View metadata, citation and similar papers at core.ac.uk brought to you by CORE

provided by Sehir University Repository G MART 1992 CUMA CUMf

GÜNDEMDEKİ SANATÇI \( EL Ben de kendimce bir Bedreddin’im Ve Tuncel, o yiğit günlerin ayağı tozlu yol arkadaşı. Yürüdü gitti. Sınırları geçti. Ülkeleri. Yüzbinlerce yurttaşı gibi. Önce İsviçre. Sonra Almanya. Sonra... Güldü. “ Sonra” dedi, “ İsveç, Norveç, Danimarka, Felemenk, Hollanda. Dolaşıp durmaya başladım.” Karşımda siyah borsalino şapkası, çuha niz’in ağzının kıyısında bir narçiçeği ile yeleği, seksen iki yaşındaki babasının dün dolaştığı o ateşli günlerin en güzel sürpri­ verdiği eski frak pantolonu, kocaman ONAT ziydi Umut. ayakkabıları ile oturuyor. Bir Süryani pa­ Kırsal olan, bugünkü gibi çarıklı pazını, New Yorklu Musevi bir taciri, KUTLAR köylülük değil, saflık ve yiğitlikti. Montpaı nasselı bohem bir ressamı ya da Ve Tuncel, o yiğit günlerin ayağı tozlu turneden yeni dönmüş (Anadolu’dan) bir yol arkadaşı. Yürüdü gitti. Sınırlan geç­ aktörü hatırlatıyor. Hafif sakallı. Yüzün­ New York. ti. Ülkeleri. Yüzbinlerce yurttaşı gibi. de hem acı, hem gülüş, hem tevekkül, hem Önce İsviçre. Sonra Almanya. Sonra... Ortaokul? Silifke’den başlar. Sonra başkaldırı ifade eden çelişik, derin ve zen­ Güldü. “Sonra” dedi, “İsveç, Norveç, Tarsus Koleji, Edremit, Balıkesir, Gediz, gin çizgiler. Okunan bir yüz. Hareketli, sü­ Danimarka. Belçika, Felemenk, Hollan­ Haydarpaşa Lisesi, özel Anadolu Lisesi. rükleyici bir kitap gibi. da. Dolaşıp durmaya başladım.” İlk tanıştığımız zamanı, tuhaf bir serü­ Ya üniversite? Hukuk Fakültesi, İngiliz Filolojisi, Sistematik felsefe... Tuncel Kurtiz’in “ U m uf’la başlayan venle birlikte hatırlıyorum. Beyazıt sahaf­ yaban illeri serüvenini ne zaman düşün­ larda ve Çınaraltı’nın esintili masaların­ Ve tam o sırada Haldun Taner’in tiyat­ sem otobüs filmini hatırlanm. Sanki dan birinde heyecanla anlatıyordu. I960 ro dersleri. Umut’un Çukurovalı köylüsü binmiş öncesi olmalı. Taksim’de, bugün AKM’- Tuncel’in önünde art arda açılan perde­ eski bir otobüse, dolaşır durur diyar di­ nin bulunduğu yerde, “mübalağa” bir içki ler. yar. Arada kalkar, bir otoban kıyısında, şöleni sonrası, alanın kıyısına çiş ederken Hiçbir sahneyi unutmamalıyım. Aktör­ iki soğan kırıp ekmekle katık etmiş in- derdest edilişini, polislerle kavgasını, Ba­ lerin hiçbirini unutmamalıyım. Federas­ sanlann mutluluğu ile bir kaşık havası kırköy Hastanesi alkol kliniğine yatınlışı- yon tiyatrosu. Özdemir Asaf ve Cahit Ir- döktürür, arada oturur bir karanlık ku­ nı ve vali muavini olan babasının telefo­ ;af la tanışma. Yaşamının büyük dostlan, zey kanalı kıyısına, arpacı kumrusu gibi nuyla kurtulup kaçışını. O bunları günlük stanbul Üniversitesi Talebe Birliği Tiyat­ düşünür de düşünür. bir olay gibi anlatıyor, ben uzak-batıdan ? rosu. 1958’de . Zafer Ma­ Oysa kitap öyle söylemiyor. Verimli kovboy serüveni izleyen bir çocuk gibi ağ­ dalyası ve büyük aktör Erol Günaydın. zım açık dinliyorum. bir Avrupa serüvenidir bu. İsveç’te Ya­ Üsküdar Şehir Tiyatrosu. Behzat Butak, şar Kemal uyarlamaları, İlhan Koman’- Onu son görüşüm ise üç yıl önce. Ber­ Asaf Çiyiltepe, Bulvar Tiyatrosu. Sevgili lin’de. Festivalin hareketli kafeteryasında la dostluk, İsveç TV’si için filmler, oyun­ Gölge ve Münir Özkul... lar oyunlar oyunlar. İşsizlikle iç içe olsa hasretle kucaklaşıyoruz. Başında bir köy­ bile. lü kasketi var. Boynunda Mardin poşusu. Hızla uçuşan sayfalar ve isimler bir an Yelek cebinden bir saat kösteği sarkıyor. durdu. Sadece bu dönemde, Zeki Ökten’in Akşam bir Yunan lokantasında Tatavla’- "Münir Özkul” diyor, alçak sesle ve "Sürü”sünde yarattığı olağanüstü baba da buluşmak üzere sözleşiyoruz. Ama ak­ dalgın. “ Bir şeyler değişiyor gene. Manş’ı karakteıibile. onun, hem ülkemizde hem şam gene bir kovboy filmi gibi başlıyor. geçen Murat ona İngilizce Stanislawski ki­ de dünyada büyük bir aktör olarak algı­ Hepsi birbiriyle kavgalı birkaç Türk sa­ taplan getirmiş. Manş’ı geçtikten sonra lanmasına yeter de artar Nitekim bu film­ natçıyı bir araya getirebilmek için ecel ter­ tabii. Tuncel de İngilizce biliyor ya, oturu­ deki performansı, Tel-Aviv Festivalin­ leri döküyoruz. Bir yönetmen ötekilerle luyor, o kitaplar sayfa sayfa çevriliyor.” de hayranlık uyandırıp ona en iyi oyuncu ödülünü kazandırınca Tuncel Kurtiz, yabancı ülkelerde yaşayan Türk sanatçı kimliğinden çıkıp, uluslararası bir aktör olarak mesleğini sürdürmeye başladı. İs­ rail, Arap, Amerikan yapımlarında rol aldı. Başta Schaubühne olmak üzere bü­ yük Avrupa üyatrolannda etkinliği arttı. Ve tam bu sırada, neredeyse insanlığın tarihi kadar eski bir büyük efsanenin, Mahabharata’nın kapılan açıldı önün­ de. “Tuncel Kurtiz bir gece bir telefon se­ siyle uyanıyor. Arayan New York’taki . Büyük heyecan. “Mahabharata’yı sahneye koyacağım” ' diyor. “Benimle çalışır mısın?” Elbette. Brook gibi büyük bir ustayla çalışmanın mutluluk olduğu­ nu söylüyor. Serüvenli bir yolculuk ve New Y ork. “Audition yapılacak" diyor­ lar. Yani metni okuyuşuna bakılacak. Aktörlük sınavı gibi bir şey. Hayatında hiç yapmadığı şey. Bir iki denemeden sonra... “Birden ayağa kalktım" diyor, o günü yeniden yaşargibi. “Nâzım’ın mısralarını yüksek sesle okumaya başladım. Ufuk­ lardan ufuklara... Kim demiş Çört vaz- mi... Peter Brook şaşkın bakıyor. Vur­ dum kapıyı çıktım. Atladım ’e git­ tim. Yılbaşı gecesi asistanı telefon etti. “Gelin, Paris’te provalara başlıyoruz!” Provalar iki yıl sürdü. Günde 12 saat aralıksız. New York’ta ilk gece biletleri 2500 dolardı. Ve salon dolu. Hem çağdaş tiyatro tarihinin en büyük deneylerinden hem de insanlık tarihinin büyük kaynak­ larından biri olan Mahabharata, oyun ve film olarak evrensel düzeyde yankılar uyandırdı. Bu eşsiz tiyatro olayında Tuncel Kurtiz gibi bir tiyatro adamımızın önemli bir katkısının bulun­ ması, ülkemiz için bir onurdur. Ama bu onuru yeterince paylaştığımız söylene­ mez. Paris, Londra, New York, Los Ange­ les, Adelaide, Tokyo. “Son oyundan sonra, Tokyo’da, bağ­ daş kurup yediğimiz son yemekte (tam Berlin’de yaşayan Tuncel Kurtiz’in hafif sakallı yüzünde hem acı, hem gülüş, üç yıl sonra) Peter bana döndü ve ‘Fena hem tevekkül, hem başkaldırı ifade eden çelişik, derin ve zengin çizgiler. Oku­ oynamadık galiba’ dedi.” nan bir yüz. Hareketli, sürükleyici bir kitap gibi. (Fotoğraf: FİLİZ KUTLAR) Tuncel Kurtiz şimdi Almanya’da “ Bed- reddin”i yönetiyor. Ve önümüzdeki günlerde, çekimler­ bir araya gelmemek için karşı Florian lo­ Sonra susuyor bir süre. “Münir Özkul den, hazırlıklardan fırsat bulursa Arifte kantasında mevzilenmiş. bir aktörle bir ve o kitaplar benim asıl okulumdur” di­ bir “happening” yapacak. İlerde de ük fır­ şair öbürlerinden ayn, barın köşesine tü­ yor. satta bir Çehov sahneleyecek. Başlıca nemiş, kimileri de sokakta dolaşıp duru­ “Kent Oyuncuları - Müşfik. Arkada­ düşü bu. yor. Ben gene bir masada Tuncel’le uzo şım, abim. Dormen Tiyatrosu. Erol Gü­ Duruyor. Soluk alıyor bir an. Öykü­ yudumluyor, pilaki yiyor ve onun anlat- naydın, Turgut Boralı. Muhtar Kocabaş. nün sonuna -şimdilik- gelmiş gibi. Ki­ tıklannı şaşkınlıkla dinliyorum. Bu kez bir Yolcu. Gen-Ar. Nazım Baba. Yılmaz Gü­ tabın kapağını kapatıyor. tiyatro serüveni. ney. Sinema. Üçünüzü de Mıhlarım. Gül- “Berlin’de" diyor, “Goethe Strasse’de Şimdi odamda karşılıklı oturmuş, Erzu­ riz Sururi. Ferhat ile Şirin. Tuncer Necmi- 67 A’da oturuyorum. Daniella, ben, yir- rumlu Ziya’nın tavşan kam çaylarını yu­ oğlu. Aydın Engin. Umur Bugay. Müjdat mibeş sokak kedisi ve muhabbet kuş­ dumlarken karşımdaki kitabı okumaya Gezen. Devr-i Süleyman. Ankara - İstan­ larıyla birlikte. Onları izliyorum...” çalışıyorum. bul - Baştanbaşa Anadolu - Hudutların Gülümsüyor, “Galiba bir şeyler öğ­ “Bu kalın kitabı çapraz okumalı” diyo­ Kanunu. Akad. Ustam. reniyorum...” diyor. rum kendi kendime. “Yoksa ne vakit yeter Ve umut. Bu sütunlara çok azını aktarabildiğim nc de Cumhuriyet okurunun sabrı.” On yedi günde Adana’da inanılmaz bir o yaşam kitabından bizler çok şey öğren­ İlk sepya sayfalar açılıyor. Ve ben başlı­ çekim serüveni. Yılmaz Güney dehası. dik. Bundan böyle öğreneceklerimiz ha­ yorum gene hareketli bir film izlemeye. Cannes. Şaşkınlık. İsviçre. Bu çölün orta­ riç- “ 1936 yılının l şubatında İzmit'in Bah­ sında kıpkırmızı bir gül. “ Bu gül biraz da “Sözlerimi” diyor, “Özdemir Asafm çecik nahiyesinde doğdu Tuncel Kurtiz. bizim kanımızla kızarmıyor mu?” mısralanyla noktalamak istiyorum: Nahiye Müdürü Hamdi Vâlâ Rıza Kurtiz’in Tuncel Kurtiz kendi yaşam kitabının Ben denizlerde yürümeye başladığım ve Müfide Hanım'ın oğlu olarak. Hamdi sayfalarını hızla çevirirken ben bir an zaman Vâlâ Rıza Bey Selanikli ve Atatürk’ün akra­ 1970'lere dönüyorum. Yılmaz’m, başta Karalarda oturanlar bası. Müfide Hanını ise Saraybosnalı. Tuncel olmak üzere bir avuç arkadaşıyla Dönüp bana güldüler Sonra ilkokul. Hangi ilkokul ama? Re­ gerçekleştirdiği “Umut Günleri”ne. Ben de gittim sığınacağım adaları şadiye, Kandıra, Posof, Ayvalık, Detroit, 1968’in, mayıs günlerinin, Harun Karade­ Birer birer batırdım..."

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi