Türkiye, İslam dünyası içinde bir azınlık oluşturuyor­ lardı. l920'lerin başından beri birbirleriyle ilişkileri dostça ve politikalan birbirine yakındı. İran Şahı'na ceM KemaFin taç/ı iz­ leyicisi» lakabı o yıllarda verilmiştir. Mgan elçisi de kendi hü­ kümdarı için aynı nitelerneyi kabul etti�ini saklamamıştır95: ccBi­ zim Türkiye ile dı1 ilifkimiz diye bir1ey bahis konusu değildir. Biz kendimizi Türk, Türkler de bizden sayıyor. H er Afga nlı kendini Tü rkiye için fe daya hazırdır. (. .. ) Gazi Pa1ayı ne derece kutlu say­ dığımız ona kendi sevgili Padifahımız Amanu/lah Ha n kadar saygı göste1"memizden an/ap/ır... » bu ilginç bütünleşme sebebiy­ le, üçüncü grup ile dördüncü arasında büyük fa rk olmasına ra�­ men, İslam dünyasının büyük ço�unlu�unu oluşturan Arap, Hint ve Güney-Do�u Asya Müslümanlan arasında Kemalist ça�­ daşlaşmanın iki e�ilimi de temsil ctti�i kanısı yer etmiştir. Toplumsal de�işmeler, hazırlık sürecinin yanısıra bir de kök­ leşme süreci gerektirirler. Türk ça�daşlaşınası Tanzimat'la başla-

------1 212 1------yan hazırlık sürecinin sonunda Kemalist aşamaya varmış ve laik­ lik düzeyine erişmişti. Tabii bunun kökleşmesi de toplumda bir hazım süresini gerektiriyordu. İslam dünyasından yükselen de­ �erlendirmelerarasında ço�unlu�u, «üç bq yıl geçti yine de laik­ likle kazanılan bir jeygiirünmüyor, yüzeyselBatı/ıla imanın altın­ da eski dönem içgüdüleri ve zihniyeti çağdaflajmayı etkisiz bıra­ kıyor» türü yargılar oluşturmuştur. Genellikle, Türkiye'de yapı­ laniann hemen sonuç vermemesini Kemalist sistemin başansızlı­ �ına işaret saymak e�ilimi egemendi. Denemenin hemen redde­ dilmemesini, sonucunun bekleomesini öneren, araşnrmamıza göre sadece Mısırlı Abdelrazık olmuştur. Hem de Cumhuriyet ilanını bid'at saymasına ra�men. Ona göre bundan dolayı Kema­ listlere yüklenmek yanlışnr zira «ister iyi ister kötü olsun,günahı da sevabı da hesap gününde belli olacaktır». Abdelrazık Kemaliz­ min asıl getirdi�i yenili�in laiklik (hükümeti ladiniyye) oldu�u­ nu kaydedip ekliyor96: «'Türkiye İstdmın merkezi ve herkesin örnekaldığı bir kıbleydi. Müslüman umutlarının yöneldiği bir kıble. Yaptıkları bd/d da etkili oluyor. .. Türk ihtilalinin ülkelerine yayılmasından korkanlar var ve olujumları reddedi yorlar. Tehlike anında gii­ zünü yumanlar gibi. Aksine Türk inkılabına açıkgözle bakıp özgürce değerlendirmelidir. Bu yaptıklarının Allah'ın istediği bir ceza mı yoksa Allah'ın istediği bir hayır mı olduğunu bil­ miyoruz. Emin olduğumuz husus, bu yeni jikirierin eskiler/e çatıpığı ve aralarında köklü bir çelijki olduğudur. Kesin olan {ey, gerçeğinyanlıjı yenecek olmasıdır. Gereksiz olan düfer, in­ sanlara yararlı olan kalır. O zaman fÜpheciler ve bof jeyleri iz­ leyen/erin kalpleri rahatsız olur. Kabul edelim ki günlük ya­ famda dini tartıimalar bof ve etkisiz oluyor. Bunlar için 1er'i mi değil mi diye değil, yararlı mı yoksa zararlı mı sorusu soru­ luyor. Bütün fe tvalar ne derse desin, yararlı tutuluyor, zarar­ lı atılıyor. Dinsel boyut değil, kamu yararı ö"n plandadır... Biz din adamlarının kamu ijlerine karıjtıklarında halka zarar

------1 213 t------ll i r �: J � d a � ı a � m a Ö r n c ll i O ı a r a k CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

veren bir etki yarattığına inanıyoruz... Bu müdahaleden sıy­ rılmak islahatın ilk 1art ve temelidir. Ancak bu özgürlqmenin devletle dinin ayrılmasıylagerçeklqeceğine inanmıyoruz. Güç­ lü bir hükümet laik devleti ilan etmeden de din adamlarını devlet ijlerinden uzak tutabilir. Uygar Avrupa devletlerinin çoğunda böyledir. (" ..) Umarız ki Allah Türkleri bu deneme­ nin kötülüklerinden korusun. Fransa1da olduğu gibi onlarda da bu deneyimin ba1arısız kalacağı füphesine sahibiz. Siyasetle dinin ayrılması ulemanın din üzerinde etkisini yok etmeyecek­ tir. Bu bir deneme dir; eğerbajarısız olursa, bof ve yararsız bir­ ieye indirgenir; ba1arılı olursa, Türklerin ba1arısı ortaya çı­ kar, Müslümanlar bunu içtenlikle istiyor. » Abdülrazık'ın görüşlerine katılmasalar da zaten ellerinden birşey gelmeyen Türkiye dışı Müslümanlar kendiliklerinden de­ nemenin sonucunu bekleme sürecine girdiler.

Yeni Bir Halife Için Sonuçsuz Girişimler

Bekleyip görme yaniılan genellikle eylemcili� sevmeyen ke­ simdi. Ba�msızlıklan için de savaşmamış, himayeci tarafindan adam edilmeyi ye�lernişlerdi. Kitleler de pariayıp sönüveren gös­ teriler dışında bu öncülerin peşine takılmışlardı. Ama İslam dün­ yasında boşta kalan bilafetisalıipierne lursı gösterenler de yok de­ �ildi. Bunlann bazılan şahsi ihtirasla mücadeleye girişmişlerdi, ba­ zılan ise 300 milyon Müslüman açısından bakma iddiasındaydılar. Hintli Müslümanlardan Amir Ali imarnın ruhani görevini yapması için dünyevi gücünün bulunması gerekmedi�ini savu­ nanlardandır. imarnın sadece Peygamber ile cemaat arasında bir ba� oldu�unu ileri sürer. Ona göre dünyevi ve ruhani güçlerin birleşmesi geç Abbasi döneminin bir ürünüdür. Onun çizgisin­ den hareketle bir di�er ırkdaşı sorunu çok daha net bit şekilde gündeme getirdi97: «M. KemaPin ve TB MM1nin yaptığı, zaten olmuf bir jeyin res­ men açıklanmasından bajka bir fCJ değildir. Halife için ge-

------ı 214 1------rekli 1artlar, Osmanlı Devleti yok olduğunda ortadan kalk­ mıpı ve bu {artları yaratabilecek İslam dünyasında kimse yok. Ankara'nın imkanları bilafe ti yajatmaya yetmez. (... ) Karar olağanüstü bir cesaretle alındı. Milletin güvenliği ve cumhu­ riyetin huzuru bunu gerektiriyor du. Türkler açık olarak mese­ leyi ortaya serdiler. Şimdi İslam dünyası buna sahip çıkacak mı, çıkmayacak mı? Hayır ise, 300 milyon Müslüman varsa da, İslam ölmüf demektir. » Bu sözler Güney-Do�u Asyalı Muhammed Bereketullah Mevlevi'nin 1924 sonlannda yayımlanan kitabında yer almakta­ dır. Hilafetinpapalık modeli üzerinden ruhani nitelikle kurulma­ sında sakınca olmadı�ını, sadece halifenin yanılmazlı�ını, dinde rütbeler ve emre kesin itaat mann�mn alınamayaca�nı belirtir. Hilafetin hiçbir ailenin tekeline verilmemesi, bütün mezhepleri birleştirici olması en büyük arzusudur. Hilafetin ideal başkenti olarak İstanbul'u görür, olmazsa Kahire'ye razı olur. Umudunu ertesi yıl Kahire'de yapılması planlanan İslam Kongresine ba�la­ masına karşın içinin pek rahat olmadı�ını da saklamaz98: «şu anda hangi kral seçilsebüyük devletlerin entrikalarının ve füphelerinin oyuncağı olacaktır.» Soru iyi konulmuştu: 300 milyon Müslüman varlıklannın se­ bebi saydıklan kuruma sahip çıkabilecekler ve de kurumun bü­ yük devletlerin oyunca�ı olmasını kitleler ve krallar engelieyebi­ lecek miydi? 20. yüzyılın başından itibaren İslam ve Arap dünyasının olay­ lannda ön planda rol oynayan, Türk toplumunu ve bu süredeki tarihini çok iyi bilen iki düşünür, Şekip Arslan ve Reşid Rıza, hi­ lafetin kaldınlmasından sonra da uzun süre bu kurumun canlan­ dmlması için yo�un çaba harcamışlardır. Karann ilanından sade­ ce iki buçuk ay sonra 12 Mayıs 1924'de Şekip Arslan dostu Re­ şid Rıza'ya gönderdi�imektupta hilafet konusundaki tartışmala­ rın durumunu şöyle özetliyor: «Bilinen sebeplerle bazı kimselerin icat ettiği ve Mısır'da Şeyh Muhammed el Hudavi)nin onayladığı ruhani halifeliğe kar-

------; 215 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak C U M H U R İ Y .E T İ N İ L K O N B E Ş Y I L I

1ısın. Ben de ona karjıyım ve böyle alacaksa tamamen lağvının müreccah olduğuna inanıyorum. (. . .) Ama Müslüman kitle­ ler bir halifide ısrar ediyorsa, bu amaçla bir seçim yapılmalı. Benden bunu gerçeklqtirecek 1er'i {artları soruyorsun. Ama bunları gerçeklqtirmek imkansız. Daha da ileri gideceğim. Eğ er gerçekten 1eriata uyacaksak, kabul edelim ki bütün İslam aleminde bütün 1artlara uygun bir insan yoktur. Abdülmecit en çok desteği olan kiji ama siyasi gücü yok. İmam Ya hya çok puan alır ama Müslümanların çoğu yeterli ordu ve organize devleti bulunmadığı .fikrinde, hatta sünni saymıyorlar. İbni Suud Müslümanların nazarında küçük bir emirdir ve sünni/erin reddedeceği bir Vehhabidir. Hüseyin'in lehinde bir iki nokta var ama İbni Suud'dan da zayıf ve İngilizlereyakınl ığıyla ünlü, bu yüzden Müslümanla­ rın çoğu tarafindan lanetleniyor. Afgan Emiri büyük bir kesimce kabul edilebilir, fa kat çok uzakta ve devleti büyük değil. Mısırlı olabilir ama tam bağımsız değil ve Hintliler/e Mısırlı­ ların bir kısmı onu seçmez. Geriye ulema kalıyor. ŞerifSünu si, Mustafa Kemal'in de ruhani hilafe t önerdiği ki­ fidir, ama kabul etmedi, zira bir alimin asabiyye ve hüküme­ ti idare edemeyeceği inancında. Hangi aday olursa olsun, güçlü bir ordu ve iktidar kurumla­ rına sahip olmadıkça adaylar sadece kağıt üzerinde mürekkep olarak kalır. KureYf 1artındafa zla ısrar etmeyelim. Hulefayı Rajidin ve Ömer İbni Abdülaziz'den sonra Kureyj)tengelen olmadı. İs­ lam doğduğunda böyle olmujsa, bugün ne bekleyebilirsin?» Şekip Arslan 8 Temmuz 1924 tarihli mektubunda da aynıgö­ rüjleri tekrarladıktan sonra ekler: ((Eığer Müslümanlar Ab­ dülmecit)in hilafetini reddederlerse, sonuçta bugünkü duru­ ma göre bir değil on Halife belirir. »

------i 216 1------Ünlü Arap tarihçisi Albert Hourani bu iki düşünürün temel görüşlerini şöyle özetliyor: «Rqid Rıza da, Şekip Arslan da İs ­ lamdan bahsederken Arap İsidmından bahsederler ve diğerMüs­ lümanlara arslan'ın deyimiyle Arapların öğrencileri diye bakar­ lar. Ve, ümmet içindeki özelyeri sebebiyle, ba1kaları için kabul edilmeyecek1ekilde Arap milliyetçiliğinin İslam Birliği ileba ğda­ facağına inanırlar. (. .. Kavakibi'nin fikirlerine uygun 1ekilde) Arapça bilmeyen İsldma hizmet veremez, düfüncesindedirler. (. ..) İsldmıngelifi Arap asabiyesini kanalize etmif iken Türk ve İran­ lılar İsidmı yıktılar düfüncesi Refid Rıza'da mevcuttur. » Görüldü�ü gibi dönemin en ünlü Arap düşünüderi de şaş­ kınlıktan ve daha da kötüsü İsiarnı Arap milliyetçili�iyle özdeş­ leştiemek çarpıklı�ından kurtulamıyorlardı. Yeni bir halife için girişimler böyle bir ortamda sürdü.

ABDÜLMECİT'İN GİRİŞİMLERİ (İSVİÇRE-FRANSA): Hilafetinkaldırılması kararma tepkilerin pek kısa sürmesi, ortalı­ �ın birden halife adaylarıyla dolması yüzündendir. Bu makamı resmen işgal etmiş olan Vahdettin ve Abdülmecit'in arkasından Hüseyin'in, Kral Fuat'ın ve di�erlerinin adaylıklan, bunlara gös­ terilen tepkiler ve ilgiler hemen kamuoylannı etkilemiştir. Bir çok düşünürün -yukarda kaydetti�imiz gibi- 300 milyonluk Müslüman aleminin, 5 milyonluk Türkiye'nin karannın altında kalmamak yolundaki azmini vurgulaması da bu yo�unlaşmayı son derece artırdı. İlginin öncelikle Abdülmecit üzerinde yo�unlaşması do�aldı. Hindistan'da bir tarafta kararın geri alınaca�ı inancı tekrarlanır, işin M. Kemal'in adaylı�ı ile çözümlenebilece�i düşünülürken, Cinnah Türklere şiddetle çatıyor99, ama hutbede Abdülmecit'in adı terkedilmiyordu100 Mısır'da El Ezher onun hilafetinin de­ vam etti�ini resmen açıkladı101. Aynca İtalya'da misafir edilmesi yolundaki öneri101 üzerine Fransızların da böyle bir fikir üzerine e�ilmesinin son halifeye cesaret vermemesi mümkün de�ldi. ll

------1 217 1------Ilir �: JAda�la�ma ÖrncAi Olarak C U M H U R i Y .E T i N i L K O N B E Ş Y I L I

Mart günü ilk dura�ı olan İsviçre'nin Territet şehrinde ilk açık­ lamasını yapn103: Karan şeriata, İslamın çıkarianna aykın, inkar­ cı ve batıl sayıyordu. Karan sadece İslam aleminin alabilece� inancındaydı. Konu üzerinde bir karara varmak üzere büyük bir dini kongre düzenlemeye karar vermişti. Bütün liderleri işbirli­ �ine ve fikirlerini kendisine ulaştırmaya ça�ınyordu. Gösterilen dayanışmanın başan getirece�ine inanıyordu. Bildirisini Halife-i Resulallah Ra bbülalemin diye imzalaması karan tanımadı�ının kesin kanıtıydı. İsviçre hükümeti kendisine siyaset yapmama kaydıyla vize ve­ rildi�ini hanrlanrken, Abdülmecit hala Hüseyin'e karşı Müslü­ maniann kendi yanında olacaklannı söylüyordu11w. Karan redde­ den davranışına Türkiye'den yükselen tepki üzerine, 25 Martta do�rudan do�ruya TBMM'ye hitap eden bir bildiri yayımladı: «Yanlıfyoru mluyorlar, bildirim Türkiye)e karp değildir, bana bi­ at etm ifolan M üs tüman/ara karp göre vim vardı, yoksa [ahsen du­ çar olduğum feci haksızlığı büyük vatan sevgim sebebiyle unutur­ dum. Bengörevimi yaptım, artık laik (Ld -dini) cumhuriyethükü­ meti ile ifoim kalmamıpır, bundan sonrası İslam alemine ait. İn­ fal/ah memleketimde yapamadığım hizmeti vatanda[larıma dıfa­ rıdanyaparı m.» Bu da Halife-i Resulallah diye imzalanmışnr. Pa­ rası kalmayan, hiçbir yerden (Damadı Haydarabad Nizarnının o�­ lu hariç) maddi yardım görmeyen, zaten siyasi yetene� de olma­ yan Abdülmecit kısa zamanda gündemden düştü. 1926'da aHi­ lafete müteallik Vesaik'i içeren bir Yefil Kitap » yayınlaması, 1931 Kudüs Kongresi sırasında isminin geçmesi Ankara'yı rahatsız et­ miş ve yaşadı�ı Nis şehrinde sırf onu kontrol altında tutmak için bir konsolosluk bile kurulmuştur. Bazı yayınlarda isminin Halife­ Türkiye Sultanı ya da Emirülmüminin Sultan diye geçmesinin bu huzursuzlu�un kökeninde oldu�u anlaşılıyor. Buna ra�men Ab­ dülmecit genelde Türkiye ve Kemalistler hakkında ılımlı konuş­ muş, Milli Mücadeleyi destekledi�ini saklamamış, bu yüzden Vahdettinciler (Mustafa Sabri) tarafindan 'böyle adam halife olur mu' diye yerilmiştir. 1944'te Paris'de öldü.105

------1 218 1------HAC KONGRESİ (MEKKE, 1924): Hicaz Kralı Hüseyin'in kendisine hep Emirülmüminin diye hitap ettirdi�ini evvelce de belirtmiştik. 15 Mayıs 192 3 'de Şarki Ürdün krallı�ının ilaıu töreninde o�lu Abdullah, İngiliz temsil­ cilerinin önünde ondan ısrarla Emirülmüminin Mevlana diye bahsetmiştir106 Bu sıralarda İbn Suud ile ilişkileri İngilizlerle ol­ du� kadar bozuktu ve ne Araplardan ne de yabancılardan sa�­ layamadı� deste�i Müslümanlardan elde etmeyi tasarlıyordu. Halife sıfatını üstlenirse bir dokunulmazlı�a sahip olaca�nı he­ saplamış olmalıdır. Türkiye'de hilafet tartışmalannın yo�nlaşn­ �ı ve istifaden bahsedildi�i bir sırada, 18 Ocak 1924'de Am­ man'a o�lunu ziyarete gitti. ll martta da halife ilan edilip biat­ lan aldı. Daha 6 mart tarihinde el Kıbla, Suriye, Filistin, Irak, Hicaz, Yemen'in önceden ona biat etti�ni, ama onun bilafeti de�il Arap meselesini halletmekistedi�ni kaydetti. Bu vesile ile Hüseyin'in Türklerin dinsizli� hakkındaki sözlerinde ne kadar isabet etmiş oldu�unun ortaya çıktı�ını belirttikten sonra, şimdi Suriyelilerin ve Hicazlılann biatlarının alındı�ını açıklıyor. V e ünvanını sıralıyor: Haşimi Majesteleri Mevlana Emirülmüminin, halifet seyyid el Mürselin, melik el Arab el Muazzam seyyidina el Hüseyin bin Ali. 20 Mart'ta Mekke'ye dönen Hüseyin derhal bir Hac Kong­ resi toplamak ve orada sıfatını bütün Müslümanlara onaylattır­ mak yolunu aramaya girişti. Bu Hüseyin'in ilk denemesi de�ildi. 1921 başında dini Nalı­ da-i İslamiye (İslami Uyanış Kongresi) için davetiyeler de da�ı­ tılmış, ama İngilizler -Babıali'in uyansı üzerine- engellemişlerdi. 1922 ve 1923'de yalnız Arap Yanmadası Kongresine dönüştür­ dü, ama herkesin katılmasını sa�layamadı. 1924 Temmuz'u için planladı�ı hac kongresi, Arap olmayanlar kadar Araplann da hi­ lafetine onay vermemesi yüzünden bekledi� şekle bürüneme­ di107 Bu sebeple hilafet konusu gündeme getirilmedi, bir ni­ zamname yapılmakla yetinildi. Davranışlannın aşırı bir Arap mil­ liyetçili�i içermesi, Arap olmayan Müslümanlan rahatsız ediyor-

------1 219 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI du, üstelik İngiliz ajanlığı damgasından kurtulamıyordu. 1925 yılı için yenisini tasarlarken İbn Suud ülkesini işgal etti,o da her­ şeyini terkedip kaçtı. Müslümanların sözcülüğü (yani hilafet) yo­ luyla hedefine erişme taktiğini destekleyen çıkmadı. Kıbla'nın Vehhabiler gelip son verinceye kadar, yoğun Türk aleyhtan ya­ yınlanna devam etmesi dikkati çeker. Kendisi yazmasa da başka­ lannın yayınlanm aktanyordu. Bunun, hedeflerine ulaşamama­ sından Türkleri suçlu tutmak gibi bir tutkunun sonucu olduğu düşünülebilir. Oysa Kemalistler (yani 1919 sonrası Türkiyesi) onu hiç hedef almamıştı. Günümüz Arap tarihçileri Hüseyin'i, İslamın değil, Arap va­ tanseveri ve milliyetçiliğinin savaşçısı olarak ilan ediyorlar. Kendi­ sine ihanet eden İngilizler yüzünden hedeflerine ulaşamadığını belirtiyor ve ekliyorlar108: ((Ba1arısızlığı bugün de devam eden bir trajedinin üzücü bir ilk a1amasıdır. »Ancak son döneminde bile ne kendisinin ne de yayın organının, hatta oğullannın, İngilizle­ re Türklere olduğu kadar saldırdığı görülmemiştir. Bütün davra­ nışını arap milliyetçiliği üzerine kuran Hüseyin'in -ki bu davranı­ şını Kemalistler yermemişler, kendi kaderini saptama hakkını say­ gı ile karşılamışlardır- Türk milliyetçiliğini, hele Orta Asya Müs­ lümanlannı kurtarınayı dinsizlikle suçlaması temizlenemeyecek bir leke olarak durmaktadır. İngiliz himayesinde İsiarnı kendi te­ keline alma çabası (Esmer Darninyon yapma girişimi) ne İslam dünyasında ne de Araplar arasında onay da almamıştır109

DİN DÜŞMAN! HALİFE ADAY! HÜSEYİN'İ VEHHABİLERE TASFİYE ETTİRİŞ: Emperyalizmin şahane bir oyunudur. 18. yüzyılın sonundan beri, Arabistan çöllerinin, özellikle Nejd'in hakimi olan Vehha­ biler, bid'atlerden temizlenmiş bir İslam teziyle bütün çevrele­ rindekilere (Türk, Arap ayırma dan) saldırıyari ardı. 19. yüzyılın başında Mekke ve Medine'ye de hakim oldularsa da, Osmanlı kuvvetleri tarafindan topraklardan çıkanldılar. Bazen yenerek,

------1 220 t------L A K L T A N 1 M L A Y A B L M E

bazen yenilerek hep savaşnlar. Bu yüzden de çevreleri tarafindan hiç sevilmediler. Babıali saldırganlıklannı önlemek için duruma göre asker, duruma göre para kullandı. Birinci Dünya Savaşı başladı�ında başlarında 35 yaşlarındaki Abdülaziz İbni Suud bulunuyordu. Türkler, İngilizler, Alman­ lar kendilerine müttefik sa�lamak için para da�ınrken o da İngi­ lizlerle anlaşn. Ba�lann ajanı olarak ünlü Philby nezdine yerleş­ ti. Abdülaziz, Vehhabi ilkelerini istedi�i gibi yorumluyordu. Müslüman topra�ında Hıristiyanla işbirli�i yapmasını eleştiren­ Iere bunun anlayışianna aykırı olmadı�ını söyledi. İngilizlere karşı Cihad yapmasını önerenleri de «Peyga mberimiz pratik in­ sandı, cihada ancak ba1arı 1ansı kesin ise izin verirdi, İngilizlere kar1ı 1ansımız yoF' diye cevapladı. Bu anlayışı sayesinde İngilte­ re'den ayda 5000 Sterlin ödene�e ba�lanınayı ve Necd Kralı di­ ye tanınmayı sa�ladı. İlıtiraslı bir adamdı ve topraklarını geniş­ letmeyi arzuluyordu. Şerif Hüseyin'in Hicaz Krallı�ıyla yetinmemesi ve bütün Arapların kralı olma hırsı, üstelik Irak ve Ürdün'e o�ullannı kral olarak yerleştirmesi hayalleri için en büyük engeli oluşturuyor­ du . Üstelik 1919 başında Medine'deki son Türk ordusu da tes­ lim olduktan sonra Hüseyin, Vehhabilerin kendilerine ait say­ dıklan vahaları da kontroluna almak için seferler düzenlemeye başladı. Vehhabiler Abdullah'ı bozguna u�ratmakla yetinmedi­ ler Hicaz'a yürümeye de kalknlar, ancak İngiltere'nin o sırada Hüseyin'e ihtiyacı vardı ve ödene�inin kesilmesi tehdidi Abdü­ laziz'i fr enlemeye yetti. O da Hüseyin'in aldı�ı para kadar (ayda 20 bin Sterlin) ödenmesi şarnnı ileri sürmeye başladı. Hüseyin­ İbni Suud düşmanlı�ı giderek artn. İki taraf da birbirini müşrik sayıyordu . Hatta Hüseyin Vehhabilerin hac yapmalarını da en­ gelledi. Rjyad'ı alıp yerle bir etme tehdidinde bulundu. Böyle bir ortamda İngilizlerin İbni Suud'u terketmemeleri, Hüseyin'e karşı bir denge gücüne ihtiyaç duymalanndandı. Hüseyin vaad edildi�i gibi Asya Araplarına tam ba�ımsızlık verilmesi ve kendisinin kral tanınmasında ısrar ediyordu. Manda

------� 221 �:------Hir Ç•Ad•şlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI rejimlerine karşı göründü, bu yüzden Versay Antlaşmasını imza­ lamayı reddedince, İngiltere siyasi hatta mali baskısını artırdı. O da tek geliri olarak hacılardan daha fa zla para çekmeye ya da za­ ten azalmış olan hac yolu üzerindeki aşiretlerin ödeneklerini kes­ meye başladı. Bu yüzdenArap yanmadasındaki bütün Araplarla, Hintlilerle ve Mısırlılada arası bozuldu. Hem krallı�ı için, hem de Vehhabilere karşı İngilizlerden yardım istiyor, aynı zamanda kafa tutuyordu. 1923 yılında, o�ullannın ısrarlarına ra�men yu­ muşamaya yanaşmadı ve çelişkili tutumunda ısrara devam etti. Bunun üzerine İngiltere onunla Hicaz'ın korunması ve Arap ül­ keleri konusundaki müzakereleri son derece a�ırdan almaya baş­ ladı. Tam bu sırada Türkiye bilafetila�veder etmez kendini ha­ life ilan edince İbni Suud'a Hicaz'a yürümek için uygun ortam belirdi. İngilizler resmi raporlannda bir tür ihtiyar bunak olarak adlandırdıkları krala yardimı reddettiler, iki taraf razı olurlarsa arabulucu olacaklarını söylediler. Bu, İbni Suud'a yeşil ışık yak­ maktı. İlıvanlar önce Taifi alıp 300 kişiyi öldürdü ve şehri talan etti. Bunun yarattı�ı korku Mekkelileri Hüseyin'i tahttan çekil­ meye zorladı. Hicaz demiryolu olsaydı belki Ürdün'den yardım alırdı ama onu kendisi tahrip ettirmişti. Koruyacak tek kişi kal­ mayınca ailesiyle birlikte kaçtı. 13 Ekim 1924'de Mekke, bir yıl sonra da Cidde düştü. Hayatını Kıbrıs'ta sürgünde tamamladı. Onun da megali idea'sı böylece on yılı doldurmadan bir başka Arap liderin eliyle sona erdi. Hüseyin'in el K ıbla gazetesi kapa­ nıp yerine İbni Suud'un Umm al Kura gazetesi yayma başladı­ �ında, ilk sayıda «Mekke'yi dinin düpnanı olan Hüseyin, oğ ulla­ rı ve kuyruklarından temizlemek için geldikleri» kaydedilmiştir. Hüseyin denemesi de sonuç vermeyince İngilizleruysal hali­ fe arama takti�inin artık faydası olmayaca�ına kesin olarak anla­ dılar. Hilafet kurumuna karşı olan Suud ailesini Hicaz'a hakim kıldirarak gelece�i de damgalayacak bir yönlendirmeye zemin hazırladılar. L A K L ('j T A N I M L A Y A B L M E

GENEL İSLAM KONGRESİ (KAHİRE, 1926 ): Mısır Hidivlerinin hilafet özlemi, İngilizlerin Arap hilafetini kışkırtmasıyla başlamışnr. Dolayısıyla savaştan hemen sonra Kral Fuad'ın bu konuyla ilgilenmesi do�al bir gelişimdi. 110 Hüseyin ile hac ve malımal konusunda başlayan çekişmelerin kökeninde de bu yanşma vardır. Mısır'daki İngiliz yönetiminin kanaari Fu­ ad'ın saltanada bilafeti ayn düşünmeyi kabul etti� yolundaydı. Mısır önce Abdülmecit'in sıfannın devam etti�ini kabul etti, ama onun bir İslam Kongresinde karar alınması önerisi ve Hü­ seyin'in kendi kendini ilanı, Fuad'ı durumdan yararlanmaya yö­ neltti. Önce Abdülmecit'i Mısır'a davet etmeyi düşündü (Hü­ seyin'in Vahdettin'i a�ırlaması gibi) sonra do�rudan eyleme geçti. 24 Mart'ta ulema, Abdülmecit'e biatını geri aldı. Ancak Kral da Mısır'da çok sevilen bir kişi de�ldi, özellikle İngilizlerle ilişkileri tepki topluyordu. Kırk alim, yabancı işgali altındaki bir ülkede hilafet olamayaca�ını ilan ettiler. El Ezher'e karşı Ömer Tosun Paşa başkanlı�ında bir hareket etkili propaganda yürüttü. El Ezher özellikle halifelik için Kureyş şarnnın gerekli olmadı� yolunda ısrar ediyordu. B u sırada seçimi kazanan W afd Partiside Fuad'a karşı çıktı. Bu durumda 1925 Ocak ayı için planlanan İs­ lam Kongresinin ertesi yıla bırakılması kararlaştınldı. Bütün İslam dünyasını birleştirmek amacıyla V ehhabilere, İbadilere, Zeydi ve 12 İmam Şiiriere hatta A�a Han'a davet çı­ kanlması, Sünni çevrelerde tepki yaratn. Hint Hilafet Komitesi adına Şevket Ali de Fuad'a karşıydı ve Başbakan Zaglul'a telgraf gönderip, acele edilmemesini, Türkleri karan geri almaya iknaya çalışmasını, olmazsa seçime gidilmesini istedi. Aynca toplantının Kahire'de yapılması da istenmiyordu. Hint'ten son bir tehdit daha geldi: E�er Mısırlılar kendi başianna halife seçerlerse İslam dünyasının alay konusu olurlar. Tunus ve Suriye Müslüman temsilcilerinin Fransa hükümetince seçilmesinin kabulü, Rif mü­ cahidi Abdülkerim'in davetinin Fransız ve İspanyol hükümetle­ rinin bastırması üzerine asidir diyerek geri alınması, toplantının

------1 223 1------Bir Ça�dJşlaşmJ Ornc{li Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

önemini kaybetmesine sebep oldu. Kongre Avrupalılara verilmiş olan vaade uygun olarak halifelik konusuna hiç dokunmadan, 1926 Mayıs'ında yapıldı. Önemi de olmadı.

İSLAM DÜNYASI KONGRESİ (MEKKE, 1926): İbni Suud daha 1924'de Haşimileri Hicaz'dan çıkarma savaş­ lannı yaparken bir İslam Dünyası Kongresinin hazırlıkianna başla­ mıştı. 1 ıı V ehhabilerin İslam aleminde hiç de iyi bir ünleri yoktu ve kendilerini kabul ettirmek ihtiyacı içindeydiler. hedefleri hilafet meselesi değildi. Daha 1924 Ekim'inde İbni Suud halifelikle ilgi­ si bulunmadı�nı açıklanuşn. Kongre Hicaz'ın gelecek hükümet şeklini saptamak amacını güdüyordu. Ancak 1925 başında İbni Suud hicaz Kralı ilan edilince, kongrenin amacı haccın düzenlen­ mesi ve tabü yeni krallığın onaylanması şekline dönüştü. Arap ya­ nmadası dışından Yemen, Mısır, Mg anistan, Hüseyin'le savaşında kendisini destekleyen Hintli Ali kardeşlere ek olarak ilk kez Anka­ ra hükümeti de davet edilmişti. Bu hareketle Vehhabiler İslam dünyasında tam bir banş istediklerini ve Hüseyin'in temsil ettiği İslamdaki ayınm fikrini reddettiklerini göstermiş oldular. Ancak Mısır'dan hem Kralcılann hem de muhaliflerinin davet edilmiş ol­ ması sorun yaratn. Kralcılar rakipleri çekilmeden gelmediler. Irak ve İran Vehhabilere siyasi karşıtlıklan sebebiyle katılmadılar. Organizasyonu yönetenlerden Reşid Rıza -belki de Türki­ ye'nin Misakı Millisi'nin antitezi olarak- Müslüman devletleri arasındaki anlaşmazlıklan Mekke'de çözmeyi öngören bir Misa­ kı İslami önerdi. Hakemlik müessesesi ile toplantıyı bir Müslü­ man Devletler Birliğine dönüştürme çabasına Mısır, kongrenin politik amaçlı olmadığını hatırlatarak karşı çıktı. Rifeiler için pa­ ra toplayıp Fransa ve İspanya'ya karşı savaşı sürdürmelerinin sağ­ lanması önerisi de, yine siyaset yapıldığı gerekçesiyle Türkiye ta­ rafindanele ştirildi. Muhammed Ali'nin, Müslümaniann Müslü­ man kanı dökmemesi yolunda karar alınması önerisine de Suudi Arabistan karşı çıktı. Hint bununla, Batı Mr ika askerlerinin Su-

------� 224 �------riye'de Fransızlarca kullanılmasına karşı çıkıyordu. Oysa Suudi­ ler kısa süre önce Hicaz'a yaptıkları seferin ve Taifkatliamının gündeme gelmesi endişesi içindeydiler. Türk delegesinin sonuç üzerindeki yargısı stftr olmuştu. Cidde'deki İngiliz Konsolosu da kongre İslamın ne derece umutsuz bir biilünmüjlük içinde ol­ duğunu ve bir Panislam konferansının ne derece az feyüretebil­ diğinigiJ"ste rdiğini rapor etti. Taruşmalann kitap halinde yayın­ lanması konusundaki Reşid Rıza'nın iste�i gerçekleşmedi�i gibi, Hint heyetinin dönüşte Vehhabi dini uygulamalarının İsiama ay­ kınlı�ını ileri sürerek vatandaşianna hacca gitmemeyi önermesi de olay oldu. Medine uleması da "haccı reddetmek kafirliktir» diye fe tva çıkardı. Sonuçta İbni Suud, Osmanlı politikasına dön­ dü ve hacda siyaset yapılmasını engelledi, her yıl yapılaca�ı vaad edilmiş oldu�u halde kongre bir daha toplanmadı.

GENEL İSLAM KONGRESİ (KUDÜS, 1931): Filistin'de Yahudi Yurdu kurma yolundaki İngiliz projesinin gelişmesi Araplada Yahudiler arasındaki gerginli�i gittikçe artırı­ yordu. Himayeci devletten bir umudu kalmayan Kudüs Müftü­ sü Emin El Hüseyni, işin içine İslam dünyasım katarak sa�laya­ ca�ı baskı ile çözüm bulma yolunu denedi. Muhammed Ali, İbn Suud'la yürüttü�ü projenin başansızlı� üzerine 1929'da Kudüs'te bir Yüksek İslam Konseyi kurulması önerisini ortaya atmıştı. Buna dayanarak 19 31 için Kudüs'te bir toplantı yapıl­ ması kararlaştırıldı. Bu tür girişimlerden son derece tedirgin olan İngiliz yönetimine Hüseyni'ler, İngiltere'yi zora sokacak, kamu­ oyunu karışuracak girişimler olmayaca�ı vaadini vererek izin al­ dı . Kudüs'ün üç ünlü Arap ailesi Hüseyni'ler, Halidi'ler ve Na­ şaşibi'ler arasında geleneksel çekişmenin yeniden canlanmasının yanı sıra, daha hazırlık aşamasında Şevket Ali'nin halife sorunu­ nu gündeme getirmesi ortalı�ı karıştırdı. Hintli lider birdenbire «şu anda Müslümanların bir halifesi var mı?» sorusuna «Evet, var, {imdi Nis'te sürgünde. Kalhim ve ruhumda halife oldular.

------1 225 �------ll 1 1 � • 11 ıl • 1 1 • 1 ın • O r n c A i O 1 a r a k CUMIIURIYET İN İLK ONBEŞ YILI

Onu kabul ve biat ettimgeri dönemem» deyince ortalık kanşn. 1924'de İsviçre'de yaptı� ça�nya hiçbir cevap alamamış olan Abdülmecit bunu bir davet saydı. Girişimin Batı kamuayianna yansıyış şekli yine telaş vericiydim: «salt anatının son günlerine kadar dünya Müslümanlarının ruhani lideri ve halifesiolan sabık Türkiye su/tanı,yeniden bu sifatı üst/enmeyi kabul etti ve dini görevlerinin çalı1ma yeri olarak Kudüs'ü seçti. Panislam hareketinin lideri ve (İngilte­ re tarafindan düzenlenen) Yuvarlak Masa Toplantısının da delegelerinden olan M. Şevket Ali, aylardan beri süren görül­ meler sonucunda bu sonucu sağladı. Ha len lilndra yolunda olup durumu İngiliz Hükümetine resmen ulapıracak. 300 milyon Müslümanın Halife'nin yönetimi altında birlqmesi hiç 1üphesiz İngiliz İmparatorluğu için çok avantaj sağlaya­ caktır. ( .. .) Ama Arap Ya hudi çatılmasını da artırabilir. Fi­ listin 'de kanlı çatılmaların yeniden ballamaması için hali­ fe nin çok ılım/ı davranması gereklidir. » Avrupa'nın 60-70 yıldır en büyük korkusu olan panislam ve 300 milyon Müslümanın siyasi birli� gibi ternalann kanlmasıy­ la, aslında çok yerel bir soruna çare aramayı hedefleyen toplantı bambaşka bir yöne çekilmiş oldu. Siyasi görüşler ortalıkta çanş­ maya başladı. Önce Mısır ayaklandı. El Ezher'in daha 1924'te Abdülmecit'in halifeli�ni reddetmiş oldu�u hatırlatıldı. Hüsey­ ni, hilafet sorununun gündemde olmadı�ını açıklamak zorunda kaldı. Ancak Şevket Ali'nin Kudüs'te bir İslam Üniversitesi kur­ ma projesi de Ezher'i rahatsız ediyordu. Bu yüzden Mısır kong­ reye katılmayı red etti. Ürdün ve Irak krallan Abdullah ile Pay­ sal da, kendi iddialannı ortadan kaldırabilece� düşüncesiyle hi­ lafet konusunun ele alınmayaca�ı güvencesini almadan hareket etmediler. Oluşumlar Türkiye'yi de iki açıdan rahatsız etti. Ab­ dülmecit'in Türkiye'nin de davetli oldu� toplanoya katılıp res­ mi bir sıfat alması, bütün politikasına ters düşecekti. Hem İngil­ tere ve Fransa'yı Abdülmecit'in gitmesine engel olunması (vize

------ı 226 1------L A K L T A N 1 M L A Y A B L M E

verilmemesi) için uyardı, hem de «amacı kesin olmayan gayrı res­ mi bir toplantıda» Türk bayra�ının çekilmesine karşı çıkn. Türk bayra�ı indirildi. Bu davranış yüzünden Şekip Arslan Türkiye'ye sert eleştirilerde bulundu, böylece aradaki gerginlik daha da art­ tı. Toplann yapılırken 12 Aralık 1931 'de Abdülmecit'in Mokat­ tam'a hala halife oldu�nu söylemesi Ankara'nın tepkisini doru­ �a çıkardı. Türkiye'yi rahatsız eden ikinci konu, resmi sıfatı olmayan Müslüman örgütlerin daveti sırasında, Gümülcine'ye yerleşmiş olan ve oradan cumhuriyet rejimi aleyhinde sürekli propaganda yapan eski şeyhülislam Mustafa Sabri'nin ça�rılmış olmasıydı. Türkiye, buna da karşı çıktı. Hatta bir iddiaya göre, kongrenin başansız kalması için Mg an, Sovyet, Romen, Bulgar, Yunan Müslümanlannın kanlmasını etkisiyle önledi. Sonuç olarak, hü­ kümetlerin de�l, özel ve ba�ımsızlık arayan örgütlerin bir top­ lantısı haline geldi. İran'ın eski bir başbakanını işe katmak, Lib­ ya'daki İtalyan zulmüne karşı çıkmak İngiliz makamlannın mü­ dahalesine yol açn. Abdürrahman Azzam (sonradan Arap Birli­ � Genel Sekreteri) İngilizlerce hudut dışı edildi. Hüseyni'nin Suriye Alevilerini gerçek Müslümanlar diye sunması da oradaki tartışmalan alevlendirdi. Anlaşmazlıklar sonucu Şevket Ali İcra Komitesi'nden istifa etti. Kesin bir sonuç sa�lanamadı. Hüseyni ikinci kongrenin Mekke'de yapılmasını önerince buna da Suudi­ ler karşı çıktılar. Ne Filistin Araplannın ne de İslamın davasına bu şartlarda bir katkıda bulunamayaca�ını farkeden Hüseyni, bu sırada kendisine yardım vadeden N azi Almanyası 'na sı�ındı ve Arap alemini bütün İkinci Dünya Savaşı boyunca oradan hare­ kete geçirmeye çalıştı.

AVRUPA İSLAM KONGRESİ (CENEVRE, 1935): Türkiye'nin hem kendisi çekilerek, hem de di�er Müslüman yönetimlerce itilerek dışarda kalmasının ardından, himaye yöne­ timleri altındaki hükümetlerin de, ne İslami ne de bilafetle ilgili

------ı 227 t------Bır Ç•�daşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI faaliyetlere izin vermemesi sonucunda, ancak Avrupa'da buluş­ mak imkanını bulan marjinaleylemci gruplar, tarafsızoldu�u için Cenevre'de bir araya gelmeye karar verdiler. Şekip Arslan'ın ba­ şını çekti� hareket Müslüman hükümetlere de başvurduysa da, Türkiye'den başka ilgilenen çıkmadı. CHP Genel Sekreteri Re­ cep Peker, hilafet konusunun tartışılmaması şartıyla katılınaca�­ nı bildirdi. İngiltere Müslüman Birli� Başkanı Lord Head.ley,ha­ riciyesinin tavsiyesi üzerine katılmayaca�nı bildirdi. Onun yerine di�er İngiliz Müslüman Omar Stewart Rankin katıldı. Toplantı­ ya asıl ilgiyi İtalyanlar gösterdi. Napali Oriyantal Enstitüsünün müdürü B. B.Amedei, kürsüde kelime-i şehadet getirip Müslü­ man oldu. Böylelikle kongre İtalya'nın Trablusgarp'taki zulmü gibi Etiyopya'yı işgalini de eleştirmekten vazgeçti. Şekip Arslan, gerekçe olarak ccBunu yapsaydık İngiltere1nin Mısır ve Sudan1 Fransa1nın Cezayir ve Suriye1deki ijgallerini de lanetlememizge­ rekecekti» dedi. Zaten kısa süre sonra Fransızlada anlaşıp Suri­ ye'de görev aldı. Mussolini'ye 19 37'de Trablusgarp'ı ziyaretle Seyfiil İsiarnı (İslamın kılıcını) kuşanma cesaretini veren bu yu­ muşaklık olmuştur. Faşist Lider, l890'larda Alman imparato­ runun İslamla dostlu�unu ilan edişini andınr şekilde, İtalya'nın İslamın savunucusu olaca�ını ilan etti. İkinci Dünya Savaşının he­ men öncesinde o da, tıpkı l914'teki gibi bütün İslamın peşinden ayaklanaca�ına inanıyordu. Sonuç yine Birinci Dünya Savaşında­ ki Cihad'a benzedi. Irak'ta, Suriye'de, beliren dirençler İttihatçı­ lara verilen destekten bile fa zla olmadı. Hindistan'daki Hilafet Hareketine katılmış olanlardan Cho­ udhury Khaliquazzaman yıllar sonra l966'da özeleştirisini yap­ tı�ında şunlan yazmıştırıı3: "Türkiye zaftyetleri ve eksiklikleriyle de olsa yafadığı sürece1 hilafe t kurumunun 20. yüzyılda çekmekte olduğu hastalıklardan Hindistan Müslümanları hiç haberdar olamadılar. Bu yüzden onun davasını savunmakta1 yıkılmasına kadar kararlı kaldılar. Bu da Müslümanlardan çok1 olmayanların ijine yaradı.»

------� 228 �------L A İ K L G İ T A N I M L A Y A B L M E

Khaliquazzaman'ın bu yargısının, İkinci Dünya Savaşının er­ tesinde Mısır Kralı Faruk'un kendisini halife seçtiemek için yap­ tı�ı girişimleri izledikten sonra daha da pekişti�i düşünülebilir. Fransa kumarhanelerinde bir gecede 50 milyon Frank kaybetmiş olmakla ünlü olan Faruk, Kureyş ba�lannsı şartında ısrar eden çevreleri de yanma çekmek için, Mısır'ın Nakibüleşrafindan, an­ ne tarafindan Hazreti Fatma'ya ulaşn�ını kanıtlayan bir şecere çıkarttirmayı da başarmışn. Konunun giderek sulandı�ı, en sonunda kendi kendini halife ilan edenlerin de belirmesiyle (Al­ manya'da Cemalettin Kaplan gibi) görüldü. Şunu da ekiemeliyiz ki, bütün bu oluşumlar Atatürk döneminde Türk-Arap ilişkilerini hiç etkilememiştir. Şerif Hüseyin'in Osmanlıya ayaklanan iki o�lu (Faysal 1931 'de, Ab­ dullah 1937'de) ile Suudilerio dışişleri bakanı Paysal cumhuriyet Türkiyesini ziyaret ettiler. 1937'de Mganistan, İran ve Irak'ın da kanldı�ı Sadabad Dostluk Pakn imzalandı. Suudi Arabistan ile 1929'da, Mısır ile 1937'de dostluk anlaşmalan imzalandı. Sadece Suriye ile, o da Hatay yüzünden gerginlik yaşandı. Notlar:

Ero�lu, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, MEB İstanbul ı982, s. 427-8 Mevlut San'nın Arapça-Türkçe Lügat'inde (Bahar Yay. ı980) El Allımaniy karşılıp olarak laik, dini olmayan deniyor. Aynı kişinin Türkçe-Arapça Lügat'inde ise (Gonca Yay.) rLLaik, dep/etin dine karp tarafsız olması:el nizam el alamani, el dünyepi'"deniyor. (Mart - ı924) NIT 4, DT 4, Petit Journal S, Petit Parisien S, Hairenik (Boston-Ermeni) 6, NE 6 ve 20, Spectator 8, l'Opinion 7, OM ıs, Fortnightey Review ı Nisan ı924. Sunday Times 09.03.ı924 Tl, 06.03.ı924, Yarbay Hawkes'in açık Mektubu. Libertede Farrere'in önerisine OS.03.ı924) Action Françoise'de J. Bainville'in cevabı. EG OS.03.ı924. Tl, 2l.03.ı924, tam o günlerde Hüseyin'in İngiliz Hükümetinden yılda 400 bin Sterlin aldı�ının Lordlar KarnarasındaLord Crawford tarafindan açıklanmasını, Hüseyin'in halifeli�ini engelleyici bir adım diye kabul etmek gerekir. Fransızlann da onlann halifeli�ine karşı ol�u�u eklenmiştir. Bir zamanlar Mısır'da Abduh'un müftülü�e Ingiliz Yüksek Komiseri Cromer'in etkisiyle atandıpnın o günlerde açıklanması da birşeylerin hatıriatılmak istendi�ini gösteriyor (RE 02.09.ı92S, TI'da Atkin'in açık mektubundan) . Tl 2l.03.ı924; RE 20.03.1924 başyazısında "Türkler Islam üzerindeki etkisinden vazgeçmiş olsa da gücü dolayısıyla Müslümanlar arasındaki önemini kaybetmeyecektir. 10 RE 2ı ve 22.03.ı924 11 EG S ve 08.03.ı924 u Liberte OS.03.ı924, NYT 9 ve ıS.03.ı924 13 Boulger, Demetrius C., Fortnightly Review Ol.04.ı924, s. 487-494 14 Claude Farrere, Liberte OS.03.ı924 15 Pravda 04.03.ı924, TI'den naklen ıS.03.ı924 16 EG 08.03.0ı924 17 RE 08.03.ı924, başyazı 18 Tl ı7.03.ı924, açık mektup, 19 Civil and Military Gazette, OS.03. ı924 10 EG OS.03.ı924 11 EG 08.03.ı924, AH ı3.03.ı92�'den 11 TE'ın OS.03.ı924'de başyazı ve Istanbul haberi ile 07, ı3 ve ıs tarihli sayılarından 13 OS.03.ı924 14 RE (El Kıbla), 07.03.ı924 15 KI 03 ve 08.03, 02.06. ı924 16 KI ı7.04.ı924 17 KI ı7.04.ı924 18 KI 02.07.ı924 19 KI ı7.04.ı924 30 QR ( ı2.09.ı924) rLİfüseyin ilekarnaval kralları Abdullah ve Faysal'ı Ingilizler tutmasa düfecekler" diyordu.

------�: 230 �------L A K L T A N I M L A Y A B L M E

31 Civil and Military Gazette 10.03.1924 31 Tl 06.03.1924 31 Tl 06.03.1924 33 c. 25, s.273, 285. 34 BE 13.03.1924 35 İbid 36 MO 21.03. 1924 37 El Alıbar 09.03.1924 31 AH (Ahram), 13.03.1924 . 39 Giomale d'ltalia, 26.03.1924'te yazdı, !talya Telgraf Ajansı 29.03.1924'de dünyaya yaydı. 411 MO 20.03.1924 41 BE 17.03.1924 41 MO 25 ve 28.03.1924, BE ve es Siyasa 2(.03.1924 43 El Alıbar'da Emin el RafiiHüseyin'den ırıngilizJerin T_tı rtıtığı�>diye bahseder (06.03.1924).RcuterAj ansının Irak, Hicaz, Urdün Hüseyin'i onayladı haberine de ırıngiliz ifgtılindeki ülltelerinyı ontı ne tınliı"f ttıpr? Ttı btıncı oyunctığı ktıbuledilir mi?�>cevabı vardır. (08.03.1924). Ingilizler sebebiyle Hüseyin'e saldın, tabü Mısır politikacılannı da hedef alıyordu. 44 MO ll, 12,20 Mart 1924 45 OM 15.03.1924, s.181 46 MO 27.03.1924 47 Tl 01.08.1925 411 Tl 09.09.1925 49 Bu çerçevede Türkiye'de çok kullanılan Münci: Kurtancı deyiminin peygamber yerine yakıştınlması dikkatleri çekiyor. 50 OR 03.11.1927 51 Armstrong NE'deki (10.04.1924) yazısında M. Kemal'in dini yıktııını ileri sürer. DE'nin (Daily Express),16.07.1927 sayısından OM , Aıustos 1927. s. 366 53 OR 15.01.1925, Gustave Gautherot. 54 RE 08.11.1923 Monsenyör Baudrillat'ın demeci 55 W. Wilson Cash, "Ttıkın Doğu'd/ı Te nigün�>, ekim 1928, s. 358-363 56 NYT 19.06.1928; The Review ofChurches, Ekim 1928, s. 514-521, Basil Mathevs'in yazısı; MW Ocak 1929, s. 14-19 L.E. Browne'ın yazısı; MW 1935/2, s. 172-181, H. K Krikorian'ınyıızısı. D. Gottfried Simon "Reform Bewegungen in Islam" (1936) kitabı ve eleştirisi (MW 1937/4) 58 Boş diyenler: EG 22.04.1926, OR 11.07.1930, H-P Eydoux'un yazısı; Dolu diyenler: NE and India 14.04.1927, MW 1928/4 s. 392-398, 1929/1, s. 17, Ocak 1933 s. 24, Mac Callum'un yazısı. 59 Great Britain and the East, 17.03.1938, "The Westemization of Turkey", s. 293 60 Macartney, Fornightly Rewiev 02.11.1925, s. 781-793, ırs�ıdece htılktı hizmet için hiliıftti ktıldırdı"; Tl 05.03.1925 ırD ine stıygısızJık değil, ifaisi­ zJik�>; TE 21.10.1927 ırNe tıteist ne mtıterytılist, tımtı din konusundtıttım düpince ört�ürlüğü�>; Tl 08.01.1926 ırDine btıskı yok, modtısıgeçmq diye btıkıyorliır�>; NYT 22.04.1928 ABD'deki ilk Bulgar Elçisi Panaretof: ırDin konusundtı ABD düzeyine TJtırdıl�ır�>; NYT 15.07.1928 T. Fernandez

------� 231 �:------Bir Çajldaşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y I L I

"İmana dokunmuyor, dine eklenmif konullırı temizlediiJ; RE 12.06.1928 "Dinsizlik değil, din deTJktayı rımıiJ; Mac Callum MW Ocak 1933/1, s. 24; ABD elçisi SherrillA Year's Em.bassy adlı kitabında s. 163-168. Henry E. Alien "The Outlook fo r Islam and Turkey", MW 1934/2, s. ll5-125. RE 12.08.1926 Maurice Pernot "A Djeddah: Le Tombeau d'Eve et le Roi Saoud" Pierre Crabites, "ls Turkey a Mohammedan Country", MW Nisan 1930, s. 125. 64 Felix Valyi, Spiritual and Political Revolution in İslam, London 1925, s. 66-74. 65 MW, Ocak 1929, s. 14 66 BE 10.05.1924 67 OM Ocak 1936, s. 30 68 BE 03, 12, 14 ve 23.03.1925; RE ve 17.03 ve 02.04.1925; OR 17.03.1925; NIT 04.03.1925; RE 02.04.1925'de "Hasta adamın iilümüne iki parmak kalmı1tı sandık, bundan İngilizler kar etti, sultanlık ve hilafetgerigelebilir" diye yazdı. MO "Çağdaflafmtıya karp bu tür ayak/anmaltır Türkiye'yigerigiitürür ve düfmanlarına onu ele1tirmek fırsatı verir. Bu dostilırın ve ilerkmede onu izkmek isteyenkrin arzultı­ madık/arı birfey. IJ diye yazıyor. 69 Esad, Allah Est Grand, Paris 1937, s. 195 70 El Fath 20.06.1935'den (OM Temmuz 1935, s. 314; El Fath 30.12.1937'de (OM Ocak 1938, s. 18) Hatip, Kemalistlere yönelik eleştirilerini on maddede toplamış; Ayasofya'daki haçlan açııa çıkarmak, Şeriatı terk, Müslüman kızın gayri-Müslimle evlenmesine izin, Mirasta Islami uygulamayı terk, Laiklik, Ezanın Türkçe okunması, Kur'an'ın Arapça basıtmasının yasaklanması, Hac yasaıı, Camiterin başka amaçla kullanılması. El Fath 03.06.1937'den (OM Temmuz 1937, s. 321) OM Ocak 1936, s. 30, El Camia el Arabiyya (Kudüs 24.12.1935, naklen, Filistin'de de bir kişi orucunu bozduıu için mahkemeye verilmiş ve hapsedilmiştir.) 73 The Sunrise (Lahore) MW 1932/4, s. 4ll 74 El Fath 07.01.1937, OM Şubat 1937 s. 109-llO 75 U mm al Kur'a, 01.05.1931 'den naklen 76 Tl 14.04.1928 77 Tl 13.04.1928 78 MW Ekim 1928, s. 413 79 MO 02.09.1930, Muayyed, el Vadi, El Siyasa'nın 16 Eylül 1930tarihli sayılan. 80 El Moayyed 03.09.1930 81 Le Journal du Caire 03.07.1933 81 Eş Şaab (Şam) gazetesinde Emir Sait'in yazısında "k aftrce ve inatçı bir siyasetiJ diye bahsediyor. (12.12.1932) Zaman ilerledikçe, Araplann Avrupalıtarla işbirliıi halinde Osmanlı'ya karşı davranışiarnıdan pişmanlık duymaya başladıklan anlaşılıyor. Bu anmanın özellikle Filistin'de Siyonizm'e karşı işbirli� yapan Hıristiyan ve Müslüman Araplan ayırmak amacı güden bir hareket olduıu kanısı uyanıyor. 83 NIT 24.06.1931

232 L A K L TANIMLAYAB L M E

14 29.12.1928 15 The Light 08.09 ve .1.10.1925 tarihli sayılanndan OM Ekim 1925, s. SOl 16 MW Haziran 1926/3 s. 253, Stanley Jones, "The Meaning of the Rwolution in Turkey» 17 RE 29.11.1926 11 İS, Aralık 1928 19 Kalküta Muslim Rewiev'den naklen MW 1930/1, s. 5-15 "The A wakeninig of Islam" 90 RE 08.11.1926 91 As Siyasa 13.05.1928, İsla mda LadiniCumh uriyet başlıklı yazıdan, aktaran OM 1928, s. 238-240 91 Emir el Şuara diye bilinen Şevki, her iktidara geçene övgü şiiri yazdı& için Şair el Umera diye de anılmıştır. Abdülhamit'e, Ittihatçılara, Hidiv Abbas'a, Kral H;üseyin Kcmal'e şürler yazmıştır. M. Kcmal'i Do&ı uygarlıpnın ve Islamınsavunucusu diye övmüş, hilafetin la�nı yermiş, ama Türkiye'ninçaA;daşlaşmasına hayranlıA:ını belirtmekten de geri kalmam!ştır. 93 Sitare-i Iran 13.04.1927, nakleden OM 1928, s. 186 94 lrJTehhabiler, kendilerinden b/Jfka bütün Müslümanları k.afi r 11e mü1rik, maliarına el koymayı da helal sayarlardı... Hüseyin ile Ibni Suud birbir­ lerini bu sıfatiarta suçladılar... Ibni Suud Hüseyin'in aja nlığını, Kıbla'nın yabancıların hizmetinde olduğunu ilerisürmüftÜr ... Kendisini Islam dünyası adına Hüseyin 'i cezalandınnaklagörwli ilan etti. " 95 Akşam 27.07.1926 96 As Siyasa 13.05.1928'den nakleden OM 1928 s. 238-240 97 fv{.M. Bereketullah, Le Khilafat, Zurich 1924, s. 58 91 lbid, s. 59 99 Rcveil, 11.03.1924 100 Times, 15.03.1924; Reveil, 17.03.1924 101 Kartin Kramer,Islam Assambled, Columbia Un. Press, 1986, s. 56; Şeyhül Ezher 15 Mart'ta bildirmiştir, daha önce bazı ulema kendilik­ lerinden açıklamış ve Abdülmecit onlara teşekkür telgrafı yollaınıştır 'Egyptian Gazette, 11.03.1924) 101 Messagero, 07 ve 09.03.1924 103 Murat Bardakçı, "Hanedan Yayınlan ve Halife Abdülmecid'in Yeşil Kitabı", Muteferrika, No: 3 (yaz 1994), s. 49; Temps 13.03; Times 14.03; Revcil 14, 17, 18.03.1924. 104 Rcveil, 24.03.1924 105 K MısıroA;Iu, OsmanoA:ullannın Dramı, s. 115-116. 106 El Asar el Kamile Iii Melik ABdullah, El Dar el Müttehide Lilneşr, Beyrut 1973, s. 172 107 M. Kramer, a.g.e., s. 8Q-85; Hüseyin'in tahtından istifasından sonra oA:lu Irak Kralı Faysal da bir Islam Kongresine bütün dünya Müslüman lider­ lerini davet edip Hicaz Haşimi krallıpnı kurtarmaya çalıştı. Bunun için davetiyeler Mısır Kra!ına, Rampur Naabına, Haydarabad Nizam'ına, Mg anistan Emirine, Iran Şahına, Şeyh Senu'siye ve Mısır, Hint, Güney­ DoA:u Asya Müslüman örgütlerine gönderildi. Hep birlikte Vehhabilere \t.arşı çıkmalan beklendi. Hiçbir cevap gelmedi. Zaten zaman da kalmadı, lbni Suud Mekke'yi ele geçirdi.

------1 233 Bir Çaj!daşlaşma Örncj!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y ı L ı

101 S. Mousa, A Matter ofPrinciple... , IJMES, 9 (1978), s. 194; A. Temimi, Politique des JeunesTurques .. , Rt:vue d'HistorieMaghrcbine, 63/65 (A&ıstos �922), s. 103 109 Hüseyin, Ingilizierin Arap alemini "Esmer Dominyon'" adı alnnda yöne- timlerine baıtamak istediıini bilmiyordu, ama bunun aracı oldu. 110 !(r.ımer, a.g.e., s. 86-96; I. Gershoni ve J. P. Jankowski, a.g.e., s. 56-74 lll Ibid. 111 Le Jour, 30.09.1931; Abdülmecit'in Sultan diye anılması ilginçtir. ıu Morning Post (Karachi), 02.05.1966. 7.

Böl ün1

MILLI. . YETÇILIKAÇMAZI

Lider/Örnek Arayışında Sıkıntı

A bdülrazık, deneyimin sonucu alınmadan kesin yargıda bulu­ .flnulmamasını, bir süre bekleomesini önerirken, Mısır'ın en yetkili kalemi, El Alıram'ın başyazan Davud Barakat 1932'de Kriz İçindeki Doğu, Boğaziçi KıyılarındanNil Kıyı/arına başlık­ lı üç yazısıyla hilafete adaylığını hep gündemde tutan bir ülkede çağdaşlaşmanın hangi çerçevede götürülebileceğine ışık tuttu1: {(Türkler, kültürde, eğ itimde, örgütlenmede, yasalarda ve ya­ /amın bütün sahalarında Batılılafmak için Doğululuklarını reddediyar/ar; diğer toplumlar ve Doğulu uluslar gelenekleri­ ni, yasalarını, düzenlerini korumak istiyorlar. Türkler ya/a­ mın bütün alanlarını değiftirmek istiyorlar demekle, askeri güçle onlara hakim olan hükümetlerini kastediyoruz. Diğer uluslar geleneklerini muhafa za etmek istiyorlar derken, yönet­ mek özgürlüğüne sahip olmasa da, en azından hükümetleri­ nin kısıtlaması sebebiyle hiçbir özgürlüğü bulunmayan Türk­ lere kar1ılık düfünme özgürlüğünü kastediyoruz. (. . .) Bu Do­ ğu'da ya1am sistemi yava1 yava1 Frenklepyor... ve eski gelenek­ ler... kar1ılıklı yardımla1ma... maddenin üzerinde yükselen Doğulu ruhaniyet yok oldu ... M. Kemal ve arkadalları Türk­ leri zorla Avrupalılapırıyorlar. Türklerin Avrupalılafması için üç ku1ağın Avrupa kültürüyle eğitilmesi yeterlidir. Do­ ğu'da eg emen olan Avrupalılar ise Doğuluları yöneter ek ve eğ itimle Avrupalılapırıyorlar ... Ekonomik olarak kriz en çok Lübnan ve Suriye'de hissediliyor ... Rumları ülkeden çıkarıldı­ ğı ve Türkler askerlikten ba1ka bir 1ey bilmediği için Türki-

------i 237 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olaralt CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

ye' de de durum kötü... Mısır hepsinden iyi ... Politik olarak Do­ ğu halklarının en kötü durumu, sözde bağımsız Pe özgür ol­ dukları haldegerçekte himaye hakkına sahip olan deP/etierin sömürgeci yönetiminde olmalarıdır. SaPapa, Türkiye'ye ayak­ lanın bağımsıztığınızı alırsınız diye ayağa kaldırılmıf olan Filistin/i/er, Lübnan/ı/ar, Iraklılar, Suriyeliler Pe Mısırlılar beklediklerini alamadı/ar. Bu büyük deP/etierin politikaları­ nın sonucu deği� birbirleriyle rekabetlerinin sonucudur. Do­ ğu'nun bugünkü fe laketi hiç füphesiz, acı durumla akraba olan, hayal kırıklığı ile çelijen, ballayumu jatılmıf sözler ara­ cılığıyla aldatılmaları Pe çıkar politikalarının sonucudur. » Bütün Do�u'da ithalann ço�alıp ihracann azalması sonucu ekonomilerio kriz içinde oldu�u, e�itimin yetersizli�i ve kadıla­ no çalışmaması gibi konulara dokunınakla birlikte Barakat'ın aç­ mazını, ba�ımsızlık ve özgürlük kavramlanndaki karmaşası oluş­ turuyor. Türkiye'de din savunuculannın susturulmasını özgür­ lüklerin kısıtlanması olarak algılaması do�ru kabul edilebilirdi, e�er kendi yönetiminin din tutucuianna yöneltilmiş eleştirileri - örne�in Abdülrazık'ınkileri- yasaklamasını özgürlük diye algıla­ masıydı. Aslında laiklikve din konusuna dokunmak isterneyince böyle bir çelişkiye düşüyor. Nitekim daha sonra, özgürlüklerin bulundu�u ülkesinde ba�ımsızlık bulunmadı�ı için himayecilerin eğitimve yönetimle yine de halklan Batılılaşnrdıklannı kabul edi­ yor. Barakat'm açık açık söyleyemediği ama sanrlar arasından an­ laşılan, tam ba�ımsızlı�ı alıp İslami kişili�i bırakmadan ça�daşlaş­ ma yanlısı oldu�udur. Bunun nasıl işleyebileceğinidaha başka ya­ zılannda herhalde açıklamış olmalıdır. İkinci Dünya Savaşı sonra­ sındaki Arap ça�daşlaşma çabalannda bu e�ilim açıkça görülür. Barakat'm kendi ülkesinin koşullan içinde açıkça ifade ede­ mediğini, Hintli Müslüman S. Khuda Bukhsh iyice sistemarize ederek 1930'da İslamın Uy anı1ı adı alunda açıklamışn?: «Kemal Pafa'nın yaptıkları yanlıf olarak ileri sürüldüğügibi, Batı ilhamının etkisi altında yapılmıf bir ihtilal ya da ısiahat

------1 238 1------M L L Y E T Ç L İ K AÇMAZI

değildir. Aksine üstünlqmek için uzun süredir mücadele veren saf İslami fikir/erin son ürünüydü. 3 Mart 1924'de hilafttin kaldırılması uzun süredir gelifen olayların doğal sonucudur. İslam tarihinde bir dönüm noktası olufturdu. Bir hayali sona erdirip ortaçağ fikirlerinekar 1ı modernliğinöncüsü oldu; ulus­ çuluğun gelipnesine yolu açtı ve nihayet liberalizmin üzerinde­ ki ambat;goyu kesin olarak kaldırdı. Zira, silahı Allah'tan in­ tikal etmi1 iktidardan ba1ka bir 1ey olmayan ve emirleri doku­ nulmaz sayılan bir dini lidere boyun eğ mek ya da katılmak, modern zamanların ruhuyla bağda1mıyor. Böyle bir p:f sadece karanlık güçleri, akıl ı1ığına karp mücadele için kullanır. Türkler bir kez daha İslamın davasına katkıda bulundular. Geçmipe saliantıda olan Arapların İmparatorluğunu kurtar­ mıflardı. Ve bugün İslamın sönen ha1metini canlandırdılar. Hilafttin lağvı aslında İsldmın tam çıkarına olacaktır. İs­ lamda yeni bir birlik, hayale değilgerçeğe, kültürel gelenekiere ve maddi çıkariara dayalı bir birliği biçimlendirecektir. İslam tam bir bilinç/e, geleceğinin dayanı1ma ve bağlılığın gücüne bağlı olduğunu fa rk etmiftir. Ayrıca yine fa rk etmipir ki, bu dayanı1magücünü ve yafamını ulusçuluktan, safve lekelenme­ mifulusçulu ğun olupurduğu hakiki ve canlı bir dizi olgudan sağlamaktadır. (.. .) Doğu, siyasi varlığını tehdit eden tehlikey­ le uyanmı1tır ve bu tehlike etkili 1ekilde ancak Batıda olufturul­ muf silahları benimsemek ve kullanmakta karfılanabilir. (.. .) Günümüzdeki gibi silip süpürücü niteliğine rağmen Batılılaf­ ma İsidmı zayıflatamamıf, bozamamı1 ve de yok edememiftir. Esen rüzgarlara rağmen İslam ayakta duruyor. Belki garip ge­ lecek ama bir gerçektir ki Batı etkileri ve deneyimleri bizi apn­ dırmak yerine İsiama giderek daha da yakınla,nrmaktadır. (... ) Yasaların kofullara uyması 1arttır. İslamın büyüklüğü de buradadır. Modern İsldmın tarihini damga/ayan hareketler, iç etkenler kadar dıf etkenierin de sonucudur, ancak bütünüy­ le kendini koruma içgüdüsü amaçlarını güçlendirdi, adımla-

------, 239 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

rını hızlandırdı, ba1arılannı garanti/edi.» Yazı, Felix Valyi'nin bir yargısıyla sona eriyor: «Türkiye'nin İsiama aykırı yasaları sebebiyle Türkiye ile İsta­ mın geri kalanı arasındaki çatiağa ifaretetmif tik; ancak !a ­ fırtıcı olan fUdur ki, Türkiye Kahire ya da AJigarh'dan din konularında ne denli ayrılmı1 olursa olsun, bütün İslamdün­ yası Batının saldırıları kar1ısındaki bir ortak mücadelede Tü rkiye ile birlefmeye hazırdır. » 20'li ve 30'lu yıllarda bu duygu çok yaygındır. Laiklikteki ay­ nlı�a ra�men İsiarnı sürükleyecek bir lider arayışı sırasında bakış­ lar yine de Ankara'ya yönelmiştir. Huda Bukhsh'ın ulusçu bi­ rimlerin dayanışması ve hilafet türü bir sorumsuz liderin mesaj­ larını reddi, Kemalizmin daha 1920'lerin başında önerdi�i ba­ �ımsız birimlerin aynı anda eylemi mann�ının yeni anlaşılmakta oldu�unun kanıtıdır. Ama hala ateşleyici bir lider arayışından vazgeçilememektedir. Bu duyguyu, 1926'da İslam dünyasında bir araştırma gezisi yapmış olan bir İngiliz gözlemcisi de hisset­ miştir. Ankara'da Başbakan İsmet Paşa, Maarif Bakanı Hamdul­ lah Suphi, Mısır'da Ezherliler, Filistin'de Kudüs Müftüsü, Hint'te yerli bakanlar ve üniversite hocalarıyla konuşan E. Stan­ ley Jones şu bilgileri aktarıyor3: Hamdullah Suphi: Türkler dört dine girdiler. Şaman, Bu­ da, Hıristiyan, Müslüman. Şimdi beşinci aşamadayız ... Bunda kendi Türk kimli�imizi bulmaya çalışaca�ız. Bizi frenleyen ba�lardan kurtulaca�ız. Arap boyunduru�unu ataca�ız. Konuştu�umuz Türklere, "inkarcılık ve müşrikli�inizi canlandırmak için İslam dünyasının geri kalanı harekete geçmez mi?" diye sordu�umuzda liderlerden biri gülerek dedi ki: "Nasıl yapabilirler ki? Her yerde bölük pörçükler. Uluslan bırakın iki aile bile birlikte hareket edemiyor." İslam dünyası şimdi lidersiz. Türkiye İslamın sa� kolu idi,

------1 240 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z ı

Mısır beyni, Hindistan kalbi. Sa� kol İslam davasından vazgeçip ulusçulu�a daldı; beyin, e�er El Ezher Üniversi­ tesi hepsini temsil ediyorsa, ahlaki çöküntüden muzdarip ve şimdi soru, kalp bala eskisi gibi çarpacak mı? - Kudüs Müftüsüne "Şimdiye kadar Türklerin elinde tuttu­ �u liderli�i kim üstlenecek?" diye sordu�umda, "Aya�a kalkıp ufuklan araştıran biri gibiyiz, ama bir şey göremi­ yoruz" dedi. - Türkiye her ne kadar İslamın askerive diplomatikliderli�n­ den vazgeçmiş ise de, İslamın içinde bir ayaklanmanın lide­ ri olması mümkün ... Etkisi Mısır'da ve Hint'te hissedili­ yor... Ku zey Hindistan'daki bir büyük şehrin İslam Birli�i tarafindan, Türk inkılabı konusunda konuşmak için davet edilmiştim. İste�m üzerine Türkiye Başbakanı Hint Müs­ lümanıanna aktanlmak üzere bana şu mesajı vermişti: «Hint Müslümaniarına gördüğünüz ve ifittiklerinizi, za­ yıflıklarımızı ve güçlü yanlarımızı aynen an/atın. İstan­ bul'da iken büyük konufUyor, az yapı.yorduk. Şimdi az konu­ fUyor büyük i1/er yapmaya çalıpyoruz. Onlara ülkemizi her vasıtayla uygarlapırmaya çalıpiğımızı ve ürünlerini alma­ ya bafladığımızısiiyleyin. ( » ...) Ben de Müslüman dinleyici­ lerime gerçekleri saklamadan ve yumuşatmadan her vasıta­ ya başvurarak uygarlaştırmanın ne oldu�unu anlatnm. Söz­ lerimi bitirince Müslüman oturum başkaıu dedi ki: (Türki­ ye çok hızlıgidi yor. Biz onlar kadar hızlıgidemeyiz, ancak fU da birgerçek ki, pek çok 1eyi değipirmemizgereklidir. » Yazar yazısını şu soruyla kapatıyor: «'Türkiye yeni bir liderliği üstleniyor mu?» 1920'lerde Avrupa hala Türkiye'nin İslam dünyası için ne tür liderlik yapaca�ı konusunda kesin karara varmamıştı. Kemalistle­ rin Türkiye sınırlan dışınataşmama vaatlerine, hilafetten vazgeç­ melerine, dinsizlik suçlamalanna ra�men İslam dünyasında ona

------1 241 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI umutla bakanlar tanıamen yok edilemiyordu. Bu yüzden Hol­ landa Hindistan'ında tek bir Türk subayi ihtilal düzenieyebilir diye kovalanıyor, Ankara'yla ilişkisi tamamen kesilmiş olmasına ra�men Şeyh Senusi Türklere bulaşnuştır kanşıklık çıkanr diye Libya'ya sokulmuyordu. Üstelik Türkiye dışı İslam dünyası bir halife bile seçerneyerek adetaaralannda liderli�e layık kimse bu­ lunmadı�ını vurgulamışn. Gerçekte asıl sebep hiçbirinin tam ba­ �ımsız ve yeterince güçlü olmamasıydı. Himaye anlaşmalanyla da aynca frenlenmişlerdi.

Ikinci Endülüs Psikozu

Bütün İsianun liderli�ne soyunamamaya karşılık Şerif Hüse­ yin'in başlatn� Asya Araplan (Hicaz, Filistin, Suriye, Lübnan, Irak'ı kaplayan) Birli�i4 düşüncesi ilk etkilerini yaratmaya başla­ nuşn. Himaye rejimlerinin kurulmasıyla bu birlik fikri tamamen gündem dışı bırakılmakla kalmadı, bölgesel Arapçılık fikri de hi­ mayecilerce büyük destek gördü. Yakın-Do�u ülkelerinin paylaş­ ılması için İngiltere adınagizli anlaşmalan hazırlayan Sykes, bun­ lann Bolşevikler tarafindan açıklanmasından sonra bu bölgelerde izlenmesi şart olan yeni politikayı hükümetine şöyle önermişti5: "'... emperyalizm, i/hak, askeri zafe r, pruti;� beyaz adamın yü­ kü deyimlerini unutup, himaye, etki bii/gesi ve benzeri yeni ko­ lullara uygun gerekçeler bulmalıyız. (... ) Mezopotamya dün­ yanın petrol ve hububat deposudur. İspat etmeliyiz ki, yöneti­ mimiz Türklerin geri dönmesinden ya da bağımsız bir devlet kurulmasından daha iy idir. (.. .) Geçici yönetimimizin sadece yönetilenlerin onayına sahip olduğunu değilgerçek bir bağım­ sızlık içerdiğini ispat etmeliyiz. Bunun için Hıristiyan ve Ya ­ hudiler Türklering erige/ifinekar 1ı olduklarını ifa de için zor­ lanma/ıdır. Bedevi/erin desteği para yardımı ile sağlanmalı­ dır. (... ) Türklere kar1ı kini canlı tutacak ve bizi Arap ulus-

------1 242 1------M L L Y E T Ç L İ K AÇMAZI

çuluğunun savunucusu olarak sunacak ulusçu bir basına pa­ ra desteği sağlamalıyız. Arap aydınları arasından seçeceğimiz ve üyelerini resmigörevlere atacağımız bir Arap ulusçu hare­ ketini desteklemeliyiz. Arap ulusçuluğu üzerine kurulu bir eğ itim idaresini ve olabildiği kadar çok okulu desteklemeliyiz. (. . .) Ajağıdaki elemanlar üzerinde çalıfmalıyız: Tü ccarlar ve Yahudiler; az vergi yanlısı ve askeri hizmet kar1ıtları, yerlefik köylüler, bir makam arayanlar, ayan, bunların yolları en so­ nunda İngiliz himayesi altında bir yerli devlette birlqecektir. » Yukandaki rapor İngiliz ve genellikle bütün himayeci politi- kalann, önceden planlanmış, dikkatle hazırlanmış, yeni koşullar gerekti�inde tekrar düzenlenen yöntemlere sahip oldu�unu gösteriyor. Bu politikalar zaman zaman hatalara düşseler bile ço­ �u kez incelemecili�i çok daha ilkel olan İslam toplumlanndan daha fa zla onlann niteliklerini ve güçlerini biliyorlardı. Nitekim ŞerifHüseyin'in, o�ullarının ve Bedevilerden oluşan ordulannın nereye varabileceklerini çok iyi biliyorlardı ve Hüseyin Asya Araplannın liderli�i ve birli�nde ısrar edince sistemin hazırladı­ �� di�er bir güçle (Vehhabilerle) hemen ortadan kaldınldı. Do­ layısıyla Sykes'in raporu rastlantılara de�il, gerçeklik payı yüksek verilere dayanıyordu. Himayecilerin bildi� durumu Arapların kendileri daha sonralan fa rk edebilmişlerdir. Hüseyin'in en genç o�lu Zeyd yıllar sonra, Arap Hareketi'nin başlangıcında kurduk­ ları hayallerin zayıfyönlerini şöyle anlatmıştır6: ((Babam ayaklanmayı tasarladığında, Araplar arasındaki kavimciliğin sonradan görüldüğünden çok daha güçlü oldu­ ğunu zannediyordu. Suriye'den ihtilalin hazırlığı konusunda mesajlar ve mesajcı/ar geldiğinde Suriyeiiierin Türklere kar1ı etkili eylemler yapabilecek yetenekte olduklarını zannetti, ama maalesef bu görüfün yanlı1 olduğu ortaya çıktı. (... ) Şam'a girdiğimizde Suriye'nin durumunu gerçek yanıyla gördük: Biri Şam/ı diğeri Halepli, biri Dürzü diğeri Bedevi. Ayrıca

------i 243 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Şamlı/ar iktidarı sadece kendileri için istiyorlardı: O Iraklı­ dır, iibürüLübnan/ıdır , diğeri de Filistinlidir, diyorlardı.» Himaye yönetimleri, bu da�nıklı�, biraz da silah ve zor kul- lanarak bölgelere ayırmakta zorluk çekmedi. Sykes'in raporun­ daki yöntemlerin uygulanması böyle bir ortamda hiç de zor ol­ madı. Sevr'in hemen öncesinde, Türkiye'nin bir daha ebediyyen dirilemeyece�ine inanıldı�ı bir dönemde yayınlanan Suriye Kongresinin Deklarasyonunda eski yöntemi (Osmanlıyı) yerme, bölgenin dışına taşmama ve Avrupalı müttefiklere ba�lılık un­ surlarının varlı�ı dikkatten kaçmaz7: «(Majeste) Hüseyin tarafindan müttefiklerin yanısıra giri­ limler Arap ulusunu Türk boyunduruğundan kurtarmanın en etkili unsuru olmupur. Majestelerinin özgürlüğümüz için bu tutumu, Arap tarihinde kendilerine en güzel ve en iy i anı­ yı kazandırmıpır. Soylu evlatları mutlu savapa üç yıl boyun­ ca Arap ulusunu, müttefiklerinyanısıra yönettiler. Sava1 bo­ yunca devlet adamları ve müttefik askeri otoriteler Suriye, Hi­ caz ve Iraetaki meziyetlerini ve fe dakarlıklarını (... ) saygı ile andılar (.. .) Türklerce ezilen halklar böylece özgürlepirildi. (. . .) İstediğimiz Suriye'nin tam bağımsızlığı ve birliği idi. Irak için de aynı feyleri istiyoruz. Bizi görevlendiren Suriye ulusu adına, çıkarlarına tamamen saygı göstererek soylu müt­ tefikler/e ve diğerbütün büyük devletlerle dostluğumuz devam etmektedir. » Arap milliyetçili�inin bunalımını ve Türk milliyetçili�ini suç­ laınaktaki çelişkisini daha iyi anlayabilmek için, Kral Abdullah'ın anılan ile tarunu -merhum Ürdün Kralı- Hüseyin'in buna yaz­ dı�ı önsözdeki özeleştirileri incelemekte yarar vardır. Abdullah «Anılarımda Arapla rın bilgi konusundaki eksiklikleri ve tecrübe­ sizlikleri dö'neminde iktidar iplerini ele geçirmek yüzünden yap­ tıkları hataları ve aprılıkları anlattım; bu iktidarı ele almak amaçları idi, ama aynı zamanda zafiyetlerinin kaynağı olmul­ tur» diyor. Bazı Arapların yayınlanmamasını arzu ettikleri anıla-

------ı 244 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z I

ra yazdı�ı önsözde torun Hüseyin, bu ilk ba�ımsızlık dönemin­ deki karmaşaya ışık tutuyor8: "A bdullah bir dereceye kadar gelenekçi, Arap örflerine bağlı, aynı zamanda çağdal dünyanın ürünüydü. (... ) İstanbul'da yetifmipi ... Özel ya1amında gelenekiere bağlıydı ama, toplum­ daki rolü, ister devlet an/ayıp, ister sava1 ya da diplomaside ol­ sun, ağ ırlıklı olarak ileriye bakıflı, açık ve çağda1tı. (... ) Arap mil/eti, Hüseyin ve oğ ullarının fe dakar liderliği altında, müt­ tefiklerin yanında ve zaferleri için kendi dindalları Türklere karp kahramanca ve büyük Jedakarlıklarla, bedel ödeyerek sa­ vapılar. Uzun mücadelelerinin ürünü, acı, hayal kırıcı ve ba­ zı durumlarda trajik oldu. Kral Abdullah'ın mirasaldığı du­ rum budur ve dehası, Arap vatanından kalanıfe laketin sancı­ larından kurtarmayı ba1armak olmupur. (... ) Anılarında Arap derken 1ehirliyi mi, Bedeviyi ya da köylüyü mü anlattığı net olarak anlafılamaz. Öyle zannediyorum ki, özel kofu/lar­ dan doğan derece fa rkları dı1ında bütün Arapların aynı temel nitelikleri ta1ıdığı inancındaydı. (... ) Büyük olanaklarına rağ­ men Araplar ba1armalarıgerekeni yapmadı/ar. Gerçek ve tam anlamıyla parçalamı1 bir Arap dünyası ile istikrarsızlığın na­ dirattan olmak yerinegenel kural olduğu ve mevsimlerin değif­ me hızıyla ve intizamıyla değifen rejimler/e bir millet nasıl ile­ riyegidebilir? (. ..) Kral Hüseyin Filistin'in verilmeyeceğinian­ layınca, üzerinde yeni doğan Arap milletini kuracağı Birlqmi1 Arap Ülkeleri ve Orta-Doğu tahtından hemen istifa etti. (. . .) Bu bir ahlaki davranıpı. (.. . ) Birinci Dünya Sava1ı sonrasın­ da Britanya İmparatorluğu,dünyadaki en büyükgüçtü. Dola­ yısıyla kararlarına karp çıkılamaz ve değifmezdi. (.. .) Abdul­ lah'ın çabaları Ürdün'ün de Ya hudilere verilmesini engelledi. Onun 1936, 1939 ve 1947'deki Filistin için uzla1ma önerileri­ ni reddetmekle Araplar hata ettiler... » Arap dünyasında az rastlanan bu içten özeleştiriden çıkarıla­ cak sonuçlar şunlardır:

------4 245 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

- Arap ba�Imsızlık hareketi, kendisini İngilizlere tam teslim etmiştir. Araplar, Türkleri vurmak karşılı�ında vaadedilenler veril­ meyince bir şey yapamadılar, sonuca razı oldular. - Arap Birli�i istenirken şehirli, köylü, Bedevinin özellikleri dıkkate alınmadı, hepsi bir saruldı. - Dolayısıyla ayn istekleri olan parçalanmış ve son derece is­ tikrarsız bir Arap dünyası ortaya çıktı. Bunlar dış düşmana de�il birbirlerine yöneldiler (Hüse­ yin'in Vehhabiler tarafindan kovalanmayıp istifa etti�ini yazması bunun nazikçe hissettirilmeme çabasıdır). Filistin'de Yahudilerle bir uzlaşma için sürekli öneriler ge­ tirmiş ama di�er Araplara kabul ettirememiştir. Bu itiraflardan da anlıyoruz ki, Hicaz'da salt Bedevilere daya­ narak başlatılan ba�ımsızlık eylemi Arap milliyetçilik hareketinin ilk başkaidırısı olmakla birlikte fikri açıdan bunu temsil etmiyor­ du. Bir boyunduruktan kurtulmak iddiasındayken bir di�erini kabullenmesi, uluslararası dengeler ve güçler konusundaki bilgi yetersizli�i, uzlaşmacı yanı, daha sonrasının karmaşasının teme­ lini atmıştır. Hüseyin'in kısa süre önce 19 30'da sürgünde oldu­ �u Kıbrıs'tan Amman'a geldi�inde kimse tarafindan karşılanma­ ması karşısında bir Beyrut gazetesinin tepkisi, o dönemin psiko­ lojisini gayet iyi yansıtır9: «Dün Arap kurtarıcısı (müncisi) iken bugün sefageldin diye­ cek, tqekkür edecek kimse yok. Onun fe dakarltğı, Türkleri Ce­ ziretül Arap1tan çıkarıncaya kadar milletle beraber harp et­ mesidir. ( .. .) Millet istiklal ve hürriyeti yolunda Hüseyin1in bayrağı altında Türkler aleyhinesava1mıf ve ülkeyi onlardan kurtarmıjtır. ( .. .) Ama bugün o da, ülkeyi Türk hakimiyetin­ den kurtaran rica/ de onu bir diğerhakimi yete teslim eylemi{ ve kendileri de vatanlarında Ermeniler gibi yafamak zorunda kalmıjlardır. (.. .) Hicaz1dan Toros dağlarına kadarki biı'lgeye hakim olmayı umut ederken, fe leğin bir cilvesi bu tasavvuru

------ı 246 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z I

alt üst ederek o hükümdar tahtsız ve o millet vatansız kalıyor. Bu ne büyük Ja ciadır! Araplar bu Ja ciayı ancak Endülüs Ja ­ ciasına benzetebiliyorlar. » Arap dünyasındaki bu İkinci Endülüs Faciası psikozu, bir yandan Arap milliyetçili� yaparken di�er yandan Türk milliyet­ çili�ini suçlama ve Türkleri aşa�lama kampanyasındaki çelişki­ nin dü�üm noktasıdır. Do�al olarak, artık tamamen topraklann­ dan çıkanlmış Türkleri hedef almaktan vazgeçip, yeni işgalcilere yönelmeleri gerekirken, kızgınlı�ın hala Türkleri konu etmesi iki amaç güdüldü�ünü kanıtlıyor: 1- İslam yönetiminden kopup Hıristiyan yönetimine girme­ nin mantı�nı anlayamayan yerli halka, "onlar daha da kö­ tü, dinsizdi" mesajını vererek suçluluktan kurtulmak. 2- Himayecilere de bütün İslamın birli�ini amaçlayan (Pa­ nislamcı) bir e�ilimleri bulunmadı�ını kanıtlamak. Zaten bu Türklerle tekrar birleşrnekve kendi kendini inkar anla­ mını taşıyacaktı. Görüldü�ü gibi himayeci politikalann amaçladı� bölünme ve yerel milliyetçilikler şekline dönüşme -bunlann zorlamasının da yardımıyla- gerçekleşmişti. Burada, iki dünya savaşı arasında bütün İsiarnı kapsayan politikalar ileri sürenterin ne derece ger­ çekçi ya da içten olduklan üzerinde durmak gerekiyor. Bu husus incelenirse Kemalistlerin İslamcı bir politikadan çekinmelerinin haklılık ya da haksızlı� ortayaçıkacaknr.

Yerel Çözümlere Geçiş

1925'te Hindistan'da toplanan Hilafet Konferansında başkan H. Mohair Türklerin bilafeti la�etmesini arnk onu koruyacak güçte olmamalan ile açıklamışnr10 Daha önce belirtti�imiz gibi, o dönemde "zaten sayılan beş milyon, arnk biz 300 milyon Müs­ lüman bu bayra�ı kendimiz kaldınnz" mann� egemendi. Hatta Türklerin dışında yeni bir İslam Birli�i fikriyo�un şekilde günde-

------i 247 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI me de getirilmiştir. Arap dünyasından «islam Birliği İmparator­ luğu ütopyadır, M. Kemal Müslüman ülkelerin her birinin mut­ luluğunu ve bağımsızlığını istiyor» diyenler çıktıysa da kulak ve­ ren olmadı. Mekke ve Kahire 1926 kongreleri İslamda birlik ol­ madı�ını, aksine büyük iç çekişmeler bulundu�unu su yüzüne çı­ kardı. Hem siyasi hem de ruhanigüce sahip, her taraftaşerian zo­ runlu uygulaturacak halife arayışlan her şeyden önce yabancı ege­ menli�i bulunmayan ve güce sahip ülke kavramını gündeme ge­ tirdi. Bu tezlerinaynntılan üzerinde çeneçalanlar «Yabancı kont­ rolü altındaki İslamiara nasıl ulajacaksınız?» sorusu soruldu­ �unda yanıt veremiyorlardı. Bir tür İslam Ümmetieri Cemiyeriya da Do� Uluslan Meclisi kurulsun diyenler de vardı. Ama bun­ lann ne gibi yetkileri olabilece�i ve nasıl uygulattıracaklan hak­ kında en ufak gerçekçi öneriçıkamıyordu. İslamın tek bir meka­ nizma ile yönlendirilmesini arzulayanlar bunun bütün İslam dün­ yasını himayecilerin güdümüne sokmak anlamı taşıyaca�nı belki fark edemiyorlardı ama sonucu görenler eksik olmadı. «A ncak Suriye bağımsız olduktan sonra bunlar düjünülebilir», «şu sırada 1eriata uygun halife bulunamaz», «Hilafet{a rtları mevcut değil» görüşleri ön plana çıktı. 1937'de bile yeni Mısır Kralı Faruk'u ha­ life yapmak isteyenler belirdi�inde Hindistan'dan itiraz sesleri yükseldi: «Mısır bu makamı bajarıyla üst/enecek kadar güçlü de­ ğil. Hiltife t makamı daha bof kalacaktır. Ha tta geleceği hakkında kehanettebulunmak da mümkün değildir.ı� ı Buna karşılık 1925'te bilafeti güçsüzlü�ünden dolayı bıraktı­ �� ileri sürülen Türkiye için 1930'da bir Hint Müslümanın yar­ gısı «en güçlü İslam devleti» oldu�uydu. Bunu söyleten Türki­ ye'nin sadece ba�ımsız ve içinde bütünleşmiş bir devlet olması de�il, Avrupa ve Orta-Do�'da barışın güvencesi sayılan bir et­ kinlik kazanmış olmasıydı. Katkısı arzulanan ve sözü dinleneo bir güçtü. Bunu İslam çerçevesinden de�l, ba�ımsız ve birbiri­ ne saygılı devletlerin işbirli� şeklinde -Balkan Antantı- gibi ger­ çekleştirebilmişti. Türkiye-İran-Mg anistan-Irak arasında Saada-

------1 248 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z I

bad Paktı gerçekleşti�inde, bütün üyelerin İslam olmasına ra�­ men işbirli�nin İslami de�il, bölgesel bir nitelik taşıdı�ı ortaya kondu. Birbirini din açısından etkilemeleri bahis konusu de�ildi. Üstelik her biri de fa rklı dini görüşlere sahipti. Yine de tam bir uyum içine girebildiler. Di�er üç ortak Türkiye'nin laikli�ni so­ run yapmayı akıllarından geçirmedi. Türkiye'nin din konusuna de�inmeden ilişkiler kurmak ve politika yürütmek ilkesinin her Müslüman çevrede aynı onayı aldı�ını söylemek mümkün de�il­ dir. Milletler Cemiyeri Genel Kurulunda Mısır'ın üyeli� konu­ şulurken Irak, Mg an, İran ve Hint hatta Fransız delegelerinin İs­ lami nitelik ve ba�lardan bahsetmesine karşılık oturum başkanı olan Türk delegesinin bundan bahsetmemesine tepki gösteren­ ler olmuştur11: «Kemalist Türkiye ilifki/erinde İslami bağları belirtmekten ka­ çınıyor. Türkiye, sözüm ona Panislamcı saldır:gan akımda tehli­ ke olmadığına Batının artık inandığını anlama/ıdır. Türkiye her çept ğdaf ça reformun ve çağda! ilerlemenin İslamla uyum içinde ve ondan kopmadan gerçeklefebileceğini anlama/ıdır. » Bu ifadede önemli olan Türkiye'nin benimsedi�i laiklik ilke- sinin anlaşılamaması de�l (aynı toplannda Avrupalı ülkeler de Hıristiyanba�larından bahsetseler acaba düşünür nasıl de�erlen­ dirirdi?) Panislamcılı�ın sona erdi�ini belirtmesidir. 1920'li yıl­ lardaki Hilafet Kongreleri gerçekten toplu bir İslam eyleminin imkansızlı�ını herkese ö�retmişti. Hatta Hint'ten, 1919 sonra­ sının ünlü Hilafet Hareketiniunutup «Panislam İngilizlerin ica­ dıdır, H int ulusçularıyla Müslümanları birbirine sokmak için ortaya atılmı1tır, oysa Sir Sy ed Ahmad Ha n'dan beri (1897) Hindistan Müslümanları Türklerle yakınla1mayı bırakmıftı, Pa­ nislam diye bir 1ey yoktur» diyenler bile çıkmıştı.13 Mısır'da da 1937'nin başında, El Hilafe el İslamiyya adlı bir gazete yayınla­ mak üzere başvuruldu�unda içişleri bakanlı�ınca izin verilme­ mişti. Bütün dünya Müslümanlan ile ilgilenecek bu yayın gibi aynı kişinin El Livea el İslami adlı yayın için başvurusuna da

------i 249 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI olumsuz yanıt verildi. Anlaşılıyor ki 1930'ların sonlarına varıldı­ �ında, ilgilenmedi�i için Türkleri çok eleştirdikleri toplu İslami eylem düşüncesinden Araplar da, Hintliler de vazgeçmiş bulu­ nuyorlardı. Bunu vazgeçmekten çok, yeni ulusçu/milliyetçi akımiann toplumlarda kökleşmelerinin sonucu olarak ön plana çıkmalan saymak daha do�ru olacaktır. Saadabad Paktma karşı olan bir Mısırlı'nın yorumu bu yeni oluşumu iyi özetliyor14: «Türkiye, İran, Irak, Afganistan yakın/afmasından örnek alalım. Biz de iç ijlerinde serbest olacak bir Arap Halklar İt­ tihadıgerçeklepirelim. Saldırgan emperyalizme karp böyle bir birlik geçerli bir mania olujturabilir. » Bütün İsiarnı Kudüs'ün kaderiyle ilgilendirmek amacıyla 19 31 'de düzenlenen konferansta Pakistan fikrinin babası İk­ bal'in ilginç bir uyarısı olmuştur: ((Dinsiz materyalizm ile top ­ raksal (ya da bölgesel) vatanseverlik jeklinde iki Avrupalı tehlike­ nin İsldma nufuz edijine dikkati çekerim. » Akılcılı�ı dinsiz ma­ teryalizm saymanın yanı sıra, bölgesel vatanseverli�i Avrupalıla­ ra özgü addetmenin yanlışlı�ı da ortadadır. İkisine ulaşmak için de İslam dünyasındaki çabaların başlangıcı Kemalistlerden çok öncelere gider. Üstelik bölgesel anlayışın dışında bir genel vatan anlayışı da sadece İslamda de�il bütün insanlıkta mevcut de�iJ­ di. Hıristiyan Arapların 19. yüzyılın ikinci yarısında başlattıkları Arap ulusçulu�u yüzyılın sonunda Müslüman Arapların da katıl­ masıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Ama Mısır'ın, Yemen'in, Necd'in, Suriye'nin, Lübnan'ın, Cezayir, Tunus ve Fas'ın so­ runları apayrıydı ve hepsi de yerel nitelikteydi. Hindistan'da yi­ ne 19. yüzyılın ikinci yansında başlayan ba�ımsızlık hareketi de 20. yüzyılın başında Hindu-Müslaman işbirli� halini alarak Hindistan ulusçulu�u mahiyetini kazanmıştı. Müslümanların haklarda geri kalmama yolundaki çabaları ancak 1930'lu yıllarda ayrı bir Müslüman devleti için mücadele şekline dönüşmüştür. Gerek Araplar gerekse Hintlilerde yerel nitelikte başlayan özgür­ lük hareketleri, İttihatçılann cihadı başansız kaldıktan ve 1920'li

------i 250 1------yıliann başlanndaki ütopik mesajlar boşa çıktıktan sonra, tama­ men milliyetçi/ulusçu eylemiere dönüşmüştü. Mısırlılık, Suriye­ lilik, Lübnanlılık Araplılıktan daha önce gelişmiş oldu�u için hi­ mayecilerin de güdümünde daha ön plana geçtiler. Türk İslamından sıkılmışken emperyalizmin kuca�na hep birden düşünce, bu yerel Araplılıklar toplu birkurtuluş fo rmülü aramaya başladılar. Hüseyin'in Asya Araplan Birli� hedefinin tam bir fiyasko ile sonuçlanmasıyla Osmanlı dönemindekinden de daha bölünmüş hale gelinmesi, hele Filistin'in göz göre göre Yahudilere verilmesi, yeni çözümler aranmasını zorunlu kıldı. Türkiye'nin gözden çıkanldı�ı 1923 öncesinde ve Hint Müslü­ manlannın yerel koşullannın üstüne çıkamayacaklannın bilindi­ �i, hele hilafetin Araplara gelece�i umudunun da var oldu�u dö­ nemde İslami Arapçılık (Arabo-Islamisme) akımı giderek güç kazandı. Manar'cı Reşid Rıza, «A rap kimliğiniMüslü man kim­ liğine ve İslam ıslahatçılığını Arap milliyetçiliğine bağlayarak bunda önemli bir rol oynadı.» Şekip Arslan, akımın en büyük propagandacısı oldu�u gibi, köklü Osmanlıcılardan Sari el Hus­ ri de dindenfa zla dil üzerinde durarak akımının fikriyönünü ge­ liştirdi. Şekip Arslan Arap derken Müslümanı anlıyordu, bu se­ beple Hıristiyan Araplada (özellikle Lübnan' da) kopuş başladı. Panislamcı hareket Panarabcı nitelikle ortada belirmeye başladı. Bu akım ekonomik örne�ini ne Türkiye'nin devletçi yaklaşımın­ dan ne de sosyalist örnekten almıyordu. Nasyonalist-Totaliter bir niteli�i vardı. 1931 Kudüs Kongresi, bütün İsiama yöneliksanılırken, Filis­ tin olayından hareketle Panarapçılı�ın ivmesini verdi. En önün­ de Hüseyni ailesi bulunan Filistinli mücahitler kendi başianna bir sonuç alabilecek güçte de�ildiler. Üstelik İngilizler rakipleri Naşaşibi ailesini belediye reisli�i gibi makamlara getirerek Arap­ lar arasında parçalanmayı da sa�lamışlardı. Bu durumda Panarap hareketinin bir lider bulması gerekiyordu. İktidardaki Arap hü-

______, 251 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI kümdarlar ise ne güç ne de güvenilirlik bakınundan yeterli gö­ rünmüyordu. Vehhabiler de Hicaz'ın dışına taşmamakta kararlı ve yeteneksiz olduklan için bahis konusu de�llerdi. Hilafet üze­ rindeki iddiasını 1950'ye kadar sürdüren Mısır bu boşlukta bir de Panarapçılı�ın liderli�ne aday oldu. 1926'da bütün İslam dünyasını dolaşmak üzere yola çıkan Iraklı Seyyid Yunus el Bah­ ri 1930'da Kahire'de verdi�i konferansta Do�u Halklan Birli� (El Rabıta eş Şarkiye) kurulmasını önerdikten sonra gözlerin Mısır'a döndü�ünü şöyle anlatnuşnr: "Balkan Müslümanları Türklerden nefret ediyorlar, sempati­ leri Mısır içindir. İy ilik Mısır' dan gelecek diyorlar.» Böylece Mısır bir yandan İslam di�er yandan Arap dünyasın­ da liderlik için yo�un çaba sarf etmekten geri kalmadı. islama yönelik çabalan hem Araplar hem de di�er Müslümanlar tarafin­ dan desteklenmeyince, Araplı�ın savunuculu�u üzerinde yo�un­ laştı. Hintli bir gözlemci 1937 yılında İslam dünyasındaki duru­ mu çok güzel şekilde özetlemiştir: "Türkiye laiklejip anayasasından İslam devlet dini kaydını çı­ karırken, Arap ülkelerinde iki yifnlü akım olu1uyor: Kijkten­ dinci bir akımla el ele giden Panarapçı milliyetçi hareket. Mı­ sır bunun liderligini alıyor. Mısır hem İslam milliyetçisi olmak hem de Avrupa gibi anayasada liberal olmak pqinde. Filis­ tin'de Müslüman ve Hıristiyan Araplar, Ya hudilerin ulusla­ rarası gücüne karp birlikte davranıyorlar. Suudi Arabistan tamamen dine dayalı 1eriat merkezli bir devlet ijrneği veriyor. Irak ve Suriye ise (B üyük Arabistan'ın heyecanlı avukatları'. » Bu tabloya Fas'daki İstiklal Partisi, Cezayir'deki Messali Haj eylemini, Tunus'un Destur'culannı, Libya'da Ömer Muhtar ha­ reketini katarsak, Arap dünyasındaki tablo tamamlanır. Görülü­ yorki hepsi de hala ba�ımsızlık savaşın u içindeydi; yani 19 30'la­ nn sonunda durum 1919'dakinden fa rklı de�ildi ve henüz yerel çözüm arayışlannın üstüne çıkılahiimiş de�ldi. Umudunu da­ ima ortak bir İslam eylemine ba�lanuş olan Hindistan'da da

------1 252 t------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z I

İslami Milliyetçi denilebilecek bir gelişme belirmeye başlamıştı. Allame İnayatullah Han el Maşnki ünlü Tazkira adlı eserini 1924'te yazdı. Bunda millet oluşturmanın Kur'an'ın evrensel il­ keleri içinde bulundu�unu ve Kur'an'daki dini ve ahlaki kuralla­ nn bu amacı hedefledi�ini ileri sürüyordu. Bu esasa dayarnlarak 1931 'de askeri nitelikli Khaksar örgütü kuruldu. Ayn İslam dev­ leti fikrinin temeli böylece pekişti.

Batı'nın Emperyalizmi ile Uygarlığını Ayırabilme

Yönetimindeki islamı, ça�ın uygarlık düzeyine ulaşnramaz­ ken bütün İslam alemini kurtarmak hayaline kapılmanın bedeli­ ni -kurtarmaya çalıştıklarından da katkı görmeyerek- yeryüzün­ den silinmek derecesine varmakla ödeyen Türklerin, Atatürk ulusçulu�unda karar kılmalan son derece do�al bir gelişmedir. 1914-1918 denemesinden bir kaç ders alınmıştı: İslamcı ve Türkçü birleştirme eylemlerine güçleri yeterli de�ildi ve bu amaçla emperyalistlerden yardım isternek daha da zarar verici oluyordu. Kendi sınırlan içindeki insanlan, din ve etnik köken fa rkına bakmadan bir Türklük bütünü çerçevesinde ça�daşlaştır­ maya çalışmak bu ulusçulu�un hedefi oldu. Avrupa örne�ne yö­ neliş, her bireyi maddi ve fikri üretimde üst düzeylere eriştirerek dünyada saygın bir yer kazanmayı hedefliyordu. Buna çabuk ka­ rar verilmesi ve Misakı Milli ile sımdan ve kapsamının belirtilme­ si Kemalistlerin avantajını oluşturmuştur. Eylemin fikren da�ıl­ ması ve boş tartışmalarla zaman kaybı önlenmiştir. Bu deneyimi geçirmemiş ve yüzyıllar sonra ilk kez kendi baş­ Ianna uluslararası fo ruma çıkan Araplar için ufuklar do�aldır ki çok daha başka görünüyordu. Tanzimat'tan beri Osmanlı düşü­ nürlerinde çok rastlanan dinin fr enleyici etkisi görüşüne onlar inanmıyorlardı. «Kusur İslamda değil, onu kötü uygulayan Os­ manlı yönetimindeydi»sloganı çok kolay varılan bir fo rmül oldu. Dolayısıyla Türklerin kötü yapn�ını yapmayarak başanya ulaş-

------i 253 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI mak rahatça mümkün olabilecekti. 1920'li yıllarda, Türk köken­ Iikierin ve kanşık ailelerin daha çok bulundu�u Suriye ve Lüb­ nan'da Osmanlı deneyiminin küçümsenmemesi gerekti�ini anımsatanlar çıktı�ında Arap milliyetçileri kadar himayeci yanlı­ lanndan da sert tepkiler yükseldi. Bu iki grup için de e�ilim en­ dişelenmeyecek gibi de�ldi. Bir yazarda şu yargıya rastlayabili­ yoruz15: «'Türkler karpsında Araplar ikiye ayrıldı. Birinciler, Tü rkiye daima yayı/macı bir tehlikedir, fU halde parçalanması daha iy i olur, diyor. İkinciler ise Doğu Hareketinin ba1ında kal­ ması 1artıyla Türkiye'nin kuvvetli kalmasından yana." Beyrut ve Halep'te Türk uyru�una geçme yanlılannm küçümsenemeyecek bir sayıda görünmesi de endişeleri azdınyordu. Suriyeliler Fran­ sızlara karşı ayaklandı�ında bir Arap liderin Ankara'ya gidip yar­ dım istedi�i haberi de adeta nefretle karşılandı: «suriyeli/er Türklerden nefret eder, yardım istemez; hele mandasına asla ra­ zı olmaz." Bu ortam her kötülü�ün Türklerden geldi�i kampan­ yasına büyük bir hız kazandırdı16: «'Türkler hiç füphesiz Suriyeiiierin zihniyeti ni değipirdi/er. Ya ­ kındoğu ülkeleri üzerindeki ege menlikleri her türlü canlılığı yok etmese de zayıflamasınasebe p olmu1tur. Bu Asya/ıırk uzun zaman anlamını bilmediği ekonomik ilerlemeye kar1ı yüzyıllar boyunca insafsız bir sava! sürdürdü. Yı kıcılık ruhu ürününü verdi. Bunların büyük çaplı barbar rolünü anlamak için (. . .) bi/imden, sanattan pek çok örnek verilebilir ... Te mbelliği, ka­ derciliği, girilim yoksulluğunu getirdiler ... Araplar, Abbasi, Emevi, Fatimiler zamanında uyga rlık alevini korudularsa so� lu kanlarısaye sindedir. Türklergali p/erin gururu ile gerici uy­ garlığı zorla kabul ettirdiler. Politikada iki yüzlü idiler özellik­ le kızıl Sultan Abdülhamitherkesi birbirine düfürdü. İki yüz­ lü ve yalancı Türk herkesin gözünde rengi değifen bir yı/andı ... Mikroplarını saçtılar, rüpeti yerlepirdiler. 'Türkler varken bir yolunu bulmak mümkündü' deyimi bd/d söyleniyor... Türkleri isteyenler bu mirası ya1atmak istiyorlar. "

------1 254 1------Örnekleri son derece artırmak hatta daha da a�rlannı bulmak mümkündür. Burada, himayeci güce bir şey söylemeyenlerin, top­ lumlan birleştirmek, bir ideal çevresinde bütünleştirmekiçin, kızı­ lacak, deşarja yarayacak bir hedef arayışı içinde olduklan kolaylıkla fark ediliyor. Üstelik himayeciyi rahatsız etmeyen aksine memnun eden bir günah keçisi. Aynı yaklaşıma Hint Müslümanlannda da rastlanır: «islam Osmanlı sistemi ile değerlendirilmemelidir, bafa ­ nsız İslam değil Osmanlı'daki uygulamadır.» diyorlardı. Kemalistlerin başlangıçta Araplardan ve Arap ba�ımsızlık ça­ balanndan olumlu bahsedişleri, bu aşa�layıcı kampanya karşısın­ da içerik de�ştirdi ve saldırganlaşn. Aynı ifadelerleAr aplann aşa­ �ılanmasına girişildi. Bir zamanlar en büyük düşman sayılan Yu­ nanlılann yerine Araplann konması, di�er yandan Araplann hi­ mayeciler yerine Türkleri hedefalmalan, iki taraf milliyetçilikleri­ nin çanşması sonucu olmuştur. Burada Araplan biraz daha aşın ve sorumlu bulmamız, İstiklal Savaşı döneminde Türklerin Arap sorununa dokunmazken, onlann müttefiklere başvurulanndan resmi ve özel demeçlerine kadar her firsatta Türkleri suçlamala­ nndandır. Bu davranışın gerekçeleri makul bulunsa bile, Türki­ ye'nin sadece kendisini ilgilendiren sorunlannı çözüş tarzına (Ke­ malist devrimler) açıkçası iç işlerine kanşma sayılacak bir içerikle saidıniarda bulunmalan gerginli� asıl arnran unsur olmuştur. Oysa Kemalizmin özelli�ni, di�er toplumlann ba�ımsızlı�ım te­ menni etmek dışında iç işlere asla kanşmamak oluşturuyordu. Ya­ ni devrim ihraç etme mann�ı ve de örgütü yoktu. Osmanlı'yı suçlamada da ikitarafin ortaktan çok aynidıklan yanlan vardı. Ke­ malistler, 17. yüzyıl ve sonrasındaki dura�anlı�a, dini taassupla toplumu frenleyenlere, Il. Abdülhamit saltanannın keyfili�ne karşıdırlar. Bütün ısiahat girişimlerinive Tanzimat'ı Yeni Osman­ lı ve Jön Türk hareketlerini överler. İslamın çıkışı, Abbasilerin so­ nuna kadar Arap tarihi aynnnyla ele alınır. Arap tarihlerinde ise bugün bile, 13. yüzyıldan (Türklerin İslam dünyasına egemen ol­ maya başlamasından) sonrasım kayıp yüzyıllar saymak, hiç bah-

------ı 255 t------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI setmemek, Orta Asya Türk-İslam uygarlı�ını yok fa rz etmek ve konuya birden 19. yüzyıldaki Arap Nalıda'sı ile başlamak genel e�ilimdir. Türk'ün İsiama katkısı olmadı�nı belirtmek, aksine yozlaştırdı�ını ileri sürmek bu yaklaşımı tamamlar. İki dünya savaşı arasındaki dönemde Osmanlıyı savunabilmek cesaretini göstermiş pek az Arap düşün ür vardır. Bu nadir düşü­ nürlerden biri olan Şekip Arslan bile, sonuçta Arap İsiamma ba�lamak koşuluyla yazmıştır. Onun, Edmond Rabbath'ın Hi ­ maye Rejimi Altında Suriye1de Siyasi Geli1me adlı kitabına yaz­ dı�ı önsözdeki ((Yüzyıllardır Türkiye1nin kullandığı Kur1an ve İstamın kamuhukuku, kitap ehli olanlar için vazgeçilmez mede­ ni hakları ve kamu haklarının bir kısmını içeriyordu; Ta nzimat ve 1876-1908 anayasaları bu hakları bütün Osmanlı vatandal­ Iarına tanıyordu. Avrupalılar qitliklerin sadece Batıdan geldiği­ ni iddia ederler. Ya nlıftır. Hulefa yı Rafidin devrinde var olan demokrasiye qit bir gerçek demokrasiye asla rastlanmamıpır»ifa­ desi bunun bir örne�idir. 17 Osmanlı Devletinin ça�daşlaşma yolundaki en büyük adımla­ rını oluşturan ve din ayırımı gözetmeden bütün vatandaşlannı hedefleyen Tanzimat'la anayasaları, sadece Türkler ve Hıristiyan kesimin çıkan için yapılmış gibi algılamak da bu düşünürlerin özelli�i olmuştur. Toplumun insanlık camiasında saygın bir yeri olması amaçlı de�il de, Türk milliyetçili�inin pekişmesinin aracı ve Arap'ın, İslamın dışlanması gibi fa rz edilmiştir. Her türlü Do­ �u-Batı sentezine karşı oldu�unu belirten biryazar şöyle diyor18: ((İslamla birliğive Doğu uygarlığını reddeden Türkler (. ..) ne ya­ parlarsa yapsınlar, günq doğudan yükseldikçe Doğu doğu kala­ caktır, Batı da batı.» Çok daha sonra, Panarapçı hareketin bir çözüm getirmedi�i­ nin fa rk edildi�i ortamda, Osmanlı Devletinin içindeki bütün ce­ maatlere eşit haklar sa�lamaya çalıştı�ını ileri sürenler belirmiş­ tir. 1917'de henüz yirmisine basmamış bir genç subayken kendi iste�iyle kaçarak Paysal ordusuna katılan Suphi el Omari Lav-

------� 256 �------rens'i nasıl tanıdım? adlı anılarının son kısmında pişmanlı�ını il­ ginç bir şekilde ifade eder19: ccMü minler cennete zincirler/e sevk edilirler. Biiylelik/e Türkler Arapları sava1a, idam, açlık ve ilkence ile sevk etmi1/erdir. Araplar Türklere kar1ı sava1a geçmek istememiller dir. İs tik/al ve Türklerden ayrılmayı dü1ünmemi1/erdir. Araplar Türk ha­ kim/erinden sadece memleketleri için ısiahat istemi1/erdir. Türkler, Araplar diğer Osmanlı milletleri ülkelerinin yabancı i!!Jalinden korunmasını dü1ünüyorlardı. Asla yabancı idareyi dü1ünmemi1/erdir. Bunlar, iizerklik ve egemenlik, sorumluluk ve veeibe/erin Osmanlı vatanının çqitli eviatiarınada ğıtı/ma­ sını ve ülkenin hayrını, ilerlemesini korunmasını istiyorlardı.» Bu girişin devamında Omari, Cemal Paşanın kıyımlanrun, sa- vaş açlı�ından yüz binierin ölümünün Arapları ayaklanmaya zor­ ladı�ını ileri sürdükten sonra, Hüseyin'e tekrar Türklerle anlaş­ ma tirsatının gizli anlaşmaların ortaya dökülmesiyle belirdi�ini kaydeder. Ona göre bu olasılı�ı ileri sürüp Bedevilerini Türkle­ rin yanında İngilizlere karşı savaşa sürme tehdidinde bulunarak çok daha kesin garantiler elde edebilirdi, ama Lavrens tarafindan şerefsizce kandırılmış ve Arap milliyetçi hareketi böylece bir çık­ ınaza sürüklenmiştir. Bu özeleştiri bizde Arap milliyetçili�inin başlangıçta ilkesel düzeyde tam belirgin bir nitelik kazanmadan uygulamaya kondu�u kanısını pekiştirdi. Eyleme katılacak kitle­ lerin yapısı ve niteli�i, emperyalizmin anlaşılışı ve kendi dışında­ ki ideolojiler ya da akımlara karşı tutum açısından önceden be­ lirlenmiş çizgiler net görünmüyor. Öncelikle, İngiliz güdümünde Türklere saldıran aşiretlerin birdenbire Türklerin yanında İngilizlere saldınr hale gelmesini tasarlayabilmek, bunlann bir ilkeye göre de�il, başka devindiri­ ciler ( örne�in para) aracılı�ıyla eylem yaptıkları tezini güçlendi­ riyor. Bu durumdaHüseyin ve Abdullah'ın «Şehirli, kiiylü, Bede­ vi bütün arapların Aynı olduğu» anlayışı da tutarsızlaşıyor. Bu açıdan Arap milliyetçili�inin İkinci Dünya Savaşı sonrasında

------1 257 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Arap Sosyalizmi ve İslam Sosyalizmine varması üzerinde durmak gerekiyor. Zamanında Kemalistlere bol bol Bolşeviklik damgası vuruldu�unu belirtmiştik. Sovyederle ilk ilişki kuran hükümet oldu�u için Ankara 'nın iki sözcüsü Hakimiyeti Milliye ile Yeni­ gün'e Türkiye'nin İzvestia'sı ve Pravda'sı adı bile verilmişti. Beş­ yüz yıl önce sultanlar Şeyh Bedrettin'in komünizmini kan ile bastırmışken bugün nasıl olur da kollannı açıp karşılarlar, diye şaşanlar da vardı. Oysa Kemalizm, Bolşeviklerle dostluk yaptı�ı halde ilkelerini benimsemeye asla yanaşmamıştı. Aşın yanlan da olsa «biz bize benzeriz» anlayışı içinde kendi yolunu belirlemişti. Türkleri dinsizlikle suçlarken Araplann, ilke olarak dine laiklik­ ten de uzak duran bir anlayışı kabul etmesi, bu başlangıçtaki ek­ sikliğin bir di�er kanıtı oluyor. Emperyalizminalgılanışında da büyük bir fa rk görülüyor. Ön­ celikle Hüseyin'in siyasi sözlü�ünde emperyalizm kavramının bu­ lunmadı�a dikkati çekmeliyiz. Arap ba�msızlı�ını emperyalistle­ rin insafina bırakmış ve iktidardan uzaklaştınldı� güne kadar da vaatlerini tutmalan ricasını tekrarlamıştır. Hiçbir fiili direnci ol­ mamıştır. Buna karşılık Kemalistler daha 1920 Ocak'ında açıkla­ mışlardı: «Devletin hayat ve münasebetinde fisebilallah millet ye­ tiftirmek teamülü mevcut değildir. » Yani bir ulusun ancak kendi savaşımı ile ba�ımsızlı�ını kazanabiieceği kabul edilmektedir. Ay­ nca Kemalistler, emperyalizmin kendileri için de bahis konusu olabileceğinin bilincindeydi. Misakı Milli sınırlan dışına taşacak her eylemi, -hatta di�er Türklere yönelik Panturancılık gibi bir hareket de olsa- bu yüzden reddettiler. Dilin yabancı kelimeler­ den temizlenmesi sırasında bunun bir gün Kafkasya ve Orta As­ ya'ya yönelmenin hazırlı�ı oldu� ileri sürülmüştür. Oysa Türki­ ye, sınırlan dışındaki Türklerin kültürel ihtiyaçlanyla ilgilenmek­ le birlikte bunun dışına taşmamaya özen gösterdi. Hatay olayı Misakı Milli çerçevesindeki düzenlemenin bir parçasıydı. Buna karşılık Panarabizm sürekli olarak zorunlu bir bütünleşme ve bir­ birinin içişleri ile ilgilenme niteli�i taşımıştır. İkinci Dünya Sava-

------i 258 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z I

şı sonrasında Arap ülkeleri arasında yapılıp bozulan bir düzineye yakın siyasi-askeri birleşme -ve yaşanan bu sürecin sancılı oluşu­ bu akıma güveni sarstı. Tabii asıl önemlisi Filistin konusundaki tutum oldu. Arap milliyetçili� açısından en belirleyici konu bu­ dur. Bütün İslam ve Arap dünyasının en hassas konusu sayılan Fi­ listinkonusunda bir fikir, daha önemlisi eylem birli�ne vanlma­ mış olması yüzünden Filistin mücahitleri, başta müftü Emin el Hüseyni olmak üzere, Nazi Almanyasına sı�ınmak zorunda kal­ dılar. Araplann Ban ekonomilerini çok zora düşürebilecek petrol unsurunu bile bu amaçla kullanmamalan da, çok geniş tutulan milliyetçi hedefin gerçekçili�ne inancı zayıflatn. Kemalistlere başlangıçta özellikle Batılılar tarafindan yönel­ tilen bir eleştiri, aşın ulusçulukla dilden, ticaretten, e�itimden velhasıl her alandan yabancıyı çıkartmakla, ça�daşlaşma gücünü tamamen kaybedebilecekleri uyansıydı. Bu durumda Türki­ ye'nin içine kapanaca�ı ve Batının düşüncesini de tekni�ini de redde kalkışaca�ı zannediliyordu. Hele antiemperyalist slogan­ Iann çokça kullanması ortaya bir tür Sovyet rejimi çıkaca�ı ka­ nısını güçlendirmişti. Kemalist ça�daşlaşmanın en büyük özelli­ �i, emperyalizmi ve sömürülmeyi reddetmekle birlikte ça�daş uygarlı�ı asla reddetmemesiydi. Tanzimat'ın ilk fe rmanıyla baş­ layan akım, daha ileri oldu�u bilinen Avrupa'yı reddetmemiş, aksine kısa zamanda arayı kaparnayıönermi şti. O zamandan be­ ri Türk toplumunda sürekli olarak Herdekine yetişrnek tutkusu egemen oldu. Kısacası Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar, aksi söy­ lendi�i halde Abdülhamit, Jön Türkler hep ilerideki bir hedefe bakmışlardır. Bu gelene�n devamı olan Kemalistlerin de aynı tutum içinde olmalan do�aldı. Hem Batılı hem de Do�ulu gözlemciler Kemalist ça�daşlaşmadaki hızın yüksekli�ine, de­ �işmenin süreklili�ine hep işaret etmişlerdir. O dönemde Türk milliyetçili�nin bu ileriye bakma özelli�ini fa rk eden az sayıda gözlemci de çıkmıştır: New York Times'in başyazan 1925 Ey­ lül 'ünde şöyle yazar:

------1 259 1------Bir Çaj!daşlaşmaÖrne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

(Türk milliyetçiliğininstı vunucusu olarakKemaFin rolündeki yiintem, bajkayerler deki ulusçuluklara pek uymuyor. Genellik­ le ulusçu kampanya sürdürenler çağrılarını eski ko"k/ere ve ge­

lenek/ere yo·neltirler. (. . .) Her yerde ulusçuluk mevcut bağları koparmaktan çok, geçmijle bağları taze/emeye yo·neliktir. Ke­ mal Pafa (. . .) geçmijten kesin bir kopuf yapabi/diğinego·re yük­ sek cesaret/i ve güçlü doktrinli bir insan olduğu anlajılıyor.» Ancak Mısırlı Abdülrazık gibi burada da de�şmeyi zamana ba�lanması gerekti�ini önerenler var. Davud Barakat üç nesil sonra devrimierin kökleşmiş olaca�ını belirtir. P. Gentizon ise «y eni bir nesil yetijtirmek için belki de elli yıl beklemek gerektiğini» vurgular. Arap milliyetçili�i ise yukarıdaki görüşe yani klasik milliyetçi­ lik yaklaşırnma tam uyuyor. Eskiyle ba�lan pekiştirrnek asıl amaçtır. Bu sebepten İslami Arapçılıktan İslami Sosyalizme yö­ nelmiş, şimdi de hemen hepsinde köktendincilik egemenleşme­ ye başlamıştır. E�er günümüzde Türkiye dışı Müslümanlarda köktendincilik akımlan pekişiyorsa, bunlann sorunlarına çözüm arayışlannın hep geçmişten dayanak aranarak, hep geriye bakıla­ rak yapılmış olmasındandır. Türkiye'de ise elli yılı aşan demok­ ratik rejimin getirdi�i serbestli�e ra�men köktendincili�in şim­ dilik hala marjinal kalması, neredeyse 200 yıla yaklaşan ileriye bakış alışkanlı�ının hayli kökleşmiş olmasındandır. Bundan do­ layı Atatürk en büyük mücadelesini verdi� Batı dünyasını ça�­ daşlaşma açısından düşman saymamıştır. İstiklal Marşındaki 'Tek difi kalmıf canavar» sıfatıyla emperyalizm reddedilse de, insanlı�a kazandırdı�ı yanlanyla benimsenmiştir. Türkiye'nin Avrupa Birli�i'ne girme çabalan bu anlayışın do�al ürünüdür. İslami Ortak Pazar özleminin en zengin Müslüman petrolcüler tarafindan bile benimsenmedi�i bir ortamda, bu yaklaşım çok gerçekçi ve Türkiye'nin çizgisine uygun görünmüyor. Bütün gözlemcilerin birleştikleri iki ya da üç kuşak gere�ine uymadan, «Daha birinci kujağın sonunda Türkiye'nin çoğulcu

------�-----i 260 1------M L L Y E T Ç L İ K A Ç M A Z 1

demokrasi yolunagirmesi Kemalist devrimierin köklqmesi açısın­ dan sakınca/ı olmuf mudur?» sorusuna henüz yanıt vermek için erken görünüyor. Türklerin ileriye bakma, Herdekine yetişme tutkusundan vazgeçip İslam dünyasımn büyük ço�unlu�u gibi «dinimize bağlanır, halimize jükrederiz» diyerek geçmişle tat­ min olmayla yerinip yetinmeyecekleri, sanınm gelecek yüzyılın ilk çeyre�inde anlaşılabilecektir. Notlar:

* Bazen millet ve milliyetçilik bazen de ulus ve ulusçuluk kavramlannı kul­ landı�ımız fa rkedilecektir. Osmanlı'da millet deyimi dini bir aynmı belirli­ yordu. Rum milleti bütün Ortodokslan (Yunan, Bulgar, Sırp,Arap) işaret ediyordu. Katelikya da Yahudi Milleti deyimleri de. Islam Milleti de ay­ nmsız bütün Müslümanlan. Avrupa'da 'Nation' ve aynı kökten gelen 'Nationalisme' deyimleri ise dini içermiyor, hatta 19. yüzyılda ırkçı bir ni­ telikte kullanılıyordu. Do�u dillerindeise tam karşılı�ı yoktu. Kavim, ce­ maat, ümmet kelimeleri, bunu karşılamıyer. Ancak Hıristiyan ve Müslü­ man Araplar, Amavudar, hatta Hındistan'da Hindularla Müslümaniann ortak eylemlerinin anlaşılabilmesi için bir deyim buluQması gerekliydi. Arap ya da Türk milliyetçiJip dedi�imiz zaman dini -Islami- bir nitelik ka­ bul ederiz. Cumhuriyet Türkiyesindeki co�rafi niteliklive din aynmı içer­ meyen bir bütünlü�ü ulus ve ulusculuk olarak tanımlamakdaha uygun görünüyQr. Konumuz içinde özellikle Arap ulusculu�undan Arap milliyet­ çili�ine (Islami Arapçılı�a) geçiş açısandan bu aynm önem taşımaktadır. 08, ll, 12.11.1932 tarihli Akşam'dan naklen MW Ocak 1930, s. 5-15 MW Temmuz 1926, s. 253-262 Kendisi Büyük Arap Birlip ya da Birleşmiş Arap Ülkeleri diyor ama, Fransız ve Ingilizkontrolü altındaki Fas'tan Mısır'a kadarki bölgeyi Araptan saymıyor, sadece Osmanlı'dan miras kalan alanlarla ilgileniyor. Laurens, a.g.e., s. 166-168, Helmut Melcher, Imperial Quest fo r Oil: Iraq 1910-1928, Ithaca Press, Londra 1976, s. 177-1779 Laurens, a.g.e., s. 191, 1970'lerde Zeyd'in Musa Süleyman'la konuşmasından. Laurens, a.g.e., s. 182-183. Abdullah ofJordan, My Memories Compilated "Al Takmillah", London 1978, Longman, Abdullah'ın sunuşu ve Hüseyin'in önsözü El Ahrar, 16.12.1930, Yezit imzalı yazı. 10 NE 04.02.1925, s. 142-143 "The Khilafat Conferance" 11 ZakiAli, Islam in the World, 1937, ş. 377 ız Zaki Ali, a.g.e., s. 61-62; Tahran'ın Ittilaat gazetesi, 03.07.1937 günlü sayısınc!a Saadabat IS'de (Islamic Review), S. M. Ralıman'ınyazısı, MW Nisan 1930, s. 201- 2'de El Belag (Kahire) 2Q.06.1937. RE 28.04.1926, El Istiklal'den MO 28.11.1925, 'El Turk ve Savra Suriya', bahis konusu şahıs eskiden Vahdettin'in maiyetnide bulunmuş olan Ihsan Bey Cabiri'dir. 17 L'Evolution Politique de la Syriesous Mandat, Paris 1928. 18 Majalla el Şarkul Edna'dan naklen OM 1928 Nisan s. 162 19 Lurans kema ariftahu, Darel Nahar, Beyrut 1969, s. 240 8.

Bölüın

.

DIL - HARF SORUNU

Aydınla Halkı Birleştirme Arayışı

arfve dil dev�imleri, gününün koşullarında sadece bir Arap Hantipatisive Islam gericili�ine tepki gibi sunulmuştur. Dü­ şünceyi iletmede en önemli unsur olan dilin ve onun birinci ara­ cı olan alfabenin de�işen dünyanın ihtiyaçlarını karşılayıp karşı­ lamadıklan,yeni koşullara uyum yetenekleri bulunup bulunma­ dı�ı asıl sorunu oluşturuyordu. Arap dünyasının hatası, dilin ve harflerin insan icadıve sürek­ li evrim geçiren sosyal bir oluşum oldu�nu unutup onlara kut­ sallık atfetmek olmuştur. Kur'an'ın de�işmezli� dil ve harfiere de yayılınca çözümsüzlük de gündeme gelmiş oldu. Bu belki İs­ lamın ilk kökleşme dönemi için yararlı bir dogmaydı, ama uzun sürede tutucu niteli�i artmıştır. 200 küsür yılda biraraya getiri­ lebilen İncil'in gerçekli�nin -haklı olarak- tartışmaya açık oldu­ �u bir dönemde gelen Kur'an'ı, orijinal şekliyle koruma arzusu­ nun, onun anlam kadar ifade ve yazımda da de�işmez oldu�u dogmasına zemin hazırlaması do�aldı. Oysa, sözlü anlatırnda (özellikle şiir) hayli ilerlemiş olmalanna karşılık Araplann yazılı eser vermekte uygar toplurnlaranazaran hayli geç kaldıklan (ilk örnekler M.S. 4-5. yüzyıl) ve yazılı dilin standardizasyonunun -dil bilgisi,söz dizimi, kalıplar, vb ...- ancak Hicret'ten sonraki 3- 4. yüzyılda içinde tamamlandı� biliniyor. Buna ra�men Kur'an dilinin ve dil kurallannın esas alınması, Kur'an'a ait olan kutsal­ lı�ın giderek Arapça'yı da kapsadı�ı inancını kökleştirmiştir. İb­ ni Paris, İslamın son din, Muhammet'in son peygamber olma­ sından hareketle Ku r'an Arapçasının da dildeki evrime son müh­ rü vurdu�u görüşünü yerleştirmiştir. Bunun sonucu olarak dil

------1 265 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI bilimi kendi başına var olan bir bilim olmaktan çıkmış, dini bi­ limleri daha iyi anlamak, Kur'an'ı ve kutsal metinleri yorumla­ mak, do�ru okumak için bir araç olarak nitelenmiştir. «A rapça'da lüga deyiminingücü ve içerdiğifikirsel çağrıfım­ lar, sosyal telkin/er, bir dilin üst/enebi/eceği rolün sınırlarını büyük çapta a1ar; bu kutsal bir kurum, ayrıcalıklı kolektifbir davranı1 haline gelmi1tir» diyor, konunun uzmanı ] . Berque. 1 Kuzey Mr ika'yı, Mısır'ı, Suriye ve Irak'ı bu özelli�iyle Arap- laştırmasına karşılık, başta İranlılar ve Türkler olmak üzere bir­ çok Müslüman toplum Arap harflerini benimsemekle birlikte di­ lini -din konusu dışında- almamışlardır. Bunu zorlaştıran, Arap­ Iann da kendi aralannda bölgesel özellik ve gelenekiere uygun olarak dildeki fa rklılaşmalan olmuştur. Pek sınırlı bir azınlık oluşturan e�itim görmüşlerin sadece belli amaçla kullandıklan Fasih Arapça)ra karşılık -kendileri de özel yaşamlannda- halk kitleleri, zamanla büyük de�işiklik gösteren fa rklı lehçeler kulla­ nıyorlardı. Aynca 12. yüzyıldan itibaren, bilim dili niteli�ini sür­ dürmekle birlikte, bilimsel üretkenli�i son derece sınırlanmış, İs­ lam dünyasındaki etkinli�ini büyük ölçüde yitirmiştir. İbni Man­ zur (ölm. 1311), İbni Batuta (1327), İbni Haldun (ölm. 1406) Arapça'nın inhitat'ından (çöküş) bahsetmişlerdir. Bu sonuncusu Arapça'nın Türkçe, Farsça ve Berberi dilinin arkasında kaldı�ın­ dan bahseder. Bu da gösteriyor ki bu toplumların gereksinmele­ rini karşılayacak bir dinamizme sahip olamamıştır. 19. yüzyılda B an uygarlı�ının etkisiyle karşılaşınca Arapça ikinci bir şok yaşadı. Ça�ın gereksinmelerini karşılayabilmek için de�işmek zorunlulu�uyla karşı karşıya kaldı. Peygamber zama­ nından beri de�işmemiş bir metne ve kurallara sahip olmak mu­ cizesine sanlan fa sih Arapça'yı bilen kesimle (Başlıca din adam­ lan) yeni dünyayı da tanıyan ve Do�u ile Batı'nın yeni bir sen­ tezinin ihtiyacını duyan kesim arasında sürtüşme başladı. Sorun de�işme mesajının hangi araçla verilece�i ya da bu mesajın fasih Arapça ile verilip verilmeyece�i ve kitleler tarafindan aniaşılıp an­ laşılamayaca�ı idi. Ulemanın kapalılı�ı (yani fa sih Arapça'ya do-

------1 266 f------D L H A R F S O R U N U

kundurmaması) karşısında yeni bir dil düzeyinin belirmesi kaçı­ nılmaz oldu. 1973'te Mısır toplumu üzerinde yapılan bir araştır­ mada dil fa rklılıkları sebebiyle toplumda beş düzeyin bulundu�u ve birinden gelen mesajın di�erince aynı nitelikle algılanmadı�ı ortaya konmuştur1: 1- Fasih Arapça -Fusha el Turat- (Kur�an�a dayalı ya da standartAr apça) 2- Yüzyılın fa sibi -Fusha el asr- (Modern standart Arapça, modern edebiyat dili) 3- Ammiyat el musakkafin(Y üksek düzey konu1ma dili, oku­ mujların ciddi konuimalarında kullandıkları dil) 4- Ammiyat el mutasavvirin (Orta düzeyde konu1ma dili, eg i­ timiiierin günlük konu1ma dili) 5- Ammiyat el ummiyin (A.jağı düzey konu1ma dili, okuma yazması olmayanların her günkü dili) Her toplumda entelektüel düzeyi ile halk düzeyi arasında fak bulunması kaçınılmaz bir olgudur. Avrupa bu ikisi arasındaki fa rkı en aza indirmeyi önce sade kilisenin bildi�i Latinceyi tama­ men dışiayarak sonra da dili sadeleştirerek birkaç yüzyılda ger­ çekleştirmişti. Farkın aşın olması ya da bu örnekteki gibi ara dü­ zeylerin çoklu�u bir toplumun bütünleşmesini, özetle halkın yö­ netime katılmasını engelleyen bir ö�edir. Mesajı sadece kendisi gibiler tarafindan anlaşılan ve tarnşılamaz sayılan bir tabaka bu­ lunur ve üstelik bunlar dokunulmazlı�a sahip fa rz edilirse, ora­ da fikir tartışmasının belirmesi, yeni ufukların açılması mümkün olamaz. Dil sorununun tarihsel kökeni sebebiyle Araplarda özel bir sorun haline geldi�ini bir Arap araştırmacı şöyle açıklıyor3: «Dil sorunu Arabın gerçek kijiliğiyle ideal kijiliği arasındaki uçurumu etkiler. İdeal kijiliğini tam damga/ayan edebi Arap­ ça ile gerçek kijiliğin pratik uygulamalarının tekelini olujtu­ ran konu1ma Arapçasının üst üstegelip bu uçurumu daha da büyütmektedir. Arap ideal kimliğini düjünürken, edebi Arap­ ça )la yani okurya da dinlerken öğ rendikleriyle düjünür. Ama hergünkü ya1amında konu1ma Arapçası sayesinde, ideal kiji/i-

------ı 267 1------Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

ği yle gerçekten düfündüğü ve yaptığını ayırmakta serbesttir. » Bu yargıdan çıkanlacak sonuç, mesajda ideal ile gerçek ara­ sında çelişki bulunmasının ola�andışı sayılmaması olacaktır. Bir Arap araştırmacının belirtti� gibi «toplum iki ayrı dile muhatap olmaktadır, gerçekler dünyasını yansıtan dil ile yapaylıklar dün­ yasını yansıtan dil. » Ve ekliyor4: «isldmın ilk günlerinden beri var olan bu ikili yapı (... ) hali­ Jelerinsara yında olduğu gibi bugün de bir arada bulunuyor. Vasat Arap bu dil ikiliğinden rahatsızolmuyor. Rahatsız olsa da henüz bir dil ihtilali tehdidinde bulunmadı. Sadece aydın­ lar arasında son zamanlarda bu ikiliden birinin ifneçıkması konusunda sesler yükseldi. » 20. yüzyılın sonunda yaşanan müthiş de�şmeye ra�men kut­ sallık yakıştırması sebebiyle hata bu ikilik aşılamanuşken, yüzyı­ lın ilk çeyre�inde çok daha katı bir anlayışın bulunması do�aldı. Özgürlü�ü dine fe da etmeyi benimseyen anlayışa koşut şekilde Arapça'nın dokunulmazlı�ı da kültürün de�şmezli�inin (İslam­ dan kopmamanın) koşulu sayılıyordu. Oysa 19. yüzyıl boyunca, Avrupa'nın etkisi altında özellikle gazetelerde klasik Arapça'yla hiçbir ilgisi olmayan, yepyeni bir anlatım ve yazım türüne sahip bir dil yerleşmişti. Bunu bilimsel bir temele oturtmak için Türk­ lerde oldu�u gibi Araplarda da çalışmalar yapılmıştır. 1889 Stokholm Oryantalistler Kongresinde standart Arapça yerine ko­ nuşma Arapçasının getirilmesinin istenmesinden sonra bu konu­ da Arapların kendi aralarında yo�un bir tartışma başlamıştır. Ta­ raftar olanlar: Lutfi as Sayyid, Kasım Amin, Marun Ghusn, Sala­ ma Musa, Abdulaziz Fahmi, Jibran Halil Jibran, Mikhail Nuai­ ma, Amin el Rahani. Karşı çıkanlar: Faralı Antun, Ali Yusef, Ab­ dulaziz Şaviş, Muhammed Hussain. Tartışmabugün de sürmek­ tedir. Arapçalar arasındaki fa rkı göstermek için şu örnek verili­ yor: Unesco'nun matematik e�timini standardaştırmak için ha­ zırlattı�ı bir İngilizce kitap Irak komitesince Arapça'ya çevril­ miştir. Ancak çeviri di�erlerince tam benimsenmedi� için Ku­ veyt, Ürdün, Mısır, Suriye kendileri için yeniden çeviriler yaptır-

------� 268 1------D L H A R F S O R U N U

mışlardır. l936'da Kahire'de Batılı bilginierin de katıldı�ı top­ lantı yapıldı�ı gibi l960'da da yine Kahire'de Arap Akademisi tarafindan matbaa harflerinin basitleştirilmesi için kongre dü­ zenlendi. Monteil'in belirtti�ine göre «y azıdaki ıs/ahat, özellikle basım evlerinin ifini kolay/aftırmak için 2000'e yakın girifim ol­ muftur. � Görüldü�ü gibi özellikle 19. yüzyıl sonu ve 20. yüz­ yılın başında Arapça'dan -İslamdan- hiç ödün verilmedi�i iddi­ alan bir yandan tekrarlanırken, di�er yandan de�işme bütün hı­ zıyla devam ediyordu. Bu tutum, arada fa rklılıklar bulunmasına ra�men, Tanzimatçılann her şeyin İsiama uygun oldu�unu be­ lirtirken Batıdan işlerine uygun herşeyi almalannı andırmaktadır. Aradaki önemli fa rk, Osmanlı'nın din kesimini yaruna almış ve onlardan de�işime onay sa�lamış olmasıydı. Arap dünyası ise ve bir ölçüde Hint Müslümanlannda İsiama uygunluk açıkça tarn­ şıldı�ından, ulemanın Kur'an'ın dokunulmazlı�ını Arapça'ya da yayması oralarda yadırganmadı. Politikacılar ve düşünürler ule­ mayı dışlayamadıklanndan ideal düşünceleriyle gerçekteki dü­ şüncelerini bir arada sunmakta sakınca görmediler. Böylece top­ lumlar bu durumda bir çelişki bulunmadı�ına şartlandınldılar; kitleler, eskiden beri alıştıklan ve ba�lı olduklan görüşlerden ya­ na tavır koymalannda teşvik edilmiş oldu. Tanzimat'ın Türk toplumunda algılanışı, yöneten ve karan veren kesim olması sebebiyle çok fa rklı oldu. Dinci söylemin ba­ şından saf dışı bırakılması, yönetimin diliyle konuşulan dili yakın­ Iaştırma e�ilimininYeni Osmanlılar ve Jön Türkler'de iyice geliş­ mesi, işin Kemalistlerde son aşamaya erişmesi için gerekli zemini oluşturmuştur. Düşünce ile anlatımdaki fa rkı kaldırmak, yöne­ tenle yönetilenlerin aynı dili kullanmasını sa�lamak iste�i Haki­ miyeti Milliye anlayışıyla da bütünleşmektedir. Ulusal kurtuluş hareketinin tamamen Anadolu halkının kanlmasıyla gerçekleşme­ si, orada yönetenle yönetilenin kaynaşması zorunlulu�u, TBMM'nin savaşın amacını anlatmak için köylere kadar İrjad he­ yetleri göndermesi, bunlann aydın-halk diyalogundaki zorluklan deneyimle fa rk etmeleri ve aşılması gerekti�ini düşünmeleri, ko-

------1 269 f------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

şullann mesajlan yapay de�il gerçekçi olmaya zorlaması, Kema­ listlerin neden harfve dil ıslahatma giriştilderim açıklar. Halka da­ yanan bir eylemi onlara açıkça anlanp benimsetmeden başanya ulaşnrmak mümkün olamazdı. Yakup Kadri'nin o günlerdeki «'Türkiye Cumhuriyeti halkçı bir devlete, halkçı bir hükümete sahip olduğuna göre dili de halk dili olmalıdır» şeklindeki açıklaması Kemalistlerde egemen olan anlayışı ortaya çıkanr.

Yeni Türk Harflerine Geçiş

Latin harflerisorununun Kemalistlerden en az yetmiş yıl ön­ cesine giden bir geçmişi vardırve ilk kabul edenler de Kemalist­ ler de�ildir. 19. yüzyılın ikinci çeyre�inde İslam dünyasında ba­ sımevleri yaygınlaşırken elle yapılan dizginin zorlu�u (Latin al­ fa besinde 80-90 gözlü harfkasası yeterken Arap harfkasasında 400-600 göz gerekiyordu) bu işi kolaylaşnncı arayışlara zemin hazırladı. 1860'lı yıllarda Şinasi'nin harf birleşmelerini basitleş­ tirme çabalan, Münif Efendi'nin imla reform önerisi, aynı dö­ nemde Azerbaycanlı Alıundzade Mirza Fethali ile İranlı Mal­ kum Han'ın ve Rusya Türkleri için Gaspiralı İsmail'in ve bazı Hint Müslümanlannın aynı konulardaki girişimleri sorunun yay­ gınlı�ını kanıtlar. Lübnan ve Suriye'deki Arap edebi cemiyetleri sonradan Mısır'ı da etkileyerek noktalama da dahil dilin yapısı üzerinde de�işiklikler getirmişlerdir. Bu çabalarda halk diline yönelişin, kolay okunurluk ve aniaşıimanın a�ırlık taşıdı�ı açık­ tır. Bu arada İstanbul'da Fransızca'nın, Mısır ve Hindistan'da İngilizce'nin resmi dil olması önerilerine rastlandı�ı gibi Latin harflerinin kabulü yönünde ilk hatırlatmalar da belirmiştir. Arap harflerine itirazın büyük kısmı sesli harfleri kullanan Türk, İran ve bazı Hint dillerinden geliyordu. Araplar içinde bi­ le harekelerin kullanılmasından do�an eksikli�e tepkiler vardı. Ahmet Vefik Paşa'mn Lehce-i Osmani'sinde, Şemsettin Sa­ mi'nin KarnusuTürki'sinde sesli harfiere özel işaretler icat etme­ leri Enver Paşa'nın savaş yazışmalannda sesli harfkullanmayı zo-

------ı 270 1------D L H A R F S O R U N U

runlu kılması, İttihatçılann Islahı Huruf Cemiyetini kurmalan sürekli bir arayış içinde bulunuldu�unun kanıtıdır. Avrupalıların bu konuda bir etkisi olmuş mudur? 16. yüzyıl­ dan beri oryantalistterin kitaplarında Türkçe, Arapça, Farsça me­ tinlerin, şiirlerin Latin harfleriyle çevrim yazılarını verdikleri, bu şekilde sözlükler de düzenledikleri bilinmektedir. Ancak bu ça­ balar kendi harflerini yaymak arzusundan ileri gelmemiştir, ta­ mamen kendi kullanımları, ö�renmeleri içindir. Sebebi Latin harflerinin Katalik ve Protestaniann malı sayılmasıdır. Yunan ya da Kiril harflerinin hakim oldu�u Ortodoks alemi bunlarıistemi­ yordu. Müslümanlara önerilmesi ise akla dahi gelmezdi. Nite­ kim Müslümanlara kabul ettirilmeyeçalışılan ilk Arapça dışı alfa­ be, 19. yüzyılın ilk yarısında Rus Misyoneri ilminski'nin -Kırgız ve Kazaklara- Kiril alfabesi olmuştur. Bu yolla onları Ortodoks yapabilece�ini umuyordu ki, çabaları boşa çıknr. Buna karşılık Avusturya ve İtalyan Katalik rahiplerinin Arnavutlar üzerindeki çabalan daha başarılı oldu. Şemsettin Sami'nin Arap harfleriyle oluşturdu�u Arnavutça'nın İs ta nbul Alfabesi ırktaşlan arasında büyük ilgi toplamamış, nüfusun %70'ini oluşturan Müslüman­ larla %20'sini oluşturan Ortodoks Arnavutların da onayı ile La­ tin harfliArnavut alfabesi 191 O'da kabul edilmiştir. İttihatçılann bu tercihe karşı olmalarına karşılık kendi arala­ rında da Hüseyin Cahit ve Doktor Musullu Davut gibi Latin harflerinin savunucuları vardı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da kampanyalarını devam ettirmişlerdir. Latin harflerini ikinci benimseyen, 1920'lerin başından itibaren Azerbaycan oldu. Sovyet rejimi yerleştikten sonra, önce tercihe ba�lı olarak Arap alfabesinin yanısıra Latin harflerinin kullamlması kabul edildi. 1923'de Latin harflerini kampanyası yo�unlaştı. 1924'de önce Başkırdistan resmen kabul etti. 1926 Bakü Türkoloji Kongre­ si'nde de Türkler arasında kullanılan 57 alfabenin birleştirilme­ si amacıyla ve Latin harflerinin uygunlu�u sebebiyle kabulü uy­ gun görüldü. Sovyet rejiminin Kiril harflerini de�il de Latin

------; 271 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI harflerini desteklemesini bazı düşünürler Türkiye ile kültürel ba�ların kesilmesi amacına ba�lamaktadır. Do�rudan Kiril'e önermek tepki yaratabilirdi. Önce Latin harflerinin kabulü des­ teklenmiş sonra ı939'da Kiril alfabesi Stalin tarafından zorla kabul ettirilmiştir. İstiklal Savaşı ve Lozan görüşmeleri sırasında basının günde­ mine zaman zaman gelen harf de�işmesi sorununa M. Kemal resmen kanşmamaya özen göstermiş, buna karşılık karşıt görüş­ ler başka konularda rastlanmayan bir serbestlikle kamuoyuna açıklanmıştır. ı926 yılında Akşam gazetesinin ı6 ünlü düşünür ve yazar arasında yaptı�ı ankette sadece üçünün (Abdullah Cev­ det, Mustafa Hamid, Rafet Avni Aras) Latin harflerine taraftar olmasına karşılık ı3'ünün karşı çıkması (Aralarında Halit Ziya, V eled Çelebi, Necip Asım, Ali Canip, İbrahim Alaattin, Fuat Köprülü, Zeki Velidi de var) bu tartışmaların niteli�ini gösterir. Karşı tarafta ise başta MaarifVekili Şükrü Saraço�lu olmak üze­ re pek çok e�itimci vardı. E�itimve ö�retim çıkmazının başka türlü aşılamayaca�ını ileri sürüyorlardı. ı926'da bakanlıkta bir heyet kurulup bu konuda araştırmalar başlatıldı. Aynı sırada cumhuriyetin ilk posta pullanna Latin harfleriyle Türk Postaları yazısı yazıldı. ı927 sonunda bir denizaltının ismi de Birindji-İn­ Uni (Birinci İnönü) olarak kaydedildi. Alfabeye do�ru ilk adım olarak 25 Mayıs ı928'de uluslararası rakamlan kabul eden yasa meclisten geçti. 9 A�ustos'da yeni harflerin kabulü konusunda cumhurbaşkanının halkla konuşmasından itibaren son derece yo�un bir kampanya başlatıldı. ı Kasım ı928'de kabul edilen yasa ile ı Aralık ı928'den itibaren bütün özel yayınların yeni harflerle olaca�ı karara ba�landı. İnsanlık tarihinde rastlanmamış bir hızla bu de�işiklik gerçekleştirildi. Batılılararasında Fransızlar Türk toplumu ile yo�un bir kül­ tür alışverişi içinde olduklan için oluşuma daha objektifbakabil­ diler. Bunlar arasında az sayıda eleştiri bulundu�u gibi, «Gelecek­ te bütün yüzyıllık yabancı etkisinden kurtularak dehasının gelif­ mesine yardımcı olacak ve bugüne kadar bafVUrduğu devrimierin

------1 272 1------D L H A R F S O R U N U

en radikaline giripnipir»6 türü övgüler de var. Esasen karardan çok yıllar önce de Türkiye'nin böyle bir adım atabilece�inden bahsediyorlardı. 1920'li yıllarda Türkiye'yi, politikasına hala tehlike saymaya devam eden İngiltere'den yükselen de�erlendirmeler bazen kü­ çümseyici ve alaycıdır. Times'a göre ((Bel yıl önce İslamın gurur verici ama dert dolu liderliğinden vazgeçmeye karar veren Türk devleti bununla İslam dininden kopmasını tamamlıyor. Ama Türk halkı Alp Arslan1ın Malazgirt)te imparatoru esir ettiğita ­ lihsiz günden beri kendilerinin ve dü1manlarının kanlarını su gibi akıttıran inancı unutmayacaktır. Dl1880'de aynı konu tar­ tışılırken İstanbul Bahriye Mektebinde hocalık yapan Dr. Char­ les Wells'in (Türklerin Latin harflerini alması imkansızdır1tıde­ di�ini anımsatıp işin başansız sonuçlanaca�ını ima eden de var. İngiliz Oryantalisti Denisan Ross ise «Böyle bir 1ey Türkiyeya da İran1da yapılabilir ama Arap ülkelerinde asJa» deyip gerekçesi­ ni de eklemiştir. «Arap harfleri Kur1an yazısıdır. EDer onlara dokunursanız Kur1an1ın deği1mezliğine müdahale etmi1 olursu­ nuz ve İslam Birliğini sarsarsınız. Bununla birlikte Latin harfle­ rini, hiçbir kurala uymayan halk diline uygulayabilirsiniz, ama edebi dilegelince asla karıpırmamakgerekir, zira bu İsldmın te­ melidir . .ıJJ Mısır'a Kral Fuat'ın iste�i üzerine gelmiş olan Ross'un, bunların dilin esasını etkilemedi�ini ve yapılmasında gecikmenin hata oldu�unu ekledi�i görülüyor. Anlaşılıyor ki, Kur'an'ı Arapça tutun, ama halkın kolayca okur yazar olmasını istiyorsanız Latin harflerini alın, mesajını veriyor. Nitekim üç yıl sonraki bir yazısında da aynı görüşü tekrarlıyor10 «Bazı Arap seslerinin belirlenmesinde zorluk olursa da sesliyle güçlendirmekle Latin harfinden kazanç sağlanacaktır, ayrıca bu değiliklik/e Türk dili bütün halkın standart bir telaffuza eripnesini sağlaya­ bilir» diyor. Mısır'da çıkan İngiliz gazetesi Egyptian Gazette'in (1932'de) çok objektif bir de�erlendirmesine de rastlıyoruz u: «Qkur yazartığı çağdal bir toplum için utanılacak %101dan yükseltmeyi, Türklerin dehalarını ifade etmelerini engelleyen ve

------1 273 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

gerçekten kendilerine yabancı olan Arap ve Fa risi kalıpların­ dan kurtulmalarını sağlaması bekleniyor. Çağdaf uygarlığın yeni bir dil içeriği istediğini ve bunun eski yaklafımla gerçekle­ femeyeceğini ileri sürüyor/ar. Dolayısıyla değifimi, eski Doğu kültüründen kopmanınve pratik sonuçlarıyla kendini kanıtla­ yan ve dünyayı yöneten uygarlığın, yani Avrupa uygarlığının bütün unsurlarını sindirmek için son adım olarakgörüyorlar. (. ..) Türk ulusunun ya1am, kültür ve dilinde Doğululuğun bu ter ki bir ani yenilik ya da suni olarak ulusa yapıpırılmı1 bir !CJ değil, onyıllardan beri Türk dilinde bilinen bir olu1umdur. Bir süredir Arap ve Farisi unsurları dilde azalıyor ve Türkçe oto­ matik olarak daha saf ve ulusal oluyordu. Çağdalgereksinme­ ler kar1ısındasıkıldığı zaman Batı biliminin kavramlarından yararlanıyor, böyleceağ ır bir tempo ilegiderek daha bağımsız­ lapyordu. Bugün kabul edilen Latin alfabesi bu sürecin doğal ve mantıki devamıdır, ancak kesin ve radikal bir sondur. » Değişmeyi Türkiye'de izleyen muhabirierin de�erlendirmeleri genellikle hayranlık taşıyor. Kahveleri dolaşıp halktaki ö�renme bırsına şaşıran Daily Telegraph muhabiri, önceleri böyle bir refor­ mun gerçekleşmesi için yetmiş yıl gerekti�ini söyleyenler bulun­ du�unu, Gazi'nin konuyla ilgilenmesinden sonra 15 günde altı aylık ilerleme kaydedildi�ini ve her şeyin iki yılda tamamlanaca�ı­ na inandı�nı belirtiyor. Manchester Guardian'ın muhabiri de 15 sene sayılan sürenin şimdi ikiye indiğini kabul ediyor. Egyptian Gazette'in muhabirieski harflerleancak 12 yılda bir dizgi işçisinin acemilikten çıkn�nı, 482 şeklin 29'a inmesiyle hem dizgide hem de okumada büyükkolaylık sa�lanaca�nı ve bununla Avrupa uy­ garlı�ına yaklaşmanın daha da kolay olaca�m vurguluyor. Amerikalılann ilk tepkileri başannın zor oldu�u, en az 15 yıl geçtikten sonra bir sonuç beklenebileceği yolundaydı . Türkiye'yi iyi tanıyan tarihçi Lyblyer de " Doğu'yasırtını çevirmek için Japon­ ya'nın da bir çok reformyaptığı nı» ama alfabesi çok daha karma­ şık oldu�u halde bu denemeye girişmedi�ini belirtip ekliyor11: «Türkler fa zla hızlı gidiyor. » 1928'in son günlerinden itibarenise

------1 274 1------D L H A R 1:' S O R U N U

inanılmaz bir başanya ulaşıldı� belirtiliyor. Hatta Amerika'da mevcut 5 milyon okuyup yazma bilmeyeni e�itmek için Türki­ ye'nin Halk Mektepleri yönteminin örnek alınması dahi öneriliyor. Ünlü İtalyan Türkolo� Ettore Rossi de ilk tepkisinde sesli harfler açısından Arap alfabesinin Türkçe'ye uygun olmadı�ını kabul etmekle birlikte, de�işikli�in getirebilece�i sakıncalan da sıralamaktan geri kalmaz13: Arap ve Farisi kelime ve kavramiann çoklu�unun bunlann tasfiyesinde yarataca�ı zorluk, yabancılara tepkinin yeni kelimeler için yarataca�ı engel, bütün kitapların yeniden basılması ve eski edebiyat ürünlerinin yeni harfiere ge­ çişinin getirece�i mali yük, çok zengin Osmanlı edebiyannın çe­ virim yazı ile yayınının zorlu�u, Köprülü gibi bir uzmanın kar­ şıtlı�ı, laikleşmeye ra�men Müslümanların kutsal sayılan Arap dili ve yazısına gösterdikleri ba�lılık. Bu yaklaşımıyla başarıyı şüpheli buldu�unu anlatmaya çalı­ şan Rossi, 1929'un hemen başında yanılmış oldu�unu açıkla­ maktan çekinmemiştir14: cc1 927'deki yazımda Türkiye'nin henüz Latin harflerinehazır olmadığını söylemiştim. Kötü bir kehanet oldu. (... sebebi) Türkiye'deki son dönem olaylarındagüçlükle hesaba katılabi­ lecek bir unsuru, yani devrimci ve yenilikçi ruhu, ondan da fa zla M. Kemal'inki olmasa da liderlerin etkisini (ihmal et­ mi! olmamdır). »

Arap Harflerini Kutsallaştırmada Milliyetçilik

Latin harflerininArap harflerininyerini alışı Arap dünyasında yeni bir şok etkisi yarattı. Ewelce yapılnuş suçlamalar daha şid­ detli bir şekilde tekrarlandı ve en büyük sirk ilan edildi. Olaya ta­ mamen İslam açısından bakılması sosyal niteli�i üzerinde hiç du­ rulmaması bu savunmayı kolaylaşnnyordu. Kahire, Şam, Ba�dat akademileri böyle bir şeyi kökten reddettiler ve hiçbir Arap top­ lumunun -Arapça'nın kusurlan ne olursa olsun- kabul edemeye­ ce�ni vurguladılar. Esasen Latin harfisorunu çok daha önceden

------� 275 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI gündeme getirilmiş oldu�u için Şam Akademisi el Kudsi'yi La­ tinleştirmeyi red için çalışma yapmakla görevlendirmişti. Onun tezine göre Arapça semitik bir dil oldu�una göre kalıplara gir­ mesi mümkün de�ildir. Buna karşılık Latin harflerinin Arap kö­ kenli olmayaniann telaffuzunu kolaylaştıraca�ını ekliyor. Olaya bir de milliyetçilik açısından bakıyor15: "Biiyle bir giri1im Arap milletini dağıtır, milliyetçiliğimizi öldürür. Biz Arahız köklü, ye­ terli ve soylu dilimiz var, vazgeçmeyiz.» Kahire ve Ba�dat'ta muhabirieri aracılı�ıyla ulema arasında soruşturma yaptıran Times gazetesi, iki yerde de karann be�enil­ medigini ama çok önemsendi�ini belirtiyor. Bununla ifade edil­ mek istenen muhtemelen hilafet konusuyla karşılaştırınca bu ko­ nu üzerindeki yayıniann çok sınırlı kalmasındandır. Yine de önemsenmedi�ini söylemek yanlıştır. Reveil, "Bütün İslam ale­ mi Arapçayı bırakacak mı?» diye sorabiliyordu16: "Bütün İslam aleminde esen yeni ruh Türkiye)de bazı taraf­ tariarına Arap yazısının kaldırılması ve Latin harflerinin genel olarak kullanılması teklifiniya ptırdı. Son derece Müslü­ man olmasına rağmen Azerbaycan Cumhuriyeti zor Arap harflerini kullanımdan kaldırmaktan endi1e duymadı. An­ kara)nın a1ırıları da bunun Türkiye)de uygulanmasını isti­ yorlar. Dindar ve milliyetçi çevreler bu giirülü İslamın gele­ neklerine tam anlamıyla aykırı bularak kar1ı çıkıyorlar. » Görülüyor ki Araplarda da, kendi içlerindeki tartışmalar dik- kate alınarak, önemli bir endişe uyandırnuştır. Dolayısıyla filolo­ jik ya da sosyolojik de�erlendirmeler işlerine gelmiyor, din ve milliyetçili�e sanlmak tek mümkün savunma görülüyordu. Tep­ kiler de tamamen bu nitelikte olmuştur. Bunlardan ilginç ikisini aktarmakla yetinece�iz. Birincisi, Mekke'deki 1926 İslam Kong­ resi'nde başkanlık yapan Hicazlı Şerif Muhammed Adnan'ın Mı­ sırlı Prens Ömer Tosun'a bir mektup yollayıp Emanatı Mukad­ dese'nin Türkiye'den alınmasına çalışacak bir derne�in başına geçmesini istemesidir. Aynı zamanda bütün İslam dünyasına bir bildiri yayınlayıp, Türkiye'nin Arap harflerini kaldırdı�ına göre

------i 276 1------D L H A R F S O R U N U

herhalde Kur'an okumayı da kaldımuş olaca�nı, dolayısıyla bü­ tün kitaplık ve vakıflardaki Arapça kitaplann Mekke'ye aldınlma­ sını istedi. Bu iş için her İslam ülkesinde bir dernekkurulmasını, derneklerin genel başkanlı�ına Prens Ömer Tosun'un getirilme­ sini, emanetlerin Hicaz'a, kitaplann Mısır'a aktanlmasını öneri­ yordu. 17 Çabanın hiçbir sonuç vermedi�ni eklerneye gerek yok. Bu girişimlerin Türkiye'de tepki yarattı�ı ve Ö. Tosun'a La­ tin harfleriyle basılnuş bir kitabın hediye gönderilmesi üzerine onun da kızdı�ı anlaşılıyor. Sekreteri aracılı�ıyla yaptı�ı açıklama üzerine Mokattam'ın yayınladı�ı makale bu konudaki genel duygulan yansıttı�ı için aynen aktanyoruz18: «Prens Ömer Tosun Doğu'ludur, Doğu'ya ajık, Doğuluları se­ ver, vatan addettiği doğu'nun geleneklerinin güçlenmesini is­ ter. Doğu'nun çqitli milletlerini bir aile efra dı addederek bü­ tün Doğulu/ara sevgi besler. (... ) Türkiye·'yi ve Osmanlı salta­ natını sevmek/e tanınmıf olup ( .. .) her ikisine de malıyla, di­ liyle ve kalemiyle yardım etmekle ünlüdür. ( .. .) İj te bu duygu­ lardır ki Prens'i Arap harflerinin Latin harfleriyle değiEtiril­ mesinden nefret ettirmijtir. (... ) ÖVünülecek bir tarihe ve bir­ çok gelenekiere malik bulunan büyük Doğulu bir milletin di­ ğer Doğu milletleriyle ilgisini birerbirer kesip içinde büyük bir yer etmif olduğu uygarlıktan çıkarak diğer bir uygarlığageç ­ meye çalıimasını -kigirmek istediği bu yeni uygarlığın, kendi­ sine yak/Rjmak için yapılan bu inkılabı tasdik ve inkılapçıları kendi uygarlığına kabul ettiğine dair bu saate kadar bir ka­ nıt gö'stermemijtir- gö'rmek, Prens'i pek üzmüjtür. Bütün bu inkılapların yapılması ve Doğululararas ındaki bağın sebepsiz olarak kesilmesi prensin gücüne gitmijtir. (... ) Gerçekten Tür­ kiye harflerin değiEtirilmesinden -bu yüzden ijlerde meydana gelen sıkıntı ve kararsızlıklar dıjında- jimdiye kadar bir bafa­ rı kazanamamıjtır. Evet eskiden kullanılan harfler de Latin harfleri gibi yabancılardan, Araplardan alınmıpı. Fakat Arap harflerinin meziyeti Kur' an harfleri olması ve Türkleri komjuları ve uyruklukta ortakları bulunan kimseler/e bağla-

------1 277 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

yan bir amaç bulunması ve bu harflerin Türkçe)i yazmak için yeterli bulunmasıydı. Eğ er yeterli olmadığı ve Latincenin bu amacı sağlamaya yeterli bulunduğu bilimsel bir inceleme so­ nucunda belirmi1 olsaydı, o vakit harf inkılabı Türkler için bir bahane olabilirdi. Oysa bütün Doğulularca malum olduğu üzere bu harf inkılabı Doğululardan uzaklapp Batılı/ara yakla1mak için evvelce hazırlanmı1 bir plan neticesidir. Dola­ yısıyla Doğu'yu sevenlerin, Doğu milletlerinin birlepp kuvvet­ /enme/erini isteyenlerin bu harfinkılabından mağdur olmala­ rını doğal saymak gerekir. » O dönem Araplannın duygulannı büyük oranda temsil et­ mekle birlikte hepsinin prens gibi düşündü�ünü sanmak da yan­ lış olur. Konunun bir Arap uzmanı durumu şöyle anlatıyor19: «A rap yazısı bir kutsallık halesiyle sarılmı1 olduğu için bir sü- rü öneri ve kar1ı öneri yapıldığı halde ne bir ısiahat ne de bir deği1me mümkün olabilmipir. Gerçekten yazının birçok ba­ kımdan eksikleri vardır ve en katı mufazakarlar ve romantik­ ler bile bu eksikliklerin bilincindedir. Yazı reformu konusun­ daki girilimler tartıfmalarla sürmü1 hiçbir sonuç vermeden, yüzyıl önce ba1/adığı aynı yerde kalmı1tır. İk i temel ısiahat yo­ lu vardır. Biri Latinlqtirme de dahil kapsamlı ısiahat iste­ mektedir. Diğeriyazı nın bütünlüğ ünü tahrip etmeden basit­ lepirmeyi hedeflemektedir. Ya zının hertaraf edilmesi gereken ciddi zorluklarla malul olduğunda herkes hem.fikirdir, ancak ameliyat mı yoksa ilaç mı -dı1arıdan isiahat mı yoksa sadece basitleftirme mi- gerektiği bd/d çözümlenemeyen nokta olarak kalmı1tır. Dı1 reform yanlılarından biri Fahmi}dir. Yazının mantıklı ve pratik bir basit/epiri/mesinin sürüncemede bıra­ kılmasından sabırsızla1mıpır. Bu duygusunu Türklergibi La­ tin harflerinin alınmasını önererek ıfade etti. Bunun tartıl­ mayı sona erdireceğine ve dili oğ renmedeki en büyük engeli kaldıracağına inanmaktadır. Beklenebileceği gibi önerisi olumsuz bir yanıt aldı ve özellikle ulusal gururu tekeleme suç­ lamasıyla saldırıya uğ radı. Yi ne de iJ"nerisinin Latinlefmenin

------ı 278 1------en iyi çözüm olduğuna inanan içten destekçi/eri belirdi. Bun­ lardan biri Beyrut Amerikan Üniversitesi1nin hocalarından Frayhah diğeri Mısırlı düfünür Musa1dır. Ya zılarının pek 1 çoğunda Frayhah fimdiki yazının ne klasik ne de konu1ma di­ line uygun olmadığını çok avantaJ1arı bulunan Latinceyle de­ ğiftirilmesi gerektiğinisavufmUftur. (-..) Musa bö"yle bir değif­ menin sadece edebi ve kültürel hayatı etki/emek/e kalmayaca­ ğını iddia etmipir. Böyle bir girijimin kaçınılmaz olduğunu düfünmekte ve 'Türklerin gittiğiyoldan bizim de gideceğimiz zaman gelecektir1 demektedir. » Türk girişimi ile hiç ilgili olmamakla birlikte Filistin'deArap­ lada Yahudileri kaynaşnrmak için Latin harflerinin kullanılmaya kalkışılmasının da Araplann tepkisini artırdı�ı anlaşılıyo?0: «paJestine Weekllnin ekine Latin harfleriyle yazılmı1 Arapça notlar koymaya kalkı1ması Filistin Arap basını tarafindançok kötü kar1ılandı. Bunlar dergiyi, Arap diline tuzak kurmak ve bozmaya çalıfmakla suçladılar. Dergi kendini, konu1ma dili olarak birbirininkini bilen ancak alfabede aplamaz bir engel bulan Arap ve Yahudilerin okumalarını kolay/aftırmak gere­ ğini vurgulayarak savundu. Böylelikle iki halkın ortak bir ulusal duyg uya erileceklerini belirtti. » Buna sadece Müslümanlar de�il, Yafa'nın Ortodoks Hıristi­ yan dergisi Filistin de karşı çıktı. Ortak bir vatanseverlik teması­ nı reddedip «Filistin/ilik bir alfabe sorunu değildir» diye ekledi. Genelde Latin harflerinekarşı çıkanlar a�ır basmakla birlikte, 1970'lerinsonuna kadar Beyrut'ta Latin Harfiyaniılannın kam­ panyaianna devam ettikleribiliniyo r11: «Beyrut1ta yerel lehçeler ve Latin harfleriyle dizilmij kitaplar çekici renkli kapaktarla basılıp bedava ya da çok ucuz fiyatta dağıtılmaktadır. Her ay böyle bir kitapta ortaya çıkan yazar­ lardan birine 400 dolar ödül verilmektedir. » Latin harflerini kabul edece�i ileri sürülen bir ülke de İran ol­ muştur. Tahran'ın Şafaki Surh gazetesinin başyazan Daşti, ccD e-

------1 279 �------Bir Çajldaşlaşma Örncjli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI mokratik bir hükümeti güçlendirmek istiyorsak halkın okur yazar olması, bunun için de yazının basitleıtirilmesi ve eğ itimin bütün ülkeyeya yılması 1arttır, bu da harfleri Latin/epirmek/e mümkün­ dürı9-ı tezini ileri sürdü. Ahmet Amin Han 7 sesli ve 24 sessiz harften oluşan bir alfabe düzenleyerek ona destek verdi. Örnek olarak bir cümle de yayınladı. ((Baied heme jize ir ane jedid beqir ez din ve adat ve exlaqe pesendide nov ve taze ceved11, bunun (ye­ ni İran1da din ve iivgüye değer iirfve adetler dı1ında her 1eyinye­ ni ve taze olması 1arttır11 anlamına gelmesi, dinin etkenli�inin yi­ ne de göz ardı edilemedi�ini kanıtlıyor. Kampanyaya Amin Ka­ zimeyn gibi Arap harflerini iyi ö�renmenin on yıl aldı�ııu bu yüzden İran'da bir kitabın sadece 200 nüsha sattı�ını ileri süren, Mustafa Han Fateh ve Mucteba Minavi gibi başka çözüm bu­ lunmadı�ını açıklayanlar da kanldı. Ama ulemanın ve hüküme­ tin ilgisizli�i kampanyayı sona erdirdi. 1930 sonunda Tahran'da bir konferans veren Fransız oryantalist L. Massignon da sosyo­ lojik gerekçeler ileri sürerek Latin harflerinin İran için gerekli ol­ du�unu ancak yavaş yavaş yerleştirilmesini önerdi. Herhalde Türk acelecili�inin İran'da yürümeyece�ini düşünüyordu. Do�u dünyasından ilginç bir girişim de Tanakadeta isimli bir Japon profesörün İstanbul'a gelip Latin alfabesinin işleyişini tet­ kik etmesidir. Bu kişi ülkesinde de Latin harflerinin kabulünün baş savunucusu idi. Konunun yeniden İslam dünyasının gündemine gelmesi Sovyetler Birli�inin da�ılmasından sona 1990'ların başında ol­ du. Kiril alfabesi zorla kabul ettirilmiş Türk cumhuriyetleri harf de�iştirme kararı verdiklerinde de bir yandan Suudi Arabistan di�er yandan İran'ın Arap harflerini kabul ettirmek için yo�un çaba sarf ettikleri görüldü. Türkiye Latin harflerini önerdi. So­ nuçta Azerbaycan'ın da etkenli�i ile Latin Harfleri kabul edil­ di. Böylece Arap harflerinin bir kültür etkileme aracı olarak kullanılmasına bu cumhuriyetler kendiliklerinden karşı çıktılar. İşin garibi Arapların Turan'dakileri Müslüman sınıfina dahil et­ memeleri idi.

------1 280 1------D L H A R F S O R U N U

Kur'an Ezberlenecek mi, Anlaşılacak mı?

Arap ulusçulu�u Hıristiyan Araplar tarafından 19. yüzyılın ikinci yarısında başlatılmış, Arapça üzerindeki uzlaşma sonucu Müslümanlar da buna katılmış ve İslam a�ırlıklı bir hale dönüş­ müştü. Devletin resmi dili olan Türkçe'ye karşı Arapçanın ortak dil haline getirilmesinin istenmesiyle Il. Meşrutiyet döneminde çekişmenin ana teması oluştu. Bu dönemde İttihatçılara en çok yöneltilen abartılı bir Türkleştirme iddiasıdır. Arapça'nın İslami niteli�i vurgulanarak savunulması o dereceye varmıştır ki Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesini bile İttihatçılar engellemek zo­ runlulu�unu duymuşlardır. Araplar bazı iddialannda haklı olabi­ lirlerdi, ancak istekleri (resmi dil kabulü, memurların bölgelerin­ de bu dille iş gören yerli kişiler olması, askerli�in aynı bölgede yapılması gibi) kabul edilirse di�er cemaatlere de aym hakların tanınması durumunda, imparatorlu�un nasıl ayakta kalabilece�i hakkında bir önerileri yoktu. Bundan da anlaşılıyor ki, parçalan­ makta oldu�una -özellikle Trablus ve Balkan savaşlarından son­ ra- artık herkesin inanmış oldu�u devletin son nefesinden önce bir hazırlık dönemi yaşanmaktaydı. Açıkça ulusçu bir düşünce söz konusuydu. Bunda haksız da sayılmazlardı. Ancak inandın­ cı olmayan, buna dini bir renk katılmayaçalışılmasıydı. Hiç şüp­ hesiz, Türkleri milliyetçilikle suçlarken aynı damgayı yemek iste­ memeleri de bu seçimde bir rol oynuyordu. 1913'ten sonra İttihatçılar Panislamcı olduklan oranda Pan­ Türkçü de olmuşlardır. Bu e�ilim Turan'ı (Orta Asya Müslü­ manlarını) kurtarmak kadar, Türkçe'nin ön plana çıkarılması he­ defini de güdüyordu; tabii ternalann Türkçe olarak anlaşılması­ nı sa�layacak çalışmalan da. Kemalistler bu birikimi devralmış­ lardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap ba�ımsızlık hareketi­ nin İslam adına ve Türklerin dinsizli�i ileri sürülerek başlanlma­ sı tabii ki Türk toplumu üzerinde olumsuz bir etki yarattı. Arap­ Iann kendileri kadar Arapça da bu duygudan payını aldı. İstiklal Savaşının Arapların ya da bütün İslamın katkısıyla de�il, Türk

______, 281 �------Bir Ça!ldaşlaşma Örnc!li Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI milletinin kendi çabasıyla sürdürüldü�ünü İstanbul ve Anadolu halkı çok iyi biliyordu. 1919'daki Sultan Ahmet mitinginde Yah­ ya Kemal ünlü beytini yazdı: Ta ki yükselen ezanlarla müeyyet narnın Galip et çünki bu son ordusudur İsianun O güne kadar Ramazan malıyalarında Türkçe söz hiç görül­ memişken ilk kez bu beyit o gece Sultan Ahmet'in minareleri arasına yazıldı. Kemalist Anadolu'da savaş süresince, halkın kat­ kısını artırmak için hutbelerin Türkçe okundu�u biliniyor. Yeni halife Abdülmecit için Fatih Camiinde düzenlenen törende An­ kara'dan gelen heyetin başkanı vaiz şeyh Müfit Efendi'nin ayet­ ler dışında hep Türkçe konuşması dikkati çekti. «Bir daha ba­ ğımsızlığımızı kaybetmeyeceğiz, bunun için cihadı ekber)e ( cihil­ likle sava1a) giri1eceğiz» diyordu. Ba nh çevreler olayı «p eygambe­ rin devrinden beri uygulanan bir gelenek ilk kez kenara atıldı» ya da «a nlafılıyor ki halifenin ismi artık Türkçe okunacak Arap­ ça değil, bu İslamın değilTü rklerin halifesiw.3 diye sundular. Yi­ ne de İslam dünyası Abdülmecit'e bannı esirgemedi. Açıkçası dil hususu sanıldı� gibi önemsenmedi. Böyle bir ortamda Türki­ ye'nin en şaşırtıcı gazetesi olan Tanin Müslümanlar arası bir konferansın toplanmasını ve konuşma dilinin (%epsinin konupu­ ğu Tü rkçew.4olmasını önerdi. Buna tepki sadece Araplardan gel­ medi. Oriente Moderno şöyle eleştirde5: «A rapça varken, sade­ ce fU günkü Türk megalomanisi, kutsal metin/erin dilini çefitli Müslüman halkların terk edeceğini zannedebilir. » Tanin'in davramşı, Türkçeyi yabancı, özellikle Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerden temizleme akımının bir parçasıydı. Bu çok do�al olan ve kökü hayli evvellere giden e�ilime Arap dünyasından hayli eleştiri gelmiş, alfabe konusunu dinle ba�la­ ma çabalan artmıştır ama ılımlı bakanlar da yok de�ildi�6: «Arap ve Fa risi gramer kuralları da bırakılıyor. Şekilde ve ruhta milli bir dil yaratmaya yönelen yeni birfo rmül yayılıyor. Daha !imdiden Türk gençliğinin yetipiritmesi ve eğitiminin temelinde eskisi gibi Arapça ve Farsça bulunmayacak. (" . .)

------; 282 ı------D L H A R F S O R U N U

Ancak bugüne kadar elde edilen sonuçların sarf edilen çaba­ ları karjıladığını söyleyemeyiz. (. . .) Bununla birlikte yeni Türk kujaklarının dillerini milli uyanıf için bir araç yapma arzuları dikkat ve saygı çekiyor. Modern çağların ve milletin dehasına uyan ve iy i ijlemif bir dil aracı ile, jimdiye kadar bü­ tün dünyanın takdirine layık eserler yaratan Türk edebiyatı füphesiz ürünlerini daha kolaylıkla artınp güzellqtirebilir ve insanlığınsan'at ve düjünce hazinelerini zenginlepirebilir. » 1925 Şubat'ında TBMM'de, Kur'an'ın Türkçe'ye Diyanet İşleri tarafindançevri lmesi konusu gündeme gelince İslam dün­ yasında hassasiyet bir hayli artu. Dilden Arapça sözcüklerin çıka­ rılması zaten bir duyarlılık yaratmıştı. Öneride Kur'an'ın çevirisi ve tefsiriyle halka sunulması yani halkın kutsal kitabı anlamasının sa�lanması ve ibadette kullanılması istenmişti. Başbakan Fethi Bey öneriyi benimsedi ve meclis gerekli ödene�i ayırdı. Bu karar Mısır'da ve Hindistan'da yo�un bir taruşmanın başlamasına yol açtı. El Manar'da Reşid Rıza bu fırsatı sadece Ankara'yı yerrnek için kullandı. Önce Kur'an'ın çevrilemeyece�ini belirtiyorve ek­ liyordu: uAnkara'nın çevirme çabaları ve tartıimaları Genç Türklerin Arapça'ya olan nefretinin devamıdır. Türklerin ama­ cı çeviri vesilesiyle içeriğini istedikleri gibi değipirmek ve kutsal kitabı dini yıkma çabalan için araç olarak kullanmaktır. » Tam o sıralarda İngiltere'de Woking'deki caminin çevresin­ deki Ahmediye tarikaundan, Assuan'da Hasan Ali el-Bedavi adında birine, Lahor'da Seyyid Muhammed Ali tarafindan yapıl­ mış İngilizce Kur'an çevirisinin bir nüshası geldi.z7 El Ezher Şey­ hi'nin iste�i üzerine kitaba el kondu ve Mısır gümrü�ünde tah­ rip edildi. Mısır'ı adeta bir isteri krizi sarmışu. El Ezher Şeyhi El Gizavi çeviri yapmanın dinen haram oldu�unu açıkladı. Mu­ hammed Şakir de onu tamamladı uKur'an hem mana hem de nazmında kudsidir. Allah dilidir. Her millet için ayrı içerikli Kur'an olamaz. Siyaset ve iman fa rklılıkları sebebiyle İslam ilk birliğini kaybetti. Zaten Türkler de bilafeti kaldırdı. Çevri/ir di­ yen kdfirdir.» Muhammed Saf an gibi uKutsal kitap, çeviri/erin

------ı 283 t------Bir Ça�daşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI sadakatsizliği aracılığıyla ôğ renilecekse tamamen bilmemek daha iy idir» diyecek kadar gözü karalar da vardı. Bir di�er Ezher'li alim Hafiz Hasan Kur'an'ın düşman eline geçmemesi için gayri Müslim topraklanna götürülmemesi ve temiz olmayan kişilerin dokunmaması zorunluluklanndan başlayarak, Arapça olmayan Kur'an olamayaca�ını ileri sürdü. İslam Birli�inden bahsederken aşın Arap milliyetçili�ine kaç­ tıklannı fa rk etmeyen bu kişilere karşı Mısır'dan da aklı selim sa­ hipleri çıktı. Hem Gizavi hem de Şakir'e Kahire Darul Ulum'un­ dan Muhammed Abdel Azm karşı geldi. «Müslüman Kur1an1ı anlamazsa neyeyarar , asıl o zaman sünnete aykırı akımlar önle­ nemez. Kur1an1ın kudsiyeti sadece stil ve dilinden ileri gelmez, daha çok sosyalve ahlaki yasalar içerir. Ey İnsanlar, kitabımız li­ beraldir. Yirminci yüzyılın ortasında onun gerçeklerini anlamak isteyenlere kar1ı ağ lar kurulmasın» Hasan Hüseyin de, «Kur1an Arapça verildi ama anialılması da istendi, anialılmasına engel olunmamaJı» diyerek ona katıldı. Yine ulemadan Ali at Tubgi, «cibrail ile ula1an ilahi vahiy ilhamı verir, bunu Arapça)a uy­ gulayan peyg amberimizdir, fU halde çeviri haram sayılamaz» di- ye görüşünü belirtti. Abdelbaki Surur Nuaym daha başka bir açı­ dan yaklaştı: «Kur1an1daki fikirler daha önce inen kitaplarda da vardı -Sure 26- onlar Arapça gelmediğinegöre çeviride sakınca yok.» Müslim Mütedeyyin imzalı bir yazıda şu iddia var: «Hane­ filerde duayı Arapça telaffuz edemeyene kendi dilinde siiylemek hakkı tanınmıftır. Hadislerde de Peygamber1in aynı surenin Arap lehçelerine göre yedi çe1it telaffuzunu kabul ettiği, hatta İran/ı imamın telaffuzunun da kabul edildiğini biliniy or. Kur1an 1ın ba1kasınca okunamaz hale gelmesinin içtihad yolları­ nın kapanmasına sebep olduğu unutulmamalıdır. » Bir başkası da Peygamber'in Bizans imparatoru ve Mısır Kralı'na yolladı�ı mektuplarda Kur'an'dan alıntılar bulundu�u ve bunlann tercü­ me edilmeden anlaşılamayaca�ını bildi�ine göre, çeviriyi red et­ memiş oldu�u ortaya çıkar, aksi olsaydı do�ruca tefsirini yazardı tezini ileri sürmüştür.

------� 284 �------D L H A R F S O R U N U

Karşı saldırının bilimselli�i karşısında o/maz'cılarda bir yumu­ şama görüldü. Ezher'in eski Şeyh Vekili M. Şakir tercüme yapı­ lamayaca�ı konusunda icma bulundu�unu, Ebu Hanife'nin Arapça'yı telaffuzedemeyenler için sadece namazda izin verdi�i­ ni, propaganda amacıyla tefsir ve vaazda çeviri kullanılabilece�i­ ni ve her dilde yapılabilece�ini ancak tefsirin tercüme anlamına gelmedi�ini belirtti. Halkıasıl yönlendireninvaazda söylenen ol­ du�unu ve kitlenin Arapça bilmiyorsa anlamadı�ı sözlerle yön­ lendirilemeyece�ini Şakir'in fa rk etmemesi, tezini zayıftatan un­ surdu. Tartışmaya noktayı eski Mısır müftüsü Muhammed Bak­ bit bir fe tva ile koydu. Bunu özetle aktarıyoruz: Ünlü Lisanül Arab sözlü�üne göre tercüme tefsirle aynı an­ lama gelir. El Ezher rektörü Maliki mezhebinden oldu�u için çeviriye karşı. Oysa Hanefilerbunu kabul eder, olayın mezhep konusu yapılması işi kanştırmıştır. Bazı mezheplerin kabul, bazı­ lannın reddetti�i bilinmelidir. Ebu Hanife'nin Farsça metni ya­ saklaması sadece bu dilde olmasındandır. Yanında Arapça metin bulundu�u zaman Farsça'nın da olmasında sakıncayoktur. Ha­ nefiler, Hanbeliler ve Şafiiler çeviriyi kabul ederler. Sadece bir mekteple karşı çıkmak yanlıştır. Allah'ın şeriatı Maliki mezhe­ binden daha geniştir. Sonuçta Kur'an'ı çevirmek günah de�ildir, ancak aynı ciltte Arapça metnin eksiksiz bulunması ve çevrinin de, kutsal kitabı tam anlamanın güçlü�ü karşısında konu üzerin­ de derin bilgisi olanlarca yapılması şarttır. Böyle bir çeviri sade­ ce meşru de�il ayrıca fa rzı kifayediryani İslam toplumlannın uy­ ması gereken bir fa rzdır. Bu tartışmalar sonucunda Mısır'da hazırlanan bir yasa ile, Anayasa'da devlet dininin İslam oldu�u kaydına dayanarak İçiş­ leri Bakanlı�ının onayı olmadan Kur'an'ın bastınlamayaca�ı ve da�mlamayaca�ı ilan edildi. Yayıncıların her nüshaya izin kaydı­ nı koymalan mecburiyeri getirildi. Dünyada 1925'den önce yapılmış 1000 kadar Kur'an çeviri­ sinden yarısıArapça dışındaki Müslüman dillerindedir. Yani adı-

______, 285 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI na ister meal densin ister tefsir ya da tercüme, olay yüzyıllardan beri tepki görmeden uygulanmış bir şeydir. 1925 yılında konu­ nun bu şekilde gündeme getirilmesinin arkasında başka gerekçe­ ler aramak kaçınılmaz oluyor. Hurafelerden ve hurafeci, çıkarcı din adamlanndan imanı kurtarmak amacıyla Kemalistlerin din konusunda baskılar yaptıklan bir gerçektir. Ama dinin en saf şek­ liyle aniaşılmasını sa�lamak niyetiyle yapılan bilimselli�i tartışıla­ mayacak iyi niyetli bir girişimin böylesine ters şekilde sunulması önyargı payını artırmaktadır. Bizi özellikle dinin temiz şekliyle anlaşılması için bütün yaşamınca u�raşmış Abduh'un ö�rencisi Reşid Rı za'nın tutumuyla El Ezher'in başına kadar çıkmış iki ali­ min ifadeleri düşündürdü. El Manar sahibinin artık Arapça bil­ meyen, Arap olmayan Müslüman sayılmaz anlayışına kesin eriş­ ti�i, kendi ifadesiyle ortaya çıkıyor. Ezherlilerin ise Araplı�ın ya­ nına bir de mezhep ayrımı katmaları, İslamın kavrayıcılı�ından ne denli koptuklarının kanıtıdır. İki davranışı da, ancak İsiama dayalı Arap Milliyetçili�i'nin Mısır toplumunda o dönemde çok kökleşmiş olmasıyla açıklamak olasıdır. İslam dünyasının çeşitli yerlerinden Türklere yönelen denge­ siz dinsizlik suçlamalarına karşılık Türkiye'den de sert suçlama­ lar yükseldi�i gibi, dinin şekille ilgili hususları üzerinde de�işik­ lik önerileri de eksik olmadı. Bunların hiçbirinin resmi sorumlu­ lardan çıkmamasına ve resmi nitelik taşırnamasına ra�men, Tür­ kiye'deki dinsizli�in göstergesi olarak kullanıldı�ı bir gerçektir. Mısır basınının başlıca haber kaynaklanndan olan Manchester Guardian'ın İstanbul özel muhabirinin 1925'deki bir yazısı bu tür kışkırtmalara iyi bir örnek oluşturuyor. Türkiye'de Dini Re­ fo rm başlıklı yazının ikinci başlı�ı (Çok kapsamlı deği1iklikler öne­ riliyor' kaydını taşıyor18: «Türkiye'de İsldmın dinsel geleneklerinden değiliklik yapılması ve basitle,-tirilmesi istekleri artmaktadır. Abdestin, camiye yalı­ nayak girmenin, secdenin ve orucun kaldırılması için güçlü bir akım var. Duaların, ilabilerin ve vaazın daha iyi düzenlenmesi de 1art görülüyor. Bir diğerlikayet konusu da dinsel hizmetlerin

------ı 286 1------D L H A R 1' S O R U N U

iyi düzenlenmemif olması. (. ..) Şu anda Türkiye1den her kafa ­ dan bir ses çıkıyor. Kemal Pafa buna da bir çare bulacak1 Batı kılık/ı ayakkabılı müminlerin konfo ru için her fCJ yapılacaktır. (. . .) Kemal Pajanın tam Türkçeye çevri/enK ur1an1ın ilk nüsha­ larını camilere dağıttığı fU sırada Kur1an Türkçe okunacak ... » İçinde doğrular kadar uydurmalar da bulunan -henüz başla- mamış Türkçe Kur'an dağıtımı ya da orucun kaldmiması gibi­ bu tür yayınların etkisi, Türkiye'deki oluşumlan doğrudan izle­ yemeyen çevrelere çarpıtılmış haber ulaştırmakta görülmektedir. Eski Ezher Şeyh Vekili M. Şakir mutlaka bu tür yayınlardan al­ dığı bilgilerle kampanyasını sürdürmüştür19: ( 1926) «D ünya Sava1ı İslam ülkelerini darma dağınık ettiktensonra İslam Birliğinin tek ayakta kalan bakiyesi bu Kur1an değil mi? Hele Türkiye Cumhuriyeti yüce halıfenin tahtını yıkıp İs­ lamın büyük bajkentini kenara ittikten ve bir ceset gibi meza­ ra attıktan sonra ? Acaba biiylesine yenilik ve değijme atejiyle yanan bu kijiler Arapça kılıft altında Kur1an1ı Kerime yö­ nelttikleri hırslarıyla, İncil ve Te vra�ta olduğu gibi1 çevir­ men/erin tashih ve gözden geçirme gerektiğiniher hissedif/erin­ de düze/tip yeniiCjtirecekleri1 Türkiye Cumhuriyeti1nde bir Türkçe Kur1an1 İngiliz kolonilerde İngilizce ve diğer hükü­ metlerin sömürgelerinde birer Fransız, İtalyan, İspanyol, Hol­ landa Kur1an1ı çıkarmakla İslam dünyası içinde yeni bir sa ­ va! alanı mı yaratmak istiyorlar?» M. Şakir Arapça kılıft altında Kur1an1a saldırı derken ger­ çekte Kur1an kılıft altında -yani kutsallajtırarak- Arapça)ı sa ­ vunma taktiği uyguluyordu. O yıllarda Arapça'nın sorunu Tür­ kiye ve Türklerle değildi. 13 milyon nüfuslu Türkiye Kur'an'da­ ki de dahil Arapça'yı topraklanndan tamamen silse bunun 300- 400 milyon nüfuslu İslam dünyasını ve Türkiye'ninkinden en az dört beş defa daha fa zla nüfusa sahip Arap alemini endişelendir­ memesi gerekirken, bütün eleştirilerin Türkiye'ye ve Kemalistle­ re yöneltilmesi şaşırtıcı oluyor. M. Şakir'in yazısındaki son kısım bu açıdan uyancı bir nitelik taşıyor. İngiliz, Fransız, İtalyan, İs-

------1 287 1------Bir Ça�daşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI panyol, Hollanda sömürgelerinde bu dillerle Kur'an'lann bu­ lunmasından Türkleri sorumlu tutmak, aslında eleştiri cesareti gösteremedikleri ve gönüllü olarak kabullendikleri himaye re­ jimleri karşısındaki aczin bir ifadesidir. Nitekim Arap yazısının zorlu�u ve de�iştirilmesi ya da düzeltilmesi konusunda Oryan­ talistlerin de Arapların kendilerinin de ileri sürdükleri düşünce­ lerin yanı sıra, himayeci rejimler bu ülkelere kendi dillerini resmi dil olarak zorlamaktaydılar. Arap Ba�msızlık Hareketine gerek­ çe olarak Türkleştirilmeyi ileri sürenler için bu şaşırtıcı bir olu­ şumdu. Türkçe'den, İngilizce ya da Fransızca'ya esir olmak için mi kurtulmuşlardı? Mısır'da mahkemelerde, e�itimde İngilizce hakimdi. Aynca çok sayıda Fransız e�itim kurumu aydınlara bu kültürü ö�reti­ yordu. Aydın kesim tamamen, bu iki dilin etkisi alnndaydı. Yö­ netim gibi ordunun da İngiliz kontrolünde oldu�u Mısır'ın ya­ nı sıra Irak, Filistin ve Ürdün'de de bu dil ve kültür yabanedaş­ ması hissediliyordu. Lübnan ve Suriye ise esasen var olan Fran­ sız dil ve kültür etkisinin daha da aşınlaşması sorunuyla karşı kar­ şıyaydı. Yan resmi La Syrie gazetesinin l926'da mahkemelerde sadece Fransızca konuşulmasını, avukatiann savunmalarını Fran­ sızca yapmalarını istemesi uzun süren bir polemik yarattı. İşe Mısır basını da kanşn. «Bugidifle Arapça yok olmaktan kurtula­ mayacak» yorumunu yapanlar da vardı. Bu sırada Lozan antiaş­ ması gere�ince belli bir süre içinde; Türk kalmak ya da yeni dev­ letin uyru�unu seçmek karan karşısında bırakılan bir kısım Suri­ yeli'nin Türkiye'yi seçmesi de tepki yaratn. Bunları yeteri kadar milliyetçi olmamakla suçladılar. Aslen Türk olan ya da Osmanlı döneminde e�itimlerini Türkçe gördükleri için yeni yönetimin Fransızca-Arapça şartına uyamayan bu kimselerin, aşa�ılanan bir sistem ve toplumu tercih etmelerini, kendi statülerinin eksiklik­ lerinde aramak işlerine gelmiyordu. Hata yaptıkları şöyle anlatıl­ dı30: «j! bulacaklarını sanarak Türkiye)e gitmeyi tercih ediyor­ lar. Ancak orada hayal kırıklığına uğ rayacakları muhakkak.»

------1 288 1------D L H A R F S O R U N U

Türkiye'de Türkçe'nin okullarda mecburi hale getirildi�, iş yerleri de dahil bütün yazışmalann Türkçe yapılma zorunlulu�u konuldu�u, bütün şehir isimlerinin Türkçeleştirildi� haberleri kendilerine ulaştı�ı bir sırada Suriye ve Lübnan'da bazı resmi da­ irelerde Arapça'ya hiç ilgi gösterilmemesi, telefon idaresinin santral kızlara Fransızca'dan başka dil konuşmayı yasaklaması kızgınlı� artırdı. Himayeci devletin halkla aniaşabilmek için kendi memurlanna Arapça ö�retmesi önerildi. Suriye ve Lüb­ nan'da yalnız Arapça'nın resmi dil olması ısrarla istendi. Bu is­ tekler yankı bulamazken, Türkiye'de Arap harflerinin kaldınlma­ sının yanı sıra okullardaki Arapça ve Farsça derslerinin de kaldı­ niması Arap milliyetçilerini tabii ki daha da rahatsız etti. Buna karşılık Lübnan'daki Hıristiyan Araplann Fransız yönetimi yan­ lısı yayın organı bir süre sonra rrulusal kültürün bütün gelenekle­ rini altüst edecek bu kararı�• övüyor ve Türklerin özelliklerini kaybetmelerinin suçunu Arap-Fars kültürlerine ba�ıyordu: rrA rap Pe Fa risi tetkiklerinin sonucu, hem İran eğlence düfkün­ lüğü hem de Arap kaderciliği ileet kilenmifbir kültürün uzun yüzyıllarboyunca Türk fikriya1a mını yönetmifolmasıdır ; öyleki 15. yüzyılın enerjik saPafçılannı ep/at/anna ırklannın pek çok özelliklerini kaybatirdi (... ) Ye nigirifimle Türk lisanı bir can­ lılık, bir özerklik Pe özellikle kaybettiği bir egemenliği kazana­ caktır. Bu, emir/e düzen/enmilbir dil yenilenmesi, çok iltJinç bir sosyolojik deneme olup bütün dünya dil uzmanlannındikkatini mutlaka çekecektir, zira dilin ePrimi konusunda Pe gerçekten beklenmedik 1ekilde, insan iradesinin rolü sorusunu bir kez da­ ha gündeme getirmiftir... Arap Pe İran yerine herhalde Batıya yöneleceklerdir. Bu da Doğu klasikliğinin ölümü demektir. -" Türkiye'nin yanı sıra İran'ın da dilde sadeleşme ve yabancı sözcükleri tasfiyegirişimi Araplan etkiledi. İran Avrupa kökenli­ ler kadar Arap kökenli kelimeleri de dilinden anyordu. Bunun da Arap düşmanlı�ı ve İsiarnı terk olarak nitdenmesi karşısında İran Başbakanı meclis kürsüsünden bir konuşmayla Türklerinkine çok benzeyen gerekçeyi anlatmak zorunda kaldı31:

------1 289 1------Bir ÇaAdaşlaşma Örnc:Ai Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«Dildekitemizlik hareketinin ne siyasi ne de dini amacı olma­ dığını hem İran kamuoyu hem de diğerMüsl üman toplumla­ rı bilmelidir. APrupa kelimelerinin çıkanlması ne Araplara düfmanlıktan ne de İsidmı terk içindir. Tren, otomobil, mo­ derngiysi Pe baflık, iskemle, çatal Pe kapğın dinle bir ilgisiyok­ tur. Dilin temizlenmesinde de hakaret sayılacak bir !CJara­ mamak gerekli. Arapça kelimelerin kullanılmamasının da dinle ilgisiyok. Dilimizi de, elbisemizi de tamamen Batıdan alsak bu Müslümanlığımızı etkilemez. Mısır)da, Iraeda, Şam'da APrupalı gibi giyinen pek çok kimse Par, yine de saf

Müslüman kalıyorlar . . . »

Ibadette Türkçe ve Radyo Krizi

1932 Ocak'ında İslam dünyası yeniden Türkiye'den gelen haberlerle sarsıldı. Süleymaniye'de HafizSadettin hutbeyi tama­ men Türkçe okumuş, Yerebatan Camiinde bütün ibadet Türkçe yapılnuş, Fatih Camiinde ezan Türkçe okunmuş ve nihayet 3 Şubat'ta Kadir gecesi Ayasofya Camiinde 30 kadar hafizın Türk­ çe mevlidi ile kutlanmış ve bu olay İslam tarihinde ilk kez radyo ile yayınlannuştı. Dinsizlik yakıştınlan rejimin aksine dini göste­ rilere destek verdi�; ama ibadetin halk tarafindan anlaşılmasın­ da kararlı oldu�u ve eleştirilere de hiç önem vermedi�i böylece ortaya kondu. Açıkça yo�un saldınlara bir meydan okuma vardı. Türkiye'nin içine de�il, daha çok dışındaki dini çevretere yöne­ lik bir meydan okuma. Mısır dinci çevrelerinde bu girişim üzerine beliren tartışma, hareketsizleşmiş toplumlann nasıl kalıplarla yönlendirildi�ni, ta­ bulaştınlnuş konutann nasıl günlük tartışma haline getirildi�ni gösteriyor. Şeyh el Taftazani bilinen kalıplarla saldırıya geçti33: «rapılanlar ladini (laik) dePiette doğaldır. Türkçe Pe Latin­ ce Kur)an)dan sonra bunları da müzelere atar Pe böylece ne din bırakırlar ne de Kur)an . .FAerİsl am olmasaydı Türkler

------...,.------ı 290 1------D L H A R F S O R U N U

Çin'de barbar bir ulus olarak kalırlardı. Artık küfürlerini açıkça ilan etme/i, İsidmı ve Müslümanlanrahat bırakma/ı­ dır/ar. Daha önceki ilerlemelerine İsla m mı engel olmupu?» Onun saldınsına muhammed Farid Vajdi karşı çıkn: lr'J'ürkiye'nin son yıllarda gerçekltftirdiği ıs/ahat, bu devletin bağımsızlığının ve ilerlemesigereğinin sonucudur. Ve diğer İs­ lam ülkeleri de sıralangel ince aynı a1amalardangeçecek/er­ dir. Kur'an'ın Türkçe'ye çevirisine gelince, İran/ı/ar, Hintli­ ler, Çin/i/er, Malezyalı/ar daha önce çevirdiler. Hıristiyanlar ba1/angıçta kilisenin kar1ı çıkmasına rağmen İnci/'i değifik dillere çevirmi1/erdi. Alfabe değifikliği ise eğitimiya ymak için­ di. Türkçe'ye çt11rilen ve lAtinharfleri yle basılanKur' an, Taf­ tazani'nin iddiasının aksine Türklerde İsiama imanı pekiftir­ meyi ve Müslümanlarla bağlarıgüçlendirmeye yaraya caktır. » Taftazani'in yanın şöyle oldu: «soylu Türk milletine saygım var ama yöneticilerinin ihtilalci bid'atlerine yok. Şeriatı red ile İJ:P içre medeni yasasını kabul et­ mediler mi? Türkiye'deki bağımsızlık ve milliyetçilik konusuna gelince İslam milliyetçi özgünlüğün (Ef Suubiyye) ve bölgeeili­ ğin (İklimiyye) dü1manıdır, zira bütün Müslümanları kardel sayar, Milliyetçilik İsidmı zayıflatır ve İslam dünyasının gücü­ nü olufturan birliğiyıkar. İran, Afga nistan, Hicaz ve Ye men İslamgelene ğinden ayrılmadan bağımsızlıklarını korudu/ar. Eğ er Turancı hareket İsldmi harekete nazaran önceliğesahi p ol­ masaydı Türkiye'nin durumu fa rklı olurdu. Kur'an Çt11rilemez sadece teftiriya pılır, o da Kur'an yerine sayılamaz. Kur'an'ın ve ezanın Türkçe okunması sadece Türkleriher türlü Arap etki­ sinden kurtarma amaç/ıdır. Erki/erin duanın Arapça dtpnda yapılmasını kabul ettikleri teziyanlıpır. Allahu Ekberyerine Ta nrı Uludur demekle Türkler dünyanın temelini sarstı/ar. » Vafdi'nin bugiirüflereyanıtı föy/edir: «Müslüman halklar için birkaç yüzyıldırmahkumu olduklan hareketsizlik buzunu kırmak gereklidir ve bunun için Türk/e-

------ı 291 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

re hayranlık duyup cesaretlendirmek {arttır. Bafka çare yok. Her ne kadar ihtilallerinde a1ırılıklarolsa da her ihtilalde ol­ duğu gibi durulmakta gecikmeyeceklerdir. İslam dünyasının Jo sillepiği ve sosyalyafa mda bajkalarıyla yarı1amayacağı iddi­ alarını onlar ya/anladı. Ebu Ha nife (Ezher'de çok kullanılan eserlerine atıfta bulunarak) Arapça bilmeyen/erin, anlamı değipirmemek {artıyla Kur'an'ı kendi dilinde okuyabileceğini kabul etmipi. El Alusi'nin teftirinde de Peyga mberin Fati­ ha'nın Farsça okunmasını kabul ettiği kayıt/ıdır. Müslüman Birliği ve İslam karjısında ırkfarkı sorununagelince El Hu­ curat suresinde (49/13) insanların kavimler ve kabileler ha­ linde bulunması kabul edilmipir. Burada (birbirinizle tanıi­ manız için' denir (birbirinizle karıjmanız' için değil. Kurul­ duktan birkaç yüzyıl sonra İslam İspanya, Bağdat ve Kahi­ re'de üç büyük devlete ayrılmıpır. Dünya ya1amının iğfaliyle sahte inanıf ve su.fi teorileri yayıldı, din az kijinin tekeli hali­ ne geldi. Aynı sırada Avrupa halkları uyandı, din adamları­ nın üstünde bir yer kazandılar, din kitapları çevrildi, bilim ôzgürlepirildi. daha sonra sömürgeci yayılmacılıkla çevreye hakim olmaya bajladılar. Karjılarına çejitli halkları, ya1am bilgisi olmadan bilim öğ renmeye, yetenek göstermeden, kendi dillerini ve geçmijlerini bilmeden birbirlerinin üzerinde dal­ ga/anan Doğu halkları çıktı ve kolaylıkla esir ettiler. » Aynı sırada, genellikle ayn içeriklere sahip olan bir tartışma­ da bir di�er yayın organında Taftazani taraftan Şeyh el Faruki ile Türk devrimleri yanlısı Hüseyin Remzi Bey arasında cereyan et­ ti. Vajdi ile Taftazani arasındaki tartışmaise sürmeye devam et­ ti. Bu ikincisi Ez Zeila ve El Marginani'den naklen Kur'an'ın Arapça dışında başka dillerle söylenemeyece�ine dair örnekler verdi. Peygamber'in Fatiha'nınFarsça okunmasına ses çıkarma­ masının bunun orijinal metinve dualarda okunabilirlik hakkı ta­ şıyaca�ı anlamı taşımadı�ını ileri sürdü. Vajdi'nin sufileri yerme­ sine de karşı çıkıp bunlann Kur'an'a ve sünnete ba�lı olduklan­ nı, Hıristiyan misyonerlerine karşı iyi mücadele verdiklerini be-

------1 292 1------D L H A R F S O R U N U

lirtti. Son söz olarak Ezher ulemasını, bir toplantı düzenleyip konuya açıklık kazandırmaya davet etti. Bu tartışmanın kanıtladı�ı, İslami metinlerde ve tefsirlerde, hem Kur'an'ın çevrilmesinden ve başka dille yazılıp okunmasm­ dan yana, hem de karşı gerekçelerin bulunabilece�iydi. Nitekim İslamın tek bir vücut sayılması gibi kavim ve aşiretlerden oluş­ masının da kabul edilebilece�inin gerekçeleri bir kez daha orta­ ya kondu. Tartışmayı sa�ırlar diyalogu haline getiren bir orta fo rmülün aranması de�il, her tamşmaemın kendi gerekçelerine sanlarak direnmesi ve tefsir aleminden örneklerini artırarakade­ ta kendi bilgi hazinesinin zenginli�ini ortaya dökmesiydi. Vaj­ di'nin bu konuda bir ölçüde zorlayıcı olmasına karşılık Taftaza­ ni'nin kapalılı�ı çok dikkati çekici. İslamın bir kardeşlik bütünü oldu�unu söylerken Orta Asya Müslümanlarının kurtuluşunu hedefleyen bir akımı en büyük suç saymak ve «b u olmasaydı Tür­ kiye1de Müslümanlık kalırdı» türü bir mantık kullanmak onun en büyük çelişkisini oluşturuyor. Arap dünyası uyurken ve henüz Osmanlı tam belirmemişken, 14 ve 15. yüzyıllarda Orta As­ ya'nın İslam dünyasının en ileri düzeyini temsil etti�ini, Hindis­ tan'da İslamın kökleşmesinin bu Orta Asya'dan gelen fa tibierin eseri oldu�unu bilmemesi, Arap'tan başka bir şey görmemek tutkusu ile açıklanabilir. İslimda milliyetçili�i yererken kendisi­ nin Kavakibi ve sonrakilerin çizgisinde Arap milliyetçili�i yaptı­ �ını fa rk etmiyor. Arap'a dayalı olmayan bir İslam Birli�ini ka­ bullenemedi�i anlaşılıyor. 1400 yıla ulaşan bir denemeden sonra Arapça'nın Müslü­ maniann ço�unlu�unca ö�renilmedi�ini, hatta Kur'an'ın tam kurallanna uygun şekilde okunrnası ve anlaşılmasının da Arapla­ rın azınlı�ı tarafindan gerçekleştirilebildi�ini bilmesi gerekirken bunu yapamayanları Müslüman saymamaya kalkışması, gerçekte İslami anlayışa aykınydı. Peygamberin dini anlayışına tam aykırı olan sufili�i savunurken, Müslüman oldu�unu vurgulayan ke­ simleri dindensaymamak hiç şüphesiz onun haddini aşması olu­ yordu. Ancak bu yaklaşımın o dönemde çok yaygın oldu�u ve

------1 293 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Taftazani'nin bir örnek oluşturdu�unu kabul etmek gerekiyor. Türkiye'den, özellikle Arap din çevrelerine yükselen sert tepki­ lerde bu dar bakışlar rol oynamıştır. Herhalde bu tutumlannı hedefleyen, İslam dünyasının ve din adamlannın fo silleşti�i, sö­ mürgeleşti�i yargısına yanıt verememesi bu kalıpçılı�ının sonu­ cu olsa gerekir. Ba�ımsız saydı�ı ve topu bir arada İslam dünya­ sının onda birini aricak oluşturan devletlerin gerçekte Batının ekonomik sultası altında olduklannın da onu ilgilendirmedi� anlaşılıyor. İslam bize yeter, özgürlük önemli değil, mantı�ının et­ kisinde oldu�unu görüyoruz. Bu mantık ça�ın koşuHanna uy­ mak diye bir sorunla kendini yarmasını da engelliyor. Böylece, mürnin ibadetinde ne söyledi�inianlamalı mı sorusuna bir yanıt vermek gere�ini duymuyor. Haftz ezberciliği'nin yeterli görülmesinin İslam toplumlanmn geri kalmasında önemli rol oynadı�ını fark etmedi�i anlaşılıyor. Yahut da kitleler bilgilenir­ se kendisi gibilere iş kalmayaca�ı endişesinde olabilir. 24 Şubat l932'de Ezher'in büyük uleması toplanıp Kur'an'ın çevirisi ve bunun okunınası sorununu ele aldı. Dört imarnın gö­ rüşleri ba�daştınlarak, Kur'an'ın çevrilmesinde bir sakınca olma­ dı�ı, ancak buna Kur'an de�il Kur'an çevirisi (ya da meali) den­ mesi gerekti�nekarar verdiler. Tabii ki esas metnin Arapça oldu­ �unu da vurguladılar. Sorun sadece Türkiye'nin davranışından çıkmamıştı. Hindistan'da Haydarabad Nizarnı Kur'an'm İngiliz­ ce'ye çevrilmesi için çalışmalar başlatmıştı. Hollanda sömürgele­ rinde de tarnşmalar vardı. Bir yandan bir Cavalı, kendi dillerine çevrilmedikçe anlayamayacaklannı belirtiyor, di�er yandan Hol­ landa diline çevrilmezse Hollandalılan Müslümanlaşurmanın ola­ naksızlı�ını anımsatıyordu. Sumatra'da Kur'an Latin harfleriyle Arapça basılmış, bazı çevrelerden tepkiler yükselmişti. Çözüm bulunamayınca Ezher'e başvurup bir fe tva verilmesini istediler. 57 alimden sadece ikisinin çekimser kaldı�ı fe tvada tercüme de­ �il meal denmesi, bunun yanına Arapça asıl metnin konması ge­ re�i ve Latin harfleriyle yazının Arapça'nın seslerini tam vereme­ yip kanşıklık yarataca�ı için kullanılmaması istendi.

------ı 294 1------D L H A R F S O R U N U

Çok dilli ve her birinde Kur'an çevirisine sahip Hindistan'da tepki aynı serdikte olmadı. Buna karşılık İngiliz etkili bir yayın­ da Araplara sempatik görünmek amaçlı bir yazı gördük3•: «Türkçe dua ile M. Kemal İslamın temelini yıkıyor. Bu ilerle­ me değil,geril eme. 400 milyonu n alıpığı, kabul ettiği ve ulus­ lararası birlikgörünümü yarattığı bir dil dıflanamaz. Herkes Kur'an'ı kendi diliyle okursa İslam tanınamaz halegelir. Din kansızlıktan ölür.» Türk girişiminin bir etkisi de Kur'an'ın aletler aracılı�ıyla ya­ yınlanmasının gündeme gelmesinde görüldü. İlk kez 1899'da Cava'da el Alawi adında biri fonografla (gramofonun ilk şekli) Kur'an yayımna karşı oldu�u yolunda bir fe tva vermişti. Gerek­ çesi, kaydın Arapça'nın bütün inceliklerini yansıtmaması sebe­ biyle Kur'an'ın tahrifine yol açabilmesiydi. Aynı yıl Trablus­ şam'lı Hüseyin el Gisr de fonografi kullanmayı şeriata aykın sa­ yan bir fe tva vermişti.Buna karşılık 1906'da Mısır müftüsü Bak­ bit, şeriata uygun davranmak şartıyla fonograf dinlemeyeizin çı­ kardı. Bu kez de radyo ile yayının şeriata uygunlu� gündeme getirildi. Ezher'e yanıtlaması için yöneltilen soru şöyleydi: «FA­ Ience yerlerinde ve uygun olmayan ba1ka yerlerde de din/endiğine göre radyo ile Kur'an ya da ezan okunması konusundaki kararı­ nızı açıklarmıs ınız?» Dü�meyi çevirmekle yayının durdurulabi­ lece�i gerçe�ni düşünmediklerine göre sorudan asıl amaç, bu iş­ lerde alet kullanılmasının uygun olup olmadı�ydı. Yanıt Bak­ bit'in çeyrek yüzyıl önceki fe tvasının çizgisinde oldu: Radyodan dinlenen bir yankı de�ildir konuşanın kendi sesidir, dinlenen de Kur'an'dır. Okuyan gerekli koşullan haiz bir yerde bulunuyor ve kurallara uyuyorsa sakınca yoktur. Aksi halde yapılamaz. Dinle­ yen de dikkatini ona yo�unlaştırmalı, rahatsız eden olursa engel­ lemelidir. Kur'an dışı şeylerin (şarkılar gibi) okunmasında da ay­ nı kurallar geçerlidir. 35 Böylece Ezher alimleri, bir yandan ça�daş yeniliklere karşı çıkmıyor, ama yine de bunlann İslami nitelikle kullanılmasını şartkoşuyor du. Bu ihtiyatlıkta,bir yandan radyonun İslam dün-

------1 295 �------Ilir<,; aAdaılaşma ÜrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI yasında da yaygınlaşmaya başlaması, di�er yandan di�er bazı Müslüman ülkelerde dini açıdan yasaklanması rol oynamış olma­ lıdır. 1930'lann başında Kahire'de 50 bin radyo bulundu�u ama bundan kültür (tabii dini) de�il, sadece e�ence amacıyla yarar­ lanılmasından yakınanlar vardı. Gerçekten örne�n Türkiye'de radyo özellikle müzi�in yaygınlaşnnlmasının büyük aracı olur­ ken Yemen'de gramofon, yasak müzik çaldı�ı vekişileri dini gö­ revlerini yerine getirmekten alıkoydu�u için yasaklanmıştı. İmam Yahya, Aden'den gelen Arapça plaklann halk için tehlike oluşturdu�una inanıyordu. 1934'de Tunus'ta, Şeyh Muhtar İbn Mahmud bir fe tva vererek radyo ile Kur'an okunmasını yerdi. Kahire radyosunca her gün yapılan Kur'an yayınının rastgele yerlerde dinlenmesinden rahatsız olmuşlardı. Şamlı ulema da radyodan Kur'an yayınlannın kahvehanelerde dinlenmesine kar­ şı çıkn, Kur'an okuyuculannın grev yapmasını ve Mısır hüküme­ tinin de gerekli önlemleri almasını istemeye karar verdiler. Ez­ her'den Şeyhül Makan (Hafizı Kur'an'lann şeyhi de radyodaki okunuş şeklini ve saatlerini be�enmedi�ni, iptalini istedi. Şeyhül Ezher saatierin de�iştirilmeyece�ini ama daha iyi okunması için çalışaca�ını, tamamen kaldırmanın bahis konusu olamayaca�ını açıkladı. Suriye'de İçişleri Bakanlı�ı kahvehaneler ve e�lence yerlerinde radyodan Kur'an dinlenmesini yasaklarken Mısır da bunu yalnız gündüz yapma karan aldı. Ban dünyasında Kur'an'ın, din metinlerinin Türkçe okunma­ sına en büyük övgü bir Bulgardan gelmiştir. Ortodoks Kilisesi­ nin Bulgadann ibadetlerini kendi dillerinde de�il de Yunanca yapmasındaki ısrarından çok sıkıntı çekmiş olduklannı anımsata­ rak, Türkiye'deki laikli�i övmüş ve ((Yunan Ortodoksiuğu için bu ne ibretamiz derstir» deyimini kullanmıştır. 36 Bunun dışında Kur'an'ın Türkçe okunması sadece bir din so­ runu olarak de�l, bir dil ve kültür de�işmesi sorunu olarak ele alınmıştır. Times muhabirinin anlatımı şöyle37: o:cami tepeleme doluydu. Eski Türkler füpheci, yeni Türkler ulusçu hareketin doğal sonucu olarak, Arap geleneğiyle kopu-

------ı 296 1------D L H A R F S O R U N U

fUn sonu diye baktı. (... ) Ya bancılar için ikiside aynı müzika­ litede olmakla birlikte Allahu Ekber yerine kullanılan Allah Büyüktür deyimi eski Türklerin kulağına hof gelmedi. Anlajı­ lıyor ki Türkçe Kur'an'a elepiri/er sadece gelenekçi/ikten. (. . .) Oysa bajka değijmeler de var. Dil değijmesi ve basitlqmesigibi. Osmanlıca'nın eski ağ da/ı saltanat stili, sonugelmez cümleleri gitti, net, kısa cümleler geldi. Ta m Tü rkçe olan bu yazılar ko- laylıkla anlajılıyor, hattaaz eğ itilmif okuyucu tarafindanda. » Oryantalist Denisan Ross soruna, dildeki yenileşme olarak baktı�ında «Tarihte örneği olmayan bir girijim» diye niteledi. «Gazi'nin 1ansı Türk dilinin zengin olmasıdır. Amaç bütün ül­ kede standart bir telaffu za varmayı sağlamak. Gazi bu giriii­ minde de bajarıya ulajacaktır. »''B Türkiye uzmanı Amerikalı Gates'e göre, «Türkler anla­ madıkları bir dilde dini dinliyor/ardı, {imdi daha iyi anlaya­ caklar».39 En ilginç yorumlar, Atatürk ile, din ve dil konulannı açıkça tartışmış olan ABD'nin büyük elçisi Sherrill'den gelmiştir40: «D ini devletten ayırması dinsizlik değildi. Bunu, kutsal kita­ bı kendi dillerinde yayınlayarak, bir elle aldığını diğeri ileve­ rerek kanıt/adı. Artık herkes onu (Mister Everyman) kendi ba­ pna okuyabilecek, anlayabilecek. Luthergibi onun da cesareti­ ne hayranız. (. . .) Herkesin kendisi okuması için kutsal kitabın sayfalarını açtıysa ona dinsiz demek haksızlık olmaz mı? Ke­ sinlikle evet. Şüphesiz Gazi bizim G. Washington'umuz gibi dindar değil. Ama kabul gerekir ki basit bir tren kondüktörü­ nün ve yüz binlerce basit Türkün her günkü ya1amına Kur'an'ı sokan adam hiç füphesiz saygıdeğer bir dini ihtilal yapmıjtır. Kendisi ister fa rk etsin ister fa rk etmesin ya da amacı ne olursa olsun, o da Luthter ve Wy cliffegibi büyük din­ ciler sınıfı.nda yer almıjtır... » «Agnostik (fizik ötesi jeylerin bilinemeyeceğine inanan) hatta din düjmanı diye suçlayanlara karp Gazi'nin Allah'a inandı­ ğını siiylemeliyim. İnsanlığın birAllah'a sahip olma ihtiyacı ve

------'! 297 1------ll ır �: •l_l,ı.laşlaşma Örne8i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

hakkına; insanın AJ/ah)a fahsen bağlanma ihtiyaç Pe hakkına inandığını daeklemeli yim. Ama bunun ka/ıpla jmıf dualarara ­ cılığıyla yapılacak fCJ olmadığına da inanıyor. (... ) Gazi)nin kutsal kitabın Türkçeye çevri/mesini onaylamaklagöze aldığı müthif sosya� siyasi ve dini riski anlayabilmek için İsla m dünya­ sında bir süre yajamıf olmak gereklidir. » Ve fU eklemeyiyap ıyor: «Bir sürü tartıjmalarımız sırasında onunla anlajamayacağı­ mızda anlajtığımız tek husus, onun dini anlamakla halkın ondan uzaklajacağı fikrine kar1ı benim daha da dindarlafa ­ caklarını düjünmemdi. » Dildeki sadeleşmeyi Arapça ve dinle çok bağlayanlara karşı, bütün toplumun tabakalan arasındaki farklılıklan azaltma amaç­ lı ve anlaşılıdığı artırma hedeflisayanlara çoğunlukla rastlıyoruz. Arapkelimelerinin çıkanlmasıyla bir fakirleşmenin bahis konusu olmayacağını Anadolu'da çok zengin bir hazine bulunduğunu, iyi bir tarama ile bunun kapatılacağını ileri sürüyorlar. Bunun fe sin kaldmiması ya da Arap harflerinin değiştirilmesinden de daha önemli ve ayrıntılı bir sorun olduğu yaşam üzerinde çok daha fa zla etkisi olacağını da belirtenler var. Bu arada soyadı yasasının yürürlüğe girmesiyle dile yeni bir unsurun katıldığı da fark edildi. Bunun toplumda gurur arama vesilesi olduğu ve bir ulus yaratmanın aracı haline geldiğini savunanlar çıktı. Konuya siyasi ya da sosyal açıdan değil de bir dil uzmanı olarak yaklaşan Ettore Rossi belki de en objektif değerlendir­ meyi yapmışnr42: «piJolojik açıdan değerlendirme yapanların -Türk dilcilerin­ den bahsediyor- değerlendirmeleri inandırıcı olmuyor. İhtilal­ ci bir yaklafı m demek doğrudur. (.. .) Ye ni bir Türk dili demek de yanlıf, sadece sözlük değijecek Türkçe kalacak. Sadece bir dil temizliği. (... ) Macaristan, Finlandiya, Baltık deP/etleri, Mal­ ta gibi yerlerdeki ulus yaratmak isteyenlerin çabalarını an­ dırıyor. Oryantalistler artık Türkçe, Arapça, Farsçayı birlikte ele alma geleneğini terk edecekler. »

------ı 298 f------Notlar: Berque, Jaques; "Les Arabes et les Expressions Economiques" Studia Isllı mica, 16 (1962), s. 97 El Said Muhammed Badavi'nin Mustavayat el Arabiyya el muasıra fı Mısr kitabından nakleden W. Stoetzer, rr0nLevels of Contemporary FeJptian Ar abi c". E. Shouby "The influence of the Language upon the psychology of the Arabs", in MEJ V (1951), s. 284-302, nakleder Anwar G. Chejne The Arabic Language, Un. of Minncapolis Press 1969, s. 162. Anwa r G. Chejne, a.g.e., s. 163; Arapça'daki bu karmaşa konusunda Fück, Arabiyya, Berlin 1950 ve Salcem Khan "Arabs, Arabic and the Future" El lisan el Arabiya c. 17 (1979) s. XXIV-XXXIX OM 40 (1960), Paolo Minganti. 6 RE 28.11.1928, Rt:ne Marchand. Tl 12.04.1928 Tl 23.08.1928 9 OR 18.01.1929 "Le Latincontre l'Arabe" ıo Tl 07.09.1932 11 EG'in de�erlendirmeleri ll, 28, 31 A�ustos 1928 ve 12 (Daily Telegrap'dan ve 12 Eylül 1928 'Manchester Guardian'dan) tarihli sayılar­ dandır. n Current History, 19 A�ustos 1928, s. 880. 13 Om 1927, Haziran s. 295-310 rrLa Questione dell'Atfabeto per Le Lingue Tu rche" ı• OM 1929, Ocak, s. 32-48, "Il Nuovo Alfabeto Latino" ıs A. G. Chejne, a.g.e., s. 159 16 RE 12.10.1926 17 MO 10.04.1930'dan OM 1930 Haziran s. 285 18 MO 04.03.1931 19 A. G. Chejne, a.g.e., s. 158 20 OM Mayıs 1929, s. 268 21 Salcem Khan, a.g.e., s. XXXVI; Beyrut'ta bu yayınlan biz de görüdük, ancak iç savaş şiddedendikten sonra nç oldu�unu bilmiyoruz. Esasen yukandaki kaynakta da bir soru var: "Insan bu kadar paranın nereden geldi�ini merak ediyor?" Bunun Hıristiyan Araplardan geldi�ini tahmin zor de�ildir. Ancak günümüzde köktendincili�in artu�ı ve Lübnan'ın işgal altında oldu�u ortamda kampanyanın devam etti�ini sanmak güçtür. OM 1929 Ocak s. 52-53, 1930 Nisan s. 183; OR 07.03.1930; MW 1932/4, s. 340 TE 20.11.1922, DN 29.11.19�2 H. Cahit hem Latin harflerini, Islamda Türkçeyi hem de hilafetin Türklerde kalmasını savunmuştur. Araplararasında, Abdullah Cevdet ile birlikte en çok tepki çekendir. 2 5 OM 1923, Ekim s. 324. 26 AH'dan RE 17.11.1924 17 Bu konudaki tartışmalann tamamı OM 15.10.1925, s. 532-543'den alınmışt ır. 28 18.10.1925 19 MW 1926/2, s. 161 30 RE ve LH 30.04.1926 31 RE 13.09.1929 31 OM 1936 Ocak s. 32-33 33 Bu tartışma OM'dan naklen 1932, s. 138-139 34 IS'den naklen MW 1933/2 s. 196 35 OM 1933 s. 562,563 36 Ayın Tarihi, No: 70 (Ocak 1930), s. 5665 37 Tl 15.03.1932 38 Tl 07.09.1932 39 World Unity (Nev York) Ocak 1935, s. 229-230 �o Sherrill, A Year's Embassy, s. 195-197 41 Sherill, Trois Hommes, s. 220-221 41 OM Ocak 1935, s. 45-47 9.

Böl ünı

KIŞILIK. ARAYlŞlNDA

BAŞLIK

Fesin Islamın Simgesi Oluşu ve Reddi

"'l ıf.Kemal'in aBuna fapka derler:Ddiyerek 1925 Ağustos'unun l.V Lon günlerinde başlatnğı ve 25 Kasım 1925'te TBMM'nin onayıyla yasa halini alan şapka olayı, aslında kökleri 18. yüzyılın sonuna, lll Selim döneminde kadar uzanan bir evrimin son adı­ mıdır. Dikkatler büyük bir yoğunlukla şapka üzerine yönelmişse de, aslında onunla birlikte bütün giyim kuşam ve bu çerçevede çağdaşlaşmayı engelleyici zihniyetierin aşılması söz konusuydu. Geleneksel giyimden (Entari, kavuk, sank) çıkışta ilk adımNi­ zamı Cedit ile 1790'larda anidı. Daha o zaman, Nizarnı Cedid'i kötülemek için, Avrupalı giysileriyle fa zla bir ilgisi olmadığı hal­ de bu husus bid'at olarak öne sürüldü. aMen tejebbehe bi kaPmin fehuPa minhum - Bir halkıtaklit eden onlardanolur» yargısı baş­ lıca silah olarak kullanıldı. Yeni ordu dağınlıp III. Selim öldürül­ dükten sonra yeni sultan için hazırlanan şer'i hüccette aemri bil maruf Pe nehyi ani/ münker - Bilinenin uygulanması imnmeye­ nin önlenmesi» kaydı konarak gelenekiere bağlılık ve değişmenin istenınediğivurgulandı. Il. Mahmut ihtiyatlı bir bekleyişten son­ ra ani bir vuruşla 1826'da Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırdıktan sonra yeni kurduğu ordusunun hem giysi hem de başlığını değiş­ tirmeye yöneldi. Giysilerde Avrupa'ya yaklaşılmakla birlikte baş­ lıkta tam tersine, Mısır Valisi M. Ali Paşanın askerlerine giydirdi­ ği fe s kabul edildi. Bu arada sanğın, kavuğun dini nitelikli sayıla­ rak sadece din adamlan tarafindankullanılması kararlaşnnldı. Ay­ nı sırada sultanın resimleri de basılarak bir başka tabu daha yıkıl­ maya çalışıldı. Bunlara karşı beliren tepkiler Tanzimatçılara gavur denmesinin (daha sonradan da dinsiz) başlıca temelini oluşturur.

------1 303 1------1\ ır c,: .�dJ�Ia�ına () rnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Islahatçılann asıl amacı şüphesiz basitçe Avrupalı gibi olmak de�il, de�şmeyi, ça�daşlaşmayı önleyen, bilmedi� her şeyi bid'at sayan anlayışı yıkmakn. Tabu yaratma sistemini önlemek­ ri. Fesin sadece bir topluma özgü oldu�unu söylemek olanaksız­ dır. Mehmet Ali de Tunuslulardan almışn, ama Kuzey Afrikalı­ lar kadar V enedik'te de kullanılıyordu ve kafayı korumaktan baş­ ka bir özelli� yoktu. Dini niteli� hiç olmamışn. Yine de önce tepki çekti. Bunda, Tanzimat'la getirilen eşitliktenyarar lanmak, Müslümanlardan fa rklı başlık giyrnek aşa�lanmasından kurtul­ mak isteyen gayri-Müslimlerin fe se özel bir ilgi ile ba�anması­ nın etkisi düşünülebilir. Kısacası Osmanlı milletinin sembolü ol­ muştu. Zaman geçip gayri-Müslimlerde şapkaya yöneliş arnnca, Müslümanlar fe se daha çok sarıldılar ve 19. yüzyılın son çeyre­ �inde Müslümanlı�ın simgesi sayılır oldu. Evvelce fe si hiç tanı­ mamış İngiliz Hindistanı, Hollanda Hindistam, Orta ve Güney Mr ika gibi yerlerde bile sömürgecilere direnç göstergesi olarak fe s giyme e�ilimi arttı. Daha sonraki tepkilerin iyi anlaşılabilme­ si için bu dirence ait bazı örnekler vermeyi yararlı görüyoruz: Kafkasya-1877: u:B ilindiğigibi Çerkezistan1ı iıga l ettikçe Rus­ ların ilk çabası halkı ulusal baflıkları olan kalpağı kullan­ maktan Pazgeçirmeye PC Rus serpulunu kabul ettirmeye ça­ lıfmak olmu1tur. Osmanlı donanmasının Sohum Kaleyege­ lifinde Ahazalar Osmanlı koruması altınagirmek arzuları­ nı belirtmij Pe Mosk oPa boyunduruğunun simgesi olan Rus baflığını ebediyen terk etmek için kendilerine fesgönde rilme­ sini istemillerdir. Donanmadaki bütün fesler kendilerine pe­ rilmif, İs tanbuJla da haber yollanmı1tır. Şiarı Nusret gemi­ sinin subayları da, asker nakli için İzmir1de bulunurken

birkaç saatte halktan 1200 festoplayıp yollamı11ardı . .ııı Tunus-1882: Fransızlara teslim olan, yani fe si terkeden Tu­ nus hükümetine karşı yazdı�ı şiirde Gabes'li bir şair şöyle diyor1:

------1 304 1------K i Ş LİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK

«A JJah'ın takdiridir bu, ne deh1etli a1ağılanma Pa1a kafasına 1apka geçirdi Allah hain Es Sadık'ın belasını versin Allah ihtirasını ödüllendirsin Kuvvetli bir atqli hastalık vererek Ve de kafasına bir çivi çakarak. » Bengal-1899 (Bugünkü Bangladeş): «Hükümet yetkilileri, Müslümanların ballarında Türk fesi ta1ıyarak resmi daire­ lere girmelerini yasak/adı/ar. Son Yunan-Türk savapndan beri ( 1897) Hindistan'daki İngiliz yanlısı basın sultana son derece kızdı. Ona zarar vermek için ba1ka çare bulamayın­ ca, hükümeti, Hindistan Müslümanları arasında popüler hale gelmil olan Türk fesinin sultana sempatilerini göster­ menin ifareti olduğu yolunda uyardılar. »� Seylan-1905: «2 7 Ekim 1905 günü Fes Komitesinin, Seylan Yüksek Mahkemesinin duru1malara Müslüman avukatla­ rın fe s/e girmesini yasaklamasını kınamak amacıyla düzen­ lediği mitinge 30 bin kifi katıldı... Avukatlar bunun dini inançlarına aykırı olduğunu savunarak Yüksek Mahkeme­ nin kararını kabul etmeyeceklerini açıkladılar ... Kurulan Fes Komitesi mitingde alınan kararları ilgililere ulapır­ makla görevlendirildi. »' Cezayir- 1914: «Entelektüel tabakanın Fransız kültürünü be­ nimseme eğ ilimine karplık, İslam kültürünün bazı yönleri­ ne bağlılıkları da sürüp gidiyor ... Genç Cezayiriiierin bu davranı1ını G. Meynier (Genç Cezayiriiierin en Fransızla1- mı1/arı bile Doğu modasında n kopamıyorlar ve Osmanlı fe­ si tapyarlar) diyerek açıklamıpır. ı» Artık 'lesi bırakmı1 1apka giymi1» deyimi İslamdan çıkmak anianunda kullanılır oldu. Dolayısıyla sömürgeciler için fe s bir tür İslami dayanışmanın, ihtilalcili�in simgesi ve aşa�ılanması gereken bir hedef haline geldi. Bu nedenle Avrupa'ya giden Müslümaniann ço�unlu�u ve diplomatlann hepsi ilk firsatta

------1 305 1------ll ır �; •Rdaıla�ma Ürnc!ıi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI başlarına şapka geçiriyor, merak ve e�lence aracı olmaktan sıyrıl­ maya çalışıyorlardı. Fesi, san�ı bir kişilik işareti sayarak Avru­ pa'da da bırakmayanlar pek azdır. Bunun anlamı, bütün İslam dünyasında daha sonra ça�daşlaşmada rol oynayacak kadroların işin başlı�a ba�lı olmadı�ını fark etmiş olmalarıdır. Fes özellikle askeri kullanımda pratik bir başlık de�ildi. Gözü ve enseyi güneşten korurnamasına Birinci Dünya Savaşı'nda çö­ züm arandı ama cihad ilan etmiş bir devletin ordusunun şapka si­ peri kullanması Hıristiyanlaşma olarak algılanabilirdi. Hayli açık düşüneeli oldu�u halde İttihatçılann Şeyhülislamı Musa Kazım bile şeriann şapka giyilmesine cevaz vermeyece�ini belirtmiştir. Sorun, Enveri denilen öne ve arkaya kendinden uzannsı olan bir başlıkla (siperli kabalak) çözümlenıneye çalışıldı. I. Dünya Sava­ şının sonucunu "Şapkanın zaferi, fe sin yenilgisi" diye de�erlen­ dirmek mümkündür. Avrupalıların işgaline giren her yerde şapka yaygınlaşn. Bu ortamdaMilli Mücadele ikisinin de dışında kalpa­ �a hem de de�şik giyimle, sanldı ve başarı geldikçe İstanbul'da da Kemalistler kendilerini kalpakla belirtir oldular. Ama bunun yanı sıra Avrupa'ya görüşmeler için giden TBMM temsilcilerinin -Bekir Sami, Ferid (Tek), İsmet (İnönü), Rıza Nur vb.- şapka giydikleri ya da başı açık dolaşokiarı görülmüştür. Buna tepki gösteren de olmamışnr. İslam dünyası ise ba�lılı�ım sürdürdü ve zafer kazanılınca bunu fe sin şapkaya üstünlü�ü olarak algıladı. Bazı yerlerde fe slilerin şapkalılara saldırdı�ı biliniyor. Birçok Jön Türk gibiM. Kemal'in de çok önceden fe sten kur­ tulma yanlısı oldu�u biliniyor. 1923 başında bu konu önüne ge­ tirildi�nde uygun zamanı bekledi�ini belirtti. Hilafetin veŞeriye mahkemelerinin kaldırılmasının arkasından dini bir muhalefet akımının belirmesi, Avrupa'yabenzemenin dinsizlik oldu�u kam­ panyasının başlaması, Şeyh Sait ayaklanması, dinin siyasete alet edilemeyece�i kaydının Hiyaneti Vataniye Kanununa eklenme­ sinden sonra, bu direnişin simgesi haline getirilmekistenen fe sin üzerine yürüdü. Sadece onun kaldırılmasını istemedi, şapkanın kabulünü de zorunlu kıldı. Ayrıca fe s ve san�n sadece din adam-

------i 306 1------K İ Ş LİK ARA YlŞlNDA BAŞLIK lannca kullanılması ve bütün din adamlannın yalnız görevdeyken bu giysilerini giymeleri karara ba�landı. Amaç kesin olarak bir başlık sorunu de�il, bir anlayışın yerleştirilmesi ve buna dirençie­ rin kınlmasıydı. Şapka devrimini İsmet İnönü şöyle özetlemiştir: «Bağnaz/ık hastalığını bir kazanç aracı olarak bileğine ta­ kanlar en ufa k jekil meselelerini kanlı bir surette kullanabil­ mijlerdir. Biiyle bir tarihten gelen millette fapka devrimi, bir genif giirme, jündü me, kurtulma devrimi olmujtur. » İsmail Habip Sevük'ün de�erlendirmesi de gerçekten ilginç­ tir: «Kavuk ümmetimiz, fes Osmanlılığımız, kalpak ihtilalimiz, fapka inkılabımızdır. » Girişimin Ban dünyasındaki yankılannın olumsuz olanlan üç ana tema etrafinda toplanabilir. Birincisi Türk'ün sadece kafası­ nın dışıodakini de�iştirdi�, asıl önemli olan içinin aynı kaldı�ı yolundaki de�erlendirmedir. O yıllarda birbirini izleyen luzlı de­ �işmeler sırasında bu tema çok sık tekrarlanmıştır. Böyle kap­ samlı bir de�şimin hazınedilme süresi hesaplanmayınca da hak­ lı bir eleştiri gibi görünmüştür. Buna ba�lı olarak M. Kemal'in komedi oynadı�ını, yaptıklannı ve ilerleme iddialannı ciddiye al­ manın mümkün olamayaca�ını ileri sürenler görülmüştür. İkin­ ci tema Do�u çekicili�i ve orijinalli�nin kaybolmasına üzülen­ lerden gelmiştir. Binbir Gece Masallan'nın ve Piyer Loti yaşamı­ nın yok oluşunu, Do�u'nun kişiliksizleşti�ini öne sürmüşlerdir. Üçüncü grupta şapkayla dini garip bir sentezde buluşturanlar var: Dinden zaten aynlmış olan Türk bu kararla son ba�ı da ko­ pardı; fe sin özelli� namazda alnın yere de�mesini sa�lamasıydı, oysa M. Kemal'in karan bunu engellemektedir, o Allah dahi ol­ sa secde istemiyor ve amacı namazı kaldırmaknr. Bu fa ntezi de�erlendirmelere karşılıkkonuya çok ciddi şekil­ de bakanlar da az de�l: «Türkiye'de fapka fundamentalisme (o günkü anlamıyla a1ın tutuculuk, bugünkü anlamıyla köktendin­ cilik) kar1ı çıkıjıdır. İnsanların bir örneklqmesini sevmeyenler üzülecek ama, fes politik ve dinsel bir direnç unsuru sayılmak is-

______, 307 1------Il ir �: Jjl.tiJıiJımJ Orııc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI tendiğinden bu yolagidilmipir. »Bazı Fransızlar M. Kemal'in di­ ne de�il papazlara savaş açan 1902-1905 Fransa BaşbakanıEmi­ le Combes gibi davrandı�ını, şapkanın da sadece din adamlannı hedef aldı�ını ileri sürmüştür. İyi bir gözlemci olan P. Genti­ zon'un yargısı bu görüşü tamamlıyor: «Direnme/er, silik, geri kalmıf, bilgisiz, ahlak ve kültürce ol­ gunlafmamıf, geçmil bir çağın kaderciliğine uymu1 kijilerden geliyor. Asıl önemlisi i1in içinde pek çok özel çıkar bulunması­ dır. Dervifler, feyhler, hatta bazı hoca/ar, sahte doktorlar, si­ hirbazlar, fa lcı/ar, ruh çağıranların her birinin (" .. ) cumhu­ riyetin yenilepirici ve özgürlqtirici bütün davranı1/arına kar­ l' durmakta çıkarları vardır. Bu yüzden eskinin sarıklıları, bilimsel de olsa, Ankara)dan gelen en küçük gerçeği bile suç­ mu! veyadinsizlik/e leke/enmil gibi geri çeviriyorlar. » Bir başka yazısında da yapılanlardaki kararlılı�ı şöyle anlanyor: ((Kendisinden önceki rejimierin aksine cumhuriyet ileriye bir adım attıktansonra geriye iki adım atmıyor. Uygarlığa doğru çabasına öy le bir enerji ve istekle devam ediyor ki, karfıla1acağı dirençler ne olursa olsun eserini tamamlamakta mutlak bala­ nya ula1acaktır. (. . .) Ye ni Türkiye her gün biraz daha Avru­ pa düfüncesini, adet ve örflerini sindiriyar ve Batının toplum­ sal sistemini alıyor. Açıkçası bir uygarlıktandiğerine geçi yor. » Kemalist de�işim kararlan o kadar çok birbirini izlemiştir ki, her seferinde de�erlendiriciler «bu seftrki bütün öncelikleri apı, artık halk ayak/anacak» demiş ve bu işlerin sona erece�i umu­ dunu belirtmiş ve her seferinde de yanılmışlardır. «Şapkanın ka­ bu/ünü, cıımhuriyetin ilanı, saltanatın lağ vı, hanedanın kovul­ ması, hi/afetin lağvı ve devletin laiklefmesinden de daha Hıristi­ yanlafma» sayarak böyle bir sonuç bekledi�ini saklamayan bir yazar, tam tersi hedefe ulaşıldı�ını 1935'de şöyle açıklamıştır5: «Kafanın üstündekini değipirmenin yeterli olmadığı, kafala­ rı değipirmekgerektiğisöyleniyor. Bizce yanlıf. Ankara)nın bu kararları Türk zihniyeti üzerinde önemli etki yarattı. Artık hiçbir !CJ bir TürFü Bir batılıdan ayırmıyor. »

------i 308 1---·------K İ Ş LİK ARA YlŞlNDA BAŞLIK

Fesi Kutsal Sayıp Vazgeçmeyenler

Fesin yerine şapkayı koyma kararı İslam dünyasında üç de�i­ şik etki yaratmıştır: Fese sanlanlar, şapkayı isteyenler ve ikisinin de dışında üçüncü ulusal bir başlık arayanlar. Mısır, fe si en güçlü şekilde savunan ülke oldu. Gerçekte şap­ ka Mısır üst tabakasının kullanmadı�ı bir şey de�ildi. Avrupa'ya gidince hemen başlarına bunu geçiriyorlardı. Bu alışıklık sebe­ biyle, Türkiye'de de�işikli�in kararlaştırılmasından önce, 1923'de, Mısır'da da şapka giymenin dine aykırı olmayaca�nı ileri sürenler belirmişti. a-B ildiğimiz kadarıyla dinimiz giysi ko­ nusunda bir kural koymamı1tır, aksi halde nasıl olur da kafaca Müslüman kalıp vücudun gerisiyle Hıristiyan olmayı (Avrupa türü elbiseler giymeyi) kabul edebi/irdik» diyen biri kampanya açabilmek için şu sorulan uzmanlarına yöneltti: a-Fes İstamın be­ lirgin bir i1areti midir? Din kitaplarının 1apka yasağı konusun­ da kesin yasağı var mıdır?» Bu çaba bir polemik yaratmazken 1925 sonbaharında Türki­ ye'nin şapkayı resrnileştirmesinin etkisi Mısır'da da hissedilmeye başlandı. Bazı memurlar işlerine şapkayla gelmeye kalkışınca Maliye Bakanlı�ı Mısır'da resmi başlı�ın fe s oldu�unu anımsatan bir bildiri yayınladı. 1926 Ocak'ında Darul Ulum ö�rencilerinin şeyh kılı�ını ( ve sarık) bırakıp devlet memurlarının efendi kılı�ını (pantolon, ceket, fe s) almak istemeleri gerginli�e yeni bir boyut kazandırdı. Gerçi şapkaya geçmek bahis konusu de�ildi ama Avrupa'ya yakınlaşmaktaydılar. Kaftan ve san�ın zorunlu oldu�u hakkında kutsal kaynaklarda bir kayıt gösteren çıkama­ dıysa da ((Her dinde din adamlarının ô'zelgiys ileri bulunur» ge­ rekçesiyle iste�e karşı çıkıldı. Efendi stiligiyinmek, Dar El Ulum ö�rencilerinden köy hoca­ Ianna da yayıldı. Bunlar, sayılan çok fa zla oldu�undan ve okul ka­ pamakla önlenemeyeceklerinden isteklerini kabul de ettirdiler. Bu haberi veren Milliyetçi Wadi El Nil gazetesi endişe ile a-songünler-

------1 309 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI de Kahireye gelen Türk futbol takımının öğrencilerimizi genijyaz fapkaları giymeye isteklendirdikleri ve onların da akımı yaymaya çalıpıkiarı söyleniyor» diyor ve buna karşı oldu�unu belirtiyordu. ceM illi giyimde değijiklik milli geleneklerimiz/e bağdajmamak­ tadır. A;ağı sıntjlarda, kô"tü taklit/ere özendirmesi, dans ve ke­ yifverici maddeler kullanmakgibi kötüadet/ere kaptırmasıse­ bebiyle ahlak yönünden tehlikelidir. Mısırıın Türkiye'yi taklit ederek yajayıjını değipirmesi için bir sebep yoktur. Mısır Müs­ lüman ülkelerle çevrilmif olduğu cihetle daha değijik bir du­ rumdadır ve komjularınca İslamın minaresi sayılmaktadır. » Gerçekten o günlerde bir Galatasaray-Fenerbahçe karma fut- bol takımı Mısır'da birkaç maç oynamış ve olay spor alanından çıkıp siyasi gösteriye dönüşmüştü. Şapkalı Türkler firsatı Kema­ list ça�daşlaşmanın propagandası için kullanırken, Mısır gençli� de himayeci aleyhtarı gösteriler için vesile yapnlar. Amaç şapka de�l, Türkiye gibi ba�ımsızlı� kazanmaktı. Bu girişim, hem hi­ mayeci ile uzlaşmış olan yöneticileri, hem de himayecileri rahat­ sız etti. Manar, Hıristiyan Avrupalılar gibi giyinip kifirlere ben­ zerneye çalışmanın vatanın birli�ine zarar verece�ni ileri sürdü. 6 E�itim Bakanlı�ı kesin olarak Darul Ulum ö�rencilerinin karşı­ sına dikildi. Yarı resmi Egyptian Gazette de himayecilerin görü­ şünü Do�u'da başlı�ın önemini anlatan bir başyazı ile açıkladı: «Mısır, kendisine artık Doğuya ilijkin deği/mi{gibi bakı/ma­ sını isteyerek ve gelecek uygarlığının Batı yönü alması gerekti­ ğini dünyaya göstererek, Türk yeğenini izlemeyeyatk ın gô·rü­ nüyor. Bu yönde ilk adım, feslehine sarığı ortadan kaldırma­ ya çaba/ayan ve böylece kendilerini Efe ndi sınıfı ile bir düzeye getirmeye katkıjan Dar El U/um ôg rencileri tarafindan atıl­ dı. Ta bii onlar da, bu akıma uygun olarak, Türkler taraftn­ dan gösteri/mi{ olandan bajka bir yönde düjünülemeyecek,ya­ ni Jesi fapka ile değipirecek benzeri bir ileri hareket yapmak zorunda kalacak/ardır. Bu davranıf öy lesine ihtilalci ki, fesin yasaklandığı, kadın ve erkeklerin eski çejit bajlık giydikleri için

------� 310 r------K İ Ş LİK ARA YlŞlNDA BAŞLIK

asıldıkları Türkiye'nin son denemesi ile karjılapıktan sonra olumlu yönügiirünmüyor. Mısır'ın da böyle bir ajamagöstere­ ceği füphegötürmez, ancak Batı bajlığı kabul edilse bile bu ih­ tiyari olacaktır. Türk, Bulgarve Macar akrabaları kadar ke­ sin ve tüm bir Batı Devleti olmakta ısrar edebilir ve Arap il­ lerinin kaybıyla bütün Doğulu ilijkilerini sonunda kopardığı­ nı söyleyebilir. Oysa Mısır aynı jeyiasla ileri süremez. Türk de bajına bir fapka geçirmekle, bunun temsil ettiği uygar­ lık diinemine eripiğini sanabilir; oysa bu uygarlığın, siiz ve dü­ fÜnce iizgürlüğü için yüzlerce ve yüzlerce yıllık çaba ve sava1ın ürünü olduğunu ve Ya kın Doğu'nun geri kalmıf ülkelerinin uygarlığı milli seeiye ve karakteri uzun yıllar boyunca aynı fe­ ki/de kuvvetlendirerek elde edebileceklerini bilmeleri gerekir. Gerek Türkiye vegerek Mısır'ın kestirmeyol olmadığınıkaf a/a­ rına yerlepirme/eri gerekir. Uygarlık fapkası kafaya konabi/ir ancak onun altındaki kafanın, üstündekiyle aynı düzeyde yü­ rümesini sağlamak için çabalaragirijmek ve desteklemek gerek­ lidir. Ya lnız bajına dıjgô'rünüf yeterli değildir; alkıf değer ça­ balarının amacı (içteki çekiciliğe' ulajmak olmalıdır.» Birkaç yüzyıl sabrederseniz himayeci sizi uygarlı�a, ça�daş düzeye eriştirir mantı�ına ve işin Türkiye'de zaten başarısız git­ ti�ni kanıtlamak için yayınlanan abattmalı haberlere ra�men gençler yılmadılar. Ö�rencilerin Şapkayı Destekleme Komitesi 6 Mart 1926 günü fe si atma gösterisini yaptılar. İşin ciddiyet ka­ zandı�ını fa rk edince uzlaşmacı politikacılar piyasaya çıktı. Prens Ömer Tosun Milli Bajlık saydı�ı fe se taraftardı, daha fa zlasına de�il. Milliyetçi Lider Saad Zaglul Paşa, Türkiye'deki devrimiere karşı oldu�nu bu vesile ile açıkladı: «Babadan çocuklara aktarılangiyim ve gelenekler bir milliye­ tin ayıncı ve yapıcı unsurlarından sayı/malıdır. (Dolayısıy­ la), zararlı olduklarıgô'rülmedikçe bunlar korunmalı ve saygı ile tutulmalıdır. Aksi halde geleneklerden vazgeçmek kendi milletine ihanet olur. Geleneklerini bajkalarınınki ile değipi­ renler, bajka bir aileye bağlanmak için kendi ailesini bırakan-

------1 3ll :f------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olaralt CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

lar gibidirler ve bunu yaparken onur kazandıklarınısa nırlar, oysa, gerçekte, yalnızca torunlarının lanetini alırlar. Liberal Parti Başkanı Yardımcısı Muhammed Mahmud Paşa ölçülü davranıyordu, şapkaya karşı olmadı�ını açıklamakla birlik­ te neden fe sin yerine şapka konmak istendi�ini anlamadı�ını söylüyor ve sorunun, özel bir başlık seçimi için bütün Mısır dü­ şünürlerinin katılaca�ı bir toplantıda hallini istiyordu. Olayın zaten bir hayli kanşık olan Mısır iç politikasında yeni gerginlikler yaratması beklenebilirdi, özellikle Türk'ün bu alanda yeniden görünmesinden kanşıklık çıkabilece�ini düşünerek çeki­ nenler, işin fa zla kurcalanmamasını salık vermeye başlamışlardı: 'Türk politikasının bu olaylardaki etkisini küçümseyemeyiz. Çok zaman önce bazı kimseler festen vazgeçip fapkayı almayı istemijlerdi, fa kat cesaretleri yoktu ve iyi bir fırsat bekliyorlar­ dı. Bunu onlara Türkler verdi. (... ) Şapka kullanımının salık verilebileceğizamanı olaylar gösterecektirve halk da o zaman, hiç direnmeden buna uyacaktır çünkü (en uygun olan ya1ar' yasası değijtirilemez. Ancak, fU anda, ülkemizin ayırıcı jekli­ ne kar1ı ayaklanmak için bir gerek gö'rmüyoruz. » Tartışma, Mart ayı sonunda ezher Şeyhi Muhammed Abu-1- Fadl el Gizavi ile Mısır Müftüsü Abd-er-Ralıman Kurrab'ın ya­ yınladıkları bildiri ile dini yönden karara ba�landı. Bildirigerçek­ te Türkiye'nin son dört yıldaki laikleşme ve ça�daşlaşma akımı­ na, günlük hayatı ilgilendiren üç konuda (Şapka, miras, Hıristi­ yan-Müslüman evlenmesi) cevap verirken laikli�i kökünden reddetmek amacını güdüyordu. İlerlemenin şapka giymekle ge­ lece�ine inananların taklit aşkı ve tutkusu vurgulanıyor, kişileri yabancıların kılı�ını kabul düşkünlü�üne yöneltt�i ekleniyordui. Peygamberimizin (Bir toplulu�u benzeyen ondan olur) demiş olmasından hareketle "bajka bir dine eğ ilim veya kendi dinini küçümsemek sebebiyle fapka giyen, Müslümanların tüm oyu ile kdfir'dir» cümlesiyle din düşmanı ilan edildikten sonra, Dört İmam'ın görüşlerinedayanılarak bu tez pekiştirHiyar ve Şapka ile ilgili kısım şöyle sona eriyordu:

------� 312 r------K İ Ş Lİ K ARAYlŞlNDA BAŞLIK

rrMilligiysileri, bajkalarınınkini almak üzere terketmek, onla­ rı taklit ajk ı kendi milliyetimizin kaybına sebep olur. Zira, (giysiler, bajkalarının giysilerine benzediği zaman, kalpler de bajka kalp/ere uyarlar) hadisinde, inanç değijikliği yarattığı için, bir ulusun yok olma sebepleri arasında giysilerin benzer­ liği de vardır. V e inanç bağını kokupurma ktan daha büyük hangi zarar olabilir?» Bu bildiriyi, Ulema Dayanışma Derne�i ikinci bir bildiri ile destekledi, onlar da şapkanın Hfir işi oldu�nda birleşiyorlardı. Din adamlannın bu kesin davranışına tepki, yalnız Liberal Parti Organı Es Siyasa gazetesinden geldi. Şapkanın belli bir di­ nin özel temsilcisi sayılamayaca�ını, büyük kısmı Hıristiyan olan Avrupa ve Amerikalılan şapka giydikleri için Hfir - dinsiz sayma­ nın ölçüsüz bir taassup oldu�unu ileri sürdü. Di�er gazetelerde ise okuyuculann karan yeren açık mektuplan yayınlandı. Ço�un­ lu�u ulemanın işin sa�lık yönünü düşünmemesini yeriyor; özel­ likle doktorlar, gözleri güneşin etkisinden korudu�u için şapka­ yı fe se üstün tuttuklannı belirtiyorlardı. Hatta, ulusal kişili�i ko­ rumak amacıyla özel şekil ve renkli -örne�in kırmızı- şapka ya­ pılmasını önerenler vardı. Ancak Milliyetçilerio lideri Saad Zaglul Paşanın şapkaya kesin direnci, fe si bırakma gösterilerini çabucak durdurdu. Bu arada, İskenderiye, Tanta uleması ve eski Müftü Muhammed Bakbit'de de Ezher bildirisini destekleyen demeçler verince şapka akımı kurudu kaldı. Bu yüzden Mısır ile Türkiye arasında beliren gerginlik, 1932'de Türk Cumhurbaşkanı ile Mısır Elçisi arasında çıkan bir olayla doru�a ulaştı. İşin kökeninde, ister özel, ister resmi sıfat­ la Avrupa'ya çıkar çıkmaz Mısırlılann başianna şapka geçirme alışkanlı�ı yatıyordu. Nitekim 1929'da İstanbul'a gelen Mısırlı futbolculann hiçbiri fe s taşımıyordu. Ya şapkalıydılar ya da başı açık. Mısırlı diplomatlar da silindir şapka kullanıyorlardı. Fes yanlısı bazı yazariann açn�ı kampanya üzerine 1932 yazında Mı­ sır Dışişleri Bakanlı�ı diplomatlanna yalnız fe s giyme emrini ver-

------1 313 1------Bir �; a!ldaşlaşınJ Ornc!li Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI di. Aynı yıl Ankara'daki cumhuriyet bayramı törenine ilkkez fes­ le gelen Mısırlı elçi, M. Kemal tepki gösterince, bunu hakaret sa­ yıp salonu terk etti. Olayın siyasi yanı kolaylıkla kapatıldı, ancak iki taraf arasındaki basın polemi�i uzunca devam etti. Bir taraf «dava kara püskütlü kırmızı Jeste değildir, milletterin kurtululu davasıdır» tezini ileri sürüyordu. Öbür taraf ise fe s te kişili�in ve İsiama ba�lılı�ın saklandı�ı iddiasındaydı. inatlaşma Mısın fe s işinde daha da katılaşmaya götürdü. l934'de İstanbul'u ziyare­ te gelen Mısır'ın Genç Müslümanlar Derne�i üyeleri l929'un sporcularının aksine hep fe sliydiler. Şapka lehindeki sınırlı giri­ şimiere de sert tepkiler gösterildi. Muhibeddin el Hatib «A rap­ ların, kalkınmalarını Avrupalıları ya da Avrupalıları taklit edenlerin tak/idi üzerine kuracak derecede maymun olmadıkları­ nı» açıkladı. Etkili politikacı Ömer Tosun da onu destekledi ve gelece�in Büyük Mısır'ını fe sin kuraca�ını ileri sürdü: ccşapka giymek Batı/ıyı taklitten ba1ka bir 1ey değildir. Soylu veya afağılık, güzel veya çirkin, Avrupa 1apkasına mal edilen, daha doğrusu onda bulunduğu hayal edilen değerler, örneğin Amerikan zencilerini hiç de yükseltmemipir. Aksini Japonlar­ da görüyoruz. Oysagiy sinin ne 1ekilde olursa olsun, yükselmek veya çiikmekle bir ilifkisi yoktur. İnsanı yükselten ilim ve çalıf­ madır. Bunlar ne kadar büyük olursa ba1arı o kadar büyük­ tür. Ayrıca karakterin gerçek ilmin gereği olduğuna inanıyo­ ruz. İy i karakterden ki1isel özgürlük gelir, nasıl ki kötü karak­ terden taklit gelirse. Bir gün Mısır büyük olacak ve o zaman herkes bize bakıp bu­ nun fesden ileri geldiğinisiiyl eyecektir; nasıl ki bugün ilerleme­ nin 1apkadan geldiği ileri sürülmektedir. Bo! !eyler/e vakitge­ çirmeye/im. İnsanlarımıza ilim ve çalı1ma verelim, onları ye­ tiftirmeye ve bir kalıba sokmaya çalıfalım; bu, insanlar ara­ sında bizi belirleyen ve ayıncı i1aretimiz haline gelmil olan milli timsalimizi (simgemizi) ortadan kaldırmayı düfünmek­ ten daha uygundur. Eğ er kendi kendimizi yükseltebilirsek bu sembolün düzeyi de yükselecek ve eğerAllah göStermesin çöker­ sek o da bizim sonucumuza uğ rayacaktır. »

------; 314 1------K İ ş LİK ARAYlŞlNDA BAŞLI K

Bu sözlerin üzerinden 15 yıl geçtikten sonra Nasır yönetimi sırasında fe sin, resmi kararla de�il,yöneticilerin ve Mısır halkının ilgisizli�i sonucu tamamen kullanımdan kalkmasına bakarak Ömer Tosun'a intala hak (Allah'ın söyletmesi) yakıştırmasını yapmak mümkün görünüyor. Fesin yok olmasını o simgeyle yükselememenin bir işareti gibi görmek zorundayız. Fese bambaşka bir sebeple -hem de Müslüman ve Hıristiyan­ Iann nzasıyla- sanlan bir toplum da Filistinli Araplar olmuştur. Yahudilerle savaşta, ortak bir cephe kuran Müslüman ve Hı­ ristiyan Filistinliler, Musevilere kaptırmamak istedikleri Kudüs ve çevresinde nüfus ço�unlu�una sahip olduklannı göstermek için fe se ba�lanıyorlardı. Öbür yandan Yahudilerden de Filistin­ li görünmeye devam etmek için hala fe s giyenler pek çoktu. 20 Nisan 1926'da Kudüs'de 50 kadar Filistinli Müslümanve Hıristiyan genç bir araya gelip, hem Hıristiyan hem de Müslü­ man düşünüdere mektupla sorulmuş olan sorunu tartışmaya başladılar. Cevaplann ço�unlu�u fe s yerine şapkaya taraftardı. Gençler de, sıcak havalarda şapkanın fe se nazaran sa�lı�a daha uygun oldu�unda birleştiler ve bu karann basma bildirilip des­ teklenmesini isterneyi kararlaştırdılar. Ancak ne Müslüman ne de Hıristiyan basını buna yanaşmadı. Müslümaniann fe sde dini bir anlam bulmasının yanı sıra, Rum Ortodoks Filistin Gazetesi de şu gerekçe ile karşı duruyordu: "Şapkanın fese üstünlüğünde füp­ he yoktur, ancak Filistinlinin bugünkü 1artları böyle bir değifikli­ ğe elveriili değildir. Eğ er bütün yerliler 1apka giyerlerse Batılılar bunların hepsini SiyoniJt zannedecek ve Siyonist bahanelerine ye- ni bir dertek ekleyeceklerdir. » Müslüman ileri gelenleri fe sin milli giysi olmayıp Türkler ta­ rafindan getirilmişoldu�na karar vermişlerdi. Yahudilere gelin­ ce onlar da yalnız Hıristiyan ve Müslümaniann de�il, kendi ırk­ taşlannın da fe s giymesinden yakınıyorlardı. Bunun bütün Filis­ tinlilere bir Eski Türk görünüşü vermesinin ülkede gerçekleştiri­ len yenileşme ve ilerlemeyi yabancılann fa rk etmesini önledi�ini belirtiyorlardı. Milletler Meclisinde Filistin'de ne Araplann ne

------1 315 1------Bir ÇaAdaşlaşına ÜrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI de Yahudilerin kendilerini yönetmeye hazır olmadıklan ileri sü­ rüldü�ünde bir Musevi yazar bütün suçu fe se yükledi: «Filistin/i/er Jesi bırakınız!.. Bunun hiçbir milli yiinüyoktur. Girit'ten alınmıf, Osmanlı Sultanlarınca zorla kabul ettiril­ mif olup bugün aynı Türkler tarafindan istenmemektedir. Tü rkiye'den tümüyle ayrılmıf olan Filistin'in, Je si bd/d kul­ lanması için bir sebep yoktur. ÖzellikleAr ap ülkelerinin büyük kısmı onu bıraktıktan sonra. Din ayrımı gözetmeden Filistin­ liler ortak bir bajlık, örneğin Bedevi/erin giydiği ve belki de es­ ki Ya hudi bajlığından gelme olan ag eyl'i seçmeleri iy i olacak­ tır. Bu seçim ô"zellikle bayramlar için hayli renkli, çekici ve uy­ gundur. Her halükdrda fe s atılmalıdır. » Filistin'in her yanında altı köşeli yıldız yaygınlaşırken bir sim­ ge ihtiyacı o hale geldi ki, 19 31 Kudüs İslam Kongresini izleye­ cek yabancı muhabirlerden, fe s giymeleri istenınedi ama, ortama daha uygun bir başlık seçmeleri istendi. Herkesin başına fe s ge­ çirmesiyle sorun halledildi. Bu arada Yahudiler tamamen şapka­ ya geçince Filistinliler Bedevilerin geleneksel ageyl'ini simge seç­ tiler. Fes tamamen öldü (bu geçişin daha aynntılı öyküsünü son­ raki sayfalarda anlataca�ız ).

Şapkayı Zorunlu Kılanlar

Do�rudan şapkayı savunarak Ankara'nın tam izine takılan, M­ ganistan kralı Amanullah olmuştur. Ülkesinde fe s hiç yaygın ol­ madı�ı için kampanyasında bir fe s unsuru yoktu, ama şapkanın kabulünün kafanın içini de�iştirmek açısından önemini kabul et­ mişti. Eşi, kız kardeşi ve eşinin kız kardeşi ile birlikte 1928'de Hindistan, Rusya, Türkiye, İtalya, Fransa ve İngiltere'yi içine alan bir gezi sırasında Mısır'a u�radı�ında, davranış ve demeçle­ riyle İslam dünyasını bir hayli şaşırttı. Yanındaki hanımlar peçesiz ve son moda şapkalıydılar, kendisi de silindir şapka giyiyordu. Bu şekilde Ezher'i ziyarete gitmesi ve şapkayla namaz kılınmaz di-

------1 316 1------KİŞİLİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK yeniere karşı şapkayla namaz kılması, 'lese sarı/ıp fapluıyı lanet/e­ mi{"Mısır yöneticilerini son derece rahatsız etti. Kral bununla da yetinmedi, demeçleriyle de�işimden yana oldu�unu saklamadı. 2 Ocak 1928 günü kral, Genç Müslümanlar Derne�i Başka­ nı Abdülhamit Sait Bey ve üyelerden birkaçını kabul etti. Genç Müslümanlara ahlak, vatan ve özgürlük sevgisini ö�retmek ama­ cını güden birli�in üyeleri, Amanullah'ın Mg anistan'ın ilerleme­ si ve özgürlü�ü için yaptıklannı övdüler. Bunlar iki yıl önce ya­ rım bıraktınlmış olan kampanyalarını bu firsatla sürdürmek iste­ yenlerdi. Amanullah Mısır'daki tüm davranışlan ile onlardan ya­ na oldu�unu gösterdi. El Ezher Camiinde ulema ile görüşen kral, Müslümanlar arasında dayanışma, dini e�itimin önemi, din adamlannın yanlış ve boş inanıştarla savaşmalan gere�inin öne­ mi üzerinde durdu. İskenderiye'den Avrupa'ya hareket edece�i gün de özel bir demeçte gazetecilere şapkayı savundu: «Mısır gezim sırasında pek çok kimsenin fese, İstamın ayıncı ijareti olarak bağlandığınıJa rkettim. Sanırım bu, fapka düf­ manlannın propagandalarından ileri gelen bir yanılmadır. Bu, halkı keyfinceyönetmek isteyenlerle ayrılık yaratmak isteyen yabancıların ijidir. Niçin bu propaganda? Niçin Müslü­ man'a, hayatının maddi ve manevi bütün kaynaklarını kay­ betse de fesini korudukça Müslüman kalacağını ve cenneti sağ­ layacağını ajılamak? Ben halkıma istediği gibi giyinmek iiz­ gürlüğünü verdim. Lütfendikkat ediniz, fesin İslam kurallan ve İslam dini ile hiçbir ilgisi olmamıpır. İslam dini, adalet, iiz­ gürlük, dayanı1ma, qitlik, sözüne bağlılık, çalıjma, Allah'ın birliği, peyg amberine saygı ve dini fa rzlarınyerine getirilmesi üzerine kurulmupur. Bunun dıjında Müslüman, canı çektiği gibi,gerçek hayatın {artlarına uyan jeyleri seçmekte serbesttir.» Amanullah'ın amacı toplumunu ba�nazlıktan kurtarınaktı ancak dikkatten kaçırdı�ı iki önemli husus, girişimlerinin sonuç­ suz kalmasına sebep olmuştur. Önce, bu de�işiklikleri benimse­ rnesi için topluma yeterince bilgi verilmemiş, her devrimin ge-

------ı 317 1------Bir Çaj!daşlaşma Örncj!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI reksindigi kadrolar oluşturulamamıştı. Okuma yazma düzeyi son derece düşük ve genellikle dünyadaki oluşumların çok ya­ bancısı olan Mg anlı için Amanullah'ın bahsettiği özgürlükleri anlamak kolay değildi. Sonra çok yüksek kültür düzeyindeki Mı­ sır benimseyemez, Türkiye de ise zorlanılırken «kabul ettirici bir gücün varlığı» mutlak gerekliydi. Kralın sadece aşiret ve kabile reisierini ikna ile işi çözebileceğini sanması hataydı. Bunlar so­ nuçta kendi yetkilerini sınırlandırabileceğini hissettikleri hiçbir girişimi -razı gibi görünseler de- kesin onaylamazlardı. Ya da ilk fi.rsatta baltalayacaklardı. Mg anistan'da merkezi yönetimi kök­ leştirme eğiliminin arttığının bilindiği bir dönemde bu konuda çekişme doğaldı. Ayrıca ulema da, etkenliğinin azaldığını fa rk et­ tiği ve alışılmışlıktan aynlan her şeyin dini inkar anlamı taşıdığı­ nı düşündüğünden, girişimleri tabii ki baltalayacaktı. Bu iki gü­ cü de alt etmenin yolu daha üstün bir gücü el altından bulun­ durmaktı. Oysa bu Amanullah'ta yoktu. Kral, geziden dönüşünde daha da ısrarla giysi konusuna egildi. Yazlık sarayının parkına «Avrupaya da Türkgiysisi olanlara açıktır» diye levha asbrdığı iddia edildi. Çok sayıda genç erkek ve kızı Tür­ kiye'ye egitime gönderdi. Kadın giysileri konusunda da yasa çıkart­ b. Bunlara yükselen tepki ayaklanması sonucunda tahnnı terk etti.

Ulusal Başlık Arayanlar

Fese özel bir tutkusu olmayan, şapkayı zorlamak için bir se­ bep görmeyen, bir üçüncü yol arayan toplumlann başında İran gelir. Ulusçu eğilimine uygun bir yol aradığını Şah Rıza Pehlevi şöyle açıklamıştır: «iran/ı/ardan bir Avrupalının kiitükop yasını yapmak niyetinde değilim. Buna gerek de yok. Arkalarındagüç­ lü bir gelenek var. Kendi vatanda1larımdan iyiİra nlı/ar yarat­ mak istiyorum. Ne Batılı, ne de Doğulu olmalarıgerekli değil. Her ülkenin kendi dökme kalıbı vardır. » İran'da 20. yüzyılın ilk yıllannda kullanılmaya başlanmış yu­ varlak bir başlığa ay şeklinde bir siperliğin eklenmesiyle meyda-

______, 318 r------K İ ş LİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK na gelen, asker başlı�ını andıran bir şapka niteli�indeki Pehlevi başlı�ı böylece ortaya çıktı. Arkasından dini elbiselerin yalnız din adamlan ve ö�rencileri tarafindan giyilebilece� hakkındaki yasa 28 Aralık 1928'de meclisden geçti. Bununla özel giysi giyecek görevli memurların dışında, İran içinde herkesin bir üniforma giymesi zorunlulu�u getiriliyordu. Pehlevi başlık mecburiydi, el­ bise ise Avrupalı kılı�ıydı. Meclis tartışmalarında Libası müttahi­ dülfekifin (tek örnek giysinin) milliyetçilik fikrini yarataca�ı dü­ şüncesini savunanlar da, yerenler de çıktı. Türk devriminden esinlendi�i şüphesiz olan şahın, ondan fa rklı olarak girişimi bir tekdüzeleşme aracı olarak kullanmaya çalışması, gerçekte ilk kez İran milleti yaratma çabasının başlamış olmasındandı. Nitekim bu kararlara tepki dinci kesimden, ulemadan de�il, o zamana ka­ dar merkezi yönetimden daima ba�ımsız kalmayı başarmış aşi­ retlerden geldi. Bahtiyarilerin, Şiraz bölgesinde Kaşgarilerin,Be­ lucistan'da Dost Mehmet Han'ın ayaklanmalannın gerekçelerin­ den biri de (medeni giysi ve Pehlevi baflwını ' istememeleriydi. İşi zorla gerçekleştiremeyece�ini fa rk eden şah, özellikle Pehlevi başlık ve giysi konusunda ödün verdi. Bunda Mg anistan'daki olayiann da etkisi olmuştur. Şahın, göçebeler karşısında başansız kalmakla birlikte köylüler arasında başanlı oldu�u görüldü. Şah, şapkasının köylere kadar girmesini sa�lamak amacıyla, İran'da ilk kez uygulattırdı�ı zorunlu askerlikten yararlandı. Askerlik bitiminde erler köylerine üniformanın ceketive resmi işaretleri sökülmüş şapkalan ile gön­ deriliyordu. Böylelikle «köylü/ere hayatlarında ilk kez Batı giysisi ô"rneği göSteriyor/ardı» 1929 yılı başlannda yayımlanan bir İran gazetesinde Pehlevi şapkalı adamın, Mollalan süpürürken resme­ dilmesiyle girişimin tutucu dindarlara karşı oluşu vurgulanmıştır. Rıza Şah devrimini bu kadarla bırakmadı. Türkiye'de 1925'den beri TBMM oturumianna başı açık girilmekteydi. Şah da ülkesinde 6 Haziran 1935 günü yeni meclisin açılış törenin­ de aynı uygulamayı gündeme getirdi. Batı'da başı açmak saygı sayılırken İslamda başı kapalı olmak gelenekti. Dolayısıyla bu gi-

------ı 319 1------Bir ÇaAdaşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI rişim de geleneklerden kopma oluyordu. Bütün generaller, ba­ kanlar, milletvekilleri, konuklar, ilk kez başlan açık olarak Şah'ı bekliyorlardı. Şah bu vesile ile 8 Haziran'dan itibaren, bütün ba­ kan, milletvekili ve memurların zorunlu olan Pehlevi'den vazge­ çip Avrupa şapka ve elbisesi giymelerini istedi. Selamlarken ve bir eve girerken aruk Batılılar gibi başlarını açacaklardı. Yedi yıl önce hepsinin tek bir milletin üyesi olduklan düşüncesini yarat­ mak için Pehlevi şapkasını zorlayan Şah, bu suretle Türkiye'nin örneğini aşamalı şekilde gerçekleştiriyordu. Tıpkı on yıl önce Türkiye'de olduğu gibi Tahran'da da hemen o gün, özellikle devlet memurları tam kenarlı şapka (tamam labah) satın alabil­ mek için şapkacı dükkaniarının önünde kuyruk yapmaya baş­ ladılar. 7 Haziran günü de başbakan ve diğer bakanlar görev­ lerine Avrupa şapkasıyla geldiler. Olayın İran'da hiç tepki görmemesi olanaksızdı. Nitekim içişleri bakanlığınca yayınlanan bir bildiri, Horasan eyaletinde ayaklanmanın hastırıldığını açıkladı. Meşhed'de de camide top­ lanan halk yeni şapka ve elbiselere saldırmış, asker halka ateş açarak duruma hakim olabilmişti. Yarı resmi Journal de Teheran, bu olay vesilesiyle yaptığı yayında, olanlara bütün İran'ın üzüldüğünü belirttikten sonra ülkenin dört bir yanından, hatta Basra'daki İran topluluğundan alınan haberlere dayanarak, Avrupa şapkası giymenin büyük bir hızla yayılmakta olduğunu belirtiyordu. Özellikle bu son haber, şapkaya şiddetle karşı duran Araplara karşı, Arap olmayan iki Müslüman milletin değişik yollarla şapkaya vardıklarını gösteriyordu. Şapka kullan­ mak İran'da Türkiye'deki kadar yaygın hale gelememiş, hatta bazen geriye dönüşler yaşanmışsa da Rıza Şah, halkını, temel sorunu oluşturan c1apka giymenin dini açıdan suç sayılacak bir yönü olamaz)) görüşüne inandırmayı başarmış oluyordu. Mustafa Kemal'e yakın derecede yabancı egemenliğine karşı olan Rıza Şah, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz-Sovyet işbir­ liğiyle tahtından uzaklaşınca, bu ıslahatma karşı güçsüz kalmış olan mollalar örgütlenmeye ve güçlenmeye başladılar. Kararlar-

------ı 320 1------K İ Ş LİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK dan bazıları o zaman geri aldınldı. Daha sonrası da 1979'da Humeyni iktidara gelince İsiama aykırı oldukları için kaldınldı. Aynı sıralarda bir di�er Arap ülkesinde Irak Kralı Paysal'ın daha 1920'den beri yaymaya çalıştı�ı milli ve ne fe s, ne de şap­ ka olmayan bir başlı�a -Sidara- ilginin arttı�ı görüldü. Emir Pay­ sal 1919 Ocak ayında da Paris'teki uluslararası toplantılara fe sle de�il, Arapların milli giysisi saydı�ı ageyl, kefiye ve üzerinde abayla gitmişti. Yanındakiler de ageyl, kefiyeve redingot giymiş­ lerdi. Irakiyye veya Faysaliyye adı da verilen bu başlık kenarsız, tepesi ortasındaki bir çukurla iki çıkıntıya ayrılmıf, keçeden bir bere idi. Paysal'ın subayları bunu önce Suriye'de, Paysal Suriye'den çıkanhoca Irak'ta kullanmaya başlamışlardı. Kenar­ lıklı her başlı� Hıristiyan işi sayan Müslüman çevreler ordudan cesaret alıp bunu kullanmaya başladılar. Irak'ta da bu dönemde ( 1926-27 yıliann da) san�ın İslamın simgesi olmadı�ı, önemi ve anlamı bulunmadı�ı konusu, çok tartışılır hale gelmiştir.Hazreti Ali ailesinden olmayaniann sarı�ı taşımaması gerekti�i, hatta peygamber ile yalnız anne tarafindan akrabalı�ı olaniann buna hakları olmadı�ı bir yasa sayılıyor, fa kat bu son noktaya genellikle uyulmuyordu. Dikkati çeken nokta, Türkiye'de devrimin, yeteneksiz kişilerin dini başlık ve giysi kullanmasına karşı yapıldı�ı yolun­ daki açıklamanın buralarda da etki yaratmış olmasıdır. Faysaliyye kısa bir süre sonra Filistin'de de görüldü. Fes Av­ rupa'dan getirildi�i halde bunun yerli malı kumaşla ucuza yapılabilmesi Avrupa ve Musevi malianna karşı boykot yürüten milliyetçi Araplarm da desteğini kazanmasını sa�ladı; o kadar ki, Arap gazeteleri Faysaliyye imalatçılannın ilanlannı bedava basıyor­ lardı. Hatta ö�rencilerinin hepsini yerli malı kumaş ve Faysaliyye ile bezeyecek ö�retmenlere arma�anlar verenler bile görülmeye başlamıştı. Faysaliyye'yi yoksullara bedava da�tanlar da vardı. Kendine özgü bir başlık arayan Uzakdo�u'nun bir başka Müslüman toplumunda da, Faysaliyye'nin moda oldu�u görül­ dü. AlifBa gazetesi, Hollanda Müslümanlannın bu e�ilimini ele

------; 321 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI alarak, «B u görteriyar ki en uzak ülkelerin Müslümanları ve Arapları bile ortakgiysi irtiyorlar. İrtekler ve sevgiler yüzyılımızın Arap Bismark'ı Kral Paysa/'a yönelir» diyerek Faysaliyye'yi övüyorlardı. Ancak çabalara ra�men, Faysaliyye istenildi� dere­ cede tutunamadı, hele fe si kökünden sarsamadı. Özellikle Suriye bölgesinde siyasi nedenlerle bambaşka bir akım başladı. Şam'da bir gün ö�rencilerin fes yerine başianna Bedevi kefiyesi ve ageyli geçirip okula geldikleri görüldü. Yöneticiler bunlan sınıfiara almayınca e�tim bakanlı�ına başvurdular ve bu başlıkla kabul edilme sözü aldılar. Böylece ilk ve ortaokulö�ren­ cilerinin ço�unlu�unda ageyl ve kefiye görülmeye başladı. Şam'ın aş Şaab gazetesi yeni bir milli başlık ortaya konuncaya kadar bunun fe sin yerini alaca�ını belirtiyordu. Gerçekten akım hızlanıyordu. 22 Mart 1931 günü kalabalık bir ö�renci grubuAl Marj alanında fe slerinden büyük bir tepe yapmış ve Hindistan'da Gandhi'nin yönetti� yabancı malına boykot kampanyasına ben­ zer şekilde ateşe vermişlerdi. Böylece milli başlık akımında ısrar­ la devam edeceklerini belirtiyorlardı. 3 Nisan'da da gençler Halep'te Bal al-Faraj alanında top­ lanıp, ageyl ve Kefiyye ile de�iştirdikleri eski fe slerini alkışlar ve ba�nşlar arasında yaktıklan ateşe atnlar, hatta e�lenceyi seyret­ mek için toplanan halkın fe sleri de ateşe atılmaktan kurtulamadı. Bu arada kovalamacalar, itişmeler, kavgalar da oldu. Dört yüz kadar fe s yaktıktan sonra göstericiler Dabke (halk dansı) oy­ nayarak alandan çekildiler. Genellikle Fesin atılmasında birleşilmekle birlikte, ageyl ve kefiyye milli başlık .olarak benimsenemiyordu. Devlet Başkanı Fahri Bey Barudi, (z arif jekilli, milli yapım, kafayı günqten ve yağmurdan koruyacak, Müslümanların namazına engel ol­ mayacak, Arap kijiliği tapyacak' milli bir başlık modeli teklif edecek olana 300 Türk Lirası ödül vadediyordu.. Bir yanşma açılması ve bunun için bir jüri kurulması gerekti�nden bah­ seden Fahri Bey böyle milli bir başlı�ın fe sten kefiyeye kadar

------i 322 1------K İ ş LİK ARAYlŞlNDA BAŞLIK bütün serpuşlan beş yılda ortadan kaldırabilece�ine inanıyordu. Ancak ne fes yakmalar, ne yanşmalar, ne de ödüller, Irak-Suriye­ Filistin bölgesinde fesi tamamen ortadan kaldırmaya yetmedi. Halk tabakalannda h:Ua yeni bir başlı�a karşı direnç vardı; ör­ ne�in, Lübnan'ın Dürzüler bölgesindeki bayındırlık müdürü, iş­ çilere geleneksel başlıklan yerine Avrupaşapkası (güneşten koru­ mak için olmalı) giydirmeye kalkınca gürültüler çıkmıştı. 1938 yılı sonlanna gelindi�inde Suriye ve Filistin'den hala fe s yakma ve kefiyye propagandaları yükseliyordu: «şam'daki Arap Milli Bürosu'ndan bildirilmiftir: Filistin ih ­ tilali Filistin topraklarının büyük kısmından casusları ve hainleri temizlemipir. Resmi makamlar, ihtilal savalçılan ile sava1çı olmayanlar arasında bir ayırım yapamadığı için ag eyl ve ke.fiyye tapyan herkesi asi saymaktadır. Bu sebeple Filistin­ liler savafçılarla sava1çı olmayanlar arasında bütün fa rkları kaldırmak ve tüm halkın ihtilalle dayanılmasını ve bütün Filistiniiierin asi olduğunu göstermek amacıyla fesi atmayı ve ag eyl giymeyi kararlaftırmıflardır. , Geniss, Tü/ Keram, Beisan, Gazzan, Ma cda� Hebron'da daha !imdiden bu uygulanmı1tır. Bir hafta geçmeden fe s ortadan tamamen kalkacaktır. » Gerçi bu akımlarla fe s bir hayli azaldı ve kefiyye yayıldı ama hiç kimsede fe si tüm ortadankaldırabilecek güç görünemiyordu ve Ortado�u'da efendi sınıfindan oldu�unu göstermek isteyen­ ler yine fe si övünçle başianna geçiriyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaysa fe si artık Müslümanlar da terk etti, turistlere satılan bir hediyelikten ibaret kaldı. Bir Ç•�daşlaşma Örnc�i Olarak

CUMHURİYET İ N İ L K O N B E Ş Y I L I

Notlar: Stamboul, 04.07.1877, Seraskeriyat sözcüsü Hakikat gazetesinden Jean Dejeux'den 05.01.1899 tarihli Darülsaltanata gazetesinden, Indıa Office, L/R, 5-25, 14.0l.1899'da biten haftalıkrapor. Rcvue du Monde Musulman, c. 3, No: 10 (1907), s. 343-344 F. Taillardat, "Quelques Aspects de la Turquie Nouvelle MN c. 27, s. 25-28 10.

Böl ii n1

KADlN HAKLARININ İÇERİGİ

Tanzimat'tan Kemalistlere Türkiye'deki Evrim

A tatürk'ün ulusçuluk anlayışının en do�al sonucu, din-dil-ırk­ ..l'l.kavim-cins fa rkı gözetmeden toplumun bütün bireylerini eşit saymaktır. Dolayısıyla ister kendili�inden, ister başka yön­ temlerle kullanılan bütün unvan, lakap ve sıfatlar Türkiye Cum­ huriyetinde iki yasa ile kaldınldı1ve böylece imtiyazlı sınıf anla­ yışı yok edilmişdi. Türkiye dışındaki bütün İslam dünyasında ge­ leneksel yapı devam ettl�nden ve himayeciler için de bu aracı grubu elde ederek kitleleri kontrol altında tutmak kolaylaştı�n­ dan davranış iki çevreye de hoş görünmedi. Sömürgeciler için, girişimi Bolşevikli�e benzeterek yerrnek kolaydı. Zaten konu­ nun üzerine fa zla e�lmemişlerdi. Müslüman kesimin ise onlar­ dan bile daha az ilgilendi� söylenebilir. Din-ırk-kavim fa rkının bir ayıncı unsur sayılmaması esasen Tanzimat'ın cE Prensel İnsan Ha kları' yönündeki ilk önemli adı­ mıydı. Müslümanla gayri-Müslimi eşit sayan, dolayısıyla İslami uygulamaya ters düşen bu anlayış, Türklere Tanzimat'tan itiba­ ren yakıştınlmaya başlanan dinsizlik, Hfirlik, gavurluk sıfatıan­ nın kökleşmesinde en önemli etken olmuştur. Her şeye ra�men, ça�daşlaşmanın ilk adımını oluşturan bu karardan Osmanlı Dev­ leti sonuna kadar vazgeçmemiş, Türkiye Cumhuriyeti de aynen devam ettirmiştir. Himaye yönetimlerinde yerliler -genellikle Müslümanlar- ikinci sınıf vatandaş sayılırken Türkiye'nin tüm haklanru tanımasını İslamm ruhuna, özellikle anayasalardaki «DeP/etin dini İslamdır»maddesine aykın sayanlar tabii çıkacak­ n. Kendilerinin toplumlan içindeki ikinci sınıflık durumuna «y i­ ne de kendi ijlerimizde 1eriat uyg ulanıyor» kılıfiyla teselli bulabi-

------i 327 1------Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI liyorlardı. İkinci Dünya Savaşından sonra Birlqmi1 Milletler ku­ rulup yeni bir Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi yayınlandı�ında onaylamayan, başta Suudi Arabistan olmak Üzere az sayıda İslam devletiçıkmıştır. Gerekçeleri şeriatın bu bildirgenin içeri�inden daha kapsamlı oldu�u iddiasıdır. Kemalistlerin bu alanda Tanzimat uygulamasının üzerine çık­ tıklan husus, kadın-erkek eşitli�ini getirmeleri olmuştur. Ger­ çekte bu adımın kökeninde de Tanzimat'la başlamış ilk girişim­ ler vardır. İslam dünyasında kadıniann toplumda daha aktifbir rol oynamaları yolundaki ilk eylemleri oluşturan girişimleri kro­ nolojik bir özetle aktararak, Kemalistlerin devraldıkları mirası daha belirgin bir hale getirebiliriz. Bu mirasın hukuk alanı kadar sosyal yaşamı da ilgilendiren bir kapsamı oldu�una özellikle dik­ kati çekmek isteriz. 1845 kadının kırsal kesim dışında, modern şehir yaşamı içinde çalışması için ilk adım. 1863 Kız ö�retmen okulunun açılışı, 1869 Kız sanayi mektebinin açılışı, 1869 Basında ilk özel kadın ekinin yayınlanması, 1874 basında kadın resmi içeren ılk karikatürler 1877-78 Rus Savaşı vesilesiyle kadıniann göçmenlere fiili yardımı, 1880'ler kadın yazariann belirmesi, 1890'lar özel kadın dergisi, 1890'lar kız çocukların e�itilmesi için Babıali'nin Ye­ men'de bile fa aliyete geçmesi, 1889/1898 bir Avrupalı imparatoriçeye kolunu vererek sarayda gezdiren ilk hükümdar (Abdülhamit Alman İm­ paratoriçesi.ni Mehmet Reşat da Bulgar Kraliçesini aynı şekilde a�ırlamışur. ). -1900 Serveti Fünun'da Sanayi-i Nefise adı altında ilk çıp­ lak kadın resimleri, 1904 Loti'nin haremlerle ilgili romanianna Türk kadınla­ nndan tepki,

------1 328 1------K A D I N H A K L A R I N I N Ç E R

1908 Meşrutiyet'in ilanı vesilesiyle sokak gösterileri sıra­ sında bir kadının ilk kez peçesiz nutuk vermesi, - İttihat ve Terakki tirkasında kadın kolu girişimi, - Çok sayıda kadın dergisi ve derne�inin belirmesi, İttihat ve Terakki'nin kadın sorununu milli bir iktisat ve kültür sorunu olarak kabulü ve çalışması (Çalışan kadınla­ rın artması kadın haklan tarnşması açtı), 1913 Uça�a binen ilk Türk kadını, Hilaliahmer'in ebelik, hemşirelik okulları, Dünya savaşı sırasında geçim sıkıntısı sebebiyle çok sayıda kadının aile geçindirmek için çalışır duruma gelmesi. 1 918 Kadınlan Koruma Derne�inin gazete ilanıyla dul kadın ve erkekleri evlendirme girişimi İslam dünyasında İstanbul, Kahire, Beyrut gibi merkezlerde yerli gayri-Müslimler ve Avrupalılar arasında kadınların e�timi ve çalışnrılması konusunda hayli fa aliyet vardı. Biz kronolojimiz­ de bunları dikkate almadık. Sadece Müslümanları ilgilendiren durumlan belirttik. Biraz aşa�ıda görece�miz gibi Müslüman kadınlar arasında Türkiye dışında en önde olan Mısır'da eylem­ ler ancak 191O'la rda başlar. 1919'da İzmir'in işgali ile başlayan dönem Türk kadınının siyasette fiilen rol almasına tanık olmuş­ tur. Birçok isim verilebilirse de, yazarlı�ı ile ülke içinde de dışın­ da da büyük üne sahip bulunan Halide Edip'in simge haline gel­ di� söylenebilir. Ölüm kalım savaşında olan Türkiye'de artık ka­ dının peçeli ya da peçesiz olması sorunu ortadan kalkmışn. İs­ tanbul mitinglerinde yüz binierin karşısına Halide Edip ve arka­ daşları yüzü açık çıknlar, kimse de yadırgamadı. Bu arada Ana­ dolu'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri arasına kadın derneklerinin de katıldı�ı görüldü. Sivas, Burdur, Amasya, Er­ zincan, Kayseri, Bolu'da kurulan dernekler Kemalist politikalara tam destek verdiler. Ankara'nın Paris'teki temsilcisinin eşi Müfi­ de Ferid (Tek) de bu dönemde yurtdışında Türk kadınının ba­ şarılı bir temsilcisi olarak göründü. Ancak İstiklal Savaşı'nın dı­ şarıdan fa rk edilmeyen gerçek kadın kahramanı Anadalulu köy-

------ı 329 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI lü kadın oldu. Sırtlannda silah taşıyarak, silah altındaki çocuk ve eşlerinin üretimdeki boşlu�nu daldurarak zaferde büyük bir paya sahip oldular. Bu sebepledir ki Büyük Zafer'in hemen erte­ sinde 1922 Aralık'ında Gazi'nin bir heykelinin yapılması bahis konusu oldu�unda Yakup Kadri bunun Anadolu kadının güttü­ �ü arabalar arasına yerleştirilmesini önermiştir. Nitekim daha sonra Ulus'daki Zafer Anıtı'na mermi taşıyan bir kadın konmuş­ tur. Yüzü de açıktır. Bu nokta üzerinde durmamızın sebebi Mı­ sır'daki bir olayla karşılaştınlması içindir. Bu çabalar sırasında kaç göç hesaplannın düşünülemeyece�i açıktı. Bu arada Halide Edip'in ihtilalci kadın niteli�iyle idama mahkum edilen ilkMüs­ lüman kadın oldu�unu da anımsatalım. Oniki yıl süren savaşlarda çok sayıda genç erkek nüfusunu kaybeden Türkiye'de savaş sonrasında ekonominin çalışan kadın ihtiyacının artması kaçınılmazdı. Çalışan insanın ise düşüncesin­ den yaşamına kadar her şeyi, evde kapalı olandan fa rklı olur. Da­ ha zaferin kazanılmasından önce M. Kemal Ankara'da ö�ret­ menlerle yaptı�ı toplantıda erkek ve kadın ö�retmenlerin bir arada bulunmalarını istemiş ve onlara aynı mesajlan vermişti. M. Kemal, kadının e�itim görmedi�i bir toplumun ça�daşlaşabile­ ce�ine inanmıyordu. Tevfik Pikret'in dizesini tekrarlıyordu: «El­ bet sefil olursa kadın, alçalır be1er. » Zaferden sonra kadın hakla­ rına erişilmesinin aşamalarını şöyle özetleyebiliriz: 1923 Şubat/Mart'ı M. Kemal Bursa ve Konya nutukların­ da kadınları cemiyette yerlerini almaya dave etti. - İstiklal Madalyası alan kadınların listesi gazetelerde yeraldı. Ankara'da başı örtülü ama yüzü açık olarak meclis görüş­ melerini izleyen kadınlara cumhurbaşkanının eşi Latife Hanım da katıldı. Latife Hanım aynı kıyafetle yurt gezilerine de katıldı, ata binmiş resimleri basında yeraldı. 1923 sonunda İstanbul'da tramvaylarda erkeklerle kadın­ lan ayıran perde kaldırıldı,kocasıyla gezen kadınınyanya­ na oturabilece�i belirtildi. 1924'te Ankara'da danslı bir suare yapıldı.

------1 330 1------KADlN HAKLARININ Ç E R G

- 22 A�stos 1924'te hukuk mezunu üç kadın adalet baka­ nından yargıçlık istedi, ancak bakanlıkta çalışmalan kabul edildi. 1925'te Selma Ekrem şapka giyen ilk kadın oldu. - 4 Eylül 1925'te İstanbul'da Türk kadınlanilk kez bir ba­ loda güzellik yanşmasına kanldılar. Latife Hanımla Sovyet başkamnın eşi Kamaneva arasında mesajlar başladı. Boşalan iki milletvekilli� için Kadınlar Cemiyeri Halide Edip ve Nezihe Muhittin'iaday gösterdi. 17 Şubat 1926 • da uzun süren bir çalışmadan sonra İsviç­ re yasalan esas alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Şahsın Hukuku, Aile Hukuku, Miras Huku­ ku ve Ayni Haklar yenibir yapıya ba�landı. - Bunu Türk CezaKanunu ve Hakimler Ya sası izledi. Bunlarla bireyin din zorlamalan dışında kendi kararlanyla yaşamını yönlendirmesi hakkı tanındı. - Peçesiz dolaşanlara karşı tepkileri engelleyici önlemler alındı. 1926'da hukuk mezunu kadınlar baroya üyelik hakkı istedi. 1926'da ilk kadın dişçi ve 1927'de de ilk kadın avukat gö­ reve başladı. 1928'de 19 Mayıs şenliklerinde ö�renci kızlar da şortlu olarak töreniere kanlıp jimnastik hareketleri yaptılar. 1928'de Mg an kraliçesi yüzü ve başı açık olarak Türki­ ye'ye. geldi. - Şubat 1929'da Cumhuriyet gazetesi ilk güzellik yarışma­ sını düzenledi. 121 katılımcının resmi yayınlandı (Sadece yüz güzelli� bahis konusu). - Temmuz 1929'da Taksim stadında yapılan atletizmyanş­ malanna kadın atletler de kanldı. Kadıniann seçme ve seçilme hakkı üzerinde tarnşmalar başladı. - 1929'da İş Bankası'nda çalışan 556 memurun 86'sı kadındı. 1929'da okullann jimnastikgösterilerinde 3000 ö�renci­ den 1 OOO'i kız ö�renciydi.

------� 331 �------Bir Ça!ldaşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

1929'da Ankara'da toplanan 3. Tıp Kongresi'ne 8 doktor kadın katıldı. 1930' ilk kez bir kadın şoför ehliyeti aldı. - 3 Nisan 19 30' da belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan yasa çıkn. Mayı s 19 30'da ilk kadınyargıç göreve başladı. 1930'da üç kadın siyasi partiye üye kaydedildi. 1931 'de ilk kadın operatör göreve başladı. 1932'de Keriman Halis Dünya Güzeli seçildi. 1932'de ilk kadın hükümet tabibi ve dışişleri memuru atandı. 1933'te kadınlara muhtar olma hakkı tanıyan yasa çıkarıldı. 1934'te ilk kadın muhtar göreve başladı. 1935'te Uluslararası Kadın Birliği Kongresi İstanbul'da toplandı. 1936 ilk kadın askeri pilot uçuşa başladı. 1941 'de kadınlara askerlik dersi verilmeye başlandı. Bir yandan kadının e�itim ile, çocu�unu yetiştirmede ve aile­ sine katkıda modern zamanların ihtiyaçlarını bilmesi sa�lanmak istenirken, di�er yandan da üretici olarak ülke ekonomisine bi­ linçli katkıda bulunması, sadece tarla işçisi olmakla yetinmemesi sa�lanmaya çalışılıyordu. 1965'de Pakistan'da Birleşmiş Millet­ ler'ce düzenlenen bir seminerde, İran ile Pakistan'da üretimiyle ülke ekonomisine katkıda bulunan kadının sadece %5 olmasına karşılık bunun Türkiye'de %45 oldu�u belirtilmişti. Hayli eski bir gelene�i olan kadınınözgürleştirilmesi girişimi bu düzeye varıncaya kadar tabii ki dalgalanmalar geçirecekti. Bu nedenle, di�er bütün devrimler için oldu�u gibi, kısa vadeli de­ �erlendirmelerde başarısız kalaca�ına yönelik uyanlara sık rast­ landı�ı gibi, çelişkili yargılar da sık oluyordu. Bu durum konu­ nun genellikle bir bütün olarak de�il, şekil (çarşaf, peçe) ve öz (haklar) olarak ayrı ayrı ele alınmış olmasının sonucudur. Biz de incelememizi buna göre yapaca�ız.

332 Avrupa'nın Önüne Geçen Adım

M. Kemal'in ça�daşlaşmanın kadının özgürlü�ü olmadan sa�lanamayaca�ı hakkındaki sözleri, dinsizlik suçlamasına aldır­ madan peygamber'in bu tür bir kapanma yı emretmedi�ini ifade­ si, kendi nikahında bir evleome ihtilali sayılacak derecede gele­ neksel törenlerden aynlması, İslami gelene�e aykın olarak geli­ nin erkekli kadınlı misafirlerin önüne çıkması, harem öyküleriy­ le düşünmeye alışmış Banlılan hayli şaşırtmışn. «B u davranıjlar bir feminizm sayı/masa da Türkler açısından büyük ve fajırtıcı bir değijmenin avukatlığıdır» diyenler vardı1. Tabii getirebilece­ �i tehlikeleri anımsatanlar da3: «papa ve Kilise kadına kapanmayı önerirken, korkusuz vegi­ rijimci Türk bajkanı kadıniarına açılmayı öneriyor. Kemal dikkat etsin, toprak ayağının altından kayabil ir. Böyle masum bajlangıçlar bazen kötü sonuçlanabilir... Kemal'in uygarlık anlayıjını kabul edersek İskoç/arta Macarlar uygar değildir. » M. Kemal 'in e�lence ve dansı teşvik etti�ini ama Türklerin bu adımda aşın gitti�ini, öbür yandan peçenin hala kaybolmadı­ �ını, sadece İstiklal Mahkemesi geliyor denince sokakta tek bir peçeli kalmadı�ını ileri sürenler var. Trabzon'a gönderilen bir ti­ yatroyu seyre kadıniann da gitmeleri emri verildi�i, taassubun aşılamadı�ı belirtiliyor! Buna karşılık olaya tamamen sosyolojik açıdan bakanlar da yok de�il. Hem de bir misyoner dergisinde5: «Geçmijle kopuf, sosyal ve dinigeleneklerden kopuf eğerahldki bir anlam ve dinamik tajımazsa zarar verir. Ama Türkiye'de bu ahlaki dinamiğigerçekten arayan çok erkek ve kadın bu­ lunduğuna inanıyorum. Bu sebepledir ki Türk kadınının ge­ leceğine inanıyorum.» Türkiye'de bir güzellik yanşması düzenlenmesi ve Keriman Halis'in Dünya Güzeli seçilmesi bambaşka düşüncelerin açıklan­ masına zemin hazırladı. Önce «Harem kalmıyor» diye üzülen es­ kinin hayranlan belirdi. Sonra işin asıl yüzü anlaşıldı6

------1 333 1------Bir Ça�daşlaşma Örne�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«Dünya Güzeli seçilmesi olağanüstü bir heyecan yarattı. Ülke dıpnda sayg ı duyulması arzusunun tatminiydi. Kililik ve ah­ lak açısından Keriman Ha lis pek uygun bir seçimdi. Zira mo­ dernliğe ılım/ı uyumla, eski ahlak ve davranı1 fo rmülünü bağ­ daltıran orta sınıfa mensup bir temsilciydi ve Türk çağdalıal­ masının simgesi oldu. Gelecekte Türkgencinin kültür ve mezi­ yette de dünya 1ampiyonu olması umudunu belirterek yine Ga­ zi en uygun değerlendirmeyi yaptı.» Türk kadınına bütün siyasi hakiann tanınması ise bazı çevre­ lerin ısrarla üzerinde durdu�u gibi, serbestli�in sadece bir e�len­ ce ya da soyunma hedefigütmedi�ini, kadını toplumun dinamik bir elemanı haline getirmenin hedeflendi�ini gösterdi. Türki­ ye'nin Ortado�u'da feminizmin lideri oldu�u; di�erlerineörnek olaca�ı; Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkelerin Türkiye'nin geri­ sinde kaldı�ı türü yorumlar sık sık görülmeye başlandı. İstan­ bul'da toplanan 12. Uluslararası Kadın Kongresi vesilesiyle ya­ pılan yorumlar da artıkTürk iye'nin bu konuda dünyanın en ile­ ri birkaç ülkesi arasına yerleşmiş oldu�unu onaylıyordu7: «TBMM'de Washington'dakinden en az üç misli milletvekili var. İngiliz Avam Kamarasındakinden de fa zladır. Harem ve peçeden on yıllık bir sürede parlamentoya geçi1 ihtilalci bir olaydır, ama ihtilaller arasında da fa rklar var. Fransa 150 yıl önce kapsamlı bir ihtilal yapmıpı, sonra birkaç tane daha kü­ çük çaplısını yaptı ama Fransız kadınları htild hakları için sa­ valıyorlar. » «Lady Astor dedi ki: Yönetici diktatör/erinin emriyle çocuk yapmaktan ba1ka hakları bulunmayan Alman ve İtalyan ka­ dın/arına acıyorum. Amerika, İngiltere, Türkiye ve diğer iiz­ gür ülkelerde de kadın çocuk doğurur ama emir/edeğil ... M. Kemal Atatürk'ü bir diktatör sayarım ama Mussolini, Hitler ve Stalin1den fa rklı bir diktatör ... » 8 Kadın haklan genel çerçevesi içinde Medeni Kanun'u özel ola­ rak irdeleyen az sayıda de�erlendirme de var. 1925-26'daki Mu­ sul görüşmeleri sebebiyle Türkiye'deki her oluşumu negatiftaraf -

------1 334 1------K A D I N H A K L A R I N I N Ç E R

lannı ön plana çıkararak de�erlendirmeyedevam eden İngiliz çev­ releri bu konuda önde geliyor. Times'tan bazı alınnlar vereceğiz9: «M. Kemal'in hukuki ısiahat konulu nutku büyük önem tafı­

yor, Lütfi Fikri·'yesaldırısı yersiz . . . », «Türkler Hıristiyanlar için ya1amı çekilmez yapıyor... », «Farklı toplumlar için yüzyıllar önce hazırlanmı1yasaları ka­ bul bir traji-komedidir. Türk aydınlan modern Bağdat'tan çok modern İJ:P içre·'yisempatik göstermeye çalıpyorlar. Bu uygunsuz davranı1ı zaten erkeklerhof ka71ılamazkenacaba serbest meslek­ ler ve çqitli kamu hizmetlerinde paylarınıgiderek artıran Türk kadınları ne düfÜnecek?.. Her 1ey uygulama1ekline bağlı ... » Ye ni Osmanlı Devletinin Isiahat Denemeleri baflıklı yazıdan: «Türkiye en uygun diye aldığıİJ:P içre yasasından da ilerigidiyor. İnsan endifeleniyor. Bir tepkigelmeyecek m� en Sünni İsld mage­ ri dönmek için %tiyar Türk' ayaklanmayacak mı? Eninde so­ nunda M. Kemal tek bir kifi. Bugünlerde bir diktatörünyafa ­ mı korkunçge r;ginlikler içinde geçiyor, bunun altındakiler er ya da geç ezilecektir (.. .) bir kez yok olursa ne olacağını kim söyleye­ bilir. Bu reformlarM. Kemal'in iji deği� yüz yıl önce baflamıftı ve 1imdi hesaplanamayacak insan hayatı ve ızdırabı pahasına salt bir Osmanlı Devleti kurmak için çabalıyor/ar. (... ) Islahat­ laryQJaya bilir mi? Türkiye'ye mükemmel bir sivil kanun verildi ama eğeriyi kanunlar iy i hükümetleryaratabilseydi Türkiye'nin reformlara hiç ihtiyacı olmazdı. Ya sayı ülkesine getirmil olanlar acaba iyi ve dürüst yöneticileri de çıkarabilecekler mi? Bu, Os­ manlı hanedanını basitçe sürüvermekten daha zor bir feydir... » Yazann Bağdat Modernliği'nden bahsetmesi, himayeci yöne- timinde oluşturduklan ça�daşlaşmayı herkese kabul ettirme is­ teklerinin ürünüdür. Nitekim aynı dönemde Mısır'da bir İngiliz gazetecisi verdi�i konferansta Mısırlılann eskiye sadıkkalmal an­ nı sa�layan İngiliz idaresinden mutlu olduklannı bu sayede Tür­ kiye'den daha modern ( ça�daş) olduklanm ileri sürüyordu. Fransızlardan da eleştirenler yok de�ildi. Osmanlı Devletinin son yıllannda Türkiye'de bulunmuş ve eski Do�u'nun kaybol-

------ı 335 1------Bir Ça!!daşlaşma Örnc�i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI masından ötürü üzüntü duyan Bertrand Bareilles yeni yasalann zorlanmadan işlerlik kazanmasını Türklerin karakteri olmaması ve yo�rulabilirli�inin yüksekli�ine ba�lıyordu. M. Kemal'in dini ıslah etti�i iddiasını reddedip hemen hemen iptal etti�ini ileri sü­ rüyor ve o da tepki gelmemesine şaşıyordu. Medeni Kanunu Türklerin Hıristiyanlaştınlması için araç sayanlar da -pek az da olsa- vardı. Yeni yasa ile Müslüman kadının gayri-Müslirnle ev­ lenmesine bir engel kalmaması ve o günlerde bu tür bazı evlilik­ ler olması onlan cesaretlendirmişti.1° Cumhuriyet gazetesi de sa­ vunmak gere�ini duydu: «Kanunu Medeni1den beri Türkle evle­ nengayri-Müslim pek çoktur. Gayri-Müslimle evlenen Türk kadı­ nı ise sadece üç. Bunlardan ikisinin annesi zaten gayri-Müslim imif, öbürünün babası ise kızını reddetmi1».11 Medeni Kanun olayına ciddi ve bilimsel açıdan bakanlar fa z­ la de�ildi. Bu adımın Lozan'da kapitülasyonlann kaldmiması için Türkiye'nin evrensel hukuk anlayışını kabul etme vaadine uydu�unu anımsatanlar da vardı. Aynı zamanda ülke içinde azınlık haklannın kalkmasını sa�ladı�ı da anımsanlıyordu11: «Ermeni ve Ya hudi cemaatlerinin arkasından Rumlar da azınlık haklarından vazgeçtiler. Lozan, 37 ve 45. maddelerde gayri-Müslim azınlıkların aile hukuku açısından özellikleri­ nin devamını kabul etmi1ti. Bunların belirlenmesi için karma komisyon çalı,ması yapılacaktı. Vazgeçme/eri, Medeni Kanu­ nun herkese e1itlik ve çağdaflık getireceğine inanılmasından­ dır. ( .. .) Böylece Fener1in siyasi yetkisi de kalkmı1 oldu. Artıkdi­ ni ayrılıklarda kalkmı1 oluyor. Bu yasa Ortadoğu1nun huzura kavu,ması için çok önemli. Din fa rkı olmadan ortak vatan jik­ ri yerlqecektir. Ulus birlik bir cephe olufturacak, yabancı entri­ kaları eskisigibi oyunlariçin uygun alan bulamayacaktır. (... ) Esasen bu hakları devam ettirmek isteselerdi de ifletemezlerdi. » Aynı yazar yasanın meclisde kabulünden sonra «Gerçek İhti- laJ» deyimini kullanmış, bilimsel ve akılcı hukuk sistemi olarak nitelemişti. Bir başkası «Modern zamanların en karakteristik ve köklü moral devrimi» deyip ekliyordu «itme ve saf bilgiye açma

------� 336 �------K A D I N HAKLARININ Ç E R G

açısından M. Kemal Peygamberinin izinde olduğunu iddia ede­ bilir. Hukuk ve yasalar açısından onunla çatışmıyor. İnsani açı­ dan bakarsak onun devamcısı olduğu söylenebilir. » Lozan'da es­ kiden kalmış kapitülasyon davalannı çözmek için kurulan Karma Mahkemelere altı yıl içinde yalnız dört davanın havale edilmiş olması da yeni yasaların evrensel niteliğineörnek olarak gösteril­ mişti. «Kağıt üzerinde hayran olunacak bir hukuk sistemi bulun­ duğu ancak tam işlemesi için yeterli personelin yetiştirilmesinin gereğini» vurgulayanlar da vardı. De�erlendirmesi özel önem taşıyan bir di�er isim de, Lond­ ra Üniversitesinde İslam hukuku ve Türk toprak hukuku profe­ sörü olan Leon Ostrorog'dur. Osmanlı örfi yasalarının şeriattan farklılı�ını vurguladıktan sonra ekler13: «He nüz şimdilik hukukun ve adaletin laikleştirilmesi gerçek­ leştirildi. Peyga mber caklımla karar veririm� diyeni onayla­ mıştı. Bu yeni anlayış dinden dönme, sapkınlık mı, yoksa sko­ lastik mantıkçı/arın kurnazlığından etkilenmeden önceki saf, liberal İslamın anlayışına bir dönüş mü? Cevabı verecek olan Batılı İslam araştırmacıları olmayacaktır. »

Kemalist Modeli Tercih Edenler

İslam dünyasında kadın konusunda Türk örne�ini en yakın­ dan izleyen İran Şahı Rıza Pehlevi oldu. Önce 1928 yazında pe­ çeli de olsa kadının kocasıyla birlikte sokakta dolaşması ve bir pas­ taneye oturması ile yol açıldı. Örne�i Tahran polis müdürünün vermesi gençleri cesaretlendirdi. Çadırı (çarşaf) bırakanlar çıktı. Ancak Mg anistan'daki olaylar yüzünden peçe hemen kalkmadı. Bu arada basında -şüphesiz hükümetinizniyle- kadınianneğitimi konusu gündeme getirildi. Bu dönemde İranlı bir şarkıcı ancak sıkı polis önlemi altında yüzü açık olarak ilk konserini verdi. 1931 A�ustos'unda evlenmede kadına haklar getiren bir yasa kabul edildi. Evlilik kayda geçecekti, erkek başka eşleri varsa önceden bildirmek zorundaydı,kadına mahkemeye başvuru hakkı tanındı,

337 1------Bir Çaj!daşlaşma Örncj!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI kıziann küçük yaşta evlendirilmesi kaldınldı, Müslüman kadının gayri-Müslim ile evlenmesi hükümetin iznine tabi nıtuldu. Türkiye kendini Avrupa ile bütünleştirirken Doğulu Kadın­ lar Genel Kongresi 27 Kasım 1932'de Tahran'da toplandı. Bu­ rada İran'daki gibi hakları belirleyecek yasa yapılması, kadınlara e�tim haklan sa�lanması, günahkarlıktan vazgeçen kadıniann topluma kazandıniması için çalışma yerleri oluşturulması öneril­ di. Seçme hakkı ise okur-yazar kadın sayısının %50'yi geçmesin­ den sonraya bırakıldı. İran, Şah'ın Türkiye'yi ziyaretinden sonra 1935'de peçenin kaldırıldı�ını resmen açıkladı. Resmi a�ızlar bunun «cehalet ve batı/ itikat peçesini kaldırmayı amaçladığını, çarfafi n kaldırılmasının çok önemli olmadığını» söylediler. Özellikle ö�renci kizlardan peçe kaldırtılarak gençlerin katkısı sa�lanmaya çalışıldı, Şah'ın eşi ve saray halkı da soka�a peçesiz çıkmaya başladılar. Eşi reforma katılmayan memurun görevine son verilece�i söyleniyordu. Sitare-i Cihan gazetesi Kemalistle­ rin gerekçelerini tekrarlıyordu: «Peçe ve çarp:ıfjehirliye özgüdür, köylü ve göçer bilmez, meziyet ve ahlak peçede değildir. » Türkiye örne�ni izlemenin, dinin esasıyla ilgisi olmayan alışkanlıklan or­ tadan kaldırmak için gerekli oldu�unu yazanlar da vardı. Bunlar belki de Azeri Türklerini etkilemek için yazılıyordu. Filistin'de İran'ın peçenin yanısıra Türkiye gibi Arap harflerini de anp İs­ lam dünyası ile ilişkilerini kesece� söylentileri dolaşmaya başla­ yınca İran Konsolosu şu açıklamayı yapn: «Peçeyi İran halkı kendisi atmak istiyor, zira jehirden bajka yerde kul/anılmaz. Şimdi jehirliler de bırakıyor. Çağdaf yafa ­ mın gereğine uygun doğal bir davranıjtır, taklit değil. » 8 Ocak 1937'de İran'da kadın haklannın yıldönümü kutlan­ dı. Şah, eşi ve kızlanyla birlikte diplama törenine kanlıp bundan böyle yüzleri kapalı olarak topluma yabancı yaşamayacaklannı söyledi. Bu arada yeni ceza yasası çıkarıldı. Kadınlar üniversiteye alınmaya başladılar. İlk üniversiteli kız, İran'ın eski Türkiye El­ çisi Müsteşarrüd Devle'nin kızı Şayeste Sayeg uzun süre yaşadı­ � Türkiye'nin kadını hakkında bir konferans verdi. 194l'de

338 K A D I N H A K L A R I N I N Ç E R G

İran'ın İngiltere ve Rusya tarafindan işgali ve Şah'ın sürülmesin­ den sonra peçeden başlayarak geri adımlar atılmaya başlandı. Gerçi kadınlar hala üniversite okuyor, hemşirelik, ö�retmenlik, sekreterlik, daktiloluk, arşivcilik, tercüme işleri yapıyorlardı. An­ cak aydınla halkın bütünleşmesi yönüne gidilmedi.Aksine o�lu zamanında bu farkdaha da artn. Ulema güçlenince özellikle ka­ dını erkekle eşitleştirme yolundaki adımların geri alınmasını iste­ meye başladı. 1979'da Humeyni rejiminin gelişiyle kadın tekrar çarşaf ve peçeye girdi, kazandı�ı hakların bazılannı da kaybetti. Ülkesini İngiliz kontrolünden tam kurtardı�ı için sevilen M­ ganistan kralı Amanullah, Türkiye'de Osmanlı zamanında yetiş­ miş bir ısiahatçı olan Mahmud Tarzi 'nin kızıyla evliydi. 1920'li yıliann başında Osmanlı Türk subaylarını ordusunda ısiahat yap­ mak için ça�ırmış ve Kemalistlerle son derece dostça ilişkiler kur­ muştu. AmanuHalı da kadın e�itilmeden toplumun yükseleme­ yece�ine inanıyordu. İlk adımını kızların kocalarını kendilerinin de seçebilmesi kararıyla attı. Mollalann kışkırtmasıyla ayaklanma olunca üzerlerine askerle gidip bastırdı. 1928'de eşiyle birlikte Avrupa'ya giden belki de ilk Do�ulu hükümdar oldu. Eşi ve ne­ dimeleri bütün seyahatte yüzü açık ve kralın yanı başında bulun­ du. Atatürk onlara çok büyük dostluk gösterdi�i gibi AmanuHalı da Türkiye örne�inden etkilendi�ini, çok kadınla evlili�e karşı oldu�unu saklamadı. Bu gezisi sırasında iki kanattan büyük tep­ ki geldi. Mısırlılar, Kahire'de camiye başında silindir şapka ve eşiyle birlikte gitti�i için çok kızdılar. Kral Fuat kendi vatandaş­ larının tepkisi endişesiyle fa zla birlikte görünmemeye özen gös­ terdi. Özellikle eşini programlara sokmadı. Operayı peçe ile sey­ retmesini istedi. Her ne kadar Mısırlı prens ve prensesierin Av­ rupa'da gezerken her çeşit Avrupalı davranışı uyguladı�ı bilini­ yor idiyse de aynı şeyleri ülkede yapmalan hazmedilemiyordu. Bu yüzden Mısır'dan bütün Arap dünyasını etkileyen ve Türki­ ye'ye özentiyi yeren yayınlar çakn. Bunlar arasında İstdmı Yay ­ ma Cemiyeti'nin sözcüsü El Ta kva'nınki ilginçtir. Peçe konu­ sunda bir karı-koca tartışması sırasında erkek söze başlar:

------1 339 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«_ Ba1ka erkekler seni sokakta, evdeki kılığındagörürse, negü­ zel demezler mi? - Onlar serserilerdir. - Hayır akıllı/ardır. Peyga mberin iki ep, kör İbni Umm Mak- tum)a KurJan okuyorlardı. Peyga mber kızdı. 'Amakör) de­ diler. Ya nıt verdi. 'Ama siz kiir değilsiniz, onu görüyorsu­ nuz. ) Peygamberimiz böyle basit bir 1eye kızdıktan sonra, gözleri önünde karısının genç insanları ôpmesi kar1ısında duyguları hiç harekete geçmeyen bir kralın qine (Afga nis­ tan kraliçesi) kızmamalı mıyız?» Mg anistan'daki ıslahata ikinci yo�un tepki Hindistan'dan gelmiştir. Dünyada büyük yankı yapmamış olsa da İngiltere, Ke­ malistlerden önce 1919'da Amanullah'tan yenilgi aldı�ını ve ül­ ke üzerindeki kontrolünü kaybetti�ini unutamıyordu. Aynca bu ülkenin Türk devrimci modeline fa zla açık olması ve çok köşeye sıkışırsa Sovyetlerle de anlaşabilece�i endişesi, Hindistan'ın gele­ ce�i açısından önem taşıyordu. 1920'li yıllar boyunca İngiltere Türk etkisinden korkmakta devam etmişti, oysa giderek artan sa­ yıda Türk uzmanı Kabil' e yerleşiyordu: ıcAfganistan, çağda1Ja1masını Türkiye)nin yönlendirmesini is­ tedi. Fransız yazarı Ya rbay G. Besnard 1öyle diyor: Amanul­ lah uygarlık ve ilerleme yolunda yol göstermesi için Türkiye yi seçti. Avrupa için pek onur verici olmayan bu karar, aydın­ lanmanın geldiği Paris)te sürpriz etkisinden sıyırmak ama­ cında olduğunu göstermil oldu.» Bu eleştirilerin, Kemalistlerin Türkiye'yi yabancı kontrolün­ den tamamen çıkarmak amacıyla içerde tam bir tasfiyeye girişme­ leri üzerine yapılan eleştirileri andırdı�ı dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye'nin kendi himayeci rejimlerine kötü örnekoldu�unu dü­ şün ür ve yıkılmasını beklerken aksine bunun yaygınlaşması tabii ki işlerine gelmiyordu. Bu arada AmanuHalı toplumundaki güçle­ ri iyi hesap etmemekten do�an taktik hatalarda yapn. Bunlar Il. Mahmut'tan beri bilinmeyen şeyler de�ildi. Portreleri sokaklara

------1 340 1------K A D I N HAKLARININ Ç E R

asıldı. Kraliçe bir törene peçesiz katıldı. Mollalar itirazedince kral «Kadınlar köydepeçe takıyor mu? Hayır... Öyleyse karar 1ehirliler içindir, köylü kadınlar peçeyi arzuladığında 1ehre de koyarız» ge­ rekçesiyle susturdu. Kadınlar şehirlerde peçesiz dolaşmaya başla­ dı. Memurlann birden fa zla evliliğinin engellenmesine girişildi. Bu oluşumlar sırasında tutucu dinci çevrelerle İngilizlerin işbirli­ �i yapn�ı ya da bunlann Hindistan'ın İngiliz yönetiminden des­ tek gördü�ü hakkında birçok iddia ileri sürülmüştür14: «Avrupa'dan Kabil'e dönü1ünde Ankara diktatörünün tirne­ ğinden esinlenerek hareket ba1ladı. Kaybedilinin sebebi budur . .Afırı dine bağlı kitleleri hazırlamadan ıslahatı zorlamak teh­ likeli oluyor ... M. Kemal örneğinden esinlenmesi, Moskova'yla politik yaklapmı İngilizleri endi1elendirdi. Ama M. Kemal gibi her 1eyi kabul ettirecek gücü yok idiyse yapmamalıydı. » «İngiltere Hindistan'ın kapısında, bir tür yenile1mif Türki­ ye'nin Afganistan'da belirmesinden endi1eliydi. » Amanullah'ın kusuru tam kararlı ve enerjik olmamasında aranmalıdır. Tahtı terkederken yayınladı�ı veda mesajında bu yumuşaklı�ı hissedilir: «ülkemi terk etmem sava1ı kaybetmemden değildir. Afganlıla­ rın birbirlerini öldürmelerini istemedim ... Önerdiğim ıslahatı apretlerin temsilcilerinin olu1turduğu meclise onaylattırmıl­ tım. Ama sonra aykırı diye kar1ı çıktılar. On yıllık saltanatım Afganlara daha sonra meyvesini vereceğini umduğum uygar­ lık tohumlarını tanıttı. Bir atasöZü derdi ki; Eğ er sevdiğimya­ pyorsa, ruhum da kalhim de kınlsa ne diye endi1eleneyim. » Onu deviren Habibullah'ın Mg anlılara ve bütün İslam dünya- sına hitaben yayınladı� bildiride AmanuHalı ile yakınlan dine iha­ net, şerian Muhammediyeyi inkar, Avrupa yolunu izlemek, dini ve ulemayı da�ıtmakla suçlandılar. Hain ve Hfir Amanullah'a karşı da� taş dolaşıp ulemanın fikrinive deste�ini aldı�ı, ulemayı ve İsiarnı kurtarmak için hareket etti�i ekleniyordu. Kısa süre sonra Habibullah,Amanullah'ın ye�eni Nadir Şah tarafindan dü-

------1 341 �------Bir Çaııdaşlaşma Örnelıi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

şürüldü ve ça�daşlaşmaya daha yavaş ve ılımlı bir tempo ile de­ vam edildi. Kadınlarla ilgili konulara fa zla dokunulmadı. Türk örne�ini izleyen bir di�erülke de Arnavutluk olmuştur. Nüfusunun üçte ikisi Müslüman oldu�u halde başından beri di­ ni politikanın dışında bırakmaya özen gösteren ( 1929 Anayasa­ sının 5. maddesi) Arnavutluk'ta daha 1923'de Müslüman Yük­ sek Konseyi kadının peçesiz dolaşabilece�ine karar verdi. Çok ka­ dınla evlilik de kaldırıldı. Saray-Bosna'da da Müslüman Konseyi 1928'de hem peçenin hem çok evlili�in kalkmasını kabul etti. Aynı şekilde Bulgaristan ve Romanya Türklerinde de peçenin yerini başörtüsü almaya başladı.

Peçeyi Belirleyici Sayanlar

Hint Müslümanlan, kadın konusunu peçe açısından ele alan ama karar vererneyen bir toplum olmuştur. Hindularla kanşık yaşamaları, İngiliz yönetimi altında olmalan ve nihayet ikiimin etkisi nedeniyle, peçenin ne tam kaldınlmasını ne de tam uygu­ lamasını istediler. Bir yerimhaneninaçılışı sırasında, kendisinika­ fe sin arkasından dinleyen Müslüman kadınlar bulunması a�ınna giden Gandhi'nin bunun kalkması umudunu belirtınesi ama çö­ zümünün e�time ve uzun zamana ba�lı oldu�unu ifade etmesi, Hindistan'daki e�ilimi iyi yansıtır. Bopal Hükümdan Navab Sul­ tan J e han Begüm Shaeba gibi, peçe ve çarşafinneden gerekli ol­ du�una dair, Kur'an ve sünnetten örnekler içeren kitaplar yazan­ lar çıktı. Kaldırılmalı diyerek, saklanma yı Kur' an'a hakaret sa yan­ lar da vardı. Kesin bir fikre varılmamış olmalı ki, bir prensin so­ rusu üzerine El Ezher şu yanıtı yolladı15: «Ha ne.filer peçenin kalkmasına kar1ı değildir. Ama erkek kadının yanından geçer­ ken rahatsız etmemek için bajını eğ melidir. Malikiler peçeyige­ rekli giirmüyorlar ama kaldırılmasına da karjılar. » Çok kadınla evlili�n kaldmiması konusunda İngiliz etkili La­ hor gazetesi olumsuz yargıda bulunuyor16: «Kiiylüfa zla kadınla

------ı 342 1------K A D ı N H A K L A R ı N ı N Ç E R

onları çalıpırmak için evlenir. Onların hizmetinden mahrum ka­ lırsa ücret ôiJ,emek zorunda kalır, » Bir kadın düşünür ise aksine karan onaylıyor17: ccİslamda {art olan tek kadındır. Bu kô"tülüğü yasayla engellediği için Türkiye)e tejekkürler. Ancak yasal ispat ile ikinci kabul edilebilir. İlerici, aydın bir halk, bu{arta bağlı kura­ lın kullanılmasından tiksinerek bu kararı aldı,» Yıllar sonra da bir di�er kadın yazar, bütün uygulamalan dikkate alarak «Türk­ ler kadın haklarıkonusunda İngilizlerigeçti .asyargısında bulun­ muştur. Medeni Kanunu ele alıp Ankara'nın Molla İsidmı'na kar­ şı çıkışını (çağın gereklerine uyma' diyerek öven ama aşırılıkla bunlan kışkınmak gibi, tamamen Avrupa'ya teslim olmaya karşı devrimcileri uyaranlar da var.19 İngiliz etkisi alundakilerde rastla­ nan bu görüşe karşı, Edinburg'daki İslam Cemiyeri sekreteri Fa­ teh Mohammed'in Times'ın yerici kampanyasını eleştiren açık mektubu (1927) ilginç bir yaklaşımı yansınyor10: «Biz yeni Türk'ün, genellikle Hıristiyanların sandığıgibi İs ­ Idmı terkettiğine değil, aksine son yüzyıllarda İsiama arız olan yabancı unsurların belalarını silkelediğine ve İslamın bajlangıç saflığı ve basitliğinegittiğine inanıyoruz. Çağdaf Türk, birkaç kujak ô"nceki atalarından daha iyi Müslüman ol­ maya çalıpyor. » Muhammed İkbal ise Medeni Kanun'un mirasla ilgili hü­ kümleri üzerinde durmakla yetiniyor, şeriatta fa rkedilmemiş ekonomik özellikler bulundu�unu, Türkiye'nin hatasının şid­ detle ilerlemek hırsının yarattı�ı acemilikten kaynaklandı�ını sa­ vunuyordu. Mısır'da Müslüman kadın hareketi, Kasım Bey Amin'in 1900'da Mısır Kadınının Özg ürlqmesi broşürüyle başladı. Fakat yankı uyandırmadı. Onun izinden giden ilk kadın Malak Hıfni Nasef 1911 'de, İstanbul'da İttihatçılann destekledi� kadın hare­ ketinin de etkisiyle, kadıniann Mısır meclisine kabulünden çok evliligin sımrlandırılması, kadın nbbiyesi açılması, egitimin dü­ zenlenmesi, camilere kabulü de içeren önerilerio önderliginiyap-

------1 343 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI tı. Hepsi reddedildi. Malak ve di�er günün yazarlan giyinmede, ev ve toplumsal yaşamda Türk kadının örnek alınmasını -onun düzeyine erişilmesini- öneriyorlardı. Henüz bir kadın hareketi olarak adlandınlabilecek güce ulaşamamışlardı. Aslında bu ko­ nuyla ilgilenenler büyük ço�unlukla orta sınıftan oldu�undan ça­ lışan kitlelerin hedef alınması söz konusu de�ildi. Türkiye'deki kadın hareketi ile Mısır'daki arasındaki bu fa rk daha sonraki olu­ şumlan da etkiledi. Türkiye'de köylü kadım da hedef alan geniş kapsamlı bir eylem varken, Mısır'da Pellah kadını katma e�ilimi yoktur. Burada İstiklal Savaşı döneminin rolünü kabul gerekir.11 Mısır'da kadın hareketinin gerçek anlamıyla 1919'da, ba�ım­ sızlık için İngilizlerle çekişmeler sırasında başladı�ı kabul edil­ mektedir. Zaglul'un eylemlerine Hıristiyan Kopt kadınlannın da katılması konuya canlılık getirdi. Vafd'ın adeta bir kadın kolu oluştu ve ba�ımsızlık için savaş yaparken bir yandan da sosyal amaçlı istekleri belirdi. Başına ülkenin ünlü paşalanndan Şaara­ vi'nin eşi geçti. İngiliz aleyhtan gösterilere kadınlar çarşaflıve pe­ çeli olarak (sadece gözleri açık) katıldılar. 1923'de Roma'daki ka­ dın haklanyla ilgili (özellikle seçme ve seçilme haklan konusun­ da, Uluslararası Kadın Birliği Kongresı�ne katılan bayan Şaaravi ve yardımcısı Kahire'ye dönüşte trenden peçesiz inince büyük bir şok yaşandı, karşılayıcılar da yüzlerini açtılar. Böylece o güne ka­ dar daha çok bazı kadın isteklerine münhasır kalan tamşmalar birdenbire koyu bir dini içerik kazandı. Bunda peçenin simgesel bir nitelik taşıması dikkati çekicidir. Türkiye'de kırsal kesime şe­ hirlinin yavaş yavaş uyması ile, yani bir toplumsal bütünleşme ve son adımda devletin teşvikiyle peçenin kalkması sa�lanmıştır. Bu, toplumda eşitlik ve bütünleşmenin simgesiydi. E�itim hakkı ya da miras hukuku ile ilgisi yoktu ama, bir de�işmenin simgesi ol­ muş, di�er adımiann yolunu açmıştır. Mısır'da kadın hakkına karşı olaniann özellikle peçeyi hedef almalan ilginçtir. O günlerde, Türkiye'nin peşinden Suriye ve Filistin'de de pe­ çeyi atmanın yayıldı�ı, hatta Mekke'ye kadar girdi�i söylentileri

------� 3� r------K A D ı N H A K L A R ı N ı N Ç E R

ortalıkta dolaşıyordu. Öyle anlaşılıyor ki toplu ve ani bir kadın eylemi karşısında erkeklerin güçsüz kalmalan korkusu vardı. Ba­ zı olaylar hassasiyetİn derecesini gösterir. 1924'de Mısır Meclisinin bir toplannsında aşın sayıda kadın dinleyicinin bulunması Mahrusa Gazetesi tarafindan şöyle de­ �erlendirildi11: «Fazlasıylagülümsüyor ve oynaşıyorlardı. Salonda aleyhlerine konuşmalar oldu, bir milletvekili kızıp dışarı çıktı, soranlara kadınları gösterdi, yerlerinin değiştiri/eceği söylendi. Kadın­ lardan biri peçesini açıp kapıyor, gidipgeliyor ve koketçegülü­ yordu. Bu kadın oturdu, peçesini açtı ve salonu seyre başladı. Tuva/et masası başındaymışgibi davranıyordu. Sonra kafası­ nı tahrik için halkonun kenarına dayadı. Böyle bir kadını bir kez daha yazmıştım ... » Di�er gazeteciler bu yazıya karşı bir protesto bildirisi yayın­ ladılar söz konusu hanımın tanınmış bir aileden, ahlaklı bir femi­ nist oldu�u belirtildi. Mısır Hükümeti adına Ziver Paşa'nın 1925'de İngiltere'yi resmi ziyareti sırasında verilen ziyafete Mısırlı hanımiann yüzleri açık olarak kanlması yine ortalı� kanşnrdı. Skandal dendi, böyle davranışiann tekrarlanmaması istendi. Evening Standard olayı şöyle de�erlendirdi: «Eğlendirici skandal. Herkes biliyor ki Mı­ sır'dan vapur kalkar kalkmaz herMüslü man kadın hemen peçesi­ ni atıyor ve Avrupa 'da bulunduğu sürece bir daha takmıyor. Dö­ nüşte gemi rıhtımayanaşır yanaşmaz peçe/eniyor ve dün konuşup dans ettikleri erkekleri tanımıyorlar. » Bunun günümüzde Arap ülkelerinde uça�a tam kapalı binen kadınlann, uçak İslam ülkesi­ nin sınınnı aşar aşmaz çarşaflannı anp mini etekliklerle ortaya çık­ malannı anımsatn�na işaret edelim. 1927'de de Mısır kral ve kraliçesi Paris'te Fransız Cumhurbaşkanının ziyafetine kanlmış­ lar, yüzü açık res.imleri gazetelerde çıkınca basında yine şiddetle eleştirilmişti. 1928'de Mg an kraliçesinin peçesiz dolaşmasının Mısır hükümdannı son derece sıkıntıya düşürmesi ve halkın gö-

------� 345 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI zünden saklanmaya çalışılmasını da bu çerçevede de�erlendirme­ lidir. Buna ra�men, 1926'da Londra'ya, kadıniann seçim hakkı koı:tusundaki uluslararası konferansa kanlmak üzere giden Ma­ dam Fahmi Wissa bir demecinde «Mısırlı kadın artıkpeçeyi tajı­ mak istemiyor» diyerek nihai amaçlarını tekrarlanuş oldu.13 1928'de Kahire'de Mısır'ın uyanışı heykeli açıldı. Bir sfenks ve başını eline koymuş bir fe llah kadınından oluşuyordu. Peçesini sol eliyle açmış tutuyor ve gelece�e bakıyordu. Törende kral, bakan­ lar, ülkenin ileri gelenleri vardı. Binlerce kişi arasında sadece üç ya da dört kadın bulunuyor ve basın mensuplannın arasında duru­ yorlardı. Kadınlar bu durumu, kralın e�itim ve uluslararası ilişki­ ler konusunda son derece ilerici olmasına karşılık, kadın konusun­ da Do�u'nun muhafazakarlı�ına ba�lı kalmasıyla izah ettiler. Türkiye'nin devrimlerini ihraca çalışmadı�ı gibi propaganda­ yı da başaramadı�ı bilinir. Buna ra�men «gör belki benimsersin» anlayışıyla güzellik kraliçesi Naşide Saffet'in 1931 Şubat'ında Cezayir'e dünya güzeli Keriman Halis'in 1933'de babasıyla bir­ likte Mısır'a gönderilmesi, resminin bazı Arap dergilerinin ka­ paklannda yer alması, parlamentoyu ziyaret etmesi, Prens Meh­ met Ali tarafindan kabul edilmesi, Kemalistlerin geri adım atma­ ma azmini gösterme kararlılıklarını kanıtlıyor. Suudi Arabistan gibi tamamen eski kurallara ba�lı kalma yaniılan dışında Türki­ ye ile Mısır o dönemde iki ayn e�ilimi temsil ediyorlardı. Laik Türkiye din yasaları dışında tam özgürlü�ü sa�lama, Mısır ise şe­ riat içinde kurtarabilece�ini kurtarmanın çabasındaydı. O günle­ rin Do�ulu bir gözlemcisi Zaki Ali bunu gayetiyi belirtmişti�4: «Türkiye1de ilerlemenin dinle olamayacağı inancına kar1ılık Mısır1da kadın liderler ulusçulukları JIC evrimlerinin 1eriatın ruhu içinde, sağlıklı normal ilerlemeyle bağdafmaZ olmadığı inancında/ar. Şu anda İslam dünyasında iki eğ ilim var. Biri Tü rk modeli reforma yönetiyor, diğeri Mısır modeline. Mısırlı kadınlar Kur1an1a dayanan ilericifeminizm iddiasında/ar. » Mısırlı kadıniann sınırlı davranmaları,siyasi iktidardan destek

------ı 346 1------K A D ı N H A K L A R ı N ı N Ç E R G

alamamalanndan ileri geliyordu. Oysa özlemlerinin tam haklar ve eşitlik oldu�unu tirsat bulunca açıklamaktan kaçınmıyorlardı. Uluslararası Kadın Kongresi vesilesiyle 1935'de İstanbul'a gelen Mısır heyetinin başkanı bayan Şaaravi «Türkiye)i kıskanıyoruz» demekten kendini alamamış ve eklemiştir15: «Siz ona Atatürk diyorsunuz. Biz Atafark diyoruz. Atatürk)ü çok sever ve açtığı yoldayürümeyi feref biliriz. Çünkü yalnız Tü rkiye)nin değil bütün farkın ve bilhassa kardq Mısır)ın da atası ve önderidir. » Yarısını gazetecinin abartma payı saysak bile bayan Şaara­ vi'nin bunun öbür yansını dahi kendi ülkesinde söyleyemeyece­ � açıktır.

Şeriat mı, Medeni Kanun mu Tartışması

Peçe konusu dışında Bayan Şaaravi'nin Roma'da Avrupalılan Müslümaniann içişlerine kanşnrmasına tepkiler yükseldi. Abdela­ ziz Saviş kızgındı «İsteklerinizi İslam Kongresine ulaftırmalıydı­ nız» dedi. İslamın kadına Avrupalılann verdiklerinden daha fa zla hak tanıdı�ını ekledi. Şaaravi böyle bir hak istemeye gitmedikle­ rini, sadece Avrupa'ya durumu anlatmaya çalıştıklanm söylediyse de, başbakana sunduklan muhnrada, erken evleomenin engellen­ mesi, e�timde erkeklerle eşitlik, okuma yazması olmayan erke�e tanınan seçme hakkının hiç olmazsa bunlan bilen kadınlaratanın­ ması, çok evlili�in zorunlu durumlar dışındayasakl anması, mah­ kemesiz boşanma olmaması, mirasta uluslararası ölçülerin kabulü gibi temalar vardı. Hepsi Ban esinli olan bu maddelere karşılık peçenin söz konusu edilmemesi en İslami konu olarak algılandı­ �ını kanıtlıyor. İslamcılara «madem istekleriniz rıar niçin İslam Kongresine bafVurmuyorsunuz?» sözünü söylettirmiş olmak yine de akımın bir ölçüde başanya ulaşmış oldu�unu kanıtlar. En azın­ dan artık eskisi gibi, kadını a�zını açma hakkına sahip olmayan, aşa�ı bir yara nk saymaktan vazgeçmişlerdi. Bu ortam Medeni Ka ­ nun'la Şeriat tarnşmasını gündeme getirmişdi.

------i 347 1------Bir ÇaAdaşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Hicaz'da Hüseyin rejimi de Vehhabi krallı� da kendilerine göre şeriattan en ufak sapma saydıklan hususlan reddediyar ve bunlann tartışmasını kabul etmiyorlardı. El Kıbla Zaglul Paşanın eşinin peçesiz ve Avrupalı erkekler arasındaki resmini oldu�u gi­ bi Latife Hanımın eşiyle birlikte askeri manevralan izleme resmi­ ni de şeriata aykırı saydı ve kınadı. Kadıniann Mısır parlamento­ su oturumlannı izlemesini de «Ayatı Şerifeye aykırı ve cahiliyye)e dönü1» ilan etti. Kadıniann milletvekili ve gazetecileri çalışmala­ nnda şaşırttı�ını ileri sürüp en azından localannın önüne perde çekilmesini istedi. Mısır uleması, şeyhleri ve profesörlerini bu la­ netlenecek olaya şiddetle karşı çıkmadıklan için yerdi. Vehhabi­ lerin tutumu da farklıde�ildi. 1926 Haziran'ında Beyrut'tan ge­ len bir soruyaverdi�i cevapta Hicaz büyük kadısı Abdullah İbn Bulayhid, elin de, yüzün de görünmesinin fitne yarataca�ı için memnu oldu�unu belirtmekle konunun hiçbir yönüyle tartışıl­ masından yana olmadı�ını ortaya koymuş oldu. Arap dünyasında en gelişmiş basma sahip olan Mısır, konuyu kamuoyunda en çok tartışan toplum olmuştur. 1923'te Türki­ ye'de yeni bir hukuk anlayışının belirmekte oldu�unun fa rk edil­ mesiyle birlikte Türkiye ve Mısır1da kadının durumunu karşılaş­ tıran ve Türk örne�ini önerenler belirdi. Buna karşılık Türki­ ye'de yapılanın başansızlı�ını ileri süren ve sadece bir csoyunma1 oldu�unu iddia edenler çıktı. Re form yanlısı Abdülrazık ve Ta­ ha Hüseyin'in kitaplan kavgayı kızıştırdı. Bu arada yeni Medeni Kanun'la Müslüman kadıniann isterlerse gayri-Müslimlerle evle­ nebilecekleri haberi yayılınca muhalefet şiddetlendi. El Ezher ile müftülük bildiri yayınlayarak bunun İsiama aykırı oldu�unu açıkladılar, Türk elçili�i de e�er bu husus yalanlanmazsa Mısırlı­ Iann Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılmayacakları tehdidini aldı. Bu arada şeriata uygun denmekle birlikte Mısır'daki uygu­ lamanın tatminkar olmadı�ı yine gündeme geldi. 1930'da Mısır Üniversitesindeki açık oturumda, bir avukatın erkek-kadın eşit­ li�ini savunması, Manar'cı Reşid Rıza'nın aydın kadıniann top­ luma katkılannı inkar etmemekle birlikte «Mısır1ın İsla m dünya-

------1 348 1------K A D ı N H A K L A R I N ı N Ç E R C i

sındaki lider dumm u sebebiyle 1eriattanayrı lacak hiçbir 1ey yapıl­ maması gerektiği»ni ileri sürmesi, muhafazakar grubu yeniden harekete geçirdi. Ömer Tosun e�itim bakanına başvurup şeriata aykırı bir tartışmanın üniversite çerçevesinde yapılmasının engel­ lenmesini istedi. O yıl, Genç Müslüman Erkekler ve Kur1an1ı Koruma gibi İslamcı derneklerin ülkede giderek yaygınlaştı� fa rkedildi amaçlan dinsizlerin ve gayri-Müslimlerin iddialarını çürütmek için Kur'an'a dayalı kampanya yürütmekti. Böylece köktendinci akımlar örgütlenmeye başladı. Kadın haklan ve eşit­ lik sözlerini her kullanana tepki gösterdiler. Israrlan sonucu e�i­ timbakanlı�ı erkek-kız karma okullarını kapama kararı aldı. Ez­ her'in onayını alan bu girişim, daha sonra hukuk fa kültesindeki karma e�itiminkaldırılması ve kız ö�rencilere ayrı ders verilme­ si iste�ine cesaret verdi. Ö�renciler arasında çatışmalar çıktı Ez­ her'in de deste�iyle karar uygulandı. Kadını ayırma e�ilimi o ha­ le geldi ki 19 36 yılı mevlid törenlerinde ulema ve mollalar şeh­ rin meydanlarını dolaşıp şeriata aykırı giyinen kadınları uzaklaş­ tırmak yolunda baskılarda bulundular. Bu sırada eylemlerin art­ ması, İstanbul'daki Uluslararası Kadınlar Kongresi'ne katılan Mısır heyetinin alınan kararlan başbakana ulaştırmasındandı. Bunlar arasında Hint Müslümanlan delegesinin çok evlili�e kar­ şı demeci de vardı. Mısır basını bir kez daha birbirine girdi. İs­ tanbul Bombası adıyla polemikte bahsi geçen konu, İslamcı ba­ sma «k qke vazgeçilen hırsızın elinin kesilmesi1 zina yapanın ta!­ lanması uygulamaları tekrargetirilse de tam İsldmi düzene diin­ sek» deme tirsatını kazandırdı. Gerçi çok kadınla evlilik «erkekle­ rin egoizminin ürünüdür, kadınların a1ağılanmasıdır» diyenler çıktı ama seslerini dinleyen olmadı. Hatta Ezher'in bile daha yu­ muşak kaldı�ı bir ortam belirmeye başladı. 1936'da Hindis­ tan'dan gelen bir soru üzerine Ezher Şeyhi tarafindan verilen fe tva köktendincilerden daha ılımlı yargılar içeriyorduz6: «yüz ve eller,giisterilmemesigereken avretyerleri sayılmazlar... Erkek ve kadının birbirinigiirünce bakı1larını eğmeleri yeterli­ dir ... Kadının hayatını kazanması için çalılmasına engel yok-

------; 349 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

tur, İslami ô'rtünme çerçevesinde bunu yapabilir... İslam, kadı­ nı evde kapalı ya1amaya zorlamamıjtır, aksine erkeklerin ar­ kasında safyaparak camide namaza katılabilir, önemli konu­ larda Müslümanların yaptıkları toplantılara katılıp fikrini açıklayabii ir... Malını istediğigibi tasarruf edebilir ... » Fetva ccBunlar 14 yüzyıl önce verilip ba1ka kadınlarca elde edi­ lemeyen hak/ardır» yargısıyla devam ediyor. Bu fe tva, Hindis­ tan'daki paryalan Müslümanlaştırırken hangi haklan kazanacak­ lannın öğretilmesi isteğine karşı verilmişti. Aynı insanlara 20. yüzyılın ortasında çok daha fa zla haklar önerenler bulunduğunu anımsamak istemernekte Ezher'liler bir ölçüde haklıydı, zira sa­ dece yukarıdaki çerçeveyi bile İslami bulmayacak bir akım güç kazanmaktaydı. Unutulmamalıdır ki Nasır ve arkadaşlannın hat­ ta Ezher'in en büyük savaşı köktendincilerle olmuştur. Irak'taki kadın hareketinin durumunu l929'da bir Batılı araştırmacı şöyle anlatmaktadır27: ecDünya Sava1ı'na kadar Irak kadını Türk kadınını bütün ilerlemenin ve aydınlanmanın temsilcisi sayıyordu. Çok Irak­ lı erkek Türk kadınlarıyla evlendi ... (Bunların dil ve kültür­ leriyle toplumu etki/ediklerini belirttikten sonra) sava1ın etki­ si gibi, Türkiye'de kadın statüsünün köklü değilikliğinin Irak'ta etki yaratmaması olanaksızdı ... 1924'te çoğu Müslü­ man olan kadınlar Kadın Yükseltme Cemiyetini kurdular, Suriye'den Arap Kadın Ha reketi'ne katılma çağrısı da aldı­ lar ama çok ba1arılı olamadılar. » Türk Medeni Kanunu ile çok evlilik yasaklanınca Irak'ta da başında eski Osmanlı subaylanndan Cafer Paşa Askeri'nin eşinin bulunduğu kadın hareketi bu amaçla kampanya başlattı... Çok yaygınlaşamadı. Ekim l932'de Bağdat'ta toplanan Kadın Kong­ resi daha çok bir Arap kadını ve Arap birliği tezinin savunucusu gibi göründü. Konu kadının eğitilmesiyle sınırlı kaldı. Kral Paysal kadın özgürlüğünün kadının kendisine bağlı olduğunu, M. Ke­ mal'in Türkiye'sinde bile pek çok kadının eski düzeni istediğini

------ı 350 1------K A D I N H A K L A R I N I N ÇERİ Cii

ileri sürdü. «Yürümeden önce uçmak istenmesine»karşı oldu�unu söyledi. Kraliçe de Kadına Seçme Hakkı konulu konuşmaya kani­ mamakla bu tür girişimlerden yana olmadı�ıru ortaya koydu. Filistin Müslüman kadını hakkında 1921 'de inceleme yapan bir Banlının gözlemleri şöyle: ((Kudüs1ün Müslüman kadını eski geleneklerine sık sıkıya bağlıdır ve Türk kadınının yararlandığı özgürlükler onun meçhulüdür... Türk kadınları kural olarak çok dikkatle eğitilmi1tir ve Fransızcayı iyi bilirler. Kudüs1te rastla­ dıklarımız çar1aft n altında ip ekten en son Fransız modasına gö­ re giyiniyar ve güzel yüzleri de ince peçelerinin altında kolaylıkla görülebiliyordu . .u'ZB Bundan da anlıyoruz ki Filistinli kadın, Mısır­ lı ve Iraklılar gibi Türk modeline en ileri örnek diye bakıyor. Ni­ tekim bir Arap kadın konuşmacının Türkler gibi peçeyi atmayı önermesinden sonra bunu fiiliyara sokmaya kalkışanlar görül­ müştür. Ancak npkı fe s işinde oldu�u gibi, ülkenin Yahudiler karşısındaki özel durumu sebebiyle onlara benzerneme politika­ sı a�ır basmış ve erkek yüzünü açan kansını boşamışnr. Buna karşılık Filistinli kadının, kendi haklarından çok toplumunun haklan için siyasi eylemi tercih etti�ini görüyoruz. Cezayir ve Tunus'ta sorun kadın haklan diye ele alınmaktan çok, Fransızlaşnrma akımına karşı savunma çerçevesinde ele alınmışnr. Bu e�ilim özellikle Cezayir'de daha güçlüydü. Fran­ sızlarla işbirli�inden yana olan baş müftünün öldürüldü�ü, ba­ �ımsızlık yanlısı hem de M. Kemal hayranı Messali Hac'ın ko­ münist diye nitelendi�i bir ortamda, bu kişili�ini koruma içgü­ düsünün ön plana çıkması kaçınılmazdı. Daha ba�ımsız gibi gö­ rünmekle birlikte Tunus'ta da durum fa rklı değildi. Himayeciye fa zlasıyla benzerneye çalışan, Tunusluluktan, Müslümanlıktan çıkmış sayılıyordu . Türkiye'de Medeni Kanun'la sa�lananları an­ latan bir konuşmacıya bunun Fransız olup ilerleyelim demek an­ lamına geldi�i yanın verilmiştir. Toplum, ba�ımsız olsa söyleyip yapabilece�ini himaye alunda olmanın frenleyicili�i ile düşün­ memek zorunda kalıyordu. Bu sırada çok evlili�i yerrnekve ka-

------� 351 �:------Bir Çaj�daşlaşma Örnejli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI dm haklarını savunmak için Tahir el Haddad'ın yazdı�ı Şeriatta ve Toplumda Kadınımız konulu bir kitap Zeytune uleması ile hükümeti karşı karşıya getirdi.Bö yle bir ortamda düşünürler bir kanunla her şeyi de�iştirme yerine «İsldmda yavaf yavaf ilerleme fikrieg emendir» tezini tercih etmeye başladılar. Din ve mezhep ayırımı üzerine örgütlenmiş bir toplum ola­ rak Lübnan, kadın haklannın en çok konuşuldu�u, ama en az adım atıldı�ı ülke olmuştur. Birlik sa�lamak için bütün cemaat­ lerce kabul edilecek yasaların yararını düşünenler daha Türki­ ye'de Medeni Kanun hazırlanma aşamasındayken aynı yolu izle­ menin yararlanndan bahsetmişlerdir. Bunlar arasında Müslüman gazeteler de vardı. Hıristiyan kesimde de aynı arzu görülüyor19: ccre ni Tü rkiyeyeni bir sivil yasa yayınlanırken biz daha üstün bir uygarlık iddiasındaki Lübnan/ı/ar, Ankara'nın reddettiği eski yasaları uygulamaya devam ediyoruz. Neden örneğin dıjarıdan gelmesini bekliyoruz?» Medeni kanun kabul edilince yankılan çok oldu. Özellikle çok evlili�e karşı çıkanlar pek çoktu. Kadınlara si­ yasi haklar da tanınınca «İşte parlamentoyagirmek için haremden çıktılar» türü de�erlendirmeler de yapıldı. Ancak gerekli adım­ lar atılmadı. Suriye 1926'ya kadar siyasi çanşmalada o kadar meşgul ol­ muştur ki kadın konusunun ön plana çıkması güçtü. Fransızlada girişilen silahlı çanşmalar ister istemez Avrupalıdan gelen şeylerin reddi ihtiyacını yaratıyordu. Üstelik aynı şeylerin Suriye'de fa zla popüler olmayan Türklerden gelmesi de red için bir başka sebep­ ri. 1924-1928 Suriye basını üzerinde yapılan bir incelemede ge­ nel olarak kadının de�işmemesi ve e�er Kur'an tam uygularursa bütün ihtiyaçlannın karşılanaca�ı tezinin egemen oldu�u kayde­ diliyor. İslam kadının hem Hıristiyan hem de Yahudi kadınından önde oldu�u ve sorunun «kız okulunda erkek öğ retmen olmalı mı olmamalı mı ?")ra indirgendi�i de ekleniyor. Mede ni Kanun'un Türk milletinde İslami ruhu öldürmek için M. Kemal'in girişimi oldu�unu ileri süren Şekip Arslan gibi düşünürlerin bulundu�u

------1 352 ı------K A D I N HAKLARININ Ç E R

bir toplumda bu yaklaşım do�aldı. Nitekim Türkiye örne�ne ba­ kıp bazı kadınlar soka�a peçesiz çıkmaya kalkışınca Şam'da ulema ve müftü hükümete muhnra vererek kadıniann sinemaya, müzik­ hoilere gitmesinin, iffet ve onura aylan giyinmesinin engellenme­ sinin sa�lanmasını istemiştir. Bu ortamda kadın haklanndan çok e�time ve milliyetçili�e yönelik bir kadın hareketi belirdi. Başını Dürzü kökenli Nur Hamada'nın çekti� hareketin temmuz 1930'da Şam'da düzenledi� uluslararası kongrede alınan karar­ lar muhafazakar kesimin tepkisinin çekilmemesi için özenli davranıldı�nı gösterdi. Önce de�şik dinleri ve sosyal şartlan bir­ leştirelim, annelik görevleri, e�tim, evlilik, eşi seçebilmek, kadı­ nın çalışmasını kolaylaşnralım, sonra ihtiyatla ve gelenekiere say­ gıyla ça�daşlaşnnnz mann�ı egemen oldu. Bunda kendi şartlan­ na göre haksız da de�illerdi zira kadınlann kongre yapmalannı yeren, yabancıya kanşmalannı onaylamayan bildirilereksik olmu­ yor ve bu tepkiler iktidardan da muhalefet görmüyordu. Suriye'yi etkileyen bir unsur da 1936'dan itibaren Hatay çekişmesi sebe­ biyle aşın bir milliyetçili�e bürünmeleri olmuştur. Türkler fe si bı­ rakıp şapkaya, kaskete sanldıkça onlar fese sanlmış, Türk kadınla­ n Ankara'yı izleyerek yüzlerini açnkça onlar kapamışlardır. Kişi­ liklerini eskiye ba�anmakta buldukça, kadın statüsünde en ufak de�şmeyi düşünmeleri mümkün alamıyordu. İkinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasında asıl ba�msızlık mü­ cadelelerine başlayınca İslam ülkelerinde kadın konusunun da algılanışı de�şmeye başladı. Özellikle İsrail'in pek az nüfusuna ra�men kadınını da asker olarak kullanarak varlı�nı kanıtlaması kadını eve hapsetmek yaniılannın tezini boşa çıkardı. En başta Filistinli kadınlar silahlı mücahid haline dönüştüler. Onlan Suri­ ye, Irak, Mısır, Libya �bi ülkelerde kadının asker e�timine tabi tutulması izledi. Cezayir'de ön planda savaştılar. Türkiye'nin 1920'de yaşadı�ını otuz yıl aradan sonra ba�ımsızlık savaşı vere­ rek ö�rendiler. Savaşın, silah tutan kadinın peçe ile ilgilen­ meyece� açıktı. Aynı deneyimi yaşamayan Mısır, Suudi Arabis-

------� 353 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI tan ya da Şeyhiiiderin geleneksel tutumu devam ettirmeleri ise do�aldı. Buna ra�men onlarda da artıkkadının e�itilmesi gere�i inkar edilemez oldu. 1938'de Şam'da ilk kadın doktor çıkarken Bahreyn'de de kızlara orta e�itim verilmesine başlanmıştı. 1956'da Ürdün ve Suriye'de 1970'de Libya'da kadına seçme hakkı tanındı. 1970'de Mısır'da 1979'da Ürdün'de ilk kadın bakan atandı. 1970'de Pakistan Meclisi'ne 13 kadın milletvekili seçildi. 1970'de Lübnanlı güzel Dünya Güzeli seçildi. 1971 'de Irak ilk güzellik yanşmasını düzenledi. Mgan Kralı Zahir Şah ve eşi, açık yüz ve saçla Lübnan'ı ziyaret etti. Ve Pakistan Türkiye'den de önce kadın başbakan seçti. 1919-1938 arasında yapılmamalı denen ve Kemalizmi eleştiri için kullanılan pek çok unsurun böylece uygulanmaya kondu�u görülüyor. Bütün sorun yaklaşımın bir sistem içinde olmaması (Medeni Kanunun sa�ladı�ı çerçeve ve devamlılık) sebebiyle, kadınhaklan sınınnın bilinmemesinden ileri geldi. Tanınan hak­ lar bazen aniden geri alınabiliyordu. Bu yüzden kadının topluma katkısı tam gelişemedi. İran, Cezayir gibi yerlerde tam geriye dönüşün etkileri görülmektedir. İşin ilginç yanı, hil;1 peçenin İs­ lamın simgesi sayılmasından vazgeçilmemesidir. Buna karşılık fe si de peçeyi de atmışken, ithal köktendin­ cili�in etkisiyle 1990'larda Türkiye'de türhan sorununun gün­ deme getirildi�i görüldü. Erkekler için simgesel bir giysi ya da başlıkta ısrar olana�ının kalmadı�ını gören dinci çevrelerin bu yapay girişimi -özellikle Merve Kavakçı'nın tutarsız davranışlan sonunda- giderek etkisiz kalmaya mahkum görünüyor. 1999 yılındaki bu çabaya sadece Humeyni İranı ile, Filistin'in aşın dinci kesimi Hamas örgütünden destek gelmesi bunun kanıtıdır. Notlar: Şeyh, derviş,dede, seyyit, çelebi, baba, emir, halifelik, v.b. 'nin kaldırılması; 30.11.1925; Efendi,paşa, bey, aıa, hacı, hafız, molla, beye­ fe ndi, hanımefendi, v.b. 'nin kaldınlması; 26.11.1934 NIT 02.05.1926, M. M. Patrick; NIT 22.02.192; Tl 05.02.1923; NIT 26.09.1925 NIT 18.10. 1925 EG 18.03.1926 İzmir'den özel mektup; NIT 20.11.1927 H. A. Freck; Tl 16.04.1926, Karadeniz Kıyılanna bir ziyaret. MW Temmuz 1925, s. 269 6 TE 16.08.1928 NIT 04.03.1935, LRdies at Angora NIT 23.04.1935 9 Sırasıyla: Tl 18.12.1925, 08.02.1926, 07.04.1927 10 MW Nisan 1927, s. 139, "Tne Mos/em Mind in Turkey Today"; The lntemanonal Rı:wiev ofMissions Ekim 1927, s. 481- 494, ırMissionary Problems in Tu rkey:D, L. Levonian, Moslem Mentality, Alien and Unwin, Londra 1928. l l 15.12.1928 11 TE .5.01.11926 ve 06.03.1926, P. Genziton 13 Chicago Daily Tribune, 18.0.1929, Ayın Tarihi, No: 66, s. 5017 14 Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hanralar kitabında (s. 2 78) Atatürk'ün krala ihtiyat önerdipni şöyle anlanyor: ırA manu/lah Ha n ülltemizeyaptığı ziyaretten dönüfiinde buradan aldığı ilhamltı yeniliklere doğru bazı giripm/erde bulundu. Bu arada kadın kıyafe ti hakkındada bir kanun pkartmqtı. Bunu Atatürk' e arzettiğimde fok üzüldü

355 Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

üzerine Ömer Tosun kendisine teşekkür etti. Görüldü� gibi asıl amacını saklamak zorunda kalıyordu. u. OM Eylül 1935, s. 501-502 17 E.S. Stevens "The Woman Movement in Iraq" NE and India 10.10. 1929, s. 400- l. :ııı NE 17.02.192 1, s. 203 Estelle Blyth "Moslem Women of Jerusalem" 19 OR 27.08.1924; RE 03.10.1924 ll.

Bölünı

. .

CUMHURIYET ve DEVRIMLER KARŞlSlNDA DIŞ TÜRKLER

15O 'liklerin Uzlaşmazları

ürkiye dışı Türklerle 1919-19 38 ça�daşlaşması arasındaki Tilişkiler birkaç kitap yazılabilecek yo�unluktadır. Biz bu ki­ tapta ilişkilerin iki boyutundan, bütün İslam dünyasınca bilinen ve ilgilenilen yönüyle sadece Türkiye ile ilgili yönü arasından, konumuz gere�i sadece ilkini ele alaca�z. Yaptı�mız araştırma­ lar, 1922'den itibaren İslam dünyasının bu dış çevrelerle ilgilen­ medi�ni, sadece, tıpkı himayeciler gibiişlerine geldi�inde bun­ lardan bahsettiklerini gösteriyor. Hiçbirinin, Vahdettin ve Ab­ dülmecit de dahil, İslam toplumlannın politikalannıetkiledi�ni söylemek mümkün de�il. Bunun en güzel örne�i, Mısırlı ulema­ nın Vahdettin'e verdi�i yanıtta görülür. Hilafetin kaldınlmasının arkasından, Mısır ulemasının önce­ leri Abdülmecit'e biat'ın devam etti�ini savunurken birden gö­ rüş de�iştirmesinde, Mısır Kralı Fuat'ın adaylı�ının ortaya çık­ ması etkili oldu. Bunun için Ezher şeyhinin deste�ni sa�ladı. Ayn sırada Vahdettin'in Mısır Uleması Birli�i Başkanı (Jamia ta­ damun el ulema) Şeyh Muhammed Farraj el Minyavi'ye gönder­ di�i bir mektup da bu de�işiklikte rol oynamış olmalıdır. Abdül­ mecit'i hesap dışı sayan, İstanbul'dan kaçışını, «feriatı savunabi­ /eceği bir yer aramaP olarak izah eden -San Remo 5 Şaban 1342 (ll Mart 1924) tarihli- mektupta en a�ır saldınlar Kema­ listlere yöneltilmiştir: «M Kemal ve hempaları Müslümanların sevgisi, Osmanlıla­ rın fehameti ve Allah'ın inayetiyle Yunanlı/ara muzaffe r oldu (.. ama) hemen bunun kaynağı olan jeriata kar1ı çıktılar. So-

------1 359 t------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olaralt CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

nuç ortada. Peçe kalktı, kadın barda, kahvede. Müslüman ile Hıristiyanın evlenmesine izin verdiler. Çok evlilik kaldırıldı. Ezanı,Kur' anı yasak/adı/ar. Tekkeleri, camileri koruyan yasa­ ları kaldırıp, haccı yasak/adı/ar. Din eğ itimi kalktı. Hi/afeti hayalet haline getirdi. Ha nedanı Ali Osman'ı a1ağıladı. Ga­ zetelerde Arap harflerinin yerine Latin harflerini koydu. » B u mektup bir umutsuzlu�un işareti olarak görülüyor. Zira hah1 sıfatlannı korudu�u iddiasına ra�men yazıda sadece Anka­ ra'dakileri suçlamakla yetinmesi ve gelecek için bir öneri ileri sürmemesi, bir destek ummadı�ını gösteriyor. Şeyhin, 25 Mart 1924 (19 Şaban) tarihli Mokattam'da Vahdettin'in mektubuyla birlikte yayınlanan 17 Şaban tarihli cevabı, bütün hayalleri yıka­ cak nitelikteydi, zira ona desek vermektense M. Kemal'le anlaş­ ma yolunun arandı�ını saklamıyordu: «Mektubunuzu bütün Mısır basınına dağıtarak gô·revimizi yaptık. (.. .) Uğ radığımızfelaket /e bütün gerçekler ortaya çık­ mı i oldu. Hilafete son saldırıdan sonra Müslümanlar neye sa­ rılacak/arını ve nasıl birlqeceklerini bi/emiyor/ar. Müslüman­ lar hilafetin kaderini belirlemek ve hatayı düze/tmek için Ke­ malistlerle anlajmak üzere Mısır'ın en büyük emirlerinden bi­ rinin bajkanlığında bir kongre düzenlemeye karar verdiler. Cesur, gayretli, sabırlı ve istikrarlı olmamız gerek.» Görüldü� gibi ilgi süslü laflara de�il gücedir. Türkiye dışı Türklerde ise güç hiç yoktu. Bunlann çabalannı ve yayınlannı asıl ciddiye alan Ankara olmuştur. Nis'te Abdülmecit'e San Re­ mo'da Vahdettin'e yapıldı�ı gibi, di�er gruplaşmalan da kontrol alnna tutmak için büyük çaba sarfedilmiş, bunlann ülke içine yansımalan engellenmiştir. Burada bu gruplaşmalan genel hatla­ nyla sadece daha geniş araşnrma yapacaklara bir fikirvermek için belirtece�iz, yalnız Vahdettin ve Abdülmecit konulannı şimdiye kadar kullandı�mız bazı bilgilerle tamamlamaya çalışaca�z. İlk grup 150'likler'dir. Ban Trakya, Suriye, Lübnan, Mısır ve Paris'e da�lmış olan bu grubun Halep'te Doğru Yol; Paris'te La

------1 360 1------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER

Republique Enchainee; Gümülcine'de Ya rın; Mısır'da Müsavat gibi yayınlan vardı. Bu gazeteler ilke olarak iki konuyla ilgiliydi­ ler: Kemalist rejimin dinsizli�ni, icraannı yerrnekve ço�u kez de birbirleriyle polemi�e girişmek. İçlerinden dini açıdan en ucu temsil eden Mustafa Sabri'yi ele alarak bu yayınlan de�erlendire­ biliriz. Öncelikle şunu belirtelim. M. Sabri'yi köktendinci, yani peygamber dönemine dönme meraklısı saymak yanlış olur. Os­ manlı-Türk din anlayışının bir ürünüdür. 1922'den sonraki sür­ gün yaşamında özellikle Ya rın gazetesindeki yazılannı ele alarak işledi�i temalan şöylece özetleyebiliriz: İttihatçtiara ve Kemalist­ lere sürekli kin başlıca konusudur. Laikliği ve bilaferin la�vını as­ la kabul edemeyip dinsizlik saymaktadır. Milliyetçili�i reddeder ve bu yüzden Türklükten istifa eder. Lozan'da verilen ödünleri ve İngilizlerle Kemalistler arasındaki muvazaayı kınar. Abdülme­ cit yanlılanna ve di�er bazı lSO'liklere de kızgındır, hepsini suç­ lar. V e nihayet ona göre «Kemalist gazeteler devrimleri gerçeklq­ tirmede dünya kamuoyunu captal) yerine koyar veya öy le avunur. » Ya rın türü yayıniann sadece bir kendini tatmin aracı oldu�u­ nu düşünrnekhatadır. inanan taraftarlan bulundu�u gibi, muha­ lefetten ve eleştiriden zevk alanlar için de bir kaynak oluşturur. Bir Beyrut gazetesinin ilginç bir benzetmesi vardır. İstanbul'da Rum, Ermeni ve Yahudi azıniıkiann yanı sıra bir de Müslüman azınlık bulundu�unu belirtip «Bunlar Kemalist cumhuriyetteki eski Türklerdir» der. Hızlı değişim içindeki bir toplumda alışkan­ lıklanndan kopamayan, de�er yargılannı de�iştiremeyen bir kesi­ min bulunması çok do�aldır. Örne�in 1935'de Mısır basınında şöyle bir habere rastlıyoruz: «38 Türk hacısı Suriye ye geldi. Bun­ lardan biriBeyrut) ta verdiğidemeçte cevlatlarımızdinsiz yetifme­ sin diye Türkiye)e dönmeyeceğiz) dedi. � Bu düşüncedekiler için Ya rın öncelikle tercih edilecek bir yayın organıydı. Onlara sun­ du�u çerçeveyi yukarda belirttik. Görüldü�ü gibiiman konusun­ da a�ırlık taşıyan, dönemin koşullan içinde sosyal ve siyasi sorun­ lara çözüm önermekten çok bunlan imanla ba�daştırmaya gayret

______, 361 r------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI gösteren bir çerçeve. Esas amaç, Türkiye'de yapılaniann bu çer­ çeveye uymadı�ını vurgulamak. Buna karşılık tarihinin en büyük bunalımını yaşayan İslam dünyasına gelenekiere ba�lanmak ve eylemsizlik dışında hiçbir önerisi yok. Aynnnlara girmeden önce, kaynak olarak, himayecilerin sapnncı haber kaynaklannı kullan­ makta sakınca görmediklerine de dikkati çekmek isterim. Aslında Ya rın dikkatle okundu�u zaman, salt bir kendini sa­ vunma aracı oldu�u ortayaçıkıyor. İslam dünyasının başına çök­ müş sömürgeciler karşısında ciçinize kapanın»ı çok yineliyor ve bu arada sürekli olarak geçmişteki -İttihatçılar ve Kemalistler hakkındaki yargılarının- ne derece do�ru oldu�unu uzun uzun vurguluyor. Bu sebeple, mesle& gere�i laiklikle hilafet konusun­ daki tepkilerini do�al karşılamakla birlikte, toplurnlara bir hima­ yeciyi kabul edin dışında bir yol gösterdi�i kanısına varamadık. Hele, hep geçmişteki haklılıklannı ileri sürerken, kendi büyük hatalarını hiç gündeme getirmemesi önerilerine olumlu bakma­ yı imkansız kılıyor. Örne�in Lozan'daki ödünden bahsederken oraya nasıl gelindi�ini, kendi hükümetlerinin ne ödünler verdi­ �i hatırlanınca. Hele Sevr'i unutmak mümkün mü? Anlaşılıyor ki sadrazam vekilli�i yaptı�ı kendi hükümetinin İngilizlere verdi� ödünterin ve Büyük Zafer üzerine Mısır'a sı�ındı�ında Hint ve Arap basınlan tarafindan İngiliz Ajanı olarak suçlanmasının etki­ si altında kendini savunma çabası içindedir. Dünya kamuoyunu aptal yerine koyma iddiası ise, bizim yap­ tı�ımız çok kapsamlı araştırmaya göre gerçe�e uymuyor. Aksine sabık Şeyhülislamın dünyada neler oldu�undan haberi bulunma­ dı�ı anlaşılıyor. Kabul etmek gerekir ki Kemalist ça�daşlaşma 1919-1938 yılları arasında İslam dünyasının gündeminde ilk sı­ rada yer almakta, dünyanın da ilgilendi�i önemli birkaç konu arasında, önde gelmekteydi. Sadece M. Sabri de�il, di�erleri de Kemalistlerle ve birbirlerineait dedikodutarla o kadar meşguldü­ ler ki, ba�ımsızlık, özgürlük, ekonomik egemenlik, hakimiyeti milliye, ça�a yetişme gibi konulardan bir kez dahi bahsetmiyor-

------i 362 1------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER lardı. Galiba tek orijinal öneri olarak İslami Cumhuriyet kavra­ mını ilk kez M. Sabri'nin ortaya attı�ı ileri sürülüyor. Yayınlan­ nın ilgigörmemesi, bu kavranu ondan benimseyen ikinci bir dü­ şünüre rastlanmamasıyla kanıtlanır. Bütün İslam dünyasının Av­ rupa'nın sömürgesi haline gelmesi de onları ilgilendirmemekte­ dir. Bu yargılanmız, Kemalist rejimin abartmaları ya da kusurla­ n, devrim dinamizmlerinin işleyişi üzerindeki bazı eleştirilerihep haksız buldu�umuz anlanunı taşımaz. Ancak geçilen ola�anüstü ortamın koşullarını unutup iş sadece eleştiriyeyöneltilince, inan­ dıncılık gücünü kaybeder. Ancak konuya, «A man ülke kurtarıl­ dı, kaybetmemeye çalıfa/ı m» diye bakanın eleştirisi ile «rıkılma­ nı istiyorum, Türklükten istifa ediyorum ya da Türkiye adını bir daha anmam» diye düşüneninki arasında fa rk vardır. Hele bu eleştiriler hiç özeleştiri içermezse ... İşte o zaman Dürrizade'nin fe tvasıyla Rıfat (Börekçi) ve arkadaşlannın karşı fetvasını, ilk sa­ tırlannı okuyup aynı saymak gafina düşülür. «Türk yok Osmanlı var» deyip İsianun kavim tanımama ilke­ sini vurgulamaya çalışır, hele Türklükten istifa ederken, Türk'ü kaba köylü, Arap'ı vahşi Bedevi sayan geleneksel anlayışı tekrar­ ladı�ı fa rk ediliyor. İyi de, Osmanlı'nın ve İslam Devletinin so­ nunun geldi�ini, her Müslüman kavmin kendi ulusal devletini kurma çabası içinde oldu�unu görmemesi şaşırtıcıdır. Sevr'de lütfen bırakılan, kendi şehri Tokat'ın da içinde bulundu�u, sa­ dece Türklerin oturdu�u Anadolu 'nun bir parçacı�ına acaba ne isim vermeyi düşünüyordu? Ayrıca hakimiyeti milliyeyi yererken, Meşrutiyet'in ilanından beri varlı�ını çok iyi bildi�i Arap milli­ yetçili�inin aldı�ı şekil üzerinde hiçbiryorum yapmaması düşün­ dürücüdür. ŞerifHüseyin'le aynı fikirde miydi? .. Aksi halde Arap olmayan ve Arapça bilmeyen Müslüman olamaz yargısına katılı­ yor muydu? Vehhabilerin bile bu konuda görüşleri var ve Kema­ listleri dinsiz sayınayıp Mekke'ye davet ederken, M. Sabri'nin de bir fikri olması gerekli, ama buna Yarın'da rastlamıyoruz. c(Din milliyettir» demekle yetiniyor, İslami dayanışmanın ne İttihatçı

------� 363 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Cihadında ne de İstiklal Savaşı sırasında işlemedi�ini, kendi hü­ kümetinin önerdi�i «İstanbul bilafeti altında özerk bölgeler ha­ linde bir İslam Devleti» önerisine özellikle Araplann karşı çıkn­ �ını bildi�ine göre, işlemeyen de�il, işieyecek bir öneride bulun­ ması gerekiyor. Bütün Müslümanlar tek bir millet olarak hep birden ayaklansın mı, yoksa kaderine ve himayeciye razı mı ol­ sun? Siyaset yapmak sadece olmaz'ı öne sürmek de�l, sorumlu­ lu�unu alarak çözüm önermektir. Ezher'lilerden fazla ilgi gör­ meyen, Hint Müslümanlan tarafindan dışlanan eski şeyhülisla­ mın bu konulara girmemesini ancak bir çözüm tasarlamamış ol­ masıyla açıklayabiliriz. Bu yaklaşımlarıyla özgürlü�ü önemsiz sayan, himayeci rejime razı grubun içinde yerlerini alıyorlar. Karşı olan kesimin söyle­ diklerini onlar da Türk olarak tekrarlıyorlar. Dramlan (RefikHa­ Ht ve Rıza Tevfik'de de çok iyi görüldü� gibi) İttihatçı psiko­ zundan kendilerini bir türlü kurtaramamalandır. İngiliz himaye­ sinde halifeli�e, sultanlı�a, sadrazamlı�a, şeyhülislamlı�a, nazır­ lı�a razıdırlar da, İttihatçıya karşıdırlar. Kemalistlerin -İttihatçı kökenli olmakla birlikte- İttihatçılarla ba�lan koparına azınini fa rk etmek bile istemiyorlar. M. Sabri'nin iktidardan düştükten sonra Peyarnı Sabah'ta çıkan yazılan da bir ciltte toplanırsa, ken­ disini ne derece şartlandırmış oldu�u daha iyi anlaşılır. O ve ar­ kadaşlarının tek haklı görünen yanı, İttihatçılann Dünya Savaşı­ na kanlma hatasından sonra varılan çöküş noktasında, askeri bir çözümün daha da kötüye götürebilece�i, elde kalanın da tama­ men kaybedilebilece� korkusudur. ı 9 ı 8-ı 9 ı 9 ortamında böy­ le bir düşüncede olmak haksızdır denemez. Sadece Türkler de­ �il, bütün İslam dünyası ve bütün dünya, Türkler için başka çı­ kış kalmadı�ında öylesine hem fikirdi. Kitabımızın birçok yerin­ de örneklerini verdi�imiz gibi çok Müslüman kesimler Avrupalı­ lardan biraz daha fa zla ödün koparabilmek için Türklerden ne derece nefret ettiklerini ilan etme yanşındaydı. M. Sabri acaba bunlann tutumlannı gayri-İslami bulmuş muydu? Soruna sade-

------1 364 ı------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER ce İttihatçı eleştirisiyle yanaşmanın Araplara özgü bir bahane ol­ duğundan ewelce bahsetmiştik. Lozan'daki ödünler ve İngiltere ile muvazaa teması, kendile­ rine bütün İslam dünyasından yöneiriimiş İngiliz ajanlığı dam­ gasını sildirme çabasıdır. Bağımsızlık için kılını kıpırdatmamış kimselerin, bunu tam sağlayan bir antlaşmaya bazı eksiklikler bulunduğu iddiasıyla karşı çıkmaya hakkı olamaz. Olsa olsa, ba­ ğımsızlık için ölümü göze alanlan ölüme mahkum etmenin kompleksini yaşadıkları söylenebilir. İngilizlerle muvazaaya ge­ lince, evvelce de bahsettiğimiz gibi bir anlaşma karşılıklı pazar­ lıktır. Taraflarbazı isteklerinde ısrar, bazılanndan vazgeçerek bir noktada birleşirler. Bir tarafin hiç ödüne razı olmadan şart koş­ ması ancak İngilizlerin Sevr'de yapnğı gibi olur. Bununla bilafe­ rin kaldıolması hususunda bir gizli anlaşma kastediliyorsa hata­ dır. Vahdettin'in İngiliz himayesinde hilafete karşı olmadığı bi­ liniyor. İktidardayken de, sonrasında da, İngiliz gemisiyle Mek­ ke'ye giderken de M. Sabri'nin buna karşı olduğunu gösteren bir kanıt yok. Belgelerle kanıtladığımız gibi İngiltere hilafetin kalkmasını değil, kendi hizmetine girmesini istemekteydi. Bu amaçla Vahdettin'i elinin alunda tutarken Şerif Hüseyin'i de is­ tediği kalıba sokmaya çalışu. O yıllann Doğulu bir gözlemcisi bunu açıkça belirtmiştir: «Dünya SaPapndan sonra Londra, Entelijans Senisin hizme­ tinde Türk sultanının yerine İslamın halifesi olarak kral Hüse­ yin'igetirmek istedi. Umut/arı, böylelikle İngiltere'nin bir Arap Kunfederasyonunun Pe Arap halifesiHüseyin aracılığıyla İslam dünyasının koruyucusu Pe patronu olmasını sağlamaktı.» Türkiye'deki halifeyi kontrola almak için yürütülen oyunlan aynnulı olarak vermiştik. Bunun lağvından sonra İngiliz çevrele­ rinin yürüttüğü yoğun karalama kampanyası ve İngiltere'nin İs­ lamın koruyucusu olduğu yolundaki iddialar amacı açık olarak gösterir. Eğer Hüseyin Hicaz sınırlannı aşarak bütün Arap Yan­ madası, Filistin, Suriye, Lübnan ve Irak'ı içeren bir krallıkta (ya-

------1 365 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI ni Arap Birliği'nde) ısrar etmeseydi İngiltere Suudileri kolaylık­ la durdurur ve hilafetinin kabulünü sağlardı. İngiltere'nin bu yüzden yoğunlaştırdığı anti-Kemalist kampanya ancak 1932'den sonra, rejimin iyice kökleştiği ve Türkiye'nin Yakın Doğu'nun en istikrarlı ve güçlü devleti olduğu kabul edildikten sonra de­ ğişmeye başlar. Bunda din unsuru değil, Mihver'in (Almanya­ İtalya-Japonya) dünyaya hakim olma yolundaki yayılmacı politi­ kalan karşısında müttefik arayışı rol oynamıştır. İngiltere Türki­ ye'ye yanaşmış, Ankara da müttefiklere (İngiltere Fransa) karşı savaşa girmeyeceği güvencesini 1938'lerde vermiştir. II. Abdül­ hamit'in ilk yıllanndan beri kopuk olan Türkiye-İngiltere ilişki­ lerinin bu ilk değişmesinin Arap dünyasındaki yankısı, o dönem­ de dünyanın en büyük gücü sayılan İngiliz İmparatorluğuyla dostluk için ne tür bir yanş olduğunu kanıtlar3: "'Amin Said'in 24 ve 28 Mayıs 1938 tarihli Mokattam'da ya­ yınlanan yazıları Arap dünyasında panik yarattı. İngilte­ re'nin sağladığı maddi yardım, İngiltere'nin Türkiye'yi Ya ­ kın Doğu'da en güçlü devlet haline getirmek ve onların ağ ır­ lığını kullanarak Doğu'da, özellikle Arap Doğusunda, İngiliz eg emenliğini sürdürmek olarak değerlendiriliyor. Aynı yazar Kahire'nin Er Rabıta el Arabiyyegazetesindeki yazısında, İn­ gilizlerin Türklere güvenini Arapların zaftyetine ve her türlü yeniliğe kar1ı olmalarına bağlamaktadır... » Görüldüğü gibi Araplar hala İngilizlerin aracılığıyla bir yer­ lere varmayı umarken, Kemalist hareketin başlamasından ancak yirmi yıl sonra ve çıkar zorlamasıyla iki tarafinyıldızı bağdaşabil­ miştir. Buna muvazaa demek aşın iddia olur. Ankara inanılmazı gerçekleştirip tam bağımsızlık dışındaki bütün tezleri boşa çıkarınca bunların savunuculanna da işlev kal­ maması doğaldı. Artık düşünce ve eylem alanında yerlerinin kal­ madığını fa rkedenler için tek uğraş geçmişteki tutumlannı sa­ vunmak ve yenilgiyi hazmedemiyorlarsa, rakiplerine kusur yakış­ tırmak olur. M. Sabri'de de, eski Dahiliye N azın Mehmet Ali'de

------ı 366 ı------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER de «biz yanılmı1ız» sözüne hiç rastlannuyor, hep kendilerinin dı­ şında suçlu anyorlar ve de kendihaklılıklannı vurguluyorlar. Do­ �aldır ki, sadece kendini savunmayı hedefleyenierin ciddiyealın­ masını beklemek yanlış olur. Nitekim İslam dünyası, bizim araş­ nrmalannuza göre, bu çevreleri ciddiye almamışnr. Örne�n bi­ zim rastladı�nuz kadanyla M. Sabri'den pek az bahis vardır ve yansı aleyhindedir.

Özeleştiri Yapabilenler

M. Sabri'de azalmayan kine ve zaferden sonra daha da anan sertli�e karşılık, ISO'likler arasında özeleştiriye yönelen ve kendi hatalannı kabul ederek, Kemalistlerin başanya ulaşmış olduklan­ nı söyleyenler yok de�ildi. Ankara'nın son ana kadar en kararlı düşmanı kalan Refik Halit'in, 1926'da Vahdettin ölümü üzeri­ ne yazdı�ı «B ir cFatiha1 Ye rine» başlıklı yazı bu alanda ilginç bir örnek oluşturuyor. Aşa�ıda bu yazının en önemli kısımlannı yo­ rumlanmızla birlikte aktanyoruz4: «(Vahdettin) Memleketini kurtarmak endilesinden ba1ka bir emelgütm emi1tir... Avrupa ya kafa tutmak, silah çekmek, meydan okumakta böyle bir gayenin husulüne inanmıyordu; ona ben de inanmıyordum; benim gibi binlerce mantık ashabı vatandal da... » Savaşlardan bıknuş ve tükenmiş bir toplumda bu çok do�aldı. Özellikle ittihatçılann bütün İslanu kurtarmak hayalleri kurarken eldekini de kaybetmiş olmalan tabii ki silahlı çözüm yerine hanş­ çı olanı ön plana çıkaracakn. Üstelik 1918 sonunda savaş nefreti sadece Türk toplumuna de�l, bütün dünyaya yayılmışn. «A vrupa)a kafa tutmaya, silah çekmeye meydan okumaya bu­ nu yapanların çoğu da inanmıyordu ... »Bu yargıya kanlmak müm­ kün de�ldir. Erzurumve Sivas kongreleri toplanmadan önce ku­ rulan Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri ve her tarafta başlayan silahlı dirençten haberleri yokmuş gibi davranıyorlar. Bu durum, halktan kopmanın ve siyaseti sadece İstanbul sanmanın sonucudur.

------; 367 1------Bir ÇaAdaşlaşma Örnelli Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

«B u siyasette bir nokta-i nazar fa rkıydı. İp e bu fa rk, düfünüf, duyu! ve i! gô'rüfdeki bu ayrılık, mesela bilaf eti n lüzumuna ina­ nıf, İngiltere ile hofgeç inmekten bir keramet bekleyif, Yu nan or­ dusunu ta Ankara önüne gitmil görerek harpten bir fa ide bekle­ meyif, bütün bunlar hulusu niyetine rağmen, onu hain-i vatan 1eklinde tecelli ettirdi. » Burada başlangıçta uygun görünen bir politikanın bata�a saplanmasından sonra da izlenmesindeki çe­ lişkiye yönelik eleştiri açıktır. Özellikle bilafetle İngiltere'yi ba�­ daştırma çabasının varlı�ını kabul dikkattenkaçmıyor. «Memleketin istiklaliyle bir cüretkar gibi oynamaması bu va­ tanperverpadifahı nihayet vatancüda ve vatanzede etti. » Sürek­ li ödün vermenin sonucu Sevr'i kabul etme durumuna gelinme­ sine hiç dakunulmaması dikkatten kaçmıyor. «Bedbaht Türk padifahı siyasetinde muvaffa k olamadı.» Bu­ rada Vahdettin'in siyaset yetene�inin kısıtlılı�ına dokunmamak elde de�l. Daima örnek aldı�ını söyledi� II. Abdülhamit ile aralanndaki fa rkı anımsatalım. Otuz üç yıl süren keyfi bir yöne­ timden sonra bir gün Rumeli'den «B iz Anayasayı yürürlüğe ko­ yuyoruz» diye sekiz on telgraf alır almaz hemen kendisi anayasa­ yı tekrar ilan etmiş ve meclisi toplantıya ça�ırmışnr. Toplumu­ nun ne derece de�işmiş oldu�nu hissedebiirnek ve eylemi be­ nimseyip onlara kendini de kabul ettirebilmekbir siyasi zeka is­ ter. Bu davranışlanyladır ki Abdülhamit, sanki 33 yıl hiç bir şey olmamış gibi meşrutiyetin meziyetlerini öven bir nutukla mecli­ si de açmışnr. Buna karşılık Vahdettin, 1921 sonundan itibaren TBMM'yi ve hükümetini tanıması için yapılan bütün yaklaşım­ lan reddetmekle kalmamış, zafer kazanıldıktan sonra da hala onun meşrutiyetini kabule yanaşmamış, hatta yeni seçim gere� gibi şartlar ileri sürmüştür. Zamanında meclisi tanısaydı acaba ne olurdu? Siyasette oynayabilmek için özel bir yetenek şarttır. «Fakat, milletini izmihldl ve badire zannettiğimiz kanlı ser­ güzepe atan bir asker o millete, ne babasına olursa olsun, dünya­ da her 1eyden kıymetdar olan istiklalini kazandırdı, dü1manı

------1 368 1------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER misli görülmemil bir 1anlı darbe ile yurdun can evinden kopanp attı ve ta m manasıyla muzaffe r oldu.» Burada M. Sabri'den fa rklı olarak ba�ımsızlı�ı ve özgürlü�ü her şeyin üstünde sayan bir anlayış var. Sürgün günlerini Lübnan'da geçiren Refik Halit mutlaka, himayeci altında kalan toplumlann hangi sıkıntılara düştüklerini yerinde görüyordu. Onun için önce özgürlük diyor. Batı Trakya'daki Müslümanlar için M. Sabri'nin böyle bir iste�i yok. Yunan yönetiminden mutlu görünüyor. "0 emin ve memleketine mu.fid zannettiği yumu1ak siyaseti­ nin neticesinde tahtını, tacını kaybederken, tehlikeli ve muzır kıyas olunan bir siyaseti dürüpane (sert), millete memleketini kazandırmıpı... Padi1aha dü1en bu vazifeyi padi1ahın yapa­ maması, onun bunu istememesinden değil, muktedir olmama­ sındandır... Ne yapsın ki, muhit, an)ane, mantık, ihtiyat, ya1 ve daha yüzlerce sebep onu çıkmaz fa rz edilen böyle bir yola atılmaktan men etti... 'Kan döktü, harb etti, milleti muhata­ ralı sergüzep/ere soktu) dedirtmemek için İstanbuPda boynu­ nu büküyor, bir tevekkül ve ihtiyat politikasının bütün zilleti­ ni çekiyordu ... » Toplumunun ba�ımsızlı�ını sa�layamamasına yüzlerce se­ bep bulunabilecek bir liderin peşinden halkı gitmiyorsa, bu ye­ tene�e sahip olanlara suç yüklerneye çalışmak haksızlık olmuyor mu? Yazısının başında Vahdettin'in iyi niyetini aslasorgulayama­ yaca�ını belirten ve politikasına tam katılan bir kişinin sonunda onun bu iş için yetersiz oldu�unu belirtmesi, bugün bile onun haklanndan bahsedenler için yeterli bir yanıt de�il mi? Yazının son paragrafİ şöyle: «Bana öylegeli yor ki (. .. saray ye­ rine bir lo1 odada) can verirken mahrum kaldığı saltanauna rağmen milletinin bugünkü istiklalini dü1ünerek ilcay-i siyasetle yaptığı bazı hataları unutmu/J müsterih can vermil ve 1ahsına yapılan tecavüzleri de zafere hürmeten affe tmipir. Ya rın biz de 1ayet gurbetierde ölürsek, bö)le yapacağız, öyle can vereceğiz.» Bu cümleler Vahdettin'eyakıştınlmakla birlikte, gerçekte Refık Ha-

------1 369 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI lit'in kendi duygulannı yansıtmaktadır. Hatalannı kabul etmek­ te, ülkesi ve halkının ba�ımsızlı�ına kavuşmuş olmasıyla mutlu olmakla yetinebilmektedir.

Kemalist-Anti Kemalist Çatışmaları

Vahdettin ve Abdülmecit dışındaki hanedan mensuplan bu konudaki yayıniann da gösterdi�i gibi belirgin bir eylem çabası içine girmemişlerdir. Yunanistan, Bulgaristan, Hatay, Kıbns gibi bölgelerdeki Türk cemaatlerinin din adamlan ve ö�retmen, gazeteci gibi ay­ dınlan arasında devrimiere kanlan ya da karşı çıkanlar olmuştur. Bunlar genellikle ba�lı olduklan hükümetlerin siyasi e�ilimleri­ ne göre tavır almak durumunda kalmışlardır. Ankara'yla iyi ge­ çinen hükümet iktidara gelince Ye ni Türkler, karşıt olanlar ge­ lince Eski Türkler cemaatin başına getiriliyordu. Bu bölgelerin her birinde Ankara, kendi yayın organlannı kurarak ya da des­ tekleyerek taraflarını ayakta tutmaya çalışmıştır. Bu tartışmalann da (bir ölçüde Hatay için Suriye'dekiler hariç) İslam kamuayla­ nnca dikkate alındı�ını gösteren belirtiler yok. İçinde bulunduklan kararsızlık sırasında, şapka ve di�er dev­ rimler için Balkan Türklerine dönüm noktası sayılabilecek olayı, Gümülcine müftüsünün akıl danışmak için 1932 yılında Mısır Müftüsüne başvurması teşkil eder5: «Buradaki yenilik taraftarları geli1melerinde Türkiye Cum­ hurbalkanını izliyorlar ve onun her getirdiğiyeniliği destekliyor­ lar. Ben ise resmi sıfatımla bu yenilikleri uygun bulmuyorum ve ne miras sorunlarını ne de Müslüman kadınlarla evliliklerini kutsamıyorum. Buna kar1ılık bana saldırıyar Pe haklarını yediği­ mi söylüyorlar, oysa ben Kur'an yasalarına göre davranıyorum» diyen müftü «Tuttuğum yol doğru mudur? Bana ıpk tuttunuz» diyerekakıl istiyordu. Unutmamak gerekir ki, Kur'an Latin harf­ leriyle basılamaz diye ilk fe tva da uzun süre M. Sabri'nin etkisin­ de kalan Gümülcine'den çıkmıştı.

------1 370 1------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER

Mısır MüftüsüŞeyh Abdül Mecid Salim'in yanıtı, do�rudan bahsetmeden Ezher Şeyhinin 1926 fe tvasının bir yinelenmesiy­ di. Yani, şapka giyrnek e�er başkasına benzemek amacı taşımı­ yorsa, kişiyi Hfir yapmaz. Böyle bir amaç varsa veya şapkayı gi­ yende dini küçümseyen veya reddeden bir düşünce varsa o za­ man yine Hfir olur ve ona göre işlem görürler: Örne�n nikah­ lan düşer, di�er Müslümanlardan miras alamazlar. Bu açıklama kesin olarak Türkiye halkını sınıflandınyordu: Şapkayı kafasını güneş ve ya�murdan korumak için giyen­ ler -hükümet zoruyla da olsa- suçsuzdurlar; Avrupalılara benzemek için giyenler günahkardır (tüm ay­ dınlar); hele içlerinde dini küçümseyen veya reddeden dü­ şünceler varsa -laiklik gibi- kafirdirler (Mustafa Kemal ve arkadaşlan ). Yunanistan İkinci Dünya Savaşından sonra da Batı Trakya Türklerini Türkiye'den koparmak için tutuculu�u resmen des­ teklemiş, fe s ve eski harfleri isteyenleri yönetime getirmiş, ancak bütün çabalara ra�men bu politika da bir sonuç vermemiştir. Yunanistan'ın Müslüman azınlı�a karşı bu davranışı tek ör­ nek de�ildir. Kıbrıs'ta İngilizlerin, Bulgarların, Yugoslavlann da benzeri tutumlan görülmektedir. 1919 yılından beri Kıbrıs'ta yayınlanan Siizgazetesi Atatürk devrimlerini adım adım izlemek, devrim ruhunu gençlere aşıla­ mak, Kıbrıs Türk halkının zararına olarak İngiliz yönetiminin dayandı�ı EvkafDairesi ile mücadele ederek Türk halkının hu­ kukunu korumak savaşımı veren bir gazeteydi. İmtiyaz sahibi Mehmed Remzi Okan 1926'da, Türkiye'de oldu�u gibi Kı b­ ns'ta da şapka giyilmesi lehinde yazdı�ı bir makale yüzünden, o sırada Lefkoşa'da oturmakta olan ISO'liklerden Said Molla ile tartışmaya girişmiş sonunda Zemmükadıh suçuyla iki ay (Tem­ muz-A�ustos 1926) hapse mahkum olmuştu. Kıbrıs devrimiere en çabuk ba�lanan toplum oldu. Şapka ile fe s arasında daha önemli ve söz alanını bırakıp ger­ çek bir çatışma halini alan bir gelişme Hatay sorunu yüzünden

______, 371 �------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Türkiye ile Suriye arasında görüldü. Hatay Türkleri daha 1922'den beri Türkiye ile birleşme kampanyasını devam ettir­ dikleri ve bunu ancak Mustafa Kemal'i izlemekle gerçekleştire­ bileceklerini bildiklerinden, devrimleri de olanaklar derecesinde izliyorlardı ve bir kısmı kafasına şapkayı geçirmişti bile. Durumun bir hayli garip oldu�unu kabul gerekir. Hatay şap­ kalı Fransızlann mandasındaydı. Özgürlü�ü peşinde koşan iki topluluktan biri (Araplar) mandaemın timsali saydı�ı şapkaya nefretini fe se sanlarak belirtiyor, di�eri (Türkler) ise arnaçianna varmakta başlı�ın bir önemi olmadı�ını kabul ederek, başına onun başlı�ını geçirmekte sakınca görmüyordu. Bunun sonu­ cunda, taraflardan birinin di�erinigerici ve tutucu, öbürününde onu gavur saymasından daha do�al bir şey olamazdı. Bu çekiş­ mede parçalanma Türk cemaatinin içinde oluyordu. Türklerden bir kısmı laiklikten başlayarak devrimiere karşıydı ve Araplada birlikte, geri kalanlan ise Türkiye'yi Kemalizmin getirdi�i herşeyle birlikte istiyordu. 10 Aralık 1934 günü, Antakya'da Kemalist bir grup başların­ da şapkalarla Yeni Camiye girip namaz kılmak istediler. Fesçiler ve sanklılar buna karşı geldiler, çatışmada iki taraftan da yarala­ nanlar oldu. Olaylar bir süre devam etti. Suriyeliler için şapkanın kazanması hem dinin hem de kendilerine ait saydıkları toprakla­ rın elden gitmesi anlamını taşıyordu. Bu durumda onlar için, her ikisi de şapkalı Kemalist Türk ve mandacı Fransız arasında bir fa rk yoktu, dolayısıyla fe slerine daha büyük bir hırsla sanldılar. Hatay'ın Kemalist Türklerine göreyse ortada dini de�il, anavata­ na 1apkalı balkanlarının ülkesine ba�lanıp ba�lanmama sorunu vardı, bu yüzden şapkalannı daha büyük bir hırsla kafalanna ge­ çirdiler. Bu çekişme do�al olarak karşılıklı suçlamalan son dere­ ce artırdı. Hatay meclisinde ço�unlu�u sa�lamak için yapılan se­ çim kampanyası sırasında şapka fe s'ten hareketle bir taraf «va­ tanda,tarı efe ndi sınıfinayükseltece ğini» vaadediyor, di�er taraf ise dine ihanet temasını işliyordu. Türk kesiminin pek azının

------; 372 1------CUMHURİYET DEVRİMLER KARŞlSlNDA

DIŞ TÜRKLER deste�ini alan Araplar kaybedince, Hatay'da devrimlerbüyük bir hızla uygulamaya kondu. Cumhuriyet kurulduktan sonra M. Kemal'le arası bozulup yurt dışına çıkan Adnan (Adıvar), Rauf gibi eski Milli Mücadeleciler, yukandaki gruplara hiç bulaşmamış, Ankara'dan kendilerine yöneltilen (İstiklal mahkemelerince ya da M. Kemal'in nutkunda) suçlamalara Avrupa gazeteleri aracılı�ıyla kısa açıklamalar yapmakla yetinmişlerdir. Yalnız Halide Edib'in Amerikan gazete ve dergilerinde sık sık M. Kemal'in diktatör­ lü�nü eleştiren yazılan görülür. Burada bahis konusu olan ih­ tilalcilerin kendi aralanndaki hesaplaşmadır. O sebeple di�er gruptakilerle ortak tarafları yoktu. Halide Edip, Şapka hariç bütün devrimleri kabul etti�ni be­ lirtmiş, ancak bunların hemen tam demokratik bir ortamda ve çabuk de�il otuz yıla kadar yayılan bir süreç içinde gerçekleşti­ rilmesi gerekti�ni savunmuştur. Kurtuluş Savaşının bu en başa­ rılı tanık/yazannın devrim ile evrim arasındaki fa rkı o yıllarda görmemiş oldu�u fa rkediliyor. 19 54 yılında milletvekili oldu�u DP'nin demokrasiyi yozlaştırmakta oldu�unu anlayınca istifasıy­ la birlikte yayınladı�ı siyasi Vedaname'si hatasını sonra fa rket­ ti�ini gösteriyor. Bir Çaj!daşlaşma Örnej!i Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y ı L ı

Notlar:

El Jihad (Kahire) 18.02.1935; MO 19.02.1935 Zaki Ali,a.g.e. OM Haziran 1938, s. 287 Bu metni satJaya�Murat Bardakçı'ya teşekkür ederim. KolotJu, Orhan, Islamda Başlık, s. 145-151 ve 164-168, Soııuç

75 YILI DüLDURURKEN l919-l938'in Tarihteki Yeri

'da Lloy d George "Türkler çökmekte olan bir ırka 1919mensu ptur lar, Yunanlılar ise dostumuzdur ve git­ tikçe yükselen bir millet durumundadır» diyerek Yunanlılan Ana­ dolu'ya saldırtmıştı. Yirmi yıl sonra 1938'de bir başka İngiliz tam tersini söylüyordu: «B üyük Sava1ı izleyen bir sürü ihtilal içinde (Türkiye' deki kadar) beklenmedik ve takdire değer sonuç­ lar veren olmadı... Oysa, sava1ın sonunda Türk milletinin yafa­ yabileceğine kimse inanmıyordu ... .uı Bir başka İngiliz uzman da güçlü zamanındaki Osmanlı Devletinden bahseder gibidir: «çağdaflafmı! ve son derece ciddi bir Türkiye Avrupa politikasın­ da her zamankinden daha kudretli bir güçtür. D/. 1930'larda, Türk Mucizesi'nden; Avrupa'da bir Asyalı de�il, Asya'da bir Ba­ tılı olmak istemesinden; dünyada muhafazakarlı�ın örne�i iken şimdi de�işmenin simgesi olmasına kadar türlü övgüler Türki­ ye'ye yöneltilmiştir. Banlılar, bu sonuca vanlmasında Kemalist Devrimin son de­ rece hızlı bir de�işme yöntemi uygulamasının rolünü ısrarla vur­ gulamışlardır. Buna Bandan tepkiler geldi�i gibi, örneklerini verdi�miz şekilde İslam toplumlanndan da «bu hıza biz uyama­ yız» içerikli olumsuz yankılar yükselmiştir. Eleştiri için devrimin mantı�ını hesaba katmadan ve kökleşme sürecini dikkate alma­ dan fikiryü rüteniere de rastlanıyor3: «Bir günde Yunan ordusu denize döküldü, fes, peçe, halife bir günde atıldı ama Yunan mü­ badelesi bq yılda bitmiyor; peçe, pencerelerde ktifes bd/d var ve la-

------ı 377 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

ğımlar açıkta akıyor... Ya ni gerçeklqmesi yüzyıllar alacak feyler bir anda gerçeklqtirildi, oysa zaman gerektirmeden halledilecek feyleryıllar geçtiği halde çözümlenemiyor ... Türkiye)de büyük so­ runlar hallediliyor ama küçük, halkın ifleri düzelmiyor... » Bu eleştirilerde bazı do�ru taraflar bulunsa da, daha kapsam­ lı yaklaşanlar, bütün Do�uyu etkisi altına alan büyük de�işim içinde başka türlü de�erlendirme gere�ini hissetmişlerdir. l937'de Hans Kohn şöyle diyor4: «D ünya Sava1ı )ndan beri Doğu )da, 1919)dan önce bilinmeyen üç çizgi belirdi: 1-Avrupalılafmanın, yukarı orta sınıftan kitlelere yayılması. 2- Ekonomik ya1am kapsamlı 1ekilde düzenlenmezse, Avrupa ile qitlik ve hem siyasi hem de entelektüel ya1amda çağdallaf­ mak mümkün olmayacağı. 3- Çağdal uygarlığın kabulü: Sadece onsuz yok olma tehlikesi belirdiğinden değil, kitlelere daha yüksek ya1am standartı olanağı sağladığı için ... Çağdafla1ma Sovyetler)de, Latin Amerika)da, İspanya)da da var. En hız/ısı, Sovyetler Birliği, Japonya ve Türkiye)de, ama ulu­ sal ya1amını çağdaflaftırmada Türkiye en önde gitti. Sadece sa­ nayilqme ve teknikler/e yetinmedi, halkın her günkü ya1amına girdi. Türkiye)nin ba1arısını alabilmil ba1ka Doğu ülkesi yok. İran, Afganistan, Irak ve Mısır)da, yabancı etkisi, halkın aprı geriliği ve önder kifilerin yok/uğu sebebiyle Türk deneyimiyava1 tempayla iz/eniyor. Günümüzün fe lsefesi, laik ulusçuluktur ve kit­ leleri siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan ulusa kayna1tırmayı he­ defliyor. Bütün Afrika ve Asya)dayayg ın olan bu modernulusçu­ luk, toplumun ancak ekonomik reform ve kitle eğ itimiyle destekle­ nen sosyal ve kültürel refaha erifirse güçlü olacağının fa rkında. » Her devrimci eylemde oldu�u gibi,Atatürk Devrimlerinde,de kökleşme sürecinin gerektirdi� ve daha sonra eleştiriye layık gö­ rülebilen davranışlar vardır. Örne�nAtatürk Devrimlerinin sırası ve uzun vadedeki etkileri için şu konular üzerinde durulabilirdi:

------ı 378 1------75 YILI DüLDURURKEN

-Devrimlerin yerleşmesi için uygulanan ve benzerlerine gö­ re çok hafifkalan senlik. Devrimciler arası ( İttihatçılarla) hesaplaşma. Yabancı kaynaklann gelmemesinden do�an boşlukta ulu­ sal sermaye oluşturmak için ziraatçı kesimin artı ürününe ve eme�ne aşın ihtiyaç duyulmasından do�an sıkıntılar. Ülkenin içini düzene sokmaya verilen öncelik ve dış ba�­ lardaki kısıtlama sebebiyle Il Dünya Savaşından sonra hissedilen yalnızlık. - Özgüvenini yitirmiş bir topluma dinamizm kazandırmak için tekrarlanan abanmalı mesajlar. Atatürk'ün sistem ve kadrolar üzerindeki ısrarlanna ra�­ men kişili�inin aşın şekilde odaklaşnnJması. İslamcı kesim, her şeyi o kadar çok dini referansla ve toplum­ sal/bilimsel niteli�ni dikkate almadan de�erlendiriyor ve her oluşumu sadece M. Kemal'inşahsına ba�lıyor ki, bunlann dışın­ daki konulara ilgileri son derece az. Bu sebepledir ki Kemalizm ve Türkiye dışındaki İslamcı kesimler arasındaki polemikler ilkesel düzeyde olmamış, basit hatta yakışıksız aşai9layıcı karalamalara dönüşmüştür. Burada, Hint Müslümanlannın genelde daha ihti­ yatlı davramşına karşılık Araplardan daha saldırgan seslerin çıkn�ı görülür. 1919 ve 1920 yıllan boyunca Kemalist olsun olmasın Türk basım, İslam dünyasının, özellikle Araplann dünya savaşın­ daki tutumlan "Qzerinde durmarnış, suçlamaya yönelmemiştir. Davranış cumhuriyetin Haruna kadar devam eder. Türk tarafi im­ paratorlu�un başansızlı�ındaki payını kabul ediyor, Araplann ba­ i9msızlıi9m sorgularnıyor, aksine bu haklannı savunuyordu. İslam dünyasında ise üç akım görülür: «J - Hüseyin ile Suriye ııeLübnan milliyetçilerinin ııekısmen Mısırlıların yürüttüğü 'Türklerin yenilgisine Aıırupalı­ larla birlikte katkıda bulunduk, bize ona göre hak tanın­ malıdır' deyip Türk 'ü sürekli ajt:iğılayan ııeödü nü ondan bekleyenler.

------1 379 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

2- İttihatçı/arın İslam Birliğigirili mine fiili katkıda bu­ lunmadığı halde, Türklerden de Araplardan da bunun devamını isteyen Hint Müslüman/arı. 3- Kemalist ba1arıları, M. Kemal'in daha sonra askerleriyle gelip kendilerini de kurtaracağı umuduyla ô'venler» Görülüyor ki, Türklerdeki sempati taşıyan ama sorumluluk üstlenmeyen yaklaşıma karşılık, dışandaki üç e�ilim de sorumlu­ luk yüklemek peşindedir. Bütün bedeli Türklerin ödemesini iste­ yeni de, sömürgeciyle anlaşarak yıkn�ı birli� tekrar onun kurma­ sını önereni de, kendileri kanlmadan kurtanlmalanıu bekleyeni de birarada bir kitle karşısında Kemalistlerin tutumu do�aldı. Birinci grubun saldınlanna, 1922'de saltanada hilafetin ayni­ masından sonra, istekleri yerine getirilmedi�i, üstelik taraftarol­ madıklan devrimler yapıldı�ı için di�er iki grubun da katılması, yaygın yelpazeye sahip bir koro oluşturdu. Türk tarafi her biri­ nin ba�ımsızlı�ını ve sömürge olmaktan çıkmasını isternekten ileri gitmezken, iç işlerine kanşmamaya da özen gösteriyordu. Türkler, devrimlerini ihraca kalkışmamışlardır. Karşı tarafin davranışında ise devrimiere saldırmakla yetinilmez, Türk muha­ liflere destekde verilir. Böylece Türkiye'nin içişlerinde taraftut­ ma, fiilihale gelir. Türkiye'de erişilen ba�ımsızlı�a ve dünyanın en üst düzeyi ile hukuki eşitli�e karşılık «Bağımsızlığım yok, ikinci sınıf insanım ama dinim var» anlayışındaki eksikli�in yarattı�ı psikozla artan suçlamalara karşılık, 1923'ten itibaren Türkiye'den de özellikle Araplara yönelik ihanet ve gericilik suçlamalan başlar. Böylece şiddeti giderekartan bir sa�ırlar diyalogu sürüp gitmiştir. Kema­ listlerin başandan do�an güvenle karşı tarafi küçümsernesi art­ tıkça, karşıtlannın onu sevmezli�i de artmışnr. O kadar ki, Ata­ türk Devrimleri yönünde -eski eleştirilerini unutup- attıkları adımlarda bile, bir ba�lantı izi görülmesini arzulamamış, bunu açıkça itiraftan kaçınmışlardır.

------1 380 �------75 YILI DüLDURURKEN

Ban'nın yaklaşımında da, köklü bir alışkanlıkla, Kemalizm'e sadece İslami çerçeve içinde bakma, oluşumlan yalnız liderlerine ba�lama ve M. Kemal'in ölümüyle işlerin sona erece�i düşüncesi egemendi. Osmanlı'nın reformlannı baltalayarak gerçekleşmele­ rini engelleme alışkanlı� kadar, Babıali'deki istikrarsızlı�a da da­ yanarak Kemalizm'in de aynı sonuca varaca�ını beklemenin ko­ nulara daha bütünsel e�ilmeyi fr eniemiş oldu�u görülüyor. Ke­ malizmin sadece bir dinden kaçış olmadı�ı, kendince bir doktri­ ner yaklaşımı bulundu�u düşüncesi, 1930'dan sonra farkedilme­ ye başlanmışnr. 1925'de P. Genziton gibi «B u ülkenin ruhunda çok derin bir hareket, bir yenilenme bir yeniden doğma var... Do­ layısıyla bugünün zorlukları bize geleceği ihmal ettirmemelidir'-' diyenler çok de�ildi. On yıl sonraysa «! imdiye kadar pragmatik bir yol iken artık doktrin haline geldi d> diyenler belirdi: ((Fapzm ve Komünizmden çok 1eyler almakla birlikte, kamu refahı ile çatıpnadıkça, !imdilik bireysel özgürlük ve özel mül­ kiyet serbesttir. Eg emenlik Büyük Millet Meclisi aracılığıyla halkın elindedir. Sınır fa rkı kaldırıldı, kadınla erkek qitlen­ di ve din kifinin bireysel sorunu sayılıyor. Devlet kamu hizmet­ lerini üstlendiğigibi özel tefebbüsü de kontrol ediyor. Türki­ ye'de liberalizme fa zla yer yok. Uygulanan ılım/ı Sosyalist bir doktrin olup özelgiri/im tecrübesi bulunmayan iyi disiplinli bir toplum için çok uyg un ... Bu nitelikle Kemalizm Türki­ ye'nin kofullarına uygun ama Türkler siyasi ve ekonomik ba­ ğımsızlığı olmayanlara da uyacağı kanısındalar. » Kemalizmi tarihi bir perspektif içinde ve dünyada mevcut re- jimler arasında bir yere oturtmak çabasında Prof. Maurice Du­ verger'nin de�erlendirmesinin özel bir yeri var. Siyasi Kurumlar ve Anayasa Hukuku konulu eserinin Otoriter Rejimler bölü­ münde, azgelişmiş ülkelerin izleyece�i sistem örnekleri arasında Kemalizme ilk sırayı vermiştir. Bu ülkeler için ço�ulcu rejimiere dönüşebilecek modeller olarak Kemalist model ile birlikte, Mek-

------1 381 �------Bir ÇaAdaşlaş ma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI sika ve Hint modellerinin bulundu�nu belirten Duverger'nin de�erlendirmesi şöyle: «Bunların tam doktriner bir yapıları yoktur. Batı demokrasi­ leriyle Komünizm arasında, otoriterlik/e birlikte olabildiğin­ ce liberal, bir tür ara rejime sahiptirler... Bu tür siyasi kurum­ ları tanımlamak güçtür, zira yapıları muğlaktır. Aksine bu ülkelerdeki hızlı deği1me de rejimlerini son derece hareketli kı­ lar ... Liberal demokratik rejimler İngilizyadaAmerikan mo­ deli üzerine kuruludur. Komünist rejimler Sovyet, Fa1ist re­ jim/er İtalyan ve Alman modeline dayanırlar. Azgelifmif ül­ kelerin siyasi rejimlerinin bir güçlüğü genellikle kabul edilen böyle bir temel modele malik olmama/andır... (1908'den 1950)e kadarki siyasi evrimi özetledikten sonra Kemalizm üzerinde fU yargılarla devam ediyor) Kemalizm tek parti re­ jimi olmakla birlikte asla Fa1izm ya da totaliterlik iddiasında bulunmadı. Fransız Devrimi)nin ilkelerine bağlılığını hep vurguladı ve demokrasiyi hedeflediğini de resmen hep tekrar­ /adı. Propagandasının hep bu yönde gitmesi bir tür halkın eğ i­ timini sağladı. Ayrıca Türk tek partisi olan CHP hiçbir !ekil­ de ne ideolojisi ne de yapısıyla bir fa!ist partiye benzemiyordu, daha çok Fransa )nın Radikal SosyalistParti sini andırıyor du. Onun din adamları kar1ıtlığı benzerliği artırıyor: Dinin mevcut sosyal sistemin en iyi desteği olduğu bir ülkede derin anlamlı bir olu1um. Partinin iç demokrasisinin hayli gelifmi! olduğu anla1ılıyor... Rizipleri içinde tutan, dıflamayan, öz ­ gürce gelilmeye bırakan bir niteliği var... Ya ni çok önemli ço­ ğulculuğu parti içinde geliftiriyor... Çoğu kez alaya alınmı1 olan Serbest Fırka denemesi ve bağımsız milletvekili seçimleri, Kemalist rejimin her 1eye rağmen çoğulculuğunun yüksek de­ ğerini kanıtlıyor... (Azgelifmifler açısından) Kemalist model, toprağı ortak mülk ve ekonomiye devlet müdahalesini çok da­ ha fa zla kabul eden Meksika modeline nazaran eksik gör ünü-

382 1------75 YILI DüLDURURKEN

yor... Buna karjılık Meksika modeli azgelijmijler içinde Kema­ liste nazaran daha az etkili olmujtur... » Kemalizm bu özellikleri sebebiyle bir kısım Marksist de�er­ lendirmeciler tarafindan Burjuva Devrimi diye nitelenmiştir. Buna karşılık ba�ımsızlık savaşçısı olarak anti-emperyalist özelli­ �i ve sanayileşmedeki devletçi girişimleri, ilerici yanı olarak da­ ima vurgulanmıştır. Duverger'nin, azgelişmişlere örnek olması sebebiyle, bunlarda egemen olan zirai üretimin özelli�ini daha ön plana alarak Kemalizmin ekonomik politikasını eleştirmesi do�aldır. Mantık, öncelikle geniş kitleleri özgürleştirmek için zi­ raatın geliştinimesini ve düzenlenmesini emrediyordu. Bunun için, sadece sosyal adaletçi de olsa, o yapıdaki bir rejimin, topra­ �ın ortak mülkiyetini ve devletin bunun üzerinde kontrolünü planlaması gerekli görünüyordu. Kemalist model ise ziraatçinin özel mülkiyet ve üretimine karışmıyor, aksine destekliyordu. Duverger'nin dikkatinden kaçan, Türkiye'de küçük ziraatçinin topra�ına sahip olma oranının, Hint ve Meksika'dakinden bir hayli yüksek oluşudur. Bu eskiden de böyle oldu�u gibi, savaş­ tan sonra Ermenilerden ve mübadele ile Rumlardan kalan top­ raklann da�ıtımı sonucunda daha da pekişmişti. Kanımızca, 1950'li yıllardan itibaren sol literatürde çok sık kullanılan feodal yapı. sloganı, Do�u Anadolu dışında Türkiye'nin büyük kısmı için tam geçerli de�ildi. İster bunun bilinciyle, ister İttihatçılar­ dan devraldıklan bir tutkuyla davranmış olsunlar, Kemalist eko­ nomik politikada a�ırlık, kendi olanaklarıyla sanayileşmeye veril­ miştir. Bunun Batılı çevrelerde, alaya alınan bir haddini aşma gi­ bi yorumlandı�ına hayli örnek vermiştik. Ama Kemalizm, her alanda ça�daşlaşmanın en üst düzeyini hedef aldı�ı gibi bunda da kendini fre niemekten kaçınmıştır. 1930'lann ortasında, bu girişimin bütün Yakın Do�u için bir örnek oluşturabilece�ne işaret edenler yok de�ildir7: «M. K. Atatürk yeni bir sanayi toplumunun temelini atıyor. Ülke daha bir süre ziraat ağ ırlıklı olacak ama, bugün atılan

------1 383 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

temeller ve !imdiye kadar gerçeklqtirilenler, gelecekte sanayi ile ziraat arasında sağlıklı bir denge olulacağını göSteriyor. Sosyalizm değil, planlı devlet kapitalizmi bahis konusu. Birey­ ci köylülük/e bağlantılı olarak devlet kontrolündeki sanayinin gelilmesini gözlemlemek ilginçolacaktır. Kapitalist üretim sis­ te mi içinde gerçek planlı bir ekonominin ifleyip iflemeyeceğiso­ rusu sorulabilir. Sanayilqmek için planın çapı isteriste mez sı­ nırlı da olsa, sonuçları sadece Türkiye'de değil, bütün Ya kın Doğu'da genil yankılar yaratmaktan kurtulamaz. Türkiye ekonomik açıdan modern bir devlet oluyor. Te mel yapıları kök­ ten değifiyor. Bununla aynı zamanda ihtilalci nitelikli bir de­ ğifiklik de -entelektüel ve ruhsal bir değifme de- kademe/i ola­ rak yürüyor. Bunlar sadece ba1langıçtır. » Howard ve Duverger'nin Kemalizmin örnek olma yeteneği üzerindeki bilimsel de�erlendirmeleri, bu modelle Kemalistlerin kendilerine yakıştırdıklan öncülü�ün bir özenti olmadı�nı ka­ nıdıyor. 1920'lerin sonlannda Türkiye'de Gazi, «Türkiye'nin müceddidi ve Şarkın pifPası» diye adlandınlıyordu. Yani, Türki­ ye'nin yenileştiricisi ve Do�u'nun önde olanı -kendisine uyulanı (imam gibi)- örnek olanı ... «Batı ile Doğu arasındaki köprü» ve «A nkara'dan fiJkıran ve giderek Doğu'ya yayılmaya ba1layan ıpP benzetmeleri de bunu tamamlar. Kemalisderin devrimleri­ ni İslam ülkelerine ihraç etmek gibi bir çabalan oldu�una biz inanmıyoruz, ama örnek olmanın kabul edilme şansını artırmak niyetiyle «islam ülkelerinde reformlarını İsta mın içinde yapılmı1 reformlar gibi sunmaya özen göstermife benzemektedirler» yargı­ sını ileri süren var. Atatürk'ün yaşamı sırasında Kemalist tezini kendi toplumuna benimsetmek için ortaya çıkmış pek çok düşü­ nür oldu�u gibi, İkinci Dünya Savaşını izleyen İslam toplumla­ nnın ba�ımsızlık savaşlan sırasında «Ortak bilinçte kök salmı1 olan yurtsever, kahraman M. Kemal imajından hareketle vatan, bağımsızlık sava1ı, ulusal egemenlikgibi temaların Türk örneği sayesinde zihinlere yerlqmi1 olmasından» yararlanmayı deneyen­ ler çıkmıştır. Bu eylemlerin liderlerinin a�ızlanndan (Burgiba,

------� 384 �------75 YILI DüLDURU RKEN

Ferhat Abbas, Cinnah, Necip, Nasır, Bumedyen gibi... ) Ata­ türk'ün adı oldukça sık duyulmuştur. Toplumlann her birinin özgün koşullan sebebiyle bu örne­ �in aynen benimsenmesi ya da uygulaması zaten söz konusu ola­ mazdı. Türkiye'nin Kemalizme ve oradan ço�ulcu demokrasiye erişmesi di�erlerinde eksik olan, yüz yılı aşan kesintisiz bir süre­ cin sonucudur. Dinine bakmadan bütün insanlann eşitliği, hal­ kın yönetime katılması ve kontrolü, dini siyasi gücün üstüne çı­ karmamak, ne olursa olsun ça�daşlaşmaktan vazgeçmemek, ba­ kışı ileriye yöneltmek anlayışlan, Tanzimatçılar kuşa�ından (1830-1860) sonra gelen ve Osmanlı toplumunun düşünce ha­ yatında egemen olan Yeni Osmanlılar (1860-1890) ve Jön Türk (1890-1920) kuşaklannda da birbirini tamamlayarak devam et­ miştir. Kemalist kuşak ( 1920-1950) bu e�ilimlerin tamamlayıcı­ sı olmuş ve son damgayı vurmuştur. Bu devamlılık nedeniyledir ki Türk toplumunda di�erlerindekilerin aksine İslamcı hareket köktendinci nitelik taşımamıştır. Günümüzde Türkiye'deki kök­ tendinci e�ilimler ithal ve özentidir. Bu pek özgün çizgisine ra�­ men 1820'lerde başlayan Türk ça�daşlaşmasını İslam dünyasının dışında düşünmek mümkün değildir. 1919-1938 arasındaki dönemiyle bu ça�daşlaşma kendisin­ den öncekileri çok aşmış ve yukanda bahsetti�imiz gibi doktri­ ner bir nitelik kazanmaya da çabalamıştır. Tanzimat'la başlayan kendi evrimini sonuca ba�arken, aynı deneyimi yaşamamış ve çizgiyi izlememiş, ba�ımsızlık anlayışı ve Batı dünyası ile ilişki­ leri fa rklı İslam toplumları için do�aldır ki fa rklı bir anlam taşı­ yacaktı. Heyeti Temsiliye'nin ve TBMM'nin toplantılannda alı­ nacak bazı kararlara İslam dünyasından gelecek tepkilerin peşi­ nen sözkonusu edilmesi, bu fa rkın bilindi�ini kanıtlar. Hem emperyalist sayılmamak, hem de taşıyamayaca�ı bir sorumlulu­ �u yükleomernekiçin, aynı zamanda da de�işik -bazısı ba�ım­ sızlı�ını Türkün eliyle, kimisi de Türkten kurtulmaktanuman- İs­ lami görüşlerin hepsini tatmin edemeyeceklerini bildiklerinden,

------i 385 1------Bir Ça�daşlaşma ÖrncAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI

Kemalistler aynnnlardan kaçınmış, modellerini ça�daşlaşmanın genel bir örne�i olarak sunmaktan ileri gitmemişlerdir. Buna tam anlamıyla İslamda bir silkelenme, kapsamlı bir özeleştiri demek olasıdır. Banlı de�erlendirmecilerden birço�u olayı Hıristiyanlı�ın 16. yüzyıldaki, bireyin dini anlamasını sa�ayan Reform hareketine benzetmektedir. 1920'de hepsi de esir hale gelmekle tarihinin en aşa� noktasına inen İslam dünyasında biryeniden do�şun dina­ mizmi Kemalizm'in zaferiyle başlamışnr. Arap Nalıda'sı (Yeniden Do�uşu) himayeciye teslim olmakla böyle bir ufuk açamanuşnr. Aksine, gelecek 25 yılını ba�ımsızlık için yeniden mücadele ver­ mekle geçirmiştir. Kemalist devrimierinuygulamaya kondu�u bu dönem boyunca Araplann, bir ba�ımsız toplumun görüş açıklı­ �yla ça�daşlaşmak için himayecinin özelliklerini benimsernesi pek kolay de&ldi. Kemalizmin İslam dünyasınca bir bütün olarak de�il de, ba�ımsızlık ve özgürlük yönüyle benimsenmesi, buna karşılık dinle ilgili yanının dikkate alınmaması bu yüzdendir. Öz­ gürlükten önce İslam sloganına ba�lanılması da. Tabii ki bunun sonucu ça�daşlaşmanın benimsenmemesi olmaktadır. Kema­ lizm'de sorun İsiarnı red etmek olmadı�ı halde bu yaklaşımla dı­ şandakilerin o noktaya takilması kaçınılmaz oluyor. Denisan Ross 1938'de İslam toplumlan içinde de�şik fo rmül öneren Türkiye öme�ni ele alarak.bütün İsiama bazı sorular yöneinniş­ tir ki bugün de geçerlidir. Bunda Do�u ile Ban arasındaki 14 yüzyıllık ilişkilerin bir özetini bulmak mümkün1: «Batı ile Doğu'nun durumlarını üniversite eğ itimine benzete­ rek açıklayabiliriz: Her ikisi de giri! sınavını kazandılar. Hatta fikirsel düzeyde Doğu daha da parlak bir ôğ renciydi. Ancak İslam ba1arılı bir ba1langıçtan sonra kolefi terk etti. Batı ise orta çağdaki çabalarla ilk iki yıllık eğitimi ve Röne­ sans'la lisansını kazandı ... Kanımca İstdmın kusuru her tür­ lü ilerlemeye tarihinin erken bir döneminde dur demi! olması­ dır. Peygamber'in ta/im ettiği!ek liyle sade ve güzel bir inanç-

------1 386 f------75 YILI DüLDURURKEN

tı. Ancak din alimlerinin birbiri üzerine ekledik/eri skolasti­ sizm Pe taassuptan doğanyamatarla kendisini topar/amasına asla izinPerilmedi. Ta hminen 10. yüzyılda içtihad kapısı ka­ pandıktan sonra durağanlık ba1/adı Pe ileri gidilemediğigibi o zamandan beri geriye de pek az bakıldı. İslam muhakkak ki ortadan kalkacak değildir. Ancak acaba yandafları, dep/etle­ rini dini kontrolden sıyırmı1 olan uluslarla (Yani APrupalı­ larla) e,;t 1artlarda temasa geçebilecek/eri 1ekildedeğifti rilebi­ lir mi? İslam hala Türklerin dinidir Pe cumhuriyetin kesin ön­ lemleri sonucunda dinin kurucusunun temelilkelerinden Paz­ geçmeden, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi, en sonunda çağda! eğ itimi Pe çağda! kurumları kabul edecek bir İstamın çıkıp çıkmayacağını kim bilebilir?» Üzerinden 60 yıl geçti� halde İslam dünyasının hih1 kesin yanıtlayamadı� bir soru. İslamın kendisinden önceki uygarlıklardan ö�rendilderine kattıklanyla Hıristiyan uygarlı�nı aşn�ını, karanlıkta kalan Avru­ pa'nın İslamdan ö�rendiklerine Rönesans ve Reform özeleştiri­ siyle yeni bir boyut katarak, dünyada üstünlü�ünü sa�layan atı­ lımı gerçekleştirdi�ini herkes kabul ediyor. İslam ise üstünlü�­ ne güvenerek Batı'dan ö�renece� bir şey olmadı�ı inancıyla içi­ ne kapandı�ından kendini yenilerneyi ihmal etti. Bir zamanlar dünyanın merkezinde otururken şimdi çevreye düştü�nü, uy­ du haline geldi�ni pek geç fa rk etti. İlk dönemindeki dışa açık­ lı�nı unutması, Avrupa'nın başkasından ders almaktankorkma­ dı� için yükseldi�ini anlamak istemesinin sonucunda, İslam dünyası 1920'deki en aşa� noktasına inmiştir. Kemalizmin ro­ lü, o inişi durduramamış hatta belki de sebep olmuş yöntemler­ den radikal bir şekilde aynimak suretiyle, İman/Akıl dengesinde ikincinin sıfira inmiş payını olabildi�ince artırarak yükselmeyi başlatmak, uyumakta olan İslam dünyasına bir çıkışyolu göster­ mek oldu. Böylelikle 18. yüzyıl başında ilk adımı atılan, Tanzi­ mat'la yönünü bulan ça�daşlaşma akımı geri dönülemeyecek şe-

------i 387 1------Bir ÇaAdaşlaşma ÖrneAi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI kilde rayına oturmuş olmaktaydı. Ço�ulculu�a açık bırakn�ı ya­ pısıyla gelece�e ipotek koyan bir nitelik de taşımıyordu. Belki tek sınırlandıncılı�ı, 1920'ye dönmeyi engelleyici ilkelerinde­ dir ... Ne gariptir ki, günümüzdeki tamşmalarda bazı kesimlerin hali daha 1920'lerdeki gerekçeleri öne sürdüklerini görüyoruz. Atatürk ulusçulu�unun özellikleri bu gelece�e açıklı�ı pekiş­ tirir. Atatürk'te ırkçı ayrımcılı�ın tam tersine, bütün insanlan köken ve inanç fa rklılıkianna aldırmadan bir bütünün eşit parça­ lan saymak anlayışı vardır. Bu davranışıyla Tanzimat'ın Osmanlı Milleti (İttihadı Anasır) anlayışını geliştirmiş olmaktadır. İslam­ cı kesimlerden buna yükselen itirazlan tutarlı saymak mümkün de�ildir. Aynı aynmı kendileri yaparken başkalarını milliyetçi di­ ye yeren Arap örne�i ortada durdukça bu tutarsızlık aşılamaya­ cakur. Atatürk için başka bir alternatifbaşka bir yol tutmak ola­ sılı� var mıydı? .. 1919-1938 arasında dünyada egemen üç e�ilim bulunuyor­ du: Fajist/Nazi grubunun ırkçı ulusçul u�, Soryalistlerin emek­ çi evrenselli�i, Liberal/erin sömürgecilikle damgalı ulusçulukla­ n. Atatürk bunların üçünü de reddediyordu. İsiarnı bütünleşti­ rebilecek bir gücü de olmadı�ndan -esasen onlarda da böyle bir irade bulunmadı�ından- kendi sınırlan içinde bir çözüm getir­ mek zorundaydı. Böylece azınlık anlayışını kaldıran, insan olma­ nın eşitli�inden başka gerekçesi bulunmayan bir ilkeyi gelece�n dünyasına bir küçük örnekolarak sundu. Tarihinin en kanlı savaşından çıkmış ve daha da kanlısının ha­ zırlı�ı içinde bulunan dünyamızda bu yaklaşımın yeterince anla­ şılabilmesi zordu. Nitekim Atatürkçü politikalann yankısı hep «ısrarlı barıjçılığı» şeklinde belirmiş, ulusçuluk yaptı� halde kültürel alan dışında neden yayılma cı hedeflerkoymadı�ı (özel­ likle Pantürkçü) bir türlü anlaşılamamışur. Bu şaşkınlı�a en çok Emil Ludwig'de rastlanz. 1930'daki konuşmalannda «Batı'yı Pe bütün APrupa ırklarını sePmediğihalde ona yöneldiğiniPe APru­ pa 'dan en kötü ithalat olarak ulusçuluğu aldığını belirttikten

------1 388 1------75 YILI DüLDURURKEN sonra bunun tutarsızlık olup olmadığını sorar. Atatürk aHayır asla» der. "Çağdal bilim evrenseldir»ve sonra Türklerin tarihsel ve kültürel kökenierinin araşnnlmasının do�al oldu�unu, bunun insanlık içinde aynmcılık yapılmasını önleyici amaç taşıdı�ını an­ latmaya çalışır. Eşitli�i vurgulamanın aracıdır. Atatürk; Avrupalısıyla, Asyalısıyla, Afrikalısıyla, Müslümanıy­ la, Hıristiyanıyla, bütün insanlı�ı sadece insan olmakta bütünleş­ tirecek bir ça�daşlı�ın savunucusuydu. Ça�daşlaşma düzeyi dışında bir fa rklılı�ı kabul etmiyordu. Şüphesiz 21. yüzyılda da bu niteli�iyle isminden bahsedilmeye devam edilecektir.

Cumhuriyet, Çağdaştaşmanın Güvencesidir

Türk Ça�daşlaşmasının dünya ve İslam tarihindeki yerinibelir­ lerken bunun 1938'de Atatürk'ün ölümüne kadarki dönemi üzerinde aynnnyla durduk. Ertesiyıl İkinci Dünya Savaşının pat­ lamasıyla yeryüzündeki bütün siyasi, sosyal ve ekonomik den­ geleri altüst eden bir dönemin başlaması do�al olarak dikkatierin de başka yönlere yo�unlaşmasına sebep oldu. 1945'e kadar süren bir bunalımın ardından Türkiye'nin çok partili sistemi benim­ sernesive 1950'de halkının serbest oylanyla iktidanndevr edilmesi sürecini başlatması, Kemalist Devrimierin ve cumhuriyetinhedef ­ lerinde doru�a erişti�nin belgesidir. Böylece ulusal egemenlik kavramı gerçek niteli�ne ulaşmış oldu. Bütün İslam toplumlan içinde bunu tek başarabilen toplum olmamız ve bütüngüçlüklere ra�men elli yıldır yaşatabilmeniz amk geri dönülemeyecek bir noktada bulundu�muzu kanıtlar. Eksiklerimiz ve hatalanmızın varlı�ı sistemin işlemedi� anlamını taşımaz. Bu noktada başlangıçtaki sorulann yanıtını vermeye yönelebiliriz. (B unları cumhuriyet olmadan gerçeklqtiremez miydik?' Çalışmamızın başında belirtti�miz gibi uzun süreye dayalı ve karşılaşnrmalı inceleme yönteminin sa�ladı�ı veriler, di�er İslam toplumlanna da örnekolan Türk Çağdal/alması'nın

------; 389 r------Bir Çaıdaşlaşma Örneıi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ YILI karşısındaki engelleri aşabilmesi için belli yöntem ve kurumlar gereksindi�ini ortaya koydu. Gelenekleşmiş kurum ve yöntem­ lerden nasıl kurtulunabilece�ni kestiremeyenler, sömürgecilere esir kalmak pahasına, dinsel oldukları iddiasıyla bunlara ba�lılık­ larını sürdürmeyi ye�lediler. Tabii büyük bir kısmı da kurulu düzenin şahısianna sa�ladı�ı çıkarlan kaybetmemek endişesiyle de�şikli�e karşıydılar. Hilafet ve krallık sistemleri üzerinde ısrar­ lan kendi tutarsızlıklannı örtmenin de bir aracı oluyordu. İman/Akıl dengesinde bütün a�ırlı�ı birineide bırakmanın bedeli olarak Osmanlı Devleti ve tüm İslam toplumlannın düş­ tükleri gerilikten kurtulabilmeleri böyle bir ısrar karşısında im­ kansızdı. Tarihi boyunca yukandan yönlendirilmeye şartlanmış bu toplumlan ça�daş uygarlık düzeyine eriştirebilmek için her fe rdini bilinçlendirecek yöntem ve kurumlara ihtiyaç vardı. An­ cak Va tandaf kimli�ine sahip olduklan zaman yeni aşamalan gerçekleştirmek mümkündü. Tanzimat'la başlayan ça�daşlaşma adımlannın ulusal egemenlik yolunda erişti�i aşama, 1919 son­ rasında kaçınılmaz olarak cumhuriyeti getirmiştir. Bunda sadece iç etkenler de�il dış etkenler de rol oynadı. Halklanıun istek­ lerine karşın krallann, halifelerin ve halife adaylannın, İslam tarihinde rastlanmayan bir şekilde teslimiyetçi rolleri benim­ serneleri kendi sonlannıhazırladı. Bu noktada, cumhuriyet anlayışının neden Osmanlıyı yeniden canlandırma özlemine karşı oldu�unu da açıklamakta yarar görüyoruz. Altmıştan fa zla dini ve etnik gruptan oluşan Osmanlı toplumunun 21. yüzyılda var olabilmesi ancak bunların hepsinin aynı düşüncede olmasıyla mümkündü. Oysa bu hayal­ cilerin dışında bir tek dini ve etnik grubun böyle bir projeye sempati ile bakmayaca�ını bilmeyen yok. Dünyadaki güç den­ gelerinin böyle bir şeye izin vermeyece�ini bilmek için de fa lcı olmaya gerek yok. Üstelik Osmanlı denince neyin anlaşıldı� konusunda da fikir birli� yok. Osman Gazi, Fatih, Kanuni, Deli İbrahim, III. Selim, II. Abdülhamit dönemlerinin her biri Os-

------1 390 1------75 YILI DüLDURURKEN manlı'dır, ama her birinin Osmanlılı�ının özellikleri ayndır. Bu da iddia sahiplerinin kafasında hiçbir tutarlı fikir bulunmadı�, sadece halktan, ulusal egemenlikten kopuk bir yönetime ulaş­ mak hırsının bulundu�u yolundaki düşüncemizi pekiştiriyor. Demokrasi içinde karşıt ve tutarsız fikirlerio de varlı�ı sistemin do�al bir niteli�idir. Bunlar eylemci ve demokrasiyi yıkmaya yönelik olmadıkça, insan haldannıdışlamaya yönelmedikçe, fikir tartışması düzeyinde hoşgörüden yararlanabilirler. Türk toplumunun tarihsel özelli� çerçevesinde, bütün ça�­ daşlaşma girişimlerini etkisiz bırakmak için hedef alınan ilkenin laiklik olması rastlantı de�ldir. Aktardı�ımız 75 yıl öncesinin tartışmalan, ça�daşlaşmamızın frenlenmesi yolunda en çok kul­ lanılan aracın dinsel ö�eler oldu�nu gösteriyordu. Türk top­ lumunu geri götürmek isteyenler için en kestirme yol oradan geçer. Ça�daşlaşmayı aksatmamanın en büyük güvencesi cum­ huriyet oldu�undan bir di�er saldın yo�nlu� da ona yönelik oluyor. Bunu yaparken eleştirecek hatalar, eksikler bulmak tabii ki zor de�ldir, ancak bunlar cumhuriyetinvarlık nedenini geçer­ siz kılacak şeyler sayılamaz. Demokrasimizi yaşatmak ve tam iş­ ler hale getirmek için mutlaka daha fa zla çalışmamız ve dikkatli, bilinçli olmanuz gereklidir. Çünkü şimdi de demokrasiyi hedef alanlar çıkıyor. Cumhuriyetimiz 75. yılını aşmışken Atatürk'ün 1930'larda söyledi� sözleri tekrarlayarak, vardı�mız ça�daşlık düzeyinin ve 21. yüzyıldaki hedeflerimizin güvencesinin yine cumhuriyet ol­ du�nu bir kere daha ortaya koymaya çalışaca�ız.

Benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır, fa kat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır Bir Çaıdaşlaşma Örncıi Olarak CUMHURİYET İN İLK ONBEŞ Y I L I

Notlar:

Tl 09.08.1938, "A Nation Rebom" G. Britain and the East, 13.05.1937, s. 694 "Turkey's Westernizing Movement", Vice Admiral C. V. Usbome. NE and lndia, 07.03.1929, s. 292 "Turkey's Problem" Hans Kohn, "The Europeanization of the Orient", Political Science Quarterly (Columbia Un.), Haziran 1937, s. 259-269 OR, 13.02.1925 Tl 17.05.1935, "Kemalism in Turkey" Harry Howard, "Turkey goes lndustrial", Current History, Ekim 1936, s. 99 vs. D. Ross, "The Westernization ofTurkey", Great Britain and the East, 17.03.1938, s. 294