2020 KPSS ÖABT TAMAMI PDF ÇÖZÜMLÜ

DİKAB SORU BANKASI

ÇÖZÜM KİTABI TAMAMI PDF ÇÖZÜMLÜ KOZMİK ODA DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ SORU BANKASI

Editör: Selim IŞIK

Yazar: Sümeyye Demirci

ISBN: 978-625-7962-80-3

BASKI

Yıldıztepe Mah. Gülpınar Cad. No:33/A Altındağ / ANKARA Tel: (0552) 518 06 06 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika Numarası: 45130 [email protected] www.kozmikoda.com.tr

BU KİTAP T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI BANDROLÜ İLE SATILMAKTADIR.

© COPYRIGHT KAPLAN AKADEMİ YAYINCILIK Yayım Hakkı Bu kitabın her türlü yayım hakkı Kaplan Akademi Yayıncılık’a aittir. Bu kitabın baskısından 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası hükümleri gereğince kaynak gösterilerek bile olsa alıntı yapılamaz, herhangi bir şekilde çoğaltılamaz, genel ağ ve diğer elektronik ortamlarda yayımlanamaz. Kozmik Oda Yayıncılık bir Kaplan Akademi Yayıncılık Eğitim Öğretim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. markasıdır! İÇİNDEKİLER

KUR’AN-I KERİM VE TECVİD 5

TEFSİR 32

HADİS 40

FIKIH 59

KELAM 121

İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI 152

İSLAM TARİHİ 168

İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ 183

İSLAM FELSEFESİ 197

DİN FELSEFESİ 206

DİN SOSYOLOJİSİ 220

DİN PSİKOLOJİSİ 234

DİN EĞİTİMİ 246

DİNLER TARİHİ 249

ALAN EĞİTİMİ 257

KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 1

1. Ashab-ı Kehf: Mağara halkı, mağara sahipleri demektir. 3. Gemi halkı demektir. Bundan maksat, Nuh (a.s.)’un ge- Ashab-ı Kehf ile kastedilen insanlar; kafir bir toplumdan misine binerek tufandan kurtulan mü’minlerdir. Bu tabir, kaçıp dağda bir mağaraya sığınan bir grup mü’mindir. Kur’an’da bir ayette geçmiş ve; “Andolsun biz, Nuh’u kav- Kur’an’ın 18. suresi, adını bu kıssadan almıştır. Surenin mine gönderdik, onların arasında bir seneden elli yıl ek- 9-26. ayetlerinde bu kıssa anlatılmaktadır. Kur’an’da ma- sik kaldı, sonunda onlar zulme devam edip dururken ken- ğaraya sığınanların gençler olduğu, mağarada yıllarca dilerini tufan yakalayıverdi. Onu ve gemi halkını kurtar- uyudukları, belli bir süre sonra uyandıkları, aralarında dık ve bu alemlere bir ibret yaptık” denilmiştir. Nuh (a.s.)’ın mağarada ne kadar kaldıklarını konuştukları, içlerinden peygamber gönderildiği toplum; zalim, fasık, kötü günah-

birinin şehre gümüş para ile yiyecek almaya gittiği, ma- KOZMİK ODA YAYINCILIK kar, cahil, müşrik, gerçekleri görmeyen (kör), haddi aşan, ğarada 309 yıl kaldıklarının söylendiği, ancak ne kadar mütekebbir, zorba, inatçı ve inkarcı bir kavimdi. Nuh (a.s.) kaldıklarını Allah’ın bildiği ifade edilmiştir. Kur’an’da genç- kendilerini tehvide, ibadet, itaat ve takvaya davet etti, an- lerin uykudan uyandıktan sonra insanlarla konuştukları cak onlar; Allah’ın ayetlerini ve Peygamberini yalanladı- beyan edilmiş, ancak mağaranın nerede ve gençlerin sa- lar. Nuh’u (a.s.) sapıklık yalancılık ve delilik ile itham et- yısının kaç olduğu bildirilmemiştir. tiler, alaya aldılar ve öğütlerden yüz çevirdiler. Hakka kar- şı batılı savundular. Birçok insanı saptırdılar. Mü’minleri (Cevap D) hakir gördüler, onlara ayak takımı ve bayağı kimseler de- diler. Putlara tapmakta ısrar ettiler. Nuh (a.s.), kavmi ıs- lah olmayınca helak edilmesi için Allah’a dua etti. Allah, kendisine gemi yapmasını emretti. Gemi yapılınca mü’min- leri gemiye bindirdi. Gök, sularını boşalttı. Yer altı suları fışkırdı. Büyük bir tufan oldu. Mü’minler kurtuldu. Kafirler boğulup helak oldu. Sular çekilince Nuh’un gemisi Cudi dağına oturdu. (A’raf, 7/64, 76; Yunus, 10-71-74; Hud, 11/27, 29, 37-48; İbrahim, 14/15; Nuh, 71/3-40; Enbiya, 21/77; Mü’minun, 23/25; Şu’ara, 26/111; Ankebut, 29/14; Mü’min, 40/5;Zariyat, 51/46; Kamer, 54/9-14).

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

2. Ashab-ı Sa’ir: “Sa’ir” Kur’an’da ismi geçen yedi cehen- nemden birinin adıdır. Alevli, çılgın ateş demektir. Ashab-ı sa’ir tabiri; alevli ateş/cehennem halkı anlamına gelir. Bu tabir Kur’an’da üç ayette geçmiş ve Peygamberleri ya- lanlayan, onların sözlerine kulak vermeyen, akıllarını kul- lanmayan ve şeytana uyan insanların Ashab-ı Sa’ir oldu- ğu bildirilmiştir. (Fatır, 35/6. Mülk, 67/9-11). Şeytan taraf- 4. A’raf: Yüksek yer, atın yelesi ve horozun ibiği anlamların- tarlarını Ashab-ı Sa’ir’den olmaya çağırır. (Fatır, 35/6). Al- daki “a-r-f” kökünden türeyen “a’raf” din dilinde, cennet- lah’ı inkar edenler, cehennem bekçilerinin, “size bir uya- le cehennem arasındaki perdenin (sur/duvar) yüksek yer- rıcı gelmedi mi?” sorusuna, “evet bize uyarıcı (nezir-pey- leri demektir. A’raf, aynı zamanda Kur’an’ın yedinci sure- gamber) geldi ama biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey sinin adıdır. İyilik, lütuf, bilme, tanıma, akıl ve dinin iyi ve indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz” dedik güzel gördüğü şey anlamına gelen “örf” kelimesinin ço- derler ve “biz, uyarıcıların sözlerini dinleseydik veya ak- ğulu da “a’raf”tır. A’raf kelimesi, Kur’an’da iki ayette geç- lımızı kullansaydık çılgın alevli ateşin halkı olmazdık” de- mektedir. (A’raf, 7/46, 48). Bu ayetlerde, A’raf’ın cennet- yip günahlarını itiraf ederler (Mülk, 67/8-11). Bu ayetler- le cehennem arasında bir yer olduğu, burada henüz cen- den anlaşılıyor ki alevli ateş halkı olanlar, Allah’ı ve pey- nete girmeyen ancak girmeyi uman kimselerin bulunaca- gamberini bırakıp şeytana uyanlar, akıllarını kullanmayıp ğı ve bu kimselerin cennet ve cehennem halkı ile konu-

günah bataklığına dalanlardır. KOZMİK ODA YAYINCILIK şacakları bildirilmiştir.

(Cevap B) (Cevap E)

5 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 1

5. A’la (, Müte’al): yüksek olmak anlamındaki A-l-v kökün- 6. Zeyd İbn Sabit (ra) diyor ki:“Yemame savaşında ashabın den türeyen a’la, en yüce en yüksek, ali ve müteal ise yü- öldürülmesini müteakib, Hz. Ebu Bekir (ra) beni çağırttı. ce ve yüksek demektir. Yanına vardım. Hz. Ömer de orada idi. Ebu Bekir bana Allah’ın sıfatı olarak a’la; yüce, en yüce, en şerefli; ali, dedi ki: ‘Ömer bana gelip dedi ki: ‘Yemame ‘de Kur’an şanı, kadri yüce ve kudreti büyük olan; müte’al, pek yü- hafızları çok zayiat verdi. Bu gibi vakalarda hafızların öl- ce ve noksan sıfatlardan münezzeh olan, gücü ile her meleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe şeyden üstün olan demektir. A’la sıfatı Kur’an’da 4 ayet- ederim. Bana kalırsa Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir te geçmektedir: çıkarman gerekir.’ Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim:“-

KOZMİK ODA YAYINCILIK Resulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”, Ömer: • “Ancak yüce Rabbinin rızasına ermek için (malını) ve- “Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür.” dedi. Sonra bu iş üze- rir” (Leyl, 92/20). rinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede • “En yüce sıfatlar Allah’ındır” (Kehf, 18/27). Allah kalbime bu işi yatırdı, ben de onun görüşünü be- nimsedim.” Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dö- • “… Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar onundur” (Rum, nüp şöyle dedi: “Sen genç, dinç, zeki bir adamsın. Kim- 30/27). se ittiham edemez. Zaten Resulullah’ın da vahiy kâtibi Allah’ın yüceliği mekan itibariyle değil, güçlü olması itiba- idin. Kur’an metnini topla.” Vallahi bir dağı yerinden nak- riyledir. letmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar A’la kelimesi, Kur’an’da diğer varlıkların sıfatı olarak da bana ağır gelmezdi. Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, kullanılmıştır (Taha, 20/68; Saffat, 37/8). yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye Ali ismi Kur’an’da 9 ayette azim, kebir ve hakim isimle- başladım.” (Buhari) riyle birlikte geçmektedir: Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hz. Ebu Bekir (ra), Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için iki (Cevap A) delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını em- retti. Bu iş için Zeyd, Hz. Ömer (ra)’in yardımını şart koş- muş, O da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi baş- ka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında mukabe- le görmüş iki yazılı şahid aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usul takib etmiştir. Yalnız Tövbe suresinin sonun-

DİKAB SORU BANKASI daki iki ayet hakkında, araştırmasına rağmen iki yazılı şa- hidi bulamamış, Ebu Huzeyme’deki yazılı nüshaya isti- nad etmek durumunda kalmıştır. Bu şekilde Hz. Ebu Be- kir (ra) devrinde bir araya getirilen sahifelere “el- Mushaf” denilmiştir.

(Cevap D)

7. Bu sure, inşirah suresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur. Üç ayeti kerimeyi içermektedir. Asr’a Dehr’e yemin ile başladığı için kendisine böylece Asr suresi adı verilmiştir. Asr suresi nüzul sıralamasına göre diğer su-

KOZMİK ODA YAYINCILIK relerden daha önce nazil olmuş 3. suredir.

(Cevap A)

6 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 1

(ل) İdğam-ı bila ğunne: tenvin veya sâkin nûndan sonra Kur’an’ın en uzun suresi 286 ayetle Bakara, en kısa su- 11. .8 resi de 3 kısa ayetle Kevser suresidir. .harflerinden biri gelirse bila ğunne olur (ر) ve ra (Cevap B) (Cevap D)

12. Medine-i Münevvere’de Mücadele suresinden sonra na-

KOZMİK ODA YAYINCILIK zil olmuştur. Ey o iman etmiş olanlar, Allah’ın ve Resulü- nün huzurunda öne geçmeyin Allah nazarında takva üze- 9. Salih, dine ve dünyaya yönelik faydalı işlere ve bu işleri re olun. yapan kimseler için kullanılan bir kavram. A, B, D, E şık- El-Hasen ibn Muhammed kanalıyla Abdullah İbnu’z Zü- ları Salih kavramının ve Salih bir insanın muhatabı ola- beyr’den rivayete göre Allah’ın Resulü (s.a.v.), ne Temim bilecek sıfatlardır. Fakat Salih kavramı bütün insanlar için oğulları kafilesi geldiğinde Ebu Bekir; “Onların üzerine kullanılamaz. ibn Ma’bed’i emir tayin et” dedi. Ömer “ Hayır, sana mu- halefet etmek istemedim” dedi ve tartışırlarken sesleri (Cevap C) yükseldi de bu hususta ayetin sonuna kadar olmak üze- re “Ey o iman etmiş olanlar, Allah’ın ve resulünün huzu- runda öne geçmeyin.” Ayeti kerimesi nazil oldu.

(Cevap E)

10. Son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e 13. Muttaki: günahlardan çok sakınan, dinin emirlerini yap- Allah tarafından gönderilen Kur’an-ı Kerim Müslümanlı- makta ve yasaklarından kaçmakta büyük gayret göste- ğın kutsal kitabıdır. Kur’an-ı Kerim’i diğer ilâhi kitaplardan ren. Ehl-i takva: ittika eden, haramdan ve günahtan çe- ayıran ve üstün kılan birçok özellikler vardır. Bu özellik- kinen, kendisini Allah’ın (cc) sevmediği fena şeylerden

lerin başlıcaları şunlardır: DİKAB SORU BANKASI koruyan (Arapça) ittika eden, sakınan, çekinen, Allah’tan korkan, adid, zahid Hz. Peygamberin isimlerindendir. a) Kur’an-ı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir de- ğişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Kıyamete (Cevap B) kadar da bozulmadan devam edecektir. Öteki kutsal kitaplardan bazıları tamamen kaybolmuş, bazıları da birçok değişikliklere uğrayarak bozulmuş ve hiçbiri Allah’tan gönderildiği gibi muhafaza edilememiştir. 14. Namaz, insanı Allah’a bağlayan en önemli takva eylemi- Kur’an-ı Kerim’i koruyacağını Yüce Allah, şu ayetle te- dir. İnsanın her zaman Allah’ın huzurunda olduğunun far- minat altına almıştır: “Kur’an-ı sana Biz indirdik, onun kında oluşu ile kendi hayatını şekillendirmesi namaz sa- koruyucusu da Biziz”. yesinde gerçekleşecek bir durumdur. Namaz baştan so- b) Kur’an-ı Kerim toplu olarak değil, zaman ve olaylara na insanı Allah’a bağlayan bir ibadettir. insanın kendisini göre ayetler ve sureler halinde parça parça inmiştir. şeytanın tuzaklarına, kendi davranışlarının kötü sonuç- Bu durum, onun kolayca ezberlenmesini ve anlaşıl- larına, her türlü kötü, çirkin, ahlaksız, zararlı ve anlamsız masını sağlamıştır. şeye ve bunları işlemenin sonucu olarak gerçekleşecek olan Allah’ın gazabına karşı koruma altına alınması; sü- c) Kur’an-ı Kerim son ilahî kitaptır. Ondan sonra başka rekli uyanık ve müteyakkız bulunması ancak namaz ile kitap gelmeyecektir. Kur’an’ın hükümleri kıyamete ka- mümkün olmaktadır. Namaz, günlük meşgalelerin parça- dar geçerli olacak, değişmeyecektir. Önceki kitaplar layıp dağıttığı benlikleri toplayıp derli toplu hale getiren ise belirli bir zaman için gönderilmişti. bir ibadettir. Namaz, karşılaşılan kötülüklerden kaçılıp sı- d) Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığa gönderilen bir kitap- ğınılacak kutsal bir sığınaktır. tır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat ve hik- Namaz dinin direğidir. İslami rükünları onunla ayağa kal-

metlerle doludur. KOZMİK ODA YAYINCILIK dırılabilir. Onun olmadığı yerde İslam’dan bahsedilmez.

(Cevap B) (Cevap D)

7 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 1

Vakf’ın câiz olduğuna işâret eder ki böyle yerlerde :(ج) .Kuran’da doğrudan sevgi, sevmek, sevilmek” gibi anlam- 18 .15 lar taşımasa da verdiği mesajlar açısından “rahmet”, “ve- durmak da geçmek de câiz’dir. Fakat durmak, daha ev- layet”, “rıza” gibi kelimelerin “sevgi” kavramıyla dolaylı ir- lâdır. Vakf’ın mutlak olduğuna işâret eder ki -lâzım ve câiz :(ط) -tibatları vardır. Esasen Kuran’daki “rahmet” kavramı ah laki sevginin en ideal şeklidir. İlahi muhabbet aslında sev- gibi- bir kayıd ile mukayyed değil demektir. Böyle yerler- ginin fiili tezahürlerindendir. Zira bir yerde sevgi varsa de, üzerine vakıf yapılan kelimenin mâba’dinden başla- arada rahmet ve merhamet vardır. nırsa, ma’nâ güzel olur. Vakf’ın lâzım olduğuna işâret eder ki vasl olunursa :(م) (Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK ma’nâfâsid olur demektir. ’Mücevvez (câiz görülme) alâmetidir ki geçmek evlâ :(ز) demektir. -Murahhas (ruhsat) alâmetidir ki nefes daralırsa du :(ص) rulabilir demektir.

(Cevap D)

16. Tin ve zeytun yetiştiren yere yani Şam ve Filistin’e bir de Tur dağı ve emin olan Mekke şehri üzerine yemin edil- miştir. İnsanın en güzel şekilde yaratılmasının anlamı şu- 19. Mahreçleri aynı veya yakın olan harflerin yan yana gel- dur ona iyi bir özellik vermiştir. Ayrıca ona düşünce anla- mesiyle dilde ve kıraatte ortaya çıkan ağırlığın giderilme- yış, ilim ve akıl gibi yüksek kabiliyetlerde bağışlanmıştır. si için uygulanan telaffuz biçimini ifade eden terim. Söz- Bunlar diğer mahlûkatlarda bulunmamaktadır. Bunun ya- lükte “örtmek, kaplamak” anlamındaki dagm (degam, de- nı sıra insanların en yüksek ve kemal derecedeki fazilet gamân) kökünden türeyen ve “bir şeyi diğer bir şeyin içi- sahibi olanları peygamberlerdir. Mahlûkatın peygambe- ne katmak, çiğnemeden yutmak, burnundan konuşmak” re bağışlanan bu makamdan daha yüksek dereceye ulaş- gibi anlamlara gelen idgam “mahreç ve sıfatları aynı (mis- ması mümkün değildir. Onun için insanın “Ahsen-i tak- leyn) veya mahreçleri aynı, sıfatları ayrı (mütecâniseyn), vim” olmasına şahit olarak peygamberlere nispet olunan yahut mahreç ve / veya sıfatları yakın (mütekâribeyn) DİKAB SORU BANKASI Şam ve Filistin üzerine yemin edilmiştir. (Tefhimül Kur’an) olan iki harften ilkini ikinciye katarak telaffuz etmek” mâ- Ahseni takvim ifadesinden de kasıt eğriyi doğrultmak, kı- nasında kullanılır. vama koymak, kıymetlendirmektir. Söz konusu iki harften birincisine müdgam, ikincisine müdgamünfîh denir. Arapçaya mahsus olan ve Kur’an kı- (Cevap E) raatiyle de ilgili bulunan idgam, dilin aynı veya yakın mah- rece iki yerine bir defa gitmesiyle telaffuza kolaylık ve akı- cılık kazandırmak için yapılır:

(Cevap A)

17. Fitne, bulunduğu ayetlerin siyak-sibakı ya da ayetlerin tefsirlerine ilişkin rivayetler dikkate alınarak farklı anlam- larda açıklanmıştır. Bunlar: şirk, sapkılığa götürmek, öl- dürmek, alıkoymak, mazeret, hüküm ve yargı, günah, hastalık, ibret, ceza, azap, yakmak, imtihan ve delirmek (cünun) şeklinde özetlenebilir. (Suyut, el-itkan, fi ulu- 20. Kıraat imamlarının vecihlerinin ayrı ayrı söylenmesine

mil-Kur’an I/186) en az delilik anlamında kullanılır. KOZMİK ODA YAYINCILIK meratib-i erbaa denir.

(Cevap A) (Cevap B)

8 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 2

1. Sözlükte “bir şeyin hakkını tam vermeye özen göstermek” 5. Sebeb-i Med, uzatma sebebi demektir. Bir eliften fazla anlamına gelen tahkik okumanın en yavaş şeklidir. Harf- uzatmaya sebep olur..İki kısma ayrılır: Hemze ve sukun. leri mahreçlerinden çıkarıp sıfatlarına riayet ederek ve 1. Hemze: Harekeli olan elife denir. (Uzun veya kısa elif medleri gereği kadar uzatarak; hareke, ihfâ, izhar, iklâb, şekliyle yazılabilir.) gunne vb. tecvid kurallarını yerine getirmeye özen gös- terip durulması gereken yerlerde durarak Kur’an’ı oku- 2. Sükun (cezim): Harfin harekesizlik haline denir. İki maya tahkik denir. Tahkikli okuyuşta, ihfâ, iklâb ve ğun- kısma ayrılır: a. Sükun-u Lazım b. Sükun-u Arız neli idğâmların birer buçuk elif miktarı okunur. (Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A)

6. Yumuşak uzatma demektir. Harf-i lînden sonra sebeb-i medden sükûn gelse medd-i lîn olur. Vav ve yâ harfleri sakin olur, kendilerinden önce gelen harfin harekesi de üstün olursa, bu takdirde vâv ve yâ harf-i lîn olur. Medd-i lîn olabilmesi için sebeb-i meddin, kelime sonuna gelme- 2. Vasl, okuyuşta bir kelimeyi kendisinden sonra gelen ke- si ve harf-i lîn ile aynı kelimede bulunması gerekir. “Nevm”, limeye sesi ve nefesi kesmeden bağlamak anlamında kı- “aleyk”, “havf” gibi. Medd-i lîn’in uzatılması caizdir. Medd-i raat terimidir. Linden sonra sükun-u arız gelirse, harekenin durumuna göre üç, dört ve yedi vecih caiz olur. (Cevap B) (Cevap D)

7. Kalb kökünden türeyen ve sözlükte “döndürmek, çevir- mek, altını üstüne getirmek” anlamlarına gelen iklâb, -harfinin önünde bulunan sâ (ب) Sözlükte vakf “durmak, kelimeyi kendinden sonraki keli- tecvid terimi olarak bâ .3 meden ayırmak, kelimeyi harekeden kesmek” anlamla- kinnûn veya tenvinin idgam yapılmaksızın “mîm”e dönüş- rında masdardır. Terim olarak okumaya tekrar başlamak mesini ifade eder. Bu durumda sâkinnûn veya tenvin hâ- niyetiyle nefes alacak bir zaman kadar sesi kesmeyi ifa- lis mîm (maklûb mîm) olarak okunur.

de eder. Bu şekilde kıraati kesmeye vakf dendiği gibi du- DİKAB SORU BANKASI (Cevap B) rulması gereken yerler için de aynı terim kullanılır. Söz- lükte “başlamak, bir şeyi ilk defa yapmak” anlamındaki bed’ kökünden türeyen ibtidâ ise vakfın karşıtı olup “ilk defa okumaya başlamak, vakftan sonra kıraate devam harfi gelirse Dudak (ب) Cezimli Mîm’den sonra harekeli etmek için tekrar başlamak” demektir. “Bir şeye yeniden 8. başlamak” anlamına gelen istînaf ve i’tinâf kelimeleri de İhfâsı olur, buna İhfa-ı Şefevi de denir. Mîm, dudak harfi aynı mânada kullanılır olduğu için ve dolayısı ile gizlenmesi de dudakta yapıldı- ğından bu isim verilmiştir (Cevap A) (Cevap D)

9. Tabiî med üzerine ilâve edilerek med edilen fer‘î (arazî) medler, med harfinden sonra gelen hemze veya sükûn 4. Sözlükte “bir şeyi güzel ve sağlam yapmak, onu süsle- faktörüne göre sınıflandırılmıştır. a) Med harfini takiben mek” anlamındaki tecvîd kelimesi için “ifrat ve tefrite kaç- aynı kelimede hemze bulunuyorsa buna “muttasıl med” madan sıfatlarına uygun şekilde harfleri mahreçlerinden (medd-i muttasıl) denir b) Hemze med harfinden sonra çıkarmak”, “Kur’an harflerinin mahreç ve sıfatlarının ko- ayrı kelimede bulunuyorsa “munfasıl med” (medd-i mun- nu edildiği ilim”, “Kur’ân-ı Kerîm’i harflerin mahreç ve sı- fasıl) meydana gelir. Munfasıl medde “câiz med” adı da fatlarına riayet edip vakıf, vasıl, sekte vb. tilâvet kuralla- verilir ve kıraat imamlarına göre bir, iki, üç, dört ve beş rına uyarak güzel ve hatasız okumayı öğreten ilim” gibi elif mertebeleriyle icra edilir. Muttasıl med ise vâcip med-

tanımlar yapılmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK dir.

(Cevap C) (Cevap A)

9 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 2

10. Sözlükte “nağme, ezgi”, kıraatte ve dilde “hata etmek; sö- 12. Meddi munfasıl ayrı med demektir. Harf-i medden sonra zün maksadını anlamak” gibi manalara gelen lahnin yay- hemze gelir ve ikisi ayrı ayrı kelimede bulunursa meddi gın olan terim anlamı dilde ve kıraatte hata yapmaktır. munfasıl olur. Kâlûâmennâ, innîehâfü ve mâünzile keli- Buna göre kelimelerin yapısında ve i‘rabında hata etme- melerinde olduğu gibi. Dört elif miktarı uzatılır. Bir, iki elif ye lahn denildiği gibi Kur’an okurken harflerin zat ve sı- miktarı da uzatılabilir. Uzatılması caizdir. fatlarında hata yapmaya ve yapılan hatalara da lahn de- (Cevap B) nir. Hatalı okumak, hatalı konuşmak, i‘rab ve tecvidde hata etmek” anlamında kullanılan lahn başlıca iki kısımda in- KOZMİK ODA YAYINCILIK 13. Medd-i Munfasıl’ı kıraat imamları, kendi tercihleri doğrul- celenir. tusunda bir elif ya da bir eliften fazla uzatarak okumuş- lardır. Dolayısıyla bir kişi hangi kıraati tercih etmiş ise, o 1. Lahn-i celî (açık yanlış): Harflerin yapısında ve özel- kıraat doğrultusunda Medd-i Munfasılı med etmesi caiz- liklerinde (zat ve sıfât-ı lâzimelerinde) yapılan hata dir. Âsim kıraatinin Hafs rivayetini okuyanlara göre, Medd-i olup bu tür hataları Arapça’yı ve Kur’an okumasını bi- Munfasılı dört elif miktarı uzatarak okumamız caizdir. Bir len kişiler fark edebilir. Bu hatalar bir harfi başka bir elif çekmek isteyenler Kâlûn, İbn Kesîr, EbûAmr, Ebû harfle değiştirmek, harf ilâve etmek, mevcut bir harfi Ca’fer ve Ya’kûb kıraatlerini; Üç elif çekmek isteyenler terk etmek veya bir harfin harekesini değiştirmek, ha- İbn Âmir, Kisâî ve Halef kıraatlerini; Beş elif çekmek is- rekeli harfi sâkin kılmak, sâkin bir harfe hareke ver- teyenler Verş ve Hamza kıraatlerini okuyarak bu caizi ye- mek şeklinde olabilir. Kur’an okurken bu tür hatalar- rine getirebilir. dan -mânanın bozulmaması durumunda bile- sakınıl- ması farz-ı ayın kabul edilmiştir (Ali el-Kārî, s. 28). (Cevap C)

2. Lahn-i hafî (gizli yanlış): Harflerin sıfât-ı ârızalarında meydana gelen hatalar olup bunlar ehil olmayan kim- 14. Zorunlu uzatma demektir. Harf-i medden sonra sükûn-u seler tarafından anlaşılamaz. Lahn-i hafîde harfin za- lazım gelirse medd-i lazım olur. Dört elif miktarı uzatılma- tı (yapısı) değişmez, mâna bozulmaz. İhfâ, iklâb, iz- sı zorunludur. Medd-i lazım, kelime veya harf üzerinde har, idgam gibi uygulamaları terketmek yahut bunla- olur ve dört kısma ayrılır. Kelime-i müsakkale, (ağır keli- rı yanlış yerde yapmak; vâcip medleri eksik, tabii med- me, şeddeli) hâkka, hâssa gibi. Kelime-i muhaffefe (ha- leri fazla uzatmak; râ harfindeki tekrîr yahut mîm ve fif kelime, cezimli) âl’âne gibi. Harf-i müsakkale (ağır harf, nûn harflerindeki gunneler belirtilirken ifrat veya tef- şeddeli) elif lâmmîm’in lâmm’ı gibi. Harf-i muhaffefe (ha-

ritte bulunmak gibi hatalar lahn-i hafî olup Kur’an tilâ- DİKAB SORU BANKASI fif harf, cezimli). Nûn gibi. veti sırasında görülen bu tür hataların yapılması mek- (Cevap D) ruh görülmüştür.

(Cevap D) 15. Medd-i lazım dört bölümde incelenir.

1. Medd-i lazım kelime-i müsakkale: Harfi medden son- ra, sebeb-i med olan sükun-i lazım, şeddeli yani id- ğamlı ise buna “Medd-i lazım kelime-i müsakkale” denir.

2. Medd-i lazım kelime-i muhaffefe: Harf-i medden son- ra, sebeb-i med olan sükun-i lazım, cezim ise buna “Medd-i lazım kelime-i muhaffefe” denir. Sadece yu- nus suresi 51 ve 91. ayetlerde vardır.

11. Medd- muttasılı asli medde bir elif ziyadeyle 2 elif mikta- 3. Medd-i lazım harf-i müsakkale: Harf-i medden sonra, rı okuyanlar: Kalun, İbn-i Kesir, Ebu Amr, Yakub. sebeb-i med olan sükun-i lazım, şedde ise buna Medd- muttasılı asli medde iki elif ziyade ederek 3 elif “Medd-i lazım harf-i müsakkale” denir. Sadece huruf-i miktarı okuyanlar: İbnü Amir, Kisai. mukataalarda olur. Sin ve lam harfleri.

Medd- muttasılı asli medde üç elif ziyade ederek 4 elif 4. Medd-i lazım harf-i muhaffefe: Harf-i medden sonra, miktarı okuyan: Asım. sebeb-i med olan sükun-i lazım, cezim ise buna Medd- muttasılı asli medde dört elif ziyade ederek oku- “Medd-i lazım harf-i muhaffefe” denir. Sadece huruf-i

yan: Verş ve Hamze. KOZMİK ODA YAYINCILIK mukataalarda olur.

(Cevap C) (Cevap A)

10 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 2

16. İzhâr sözlükte “açıklamak, açığa çıkarmak” demektir. 19. El-Latif: Allah’ın isimlerinden (esma-i Hüsna) biri. Tecvîd terimi olarak izhâr, iki harfin arasını ayırt ederek El Latif: Lutuf ve keremi bol olan, lütfeden, inayet ve ih- okumaktır. İzhar-ı lisani veya halki 6 harfle yapılan izhar- sanı sınırsız olan, kulun istek ve ihtiyaçlarını yumuşak- dır. lıkla ve kolayca ulaştıran. En ince nasıl yapıldığı bilinme- (Cevap A) yen işleri bilen, derinliklere ve bilinmezlere nüfuz eden, akla hayale gelmeyen yolardan ve yerlerden kuluna ni- metler, hayırlar ve faydalar çıkaran, sürekli lütfeden. El-Gaffar, Günahları çok örten, mağfireti çok olan, kulla- KOZMİK ODA YAYINCILIK rının günahlarını pek çok bağışlayandır. Cenab-ı Hak bu- yuruyor: “Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edi- cidir.” “Gerçekten ben, Tevbe eden, inanan, Salih amellerde bu- lunup sonra da doğru yola erişen kimseyi şüphesiz ba- ğışlayacağım.” (Taha, 82)

(Cevap C)

17. İsar: başkaları için özveride bulunma anlamında ahlak terimi. İsar konusunda örnekler İslam tarihinde önemli yer tutar. İsarın en güzel örneği peygamber efendimizin mü- barek sohbetinde yetişen Eshabı kiramda görülmüştür. Eshabı kiramda Huzeyfe hazretleri şöyle anlatmıştır: Yer- mük savaşında yaralılar arasında amcamın oğlunu arı- yordum. Yanımda biraz su vardı. Onu buldum su ister mi- sin deyince isterim dedi. Tam suyu vereceğim sırada bi- raz ileriden bir yaralı “su” diye bir inledi. Amcamın oğlu isar edip suyu ona götürmem için işaret etti. Gittim bak- tım ki Hişam bin As. suyu tam ona vereceğim zaman bi- raz ileriden bir başka yaralı “su” diye feryat etti. Hişam

bin As. da isar edip suyu ona götürmem için işaret etti. DİKAB SORU BANKASI Bu sefer suyu ona vermek için yanına gittim. Yanına va- rıncaya kadar vefat etti. Hişam’ın yanına geri oğlunun ya- nına koştum onuda vefat etmiş gördüm su elimde kaldı. Allah’ü Teala hepsine rahmet etsin. (İmamı- gazali)

(Cevap B) 20. Kur’an’da ehl-i beyt terkibi, üç yerde geçmektedir. Bun- ların birinde Hz. İbrahim’in (Hud, 11/73) birinde Hz. Mu- sa’nın (Kasas, 28/12), birinde de Hz. Peygamberin ev halkına işaret edilmiştir. Hz. Peygamberin ehl-i beytini gösteren ayet meali şöyledir: “Evlerinizde oturun, eski ca- hiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı kı- lın, zekatı verin, Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi terte- miz yapmak istiyor.” (Ahzab, 33/33) Hz. Peygamber’in ehl-i beytine kimlerin dahil olduğu hususunda farklı gö- rüşler vardır. Ehl-i sünnet alimlerinin bir kısmına göre ehl-i beyt kapsamına sadece Hz. Peygamber’in hanımları da- 18. Lehvel hadis: şarkı, türkü, laf eğlencesi, insanı oyalayıp hildir. Diğerlerine göre Allah Rasulü’nün eşleri, çocukla- işinden alıkoyan sözler, asılsız hikayeler, masallar, ro- rı, torunları, Hasan ve Hüseyin ile damadı Hz. Ali’dir. Şii manlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar geve- âlimlere göre ehl-i beyt kapsamına Hz. Peygamber, Ali,

zelikler ve nağmeler gibi eğlendirici seslerdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Fatıma, Hasan ve Hüseyin girer.

(Cevap E) (Cevap E)

11 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 3

1. Teenni: ilerisini düşünerek acelesiz iş görme, ağır dav- 5. Kur’an’da, seksen sekiz yerde “Ey iman edenler!” (Ya ey- ranma veya bir işi acele etmeden iyice düşünerek yap- yühellezineâmeû) ifadesi yer alıyor. Bu, bir medih / övgü ma, temkinli ve ihtiyatlı davranama anlamında ahlak te- hitabıdır. rimi, bu ayetle: bir fasığın “Amenü” olanlara (Allah’a ulaş- (Cevap B) mayı dileyenlere) bir haber getirmesi halinde onu araş- tırmak, doğrusunu öğrenmek ve doğruya göre hareket ederek cahillikle kötülük etmekten pişmanlığa düşmemek emrolunuyor. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap D)

2. İman ve İslam birdir. İnanan insan iman etmiş demektir. Bu da kalp ile tasdik dil ile ikrardır. İkrar ya (dilin ifadesi ile) hakikatten olur, ya da dilsiz gibi ifadeden aciz olanlar 6. Taife: hususi bir sınıf meydana getiren insanlar kavim, için hükmen olur. Dil ile ikrar (inandığını söylemek) et- kabile, takım. mek, dünyada o kişiye hükümlerin icrası (İslam muame- Kıst: adalet pay, bir kimseye payına düşen hakkı adil bir lesi) için şarttır. Yani Nebi (sav)i Allah tarafından getirdi- şekilde verme anlamında Kur’an terimi ği kesin olarak bilinen hususların hepsinde tasdik etmek Zan: sanmak, bilmek ve itham etmek manalarına geldi- ve Allahü Tealanın varlığı, namazın farziyeti, içki ve zina- ği gibi sezmek ve şüphe manalarında da kullanılır birini nın haramlığı gibi herkesin bilmesi şekliyle din (İslam)dan iyi sanma, iyi zannetmeye olduğu bilinen hususlarda tasdik etmektir. İnanan insan hayatını Kur’an’ın hükümlerine göre yaşar. Yani C şıkkın- Hüsn-i zan: kötü fikir besleme ve kötü sanmalara da su-i da belirttiği gibi insanın inanmayı hissetmesi imanın ta zan denilmektedir. Kuvvetli ve hakikate yakın olan zan- kendisi değildir. na ise zan-ı galip ismi verilir. Rezin: Endülüs’te hüküm süren mülukut-tavaiften biri (Cevap C) (1013-1104) aynı zamanda Kur’an’da az sayıda insanı 3. A: Bir kimsenin, kölesinin kendi ölümüne bağlı olarak azat kapsayan grup anlamına gelir. etmesi anlamında fıkıh terimi. Nebe: Kur’an-ı Kerim’in yetmiş sekizinci suresi.

B: İmanı oluşturan tek veya temel unsur. (Cevap D) C: Beyan etmek, açıklamak, izah etmek, gerçeği ortaya DİKAB SORU BANKASI koymak demektir. Tebyin, Hz. Muhammed (as)’in Kur’an ile ilgili görevlerinden biridir. (Nahl, 16/44) D: Tahzir, takva kelimesinin anlamlarındandır.

(Cevap D)

4. Resûlullah, kendisine indirilen ayet ve sureleri, o devirde 7. Kur’ân 23 senede peyderpey indirilmiş ve Hz. Peygam- kullanılmakta olan yazı malzemelerine yazdırıyordu. Bu ber’in emriyle vahiy kâtipleri tarafından yazıya geçirilmiş- malzemeler şunlardır: tir. Hz. Muhammed (sav) kendine inananlara Kur’ân’ı yaz- dırırken, bunun kendisine vahyedilen ilahi bir mesaj ol- I. Asîbü’n-Nahl: Hurma ağacının, yaprakları, kabukları duğunu açıkça belirtiyordu. Kendisine zaman zaman ve ve yapraklarının orta damarları. parça parça inen Kur’ân ayetlerini bekletip de topluca II. lihaf: İnce beyaz taşlar. yazdırmıyordu. Aksine vahyi alır almaz, inenleri hemen iletiyor ve müminlerden bunları sadece namazda okumak III. Ektaf: Kürek ve kaburga kemikleri. üzere ezberlemelerini değil, aynı zamanda yazıya geçir- IV. İşlenmemiş deri. melerini ve kopya edip çoğaltmalarını da istiyordu. Nite- V. Rakk: İnce deri. kim her yeni ayet indiğinde, önce erkekleri ardından da kadınları topluyor ve bunu onlara okuyordu. Vahiy kâtip- VI. Çanak-çömlek parçaları. lerine de onların huzurunda ayetlerin yazılmasını emre- VII. Parşömen parçaları. diyordu. Bu yeni metnin mevcut bütünün neresine kona- cağını da açıklıyordu. En sonunda da kaydedileni yük- VIII. Tahtadan yapılmış levhalar. sek sesle okutuyor ve yazan kişinin hatası varsa düzel-

IX. Bez parçaları. KOZMİK ODA YAYINCILIK tiyordu

(Cevap B) (Cevap C)

12 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 3

8. Ayet, Nebe suresinin son ayetidir. Ayette şu hakikatler di- 10. Adı: Nuh hem suresinin ismi hem de konusudur. Başın- le getirilmektedir: dan sonuna kadar bu surede Nuh’un (as) kıssası anlatıl- “Bu gerçek gün”ün bir gün geleceği hakkında, kuşkuya maktadır. düşüp de birbirlerinin görüşünü soran o kimselere çok Nüzul zamanı: Bu sure, Mekke döneminin başlarında sert bir sarsmadır bu. Bu gerçek gün, bir gün kaçınılmaz nazil olan surelerdir. Muhtevasından, bu surenin de Al- olarak gelecektir. Bu konuda soruşturma yapmaya ve gö- lah Resulüne karşı muhalefetin şiddetlendiği dönemde rüş ayrılığına düşmeye hiç yer yoktur. Fırsat henüz daha nazil olduğu anlaşılmaktadır. eldedir. Dileyen, cehennem kendisine gözetleme yeri ve Konu: Bu surede Hz. Nuh (as) kıssası sırf hikaye olsun KOZMİK ODA YAYINCILIK barınak olmadan “Rabbine götürecek bir yol benimser.” diye anlatılmamaktadır. Bununla, Mekke’deki kafirlerin Meleklerin sergilediği sahnenin ışığı altında ortaya çıkan Hz. Muhammed’e (as) karşı takındığı tavrın Nuh’un (as) uyarı da gaflet uykusuna dalmışları kendilerine getirecek kavminin takındığı tavrın aynısı olduğu açıklanarak uya- bir uyarıdır. “Sizi yakın gelecekteki azapla uyardık: ‘ Evet rıda bulunmaktır. Ve eğer bu tavrınızdan vazgeçmezse- bu azap yakındır uzak değildir. Cehennem sizleri bekle- niz sizin sonunuz da aynı Nuh’un (as) kavminin sonu gi- mektedir, sizleri gözetlemektedir. Hem de bu ayetlerde bi olacaktır. Surenin hiçbir yerinde açıkça böyle söylen- gördüğünüz biçimi ile... Çünkü içinde yaşadığınız dünya mese de surenin nüzul zamanındaki şartlar, kendiliğin- bütünü ile kısa bir yolculuktan ve yakında bitecek bir ömür- den böyle olduğu anlamını vermektedir. Birinci ayette, Al- den ibarettir. Ve ardından bir korku azabı gelmektedir. lah’ın (cc) Hz. Nuh’a (as) peygamberlik vererek onu na- Kâfire yok olmayı var olmaya üstün tutturacak bir azap- sıl bir vazifeyle vazifelendirdiği bilinmektedir. tır bu. “O gün kişi elleriyle yaptıklarını görür ve kâfir de İkinci ayetten dördüncü ayete kadar kısaca Hz. Nuh’un `Keşke toprak olsaydım’ der.” Kâfir bu sözü ancak daya- tebliğine nasıl başladığı ve kavmini neye davet ettiği açık- nılmaz sıkıntıya ve şiddete düştüğü zaman söyler. lanıyor. Daha sonra uzunca bir süre daveti ve tebliği uğ- Bu öyle bir ifade ki, atmosfere heybet ve pişmanlık ver- runa her türlü eziyet ve musibetlere nasıl katlandığı an- mektedir. Hatta insan denen varlık yok olup ortadan kalk- latılmaktadır. En sonunda da Nuh (as) Rabbi huzurunda, mayı kimsenin önem vermeyeceği değersiz bir nesne ha- beşinci ayetten yirminci ayete kadar olan bölümde açık- line gelmeyi temenni eder. Ve insan yok olmayı, ya da landığı gibi kavminin halini ve onların tavırlarını arz et- değersiz bir nesne olmayı, o şiddetli ve korkunç durum- mektedir.” Ben ne kadar onları yola getirmek için çaba- la yüz yüze gelmekten daha hafif bulur. Evet, insan o bü- ladımsa onlar da inatla bana karşı geldiler.” demiştir. yük haber hakkında birbirlerine soruşturma yapanların (Cevap D) sorularına, kuşkuya düşenlerin kuşkularına ahirette bir DİKAB SORU BANKASI karşılık olan o durumla yüzyüze gelmektense, yok olma- yı ya da değersiz bir nesne olmayı tercih eder. (Fi Zıla- li’l-Kur’an)

(Cevap E)

9. “Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişler-

dir. Onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Nur, 23) KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

13 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 3

11. Nuh suresi genel özellikleri A, B, D, E şıklarının yanı sı- 13. Allah’ı unutmanın ne demek olduğuna ve sonunda Al- ra şöyle özetlenebilir; lah’ın vaadinin ne olduğuna dikkat çeken birkaç ayeti ke- Kur’an-ı Kerim’in 71. suresidir. 28 ayetten oluşur. Mek- rime okunduğunda insanın kulluk bilinci ve sorumluluğu ke’de inmiştir. ile ilgili olduğu görülmektedir. Sure, Nuh peygamberden söz ettiği için bu adla bilinir. Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini unuttuğu kimse- ler gibi olmayın onlar yoldan çıkan kimselerdir.( Haşr 19) Surede Nuh peygamberin ulusunu uyarmak için Allah’tan buyruk aldığı, tüm uyarılarına karşın ulusunun doğru yo- Şeytan onları istila etmiş. Onlara Allah’ı anmayı unuttur- la gitmediği bu nedenle Tanrı’ya inanan kendisini, anası- muştur. Onlar şeytanın hizbi (partisidir). İyi bilin ki şey- KOZMİK ODA YAYINCILIK nı, babasını ve evine giren inanmış kişileri bağışlaması tanın partisi kaybedecektir…. için yukarıda bulunduğu anlatılır. O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını ken- Sure, Nuh peygamberden söz etmekle birlikte onun dö- dilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. On- neminde yaşanan ünlü tufan olayına ve oğluna değin- lar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir…. mez. Tufan olayı ile Nuh’un gemisine özellikle Hud sure- O gün kafirlere şöyle denilir” siz dünyada bu güne kavuş- si ile Müminun suresinde değinilir. mayı nasıl unuttuysanız biz de bu gün sizi öylece unuta- “Biz Nuh’u gönderdik.” Alusi şöyle der ki: Nuh ismi aslın- cağız yeriniz ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kim- da Arapça değildir, başka bir dildendir. Cuvaliki bunun se de yoktur…. Arapçalaşmış olduğunu söylemiş,, Kirmani ise Süyani- İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün gönlünü ve- cede Nuh kelimesinin “sakin” manasına geldiğini söyle- rerek rabbine dua eder sonra kendisine tarafından bir ni- miştir. met lütfettiği zamanda önceden O’na dua ettiği hali unu- Hz. Nuh ile Hz. Adem arasında bin sene kadar veya da- tur da yolundan sapıtma için Allah’a ortaklar koşmaya ha yakın bir zaman olduğuna dair de eski kitaplara da- başlar ey Muhammed de ki; küfrünle biraz zevk et, çün- yandırılan yaygın bir rivayet vardır. kü sen, o ateşliklerdensin. (Zümer 8) Hz. Nuh’un kavmi, bu sürede açıklandığına göre, Vedd, (Cevap A) Süva, Yegus, Yeuk ve Nesir adlarında bir takım putlar tapmış oldukları geçmektedir. Kavmine gönderdik ifadesiyle: burada Hz. Nuh’un bütün insanlara değil, kavmine gönderildiği anlaşılıyor.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

14. Tecessüs: bir kimsenin öğrenilmesini istemediği özel du- 12. Hubb kelimesi itibariyle Ha-Be-Be kökünün türevlerinden- rumunu merak etme, araştırıp soruşturma anlamında ah- dir. lak terimi. • Tane tohum, Bakara 261. En’am 5995 Belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye çalışma. • Sevgi muhabbet, Taha 39 Merakını gidermeye çalışma, görme, anlama merakı • Yeğlemek, tercih etmek, Tevbe, 23. Nahl 107, Fussi- Herhangi bir şeyin iç yüzünü, gizli tarafını, kusurunu araş- let 17 sad 32 tırma, araştırma merakı, merak • Sevgi tutku bir şeye olan bağlılık, Bakara 165, 177, Tecessüs, daha çok kötülükleri, kusurları araştırmada kul- Al-i İmran 14: Yusuf 30, Sad 32, İnsan 8, Adiyat 8. lanılan bir tabirdir. • Sevmek, bağlanmak, bağlılık, Bakara, 165,177, Al-i D şıkkı dini anlamda kullanılacaksa takva en uygun te-

İmran 14,148 Enfal 58, Kasas 76 KOZMİK ODA YAYINCILIK rimdir.

(Cevap D) (Cevap D)

14 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 3

15. Haşr suresinin kastedilen ayeti 19. ayettir. Allahü Teala 17. A: İnanmak, din adına tebliğ ettiği konularda peygam- bu ayette: beri doğrulamak anlamında bir terim.

Allah’ı unutup da Allah’ında kendilerini unutturduğu kim- B: Allah’ın birliğine inanan, Allah’tan başka hiçbir ilah ve seler gibi olmayın onlar yoldan çıkan kimselerdir. (Haşr kanun koyucu tanımayan, yalnız Allah’tan gelen emir- 19) buyurmaktadır. Ayetin içeriği ve fasık kelimesinin an- leri kabul eden, Allah’ın birliğine inanan, tevhid eden. lamı birlikte düşünüldüğünde cevabın A olduğu anlaşıl- C: Kainatı yaratan ve idare eden en yüce varlığın uluhi- maktadır. yetine ortak tanıma anlamında bir terim. Fasık: ilahi emirlere itaatten ayrılıp asi olan mümin veya KOZMİK ODA YAYINCILIK kafir anlamında kelam ve fıkıh terimidir. D: İlahi emirlere itaatten ayrılıp asi olan mümin veya ka- fir anlamında kelam ve fıkıh terimi. (Cevap A) E: Din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi tasdik etmemek, onaylamamak anlamında bir terim.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

16. Sulh: karşılıklı rıza ile çelişmeyi ortadan kaldıran akid ve- ya görülmekte olan davanın anlaşmayla sona erdirilme- si anlamında fıkıh terimi Slim: iki taraf aralarındaki dargınlığı kaldırmak uzlaşmak anlaşmak Musalaha: karşılıklı anlaşmak barışmak sulh akad etmek Salih Amel: iyi-güzel-faydalı sevaba ve Allah’ın rızasına sebep olacak haram niyet ve ihlas ile yapmış olduğu dav- ranışlar. Fesat: Kur’an-ı Kerim’de yeryüzünde fitne uyandırıp in- sanların durumunu ve yaşama yollarını doğruluktan sap- tırıp din ve dünyaya ait çıkarlarını zedelemek anlamında kullanılmış. Talh: Nitelik görünüş ve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eş olan müşabih mümasil anlamına gelir. Islah: İslam değerleri inanç ve yaşama biçimi yeniden ih- ya etmeyi amaçlayan düşünce ve faaliyetleri ifade etmek

üzere kullanılan bir terim. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

15 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 4

1. Nadîroğulları, Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanlar 4. Kur’ân’ın bir cilt hâlinde toplanmasının en önemli sebe- Medine’ye geldikten bir süre sonra Müslümanlarla birbir- binin, Yemâme Savaşı’nda 70 (bazılarına göre 500 veya lerine karışmama ilkesine dayalı bir antlaşma yapmışlar- 700) kurrâ sahabînin şehit edilmesi olduğu öne sürülmek- dı. Buna göre ortak yurt Medine’de Müslümanlar ile dost tedir. Bu savaştan sonra Hz. Ömer’in bir ayeti sorduğu, olarak yaşayacaklardı. Bir başka ifadeyle her dinî toplu- kendisine, “Onu falan biliyordu, o da Yemâme’de şehit ol- luk içişlerinde serbest olup herkes inandığı dinin gerek- du.” denilmesi üzerine onun,”Biz Allah’a âidiz ve vakti gel- lerini yerine getirebilecekti. Ancak Uhud savaşının ardın- diğinde elbette O’na döneceğiz.” (Bakara (2), 156) aye- dan müminlere ihanet ettikleri ve bu nedenle Medine’yi tini okuyarak, Kur’ân’ın bir cilt hâlinde toplanması gerek-

terke zorlandıkları zaman bile onlara tarlalarının mülki- KOZMİK ODA YAYINCILIK tiğini düşündüğü rivayet edilmektedir. Sonra bu düşün- yetini muhafaza etme izni verilmişti. Ama ardından iha- cesini Hz. Ebû Bekir’e açarak onu, Kur’ân’ın bir cilt hâ- netleri sebebiyle, hem vatandaşlık haklarını hem de top- linde toplama konusunda ikna etmiştir. rakları üzerindeki mülkiyet haklarını kaybettiler. Bu se- (Cevap A) beple de Kur’an’da onlara “inkârcılar” nitelemesi yapıl- maktadır.

(Cevap D)

2. Hizb tasavvufta, maddi ve manevi bir amaca ulaşmak için düzenlenmiş, genellikle tarikat mensupları tarafından oku- 5. Fitne kelimesi Arapça f-t-n kökünden türemiş bir isimdir. nan dualar demektir. Hizbler, Arapça kısa ve seçili cüm- F-t-n kökünün Arap dilindeki anlamları şunlardır: lelerden oluşan, derin hikmetler içeren, edebi değeri yük- 1. F-t-n kökünün ilk temel anlamı yakmak, bir şeyi ateş- sek metinlerdir. Beden ve ruh hastasının şifa bulması, sı- le yakmaktır. kıntı ve üzüntünün, afet ve musibetlerin defedilmesi, bor- cun kolayca ödenmesi, yol güvenliği, düşman şerrinden 2. Bir şeyi ateşin içerisine atmak, ateşte eritmek. DİKAB SORU BANKASI korunma vb. amaçlarla düzenlenmiş hizbler vardır. Selef 3. Bir şeyi sınamak, denemek, test etmek, imtihan et- alimleri hizb okumayı hoş karşılamamış, bunun yerine mek, inceleyip tetkik etmek, bir şey hakkında bilgi al- Kur’an ve hadislerde geçen duaların okunmasını öğütle- mak, bir şeyi iyice bilmek, deneyerek öğrenmek, bir mişlerdir. Kur’an’da, bir cüzün ¼’ine de hizb denilmiştir. şeyi arıtıp katışıksız hale getirmek, denemek için özel- (Cevap A) likle güç işlere maruz bırakmak. 4. Öldürmek, azap ve işkence etmek, eziyet etmek, sı- kıntı ve belâya sokmak, sıkıntıya düşmek.

5. Bir şeyin kalbe çok hoş ve sevimli gelmesi, hoşa git- mesi, çok beğenilmesi, birini büyülemek, birinin ak- lını başından almak, aklını çelmek, gönlünü çalmak, insanı ne yapacağını bilmeyecek derecede şaşkına çevirmek, tutkun olmak, âşık olmak.

6. Bir şeyi istemede çok aşırı gitmek.

7. Döndürmek, vazgeçirmek, kişiyi üzerinde olduğu du- rumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, ki- şiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançla- 3. Tefhim: Lugatta, “bir şeyi kalın etmek” manasındadır. Te- rından vazgeçirmek. cvid ilminde ise: “Kendisinde tefhim sıfatı bulunan harf- leri kalın okumaktır. Harflerine Mufahhim denir. 8. Birini ayartmak, azdırmak, saptırmak.

. Kötülüğü istemek, kötü yola düşmek 9. KOZMİK ODA YAYINCILIK (ا,و,ر,ل,ك,ق,ظ,ط,ض,ص,خ)

(Cevap C) (Cevap D)

16 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 4

6. Salâh, layık olmak, iyi olmak, iyi bir hal üzere olmak, bir 9. Hucurât suresi, hakkında en çok nüzul sebebi bulanan kişinin fesadından sonra iyi olması, bir işi güzel ve kali- surelerden biridir. 18 ayetten oluşan surenin ana konu- teli yapmak, istikamet ve musâlaha (barışma) anlamları- su, yeni oluşmakta olan toplumda ahlaki değerlerin inşa- na gelmektedir. Sâlah kelimesi if’al kalıbında yani ıslâh sıdır. Bunun başında, her şeyde olduğu gibi, Allah’a ve şeklinde kullanıldığında, layık olmak, iyi olmak, düzelt- Resulüne saygı ve bağlılık gelmektedir. İlk ayetlerde Müs- mek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak lümanların Peygamber (s.a.v.) ile nasıl bir konuşma ve anlamlarına geldiğini görüyoruz. Sâlah kelimesinden tü- iletişim üslubuna sahip olmaları gerektiği bildirilmektedir. retilen ıslâh ise, layık olmak, onarmak, iyi olmak, düzelt- Toplum içindeki haberleşmenin temelinin belirlendiği ayet-

mek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak KOZMİK ODA YAYINCILIK te, pişman olunacak davranış ve eylemlerden uzak du- demektir. İnsanlar arasında önemli bir yeri olan, onların rulması hatırlatılmaktadır. Müslümanlar arasında meyda- birbirleriyle münasebetlerini ve bir arada emniyet içinde na gelebilecek sorunlara anında çözüm bulunması, sağ- yaşamalarını sağlayan, dilimize de bazen aynen ve ba- duyulu müminlerin görevleri arasındadır. Müminler kar- zen da “barışmak, anlaşmak” diye çevrilen “sulh” kelime- deştirler ve bütün işleri, kardeşlik hukukuna göre yürütül- si de salâhtan türetilmiş bir isimdir. Barış anlamını ifade melidir. İnsanlarla alay etmek, onları ayıplamak, kötü, is- eden diğer bir kavram da “silm”dir. temedikleri, hoşlanmadıkları lakaplarla anmak, uzak du- rulması gereken hareketlerdir. Kesin bilgi sahibi olunma- (Cevap C) dığında kötü zan beslenmemeli, insanların kusurları araş- tırılmamalı, gıybet gibi kötü hasletler taşınmamalıdır. Bü- tün insanlar, tek bir erkek ve kadından yaratılmıştır. Do- layısıyla herkes, aynı ana babanın çocuklarıdır. Irk, renk ve dil, bir üstünlük aracı olamaz. Üstünlük, yalnızca tak- va iledir. İmanın göstergesi, Allah yolunda iş ve hizmet 7. Kur’an’ın yanlış okunmasıyla kaynaklanan hata türleri üretmektir. Lahn-ı Hafi ve Lahn-ı Celi’dir. İmanın tezahürü, böyle ortaya çıkar. Söz değil, eylem Lahn-ı Celi: Açık ve herkesin bildiği tecvid hatasıdır. önemlidir. Müminler, imanlarının gereğince davranmalı- dırlar. Allah’ın insanların yaptıklarını, göklerde ve yerde Han-ı celi hrflerde veya harekede yahut sükunda olur. olanları, insanların bilgi alanlarının dışında olan şeyleri Mesela tı harfini dal, sad’ı sin okumak lahn-ı celidir. de bildiği daima göz önünde bulundurulmalı, bir gün he- (Cevap C) sap verileceği asla unutulmamalıdır. DİKAB SORU BANKASI (Cevap E)

8. “Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin” emri, mecazdır. 10. Sözlükte “normal sınırı aşmak, davranış ve her türlü an- Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir, dolayısıyla layışta itidal çizgisinin ötesine geçmek” demektir. Bu aşı- bu ifade, “Allah’ın emirlerini çiğnemeyin, onları dikkate rılık ve eylem fiatlarda olursa gala, değer ve rütbede olur- alın, onları uygulama konusunda gevşek davranmayın!” sa gulüvv anlamına gelir. Terim olarak gulüv, Kur’an ve demektir. Burada altı çizilmesi gereken asıl nokta, Allah’ın sünnete göre belirlenen İslami anlayışın sınırlarını aşan varlığı, emirleri, kısacası Onunla ilgili her şey, Peygam- inanç ve davranışlar olarak tanımlanabilir. Kur’an, Ehl-i ber (s.a.v.) üzerinden geldiğinden, ona gösterilmesi ge- Kitab’a hitap ederken aşırı gitmemeleri için onları uyar- reken saygı ve bağlılıktır. Peygamber (a.s.), Müslüman- mıştır. İki ayrı yerde Hıristiyanların kendi peygamberleri lar için hayatın merkezidir. Bu ayet, Allah’a ve Resulüne için gösterdikleri aşırı tepkiye dikkat çekilmektedir. “De muhalefeti yasaklamakta, daha genel bir ifadeyle Kitap ki: Ey kitap ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. ve Sünnet’e karşı söz söylememeyi ve eylemde bulun- Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğ-

mamayı emretmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK rusundan uzaklaşan bir topluma uymayın” (Maide, 5/77).

(Cevap D) (Cevap E)

17 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 4

11. Muhsin: genel olarak iyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en 14. Kur’an’da “Ha-Be-Be” kökünün türevleri güzel şekilde yapmak, Allaha ihlasla kulluk etmek anlam- Tane tohum, Bakara 261. En’am 5995 larında kullanılan bir terime “İhsan” denir, bu meziyetle- Sevgi muhabbet, Taha 39 re sahip insanlar içim “Muhsin” sıfatı söylenir. Yeğlemek, tercih etmek, Tevbe, 23. Nahl 107, Fussilet 17 (Cevap A) sad 32 Sevgi tutku bir şeye olan bağlılık, Bakara 165, 177, Al-i İmran 14: Yusuf 30, Sad 32, İnsan 8, Adiyat 8.

KOZMİK ODA YAYINCILIK Sevmek, bağlanmak, bağlılık, Bakara, 165,177, Al-i İm- ran 14,148 Enfal 58, Kasas 76, Maide 64, engel olmak gibi anlamı yoktur.

(Cevap A)

12. Lehve’l-hadis: Şarkı, türkü, laf eğlencesi, insanı oyalayıp işinden alıkoyan sözler, asılsız, hikayeler, masallar, ro- manlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar, geve- zelikler ve nağmeler gibi eğlendirici seslerdir. Nadr bin Haris ticaret için ’a gidiyordu. Acemlerin hikayelerini, efsane kitaplarını getiriyor ve bunları Kureyşe okuyarak: “Muhammed, size Ad ve Semud hikayeleri söylüyor ge- lin ben size Rüstem’in, İsfendiyar’ın, Kısra’nın hikayele- rini anlatayım” diyor ve bu şekilde birçoklarının Kur’an dinlemesine engel oluyordu. Nadr bin Haris güzel bir şar- kıcı cariye almış ve birinin Müslüman olacağına işittiği za- man cariyesine: 15. Kıraat ilmi “karae” kökünden mastar olup, “bir kitaba ba- “Haydi, buna yedir, içir ve şarkı söyle” derdi. Böylece in- kıp kelimelerini okumak anlamına gelmektedir. Kıraat il- sanları eğlendirip: “Gördün mü ya bu Muhammed’in ça- mi doğrudan doğruya Kur’an’ın okunmasıyla ilgili olduğu ğırdığından yani namazdan, oruçtan, onun önünde çar- için Kur’an’ın nasıl okunacağını bildiren ilimdir.

pışmaktan daha iyi değil mi? derdi. DİKAB SORU BANKASI Nadr bin Harisin bu çirkinliklerine karşı şu ayet nazil ol- (Cevap B) du. İnsanlardan öylesi var ki; bilgisizce (insanları) Allah’ın yolunsan saptırmak ve sonra onunla alay etmek için, boş sözü satın alırlar. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır! (Lok- man suresi 6. Ayet)

(Cevap C)

13. Etimoloji, bir dildeki kelimelerin ilk/kök anlamlarını mey- dana çıkarmayı amaç edinen bir ilim dalıdır. Daha açık bir ifadeyle, etimoloji, kelimelerin şekil yapılarıyla, anlam- ları arasında irtibat sağlayan ve bu kelimelerin yapı ile anlamlarını köklerine doğru takip ederek ilk defa hangi köke dayandıklarını, hangi kavramları yansıttıklarını ve 16. Kur’an’ın genel ahkâmını ve bütünlüğünü düşündüğü- zaman içinde hangi evrelerden geçerek ne gibi gelişme- müzde B, C, D, E şıklarının ve buna benzer evrensel ifa- ler gösterdiklerini inceleyen ve köken bilgisi ile diğer ko- delere ve değerlere rastlanır. Fakat rekabet, Kur’an’ın ön-

nuları araştıran dilbilimi dalıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK gördüğü bir yaşam felsefesi ve düsturu değildir.

(Cevap B) (Cevap A)

18 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 4

17. Kur’an’ı Kerim’in ne kadar büyük tesire sahip bir ilahi ki- 19. Ehad-Vahid: Sözlükte “bir, tek, yegane, biricik” anlamla- tap olduğunu bildiriyor Allahü Teala’nın birliğini ilminin bü- rına gelir. Dişili ihda, çoğulu ahadtır. Ehad kelimesi yüklüğünü rahmet lütfunun son derece geniş olduğunu Kur’an’da yalın ve izafet terkibi halinde 85 defa geçmiş- haber veriyor. O ortak ve benzerden uzak olan kerem sa- tir. Sayı olarak kullanılmıştır: Mesela “Hani bir zaman Yu- hibi mabudun pek mukaddes ve pek güzel isimlerden bir suf, babasına, ‘babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldız kısmını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki (Eğer Kur’an-ı) bir (ehade aşere) görüyorum’ demişti” (Yusuf, 12/4). Herhan- nice vad ve tahdidi içeren bu mukaddes kitap (bir dağ gi bir kimse anlamında kullanılmıştır (Hakka, 69/47). Eşi üzerine indirilmiş olda idik) yani dağa bir akıl bir anlayış benzeri ve ikincisi bulunmayan bir tek anlamında Allah’ın

kabiliyeti bir mükellefiyet verip de kendisini Kur’an-ı ki- KOZMİK ODA YAYINCILIK ismi-sıfatı olarak kullanılmıştır. Allah’ın ehad ismi sade- taplara mazhar kılsa idik (elbette) Ey Yüce Resul! Sen ce İhlas suresinin 1. ayetinde geçmiştir. “De ki O Allah (onu) o dağı (Allah korkusundan baş eğmiş) pek alçak tektir.” gönüllü bir vaziyet almış ve pek ziyade bir korku ve deh- Vahid sözlükte ortağı, misli bulunmayan bir, tek demek- şet içinde kalarak (parça parça olmuş görürdün) işte tir. Vahid kelimesi Kur’an’da 36 defa geçmiş ve; “bir tek” Kur’an-ı Kerim’de yüce hitapları haddizatında böyle te- anlamında yemeğin, kapının, suyun, ölümün, toplumun, sirlidir (ve biz o misalleri) Kur’an’da birçok ayetler ile bil- nefsin, milletin, sesin, koyunun ve çarpmanın sıfatı ola- dirilen ve birer uyanma vesilesi olan temsilleri tesbihleri rak; kimse anlamında ve Allah’ın isminin sıfatı olarak kul- (insanlar için veriyoruz) birçok şekiller münasebetler ile lanılmıştır. “İlahınız bir tek ilahtır”, “Ancak Allah tek bir beyan buyuruyoruz. (ta ki) insanlar bunları nazarı dikka- ilahtır,” “Bir tek ilahtan başka ilah yoktur”, Gerçekten ila- te alarak uyanık bir kalbe temiz bir itikada sahip bulun- hınız tektir”. “Ehad”, Allah’ın her bakımdan “vahid” oldu- sunlar. ğuna ve O’nda asla çokluk bulunmadığına delalet eder. (Cevap B) “Allah” ismi, zati ve subuti sıfatlarının hepsine; “Ehad” is- mi ise selbi sıfatlarının tamamına delalet eder. “Allah’u ehad” sözü ile; zati, subuti ve selbi sıfatlarıyla Allah’ın bir- liği ifade edilmiş olur. O, varlıkta, ilah, rab, ma’bud, halik, razık… oluşunda tektir, ehaddır. “O’nun gibi hiçbir şey yoktur”, “Hiçbir kimse O’na denk değildir” ayetleri Allah’ın tekliğini anlatır. “Allah tektir” demek; gerek zati gerek sı- fatları gerek isimleri hangi noktadan mülahaza edilirse edilsin birdir, hiç ortağı yoktur, bir tek hakikattır, ilahlık

DİKAB SORU BANKASI O’na mahsustur demektir.

(Cevap D)

18. Salih, Kur’ân’ın önemle üzerinde durduğu bir kavramdır. Zira bu kavram Kur’ân’da hem bir davranışın, aksiyonun adıdır ve hem de iyi insan tipine delalet etmektedir. Bu- nun yanında “salih” kavramı Kur’ân’da hem peygamber-

ler ve hem de müminler için kullanılmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A)

19 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 5

1. Parçada bahsedilen secavend (durak) Vakf’ı Mutlak’tır. 4. Nuh suresi 21-23. Ayetler: Cümlenin anlamı tamamlandığı için burada durak tercih Nuh, Rabbim dedi doğrusu bunlar beni dinlemediler. Ma- edilir. Bu secavend işaretlerini ilk defa Muhammed b. Tay- lı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka bir şeye fur es- Secavendi koymuştur. yaramayan kimseye uydular. Onlar çok büyük tuzaklar kurdular. Dediler ki: sakın ilahlarınızı bırakmayın: hele (Cevap A) Suva’dan Vedd’en Yeğus’tan, Yeuk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin. Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, Adem’in ço- KOZMİK ODA YAYINCILIK cuklarına veya Salih kişilere ait isimler olduğu bildirilmek- tedir. Salih kişilerin ölümünden sonra önceleri onların anı- larını canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaat- lerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine tem- sil ettiği Salih kişinin ismi verilmiş; Menat ise cahiliye Arap- ların üç önemli putundan birisidir.

(Cevap D)

2. Tecvid ıstılahında mülayemek ve yumuşaklık anlamına gelen kavram Lin’dir. Bu sıfata sahip olan vav, ye harfle- ridir.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

5. Nuh suresi, Kur’an’da Mekke döneminde indirildiğine ina- 3. Kaynaklarda Hucurât suresiyle ilgili birçok nüzul sebebi nılan 28 ayetten ibaret 71. suresidir. Bu surede anlatılan- anlatılmaktadır. Bunun en önemli nedeni, surenin mede- lara göre, Hz. Nuh tebliğ vazifesinin karşılığını hiçbir şe- ni olması ve muhtemelen Müslümanların sayısal olarak kilde insanlarda görmeyince, Allah O’na gemi yapması- çoğaldığı, dolayısıyla daha çok bilginin aktarılma imkâ- nı emretmiş ve bir süre sonra yeryüzünün sular altında

nının bulunduğu hicretin 9. yılında inmiş olmasıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK kalıp, inanmayanların helak olacağını vahyetmiştir.

(Cevap A) (Cevap C)

20 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 5

6. Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş birinci sûresi. Mekke dönemin- 8. Sûrede Hz. Nûh’un peygamber olarak gönderilişi, kavmi- de nâzil olmuştur. Muhtevasında Hz. Nûh’un Allah elçisi ni dine daveti, inkârcılara karşı verdiği mücadele, dave- olarak görevlendirilmesinden ve tebliğ faaliyetlerinden tine karşı çıkan kavminin korkunç sonu sistematik bir bü- söz edildiği için sûre bu adla anılmıştır. Genellikle Mekkî tünlük içerisinde anlatılmaktadır. Diğer bir ifadeyle sûre- sûrelerde olduğu gibi Nûh sûresinde de tevhid inancına de şirk inancını korumak için son derece katı ve inatçı davet, Allah’a karşı saygılı olma ve risâletini benimseye- olan bir toplumu ıslah etmeye çalışan bir peygamberin rek Nûh’a itaat etme konuları işlenir. Nûh sûresi, muhte- gizli ve açık davet yöntemleriyle, bu insanları şirkten cay- vasının sadece Hz. Nûh ve kavmiyle ilgili olması açısın- dırma ve doğruya ulaştırma mücadelesi konu edilmekte-

dan peygamber isimleriyle anılan diğer altı sûreden fark- KOZMİK ODA YAYINCILIK dir. Yine surede, davette ilk çağrının neye olması gerek- lılık gösterir. Zira diğerlerinde sûreye adı verilen peygam- tiği, kullanılan yöntemler, insanları ikna etmek için sunu- berle birlikte başka peygamberin kıssaları ve tebliğlerine lan deliller ve vaatler, Hz. Nûh’un dua ve bedduası, Al- de yer verilmektedir. lah’ın insanlara mühlet tanıması vb. hususların hepsi bi- Sûrenin muhtevasını iki bölüm halinde ele almak müm- rer konu olarak yer almaktadır. Bunların yanı sıra surede kündür. Birinci bölüm (âyet 1-20), Hz. Nûh’un kavmine ikinci derecede daha dar çerçevede bazı konulardan da peygamber olarak gönderildiğini ve kendilerine elem ve- bahsedilmektedir: Bunlar iman-rızık ilişkisi, ecellerin öne rici bir azap gelmeden onları uyarmakla görevlendirildi- alınıp geciktirilmesinin mümkün olup olamayacağı, gü- ğini ifade eden âyetle başlar. Ardından Nûh’un kavmine nahların bağışlanması, peygamberlerin kavimlerini ikna hitap tarzına temas edilerek onları putlara değil Allah’a etmek için getirdikleri delillerin genel karakteristik özellik- kulluk etmeye, O’na saygılı olmaya ve kendi nübüvveti- leri, bu delillerin işaret ettiği konular, gelecek ilahî azabın ni benimseyip yanında yer almaya çağırdığı belirtilir. genelliği veya özelliği, beddua etmenin bir peygamber için olabilirlik boyutları ve sınırları, toplu inen azaplarda Sûrenin ikinci bölümü (âyet 21-28) Hz. Nûh’un kavmi hak- suçsuz ve günahsız çocukların durumudur. kında rabbine olan şikâyetiyle başlar. Bölümün son ayet- lerinde Hz. Nûh’un, ıslah olmayacağı kanaatine vardığı (Cevap B) bu insanların yok edilip nesillerinin kurutulmasını Cenâb-ı Hak’tan talep ettiği, bunun üzerine onların suda boğuldu- ğu ifade edilir. Sûre Hz. Nûh’un kendisinin, anne ve ba- basının, aile fertlerinden mümin olanların ve kadın erkek bütün müminlerin bağışlanmasını, zalimlerin ise yok edil- mesini istediği bir dua ile son bulur. DİKAB SORU BANKASI (Cevap B)

7. Sözlükte “surat astı” anlamına gelen “abese” Kur’an’ın 80. suresinin adıdır. Peygamberimiz, Mekke’nin ileri ge- lenlerine İslam’ı anlatırken ama olan Abdullah ibn Ümmü Mektum gelmiş, dini kendisine öğretmesini istemiş ve bunda ısrar etmiştir. Peygamberimiz Velid veya Ümme- ye ibd Halef’i ikna etmeye çalışıyordu. Bu adamlar ken- dilerinin yanında fakirlerin bulunup söze karışmalarından hoşlanmazlardı. Bu sebeple Peygamber’in, Abdullah ibn Ümmü Mektum’un ısrarına canı sıkılmış ve memnuniyet- sizliğini ifade etmek için yüzünü ekşitmiştir. Sure bunun üzerinde inmiş ve Peygamber’in bu tavrının Allah tarafın-

dan hoş karşılanmadığı açıklanmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap E)

21 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 5

9. Ayetü’l-Kürsi Bakara suresinin iki yüz elli beşinci ayetine 12. Kur’an, Arapça ve büyük çoğunlukla Kureyş lehçesi ile denir. Ayet, bu ismi, içinde geçen “kürsi” kelimesinden al- inmiştir. Diğer Arap lehçelerinden kelimeler de vardır. Me- mıştır. Ayet, Allah’ı tanıtmakta ve Allah’ın ism-i azamını sela “azap” anlamına gelen “ricz” kelimesi Kays lehçe- içermektedir. (Darim; Fedailü’l Kur’an, 14). Kur’an’ın en sinden alınmıştır. Kur’an’da Arapça olmayan kelimelerin yüce ayetidir. Peygamberimiz özellikle farz namazların bulunup bulunmadığı dil bilimcileri arasında ihtilaf konu- arkasından, akşam, sabah ve yatağa yatınca bu ayetin su olmuşsa da, şu bir gerçektir ki he dile diğer dillerden okunmasını tavsiye etmiştir. (Tirmizi, Fedailü’l-Kur’an, 2, kelimeler girmiştir. Bu, Arapça için de söz konusudur. Do- V, 158; Darimi, Fedailü’l Kur’an, 14). layısıyla Kur’an’da az da olsa Arapça’ya diğer dillerden

KOZMİK ODA YAYINCILIK girmiş kelimeler vardır. Mesela; “çamur” anlamına gelen (Cevap C) “sicil” Farsça, “kitap” anlamına gelen “rakim Rumca, “dağ” anlamına gelen “tür” Süryanice asıllı kelimelerdir.

(Cevap A)

Hz. Osman, kırattaki farklılıkları göz önünde bulundurdu 10. Nuh suresinin 21-24. Ayetlerinde Allah-u Teala şöyle bu- 13. yurmaktadır: ve Hz. Hafsa’nın elindeki “Mushaf”ı çoğaltarak belli baş- lı merkezlere göndermeye karar verdi. Çoğaltma işi için 21. (Öğütlerinin fayda vermemesi üzerine) Nuh: Rabbim! yine başkanlığını Hz. Zeyd b. Sabit’in yaptığı Hz. Abdul- dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve ço- lah b. Zübeyr, Hz. Said b. As, Hz. Abdurrahman b. Haris cuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan b. Hişam’dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ih- kimseye uydular. tilafa düştüklerinde Kur’an’ın nazil olduğu Kureyş lehçe- 22. Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular! sini esas almalarını emretti. Heyet çalışmalarını başarıy- 23. Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele la tamamladı ve orijinal nüsha Hz. Hafsa’ya teslim edil- Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den as- di. la vazgeçmeyin!

DİKAB SORU BANKASI (Cevap C) 24. (Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rab- bim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır! Ayette belirtildiği gibi o dönemde insanları taptıkları put- ların adı şunlardır: Ved, Suva, Yeğus, Ye’uk, Nesr. 14. İmanı küfürden, ihlası riyadan, tevhidi şirkten, hakkı ba- (Cevap E) tıldan, doğruyu eğriden, hayrı şerden, iyiyi kötüden, he- lalı haramdan, tayyibi habisten… ayıran ve gerçekleri açıklayan demektir. Bu kelime Kur’an’da 7 ayette geçmiş Kur’an ve Tevrat’ın adı/sıfatı (Al-i İmran ¾; Bakara, 2/53), Bedir savaşı (Enfal, 8/41) ve insana verilen hak ile batılı iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneği (Enfal, 8/29) olarak kullanılmıştır. Furkan aynı zamanda Kur’an’ın 25. 11. “Bunlar, her hükmünde tam isabet eden ve derin anlam- Suresinin adıdır. Sure Mekke’de inmiş ve 77 ayetten oluş- lar içeren kitabın ayetleridir.” (Lokman/2) Ayetteki kitap- maktadır. Kur’an ve ilahi kitapların hepsi furkandır: hak- tan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’ın niteliği olarak zik- kı batıldan ayırır, gerçekleri açıklar. Bedir savaşına yev- redilen hakîm kelimesi, onun tüm insanlık için en doğru mü’l-furkan denilmiştir. Çünkü bu savaş mü’minle kafiri ve en yararlı bilgiler içerdiğini ifade eder. İçerdiği bilgi ve birbirinden ayırmıştır. İnsanın Furkan yeteneğine sahip hükümleri tam isabetli olup hayatı düzenlemeye yönelik- olabilmesi için mü’min ve muttaki olması gerekir: “Ey tir. Allah’ın da isimlerinden bir tanesi hakim’dir. Bu isim, mü’minler! Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız Allah si- her şeyin iç yüzünü bilen, her şeyi amaca uygun yaratan zi ayırt edici anlayış verir…” (Enfal, 8/29) ayeti bu gerçe-

anlamlarına gelmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğin ifadesidir.

(Cevap D) (Cevap A)

22 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 5

15. Sözlükte “Allah yolunda” demek olan bu tabir, Kur’an’da, 17. Kuran’da 26 aytte geçen cahim bir yerde Hz. İbrahim’in Allah’ın emirlerine uygun olarak, Allah rızası için, İslam atıldığı ateş (saffat, 37/97), 25 yerde cehennem ve şid- uğruna anlamlarında kullanılmıştır. Allah yolundan mak- detli ateş anlamında kullanılmıştır. Cahimin tutuşturulmuş sat, hak din İslam’dır. Allah yolunun zıddı olarak Kur’an’da ateş olduğu Tekvir suresinin 12. Ayetinde açıkça bildiril- tağut yolu zikredilmiştir (Nisa, 4/76). Tağut yolu inanç, miştir. Cahimin dibinden zakkum ağacı çıkar (Saffat, söz, fiil, amel, iş ve davranış, kural ve hüküm itibariyle İs- 37/64), buraya atılanlar bu ağaçtan yeyip karınlarını dol- lam’a uymayan, Allah’ı değil nefsi ve şeytanı razı eden dururlar, irinden içerler, zakkum karınlarında sıcak suyun yol ve sistem demektir. Bu yol Kur’an’da sebilü’l-ğay (A’raf, kaynaması gibi kaynar. Sonra yanar sudan susuzluk has-

7/146), sebilü’l-müfsidin (A’raf, 7/142) ve sebilü’l mücri- KOZMİK ODA YAYINCILIK talığına tutulmuş develer gibi içerler. Ayrıca tepelerinden min (En’am, 6/55) olarak ifade edilmiştir. İnfak (Bakara, kaynar su dökülür (Saffat, 37/66-67; Duhan, 44/43-48; 2/195), cihad (Bakara, 2/217) şehit olmak (Al_i İmran, Vakı’a, 56/52-55; Hakka, 6935-37). Kur’an’da Cahim’in 3/157) ve hicret (Nisa. 4/89, 100) gibi dünyevi bir ücret, azgınlar için hazırladığı (Şu’ara, 26/91) ve kafirlerin, Al- menfaat ve karşılık beklemeden, Allah rızası için ve İs- lah’ın ayetlerini yalanlayan ayetleri red ve iptal etmek için lam uğruna yapılan Allah’ın iradesine uygun olan her şey yarışanların, müşriklerin, hak yoldan sapanların, zalimle- “fi sebilillah” kavramına dahildir. Sebilü’l-mü’minin (Nisa, rin, günahkarların, Allah’a inanmayanların, yoksulu do- 4/115) ve sebilü’l-reşad (A’raf, 7/146) kavramları da se- yurmayanların, azgınların, dünya hayatını ahrete tercih bilülliah kavramı ile eşanlamlıdır. edenlerin, facirlerin ve günahları kalplerini bütünüyle kap- lamış olanların cahime atılacakları bildirilmiştir. Bu kim- (Cevap B) selerin amel defterleri sol elinden verilecek ve bunlar yet- miş arşın zincire bağlanarak cahime atılacaklardır. Me- lekler, muttaki mü’minlerin cahimden korunması için Al- lah’a dua ederler (Mü’min, 40/7).

(Cevap A)

18. Cündullah: Allah’ın ordusu, askeri demektir. Asker, ordu, DİKAB SORU BANKASI yardımcı ve destekçi kuvvet anlamına gelen cünd, Kur’an’da yedi yerde tekil, yirmi iki yerde de çoğul olarak kullanılmıştır. İslami bir kavram olarak cündullah, “Allah’ın iman edenlere yardım etmek üzere gönderdiği manevi güçler, ilahi iradenin hakim olmasına vesile kılınan tabi- at varlıkları ve olayları” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da sayı bakımından az olan müminlere müşrik or- dularına karşı yardım etmek üzere Allah tarafından bin- lerce meleğin gönderildiği bildirilmektedir.

(Cevap B)

16. Bir şeyi yarmak anlamındaki “f-l-k” kökünden türeyen fe- lak, sözlükte, sabah, cehennem, iki tepe arasındaki düz yol falaka, yaratık ve yarık demektir. Kur’an’ın 113. Su- 19. Sözlükte “parça, pay, hisse ve bölüm” demektir. Çoğulu resinin adıdır. Sure 4 ayettir. İhlas ve nas sureleriyle bir- eczadır. Istılah’ta Kur’an’ın otuza bölünmüş parçaların- likte muavvizat adını alır. Sure, ismini ilk ayette geçen fe- dan her birine denir. Kur’an 600 sayfadır. Her yirmi say- lak kelimesinden almıştır. Ayetteki felak yaratıklar, sabah, fa bir cüz sayılmış, böylece Kur’an 30 cüze bölünmüştür. saban aydınlığı, fecr, cehennem, cehennem vadisi an- Kur’an’da her cüz, ilk sayfasında cüz 1, cüz 2, diye bir lamlarına gelir. Bu kelime; buluttan yağmur, topraktan bit- şekil içine yazılarak işaretlenmiştir. Kur’an-ı ezberleme ki, rahimden çocuk çıkması gibi bir asıldan doğup çıkan konusunda kolaylık ve takibi sağlamak amacıyla yapıl-

bütün mahlukata şamildir. KOZMİK ODA YAYINCILIK mıştır.

(Cevap C) (Cevap A)

23 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 6

1. Besmele: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla anlamı- 3. Sözlükte “boşa gitme, heder ve heba olma” anlamına ge- na gelen “Bismillahirrahmanirrahim ayetinin adıdır. Bes- len butlan, fıkıh literatüründe, akdin unsurlarının bulun- meleye “Allah’ın adını anmak” anlamına gelen “tesmiye” ması veya kurulma şartlarının eksik olması nedeniyle, ak- de denir. Besmele, Neml suresinin 30. ayetinin bir bölü- din hükümsüz olmasına denir. Bu durumda akit sanki hiç mü ve Fatiha suresinin ilk ayetidir. Tevbe suresi hariç di- doğmamış, keenlem yekündür. Butlan, akit serbestisinin ğer surelerim başında besmele yazılmıştır. Sure başla- sınırlarının aşılmasının en şiddetli müeyyidesidir. Butan rındaki besmeleler, müstakil birer ayettir. Ancak o sure- müeyyidesine duçar olan akide batıl akit denir. Batıl akit ye dahil değildir. Peygamberimiz her hayırlı işe besmele şeklen mevcut olmakla beraber hukuken yoktur ve her-

ile başlanmasını tavsiye etmiş ve “Besmele ile başlan- KOZMİK ODA YAYINCILIK hangi bir hukuki sonuç doğurmaz. Batıl akitler, hukuki açı- mayan her iş bereketsiz ve sonu güdüktür” buyurmuştur. dan mevcut olmadıklarından hukuki bir sonuç doğurma- Kur’an okumaya, bir şey yiyip içemeye ve bir işe başla- salar da, icra edilmiş işlemlerde fiili bir durum olarak ba- nırken besmele çekilir. Kur’an’da Allah’ın adı anılmadan zı istisnai sonuçların doğduğu kabul edilmiştir. Bu istis- kesilen hayvanların etlerinin yenmeyeceği bildirilmiştir. nalardan biri nikahta kendini gösterir. Batıl nikah akdin- Besmele çeken insan; başka bir varlık adına değil sade- de, zifaf meydana gelmişse, nikah şüphesiyle birleşme ce Allah adına, O’nun rızası için ve O’nun izniyle başlı- olduğundan dolayı zina cezası uygulanmaz, bu birleşme- yorum, demiş olur. Besmelede Yüce Yaratıcının üç ismi den doğan çocuğun nesebi sabit olur, kadın iddet bek- geçmektedir. Allah, Rahman ve Rahim Besmele çeken ler ve mehre hak kazanır. Batıl akdin ikinci istisnası ise, Kur’an okumuş ve Allah’ı anmış olur. batıl satış akdinde, mal teslim alındıktan sonra zayi ol- ması halinde mislini veya kıymetini tazmin etmesi gere- (Cevap B) kir.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

2. Beyne’l-Havfi Ve’r-Reca: İnsanın korku ile ümit arasında olmasını ifade eden bir deyimdir. Kur’an’da insanın Al- lah’ın azabından korkması (Nur, 24/52) ve rahmetinden 4. Cebbar: kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği giderip de ümitvar olması (Bakara, 2/218) istenmiştir. Allah ken- tamamlamak, telafi etmek, birini bir işe zorlamak, bir şe- disini hem rahmet ve mağfiret sahibi hem de azap edici yi zorla yaptırmak anlamlarındaki “c-b-r” kökünden türe- olarak tanıtmıştır: “… Şüphesiz Rabb’ın insanların zulüm- yen cebbar sözlükte; zalim, kibirli, gaddar, azgın, zorba, lerine karşı mağfiret sahibidir, fakat Rabb’inin azabı çok kahredici, insanları hükmü altına alan istediği şeyi yap- daha şiddetlidir.” (Ra’d, 13/6), “İyi biliniz ki Allah’ın ceza- tırmaya zorlayan, merhametsiz ve baskıcı demektir. sı çok şiddetlidir ve gerçekten Allah, çok bağışlayan, çok Kur’an’da “cebbar” kelimesi; anid (inatkar) (Hud, 11/59; merhametli olandır” (Maide, 5/98), “(Ey Rasulüm!) kulla- İbrahim, 14/15), mütekebbir (Mü’min, 40/35), asiyy (is- rıma haber ver ben gerçekten çok bağışlayan, çok mer- yankar) (Meryem, 19/14) ve şakiyy (azgın) (Meryem, hamet edenim ve gerçekten benim azabım da çok acıtı- 19/32) kelimeleri ile birlikte 10 ayette insanın, sadece 1 cı bir azaptır” (Hicr, 15/49-50), “Ahirette şiddetli azap, Al- ayette (Haşr, 59/23) Allah’ın sıfatı olarak kullanılmıştır. lah’tan mağfiret ve rıza vardır” (Hadid, 57/20). Bu ayetler Azgın, zalim ve insanları küfre ve isyana çağıran, insan insanın korku ile ümit arasında olmasını öngörmektedir. ve toplumları niteleyen cebbar kavramı Allah’ın sıfatı ola- İnsan Allah’ın azabından korkacak ama rahmetini de uma- rak hem O’nun gücünü, kuvvetini, dilediğini kullarına yap- cak, ümitsiz olamayacak fakat ilahi azaptan da tamamen tırabileceğini, asileri cezalandırabileceğini hem de insan- güven içinde bulunmayacaktır. (A’raf, 7/97-99). İkisi ara- ların dertlerine derman olan, yaraları saran ve yoksulla-

sında dengeli olacaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK rı zengin eden olduğunu ifade eder.

(Cevap A) (Cevap B)

24 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test •6

5. Kur’an-ı toplama faaliyeti, yaklaşık olarak bir yıl sürmüş- 7. İslam terminolojisinde hicret kavramı ile Hz. Muhammed tür. Toplanan bu nüshaya Mushaf adı verilmiştir. Bu is- (a.s.) ve arkadaşlarının M. 622 yılında Mekke’den Medi- min verilmesini Abdullah bin Mesud teklif etmiştir. ne’ye göç etmeleri kastedilir. Mekkeli müşriklerin baskı- larına dayanamayan Müslümanlar daha önce de iki kafi- (Cevap C) le halinde Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Kur’an’da bu kimseler muhacirler olarak anılmış ve Allah’ın onların kö- tülüklerini örteceği, onlardan razı olduğu, onlar için cen- netler hazırladığı, onların hakiki müminler olduğu, Allah

KOZMİK ODA YAYINCILIK katındaki derecelerinin büyük olduğu ve Allah’ın rahme- tine mazhar olacakları bildirilmiştir. Çünkü muhacirler; imanları uğruna yurtlarını terk etmişler, Allah yolunda ezi- yetlere uğramışlar, müşriklerle savaşmışlar, mallarını ve canlarını ortaya koymuşlardır. Allah’a kulluk etmesi için yaratılan, ancak bulunduğu bir yerde bu görevini yerine getiremeyen, ibadet edebileceği bir yere de hicret etme- yen böylece nefsine zulmeden insan Kur’an’da kınanmış- tır. “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek çok yer bulur, bolluk bulur…” Çünkü “Allah’ın arzı geniş- tir.” hicret kavramı, Kur’an’da göç etmenin dışında Allah’a eş koşmak ve puta tapmak gibi çirkin davranışlardan (ricz) kaçınmak ve bir insanın yanından ayrılmak anlamında da kullanılmıştır. Hz. Peygamber, “muhacir, Allah’ın ya- sakladığı şeyleri terk eden kimsedir” sözlü ile hicret kav- ramına mecazi bir anlam da yüklemiştir.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

8. Allah sevgisi demektir. Allah’ı sevmek; O’nun sevabı ni- met, rıza, hoşnutluk ve yakınlığını arzı etmektir. Bir insa- 6. Sözlükte “sözünde durmamak, eksiltmek, emaneti yeri- nın Allah’ı seviyor olabilmesi için iman etmesi, salih amel- ne getirmemek” gibi anlamlara gelir. Hıyanet eden kim- ler işlemesi, Allah yolunda çalışması, İslam’ı yaşama ko- seye hain denir. Kur’an’da hıyaneti yasaklayan pek çok nusunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaması, ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Ey iman eden- mü’minlere karşı mütevazı olması, son Peygamber Hz. ler! Allah’a ve peygambere karşı hainlik etmeyin, size gü- Muhammed (a.s.)’e uyması, gönlü, zihni ve dili ile daima venilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz” (Enfal, Allah’ı anması, Allah’tan gelene razı olması, Allah için 8/27), “… Allah hainleri sevmez” (Enfal, 8/58). Hz pey- sevmesi, Allah için kızması ve Allah’ın rızasını her şeyin gamber de hıyaneti, nifak (iki yüzlülük) alameti saymış- üstünde tutması gerekir. Kur’an’da, Allah’ın Muhsinleri, tır. Mü’minin içi ve dışı birdir; kötülük ve hainlik düşün- muttakileri, söz, fiil ve davranışlarında adil olanları, sa- mez. Facir ise hilekârdır ve düşük duygulara sahiptir. Ay- bırlı olanları Allah’a güvenenleri, çok temiz olanları, tev- rıca Hz. Peygamber, “Müslüman Müslümanın kardeşidir. bekarları, Allah yolunda çalışanları ve Hz. Muhammed Ona hıyanet etmez, dara düşünce yardımsız bırakmaz, (a.s)’e uyanları sevdiği bildirilmiştir. Anlaşılan o ki; Allah, ona karşı yalan söylemez…” “Bir kardeşin seni doğru söy- imam edip Kur’an ve sünnete uyanları sevmektedir. Al- lüyor sandığı halde senin ona yalan söylemen çok büyük lah’ın güzel isimlerinden biri veduddur. Vedud, çok seven bir hainliktir”, “Güvenilir olmayanın imanı da yoktur.” şek- demektir. Allah’ın bir insanı sevmesi; O’nun inanç, söz, lindeki sözleriyle Müslümanın asla başkalarına hıyanet fiil ve davranışlarından razı olması ve amellerine sevap

edemeyeceğini belirtmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK vermesi demektir.

(Cevap D) (Cevap E)

25 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 6

9. Yüce Allah Mekke şehrine de “şehirlerin anası” anlamın- 13. Schwally, Wellhausen ve Horovitz gibi oryantalistlere gö- da “Ümmü’l-kurâ” ismini vermiştir (En’am, 6/92). En’am re “Kur’ân” lafzı Süryanice veya İbrânice, keryânî - kir- Suresi, 92. Ayet: “İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, yânî kelimelerinden alınmıştır. Onların çoğunun çalışma- kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şe- ları, İslâmiyet’in orijinal bir din olmadığını ispatlamaya yö- hirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlı- neliktir. Bu münasebetle Kur’ân’ın, orijinal bir kitap olma- ğı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman yıp daha önceki ilâhî kitaplardan devşirildiğini ortaya koy- edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kı- mak için Kur’ân lafzının kökünü başka dillerde aramak- larlar.” tadırlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap E) (Cevap C)

10. Resûlullah, Kur’ân’ın sadece ezberlenmesiyle yetinme- miş, aynı zamanda onu titizlikle yazdırmıştır. Kur’ân’ın yazdırıldığına dair pek çok delil bulunmaktadır. Her şey- den önce Kur’ân’ın bir isminin de “yazılı metin” anlamına gelen “el-Kitâb” olması, onun yazıldığını göstermektedir.

(Cevap A)

11. Kur’ân’ın tamamını içeren ilk meâl de (İtalyan müsteşrik 14. Kur’ân’ın terim anlamı şöyledir: “Kur’ân, Hz. Muhammed’e Guidi’ye göre) hicrî 127 senesinde Berberice olarak ka- vahiyle indirilmiş, tevâtürle nakledilmiş, mushaflarda ya- leme alınmıştır. Buzurg b. Şehriyâr’a göre Kur’ân hicrî zılmış, tilâvetiyle ibâdet edilen, bir suresinin -dahi olsa- 270 yılında Hind diline çevrilmiştir. Zamanımıza ulaşan meydana getirilmesi için meydan okuyan, Fâtiha suresiy- en eski meâl ise Farsça olarak Samanoğulları emiri Man- le başlayıp Nâs suresiyle sona eren, Allah’ın kelâmıdır”. sur b. Nuh tarafından yaptırılmıştır. Bu meâl İran’da bir- Şimdi bu unsurları açıklayalım: “Allah’ın kelâmı” ifadesiy- çok defa basılmıştır. İlk Türkçe Kur’ân meâlleri 9. asırdan le, insanların, meleklerin ve cinlerin sözleri tanımın dışın-

itibaren yapılmaya başlanmıştır. DİKAB SORU BANKASI da kalmıştır. Çünkü Kur’ân, sadece Allah’ın kelâmıdır. Batı’da ise en eski Kur’ân meâli, Latince olarak 1143 ta- (Cevap C) rihinde hazırlanıp 1543’te İsviçre’de basılmıştır. Bundan sonra gerek Doğu’da gerekse Batı’da pek çok Kur’ân meâli hazırlanmıştır.

(Cevap C)

12. Sahâbeyi Kur’ân’ı ezberlemeye sevk eden belli başlı se- bepler şunlardır:

1. Güçlü bir hâfızaya sahip olmaları.

2. Namazda belli bir miktarda Kur’ân okumanın farz/vâ- cip oluşu.

3. Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymanın gerekli olma- 15. İbadetler başta olmak üzere her işe besmele ile başla- sı. mak sünnettir. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın adı anılmadan başlanılan her önemli iş, eksik olur”. Bes- 4. Resûlullah’ın, Kur’ân eğitimi ve öğretimi ile bizzat il- mele, Yüce Yaratıcının, en kapsamlı ismi olan “Allah” adı- gilenmesi. nı, rahmet ve merhametinin genişliğini ve sonsuzluğunu 5. Kur’ân okuyanlara verilecek sevap ve mükâfâtın bü- ifade eden “rahmân ve rahîm” sıfatlarını bir arada topla-

yük olması. KOZMİK ODA YAYINCILIK yan veciz bir ibaredir.

(Cevap D) (Cevap D)

26 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 6

16. “Kur’ân” kelimesinin hemzesiz, türememiş ve alem-i mür- 18. Parçada insanın sorumluluk bilincinde olması ve yaptığı tecel olduğunu savunanlar şunlardır: Şafiî ve taraftarla- her kareketten sorumlu tutulacağını bilmesi ortaya koyul- ile ma’ri- muştur. Seçeneklere baktığımızda B seçeneğinde Zilzal ” لا /rına göre “Kur’ân lafzı hemzeli değildir; “el fe yapılmış ve mürteceldir (bir tür özel isimdir); Hz. Pey- suresinde “kim hayır işlemişse ve kim şer işlemişse kar- gamber’e inen kelâma özel isim olarak konmuştur, türe- şılığını mutlaka göreceği” ifade edilmiştir. memiş, kara’e’den de alınmamıştır, şayet kara’e’den alın- (Cevap B) mış olsaydı her okunan şeyin Kur’ân olması gerekirdi”. Dikkat edilirse burada Kur’ân lafzının alem-i mürtecel ol-

duğu belirtilmiştir. Arap dilinde alem-i mürtecel, ilk anda KOZMİK ODA YAYINCILIK bir şeye isim olarak konmuş, bundan sonra da başka hiç- bir şeyde kullanılmayan özel isimdir.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

17. Mecâz-ı mürsel, alakası benzerliğin dışında bir şey olan ve bir karineden dolayı hakîkî mananın dışında bir ma- nada kullanılan luğavî mecâz çeşididir. Mecâz-ı mürsel- de alaka, benzerliğin dışındaki başka unsurlardır ki bun- ların sayısı çoktur. En önemlileri şunlardır: Sebeb-mü- sebbeb (sebeb-sonuç), külliyyet-cüziyyet (bütün-parça), -kelimesi “sinsi” an (ا ْل َخ َّذا َس) Nas suresi 4. ayette geçen hâl-mahal (durum-yer), lazımmelzum, âliyet, umûm-husûs. 19. Mecâz-ı mürsel, alakasına göre isimlendirilmektedir: Zik- lamına gelmektedir. Adını ayet sonlarında tekrarlanan ve rü’l-küll iradetü’l-cüz (bütünü zikredip parçayı kastetmek); insanlar anlamına gelen Nas kelimesinden almıştır. Mek- zikrü’l-cüz iradetü’l-kül (parçayı zikredip bütünü kastet- ke döneminde inmiştir. 6 ayettir. Kur’an-ı Kerim’deki sıra-

mek) gibi. KOZMİK ODA YAYINCILIK lamada 114. suredir.

(Cevap D) (Cevap D)

27 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 7

- Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş birinci suresi. Mekke döne a. .4 (قُ ْط ُب َخ ٍد) A, B, C ve D seçeneklerinde kalkale harflerinde .1 biri bulunduğu için örnek olarak gösterilebilir. E seçene- minde nâzil olmuştur. Muhtevasında Hz. Nûh’un Al- ğinde idgam-ı meal gunne harfi bulunmaktadır. lah elçisi olarak görevlendirilmesinden ve tebliğ faa- liyetlerinden söz edildiği için sure bu adla anılmıştır. (Cevap E) Genellikle Mekkî surelerde olduğu gibi Nûh suresin- de de tevhid inancına davet, Allah’a karşı saygılı ol- ma ve risâletini benimseyerek Nûh’a itaat etme ko- nuları işlenir. Nûh suresi, muhtevasının sadece Hz.

KOZMİK ODA YAYINCILIK Nûh ve kavmiyle ilgili olması açısından peygamber isimleriyle anılan diğer altı sureden farklılık gösterir. Zira diğerlerinde sureye adı verilen peygamberle bir- likte başka peygamberin kıssaları ve tebliğlerine de yer verilmektedir.

b. Surenin muhtevasını iki bölüm hâlinde ele almak müm- kündür. Birinci bölüm (ayet 1-20), Hz. Nûh’un kavmi- ne peygamber olarak gönderildiğini ve kendilerine elem verici bir azap gelmeden onları uyarmakla gö- revlendirildiğini ifade eden ayetle başlar. Ardından Nûh’un kavmine hitap tarzına temas edilerek onları putlara değil Allah’a kulluk etmeye, ona saygılı olma- 2. Kur’an’ın gönderiliş amaçları arasında insanları hidaye- ya ve kendi nübüvvetini benimseyip yanında yer al- te ulaştırma, doğru yolu gösterme, uyarıda bulunma hak maya çağırdığı belirtilir. ile batılı ayırt etme gibi bir takım amaçları bulunmaktadır. c. Surenin ikinci bölümü (ayet 21-28) Hz. Nûh’un kav- Ancak Kur’an’da ilmi gerçekleri öğretme yoktur. Fakat bir mi hakkında rabbine olan şikayetiyle başlar. Bölümün takım ilmi gerçekler bulunmamaktadır. son ayetlerinde Hz. Nûh’un, ıslah olmayacağı kana- (Cevap D) atine vardığı bu insanların yok edilip nesillerinin kur- tulmasını Cenâb-ı Hak’tan talep ettiği, bunun üzerine onların suda boğulduğu ifade edilir. Sure Hz. Nûh’un kendisinin, anne ve babasının, aile fertlerinden mü- DİKAB SORU BANKASI min olanların ve kadın erkek bütün müminlerin bağış- lanmasını, zalimlerin ise yok edilmesini istediği bir dua ile son bulur.

(Cevap B)

3. Maruf mutlak anlamda aklın ve selim tabiatın bildiği şey olup zıddı münkerdir. Dine aykırı olmayan, aklın ve dinin güzel gördüğü veya Kitap ve Sünnet’e uygun olan veya- hut itaat etmek, mubah, mendup, vacip ve farz olan dav- ranışların tamamı maruf, aksileri ise münkerdir. Maruf, 5. Kur’an’da ve hadislerde diğer birçok terim gibi ma’rûf ve güzel bir istekte bulunmaktır. Birr (iyilik) kavramına dâhil münkerin de kısmen eski anlamlarını korumakla birlikte olan amellerin tamamı, ölçü ve tartıda olan adalet, selim kapsamlarının genişlediği görülmektedir. Bu kaynaklar- tabiatın bildiği ve kerih görmediği, aklın kabul ettiği, nef- da iyi ve doğru olarak kabul edilen inanç, düşünce ve sin iyi görüp, dinin kabul ettiği, diye ifade edilirken, mün- davranışlara tek kelimeyle işaret edilmek istendiğinde en ker de bunların zıddı olarak değerlendirilir. Maruf Kur’an’da çok ma’rûf kelimesi; yanlış, İslâm dinine yabancı, Müslü- şunlarla ilgilidir: man toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için de -bazen fahşâ ile birlikte- münker keli- 1. Kadınlar mesi kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm insanların birçok 2. Ebeveyn durum, tutum ve davranışlarını maruf kapsamına alırken 3. Konuşma marufu, insanların genel düşünce çerçevesi içinde aklın

4. Yetimler KOZMİK ODA YAYINCILIK kabul edip reddetmediği şey olarak mütalaa eder.

(Cevap D) (Cevap C)

28 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 7

6. Genel olarak iyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel 9. “Sevgi” kavramının Kur’ân’daki adı “Hubb”dur. Kur’ân’da şekilde yapmak, Allah’a ihlâsla kulluk etmek anlamların- türevleriyle birlikte doksan beş ayette geçer. Kur’ân’da da kullanılan bir terim. Sözlükte “güzel olmak” mânasına geçen alâka, ğarâm, hanân, hevâ, hullet, sababe, şeğaf, gelen hüsn kökünden türetilmiş bir mastar olup genel ola- vudd gibi kelimeler “sevgi” anlamına gelmektedir. rak “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi güzel yapmak” (Cevap B) şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır. İh- sanda bulunan kişiye muhsin denir. Bir insanın gerçek- leştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem ne-

yi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgi- KOZMİK ODA YAYINCILIK 10. Semantik analiz, kelimelere, üzerinde ittifak edilen mânâ- sini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. lar vererek, cümlenin mânâsının doğruluğunu ifade etme Lokman suresinin 4-5. ayetlerinde, 3. ayetin sonundaki merhalesidir. Ayrıca anlamın köküne inmek amacıyla ya- “muhsinîn”in üç özelliğinden bahsedilmektedir: pılan bir çalışmadır. Semantik analiz, sadece kelimenin anlamını oluşturan ilk/kök anlamı bulmak değil, aynı za- I. Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namaza gere- manda onun bu ilk/kök anlamından hareketle tarih bo- ken dikkati ve devamlılığı göstererek dosdoğru kılar- yunca kazandığı anlamların bir analizini yapmak ve ge- lar. Böylece günde beş kez Allah’ın huzurunda dura- rek bu anlamların ve gerekse türevlerin içinde ilk/kök ma- rak onunla aralarındaki bağı sürekli canlı tutarlar. nanın olup olmadığına bakmaktır. İlk/kök mana bulunduk- II. Refah ve zenginliği toplumun tüm katmanlarına yay- tan sonra, kelimenin diğer türevleriyle de bu anlamın mak üzere zekâtı verirler. Çünkü kendi mallarında yok- uyumlu olması ve aralarında semantik bağ’ın bulunması sulların hakkı olduğuna inanırlar. Hiçbir maddî karşı- gerekir. Dolayısıyla semantik analiz yapan kişi, bir keli- lık ve teşekkür beklemeden sadece Allah’ın hoşnut- menin anlamının, tarihî süreç içerisinde ne gibi daralma- luğunu elde edebilmek için onlara harcamada bulu- lara ve gelişmelere; ne gibi anlam iyileşme ve kötüleş- nurlar. melerine uğradığını da tespit etmek mecburiyetindedir. Ayrıca analizini yaptığı kelimenin hangi anlam grupları III. İlâhî adaletin tam olarak gerçekleşeceği, dünyada ya- içinde yer aldığını, daha teknik bir ifadeyle hangi “seman- pılan bütün eylemlerden ötürü hesabın görüleceği bir tik alana” dâhil olduğunu belirlemesi gerekmektedir. öte dünyanın varlığına tüm kalpleriyle iman eder ve bu inanç doğrultusunda hayatlarını şekillendirirler. (Cevap C)

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

11. Adil olmak, insaflı olmak, işi doğru olmak; yoldan sap- mak, meyletmek, dönmek, eşit davranmak, düzeltmek, doğrultmak, doğru dürüst olmak, şirk koşmak ve zulmet- mek anlamlarındaki “a-d-l” kökünden türeyen bir isim olup adalet, adil, güvenilir, doğruluk, benzer, nazir, eş, nafile, fidye demektir. Adil anlamında adl, Allah’ın sıfatı olarak “el-esmaü’l-hüsna” ile ilgili Tirmizi rivayetinde geçmekte- 7. Kuran-ı ezberleyenlere verilen idari görevler sahabenin dir (Tirmizi, Deavat, 83). Allah’ın sıfatı olarak dal, adalet- Kur’an ezberleme sebepleri arasında sayılamaz. li ve insaflı olan, hakla hükmeden, haklıya hakkını hak- sıza cezasına veren, her şeyi yerli yerinde yapan, her (Cevap E) söylediği, her emir ve yasağı, her yaptık hak ve doğru olan, asla zalim olmayan demektir. Kur’an’da isim şekli geçmemekle birlikte insanlara adaleti emreden şu ayet- ler, O’nun adil olduğuna delalet eder: “Allah adaleti em- reder…” (Nahl, 16/90); “Konuştuğunuz zaman akrabanız bile olsa adil olun.” (En’am, 6/152); “…İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedin…” (Nisa, 4/58); “Ey mü’minler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şa- 8. Hadari; Hz. Peygamber’e yolculuk ve misafirlikte iken de- hitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin si- ğil yerleşik durumda iken gelen vahiydir. Vahyin çoğun- zi adaletten saptırmasın. Adil olun. Adalet takvaya daha

luğu bu şekilde gelmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK yakındır…” (Maide, 5/8)

(Cevap E) (Cevap D)

29 KPSS • ÖABT KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 7

12. Surede Nûh (a.s.), kavmine gönderilen bir peygamber 14. Kâsem sözlükte, yemin, ahid, akt gibi anlamlara gelmek- olarak sunulduktan sonra, onun (a.s.) kavmi ile olan di- tedir. Çoğulu, aksâmdır. İslâm öncesi Arap toplumunda yaloguna geçilir. Bu diyalogda, sanki işin sonuna gelmiş sözü pekiştirmek için kullanılan tekid üsluplarından biri bir peygamberin, kendisini peygamber olarak gönderen olarak kâsem, tanrılara, putlara, şerefe, atalara ve deği- ve her şeyi bilen o en yüce makama, işi başından sonu- şik saygın unsurlara yapılırdı ve son derece yaygındı. na kadar nasıl yürüttüğünü arz usulü ile anlatan ve işin Âlimlere göre Allah’ın yemin etmesi; sonucunun böyle olmaması için var gücünü ortaya koy- 1. Muhatabın bildiği ve uyguladığı üslupla onlara hitap duğu hâlde sonucun gidişatını etkileyememekten yana etmesi, bir sorumluluğunun olmadığını, son derece müşfik bir li- KOZMİK ODA YAYINCILIK sanla arz eden bir peygamber konuşmasının vahiy yo- 2. Sözünden dönmeyen bir varlık olması sebebiyle sö- luyla aktarılışını görmekteyiz. Bu yakarışta kavminden zünün doğruluğunu ortaya koymak değil, doğrulu- şunları istemektedir: ğunu muhatapların üslubuyle pekiştirmesi içindir.

I. Kendisinin bir peygamber olduğuna inanmalarını Kasemin en önemli gayesi, söylenilen sözü tekid etmek- tir. Bunun yanında muhatabın dikkatini çekmek; mesajın II. Allah’a itaat ve kulluk etmeleri önemini vurgulamak; üzerine yemin edileni yüceltmek; III. Allah’tan bağışlanma dilemeleri yeminin konusunu önemsemek, müjde ve uyarıları belir- ginleştirmek gibi gayeleri de mevcuttur. (Cevap C) (Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

13. Tenzih: Allah’ı bütün eksik sıfatlardan arındırma anlamın- dadır. Teshir: Yüce Yaratıcı, dünyayı insan hayatının devam 15. Modern yönelişlerin önemli bir kısmı, Kur’ân’ın ezelî ke- edebileceği bir özellikte ve güzellikte yaratmıştır. Birçok lam olduğu düşüncesini reddederek tarihselci bir bakış ayette vurgulanan gemilerin, nehirlerin, güneşin, ayın kı- açısıyla Kur’ân’ı yorumlamıştır çünkü yaratılmış bir ke- sacası göklerdeki ve yerdeki her şeyin insanların hizme- lam üzerinde konuşmak, yaratılmamış bir kelam üzerin- tini sunulması, teshîr hep buna işaret etmektedir. de konuşmaktan daha kolaydır. Kur’ân’ı anlama ve yo- Teşbih: Dua anlamında kullanılmakla birlikte, tenzih an- rumlamada yeni yöneliş sahiplerinin bir kısmı, Kur’ân’ı lamına da gelebilmektedir. bir söz-metin (hitap) olarak görmektedir. Böyle olduğu za- Tenzil: Kur’an-ı Kerim’in seneler içerisinde tedricen, par- man Kur’ân’ın tarihî şartlar doğrultusunda bir metin ola- ça parça indirilmesini işaret eden kavramdır. rak işleme sokulması kolay olacaktır. Dolayısıyla Kur’ân’ın Tebşir: Peygamberlerin iman edip salih amel işleyen mü- bir ‘kitap’ olarak bugün elimizde bulunuyor oluşu, moder-

minleri cennetle veya mükâfatla müjdelemesidir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nist düşünürleri rahatsız etmektedir.

(Cevap B) (Cevap E)

30 KUR’AN-I KERİM VE TECVİD Test • 7

16. Sözlükte; gündüz, gece ve öğleden sonra güneşin kızar- 19. Kur’an, doğrudan akıl sözcüğünü bir isim olarak kullan- masına kadar olan ikindi vakti anlamına geldiği gibi, yüz maz; onun yerine o, hemen hemen akıl ile aynı anlama yıllık zaman anlamına da gelir. Kur’an’ın 103. suresinin gelen kalp sözcüğünü kullanır. Nitekim Kur’an’ın; “Onla- adıdır. Sure 3 ayettir. Bu surede Allah; asra/zamana, ça- rın kalpleri vardır, onlarla anlamazlar” (A`râf, 7/179); “Yer- ğa yemin ederek vaktin kıymetine işaret etmiş ve dünya- yüzünde dolaşmazlar mı ki düşünecek kalpleri olsun!” da ziyana uğramayan insanların niteliklerini bildirmiştir. (Hacc, 22/46); “Kur’an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yok- Bu nitelikler; iman, Salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tav- sa kalpleri kilitli mi!” (Muhammed, 47/24) gibi ayetlerin- siyedir. Bunlar, İslami görevlerin tümünü genel olarak ifa- den de açıkça görülüp anlaşılacağı üzere, Kur’an, kalbi,

de etmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK akıl yerine kullanmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’nın akıl ye- rine kullandığı kalp, aklın eylemleri olan anlamayı, dü- (Cevap A) şünmeyi gerçekleştiren bir merkez olmaktadır.

(Cevap A)

17. Cennet: Sözlükte “bitki ve ağaçlarla örtülü yer ve bahçe” anlamına gelen cennet, din literatüründe, iman edip sa- lih amel işleyenlere, ahirette vaad edilen nimet ve müka- fat yurdu demektir. Kur’an-ı Kerim’de cennet için çeşitli isimler kullanılmıştır: adn cenneti, Firdevs cenneti, naim cenneti, daru’l-huld (ebedilik yurdu), Daru’s-selam (esen- lik yurdu), daru’l-mukame (ebedi durulacak yer) ve ma- kam-ı emin (güvenilir makam). Cennette; bakanlara hoş görünen, içenlere zevk veren nehirler ve sular, süzme baldan ırmaklar, tatlı su pınarları, sarhoş etmeyen, içen- lere zevk veren ve bembeyaz bir kaynaktan çıkan içkiler,

çeşitli meyveler, hurmalar, nar ağaçları, bağlar, sedir ağaç- DİKAB SORU BANKASI ları ve salkımlı muz ağaçları, ince ve kalın ipek elbiseler, altın süsler, güzel meskenler, hiçbir yorgunluk ve zahmet vermeyen, boş ve yalan söz işitilmeyen sonsuz nimet ve güzellikler bulunduğu Kur’an’da bildirilmektedir.

(Cevap C)

20. Sözlükte “birini çağırmak, ölüye ağlamak, birinden yar- dım istemek, dua ve beddua etmek, alıkoymak, iddia et- mek, propaganda yapmak” gibi anlamlara gelen davet, din literatüründe, insanları dine ve Salih ameller işleme- ye, Allah ve Peygamberine itaat etmeye, iyilikler yapma- ya, kötülüklerden sakındırmaya çağırmak; İslam’ı tanıt- 18. Sözlükte “sabit olmak, durulmak, sükûnete kavuşmak” mak demektir. Kur’an’da çağırmak (Bakara, 2/23), Allah’a anlamındaki yakın kökünden türeyen yakın, terim olarak yalvarmak, dua etmek, ibadet ve itaat etmek (Bakara, “doğruluğunda şüphe bulunmayan, vâkıaya uygun bilgi, 2/186) manalarında kullanılmıştır. İslam’a davet konusun- sabit ve kesin inanış, kanaat (itikad), şüphe ve tereddüt- da Hz. Muhammed’in koyduğu temel prensip ve metot- ten sonra ulaşılan kesinlik” anlamına gelir. Burada geçen lar vardır. Bunların başında Kur’an ve Sünneti rehber “vâkıaya uygun” ifadesiyle cehalet, “sabit” ile taklit, “ke- edinme gelir Hz. Peygamber devlet başkanlarına mek- sin” ile zan, “itikad” ile şüphe durumlarının tanım dışında tup yazarak onları İslam’a davet etmiş, yakın kabilelere

bırakıldığı belirtilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ise öğretici ve mürşitler göndermiştir.

(Cevap C) (Cevap D)

31 KPSS • ÖABT TEFSİR Test • 1

1. Kur’an-ın Hz. Muhammed’ e tedrici yani (parça parça) in- 3. “Müfessir, Kur’ân’ı başından sonuna kadar ayet ayet ele dirilmesinin bir çok sebep ve hikmeti bulunmaktadır. A, alıp belli bir yöntemle açıklamaya çalışan kişi” demektir. B, C ve D seçenekleri bu hizmetler arasında gösterilirken Müfessir olabilmenin bir takım kriterleri söz konusudur. E seçeneği bunlardan değildir. Çünkü bu durum müslü- Süyûtî bu konuda bilgi verirken müfessirde aranan ilk kri- manlığı insanların kalbine ve zihnine yavaş yavaş nük- terin sağlam ve sahih bir inanç olduğunu söyler. Ona gö- settirmiş ve İslam dinine inanmayı kolaylaştırmıştır. re bu kriter, tefsîrle ilgili olarak ileri sürülecek yöntemsel ve mekanik kriterlerden önce, Kur’ân’ı yorumlayacak ki- (Cevap E) şinin Müslümanlık açısından en temel özelliğini ortaya

KOZMİK ODA YAYINCILIK koymaktadır. Çünkü yöntemsel kriterleri herkes uygula- yabilir. Ancak bunları uygulayacak kişinin İslam Dini açı- sından öncelikle sahih bir niyete ve kâmil bir imana sa- hip olması gerekmektedir. Aksi halde art niyetle hareket etmek her zaman mümkün olabilir. Bu temel kriterin dı- şında Süyûtî bir müfessirin; 1. lügat, 2. nahiv, 3. sarf, 4. iştikak, 5. meânî, 6. beyân, 7. bedîî, 8. kırâat, 9. kelâm, 10. fıkıh usûlü, 11. esbâb-ı nüzûl, 12. nâsih-mensûh, 13. fıkıh, 14. hadis, 15. mevhibe (ilham) ilmine âşina olması- nı da şart koşmaktadır.

(Cevap A)

4. Vahy, v-h-y kelimesinin mastarı olup sözlükte, gizli ve sü- ratli bir şekilde bildirmek, seslenmek, gizli konuşmak, fı- sıldamak, emretmek, telkin etmek, ilham etmek, işâret et- 2. Rivayet Tefsîri: Kur’ân-ı Kerim, Resûlüllah’ın (s.a.s.) sün- mek, yazı yazmak, bir şeyi başkasına intikal ettirmek, el- neti, Sahabe ve Tâbiûn sözlerine dayanan tefsîrdir. Bu çi göndermek ve içgüdü gibi anlamlara gelmektedir. Vah- kaynaklarla yapılan tefsîre “rivayet tefsîri” denildiği gibi, yin terim olarak tanımı ise şöyledir: “Yüce Allah’ın insan- DİKAB SORU BANKASI “naklî tefsîr” veya “me’sur tefsîr” de denilir. Rivayet tefsîr- lara ulaştırılmasını istediği mesajlarını peygamberlerine, leri bize, ayetlerin mânâlarını, kırâat vecihlerini, muhkem alışılmışın dışında gizli bir yolla süratli bir şekilde bildir- veya müteşâbih olduklarını, nüzûl sebeplerini, nâsih ve mesidir”. mensûhunu bildirdiği gibi, geçmiş ümmetler ve onlarla il- Vahiy hâdisesi, gizli bir şekilde ve süratli olarak gerçek- gili ayetler hakkında da bilgi verir. Bu tür bilgiler, daha leşmektedir. Nitekim bazen çok uzun Kur’ân pasajları giz- ziyâde hadîs, siyer, megâzi ve tarih kitaplarında yer alır. li olarak çok kısa bir sürede Resûlullah’a intikal ettirilmiş- Bu çeşit tefsîr, başlangıçta rivayetle başlamış, Hz. Pey- tir. İbn Haldun vahyin bu hususiyetini şu sözleriyle orta- gamber’den Sahâbeye, onlardan da Tâbiîlere intikâl et- ya koymaktadır: “Peygamberlerin Cebrâil’den vahiy al- miştir. Daha sonra rivayetler toplanmış, tefsîrler tedvîn maları, bir kere göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir edilmiştir. Şimdi en meşhur rivayet tefsîrlerinin isimlerini zaman dilimi içinde gerçekleşmiştir”. müellifleriyle birlikte zikredelim: (Cevap A) 1. İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân.

2. Ebu’l-Leys Semerkandî, TefsîruEbi’l-Leys.

3. el-Vâhidî, el-Vecîz fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîz.

4. el-Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl.

5. İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri Kitâbi’l-Azîz. 5. Sorudaki öncüllerin kavramsal karşılığı C seçeneğinde 6. İbnKesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. doğru verilmiştir.

7. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûrfi’t-Tefsîr- I. Tefsir III. Meal

bi’l-Me’sûr. KOZMİK ODA YAYINCILIK II. Tevil IV. Tercüme

(Cevap D) (Cevap C)

32 TEFSİR Test • 1

6. Pek çok sure tam olarak bir defada, bir kısmı da parça 9. Hanefi mezhebinin meşhur fakıhleri arasında yer alan parça vahyedilmiştir. Bazen bir sure tamamlanmadan, di- Ebu’l-Leys es- Semerkandi eseri Tefsiru’l- Kur’an’- il- Azim ğer bir surenin nâzil olduğu, hatta birden fazla sureye ait ile rivayet Tefsir alanında açık ve akıcı bir dile sahip eser ayetlerin bir anda indirildiği olmuştur. Bugün elimizde bu- ortaya koymuştur. B, C, D ve E seçeneklerindeki eserler lunan Mushaflardaki sureler, iniş tarihine göre tertip edil- Dirayet tefsir alanındadır. memiştir. O halde bu surelerin tertibi kim tarafından ya- (Cevap A) pılmıştır? Bu konuda üç görüş vardır:

1. Surelerin tamamının tertibi Hz. Peygamber’e dayan- KOZMİK ODA YAYINCILIK maktadır (tevkîfî). Bu görüşte olanlar, Hz. Osman dö- neminde yazılıp İmam adı verilen Mushaf’ı, ellerinde özel Mushafları olanlar da dâhil olmak üzere bütün ashâbın ittifakla kabul ettiğini delil olarak ileri sürmek- tedirler. Surelerin İmam Mushaf’taki tertîbi, bugün eli- mizde bulunan Mushaflardaki tertibin aynısıdır.

2. Surelerin tamamının tertîbi sahabenin içtihadı ile ol- 10. Parçada anlatılan görüşlere sahip kimse İşari tefsir eko- muştur. Bu görüşte olanlar, Hz. Osman tarafından im- lüne mensuptur. Çünkü ayeti manasından batıni hâ ettirilmeden önce, bazı sahabelerin ellerinde bu- manaya yorumlamasıyla ifae etmektedirler. Bu tefsire “ta- lunan Mushaflardaki surelerin tertibinin farklı olması- savvufi” veya “sufi tefsir” denmektedir. nı delil göstermektedirler. (Cevap C) 3. Surelerin tertîbinin bir kısmının Hz. Peygamber’in bil- dirmesi, bir kısmının da sahabenin içtihadı ile olmuş- tur.

(Cevap B)

11. Kur’an-ı Kerim’de zamirlerin zarfların kullanılması, za- DİKAB SORU BANKASI man ve mekan zarflarının kullanılması ve verile örnekte de As b. Vail’in zikredilmeyip (hüve) zamirinin kullanılma- sı Kur’an ilimlerinden Mübhematü’l- Kur’an ile açıklan- 7. Hz. Peygamber sık sık itikafa çekilmek üzere Hira mağa- maktadır. rasına gidiyordu. M. 610, 27 Ramazan, Pazartesi günü Cebrail adlı melek aracılığıyla Alak suresinin ilk beş aye- (Cevap B) ti vahiy olarak gönderilmiştir.

(Cevap A)

12. A: Kur’an-ı Kerim’de mahiyeti ve muhtevası kapalı olan lafızların açıklanmasını amaçlayan telif türü.

B: Kur’an’da bir kelimenin farklı yerlerde kazandığı de- ğişik manaları mükerrerleriyle birlikte inceleyen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.

8. Peygamberin vefatının ardından Kur’an-ı tefsir etme gö- C: Kur’an-ı Kerim’in okunuş keyfiyeti, kıraat alimlerine reviyle karşı karşıya kalan sahabiler hüküm istinbatında nispet edilen okuyuşlar, bunlarla ilgili ilim dalı. bulunmamışlar, ayetleri nuzül sebepleriyle açıklamışlar, D: Şer’i bir hükmün daha sonra gelen Şer’i bir deliller müteşabih ayetleri tefsir etmekten kaçınmışlardır. Saha- kaldırılması. beden sonra tefsir etme göreviyle tabiun karşı karşıya kalmıştır. Tabiun döneminde ekolleşmeye gidilmiş ve bu E: Ayetler ve sureler arasındaki anlam ilişkisi ve bunu

konuda bir çok ekol oluşturulmuştur. KOZMİK ODA YAYINCILIK inceleyen bilim dalı.

(Cevap E) (Cevap B)

33 KPSS • ÖABT TEFSİR Test • 1

13. İlk defa 3. Halife Hz. Osman zamanında ilk cilde uygun olarak beş (veya yedi) adet Kur’an yazdırılmış, bunlar- dan biri Medine’de Hz. Osman’ın nezdinde bırakılıp di- ğerleri merkezden uzak vilayetlerde yaşayan Müslüman- ların Kur’an’ın okunmasındaki tereddütlerini gidermek için bu vilayetlere gönderilmiştir. Osman (r.a.) Mushaf’ı istin- sah edip çoğaltmaları için şu dört kişiyi görevlendirmiştir: Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zübeyr, Said b. As, Abdurrah-

man b. Haris. Bunlardan Zeyd Medineli Ensar’dan, diğer- KOZMİK ODA YAYINCILIK leri ise Mekkeli olup Kureyşlilerdendi. Bazı haberlerde bu heyetin 12 kişiden oluştuğu bildirilmektedir.

(Cevap B)

14. Muhkem, delaleti açık, manası başka bir konuyla karış- mayacak derecede net olan ve tek manası bulunan ayet- lere denir. Muhkem ayetlerin manaları, başka bir konuy- la karıştırılmayacak şekilde kolaylıkla anlaşılmakta, ma- nalarını anlamak için başka bir izah veya delile ihtiyaç duyulmamaktadır.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

34 TEFSİR Test • 2

1. Kur’an’ın meselleri anlamına gelir. Tabirde geçen “emsal” 4. Kaynakların belirttiğine göre Ahmed b. Hanbel “megâzi “mesel” kelimesinin çoğuldur. “Mesel”; benzer ve delil de- (kahramanlık kıssaları), melâhim (harp tarihi) ve tefsîr gi- mektir. “Atasözüne” de mesel denir. Kur’an’da meseller bi üç şeyin aslı yoktur” demiştir. vardır. Varlığının sebebi; düşündürme, hatırlatma, öğüt (Cevap E) verme, duygulandırma, ibret verme ve böylece insanları iyiye, güzele doğruya yönlendirmedir. “Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara öğüt almaları için her misali anlattık” (Zümer, 39/27), “Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz

ama onları alimlerden başkası düşünüp anlamaz” (Anke- KOZMİK ODA YAYINCILIK büt, 29/43) ayetleri ile Allah Kur’an’da misaller anlattığı- nı bildirmektedir. Meseller, Tahrim suresinin 11-12. Ayet- lerinde olduğu gibi sarih ve ; A’raf suresinin 58. aye- tinde olduğu gibi gizli, remizli ve imalı olabilir.

(Cevap D)

2. Vahiyle ilham arasında şu farklar bulunmaktadır: 5. Kur’an’da muhkem ayetlerin bulunması onların tefsirine ihtiyaç duyulduğu anlamına gelmez Muhkem, delaleti 1. Peygamberler kendilerine indirilen vahyin Allah ka- açık, manası başka bir konuyla karışmayacak derecede tından olduğunu kesin olarak bilirler. İlhamın kayna- net olan ve tek manası bulunan ayetlere denir. Demek ki ğı belli olmadığı için onu alanlar onun nereden geldi- muhkem ayetlerin manaları, başka bir konuyla karıştırıl- ğini bilemezler. mayacak şekilde kolaylıkla anlaşılmakta, manalarını an- 2. Vahiy vasıtalı, ilham ise vasıtasız olarak tecellî eder. lamak için başka bir izah veya delile ihtiyaç duyulmamak- tadır. 3. Vahiy olayı son bulmuştur, ilham ise devam etmekte- dir. (Cevap D)

4. Vahiy bağlayıcıdır, ilham ise bağlayıcı değildir. DİKAB SORU BANKASI

5. Vahiy umumî ve küllî, ilham ise hususî ve cüzîdir.

6. Vahiy yoluyla elde edilen bilgiler birbirleriyle çelişmez; ilham ile elde edilen bilgiler ise birbirleriyle çelişebi- lir.

(Cevap A)

6. Burhânî te’vîlin İslâm düşüncesindeki en meşhur kuram- cısı İbn Rüşd’dür. Bu yüzden söz konusu te’vîli İbn 3. Te’vîl kelimesi, sözlük manası itibarıyla aslına dönmek Rüşd’ün anlayışı istikametinde tanımlamak gerekmekte- anlamına gelen kökünden vezninde mastar olup döndür- dir. Söz konusu filozof Faslu’l-Makâl adlı eserinde bur- mek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak demek- hânî te’vîli, nasları bütünsellik içinde ele alarak, zâhirî tir. Terim olarak da “te’vîl, ayetin lafzî tahlilinden sonra or- manalarına uygun düşecek şekilde yorumlamaktadır. taya çıkan manasını, makul ve kuvvetli delillerle destek- Çünkü ona göre akılla elde edilen bilgiyle, vahiy yoluyla lenmiş olmak şartıyla muhtemel manalarından bağlamı- elde edilen bilgi asla birbirine ters değildir; aksine uyum na en uygun olana çevirme” faaliyetidir. hâlindedir. Bu uyum ya doğrudan nassın zâhirinden an- Lafzî ve terim anlamı itibarıyla ortaya konan sonuçlardan laşılan mana ile yahut da burhana dayanan te’vîllerle ger- anlaşıldığına göre te’vîl esasen kelâmın anlam yelpaze- çekleşmektedir. Burhana dayalı olarak yapılan akıl yürüt- si dışında gerçekleştirilen bir hakikat olmayıp, aksine onun me, varlık hakkında bilgi verdiği gibi, nasslar da varlık

mana çerçevesi içinde yapılan bir faaliyetten ibarettir. KOZMİK ODA YAYINCILIK hakkında bilgi verirler.

(Cevap D) (Cevap A)

35 KPSS • ÖABT TEFSİR Test • 2

7. Kur’ân, Ramazan ayının Kadir gecesinde Levh-i Mahfûz’dan 10. Bâtıni tefsîr, zâhir anlamla ters düştüğü, ilham ve keşf ne- Beytu’l-İzze’ye toptan indirilmiştir. Ancak bazı âlimler ticesinde elde edilen ledünni ilim yerine kişinin kendi şah- Kur’ân’ın buraya indirilmiş olduğunu kabul etmemektedir- sî fikrini yansıttığı ve zâhirî anlamı yok sayıp biricik sayıl- ler. dığı için aşırı bâtınî yorum olarak telakki edilmiş ve kabul Ancak şu hikmetler dikkate alınırsa, Kur’ân’ın Beytu’l-İz- görmemiştir. Batıni tefsîr, Kur’ân’daki hurûf-ı mukatta’a ze’ye toptan indirilişinin faydadan hâli olmadığı anlaşıl- başta olmak üzere cifr hesabıyla ayetleri, kehanetlere va- maktadır: racak, Kur’ân’ın zâhirine ters düşecek şekilde aşırı ola- rak yorumlamışlardır ki bunlar, müfessirler tarafından 1. Diğer ilâhî kitaplardan farklı olarak Allah Kur’ân’a iki KOZMİK ODA YAYINCILIK “bâtıni” ve “ilhadi” (sapkın) yorum kapsamında değerlen- farklı özellik vermiştir: Hem toplu ve hem de parça dirilmiştir. parça iniş. Bu da onun, gerek Kur’ân’a ve gerekse Kur’ân’ın kendisine indirildiği Hz. Peygamber ve onun (Cevap B) ümmetine vermiş olduğu önemi gösterir.

2. Bir kitabın bir tek sicile değil, birden fazla sicile kay- dedilmesi, yine ona verilen değeri gösterdiği gibi ay- rıca onun, her safhada titizlikle korunduğunu ortaya koyar. 11. İnsandaki aşırı merak ve hırs, bazı ayetlerin detaylarını 3. Allah, gökler âlemindeki varlıklara, bu Kur’ân’ı son öğrenmeye sevk ediyordu. Meselâ Ashab-ı Kehf’in isim- Peygamber’e indireceğini bildirmiş, böylece onları bu leri, kaç kişi oldukları, köpeklerinin rengi; Nûh’un gemisi- muazzam olaya şahit tutmuş olmaktadır. nin büyüklüğü, içerisine alınan hayvanların sayıları ve (Cevap A) cinsleri; Hz. Yusuf’un rüyasında gördüğü yıldızların ad- ları; Hz. Musa’nın Medyen’de hizmetkârlık yaptığı evin büyük kızıyla mı, yoksa küçük kızıyla mı evlendiği gibi 8. Te’vîl kelimesi, sözlük manası itibarıyla aslına dönmek birçok gereksiz konu ehli kitaba sorulmuştur. anlamına gelen kökünden vezninde mastar olup döndür- Bazı Müslümanlar bu tür bilgilere ulaşmak maksadıyla mek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak demek- Ehl-i kitabın önde gelenlerine özellikle İslâm’ı kabul et- tir. Ancak bu kelime Kur’ân bütünlüğü içerisinde farklı an- miş bulunan Abdullah b. Selam, Vehb b. Münebbih ve lamlar ifade etmektedir: Ka’b el-Ahbar gibi kimselere soruyorlar ve aldıkları ce-

1. Tefsîr, “Onun tefsîrini ancak Allah bilir.” (Âl-i İmrân (3), DİKAB SORU BANKASI vapları muhafaza ediyorlardı. Bunların arasında kendi- 7), sinden en çok rivayet edilen Ka’b el-Ahbar’dır.

2. Sebep, “Hakkında sabredemediğin şeylerin te’vîlini/ (Cevap A) sebebini sana bildireceğim.” (Kehif (18), 78),

3. Sonuç, Bu daha iyidir ve te’vîl/sonuç bakımından da- ha güzeldir.” (Nisâ (4) 59),

4. Rüyâ tabiri, “Ve Yûsuf dedi ki: Babacığım! İşte bu da- ha önce gördüğüm rüyanın te’vîli/tabiridir.” (Yusuf (10), 100) gibi.

(Cevap E) 12. Tefsîrde temayüz etmiş sahâbiler arasında Hz. Ebû Be- kir, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. 9. Ayet kelimesi sözlükte, iz, açık işaret, burhân, emâre ib- Mes’ûd, Ubey b. Ka’b ve Ebû Musâ el- Eş’arî’nin isimle- ret, nişâne, şaşırtıcı iş ve mucize manasına gelmektedir. ri zikredilmektedir. Ancak Kur’ân nasslarının yorumunu Allah’ın varlığına delâlet eden her şeye de ayet denilmiş- içeren rivayetlerin sayısı ile tefsîr ilmine yaptıkları katkı tir. Ayet kelimesinin çoğulu, ây veya âyât’tır. Terim olarak bakımından söz konusu sahâbîler farklı konumlara sa- ayet, “Kur’ân’ın herhangi bir suresinde, bir veya birkaç hiptirler. Sözgelimi tefsirde rivayetlerinin fazlalığı esas alı- kelime ya da cümleden meydana gelen ve başından ve narak bir sıralama yapılacak olursa, o takdirde Abdullah sonundan ayrılmış olan bölümlere” denir. Ayetlerin son b. Abbas, Abdullah b. Mes’ûd, Ubeyy b. Ka’b ve Hz. Ali’nin kelimesine, iki ayeti birbirinden ayırdığı için fâsıla, fâsıla- isimlerini ön sıralarda zikretmek gerekir. En az rivayette

nın son harfine de harfu’l-fâsıla denmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK bulunanlar ise, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dır.

(Cevap B) (Cevap B)

36 TEFSİR Test • 2

13. Yüce Allah şu ayette vahyin üç türlü gelebileceğini haber 15. Tefsir usulüne ilişkin ilk eserler ilk önce tefsirlerin mukad- vermektedir: dimeleri şeklinde olmak üzere zamanla müstakilleşerek “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arka- ulaşılabildiği kadarıyla H. III. asırda kaleme alınmış ol- sından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona diledi- malıdır. Aynı zamanda meşhur bir mutasavvıf olan Hâris ğini vahyeder.” (Şûrâ (42), 51). el-Muhâsibî’nin (öl. 243/857) “el-Akl ve Fehmu’l Kur’ân” adlı eseri bu sahadaki ilk müstakil çalışma olarak takdim Bu ayete göre vahiy üç şekilde gerçekleşmiştir: edilmektedir. 1. Allah’ın iletmek istediği mesajları peygamberinin kal- Oldukça dağınık ve sistematik olmaktan uzak ilk çalış-

bine doğrudan bırakması/yerleştirmesi. KOZMİK ODA YAYINCILIK malardan sonra tefsir usulünde ilk ciddî çalışma Ebu’l-Fe- 2. Vahyi peygamberine bir perde arkasından bildirme- rec İbnu’l- Cevzî (öl. 597/1200) tarafından yapılmıştır. Bu si. Hz. Mûsâ’ya ağaçtan nidâ etmesi bu tür bir vahiy sahadaki “Funûnu’l-Emân fi Ulûmi’l-Kur’ân” ile “Acâibu çeşididir. Ulûmi’l-Kur’ân” anılan tefsir usulü çalışmalarının ana kay- naklarından olması hasebiyle önemlidir. Bundan iki asır 3. Vahiy getirmekle görevlendirdiği bir meleği elçi ola- sonra ez-Zerkeşî’nin (öl. 794/1392) yazdığı, “el-Burhântî rak göndermesi. Kur’ân bu şekilde yani, Cebrâil vâ- Ulûmi’l-Kur’ân” da Kur’ân ilimleri 47; Suyûtî (öl. sıtası ile indirilmiştir. 911/1506)’nin en-Nikayesi’nde 55; et-Tahbîr fi Ulûmi’t Tef- (Cevap E) sîr’inde 102 ve bu sahadaki en meşhur eser olan el-İtkan fi Ulûmi’l Kur’ân’ında 80; İbn Akîle el-Mekkî’nin (öl. 1150/1737) ez-Ziyâdeve ‘lİhsân fi Ulûmi’l-Kur’ân adlı ese- rinde de 150 ilim olarak ele alınıp incelenmiştir.

(Cevap B)

16. Rivayet sözlükte, birini su kaynağına götürmek ve su içir- mek gibi anlamlara gelir. Buna göre rivayet, bir kaynağa gitmek, başka bir ifadeyle nakle dayanmak demektir. Te- rim olarak ise “Kur’ân’ı Kur’ân, Hz. Peygamber’in sünne- ti ve selefin açıklamaları ile tefsîr etmek” diye tanımlamak mümkündür. Rivayet tefsirinde ilk başvurulan kaynak her zaman, Kur’an’dır. DİKAB SORU BANKASI (Cevap C) 14. Tefsîr kavram olarak kısaca, “Kur’ân ayetlerini Arap dili ve edebiyatı açısından tahlile tâbi tutup kastedilen ma- nayı tespit etmek” diye tanımlanabilir. 17. Kelime olarak nesh, yok etmek, gidermek, bir şeyi bir yer- Te’vîl kelimesi, sözlük manası itibarıyla aslına dönmek, den başka bir yere nakletmek ve yazmak gibi anlamlara döndürmek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak gelmektedir. Hepsinde var olan temel anlam, yer değiş- demektir. Terim olarak da “te’vîl, ayetin lafzî tahlilinden tirmedir (tebdîl). Dinî bir terim olarak da nesh, herhangi sonra ortaya çıkan manasını, makul ve kuvvetli delillerle bir şer’î hükmün yerine başka bir şer’î hükmün gelerek desteklenmiş olmak şartıyla muhtemel manalarından bağ- öncekinin hükmünü ortadan kaldırması anlamındadır. lamına en uygun olana çevirme” faaliyetidir. (Cevap C) Tercüme kelimesi sözlükte, “bir kelâmı bir dilden başka 18. Hâricîye fırkası Kur’ân’ın, lafız düzeyine son derece önem bir dile çevirmek, bir sözü diğer bir dilde tefsîr ve beyân verirler, tefsir ve te’vîle ihtiyacı olmadığını benimserler. etmek, bir lafzı kendisinin yerini tutacak başka bir lafızla Kur’ân lafzının yüzeysel anlamıyla hareket ederler. Laf- değiştirmek” gibi manalara gelmektedir. zın yüklendiği derin zâhirî anlamların varlığını kabul et- Meal ise te’vîl kavramı gibi evl kökünden türemiştir. Söz- mezler. Ehl-i Sünnetin tefsîr ve te’vîl anlayışıyla Şîa’nın lükte bir şeyin özü, hülâsası ve âkıbeti anlamına geldiği bâtınî te’vîl anlayışını reddederler. Dolayısıyla Kur’ân met- gibi, eksik bırakmak manasını da içermektedir. Kavram nini anlamada yardımcı olan “hadis, sahabe kavli, üm- olarak da, “bir sözün manasını tam olarak değil de, biraz metin icmaı” gibi unsurlara -özellikle de mezheplerine ay- noksanıyla ifade etmek” demektir. kırı olduğunda- itibar etmezler. Ancak ayetlerin tefsirinde Tenkit ise bir metni eleştirel süzgeçten geçtikten sonra kendi fikirlerini ispat konusunda zorlama te’vîllerden de

yayımlamaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK kaçınmazlar.

(Cevap D) (Cevap D)

37 KPSS • ÖABT TEFSİR Test • 3

1. Fezâilu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın tamamını veya bazı sure ya 4. Abdullah b. Mesud sahabi ve ilk dönem müfessir, muhad- da ayetlerini öğrenip okuyan, öğreten, dinleyen, ezberle- dis ve fâkihlerindendir. Hayatının ilk yıllarında Mekkeli bir yen, hükümlerine göre amel edenlerin kazanacakları se- zengin için çobanlık yapmış, İslam’ı duyunca da kardeşi vapları, bazı sure yahut ayetlerin şifalı olduğunu bildiren Ukbe ve annesi Ümmü Abd bint Abd İbn Süvâ ile birlikte hadisleri içeren literatür için kullanılan bir tabirdir. Bunun Müslüman olmuştur. İlk Müslümanlar arasında altıncı ki- için kaynaklarda “Fezâilu’l-Kur’ân”, “Sevâbu’l-Kur’ân”, şi olan Abdullah b.Mesud, Kabe’de ilk defa açıktan Kur’an “Menâfiu’l-Kur’ân” gibi terimler kullanılmıştır. Bu konuda okuyan kişidir ki bu sebeple Kureyş ileri gelenleri tarafın- müstakil eserler kaleme alınmıştır. İmam Şafiî’nin Menâ- dan çok eziyet görmüştür. Daha sonraları Hz. Peygam-

fiu’l-Kur’ân adındaki kitabının bu konuda yazılan ilk eser KOZMİK ODA YAYINCILIK ber onu himayesine almış, ömrü boyunca da peygambe- olduğu ileri sürülmektedir. rin yanından ayrılmamıştır. Abdullah b. Mesud, peygam- berin evine izinsiz girebilen tek kişidir. Bedir, Uhud ve (Cevap D) Hendek muharebelerinin hepsine katılmış, Bedir’de Ebu Cehil’i öldürerek Mekkelilere ağır bir darbe vurmuştur. Peygamberin ölümünden sonra ise Yermük Savaşı’na katılmıştır. Abdullah b. Mesud, Hz. Ömer tarafından Kûfe’ye vali edil- miş ve orada halka İslam’ı anlatmakla da görevlendiril- miştir. Daha sonra halife Osman tarafından bu göreve devamı uygun görülmüş ve ömrünün sonlarına doğru Me- 2. Kur’an ayetlerini, ayetler ve hadislerle tefsir etmekle ye- dine’ye gelmiştir. Hicretin 32. veya 33. yılında altmış yaş- tinmeyip dil, edebiyat, din ve çeşitli bilgilere dayanılarak, larında Hz. Osman’ın hilafeti döneminde vefat etmiştir. akıl ve içtihatla yapılan tefsire denir. Dirayet tefsirine re’y Vasiyeti uyarınca geceleyin Bâki Mezarlığı’na gömülmüş- tefsiri denir. Dirayet tefsirinde; kelimelerin etimolojik ya- tür. pısı, hakikat veya mecaz oluşu, cümlelerin tahlili, emir ve (Cevap A) yasakların ne ifade ettiği, sözün bağlamı ve belağat yön- leri dikkate alınır. Müfessir, ilmi gücüne göre ayetleri yo- rumlar. Dirayet tefsirinin makbul olabilmesi için bu tefsi- rin, İslam’ın ruhuna, Kur’an ve sünnet bütünlüğüne uy- gun olması gerekir. Aksi tadirde bu tefsir, ilhadi bir tefsir

olur. Fahruddin Razi’nin “Mefatihu’l-Gayb”. Beydavi’nin DİKAB SORU BANKASI “Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil”. Nesefi’nin “Medari- 5. Tercüme; bir kelamı bir dilden bir başka dile çevirmek an- ku’t-Tenzil ve Hakiku’t-Te’vil” adlı eserleri bu metotla ya- lamına gelir. Lafzi (harfi) tercüme ise aslına benzemesi zılan tefsirlere örnektir. gözetilen, başka bir deyimle eş anlamlı kelimelerden bi- rinin, diğerinin yerine konulmasını hedefleyen tercüme- (Cevap C) dir. Bu tercüme, Kur’an için mümkün değildir. Çünkü bü- tün insalar ve cinler bir arya gelseler Kur’an’ın benzerini meydana getiremezler.

(Cevap E)

3. Kur’an hükümleri anlamına gelen “ahkamü’l-Kur’an”; iba- det, muamelat, kefaret ve ukubat ile ilgili ayetlerin yoru- munu konu edinen bilim dalına ve bu dalda yazılan eser- lere denir. İslam bilginleri ahkam ayetlerinin sayısını be- lirlemeye çalışmışlar ancak bir sayıda ittifak edememiş- lerdir. Çünkü ayetler Kur’an’da ayrı gruplar halinde yer almadıkları gibi bir ayetten birden fazla hüküm içerebilir hatta kıssalarla ilgili ayetlerden bile dini hükümler çıkar- 6. Parçaya baktığımızda Kur’an’ın temel amaçlarından doğ- tılabilmektedir. Bu sahada eser yazan her alim ilmi nis- ru bilgi ve doğru davranışdan söz edilmiştir. İnsan doğru petinde ayetleri ele almış, bu yüzden ahkamü’l-Kur’an bilgiye akılla ulaşılması ve peygamberlerin örnek alma- adlı eserlerde yoruma tabi tutulan ayet sayısı farklı ol- sıyla doğru davranışa yer vermesi Kur’an’ın temel amaç-

muştur. KOZMİK ODA YAYINCILIK larındandır.

(Cevap D) (Cevap B)

38 TEFSİR Test • 3

7. Tevil: Sözlük manası itibariyle aslına dönmek anlamına 10. Rivayet tefsir: Kur’an-ı Kerim, Resulullah’ın sünneti, sa- gelir. Te’vil, meşru bir sebep veya delilden dolayı ayeti habe ve tabiunun sözlerine dayanan bir tefsirdir. Bu kay- zahiri manasından alıp kendinden önceki veya sonraki naklarla yapılan tefsire “nakli veya me’sur” tefsirde denir. ayete uygun, Kur’an ve sünnete uygun manalardan biri- (Cevap B) ne hamletmek demektir. Tevil kavram Kur’an-ı Kerim’de yorum gücü olarak kullanılmamıştır.

(Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK

11. Muhkem ayetler manası açık anlaşılır olan ayetlerdir. Mü- teşabih ayetler ise Allah’ın ilmine ait olan fakat muradın ne olduğu tam olarak bilinmeyen ayetlerdir.

(Cevap D)

8. Tabiun dönemi müfessirleri tefsiri ya sahabeden işittikle- ri şekliyle nakletmişler ya da kendi içtihatlarına dayana- rak tefsir etmişlerdir. Tabiiler içinde tefsir ve fıkıhta öne çıkan kişiler arasında Abdullah Bn Zübeyr bulunmamak- tadır. Çünkü o sahabe dönemi müfessirlerindendir.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI 12. Kur’an ilimleri Kur’an-ı anlamaya yardımcı olan ilimlerdir. Bunlar;

• Emsalu’l - Kur’an • Fedailu’l - Kur’an • Aksamu’l - Kur’an • Münesebetu’l - Kur’an • Vucuh ve Nezair • Aksamu’l - Kur’an (Cevap E)

9. Müşkil, delaleti açık olmayan lafızlardandır. Müşkildeki kapalılık doğrudan doğruya lafzın kendisinden kaynakla- 13. Sözlükte ayet; iz, açık, işaret, burhan, emare, ibret, nişa- nır ve onunla kasdedilen mana ancak onu kuşatan keri- ne, mucize gibi anlamlara gelir. Kur’an-ı Ker’im’in her bir ne ve emareler üzerinden incelemede bulunma ve derin- cümlesine “ayet” denir. Ayetlerin tertibi tevkifi olup vahye

lemesine düşünme yoluyla anlaşılabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK dayanmaktadır.

(Cevap B) (Cevap D)

39 KPSS • ÖABT HADİS Test • 1

1. Hadis toplama faaliyetlerinin yapıldığı dönem Tedvin dö- 4. Bir hadisin kabul edilebilmesi için râvisinde adalet ve za- nemidir. bt denilen iki temel özelliğin bulunması gerekir. Adalet, râvinin kişisel ve toplumsal hayatta dini ve ahlakî ölçüle- (Cevap D) re uygun davranması; zabt ise râvinin rivayet konusun- da duyarlı ve dikkatli olmasıdır. Râvide görülen kusurlar bu bakımdan ikiye ayrılır: Adalet sıfatıyla ilgili kusurlar: 1. Kizbur’r-Râvi (Yalancılık) KOZMİK ODA YAYINCILIK 2. İttihamûr-Râvi bi’l-Kizb (Yalancılıkla itham) 3. Fısku’r-Râvi (Fâsıklık) 4. Bid’atü’r-Râvi 5. Cehâlet (Bilinmezlik) Zabt sıfatıyla ilgili kusurlar: 1. Kesretu’l-Galat (Çok hata yapma) 2. Muzdarib Arapçada, problemli olup çözüme kavuşturula- 2. Fartu’l-Gafle (Çok yanılmak) mayan, farklı şıklar arasında karara bağlanamayan, çe- 3. Vehim (Yanılma) lişkisi giderilemeyen, uzlaştırılamayan gibi anlamlar ta- 4. Muhâlefetü’s-Sikât (Güvenilir râvilere muhalefet) şır. Hadis ilminde birbirlerine zıt olmakla beraber birini di- 5. Sûü’l-Hıfz (Kötü hafıza) ğerine tercih imkânı bulunmayan hadislerden her birine verilen isimdir. Hadisler arasında görülebilen bu zıtlık, on- Cevap B) ların senedleri arasında ortaya çıkabildiği gibi metinleri arasında da görülebilmektedir. Ancak metinler arasında 5. Söz, haber, yeni şey anlamlarına gelen hadis, terim ola- bu tür zıtlıklar ya çok nadir görülür veya hiç görülmez. rak, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir. Bu tanıma Hadisler arasında görülen bu zıtlıklar, onlardan birinin ha- göre hadis, sünnetle eş anlamlıdır. Bazı hadisçiler, saha- talı olduğunu, dolayısıyla râvîsinin en azından zabt ek- be ve tabiün sözlerini de hadis kavramına dahil etmişler- sikliğini gösterir. Bunlardan hatalı olanı tespit imkânı bu- dir. Bu tanıma göre hadis, haber ve eser ile anlamdaş lunamayınca, iki hadis de zayıf sayılmıştır. Bununla be- olur. Hadisler, delil değeri açısından; sahih, hasen ve za- raber, iki tarafın râvîlerinin de sika olması durumunda ol- yıf; kaynağı açısından merfu, mevkuf ve maktu; senet sa- DİKAB SORU BANKASI duğu gibi, senedde görülebilen bu tür zıtlıklardan bazısı yısı açısından, mütevatir ve ahad; senedinin muttasıl olup hadisin sahihliğine zarar vermeyebilir. olmaması açısından, müsned, muttasıl, munkatı, mu’dal, mürsel, muallâk, muanan, müennen, müdelles kısımları- (Cevap B) na ayrılır.

(Cevap E)

6. Ezberlemek, zihinde tutmak, saklamak, korumak anla- mındaki “h-f-z” kökünden türeyen hafız, ezberleyen, zi- hinde tutan, saklayan, koruyan demektir. Hafiz, hafız ke- limesinin mübalağalı şeklidir. Hafız kelimesi, din ıslaha- tında farklı anlamlara gelir: Koruyan esirgeyen anlamın- 3. Bid’at, sözlükte daha önce benzeri bulunmayan, sonra- da Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Yüz bin hadisi senet dan ortaya çıkan anlamına gelir. Önceleri “Hz. Peygam- metinleriyle birlikte ezberleyip ravilerin terceme-i halleri- ber’den sonra meydana gelen her şey.” şeklinde geniş ni bilen muhaddislere de hafız denir. Çoğulu huffaz, ha- bir anlama sahipken sonraları “Hz. Peygamber’den son- faza, hafizin ve hafızat’dır. Kur-an’da “hafız” kavramı te- ra dinden bir şey eksiltme veya daha önce olmayan bir kil ve çoğul şekliyle 28 defa geçmektedir. İnsanların ha- şeyi dinden sayma. vb.” gibi anlamlara gelmiştir. Yine ha- yır ve şer, sevap ve günah, iyi ve kötü, doğru ve yanlış dis ilminde “sünneti terk etmek” anlamında da kullanıl- bütün inanç, söz, fiil ve koruyan yazıcı meleklere hafız mıştır. Yaygın görüşe göre “ehl-i bid’at” aklı esas alıp nas- hafizin ve ırzlarını, namuslarını koruyan müminlere “ha- ları (Kur’an ve sünnet) terk etmek suretiyle Hz. Peygam- fizin” ve “hafizat” denilmiştir. Kur-an’da bu kavram, söz- ber’den sonra sünnete aykırı, sapkın inanç ve davranış- lük anlamında insanı bir tehlikeden koruyan, gizliyi bilen

ları benimseyenlere verilen isimdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ve bekçi anlamında kullanılmıştır.

(Cevap A) (Cevap B)

40 HADİS Test • 1

7. Kudsi hadis, Peygamberimizin Kur’an dışında “Allah şöy- 10. Hadisler, isnadındaki – senedindeki râvi sayısı açısından le buyurdu vb…” ifadelerle söylediği hadistir. Kutsi hadi- ikiye ayrılır. se ayrıca ilâhi ve rabbânî hadis isimleri de verilmektedir. 1. Âli hadis: Hadisi en kısa yoldan Hz. Peygamber’e (Cevap C) ulaştıran ve râvi sayısı az olan hadistir.

2. Nâzil hadis: Âli hadisin karşıtı olup hadisi Hz. Pey- gamber’e çok râvi sayısı ile ulaştıran hadistir. Âli hadis, nâzil hadisten üstündür. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A)

8. Muhammedi gerçek anlamına gelen bu kavram tasavvuf- ta, Hz. Muhammed’in manevi şahsiyetini ifade etmek için 11. Kelam ilminde bilgi edinme yolları temel olarak üçe ayrı- kullanılır. Mutasavvıflara göre Hz. Peygamber’in cisma- lır: ni hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan 1. Beş Duyu başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikat-i Muhammediy- ye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için 2. Doğru – Sâdık Haber yaratılmıştır. Alemin var olma gayesi, sebebi ve madde- 3. Akıl si bu hakikattir. Kur’an ayetleri ve hadisler doğru haber içerisinde yer alır. (Cevap A) (Cevap C)

12. Hanefî ekolü-mezhebi Kûfe’nin önde gelen hukukçusu, re’y ekolüyle (yani akla ve kıyasa dayanan yöntem) ile 9. Sened (Râvi zinciri) ve metinden oluşan hadisler tarih bo- özdeşleşmiş bir müçtehid olan Ebu Hanife Numan b. Sa- yunca çeşitli özellikler kazanmış ve bunlara göre adlan- bit etrafında şekillenmiştir. Ebu Hanife’nin fıkıhta takip et-

dırılmışlardır. DİKAB SORU BANKASI tiği metot, kendisinden nakledilen rivayetler ışığında so- Senedindeki kopukluk sebebiyle zayıf kabul edilen ru kökündeki gibi özetlenebilir. Bu verilerden hareketle hadis türleri şunlardır: Ebu Hanife’nin başvurduğu kaynakların Kitap, Sünnet, en genel anlamıyla Sahabe Kavli ve İçtihad olduğunu a) Muallak Hadis söyleyebiliriz. b) Munkatı Hadis (Cevap A) c) Mu’dal Hadis

d) Mürsel Hadis

e) Müdelles Hadis 13. Hadis Usûlü ilminde senedinde inkıta yani kopukluk se- Ravisindeki kusur sebebiyle zayıf sayılan hadislerse bebiyle zayıf kabul edilen hadis çeşitleri şunlardır: şunlardır: a) Muallâk hadis a) Muallel Hadis b) Munkatı hadis b) Muzdarip Hadis c) Mu’dal hadis c) Münker Hadis d) Mürsel hadis d) Şâz Hadis e) Müdelles hadis e) Maklûb Hadis Müdebbec hadis ise yaşça ya da öğrenim dönemi olarak f) Müdrec Hadis birbirine akran olan râvilerin, birbirlerinden karşılıklı ola- rak rivayet ettikleri hadise denir. Herhangi bir hadisin mü- g) Musahhaf Hadis

KOZMİK ODA YAYINCILIK debbec olarak rivayet edilmesi, o hadisi kuvvetlendirir. (Cevap B) (Cevap A)

41 KPSS • ÖABT HADİS Test • 1

14. Hadis metodolojisinde râvi sayısı bakımından hadisler 16. Hadisleri tedvin ve tasnif süreci Hz. Peygamber döne- ikiye ayrılır: minden hicrî üçüncü asırda temel hadis kitaplarının ya- zılmasına kadar yaklaşık üç asırlık bir süreçte belli bir ge- 1. Mütevâtir hadisler: Her tabakada yalan üzerinde bir- lişim çizgisinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde hadislerin leşmeleri mümkün olmayan belirli sayıdaki râviler top- aslına uygun olarak öğretilip öğrenilmesinde ihtiyaçlara luluğunun rivayet ettiği hadistir. göre kurallar ve yöntemler geliştirilmiştir. Bu metotlara 2. Âhâd hadisler: Râvi sayısı mütevâtir derecesine ula- genelde tahammülü’l-hadis denmektedir. Bu yöntemler şamayan hadislerdir. Üçe ayrılır: kısaca şöyledir: KOZMİK ODA YAYINCILIK a) Meşhur hadis: Her tabakada en az üç râvi tarafın- I. Semâ: Hocanın ezberden veya yazılı bir metinden ri- dan rivayet edilmiş hadistir. vayet ettiği hadisi, öğrencinin bizzat hocasının ağzın- b) Aziz hadis: Her tabakada en az iki râvi tarafından ri- dan işitmesidir. Hoca ezberden veya kitaptan sözlü vayet edilmiş hadistir. olarak rivayet ettiği hadisi öğrencilerine yazdırırsa bu imlâ olur. c) Ferd hadis: Senedinin bir veya birkaç yerinde râvi sayısı bire düşen hadistir. II. Kıraât: Talebe, ezberinde veya elindeki bir kitaptan hocanın huzurunda hadis okur. Hoca da ya ezbere (Cevap B) veya elindeki bir nüshadan takip ederek dinler. Ge- rekirse düzeltme yapar. Böylece öğrenci hocadan o hadisleri öğrenmiş olur. Bu usûle arz da denilmiştir.

III. İcazet: Hadis öğrenim ve öğretim yollarından icâzet hocanın talebesine duyduklarını veya kitaplarını riva- yet etme izni vermesi demektir.

IV. Münavele: Hocanın, kendisinden nakil ve rivayet et- mesi için öğrencisine bir kitap ya da yazılı bir metin vermesine münavele denilir.

V. Kitabet: Hocanın huzurunda bulunan veya bulunma- yan bir öğrencisi için kendi eliyle bir veya birkaç ha- dis yazıp veya yazdırıp vermesi veya göstermesine

DİKAB SORU BANKASI kitabet denilmektedir. Mukatebe de denilen bu usûl, münavelede olduğu gibi, ya icâzetle birlikte tatbik olu- nur, ya da icâzetsiz olur.

VI. İlâm: Hocanın, öğrencisine - icâzetten söz etmeksi- zin belli bir hadis veya hadis kitabı hakkında sadece, “Bu benim duyduğumdur.” diye açıklamada bulun- masına denilir.

VII. Vasiyet: Ölmek veya seyahata çıkmak üzere olan ho- canın, rivayet izninden söz etmeksizin, kitabını öğren- cilerinden birine vasiyet ederek bırakmasına denilir. 15. Hadisler, öncelikle mütevâtir ve âhâd olmak üzere ikiye VIII. Vicâde: Bir ravinin yazma bir kitabı ele geçirmesine, ayrılır. bulmasına vicâde (el-vicade) denir. Mütevâtir; başından sonuna kadar her tabakada, yalan söylemek üzere anlaşmaları aklen ve âdeten mümkün Mudarebe diye bir hadis öğrenme ve öğretme yöntemi olmayacak kadar çok râvinin rivayet ettiği hadistir. yoktur. Âhâd hadisler ise şöyle taksim edilir: (Cevap B) a) Makbul hadisler

1. Sahih

2. Hasen

b) Merdud hadislere zayıf hadis de denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A)

42 HADİS Test • 1

17. Ğarîb kelimesi Arapçada, tek, yalnız, kendi türü içinde benzeri olmayan, gurbette olan gibi anlamlara gelir. Bu kelime Türkçede de garip şeklinde benzer anlama kulla- nılmaktadır. Hadis İlminde Ğarîbü’l-Hadîs dendiğinde, az kullanıldığı, yaygın olmadığı ya da manâsı kapalı olduğu için anlaşılması zor olan kelimeler ve bunları konu edi- nen ilim dalı anlaşılır. Ğarîbü’l Hadîs başlığını taşıyan eserlerde, hadislerde bulunan yaygın kullanılmayan ke-

limelerin öncelikle sözlük anlamları verilmekte, bunun ya- KOZMİK ODA YAYINCILIK nında kelimelerle ilgili Arapça dil bilimcilerinin ifadelerin- den, eski Arap şairlerinin şiirlerinden, Arap atasözlerin- den örnekler verilerek sözü edilen kelimenin hadislerde- ki anlamı ve edebî incelikleri ortaya konulmaktadır.

(Cevap A)

18. İhtilâf Arapçada iki veya daha fazla şeyin birbiriyle uyuş- maması, ters düşmesi, farklı olması, insanların görüş ay- rılığına düşmesi gibi anlamlara gelir. İhtilâfü’l-hadîs, sağ- lam bir hadisin yine sağlam bir hadise zıt düşmesi veya öyle görünmesi ya da algılanmasıdır. İhtilâfü’l-Hadîs İlmi bu tür zıt görünen hadisleri konu edinip bunları değerlen- diren ve zıtlığı çözmeye çalışan ilim dalıdır. Bu ilme lâm harfinin fetha veya kesre okunmasıyla Muhtelefü’l-hadîs veya Muhtelifü’l-Hadîs, Müşkilü’l-hadîsde denir. Bazı âlim- ler İhtilâfü’l-hadîsi hadisler arasındaki ihtilâf, Müşkilü’l-ha- dîsi de hadislerin diğer delillerle ihtilâfı şeklinde anlaya- rak anlamlarının farklı olduğunu savunmaktadırlar.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

19. Tashîf lügatte; kelimeyi yanlış okumak, yanlış harekele- mek, tahrif etmek, saptırmak vb. anlamlara gelir. Hadis ıstılahında ise gerek isnadda gerekse metinde yer alan bir ibarenin yanlış yazılması yahut okunması sebebiyle meydana gelen hata demektir. Bu hata, harf ya da harfe ait noktaların değişmesiyle, yani noktalı bir harften nok- tanın düşmesiyle yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okunmasıyla kastedilen husustur. Bu tür hadislere mu- sahhaf hadis denilmiştir.

(Cevap C)

20. Sözlükte “hikmet sahibi, alim, hakim, filozof, doktor” an- lamına gelen hakim, Allah’ın sıfatı olarak haklı ile haksı- zı, suçlu ile suçsuzu ayırt eden, ihtilaflı konuları çözüm- leyen ve her işi hikmetli olan demektir. Hadis ilminde ha- kim, bu ilimle uğraşanların en üst mertebesinde bulunan kimse olarak, rivayet edilen bütün hadisleri metin ve se-

net, cerh-ta’dil ve tarihi ile bilen kimseye denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap E)

43 KPSS • ÖABT HADİS Test • 2

1. Hadis ilmiyle iştigal eden âlimler çeşitli mertebelere ayrı- 3. Hz. Peygamber hadislerinde hayatın korunmasıyla ilgili lırlar: alınması gereken pek çok tedbirden bahsetmiştir. Söz gelimi fırtınalı havada denize açılmama, korkuluğu bu- 1. Talip: Hadis ilmini öğrenmeye azmetmiş kimse de- lunmayan bir terasta geceleyip uyku sersemliği ile düş- mektir. memek için böyle bir mekânda uyumama, yanar durum- 2. Muhaddis: Hadisleri bilir, hadislerden az olmayan da bırakılan lambanın yanına tamah eden farenin yanan miktarda senetleriyle beraber ezberler, senetteki ra- fitili çekerek yangına yol açmasını önlemek için uyuma- vileri tanır, metnin özelliklerini bilir. dan önce lambayı söndürme gibi tedbirler bunlar arasın-

3. Hafız: Umumiyetle 100.000 kadar hadisi senet ve me- KOZMİK ODA YAYINCILIK dadır. tinleriyle beraber ezberleyenler için kullanılan bir un- (Cevap A) vandır.

4. Hüccet: Hafızdan sonra gelen ve 300.000 hadisi se- net ve metinleriyle bilen kişinin unvanıdır.

5. Hâkim: En yüksek unvandır. Bütün hadisleri senet ve metinleriyle bilen kişinin unvanıdır.

(Cevap A)

4. İki veya daha çok hadisi bir hadis gibi rivayet etme anla- mında terim. Sözlükte “birleştirmek” manasına gelen tel- fîk, terim olarak farklı isnadlardan gelen ve farklı lafızlar- 2. Sünnet kelimesi Arapça s-n-n kökünden gelir. Sözlükte, la rivayet edilen bir hadisin isnad ve metinlerinin birleşti- üzerinde devamlı olarak yürünen yol, hayat tarzı, gele- rilmesini ifade eder. Buna telfîku’r-rivâyât adı da verilir.

nek, âdet, çığır, hâl, tavır, karakter, uygulama, kanun, ku- DİKAB SORU BANKASI Telfîkin birkaç şekli vardır: ral gibi anlamlara gelir. Sünnet kelimesi ara sıra ve geli- I. Bir musannifin, isnadı ve muhtevası aynı olan bir ha- şi güzel yapılan şeyleri değil, âdet niteliğinde, devamlı ve disi iki veya daha fazla şeyhten aldığını belirttikten sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları ifade eder. Do- sonra, “Bu hadisin lafzı falana aittir.” diyerek ortak is- layısıyla ara sıra yapılan ve bilinçsiz davranışlar sünnet nadı ve tercih ettiği şeyhin metnini vermek suretiyle anlamının dışında kalır. Sünnet’in, Hadis İlmi’ndeki anla- yapılan telfîk. mı ise Hz. Peygamberin (Allah’ın selâmı üzerine olsun) II. İsnadı birleştirdikten sonra metinleri de birleştirip ve- sözleri, davranışları ve onaylarıdır. Yani onun yolu ve ha- ya metnin bir kısmını bir rivayetten, bir kısmını diğe- yat tarzı, sürekli ve devamlı davranışlarıdır. Bu anlamıy- rinden nakledip her şeyhin lafız farklarına, ziyadele- la sünnet terimi, “Allah Elçisinin Sünneti” anlamına gelen rine, “haddesenâ” ve “ahberenâ” gibi rivayet sîgala- ifadesinin kısaltılmış şeklidir. Sünnet, Hz. Peygamber’den rına işaret etmek suretiyle yapılan telfîk. gelmesi bakımından üçe ayrılır: III. İki veya daha fazla şeyhten aldığı hadisi, lafzın kime 1. Kavlî Sünnet: Hz. Peygamber’in sözleridir. ait olduğuna veya kimin ziyade ifade kullanıp kimin 2. Fiilî Sünnet: Hz. Peygamber’in fiilleri ve davranışla- eksik rivayet ettiğine dair bir açıklama yapmadan, her- rıdır. hangi bir lafız farkına da işaret etmeden rivayet ede- 3. Takrîrî Sünnet: Hz. Peygamber’in huzurunda veya rek yapılan telfîk. bilgisi dâhilinde olmak şartıyla, sahâbe tarafından IV. Musannifin, isnadı ve muhtevası aynı olan bir hadisi söylenen sözleri ve yapılan davranışları onaylaması birkaç şeyhten aldığını belirttikten sonra lafızlarının veya karşı çıkmamasıdır. birbirine uyduğunu, birbirine yakın olduğunu, birbiri- Buna göre Sünnet-i Nebeviyye kavram olarak diğerlerini ni doğruladığını söyleyip onlardan aldığı mânayı ken-

de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. KOZMİK ODA YAYINCILIK di ifadesiyle nakletmesi şeklinde yaptığı telfîk.

(Cevap C) (Cevap D)

44 HADİS Test • 2

5. Râvînin cerhine sebep olan kusurlar, beşi adâlet, beşi de 6. Hadisler ilk kaynaklarına göre şöyle sınıflandırılırlar. zabt sıfatıyla ilgili olmak üzere on noktada toplanır. 1. Kudsî: Yüce Allah’a, Kur’an olmayarak nispet edilen Metâin-i aşere denilen bu kusurlar şunlardır: söz ve işle ilgili hadis demektir. Kudsî hadîs yerine Adâlet Sıfatıyla İlgili Kusurlar rabbânî hadîs veya ilâhî hadîs de denir.

I. Kizbü’r-râvî (Yalancılık): Sözlükte, bilerek veya bil- 2. Merfû: Merfû Arapçada yükseğe çıkarılmış, yukarı meyerek bir şeyi veya olayı olduğundan farklı haber kaldırılmış gibi anlamlara gelir. Hadis ilminde Hz. Pey- vermek anlamına gelen yalancılık, hadis ıstılahında gamber’e - sallallahu aleyhi ve sellem- ait olduğu söy- kasıtlı olarak bir söz, fiil, takrir veya sıfat uydurarak KOZMİK ODA YAYINCILIK lenen söz, iş veya herhangi bir durumla ilgili hadis Hz. Peygamber’e isnad etmek demektir. demektir.

II. İttihâmu’r-râvîbi’l-kizb (Yalancılıkla itham): Râvî- 3. Mevkûf: Bir sahabiye ait olduğu söylenen söz ve iş- nin Hz. Peygamber’e yalan isnad ettiği bilinmemek- le ilgili hadise denir. Bu ıstılah ilave bir kelimeyle (mu- le birlikte, günlük hayatta yalan konuştuğu için hadis kayyed olarak) sahabilerden sonraki insanların söz rivayetinde de yalancılık ithamına maruz kalmasıdır. ve işleri için de kullanılır. Bu manada meselâ; “Bu söz, III. Fısku’r-râvî (fâsıklık) Abîde es-Selmânî’ye (ö.70’den önce) mevkûftur.” de- nebilir. IV. Bid’atü’r-râvî (Bid’atçılık): Hz. Peygamber’in vefa- tından sonra, onun zamanında olmayan bir şeyi din 4. Maktû: Tâbiûndan birine ait olduğu söylenen söz ve adına ortaya çıkarmak anlamına gelen bid’at, râvînin işle ilgili hadis demektir. akidesiyle ilgilibir cerh sebebidir. (Cevap D) V. Cehâlet (Bilinmezlik): Râvînin zâtının veya durumu- nun bilinmemesi demek olan cehâlet, râvînin ismi, künyesi, lâkabı, sıfatı ve nesebi gibi sıfatlarından bi- 7. Tasnifi başlatan ve hızlandıran en önemli etken, Hz. Pey- riyle meşhur olmasına rağmen, herhangi bir maksat- gamber’in sünnetinin Müslüman toplumunda yaşayan bir la bunlardan başka bir adla anılması, ihtisar düşün- gelenek olarak devamının sağlanmasıdır. Bunun için ha- cesiyle adının belirtilmemesi veya rivayetinin çok az dis malzemesinin, her alanda ve farklı amaçlarla kullanı- olmasından kaynaklanır. labilecek şekilde tasnif edilerek bütün güncel problemle- Zabt Sıfatıyla İlgili Kusurlar rin çözümünde başvuru kaynağı hâline getirilmesi gere- I. Kesretü’l-ğalat (Çok hata yapmak) kiyordu. Hadisçiler, Müslümanları yabancı kültürlerin et- DİKAB SORU BANKASI kisinden koruma, sünnetten sapmaları önleme, diğer dînî II. Fartu’l-ğafle (Çok yanılmak): Hadis rivayetinde aşı- gruplara karşı kendi görüşlerini savunma gibi amaçlarla rı derecede dalgınlık gösterip dikkatsiz davranmak hadisleri sınıflandırdılar. bir cerh sebebi olarak kabuledilmiştir. (Cevap B) III. Vehim (Yanılma): Râvînin rivayet kurallarını bilmeme- si sebebiyle, doğru zannederek yanlış hadis rivayet etmesidir.

IV. Muhâlefetü’s-sikât (Sika râvîlere muhalefet): Zayıf bir râvînin sika/güvenilir râvîlerin rivayetine veya sika bir râvînin kendisinden daha güvenilir râvîlerin riva- yetlerine aykırı hadis nakletmesi demektir.

V. Sûü’l-hıfz (Kötü hâfıza): Sika olarak bilinen bir râvî- 8. Zeynüddîn el-Irâkî (ö. 806-1403) İbnü’s-Salâh’ın Ulû- nin rivayetlerinde hata yönü ağır basacak derecede mü’l-hadîs’ini kolay ezberlenebilmesi için Elfiyye tarzın- akıl veya hâfıza kaybına maruz kalması demektir. da bin iki beyitte şiir hâlinde özetlemiştir. İslam Eğitim Ta- (Cevap B) rihi’nde değişik ilim dalarına ait temel metinleri ezberle- mek çok yaygın bir uygulamaydı. Bu yüzden derslerde ezberlemek üzere ya önemli metinler ihtisâr edilir yani özetlenir, ya da manzum hâle yani şiir hâline getirilirdi. Şiirin ezberlenmesi nesre yani düzyazıya göre daha ko- laydır. Şiirleştirilen metinler genellikle bin beyit olarak ya-

KOZMİK ODA YAYINCILIK pılırdı.

(Cevap D)

45 KPSS • ÖABT HADİS Test • 2

9. Hz. Peygambere nisbet edilerek uydurulan hadislere mev- 14. Hasen hadis, hasen li-zatihi ve hasen li gayrihi olmak zu hadis denir. Bazı sebeplerden dolayı hadis uydurma üzere iki kısma ayrılır: Hasen li-zatihi; hasen hadis özel- faaliyetleri başlamıştır. A,B,C ve D seçenekleri bu sebep- liklerini kendisinde doğrudan bulunduran hadise denir. lerdendir. Fakat E seçeneğindeki diğer dinleri küçültme Bu çeşit hadisin hasen olması için destekleyici bir isna- isteği hadis uydurma sebeplerinden değildir. da ihtiyacı yoktur. Hasen li-gayrihi; hasen hadis özellik- lerini, kendisinde direkt olarak bulundurmadığından do- (Cevap E) layı, aslında az zayıf olduğu halde, başka bir isnadla des- telendiği için hasen rütbesine yükselen hadise denir. Ha-

10. Hadislerle ilgili alimler tarafından çeşitli hadis türleri orta- KOZMİK ODA YAYINCILIK dislerin bir üst dereceye yükselmeleri şahid ve mütabi de- ya çıkmış ve bu bağlamda Hadis Usulü kitapları yazılmış- nen destekleyici hadisler sayesinde olur. tır. Öncüllerde verilen I, II ve IV usul kitapları olup Tezki- (Cevap C) ratu’l- Huffaz isa cerh ve ta-dil alanında yazılmış kitaptır.

(Cevap B)

11. Fıkıh konularına göre düzenlenen ve sadece merfu ha- disleri (Hz. Peygamber’e ait olan) esas alarak düzenle- me özelliğini taşıyan eserler sünenlerdir. 15. Sünnet kelimesi Arapça s-n-n kökünden gelir. Sözlükte, (Cevap C) üzerinde devamlı olarak yürünen yol, hayat tarzı, gele- nek, âdet, çığır, hâl, tavır, karakter, uygulama, kanun, ku- 12. Âlimin peygamber vârisi olduğu bilgisi hadis kaynakların- ral gibi anlamlara gelir. Sünnet kelimesi ara sıra ve geli- da yer almaktadır. “Bir kimse ilim elde etmek arzusuyla şigüzel yapılan şeyleri değil, âdet niteliğinde, devamlı ve bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaş- sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları ifade eder. Do- tırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğ- layısıyla ara sıra yapılan ve bilinçsiz davranışlar sünnet renmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. anlamının dışında kalır. Sünnet’in, Hadis İlmindeki anla- Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki ba- mı ise Hz. Peygamber’in (Allah’ın selâmı üzerine olsun) lıklar bile âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbi- sözleri, davranışları ve onaylarıdır. Yani onun yolu ve ha- yat tarzı, sürekli ve devamlı davranışlarıdır. Sünnet kav- de karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü DİKAB SORU BANKASI gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. ramı Kur’an ile sıkı sıkıya bağlantılı bir kavramdır. Çün- Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sade- kü Hz. Peygamber kendi hayatında Kur’an’ın bütün emir- ce ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve lerini ve hükümlerini yerine getirmekle ve uygulamakla kısmet almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim 1, hadis no: 3641; yükümlüdür. Hayatı da Kur’an hükümlerini birebir uygu- Tirmizî, İlim 19, hadis no: 2682). ladığının tanığıdır.

(Cevap C) (Cevap D)

13. Allah Resûlü, Kur’ân’ın ilk örnek uygulayıcısı sıfatıyla her an Allah Teâlâ’nın izni ve gözetimi altında hareket etmek- teydi. Gerek doğrudan, gerekse dolaylı olarak vahye mu- hatap idi. Kendisine ait söz, davranış ve onaylar da aynı derecede ilâhî kontrol altında idi. Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı Kerîm’i sahâbe-i kirâma lâfzen öğretmesi, fiilen uygulamalarını sağlaması ve özellikle genç nesil sahâbî- leri birer ilim ehli olarak yetiştirmesi, ortaya koyduğu ör- neklikte görünür hâle gelmiş Kur’ânî yaşantının tâbiîn 16. Hz. Peygamber’in beyan ettiği ve o dönem insanlarının nesline aktarılmasını sağlamaya yöneliktir. merak ettiği konular daha çok tevhid inancı, peygamber- Hz. Peygamber sağlığındayken hadis yazmayı önce ya- lik, fıkhi meseleler ve ahiretle ilgili konulardır. Bu açıdan saklamış, sonra belirli şartlar oluşunca bu yasağı kaldır- Peygamberimiz Kur’an’daki ilmi mucizeleri beyan etme- mıştır. Fakat hiçbir zaman bütün hadislerin yazılmasını miştir. Diğer yandan bu mucizelerle ilgili herhangi bir so-

emretmemiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ru da gündeme gelmemiştir.

(Cevap E) (Cevap A)

46 HADİS Test • 2

17. Âlimler, aynen Kur’an okumadan önce nasıl abdest ve euzu- besmele gibi öz hazırlık yapılıyorsa hadis okuma- dan önce de buna benzer ön hazırlıklar yapılmasını tav- siye etmişlerdir. Bunların arasında “ettehıyyatü” duasını okumak yoktur.

(Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK

18. Bir şeyi çok yapanlar anlamına gelen müksirûn kelimesi (tekili: müksir), binden fazla hadis rivayet etmiş sahâbî- ler için kullanılan bir terimdir. Sahâbe içinde müksirûn di- ye bilinen yedi sahâbî, rivayet sayılarına göre şöyle sıra- lanır: • Ebû Hureyre: 5374 hadis • Abdullah b. Ömer: 2630 hadis • Enes b. Mâlik: 2286 hadis • Hz. Âişe: 2210 hadis • Abdullah b. Abbâs: 1660 hadis • Câbir b. Abdullah: 1540 hadis • Ebû Saîd el-Hudrî: 1170 hadis

(Cevap B)

19. Tâbiûn tabakasının önde gelen âlimlerinden Muhammed

b. Sîrîn (110/728); “Bu ilim dindir; dîninizi kimden aldığı- DİKAB SORU BANKASI nıza dikkat ediniz.” (Müslim, Mukaddime 5; Bağdâdî, (1994), I, 194-195) diyerek hadis râvilerinin soruşturul- masını ve onlardan isnad sorulmasını ister. Bu açıdan is- nad yani ravi zinciri hadis rivayetinde önemli bir yere sa- hiptir.

(Cevap E)

20. Eğitim kültürümüzde, dini ilimler açısından hoca-talebe ilişkisi ve iletişimi çok önemli bir yere sahiptir. Hoca, öğ- renciye bütün eğitim hayatı boyunca yol gösterir ve öğ- rencilerinin her bakımdan yani düşünsel, zihinsel ve fi- ziksel bakımdan bütün sorunlarını gidermek, en önemli vazifesidir. Dersler, genelde bir arada ve hocanın huzu- runda işlenir, sorulması gereken sorular da bu ortamda sorulur ve cevaplanır. Bir hadis öğrencisinin bu sistem içerisinde hadis okuması uygun değildir. Öğrenci ya ha- disi hocasından dinler ya da hadisi hocasına okur ve mü-

talaa böyle devam eder. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

47 KPSS • ÖABT HADİS Test • 3

1. Sözlükte “dayanmak, yaslanmak, itimat etmek” manasın- 4. Hadis ilminin temel unsurları şöyle sıralanabilir: daki sünûd kökünden türeyen isnâd “temellendirmek, da- 1. İsnad ve metin tenkidi: Hadislerin Hz. Peygamber’e yamak; sözü söyleyenine kadar ulaştırmak, bir sözün, bir aidiyetinin tespit edilmesi. rivayetin geliş yolunu haber vermek, ilk kaynağa kadar götürmek” demektir. Terim olarak, “rivayet için kullanılan 2. Dirayetü’l-hadis: Hadislerin doğru anlaşılması, yorum- lafızlarla râvi veya râvileri anarak hadis metnini ilk söyle- lanması. yenine ulaştırmak, hadis metnini nakleden râvileri rivayet 3. Fıkhu’l-hadis: Hadislerden doğru hüküm çıkarılması. sırasına göre zikretmek” anlamına gelir.

KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A) (Cevap D)

5. Hadis metinlerinin doğru anlaşılmasında ve yorumlanma- sında rivayet-dirayet bütünlüğü, nakil-akıl veya hâfı- za-muhâkeme işbirliği, hadisle birlikte fıkıh; mana ve mak- sadı kavrama melekesi ve hüküm çıkarma yeteneği ge- reklidir. Rivayet dirayet bütünlüğünün bozulması duru- 2. Hadis öğrenim ve öğretim metodları “Tahammül’ü Hadis” munda, yanlış veya eksik anlaşılacağından hadis metin- denir. Öncüllerde açıklaması yapılan metotlar C seçene- lerinde problemlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu yüz- ğinde doğru olarak verilmiştir. den, rivayetten uzak salt bir dirayet veya dirayetten ko- puk bir rivayet anlayışı eksik bir yöntemdir. Böyle bir yön- (Cevap C) tem anlayışı, Zehebî’nin (v. 748/1347) benzetmesiyle, he- nüz tüyleri çıkmadığı, gelişimini tamamlamadığı hâlde uç- ma teşebbüsünde bulunan bir kuş yavrusu mesabesin- dedir.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

3. Hadisler, Kur’ân ve Sünnetin ayrılmaz parçaları ve sün- neti söz, uygulama ve tasvip suretiyle taşıyan en önem- 6. Hadis tarihinin önemli bir olgusu olan ve ilk örnekleri Hz. li kaynaktır. İslâm dünyasına yönelik Batılı sömürgecilik Peygamber zamanında görülen rihle, bizzat ashap tara- faaliyetlerinin ve Avrupa aydınlanma hareketinin etkisiy- fından başlatılmış, tâbiûn döneminde yoğunlaşmış, hicrî le zamanla İslâm toplumlarında davranış farklılaşması ve ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarda çok yaygın bir ha- kendi medeniyetinden kopuş süreci yaşandı. Bu süreç- dis öğrenim yöntemi olarak en hareketli ve bereketli dö- ten itibaren Müslümanları Kitâb’ı olan ancak bir anlam- nemini yaşamıştır da, peygamberi olmayan bir topluma dönüştürme çaba- ları baş gösterdi. (Cevap D) İslâm toplumlarında, siyasi ve teknolojik yenilmişliğin de etkisiyle, entelektüel düzeyde Batı medeniyetinin içsel- leştirilmesi yönündeki düşünce değişimi, kendi medeni- yetine, ilim ehline ve İslâmî ilimlerin her birine ait usûle 7. Şüphesiz, başta hadis olmak üzere dinî metinlerin doğ- güveni ortadan kaldırdı. Bu şekilde, Kur’ân ve toplumsal ru anlaşılması, büyük ölçüde Arap dili ve edebiyatının in- düzeni şekillendiren Sünnet arasındaki irtibatın kopartıl- celiklerinin iyi bilinmesine ve onların dikkatle tercüme edil- ması, geleneksel kültürün göz ardı edilmesine kapı ara- mesine bağlıdır. Nitekim hadis ve fıkıh âlimi İbn Teymiy- ladığı gibi dinin yaşanılan hayatın meşrulaştırma aracı ye (v. 728/1327), Arapçanın akıl, din ve ahlak üzerinde hâline getirilmesi tehlikesini de doğurdu. son derece etkili olduğunu, ilk Müslüman kuşaklara ben- Bu süreçte Şarkiyatçıların, yani Batı’da İslam’ı inceleme zeme ve onlara açılma hususunda önemli rol oynadığını

konusu yapan bilim adamlarının etkisi büyük oldu. KOZMİK ODA YAYINCILIK belirttikten sonra yukarıdaki ifadeleri söylemiştir.

(Cevap D) (Cevap E)

48 HADİS Test • 3

8. Ayette ise “Kim Resûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş 12. Siyer sahasında çalışmaları ile tanınan Josef Horovitz (ö. olur.” (Nisa, 4/80) buyrularak Hz. Peygamber ile Allah’a 1931) isnadları ilk kez inceleme konusu edinmiş ve isnâ- itaat birlikte zikredilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’i insan- dın hicrî 93 yılında vefat eden ‘Urve b. ez-Zübeyr’den ön- lara dini tebliğ etme vazifesini veren ve onu elçi olarak ce kullanılmaya başlandığını kabul etmiştir. görevlendiren Allah’tır. Dolayısıyla elçiye itaat etmeyip (Cevap E) onu reddetmek bir anlamda elçiyi gönderen makama say- gısızlık etmektir ki, bunu yapan bir şahsın iman dairesin- de kalamayacağı açıktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap B)

13. İhtilâfü’l-hadîs ilmi, görünüşte manaları birbirleriyle çeli- şen ancak dikkatle incelendiğinde araları uzlaştırılan ve 9. Hattâbî (v. 388/998), toplumun her kesiminden gelen ta- zıtlık probleminin çözüm yolları gösterilen hadisleri konu lep ve duyulan ihtiyaç üzerine Buhârî’nin el-Câ- alır. Muhtelifü’l-hadîs ve müşkilü’l-hadîs adıyla da anılan miu’s-sahîh’ine A’lâmu’l-hadîs adlı bir şerh yazmıştır. bu disiplinde, hadislerde gerçek çelişkiden değil, sadece (Cevap E) zâhirde bir ihtilâftan ve karışık görüntüden söz edilebilir.

(Cevap C)

10. Hadis kaynaklarında merfu, mevkuf ve maktu hadisler yer almaktadır. Yani Peygamberimizin sözleri, sahabe ve tabiun sözleri. Fakat tabiun’un takrirleri yer almaz. Takrir, Hz. Peygamber’in bir konuda hüküm beyan etmeyip sus- masıdır.

(Cevap D) 14. Etraf türü kitaplarda hadislerin belli bir bölümü isnadla- rıyla birlikte tasnif edilmek suretiyle tertip edilir. Hadisle- DİKAB SORU BANKASI ri tasnif ederken bir hadisin yalnızca belli bir bölümü zik- redilir. 11. İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî’nin (ö. 1162/1749) eseri- nin tam ismi Keşfü’lhafâ ve müzîlü’l-ilbâs amma’ş-teha- (Cevap B) ra mine’l-ehadîs alâ elsineti’n-nas’dır. Bu isim kitabın ya- zılış amacını da ortaya koymaktadır. Zira başlıktan anla- şıldığına göre kitapta, insanların yaygın bir şekilde hadis 15. Öncülüğünü hadisçilerin yaptığı, rivayetlere yönelik eleş- diye söylediklerinin gerçekte ne olduğu araştırılmıştır. Do- tirel tavır klasik dönemlerden itibaren var olagelmiştir. An- layısıyla bu kitap, hadis olup olmadığında tereddüt edi- cak bu tavır medeniyetin içinden ve yapıcı, iyi niyetli ta- len bir söz duyulduğunda ilk bakılması gereken eserler- vırlardı. Avrupa aydınlanması ve sömürgecilik faaliyetle- den birisidir. Bu kitaptan hadis veya bir söz araştırılırken rinin tesiriyle, İslâm toplumu, dinlerine yönelik dışarıdan rivayetin ilk kelimesinin bilinmesi gerekmektedir. Bunun- ve dönüştürme amaçlı farklı bir eleştirel tavırla karşılaş- la birlikte bazı kereler bir hadis, alfabetik sıralamaya gö- tı. Kendilerine şarkiyatçı denilen bu kimseler, hadislerle re bulunması gerektiği yerden birkaç başlık sonra ya da ilgili eleştirileri öncelikle onların İslâmiyet’i vahiy kaynak- önce de zikredilmiş olabilir. lı bir din kabul etmemelerinden neşet etmiş, bu nedenle Bu yüzden okuyucular rivayetin bulunması gereken yer- hadis kaynaklarında yer alan önceki dinlerle ortak değer- den öncesi ve sonrasını taraması gerekebilir. Ayrıca mü- leri ve benzerlikleri, bu dinlerden alınarak hadis hâline ellif kitabın sonunda fihrist oluşturarak eserde naklettiği getirilen unsurlar kabul etmişlerdir. Ayrıca İslâm tarihini hadisleri konularına göre ayırmış ve baş taraflarını zik- sürekli birbiriyle mücadele eden grupların çatışmaları ek- retmiştir. Dolayısıyla konusunu bildiğimiz bir rivayeti fih- seninde okudukları için hadisleri muhalif fırkaların meş- ristten bulup baş tarafını öğrendikten sonra kitapta araş- ruiyet bulmak amacıyla uydukları rivayetler şeklinde ka-

tırma şansımız bulunmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK bul etmişlerdir.

(Cevap D) (Cevap E)

49 KPSS • ÖABT HADİS Test • 3

16. Allah Resûlü, Kur’ân’ın ilk örnek uygulayıcısı sıfatıyla her 19. Hadisler, sonraki nesillere rivayet yoluyla aktarılmıştır. an Allah Teâlâ’nın izni ve gözetimi altında hareket etmek- Hadisin aslına uygun bir şekilde aktarılmasını temin ama- teydi. Gerek doğrudan, gerekse dolaylı olarak vahye mu- cıyla metotlar geliştirilmiştir. Bu metotların belli başlıları hatap idi. Kendisine ait söz, davranış ve onaylar da aynı şunlardır: derecede ilâhî kontrol altında idi. Böylece bir insan ola- 1. Sema: Hadis hocasının hadisleri okuması, talebenin rak Hz. Peygamber insanlara hayatın her alanında örnek bizzat hocadan işiterek hadisleri alması anlamında- olmuş, bir insan olarak onlara dinin gerçek hayatta nasıl dır. uygulandığını göstermiştir. İslam dini bir ütopya değil, il-

kelerini gerçeklikten alan bir hayat düsturudur. KOZMİK ODA YAYINCILIK 2. Kıraat-Arz: Talebenin hadisleri bizzat hadis hocası- na okumasıdır. (Cevap B) 3. İcâzet: Sema veya kıraat olmaksızın hadis âlimin be- lirli şartlar dahilinde bir kısım rivayetleri öğrencisinin rivayet etmesine izin vermesidir.

4. Münâvele: Hadis hocasının hadislerini ihtiva eden ki- tabını rivayet etmesi için talebesine elden vermesi an- lamındadır.

5. Mükâtebe: Hadis âliminin hadislerin tamamını veya bir kısmını bir kimseye yazıp göndermesidir.

6. İslâm: Hadis hocasının kitabını öğrenciye göstererek bunları semâ yoluyla aldığını ifade etmesi. 17. Yazılış yöntemlerine göre hadis kitapları ikiye ayrılır: 7. Vasiyet: Hadis hocasının rivayet ettiği bir kitabı, ölü- 1. Ale’l ebvâb: Konularına göre düzenlenmiş olanlar: münden önce birisine vasiyet etmesi. Cami, Sünen, Musannef. 8. Vicâde: Bir hadis âliminin herhangi bir râvinin el ya- 2. Ab’r-ricâl: Râvilerine göre düzenlenmiş olanlar: Müs- zısı ile yazılmış kitabını veya bazı hadislerini bulup ele ned, Mu’cem, Etraf. geçirmesi demektir. Mu’cem: Muhaddislerin hadisleri, rivayet ettiği şeyhinin (Cevap A) ismine göre düzenleyip tasnif ettiği kitaplardır. En meş-

huru Taberâni’nin el-Mu’cemu’s-Selâse’sidir. DİKAB SORU BANKASI

(Cevap B)

18. Hadis Usulü ilminde hadisler kaynağı, yani ilk söyleyeni açısından dörde ayrılır:

1. Kudsî Hadis: Manası Allah’a, lafızları Peygamberimi- ze ait hadisler.

2. Merfû Hadis: Lafzı ve manası Peygamberimize ait hadisler.

3. Mevkuf Hadis: Sahabeye ait sözler.

4. Maktû Hadis: Tâbiin’e ait sözler. Mevkuf ve maktû

hadislere eser de denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

50 HADİS Test • 4

1. Yüce Allah’a, Kur’an olmayarak nispet edilen söz ve işle 5. Müslümanlığın kısa zamanda yayılmasıyla bazı kimseler ilgili hadis demektir. Kudsî hadîs yerine rabbânî hadîs ve- maddi ve manevi zararlara uğramıştı. Bunların Müslü- ya ilâhî hadîs de denir. Kudsi hadisler önceleri diğer ha- manlığa karşı açıktan yapabilecekleri fazla bir şey yoktu. dislerle birlikte derlenmişlerdi. Hicri 6. asırdan itibaren sa- Kur’an-ı Kerîm’e karşı da, bir kitap içinde toplandığı için, dece bu tür hadisleri ihtiva eden kitaplar da yazılmaya böyle bir imkânları kalmamıştı. Bunun için dinin ikinci başlanmıştır. Daha ziyade Yüce Allah’ın büyüklüğü, kud- önemli kaynağına zarar vererek emellerine ulaşmaya gi- reti, merhameti ve lütfu gibi konuları ele alan bu hadisle- riştiler. Zındık denen bu kimselerden bazıları yakalanmış, rin sayısı fazla değildir. Örnek: “Allah -azze ve celle- şöy- cezalandırılacaklarında bu işlerini itiraf etmişlerdi. Söz

le buyurdu: Rahmetim gazabımı geçti!” (Müslim, “Tevbe”, KOZMİK ODA YAYINCILIK gelimi meşhur zındıklardan birisi olan Abdülkerim b. Ebü’l- 15). Avcâ’nın (ö. 160/776) Halife Mehdî zamanında hadis uy- durduğu tespit edildiği için asılmak üzereyken şöyle de- (Cevap C) diği nakledilir: “Dininizde helali haram haramı da helal göstermek üzere dört bin hadis uydurdum”.

2. Müstahrec daha önce tertip edilen herhangi bir hadis ki- (Cevap E) tabında bulunan hadisleri, teker teker ele alarak kitap sa- hibinin senedinden başka bir senedle rivayet etmek su- retiyle meydana getirilen hadis kitabıdır. Müstahrecler, esas aldıkları eserdeki rivayetleri, başka isnadlarını tes- pit etmek suretiyle kuvvetlendiren çalışmalardır. Genel- likle söz konusu iki eserdeki hadisler arasında lafız fark- lılıklarının olduğu görülür. Bu tür çalışmaların IV ve V. (X-XI.) yüzyıllarda yapıldığı görülmektedir.

(Cevap D)

3. Muztarib, “dalgaların hareketi, birbirine çarpışması” an- lamında ıztırab kelimesinin ism-i mef’ulüdür. Bu kelime bir işteki fesad, bozulma ve ihtilaf anlamlarında da kulla- nılmaktadır. Hadis istılahında ise bu anlamda, râvi veya

ravilerdeki hıfz eksikliği yüzünden bir hadisin farklı şekil- DİKAB SORU BANKASI Türkçede komşuluk hakkı şeklinde ifade olunan bu hak- lerde birbirine muhalif olarak rivayet edilmesini bildiren 6. ları, dini ve ahlaki yönlerinin yanında, irtifak hakları içeri- bir terimdir. Muztarib hadisin zayıf sayılmasının sebebi, sinde mütalaa edilen fıkhı yönü de vardır. İslam dini top- râvilerin hıfz ve zabtları hakkında ihtilâf edilmesidir. Râ- lumsal dayanışmaya büyük önem vermiş, bu çerçeveden vilerin birinin hıfz, zabt veya hadisi aldığı kimseden uzun olmak üzere komşuluk haklarına riayet önemle tavsiye müddet hadis dinlemiş olmasıyla ihtilaf ortadan kalkar ve edilmiştir. Hz. Peygamber, “Cebrail bana komşuluk hak- ravilerden birini diğerine tercih imkânı doğduğu için de larını o kadar tavsiye etti ki ben komşuyu komşuya varis hadis muztarib olmaktan çıkar. Iztırab çoğunlukla isnad- kılacak sandım” buyurmuştur. (Buhari, Edeb, 28; Müslim, da meydana gelmekle birlikte bazan da metinde ortaya Birr, 140–141). Başka bir hadislerinde de , “komşusu za- çıkar. Ancak sadece metindeki ıztıraba istinaden hadis- rar ve kötülüklerinden emin olmadıkça hiçbiriniz hakkıy- çilerin hadisleri bu adla adlandırmaları nadirdir. la iman etmiş olmaz.” demişlerdir (Buhari, Edeb, 29; Müs- (Cevap A) lim, İman, 73). Komşunun malının, canının ve namusu- nun korunması, komşuya iyi davranılması ve elden ge- 4. Hadisler tarihi sıra itibarıyla önce yazılı ve sözlü olarak len yardımın yapılması komşuluk haklarındandır. Ayrıca, koruma ve kayıt altına alınmaya çalışılmış, sonra bunlar komşuya zarar verilecek şeylerden kaçınılması, komşu- belli kitaplar içinde bir araya toplanmış, ardından da bu nun akarından istifade etmesini engelleyecek duvar, bi- kitaplardaki hadislerin sınıflandırılması yoluna gidilmiştir. na, havuz gibi şeyler yapmaması da bu haklar arasında- Bu aşamalar, zamanlarında yapılan hadis çalışmalarının dır. Komşuluk hakları sadece dini ve ahlaki değil, aynı ayırıcı temel özelliklerinden hareketle; Tesbît Dönemi, zamanda hukukidir. Kişilerin kendi mülklerindeki tasar- Tedvîn Dönemi ve Tasnîf Dönemi şeklinde isimlendirilir- rufları, başkalarına ve özellikle komşularına zarar verme- ler. Hadis tarihinde bu faaliyetlerin sürdürüldüğü döneme mek kaydıyla sınırlıdır. Komşular birlikte yaşamanın ge-

mütekaddimûn dönemi denmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK tirdiği küçük rahatsızlık ve zararlara katlanacaklardır.

(Cevap C) (Cevap B)

51 KPSS • ÖABT HADİS Test • 4

7. Ma’nevî mütevâtir; râvîlerin, aralarında müşterek bir nok- 11. Zeylaî’nin Nasbu’r-râye fî ehâdîsi’l-Hidâye adlı eseri, Ha- ta olan çeşitli hükümleri veya bilgileri ayrı ayrı lafızlarla nefî mezhebinin en tanınmış metinlerinden biri olan Bur- nakletmeleri şeklinde meydana gelen ortak manaya de- hâneddin el-Merginânî’nin (ö. 593/1197) el-Hidâye’si üze- nir. Yani aynı anlam değişik lafızlarla rivayet edilmiş ol- rine yapılan bir tahric çalışmasıdır. Bazı âlimlerin el-Hi- maktadır. dâye’de zayıf hadislerin delil olarak kullanıldığını iddia et- Bazı görüşlere göre manevî mütevâtir, sırat, mîzan, rü’ye- meleri üzerine eserdeki hadislerin tahrici için çeşitli çalış- tullah (Allah’ın ahirette müminler tarafından görüleceği) malar yapılmıştır. Zeylaî’nin söz konusu eseri bunların en ve sehiv secdesi gibi konularda da bulunmaktadır. Bu tür önemlisidir. Eserde, el-Hidâye’nin tertibi esas alınarak mütevâtir hadisler çoktur. Mütevâtir hadislerin çok oldu- KOZMİK ODA YAYINCILIK her konuyla ilgili hadislerin kaynakları zikredilmiş ve sıh- ğunu ifade edenler de zaten bunları kastetmektedirler. hat durumları hakkında bilgiler verilmiştir. Kaynağı bulu- namayan hadisler de ayrıca zikredilmiştir. (Cevap C) (Cevap C)

12. Hadis İlmi, geçmişte Şer’î İlimler veya Naklî İlimler diye isimlendirilen, günümüzde ise İslamî İlimler denilen ilim 8. Kütüb-i Sitte’nin yaklaşık hicrî beşinci asrın sonlarından itibaren otoritelerinin pekişmesinin bir diğer sonucu ise grubunun bir alt dalıdır. İslâm dinini konu edinen Naklî/ bu dönemden itibaren yazılan râvilerle ilgili kitapların Şer’î İlimler, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Tasavvuf’tur. Bu önemli ölçüde Kütüb-i sitte merkezli olmasıdır. Kütüb-i ilimler İslam Dini’nin temel iki kaynağı olan Kur’an ve Hz. sitte’de adı geçen râvilerin hemen hepsini ihtiva eden ilk Peygamber’in sünnetine yani uygulamalarına dayanırlar. çalışma Cemmâilî nisbesiyle tanınan Abdülganî b. Abdil- (Cevap D) vâhid el-Makdisî (ö. 600/1203) tarafından telif edilmiştir. O, el-Kemâl fî esmâi’r-ricâl isimli eserini bu amaçla telif etmiştir. el-Kemâl kendisinden sonraki Kütüb-i sitte râvi- 13. Etrâf, Arapça taraf kelimesinin çoğuludur. Taraf bir şeyin leriyle ilgili eserlerin temeli olmuş, onu esas alan birçok ucu, kenarı anlamına gelir. Bu kitaplara bu ismin verilme- çalışma yapılmıştır. Bunların en önemlilerinden biri Miz- sinin sözlük anlamıyla doğrudan ilişkisi vardır. Etraf ki- zî’nin (ö. 742/1341) Tehzîbü’l-Kemâl fî esmâi’r-ricâl isim- taplarında hadislerin tamamı değil başından bir kısmı ya- li eseridir. Tehzîbü’l-Kemâl üzerine yapılan en geniş ve ni ucu verilip hadisin farklı isnadları yani değişik rivayet önemli çalışma ise İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1448) kanalları verilir. Bu kitaplar genellikle sahâbe ismine gö- Tehzîbü’t-Tehzîb’i olarak kabul edilir. DİKAB SORU BANKASI re tertip edilmişlerdir. Hadis metinlerinin ilk harflerine gö- (Cevap B) re alfabetik olarak yazılmış olanları da vardır. Buhârî ve Müslim’in eserlerindeki hadisleri kolayca bula- bilmek amacıyla telif edilen Muhammed Şerif Tokadî’nin Miftâhu’s-Sahîhayn’ı da tanınmış etraf türü eserlerden- dir. Eserde önce Buhârî’nin, sonra da Müslim’in el- Câ- 9. Müsned kelimesi Arapçada, bir yere veya birine dayan- miu’s-sahîh’lerindeki kavlî hadisler alfabetik olarak dizil- dırılan şey anlamına gelir. Müsned türü eserlerde hadis- miştir. Buhârî’deki hadisler için İbn Hacer, Aynî ve Kas- ler, hadisin ilk râvîsi olan sahâbîlere göre sıralanmakta- tallânî şerhlerinin cilt ve sayfa numaraları; Müslim hadis- dırlar. Yani her bir sahâbînin hadisi bir arada bulunur. Bu leri için de Nevevî şerhinin cild ve sayfa numaraları veril- eserlerde hadisler ilk râvilerine göre gruplandırılarak, on- miştir. lara dayandırılarak düzenlendiklerinden bu isim verilmiş- tir. Müsnedlerde sahâbe ve tâbiûn sözleri yer almaz. Sa- (Cevap E) dece Peygamberimize ait hadisler bulunur.

(Cevap B) 14. Müstedrek Arapçada ek, ilave, tamamlama, düzeltme gi- bi anlamlara gelir. Müstedrek türü eserler, önceki dönem- deki bir müellifin şartlarına uyduğu hâlde kitabına alma- 10. Mu‘cem terimi bazı biyografi kitaplarının başlığında da dığı hadisleri toplamak suretiyle onun eksikliklerini ta- kullanılmıştır. Bu eserler hadis kitabı değil, râvîlerin ha- mamlayan kitaplardır. Müstedrekler esas aldıkları eserin yatına dairdir. Bunlara ricâl mu’cemleri denir ve ricâl ki- sistemine göre telif edilirler. Dolayısıyla müstedrekler ko-

tapları denilen biyografi kitapları grubuna girerler. KOZMİK ODA YAYINCILIK nu esaslı kitaplardır.

(Cevap E) (Cevap B)

52 HADİS Test • 4

15. Bazı sebeplerden dolayı hadislerin yazılması önceleri ya- 18. Hadisler her zaman aynen Hz. Peygamber’in ağzından saklanmış, daha sonra bu sebeplerin ortadan kalkmasıy- çıktığı gibi nakledilmemiştir. Çok zaman râvîler hadisi, la söz konusu yasak kaldırılmıştı. Bu sebepler arasında metnine sâdık kalmaksızın kendi ifadeleriyle nakletmiş- yazının gelişmemişliği, ashabın yazıyı az bildiği, hadisle- lerdir. Buna hadis ilminde manâ ile rivayet denir. Bunun rin Kur’ân-ı Kerîm’le karışma endişesi gibi hususlar zik- sonucu olarak aynı hadisin farklı kanallardan gelen me- redilmektedir. Ancak başka bir tarihi gerçek daha vardır tinleri arasında, aynı anlamın farklı kelime ve cümlelerle ki bunun da izahı gerekmektedir. Bu da Hz. Peygam- ifade edilmesinden kaynaklanan lafız farklılıklarına sıkça ber’den sonra uzun yıllar hadislerin yazılamayacağı ka- rastlanır. Mânâ ile rivayet olgusu da hadislere çok yay-

naatinin devam etmiş olmasıdır. İlgili haberler incelendi- KOZMİK ODA YAYINCILIK gın olmayan mahallî kelime ve kullanımların girmesine ğinde görünen o ki, bu kanaat Hz. Peygamber’in yasağı- yol açmıştır. Bu, daha çok bir hadisi birden çok sahabi- na dayanmamaktaydı. Çünkü görülebildiği kadarıyla, bu nin nakletmesi durumunda gerçekleşmiştir. kanaatte olanlardan hiçbiri görüşünü Hz. Peygamber’in (Cevap C) yasağına dayandırmamış bilakis başka sebeplerden bah- setmiştir. O sebeplerin de daha çok İslam toplumu için- deki sosyal ve kültürel sebeplerdir.

(Cevap D)

16. Hadis kelimesinin ıstılahi anlamı; Hz. Peygamber’den ge- len söz, fiil (davranış) ve takrirlerinin bütünü demektir. 19. Terğîb iyiliğe teşvik, terhîb ise kötülükten sakındırmak de- mektir. Mesela, Münzirî et-Terğîb ve’t-terhîb isimli eserin- Hz. Peygamber’in sünneti üç kısımda ele alınır; de iyiliğe teşvik eden kötülüklerden sakındıran hadisleri 1. Kavli sünnet bir araya getirmiştir. Müellif her konunun, terğîb ve terhîb 2. Fiili sünnet (teşvik ve uyarı) yönlerini dile getiren hadisleri iki grupta toplamak suretiyle önce terğîb sonra terhîbi ilgilendiren 3. Takriri sünnet (kendisi değil de başkaları tarafından hadisleri vermiştir.

yapılan davranışları söylenen sözü onaylaması bul- DİKAB SORU BANKASI ması anlamına gelir.) (Cevap C)

(Cevap C)

17. Kenzü’l-ummâl Ali el-Müttakî el-Hindî’nin (ö. 975/1567) Süyûtî’ye ait söz konusu iki eseri ile Ziyâdetü’l-Câmi’ ad- lı zeylindeki rivayetleri fıkıh konularına göre alfabetik ola- rak düzenlediği hadis kitabıdır. Eserin tam adı Kenzü’l-um- mâl fî süneni’l-akvâl ve’l-ef’âl’dir. Herhangi bir konudaki hadislere topluca ulaşmak isteyenler için kolaylık sağla- 20. En çok hadis rivayet etmiş sahâbî olan Ebû Hureyre’nin yan kitapta rumuzlarla hadislerin kaynağı belirtilmiştir. pek çok yazılı hadis malzemesine sahip olduğu nakledil- Eserde sened zikredilmemiş sadece sahâbî râvisine yer mektedir. Ancak bunları bizzat kendisinin mi yazdığı yok- verilmiştir. Süyûtî’nin değerlendirmeleri ve sıhhat duru- sa bazı kâtiplere veya öğrencilerine mi yazdırdığı kesin muyla ilgili bilgileri kaydedilmiştir. Eserde 46.624 hadis olarak tespit edilememiştir. Bunlardan bir tanesi, yazanı- bulunmaktadır. Ali Muttakî el-Hindî daha sonra eserin kul- na nisbetle Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfesi ismiyle bi- lanımında ortaya çıkan bazı güçlükleri gidermek, eseri linmektedir. tekrarlardan kurtarmak amacıyla Müntehabü Kenzi’l-um- Muhammed Hamîdullah’ın, hadis tarihiyle alâkalı mühim mâl fî süneni’l-akvâl ve’l-ef’âl’ini kaleme almıştır. Ken- bir girişle neşrettiği bu kitapçığın Türkçeye üç ayrı tercü- zü’l-ummâl ve Müntehabü Kenzi’l-ummâl’in farklı baskı- mesi yapılmıştır. Ebû Hureyre’ye nispet edilen es-Sahî-

ları bulunmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK fetu’s-sahîha isimli hadis kitapçığı da bu sahîfe olmalıdır.

(Cevap A) (Cevap C)

53 KPSS • ÖABT HADİS Test • 5

1. Semâ’ işitmek ve dinlemek anlamında (semia) fiilinin mas- 5. Peygamber Efendimizin soyu yirmi birinci kuşaktan ata- tarıdır. Terim olarak semâ, hadis hocasının (şeyh) hadis- sı olan Adnân vasıtasıyla Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsma- lerini okuması, talebenin veya talebelerin de bizzat on- il’e dayanmaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in soyu- dan işiterek hadisleri alması anlamındadır. Semâ yönte- nun da mensup olduğu Kuzey Araplarına İsmâilîler veya minde hadisi hoca okuyup anlatmakta, öğrenci ise dinle- Adnânîler gibi isimler de verilmektedir (Arapların diğer mektedir. Bu metotta hadis hocası hadisleri ezberinden ana kolu, ana yurdu Güney Arabistan olan Kahtânîler’dir). veya kitabından okur, öğrenci de önündeki metinden ha- Hz. Peygamber’in Adnân’a kadar soy kütüğü kesin ola- disim mütalaa ederdi. rak bilinmekte olup şöyledir: KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A) Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib (Şeybe) b. Hâ- şim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâ‘b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr (Kureyş) b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne 2. (An: falandan). Velid b. Müslim’in (ö. 195/810) verdiği ha- b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Me- berden anlaşıldığına göre, hadis rivayetinde kolaylık için ad b. Adnân. kullanılmıştır. Velid b. Müslim’in açıklaması şöyledir: Ev- Adnân ile Hz. İsmail arasındaki dedelerin isimleri ve sa- zâî ‘haddesenâ’ Yahya b. Saîd el-Ensârî kâle haddesenâ yıları konusunda ise ihtilaf bulunmaktadır. Bununla birlik- fülanün, kâle haddesenâ … diye bize rivayet ediyordu. te Adnân’ın soyunun Hz. İsmail’e dayandığında herhan- Ben ise bazen Evzâî’nin rivayet ettiği gibi bazen de ko- gi bir şüphe yoktur. Yukarıdaki sıralamaya göre Peygam- laylık olsun diye “an fülan, an fülan…” şeklinde rivayet ber Efendimiz, Arapların, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsma- ediyorum. Söz konusu siğa kolaylık sağlaması sebebiy- il’in soyundan gelen Adnânîler kolundan, Kureyş kabile- le semâ yoluyla alınan hadislerin rivayetinde kullanıldığı sinin Hâşimoğulları sülalesine mensup Abdullah b. Ab- gibi, semâ metoduyla alınmayan hadisler için de kullanıl- dülmuttalib’in oğludur. mıştır. (Cevap C) (Cevap D) 6. Kur’an’ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber’in temel gö- revleri şunlardır: 3. Temel hadis kaynaklarından Buhârî ve Müslim’in el-Câ- 1. Tebliğ: Allah’tan almış oldukları vahyi eksiksiz olarak miu’s sahîh’leri Sahîhayn ismiyle anılmaktaydı. Söz ko- insanlara bil dirmek anlamına gelir. nusu eserlerden bir kısmı ise zamanla kütüb-i erbaa, kü- tüb-i hamse ve kütüb-i sitte gibi kavramlarla anılmaya 2. Beyân/Tebyîn: Peygamber’in kendisine indirilen ki-

başlamıştı. Nitekim Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce ve DİKAB SORU BANKASI tabı, ümmetine açıklaması, onları ihtilaf ettikleri konu- Nesâî’nin Sünen’leri Kütüb-i erbaa (dört temel kaynak); larda aydınlatmasıdır. Buhârî ve Müslim’in el- Câmiu’s-sahîh’leri ile, Ebû Dâvûd, 3. Tezkiye: İnsanların kötü huylardan, günahlardan, kö- Tirmizî, ve Nesâî’nin Sünen’leri Kütüb-i hamse veya Usûl-i tülüklerden temizlenmesi, arındırılması demektir. hamse (beş temel kaynak); Bu beş esere İbn Mâce’nin Sünen’inin eklenmesiyle meydana gelen altı kitap ise Kü- (Cevap A) tüb-i sitte kavramlarıyla anılmaktaydı. 7. Merdûd hadîsler zayıf hadislerdir. Zayıf hadis sahîh ha- (Cevap D) dîsin tarifinde zikredilen niteliklerden birini veya birkaçı- nı taşımayan hadîstir ve taşımadığı niteliğe göre değişik 4. Buhârî, sahih hadisleri konularına göre bir araya getiren isimler alır. Bir hadise merdud veya zayıf denmesi, onun ilk muhaddistir. Buharî’den önce yazılan hadis kitapları Hz. Peygamber’e hiçbir şekilde nispet edilemeyeceği an- sahih ve sahih olmayan hadisleri bir arada içerirdi. Bu- lamına gelmez. Zayıf hadislerin kendi içerisinde katego- harî’nin hocası İshak b. Râhûye sadece sahih hadisleri rileri vardır. alan bir hadis kitabına ihtiyaç olduğunu söyledi. Buharî o sıralarda gördüğü bir rüya üzerine bu işe koyuldu. İb- (Cevap E) nü’l-Kayserânî’nin dediğine göre Buhârî elindeki bütün hadisleri Mebsût adını verdiği büyük bir hadis kitabında 8. Hadislerin tek tek isnadlarıyla rivayet edildiği rivayet dö- konularına göre tasnif ederek toplamıştı. Bunun en sağ- neminde hadisler çoğunlukla semâ ve kırâat metotlarıy- lam rivayetlerini seçerek Sahîh’ini meydana getirdi ve dö- la alınıp nakledilmekteydi. Bu iki metotla alınma imkânı neminin Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn ve Ali el-Me- bulunmadığında icâzet, münâvele ve mükâtebe metotla- dînî gibi büyük hadisçilerine kontrol ettirdi ve onaylarını rından biri kullanılmaktaydı. İ’lâm, vasiyet ve vicâde me-

aldı. KOZMİK ODA YAYINCILIK totlarına ise nadiren müracaat edilmekteydi.

(Cevap C) (Cevap A)

54 HADİS Test • 5

9. Haber-i vâhid, herhangi bir tabakada râvî sayısı, mute- 13. Bir şeyi çok yapanlar anlamına gelen müksirûn kelimesi vatir hadîsin râvî sayısına ulaşamayan hadîstir. Buna gö- (tekili: müksir), binden fazla hadis rivayet etmiş sahâbî- re her tabakada râvî sayısı üç-dört olan bir hadîs de ha- ler için kullanılan bir terimdir. Rivayeti 1000’e ulaşmayan ber-i vâhiddir. Hadis usulünün asıl konusu bu tür hadis- sahâbîlere de mukıllûn denir. Sahâbe içinde müksirûn di- lerdir. Bunlar da Hz. Peygamber’e ait olup olmama ihti- ye bilinen yedi sahâbî, rivayet sayılarına göre şöyle sıra- maline göre başlıca iki kısma ayrılırlar: Makbûl Hadisler, lanır: Merdûd Hadisler. Hz. Peygamber’e ait olma ihtimali faz- • Ebû Hureyre • Abdullah b. Ömer la olan hadislere makbûl, az olanlara ise merdûd denilir.

KOZMİK ODA YAYINCILIK • Enes b. Mâlik • Hz. Âişe (Cevap B) 10. Hadisler arasındaki ihtilâfın giderilmesinde dört temel • Abdullah b. Abbâs • Câbir b. Abdullah yöntem vardır: • Ebû Saîd el-Hudrî I. Cem ve te’lîf: Cem Arapçada dağınık olan şeyleri bir (Cevap D) araya getirme, te’lif ise uzlaştırma anlamına gelir. Bu yöntemin esası çelişen hadislerin her ikisini, birden çok ise hepsini bağdaştırarak herhangi birini terk et- meden birlikte geçerli saymaktır.

II. Nesh: Nesh Arapçada yok etmek, ortadan kaldırmak, nakletmek anlamlarına gelir. İslâmî ilimlerde nesh’in tanımı: “Şer’î bir hükmün daha sonra gelen şer’î bir 14. Tâbiîn tabakasından sayılan özel bir grup vardır ki, bun- delille kaldırılması” şeklindedir. lara muhadramûn (tekili: muhadram) denir. Hadrame fii- linden türemiş bir ism-i mefûl olan muhadram kelimesi III. Tercih: Birtakım ölçütlere dayanarak çelişen hadis- Arapçada, kulak ucu kesik deve, sünnet olmamış erkek, lerden birini tercih edip öbürünü terk etmektir. babası beyaz kendisi siyah kimse, nesebi karışık kişi gi- IV. Tevakkuf: Tevakkuf Arapçada durmak, duraksamak, bi anlamlara gelir. beklemek anlamlarına gelir. İhtilafı giderme yöntemi Hadiste, Câhiliyye ve İslâm devirlerine yetişip Hz. Pey- olarak tevakkuf, çelişen hadisler konusunda karar gamber zamanında Müslüman olduğu hâlde onu göre- vermemek, askıya almak, karar vermeyi sağlayacak memiş kimselere denir. Bunlar, Hz. Peygamber zamanın- delil ve karîneler buluncaya kadar beklemek anlamı- da yaşamış olmaları bakımından sahâbeye, onu değil de

na gelir. DİKAB SORU BANKASI sahâbeyi görmüş olmaları bakımından tâbiîne benzerler. Sayıları konusunda yirmiden yüzelli küsüre kadar muh- (Cevap A) telif rakamlar verilen muhadramlar arasında Üveys el-Ka- 11. Zayıf hadis terimleri oldukça fazladır ve âlimler bazı te- ranî, Ebû Osman en-Nehdî ve Alkame b. Kays sayılabi- rimler üzerinde farklı tanımlar yapmışlardır. Bu sebeple lir. zayıf hadisler çok çeşitli şekillerde ele alınmışlardır. (Cevap B) (Cevap E) 12. Mütekaddimûn Dönemi Hadis Usulü Kitapları:

1. er-Râmhürmüzî diye tanınan Ebû Muhammed el-Ha- sen b. Abdurrahmân’nin (ö.360/971) el-Muhaddi- sü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî isimli eseri günümüze ulaşan hadis âlimlerince yazılmış ilk müstakil hadis usulü kitabı kabul edilir. 15. Heysemî Mecma’u’z- zevâid ve menba’u’l-fevâid adlı ese- rinde Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya’lâ el-Mevsılî ve Bezzâr’ın 2. Hâkim diye tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. Ab- Müsned’leri ile Taberânî’nin üç Mu’cem’inin Kütüb-i sit- dullah el-Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) Ma’ri- te’de bulunmayan hadislerini bir araya getirmiştir. Sened- fetü ulûmi’l-hadîs isimli eseri. lerde sahâbîler dışındaki râviler zikredilmemiştir. Eser kırk 3. Hatîb el-Bağdâdî diye tanınan büyük hadis âlimi Ebû dört kitap, 3642 ve 18.776 hadis ihtiva etmektedir. Bekir Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Eserde merfû, mevkuf ve maktû’ rivayetler yer almakta- el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye isimli eseri. İsminden anlaşı- dır. Heysemî, rivayetleri sahih-zayıf ayırımı yapmadan lacağı üzere müellif bu kitabı rivayet ilimlerinde yeter- kaynaklardan olduğu gibi almıştır. Dolayısıyla eserde sa-

li bir kitap ortaya koyma amacıyla yazmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK hih, hasen, zayıf hatta mevzû hadisler bulunmaktadır.

(Cevap B) (Cevap E)

55 KPSS • ÖABT HADİS Test • 5

16. Maklûb Arapçada ters çevirilmiş, içi dışına çevirilmiş, ye- 19. Hadislerdeki, anlaşılması zor olan ve ancak sahanın uz- ri değiştirilmiş, bir şekilden başka bir şekle döndürülmüş manları tarafından anlaşılabilen kelimelere “garibu’l-ha- gibi anlamlara gelir. Hadis ilminde, sened veya metnin- dis” dendiği gibi, garibu’l-hadis’i konu edinen hadis bilim deki kelime veya cümleler arasında yer değişikliği yapıl- dalı da aynı terimle isimlendirilmiştir. Hadislerdeki bazı mış olan hadîse denir. kelimeler, bilinen sözülk anlamları dışında kullanılmıştır. Zabtın tesbitinde kullanılan metotlardan biri de, râvîlerin Hadislerin doğru anlaşılması için, bu kelimelerin bilinme- rivayet bilgilerini haberli veya habersiz olarak yoklamak- si gerekir. Bundan dolayı sadece Arapça bir sözlükten tır. Hatîb el-Bağdâdî elinde rivayetlerinin yazılı olduğu bir yararlanarak hadisleri anlamaya çalışmak hataya götü- kitap bulunmadığı hâlde ezberinden rivayet eden kimse- KOZMİK ODA YAYINCILIK rebilir. Hadisleri doğru anlamak için “garibu’l-hadis” da- nin zabt durumu, hadislerin sened ve metinleri karıştırıl- lında yazılan eserlerden yararlanmak gerekir. İbn-u’l-E- mış (maklûb) olarak kendisine arz edilmesiyle anlaşıla- sir el-Cezeri’nin en-Nihaye fi Garfi Garibu’l-Hadis, İb- bileceğini söyler. Fakat bu durum cerh yöntemlerinden nü’l-Cevzi’nin Garibu’l-Hadis adlı eserleri bu sahada ya- adaleti de kapsar. zılmış eserlerden bazılarıdır.

(Cevap C) (Cevap E)

17. İmam Ahmed’in son dönemleri genelde hapis ve ev hap- sinde geçtiğinden yakınları dışında kimseye hadis oku- tamamıştır. Bu nedenle elimizdeki Müsned bize oğlu Ab- dullah ve talebesi Katîî’nin düzenlemesiyle ulaşmıştır. Bunlar İmam Ahmed’in Müsned’ine on bin kadar hadis ilave etmişlerdir. Bunları ilave ederken hadis seçiminde Ahmed b. Hanbel kadar titiz davranmadıkları, bu yüzden Müsned’deki tenkide uğrayan hadislerin genellikle bu ila- veler olduğu tahmin edilmektedir. Müsned’de uydurma hadis bulunup bulunmadığı ise tartışmalıdır. İbn Cevzî’nin otuz sekiz uydurma hadis olduğu şeklindeki iddiası, İbn Hacer tarafından, el-Kavlü’l-müsedded isimli eserinde bu

hadisler tek tek incelenerek reddedilmiştir. DİKAB SORU BANKASI

(Cevap E)

18. Hasen hadis, sahih hadis ile zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadise daha yakın olan bir hadis çeşi- didir. Hasen hadiste de sahih hadiste aranan beş şartın bulunması gerekli olmakla birlikte, hasen hadiste de sa- hih hadiste aranan beş şartın bulunması gerekli olmakla 20. Fetanet, Peygamberlerin zeki ve dikkatli olduklarını be- birlikte, hasen hadis ravilerinin zabtı, sahih hadis ravile- lirten bir sıfattır. Yüce Allah gönderdiği bütün Peygamber- rinin zabt özelliğinden az aşağı derecededir. Sahih hadis lerine üstün bir zeka, büyük bir dikkat ve olgunlaşmış, bir ravilerinde mükemmel bir zabt aranırken, hasen hadis ra- akıl ihsan etmiştir. Böylece Allah’tan aldıkları vahiy kav- vilerinde zabtın ana esasları aranır. Bundan dolayı ha- rayacak bir idrak gücüne sahip olmuşlardır. Yüce Allah, sen hadis ravilerinde, hadise zarar verecek derecede bir Hz. İbrahim için şöyle buyuruyor: “Andolsun biz, daha ön- zabt hatası görülmez. Aksi halde ravi mecruh, hadisi de ce İbrahim’e de hidayet, dürüstlük ve bilgi gücü vermiş- zayıf olur. Hadisleri sahih, her ne kadar kuvvet itibariyle tik. Biz onu iyi tanıdık.” (Enbiya, 21/51). Peygamberler sahih hadisten aşağıda ise de, delil olma ve kendisiyle gönderdikleri toplumun içinde, zeka, fizik, meslek, ahlak amel etmenin gerekliliği yönünden sahih hadis gibidir. Fı- ve huy güzelliği bakımından mükemmel, cesaret ve şah- kıh bilginlerinin tamamı ve hadis bilginlerinin çoğunluğu- siyet sahibi olan kimselerdir. Fetanet, anlayış ve zeka üs- na göre, hasen hadis, akaid esasları dışındaki bütün di- tünlüğüne ilave olarak hassas derecede şuuru, zihin ber- ni hükümlerde delildir; hükmüyle amel edilir. Hasen ha- raklığını, duyarlılığını ve çabuk kavrayışlı oluşlarını ifade

dis, sahih hadisle çakışırsa, sahih hadis tercih olunur. KOZMİK ODA YAYINCILIK eder.

(Cevap D) (Cevap E)

56 HADİS Test • 6

1. İçerisinde darbı mesel ya da mesel bulunan hadisleri der- 4. Hadis evi, hadis okulu anlamlarına gelen daru’l-hadis, te- leyen kitaplara “emsalü’l-hadis” denir. Hadislerde darb-ı rim olarak, hadis ilimlerinin öğretildiği özel branş okulla- mesel, bir konunun anlaşılmasını kolaylaştırmak, etkinli- rına verilen isimdir. Selçuklular devrine kadar İslami ilim- ğini ve sürekliliğini sağlamak amacıyla başvurulan tem- lerin öğretimi amacıyla yapılmış binalar yoktu. Niza- sili anlatımdır. mü’l-Mülk tarafından bu amaçla ilk olarak Bağdat’ta, Ni- Örneğin, bir hadis-i şerif’le, Allah’ın koyduğu sınırlara ri- zamiye Medreseleri kurulmuştur. Bundan yaklaşık bir asır ayet edenlerle bu sınırları ihlal edenlerin toplumundaki sonra, sadece Hadis ilimlerinin okutulduğu darü’l-hadis- durumu; yaptıkları deniz yolculuğunda, kur’a sonucunda ler kurulmaya başlanmıştır. Osmanlılar devrinde de bir- geminin kamara ve güvertesine yerleşenlerden, kamara- KOZMİK ODA YAYINCILIK çok darü’l-hadis yapılmıştır. da yolculuk yapanların, su ihtiyaçlarını kolayca karşıla- (Cevap A) mak ve güvertedekileri rahatsız etmemek için gemiyi del- mek istemelerine benzetilmiştir… (Buhari, Şehadat, 30, Şerike, 6; Tirmizi, fiten, 12; Ahmed, 4/268, 270, 273) Ha- dis-i şerifteki temsili anlatımla, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma konusunda toplumsal duyarlılığın önemi vurgu- lanmıştır.

(Cevap C) 5. Peygamber sevgisi demektir. Allah’ın müjdeleyici ve uya- 2. “Cevami”, “cami” kelimesinin, “kelim” de “kelime” sözcü- rıcı olarak gönderdiği Peygamberleri özelikle bütün in- ğünün çoğuludur. Cami, toplayıp bir araya getiren; keli- sanlığın Peygamberi Hz. Muhammed’i sevmek, mü’min- me ise, “söz” anlamına gelir. “Cevamiu’l-kelim”, terim ola- lerin Peygamberlere karşı görevlerinden biridir. Peygam- rak, Hz. Peygamber’in az sözle çok mana ifade etme beri sevmek, Allah’ı sevmenin sonucudur. Çünkü Allah, özelliğini belirtmektedir. Hz. Peygamber, diğer Peygam- bizi sevmesini, bizim Peygambere uymamıza bağlamış- berlerden farklı özelliklerini açıkladığı bir hadiste, “ben, tır (Al-i İmran, 3/31). Peygambere uyabilmek, için onu ta- cevamiu’l-kelim olarak gönderildim” buyurmuştur (Buha- nımak, onun peygamberliğini tasdik etmek ve onu sev- ri, Cihad, 122). Hz. Peygamber’in şu hadisleri bunlara ör- mek gerekir. Tevbe suresinin 24. ayetinde eş, çocuk, ba- nektir: “Ameller, niyetlere göredir.” (Buhari, İman, 41; Müs- ba-oğul, mal-mülk gibi hiçbir şeyin Allah ve Peygambe- lim, İmare, 155); “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol!” rinden daha sevimli olmaması gerektiği bildirilmiştir. Pey- (Müslim, İman, 62); “Zarar vermek de, zarara karşı za- gamber sevgisi, imanın gereğidir. Buhari, el-Cami’u’s-Sa- rarla mukabelede bulunmak da yoktur.” (İbn Mace, Ah- DİKAB SORU BANKASI hih adlı hadis kitabında iman bölümünün 8. bahsinin baş- kam, 17) bu tür hadisleri toplayan eserler yazılmıştır. Kaf- lığını “Peygamberi Sevmek İmandandır” şeklinde koy- fal eş-Şaşi’nin, “Cevamiu’l-Kelim” ve İbn Receb’in, “Ca- muştur. miu’l-Ulum ve’l-Hikem” adlı eserleri bunlardandır. (Cevap B) (Cevap A) 3. Önceleri erkek çocuklar ve baba tarafından gelen erkek akraba anlamın gelen asabe kelimesi, Hz. Peygamber zamanından itibaren, diyet ve miras konusunda belirli ya- kınlar için kullanılmıştır. Hata ile öldürmede, mak- tulün yakınlarına ödenecek diyeti yüklenen, ölüme sebe- 6. Sahâbe sözlerinin bağlayıcı olup olmadığını ortaya ko- biyet veren kimsenin erkek tarafından akrabalarına asa- yabilmek için önce bu sözlerin hadis usûlü açısından ne be denmiştir. Miras konusunda ise, tek başına bulundu- değer ifade ettiği üzerinde durmamız gerekmektedir. Kay- ğunda mirasın tamamını, kendilerine belirli hisseler tayin nakların verdiği bilgilere göre sahâbe sözleri ya merfû ha- edilen mirasçılarla beraber bulunduğunda ise, onlardan dis hükmündedir veya mevkûf haberdir. Eğer sahâbîle- arta kalanı alan mirasçılara asab denmiştir. rin yapmış oldukları tefsîrler ayetlerin nüzûl sebepleri, Asabe olma vasfı, verasetin en kuvvetli sebebi olarak ka- Mübhemâtu’l-Kur’ân, nâsih-mensûh veya gaybî konular- bul edilmiştir. Yakın asabe bulunduğunda, daha uzak olan la ilgili olup üzerinde içtihâd etme ve fikir yürütmenin müm- mirastan düşer. Asabe sebebi ve nesebi olmak üzere iki- kün olmadığı bir alana ait ise bunlar hükmen merfû ha- ye ayrılır. Sebebi asabe, köleyi azat eden efendi veya ber olarak değerlendirilmiştir. Fikir yürütülmesi ve ictihâd onun asabesinin, azat edilen kölenin mirasçısı olmama- edilmesi mümkün olan alanlara ait olmakla birlikte, sahâbî- sı halinde mirasçı olmasına denir. Nesep yönünden asa- lerin kendi bilgi birikimlerine dayanıyorsa bu tarz haber-

be ise, kan bağı dolayısıyla meydana gelen asabeliktir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lere de mevkûf haber ismi verilmiştir.

(Cevap C) (Cevap B)

57 KPSS • ÖABT HADİS Test • 6

7. İslâm bilginlerine göre Hz. Peygamber’in tefsîri iki fonk- 11. Hadisi rivayet eden bütün ravilerin adalet ve zabt yönün- siyon icra etmektedir. Bunlardan birine beyân denilir ki o, den durumlarını inceleyen ve araştıran ilim dalına cerh Allah Resûlü’nün Kur’ânî nasları gerektiği şekilde açıkla- ve Ta’dil ilmi denir. ması anlamına gelir. Diğeri de teşrî’ fonksiyonudur. Bu- (Cevap D) nunla da Peygamberimiz gerektiği durum ve şartlara gö- re hüküm koymaktadır.

(Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK

8. Sahabeler Hz. Peygamber’in sözlerini ya da çeitli uygu- lamalarını not etmişlerdir. Bunar; 12. Hadis öğretim ve öğretim yollarından biri olan Vicade; ra- • Ebu Hureyre vinin el yazısı ile yazılmış kitabını veya bazı hadislerini bulmasına denir. • Abdullah bn Ömer • Enes bn Malik (Cevap E) • Hz. Aişe • İbn Abbas • Cabîr bn Abdullah • Abu Said el-Hudri gibi sahabelerdir.

(Cevap A)

13. Hadislerin korunmasına yönelik alınan tedbirler:

DİKAB SORU BANKASI • Güvenilir kimselerden alınması

• Hadislerin ezberlenmesi

• Hadislerin yazıya geçirilmesi 9. Kabul ve red açısında ravi ve mervinin durumunu bildi- • Yazıya geçirilme esnasında önemli tedbirlerin alınma- ren kaideler ve meseleler bütününü ifade eden dirayetü’l sıdır. hadis aynı zamanda “ulumu’l hadis” şeklinde adlandırılır.

(Cevap E) (Cevap A)

14. Hadis kitabı ve müelliflerinden Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı kitabın eşleştirilmesi şu şekildedir.

• Buhari • Sahih

• Müslim • Sahih

• Ebu Davud • Sünen

10. Sözlükte “bir şeyin altını üstüne çevirmek anlamındaki • Tirmizi • Sünen kalb kökünden türemiştir. İsnadında ravilerin siim veya • Nesai • Sünen neseplerinin metninde ise kelime yahut ibarelerinin yer-

leri değiştirilerek rivayet edilen hadistir. KOZMİK ODA YAYINCILIK • İbn Mace • Sünen

(Cevap E) (Cevap A)

58 FIKIH Test • 1

1. Ortaklaşa kesimlerde dikkat edilmesi gereken üç önem- 5. Cuma namazı cemaatle kılınan bir namaz olduğu için li şart vardır: münferiden kılınamaz. Cuma namazı kılmak için;

1. Ortakların her biri Müslüman olmalıdır. A: İmam-ı Şafii: Cuma namazı için akil, balig, hür, erkek, mukim ve oraya yerleşmiş 40 kişi olması gerekir. 2. Yine her biri ibadet niyetiyle ortaklığa girmiş olmalı- Cuma için imamdan başka 10 tane cemaat ol- dır B: : ması gerekir. (10+1) 3. Hiçbir ortağın hissesi yedide birin altına düşmemeli- İmam Ebu Hanife, (İmam Muhammet): Cuma namazı için dir.

KOZMİK ODA YAYINCILIK en az 3 cemaat (3+1) olması gerekir. (Cevap C) D: İmam Ebu Yusuf’a göre en az iki Cemaat ve bir imam 2. İki namazın, bunlardan birincisinin vakti içinde birleştiri- olmalıdır. (2+1) lerek peş peşe kılınmasına “cem-i takdîm” (öne alarak E: Hanbeli mezhebine göre ise Cuma namazı için imam- birleştirmek), ikincisinin vakti içinde birleştirilerek peş pe- la beraber en az 40 kişi olmalıdır. Dolayısıyla Şafii ve şe kılınmasına ise “cem-i te’hîr” (sona bırakarak birleştir- Hanbeli mezhebi Cuma namazı konusunda 40 kişi olma- mek) adı verilmiştir. Buna göre öğle ile ikindiyi öğle vak- lıdır konusunda hemfikirdir. tinde, akşam ile yatsıyı akşam vaktinde birleştirilerek peş (Cevap A) peşe kılmak cem-i takdîm olur. 6. Dinîn semantik olarak barındırdığı belirli bir zaman dili- (Cevap C) minde ödenmesi gereken borç anlamındaki deyn kelime- sinden kalkarak kazandığı bu anlam, zaman içinde top- 3. Haram li-gayrihi, dinin ana kaynaklarının (Allah ve resu- lumda devamlı tekrarlana tekrarlana alışkanlık hâline ge- lünün) özü/mahiyeti açısından değil, vasfı açısından kö- len, bazı davranışlara dönüşen bir yönü olması itibarıyla tülük ve zarar içermesine dayanarak dış bir unsur dola- örf ve âdet hâline dönüşmektedir. Yaptığı davranışlar ve yısıyla haramlığına hükmettiği fiildir. Bu tür haramlara, iç bağlılığından beklentisi mükâfat ve ceza, bu hususta “vasfından dolayı/geçici haram” da denebilir. Dolaylı ha- takip ettiği metot da usul ve tutulan yol olarak dinîn keli- ramlar; dinin beş temel amacı olan can, akıl, din, nesil ve me kökünden çıkan anlamları ortaya koymaktadır. malın korunmasını genelde ikinci, bazan birinci derece- den hedefleyen yasaklardır. Riba (faiz) veya fâsit şart içe- (Cevap E) ren satış; başkasının malını rızasız almak gibi. Bu fiiller, 7. Ehven-i Şer: Zararı ve kötülüğü daha az olan manasına özünde zarar ve kötülük içerdiklerinden dolayı değil, vas- bir isim tamlamasıdır. İki zararlı, kötü şeyden birini işle-

fından dolayı haramdır. Bu haramlık, haram bir fiile biti- DİKAB SORU BANKASI mek zorunda kalan kimsenin, bunlardan hafif olanını ter- şik olması veya harama sebebiyet vermesi gibi dış bir du- cih edebileceğini ifade etmek için kullanılır. Mecellenin rum dolayısıyla ortaya çıkar. 29. maddesinde, “ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” (iki kö- tülükten hafif olanı tercih olunur) denilmektedir. Ayrıca (Cevap D) 26-28. maddeleri de bu konuyu düzenlemektedir. Umu- mi zararı defetmek için, hususi zararın tercih edileceği; 4. Ramazan ayı boyunca oruç tutan Müslümanlar bu ay so- na erip şevval ayı girince oruca son verirler ve bayram şiddetli zararın daha hafif zarar ile giderileceği; iki fesat yaparlar. Arapça’da bu bayrama îdü’lfıtr (fıtr bayramı) de- çeliştiğinde hafifi işlenmek suretiyle daha büyük olandan nir. Müslümanlar bu bayramda aynı zamanda sosyal içe- kurtulmanın çaresine bakılması gerektiği bu maddelerde rikli bir malî ibadet olarak sadaka vermekle yükümlüdür. işlenmiştir. Bu gün ödenmesi gereken sadakaya sadakatü’l-fıtr (fıtır (Cevap C) sadakası/fitre) veya zekâtü’l-fıtr (fıtır zekâtı/fitre zekâtı) 8. Kur’ân da olduğu gibi hadislerde de İslam kelimesi geç- denir. Bu manada dilimizde fitre kelimesi yaygınlık kazan- mekte ve “Allah’ın insanlığa gönderdiği son din” anlamı mıştır. ön plana çıkarılmaktadır. Hadislerde, İslam’ın bir din ola- Fitre verme yükümlülüğünün başlama anı, bayramın bi- rak insan fıtratına en uygun ve insanlığın devam eden rinci günü sabahı imsak vaktinin girmesidir. Bu yükümlü- doğruyu algılama sağduyusuna en elverişli bir din oldu- lüğün, ramazanın son günü güneşin battığı anda başla- ğuna dikkat çekilmektedir. Burada fıtrat kelimesiyle Al- yacağını, söyleyenler de vardır. Fitrenin yükümlülükte lah’ın insanı yarattığında iç dünyasına yerleştirdiği yara- esas alınan bu vakitten önce ödenmesi caizdir. Özellikle tıcısını tanıma kabiliyeti kastedilmektedir. Hadislerin ba- ramazanın sonlarında bilhassa son iftar ile bayram sa- zısında İslam dinî için, “kolaylaştırılmış Haniflik” tanımla- bahı arasında ödenmesi tavsiye edilir. Fitrenin bayram ması yapılması bu dinîn insanın Allah tarafından ihtiyaç-

namazından önce verilmesi gerekir. KOZMİK ODA YAYINCILIK larını karşılayan aslî din özelliğini açıklamaktadır. (Cevap A) (Cevap A)

59 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 1

9. Namazın dikkatli ve devamlı kılınmasıyla Allah insan iliş- 14. Ehli kıble ya da ehli salât, İnanç esaslarını değişik şekil- kisi sürekli olarak canlı tutulacaktır. Böylece Allah’ın ken- lerde yorumlayan farklı itikadî mezheplere bağlı bütün disini her zaman görüp işittiğinin farkında olarak namaz müslümanları kapsayan bir tabirdir. Kâbe’ye doğru yöne- kılan Müslüman her türlü kötülükten uzak duracaktır. Çün- lerek namaz kılmak en faziletli amel kabul edilmiş ve bu kü gereği şekilde kılınan namazın insanı her türlü kötü- ibadetin farziyetine inanan, bu temel hükmü benimsedi- lükten ve hayâsızlıktan uzaklaştırma gibi bir işlevselliği ğini sözleriyle (bazılarına göre fiilleriyle) ortaya koyan kim- söz konusudur. seler İslâm dairesi içinde sayılmıştır.

(Cevap B) (Cevap C) KOZMİK ODA YAYINCILIK

10. İslam inancında iyi insan, dinî ve ahlaki anlamda olabil- diğince kusurları asgari düzeye inmiş kimsedir. İyiliği umu- lan, kötülüğünden de güvende olunun bu insanlar, yara- tılmışların en iyisidir. Kur’an-ı Kerim’e göre: “Allah onlar- dan, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.” (el-Beyyine 15. Yeni çözüm yazılacak 98/8.) Bu sebeple, akâid kitaplarımızda insanın yaptığı eylemlerin imanla ilişkisi bir başka ifade ile inancın pra- tik değeri, buna bağlı olarak İslam’a mensubiyetin temel ilkeleri bağlamında İslam’ın asgarisi üzerinde durulmuş- tur. (Cevap ?)

(Cevap E)

11. Ahlakın İslami sürümünün temel kaynağı Kur’an’dır. Bu verinin yansıması Hz. Muhammed’in sünnetinde somut bir hal kazanmıştır. Metinsel ahlak bu kaynaklara atıfla 16. Ehlü’l-hal ve’l-akd: Klasik fıkıh literatüründe, devlet baş- tespit edilen hadler ve değerleri ifade eder. Bu husus VII kanını seçmek ve gerektiğinde azletmek yetkisine sahip ve IX. asırlardaki düşünürler tarafından kısmen katego- olan heyet anlamında bir terimdir. Bu kavramın, Şia ile rize edilmiş olsa da, Kur’ani ahlak, doğal olarak analizi Ehl-i Sünnet arasında imamet, halifenin iş başına getiri-

zor bir kavramdır. DİKAB SORU BANKASI liş usulü ve meşruiyeti konularının tartışılmaya başlama- (Cevap B) sıyla literatüre girdiği söylenebilir. Şia, imamın nas ile be- lirlendiğini, buna göre, Hz. Peygamber’in kendisinden 12. Bir insana haccın farz olması için gerekli şartlar şunlar- sonra Hz. Ali’yi halife olarak belirlediği görüşünü ileri sür- dır: mektedirler. Ehl-i Sünnet ise, halifenin ümmeti hakimiye- 1. Müslüman olmak. tini teslim ettiğini ve ümmetin seçimiyle iş başına gelme- si gerektiğini kabul etmiş; devlet başkanının ehlü’l-hal 2. Akıllı olmak. ve’l-akd denilen bir heyet tarafından belirlenmesi gerek- 3. Bâliğ (ergin) olmak. tiğini ağırlıklı olarak işlemeye başlamışlardır. Ehlü’l-hal ve’l-akdin gerek sayısı gerekse nitelikleri konusundaki 4. Yeterli maddi imkâna sahip olmak. görüş ayrılıkları, dört halife döneminin farklı şekillerde yo- 5. Sağlıklı olmak. rumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında gö- 6. Vakit: Hac, senenin belli günlerinde edâ edilen bir rüş ayrılıklarında, alimlerin içinde bulunduğu siyasi ve ibadettir. sosyal şartlar ve mevcut siyasi yapıyı eşleştirme veya meşru gösterme gayretleri de etkili olmuştur. Hz. Pey- (Cevap A) gamberin “ümmetim delalete birleşmez” mealindeki ha- disine göre ehl-‘l-hal ve’l-akdin sınırlı sayıda seçici yeri- ne, toplumun görüşünü aksettirebilecek şekilde çok kişi- 13. Istıslah, genel olarak maslahat-ı mürseleyi dikkate alma, den oluşması daha uygundur. Bu heyeti oluşturacak kim- ona göre hüküm verme anlamına gelir. Maslahat, asıl iti- selerin erkek olması şart değildir. Hz. Peygamber’in ka- bariyle, yararı sağlama (celb-i menfaat) veya zararı gi- dınlara biat etmesi ve gerektiğinde onlarla istişare etme-

dermeden (def-i mazarrat) ibarettir. KOZMİK ODA YAYINCILIK si buna işaret etmektedir.

(Cevap A) (Cevap A)

60 FIKIH Test • 1

17. Mekke döneminde öncelikli olarak tevhit inancı yani tek Allah’a, O’nun Peygamberine ve ahiret gününe iman vur- gulanmış, ahlaki değerlere yer verilmiş, tevhit anlayışını pekiştiren ibadetler de peyderpey teşri kılınmaya başla- mıştır. Namaz ve ona hazırlık niteliğindeki abdest, gusül ve maddi temizlik Mekke döneminde emredilmiştir. Beş vakit namaz, hicretten bir yıl kadar önce miraçta farz kı- lınmış, cuma namazı da hicret öncesinde emredilmiştir.

Hicretten sonraki yıllarda yani Medine döneminde de İs- KOZMİK ODA YAYINCILIK lam’ın diğer şartları olan oruç, zekât ve hac ibadetleri farz kılınmış kamu düzeni, hukukî ve ticarî hayat başta olmak üzere dinin diğer alanlardaki ameli hükümleri tamamlan- mıştır.

(Cevap D)

18. Küsûf namazı, güneş tutulduğu zaman kılınan namazdır. Bu namazın meşruiyeti Hz. Peygamber’in sünneti ile sa- bittir. Güneş tutulduğu zaman Peygamberimizin küsûf na- mazı kıldırdığına dair, başta Buharî ve Müslim olmak üze- re, sahih hadis kitaplarında çok sayıda rivayet mevcut- tur.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

19. Kur’an-ı kerim okumaya eûzü ile başlamak sünnettir.

(Cevap D)

20. “İnşallah” ilavesiyle yapılan yeminler Hanefîlere göre so- rumluluk doğurmaz. Söz gelimi “Yemin ederim ki yarın in- şallah senin işini yapacağım” şeklindeki bir yemin, gere- ği yerine getirilmediği takdirde keffâret sonucu doğurmaz. Fakat bu tür davranışların İslâm ahlakıyla ve Müslüman

kimliğiyle bağdaşmadığı da bilinmelidir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap E)

61 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 2

1. Edep kelimesinin çoğulu olan adab; dinin gerekli gördü- 6. Nesil emniyetini kavrayabilmek için “aile nedir?” sualine ğü ve aklın güzel bulduğu bütün söz ve davranışları, uyul- cevap bulmak zorundayız. Istılâhta; “temelini ana baba- ması gereken görgü kurallarını, göz önünde bulundurul- nın teşkil ettiği, kan ve süt bağıyla birbirine bağlı ferdler- ması ve izlenilmesi gereken esasları ifade eder. İyiliğe ve den oluşan küçük topluluğa aile denir” şeklinde tarif edil- güzelliğe yönelttiği için, insanın övgüye değer özellikleri- mektedir. Ayrıca, nikâhları birbirine müebbeden haram ne de edep denilir. Bir fıkıh terimi olarak adab, “Hz. Pey- olan ferdler de, aileden sayılır. Birçok ansiklopedide ai- gamber’in devamlı olarak değil de ara sıra yaptığı işler, lenin “anne-baba ve çocuklardan meydana gelen toplu- davranışlar karşılığı olarak” kullanılmaktadır. Adabı yeri- luktur” şeklindeki tarifine rastlarsak da, buna katılmak

ne getiren sevap kazanı, yerine getirmeyen günaha gir- KOZMİK ODA YAYINCILIK mümkün değildir. Çünkü tarif “efradına câmi, ağyarına mez ve kınanmaz. Bu yönüyle nafile, mendub, müste- mani” olmak zorundadır. hap, tatavvu ve fazilet ile eş anlamlıdır. Adab kelimesi, “Nesil emniyeti” ile yakından alâkalı bir ıstılâh da fuhuş- bir iş veya sanata, bir hal veya davranışa nispet edildiği tur. Fuhuş, lûgatta söz ve işin çok çirkin olması, hududu zaman o alana ait özel kuralları ve incelikleri ve o konu- ve ölçüyü aşmak, kötü olarak bilinen her türlü söz ve iş da uyulması gereken dini, ahlaki ve mesleki hüküm ve mânâlarına gelir. Cahiliyye döneminde açık ve gizli ola- esasları ifade eder. Adamü’s-sülük, adabü’l-müfti gibi. rak yapılan zina, İslâm dini tarafından kesinlikle haram (Cevap C) kılınmıştır. Ayrıca zinayı teşvik eden müzik ve bunun gi- bi bütün yollar haram kılınmıştır. Türkiye’de olduğu gibi, 2. Hanefî mezhebine göre en faziletlisi kırân sonra temet- cahiliyye döneminde de, açık yerlerde yapılan zina kötü tu‘ sonra ifraddır. Şâfiî mezhebine göre sıralama ifrâd, te- görülürdü. Ama gizli ve kimsenin göremeyeceği yerde ya- mettu‘, kırân şeklindedir. Bu mezhebe göre hac gibi ha- pılanı katiyyetle ayıplamazlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Açık yatta bir defa umre yapmak da farzdır ve ifrad haccından olsun, gizli olsun fuhşiyata yaklaşmayınız.” emri, “gizli sonra tekrar umre için ihrama girilir ve umre yapılır. olan” fuhşu da kesinlikle haram kılmıştır.

(Cevap A) (Cevap B)

3. Fıkıh ilmi; ibadet, münakehat, muamelat ve ulubat ol- mak üzere dört kısma ayrılır. Münakehat; Fıkhın, evlilik, boşanma, nafaka gibi bölüm- lerni içeren kısma verilen isimdir. DİKAB SORU BANKASI 7. Abdesti bozan durumların belli başlıları: (Cevap B) I. İdrar ve dışkı yollarından idrar, dışkı, meni, mezi, kan gibi bir necâsetin, herhangi bir sıvının veya madde- nin çıkması ve yellenmek. 4. İbadethanelerin bir diğer türü de namazgâhlardır. Üstü açık, daha çok bir çeşme başında, yolcuların gelip geçer- II. Vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya herhan- ken namaz kılmaları için ayrılan yüksekçe bir yer şeklin- gi bir necis maddenin çıkması. dedir. Çoğunlukla çeşmenin arka yüzünde kıbleyi göste- III. Bayılma, delirme, sarhoş olma, uyuma gibi şuurun ren bir mihrap veya bir işaret bulunur. Bursa, Anadolu Hi- kontrolüne engel olan durumlar abdesti bozar. sarı, Gelibolu namazgâhları gibi bazı büyük, minber ve IV. Namazda yakındaki şahısların duyabileceği şekilde mihrabı bulunan namazgâh örnekleri de yapılmıştır. İs- sesli olarak (kahkaha ile) gülmek tanbul Kadırga’da Cündî Meydanı’nda bulunan namaz- gâh gibi bazıları bir çeşme üstünde bulunmaktadır. V. Cinsî münas ebet veya kadınla fahiş (aşırı) temas ve dokunma. Şâfıîler’e göre, erkek ve kadının tenlerinin (Cevap A) birbirine değmesi ile Mâliki ve Hanbelîler’e göre ise temastan cinsel haz duyulması durumunda abdest bozulur. 5. Beş vakit farz namazlar, Cuma ve bayram namazları, terâvih namazı, ramazan ayında vitir namazı cemaatle VI. Mazeret halinin sona ermesi. Teyemmüm eden kim- kılınır. Cuma namazının cemaatle kılınması farzdır. Di- se suyu bulunca, mestli kimsenin, mesh süresi do- ğer namazların cemaatle kılınması ise sünnet-i müekke- lunca, özürlü kimse için de namaz vakti çıkınca ab-

dedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK desti bozulmuş olur.

(Cevap C) (Cevap E)

62 FIKIH Test • 2

8. Celle celaluhu: Allah’ın ismi anıldığı zaman, hürmet ve 11. Dinen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, ser- tazim için söylenir, ona mahsustur. “Onun şanı ne yüce- best bırakılan şey demektir. Allah ve Resulu’nün bir şe- dir.” demektir. yin helal olduğunu belirtmesi veya işlenmesinde günah olmadığını bildirmesi, o fiilin helal olduğunu gösterdiği gi- (Cevap A) bi, o fiil veya şeyin yasaklandığına dair bir delil bulunma- ması da helal olduğunu gösterir. Zira eşyada asıl olan he- lal oluşudur. Buna göre bir şey, dinin açık bir hükmüne, yasağına ve ilkesine aykırı olmadıkça helaldir, meşrudur.

KOZMİK ODA YAYINCILIK Helal kavramının, meşru, caiz, mübah tabirleri ile yakın ilişkisi vardır. Çoğu zaman da eş anlamlı olarak kullanıl- maktadır. Yüce Allah, iyi, temiz ve insan sağlığına yarar- lı olan şeyleri helal; kötü, pis ve zararı olan şeyleri de ha- ram kılmıştır (Maide, 5/4). haram kılma yetkisi ise sade- ce Yüce Allah’a aittir. Kur’an’da; “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü be temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında özellikle kıyamet gününde mü’min- lerdir. İşte bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyo- 9. Celse: Sözlükte “oturma, oturum, oturuş şekli” anlamına ruz.” buyurulmuştur (Ar’af, 7/36). Peygamber de, Kur’an’a gelen celse, dini terim olarak namazda iki secde arasın- ve Kur’an dışı Allah’tan aldığı bilgiye dayanarak bazı şey- daki oturuş anlamına gelmektedir. Namazda birinci sec- leri haram kılmıştır. Ancak bunu da, Allah’ın denetimi al- deden sonra uzuvlar sakin oluncaya kadar oturmak Şa- tında yaptığı için, Allah’ın haram kılması içerisinde müta- fii, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre farzdır, Hanefi- laa edilir. Bu nedenle, Allah’ın helal kıldığına haram; ha- lere göre vaciptir. Hz. Peygamber, iki secde arasında böy- ram kıldığına helal demek büyük günahtır. le oturmayan bir sahabiye namazını yeniden kılmasını (Cevap B) ve secdeler arasında bu şekilde oturmasını emretmiştir. Ayrıca, ikinci secdeden sonra ayağa kalkmadan yapılan bir oturuş daha vardır ki, buna istirahat celsesi denilmek- tedir. İstirahat celsesi, Hanefi ve maliki mezheplerine gö- re mekruh; Şafii mezhebinde sahih kabul edilen görüş ile Ahmed İbn Hanbel’den nakledilen bir görüşe göre sün- nettir. Yapıldığı takdirde de bu celsenin kısa olması ge- DİKAB SORU BANKASI rekir.

(Cevap B)

12. Hoşgörü genelde kusurlara göz yummak ve aldırmamak demektir. İslam, prensip olarak affı, sevgiyi, hoşgörüyü ve uzlaşmayı tercih etmiştir. Müslümanın kendisi, ailesi ve çevresiyle uyumlu olması esastır. Yüce Allah, her şe- ye gücü yettiği halde, insanların pek çok kusur ve hata- sını bağışlamaktadır. Şu ayetler hoşgörülü olmayı öngör- mektedir: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınız- 10. Sözlükte “yakında ve yanında bulunmak, önünde olmak” da size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama anlamına gelen hazret, bir tasavvuf terimi olarak varlığın hoş görür, kusurlarını affeder ve bağışlarsanız, bilin ki Al- genel mertebeleri ve alemdeki bütün tecellileriyle birlikte lah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Teğabun, 64/14). ilahi veya kevni hakikat anlamında kullanılmaktadır. Al- “(Ey Peygamberim!) Allah’ın merhameti sayesinde, onla- lah’ın her sıfatı, her ismi ve her fiili bir hazret meydana ra yumuşak davrandın! Şayet kaba, katı yürekli olsaydın, getirdiği gibi belli bir sıfatın, ismin ve fiilin her bir tecelli- hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde on- sine de hazret denilir. Bu kavram daha sonraları sufı ol- ları affet; bağışlanmaları için dua et.” (Al-i İmran, 3/159). mayan din ve devlet adamları için de kullanılmaya baş- İslam’ın hoşgörü anlayışında aşırılık, haksızlık, zulüm ol- lanmıştır. Edebi metinlerde ise daha çok Allah, Peygam- madığı gibi, tabii hakkından vazgeçmek ya da gerçek de-

ber ve veliler hakkında kullanılmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğerlerinden ödün vermek de söz konusu değildir. (Cevap A) (Cevap D)

63 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 2

13. Cem’u’s-Salateyn: “Fıkıh dilinde iki namazı birleştirmek” 16. Ca’il: Koymak, vaz’etmek, kılmak, yapmak, işlemek, zan- anlamına gelen bu tabir; öğle ile ikindi namazlarının öğ- netmek, vermek anlamlarındaki “c-a-l” kökünden türeyen le veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsı namazlarının ak- ca’il, Allah’ın sıfatı olarak, yapan, yaratan, var eden de- şam veya yatsı vaktinde birlikte kılınmasını ifade eder. mektir. Kur’an’da bu isim 5 ayette geçmiş; insanı yeryü- İslam bilginleri hacca gidenlerin Arafat’ta öğle ile ikindi zünde halife olarak var etmesi (Al-i İmran, 3/55), melek- namazlarını öğle vaktinde Müzdelife’de ise akşam ile yat- leri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapması (Fatr, 35/1), sı namazlarını yatsı vaktinde birleştirerek kılmaları konu- İbrahim peygamberi insanlara önder yapması (Bakara, sunda ittifak etmelerine karşın yolcu ve mukim iken ma- 2/124), bir gün yerin üzerindeki kupkuru yapacağı (Kehf,

zeretli ve mazeretsiz cem yapılması konusunda ihtilaf et- KOZMİK ODA YAYINCILIK 18/8) “ca’il” kelimesi ile ifade edilmiştir. Allah’ın gökleri ve mişlerdir. Hanefi bilginler, Arafat ve Müzdelife dışında yeri yaratması “halaka” fiili ile nuru ve karanlıkları var et- cem-i caiz görmezlerken diğer bilginler yolculukta cem mesi ise aynı ayette “ce’ale” fiili ile anlatılmıştır (En’am, yapmanın caiz olduğunda ittifak mukim iken ihtilaf etmiş- 6/11). “Ceale” fiili, bir varlıktan bir şey yapmayı ifade eder. lerdir. Pek çok sahih hadis; özellikle seferi iken öğle ile Var etti, yaptı, yapıyor, etti, kıldı… anlamlarında Allah’ın ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılına- faaliyetlerini bildirmek üzere Kur’an’da, “ce’ale yec’alü” bileceğini öngörmektedir. İbn Abbas, “Rasulullah (a.s.) fiili kullanılmıştır: “O Allah ki sizi yeryüzünün halifeleri yap- Tebuk Savaşı için yaptığı seferde öğle ile ikindi, akşam tı (ceale)…” (En’am, 6/165); “Allah isteseydi sizi bir tek ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldı” demiştir. Hadis ra- ümmet yapardı (ceale)…” (Nahl, 16/93); “Kim Allah’a kar- vilerinden Sa’d ibn Cübeyr, İbn Abbas’a, Rasulullah’ı na- şı gelmekten sakınırsa Allah O’na bir çıkış, kurtuluş yolu mazları birleştirerek kılmaya sevk eden şey nedir, diye var eder. (yez’alhu)…” (Talak, 65/2); “Biz Müslümanları sormuş, İbn Abbas da ümmetine zorluk olmamasını iste- mücrimler gibi yapar mıyız? (nec’alü)” (Kalem 68/35). di cevabını vermiştir. Yine İbn Abbas “Rasulullah (a.s.) (Cevap E) Medine’de (yolcu olmadığı), korku ve yağmur bulunma- dığı halde öğle ile ikindi akşam ile yatsı namazlarını bir- leştirerek kıldı” demiştir. Veki’ ibn Cerrah İbn Abbas’a, “bunu niçin yaptı” diye sormuş, İbn Abbas da “ümmetine zorluk çıkarmamak için yaptı” cevabını vermiştir.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI 14. Sünnetin Kur’an’dan sonra ikinci bir kaynak olması nok- tasında İslam düşünürlerinin hemen hepsi aynı ortak pay- 17. Toplu ibadet edilen yerlere cami denir. Kur’an ve sünnet- dada birleşmektedirler. “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana te cami, mescid kavramı ile ifade edilmiştir. Mescid, sec- uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” de edilen yer demektir. Yeryüzünde ilk yapılan mescid, (Âl-i imrân 3/31) anlamındaki ayette Allah’a imanın yolu- Mekke’deki Mescid’i Haram’dır (Müslim, Mesacid, 1). Haz. nun Peygamber’e imandan geçtiği ifade edilmektedir. Muhammed (a.s.)’in ilk yaptığı mescid ise Medine yakı- Çünkü Peygamber konum itibariyle insanlara Allah’ın nındaki Kuba Mescidi, daha sonra da Mescid-i Nebevi’dir. ayetlerini okuyan ve onlara kitap ve hikmeti öğreten (Ba- Mescidler; deldelerin Allah’a en sevimli mekanları (Müs- kara 2/129) kimsedir. Nitekim “…Allah sana kitabı ve hik- lim, MEsacid, 288) ve Allah’ın evleridir (Münavi, II, 445). meti indirmiş, bilmediğini öğretmiştir” (Nisâ 4/113). Mea- Kur’an ve sünnette camilerin yapımı, bakımıi temizliği ve lindeki ayetlerde geçen hikmetin de İslam uleması tara- cemaatine çok önem verilmiştir. Allah’ın mescitlerini an- fından genelde Hz. Peygamber’in sünneti manasına gel- cak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılıp ze- diği kabul edilmektedir. kat veren ve sadece Allah’tan korkan kimselerin imar ede- ceği (Tevbe, 9/18), Allah için bir mescid bina edene Al- (Cevap B) lah’ın da o kimse için cennette bir köşk bina edeceği, bu- na mukabil Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılma- 15. A, B, D ve E’de yer alan bilgiler/eşleştirmeler doğrudur. sına ve mescidlerin harap olmasına çalışanların en za- Fakat C seçeneğinde yer alan eşleştirme yanlıştır. Çün- lim kimseler olduğu bildirilmiştir. Camilerde sadece Al- kü “el-Kabıd” ruhları alan, kullarından dilediğinin rızkını lah’a ibadet edilmesi, camilere güzel-temiz elbiselerle gi- daraltan demektir. Kendisine hiç bir şeyin gizli kalmadı- dilmesi, camilerin temizlenmesi Allah’ın emridir. namaz- ğı, her şeyi bilen ise Esmaül Hüsna’dan el-Alim’e işaret- larını camide cemaatle kılan Müslüman 27 kat daha faz-

tir. KOZMİK ODA YAYINCILIK la sevap kazanır (Müslim, Mesacid, 249, I, 450).

(Cevap C) (Cevap D)

64 FIKIH Test • 2

18. Sözlükte “derisine dokunmak, vurmak, kırbaç ve benze- ri şeylerle vurmak” anlamına gelen “celd” kökünden türe- tilen celde kelimesi, bir fıkıh terimi olarak kırbaç veya değ- nekle uygulanan bir tür cezayı ifade etmek için kullanıl- mıştır. Kur’an’da celde kelimesi iki yerde geçmektedir: “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun…”; “Namuslu kadınlara zina isnat edip son- ra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun.

Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fa- KOZMİK ODA YAYINCILIK sık kimselerdir”(Nisa, 24/2, 4).

(Cevap A)

19. Büyük, ulu, kuvvetli ve münezzeh olmak anlamındaki “c-l-l” kökünden türeyen celil; ulu, kudretli, yüce olan de- mek olup Allah’ın sıfatlarından biridir. Tirmizi’nin el-esma- ü’l-hüsna ile ilgili rivayetinde geçmiştir (Deavat, 83). Al- lah’ın sıfatı olarak celil; zengin, malik, alim, kadir gibi yü- ce sıfatlarla muttasıf olan, azamet ve Kibriya sahibi de- mektir. Peygamberimiz; “Allah’ım! Selam sensin, selamet sendendir. Ey celal ve ikram sahibi (Rabbim!) Sen yüce- sin” diye duasında bu ismini zikretmiştir (Müslim, Mesa- vid, 135-136). Allah’ın bu vasfı, Kur’an’da “zü’l-celali ve’l-ikram”; celal ve ikram sahibi demektir. Bu terkip, iki ayette geçmiştir (Rahman, 55/27, 78). “zü’l-celal” sıfatı, Allah’ın azamet ve ululuğunu, kadrinin ve şansının yüce-

liğini ve her şeyden üstün yaratıklarına karşılık beklemek- DİKAB SORU BANKASI sizin nimet veren, fazlı ve ihsanı tam, şerefli ve değerli olduğunu ifade eder. “Zü’l-Celali ve’l-İkram” sıfatı Yüce Allah’a mahsus olup, diğer varlıklar için kullanılmaz. Kur’an’da bu iki sıfatın geçtiği ayetlerin mealleri şöyledir; “Yalnız celal ve ikram sahibi Rabb’inin yüzü (zatı) baki kalacaktır.” (Rahman, 55/27); “Azamet ve ikram sahibi Rabb’inin adı ne yücedir” (Rahman, 55/78).

(Cevap E)

20. Ağır pislik olarak kabul edilen necis madde eğer aynı za- manda katı ise yaklaşık 3.5 gramı (1 dirhem), sıvı ise el ayasını (avuç içi) aşan miktarı namazın sıhhatine engel olur. Bu miktar ve bundan az olanları da gidermek esas olmakla birlikte, imkânsızlık durumunda veya farkında

olunmadığı zaman bunlar namazın sıhhatini engellemez. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

65 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 3

1. Temel ihtiyaçlar içinde yer alan borçların zekât mükellef- 4. Vakıf kavramı, zekatla ilgili değildir; o, daha çok İslam liğini etkilemesi için, nisabı tamamen kaplaması veya ek- medeniyetinde toplumsal yardımlaşma ve dayanışma ile siltmesi gerekir. Borçların, sadece önümüzdeki bir yıllık ilgili olarak kullanılan bir kavramdır. bölümü nisaptan düşülür. Daha sonraki yıllara ait borç- (Cevap A) lar, o yılların nisap durumunu etkiler. Zekât yükümlülüğü- nü etkilemesi açısından borçlar üç kesimde ele alınır: Kul Borçları: Ödünç, kira borcu gibi insanların birbirleriy- le olan ticarî vb. ilişkilerinden doğan kul borçlarının mut- laka ödenmesi gerekir KOZMİK ODA YAYINCILIK Allah’a Ait Borçlar: Kullarca istenmesi söz konusu olma- yan adak, keffâret, fitre, hac vb. borçlar, zekâtın farz ol- masını engellemez. Allah ve Kul Hakkı Ortak Olan Borçlar: Allah’a ait olmak- 5. Kimyasal yapısını değiştirme (istihâle) yoluyla temizle- la birlikte, kullar tarafından da ödenmesi istenebilen borç- me: Dinen pis (necis) sayılan bazı maddeler kimyasal de- lardır. Geçmiş yıllara ait veya henüz ödenmemiş zekât ğişime uğradığında temiz hale gelebilir. Mesela, alkollü borcu gibi. Bunlar zekât yükümlülüğünü etkiler. bir içki kendiliğinden veya bir başka madde ile tepkime- ye girip sirkeye dönüşse temiz hale gelir. Yine bunun gi- (Cevap A) bi, geyik kanı miske dönüşse veya necis olan bir yağdan sabun yapılsa artık bunlar temiz kabul edilir.

2. Ramazandan önceki ay olan şaban ayının 29. gününün (Cevap B) sona erdiği akşam yeni ayın doğup doğmayacağı gözle izlenir. Eğer yeni ay görülürse ramazan ayı girmiş sayılır ve o gece terâvih namazına, imsâkten itibaren de oruca başlanır. Yeni ay görülmezse ertesi günü şaban ayının 6. Öğle namazının vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yük- otuzu kabul edilir ve sonraki gün oruca başlanır. Aynı iş- sek noktadan (istivâ) batıya doğru meyletmesiyle (zevâl) lem ramazanın 29. gününün sonunda da yapılır ve bu- başlar. Bu vaktin sonu ile ilgili iki görüş vardır. Ebû Yû- nun sonucuna göre o seneki ramazan ayının 29 veya 30 suf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e gün olduğuna karar verilir. Gözlemi herkes yapabilir fa- göre öğle vakti, cisimlerin gölgesi bir misli uzayıncaya ka- kat bunun sonucunun karara dönüşmesi Müslüman top- DİKAB SORU BANKASI dar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktasında lumun en üst temsilcisinin (devlet başkanı) onayı ile olur. iken yere düşen gölgesi (fey-i zevâl) bunun dışındadır. Bu onay için gökyüzünün berrak olduğu zamanlarda hi- Bununla öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna lalin bir iki kişi tarafından görülmesi yeterli sayılmaz, çok “asr-ı evvel” (birinci ikindi) denir. Ebû Hanîfe’ye göre ise sayıda kişinin görmesi şartı aranır. Hava bulutlu ise ra- öğle vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi iki katı- mazanın başlangıcında bir Müslüman’ın sonunda ise en na uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle vakti çık- az iki Müslüman’ın şahitliği aranır. mış, ikindi vakti girmiş olur. Buna da “asr-ı sânî” (ikinci (Cevap D) ikindi) denir. (Cevap C)

7. A. İslam hukukunda şeri olarak belirlenmiş yahut yetki- lilerin takdirine bırakılmış bütün cezaları ve ibadet ile muamelatla birlikte füru-u fıkıh’ın temel üç bölümün- den birini ifade eden bir terimdir.

B. İslam’ın kesin, sabit olan hükümlerine, şüphe götür- 3. Gün boyu oruç tutan bir Müslüman iftar ederken hem Al- mez bir şekilde ve Allah’ın hükmüne ve iradesine tes- lah’ı memnun eden bir ibadeti başarıyla yerine getirdiği lim olmaya denir. hem de birtakım yasaklar kalktığı için sevinir. Aynı Müs- lüman o gün oruçlu olmaktan kaynaklanan benzer bir se- C. Bir fıkıh terimi olarak “muamelat” insanlar arası ilişki- vinci de âhirette Rabbine kavuşunca yaşayacaktır. Pey- leri düzenleyen kuralların tamamını ifade eder. Alış- gamber Efendimiz Müslüman’ın bu iki sevinç anına dik- veriş, kira, şirketler, hibe, veraset, kefalet gibi konu-

kat çeker (Buhârî, “Savm”, 9). KOZMİK ODA YAYINCILIK lar muamelat gibi konulardır.

(Cevap A) (Cevap C)

66 FIKIH Test • 3

8. Fıkıh literatüründe “havâic-i asliyye” diye isimlendirilen 11. Hanefi mezhebine göre, yolculuklarda dört rekâtlı farz na- temel ihtiyaç maddeleri, kişinin elinde bulunmadıkça ha- mazların kısaltılıp ikişer rekât olarak kılınması vaciptir; yatını devam ettirebilmesi imkânsız veya çok güç hale yolcunun namazlarını bilerek iki rekâttan fazla kılması gelen ve zorunlu olarak sahip olunması gereken madde- mekruhtur. Mâlikilere göre, namazları kısaltmak sünnet-i lerdir. Gıda maddeleri, giysiler, mesken, araba, işyeri ve müekkededir. Şâfii ve Hanbelilere göre ise yolcu namaz- iş-meslek gereçleri, bir yıllık nafaka başlıca temel ihtiyaç- ları kısaltıp kısaltmamakta muhayyerdir; dilerse tam kı- lardır. Temel ihtiyaçlar, bir sene süreyle mal sahibine ta- lar, dilerse kısaltır. nınan istisna durumudur. İşte bunlar ve borçlar, nisap he- (Cevap D) sabı dışında tutulur. Nakit para ise, zekatın doğrudan ko- KOZMİK ODA YAYINCILIK nusu olan maldır. 12. Ramazan orucu, kıblenin Kâbe tarafına çevrilişinden bir (Cevap D) ay sonra, Peygamberimizin Medine’ye hicretinin 18. ayı- nın başlarında, Şâban ayında farz kılındı. Zekât, hicretin 9. Zekâta tâbi mallarda aranan “tam mülk” ve “aslî ihtiyaç- ikinci yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından ve lardan fazla olma” şartlarının bir gereği de zekâta tâbi fıtır sadakasının vâcip kılınışından sonra farz kılındı. olan malın borç karşılığı olmamasıdır. Ancak âlimler, özel- likle zâhirî mallarda (açık mallarda) borcun zekâtın ger- (Cevap C) çekleşmesine mani olup olmayacağı konusunda farklı fi- kirler ileri sürmüşlerdir. Fakihlerin çoğunluğu “el-emvâlü’l-bâtına” (gizli mallar) adı 13. İslâm hukukunda devamlılık arz eden, yani tarafların bir- verilen para ve ticaret mallarının zekâtında borcun etkili biriyle evlenmesine ebedî olarak engel olan sebeplerdir. olacağında ittifak etmişler, “el-emvâlü’z- zâhire” (açık mal- Devamlı evlenme engelleri üç grupta toplanır. lar) denilen toprak ürünleri, hayvanlar ve madenlerde ise a. Kan Hısımlığı: Kan hısımlığı sebebiyle evlenilmesi borcun, zekâtın vücûbuna mani olup olmadığında ihtilâ- yasak olan akrabalar dört grupta toplanır. fa düşmüşlerdir. Hanefiler’e göre borç üç nevidir: 1. Usul (üst soy hısımları) 1. Şahıslara olan borçlar. 2. Fürû (alt soy hısımları) 2. Allah hakkı olarak vâcip olup kullar tarafından istenen 3. Ana babanın fürûu borçlar. Zekât bu nevidendir. 4. Dede ve ninenin sadece çocukları 3. Kullar tarafından istenmeyen fakat Allah için yerine Buna göre kişinin kendi annesi, ninesi, kızı, kız torunla- DİKAB SORU BANKASI getirilmesi gereken borçlar. Nezir ve kefaret bu çeşit rı, kız yeğenleri veya onların kızları, teyze ve halasıyla borçlardandır. evlenmesi yasaktır. İlk iki grupta toplanan borçlar zekât mallarının nisabını b. Sıhrî Hısımlık: Evlenmeden doğan hısımlık sebebiy- düşürürlerse bu mallarda zekât gerçekleşmez. Üçüncü le kendileriyle evlenilmesi yasak olanlar da keza dört grupta toplanan borçlar, zekâtın gerçekleşmesine mani gruptur. değildir. Ayrıca borç hangi neviden olursa olsun, toprak 1. Usulün eşleri yani üvey anne ve üvey nine. Üvey ni- ürünlerinde zekâtın vücûbuna mani değildir. nenin baba veya anne tarafından olması fark etmez. İmam Şafii’ye göre borç hiçbir malda zekâtın vücûbuna 2. Fürûun eşleri, yani gelinler. engel olmaz. 3. Eşin usulü, yani kayınvalide ve eşin her iki taraftan ni- İmam Mâlik’e göre ise sadece parada zekâtın vücûbuna neleri. engeldir, nisabı düşürürse zekât farz olmaz. 4. Eşin fürûu, yani üvey kızlar veya bu durumda olan kız (Cevap D) torunlar. 10. Ebû Hanife’ye göre namaz kılan kişinin, namazın sonun- Ancak bu son grupta evlenme engelinin doğması için sa- da kendi istek ve iradesiyle yaptığı bir fiil ile namazdan dece nikâh yetmemekte, evliliğin zifafla da fiilen başla- çıkması namazın rükünlerindendir. Ebû Yûsuf ve Muham- ması gerekmektedir. med’e göre ise teşehhüt miktarı oturmakla namaz rükün- Çocukla öz annesi dışında kendisine süt veren kadın leri itibarıyla tamamlanmış olur. Şâfii ve Mâliki mezhep- ve onun belirli derecedeki yakınları arasında meyda- lerine göre namazdan çıkmak için birinci selâmın veril- na gelen hısımlıktır. Süt hısımlığı miras hakkı doğur- mesi; Hanbeli mezhebine göre de iki tarafa selam veril- mazsa da bir evlenme engeli teşkil eder. Bu grupta- mesi farzdır. Hanefi mezhebine göre ise selam farz de- ki hısımlar da kendileriyle sürekli olarak evlenilmesi

ğil, vâciptir. KOZMİK ODA YAYINCILIK yasak olan akrabalar grubunda yer alırlar. (Cevap A) (Cevap B)

67 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 3

14. Adak (nezir) olarak kesilen kurbanın etinden, adakta bu- 16. Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar ver- lunan kimse ve onun bakmakla yükümlü bulunduğu kim- mesi, bir işin ve fiilin ne için yapıldığının şuuruna vararak seler (babası, annesi, dede ve nineleri, çocukları, torun- onu bilmesi demektir. Niyetin kalp ile yapılması esastır. ları, hanımı) yiyemezler. Şayet yiyecek olurlarsa yedikle- Bununla birlikte kalp ile yapılıp “Şu vaktin farz veya sün- rinin bedelini fakirlere tasadduk etmeleri gerekir. Nafile net namazını kılmaya niyet ettim.” şeklinde dil ile söylen- (tatavvu) olarak kesilen kurbanın etinden sahibi de bak- mesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz makla yükümlü bulunduğu kimseler de yiyebilir. câiz olur. Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söyledi- ği birbirine uymuyorsa dil ile söylenen geçersizdir. (Cevap B) KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap B)

15. Ehliyet, kişinin dinî ve hukukî bakımdan sorumluluk taşı- maya elverişli olmasıdır. İslâm hukukunda ehliyet “vü- cûb ehliyeti” ve “edâ ehliyeti” şeklinde iki ana safhaya, in- san hayatı da cenin, çocukluk, temyiz, bulûğ ve rüşd şek- linde devrelere ayrılmıştır. Vücûb ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borç al- tına girebilme ehliyetidir. Aklî ve bedenî gelişimi ne du- rumda olursa olsun yaşayan her insanın bu tür ehliyete sahip olduğu kabul edilir. Ceninin sağ doğması kaydıyla miras, vasiyet, vakıf ve nesep haklarının bulunduğu bu sebeple de eksik vücûb ehliyetine sahip olduğu belirtilir. Edâ ehliyeti ise kişinin dinen ve hukuken muteber olacak tarzda davranmaya ve hukukî işlem yapmaya elverişli oluşu demektir. Edâ ehliyetinin temelini akıl ve temyiz gü- cü teşkil eder. Akıl ve temyiz gücü tam olduğunda tam edâ ehliyetinden, eksik olduğunda ise eksik edâ ehliye- tinden söz edilir. Kişinin iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ana hatlarıyla

olsun ayırabilmesi demek olan temyiz, edâ ehliyetinin DİKAB SORU BANKASI başlangıcıdır. Temyiz çağına gelmeyen çocuğun, akıl has- tasının ve bu hükümde olan kimselerin edâ ehliyeti yok- tur, haklarını kanunî temsilciler vasıtasıyla kullanırlar. Bun- ların dinen ve hukuken geçerli niyet ve iradeleri bulun- madığından imanla ve ibadetlerle mükellef tutulmazlar, fiilleri sebebiyle cezaî sorumluluk da taşımazlar. Sözleri, hukukî fiil ve işlemleri hukuken geçersiz olup yok hük- mündedir. 17. Hanefilere göre vacip, uygulama bakımından farz gibidir. Henüz bulûğa ermemiş fakat temyiz çağına gelmiş ço- Onların farz ve vacip ayrımı inanç noktasında önem arz cuklar ise eksik edâ ehliyetine sahiptir. Kişiler yaklaşık etmektedir. Farz gibi vacibin de yapılması kesin olarak olarak yedi yaşından bulûğa kadar mümeyyiz sayılır. Mü- gereklidir. Terk eden, farzı terk edenden daha az bir ce- meyyizlerin dinî edâ ehliyeti ile hukukî (medenî) edâ eh- zayı hak etmiş olur; vacip olduğunu inkâr edenin dinden liyeti bazı farklılıklar gösterir. Mümeyyiz çocuklar iman, çıktığına hükmedilmez. Mesela hiç Kur’ân okumadan kı- namaz, oruç, hac, kefâret, cihat, iyiliği emredip kötülüğü lınan namaz geçerli olmaz. Fakat Fatiha okunmasa na- engelleme gibi dinî ödevlerle ve bedenî ibadetlerle mü- maz sehiv secdesi yapılarak geçerli hâle gelir. Hanefile- kellef değildir. Davranışlarının hukukî-malî sorumluluğu rin vacip olarak nitelendirdiği ibadet ve fiillerin bir kısmı bulunsa da cezaî sorumlulukları yoktur. Bu sebeple bu diğer mezhep âlimlerine göre farz, bir kısmı ise müekked kimseler için dinî teklif ehliyeti ile cezaî ehliyet ortak özel- sünnet olarak adlandırılır. Mesela onlara göre namazda likler taşır. Ancak çocukların dinî hayata, ibadetlerin ifa- Fâtiha suresini okumak farz, bayram namazları, vitir na- sına erken yaşta alıştırılması ve bu yönde eğitilmesi tav- mazı ve kurban bayramında kurban kesmek müekked

siye edilmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK sünnettir.

(Cevap A) (Cevap C)

68 FIKIH Test • 3

18. Oruç hükmü esas alındığında farz, vacip, sünnet/men- 19. Sabah namazının vakti, ikinci fecrin meydana gelmesin- dup, nafile, mekruh ve haram kısımlarına ayrılır. den, yani tan yerinin ağarmasıyla başlar, güneşin doğ- masıyla son bulur. İki fecir vardır. “Fecr-i kâzib” (aldatan I. Farz Oruç: Ramazan ayında oruç tutmak, her Müs- fecir, yalancı tan) adı verilen birinci fecir, doğu ufkunda lüman’a farzdır. Orucun bu ay içinde tutulmasına edâ beliren ve ufuktan yukarıya doğru dikey olarak yarı dai- denir. re şeklinde yükselen bir beyazlık/aydınlıktır. Bu beyazlık/ II. Vacip Oruç: Adak (nezir) oruçları vaciptir. Oruç tut- aydınlık kısa bir zaman sonra kaybolur ve kendisini nor- mayı adayan kimsenin o orucu tutması vacip olur. Ha- mal bir gece karanlığı izler. Bu karanlıktan sonra “fecr-i

nefi mezhebine göre sünnet veya nafile bir oruca baş- KOZMİK ODA YAYINCILIK sâdık” (gerçek fecir, gerçek tan) diye adlandırılan ikinci layanın onu devam ettirmesi gerekir. Başladığı böyle fecir meydana gelir ki bu, sabaha karşı doğu ufkuna ya- bir orucu bozarsa onu daha sonra kazâ etmesi vacip yılmaya başlayan bir beyazlık/aydınlıktan ibarettir. Bu- olur. nunla yatsı namazının vakti çıkmış ve sabah namazının vakti girmiş olur. Bu aynı zamanda oruç için imsak vakti- III. Sünnet / Mendup Oruç: Hz. Peygamberin, oruç tu- dir; oruç ibadetinin yasaklarının başlangıcıdır. tulmasını tavsiye ettiği veya ramazan dışında genel- likle oruçlu geçirdiği günlerde oruç tutmak sünnettir. (Cevap E) Bu günler şöyle sıralanabilir: Muharrem ayında za- 20. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Kasıtsız olarak ağ- man zaman ve bilhassa dokuzuncu ve onuncu (âşû- zınızdan çıkıveren (lağv) yeminlerinizden dolayı Allah si- re) günü veya onuncu ve on birinci günü, recep ayı- zi sorumlu tutmaz. Fakat o, bilinçli olarak yaptığınız mün‘a- nın birinci günü, şaban ayının on beşinci günü, zilhic- kid yeminlerden sizi sorumlu tutar. Bunun keffâreti, ken- ce ayının ilk dokuz ve bilhassa dokuzuncu günü (ari- di aile fertlerine yedirdiğinizin ortalamasından, on fakiri fe), şevval ayında altı gün, kamerî takvime göre her doyurmanız veya onları giydirmeniz yahut bir köleyi hür- ay üç gün ve özellikle de ayın on üç, on dört ve on riyetine kavuşturmanızdır. Bunları bulamayan kimse üç gün oruç tutar. İşte yeminlerinizin keffâreti budur. Yemin beşinci günleri, hafta içinde pazartesi ve perşembe ettiğiniz zaman yeminlerinizi tutun!.” (el-Mâide 5/89) günleri, savm-ı Dâvûd denen ve günaşırı oruçlu ol- Ayette yemin keffâreti iki aşamalı olarak belirlenmiştir. Bi- mak şeklinde tutulan oruç. rinci aşamada on fakirin doyurulması veya giydirilmesi ile IV. Nafile Oruç: Nafile kelimesi bazen sünneti de içine bir köle azadı gelmektedir. Keffâret yükümlüsü öncelikle alacak genişlikte kullanılır. bunlardan birisini yerine getirir. Şayet bu üç seçenekten birisini yerine getiremezse o takdirde ikinci aşama olan üç V. Mekruh Oruç: Mekruh oruç, tutulması hoş karşılan- gün oruç tutmak seçeneğine geçilir. Dolayısıyla on fakiri

mayan oruçtur. Bunlardaki mekruhluğun sebebi ba- DİKAB SORU BANKASI yedirme veya giydirme gücü olanlar üç gün oruç tutmak zen Müslümanların sevincine katılmamak bazen de ile yeminlerinin keffâretini yerine getirmiş sayılmazlar. o günlere dinde olmayan bir kutsallık katmak veya Genel hatları böyle belirlenebilecek olan yemin keffâreti böyle bir görüntü vermektir. Mesela yalnız cuma ve- ile ilgili bazı meseleleri şunlardır: ya cumartesi günü yahut muharrem ayının onunda, • Yemek yedirilen veya elbise temin edilen fakirler, kef- nevruz gününde (Câferî mezhebi hâriç) oruç tutmak fâret sorumlusunun bakmakla yükümlü olduğu yakın tenzîhen mekruhtur. Bu günlere ön veya arkasından akrabaları olmamalıdır. bir gün ilave edilirse mekruhluk ortadan kalkar. • Bir fakire bir günde on fıtır sadakası bedelini birden ver- Peygamberimiz ramazan orucuna bir gün önceden baş- mek veya bir fakire bir günde on elbise birden vermek lamayı da uygun görmemiş ancak o günün, kişinin ge- bir günlük yiyecek ve bir kişilik giyecek vermek sayılır. nelde oruçlu geçirdiği bir güne tesadüf etmesini bu hük- • Keffâret yemin bozulduktan sonra yerine getirilir. Ye- mün dışında tutmuştur. Diğer taraftan iftar etmeden iki min bozulmadan önce ifa edilen keffâret, Hanefilere veya daha fazla günü aradaki gecesi ile birlikte oruçlu ge- göre herhangi bir sadaka olarak kabul edilir. Dolayı- çirmek de (savm-ı visâl) İslâm’ın oruç anlayışına uyma- sıyla bozulduktan sonra ifa edilecek olanın yerine dığı için mekruhtur. Arife günü ve öncesinde oruç tutul- geçmez. Diğer mezheplerin aksine Hanefilere göre ması genelde sünnet ise de hac ibadetini îfâ edenler için böyle bir durumda keffâret tekrarlanır. sıkıntı sebebi olacaksa mekruh görülmüştür. • Doyurulacak ya da giydirilecek olan fakirlerin hür ve (Cevap B) Müslüman olması şart değildir. Yani gayrimüslim bir fakire de keffâret ödemesi yapılabilir. Hanefilerin bu görüşüne karşılık Şâfii ve Mâlikiler ancak hür ve Müs- lüman fakirlere keffâret ödemesi yapılabileceğini be-

KOZMİK ODA YAYINCILIK nimsemişlerdir.

(Cevap C)

69 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 4

1. Haccın sebebi ve namazlarda kıblegâh olan Kâbe, yer- 3. Hac ibadeti sırasında farz olan tavaf “ziyaret tavafı”dır, yüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk binadır. Allah’ın buna “ifaza tavafı” da denir. Ziyaret tavafından başka, emri ile Hz. İbrâhim ve oğlu Hz. İsmâil tarafından Mek- hacla ilgili olan ve olmayan vâcip, sünnet ve nafile baş- ke’de yapılmıştır. İnşaat tamamlandıktan sonra, Cebrail ka tavaflar da vardır. Ancak hepsinin sıhhat şartları, vâ- (a.s.) tavafın ve haccın nasıl yapılacağını fiilen göster- cipleri, sünnetleri ve yapılış şekli aynıdır. Hacla ilgili ola- miş; Hz. İsmâil de bunu Hicaz halkına öğretmiştir. Hz. rak “kudüm tavafı”, “ziyaret tavafı” ve “vedâ tavafı” olmak İbrâhim’den sonra müşrikler tarafından haccın zamanı üzere üç tavaf vardır. Umrede yapılan tavafa ise umre ta- ve eda edilişi üzerinde yapılan tahrif ve değişiklikler, vafı denir. Bunlar ilgili yerlerde açıklanmıştır.

Resûl-i Ekrem’in Vedâ haccındaki uygulaması ile tekrar KOZMİK ODA YAYINCILIK Hac ve umre ile ilgili olmayan diğer tavaflar ise şun- aslî hâline dönmüştür. Hz. Peygamber bu haccında İs- lardır: lâmî haccın nasıl yapılacağını amelî olarak göstermiş, 1. Nezir Tavafı: Tavaf etmeyi adayan kişinin, nezrini ye- hataları düzeltmiş ve “Hac menâsikini benden alın, ben- rine getirmesi vâciptir. Bunun için zaman belirlenmiş- den gördüğünüz gibi yapın.” (Müslim, “Hac”, 310) buyur- se belirlenen zamanda, zaman tayini yapılmamışsa muştur. uygun bir zamanda adanmış olan tavaf yerine getiri- Hadiste geçen ‘menasik’ terimi hac ibadeti sırasında ya- lir. pılan ibadetlere verilen isimdir. Buna göre haccın farzla- 2. Tahiyyetü’l-mescid Tavafı: Bir mescide girildiğinde rı, vacipleri, sünnetlerini de içine alan ‘menasik’ teriminin kılınması sünnet olan tahiyyetü’l-mescid yerine, Mes- içine Kâbe’nin örtüsü girmez. cid-i Harâm’a her girildiğinde hürmeten ve mescidi (Cevap B) selamlamak için bir tavaf yapmak müstehaptır. Buna selamlama tavafı anlamında tahiyyetü’l-mescid tava- fı denir. Hac veya umre gereği yapılacak olan tavaf bunun yerini tutar.

3. Tatavvu Tavafı: Mekke’de bulunulan süre içinde hac ve umre ile ilgili olarak yapılan tavaflar dışında, fırsat buldukça yapılan nafile tavaflardır.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

2. Mekke’de, Arafat ile Mina arasında, Müzdelife’nin sonun- da Kuzah tepesinin civarına verilen isimdir. Bu yer hür- metli olması ve burada haccın şiarlarından olan gecele- mek, vakfe yapmak, namaz kılıp dua etmek gibi ibadet- ler yapıldığından Meş’aru’l-Haram diye isimlendirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, “Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin ve onu size gösterdiği şekilde anın.” buyrulmaktadır (Bakara, 2/198). Hz. Pey- gamber de burada sabaha kadar kalarak dua etmişler- dir. Bu ayet ve Hz. Peygamber’in uygulamasından hare- ketle Hanefiler, Müzdelife’de vakfe yapılmasının vacip ol- duğunu söylemişlerdir. Hacılar arife günü güneş battık- tan sonra Arafat’tan Müzdelife’ye gelirler ve burada ak- şam ile yatsı namazını cem ederek yatsı namazının vak- tinde kılarlar. Sabaha kadar burada kalıp dua ederler. Bayram günü sabah namazını burada kıldıktan sonra Mi-

na’ya hareket ederler. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

70 FIKIH Test • 4

4. Kutsal zaman ve mekân inancı hemen bütün dinlerde 6. “Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimiz- mevcuttur ve esasen haccın temelinde, ulûhiyetin her- den de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usul- hangi bir yerde tecellisine ilişkin inanç yatar. İslâm dinin- lerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira, tövbeleri çokça de de, kutsal mekân ve zaman telakkisi hac ibadeti bün- kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.” (Baka- yesine yerleştirilmiştir. Hac sözcüğünün “kasıt, yöneliş ve ra-128) yürüyüş” anlamına gelmesi, bir bakıma hac ibadetine say- “Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, gınlık ve kutsiyet atfedilen birtakım özel mekânlar üzerin- hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın. İnsan- den Allah’a yürünmesi şeklinde sembolik bir mahiyet ka- lardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, zandırır. KOZMİK ODA YAYINCILIK derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.” (Ba- Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle hac törenleri, bu törenlerin ya- kara-200) pılacağı zaman ve yerlere ilişkin olarak kullanılan “haram Bu iki ayette açık bir şekilde belirtildiği gibi, menasik hac aylar, belde-i haram, hurumâtullâh, şeâirullah” vb. ifade- sırasında yapılan farz, vacip, sünnet ibadetlerin hepsine ler, sembolik saygınlık ve kutsiyet ifadeleridir. verilen isimdir. Haccın nostaljik boyutu, inanan bir kimsenin inanç kök- (Cevap B) leriyle bağlantısını tazelemesi bakımından önemlidir. Müs- lümanlık açısından düşünüldüğünde İslâm peygamberi- nin ve arkadaşlarının tevhid ve adaleti hâkim kılma mü- cadelesi, bu süreçte yaşanmış acı tatlı anılar, âdeta bir film şeridi gibi bu kutsal mekânları ziyaret eden kişinin gözünün önünden geçer. Bu nostalji, inanan kişiye daha yoğun bir dinamizm kazandırır ve daha üst düzeyde bir sahiplenme şuuru verir. Haccın lâhûtî boyutu, mahşeri andırmasıdır. Farklı dil, ırk, 7. Sözlükte ziyaret etmek, mamur bir yere gitmek gibi ma- bölge ve kültürlere, sosyal konum ve ekonomik güce sa- nalara gelen umre, belli bir takvime bağlı olmaksızın yı- hip insanların eşit statüde ve aynı renk ve tip elbiseler lın herhangi bir gününde ihramlı olarak Kâbe’nin tavaf içinde toplanması, akın akın koşuşturması ve topluca iba- edilmesi ve ardından Safâ ile Merve arasında sa’y yapı- detler etmesi, bir bakıma âhirette yaratıcının huzurunda lıp tıraş olunarak ihramdan çıkılması şeklinde edâ edilen dirilişi ve toplanışı hatırlatır. Hac mümini âhiretteki bu di- bir ibadettir. Arkasından sa’y yapılacağı için erkekler bu riliş ve toplanmaya hazırlar bu bilinci kazanmasında ona

DİKAB SORU BANKASI tavafın tamamında ıztıbâ ve ilk üç şavtında remel yapar- yardımcı olur. lar. Arife günü ve Kurban Bayramı günlerinden oluşan (Cevap A) beş gün içinde umre yapmak tahrimen mekruhtur. Bazı mezheplere göre hac yapan şahsın umre de yap- ması farzdır. Hanefi mezhebindeki hâkim görüşe göre umre sünnettir. Temettu ve kırân haccı yapanlar bu sün- neti de yerine getirmiş olurlar. İfrad haccı yapanlar da 5. Hanefilere göre arife günü gündüz Arafat’ta bulunanla- bayramdan sonra umre yaparak bu sünneti yerine geti- rın, mazeretsiz olarak güneş batmadan önce Arafat’tan rebilirler. O esnada Mekke’de oldukları için Mekkeliler gi- ayrılmamaları vâciptir. Mazeretsiz olarak ayrılan kimse, bi Ten’îm’e gidip orada ihrama girerler. henüz güneş batmadan bu bölgeye tekrar dönerse bir Umre yapmak isteyen, hacda olduğu gibi mikat denilen şey gerekmez; aksi hâlde ceza (dem) gerekir. yerde veya daha önce umre niyetiyle ihrama girer. İhram Fakat gündüz Arafat’ta bulunmayıp güneş battıktan son- yasakları aynen hacdaki ihram yasakları gibidir. Mekke’ye ra gelenlere bir ceza gerekmez. Şâfiilere göre, güneş bat- gelince mümkünse gusül abdesti, değilse normal abdest madan ayrılanlara da ceza gerekmez. Mâliki mezhebin- alıp Kâbe’yi tavaf eder ve arkasından Safâ ile Merve ara- de ise gecenin bir cüzünde Arafat’ta bulunmak vakfenin sında sa’y yapar. Sa’yden sonra tıraş olarak veya saçla- sıhhat şartıdır. Güneş batmadan Arafat’tan ayrılıp bir da- rını kısaltarak ihramdan çıkar. ha dönmeyen kişinin haccı bâtıl olur. Gündüzün çok az Umrenin farzları ihram ve tavaftır. İhram, şart; tavaf, rü- da olsa bir kısmında Arafat’ta bulunmak Mâlikilere göre kündür. Sa’y ile sonrasında tıraş olmak veya saçları kı- vâciptir. Süresi içinde kısa da olsa bir müddet Arafat’ta saltmak da vaciptir. Bu farz ve vaciplerin ayrıntıları, da- bulunamayanlar hacca yetişememiş olurlar. Daha sonra- ha önce hac konusu içinde anlatıldığı gibidir. Yalnız um-

ki senelerde yeniden haccetmeleri gerekir. KOZMİK ODA YAYINCILIK rede tavafa başlanınca telbiyeye son verilir.

(Cevap C) (Cevap D)

71 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 4

8. Hac ibadeti için ihrama girmek haccın geçerlilik şartıdır. 2. İhram örtülerini değiştirmek ve yıkamak. İhrama giren kişinin uyması gereken kurallar ve çiğne- 3. Dişleri fırçalamak, sürme çekmek. memesi gereken yasaklar vardır. 4. Kırılan tırnağı ve zarar veren veya rahatsız eden kılı Belli başlı ihram yasakları şunlardır: koparmak. 1. Saç veya sakal tıraşı olmak, bıyıkları kesmek. 5. Diş çektirmek, kan aldırmak, iğne vurdurmak, yara 2. Kasık ve koltuk altı kılları ile vücudun diğer yerlerin- üzerine sargı sarmak. deki kılları tıraş etmek, yolmak veya koparmak.

KOZMİK ODA YAYINCILIK 6. Silah taşımak, bilezik, yüzük ve kol saati takmak. 3. Tırnak kesmek. 7. Kemer kullanmak, omuza çanta asmak. 4. Süslenme amacıyla saç, sakal ve bıyıkları yağlamak, boyamak, saçlara biryantin veya jöle sürmek, kadın- 8. Yüzü ve başı örtmeden, yorgan ve battaniye gibi bir lar oje ve ruj kullanmak. Vücuda veya ihram örtüsü- örtü ile örtünmek. ne güzel koku sürmek; güzel kokulu sabun kullan- 9. Palto, ceket gibi giyim eşyasını giymeden omuzları- mak. na almak.

5. Dikişli elbise ve iç çamaşırı türü giyim eşyası giymek. 10. Şemsiye kullanmak, gölgede oturmak. Normal şekilde giymeksizin, palto, pardösü gibi gi- yim eşyasını üzerine örtmek veya omzuna almak ya- 11. Balık vb. su ürünlerini avlamak. sak değildir. Bele kuşanılan kemerde, omuza asılan 12. İhramsız kişi tarafından avlanan kara avının etinden çantada, ayaklara giyilen üzeri ve topukları açık ayak- yemek. kabı veya terlikte dikiş bulunabilir. Çünkü yasak olan 13. Yılan, akrep, fare, sinek, pire, kene gibi zararlı hay- dikiş değil; giyim eşyası olarak dikilmiş şeylerin giyil- van ve haşereler ile saldırgan köpek, kurt ve kaplan mesidir. Omuzlara örtülen ridânın uçlarını birbirine gibi yırtıcı hayvanlar öldürmek. bağlamak veya iğne ile tutturmak ceza gerektirmez ise de mekruhtur. (Cevap B)

6. Başı ve yüzü örtmek, takke ve benzeri şeyler giymek, başa sarık sarmak. 9. İslamiyet’in beş esasından biri olan hac, hicretin IX. yı- lında farz kılınmıştır. Haccın farz olduğu hükmü, Kur’ân-ı 7. Eldiven, çorap ve topukları kapatan ayakkabı giymek. Kerim ve Sünnet’te bildirilmiş ve bu hüküm konusunda

8. Cinsel ilişki ve genellikle cinsel ilişkiye götüren öp- DİKAB SORU BANKASI Müslümanların görüş birliği (icmâ) gerçekleşmiştir. me, oynaşma, şehvetle tutma gibi davranışlarda bu- Kur’ân-ı Kerim’de: “Yoluna gücü yetenlerin evi (Kâbe) hac lunmak. ve ziyaret etmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkı- dır.” (Âl-i İmrân 3/97) buyrulmuştur. Peygamberimiz de 9. Şehevî duyguları tahrik edici sözler söylemek. haccı Müslümanlığın beş esasından birisi olarak saymış, 10. Gerek Harem bölgesi içinde, gerek dışında eti ister haccın önemini ve yararlarını belirtmiş ve bu törenlerin yensin ister yenmesin her türlü kara avını avlamak, nasıl yapılacağını fiilen göstermiştir. avcıya avını göstermek ve avlanmasına yardımcı ol- (Cevap E) mak, av hayvanlarına zarar vermek yasaktır. Yaratılı- şı itibarıyla vahşî, ürkek ve insandan kaçan hayvan- 10. Hac ibadetiyle yükümlü olmak için genel olarak bütün yü- lara av hayvanı denir. kümlülükler de öngörülen Müslümanlık, akıl ve bulûğ şar- Suda yaşasa bile, doğup üremesi karada olan hay- tı yanında, ayrıca hac yapmaya bedenî ve malî imkânla- vanlar kara hayvanı sayılır. Deniz hayvanlarının avlan- rın yeterli olması da şarttır. Beden ve malî imkânın yeter- ması yasak olmadığı gibi tavuk ve koyun gibi evcil li düzeyde bulunmasına literatürde, yapabilme, güç yeti- hayvanların kesilmesi de ihramlıya yasak değildir. rebilme anlamında istitâat denilir. Ayrıca kişinin hac ile yükümlü sayılabilmesi ve hac yü- 11. Füsûk: Taatten ayrılıp mâsiyet sayılan şeyleri yapmak. kümlülüğünün zimmetinde borç olarak sabit olabilmesi 12. Cidâl: Başkalarıyla tartışmak, hakaret ve kavga et- için belirtilen dört şarta ilâve olarak, bu farîzayı yerine ge- mek. Her zaman yasak olan bu tür davranışlardan, tirecek vakte erişmiş olması da gerekir. Belirtilen tüm şart- ihramlı iken daha çok sakınmak gerekir. ları taşıdığı hâlde, bu tarihten itibaren haccı ifaya elveriş- İhramlıya yasak olmayan şeyler ise şunlardır: li zaman bulamadan yani hac mevsimine erişemeden

1. Yıkanmak, kokusuz sabun kullanmak. KOZMİK ODA YAYINCILIK ölen kişi hac ile yükümlü olmadan ölmüş kabul edilir. (Cevap D)

72 FIKIH Test • 4

11. Şeytan taşlama Müzdelife vakfesinden sonra yapılır. Mi- 14. Tedrici: Derece derece, yavaş, aşama aşama olan an- na, Müzdelife ile Mekke arasında yer alan ve kurban kes- lamına gelmektedir. Allah’ın ayetlerinin bir anda topluca me yerlerinin bulunduğu bölgedir. Şeytan taşlama olarak indirmeyip hayata paralel olarak peyderpey indirmesi de- bilinen işlemin yapıldığı cemreler Mina’nın Mekke tara- mektir. fında yer alır. Burada küçük cemre (birinci cemre), orta (Cevap C) cemre ve Akabe cemresi (büyük cemre) adında üç tane cemre (taş atma yeri) bulunur. İlk gün sadece Müzdelife vakfesinden sonra Akabe cemresine yedi taş atılır. İkin-

ci ve üçüncü gün birinciden başlayarak sıra ile her üç KOZMİK ODA YAYINCILIK cemreye yedişer taş atılır.

(Cevap A)

12. Arife günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarının öğle vak- ti içinde birleştirilerek birlikte kılınması sünnettir. Buna cem’-i takdîm denir. Ebû Hanîfe’ye göre bu namazların cem’-i takdîm ile kılınabilmesi için; a) Arife günü hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmak, b) Mescid-i Nemîre’de cemâat-i kübrâ ile kılmak gerekir. Aksi hâlde her namaz kendi vaktinde kılınır. Diğer üç mezhep ile Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, arife günü hac için ihramlı olan- ların Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarını, ister Nemîre 15. Sa’y kendi başına -müstakil- bir nüsük değildir. Mutlaka Mescidi’nde ister çadırlarda, ister cemaatle, ister münfe- bir tavafa bağlı olarak yapılır. Tavaf namazından sonra rit olarak cem’-i takdîm ile kılmaları sünnettir. ara vermeden yapılması sünnet ise de, tavaftan sonra (Cevap E) hemen yapılmayıp bir süre sonra yapılması da câizdir. Gerek hac, gerek umre için sadece birer sa’y vardır. Sa’yin 13. Mekke, yakın çevresi ile birlikte harem yani kutsal, say- nafilesi yoktur. gın bölge kabul edilmiştir. Harem dâhilinde oturanlar hac Bu sebeple her tavaftan sonra sa’y yapılmaz. Umre sa’yi- için bulundukları yerde, umre için ise harem sınırlarının nin umre tavafından sonra fakat ihramdan çıkmadan ya- dışında ihrama girerler. Umre ihramı için yakınlığı ve ula-

DİKAB SORU BANKASI pılması vaciptir. Umre tavafından sonra yapılan sa’y de şım kolaylığı dolayısıyla genellikle Ten’îm’i tercih ederler. hervele yapılır. “Hervele”, sa’y ederken iki tepe arasında- Türkiye gibi uzak bölgelerden gelip umre veya haccını ki vadiye gelindiğinde ya da iki yeşil ışık arasında bura- yaptıktan sonra ihramdan çıkan ve Harem bölgesinde bu- yı süratlice geçmektir. Hanefi mezhebinde hervele yap- lunan Müslümanlar da bu bölge halkı ile aynı hükme tâbi- mak sünnettir. dir. Harem ile mikâtlar arasında kalan bölge, hil bölgesi- dir. Bu bölgede oturanlara hillî denir. Hillîler hac veya um- (Cevap A) re yapmak istediklerinde harem sınırlarına varmadan ih- rama girerler. Hac ve umre dışında bir maksatla harem dâhiline ihramsız olarak girip çıkmaları serbesttir. Harem ve onu çevreleyen hillin dışında kalan bütün dün- ya hakkında âfâk terimi kullanılır. Bu geniş coğrafyada oturana da âfâkî denir. Âfâkîler gerek hac veya umre için gerekse başka bir maksatla doğrudan Harem dâhiline git- mek istedikleri takdirde Hill’in dış sınırını teşkil eden ve mikat denilen yerleri ihramsız geçemezler. Dolayısıyla mikatta veya daha oraya varmadan herhangi bir yerde ihrama girerler. Mikat denilen ve Mekke’ye farklı uzaklık- larda olan bu yerler şunlardır: Zülhuleyfe, Cuhfe, Karn, 16. İslam’a göre iyi davranış ilk önce Allah’ın emir ve yasak- Yelemlem, Zâtüırk. Zülhuleyfe, Medine çıkışında; Cuhfe, larına uygun doğru, faydalı ve yanlıştan uzak davranış- Mekke’nin kuzeybatısında Kızıldeniz sahilinde; Karn, Mek- lardır. ke’nin doğusunda; Yelemlem, güneydoğusunda ve Zâtüırk Diğer şıklarda doğru davranış içeren şıklardır. Yalnız A

da kuzeydoğusunda yer alır. KOZMİK ODA YAYINCILIK şıkkı en genel ifadeler içermektedir.

(Cevap C) (Cevap A)

73 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 4

17. İhram sözlükte “haram etmek, kendini mahrum bırakmak” 19. Kâbe’nin bölümleri şunlardır: anlamına geldiği gibi, “tâzim edilmesi gereken zamana 1. Hacerü’l-Esved: Doğu köşesinde bulunan kara par- veya mekâna girmek ve bunlara saygı duymak” anlamı- lak taştır. Cennet’ten indiğine inanılır. na da gelir. İhram ilmihal dilinde hac veya umre yapma- ya niyet eden kişinin, diğer zamanlarda mubah olan ba- 2. Kâbe Kapısı (Bab-ı Kâbe): Kâbe’nin doğu duvarın- zı fiil ve davranışları belirli bir süre boyunca yani hac ve- da zeminden 2,13 metre yükseklikte bulunmaktadır. ya umrenin rükünlerini tamamlayıncaya kadar kendi nef- 3. Altın Oluk veya Mizab: Kuzey duvarı üzerinde bulu- sine haram kılması anlamındadır. nan altından yapılmış oluk. Mekke’de ender yağan Normal zamanda helal olan bazı fiiller ihramlı için yasak KOZMİK ODA YAYINCILIK yağmur sularını Kâbe’nin çatısından indirmek için hâle gelir. Kılık-kıyafet, cinsel hayat ve avlanmak gibi hu- 1627’de Osmanlılar tarafından yapılmıştır. suslarla ilgili olmak üzere gruplandırılabilecek bu yasak- 4. Şâdervân: Kâbe’nin duvarlarının diplerini yağmur ve ların ihlali, yasağın çeşidine ve ihlal biçimine göre deği- sel sularından korumak amacıyla yapılan mermerden şen cezaları gerektirir. Bu cezalar kurban kesmek, sada- koruma. ka vermek, bedelini ödemek ve oruç tutmaktan ibarettir. 5. Hicr: “Hicru İsmail” olarak da bilinen, Kâbe’nin batı Bu yasaklar niyet ve telbiye anından itibaren başlar ki za- duvarının önünde bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ten niyet ve telbiye ihramın rüknüdür. Bu bakımdan hac ve 1,5 m eninde beyaz mermerden yapılmış “İsmail ve umreye niyet edip telbiye yapmaya “ihrama girmek”, Duvarı” ya da “Hatîm” adı verilen kavisli yarım daire ihrama giren kişiye “muhrim” (ihramlı) denir. İhram giy- şeklinde alçak duvarla sınırlanmış bir bölge. mek ise hac törenlerinin ifası sırasında giyilmek üzere yün, pamuk veya ketenden hazırlanmış beyaz renkli giy- 6. Multezem: Kâbe’nin doğu duvarında Kâbe kapısı ile siyi (ihramlık) giymek anlamındadır. Hacerü’l-Esved arasındaki duvar kısmı.

(Cevap A) 7. Makam-ı İbrahim: İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kâbe inşaa edilmekte iken İbrahim’in ayak izini bırak- tığı bir mevki.

8. Şarki köşe: Doğu köşesi.

9. Yemânî veya Ruknülyemânî köşe: Güney köşesi.

10. Şâmî köşe: Batı köşesi. DİKAB SORU BANKASI 11. Irakî köşe: Kuzey köşesi.

12. Kâbe Örtüsü veya Kisve

13. Cebrail Makamı: Kâbe’nin doğu duvarının önünde kapının bulunmadığı kısımda “Irakî” köşesinin hemen yanında bulunan mevkii. Adetliyken ihrama giren veya ihrama girdikten sonra adet 18. (Cevap A) görmeye başlayan kadınlar, tavafın dışında haccın bütün menasikini yerine getirebilirler. Ancak tavaf edemezler. Bu durumda olan kadınlar ifrad haccına niyet ederler. Da- ha önce kıran veya temettu haccına niyet edip de, Ara- fat’a çıkma vaktine kadar umrelerini tamamlama imkânı bulamamış iseler haclarını ifrad haccı olarak tamamla- maya niyet ederler. Ziyaret tavafı dışında diğer görevle- rini yerine getirirler ve temizlendikten sonra ziyaret tavaf- 20. Hacc’ın aslî vacipleri 5’tir. Bunlar: larını yaparlar. Ziyaret tavafını yaptıktan sonra adet gö- 1. Sa’y, ren kadınlar, ülkelerine dönmeden önce, vacip olan ve- da tavafını yapacak imkân bulamazlarsa bu tavafı terk 2. Müzdelife’de vakfe, ederler. Bundan dolayı bir şey gerekmez. Adetliyken ih- 3. Şeytan taşlamak (Remy-i Cimar), rama girecek ve ihrama girdikten sonra adetleri bitmeden 4. Saçın kesilmesi veya kısaltılması (Halk veya taksir), Arafat’a çıkmak durumunda kalacak hanımlar, ihrama gi-

rerken ifrad haccına niyet etmelidirler. KOZMİK ODA YAYINCILIK 5. Veda tavafı.

(Cevap B) (Cevap C)

74 FIKIH Test • 5

1. Ravza ziyareti sırasında şöyle davranılması uygun olur: 3. İhramlı iken kokulu sabun, şampuan, parfüm ve benzeri Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak amacıyla Hz. Peygam- ürünler kullanılamaz. Bir azanın tamamına sürüldüğü tak- ber’in (s.a.v.) mescidini ve onun mübarek kabrini ziyaret dirde kurban, daha az yere sürülürse sadaka cezası ge- için gelen kişi, salat-ü selam getirerek ve “Ey Rabbim, gi- rekir. Şafii mezhebine göre kına, koku cinsinden sayılma- receğim yere doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. dığı için ceza gerektirmez. Şafii ve Hanbeli mezhepleri- Çıkacağım yerden de beni doğruluk ve esenlik içinde çı- ne göre kokulu da olsa sabun kullanılması caizdir. İh- kar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” ( İsra, 17/80.) ramlı iken tedavi amacıyla merhem veya kokusuz krem diye dua ederek tevazu ve saygı ile mescide girer. sürmek, güzel koku koklamak, koku satılan dükkânlara

Kerahet vakti değilse iki rekâtta hiyyetül mescid namazı- KOZMİK ODA YAYINCILIK girip orada beklemek ve başkalarına koku sürmek ceza nı imkân varsa Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kabrinin bulun- gerektirmez. duğu hücre ile minberinin arasında bulunan ve “Ravza-i (Cevap B) Mutahhare” diye anılan yerde kılar. Tahiyyetül mescid na- mazından sonra Hz. Peygamber’in (a.s) kabr-i şerifinin önüne gelerek selam verir. Eğer kişinin geldiği memle- ketlerden üzerinde iletilmesi gereken selamlar varsa se- lamları iletir. Ravza’da Allah’ın Resulünün sağ olup hüc- re-i saadetinde istirahat etmekte olduğu düşüncesi ile ha- reket edilmeli; yüksek sesle konuşulmamalı, başkalarını rahatsız edecek hâl ve harekette bulunmamalı, kabrin yanına fazla yaklaşılıp duvarlara el ve yüz sürülmemeli, yaslanılmamalıdır. Kabrin etrafının tavaf edilmesi, telbi- 4. Cem kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla “iki veya daha faz- ye getirmek gibi bid’atlerden uzak durulması gerekir. la şeyi bir araya getirmek, toplamak” anlamlarına gelir. (Cevap E) Cem’in fıkıhtaki terim anlamı ise, “birbirini takip eden iki namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşi peşine kılınma- sı”dır. Eğer bu birlikte kılma birinci namazın vaktinde ise buna cem-i takdîm, ikincisinin vaktinde ise cem-i te’hîr denilir. 2. Yapılış biçimi (edâ) açısından ise hac, ifrad haccı, temet-

tu haccı ve kırân haccı olmak üzere üç çeşittir. DİKAB SORU BANKASI Hanefi mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdeli- fe’deki cem’in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilme- a) İfrad Haccı: İfrad haccı umresiz yapılan hacdır. Sa- si câiz görülmez. Buna göre Hacc ibadeti sırasındaki cem- dece hac ibadeti yapıldığı için “umresiz hac” anla- takdim sünnet, cem-i te’hir vaciptir. mında olmak üzere bu ad verilmiştir. Hac ayları için- Arife günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarının öğle vak- de, hacdan önce umre yapmayıp sadece hac niye- ti içinde birleştirilerek birlikte kılınması sünnettir. Buna tiyle ihrama girerek hac menâsikini eda edenler, ifrad cem‘-i takdîm denir. haccı yapmış olurlar. İster mikat sınırı dışında ister içinde ikamet etsin, herkes ifrad haccı yapabilir. Ebû Hanife’ye göre bu namazların cem’-i takdîm ile kılı- nabilmesi için; b) Temettu Haccı: Temettu “yararlanmak, istifade et- mek” anlamına gelir. Aynı yılın hac aylarında umre ay- a) Arife günü hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmak, rı ihramla, hac ayrı ihramla yapıldığı zaman iki ihram b) Mescid-i Nemîre’de cemâat-i kübrâ ile kılmak gere- arasında, ihramsız, yani ihram yasaklarının bulunma- kir. Aksi hâlde her namaz kendi vaktinde kılınır. dığı yasaksız bir zaman dilimi, umre ile hac arasında Diğer üç mezhep ile Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e hac yasaklarının söz konusu olmadığı serbest bir va- göre, arife günü hac için ihramlı olanların Arafat’ta öğle kit bulunduğu için bu ad verilmiştir. ve ikindi namazlarını, ister Nemîre Mescidi’nde ister ça- Temettu haccı aynı yılın hac ayları içinde, umre ve hac- dırlarda, ister cemaatle, ister münferit olarak cem’-i tak- cı ayrı ayrı niyet ve ihramla yapmaktır. dîm ile kılmaları sünnettir. c) Kırân Haccı: Kırân haccı, her ikisine birlikte niyet edi- Haccedenlerin arife günü akşamı Müzdelife’de akşam ve lerek aynı yılın hac ayları içinde umre ve haccı bir ih- yatsı namazlarını ister münferit ister cemaatle olsun, yat- ramda birleştirmektir. Hac ve umre tek ihramla yapıl- sı vakti içinde cem’-i te’hir ile kılmaları, Hanefilere göre

dığı için “birleştirmeli hac” anlamında bu adı almıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK vâcip; Şâfiilere göre ise sünnettir.

(Cevap C) (Cevap C)

75 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 5

5. B: ABD, Arapça bir kelime olarak hür veya köle olan in- 8. Namazın vacipleri şunlardır: san, kul. 1. Namaza “Allahuekber” gibi tekbir ifade eden bir cüm- C: Nezir, Adak, kurban anlamında dinen mükellef tutul- le ile başlamak. (Şâfii, Mâliki ve Hanbeli mezheple- madığı halde kişinin kendi vaadi ile üzerine vacip kıl- rinde farzdır.) dığı ibadettir. 2. Fâtiha suresini okumak (diğer üç mezhepte her rekât- D: Hadi, yol gösteren, rehber, mürşit ta okumak farzdır).

Allah’ın 99 ismindendir. 3. Farz namazların ilk iki rekâtında, vacip, sünnet ve na- KOZMİK ODA YAYINCILIK file namazların her rekâtında Fâtiha’dan sonra kısa E : İsmet, peygamberlerin günahsız ve günah işleme- bir sure veya buna denk miktarda ayet veya ayetler mesi, Allah’ın onları günahtan uzak tutması anlamın- okumak (Sure eklemek anlamında “zamm-ı sure” de- dadır. nen bu işlem diğer mezheplerde sünnettir). Dolayısıyla cevap A seçeneğidir. 4. Fâtiha’yı zamm-ı sureden önce okumak. Farz namaz- Allah’tan korkun ve bilinki muhakkak hepiniz haşr oluna- larda farz olan kıraati, ilk iki rekâtta yerine getirmek. caksınız. (Bakara 203) 5. Tek başına namaz kılarken öğle ve ikindi namazları (Cevap A) ile gündüz vakti kılınan nafile namazlarda kıraati giz- li yapmak. Sabah, akşam ve yatsı namazlarında ve geceleyin kılınan sünnet ve nafile namazlarda kıraat açıktan veya gizli olarak yapılabilir.

6. İmam olan kimsenin, cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarının her 6. Bayram namazı, biri ramazan bayramında diğeri kurban rekâtında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtla- bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekâtlık rında kıraati açıktan yapması, öğle ve ikindi namaz- bir namazdır. Bayram namazı Hanefi mezhebinde, cuma larının bütün rekâtlarıyla akşam namazının üçüncü ve namazının vücûb şartlarını taşıyan kimselere vâciptir. Şâ- yatsı namazının da son iki rekâtında kıraati içinden fii ve Mâlikiler’e göre müekked sünnet, Hanbeliler’e gö- yapması vaciptir. İmama uyan kişi, okumaz, namaz re ise farz-ı kifâyedir. sesli ise dinler, sessiz ise susar.

(Cevap B)

DİKAB SORU BANKASI 7. Secdede sadece alın ile yetinmeyip alın ile birlikte burnu da yere koymak.

8. Üç ve dört rekâtlı namazların ikinci rekâtının sonun- da oturmak (ka’de-i ulâ).

9. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okumak. 7. Azimet, Allah tarafından vaki olan teklifi hiçbir özür ileri sürmeksizin usul ve kaidesine göre tam olarak ifa etme- 10. Namazın farzlarında sıraya (tertîb) riayet etmek. ye denir. 11. Namazın sonunda sağ ve sol taraflara selam vermek. Ruhsat, kulların şer-i özürleri neticesinde tam ve mükem- Ancak Hanefilerde bir görüşe göre, sağ tarafa selam mel eda edemediği teklifleri, Allah’ın müsahaması ile eda vermek vacip, sol tarafa selam vermek ise sünnettir. etmeye denir. 12. Ta’dîl-i erkâna riayet etmek. Bu, Ebû Yusuf ve diğer Ruhsat ikiye ayrılır; üç mezhebe göre farzdır.

Ruhsatı ıskat; Azimetin Ruhsatı terfih; ruhsatın 13. Vitir namazında kunût duasını okumak ve kunût tek- meşrutiyetini düşünen sebebi mevcut olmakla birini almak. özür olarak tarif edilir. beraber azimeti yapmak 14. Bayram namazlarına mahsus üçer ilâve tekbir almak. Örnek; aç kalma tehlike- meşrudur. Azimet or- tadan kalkmaz. Örnek; si ile domuz eti yeme. 15. Sehven farzın geciktirilmesi ve vacibin terk veya ge- Mesh olan birinin her abdestte ayağını yıka- ciktirilmesinden dolayı sehiv secdesi yapmak. ması gibi 16. Namazda okunan secde ayetlerinden dolayı tilavet Dolayısıyla ruhsatı terfihte azimet ortadan kalkmaz ve secdesinde bulunmak.

tercih edilebilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap C) (Cevap D)

76 FIKIH Test • 5

9. Teklifî hüküm, şâriin yani kanun koyucunun mükelleften 13. Hanefilerle Şâfiiler keffâret ödeyecek kimsenin tertibe uy- bir fiili yapmasını veya yapmamasını istemesi veya onu makla yükümlü olduğunu belirtmişlerdir. Yani önce köle yapıp yapmama arasında serbest bırakması demektir. azadı sonra ara verilmeksizin iki ay oruç tutma seçeneği Dinî terminolojide ef’âl-i mükellefîn (mükelleflerin fiilleri) gündeme gelecektir. Sağlık sorunları veya başka sebep- adıyla anılırlar. Genel olarak beş temel teklifi hüküm şun- lerle oruç tutulamaması durumunda altmış fakirin doyu- lardır: vacip, mendup, mübah, mekruh, haram. Hanefi rulması seçeneği söz konusu olacaktır. Buna karşılık Mâ- mezhebinin ayrımı daha farklıdır: Farz, vacip, sünnet, likiler söz konusu seçenekler arasında öncelik sırası bu- müstehap, mendup, mekruh, mübah, haram. lunmadığını söylemişleridir. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap C) (Cevap B)

10. Kur’an’da inanç ve iyi davranış ilişkisi birçok şekilde izah edilir. Bunlardan en önemli olanı ise ağaç metaforudur. 14. Regaib kandili recep ayının ilk cuma gecesinde kutlanır. Metafor, eğreltileme, benzetme olarak bilinir, bir sorunu başka bir şekilde ifade etmek için kullanılır. (Cevap A) Bir şeyi başka bir şey ile benzetmeye kıyaslamaya anlat- maya yarayan mecazdır.

(Cevap E)

15. Kısaca “davranış bilgisi” demek olan ilmihal, Yaratıcıya, 11. Şirk koşmanın en büyük günahlardan olduğunu söyleyen kendine ve içinde yaşadığı toplum ve çevreye karşı so- ayet ve hadisler mevcuttur. “Hiç şüphesiz Allah, kendisi- rumlulukları olan ve bunu yerine getirme gücüne sahip ne şirk koşanları bağışlamaz, bunun dışında kalanlar ise bulunan insanın, kendisinden beklenenleri yerine getir- dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak- mesinde ona kılavuzluk etmeyi hedefleyen derli toplu bil- lar sapıklıkla sapmıştır”. (Nisa Suresi 116. ayet)

DİKAB SORU BANKASI gilerden ibarettir. Bu bilgiler hem dinî metinlerin doğru- Peygamberimizin de Allah’a ortak koşmanın en büyük dan belirlemelerini hem de bu belirlemeler etrafında olu- günah olduğunu beyan eden hadisleri vardır. (Buhari / şan yorumları, tecrübe birikimlerini ve uzun dönemlerden Müslim) süzülüp gelen bir dinî yaşayış geleneğini temsil eder.

(Cevap D) (Cevap D)

12. A: “Mürai ve mürailik” iki yüzlülük, özü sözü bir olmama anlamında kişinin sahip olmadığı duygu, düşünce, erdem ve değer veya özelliklere sahip olmadığı hal- de sanki sahipmiş gibi davranmasıdır. 16. B – Yaşlı, aciz, iyileşme ümidi olmayan Müslümanların her ramazan orucu için 1 fakiri 1 gün doyurması ibadeti- B: İyilik ve lütufta bulunan bir işi en güzel yapan, Allah’a ne denir. ihlasla kulluk yapan anlamındadır. C – Vakti içinde eda edilmeyen bir ibadetin daha sonra C: İlahi emirlere itaatten ayrılıp asi olan mü’min veya ka- ifa edilmesine denir. fir anlamında kullanılır. İlahi takdirin zamanı gelince gerçekleştirilmesine denir. D: Dinin emir ve yasaklarına uyma, haram ve günahlar- Yargılama hukuku yargılama kararı anlamında fıkhi bir dan korunma hususunda gösterilen titizliktir. terim.

E: Muhsin kelimesinin fiili ihsan kelimesindir. Bu iş ve E – Dinin belirli yasaklarının ilahi durumunda yapılması davranışlara ihsan bu davranışları yapmalara ise Muh- istenen mali veya bedeni ibadettir.

sin denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Dolayısıyla doğru cevap A’dır.

(Cevap A) (Cevap A)

77 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 5

17. Müdrik “idrak etmiş, yetişmiş, kavuşmuş” gibi anlamlara gelir. İlmihal ıstılahında, namazı tamamen imamla birlik- te kılan kimseye müdrik denir. İmamla birlikte namaza başlamasına rağmen, namaz esnasında başına gelen bir durum sebebiyle namaza ara vermek zorunda kalan ve bu sebeple namazın bir kısmını imamla birlikte kılama- yan kimseye lâhik denir. İmama namazın başında değil, birinci rekâtın rükûundan sonra, ikinci, üçüncü veya dör-

düncü rekâtlarda uyan kimseye mesbûk denir. Namazda KOZMİK ODA YAYINCILIK imama uyan kişiye muktedi denir.

(Cevap A)

18. Manası açık lafızlar, zahir, nass, müfesser ve muhkem- dir. Manası kapalı lafızlar, hafi, müşkil, mücmel ve müte- şabihdir.

(Cevap B)

19. Yorum yoluyla da olsa nasların kapsamına girmeyen ya da “illet” bağı kurularak (kıyas yoluyla) nasta düzenlen- miş bir olaya bağlanamayan fıkhî bir meselenin hükmü- nü İslâm fıkhının genel ilkelerine göre belirleme yöntemi- ne “istislâh”, bu metodu uygulayarak hükme ulaşırken esas alınan maslahatlara da “mesâlih-i mürsele” denir. DİKAB SORU BANKASI (Cevap D)

20. Sözlükte “kolaylık, devamlı olan” ruhsat, fıkıh ilminde “me- şakkat, zaruret, ihtiyaç gibi ârızî bir sebebe bağlı olarak azîmet hükmünü terk etme imkânı veren ve yalnız söz konusu ârızî durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve geçi- ci hükmü” ifade eden bir terimdir. Meselâ mükelleflerin oruç tutması bir azîmet hükmüdür. Fakat hasta ve yolcu- lara karşılaştıkları güçlük sebebiyle, oruç tutmama kolay- lığı tanınmış ve bunlardan tutamadıkları oruçlarını nor- mal hâle dönünce kâza etmeleri istenmiştir. Domuz etinin yenmesi, şarabın içilmesi haram olduğu hâlde, susuzluktan veya açlıktan ölme tehlikesiyle karşı- laşan kimseye bu azîmet hükmünü terkedip domuz etin- den veya şaraptan hayatî tehlikeyi atlatacak miktarda ye- mesi içmesi mubah kılınmıştır. İbadetlerin şekil şartlarıy- la ilgili birçok ruhsatın tanınmış olması da burada hatır- lanmalıdır. Bu ruhsatlar, zaten mükellefiyetlerin çok az ve sınırlı tutulduğu İslâm dininin rahmet ve kolaylık dinî ol- masının, Allah’ın kulları için zorluğu değil, kolaylığı dile-

miş bulunmasının tabii sonuçlarıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

78 FIKIH Test • 6

1. İslam hukuku yaygın bir bölümleme ile usûl-i fıkıh ve fürû-i 3. Fıkıh kelimesi sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anla- fıkıh şeklinde iki ana disipline ayrılmaktadır. Usûl-i fıkıh, mak, iç yüzünü ve inceliklerini kavramak” anlamına gelir. fakîh denilen fıkıh bilginlerinin pratik hukuki meselelere Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edi- ilişkin hüküm çıkarma yöntemlerini belirlemeyi hedefle- len dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken iman ve itikad yen bir ilim dalıdır. Başka bir tanımla müctehidin şer’i konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine pa- ameli hükümleri tafsili delillerinden çıkarabilmesine yara- ralel olarak, ileri dönemlerde İslâm’ın fert ve toplum ha- yan kurallar bütününe fıkıh usulü denir. Fahrettin Attar yatının değişik yönleriyle ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bil- “Fıkıh Usûlü” isimli eserde şu şekilde tarif etmiştir: menin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı ol-

1 – Şer’î hükümlerin, tafsilî delillerden çıkarılmasını müm- KOZMİK ODA YAYINCILIK muştur. Bu ilim dalının kuralarının bir araya getirilmesine kün kılan kâideleri ve icmâli delilleri öğreten bir ilimdir. fıkıh kaideleri denilebilir. Veya, (Cevap C) 2 – İstinbât kâideleri ve icmâlî delillerdir. Fürû-i fıkıh alanı ise fakihlerin pratik hukuki meselelere ilişkin çıkardıkları hükümleri belirleyip bunları sistematik ve düzenli bir şekilde ortaya koymayı amaçlayan bir ilim branşıdır. Genel olarak fıkıh ya da İslam hukuku denildi- ğinde daha çok fıkhın bu fürû alanı kastedilir.

(Cevap C) 4. Küçük ve büyük abdest bozduktan sonra yapılması ge- reken maddî temizlik, gerek bunun akabinde yapılacak hükmî temizliğin ve ibadetlerin sıhhati gerekse ferdin sağ- lığı, beden ve elbise temizliği açısından önemlidir. Küçük abdest bozduktan sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temiz- leme işlemine fıkıh dilinde “istibrâ” denilir. Özellikle erkekler açısından istibrâ daha önemlidir. Şa- yet özür hâli söz konusu değilse vücuttan idrar sızıntısı olduğu sürece abdest geçerli olmaz. Bunun için de idra-

DİKAB SORU BANKASI rın vücuttan iyice çıkmasını beklemek, bu amaçla biraz hareket etmek, yürümek veya öksürmek gerekebilir. İd- 2. İki durum arasında şâriin kurduğu bağı ifade eden vaz’î rar sonrası abdest alınmayacak olsa bile, temizlik iyi ya- hüküm, kendi içinde sebep, şart ve mâni şeklinde üçe ay- pılmadığında geriye kalan idrar sızıntısı elbiseye bulaşa- rılır. cağından bu temizliğe dikkat edilmesi her zaman önemi- Mâni; “Varlığı sebebe hüküm bağlanmaması veya sebe- ni korumaktadır. bin gerçekleşmemesi sonucunu doğuran durum” şeklin- (Cevap C) de tanımlanır. Gerek ibadet gerekse muâmelât türünden olsun mükelleften sâdır olan şer‘î-hukukî nitelikteki fiiller, yukarıda sözü edilen rükün ve şartları taşıyıp taşımama- sına göre sahih-bâtıl veya sahih-fâsid ve bâtıl şeklinde bir ayırıma ve nitelendirmeye tâbi tutulur. İbadetlere ge- lince, fakihler butlân ile fesadın ibadetlerde aynı anlama ve sonuca sahip olduğunda görüş birliğindedir. Bu se- beple de ibadetten eksiklik ister rükünde isterse şartların birinde olsun sonuç aynıdır. Meselâ secdesiz namazda 5. Bakara suresi 222. ayetinde Allah-u Teala şöyle buyur- rükün, abdestsiz kılınan bir namazda şart eksiktir. maktadır: “Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: O, bir Bu tür fiillere hiçbir dinî ve hukukî olumlu sonuç terettüp rahatsızlıktır. Bu sebeple ay hâlinde olan kadınlardan etmez. Netice itibarıyla rükün ve şartlarından biri eksik uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. olan ibadet fâsid veya bâtıl olacağı gibi, şer‘an geçerli Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onla- hâlde başlanmış bir ibadet, mahiyetleriyle bağdaşmayan ra yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de se-

bir davranış sebebiyle de fâsid ve bâtıl hâle gelebilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ver, temizlenenleri de sever.”

(Cevap C) (Cevap A)

79 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 6

6. Hanefilere göre abdestin farzları; 10. Hz. Peygamber’in hadislerinde koyun nisbetleri ve bu nis- Yüzü yıkamak betlerde ödenecek zekât miktarı aşağıdaki şekilde gös- terilmiştir (Buhârî, “Zekât”, 38): İki kolu (dirseklerle beraber) yıkamak 1’den 39’a kadar (zekâttan muaf) Başı mesh etmek 40’tan 120’ye “1” koyun Ayakları yıkamak 121’den 200’e “ 2 “ Ağzı ve burnu yıkamak sadece Hanbeli mezhebinin şart- larında vardır. Diğer üç mezhepte böyle bir şart yoktur. 200’den 399’a “ 3 “

KOZMİK ODA YAYINCILIK 400’den 500’e “ 4 “ (Cevap E) (Cevap A)

7. A – Allahın yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiildir. B – Yapılması din tarafından yasaklanan fiildir. C – Peygamberimizin ara sıra yapmış olduğu şeylere de- nir. D – Farz ile eş anlamlı, Hanefilere göre delilinin olması 11. I. Fıtır sadakasının dinen gerekmesinin (vücûb) sebe- sebebiyle ondan bir derece aşağı olan teklifi hükümdür. bi, ilgili hadislere dayanılarak “sağ olma” (sağ olarak ramazan bayramına kavuşmuş olma) şeklinde belir- E – Başlanmış ibadeti bozan, iptal eden şeydir. lenmiştir. Oruçluyken bilerek yemek, içmek, namazdayken bilerek gülmek. II. Fıtır sadakasının vâcip sayılması için yükümlünün Müslüman olması gerektiği hususunda İslâm bilgin- (Cevap E) leri fikir birliği içindedirler.

III. Hanefilere göre fıtır sadakası yükümlüsü sayılmak için 8. Cem kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla “iki veya daha faz- kişinin varlıklı olması gerekir. Varlıklı olma ölçüsü, la şeyi bir araya getirmek, toplamak” anlamlarına gelir. zekâtta olduğu gibi nisab miktarına, meselâ -bu iki Cem’in fıkıhtaki terim anlamı ise, “birbirini takip eden iki meblağ kıymetçe eşit olduğunda- 20 miskal altın ve- namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu

DİKAB SORU BANKASI ya 200 dirhem gümüş kıymetine denk mala sahip ol- ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşi peşine kılınma- maktır. Yine zekâtta olduğu gibi temel ihtiyaçlar sı”dır. Eğer bu birlikte kılma birinci namazın vaktinde ise (havâic-i asliyye) bu miktarın dışındadır. Ancak zekât- buna cem’-i takdîm, ikincisinin vaktinde ise cem’-i te’hîr tan farklı olarak, fıtır sadakasının vücûbu için sahip denilir. olunan malın “artıcı” özellikte olması ve üzerinden bir (Cevap B) yıl geçmiş bulunması gerekmez.

(Cevap B) 9. A. Hac ve umre yapan kimseye normal durumlarda he- lal olan bazı durumların haram kılınmasıdır. Hac için giyilen dikişsiz iki parça kıyafet Haccın 3 farzından bi- ridir.

C. Hac yaparken Arafat ve Müzdelifede olmak üzere ya- pılan yalvarış ve tazimdir.

D. Kabe’nin etrafını bir defa dönmeye denir. 12. Orucun geçerli (sahih) olmasının şartları niyet etmek ve E. Safa ile Merve tepesi arasında 7 defa gidip gelmeyi kadınlar hakkında ay hâlinde ve loğusalık hâlinde olma- ifade eder. maktır. Bir kimse oruç niyeti olmadan bütün gününü aç, Haccın farzı üçtür; susuz ve cinsel ilişkiden uzak geçirse oruç tutmuş sayıl- • İhrama girmek maz. Âdet gören kadınların bu hâlde iken oruç tutmaları farz değildir ve bu esnada orucun bütün şartlarına uysa- • Arafat’ta vakfe yapmak lar bile oruç tutmuş sayılmazlar. Doğum yapmış ve loğu-

• Kabet’yi tavaf etmek KOZMİK ODA YAYINCILIK salık hâli devam eden kadınlar da aynı durumdadır.

(Cevap B) (Cevap A)

80 FIKIH Test • 6

13. Fıkıh usulü terimi olarak istishâb, daha önce varlığı bili- 16. Mest üzerine meshin süresi, yolcu olmayanlar için bir gün nen bir durumun -aksine delil bulunmadıkça- varlığını bir gece (24 saat), yolcular için üç gün üç gecedir (72 sa- koruduğuna hükmetme yöntemidir. İstishâb metodunun at). Bu süre, mestin abdestli olarak giyilmesinden sonra temelini, İslâm hukukunun en kapsamlı beş genel kura- ilk hadesten yani abdesti bozan ilk durumdan başlar. Bu lından biri olan “Şek ile yakin zail olmaz” kaidesi oluştu- süre dolduktan sonra, ayaklar su ile yıkanarak abdest alı- rur. Buna göre, kesin olarak varlığı (ya da var olmadığı) nıp gerekiyorsa mest tekrar giyilmelidir. bilinen bir durumun değiştiğine dair delil bulunmadıkça o (Cevap C) duruma göre hükmedilmesi asıldır; bir tereddüt sebebiy-

le o hüküm ortadan kaldırılamaz ve o durum için yeni de- KOZMİK ODA YAYINCILIK lil istenmez. Beraet-i zimmet asıldır, kaidesi de bir istis- hab kategorisidir.

(Cevap D) 17. Recep ayının ilk cuma gecesi regaip kandilidir. Aynı za- manda 27. gecesi de miraç kandilidir. Şaban ayının 15. gecesi de beraat kandilidir. Ramazan ayında kadir gecesi vardır.

(Cevap A)

14. Mâni, “varlığı sebebe hüküm bağlanmaması veya sebe- bin gerçekleşmemesi sonucunu doğuran durum” şeklin- de tanımlanır. Din ayrılığı ve mirasçısını öldürme miras- 18. İmamı Azam Ebu Hanife’nin, günümüze kadar ulaşabil- çı olmaya, hayız ve nifas hâlleri namazın farz olmasına, miş eserleri pek fazla değildir. Bunların bir kısmının da yakın kan hısımlığı nikâh akdine mâni‘ sayılmıştır. Nisab ona ait olup olmadığı ihtilaflıdır. Bununla beraber talebe- miktarı mala sahip olduğu hâlde aynı miktarda borcun leri Ebu Yusuf ve bilhassa İmam Muhammed’in telif etti- bulunmasının zekâtın vâcip olmasına mâni teşkil etmesi ği eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zama- de bir diğer örnektir. nımıza kadar ulaştırmıştır. Bu eserlerin başlıcalarını şöy- le sıralayabiliriz. (Cevap B) DİKAB SORU BANKASI 1. el-Fıkhu’l-Ekber

2. el-Fıkhu’l-Ebsat

3. Osman el-Betti’ye Risale

4. el-Vasıyye

5. el-Alim ve’l-Müteallim

15. A. Dış ticarette bir yerden başka bir yere ulaştırmak için (Cevap A) gemiye alınan eşyanın bütünü veya bir kısmı taşıyıcı tarafından istenen ücrettir.

B. Temel ihtiyaçlar dışında belli bir mala sahip ve duru- mu iyi olan Müslümanların ramazan ayında fakirlere verdikleri yardımdır.

Dini hükmü vaciptir. 19. A. Her namaza başlarken alınan ve namazın 12 farzın- D. “Şehadet kelimesini söylemek” anlamına gelir. Na- dan birisi olan tekbirdir. mazın her oturuşunda tahiyyat duasını okumak ve bu duayı okuyacak kadar oturmaktır. B. Peygamberi övmek, yüceltmek için söylenir.

E. Fıkhi bir terim olarak yaşlı aciz ve iyileşme ümidi az D. Namazların oturuşlarında okunan bir duadır. olan birinin farz olan her oruç için bir fakiri bir gün bo- Kamet; farz namazlardan önce, ister bireysel isterse ce-

yunca doyurmasıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK maatle kılınsın söylenmesi “sünnet” olan bir ibadettir.

(Cevap C) (Cevap C)

81 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 7

1. Ahmed Hamdi Akseki (ö. 1951)de Salih ameli “Akl-ı Se- 4. Asıl adı Muhammed bin İdris bin Abbas’tır. Dedesinin de- limin insan fıtratı ve tabiatının reddetmediği birtakım ha- desi Şâfii, Kureyş kabilesinden ve sahabeden olduğu için, yırlı amellerdir ki, insanın kendi nefsine, ailesine, milleti- Şâfii adı ile meşhur olmuştur. Hicri 150 (MS. 767) sene- ne ve bütün insanlara, hülasa hangi sınıftan olursa olsun, sinde Gazze’de doğup, hicri 204’te (MS. 820) Kahire’de her insanın menfaatine olan şeylerle bağdaşan iyi, güzel 54 yaşında vefat etti. Kabri, Kurafe Kabristanlığında bü- işler ve davranışlardır.” Şeklinde tarif etmektedir. Bir amel yük bir türbe içindedir. Doğumundan kısa bir süre sonra nasıl Salih olur? babası vefat etmiştir. Annesi onu iki yaşında, asıl mem- Yapılan bir amelin Salih amel olabilmesi için o amelde şu leketleri olan Mekke’ye götürmüş ve orada büyütmüştür. iç hususun bulunması gerekir: KOZMİK ODA YAYINCILIK Yedi yaşına gelince Kur’an’ı ezberledi. Küçük yaşlardan itibaren Mekke’de bulunan tanınmış âlimlerin derslerine 1. Yapılan amel, sağlam bir iman ile yapılmalıdır. ve sohbetlerine devam etmiştir. İmamı Şafii, İmamı Ma- 2. Yapılan amel, kitap ve sünnete uygun olmalıdır. lik’in ve İmamı Azam’ın talebesi İmamı Muhammed’in 3. Yapılan amel, ihlasla yapılmalıdır. derslerine devam ederek, İmamı Azam’ın ve İmamı Ma- lik’in içtihat yollarını öğrenip bu iki yolu birleştirdi ve ayrı (Cevap B) bir içtihat yolu kurdu. İmam Şafii Kuran ayetlerini ve ha- disleri zahiri (dış görünüşü) ile olduğu gibi almasa da, yo- rumlamadan alıp mezhebinin merkezine oturttu. Hadisçi ve nakil ehli kabul edilen Şafiiye göre hadisler Kur’ana 2. B) Kabe’nin etrafında yedi defa dönerek yapılan haccın yakın bir kaynak kabul edilir. biri farzdır. İmam Şafii’nin birçok eseri vardır. Bazıları şunlardır: C) Safa ile Merve tepelerini arasında yedi defa gidip gel- 1. El-Ümm: Fıkıh yani İslam hukukuna dair olup, İmam meye denir. Şafii’nin içtihad ederek bildirdiği meseleleri ihtiva eden D) Hac sırasında Arafat ve Müzdelife’de belirli bir süre bir eserdir. Yedi cilt olarak basılmıştır. bekleme anlamında bir terim. 2. Kitab-üs-Sünen vel-Müsned: Hadis ilmine dairdir. E) İhrama girerek ve Kabe’yi tavaf ederek gerçekleşen 3. Er-Risale fil-Usul: Usul-i fıkha dairdir. Usul-i fıkhın ki- yılın her zamanında yapılabilen, sünnet olan bir iba- tap hâlinde yazıldığı ilk eserdir. dettir. İhrama girmek hac ibadetinin bir farzıdır. (Cevap A) DİKAB SORU BANKASI (Cevap A) 5. D ve E şıklarına göre şafak: Akşam namazının vakti için belirlenen sürelerle ilgili bir kavramdır. A, B, D, E ve imam ibn-i Hanbel’e göre şafak ufukta mey- 3. Namazın şartları; dana gelen kızıllığı ifade eder. • Hadesten taharet İmam-ı Ebu Hanifi’ye göre şafak akşamleyin ufuktaki kı- zıllıktan/kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır, ay- • Necasetten taharet dınlıktır. Şafağın kaybolduğu anda ise yatsı namazının • Set-ri avret vakti girer. • İstikbali kıble (Cevap C) • Vakit • Niyet 6. Nezir, Türkçe ifadeyle “adak” anlamına gelir. • Namazın rükünleri; Allah’a tazim için mubah olan bir işin yapılmasının ken- • İftidah tekbiri disine vacip kılınmasıdır. • Kıyam Kalben nezir olmaz, dil ile ikrar gerekir. • Kıraat Kişinin mubah olan bir durumu istediğinde ve onun ger- • Rükü çekleşmesi için “bu işim olursa şu kadar rekat namaz kı- • Secde lacağım diyerek sorumluluk almasına denir.

• Kade-i ahire KOZMİK ODA YAYINCILIK Hükmü vaciptir.

(Cevap A) (Cevap D)

82 FIKIH Test • 7

7. Cuma namazı herkese farz değildir. Cuma namazının vü- 10. Sözlükte “kolaylık, devamlı olan” ruhsat, fıkıh ilminde “me- cup şartları yani bir kimseye - Müslüman, akıllı ve bâliğ şakkat, zaruret, ihtiyaç gibi ârızî bir sebebe bağlı olarak olma şartlarına ek olarak- farz olmasının şartları şunlar- azîmet hükmünü terketme imkânı veren ve yalnız söz ko- dır: nusu ârızî durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve geçici hükmü” ifade eden bir terimdir. Meselâ mükelleflerin oruç 1. Erkek olmak tutması bir azîmet hükmüdür. Fakat hasta ve yolculara 2. Hür olmak. karşılaştıkları güçlük sebebiyle, oruç tutmama kolaylığı 3. Mukîm olmak. Cuma namazı, cuma namazı kılınan tanınmış ve bunlardan tutamadıkları oruçlarını normal yerde ikamet eden kimselere farzdır. Buna göre, di- KOZMİK ODA YAYINCILIK hâle dönünce kazâ etmeleri istenmiştir. nen yolcu (müsafir) sayılan kimseye cuma namazı (Cevap E) farz değildir, kılarsa sahih olur ve artık öğle namazını kılmaz.

4. Sağlıklı olmak

5. Mazereti olmamak. Bir mazereti sebebiyle cumaya gidemeyen veya cumaya gittiği takdirde, mal, can ve namusunun zayi olacağından endişe eden kimsele- 11. Ömer Nasuhi Bilmen 1882 yılında Erzurum’un Salasar re cuma namazı farz değildir. köyünde doğdu. İlk tahsiline, Ahmediye Medresesi mü- derrisi olan amcası Abdürrezzak İlmî ile Erzurum Müftü- (Cevap B) sü Müderris Hüseyin Râki Efendi’lerden okuyarak başla- dı. 1908 yılında İstanbul’a gelerek Fatih Dersiamlarından Tokatlı Şakir Efendi’nin derslerine devam etti ve icazet 8. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye veya kısaca Mecelle, 1868-1878 aldı (1909). Daha sonra imtihanla Medreset’ül Kudat’a yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir girdi. Burada dört yıl hukuk tahsili yaptı. 1912 yılında açı- komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk (mede- lan ruus imtihanını kazandı. Fatih dersiamı olarak göre- ni hukuk) kuralları kodeksidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve başladı. son yarım yüzyılında şer’i mahkemelerde hukuki daya- 1913’te Fetvahâne-i Âli müsevvid mülazımlığına tayin nak olarak kullanılmıştır. Bir giriş 16 bölümden oluşur ve edildi. Bir yıl sonra bas mülazımlığa terfi edip, Ağustos 1851 madde içerir. Diğer eserler, 20. yüzyılda yazılmış- 1915’te Hey’et-i Te’lifiyye üyesi oldu. tır. DİKAB SORU BANKASI 18 Mayıs 1916’da Darül-Hilafe Medresesi Kısm-ı Âli fıkıh (Cevap D) müderrisliğine, Nisan 1917’de Mahkeme-i Temyiz Şer’iy- ye Dairesi Terekeye Müteallik I’lamat Telhis Mümeyyizli- ğine getirildi. 1922 yılında Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye üye- 9. Mekke ve çevresindeki bazı mescitler şunlardır: liğine nakledildi. Aynı yıl bu dairenin kaldırılması üzerine I. Fetih Mescidi: Mekke’nin Merv-i Zahran Vadisi’nde dersiamlığa devam etti. 1923‘te Sahn Medresesi kelam yapılan mesciddir. müderrisi oldu fakat bu medrese de bir yıl sonra kapatıl- II. Nemre Mescidi: Mina’da, Birinci ve Orta cemre ara- dı. 14 Şubat 1926’da İstanbul Müftülüğü müsevvidliğine, sında bulunur. 16 Haziran 1943’te de İstanbul Müftülüğüne getirildi. Fatih Camii’nde, Sahn Medresesi’nde ve Dar-uş-Şafa- III. Hayf Mescidi: Mina’nın Şam tarafında Urene vadi- ka’da dersler verdi. Ayrıca İstanbul İmam-Hatip Okulu ve sinde gayet büyük bir mesciddir. Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve ilm-i kelâm IV. Mescid-i Kebş (Kurban Mescidi): Mina’dan Arafat’a dersleri okuttu. 30 Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri gidenin sol tarafına gelir. Başkanlığı’na tayin edildi ve henüz bir yılını doldurma- V. Mescid-i Sahra: Arafat’ta Cebel-i Rahmet’inyanıdan dan 6 Nisan 1961’de emekliye ayrıldı. 12 Ekim 1971’de bir kayalık içinde bulunmakta ve buraya Mescid-i Sah- İstanbul’da vefat etti ve Edirnekapı Sakızağacı Şehitli- ra denmiştir. Resulullah’ın (sas) burada vakfe yaptığı ği’ne defnedildi. Eserleri ile halkımızın üzerinde önemli rivayet edilir. tesirler bıraktı. Başlıca eserleri olan “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”,” Kur’an-ı Kerim’in Meâl-i VI. Mescid-i Cebel: Arafat’ta Arafat hutbesinin irad edil- Âlisi ve Tefsiri” ile “Büyük İslâm İlmihali” yanında, yayım- diği yerdir. lanmış ve yayımlanmamış daha pek çok eseri bulunmak-

Kıbleteyn Mescidi, Veberre Harresi denilen yerdedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK tadır.

(Cevap A) (Cevap B)

83 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 7

12. Âlimlerin ölüm ve vefat tarihlerine göre sıralaması şöyle- 15. “Aslen veya geçici” olarak temiz bulunmayan bir şeye” dir: necis veya necaset denir.

1. İmam-ı A’zam Ebu Hanife (Nu’man bin Sabit) hicre- B: Bazı ibadet veya fiillerin yapılmasına engel olan “hük- tin 80. senesinde Kûfe’de doğdu ve 150 senesinde mi” kirliliğe denir. Bağdat’ta vefat etti. D: Küçük veya büyük abdestin sonunda yapılan temiz- 2. İmam-ı Malik bin Enes hicretin 95. yılında Medine’de liğe istinca denir. doğdu ve 179 senesinde Medine’de vefat etti. (Cevap C) 3. İmam-ı Muhammed bin İdris Şafi’i 150 senesinde Fi- KOZMİK ODA YAYINCILIK listin’de Gazze’de doğdu. 204 senesinde Mısır’da ve- fat etti.

4. İmam-ı Ahmed bin Hanbel hicretin 164. senesinde Bağdat’da doğdu ve 241 senesinde Bağdat’da vefat etti.

5. İmam-ı Buhari 810 (H. 194) senesinde Buhara’da doğ- 16. Bayram namazları, ramazan ve kurban bayramı olmak du. 870 (H. 256) senesinde Semerkand’ın Hartenk üzere yılda iki defa kılınan bir namazdır. kasabasında vefat etti. • İki rekattır 6. İbn-i Hazm hicri 384, miladi 994 yılında Kurtuba’da • Vucub şartlarını taşıyan herkese dünyaya geldi, 1064’te vefat etti. • Hanefilere göre vacip 7. Îbnü’l-Arabî, 468 yılında (1076) Endülüs’ün İşbiliyye kentinde doğmuştur 543 (1148) yılında bugünkü Fas • Malikilere göre müekket sünnet kentinde vefat etmiştir. • Hanbelilere göre farz-ı kifayedir

(Cevap C) • Şafiilere göre ise müekket sünnettir. Vucub şartları:

• Erkek olmak

• Mazeretsiz olmak DİKAB SORU BANKASI • Hür olmak

13. İslam dininde inanılması gereken esasların bütünü ve • Mukim olmak bunları konu edinen ilmin adı “Akaid” denir. İnsanın gün- (Cevap E) lük hayatta faydasına ve zararına olan şeyleri bilmesi ola- rak tanımlanır.

(Cevap D) 17. A: İ’tikaf için beş vakit namazın kılınması gerekir.

B: Sünnet olan “itikafta” oruçlu olmak Ramazan ayın- da yapıldığından dolayı zaten gerekir.

14. İmam Şâfii’nin “er-Risâle” adlı eseri fıkıh usulünde ilk ka- C: İhtiyaç halinde ihtiyaçlar giderilir. leme alınan usul kitabıdır. Eserin kaleme alınması konu- D: Niyet, itikaf için gereklidir ve hatta nezredilen itikaf sunda şöyle bir rivayet vardır. Basralı âlimlerden Osman için dil ile söylenmesi gerekir. el Betti’ye, İmam Şafii’nin mürcie olmadığını bildirmek için gönderdiği risalelerden meydana gelmiştir. Bir başka ri- E: Gusül gerektiren bir durumda itikafa niyet edemez, vayette, Abdurrahman b. Mehdi’nin kendisine bir mektup mescide giremez. yazarak ondan Kur’an’ın ahkâm ayetlerini, bu ayetler ile İtikaf: ilgili makbul tarihi rivayetleri, icmanın hüccet oluşunu ele A) Vacip olan itikaf: Adak olan itikaf vaciptir. En az bir alan, Kur’an ve sünnet naslarında nasih ve mensuh olan- gün olur ve oruçlu olmak gerekir. ları açıklığa kavuşturan bir eser telif etme isteğine cevap

olarak yazılmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK B) Sünnet olan itikaf: Ramazan’ın son 10 günü girilir.

(Cevap C) (Cevap B)

84 FIKIH Test • 7

18. Fıkıh kitapları içerisinde eser isminde “fetva” kelimesi yer alan bazı eserler aslında fürû türü içinde değerlendirilir. Burada kastedilen fetva türü ise özellikle eseri yazan fı- kıh aliminin zamanında meydana gelen hadiselere ağır- lık vermesi, soru-cevap özelliği taşıması, mezhep içinde- ki çeşitli farklı içtihatlar içinden sadece birini açıkça ter- cih edip aktarması gibi bazı özelliklerle füru literatürün- den ayrı müstakil bir tür oluşturur. Bu türe müftülere yar-

dımcı olmak gayesiyle yazılıp, fetva vermenin usulünü KOZMİK ODA YAYINCILIK anlatan ve mezhebin sahih görüşünü belirlemeye kriter getirerek fetvalarda birliği temin etmeyi amaçlayan, Res- mü’l-müftî, Edebü’l-müftî adlı isimlerle yazılan eserleri de dâhil etmek mümkündür.

(Cevap C)

19. İcmâ, esas itibarıyla, birçok müçtehidin şer‘î bir mesele- nin hükmüne dair tek tek açıkladıkları görüşlerinin aynı noktada buluşması yoluyla meydana gelir. Bu şekilde ger- çekleşen icmâ yanında bir de şer‘î bir mesele hakkında bir veya birkaç müctehidin görüş belirtmesinden sonra o devirdeki diğer müctehidlerin bu görüşten haberdar ol- dukları halde, aynı yönde kanaat belirtmemekle birlikte inkâr veya itiraz beyanında da bulunmayıp susmaları su- retiyle oluşan bir icmâ daha vardır. Bu şekilde oluşan ic- mâ, sükûtî icmâ olarak, birinci anlatılan şekilde gerçek- leşen icmâ ise sarih icmâ olarak isimlendirilir. Usulcüle- DİKAB SORU BANKASI rin büyük çoğunluğuna göre, sarih icmâ, kesin ve bağla- yıcı bir kaynaktır. Sükûtî icmâın bağlayıcı delil olup olma- yacağı ise usulcüler arasında tartışmalıdır.

(Cevap D)

20. Hades: Bazı ibadet ve fiillerin yapılmasına engel olan “hükmi” kirliliğe denir. Hades büyük ve küçük olarak ikiye ayrılır; Büyük hades: cünüplük, ay hali, hayız ve nifaz (lohusa- lık) durumlarıdır. Küçük hades: namaz abdestinin olmaması durumudur. Hades, namazın 12 farzından biridir. Küçük hadesten te- mizlenmek için namaz abdesti büyük hadesten temizlen- mek için gusül abdesti alınır. Namaz abdesti ve gusül abdesti almak için imkansız bir durumla karşılanan birisi alternatif olarak imkansızlık or-

tadan kalkana kadar “teyemmüm” yapar. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A)

85 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 8

1. Fıkıh içerisindeki küllî kâideler sayıca çok olmakla birlik- 5. İslam hukukunun kaynakları Kitâb, Sünnet ve içtihat’dan te bazı yazarlar bu kaidelerin nihayetinde beş temel ka- ibaret olmaktadır. Bunlardan Kitâb ve Sünnet, ‘nass’ ya- ideye dayandığını, ya da bu beş temel küllî kâidenin çok ni ana metin olarak adlandırılır. İçtihat ise bu ana metin- geniş kapsamlı olması sebebiyle özellik arz ettiği kana- lerin ışığında ‘akıl yürütme’ ve ‘kafa yorma’ faaliyetidir. atindedirler (Cevap A) Söz konusu en genel beş küllî kâide şunlardır. I. Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir (Mecelle, md. 2). Bu küllî kâide, şahısların davranışlarının (söz KOZMİK ODA YAYINCILIK ve fiillerinin) ve hukuki bir sonuç elde etmek üzere dı- şa vurdukları irade beyanlarının hükmünün belirlen- 6. Ebu Hanife’nin fıkıhta takip ettiği metodu kendisinden mesinde onların niyet ve amaçlarının öncelikli olarak nakledilen rivayetler ışığında şöyle özetlemek mümkün- dikkate alınacağını ifade eder. dür: Önce Kitâb’a, sonra Sünnet’e müracaat ederdi. Bu II. Şek ile yakin zail olmaz (Mecelle, md. 4). ikisinde bir delil bulamazsa sahabe görüşleri içerisinde tercih yapar, onların içtihatlarının dışına çıkmazdı. Ko- III. Meşakkat teysiri celbeder (Mecelle, md. 17). nuyla ilgili sahabe görüşü yoksa tabiûn müçtehitlerinin iç- IV. Zarar izâle olunur (Mecelle, md. 20). tihatlarını bağlayıcı bir delil olarak kabul etmez, kendisi V. Âdet muhakkemdir (Mecelle, md. 36). de onlar gibi içtihat ederdi. Bu verilerden hareketle Ebu (Cevap B) Hanife’nin başvurduğu kaynakların Kitâb, Sünnet, en ge- 2. Secde Alak suresinin son ayeti “secde et, rabbine yak- nel anlamıyla Sahabe kavli ve içtihat olduğunu söyleye- laş” emriyle rabbe yaklaşmak için en önemli emirlerden- biliriz. İçtihat, kıyas ve istihsanı kapsamaktadır. dir. Bir hadisi şerif de ise “kulun Allah’a en yakın olduğu (Cevap E) an, secdede olduğu zamandır”. (Müslim)

(Cevap A) 3. Kıyas yoluyla ulaşılan sonuç, rastgele değil, bir ayet ve 7. Allah Hakkının Ağır Bastığı Fiiller: Bunlar, kendisinde iki hadisteki hükmün, illet birliğine dayanarak fer’e verilme- hak birleşmekle birlikte Allah hakkının, kul hakkına ağır sinden ibaret olduğu için, yapılan kıyas işlemi, bir hük- bastığı fiillerdir. Kazif suçuna (iffetli bir kadına zinâ iftira- mün ilkten konulması (ispat) değil, asılda potansiyel ola- sında bulunma) verilen ceza (hadd-i kazf) böyledir. Bu rak var olan hükmün açığa çıkarılması olmaktadır. Usul- cezanın verilmesinde iftiraya uğrayan kişinin özel bir men-

cülerin “Kıyas hükmü ispat etmez, ızhar eder.” sözünün DİKAB SORU BANKASI faati vardır. Bu da iftiraya uğrayan kişiden söz konusu it- anlamı budur. Ancak kıyas işlemi bazı açılardan zannilik hamın giderilmesidir. Bu yönüyle kul hakkı mevcuttur. Di- içerdiği için kıyasla ulaşılan sonuç bir ayetin hükmü gibi ğer yandan kazif suçu namusu lekeleyen, şeref ve itiba- Allah’a nispet edilmez, bu kıyası yapan fakihin görüşü rı sarsan bir suç olduğu için cezalandırılmasında toplu- olarak anılır. mun yararı vardır. Bu yönüyle de Allah hakkıdır ve Hane- filere göre kazif cezısındaki Allah hakkı, kul hakkından (Cevap B) daha ağır basar. Şafiilere göre ise kazif cezası, kul hak- İcmâ, deliller hiyerarşisinde genel olarak Kitab ve Sün- 4. kının ağır bastığı bir haktır. netten sonra üçüncü sırada yer alsa da usulcüler, bu sı- ralamanın şeref sıralaması olduğunu, kuvvet açısından (Cevap C) yapılacak sıralamada icmâın birinci sırada yer alacağını açıkça ifade etmişlerdir. İcmâın kuvvet açısından birinci 8. Kur’an’ın anlaşılması noktasında da Sünnet’e büyük ih- sırada yer alması, Kitab ve Sünnetin aksine onun nesih tiyaç vardır. Sünnet’in bu yönünü vurgulamak üzere ilk ve tahsise, yorum ve ihtimale açık olmamasıyla izah edi- dönem âlimlerince “es-Sünnetu kâdıyetun ale’l-kitâb” de- lir. Usulcülerin, icmâa aykırı ayet veya hadisin mensuh yişiyle ifade edilen anlayış, sonraki alimler tarafından yay- veya müevvel sayılması gerektiği yönündeki ifadeleri bu gın kabul görmüştür. “es-Sünnetu kâdıyetun ale’l-kitâb” anlayışı yansıtır. İcmâın, esas itibarıyla ya bir nassa ya klişesi, hiçbir zaman Sünnetin Kur’an’ın önüne geçirilme- da nasdan elde edilen bir anlam üzerine kurulduğu göz si ve ondan daha önemli kılınması gibi bir amaç ve içe- önüne alınınca icmâın kuvvet açısından birinci sıraya yer- riğe sahip olmamıştır. Tam tersine bu klişe söz, Sünnet leştirilmesi, onun Kur’an ve Sünnetin önüne geçirildiği, olmaksızın Kur’an’ın sırf Arapça bilgisine dayanılarak ge- onlardan daha önemli kılındığı gibi bir yoruma imkan ver- rektiği şekilde anlaşılamayacağını ve Kur’an’ın anlam bo- meyecektir. İcmâın bu denli kuvvetli bir delil olarak kabul yutlarını belirlemede Sünnet’in önemli bir rolü bulundu-

edilmesinin gerisinde icmâa atfedilen işlev yatmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğunu ifade etmiştir.

(Cevap D) (Cevap E)

86 FIKIH Test • 8

9. İslam hukukçularının ihtilafının temel sebebini, farklı an- 11. Hanefilere göre ruhsat hükümleri dört tür olup bunların layışlara açık bir alanın bulunması ve hukukçuların bu ilk ikisi gerçek anlamda ruhsat diğer ikisi ise mecâzî an- alanın doldurulmasına yönelik farklı metodolojilere sahip lamda ruhsat olarak isimlendirilir. olmaları teşkil etmektedir. Bununla birlikte, bu olgunun Bunlardan ikinci tür, Bir fiilin haramlık sebebinin bulundu- farklı noktalardaki beliriş tarzlarını şöyle sıralamak müm- ğu hâlde haramlık hükmünün kaldırılarak mübah kılınma- kündür: sıdır: Örneğin yolcu için tanınan oruç tutmama ruhsatı, 1. Nasların metinlerinin farklı şekilde anlaşılması, hü- bu türdendir. Şöyle ki Ramazan ayında bulunduğu için kümde görüş ayrılıklarına yol açmıştır. yolcunun oruç tutmayı terk etmesi haramdır. Fakat “Siz- KOZMİK ODA YAYINCILIK den kim hasta olur veya yolculuk hâlinde bulunursa tuta- 2. Sünnetle ilgili malzemenin tespiti de birtakım ihtilaf- madığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.” (Baka- lara yol açmıştır. ra 2/184) ayeti sebebiyle bu haramlık hükmü kaldırılarak 3. İslam hukukçularının Medine uygulaması, sahabe yolcu ve hastanın oruç tutmayabileceği ifade edilmiştir. kavli, kıyas, istihsan, maslahat, sedd-i zerâî vb. tali Hanefilere göre bu tür bir ruhsatın söz konusu olduğu du- delil ve yöntemlerin kaynak değeri konusunda farklı rumlarda kişiye bir zarar gelmeyecekse azîmete göre ha- düşünmeleri de içtihat farklılıklarına neden oluyordu. reket etmesi daha iyidir. Ancak mükellef, ruhsatı da ter- cih edebilir ve bundan dolayı bir günah işlemiş olmaz. Bu 4. İslam hukukçularının farklı hukuki nosyonlara sahip tür ruhsat, azîmete göre hareket etmeyi ortadan kaldır- olmaları, kimi nasların illetleri ve kimi hükümlerin mayıp azimet ve ruhsattan birini tercih imkânı verdiği için amaçları hakkında farklı sonuçlara varmalarına sebep Hanefilerce terfîh ruhsatı olarak isimlendirilir. oluyor, bu da ister istemez içtihat farklılığını gerektiri- yordu. (Cevap A)

5. İslam hukukçularının bulundukları sosyal çevrelerin farklı olması içtihat farklılıklarını da beraberinde getir- miştir.

6. İslam hukukçularının ihtilafları bağlamında anılması yerinde olan diğer bir faktör de siyasi yönelim farklı- lıklarının fıkhi eğilimler üzerindeki etkisidir.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

10. Şâfiî fıkıhta takip ettiği metodu yazdığı eserlerde açıkla- mıştır. Kendi ifadeleri ışığında Şâfiî’nin başvurduğu kay- 12. İcmâın işlevleri kabaca şu şekilde sıralanabilir: nakları tespit etmek mümkündür. Önce Kitâb ve Sünnet’e başvururdu. Ahad haber bile olsa kendi deyimiyle “sabit” I. Muhafaza: İbadet ve ibadet içerikli konularda Hz. olan sünnete karşı çıkmazdı. Ahad haberlerin Medineli- Peygamber’den intikal eden ve sahabede somutla- lerin ameline ya da Kur’ân’a ve meşhur sünnete aykırı şan mevcut anlayış ve uygulamaları korumak ve sür- olmaması gibi muhtevaya yönelik şartlar aramaz, isna- dürmek. dın güvenilirliğini yeterli görürdü. II. Bağlayıcılık: Özellikle hukuk alanına ilişkin olmak Buna karşın prensip olarak mürsel hadisleri kabul etmez- üzere, yeni karşılan problemlerde ortak ve bağlayıcı di. Ancak Said b. el-Müseyyib gibi seçkin ravilerin rivayet karar alabilmek. ettiği mürsel hadisleri birtakım özel şartlarla kabul eder- III. Kamu otoritesini sınırlamak: Her iki işlevi itibarıyla di. Kitâb ve sünnette bulunmayan konularda, sahabenin de icmâın, aynı zamanda mevcut anlayış ve uygula- ittifak ettiği görüşlere, daha sonra da sahabenin ihtilaf hâ- mayı, yöneticelerin değiştirme girişimlerine karşı ko- lindeki görüşlerine başvururdu. Son müracaat ettiği delil rumak suretiyle bir anlamda onların otoritelerini sınır- ise kıyastır. Şâfiî, nakli delil bulunmayan alanlarda re’y ladığı da söylenebilir. yoluyla yapılan içtihatı kıyasla sınırlandırmış, bunun dı-

şındaki re’y metotlarını meşru kabul etmemiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK IV. Bazı usul konularının meşruiyetini sağlamak

(Cevap A) (Cevap D)

87 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 8

13. Fıkıh metodu açısından Sünni ekollerle benzeyen yönle- 17. Saime: yılın yarısından fazlasını meralarda otlamak su- ri bulunan İbâzîler, Kitâb, Sünnet, kendi imamlarının içti- retiyle barınan hayvanlar için kullanılan bir terimdir. hatları ve mürsel maslahatı hukuki konularda başvuru Havelan-ı Havl: Zekat verilecek bir malın üzerinden bel- kaynağı olarak görmektedirler. Buna mukabil kıyası be- li bir kameri yılın geçmesi anlamında kullanılır. nimsememiş, bu fonksiyonun re’y ve içtihat aracılığıyla Nisab-ı Gına: Zekat verme mükellefiyetine dayanan zen- yerine getirileceğini savunmuşlardır. ginlik ölçüsüdür. (Cevap C) Nisab-ı İstiğna: Şer-i olarak bir Müslüman’ın başkasın- dan yardım dilmesi hususunda konulmuş ölçüdür. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D) 14. I. Hanefi mezhebine göre oruçlu iken diş fırçalamak orucu bozmaz. Yalnız fırçalarken ve ağzımızı yıkarken 18. Hanefilere göre farz ve vâcib, yapılmasının Şâri‘ tarafın- azami dikkat gerekir. dan kesin olarak istenmesi noktasında birleşir. İkisini bir- birinden ayıran şey ise dayandıkları delillerin kat‘î ya da II. Güneş battı veya iftar oldu zannederek orucu açmak zannî oluşudur. Buna göre farz, sübutu ve delaleti katî caiz değildir. Oruç kabul olmaz ve kaza gerekir. delille sabit olur. Kur’an ve mütevatir ya da meşhur Sün- III. Oruçluyken banyo yapmak, havuz ve denize girmek net’in sübutu katîdir. Delaletlerinin de kat’i olması hâlin- orucu bozmaz, ihtiyatlı olmak gerekir. de emredilen şeyin farz olduğu anlaşılır. IV. Ziyafete katılmak orucu bozmaz, ziyafeti tatmak oru- Vâcib ise zannî bir delil ile sabit olan fiilin hükmüdür. Ör- cu bozar. neğin kurban kesme, vitir ve bayram namazları, namaz- da Fâtihâ suresinin okunması gibi fiillerin hükümleri vâ- V. Beslenme amacı taşımayan ve yenilip içilmesi adet- ciptir. Çünkü bu hükümler, zan ifade eden (kesinlik taşı- ten olmayan (Çiğ, pirinç, hamur, un, ham meyve, ce- mayan) haber-i vâhid ile sabit olmuştur. viz, kabuklu fındık) şeylerin yenilmesi orucu bozar. Kefaret gerekmez. Kaza gerekir. Bir fiilin farz olmasının anlamı ve sonucu konusunda Ha- nefilerin görüşü diğerlerininkinden farklı değildir. Vâcibin Dolayısıyla cevap I, II ve IV’tür. sonucu ise yapılması açısından aynen farzda olduğu gi- (Cevap E) bi yapılmasının gerektiği ve terk edenin cezayı hak etme- sidir. Hanefilerin “Vâcib, amelen farz gibidir.” sözlerinin anlamı budur. İnanç açısından ise zannî bir delil ile sabit DİKAB SORU BANKASI olduğu için vâcibi inkâr edenin küfrüne hükmedilmez, 15. Ayette bu sınıfa “el fukara velmesakin” şeklinde geçer, inkâr eden veya inkar anlamına gelecek şekilde hafife Hanefilere göre fakir; ev ve ev eşyası gibi asli ihtiyaçla- alan kişi, fâsık sayılır. rını karşılayan malı olsa da geliri giderini karşılamayan (Cevap D) nisap miktarından daha az alanı kapsar. Miskin ise hiç- bir geliri olmayan kimsedir. 19. Evlenme engelleri sürekli evlenme engelleri ve geçici ev- Hanefilere göre bir defada verilecek zekat miktarı konu- lenme engelleri olmak üzere ikiye ayrılır: sunda “nisap” ölçü alınırken diğer fakihler ise kifayeyi Sürekli evlenme engelleri, taraflar arasında evliliği ebedî esas almışladır. Yeterli miktarda zekat verilmelidir görü- olarak engelleyen durumlardır. İslam hukuku açısından şünü beyan etmişlerdir. sürekli evlenme engelleri, kan bağı, sıhriyet (evlilik) bağı ve süt emme sebebiyle olmak üzere üç türe ayrılır. (Cevap B) Sıhriyet sebebiyle haram olanlar, evlilik sebebiyle haram olanlar olup bunlar dört gruptur:

1. Usulün eşleri: Bundan maksat, erkeğin annesinin dışında babasının diğer eşleridir.

16. İlk dönem bilginlerinden Ebu Hanife’ye göre, marifetullah 2. Fürû’un eşleri: Aşağı doğru oğlunun, torununun eş- konusunda nazar ve istidlal metodunu kullanmak herke- leri. se vaciptir. Zira nazar ve istidlal ferdi, Allah’ın birliğini, 3. Hanımının usulü: Kayınvalide ve kayınvalidesinin her O’nun sıfatlarını, adalet ve hikmetini anlamaya ulaştırır. iki taraftan usulü. Ancak bu, her şahsın anlayış seviyesine uygun bir şekil-

de gerekleşir. KOZMİK ODA YAYINCILIK 4. Hanımının fürû’u: Üvey kızları ve bunların kızları.

(Cevap D) (Cevap B)

88 FIKIH Test • 9

1. Vâcib zannî bir delil ile sabit olan fiilin hükmüdür. Örne- 5. Ebu Hanife’ye, namazda Arapça dışında bir dille kıraat ğin kurban kesme, vitir ve bayram namazları, namazda edilebileceğine, yani bir surenin Arapçası yerine başka Fâtihâ suresinin okunması gibi fiillerin hükümleri vâciptir. bir dildeki çevirisinin okunabileceğine dair bir görüş nis- Çünkü bu hükümler, zan ifade eden (kesinlik taşımayan) bet edilmiştir. Bu nisbetin arka planında Ebu Hanife’nin haber-i vâhid ile sabit olmuştur. Bu sebeple bu konuda Kur’ân’ı, kelime kalıplarından soyutlanmış “salt anlam” hata yapan bir müçtehit günah işlemiş olarak kabul edi- olarak tanımladığı yönündeki rivayet yatmaktadır. Kur’ân, lemez. salt anlam/mana olarak tanımlandığı vakit, o ya da bu dil kalıbına dökülmesi o kadar da önemli olmaz. Ancak Ha- (Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK nefi usulcüler Kur’ân’ı ısrarla “nazmın ve mananın ismi” olarak tanımlamışlardır. Hanefi usulcülerin Kur’ân’ın “nazm ve mana” olduğuna dair vurguları, Ebû Hanife’nin 2. Sınırlı (nâkıs) milk: Mülkiyette bulunan yetkilerden birini o görüşten döndüğü rivayetini güçlendiren bir husus ola- veya birkaçını verdiği için kapsamı mülkiyete göre daha rak değerlendirilir. Hanefi mezhebi dışındaki diğer mez- dar olan milk türüdür. Sınırlı milk birden çok farklı hak tü- heplere göre namazda Arapçanın dışında bir dille oku- rünü içine alır. Kendi içinde şu gruplara ayrılır: mak asla caiz görülmezken, Hanefilerde bir nedenle Arap- ça okumaya güç yetiremeyen kimsenin başka bir dille kı- a. Bir eşyanın sadece menfaatlerini içerin milk (mil- raat edebileceği yönünde görüşler vardır. ku’l-menfaa bilâ ayn). (Cevap E) b. Sadece ayn üzerinde kurulu olup menfaatleri içerme- 6. İçtihat kapısı meselesiyle yakından ilgili olan önemli bir yen milk (milkü’l-ayn bilâ menfaa). konu her asırda müçtehidin bulunmasının zorunlu olup c. Bir eşyanın aynını elinde tutma ve zilyetliğinde (yed) olmadığı tartışmasıdır. Her mezhep içinde karşı görüş sa- bulundurma konusundaki milk (milku’l-habs ve’l-yed). hipleri bulunsa da Hanbeliler dışındaki âlimler müctehid- Hanefilere göre rehin hakkı bu tür bir aynî haktır. siz bir asrın bulunmasını genelde mümkün görürler. Ço- (Cevap C) ğunluk bu konuda, “Allah ilmi çekip almaz fakat âlimleri yavaş yavaş çekip alır; âlim kalmayınca insanlar cahil ön- derler edinip onlara sorarlar, onlar da fetvâ verirler ve 3. Tabiûn döneminde de sahabe döneminde olduğu gibi böylece hem kendileri sapar hem başkalarını saptırırlar.” Kitâb, Sünnet ve içtihat hukukun ana kaynaklarını teşkil hadisini, karşı görüş sahipleri de içtihatın sürekliliği fikri- ediyordu. Bunların yanında Tabiûn dönemi hukukçuları ne gerekçe olarak, “Ümmetimden bir grup daima hak üze- için, sahabe dönemi hukukçularının içtihat ve fetvaları da DİKAB SORU BANKASI re bulunacak” ve “Allah her yüzyılın başında bu ümmete bir hukuk kaynağı niteliği taşıyordu. Tabiûn döneminde dinlerini tecdid edecek birini gönderecektir.” meâlindeki yaşayan bir hukukçu, karşılaştığı problemle alakalı Kitâb hadisleri kullanmışlardır. Müctehidsiz asrın olabileceğini ya da Sünnet’te bir çözüm buluyorsa bunu uyguluyordu. öne sürenler, bununla muhtemelen yeni bir usul oluştu- Bulamadığı durumda kaynak olarak sahabenin görüşle- racak şekilde mutlak içtihat faaliyetinde bulunmayı kas- rine başvuruyordu. Sahabenin konuyla ilgili görüş birliği tetmişlerdir. mevcutsa bu uygulanıyordu. (Cevap E) (Cevap A)

4. İçtihat, sınırlı nasların sınırsız hayat olaylarına nasıl ye- 7. Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun temel kay- terli olacağı sorusunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır. İç- nağı vahiydir. Dolayısıyla İslam Hukuku’nun ilk kaynağı- tihat, nasların lafız, mâna ve bilinçli boşluklarında var olan nı Kur’ân, fıkıh terminolojisindeki ifadesiyle Kitâb oluştur- şer’î-amelî hükümleri ortaya çıkarmaya yönelik beşerî ça- maktadır. Bunun yanında Hz. Peygamber’in Sünnet’i yer bayı ifade eder ve bu işlevi itibarıyla aklı temsil eder. İç- almaktadır. Sünnet, Hz. Peygamber’in ahkâm ayetlerinin tihat her halükarda naslar üzerinden yürütülen bir faali- anlaşılması ve uygulanması ile ilgili söz, eylem ve onay- yet olmakla birlikte esas itibarıyla insan aklının ve biriki- lamalarını içerdiği gibi, Kur’ân’da temas edilmeyen konu- minin devreye girdiği beşerî bir faaliyettir. “Şahsî akıl yü- ları hükme bağlayan tasarruflarını da kapsamaktadır. İs- rütme” anlamında re’y içtihadının devreye girmesiyle bir- lam hukuku terminolojisinde, Kitâb ve Sünnet’in her iki- likte fıkhın rasyonel prensipleri oluşmaya başlamış, fıkıh- sini ifade etmek için nas terimi de kullanılmaktadır. Bu ta sistemleştirme dönemine geçilmiş ve İslam hukunun anlamda kullanılan nas teriminin yanında İslam Huku- sistemleştirilmesi ve uygulanması büyük ölçüde bu içti- ku’nun kaynaklarını ifade etmek için kullanılan diğer te-

hat faaliyetinin sonucunda gerçekleşmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK mel terim ise içtihattır.

(Cevap A) (Cevap C)

89 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 9

8. Bir hükmün şer’î olarak nitelenebilmesi için, onun nass 10. İslam hukukunu diğer hukuk düzenlerinden ayıran bir kı- (Kitâb ve Sünnet) yoluyla bildirilmiş olması şart değildir. sım özellikleri bulunmaktadır. Usulüne uygun olarak gerçekleştirilmiş bir içtihat faaliye- 1. İlahî iradeye dayalı olması: İslam hukukunun kayna- ti sonucunda ulaşılan hüküm de, şer’îlik niteliğine sahip- ğı ilahî iradeyi temsil eden Kitâb ve Sünnet’tir. tir. Şu hâlde şeriat, hem nass yoluyla bildirilmiş hem de içtihatî yöntemlerle elde edilmiş hükümleri birlikte içer- 2. Yaptırımın ikili karakterde olması: Âhirette, dünyada- mektedir. Çünkü şer’îlik, ilahî iradenin hüküm biçiminde ki davranışların mükâfât ya da azap olarak karşılığı- açığa çıkması demektir. İlahî iradenin açığa çıkması, nas- nın görüleceğine inanmak, bir din olarak İslam’ın te-

sa dayalı hükümler ya da içtihata dayalı hükümler biçi- KOZMİK ODA YAYINCILIK mel iman esasları arasında bulunmaktadır. minde gerçekleşebilir. Nitekim klasik dönemde, içtihatî 3. Bilimsel doktrin niteliğinde teşekkül etmesi: İslam hu- hükümlerin de şeriata dâhil olduğu hususunda bir kuşku kuk kuralları devletsel yetkiye dayalı bir yasama faa- bulunmadığı için, şeriat kavramı şer’-i münezzel ve şer’-i liyeti yoluyla konulmadığı gibi, örf-âdet hukuku biçi- müevvel kısımlarına ayrılmıştır. Şer’-i münezzel, bir hü- minde de açığa çıkmamıştır. kümler bütünü olarak şeriatın nass yoluyla bildirilen kıs- 4. Meseleci (kazuistik) yöntemle oluşturulması: İslam mını, şer’-i müevvel ise, içtihatla elde edilen kısmını teş- hukuku başlangıçta İslam hukukçularının önlerine ge- kil etmektedir. len meselelerden her birini ayrı ayrı incelemek sure- (Cevap A) tiyle geliştirdikleri hukukî çözümlerin bir araya toplan- masıyla oluşmuştur.

(Cevap C)

11. İslam hukukunun oluşum süreci ile ilgili olarak Hz. Pey- gamber, sahabe, Tabiûn dönemlerinde hazırlık safhası- nın tamanlandığı; müçtehit imamlar döneminde sistem- leşmeye başladığı; mezhep merkezli dönemde ise siste- min olgunlaştığı ifade edilebilir. İslam hukukunun dönem- 9. Fıkhın düzenleme alanı, öncelikle, kişilerin kendilerine lendirilmesi ise bu sürecin aşamalarını göstermektedir. dönük davranışları ve bir ilişki teşkil eden davranışları bi- Dönemler belirlenirken kimi yazarlar siyasi iktidarı esas

çiminde ikiye ayrılabilir: DİKAB SORU BANKASI alarak Hz. Peygamber-Emeviler-Abbasiler şeklinde bir Kişilerin kendilerine dönük davranışları, sırf kendilerini il- sınıflandırma yapmışlardır. Kimileri fıkhı canlı bir organiz- gilendiren, başka bir kişi ya da varlıklarla ilişki niteliği ta- maya benzeterek doğuş, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık şımayan davranışlardır. Bu tür davranışları düzenleyen dönemlerinden söz etmişlerdir. Üçüncü bir yaklaşım ola- fıkıh kuralları, kişilerin başkalarından talep edebilecekle- rak hukukun oluşumunda etki eden kadrodan hareketle ri hakları değil, kendisine dönük olarak yerine getirmele- Hz. Peygamber-sahabe-tabiûn-müçtehit imamlar şeklin- ri gereken vecibeleri göstermektedir. Dolayısıyla kişilerin de bir çizgi takip etmek mümkündür. Bütün sistemlere gö- kendilerine dönük davranışlarını düzenleyen fıkhî hüküm- re başlangıç noktası Hz. Peygamber dönemidir. ler, konu bakımından subjektif ahlak kurallarını da içer- (Cevap B) mektedir. Subjektif ahlak kuralları kişilerin sırf kendilerini ilgilendiren ve ödev niteliği taşıyan davranışlarını düzen- ler. Mesela bir kimsenin, başkalarının hakkını ihlal etme- mek koşuluyla, kendisini yaralaması ya da intihar etme- 12. Klasik İslam hukuku kaynaklarında aile hukuku ile ilgili si, fıkhî bakımdan haram sayılmakta, subjektif ahlak ku- hükümler ağırlıklı olarak Nikâh ve Talak başlıkları altında rallarınca da kınanmaktadır. incelenir. Fıkhın daha sonraki dönemlerde yapılan İbâ- Fıkıh kuralları, kişilerin başka kişi ya da varlıklarla ilişki dât, Muâmelât ve Ukûbât şeklindeki üçlü taksiminde ai- kuran davranışlarını da düzenlemektedir. Fıkhın düzen- le hukuku Muâmelât kısmında yer alır. Daha sonra kimi leme alanına giren ilişkiler mahiyet itibarıyla değişik bi- İslam hukukçuları tarafından aile hukuku, Muâmelât kıs- çimlerde açığa çıkmaktadır. Buna göre fıkıh kuralları, in- mından çıkarılarak Münâkehât ve Mufârekât ismiyle müs- sanlar arası ilişkilerin (beşerî ilişkiler) yanı sıra Allah-in- takil bir kısım olarak ele alınmış, son dönemde ise aile san (Rab-kul) ve insan-eşya ilişkilerini de konu edinmek- hukuku, Ahvâl-i Şahsiyye veya Ahkâmü’l-Üsre ismiyle

te ve onlara hüküm bağlamaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK müstakil olarak incelenmeye başlanmıştır.

(Cevap E) (Cevap B)

90 FIKIH Test • 9

13. Necis: Aslen veya geçici olarak temiz olmayan bir şeye 16. Klasik fıkıhta yenilip içilmesi haram olan maddelerle te- necis veya necaset denir. davi konusunda üç ayrı yaklaşım vardır:

Kan, Domuz eti, içkiler (sarhoşluk verev) ve idrar dinen 1. Hanbelîler’e ve onlarla aynı görüşü paylaşan bazı bil- necis veya necaset kabul edilir. Namazın 12 farzından ginlere göre haram maddelerle tedavi caiz değildir. birisi de necasetten taharettir. Bu görüş sahipleri hastalık halini haramları mubah kı- İnsanın teri ise dinen necis kabul edilmez. lan bir zaruret olarak kabul etmezler, dolayısıyla bu- nu açlık yüzünden darda kalıp murdar hayvan yemek (Cevap D) zorunda kalan kişi gibi değerlendirmezler. KOZMİK ODA YAYINCILIK 2. Zahirî bilginleri yenilip içilmesi haram maddelerle te- daviyi ilke olarak caiz görürler. Önde gelen zahirî bil- gini bu konuyu şöyle açıklar: Şarap darda kalan ve zaruret haline düşen için mubahtır. Susuz- luğu gidermek, tedavi olmak veya boğulmayı önle- mek için şarap içen kimseye ceza uygulanmaz

3. İçinde Hanefî ve Şâfiîlerin de bulunduğu İslam bilgin- lerinin çoğunluğu haramla tedaviyi belli şartlarla ca- 14. A. Kişinin takatsiz ve güçsüz olması gerekir, düşkün yaş- iz görürler. Bu görüş içinde her bir grup helal oluş için lı ve iyileşme ümidi zor olmalıdır. 1 fakiri 1 gün doyur- farklı bazı şartlar ileri sürmektedir. ması gerekir. Bununla birlikte bu görüşün temel yaklaşımı şu şekilde- B. Gönüllü olarak veya dini bir vecibeyi yerine getirmek dir: Haramla tedavinin caiz olması için, kesin olarak şifa üzere ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımdır. vereceğinin bilinmesi, hiç değilse iyileşmenin kuvvetle muhtemel olması gerekir. C. Oruca hazırlık amacıyla imsak vaktinden önceki va- kittir. (Cevap D)

D. Çeşitli din ve mezheplerin önem verdiği muharrem ayının onuncu günüdür.

E. Oruçlunun belli bir zaman içinde kendini bazı şeyler- den alıkoyması anlamında fıkıh terimidir. DİKAB SORU BANKASI

(Cevap A)

15. I. Alışverişlerde temel prensip bir malın mal ya da pa- ra karşılığında peşin olarak satılmasıdır. Ancak, insan- ların ihtiyaç duydukları malları almak için paraları ya da karşılık olarak verebilecek mallarının bulunmadı- ğı durumlarda, insanların ihtiyaçlarının bir an önce karşılanabilmesi için; mal peşin para veresiye (taksit- li alışveriş) ve para peşin mal veresiye (selem alışve- rişi)şeklinde vadeli alışverişe müsaade edilmiştir.

II. Vadeli alışverişlerin dine uygunluğu Kitap ve Sünnet delilleriyle sabittir. Hz. Peygamber’in yasakladığı va- deli satış; malların takas edilmesi şeklindeki vadeli satıştır ki, günümüz ticareti çoğunlukla para ile mal satışı şeklinde cereyan ettiğinden, hadislerde yasak- lanan vadeli satış şekli, yani takas işlemi günümüz-

de yok denecek kadar azdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

91 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 9

17. Günümüzde değişik maksatlarla fiyat belirlenmeden alış- 18. İslam fıkhına göre akit şu şekillerden biriyle gerçekleşir: veriş yapıldığı görülmektedir. Bu maksatlardan bazıları a. Tarafların aynı zaman ve mekânda hazır bulunarak şöyledir: icab kabulde bulunmalarıyla ya da birbirlerinden fark- a. Esnaf ile müşteri arasında var olan samimiyet nede- lı mekânlarda bulunmakla beraber, karşı tarafa irade- niyle fiyat belirlenmeden satış yapılmaktadır, Malın lerini beyan eden bir mektup veya elçi göndermele- sadece bir cüzünün fiyatı belirlenerek satış yapılmak- riyle. Bu durumda mektubun alınıp açıldığı ya da el- ta; ekonomik istikrarsızlığın yüksek seyrettiği dönem- çinin gelip uzaktaki tarafın beyanını açıkladığı anda lerde veresiye satışlarda malın gelecekteki muhtemel akit meclisi kurulmuş olur. KOZMİK ODA YAYINCILIK fiyatı öngörülemediğinden fiyat belirlenmeksizin ve- b. Sözleşme yapan taraflar, karşılıklı olarak iradelerini resiye satış yapılmaktadır. Hâlbuki alışverişi teberrû beyan ederken genellikle aynı mekânda bulunmak- (hibe), ödünç, borç ve emanet gibi diğer işlemlerden tadırlar. Buna “hazırlar arasında akitleşme” denir. Bir ayıran en önemli özellik; alışverişte satılacak mal için de “gaibler arasında akitleşme” yapılmaktadır ki, bun- bir fiyatın belirlenmesi ve bu fiyat üzerinde tarafların da taraflar aynı mekânda buluşmayıp, bir aracı vası- anlaşmasıdır. Zaten İslam fıkhına göre de alışverişin tasıyla hükmen bir araya gelmektedirler. Hazırlar ara- sıhhat şartlarından birisi, satılan malın ve fiyatının ta- sındaki akit meclisi, gaipler arasındaki akit meclisine raflar arasında tartışmaya sebep olmayacak açıklık- nazaran daha kısa sürelidir, gereğinden fazla uzun ta belirlenmesidir. olmasına da gerek yoktur b. Normal piyasa şartlarında karşılıklı olarak rızanın olu- c. Hazırlar arasında oluşan akit meclisinde, detaylarda şabilmesi için vadeli olarak satılan malın satış esna- farklılık bulunmakla beraber, taraflar sözleşme bah- sında fiyatının belirlenmesi gerekir. Fakat piyasaların sinden başka konulara geçene veya taraflar kalkarak istikrarsız olduğu dönemlerde, hem esnafı hem de o meclisi terk edene kadar, gerek “icab”da bulunan müşteriyi korumak adına, bütün olarak her kesim için gerekse “kabul” beyanında bulunan kimse akdi boz- maslahat oluştuğundan, fiyat belirtmeden müşteriye ma muhayyerliğine sahiptir. Buna göre akit meclisi mal satma şeklindeki alışverişe müsaade etmek uy- dağılana kadar akdin bağlayıcılığı bulunmamaktadır. gun olacaktır. d. Çağımız İslam araştırmacıları elektronik cihazlarla ya- Aksi bir yaklaşım, esnaf açısından sattığı malın yerine pılan akitleri, tarafları bir arada buluşturan, icab ve ka- yenisini koyamama veya satış yapmada isteksiz davran- bul noktasında karşılıklı fikir alışverişinde bulunduran ma (dolayısıyla karaborsacılığa yol açma); müşteri açı- aygıtlar ve bu imkânı doğurmayanlar olmak üzere iki-

sından da ya çok fahiş fiyatla mal almaya razı/mecbur ol- DİKAB SORU BANKASI ye ayırmışlardır. Birincilerle yapılan alışverişlerde ha- ma veya ihtiyacı olan şeyleri peşin olarak alma gücü bu- zırlar arasındaki akitleşme kurallarının; ikincilerle ya- lunmadığından, ihtiyaçlarını vadeli olarak karşılamaktan pılan akitleşmelerde ise gaibler arasındaki akitleşme da mahrum edilme gibi olumsuz sonuçlara yol açacaktır. kurallarının hâkim olacağı görüşünü benimsemişler- Bu durum bir boyutuyla da üretim-tüketim arasındaki sir- dir. Buna göre telefon, internet, görüntülü telefon, te- külâsyonu olumsuz yönde etkileyeceğinden, ekonomi pi- le konferans sistemi gibi araçlarla yapılan alışveriş- yasaları için istenilmeyen bir durum olabilecektir. lerde, hazırlar arasında gerçekleşen normal akitleş- (Cevap E) me kuralları geçerlidir. Yani telefon veya diğer araç- larla kendisine teklifte bulunulan kimse, telefon ya da haberleşme sona ermeden, yapılan teklifi, kabul etti- ği yönündeki beyanını açıklamalıdır ki, akit gerçek- leşmiş olsun. Aksi halde, akit meclisi son bulmuş ve akit gerçekleşmemiş olur. Bu durumda sonradan ya- pılan kabul beyanı ile akit tamamlanmış olmaz.

(Cevap A) KOZMİK ODA YAYINCILIK

92 FIKIH Test • 9

19. Evlenme, iki kişinin karşılıklı iradeleriyle hayatlarını bir- leştirmeleri yönüyle tamamen bireysel gibi algılanabilir- se de, kuruluşundan itibaren tüm yönleriyle toplumsal bir mahiyete sahiptir. Her şeyden önce bir beraberliğin ev- lenme olarak değer kazanabilmesi için, karşılıklı hür ira- de zorunludur ve bu irade beyanının açıklığının sağlan- ması da gerekmektedir Evliliğin açıklığını sağlamak üzere çeşitli usullere başvu- rulabilir. Bunlar arasında eğlence düzenlenmesi, tarih bo- KOZMİK ODA YAYINCILIK yunca başvurulan en yaygın yöntem olmuştur. Hz. Pey- gamber (s.a.) def çalmak suretiyle evliliğin duyurulması- nı istemiş, bunun helalle haramı ayıran bir ölçüt olduğu- nu ifade etmiştir Günümüz şartları göz önünde bulundurulduğunda açık- lığı sağlamak için, tarafların evlenme iradelerinden, hiç değilse karşılıklı yakın akraba ve dost çevrelerinin haber- dar olması gerekir. Şu halde nikâhın duyurulması ve böy- lece açıklığın sağlanması, İslam’ın evliliğe yaklaşımı iti- bariyle son derece önemlidir. Nikâh akdinin gizli tutulma- sı, nikâhın amacıyla bağdaşmaz. Çünkü İslamî açıdan evlilik, sadece kişilerin şehevî arzularının tatminini sağ- layan bir araç değil; dinî, ahlakî, hukukî ve sosyal boyut- ları da olan, sapasağlam bir sözleşmedir. Bu sebeple ev- liliğin topluma duyurulması, belli nitelikleri taşıyan şahit- lerle belgelenmesi ve resmiyet kazanması gerekmekte- dir.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

93 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 10

1. Fitre, Ramazan ayının sonuna yetişen zekat vermekle 3. Hanefîlere göre yetişkin (bulûğa ermiş) kızlar, malî tasar- yükümlü her, hür Müslüman’ın vermesi gereken bir sa- ruflarda bulunabildiklerine göre, tek başlarına evlilik ka- dakadır. rarı da alabilirler; bunun için velilerinin izin ya da onayı gerekmez. Aralarında Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheple- A: Fitre, usul ve füruya verilmez, yani anne, baba, dede, rinin de bulunduğu çoğunluğa göre ise, yetişkin de olsa neneye ve evlatlara, torunlara verilmez. kızlar ancak velileri aracılığıyla evlenebilirler. Bu mezhep- B: Küçük çocukların fitresini velayet sahibi verir. lere göre veli izni olmadan gerçekleşen evlilikler geçer- C: Eşinin velayeti kocada olduğu için fitreyi koca verir. sizdir (bâtıl). Hz. Peygamber’in (s.a.), “Veli ve iki âdil şa-

KOZMİK ODA YAYINCILIK hit bulunmadan nikâh olmaz”, “Velisinin izni olmadan ev- D: Hanefilere göre, bayramın 1. günü fecrin doğuşu ile lenen kadının bu evliliği hükümsüzdür” şeklindeki açıkla- vacip olur. Diğer mezheplere göre Ramazan son ak- maları, bu şartın hukukî dayanaklarını oluşturmaktadır. şamı güneşin batımı ile vacip olur. Bu sürelerde ver- meyenlere böyle bir Ceza yok. (Cevap D)

E: Hanefi mezhebine göre fıtır sadakası, bayram günü fecrin doğuşu ile vacip olur.

(Cevap E) 4. Nevâzil, Arapça nâzile kelimesinin çoğuludur. Sözlükte “sonradan meydana gelen, insanlar için zorluk veya sı- kıntı doğuran durum” anlamına gelir. Bukelime, bir fıkıh terimi olarak klasik fıkıhta ve günümüzde sözlük anlamıy- la bağlantılı bir şekilde birbirine yakın fakat içerik ve kap- sam olarak birbirinden kısmen farklı anlamlarda kullanıl- mıştır. Yine aynı şekilde kadaya muasıra, kadaya müs- tecedde, mesail muasıra terimleri de aynı anlamlarda kul- lanılmaktadır.

(Cevap E)

2. Fıkıh bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre, “eşyada asıl olan ibâhadır.”Dolayısıyla dinî bir belirleme bulunmadığı 5. İslam’ın temel ibadetlerinden bir tanesi de şartlarını taşı-

sürece yasaktan ve haramdan söz edilemez. Yeme-iç- DİKAB SORU BANKASI yan her Müslüman’ın ömründe bir kez hacca gitmesidir. meyle ilgili hususlar da, bu kural çerçevesinde değerlen- Diğer ibadetlerde olduğu gibi haccın da kendine özgü bir dirilir. Kur’ân ve Sünnet’te haram olduğu belirtilen gıda- takım kuralları vardır. Haccın geçerliliği, bu kurallara uy- ların sınırlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ha- gun olarak tamamlanmasına bağlıdır. Haccın rükünleri ramların oldukça az ve alanının dar, helallerin ise çok ve denen bu temel kurallar; Hanefilere göre zilhicce ayının sınırının geniş olduğu ortaya çıkmaktadır. 9. yani arefe günü zevâl vaktinden sonra Arafat’ta vakfe yapmak ve bayram sabahından itibaren hayatın herhan- Maide suresi 3. Ayet şöyledir: “Leş, kan, domuz eti, Al- gi bir gününde Kâbe’yi tavaf etmekten ibarettir. Bu tava- lah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç fa ziyaret tavafı denir. Diğer tavaf türleri olan kudüm ta- vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, vafı ve veda tavafı sünnet veya vacip olarak fıkhî değer boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği taşımakta ve haccın geçerliliğinin ön şartlarından kabul hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili edilmemektedir. taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal ok- larıyla kısmet aramanız size haram kılındı.”Bu ve bunun (Cevap A) gibi pek çok ayete göre haram kılınan yiyecek ve içecek- ler şunlardır:

I. Ölmüş hayvan eti (meyte)

II. Akıtılmış kan 6. Hanefi mezhebine göre namaz dışında cenaze namazın- III. Domuz eti da ve Tilavet secdesinde kahkaha ile gülmek abdesti boz- maz. Namaz içerisinde ise hem namaz hem de abdest IV. Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar bozulur. Şafilere göre ise, namaz içerisinde de gülmek

V. İçki KOZMİK ODA YAYINCILIK abdesti bozmaz.

(Cevap B) (Cevap C)

94 FIKIH Test • 10

7. Alışverişlerde temel prensip bir malın mal ya da para kar- 8. Etin helal olabilmesi için, Müslüman veya ehl-i kitap biri- şılığında peşin olarak satılmasıdır. Ancak, insanların ih- si tarafından kesilmesi gerekir. Allah’tan başkası adına tiyaç duydukları malları almak için paraları ya da karşılık kesildiği bilinen hayvanların eti haramdır. Hayvanı ser- olarak verebilecek mallarının bulunmadığı durumlarda, semletme ve bayıltma amacıyla elektrik şoku uygulan- insanların ihtiyaçlarının bir an önce karşılanabilmesi için; masında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Meka- mal peşin para veresiye (taksitli alışveriş) ve para peşin nik kesimlerde, kesimi başlatmak üzere düğmeye bası- mal veresiye (selem alışverişi)şeklinde vadeli alışverişe lırken Allah’ın adının anılması, bu harekete bağlı olarak müsaade edilmiştir. kesilen hayvanların tamamı için yeterlidir. Sulu yolum, eti

İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre vadeli satışlardaki va- KOZMİK ODA YAYINCILIK pisletmediğinden caiz olmakla birlikte, din ve tıp açısın- de farkı caizdir. dan daha uygun alternatifler zorlanmalıdır. Bu görüşte olanların delilleri ise şunlardır: (Cevap E) I. Hadis âlimleri şartlı satışı yasaklayan hadisin sahih olmadığını, senedinde tenkide uğramış ravilerin bu- lunduğunu tespit etmişlerdir.

II. Veresiye satıştaki vade farkı faiz değildir.

III. Veresiye satıştaki fiyat farkının, vadenin karşılığı ola- rak görülmesi de doğru değildir.

IV. Meşrû kazanç yalnızca emeğin mahsulü değildir.

V. Vadeli satışta mal müşteriye teslim edilmiş olup, he- nüz parası alınmamıştır. Tahsil edilmemiş alacaklar için her zaman bir riziko söz konusudur. Bu riziko, alacağın tahsil edilememesi ve enflasyon gibi ihtimal- 9. Âlimler, resim ve heykel yapımını tek kategoride değer- leri ihtiva eder. Bu da veresiye satışlarda kârın farklı lendirmemiş, resim ve heykelin yapılış amacı ve konusu tutulmasına sebep teşkil eder. açılarından ayırıma tabi tutmuşlardır:

VI. Taraflar, veresiye satışta malın fiyatı ve ödemenin na- I. Cansız doğal nesnelerin; ağaçların, dağların, yıldız- sıl yapılacağı hususunda anlaştıkları için, satışta be- ların ve diğer tabiat güzelliklerinin resminin yapılma- sında beis yoktur.

lirsiz bir durum olmadığından, vadeli satış “meçhu- DİKAB SORU BANKASI lün satışı (ma‘dûmunbey‘i)” anlamına gelmeyecektir. II. İnsanların ürettikleri ya da inşa ettikleri şeylerin resim- VII. Selem alışverişinin Sünnet’le sabit olması, veresiye lerinin yapılmasında sakınca yoktur. alışverişlerdeki vade farkının da caiz olmasını gerek- III. Ebru, tezhip, çinicilik, halı dokumacılığı gibi soyut re- tirir. simler ittifakla mubahtır.

VIII. Vade farkını yasaklamak ihtiyaç sahiplerinin işini da- IV. Canlı tasvirlerinin çocukların oyuncağı olmasında bir ha da zorlaştıracaktır. sakınca yoktur.

(Cevap E) V. Eğitim öğretim meseleleri, kimlik, pasaport, suçlula- rın tespit ve takibi gibi gerekli görülen durumlarda re- sim ve fotoğrafta bir sakınca yoktur.

VI. Resim, eğer saygı duyulmayan bir şekilde kullanılı- yorsa âlimlerin çoğunluğu buna cevaz vermiştir.

VII. Âlimlere göre üç boyutlu olan tasvir haramdır.

VIII. İbadet etmek veya kutsamak için resim ve heykel yap- mak ittifakla haramdır. Bunları üretmek ve ticaretini yapmak da böyledir.

IX. Resmin konusu, ahlak ve âdâba aykırı ise, örneğin müstehcenlik içeriyorsa caiz değildir.

KOZMİK ODA YAYINCILIK X. Resim bulunan yerde namaz kılmak mekruhtur.

(Cevap C)

95 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 10

10. İslam dini, meşru eğlencelere izin vermekle beraber, ba- 13. İade: Eksik olarak eda edilen bir ibadetin vakti içinde ye- zı eğlence yollarını da kapatmıştır. Bunlardan biri de ku- niden ifa edilmesine denir. mardır. Arapça da ‘meysir’ diye adlandırılan kumar “ko- Eda: Fıkhi bir terim olarak emir ile farz olmuş bir şeyin laylık” anlamına gelen bir kelimeden türetilmiştir. Çünkü bizzat kendisini müstahak olana teslim etmektir. Mesela kumar, kolay yoldan kazanmak ya da kaybetmektir. Ku- muayyen vakitte emrolunan namazı kılmak edadır. marda emek, hizmet ya da üretim yoktur. Bir emek ve iş Kaza: Fıkhi bir terim olarak, vakti içinde yerine getirilme- karşılığı olmaksızın sırf tesadüflere bağlı kalarak başka- yen bir ibadetin daha sonra ifa edilmesine denir. larının zararı karşılığında kolaylıkla mal kazanmaktır ku- Dini hükümlerin yerine getirilmesine ifa denir.

KOZMİK ODA YAYINCILIK İfa: mar. (Cevap B) (Cevap C)

14. Hukuk, “hak”tan gelmektedir. Kelime manası itibariyle hak, “gerçek, uygunluk, doğruluk, münasip durum, aslı- na uygun, makul, sahih” demektir. Terim anlamı itibariy- le, bir konuda yetki kullanımını ifade eder. Ancak, bu yet- kiler kullanılırken insanların sınırları aşmamaları ve baş- kalarının haklarına tecavüz etmemeleri için düzenleme- 11. Naslarda sabit olmakla birlikte zahiri manaları itibarıyla lere ihtiyaç duyulmuştur. Böylece “hukukî düzenlemeler” aşkın varlığa nispet edilmeleri mümkün görünmeyen ba- ortaya çıkmıştır. Hukuk aynı zamanda, yaptırımı olan ku- zı kavramlar vardır. İslam akaidinin zengin tenzih litera- ral demektir. Kural koyma ve yaptırım uygulama yetkisi türünün istisnai bir alanını teşkil eden bu tür nitelemeler ise devlete aittir. Kesinlikle ihkak-ı hakka (herkesin hak- kelam tarihi boyunca haberi sıfatlar başlığı altında ince- kını kendisinin almasına) müsaade yoktur. Çünkü bu an- lene gelmiştir. Bu türden olmak üzere Kur’an-ı Kerim’de layış kan davasına yol açar zahiri manalarıyla yüz, göz, el; hadislerde parmak, ayak (Cevap D) gibi uzuvlar, ayrıca bazı ayet ve hadislerde geçen beşe- ri fiiller Allah’a nispet edilmiştir. Muhazakar alimler, bu tür sıfatların ifade ettiği zahiri ve beşeri anlamların Allah hak- DİKAB SORU BANKASI kına söz konusu olmadığı kanaatinde olmakla birlikte, bunları yorumlayıp, meselenin iç yüzünü Allah’a havale etmeyi uygun görmüşlerdir. Mu’tezile’nin başlattığı daha sonra Ehl-i sünnet kelamcılarının da benimsediği te’vil 15. Farz, mükellefin ifa sorumluluğu açısından farzı ayın ve metoduna göre ise haberi sıfatlar, İslam akaidinin genel farzı kifaye şeklinde iki kısma ayrılır. prensipleri ve Arap dilinin kural ve özellikleri çerçevesin- Farzı ayın: Şariin her bir mükellefin ayrı ayrı ifa etmesi de mecazi manalarına bağlı olarak yorumlanmalıdır. gerektiği mükellefiyetlerdir. Farzı kifaye: Müslümanların ferden değil de toplum ola- (Cevap B) rak sorumlu oldukları mükellefiyetlerdir. Cenaze namazı- nın kılınması kifai ibadetlere verilecek önemli bir örnek- tir.

A- Beş vakit namaz, Ayni (farzı ayın)

B- Ramazan orucu, Ayni (farzı ayın) 12. Yemin kefareti, mal ile yapılacağı gibi bedelini ödeme- D- Tilavet secdesi, Kur’an’da geçen bazı secde ayetle- mekle de olur. Ayrıca vekil tayin ederek de ödenebilir. Ye- rini okuyan ve dinleyen secde yapması Hanefilere gö- min kefareti ile 10 fakiri akşam ve sabah olarak günde iki re vacip diğer imamlara göre ise sünnettir. defa doyurmak veya giydirmek cihetine gidilir. Eğer bu- na güç yetmiyorsa 3 gün art arda oruç tutulur. Art arda E- sehiv secdesi (yanılma secdesi), yanılmak suretiyle tutma Hanefiler için şartken şafilerde böyle bir şart yok- namazın rükunlarından birisini geciktirme veya bir va- tur. Köle azat etme tabiri her ne kadar geçse de günü- cibi terk ya da geciktirme hakında namazın sonunda

müzde geçerliliği olmayan bir tabirdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK yapılması gereken iki secde demektir.

(Cevap B) (Cevap C)

96 FIKIH Test • 10

16. A. Hac ve umre yapan insanların hac sınırları içerisinde 19. A. Her iki ibadete (hac ve umre) birlikte niyet edilir. Ay- yaptıkları (kestikleri) kurbanlara denir. nı ihramla hem hac hem de umre yapılır. Hac ve um- re aynı ihramla birleştiğinden birleştirmeli hac da de- B. Çocuğun doğumunun ilk günlerinde Allah’a şükür nir. amacıyla kesilen kurbana denir. Bu kurbana akika kurbanı da denir. B. İfrad haccı umresiz yapılan hacdır. Hacdan önce um- re yapılmaz hac niyetiyle ihrama girilir. C. Kurban ibadetiyle ilgili bir terimdir. Udhiyye (kurban) kelimesinin çoğuludur. D. Aynı yılın hac günlerinde hac ve umre için ayrı ayrı ih-

KOZMİK ODA YAYINCILIK rama girilerek yapılan hacca denir. D. Diğer bir ifadeyle ADAK diye de bilir. Dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine va- C. Farz veya vacip dışında yapılacak haclar nafile olur. cip kıldığı ibadettir. Hac ile mükellef olmayan çocukların haccı nafiledir.

(Cevap B) E. Bir kişinin elindeki parayla borcunu ödemeyip hacca gitmesi, hac sorumluluğunu kaldırır fakat mekruh olur.

(Cevap B)

17. Birşeyi yapmak veya yapmamak üzere Allah’ın ismini ve- rerek söz vermek anlamında kullanılır. Allah için, Allah hakkı için, Allah’a yemin ederim ki şek- linde yeminlerdir. İslam’da yeminler 3 şekilde olur; Allah’ın isimleriyle vallahi, billahi, tallahi gibi Küfre sebep olan şeyi şarta bağlamakla Boşanmayı şart etmekle yemin

Mushaf hakkı için demek ona el sürmek yemin olur. DİKAB SORU BANKASI

(Cevap A)

18. Haram: İslam’da Allah’ın (şari) yapılmamasını emrettiği mutlak bir şekilde yasakladığı fiillere verilen genel isim- dir. HARAM Haram liaynihi; Kendi- Haram ligayrihi; Başka- sinden dolayı haram... sından dolayı haram... içki içmek,adam öldür- faizli satış yapmak yani, mek gibi. asıl unsur haram değil- dir. Mesela ekmek,satış şeklinden dolayı haram- dır. A, D haram liaynihi iken B, C haran ligayrihidir.

Fakat E şıkkı zan olduğundan asli unsur olmaz. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap E)

97 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 11

1. Peygamberimiz (sav), “oruçlu birisi için iftar ettiği vakit, 5. A. Namaza imamla başladığı halde mazeret nedeniyle öteki rabbi ile karşılaştığı vakit olmak üzere iki sevinç var- ara vermek zorunda kalan ve namazın bir kısmını dır.” (Buhari, Savm 9) buyurur. imamla kılamayana denir.

(Cevap A) B. Cemaatle kılınan namaza uymak üzere niyet eden ancak 1. rekâtından sonra devam eden anlamına ge- lir.

C. Hiç namaz borcu olmamak veya en fazla beş vakit

KOZMİK ODA YAYINCILIK borcu olmak anlamındadır.

2. İslam fıkhında nezirler (yeminler, adaklar) belirli ve Be- D. Tek, ayrı kendi başına anlamına gelir. lirsiz, mutlak ve muallak olarak ayrılır; E. Cemaatle namaz kılınırken imama ilk rükûdan önce Zaman ve yeri belli olan nezirler belirli yeminlerdir. Ör- yetişen ve namazın tamamını cemaatle kılan anlamın- nek; Nezrim olsun yarın oruç tutacağım. da kullanılır.

Belirli bir zamanı olmayan yeminlere de belirsiz yeminler (Cevap E) denir. Örnek; nezrim olsun bir gün oruç tutacağım. Belirli ve belirsiz nezirler aynı zamanda mutlak (bağlan- tısız) nezirlerdir. Yapılması herhangi bir şarta bağlı nezirlerde muallak ne- 6. Oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar bir amaç uğ- zirlerdir. Örnek; “falan kimse gelirse şu kadar oruç tuta- runa ve bilinçli olarak yeme, içme ve cinsi münasebetler- cağım” aynı zamanda bağlantılı nezir de denir. den uzak durmak demektir. D şıkkında şart olan şeyin gerçekleşmesi için kişinin si- Oruç, hicretten bir buçuk sene sonra Şaban ayının 10. gara içmesi gerekir. Günü farz kılınmıştır. Peygamberimiz İslam beş şey üze- (Cevap D) rine kurulmuş diyerek içinde orucu da saymıştır. (Buha- ri, iman 30/40) Orucun farz kılındığı ayetler ise şunlardır; Bakara suresi 3. Kurbanın derisiyle alakalı peygamberimiz “Kurbanın de- 183,184. Ayetler. risini satanın kurbanı yoktur.” buyurur. İmamı Yusuf “Kur- “Ey iman edenler sizden öncekilere olduğu gibi, size de banın derisi vakfedilen şeyler gibidir. Asla satmak caiz ol- DİKAB SORU BANKASI oruç tutmak hükümlülüğü getirilmiştir. maz” buyurur. İmamı Azam ve Muhammed’e göre deri, Dolayısıyla orucun farz kılınması önce ayetle sonra pey- kurban sahibinin mülkü olup bedelini tasadduk etmek şar- gamberlerin uygulamaları ile farz kılınmıştır. tıyla satmak kerahetle caizdir. (Cevap E) Dolayısıyla kurbanın derisi İmam-ı Azam’a göre bedeli ödendiğinde istenildiğinde tasadduk edilebilir.

(Cevap D)

7. Zekat, hicretin 2. yılında farz kılınan İslam’ın beş temel esasından biri olan ve mal ile yapılan bir ibadettir. Zekat, zengin sayılan Müslümanların malının bir kısmını fakire vermesi ile gerçekleşir. 4. Zekat, zengin Müslümanların malının bir kısmını fakirle- Zekat ayeti olarak bilinen Tevbe Suresi 60. ayette kimle- re karşılıksız olarak sırf Allah rızası için vermesidir. re verileceği belirtilmiştir. Hicretin 2. yılında farz kılınmıştır. “Zekatlar, Allahtan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, ze- İslam’ın beş şartından birisidir. kat işlerinde çalışanlara, kalpleri İslam’a ısındırılacakla- Zekatın sahih olması için öncelikle zekat niyeti ile veril- ra, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda mesi gerekir. Verilen malın kıymetli ve vasıflı olması ge- kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakimdir.” Tevbe/60 rekir. Dolayısıyla “zekat işlerinde çalışanlara ifadesinden dola- Eğer zekat verilen kişi borçlu ise borcuna karşılık zekat yı, dağıtım yapan vakıf ve derneklere de zekat verilebi-

verilebilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lir.

(Cevap E) (Cevap A)

98 FIKIH Test • 11

8. Udhiyye, Kurban Bayramı günlerinde sırf Allah’a yaklaş- 11. Cem, birleştirmek toplamak bir araya getirmek anlamı- mak için kurban niyetiyle belirli vasıfları taşıyan hayvan- na gelir. lara denir. Diğer bir ifadeyle Kurban Bayramında kesilen A – iki vaktin namazını aynı zamanda yani peş peşe kıl- hayvanlara” Udhiyye” kurbanı denir. mayı, vakti, geciken namazı vakti gelmeyen namaz- Vacip olan udhiyye Nafile olan udhiyeler la artarda kılmaya denir. Mesela Arafat’tan müzdelife Kurban bayramlarında Kurban bayramı dışın- gelen hacıların önce akşam sonra yatsı namazını kıl- kesilen kurbanlardır. da kalan zamanlarda malarına denir. Bayramın 1, 2 ve 3. gü- herhangi niyetle kesilen

nü kesilir. kurbanlardır. KOZMİK ODA YAYINCILIK D – öne alma, geçirme anlamına gelir. Mesela Arafat’ta bulunan hacıların öğle namazı vakti içinde önce öğ- Kurban kesmenin şartları: leyi sonra ikindiyi kılmalarına denir.

• Ergen olmak (Cevap D) • Dinen zengin olmak

• Mukim olmak 12. İbadet Allah’a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet • Akıllı olmak demektir.

• Hür olmaktır. İbadet: Allah’ın emirlerini yerine getirmek yasaklarından uzaklaşmaktır. (Cevap C) İbadetlerde gönüllülük elbette esastır fakat ahiretteki so- rumluluğu üzerinden atamaz. Bireysel ve toplumsal faydalarının yanında yaratana kar- şı muhabbet ve yaratılana karşı sevgi duymadır. 9. Ebu Hanîfe’ye göre insanların kendi beyanları, ibadet şe- killeri ve dinî alâmet sayılan kıyafetleri tekfir sebebi ola- Fakat ibadet dünyalık ve anlık edimler için yapılan bir bilir. Mümin olduğunu söylese de, ilâhî sıfatları inkâr eden gayret değildir. veya bunları yaratıkların sıfatlarına benzeten, kadere (Cevap E) inanmayan, Kur’an’da açıkça belirtilen hükümleri kabul etmeyen, günah işlemeyi helâl sayan ve Kur’an’ın bir har- fini bile inkâr eden kimse tekfir edilir. Kur’an’ı tefsir veya 13. A: İstinca: önden veya arkadan yapılan tuvaletin veya te’vil ederek ümmetin çoğunluğuna aykırı da olsa hüküm- DİKAB SORU BANKASI büyük veya küçük abdestin sonunda temizlenmeye ler çıkaranlar yahut Hz. Peygamber’e nispet edilen ha- denir. dislere dayalı bazı itikadî hususları tevatüren gelmediği için kabul etmeyen kimseler tekfir edilemez. B: İstinka: idrar yolunda idrar kalmadığına veya vücut- ta necaset kalmadığına kalben mutmain olmaktır. (Cevap E) D: İstifta: siftah etmek, başlamak, açmak

E: İstikra: gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek… farklı olaylardan müşterek sonuçlar çıkarmak anlamı- na gelir.

(Cevap C)

10. Hac, yılın belli vakitlerinde usulüne uygun bir şekilde ih- rama girilerek yapılan İslam’ın beş temel esaslarından birisidir.

Hac ihrama girilerek başlar ve farzlarından ikincisi olan 14. A: Hac hem mal hem de bedenle “Arafat’ta vakfe” menasiki Arefe günü 9 zilhicce güneşin doğuşu ile başlar ve güneşin batmasıyla devam edilir. B: Namaz sadece bedenle Güneşin batması ile müzdelifeye hareket edilir. Sabah C: Oruç, sadece bedenle namazı kılındıktan sonra Bayramın 1. günü Mina’ya ha- D: Kefaret orucu” sadece bedenle reket edilir. Dolayısıyla 1. Gün Arafat’ta değil Mina’da bu-

lunur. KOZMİK ODA YAYINCILIK E: zikir, tesbihat” sadece bedenle yapılan ibadetlerdir.

(Cevap A) (Cevap A)

99 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 11

15. Ameli-fıkhi yorumların öncüleri; 19. Geleneksel anlayışta nisap türleri, nisab-ı ğınâ (yüküm- lülük doğuran zenginlik) ve nisab-ı istiğnâ (önleyici zen- • İmam Şafii → er-Risale ginlik) biçiminde iki bölümde ele alınır: • Ahmed bn Hanbel → el-Müsned a. Nisab-ı gınâ (yükümlülük doğuran zenginlik): Bu • Ebu Hanife → Fıkhu’l-Ekber zenginlik kendi arasında iki kısma ayrılır:

• İmam Malik → Muvatta • Zekât Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: Temel ihti- yaçlardan sonra artıcı özelliğe sahip belli miktarda (Cevap B)

KOZMİK ODA YAYINCILIK yıllanmış mal ve paranın bulunmasıdır. Bu zenginlik, zekât ödemeyi gerektirir, sadaka almayı haram kılar. Bu nisabın miktarı 85 g 22–24 ayar altının Türk Lirası karşılığıdır.

16. Muharrem ayının onuncu gününe “aşura” denir. Haz. Ai- • Fitre ve Kurban Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: şe validemizin bildirdiğine göre İslam öncesinde Mekke İhtiyaçtan fazlası olup yukarıdaki artıcı ve yıllanmış halkı ve Peygamberimiz “aşura” gününde oruç tutmuş- özelliği taşımayan malların zekât nisabına ulaşan mik- tur. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudile- tarıdır. Bu zenginlik, fitre ve kurban kesme yükümlü- rin “aşura” orucu tuttuklarını görmüş, kendilerine bu oru- lüğü doğurur. Ayrıca, sadaka almayı da haram kılar. cu niçin tuttuklarını sormuş, onlar, “bugün hayırlı bir gün- dür, bu günde Allah İsrail oğullarını düşmanlarından kur- b. Nisab-ı İstiğnâ (önleyici zenginlik): Bu çeşit zen- tardı. Musa bu gönde oruç tuttu” cevabını vermişlerdir. ginlik yükümlülük getirmemesinin yanında, bir yan- Bunun üzerine Peygamberimiz, “biz Musa’ya sizden da- dan zekât ve fitre almayı, öte yandan da dilenmeyi ha evla ve layığız” dedi, aşura orucunu tuttu ve ashabı- önleyici özellikte olmak üzere iki kısımdır: na da tutmalarını emretti. (Buhrai, Savbb, 69, II, 251; Müs- • Zekât ve Fitre Almayı Önleyen Zenginlik: Zekât ko- lim, Sıyam, 128; Tirmizi, Savm, 46. III, 117). nusu mallardan herhangi birinin nisabına sahip olan, (Cevap C) zekât öder ama alamaz. Bununla birlikte, bu miktar varlığı ve geliri olmasına rağmen geliri kendisinin ve ailesinin ihtiyacına yetme- yen, bu ihtiyaçları ölçüsünde zekât alabilir. 17. Saime yılın yarısından fazla meralarda otlamak suretiy-

DİKAB SORU BANKASI • Dilenmeyi Önleyen Zenginlik: Bir günlük rızkı ve ör- le barınan hayvanlar için kullanılan bir terimdir. tünmeyi sağlayacak elbisesi olana (miskin), sadece Saime alan hayvanlardan zekat alınır. bunlar için dilenmesi farz, daha fazlası için dilenme- Saime olmayan hayvanlardan zekat alınmaz. si haramdır; sadaka alması ise haram değildir. Koyun/keçi, sığır, deve Saime hayvanlardandır. (Cevap A) Merkep/katır Saime değildir. Atın Saime olduğunu söyle- yenler vardır. Evcil olmayan hayvanın bu amaçlarla kullanılması müm- kün olmadığından cevap E’dir.

(Cevap E) 20. Hanefi mezhebine göre abdestin farzları dört tanedir. Di- ğer Sünni mezhepler için de bu dört şey farz olmamakla beraber, onlara göre bunların yanına başka farzlar da 18. Bir mükellefe zekâtın farz olması için, nisap miktarı ma- vardır. Mesela Şafiiler niyet ve tertibi, Malikiler niyeti, Han- la sahip olduktan sonra, malın üzerinden bir kamerî tak- beliler de tertibi ve muvalatı abdestin farzlarından say- vim yılının geçmiş olması gerekir. Bu duruma, havelân-ı mışlardır. Abdestin ittifak edilen farzları şunlardır: havl ya da zekât yılı adı verilir. Takvim yılına tâbi her zekât konusu mal için, nisabın yılın başında ve sonunda bulun- • Yüzü yıkamak, ması gerekir. Yıl içindeki eksilme ve artışlar, sonucu de- • Dirseklerle birlikte kolları yıkamak, ğiştirmez. Bir kişiye zekât farz olduktan sonra, ödemenin • Başı mesh etmek, geciktirilmesiyle veya -ne kadar uzarsa uzasın sürenin

geçmesiyle zekât borcu zamanaşımına uğramaz. KOZMİK ODA YAYINCILIK • Topuklarla birlikte ayakları yıkamak.

(Cevap E) (Cevap E)

100 FIKIH Test • 12

1. Maddi ve manevi pisliklerden arınmak için kullanılan ta- 5. Varlığı, sebebe hüküm bağlanmaması veya sebebin ger- haret kelimesi mutlak anlamda temizlenmek anlamına çekleşmemesi sonucunu doğuran duruma mani denil- gelmektedir. Taharet kelimesinin hayzdan temizlenme, mektedir. Tanımdan da anlaşıldığı üzere mani bazen se- abdest, teyemmüm ve gusül abdesti alma, kendisi ile bep var olduğu halde, sebebe hükmün bağlanmasına, maddi ve manevi temizliğin yapıldığı suların durumu, na- bazen de sebebin gerçekleşmesine engel olmaktadır. maz kılınan yer veya namazda giyilen elbilerin temizlik Mesela kişinin zekatla mükellef olmasını sebebi, nisap açısından niteliği gibi birçok konu ile bağlantısı vardır. miktarı mala sahip olmasıdır. Ancak kişinin nisap mikta- Çok kısa söylemek gerekirse İslam, üç tür temizliği bir rı mala sahip olmakla beraber borcunun da olması zekat

arada ele almaktadır. Birinci maddi kirlerden temizlen- KOZMİK ODA YAYINCILIK vermemek için gerekli olan sebebin oluşmasına manidir. mektir. Bunun için beden, elbise ve çevre temizliği ön pla- Dolayısıyla nisap miktarı malı olan borcu olması durum- na çıkmaktadır ki, bunlar ibadetlerin geçerliliğinin ön şar- da zekat vermez. tıdır. İkincisi abdest, teyemmüm gibi ibadete başlamadan (Cevap E) önce yapılması geren dini temizliklerdir. Bunlar olmadan ibadete başlanılmaz. Üçüncüsü kötü huylardan uzaklaş- 6. Tahrimen mehruh, Şari’in yapılmamasını kesin ve bağla- ma anlamında kullanılan manevi ve ahlaki temizliliktir. yıcı bir tarzda istediği bir fiildir. Ancak bu talep zanni bir (Cevap B) delille örneğin ahad haberle sabit olduğu için bu fiilin hük- mü haram değil, haramın bir alt derecesi sayılabilecek olan mekruhtur. Haz. Peygamber başkalarının pazarlığı- 2. Fasid; kendisi için belirlenmiş olan şartları eksik olarak na müdahil olup yeni teklif vermeyi, başkasının evlenme taşıyan işlemlere denilir. İbadetlerde batıl ve fasit aynı teklifi yaptığı kişiye evlenme teklifi götürmeyi yasaklamış- sonuca götürür. Batıl ve fasit ibadetlerin her ikisi de ge- tır. Ancak bu yasak ahad haberle sabit olduğu için bu tür çerli değildir. davranışların hükmü haram değil, tahrimen mekruh sa- yılmaktadır. Tahrimen mekruh harama yakın bir hüküm (Cevap A) olduğundan bu tür mekruhları işlemek kınamayı ve ce- zayı gerektirmektedir. 3. İbadetlerle ilgili temel ilkelerden bazılarını şöyle sırala- mak mümkündür: (Cevap D) İbadetler sırf Allah rızası için yapılır 7. Bir şey, bizzat kendisindeki bir zarar ya da kötülükler se- İbadetler, ihlasla ve dünyaya ait bir çıkar beklemeden ya-

DİKAB SORU BANKASI bebiyle yasaklanmışsa bu tür yasaklara liaynihi haram is- pılmalıdır. mi verilmektedir. Zina, haksız olarak cana kıyma, murdar İbadetlerin insanın manevi anlamda olgunluğuna ve hu- hayvan eti yeme veya satma, hırsızlık gibi hususlar aslı zuruna vesile olurlar. itibariyle zararlıdır ve yasaktır. Özü itibariyle yasaklanan İbadet ederken hiçbir şey aracı kılınamaz. bu fiilleri mükellefin yapılması helal değildir. Yapanlar kı- İbadetler taabbudidir. Allah’ın emrettiği, Hz. Peygamber’in nanır ve cezalandırılır. Lizatihi sebep olmayan bir şeyin de uyguladığı şekliyle devam ettiriliri. hukuki sonuç doğurmayacağı açıktır. Örneğin hırsızlık li- zatihi haramdır ve hukuki sonuç doğurmaz. Dolayısıyla İbadetlerde dengeyi gözetmek ve aşırılıktan kaçınmak hırsızlıkla ele geçirilen mallar, hırsızın mülkiyetine geç- esastır. mez. İbadetlerde devamlılık esastır. (Cevap C) (Cevap D)

4. Bir Müslüman’ın imandan sonra en önemli görevi ibadet- tir. Çünkü ibadet Allah’a imanın samimiyetinin en belirgin göstergesidir. Huzura kavuşmak için ibadet eden insan, 8. Mendub kendi içerisinde üstünlük açısından derecelen- manevi olgunluğa ermenin yollarını aralamış bedenen ve dirilmektedir. En üst derecesi müekked sünnet denilen ruhen kendisini geliştirmiş olur. Allah’a karşı görevlerini Hz. Peygamber’in peygamberlik sonrası sürekli yaptığı, yerine getirmenin huzuruyla kendisi ve çevresiyle barışık çok az terk ettiği mendublardır. Bunun bir alt derecesi ise hale gelir. Dolayısıyla sürekli ve samimi ibadet edenler- gayr-i mükked sünnet denilen, Hz. Peygamber tarafın- de sabır, şükür, merhamet, af, tevazu gibi güzellikler olu- dan bazen yapılıp bazen terk edilen menduplardır. Bu- şur. Çünkü ibadetlerden beklenen, kişinin kötülüklerden nun bir alt derecesini ise adına fazilet, edeb, zevaid sün-

uzaklaşmasına yardımcı olmaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK net olarak isimlendirilen mendublar oluşturmaktadır.

(Cevap C) (Cevap B)

101 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 12

9. Vacip, fukahanın çoğunluğu tarafından kesin ve bağlayı- 13. Fıkıh usulü terimi olarak mesalih-i mürsele “ispat veya il- cı tarzda yapılması istenen şeyler için kullanılan bir kav- gası yani muteber veya geçersiz sayıldığına dair hakkın- ramdır. Hanefiler’in farz ve vacip ayrımının temelinde, ye- da bir delil bulunmayan ancak o şeklide bir hüküm veril- rine getirme talebinin dayanağını oluşturan nassın sübut mesi insanlara ve topluma bir yarar sağlayan durumlar” ve delaletindeki kat’ilik ve zannilikten kaynaklanmakta- anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla mesalih-i mürse- dır. Kur’an metnin tamamı ile hadislerden mütevatir olan- le delilini kullanarak hüküm verebilmek için o konuyla ala- lar sübut açısından kat’i olan nasslardır. Bu nasslarda yer kalı nass ve icmada hüküm bulunmaması ön şarttır. Bu- alan ve mükelleften ifası istenen talepler manaya delalet nun yanında verilecek hükmün insan ve toplum için bir

açısından da kat’i ise Hanefiler bunları farz hükmü kate- KOZMİK ODA YAYINCILIK yarar olması hükmün meşruiyetini belirleyen durumdur. gorisinde değerlendirmektedir. Bu hukuk kaynağını daha az çok Malikiler kullanmakta ve onlarla özdeşleşse de diğer mezheplerin de içtihatla- (Cevap A) rında bu kaynağı kullandığı bilinmektedir.

(Cevap D) 10. Farzı kifaye, mükellef olanlardan fert olarak değil, mükel- lef olanlar bütün olarak yerine getirmeleri gereken talep- ler için kullanılmaktadır. Dolayısıyla fert olarak bir mükel- lef bu tür farzları yerine getirmekten ötürü sorumlu olma- sa da mükellef olanlar bir bütün olarak bu talepleri terk 14. Kıyas sözlükte karşılaştırmak, bir şeyi başka bir şeyle ölç- ederlerse sorumluluktan kurtulamazlar. Burada amaç, ta- mek, iki şey arasındaki benzerlikleri tespit etmek gibi an- lebin yerine getirilmesidir. Yerine getiren kişinin talebi ye- lamlara gelmektedir. Fıkıh usulünde ise “Hakkında kitap, rine getirmesiyle o farz ile hedeflenen yarar yerine geti- sünnet ve icmada hüküm bulunmayan meseleye arala- rilmiş olduğundan toplumun diğer fertlerinden sorumlu- rındaki illet birliği sebebiyle, bu kaynaklardan birinde yer luk düşmüş olur. alan meselenin hükmünü vermektir.” şeklinde tanımlan- maktadır. Kıyasta dört ana unsur bulunmaktadır: (Cevap E) Asıl: Nassda veya icmada hakkında hüküm bulunan me- sele, Fer’i: Nassda veya icmada hakkında hükmü olmayan mesele,

11. Bera’et-i asliye istishabı; dini açıdan sorumlu olma ve DİKAB SORU BANKASI İllet: Nassda veya icmada belirtilen hükmün konulma ge- şahsi bir hakkın oluşması için bu durumun delil ile ispat rekçesi, edilmesi gerekir. Bir kimse birisinden alacaklı olduğunu Aslın hükmü. iddia etse ve bunu ispat edemese dava ettiği kişinin bor- çsuz olduğuna hükmedilir. Çünkü borçlu olma hali son- (Cevap C) radan gerçekleştiği için bunun ispatı gerekir.

(Cevap B) 15. Bir şeyi yapmaya kesin kararlı olmak, bir konuda görüş birliğine varmak anlamına gelen icma fıkıh usulünde “Hz. Peygamber’in vefatından sonra herhangi bir devirde müç- 12. İstishab, ıstılahta “değiştiğine dair delil bulunmadıkça geç- tehitlerin şer’i bir meselenin hükmü konusunda ittifak et- miş var olan durumun devam etmekte olduğuna hükmet- meleri” anlamında kullanılmaktadır. İcma, sarih icma ve mek” olarak tanımlanmaktadır. Mesela abdest aldığı ke- sükuti icma olmak üzere iki kısma ayrılır. Sarih icma, her- sin olan birisinin abdestinin bozulduğuna dair bir delil ol- hangi bir zaman diliminde bütün müçtehitlerin bir mese- madıkça abdestli olduğuna hükmedilmesi böyledir. Da- lenin hükmü konusunda görüşlerini belirtmeleri ve bunun ha önce var olanın devamına hükmedildiği gibi daha ön- sonunda aynı görüşte ittifak etmeleridir. Sükuti icma ise ce var olmayanın da yokluğuna hükmetmek istishab de- şer’i bir konuda bir veya birkaç müçtehit görüş beyan et- lili ile gerçekleşmektedir. Aralarında nikah sözleşmesi bu- tikten sonra bu görüşten haberdar olan diğer müçtehitle- lunan çiftin evliliği sona erdiren bir durum var olmadıkça rin görüş beyan etmemeleri suretiyle oluşan görüşler an- akit devam eder. Yine kişinin herhangi birisine borçlu ol- lamında kullanılmaktadır. Sarih icma, diğerinden kaynak- duğunu gösteren borç ilişkisi gerçekleşmediği sürece bor- lık değeri açısından daha güçlü olsa da sükuti icmanın

çsuz olma hali sürüp gider. KOZMİK ODA YAYINCILIK bireysel içtihatlardan güçlü olduğu açıktır.

(Cevap A) (Cevap E)

102 FIKIH Test • 12

16. Kur’an bazı konularda ayrıntıya girerken bazı konuları 19. Fıkıh ilmi Hz. Peygamber, sahabe, Abbasiler, Selçuklu- genel tarzda ele almıştır. Namaz, zekat ve hac gibi ko- lar, Moğol istilasından Mecelle’ye ve Mecelle’den günü- nulara icmali olarak değinilmiş, ayrıntısına girememiştir. müze olmak üzere altı dönemde incelenmektedir. Hz. Ancak miras, aile hukuku ve suç ve bunlar için öngörü- Peygamber dönemi sonraki devirler için örneklik teşkil et- len cezalarla ilgili hususlarda hükümler ayrıntılı olarak ele mektedir. Çünkü bu dönem vahiy indiği ve uygulamala- alınmıştır. rın vahiyle kontrol edildiği bir zaman dilimidir. Elbette ki Hz. Peygamber döneminde toplumda bir takım sosyal (Cevap D) hayatı düzenleyen kurallar bulunmaktaydı. İslam bunla-

KOZMİK ODA YAYINCILIK rı kendi değerleri istikametinde gözden geçirdi ve bunlar- dan uygun bulduklarını sürdürdü, uygun bulmadıklarını iptal etti ve bir kısmını da bazı değişikliklerle devam et- tirdi.

(Cevap A)

17. Kaynaklar kendi içerisinde asli kaynaklar ve fer’i kaynak- lar olmak üzere iki kısma ayrılır. Kitap, sünnet, icma ve kıyas aslı kaynakları oluşturmaktadır. Mesalih-i mürsele, istihsan, örf, sedd-i zerai, şer-ü men kablena, istishab ve sahabe kavli vb ise fer’i kaynaklar olarak adlandırılmak- tadır. İslam hukuku bütün bu kaynaklar kullanılmak sure- tiyle oluşturulmuştur. Hukukun bu kaynakları, oluşmasın- da aklın etkisinin olup olmaması açısından da; nakli kay- naklar ve akli kaynaklar şeklinde iki kısımda değerlendi- rilmektedir. Kitap, sünnet, müçtehidin hazır bulması yö-

nüyle icma ve sahabe kavli nakli kaynakları, diğerleri de DİKAB SORU BANKASI akli kaynakları oluşturmaktadır.

(Cevap C)

20. Edille-i Şer’iyye: Şer’i delilller anlamına gelen edille-i şer’iyye, dini hükümlerin dayandığı kaynaklara denir. Fı- kıh usulünde delil, şer’i ve ameli bir hükme götüren şey diye tarif edilebilir. Bunun için alimler, hem dini hükmün çıkarıldığı aslı hem de hükmü elde etmek için kullanılan yöntem ve genel prensipleri delil olarak adlandırmışlar- dır. Bu nedenle, hüküm çıkarılmakta asıl olan ayet ve ha- 18. Abdestin farzları, bir fiilin abdest sayılabilmesi için onda bulunması zorunlu olan ana unsurları ifade eder. İlgili disler ile hüküm çıkarma usulü olan icma, kıyas, sahabe- ayette de zikredildiği üzere abdestin farzları dörttür: nin sözü, istihsan, istıslah, ıstıshab gibi metotlar şer’i de- lil olarak kabul edilmiştir. Ancak İslam alimleri, bir bakı- 1. Yüzü yıkamak. ma bütün şer’i delilleri temsil eden ve hükümlerini kayna- 2. Kolları dirseklerle birlikte yıkamak. ğını oluşturan bir konumda gördüklerinden, bunlardan dördü üzerinde ittifak etmişlerdir. bunlar; kitap yani Kur’an-ı 3. Başı meshetmek. Kerim, Sünnet, icma ve kıyastır. Bu delillere edille-i er-

4. Ayakları topuklarla birlikte yıkamak. KOZMİK ODA YAYINCILIK baa de denilmektedir.

(Cevap D) (CevapC)

103 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 13

1. Sözlükte “bir şeyi yerine ulaştırma, bir borç veya görevi 3. Duha namazı: Güneşin doğduktan 5° (bir mızrak boyu) yerine getirme, ödeme ve ifa etme” anlamına gelen eda, yükselmesinden, başka bir deyişle güneşin doğmasın- fıkıh terimi olarak, dini veya hukuki bir görevin usulüne dan takriben 45-50 dakika geçmesinden zeval vaktine uygun bir şekilde zamanında yerine getirilmesini ifade et- kadar olan süreye kuşluk (duha) vakti; bu zaman dilimin- mektedir. Kur’an’da geçen “eda” ve “eda etme” ifadeleri de kılınan nafile namaz da duha namazı denir. Diğer bir de, genel olarak bu anlamdadır. Dinen veya hukuken ara- ismi de kuşluk namazıdır. Bu niyetle en az iki, en çok on nan bütün şart ve vasıfları toplayıp toplamaması bakı- iki rekat namaz kılmak menduptur. Ancak sekiz rekat kı- mından eda; kamil, kasır ve kazaya benzeyen eda şek- lınması daha faziletlidir. Hz. Peygamberin kuşluk vaktin-

linde üçe ayrılır. İbadetler eda vakti itibariyle, herhangi KOZMİK ODA YAYINCILIK de nafile namaz kıldığı ve ashabına da tavsiye ettiği pek bir vakit tayin edilmeyen mutlak ibadetler ve belirli bir za- çok hadiste geçmektedir. manda yapılması gereken mukayyet ibadetler olmak üze- (Cevap C) re ikiye ayrılır. Mukayyet ibadetler de, geniş zamanlı ve dar zamanlı ibadet şeklinde ikiye ayrılır. İbadetin edası için belirlenen vakit, namazda olduğu gibi hem bu ibade- te imkan veriyor ise, geniş zamanlı ibadet; oruçta oldu- ğu gibi aynı cinsten başka ibadet yapılması mümkün de- ğilse dar zamanlı ibadet söz konusudur. İster geniş ister dar zamanlı olsun, edası için belli vakit tayin edilen iba- detlerin bu vakit içinde yapılması gerekir; meşru bir ma- zeret bulunmadıkça vaktinden sonraya bırakılması caiz olmaz. Buna göre farz ve mükellefiyetlerin zamanında ifa edil- mesi eda, bu borcun daha sonra telafi edilmesine kaza denir. İslam muhakeme hukukunda eda kavramı, şahitli- ğin ifası için kullanılmaktadır. Şahidin duyu organları va- sıtasıyla doğrudan muttali olduğu bilgi ve olayı, mahke- me huzurunda açıklamasına şahitliğin edası denilmekte- dir. Şahıslar hukukunda eda kavramı, kişinin bir fiil ve hu- kuki işlemi bizzat yapması anlamına gelmektedir. Bu bağ-

lamda kullanılan eda ehliyeti de, kişinin dini ve hukuki DİKAB SORU BANKASI hak ve borçları bizzat kullanmaya ehil oluşunu ifade et- mektedir. Hadis ıstılahında ise hocanın talebesine hadis rivayet etmesine denir.

(Cevap E)

2. Ziyafete davet etmek anlamındaki “edb” veya zarif ve edepli olmak anlamındaki “edep” mastarından isimdir. 4. İnsan cildine boya maddesiyle yapılan kalıcı şekillere döv- Sözlükte “davet, incelik ve kibarlık, iyi tutum ve davranış, me denir. Ana hatlarıyla dövme, deride yan yana küçük takdir ve hayranlık” gibi anlamlara gelmektedir. Edep ke- delikler açılıp içine boyalı maddeler doldurmak suretiyle limesi veya türevleri Kur’an’da geçmez. Bir hadiste yapılır. Günümüzde ise, özel olarak imal edilmiş elektrik- Kur’an’dan “Allah’ın edebi” diye söz edilmektedir. Böyle- li dövme kalemleri kullanılır. Arapçada veşm kelimesiyle ce edep, hadis dilinde hayırlı ve yararlı bilgilerle davra- ifade edilen dövme, Hz. Peygamber tarafından yasaklan- nış alışkanlıklarını ifade etmekte, Kur’an’da bu bilgi ve mış; dövme yapan ve yaptırana Allah’ın lanet ettiği bildi- davranışları sergileyen ilahi edep kaynağı anlamında kul- rilmiştir. Hadiste sadece kadınlardan bahsedilmesi, o dö- lanılmaktadır. Bir kavram olarak edep bir toplumda örf, nemde Arap toplumunda dövmenin kadınlar arasında adet ve davranışlar veya bunları kazandıran bilgi anla- yaygın olmasındandır. Dövme yaptırmanın dini hükmü mında kullanılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamberin sünne- açısından erkek ile kadın arasında fark yoktur; her ikisi tinde müekked ve zevaid sünnet dışında kalan davranış- için de haramdır. Sağlık bakımından zarar vermemesi ve lar fıkıh literatüründe genel olarak edep terimiyle ifade çirkin bir manzara bırakmaması durumunda dövmenin

olunmuştur. KOZMİK ODA YAYINCILIK vücuttan giderilmesi gerekir.

(Cevap A) (Cevap B)

104 FIKIH Test • 13

5. Din ve Vicdan Hürriyeti: Din ve Vicdan Özgürlüğü, in- 6. Deyn: Sözlükte “ödünç almak, ödünç vermek, emir ve san haklarının önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu itaat altına almak, ceza ve mükafatla mukabelede bulun- nedenle dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması mak” manalarına gelen deyn, bir fıkıh terimi olarak, kişi- bütün semavi dinlerin olmazsa olmaz şartıdır. Buradan nin zimmetinde sabit olan borç anlamına gelmektedir. hareketle din ve vicdan özgürlüğünün tarihin her döne- Kur’an-ı Kerim’de beş defa deyn kelimesi terim anlamın- minde fert, toplum ve milli bütünlük açısından önem arz da geçmektedir. Deyn pek çok hadiste, terim manasında ettiğini görüyoruz. Din Vicdan özgürlüğünün temel unsur- kullanılmıştır. Aynı kökten türetilen dayin alacaklı, medin ları iman etme, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre veya medyun ise borçlu anlamına gelir. En geniş anla-

amel etme, onu öğrenme, öğretme, tebliğ etme emir ve KOZMİK ODA YAYINCILIK mıyla deyn, zimmette sabit olan şey diye tarif edilebilir. Bu tarife göre, zimette sabit olan mali bir borç deyn oldu- yasaklarına riayet etmek gibi hususlardır. Vicdan ise iyi- ğu gibi, kişinin ifa etmediği namaz, oruç, hac gibi dini yi kötüden, hayrı şerden ayırmaya yardımcı olan ve in- borçları da deyn kapsamı içine girmektedir. Daha dar an- sana iyilik yaptığı zaman huzur ve sevinç, kötülük işledi- lamda ise, zimmette sabit olan ve alacaklıya ait bulunan ği zaman pişmanlık, elem ve ıstırap veren ahlaki duygu- malı ifade eder. Buna göre deyn, semen, ücret, haraç, dur. Yüce Allah; insana vicdan ve akıl vermiş, bununla cizye, zekat, nafaka ve diyet gibi mali borçları kapsamak- yetinmeyerek örnek ve önder olması için peygamber ve ta, namaz, oruç gibi dini borçları içine almamaktadır. En rehber olması için de kitaplar göndermiştir. Ancak insa- dar anlamıyla ise, ödünç anlamına gelmektedir. Zimmet- nı, peygamber ve kitaplarla gönderdiği dini kabule ve iba- te sabit olan itibari bir malı ifade eden deyn, bir yönüyle dete zorlamamıştır. Çünkü insanı ölüm ve hayat, mal ve aynın karşıtı olmaktadır. Ayn borcunda belli bir malın evlat, hayır ve şer, iyilik ve kötülük, doğruluk ve yalan, Al- ödenmesi gerekir. Deyn borcunda ise, belli bir malın de- lah yolunda çalışıp çalışmama ve verilen nimetler ile im- ğil, aynı cins ve miktarda olan bir malın ödenmesi gerek- tihana tabi tutmuştur. İmtihan halinde olanın inanıp inan- mektedir. Deynin zimmette bir borç olması, edası için mamakta, ibadet edip etmemekte hür olması gerekir. Ni- borçlunun aracılığına ihtiyaç gösterir. Halbukiayn borcun- tekim yüce Allah; “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak Rabbi- da böyle bir aracılığa gerek yoktur; alacaklı malını buldu- nizden (gelmiş)tir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de ğunda alabilir. Deyn ödemekle veya borcu düşüren diğer inkar etsin” buyurmuştur. Eğer Allah insanları imana ve sebeplerden birinin ortaya çıkmasıyla sona erer. ibadete zorlamış olsaydı, yeryüzünde iman edip ibadet (Cevap B) ve itaat etmeyen bir tek insan kalmazdı. “(Ey Peygambe- rim!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi el- 7. Sözlükte “çağırmak, seslenmek, dua etmek, getirilmesi- bette iman ederlerdi. O halde sen iman etmeleri için in- ni istemek” anlamına gelen dava, hukuk terimi olarak, mahkeme yoluyla bir hakkın talep edilmesi manasına ge-

sanları zorlayacak mısın? DİKAB SORU BANKASI lir. Tanımdaki haktan, hakkın tespiti ve temini kastedildi- (Cevap A) ği gibi, hak ihlalinin önlenmesi ve haksız taleplere karşı kişinin hukuken korunması da kastedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de dava kelimesi, sözlük anlamına uygun olarak, “çağırma ve dua” manasında üç ayette geçmektedir. Hz. Peygamberin sünnetinde, dava ispat, savunma ve karar- larla ilgili birçok hüküm ve uygulama bulunmaktadır. Ha- dislerde iddia ve davaların iki şahitle ispat edilmesi, de- lilin bulunmadığı durumlarda yemine başvurulması, delil getirmenin iddia sahibine, yeminin ise inkar edene gerek- tiği belirtilmekte; hakimin davada iki tarafı da dinlemesi, açık ve eşit şartlarda yargılaması, objektif verileri ve ta- rafların mahkemede ileri sürdükleri delil ve izahları esas alması gibi birtakım prensipler verilmektedir. İslam tari- hinde, fıkhın tedvin edilmesiyle birlikte hukuk ve ceza ay- rımı yapılmaksızın yargılama hukuku incelenmeye baş- lanmıştır. Önceleri belli türden davalar konu edilmekle birlikte, asırlarca süregelen uygulamanın da katkısıyla gi- derek zengin bir fıkıh doktrini oluşmuştur. Ancak şartla- rın getirdiği bu uygulamaları İslam ile özdeşleştirmek ye- rinde olmayacaktır. Bunları, o devrin şartları içinde aran- mış bir çözüm, yapılmış bir değerlendirme olarak algıla-

KOZMİK ODA YAYINCILIK mak doğru olacaktır. (Cevap E)

105 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 13

8. Dahve-i Kübra: Kaba kuşluk vaktini ifade etmek için kul- 10. Cüzaf: Bir şeyi tartmadan, saymadan veya ölçmeden sat- lanılan bir tabirdir. Buna dahve de denir. Oruç müddeti- mak yahut satın almak demektir. Buna mücazefe de de- nin yarısı, öğleden bir saat önceki vakte dahve-i kübra nir. Fıkıh literatüründe satılan malın miktarının belirlen- denir. Dahve-i kübraya bazı dini hükümler bağlanmıştır. mesi esas olarak kabul edilmekle birlikte, ihtiyaca bina- Ramazan orucunun sebebi, Ramazan günlerinden her- en malın bazı şartlar doğrultusunda götürü (kabala) usul- hangi birinin oruca başlamaya müsait bir cüzüne yetiş- le satılmasına izin verilmiştir. Götürü usulle satışta, ma- mektir. Bu da günün dahve-i kübra denilen kaba kuşluk lın satış anında hazır bulunması gerekir. Satılan malın vaktine kadar olan kısımdır. Bu zaman içerisinde oruç tut- tane, ölçek veya tartı ile belirlenebilir olması, akdin ger-

maya ehliyet kazanan, buluğ çağına erişen her Müslü- KOZMİK ODA YAYINCILIK çekleşmesine mani teşkil etmez. Ancak faize konu olan manın o günün orucunu tutması farz olur. Ramazan ayın- ribevi malların, kendi cinsleriyle götürü olarak değişimi da tutulan oruç, günü belirlenmiş adak orucu ve nafile caiz değildir. Götürü usulle satışta malın tahmin edilen oruçlara bu vakte kadar niyet edilebilir. Ramazan ayında miktardan az veya fazla olması ihtimali bulunduğundan, tutulmayıp da kaza edilen Ramazan orucu ile keffaret bu malların kabala satımı caiz değildir. Bu nedenle altı- oruçları, başlanıp da bozulan nafile oruçların kazası ve nın altın ile gümüşün gümüş ile götürü usulle değişimi zaman belirlenmeyen adak oruçlarına ise imsak vaktin- caiz değildir. den önce, geceleyin niyet edilmesi gerekir. (Cevap C) (Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

11. Ayet ve hadisleri birlikte değerlendirdiğimizde cihadı; iman edip salih ameller işlemek, hak dinde sebat etmek, kötü- lüklerden ve haramlardan geri durmak, İslam’ı öğrenmek ve öğretmek, İslam’ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi, emir ve yasaklarına uyulması için çalışmak, Müslüman- ları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak, fitne ve fesadı önlemek, güven ve huzuru sağlamak ve ben- zeri şekilde İslam toplumunun yararına olan kişisel ve ku- rumsal bazda sözlü, yazılı, görsel, bilimsel ve ekonomik olarak yapılan her türlü çabayı göstermek; Allah rızasına yönelik her türlü gayret; gerektiğinde düşmanla canı ve 9. Hata, günah, suç, kabahat, isyan gibi anlamlara gelen malı ile savaşmak ve savaş araç gereci hazırlamak ve cürüm ıstılahta, hukuken yasaklanan ve yapılması halin- hazırlanmasına katkı sağlamak şeklinde anlayabiliriz. Bu- de failin had, kısas veya tazirle cezalandırılması öngörü- na göre cihadı, üç kısma ayırmak mümkündür: len eylemlere denir. Kur’an-ı Kerim’de, cürüm kelimesi a) İslam’ı anlatarak ve bizzat yaşayarak tebliğ etmek; doğrudan geçmemekle birlikte, dini anlamda kafir, isyan- düşmanlar tarafından saldırı yapıldığında ve savaş kar ve günahkar anlamında mücrim kelimesi çok sayıda açıldığında gerekeni yapmak. geçmektedir. Fıkıh literatüründe ise, genel olarak cerime, b) Allah’a itaat konusunda sabırlı ve kararlı olmak, ne- özel olarak ise cinayet, katl, serika vb. suç nevileriyle ifa- fisle mücadele etmek, de edilmektedir. Cürmü meşhud kavramı ise, suçüstü ya-

pılan cürümler için kullanılmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK c) Şeytanın hile ve tuzaklarına karşı koymak.

(Cevap E) (Cevap E)

106 FIKIH Test • 13

12. Yapılacak belirli bir iş karşılığında ücret veya mükafatva- 14. Fıkıh üç ana konuyu içerisine almaktadır. İbadetler, mu- ad etme ya da ödenecek ücret veya mükafata cuale de- amelat ve ukubat. İbadet en genel anlamı ile evreni yok- nir. Cuale tek taraflı irade beyanı ile borç doğuran huku- tan var eden Yüce Allah’a samimi olarak ve içten gelerek ki işlemlerdendir. Hanefilere göre cuale, sadece kaçak itaat etmek ve boyun eğmektir. Muamelat, insanı ve dev- kölenin sahibine getirilmesine karşılık ödenen ücret ola- letlerin hukuka konu olan eylemlerini ifade etmektedir. rak kabul edilmiş, bunun dışında cuale kabul edilmemiş- Ukubat ise suçlar ve bunlar için öngörülen cezalar anla- tir. Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre ise, ihtiyaç mına gelmektedir. sebebiyle bunun dışındaki alanlarda da cuale kabul edil- (Cevap E) miştir. Kaçak bir hayvanı yakalayacak kimseye, bir has- KOZMİK ODA YAYINCILIK tayı iyileştirecek doktora mükafat vadi bu konuda örnek olarak verilebilir. Cualenin geçerli olması için vaatte bu- lunan kişinin tam ehliyete sahip olması; irade beyanının da, yapılacak işi, ödenecek ücreti ve borçlanma taahhü- dünü açık ve kesin bir şekilde ortaya koyması gerekir. Cuale, Şafii ve Hanbeli fakihleri ile Malikilerdeki hakim görüşe göre, işe başlamadan önce iki taraf için de bağ- layıcı olmayan bir hukuki işlemdir; bundan önce iki taraf da vazgeçebilir. 15. Amel-i Salih terimi, dinin yapılmasını emrettiği duygu, (Cevap C) davranış ve tutumlardır. Bunların başında bir müminin gerçekleştirmesi gereken uygulamalar ile kaçınması ge- 13. Ceza: Sözlükte “bir şeyin bedeli, karşılığı; iyi veya kötü reken davranışlar bulunmaktadır. Bazı ayet ve hadisler- olan bir fiil veya davranışın tam ve yeterli karşılığını ver- de mümin nitelikleri sıralanırken, doğruluğa öncelik veril- mek” anlamlarına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, hem iyi miştir. Zira ima, doğruluktur. Küfrün mayası ise kizbdir. hem de kötü fiil ve davranışın karşılığı olarak ceza tabiri Ahlaki bir nitelik görünümünde olan doğruluk, aynı za- kullanılmıştır. Kur’an’da, iyilerin, Allah’ın emirlerine uyup manda dini bir mükellefiyettir. Kur’an, “Ey iman edenler, yasaklarından sakınanların ahirette mükafatlandırılaca- yapamayacağınız şeyleri neden söyleyip duruyorsunuz? ğı, kötülerin, günahkarların, yalancıların, kibirlilerin de ce- “Yapamayacaklarınız dillendirmeniz Allah’ı çok kızdırdı.” zalandırılacağı belirtilmiştir. Bir fıkıh terimi olarak ise, hu- (es-saf, 61/2-3) ayetinde vurguladığı gibi, kendilerine mü- kuk düzeni tarafından, suçluya dünyada uygulanacak min olarak hitap edilen kesimden beklenen doğruluktur. maddi ve manevi müeyyideyi ifade etmektedir. Hukuka DİKAB SORU BANKASI aykırı davranışlar, toplumun emniyetini ve düzenini ihlal (Cevap B) eden bir suç olduğunda, fertleri hukuka uygun davran- maya zorlayan müeyyide, bu fiile uygun bir ceza olur. Bu cezalar, hayata, bedene, şahsiyete, mal varlığına veya suçlunun temel hak ve hürriyetlerine yönelik olabilir ya da teşhir ve terzil gibi manevi olabilir. Bazen bu cezala- rın bir kaçı birleştirilebilir. Cezalandırmanın amacı, genel- de suçun aleniyetine ve yayılmasına engel olarak toplum vicdanını ve sosyal yapıyı korumak, hukuka kuvvet ka- zandırmak ve bu suretle fertleri hukuka uygun yaşama- 16. Bayram, uluslara ait toplu sevinç, mutluluk ve ortak kut- ya mecbur etmektir. Bunun yanında, hukuka aykırı dav- lama vesilesi olarak kabul edilen belirli zamanlar için kul- ranışta bulunan kişinin te’dibi, gayri kanuni davranışa lanılan bir terimdir. İslam dininde Ramazan ve Kurban meyleden kişiyi bu niyetinden caydırma, ve keffaret, tas- Bayramı olmak üzere iki bayram bulunmaktadır. Rama- fiye, zarar görenin tatmini ve zararın giderilmesi olarak zan Bayramı; Ramazan ayının sonunda, Şevval ayının sıralanabilir. Fıkıh literatüründe cezalar, nasslarla belirle- birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kutlanır. Kurban Bay- nip belirlenmediğine göre, had, kısas ve tazir cezaları ramı ise, Zilhicce ayının, on, on bir, on iki ve on üçüncü şeklinde bir tasnife tabi tutulmaktadır. Cezai müeyyide- günleridir. Bu bayramın ilk üç gününde, zengin olan Müs- lerin nitelik ve ilkeleri, kanuni ve şahsi olması; genel ve lümanların kurban kesmeleri vacip olduğundan Kurban sürekli olması; yetkili kişiler tarafından uygulanması; cay- Bayramı denilmiştir. Bayram günlerinde, inananlar birbir- dırıcı olması ve uygulanabilir olması; suç-ceza dengesi- lerini ziyaret ederler, dargınlar barışır, dostluklar pekişir. nin gözetilmesi ve cezalandırmada adalet ve Hakkaniyet Bunun yanında, ölüler anılır, fakirler unutulmaz, yardım-

ölçülerine riayet edilmesi şeklinde sıralanabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lar yapılır, çocuklar sevindirilir, hediyeler verilir. (Cevap E) (Cevap C)

107 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 13

17. Bedene; Arapçada büyükbaş hayvan anlamında olup, 19. Sözlükte “kul” demek olan “abd” kavramı Kur’an’da; “kul” Mekke’de kurban olarak kesilen deve veya sığıra bede- ve “kullar” şeklinde yalın olarak veya “kullarım”, “kulları- ne denir. Istılahta ise, hac esnasında işlenen cinayetler- mız” ve “Allah’ın kulları” şeklinde Allah’a izafet ile genel den bazılarında keffaret olarak kesilen kurban anlamına olarak bütün insanları ifade etmek için; bazen de “mü’min gelir. Hac esnasında işlenen bazı ihram yasaklarına kef- kullar”, “bilgin kullar”, “Salih kullar” ve “şükreden kullar” faret olarak, bedene büyükbaş hayvan kesilmesi gerekir. şeklinde sıfat ve övgü ifadesi olarak kullanılmıştır. Çoğu- Kesilen kurbanın eti fakirlere dağıtılır. lu, “abid” ve “ibad”dır. (Bakara, 2/23, 178; İsra, 17/3; Mey- rem, 19/63; Enbiya, 21/26; Neml, 27/15, 19; Fatır, 35/28, (Cevap A) KOZMİK ODA YAYINCILIK 31; Sad, 38,83; Zümer, 39/53; İnsan, 76/6)

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI 18. Birinin yerine geçen, karşılık anlamına gelen bedel ve be- dil kelimelerinin çoğuludur. Tasavvufi bir terim olarak ise “dünya ilgilerinden kurtularak kendisine bütünüyle Allah yoluna adayan ve ricalü’l-gayb diye adlandırılan veliler topluluğu içinde yer alan “sufi veya erenler” anlamına kul- 20. Adak, dinen mükellef olmadığı halde, kişinin farz veya lanılmaktadır. Bu kelime yerine budela kelimesi de kulla- vacip türünden bir ibadeti yapacağına dair Allah’a söz nılmaktadır. Abdallar, insanlara karşı iyi niyetli, kendileri- vermesine denir. Adak, ferdin, arzu ettiğine kavuşmak, ne kötülük yapanları bağışlayan, sahip oldukları şeyleri korktuğundan sakınmak hususunda Allah’ın yardım ve başkalarıyla paylaşan, kaza ve kadere gönül hoşluğu ile desteğini sağlamak amacıyla, kendiliğinden birtakım mü- boyun eğip rıza gösteren, haramlardan titizlikle kaçınan, kellefiyetler altına girmesi olarak yorumlanabilir. Bu ne- ibadetlerinde ihlas ve samimiyeti ön planda tutan, sevgi, denle, adak hemen hemen bütün dinlerde değişik şekil- şefkat, merhamet ve iyi niyet gibi ahlaki erdemlerle do- lerde bulunmaktadır. Bir adağın dinen geçerli olabilmesi nanmış kimselerdir. Hadis olduğu öne sürülen rivayetler- için, adakta bulunan şahsın, akıllı, buluğ çağına erişmiş de abdalların sayıları konusunda 7, 30, 40, 70, 80 gibi ve Müslüman olması gerekir. Ayrıca adanan şeyin, ger- değişik rakamlar verilmektedir. Yaygın görüş ise sayıla- çekte mümkün dinen de makbul ve meşru olması, na- rının 40 kişi olduğudur. Ancak konusu ile ilgili ha- maz, oruç, hac, kurban, sadaka gibi farz veya vacip iba- dislerin büyük bir kısmı veya tamamı titiz muhaddisler ve detler cinsinden olması gerekir. Türbelere mum yakma, kelamcılar tarafından senet veya metin tenkidine tabi tu- bez bağlama, horoz kesme, şeker ve helva dağıtma şek- tularak reddedilmiştir. Abdal ve budela kelimeleri tasav- linde yapılan adaklar geçersizdir. Şartlarına uygun ola- vuf geleneğinde ifade edildiği anlamda Kur’an-ı Kerim’de rak yapılan adağın yerine getirilmesi vaciptir. Adaklarda, yer almamıştır. Ayrıca abdal, Afganistan’da bir Türk ka- belli bir mekanı, malı veya fakiri zikretmiş olma bağlayı-

bilesinin, Anadolu’da ise göçebe bir topluluğun adıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK cı değildir. Asıl olan o ibadetin yerine getirilmedir.

(Cevap D) (Cevap A)

108 FIKIH Test • 14

1. Mutlak yemin: Herhangi bir vakitle kayıtlı olmayan ye- 4. Akar: Taşınmaz mal (gayrimenkul) şeklinde Türkçe’de mindir. Söz gelimi “Vallahi borcumu ödeyeceğim; bu evi yaygın olarak kullanılan bu kelime sözlükte; her malın as- senden başkasına satmayacağım; seninle evleneceğim” lı, temeli vb. manalara gelmektedir. Arazi, bağ, bahçe, gibi yeminler belli bir vakit tesbiti yapılmadığı için mutlak tarla, bina ev, belli başlı akar türleridir. Sanayi ve ticare- yemin sayılırlar. Bir vakte bağlı olmadığı içindir ki, yemin tin yeterince gelişmediği ekonomilerde birinci derecede eden ve hakkında yemin edilen kişi sağ olduğu sürece gelir aracı olarak gayr-i menkul ve akar geliyordu. Tekno- bu yemin bozulmaz. Böyle bir yemin ancak taraflardan lojinin, uluslararası ticaretin ve endüstrinin gelişmesiyle birisi öldüğünde bozulur ve keffâreti o zaman gerektirir. birlikte, akarat denilen taşınmaz mallardan gelir sağlama

Fakat bilinmelidir ki, yukarıda bir kısmı verilen ayet ve ha- KOZMİK ODA YAYINCILIK yolu ikincil dereceye düşmüştür. dislere kulak veren samimi bir Müslüman, yemininin ar- (Cevap C) kasında durur ve onun gereğini derhal yerine getirir.

(Cevap C)

2. Sürekli evlenme engelleri Kur’an-ı Kerîm’in şu ayetinde topluca zikredilmiştir: “Analarınız, kızlarınız, kız kardeş- leriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren sütanalarınız, sütkardeşle- riniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz ka- rılarınızdan olup, himayenizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı.” (en-Nisa, 4/23) Bu ayet-i kerîmede üç grup hısımlığın sürekli evlenme engeli do- ğurduğu belirtilmektedir: Kan hısımlığı, süt hısımlığı, sıh- ri hısımlık. Bunun yanında geçici evlenme engelleri var- dır: Din ayrılığı, üç talak, iddet… 5. Akile: Arapçada, bağlayan, engelleyen anlamına gelen (Cevap D) akile, ıstılahta diyeti ödemeyi üstlenen veya diyet öde- DİKAB SORU BANKASI mekle mükellef tutulan şahıslar veya topluluğa denir. Kla- sik fıkıh kaynaklarında, kasıt ve taammüt bulunmaksızın hata ile adam öldürmede, ölenin diyetinin, ölüme sebe- biyet verenin erkek tarafından akrabaları (asabe) arasın- 3. Ahkam-ı Hamse; Beş hüküm anlamına gelen “ahkam-ı da veya aşireti, divan ya da meslek ve benzeri mensubu hamse”; vacip, mendup, mubah, mekruh, ve haramdan bulunduğu grubu arasında taksim edilmesi kabul edilmiş- oluşan teklifi hükümlere denir. Hanefi bilginlerin dışında- tir. Böyle bir hadisede diyete akl, diyet ödemekle yüküm- ki fakihlerin çoğunluğu, kesin bir delille yapılması istenen lü şahıs veya topluluğa da akile denmiştir. Akile sistemi- dini görevleri “vacip”; Hanefi bilginler ise, kesin bir delille nin kökleri, İslam öncesi Araplardaki kabile dayanışma- yapılması istenen dini görevleri “farz”, zanni bir delille ya- sına kadar uzanmakla birlikte; İslam’da meşruiyeti Hz. pılması istenen dini görevleri ise “vacip” olarak isimlen- Peygamber’in uygulamasına dayanmaktadır. (İbn Mace, dirmişlerdir. Farz ve vaciplerin dışında yapılması istenen Diyat, 15) Akile sisteminde, hata sonucu bir insanın ölü- dini görevlere “mendup” denir. Mendup; sünnet ve müs- müne sebep olan kişi bir bakıma mazur olması sebebiy- tehap kısımlarına ayrılır. Yapılıp yapılmaması insanların le, masum bir insanın kanının heder olmaması için ağır iradelerine bırakılan fiillere “mubah” denir. “Caiz” ve “he- diyet yükü, yakınları/sosyal grubu arasında taksim edil- lal” kavramları da “mubah” kavramına dahildir. Kesin bir miştir. Ayrıca bununla, akrabaları veya içerisinde bulun- delille yapılması yasaklanan fiillere “haram”, yapılması duğu topluluğun kişiyi terbiye ve denetleme konusunda kesin ve bağlayıcı olmayan bir delille yapılması yasakla- daha titiz davranmalarını sağlamak amaçlanmıştır. Bu- nan fillere de “mekruh” denir. Harama yakın olan mek- nun yanında, şahsın işlediği hata sebebiyle, sosyal gru- ruhlara “tahrimen mekruh”, helale yakın olanlara ise “ten- bu mali yönden sorumluluk altına girmekle, kolektif ve zihen mekruh” denir. Haramlar da “haram li aynihi ve ha- müteselsil sorumluluk duygusu geliştirilerek bir nevi sos-

ram li gayrihi diye iki kısma ayrılır. KOZMİK ODA YAYINCILIK yal sigorta kurulması hedeflenmiştir.

(Cevap E) (Cevap D)

109 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 14

6. Amel-i Salih: Sözlükte “yararlı, iyi ve güzel amel” anla- 9. Arif: Sözlükte “bilen, tanıyan, halden anlayan, vakıf ve mına gelen amel-i salih, din dilinde; imanın gereği olarak aşina olan” gibi anlamlara gelen arif kelimesi bir tasav- ihlas ve iyi niyetle yapılan, Kur’an ve sünnete uygun olan vuf terimi olarak manevi tecrübeyle marifet ve hakikat her türlü söz, fiil ve davranışlara denir. Kur’an’da yetmiş mertebesine erişen kimse anlamında kullanılmaktadır. iki ayette “amel-i salih” “iman” ile birlikte geçmiş, iman Arifin sahip olduğu bilgiye marifet denilir. Kelam ve felse- edip amel-i salih işleyenlere mağfiret, büyük mükafat ve fede genellikle ilim ile eş anlamlı, bazen de marifetullah cennet vaat edilmiştir. (Bakara, 2/25; Maide, 5/9) İslam ve Allah hakkındaki bilgi anlamında kullanılmaktadır. Ta- bilginleri “amel-i salihi”; farz, vacip, sünnet, müstehap ve savvufta, Allah hakkında olan bilgi başta olmak üzere bü-

mendup kısımlarına ayırmışlardır. Namaz kılmak ve ze- KOZMİK ODA YAYINCILIK tün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye marifet kat vermek gibi ibadetler, amel-i salih olduğu gibi, dürüst- denilmiştir. Böylece alim ile arif arasında açık bir ayrım lük, doğru sözlülük ve meşru bir işte çoluk çocuğun rız- yapılmıştır. Marifete ulaşmada dini ve ahlaki şahsiyetin kını temin için çalışmak da salih ameldir. Allah’ın rızası- önemi büyüktür. Arif, manevi ve ahlaki arınma sayesin- na uygun olan her amele salih amel diyebiliriz. Tevbe su- de deruni tecrübe ve sezgi gücü ile öğrenir ve aydınlanır. resinin yüz yirminci ayetinde mü’minlerin Allah yolunda (Cevap D) açlık, susuzluk, yorgunluk ve sıkıntıya uğramaları, bir ye- ri zapt etmeleri, kafirlere karşı zafer kazanmaları salih amel ile sevap elde edebilmek ve insanın mutlaka ima- nının bulunması ve şirkten uzak olması gerekir. (Kehf, 18/110) İman, ibadet, Allah ve peygamberin emir ve ya- saklarına uymak amel-i salih kavramına dahildir. (Kehf, 18/30; Buhari, İman, 18(II, 12) Kur’an’da iman edip salih amel işleyenlerin, yaratıkların en hayırlıları olduğu bildi- rilmiştir. (Beyyine, 98/7)

(Cevap A)

7. İslam dininde en önemli haklar, hayat hakkı içinde değer- DİKAB SORU BANKASI lendirilir. Aklı ve nesli korumak, zaruriyattandır. Hayat yok- sa din de olmaz, ibadet de olmaz.

(Cevap C)

10. Ariyet: Bir malın kullanımının, geçici süreyle, ücretsiz olarak başkasına verilmesini konu edinen sözleşmesidir. Akitten dönülmesi mümkün olmak üzere, menfaatin kar- şılıksız olarak başkasına temliki şeklinde de tanımlana- 8. Arefe Günü: Kurban bayramının bir gün öncesi Zilhicce bilir. Türkçede bu sözleşmeye iğreti akdi de denilmekte- ayının dokuzuncu günüdür. Haccın iki rüknünden biri olan dir. Ariyet vermeye iare, ariyet verene muir, ariyet alma- vakfe bugünde yapılır. Arefe günü Arafat’ta, öğle nama- ya istiare, alana müsteir, bu mala da müstear veya muar zının farzı ile ikindi namazının farzı öğle vaktinde peş pe- denir. İslam dini, daima yardımlaşmayı, muhtaç olana yar- şe kılınır (cem-i takdim). Arefe günü güneş batınca hacı- dım etmeyi tavsiye etmektedir. Bu itibarla, ariyet vermek, lar Arafat’tan Müzdelife’ye hareket ederler. Arefe günü, müstehabdır. Ancak, ariyet alanın ihtiyacının şiddetine Arafat’ta hacılar, vakitlerini dua, namaz, zikir, teşbih, va’z göre farz veya vacip, gayri meşru bir yolda kullanmak söz dinleme, Kur’an okuma vb. ibadetlerle geçirirler. Peygam- konusu olduğunda ise, mekruh veya haram olur. Ariyet berimiz (a.s.) “Allah’ın, arefe günü mü’minlerin günahla- akdi, ehliyet sahibi tarafların icap ve kabulü ile kurulur ve rını bağışlayacağını umarım” demiştir (Müslim, Sıyam, malın ariyet alana teslim edilmesiyle tamamlanır. Ariyet 1162). Ülkemizde Ramazan Bayramının öncesindeki gü- olarak verilen malın, para, buğday gibi tüketilen değil, kul-

ne de arefe günü denilmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lanılan bir mal olması gerekir.

(Cevap C) (Cevap E)

110 FIKIH Test • 14

11. Sözlükte, “korunan yer, korunan şey, yasak bölge, doku- 13. Bid’at: Örneksiz bir şey yapmak, yepyeni bir iş ortaya nulmazlığı olan şeyler, çiğnenmeyen kurallar” gibi anlam- koymak, umumi kanaata aykırı davranışta bulunmak ve lara gelen harem, dini bir terim olarak Mekke ve Medine daha evvel benzeri olmayan bir şeyi icat etmek gibi an- şehirleriyle çevrelerindeki belirli bölgeler için kullanılmak- lamlara gelir. Sonradan ihdas edilen her türlü yeniliklere tadır. Mekke ve Medine’ye harem denilmesinin sebebi, bid’at denilmesi caiz olmakla birlikte, bu kavramın zaman- zararlılar dışında canlılarının öldürülmesi ve bitki örtüsü- la dini konularda fazlalık veya noksanlık olarak telakki ne zarar verilmesinin haram kılınmış olmasındandır. Da- edilen davranışlar için kullanılmasını teamül haline gel- ha dar anlamda Mescid-i Haram da denilen Kabe’nin et- diği görülmektedir. Istılah bakımından bid’at; dinin aslın-

rafındaki mescit ile Mescid’i Nebevi için kullanılmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK dan olmayan ve şer’i delillere istinad etmeden sünnete Harem kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçmekte olup, aykırı olarak icad edilen şeylerdir. Başka bir ifadeyle; di- Mekke’nin güvenli ve dokunulmaz bir belde olduğuna işa- ni emirlerin ikmalinden sonra, Hz. Muhammed’in sünne- ret etmektedir. Mekke, Kabe’nin inşasından itibaren ha- tine, Kur’an’ın sarih hükümlerine, ashab, tabiin ve müç- rem kabul edilmiş ve cahiliye döneminde dahi bu özelli- tehitlerin genel görüşlerine tamamen aykırı olarak orta- ğini korumuştur. Hz. peygamber Mekke’nin fethedildiği ya çıkan hal, davranış ve işler demektir. Bu iki tanımdan gün yaptığı bir konuşmasında, Allah’ın bu beldeyi yerle- da anlaşıldığı gibi, sonradan ortaya çıkan bir olay veya ri ve göğü yarattığı gün haram kıldığını ve kıyamete ka- davranışın bid’at olabilmesi için dinin muhtevasına zıt ol- dar da haram kalacağını belirtmiştir (Buhari, Sayd, 10; ması demektir. Yaygın olan kanaata göre; bid’atların asıl Müslim, Hac, 445-446). Mekke ile etrafında, bitkileri ko- doğuş sebebi, toplumlardaki kültür değişmeleridir. Bid’at- parılmamak ve av hayvanlarına zarar verilmemek üzere ların doğuşuna ve yaygınlaşmasına sebep olan husus- belirli bir sınırlar içindeki emniyetli bölgeye harem veya lar şunlardır: 1. Bid’atın, bilinçli olarak üretilmesi, 2. Ce- harem bölgesi denir. Harem bölgelerinin sınırlarını Cib- halet, 3. Kültür etkileşimi, 4. İslam öncesinden kalan ge- ril’in rehberliğiyle Hz. İbrahim belirlemiş, sınırları göste- lenek ve görenekler, 5. Eski dinlerden kalan alışkanlık- ren işaretler daha sonra Hz. Peygamber tarafından ye- lar, 6. Çok sevap kazanmak veya dini vecibeleri fazlasıy- nilenmiştir. Bu sınırlar, Medine yönünde Ten’im, Taif yö- la ifa etmek düşüncesi. nünde Ci’rane, Cidde cihetinde Aşair, Irak yolu üzerinde (Cevap C) Seniyyetü’l-cebel, Yemen tarafında Edadü Libn ve Ara- fat sınırında Batn-ı Nemire’dir.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI 12. Beraat gecesi, Şaban ayının 15. gecesi için kullanılan bir tabir olup, halk arasında berat gecesi de denmektedir. Beraat gecesi, Müslümanlarca kutsal sayılan, rahmet ve mağfiret gecesi, mü’minlerin dualarının kabul, günahla- rının af olduğu bir zaman dilimidir. Hz. Peygamber, “Al- lah Teala Şaban’ın 15. Gecesi dünya semasında tecelli eder ve kelb kabilesinin koyunlarının kıllarının sayısın- dan daha fazla kişiyi bağışlar” buyurmuştur. Başka bir ha- dislerinde de, “Şaban’ın ortasında gece ibadet ediniz, 14. Borç: Kişilerin birbirlerine karşı bir şey yapmak veya ver- gündüz oruç tutunuz. Allah o gece güneş batınca dünya mekle yükümlü kılan hukuki ilişki veya bu ilişkinin doğur- semasına tecelli eder ve fecir doğana kadar, “Yok mu duğu yükümlülük anlamında kullanılan hukuk terimidir. benden af isteyen affedeyim; yok mu Benden rızk iste- Borç, tabiri, hukuk dilinde üç ayrı anlamda kullanılmak- yen vereyim; yok mu benden bir musibete uğrayan ona tadır. En geniş anlamıyla borç, bir şahsın diğerine karşı, afiyet vereyim, yok mu şöyle, böyle! der” buyurmuştur. bir şeyi yapmak veya yapmamak yükümlülüğünü ifade Bu geceye mahsus olmak üzere belirlenmiş ibadet yok- eden hukuki ilişkidir. Daha dar manada borç, alacaklının tur. Hatta bazı alimler; belli ibadet ve kutlama şekilleri ih- borçludan istemeye yetkili olduğu, borçlunun da yerine das edip adet haline getirmenin dinde yeri bulunmadığı- getirmek zorunda bulunduğu bir tek edimi içine alan hu- nı söylemişlerdir. Ancak, Hz. Peygamberin bu geceye kuki ilişkiyi ifade etmektedir. Üçüncü ve en dar manasıy- önem vererek ihya etmesi göz önünde bulundurulduğun- la borç, yalnızca para mükellefiyetini ifade eder. Türkçe- da, namaz kılmak, Kur’an okumak ve dua etmek suretiy- de borç kelimesi daha çok bu anlamda kullanılmaktadır. le bu gecenin ihya edilmeye çalışılması, gündüzünde de Borcun unsurları; borcun tarafları, konusu ve sebebi ol-

oruç tutulması sevaba vesile olacaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK mak üzere üç kısımdan oluşur.

(Cevap E) (Cevap D)

111 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 14

15. Ata: Sözlükte “bağışlama, hibe, atiyye, ihsan verme ve 18. Sözlükte “bir topluluk karşısında yapılan konuşma” anla- verilen şey” anlamına gelen ata, Kur’an’da dört ayette mına gelen hutbe, dini bir kavram olarak, Cuma ve bay- geçmiş ve lütuf, ihsan ve bağış anlamlarında kullanılmış- ram namazlarında, genel olarak, Allah’a hamd, Resulü- tır. (Hud, 11/108; İsra, 17/20; Yasin, 36/39 ve Nebe 78/36). ne salat ve Müslümanlara nasihatten oluşan konuşmayı Ata, atıyye (çoğulu ataya) ile eşanlamdadır. Hz. Ömer (r. ifade eder. Hutbe Cuma namazının sıhhat şartlarından a.); harac, cizye, ganimet ve ticaret mallarından alınan Bayram namazlarında ise sünnettir. Hutbe, Cuma nama- vergiler (fey) ile zekat gelirlerinden kurduğu divan teşki- zından önce, bayram namazlarında ise, namazdan son- latı vasıtasıyla yılda bir defa Müslümanlara verdiği para- ra okunur. İki hutbeden oluşur. hanefilere göre hutbenin

ya ata/atıyye demiştir. Atıyyelerin dağıtımını Medine’de KOZMİK ODA YAYINCILIK rüknü, Allah’ı zikirden ibarettir. Allah’ı hamd, teşbih veya bizzat Hz. Ömer’in kendisi üstlenmiş, diğer bölgelerde tekbir getirmekle hutbenin farzı yerine getirilmiş olur; an- ise bu görevi amillere vermiştir. Bölgelerdeki kabileleri iyi cak sünnet terk edildiğinden mekruhtur. Hutbe, bir me- tanıyan arif, nakib ve emin unvanındaki görevliler, atıy- kanda toplanmış mü’minlerin, başta dini konular olmak yeleri evlere kadar götürüp sahiplerine vermişlerdir. Da- üzere, onların hayatlarını kolaylaştıracak, ilişkilerini uyum- ha sonraki devirlerde atıyyeler, halifelerin tercih ettiği be- lu ve düzenli bir hale getirecek her konuda aydınlatılma- lirli kimselere tahsis edilmiştir. Mesela Abbasiler döne- sı için bir vesiledir. Hz. Peygamber’in uygulamaları da bu minde Hz. Ali ve Hz. Abbas soyundan gelen bazı aileler yöndedir. Hutbenin sahih olması için Cuma vaktinde, na- ile askerliği meslek edinenlere verilmiştir. Ata/atıyye; zen- mazdan önce okunması, hutbe niyetiyle, cemaat huzu- gin bir kimsenin, hizmet karşılığı olmadan bir insana ver- runda okunması, hutbe ile namazın arası, yemek, içmek diği bağış, yardım ve hibe anlamına da gelir. gibi namaz ile bağdaşmayan bir işle ayrılmaması gere- kir. Hutbenin cemaat huzurunda okunması şartının ger- (Cevap D) çekleşmesi için, Hanefi mezhebine göre, kendisiyle Cu- ma sahih olan en az bir kişinin bulunması yeterlidir.

(Cevap D) 19. Allah veya resulü tarafından yapılması kesin bir şekilde 16. Avliye, sözlükte “haktan ayrılmak, zulmetmek; yükselmek yasaklanan fiillere haram denir. Hanefilere göre haram ve çoğalmak” anlamlarına gelen avl kökünden gelen av- bir hükmün delili ayet, mütevatir veya meşhur sünnet ol- liye, fıkıh terimi olarak, bir mirasın taksiminde, belirli bir malıdır. Zanni delil sayılan ve kesin bilgi ifade etmeyen hisse sahiplerinin (eshab-ı feraiz) terekeden alacakları haber-i vahidle haram hükmü sabit olmaz. Haberi vahid- payların toplamının ortak paydadan fazla çıkması halin- le kesin ve bağlayıcı tarzda yasaklanan fiile “Tahrimen

de, payların toplamından elde edilen sayının ortak pay- DİKAB SORU BANKASI mekruh”, kesin ve bağlayıcı olmayan yasaklamaya “Ten- da kabul edilerek mirasçıların hisselerinin belirlenmesi- zihen mekruh” denir. Hanefiler dışındaki fakihler çoğun- ne denir. luğuna göre ise haram hükmü haber-i vahidle de sabit olur. Alkollü içki içmek, hırsızlık yapmak, haksız yere adam (Cevap E) öldürmek, zina etmek, yalan söylemek, rüşvet alıp ver- mek, domuz eti yemek, ana-babaya karşı gelmek gibi fi- iller dinen kesin bir şekilde yasaklanan haram fiillerdir. Kesin olarak yapılması yasaklanan bir fiili işlemek nasıl haram ise kesin olarak yapılması emredilen bir şeyi terk etmek de öyle haramdır. Hırsızlık haram olduğu gibi farz olan namazları kılmamak da haramdır.

(Cevap A) 20. Güzel görülen, tercih edilen, sevimli olan amel anlamına 17. Allah hakları demektir. Allah hakkı, yaratan ve rızık veren gelen müstehap, Hz. Peygamberin ara sıra yaptıkları, İs- Allah’a karşı kulların yapmakla yükümlü oldukları görev lam alimlerinin de hoş görüp işlediği amellerdir. Bazı na- ve sorumluluklarıdır. İman, namaz, oruç, hac, zikir ve te- file namaz ve oruçlar, sabah namazının ortalık aydınla- vekkül gibi ibadetleri yapmak; içki kumar ve nimete nan- nıncaya kadar geciktirilip kılınması, devamlı abdestli ol- körlük gibi haramları terk etmek Allah haklarına riayet et- mak, çocuğa akika kurbanı kesmek vb. gibi fiiller müste- mektir. Allah haklarına riayet eden kimse Allah’ın rızası- hap fiillerdir. Müstehabın işlenmesinde sevap olmakla bir- nı, sevgisini, cennet ve nimetlerini kazanmış olur. Allah likte terkinde günah ve kınama yoktur. Mendup, müste- haklarını ihlal eden kimse ise O’nun gazabını ve cezası- hap, nafile ve tatavvu terimleri bazen aynı anlamda kul-

nı hak eder. KOZMİK ODA YAYINCILIK lanılır.

(Cevap E) (Cevap D)

112 FIKIH Test • 15

1. Ayn: Sözlükte “göz, çeşme, su kaynağı, bir şeyin kendi- 3. Kelime olarak “Allah’a yönelme, günahlardan arınma, hak si, zatı ve aslı gibi” anlamlara gelen ayn (çoğulu uyun, yolunda feragat gösterme, meşakkatleri ve dinin özüyle a’yün ve a’yan); kelam ilminde, boşlukta kendi başına yer temasa geçme” manasına gelen hac, terim olarak Mek- tutan mümkin varlık veya cevher; tasavvufta bütün var- ke’de bulunan Kabe’yi ve civarındaki kutsal olan özel yer- lıkların kendisinden zuhur ettiği Allah’ın zatı, her şeyi Al- leri, belirli vakti içinde usulüne uygun olarak ziyaret et- lah’tan ve Allah’a görme hali, eşyanın varlık alemine çık- mek ve yapılması gereken diğer menasiki yerine getir- madan önce Allah’ın ilmindeki suretler; fıkıhta ise, mev- mek demektir. İslam’ın beş esasından biri olan hac, Hic- cut hazır ve belirlenmiş mal, deyn zıttı olan şey, malın retin 9. yılında farz kılınmıştır. Kur’an’ı Kerim’de; “Gitme-

kendisi, çıplak olarak mal demektir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ye gücü yetenlerin Kabe’yi ziyaret etmeleri, Allah’ın in- sanlar üzerinde bir hakkıdır” buyurulmuştur. (Al-i İmran, (Cevap B) 3/97). Hz. Peygamber de; “İslam beş esas üzerine kurul- muştur: Allah2tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, ze- kat vermek, Kabe’yi ziyaret etmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” buyurmuştur (Buhari, İman 2;Müslim, İman, 5).ayrıca hadislerinde haccın önemini ve yararlarını be- lirtmiş; nasıl yapılacağını fiilen göstermiştir. Gücü yeten, yani sağlık ve servet yönünden haccetme imkanına sa- hip, hür, akıllı ve buluğ çağına erişmiş Müslümanların, ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır. Bu şartları ta- şıyan kişinin, imkan elde edince, geciktirmeden bu farzı yerine getirmesi gerekir. Hayatında bir defa hac yapmış olan Müslümanın bir daha haccetmesi gerekmez. Yapı- lış şekli bakımından hac üçe ayrılır; ifrat, haccı, kıran hac- cı ve temettü haccı. 2. İnsan, ihtiyaçlarını çalışarak ve sebeplere yapışarak kar- şılar. Bununla birlikte dünyevi ve uhrevi bir ihtiyacını el- (Cevap D) de edebilmek için Allah’tan yardım ister, dua eder. Hacet namazı da bu tür bir ihtiyacı için kılınan namaza denir. Peygamberimiz (a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ki-

min Allah’tan veya insanlardan bir dileği varsa, şartları- DİKAB SORU BANKASI na uygun güzel bir abdest alsın, sonra Allah’a hamd ve senada bulunsun, peygambere salat ve selam getirsin 4. Belagat ilminin iki kavramıdır. Söz ya haberdir ya da in- ve şöyle dua etsin; La ilahe illallahü’l-halimü’l-kerim, sü- şa. Haber, sözü söyleyen için “sözünde doğrudur” veya bhanellahi Rabbiye’l-arşi’l-azim, el-hamdü lillahi Rabbi’l-a- “yalancıdır” denmeye elverişli söze; inşa ise, sözü söyle- lemin, es’elüke mucibati rahmetike ve azaime mağfireti- yen için “sözünde doğrudur” veya “yalancıdır” denmeye ke, ve’l-ismete min külli birrin ve’s-selamete min külli is- elverişli olmayan söze denir. min, la teda’li zenben illa ğafertehu ve la hemmen illa fe- Haber: 1- İbtidaiyye olur. Muhatabın zihni cümlenin içer- rectehu, ve la haceten hiye leke rıdan illa kadayteha, ya diği hükümden halidir. Bu haberde te’kit edatı olmaz. İh- erhamer-rahimin (hilim ve kerem sahibi Allah’tan başka las suresinin ikinci ayeti gibi: “Allah samettir”. 2- Talebiy- ilah yoktur, ulu arşın Rabbi Allah’ı noksan sıfatlardan ten- ye olur. Muhatabın zihni, hüküm konusunda mütereddit- zih ederim, her türlü övgü alemlerin Rabbi Allah’a mah- tir. Haber “inne” “enne” vb. tekit edatı ile kullanılır. İsra su- sustur, Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım! Rah- resinin dokuzuncu ayeti gibi: “Muhakkak bu Kur’an insan- metini, bağışlamanı, bütün günahlardan korunmayı ve ları en doğru yola iletir…”. 3- İnkariyye olur. Muhatap hük- kurtulmayı ve her türlü iyiliği isterim, bütün günahlarımı mü inkar etmektedir. Haber iki te’kit edatı ile ifade edilir. bağışla, bütün sıkıntılarımı gider, bütün ihtiyaçları ancak Al-i İmran suresi 186. ayeti gibi: “And olsun ki, elbette sen giderebilirsin( (Tirmizi, Salat, 140,348). mallarınız ve canlarınız konusunda sınanacaksınız…”. Hacet namazı dört veya on iki rekat olarak kılınır. Dört re- İnşa, talebi ve gayri talebi olur. Talebi ise; emir, nehiy, te- kat olarak kılındığı zaman birinci rekatta Fatiha’dan son- menni, terecci, nida, dua ve istifham kısımlarına; gayri ta- ra üç ayet’el-kürsi, diğer üç rekatta ise Fatiha’dan sonra lebi ise; teaccüp, medh, zem, kasem ve reca kısımlarına birer kere ihlas, felak ve nas sureleri okunur. Namazdan ayrılır. Haber cümlesi; emir, nehiy, dua ve teaccup ve ne-

sonra yukarıdaki dua okunur. KOZMİK ODA YAYINCILIK fi olabilir.

(Cevap B) (Cevap E)

113 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 15

5. Sözlükte “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” 7. Sözlükte “bir şeyin üst tarafı, dal, kol, şube” anlamına ge- gibi anlamlara gelen “gayb” kökünden türeyen gıybet, di- len fer kelimesinin çoğulu olan füru, ıstılahta fıkıh ilminin ni bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanma- nazari bir kısmı dışında kalan ameli tatbiki bölümünü oluş- dığı sözlerle bahsetmek demektir. Kur’an’da gıybet ya- turan kısmını ve miras hukukunda alt soy hısımları ifade saklanmış, gıybet yapmak ölmüş bir din kardeşinin etini eder. Doktrinde ağırlık kazanmış ve fakihler tarafından yemeye benzetilerek bu davranıştan sakındırılmıştır (Hu- genel kabul görmüş usul kuralları ve külli kaideler asıl, curat, 49/12). İslam’da insan haklarının en önemlilerin- onların uzantısı veya uygulaması sayılan cüzi meseleler den ve genellikle “ırz” kavramıyla ifade olunan kişinin do- ve hükümler ise fer olarak adlandırılır. Fıkıh ilmi, ağırlık-

kunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Bu itibarla KOZMİK ODA YAYINCILIK lı olarak meseleci bir metotla gelişmiş, usul kuralları ve bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsıyla ilgili maddi külli kaideler bu gelişim süreci içinde oluşarak tedvin edil- ve manevi, ruhi ve ahlaki veya dini kusurlarından söz edil- miştir. Fıkıh metodolojisi ile usul kuralları ve külli kaide- mesi, gerekse kendi çocukları, annesi, babası ve diğer lerinin oluşmasıyla, furü kavramının, usul-i fıkhın karşıtı yakınlarının kusurlarından bahsedilmesi gıybet sayılmış- olan diğer yarısını kullanılmaya başlandığı söylenebilir. tır. Gıybet sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaretle ve tak- Fer’i meseleleri içeren fıkıh kitaplarında, ibadetten ahlak lit gibi davranışlarla da olabilir. Bu tür söz ve davranışlar ve görgü kurallarına kadar yaklaşık, 25-30 civarında ana gerçeği ifade ediyorsa gıybet, etmiyorsa iftira sayılır (Müs- bölüm bulunmaktadır. Ancak bunlar genel olarak ibadet, lim, Birr, 70; Tirmizi, Birr, 23). İslam alimleri gıybetin ha- muamelat ve ukubat şeklinde üç gruba ayrılmaktadır. ram ve büyük günah olduğu konusunda ittifak etmişler- (Cevap C) dir. Ancak bir söz veya davranışın gıybet sayılıp sayılma- ması niyetle yakından ilgilidir. Buna göre bir kimsenin yanlışlarının sırf onu küçük düşürmek amacıyla söylen- mesi gıybet sayılırken, yanlışlarının düzeltilmesi maksa- dıyla söylenmesi gıybet sayılmaz. Herhangi bir kişi veya zümreyi kastetmeden genel olarak insanların kötülüğün- den söz etmek de gıybet olmaz. Haksızlık yapanı ilgili mercilere şikayet etmek, fetva sormak, insanları kötülük- lerden korumak, kötülüğe engel olmak için destek ara- mak, lakabıyla şöhret bulmuş birini lakapla tanıtmak, zu- lüm ve ahlaksızlığı hayat tarzı haline getirenleri kınamak

amacıyla aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz. Gıybet- DİKAB SORU BANKASI ten dolayı tevbe etmek farzdır. (Cevap D)

8. Sözlükte, “bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kur- tarmak için ödenen bedel” anlamına gelen fidye, bir fıkıh terimi olarak, esaretten kurtumak için ödenen bedeli ve- ya bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasın- da birtakım kusurların işlenmesi halinde ödenene dini-ma- 6. Sözlükte “bir şeyi unutmak, gizlemek, yanlış yapmak, nok- li yükümlülüğü ifade eder.. fidye kelimesi Kur’an-ı Ke- sanlaştırmak, saklamak, eksik vermek, aldatmak” anlam- rim’de iki ayette terim manasında (Bakara, 2/184, 196) larına gelen gabn, bir fıkıh terimi olarak, iki taraflı akitler- ve bir ayette de sözlük anlamında (Hadid, 57/15) geç- de iki bedel arasında değer yönünden farklılık ve denge- mektedir. Esaretten kurulmak için ödenen fidyeye kurtu- sizliği ifade eder. Alışverişte bir malın normal piyasa de- luş fidyesi denir. Savaş esnasında ele geçirilen esirler, ğerinin altında veya üstünde satılması gabn olarak ad- düşmanın Müslüman esirlere yaptığı muameleye, hal ve landırılır. Gabn iki bedel arasındaki değer farkı olduğun- şartlarda göre, fidye karşılığı salıverilebilir. Hz. Peygam- dan, iki tarafa karşılıklı borç yükleyen bey (alışveriş), ica- ber, Bedir’de esir almış olduğu müşrikleri fidye karşılığı re (kiralama), şirket, kısmet, sulh gibi ivazlı akitlerde söz serbest bırakmış, parası olmayanları da, on Müslüman’a konusudur. Akitlerin kuruluşunda ve işlerliğinde, tarafların okuma-yazma öğretmesi mukabilinde serbest bırakılaca-

rızalarının bulunması kadar, rızanın sıhhati de önem taşır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğını ilan etmiştir.

(Cevap B) (Cevap C)

114 FIKIH Test • 15

9. Sözlükte “bir şeyi bilmek, derinlemesine kavramak, tam 11. Kur’an, Allah ile kul, insan ile insan ve insan ile diğer var- olarak anlamak” gibi manalara gelen fıkıh, ıstılahta, İs- lıklar arasındaki ilişkilerde rehber olması için indirilmiştir. lam’ın kişisel ve sosyal hayata dair ameli hükümlerini bil- Allah-kul ilişkisinin iki boyutu vardır: İman ve amel. İs- meyi ve konuyu inceleyen bir ilim dalını ifade eder. Fıkıh lam’ın ilk yıllarında bu iki boyut fıkıh kavramı ile ifade edil- kelimesi Kur’an-ı Kerim’de, çeşitli fiil kalıplarıyla yirmi yer- miştir. Daha sonra iman kelam ilminin, ibadet-amel ise fı- de geçmekte olup, bir şeyi iyi ve tam olarak anlamak, bir kıh ilminin konusu olmuştur. İşte fıkıh alanı ile ilgili ayet- şeyin hakikatini bilmek ve akıl etmek gibi anlamlarda kul- leri tefsir eden bilim dalına ve bu dalda yazılan eserlere lanılmıştır. İslam’ın ilk devirlerinde fıkıh tabiriyle, bütün fıkhi tefsir denilmiştir. Fıkhi tefsirin bir diğer adı da Ahkam

dini bilgileri bilme kastedilmekteydi. Hicri ikinci asrın or- KOZMİK ODA YAYINCILIK tefsiridir. Fıkhi tefsir; ya hadisleri, ya içtihadıre’yi, ya da talarından itibaren fıkıh, sadece ameli hayatı kapsayan her ikisini birlikte ele alarak yapılmıştır. Bazı İslam bilgin- bir ilim dalı haline geldi. Bu arada, iman ve itikat konu- leri ibadet muamelat ile ilgili ayetlere dayanarak fıkhi bir suyla ilgili bilgiler, “ilm-i tevhid, ilm-i ’d-din, akaid, ke- sistem kurmuşlardır.(Hanefi, Şafii ekolleri gibi) bazıları da lam” gibi isimlerle anılan ayrı bir ilim dalının; Müslüman’ın söz konusu ayetleri tefsir edip “Ahkamü’l-Kur’an” adlı iyi ve kötü huyları, özel hayatı, sosyal ilişkileri ve davra- eserler yazmışlardır. İmam Şafii (ö. 204/819, Tahavi (ö. nışlarıyla ilgili hususlar ise, ahlak ve tasavvuf ilim dalının 321/933), Cassas (ö. 370/981) ve Ebu Bekr İbnü’l-Arabi konusu haline gelmiştir. Fıkıh ameli hayata ait bilgileri ve (ö. 671/1272), el-Cami’li-Ahkami’l-Kur’an, Sabuni’nin Ra- hükümleri ihtiva eden ilim dalının adı olduktan sonra da vaiu’l-Beyan fi Tefsiri Ayati’l-Ahkam, Mehmet Vehbi’nin kapsamı geniş kalmış, çağımıza kadar ilmihal, hukuk ve Ahkamü’l Kur’aniyye adlı eserleri bu sahada yazılmış hukuk metodolojisi, ekonomi, siyaset, idare bilimleri ve meşhur eserlerdir. bu bilimlerle ilgili kurumlar, killi irade, hilafiyat ilmi, fıkıh (Cevap E) tarihi, mukayeseli hukuk, fıkıh dalı içinde kabul edilmiş- tir. Furu-ı fıkıh da, ibadet, muamelat ve ukubat şeklinde üç ana bölüme ayrılır.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

12. Fetva içtihada göre daha dar kapsamlıdır. Bir kimsenin 10. Fıkıhta devlet geliri anlamında kullanılan fey kavramı Hz. fetva verebilmesi için bazı ön şart ve bilgilere sahip ol- Peygamber döneminden itibaren şekillenmeye başlamak- ması gerekir Ahmed b. Hanbel’e göre, bir kimsenin fetva la birlikte, Hz. Ömer devrinde daha netleşmiş ve kurum- verme yetkisine sahip olması için şu beş şartı haiz olma- laşmıştır. Genelde İslam hukukçuları, ister menkul, ister- sı gerekir: 1. İyi niyet sahibi olması, 2. İlim, hilim, vakar se gayrimenkul olsun, barış yoluyla gayrimüslimlerden ve ciddiyet sahibi olması, 3. Kendisinden ve bilgisinden temin edilen malların fey olduğu konusunda ittifak etmiş- emin olması, 4. Müslümanlar nezdinde itibarlı olması, 5. lerdir. Savaş yoluyla elde edilen mallardan menkul olan- Toplum ve insanları tanıması. Fetva verecek kimsenin, ların ganimet hükmünde olduğu, gayrimenkullerin ise, bu şartları taşımasının yanında, fetva soran kişinin sos- devlet başkanı tarafından ganimet olarak dağıtılabilece- yal, iktisadi, ruhi, ahlaki durumunu bilmesi; içinde yaşa- ği gibi, eski sahiplerinde bırakılarak bu topraklardan ver- dığı toplumu, örf ve adetlerini tanıması; vereceği ceva- gi alınabileceğini söylemişlerdir. Bu durumda alınan ver- bın yol açacağı fayda ve zararı göz önünde bulundurma- gi, fey hükmündedir. Hanefilere göre, gayrimüslim dev- sı gerekir. Bu sebeple fetva, sadece fetvayı soran kişiy- letler tarafından verilen hediyeler de fey kapsamındadır. le ilgili olmalıdır. Müftü, sorulan soruyu iyice anladıktan Genel olarak hukukçular, zekat ve ganimet dışında ka- sonra meseleyi çeşitli yönlerinden ele alıp incelemeli ve lan devlet gelirlerinin tamamını fey kapsamına dahil et- dini hükmünü eksiksiz ve doğru olarak soranın anlayabi-

mek eğilimindedirler. KOZMİK ODA YAYINCILIK leceği bir şekilde açıklamalıdır.

(Cevap A) (Cevap B)

115 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 15

13. Sözlükte “bir olayın hükmünü açıklayan veya hükmünü 16. Sözlükte “bir şeyi ayırmak, koparmak, kurtarmak, bir ba- koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap” anlamına gelen ğı çözmek” anlamlarına gelen fekk, bir fıkıh terimi olarak, fetva, ıstılahta fıkhi bir meselenin dini-hukuki hükmünü kölenin azat edilmesini, esirin salıverilmesini, rehin, ha- açıklama, fakih bir kimsenin, sorulan fıkhi bir meseleye cir ve haciz gibi hukuki bir bağ ve kaydın kaldırılmasını yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de, köle azat etmek manasın- hüküm demektir. Fetva verene müfti, fetva sorana müs- da bir yerde geçmektedir (Beled, 90/13). Hadislerde ke- tefti, fetva sormaya istifa ve fetva vermeye de ifta denir. lime kölelikten, esaretten, dünyevi sıkıntılardan, uhrevi Kur’an’ı Kerim’de türevleriyle birlikte dokuz ayette geçen azaptan kurtulmak gibi manalarda kullanılmaktadır.

fetva kelimesi, hepsinde sözlük anlamına uygun olarak KOZMİK ODA YAYINCILIK Kur’an’da, köleleri hürriyete kavuşturmak için mal harca- görüş sorma, görüş bildirme, soru sorma, rüya yorumla- mak gerçek iyilik olarak tanımlanmış (Bakara, 2/177), ze- ma gibi anlamlarda kullanılmıştır. kat gelirlerinden bir kısmı, kölelerin azat edilmesine ay- rılmıştır (Tevbe, 9/60). Bunun yanında, hataen adam öl- (Cevap D) dürme (Nisa, 4/92), yemini bozma (Maide, 5/89), zıhar (Mücadele, 57/3), Ramazan orucunu kasten bozma hal- 14. Sözlükte “açmak, yol göstermek, yardım etmek, hüküm lerinde keffaret olarak yapılması gerekenler arasında kö- vermek, galibiyet ve zafere ulaşmak” anlamlarına gelen le azat etmek sayılmıştır. Fıkıh literatüründe rehinin çö- feth, bir terim olarak, Müslümanların ülke ve şehirleri ila- zülmesi, hacir ve haczin kaldırılması konuları da fekk kav- yi kelimetullah (Allah’ın kelamını yüceltmek) amacıyla İs- ramı ile ifade edilmektedir. lamiyet’e açmaları anlamında kullanılır. Fetih, öncelikle (Cevap B) kalbi ve aklı İslam gerçeğine açmak, ikinci olarak da İs- lam mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın gön- lüne ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırla- mak anlamına gelir. Fetih bir istila ve sömürü savaşı de- ğildir. Fetih kelimesi bir fıkıh kavramı olarak cemaatle kı- lınan namazlarda imamın yanlış okuyuşunu düzeltme ve- ya unuttuğu ayeti hatırlatma anlamında kullanılmaktadır.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

15. Sözlükte “takdir ve tayin edilmiş şey, belirlenmiş hisse, kesin dini emir” manalarına gelen fariza kelimesinin ço- ğulu olan feraiz, İslam hukukunda mirasçıların terikeden alacakları paylar ile miras hukuku manasında kullanılan 17. Sözlükte “yarmak, bir şeyi ikiye ayırmak, fışkırmak, açı- bir terimdir. Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in konuyla ilgi- ğa çıkmak” anlamlarına gelen fecir, isim olarak güneşin li uygulama ve ilave açıklamalarında, mirasçıların hisse- doğmasından önce beliren tan yeri ağarmasını ifade eder. lerinin açık ve kesin bir şekilde belirlenmiş olması sebe- Türkçede şafak sökmesi, gün ağarması denilen bu olay, biyle miras hukukuna feraiz, ilm-i feraiz denilmiş ve Re- gece ile gündüzün birbirinden ayrıldığı vakittir. Fecr-i ka- sulullah döneminden itibaren doğup gelişmiştir. zip ve fecr-i sadık olmak üzere iki türü vardır. Fecr-i ka- Klasik fıkıh kaynaklarında mirasçılığın iki temel sebebi zip, yalancı fecr demektir. Fecrin doğuşundan önce, ufuk- vardır; kan hısımlığı ve evlilik bağı. Mirasın varislere in- ta göğe doğru dikine yükselen aydınlık için kullanılan bir tikali için, miras bırakanın vefat etmesi veya ölümüne tabirdir. Fecr-i sadık, hakiki, gerçek fecir demektir. Gece mahkemece hükmedilmesi gerekir. Bunun yanında, ölüm karanlığının kaybolmaya başlayıp güneş ışığının belirti- anında mirasçının hayatta bulunması ve miras almasına lerinin görünmeye başladığı, ufuktaki aydınlığın enleme- mani bir durumun bulunmaması gerekir. Varisin murisini sine, uzunlamasına ufka yayıldığı vakittir. Hz. Peygam- öldürmesi, farklı dinlerden olmaları mirasçılığa engel hal- ber, “ne Bilal’in ezanı, ne de ufuktaki dikine göğe doğru ler olarak kabul edilmiştir. Ölenin geride bıraktığı mal ve yükselen aydınlık sizi sahur yemekten alıkoysun. Işık şu haklardan, teçhiz ve tekfin masrafları çıktıktan, borçları şekilde (yatay olarak) yayılınca kadar yiyin.” buyurmuş- ödendikten ve vasiyeti de terikenin 1/3’ini geçmemek kay- tur. (Buhari, Ezan, 13; Müslim, Sıyam 39). Gündüzün baş- dıyla yerine getirildikten sonra geriye kalan mirasçılarına langıcı olan fecr-i sadıkla, sabah namazının vakti girer

intikal eder. KOZMİK ODA YAYINCILIK ve imsak vakti başlar.

(Cevap D) (Cevap A)

116 FIKIH Test • 15

18. Farz: Sözlükte “bir şeyi kesinleştirmek, takdir etmek, pay 20. Failin-Fa’alün Lima Yürid: Bir şeyi işlemek ve yapmak an- ve parçalara ayırmak, belirlenmiş şey ve pay” anlamları- lamındaki “f-‘a-l” kökünden türeyen fa’al, fail isminin mü- na gelen farz, bir fıkıh terimi olarak, Allah ve Rasulu ta- balağalı şeklidir. Çok iş yapan demektir. Kur’an’da iki ayet- rafından kat-i bir delille emredilen fiil ve amel demektir. te Allah’ın sıfatı olarak kullanılmıştır. “… Gerçekten Rab- Fakihlerin çoğunluğuna göre, farz ile vacip aynı manada bin istediğini yapandır (fa’alün lima yürid)” (Hud, 11/107). kullanılmaktadır. Ancak Hanefilere göre, farz ile vacib bir- Allah’ın bu sıfatı Kur’an’da “yef’alü” fiiliyle de ifade edil- birinden farklı olarak kabul edilmiştir. Buna göre farz, miştir. “Allah dilediğini yapar” (…yef’alü ma yürid) (Hac, Kur’an ayeti veya mütevatir sünnet gibi kesin olarak sa- 22/4); “Allah istediğini yapar” (yef’alü ma yesaü) (Hac,

bit olan bir nassla, açık bir şekilde yapılması emredilen KOZMİK ODA YAYINCILIK 22/18). Fail ismi azamet çoğulu olan “failin” şeklinde 3 fiil ve amellerdir. Farzı yapan ve sevap kazanır, özürsüz ayette geçmiştir (Enbiya, 21/17, 79). “O gün göğü kitap- olarak yapmayan azabı hak eder, inkar eden ise dinden ları dürer gibi (toplarız) ilk yaratmaya nasıl başladıksa yi- çıkmış olur. Farz, mükellefin ifa sorumluluğu açısından ne onu öyle çevirir (yok eder)iz. Üzerimize söz. Biz mut- farz-ı ayın ve farz-ı kifaye şeklinde ikiye ayrılır. Farz-ı ayın, laka yaparız.” (inna failün) (Enbiya, 21/104). beş vakit namaz, oruç gibi, her mükellefin yapması gere- (Cevap D) ken farz demektir. Farz-ı kifaye, toplumsal, sosyal bir va- zife mahiyetinde olup, bazı mükelleflerin yapmasıyla di- ğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir. Cenaze ile ilgili vazifeler ve cenaze namazı, bazı mesleklerin ic- rası bunun örneğini teşkil eder. Farz-ı kifayenin sevabı, yalnız onu işleyene aittir. Toplumda farzı kifayeyi ifa ede- cek ikinci bir kişi bulunmazsa, artık bu farz, o kişi için farz-ı ayına dönüşür. Mesela, cenazeyi yıkayabilecek tek kişi- nin bulunması halinde, bunun yıkaması farz-ı ayın olur.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

19. Falik: Bir şeyi yarmak, sabahı aydınlatmak anlamındaki “f-l-k” kökünden türeyen falik; Allah’ın sıfatı olarak, yara- tan, tohumları ve çekirdekleri çatlatan, yarıp açan demek- tir. Kur’an’da iki ayette Faliku’l-habbi ve’n-neva ve falı- ku’l-ısbah şeklinde geçmiştir: “Gerçekten Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp açandır… karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran’dır…” (En’am, 6/95-96). Allah tohum ve çekirdek- leri toprağın içinde bozulmadan korur, mevsimi gelince kabuğunu çatlatır, açar, ağaç ve bitki olarak yeryüzüne çıkarır. Akşam olunca karanlığı, sabah olunca aydınlığı var eden, güneş, dünya ve diğer gezegenlere nizam ve- ren Allah’tır. Allah’ın bu sıfatında kıyamet koptuktan son- ra insanları kabirden diriltip çıkaracağına, hasr edeceği-

ne işaret vardır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

117 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 16

1. Fakih: sözlükte “dikkatli ve ince anlayışlı, ayrıntılı bir şe- 4. Hz. Muhammed son peygamber, Kur’an son kitap, İslam kilde bilen alim” anlamına gelen fakih, ıstılahta din bilgi- da ilahi mesajın insanlara tebliğ edildiği, son ve kamil din- ni, fıkıh alimi, İslam hukukçusu denir. Çoğulu fukahadır. dir. Artık ondan sonra, başka bir peygamber, başka bir Kur’an-ı Kerim’de on dokuz yerde, anlamak, hakkıyla id- kitap ve din gelmeyecektir (Ahzab, 33/40). Bu nedenle, rak etmek manasında, aynı kökten fiil olarak geçmekte- İslam’ın evrensel olması, dünyanın diğer bölgelerinde ya- dir. Bir ayette de, yine aynı kökten türetilen tefakkuh ke- şayan insanlara ve kıyamete kadar bütün zamanlara limesi, dinde bilgi ve şuur sahibi olmak anlamında kulla- uzanması gerekir (Al-i İmran, 3/19, 83, 85; Sebe’, 34/28). nılmıştır (Buhari, İlim, 20). Hz. Peygamber’in vefatından Nitekim İslam’ın temel kaynağı Kur’an’ın mesajları, kıya-

sonra, vahy dönemi sona erdiğinden, Müslümanlar kıya- KOZMİK ODA YAYINCILIK mete kadar bütün zamanları kapsayacak ve bütün insan- mete kadar karşılaştıkları problemleri vahy döneminden ları ve hatta cinleri de içine alacak özellik taşımaktadır intikal eden ayet ve hadiselerle çözümlemeye çalışmış- (Rahman, 55/31-35). İslam’ın evrensel oluşunun en önem- lardır. li sonuçlarından biri; hükümlerinin, mümkün olduğunca, Hz. Peygamber sağlığında ashabını içtihat konusunda bütün milletler için eşit olmasıdır. Bu sebeple Yüce Allah, eğitmiş ve buna teşvik etmiştir; Muaz ibn Cebel’i Yemen’e hükümleri, milletlere ve adetlere göre değişmeyen, aklın kadı olarak gönderirken, önüne gelen problemin çözümü anlayabildiği illetlere bağlamıştır. Değişik asırlarda yaşa- konusunda kitap ve sünnette bir hüküm bulunamadığın- yan İslam bilginleri, bu illetleri esas alarak, ayet ve diğer da neye göre hüküm vereceğini sorması üzerine, Muaz hüküm çıkarma yöntemlerini kullanarak hükümler koy- “kendi reyimle içtihat ederim” şeklinde cevap vermiş, Hz. muşlardır. İslam’ın evrensel oluşunun sonuçlarından bir Peygamber de bunu memnuniyetle karşılamıştır. diğeri ise, Kur’an ayetlerinde ve Resulullah’ın her devir için geçerli olan bağlayıcı hadislerinde külli kaideler (ge- (Cevap C) nel prensipler) verilip, fazla detaya girilmemesidir. Mese- la, bu meydanda Kur’an-ı Kerim’de, “Allah size kolaylık 2. Facir: Sözlükte “yalancı, fasık, zinakar ve asi” anlamına murat eder, zorluk istemez” (Bakara 2/205); hadislerde gelen “facir” kavramı din ıstılahında; inkar, şirk, yalan, zi- de, “Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haram- na, hırsızlık gibi, Allah ve Peygamberin haram kıldığı fiil- dır” (Buhari, Hudud, 9), “Zarar ve zarara karşılık zarar leri işleyen, kafir, münafık, müşrik ve asilere, doğru yol- yoktur” buyurulmaktadır (Malik, Kada, 26). dan sapan ve ahlak dışı davranışlarda bulunan kimsele- (Cevap E) re denir. Çoğulu, füccar ve fecere’dir. Kur’an’da facir ke- limesi nankörler anlamındaki keffar kelimesi ile, çoğul

şekli olan fecere, kafirler anlamındaki kefere kelimesi ie DİKAB SORU BANKASI birlikte birer ayet geçmiş ve muttakiler ile ebrarın zıddı olarak kullanılmıştır (Sad, 38/28; İnfitar, 82/13-14). Kur’an’da füccarın; din gününü yalanlayan, haddi aşan, 5. Evvabin namazı: Evvabin, tövbe eden, sığınan anlamı- çok günah işleyen, Allah’ın ayetlerine eskilerin masalları na gelen evvab kelimesinin çoğuludur. Kur’an’da beş yer- diyen, işledikleri suçları kalplerini karartmış olan kimse- de tekil ve bir yerde de çoğul olarak geçen bu kelime ile ler olduğu (Abese, 80/11-14), bunların yakıcı ateş içinde peygamberlerin ve salih kulların tövbe edip Allah’a yönel- (cahim) (İnfitar, 82/14) ve zindanda (siccin olacakları (Mu- dikleri anlatılır. Evvabin namazı ise, tövbe eden ve Allah’a taffifin, 83/7) bildirilmiştir. sığınanların namazı demektir. Hz. Peygamberin, akşam (Cevap A) namazından sonra altı rekat namaz kıldığı ve bunu tav- siye ettiği rivayet edilmektedir (İbn Mace, İkame, 185; Tir- mizi, Salat, 202). Resullulah, akşam ile yatsı arasında kı- 3. Eyyam-ı Madudat: Sayılı günler demektir. Bu günlere lınan bu namazı, Kur’an’da evvabin diye nitelendirilen sa- eyyam-ı teşrik de denir. Zilhiccenin 9-13. günleridir. 9-12. lih kulların namazı gibi sayılacağını belirtmek maksadıy- günlerinde farz namazlarından sonra teşrik tekbirleri alı- la “evvabin namazı” olarak vasıflandırmaktadır. nır. Eyyam-ı ma’dudat tabiri, Kur’an’da üç ayette geçmiş- Bunun yanında kuşluk vaktinde kılınan namazın da ha- tir. Kur’an’da geçen sayılı günler ile kamsat, oruç tutulan dislerde evvabin namazı olarak vasıflandırıldığı görül- Ramazan ayı günleri, hac menasikinin yapıldığı günler- mektedir (Müslim, Salatu’l-Müsafirin, 19). Altı rekat bir na- dir (Bakara, 2/183, 203). Kur’an’da Allah’ın hükmünden maz olan evvabin namazı, altı rekatın sonunda selam ve- yüz çeviren Yahudi ve Hristiyanların “Bize ateş, ancak rilmek suretiyle bir defada kılınabileceği gibi, dört veya sayılı günlerde dokunur” dedikleri ve bu kanaatleriyle al- iki rekkatta bir selam da verilebilir. Ancak iki rekatta bir

dandıkları bildirilmektedir (Al-i İmran, 3/24). KOZMİK ODA YAYINCILIK selam vermek daha iyidir.

(Cevap C) (Cevap D)

118 FIKIH Test • 16

6. Eşhuru’l-Hurum (el-Eşhuru’l-Hurum): Haram ayları ma- 8. Hakka’l-Yakin: Yaşayarak elde edilen bilgidir. Kalp ile nasına gelen bu terkip, kameri aylardan Zi’l-Hicce, Mu- sezilip bizzat duyulan ve basiretle müşahade olunarak harrem ve Recep aylarını ifade etmek için kullanılmakta- yaşanmak suretiyle hasıl olan bilgi mertebesidir. Bu bilgi dır. Cahiliye döneminde de hürmet edilen bu aylar, muh- yakin ifade eden bilgilerin en yüksek mertebesini teşkil terem kabul edilmiş ve bu aylarda savaşmak haram kı- eder. Bu yüzden “tatmayan bilmez” denilmiştir. Hakka’l-ya- lınmıştır. Ancak, düşman tarafından taarruz edilmesi ha- kin mertebesine ulaşan kimselere ehl-i marifet (marifet linde, müdafaa mahiyetinde savaşa müsaade edilmiştir. sahibi) ve arif denir. Bunların elde ettikleri bilginin sözle Kur’an-ı Kerim’de haram ayları ile ilgili ayette şöyle buy- ifadesi güçtür. Bazı müfessirlere göre Kur’an’ın şu ayet-

rulmaktadır: “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazı- KOZMİK ODA YAYINCILIK leri ilmin bu mertebesine işaret etmektedir: “Ve O, ger- sına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlar- çekten kat’i bilginin ta kendisidir.” (Vakı’a, 56/95); “Şüp- dan dördü (hürmetli) haram aylardır. İşte bu dosdoğru ni- hesiz ki bu, kesin gerçektir” (Hakka, 69/51). zamdır. Öyleyse o aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı (Cevap C) çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin; siz de topyekûn sa- vaşın. Ve bilin ki Allah, sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe, 9/36)

(Cevap B)

7. Sözlükte “inkarı caiz olmayan sabit şey, doğru, doğruluk, adalet, hikmet, hikmete uygun vuku bulan hüküm, görev, gerekli, ahenk, uyum, uygunluk, pay, hisse, kısmet ve var olma” anlamlarına gelen hakk kavramı, Allah’ın isim-sı- fatı olarak; gerçekten var olan, varlığında şüphe bulun- mayan, varlığı, ilah ve rab oluşu hak olan, eşyayı var eden, gerçek anlamda mülk sahibi olan, yok olmayan hakkı ızhar eden ve adil olan demektir. “ … Gerçekten ancak Allah hak’tır…” (Hac, 22/6, 62, Lokman, 31/30); “… Gerçekten ancak Allah apaçık hak’tır” (Nur, 24/25). DİKAB SORU BANKASI “Eğer, hak, onların arzularına uysaydı gökler, yer ve bun- 9. Tahmin etmek, ölçmek, bir şeyi yaratmak, örneksiz mey- ların içinde bulunanlar bozulur giderdi…” (Mü’minun, dana getirmek, yalan uydurmak, bir şeyi düzeltmek, yu- 23/71); “(Allah) buyurdu ki; Hak (benim adımdır) ve ben muşatmak, elbise eskimek, güzel huylu olmak, yumuşak gerçeği söylerim” (Sad, 38/84). Kur’an’da 221 defa ge- olmak, düz olmak anlamlarındaki “h-l-k” kökünden türe- çen hak kavramı ayrıca şu anlamlarda da kullanılmıştır: yen halik Allah’ın sıfatı olarak; yaratıcı demektir. Allah’ın Kur’an (Kasas, 28/48), vahiy (Enfal, 8/5), risalet (Baka- halik sıfatı, Kur’an’da sekiz ayette geçmiş ve her şeyi ya- ra, 2/109), İslam (Nisa, 4/170), adalet (A’raf, 7/89), tev- ratanın Allah olduğu bildirilmiştir: “Dek ki, Allah, her şe- hid (Kasas, 28/75), doğru-gerçek (Yunus, 10/4), gerekli- yin yaratıcısıdır. O tektir, kahhardır,” (Ra’d, 13/16); “O Al- lik (Ahkaf, 46/18), ihtiyaç (Hud, 11/79), mal (Bakara, lah yaratan, var eden, şekil verendir…” (Haşr, 59/24). 2/252), nasip (Me’aric, 70/24-25), beyan (bakara, 2/71), Kur’an’da Allah’ın bütün varlıkları yaratmasıyla ilgili ola- zekat (En’am, 6/141), doğru haber (Al-i İmran, 3/60), Ka- rak bu kökten fiil, isim ve mastar şeklinde pek çok kelime be’nin kıble olması (Bakara, 2/147), batılın zıddı (İs- kullanılmıştır. Bütün bunlar, yaratmanın sadece Allah’a ra,17/81)… özgü olduğunu ifade etmektedir. “Allah’tan başka yaratı- Hak “gerçek” anlamında Allah’ın isimlerine sıfat olarak da cı mı var?...” (Fatır, 35/2). “Allah, dilediğini yaratır.”; “Her kullanılmıştır: “İşte gerçek Rabbiniz Allah budur…” (Yu- canlıyı sudan yaratmıştır” (Nur, 24/45). Ahsenü’l-halikin, nus, 10/32); “Gerçek melik olan Allah yücedir…” (Ta-ha, yaratanların, takdir ve tasvir edenlerin en güzeli, en iyisi 20/114); “… O’nun sözü haktır…” (En’am, 6/73); “Bilin ki demektir. Bu vasıf, Allah’ın mutlak ve mükemmel yaratı- gerçekten Allah’ın va’di haktır.” (yunus, 10/55); “Allah, cı, takdir edici olduğunu ifade eder. Kur’an’da iki ayette gökleri ve yeri gerçek olarak yarattı…” (Casiye, 45/22). geçmiştir: “Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir.” Hakk ismi, Tirmizi ve İbn Mace’nin el-esmaü’l-hüsna ile (Mü’minün, 23/14; Bk. Saffat, 37/125). Ayetlerde geçen rivayetlerinde de geçmiştir (Tirmizi, Deavat, 83, İbn Ma- “halikin” kelimesi takdir ve tasvir ediciler demektir. “… İyi

ce, Dua, 10). KOZMİK ODA YAYINCILIK bilin ki yaratma ve emir O’nundur…”

(Cevap D) (Cevap A)

119 KPSS • ÖABT FIKIH Test • 16

10. Sözlükte “yasak, memnu” anlamına gelen haram, dini bir 13. Selim Bey namaz vakitleriyle ilgili yaptığı uygulama D se- terim olarak, kesin bir delille, açık bir şekilde yapılmama- çeneğinde doğru olarak sı istenen fiildir. Hanefilere göre bir fiilin haram olması I. Taglis için, ayet, metevatir veya meşhur sünnet gibi kesin bir nassla sabit olması ve sabit olması ve açık bir şekilde ha- II. İsfar ramlığa delalet etmesi gerekir. Bu nedenle, açık bir şe- III. İbrad kilde delalet etmeyen veya ahad yolla sabit olan hadisle sıralanmıştır. haramlık sabit olmaz. Haramlar, li-aynihi haram ve li-gay-

rihi haram olmak üzere ikiye ayrılır. Kendisinde bulunan KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap D) kötülük sebebiyle, baştan itibaren haram kılınan fiillere li-aynihi haram denir. Zina, hırsızlık, adam öldürme, bu türden haramlardandır. Aslında haram olmamakla birlik- te, başka bir şeyden dolayı haram kılınan fiillerde, li-gay- rihi haramdır. Bayram günü oruç tutma, Cuma vaktinde alışveriş, avret mahallinin açılması böyle yasaklardandır. Haram, dini bir kavram olup, bunu tespit ve tayin yetkisi sadece Allah’a aittir. Bu konuda insanların yetkisi yoktur. Hz. Peygamberin bu konudaki hadisleri, Allah’ın koymuş 14. Namazın vaciplerinden biri olan zamm-ı sure okumanın olduğu hükmü açıklamaktan ibarettir. Bu nedenle İslam terkinden dolayı sehiv secdesi yapılması gerekir. Namaz alimleri, hakkında nass bulunmayan konularda ihtiyatlı kılan kişinin her hangi bir sebepten dolayı namazına ara davranarak haram tabirini kullanmaktan kaçınmışlardır. verip tekrar gelip devam etmesine lahik denir. Haramı işleme ve harama ulaşma konusunda iyi niyet, dolaylı yollar ve vasıtalar haramı helal kılmaz. (Cevap D)

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

11. Fer’i delillerden istihsan’ı Hanefi ve Malikiler delil ola- rak kabul etmişlerdir. Şafii mezhebi bu delile karşı çık- mıştır. 15. Hac ibadetiyle ilgili verilen bilgilerden A, B, C ve D seçe- neklerindekiler doğru E seçeneği yanlıştır. Veda tavafı (Cevap C) yapmak haccın farzı değil, haccın vacipleri arasında yer alır.

(Cevap E)

12. Kitap ve sünnette bulamadıkları meselelerin hüküm- lerini içtihad yoluyla ve böylece rey ekolü gelişmiştir. Abdullah b. Mesud ekolü olarak da bilinir. Ebu Hani- fe, Alkame, İbrahim en- Nehai bu ekolün temsilcileri- 16. Allah rızasını göstererek ihtiyaç sahiplerine ödünç verme

dir. KOZMİK ODA YAYINCILIK anlamına gelen kavram Karz’dır

(Cevap B) (Cevap D)

120 KELAM Test • 1

1. Dinin kaynağı Tanrı, anlamı ise gerçeğe ulaşmaktır. Di- 5. Güç ve kuvvet anlamlarına gelen kudret kelimesi, Allah nin mahiyetini oluşturan küfür ve inkar ise, Tanrı’dan uzak- için kullanıldığında “O’nun her şeye muktedir olması” an- laşmak ve gerçeklerden yüz çevirmektir. Tanrı’ya inanma lamını ifade eder. Kudret, irade sıfatıyla doğrudan bağ- şeklinde ortaya çıkan din, insanın bireysel ve toplumsal lantılıdır. Zira bir şey irade edildikten sonra, kudret teza- yaşamında mutluluk ve huzur verir. Kendi ruhsal dünya- hür eder. Nitekim Kur’an’da Allah’ın gökleri ve yeri yarat- sının olgunlaşması ve mutluluğunda din önemli bir fak- ması, ölüleri diriltmesi (el-Ahkaf, 46/33), iki ve dört ayak- tördür. Zira insan iç dünyasını kontrolden uzak olduğu gi- lı hayvanları var etmesi (en-Nur, 24/45), melekleri elçiler bi, yaşadığı evrenin olumsuzluklarına güç yetirmede ye- kılması (Fatır, 35/1), mülkü istediği insana vermesi, in-

tersizdir. Bu doğrultuda ruhsal çöküntünün giderilmesi ve KOZMİK ODA YAYINCILIK sanları yüceltip alçaltması, bahar mevsiminde canlıları fiziksel gelişmelerin olumluya yönlendirilmesinde evrenin yeniden diriltmesi gibi fiillerin hepsi O’nun kudretinin bi- yaratıcısı ve yöneticisi olan Allah inancı, önemli bir fak- rer göstergesi olarak ifade edilmiştir. tördür. (Cevap B) (Cevap A)

2. Kelamcılar sıfatları zati, sübuti, haberi ve fiili olmak üze- re dört kategoride incelemişlerdir. Bu sınıflandırmada “var 6. Kelam, diğer sıfatlar arasında farklı bir özelliğe sahiptir. olmak” anlamında olan “Vücud” sıfatını Allah’a daha özel Çünkü hiçbir ilahi sıfatın doğrudan bir tecellisi olmadığı bir statüde nispet ederek, diğerlerinden ayırmışlardır. Bu- halde bu sıfatın ürünü olarak elimizde Kur’an-ı Kerim na göre Allah’ın en temel niteliği olan vücud şu özellikle- mevcuttur. Bu yüce kitap Allah’ın kelamlarından birini teş- re sahiptir: kil ederken, aynı zamanda insanın okumasına, ezberle- Varlığına, yokluk sebkat etmemiştir. Yani varlığının baş- mesine, dinlemesine ve yazmasına elverişli olan maddi langıcı yoktur. Vacibü’l-vücud olup, vacip li-zatihi olan Al- bir malzeme halindedir. Bundan dolayı kelam sıfatı, bu lah’a yokluk asla yol bulamaz. Yani O aşkın varlığın so- yönüyle, İslam tarihinde hicri I. yüzyılın sonlarından itiba- nu yoktur. Buna göre O, ezeli ve ebedidir. Vacibü’l-Vücud ren “halu’l-Kur’an” adlı bir problemin ortaya çıkmasına varlık, mürekkep değildi. Yani katışıksız, arı ve durudur. yol açmıştır. Sıfatlar konusunda eser yazan müelliflerin, Diğer varlıkların temel özelliği olan atom, cevher ve araz- bu problem etrafında dönen tartışmaları işlemeleri, ke- dan oluşmaz, birleşik değildir. Vücud sıfat İslam düşü- lam sıfatına daha farklı bir boyut kazandırmıştır. Ezeli bir nürleri arasında Allah’ın “sıfat-ı hassa”sı olup olmadığı kelam ile mütekellim olan Allah Teala’nın kelamının, harf- konusunda fikir birlikteliği yapamamışlardır. siz, sessiz ve şekilsiz olup canlıların konuşmasına ben- DİKAB SORU BANKASI zemez. (Cevap E) (Cevap A) 3. Allah’ın sonrada vücut bulan varlıklara hiçbir yön ve şek- lide benzememektedir. Bunu kelam bilginleri “muhalefe- tün lil-havadis” şeklinde tanımlamışlardır. Nitekim Vaci- 7. Tekvin, yaratmak, yokluktan varlık sahasına çıkarmak an- bü’-vücud olan Allah, hiçbir şekilde bir başka varlığa ihti- lamında olup, hak, tahlik, icad, ihdas ve ihtira terimleriy- yaç duymaz. Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinde başka mev- le genel olarak aynı anlama gelmektedir. Benzersiz ola- cuda benzerliği olmadığına göre, onların temel nitelikle- rak bir şeyi yaratmak diye de tercüme edilebilecek olan rinden olan ihtiyaç özelliğinden de münezzehtir. Böylece bu sıfatın uygulama alanı evrendir. Buna göre yaratılmış O aşkın varlık, kendi yarattığı varlıklara muhalefet eder, bir mahiyette olan her “şey”, tekvin sıfatının sonucudur. yani onlardan bütün yönleriyle ayrışır. Tekvin sıfatının, müstakil bir konumda olup olmadığı hu- susu, Ehl-i sünnet kelamcılar arsanda tartışma konusu (Cevap D) olmuştur. Matüridiyye bilginleri Allah’ın fiili sıfatların, bir 4. Allah’ın varlığının sonsuzluğunu anlatan “beka” terimi, bölüm altında işlemeksizin, onu, tekvin sıfatı içerisinde sözlükte “sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan değerlendirmişlerdir. Buna göre tekvin, Yüce Tanrı’nın fi- geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamlarına gelir. Zıddı iliyatına yönelik boyutu temsil etmektedir. Bu durumda “fena” terimdir. Ehl-i sünnetin geneline göre, Allah’ın var- Matüridiyye bilginlerine göre sübuti sıfatlar setizdir. Ehl-i lığına herhangi bir yokluğun gelemeyeceği manasında- sünnet ekolünden Eş’arilere göre ise Tekvin sıfatı müs- dır. Onlara göre Allah’ın “vech”inin baki olduğunu belir- takil bir sıfat olmayıp, Kudret sıfatı bağlamında değerlen- ten ayette yer alan (er-Rahman, 55/27) “vechi”in, “zat” dirilmektedir. Eş’ari alimleri bu tür manayı ifade eden sı- şeklinde yorumlanmasından dolayı, beka sıfatına delil fatları, ayrı bir kategoride ele alarak “Fiili Sıfatlar” grubu-

teşkil etmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nu oluşturmuşlardır.

(Cevap C) (Cevap C)

121 KPSS • ÖABT KELAM Test • 1

8. Akaid “akide” kelimesinin çoğuludur. Akid ise sözlükte dü- 11. İnanmak, din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi ğüm bağlamak, düğümlemek ve kesinlikle inanılan şey doğrulamak anlamında bir terim. Sözlükte “güven içinde anlamlarına gelir. Buna göre, “İslam akaidi” İslam dinide bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (emân) kö- kesinlikle inanılan hususlar manasına gelir ki bunlara künden türeyen iman “güven duygusu içinde tasdik et- “iman esasları” da denir. Buna göre iman esaslarını ihti- mek, inanmak” demektir. “Sağlamlaştırmak, kesin karar va eden ilme de “akaid ilmi” denir. Nitekim Seyyid Şerif vermek, tasdik etmek” manasındaki akd kökünden türe- Cürcani de “Akaid”i tanımlarken “İslam dinin ameli değil, yen i‘tikād da “iman” karşılığında kullanılır. Terim olarak itikadi hükümlerini ihtiva eden ve bunlardan bahseden bir iman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği ke-

ilim” olarak ifade etmiştir. Hangi devride ve hangi metod- KOZMİK ODA YAYINCILIK sinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek la olursa olsun iman esaslarından bahseden ilim akaid il- ve onlara inanmak” diye tanımlanır. Yine aynı şekilde midir. Bu tür kitaplara da akaid kitapları denir. Fakat hu- iman terim anlamı olarak şu anlamlara da gelmektedir: susi manada akaid iman esaslarından kısa olarak bah- İman, kalbin tasdikidir. İman, Allah’ı bilmektir ki, bu da, seden bir ilim olmuştur. Akaid ilmi, Allah’ın varlığından, sadece kalp ile olur. İman, sadece dil ile Allah’ı kabul et- sıfatlarından, fiillerinden bahseden bir ilimdir. Her ne ka- tiğini söylemektir/ikrardır. İman, bilinmesi gereken şeyle- dar nübüvvet ve ahiret ile ilgili konularda anlatılmakta ise ri, kalbin tasdik etmesi, dilin de bunu söylemesidir. İman, de bunlar, ilahi fiillere racidir. Zira bütün itikadi meselele- kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslâm’ın esası olan davranış- rin konusu Yüce Allah’tır. Akaid ilminin gayesi, taklitten ları yerine getirmektir. İman, insanın kendi derinliğine da- kurtulmak, tahkiki iman derecesine ulaşmaktır. larak Allah’a doğru yükselme, hayatın bütün zahmet ve çileleri arasında Yaratıcıya yol bulma sırrını ihsas ettiren (Cevap A) bir duygu yumağıdır. İman, insanı iş ve vazifeye bağla- mak suretiyle bunlardaki derin hikmetleri ve sebeplerini kavratır. İman insana ruhun en yüksek tekâmüle erişme duygusunu kazandırır.

(Cevap D) 9. Allahü Tealaya başka cisim ve varlıklara benzeten, Kur’an-ı Kerim’deki müteşabih ayetleri zahir manasına göre açıklayıp, Allahü tealanın el ve yüz gibi uzuvlarının 12. Yüce Allah, insanlara ideâl örnek olarak Allah Resûlü’nü olduğunu iddia ederek doğru yoldan ayrılarak fırka, Alla- göstermiş ve her yönüyle insanlığın ona uyması gerekti- hü Tealaya cihet ve mekân izafe ederler. Müstakil ve sis- ğini ifade etmiştir (Sizin için Allah Resûlü’nde en güzel DİKAB SORU BANKASI temli bir fırka olmaktan çık, ümimi olarak bu itikada sahip örneklik vardır, el-Ahzâb 33/21). Örneklik konusu, hiçbir olan kişi veya gruplara müşebbihe veya mücessime adı kayıt ve sınırlamaya tabi tutulmaksızın hayatın bütün yön- verilir. Allahu Tealayı başka varlıklara benzeten teşbih ve lerini içine almaktadır. Bir melek bu açıdan bir insana ör- tecsim fikrini ilk defa ortaya atan Abdullah ibni sebe ile, nek olamaz. Çünkü Kur’an’da sıklıkla belirtildiği gibi me- hicri birinci asrın sonunda ve ikinci asrın başlarında ya- lekler, insanlardan farklı bir varlık türüdür. şayan Hişam bin Salim el-Cevalikive Hişam bin el-Ha- (Cevap C) kem gibi kimselerdir. Bunların iddialarına göre; Mabud- ları cisimdir, sonu ve sınırı vardır. Uzunluk genişlik ve de- rinlik sahibidir. Bunlara karşı Allah’ın eli ehli sünnet alim- lerince Allah’ın gücü şeklinde yorumlanmıştır.

(Cevap E) 13. Peygamberimizin mucizelerini üç aşamada değerlendiri- riz.

A – Peygamberin doğrudan veya ruhunun yaratıldığı andan bi’set yani peygamberliğin verildiği ana kadar

B – Bi’setten vefatına kadar

C – Vefatından kıyamete kadar olan veya olacak olan mucizelerdir. Bu mucizelerden bazıları da akıl, düşünme ve akli mele- 10. İman, lügatte, tasdik etmek, güvenmek, boyun eğmek, kelerin muhakeme yapılarak faaliyete sokulmasıdır. Bu

anlamlarına gelmektedir KOZMİK ODA YAYINCILIK tür mucizelere bilgi mucizeleri denir.

(Cevap D) (Cevap A)

122 KELAM Test • 1

14. Kur’an’da adı ya da vazifesi belirtilen meleklerden en ön- 18. Kur’an-ı Kerim’de meleklerin özellikleri ve görevleri hak- de gelenleri literatürde “dört büyük melek” olarak da zik- kında çeşitli bilgiler verilmektedir. Buna göre, Allah tara- redilen; Cebrâil, Mikâil, Azrâil ve İsrâfil’dir. Bu meleklerin fından kendilerine verilen görevleri eksiksiz olarak yeri- başında gelen Cebrâil, vahiy meleğinin özel adıdır. Bu ne getirmekle yükümlü olan melekler, günah işlemekten melek, Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde Cibrîl ismiyle geçmek- uzak varlıklardır. Onlar sadece Allah’ın emriyle hareket te (örnek olarak el Bakara 2/97), ayrıca Rûh, Rûhu’l-emîn, ederler ve asla ona itaatsizlik etmezler. Melekler bu özel- Rûhu’l-kuds ve Resûl isimleri ile de işaret edilmektedir. likleriyle günah işleme yeteneğine sahip olan insanlar- dan ve cinlerden ayrılmışlardır. (Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap C)

15. Kur’an, şeytanın insanoğlunun apaçık bir düşmanı oldu- ğunu ve bu durumun kıyamete kadar devam edeceğini bildirmektedir. Şeytan bu sürede insanı Allah’ın yolundan çevirmek için çaba harcayacaktır. Bu amaçla o, insanla- ra fark edemeyecekleri bir yönden yaklaşmakta, dört bir taraftan kuşatarak ona kötülükleri güzel göstermektedir. Ayrıca şeytan boş kuruntular ve yalancı vaatlerde insanı kandırarak Allah’ın emirlerini çiğnetmeye çalışmakta, onu haram işlere teşvik etmekte, vesvese vermek, hile ve tu- zaklar kurmak suretiyle insanları birbirine düşürmektedir. 19. Kur’ân’da olduğu gibi hadislerde de İslam kelimesi geç- mekte ve “Allah’ın insanlığa gönderdiği son din” anlamı Kur’an onun vesvese ve tuzaklarından Allah’a sığınma- ön plana çıkarılmaktadır. Hadislerde, İslam’ın bir din ola- yı tavsiye etmektedir. rak insan fıtratına en uygun ve insanlığın devam eden Şeytanın ilmihal kitapları ile vaaz ve nasihate dair eser- doğruyu algılama sağduyusuna en elverişli bir din oldu- lerde karşı durulmaz bir güç olarak tasvir edilmesi ise ğuna dikkat çekilmektedir. Burada fıtrat kelimesiyle Al- doğru değildir. Bu türden bir anlayış insanları cebir ve lah’ın insanı yarattığında iç dünyasına yerleştirdiği yara- ümitsizliğe iteceği için yanlıştır. Hâlbuki Kur’an’da onun tıcısını tanıma kabiliyeti kastedilmektedir. tuzaklarının zayıf olduğu ve insanlar üzerinde bir yaptı- (Cevap E)

rım gücünün bulunmadığı bildirilmektedir DİKAB SORU BANKASI

(Cevap B)

16. Allah nübüvvetle görevlendirdiği peygamberlerin doğru- luklarını kanıtlamak amacıyla tabiat kanunlarını aşan ba- zı olaylarla onları desteklemiştir. İslam itikadında bu tür harikulâde hâl veya olaylara mucize denir. Mucizeler hiç- bir zaman insanların güç yetirebileceği olaylar değildir. 20. Dünyadayken de Allah insanların fiilleriyle ilgilenir, bu se- Akâid âlimleri mucizeleri idrak edilmeleri açısından ge- beple de onların eylemlerine ilişkin irade ve güçlerini iman nelde üçe ayırırlar: hissi, akli ve haberi mucizeler. Muci- ve itaat veya inkâr ve isyan doğrultusunda kullanmaları- zeler sadece hissi değildir. na bağlı olarak müminlerle kâfirler hakkında farklı fiiller (Cevap B) gerçekleştirir. Nitekim Allah iman edip buyruklarına uyan- ları hidayete sevk eder, onların iman ve hidayetlerini ar- tırır, kalplerine imanı yazıp onlara takvasını verir, onlara 17. A – “Semada bulunan meleklerden durmaksızın Allah’ı imanı sevdirip inkâr ve günahı çirkin gösterir, karanlıktan zikreden, onu tesbih eden, ona rukü ve secde edenler çıkarıp aydınlığa ulaştırır ve artık onları kimse saptıra- vardır.” Araf suresi maz. Buna karşılık inkâr edip buyruklarına isyan edenle- B, D, E şıkları melekler için mümkünken C şıkkı melek- rin kalplerini katılaştırıp daraltır, gerçeği anlamalarını en- ler için mümkün değildir. Zira peygamberler dahi insan- geller, kalplerini mühürleyip kapatır, gerçeği görmekten ları dinlerine girme konusunda baskı ve zulme tabii tut- mahrum kalmaları için gözlerine perde çeker, doğru ola-

ma şansları olmayan bir görev anlayışı ile çalışırlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK nı duymalarına mani olmak için kulaklarına ağırlık verir.

(Cevap C) (Cevap B)

123 KPSS • ÖABT KELAM Test • 2

1. Ölümden sonra diriliş inancıyla ilgili, dirilişin cismani olup 5. İslam’ın inanç esasları insanın gayb dünyasına hitap et- olmaması konusunda düşünce tarihinde pek çok tartış- tiği için ilk insan ve ilk peygamberden bu yana var olan ma yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislere göre di- esaslardır. İnsanın fiziki ihtiyaçları temelde değişmediği riliş bedenlerin ruhlarla birleşmesi şeklinde olacaktır. gibi inançla olan ilişkisindeki gereksinimi de değişmemek- tedir. Bu anlam itibarıyla inanç esaslarında zaman için- (Cevap C) de hiçbir değişiklik olmamıştır. Bu husus çeşitli ayetlerde vurgulanmıştır. Bunlardan biri “Dinî ayakta tutun ve on- da ayrılığa düşmeyin diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana

KOZMİK ODA YAYINCILIK vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye etti- 2. İslam dinînin insanlığa sunduğu ulûhiyyet anlayışında ğimizi Allah size de din kıldı.” (eş-Şûrâ 42/13) âyetidir. “tevhid” düşüncesi büyük bir önem taşır. İslam’ın Allah kavramı etrafında örgülediği sistemin merkezinde bu dü- (Cevap C) şünce bulunur. Allah’ın birliğini ifade eden tevhid, inan- cın yapısına rengini veren en temel ilkedir. Bu nedenle 6. Alahu Teâlâ gayb konusunda “Deki, göklerde ve yeryü- İslam dinîne “Tevhid Dinî” denildiği de bilinmektedir. Bu zünde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez ve ne zaman inancın gereği olarak Allah, hem düşünce hem de dav- beas (diriltecek) edileceklerinin bilinende olamazlar. Neml ranış boyutunda tevhide zarar verebilecek her türlü fiil- 65 den uzak tutulur. Evrende olup biten her şeyi bir olan Al- (Cevap D) lah’a dayandırmak insanı diğer tanrılara bağlılıktan kur- taracağı gibi onun gerçek anlamda özgürleşmesini sağ- lar. Bu gerçek “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden 7. A – Peygamber olduğunu söyleyen kimsenin elinde doğ- yardım dileriz.” cümlesiyle Fatiha suresinde (1/4) belirtil- ruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan fev- mekte ve tüm Müslümanlar tarafından günde yaklaşık kalade olaylardır. kırk defa tekrar edilmektedir. B – Hassasiyet, şahsiyet anlamındadır. (Cevap D) E – Fıtrat, insanın doğuştan sahip olduğu bütün özellik- lerini ifade eden bir terimdir. Fıtrat, varlıklarının yapısını araştıran geliştiren ve değiş- tiren kanunlar bütünüdür. İnsanların, hayvanların, bitkile- rin ve her şeyin yapısı ve işleyişi fıtrata göredir.

3. Kuranda kendilerine suhuf verilen peygamberler ve say- DİKAB SORU BANKASI faları şu şekildedir; Adem 10, Şit 50, İdris 30, İbrahim 10 Din, fıtrattır “sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın dini- sayfadır. ne çevir.” (Rum 30)

(Cevap C) (Cevap E)

8. Haberi sıfatlar; Allah’ın eli, yüzü, gözü, gelmesi, inmesi ve yakın olması gibi ayet ve hadislerde geçen sıfatlardır. Kur’an’da Allah’ın eli, yüzü, gözü, arşı, istivası, gelmesi, 4. Allah’ın sıfatları toplamında 14 tanedir. Bu sıfatlar kimi insanlara yakınlığı ve onlarla beraber olmasından söz alimlere göre çok daha fazladır. Ama genel kanaat 14 ta- edilmektir. ne üzerinde yoğunlaşır. “De ki lütuf Allah’ın enlidedir. Onu dilediğine verir” (Al-i Zati Sıfatlar Subuti Sıfatlar Amran, 3/73), Vücud Hayat Kıdem İlim “Allah’ın eli onlarının elinin üstündedir” (Fetih, 48/10), Beka Semi “Doğu ve batı (bütün yeryüzü) Allah’ındır. Nereye döner- Vahdaniyet Basar seniz Allah’ın yüzü işte ordadır” (Bakara, 2/115), Muhalefetünlil havadis İrade “Ey Nuh! Gözümüzün önünde ve vahyimize göre gemiyi Kıyam bi nefsihi Kudret yap” (Hud, 11/37), Kelam Tekvin “Ey Msua sevilesin ve gözümün önünde yetiştirilesin di- ye tarafından bir sevgi bırakmıştım” (Taha, 20/39), Vahdaniyet Allah’ın bir olması Allah’ın zatında, sıfatların- da ve işlerinde ortağı ve benzeri olmamasıdır. Zati sıfat- “Rabbin ve melekler saf saf geldi” (Fecr, 89/2),

larındandır. KOZMİK ODA YAYINCILIK “Rahman arşa istiva etmiştir” (Taha, 20/5).

(Cevap D) (Cevap A)

124 KELAM Test • 2

9. Hak Din, Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği 12. Genel anlamda gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında dine denir. Bu din, tevhit esasına dayanan İslam dinidir. bilgi edinilemeyen varlık alanı şeklinde tanımlanabilir. İlk peygamberden itibaren bütün peygamberlegin tebliğ Gayb, sadece Allah’ın bilgisi dâhilinde olan ve o bildirme- ettiği hak dinin adı İslam (Al-i İmran, 3/19; Bakara, 2/132; diği sürece herkese kapalı bulunan nesne ve olaylar an- Yusuf, 12/40), bu dini kabul edenlerin adı da müslüman- lamında mutlak gayb ve yaratıkların yalnızca bir kısmı- dır (Hac, 22/78). Muamelet ile ilgili bazı kurallar Peygam- nın vâkıf olabildiği şeyler anlamında da göreceli (izafî) berden peygambere değişmiş ise de Hak Dinin temel il- gayb olmak üzere ikiye ayrılmakta ve Allah’ın sadece pey- kelerinde bir değişme olmamıştır. Hz. Muhammed’in gö- gamberlere vahiy yoluyla açıkladığı kısım mutlak gayb

nedilmesiyle son şeklini almıştır: “Bugün size dininizi ke- KOZMİK ODA YAYINCILIK kabul edilmektedir. Mesela meleklerin bilip de insanların male erdirdirm, size nimetimi tamaladım ve din olarak İs- bilmediği veya insanlardan bazısının bilip bir kısmının bi- lam’dan rası oldum…” (Maide, 5/3) ayeti bu gerçeği ifa- lemediği konular izafî gayb türün girmektedir. Buna göre de etmektedir. Kur’an’da İslam, “Dinü’l Hak” kavramı ile ahirete dair bilgimiz gaybi bilgi türündendir. de ifade edilmiştir. Hak dinin üç ana unsuru vardır; ilahi- (Cevap C) dir, akıl sahiplerine hitap eder ve ihtiyaridir. Din ilahi ol- mayınca hak din olmaz. Aklı olmayanın dini mükellefiye- ti yoktur. İhtiyari olmayınca yani isteyerek kabul edilme- 13. İslam’ın inanç esasları insanın gayb dünyasına hitap et- yince dinin tesiri olmaz, böyle bir kimsede “diyanet/din- tiği için ilk insan ve ilk peygamberden bu yana var olan darlık” bulunmaz. Hak dinin vasıfları şu ayette sayılmış- esaslardır. İnsanın fiziki ihtiyaçları temelde değişmediği tır: “De ki: ‘Rabbim, beni dosdoğru yola, dosdoğru dine, gibi inançla olan ilişkisindeki gereksinimi de değişmemek- Allah’ı belirleyen İbrahim’in dinine iletti…’.” (En’am, 6/161). tedir. Bu anlam itibarıyla inanç esaslarında zaman için- İslam, emir ve yasaklarında hüküm kurallarında eğrilik ve de hiçbir değişiklik olmamıştır. Bu husus çeşitli ayetlerde yanlışlık bulunmadığı, dosdoğru olduğu için “Hak Din” ve vurgulanmıştır. Bunlardan biri “Dinî ayakta tutun ve on- “Sırat-ı Müstakim” adını almıştır. Dinin hak din olması için da ayrılığa düşmeyin diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana bütün kurallarının ilahi olması gerekir: Cibril hadisi diye vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye etti- meşhur olan hadiste hak din; iman, İslam ve ihsan kav- ğimizi Allah size de din kıldı.” (eş-Şûrâ 42/13) âyetidir. ramlarıyla nitelenmiştir. Hadisin sonunda Peygamberimiz (Cevap B) Hz. Muhammed’in “işte bu Cibril idi. insanlara dinlerini öğretmek için gelmiştir” beyanı bunu ifade etmektedir.

(Cevap D) 14. A – Tabiat olaylarının (yağmur, kar, fırtına, sel gibi) dü- DİKAB SORU BANKASI zenlenmesinde sorumlu meleğimizdir. 10. Tahrif: İslam literatüründe önceki kutsal kitapların metni- nin veya anlamının bozulması karşılığında kullanılan bir B – Allah’ın emri ve izni ile canlıların canını almakla so- terimdir. Bu kitaplara ya da metinlere muharref de denir. rumlu melektir. Tafdil: İnsan, melek, peygamberler, sahabe ve diğer in- C – Kıyametin kopması, insanların yeniden dirilmesi ve sanlar arasında üstünlük açısından tercih yapmayı ifade hesaba çekilecek zamanı haber veren melektir. eder. D – Alla ile peygamberler arasındaki iletişimi sağlayan Tadil: Ravinin (hadis rivaye eden) güvenilir olduğunun bil- melektir. dirilmesi anlamında bir hadis terimidir. E – Ölümden sonra kabirde sorgu yapan meleklerdir. Tariz: Ortalıkta söylenen bir sözün başka birine dokun- durulmasıdır. Kinaye de denebilir. (Cevap A) (Cevap E)

11. Kur’an’da mucizeyle ilgili olarak üzerinde durulması ge- reken en önemli nokta, mucizenin tamamen Allah’ın ira- 15. İslam inanç sistemi, birden fazla ilah anlayışına yer ve- desine bağlı olarak cereyan etmesidir (er-Ra’d 13/38). ren sistemlerle, tamamen inkâr eden sistemler arasında Mucize göstermek peygamberlerin istediği anda kullana- orta bir yol tutarak yaratıcının bir tek olduğunu kabul et- bildikleri bir kabiliyet değildir, onlar her konuda olduğu gi- miş ve mutedil bir yol tutmuştur. Şu nokta özellikle vur- bi bu hususta da Allah’ın iradesine teslim olmak duru- gulanmalıdır ki, İslam, orta bir yoldur, mutedildir ama uz- mundadırlar. Nitekim Kur’an’da inkârcıların mûcize talep- laşmacı ve eklektik değildir. Diğer sistemlerle birlikte ol- lerinin, bunun ilâhî kudret çerçevesinde olduğu zikredile- mayı kendi esaslarından taviz vererek gerçekleştirmez. rek geri çevrildiği görülmektedir (el-En’âm 6/109: el- An- Onun bütün din ve inanç sahiplerine yakınlığı ve uzaklı-

kebût 29/50-51). KOZMİK ODA YAYINCILIK ğı aynıdır. (Cevap A) (Cevap E)

125 KPSS • ÖABT KELAM Test • 2

16. Kur’an’da peygamberlerin tevhid konusundaki titizlikleri- 19. Bütün bu anlamları göz önüne alarak genel bir din tarifi ni zaten belirtmeye gerek olmamakla birlikte tebliğde ko- yapmak gerekirse din: İnsanın düşünce ve inanca daya- runmuşluklarının belirgin bir şekilde vurgulandığı, fiil ve lı değerlendirmelerini içeren zihinsel fonksiyonlar, her tür- davranışlarında ise hataya düştüklerinde o şekilde terk lü tavır ve davranışlar, insanın diğer insanlar ve varlıklar- edilmeyip Allah tarafından uyarıldıkları ve doğru yola ile- la olan ilişkilerini düzenlerken dikkat etmesi gereken ilke- tildikleri görülmektedir. Peygamberlerin uyarıldığını gös- ler, sosyal davranışlarını belirleyen prensiplerdir. Bu tarif teren âyetlerin çoğu da onların bazı içtihadî hatalara düş- genel bir din tarifini içermekte ve kelime kökünün çağrış- tüklerini ve daha sonra Allah tarafından daha iyiye doğ- tırdığı anlamları içine almaktadır.

ru yöneltildiklerini ortaya koymaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK Dinîn bu genel anlamından başka bir de İslam açısın- (Cevap C) dan yapılan tarifi vardır. İslam âlimlerinin de din tarifleri vardır. Bu tariflerin geçmiş âlimler tarafından yapılanla- 17. İslam dininin inanç esaslarında; Zorlama yoktur. “Dinde rında, dinîn insanları özü itibarıyla hayır olana yönelten zorlama yoktur” ayetiyle inanıp inanmama konusunda in- bir kanun oluşuna ve Allah tarafından gönderilişine dik- sanlar serbest bırakılmışlardır. İslam’ın inanç esasları ke- kat çekilmiştir. Son devir İslam âlimlerinin yaptığı tarifler- sindir. Muğlâk bir durum kâmil ve tam bir iman için yeter- de de dinîn, kişinin kendi çabalarıyla ulaşamadığı, sade- li değildir. Açık ve sadedir. Allah’a peygamberine ve iman ce vahiy kanalıyla elde edebileceği gerçekler bütünü ve- esaslarına inanmak gerekir. İslama göre inanılması ge- ya insanı gerçeğe bağlayan şey olduğu üzerinde durul- reken her bir rük’ün için inanılması gerekli bir farziyyet muştur. vardır. İçinden bir tanesine inanmamak tam bir iman için önemli bir engeldir. (Cevap E) D – İnanılacak şeyler mübhem, muğlâk ve loş değildir. Açık, net, kesin ve bellidir.

(Cevap D)

18. Vahiy, genel anlamda Allah’ın kendi iradesini seçmiş ol- duğu peygamberlere çeşitli yollarla bildirmesidir. Metafi- zik âlemden fizik dünyaya bilgi akışını sağlayan bu ma- nevî iletişimin mahiyeti, zamanı ve şekli tamamen Allah’ın iradesiyle belirlenmiştir.

Şûrâ sûresinin “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla ve- DİKAB SORU BANKASI ya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip iz- niyle ona dilediğini bildirir.” (eşŞûrâ 42/51) meâlindeki âyetinde Allah-peygamber diyaloğunun farklı şekilde ce- reyan ettiği ifade edilmiştir. Bunlardan ilki vahiy olup her- hangi bir vasıta olmadan ilham, mananın kalbe aktarıl- 20. İslam’ın diğer dinlerden farkları: ması veya rüya yoluyla gerçekleşir. • En son gönderilen dindir. Hz. Musa’nın annesine (Tâhâ 20/37-38), ayrıca İsmail’i kurban etmesi için İbrâhim’e (es-Sâffât 37/102) gönderi- • Evrensel ilkeleri vardır ve bozulmamış, tahrif olunma- len vahyin rüya ile gerçekleştiği yönünde rivayetler bu- mıştır. lunmaktadır. İlâhî hitabın âyette ifade edilen ikinci şekli Günümüze kadar ulaşmış veya ulaşmamış tüm dinleri ilâhî kelâmın bir şekilde yaratılması suretiyle meydana neshetmiş ve kapsamıştır. gelir. Allah’ın perde arkasından konuşmasının anlamı, İslam’dan sonra yeni bir din gelmeyecektir. görülemeyeceği şekilde konuşması demektir. Hz. Mu- sa’ya Tur Dağı’nda gerçekleşen vahiy bu türdendir (Mer- A. Allah inancı diğer dinlerde de değişik anlayışlarla mev- yem 19/52). cuttur. Allah’ın peygamberlere hitabının üçüncü şeklinde vahye B. Ahiret inancı İslam’la aynı olmasa da birçok dinde Cebrail isimli melek aracılık etmektedir (elçi vasıtasıyla vardır. vahiy). Cebrail ya bir insan suretinde ya da aslî şekliyle C. Tek tanrı inancı İslam’ın dışında Yahudilikte de mev- ilâhî mesajı ulaştırır. Vahyin gelişi çoğunlukla bu şekilde cuttur. gerçekleşmiş, bu tür vahyin ifade ettiği zorunlu bilginin

daha yüksek olduğu kabul edilmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK D. İlahi dinlerin tamamında peygamber vardır.

(Cevap B) (Cevap B)

126 KELAM Test • 3

1. İnanç Türkçede “Bir düşünceye gönülden bağlanmak, Al- 5. Bey’at; bağlılık, itimat bildirmek anlamlarına gelir. Hz. Pey- lah’a veya bir dine inanma, birine duyulan güven duygu- gamber, kendini tasdik edenlerden sadakat yemini almış- su, bir kimse ya da şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve tır. Ancak bu aslında, Hz. Peygamber’in şahsına değil, gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimsemek” anlamına onun aracılığıyla Allah’adır. Kur’an-ı Kerim’de, “Gerçek- gelir. Arapça karşılığı iman ve itikattır. te sana bey’at edenler, Allah’a bey’at etmiş olurlar” buy- rulmaktadır. İslam tarihinde develt başkanın tayin veya (Cevap C) tespit yollarından bey’at usulü olup, bir bakıma günümüz- deki seçim sistemini karşılamaktadır. Tarihi uygulaması

KOZMİK ODA YAYINCILIK bakımından bey’at, seçme ehliyetine sahip kişilerin, se- çilme ehliyetini haiz bir kimseyi seçip ona sadakatlerini bildirmeleri şeklinde yapılır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber 2. Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş kitaplar İs- bir halife tayin etmeden vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in lam kaynaklarında şöyle geçmektedir: Tevrat, Zebur, İn- vefatından sonra Ashap, Beni Saide denilen yerde top- cil, Kur’an. Vedalar ise Hinduizm’in kutsal kitaplarından- lanarak devlet başkanlığı konusunda görüşmüşler ve Hz. dır. Ömer’in teklifi ile Hz. Ebu Bekir’e bey’at etmişlerdir.

(Cevap B) (Cevap B)

3. Vahiy, Allah’ın peygamberleri ile doğrudan veya dolaylı olarak konuşmasıdır. Vahyin peygamberlere ulaşma şekli şu durumlarla ger- 6. A – Canlıların bu dünya ile ilişkilerinin kesilmesi ve can- çekleşir. lılarının kabzedilmesiyle Azrail, Allah ile peygamberler • Allah’ın peygamberleri ile doğrudan, aracısız konuş- arasındaki iletişimi sağlamak için ise Cebrail meleği gö- ması revlidir. • Vahyin perde arkasından gelmesi”Hz. Musa” örneği B – Kur’anda adları geçen (Bakara102) ve insanlara si- hir yapmayı öğreten iki melektir. • Melek vasıtasıyla konuşma C – İnsanları cehenneme sevk eden ve cehennemi ida- • Kalbe gelen doğrudan vahiyler re eden, yöneten meleklere verilen addır. (ham zebani • Sadık rüyalar, en eski vahiy şeklidir. DİKAB SORU BANKASI hem de malik)

• Çan sesi/çıngırak sesi D – Cennetin muhafızı olan melek olduğu kabul edilir. Malik ise cehennemin idarecisi olan melektir. • Cebrail (as) sahabeden “DiHYE”nin suretinde gelme- si (Cevap E)

• Cebrail’in asli suretiyle gelmesi bu şekilde sadece iki defa gelmiştir.

(Cevap A)

4. Akaid: İslam dininde inanılması gereken esasların bütü- 7. Din kelimesi D-Y-N kökünden türeyen bir isimdir. nü ve bunları konu edinen ilmin adıdır. • Ceza, hüküm, mükâfaat, adet, durum, itaat, isyan, Akaid, akide kelimesinin çoğuludur. Kelime olarak, dü- hesap, yol anlamlarına gelir. ğüm bağlamak, gönülden bağlamak, inanılacak şey an- • Ahiret kavramı din kavramı ile kök itibariyle alakasız lamlarına gelir. kavramlardır. İslam akaidine iman esasları da denir. • Ahiret kelimesinin kelime anlamı son ve sonra olan- İslam’ın ibadet ve ameli olmayan itikadi hükümlerini ihti- dır. va eden bir ilimdir. (Cürcani) Terim olarak ahiret ise ölümden sonra insanların tekrar Akaid ilminin gayesi, inanç konusunu taklitten kurtararak, dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir haya-

hakiki imana yani gerçek imana ulaştırmaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK tın adıdır.

(Cevap D) (Cevap B)

127 KPSS • ÖABT KELAM Test • 3

8. A. Dinin emir ve yasaklarına uyma, haram ve günahlar- 12. İslâm, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilirken, bizzat dan kaçınma hususunda gösterilen titizlik anlamında bir kendisi tarafından uygulanmış ve bu uygulamaya büyük kavramdır. bir insan kitlesi iştirak ederek şahit olmuş; daha sonra bu E. Beka, Allah’ın Zati sıfatlarındandır. Sonsuzluğu ifade şehadet benzer bir şekilde nesilden nesle, hiçbir kesinti- eder. ye uğramadan ve yaşanan hayat içinde ve hayat olarak, nakledilmiştir. Hz. Peygamber’in tebliği ve bu tebliğe itti- B. İsbat-ı vacib, Allah’ın varlığını delillendirme konusu, ba, nazari ciheti olmakla birlikte ameli yani bilfiil bir sü- başta kelam ilminin olmak üzere felsefenin ve filozofların reçtir. Müslüman olmak hem Allah’a ve Resûlü’ne inan- en önce gelen konularımızdandır. KOZMİK ODA YAYINCILIK mak, hem de sâlih olmak/ahlaklı olmak anlamına gelmiş Felsefede El-kindi, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd gibi dü- ve bu şekilde de sürdürülmüştür. İslâm, başından itiba- şünürler. Allah’ın varlığını delillerle ispat yoluna gitmişler- ren ilim, iman ve salih ameldir. İslam akidesine iman, amel dir. Bu ispatları yaparken öncelikle Kur’an’dan kaynak ve ahlak birbirinin tamamlayıcısıdır. Kısaca İslâm, doğ- alıp, akli delilleme sonrasında başvurmuşlar. rudan ahlaki olarak nitelenemeyecek akidevi unsurların- (Cevap B) da bile, insanın ahlaki ciheti ile doğrudan ilgilidir.

(Cevap D) 9. Muharref: tahrif edilmiş, değiştirilmiş, karıştırılmış anlam- larında kullanılır. Allah tarafından gönderilen ve peygamberlerin tebliğ et- tiği ancak sonradan insanların değişik sebeplerle bozdu- 13. Allah Teâlâ’nın yaratılmış varlıklara herhangi bir şekilde ğu, değiştirdiği ilahi mesajlara muharref din ya da dini benzemediğini, O’nun noksanlıklardan münezzeh oldu- kaynaklar denir. ğunu bildiren tenzihi (selbi) sıfatlar, adeta insanlara Al- A. İlahi dinlerdir, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’dır. lah’ın ne olmadığını anlatmaktadır. Tenzihi sıfatlar akaid literatüründe selef, kelam, felsefe ve tasavvuf yöntemle- B. Beşeri dinlerdir. rini benimseyenlerin tamamı tarafından ele alınmıştır. C. Son din İslam’dır. Bunlardan kelamcılar, “O gökleri ve yeri yaratan, size ken- D. Bu dinler A şıkkında verilen dinlerdir. dilerinizden eşler eşler ve hayvanlardan da çiftler yarat- mıştır. Sizi bu suretle üretip duruyor. O’nun benzeri gibi (Cevap E) bir şey yoktur. O, öyle işiten öyle görendir.” Mealindeki Şura Suresinin 11. Ayetinin ışığında ve konuyla ilgili nas- 10. Namaz, İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde de emredilmiştir. DİKAB SORU BANKASI lardan faydalanarak bu sıfat grubuyla ilgili bazı terimler Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde önceki peygamberler- tesbit etmiş, bunlarla belli bir liste oluşturmuşlardır. Bun- den söz edilirken, onlara da namazın emredildiği belirti- lar genellikle vücud, kıdem, beka, muhalefetün li’l-hava- lir ve bazı peygamberlerin namazın öneminden bahse- dis, kıyam binefsihi ve vahdaniyet şeklinde olmak üzere den ifadelerine atıfta bulunulur. Hz. İbrahim’in bu husus- altı sıfat olarak belirlenmiştir. la ilgili olarak Kur’ân’da yer alan duası şöyledir: “Rabbim! (Cevap D) Beni ve soyumdan gelecekleri namazını kılanlardan ey- le. Rabbimiz! Duamı kabul buyur” (İbrahim 14/40).

(Cevap C)

14. A: Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde doğ- ruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hari- 11. İslam dininin temel ilkesi özü ve insanların kalplerinde ve kulade olaylardır. yaşamlarında oluşturmayı hedeflediği nihai gayesi tev- hittir. Dine yeni giren bir kişi ilk önce Kelime-i Tevhid ile B: Zebur, Hz. Davud’a indirilen kitaptır. Kelime olarak ya- işe başlar. Kelime-i Tevhid ise “şüphe yok ki Allah’tan baş- zılmış manasına gelen kitap anlamına gelir. Bunun ya- ka ilah yoktur. Tapılacak tek bir ilah vardır o da Allah’tır” nında hikmeti kitap menetmek anlamlarına da gelir. gerçeğinin dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. B, C, D, E ise tev- E: İncil, İsa’ya gönderilen Tevrat’ı tasdikleyen ve Kur’an hidi kesini kabul eden bireyin inanması gereken önemli tarafından doğrulanan kitaptır. “Yol gösterici, aydınlatıcı” inanç esaslarıdır. Tevhid inancı olan bir bireyin bunlardan (Maide 46, 48) anlamaına gelir Hz. İsa onu, “Tanrı’nın herhangi birisine inanmaması yine tevhid ilkesine zarar krallıpının müjdesini duyurma” (Matta I, 1, 14) olarak ta-

verir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nımlar.

(Cevap A) (Cevap B)

128 KELAM Test • 3

15. A – anlayışı 18. Tevfik, Allah’ın hayırlı işlerde kişiyi başarılı kılması anla- mında bir kelam terimidir. B – Eş’ari anlayışı Deyn, Kişinin zimmetinde sabit olan borç anlamında fı- C – Harici ve mutezile anlayışı kıh terimi. E – Keramiyye anlayışı Nihal, Batıl dinler anlamındadır. İman ve amel konusunda itikadi mezhepler genel anlam- Milel, vahye dayanan dinler. da şıklarda verildiği gibi düşünürler. (Cevap E)

(Cevap C) KOZMİK ODA YAYINCILIK

16. A: vakti geldiğinde canlıların ömrüne son vermekle yü- 19. Fiili sıfatlarda Allah’ın kainatla münasebetini, evreni ya- kümlüdür. ratıp ve idare edişini ayrıntılı bir biçimde anlatan kavram- lardır. Genelde Ehl-i sünnet bilginlerince yapılan bu sınıf- C: kıyametin habercisi ve sura üflemekle sorumludur. landıra, ana plan itibarıyla Selef, Mu’tezile ve Şia kelam- D: hava olayları (yağmur, kar, fırtına güneş vb) ile so- cıları tarafından kabul görmüştür. İslam filozoflarına ge- rumludur. lince, Allah’ın birliğine ve tenzihi sıfatlara büyük önem ve- ren filozoflar, sübuti sıfatları da bir anlamda tenzihi gru- E: Münker ve nekir, İslam inancına göre insanlar kabre buna dahil etmişlerdir. Fiili sıfatlar Selefiyye ve Matüridiy- vardığında sorguya çekilirler. İşte bu sorgulamayı ya- ye dışındaki bilginlere göre itibari sıfatlardır. pan meleklere denir.

DİKAB SORU BANKASI (Cevap B) Allah’tan aldığı vahiyleri peygamberlere iletmekle gö- revli meleğe ise Cebrail meleği denir.

(Cevap B)

20. Tabiatta fevkalade hassa ve ince bir nizamın hakim oldu- ğu, bunun kendiliğinden veya şuursuz maddenin vasıfla- rına sahip tabiatüstü bir varlığın yaratması ve devam et- tirmesiyle mümkün olabileceği esasına dayanan bu de- lil, ilk çağdan itibaren günümüze kadar bütün düşünürle- rin dikkatini çekmiştir. Kur’an’ın da özüne uygun olan ga- 17. İslam’a göre insanlar Azrail tarafından kabzolunur ve ru- ye ve nizam delili, erken dönemlerden başlamak üzere hun bedenden ayrılmasıyla münker ve nekir melekleri ta- İslam mütefekkirlerinin pek çoğu tarafından işlenmiştir. rafından sorgulandıktan sonra ruh kıyamete kadar bek- İnayet, hikmet ve itkan olarak da adlandırılan, İslam filo- ler. Temel İslam inanışına göre amellerin iyi ve kötü olu- zofları ile kelamcıların müştereken kullandıkları bu delil, şuna göre bu bekleyiş sürer. “alemin birbirine uygun bir sebep ve gayeler sistemi ar- Berzah kelimesi kurbanda önlerinde ise dirilip kaldırıla- zetmesi” ve “bu sebep ve gayeler manzumesinin, alim ve cakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Mü’minun akıl bir yaratıcı tarafından yaratılması” şeklinde iki öner-

100. Ayet) KOZMİK ODA YAYINCILIK meden oluşmaktadır.

(Cevap D) (Cevap C)

129 KPSS • ÖABT KELAM Test • 4

1. Yüce Allah’ın varlığı zorunlu ve vacip olan sıfatları zati ve 4. Kader, Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk subuti olarak ikiye ayrılır. doğuran beşeri fiilleri ezelde planlayıp zamanı gelince Zati: Sadece Allah’ın zatına ait olan yaratılmışlara veril- yaratması durumuna denir. meyen sıfatlardır. Sorunun birinci kısmıyla ele aldığımızda insanın iradesi- Vücud, kıdem, beka, muhalefetün li’l havadis, vahdani- nin ve özgürlüğünün olmaması, olayların akışında hiçbir yet, kıyam bi nefsihi rol üstlenememesi sorumluluk noktasında hiçbir mükel- lefiyet getirmez. Oysa ehlisünnet inancında insanın so- Subuti: Varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlar- rumlu bir varlık olduğunu vurgular. dır. KOZMİK ODA YAYINCILIK Hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, tekvin. (Cevap C) Not: Zati sıfatlara “selbi” sıfatlar da denir.

(Cevap B)

5. El-Akaidü’l-Adudiyye Eş’arî kelâmcılarından Adudüddin el-Îcî’nin (ö. 756/1355) akaide dair risalesidir. İtikadî mez- heplerin tam olarak teşekkül ettiği hicrî V. asırdan itiba- ren Ehl-i sünnet âlimleri, halkı ehl-i bid’atın yanlış inanç- larından korumak ve Sünnî akîdeyi kolayca öğrenmele- 2. Hz. Adem’den, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar rini sağlamak için, akaid problemlerini Sünnî çerçevede gelen tüm peygamberlerde ortak bazı sıfatlar mevcuttur. ele alan küçük akîde risâleleri yazmayı bir gelenek hâli- ne getirmişlerdir. Bu risâlelerden biri de Îcî’nin el-Akai- • “Sıdk” doğru olmak demektir. dü’l-Adudiyye’sidir. • “Emanet” güvenilir olmak demektir. (Cevap C) • “İsmet” günah işlememek, günahtan korunmuş ol- mak demektir.

• “Fetanet” peygamberlerin akıllı, zeki ve uyanık olma- larıdır. 6. I. İlim, Yüce Allah’ın ezelde ve ebedde olmuş ve ola-

DİKAB SORU BANKASI cakların tüm bilgisine sahip olmasını ifade eder. • “Tebliğ” peygamberlerin Allah’tan aldıkları buyrukla- rı ve yasakları ümmetlerine eksiksiz iletmeleri anlamı- II. İrade, Yüce Allah’ın dilediğinde her şeye güç yetir- na gelir. mesi ve her şeyi kontrol edebilmesidir.

(Cevap D) III. Allah’ın güç sahibi olması, en güçlü olması. IV. Her şeyi yaratması, istediği her şeyi yönetebilmesi- dir.

Dolayısıyla kader ve kaza hikmetinde bu sıfatların ta- 3. A: Başkalarının sahip olduğu imkanları kıskanma anla- mamı önemli güç ve güç yetirebilme mekanizması- mında bir terimdir. dır.

B: Dinin emir ve yasaklarına aykırı davranma anlamın- (Cevap E) da fıkhi ve hadis terimidir.

C: İrtidat ya da ridde, İslam dinini bırakarak başka bir dini kabul etmek veya İslam’ı terk etmek anlamına gelir.

D: Bir küfür çeşidi olan nifak, dışarıdan mümin görün- 7. İsrafil, kıyametin kopmasını başlatan, sonra da ölülerin mekle beraber kalben İslam’ı, peygamberi ve insanın dirilmesini bildiren Sur’u iki defa üflemesi nedeniyle Sur diğer esaslarını benimsememek anlamına gelir. meleği diye de bilinmektedir. Kur’an-ı Kerim’de İsrafil adı E: Dünyevi çıkarlar için dindar gibi görünmek veya iba- geçmemektedir. Bununla birlikte birçok ayette Sur’a üf-

det etmek anlamına gelir. KOZMİK ODA YAYINCILIK leneceği meçhul sığasıyla haber verilmektedir.

(Cevap C) (Cevap D)

130 KELAM Test • 4

8. İslam filozofları ve kelamcılar varlığı iki kategoride ince- 11. A – Yahudilikte iman esasları vardır. Bunlara İbranicede lemişlerdir. Buna göre, varlığı kendinden diğer bir tabirle “Emunot” denir. Yahudiliğin Amentüsü 13 Emunot’tan olu- zorunlu varlık ile varlığı bir başkasına muhtaç olan ya da şur. mümkün varlık şeklinde bir sınıflandırma yapılmıştır. Bu C – Taoizm’de dünyanın kuruluşundan sorumlu olduğu- delil öncelikle Kindi, Farabi ve İbn Sina tarafından kulla- na ima eden, monoteist bir inanç silsilesi vardır. nılmıştır. Alemin mümkün varlık statüsünde olduğu bu ne- D – Din veya felsefe olarak tanımlanan Budizmin hede- denle de var olmak için bir başkasına muhtaç olduğu te- fi, hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açık- zini işleyen imkan delili, daha çok felsefi bir karakter ta- lar ve bunları gidermenin yollarını gösterir. Meditasyon, şımaktadır. Kelam bilginleri de daha sonraları bu delile KOZMİK ODA YAYINCILIK reankarnasyon ve karma hayatı anlamlandıran önemli iş- sahip çıkmışlardır. lemleridir. (Cevap B) E – Hristiyanlarda iman “umut edilenlere güvenmek, gö- rünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.” (İbraniler 13-1)

(Cevap B)

12. Allah’ın sıfatları; Zati Subuti 9. İslâm bilginlerinin din tarifleri hak din için düşünülmüş ta- Vücud Hayat riflerdir. Bu tariflerde ortak noktalardan biri dinin ilâhî kay- Kıdem İlim naklı olduğunun vurgulanmasıdır. Buna göre gerçek din Beka Semi beşer kaynaklı olamaz. Yine bu tariflerde dinin akıl ve ira- Vahdaniyet Basar Muhalefetünlil havadis İrade de ile ilişkisi gösterilmiştir; bu da dinin bir akıl ve tercih Kıyam bi nefsihi Kudret konusu olduğu anlamını taşır. Nihayet dinin insanları özü Kelam itibarıyla hayır olana yönelten bir kanun şeklinde tanım- Tekvin lanması dinin aynı zamanda bir aksiyon alanı olduğunu Hayat Allah’ın hayat sahibi olması, diri olması. Hayatı gösterir. Buna göre din, insanın kâinattaki varlıkları mü- mahlukların hayatına benzemeyen, zatına layık ezeli ve şahede ederek duyular üstü ilâhî gerçekleri kavramasın- edebi olması anlamına gelir. dan ibaret görülebileceği gibi kişinin kendi çabasıyla ula- DİKAB SORU BANKASI şamayıp sadece vahiy kanalıyla elde edebildiği gerçek- (Cevap B) ler bütünü olarak da tarif edilebilir. 13. İslâm dininin inanç alanını konu edinen kelâm ilmi, tarihî (Cevap C) süreç içerisinde çeşitli safhalar geçirmiş ve farklı isimler- le anılmıştır. Bu isimler şöyledir: Fıkhu’l-Ekber, akâid il- mi, tevhîd ve sıfât ilmi, Usûlü’d-dîn, nazar ve istidlal ilmi.

(Cevap B)

14. İslâm dininin hem itikada hem de amele taalluk eden hü- 10. A- İncil-İsa kümleri vardır. Dinin inanca taalluk eden hükümleri asıl, B- Suhuflar amele ilişkin yönünü ifade eden fıkıh ise fer’î hükümler olarak ifade edilir. Onun için inanç konularıyla ilgili hü- Toplam 100 sayfa olduğu bilinir; kümlere “ahkâm-ı asliyye”, bundan bahseden ilme de Hz. Adem 10 sayfa Usûlü’d-dîn denilmiştir. Çünkü iman hakîkati dinin teme- Hz. Şit 50 sayfa lidir. Dolayısıyla bu ilim sayesinde Allah’ın varlığı, birliği, Hz. İdris 30 sayfa nübüvvet müessesesinin hak oluşu, ceza ve mükâfat gü- nünün vukû bulacağı ispat edilmedikçe İslâmın ne fıkhî Hz. İbrahim 10 sayfa meselelerinden nede ahlakî prensiplerinden bahsetmek C- Tevrat Hz. Musa mümkün değildir. İşte bu düşüncelerden hareketle kelâm D- Zebur Hz. Davud alanında yazılmış eserlerin bir kısmına “Usûlü’d-dîn” adı

E- Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed KOZMİK ODA YAYINCILIK verilmiştir.

(Cevap D) (Cevap B)

131 KPSS • ÖABT KELAM Test • 4

15. İman, inanılacak hususlar açısından icmâlî ve tafsîlî iman 18. A. Tanah, Tevrat ve Zebur’u kapsayan Museviliğin kut- olmak üzere ikiye ayrılır. sal kitabıdır. Hristiyanlarda Tanahı “Eski Ahit” olarak anar. I. İcmâlî İman: İnanılacak şeylere kısaca ve toptan inan- mak demektir. İmanın en özlü ve en kısa şekli olan ic- Tanah üç bölümden oluşur; Tora, Neviim, Ketuvim mâlî iman, tevhid ve şehadet kelimelerinde özetlen- B. Vişnu, Hinduizm’in üçlü tanrısından birisi de vişnu- miştir. dur. II. Tafsîlî İman: İnanılacak şeylerin her birine, açık ve Brahma-Yaratıcı Tanrı

geniş şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya tafsîlî iman KOZMİK ODA YAYINCILIK Vişnu-Koruyucu Tanrı denilir. Şiva-Yok Edici Tanrı (Cevap B) D. Miladi III ve IV. yüzyıllarda şekillenen ve Hristiyan aki- desinin temelini oluşturan üçlü ilahlık anlayışıdır.

C. Allah’ın zatında, sıfatlarında, mabud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etme anla- mına gelir.

(Cevap C)

16. Cevher ve araz kelimeleri kelam ilminde sıklıkla kullanı- 19. A: Osmanlı bürokrasisinde rapor veya taslak türü bel- lan kavramlardandır. Kelam düşüncesinde cevher, fikri- gelere verilen addır. nin kabul edilmesindeki temel kaygı ve amaç yoktan ya- ratma düşüncesine uygun bir âlem tasavvuru oluşturmak- B: İyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yap- tır. Bu doğrultuda olmak üzere kelâmcılar, cevherlerden mak, Allah’a ihlasla kulluk etmek ve arazlardan oluşmuş yaratılmış kelâmî tabirle hâdis/ C: Ölümden sonra insanların hesaba çekileceği zaman muhdes olan bir âlem düşüncesi ortaya koymuşturlar. ve mekan anlamında bir terimdir. DİKAB SORU BANKASI (Cevap A) E: Riya Allah için yapılması gereken ibadetlerin kullara gösteriş olsun diye yapma anlamındadır. Dolayısıyla cevap D’dir.

(Cevap D)

17. Mu’tezile’nin çoğunluğuna göre ise kul için Allah’ı bilmek akli ve nazari olarak vaciptir. Kadi Abdülcebbar Allah’ın varlığının ispatı ve tanınması konusuna büyük önem ver- miştir. Ebu Ali el-Cübbai ile Kadi Abdülcebbar’a göre, ma- 20. İslam dinine giren veya girmek arzusunda olan herkes rifetullaha müşahede, taklid ve nakil metodu ile ulaşıl- önce şehadet kelimesi getirerek “imani” kabulleri tasdik maz. Allah ve sıfatları ancak hüccet ve O’nun filleri üze- eder. Allah’ın var ve bir olduğunu peygamberimizin Hz. rinde düşünmek suretiyle anlaşılabilir. Bu durumda bazı Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğunu kabul eder. Ehl-i sünnet bilginlerinin marifetullah görünüşünün bir yö- Bundan sonraki süreçte ibadet, amel, ahlaki ve diğer ku- nüyle Mu’tezile bilginleriyle paralellik arzettiği söylenebi- rallar gelir.

lir. KOZMİK ODA YAYINCILIK İmanı tasdik olmadan diğerlerinin hiçbir anlamı yoktur.

(Cevap C) (Cevap A)

132 KELAM Test • 5

1. Eş’ari düşünürler, ahlak kuramları açısından teleolojik bir 5. İlk Hâricî fırkaların ortak düşünceleri, Osman ve Ali’den ahlak anlayışını benimsemişlerdir. Buna göre, ahlakın ga- ve onları siyasi davalarında haklı görenlerden teberrî edip yesi mutluluktur. Mutluluk, gerçek anlamda ahirette elde uzaklaşmalarıdır. Bunu, bütün ibadet ve iyi davranışların edilir. Bu yüzden nihai gaye, ahiret mutluluğudur. Hedef üzerinde bir özellik olarak görürler ve ancak bunun ka- olan mutluluk nihai anlamda iyidir; bu mutluluğa götüren bulü durumunda bir Müslüman’ın nikâhının geçerli ola- her şey de, bu amaca götürmesi bakımından iyi olarak cağını belirtirler. Ayrıca büyük günah işleyenleri yani hak- değerlendirilir. Bu durumda mutluluğa ulaşmayı engelle- sız yere adam öldüreni kâfir saymayı ve imam (devlet yen fiiller kötü fiillerdir. Başka bir ifadeyle, Tanrı’nın buy- başkanı) sünnete aykırı uygulamalarda bulunduğunda

ruklarını yerine getirmek iyilik kapsamına girerken, buy- KOZMİK ODA YAYINCILIK ona karşı ayaklanmayı (hurûc/isyan) bir farziyet kabul ederler. Kendi kanaatlerine katılmayanları, Müslüman ol- rukların tersini yapmak kötülük olmaktadır. salar dahi kafir sayıp, mal ve canlarını helal addederler. (Cevap E) (Cevap E)

2. Mikail, evrendeki bütün olayları yönetmekle yükümlü olan 6. Ebû Hanîfe’nin akâid konularındaki görüşleri ana hatla- Mikail’e inanmak da meleklere imanın bir gereğidir. Nite- rıyla şöyledir: kim bu konuda Kur’an-ı Kerim’deki ifade şöyledir: “Kim 1. Ulûhiyet: Allah Teâlâ her şeyin yaratıcısıdır. Her in- Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril’e ve Mika- san, mahlûkat üzerinde düşünerek Allah’ın var oldu- il’e düşman olursa muhakkak ki Allah da kafirlerin düş- ğunu idrak edebilir. manıdır.” (el-Bakara, 2/98). Allah’ın ilim, irade, hayat, kudret, kelâm, sem’, basar gibi zatî; yaratma, rızık verme, diriltme, öldürme gibi fiilî (Cevap E) sıfatları vardır. 2. Halku’l-Kur’ân: Ebû Hanîfe’ye göre Kur’ân, Allah kelâ- 3. Kelâm ilminin konusu İslâm dininin inanç alanıdır. Dinî mı olup mahlûk değildir fakat Kur’ân’ı telaffuz edişi- anlamda iman; Kur’an’ın iki kapağı arasında var olan miz ve onu yazışımız mahlûktur. muhtevanın tamamına inanmaktır. Dolayısıyla bunları, 3. Kader: Kâinatta meydana gelen her şey Allah’ın tak- yani iman prensiplerini tek tek saymak mümkün değildir. diri ve kazasına göre cereyan eder. Allah Teâlâ, hayır Ancak, bu muhtevayı, öğretimde kolaylık sağlamak ve olsun ve şer olsun vuku bulacak her şeyi ezelî ilmiy- akılda kalmasına imkân vermek için Hz. Peygamber’in le bilmiş ve ilmine göre vasfederek levh-i mahfuza (s.a.v.) hadislerinden de istifade edilerek kısaca altı iman yazmıştır. ilkesi şeklinde ifade edilmiştir. DİKAB SORU BANKASI Kullarda fiillerini serbestçe yapabilme iradesi vardır; kul fiil yapmayı diler ve onu gerçekleştirir. Bununla birlikte ku- Geleneğimizde bu altı esasın bazıları diğerinin içinde var lun fiillerini yok iken varlık alanına çıkaran, onları yaratan kabul edilip indirgeme yapılarak daha kısa şekilde üç esas Allah’tır. (usûl-i selâse) olarak ifade olunur ki bunlar; Allah’a, pey- 4. Peygamberlik: Peygamberlerin gösterdikleri muci- gamberlere ve ahirete imandır. Kelâm ilminde ıstılahlaş- zeler de haktır. Hz. Peygamberin ayın yarılması (in- mış haliyle bu üç esas kaynaklarımızda ilâhiyyât, nübüv- şikâku’l-kamer) ve mi’rac mucizesi haktır, gerçektir. vât ve semiyyât şeklinde ifade edilir. 5. Ahiret: Kabir azabı haktır, gerçektir. İnsanların ölüm- (Cevap B) den sonra diriltilmeleri ve amellerinin tartılması hak- tır. Müminlerin günahları sebebiyle âhirette tâbi tutu- lacakları muamele ise Allah’a kalmıştır. 4. Arapça bir kelime olan “ilim” ve Türkçede bunun yerine 6. İman-Amel İlişkisi: Ebû Hanîfe’ye bir insanda ima- kullanılan “bilgi” sözlükte “bilme”, “biliş” ve “tanıma” gibi nın gerçekleşmesi için onun şüpheden arınmış kesin anlamlara gelmektedir. Bilgi yerine kullanılan diğer keli- bilgiye sahip olmasının yanı sıra bu bilginin doğrulu- me olan “marifet” ise Arap dilcilerince ilim kelimesi ile ğunu kesin olarak tasdik etmesi ve bu kararını sözlü eşanlamlı kabul edilmiş ise de çeşitli bağımsız ilim dalla- olarak açıklaması gerekir. rının ortaya çıktığı sonraki dönemlerde farklı anlamlar ka- Ebû Hanîfe’ye göre imanın aslî unsuru olan kalben tas- zanmıştır. İlim, somut ve objektif gerçekliğin bilgisi için dik artmaz ve eksilmez. kullanılırken marifet, soyut ve subjektif algıların ürünü ola- Ebû Hanîfe’ye göre günah işlemek mümini imandan çı- na bilgi anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda sufîlerin karmaz. Çünkü Kur’ân’da, zina eden ve adam öldüren- manevî veya dinî tecrübeleri marifet olarak isimlendiril- ler, kendilerinden iman vasfı alınarak zikredilmiş değiller- miştir. Fakat genel olarak marifet ilim anlamında kullanıl- dir. Hz. Ali de kendisiyle savaşanları mümin olarak adlan- maktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK dırmıştır. (Cevap E) (Cevap A)

133 KPSS • ÖABT KELAM Test • 5

7. Kelâm düşüncesinde cevher, fikrinin kabul edilmesinde- 11. Ebû Hanîfe’nin itikadî görüşlerinden özellikle, Ebû Yûsuf, ki temel kaygı ve amaç yoktan yaratma düşüncesine uy- Ebû Mutî el- Belhî ve Ebû Mukâtil es-Semerkandî gibi ta- gun bir âlem tasavvuru oluşturmaktır. Bu doğrultuda ol- lebeleri tarafından yazılıp nakledilen el-Âlim ve’l-müteal- mak üzere Mutezili kelâmcılar, cevherlerden ve arazlar- lim, el-Fıkhu’l-ekber, el-Fıkhu’l-ebsat, er-Risâle, el-Vasıy- dan oluşmuş yaratılmış kelâmî tabirle hâdis/muhdes olan ye adlı beş akaid risalesi aracılığıyla haberdar oluyoruz. bir âlem düşüncesi ortaya koymuşturlar. Fkat bunların içerisinde en önemlisi kelam ilminin de adı olan Fıkhu’l-Ekber’dir. (Cevap A) (Cevap C) KOZMİK ODA YAYINCILIK

12. Gayesine göre kelâm ilmini şöyle tarif edilebilir: Kelâm il- mi, aklî ve naklî delillere dayanarak İslâm inançları ile il- gili ortaya çıkabilecek şüpheleri ortadan kaldırmaya ve 8. Meleklerin sayısının bilinmeyeceği kabul edilmiştir. anılan inanç ilkelerini açıklamaya ve ispat etmeye çalı- Kur’an-ı Kerim’de bazı melekler ön plana çıkarılmış ve şan bir ilimdir. yapmakta oldukları görevler hakkında bilgi verilmiştir. Bunlar arasında en bilinenleri Cebrail, Mikail, Azrail ve İs- (Cevap C) rafil’dir. Bunların dışında, Kur’an-ı Kerim’de öne çıkarılan diğer melekler şunlardır: Mukarreb, Hamele-i Arş, Kira- 13. Eş’arîlerin Gazâlî (450–505/1058–1111) ile başlayan dö- men Katibin, Münker-Nekir, Cennet ve Cehennem mu- nemine Mütaehhirîn dönem denilmektedir. Bu dönemin hafızları ve Babil halkına gönderilen Harut ile Marut’tur. en belirgin özelliği Gazali tarafından ele alınan Aristo man- (Cevap A) tığının bir mihenk taşı kabul edilerek kelâm ilmine sokul- muş olmasıdır.

(Cevap E)

9. Seyyid Ahmed Han, Hindistan’da kelâm ilminde yenilik 14. Cehm b. Safvân es-Semerkandî et-Tirmizî (ö. 128/745– ihtiyacını ilk dile getiren kişi olarak bilinir. Seyyid Ahmed 46) ilk kelâmcılardandır. Cehmiyye fırkasının kurucusu-

Han’ın ortaya koyduğu yeni kelâma tabiatçı kelâm denil- DİKAB SORU BANKASI dur. Cehm’in, sıfatların inkârı, Kur’ân’ın yaratılmışlığı ve miştir. Onun bu görüşlere gitmesinde modern bilimle te- insan iradesini kabul etmeme (cebr) gibi düşünceleri en mas içerisinde olmasının büyük rolü vardır. Öte yandan belirgin özelliklerini oluşturur. Onun adıyla anılan Ceh- Seyyid Ahmed Han yeni kelâm anlayışını ortaya koyar- miyye mezhebi, insan iradesini inkârı ve tam bir cebr an- ken sadece Ehl-i sünnet kaynaklarıyla yetinmemiş Mute- layışı cihetinden Cebriye ile sıfatların inkârı yönünden zile ve filozofların görüşlerinden özellikle o dönemde Hin- Mutezile ile örtüşür. distan’da çok ilgi gören Yeni Mu’tezilecilikten önemli öl- Mutezile’ye etki ettiği konular sırayla şunlardır: çüde yararlanmıştı. 1. Allah hiçbir sıfatla nitelendirilemez. (Cevap C) 2. Kur’an mahluktur. Kelam sonradan yaratılmıştır ve ci- sim olan bir şey Allah’a nispet edilemez.

3. Cehm’e göre iman, Allah’ı bilmek, küfür ise bilme- 10. Muhammed Abduh, Mısır’da kelâm ilminin problemleriy- mektir. le uğraşan ve bu ilmin daha verimli hale gelmesi için gay- Allah, ahirette görülemeyecektir. Zira birşeyin görülebil- ret gösterenlerin başında gelmekteydi. Abduh’un ortaya mesi için onun cisim olması; bir yön ve mekânda bulun- koyduğu kelâm, içerik itibarıyla geleneksel kelâmdan fark- ması gerekir. lı olmamıştır. Fakat kendisi bazı konulara daha çok vur- gu yapmıştır. Örneğin o, geleneksel kelâm eserlerinde Kur’ân ve hadîslerde Allah hakkında zikredilen “yed”, “ve- ihtilaf konusu olan konulara değinmeyi, aslı ilgilendirme- ch” vb. tabirler, zahirî manalarına alınamazlar. Bunlar ak- yen meselelerle ilgilenmeyi pek hoş karşılamamış, top- la uygun bir biçimde te’vil edilmelidir. lumun ihtiyaç duyduğu konulara öncelik verilmesini iste- Cehm b. Safvan’ın kader konusundaki görüşleri ise Mu-

miştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK tezile mezhebinde hiçbir etki yapmamıştır.

(Cevap A) (Cevap B)

134 KELAM Test • 5

15. İkrar, içten hissedilenlerin dil ile ifade edilmesine denir. 17. Din, Allah tarafından konulur. Ondan başkasının din oluş- Kişinin kalben kabul ettiği iman esaslarını dışa vurması- turma hakkı yoktur. Bu sebeple dinî hükümlerin kaynağı nın önemi bellidir. Sebepsiz olarak onu terk etmemesi ge- da Allah’tır. Onun dışında hiç kimsenin dinî hükümleri de- rekir. İman için hem kalbin tasdikinin hem de ikrarın bir- ğiştirme ve yürürlükten kaldırma yetkisi yoktur. Bu genel likte olması gerektiğini söyleyen âlimler de vardır. Birini kuralın içine Peygamberler de dâhildir. Onlar da dine bir diğerine feda etmemenin lüzumu üzerinde duran bu bil- ekleme ve eksiltme yapamaz. İlahî vahiy doğrultusunda ginler genelde Hanefî âlimlerdir. Buna göre insanın kal- Allah’tan aldığı emir ve yasakları insanlara aktarır ve on- bindeki tasdik son derece önemli olmakla birlikte onun ların anlayabileceği şekilde bu emir ve yasakları onlara

dışa vurulmasını da aynı şekilde lüzumludur. Bu âlimler KOZMİK ODA YAYINCILIK açıklar. Bu yüzden peygamberlerin dindeki konumu Al- kalpte gizlenenin ancak ikrar ile açığa çıkacağı kanaati- lah’a bağlı dolaylı bir anlam taşır. ni taşırlar ve kişiye dinî hükümlerin tatbiki için şart olarak İslam’da peygamberin konumunun dinî meydana getir- görürler. Bununla birlikte ikrarı, imanın aslı ve ilk rüknü, mek etmek değil, insanlara doğru bir şekilde ulaştırmak değil onun şartı olarak değerlendirirler. Böylelikle dilsiz olduğunu gözden kaçırdıkları için bu düşünceye sahip ol- olup konuşamayan veya herhangi bir hastalıktan dolayı muşlardır. Hâlbuki İslam âlimleri din tariflerinde Allah ta- ifade edemeyen kimselerin mümin olduğu hususunu ayırt rafından konulmuş ilâhî kanun tabirini kullanmak suretiy- etmiş olurlar. Kişinin Müslüman’a özgü hayat tarzı, na- le bu şekildeki yanlış anlaşılmaların önüne geçmek iste- maz kılması, zekât vermesi vs. kendisi hakkında bir ka- mişlerdir. naat uyandırmaktaysa da ikrarı da şerefle ifade etmesi ve bunu da yerine getirmesi gerekmektedir. (Cevap B)

(Cevap E)

18. İnanma duygusu insanın temel özelliklerinden biridir. De- ğerler sistemi oluşturma ve bunu bir iman kaynağına bağ- lanarak yapma bütün insanlar için ruhî ve içtimaî bir za- rurettir. Çünkü inanan ve böylece diğer canlılardan ayrı- lan insanın bu niteliği fıtrîdir. İnsanlık tarihi ve bilimsel araştırmalar dinîn insanla birlikte var olduğunu, dinsiz bir toplumun ve inançsız bir insanın olamayacağını göster-

DİKAB SORU BANKASI mektedir. Kendinî ve çevresindeki varlıkların niteliğini, var oluş sebeplerini sorgulayan insanın aklıselimi çeşitli kül- türlerde farklı isimlerle anılıp farklı sayıda ve mahiyette tasavvur edilse de üstün bir kudretin varlığını kabul et- mektedir. Günümüz araştırmalarında “kutsal” diye adlan- 16. Tarih içinde süzülüp gelen inanç esaslarıyla ilgili temel dırılan bu alan, tarihin her döneminde ve en ilkelinden en özellikler kelâm ilminde birkaç noktada özetlenmiştir. Bu gelişmişine kadar bütün cemiyetlerde mevcuttur. özellikler kesinlik, değişmezlik, açıklık ve bölünmezlik ola- İlâhî din geleneğinde de insan yaratıcısını bilip tanımak rak sıralanmaktadır. ve ona kulluk etmek için yaratılmıştır; buna “fıtratullah” I. İnanç esaslarında zorlama yoktur. denilmektedir. Vahiy geleneğine göre İslam hem ilk hem II. İnanç esasları kesin bilgi verir ve yakîn ifade ederler. de son dindir. Özünü Allah’ın emir ve iradesine teslimiye- tin oluşturduğu ve adını da bu özelliğinden alan İslam, III. İnanç esasları açık ve sadedir. son peygamberin tebliğ ettiği dinîn özel ismi olmakla bir- IV. İtikat esasları bir bütündür, bölünme ve parçalanma likte (el-Mâide 5/3), tebliğlerinin esasını Allah’ın varlık ve (tecezzî) kabul etmez. Biri olmazsa diğerleri de mev- birliğini tanıyıp onun iradesine teslim olma ilkesinin oluş- cut olmaz. turduğu daha önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinîn de adıdır. Nitekim Kur’an’ın bildirdiğine göre Nûh, “bana V. İslam inanç esasları zamana, zemine, mekâna, fert Müslümanlardan olmam emrolundu.” demiş (Yûnus ve toplumlara göre değişmez daima sabit kalırlar, ezelî 10/72); ibrâhim’e Müslüman olması emredilmiş (el-Baka- ve ebedî hakikatler olarak inanılırlar. ra 2/131); İbrâhim ve Ya‘kūb, oğullarına, “Allah sizin için VI. İslam inanç esasları insan fıtratına en uygun bir yapı- bu dinî seçti, o hâlde sadece Müslümanlar olarak ölü-

ya sahiptir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nüz.” tavsiyesinde bulunmuştur (el-Bakara 2/132

(Cevap A) (Cevap E)

135 KPSS • ÖABT KELAM Test • 5

19. Kıyamet alâmetleri, insan iradesine bağlı olması veya ol- 20. Kur’an’da Allah’ın insanları güçleri ölçüsünde sorumlu ve maması, kıyametin kopuşuna çok yakın bulunup bulun- yükümlü kıldığı açıkça belirtilmiş ve üstesinden geleme- maması durumu göz önünde tutularak iki başlık altında yecekleri yükümlülükleri onlara yüklemediği ısrarla vur- incelenir: Küçük alâmetler, büyük alâmetler. Alâmetlerin gulanmıştır. büyük veya küçük diye nitelenmeleri önemlerinden dola- Dînî ve dünyevî yükümlülüklerine dair fiiller de her zaman yı değil, açıklanan sebepten dolayıdır. insana nispet edilmiş ve bu fiillerin sonuçlarına katlanma- I. Küçük Alâmetler: Dinî emirlerin ihmal edilmesi ve sı gerektiği bildirilerek karşılığında hem dünyada, hem ahlâkın bozulması gibi insan iradesine bağlı olarak de ahirette mükâfat veya ceza görecekleri bildirilmiştir. büyük alâmetlerden çok önce meydana gelecek olan KOZMİK ODA YAYINCILIK İnsanlar fiillerinin failidirler ve bundan dolayı da sorumlu- olaylardır. Peygamberimizin gönderilmesi ve onunla durlar. Sorumluluktan kaçmak için yapıp ettiklerini kade- peygamberliğin sona ermesi, ilmin ortadan kalkıp bil- rin kendilerini zorlamasına bağlayamazlar ve sorumluluk- gisizliğin artması, şarap içme ve zinanın açıkça yapı- tan kurtulamazlar. Çünkü insanlar kendi istekleri ve ken- lır olması, ehliyetsiz insanların söz sahibi olması, adam dileri açısından tercihlerini kendileri belirlerler. Bu durum öldürme olaylarının artması, dünya malının bollaşma- Allah’ın ilim, irade ve yaratma sıfatlarının yetkinliğini hiç- sı, zekât verecek fakirin bulunmaması gibi olaylar kı- bir şekilde ortadan kaldıramaz. yametin küçük alâmetlerinin bazılarıdır. II. Büyük Alâmetler: Kıyametin kopmasının hemen ön- (Cevap A) cesinde meydana gelecek ve birbirini izleyecek olan olaylardır. Büyük alâmetler, tabiat kanunlarını aşan ve insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kıyametten önce on alâmet görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez.” buyurmuş ve bu alâmetleri şu şekilde sıralamıştır: a) Duman: Müminleri nezleye tutulmuş gibi bir duruma getiren ve kâfirleri sarhoş eden bir dumanın çıkışı ve bütün yeryüzünü kaplaması. b) Deccâl: Bu isimde bir şahıs çıkacak ve Tanrılık iddia- sında bulunacak, istidrâc denilen bazı olağan üstülük- ler gösterecek ve Hz. Îsâ tarafından öldürülecektir.

c) Dâbbetü’l-arz: Bu isimde bir canlı çıkacak, yanında DİKAB SORU BANKASI Hz. Mûsâ’nın asâsı ve Hz. Süleyman’ın mührü bulu- nacak, asâ ile müminin yüzünü aydınlatacak, mühür ile kâfirin burnunu kıracak, böylelikle müminlerin ve kâfirlerin tanınmaları sağlanacaktır. d) Güneşin Batıdan Doğması: Evrenin tek hâkimi Al- lah’ın emriyle güneş batıdan doğacak, bu olaydan sonra iman edenlerin imanı, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. e) Ye’cûc ve Me’cûc’ün Çıkması: Bu isimde iki toplu- luğun yeryüzüne dağılarak bir süre bozgunculuk yap- maları da kıyametin bir başka büyük alâmetidir. f) Hz. Îsâ’nın Gökten İnmesi: Hz. Îsâ kıyametin kop- masına yakın gökten inecek, insanlar arasında ada- letle hükmedecek, Hz. Peygamber’in dinî üzere amel edecek, deccâli öldürecek, sonra da ölecektir. g) Yer Çöküntüsü: Biri doğuda, biri batıda, biri de Arap Yarımadası’nda olmak üzere üç yer çöküntüsü mey- dana gelecektir. h) Ateş Çıkması: Hicaz taraflarında büyük bir ateş çı- kacak ve her tarafı aydınlatacaktır.

(Cevap B) KOZMİK ODA YAYINCILIK

136 KELAM Test • 6

1. İnanç esaslarını kabul eden insanları dinî davranış bakı- 3. a. Bütün insanlık tarihinde dinîn yeri olmuştur. Tarihte mından dört gruba ayırmak mümkündür. Bunlar Allah’a hiçbir dine inanmayan topluluklar bulunmamaktadır. karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, Allah’ı görüyor gibi iç- b. İnsanı hem içten hem de dıştan kuşatan ve onun dü- tenlikle hareket edenler, günah işleyenler ve riyakâr dav- şünce ve davranışlarını temellendiren din, yüce bir rananlardır: varlığa bağlılık ilkesine dayanmaktadır. a. Sorumluluk Bilinci Taşıyanlar: Gündelik hayatların- c. Dolayısıyla insanlarda din duygusu fıtrîdir, yani içten da Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, gerçek gelen bir durumdur. anlamda inanan ve inançlarının gereğine göre iyi ve KOZMİK ODA YAYINCILIK güzel davranışlarda bulunanlardır. d. İnsanın yüce bir güce bağlanması onun gücünü ar- tırdığı gibi olaylar karşısında kendisinin yeterli olabi- b. İçtenlikle Hareket Edenler: Bilinç sahibi dindarlar leceği kanısını da güçlendirir. ise yüksek düzeyde her an Allah’la birlikte olma du- yarlılığına sahip olan kimselerdir. e. Dinîn insana temin ettiği birçok prensip, insanın ulvî duygular taşımasını sağlar. c. Günah İşleyenler: Dinde Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen veya yasaklarına uymayan kişilere gü- f. İnsanın yüce bir güce bağlanması onun gücünü ar- nahkâr veya fâsık denir. tırdığı gibi olaylar karşısında kendisinin yeterli olabi- leceği kanısını da güçlendirir. d. Riyakâr Davrananlar: İslam dinîne göre âhiret ame- liyle dünya menfaati gözetmek anlamına gelen riya g. Din fertleri mukaddes duygu, ortak vicdan ve şuur et- kötü bir davranış türüdür. rafında birleştirir. Toplumların yücelmesinde en önem- li etkendir. Onların yükselmesine vesile olan en önem- (Cevap A) li kurumdur. İnsanlar din sayesinde medeniyetler ku- rar. İnsanlık tarihinin gelişiminde dinîn manevi ve zih- ni kurucu etkisi inkâr edilemez.

h. Dinîn sadece fiziki âlem hakkında telkinde bulunma- dığı, bunun yanında insanın muhtaç olup da bir tür- lü değerini takdir edemediği ahiret gibi görünmeyen dünyalar hakkında da bilgi sunduğu bir gerçektir. Bu inanç sistemi insanı uhrevî sorumluluk duygularıyla

DİKAB SORU BANKASI ahlaki davranışlara yöneltir.

(Cevap A)

2. İslam düşüncesinde gaye ve nizam delili olarak bilinen teleolojik delil, temelde evrende bir düzenin olduğu ve bu düzendeki her varlığın belirli bir gayeye yönelik olarak yaratıldığı öncülünden hareket eder. Neticede, bu düze- nin kendiliğinden meydana gelemeyeceği dolayısıyla da bir yapıcısının olması gerektiği sonucuna ulaşır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın varlığı ve kudretine vurgu yapılırken sıkça kullanılan bu delil, geniş kesimlere hitap eden sa- de ve anlaşılır bir yöntemi olduğu için Gazâlî, İbn Rüşd, 4. Allah’ın peygamberlerine gönderdiği kutsal sayfaların, ki- İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye’nin de içinde tapların vahiy olmaları bakımından farkı söz konusu de- bulunduğu birçok âlim tarafından tercih edilmiştir. İbn ğildir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinde Rüşd bu delili hikmet ve inayet delili olarak tanımlanmış- belirtildiğine göre peygamberlerin bazılarına sayfalar tır. Yakın dönemde hızlanan tabiat araştırmaları nedeniy- (suhûf) vahyedilmişken bazılarına da kitap gönderilmiş- le evrende mevcut bu hassas düzen bütün açıklığıyla tir. Ebû Zerr’den nakledilen bir rivayete göre Allah Teâlâ, keşfedilmiş, dolayısıyla Allah’a giden yolda gaye ve ni- Hz. Şît’e 50, İdris’e 30, İbrahim’e 10 ve Musa’ya 10 ol-

zam delili giderek ön plana çıkmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK mak üzere toplam 100 sayfa indirmiştir.

(Cevap D) (Cevap D)

137 KPSS • ÖABT KELAM Test • 6

5. Suriye’nin kuzeyinde Rakka şehri yakınlarındaki Sıffîn 7. Allah’ın kendi iradesini çeşitli yollarla seçmiş olduğu pey- Ovası’nda Muâviye’nin ve Hz. Ali’nin ordusu arasında şid- gamberlere bildirmesine vahiy denilmektedir. Tanrı’dan detli bir savaş gerçekleşti (37/657). Muâviye ordusu boz- insana yönlendirilmiş olan bu ilişki aşkın/ilâhî bir mahiye- guna uğramak üzereyken Muâviye’nin danışmanı Amr b. te sahiptir. Metafizik âlemden fizik dünyaya bilgi akışını el-As’ın önerisiyle mızrakların uçlarına Kur’an ayetlerinin sağlayan bu iletişimin mahiyeti, zamanı ve şekli tama- yazılı olduğu sahifeler takılarak savaşın durdurulması ve men Allah’ın iradesiyle belirlenmiştir. Kur’an’da vahiy ola- Kur’an’ın hakemliğine başvurulması talep edildi. yını dile getiren değişik fiiller ve ifade tarzları kullanılır. Hz. Ali’nin hakemi olarak Ebû Mûsâ el-Eşarî seçilirken, Ancak bir tecrübe olarak vahyin mahiyetiyle ilgili bilgile- Amr b. el-As da Muâviye’nin hakemi oldu. Her iki hakem KOZMİK ODA YAYINCILIK re rastlanmamaktadır. Bu durum nübüvvetin vâkıf oluna- bir araya geldiler ve Hz. Osman’ın katillerinin bulunup mayan sırlarındandır. derhâl cezalandırılması ve bunun da şura yoluyla ger- Görünmeyen varlıklarla ilgili bilgiler de vahiy yoluyla el- çekleştirilmesi konusunda anlaştılar. Bu kabul, Hz. Ali ile de edilmiş bilgilerdir. Muâviye’nin ilk etapta görevlerinden alınmalarını ve şu- (Cevap B) ra yoluyla alınacak karara uymalarını gerektiriyordu. Hz. Ali’nin hakemi olan Ebû Mûsâ el-Eşarî, antlaşmayı her- kesin huzurunda dile getirdi. Ondan sonra söz alan Amr b. el-As ise antlaşma metnine sadık kalmayarak Hz. Ali’yi 8. İslam dinî, Allah’ın varlığı ve birliğine iman ilkesi etrafın- görevden alıp yerine Muâviye’yi getirdiğini söyledi. Bu- da şekillenmektedir. Dolayısıyla diğer inanç esasları ta- nun üzerine ortalık yeniden karıştı. Bir sonuca varılma- mamen Allah inancına bağlıdır. dan olay neticelendi. (Cevap A) Hz. Ali’yi tahkime zorlayanlar, bunu yapmakla günah iş- lediklerini fakat bu günahlarından tevbe ettiklerini, Hz. Ali’nin de tevbe etmesi gerektiğini ileri sürdüler. Daha da ileri giderek Hz. Ali’yi hakem tayin ettiğinden dolayı kü- 9. Kaderin olmadığı, ezelde kulların fillerinin belirlenmediği fürle suçladılar. “Hüküm (hakemlik etmek) ancak Allah’ın- fikrini toplumda yüksek sesle ilk ortaya atan Ma’bed el-Cü- dır.” sloganı altında toplanan ve Hz. Ali’ye cephe alan bu henî’dir (80/699). Onun kaderi yok saymasının ardında topluluk, İslam tarihinde Haricîler olarak adlandırıldı. Ha- yatan neden Emevilerin keyfî yönetim şekli ve haksız uy- ricîlerin sert mizaçları, dinî keskin ve katı kalıplar içerisin- gulamalarıdır. Çünkü onlar bu haksız uygulamalarının so- de anlamalarına ve yorumlamalarına yol açmıştır. Günah rumluluğunu kadere yükleyerek işten sıyrılmak istiyorlar- ve küfür kavramlarını çoğu kez özdeşleştirmişler ve ken- DİKAB SORU BANKASI dı. Buna karşılık Ma’bed, hangi konumda olursa olsun in- dileri gibi düşünmeyenleri küfürle itham etmişlerdir. Zira sanların kendi yapıp-ettiklerinden sorumlu olduğunu söy- çöl ortamındaki kapalı toplum yapıları, mensubu bulun- lüyordu. Onun kader yorumu ve inandığı düşünceleri açık- dukları kabileyi tek gerçeklik olarak algılamalarına yol aç- ça söyleme tavrı, Mu‘tezile üzerinde ciddi tesirleri olmuş- mış, bunun dışındaki farklı düşünme biçimlerine taham- tur. Ma’bed el-Cühenî, siyasi ve eylemci bir tavra sahip mülsüz davranmışlardır. olmasına rağmen sağlam bir kişiliği vardı. Mesela Hac- câc’ın kader ve kaza konusundaki alaycı soruları karşı- (Cevap C) sında fikrinin arkasında durdu ve yılgınlık göstermedi.

(Cevap D)

6. Allah Teâlâ’yı tanımamıza yarayan mâna ve kavramlara 10. Hz. Osman’ın şehadeti, Cemel ve Sıffîn olayları sonu- isim ya da sıfat denilir. Kur’an’da Allah’ın sıfatlarından de- cunda ortaya çıkan kelâmî problemleri başlıklar hâlinde ğil, isimlerinden bahsedilmektedir. Kur’anda en güzel isim- şöyle sıralayabiliriz: lerin onun olduğu bildirilmekte ve bu isimlerle ona dua et- 1. Büyük günah işleyen kişinin (mürtekib-i kebîre) din- memiz istenmektedir. Ayette geçen “esmâü’l-hüsnâ” ya- deki durumu. ni “en güzel isimler” tabiri zamanla Allah’ın isimlerini ni- 2. İmanın tanımı, mahiyeti, iman-amel ilişkisi meselesi. teleyen bir kavram hâline gelmiştir. Âlimler âyetlerde ve hadislerde Allah’a nispet edilen yüzlerce isim tespit et- 3. Kader ve İrâde Hürriyeti Sorunu mişlerdir. Bununla birlikte çoğunluğun görüşü, onun isim- Kırtas hadisesi ise Peygamberimizin vefatı sırasında ger-

lerinin sonsuz olduğu yönündedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK çekleşen bir olaydır.

(Cevap E) (Cevap E)

138 KELAM Test • 6

11. Kaderin olmadığı, ezelde kulların fillerinin belirlenmediği 15. Mu’tezile geleneği içerisinde ilk fikir önderi ve yabancı din fikrini toplumda yüksek sesle ilk ortaya atanın Ma’bed ve kültürlerle ilişki içerisinde olan ve onlarla mücadele- el-Cühenî’dir (80/699). Gaylân ed Dımaşkî (ö. 120/738 lerde ilk öne çıkan kişi Vâsıl b. Ata’dır. Vâsıl’ın Haricîler, civarı) de bu konuda benzer fikirleri savunmuştur. Şia, materyalistler, tabiatçılar (natüralistler) ve Mürcie kelâmını en iyi bilen; İslam’a açıkça zıt görüşleri ve düa- (Cevap C) listleri (senevîye) en iyi susturan kişi olduğu ifade edil- mektedir.

12. Mu’tezile’ye göre İslamî çağrının yayılması ve dalalette (Cevap C) KOZMİK ODA YAYINCILIK olanların hidayete ermesi için her Müslüman’ın iyiliği em- retmesi kötülükten sakındırması mecburi bir görevdir. Mu‘tezilîler, ilk zamanlarda iyiliği emir kötülükten nehiy il- kesiyle daha çok Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik, Bera- hime gibi dinlere ve Mücessime Müşebbihe, Râfizîlik ve zındıklık gibi mezhep ve inanç akımlarına karşı İslam’ı savunmuşlardır. Ayrıca toplum içindeki ahlakî bozukluk- ları önlemek ve adaleti yaygınlaştırmak amacıyla bu ilke- 16. Sömürgeciliğin keşif kolu olan oryantalistler sömürgeci- yi uygulama sahasına koymuşlardır. Her Müslüman’ın ko- lik hedeflerini gerçekleştirmek için Doğu’nun kültür, dil, laylıkla kabul edeceği bu prensibi, temel ilkelerinden say- din ve tarihini irdeleyerek o toplumları çözecek, birlik ve makla Mu‘tezile, toplum içerisinde sıkı bir denetim meka- beraberliklerini bozacak unsurlar tespit etmeye çalışmış- nizması kurmak istemiştir. Ne var ki onlar, iyiliği emredi- lardır. Bu bağlamda hak ve hürriyetleri gündeme getire- yorum diye kendi prensiplerine karşı gelenlere şiddetli rek İslam Hukukuna tenkitler yöneltmişlerdi. Bu tenkitler hücumlarda bulunmuş, kendi görüş ve tevillerini başka- Batılılaşmış aydınlar tarafından da dile getiriliyordu. Ay- larına zorla kabul ettirmeye çalışmışlardır. rıca bunlar esasen İslam dininden kaynaklanmayan İs- Devlet desteğini yanlarına alarak özellikle halife Me’mun lam toplumlarının zaaflarını dillerine dolayarak İslam’ı kö- zamanında Kur’an’ın mahluk olduğu iddiasını kabul et- tülemek istiyorlardı. Bu dönemin kelâmcıları bir yandan meyen başta Ahmed b. Hanbel’e olmak üzere hadis âlim- İslam’ın insan haklarına verdiği önemi ortaya koymak için lerine yapılan eziyetler ve işkenceler buna örnektir. Kur’ân’da yer alan haklar manzumesini ortaya koymaya (Cevap E) öte yandan önlerine konulan İslam toplumlarının imajının

DİKAB SORU BANKASI İslam’dan kaynaklanmadığı izah etmeye çalıştılar. 13. Bu hususta genellikle kabul edilen görüş, Mu‘tezile’nin ilk (Cevap D) defa, Basra’da Vâsıl b. Ata’nın (ö. 131/748) Hasan-ı Bas- rî’nin (ö.110/728) ders halkasından ayrılmasıyla oluşma- ya başladığıdır. Vâsıl’ın ayrılışına sebep olan olay, Ha- 17. Dünya: Yakın olmak anlamına gelen dünüv kökünden tü- san-ı Basri’ye büyük günah işleyenin durumunun sorgu- remiş en yakın anlamındaki edna kelimesinin müennesi laması ile başlamıştır. olup, canlıların üzerinde yaşamış olduğu gezegen, yer (Cevap B) küre demektir. Bir terim olarak, insanın ölmeden önceki hayatı, hayattayken ilişki içinde bulunduğu varlıklar ve bu varlıklarla ilgili eğilimleri, tutum ve davranışları anlamına gelir. Kur’an’da yer ve yeryüzü için arz kelimesi kullanı- lırken, içinde yaşadığımız hayata “el-hayatü’d-dünya (ya- kın hayat), acile ve ula (önce gelen hayat) adı verilmiştir. Böylece Kur’an’da arz (yeryüzü) coğrafi, dünya ise dini ve ahlaki bir terim olarak yer almıştır. Bu itibarla dünya kötülenir ve aşağılanırken üzerinde yaşadığımız yeryü- 14. Selef çizgisinde olanlar, hiçbir zaman Kelam ilminin inanç zü değil, burada sürdürülen ve ahiret kaygısını geri plan- esaslarının müdafaasında yetersiz olduğunu iddia etme- da tutan hayat tarzı kastedilmektedir. Sahih hadislerde mişlerdir. Onlar da kelamcıların bu alandaki çabalarını de dünya bu anlamda kullanılmıştır. Yaşanılan hayat ile takdir etmişlerdir. Diğer yandan eleştirilerin ana çerçeve- yeryüzü arasında yakın bir ilişki bulunduğundan zaman- sini, Kelamcıların nakle yeterince önem vermemesi oluş- la anlam kayması olmuş, dünya denilince yerküre anla-

turmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK şılır olmuştur.

(Cevap B) (Cevap E)

139 KPSS • ÖABT KELAM Test • 6

18. Dua: Sözlükte “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım 19. Sözlükte “yol gösteren, kılavuz, alamet, rehber, işaret, iz” talep etmek” anlamına gelen dua, din literatüründe, insa- gibi anlamlarına gelen delil, kelamda, herhangi bir konu- nın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi da gerçeğe veya kanıtlanması istenen hususa ulaştıran isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi şey; fıkıh usulünde üzerinde düşünüldüğünde şer’i ve insanın Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulun- ameli bir hükme götüren şey; muamelat ve özellikle mu- ması olduğuna göre dua, Allah ile kul arasında bir diya- hakeme hukukunda, sözlük anlamıyla bağıntılı olarak bir log anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve şeyi bilmeye yarayan alamet ve karine manasına gelir. aciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kur- Yargılama usulü hukukunda ispat vasıtalarına genel ola-

duğu bir köprüdür. Kur’an’da yirmi yerde dua kelimesi KOZMİK ODA YAYINCILIK rak delil denilmektedir. Deliller, bilginin kaynağı bakımın- geçmekte, ayrıca pek çok ayette dua kökünde fiiller yer dan akli delil ve nakli delil şeklinde ikiye ayrılır. Nakli de- almaktadır. Duada daima tazim ve tazimle birlikte istek- lil, kelamcılara göre, bütün öncülleri nakle dayanan delil- te bulunma anlamı vardır. Dua aynı zamanda zikir ve iba- dir. Fıkıhçılara göre ise, oluşumunda müçtehidin katkısı dettir. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek ol- olmayan, Şari’den nakledilen şer’i asıllardır. Bunlar da mak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple Kitap ve sünnetten ibarettir. Akli delil, kelamcılara göre, “Dua ibadetin özüdür” ve aynı sebeple en önemli ibadet bütün öncülleri akla dayanan delildir. Fıkıhçılara göre ise, olan namaz dua (salat) kelimesiyle ifade edilmiştir. Bir nakli delil ile bağlantılı olmakla birlikte, akli muhakeme ve ayette, “De ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer beşeri yorumun ağırlıkta olduğu, oluşmasında müçtehi- versin” buyrulmak suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu din katkısının bulunduğu delillerdir. Ayrıca Kelamcılar de- yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Kur’an’da lilleri, ortaya koydukları sonuçların değerine göre kat’i de- insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emni- lil ve zanni delil kısımlarına ayırmışlardır. Kat2i delili, ka- yet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteğinin nıtlamayı amaçladığı konuya ilişkin karşı ihtimalleri tama- zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterlili- men ortadan kaldıran delil şeklinde tanımlamışlardır. Bu- ğini gözünde büyütüp nankör ve bencil olduğu, zalimane na yakini delil de denir. Zanni delil ise, kanıtlamayı amaç- tutum ve davranışlar sergilediği anlatılmaktadır. İnsanın ladığı konuya ilişkin karşı ihtimallerin tamamını ortadan başı dara düştüğünde dua etmesinin yanı sıra özellikle kaldıramayan delildir. Bu tür delillere iltizami delil veya ik- refah ve rahatlık durumlarında da Allah’ı hatırlaması kul- nai delil de denir. Fıkıhçılar ise, delilleri sübut ve delalet luğun bir gereğidir. Duanın sadece Allah’a yöneltilmesi; yönünden ayrım ve derecelendirmeye gitmişlerdir. Kur’an-ı Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nite- Kerim’in Hz. Peygamberden bizlere kadar intikal ettiril- likler izafe edilen başka dua (ve ibadet) edilmemesi hu- mesinde hiçbir şüphe ve kesinti olmadığından, bütün ayet-

susu Kur’an’da ısrarla vurgulanmıştır. DİKAB SORU BANKASI ler sübut yönünden kat’idir. Allah’tan peygamberi vasıta- sıyla bize kadar geldiğinde şüphe yoktur. Hadisler ise, (Cevap A) mütevatir ve bir görüşe göre de meşhur olanlar hariç sü- but yönünden zannidir. Buna göre nakli deliller, sübutu ve delaleti kat’i deliller; sübutu kat’i delaleti zannideliller; sübutu zanni delaleti kat’i deliller ile sübutu ve delaleti zanni deliller olmak üzere dörtlü bir ayrım ve derecelen- dirmeye tabi tutulmuştur. Fakihler, Kitap ve Sünnetin şer’i delil olduğunda görüş birliği içindedirler. İcma’ ve kıyas ise, alimlerin çoğunluğuna göre şer’i delildir.

(Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK

140 KELAM Test • 6

20. “Din” kavramı; “d-y-n” kökünden türeyen bir isimdir. Arap dilinde çok geniş bir anlamı vardır. Aynı zamanda bu ke- lime zıt anlamlı kelimelerdir. Sözlükte “ceza/mükafat, adet/ durum, itaat/isyan, hesap, zül, inkıyad, hüküm/kaza, ga- lebe, kahr, isti’la, mülk, ferman, tevhit, ibadet, millet, şe- riat, vera’, takva, hizmet, ihsan, ikrah” gibi anlamlara ge- lir. Hamdi Yazır, “din” kelimesini tanımlarken “siyaset” an- lamını da zikretmiştir. Terim olarak “din”; akıl sahiplerini

kendi arzuları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi bir ni- KOZMİK ODA YAYINCILIK zam, Allah tarafından konulmuş ve insanları O’na ulaştı- ran bir yoldur. İman ve amel konusu olarak akıl ve ihtiya- ra (iradeye), teklif olunacak hak ve hayır kanunlarının bü- tününe denir. Din kelimesi ve türevleri Kur’an’da 95 defa geçmiş ve; “din”, “dinu’l-hak” (hak din), “dinü’llah” (Allah’ın dini), “dinü’l-kayim” ve “dini kıyem” (doğru din), “dinü’l-ha- lis” (halis din), “dinü’l-melik” (hükümdarların kanunu), ve “yevmü’d-din” (din-hesap günü) şeklinde yalın ve terkip olarak; ceza (sevap ve ikap), hüküm, kanun, tevhit, din edinmek, itaat, hesap, sayı, şirk dini, ehl-i kitap dini, hak din, batıl din gibi meşhur manasıyla din anlamlarında kul- lanılmıştır. Din olgusu ilk insandan beri var olan gelmiş- tir. Yüce Allah, hak dinin ilkelerini, ilk insan/ilk peygam- ber, Adem (a.s.)’dan itibaren bütün insanlara “vahiy” yo- luyla bildirmiştir. Allah, insanları “hak dine” zorlamadığı için “hak dini” kabul eden de hak dinden sapan ve “hak dini” tahrif eden insanlar da olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’e Kur’an verilmeye başlandığı zaman Hicaz bölgesinde “şirk dini”, Hristiyanlık ve Yahudilik din- leri vardı.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

141 KPSS • ÖABT KELAM Test • 7

1. Dabbetü’’l-arz: Sözlükte “canlı, hafif yürüyen, debele- 5. Kader, Allah’ın eylemleri ile insanın fiillerinin sınırını tes- nen, binek hayvanı, nüfuz ve sirayet eden” anlamlarına pit etmeye yönelik bir inanç konusudur. İnsan fiilleri, biz- gelen dabbe kelimesi ile yeryüzü anlamına gelen arz ke- zat kendi iradesiyle gerçekleştirdikleri ile istem dışı oluş- limesinin birleşmesinden oluşan bir terkiptir. Bu terkip turdukları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunların ilkin- Kur’an-ı Kerim’de bir ayette geçmiş ve ağaç kurdu anla- le “ihtiyari fiiller”, ikincisine ise “ızdırari fiiller” denmekte- mında kullanılmıştır. Ayrıca “Dabbetünmine’l-arz” şeklin- dir. Izdırari fiiller, nefes alma, kalp atışı, kan dolaşımı, do- de, kıyamet alameti olarak bir ayette geçmiştir: “O söz ğum yeri ve cinsiyet gibi fiziksel eylemlerden oluşmakta- başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yer- dır. Beynimizin yönlendirmesi ve irademizin etkisiyle olu-

den bir dabbe, (yaratık) çıkarırız da, bu onlara insanların KOZMİK ODA YAYINCILIK şan eylemler ise, ihtiyari filer kategorisine girmektedir. Bi- ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söy- reyin sorumlu tutulduğu alan, bilinciyle oluşturduğu bu ih- ler.” Bunların dışında dabbe kelimesi, Kur’an’da 12 ayet- tiyari eylemleridir. Ehl-i sünnete göre insanı ve onun fiil- te her türlü canlı anlamında kullanılmıştır. Kıyametin ala- lerini yaratan Allah’tır. Ancak eylemlerin oluşumunda ana meti olarak yerden çıkacağı bildirilen dabbetü’l-arzın na- faktör olan irade, insanın eylem tercihindeki sorumlulu- sıl bir yaratık olduğu ve ne zaman çıkacağı bildirilmemiş- ğunu temsil etmektedir. tir. (Cevap A) (Cevap E)

2. Kader inancı, bireyi evren hakkındaki başıbozukluk an- layışından kurtarır. Evrenin yüce bir plan ve program da- hilinde hareket ettiği inancı, insanı ümitsizlik ve güven- sizlikten kurtarır. O nedenle kader inancı, mümine yaşa- 6. Kaza ise, emir, hüküm ve yerine getirme anlamında olup, ma gücü ve direnci verir. Her şeyin tesadüfi bir gelişme Allah’ın ezeli ilmiyle takdir ettiği olay ve nesneleri, o bilgi içerisinde olduğu düşüncesi, insanlara yeis ve karamsar- doğrultusunda gerçekliğe dönüştürmesi ve ayartmasıdır. lık verir. Öte yandan mü’minler geçmişte olan ve musi- Buna göre kader, plan ve program olup, kaza da, bu plan betler kader, gelecekle ilgili işlerde ve olumsuz eylemle- ve programın gerçekleştirilmesi ve uygulanmasıdır. Bu rinde ise teklif noktasında bakmaları gerekmektedir. Bu tanım Matüridiler’in görüşleri doğrultusundadır. Eş’ariler’e anlayış mü’minlere yaşama karşı güç verir ve iradesini göre kaza, Allah’ın varlıkları ezelde bilmesi ve takdir et- kuvvetlendirir. Bu nedenle bazı bilginler, insan Mu’teziil mesidir. Buna göre kaza, Matüridiler’in kader tanımıyla gibi düşünmeli, ama vakıa karışsında kaderci bir yakla- uyuşmaktadır. Kader ise, ilahi ilimde takdir etmesidir. Ka-

şım sergilemelidir demişlerdir. DİKAB SORU BANKASI der ise, ilahi ilimde takdir edilen her şeyin vakti gelince, kutsal irade doğrultusunda kudret sahasına çıkarılması, (Cevap A) yani yaratılmasıdır. Eş’ariler’in bu yaklaşımı, Matüridiler’in 3. Ehl-i sünnetin Eş’ari okulunun bilginlerine göre insanda kaza anlayışıyla bağdaşmaktadır. yaratılmış bir kudret vardır ve bunun, insanın yaptığı iş- (Cevap B) ler üzerinde bir etkinliği yoktur. İnsan bir fiili gerçekleştir- mek için fiile yaklaştığında Allah, eylem öncesi kulda bir kudret yaratır. Kulun fiille o fiilin gerçekleştirilen yer olma- sıdır. Burada kulun kudretinin fiilin gerçekleşmesinde bir etkisi yoktur. Kul şeklen ve tarifinde zorlanılan bir irade- ye sahiptir. Bu irade tamamen Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah’ın iradesine, “mutlak irade” denmektedir. 7. Ölçü, miktar, bir şeyi belirli bir ölçüye göre tanzim etmek (Cevap D) ve belirlemek anlamlarına gelen kader terimi, Allah’ın 4. Eş’ariler insandaki iradeye “külli irade” demişlerdir. Bu ise ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyi bütün ay- Allah tarafındak kula verilmiş olan, yapıp yamamaya yö- rıntılarıyla ve boyutlarıyla, zaman ve mekan tayini içeri- nelik bir seçme yeteneğidir. Cüzî irade ise, külli iradenin, sinde bilmesi ve bilgi doğrultusunda gerçekleşmesidir. iki taraftan birine aktif biçimde yönelmesinden ibarettir. Buna göre kader öncelikle Allah’ın ilim sıfatına yöneliktir. Buna göre önce külli irade harekete geçer, ardından cüz-i Bu ilahi bilgi doğrultusunda aşkın varlığın irade etmesi irade devreye girer ve irdade-i ilahiyeye Tevfik ederse ve kudretiyle varlık sahasına getirmesidir. Kader anlayı- onu yaratır, yani fiil gerçekleşir. Matüridiler bu cüz-i irda- şına göre Allah içindeki bütün ayrıntılarıyla evreni, belli ye “azm-i musammem” yani kesinleşmiş karar, ihtiyar ve bir ölçü ve kurallar içerisinde düzenlemekte ve takdir et-

kasıt, yönelme adını vermektedirler. KOZMİK ODA YAYINCILIK mektedir.

(Cevap E) (Cevap C)

142 KELAM Test • 7

8. Cennet, Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette “cennet”, “cen- 11. Hadis kitaplarının birçoğunda genellikle “Eşratü’s-Sa’ah” netan” ve “cennat” şekillerinde kullanılmıştır. Cennet çe- ve “el-Fiten” bölümleri kıyamet kopmadan önce ortaya şitli hadislerde de hem bahçe hem ahiret cenneti anla- çıkacak olan kıyamet alametleriyle ilgili oldukça geniş bil- mında yer almıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a itaat eden gi vardır. Bu verilen doğrultusunda İslam alimleri kıyamet kimselerin, karşılık olmaktan öte, ilahi bir ikram suretiyle alametleriyle ilgili oldukça geniş bilgi vardır. Bu veriler müminlere sunulacak ve ağırlanacak mesken olarak tas- doğrultusunda İslam alimleri kıyamet alametlerini, “kü- vir edilmektedir. Tüm güzellik ve iyiliklerin içerisinde bu- çük” ve “büyük” olmak üzere iki kategoride ele almışlar- lunduğu, pozitif mahiyette mutluluk ve huzurun mekan dır. Bir kısmının sağlamlık bakımından tenkide tabi tutu-

edindiği bir alan olan cennet, ilahi ikramın sonsuz sunul- KOZMİK ODA YAYINCILIK labileceği bu tür rivayetlerin muhtesvasını iki grupta mü- duğu, bütün duyguların tatmin edildiği, tüm bedenler haz- talaa etmek mümkündür. Bunlardan birincisi dini emirle- ların yaşatıldığı, Allah’ın cemali isimlerinin tüm boyutla- rin ihmal edilmesi ve ahlakın bozulması tarzındaki mane- rıyla yansıdığı bir mekan olarak bilinmektedir. Cennet ya- vi faktörlerdir. İkincisi ise Deccal’in ortaya çıkışı. Hz. İsa’nın ratılmışlık aleminin, iyiliklerini toplandığı son halkasıdır. dünyaya dönüşü, kozmik düzenin bozularak güneşin ba- tıdan doğup doğudan batması gibi olağanüstü olaylardır. (Cevap D) Bu tür olaylar hakkında önceden zaman belirleyici tah- minlerde bulunmak mümkün değildir.

(Cevap D)

12. Okumak, toplamak, bir araya getirmek anlamına gelen 9. Mizan, mahşerde toplanıldıktan ve amellerin kayıtlı oldu- Kur’an, Allah tarafından Hz. Muhammed’e Arapça olarak ğu ortamların açılması sonucunda uygulanacak eylem- vahyedilen, günümüze kadar orijinal haliyle Mushaflarda dir. Hesap ve mizan bütün insanlar bu aşamada hazır bu- yazılı olarak gelmiş olan ilahi kitaptır. Kur’an’ın Allah Ke- lunacak ve amel defterlerindeki hesap ve mizandan ge- lamı olduğu ayet ve hadisler, icma ile sabit ve akli, tarihi çirilecektir. Hadislerde Allah Teâlâ’nın tüm insanları he- bir realitedir. Bu yüzden O’nun Allah’ın gönderdiği son ila- saba çekeceği, (Buhari, Rikak, 49; Tevhid, 36; Müslim, hi kelam olduğuna iman farz; inkarı küfürdür. Nitekim bu Zekat, 20) müminlerin hesabının kolay, kafirlerin ise çok değerlendirme şu ayette çok belirgindir: “Şüphesiz bu, zor olacağı (Buhari, Mezalim, 2; Tefsir, 11/54; Müslim, değerli bir Kur’an’dır, korunmuş bir kitaptır. O’na ancak Cennet, 18) belirtilmiştir. Hesaba çekilmeyecek kimseler DİKAB SORU BANKASI temizlenenler dokunabilir. O, alemlerin Rabbi’nden indi- arasında çocuklar ve deliler yer almaktadır. “Ölçüm ale- rilmiştir.” (el-Vakı’a, 56/77-80). Yüz on dört sure olan ve ti, terazi” anlamında olan mizan ahirette hesapla birlikte Fatiha ile başlayıp Nas suresi ile tamamlanan Kur’an-ı insanların amellerini ölçecek olan ilahi adalet ölçüsü de- Kerim surelerinin bir kısma Mekke’de indirildiğinden “Mek- mektir. ki”, bazıları Medine’de indirildiğinden “Medeni” diye nite- (Cevap E) lendirilmiş ve yirmi üç yılda tamamlanmıştır.

(Cevap E)

13. Bazı hadislerde peygamberlerin sayısının 124 bin, bun- 10. Kabir hayatı, ahiret hayatının ilk aşamasını oluşturur. Bir ların içinden 315 tanesinin de resul olduğu belirtmiştir. Bu insan, nasıl ölürse ölsün, cesedi kabre konulsun veya ko- nedenle peygamberler hakkında kesin bir sayı belirtmek nulmasın, öldüğü andan itibaren Münker-Nekir denilen isabetli görünmemektedir. Kur’an’da adı geçen peygam- görevli melekler tarafından sorgulanacaktır. Bu sorgunun berler 25 tane olup bunlar; Hz. Âdem, Nuh, Elyesa, Ey- nasıl olacağı, bu iki meleğin ne gibi sorular soracakları yub, Hud, İbrahim, İsmail, Lut, İdris, İlyas, Şuayb, Musa, algılarımızın ötesinde olsa da, bu iki meleğin, iman ve İs- Harun, Davud, Süleyman, İshak, Salih, Yakub, Yahya,

lam’a dair sorular soracakları hadislerde bildirilmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Yunus, Yusuf, Zekeriyya, Zülkifl, İsa ve Muhammed’dir.

(Cevap A) (Cevap C)

143 KPSS • ÖABT KELAM Test • 7

14. Hz. Muhammed’in peygamber oluşunun ispatı ile ilgili de- 17. Tevrat, İbranice bir kelime olup, sözlükte “kanun, şeriat liller genel olarak aşağıdaki kategorilere değerlendirilmiş- ve öğreti” anlamlarına gelmekte olup, Hz. Musa’ya indi- tir: rilmiştir. Aynı zamanda Tevrat’a, Ahd-i Atik veya Ahd-i Ka- Onun peygamberliğini en büyük kanıtı ve yaşayan akli dim-Eski Ahid de denmektedir. Tevrat’ın Musa’ya gönde- mucizesi Kur’an-ı Kerim rilen Allah kelamı olduğu ayetlerle sabit olması nedeniy- le, Tevrat’ın aslının Hz. Musa’ya gönderilmiş olduğuna İnsani değerleri tam anlamıyla şahsında yansıtması/üs- inanmak farz, inkarı küfürdür. tün ahlaka sahip olması, Sunmuş olduğu dinin bireysel ve sosyal hayattaki yansı- (Cevap B) KOZMİK ODA YAYINCILIK maları, Önceki kutsal netilerde müjdelenmesi, Ümmiliğinin peygamberliğine delil olması, İkram mucizesi olarak da adlandırılan ve daha çok mü- minlere yönelik olan hissi-maddi mucizelerinin peygam- berliğine delaleti.

(Cevap E)

15. Peygamberlerin sıfatları şunlardır:

• Sıdk: doğruluk demek olup, peygamberlere hiç ya- lan söylemezler.

• Fetanet: Peygamberler sağduyulu, çok akıllı ve zeki- dirler.

• Tebliğ: Peygamberler, Allah tarafından gönderilen buyrukları oluğu gibi ümmetlerine eksiksiz ulaştırır- lar.

• Emanet: Peygambler “emanet” sahibi, güvenilir kim- DİKAB SORU BANKASI selerdir. Emanetin zıddı olan “hıyanet” onlar için im- kansızdır.

• İsmet: Peygamberler, Allah tarafından günah işlemek- ten korunmuşlardır. Onlar, özellikle peygamberlikle görevlendirildikleri andan itibaren ilahi koruma altına alınmışlardır.

(Cevap D)

16. Nübüvvetin imkanı, Allah Teala’nın insanlara peygamber 18. “Müjde, iyi haber” anlamına gelen İncil, Allah tarafından göndermesinin mümkün veya vacip olmasıyla ilgilidir. Nü- İsrail oğullarına tebliğ etmek üzere Hz. İsa’ya verilmiş büvvetin gerekliliği meselesi, fert ve toplum bazında in- olan Allah kelamının adıdır. İncil’e Ahd-i Cedid-Yeni Ahid sanoğlunun peygamberlere ihtiyaç hissedip etmediğini, de denir. İncil’in İsrailoğullarına peygamber olarak gön- ihtiyaç duyuyorsa bunun hangi alanlarda olduğuyla ilgili- derilmiş olan Hz. İsa’ya verildiği birçok ayetle sabit dini idr. Sonuncusu ise vahiy ve peygamberliğin mahiyetini bir hakikat ve tarihi bir gerçektir. Kur’an’da “Kendinden ne olduğunu ifade etmektedir. Allah Teala, resullere çok önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin iz- seçkin ve özel bir ilim ve hidayet vermiş ve onları kendi leri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. katından ayet ve mucizelerle desteklemiştir. Hidayete te- Ve Ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önün- mayülü olan insanlar da Peygamberler’e inanmışlardır. deki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt İnsanlık tarihi boyunca çok sayıda Resul gelmiş olup, in- olmak üzere İncil’i verdik.” (el-Maide, 5/46) buyrulmuştur. sanlara ilahi buyrukları sunmak ve anlatmak suretiyle on- İncil’in Hz. İsa’ya indirildiği orijinal şekliyle inanmak, ilahi

ların dünya hayatında sorumlu olduklarını anlatmışlardır. KOZMİK ODA YAYINCILIK kitaplara imanın gereklerindendir.

(Cevap C) (Cevap A)

144 KELAM Test • 7

19. Batıl: Boşa gitmek, fasit olmak, hükmü düşmek, işsiz kal- 20. Beda: Zahir olmak, açık olmak, belirmek, görüşü değiş- mak, cesur olmak, bir şeyi bozmak, saçmalamak anlam- mek, çöle çıkmak ve çölde yaşamak anlamlarındaki “b-d-v” larındaki “b.t.l.” kökünden türeyen “batıl” kelimesi; ger- kökünden türeyen ve sözlükteki gizli bir şeyin sonradan çekliği olmayan, yok olan demektir. “Hak” kavramının zıd- ortaya çıkması, kişinin değiştirmesi ve zahir açık anlamı- dıdır. Din dilinde var gibi görünen ancak varlığı olmayan, na gelen beda, Allah’ın ilim, irade ve tekvin sıfatlarında hakikati bulunmayan, boş, temelsiz ve asılsız şeylere de- değişme olabileceğini ileri süren Şia fırkasına ait bir gö- nir. Çoğulu, ebatıl’dır. Batıl kelimesi Kur’an’da yirmi altı rüşün adıdır. Bu görüşe göre; Allah’ın belli bir şekilde vu- ayette geçmiş ve (Al-i İmran, 3/71), put (Lokman, 31/30), ku bulacağını haber verdiği bir olay daha sonra haber

şirk (Bakara, 2/42), haram, haksızlık, zulüm (Bakara, KOZMİK ODA YAYINCILIK verdiğinden başka bir şekilde vuku bulabilir. Bu fikri ilk or- 2/188) boş, faydasız (Al-i İmran, 3/91) ve boşa gitmek taya atanın Muhtar esSakafi olduğu kabul edilirse de Ta- (Hud, 11/16) anlamlarında kullanılmıştır. Kur’an’a göre; beri, Tarih’inde, bedadan ilk önce Muhtar’ın adamların- tevhit inancına uymayan her türlü inanç, Allah’tan başka dan Abdullah b Nevfi’nin bahsettiğini söylemiştir. Abdul- tapılan ve yalvarılan her şey (Hac, 22/62; Lokman, 31/30); lah, bir savaş öncesi, Allah’ın kendilerini zafere erdirece- kumar, hırsızlık, rüşvet, yalan, hile vb. yollarla elde edi- ğini söylemiş, zafere erince Allah’tan aldığı bilgiye göre len bütün kazançlar (Nisa, 4/29) batıldır. bunu haber verdiğini bildirmiştir. Daha sonra Mus’ab b. Fıkıh ıstılahında ise, rükünleri ve şartları tamamen veya Zübeyr’in ordusuna yenilince; Allah bana zafer vaat et- kısmen eksik olan ibadetler ve gerekli şartları taşımayan mişti, fakat O’na bu değişik sonuç zahir oldu demiş, böy- akitler batıl (yok, geçersiz) kabul edilmiştir. Batıl olan akit, lece Allah’ın ilim ve iradesinde değişiklik olduğunu ima herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz. etmiştir. Abdullah bu görüşünü; “Allah dilediğini siler, di- lediğini sabit kılar” (Ra’d, 13/39) ayetine dayandırmıştır. (Cevap D) Bu fikir, Cafer-i Sadık’a da isnat edilir. Cafer-i Sadık, ken- disinden sonra oğlu İsmail’in imam olacağını söylemiş fa- kat oğlu kendisinden önce ölünce bunu beda görüşüyle açıklamıştır. Beda görüşünü benimseyenlere Bedaiyye denir. Beda fikri, Allah’a bilgisizlik ve eksiklik nispet ettiği için ehl-i sünnet tarafından kabul görmemiştir.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

145 KPSS • ÖABT KELAM Test • 8

1. Sözlükte “kalıca olma” anlamına gelen beka, tasavvufta 4. Azrail: Dört büyük melekten birinin ismi olup, insanların kötü huyların yerini güzel huy ve iyi davranışların alma- canını almakla görevlidir. Azrail kelimesi İbranice asıllı- sı; kulun Allah’ın sıfat ve vasıflarıyla donanması demek- dır. Bu melek Kur’an ve sahih hadislerde, Azrail ismiyle tir. Allah’ta fani olma haline fena fi’llah, Allah’ta baki olma değil, melekü’l-mevt (ölüm meleği), elçilerimiz şeklinde haline beka billah denir. (M.C.) beka, Yüce Allah’ın zati geçmektedir. “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görev- sıfatlarından biri olup, varlığının sonu olmamak veya ebe- lendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra rabbinize di olmak demektir. Zira beka vasfı, kıdem sıfatının bir ge- döndürüleceksiniz.” (Secde, 32/11). “Nihayet birinize ölüm reğidir. Çünkü kıdemi sabit olan bir varlığın bekası da zo- geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar.

runlu olur. Öyle ise Yüce Allah, kadim olduğu için bakidir, KOZMİK ODA YAYINCILIK Onlar vazifede kusur işlemezler.” (En’am, 6/61; A’raf, ebedidir. 7/37). Her insanın canını almakla görevli bir ölüm mele- Bekanın zıddı olan fena ve sonu olmak Allah hakkında ği vardır. Azrail, bu meleklerin başıdır. muhaldır. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır. “ o ilktir, son- (Cevap E) dur, zahirdir, batındır, O her şeyi bilendir.” (Hadid, 57/3) “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak aza- met ve ikram sahibi Rabbinin Zatı baki kalacak.” (Rah- man, 55/26-27) Göndermek, uykudan uyarmak, teşvik etmek, di- (Cevap C) 5. Ba’is: riltmek, uyanık olmak, uykusuz olmak, anlamlarındaki “b-a-s” kökünden türeyen bais, Allah’ın sıfatı olarak; kı- yamet kopunca ölüleri dirilten, kabirlerinden kaldırıp mah- şer yerine sevk eden, uyarıcı ve müjdeci olarak insanla- 2. Sözlükte “yokluk, hiçlik, varlığın zıddı ve varlığın yaratıl- ra peygamberler gönderen, kıyamette şahitler getiren de- masından önceki hal” anlamına gelen adem, tasavvufta, mektir. Ba’s (Hac, 22/5) ölümden sonra dirilme, canlan- “masiva, zulmet, batıl, çirkin” anlamında kullanılmakta- madır. Bunu yapan Allah’tır. Allah’ın ba’is sıfatı isim şek- dır. Tasavvufta adem iki çeşittir: a) Mutlak adem (Adem-i linde Tirmizi’nin el-esmaü’l-hüsna ile ilgili rivayetinde geç- mahz); sırf yokluk anlamına gelir. Bu manada adem, var mektedir. (Tirmizi, Deavat, 83). Allah’ın bu sıfatı, Kur’an’da olması mümkün olmayan yok anlamındadır. b) Mümkün “ba”ase-yeb’asü” fiili ile ifade edilmiştir. “Bir gün Allah, on- adem; mevcut olmayan, ancak var olması mümkün olan ların hepsini diriltir (yeb’asü) ve yaptıklarını kendilerine yokluktur. Bu anlamda adem, “şey”, “ayn”, ve “zat”, olup haber verir…” (Mücadele, 58/6); “Her ümmet içinden, ken-

bir kısım nitelik ve özelliklere sahiptir. Mümkün adem, DİKAB SORU BANKASI dilerine bir şahit getirdiğimiz gün, (yevme neb’asü) seni Hakk’ın kendisinde tecelli ettiği bir aynadır. de bunlara şehit getirmiş olacağız…” (Nahl, 16/84, 89). (Cevap E) (Cevap A)

6. Basıt: Yaymak, elini uzatmak, çok cömertlik etmek, se- vindirmek izah etmek, rızkı çoğaltmak, kılıcı çekmek, ba- 3. Ashab-ı A’raf: A’raf ehli demektir. A’raf suresinin 44-50. sit olmak anlamlarındaki “b-s-t” kökünden türeyen basıt; ayetlerinde ahirette üç sınıf insanın varlığından söz edil- yayan cömert, elini uzatan, bol rızık veren demektir. Al- miştir. Bunlar; ashabü’l-cennet (cennet halkı, cennetlik- lah’ın sıfatı olarak basıt, dilediğine rızkı bol veren Allah’ın ler), ashabü’n-nar (cehennem halkı, cehennemlikler) ve bu sıfatı isim şeklinde Tirmizi’nin el-esmaü’l-hüsna ile il- ashabü’l-a’raf. Cehennem halkı ile cennet halkı arasın- gili rivayetinde geçmiştir. (Tirmizi, Deavat, 83). Allah’ın da bir sur (perde, duvar) vardır. Bu surun cennet tarafı bu vasfı Kur’an’da “yebsütu” fiili ile 9 ayette ifade edilmiş- nur, cehennem arasında bulunan a’rafta, hem cennetlik- tir: “Allah (rızkı) kısar ve açar” (Bakara, 2/245); “Allah di- leri, hem de cehennemlikleri yüzlerindeki işaretlerinden lediğine rızkı bol verir (dilediğine) kısar” (Ra’d 13/26). “Ya- tanıyan kimseler vardır. Bunlar, cennet halkına “selamün hudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır, cimridir’ dediler. Kendi elleri aleyküm (selam size)” diye seslenirler. Cehennem halkı- bağlandı ve söylediklerinden ötürü lanetlendiler. Hayır Al- nı görünce de “Rabbimiz, bizi bu zalim toplum ile bera- lah’ın iki eli de açıktır (mebsutatani) dilediği gibi verir…” ber bulundurma!” diye dua ederler (A’raf, 7/44-50). Bu (Maide, 5/64) ayetleri Allah’ın bu vasfını anlatmaktadır. kimseler, iyilikleri ile kötülükleri, sevapları ile günahları “O Allah ki rüzgarları gönderir, bulutu kaldırır, sonra onu eşit olduğu için henüz cennete giremeyen ancak cenne- gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder…” (Rum, te girmeyi uman mü’minlerdir. Ashab-ı a’raf, a’raf’ta bir 30/48) ayetinde “yebsütu” fiili sözlük anlamında kullanıl-

müddet kalır, sonra Allah onları cennete koyar KOZMİK ODA YAYINCILIK mıştır.

(Cevap A) (Cevap D)

146 KELAM Test • 8

7. Baki: Kalmak, devam etmek, sabit olmak, bakmak, gö- 10. Sözlükte “bir şeyi mekan ve meskenden çıkarmak, top- zetlemek anlamlarındaki “b-k-y” kökünden türeyen baki, lamak, bir araya getirip sevk etmek” anlamlarına gelen ebedi olan, devam eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak haşr, terim olarak, Cenab-ı Hakk’ın ölülere ruhları iade baki, sonlu ve ölümlü olmayan, sonsuz yaşayan, varlığı edip onları hesaba çekmek üzere toplaması ve toplanma sürekli olan demektir. Allah’ın zati sıfatlarındandır. Tirmi- yerine sevk etmesi demektir. Toplanacak olan yere de zi ve İbn Mace’nin esma-i hüsna ile ilgili rivayetinde geç- “Mahşer” denir. Kur’an-ı Kerim’de “Sizi topraktan yarat- miştir. (Tirmizi, Deavat, 83; İbn Mace, Dua, 10). “… Her tık, oraya döndüreceğiz ve sizi tekrar oradan çıkaraca- şey helak olacak ancak O’nun zatı baki kalacaktır.” (Ka- ğız” (Ta-ha, 20/59) buyurularak; ölünce toprağa gömü-

sas, 28/88) ve “Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak- KOZMİK ODA YAYINCILIK len, çürüyüp toprak olaninsanların tekrar oradan çıkarı- tır, ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kala- lacakları haber verilmiş ve bunu imkansız görenlere kar- caktır” (Rahman, 55/26-27) ayetleri de Allah’ın baki sıfa- şı deliller getirilmiştir (Rum, 30/19; Bakara, 2/259-260). tını ifade etmektedir. Herkesin yaptığının karşılığını tam olarak alacağı cennet ve cehenneme doğru yol alan yolcularının uğrayacakla- (Cevap E) rı bir durak olan mahşerde de, diğer merhale ve durak- larda olduğu gibi iyiler daima izzet, ikram ve mükafat gö- recek, oradaki sıkıntı ise mahşerin her türlü sıkıntı ve ıs- tıraplarından korunacak; kötüler ise mahşerin her türlü sıkıntı ve ıstıraplarına maruz kalacaklardır. Çeşitli sıkın- tılarla dolu olan haşr, mü’minlere çok kolay, kafirlere ise çetin olacaktır. (Cevap E) 8. Sözlükte birine galip gelmek, kahretmek, yenmek, zafer 11. Kıyamet gününde Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’e kazanmak, zorla almak, üstün olmak anlamlarındaki “g-l-b” verilecek olan havuzun adıdır. “Şüphesiz biz sana kev- kökünden türeyen galip; üstün gelen ve kazanan demek- seri verdik” (Kevser, 108/1) anlamındaki ayette geçen tir. Kur’an’da bir ayette Allah’ın sıfatı olarak galibün ala “kevser” kelimesi ile maksat “havz-ı kevser”dir. kıyamet emrihi şeklinde kullanılmıştır: “Allah emrinde galiptir fa- günü her peygamberin bir havuzu olacaktır. Bu havuz- kat insanların çoğu (bunu) bilmezler” (Yusuf, 12/21). Al- dan o peygamberin kendisi ve iman eden ümmeti içecek- lah, her işinde galiptir, yenilmez, aciz ve başarısız olmaz, tir. Hadis-i şeriflerde bildirdiğine göre Peygamberimize dilediğini dilediği gibi yapar, istediğine engel olunamaz. verilecek “havz-ı kevser”; çok geniş suyu sütten ve ka-

Galip, sıfatı Allah’ın güç ve kuvvetine delalet eder. DİKAB SORU BANKASI dehlerinin sayısı gökteki yıldızlardan daha çok olacaktır. (Cevap A) Müminler bu havuzun suyundan içeceklerdir. Bu havu- zun suyundan bir kere içen kimse bir daha susamaya- caktır (Buhari, Rikak, 53; Müslim, Fezail, 9; Tirmizi, Kı- yamet, 14/15). (Cevap E) 12. Berzah: sözlükte “iki şey arasındaki engel, perde ve ayı- rıcı sınır” manasındadır. Dini ıstılahtaki karşılığı ise: ölüm- den sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişe kadar devam 9. Sözlükte “arşın taşıyıcıları” anlamına gelen “hamele-i arş”, edecek olan kabir hayatıdır. Buna göre ölen herkes ber- Allah’ın arşını taşıyan meleklerin adıdır. Kur’an’da bu me- zah alemine girecektir. Berzah hayatı, daha çok “kabir lekler hakkında şöyle buyurulmaktadır: “Sur’a bir defa hayatı” şeklinde de anılır. Ölümden sonra beden genel- üfürüldüğü zaman, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp, birbirine likle çürüyüp ortadan kalktığı için insanın göç ettiği ber- çarptırıldığı zaman, işte o gün kıyamet kopmuş olur. Gök- zah alemine “alem-i ervah” veya “darü’l ervah” denir. Ber- yüzü yarılmış ve o gün çökmeye yüz tutmuştur. Melekler, zah; iki şey arasındaki engel ve mania anlamlarında semanın kıyılarındadır ve Rabb’inin arşını taşırlar. Onla- Kur’an-ı Kerim’de de zikredilmiştir: “Birinin suyu tatlı ve rın üstünde sekiz taşıyıcı (melek daha) vardır. O gün (he- içimi kolay, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve sap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kal- aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O’dur.” Şu maz” (Hakka, 69/13/19). ayette geçen “Berzah” ise ölümden sonra yeniden dirili- Hz. Peygamberden yapılan bir rivayete göre dünyada Al- şe kadar geçecek zaman diliminin oluşturduğu engel an- lah’ın arşını taşıyan meleklerin sayısı dörttür, kıyamet ko- lamındadır: “Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri

punca sekiz tane olacaktır. KOZMİK ODA YAYINCILIK güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Cevap B) (Cevap D)

147 KPSS • ÖABT KELAM Test • 8

13. Bezm-i Elest: Farsça’daki “sohbet meclisi” anlamına ge- 15. Büyük günah; Allah’ın yapılmasını yasak ettiği her fiil, ha- len bezm sözcüğüyle Arapça’da “ben değil miyim” anla- ram olduğuna dair Kur’an’da ayet bulunan yasak fiil, iş- mındaki çekimli bir fiil olan elestü’den oluşan bezm-i elest leyene haz/ceza gereken suç, hakkında kıyamet günün- terkibi “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldı- de cehennem olduğu bildiren, Allah’ın gazap ve lanetini ğı ve ruhların da “bela/evet” diye cevap verdikleri meclis gerektiren, hakkında şiddetli va’id bulunan, Allah’ın faili- anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da geçmişte Allah’ın ni fasık ve asi vasfı ile nitelediği günah şeklinde farklı şe- Adem oğullarından yani onların sırtlarından (veya sulp- killerde tanımlanmıştır. büyük günahların sayısı konusun- lerinden) zürriyetini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit da farklı namazlar zikredilmiştir. Kur’an’da olduğu gibi ha-

tuttuğu ve onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye KOZMİK ODA YAYINCILIK dislerde de büyük günah kavramı geçmiştir. (Buhari, Hu- hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri anlatılmaktadır. dud, 44; Müslim, İman 144). Namaz, oruç, hac, zekat gi- (A’raf, 7/172). Allah’la insanlar arasında meydana gelen bi farz görevleri terk etmek; içki, kumar, zina, hırsızlık, ya- bu sözleşmeye misak, kalu bela, ruz-i elest, bezm-i ezel, lan, yalancı şahitlik, iftira, zulüm, adam öldürme ve gıy- ahid, bela ahdi gibi çeşitli isimler verilmiştir. Kur’an’da ay- bet gibi haramları işlemek büyük günahtır. Her türlü in- nı konuyla ilgili açık veya dolaylı ifadeler çeşitli surelerde kar, şirk ve nifak büyük günahtır. İnkara varmayan fısk ve yer almaktadır (Rum, 30/30). Bezm-i elestte yapılan söz- ma’siyetlerden de büyük günahlar vardır. leşmenin zamanı, yeri ve keyfiyeti konusunda farklı gö- (Cevap D) rüşler ileri sürülmüştür. Bunları şöylece özetlemek müm- kündür:

1. Allah’ın insanlardan aldığı söz insanın dünyaya geli- şinden önce gerçekleşmiştir. Bütün insanların zürri- yeti Adem’in sırtından zerreler halinde çıkartılmış, ruh ve akıl verilerek kendilerine hitap olunmuş, onlar da sözlü olarak cevap vermişlerdir.

2. Nass’larda sözü edilen sözleşme mecazi anlamda 16. Sözlükte “derin kuyu” anlamına gelen cehennem, dini li- olup ruhlar aleminde değil, bedenlerin yaratılmasıy- teratürde dünya hayatında iman etmeyenlerin sürekli ola- la gerçekleşmiştir. İnsanın Allah’ın varlığını ve birliği- rak, iman ettiği halde salih amel işlemeyen kimselerin de ni kavrayabilecek bir nitelikte yaratılması sözlü olma- günahları ölçüsünde, cezalandırılmak üzere kalacakları yan, fıtri denebilecek bir ahit ve misak niteliğindedir. ceza ve azap yeridir. Kur’an-ı Kerim’de Cehennem için Bu iki görüşten ilkini insan türüne ait genel bir söz- yedi isim kullanılmıştır: Cehennem (derin kuyu), nar (ateş), DİKAB SORU BANKASI leşme, ikincisini de her ferdin bizzat yaptığı sözleş- cahim (alevleri kat kat yükselen ateş), haviye (düşenle- me şeklinde değerlendirmek mümkündür. rin çoğunun bir daha geri dönemediği uçurum, yer), sair (çılgın ateş), leza (dumansız be katıksız alev), sakar (Cevap B) (ateş), hutame (obur ve kızgın ateş). Bunlardan Kur’an’da en çok geçeni cehennem kavramıdır. Alimlere göre, Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette cehennem hayatıyla ala- 14. Büyük günah işleyen kimsenin durumu hakkında İslam kelam ekolleri farklı görüşler serdetmişlerdir: kalı olarak geçen acı, ıstırap, azap, ateş vb. şeyler bu dünyadakilere benzetilemez. Bunların içyüzünü insanla- 1. İnkara varmayan günah işleyen mü’min, imandan çık- rın bilmesi mümkün değildir. Ehl-i Sünnet inancına göre maz, kafir ve münafık olmaz; ancak fasık ve asi olur. Kur’an-ı Kerim’de geçmiş zaman kipiyle ifade edilen “ce- Tevbe etmeden ölürse ya Allah bağışlar ya da güna- hennem kafirler için hazırlandı” (Bakara, 2/24; Al-i İmran, hı nispetinde cehennemde cezalandırır, sonra cen- 3/131) cümlesi, cehennemin şu anda var ve yaratılmış netine koyar (Ehl-i sünnet); olduğunu gösterir. Haşrin ve cehennemdeki azabın cis- 2. Büyük günah işleyen imandan çıkar, kafir olur (Hari- mani değil de ruhani olacağını iade eden İslam filozofla- ciler); rına karşı, Ehl-i Sünnet alimleri, bazı Kur’an ayetlerine dayanarak (Nisa, 4/56) Cehennem azabının hem ruhani 3. İmandan çıkar fakat kafir olmaz. Bu kimse ne mü’min- hem de cismani olacağını ifade etmişlerdir. Ayrıca Ehl-i dir ne de kafir. Tevbe etmeden ölürse, ebedi cehen- Sünnet kelamcıları “… Orada ebedi kalıcıdırlar” (Nisa, nemde kalır (Mutezililer); 4/169; Ahzab, 33/65) mealindeki ayetlere dayanarak, ce- 4. Kafire itaat fayda vermediği gibi mü’mine de büyük hennem hayatının sonsuz olduğu fikrini benimsemiş, bu- günah zarar vermez (Mürcie) bu görüşlerin Kur’an ve nun aksini savunan Cehmiyyeyi bid’atçı olarak nitelen-

sünnete en uygun olan Ehl-i Sünnetin görüşüdür. KOZMİK ODA YAYINCILIK dirmiştir.

(Cevap E) (Cevap D)

148 KELAM Test • 8

17. Hidayet doğru yola girmek, doğru yolu göstermek mana- 20. İcmali iman; inanılması gereken inanç konularına toptan sındadır. kelam ilminde erken devirlerden itibaren kulla- ve özlü bir şeklide inanmaktır. Kelime-i şehadet ile for- rın fiilleri, dolayısıyla kader meselesine bağlı bir problem mülleştirilen bu tarz iman, mü’min olmanın temel şartıdır. olarak artışmaya başlanmıştır. Bu tür bir iman şekline, “iman el-amme” denmiş olup, inanmanın temel alt basamağını oluşturmaktadır. (Cevap C) (Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK

18. İslam Kelam bilginleri ilahî birliği Allah’ın zatında, sıfatla- rında ve fiillerinde olmak üzere üç başlık altında incele- mişlerdir. Allah’ın zatından amaç, bizzat kendisi olmasıdır. Allah’ın zatında birliği, onun dengi olarak görülen başka ilahların olmaması, mülkünde ortağının bulunmaması ve diğer ya- ratılmış varlıklar gibi parçalardan birleşmiş bir varlık ol- mamasıdır. A, B, C ve D’de verilen ayetlerde Allah’ın za- tında tevhide vurgu vardır. Yüce Allah, zatında bir olduğu gibi sıfatlarında da birdir. O, zatına uygun bir şekilde en kâmil sıfatlara sahiptir. İş- te bu bağlamda, İslam inanç sisteminde çok önemli bir konu da Allah’ın zatı hakkında vacip olan yetkin sıfatları- nı bilip öylece inanmak ve O’nun yüce zatını noksan sı- fatlardan soyutlamaktır. Allah Teala birtakım sıfatlara sahip olduğu gibi aynı za- manda fiilleri olan bir varlıktır. Fiil bir iş, bir oluş ve bir ha- DİKAB SORU BANKASI reketi bildirir. “O (Allah) her an yaratma hâlindedir” (Rah- man 55/29). ayeti bu sürekli yaratma etkinliğini dile geti- rir.

(Cevap E)

19. Tafsili iman; icmali iman konularının üstüne bina edilmiş inanç nesneleri olup, ayrıntılı ve kapsamlı bir imanın ifa- desidir. Buna göre bir mü’minin imanın altı şartı olarak hususlara inanması ve bunların detaylarını öğrenmesi gerekmektedir. Buna göre inanç nesnelerinde bir artma olmuş ve inanç konularında bir bilinçlenme gerçekleşmiş- tir. Kur’an’da hedeflenen mü’min profilinde bu tür iman bulunmaktadır. Tahkiki iman da denilen tafsili boyutta, ki- tap ve sünnet boyutunda Allah elçisinin O7ndan alıp in- sanlara sunduğu bilgi, haber ve hükümlerin hepsine ay- rı ayrı inanmak bulunmaktadır. Kur’an’da “Onlar ki, gab- ya iman ederler.” (el-Bakara, 2/3) yanında “Erginlik Al- lah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberle- re iman edin.” (el-Bakara, 2/178) gibi ayetler, bu tür taf-

sili bir imanı teşvik etmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap C)

149 KPSS • ÖABT KELAM Test • 9

1. Allah; Yüce Yaratıcının özel ismidir. Bu isim, O’nun ke- 3. Kelam ilmi birçok farklı isimle anılmıştır. A, B, C ve E se- mal, cemal ve celal sıfatlarının ifade ettiği anlamların ta- çeneklerinde verilen isimler kelam ilmine verilen isimler- mamını kapsar, Allah’ın diğer isimleri ise Allah’ı tasvir dendir. D seçeneğindeki Mesail ise kelam ilminin ana ko- eder. Allah özel isminin hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. nularını oluşturur. Ana konuları; İlahiyat, Nübüvvet, Se- Arapça ilah, Türkçe tanrı, Farsça hüda, İngilizce god, Al- miyattır. manca gott kelimeleri “Allah kelimesi gibi özel isim değil- (Cevap D) dir. Bunlar, ilah, ma’bud, rab gibi cins isimlerdir. Allah ke- limesi ikil ve çoğul yapılmaz. Bu isim sadece hak ma’bu- 4. Kelam ilminin ortaya çıkmasında belli başlı bir çok olay du, varlığı zorunlu olan yaratıcıyı ifade eder. başka bir KOZMİK ODA YAYINCILIK etkili olmuştur. Bunlar; varlığa, Allah ismi verilemez. Yani Allah’ın adaşı yoktur (Meryem, 19/65). diğer isimler çoğul yapılabilir. İlahlar, • Hilafet meselesi ve siyaset. tanrılar, rablar gibi. Çünkü hak veya batıl ma’buda tanrı, • Müslümanlar arasındaki iç savaş. hüda, ilah denilebilir. “Allah” isminin çeşitli asıllarından türediği ileri sürülmüşse de “el-ilah” kelimesindeki hem- • İnsanın düşünen varlık olması. ze olan elifin düşürülmesiyle elde edildiği görüşü tercih • Yabancı din, kültür medeniyetlerin İslam dünyasına edilmektedir. İnsanlar, Allah’ın zatını, hakikat ve mahiye- etkisi. tini bilmezler. O’nu eserleri ve eserlerin delalet ettiği sı- • Dini metinlerin lafızlarında kaynaklanan sebepler. fatları ve isimleriyle tanıyabilirler. Allah’ın eserleri isimle- rine, isimleri sıfatlarına, sıfatları da zatına delalet eder. C seçeneğinde verilen: Aklı ön plana çıkaran bir ilim ol- Allah’ın isim ve sıfatları zatı gibi ezeli ve ebedidir. Zatı ile ması bu sebeplerden değlidir. Kelam ilme hem Aklı hem birlikte vardır. Sıfat ve isimleri zatından ne ayrı ne de gay- de Nakli ele alır. rıdır. (Cevap C) (Cevap C) 5. Sorudaki öncüllere baktığımızda;

I. Mutezile II. Cebriyye III. Kaderiyye IV. Eş’ariyye DİKAB SORU BANKASI vb. ekollerin özellikleri ifade edilmiştir. D seçeneğindeki Maturidiyye ekolünün özelliği bulunmamaktadır.

(Cevap D)

6. Temel konuları makasıd, unsurları ise vesail olarak ad- 2. İmanın tezahrü, Ehl-i sünnet bilginlerinin geneline göre, landıran, bazı felsefi akımları eleştiren ve müsbet ilimler- kalp ile tasdiktir. Bunun yanında, imanın göstergesi, kalp den istifade eden kelam dönemi Yeni İlm-i Kelam olarak ile tasdik, dil ile ikrar, aza ve organlarla amel etmek şek- ifade edilir. linde formülleştirilmiştir. Amelin bir iman göstergesi oldu- ğu hususu, itikadi İslam mezhepleri arasında daha çok (Cevap C) Haricilik ve Mu’tezile tarafından dillendirilmiştir. İmanın kalp ile tasdik olduğu, İmam Matüridi, Eş’ari, Bakıllani, Cüveyni, Gazzali, Ebü’l-Muin Nesefi, Şehristani, Fahred- din Razi ve Amidi gibi bilginler tarafından onaylanmıştır. Nitekim Kur’an’daki bazı ayetler de bu tür bir anlayışa re- ferans olmuştur. (Yusuf, 12/17, El-Maide, 5/41, el-Hucu- 7. Öncüllerden verilenleri tamamı kelam ilminin fayda ve ga- rat, 49/14, en-Nahl,16/106) Hz. Peygamberîn “kalbinde yeleri arasında sayılabilir. Çünkü kelam ilmi öncelikle İs- hardal tanesi kadar iman bulunan kimsenin cennete gi- lam dinin inanç esaslarını akli ve nakli delillerle ispat et- receği” (Buhari, Tevhid, 41; Ebu Davud, Cihad, 95) türü meye çalışır sonra ise bu esaslar hakkında ortaya çıka-

hadisleri de, bu kabule zemin hazırlamıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK bilecek şüpheleri gidermak için tez ve önerilerde bulunur.

(Cevap D) (Cevap E)

150 KELAM Test • 9

8. Yeni ilmi kelama dair çalışmaları ile Hint alt kıtasında Sey- 11. Yeni ilmi kelam dönemi alimleri fıkıhı tefsir ve kelamda yid Ahmed Han, Şibli Numani, Emir Ali, Muhammed İk- yenilik arayışlarına girmişlerdir. Buna bağlı olarak fıkıhta bal, Mısırda Muhammed Abduh, Reşid Rıza dikkat çek- içtihat kapısının açılması, Tefsir de çağın gereklerine uy- mektedir. Ancak Reşid Rıza Mısır ulemasındandır. gun olarak Kur’an’ın tefsir edilmesi bir ihtiyaç olarak gö- rülmüş ve bu alanlarda yoğun eleştirel bakmaları ve mez- (Cevap B) hep taassubundan uzak durmuşlardır.

(Cevap A) KOZMİK ODA YAYINCILIK

9. İslam düşüncesinde oluşan bir çok mezheplerin kendi gö- rüşleri etrafında farklı düşünceleri olmuştur. Ama hepsi- nin ortak bir çok noktaı da bulunmaktadır. Bunlar; 12. Mutezile ekolunun beş temel ilkesinden biri olan “el-Em- • Allah’ın tekliği ru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu eni’l-münker” iyiliği yaptırmaya ve kötülüğü önlemeye çalışmanın bütün Müslümanlara • Ahiretin varlığı farz olduğu prensiplerdendir. • Peygamberliğin hak olduğu (Cevap E) DİKAB SORU BANKASI • Kur’an’ın Allah kelamı olduğu

(Cevap D)

13. Akaid konusunda Eş’ari mezhebinin kurucusu olan Ebu’l 10. Mutezile mezhebine göre büyük günah işleyen kimse Hasan el Eş’ari’dir. Gençlik yıllarında Mutezile mezhebi- iman ile küfür arası bir yerde kalır. Beş esasından biri sa- ne bağlıyken “üç kardeş meselesi” diye bilinen mesele- yılan bu kavram el-Menzile beyne’l Menzileteyn olarak nin tartışmasında hocası Ali el-Cübbai’ye üstün gelmiş

adlandırılır. KOZMİK ODA YAYINCILIK Mutezile’den ayrılmıştır.

(Cevap B) (Cevap D)

151 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 1

1. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra öne çıkan konu- 3. Mutezile mezhebinin iman anlayışı onların kader anlayı- lardan biride kimin halife olacağı ile ilgili meseleydi. şıyla alakalıdır. Allah, kullarına bir şeyi yapıp yapmama Şiirlerin kabul ettiği görüşe göre Hz. Peygamber Ğa- gücü vermiştir. Bununla beraber insan hürdür, kendi fiili- dîr-i Hum denilen yerde Hz. Ali’yi Halife tayin etmiştir. ni kendisi yapar. Eğer insan herhangi bir şeyi yapıp yap- Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer bu hakkı gasp ettiklerini ifa- mama hürriyetine sahip olmasaydı o takdirde insanın iş- de ederler. lediği iyi ve kötü amellerden sevap veya ceza görmesi manasız olurdu. Eğer insanın fiilleri ezelî yazı/kaderde (Cevap B) belirlenmiş olsa ve Allah insanları bu fiilleri yapmaya zor-

KOZMİK ODA YAYINCILIK lamış farz edilseydi Allah’ın o fiillerden dolayı bir insanı cezalandırması zulüm olmuş olurdu. Hâlbuki Allah adil- dir; kullarına hiçbir şekilde haksızlık etmez. Kısaca Mu’te- zile’ye göre kul, fiilinin hâlıkıdır (yaratıcısıdır). İman eden kişi, bu imanını bütün davranışlarında gösterir.

(Cevap D)

4. Dört büyük fıkıh mezhebinden birisi olan Hanbelî mez- hebi, büyük hadisçi ve fakih Ahmed b. Hanbel’in görüş- leri etrafında oluşmuştur. Mezhep imamının yaşadığı dö- nem ve mezhepleşme süreci bakımından Hanefi, Maliki ve Şafii mezhebinden sonra ortaya çıkmış dördüncü bü- yük ehl-i sünnet mezhebidir. Bu mezhebe mensup olan fakihlere ve bu mezhebin görüşüyle amel eden kişilere Hanbelî denir. Hanbelî mezhebi halen, başta Hicaz bölgesi olmak üze-

DİKAB SORU BANKASI re Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygındır. Hanbelî mez- hebinin hüküm çıkarmadığı kullandığı kaynak ve deliler konusunda diğer fıkıh mezhepleri ile aralarında önemli bir ayrılık bulunmamaktadır. Şer’i hükümlerin kendisin- 2. Sözlükte “bölüm, insan grubu, ayırma, topluluk, parti ve den çıkarıldığı kaynaklar içinde ilk sırayı ayet ve hadisler tümen” gibi anlamlara gelen fırka, terim olarak, İslam fi- oluşturmaktadır. Bundan sonra hüküm çıkarmada, saha- kir tarihinde siyasi düşünce veya itikadi telakkilere sahip be fetvaları zayıf hadisler, maslahat ve kıyas kullanılmak- bulunan mezhep anlamındaki düşünce akımı ve grupla- tadır. rı demektir. Kur’an-ı Kerim’de tefrik ve teferruk olarak ge- çen bu kavram, dinde ve sosyal hayatta bölünmeyi, par- (Cevap E) çalanmayı dağılıp çözülmeyi ifade etmektedir. Siyasi, iti- kadi ve sosyal nedenlerle ayet ve hadisler farlı yorumla- narak İslam tarihinde çeşitli fırkalar ortaya çıkmıştır. İs- lam dini, birliği esas alır. Bölünmeye ve fırkalaşmaya kar- şıdır. Nitekim Peygamberimiz, “Allah benim ümmetimi de- lalet (sapkınlık) te bir araya getirmeyecektir. Allah’ın yar- dım eli cemaatin üzerindedir.” (Tirmizi, Ebvabü’l Fiten, 8) buyurmuştur. Ancak toplum hayatının bir gerçeği olarak Müslümanlar, çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. Şu rivayet de, bu olguya işaret etmektedir: “Mecusiler yetmiş Yahudiler yetmiş bir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmışken Müs- 5. Ebû Amr Abdurrahmân b. Amr b. Yuhmid el-Evzâî (ö. lümanlar da yetmiş üç fırka olacaktır. Bunlardan bir tane- 157/774) Evzâiyye mezhebinin kurucusu, fıkıh ve hadis

si kurtuluşa erecektir. KOZMİK ODA YAYINCILIK âlimidir. Mezhebi günümüzde yaşamamaktadır.

(Cevap D) (Cevap A)

152 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 1

6. Bahailik 1800’lerde İran’da Mehdi inancının uzantısı ola- 9. Haşviyye, genellikle birtakım manasız dini telakkilere sa- rak doğan ve Mirza Ali Muhammed tarafından kurulan hip bilgisiz kimseler için kullanılır. Bu kavramın ilk kez Babiliğin Bağımsız Dine dönüşmüş biçimidir. Tüm dün- Hicri II. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı tahmin edilmek- yada inananları olan evrensel bir dindir. Bahai Tarihi, tedir. Haşviyye ekolüne mensup olanlar Allah’a sıfat nis- 1844’te Bab’ın (Seyyid Ali Muhammed) yeni bir çağın gel- pet etmek hususnda, O’na cisim diyecek kadar irata düş- mekte olduğunu ve yeni bir Peygamber’in geleceğini ilan müşlerdir. Ancak bunu yaparken özellikle üluhiyyet me- etmesiyle başlar. Bahailiğin kurucusu ve peygamberi, la- selesinde nasslar arasında bağlantı kuramayarak teşbih kabı Bahaullah olan Mirza Hüseyin Ali’dir. 21 Nisan 1863’te ve tecsime kadar varan anlayışları benimsemiştir. İtika-

yeni dini ve yeni prensipleri Bağdat’ta sürgünde iken ilan KOZMİK ODA YAYINCILIK di, ameli ve ahlaki konularda Hz. Peygamber’e atfedilen etmiştir. rivayetleri kabul ettiklerini iddia etmişlerdir. Ancak Allah’a nispet edilen yüz, göz, el, ayak gibi uzuvları aynen kabul (Cevap D) etmiş ve O’nu cismani bir varlık olarak düşünmekte bir sakınca görmemişlerdir.

(Cevap C)

7. Ehl-i Sünnet fıkıh mezheplerinin tarih itibariyle birincisi olan Hanefi mezhebi, ismini kurucusu sayılan büyük fa- 10. Eimme-i Selase: Üç imam anlamına gelen bir terkiptir. kih İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin asıl ismi Numan b. Sa- Hanefi fıkıh kitaplarında, Ebu Hanife ile talebeleri Ebu Yu- bit olup, “İmam-ı Azam” (büyük imam) lakabıyla anılır. Bu suf ve Muhammed için eimme-i selase tabiri kullanılmak- mezhebe mensup fakihlere ve bu mezhebin görüşüyle tadır. Ayrıca fıkıh kitaplarında, mezhep imamlarının gö- amel denelere Hanefi denir. Günümüzde Türkiye, Türkis- rüşleri sıralanırken, dört fıkıh mezhebinin kurucularından tan, Afganistan ve Balkanlar’da bu mezhep çok yaygın- üçünün görüş birliğinde olup birinin diğerlerinden farklı dır. Hindistan ve Pakistan’da ise, Hanefi mezhebinin tek görüşte olması halinde, muhalefet edenin ismi açıkça zik- mezhep olduğu söylenebilir. DİKAB SORU BANKASI redilmekte, diğerleri için de eimme-i selase tabiri kullanıl- (Cevap A) maktadır.

(Cevap B)

8. Mu’tezile’nin Basra ekolü, kelâmî meseleleri daha çok te- orik biçimde ele almış, bundan dolayı fikrî mücadele ta- raftarı olmuş, usûl ve furûda hem akla hem de vahye bir- likte değer vermişlerdir. Bunların amacı daha çok Hz. Pey- 11. Varlığını sürdürebilen tek Harici fırka İbâdiyye’dir. Adını gamber’den intikal eden İslam inancının devamlılığını kurucusu olduğu kabul edilen Abdullah b. İbâd’dan almış- sağlamak, İslam inançlarına yöneltilen eleştirileri en iyi tır. Fırkanın adı Kuzey Afrika ve Uman’da Ebâzıyye şek- biçimde savunmak olmuştur. Onlar bu düşünceden ha- linde söylenirken çağdaş yazarlar İbâdiyye’yi tercih et- reketle felsefeyi dine hizmet eden bir araç olarak görmüş- mişlerdir. Uman İbâdîleri’ne Beyâsi, Bîyâsi veya Beyâzi- lerdir. Buna dayanarak da karşılaştıkları farklı din, kültür de denmiştir. İbâdîler, kendilerine bundan başka ilk tah- ve felsefî düşüncelerin mahiyetine vakıf olmaya çalışmış- kimcilerle ilgilerinden dolayı Şurât adını verdikleri gibi, lardır. Basra ekolü daha çok Allah’ın sıfatları konusunu ehlü’l-îmân ve’l-istikâme, ehlü’l-adl ve’listikâme, cemâa-

ele almıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK tü’l-müslimîn, ehlü’d-da’vet isimlerini de vermektedirler.

(Cevap D) (Cevap D)

153 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 1

12. Mezhepler dinin anlaşılma biçimleridir. Dolayısıyla özün- 14. Mu’tezile, zulmü Allah’a yüklemeyi ve insan iradesini yok de insani bir olaydır. İnsanın psiko-sosyal eğilimlerinden sayan anlayışı eleştirirken bir aşırı uçtan diğer aşırı uca kaynaklanan hususların yanı sıra sosyo-politik gelişme- kaydığı gerekçesiyle Ehl-i Sünnet tarafından şiddetle eleş- ler mezheplerin ortaya çıkışına zemin hazırlayan faktör- tirilmiştir. lerdir. Allah, adaleti gereği yapmış olduğu fiillerinde ve yarat- 1. İnsanın bireysel ve toplumsal olarak yaşadığı deği- masında mutlaka birtakım hikmet ve maslahatları göze- şim ve dönüşümler, dini anlama ve anlamlandırma tir, boşu boşuna hiçbir iş yapmaz. O, yaptığı her şeyi bir sürecini etkilemektedir. Bu durum, farklı din algıları- sebep ve gayeye bağlı dolayı yapar. Mu’tezile’ye göre Al- KOZMİK ODA YAYINCILIK nın zamanla kurumsallaşmasına ve sistematik hâle lah Teâlâ’nın bazı yüce ve iyi prensiplere göre hareket et- gelip mezhepleri oluşturmasına yol açmaktadır. mesi zaruridir. Mu‘tezile’nin adalet anlayışına göre kulun menfaatine en 2. İslâm doğduğu sınırları aşıp yeni muhataplara ulaş- uygun olanı Allah’ın yaratması onun üzerine vaciptir. Zi- tıkça, farklı dinlere ve kültürlere mensup kişileri de ra Allah, kötü ve çirkin bir şeyi yapmaz; yaptığını da en kendi bünyesinde eritti. Yeni Müslüman olan kimse- iyi bir şekilde yapar. Bu onun adaletinin gereğidir. Allah’ın ler, eski düşünme ve inanma biçimlerini terk etmele- kulun menfaatine en uygun olanı yapmasının vacip olu- rine karşın, eski kültürel dokularını ve yaşam şekille- şu meselesi kelâm ilminde salah-aslah meselesi olarak rini belirli ölçülerde muhafaza ettiler. Bu durum, İslâm bilinir. bünyesinde farklı algı ve düşünme biçimlerinin oluş- masına yol açtı. Bu farklılaşmalar da zamanla mez- (Cevap B) heplerin ortaya çıkışını hazırladı.

3. Mezheplerin doğuşu ile ilgili sosyo-politik faktörler, Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında, özellikle de dört halîfe döneminde ortaya çıkan anlaşmazlıkları ifade etmektedir. Bunların arasında halîfe seçimleri, Hz. Os- man döneminde yaşanan kargaşa ve Hz. Ali döne- mindeki iç savaşlar yer almaktadır.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

15. Maturidi mezhebinin görüşü şöyledir: Genelde akıl, eş- yanın güzel ve çirkinliğini anlayabilir ancak o, neyin ya- rarlı neyin zararlı olduğunu bütün yönleriyle bilemez. Bu- nun için derin araştırmaya veya peygamber haberine ih- 13. Kelâm mezhepleri içerisinde akla en çok yer veren ekol, tiyaç duyulur. Din de zaten iyi olan şeyi emretmiş, kötü Mu’tezile’dir. Onlar, akla önem verdiğinden dolayı mukal- olan şeyi ise yasaklamıştır. Dolayısıyla din, bu konuda lidin yani inandığı şeyin delillerini bilmeyen birinin imanı- akılla birleşmektedir. Nitekim akılla dabazı şeylerin gü- nı geçerli saymaz. Onlar, akıllı bir insanın vahiy gelme- zelliği veya çirkinliği açık ve kesin (bedîhî) olarak biline- den önce kendi düşüncesiyle Allah’ın varlığını bulması bilir. Örneğin adaletin ve nimetlere şükretmenin güzelli- gerektiğini söylerler. Yine buna mukabil insanın akılla, bir ği; nankörlük, zulüm ve yalanın ise çirkinliği açıkça akıl- şeyin iyi mi kötü mü olduğunu vahye ihtiyaç duymadan la bilinir. Akıl da din gibi, güzel olanı emreder; çirkin ola-

bilebileceğini savunurlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK nı ise yasaklar.

(Cevap B) (Cevap C)

154 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 1

16. Bektaşilik adını Türk düşünürü Hacı Bektaşi Veli’den alan 17. Hacı Bektaşi Veli, dini düşüncesini dört kapı on makam Anadolu’da XII. Yüzyılda kurulan bir Türk tarikatının adı- şeklinde formüle temiştir. Dört kapıyı; “şeriat, tarikat, ma- dır. Hacı Bektaşi Veli, 646/1248 tarihinde Horasan’ın kül- rifet ve hakikat” diye isimlendirmiş ve her bir kapının onar tür merkezi olan Nişabur şehrinde doğmuştur. Babası, makamı olduğu söylemiş ve bu makamları şöyle açıkla- Horasan hükümdarı İbrahim es-Sani Seyyid Muhammed, mıştır: annesi, Nişaburlu Şeyh Ahmed’in kızı Hatme Hatun’dur. Şeriat Makamları: 1. İman, 2. İslam, 3. İlim, 4. İhsan, 5. Hacı Bektaşi Veli, küçük yaşta, Hoca Ahmed Yesevi’nin Evlenmek, 6. Helalinden yemek ve giyinmek, 7. Ehl-i sün- halifelerinden Şeyh Lokman Perende’nin yanında yetiş- net ve’l-cemaatten olmak, 8. Şefkat ve merhamet, 9. He- miştir. Hocası vasıtasıyla Yesevi tarikatına intisap etmiş, KOZMİK ODA YAYINCILIK lal kazanmak ve faizi haram bilmek, 10. İyiliği emretmek ilim ve tasavvufta kendini iyi yetiştirmiş ve Horasan erle- ve kötülüğü yasaklamak. rinden biri olmuştur. Hacı Bektaşi Veli, aynı zamanda Sey- Tarikat Makamları: 1. Tövbe etmek, 2. Şeyhe bağlan- yid Ebu’l-Vefa el-Bağdadi’nin kurduğu bir vefai tarikatı mak, 3. Başı tıraş etmek ve tarikat elbisesi giymek, 4. şeyhi olan Baba İlyas Horasani’nin halifesi idi. Hacı Bek- Korku ile ümit arasında olmak, 5. Hikmet, 6. Nefse hakim taşi Veli, aldığı manevi bir işaretle Horasan’dan ayrımlı, olmak, 7. Allah’tan başkasını terk etmek, 8. Hırka, ma- Necef, Mekke, Medine, Kudüs, Halep, Elbistan, Sivas, kas, seccade, icazet, ibret ve hidayet, 9. Cemaat sahibi, Kırşehir ve Kayseri illerini dolaştıktan sonra Suluca Ka- nasihat sahibi, bütün yaratılmışlara sevgi sahibi olmak, rahöyük’e (bugünkü Hacıbektaş ilçesine) gelip yerleşmiş- 10. Aşk, şevk ve kanaat. tir. 738/1337 yılında Hacıbektaş’ta ölmüş ve buraya def- Marifet Makamları: 1. Edep, 2. Allah korkusu, 3. nefis nedilmiştir. terbiyesi, 4. İkrar ve tasdik, 5. Haya/utanmak, 6. Cömert- Hacı Bektaşi Veli’nin; “Makalat”, “Şerh-ı Besmele”, “Şerh-ı lik, 7. İlim, 8. Sükunet ve miskinlik, 9. Gönül adam olmak, Fatihai”, “Makalatı Gaybiyye” ve 10. Kendini bilmek. “Kelimat-ı Ayniyye”, “Kitabü’l-Fevaid”, “Üssü’l-Hakika” ve Hakikat Makamları: “Şathiyye” adlı eserleri vardır. • Toprak gibi alçak gönüllü olmak, (Cevap D) • Bütün yaratılmışlara aynı gözle bakmak,

• Allah’ın kendisine verdiği gibi başkalarına ikramda bulunmak,

• Ölmeden önce nefsini yok etmek, DİKAB SORU BANKASI • Hiçbir yaratığa zarar vermemek,

• Konuştuğu zaman sadece hakkı/doğruyu söylemek,

7. İyi ve olgun insanların yoluna girmek,

• Kerametlerini gizlemek,

• Sabırlı olmak ve Allah’a dua etmek,

• İlm-i ledünniyi öğrenmek.

(Cevap A)

18. Allah, adaleti gereği yapmış olduğu fiillerinde ve yarat- masında mutlaka birtakım hikmet ve maslahatları göze- tir, boşu boşuna hiçbir iş yapmaz. O, yaptığı her şeyi bir sebep ve gayeye bağlı dolayı yapar. Mu’tezile’ye göre Al- lah Teâlâ’nın bazı yüce ve iyi prensiplere göre hareket et- mesi zaruridir. Mu’tezile’nin “adâlet” anlayışına göre ku- lun menfaatine en uygun olanı Allah’ın yaratması onun üzerine vaciptir. Zira Allah, kötü ve çirkin bir şeyi yapmaz; yaptığını da en iyi bir şekilde yapar. Bu onun adaletinin

KOZMİK ODA YAYINCILIK gereğidir.

(Cevap B)

155 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 1

19. Şiiliğin İsmailiyye kolundan doğan Dürzilik, Fatimi halife- 20. Hudus, sözlükte “sonradan meydana gelmek” manasın- lerinden el-Hakim Biemrillah’ın veziri Hamza ibn Ali tara- dadır. Allah’ın varlığını ispat için bir varlığın, olayın hatta fından kurulmuştur. Dürzilere göre halifi el-Hakim Batıni bütünüyle âlemin bir zamanlar yokken sonradan var ol- anlayışına bağlı olarak Allah’ın birliğini yaymak üzere et- ması manasını ifade eder. Sonradan meydana gelen, ya- rafa tebliğciler gönderir. Yedi yıl boyunca bu tebliğ yapıl- ratılan şeye hâdis, onun yaratıcısına da muhdis denir. dıktan snra maksada ulaşılır. Dürzîliğin inanç esasları Varlık ve olayların bir yokluğun ardından, yani yok iken Hamza ibn Ali tarafından şöyle belirlenmiştir: var olmaları durumu bir yaratıcının bulunmasını aklî bir zorunluluk olarak gerektirir. İşte, Kelam ilmindeki bu de- • Allah’ın birliğini ikrar etmek, KOZMİK ODA YAYINCILIK lile hudus delili denir. Hudus deliline kozmolojik delil de • Ulûhiyetin insan şeklinde devamlı tezahür ettiğine denir. inanmak, (Cevap D) • el-Hakim’i bu ilahi hülûlun son ve en büyüğü olanak kabul etmek,

• Hamza’yı çağın en büyük sahibi olarak görmek,

• İlahi varlıkta yer tutan beş veziri tanımak,

• Kaderin felsefi mefhumuna inanmak,

• Nefislerin tenasühüne inanmak,

• El-Hakim adına kendisine uyulan ve mensuplarını İs- lami mükellefiyet ve bağlardan çözen ve onlar için ye- ni esaslar koyan Hamza’nın yedi esasını bilmek. Dürzîlikte kabul edilmesi gereken Hamza’nın yedi pren- sibi şunlardır:

• Sözde doğruluk,

• İman kardeşlerini koruma ve karşılıklı yardım,

• Önceki inançlarla batıl inançların tamamını terk,

• İblisi ve bütün şer güçleri tanımama, DİKAB SORU BANKASI

• Allah olarak sadece Hakim’in birliğine inanma,

• Ne olursa olsun fiillerine sahip olma,

• Açık ve gizli Hakim’in ilahi iradesine teslimiyet ve O’nu kabullenmek. Dürzîlere göre ahiret ve ahiretle ilgili cennet, cehennem, arş, kürsi, hesap, ceza, mükafat gibi şeyler hep bu dün- yadadır. Kıyamet ve hesap günü, Hamza’nın kendilerine inanmayanlar aleyhine kıyamıdır.

(Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK

156 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 2

1. Mutezile mezhebinin beş temel prensibi şunlardır: 3. Eş’ârîyye veya Eş’ârîlik, İslam itikadi mezheplerinden bi- risidir. Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî’nin (324/935-36) öncülüğün- • Tevhid de kurulan kelâm ekolüdür. Ehl-i Sünnette, Mâtûridîlik ile • Adalet birlikte yaygın olan ikinci itikâdî mezheptir. • El-Menzile Beyne’l-Menzileteyn Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî’den sonra bu ekole mensup olarak ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında şunları • El-Va’dve’l-Vaid saymak mümkündür: • Emr-i Bi’l-Ma’ruf Nehy-i Ani’l-Münker • Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013) KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap C) • İmâmu’l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86)

• Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111)

• Şehristânî (548/1153-54)

• Fahru’d-din Râzi (606/1209-10)

• Sayfullah Âmidî (631/1233-34)

• Beydâvî (685/1286-87)

• Sa’dud-din Teftâzânî (793/1390-91)

• Seyyid-i Şerif-i Cürcânî (816/1413-14)

• Celâlu’d-din Devvâni (908/15025-03) Evzai ise bir mezhebe bağlı olmayan önemli bir fıkıh âli- midir.

(Cevap C)

4. Sözlükte “mutlak vakit, belirlenmiş zaman veya muayyen bir müddetin sonu” gibi anlamlara gelen ecel, dini litera- türde, Allah tarafından her canlı için önceden takdir edi- DİKAB SORU BANKASI len hayat suresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti de- mektir. Ecel, ölüm (A’raf, 7/34), muayen vakit (Kasas, 28/28), helak etme (A’raf, 7/185), iddet bekleme (Baka- ra, 2/231) ve ceza gibi (Nuh, 71/4) muhtelif anlamlarda 2. Kur’an’ın indiriliş amaçlarından belli başlıları şunlardır: Kur’an-ı Kerim’in 34 ayrı yerinde geçmektedir. Ecel, hem insanlar hem de toplumlar için geçerlidir. Güneş ve ayın I. Kuran; Allah’ı isim, sıfat ve fiilleriyle tanımamızı, onun bile belirlenmiş bir süresi vardır. İtikadi mezhepler arasın- muazzam ve hayret verici tasarrufunu görmemizi, da iki ecelin olup olmadığı, ayrıca ecelin uzayıp uzama- böylece onu Rab olarak kabul edip kulluk yapmamı- yacağı konusunda farlı görüşler ortaya çıkmıştır. Mu’te- zı sağlamak için indirilmiştir. Yani Allah-İnsan ilişkisi- zile ve Şia, insanların iki ecelinin olduğunu ve ömürleri- ni düzenlemek için indirilmiştir. Allah’a nasıl iman ede- nin uzayıp kısalabileceğini savunmuşlardır. Ehl-i Sünnet ceğimiz, birleyeceğimiz ve ibadet edeceğimiz yönle- alimleri ise, insanların bir tek ecelinin bulunduğunu, bu- ri açıklamıştır. nun da ölümle gerçekleşen vakit olduğunu kabul etmiş- II. İnsanın insanla ilişkilerini düzenlemek için indirilmiş- ledir. Çünkü ecel kaza ve kaderle ilişkilidir. Bu da Allah’ın tir. Yani iki insan ve buna bağlı olarak iki toplum ara- ilim ve irade sıfatını ilgilendirir. Hal böyle olunca ölecek sındaki ilişkileri düzenlemek için indirilmiştir. kişinin sağlık kurallarına uyup uymayacağı, her hangi bir kaza ya da katilin eylemine maruz kalıp kalmayacağı ila- III. İnsan-doğa ilişkilerini düzenlemek için indirilmiştir. hi bilgi ve iradenin kapsamı dışında değildir. Bu durum- IV. Ahiretin varlığını ve orada insanların dünyada yaptık- da insanların ecelleri yalnız Allah tarafından bilinmekte- larından sorumlu olduğundan, ona göre mükâfat-ce- dir. Sahiplerince keşfedilmesi mümkün olmamaktadır. O za işlemine tabi tutulacağını anlatmak için indirilmiş- halde yaşaman için gerekli tedbirlerin alınması kulluğun

tir. KOZMİK ODA YAYINCILIK bir gereğidir.

(Cevap D) (Cevap D)

157 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 2

5. İsmâiliyye, Ehl-i Beyt imamı Cafer Sâdık’tan (ö. 148/765) 7. Cebriyye itikadi bir ekolün adıdır. İnsanların kendilerine sonra imâmetin, onun küçük oğlu Musâ Kâzım’ın (ö. has bir iradeye sahip olmadıklarını, zihni ve ameli bütün 183/799) değil de, büyük oğlu İsmail’in ve ondan sonra fiillerin ilahi gücün zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini onun soyundan gelenlerin hakkı olduğu iddiasıyla, 2/8. savunan grupların ortak adıdır. İnsanın bütün davranış- Asrın ikinci yarısında İmâmiyye’den ayrılanların oluştur- larını Allah’ın iradesine bağlayan ve beşeri iradeyi inkar duğu bir Şiî mezhebidir. Söz konusu fırka için Ta‘lîmiyye, eden bu ekolün ve beşeri iradeyi inkar eden bu ekolün Bâtıniye, Melâhide ve Seb‘iyye isimleri de kullanılmakta- ilk kurucusu Cehm ibn Safvan’dır. Kurucusuna nispetle dır. İsmail’in babasından önce vefat etmiş olmasını bir bu fırkaya Cehmiyye de denilmiştir. Bu ekole göre, Ka-

mani sebep olarak kabul etmeyen bir grup, onun ölme- KOZMİK ODA YAYINCILIK derriye taraftarlarının aksine, insan iradesinin mevcut ol- diğini ve gerçek imam olarak geri döneceğini (rec‘at) sa- madığı, kulun Allah tarafından önceden takdir etilmiş fiil- vunurken; önemli bir çoğunluk İsmail’in öldüğünü, ölen leri yapmak zorunda bulunduğu ileri sürülmektedir. Al- bir kimsenin imam olamayacağını, bu sebeple imâmet lah’ın ezeli ilmi, kulların fiillerine, o fiiller meydana gelme- hakkının Cafer Sâdık’tan sonra torunu Muhammed b. İs- den önce taalluk etmiştir. Dolayısıyla o fiilin aynen yapıl- mail b. Cafer’e intikal ettiğini kabul etmiştir. İsmail b. Ca- ması gerekir. Aksi halde, Allah’ın iradesi karşısında rüz- fer’e bağlılıklarından dolayı Hâlis İsmailîler olarak da isim- garın önündeki bir yaprak gibidir. Bu yönüyle cebriye de- lendirilen birinci grup, fazla uzun ömürlü olmamış ise de terminist ve fatalist bir görüşe meyletmiştir. Ayrıca bunla- İslâm tarihinde yukarıdaki isimlerle anılan ikinci grup gü- ra göre, Allah’tan başka failin olmasını kabul etmek tev- nümüze kadar Musta‘liyye ve Nizâriyye gibi tali kollara hid inancına aykırıdır. Bu ekol sahipleri Allah’a ait sıfat- ayrılmak suretiyle varlığını devam ettirmiştir. Fatımiler ları da nefyetmişler ve Kur’an’ın mahluk olduğunu Allah’ın Devleti’ni onlar kurmuş ve bu devlet Eyyubiler tarafından ahirette görülmeyeceğini, cennet ve cehennemin içinde- ortadan kaldırılmıştır. kilerle birlikte yok olacaklarını ileri sürmüşlerdir.

(Cevap A) (Cevap B) DİKAB SORU BANKASI 6. Hariciler kendileri için Ehl-i Şurat ismini kullanmışlardır. Ehl-i Şurat’ın manası Allah yolunda savaşıp O’nun uğ- runda canlarını ve mallarını satan yahut feda eden bu özelliklerine karşı Allah’ın da kendilerinden canlarını ve mallarını satın aldığı kimseler anlamında Şurât (tekili şârî) ismidir. Hariciler Ehl-i Şurât tabirini bütün fırkaları benim- semesine rağmen ana bünyede zaman içinde değişik ad- larla tali gruplar ortaya çıkmıştır.

• Fırkanın ilk mensupları Muhakkime ismini 8. • Ebû Bekir Bâkıllânî: Cevher, araz ve adet kavramla- rına dayanarak Eş’ariyenin tabiat felsefesini geliştir- • Harûra’da toplananlar Harûriyye isimlerini kullanmış- miş bir Eş’ari bilginidir. lardır. • Ebû Hamid el-Gazzâli: Eş’ariyye’nin müteahhirin dö- • Harici ismi ise kendilerine isyan ettikleri için yönetici- nemi en önemli temsilcisidir. ler ve muhalifleri tarafından kullanılmış olup Haktan ve dinden ayrılanlar veya İslam cemaatini terkeden, • İbn Fûrek: Bâkıllânî ile tahsil görmüş. Şerhu’l-Âlim uzaklaşanlar anlamında kullanılmıştır. ve’l Müteallim adlı eserinde Eş’ari’nin sistemini ta- mamlayıp başta isfahan ve Nişabür yöresi olmak üze- • Mârika ismi yine Haricilerin muhalifleri tarafından kul- re mezhebi doğudaki merkezlerde yaymış Eş’ari bil- lanılan Hakem vakasında Hz. Ali’ye ilk muhalefet eden- ginidir. lerden Hurkus b. Züheyr için söylediği, onun düşün- cesini taşıyan insanların okun yaydan çıktığı gibi din- • Seyyid Şerif Cürcanî: Müteahhirin Eş’ari âlimleri ara-

den çıkacağı anlamında isimlendirilmişlerdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK sında en tanınmış isimdir.

(Cevap A) (Cevap D)

158 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 2

9. Eş‘arîler ile Mâtürîdîler arasında ortak bir çok görüş ol- 10. Mezheplerin ortaya çıkışına zemin hazırlayan ve gelişim duğu gibi birbirinden farklı görüşleri ve yaklaşım biçimle- süreçlerine doğrudan tesir eden pek çok husus bulun- ri de vardır. Bu farkların bazılarını şu şekilde sıralamak maktadır. Bu, kendiliğinden vebirden gerçekleşen bir ol- mümkündür: gu değildir; aksine bu sürece eşlik eden psikososyal,dinî, kültürel ve siyasi pek çok unsur bulunmaktadır. Bu un- I. Cüz’i İrade: Mâturîdîlere göre insanda müstakil bir surları şöyle sıralayabiliriz: cüz’’i irade vardır ve bu irade itibarî bir varlığa sahip olup Allah tarafından yaratılmamıştır. Eşarîlere göre I. İnsanoğlunun tabiatından kaynaklanan hususlar ise insan müstakil bir cüz’îiradeye sahip değildir, ira-

KOZMİK ODA YAYINCILIK II. Nasların-dinî metinlerin tabiatı deyi insanda yaratan Yüce Allah’tır. III. Farklı din, kültür ve medeniyetlerle olan etkileşimler II. Tekvîn: Mâturîdîlere göre Yüce Allah’ın kendisiyle fi- illerini gerçekleştirdiği bir tekvîn sıfatı vardır. Bu da ira- IV. Halîfe seçimleri, Hz. Osman dönemi olayları, Cemel de, kudret gibi sübûtî sıfatlardandır. Eşarîlere göre ise ve Sıffîn savaşları, tahkim olayı gibi siyasi ihtilaflar Allah’ın sübûtî sıfatları arasında tekvin diye bir sıfat (Cevap D) yoktur. Kudret sıfatı yaratma işlevini yerine getirir.

III. Güç yetirilemeyenin teklif edilmesi (Teklifumâ lâ 11. İmâmiyye fıkhı denilince Cafer es-Sâdık gelmektedir. Se- yutâk): Eşarîlere göre Yüce Allah insanın güç yetire- bebi İmâmiyye fırkasının fıkhi esaslarını tedvini ve sis- meyeceği bir şeyi yapmasını isteyebilir ve onunla mü- temleştirmesindeki büyük payı olduğu içindir. Dolayısıy- kellef kılabilir, Mâturîdîlere göre ise böyle bir sorum- la İmâmiyye fırkası fıkhi ve ameli anlamda Cafer es-Sâ- luluk yüklemek caiz değildir, zira bunda herhangi bir dık’ın bu katkısından dolayı Caferiye ismi ile de anılmak- hikmet yoktur. tadır.

IV. Nübüvvet: Mâturîdîlere göre peygamber olmanın (Cevap C) şartlarından biri erkek olmaktır. Eşarîlere göre ise, 12. Haricî, “çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek” anlamında- peygamber olmak için erkek olmak şart değildir, ka- ki hurûc kökünden, “ayrılan, isyan eden” anlamında hâ- dınlar da peygamber olabilirler. ricûn kelimesine nispet ekinin eklenmesiyle meydana gel- V. Sebep ve hikmet: Eşarîlere göre Allah’ın fiilleri hik- miş bir terim olup topluluk ismi olarak “Hâriciye” ve “Havâ- metli olmak ve bir sebebe bağlı olmak zorunda de- ric” şeklinde kullanılır. Fırkanın adı konusunda çeşitli gö- ğildir. Çünkü Allah dilediğini yapandır ve Allah yap- rüşler ileri sürülmüştür. İsyan ettikleri yöneticiler ile fırka-

tıklarından sorumlu değildir. Mâturîdîler ise Allah’ın fi- DİKAB SORU BANKASI nın muhalifleri onu, “insanlardan, dinden, haktan veya illerininbir hikmete bağlı olduklarını ve bir sebebe da- Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak ce- yandıklarını ileri sürmüşlerdir. Zira Allah boşuna iş maatten çıkanlar” anlamında kullanmışlardır. Şehristânî’ye yapmaz. Hikmetsiz ve sebepsiz iş yapmak ise boşu- göre, toplumun görüş birliği ile arasından seçtiği ve hak’tan nadır/abestir. ayrılmayan imama karşı ayaklanan her insan hâricî is- miyle anılır. Ona göre söz konusu ayaklanmanın veya VI. İbadet mükellefiyeti: Eşarîlere göre kâfirler iman et- başkaldırmanın, ilk halifelere veya onları takip eden her- mekle yükümlü oldukları gibi, ibadet etmekle de yü- hangi bir devirdeki imamlara karşı olmasında bir fark bu- kümlüdürler, ibadet etmedikleri için ayrıca ceza gö- lunmamaktadır. Yine rivayetlerde yer alan ve muhalifleri receklerdir. Mâturîdîlere göre ise kâfirler iman etmek- tarafından Hariciler hakkında kullanılan diğer bir isim de le yükümlüdürler, ibadetle değil, ayrıca ceza görmez- “dinden çıkmışlar” anlamında Mârika’dır. ler. Kendileri ise Havâric ismini, “Kâfirlerin arasından çıkarak VII. İrtidat: Eşarîlere göre irtidat eden kimse tekrar İslam Allah’a ve peygamberine hicret edenler” (Nisâ 4/100) me- dinine dönerse amelleri de geri döner. Mâturîdîlere alindeki ayete dayanarak “Allah’a ve peygamberine hic- göre ise amelleri geri dönmez. ret edenler” anlamında kullanmışlardır. VIII. Ümitsizlik hâlinde yani son nefeste tövbe (tevbe-i Ayrı “canlarını ve mallarını Allah’a satanlar” manasında- ye’s): Eş‘arîlere göre bu durumdaki bir tövbe geçer- ki ayete nispetle kendilerine Ehl-i şurât demişlerdir (Me- li değildir. Mâturîdîlere göre ise geçerlidir sela bk. Tevbe 9/111). Sıffîn’de kabul edilen hakemlere (Cevap C) rızâ göstermeyi reddetmelerinden dolayı Muhakkime; Hz. Ali’den ayrıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâ’ya nisbetle Harûriyyeve buradaki reisleri Abdullah b. Vehb

KOZMİK ODA YAYINCILIK er-Râsibî’ye nispetle de Vehbiyyeadlarını almışlardır.

(Cevap C)

159 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 2

13. Hilafet meselesi ve halife seçimiyle ilgili olarak İslâm dü- 16. Hâricî fırkaların ortak düşünceleri şöyledir: şüncesinde ortaya çıkan temel görüşleri kısaca şöyledir: • Osman ve Ali’den ve onları siyasi davalarında haklı • Ehl-i sünnet’e göre, kendisinden sonra kimin halife ola- görenlerden teberrî edip uzaklaşmak. cağına dair Hz. Peygamber bir belirlemede bulunma- • Büyük günah işleyenleri kâfir saymak mıştır. Dolayısıyla halifenin belirlenmesi seçimle ger- çekleştirilir. Onun için Ashab istişare sonucunda Hz. • İmam (devlet başkanı) sünnete aykırı uygulamalarda Ebû Bekir’i halife seçmiştir. bulunduğunda ona karşı ayaklanmak

• Şîa’ya göre halifelik meselesi insanların seçimine bı- KOZMİK ODA YAYINCILIK • Kendi kanaatlerine katılmayanları, Müslüman olsalar rakılabilecek bir iş değildir. Halife nasla belirlenir. Hz. dahi kâfir sayıp mal ve canlarını helal addetmek Peygamber Hz. Ali’yi kendisinden sonra yerine hali- Hariciler Habeşli bir kölenin bile uygun şartları taşıdığın- fe olarak tayin etmiştir. da devlet başkanı olabileceğini düşünürler. Yani onlara • Haricîlerin bu konu hakkındaki görüşleri Ehl-i sünnet göre devlet başkanını Kureyş kabilesinden olmasına ge- ile aynıdır. Onlara göre de halifenin belirlenmesinde rek yoktur. esas olan seçimdir. (Cevap B)

(Cevap B)

17. Cemel ve Sıffin savaşları sonucunda, İslam düşüncesin- de ‘büyük günah işleyen kişinin durumu meselesi’ ortaya çıkmış. Bir rivayete göre Vasıl b. Ata, Hasan-ı Basri’nin 14. Önderi Ebû’l- Hasan el-Eş‘arî’ye (ö. 324/ 935-936) nis- bu meseleye verdiği cevabı beğenmemiş ve kendi görü- petle Eş’arîlik (el-Eş’ariyye) adını alan mezhep muhalif- şünü söyleyerek onun meclisinden ayrılmıştır. El-menzi- leri tarafından müşebbihe ve mücbire gibi isimlerle de le beyne’l-menzileteyn büyük günah işleyen kişinin iki yer anılmıştır. İlahi sıfatlar, kulların fiilleri, iman-amel ilişkisi arasında bir yerde olduğunu anlatan bir kavramdır. Şu ve bunlara bağlı konularda kendine özgü fikirler ortaya takdirde böyle birisi iman ile küfür arasında bir mertebe- koyan Eş’arîlik, Mâturîdîlik ile birlikte Ehl-i sünnet kelâ- dedir. Vasıl b. Ata’ya göre bu mertebe, fâsıklık olarak ad- mını oluşturmaktadır. Hayatının önemli bir kısmını Mu’te- landırılır. zile arasında geçiren Eş’arî, hocası Ebû Ali el-Cübaî (ö. DİKAB SORU BANKASI 303/ 915-16) ile girdiği ve kaynaklarda üç kardeş mese- (Cevap B) lesi olarak geçen Yüce Allah’a bir şeyin vacip olup olma- ması meselesinde Mu’tezilî izahın yetersiz kalması dola- yısıyla Mu’tezile’den ayrıldığı kaydedilmektedir. 18. Haricilerin, daha çok yeni Müslüman olan kesimlerden geldikleri görülmektedir. Vahiy ve sünnet terbiyesi altın- (Cevap C) da yetişmiş sahâbe neslinin aksine bu kesimler, Hz. Pey- gamber’in son yıllarında çöl ve dağlık bölgelerden Medi- ne’ye gelerek İslam’a giren, az bir müddet şehirde kalıp o sürede ne öğrendilerse bu bilgiyle kabilelerine geri dö- nen Müslümanlardı. Ezberlerindeki Kur’an bilgisi yegâne kaynaklarıydı. Bununla yetinmek durumundaydılar. Bilgisiz ve kültürsüz kesimlerden geliyorlardı. Haricîler, inançlarına samimi şekilde bağlı insanlardı. Bu yüzden bildikleri yahut bildiklerini sandıkları hususları büyük bir 15. Sözlükte “meyledip yönelmek, gerçekten sapmak, emre- taassupla savunuyorlardı. Kendi doğrularından şaşmı- dileni yerine getirmemek, kuşku duymak, mücadele ve yorlar, diğer yorum ve açıklamalara kulaklarını tıkıyorlar- münakaşa etmek” gibi anlamlara gelen ilhâd kelâm teri- dı. İbadetlerini edâ da çok disiplinli olmaları, zâhidâne ya- mi olarak “Allah’ın varlığı veya birliğini, dinin temel hü- şantıları, Kur’an’ı çok okumaları gibi özellikleri, yanlışa kümlerini inkâr etmek, bunlar hakkında kuşku beslemek düşmekten onları kurtaramamıştı. Günah işlemekten veya uyandırmak, dinî kuralları hafife almak” mânasında özenle sakınıyorlardı. Bu nedenle etraflarında işlenen gü- yani ateizm kavramı anlamında kullanılır. İlhâda sapan nahlara tepkisiz kalamıyorlar, tövbe talebinde bulunuyor-

kimseye mülhid denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lar veya şiddetle müdahale ediyorlardı.

(Cevap C) (Cevap A)

160 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 2

19. Şer’î hükümleri koyan Allah ve Resûlünün mükellef olan Müslüman’dan bir fiili yapmasını veya yapmamasını is- temesi yahut onu yapıp yapmama arasında serbest bı- rakmasıdır. Şâri’in (hüküm koyanın), fiilin yapılmasını is- temesi kesin ve bağlayıcı tarzda ise buna “farz”, kesin ve bağlayıcı tarzda değilse buna “mendub” denir. Diğer yan- dan Hanefilere göre, delil kesin olmakla birlikte hükme delâleti zannî olursa hüküm “vacib” derecesinde kalır. Şâ-

ri’in fiilin yapılmamasını istemesi kesin ve bağlayıcı tarz- KOZMİK ODA YAYINCILIK da ise buna “haram”, kesin ve bağlayıcı tarzda değilse buna da “mekruh” denir. Şâri’in, mükellefi fiilin yapılıp ya- pılmaması arasında serbest bıraktığı fiile ise “mübah” de- nir. Buna göre, teklif hükümler farz, vacip, sünnet, müs- tehap, mübah, haram, mekruh ve müfsid hüküm olmak üzere çeşitli kısımlara ayrılmıştır. Mümkün ise kavram olarak kelam ilminde var olabilme ihtimali olup varlığını başka bir varlığa borçlu olan demektir.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

20. Şia’nın İmâmiye fırkasına mensup ulema, şer’i hüküm- ler, kaynakları, özellikle şer’i kaynak ve delillerden hüküm çıkarma konusunda Usuliyye ve Ahbariyye diye iki büyük sınıfa ayrılmıştır. Usuliyye ekolü şer’i yükümlülüklerin kay- nağı olarak bütünüyle haberlere dayanmanın yeterli ol- madığını, muayyen kurallara göre ictihat etmek suretiyle şer’i hükümlere ulaşılmasının gerekliliğini savunan şii fa- kihler ekolüyken, Ahbariler bu düşüncelere karşı çıkarak dini hükümlerin kaynağı olarak akıl ve kıyasla hüküm çı- karılmasını reddetmiş. Bunun yerine Kur’an ayetlerini, Nebevi sünneti, Hz. Ali’nin sözünü ve imamların sözünü

şer’i hüküm kaynak olarak kabul etmişlerdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap E)

161 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 3

1. Yezidîler sabah ve akşam yerine getirilmesi gereken na- 3. Mu’tezile mezhebinin usul-i hamse (beş temel prensip) maz için önce eller ve yüz yıkanır. Sabah vakti güneşin sa- dışındaki bazı görüşleri şunlardır: rılığınn görüldüğü esnada güneşe karşı ayakta durulup, I. Mu’tezile göre katil tarafından öldürülen birisi kendi kollar göğüs üzerine çapraz olarak bağlandıktan sonra “Ey eceliyle ölmemiştir. Bilakis ecelinden önce öldürül- Şems, bizi bedbahtlığa ve düşmanlığa karşı koru. Ey Rab, müştür. milletine karşı lütufkâr ol, milletini müreffeh kıl. Çocukları- mı koru. Şahidimiz Melek Tavus’un ismidir” şeklinde dua II. Mu’tezile’ye göre haram yiyecekler rızık değildir. Rız- okunur. Güneşin doğuşu ve batışı ile ilgili olarak okunan kı Allah verdiğine göre Allah kötü bir fiili işlemez. Bun-

bu duadan sonra, namaz kılan yahut bu tür ibadetini ya- KOZMİK ODA YAYINCILIK dan dolayı sadece helal olan yiyecek ve gıdalar rızık pan yezidî, gömleğinin yakasını dudakları arasına alarak olarak adlandırılabilir. secde edip toprağı öper. Akşam da aynı şekilde güneş ba- III. Mu’tezile Kur’an’a çok vurgu yapar. Onlar itikadî ko- tarken güneşe karşı durarak dua okur. Bu şekilde Yezidî- nularda sahih bile olsa hadîslere güven duymamak- lerde “namaz” günde iki defa güneşe dönerek belirtilen şe- tadırlar. kilde bitirir. IV. Hüsün ve kubuh yani iyi ve kötü olan şeyler vahiy gel- (Cevap D) meden akılla bilinir.

V. Mu’tezile’ye göre evliyanın kerameti diye bir şey yok- tur.

VI. Sihrin aslı yoktur. Sihir denilen şey sadece göz boya- maktır.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

2. Gulam Ahmed Kadıyani İslâm’ı savunmak amacıyla Berâ- hin-i Ahmediyye adında geniş hacimli bir eser yazmayı gündemine aldı. 1880 yılında ilk iki cildini yayınladığı eser- de diğer dinlere özellikle de Hristiyanlara karşı İslâm’ın geniş kapsamlı bir savunusuna girişti. Bu savunu, gerek 4. Erken dönem tasavvuf metinleri bu ilimde öne çıkardık- entelektüel çevrelerde gerekse halk tabanında ciddi yan- ları temel kavramların hepsini ayetlere, hadislere ve Hz. kı buldu. Ancak Gulam Ahmed, eserinin ilk iki cildinde yal- Peygamber’in (a.s.) fiilen ortaya koymuş olduğu hayat nızca bununla yetinmedi; ilerleyen süreçte ortaya ataca- tarzına dayandırırlar. İbadet, takva, tevbe, zikir, zühd, ih- ğı kimi iddiaları için zemin oluşturmaya çalıştı. Bu kap- lâs, ihsan, sabır, tevekkül, rıza, Allah sevgisi ve korkusu samda kendisinin bir müceddid olduğunu çağrıştıracak gibi tasavvufun aslî unsurlarını hep böyle bir perspektif- kimi ilham ve kerametlerine, fazilet ve ayrıcalıklarına dik- ten hareketle anlamlandırırlar. kat çekti. İçinde bulunduğu toplumun, karizmatik bir kur- Tasavvufa daha sonraki yüzyıllarda eklemlenmiş kavram- tarıcı düşüncesini içselleştirdiği bir ortamda onun bu îmâ- lar is şunlardır: Çile, riyazet, zikir, murakabe, keramet, te- ları çevresindeki destek halkasının giderek büyümesine vella-teberra, istikamet, hâl, makam, vakt, vecd, müka-

yardımcı oldu. KOZMİK ODA YAYINCILIK şefe, müşahede, uzlet, halvet, vera…

(Cevap C) (Cevap B)

162 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 3

5. İslâmcılara ittihad-ı İslâm, yani Pan-İslâmizm adını da 8. Tarihi şahsiyeti itibariyle Hünkâr’ın asıl adı Bektaş’tır. Ken- verdikleri müslümanların siyasal birliği, İslâm âleminin disi “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderîyye akımı- geri kalmasını ve sömürgecilerin istilasını engelleyecek na mensup sûfilerden biridir. 13. yüzyılda Moğol istilası tek çareydi. II. Abdülhamid bunu bir devlet politikası ha- sebebiyle Anadolu’ya doğru vuku bulan derviş göçleri ara- line getirdi. Padişahın halife olma imtiyazı tahkim edile- sında, aynı mektebe mensup Yesevî veya daha kuvvetli rek İslâm ülkelerinin maddi ve manevi desteğini celbet- bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak Anadolu’ya mek ve bu sayede Osmanlı Devleti’ni emperyalist güçler gelmiş olmalıdır. Burada kardeşi Menteş’le birlikte Baba karşısında ayakta tutmak, bu politikanın esas amacıydı. İlyas-ı Horasânî’ye intisap etmiş ve halifelik makamına

KOZMİK ODA YAYINCILIK gelmiştir. Ancak kardeşi Menteş, Babaî İsyanına katılıp (Cevap B) Sivas’ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan savaşta öldürül- müş olmasına karşılık, Hacı Bektaş isyana iştirak etme- miştir. Muhtemelen 1250 yılı dolaylarında Karayol’a (o günkü adıyla Sulucakarahöyük, bugünkü Nevşehir’in Ha- cıbektaş ilçesi) gelerek buraya yerleşmiştir. Burada bir yandan Türkmen şeyhi olarak halkı irşat eder- ken bir yandan da Göreme bölgesindeki Hristiyanlar’la temasa geçip onların ihtidasına zemin hazırlamış, ayrı- 6. Gaylân b. Müslim ed-Dımaşkî el-Kıbtî (ö. 120/738 civa- ca şamanist Moğollar’ın müslüman olması için yoğun fa- rı) irade hürriyeti konusundaki fikirleriyle Ma’bed el-Cü- aliyetlerde bulunmuş, bu amaçla Anadolu’nun muhtelif henî ile birlikte ilk Kaderiyye fırkasının doğuşunu hazır- bölgelerine halifeler yollamıştır. Hünkâr’a başta Makâlat layan tabiûn dönemi âlimlerinden biridir ve kelâm ilmi ve olmak üzere Kitâbü’l-Fevâid, Şerh-i Besmele gibi eserler tarihi bakımından, Kaderiye ve Mu’tezile’nin benimsedi- izafe edilmiştir. ği prensipleri daha önce ortaya koyması bakımından (Cevap C) önem arzeder. Nitekim Mu’tezile’nin “el-usûlü’l-hamse” diye anılan beş temel prensibine temel teşkil eden görüş- leri ilk önce o dile getirmiştir. Öte yandan onun ilâhî sıfat- ların zatın aynı olduğu ile Kur’ân’ın yaratılmış olduğu şek- lindeki görüşleri Mu’tezile’nin tevhid prensibinin temelini oluşturmuştur. Aynı şekilde onun, irade hürriyeti konu-

sundaki fikirleri Mu’tezile’nin adalet prensibinin teşekkü- DİKAB SORU BANKASI lünde önemli rol oynamıştır. Bu yüzden, Kaderiye’nin ön- cülerinden sayılmakta, Ma’bed el-Cühenî’den sonra ikin- ci önemli isim olarak anılmaktadır.

(Cevap D)

7. Haricîler, inançlarına samimi şekilde bağlı insanlardı. Bu yüzden bildikleri yahut bildiklerini sandıkları hususları bü- yük bir taassupla savunuyorlardı. Kendi doğrularından şaşmıyorlar, diğer yorum ve açıklamalara kulaklarını tı- kıyorlardı. İbadetlerini edâda çok disiplinli olmaları, zâhi- 9. Alevi ve Bektaşi erkanlarından Abdal Mûsa Erkanı özel- dâne yaşantıları, Kur’an’ı çok okumaları gibi özellikleri, likle kış aylarında yapılır. Köyün ileri gelenleri toplanır ve yanlışa düşmekten onları kurtaramamıştı. Günah işle- Abdal Mûsa kurbanına karar verirler. Görevli olanlar ev- mekten özenle sakınıyorlardı. Bu nedenle etraflarında iş- leri dolaşarak lokma toplarlar. Kurbanlar kesilir, lokmalar lenen günahlara tepkisiz kalamıyorlar, tövbe talebinde hazırlanırç Cem gerçekleştirilir. Abdal Mûsa kurbanı do- bulunuyorlar veya şiddetle müdahale ediyorlardı. Harici- layısıyla o yıl insanların elem, keder, hastalık ve belalar- ler bütün aşırılıklarına rağmen İslam dairesi içerisindedir- dan korunacağına ve kazançların bereketli olacağına ina-

ler. KOZMİK ODA YAYINCILIK nılır.

(Cevap A) (Cevap B)

163 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 3

10. Önderi Ebû’l- Hasan el-Eş‘arî’ye (ö. 324/ 935-936) nis- 12. Hz. Ali’nin hilafet konuşulduğu sırada Hz. Peygaöberin petle Eş‘arîlik (el-Eş’ariyye) adını alan bu mezhep muha- defin işleriyle meşgul olması hilafet konusunun kendi dı- lifleri tarafından müşebbihe ve mücbire gibi isimlerle de şında danışılmadan gerçekleştiği düşüncesini ortaya çı- anılmıştır. İlahi sıfatlar, kulların fiilleri, iman-amel ilişkisi karmıştır. Hz. Peygamberin vefatından sonra geriye ka- ve bunlara bağlı konularda kendine özgü fikirler ortaya lan mirasını Hz. Fatıma’nın Hz. Ebubekir’den istemesi ve koyan Eş’arîlik, Mâturîdîlik ile birlikte Ehl-i sünnet kelâ- almaması nedeniyle Hz. Ali’nin bu nedenle geç biat etti- mını oluşturmaktadır. ğini düşünenler olmuştur. Hz. Peygamber devrinde Hz. Bu mezhebe bağlı olan önemli âlimler şunlardır: Ali’ye muhabbet besleyen ve Peygamberin vefatından

KOZMİK ODA YAYINCILIK sonra onun imametini destekleyen ve o daha o zaman I. Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013) Ali’nin Şîası diye anılan sahabiler Selam-ı Farisi, Ammar II. İmâmu’l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86) b. Yasir, Ebu Zer el-Gıfari, Mikdad b. el-Esved gibi adı geçen sahabiler, hilâfeti Hz. Ali’ye geçen bir miras gibi III. Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111) değerlendirmişlerdir. Onlara göre, eğer Hz. Peygamber IV. Şehristânî (548/1153-54) miras olarak bir mal bıraksaydı, nasıl yakınlarına kalacak V. Fahru’d-din Râzi (606/1209-10) idiyse, siyasi manadaki mirasın da böyle olması gerekir. Ehl-i Sünnet ve Şîa tarihçileri Hz. Ali’nin ilk dönemde Ebu- VI. Sayfullah Âmidî (631/1233-34) bekir’in halife seçilmesinden hoşlanmadığı, ona biat et- VII. Beydâvî (685/1286-87) meye belli bir süre yanaşmadığı hususunda ittifak halin- VIII. Sa’dud-din Teftâzânî (793/1390-91) dedir. Hz. Ali’nin, Hz. Ebubekir ve önde gelen diğer zevât- la yaptığı konuşmalarda, kendisinin halifeliğe daha fazla IX. Seyyid-i Şerif-i Cürcânî (816/1413-14) hak sahibi olduğuna işaret ederek, Kureyş’in Resûlul- X. Celâlu’d-din Devvâni (908/15025-03) lah’ın soy ağacı olması durumunda, Ehl-i Beyt’in bu soy ağacının meyvesi olacağına atıfta bulunduğuna dair ka- (Cevap C) yıtlar mevcuttur. Yine onun, “hilafete benden daha layık kimse yoktur”(Taberî, 1879-1881. III, s. 476) şeklindeki ifadesi bunu teyit etmektedir.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

11. Ehl-i istikamet, ehl-i dalalet: İstikamet doğru yolu, da- lalet ise doğru yoldan sapmayı ifade eder. Bid’at: Sonradan uydurulan şey Ehl-i Sünnet, ehl-i bid’at: Geniş Müslüman topluluklar Ehl-i Sünnet; itikadi konularda kendi görüşlerini kabul et- meyen mezhepler ehl-i bid’at (ashabul bida, mübtedia) Ehl-i Heva (Ashabul Ehva): Sünnetin istikametinden ay- rılarak kendi nefislerinin arzu ve isteklerini izleyen, ilahi ve nebevi kaynaklardan uzaklaşarak beşeri düşüncele- re tabi olan bid’atlara sarılanlar. 13. Nusayrî toplumu günümüzde Suriye, Türkiye ve Lüb- Ehl-i Furkat, Ehl-i cemaat: Ehl-i furkat mezheplerde ay- nan’da yaşamaktadır. Suriye’de Lazkiye ve Cebel-i Ensâ- rılıkçı fırkalaşma eğilimini; ehl-i cemaat, bütünleşme bir- riyye bölgesi başta olmak üzere ülkede tahmini olarak % lik beraberliği ifade eder. 8-12 arasında gösterilen bir nüfus oranına sahiptir. Tür- Ehl-i Kıble: Allah’a, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi- kiye’de Hatay ile kısmen Adana ve Mersin’in çeşitli yer- rete iman eden, kıbleye dönerek namaz kılmanın farzi- leşim birimlerinde, Lübnan’da ise daha çok kuzey kesim- yetine inanan kimseleri ifade eder. Bu yüzden Ehl-i kıb- lerde on bin dolayında nüfusa sahip küçük bir grup ola-

le küfür ile suçlanmaması gerektiği hükmü önemlidir. KOZMİK ODA YAYINCILIK rak varlığını devam ettirmektedir.

(Cevap B) (Cevap E)

164 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 3

14. Sünni kaynaklarda mesih ve mehdi kavrramları, birbirin- 17. Allah’ın hiçbir varlığa benzemediği ve bu açıdan da tek den farklı olarak kullanılmakta ve iki ayrı şahsa işaret et- olduğu inancının bir uzantısı olarak Mu’tezile, Allah’ın ahi- mektedir. Mehdi, Hz. Peygamber neslinden adı Muham- rette gözle görülemeyeceğini iddia etmiştir. Çünkü onla- med b. Abdullah olacak bir kimse iken, mesih Hz. İsa’dır. ra göre Allah cisimlere benzemez. Gözle görünen bir şey, Mehdilik, temel bir inanç esası olarak görülmemekle bir- bir yönüyle cisimlere benzemiş sayılır. Şu hâlde tevhîd likte, söz konusu gelenek içerisinde, özellikle de halk zih- prensibinin gereği olarak Allah, beşerin ve cisimlerin sı- ninde yer etmiş bir kavramdır. fatlarına benzemediğine göre gözle görülemez. Gözle Şiî Mehdi tasavvurlarındaki ortak nokta, adı geçen imam- görülmesi, imkânsızdır. Onlar aklî delillerin yanı sıra “ ların ölmediği, belirli bir yerde gizlenmiş olduğu ve zama- KOZMİK ODA YAYINCILIK Gözler onu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder.” nı gelince mutlaka döneceği düşüncesidir. Bu ilişkilendir- (En’am 6/103) gibi ayetlerle de delil getirirler. meler, genellikle Şiîliğin Keysâniyye kolunda ve ğulat Şiî (Cevap C) çevlerede karşılık bulmuştur. Mehdilik kavramı, Nef- sü’z-Zekiyye gibi Ehl-i Beyt liderlerinin siyasi isyanların- da motivasyon aracı olarak kullanılmıştır. Zeydîler, Nef- sü’z-Zekiyye olarak bilinen Muhammed b. Abdullah’ı meh- di olarak nitelemişlerdir. Şiîliğin İsmâiliyye kolunda ise beklenen kurtarıcının İsmail b. Cafer ya da Muhammed b. İsmail olduğu ileri sürülmüştür. Fâtımî İsmâilîleri ise Fâtımî Devleti’nin kurucusu Ubeydullah’ı mehdi olarak adlandırmıştır.

(Cevap E)

18. Çağdaş yazarlardan Muhammed Cevad Muğniye’ye gö- re “Şîa, diğer fırkalardan şu görüşleriyle ayrılır: İmam, Ne- bi’den gelen bir nasla tayin olmuştur. Nebi’nin, halifesi- 15. İslam dininin temel inancı olan “Allah’ın varlığı ve birliği nin tayinini unutması ve halifelik işini ümmetin seçimine ile Hz. Muhammed’in peygamberliği” tasdik etmekten iba- bırakması caiz değildir. İmam, büyük ve küçük bütün gü- ret olan kelime-i şehadet Alevîlik’te kabul edilmiştir. An- nahlardan korunmuştur. Nebi imâmete başkasını değil,

cak bu iki iman esasına “Ali’nin velâyeti” de eklenmiştir. DİKAB SORU BANKASI Ali b. Ebî Tâlib’i tayin etmiştir ve o ashâbın kesinlikle en Nitekim çok çeşitli vesilelerle söylenen “Hak-Muham- üstünüdür” med-Ali” üçleri bunu ifade etmektedir. Bu üçlerde yer (Cevap E) alan “Hak” yüce yaratıcı olan Allah’ı, “Muhammed” genel anlamda “nübüvvet”i yani peygamberliği, “Al” de tasav- vuftaki “velayet”i yani ermişliği sembolize etmektedir.

(Cevap A)

16. Kadim olsun, hadis olsun kendi başına bulunabilen var- lık şeklinde tanımlanan cevher, değişmeyen, öz varlık an- lamında mantık, felsefe ve kelam’ın ortak kullandığı bir terimdir. Araz, cevher ve cismin varlığıyla var olan, bun- larsız varlığa çıkamayan nitelik anlamına gelmektedir. Cevherin aksine, hiçbir arazın varlığı kendi tabiatının ge- reği değildir. Bu anlamda araz, cevher ve cismin gelip ge- çici niteliği durumundadır. Cevher ve araz birbirlerine ba- 19. Hariciyye fırkasının oluşum sürecindeki gerçekleşen ğımlıdırlar. Bu bakımdan Ehl-i Sünnet Allah’a cevher ve olaylardan dolayı fırkanın adı konusunda çeşitli görüş- araz denilmeyeceğini fakat şey denilebileceği görüşünü ler ileri sürülmüştür. Öncüllerdeki açıklamanın karşılı-

öne sürmüştür. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğı D seçeneğinde doğru olarak sıralanmıştır.

(Cevap A) (Cevap D)

165 KPSS • ÖABT İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 4

1. İslâm tarihindeki dinî ve siyasi ayrılıklar, ana bünyeden 3. Mâturîdî ekolün gelişip belirgin hâle gelmesinde en bü- farklılaşmış yeni oluşumlar, yeni fikirler ve bu fikirler et- yük pay kuşkusuz Ebü’l-Muîn en-Nesefî’ye aittir. Mâturî- rafında toplanmış olan irili ufaklı, teşkilatlı ya da teşkilat- dî’ye olan bağlılığını değişik vesilelerle dile getiren sız cemaatleri tanımlamak için klasik kaynaklarımızda Ebû’l-Muin en-Nesefî, başta Tebsıratu’l- edille adlı eseri değişik terimler kullanılmıştır. Makâlât bu terimler arasın- olmak üzere kelâm ilmi alanında yazdığı eserlerle Mâturî- da sık karşımıza çıkanlardan birisidir. Bu sözcüğün teki- dîlik mezhebinin ekolleşmesinde ve bir ekol olarak yeri- li olan makâle, fikir, söz, kanaat, inanç manalarına gel- ni almasında önemli katkılarda bulunmuştur. Ebû’l-Muin mektedir. Mezhepler Tarihi yazıcılığı, her grup mensubu- söz konusu eserinde Ebû Hanîfe’yi mezhebin önderi ola-

nun kendi görüşlerini savunması ve diğer görüşleri eleş- KOZMİK ODA YAYINCILIK rak takdim etmekle birlikte Mâturîdî’yi de Ebû Hanîfe’nin tirmesi şeklinde başlamış, bu gayeyle yazılan ve türünün görüşlerini en iyi bilen kişi olarak sunmaktadır. Ebû’l-Mu- ilk örnekleri olan küçük hacimli eserlere makâlât denmiş- in en-Nesefî’nin söz konusu kitabında Hanefiliğin yanı sı- tir. Ebû’l-Hasan el-Eş‘arî, İslâm mezheplerini ve onların ra Mâturîdîlik şeklinde bir mezhepten bahsetmesi Mâturî- görüşlerini tanıttığı meşhur eserine “İslâm’a mensubiye- dîliği Hanefilikten farklı bir ekol olarak gördüğünü ortaya ti olanların fikirleri” anlamında Makâlâtü’l-İslâmiyyîn adı- koymaktadır. nı vermiştir. (Cevap B) Çoğulu fırak olan fırka terimi ise daha yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Bağdâdî’nin el-Fark beyne’l-Fırak (Grup- lar Arasındaki Farklar) isimli kitabında, eser başlığı ola- rak bu terim tercih edilmiştir. El-Milel ve’n-Nihal Şehristani’nin mezhepler ve dinler hak- kında yazdığı kitabının adıdır.

(Cevap A) 4. El-Milel ve’n-Nihal, XI-XII. yüzyıl bilginlerinden Şeh- ristânî’nin eseridir. Gerek kendi döneminde ve gerekse ondan sonraki dönemlerde ilmî çevrelerde geniş yankı- 2. Seyyid Şerif Curcani ya da tam adı ile Ali bin Muhammed lar uyandırmıştır. Şehristani’nin bu esere yazdığı mukad- es-Seyyid Eş-Şerif, 1340’ta (740 h.) Esterabad (Curcan) dime çok önemlidir, yazar mukaddimesinde metodoloji- bölgesinde doğmuştur, 1413’te Şiraz’da vefat etmiştir. sini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Seyyid Şerif olarak da tanınmış ve bilinmiştir. Timur’un

Şiraz’ı ele geçirdiğinde Curcani’yi Semerkand’a gönder- DİKAB SORU BANKASI (Cevap A) miş ve orada Sadeddin Teftâzânî ile bir polemiğinde üs- tün olması sebebiyle önemli bir değer kazanmıştır. Her ikisi de etkili olmuş İslam bilginleridir, ölümlerinden son- ra uzun bir zaman bilginler Teftâzânî ve Curcânî taraftar- ları olarak ikiye bölünmüşlerdir. Müteahhirun şeklinde İs- lam tarihinde adlandılan dönem Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür. Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin (ö. 816/1413), Îcî’nin Mevâ- 5. Mu’tezile, biri Basra diğeri Bağdat olmak üzere iki ana kıf’ı üzerine yazdığı Şerhu’l-Mevâkıf isimli eseri, hacimli kola ayrılır. Bu iki ekole mensup âlimler, Mu’tezile’yi di- şerhler geleneğinin başta gelen örneğidir. Bu eserde fel- ğer mezheplerden ayıran beş temel esasta birleşmeleri- sefî bahislerin akaid konularına göre çok daha fazla yer ne rağmen bir takım konularda ve ayrıntılarda farklı gö- alması ve kitabın hemen hemen üçte ikilik bölümünü kap- rüşler ortaya koymuşlardır. saması, kelâmın felsefîleşme sürecinde geldiği noktayı Basra ve Bağdat ekollerini birbirinden ayıran en belirgin göstermesi açısından önemlidir. Bu eser, Teftâzânî’nin ki- fark, Bağdat ekolünün Hz. Ali’ye olan yaklaşımıdır. Onla- tapları ile birlikte İslâm düşüncesi ve Osmanlı ilim anla- ra göre Hz. Ali, diğer sahabeden üstündür. Onlar Hz. yışı üzerinde kalıcı tesirler bırakmış, Osmanlı medrese- Ali’nin nesline yakın duran siyasi bir tavır belirlemişlerdir. lerinde ders kitabı olarak okutulmuş, bu eserlerin gerek Nitekim Basra ekolüne mensup Mu’tezilî âlimlerin önem- bütünü gerekse belli kısımları üzerine yapılan çalışma- li bir kısmı o günlerde iktidarda bulunan Abbasiler ile so- lar, zaman içerisinde oldukça geniş bir külliyat teşkil et- run yaşamazken, Bağdat ekolüne mensup bazı âlimler, miştir. Cürcânî’nin kelâma dair diğer eserleri arasında Hâ- Hz. Ali’nin oğullarını destekledikleri için sıkıntı yaşamış-

şiyetü’t-Tecrîd ve Şerhu’l-Akâidi’l-Adudiyye sayılabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lardır.

(Cevap C) (Cevap C)

166 İSLAM MEZHEPLERİ VE AKIMLARI Test • 4

6. Kaderiyye mezhebi fiillerin Allah tarafından gerçekleş- 10. Şia, sözlükte “taraftar, yardımcı, partizan, grup ve bir ko- tiğini savunan Cebri din anlayışına tepki olarak olmuş- nuda bir araya gelenler anlamında kullanılmaktadır. Şia’ya tur. Mabed el-Cüheni ve Geylan ed-Dımeşki bu konu- göre imamet dinin temel esaslarındandır. İmam Müslü- da fikirlerini savunan kişilerdir. Kaderiyye Emevi yö- manların dini ve dünyevi işlerini Peygamber adına yürü- netiminin baskıcı ve cebriyyeci din anlayışına tepki ten başkandır. oluşturmuş fiillerin insan eliyle gerçekleştiğini ve her- (Cevap B) kesin özgür olduğunu savunmuştur.

(Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK

11. Önderi Ebu’l-Hasan El-Eş’ari’ye nispetle Eş’arilik adını 7. Şia “taraftar, yardımcı, partizan, destekleyen ve bir ko- alan bu mezhep muhalifleri tarafından Müşebbihe ve müc- nuda bir araya gelen” anlamında kullanılmaktadır. Hz. bire gibi isimlerle anılmıştır. Ali’ye taraftar olanlar anlamındadır. Şia Peygamber’in (Cevap A) ölümünden sonra imamete en layık kişinin Hz. Ali ol- duğunu ifade ederler. Buna delil olarak Ğadîr-i Hum olayını dile getirirler. Çünkü Peygamber bu bölgede Hz. Ali’ nin elini tutarak “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” demiştir. Yani burada Hz. Ali’ yi imam tayin ettiğini peygamber dile getirmiştir. Seçeneklere

baktığımızda B seçeneği Şia’ya ati doğru bir bilgi de- 12. İbnu’n-Nusayr en-Nemiri tarafından kurulan Nusayrilik ğildir. Hz. Ali’nin ilah olduğunu ileri süren aşırı Şii fırkadır. Nu- (Cevap B) sayrilere göre mana olan Ali kendi nurundan isim olan Muhammed’i o da bab olan Selman-ı Farisi’yi yaratmış- tır. Ayn-mim-sin (AMS) dir.

DİKAB SORU BANKASI (Cevap A)

8. İslam dinin ön gördüğü ibadetler, Bahailikte de bulun- maktadır. Ancak bu ibadetler farklı şekilde yapılmak- tadır. Namaz, kişinin sabah, öğle ve akşam olmak üze- re üç defa Allah’ı anmasıdır. İbadet için Muhammed 13. Kaderilik ya da Kaderiyye, kader konusunda insanın ira- Baba’nın öldüğü kabrinin bulunduğu şehir olan Filis- de, ihtiyat ve kudret sahibi, yükümlülüğü olan bir yaratık tin’deki Akka’ya dönerler. Onlar ayrıca hac maksadıy- olduğu, insanların Allah’ın hiç bir müdahali olmaksızın fi- la Bab Mirza Ali’nin Şirazdaki evini veya Bahaullah’ın illerini bizzat kendi güç ve iradesine bağlı olarak meyda- Bağdad’da ikamet ettiği evi ziyaret ederler. na getirdiği inancına sahip olan islam dini itikadi mezhe- bidir. (Cevap C) (Cevap D)

9. Selefiyye mezhebinin dayandığı esaslardan olan İmsak; 14. İsalm tarihindeki ilk siyasi fırka Hz. Ali ve Meaviye ara- Müteşabih naslarla ilgili herhangi bir yorum yapmaktan sında cereyan eden Sıffın Savaşı’ndan sonra ortaya çık- veya onlarla ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmaktan ka- mıştır. “Hüküm yalnızca Allah’ın’dır.” sloganıyla ortaya çı-

çınmak anlamına gelmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK kan fırka Haricilik’tir.

(Cevap D) (Cevap A)

167 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 1

1. Dört büyük meleklerden birinin ismi olup, peygamberle- 3. Hz. Peygamber döneminde beytülmal (hazine) gelirleri- re vahiy getirmekle görevlidir. Kur’an’da bu meleğin ismi ni humus denilen ganimetin beşte biri, Müslümanlarla an- Cibril, Ruhu’l-Kudüs, Ruhu’l-Emin, Ruh ve Rasul şeklin- laşmalı olan gayrimüslimlerden can, mal güvencesi ve de geçmektedir. Bütün peygamberlere vahyi getiren Ceb- inanç hürriyetinin sağlanmasına karşı belirli kurallara gö- rail’dir. Kur’an’a göre o, karşı konulmayacak bir güce, üs- re alınan cizye, Müslümanlardan alınan zekât ve toprak tün ve kesin bilgilere sahip, Allah nezdinde çok itibarı olan mahsullerinin zekâtı olarak bilinen öşür oluştururdu. Bun- ve diğer meleklerin kendisine itaat ettiği şerefli bir elçidir. lar amil denilen vergi memurları tarafından toplanırdı. Ba- Bu yönüyle Cebrail kuvvet manasına gelen Cebra ile Al- zen bu görevi valiler de yapardı. Toplanan vergiler, Kur’an

lah anlamına gelen İl’den meydana gelmiş bir isimdir. Al- KOZMİK ODA YAYINCILIK ve Sünnet ölçülerine göre sarf olunurdu. lah’ın kuvveti demektir. Yenilmez bir kuvvet ve Allah nez- dinde büyük bir makam sahibi olduğu ifade edilmiştir: “O, (Cevap E) şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı bir elçinin getirdiği sözdür.” (Tekvir, 81/19-20) Cebrail, Hz. 4. İslam’da esas olan barıştır. İslam, bütün insanların barış Muhammed’e asli şekliyle iki kere görünmüştür. Biri Hira içinde yaşamalarını esas alır ve müminleri hep birden ba- mağarasında ilk vahyi getirdiği zaman, diğeri de Miraç’ta rışa davet eder (Nisâ/4: 128; Bakara/2: 208). Savaş arızî “sidretü’l-münteha”da gerçekleşmiştir. Bazen de Rasulul- ve geçici bir durumdur. İslam’da, Temel hak ve özgürlük- lah’a insan şeklinde ashabtan yüzü nurlu olan Dıhye ler engellendiği takdirde savaşa izin verilmiştir. Anarşiye, el-Kelbi suretinde görünmüştür. İlgili hadislere göre Ceb- karışıklığa, kargaşaya, hiçbir zaman izin verilmemiştir. rail dünyada ve ahirette Allah ile kul arasında elçidir. Hem Mekke döneminde müşriklerin baskısından bunalan Müs- meleklere hem peygambere ilahi tebliğ eder, bu sebep- lümanlar, peygamberimize gelerek onlara karşılık vermek le de Allah ile vasıtasız konuşur. istemişler, ancak Peygamber Efendimiz savaşa izin ve- (Cevap C) rilmediğini bildirerek sabır tavsiyesinde bulunmuştur. Mek- 2. Sözlükte “gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün im- ke’den Medine’ye hicret edildikten ve devlet kurulduktan kanları kullanmak” anlamına gelen “cihad” kavramı; Kur’an sonra savaşa izin verilmiştir. Hz. Peygamber, Mekke’den ve hadislerde; Allah yolunda savaşmak anlamını ifade et- Medine’ye hicret ettikten sonra başlattığı askeri faaliyet- tiği gibi dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uyma- lerini vefatına kadar devam ettirdi. Bilindiği gibi bizzat Hz. yı, haram ve günahlara karşı nefis ile mücadele etmeyi, Peygamber’in katıldığı savaşlara gaza, katılmadıklarına İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi da seriyye adı verilirdi. Hicretten vefatına kadar olan on için çalışmayı da ifade eder. “Cihad” kavramı; Mekke dö- yıllık zaman zarfında Medine’den çıkan 120 askeri hare- neminde İslam’ın tebliğ edilmesi ve dinin emir ve yasak- ket neticesinde Müslümanlardan 340, düşman birliklerin- larının yerine getirilmesi anlamında kullanılmış; Medine DİKAB SORU BANKASI den ise yaklaşık 800 olmak üzere toplam 1200 kadar in- döneminde ise fiili savaşların yapılmaya başlanması ile san hayatını kaybetmişti. “kıtal/savaş” anlamını da içermeye başlamıştır. Bunu hem Kur’an’da hem de hadsilerde görmekteyiz. “Cihad” kav- (Cevap D) ramı ile ilgili otuz bir ayetten on yedisi savaş bağlamın- da ve çoğunlukla Hz. Peygamber ve ashabının savaşla- 5. Bölgede yaşayan bazı kişiler, putlara asla tapmaz, baş- rının söz konusu edildiği Enfal ve Tevbe surelerinde, ay- kalarının tapmalarına rıza göstermez, putlara kesilen kur- rıca Bakara, Al-i İmran, Nisa, Muhammed ve Mümtehıne banların etinden yemez ve putperestleri de, bu eşyalara surelerinde geçmekte ve Allah yolunda malları ve canla- tapmamaları hususunda ikaz ederlerdi. Bu yüzden ata- rıyla cihad edenler övülmekte, onlara Allah’ın rahmeti, larının dinini reddeden bu insanlara, ‘atalarının dininden mağfireti, mükâfatı ve cenneti va’d edilmektedir. İmanla- çıkmış’ (mürted) anlamında ‘Hanif’ derlerdi. Halbuki diğer rı uğrunda hicret edenler ve bunlara yardım edenler, ge- yandan Hanif, ‘doğru yolda olan, doğruyu bulmuş’ anla- çek müminler olarak nitelendirilmektedir (Bakara, 2/218; mına da gelmekteydi. Kabileleri içinde saygınlıkları olma- Nisa, 4/95-96; Enfal, 8/74). Tevbe suresinin 20. ayetinin mealini örnek olarak zikredebiliriz: “İman edip hicret eden sına rağmen, çoğunlukla onlar tarafından da dışlanan bu ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimse- insanların, zaman zaman yaptıkları şehirlerarası yolcu- lerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte an- luklarla ‘bir ve eşsiz olan Allah inancına bağlılık gösteren cak onlar, başarıya erenlerdir.” Geriye kalah on dört ayet- bir din’ arayışına giriştikleri hakkında çok sayıda rivayet- ten ikisinde sözlük anlamında (Ankebut, 29/8; Lokman, ler mevcuttur. Hatta Yahudilik ve Hıristiyanlığa meyledip 31/15), on ayette (Maide, 5/35, 69; Hac, 22/78; Nahl, orada karar kılan ve kılmayanlar da vardı. Haniflerin için- 16/110…) mutlak anlamda kullanılmıştır. Özellikle Mek- de en meşhur olanların isimleri şöyleydi: Varaka b. Nev- ke’de inen ayetler; İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşan- fel, Zeyd b. Amr, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş,

ması ve yücelmesi için gösterilen çabayı ifade eder. KOZMİK ODA YAYINCILIK Ümeyye b. Salt ve Kus b. Saide.

(Cevap B) (Cevap E)

168 İSLAM TARİHİ Test • 1

6. Zeyd b. Sâbit, Hz. Peygamber’in isteğiyle İbranice, Sür- 11. Ganimetlerin aranızdaki varlıklı kimselerin tekelinde olan yanice ve diğer bazı yabancı dilleri öğrenerek yabancı bir servet ve güç kaynağına dönüşmemesi için Allah da- misafirlerle Peygamberimiz arasında tercümanlık yap- ğıtımın böyle olması gerektiğine hükmetmiştir” ayetini Hz. mıştır. Ömer, toplum olarak elde edilen ve üretilen maddî değer- lerin belirli kişilerin ellerinde tedavül edip kalmaması, sos- (Cevap A) yal adaletin sağlanması ve refahın geniş kitlelere yayıl- ması gereğini vurgulayan bir ifade olarak anlamıştır. Pek çok sahabe tarafından savunulan -ve şeklî bir bakışla 7. Ebabil: Sürü sürü, bölük bölük, grup grup, peş peşe, ar- KOZMİK ODA YAYINCILIK dı ardına gelen demektir. Fil suresinde kuşların sıfatı ola- haklı gibi görünen- Irak arazisinin taksim edilmesi yönün- rak kullanılmıştır. Yemen Valisi Ebrehe, ordusu ve fiille- deki görüşe katılmamıştır. Özellikle ayetin bu kısmını de- riyle Kabe’yi yıkmak için gelip Beytullah’ı kuşatınca Allah lil göstererek ve taksim halinde ortaya çıkabilecek sorun- üzerlerine sürü sürü, ardı ardına gelen kuşlar (tayran eba- lara dikkat çekerek onları bu arazilerin kamu gelirlerini bil) göndermiştir. Bu sürü sürü kuşlardan her biri; bir ağ- arttıran bir kaynak haline getirilmesi hususunda ikna et- zında ikisi de ayaklarında olmak üzere mercimek, nohut miştir. ve fındık büyüklüğünde üçer taş atarak Ebrehe’nin ordu- (Cevap B) su yenilmiş, çiğnenmiş, ezilmiş, taze ekin yaprağı gibi de- lik deşik olmuş ve işe yaramaz hale gelmiştir. 12. Peygamberimiz (s.a.v.) de Mekke’deki birçok Kureyşli gi- (CevapB) bi ticaret ile meşgul olmuştur. Kumaş ve tahıl ticaretiyle uğraşan Ebû Tâlib’e yardım etmek suretiyle ticaret haya- tına başlamış ve amcasının yaşlandığı yıllarda kendisi ti- 8. Kur’an-ı Kerim’de övülen bu kimselerin hepsi, Hz. Ebu carete devam etmiştir. Bu dönemde onun çeşitli yerlere Bekir’in halifeliğini kabul etmişlerdir. Övgüye nail olan sa- ticaret amacıyla seyahat ettiği bilinmektedir. Mekke’nin habe, ona “Peygamber’in halifesi” unvanını veridiler ve güneyinde Yemen yolu üzerinde on günlük mesafedeki ona biat ederek, itaat ettiler. Böylece onun üstünlüğünü Hubâşe panayırına, bir veya iki defa Yemen’e, ayrıca Do- onaylamış oldular. Zira o, imamete müstahak olduğu, ilim, ğu Arabistan’daki Muşakkar ve Debâ panayırlarına gitti- zühd, isabetli karar, insanları idare etme gibi nitelikler ba- ği tespit edilebilmekte hatta Habeşistan’a gittiği tahmin kımından, etrafındaki insanları en iyisi idi. edilmektedir. Bu seyahatler sebebiyle bir taraftan ticarî (Cevap B) hayatın gereklerini öğrenirken, diğer taraftan Arabistan’ın

DİKAB SORU BANKASI muhtelif yerlerinde yaşayan insanları yakından tanıma, onların dil ve lehçelerini, dinî, siyasi ve sosyal durumla- rını yerinde görme imkânını elde ediyordu. Hz. Peygam- ber, ticarete hayat şartları gereği atılmak zorunda kalmış- 9. Çoğaltılan yedi adet Kur’an nüshasından biri Medine’de tır. bırakıldı. Diğerleri birer öğretici ile birlikte Mekke, Küfe, (Cevap D) Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Hz. Osman, ileride Müslümanlar arasında bir ihtilaf çıkmasını önle- mek ve ümmet arasında birliği sağlamak amacıyla bun- 13. İslâm’ın geldiği dönemde Arap Yarımadası’nda eğitim im- ların dışında yazılmış Kur’an sayfalarının ve özel Mus- kânları oldukça kısıtlıydı. Yaygın ve gelişmiş bir alfabe ol- hafların, imha edilmesini emretti. madığı gibi okuma-yazma bilenlerin sayısı da çok fazla değildi. Eğitim ve iletişim yazılı olmaktan çok sözlü ola- (Cevap E) rak yapılmaktaydı… Bilim ve medeniyetin geliştiği bölge- lere uzak olmamasına rağmen Hicaz bölgesinde idari, sosyal, ekonomik ve bilimsel yapının fazla gelişmediği, 10. Hz. Peygamberin vefatını takiben Ensar ismiyle anılan daha sade ve basit özellikler taşıdığı görülür. İslâm ön- Medine’li müslümanlar, Beni Saide Sakifesi denilen göl- cesi Arap toplumunda özellikle şiir ve hitabet gelişmiştir. gelikte toplanarak Hz. Peygamber’den sonra din ve dün- Kaynaklarda “Cahiliye” adı verilen bu dönem, bilgi ve ya işlerinin yürütülmesinin yani halifelik konusunun ken- inanç yoksunluğundan çok, bu konulardaki ölçüsüzlük, dilerine ait olduğu iddiasıyla müzakerelere başlamışlar, davranış ve ilişkilerdeki yanlışlıkların yaygınlığından do- hilafet için aday olacak kişiyi Sa’d b. Ubade olarak belir- layı bu adla anılmıştır. Buna göre “cahiliye” ifadesi daha

lemişlerdi. KOZMİK ODA YAYINCILIK çok bir zihniyet yapısını tanımlamaktadır.

(Cevap D) (Cevap D)

169 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 1

14. İslâm tarihinde önemli bir yeri olan Hz. Ali, Hz. Peygam- 16. Gasp, başkasına ait bir malı sahibinin veya yetkilisinin iz- ber’in amcası Ebû Tâlib’in küçük oğludur. Hicretten yak- ni olmaksızın zor kullanarak almak anlamına gelir. Kur’an-ı laşık yirmi iki yıl önce (m. 600) dünyaya gelmiştir. Ebû Kerim’de bir yerde geçen gasp kelimesi bu anlamda kul- Tâlib’in maddî durumunun bozulması üzerine Hz. Pey- lanılmıştır. (Kahf, 18/79). Dinlerin ve hukukun korumayı gamber onun bakımını üstlenmiş ve Hz. Ali beş yaşından ilke edindiği beş temel değerden biri olan mülkiyet hak- itibaren onun himayesinde büyümüştür. Küçük bir çocuk- kı, İslam dininde muhterem kabul edilmiş, hırsızlık, gasp ken Resûlullah’ın peygamberliğini kabul ederek Müslü- gibi buna yönelik tecavüzler şiddetle yasaklamıştır. man olma şerefine nail olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya da-

KOZMİK ODA YAYINCILIK yanan bir ticaret olmaksızın, birbirinizin malını haram yol- (Cevap C) larla, haksızlıkla yemeyin.” buyrulmaktadır (Nisa, 4/29). Hz. Peygamber de; “Müslüman’ın malı gönül rızası bu- lunmadıkça helal olmaz” demişlerdir (Şevkani, Neylü’l-Ev- tar, V/316). Veda haccı hutbesinde de, bütün insanlığa hitap ederek, “Şüphesiz bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ve bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallarınız ve na- muslarınız da öyle muhteremdir, tecavüzden korunmuş- tur” demiştir (Tecrid, IV/412, VI/334, X/389,395).

(Cevap B)

17. Eyyam-i bid, kameri ayların 13., 14. Ve 15. günlerine de- nir. Peygamberimiz, Ramazan orucu farz kılınmadan ön- ce bu orucu tutmuş (Ahmed, V, 246; Tirmizi, Savm, 41, 15. Medine’nin hicret yurdu olarak seçilmesinin sebeplerini 54, III, 118, 134), Ramazan orucu farz kılındıktan sonra şöyle sıralanabilir: da bu orucu tutmaya devam etmiş (Tirmizi, Savm, 54, III, 135) ve “Kim her aydan üç gün oruç tutarsa ömür boyu 1. Medine’nin hicret yurdu seçilmesinin önemli sebep- oruç tutmuş gibi olur” (Tirmizi, Savm, 54, III, 135) sözle-

lerinden biri, Mekke ile ilişkiyi tamamen koparmayı DİKAB SORU BANKASI riyle bu orucun tutulmasını teşvik etmiştir. Bu itibarla ey- gerektirmeyecek bir yer olmasıdır. yam-i bid orucu tutmak müstehaptır. 2. Medine’deki otorite boşluğu Hz. Peygamber’in bura- (Cevap B) da rahat hareket etmesine imkân veren bir etkendir. Bu sebeple Medine’nin tercih edilmesinde tereddüt edilmemiştir.

3. Medine’de Hz. Peygamber’in ailesinin sıhriyet bağı olan Hazrec kabilesinin yaşaması, destek sağlanma- sı açısından önemlidir. 18. Ensar, terim olarak; dinleri uğruna Mekke’den Medine’ye 4. Nüfus potansiyeli bakımından Medine, Hicaz’daki en hicret eden Hz. Muhammed’i ve ashabını Medine’ye ka- önemli yerleşim yerlerindendir. Hicret sırasında bura- bul eden ve onlara her türlü yardımı yapan Medineli Müs- da hatırı sayılır bir nüfus yaşıyordu. Bu da Medine’yi lümanlara denir. Ensar kavramı Kur’an’da iki ayette geç- tebliğ için vazgeçilmez bir yer hâline getiriyordu. miş; Allah’ın muhacirlerle birlikte ensardan razı olduğu, onlar için cennetler hazıladığı (Tevbe, 9/100) onları ba- 5. Medine’nin Habeşistan gibi alternatiflerle karşılaştırıl- ğışladığı (Tevbe, 9/117); ensarın muhacirleri sevdiği, on- dığında Mekke’ye yakın sayılabilecek bir mesafede ları kendilerine tercih ettikleri (Haşr, 59/9), malları ve can- olması da hicret yurdu olarak seçilmesinin sebeple- larıyla Allah yolunda cihad ettikleri (Enfal, 8/72) bildiril- rinden biri olarak değerlendirilebilir. miştir. Hz. Muhammed Medine’ye göç eden Mekkeli Müs- 6. Kuşkusuz Hz. Peygamber’in Medine’yi tercih etme- lümanlarla ensarı bir birbirlerine kardeş yapmıştır. Ensar sinin en açık sebeplerinden biri, buradaki Müslüman- muhacirlere kucak açmış ve her şeylerini onlarla paylaş-

lardan gördüğü destektir KOZMİK ODA YAYINCILIK mışlardır.

(Cevap B) (Cevap A)

170 İSLAM TARİHİ Test • 2

1. Belgede Müslümanların ve İslâm’ın hukûkî ve sosyal var- 4. Ayette, Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlarla Hevâ- lığı, diğer unsurlar tarafından tanınmaktadır. Bu sözleş- zin Müşrikleri arasında meydana gelen Huneyn savaşın- me ile Medine’deki müşrik Araplar ve Yahudiler, Müslü- dan bahsedilmektedir. Hz. Peygamber Mekke’nin fethin- manları dinî, siyasi ve sosyal açıdan tanımış oldular. Müs- den sonra oranın idarî işlerini tanzim ederken hâlâ put- lümanlar da gayrimüslimlere, inanç ve fikir hürriyeti, mal perestlikte devam eden Hevâzin kabilesi bir taraftan telâş, ve can güvenliği sağlıyorlardı. Hile, desise ve tuzak kur- bir taraftan da Kureyş’in başaramadığını başarma heve- ma yasaklanıyordu. Baskı, zorbalık, hakka ve hukuka ri- sine kapılmıştı. ayetsizlik, zulüm ve şiddetin hâkim olduğu o günün dün- Telâşın nedeni, Mekke’dekilerden sonra kendi putlarının yasında bu vesika çok önemli bir gelişmedir. Dolayısıyla KOZMİK ODA YAYINCILIK da kırılacağı ve bağımsızlıklarını kaybedecekleri endişe- bu belgede, Mekke’ye geri dönmek ile ilgili bir hedef ve siydi. Öte yandan, Kureyş’in başaramadığı işi başarma- gaye yoktur. ları yani Müslümanlar hezimete uğratmaları hâlinde bu (Cevap C) onlara büyük bir prestij sağlayabilirdi. Kabilenin reisi ve genç bir şair olan Mâlik b. Avf elini çabuk tutarak Müslü- manlarla savaşa girerse, çocuklarına sürekli olarak övü- nebilecekleri bir zafer armağan etmiş olacağını düşünü- yordu. Arap Yarımadası’nda cengâverlikleriyle ün yapmış olan Hevâzinliler oldukça iddialıydılar. Nitekim törelerin- 2. Hz. Peygamber’in hazinedarlık hizmetini de yapan Hz. deki en şiddetli savaş usulünü tercih ettiler. “Ölüm-kalım Bilâl, ilk kez Ezân okuyan müezzindir. İlk kâmet getiren savaşı” denilen bu usule göre kadınlar, çocuklar, hayvan- ise Abdullah b. Zeyd’dir. Hz. Peygamberin Resmi Müez- lar ve kıymetli eşyalar savaş alanının yakınına getiriliyor- zinleri ise şunlardır; Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Abdullah du. Böylece önem verdikleri değerleri koruma arzusuyla b. Ümmi Mektûm, Ebû Mahzûre, Sa’d b. Âid. Hz. Pey- savaş gücünü ve ordunun moralini en üst düzeye çıkar- gamber Döneminde muhtelif zamanlarda müezzinlik ya- mayı amaçlıyorlardı. pan sahabiler ise şunlardır; Ziyâd b. el-Hâris es-Sudâi, Bazı tecrübeli ve yaşlı kişilerin uyanlarını dikkate alma- Sevbân, Osman b. Affan, Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe. yan Mâlik, askerî hazırlıklarını tamamlamış, okçularını (Cevap E) Huneyn Geçidi’nin iki yanına mevzilendirmişti. İslâm ordusunun öncü süvârî birliğinin kumandanı Halid b. Velid idi. Ordu Huneyn vadisine doğru hareket etti. Ha- lid b. Velid gururlu bir şekilde, düşmanın pusu kurması DİKAB SORU BANKASI 3. Kur’an’a göre tarih boyunca tevhid mücadelesi karşısın- ihtimalini hiç hesaplamaksızın düşmanın işgal ettiği tah- da iki tavır oluştu: İman ve inkâr. Allah dünyada murat bu- min edilen yere doğru ilerledi. Fakat hiç ummadıkları bir yurduğu imtihanı gerçekleştirmek için her iki tavır erba- anda müthiş bir saldırıya uğradılar. Askerler ne yapacak- bına da dünya nimetlerini lütfetti, onlara yaşama imkânı larını şaşırdılar. Bu ani ve amansız saldırı, Halid b. Ve- verdi, nesiller birbirini takip etti ve nihayet sıra Hz. Mu- lid’in komuta ettiği Süleymoğulları atlıları arasında büyük hammed ve ümmetine geldi. O, ilâhî mesajı kavmine teb- bir bozguna yol açtı. Geriye dönüp hızla kaçmaya başla- liğ edince inanmayanlar, kendi değerler kültürüne uygun dılar. Korku ve panik bir anda asıl ordu içinde de yayıldı. bir tepki gösterdiler. Onlara göre değerli olan soy sop, Ordu şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı. Hz. Mu- zenginlik, iktidar, sosyal itibar gibi maddî, dünya ile ilgili hammed savaşın ortasında bir süreliğine küçük bir grup- ve tabii olarak geçici şeylerdi; insanları ancak bu değer- la yapayalnız kaldı ve O’nun Müslümanlara yaptığı etki- ler büyük kılardı. Zuhruf suresinin 31-32. ayetlerinde açık li konuşma sonucu Müslüman ordusu tekrar toparlandı bir şekilde anlatıldığı gibi Peygamberlik değerli bir şey ve savaş kazanıldı. Ayette işte bu durum dile getirilmek- idiyse Muhammed’e değil, kendilerine göre Mekke ve tedir. Tâif’in büyüklerinden birine gelmeliydi. Bu mantığa Kur’an (Cevap B) şöyle cevap vermektedir: Allah maddî, dünyada geçerli olan ve orada kalan nimeti, imtihan gereği herkese verir; peygamberlik gibi, Allah nezdinde değerli ve bu yüzden rahmet olan manevî nimetini ise herkese değil, üstün me- ziyetleri sebebiyle seçtiğine verir ve bu rahmet onların değer verdiği asaletten, servetten, iktidardan çok daha iyidir, hayırlıdır, insanlar için kurtuluş ve mutluluk vesile-

sidir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

171 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 2

5. Hz. Muhammed’in, ilk eşi Hatice’ye vefası kaynaklarda 7. İslâm’ın yayılması engellenip Müslümanlara yönelik bas- şöyle anlatılmaktadır: kılar artınca Hz. Peygamber, nübüvvetin 5. yılında (M. “Bir gün yaşlı bir kadın Resulullah’ı ziyarete gelmişti. Ne 615) Müslümanların bir kısmını Habeşistan’a gönderme- gariptir ki Resulullah, kadınların köle gibi alınıp satıldığı, ye karar verdi. Habeşistan’da adil olduğu bilinen bir hü- insan yerine konmadığı bir dönemde bu yaşlı kadını ayak- kümdar vardı. Hicret süreci yaklaşık iki yıl devam etti. İm- ta karşıladı. Bununla kalmadı, sırtından cübbesini çıka- kân bulan Müslümanlar peyderpey Habeşistan’a gittiler. rıp yere sererek buyur etti. Birlikte oturup bir süre sohbet Habeşistan’a hicret eden Müslümanların çoğu Mekke’nin ettikten sonra yaşlı kadın kalkıp gitti. Meçhul kadına kar- saygın ailelerine mensup insanlardan meydana geliyor- şı Resulullah’ın bu hürmetini gören Hz. Aişe (r.a) valide- KOZMİK ODA YAYINCILIK du. miz sordu: İlk göç edenler, on biri erkek dördü kadın olmak üzere on beş kişiden oluşuyordu. Bunlar arasında Hz. Peygam- – Ya Resulullah! Kimdir bu kadın ki, o gelince ayağa ber’in damadı Hz. Osman ile kızı Rukıyye de vardı. Da- kalktın, sırtındaki ridanı çıkarıp altına serdin? dedi. ha sonra hicret edenlerle birlikte Habeşistan’a giden Müs- Cevap şöyleydi: lümanların sayısı yüzü aştı. – Bu kadın, Hz. Hatice hayatta iken yanına gelir, ona Hz. Peygamber’in Habeşistan’a gönderdiği Müslümanlar dostluk eder, yardımda bulunurdu! arasında, ailesi tarafından baskı görmeyen Cafer b. Ebû Bunu, Hz. Hatice’ye biraz daha fazla değer verme şek- Tâlib ve eşi Esma bint Umeys de bulunuyordu. Bu da hic- linde anlayan Aişe validemiz şöyle karşılık vermekten ret edenlerin sadece baskıya maruz kalanlar arasından kendini alamaz: seçilmediğini gösterir. – Ya Resulullah! Allah sana o yaşlı hanımdan daha ha- Mekkeliler Habeşistan’a giden Müslümanları orada da ra- yırlısını vermedi mi? Bu söz üzerine sertleşen Resu- hat bırakmadılar. Habeşistan’a heyet gönderip Habeş hü- lullah (s.a.v) buyurdu ki: kümdarı nezdinde girişimde bulunarak Müslümanların ia- de edilmesini sağlamaya çalıştılar. Ancak Habeş hüküm- – Hayır, Ya Aişe! Rabbime yemin ederim ki, bana on- darı Müslümanlarla görüşmeden karar veremeyeceğini dan daha hayırlısını vermedi. söyledi. İnsanlar inkâr ederken o bana inandı, herkes beni yalan- larken o “Sen doğrusun çekinme devam et.” dedi. Her- (Cevap C) kes beni yalnızlığa terk ederken o bana sadece imanı ve Peygamber Efendimiz, yumuşak huyluydu, ağırbaşlı ve sevgisiyle değil, malıyla da destek oldu. Bu uğurda mad- 8.

DİKAB SORU BANKASI sabırlıydı; öfkesine galip gelir, intikam fikrinden uzak du- di varlığını feda etmekten geri durmadı. Bana her şartta rurdu. Zira Yüce Allah, onu, kaba ve katı yürekli olmak- sahip çıktı. Üstelik benim bütün çocuklarım da ondan ol- tan uzaklaştırmış, insanları bağışlamayı, doğru yola ulaş- du.” diyerek açıkladı. (Ahmed b. Hanbel- Müsned) maları için onlara dua etmeyi öğretmişti. Bu özellikler hi- (Cevap C) lim, sabır ve şükür kavramları etrafında şekillenen özel- liklerdir.

(Cevap A)

9. Hz. Peygamber’in çağrısı yakın çevresinde yankı buldu. Yaklaşık üç yıl süren bu dönemde Hz. Hatice, Hz. Pey- gamber’in kızları Zeyneb, Rukıyye ve Ümmü Külsûm, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Zeyd b. Hârise, Osman b. Affân, Zü- 6. Cürhümlülerin Mekke hâkimiyeti sırasında Güney Arabis- beyir b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydul- tan’daki sel felaketi (seylü’l-arim) yüzünden kuzeye göç lah, Sa‘d b. Ebû Vakkâs, Osman b. Maz‘ûn, Said b. Zeyd, ederek Mekke civarına gelen Huzâa kabilesi, Amr b. Lu- Ayyâş b. Ebû Rebîa ve hanımı Esma bint Selâme, Ebû hay liderliğinde Cürhümlülerle yaptıkları savaşta onları Ubeyde b. Cerrâh, Erkam b. Ebü’l-Erkam, Ebû Seleme, mağlup ederek şehirden çıkardı. Böylece Kâbe hizmet- Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Ubeyde b. Hâris Müslüman oldu-

leri de onların eline geçti. KOZMİK ODA YAYINCILIK lar.

(Cevap D) (Cevap E)

172 İSLAM TARİHİ Test • 2

10. Peygamberimizin çocukluğundan itibaren Cahiliye dev- 12. Medine’nin hicret yurdu olarak seçilmesinin sebeplerini rinin yaygın kötülüklerinden hiçbirine bulaşmadı. Mek- şöyle sıralanabilir: ke’de kabileler arasında yaşanan ve bazan kan dökülme- 1. Medine’nin hicret yurdu seçilmesinin önemli sebep- sinin yasak olduğu haram aylarda dahi meydana gelen lerinden biri, Mekke ile ilişkiyi tamamen koparmayı çekişme ve çatışmalar, şehrin güvenli bir belde olması- gerektirmeyecek bir yer olmasıdır. na gölge düşürmüştü. Öte yandan hac ve ticaret amacıy- la Mekke dışından gelen zayıf ve güçsüz kimseler birçok 2. Medine’deki otorite boşluğu Hz. Peygamber’in bura- defa haksızlık ve zülme uğramakta idiler. Şehirde mal, da rahat hareket etmesine imkân veren bir etkendir.

can, ırz ve namus güvenliği kalmamıştı. Haram aylardan KOZMİK ODA YAYINCILIK Bu sebeple Medine’nin tercih edilmesinde tereddüt zilkâdede yaşanan bir olay bardağı taşıran son damla ol- edilmemiştir. du ve vicdan sahibi hakperest insanları harekete geçirdi: Hz. Peygamber’in amcası olan Zübeyr b. Abdülmuttalib 3. Medine’de Hz. Peygamber’in ailesinin sıhriyet bağı şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi durumun- olan Hazrec kabilesinin yaşaması, destek sağlanma- daki Abdullah b. Cüd’ân et- Teymî’ye başvurarak onu bu sı açısından önemlidir. işin görüşülmesi için bir toplantı yapmaya iknâ etti. Ku- 4. Nüfus potansiyeli bakımından Medine, Hicaz’daki en reyş’in kollarından Benî Hâşim, Benî Muttalib, Benî Züh- önemli yerleşim yerlerindendir. Hicret sırasında bura- re, Benî Teym ve Benî Esed ileri gelenleri, Abdullah b. da hatırı sayılır bir nüfus yaşıyordu. Bu da Medine’yi Cüd’ân’ın evinde yapılan yemekli toplantıya iştirak etti- tebliğ için vazgeçilmez bir yer hâline getiriyordu. ler. Toplantıya o sırada yirmi yaşında olan Peygamberi- miz de amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib ile birlikte katıldı. 5. Medine’nin Habeşistan gibi alternatiflerle karşılaştırıl- Toplantıda hazır bulunanlar uzun tartışmalardan sonra dığında Mekke’ye yakın sayılabilecek bir mesafede haksızlığı önlemek için yemin ettiler ve bu iş için gönül- olması da hicret yurdu olarak seçilmesinin sebeple- lülerden oluşacak bir grup kurmayı kararlaştırdılar. Bu ha- rinden biri olarak değerlendirilebilir. rekete “Erdemli insanların yemini” anlamında Hilfü’l-fudûl adı verildi. 6. Kuşkusuz Hz. Peygamber’in Medine’yi tercih etme- Resûl-i Ekrem (s.a.v.) peygamberliğinden sonra da Hil- sinin en açık sebeplerinden biri, buradaki Müslüman- fü’l-fudûl ittifakından övgüyle bahsetmiş ve şöyle demiş- lardan gördüğü destektir. tir: “Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde yapılan antlaşmaya am- (Cevap E) calarımla birlikte ben de katılmıştım. Bu ittifakta yer al- mış olmanın mutluluğunu güzel ve kızıl develere değiş-

mem. Bugün de böyle bir antlaşmaya çağrılsam tereddüt DİKAB SORU BANKASI etmeden giderim”.

(Cevap D) 13. Her şeyden önce dinde vahy esastır. Allah’ın vahiy yo- luyla kiminle konuşacağını belirlemesi tamamen kendi iradesine bağlıdır. Bu bakımdan onun iradesinin seçtiği 11. Dini ve siyasi konularda itaattan ayrılıp isyan derecesine varan aşırı görüş ve faaliyetleriyle tanınan bir fırkadır. İs- kişi öncelikle bu yönüyle dikkate değerdir ve o kişinin va- lam tarihinde ilk kez meşru otoriteye başkaldıran ve kabi- hiy eşliğinde yürüdüğü yol örnek alınması gereken bir lecilik ruhunu tekrar canlandırmak isteyen siyasi anlayışın yoldur. dini bir hüviyete bürünerek toplumdan kopan radikal bir (Cevap B) hareketin tarafları olarak da tanımlanmaktadır. Haricilik, Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin savaşı sonrası hakem meselesi yüzünden ortaya çıkmıştır. Bu ha- reketi ilk başlatanlar çölde yaşayan Temimli’ler ve taraftar- larıdır. “Allah’tan başka hüküm sahibi yoktur” ilkesiyle ta- vizsiz İslam’ı yaşadıklarının iddia eden Hariciler, Hz. Os- 14. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e itaat edilmesini em- man ve Hz. Ali’yi ve bunların yöntemini benimseyenleri kü- reden birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerin birinde şöy- fürle itham ederek öldürecek kadar ileri gitmişlerdir. Dinin le buyrulmaktadır: De ki, Allah’a itaat edin, Resûlüne ita- emir ve yasaklarına uymayanları kafirlikle suçlamışlardır. at edin. Eğer sırt dönerseniz bilin ki Peygamber kendi gö- Harici olmayan herkes düşman ve kafirdir. Takva ve şeca- at, ibadetlere devam, sürekli Kur’an okuma, dini kurallara revinden siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olur- uyma belirgin özellikleridir. Bunların kendilerinin dışında sunuz. Fakat ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. herkesi kafir olarak nitelemeleri ve şiddet uygulamaları, İs- Yoksa Peygamber’in (s.a.v.) görevi açıkça tebliğ etmek-

lam’la örtüşmeyen en bariz vasıflarıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ten başka bir şey değildir (Nur, 24/54). (Cevap B) (Cevap B)

173 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 2

15. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen sahâbî- 18. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen sahâbî- lerin barınması için Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında lerin barınması için Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında Suffe yapılmıştı. Resûlullah, Medine dışına gönderilecek Suffe yapılmıştı. Resûlullah, Medine dışına gönderilecek heyetleri oluştururken Suffe’de kalanlardan faydalanıyor- heyetleri oluştururken Suffe’de kalanlardan faydalanıyor- du. du. Hz. Peygamber, hicret yolculuğunun nihayetinde henüz Hz. Peygamber, hicret yolculuğunun nihayetinde henüz Medine’ye girmeden Kubâ’da birkaç gün içinde İslâm ta- Medine’ye girmeden Kubâ’da birkaç gün içinde İslâm ta- rihinin beş vakit açık ilk mescidini yapmıştır. Daha sonra rihinin beş vakit açık ilk mescidini yapmıştır. Daha sonra Mescid-i Nebevî’yi inşa etmiş, bitişiğine de Suffe Okulu- KOZMİK ODA YAYINCILIK Mescid-i Nebevî’yi inşa etmiş, bitişiğine de Suffe Okulu- nu hizmete açmıştır. Böylece iç huzuru, camide yan ya- nu hizmete açmıştır. Böylece iç huzuru, camide yan ya- na saf tutan Müslümanların birliğiyle görünür hâle getir- na saf tutan Müslümanların birliğiyle görünür hâle getir- miş, Suffe Okulunda eğittiği öğrencilerle söz konusu bir- miş, Suffe Okulunda eğittiği öğrencilerle sözkonusu bir- liği pekiştirmiştir. liği pekiştirmiştir.

(Cevap D) (Cevap B)

16. Resûlullah devesine binerek Ebû Bekir’i terkisine aldı; et- rafında Ensâr ve Neccâroğulları olduğu hâlde şehre gir- di. Hangi kabilenin mahallesinden geçtiyse yanlarında kalmasını teklif ederek ona her türlü desteği sağlayacak- larını söylediler. Ancak Resûlullah, devesinin yolunu aç- malarını, deveye nereye çökeceğinin emredildiğini söy- ledi. Resûlullah’ın devesi, Neccâroğullarından Sehl ve Süheyl adlı iki yetim kardeşe ait olan bir araziye çöktü.

Muhtemelen Medinelilerin muazzam ilgisiyle karşılaşan 19. a. Mescidin temelleri taştan, daha yukarılar kerpiçten Hz. Peygamber, onları kırmamak için böyle bir çözüm yo- yapıldı. lu bulmuştu. Böylece Hz. Peygamber, Medine’deki has- DİKAB SORU BANKASI b. Mescidin yapımında başta Hz. Peygamber olmak üze- sas dengelerin bozulmasına sebep olabilecek davranış- re muhacirler ve ensâr fiilî olarak çalıştılar. lardan kaçınıyordu. Şehre geldiğinde Evslilere konuk ol- sa Hazrecliler, Hazreclilere konuk olsa Evsliler kırılacak- c. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen tı. Bu hikmetli yolla iki taraf da kırılmadan mesele hâlle- sahâbîlerin barınması için Mescid-i Nebevî’nin arka dildi. Hz. Peygamber, devesinin çöktüğü yerin yakınında kısmında Suffe yapılmıştı. evi bulunan, Neccâroğullarının bir kolu olan Hâriseoğul- d. Mescid-i Nebevî, cuma namazını ve beş vakit nama- larından Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî’nin evine mi- zı cemaatle kılmak için Müslümanların toplandığı ve safir oldu. topluca ibadet ettiği mekândı. (Cevap E) e. Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî aynı za- manda askerî işlerin görüldüğü bir mekân olarak da kullanılırdı.

f. Savaşta yaralanan askerlerin, mescidde kurulan bir çadırda tedavi edildikleri olurdu. Nitekim Hendek Sa- vaşı’nda yaralanan Sa’d b. Muâz, Eslem kabilesin- den Rufeyde adındaki kadının Mescid’deki çadırında 17. Câhiliye döneminin yaygın kötülüklerinin hiçbirine bulaş- tedavi edilmiştir. maksızın temiz bir hayat yaşayan Hz. Muhammed çev- resinde iffeti, mertliği, merhameti ve hak severliğinin ya- g. Mescid-i Nebevî hapishane, hastane ve elçilerin ka- nı sıra ticaret hayatında da doğruluğu ve güvenilirliği se- bul yeri olarak da kullanılırdı. Hz. Peygamber, elçile- bebiyle “Muhammedü’l-Emîn” veya sadece “el-Emîn” un- ri Mescid’de “Elçiler Sütunu” (Üstüvânetü’l-Vüfûd)

vanıyla bilinmekteydi. KOZMİK ODA YAYINCILIK adını taşıyan bir direğin önünde kabul ederdi.

(Cevap B) (Cevap E)

174 İSLAM TARİHİ Test • 2

20. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân dışında vahiy alıp alma- dığı konusu bazı ilim adamları tarafından tartışılıyor ol- makla birlikte Müslüman âlimlerin pek çoğu Hz. Peygam- ber’in (s.a.v.) Kur’ân dışında da Allah’tan vahiy aldığı ko- nusunda hemfikirdir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân dışında da Allah’tan va- hiy aldığını gösteren Kur’ân-ı Kerîm ayetleri olduğu gibi sünnette de bu görüşün delilleri bulunmaktadır. Ayrıca sahâbîlerin de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bir şekilde Al- KOZMİK ODA YAYINCILIK lah’tan Kur’ân dışında vahiy aldığına dair bazı ifadeleri- nin bulunduğu görülmektedir. Hz. Peygamber’e Kur’ân dışında da vahiy geldiğini gös- teren ayet ana hatları ile şu şekildedir: Bir gün Hz. Pey- gamber eşlerinden birisine (Hz. Hafsa) gizli bir şey söy- lemiş ve aralarında kalmasını tembihlemişti. Fakat o, bu sırrı Peygamber’imizin bir diğer eşiyle (Hz. Aişe) paylaş- tı. Hz. Peygamber durumu ilk eşine söyleyince o da “Sa- na bunu kim söyledi” diye şaşkınlığını dile getirdi. Buna karşılık Hz. Peygamber “Bilen ve her şeyden haberdar olan Allah” cevabını vermiştir (Tahrîm, 66/3). Bu ayette Hz. Hafsa’nın söz konusu sırrı Hz. Aişe ile paylaştığı, bu- nun üzerine Allah’ın durumu Hz. Peygamber’e bildirdiği vurgulanmaktadır. Oysa Kur’ân-ı Kerîm araştırıldığında Allah Resûlü’ne söz konusu sırrın açıklandığı herhangi bir ayetin zikredilme- diği görülür. O hâlde Efendimiz söz konusu bilgiyi Allah’tan Kur’ân dışındaki bir vahiyle almış olmalıdır.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

175 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 3

1. Hz. Peygamber’in soyu yirmi birinci kuşaktan atası olan 4. Müslümanlarla Bizans arasında yapılan ilk savaş olan Adnan vasıtasıyla Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’e dayanmak- Mûte Savaşı’nın sebebi Hz. Peygamber’in Busrâ emiri- tadır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in soyununda mensup ne gönderdiği elçi Hâris b. Umeyr el-Ezdî’nin, Mûte’den olduğu Kuzey Araplarına İsmaililer veya Adnaniler gibi geçerken, Bizans adına bölgeyi idare eden Hıristiyan isimler de verilmektedir. Gassânî emiri Şurahbil b. Amr tarafından öldürülmesidir.

(Cevap B) Devletler arası hukukun ihlal edilerek elçisinin öldürülme- sini bir savaş sebebi sayan Hz. Peygamber, Mûte’ye gön- dermek üzere Zeyd b. Hârise kumandasında 3.000. kişi- KOZMİK ODA YAYINCILIK lik bir ordu hazırladı. Zeyd’in şehit düşmesi hâlinde Ca- fer b. Ebû Tâlib’in, Cafer şehit düşerse Abdullah b. Revâ- ha’nın kumandanlık yapmasını, Abdullah da şehit düşe- cek olursa askerlerin kumandanı kendilerinin seçmesini emretti. Mûte’ye varınca savaş düzenine geçen İslâm ordusu, kendisinin en az otuz katı olan büyük bir orduyla savaşa girdi. Çarpışmaların ilk safhasında Zeyd b. Hârise şehit düştü. İkinci kumandan Câfer b. Ebû Talib de şehit dü- şünceye kadar kahramanca çarpıştı. Onun ardından san- 2. Arapçada livâ ve râye kelimeleri hem sancak hem bay- cağı devralan ve şiirler okuyarak savaşan Abdullah b. rak mânasını taşır. İslâm’dan önce Mekke’deki idarî ve Revâhâ’nın da şehit düşmesi üzerine, askerler Hâlid b. askerî görevlerden biri “ukāb” (kartal) adı verilen, vera- Velid’i kumandan seçtiler. Hâlid b. Velid, ordusunu Me- set yoluyla intikal eden sancaktarlık veya bayraktarlıktı. dine’ye getirdi (8/629). Bir savaş durumunda ukāb çıkarılır ve onun muhafaza- Hz. Peygamber Medine’ye ulaşan Mûte gazilerini savaş- sından sorumlu olan kimse tarafından taşınırdı. İslâm’ın tan kaçanlar olarak görenleri de uyardı ve onların savaş ilk döneminden itibaren askerî birliklerde sancak ve bay- gereği geri çekilen muzaffer askerler olduğunu söyledi. raklar kullanılmış, Hz. Peygamber zamanındaki savaş- Büyük bir düşman ordusu karşısında çok az zayiat vere- larda livâ yahut râye adıyla anılan sancak ve bayraklar rek geriye çekilmeyi başaran Hâlid b. Velid, bu sebeple bulundurulmuştur. Bununla birlikte Hayber’in fethine ka- Hz. Peygamber’in kendisine verdiği “Seyfullah” (Allah’ın dar (7/628) çoğunlukla livânın, Hayber’in fethinden son- kılıcı) lakabıyla meşhur olmuştur. DİKAB SORU BANKASI ra hem livâ hem râyelerin birlikte kullanıldığı anlaşılmak- (Cevap E) tadır.

(Cevap D)

5. Mekkelilerin Hz. Peygamber’in tebliğine yönelik tepkile- 3. Allah Resûlü, Kur’ân’ın ilk örnek uygulayıcısı sıfatıyla her ri, onlarla iletişim kurabilmesine imkân vermez duruma an Allah Teâlâ’nın izni ve gözetimi altında hareket etmek- gelmişti. Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib vefat ettik- teydi. Gerek doğrudan, gerekse dolaylı olarak vahye mu- ten sonra diğer amcası Ebû Leheb Hâşimoğulları’nın li- hatap idi. Kendisine ait söz, davranış ve onaylar da aynı deri olmuştu. Ebû Leheb, başından beri Hz. Peygam- derecede ilâhî kontrol altında idi. Dolayısıyla onun yaşan- ber’in getirdiği dine karşı çıkmıştı. Kabile lideri olduktan tısı kendi zamanıyla kayıtlı değil bütün zamanlar için ge- sonra bir süre lider olmanın gerektirdiği şekilde Hz. Pey- çerlidir. Din, Allah’ın bildirmesi ve Resûlünün açıklaması gamber’i koruduğu imajını verdiyse de daha sonra des-

ve uygulamasıyla meydana gelmiş bir bütündür. KOZMİK ODA YAYINCILIK teğini geri çekti.

(Cevap A) (Cevap C)

176 İSLAM TARİHİ Test • 3

6. Bu antlaşma, Mekke müşrikleriyle Hudeybiye kuyusu ci- 8. Arap toplumunda göçebe veya yerleşik hayat hâkimdi. varında yapılmıştır. Çöl ve vahalarda (bâdiye) develeriyle birlikte konargöçer Hz. Peygamber hicretin 6. yılı Zilkade ayının ilk günlerin- olarak çadırlarda yaşayanlara bedevî (ehlü’l-bâdiye, eh- de (Mart 628) gördüğü rüyasında, ashabıyla birlikte Mek- lü’l-veber), köy, kasaba ve şehirlerde kerpiçten yapılmış ke’ye giderek Kâbe’yi ziyaret etmişti. Bu rüya üzerine um- evlerde yerleşik hayat yaşayanlara hadarî (ehlü’l-meder) reye gidileceğini müjdeledi ve gitmek isteyenlerin hazır- denilmekteydi. lanmalarını söyledi. Fakat o sene çeşitli olaylar sonucun- (Cevap C) da umre yapılamadı ve neticede Hz. Peygamber’le Ku- reyş heyeti arasında, Medine İslâm Devleti’nin Kureyş ta- KOZMİK ODA YAYINCILIK rafından resmen tanındığı Hudeybiye Antlaşması imza- landı (Zilhicce 6/Nisan 628).

İslâm’ın yayılışını hızlandıran, Hayber ve Mekke fethine 9. Milâdî 605 yılında, Hz. Muhammed otuz beş yaşlarında zemin hazırlayan antlaşma aşağıdaki şartları içeriyordu: iken Kureyşliler Kâbe’yi tamire karar verdiler. Çünkü Kâbe 1. Bu antlaşmanın süresi on yıldır. Bu süre zarfında iki yangın ve sel baskınına maruz kalmış ve zarar görmüş- taraf birbiriyle savaşmayacak ve birbirlerine hiçbir su- tü. O zamanlar Kâbe fazla yüksek değildi ve üzerinde ça- rette saldırıda bulunmayacaklardır. Bu, iki tarafın müt- tı yoktu. Bu nedenle kapı kilitlense bile hırsızlar içeri gi- tefikleri için de geçerlidir. rebilirdi. Nitekim bir süre önce mabede hediye edilen de- ğerli eşya ve paralardan oluşan hazineden bir miktar ça- 2. Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi ziyaret etmeden geri dö- lınmıştı. Bütün Kureyş kabileleri, aralarında kura çekerek necekler ancak gelecek yıl Mekke’ye gelip umre ya- tamir için iş bölümü yaptı. Herkes malzeme teminine yar- pabileceklerdir. Kâbe ziyaretleri esnasında üzerlerin- dımcı olacak ve belirli bir miktar katılma payı ödeyecek- de silah olarak sadece kılıç taşıyabilecekler ve ziya- ti. Nihayet Kâbe yeniden inşâ edildi. Ancak Hacerüles- retlerini üç günde tamamlayacaklardır. ved’in yerine yerleştirilmesi hususunda anlaşmazlık çık- 3. Sulhün devam ettiği süre zarfında Mekke müşrikle- tı. Çünkü bu şerefli görevi hiçbir kabile, başkasına bırak- rinden İslâm’ı kabul edip velisinin iznini almadan Me- mak istemiyordu. Tartışma birkaç gün devam etti; hatta dine’ye sığınanlar Mekke’ye geri gönderilecektir. An- bu yüzden savaşmayı bile göze alanlar oldu. cak Müslümanlardan birisi Mekke’ye giderse Mekke- Nihayet Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebû Ümeyye b. Mu- liler onu geri vermek zorunda değildir. gîre, “Benî Şeybe kapısından Kâbe’ye ilk giren kimsenin

4. Diğer Arap kabileleri, iki taraftan biriyle ittifak kurabi- DİKAB SORU BANKASI vereceği karara uyulmasını” teklif etti; Kureyşliler bu tek- lecektir. Hz. Ali’nin kaleme aldığı, iki nüsha olarak ha- lifi benimseyip beklemeye başladılar. Kapıdan Hz. Mu- zırlanan antlaşma metni, iki tarafın şahitleri tarafından hammed’in girdiği görülünce orada bulunanlar “İşte el- imzalandı. Emîn, işte Muhammed geldi!” diyerek memnuniyetlerini ifade ettiler. Hz. Muhammed, bir örtü getirterek Hacerü- (Cevap D) lesved’i onun üzerine koydu, bütün kabile reislerinin işti- rakiyle örtüyü kaldırdı, konulacağı hizaya gelince de ta- şı kendi elleriyle alıp yerine yerleştirdi. Böylece Kureyş- liler arasında çıkmak üzere olan bir çatışmanın da önü- ne geçilmiş oldu.

(Cevap B)

10. Ömer b. Abdülazîz’den önce babası, Mısır valisi Abdü- lazîz b. Mervân’ın da (ö. 85/704), valiliği esnasında (h. 65-85) hadisleri toplama faaliyetine giriştiğini gösteren bir haber vardır. Buna göre Abdülazîz, Kesîr b. Mürre’ye bir 7. Sözlükte “reislik, önderlik ve kumandanlık” gibi anlamla- mektup göndermiş ve ondan, Ebû Hüreyre dışındaki ra gelen kıyâde kelimesi Câhiliye devrinde Mekke’de or- sahâbîlerden duyduğu hadisleri yazıp kendisine gönder- du kumandanlığını ve kafile başkanlığını ifade etmek için mesini istemişti. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği hadisleri

kullanılmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK istememesinin sebebi onların kendisinde bulunmasıydı.

(Cevap A) (Cevap D)

177 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 3

11. Hz. Peygamber döneminde Kur’an’ın tamamı yazılmış 14. Savaşta yaralanan askerlerin, mescidde kurulan bir ça- ve ezberlenmiş, ancak bir kitap haline getirilmemişti. Çün- dırda tedavi edildikleri olurdu. Nitekim Hendek Savaşı’n- kü Hz. Peygamber hayatta idi ve vahiy gelmeye devam da yaralanan Sa’d b. Muâz, Eslem kabilesinden Rufey- ediyordu. Onun vefatıyla birlikte vahiy kesilmiş ve Müs- de adındaki kadının Mescid’deki çadırında tedavi edil- lümanların elinde Allah’ın kitabı Kur’an kalmıştı. O da da- miştir. Mescid-i Nebevî hapishane, hastane ve elçilerin ğınık birtakım malzemeler üzerinde yazılı ve hafız saha- kabul yeri olarak da kullanılırdı. Hz. Peygamber, elçileri belerin ezberindeydi. Malzemelerin eskiyip kaybolması, Mescid’de “Elçiler Sütunu” (Üstüvânetü’l-Vüfûd) adını ta- hafızların vefat etmesi Kur’an’ın bir sonraki nesle aktarıl- şıyan bir direğin önünde kabul ederdi. Buranın savaş ya-

masını tehlikeye düşürebilir ve ilahi mesajın yerini bul- KOZMİK ODA YAYINCILIK ralıları ile alakası yoktur. masın zorlaştırabilirdi. Nitekim Hz. Ebu Bekir döneminde (Cevap C) yalancı peygamber Müseyleme’ye karşı 633 yılında ya- pılan “Yemame Savaşı”nda birçok hafız sahabenin şehit düşmesi diğerleri gibi Hz. Ömer’i de kaygılandırmış ve halife makamında olan Hz. Ebu Bekir’e durumun önemi- ni anlatarak Kur’an’ın bir araya toplanmasının gerekliği hususunda onu ikna etmişti. Bunun üzerinde Hz. Ebu Be- 15. Hz. Peygamber, Müslümanları, gayrımüslim Arapları ve kir de vahiy katiplerinden Zeyd b. Sabit’i Kur’an’ın toplan- Yahudileri içine alan, etnik kökenleri ve dinleri farklı grup- ması işinde görevlendirmiştir. lardan oluşan ve belli ilkeler etrafında toplanmış yeni bir toplum oluşturmak için önemli bir adım atmıştır. (Cevap B) Araştırmacılar tarafından 47 veya 52 madde olarak dü- zenlenen bu metin, ana kaynaklarımızda bir bütün ola- 12. Hicretten önce Medine’de Benî Kurayza, Benî Kaynukâ’ rak yer almaktadır. “Kitâb”, “Sahîfe” ve “Müvâdea”, yani ve Benî Nadîr kabilelerinden oluşan Yahudiler, Güney sulh antlaşması adını taşıyan bu belge, zamanımızda Arabistan kökenli Arap kabilelerinden Evs ve Hazrec bu- Medine Anayasası, Medine Vesîkası, Medine Belgesi ve lunuyordu. Yesrib’de yaşayan bu farklı topluluklar zaman Medine Sözleşmesi gibi isimlerle adlandırılmaktadır. zaman birbiriyle savaşmışlardır. Medine’de merkezî bir Medine Belgesi daha ilk maddede bir savaş durumunda otorite yoktu; yönetimde, sosyal, kültürel ve ahlakî alan- Müslüman olmayanların da Müslümanlarla birlikte saldır- larda kabile gelenekleri hâkimdi. Kan davaları yaygındı. gana karşı savaşacaklarını öngörmekteydi. Vesikaya gö- Arap ve Yahudi kabileleri birbirinden bağımsız bir şekil- re bu topluluk (ümmet) diğer bütün insanlardan ayrı bir

de ayrı ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Her topluluk, biri DİKAB SORU BANKASI mahiyettedir. Aralarında ihtilaf çıkan herkes için Allah, ka- diğerinden birkaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturmuş- nunların ve adaletin yegâne kaynağıdır. Hz. Muhammed tu. de hakemdir. Dinî açıdan Yahudilik’ten başka putperestlik yaygındı. Medine belgesi, açıkça Yahudilerin Mekke müşriklerine Müşellel’de sahilde bulunan Menât adlı puta diğer kabi- veya onların işbirlikçilerine bir yardım yahut himaye hak- leler de tapmakla birlikte, ona en fazla saygıyı Evs ve kı vermelerini yasaklamıştır. Medine’ye bir düşman sal- Hazrec gösteriyordu. Hac yaptıktan sonra Menât’a gelip dırısı hâlinde, buna karşı çıkmak üzere bir Müslüman-Ya- putun önünde saçlarını tıraş ediyorlar ve hac ibadetini bu hudi ittifakı yapılacaktır. Şehrin savunulması için girişile- şekilde tamamlıyorlardı. Bütün bunların yanında Evs ve cek savaşların masrafları, taraflarca karşılanacaktır. Fa- Hazrec arasında Allah’ın anıldığı ve onun yaratıcı olarak kat Medine dışında yapılacak bir savaşta hiçbir topluluk tanındığı da görülmektedir. diğerine yardımda bulunma sorumluluğu taşımaz. Müs- (Cevap E) lümanların çıktıkları savaşlara Yahudilerin katılması, Hz. Muhammed’in müsaade ve rıza göstermesine bağlan- mıştır. Yahudiler, Müslümanlara düşman olan Mekkelile- re bundan böyle emân hakkı tanımayacaklardır. Belge- 13. Fil Vakası İslam’dan önce meydana gelmiştir. Hudeybi- de Müslümanların ve İslâm’ın hukûkî ve sosyal varlığı, ye Antlaşması, Mekke’nin fethi ve Huneyn Gazvesi Me- diğer unsurlar tarafından tanınmaktadır. Bu sözleşme ile dine döneminde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in Mek- Medine’deki müşrik Araplar ve Yahudiler, Müslümanları ke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya dinî, siyasi ve sosyal açıdan tanımış oldular. Baskı, zor- yaptığı gece yolculuğuna isrâ, Kudüs’ten göğe yüksel- balık, hakka ve hukuka riayetsizlik, zulüm ve şiddetin hâ- mesine mirâc denir. Mirâc, hicretten 8 ay kadar önce mey- kim olduğu o günün dünyasında bu vesika çok önemli bir

dana gelmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK gelişmedir.

(Cevap C) (Cevap B)

178 İSLAM TARİHİ Test • 3

16. Sözlükte “arkada olmak, birinin arkasından gelmek, ye- 19. Müşrikler, Hz. Peygamber’i engellemesi için Ebû Tâlib’le rine geçmek” anlamlarına gelen half kökünden türetilmiş görüşmeler yaptılar. Israrlı talepler karşısında bunalan olan halife, birinin yerine geçerek onun adına iş yapan Ebû Tâlib Hz. Peygamber’e maruz kaldığı baskılardan demektir. Tasavvufta, şeyhi adına irşad faaliyetlerinde bu- söz edip kendisine yüklenemeyeceği bir yük yüklememe- lunan, ölümden sonra da yerine geçen kimse, insan-ı ka- sini istedi. Hz. Peygamber amcasının artık kendisine des- mil anlamında kullanılmaktadır. Dini literatürde halife de- tek olmak istemediğini düşündü. Bunun üzerine, “Bu da- nilince daha çok devlet başkanı, en yüksek yönetici an- vadan vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol eli- lamına gelmektedir. Halife ve hilafet tabiri, Hz. Peygam- me verseler yine de vazgeçmeyeceğim. Allah bu dinî üs-

ber’in vefatından sonra, onun yerine devlet başkanı ola- KOZMİK ODA YAYINCILIK tün kılıncaya kadar çalışacağım ve bu uğurda öleceğim.” rak geçenler için, Hz. Peygamber’in yerine geçerek dini dedi. Hz. Peygamber üzülünce Ebû Tâlib onu yalnız bı- koruyan, dünya işlerini düzenleyen anlamında kullanılan rakmayacağını söyleyerek teselli etti (İbn Hişâm, I, 278). bir ıstılahtır. Halife tabirinin yanında, emriu’l mü’minin de Hz. Peygamber böyle diyerek, yürüdüğü yoldan asla sap- denmiştir. Klasik fıkıh kitaplarında halife veya devlet baş- mayacağını göstermiştir. Bu ifadelerin hoşgörü eksenin- kanının seçim, tayin veya tespit yollarından en başta ge- de düşünülmesi söz konusu değildir. leni bey’at usulü olarak gösterilmektedir. Seçme ehliye- (Cevap D) tine sahip kişilerin, seçilme ehliyetini haiz bir kimseyi se- çip ona sadakatlerini bilmeleri şeklinde yapılır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in vefatından sonra ashap, Beni Sa- ide’nin gölgeliğinde toplanarak devlet başkanlığı konu- sunda görüşmüşler ve Hz. Ömer’in teklifi ile Hz. Ebu Be- kir’e bey’at etmişlerdir. Kur’an ve hadislerde devlet baş- kanın seçimi konusunda açık bir hüküm usulü ve şartla- rı zamanın şartlarına göre düzenlenir.

(Cevap D)

17. Mekke’de sayıları az olmakla birlikte Hz. İbrahim’den ge- len tevhid inancına sahip Hanifler de bulunuyordu. Bun- lar putperestliği reddettikleri gibi dönemin iki önemli dinî olan Yahudilik ve Hristiyanlığı da benimsemeyen tevhid

inancına bağlı kimselerdi. Mekkeliler’in ve diğer birçok DİKAB SORU BANKASI Arap kabilesinin putlarına hiç ilgi göstermeyen Hz. Mu- hammed, aklı ve hisleriyle putlara tapmanın faydasızlığı sonucuna ulaşmıştı. Belki de tek tanrı inancına dayalı Hz. İbrâhim’in dinî üzere olmaya çalışan az sayıdaki Hanifler gibi düşünüyordu.

(Cevap B)

18. Allah’ın Resûlü, vahiy tecrübesiyle 40 yaşında Mekke’de karşılaştı. 27 Ramazan’da (M. 610) Hira Mağarası’nda yalnızken kendisine daha önce görmediği bir varlık gö- ründü. Gördüğü görüntü karşısında dehşete kapıldı. Kar- şısına çıkan varlık, Cebrail isimli vahiy meleğiydi. Hz. Mu- hammed’e “Oku!” emrini verdi. Hz. Muhammed, “Ben oku- ma bilmem.” diye cevap verdi. Cebrail onu tutarak sıktı, sonra yere bırakıp “Oku!” dedi. Bu konuşma birkaç defa tekrar etti. Sonra Hz. Muhammed meleğe “Ne okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Cebrail şu ayetleri bildir- di: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı yapışkan bir sıvıdan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğreten-

dir.” (Alak 96/1-5). KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

179 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 4

1. Hicretten önce Medine’’de Benî Kurayza, Benî Kaynukâ’ 3. Kur’ân-ı Kerim’de Uhud Savaşı hakkındaki ayetlerden ve Benî Nadîr kabilelerinden oluşan Yahudiler, Güney bazılarında Müslümanların yara aldığı fakat buna karşı- Arabistan kökenli Arap kabilelerinden Evs ve Hazrec bu- lık müşriklerin de yara aldığı (Âl-i İmrân 3/140), iş konu- lunuyordu. Yesrib’de yaşayan bu farklı topluluklar zaman sunda tartışıp isyan ettikleri, arkalarından çağırırken ba- zaman birbiriyle savaşmışlardır. Medine’de merkezî bir zı mü’minlerin kimseye bakmadan kaçtıkları (Âl-i İmrân otorite yoktu; yönetimde, sosyal, kültürel ve ahlakî alan- 3/153, 154), belirtilmiştir. Müslümanların, başkalarını iki larda kabile gelenekleri hâkimdi. Kan davaları yaygındı. kat uğrattığı musibete kendileri uğrayınca “Bunasıl oldu?” Arap ve Yahudi kabileleri birbirinden bağımsız bir şekil- dedikleri haber verilmekte ve buna karşı Hz. Peygam- de ayrı ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Her topluluk, biri KOZMİK ODA YAYINCILIK ber’in “Bu kendinizdendir” cevabını vermesi istenmekte- diğerinden birkaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturmuş- dir ( Âl-i İmrân 3/165). Resûlüllah ölse veya öldürülse bi- tu. le Müslümanların savaş meydanında ve İslâm’da sebat etmeleri gerektiği (Âl-i İmrân 3/144) belirtilmektedir. Evs ve Hazrec’in, Abdullah b. Übey’i ortak bir başkan ola- rak seçme teşebbüsleri Hz. Peygamber’in hicretiyle so- Okçuların verilen emre uymamaları can kaybına sebep nuçsuz kaldı. Bu iki kabile akraba oldukları hâlde, birbi- olmuştur. Bu da zaferin sabırla ve komutanın emirlerine riyle yıllarca savaştılar. İki kabile arasındaki düşmanlık itaatle elde edileceğini göstermektedir. Ganimet elde et- İslâm’ın doğuşuna kadar, 120 yıl gibi uzun bir müddet me arzusu, Allah rızasını kazanmanın ve Hz. Peygam- sürmüştür. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden beş ber’e itaatın önüne geçmemelidir. Bunun aksine uygula- yıl önce meydana gelen Buâs savaşı, Evslilerin galibiye- malar yenilgiye yol açmıştır. Müslüman’a gevşeklik, ümit- tiyle sonuçlanmıştır. Devamlı savaşlar, şehrin gücünü sizlik yakışmaz. önemli ölçüde tüketmiş ve düşmanlık şehirde hayatı çe- (Cevap E) kilmez hâle getirmiştir. Dinî açıdan Yahudilik’ten başka putperestlik yaygındı. Müşellel’de sahilde bulunan Menât adlı puta diğer kabi- leler de tapmakla birlikte, ona en fazla saygıyı Evs ve Hazrec gösteriyordu. Hac yaptıktan sonra Menât’a gelip putun önünde saçlarını tıraş ediyorlar ve hac ibadetini bu şekilde tamamlıyorlardı. Bütün bunların yanında Evs ve 4. Siyah taş demektir. Kâbe’nin doğu köşesinde bulunan Hazrec arasında Allah’ın anıldığı ve onun yaratıcı olarak 18–19 cm kuturunda kırmızımsı, esmer, parlak bir taştır. tanındığı da görülmektedir. İbrahim ve İsmail (a.s.) tarafından Kâbe’nin inşa edilirken DİKAB SORU BANKASI Ebu Kubeys dağından getirilmiştir. Kâbe’nin doğu köşe- (Cevap E) sine, tavafa başlangıç işareti olarak konulmuştur. Tavafa başlarken, her şavtın sonunda ve sa’ye başlarken bu ta- şı istilam etmek sünnettir. Hz. Ömer Hacer-i Esved’i öp- müş ve; “Çok iyi biliyorum ki sen faydası da zararı da ol- mayan bir taş parçasısın. Eğer Rasulullah’ın öptüğünü görmeseydin seni öpmezdim” demiştir (Buhari, Hac, 50).

(Cevap C)

5. Kaynukaoğulları Medine’nin güneybatısında oturuyor, Arapça konuşuyor, ticaret, silah üretimi ve kuyumculuk- la uğraşıyorlardı. Medineli Araplar’dan Hazrec kabilesiy- le müttefiktiler. Müslümanların Bedir galibiyetini hazme- 2. Hz. Peygamber’in hicreti sebebiyle Yesrib, Medinetü’n-Ne- demeyerek Müslümanları rahatsız edecek tavırlar sergi- bi, yani Peygamber Şehri, Mekke’den gelenler muhacirîn lemişlerdir. Çarşıda alışveriş yapan bir Müslüman hanı- (hicret edenler), onlara kucak açan Medineliler ise Ensar ma tacizde bulunmaları ve olaya karışanların birbirlerini

(yardımcılar) adını almıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK öldürmeleri ile de ilişkiler tamamen bozulmuştur.

(Cevap C) (Cevap A)

180 İSLAM TARİHİ Test • 4

6. Gazve; akın, saldırı, din uğruna yapılan savaş demektir. 10. Fidye ödeme durumlarının açıklandığı savaş Bedir Sa- İslami bir kavram olarak ise, Hz. Peygamber’in bizzat vaşı’dır. sevk ve idare ettiği savaşlar anlamında kullanılmaktadır. (Cevap B) Asker sayısı az veya çok olsun, savaş ya da başka bir amaçla hareket edilsin, çarpışma meydana gemsin veya gelmesin Hz. Peygamber’in bütün seferlerine gazve, bir sahabenin komutasında gönderdiği askeri birliklere de seriye adı verilmektedir. İslam tarihi kaynaklarında yirmi 11. Yahudilerin Peygamberimiz tarafından Medine’den çıka- KOZMİK ODA YAYINCILIK yedi kadar gazveden söz edilir. Bedir ve Uhud savaşları rılma sırası; bu gazveler arasında yer alır. I. Bedir savaşı sonucu (624) → Kaynukaoğulları (Cevap C) II. Uhud savaşı sonucu (625) → Nadiroğulları

III. Hendek savaşı sonucu (627) → Kurayzaoğulları

(Cevap C)

7. Peygamberimiz Müslümanları, gayrı müslim Arapları ve Yahudileri içine alan, etnik kökenleri ve dinleri farklı grup- lardan oluşan ve belli ilkeler etrafında toplanmış yeni bir toplum oluşturmak için Medine sözleşmesini imzalamış- tır. Bu sözleşme araştırmacılar tarafından 47 veya 52 12. Cebel-i Sevr, Sevr dağı demektir. Sevr, Mekke’de bir da- madde olarak düzenlendiği ifade edilir. Seçeneklere bak- ğın adıdır. Medine cihetinde Mekke’den 1.5 saat uzaklık- tığımızda A, C, D ve E seçeneğinde vesika ile ilgili doğ- tadır. Peygamberimiz ve Ebu Bekir M. 622 yılında Medi- ru bilgiler yer almaktadır. ne’ye hicret ederken Mekke müşrıklerinn takibinden kur- tulmak için bu dağda bir mağaraya saklanmışlardır. Hz. (Cevap B) Muhammed ve Ebu Bekir mağarada iken, mağaranın gi- rişini örümcek ağ örmüş, bir ağaç bitmiş ve ağacın dalla- rına yabani güvercinler yuva yapmıştır. Burada üç gün üç gece kalmışlardır. Peygamberimizi takip edip arayan müşrikler, bu mağaraya gelmişler, içlerinden biir içeri gi- DİKAB SORU BANKASI rip aramak istemiş, Ümeyye ibn Halef, “orada ne gezsin- 8. Peygamberliğin 11. yılında Medine’den gelen kafilenin ler baksana örümcek ağ germiş, kuşlar yuva yapmış di- içinde bulunan altı Hazrecli Müslüman oldu. Bunlar Mek- yerek fikrinden vazgeçmiştir. Böylece Allah, Peygambe- ke yakınlarındaki Akabe mevkiinde Peygamber ile görüş- rimizi ve yol arkadaşını korumuştur. Kur’an’da bu mağa- tüler ve onun İslam’a çağrısına olumlu cevap verdiler. 621 ra olayı, Tevbe suresinin 40. ayetinde anılmakta ve Al- ve 622 yılları arasında daha da sayıları çok bir şekilde lah’ın Peygamberimizi ve arkadaşını görünmeyen asker- Peygambermize söz verdiler. Bu olaya İslam tarihinde lerle koruduğu, onlara yardım ettiği ve güven verdiği bil- Akabe Biatları denir. dirilmektedir.

(Cevap D) (Cevap A)

13. Hz. Peygamber’in hicretin 10.yılında (m. 632) gerçekleş- tirdiği hac, arkadaşlarıyla vedalaştığı ve bir daha Kabe’yi 9. Peygamberimiz Taif şehrinden Mekke’ye dönünce şehir- ziyaret edemediği için “Veda Haccı” adını almıştır. Bura- den birinin korumasına ihtiyaç duydu. Koruma vermele- da yüz bini aşkın Müslüman’a hitap etti. Bu hitaba “Veda ri için bir kaç kişiye haber gönderdiyse de olumlu yanıt Hutbesi” denildi. Veda haccının üzerinden henüz fazla bir alamadı. Son olarak Nevfeloğulların’dan Mu’tim b. Adî’ye zaman geçmeden 29 Safer 11/27 Mayıs 632’de haslan- haber gönderdi. Mu’tim b. Adî Peygamberimize koruma dı ve hicretin 11. yılı Rebi’ul-evvel ayının 13. günü (8 Ha-

vermeyi kabul etti. KOZMİK ODA YAYINCILIK ziran 632 tarihinde) vefat etti.

(Cevap C) (Cevap D)

181 KPSS • ÖABT İSLAM TARİHİ Test • 4

14. Hz. Peygamber’in halasının oğlu Abdullah bn Cahş (r.a.) tarafından kumanda edilen bir birlik Batn-ı Nahle mevki- inde Mekkelilerin bir kervanını vurdu. Hz. Peygamber ve Müslümanlar aleyhine yaygara koparak müşrikler, Batn-ı Nahle hadisesinin haram aylardan Receb ayına rastla- ması münasebetiyle bu cümleyi dile getirmişlerdir.

(Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK

15. Hz. Peygamber’in Bizanslılara karşı düzenlediği gazve- dir. Tebük Gazvesi esnasında büyük güçlüklerle sıkıntı- larla karşılaşıldığından bu zaman için Kur’an’da “saatü’l usre (güçlük zamanı) tabiri geçer. Bu gazveye mazeret- siz olarak katılmayan üç isim;

• Kab bn Malik

• Mirare bn Rebi

• Hilal bn Ümeyye

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

16. Haram aylar; Zikade, zilhicce, Muharrem, Recep olarak ifade edilir. Bu 4 ay boyunca cahiliye döneminde savaş yapmak yasaklanmıştır.

(Cevap C)

17. Hz. Peygamber’in “Annemden sonraki annem” dediği da-

dısı olan Ümmü Eymen’dir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

182 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 1

1. B – Meleklerin “irade” özelliği olmadığından kendi fiilleri- 5. Ahlaki görecelik: ahlakın herhangi bir mutlak standardı ni ortaya koyamazlar. Dolayısıyla ahlak kavramı söz ko- temel almadığını, bunun yerine etik gerçeklerin durum, nusu olamaz. kültür ve kişinin duyguları gibi değişkenlere bağlı olduğu- C – İnsan için irade akıl ve din kavramları söz konusu ol- nu savunur. duğundan insanın fiillerinin ahlaki olması söz konusudur. Ahlaki mutlaklık: ahlakın evrensel ilkelere (doğal yasa, vicdan vb) bağlı olduğunu iddia eder. Hristiyan mutlakçı- D – “İbadet” kavramı şekli belli olan ilahi emirlerdir. lar Ahlakın kaynağının Tanrı olduğunu ve ahlakın Tanrı E – Allah’ın fiilleri ahlaki değerlendirmenin konusu ola- kadar değişmez olduğunu iddia eder.

maz. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap C) (Cevap A) 6. İslam ahlakının temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve peygam- berdir. Hz. Aişe’ye peygamber ahlakı sorulduğunda, Soruda, insanın yaratılışından getirdiği iyi cevherlerin ha- 2. “O’nun ahlakı Ku’randır.” diye cevap verir. yatına tesiri veya fiil ve davranışların yaratılışında var İslam ahlakının temel özellikleri: olan gerçeklerle ahengi sorgulanmıştır. • Küfre düşmemiştir. A, C, D, E insanda var olan iyi kabiliyetlerin davranışa • Ahiret inancıyla insan eylem ve davranışları istikrar dönüşmesi ve davranışın insanın özünden gelen iyileri kazanır. yansıttığı vurgulanırken B şıkkında diğer insanların va- roluşları kötü davranışla teyit edilmez. • Gerçekler bütün yönleri ile ele alınır. • Gerçekçi bir ahlaktır. (Cevap B) • Tüm problemlere cevap veren kapsamlı bir ahlaktır. • Akla uygun ve teşkilatlı bir yapıdır.

3. A – Din felsefesi, dinin temel iddiaları konusunda rasyo- • Pratik bir yapısı vardır. nel, kapsamlı ve tutarlı bir şekilde düşünmektir. • Görevler sınıflandırılmış ve hiyerarşiye tabi tutulmuş- B – Tasavvuf, Allah’ı layıkıyla bilmek, kulluk etmektir. Pey- tur. gamberin ahlakını yaşamaya gayret etmektir. (Cevap C) C – Platon, edebiyatı genel anlamıyla hayatın yansıma- 7. Ahlak kelimesi huy, yaratılış anlamlarına gelmekle birlik- sı olarak tanımlar. Plehanou, “edebiyat ve sanat hayatın te İslam’da ana hedef imanın insanı güzel ahlakla yön-

aynasıdır”. DİKAB SORU BANKASI lendirmesidir. Peygamberimiz teşrif etme nedenini “Ben E – Felsefenin hukuka ilişkin alanıdır. Temel problem alan- güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” olarak zikre- ları hukukun kaynağı, amacı, adalet, mevcut hukukun der. meşrutiyeti vb.dir. A – Kur’an ahlakının kaynağı olduğuna göre ilke ve ku- Dolayısıyla doğru cevap D seçeneğidir. ralları ihtiva eder. (Nur suresi 21, 28, 30) B – A’li İmran (77) (Cevap D) C – “Elbette sen yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem Suresi 4. Ayet) E – Ahlak evrenseldir. 4. Din; kelime olarak, örf ve adet, ceza ve karşılık, mükafat, D – Kur’an ahlaktan bahseden ve peygamberin ahlakını itaat, hesap, boyun eğme, şeriat gibi anlamlara gelir. öven bir kitaptır. (Kalem 4.) Kuranda din kelimesi az yerde geçer. (Cevap D) Din Din kutsalın tecrübesidir. (Rudolf Otto) 8. Peygamberin 610 yılında şereflenmesi ve Kur’anın nü- zulünün başlaması tüm dünyada daha önceden var olan Din, bütün mevcudiyetimizle iyiliğin tam gerçeğini anlat- birçok hastalığa ve hurafeye savaş açmıştır. Bunlar, sı- ma çabasıdır. (Bradley) nıfsal farklılıklar, eski düzen anlamında putlar, statüler ve Din, kendini kainatta gösteren kudretle doğru ilişkide bu- dini anlayışlar, maddi refahın artması ve devamı için her lunmaya hakiki arzudur. (Fowler) şeyin meşru olması gibi. İslam kültürü literatüründe ise din Allah tarafından pey- Eski inanışlar ve sosyal hayat içerisinde yer alamayan, gamberler aracılığıyla insanlara ulaştırılan ilahi kanun- dışlanan ve ezilen insanlar için, İslam yeni bir varoluş im-

dur. KOZMİK ODA YAYINCILIK kanı sağlamıştır. (Cevap B) (Cevap B)

183 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 1

9. A – Hikmet, felsefe yerine kullanılan bir terimdir. 12. A – iman, ibadet ve ahlaka ilişkin tüm iyilikleri ifade eder. B – Savaşta kahramanlık göstermeye sıkıntıları göze ala- (Birr) rak üstün değerleri korumaya yönelten ruhsal yetenek Kötü hal ve hareketlerle kötü akıbet, ceza ve musibetle- anlamında bir ahlak terimi. ri ifade eden bir terim (seyyie) C – Varoluşa uygun algıların meydana getirdiği haz mad- B – Yapılması dinen serbest olan (helal), yapılması dinen di ve manevi doyum, zevk anlamında psikolojik terim. yasaklanan (haram). D – Hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına C – Bir şeyi diyerine tercih etmek (hayır) insanın Allah

gelir. KOZMİK ODA YAYINCILIK için faydalı olduğu düşüncesi E – Mesut bir hayat sürmek, sonsuz bir mutluluğa sahip Allah’ın emri ve insanın sıfatları ile bağdaşmayan kötü olmak tüm insanların en büyük arzusudur. İnsanı konu ve zararlı şey (şer) alan tüm dinler, ilimler, ideolojiler insanın saadetini konu D – Hüsün güzellik anlamına, kubuh çirkinlik anlamına alırlar. gelir. Kendi başına (bizatihi) iyi olan tek şey saadettir. Yani; (Cevap E) Birr, helal, hayır, hüsün: iyi, güzel, faydalı, meşru anlamı- na gelir. Seyyie, haram, şer, kubuh: kötü, faydasız, çirkin anlamı- na gelir.

(Cevap E)

10. Mutezile: Bu mezhep görüşlerini genel olarak beş ilke- ye dayandırır. Bu ilkelerin en önemlilerinden birisi “ada- let”tir. Adalet, insan hür bir iradeye sahip ve fiillerinin ye- gane sorumlusu insandır. İnsanın iyi amelleri için müka- fat kötü amelleri içinse ceza vardır. 13. A, B, C, D şıkları insanın bir özelliğidir. Soru kökünde ve- Eş’ari: Değerlerin, fiillerin değişmez nitelikleri olmadığını rilen “insan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir” önermesi en onların iyi ya da kötü oluşunu Allah’ın belirlediğini benim- fazla eşrefi mahlukattan en şereflisi olan insanla alakalı-

ser. Ahlakta, aklın tek başına belirleyeni olmayacağına DİKAB SORU BANKASI dır. “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin suresi 4. inanır. Ayet) Maturidi: Allah’ın mutlak kudretinin yanında insanın da (Cevap E) davranışlarının gerçekleştirebileceği bir seçime ve yap- ma kudretinin olduğunu kabul eder. Kelami ekoller tartışmaları hürriyet, sorumluluk ve irade çerçevesinde tartışır. Ama ilke ve kuralları aynı değildir.

(Cevap A)

14. Peygamber, “sizden biriniz kendisi için istediğini Müslü- man kardeşi içinde istemedikçe kamil manada iman et- miş sayılmaz” (Müslim, İman 71) (Buhari, İman 7) 11. İslam geleneğinde ahlak genel anlamda hürriyet, adalet Bu hadis, başkalarına yönelik bütün eylemlerin gönül kıs- ve irade çerçevesinde tartışılır. tası, karşı tarafa geçip tersten bakabilmektir. Hadisin di- İnsanın fiilleri Allah’ın dilemesi ve istemesiyle iyi ya da ğer anlamı, imanın kemale ermesi, olgunluğu kendimiz kötü anlamında insan tarafından bilinebilir ya da Allah bil- için istemediğimiz bir şeyi başkası içinde istememeye dirirse bilinebilir gibi konulardır. bağlıdır. İnsanın iyiyi gerçekleştirmesi için Tanrının ne yapması Hem olumlu anlamda kendi ile başkası empatik bir du- gerektiği ne İslam felsefesinde ne de batı felsefesinde rum oluşur hem de olumsuz duyguların men olması için

karşılığı olmayan bir durumdur. KOZMİK ODA YAYINCILIK İslam ahlakının temeli bu hadisten ilhamlanmıştır.

(Cevap C) (Cevap B)

184 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 1

15. Öfke: saldırganlık ve korkaklık, insan nefsinin öfke gü- 18. A – Teorik olarak, yalnızca ilmi kaidelere dayanan, uygu- cünün ifrat ve tefriti’dir. lama ile ilgisi olamayan amelin, pratiğin zıttı dır. Yani dav- Nefsin idrak gücü ise “adalet” erdemini ortaya çıkarır. ranışa yönelik olmayandır. İffet: İslam ahlakında temel olan ölçülülük erdeminin eş B – Bir şeye karşı duyulan şiddetli arzu, tutku, nefsin ar- anlamlısıdır. zu gücü ve cinsel ihtiyacın uyardığı istek. Hikmet: Cehalet erdeminin zıttı hikmettir. D – Nefsin hoşa gitmeyen bir şey karşısında intikam ar- zusuyla heyecanlanması, infiale kapılmak, öfke, hışım ve Cesaret: Gazap gücünün itidal üzerine olması sonucu saldırganlık halidir. ise cesaret erdemi ortaya çıkar. KOZMİK ODA YAYINCILIK E – Ahlak, fıkıh, hadis anlamlarında kullanılan bir terim- (Cevap D) dir. Adalet hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anla- mına gelir. Temyiz, ayırt etme, seçme ve ayırma anlamında doğru- yu yanlıştan ayıran ilke olarak da bilinir. Rezilet ise, fazi- letin karşısında kötü huy, erdemsizlik anlamında kullanı- lır. İnsan hayatında kötü, iyi olmayan şeylerin farkında olunmaya başlandığı dönem için “temyiz” dönemi denir.

(Cevap C) 16. Ahlaken erdemli olmayan bir yargıcın adil olamayacağı- nı söyleyen İslam düşünürü İbn Haldun’dur.

• 14. yüzyılda (1332) Tunus’da doğdu.

• Tunus, Cezayir, Fas, Endülüs arasında dolaşmıştır.

• Toplum düzeni, gelenekler ve yaşayış biçimlerini in- celedi. 19. Hikmet, bilgelik, Allah’ın insanlar tarafından anlaşılma- yan yönü • “Ümran” fikri ile modern sosyolojinin temelini atmış- Yıllarca felsefe anlamında kullanılmış kelimesi tır. hikmet felsefe olarak dilimize girmiştir. • İdari ve siyasi görevlerde bulundu. İslam öncesi felsefe akademilerine “beytül hikme” den-

• 1374 yılında Afrika’da meşhur “mukaddime” adlı ese- DİKAB SORU BANKASI mektedir. rini yazdı. Kindi felsefe için hikmetin kendisi değil, hikmet sevgisi • 1406’da Mısır’da rahmetli oldu. olarak tarif eder. Hikmet, aynı zamanda bilgi edinme, gücüne özgü varlık (Cevap B) ve ahlak arasındaki ilişkiye temas eder. Düşünme mese- lesi olmadan erdemli olunamaz. Erdemin eksikliği ahmak- lığı, fazlalığı ise kurnazlığı oluşturur.

(Cevap B)

17. İslam dini, itikat, ibadet, muamelat, ukubet ve ahlak esas- ları ile bir bütündür. Bunlardan birisini dinin içerisinden çıkarıldığında ona İslam demek mümkün olmaz. İslam bilginleri İslam’ı bir ağaca benzetmişler. Ağacın kökleri, iman ve itikat, gövdesi ise ibadet ve muamelattır. Buda- mak, ukubet (cezalar), meyveler, güzel ahlakı temsil eder şeklinde örnekleyerek iman ve ahlak bütünlüğünü; kök ve meyve örneği ile izah etmişlerdir. B, C, D, E İslam ahlakının temel erdemlerindendir. A ise, 20. Rezilet: faziletin karşıtı olan kötü huy, erdemsizlik anla- tecessüs: belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri mında kullanılan ahlak terimidir. Dolayısıyla erdemsiz yö- öğrenmeye çalışmaktadır. Merakını gidermeye çalışma, netici ve erdemsiz, faziletli olmayan kişilerin oluşturduğu

görme ve anlama merakı anlamında bir terimdir. KOZMİK ODA YAYINCILIK toplumlar erdemsiz toplumlar olurlar.

(Cevap A) (Cevap A

185 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 2

1. Dinin ahlak alanında insanlara gösterdiği esasların ba- 5. İslâm ahlakında faziletler konusu işlenirken öncelikle fa- şında insanların iç dünyası gelmektedir. Din insanın iç ziletlerin insan nefsinin hangi boyutundan beslendiğinin dünyasındaki fazilet ve reziletleri ortaya koyarak insanın belirtilmesi gerekmektedir. İslâm ahlakı konusundaki gö- hangi tarafa meyletmesi gerektiğini telkin eder. rüşleriyle dikkati çeken Osmanlı dönemi ahlakçılarından Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlak’ı Alâî isimli eseri bu konu- (Cevap A) da önemli bir kaynaktır. Çünkü o hemen hemen kendin- den önceki ahlak düşünürlerinin görüşlerini çoğu bakım- dan sürdürmüştür; ayrıldığı, farklı düştüğü noktalar olduy-

KOZMİK ODA YAYINCILIK sa onları da işlemek suretiyle hem bir sentez hem de bir özet yapabilmiştir denilebilir. 2. İslâm dini, dinler arasında, çalışma, iş ve ticaret hayatı- Osmanlı dönemi ahlakçılarından Kınalızâde Ali Efendi’nin na belki en fazla önem veren bir dindir. Bu önemin gös- naklettiğine göre “erdemli” insanlardan biri çocuklarına tergesi, sadece bu bağlamdaki dinî ifadeler değil, İslâm şöyle dermiş: “Çocuklar! Size, biri doğumunuzdan önce, peygamberinin ve arkadaşlarının yaşantılarıdır da. Sev- diğeri doğumunuzda, bir diğeri de doğumunuzdan sonra gili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hem çoban- olmak üzere üç defa iyilik yaptım. Doğumunuzdan önce lık gibi tarım ve hayvancılıkla ilgili işlerde çalışmış hem yaptığım iyilik; size güzel annelik yapacak birini kendime de bundan daha ziyade gerçek anlamda ticaret, kervan- eş, size anne olarak seçtim.” Doğumunuzda yaptığım iyi- cılık ve alışveriş gibi iş hayatının en kompleks yönlerinin lik; size ömrünüz boyunca taşımakla gurur duyacağınız uzun yıllar bizzat içinde bulunmuştur. güzel bir isim verdim. Doğumunuzdan sonra yaptığım iyi- (Cevap E) lik ise, sizi elimden geldiğince ve gücüm oranında güzel terbiye ettim, iyi yetiştirmeye çalıştım.”

(Cevap B)

3. Çevre, bizi kuşatan, canlı-cansız her şey; çevre ahlakı ise çevre ile ilişkilerimizi ahlaki açıdan ele alıp düzenle- meye çalışan bir ahlak dalıdır. Çevre ahlakı, bir taraftan betimleyici bir biçimde insanlar ile doğal çevreleri arasın- daki ilişkide tabii denge ve gidişatın korunması ve bu iliş- 6. Batı düşüncesi, çevre etiğinde henüz çok büyük kuram- kide zaman zaman ortaya çıkan sorunların ve nedenle- lar geliştirmiş değildir. Derin ekoloji ya da canlı merkezli rinin belirlenip çözümlenmesi ile ilgilenirken öbür taraftan DİKAB SORU BANKASI etik denilen yaklaşım ile yüzeysel ekoloji ya da insan mer- da değer koyucu bir ahlak olarak insanların çevre ile iliş- kezli koruma etiği denilen yaklaşım, en yaygın kuramlar- kilerinin ahlaki açıdan en iyi nasıl olması gerektiği ile ilgi- dan ikisidir. li kuramlar ve ilkeler geliştirir, öneriler getirir ve öğütlerde bulunur. (Cevap C) Kur’an’da çevre ile ilgili yaklaşık 500 ayet vardır ve bu ayetlerde çevre her yönüyle ele alınmakta ve insanlara çevre konusunda da yol gösterilmektedir.

(Cevap B)

4. Kötü bir davranış veya davranış düzeni benzer bir şekil- de insanın varoluş imkânlarını tahdit eder ve insanın sa- hip olduğu imkânları tahakkuk ettirmesini engeller. Diğer insanlar söz konusu olduğunda, onları varoluşlarında 7. Sorudaki metinde ahlakın göreceliliğine vurgu yapılmak- te’yit etmediği gibi, onların aleyhine bir durum ortaya çı- tadır. Yani hiçbir şey mutlak anlamda ne iyi ne de kötü- karır. Bu açıdan Allah’ın fiilleri ahlakî değerlendirmenin dür. Bir şeyin iyi ve kötü diye nitelenmesi bulunduğu za-

konusu değildir. KOZMİK ODA YAYINCILIK man ve mekâna göredir.

(Cevap B) (Cevap A)

186 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 2

8. Ahlak bütün bunların ötesinde, bir taraftan birinci seviye- 10. Kaynak kelimesinin üç anlamı ön plana çıkmaktadır. Bun- deki hâliyle ahlakiliğin “varlığını”, diğer taraftan da ahla- lardan birinci manasıyla bir varoluş düzeni olarak İslâm ki terim ve kavramlar ile ahlaki önermelerin anlamı ve bir- ahlakının kökeni, aslı ve varlık sebebini ifade eder. Bunu biri ile irtibatını, bunların nasıl temellendirildiğini söz ko- biz kısaca İslâm ahlakı nereden gelir? Nereden kaynak- nusu eder ki, buna da “ahlak felsefesi” denilir. Batı dil- lanır? Veya daha genel olarak İslâm ahlakının kaynağı/ lerinde bunlar için genellikle “moral” terimi kullanılsa da kaynakları nedir? diye sorarız. Daha farklı bir şekilde İs- üçüncüyü diğerlerinden ayırmak için, buna “etik” denil- lâm ahlakının varlık sebebi nedir? sorusu, bu manası ile mesi de oldukça yaygındır. Türkçede ahlak terimi yanın- kaynak ile ilgili temel sorudur. Bu soru esas itibarıyla fel-

da bir sıfatla birlikte kullanılmadığı zaman genellikle bi- KOZMİK ODA YAYINCILIK sefenin ve ahlak felsefesinin sorusudur. Bu soru İslâm rinci ve ikinci manayı ifade eder. Ancak ahlak ilmi ve ah- ahlakına yöneltildiğinde, İslâm ahlak felsefesinin inşa edi- lak felsefesi de yaygın olarak kullanılmaktadır. Son za- ci sorusu ve hareket noktasını teşkil eder. Burada soru, manlarda ahlak felsefesi ve meslek ahlakı yerine etik ta- bir anlamda dil öncesi varoluş düzeni olarak ahlakın var- birinin kullanılmasında bir yaygınlaşma gözlenmektedir. lığı ve tahakkuku ile alakalıdır.

(Cevap D) İkincisi, birinci manası ile İslâm ahlakı hakkında bilgi ve- ren ve bunu öğrenme ve öğretme imkânını ortaya çıka- ran unsurları ifade eder. Bir ilim olarak İslâm ahlakının imkanı, buna bağlıdır. Bunu biz kısaca İslâm ahlakını na- sıl veya nereden öğreniriz? Veya İslâm ahlakını öğren- menin yolları nelerdir? soruları ile ifade ederiz. Bu soru- lar daha çok, ortaya çıkmış olan ve yaşanan bir ahlak sis- teminin içerdiği ilke ve kurallar hakkındaki sorulardır. Bu anlamda İslâm ahlakının kaynakları Kur’an, sünnet ve daha önce yaşamış ve hâlen hayatta olan İslâm büyük- lerinin eserleri ve örnek hayatlarıdır. Üçüncü olarak daha çok bir ilim/disiplin olarak bu alanda telif edilmiş kitaplar ve yazılı olarak bize ulaşmış diğer metinler kast edilir. İslâm Ahlakı hakkında hangi eserler telif edilmiştir? sorusu, artık ahlakı bir ilim olarak dikkate 9. Bazı Batılı çevreciler, ‘dünyadaki varlıkların insanın hiz- aldığımızı ve bu alanda belirli bir düzen içinde telif edil- DİKAB SORU BANKASI metine sunulduğu’ şeklinde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İs- miş eserlerden bahsettiğimiz ortaya çıkar. lâm gibi dinlerin kutsal metinlerinde yer alan kimi ifade- (Cevap E) leri çevre sorunlarının temel nedeni gibi göstermektedir- ler. Oysa durum tam anlamıyla böyle değildir. Çünkü Kur’an’ın belirttiğine göre dünya da hayvanlar da insana 11. İslam düşüncesinde ahlak teorileri geliştiren düşünürler yarar sağlamakla ve anlamlarını insanla ilişkileri içinde şu temel soruları dikkate alarak görüşlerini ortaya koy- kazanmakla birlikte, ne Dünya ne de hayvanlar sadece muşlardır. 1. İnsan nedir? 2. İyi ve kötü fiiller nelerdir? 3. insanlar için yaratılmış değillerdir. Örneğin şu iki ayette Bir fiili iyi veya kötü yapan özellikler nelerdir? 4. Hangi bu durum açıkça belirtilir: “Allah, yeri canlı yaratıklar için sebeplerden dolayı iyi davranışlar tercih edilir, kötü dav- meydana getirmiştir.” (Rahman/55: 10) Şu ayette ise hay- ranışlardan da kaçınılır? 5. İyiyi gerçekleştirmek için in- vanlar daha açıkça zikredilmiştir: “Doğrusu suyu bol bol san ne yapmalıdır? Dolayısıyla onların yazdığı eserler- indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada de ahlakın bireysel boyutu hiçbir zaman göz ardı edilme- taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin hurma ağaçları miştir. ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bi- (Cevap C) tirmekteyiz. Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimlik- tir.” (Abese/80: 25-32, Bu ayetler, İslâm çevre ahlakının en merkezi ayetlerinden olsa gerektir. Yeryüzü sadece 12. Türkçede iyi ve kötü olarak ifade ettiğimiz kavramlar Arap- insanlar için değil, bütün canlılar için yaratılmıştır. Dola- çada birden çok kelime ile ifade edilmiştir. Ahlak felsefe- yısıyla onların her birinin yeryüzünde, doğal hâlleriyle ve sinde “birr”, “hasene”, “maruf”, “helal”, “husun” gibi tabir- doğal ortamlarında yaşama hakları vardır. Hayvanların, ler iyiyi ifade etmek için “ism”, “seyyie”, “münker”, “şer”, değil neslini tüketmeye, doğal yaşam alanlarını daraltma- “haram”, “kubuh” gibi tabirler de kötüyü ifade etmek için

ya ve yaşam koşullarını zorlaştırmaya hakkımız yoktur. KOZMİK ODA YAYINCILIK kullanılmıştır.

(Cevap D) (Cevap A)

187 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 2

13. Kuralcı ahlak teorilerinin ortak özelliği bunların ahlaki dav- 16. İslâm ahlakının kaynakları denildiğinde, hemen hatırımı- ranışları önermeler, emir ve yasaklar veya iyi ve kötü fi- za gelen o hâlde, ana hatları ve en genel çerçevesi ile illerin tasviri şeklinde ifade etmeleridir. nakil ve akıl olmaktadır. Nakil, Gazali’nin dediği gibi, çev- reyi aydınlatarak gözün görmesi imkânını ortaya çıkaran • “Yalan söylemek kötüdür.” “güneş” konumunda iken, akıl da, naklin aydınlattığı ve • “Cömertlik iyidir.” ortaya çıkarak görünür hâle getirdiklerini görmeyi sağla- yan “göz” mesabesindedir. • “Yalan söyleme” (Cevap D) • “Dosdoğru ol” KOZMİK ODA YAYINCILIK

• “Hz. Peygamber muhatabı konuşurken onu dikkatli- ce dinler, sözünü kesmezdi.” gibi. İslâm düşünürleri arasında genellikle hadisçi, müfessir, fukaha ve kelamcıların ahlak alanında telif ettikleri eser- ler bu kategoride incelenebilir.

(Cevap A) 17. Birlikte yaşamanın insana sağladığı birtakım avantajlar yanında, yüklediği bazı sorumluluklar vardır. Çocuklar arasında oynanan oyunlarda bile bazı kurallara uyma zo- runluluğu vardır. Aksi hâlde oyunun düzeni bozulur. Top- 14. İrade, tasavvuf ahlakında kelam ve felsefede de olduğu lumsal hayatta da insan ilişkilerini düzenleyen, din, hu- gibi önemli rol oynamakla birlikte, kullanıldığı bağlam ta- kuk ve ahlaktır. Hukuk, koyduğu kanunlara uymayanları mamen farklıdır. Burada insan iradesi tamamen Allah’ın cezalandırır. Dinin yaptırım gücü, daha çok uhrevî, ahla- iradesine bağlıdır. Öyle ki sufinin kendi iradesinden söz kın ise vicdanîdir. Ama üçü arasında yakın bir ilişki, hat- etmesi bile tasavvufi ahlakla bağdaşmaz. Ancak bu ira- ta paralellik vardır. Üçünün de toplumda insan ilişkilerini denin reddedilmesi ve yok sayılması değil, aksine çok düzene sokmada ayrı bir katkısı vardır. Bu üç alan, bir önemsenmesi ile alakalıdır. Tasavvufta irade, tabir caiz- üçgenin birbirini tamamlayan üç kenarı gibidir. se istememeyi istemek ve istekler karşısında, onlar üze- rinde kolayca tasarrufta bulunma melekesi elde edilince- “Başkası” bizim dinimizde de, ahlak anlayışımızda da ol- ye kadar, dikkatli ve uyanık olmak anlamına gelmektedir. dukça önemlidir. İslâm kültürü ve medeniyeti “ben mer- DİKAB SORU BANKASI İrade her aklına geleni yapmak değil, aklına gelen ve kezli” bir kültür ve medeniyet değildir. İslâm medeniyeti mümkün olan şeyler konusunda kendisini bağımsız ve bir “hayır ve vakıf medeniyeti”dir. Hayır ise başkasının iyi- özgür hâle getirmek olarak anlaşılmıştır. liği için yapılır. Vakıf da bu hayırdan başkalarının yarar- lanmasını amaçlar. Hatta kıyamete kadar yararlanması- (Cevap B) nı sağlar. Bu anlayışta halka hizmet, “Hakk’a hizmet” ola- rak görülür. Hayrın ve iyiliğin yaygınlaşmasını, herkesin ondan yararlanmasını İslâm dini kadar önemseyip arzu- layan başka bir din olmasa gerektir. Çünkü İslâm mede- niyeti tarihi, hayrın kurumlaştığı ve herkesin yararına su- nulduğu vakıf kurumlarıyla doludur. 15. Ahlaki cihetten K. Kerim sadece ilke ve kuralları içerme- İslâm ahlakının “benmerkezli” olmayıp “başkası”nı önem- si açısından değil, bunların yanında onda bulunan kıssa- sediği; öne çıkardığı kavramlardan bile kolaylıkla anlaşı- lar ve emsal de genellikle ahlaki bir boyut/mana taşır. lır. Sohbet muhabbet, aşk, dostluk, yardımlaşma ve da- Özellikle toplumsal ve kurumsal hayatı ahlaki cihetten yanışma, iyilikseverlik, konukseverlik, ikram, selâmlaş- tahlil ederken bu unsurların tayin edici bir ehemmiyeti ol- ma, îsar vb. kavramlar, dikkat edilirse, hep başkasıyla duğu fark edilebilir. gerçekleşen ilkelerdir. Sohbet, ikram, yardımlaşma, îsar K. Kerim’de ahlaki ilkeler, kurallar ve bunun ötesinde in- vb. “başkası” olmadan gerçekleşemez. Üç kişinin oturdu- sanı bir bütün olarak ve hatta toplumsal hayatın ve mü- ğu bir masaya iki bardak çay geldiğinde, o iki bardak, ma- esseselerin işleyişine bağlı olarak ortaya çıkabilecek ah- sanın üzerinde, kişilerin önüne birkaç defa gider gelir. laki sorunları da işaret eden kıssa ve emsal bulunmakta- Üçü de çayı birbirine ikram etmekte, arkadaşını kendisi- dır. K. Kerim ahlaki cihetten hayatın bütününü ihata et- ne tercih etmektedir: “Buyurun siz için, ben biraz sonra

mektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK gelecek olanı alırım.” “Îsar” denilen şey, işte budur.

(Cevap E) (Cevap A)

188 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 2

18. Müslüman düşünürler ahlak hakkında konuşmadan ön- 19. İslâm düşünürlerinin bazıları adaleti temel erdem olarak ce onun konusu olan insan ve insanın mahiyeti hakkın- görmesine rağmen, bazıları ise diğerlerinin bir bileşkesi daki görüşlerini ortaya koymuşlardır. olarak değerlendirir. Bunun içinde ona “orta erdem” gö- Müslüman ahlak düşünürleri “ahlak” kavramı etrafında züyle bakılır. Mesela Gazali, adaleti de diğer üç erdem oluşturdukları farklı tanım ve tavırlar göz önüne alınarak gibi görür. Böyle düşünen ahlakçılar doğal olarak, diğer “kuralcı” ve “karakterci” olarak sınıflandırılabilirler. üç erdemin ifrat ve tefritini söylemekle birlikte, adaletin Davranışları genellikle “dır”, “dir” şeklinde önermeler ola- sadece zıddının söylenebileceğine işaret etmiştir. Bu da rak sınıflayan fakih, muhaddis, müfessir ve kelamcıları zulümdür. Diyebiliriz ki kişinin, adaletsiz yani zulmederek “kuralcı ahlak teorisyenleri”; ahlakı önermelerden ziyade KOZMİK ODA YAYINCILIK iffetli ve cesaretli olması mümkün değildir. Aynı şekilde bir “meleke” ve insanda oluşan bir “tabiat”, “yerleşik huy” hikmet sahibi olmasından da söz edilemez. Nazari gücü olarak algılayan filozof ve mutasavvıfları da “karakterci de adaletin gerçekleşmesinde gerekli görmüştür. Dolayı- ahlak teorisyenleri” grubuna dâhil etmek gerekir. sıyla adalet hem ahlakın hem de hukukun ortak payda- sıdır. Onun da ahlak üzerinden hukuk ve devlet dahası Ahlak’ın önde gelen meselelerinden birisi de insan fiille- aile yönetimini anlattığı dikkati çeker. rini kimin yarattığı, insanın bu konudaki sorumluluğu ve irade hürriyetidir. (Cevap A) Filozoflar ve mutasavvıflar ahlakı insanın bir “melekesi” olarak kabul ederler. İyi veya kötü olsun, hangi fiiller in- sandan, düşünmeye ihtiyaç hissetmeden sadır oluyorsa, bu onun ahlakının ne olduğunu göstermektedir. Filozof- lar ahlaki konularda akla büyük bir önem verirler. Nitekim ahlak, insanda mevcut olan kabiliyetlerin kendi amaçla- rına uygun bir şekilde gelişmesi neticesinde ortaya çıktı- ğı için, akli bir şekilde anlaşılabilir. Ahlaki davranışlarda insanın irade hürriyeti çok önemlidir. Yukarıda da gördü- ğümüz gibi sufiler de hürriyete büyük önem verirler. An- cak onlar hürriyeti” dünyadan kurtuluş”, “Allah’a bağlılık” olarak algılarlar ve bu yönde bir ahlak anlayışı geliştirir- ler. İslam ahlakını anlatan eserlerde, ahlaklı davranma yolları, yaşanmış örnekler üzerinden ahlaklı ve kötü dav- DİKAB SORU BANKASI ranışların anlatılması, kurallar, ilkeler, uygulamalar, teo- riler yer almaktadır.

(Cevap D)

20. İslâm dini, insanın hiçbir duygu ve eğilimini yok etmek is- tememekte ancak hayatın bütünüyle ölçülü olmasını, if- rat ve tefritten kaçınılması gerektiğini bildirmektedir. Bu sebeple “itidâl” son derece önemli kabul edilmiştir. İslâm ahlakçıları, insan ruhunun bazı temel kuvvetlere sahip olduğunu, bu kuvvetlerin akıl, gazap ve şehvetten meydana geldiğini kabul etmişler ve bu üç temel kuvve- tin fazilet ve reziletlerin ana kaynağı olduğunu söylemiş- lerdir. Bu kuvvetlerin ifrat, tefrit ve itidâl noktaları ayrı ay- rı ele alınmış ve ifrat ve tefritin reziletin; itidâlin ise fazile- tin esası olduğunu ifade etmişlerdir. İfrat ve tefrit, İslâm dini ve dolayısıyla ahlakında da, kla- sik dönemin felsefi ahlakında da yanlış olan ve ahlaki bu- lunmayan tutum ve davranışlardır. Her iki aşırılığın da

KOZMİK ODA YAYINCILIK toplumlara büyük zararları olmuştur.

(Cevap C)

189 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 3

1. İslâm çevre ahlakında ise henüz belirgin bir kuramlaşma- 3. Adalet, bütün aşırılıkların ortası ve genel olarak rezîlet dan bahsetmek mümkün gözükmemektedir. Ancak birey- demek olan aşırılıklardan kurtulmayı sağlayan bir erdem sel ahlak görüşleri, bireyler ötesi benimsenmişliği olan olduğu için bütün erdemlerin en tam olanı ve âdeta ortak ahlak ilkelerine, ahlak ilkeleri de, daha geniş kapsamlı ve olanıdır. birleştirici-bütünleştirici olan etik/ahlaki kuramlara ve sis- Adalet Erdemine Dâhil Olan Erdemler: temlere dayanırlar. İslâm çevre ahlakının 4 büyük kura- mı vardır. Bu 4 kuram şunlardır: Yararlılık (Menfaat) Ku- a) Sadâkat ramı, Sorumluluk (Mesuliyet) Kuramı, Erdemlilik (Fazilet) b) Ülfet (uzlaşma, kaynaşma)

Kuramı ve Bilgelik (Hikmet) Kuramı. KOZMİK ODA YAYINCILIK c) Vefâ (Cevap D) d) Şefkat

e) Yakınlarıyla ilgilenmek

f) Mükâfat

g) Müşterek işlerde insaf ve itidal üzerine davranmak

h) Herkese karşı dürüst davranmak

i) Yakın ve dostlarının sevgisini kazanmak

j) Teslim (her şeyi ile ilâhî iradeye dayanmak)

k) Tevekkül

l) İbâdet

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI 2. Cesaret, üstünlük sağlama güdüsünden kaynaklanan bir erdemdir. Çoğu zaman bu güdüye öfke gücü denmekte- dir. Bu güçten kaynaklanan erdeme ise cesaret denilmek- tedir. Cesaret Erdeminin Kapsamına Giren Erdemler:

a) Olgun nefs

b) Olayları cesur karşılama

c) Yüksek gayret

d) Sebat

e) Yumuşak huyluluk

f) Ölçülü olmak 4. Din ile ahlak arasındaki irtibat, o hâlde, tek seviyeli ve tek g) Yüreklilik boyutlu olmayıp çok seviyeli ve çok boyutlu; her bir sevi- ye diğer seviye ile ve her bir boyut diğer boyut ile uyum h) Dayanıklılık, katlanmak içerisinde tahakkuk etmektedir. Dinin insanı ahlaki bir var- i) Tevazu lık olarak keşfetmesi ve onun bu cihetinin inkişafına yol açması ve bunun üzerinden yol göstermesi, dinin ameli j) Onur duygusu olduğu kadar nazari cihetten de ahlak ile irtibatlı olduğu-

k) Yufka yüreklilik (Rikkat) KOZMİK ODA YAYINCILIK nu ifade eder.

(Cevap B) (Cevap E)

190 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 3

5. Hikmet erdemi, genel olarak eşya hakkında bilgi edinme 8. Aile ortamı, ahlakî değerlerin öğrenildiği ve yaşandığı, gücüne özgü bir erdemdir. Varlık ve ahlak arasındaki iliş- nesilden nesile aktarıldığı bir mektep gibidir. Aile, birey- kiye temas ederken değindiğimiz gibi, kişinin bilgi ve hik- leri, yaşlılarıyla geçmişe bağlar, gençleri ve çocuklarıyla met gücü de erdemli olmada son derece önemlidir. İslâm da geleceğe hazırlar. Ailede kuşaktan kuşağa bilgi ve tec- düşünürleri, ahlaklı olmak için bilebilme yeteneğini kabul rübe aktarımı her daim yaşanır. Bu açıdan aile önemli bir eder. Ahmaklık, kişinin ahlakî gelişimini engeller. Çünkü eğitim yuvasıdır. Ailede vatanına, milletine ve dinine ha- iyi olabilmek için iyinin ne olduğunun bilinmesi gerekir. yırlı olacak evlat yetiştirmek dinî ve millî bir görevdir. Öte yandan kişinin iyi olması, bilgeliğini de artıracaktır. (Cevap A) İnanma kişiye bir tür basiret de kazandıracaktır. Basiret KOZMİK ODA YAYINCILIK sadece pratik aklın bir vergisi değil, teorik akıl gücünü de gerektirir. Hükmetme ve hikmet dahası güç arasındaki ilişki bu çağrışımları bir araya getirir. Düşünme melekesi olmadan erdemli olunamaz. Bu erdemin eksikliği bera- berinde ahmaklığı; fazlalığı ve aşırılığı ise kurnazlığı ge- tirmektedir.

(Cevap A)

9. Öte yandan, insan toplumsal bir varlıktır. İnsan kavramı- nın türediği “üns” kökü bile, “beraber yaşama” anlamıyla bize onun “toplumsal” yönünü hatırlatır. Zaten ahlakî er- demler de insan ancak bir topluluk içinde yaşarken ger- çekleşir. İnsan yalnız başına yaşarken “erdemli” olamaz. 6. Peygamberimiz, evlenecek olan şahıslara evlenecekleri Çünkü iyilik ya da kötülük yapma imkânı yoktur. İnsan adaylarda zenginlik, asalet ve güzellikten önce, ahlak gü- “toplumsal” bir varlık olunca, onun toplumda, başkaları- zelliği ve dindarlık aramalarını tavsiye etmiştir. (Buhârî, na karşı uyması gereken birtakım ilkeler vardır. İşte bu il- “Nikâh”, 16) Hz. Peygamber ısrarlı bir uyarı ile “Sen din- keler “toplumsal ahlak” olarak adlandırılır. Bu ilkelerde

darını (ve ahlakı güzel olanı) tercih et!” buyurmuştur. DİKAB SORU BANKASI din, ahlak ve hukuk birbirine destek verir. (Cevap C) (Cevap A)

7. Mutezile’ye göre insan aklının ahlaki değerler hakkında- 10. Dinin klasik tanımı, “akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile ki bilgisi zorunlu bilgiler grubuna girer. Mutezili kelamcı- bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz” şeklindedir. Ahlak ve lar ahlaki vazifelerin iyiliği ve gerekliliği hakkındaki bilgi- ahlakilik ile ilgili bütün tanımlarda ve tanımlamalarda ira- lerin akli bilgiler olduğunu kabul etmişlerdir. Bununla bir- de ve hayr vazgeçilmez unsurlardır. Ahlaki olanın, iradi likte onlara göre vahyin de çeşitli fonksiyonları vardır: Va- olması zorunlu olduğu gibi hayra yönelik olması da zo- hiy ya akılla belirlenen temel ahlak kurallarını doğrula- runludur. Bu iki unsur dinin klasik tanımının da mütem- makta ya da aklın karar vermekte yetersiz kaldığı kural- mim cüz’üdür. Kısaca İslâm’ı dikkate alarak yapılmış olan

lar hususunda ona açıklayıcı bilgiler vermektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK klasik din tanımı, ahlaki bir boyut taşımaktadır.

(Cevap E) (Cevap B)

191 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 3

11. İslam ahlak düşüncesinde ahlak düşünürleri, Hz. Pey- 14. Evlilikte tarafların birbirine denk olması, geçimi kolaylaş- gamber’in görünen ve algılanan, zâhir fiillerinin anlamını tıran bir unsurdur. Denklik deyince ise tarafların; servet, ve bu anlamın dayandığı düzeni veya doğrudan anlamın asalet, kültür düzeyi, din ahlak anlayışları ve yaşantıları düzenini tespit ederek bu anlamlar üzerinden benzer du- itibarıyla denk olmaları akla gelir. Toplumumuzda, belli rumlarda benzer bir şekilde davranmayı, benzer hâller- bir anlayış düzeyine ulaşmış olan aileler, evlilik söz ko- de benzer fiilleri gerçekleştirmenin yöntemini araştırmış- nusu olduğunda, bu anlamdaki denkliğe de dikkat eder- lardır. Esas olan, Hz. Peygamber’de zuhur eden fiillerin, ler. Peygamberimiz de evlilik konusunda evlenecek olan- onun derûnî hâlinin tabii bir neticesi olduğunu, benzer du- ların birbirine denk olmalarını tavsiye etmiştir.

rumlarda benzer fiilleri gerçekleştirmenin, benzer bir hâ- KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap D) le sahip olmakla mümkün olacağıdır.

(Cevap B)

12. İslâm ahlakının koyduğu ahlak ilkeleri, toplumsal huzur ve mutluluğun elde edilmesinde büyük önem arz eder. İslâm ahlakı “başkası”nı önemsediği ve ona değer verdi- ği için, başkalarıyla iyi geçinmemizi istemiştir. Doğruluk, yardımlaşma ve dayanışma, başkalarıyla iyi geçinmek, büyükleri saymak ve küçükleri sevmek, iyiliği tavsiye et- mek, kötülükten sakındırmak, kardeşlik, akraba, komşu ve dostluk ilişkilerini önemseyip bunların hakkını gözet- mek vb. ilkeler, İslâm ahlakının koyduğu toplumsal ilke- 15. Sözlükte “utanma, çekinme, tövbe, vazgeçme” gibi an- lerdir. Dikkat edilirse bunlar, hep “başkası” ile gerçekle- lamlara gelen haya, bir ahlak kavramı olarak, kınanma DİKAB SORU BANKASI şen ilkelerdir. “Başkası”nı korumayı, hakkını gözetmeyi, endişesiyle kurallara aykırı davranmaktan kaçınma ve ona yardım etmeyi ve onu “iyi”leştirmeyi ilke edinen bir bunu sağlayan duygu demektir. Kur’an’da haya kelime- ahlak anlayışının kurduğu medeniyet, bir “hayır medeni- sinin türevleri üç yerde geçmektedir (Bakara, 2/26; Ka- yeti” olmuştur. sas, 28/25; Ahzab, 33/53) ayrıca A’raf süresinin 26. Aye- (Cevap D) tinde geçen “libasü’t-takva” sözü de hemen bütün müfes- sirlerce haya şeklinde yorumlanmıştır. Hz. Peygamber, “Haya bütünüyle hayadır” (Müslim, İman, 61; Müsned, V/426,427) “Haya sadece iyilik getirir” (Buhari, Edeb, 77; Müslim, İman, 60). “Dört Haslet Peygamberlerin sünne- tindendir. Haya, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek (Tirmizi, Nikah, 1; Müsned, V8421), “Haya imadandır” buyurmak suretiyle hayanın Müslümanların en belirleyici ahlaki nitelikleri ve değer ölçüleri arasında bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca “Utanmıyor- 13. Cesaret, üstünlük sağlama güdüsünden kaynaklanan bir san dilediğini yap” (Buhari, Enbiya, 54; Edeb, 78; Ebu erdemdir. Çoğu zaman bu güdüye öfke gücü denmekte- Davud, Edeb, 6) hadisi de hayanın kötülüklerden alıkoy- dir. Bu güçten kaynaklanan erdeme ise cesaret denilmek- mada ne denli güçlü bir duygu olduğunu ortaya koymak- tedir. Öfke gücünün fazla olması hâlinde kişi saldırgan; tadır. Kendisi, evinde edebiyle oturan bir genç kızdan da- eksik olması durumunda ise korkak olacaktır. Gazap/öf- ha hayalı olan Peygamberimiz (Buhari, Edeb, 73,77; Müs- ke gücünün yeterli derecede orta durumda olması ise ce- lim, Fezail, 67), aynı fazilete sahip olmasından dolayı Hz. sareti doğuracaktır. Bu erdem olmadığı zaman adaletin Osman’a özel bir değer vermiştir. Türkçede ar kelimesi

gerçekleşmesi mümkün değildir. KOZMİK ODA YAYINCILIK genellikle hayanın eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.

(Cevap C) (Cevap B)

192 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 3

16. Allah’ın insanlar için koyduğu sınırları yani ilkeleri, kural- 19. Sözlükte “büyüklük” anlamına gelen kibir (kibr), tevazu- ları, emir ve yasakları ihlal etmek demektir. Türkçede bu un karşıtı olarak “kişinin kendini üstün görmesi ve bu duy- kavram aşırı gitmek anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da guyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” haddi aşmak, “i’teda” kavramı ile ifade edilmiştir. Haddi demektir; ancak kelimenin daha çok birinci anlamda kul- aşanlara “mu’tedi” denilmiştir. Mu’tedi; saldıran, zulme- lanıldığı, büyüklenme ve böbürlenme şeklindeki davra- den, aşırı giden, haksızlık eden anlamlarına da gelir (Ba- nışların ise bu huyların dışa yansımasından ibaret oldu- kara, 2/176, 190, 229, 231). İnkar etmek, Allah ve Pey- ğu belirtilir. Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbâr kibre gambere isyan etmek de haddi aşmaktır: “Haddi aşma- yakın anlamlara gelmekle birlikte kibri büyüklük duygu-

yın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez” (Bakara, 2/190; KOZMİK ODA YAYINCILIK su, tekebbürü ise bu duygunun eyleme dönüşmesi şek- Maide, 5/87) ayetiyle Allah haddi aşmayı haram kılmış, linde yorumlayanlar da vardır haddi aşanların kalplerini mühürleyeceğini (Yunus, 10/74) (Cevap C) ve onları cehennemle cezalandıracağını (Kaf, 50/25) bil- dirmiştir.

(Cevap C)

17. Sevmemek, kin gütmek, hoşlanmak demektir. Başkala- rına buğz edip düşmanlık beslemek, İslam ahlakıyla bağ- daşmayan bir davranıştır. Kur’an’da mü’minlerin birbirle- riyle kardeş oldukları ilan edilmiş (Hucurat, 49/10). Hz. Peygamber de çeşitli vesilelerle kardeşlik duygularını yok edecek davranışlardan kaçınmaları hususunda mü’min- leri uyarmıştır: “Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize ha- set etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kul- ları kardeş olunuz…” (Buhari, Edeb, 57; Müslim, Birr, 24- 28). Bir ayette, “Şeytan, içki ve kumar ile sadece aranı- DİKAB SORU BANKASI za düşmanlık ve nefret sokmaya çalışır…” (maide, 5/91) buyrulmak suretiyle kin ve düşmanlığa vesile olacak her türlü davranıştan uzak durulması istenmiştir.

(Cevap E)

18. Türkçede özgecilik kelimesiyle de ifade edilen bu kav- ram; başkalarını düşünmek, onların hukukunu korumak konusunda özverili olmak, başkalarının hukukunu düşü- nüp, gözetmek hususunda fedakar ve feragat sahibi ol- mak anlamlarına gelmektedir. Hicrettin sonra, Mekke’den göç etmiş muhacirleri korumak ve onlara yardım etmek konusunda üstün gayretleri görülen Medineli Müslüman- 20. Gıybet, bir kimsenin aleyhindeki incitici, küçültücü söz ve ların bu erdemli davranışları Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i davranışları ifade eden ahlâk terimidir. Yalandan daha şeriflerde övülmüş ve örnek gösterilmiştir. İslam kültürün- özel bir anlamı olan iftira, bir kimseye asılsız bir şekilde de fütüvvet ve ahilik gibi örgütlenmelerde diğerkamlık ve suç, günah veya kusur sayılabilecek bir sözü, davranışı diğer Müslümanlara karşı özverili davranmak eğitim ko- veya özelliği isnat etmektir. İki davranış da İslam ahlakın-

nusunda önemli bir haslet olarak görülür. KOZMİK ODA YAYINCILIK da yeri olmayan ve her zaman yerilen davranışlardandır.

(Cevap B) (Cevap D)

193 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 4

1. El-Urvet el-Vuskâ’ Muhammed Abduh’la Cemaleddin Af- 4. Dünyanın iç-dış mantığıyla estetik açıdan ikiye ayrılma- gani’nin birlikte çıkardıkları haftalık gazetenin adıdır. sı kendi içine kapanmayı da beraberinde getirdiği için Os- Amaçları Müslümanları Batı’nın sömürgeciliğine karşı ha- manlı düşünürlerinin, duraklama döneminin sıkıntılarını rekete geçirmekti. fark edinceye değin, dış dünyadan ve özellikle Avrupa’da- ki gelişmelerden zamanında yeterince haberdar olama- (Cevap B) dıkları anlaşılmaktadır. Duraklama dönemi bir bakıma dı- şarısının fark edilmesi ve içerinin anlamının yeni bir göz- le değerlendirilmeye başlanmasıdır. Felsefi olarak söy-

KOZMİK ODA YAYINCILIK lersek ‘Ben’in ‘Sen’ veya ‘Başkası’ aracılığıyla kendisini yeniden fark etmeye başlaması dönemidir. Bu durum, yükseliş döneminde estetik imar faaliyetine yön veren tek hakikat veya en üstün model anlayışının sarsıntı geçir- meye başlaması demektir.

(Cevap B)

2. Hilmi Ziya Ülken İstanbul’da doğdu. Ülkemizde sağlam bir felsefe geleneğinin, bir düşünce tabanının oluşmasın- da büyük hizmeti geçti. Bu çok yönlü aydın, bütün öğre- 5. Resulullah hayatta iken Kur’an’ın tamamı yazılmıştı, an- tim yaşamı boyunca binlerce öğrenciye ders verdi. cak resmî bir cilt hâlinde toplanmamıştı. Hz. Ebu Bekir Hilmi Ziya Ülken’in düşünce tarihi ve felsefeye ilişkin el- döneminde, Yemâme Savaşı’nda 70 kurrâ-hâfız Saha- liden çok eser vermiş, birçok çeviri yapmıştır. Türk dergi- bi’nin ölümü Kur’an’ın cem edilmesi fikrini gündeme ge- ciliğinde de önemli bir yeri vardır. Özellikle Selahattin Eyü- tirmiş, bu fikri Hz. Ömer desteklemiş ve Hz. Ebubekir de boğlu ve Cemalettin Ezine ile birlikte çıkardığı “İnsan’’ Zeyd b. Sâbit başkanlığındaki bir heyete bu görevi ver- dergisi, bir dönemin aydın dünyasında hümanist yakla- miştir. şımıyla büyük bir etki bırakmıştır. Felsefe yıllıkları yayım- Hz. Osman devrindeyse İslam coğrafyası fetihlerle hızla lamış, sosyoloji ve felsefe dergilerinin çıkmasına önayak genişlerken Arap asıllı olmayan Müslümanların okuyuş olmuş, uluslar arası birçok felsefe ve sosyoloji kongresi- farklılıkları üzerinde ciddi tartışmalar yaşandı. Bunun üze-

ne katılmıştır. Kimi yapıtları yabancı dillere de çevrilen DİKAB SORU BANKASI rine Hz. Osman yine başkanlığını Zeyd b. Sâbit’in yaptı- Ülken’in çok yönlü kişiliği; resim, şiir, roman gibi çok de- ğı bir heyete Kur’an nüshasını çoğaltma emri vermiştir. ğişik alanları kapsıyordu. Çalışmalar sonucunda çoğaltılan yedi Kur’an nüshası Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönde- (Cevap B) rilmiş, bir nüshası da Medine’de bırakılmıştır. İşte bu nüs- halardaki yazı şekline Hatt-ı Osmâni denilmektedir.

(Cevap D)

3. Diğer taraftan İslâm’ın siyasal bir yapıyla imparatorluk formunda var olması diğer din ile kültürlerle anlamlı bir 6. Selçukluların en dikkat çekici icraatlarından biri, hâkimi- ilişkinin kurulması ve ortak bir dilin inşasını zorunlu kıl- yetleri altındaki topraklardaki imar faaliyetleri çerçevesin- mıştır. Tüm bu geniş coğrafyada bulunan yerel kimlikle- de medreseler inşa etmeleridir. Anadolu’nun tarihî bölge- rin ötesinde, evrensel bir söylemin ortaya konulabilmesi lerindeki medrese kalıntıları bunun delilidir. Diğer taraf- devletin varlığı için hayati önemdeydi. Ayrıca tüm bu un- tan İslâm coğrafyasında dârulhadîslerin yoğun olarak ku- surlar için evrensel hedeflerin koyulması da zorunluydu. rulduğu VII/XIII. asır, Selçuklu hükümdarları I. Alâddin Görülen o ki, felsefenin bu noktada önemli katkısı olmuş- Keykubad ile II. Gıyâseddîn Keyhüsrev dönemine rast- tur. Ayrıca tasavvuf düşünce okullarının gelişiminde de lar. Bu asırda Anadolu’da kurulan ilk dârulhadîs, günü-

bu husus kendisini göstermiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK müzde Taşmescid diye bilinen Çankırı Dârulhadîsi’dir.

(Cevap A) (Cevap A)

194 İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 4

7. Emeviler döneminden itibaren Şam, Bağdat ve Kahire gi- 11. Cabir b.Hayyam modern kimyanın kurucusu olarak bili- bi merkezlerde hastane ve rasathaneler kurulmuştur. Tıp, nir ve bu alanda bir çok çalışmalar yapmıştır. Kitab-ül Astronomi, Matematik, Kimya ve Felsefe alanlarında ye- Kimya adında eser yazmıştır. Tıp, Astronomi, Fizik, Kim- tişen bilginler bu alanların gelişmesine önemli katkılarda ya ve Coğrafya gibi alanlarda çalışmaları bulunmaktadır. bulunmuşlardır. Harezmî, Cabir b. Hayyan, Bîrûnî, İbn-i (Cevap C) Sina, Kindî, Abdülhamid b. Türk ve Farabî bu bilginler- den birkaçıdır.

(Cevap C) KOZMİK ODA YAYINCILIK

8. Opera, genellikle konusunu tarihten, mitolojiden, efsane- lerden veya güncel olaylardan alan, sözlerinin tümü ve- ya birçoğu müzikle bestelenmiş, içinde görsel sanatların 12. Kuseyr Amra Sarayı 711-715 yılları arasında Emeviler tümünü barındırabilen (Dans, Dekor, Kostüm, Işık vb.) Dönemi’nde Ürdün’de yapılmıştır. ,teatral formda bir sahne eseridir. Yani tamamen Batı sa- (Cevap D) natıyla ilgili bir kavramdır.

(Cevap A)

9. Osmanlı camisinin, asıl klasik çizgi ve kararlara ve kıva- ma varması Edirne Üç Şerefeli Cami (1447) ile ortaya DİKAB SORU BANKASI çıkmıştır diyebiliriz. Öyle ki XVI. yüzyıl sonuna kadar 250 yıl aynı kararlar çok küçük farklarla uygulanmıştır dene- bilir. Üç Şerefeli ile avlu-son cemaat-minare ilişkisi, mer- 13. Sedefkar Mehmet Ağa’nın en önemli eseri Sultanahmet kezî plan ve kubbe ilişkisi kesinlik kazanmıştır. Avlu orta- Camii’dir. sında bulunan abdest şadırvanı motifi hemen hiç değiş- meden neredeyse günümüze kadar gelmiştir. (Cevap A)

(Cevap B)

10. İslam Devletin’de devlet teşkilat yapısı ilk defa Hz. Ömer Döneminde oluşturulmuştur.

• Beytül mal kuruldu

• Divan-ı Cünd kuruldu

• Kadılar tayin edildi 14. Sanatın Türkçe’de uygulanmasına Teclid, meslek halin- • Bir çok yerlere fetihler yapıldı. de yapılmasına Ciltçilik, bunu meslek edinenlere ise Mü-

• Yermük savaşı yapıldı.(Bizansla) KOZMİK ODA YAYINCILIK cellid denir.

(Cevap E) (Cevap D)

195 KPSS • ÖABT İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Test • 4

15. Hadis eserlerinde doğrudan ahlak ile ilgili oluşturulan bö- 17. Gazâlî’nin Kimya-ı Saâdet’i: Gazâlî, bu eserinde, Allah’ı lümlerin haricinde müstakil olarak ahlak konusuna tahsis bilenin kendisini bileceğini ve eylemlerini buna göre ya- edilerek oluşturulan eserler de mevcuttur. Hadis Edebi- pacağını vurgulamaktadır. Komşu, akraba, ana-baba ve yatı’nda “Edeb”, “Mekârim”, “Fedâil” ve “Zühd” kitapları çocuk haklarının ayrıntılı olarak işlendiği bu kitabın “He- müstakil olarak ahlak konusunu içeren eserlerdir. İnsa- lak Ediciler” bölümünde, nefsin riyazeti çeşitli şekillerde nın hangi durumlarda nasıl davranması gerektiği husu- ele alınmaktadır. Son bölüm olan “Kurtarıcılar”da ise, bü- sunda rehberlik yapan Edeb kitaplarının en çok bilineni yük ve küçük günahlar ve tövbe konusu işlenmektedir. ve en önemli kaynağı Buhârî’nin (ö.256/870) “Edebu’l- (Cevap D) Müfred”’idir. Yine İbn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) “Kitâbü’l-E- KOZMİK ODA YAYINCILIK deb”’i de hadis edebiyatında edep bahsi altında önemli bir yere sahiptir. Mekârim eserleri hadis literatüründe ah- lak konusuna tahsis edilmiş önemli kaynaklardandır. “Mekârimü’l-Ahlak” başlığıyla sunulan mekârim eserleri- nin önde gelenleri İbn Ebi’d-Dünyâ’nın (ö.281/894) ve Ta- berânî’nin (ö.281/894) Mekârimü’l-Ahlak adlı eserleridir. Fedâil eserlerinin elimize ulaşan ilk örneği İbnü’s Sün- nî’nin (ö.364/974) “Fedâilü’l-A’mâl”idir. Yine İbn Şâhîn’in (ö.385/995) “et-Terğîb fî-Fedâili’l-A’mâl ve Sevâbü Zâlik” adlı eseri de genel olarak hadis edebiyatında fedâil eser- lerinin en eski örneklerindendir. Zühd eserlerinin en bili- nen örneği Abdullah ibnü’l-Mübârek’in (ö.181/797) “Kitâbü’z-Zühd ve’r- Rekâik” adlı eseridir. Yine Vekî İb- nü’l-Cerrâh’ın (ö.197/813) “Kitâbü’z-Zühd” adlı eseri de zühd literatürünün ilk dönemine ait önemli örneklerden- dir. İmâm Beyhakî’nin (ö.458/1065) “Kitâbü’z-Zühd”’ü de zühd eserlerinin en bilinen örneklerindendir.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

16. İslam ahlakı açısından, yükümlülük düşüncesi son dere- ce gelişmiştir. Zira yükümlülük olmasaydı, sorumluluk ol- mazdı; sorumluluk olmasaydı, adalet yerini bulmazdı. İs- lam’da ahlaka yönelik öngörülen yükümlülük: Evrensel bir öz taşır. Bu şekilde ön görülen yükümlülük; hem içe- rik olarak buyruk, hem de anılan buyruğa konu olma açı- 18. İslam ahlak felsefesinde en dikkat çekici ve üretken ah- sından erdem-erdemsizlik, yakın- yabancı, zengin-fakir, lak filozofu İbn Miskeveyh ve ünlü eseri Tehzîbü’l-ahlâk’tır. dost-düşman ilişkileri açısından evrenseldir. Egzistansi- Onun ahlaka dair başka eserleri de olmakla birlikte bu yal değil, düşünsel bir zorunluluktur. Bu anlamda ahlaki eser İslam ahlak felsefesinin en tanınan ve yararlanılan olan bir yükümlülük, olması gereklibir şey olarak, kendi- klasiklerinden biridir. Bir diğer önemli çalışma, Nasirud- ni istence kabul ettirir. Bu bağlamda ortaya çıkan şey, bir din et-Tusi’nin Ahlak-ı Nasıri’sidir. Bu son iki kitap daha gerçeklik hükmü değil, bir değer hükmüdür. Analitik ve sonra yazılan birçok ahlak kitabını etkilemiştir. Bunlardan statik değil, sentetik ve dinamik bir görünüm arz eder. biri de Osmanlı ahlakçısı Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlak-ı Çünkü gerçeğe, ahlak açısından, ancak istemli ve özgür Alai’sidir. Bunların yanında sonraki dönem üzerinde en olan bir öznenin davranışıyla yaklaşılmaktadır. Ahlaki bir fazla etkili olan kitaplardan biri de hiç kuşkusuz Gazâlî’nin davranışı, bilinçsiz, istemsiz ya da amaçsız bir nedene İhyâ’sıdır. Daha sonraki eserler temelde bu eserlerden dayandırmaz. Bu bağlamda özne, davranışın yalnızca fi- yararlanırlar. 20. yüzyıldaki ahlak felsefesi eserlerinde ziksel boyutu üzerine odaklanmaz,aynı zamanda, zorun- Kant’ın etkisi de açıkça görülür. Bunlar arasında Ahmet lu yönünü de dikkate almak durumundadır (Draz, 1993: Hamdi Akseki’nin Ahlak İlmi ve İslam Ahlakı adlı eseri ile

22-27). KOZMİK ODA YAYINCILIK Abdullah Draz’ın Kur’an Ahlakı adlı eserleri sayılabilir.

(Cevap A) (Cevap E)

196 İSLAM FELSEFESİ Test • 1

1. İlk felsefi akımlardan olan Tabîîuygun’un (Materyalistler) 5. Tunuslu bir filozof, tarihçi ve toplum bilimci olan İbn Hal- temsilcileri arasında Ebubekir Zekeriyya er-Razi bulun- dun, dinin toplumsal önemi üzerinde durması, din ve top- maktadır. Deist bir düşünceye sahip bilimin deney ve tec- lum ilişkilerine eğilmesi ve üstelik bunları yaparken göz- rübeye dayanması gerektiğini söylerler. lem ve deneyimlerine de dayanması nedeniyle modern ve deneysel din sosyolojisinin gerçek bir öncüsü ve hat- (Cevap C) ta kurucusu sayılmalıdır. Mukaddime’nin başında, gele- neksel hikâyeci tarih anlayışından ayrıldığını ve “ilm–i umran” adını verdiği yeni bir bilimin temellerini attığını be-

KOZMİK ODA YAYINCILIK lirten İbn Haldun, bu yeni bilimin konusunun insan me- 2. Aristo’yu ve Aristo Felsefesini takip eden felsefe ekolü deniyeti (el– umranul–beşeri) ve insan toplumu (el–icti- Meşşai okuludur. Tanrının zorunlu en yatkın ve varlığın mau’l–insani) olduğunu söylemektedir. başlangıcı olarak kabul ederler. (Cevap D) (Cevap D)

3. Terör, Latince, korkutmak, gözdağı vermek, sindirmek, ürkütmek, endişelendirmek gibi anlamlara gelen “terre- re” kelimesinden türetilmiştir. Terör kelimesi, Batı siyaset diline 1789–1794 Fransız Devrimi sırasında, jakobin dev- rimcilerin iç düşmanlara karşı yürüttükleri eylem ve hü- kümetin yaptığı baskı ve doğrudan yürüttüğü infazlara işaret eden bir terim olarak girmiştir ki binlerce kişinin ha- yatını kaybettiği bu dönem “Terör Dönemi” olarak anıl- 6. Rehberliğin, bir insana ya da insan grubuna, kendini an- maktadır. laması, problemlerini çözmesi ve kendini gerçekleştirme- si için uzman kişilerce belli bir süreç içinde yapılan yar- (Cevap B) dımlar olduğu göz önüne alındığında, tanımda yer alan ortak unsurlar, insan, yardım, süreç ve uzman rehber ola-

DİKAB SORU BANKASI rak ortaya çıkar. Bu unsurların bulunmadığı bir rehberlik 4. ‘Erdemli toplum’dan söz ederken ideal ve ütopik bir top- faaliyetinden söz edilemez. lum modeli ortaya koyan Farabi, ‘erdemsiz toplum’u an- (Cevap E) latırken ise gerçek/yaşanan toplumu resmetmektedir. Er- demli toplumun zıddı olan erdemsiz toplumun dört şekli vardır:

I. Cahil toplum (el–medinetü’l–cahiliyye): Gerçek mut- luluğu fark edemeyen ve mutlak monarşi ile yöneti- len ‘cahil toplum’ halkı, servet, şehvet, itibar gibi de- ğerlere ulaşmayı hayatın gayesi ve gerçek mutluluk zanneder.

II. Günahkar toplum (el–medinetü’l–fasıka): ‘Günah- kar toplum’, erdemli toplum gibi görünse de, aslında bir tür cahil toplumdur.

III. Değişmiş toplum (el–medinetü’l–mütebeddile): ‘Değişmiş toplum’, önceden erdemli bir toplum iken sonradan değişip dönüşerek erdemsizleşmiş toplum- dur. 7. İbn Haldun, Aristo’dan beri gelmekte olan insanın sosyal IV. Şaşkın toplum (el–medinetü’d–dalle): ‘Şaşkın top- bir varlık olduğu hususunu tekrar vurgulamakta ve bu çer- lum’ ise, hiçbir hedefi olmayan bozulmuş bir toplum- çevede iki tür toplumsal yaşama biçimi ayırt etmektedir:

dur. KOZMİK ODA YAYINCILIK bedevi/göçebe hayatı ve hadari/yerleşik hayat.

(Cevap D) (Cevap B)

197 KPSS • ÖABT İSLAM FELSEFESİ Test • 1

8. Eğitimin ekonomik temeli üzerinde kafa yorarken, her 10. Farabi: Rüya ve vahiy psikolojisi konusunda sistemli bir şeyden önce, bu kavramların birbirleriyle ilişkilerinin de teori, Farabi (ölümü 950) tarafından ortaya konulmuştur. iyi kurulması gerekmektedir. Bu ilişkiler bağlamında ele Ona göre sadık rüya, ilham ve vahyin kaynağı faal akıl, almamız gereken eğitimde ekonomik temel, eğitimin bir alıcı organ ise hayal gücüdür. Hayal gücünün çok güç- işyerinde “girdi” olarak kabul edilmesi fikrine dayanır. Bu- lenmesi uyku ve uyanık durumda faal akılla iletişime geç- nun için, eğitilmiş insanın ekonominin gelişmesine katkı- mesi sonucunda nübüvvet, kehanet, menamat ve er-rü- da bulunacağı düşüncesinden hareketle, plânlamalarda ya es-sadıka gibi ruhsal olgular ortaya çıkmaktadır. Fa- ve düzenlemelerde konuya yer verilir. Ne var ki, bugün rabi, Aristo’dan aldığı faal akıl kavramını İslam inancın-

ekonominin içine başka girdiler de dahil olmuştur. Söz- KOZMİK ODA YAYINCILIK daki vahiy meleği ile eşitleyerek Ruhul emin, Ruhul kuds gelimi, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, iş yavaşlatma, karşı gibi isimlerle karşılamıştır. firmaların ajanlığını yapma, bir girdi olarak kendisini iyi- A) Psikolojik bakış açısıyla insanın iç hayatını inceleyen ce göstermektedir. Hem mal ve hem de can güvenliği ile ilk bilgindir. ilgili yapılan harcamalar da hatırı sayılır bir maliyet de- mektir. B) İslam kültürünün ilk filozofudur ve “rüyanın ve uyku- nun mahiyeti” eseri ile rüya psikolojisi anlamında ilk (Cevap A) eseri yazdı.

C) Sistemli iç gözlem ve davranış tahlilleri konusunda araştırma yapmıştır.

D) “Kitabün-nefs ver-ruh ve şerhu kuvahuma” adlı kita- bıyla ahlak psikolojisi alanındaki en kapsamlı eserdir.

(Cevap E)

11. Akinaslı Aziz Thomas, “İlahiyat Mecmuası” adlı eserinde skolastik dünya görüşü ve toplum anlayışının esaslarını DİKAB SORU BANKASI ortaya koymaktadır. Aziz Thomas bu eserinde, toplumun temeli e düzeni olan kanunları aklın prensiplerinden çı- karmakta ve skolastik düşünce ile aklın kaidelerini İncil’in emirleriyle uzlaştırmaya çalışmakta; her halükarda döne- min düşünce sistemine damgasını vuran en önemli özel- liklerden birisi fatalizm olmaktadır.

(Cevap C)

9. Comte’un gündeme getirdiği Pozitivizm’in en önemli et- kilerinden biri de şudur: Bilindiği gibi bilgi, büyük bir güç- tür. Bir zamanlar bu gücü, Kilise ve işbirliği yaptığı çev- reler tekelinde tutuyorlardı. Bu dönemdeki baskı yüzün- den, birçok bilim adamı, yaptıkları çalışmalar ve buluşlar 12. Amerikalı genetikçi Dr. Dean Hamer’in yaptığı araştırma- sebebiyle aforoz edilmişti. Hatta idama mahkûm edilen- lar sonucu tanrıya inanç genini belirlediğini iddia ettiği ge- ler bile olmuştu. Galileo, bunlardan sadece biriydi. Kilise ne verilen addır. Araştırmasını 1001 ikiz üzerinde mane- mahkemesi olan engizisyon, kendisinden ısrarla “dünya viyat testi yaparak gerçekleştiren genetikçiler uzun süren dönüyor” sözünü geri almasını istemişti. Kilisenin, deney- araştırmalardan sonra “vmatz” isimli gene ulaşarak mo- sel bilimlere ve bilim adamlarına karşı takındığı bu tavır, leküler yapısında “cytonsine” isimli nükleik asit ihtiva eden insanların dine karşı soğumalarına sebep olmuştur. En kişilerin, genlerinde daha büyük bir nükleik asit olan “ade- sonunda bu yol vara vara, din-bilim çatışmasına kadar nine” içeren kardeşlerine onunla daha manevi bir yapıya

götürülmüştür. KOZMİK ODA YAYINCILIK sahip olduğu anlaşıldı ve bu gene tanrı geni adı verildi.

(Cevap B) (Cevap D)

198 İSLAM FELSEFESİ Test • 1

13. Varoluşçu terapinin en önemli ismi olan Victor Emil Frankl 15. 941-1030 tarihleri arasında yaşamış bulunan İbn Miske- kendi geliştirdiği kuramın adını Logoterapi (Anlam Mer- veyh, Farabi okulunun en tanınmış temsilcilerinden biri- kezli Terapi) olarak adlandırmıştır. Kuramında yaşamın dir. Onun din sosyolojisi bakımından dikkate değer olan anlamında özellikle vurgu yapan Frankl, yaşamın anla- eseri iki ana ahlak sistemi mevcuttur. Biri Farabi’de olu- mını bulabilmek için öncelikle bir amacımızın olması ge- şan akılcı, felsefi ahlak; ötekisi de mutasavvıfların ahla- rektiğini, acının vazgeçilmez olduğu durumlarda acının kı. da bir anlamı olabileceğini vurgular. Başka bir ifadeyle, (Cevap B) her türlü sıkıntının temelinde insanın anlam bulamama-

sı anlam boşluğuna düşmesi yatmaktadır. Logoterapinin KOZMİK ODA YAYINCILIK en temel hedefi; yaşam koşulları her ne olursa olsun in- sanların anlam arama çabalarına yardımcı olmak onları anlamlı, mesul bir yaşam için gereken güçlü telhis etmek- tir. Çünkü insan davranışlarını yönlendiren temel güdü, yaşamda anlam arayışıdır. Anlam arzusu, sistemi, arayı- şı ve anlamsızlık Logoterapi’de kullanılan kavramlardır.

(Cevap C)

14. Bir tür idare sistemi olan demokrasi halkın egemenliği te- meline dayanan yönetim biçimi, el erki anlamına gelmek- tedir. Demokrasi, bir ülke halkının ekseriyetle temsil edil- mesi; siyasi eşitlik ve hürriyet içinde halkın ekseriyetini

yönetimde söz sahibi kılma esasına dayanır. Demokra- DİKAB SORU BANKASI sinin saf ve ciddi şekli, kuvvet ve yetkinin, siyasi hürriyet ve eşitlik esasları içinde oluşmuş bir çoğunluğun elinde bulunduğu yönetim biçimidir. Demokrasinin mantığı sınıf gerçekliğini inkar etmemekle birlikte, sınıf imtiyazını kesinlikle reddeder. Kur’an ve sün- nete, yönetici ve yönetilenleri de kapsayacak tarzda be- şeri ilişkilerin genel dini ve ahlaki çerçevesine temas edil- miş olmakla birlikte toplumların yönetim biçimini, bunun ayrıntısını, tarz ve yönetimini belirleme işi toplumsal ter- 16. Farabi toplum halinde yaşama şekillerini tamamen göz- cihe bırakılmıştır. İslam geleneğinde yönetim model ve leme dayanarak üç tarife tabi tutmaktadır; şeklinin belirlenmesinde, zamanın imkan ve şartları çer- çevesinde, bazı milletlerin birikimlerinden de yararlanan • Büyük toplum Müslüman toplumların bilgi, kültür ve tecrübe birikimleri • Orta toplumlar rol oynamıştır. Dinin bu konudaki katkısı, biçimden çok muhteva yönüyle olmuştur. Bu nesnele İslam tarihinde, • Küçük toplumlar yöneticilerin Müslümanlığı kavrayışlarındaki derinliğe ve Farabi, büyük toplumla yeryüzünün mamur bölgelerinde kamuoyunun dini hassasiyetin bağlı olarak çok iyi yöne- yaşayan bütün insanlardan mürekkep olan cemiyeti ya- tim örneklerine rastlanılmıştır. Bu itibarla Müslüman top- ni tüm insanlığı kastetmektedir. Orta toplum, bir kavmin lumların siyasi tarihini, çeşitli dönemlerde sergiledikleri yeryüzünün herhangi belli bir yerlerinde toplanarak ya- siyaset anlayışlarını İslam’ın siyasi teorisi olarak nitelen- şayan şekilleridir. Nihayet küçük toplum, bir şehir veya

dirmek doğru olmaz. KOZMİK ODA YAYINCILIK köy ahalisidir.

(Cevap C) (Cevap A)

199 KPSS • ÖABT İSLAM FELSEFESİ Test • 1

17. Saint Augustin, “Tanrı sitesi” adlı eserinde görülmeyen alemin toplumunu tasvir etmektedir. Ona göre içinde ya- şadığımız bu dünya site (toplum) leri gelip geçicidirler. Buna karşılık görünmeyen, değişmeyen ve bitmeyecek olan öbür alemlerdeki mükemmel site, gerçek sitedir. An- cak bu site yere indirilebilir. Tanrının emirlerine uyan ve sevgisi kazanan kişi Tanrı sitesinin hemşehrisi demektir. Onun sofrasından yemek yer. Böylece Saint Augustin, orta çağ Hıristiyan alemindeki mistik görüşün esaslarını KOZMİK ODA YAYINCILIK çizmektedir. Öte yandan, onun görüşlerinin, modern Av- rupa devletlerinin oluşumundaki büyük etkisine de önem- le işaret etmek gerekir. Tanrı sitesi, Şarlman’ın davranı- şı ve politikasının esas rehberi olmuş bu durum bir ölçü- de Avrupa’nın geleceğini şekillendirmiştir.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

200 İSLAM FELSEFESİ Test • 2

1. Gazali’nin kişilik sisteminde kişiliği oluşturan unsurlar dört 4. Kur’an’daki nefsin sıfatlarıyla ilgili ayetlere ve neftse ki tane olup, gazap (saldırganlık), Şehvet (yeme, içme, cin- hakim olan özelliklere göre tasavvufta nefsin halleri ya sel arzular), rabbaniyyet (iyilik arzusu) ve şeytaniyyet (kö- da sıfatları belirlenmiştir. Bunlara nefs mertebeleri de de- tülük arzusu) olarak isimlendirilir. Gazali’ye göre her in- nilmektedir. Bu mertebeler şunlardır. sanda karışık olarak bulunan bu unsurlar, her bireyde • Nefs-i emare oransal farklılıklara uğrayabilmekte ve kişilik yapısı ve davranışları ile ilişkili olarak işlev görmektedir. Devamlı • Nefs-i levvame çatışma halindeki bu dört güç arasında denge sağlama- • Nefs-i mülhime

da koruyucu gücün din olduğunu söyleyen Gazali, kalbin KOZMİK ODA YAYINCILIK • Nefs-i mutmainne inançla kuşatılması durumunda kişide iyi davranışlara yö- nelme arzusunun ortaya çıkacağını söyler. Gazali insa- • Nefs-i raziyye nın ahlak ve ilimle beslenerek olgunlaştığını söyler. Hik- • Nefs-i mardiyye met, cesaret, iffet ve adalet olmak üzere dört erdemin üzerinde önemli duran Gazali, insan nefsinde oluşan den- • Nefs-i kamile genin ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğunu dile (Cevap B) getirmiştir.

(Cevap E)

5. Nefs-i kamile, manevi olgunluğun son basamağıdır. Bu- rada mücahede tamamlanmış, nefs olgunlaşmıştır, ke- male ermiştir. İnsan iyi özellikler haline gelmiştir. Ruhun özelliklerine bürünmüştür.

(Cevap C) 2. Gazali, nefs ilmi konusunda önemli fikirler ortaya koymuş bir İslam mütefekkiridir. O, nefs kavramı, algılama, güdü- lenme ve kişilik gibi pek çok psikolojik konuya dair çeşit- li yaklaşımlar ortaya koymuştur. Gazali’ye göre algı; du- 6. Tasavvufa ayak basan kişinin önce günahlardan arınma- yuların idareki, hayale dair idrak, vehme dair idrak ve ak- sı gerekir. Günahlardan arınmak içinde tevbe ile işe baş- la dair idrak olmak üzere dört aşamada gerçekleşir. Ga- lanır. Hucviri tevbe etmenin üç sesbi olduğunu belirtir. Bi- DİKAB SORU BANKASI zali’de psikolojik kavramlar arasında en önemlileri kalp, rincisi, ceza görme korkusu kalbi istila eden ve kötü iş ruh, akıl ve nefstir. yapma üzüntüsü gönle hakim olursa nedamet (pişman- lık) meydana gelmiş olur. İkincisi, ilahi ve uhrevi (ahrete (Cevap D) ait) nimete rağbet etme arzusu kalbe galip gelince kötü amel işlemek ve emri dinlemekle bu nimetin elde edile- meyeceği bilinir ve bu nimeti elde etme ümidi ile birlikte pişmanlık duyulur. Üçüncüsü, kişi Allah yaptıklarına şa- hit oluyor diye utanır ve ilahi emirlere muhalefeten piş- man olur. 3. Bütüncül bir insan anlayışına sahip Haris el-Muhasibi’nin (Cevap E) insan psikolojisine ilişkin yaklaşımlarını dört temel nok- tada değerlendirmek mümkündür:

• İnsan, ruh ve bedenden oluşan bir terkiptir, ruh yönü 7. Maddeciler ve pozitivistler için kullanılan bir terim olan daha önemlidir. Ateizm, Teizmin temel iddialarını kabul etmeme, Tanrının • İç yaşantılar, dış ve iç gözlemden hareketle öğrenile- varlığını kategorik bir biçimde ve kanıtlar göstererek red- bilir. detme tavrına karşılık gelmektedir. Ateizm daha çok tek Tanrı inancını savunan Teizme karşı bir tepki olarak do- • Ruhsal mekanizmanın işleyişi ve davranışların oluşu- ğan bir düşünce hareketidir. Bu bakımdan düşünce tari- munda etkili insan güçleri akıl, kalp ve nefstir. hinde geleneksel Ateizmi, gücünü daha çok Teizmden, • Gerçek mutluluk, ancak Allah’ın hakkına riayet ve tak- özellikle de Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışan felse-

va ile mümkün olabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK fi delillerden almaktadır.

(Cevap B) (Cevap B)

201 KPSS • ÖABT İSLAM FELSEFESİ Test • 2

8. İbn Tufeyl’in felsefesi hakkında bilgi edindiğimiz tek eser 12. Ontolojik delilin temelinde Tanrı’nın varlığının mâhiyetin- Hay b. Yakzân’dır. Bu eserde İbn Tufeyl Fârâbî, İbn Bâc- den (yani, Tanrı’nın varlığının ‘Tanrı fikri’nden) ayrı ola- ce ve kısmen İbn Sînâ’yı eleştirir. Kendi meşrikî hikmet mayacağı düşüncesi yer almaktadır. Bu delilin savunu- tasavvurunu sunar. Sunduğu hikâye çerçevesinde din-fel- cularından Descartes da, nasıl ki ‘üç açının iki dik açıya sefe ilişkilerini ve insanın mutluluğa nasıl ulaşacağını tar- eşit olduğu’ bir ‘üçgenin mâhiyetinden ayrılamıyorsa ve- tışır. İbn Tufeyl kesin hakikate ve mutluluğa ulaşmada ta- ya ‘dağ fikri’ ‘vadi fikri’nden ayrı düşünülemiyorsa, aynı savvuf ehlinin vurguladığı yöntemi öne çıkarır. Gazzâlî’nin şekilde varlığın, Tanrı’nın mâhiyetinden ayrılamayacağı- bu noktada model olduğunu belirtir. Ona göre Gazzâlî nı ileri sürmüştür. Descartes’a göre, Tanrı’nın var olma-

müşahede ve huzur hallerini yaşamış ve böylece en yü- KOZMİK ODA YAYINCILIK dığını düşünmek vadisiz bir dağın olabileceğini düşün- ce mutluluğa erip, kutsî mertebelere ulaşmıştır mekle eşdeğerdir. (Cevap A) (Cevap B) 9. Arapça’dan Latinceye tercüme faaliyetleri Batı’da 18. yüz- yıla kadar devam etti. XII. Ve XIII. yüzyıllardan itibaren 13. Panteizm kavramı Türkçede kamu tanrıcılık, tüm tanrıcı- Hristiyan bilginler de Arapça, hatta Türkçe ve Farsça öğ- lık ve evren tanrıcılık olarak ifade edilmektedir. Panteizm renerek tercüme faaliyetlerine katıldılar. Ünlü İngiliz filo- denince ilk akla gelen tanım, Tanrı ve evren ikiliğinin ol- zofu John Locke (1632-1704) bile Arapça öğrenme ihti- madığını öngörmüş olmasıdır. Buna göre, Tanrı ve evren yacı duymuştur. arasındaki ikiliği ortadan kaldırarak, bazen evreni temel unsur kabul ederken bazen de Tanrı’yı temel unsur ka- (Cevap C) bul edebilir, maddi ve ruhsal/tanrısal iki cevherin değil de 10. Genel ifadesiyle fetişizm, bazı insanların, kendisinde ta- tek bir cevherin var olduğunu öngörür. biatüstü bir kuvvetin var olduğunu kabul ettikleri cansız Panteizm, bu iki şekil altında ve az-çok açık olarak, ön- bir şeyi kutsal saymaları, ruhlarla ilişkili olduğuna inan- ce Hindistan’da Aryalar, Brahmanlar ve Budistler; Yuna- dıkları maddi bir varlığı tanrı kabul etmeleridir. Kendisin- nistan’da Ele alılar, Stoalılar ve Yeni-Platoncular; Yeni de olağanüstü bir gücün varlığına inanılan, maddi-mane- Çağ Avrupa’sında Bruno gibi bazı filozoflar tarafından; vi, canlı-cansız, doğal-yapay varlığa “fetiş” adı verilir. Ant- yeni zamanlarda ise Spinoza ve Fichte gibi filozoflar ta- ropolojide bunun adı “mana”dır. Böyle bir şeye inanan rafından kabul edilmiştir. kimseye de “fetişist” denir. Günümüzde, halk arasında görülen “kurşun döktürmek, (Cevap C) ateşte günlük yakmak suretiyle tütsüde bulunmak, türbe- 14. Psikologlar, dinin inanç, ibadet, tecrübe vb. boyutlarının

lere iplik veya çaput bağlamak da bu tür inançların kalın- DİKAB SORU BANKASI tılarıdır ve bir tür fetişizmdir. Modern dünyada da mala, insanların hayatları üzerinde ne derece etkin ve yansıtıl- eşyaya taparcasına düşkünlüğü ifade etmek için “eşya mış olduğundan derecesini belirlemek, kısacası insanla- fetişizmi” teriminin kullanılması fetişizmin günümüzde de rın dindarlıklarını ölçmek amacıyla çeşitli ölçekler geliş- şekil değiştirerek devam ettiğini göstermektedir. tirmişlerdir. Dindarlık ölçeği dediğimiz bu ölçeklerden ba- zıları; Alport’un “İçsel-Dışsal Yönelim Ölçeği”; Glock ve (Cevap A) Stark’ın “Dindarlığın Boyutları Ölçeği”. Uysal’ın “Dindar- 11. Sözlükte “tanrı” anlamındaki Yunanca theos kelimesin- lık Ölçeği”dir. den türetilen teizm (İng. theism, Fr. théisme) genellikle, âlemin yaratıcı sebebi olan, varlığı mutlak bir Tanrı inan- (Cevap C) cını savunan felsefî düşünceyi ifade eder; bu düşünceyi benimseyene teist denir. Düşünce olarak teizmin kökeni 15. Tehafut et Tehaful el-Felasife Endülüslü filozof İbn Rüşd’ün çok eskilere gitmekle birlikte felsefî bir terim hâlinde kul- 12. yüzyılda yazmış olduğu eserdir. Kelamcı ve Mutasav- lanımı XVII. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Tanı- vuf Gazzali’nin Tehafut el-Felasife adlı eserine karşı bir mı ve tarihçesi açısından teizmi geniş ve dar anlamda ol- cevap, bir savunma olarak, ondan yaklaşık bir yüzyıl son- mak üzere iki açıdan ele almak mümkündür. Geniş anlam- ra yazılmıştır. da teizm öncelikle Tanrı’nın var olduğuna inanmak ve bu (Cevap C) inancı bir şekilde savunmaktır. Bu tavrın arkasında, mad- dî dünyanın ötesinde aşkın bir varlığın mevcudiyetini ve 16. Ahlak felsefesinin İslam tarihindeki temsilcileri; O’nun kutsallığını kabul etme düşüncesi yatmaktadır. Teizme yöneltilen en önemli eleştiri, evrende kaos’un ya- • el-Amiri ni düzensizliğin bulunması, yine aynı şekilde her şeye • et-Tusi gücü yeten bir Tanrı inancına rağmen kötülüklerin iyilik-

lerden fazla olmasıdır. Buna teodise sorunu denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK • İbn Miskeveyh

(Cevap A) (Cevap D)

202 İSLAM FELSEFESİ Test • 3

1. Sühreverdi temelde hakikate ulaşmanın iki yöntemi oldu- 8. İbn Sînâ’ya göre nefs her insanın “ben” sözüyle kastetti- ğunu belirtir. ği şeydir. İbn Sînâ bu lafızla işaret edilen şeyin “birçok in- Birincisi düşünme ve akıl yürütmeye dayanan bilimsel ve sanın ve kelâmcıların çoğunun zannettiği gibi” beden ol- aklî araştırmadır. madığını, bu zannın yanlış olduğunu, aksine burada işa- ret edilenin nefs (ruh) olduğunu vurgular: Nefs, “Bu kalı- İkincisi ise keşf, müşahede ve kalbi sezgi yoludur. Bu ba feyz ederek ona can veren, onu bilgileri ve ilimleri ka- yöntemde nefsi arındırma, kalbi temizleme, ahlâki yetkin- zanmak için bir alet olarak kullanan, böylece cevherini leşmeye vurgu yapılır. İbadet, kulluk, çile çekme ve diğer mükemmelleştirerek Rabbini tanıyan, onun verdiği malu- ahlâkî arınma uygulamaları önemlidir. Bu yöntemle in- KOZMİK ODA YAYINCILIK matın hakikatlerini kavrayan, bunun sonucunda da onun sanda bir iç sezgi oluşur. Bu rasyonel düşünmeden fak- huzuruna dönmeye hazır hâle gelerek onun meleklerin- lıdır. Sühreverdi bu yönteme “teellüh” ismini verir. Düşün- den bir melek olup sonsuz mutluluğu elde eden ruhanî meye ve araştırmaya muhtaç olmadan keşf yoluyla ha- cevhere denir. kikatin bilgisine ulaşma düzeyine yükselmiş olan kişiye de “müteellih” denir. Müteellih Allah’a benzemeye çalışan (Cevap E) kişidir. Sühreverdi’ye göre her iki yöntemi birleştirenler yani hakim-i müteellihler, en yetkin kişilerdir.

(Cevap D)

5. İslâm dünyasına felsefenin girmesinden sonra, Müslü- manlar 12. ve 13. yüzyıllarda Müslüman filozoflar için “Felâsifetü’l-İslâm” (İslâm filozofları), “el-Felâsifetü’l-Müs- limîn” (Müslüman filozoflar) demişlerse de, 19. Yüzyıla 2. Bağımsız olarak değerlendirilen önemli bir filozof da kadar “İslâm Felsefesi” tabirini kullanmamışlardır; Müs- Ebû’l-Berekât el-Bağdâdî (ö.1166)’dir. Aslen Yahudi olan lüman filozofların ürettikleri felsefî düşünceye “felsefe” bu filozof, orta veya ileri yaşında Müslüman olmuştur. demişlerdir. İslâm dünyasındaki felsefeye “İslâm Felse- Bağdâd çevresinde yetişen el-Bağdâdî’nin en önemli fel- fesi” denmesi, 19. Yüzyılda oryantalistler ile başlamıştır; sefî eserinin ismi “Mu’teber fi’l- Hikme”dir. Genellikle da sonra bu tabiri Müslümanlar da kullanmışlardır. Fel- Ebû’l-Berekât el-Bağdâdî’nin metafiziği Gazzâlî’ninkine sefe tarihi çalışmaları 19. yüzyılda Batı’da yoğunlaşma- yakındır. O da, Gazzâlî gibi meşşâî metafiziği eleştirmiş- ya başlayınca, farklı kültürlerde ortaya çıkan felsefeleri DİKAB SORU BANKASI tir. Ebû’l-Berekât el- Bağdâdî, doğa felsefesi, fizik açısın- birbirinden ayırmak için “Yunan Felsefesi”, “Hind Felse- dan önemli özgür fikirleri olan bir filozoftur. fesi”, “Avrupa Felsefesi” gibi isimlendirmelerin yanında (Cevap D) İslâm dünyasındaki felsefeye de “İslâm Felsefesi” den- miştir.

(Cevap C)

6. İnanma eylemi, insan için asıl olanın Allah’a mutlak itaat olduğu fikrinden hareketle, tüm soru sorma veya sorgu- 3. İbn Sina’nın din felsefesi onun metafiziği ve ahlâk felse- lama çabalarına kendisini kapattığında rasyonel düşün- fesiyle yakından ilgilidir. Öte yandan birer formel kalıptan ce sanki bir kuşku, itaatsizlik, sorumsuzluk ve bencillik ibaret olan ahlâkî kavramlara içerik kazandırma zorunlu- gibi suçlamalara maruz kalabilmektedir. İnsanın bilmesi luğu, maddî haz ve elemlerle veya deneme sınama yo- gereken her şeyin dini metinlerde dile getirildiği düşün- luyla iyi ve kötüyü belirlemenin imkânsızlığı, ayrıca insa- cesine sahip bir inanma eylemi, rasyonel düşünme ça- nın mutluluğu için vazgeçilmez değer taşıyan soyut me- basını çoğunlukla anlamsız ve faydasız sayabilmektedir. tafizik gerçeklerin her seviyedeki insana anlatılması mec- Buna karşılık, rasyonel düşünce, İslâm inancının makul buriyetinden doğan dil sorunu gibi hususlar dikkate alın- karakterini açığa çıkarabilmek ve onu batıl inançlardan dığında, sırf insan aklı ve manevî melekeleri açısından ayırabilmek için inanma ve düşünme eylemlerinin aynı bakıldığında anlaşılabilir, yaşanabilir hakiki bir dinin var- anda karşılıklı etkileşim halinde ortaya çıkması gerekti-

lığı zorunlu olmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ğini ileri sürer.

(Cevap E) (Cevap A)

203 KPSS • ÖABT İSLAM FELSEFESİ Test • 3

7. İbn Bâcce’nin felsefî eserlerinde gözümüze çarpan en 10. İbn Haldun’un tavırlar (aşamalar) nazariyesi, onun ta- önemli özellik Aristo’nun ve Fârâbî’nin eserlerine yazmış rihî-toplumsal varlık alanını nasıl kavradığının önemli bir olduğu şerhlerdir. Bu aynı zamanda döneminin felsefe misalini teşkil etmektedir. yapma tarzını da yansıtmaktadır. İbn Bâcce şerh yazım I. Kuruluş ve zafer aşaması: Buna göre bir devletin tekniklerinde Fârâbî’yi model almaktadır. İbn Bâcce’nin kuruluş devri onun ilk aşamasını ifade eder. kendisi de şerh şeklinde yazım tarzında İbn Rüşd üze- rinde çok etkili olacaktır. II. Gücün şahsileşmesi dönemi: Bu süreçte iktidar tek bir kişinin veya ailenin elinde toplanır. (Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK III. İmar dönemi: Bu aşamada siyasi istikrar sağlanır. Vergiler düzenli olarak toplanır.

IV. Sulh ve istikrar dönemi: Bu dönemde atalardan dev- ralınan gelenek ve kurumlar muhafaza edilmeye ça- lışılır.

V. Çözülme ve yokoluş devresi

(Cevap D)

8. Kindi Felsefe’yi insanın uğraşı alanına giren sanatların en değerlisi, felsefenin de mertebe bakımından en de- 11. İslâm düşünce geleneğinde tarih düşüncesinin önemli ğerli disiplininin metafizik alanı olduğunu söyler. Tabiat ikinci ismi İbn Miskeveyh’tir. Tarih, felsefe, matematik ve bilimi yani fizik evrende değişen ve başkalaşan şeylerin tıb alanlarında eser vermiştir. Ahlâk felsefesinde öncü bilgisini bize sağlarken, metafizik bilimi ise değişmeyen olup kendisinden sonraki müslüman ahlâkçıları etkilemiş- varlıkların bilgisini içerir. Dolayısı ile metafizik bize var- tir. Onun tarihçilik anlayışı Tecâribü’l-ümem’in muhteva- lığın değişmeyen ilk sebebinin ve en son gayesinin bilgi- sında görülebileceği gibi bu eserin kısa önsözünden de sini verir. O halde varlık hakkında bize küllî bilgi sunan çıkarılabilir. İbn Miskeveyh’e göre tarih sadece rivayetle- ve oradan da “ilk sebeb”in bilgisine yani Tanrı bilgisine ri nakletmek değildir. Aynı zamanda yorumdur. Akılcılık, DİKAB SORU BANKASI götüren metafiziktir. tenkitçilik ve faydacılık prensiplerine bağlı kalınarak ya- (Cevap B) pılan bir tarihçilikte amaç geçmiş olayları doğru tesbit et- mek, bunları sebepleriyle açıklamak, nihayet bu olayla- ra dayanıp gelecek için var sayımlar üretmektir

(Cevap B)

9. Batı Hıristiyan ve Yahudi düşüncesine en çok etkisi olan Müslüman filozoflardan birisi de Fârâbî’dir. Denebilir ki, 12. Gazzali’nin felsefî ve kelâmî düşünceyle tanışması, bu Fârâbî, daha hayatının son yıllarında bile, İbn Meserre fikirlere ilgi duyması, hocası olan, kelamın Eş’arî ekolü- (ö. 319/931) ve İbn Gabriel (Avicebron, ö. 450/1058) gi- nün büyük üstadı İmamu’l- Harameyn Ebu’l-Meâlî el-Cu- bi Yahudi filozofların aracılığıyla Batı’da tanınmaya baş- veynî (öl: 1084)’nin öğrettikleri dolayısıyladır. İmam Cu- lamıştır. Latinler ve Batılı Yahudiler arasında Alpharabi- veyni’nin ölümünü müteakip Gazzali, Nizâmülmülk’ün sa- us, Avennasar, Abunazar, Albunasar ve Albumasat Al- rayında henüz 28 yaşında iken siyasî danışman olarak

Fârâbî gibi çeşitli isimlerle meşhurdur. KOZMİK ODA YAYINCILIK görevlendirilmiştir.

(Cevap D) (Cevap D)

204 İSLAM FELSEFESİ Test • 3

13. Taşköprülüzade’nin ilimlerin tasnifiyle ilgili eserinin (Mev- 15. Fazilet kelimesi fazl kelimesinden türetilmiştir. Fazl mas- zuatü’l-Ulûm’ın bir ksımı) sadece Osmanlı ilim geleneği- dar olarak artmak üstün olmak, isim olarak ise artık, faz- nin genel bir görünümünü ve ilim zihniyet modelini yan- lalık, ihsan, eksikliğin zıddı gibi anlamlara gelmektedir. sıtması açısından değerlendirilmesi eksik olacaktır. Bu Fazl terim olarak, Allah’ın çok yönlü lütuf, ihsan ve kere- eser, bizzat ilimlerin anlamının dönüşmeye başladığını mi demektir. Kur’an’da fazlın Allah’ın elinde bulduğu, onu ima etmektedir. Zira bütün ilimlerin anlamını genel bir çer- dilediğine verdiği (Al-i İmran, 3/73; Hadid, 57/29) ifade çeve çizerek vermek, aslında bu genel çerçevenin ken- edilmekte, o’nun fazlına engel olabilecek kimsenin olma- disinin nereden anlam kazandığı sorusuna yol açmakta- dığı belirtilmektedir (Yunus, 10/107). Çeşitli ayetlerde dün-

dır. KOZMİK ODA YAYINCILIK ya ve ahiret mutluluğu, cennet ve cennet nimetleri, Al- lah’ın bazı günahkarları cezalandırmada acele etmeme- (Cevap E) si, günahların bağışlaması ya da azaplarını hafifletmesi, hüsrandan koruması, hidayete erdirmesi, bilmediğini öğ- retmesi, iyiliklere fazlasıyla sevap vermesi, İslam, iman, vahiy, şefaat ve Peygamberlik gibi Allah’ın insanlığı bü- yük lütuf ve ihsanları, çeşitli varlık ve imkanlar fazl kav- ramı içerisinde gösterilmiştir.

(Cevap A)

16. Batı İslam dünyasında yetişen ilk Müslüman filozof İbn Bacce’dir. Aristo ve Faraybiyi takip etmiştir. Felsefenin te- mel konusu insan ve insan mutluluğu olduğunu savunur.

(Cevap B)

14. Fatih devrinin ünlü iki âlimi Hocazâde ile Alâeddin Tûsî’den Gazzâlî ile İbn Rüşd arasındaki felsefî tartışmaların ele alınmasını isteyince, Gazzâlî ve İbn Rüşd’ün Tehâfüt’le- 17. Kindi’nin tehâfût geleneği içinde değerlendirilebilecek Bir ri yeniden okuyarak, Osmanlı âlimleri onlardaki mesele- eseri söz konusu değildir. Kindi, Farabi ve İbn Sina gibi ler üzerine akıl yürütmüşlerdir. Bazı konularda Gazzâlî, filozofların felsefeyi dinle uzlaştırma çabaları, felsefenin DİKAB SORU BANKASI bazı konularda İbn Rüşd haklı görülmüş ise de bazı ko- Müslüman toplumlarda kabul görmesinin sağlamıştır. nularda da âlimler kendi özel fikirlerini vaz etmişlerdir. (Cevap A) İlk iki Tehâfüt kitabı, dolayısıyla Hocazâde ve Alâaddin Tûsî’ye aittir: Hocazâde’ninki Tehâfütü’l-Felâsife adını ta- şırken, Tûsî’ninki “Kitâbü’z- Zâhira” adını taşır: Onları takip edenler şunlardır: 18. Öncüllerde filozofları yerlerine koyduğumuzda D seçe- İbn Kemâl’ın (ö.1533) Hâşiye ala Tehâfüti’l-Felâsife adlı neği doğru olarak sıralanmıştır. eseri Hocazâde’nin Tehâfüt’üne bir açıklamadır. I. İbn Bacce

Hocazâde’nin bu eserine başka bir açıklama da Muhyid- II. Farabi din Muhammed Karabâğî’ye aittir. III. İbn Haldun Hocazâde’nin eseri üzerine yazılan diğer şerhlerden bi- risi Yahya b. Ali Nev’î (ö.1599)’ye, ötekisi Amasyalı Mü- (Cevap D) eyyedzâde (ö.1563)’ye aittir. Bunların dışında felsefî ve kelâmî tartışmaları ve arala- rındaki farkları Tehâfüt’ler çerçevesinde işleyen iki eser- 19. İbni Mukaffa, Hint, Yunan ve İran kültürlerine ait eserle- den daha bahsedilebilir. Bunlardan birisi, Necmeddin Am- rin tercüme edilmesinde önemli rol oynamış, bu kültürle- li b. Ömer el-Kazvînî (ö.1503)’nin “Tehâfütü Hâkim Şah” rin İslam düşüncesine taşınmasına katkıda bulunmuştur. adlı eseridir; diğeri Mescitzâde (ö.1736)’nin “el-Mesâlik Farsçadan Kelile ve Dimne’yi, el-Muluk’u ve Ayinname’yi, fi’l-Hilâfiyyât…” adlı eseridir: Bunlara İbrahim el-Halebî’nin Aristo’nun Organon adlı mantık külliyatının ilk 3 kitabı ile “Risâle fi’l-Hudûs ve’l-Kıdem” adlı eserini de eklemek ge- Porphyrius’un Eisagoge’sini (İsâgoji) Arapçaya çevirmiş-

rekir. KOZMİK ODA YAYINCILIK tir.

(Cevap E) (Cevap C)

205 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 1

1. Batı’dan yaklaşık 90 yıl sonra Osmanlılar zamanında Tür- 6. Belçikalı filozof Paul Ortegat din felsefesiyle ilgili çalış- kiye’de ilk defa din felsefesinden söz eden ve okutan Mus- malarını, Din Felsefesi adıyla, önce tek bir cilt halinde tafa Şekip Tunç olmuştur. 1938 yılında, sonra ilavelerle iki cilt halinde 1948 yılında yayınladığı eserinde toplamıştır. Ortegat’a göre din fel- (Cevap E) sefesi, felsefi bir disiplindir. Çağdaş felsefede eleştirel bir 2. Din Felsefesinin özellikleri; konumdadır. Din felsefesinin görevi doğrudan doğruya • Eleştirir, tarafsızdır, nesneldir. dinin ve dini olguların incelenmesi değildir; birey, Tanrı ve cemaat anlayışlarının realist bir tenkitçiliği olarak belirle-

• Özgür düşünceye önem verir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nebilir ve tarif edilebilir. Kısaca onun felsefi yaklaşımı ten- • Sorgulamaya önem verir. kit ve ontoloji disiplinleri üzerine inşa edilmiştir. Bunlar üzerinden Ortegat, felsefesinde dini bir metafizik genel • Dini veya dinleri genel olarak inceler. felsefedeki metafizik, değildir; bir dinin metafiziğidir. C seçeneğindeki amacı insanların inancını güçlendirme din felsefesinin değil Teoloji’nin özelliğidir. (Cevap B)

(Cevap C)

3. İbn Sina’nın din felsefesi onun metafiziği ve ahlâk felse- fesiyle yakından ilgilidir. Öte yandan birer formel kalıptan 7. Gourd’un din felsefesine baktığımızda o, felsefesini ka- ibaret olan ahlâkî kavramlara içerik kazandırma zorunlu- nonik/yasal denen bir felsefi disipline dayandırmaktadır. luğu, maddî haz ve elemlerle veya deneme sınama yo- Kanonik, genel olarak, doğruyu yanlıştan ayırmaya ya- luyla iyi ve kötüyü belirle-menin imkânsızlığı, ayrıca in- raya “kurallar ilmi” demektir. Bu kurallar ilmi mantıksal pa- sanın mutluluğu için vazgeçilmez değer taşıyan soyut rametreler üzerinden evrensel doğrular üretmektedir. O, metafizik gerçek-lerin her seviyedeki insana anlatılması din felsefesini, evrensel bir bilim olarak görmektedir. Din mecburiye-tinden doğan dil sorunu gibi hususlar dikkate felsefesi, kanonikin bir parçası, yani ona dayanan bir di- alındığında, sırf insan aklı ve manevî melekeleri açısın- siplin olduğu için mantıksal bir yöntem kullanır; mantığın dan bakıldığında anlaşılabilir, yaşanabilir hakiki bir dinin kuralları ve kaideleri, din felsefesinin de kuralları ve kai- varlığı zorunlu olmaktadır. deleridir. Mantıktaki değerler, din felsefesi için de geçer- (Cevap E) lidir. Mantıkta olduğu gibi din felsefesinde de; değer ve kural fikri, doğrudan doğruya tecrübeden alınmazlar; fa- İmkân Deliline göre her mümkün olanın bir hareket etti- DİKAB SORU BANKASI 4. kat tecrübeye ve düşünceye konulurlar ve tatbik edilirler. reni vardır. Sonradan var olan, yok iken var olan nesne demektir. Mümkün varlık demek, yokluğa ve varlığa ka- (Cevap C) biliyeti olan demektir. Var olma ve var olmama nitelikleri- ni içinde taşıyan (mümkün) nesnenin var olmasını sağ- 8. Hegel’den sonra, din felsefesinin bir disiplin olarak geliş- layan, kendi dışındaki mümkün değil zorunlu bir varlıktır, mesine katkıda bulunan en önemli felsefeci, Fransız Je- yani Allah’tır. Allah, bu açıdan var olması zorunlu varlık, an-JacquesGourd (1850-1913)’dur. Gourd din felsefesi- yani vacibü’l-vücuttur. ne özel bir statü kazandırmaya çalışır. Ancak Din Felse- fesi adlı eserini tamamlayamadan ölmüştür. Bu eser, onun (Cevap C) din felsefesi konulu Cenevre Üniversitesinde birçok kez 5. Din felsefesinde ortaya çıkan düşünsel farklılar üzerine tekrarladığı ders notlarından oluşmaktadır. Gourd, genel Ortegat, çeşitli antinomik çözümlemelerde bulunur. Anti- felsefe yaklaşımı itibariyle, yeni tenkitçilik ve Fenome- nomik çözümlemeden kasıt; doğru bir din tanımı ortaya nizm akımlarına dahil olduğu için, din felsefesi anlayışı koymaktır. Bu antinomileriOrtegat şöyle sıralar: Madde da doğal olarak bu akımlara dayanır. Ona göre din felse- ve ruh, düşünce ve fiil, içkinlik ve aşkınlık ve birey ve to- fesinin iki esas konusu vardır: lum antinomisi onun din felsefesinde tenkit yönetm, on- I. Dini evrenin belirlenmesi, toloji ise içeriktir. Ortegat için, din felsefesinin en önemli meselelerinden birisi, dinin tarifi, menşei ve tabiatı me- II. Din olgusunun özünün ve sürecinin açıklanması. selesidir. Ona göre din ontolojik, tecrübi ve felsefe gibi Gourd’a göre, din insanlığın başlangıcında her şeydi. Ya- birbirinden farklı üç alanda inceleme konusu yapılmıştır. ni din merkezdir. Bilimlerin özüdür. Bilimler dinin bu özün- O bu konuda öncelikli olarak tarihçilerin, sosyologların, den ortaya çıkarak ayrışmışlar ve zamanla çeşitli alt di-

psikologların ve filozofların tezlerini eleştiri konusu yapar. KOZMİK ODA YAYINCILIK siplinlere ayrılmışlardır.

(Cevap A) (Cevap D)

206 DİN FELSEFESİ Test • 1

9. Hegel’de birbirini tamamlayan iki farklı din kavramı var- 12. Din felsefesinde son zamanlarda üzerinde tartışılan ko- dır: nulardan biri de mucize konusudur. Mucize; maddi dün- yadaki olayların doğal düzeninde meydana gelen kırıl- I. Tarihi veya formel din kavramı malara verilen addır. Yaşanılan kırılmalar kimi zaman “do- II. Mutlak veya felsefi din kavramı ğanın yasalarının ihlali” olarak görülür. Genellikle bunla- Tarihi din kavramı, Tanrı’nın insanlığa vahyettiği belirlen- ra Tanrı’nın veya olağanüstü bir güce sahip bir varlığın miş dinlerdeki din kavramıdır. Bu dinlerdeki din kavramı- neden olduğu söylenir. Dinsel inanca göre ise mucize, nın özünü, Tanrının kendisi hakkındaki insanların bilme- doğa yasasına aykırı düşen, doğaüstü bir gücün yani Tan- si gereken bilgiyi doğrudan doğruya insanlığa vahyetmiş- KOZMİK ODA YAYINCILIK rı’nın eyleminin sonucu olan, doğal kavramlarla açıkla- tir. Bu anlamda vahiy mahsulü dinler, insan eseri değil- namayan ve insanın kavrayışını aşan olay ya da oluşu- dir. Hegel’e göre tarihi dinlerin her birisi, mutlak din kav- ma verilen addır. Kısaca mucize, Tanrı’nın doğal olayla- ramının aşama aşama gelişen birer mertebesidir. Mutlak rının akışına müdahalesidir. Olağanüstü olaylar mucize din, insanın felsefe yoluyla, bütün hakkında elde edebil- olarak adlandırılır. Mucizelere genellikle dini bir önem at- diği bilgi ve şuur halidir. Buradaki bütün, Tanrı ile beraber fedilir. evren ve insanın kendisidir. O halde mutlak din, tarihi din (Cevap E) kavramının felsefe yoluyla genelleştirilmesi ve bütünü içerik olarak alçak şekilde onun transformasyonudur. Mut- lak din kavramı, tarihi din kavramını ortadan kaldırmıyor; 13. Jung’a göre “kişilik, birbiriyle etkileşimde bulunan çok sa- onun felsefi olarak genelleştirilmesi ve ona yeni bir şekil yıda sistemden oluşur. Bu sistemlerden her birinin tek ba- veriyor. O halde mutlak din, tarihi din kavramının felsefi şına önemli bir fonksiyonunun olmasının yanı sıra, birlik- bilgisinin ruhta oluşturduğu dindir. te birbirleriyle etkileşim halinde iken söz konusu olan bir (Cevap E) kişilik yapısı vardır.”

(Cevap A)

10. Hegel’de din genel bir paradigmadır. Tarihte ortaya çıkan tüm dinler –İslam hariç– bu kategoriye girmektedir. Din- İslam dünyasına din sosyolojisinde gerçek bir öncü ola- ler, aynı zamanda en basit çeşitlerinden, Hristiyanlığa ka- 14. rak kabul edilecek olan alimlerden biri şüphesiz el-Gaza- dar sürekli diyalektik ve tarihi bir ilerleme göstermişlerdir. li’dir. Onun eserleri, konu ve hacim bakımından tek bir Hegel’e göre tarihi din, dinlerin en sonuncusu olan ve ay- DİKAB SORU BANKASI branş çerçevesinde kalmayacak kadar geniş birer ilim nı zamanda pozitif veya mutlak olarak tanımlanan Hris- mahsulüdürler. Konumuzu da yakından ilgilendiren beli tiyanlıktır. başlı eserleri şunlardır; (Cevap D) El-Munkız min ed-Dalal Tehafüt el-Felasife İhyau Ulum ed-Din Faysal et-Tefrika beyne’l-İslam ve zendika Kimya-i Saadet el-iktisad fi’l-itikad 11. Hegel, din felsefesinin yöntemi konusunda Spinoza gibi (Cevap E) düşünür. Hegel’e göre sadece din felsefesinin değil, hiç- bir felsefi ve bilimsel disiplinin kendine has bir yöntemi yoktur. Bütün disiplinler için tek bir yöntem vardır; bu da her disiplinin konu aldığı kavram, fikir veya doktrinin ken- disidir. Neticede din felsefesi, hem fikir hem doktrin ve hem de yöntemdir. Hegel’e göre din felsefesinin amacı din-bilim çatışmasını ortadan kaldırmaktır. Önemi de bun- dan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla din-bilim çatışması- nı ortadan kaldırmak için din felsefesinin varlığı zorunlu- dur. Dinin felsefede felsefi tarzda ele alınması ve Hegel’in

kendi felsefesi bu çatışmayı gidermeye yöneliktir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A)

207 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 1

15. Dolaysız gözlemi yapacak kişiyle ilgili bazı niteliklerden 18. Sosyolojide ve tabii ki din sosyolojisinde, zincirleme sü- bahsetmek gerekir. İlkin, gözlemcinin bakmasını ve gör- reçlerin veya bir olaylar yahut olgular grubunun inceleme mesini iyi bilmesi lazımdır. Ayrıca gözlemin yönetilmesi konusu yapılmasının yanı sıra, münferit olayların incele- de çok önemlidir. Zira, dolaysız gözlemin yapılışının ken- mesi de söz konusu olabilmektedir. Buna “vak’a incele- dine has bir tekniği bulunmaktadır. Bu tekniğin safhaları mesi” denmektedir. Bu usulle bir kişinin veya bir grubun da şunlardır; yahut daha geniş bir toplumun hayatındaki bir olay ya da görünüş sınanabilir. • Öğrenme (Cevap E) • Hazırlanma KOZMİK ODA YAYINCILIK

• Sezme

(Cevap A)

16. Teori: Deneye imkan veren bir alanda, sistematik tahmin ve açıklamalar getiren kavramlardan oluşmuş fikri bir alet- tir. Aslında her bilim teoriye dayanır. Zira olaylar arasın- daki karmaşık ilişkiler ancak teorilerle bir “paradigma” ya yahut düşünce “model”ine oturtulabilirler. Ancak bilim di- namiktir. Bu bakımdan teorilerde zamanla deneysel ol- gularca doğrulanabilir ve daha güçlü bir konuma gelebi- lir yahut yanlışlanabilir ve gerçeklerlini yitirirler.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

17. Anket sözcüğü oldukça genel bir anlama sahiptir ve ger- çekte anketlerin çok değişik türleri mevcuttur. Her halü- karda hemen her anket araştırma konusu ile ilgili bir ta- kım sorunları içerir. Sayısal anket, sosyolojinin yanı sıra din sosyolojisi araştırmalarında da giderek geniş bir kul- lanıma erişmektedir. Sayısal bir anket, şu dört aşamada gerçekleştirilir;

I. Hipotezlerin kurulması

II. Gözlem planının oluşturulması

III. Değişkenlerin belirlenmesi

IV. Değişkenler arasındaki ilişkilerin analizi KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap C)

208 DİN FELSEFESİ Test • 2

1. Din, insanlık kadar eski bir sosyal kurumdur. İlkel toplum- 4. XIX. yüzyılda din felsefesi, sınırlı sayıda düşünürü ilgi- lardan modern zamanlara kadar din, daima var olmuştur. lendirmiş görünmektedir. Ancak XX. yüzyılda din felsefe- Din hayatın her alanı ile ilgilidir. Bu nedenle farklı bilgi ve- si alanında bir canlanmanın olduğu söylenebilir. ya bilimsel alanlarının (din psikolojisi, din sosyolojisi, din İsviçre’de Jean-Jacque Gourd, fenomenolojisi ve din felsefesi gibi) konusu olabilmiştir. Fransa’da Henry Dumery, Din felsefesi, felsefe terminolojisine modern zamanlarda Danimarka’da Harald Höffding girmiş bir kavramdır. Dolayısıyla din felsefesi, genç bir bi- lim dalıdır. Felsefenin bir alt disiplinidir. Din felsefesi ge- Belçika’da Paul Ortegat,

nel olarak din üzerine felsefi olarak düşünmektir; yani di- KOZMİK ODA YAYINCILIK din felsefesinin bir bilim dalı veya disiplin olması için uğ- nin kendisini, çeşitli görüntülerini, kavramlarını, iddiaları- raşan kimselerdir. Ayrıca İngiltere ve Amerika gibi ülke- nı eleştirel, sistemli ve rasyonel açıdan incelemektir. lerde, genelde, din felsefesi, teoloji şeklinde anlaşıldığın- dan, bu özellikte birçok din felsefesi yazarı ortaya çıkmış- (Cevap A) tır; onların en meşhurlarına örnek olarak John Hick gös- terilmektedir. Günümüzde ise din felsefesi, Batıda birçok üniversitede okutulmakta ve birçok filozof veya düşünü- rü ilgilendiren akademik bir uğraş alanı halini almıştır. Ay- nı veya benzer adlarla birçok eser ve makale kaleme alın- mış ve alınmaktadır. Burada din felsefesi tarihinde din 2. Tasavvuf psikolojisi varlığı, sınırlı fiziksel dünya ve zihin- felsefesi üzerine doğruda yazan bazı filozofların düşün- sel anlayıştan sıyrılarak, bütünsel olarak anlamaya çalı- celeri genel olarak ele alınacaktır. şan bir sistemdir. O, sahip olduğu yapıyla, bireysel, kişi- (Cevap B) sel, kuramsal ve uygulamaları bir psikoloji olarak tanım- lanabilir. Geleneksel bir kaynak olarak yüzyıllardır kulla- nılan tasavvufun insan ve psikoloji görüşü, geniş ve ay- dınlatıcıdır. O, insanı kendisiyle, diğer varlıklarla ve ya- ratıcısıyla uyumlu; üretici, rahat, kabiliyetli ve istekli bir hale dönüştürmeye çalışır. İnsandaki olumlu özellikleri baskın ve işlevsel hale getirmeyi sağlar. Tasavvuf, insa- nın görülen-görülmeyen, bilişsel-duyuşsal, maddi-mane-

vi, içkin-aşkın ve dünyevi-uhrevi uzanımlarını, kendine DİKAB SORU BANKASI has yöntemleri kullanarak, tüm boyutlarıyla kapsayan bir psikolojik yaşantıdır.

(Cevap A)

5. Din felsefesi terimi felsefe literatürüne girişi oldukça ya- kın bir tarihte olmuştur. Tabirin felsefede sık kullanılan bir terim olmasına Hegel’in Din Felsefesi Üstüne Konferans- 3. Georg Wilhelm Friedrich Hegel; (1770 - 1831). Felse- lar başlıklı eseri sebep olmuştur. Bu durum din felsefesi- fede rasyonel bir metafizik kurmuş olan ünlü Alman filo- nin konuları itibariyle, Hegel ile veya ondan sonra ortaya zofudur. Ona göre din felsefesi, felsefi bir disiplindir ve çıktığı anlamına gelmez. Dinin felsefi açıdan ele alınma- genel felsefenin özel bir dalıdır. Din felsefesi ile genel fel- sı meselesi felsefe tarihi kadar eskidir. Din felsefesi kav- sefe arasında, disiplin olma bakımından bir fark yoktur. ramını ilk kez kullanan filozof Hegel’dir. Felsefesi kavra- Ancak konu bakımından bir farklılık vardır. Felsefe, ala- mını ilk kez kullanan filozof Hegel’dir. Felsefe tarihinde nın genel konularıyla ilgilenirken, din felsefesi, bu genel bu alanı bilimsel bir disiplin hüviyetinde ele alıp tartışan konuları din meselesine bağlı olarak özel felsefede fel- ilk filozof da Hegel’dir. Hegel’den sonra, XIX. ve XX. yüz- sefi olarak incelenmesidir şeklinde tanımlayabiliriz. Ko- yıllarda bütün Avrupa’da genelde din konusunda, özelde nusu genel olarak din veya Tanrı’dır. Ayrıca din felsefesi, Hegel’in din ve din felsefesi anlayışının lehinde ve aley- herhangi bir dinin, yani belirli bir dinin değil de, genel ola- hinde bazı düşünürler sistematik anlamda bu alanla ilgi- rak dinin, hem şekil ve hem de içerik olarak rasyonel bir lenmiştir. Bunlar; Hegel’in çağdaşı Schelling, Bergson,

şekilde incelenmesidir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Blondel, Berdaeffe ve J. Caird’dir.

(Cevap E) (Cevap C)

209 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 2

6. Din felsefesine göre din, her şeyden önce insan ve ev- 8. Agnostisizme göre felsefe ve dinin kapsamı içinde kalan ren hakkında bilgi veren ya da bilgi verme amacında olan birçok konuda doyurucu bir bilgiye erişmek imkansızdır. bir kurumdur. Bu bilgi, bilindiği üzere sıradan bir bilgi de- Bu nedenle agnostikler bu gibi durumlarda yapılacak tek ğil metafizik bir bilgi olarak adlandırılmaktadır. Din, yal- şeyin ve gerçek bilgeliğin, bilim konuşmadığı sürece sus- nızca metafizik bilgi taşıyıcısı değildir çünkü o aynı za- mak olduğunu savunurlar. Dini bir çerçeve içinde, Teist- manda bir yaşam tarzıdır. Bir ahlak sistemidir; insanlara lerin Tanrının var olduğu, Ateistlerin Tanrının var olmadı- metafizik bilgiye uygun olarak yaşamlarını emreder. Din- ğı tezinin tersine, Agnostikler, Tanrının var olduğunun ya lerde var olan kurtuluş doktrinine göre dinin emrettiği şe- da var olmadığının, gerek ilke gerekse uygulamada bili-

kilde yaşayanlar daha iyi bir yaşama sahip olacakları ile- KOZMİK ODA YAYINCILIK nemeyeceğini öne sürerler. İnsanın kendi tecrübeleriyle ri sürülür. Bu hayat, bazı dinlere göre bu dünyadır. İlahi elde ettiği olguların ötesinde, hiçbir şeyin varlığının bili- dinlere göre ise özellikle ölümden sonraki hayattır. Özet nemeyeceğini ileri süren bu öğreti, gündelik dilde, genel olarak tanımlayacak olursak din, bireysel ve sosyal yanı olarak dini problemlerle ilgili kuşkuculuk, özel olarak da bulunan, fikir ve tatbikat açısından sistemleşmiş olan, ina- çağdaş bilimsel düşüncenin etkisiyle geleneksel inançla- nanlara bir yaşama tarzı sunan ve onları belli bir dünya rın reddedilmesi anlamında kullanılmaktadır. görüşü etrafında toplayan bir kurumdur. (Cevap C) (Cevap E)

9. Panteizm, “her şey Tanrıdır.” derken, Pan-etezim “her şey Tanrıdadır” demekte ve Tanrı ile alemi, Panteizm gibi bir ve aynı saymamaktadır. Paneteizme göre Deizim ve Te- izmin aşkınlık anlayışı ile Panteizme içkinlik anlayışı bir çeşit İndirgemecilik olarak değerlendirilmektedir. Süreç Teizmi olarak da bilinen bu yaklaşıma göre Tanrının hem değişmeyen ve hem de değişen, hem mutlak hem göre- li, hem zamanın dışında ve hem de içinde, hem sınırsız ve hem de sınırlı olduğunu ifade eder. Görüldüğü üzere Pan-etezmin Tanrı algısı “çift kutupludur”. Bu felsefi yak- DİKAB SORU BANKASI laşımın savunucuları aynı zamanda süreç felsefesinin de temsilcileri olan filozof Witehead ve Hartshone ikilisidir.

(Cevap A) 7. Panteizm, Tanrının maddi veya ruhi bir birlik olduğunu ileri süren felsefi sistemi yansıtmaktadır. Panteizm, teiz- me alternatif olarak ortaya çıkmış bir yaklaşımdır. Pante- izm, Tanrıyla evrenin bir ve aynı olduğunu, sonlu ve sı- nırlı dünyanın ezeli-ebedi, sınırsız ve mutlak varlığın bir 10. Deizmin temel tezleri şu şekilde ifade edilebilir: Tanrı, ilk parçası ya da tezahürü olduğunu savunur. Her şey Tan- neden olarak evreni varlığa getirdiği gibi onu yöneten de- rıdır. Felsefe tarihinde ve dini kültürlerde panteist düşün- ğişmez yasaları da yaratmıştır. Tanrı yaradılışa ve yarat- cenin örneklerini görmek mümkündür. Panteizm denince tığı evrene hiçbir şekilde içkin olmayıp, tıpkı bir saatçinin akla gelen ilk isim şüphesiz Spinoza’dır. İslam dünyasın- saatini imal edip kurduktan sonra, saatiyle bir ilişkisinin da ve ise Tanrı ile alemi ontolojik anlamda bir ve aynı sa- kalmaması gibi, evrene aşkındır. O, evreni yarattıktan yan Spinozacılığa bir yer bulmak imkansızdır. Ancak ba- sonra ona müdahale etmez. Akıl vahiyle uyum içindedir. zı bilginler İslam düşüncesi içinde “panteist sufilik” olarak Uyumsuzluk durumunda vahiy akla uymak durumunda- adlandırılan ve Spinozanın öğretisine kısmi anlamda ben- dır. Din ve onun kutsal metinlerin aklın rehberliğinde ana- zeyen bir yaklaşımının olduğunu iddia ederler. Bu düşün- liz edilmeli. Dinsel evrende mistik ögelere ve mucizelere cenin sistemcisi olarak gösterilmektedir. Kısa- yer verilmemelidir. Deizm, peygamberlere ve dinlere ge- ca onun vahdet-i vücud öğretisi Penteizm bağlamında rek olmadığını iddia etmekte ve bir tür “doğal din” düşün- değerlendirilmektedir. Vahdet-i vücud anlayışı özü itiba- cesini benimseyip savunmaktadır. Voltaire ve Rousseau riyle bir tecrübedir. Spinozacılık ise felsefi bir doktrindir. tarafından savunulan Deizm anlayışı Sekülarizm ve laik-

Bu nedenle İbn Arabi’nin öğretisini yorumlamak zordur. KOZMİK ODA YAYINCILIK liğin gelişimde etkili olmuştur.

(Cevap B) (Cevap B)

210 DİN FELSEFESİ Test • 2

11. Teizme göre Tanrı, doğaya aşkın, yarattığı varlıklardan 14. Ahlaki kötülük, en genel anlamıyla insanın iradesinin kö- ayrı ancak kendisini yarattığı varlıklar aracılığıyla göste- tüye kullanılması sonucu ortaya çıkan hata ya da günah ren, özünde tek olup; kendisine ibadet edilmeye en layık olarak anlaşılmaktadır. Bencillik, kıskançlık, yalan söyle- varlık olarak görülür. Teizmde Tanrı yaratıcıdır; var olu- mek, zulmetmek, öldürmek gibi eylemler ahlaki kötülük şun ve değerin kaynağı olduğu gibi aynı zamanda koru- olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede insan iradesi ile yucusudur da. Tanrının her şeye gücü yeter. O her şeyi kötülük arasında bir ilişkinin var olduğunu söyleyebiliriz. bilir. Tanrı kudret, hakikat ve değer bakımından en yüce Ahlaki kötülük, özgürlüğün kötüye kullanılmasından do- varlıktır. Tanrı sıfatları aracılığıyla tanınabilir. Tezim ilahi ğan tüm olumsuzluklara işaret eder. Şu halde ahlaki kö-

dinlerde var olan Tanrı tasavvuru ile genel olarak aynı an- KOZMİK ODA YAYINCILIK tülük, sadece eylemin başlangıç nedeni olan kötü niyet- lamı taşıdığı söylenebilir. le değil aynı zamanda, eylemin sonuçlarına da referans- ta bulunur. Bu konuda öne çıkan isim filozof Plantinga’dır. (Cevap C) Ona göre ahlaki kötülük, insanoğlunun, kendisi için ah- laki bir değeri olan bir eyleme ilişkin olarak yanlış olanı yapması sonucunda ortaya çıkan kötülük olarak tanım- lar.

(Cevap C)

12. Ezeli, şuurlu, bilen, zamanla ilgili bulunan fakat alemi ih- 15. Batı felsefesinde “teodise” tabirini meşhur eden Leibniz tiva etmeyen varlık; bu anlayışa bazen “Zaman Teizm” olmuştur. Leibniz, Gazali’nin cümlesini adeta iktibas et- adı verilmektedir. Panteizmin gelişmesinde önemli rol oy- mektedir. Yani o da bu alemin mümkün alemler arasında namıştır. LaeliusSocinus ve Jules Lequier’ın Tanrı tasav- en iyisi olduğuna inanmaktadır. vurları böyledir. (Cevap D) (Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

16. Ahlak delili denince filozof Emanuel Kant akla gelir. Kant’a göre öteki bütün deliller, Tanrının varlığını bir bilgi mese- lesi olarak ele almaktadır. Bu bir hatadır. O, bir yandan ahlakın otonomluğunu korumak, öte yandan da inanç ile ahlak arasında makul bir bağın var olduğunu gösterme- ye çalışmaktadır. Böyle bir çabada ahlaktan inanca gide- rek inanmanın rasyonelliğini ortaya koymaktadır. İnanç- tan yola çıkarak ahlakı temellendirmemektedir. Başka bir 13. Determinizm, evrende olup biten her şeyin bir nedensel- deyişle Kant’a ahlaki teolojiye evet, ama teolojik ahlaka lik bağlantısı içinde gerçekleştiğini, fiziksel evrendeki ve hayır demek gerekir. Kant’ın çıkış noktası, insanın ahla- dolayısıyla da insanın tarihindeki tüm olgu ve olayların ki bir varlık olduğu gerçeğine dayanır. Bütün insanlar bir mutlak olarak nedenlerine bağlı olduğunu ve nedenleri araya gelse, tüm insanlığı mutluluğa götüren ahlaki bir tarafından koşullandığını savunan anlayıştır. Determiniz- iyinin gerçekleşmesini sağlayamazlar; çünkü bu, onların me göre evrendeki her sonucun, her olayın gerçekte bir hatta bütünüyle tabiat düzeninin gücünü aşar. Böyle bir nedeni ya da nedenleri vardı; doğanın nedensel yasala- birleşme, Kant’a göre, ancak ahlak kanunlarına göre ale- ra tabi olduğu ve hiç bir şey nedensiz var olmamaktadır. mi yöneten bir Mutlak Aklın varlığı tasavvur edildiği tak- Sonuçlar veya meydana gelen olaylar bizim fiillerimiz ne- dirde hesaba katılabilir. Ahlak ilkesi kişi için temel bir ku- ticesinde ortaya çıkıyorsa, bizde sebepler arasında yer ral olduğu için Tanrının varlığına ve dahi ahiret hayatına

alırız. KOZMİK ODA YAYINCILIK inanmak kaçınılmaz olur. Bu inancı hiçbir şey yıkamaz.

(Cevap E) (Cevap A)

211 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 2

17. Batı felsefesinde daha çok teleolojik delil olarak bilinmek- tedir. Nizam ve gaye delili, şu şekilde ifade edilmiştir:

I. Alemde varlıklarına şahit olduğumuz her şeyde bir düzen görmekteyiz. Yahut en azından, bir düzenin varlığını gösteren bir takım izlere rastlamakta, düze- nin düzensizliğe galebe çaldığına hükmetmekteyiz.

II. Varlıklarda görülen düzen, belli gayelere hizmet et-

mekte, alemde hayatın devamını sağlamaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

III. Şimdi, ne düzen ne de gaye kendi başına ortaya çı- kamaz. Yani varlıklar, kendi kendilerine bir düzen ve gaye seçme imkanına sahip değildir. Hele çeşitli var- lık seviyelerinde bulunan şeylerin bir araya gelmele- ri, bir takım alt sistemler oluşturmaları ve alt sistem- lerim, sonunda alem gibi adeta organik bir bütün mey- dana getirmeleri, ne teker teker var olanların ne de tesadüflerin başarabilecekleri bir şeydir.

IV Bu durumda, aleme bu nizam ve gayeyi veren ilim, kudret, irade ve inayet sahibi bir varlığın bulunması gerekir. İşte bu varlık Tanrıdır.

(Cevap E) DİKAB SORU BANKASI

18. Kozmolojik delilin bir çeşidi olan hudus delilinin en eski şekillerinden birini Gazali’de görmekteyiz. Gazali’nin hu- dus delilini dile getirişi şöyledir;

I. Her hadisin yani yok iken var olan bir şeyin hudus bulması, eş deyişle sonradan varlığa gelmiş için bir sebebe ihtiyacı vardır.

II. Alem hadistir, yani yok iken var olmuştur.

III. Bu nedenle onun varlığa gelişinin bir nedeni olması gerekir ki bu nedende Tanrıdır. Görülüyor ki hudus delili herhangi bir sebebe ulaşmayı değil, yaratıcı ve varlığı devam ettirici olan bir sebebe

ulaşmayı gaye edinmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

212 DİN FELSEFESİ Test • 3

1. Çağdaş dönemde ontolojik delili gündeme getiren düşü- 4. Kudret ve İrade Sıfatları: Ontolojik delil bir yana bırakılır- nür Norman Malcolm’dur. Çağdaş filozof Malcolm’a göre sa, öteki bütün deliller, tanrının kudret ve irade sahibi bir Tanrının varlığı ya mantıken zaruridir ya da mantıken im- varlık olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Özellikle kansız olduğunu gösterememiştir. Bu yüzden O’nun za- nizam ve gaye delili ile Tanrının kudret sıfatı arasındaki; ruri olarak var olduğu sonucunu çıkarmamız gerekir. Tanrının kudreti zıtların birleşmesine taalluk etmez, çün- kü mantıken muhal olanı ortaya koymak bir kudret işi de- (Cevap C) ğildir. Tanrı ilahi tabiatına aykırı düşen şeyleri yapmaz. Mesela, yalan söylemek, aldatmak vs. bilgi, akıl, irade ve

KOZMİK ODA YAYINCILIK kudret sahibi her varlık için mümkündür. Ama bütün bun- lar, ilahi tabiata ters düşer. Yalan söyleyen bir varlık, Tan- rı olamaz.

(Cevap D)

2. Tanrının varlığını ispat etmek veya en azından böyle bir fikri çabaya koyulmak, felsefenin en merkezi problemi ol- muştur. Felsefe tarihinde yer olan tüm önemli filozoflar bu mesele ile ilgilenmişlerdir. 5. Ezeli-Ebedilik Sıfatı: Tanrı için bir başlangıç ve son dü- Tanrının varlığını ortaya koyan deliller: şünülmez. O, hep vardı ve daima var olacaktır. Tanrı, yok- • Ontolojik delil luğu düşünülmeyen vacibu’l-vücud’dur. Eğer O’nun ol- madığı bir zaman düşünürsek, sonradan olduğunu yani • Kozmolojik delil; Hudus delili, İmkan delili hadis bir varlık olduğunu kabul etmek mecburiyetinde ka- • Nizam ve gaye delili; İnayet delili, İhtira delili lırız. Tanrının birliğine nazaran ezeliliği meselesi felsefe tarihinde önemli tartışmalara konu olmuştur. Buna sebep, • Ahlak delili zaman probleminin ezelilik konusuna kendiliğinden gir- • Dini tecrübe mesidir. Yunan felsefesinde bu konu ciddi bir problem olarak çıkmamıştı; çünkü ezeli varlıklar zaten birden faz- (Cevap B) laydı. İslam felsefesinde bu konu tartışmalıdır. Örneğin

DİKAB SORU BANKASI Gazali’ye bakılırsa, felsefe, Allah’ın ezeliliği konusunda sıkıntıya girmiştir.

(Cevap B)

3. Tanrının varlığını ispat etmek veya en azından böyle bir 6. Birlik Sıfatı: Tanrı birdir ve tektir. Bütün klasik deliller, fikri çabaya koyulmak, felsefenin en merkezi problemi ol- Monoteizme işaret etmektedir. Sözgelişi, iki Tanrı düşü- muştur. Felsefe tarihinde yer alan tüm önemli filozoflar nürsek Vacibu’l-vücud’dan bahsedemeyiz; çünkü o za- bu mesele ile ilgilenmişlerdir. man bu terimin hiçbir anlamı kalmaz. Yine iki veya daha Tanrının varlığı ile ilgili bir takım deliller veya ispat şekil- çok Tanrı düşünürsek, Kur’an’ın deyimiyle yer veya gök- leri geliştirmenin nedenleri: ler fesada uğrar; yani hiçbir düzen kalmaz ve alem Tan- I. Dinlerin sahip oldukları kutsal metinler rıların farklı gayelerinin bir arenası haline gelir. İkinci ola- II. Dinselliğin bireylerin hayatında taklidi, tahkik ve zevk rak, Tanrı mürekkep olmaması, basit olması bakımından dereceleri bağlamında yaşanılması da tektir. Tanrı cüzlere, fasıllara bölünemez; bundan do- layı da O, mantıki açıdan, bir tarife tabi tutulamaz. Üçün- III. Dini metinlerin yorumlanmaya açık olmamaları cü olarak, Tanrı kendine özgü bir varlık olduğu içinde tek- IV. Dini düşünce ve bilgiler, öteki alanlarda elde edilen tir. O, kendisinden başka bir tarafından varlık verilmemiş düşünce ve bilgilerle sürekli temas halinde olması olan, sebebi olmayan bir Vacibu’l-Vücuddur. Bütün bun- V. Felsefi sistemin kendisinden kaynaklanan nedenler lar, Tanrının tek olduğu anlamına gelir. Ayrıca Tanrı, sı- de Tanrının varlığı problemini dolayısıyla delilleri tartış- fatları bakımından da tektir. O’nun bilgisi, kudreti vs. özel-

mayı gerekli kılabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK likleri hiçbir varlığınkilerle mukayese edilemez.

(Cevap A) (Cevap E)

213 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 3

7. Tanrıya bir takım sıfatlar affetme konusunda dinle fel- 10. Katı akılcılığın ana fikri İngiliz matematikçi W. K. Clifford sefe arasında görüş birliği olmamasının sebepleri (1845-1879), John Locke (1632-1704) ve Thomas Aqu- şunlardır; innas (1224-1274) ve çağdaş felsefeci RachardSwinbur- • Din felsefenin, felsefe de dinin bazı sıfatlarını kabul ne (d. 1934) tarafından etkili bir şekilde dile getirilmiştir. etmeye yanaşmamaktadır. Clifford’a göre dinsel inanç yetersiz delillere dayanma- malı. Bunun insanlar için ciddim sıkıntıları vardır. Clifford, • Sıfatlardan bahsedince onların bağlantılarından da bu konuda denize açılan ve dayanıklı olmayabileceğine bahsetmek gerekir. dair şüpheler barındıran gemi örneğini öne sürer. Lock’un

• Sıfatlar bizi doğrudan doğruya Tanrı-alem ilişkisi prob- KOZMİK ODA YAYINCILIK meşru bir inanç için gerekli olabilecek standartları Clif- lemine götürmektedir. ford’un ifade ettikleri ile özde aynıydı. Aquinnas, Clifford ve Lock’tanayrılmakla birlikte o da özenli akli araştırmay- (Cevap A) la dinin hakikati lehine inandırıcı bir delil oluşturmanın mümkün olduğu kanaatinde özellikle Lock’la hemfikirdir. Swinburne göre ise katı akılcı imana baştan savma su- rette başvurmaz; inandığı şeyin doğruluğunu ispatlama- 8. Eleştirel Akılcılık, hem imancılığın hem de katı akılcılığın ya çalışır. hatalı oldukları savına dayanan alternatif bir yaklaşım. (Cevap B) Eleştirel akılcılar, dini inançları değerlendirilmesinde ak- lın sonuna kadar kullanılması gerektiğini savunur. Katı akılcılığa benzer bir vurgusu vardır. Ancak bu yaklaşıma göre akli değerlendirmelerinin kendisini de eleştirir. Katı akılcılıkta var olan aşırı derecede iyimserliğe karşı daha mütevazi sınırlı akıl görüşünü kabul eder. Kısaca eleşti- rel akılcılara göre imancılardan farklı olarak, dini inanç sistemlerini aklen eleştirmek ve değerlendirmek müm- 11. Katı akılcılık, “Bir dini inanç sisteminin hakkıyla ve akli bir kündür. Katı akılcıların aksine ise ortaya çıkan değerlen- şekilde kabul edilmesi için, bu inanç sisteminin doğrulu- dirmelerin husui bir sistemin doğru olduğuna dair evren- ğunu ispatlamanın imkanı zordur.” diyen yaklaşımdır. Bu- sel olarak ikna edişi ispata götürmenin zor olduğudur. rada kullanıldığı haliyle, katı akılcılık hem İrrasyonalizmin Eleştirel akılcılar, özellikle hiçbir zaman kendi dini inanç- hem de imancılığın çelişiğidir. Bu anlamda katı akıcılık genel olarak inançlarımız ve fillerimiz konusunda akla gü- larının doğruluğuna ve güvenirliğine dair tartışmaların ni- DİKAB SORU BANKASI hai sonucuna ulaşmış olma konusunda son ve temelli venmeyi gerektirir. Bu yaklaşımı savunanlara göre her- olarak karar verebilecek durumda olmaması konusunda hangi bir dini inancın, makul düşünen bir insanı inandı- eleştirilmişlerdir. Görmüş olduğumuz üzere, eğer katı akıl- racak şekilde ispatlanması gerekir. cılığı ve imancılığı reddedersek eleştirel akılcılık nere- (Cevap C) deyse otomatik olarak ortaya çıkar. Eleştirel yaklaşım, akılcılık düşüncesine çok yakındır. Eleştirel akılcılık da- ha çok Karl Popper’ın çalışmalarında görülmektedir.

(Cevap C)

9. Tanrı hakkında ileri sürülen kanıtların veya rasyonel-fel- sefi araştırmaların sonuç verici olmaması olgusu, din ko- nusunda bazı insanları İmancılık (Fideizm) diye adlandı- rılan bir tutuma sürüklemiştir. Bu görüş, genel olarak din- 12. Din Üstüne adlı eseriyle F. Schleirmacher (1768-1834), sel bilgimizin, özel olarak Tanrı hakkındaki bilgimizin akıl- dinin aslında ne olduğunu ortaya koyarak, ondan nefret sal veya doğal bilgiye değil, yalnızca imana dayanması eden insanlara, gerçekte nefret ettikleri dinin bu değil de, gerektiğini söyleyen görüştür. Bu görüşe göre dinin ken- dogmalar ve kurumlar olduğunu göstermeye çalışır. Bu- disi rasyonel bir konu olamadığı için, rasyonel olarak an- nun için önce dinin ne olduğundan bahseder. Ona göre

lamaya çalışmak doğru değildir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Tanrı dini hislerle ve yaşantıyla bulunur.

(Cevap A) (Cevap D)

214 DİN FELSEFESİ Test • 3

13. Akılcılık (Rasyonalizm), evreni bir bütün olarak düşünce 16. Din dilinin özellikleri şunlardır: yoluyla yorumlamayı, bireysel ve toplumsal yaşamı aklın • Din dili, kişinin görünen alemin ötesinde var olan me- ilkelerine göre düzenlemeyi amaçlayan tavırdır. Genel bir tafizik alem hakkındaki düşüncesine dayanır. biçimde değerlendirildiğinde, İrrasyonalizmin tersine, akıl • Din dili, görünen gerçekliğin ötesinde bulunan varlık- yoluyla kazanılan bilgiye duyulan inancı, doğaüstü kay- lara ait vukufiyettir. naklardan kazanılan bilgiye duyulan inancı, duyguların yerine de, akla duyulan inancı ifade eden yaklaşım ya da • Din dili, Allah veya din hakkında konuşmaktır. tavırdır. • Din dili, belli bir inanç esasına dayanmalıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap E) • Din dili, inançla ilgili sübjektif bir kanaate dayalı nite- lik taşıması gerekir. Örneğin, Mü’min bir kişi, Tanrı, iyilik, kötülük vb. kavramlar hakkında konuşurken il- gili kavramlar hakkında kendi düşünce ve kanaatle- rini dile getirmiş olur.

• Din dilinin konusunu, önemli oranda Allah’ın varlığı, mahiyeti, Onun insan ve alemle olan ilişkisiyle alaka- lı ifadeler oluşturmuştur.

• Din dilinin bu tip özellikleri bünyesinde barındırması, inancın sırf zihinsel bir tutum ve kanaat değil; aynı za- manda ahlaki boyuta da sahip olduğunu ifade eder. İmanın bu hususiyetleri göz ardı edildiğinde, din ve 14. William Alston (d. 1921), “Tanrı hakkındaki inançlarımızı, dolayısıyla da dini ifadeler doğru olarak anlaşılma- Tanrıyı algılayarak elde edebileceğimizi” söyler. “Nasıl ki maktadır. günlük tecrübelerimizde varlıkları algıyla kavrıyorsak Tan- rıyı da algı ile kavrayabiliriz.” der. Böylece Alston da dini (Cevap C) tecrübeyi Tanrıyı bilmede, dolayısıyla din konusunda önemli bir yere koyar.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

15. Mustafa Şekip Tunç’un din düşüncesine baktığımızda ona göre dinin esası değerdir. Yani din değerden ibaret- tir. Din konusunda Tunç, tamamen Kant’ın etkisi altında- dır. Ayrıca Tunç’a gire dinin, bilme işlevi yoktur; sadece değer koyma ve değerleri koruma işlevi vardır. Değerle- ri, ruhta oluşan dini şuur algılar ve tecrübe eder. Bu tec- rübeden dini duygu hasıl olur. Dini şuur, zihinsel yani dü- şünsel olmaktan ziyade, pratiktir ve pragmatiktir. Din, de- 17. Din felsefesinin ana konuları şunlardır: ğerlerin tecrübesini yaparken, bunların bir tepkisi olarak dini duyguyu doğurur; dini duygu, dini tecrübenin bir tep- • Din dili, dini tecrübe, iman ve akıl, Allah’ın sıfatları, Al- kisidir. Din varlığını dini duygularla devam ettirir. Bu duy- lah’ın varlığı ile ilgili deliller, hürriyet, determinizm, hür- gu olmaz ise, din olmaz. Konusu değerler olan dini duy- riyet, determinizm ve Tanrının sıfatları, Tanrı tasavvur- gu en geniş manasıyla ideale bağlı olma duygusudur. Di- ları, Din ve bilim, Din ve Ahlak, Dini Çoğulculuk, Ölüm ve Sonrası, Mucize nin esasını, işte bu deruni dini duygular oluşturur. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D) (Cevap B)

215 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 3

18. Din felsefesinin ele aldığı başlıca problemleri olarak şöy- le gruplandırabiliriz:

– Metafizik problemler: Metafizik, felsefenin en esas- lı konusudur. Tanrının varlığı, mahiyeti, sıfatları, var- lıkla olan içlin veya aşkınlık durumu, alemin yaratıl- ması, bu yaratılmanın gayesi, nübüvvet ve eskatolo- jik meseleler.

– Psikolojik problemler: Felsefe, burada insan ruhun- KOZMİK ODA YAYINCILIK dan, psişik durumlardan ve psikolojinin verilerinden hareketle, dini tecrübe, dini bilinç vb. problemlerde çeşitli sonuçlar ortaya koymaktadır.

– Epistemolojik problemler: Dine epistemolojik yak- laşım, bilgi-iman ilişkisi, vahyin bilgi kaynağı olarak durumu, felsefe, dini ve bilimsel açıklamaların özel- likleri ve karşılaştırılmasının ele alınması gibi mesele- lerdir.

– Kültür ve Pratik ile İlgili problemler: Bu bağlamda dinin sanat, edebiyat, politika ve ahlakla ilgili konular ele alınmaktadır.

– Dil ve Mantıksal Problemler: Dini kavramların man- tık ve dil yönünden analizi gibi konulara bu çerçeve- de ele alınmaktadır.

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI KOZMİK ODA YAYINCILIK

216 DİN FELSEFESİ Test • 4

1. Ontolojik kanıt gerek Batı dünyasında ve gerekse İslâm 3. Dünyanın sonu anlamına kullanılan bir kavramdır. İslam dünyasında önemsenen ve ateistlere karşı dile getirilen inancına göre, alemin başı olduğu gibi sonu da vardır. bir delildir. Her iki dünyada da çeşitli düşünürlerce Tan- Ancak bu sonu bilmek insan gücünün dışındadır. İnsanın rı’nın, en mükemmel varlık olduğu ve varlığının bir nede- ömrü gibi alemin ömrünü belirleme hususundaki bilgi Ce- ni bulunmadığı ifade edilmiştir. nab-ı Hakk’a aittir. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle di- Bu kanıtı dile getirenlerden St. Anselm (1033-1109) Tan- le getirilmektedir. “Kıyametin ne zaman kopacağını sana rı’yı, “kendisinden daha mükemmeli kavranamayan var- sorsalar. De ki: onun bilgisi sadece Rabbimin nezdinde- lık” olarak tanımlamış ve Tanrı’nın varlığını inkâr edenle- dir. Onun vaktini kendisinden başka kimse açıklayamaz rin zihninde dahi bu fikrin olduğunu iddia etmiştir. O, sa- KOZMİK ODA YAYINCILIK …” (A’raf, 7/187), “Kıyametin ne zaman kopacağını bil- dece zihinde var olan mükemmel varlık kavramının dü- mek, ancak Allah’a aittir” (Lokman, 31/34). Hz. Peygam- şünülemeyeceğini belirtmiş ayrıca bu kavramın zihinde ber’den sonra elçi gönderilmeyeceği için ona ahır zaman olduğu kadar dış dünyada da var olduğunu iddia etmiş- Peygamberi, ümmetine de ahir zaman ümmeti denmiş- tir. Bu kanıtı dile getiren en önemli kişilerden biri de ünlü tir. filozof Descartes’tır (1596-1650). Descartes’a göre biz- (Cevap B) ler zihnimizde en yüce derecede yetkinliğe sahip bir var- lık fikrini taşımaktayız. Bu varlık da Tanrı’nın kendisidir. Tanrı kavramı insan zihnindeki matematik bir kavram ka- dar açık ve seçiktir. Descartes’a göre Tanrı’nın yokluğu- 4. Deizm’in iddiaları şu şekilde sıralanabilir: nu düşünmek mümkün değildir. Çünkü Tanrı’nın var ol- • Sadece tek bir Tanrı vardır. ması Tanrı kavramının ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıy- • Tanrı bütün moral ve ahlaki erdemlere en üst seviye- la o, hem zihnimizde yer almakta hem de gerçek olarak de sahiptir. var olmaktadır. Descartes’e göre zihnimizdeki en mükem- mel varlık fikrinin bulunması Tanrı’nın varlığının bir ispa- • Her şeyi bilen, gücü yeten Tanrı’nın etkin güçleri, dün- tıdır. Çünkü kendi doğa ve çevremizden böyle bir fikre yanın ilahi güç tarafından yaradılışı ve bizzat Tanrı’nın ulaşmamız mümkün değildir. Tabiat bir yönüyle eksiktir. eseri olan moral ve fiziki doğa yasaları eliyle düzene Çünkü o maddîdir. Dolayısıyla eksik bir kaynaktan mü- sokuluşunun ifadesidir. kemmellik kavramı çıkmaz. Olsa olsa bu kavram, mü- • Olayların düzeni Tanrı’nın genel inayetini ifade eder. kemmel varlığın kendisinden kaynaklanmıştır. • Bunun dışında Tanrı’nın inayetinden, onun dünyaya (Cevap A) DİKAB SORU BANKASI müdahalesinden söz edilemez, zira Tanrı’nın müda- halesi ya da mucizeler yasaların hâkim olduğu doğal düzeni bozar.

• İnsanlar düşündükleri ve doğalarına uygun seçimler- 2. Alamet ve nişan koymak anlamında ki a-l-m kökünden de bulundukları zaman, salt kendi başlarına onlara türemiş olan alem, yaratıcının varlığına delalet eden, onun hakikati ve ödevlerini bilme olanağı veren rasyonel bilinmesini sağlayan şeye denir. Alem terimi maddi ve bir doğaya sahiptirler. manevi bütün varlıkları kapsar, tabiat alemi, akıl alemi, (Cevap C) İslam alemi gibi. Kur’an-ı Kerim’de alem kavramının ço- ğulu olan alemin kelimesi birçok yerde kainat ve insan topluluklarını ifade etmek için kullanılmıştır. Rabbu’l-ale- min tabiri ise, Allah’ın canlı ve cansız tüm varlıkların sa- hibi olduğunu ifade eder. Ehl-i Sünnet kelamcılarına gö- re alem cevher ve arazlardan oluşmuştur. Cevher; kendi 5. Henry Dumery (1920-?), Fransız din felsefecisidir. Du- başına boşlukta yer tutan ve arazları taşıyan şey demek- meryHengel’den sonra din felsefecileri arasında, din fel- tir. Araz ise varlığı ancak kendisini taşıyan başka bir var- sefesinin bir disiplin haline getirilmesinde en çok uğraşan lıkla bilinebilen, kendi başına boşlukta yer tutamayan, kişidir. Alanla ilgili önemli çalışmalara imza atmıştır. Din renk, koku, oluşun gibi durum ve özellikleri belirtir. Sürek- felsefesinin metodolojisi ile ilgili görüşlerini, Critique et li değişime uğrayan arazların ezeli olması düşünülmedi- Religion (Eleştiri ve Din) adlı eserinde toplamıştır. Philo- ği gibi arazları taşıyan cevhere ve arazlardan oluşmuş sophie de la Religion (Din Felsefesi) adlı eserinde ise, alem de ezeli değildir; sonradan yaratılmıştır. Alemi yok- Hristiyanlığı konu alan uygulamalı bir din felsefesi yap-

tan var eden de Allah’tır. KOZMİK ODA YAYINCILIK mıştır.

(Cevap E) (Cevap C)

217 KPSS • ÖABT DİN FELSEFESİ Test • 4

6. Deist anlayışa sahip filozoflar; 10. Din problemi, diğer alanlar gibi felsefenin yakından ilgi- lendiği bir konudur. Din ile felsefe arasındaki ilişki felse- • Ebu Bekir er-Razi fenin başlangıçlarına kadar uzanmaktadır. Felsefe tari- • Voltaire hinde dinin, temelde irrasyonel bir alan olduğunu söyle- • Rousseau yen filozoflar vardır. Ancak çoğu filozof, din ve felsefeyi aynı gerçeğin iki ayrı görünüşü olarak kabul eder. Fara- • Hobbes bi, İbn Sina, İbn Rüşt gibi Müslüman filozoflar yanında, Spinoza ise; Panteizm denince akla gelen ilk isimdir. F. Bacon, Descartes, Leibniz, Locke ve Hegel gibi birçok

KOZMİK ODA YAYINCILIK Batılı filozof din felsefesi ile yakından ilgilenmiştir. (Cevap D) (Cevap B)

7. Parçada açıklaması verilen delil Teolojik delil’dir. Gaye ve Nizam delili adıylada anılır.

(Cevap C) 11. Kozmolojik delili kısaca “alem delili” şeklinde adlandır- mak da mümkündür. Adından anlaşılacağı gibi, kozmo- lojik delil, kozmozdan, yani alemden Tanrının varlığına 8. Kapsayıcılık çerçevesinde tek bir din doğruluğu temsil gitmeye çalışan bir delildir. Yani kozmolojik delil yapısı iti- eder; bununla birlikte öteki dinler, değersiz ve hatta şey- bariyle evrenden hareketle Tanrının varlığını ispat etme- tani görülmek yerine, kesin doğru olan bir dinin bazı yön- ye dayanan bir delildir. lerini yansıtıcı veya ona doğru bir yönelim oluşturucu ola- Delilin hareket noktası, var olan bir şeyin varoluşunun ve rak görürler. Seçeneklerde E seçeneğinde yanlış bir ifa- daha geniş anlamıyla varoluşunun kökeninin yeterli bir de bulunmaktadır. açıklamasının yapılması gerektiğidir. Aslında, kozmolo- (Cevap E) jik delil diye tek bir istidlal şeklinden ziyade bir kozmolo- jik deliller ailesinden söz etmek daha uygun olur; çünkü aralarındaki ortak noktalara rağmen oldukça farklı ifade DİKAB SORU BANKASI şekillerine sahip çok sayıda delille karşı karşıyayız.

(Cevap E)

9. Din Felsefesinin özellikleri şunlardır; 12. On yedinci yüzyılda Rasyonalizme altın çağını yaşatan • Dini, Tanrıyı, din-bilim ve din-felsefe ilişkisini konu edi- üç büyük düşünür, yani Descartes, Spinoza ve Leibniz, nen bir disiplindir. delili yeniden ele almış ve ona büyük bir canlılık kazan- • Genel olarak dini veya dinleri eleştirel bir tarzda ele dırmışlardır. Descartes, mükemmel varlık kavramıyla baş- alır. lıyor, sonra böyle bir varlık için “varlığın zorunluluğu”nu öne sürüyor; yani bir bakıma zorunlu varlığı orta terim • Din felsefesinin alanı geniştir; her çeşit din ile dini olarak takdim ediyor ve sonunda kavramdan gerçekliğe problemleri konu edinebilir. geçiyor. Spinoza’ya göre, Tanrı hakkında bir tasavvura • Objektif bir bilimdir. sahip olmak, bir cevheri tasavvur etmek demektir. Varlık ise cevherin mahiyetine aittir. Öyle ise, Tanrı (bir, tek ve • Rasyonel bir bilimdir; aklın bütün olanaklarıyla dinin sonsuz olan cevher) varlığı zorunlu olan bir cevherdir. temel tezlerini sorgular. Onun yok olduğunu düşünmek çelişki doğurur. Leibniz’e • Din felsefesi, felsefe merkezli bir bilimdir. göre, Tanrı fikri mantıken sağlam ve tutarlı bir fikirdir. Bu fikirden “Tanrı zorunlu olarak vardır” sonucunu çıkarabi- (Cevap C) liriz; çünkü O’nun yokluğunu düşünmek Tanrı kavramına

KOZMİK ODA YAYINCILIK bir tutarsızlık ve çelişki getirir.

(Cevap D)

218 DİN FELSEFESİ Test • 4

13. Türkiye’de ilk defa din felsefesi dersi veren ve bu konu- da ilk kitap yazan Mustafa Şekip Tunç din felsefesini, fel- sefi bir disiplin olarak görür. Ona göre, din felsefi doğru- dan dini konu edinmesine rağmen, bir dini bilim değildir. Din felsefesi, dinin kendisini bir mesele yaparak ele alır ve onu objektif olarak inceler. Din felsefesi, tarafsız bir bi- çimde, dinin esas mahiyeti ve değeri üzerine felsefi bir incelemedir. Burada, tarafsızlıktan kasıt, din felsefesi ya-

parken dinin duygusallık yönünü işin içerisine katmamak- KOZMİK ODA YAYINCILIK tadır. Tunç’a göre, din felsefesinin temel amacı, dinin önem ve değerini yeniden eşe almak, din ile bilimin ve felsefenin uyum içerisinde olabileceğini göstermektedir. Bunu yaparken yani din felsefesi dini kendi içerisinde bir mesele olarak ele alırken, din felsefesi bilgi, psikoloji, ah- lak ve sosyoloji gibi alanlara dayanmalı ve felsefenin ge- nel yöntemlerini kullanmalıdır. Tunç’a göre, din felsefesi- nin, felsefeden tamamen ayrı kendisine has bir yöntemi yoktur. Ancak felsefe ve din felsefesi arasında umum ve husus farkı vardır. Felsefenin ana meselesi insanı, din felsefesinin ise insanın dini kişiliğini incelemektedir.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

14. Agnostisizm, bilinmezcilik ya da bilinemezcilik; Teolojik anlamda Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akımdır. Bu akımın takipçilerine agnostik veya bilinemezci denir. Agnostisiz- min iki türü vardır. Zayıf agnostisizme göre hiç kimsenin Tanrı hakkında bir bilgisi yoktur ancak bu belki bilinebilir; güçlü agnostisizme göre ise Tanrı hiçbir şekilde biline- mez. Agnostisizm genel olarak olaylara kuşkucu yakla- şır, kuşkucu sorular sorar ve yanıtları kuşku ile bulmaya çalışır. Agnostik sözcüğünü ilk olarak İngiliz biyolog Tho- mas Henry Huxley 1869 yılında kullanmıştır. Buna rağ- men daha erken düşünür ve yazarların da bu düşünce- ye sahip olduğu bilinir. Örneğin Eski Yunan düşünür Pro-

tagoras da agnostik olarak anılır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

219 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 1

1. Fransa’da dini uygulamalar ve kilise tarihi üzerine yaptı- 3. Anlayıcı sosyoloji geleneğine bağlı olan ve aynı zaman- ğı araştırmalarla öne çıkan Le Bras’ın (1891-1970), din da Weber’in öğrencisi olan Wach’ın (1898-1955) yazdı- sosyolojisine en büyük katkısı, günümüz toplumlarında ğı Din Sosyolojisine Giriş adlı eseri ilk defa sadece bu din ve dini pratikler konusunun sistematik ve sosyolojik alana ayrılmış sistematik bir çalışmadır. Türkçeye de çev- incelemesini yapmış olmasıdır. O, etnolojik ve tarihi yö- rilen bu eser, ampirik bir din sosyolojisinin, konu, metot, nelimli din sosyolojisi yaklaşımlarının aşıldığını göster- alan ve sınırlarının ana çizgilerini anlatmaktadır. Wach, miş, dikkatleri çağdaş toplumlarda din sorununa yönelt- bu çalışmasını daha sonra genişleterek Din Sosyolojisi miştir. Le Bras, hem dolaylı hem de dolaysız gözlem tek- adıyla tekrar yayınlar. Wach’ın aynı zamanda yazılmış en

nikleriyle, Fransız Katoliklerinin dini pratikleri üzerine ge- KOZMİK ODA YAYINCILIK önemli eseri de bu çalışmasıdır. Wach, araştırmasında niş araştırmalarda bulunmuştur. Yaptığı çalışmaları Dini sosyal-dini olayların ansiklopedik sistemleştirilmesini de- Sosyoloji Araştırmaları adlı iki ciltlik bir eserde toplamış- nemektedir. Başka bir ifadeyle o, kuramında dinin sosyo- tır. Burada Fransa’da kırsal ve kent merkezlerinde dini lojik teorisini kurmaya çalışmadığı gibi belli sorunları ay- hayatın sosyolojisini inceleme konusu yapmaktadır. Esa- dınlatmaya da yönelmez. Yaptığı daha çok dinin ortaya sen Le Bras, çalışmalarında daha çok Fransa’daki dini çıkan sosyal biçimlerinin bir görüntüsünü ortaya koymak- hayat üzerinde yoğunlaşmış olmakla birlikte, amacı bü- tadır. tün dinleri araştırma kapsamına almaktı. Bunun için bü- (Cevap A) tün dinlere uygulanabilir bir anket formu geliştirmiştir. An- cak bu amacına rağmen genel din sosyolojisi değil de ki- 4. Din sosyolojisinde Weber’e ilk büyük katkıı Troeltsch lise sosyolojisi yapmış olup bu özel din sosyolojisi alanı- (1865-1923) tarafından gelmiştir. Özel din sosyolojisi ala- nın da öncüsü olmuştur. nında dönemi bağlamında önemli işler başarmıştır. Onun (Cevap D) özel din sosyolojisi alanındaki en önemli eseri Hristiyan Kilise Gruplarının Toplumsal Doktrini’dir. Eserini sadece Hristiyanlığa ayırmış olan Troeltsch, Hristiyan kilise ve mezhepleri üzerine Hristiyan din sosyolojisi yapmıştır. Toplumsal doktrin çalışması ve kilise tarihi düşüncesine uyarlanmasında temel bir yaklaşımdı. Diğer dinlere yer vermemiştir.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

5. Teoloji (İlahiyat);

• Dine ilişkin olgu ve fenomenleri konu edinen ve din- le ilgili olarak geniş kapsamlı bir senteze ulaşmayı amaçlayan disiplindir. 2. Weberyen bir çizgide ve bazı noktalarda Luckmann’dan • Tanrıyı ve insan yaşamanın anlamını, vahyin ya da di- da etkilenen Amerikalı Sosyolog Berger, kuramında in- nin verilerine dayanarak inceleyen bir disiplindir. sanı merkeze oturtan antropolojik ve fenomonolojik bir din sosyolojisinin yöntemlerini geliştirmeye çalışmakta- • Teoloji, dinden dine farklılıklar gösteren bir disiplin- dır. Din sosyolojisi alanında Türkçeye de kazandırılan dir. Kutsal Şemsiye ve Gerçekliğin Sosyal İnşası çalışmala- • Teoloji, belirli bir dini veya bu dine ait konu ve prob- rı önemlidir. Berger dini, kendisiyle kutsal bir kozmosun lemleri ele alarak dini haklı çıkarmaya çalışan bir di- konulduğu insani bir girişim olarak tanımlar. Buna göre siplindir. din ile insan tek yönlü değil, diyalektik bir ilişki içindedir. Din, Berger’in kuramında sosyal bir gerçeklik olarak in- • Teoloji, genel olarak dinin inanç esaslarını konu edi- sanın dünya kurma girişiminde stratejik bir rol oynar, Din, nen bir disiplindir. beşeri aktivite ve beşeri anlamlandırmanın bir ürünü da- • Teoloji, din merkezli bir disiplinidir. ha doğrusu beşeri bir yansıtmanın insan tarafından ku- rulan gerçek dünya onun insan ürünü oluşu inkar edile- • Teoloji, din felsefesine göre daha az akademiktir. rek açıklamakta, böylece insani düzen, ilahi düzene dö- • Teoloji, dogmatik özellikler taşıyan bir disiplindir. nüşmektedir. Böylelikle insan varoluşsal gerçekliğine kar-

şı yabancılaşır. KOZMİK ODA YAYINCILIK • Teoloji, sübjektif bir disiplindir.

(Cevap C) (Cevap D)

220 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 1

6. Bilgi toplama teknikleri ile toplanan bilgiler veya veriler, 10. Bir kavram olarak küreselleşme; hem dünyanın küçülme- dikkatlice tetkik edilerek yorumlanır ve açıklaması yapı- sine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenme- lır. Burada özellikle istatistik tekniklerden yararlanılır. Böy- sine gönderme yapmaktadır. Dünyanın küçülmesi, artık lece psikolojik durumlar sayı içine dökülür, sınıflandırılır dünyada olup bitenlerden kolaylıkla haberdar olmak ve ve olaya etki eden faktörler arasındaki ilişkiler sayısal ola- karşılıklı etkileşimi anlatmaktadır. Bu durum, insanı ken- rak tespit edilerek esas büyük toplumu kapsayacak bi- di ülkesi dışında tüm dünyayla ilgili hale getirmekte ve bir çimde yaygınlaştırılır. Yapılan yorumlar araştırıcının ken- dünyalılık bilinci oluşturmaktadır. Dolayısıyla giderek ar- di inanç ve düşüncesini destekler doğrultuda değil, ob- tan karşılıklı bağımlılık tek bir mekân olarak dünya bilin-

jektif olmalıdır. Peşin yargılardan kaçınılmalıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK cini inşa etmektedir. Bilhassa elektronik karşılıklı bağım- lılık (internet gibi), dünyayı “küresel bir köy” olarak yeni- (Cevap C) den oluşturmaktadır.

(Cevap C)

7. Din psikolojisinde, şahsi dokümanlardan yararlanarak ki- şinin dini yaşantısına nüfuz etme yolu aranmıştır. Bu, baş- lı başına bir metot olmayıp kişinin dini hayatını anlama- ya yaklaşım sağlayan bir araçtır. Şahsi dokümanlar de- 11. Parklar, sokaklar, hastaneler, okullar, tüm devlet dairele- nince otobiyografiler (kişinin kendi başından geçeni ka- ri kamusal alanın sınırları içerisindedir. Fakat ev kamu- leme alması), hatıratlar, mektuplar, itiraflar ve sanata ait sal değil özel alandır. eserler akla gelmektedir. Şahsi dokümanlar, davranış ve yaşantıların bizzat kişi tarafından yapılmış kayıtlarıdır. (Cevap C

(Cevap A)

8. Denetimli gözlem anlamına gelen deney, bilimsel metot- ların en belirgin olanıdır. Deneyi şöyle açıklayabiliriz: Ki- DİKAB SORU BANKASI şinin herhangi bir davranışının üzerinde etkide bulunan çok çeşitli etken (faktör) vardır. Bu faktörlerden birinin ro- 12. Sosyolojinin sistemleşmesi, kurumsallaşması ve kendini lü incelenmek istediği zaman, tüm öteki faktörleri sabit ‘felsefe’den sıyırarak bağımsız bir bilim haline gelmesi tutarak yalnız incelenecek faktörün bulunduğu ya da bu- 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir. İlk defa Aguste lunmadığı hallerde davranışta meydana gelen değişiklik- Comte (1839) tarafından kullanılan sosyoloji kelimesi, La- ler araştırılır. Böylece, şartlar bizim tarafımızdan hazırla- tince “socio” (toplum) ve Grekçe “logie” (bilim) kelimele- nıp, yine tarafımızdan değiştirilebiliyorsa, bu tekniğe de- rinin birleşmesinden meydana gelmiştir. ney metodu denir. (Cevap C) (Cevap B)

9. Bu düşünürler arasında konumuz açısından özellikle Durk- heim ve Weber ikilisi daha çok ön plana çıkmaktadır. Çün- 13. Sözlüklerde “kamu” kelimesi bütün, cümle, hepsi, herkes kü bu ikilinin çalışmaları sonucu sosyoloji, pozitif bir bi- şeklindeki anlamı, bir ülke halkının tamamı, mâşer gibi lim olarak doğrudan dinin sosyal boyutuyla ilgilenmeye anlamlarla gelmektedir. Bu durumda, kamunun öznesi başlamıştır diyebiliriz. Sosyal parçalanma ve sosyal bir- halk olurken, kamusal da herkese açık anlamına gelmek- liğe ilişkin problemlerle ilgilenen Fransız sosyoloji gele- tedir. Kelimenin kökenine yapılan vurgularda “halk” ve neğinin bir üyesi olan Durkheim, gerek sosyolojinin aka- “ortak”lık belirleyici görünmektedir. Buna göre ortak ilgi demik bir disiplin olarak toplumsal bir olgu hüviyetini ka- ve yararlar, herkesi ilgilendiren şeyler, herkese mâl ola- zanmasında gerekse din sosyolojisinin bağımsız bir bi- bilecek konular kamusal alanın konusunu teşkil etmek-

lim formuna kavuşmasında çok önemli bir düşünürdür. KOZMİK ODA YAYINCILIK tedir.

(Cevap B) (Cevap B)

221 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 1

14. Marks, dini ayrıntılı olarak incelememesine karşın, daha 18. Karl Marks’ın değişim kuramı, diyalektik ilişkiye dayalı ta- sonra dine sosyolojik açıdan getirilen yaklaşımlarda et- rihi maddecilik üzerine temellenir. Diyalektik yaklaşım, kili olan, sosyolojinin üç klasik kuramcısından (Marks, toplumsal alanda her varlığın zıtları bünyesinde barındır- Durkheim, Weber) birisidir. Bu üç kuramcı da dinin temel- dığını, bu zıtların çatışmasıyla yeni bir durumun biçim- de bir toplumsal süreç olduğuna, bilimin gelişmesi, ras- lendiğini ve bu sürecin aynı tarzda devam ettiğini ileri sür- yonelleşme ve kalkınma ile birlikte modern zamanlarda mektedir. Marks’a göre bütün tarih, diyalektik ilişkiye da- öneminin göreceli biçimde azalacağına inanıyorlardı. So- yalı üç döneme ayrılabilir: İnsanın özgür olduğu tez dö- nuçta Karl Marks’ın ‘Din afyondur.’ Sözü bu denklemi ta- nemi, teknolojinin etkili olduğu ve insanın yabancılaştığı

mamladı. KOZMİK ODA YAYINCILIK antitez dönemi ve de sınıfsız toplumun ortaya çıkacağı sentez dönemi. Marks’ın düşüncesinde “Şimdiye kadar (Cevap B) ki bütün cemiyet tarihi, bir sınıf mücadeleleri tarihinden ibarettir.”

(Cevap B)

15. Ziya Gökalp’den sonra, uzun yıllar din sosyolojisi çalış- maları yapılamamıştır. Ülkemizde bu uzun kesintiden son- ra nihayet 1943’de Hilmi Ziya Ülken’in (1901–1974), Din sosyolojisi biliminin Cumhuriyet dönemindeki ilk müsta- kil eseri olan “Dini Sosyoloji”si yayınlanır. Yönteminin Durkheimci bir çizgi izlediğini belirten Ülken, eserinde po- 19. Din ve devlet ilişkilerini düzenleyen siyasi bir anlayış ve zitivist-evrimci geleneği sürdürür. hukuki bir ilke olarak yorumlandığında, laikliliğin, yaygın (Cevap C) ve belirgin özellikleri olarak şunları saymak mümkündür: Laiklik, devlet yönetiminin dini esaslara göre yönetilme- mesi, yasaların dini kaynaklar esas alınarak çıkarılma- ması, devletin dinler ve dini gruplar arasında ayırım yap- maması, bütün inanç gruplarına eşit mesafede bulunma- sı, din ve vicdan özgürlüğünü koruması ilkelerini içerir. Bunun dışında laikliğin amaçları arasında dinin toplum- 16. R. Otto, dini “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlamıştır. Ot-

DİKAB SORU BANKASI dan dışlanması yer almaz. to’ya göre din, insanın kutsalla ilişkisidir. Kutsal olarak bi- linen veya kabul edilen şey, öncelikle sadece dini alanda (Cevap D) kendini gösteren özel bir değerlendirmedir. Kutsallık nok- tası, dinin bütünüyle kendine özgülüğünü ifade eder ve aynı zamanda bütün dinlerde ortaktır.

(Cevap B)

20. 14. yüzyılda İslam dünyası özellikle Endülüs gibi bilim merkezleri, siyasi parçalanma ve iç kargaşalarla istikrar- 17. Fundamentalizm köken itibariyle 19. yüzyıl sonu ve 20. sız bir döneme girmiş, Endülüs’ün büyük bir bölümü Hı- yüzyıl başı Amerikan Protestanlığına ilişkin bir kavram- ristiyanların eline geçmiş, hanedanlıklar arasındaki şid- dır. Presbiteryen, Baptist ve Evanjelist grupların püriten detli anlaşmazlıklar ve savaşlar düşünce ve bilimde de yorumunu ifade eden ve İncil’in muhtevasının lâfzen ha- çöküşe neden olmuştur. İslam dünyasının diğer coğraf- kikat ve doğruluğuna inancı vurgulayan yaklaşımdır. İn- yalarında da durum pek farklı değildir. Bilim zihniyetinde cil’deki kutsal buyruklar ve ilkeler inancın temellerini oluş- de skolastik bir döneme girilmiştir. Bu dönemde İslam turur. Geçmişi öven ve kutsal metinlerin yeni yorumları- dünyası artık her yönüyle bir kırılmanın eşiğindedir. İşte na kapalı olan bu yaklaşım öze dönüş çağrısı yapar. Hı- sosyoloji ve din sosyolojisinin kimilerine göre müjdecisi, ristiyan mezhepleri için kullanılan fundamentalizm terimi kimilerine göre mucidi/kurucusu olma onuruna sahip İbn Batılı araştırmacılar tarafından bağlamından soyutlana- Haldun böylesi bir dönemin zirve ismidir. Bir dünya tarihi rak İslam, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm gibi dinler için olan Kitabü’l–İber’ine giriş olarak yazdığı, daha sonra ge- de olumsuz çağrışım yapacak şekilde kullanılmaya baş- nişlettiği ‘Mukaddime’si de sosyolojinin ve din (İslam) sos-

lanmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK yolojisinin ilk klasiği olma ayrıcalığını taşımaktadır.

(Cevap A) (Cevap B)

222 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 2

1. 20. yüzyılın başlarında, aynı zamanda sistematik ve ba- 5. Bir sosyal bilim olan sosyoloji, diğer bilimlerden konusu ğımsız din sosyolojisinin de kurucusu kabul edilen ve ay- ve alanı itibariyle farklılık gösterir. Sosyolojinin konusu in- nı zamanda “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” ad- san toplumlarıdır. Toplumu ve orada meydana gelen sos- lı eseri yazan Max Weber, kendisinden öncekilerin aksi- yal olayları inceler. Toplum içinde ortaya çıkan sosyal iliş- ne din sosyolojisinin görevinin, dinin özünü, kaynağını, kileri, sosyal olayları, sosyal kurumları, sosyal yapıları ve doğasını veya dini değerlerin doğruluk ve yanlışlığını bu yapıdaki değişmeleri kendine konu edinir. araştırmak olmayıp, din-toplum ilişkileri bağlamında, din (Cevap A) ile diğer sosyal kurumlar arasındaki karşılıklı etkileşimi,

dini inançlardan kaynağını alan sosyal davranışların in- KOZMİK ODA YAYINCILIK celenmesi olduğunu söyleyerek yeni bir sosyoloji anlayı- şının öncülüğünü yapmıştır. 6. Gündelik hayat, hayatımızı düzenleyen bütün toplumsal kurumlardan asgari ölçüde örnekler taşır. Bize kendimi- (Cevap E) ze, topluma, dünyaya nasıl bakacağımız konusunda bir bakış açısı sunar; davranışlarımızı düzenleyen asgari bil- gi reçeteleri verir. Böylelikle sosyalleşme sürecinde birey 2. Teröre ilişkin tanımlarda en sık vurgulanan yönler, terö- hiç farkında olmadan geniş bir bilgi yığınıyla donanmış rün siyasal amaçlara ulaşmak amacıyla planlı şekilde kul- olur. Bu artık sosyalleşmeden de öte kültür edinme süre- lanılan bir dil, söylem, araç, yöntem ve stratejiye işaret cidir. Çünkü sosyalleşme sürecinde toplumsal kuralları etmesi ve doğasında stres, korku, endişe, kaygı, panik, öğrenir ve içselleştiririz. Kültür edinme (kültürlenme) sü- telaş ve dehşet duyguları uyandırma özelliklerini barın- recinde ise kurallardan öte toplumu meydana getiren dıran şiddet eylemi olduğudur. Terör kavramının içinde maddi-manevi öğeleri ve bunları nasıl kullanacağımızı da sevgi ve şefkat ile ilgili tanımlar yoktur. öğreniriz. Burada sadece bir bilgi donanımı yoktur. Aynı zamanda içselleştirme yani kendimize mal etme durumu (Cevap D) söz konusudur.

(Cevap D)

3. Toplumsal değişimde rol oynayan etkenlerin belli başlı- 7. Dinî hareketler belirli ritüellere, yani ayinlere sahiptirler. ları şöyle sıralanabilir: Coğrafya, mekan, zaman, demog- Ritüelin en önemli özelliği grup üyelerini bir araya getir-

rafya (nüfus yapısı), iktidar ilişkileri ve muhalefet, reka- DİKAB SORU BANKASI mesi, onlara grubun tarihini hatırlatması, aidiyet bilinci bet, çatışma, işbirliği, bütünleşme ve barış, aile, ekono- oluşturması ve manevî anlamda bir tatmin sağlamasıdır. mi, eğitim, siyaset, hukuk, göç ve şehirleşme, kültür, din, İbadet edilmeyen hiçbir dini hareketten söz edilemez. İna- ideoloji, icat, keşif, sanayi ve teknoloji, karizmatik şahsi- nılan mukaddes varlığa sadece elleri kaldırıp dua etmek yetler ve sosyal hareketler. veya yoga yapmak da esasında bir ibadettir. (Cevap A) (Cevap A)

4. T. Luckmann, toplumsal alandaki sekülarizasyonu “gele- neksel ve kutsal kozmosun çözülüşü olarak” tanımlar. Di- 8. Küreselleşme kavramı, XX. yüzyılın ikinci yarısından son- nin toplum üzerindeki etkisinin zayıflamasına işaret eden ra iletişim ve ulaşım teknolojilerinin hızla yaygınlaşması, bu gelişmeye paralel olarak kurumsal dinin modern sa- artan uluslar arası ilişkiler sonucunda bilim, hukuk, kül- nayi toplumunun çeperine itildiği gözlemi ön plana çık- tür, sanat, siyaset ve ekonomi alanlarında dünyadaki ül- maktadır. P. Berger ise toplumsal düzlemdeki sekülari- kelerin birbirine daha çok bağımlı hale gelmeleri, ortak zasyonu “modern Batı tarihinde toplumsal ve kültürel sek- değer ve yaklaşımlar benimsemeye zorlanmaları süreci törlerin, dini kurum ve sembollerin baskısından kurtulu- olarak tanımlanabilir. 1990’lardan sonra dünya siyasetin- şu” olarak tanımlar. Brian Wilson ise bu anlamda sekü- deki dengelerin değişmesi bu süreci daha da hızlandır- lerleşmeyi cemaat etkisinin çözülüşü, cemaatten toplum mıştır. Buna göre, küreselleşme süreci içerisinde kültür- olmaya geçiş olarak görür. Wilson’a göre toplumsal se- lerarası ilişkilerin yoğunlaşmasının yanında, sonuçlarının külerleşme sosyal kontrolün artık ahlaki ve dini aktörle- sınırları aşarak bütün dünyayı etkilemesi söz konusu ol- rin tekelinden teknik ve bürokratik aktörlere geçiş biçimin- maktadır. Bu durum çok kültürlülüğün daha da önem ka-

de kendini gösterir. KOZMİK ODA YAYINCILIK zanması sonucunu doğurmaktadır.

(Cevap E) (Cevap D)

223 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 2

9. Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem 12. Çeşitli toplumlarda bazen millî bayramların dini bir hava- üzerine oturduğu geleneklerde ortak olan kamu anlayışı ya büründüğü görünür. Örneğin Batı dünyasındaki yılba- için kullanılmaktadır. Hannah Arendt, kamusal alan için şı kutlamaları zaman içerisinde Noel Baba olarak isim- agonistik görüşü benimsiyor görünmektedir. Agonistik gö- lendirilen Aziz Nikolaos ile özdeşleştirilerek adeta Hıris- rüş açısından kamusal alan, ahlâkî ve siyasal büyüklü- tiyanlaştırılmıştır. Oysa Aziz Nikolaos’un tarihî bir kişilik ğün, kahramanlığın ve seçkinliğin açığa çıktığı, gösteril- olduğuna dair elde sağlam veriler yoktur. Katolik Kilisesi diği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır. 1969’da Nikolaos’un yortu gününü takvimden çıkarmış- İnsanların tanınmak, üstün olmak ve itibar görmek için sa da, toplum içinde çok geniş kabul gördüğü ve kökleş-

birbirleriyle rekabet ettiği, insânî diye nitelenen her şeyin KOZMİK ODA YAYINCILIK tiği için anılmasını yasaklamamıştır. geçici olmaması için güvence aranan yerdir. Bu ise, Yu- Kuzey Amerika’da önceki yılın hasadı ve bereketinin kut- nanlılarda kent devletinin Romalılarda kamu işlerinin gör- landığı kasım ayındaki Şükran Günü bugün diğer dini düğü işlev gibi, öncelikle bireysel hayatın geçiciliği ve bo- bayramlar gibi kutsal kabul edilmektedir. Ülkemizde ve şunalığına karşı bir güvence ve kalıcılığa vurgu yapan bir Balkanlarda 6 Mayıs’ta kutlanan ve dini bir dayanağı ol- alandır. mayan Hıdrellez de, Hızır ve Hz. İlyas’ın buluşmasını ko- (Cevap E) nu edinen bir inanç etrafında İslamîleştirilmiştir. Burada artık yepyeni bir konudan, yani kültürün din üzerindeki etkisinden söz edilebilir.

(Cevap C)

10. Uzmanlaşmış sosyoloji alt dallarını (özel sosyoloji disip- linleri) şöylece sıralanabilir: Din Sosyolojisi – Eğitim Sosyolojisi – Köy Sosyolojisi – Kent Sosyolojisi – Siyaset Sosyolojisi – Örgüt Sosyoloji- si – Hukuk Sosyolojisi – Sanayi Sosyolojisi – Sağlık Sos- yolojisi – Sanat Sosyolojisi – Edebiyat Sosyolojisi – Dil Sosyolojisi – Tarih Sosyolojisi – İletişim Sosyolojisi – Bil- gi Sosyolojisi – Çevre Sosyolojisi – Spor Sosyolojisi – Serbest Zaman Sosyolojisi – Suç Sosyolojisi – Bilgi Sos- yolojisi- Aile Sosyolojisi-Müzik Sosyolojisi – Göç Sosyo- DİKAB SORU BANKASI lojisi- İş ve Meslek Sosyolojisi – Gençlik Sosyolojisi – Yaş- lılık Sosyolojisi – Etnik Sosyoloji – Yönetim Sosyolojisi – Nüfus Sosyolojisi – Kültür Sosyolojisi – Kurumlar Sosyo- lojisi…

(Cevap D)

11. İnsan, gerçek anlamda düşünüldüğünde, zayıf ve güç- 13. Bilimleri üçe ayırmak mümkündür: süz bir varlıktır. Onun için çaresiz kaldığında, hemen ken- I. Doğa Bilimleri (Doğa ve doğa olayları ile ilgilenen dinden daha üstün bir güce sığınma ihtiyacı hisseder. Bu bilimler: Fizik, Kimya, Biyoloji, Astronomi vb.) gerçek, Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: II. İnsan Bilimleri (insanı, insanın tarihi, kültürel, top- “İnsanın başına bir sıkıntı gelince, yan yatarken de, otu- lumsal dünyasını konu edinen bilimler, Tarih, Antro- rup kalkarken de, bize (Allah’a) yalvarıp yakarır; ama ne poloji, Sosyoloji, Psikoloji, Siyaset Bilimi vb.) zaman ki sıkıntısını gideririz, başına gelen sıkıntıdan ken- disini kurtaralım diye sanki bize hiç yalvarıp yakarmamış III. Din Bilimleri (Dinleri sosyal bilimler perspektifinden, gibi (nankörce) davranmaya devam eder.” (Yunus 10/12). olgusal temelde araştıran bilimler: Dinler Tarihi, Din Şu söz bu gerçeği çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır: “Dü- Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Antropolojisi, Din Fe- nomenolojisi vb.) şen uçakta ya da batan gemide ateist bulunmaz!” KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B) (Cevap D)

224 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 2

14. İnsanların kendilerini dine veriş derecesi dini hayatı ya- 16. B, C, D, E şıkları “dindarlık” gerçeğinin açıklamalarıdır. şamadaki dikkat, ilgi, samimiyet ve yoğunluğu şu ya da Dindar (Arapça) bir sözcüktür. Dine sahip olma, dini be- bu düzeyde olabilir. Fakat bundan daha önemlisi belki de nimseme anlamına gelir. dinin gereklerini yerine getirmedeki asıl niyet ve ulaşıl- Dindar insan toplumun ve kendisinin belli bir alanını ele mak istenen amaçtır. alarak sınırlanamaz. Günümüzde din psikologlarının araştırmalarında en çok başvurdukları dindarlık ölçütleri şunlardır; (Cevap A) Dış güdümlü dindarlık; kişisel ya da grupsal istek ve amaç- KOZMİK ODA YAYINCILIK lara ulaşmada elverişli ve yararlı bir araçtır. İç güdümlü dindarlık; kendilerini dine uygun hale getir- mek Allah rızası için kendi istek ve arzularından vazge- çerek i.sel haz ve tatmini yaşama amacı vardır. Batsın ve Ventis adlı araştırmacılar bunların yanında üçüncü bir dini yönelim eklemişlerdir. Onlara göre din ile bağı olan bazı kimseler dini ne anaç ne de amaç olarak algılarlar. Araştırıcı ya da sorgulayıcı dini yönelim daha çok din ile zihinsel düzeyde ilgilenen bilim adamı ente- lektüeller arasında görülür.

(Cevap B)

17. A) Ölüm korkusu, Ölümsüzlük Arzusu ve Din: Ölüm in- sanın yaşama arzusunun en büyük tehdidi, hayatı sonlandıran tek gerçektir. Ölüm korkusu korkuların en büyüğüdür. En güçlü arzu ise ölümsüzlük arzusudur. (sonsuzluk duy- gusu) insanda doğuştan vardır ve ölüm ötesine de uza-

DİKAB SORU BANKASI nır.

C) Engellenme, çaresizlik ve Din: Engellenme, insanın ihtiyacını arzusunu karşılamak için harekete geçtiğin- de gerek kendi içinde gerekse dışarıdan kaynakla- nan nedenlerle hedefe ulaşmaması. Engellenme du- rumunda insanda, gerginlik artar, öfke, korku, sıkın- 15. Nesnel bir gerçeklik olarak din, her şeyden önce kültü- tı, çaresizlik duygusu ortaya çıkar. Çözümler ve tat- rün içinde bir gerçekliktir. Kültürel gerçeklik olarak din bi- min yolları arar. İnsan gücünü aşan engeller karşısın- reylerin dışında var olan nesnel bir olgudur. da dini inanç ve de eğerleri telafi işlevi görür. Nesnel bir gerçeklik olarak kültür içinde bir somut ve ya- şanan bir gerçeklik olması aşağıdaki unsurlar ile de an- E) Anlama, Bilişsel Tatmin ve Din: İnsan sahip olduğu laşılır; zihinsel donanımla içinde yaşadığı hayatı kendini tat- min edecek derecede, anlamaya ve yorumlamaya • Dini topluluklar: İslam, Hristiyanlık, Sünnilik, Şiilik çalışır. Yani zihin boşluk ve belirsizlikleri kabul etmez, vb. mutlak kesinlik arzusuyla bilişsel tatmin arar. • Din dili: tanrı, günah, sevap D) Suçluluk, Günahkarlık Duygusu ve Din: İnsanlar be- • Dini şahıslar: peygamber, şeyh dede, rahip, haham lirli kurallara uymalıdır. Birey bu kuralları doğduğu za- man kültürün özelliği olarak ailesi ve yakın çevresin- • Dini nesneler: seccade, tesbih de hazır bulur. • Dini zaman ve mekan: Bayramlar, Kabe ve cami Özdeşleme ve sosyal öğrenme dindarlığın psikolojik kay- • Dini törenler: yeni doğan çocuğun kulağına ezan nakları ile ilgisi olmayan Banduranın sosyal öğrenme ku-

okuma, vaftiz. KOZMİK ODA YAYINCILIK ramı ile ilgili terimdir.

(Cevap D) (Cevap B)

225 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 2

18. Batıda yapılan çalışmaların çoğunluğu sosyal çevre ve 20. Sosyolojinin isim babası Auguste Comte, genel sosyolo- din ilişkisini dünyevi konular bağlamında ele aldıkları ji gibi, din sosyolojisinin de öncüsü olduğu kabul edilir. gözlenmiştir. Onun yaklaşımında genel olarak dinin sistematik bir me- todoloji dahilinde incelenmesinden ziyade, belirli bir ge- (Cevap B) lişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alındığı görülmektedir. Din sosyolojisi literatüründe evrimci ve pozitivist din kuramları genellikle Comte’un yaklaşımlarına dayanmaktadır. Comte, genel olarak din

KOZMİK ODA YAYINCILIK ve toplum etkileşimi ile ilgilenmiştir. Pozitivizm İlmihali, Pozitif Felsefe Dersleri, Pozitif Siyaset Sistemi Zikredile- bilinecek önemli eserlerdir. Comte, toplumu belirli yasa- larla açıklanabilecek bir sistem olarak tanımlamıştır. İn- san toplumunun gelişme yasalarını “Üç Hal Yasası”ında anlatmıştır. Comte bu yasalar üzerinden insan zihninin tarih boyunca teolojik, metafizik ve bilimsel/pozitif evre- ye ilerleyişini anlatmakta ve zihinsel evrelere denk düşen toplumsal yapılardan söz etmektedir.

(Cevap D) DİKAB SORU BANKASI

19. Dindarlığı etkileyen birçok faktör olmakla beraber kişinin medeni hali de önemli bir gerçektir. Batıda genel olarak evlilerin bekarlara göre daha dindar olduğuna dair bilgiler yaygın olmakla birlikte birçok araş- tırmalarda farklı sonuçlar çıkmıştır. Yapılan bir araştırma sonucunda bekarların kiliseye devamda evlilerden daha önde oldukları gözlenmiştir. Ülkemizde evli yetişkinlerin bekar yetişkinlerde daha din- dar olduğu tespit edilmiştir. Bekarlarda dine ilginin az ol-

ması ergenlikle alakası olabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

226 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 3

1. Tunus doğumlu, ibn Haldun daha çok Mukaddime isimli 4. Ortaçağ Hristiyan dünyasında toplumsal alana ilişkin dü- eseriyle tanınmıştır. Mukaddime’de İlmu Umran adında şüncelerin çerçevesini biri mistik diğeri skolastik olmak yeni bir ilim ortaya koymaktadır. Umran; uygarlık ve top- üzere iki ana dünya görüşü oluşturur. Augustine görüşün lumsal kalkınma anlamlarına gelmektedir. Bu yüzden bu dikkat çekici temsilcisidir. Bu dönemde ideal topluma ör- kavram genellikle, uygarlık, şehir hayatı ve toplumsal kal- nek olarak, özellikle “görünmeyen alem” alınmıştır. İçin- kınma olarak algılanmıştır. Araştırmasında asabiyet, din de yaşadığımız dünya geçici bir niteliğe sahiptir. Bu ne- bedevilik-hadarilik, coğrafya ve devlet gibi konularda ya- denle de gerçek alem karşısında görünen dünya değer- zan ibn Haldun ilerlemeci tarih anlayışı yerine, döngüsel sizdir. Saint Augustine, Tanrı Sitesi adlı eserinde görün-

tarih anlayışını benimsemiştir. Umran ilmini, gözlem, kar- KOZMİK ODA YAYINCILIK meyen alemin toplumunu tasvir etmektedir. Ona göre, şılaştırma ve sosyal gerçeklikler üzerinden objektif bir şe- görünmeyen alem olan ahiret yurdu bu dünyada yaşanı- kilde inşa etmektedir. Mukaddime’de din, umranda “orta- labilinir. Tanrı’nın emirlerine uyan ve sevgisini kazanan ya çıkması mümkün olaylar” kategorisinde düşünülmek- kişi Tanrı devletinin hemşerisidir. Böylelikle Augustine ve tedir. özellikle onun Tanrı Sitesi adlı eseri, modern devletlerin oluşumunu ve geleceğini şekillendirmiştir. (Cevap C) (Cevap D)

2. Mantık ilminde burhan; bir kıyasta sonucun ispat edilme- sini sağlayan orta terimdir. Orta terim öncüller ile sonucu birbirine bağlar. Mesela; “Her şeyi yaratan Allah’tır”, “su da bir şeydir”, “öyle ise suyu da yaratan Allah’tır” kıyasın- da “yaratma” orta terimdir. Birinci cümle büyük öncül, ikin- 5. İlkçağ din sosyolojisi açısından en orijinal görüşlere Ef- ci cümle küçük öncül, üçüncü cümle sonuçtur. Fıkıh usu- latun’da rastlanır. Eflatun, birçok bilim ve felsefe konula- lünde burhan-ı limmiye kıyas-ı illet, burhan-ı inniye ise kı- rında olduğu gibi, bu alana da öncülük etmiş; din ve top- yas-ı delalet denir. Bazı mantıkçılar sebepten sonuca gö- lum olaylarını çeşitli açılardan inceleyerek aralarındaki türen kıyasa burhan-ı limmi, sonuçtan sebebe götüren ilişkileri ortaya koymaya çalışmıştır. Onun din sosyoloji- kıyasa burhan-ı inni demişlerdin. si bakımından en önemli eseri Kanunlar, ikincisi ise Dev- Genel ve külli hükümlerden cüz’i ve hususi hükümler el- let’tir. Eflatun her şeyin ölçüsü Tanrı’dır diyerek sistemi- de etmeye ta’lil, özel hükümlerden genel hükümlerden nin temeline dini yerleştirmiştir. O, tasarladığı toplum dü- genel hükümlere geçmeye, cüziden külliye gitmeye istik- zeninin dinsiz yaşamayacağına inanıyordu. Bu nedenle DİKAB SORU BANKASI ra denir. İlk ve orta çağ felsefesinde sadece aklın verile- onun hazırladığı yasalarda ve eğitim reformunda din-dev- rinde dayanan delillere burhan denilirken modern felse- let ve eğitim-din ilişkisinin önemi çokça vurgu yapılmak- fe hem akli, hem de tecrübi deliller burhan denilmektedir. tadır. Sonuçlardan hükümlere gidilerek yapılan delile burhan-ı (Cevap C) tahlili hükümlerden sonuçlara gidilerek yapılan delile bur- ha-ı terkibi denir. Bu iki delili çağdaş felsefeciler burhan-ı riyazi olarak adlandırılmışlardır ve bunun en delil olduğu- nu kabul etmişlerdir. Bir fikrin doğruluğunu, zıddının yan- lışlığını ispat ederek ortaya çıkarmaya burhan-ı hulfi/bur- han-ı nakz denir.

(Cevap C) 6. Din sosyolojisi alanında istatistik metodunun kullanılışı- nı ilk olarak Le Play’ın monografilerinde görmekteyiz. Da- 3. Ortaçağ Hristiyan dünyasında toplumsal alana ilişkin dü- ha sonra G. Le Bras’ın Fransa’da dini hayat üzerine baş- şüncelerin çevresini biri mistik, diğeri skolastik olmak üze- lattığı anket çalışmalarından istatistik metottan geniş öl- re iki ana görüşü oluşturur. Akinaslı Aziz Thomas skolas- çüde faydalanıldığı görülmekte; nihayet günümüz din sos- tik dünya görüşünü benimser. Din ve toplum ile ilgili dü- yolojisi çalışmalarında istatistik nihayet günümüz din sos- şüncelerini İlahiyat Mecmuası adlı eserinde ortaya koy- yolojisi çalışmalarında istatistik yöntemden yararlanma maktadır. Thomas bu eserinde, toplumsal ilke ve kanun- olgusu dünya ölçüsünde bir yaygınlığa erişmiş bulunmak- ları aklın ilkelerinden çıkarmaktadır. Onun yaklaşımında tadır. Bununla birlikte, çoğu zaman bu metot, öteki usul- esas nokta; skolastik düşünce, akıl ve dinin uzlaştırılma- lerde yürütülen çalışmalın bir tamamlayıcısı olarak kulla-

sıdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK nılmaktadır.

(Cevap E) (Cevap A)

227 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 3

7. Monografi, ilk olarak Fransız sosyologu Le Play’ın kullan- 10. Toplumu tabii, biyolojik, psikolojik vs. hassalardan müs- dığı bir metottur. Gerçekte Le Play bu metotla işçi ailele- takil, kendine has, mutlak bir mevcudiyet ve realite ola- ri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Ancak onun, bu ailele- rak ele alan ve sosyal olayları bu görüş açısından hare- rin bütçelerindeki gelir seviyesi ile dini yaşayışları arasın- ketle açıklamak isteyen sosyoloji doktrinleri sosyolojik daki korelasyon üzerinde de durmuş olması din sosyolo- esasa dayalı sosyoloji doktrinleri grubuna dahildir. jisi bakımından üzerinde de durmuş olması din sosyolo- (Cevap C) jisi bakımından dikkat çekici olmaktadır. Le Play’ın mo- nografi metodu günümüzde oldukça yaygınlık kazanmış

ve bir konuyu derinlemesine ele alan, dar boyutlu ve sı- KOZMİK ODA YAYINCILIK nırlı araştırmalarda kullanılan bir metot halini almıştır. 11. Sosyal hadiseleri fiziki, kimyevi veya mekanik kavramlar (Cevap D) ve terminoloji ile yorumlayan bütün sosyolojik teoriler me- kanist esasa dayanan sosyoloji doktrinleri grubuna gir- mektedirler. Sosyoloji doktrinleri, felsefi düşünceye yahut bilime ağırlık vermiş olmaları veyahutta “tek faktör” yahut “hakim faktör”e dayalı açıklamayı esas almış ya da “bü- tüncü görüş”e istinat etmiş olmaları gibi çeşitli kriterlere göre de tasniflere tabii tutulmaktadırlar.

(Cevap E )

8. Gözlem; bir olayı oluş sırasında bir plan çerçevesinde in- celemek demektir. Bu incelemede olay, adeta fotoğrafı çekilmişçesine gözlenir ve sonuçlar çıkarılır. Gözlem tek- 12. Sosyal realiteyi tabii ve fiziki bir realite olarak görünüp; niklerini altıya ayırmak mümkündür; iklim, yeryüzü şekilleri, mevsimler, su dağılımı, akarsular • Örnekleme vs. durumlarla içtimai vakıaları açıklama temayülü gös- teren sosyolojik nazariyeler coğrafyaya dayanan sosyo- • Monografi loji doktrinleri grubuna dahildir. • İstatistik (Cevap D) • Olay incelemesi DİKAB SORU BANKASI

• Alan araştırması

• Karma metotlar

(Cevap E) 13. Biyolojiye dayanan sosyoloji doktrinleri grubuna giren sosyolojik nazariyeler, sosyal hadiseleri “uzui” olaylara bağlayarak, sosyolojiyi bir şekilde antropoloji ve biyoloji ile alakalı görmektedirler. Zoolojik, organist, antropolojik, biyo-sosyal (demografik) ekoller bu grubun örnekleridir.

(Cevap C)

9. Tıpkı sosyolojide olduğu gibi, din sosyolojisinde de işe vasıflama başlamak gerekir. Bu durum Din sosyolojisinin tecrübe ilmi olmasından ileri gelmektedir. Sosyal karak- 14. Sosyal olaylara insanın ferdiyetinden türemiş hadiseler terli dini olayların vasıflanması demek, oların “gözlem” ve olarak bakmak suretiyle onları içgüdü, davranış, duygu sonrada betimlemesi demektir. İnceleme konusu olan bir vb. psikolojik olaylarla açıklamak isteyen ve böylece sos- toplumun dini hayatı ve vakıalarının sosyolojik tetkikinin yolojiyi “sosyal psikoloji”ye veya “fertlerarası psikoloji”- ilk adımı, onların müşahedesi ve doğru bir portresini çiz- ye icra etmek isteyen sosyolojik nazariyeler psikolojiye

mek olmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK dayanan sosyoloji doktrinleri grubuna dahildir.

(Cevap B) (Cevap B)

228 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 3

15. Türkiye’de, ibn Halduncu bir sosyoloji anlayışı XVII. yy’dan 18. Orta Boy Kuramlar: Yapısalcı, işlevselci ve çatışmacı ku- itibaren Şeyhül-İslam Pirizade, tarihçi Naima Tatib Çele- ramlar. Bunlar genel olarak orta vadeli değişim algısı ge- bi ve özelliklede Ahmet Cevdet Paşa vasıtasıyla sürdü- liştirirler ve toplumu, değişimin alt birimi olarak ele alırlar. rüldü. XIX. yy’ın sonları ile XX. yy’ın başlarında ise mo- (Cevap E) dern Batı sosyolojisi birçok akımlar aracılığıyla Türkiye’ye gelmeye başladı. Bunların en güçlüsü olanı Fransız sos- yoloji ekolü oldu ve en tipik temsilcisini Ziya Gökalp’te buldu. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A)

16. Küreselleşmeye dair çeşitli teoriler vardır. Bu bağlamda Immanuel Wallerstein, küreselleşmeyi “modern dünya 19. Çok Yönlü Kapsayıcı Tanımlar: Bu yaklaşımda bir dinin sistemi” şeklinde daha çok ekonomi ve kapitalizm mer- tanımını yapmaktan çok bir sistemin din olup olmaması kezli açıklamıştır. Zygmunt Bauman, küreselleşmenin he- açısından çeşitli-iman, ahlak, pratikler, gelenek, din adam- nüz yerleşmediğini vurgulamak üzere onu düzensizlik ları, aidiyet, kutsal ve dünyevi-özellikler taşıyan kriterler şeklinde tanımlamaktadır. Roland Robertson, küreselleş- ortaya konulmaktadır. Bu listeye göre dünya tarihinde var menin hem aynılık hem de farklılık özelliklerinin altını çi- olan birçok geleneğe veya ideolojiyi din olarak kabul et- zerek onu yerel ile küresel olanın bir etkileşimi olarak gör- mek mümkündür. İlahi, tabi ve ideolojileri aynı zemin üze- me eğilimindedir. Anthony Giddens ise, modernliğin sü- rinde değerlendikleri için eleştirilmektedir. rekliliğine dikkat çekerek, küreselleşmeyi modernliğin (Cevap A) dünya ölçeğinde yayılması şeklinde görmektedir. DİKAB SORU BANKASI (Cevap D)

17. Toplumsal farklılaşma; toplumun başkalaşması, değişik bir hal veya duruma bürünmesi, toplumda var olan ben- zer unsurların farklı ve değişik bir durum alması gibi çe- şitli anlamları ifade etmektedir. Tüm insan toplumlarında 20. Karşılıklı ilişkiler içerisinde din, toplumsal değişimi üç nok- yaş, cinsiyet, servet, eğitim gibi tabi ve sosyal farklılıklar tada etkiler. Öncelikle din, muhafazakar bir sıfatla kendi- dolayısıyla çeşitli farklılaşmaların yaşandığı bir gerçektir. sini göstererek toplumsal değişimi yavaşlatıcı ve mevcut Yaşanılan sosyal farklılaşmalar toplumlara “hiyerarşik” durumu koruyucu bir etkendir. İkinci olarak din toplumsal bir karakter kazandırdığını da söylemek mümkündür. Çe- değişimi takviye olarak ise din toplumsal değişimin temel şitli sebeplerle ortaya çıkan sosyal farklılıklar, bazı top- etkeni olmaktadır. Toplumsal değişim de dini ikisi doğru- lumların bölünüp, parçalanmasına sebebiyet verebilir. Bö- dan, biri dolaylı olmak üzere üç noktada etkilemektedir. lünüp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan toplum- Bunlardan birincisinde toplumsal değişim, dini-dine gö- ları birleştirmek ve bütünleştirmek dinin en önemli fonk- re-olumsuz yönde etkilemektedir. İkinci durumda toplum- siyonlarından biridir. Çünkü toplum katmanları arasında- sal değişim, dini-dine göre- olumlu yönde etkilemektedir. ki uçurumun derinleşmesi sosyal bütünleşmeyi zorlaştı- Üçüncü noktada ise din, toplumsal değişim gerçekliğini rır. Sosyal bütünleşmeyi sağlamada çok büyük etkisi olan dikkate alarak kendisini yenilemek ve sosyal hayata ye-

dinin önemi bu yüzden bir kat daha artmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK nilenerek çıkmaktadır.

(Cevap A) (Cevap B)

229 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 4

1. İşlevselci Tanımlar: din sosyolojisinde genellikle dinin iş- 4. Hüseyin Cahit, Durkheim’in baş eseri olan Dini Hayatın levsek tanımları, yani birey ve toplum hayatında yerine İbtidai Şekilleri isimli çalışmasını Türkçeye çevirmiştir. getirdiği fonksiyonlar üzerinde durulur. İşlevselci yaklaşı- Comte-Durheim geleneğinin ülkemizdeki önemli temsil- ma göre, dini eğer bir fonksiyonu varsa anlamı da vardır. cilerinden bir olan Hilmi Ziya Ülken, din sosyolojisinin ül- Din, dünyevi görünüşlerine, insan ve toplum üzerindeki kemizde gelişimi açısından çok önemli katkılar vardır. Ül- sosyal v psikolojik etkilerine göre tanımlanır. Din bir kut- ken bu sürece önce makaleler düzeyinde katılmış ve da- sal şemsiyedir. Yani din, birey ve toplum için bir güvenlik ha sonra Türkiye’de bir ilk olarak Din sosyolojisi (1943) sığınağıdır. Din “ortak bir hafıza” olarak farklı dil, millet, eserini yazmıştır.

fırka gibi unsurları bir arada tutar. Durkheim işlevselci KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap E) yaklaşımın kurucuları arasında kabul edilmektedir. İşlev- selci yaklaşım dışarıdan bir bakış açısıdır. İçerden olan- ları /özselcileri ihmal eder. American din sosyoloji, Talcot Parsons ve Robert Merton gibi sosyologların da etkisiy- le uzun bir dönem bu yaklaşımın etkisinde kalmıştır.

(Cevap B)

5. Türkiye’de din sosyolojisi, siyasetle iç içe bir şekilde ve Osmanlı son dönemin yaşanan modern kültür hareketiy- le ortaya çıkan bir fikir ve zihniyet dönüşümüdür. II. Meş- rutiyet’in gündeme getirdiği “içtimatiyyatın” boyutları çer- 2. Özsel Tanımlar: Bu yaklaşımda olan sosyologlara göre çevesinde Türkiye’nin batılılaşmasını savunan ve yeni din işlevsel olmaktan çok öz ile ilgili bir şeydir. Özsel ta- hayatı sosyal bilimlerin kılavuzluğunda arayan Ahmet Rı- nımlar, dinin muhtevası üzerinde durarak onun insanlar za, Ahmet Şuayp, Bedii Nuri, M. Satı Bey, Prens Saba- için getirdiği değerleri; kutsallık, ilahilik ve alışkanlık özel- hattin, Celal Nuri, Mehmet İzzet, Rıza Tevfik, Beşir Fuat, liğini ön plana çıkarır. Dinin içeriği ya da özü ile ilgili ka- Abdullah Cevdet, Selahattin Asım ve Ziya Gökalp gibi rakterler önemlidir. Bu yaklaşım bireyseldir. Dinin sosyal son dönem Osmanlı düşünürleri ülkemizde din sosyolo- ve siyasal alanlara nüfuzu söz konusu değildir. Bu ne- jisine ait konuları modern sosyoloji paradigması çerçe- denle dar bir din yaklaşımı olarak nitelendirilmiştir. Tebli- vesinde temellendirmeye çalışan ilk Türk sosyologlarıdır. ğci ve misyoner dinler grubuna hitap etmez. Bu yaklaşı- Bu düşünürler arasından Selahattin Asım, 1908’da ise DİKAB SORU BANKASI mın en özlü tanımlaması Rudolf Otto’ya aittir; din, kutsa- “İlmi İçtima’a Nazaran İslamiyet çalışmalarıyla din sos- lın tecrübesidir. Otto’nun tanımı, dinin öncelikle tek tek yolojisi alanında ilk özgün makale yayınında bulunmuş- bireylerin bilincinde yerleştiğine dikkat çekmektedir. tur.

(Cevap C) (Cevap D)

6. Ülkemizde İbn Haldun’un etkisiyle sosyolojinin ilk haber- 3. İlahiyat fakülteleri pratiğinde ise 1949’da Mehmet Kara- cileri tarihçiler olmuştur. Katip Çelebi, Naima, Pirizade, san ile başlayan din sosyolojisi dersleri 1960’da Alman Ahmet Cevdet Paşa, Mizancı Murat Bey bunun örnekle- sosyolog Hans Freyer, 1970’lerde Mehmet Taplamacıoğ- ridir. Özellikle Cevdet Paşa, tarihi, sosyolojik açıdan ele lu ile devam eder. 1980’lerde Ünver Günay, İzzet Er ve alan ilk tarihçimizdir. Batıda olduğu gibi Türkiye’de de mo- 1990’dan sonra Abdulvahap Taştan, Celaleddin Çelik ve dern öncesi dönemde bugünün sosyal bilimler formasyo- Necdet Subaşı gibi akademisyen din sosyologlarının araş- nu çerçevesinde değerlendirebileceğimiz bir biçimde ka- tırmaları ve ilahiyat fakültelerinin sayılarındaki artışının leme alınmış din sosyolojisi çalışmalarına rastlamak müm- da doğal bir sonucu olarak günümüzde bu alan ile ilgili kün değildir. Türkiye’de din sosyolojisi tarihi yine Batıda ciddi bir ilginin ve özverili bir literatürün oluştuğunu; web olduğu gibi, tarihsel olarak doğrusal bir gelişme olarak da sitesi gibi iletişim, dergi gibi yayım, yıllık sempozyumlar görülmemektedir. Ancak Türkiye üzerinden bu bilimin ta- gibi tartışma, dernek kurma gibi örgütlenme faaliyetleri rihi, çeşitli yaklaşımlar çerçevesinde yapılan spesifik/özel

içinde olduğunu ifade etmemiz gerekir. KOZMİK ODA YAYINCILIK araştırmaların bir tarihi olarak okunabilir.

(Cevap D) (Cevap B)

230 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 4

7. İbn Haldun’a gelince, o, tarih felsefesi ve sosyolojisi ala- 10. Kültürel din sosyoloji yaklaşıma göre din, insanların tec- nındaki görüşleriyle sosyolojinin babası unvanını almayı rübe alanlarına girdiği andan itibaren kültürel bir obje ha- hak eden bir İslam bilginidir. Bu açıdan Haldun’un en lini almakta ve toplumsal değişmeyle karşılıklı etkileşim önemli eseri olan Mukaddime’nin, mükemmel bir ön sos- içerisindedir. Kısaca bu yaklaşımda semboller ve kültür, yoloji olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ülkemizde, İbn Hal- din içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Fakat din tama- dun’un etkisiyle sosyolojinin ilk habercileri tarihçiler ol- men sembol veya kültüre indirgememektedir. Önemli tem- muştur. silcileri ise Cliford Geertz, Mary Douglas, Deniel Bell ve Rebert Bellah’tır. (Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap B)

11. Klasik Yaklaşımlar:

A) Dinlerin ortaya çıkışının sosyal nedenlerini araştıran yaklaşım modeli: Bu konu özellik 19. yüzyılda ön plan- 8. Farabi, İbn Miskeveyh, İbn Sina, İbn Rüşd, Gazali, Ma- daydı. Herbert Spencer, Karl Marx, Emıle Durkheim verdi, Şehristani, İbn Haldun gibi birçok Ortaçağ İslam genellikle dinlerin ortaya çıkışının sosyal nedenleri düşünürün çalışmaları, başka bilimsel alanlarda olduğu üzerinde durmuşlardır. gibi din sosyolojisi için de önemli kaynaklardır. İslam dün- B) İçerden bakarak dinlerin sosyal ve dünyevi görünüm- yasında sosyoloji ve din sosyolojisi açısından en büyük lerini araştıranlar: Bu akımın il temsilcileri Ernest Tro- malzemeyi, İslam bilginlerinin en tanınmışlarından Fara- eltch, Joachim Wach, Gabrıel Manscheing ve G. LE bi, Gazali ve İbn Haldun’un eserlerinde bulmak mümkün- Bras’ır. dür. Örneğin, Farabi, daha çok eski Yunan filozoflarından Aristo ve özellikle de Eflatun’un etkisinde kalarak bir ide- C) Din ve dünyevi toplum arasında karşılıklı etkileşimi al toplum teorisi geliştirmiş ve dikkate değer toplum sınıf- konu edinenler: Bu konu Max Weber tarafından ele

lamaları yapmıştır. Gazali ise, Farabi’nin felsefi temelli DİKAB SORU BANKASI alındı ve Ernest Troeltsch tarafından sürdürüldü. bakış açısını eleştirerek, daha çok dini merkeze alan bir D) Dine kolektif yanılgı, sınıfları sömürme aracı, yaban- toplum ve siyaset görüşü ortaya koymuştur. cılaşma olarak bakanlar: Marksist sosyologların ço- (Cevap C) ğu bu görüşün temsilcileridir.

(Cevap C)

12. Geertz (1926-2006)’e göre din, kültürel sistemin bir par- çasıdır. İnsanları etkileyen bir semboller sistemidir. Fe- nomenologlar’da olduğu gibi dini sembolleri anlamların- da ve meşrulaştırma işlevlerine dikkat çeker. Geertz, di- nin, dünyayı kaosa sürükleyen kötülük ve adaletsizlikle- 9. Fenomonolojinin din sosyolojisine uyarlanmış hali olan re ahlaki anlamlar yüklediğini iddia eder. Dünyada kötü- bu yaklaşım Peter Berger, Thomas Luckmann ve Joac- lük ve adaletsizliğin sadece görünür durumlar olduğunu; him Wach tarafından geliştirilmiştir. Dinin sosyal gerçek- daha geniş bir açıdan bakıldığında bunların anlamlı örün- likte ve sosyal bilginin oluşumundaki yerini ortaya koy- tülere elverişli olabileceğini göstermeye çalışır. İslam ant- maya çalışır. Temel varsayımı; dinin hayata anlam ka- ropolojisi üzerine yazan Geert’in “Kültürel Bir Sistem ola- zandırmak ve sosyal düzeni meşrulaştırmak gibi bilişsel rak Din” adlı makalesi ile “Kültürlerin Yorumlanması” ad-

fonksiyonlarının olduğunu kabul etmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lı kitabı konumuz açısından önemlidir.

(Cevap A) (Cevap D)

231 KPSS • ÖABT DİN SOSYOLOJİSİ Test • 4

13. Luckmann ve Berger’in din anlayışını andıran bir başka 15. Kasik din sosyolojisi ile çağdaş din sosyolojisi arasında yaklaşım, Amerikalı sosyolog Robert N. Bellah (1927)’ın ayırım yapılması yaygındır ancak bu ayrım genellikle be- sistemleştirdiği “sivil din” teorisidir. Sivil din; bir ülkede ya- lirsizdir. Burada üzerinde durulan dönem 1960’lar ile baş- şanmakta olan geleneksel dinlerden bağımsız ama yine lamaktadır. Bu dönemde ele alınan kuramcıların tümü, yerleşik dinin paralelinde var olan, milli birlik ve bütünlü- kuramları 1960’tan sonra önem kazanmaya başlamış ve ğü sağlama işlevi gören, toplumsal değerleri kutsallaştı- bugüne kadar etkilerini sürdürmüşlerdir. Çağdaş din sos- ran ve milleti nihai anlam sistemine yerleştiren inanç, ri- yolojisinde önemli bazı kuramcılar aynı zamanda klasik tüel ve semboller yapıdan esinlenerek zenginleştirildiği sosyolojide olduğu gibi sosyal bilimlerin diğer alanların-

gibi devlet veya sivil toplum kuruluşlarınca da zenginleş- KOZMİK ODA YAYINCILIK da da çok başarılı ve etkindirler. Bunlar; Jurgen Haber- tirile bilinmektedir. Sivil din, herhangi bir dini grup olarak mas, Michael Foucault, Anthony Giddens, Zygmunt Ba- görülmemelidir. Sosyal çözülmelerin yaşanıldığı dönem- uman ve Clifford Geertz’dir. ancak burada sadece doğ- lerde toplumsal bütünlüğü destekleyici ve meşrulaştıcı rudan din sosyoloji paradigması çerçevesinde değerlen- işlevler görmektedir. Her ülke veya toplumda görülebilir. direbileceğimiz düşünürler Peter Berger, Thomas Luck- Asıl vatanı ABD’dir. Bu tezin arkasında yatan temel fikir; mann, Robert Bellah ve CliffordGeertzdir. giderek sekülerleşen modern toplumlarda kurumsal din- (Cevap E) lerin yerine sivil dinin, dinsel işlevleri gördüğüdür. Başka bir deyişle, sivil dinler, toplumsal sistem içinde dinin kar- şıladığı türden ihtiyaçları karşıladıkları için, kurumsal din- lere karşı “işlevsel bir eş değerlilik” sunar ya da işlevsel bir alternatif oluştururlar. Nihai amaç modern ve laik top- lumda dine bir yer bulma çabası olduğu söylenebilir.

(Cevap E) 16. Joachim Wach, din sosyolojisini, din biliminden ayrı dü- şünülemeyecek bir disiplin olarak görmüştür. Onun din sosyolojisi, din biliminin alt dallarını oluşturan din feno- monolojisi, dinler tarihi ve din psikolojisinin yanında yer almaktadır. Ona göre, özet olarak, dini deneyimin üç an- latım biçimi vardır. Bunlar teorik (inançlar), pratik (ibadet- ler) ve sosyolojik (cemaat) şeklinde gösterilmektedir. Din sosyolojisinin en önemli görevi, üçüncü anlatım biçiminin DİKAB SORU BANKASI 14. Barger, din sosyolojisi çerçevesinde tartışmaya açtığı se- tipolojisini ortaya koyarak sistemleştirmesidir. küleştirme kuramı önemlidir. O, seküleştirmeyi, toplum- (Cevap B) sal ve kültürel alanların, dini kurumlar ve sembollerin ege- menliğinden arındırılması süreci olarak tanımlar. Burada arkadaşı Luckmann’a oldukça benzer bir şekilde, bu sü- recin başlıca niteliklerinden birinin “bireyselleşme” oldu- ğunu da ifade etmektedir. Berger’e göre sekülerleşme süreci, dini tekelciliği bırakmaya zorlamak suretiyle ço- ğulcu bir yapının önünü açar. Bu çoğulcu ortamda dinin artık yukarıdan dayatılan bir gerçeklik olmaktan çok, bi- 17. Weber’in anlayıcı din sosyolojine bağlı olan Mensching reyin bilinçli bir tercih işi haline gelecektir. Dolayısıyla Ber- (1901-1978), Wach’dan sonra ikinci önemli bir eser ola- ger’e göre, modern çağda dinin başına gelen şey, kuram- rak kabul edilen “Dini Sosyoloji”nin yazarıdır. Mensching, sal olarak onun gerilemesi veya çökmesinden çok, dö- bu çalışmasında dinleri, milli ve evrensel dinler şeklinde nüşerek “öznelleşmesi”dir. Dinin öznelleşmesi, kurumsal- ikiye ayırır. O, önce milli daha sonra da evrensel dinlerin lığın zayıflaması yani nesnelliğin kaybolması, giderek bi- toplumla ilişkilerini ayrı ayrı incelemektedir. Daha sonra- reysel bir tercih konusu haline gelmesi ve dini realitele- da sırf dini grupları ele alarak tipolojik sosyolojinin kate- rin sembolleştirilmesidir. Bu süreçte bir realite kaybına gorilerini dini-sosyal olaylara uygulamaktadır. Mensc- uğradığı görülen dini gelenek, yeni duruma “direnme” ve hing’e göre, din sosyolojisi, dinde ortaya çıkan sosyolo- “uyum” arasında bir tercih yapmaya zorlanmaktadır. Fa- jik olaylar ile dinin sosyolojik ilişkilerini incelemelidir. Ay- kat dinin, gelecekte sekülerleşme, çoğulculaşma ve öz- rıca Mensching, genel din sosyolojisinin var olduğu ka- nelleşme süreçleri ile yaşayacağı etkileşim ile birlikte ye- dar, her dine ait sosyolojik sorunları inceleyerek özel din

niden şekilleneceği öngörülmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK sosyolojilerinin de varlığını kabul etmektedir.

(Cevap C) (Cevap D)

232 DİN SOSYOLOJİSİ Test • 4

18. Özellikle Durkheim ve Weber’in açmış oldukları bilimsel 19. Din sosyolojisi çalışmalarında özellikle Amerikalı din yoldan hareketle din sosyolojisinin 20. yüzyılda hızlı bir sosyologlarını sık sık yararlandıkları bir usulde “alan şekilde geliştiğini görmekteyiz. Bu alanda çeşitli ve ve- araştırması” veya “alan çalışması” denilen metottur. Bu rimli çalışmalar ortaya konmaya başlandı. Bu çerçevede tür çalışmalarda bilgilerin toplanmasında yazılı kaynak- George Simmel, Ernst Troeltsch, Ferdinand Tonnies, Jo- ları ve açık mülakatların yanı sıra survey denilen tara- achim Wach, G. Le Baras ve Gustav Mensching gibi ba- ma tekniğinden de yararlanılır. tılı sosyologların yirminci yüzyılda gerçekleştirmeyi ba- şardıkları çalışmaların önemine işaret etmek gerekir. Bu (Cevap D)

sosyologların özellikle Wach, Troeltsch ve Mensching’in KOZMİK ODA YAYINCILIK çalışmaları sonucu din sosyolojisi, dini veya özel sosyo- lojiler gibi yeni açılımlara yönelmiştir.

(Cevap A) 20. Türkiye’de din sosyolojisine aitkonuları ilk defa siste- matik olarak ele alan ve Türkiye’de din sosyoloji üze- rinde etkisi daha kalıcı olan kişi hiç şüphesiz Ziya Gö- kalp olmuştur. Bilindiği üzere Ziya Gökalp (1876-1924) Fransız sosyoloji geleneğine bağlı ve Durkheim’in en sadık takipçilerinden biridir. Başka bir ifadeyle Türk top- lumsal yapısını Durkheim’in sosyolojik yöntemleriyle açıklama çabası içinde yer almış ilk Türk sosyologla- rındandır. Gökalp, sosyolojisini Türk milli kimliği, din, İs- lam, modernlik, kültür ve medeniyete ilişkin düşünme biçiminin kimliğine ve önemini, modern siyasi düşünce- nin sekülerleşme sorunsalı adını verebileceğimiz so- 19. Luckmann, Din sosyolojisi alanıyla ilgili en önemli eseri runsal içinde kavramsallaştıracak özel/milli bir din sos- Türkçeye de çevrilen Görünmeyen Din’dir. Luckmann’a yolojisi teorisi geliştirme çabası içindedir. Weberyen göre din sosyolojisi, modern toplumda dini değişen yapı- sosyolojisinin de farkındadır. Weber’in din ve ekonomi sını tahlil etme konusunda sorunlar yaşamaktadır. Din üzerine kurmuş olduğu ilişkinin İslam ve ekonomi için- üzerine yeni tanımlamalar öne sürmektedir. Bu çerçeve- de okunabileceğini savunmuştur. Din sosyolojisi ile il- de o, modern toplumda geleneksel kilise dininin yerini

DİKAB SORU BANKASI gili birçok makale yazan Gökalp, Fıkıh ilminin İslam dü- alan herhangi bir şeyinde “din” olarak adlandırılamaya- şünce tarihinde din sosyolojisinin işlevlerini yerine ge- cağını tartışmaya açmaktadır. tirdiğini savunmaktadır. Ayrıca Gökalp, İstanbul Darül- (Cevap E) fünun (Üniversitesi)’da sosyoloji ve dini sosyoloji üze- rine dersleri vermiş ve bu ders notları ilmi İçtima Ders- leri (1913) adıyla yayınlanmıştır.

(Cevap A)

20. Organizmacı yaklaşım toplumların canlı gibi doğdukları- nı büyüdüklerini öne sürer. İnsanık tarihi canlı organiz- malar gibi doğan, büyüyen ve ölen toplumların tarihinden

oluşmaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B)

233 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test • 1

1. Din Psikolojisi: Dinin insan ruhunda yaşanan ve çeşitli 3. Manevi yaşam, “Aşkın”la ilgili eksiksiz bir farkında oluş davranış biçimleri ile dışa yansıyan, kendi özellikleri et- tecrübesi veya bireyin olayın bir varoluş tarzıdır. Başka rafında gelişen yapının, içsel ve dışa dönük etkilerini bir bir deyişle, “insanın nihai olan bir gücü düşünmesidir”. bütün olarak incelemeye çalışır. Din psikologları dini me- Böylece manevi yaşam daha çok insan tecrübesindeki tinleri araştırmazlar. Dini metinlerin, dini şahsiyetlerin ve “Aşkın bir boyuta yönelik ilgiyi ifade eder. Manevi yaşam dini tecrübelerin insana neler getirip, neler götürdüğü ile içerisinde yer alan bütün yaşantıları şu maddelerle örgüt- ilgilenirler. leyebilir;

Din psikolojisi, dini tecrübeleri, dini tasavvurları inceler ve • Yaşamda bir anlam arama bazı yöntemler uygular. Semantik analiz ölçekleri, istatis- KOZMİK ODA YAYINCILIK • Aşkın’la (yücelikle) karşılaşma tiksel analizler, derinlikli analiz, deneyler, yorumlama ve değerlendirme anketleri, mülakatlar, kişilik testleri, sis- • Bağlanma hissi temli gözlemeler. • Nihai bir gerçek ya da en yüksek değer arama A) Tefsir, din felsefesi • Gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık B) Kısmi anlamda kelam • Kişisel değişim C) Kelam (Cevap E) E) Tefsir

(Cevap D)

2. Din Psikolojinin Araştırma Konuları; • Dindarlığın kaynakları

• Dini ve manevi tecrübe

• İman ve şüphe DİKAB SORU BANKASI • Dindarlığın tanımı ve ölçülmesi

• Dua ve dini ritüel

• Din ve ahlak

• Tanrı tasavvurları

• Din değiştirme

• Dini tutumlar

• Birey ve dini gruplar

• Din ve ruh sağlığı

• Ölüm ilgisi 4. Din ile depresyon arasında ne tür bir ilişki vardır? Diğer • Mistisizm bir ifadeyle dinin, depresyonlu hastalar üzerinde olumlu herhangi bir katkısı var mıdır? Gibi birçok alanda araştır- • Kişilik ve din ması olan Koenig, kiliseye giden kişilerle depresyon ara- • Din ve manevi yaşam sındaki ilişkiyi araştıran toplam 93 alan araştırmasından 59’unda dini ibadetlere daha fazla katılan kişilerde dep- • Hayat tatmini resyonel düzensizliklerin daha düşük olduğu ve bu kişi- • Erdemlilik lerin daha az depresyonel semptomlar gösterdikleri tes- Din ve devlet işleri ise daha çok hukuk alanına giren bir pit etmiştir. Bu konudaki en kapsamlı çalışmaları Koe-

kanundur. KOZMİK ODA YAYINCILIK nig ve Lorson (2001) yapmıştır.

(Cevap C) (Cevap E)

234 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 1

5. A) Din bilimleri ve psikoloji biliminin uzlaşması anlamı- 7. Dindarlık yönelimleri: G. W. Allport iki temel tip halinde na gelen terim veya geliştirilen yöntem Psikoteolo- tanımlar; ji’dir. Dışa güdümlü dindarlık: Dini değerler birinci derecede B) Teozofi: Batı teozofisi bir yandan okült gelenek diğer önemli değildir, araç olarak görür. yandan doğu gelenekleri üzerine kurulmuş ezoterik İç güdümlü dindarlık: Dini değerler içlerine iyice yerleş- bilgilerden yararlanan felsefi bir sistemdir. miş insanlar için din, bütün benliği kuşatmış her konuda başvuru kaynağıdır, amaçtır. C) Nörobiyoloji, sinir sistemi biyolojisidir. Sinir sistemi-

nin yapısı, fonksiyonları, gelişimi, genetiği, fizyolojisi, KOZMİK ODA YAYINCILIK Aralarındaki farklılıklar: biyokimyası, formokolojisi ve patolojisi ile ilgilenir. • Dış güdümlü dindarlar dini kullanırken, dinden yarar- D) İnsanın davranış dinamiklerini biyopsikososyal ola- lanırken, iç güdümlü dindarlar dinlerini yaşarlar. Dış rak açıklamak üzerine çalışan ve normal ile normal- güdümlüler kendileri için, iç güdümlüler Allah rızası dışı (hastalık) davranış örüntülerini sınıflandırarak te- için yaşar. davi etmeye çabalayan tıp bilimi ve ruh hekimliğidir. • Dış güdümlü dindarlar için dini inanç ve değerler za- E) Sosyal psikoloji toplumsal şartların insanlar üzerin- man zaman başvurdukları, benliği bütünüyle aşan ki- deki etkisini araştıran bilim dalıdır. şiyi değişime zorlayan içten doğma değerdir.

(Cevap A) • Dış güdümlüler dini inanç ve değerlerinden kolayca vazgeçebilir, iç güdümlüler dinleri için yaşar.

• Dış güdümlüler için din, makam, itibar, kimlik, kazan- ma aracı iç güdümlüler din nihai ilgi ve amaçtır.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

8. Dindarlığın özellikleri • Dindarlık tek biçimli değişmez sabit bir durum değil- dir. Kişi ve gruplara göre değişen dinamik bir yapı ve süreçtir.

6. Dindarlık: belli bir dinin inanç ve öğretilerinin belli bir ki- • Bireylerin ve grupların hayatlarında çeşitli faktörlere şi, grup ya da topluluk tarafından yaşanmasıdır. Yaşanan bağlı olarak (yaş, cinsiyet vb) dini bağlılığı arttırıp azal- dindir, dinin hayata geçirilerek bilfiil yaşanan biçimidir. tabilir. Psikolojik olarak hem de kültürel dünyada bir referans • Dindarlık birey ve toplum hayatında belli alanda sınır- çerçevesi olarak vardır. Dinin psikolojik olarak incelen- lı değil hayatında belli alanda yaşanır. mesi bu karşılıklılık ve etkileşim bakış açısıyla yapılma- lıdır. İnsanın dini hayatında Allah ile uyumlu bir hayat ya- • İnanç, ibadet, duygu etki… dindarlığın çok boyutlu şama çabasına din psikolojisi alanında dini hayat ya da ölçekleridir. Algı ise dindarlın ölçeği değil, oluşmasın-

dindarlık terimleri karşılık gelir. KOZMİK ODA YAYINCILIK da önemli bir kavramdır.

(Cevap E) (Cevap C)

235 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test • 1

9. Dindarlığı etkileyen birçok faktör vardır. 12. Çocuktaki mantıksal düşünme yeteneğinin gelişmesi, A: Cinsiyet dünyadaki işleyişi anlamasına yardımcı olur. Hayal ile gerçek dünya arasında ayırım yapabilen çocuk, ailesi dı- Batı Avrupa ve ABD eksenli araştırmalara göre kadınlar şında dünyanın geri kalanına ilgi duymaya ve onların dü- erkeklere göre daha yüksektir. şünce ve fikirlerini ayırt ederek anlamaya başlar. Bu dö- Fukuyamanın tespitine göre kadınlar dinin inanç, ibadet nemde, ahlaki ve dini kurallar, harfi harfine algılandığın- ve duygu boyutunda erkeklerde bilgi boyutunda daha iyi- dan, dini sembol ve inançlar somut manalar olarak ka- dir. rakterize edilerek tamamen gerçek kabul edilmektedir.

Dindarlığı 7 boyutta ele alan başka bir çalışmada kadın- KOZMİK ODA YAYINCILIK Bu gelişim dönemi her ne kadar okul çağını temsil etse lar genel dindarlık sosyal dindarlık tanrıya bağlılık ve töv- de, Fowler’a göre pek çok ergen ve yetişkin zaman za- be boyutlarında erkekler ise otoriter/yargılayıcı bir tanrı man bu evrenin özelliklerini sergileyebilmektedir. inancında yüksek puan almıştır. (Cevap B) Yahudiler ve Müslümanlar arasında yapılan araştırmalar- da erkeklerin kadınlardan daha dindar olduğu sonucu çık- mıştır. Bu genelleştirilemez.

Kadınların daha dindar olduğu görüş de mevcuttur. Bu 13. İbni Sina, rüya ve vahiy teorileri geliştirmiştir. Bunların ya- görüşe göre kadınlar günlük hayata kendilerini daha faz- nında ölüm korkusu, kaygının insan üzerindeki etkisini la risk altında bulundukları ve bu nedenle koruma arzu- azaltmaya dair çeşitli yaklaşımlar ortaya koymuştur. İbni su dine daha fazla önem verir. Sina özellikle insan davranışları ve psikojenik hastalık- Eğitim seviyesi C- meslekler D- Gelir durumu G- yaş se- larla beyin arasındaki ilişkilere dikkat çekmesiyle nörobi- viyesi F-Medeni durumu yolojik yaklaşımın öncüsü olarak görülmektedir. Ona gö- Dinin cinsiyet vurgusu dindarlık için dindarlık bir etken re iç salgı bezleri ve sinir sistemi arasında bir uyum olup değildir. Fakat cinsiyet dindarlık için önemli bir etkendir. bu uyumun bozulması fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara yol açmaktadır. O, beyinle ilgili çalışmaları sonucunda (Cevap A) duyuların beynin belli bölgeleriyle ilintili olarak çalıştıkla- rını göstermeye çalışmıştır.

10. Öğrencinin derse bir şekilde aktif katılımını sağlaması, (Cevap C) onu düşündürmeye sevk etmesi, kendini ifade etmesine

ve sosyalleşmesine imkân vermesi, bildikleri ve bilmedik- DİKAB SORU BANKASI leri hakkında öğretmene dönüt sağlaması, bilişsel olarak 14. Maslow’un dinle ilgili görüşlerinde önemli oranda James, üst düzey öğrenmelere zemin hazırlaması, analitik ve Jung ve Fromm’la benzerlikler görülür. Din hakkındaki fi- eleştirel düşünmeye sevk etmesi, ustaca kullanıldığı sü- kirlerini genel olarak “Dinler, Değerler, Dorum Deneyim- rece öğrencinin zevkle katıldığı bir yöntem olması, soru ler” adlı kitabında ortaya koymuştur. O dini, insan doğa- -cevap yöntemini üstün kılan özelliklerdir. sının bir ürünü olarak görerek, bu konudaki görüşlerini (Cevap A) daha çok kendini gerçekleştirme, varlık değerleri ve do- ruk deneyimler çerçevesinde ortaya koyar. Kendini ger- çekleştirme ila insan, doğal ihtiyaçlarının ötesinde içsel 11. Sözlü anlatıma dayalı birçok dersin, özellikle sosyal ders- değerlerle bir bütünleşme yaşayarak olgunlaşır ve ma- lerin öğretiminde sıkça kullanılan ve neredeyse insanlık nevi değerlerini en üst düzeyde yaşayarak potansiyelle- tarihi kadar eski bir yöntemdir. Genel olarak, konuları bir rini gerçekleştirir. Maslow, adalet, güzellik, anlamlılık, sa- sıraya ve düzene göre anlatma ve açıklama metodu ola- delik, mükemmellik gibi yüksek manevi değerlere varlık rak bilinir. Takrir ve düz anlatım adlarıyla da anılan bu değerleri adını verir. Onun din anlayışında bütün varlık yöntem, sadece okullarda değil, toplumsal etkinliklerin değerlerini kendinde toplayan yüceliğe Tanrı denir. İnsa- büyük bir bölümünde vazgeçilmez konuşma ve öğretim nın, evrensel kabul edilen bu varlık değerlerine doruk de- yolu olarak kabul görmüş, geçmişte yüksek bir mevkie neyimler, insanın benliğine ulaşmasını ve potansiyelleri- sahip olmuştur. Ancak, zamanla kütüphanelerin kurulup ni en yüksek derece gerçekleştirmesini sağlayarak insa- yaygınlaşması, okuma materyallerinin her yerde rahatça nın bilincinde izler bırakan olağanüstü yaşantılara veri- ulaşılır hale gelmesi, bu yöntemi gözden düşürmüş; tak- len addır. Maslow, tüm doruk deneyimlerin her zaman di- rir yöntemiyle dersini sunanlara gıpta ile bakılmaktan vaz- ni nitelikte olmayabileceğini fakat dinin özünün doruk de-

geçilmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK neyimler olduğunu söyler.

(Cevap D) (Cevap E)

236 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 1

15. Farabi, İslam öğretileri ve Aristo felsefesi arasında bir uz- 18. Fromm!a göre hümanistik dinin merkezinde insan ve güç- laşma sağlayarak, İslam’ın temel yaklaşımlarını Aristocu leri vardır. Bu tür bir dinde Tanrı, insanın kendi yüceliği- terminoloji ile buluşturmuş bir İslam filozofudur. Farabi’nin nin bir sembolü gibidir. İnsan da bir gün bu sembole eri- kavram olarak Aristo’dan aldığı faal akıl; vahyin, ilhamın şip, onun gibi olabilme şansına sahiptir. Gerek Tanrılı, ge- ve sadık rüyaların kaynağıdır. İnsanın halay gücü, faal rek Tanrısız tüm büyük dinler hümanistik karakterdedir- akıl ile iletişime geçmesini sağlar. Peygamberlik, keha- ler. Otoriter dini yaşantıda, genellikle insanın kaderini elin- net ve sadık rüyalar bu ilişkinin sonucunda ortaya çıkan de bulunduran, kendisine boyun eğilmesi, saygı gösteril- kavramlardır. Rüyalar konusunda da kapsamlı bir yakla- mesi ve tapınılması gereken üstün bir gücün var olduğu

şım sahibi olan Farabi’ye göre rüyalar, saklanmış hatıra- KOZMİK ODA YAYINCILIK kabul edilir. Tanrı ne kadar mükemmel olursa, insan o ka- ların tatmin arayan ya da tatminsiz arzuların, insandaki dar yetersiz ve eksik hale gelir. Fromm’a göre bu anla- mizaç ve eğilimlerin, çeşitli bedeni ve ruhi halledin bir ifa- yışta insan, yaptığı, her şeyi Tanrı’ya yansıtıp, kendini be- desi olarak açıklanır. ceriksiz, her yetkinlikten yoksun, çaresiz hisseder ve ezik bir kişilik olur. (Cevap D) (Cevap A)

19. Maslow, insanın iyi tabiatlı olduğunu varsaya- 16. Farabi’ye göre nefsin; beslenme gücü, duyum gücü, ha- rak onu özgür irade sahibi ve potansiyel kuvvetlerini ge- yal gücü, arzu etme gücü ve konuşma gücü olmak üze- liştirici bir biçimde yorumlayan hümanist psikolojinin te- re beş gücü bulunmaktadır. mellerini atan psikologdur. O, insanla ilgili olarak sınırlı kavramları kullanarak kötümser ve olumsuz yaklaşımlar (Cevap C) içeren psikoloji çalışmalarını eleştirir. Onun hümanistik yaklaşımında, değerler, bireysellik, hedefler, etik ve in- san doğasının daha yüksek ve iyi bir duruma getirilmesi DİKAB SORU BANKASI esastır.

(Cevap B) 17. Din olgusu konusunda da Adler, yüklediği anlamlar ve bi- reysel psikoloji sistemi çerçevesinde olumlu yaklaşımlar sergiler. Ona göre, yüce varlık, fikri, insan zihninde, ge- leneğe, hayat biçimine, hatta iklim ve coğrafi şartlara bağ- lı olarak pek çok şekillerde yansımış bir insanlık birikimi olarak son derece önemlidir. Bireysel ve sosyal şartların farklılaşmasıyla farklı farklı Tanrı imajları ve din anlayış- 20. Erik Erikson’un Martin Luther ve Gandhi üzerine yazdığı ları oluşabilir. Adler’e göre bütün bunlara karşın Tanrı bi- biyografik çalışmalarında, dinle ilgili değerlendirmelerine limsel olarak kanıtlanamaz; o, ancak inancın bir armağa- rastlanmaktadır. O, inceldiği iki dini kişiliği, kendi kişilik nı olarak görülebilir. Ayrıca, dinlerin tüm insanlık için kut- teorisi çerçevesinde değerlendirmiştir. Ona göre dini kim- sal yaralarını korumayı önemsemekle birlikte, bireysel liğin oluşmasında, yaşanan dönemler ardışık olarak et- psikolojinin gücü ve etkinliğine olan inancı nedeniyle di- kili bir işlev görürler. Çocukluk dönemi aile ilişkilerindeki ne katılmayı gerekli görmez. Sonuç olarak Adler, birey- dini iletişim oldukça önemlidir. Ona göre çocuklar, dini sel psikoloji yaklaşımını, dinleri de kuşatacak şekilde in- inanç ve ibadet şekillerini, ahlak kurallarını ilk olarak ai- sana ve olaylara bakışta merkez olması açısından daha lelerinden ve yakın çevrelerinden taklit yoluyla öğrenme- üstün görmektedir. Bununla birlikte dinlere karşı doğru- ye çalışır ve dini hayatlarını bu şekilde oluştururlar. Psi- dan bir tavır almaz. Tanrı kavramının ve var olan dini ya- kososyal gelişim kuramında özellikle ergenlik dönemi ya- pıları, hümanistik işlevleri, motivasyon sağlamaları ve in- şanacağını söylediği kimlik krizine ayrı bir önem atfeder. sanın sosyal çevresine olumlu etkileri bağlamında önem- Luther’le ilgili çalışmasında da, özellikle onun gençlik dö-

li ve gerekli olarak değerlendirir. KOZMİK ODA YAYINCILIK nemi yıllarında yaşadığı kimlik krizine odaklanır.

(Cevap B) (Cevap E)

237 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test • 2

1. Fromm, dini, “bir topluluğun bireylerince paylaşılan ve o 3. James’e göre din, bireylerin duygu, fiil ve tecrübeleridir. bireylere belli bir yöneliş, belli bir bağlama amacı kazan- O dini, temelde ikiye ayırır. Birincisi; kişinin ibadet, dua dıran herhangi bir düşünce ve eylem sistemi” diye tanım- gibi ritüellerini içine alan bireysel din; ikincisi ise kilise içe- lamaktadır. Bu sistem, Tanrılı, çok Tanrılı yahut Tanrısız risindeki etkinliklerden oluşan kurumsal dindir. Bu iki ka- bir din olabileceği gibi; ulus, sınıf, parti, başarı, tapılan tegori arasında, gerçek dinin; dua, tefekkür, zikir ve ken- ağaç, hayvan, taştan yapılmış putlar da olabilir. Bu yüz- dini adama gibi iç dünyada ortaya çıkan yaşantıları kap- den ona göre din olgusuna sahip olmamış hiçbir kültür sayan bireysel din dolduğunu söyler. Kurumsal dinin, di- yoktur ve gelecekte de olmayacaktır. Fromm bu geniş din nin özünü kirlettiğini düşünen James’in, bu bakımdan di-

tarifi içinde dinleri insana yönelik olumlu-olumsuz işlev- KOZMİK ODA YAYINCILIK ni bireyselliğe indirdiğine dair yorumlar yapılmaktadır. Di- lerine ve insanın kendini geliştirmesine yönelik katkıları- ni psikolojik bir gerçeklik olarak faydalı gören James, Tan- na göre iki ayırır. Bu ayrıma göre, insanın gelişimine dö- rı’ya da faydacı sebeplerle inanır. Dinin özünün dua ol- nük işlev gören dini sistemlerin tümü “hümanistler”, insa- duğunu söyleyerek, Tanrı ile ilişki olmadıkça dinden edi- nı ve sahip olduğu güçleri önemsiz kılan tüm sistemler lemeyeceğini söyler. Bu noktada dinin amacının da ah- ise “otoriter” olarak değerlendirilir. laki dönüşüm olduğuna inanan James’e göre Tanrı’nın gerçekliği onun için hissedilen bireysel tecrübe ve duy- (Cevap C) gularda yatmaktadır. Sonuç olarak James’in dine olum- lu bir bakış açısıyla yaklaştığı, fakat dinin insan hayatın- daki boyutlarını göz ardı ederek onu, bireysel, sübjektif ve duygusal alana indirgediği söylenebilir.

(Cevap D)

4. James’in öncü olduğu bir diğer alan din psikolojisidir. Din psikolojisi ile ilgili temel çalışması olan “Dini Tecrübenin Çeşitlilikleri” adlı eserinde; ihtida, mistisizm, kurban, aziz- lik, dua, ruh sağlığı-din ilişkisi gibi konular üzerinde du- DİKAB SORU BANKASI rur. James’in bireysel tecrübeyi dinin esası kabul etmesi ve dini tecrübeleri pragmatist bir şekilde yorumlaması onun bu alanda en dikkat çeken özelliklerdir. O, dini tec- rübelerin insanların hayatlarına olumlu katkılar sağlama- 2. Freud’un dinle ilgili temel üç çalışması “Totem ve Tabu”, ları nedeniyle değerli olduklarını söyler. Dini tecrübe, di- “Bir Yanılsamanın Geleceği”, ve “Musa ve Tektanrıcılık”- nin anlaşılmasında anahtar rol oynar. tır. “Totem ve Tabu” isimli kitabında Freud, dinin ilkel kay- (Cevap A) nakları ve dini hayatın boyutlarıyla ilgili bir yaklaşım or- taya koymuştur. Ona göre ilkel kabile yaşantılarındaki ba- ba-oğul ilişkileri din ile ilgili önemli bir kaynaktır. “Bir Ya- nılsamanın Geleceği” adlı eserinde ise Freud, geleceğin bilime ait olduğunu ve bilimin gelişmesiyle dinin yavaş yavaş gerileyeceğini söyler. Ona göre insanın doğa karşısındaki çaresizliği, çocuk- luktaki güçlü ve destek olan bana imajının devamı mahi- yetinde bir Tanrı arzusu doğurmaktadır. Dine kendince, son darbeyi vurmayı amaçlayarak yazdığı “Musa ve Tek- 5. Din psikolojisinin bazı ilkeleri bulunmaktadır. Bilimsel ol- tanrıcılık” adlı eserinde ise Freud, totemizmle aralarında ması, tarafsız ve ön yargısız olması, sübjektiflikten uzak bağ kurduğu Hristiyanlık ve Yahudiliği çürütmeye çalışır. objektif bir tutum içinde olması, aşkını inceleme dışı bı- İslam’a gelince, onun Yahudiliğin bir devamı niteliğinde rakması, ilahi değil insani yönle ilgilenmesi, olması gere- olduğu, dolayısıyla diğer dinler yok olunca, onun da öne- keni değil olanı incelemesi, aşkın ile olan ilişkiye değer

minin kalmayacağını düşünmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK biçmemesi vb. din psikolojisinin ilkeleri arasındadır.

(Cevap A) (Cevap B)

238 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 2

6. Din psikolojisi, insanın dini davranışlarını incelerken, bu 10. Dini tutum, kişinin dinle ilgili düşünce, duygu ve davra- davranışlara neden olan kaynakları göz önünde bulun- nışlarını belirleme tarzıdır. Yani kişinin dine dair bilgi ve durur. Bu noktada, örneğin dindar bir Müslüman’ın dini inançları, dini bütününden ya da herhangi bir esasından davranışlarını yorumlarken, Kur’an-ı Kerim, Hadisler ve hoşlanması veya hoşlanmaması ve dinle ilgili davranış- diğer dini kaynakları da araştırmalarına dahil etmektedir. ları, yani lehte ve aleyhteki bir takım faaliyetleri onun di- Bu yapılırken savunmacı ve tarafgir bir tutum değil, ob- ni tutumunu oluşturur. jektif bir yaklaşım sergilenir. Din psikolojisinin araştırma (Cevap E) konusu, sadece dindar kabul edilen kimseleri değil, din-

le ilgili tutum, davranış, düşünce, duygu ve yaşantıları ne KOZMİK ODA YAYINCILIK olursa olsun her bireyi ilgilendirmektedir. Yani din psiko- lojisinin tanımındaki “dini” kavramı, sadece dine olumlu yaklaşan veya dindar olan kimselerle ilgili değildir. Zira ateistler dahi, dinle ilgili tutum, düşünce ve duygulara sa- hiptirler ve onların bu durumları din psikolojisinin araştır- ma konuları içerisindedir. 11. Toplumda genel olarak şu dini şahsiyet tiplerinden söz edilebilir; (Cevap C) • İnançla ilgili esasları kabul etmeyen dinin gereksiz ol- duğunu savunan, dine karşı olanlar

• Dinde inancı esas alan, ibadeti önemsemeyenler. 7. Modern psikolojinin kurucusu kabul edilen Wilheim Wun- Bunlarda akli değerlendirmenin ağır bastığı görül- dt’un “Kavimler Psikolojisi” adlı eserindeki din ile ilgili bö- mektedir. lümler, din psikolojisi ile ilgili ilk metinlerden kabul edilir. 1902’de William James’in yazdığı ve din psikolojisinin ilk • Dinin özünden ziyade dini pratiklere ve şekle daha klasik eseri kabul edilen “Dini Tecrübenin Çeşitliliği” adlı çok önem verenler. Bunlarda duygu yönünden ağır kitapta; din değiştirme, mistik tecrübe, kutsallık ve ruh bastığı görülmektedir. sağlığı din ilişkisi gibi konular üzerinde durulmuştur. “E. • İstek ve arzularını frenleyip daha çok zikre önem ve- D. Starbuck”un 1899 yılında yayınladığı “Din Psikolojisi” renler ki bunlar mutasavvıflardır. kitabı ise, dünyada alanın adıyla yazılan ilk çalışma ka- bul edilir. • İnançsız bir ibadetin, ibadetsiz bir inancın yetersiz, DİKAB SORU BANKASI (Cevap D) noksan olduğunu savunanlar. Bunlar akli ve duygu- sal yönden dengeli olanlardır.

• İnanmadıkları halde inanmış gibi hareket edenler. Bunlar dini inanç ve davranışlarında samimi olmayanlar- 8. Din psikolojisinin araştırma konuları arasında; dini tutum dır. ve davranışlar, dinin kaynak ve etkileri, dini gelişim, din- (Cevap B) darlık ve maneviyat, dindarlığın ölçülmesi, din ve ruh sağ- lığı, dini inanç, dini şüphe, iman, inkar, dini kişilik, tanrı tasavvurları, ibadetler, dini törenler, ahlak, din değiştir- me, dini tecrübe ve mistisizm vb. konular bulunmaktadır.

(Cevap E) 12. Elmalılı Hamdi Yazır, İslam dinine göre, kabulü kuvvetle umulan bir duada yerine getirilmesi gerekli şartları şöyle belirtmektedir:

9. Tasavvufta düşünce ve ilgi noktası Allah’tır. Sufiler ken- • Teslimiyet halinde bulunmak, dilerini dış dünyaya bağlayan, Allah’la ilişkinin azalması- • Saygılı hareket etmek, dileğini boyun bükerek arz et- na, kopmasına götüren hem şeyi ilgi alanlarından çıkar- mek, tarak duygu ve düşüncelerini bir nokta üzerinde yoğun- • Sessiz ve gizli olarak duada bulunmak, bağırıp çağı- laştırırlar ki bu noktada Allah’tır. Sufi’de kendi benini yok rarak dua etmek suretiyle gösterişe sapmamak ederek, kendi beninden sıyrılarak Allah’la var olma Al-

lah’la dirilme arzusu ve aşkı vardır. KOZMİK ODA YAYINCILIK • Duada ruhi bir haz duymak

(Cevap A) (Cevap E)

239 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test • 2

13. İbadetler, insanı sabra alıştırır, iradeyi güçlendirir. Na- 16. Din duygusu, ilahi bir kuvvetin varlığından kaynaklanan mazda da oruçta da iradenin etkin rolü vardır. Oruçta sa- düşünce, tasavvur ve hareketlerin insanda uyandırdığı bır unsuru ön plandadır. İnsan gün boyu en önemli ihti- duygudur. Bu duygu, insanı ilahi varlıkla temasa getirir yaçlarını askıya almaktadır. Yapmadan duramadığı bir- ve ona yöneltir. Din duygusu, diğer duygulardan kapsam- çok alışkanlığı belli sürede olsa terk etmektedir. Bu ona lı ve birbirinden farklı birçok duyguyu içerisine alan önem- bir iç disiplin ve irade gücü verir. li bir duygudur. Bu nedenle din duygusunu bütün özellik- leri ve sınırları ile tanımlamak oldukça zordur. Onu ele- (Cevap D) manlarına ayırıp açıklamak, daha iyi anlaşılmasını sağ-

KOZMİK ODA YAYINCILIK lar.

(Cevap A)

14. İbadetler tek başına veya toplu olarak (cemaatle) yapıl- 17. Vicdan, iyi ve kötüye, hayır ve şerre hüküm verme kuv- maktadır. Psikolojik mekanizmaları üzerinde etkisi olmak- vetidir. İnsan vicdanı ile kendi kendini muhakeme eder, tadır. Genel bir değerlendirme ile ibadetin kişi üzerinde- bir nevi yargılar. Bu nedenle vicdan, insanın içinde kuru- ki etkileri şunlardır: lan bir muhakemedir. Vicdanın üç önemli fonksiyonu var- Bir görev olarak algılanması dır: Ruh sağılığını koruması • Bireyin davranışlarını iyi ve kötü oluşlarına göre ayı- Dengeli bir kişilik kazandırması rır. Onlar için iyi ya da kötü hükmünü verir. Başkalarına zarar verici davranışlardan alıkoyması • Bir işin yapılması veya yapılmaması hususunda seç- İradeyi güçlendirmesi me yapar. Maddi şeylere karşı aşını bağlılığı azaltması • Bireyin yapacağı veya yapmış bulunduğu hareketler

Diğer kişilere karşı sevgi, saygı ve bağlılığı kuvvetlendir- DİKAB SORU BANKASI sonunda meydana gelecek duyguları bildirir. Yapıl- mesi maması gereken bir davranış sonunda duygular vic- dan azabı, iyi bir hareket sonunda duyulan iç huzu- Günahkarlık ve suçluluk duygularını yok etmesi ru gibi. Şefkat ve merhamet duygularını geliştirmesi (Cevap E) (Cevap C)

18. Benlik, kişinin kendini değerlendirişidir. Kendisi hakkın- daki idrak ve sezgilerinin bir örüntüsüdür. Yani insanın kendi kendine dışarıdan başka bir şahıs gibi bakarak “ne olduğu, nasıl hareket ettiği, değer yargılarının, iyi ve kö- 15. Ahlaki duygular, insanın gerek kendisinin gerekse baş- tü taraflarının neler olduğu, neleri yapabileceği, arzı ve kalarının davranış ve yaşayışlarının etkisiyle oluşan duy- ideallerinin neler olduğu, nasıl olması gerektiği” şeklin- gulardır. İnsanda vicdan denilen gücün muhakemeleri so- deki sorulara kendisinin verdiği cevaptır. Böylece kişinin nucu ahlaki duygular doğar. Ancak vicdani muhakeme mevcut durumu hakkındaki yargıları gerçek benliğini, na- her şahısta aynı olmadığından, ahlaki duyguların mahi- sıl olması gerektiğine dair düşünceleri ise ideal benliği

yeti ve şiddeti de başka başka olur. KOZMİK ODA YAYINCILIK oluşturur.

(Cevap B) (Cevap B)

240 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 2

19. Tasavvur, zihinde önceden oluşan, idrak edilmiş olan şey- lerin (obje, olay, kavram vs) tekrar zihinde canlandırılma- sı, yeniden anlam kazanması demektir. Ancak insan her- hangi bir obje ile ilgili sahip olduğu bilgiler çerçevesinde objenin özellikleri doğrultusun da zihinde onu canlandır- maya çalışır, onun imajını zihinde oluşturur. Yani insan, herhangi bir şeyi doğrudan doğruya görmeden, idrak et- meden de onunla ilgili bilgilerden hareketle onu tasavvur

edebilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A) DİKAB SORU BANKASI

20. Erich Fromm’a göre insanda bir şeye yönelim ve bağlılık sistemi vardır. Bu sistem insan varoluşunun ayrılmaz bir parçasıdır ve oldukça güçlüdür. Öyle ki insanda bundan daha büyük bir enerji kaynağı yoktur. Dinin evrensel ol- ması da insandaki bu yönelim ve bağlanma ihtiyacından- dır. İnsan yönelecek ve bağlanacak bir amaca sahip ol- ma anlamında dinsel bir ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçla o hay- vanlara, ağaçlara, altından ya da taştan yapılmış putla- ra, görünmez bir Tanrı’ya, ermiş bir kişiye ya da şeytan- ca özellikleri olanlara, atalarına, ulusuna, sınıfına ya da

partisine, paraya ya da başarıya tapınabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap D)

241 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test • 3

1. Din psikolojisinin malzeme kaynakları, din hakkında ta- 4. İbn Sina insanın duyu ve meleklerini çok detaylı bir şe- kınılan tavırların gözlemleri, din ile ilgili sözlü ifadeler, ya- kilde açıklamış ve Farabi’nin bu konudaki düşüncelerini pılan anket ve mülakatlarla anılan cevaplar ve şahsi do- geliştirerek adeta bir duyular teorisi oluşturmuştur. O, du- kümanlardır. Bu malzeme kaynakları göz ününde bulun- yuları dış ve iç duyular şeklinde ikiye ayırır. Dış duyular durarak, din psikolojisindeki bilgi toplama teknikleri şun- olara, biline beş duyu ele alınır. Bunlar dokunma, tad al- lardır: ma deriye yayılmış olarak bulunan dört ya da daha faz- la duyuyu içerdiğini belirtir. Bunlar, soğukluk-sıcaklık, ku- • Gözlem ruluk-yaşlık, sertlik-yumuşaklık, kalabalık-düzgünlük gibi

• Anket KOZMİK ODA YAYINCILIK duyulardır. İbn Sina iç duyu ve melekleri de beşe ayırırı. • Deney Bunlarda;

• Mülakat • Ortak duyu

• Şahsi dokümanlardan yararlanma • Görüntüleri alı koyma gücü • Hayal gücü (Cevap C) • Vehm (tahmin, yargı) gücü

• Hafıza ve hatırlama gücü’dür.

2. Din psikolojisi, psikoloji ile teoloji arasındaki sahada yer (Cevap E) alan ve onlarla sıkı ilişki içerisinde olan bi ilimdir. Din psi- kolojisi psikolojinin bir dalı olduğu için, onunu ilkelerine ve metotlarına uygun olarak araştırma yapar ve psikolo- 5. Pragmatizm ekolüne mensup olan William James’in “Di- jinin diğer bütün dallarıyla (eğitim psikolojisi, çocukluk ve ni Yaşantının (Tecrübenin) Çeşitliliği” adlı kitabi, din psi- gençlik psikolojisi, sosyal psikoloji, patolojik psikoloji vs.) kolojisi açısından önemli bir eserdir. James dini, ruhi bir yakın ilişki içerisinde bulunur ve onlardan yararlanır. yaşanış olarak ele almaktadır. Onun bu alandaki araştır- (Cevap B) malarının konusu, dinin subjektif cephesi, yani her ferdin ruhundaki belirtisidir.

(Cevap C)

3. Gazali’nin idrak (algı) aşamaları konusundaki açıklama- DİKAB SORU BANKASI maları oldukça dikkat çekicidir. O, idrakin dört aşaması olduğunu belirtir: 6. İsviçreli Theodore Flournoy “Ruh ve Medyum” ve “Mo- I. Birinci aşama duyulara ait idraktir. Beş duyu organı- dern Bir Mistik” adlı eserlerinde “Din Psikolojisinin Pren- na gelen uyaranların algılanmasıdır. sipleri” adlı makalesinde, din psikolojisinin metotlarını ve II. İkinci aşama hayale ait idraktir. Duyu organlarıyla id- inceleme alanlarını göstererek, din psikolojisini, psikolo- rak edilen nesne ortada bulunmasa da hayal gücün- jinin bir dalı olarak kurmaya çaba sarf etmiştir. Ona göre de onun idarinin devam etmesidir. din psikolojisinin metodu gözlem ve deneydir. Din psiko- lojisi dinler hakkında tarafsız ve objektif olmalı, o ibadet- III. Üçüncü aşama vehme ait idraktir. Herhangi bir cis- lerden yararlanarak özellikle dini duygu ve heyecanları min dış görünümünün, nicelik ve niteliğinin dışında incelemelidir. sahip olduğu anlamların idrakidir. İyidir-kötüdür, dost- tur-düşmandır gibi. Bu aşamada soyut kavramlar id- (Cevap B) rak edilir.

IV. Dördüncü aşama akla ait idraktir. Akıl cisimleri nite- lik, nicelik ve mekanda oluş gibi özelliklerden soyut- layarak tam ve mükemmel olarak idrak eder. 7. Neda Armaner’in İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımın- Aklın idrak ettiği objeye yabancı bir unsur katılmaz, oysa dan Din Terbiyesi (1967), Psiko-patolojide Dini Belirtiler bu durum duyular için söz konusu değildir. Duyular idrak (1973) ve Din Psikolojisine Giriş I (1980) adlı yayınları ül- ettiği bir objeyi yakın, büyük, küçük oluşlarına göre fark- kemizde din psikolojisinin gelişmesine katkı sağlamıştır. lı idrak ettikleri halde akıl böyle değildir. Aklın algısı, al- Ziya Dalat “Çocuk ve Genç Ruhu” adlı eserinin bir bölü-

gılanan objenin durumuna aynen uygundur. KOZMİK ODA YAYINCILIK münde dini inanışın gelişimini de ele almıştır.

(Cevap C) (Cevap D)

242 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 3

8. Ülkemizde “Din Psikolojisi” adıyla ilk eser 1952 yılında 12. Richard Swinburne (d. 1934), dini tecrübeyi “(epistemik Bedi Ziya Egemen tarafından yazılmıştır. Egemen bu esi- açıdan) süjeye Tanrının veya başka bir doğa üstü şeyin rinde din psikolojisinin tarihçesini, alanını, konu, kaynak (ya gerçekten orada bulunması ya da bir şey yapması ve metotlarını açıklamıştır. veya meydana getirmesinin) tecrübesi olarak gözüken bir tecrübe” olarak tanımlar. Swinburne göre; her şeye (Cevap E) gücü yeten ve mükemmel iyi bir Tanrı onu bilmeye yete- nekli insanlarla iletişime geçmeye çalışacaktır. Bunu, ta- rihte yaşamış, toplumu iyiye yönelten çeşitli liderler, er-

KOZMİK ODA YAYINCILIK demli kişiler ve peygamberler aracılığı ile yaptıklarında 9. Bir psiko-sosyal teori genellikle iki bölümden meydana görebiliriz. Demek ki Tanrı yalnızca doğa yasalarına de- gelir; ğil, Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed (SAV)’ın gös- terdiği mucizelerle de gördüğümüz gibi, insanlarla da ya- • Faraziye (Varsayım) kından ilgilenmektedir. Kısaca dini tecrübeyi bir delil ola- • Hipotez (Denence) rak kabul eden Swinburne, daha sonra bu delilin güveni- Faraziyeler; test edilmeyen, doğruluğu ve geçerliliği ka- lirliği ile ilgili ilkeler ortaya koyar. “Safdillik İlkesi” ve “Ta- bul edilen, varsayılan, hipotezlere (denencelere) kayak nıklık İlkesi” dediği bu ilkelerle dini tecrübeye kolayca olan araştırmaya ışık tutan gelen ilkelerdir. Hipotezler ise; inanmamızı öngörür. test edilmek için yani denenmek için düzenlenen genel- (Cevap E) lemelerdir. Hipotezler daima ihtimale dayalıdır. Araştır- madan önce keskinlik ifade etmezler. Geçerlilikleri veya geçersizlikleri, doğru veya yanlış olmaları, geçerlilik de- receleri, ancak araştırmadan sonra yapılacak analiz, ölç- me ve değerlendirme sonucu ortaya çıkabilir. 13. Rudolf Otto (1869-1937), Kutsal Fikri adlı eseriyle Ja- (Cevap A) mes’ten sonra dini tecrübe çalışmalarını devam ettirmiş- tir. Ona göre Tanrı her ne kadar kısmen de olsa akılla bi- linebilirse de, onun derindeki mahiyetini akıl idrak ede- mez. Tanrıya giden yol bizim dini tecrübelerimizden ge- 10. Örnekleme tekniği; Bütün bir kitle yerine, onun bütün özel- likleri hakkında bize bilgi verecek “temsili, örnek” bir par- çer. Dini tecrübe ise; bir his ya da daha doğrusu hisler DİKAB SORU BANKASI çasının seçilip incelenmesine dayanır. Bu durum büyük terkibidir. Bu bakımdan birey Tanrı’ya hisleriyle ulaşabi- kitleler yerine, ondan seçilecek bir parçanın incelenmesi lecek ve onun derinindeki mahiyeti de yine hisleriyle an- sebebiyle zamandan tasarruf, emekten tasarruf ve para- layabilecektir. dan tasarruf sağlar. (Cevap A) (Cevap E)

11. Şans esasına dayanmayan örnekleme tekniklerinde, ör- nek teşkil edilirken dikkat edilecek en önemli nokta, esas 14. William James (1842-191), kuramsal din ile psikolojik din kitle için geçerli olan çeşitli kategorilerden yararlanmak- ayrımı üzerinden dini bireyselliğe indirgeyerek dini tecrü- tır. Bu kategoriler arasında şunları sayabiliriz: be konusunu gündemine almıştır. Ona göre herkes ken- di dini tecrübesini yaşamalıdır. Çünkü nasıl ki insanların • Ferdi veya ailevi kategoriler (Cinsiyet, yaş grupları, inanç düzeyleri ve karakterleri farklı farklıdır, bunun gibi medeni hal ve çocuk sayıları gibi) her insanın yaşadığı tecrübesi de farklı olacaktır. Bu ba- • Mesleki kategoriler (Çeşitli meslekler) kımdan herkes kendi tecrübesini yaşayarak, bir başkası- nın tecrübesine karşı çıkmamalı, onu reddetmemelidir. • Mesken kategorileri (Köy, kasaba veya kentte yerleş- Yaşanan bu çeşitli tecrübelerin geçerliliği ise, hayatımı- me, meskenin durumu gibi) za kattığı faydayla ölçülür. Eğer dini tecrübe kişide olum- • Ekonomik durumlar (Toplumun zengin, orta ve fakir lu etkiler bırakıyorsa, yani faydası varsa, o tecrübe ge-

şeklinde ayrılabilecek kesimleri gibi) KOZMİK ODA YAYINCILIK çerlidir.

(Cevap D) (Cevap D)

243 KPSS • ÖABT DİN PSİKOLOJİSİ Test •3

15. Dini tecrübenin özelliklerini şu şekilde sırlayabiliriz: 18. Tasavvufta nefsin mertebeleri yedidir ve şöyle sırala- nır: • Dini tecrübe, doğrudan doğruya yaşanan vasıtasız bir tecrübedir; anidir ve uzun süre de-vam eden bir • NEFS-İ EMMARE: Bu nefsin eserinden kibir benlik, mahiyet göstermez. hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. • Dini tecrübe, tahlili olmayan bir bütündür. Bazı-larına göre onun tahlil edilemeyişi bugünkü psikolojik tek- • NEFS-İ LEVVAME: Kötülük yaptığında bundan piş- niğin yetersizliğinden gelmektedir. Bazıları ise bunun, man olup af dileyen nefistir.

tecrübenin mahiyetinden kaynaklandığını iddia et- KOZMİK ODA YAYINCILIK • NEFS-İ MÜLHİME: Allah’tan ilham alan nefistir. Alla- mektedir. hu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği • Dini tecrübe, daha çok kişiye özgü bir tecrübe-dir. için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nite- kim Kur’an’da: “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham • Dini tecrübe, kişiye özgü bir hal oluşu nedeniy-le tam edene yemin ederim” (Şems, 8) buyrulmuştur. olarak ifade edilemeyebilir. • NEFS-İ MUTMAİNNE: Cenab -ı Mevlânın “Ey tatmin • Dini tecrübede Tanrısal bir ilişki söz konusu-dur. olmuş Nefs” (Fecr, 27) hitabıyla ızdıraptan kurtulup • Dini tecrübede genel olarak Batıni yöne vurgu ağır huzura eren nefstir . basar. • NEFS-İ RADİYYE: İster bela, ister sefa, Allah’ın bü- (Cevap E) tün fiillerinden razı olan, ondan başka her şeyi gözün- den silip atan ve sadece Rabbi’nin rızasına nazarını diken nefstir

• NEFS-İ MARDİYYE: Allah’ın razı olduğu nefistir. Arif- lerin makamıdır 16. Din, insanın Tanrı, kâinat, metafizik âlem ya da kutsal ka- bul edilen varlığa yönelik inancını, duygusunu, tutumu- • NEFS-İ KAMİLE: Seçkin, saf, tertemiz nefstir. En üst nu, ritüellerini (ayinlerini), davranışlarını ve bunlara da- mertebedir. yalı olarak oluşturulan bir sistemi ifade etmektedir. Din- (Cevap D) lerin bazı ortak özelliklere sahip olmaları gerçeğine rağ- men din ile ilgili tanım yapanlar ortak bir tanım üzerinde 19. Din, ruhsal hastalıkları önleyici ve tedavi edici etkilere sa-

birleşememiştir. Bununla birlikte gerçek şudur ki, din, is- DİKAB SORU BANKASI hiptir. Dinin; insana yol göstermesi, olumlu duyguları bes- ter vahye dayalı (kitabî) olsun, ister olmasın, hayatın bü- lemesi, bir değerler sistemi sunması, kaygıyı azaltıcı ve tün alanlarını etkilemiştir. Baskılara maruz kalsa da in- ümit verici olması, benlik bütünleşmesini sağlaması, in- sanlar onu hiçbir zaman vicdanlarına hapsetmemişlerdir. sanın sosyal hayatını düzenlemesi vb. açılardan insan Çünkü din, insanın özünde var olan bir gerçekliktir. hayatına olumlu etkileri bulunmaktadır. Son dönemlerde (Cevap C) yapılan pek çok araştırmaya göre din, hayattaki sorun- larla başa çıkma, benlik saygısı kazanma, stres ve kay- gıyı azaltma, depresyonun etkilerini azaltma, ölüm kay- gı ve korkusunu yenme, yalnızlık duygusundan kurtulma, iyimserlik kazanma gibi ruhsal sağlığın önemli işaretleri- ne yüksek derecelerde olumlu katkı sağlamaktadır.

(Cevap D)

17. James Fowler’ın genel gelişim teorileri ve teolojiye da- yandırarak ortaya koyduğu inanç gelişim teorisi, bütün formlarını açıklamak üzere ortaya konmuş bir dini geli- şim modelidir. Fowler; güven, dini duygu ve düşüncenin 20. Duanın birçok boyutu vardır. Dikkatin Allah’a çevrilmesi, temeli olarak kabul ettiği inancı, dini kapsamakla bera- güçsüzlük bilinci, teslimiyet dileme isteme vb. Yalnızca ber, onunla sınırlı ya da özdeş olmayan dinamik ve kap- psikolojik fayda sağlayan bireyin iç dünyasında olan ve

samlı insan deneyimi olarak tanımlamaktadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK biten bir hadise değildir.

(Cevap A) (Cevap A)

244 DİN PSİKOLOJİSİ Test • 1

11. S. Frued: Modern psikoloji ekolleri içinde dinle en çok ilgilenen ve din psikolojisi anlayışları üzerinde en etkili görüş Frued’in psikanalizimidir. 1907’de yazdığı ilk ma- kalede dini uygulamaları takıntılı eylemlere benzetmek- le ve saplanılmış tekrarlanan, katı davranış kalıplarının olduğunu söyler. “Bir yanılsamanın geleceği” 1927 ve “uygarlık ve hoş- nutsuzluktan 1930” çalışmalarında dinin, bireyin sıkın- KOZMİK ODA YAYINCILIK tılarını yatıştırmanın bir yolu olabileceğini iddia eder. “Musa ve Tektanrıcılık” 1937 kitabında dinin, insanın il- kel ihtiyaçlarını karşılayabileceğini çünkü her neslin bir önceki nesilden “arkaik” bir miras devraldığını söyler.

(Cevap D)

1. Gazali’nin kişilik sisteminde kişiliği oluşturan unsurlar dört tane olup, gazap (saldırganlık), Şehvet (yeme, iç- me, cinsel arzular), rabbaniyyet (iyilik arzusu) ve şey- taniyyet (kötülük arzusu) olarak isimlendirilir. Gazali’ye göre her insanda karışık olarak bulunan bu unsurlar, her bireyde oransal farklılıklara uğrayabilmekte ve kişi- lik yapısı ve davranışları ile ilişkili olarak işlev görmek- tedir. Devamlı çatışma halindeki bu dört güç arasında denge sağlamada koruyucu gücün din olduğunu söy- leyen Gazali, kalbin inançla kuşatılması durumunda ki- şide iyi davranışlara yönelme arzusunun ortaya çıka- cağını söyler. Gazali insanın ahlak ve ilimle beslenerek olgunlaştığını söyler. Hikmet, cesaret, iffet ve adalet ol- mak üzere dört erdemin üzerinde önemli duran Gaza- DİKAB SORU BANKASI li, insan nefsinde oluşan dengenin ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğunu dile getirmiştir.

(Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK

245 KPSS • ÖABT DİN EĞİTİMİ Test • 1

1. Milli eğitim politikasının belirlenmesinde felsefi temel et- 3. Medreselerin kurulmasına zemin hazırlayan sebepler bir- kilidir. Türk milleti eğitim felsefesinin temelini Tevhid-i Ted- kaç maddede toplanabilir: risat Kanunun’da bulmak mümkündür. Türk Milli Eğitim I. Mescit ya da camilerde ders yapmanın doğurduğu politikasının yetiştirmek istediği insan tipini ise Milli Eği- sakıncalar ki, bunların başında ibadet eden insanla- timin Temel Kanunun’da görmek mümkündür. rın rahatsız olmaları sayılabilir.

(Cevap D) II. Eğitim faaliyetlerinin giderek yoğunlaşması sonucu öğrenci sayısının artması. Camilerin dersler için ye-

KOZMİK ODA YAYINCILIK tersiz kalması yanında öğrencilerin barınma, beslen- me ve temizlik ihtiyaçlarının düzenli olarak karşılan- ması ihtiyacının doğması.

III. İtikadî görüşlerin savunulması, yanlış düşünce akım- larının ilim yolu ile engellenmeye çalışılması.

IV. Yönetim ve adalet işlerinde görev alacak eğitimli per- sonele duyulan ihtiyacın artması.

V. Bu gerekçeler yanında, medreselerin kurulmasında diğer kültürlerle olan etkileşimin de tesiri olmuştur. Öte yandan, geniş bir coğrafyaya yayılan ve ileri dü- zeyde bilimsel çalışmaların yapıldığı ortamda, örgün eğitim kurumlarının ortaya çıkmasını doğal bir sonuç olarak görmek gerekir.

(Cevap D) 2. Diyanet İşleri Bakanlığı, 1986 yılında Ekim ayının ilk haf- tasını camiler haftası ilan etmiştir. Camiler Haftasında, camilerin ve cemaatin önemi, yazı, va’z, konferans ve 4. Bütünlük, genel anlamda, “her şeyin, bir başka şeyle iliş- hutbelerde anlatılmakta, camiler ve çevresi gözden ge- kili ve bağlantılı olduğu” düşüncesinden kaynaklanır. Eği- çirilmekte, yıllık bakım, onarım ve temizliği yapılmakta- timde bütünlük, öğrencinin bedensel, zihinsel, duygusal, dır. Allah’ın sıfatı olarak cami; bütün erdemleri iyilikleri ve ahlâkî ve toplumsal yönleriyle bir bütün olarak ele alın- DİKAB SORU BANKASI nimetleri kendisinde toplayan; yeryüzünde hava, su, hay- ması, birine önem verilirken diğerinin ihmal edilmemesi van ve bitki gibi çeşitli varlıkları, soğuk-sıcak, yaş-kuru gerektiğini ifade eder. Din eğitimi açısından bütünlük, in- gibi zıtları bir arada tutan, kalpleri bir inanç ve düşünce- sanı sadece bir kaç yönü ile değil, bütün fıtrî kabiliyetle- de birleştiren; kıyamet gününde insanları hesap için di- rini geliştirmeyi ifade eden bir kavramdır. riltip çürümüş uzuvları bir araya getiren ve mahşer yerin- (Cevap C) de toplayan demektir. Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak iki ayette geçmiştir: “Rabbimiz, Sen insanları, asla şüphe ol- mayan bir günde toplayacaksın (camiu’n-nas). Şüphesiz Allah sözünden dönmez.” (Al-i İmran, 3/9); “Allah, müna- fıkların ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayıcıdır” (Ni- sa, 4/140). Allah’ın bu vasfı, Kur’an’da, “cema’a-yecme’u” fiiliyle ifade edilmiştir.: “De ki: Allah sizi yaşatıyor, sonra öldürecek, sonra sizi kendisinde şüphe olmayan kıya- mette toplayacaktır…” (Casiye, 45/26). Allah bütün insan- ları kıyamet günü bir araya toplayacağı için bugüne “yev- mü/l-cem” (toplanma günü) denilmiştir (Şura, 42/7). “İn- 5. Sağlıklı bir din eğitimi imkânına sahip olmayan insan ek- san, biz kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayaca- sik eğitilmiş olur. Üstelik bu eksiklik, hayatın bütün alan- ğımızı mı sanıyor? Evet biz onların pamuk uçlarını (izle- larını bir şekilde etkiler. Bunun sebebi açıktır. Çünkü din rini) yapıp düzeltmeye kadiriz” (Kıyame, 75/3-4). Hadis eğitimi, dünya hayatı ile birlikte insanın sonsuz olarak ya- ilminde cami, konularına göre hadisleri toplayan eserle- şayacağı ebedî hayatıyla da ilgilenmektedir. Ancak sağ- re denir. Buhari ve Müslim’in el-Camiu’s-Sahih adlı eser- lıklı bir din eğitimi için, hem insanı, hem dini, hem de eği-

leri camilerin en meşhur iki örneğidir.” KOZMİK ODA YAYINCILIK timi iyi bilmek gerekir.

(Cevap C) (Cevap D)

246 DİN EĞİTİMİ Test • 1

6. Çocuk dindarlığının uyanmasında çevre büyük bir etken- 8. Bütün din eğitimcilerinin, Peygamber varisi olmaları ha- dir. Çocuğun içinde yaşadığı çevre belli bir kültür çeşidi- sebiyle aynı uyarıya muhatap oldukları söylenebilir. Bu nin özelliklerini yansıtır. Çocuğun dini de bu çevre içinde bağlamda, din eğitimcileri ve din hizmeti sunanlar için şu gelişecek ve kendine özgü rengini alacaktır. Aile, çocu- ilkeleri belirlemek mümkündür: ğun çevresinin merkezini oluşturur. Çocuğun dinî ve ah- I. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamalı, lâkî gelişim ve eğitiminde annenin birinci derecede rol oy- nayan kişi olduğu, genel olarak uzmanların görüş birliği II. Hidâyetin, Allah’ın elinde olduğunu bilmeli, ettikleri bir husustur. Anne en önemli dinî ve ahlâki öz- III. Karamsar olmadan, iyi niyet, hoşgörü ve sabırla gö- deşleşme objesidir. Bir ahlâki davranışın çocuk tarafın- KOZMİK ODA YAYINCILIK revlerine odaklanmalı, dan içselleştirilmesi büyük ölçüde bir modelle özdeşleş- IV. Yaptıklarının karşılığını, sadece Allah Teâlâ’dan bek- me yoluyla gerçekleşir. “Dinî yaşantınıza en çok etkisi ol- lemelidirler duğunu düşündüğünüz kişi kimdir?” diye sorulduğunda yetişkinlerin büyük bir kısmı, “annem”, “babam” ya da “ai- (Cevap B) lem”, şeklinde cevap verirler

(Cevap A) 9. Din eğitimi faaliyetleri ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’le başlamıştır. Ondan sonra gelen peygamberler de kendilerine tabi olan topluluklara Allah’tan aldıkları me- sajları tebliğ etmişler, din eğitimi faaliyetini sürdürmüşler- dir. Nerede bir insan topluluğu yaşamışsa orada bir şe- kilde din eğitimi uygulamaları da devam etmiştir. Tüm in- sanlığa gönderilen ve son peygamber olar Hz. Muham- med’de İslam dinini çevresindeki topluluklara tebliğ et- miş, bu dinin öğretmenliğini bizzat kendi örnekliğiyle ha- yatı boyunca sürdürmüştür.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI 7. Sosyal çevrede gerçekleşen öğrenmeye eğitim bilimle- rinde sosyal öğrenme denir. Bu işlem içerisinde 10. 19. Maddesinde din ve vicdan özgürlüğü, ibadet özgür- • Gözlemleme lüğü yer almış ve din eğitiminin ilk defa 1961 Anayasası’ • Modelleme nda bahsedilmiştir.

• Özdeşleme (Cevap B) • Taklit vardır. Banduraya göre taklit her sosyal öğrenme için olmayabi- lir. Sosyal öğrenmeyi sağlayan ilkeler ise şunlardır;

• Dolaylı pekiştirme

• Dolaylı ceza

• Dolaylı güdülenme 11. I. Öğrencileri bir dinin inanırı yapmak dini öğrenme yak- • Dolaylı duygu laşımının amacıdır.

• Model özellikleri II. Din sadece disiplin olarak okutulur. Dinler karşılaştır- Aidiyet kavramı sosyal çevrede gerçekleşen öğrenme sü- ma yapılarak öğretilmesi din hakkında öğrenme yak-

reci ile ilgisi olmayan bir kavramdır. KOZMİK ODA YAYINCILIK laşımının amacıdır.

(Cevap A) (Cevap C)

247 KPSS • ÖABT DİN EĞİTİMİ Test • 1

12. Din hizmetlerinde rehberlik ilkelerine baktığımızda A, B, 15. Saraylarda devlet adamlarının çocuklarına Müeddip adı C ve D seçeneklerinde verilen ifadeler doğrudur. E seçe- verilen hocalar özel dersler verirlerdi. neğindeki muhatabın anlayışına göre üslubu değiştirmek (Cevap D) yanlış bir ifadedir.

(Cevap E) KOZMİK ODA YAYINCILIK

16. Kapsayıcılık yaklaşımına göre bir din veya inanç sistemi- 13. Osmanlı’da din eğitimi alanındaki önemli gelişmelerden nin yanında diğer din veya inanç sisteminin de insanın birisi de 1900 yılında üniversite (Darülfünun) içerisinde kurtuluşu açısından olumlu bir yere sahip olabilecekleri- öğretim süresi 4 yıl olarak belirlenen din bilimlerine dair ni yansıtan modeldir. bir bölümün (Ulum-ı Aliye-î Diniye Şubesi) kurulmuş ol- (Cevap B) masıdır.

(Cevap B) DİKAB SORU BANKASI

14. Din ile küreselleşme arasındaki etkileşim şu şekildedir: 17. Dini öğrenme, din eğitim müfredatı olarak bir tek dini ge- Küreleşme modern kurumlar dışında dinin sivilleşmesi- leneğin öğretilmesi durumudur. dini öğrenme, öğrencile- ne neden olmuştur. rin kendi dinlerinin asıl olduğunu ve bu dine uygun yaşa- Sivilleşmeyle beraber bireysel dindarlık olgusu ortaya çık- ma gerektiğini öğrenmeleridir. mıştır. (Cevap A) Küreselleşmenin etkisiyle yeni dini hareketler ortaya çık- mıştır. Küreselleşmeyle beraber dini çoğulculuk paradigması farklı kesimler tarafından tartışlımaya başlanmıştır. Geli- şen noktada, hayatın birçok alanında dini çok çeşitli şe- killerde kendisini göstermesi söz konusudur. Küreselleş- meyle beraber ekonomik, politik kültürel vb. birçok top- lumsal sorunun dinle bağlantılı olarak tartışıldığı gözlen- mektedir. Küreselleşmenin etkisiyle din, modern zamanlardaki ko- numlandırmanın aksine, kamusala doğru yayılmaktadır. Din, kültürel ölçekte meydana gelen birçok sorunun ken- 18. Mekke döneminde eğitim merkezi olarak sahabe Erkam’ın disi içinde cevabının arandığı bir olgu olmaya başlamış- evi (Daru’l-Erkam) son derece önemlidir. Pek çok saha-

tır. KOZMİK ODA YAYINCILIK be burada yetişmiştir.

(Cevap C) (Cevap B)

248 DİNLER TARİHİ Test • 1

1. Hint kast sisteminde toplum belli kısımlara ayrılmıştır. 5. Sözlükte “seçilmiş, kusursuz, taraftar, özverili arkadaş, dost, bir kimseye ileri derecede yardım eden ve kendisi- • Brahmanlar (Rahipler ve Bilginler) ni bir davaya adayan kimse” anlamına gelen havari, din • Kşatriyalar (Prensler ve Askerler) literatüründe, genelde peygamberlere iman edip, onlara • Vaisyalar (Esnaf ve Çiftçiler) yardımcı olanlar demektir. Özel olarak havari, özellikle Hz. İsa tarafından seçilmiş, tebliğ ve irşad görevinde ona • Sudralar (İşçiler ve Köleler) yardımcı olan on iki kişilik grubu ifade eder. Havarilerin Kast sistemine dahil edilmeyen, kast dışı kalanlara Par- sayısının on iki olarak tespiti İsrailoğullarının on iki kabi-

ya denir. KOZMİK ODA YAYINCILIK lesiyle ilgili olduğu söylenmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de Allah’ın yardımcıları olarak Havariler beş ayrı yerde zik- (Cevap D) redilmektedir: “İsa, onlardaki inkarcılığı sezinde: Allah yo- lunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havariler: Biz Allah yolunun yardımcılarıyız, Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız cevabını verdiler” (Al-i İmran, 3/52). Havari kelimesi Hz. Peygamber’in hadislerinde de geçmektedir: Benden önce Allah hangi ümmete peygam- ber göndermişse, bu peygamberlerin hepsinin de ümme- 2. Genel konsillere Ekümenik Konsiller denir. Ekümenik kon- ti için havarileri ve sünnetini takip eden, emrine uyan ya- sillerden ilk yedi konsile herkes bütün kiliseler itibar et- kın dostları olmuştur” (Müslim, iman, 89). Hz. İsa’ya bağ- mektedir. Ekümenik konsillerde İznik konsilinde İsa’nın lılığını kanıtlayan ve on iki havari olarak kabul edilen bu tek kişilikli ve iki tabiatlı olduğu karara bağlanmıştır. yardımcıların isimleri şöyledir: Matta, Tomas, Petrus, Yu- (Cevap B) hanna, Yahya, Büyük Yakup, Küçük Yakup, Andreas, Bart- holomeus, Mattias, Filipus ve Yahuda’dır. Bunlardan dör- dünün İncil yazarlarından olduğu söylenmektedir.

(Cevap B)

6. Bugün daha çok bir kişisel gelişim tekniği olarak bilinen meditasyon, hemen her dinde görülen yoğunlaşma ve içe dönüş demektir. Ancak meditasyon adı altında yapı- DİKAB SORU BANKASI lanlar aslında Hinduizm’in yoga teknikleridir. Yoganın Ba- tı ülkelerinde yaygınlaşması Hindistan kökenli din adam- 3. İslam ve Hinduizm karışımı bir din olan Sihizm, 16.yüz- ları sayesinde gerçekleşmiştir. yılda Hindistan’da ortaya çıkmaış milli bir karaktere sa- (Cevap D) hip bir dindir. Kurucusu Guru Nanak’tır.

(Cevap D) 7. İslâm dini, hoşgörü olayına bir “insan hakkı” olarak bak- maktadır. İman konusunda zorlamanın olamayacağını, Kur’an bütün açıklığı ile bildirmektedir (Bakara 2/256). Bu noktada, herkesin dini anlayışı kendisine aittir (Ka- firûn 109/6). İslâm hiç kimsenin ırkına, bölgesine, soyu- na ve sülalesine eleştiri getirmez (Hucurat 49/12). Çün- kü bunların hiçbirini, insan kendi iradesiyle belirlemez. Dolayısıyla sorumlu da tutulamaz. 4. Hz. İsa’ya vahyolunduğu bilinen İncil orijinal hâliyle gü- nümüze ulaşmadığı gibi Hıristiyanlığın ilk çağlarında bir- Hz. Peygamber’in de bu konuda şöyle bir ikazı vardır: birini tutmayan yüzlerce farklı İncil ortaya çıktı. Her grup “Herkes Hz. Âdem’in neslindendir. O da topraktan.” (Tir- ve toplumun kendine has bir İncil’i bulunmaktaydı. Suri- mizi, Tefsir-i Sure, 50) ye’deki Hristiyanlar Matta, Yunanistan’dakiler Luka, Ro- İslâm’da üstünlük imanda ve Allah’a kulluk bilincine (tak- ma’dakiler Markos İncil’ini kullanmışlardır. Yuhanna İn- va) sahip olmadadır. Bunu gerçekleştirme noktasında ise cil’i ile bu sayı dörde çıkmış, yüzlercesi arasından söz ko- herkes eşittir. Sonuç olarak İslâm dini, bütün insanların

nusu dört İncil Hristiyan kutsal metnine dâhil edilmiştir. KOZMİK ODA YAYINCILIK kabul edebilecekleri ve uygulayabilecekleri bir dindir.

(Cevap A) (Cevap E)

249 KPSS • ÖABT DİNLER TARİHİ Test • 1

8. Hristiyanlık inancına göre günahlara karşı bir nevi kefa- 10. Budizmin temel ilkeleri; ret işleminin yerine getirilmesine endüljans denir. Buna • Bağımlı varoluş yaşası göre; insanın, günahının bedelini din adamlarının aracı- lığı ile gidermesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile din • Dört temel hakikat adamlarının Tanrı ile insan arasındaki aracılık faaliyeti, • Sekiz dilimli yol endüljansın temelini oluşturmaktadır. Bu işlem Katolik ki- • Doğru bilgi veya kesin iman lisesinin öneli işlevlerinden biridir. Zira Roma Katolik kili- sesinde, herhangi bir suçun ilahi adalet nezdinde affın- • Doğru amaç/düşünce

dan sonra dünyevi karışlığının tamamen ya da kısman KOZMİK ODA YAYINCILIK • Doğru konuşma affedilmesi mümkündür. Endüljans bahşetmek yetkisi ger- çekte Papa’ya aittir. Bununla birlikte Papa bu yetkiyi kar- • Doğru davranış dinallere ve Psikoposlara devredebilir. Endüljans sahibi • Doğru meslek olabilmek için Katolik kilisesine bağlı olmak gerekir. Kili- se tarafından endüljans bahşetme, haçlı seferleri döne- • Doğru çaba minde daha da artmıştır. Çünkü 1095 tarihinde başlayan • Doğru sürekli gözetim ilk haçlı hareketleri esnasında Papa Urban II.’nin kutsal • Doğru tam konsantrasyon toprakları kurtarmaya katılacak olanlara bütün günahla- rının affedileceğini ilan etmesiyle başlamıştır. Tarih için- • Karma öğretisi de endüljansın kötüye kullanıldığından da şikayet edil- Budizm, MÖ 6. yüzyılda Kuzey Hindistan’da yaşadığı ka- miştir. O yüzden Protestan hareketinin önderlerinden Mar- bul edilen “Siddharta Gautama Sakyamuni”nin öğretile- tin Luther de bu doktrini ağır bir biçimde tenkit etmiştir. rine dayanan sistemi ifade eder.

(Cevap D) (Cevap D)

Taoizm: Taoizm ismini kısaca “yol” anlamına gelen “Ta- 9. DİKAB SORU BANKASI o”dan almıştır. 11. Hristiyanlıkta en büyük mezhep olan Katolik mezhebinin bazı sakramentleri (sırrı) vardır. (Bunlara Sakrament / sır Kurucusu Lao tsu’dur.. (MS.604) / gizem denir.) Kutsal kitabı “Tao te king”dir. I. Vaftiz: Suya dalma veya vücudun belirli yerlerini yı- Taoizmin temel felsefesi “mistik panteizm”dir. kamayla yapılır. Hristiyan imanı için ilk şarttır. Katolik- Lao tsu, insan hayatı için şu üç öğretide kendini gösterir; ler bebek doğduğunda yaparken, Protestanlar ergen- • Tabiatta hareketsizlik liğe kadar bekler.

• Boşlukta rekabet etmemek II. Konfirmasyon, vaftizden sonra kutsal ruhun maiye- tinin verilmesi sakramentidir. • Olana razı olmak(mevcutla yetinmek) İlk Taocular doğal düzenli uyumlu yaşama sanatını öğ- III. Tövbe/günah istiğfarı retmeyi hedeflediler. “Eylem”e yaklaşımlarını doğayı göz- IV. Evharistiya / Komünyon: İsa’nın çarmıha gerilme- lemle tasarladıkları “Wu-wei” kavramıyla ifade ettiler. Nes- den önce havarileriyle yediği son akşam yemeği anı- nelere ve kavramlara verdiğimiz önem arzuları ve amaç- sına yapılan sakramentlerdir. Katolik, Protestan ve Or- ları doğurur. İyi ve kötü olmak ve yüksek, aydınlık ve ka- todokslar her Pazar günü bu ayini yaparlar. “Kutsal ranlık. Bu anlamlardan kopmamız, arzu ve amaçlarımız- komünyon, mass, Robbin Son akşam yemeği ve Ek- dan ayrılmamız sonucu eylemsizliğe varır. mek-Şarap ayini olarak bilinir. “Eylemsizlik” bir kere yaşandığında uyumlu yaşama ge- V. Evlilik-evlenecek çiftler için yapılır. çiş kapısı açılır. VI. Rahip takdisi Geçmişin pişmanlıkları ve gelecek kaygısı insanda den-

gesizlik hali yaşatır. KOZMİK ODA YAYINCILIK VII. Hastayı Yağlama

(Cevap B) (Cevap E)

250 DİNLER TARİHİ Test • 1

12. Talmut: Yahudilerin Tevrat’tan sonra en kutsal kaynağı- 14. A) Yahudiliğin Tevrat’tan sonra gelen en kutsal kitapla- dır. Tevrat’ın tefsiri ve açıklaması da denir. Yahudilerin rıdır. Tevrat’ın yorumu tefsiri de denebilir. Yahudiliğin medeni kanunu, tören kuralları, efsanelerini kapsayan medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kap- metinlerdir. sar Talmut iki bölümden oluşur; Mişna, Gemera

Talmud mişna ve gemera bölümlerinden oluşur. B) Yahudiler için Peygamber Musa ve Davud’a gönde- a. Mişna sözlü kanunlardır. İlk defa “Rabi yehuda hana- rilen (Tevrat ve Zebur) kitaplardır. Hristiyanlar “Eski si” tarafından derlendi. Ahit” olarak kabul eder.

b. Gemera mişna oluştuktan 300 yıl sonra hahamlar ko- KOZMİK ODA YAYINCILIK C) Yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesini ifade mitesinin toplanarak mişnanın analizini yaparak ye- eder. Yahudiler tanrının dünyayı 6 günde yarattığına niden yorumlamışlardır ve yazmışlardır. Gemera met- ve 7. gün dinlendiğine inanır. nini oluşturan hahamlara “anonim” denir. D) Yahudilerin en eski sembollerindendir. Kudüs tapına- Eski ahit, kitabı mukaddesin ilk bölümünü oluşturan 39 ğında zeytinyağı ile yakılan yedi kollu şamdandır. Mu- kitaba verilen addır. Tevrat ve Zebur’u da kapsar. sa’nın Sina dağında gördüğü yanan çalıyı simgeler.

Kitabı mukaddesin eski ahitten sonra gelen ve Hristiyan- E) Musevi erkeklerinin dua esnasında sinagogda veya larca kutsal kabul edilen 27 kitaptan oluşan kısmına de- dışarıda başlarını örtmekte kullandıkları küçük takke- nir. İlk dört kitap İncil’i oluşturur. dir. Vedalar, Hinduizm’e inananlar için kutsal kitaplardır. MÖ (Cevap E) 1500 ile 500 yıllarında yazıldığı bilinir. En eski metin “rig veda”dır. Vedaların bölümleri 15. Birinci İznik konsili MS.325 yılında İmparator Konstantin • Samhitalar tarafından Roma imparatorluğunda resmi din olarak Hris- • Brahmanlar tiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek için toplandı. • Aranyakalar Konsilin asıl amacı Mesih İsa’nın gerçek tanrı olup olma- • Upanişadlar ması idi.

(Cevap D) Mesih İsa konsil sonrasında Tanrı Baba ile aynı özü pay-

DİKAB SORU BANKASI laşan gerçek tanrı olarak kabul edildi. Bu konsilde Ortodoks, Protestan ve Katolik mezhepler ortak hareket etmişlerdir. Konsilde kitabı mukaddesin ikinci kısmı olan Yeni Ahit’in ilk dört kısmı olan Matta, Markus, Luka, Yuhanna kabul edilmiştir. “Daniel” ise Tevrat ve Zebur’un kitabı olan Tanah’ın 3. kısmı olan Ketuvim kitabının bir bölümüdür.

(Cevap D)

16. İslam âlimleri dinleri orijinal dinleri orijinal ve kaynağının ilahi olması açısından Müslümanlık öncelikli olmk üzere Yahudilik ve Hıristiyanlığı “Semavi din statüsünde değer- lendirir ve Yahudi ve Hıristiyanlara, “Ehl-i Kitap” statüsü 13. Dinler tarihi araştırmalarında önemli bir insan olan “Mir- verir. Asliyetini koruyamamaları nedeniyle “Muharref din” cea Eliade” dinin insan varlığının ayrılmaz bir parçası ol- konumunda olan Yahudilik ve Hıristiyanlık dışındakilere, duğunu ve mükemmel insanın dindar insan (homo religi- “Batıl dinler” denmiştir. İman, bütün semavi dinlerde or- ous) olduğuna dikkat çeker. Ayrıca Eliade, insanları ve tak bir yapıya sahiptir. Bu doğrultuda “ametü” olarak ta- dolayısıyla medeniyetleri anlamanın dinleri anlamaktan nımlanan iman şartları, bütün semavi dinlerde benzerlik

geçtiğini söyler. KOZMİK ODA YAYINCILIK taşımaktadır.

(Cevap C) (Cevap C)

251 KPSS • ÖABT DİNLER TARİHİ Test • 1

17. Dinin kaynağı konusunda A. Comte, L. Buchner, H. Spen- 19. Orta Çağ toplumları hiyerarşik bir yapı arz etme bakımın- cer, S. Freud ve C. Darwin gibi materyalist düşünce sa- dan özdeş olsalar da onlardan hiçbiri Hindistan’daki kast hipleri farlı görüşler iler sürmüşlerse de, Yahudi, Hıristi- sistemi kadar kadim ve katı bir yapı arz etmemekteydi. yan ve Müslüman bilginler tarafından bu tür teoriler ka- Kast, Portekizce “saf, temiz” anlamına gelen castadan bul edilmemiştir. türer. Hint toplum yapısının zamanı bilinmeyen bir andan beri devam eden dört kastı (çatur varna); Vedaların kut- (Cevap B) sal sözlerinin gözeticileri olan Brahminler, savaşçılar ve yöneticiler olan Kşatriyalar, çiftçiler, zanaatçılar, iş adam-

KOZMİK ODA YAYINCILIK ları olan Vaişyalar ve Hindu toplumunun temelini oluştu- ran yoksul işçiler, hizmetçiler ve köleler olan Şudralara ayrılmış yapısını ifade etme için kullanılır.

(Cevap C) DİKAB SORU BANKASI

18. ‘Tanrıların Yolu’ veya ‘Kamilerin Yolu’ anlamına gelen Şin- to kelimesinden türetilen Şintoizm, Japonya’nın yerli en eski dinlerindendir. Şintoizm; inançları, âdetleri ve uygu- 20. Hint geleneğinde monoteist, politeist, monist ve panteist lamaları açısından çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Ja- tanrı anlayışları vardı. Fakat Buda’dan nakledilen iman pon halkına mensubiyet ve ona ait değerlerin sembolik ikrarı, üç cevher arasında veya sekiz dilimli yolla ilgili mad- modeller ve ritüellerle ifade edilişi olarak tanımlanabile- delerde tanrı ile ilgili bir anlatıma rastlanmaz. Ancak Bu- cek olan Şintoizm, düzenli bir inanç doktrinine sahip de- da’nın Tanrı’yı inkâr anlamında söylediği bir söz de gü- ğildir. Bu durum, Şintoist inançların genellikle Japonya’ya nümüze intikal etmemiştir. Bu konudaki sessizliğin kutsal dışarıdan gelen dinî inançlara bir tepki olarak gelişme metinden kaynaklandığı dikkatten kaçmamaktadır. Bu- göstermiş olmasına bağlıdır. Japonların önceleri ‘Kami- da’dan yaklaşık dört yüzyıl sonra yazıya intikal ettirilmiş nomiçi’ adını verdikleri bu din, baştanrı Amaterasu’nun olan Pali metninden önceki uzun şifahî devrede vuku bu- dışında birçok tanrısal varlık olan kamilere, ruhlara ve ta- lan ihtilâflar vb. gelişmeler göz önünde bulundurulursa biata saygıyı ve onlara ibadeti içermektedir. bu sessizlik pek de yadırganmaz. Öte yandan Budistler Şintoizm’in kutsal kitabı Kojiki’ye göre sekiz yüz bin, Nihon- için kâinatın kimin tarafından yaratıldığından çok ıstırap- gi’ye göre ise seksen bin tanrı olduğu belirtilmektedir. tan ve tenâsüh çemberinden kurtulmak önemli görülmüş- Bunların başkanı, Amaterasu’dur. Amaterasu’nun tapına- tür ve bu sebeple Tanrı inancıyla ilgili herhangi bir görüş

ğı “İse” şehrindedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK yoktur.

(Cevap D) (Cevap D)

252 DİNLER TARİHİ Test • 2

1. Protestan mezhebinin özellikleri şunlardır: 3. Buddha’nın vefatından yüzyıl sonra toplanan ikinci Bu- dist konsilinde cemaat (sangha) içinde, zamanla Sthavi- 1. Papa da bir insandır, yanılabilir. ravadin’i oluşturacak olan Staviralar (Yaşlılar) ve daha 2. Diğer iki büyük Hristiyan mezhebinin kabul ettiği tes- sonra Mahasanghika (büyük cemaat/sangha) olarak bi- lise inanırlar. linecek olan fakat o zaman Mahasanghalar olarak bilinen diğer rahipler arasında bir bölünme vukuu buldu. Bunlar 3. Kutsal kitabı yorumlamaya herkes yetkilidir. arasındaki ayrılık noktaları, Sthavirava dinlerin manastır 4. Sakramentlerden yalnız Vaftiz ve Evharistiya’ya ina- disiplinindeki herhangi bir değişikliği kabul etmemeleri ve

nırlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK Mahasanghikalarınarahata daha düşük bir statü verme- 5. Azizleri kabul etmezler. leri ve Buddha’yı aşkın konuma yükseltmiş olmalarıdır. Budizm’in tarihsel gelişimi sırasında mesela, miladi as- 6. Kiliselerde resim ve heykel lüzumsuzdur. rın başlarında on sekiz okul ortaya çıkmış ancak bunla- 7. Haç çıkarma geleneklerine inanmazlar. rın büyük bir kısmı zamanla ya ortadan kalkmış ya da başkaları içinde kaybolmuştur. Bugün bunlardan üç ana 8. İbadet ve ayinleri herkes kendi diliyle yapabilir. okul varlığını devam ettirmektedir. Theravada (Hinaya- 9. A’râf ve ebedî ceza yoktur. na), Mahayana ve zaman zaman Mahayana içindeki bir gelenek olarak da kabul edilen Vajrayana. Üç başlık al- 10. Meryem sıradan bir insandır; ilâhî bir niteliği yoktur. tında toplanan bu okullar, yekpare olmayıp kendi içlerin- 11. Günah çıkartma işlemi mantıksız bir uygulamadır. de farklı gelenekleri de barındırırlar.

(Cevap D) (Cevap A)

4. Zerdüştlüğün kutsal metni Avesta’dır. Birkaç ana bölüm- den oluşan Avesta’nın bölümleri; Yasna, Visperad, Yaşt, Videvdat (Vendidat) ve Hurda Avesta (Küçük Avesta) ola- rak adlandırılır. Hindu kutsal metinleri iki gruba ayrılır: Şruti ve Smriti. “İşi- DİKAB SORU BANKASI tilen, görülen” anlamına gelen şruti kategorisi içinde Ve- dalar; smriti kategorisinde ise Puranalar, Ramayana, Ma- habharata ve Dharma-Şastralar yer alır. Budist kutsal metinleri üç kategoriye ayrılır: Bunlardan en önemlisi içeriklerinin genel olarak Buddha’nın ağzından geldiği kabul edilen Pali dilindeki Tipitakadır (Sanskrit- çe=tripitaka).

(Cevap C) 2. Budizm’de Ruhun Yokluğu anatman, kavramıyla ifade edilir. Buddha’nın öğretilerinden biri de, insanlar da dâhil canlı varlıkların hiçbirinin değişmeyen, sabit ebedi, Tan- rı tarafından yaratılmış, ilahi bir kaynaktan gelen anla- mında hiçbir şeyin bulunmadığıdır. Canlı varlıklar, beşe ayrılabilecek olan, sürekli değişen, skhanda (bir araya 5. İncil kelimesinin aslı, Yunanca Evangelion’dur. Halk Yu- toplanma/gelme) olarak adlandırılan (maddi yapı, hisset- nancasında“ getirdiği bir haberden ötürü bir şahsa veri- me, algı, karakteri oluşturan zihni teşekküller ve bilinç) len müjdelik, mükâfat” manasına gelir. Daha sonraki za- zihni ve fiziki şeylerin toplamından ibarettirler. Bunlar ce- manlarda “haber, müjde” manasına kullanılmıştır. Tarihî haletin yol açtığı hırs ve bencillik tarafından bir araya ge- kitaplar denilen bu İncillerden üçü yani Matta, Markos ve tirilirler. Dolayısıyla cehalet ortadan kalktığında ise tama- Luka gerek şekil ve gerekse konular itibarıyla birbirine men ortadan kalkar yok olurlar. İnsanların cehalet döne- çok benzediği için “Sinoptik İnciller” olarak adlandırılmak- minde yeni bedenlerle dünyaya gelmelerine yol açan ise tadır. Yuhanna ise diğerlerinden farklıdır. Bu İnciller, mi-

karmadır. KOZMİK ODA YAYINCILIK lattan sonra 65-110 yılları arasında yazılan yazılmıştır.

(Cevap B) (Cevap A)

253 KPSS • ÖABT DİNLER TARİHİ Test • 2

6. Yunanca “patrikhis”den gelen, Ortodoksların ve bazı do- 9. Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sihizm Hindistan’ta ortaya ğu kiliselerinin ruhâni başkanlarına verilen ad. Bir başka çıkan dinlerdir. Taoizm ve Konfüçyanizm, Çin dinleridir. tarifle, büyük ve en önemli şehirlerin, otosefal (kendi ken- Şintoizm ise Japonların geleneksel dinidir. dini idare etme hakkına sahip) kiliselerin ruhâni liderleri. (Cevap B) Bu unvan, önceleri Batı kiliseleri için de kullanılmakla be- raber, daha sonra ve günümüzde Ortodoks Kilisesi’nin başı olan dini lidere has bir durumda bulunmaktadır. Kı- sacası Patriklik, Hristiyanlık’ta, Doğu Kiliselerinde o mez-

hebe bağlı din adamlarının en yüksek rütbesi ve temsil KOZMİK ODA YAYINCILIK 10. Dürzîlik’in özelliklerinde A, B, D, ve E seçeneklerinde be- makamıdır. Rum Ortodoks Patriği, Ermeni Patriği, Yaku- lirtilen özellikler yer almaktadır. Dürzîlik’in temel karakte- bî Patriği, Türk-Ortodoks Patriği Doğu Kilisesinin belli baş- ri ise bâtınî ir fırka olmasıdır. Dürzîlik İslam coğrafyasın- lı liderleridir. da ortaya çıkan ve kendilerini İslam’la ilişkilendiren, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetinde ortaya (Cevap C) konulan temel inanç ve ibadetler hakkında, genel anla- yıştan farklı, kendilerine has yorumlara sahip olmaları, “kapalı toplum” hayatlarını devam ettirmeleri, diğer top- 7. Toshihiko İzutsu, çağımızın değerli ve dünyaca ünlü bir lum kesimlerine karşı kendilerini koruma amaçlı “gizlili- Japon, düşünce tarihçisi ve filozofudur; o aynı zamanda ğe” önem vermeleri, içinden geldikleri sosyal çevreye ait bir çağdaş Müslüman düşünür sayılmalıdır. Daha ortao- önceki inanç ve geleneklere ait birtakım anlayış ve uygu- kul ve lise talebesiyken Tokyo’daki Türk Cemiyeti ile ya- lamaları devam ettirmelerinden bâtınî bir karaktere sa- kın ilişkisi olmuştur; Tokyo Türk Merkezinde Türkçe ve hiptir. Arapça öğrenmiştir. Diğer çalışmalarına göre sayıca az da olsa Türk dilini ve düşüncesini tanıtıcı yazılan vardır. (Cevap C) İslâm düşüncesi ve kültürü hakkındaki argümanlarıyla bu alana büyük bir katkı yapmıştır. Fakat o bir oryantalist de- ğildir; İslâm kültür ve toplumlarına olabildiğince tarafsız 11. Hristiyanlar, yahudilerin kutsal kitabına Ahd-i Atîk demek- ve ön yargısız bakış açısıyla yaklaşmıştır. tedirler. Onlara göre, Allah ile insanlar arasındaki son ahid Tokyo Keio Üniversitesi Kültür ve Linguistik Araştırmalar Hz. Îsâ vasıtasıyla yapılmış olandır. Dolayısıyla bu yeni Enstitüsü, Tahran Emperyal Felsefe Akademisi ve Mont- ahdin yazılı ifadesi olan metinlere Ahd-i Cedîd, daha ön-

real McGill Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmıştır. Ta- DİKAB SORU BANKASI celeri Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdi ihtiva savvuf, Advaita, Vedanta, Mahayana Budizmi ve felsefi eden metinlere de Ahd-i Atîk denilmiştir. Türkçede de bu Taoizm konularında önde gelen otoritelerden biri kabul teâmüle uyularak yahudi kutsal kitabına Ahd-i Atîk (Eski edilen ve otuzdan fazla dil bilen İzutsu, İran, Hindistan, Ahid) denilmektedir. Grekçesi Palaia Diathêkê’dir. İbrânî- Kuzey Amerika ve Asya’da ilgilendiği alanlarda çok sayı- ce berit (ahid) karşılığı Alliance-Covenant olmasına rağ- da araştırma yapmıştır. men, kelime Latince’ye testamentum (vasiyet) olarak çev- (Cevap D) rilmiştir. Bugün Ahd-i Atîk karşılığı olarak Ancienne Alli- ance –Old Covenant yerine Ancien Testament- Old Tes- tament tabirleri kullanılmaktadır. 8. Hristiyan kaynaklar iyice incelenince bu dindeki peygam- berlik anlayışının, diğer ilâhî dinlerin peygamberlik anla- (Cevap A) yışından çok farklı olduğu görülür. Vahiy meselesinde izah edildiği üzere, Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın sadece söz- leri değil, bizzat kendi varlığı ve mevcudiyeti de vahiy ka- 12. Mişna, Tevrat’ta genellikle dağınık hâlde yer alan hüküm- bul ediliyordu. Böyle olunca bu dinde Hz. İsa, bir peygam- lerin yanı sıra, bu hükümlere yönelik ilave açıklamaların berden çok, bir ilâh olarak kabul edilmektedir. Hristiyan- sistematik olarak ele alındığı birnevi şifahi şeriat kitabı ni- lığa göre Hz. İsa, bir insan peygamber değil, insan sure- teliğindedir. Dili İbranicedir ve altı bölümden oluşmakta- tine girmiş bir ilâhtır. O, belki bir vahiy almaktadır ancak dır: Zeraim (zirai uygulamalar), Moed (bayramlar), Naşim baba Allah, onun vücuduna hulûl ettiğinden ve onunla bü- (kadınlar, nikah ve evlilik), Nezikin (sivil ve cezai hüküm- tünleştiğinden o da ilâhlaşıyor ve kendi kendine vahye- ler), Kodaşim (Mabedle ilgili uygulamalar) ve Tohorot (Ri- den durumuna geliyor. Hristiyanlar, Hz. İsa’nın, Hz. Mu- tüel temizlik). Gemara ise Mişnada özet biçiminde ele alı- hammed ve Hz. Musa gibi vahiy aldığını kabul etmiyor- nan ve kimi zaman kapalı kalan hükümlerin açıklanma-

lar. KOZMİK ODA YAYINCILIK sıdır.

(Cevap C) (Cevap D)

254 DİNLER TARİHİ Test • 2

13. Protestanlığın Genel Özellikleri: Hristiyan kiliselerden bir farkı yoktur

1. Papa tek otorite değildir ve yanılmazlığı yoktur. Hris- 19. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhanî başkanları yoktur. tiyanlığı bilen herkes otoritedir. Papanın dünyevi hiç- 20. Tek tip mezhep yerine farklı anlayışlara sahip kilise- bir yetkisi yoktur ve imparatordan üstün değildir. ler hâlinde faaliyet gösterirler. 2. Kilisede hiyerarşi olamaz. Papanın ve piskoposların 21. Katoliklerin aksine Protestan rahipleri evlenebilir. Hristiyanlar üzerinde, onlara hizmet dışında yetkileri yoktur. (Cevap B)

3. Tanrı’nın ruhaniyetinde herkes eşittir. Bu nedenle la- KOZMİK ODA YAYINCILIK ikle ruhban arasında hiç bir fark ve ruhbanın laike üs- tünlüğü yoktur. Laikler papazlık yapabilecekleri gibi rahipler de evlenebilirler.

4. Ayrı bir kilise hukuku olamaz. Hristiyanlık’ta cemaa- tin hukuki bir kişiliği yoktur, ancak bir inananlar top- luluğudur. Hâlbuki Katolik inancına göre cemaatin hem bir hukuki kişiliği vardır, hem de Hz. İsa’nın kişi- liğinde bütünleşmiş bir manevi birliktir.

5. Cemaat papaz olarak kimi seçerse kutsama işini ya- ni vaftiz, evharistiya gibi ayinleri o yapar.

6. Rûhânî imparatorluğunda Tanrı bizzat hüküm sürer. Bu nedenle günahları ancak o bağışlayabilir. Tanrı dı- şında hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur.

7. Dünyevî iktidar Tanrı tarafından verilmiştir. Bu yüzden dünyevî egemen Tanrı’nın görevlisidir.

8. Dînî konularda başvurulacak tek kaynak Kutsal Ki- tap’tır; konsil kararları ve kilise dogmaları değildir.

9. Kutsal Kitab’ı yorumlamak Kilise’nin tekelinde değil- DİKAB SORU BANKASI dir. Onu okuyup anlayabilen herkes yorumlayabilir. Kutsal Kitap esastır. İbadetin büyük bir bölümünü oluşturan vaazlar Kutsal Kitap’tan çıkarılır.

10. Sakramentlerden ilk ikisini (Vaftiz ve Evharistiya) ka- bul ederler.

11. Günah itirafının mecburiliğini ve Kilise mensuplarının günah çıkarma yetkisine sahip olduklarını kabul et- mezler.

12. Kiliselerde resim, heykel ve tasvirlere yer vermezler.

13. Anglikanlar hariç, haç bulundurmaz ve haç çıkarmaz- lar.

14. İbadet ve ayinleri ana dillerinde yaparlar. Vaazları, âyin ve ibadetin bir bölümü olarak görürler.

15. A’raf’a ve ebedî cezaya inanmazlar.

16. Meryem konusunda diğer mezheplere katılmazlar. Ona önem vermezler.

17. Azizleri kabul etmezler. Azizler için kiliselerde özel ayinler yapmazlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK 18. Teslis bütün Protestanlarda vardır. Bu konuda diğer

255 KPSS • ÖABT DİNLER TARİHİ Test • 2

14. a. İncillere göre Hz. İsa’nın çocukluğu hakkında pek faz- 15. Hristiyanlık öncesi Yahudi mezhepleri şunlardır: la bir şey bilinmemektedir. Çocukluğu, kendisinden • Hasidîler önce hiçbir şöhreti olmayan ve aynı zamanda doğum • Ferisîler yeri olan Galile eyaletinin Nâsıra kasabasında geç- miştir. Bu yüzden bütün hayatı boyunca Nâsıralı adıy- • Sadukîler la anılmıştır. • Essenîler b. Hz. İsa’nın erkek ve kız kardeşleri bulunduğu ve ken- • Zelotlar disinin en büyük çocuk olduğu tahmin edilmektedir. KOZMİK ODA YAYINCILIK Kardeşlerinin hiçbirisi hakkında net bir bilgi bulunma- (Cevap B) maktadır. Kız kardeşlerinin Nâsıra’da evlenmiş olduk- larına dair rivayet mevcuttur. Erkek kardeşi diye gösterilen ve içlerinde Hristiyanlığın ilk gelişme senelerinde büyük bir ehemmiyet kazanan Ya- kup adında biri de bulunan dört kişinin onun teyze oğul- ları olduğu ileri sürülmektedir.

c. Hz. İsa görevine 30 yaşından sonra başlamıştır. Hz. Yahya Ürdün’de yaşıyordu ve onun teyze oğluydu. O Yuhanna İncili: Yirmi dört bab’dır. Bu İncil’i yazanın Yu- tek Tanrı’ya inananları ve gerçek iman sahibi olanla- 16. hanna’nın talebisi olduğu zannedilmektedir. Bu İncil’de rı vaftiz ediyordu. Hz. İsa da “Vaftizci Yahya” ismiyle İsa’nın, Allah’ın oğlu olduğu tezi üzerinde ısrarla durur. tanınan Hz. Yahya’ya giderek onun tarafından vaftiz edildi. Bunun ardından, görevini yerine getirmek üze- (Cevap E) re hazırlanmak için çöle gitti. Şeytan onu burada yol- dan çıkarmaya çalıştı. Şeytan, Tanrı’nın oğlu olarak kudretini kullanıp dünyayı bir kral gibi yönetmesini is- tiyordu. Ama İsa şeytana uymadı ve Galile gölüne döndü.

d. Tebliğini ilk önce Galile’de yapmaya başlamış, ama aynı zamanda Samiriye’ye, Kudüs’e ve Galile’nin ku- zey bölgelerine de gitmiştir. O bu gezilerinde kendi- DİKAB SORU BANKASI sini dinleyenlere günahları bağışlama konusunda yet- kili olduğunu söylüyordu. Bir süre sonra da etrafında havarileri oluştu ve tebliğinde ona yardımcı oldular. 17. Budizm’in kurucusu olan Buddha; Sankrit dilinde “uyanmak, idrak etmek, bilinçlenmek an- e. Hz. İsa’nın, tebliğini yaparken en sık başvurduğu ko- lamına gelen budh” fiilnden türemiştir. Asıl adı Siddhart- nulardan birisi mucizedir. Onun hayatı adeta mucize- ta’dır. Budistler onu Buddha olarak tüm dünyaya tanıt- lerle özdeşleşmiştir. İncilleri bu açıdan taradığımızda mışlardır. onun kırka yakın mucizesinden bahsedildiğini görü- rüz. (Cevap C)

f. Hristiyanlar Hz. İsa’nın hayatının son aylarına “passi- on” adını verirler. Çünkü bu aylar onun insanlık adı- na çektiği acıların toplandığı aylardır. MS 30 yılında Yahudilerin en yüksek mahkemesi olan Sanhedrin ta- rafından Tanrı’ya küfretmekle suçlanıp ölüm cezası- na çarptırıldı. O çağda İsrail Roma’nın işgali altında bulunduğundan, Yahudilerin bu yargıyı infaz etme yetkisi yoktu. Bu nedenle Yahudi din adamları Roma valisi Pontus Platus’a başvurup Hz. İsa’yı çarmıha gerdirerek idam ettirdiler.

(Cevap D) 18. Soru verilen öncüllerden sadece IV öncül on emir ara-

KOZMİK ODA YAYINCILIK sında yer almaktadır.

(Cevap C)

256 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 1

1. İyi bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeninin nitelikle- 4. Etkili bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenin derste ri şunlardır; açık olmak için yapması gerekenlerdir;

Kaygı ve genişliği her zaman anlar ve bunu en izi indirir I. Öğrencilere hedefler konusunda bilgi verir Çalışmaya yürekten inanır ve bunu olumsuz bir baskı ya- II. Öğrencilere üst düzeyde öğrenmeler oluşturacak ratmadan gerçekleştirir planlamalar sunar Öğrencileri ve aileleri olumlu bir şekilde değerlendirir ve III. Öğrenme öncesinde kontrol yapar ve gerekirse tek- onlarla çalışma ortaklığı kurması gerektiğini anlar rar öğretir

Bağırmaktan kaçınır, serinkanlı ve disiplinlidir KOZMİK ODA YAYINCILIK IV. Yönlendirmeleri öğrencilerin anlama hızında sunar Eleştiriden çok övgüyü tercih eder Öğrencilerin coşkusunu, yeteneğini ve bireyselliğini fark V. Öğrencilerin yeten düzeylerini bilir ve bu düzeylere eder uygun şekilde öğretim yapar Temel becerileri öğretebilmek için farklı öğrenme yaşan- VI. Metnin ve kitabın sunduğu konuları açıklığa kavuş- tıları düzenler turmak üzere örnekler, şekiller ve gösterimler kulla- Yaratıcılık ve merak unsurların öğrenme deneyimlerinde nılır anahtar olarak kullanılır VII. Her dersin sonunda özet sunar. Her kurumda değişikliği olumlu ve gerekli olarak görür. (Cevap B) (Cevap E)

2. Duyuşsal özellikler oluşturabilmeleri için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine yapılan öneriler şunlardır;

• Öğrencilere adlarıyla hitap etin

• Öğrencileri oldukları gibi kabul edin

• Öğrencilerin duygularını biçimlendiren deneyimlerini bilin

• Öğrencileri gözleyin, psikolojik durumlarını ve tepki- DİKAB SORU BANKASI lerini izleyin 5. Öğretmen ve öğrenciler arasında oluşan, içinde duygu- lar, tutumlar, değerler ve ilişkiler içeren, öğrenmeyi, ben- • Belli sürelerde süreci izleyerek gözlemleyin lik kavramını, eğitim programının hedeflerine ulaşması- • Farklı koşullardaki farklıkları ya da ayrılıkları gözlem- nı etkileyen atmosfere sınıf iklimi demektedir. Olumlu ol- leyin. mayan bir sınıf ortamı düzensiz, soğuk, tehditkâr olup (Cevap A) espriden uzaktır ve içinde küçümseme, alay etme vardır. Böyle bir sınıfta öğrenciler stres ve korku yaşar, okuldan ve öğretmenden nefret eder, korktukları için kurallara 3. Bütün gruba öğretim verilirken sınıf bir bütün olarak ele uyarlar. Olumlu bir sınıf ortamında ise sıcak, destekleyi- alınır Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni büyük grup- ci ve memnun edici bir hava vardır. Arkadaşlık, sevgi ve ta; saygı duyguları gelişmiştir. Ders verir, gösterimde bulunur bir konuyu açıklar Başarılı bir sınıf yönetimi için Din Kültürü ve Ahlak Bilgi- Soru sorara ve soruları yanıtlar si öğretmeni; Alıştırma yaptırır Öğrencileri sevmeli, saymalı ve her türlü etkileşimi ile on- ların saygılarını kazanmalıdır Problemler üzerinde çalışır Bütün davranışlarında tutarlı olmalıdır Bazı materyalleri kullanır Sorumluluk üstlenmelidir Öğretim bütün sınıf hedeflese de öğretmen, yanıtlama- ları için belli öğrencilere sorular sorar; verilen çalışmala- Öğrenmeye değer vermelidir rı belli öğrencileri gözler ve öğrencilerle bireysel farklılık- Sıralanan bu örnek davranışlarla öğrencilere model ol-

larına önem vermelidirler. KOZMİK ODA YAYINCILIK malıdır.

(Cevap D) (Cevap C)

257 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 1

6. Din öğretiminde “okuma eğitimi” kadar “dinleme eğitimi” 9. 7-9 yaş çocuklarının zihin gelişimi özellikleri; de önemlidir. Derste konuşulanları dinlemeyi bilmeyen • Somut düşünce hâkimdir fakat zihin gücü sürekli bir bir öğrencinin başarı şansı azdır. Bazı öğretmenler, dua gelişim içindedir ezberletme ve sınıfta okutma çalışmalarının dinleme eği- • Sayı, zaman, mekân, boyut, hacim, uzaklık kavram- timine katkısı olduğunu ifade etmişlerdir. Bir öğrencinin ları yerleşmeye başlamıştır duayı ve sureyi ezberleyip ezberlemediği kontrol edilir- ken aynı zamanda diğer öğrencilerde bazı temel alışkan- • Eski yaşantılar ile yeni yaşantılar arasındaki benzer- lıkların yer etmesi sağlanmaktadır. Böylece çocuklar, bir lik ya da zıtlık görülebilir. Zihindeki eski bilgiler kulla-

kişi konuşurken veya bir şey okunurken dikkatle ve so- KOZMİK ODA YAYINCILIK nılabilir nuna kadar dinlemeyi, okuyanın ya da konuşanın sözü- • Yeni bir bilgi ancak yaşantılarla ortak yanı varsa haz- nü önemli bir neden olmadan kesmemeyi onu küçük dü- medilebilir şürücü davranışlarda bulunmamayı öğrenciler. • Olayların, nesnelerin yüzeysel anlamları algılanır, gö- (Cevap E) rünmeyen anlamlar kaçılabilir

(Cevap B)

7. Örnek olay incelemesi yönetiminin iyi kullanılabilme- si için rehber ilkeler şöyle özetlenebilir; I. Öğrencilerin seviyelerine ve olgunluk düzeylerine uy- gun bir örnek olay oluşturma 10. Okul öncesi dönem, “Peri Masalları Çağı” olarakta tanım- II. Olayın istenilen yönde tartışılmasına yarayacak kilit lanır. Okul öncesi çocuğu din olgusuna karşı ilgilidir fa- sorular hazırlama kat onun din anlamda, dini bir tarzda dünyasında olup bi- tenleri yeterince anlayamamaktadır. Çocuk bu dönemde III. Öğrencilerin olayı iyice anlamalarını sağlama kendisine anlatılanlar hakkında çok az şüphelenir ve ge- IV. Öğrencilerin yanlış çözümlemelere gitmelerini önle- nellikle söyleneni olduğu gibi kabul ederler. Okul öncesi me din eğitim ve öğretiminde dikkatli olmak gerekmektedir. Her şeyi istekle kabul ediyor, her söylenene inanıyor, her V. Olayın tüm olarak değerlendirilmesini yapma söyleneni kolay algılıyor görünce onun zihnine yüklen- VI. Öğrencilerin tecrübelerini değerlendirmelerine yar- mek tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Yetişkinler, çocuğun dım etme DİKAB SORU BANKASI sözü edilen “tabi dindarlığı”nı bozmadan köreltmeden, saptırmadan dini gelişimine yardımcı olabilmelidir. VII. Bu yöntemle birlikte diğer yöntemlerin uygulanması- na özen gösterme (Cevap A)

(Cevap D)

8. Örnek olay incelemesi yönteminin faydaları şunlardır; 11. Çocuklar dil öğrenmeye, zihinsel ve duygusal gelişmeye paralel olarak dini kavramlarla karşılaşırlar. Çocuğun Al- Öğrenciler belli bir konu ile ilgilendikleri için ilgi ve güdü- lah kavramıyla karşılaşması sadece yaş faktörüne bağlı leri yüksektir değildir. Olgunlaşmanın yanında, çevrede yaşanan ve Bu yöntem sayesinde öğrenciler çevreleri ile daha yakın öğretim konusu yapılan dinin onun üzerindeki etkisi kü- temasa gelirler çümsenemez. Dini törenlerin ve inanışların ağır bastığı Öğrencilerin konuları anlama ve kavrama yeteneği geli- yerlerde dini uyanış çok erken olmaktadır. Psikolojik ve şir, muhakeme güçleri artar pedagojik çalışmalara göre çocukta dini bilincin uyanma- Olayı dikkatle inceleme, analiz imkânı verdiğinden öğ- sında ve gelişmesinde rol oynayan etkenler şunlardır; renciler sağlıklı karar veren insanların bazı prensipler • Çocuğun doğal gelişimi bağlı olduklarını fark ederler, böylece inanç-tutum, inanç-davranış ilişkisini gözlerler • Aile çevresindeki ve birlikte olduğu diğer yetişkinle- rin tutumu Öğrenciler davranış örneklerinin çok yönlü değerlendir-

mesini yapmaya çalışırlar. KOZMİK ODA YAYINCILIK • Dinsel konuların doğrudan doğruya öğretilmesi

(Cevap C) (Cevap E)

258 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 1

12. Erikson’a göre kişilik gelişmesinin yaşamın ilk günlerin- 15. Hazıroluşta çeşitli gelişme alanları belirlenmiştir. Bunlar; den başlayarak birbiri üzerine binen ve birbirini hazırla- • Fizyolojik yönden hazıroluş; tüm yönleriyle gelişme, yan basamaklardan ilerleyerek oluşur. Din eğitim ve öğ- normal fiziksel büyüme, yaş, cinsiyet, duyu organla- retimi, sıkıntıların ve sarsıntıların güçlüklerin ve engelle- rı faaliyetleri vs. rin aşılmasında insana yardımcı olabilmelidir. Çocukluk çağı korkuları bol olan bir dönemdir. Çocuğun kolay kor- • Sosyal yönden hazıroluş; diğer insanlarla başarılı iliş- kuya kapılma özelliğinden faydalanan yetişkinler bazı ha- kiler kurabilme talı davranışlarda bulunabilmektedirler. Tanrı’nın her ya- • Duygusal yönden hazıroluş; bağımsız bir kişilik ge- ramazlığı gördüğü, kötü hareketleri günah defterine kay- KOZMİK ODA YAYINCILIK liştirme dettiği söylenerek çocuk sindirilmeye çalışılmaktadır. Ço- • Zihinsel yönden hazıroluş; bilgi, anlayış kazanabilme cuk gözünde Allah seven, koruyan, hoş gören, affeden özellikleri ile değil ceza veren, cehennem ateşinde yakan • Dil yönünden hazıroluş; rahat iletişim kurabilme ye- bir varlık olarak canlanabilmektedir. teneğidir.

(Cevap B) (Cevap D)

13. Zihin gelişiminin ilk çocukluk döneminde çocuğun taklidi, sembolizmi belirten bir davranıştır. Sembolün oluşumun- da önce bir algı gerekmektedir. Algılama, tanıma saye- sinde, zihinde görüntüsünü canlandırmakla mümkün olur. Zihindeki görüntü, gerçek nesneyi temsil ve sembolize eder. Çocuk zihninin sembolleştirme işlevine göre 2 yaş 5 aylık bir çocuk yatağın üzerindeki battaniyeyi çekip, ye- re serip, üzerinde durup, ellerini namaz kılar gibi bağla- DİKAB SORU BANKASI yıp, aynı anda gülerek “bana bakın ben namaz kılıyorum” der.

(Cevap A)

14. Elkind’e göre; Din: Tanrı, Kutsal kitap ve ibadetler gibi motifler yoluyla kendine has yorumlarıyla zihin gelişimin- de ortaya çıkan çatışmalara bir çözüm yolu sunmaktır. Diğer bir deyişle, dini motifler bireyin gelişiminde birer denge unsuru durumundadırlar. Elkind’in sözünü ettiği denge kavramı, biyolojik yapının fizyolojik bir denge ara- 16. Hazır bulunuşluluk, bireyin bir işi yapabilmesi için olgun- ma eğilimi olduğu gibi, zihin yapısının da psikolojik den- laşmaya erişmesinin gerekliliği yanında bu iş için gere- gi ya da bir davranışlar çevre dengesi kurma eğilimi var- ken ön bilgi, beceri ve tutumu da kazanmış olmasıdır. Ha- dır. Zihin düşük düzeyde bir dengeden daha yüksek bir zır bulunuşluluk, böylece hem olgunlaşma kavramını hem

dengeye ilerleyebiliyorsa, gelişiyor demektir. KOZMİK ODA YAYINCILIK de bir iş için gerekli ön yeterliliği kapsamaktadır.

(Cevap C) (Cevap E)

259 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 2

1. Tekke, Zaviye, Dergahlar: İslam dünyasında H. II. asır- 4. Din Eğitimi Faaliyeti dan itibaren tasavvufi oluşumlar, tarikatlar doğmaya baş- • Belli bir dinin dindarını yetiştirmek amaçlanır. lamış tekke, zaviye, dergah adlarıyla anılan mekanlarda • Belli bir dinin öğretimi ile uğraşılır. toplanan bu oluşumların takipçileri zamanla geniş bir coğ- rafyaya yayılmıştır. İslam dünyasında tekke halkın eğiti- • Öğretim yöntemleri kullanılır. minde önemli bir yere sahiptir. Bunun dışında söz konu- • Öğretmenler tarafından gerçekleştirilir. su kurumların sağlık, güvenlik, ekonomik, sosyal yardım- laşma, şiir, musiki, hüsn-ü hat vb. konularda önemli kat- • Dil sevdirici, benimseticidir. kıları olmuştur. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Em- KOZMİK ODA YAYINCILIK • Din Eğitimi (Öğretimi) Bilimi re, Ahi Evran gibi şahsiyetler tekkelerde yetişen ve bu ku- rumlar yoluyla halkı eğiten önemli sufilerdendir. Anadolu • Din eğitimi gerçekliğinin neliği, nasıllığını betimlemek, Selçuklu devleti zamanında ortaya çıkan ve daha sonra- açıklamak, geliştirmek amaçlanır. ları esnaf birliğine dönüşen “ahilik teşkilatı”nın kuruluşun- • Bütün dinlerin öğretim faaliyetleri ile uğraşılabilir. da da tekkelerin rolü büyüktür. • Bilimsel araştırma yöntemleri kullanılır. (Cevap C) • Araştırmacılar tarafından gerçekleştirilir.

• Dili nesneldir, objektiftir.

(Cevap C)

2. Disiplinler arası bir bilim olan din eğitimi biliminin diğer bilimlerle ilişkide olması kaçınılmazdır. Din eğitimi bilimi- nin ilgili bilimlerinin birinci sırasında “ilahiyat bilimleri” ge- lir. İlahiyat bilimleri dinin ne olduğu, menşei, tarih içinde- ki etkinliği, çeşitli alanlardaki yorumları gibi konuları ince- ler. ilahiyat bilimleri, inanılan dini inceler. Din eğitimi bili- 5. Din Eğitimi Biliminin Görevleri;

mine neyin öğretileceği konusunda malzeme sunar. Din DİKAB SORU BANKASI • Din eğitimi biliminin niteliği üzerinde düşünmek, eğitiminin başarısı ilahiyat bilimlerinin başarısıyla doğru orantılıdır. • Bilim olarak din eğitiminin tanımını ve açıklamasını yapmak, (Cevap A) • Din eğitimi biliminin alanını tespit etmek,

• Din eğitimi biliminin bilimler arasındaki konumunu, il- gili bilimlerini ve ilişki biçimlerini belirlemek,

• Din eğitimi biliminin araştırma metotlarını ortaya koy- mak,

• Din eğitimi biliminin amaç ve görevlerini irdelemek,

• Din eğitiminin bilimsel terminolojisini oluşturmak,

• Yaygın ve örgün din eğitiminin temellendirmesini yap- mak: Bireysel, toplumsal, milli, evrensel, ekonomik, 3. Din Eğitimi ile ilgili bilimler: hukuksal açılardan din eğitimi ve öğretiminin gereği- ni ortaya koymak, İlahiyat Bilimleri (Tefsir, Hadis, Kelam vb.) Eğitim Bilimleri (Eğitim psikolojisi, eğitim felsefesi, sınıf • Din eğitiminde program geliştirmeden başlayarak bü- yönetimi vb.) tün süreç için teorik bir zemin oluşturmak, teori, ilke ve prensipleri tespit etmek, Din Bilimleri (Din psikolojisi, din sosyolojisi vb.) • Din eğitimi sürecinin öğreteni üzerinde düşünmek. Diğer Bilimler (Sosyoloji, felsefe vb.) KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap B) (Cevap D)

260 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 2

6. İnformal din eğitimi, hayat içerisinde kendiliğinden ger- 8. Camiler (Mescit): İslam dünyasında camiler ibadet yeri çekleşen, sistemsiz, programsız ve kontrolsüz bir eğitim olmanın yanı sıra önemli bir eğitim ve ilim müessesesi türüdür. Herhangi bir uzmanlık bilgisi olmayan bir kişinin, olma özelliğini taşımışlardır. Camilerde başlayan ilim hal- belli bir program olmadan sokakta karşılaştığı bir başka kaları, ilmin genişlemesine ve sistemli hale gelmesine im- kişiye dinle ilgili bazı konuları öğretmeye çalışması da in- kan sağlamış, ayrıca çeşitli, dini, siyasi ekollerin, mez- formal din eğitimidir. heplerin de ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İnformal Din Eğitimi Camilerde, devrin bilinen bütün ilimleri tahsil edilmiş; ba- zı camilerde, Kuran, Hadis, Fıkıh ve Kelam gibi ilimlerin • Tesadüfidir, Plan, program yoktur. KOZMİK ODA YAYINCILIK yanında tarih, felsefe, tıp, astronomi gibi ilimler de öğre- • İstenen ve istenmeyen davranışlar birlikte gelişebilir. tim konusu yapılmıştır.

• Hedefleri belli değildir. (Cevap B) • Her ortamda gerçekleşebilir.

• Önceden hazırlanmış her hangi bir eğitim araç, ge- reç ve materyali yoktur.

• Önceden tahmin etmek ve etkileşim süreçlerini kont- 9. Halkın imamlık, müezzinlik, cenaze işleri vb. hizmetleri- rol etmek oldukça zordur. ni karşılamaya yönelik olarak 1949 yılında önce imam (Cevap E) hatip kursları açılmıştır. 1949 yılında Ankara Üniversite- si İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Okullardaki din derslerinin ve imam hatip okullarının öğretmen ihtiyacının karşılan- ması, imam hatip okulu mezunlarına yüksek öğrenim im- kanı sağlayabilmesi, Diyanet İşleri Bakanlığı’nın eleman ihtiyacının karşılanabilmesi gibi gerekçelerle 1959 yılın- dan itibaren Yüksek İslam Enstitüleri açılmaya başlan- mıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan ve 4 yıllık yük- sekokul statüsünde olan ilk Yüksek İslam Enstitüsü 1959 7. Ülkemizde din eğitimi etkinlikleri üzerine bilimsel çalış- yılında İstanbul’da açılmıştır. Bu kurumların dışında 1971 maların yapılmaya başlanması başka bir ifadeyle din eği- yılında Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’ne bağlı beş yıl

timi (öğretimi) biliminin ortaya çıkması oldukça yenidir. DİKAB SORU BANKASI öğretim süreli “İslami İlimler Fakültesi” açılmıştır. Gerek Din eğitimi biliminin doğuşunu geciktiren sebepler şun- bu kurum gerekse Yüksek İslam Enstitüleri 1982 yılında lardır: İlahiyat Fakültelerine dönüştürülmüştür.

• Okullarda din öğretiminin meşruiyetini tartışmanın, (Cevap C) bu alanda bilimsel çalışma yapmaya imkan ve zaman tanımaması,

• Medreselerin kapatılması ile birlikte din öğretiminin uzunca bir süre okullarda yer almaması,

• Din eğitimi faaliyeti ile uğraşılan bu alanı bir uygula- 10. Din Eğitiminin Hukuki Temelleri: din eğitimi ve öğreti- ma işi olarak görmeleri ve bilimselleşme ihtiyacını minin hukuki temellerini ulusal ve uluslararası hukuk me- duymamaları, tinlerinde bulmak mümkündür. Din öğretiminin ulusal hu- • Eğitim bilimleri ile uğraşanların eğitimin din boyutu- kuki temeli Tevhidi Tedrisat Kanununa dayanır. Ayrıca din nu dışlamış olmaları, kültürü ve ahlak bilgisi dersinin hukuki temelini 1982 Ana- yasasının Anayasanın 24. Maddesi oluşturmaktadır. Ay- • Din eğitimi bilimiyle uğraşanların din eğitimi gelene- rıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taraf olduğu ulus- ğinin olumsuz etkileneceği düşüncesiyle, eğitim bi- lararası hukuk metinlerinden Birleşmiş Milletler İnsan Hak- limleriyle ve eğitim bilimiyle uğraşanlarla iletişim kur- ları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Söz- ma ihtiyacı hissetmemeleri leşmesi’ndeki ilgili maddeler ile AGİT tarafından 2007 yı- • Program geliştirme ve öğretmen yetiştirme çabaları- lında yayınlanan Toledo Raporu uluslararası antlaşmalar na din eğitiminin uzunca bir süre dahil edilmemesi- da din eğitimi ve öğretiminin uluslararası hukuki temelle-

dir. KOZMİK ODA YAYINCILIK ri arasında sayılabilir.

(Cevap A) (Cevap D)

261 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 2

11. “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve de- 14. Din eğitimi programında dört temel unsur yer almaktadır. netimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve Bunlardan birincisi hedeflerdir. Hedefler, derste öğrenci- orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler ara- lere kazandırılacak davranışların belirlenmesidir. İkincisi sında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi an- ünite ve konulardır. Bunlar, belirlenen davranışların ka- cak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsil- zanılmasında, istenen davranışlara ulaşılmasına yardım- cisinin talebine bağlıdır.” (1982 Anayasası, 24. Madde). cı olur. Üçüncüsü ise örnek işlenişlerdir. Burada belirle- Bu madde, ilköğretim 4-5-6-7 ve 8. sınıflarda haftada iki nen hedeflere ulaşabilmek için kullanılacak olan yöntem saat, ortaöğretim (lise) 1-2-3-4. sınıflarda haftada bir sa- ve teknikler ile araç, gereç ve kaynaklar vardır. Dördün- at olarak düzenlenen “din kültürü ve ahlak bilgisi dersi- KOZMİK ODA YAYINCILIK cüsü ise istenilen davranışlara ulaşıp ulaşılmadığını tes- nin” anayasal dayanağını oluşturmaktadır. Ayrıca bu mad- pit edilip yapıldığı değerlendirme kısmıdır. de isteğe bağlı din eğitimi uygulamalarına da kapı arala- (Cevap E) maktadır. Önceleri tüm öğrenciler için zorunlu olan bu ders 1990 yılından sonra Hristiyanlık ve Musevilik gibi başka dinlerden olan öğrenciler için zorunlu olmaktan çı- karılmıştır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılından sonra okul- larda yer alan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders- lerine ilave olarak, isteğe bağlı seçmeli dersler uygula- masına geçilmiştir. “Kur’an-ı Kerim, Dini Bilgiler, Hz. Mu- 15. Din öğretiminde öğretim programı modellerinin geliştiril- hammed’in Hayatı” bu derslerden bazılarıdır. mesinde felsefi anlayışların “devlet ve rejim, insan, bilgi, (Cevap E) din, eğitim anlayışı ve eğitim felsefesi veya eğitim politi- kası), din eğitimi yaklaşımlarının (dini öğrenme, din hak- kında öğrenme, dinden öğrenme), toplumsal ve dini kül- türel yapının, devletin ve toplumun dünya devlet ve top- lumları arasındaki konumu ve yönelimin, benimsenen öğ- renme ve öğretme yaklaşımı ve kuramlarının önemli et- kisi vardır. Her ülke bu unsurlardan her birinde kendine mahsus özelliklere göre okullarındaki din öğretimi için çe- 12. Din Eğitiminin Kültürel Temelleri: Din bir milletin ve top- şitli modeller geliştirilmiştir. Bu modellerin geliştirilmesin- de ülkelerin özel şartları yanında dünyada son dönemde

lumun kimliğinde belirleyici bir unsur ve önemli bir kültü- DİKAB SORU BANKASI rün oluşmasında belirleyici bir ögedir. Aynı zamanda din, ortaya çıkan küreselleşme, çoğulculuk, çok kültürlülük gi- tarih vb. alanlarda dinin etkilerini gözlemlemek mümkün- bi tartışmaların da önemli etkisi vardır. Şimdi, dünyada dür. Eğer din bilinirse, kültürü ve kültürün diğer unsurla- ve Türkiye’de din öğretimi alanında en yaygın olarak kul- rını anlamak daha kolay olacaktır. Diğer türlü yeni nesil- lanılan din öğretimi modelleri ele alınacaktır. lerde kimlik belirsizliği ve mevcut kültürel değerleri an- (Cevap D) lamlandıramama problemi doğacaktır.

(Cevap C)

16. Doktriner din öğretimi, en eski din öğretimi yaklaşımla- rından biridir. Genellikle tek bir mezhebin veya bir dinin çeşitli mezheplerinin ağırlık olarak birlikte yaşadığı top- 13. Din Eğitiminin Felsefi Temelleri: her milli eğitim siste- lumlarda uygulanan yaklaşım türüdür. Bu yaklaşımın uy- minin yetiştirmek istediği bir insan tipi vardır. Bu felsefe- gulandığı yerlere örnek olarak İran’da Şii mezhebine, Al- yi yönlendiren temel saik, o milletin ve devletin sahip ol- manya’da Katolik ve Protestan mezheplerine ve Yuna- duğu değerlerdir. Milli eğitimimizin temel amaçlarına ba- nistan’da Ortodoks mezhebine göre yapılan din öğretimi kıldığı zaman, yetiştirilmek istenen insan tipine ulaşma- verilebilir. Bu yaklaşıma göre verilen dersin temel ama- da din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin önemli katkılarının cı, öğrencilerin tercih edilen din ve mezhebi sevmeleri,

olacağı söylenebilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK öğrenmeleri ve inanmalarıdır.

(Cevap B) (Cevap A)

262 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 3

1. Ülkemiz öğretmen yetiştirme sisteminde meydana gelen 3. Cumhuriyet dönemine intikal eden Dâru’l-Hilâfe Medre- değişiklikler çerçevesinde 1997 yılında ilahiyat fakültele- seleri yanında, diğer medreselerin yeniden yapılandırıl- rinin programlarından pedagojik formasyon dersleri çıka- masıyla oluşturulan ve Medâris-i İlmiyye medreselerinde rılmış, bazı ilahiyat fakültelerinde “İlköğretim Din Kültürü hadis okutulmaya devam edilmiş; 1924 yılında tamamen ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği” adıyla yeni bir program uy- kapatılan medreselerin yerine kurulan Dârulfünûn İlâhi- gulamaya konulmuştur. Bu program 2006 yılında Eğitim yat Fakültesinin ders programında da hadis dersi yer al- fakültelerine aktarılsa da 2012 yılında yeniden İlahiyat mıştır. Ancak 1933 yılında bu fakültenin kapatılmasıyla Fakültesi’ne alınmıştır. Bugün devlet üniversitelerine bağ- birlikte, örgün eğitimde hadis dersi okutma imkânı kalma-

lı 50’nin üzerinde İlahiyat Fakültesi bulunmaktadır. Ayrı- KOZMİK ODA YAYINCILIK mıştır. 1949 Ankara’da açılan yeni bir ilâhiyat fakültesi, ca son birkaç yılda bazı ölet üniversitelerde de “İlahiyat 1951 yılında açılan İmam-Hatip okulları, ilki 1959 yılında Fakültesi” “İslami İlimler Fakültesi”, “İslam ve Din Bilim- İstanbul’da eğitim-öğretime başlayan Yüksek İslâm Ens- leri Fakültesi” gibi isimlerle yeni fakülteler açılmıştır. Bun- titüleri, 1982 yılında yapılan refomla Yüksek İslâm Ens- ların dışında Anadolu Üniversitesi bünyesinde Açık Öğ- titülerinin dönüştürüldüğü ilâhiyat fakülteleri, günümüzde retim İlahiyat Ön Lisans programı ve Ankara, Atatürk, değişik düzeylerde hadis derslerinin verildiği öğretim ku- Cumhuriyet, İstanbul, Sakarya vb, üniversiteler bünye- rumlarıdır. Ayrıca İlâhiyat Fakültelerinde hadisle ilgili tez- sinde İlahiyat lisans tamamlama (İLİTAM) programları bu- ler, makaleler ve akademik çalışmalar yapılmaktadır. lunmaktadır. (Cevap A) (Cevap A)

2. 1982 Anayasası’nın 10 ve 24. maddeleri şöyledir: X. KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşün- ce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ay- 4. 1926 yılında Darü’ldünun’da yeni düzenleme ve değişik- rım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. likler yapılırken, Ulum-ı Şer’iye Şubesi, ilahiyat Fakülte- Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanına- sine dönüştürülmüş ve bu yeni fakülteye din felsefesi ad- maz. lı bir ders konulmuştur. Bu ders, İlahiyat Fakültesinin 1933 Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde yılında kapatılmasına kadar, Edebiyat Fakültesi Psikolo- kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket et- ji kürsüsü hocası Mustafa Sekip Tunç tarafından okutul-

mek zorundadırlar. DİKAB SORU BANKASI muştur. İlahiyat Fakültesinin 1933’de kapatılmasından VI. DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ 1976-1977 ders yılına kadar Türkiye’de din felsefesi üni- versitelerde okutulmamıştır. Madde 24.– Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürri- yetine sahiptir. (Cevap A) 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla iba- det, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve ka- naatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve de- netimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler ara- 5. Ronald Goldman’ın dini gelişim kuramı, dini gelişimin ço- sında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi an- cuktaki zihinsel gelişime paralel olduğu fikri üzerine ku- cak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsil- ruludur. Goldma’a göre dini düşünce, metodu ve özü iti- cisinin talebine bağlıdır. bariyle diğer düşünce formlarından farklı değildir. Pia- Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukî te- get’in ortaya koyduğu bilişsel gelişime paralel sonuçlar mel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma elde etmiştir. Goldman, ortaya koyduğu bu kuramla dini veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama ama- düşüncenin gelişimi konusundaki bireysel farklılıklara da cıyla her ne suretle olursa olsun, dinî veya din duygula- dikkat çekmiştir. O, bilimsel gelişim hızı ve zeka seviye- rını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve sinin, çocuğun dini gelişimi üzerinde etkisi olduğunu söy-

kötüye kullanamaz. KOZMİK ODA YAYINCILIK lemektedir.

(Cevap B) (Cevap A)

263 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 3

6. Çocuk soyut düşünce evresinde, varsayımlı ve tümden- 9. Aile, sadece çocukların fiziki olarak büyüdükleri bir ortam gelimsel, soyut ve sembolik terimler içerisinde düşünme değildir. Aynı zamanda dini ve ahlaki değerler açısından becerisine sahip olur. Bir önceki aşamaya nazaran daha en fazla etkilediği ortam aile ortamıdır. Aile birincil dini tutarlıdır çünkü düşüncesi artık çelişkileri görebilmek ve sosyalleşme ortamıdır. Gelişim ilkeleri, ailede din eğitimi farkı hipotezleri deneyebilmektedir. İfadelerin çağrıştırdı- açısından önemlidir. Bu ilkeler, aile içi din eğitimi açısın- ğı şeyleri orijinal teze geri giderek ortaya koyabilen ço- dan şu şekilde ele alınabilir; cuk, teoriden gerçeğe doğru hareket edebilmektedir. • Gelişim kalıtım ve çevre etkileşiminin bir ürünüdür. (Cevap D) KOZMİK ODA YAYINCILIK • Gelişim süreklidir ve belli aşamalarda gerçekleşir.

• Gelişimde kritik dönemler vardır.

• Gelişim bir bütün olarak kabul edilir.

• Gelişimde bireysel farklılıklar vardır.

(Cevap A)

7. Bireysel/Düşünmeye dayalı inanç döneminde insan, sa- hip olduğu inanç ve değerleri, eleştirel bir gözden geçir- meyle sorgular ve yeniden yapılandırır. Dıştaki otorite- 10. Örgün Din Eğitimi; den içteki otoriteye güven ve yönelmeyle birlikte bireyin • Okulda gerçekleşir. kimliği, kendine özgü bir hal alarak, bütün ilişki ve rolle- re sahip olan ve onları yönlendiren bir ‘ben’e dönüşür. • Programları uzun sürelidir. İçinde bulunduğu toplumu da göz önünde bulundurarak, • Eğitim zamanları ve dönemleri sabittir. tercih ve sorumluluklarının bilincinde kararlar verir. • Öğrenci grubu genelde homojendir (belli yaş döne- (Cevap C) mi vb.).

• Eğitim kademelidir. Birini bitirmeden diğerine geçile- mez.

• Temel eğitim kısmı zorunludur. Ayrıca genelde yük- seköğretimde de devam zorunluluğu istenir. DİKAB SORU BANKASI • Sınav ve diploma gibi prosedürleri vardır.

8. Medrese: Medrese, Arapça bir kelime olup ders görülen (Cevap E) mekân anlamına gelmektedir. Medrese İslam medeniye- tine özgü eğitim kurumudur. İslam dünyasında ilk med- rese örnekleri Karahanlılar dönemine kadar gitmekteyse de ilk sistemli ve devlet destekli medreseler Selçuklular zamanında XI. yüzyılda kurulmuştur. Bu medreselerin ku- 11. 1927 yılında din dersleri program dışı bırakılmıştır. 1939’a ruluşunda Melikşah ve Alpaslan’a vezirlik yapan ünlü dev- kadar köy okulları hariç okul programlarında din dersi yer let adamı Nizam’ülMülk’ün rolü büyüktür. Bundan dolayı almamıştır. Ancak 1956 yılında isteğe bağlı olarak din kurulan bu medreselere Nizamiye Medreseleri denilmiş- dersi ortaokul programlarındaki yerini almıştır. 1974 yı- tir. İlk nizamiye medresesi Nişabur’a inşa edilmiştir. Da- lında ise ilkokul 4. sınıftan lise 10. sınıfta kadar program ha sonra Bağdat, İsfahan, Rey, Basra, Musul gibi şehir- içerisinde din dersi yerini almıştır. lerde medreseler kurulmuştur. Derecesine göre Medre- Din derslerinin okul programlarına yeniden konulmasın- selerde Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimlerin ya- da; nı sıra matematik, felsefe, edebiyat, tıp, astronomi gibi Halkın din eğitimi taleplerinin yoğunlaşması, devrin tüm ilimleri tedris edilmiştir. Komünizme karşı dinin gücünden yararlanma, Anadolu Selçuklu devleti zamanında da Konya, Kayseri, Sivas gibi şehirlerde önemli medreseler kurulmuştur. İs- Dinin Türk kültürünün önemli bir unsuru olması, lam dünyasında medrese, mektep, tekke, kütüphane gi- Toplumda büyüklere saygının azalması, geçmişlerin ar- bi eğitim kurumlarının tüm ihtiyaçları vakıflar tarafından kasından Fatiha okuyabilecek kimselerin kalmaması gi-

karşılanmıştır. KOZMİK ODA YAYINCILIK bi gerekçeler öne çıkmıştır.

(Cevap B) (Cevap D)

264 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 3

12. XI. yüzyılın sonlarından itibaren medreselerde gerileme- 15. Osmanlı Devleti’nde 1913 yılında İmam Hatip yetiştirmek ye başlamış, bu kurumların gerileyişinde ve çöküşünde; amacıyla “Medresetü-lEimmeti ve-l Hutuba”, vaiz yetiş- Öğretim programlarında sığlaşmanın yaşanması, tirmek amacıyla “Medresetü-l Vaizin” adlı kurumlar açıl- mıştır. 1919 yılında “Medresü-l İrşad” adı altında birleşti- Merkeziyetçilik, rilen bu kurumlar bugünkü “İmam Hatip Liseleri”nin; 1900 Hoca ve talebe seçiminde bozulma, yılında İstanbul Darülfünun’da açılan “Ulum-i Aliye-i Di- Talebe isyanları, niyye” şubesi de Cumhuriyet döneminde açılan “İlahiyat Vakıf sisteminde bozulma gibi faktörler etkili olmuştur. Fakülteleri”nin temelini kabul edilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK (Cevap A) (Cevap D)

13. Osmanlılarda ilk medrese Orhan Bey zamanında İznik’te açılmıştır. Medreseye tayin edilen ilk müderris ise Da- vud-u Kayseri’dir. Osmanlılarda medreselerle ilgili ilk dü- zenlemeyi yapan kişi Fatih Sultan Mehmet’tir. Fatih Sul- tan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Sahn-ı Seman Medreselerini açmış ülkedeki medreseleri hiyerarşik bir düzene koymuştur. Yapılan bu düzenlemeye göre med- reseler derecelerine göre; 20’li, 30’lu, 40’lı, 50’li medre- seler şeklinde düzenlenmiş, bunlarda kendi içinde hariç, dâhil, sahn gibi bölümlere ayrılmıştır. Daha sonra Kanu- ni Sultan Süleyman kendi döneminde “ Süleymaniye Med- reselerini” kurarak, bu medreseleri en üst dereceli med- rese haline getirmiştir. DİKAB SORU BANKASI (Cevap E)

16. Osmanlı Devleti’nde genelde din işleri özelde din eğitimi ve öğretimi faaliyetleri Meşihat Makamlığı’nca Şeyhülis- lam eliyle yürütülmüştür. Şeyhülislamlık makamını, gü- nümüz Türkiye’sinin Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Va- kıflar Genel Müdürlüğü, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlık- 14. Yaklaşım kurucusu olan Max Wertheimer olup, diğer ları ile Yüksek Öğretim Kurulu’nun tüm yetkilerini tek el- önemli temsilcileri K. Lewin, W. Köhler ve K. Koffka’dır. de toplayan bir kurum olarak tanımlamak mümkündür. Bu psikoloji yaklaşımı, diğer psikoloji ekollerini, insanı 1920 yılında Ankara’da kurulan Meclis Hükümetinde Me- parça parça ele almaları ve onun sadece bir yönünün ön şihat, “Şer’iye ve Evkaf Vekâleti” adıyla “Bakanlık” olarak plana çıkarmaları noktasında eleştirmektedir. Onlara gö- yer almış, 1924 ‘e kadar da bu statü aynen devam etmiş- re insan davranışları, bütünüyle ve yaşanan fiziksel ve tir. Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutul- sosyal şartlar dikkate alınarak incelenmelidir. Gestalt yak- ması gerçeğinden hareketle 3 Mart 1924 tarihinde Şer’i- laşım, bilginin doğrudan yaşantılar sonucu elde edildiği- ye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine, 429 sayılı Ka- ni söyler. Amaçları, davranışların fiziksel ve ruhsal bütün- nunla, Başvekâlet bütçesine dâhil ve Başvekâlete bağlı lüğünü dikkate alarak insanı incelemektir. Gestaltçı psi- Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Baş- kologlar, davranışı meydana getiren unsurların, tek baş- kanlığı kurulmuştur. Milli Mücadele döneminde bakanlık larına davranış hakkında fikir vermelerinin imkansız ol- düzeyinde temsil edilen din işleri bu yasayla Başbakan-

duğunu söylerler. KOZMİK ODA YAYINCILIK lığa bağlı bir idari kuruma dönüştürülmüştür.

(Cevap B) (Cevap C)

265 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 4

1. Hz. Peygamber talim, tahsil ve terbiyenin ehemmiyetini 4. Soru öncülündeki görüş Liddel’e aittir. Başarısızlık, yok- çok iyi biliyordu. Onun, daha Medine’ye hicret etmeden sulluk, uyuşturucu bağımlılığı, evlilik, seks ve öğrenci reh- evvel, oradaki Müslümanlara dinî tebliğ ve okuma yaz- berliği ile dini rehberlerin ‘dini problem’ açısından ilgilen- ma öğretmek maksadıyla Mus’ab b. ‘Umeyr ile bn Ümm-i mesini Liddel bir sınırlama olarak değerlendirir. Ona gö- Mektum’u göndermesinin sebebi buydu. Hz. Peygamber, re dini rehberlik, dini bir kurum niteliği taşımasına rağmen Medine’ye varınca orada öncelikle bir cami inşa ettirdi ve rehberliğin anlamından uzaklaşmaz. Dini rehberlik, reh- bunun bir kısmını mektebe dönüştürdü. Talebelere oku- berliğin kapsadığı alanların bazılarıyla ilgilenip bazılarını ma yazmayı öğretmek için de, ‘Abdullah b. Sa’îd b. el- alanı dışında görmez. Alan içindeki problemleri de salt

‘Âs, daha ilk günlerde buraya muallim olarak tayin edildi. KOZMİK ODA YAYINCILIK dini problem olarak incelemez. Her dini rehber, kendisi- ne getirilen probleme, ‘danışanın kendisi için belirlediği (Cevap C) yardım kaynağı açısından’ yaklaşır ve danışana yardım eder. Bu yardım, dini problem açısından olabileceği gibi din dışı bir problem açısından da olabilir. Her din görev- lisi kendisini dini rehberliğin bir uygulayıcısı olarak görür. Din görevlisi, rolünün dayanağından kendisini soyutlayan bir hizmet yapmaz. Hangi alandan getirirse getirsin, bir problemle birlikte kendisine gelen insana yaptığı yardım, dini rehberlik kapsamındadır.

2. Clinebell’e göre ise dini rehberlik teori ve pratikle birlikte (Cevap E) oluşur. Dini rehberlik, alanın teolojik köklerinde derinle- şerek ve metodolojisini geliştirerek, problemler içindeki insanoğluna sahip olduğu miras ve öteki yardım disiplin- lerinin yardımıyla bir katkı sağlayabilecek olgunluğu ve kimliği bulmak zorundadır. Bu anlamda dini rehberlik, in- 5. Kelime hazinesinin sınırı, dilin doğru kullanılışı, ifade ye- sanın problemlerine inandığı dinin değerleriyle ilişki ku- teneği çocuk büyüdükçe değişir ve gelişir. Çocuk, kelime rarak çözüm yolları sunmayı hedefler. Ancak, bu hedefi- hazinesini yalnızca yeni kelimelerle değil, eski kelimele- ni gerçekleştirirken öteki yardım disiplinlerinden de ken- rin yeni anlamlarını öğrenmekle de genişletir. Portakal dini bağımsız kabul etmez. Dini rehberliğin başarısı, ala- sözcüğü başlangıçta meyve olarak bilinmekteyken son- nındaki ilahiyat çalışmalarındaki derinlik ve diğer yardım radan renk olarak kullanılabilir. 20 aylık bir çocuk bütün DİKAB SORU BANKASI meslekleriyle ilişkisinin yoğunluğuyla doğru orantılıdır. içecek şeylere “su” derken daha sonra “su” kavramını öğ- renir. Suyun donup buz olduğunu, kaynayıp buharlaştı- (Cevap B ğını, canlılar için gerekli olduğunu anlar.

(Cevap A)

3. Örnek olay incelemesi yöntemi, bir olayı ya da sorunu ya- zılı veya sözlü, görsel veya işitsel araçlarla öğrencilerin dikkatine sunarak, söz konusu olay hakkında değerlen- dirme yapma, neden-sonuç ilişkisi kurma ve çözüm öne- rileri sunmaya dayalı bir öğretim yöntemidir. Bu yöntemin amacı, örnek bir olay üzerinde somut hale getirilen bir 6. Din Eğitim ve Öğretimi açısından üzerinde durulması ge- mesele hakkında öğrencileri düşündürmek suretiyle, em- reken nokta şudur; Düşüncenin somuttan soyuta yapa- pati yapma, alternatifleri düşünme, analiz etme, problem cağı sıçramada çocuğa yardım edilecektir. Dinsel düşün- çözme, seçme ve karar verme becerilerini geliştirmektir. ce bir gelişim sürecini gösterir. Somut düşünceden soyut Örnek olay incelemesi yöntemi, öğrencilerin, gerçek ha- düşünceye geçiş kolay gerçekleşmez. Aslında dinsel dü- yatta karşılaşabilecekleri bir sorunu temsilî olarak sınıf şüncenin ilk sekli olan somut düşünme yaşla birlikte bir ortamına getirerek inceleme ve çözüme kavuşturma im- azalma gösterir, fakat büsbütün bozulmaz. Çocuğun di- kânı verir. Öğrenci merkezli bir yöntem olduğundan öğ- ni gelişimini tasvir edecek herhangi bir çalışma öncelikle

rencilerin katılımı yüksektir. KOZMİK ODA YAYINCILIK çocuğun zihin gelişimlinden başlamalıdır.

(Cevap C) (Cevap D)

266 DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 4

7. Zihin gelişimini açıklayan kuramcılar arasında en detay- 10. Bu model, dinler arası eğitimin İngiltere’de somut olarak lı çalışmayı Jean Piaget yapmıştır. Jean Piaget çocuğun uygulamaya konulmuş halidir. Bu yaklaşımda amaç, fark- kendine özgü bir algılama, düşünme ve yorumlama biçi- lı dinlere değer veren ve din olgusunu anlamış bireyler mi olduğunu, onu somut düşündüğünü, somut düşünce- yetiştirmektedir. Belli bir dinin doğmasıyla eğitim yapma- den soyut düşünceye hangi geçiş basamaklarıyla ulaştı- ya karşı geliştirilmiştir. Öğrenciler bu derste, çeşitli dini ğını göstermiştir. Çocukta kavram oluşumunun belli bir fenomenler üzerinde konuşmaktadır. Derste herhangi bir sıra izlediğini, bu sıraya uygun düşen eğitim ve öğretimin din merkeze alınmaz ve biri diğerinden üstün gösteril- daha başarılı olacağını belirtmiştir. Ayrıca o, gelişim ba- mez. Ama bu yaklaşımda ve dinler arası eğitim yaklaşı-

samaklarını izleyen eğitim ve öğretim, gelişim evreleri KOZMİK ODA YAYINCILIK mında, öğrenciler öncelikle kendi dinlerini öğrendikten arasındaki geçici kolaylaştıracağına da işaret etmiştir. sonra veya kendi dinlerini öğrenme esnasında bu yakla- şım kullanılmalıdır. (Cevap B) (Cevap D)

8. Fıkıh kitaplarında çocukluk çağı farklı evrelerde incelen- miştir. Bunlar;

Anne karnındaki çocuk, Cenin 11. Çeşitli Ülkelerde Devlet Okullarında Din Dersinin Duru- Yeni doğan çocuk, Sabi mu; Sütten kesilen çocuk, Gulam Din Dersi veya Alternatifi Ders Zorunlu: Almanya, Avus- 7-10 yaş arası çocuk, Yafi turya, Belçika, Finlandiya, İngiltere, İspanya, İrlanda, Ka- nada, Fransa Alsace ve Mosele Bölgeleri. 10-15 yaş arası çocuk, Hazver Seçmeli: Hollanda, İtalya, Lüksemburg, Polonya, Porte- Olarak adlandırılmaktadır. Bu çalışmada çocukluk döne- kiz, Romanya, Yunanistan. mini dini açıdan gösterdiği karakteristik özellikleri ile in- celeyen araştırmacıların sınıflandırılması esas alınmış- Zorunlu: Danimarka, İsrail, İsveç, Norveç, İslam Ülkele- tır. Bilim adamları çocukların din ile ilgili duyguların ve ri, Türkiye.

eğilimlerinin hangi tezahürlerle ortaya çıktığı konusunda DİKAB SORU BANKASI Ders yok: ABD, Fransa, Japonya. bazı ipuçları vermişlerdir. (Cevap C) (Cevap C)

9. Son zamanlarda küreselleşme ve çoğulcu toplum teori- lerinin günlük hayata aktarılması talebine karşı bazı ül- keler, dinler arası nitelenebilecek din öğretimi uygulama- 12. Bilim, teknoloji, ekonomi, sağlık, eğitim gibi hayatın pek larına yer vermiştir. Bu yaklaşıma göre din dersinin ama- çok alanında sürekli ve hızlı bir değişimin yaşanması, cı, farklı dine mensup öğrencilerin farklı dersleri almala- farklı kültürlerde, coğrafyalarda yaşayan insanlar arasın- rı yerine aynı derste dinlerin ortak konularını birlikte işle- da iletişim ve haberleşme imkanlarının artması, insanla- mek suretiyle birbirlerini anlamalarına katkı sağlamaktır. rı din alanında da yeni sorunlarla, yeni ihtiyaçlarla karşı Bu modelde yaklaşım vardır. Birincisi öğrenciye kendini karşıya getirmektedir. Sürekli değişen bu yaşam koşulla- dininin veya mezhebi öğretirken diğer dinleri de bunun rında insanların karşı karşıya kaldıkları sorunlarla baş yanında öğretmek esastır. Türkiye’de Din Kültürü ve Ah- edilmesi, çevreleriyle uyumlu ve verimli bir birey olabil- lak Bilgisi dersi mezhepler üstü olduğu gibi aynı zaman- meleri için din alanında da sürekli bir bilgilenmeye ihti- da amaç ve muhteva açısından dinler arası açılımlı din yaçları vardır. Diğer taraftan ortalama yaşam süresinin öğretimi niteliği göstermektedir. İkincisi ise o toplumda uzaması, köyden kente göçlerin artması, geniş aile tipin- yaşayan bütün dinler öğretime konu yapılır. Ama bunun den çekirdek aile tipine geçilmesi, okullarda gerçekleşti- için öğrenci önce kendi dinini iyi bilmelidir. Daha sonra rilen örgün din eğitimi etkinliklerinin ihtiyaçları karşılama- kendi din ve mezheplerine ilişkin bilgileri diğer öğrenci- da yetersiz kalması yaygın ve yetişkin din eğitimini ge-

lerle daha sağlıklı bir şekilde konuşabilir. KOZMİK ODA YAYINCILIK rekli kılan sebeplerdendir.

(Cevap E) (Cevap B)

267 KPSS • ÖABT DİKAB ALAN EĞİTİMİ Test • 4

13. Kur’an Kursları, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak 16. Çocuklara Allah inancından sonra dini inanç olarak öğ- 1925 yılında 10 kişilik bir kadro ile eğitim-öğretime baş- retilmesi gereken bir diğer konu da peygamberlere inanç lamıştır. O tarihten bu güne kadar ‘”varlığını sürdüren ve konusudur. Allah inancının öğretiminde olduğu gibi pey- hiç kapanmayan yegâne din eğitimi kurumu” olmuşlardır. gamber inancında da işe sevgiyle başlamak gerekir. İl- Bu kurum 1940’lara kadar çok inişli-çıkışlı gelişmelere köğretim dönemi çocuğunun model arayışı içinde oldu- uğramıştır. 1948’de çıkarılan Kur’an Kursları Talimatıyla ğunun farkında olarak peygamberlerin hayatlarından gü- resmileştirildiler. Kur’an Kursları 1950 yılında Diyanet İş- zel örnekler vermek suretiyle, onların beşer yönlerine vur- leri Başkanlığına bağlandı. 1971’de bu kurumların teftişi gu yaparak ve sevgi esasına dayalı bir peygamberlik öğ-

için Milli Eğitim Bakanlığına yetki verildi. 1982’de bu ku- KOZMİK ODA YAYINCILIK retimi yapmak gerekir. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in, rumla Milli Eğitim Bakanlığının arasında işbirliği yapıla- kendi çocukluğunda yaşadıkları ile çocuklara yönelik dav- cağı teyit edildi. 1990’dan sonra akşam ve yaz Kur’an ranışları güzel bir üslupla anlatılmalı; çocukların, onun Kursları açıldı. Kur’an Kurslarında: Kur’an-ı Kerim İtikat, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’e ve diğer çocuklara kar- İbadet, Siyer ve Ahlâk okutulmaktadır. şı gösterdiği sevgi dolu davranışlar hakkında bilgi sahibi olmaları temin edilmelidir (Öcal, 1991: 109-111). (Cevap B) (Cevap D)

14. Çocukta fıtri olarak var olan din duygusunun, erkenden veya geç olarak ortaya çıkmasında, sağlıklı veya sağlık- sız bir şekilde gelişmesinde dış etkenlerin önemi daha büyüktür. Çocuğun dini gelişimini etkileyen dış faktörler arasında en önemlisi ailedir. Diğer etkenler, önemine gö- re aileden hareketle helezonlar halinde dalga dalga dışa

doğru açılıp gitmektedir DİKAB SORU BANKASI

(Cevap D)

15. Gerek aile, gerekse okul ortamında, çocukta olumlu ve- ya olumsuz duygular meydana getiren unsurlar birlikte bulunur. Çocuk bu ortamlarda istenilen ve istenilmeyen duyguları yaşayarak, taklit ederek veya şartlanma yoluy- la öğrenir. Aile ve okulun görevi, çocukta istenilen duy- guların gelişmesini desteklemek, çocuğa, istenilmeyen duygularını denetim altına almasını ve onlarla başa çık- masını öğretmek, onun sağlıklı bir şekilde duygu eğitimi-

ni gerçekleştirmektir. KOZMİK ODA YAYINCILIK

(Cevap A)

268