HAMDULLAH SUPHİ VE GAGAUZLAR

Editör Prof. Dr. Mehmet ŞAHİNGÖZ Doç. Dr. Alper ALP

ANKARA 2016

Ölümünün 50. Yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Aziz Hatırasına... Türk Yurdu Yayınları Yayın No: 110 Ankara - Aralık 2016 Hamdullah Suphi ve Gagauzlar ISBN 978-605-9443-12-8 Dizgi ve Kapak Tasarımı Sefa Tuğrul Atasoy Baskı 72 Tasarım Dijital Basımevi 444 72 06 www.dijitalbasimevi.com © Türk Ocakları Basın, Yayın ve Eğitim Hizmetleri İşletmesi Bütün Yayın Hakları Saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Sezenler Cad. No: 4/12, Sıhhiye / ANKARA Tel-Belgeç: 0 (312) 229 69 74 https://www.turkyurdu.com.tr e - posta: [email protected] İÇİNDEKİLER

Takdim...... 7 Hamdullah Subhi • Halim SERARSLAN ...... 9 Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Türk Ocakları • Yusuf SARINAY ...... 21 Millî Mücadele’de Yapılan Mitinglerde Türk Ocaklarının Rolü ve Hamdullah Subhi • Mehmet ŞAHİNGÖZ ..... 29 Türk Kültür Coğrafyası ve Hamdullah Suphi • Derviş KILINÇKAYA ...... 49 Hamdullah Suphi (Ö. 1966) ve Türk Düşüncesindeki Yeri • İbrahim MARAŞ ...... 55 Hamdullah Suphi’nin İzinde Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi • Erol BARIN ...... 65 Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Eğitim ve Kültür Hayatımıza Katkıları • Fahri TEMİZYÜREK ...... 73 Hamdullah Suphi’nin Türk Yurdu Dergisindeki Nutukları • İbrahim ATABEY ...... 79 Türk İstihbaratçısı Ahmet Esat Tomruk’un (İngiliz Kemal) Romanya Hatıralarında Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagauzlar • Abdulkerim DİNÇ...... 93 Hamdullah Suphi Tanrıöverin Gagauz Milli Kimliin Üüselmesindeki Rolü • Güllü KARANFİL ...... 109 Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Gagavuz Türklerine Hizmetleri • Fahri TEMİZYÜREK ...... 115 Hamdullah Suphı Tanrıöver ve Gagauz Türklerı • Yonca ANZERLİOĞLU ...... 121 Hamdullah Suphi Tanrıöverin Balkan Türklüğüne Bakışı • Füsun Menşure ORAL ...... 131 Karmaşa Çağında Organski’yi Hatırlamak: Doğu Avrupa’daki Gerilimlerin Küresel Bağlamı • Mehmet Akif OKUR ...... 139 Dış Politikasında Gagauzların Yeri • Emre KARTAL ...... 149 Transdinyester Sorunu: Moldova’daki Rus Azınlık ve Moldova’nın Dış Siyasetine Etkisi • Rüştü KAYA ....161 Sözlü Kültür Ürünlerının Göç Yoluyla Aktarımı: Gagauz Manılerı Örneğı • Ali YAKICI ...... 179 Gagauz Atasözlerınde Kadın ve Anadolu’ daki Atasözlerı ile Karşılaştırılması • Ayşe Filiz YAVUZ ...... 189 Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine Yapılan Aktarmalarda Karşılaşılan Bazı Sorunlar • Nadejda ÖZAKDAĞ ...... 195 Batı Karadeniz Havzasında İstikrarsızlığa İlişkin Riskler Karşısında Gagauzlar • Yalçın SARIKAYA ...... 211 Gagauz Türkleri Dil, Tarih ve Kültürünün Temel Kaynakları • Necati DEMİR ...... 221 Nıkolay Baboglunun ‘’Dünürcülük” Annatmasının İstorıyası • Anku BOEVA ...... 241 Post-Sovyet Dönemde Jeopolitik Açıdan Gagauz Nüfusu • Bülent AKSOY ...... 245 Karadenizin Kuzeyindeki Etnik ve Dini Oluşumların Tarihî Arka Planı ve Günümüze Yansımaları • Üçler BULDUK ...... 257 Rusya’nın Bağımsız Devletler Topluluğuna Yönelik Kültür Politikası (2008-2015) • Alper ALP ...... 267 Gagauz Kültüründe Hidrellez • Lübov ÇİMPOEŞ ...... 277 Gagauzıyanın Gelişmesınde Türk Diplomasisinin Rolü • Piotr PAŞALI ...... 287 Cumhuriyet Döneminde Kimlik, Vatandaşlık ve Gökoğuzlar • Seyfi YILDIRIM ...... 291 Demirel’in Gagauz Türkleri ile İlgili Çalışmaları • Selçuk DUMAN ...... 305 Gagauz Mânî ve Türküleri ile Deliorman-Dobruca Mânî ve Türküleri Arasında Dil Yakınlığı ve Gagauz Kitap Türkçesi • Ahmet CEBECİ ...... 321 Gagauz Dili Hem Literatura Uroklarında Komunikativ Kompetenţiyanın Oluşturmasında Yaratmanın Rolü. Yaratmalar Kartınaya Görä • Olga KONSTANTİNOVA ...... 339 Gagauz Dili Hem Literaturası Derslerindä Sözlüklerin Efektıv Kullanılması • Sveta MARCHUK ...... 353 Çadır Kasabası İki Cenk Arası Zamanında • Stamova S.D...... 359 Türkiyada Gagauz Studentleri 30-Cu Yıllarda Xx Asırdä: İstoriya Hem İnsannar • S. S.BULGAR ...... 373 Gagauzıya Kadınları Geçmişte ve Bugün • Elizaveta KVİLİNKOVA ...... 393 Gagauz Filolojisi Bölümün Kuruluşuve Gelişme Perspektifi • Mutaf GALİNA ...... 399 Gagauz Dilinin Özellikleri Hakkında Türkolog Araştırmacılar • Diana NİKOLGO ...... 405 Çok Etnikli Çevrede Eğitim Sürecinin Etnokültürel Potensiyeli • Olga RADOVA-KARANASTAS ...... 417 The Structural Analysıs Of Emotıve Englısh Praseologıcal Unıts And Peculıarıtıes Of Theır Translatıon Into The Gagauzıan Language • Nicolaeva Prascovia DMİTRİEVNA ...... 427 Önemnı Gıpotezalar Gagauzlar Içın, Onnarın Ana Dılı Ilerlemesının Etapları • Kopuşçu M.İ...... 433 Türk Dünyası Ve Gagauzların Semboller Alanı • Paptova Alla ...... 441 Правовые Аспекты Деятельности Мирового Суда В Южной Бессарабии Во Второй Половине Xıx В. • ZAHARİYA SERGEİ ...... 447 Gagauz Otonomısının Oluşumunun Etkenı Ve Sonucu Olarak Gagauz Dılının Rol Ve Anlamının Evrımı • Zaharia Sergey-Paptova Alla ...... 453 Dıffıcultıes In Translatıng Englısh And Gagauzıan Proverbs • Sulac S., PhD - Bratunova E., MA ...... 459 Глобализация Современного Мира И Ее Влияние На Развитие Экономической Терминологии В Гагаузском Языке • Ангелова А.В...... 467 TAKDİM

Diplomasi ve uluslararası ilişkilerde başarılı olmak, devletlerin nüfuz sahibi olmasının ilk kıstaslarındandır. Bu başarı sayesinde devletler, başka devletlere karşı güç kazanır, koz elde eder ya da saygınlığını artırır. Aynı zamanda milli şuur sahibi diplomatların varlığı bu başarıya artı bir değer katar. Bir diplomat olarak ait olunan milletin kültür, tarih ve diplo- masisine nasıl güç katılır sorusu sorulduğunda “Hamdullah Suphi gibi” cevabı verilebilir. İsmi Türk Ocakları ile özdeşlemiş olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocaklarının 1931’de kapatılmasının ardından Bükreş’e elçi olarak atanmıştır. Tanrıöver, İstanbul Türk Ocağı’nda yaptığı bir konuşmada Türk Ocaklılar için “Aziz Ocaklı! Sen Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın” demişti. Kendi sözünde olduğu gibi, Hamdullah Suphi elçi olarak gittiği Romanya’da “Türk’ün gören gözü” olmuş ve Dobruca ile Besara- bya’da yaşayan Gagauz Türkleri ile yakından ilgilenmeye başlamış, Anadolu Türklüğünün bu insanları görmesini, anlamasını ve hatırlamasını sağlamıştır. Aynı zamanda Gagauzla- rın eğitimleri, sorunları ve kültürel meseleleri ile de ilgilenmiş bu konuda hem Ankara’ya raporlar yazmış hem de Romen hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Bir çok Gagauz yerleşim yerinde Türkçe okulların açılmasını sağlamış, Türkiye’den buraya kitap ve eğitim araçlarının gelmesini sağlamıştır. Ardından Gagauz gençlerin Türkiye’ye gele- rek eğitim görmelerini sağlamıştır. Bugün Gagauz Yeri’nde bu etki halen hissedilmekte, Hamdullah Suphi’nin hizmetleri büyük bir saygıyla hatırlanmaktadır. Hamdullah Suphi, Gagauzların dilleri, dini inanışları, kültürleri, sosyal yaşamları ve pek çok özellikleri üzerine çalışmalar yapmış, klasik bir diplomatik misyon şefi olmaktan öte, bir kültür ve milli şuur elçisi olarak hareket etmiştir. Aynı zamanda entelektüel bi- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR rikimi pek çok yabancı dile olan hakimiyeti ile Rumen hükümeti ve idarecileri nezdinde de büyük saygınlık kazanmış hatta Rumen idarecilere çeşitli dillerde konferanslar ve se- minerler verecek kadar önemli bir yer edinmiştir. Bu Hamdullah Suphi’nin bir hatip bir siyasetçi bir kültür adamı olmasının yanı ısra ne kadar başarılı bir diplomat olduğunu da bizlere göstermektedir. Bu bağlamda Hamdullah Suphi günümüz Türk dış işleri için bir rol model olarak sunulabilecek pek çok özelliğe haizdir. Hamdullah Suphi, Türkiye’de çok büyük hizmetler vermiş ancak ismi üzerine çok az çalışma yapılmış ve çok az özelliği bilinen bir isimdir. Onun Türk Ocakları ile birlikte yaptığı hizmetlerin yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı yaparak Türk eğitim hayatına, Os- manlı Meclis-i Mebusan’ı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekilliği yaparak Türk siyaset hayatına, yazdığı yazılar ve şiirlerle Türk edebiyat hayatına çok önemli kat- kılar sunmuştur. Gagauz Türkleri ile Anadolu Türklüğünü tanıştırarak ise Türk dünyasına unutulmaz bir hizmette bulunmuştur. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in üzerine daha çok çalışma yapılması ve bu çalışmaların teşvik edilmesi amacıyla hazırlanan bu kitap ise Türk Ocakları Genel Merkezi, Türk İş- birliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı(Y- TB), Türk Tarih Kurumu(TTK) işbirliğiyle gerçekleştirilen “Günebakan’dan Günümüze Gagauzya Dostluğumuz: Hamdullah Suphi ve Gagauzlar Uluslararası Bilgi Şöleni”ninde ortaya koyulan bildirilerin genişletilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda Türkiye ve Ga- gauzya’dan pek çok bilim insanının katıldığı bu bilgi şöleni 2-4 Haziran 2016 tarihlerinde Moldova’ya bağlı özerk bir cumhuriyet olan Gagauz Yeri’nin başkenti Komrat’ta gerçek- leştirilmiştir. Aynı zamanda Hamdullah Suphi’nin ölümünün 50. yılı anısına ithaf edilen bu eser Hamdullah Suphi’nin şahsı hakkındaki çalışmaların yanı sıra Gagauz Türklerinin siyasi, sosyal, kültürel pek çok özelliği üzerine yapılan araştırmaları içermektedir. Bilgi şöleni ve bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen başta Türk Tarih Kurumu, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na, Komrat’ta bulunan ve TİKA desteğiyle çalışan M. Maruneviç Bilim ve Araştırma Merke- zi’ne, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz’e, dönemin Kişinev Büyükelçisi Mehmet Selim Kartal’a, TİKA Moldova Koordinatörü Canan Alpaslan’a, M. Maruneviç Bilim Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Piotr Paşalı’ya, İrina Konstantinova’ya ve Dr. Güllü Karanfil’e teşekkürü bir borç biliriz.

8 HAMDULLAH SUBHİ

Prof. Dr. Halim SERARSLAN

Necmettin Erbakan Üniversitesi, [email protected]

Özet II. Meşrutiyeti müteakip (1908) Türkiye’de Türkçülük cereyanı bir hareket hâlinde ha- yatın her alanında; siyâsette, idârede, sanatta, bilimde kendini göstermeye başladığı zaman bu cereyanı sistemleştirmeye, yayıp yerleştirmeye çalışanların arasında bir de hatip vardır. Bu zât, büyük Türk hatibi, Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Subhi’dir. Bu bildiride, ölümünün 50. Yılı münasebetiyle, onun hayatı, şahsiyeti, eserleri ve fikirleri etrafında tanıtıcı mahiyette bir değerlendirme yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Hamdullah Subhi, Türkiye, Türkçülük, Türk Ocağı, hatip. Abstract Following the second Constitutional Monarchy (1908), there was an orator among the people who tried to systematization, to spread and establish in due course of Turkish began to make its presence known in every spheres of life like; science, art, administration, policy as an action in . This personality was Hamdullah Subhi, the great Turkish orator and the director of Turkish Heart. In this report an evaluation as an indicator entity will be carried out in terms of his opinions, his works, his personality and his life due to the 50th anniversary of his death. Keywords: Hamdullah Subhi, Turkey, Turkism, Turkish Hearth, orator. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hayatı Hamdullah Subhi, evlâd-ı fatihandandır. Bilinen en eski atası Koca Memi Bey’dir. Mora yarımadasının eyâlet merkezi Trapoliçe’ye yerleşen ve bölgede hayli nüfuz sahibi olduğu anlaşılan Kocamemi- oğulları; şeyhler, âlimler, edipler, siyâset ve devlet adamları yetiştirmiş köklü bir ailedir. Dedesi, Tanzimat devrinin edebi zevk bakımından eskiye bağlı şair vezir- lerinden Abdurrahman Sami Paşa; amcası, Tanzimat edebiyatının büyük ediple- rinden Sâmi Paşazade Sezai Bey; babası, muhtelif nazırlıklarda bulunmuş, değerli bir âlim olan Abdüllâtif Subhi Paşa, bu âilenin kendinden önceki en meşhûr isim- leridir. Annesi Ülfet Hanım ise, Kafkasya’dan küçük yaşta esir olarak İstanbul’a getirilip, Abdüllâtif Subhi Paşa konağına satılmış bir Çerkez kızıdır. Hamdullah Subhi, 1885’te, İstanbul Aksaray’da, Horhor’da, babasının adıyla anılan konakta doğar. Küçük yaşta yetim kalır. Maddi refahı gittikçe kaybolan ihtişamlı baba konağında, dedesinin Çamlıca’daki köşkünde ve diğer akraba yalı- larında annesi tarafından binbir itinâ ile büyütülür. İlk öğrenimini Kısıklı, Altunîzâde, Numûne-i Terakki adlarını taşıyan üç ayrı mektepte, orta öğrenimini de, babasının ölümünden sonra, ailesi maddi açıdan güç duruma düştüğü için, Küçük Said Paşa’nın tavassutu ve II. Abdülhamid’in “İrade-i seniyye”siyle yatılı olarak, Galatasaray Sultânîsi’nde, 1904’de tamamlar. Aile muhitinin, o devirde imparatorluğun Batı’ya açılan tek sivil penceresi olan Galatasaray’da okumanın ve çok iyi bir Fransızca öğrenmenin kendisine sağladığı imkânlardan da faydalanarak, zamanın fikir akımlarını alâkayla tâkip eder. Hamdullah Subhi, 1905’de Fransız Reji İdâresi’nde başkâtip olan Halid Zi- ya’nın isteği üzerine, Tütün İnhisarı Merkez İdâresi Tercüme Kâlemi’nde stajyer memur sıfatıyla çalışmağa başlar. Fakat, adı geçen idârenin bir Türk için ağır ve sıkıcı havasına tahammül edemediğinden, kısa bir müddet sonra buradan ayrılır. Yeni işi, kendisinin “en çok sevdiğim meslek” dediği öğretmenliktir. 1908’den itibâren, önce Ayasofya Rüşdiyesi’nde, daha sonra da Darülmuallimîn’de, Darül- fünûn’da, Bahriye Mektebi’nde ve Darülbedâyi’de hocalık yapar. Okuttuğu ders- ler; Kitâbet, Malûmât-ı Medeniyye, Fransızca, Fenn-i Terbiye, Lisân-ı Osmâni ve Hikmet-i Bedâyi’dir. Bunlar içinde, bilhassa, Meşrûtiyet’i müteâkip, Mabeyn Başkâtipliği’ne getirilen Halid Ziya’nın kendi yerine Hamdullah Subhi’yi tavsiye etmesi üzerine, Darülfünûn’da verdiği “Hikmet-i Bedâyi” (Estetik) dersinde çok başarılı olur. O, selefi Halid Ziya’nın Batı san’atına yönelik bir tarzda anlattığı “Estetik” dersini, bu muhtevâdan ve Batı dekoru içinden sıyırıp Türk-İslam çerçe- 10 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR vesine sokar. Dersin adını da yeni muhtevasına uygun olarak gerekli izinle, “Türk ve İslam Sânâyî-i Nefîse Târihi” şeklinde değiştirir. I. Balkan Harbi’yle Bulgarlar’ın eline düşen Edirne, 1913’de II. Balkan Har- bi’yle geri alınır. Büyük devletler, Edirne’nin boşaltılarak Bulgarlar’a teslimini isterler. Bu vaziyet karşısında, Edirneliler, Trakya ve Edirne’nin Türk hâkimiye- ti altında kalmasını hem müslüman ve hıristiyan ahâli adına istemek, hem de Bulgarlar’ın yaptığı zulümleri anlatmak maksadıyle, Avrupa’nın önemli siyasi merkezlerini dolaşacak, azınlık temsilcilerinin de yer aldığı bir “Edirne Hey’eti” kurarlar. Hamdullah Subhi, bu hey’etin sözcü üyesidir. Fiilî olarak 1911’de, resmi olarak da 1912’de, Osmanlı imparatorluğu içindeki azınlıkların husûsî dayanışmasına bir aksülâmel şeklinde ortaya çıkan, milliyet esasına müstenid Türk Ocağı cemiyeti kurulur. Ancak maddi imkânsızlıklar yü- zünden Ocak, 1913’de kendi kendini feshetme durumuna gelir. Çaresizlik için- de çırpınan Ocaklı gençler, Ocağı yaşatacak bir başkan ararlar. Buldukları isim, Ocağın 776 numaralı üyesi Hamdullah Subhi’dir, O, bu târihten Ocağın Halk Evleri’ne dönüştürüldüğü 1931’e kadar, Ocağın değişmez başkanı olur. Türk Oca- ğı başkanlığı sırasında, teşkilat kurmada ve yaşatmada müstesna bir kabiliyet ol- duğunu isbât eder. Bir yandan hocalık, bir yandan da Ocak başkanlığı yaparken I. Dünya Savaşı çıkar. Hamdullah Subhi, savaş içinde Çanakkale ve Suriye cephelerini ziyaret eder. 1915’de Türk Ocağı’nda tanıdığı, Ocaklı bir genç kız olan Ayşe Saide Ha- nım’la, 1917’de evlenir. 1918’de ise, bir ay kadar kalmak üzere, balayı için eşiyle birlikte Almanya’ya gider. Fakat o esnada, savaş biter ve Türkiye’ye dönüş yolları kapanır. Böylece Hamdullah Subhi, bir ay yerine dokuz ay Berlin’de kalır. Bu za- man zarfında orada perişan bir halde bulunan Türklerle uğraşır. Berlin’deki Türk Kulübü’nü canlandırmağa çalışır. Yollar açılınca, Mayıs 1919’da İstanbul’a döner. O sıralarda, İstanbul’da, işgalleri ve İzmir’e Yunanlılar’ın çıkışını protesto mi- tingleri yapılmaktadır. Hamdullah Subhi, derhal, bu mitinglerin hem tertipleyici- leri hem de en ateşli hatipleri arasında yer alır. İzmir’deki Yunan zulmünü ve kıyımını yerinde incelemekle vazifeli bir bey- nelmilel “Tahkik-i Mezalim Hey’eti” teşkil edilir. Hamdullah Subhi, bu Hey’et’te Millî Blok’u temsilen bulunur ve adı geçen Hey’et üyeleriyle beraber İzmir’e gi- der. Burada öldürülmekten ve tutuklanarak Yunanistan’a gönderilmekten kıl payı kurtulur. Son Osmanlı Meclis-i Meb’ûsânı’na Saruhan ve Antalya’dan meb’ûs seçilir.

11 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bu Meclis’te ve Meclis’in Felah-ı Vatan Grubu’nda, bir yandan Misak-ı Millî ile Millî Mücadele lehine bir yandan da İngiltere aleyhine en tesirli konuşmaları yapar. Sarayın ihanet içinde olduğunu söyler. İstanbul, 16 Mart 1920 günü işgal edilir. İşgâlciler, Türk milliyetçilerini Mal- ta’ya göndermek üzere bir bir tutuklamaya başlarlar. Arananlar arasında, Türk Ocağı başkanı olmak, İstanbul mitinglerinde işgalleri şiddetle protesto etmek, Meclis-i Meb’ûsân’da açıktan Kuvâ-yı Milliye’yi desteklemek ve Misâk-ı Millî’nin kabûlünü istemek, İngiltere aleyhtarlığı yapmak, sarayı ihanetle itham etmek gibi sözüm ona suçları işlemiş olan Hamdullah Subhi de vardır. Kapısının önüne yakalanması için ağaç bir kütük işaret olarak konulur. Fakat çocuklar oynarken, bu kütüğü, Hamdullah Subhi’nin evinin önünden karşıdaki Terakki Mektebi Müdürü Boşnak Ahmed Bey’in evinin önüne yuvarlarlar. Ak- şam karanlığında gelen Gurkolar, Hamdullah Subhi yerine Boşnak Ahmed Bey’i ölümüne sebep olacak kadar şiddetle döverek götürürler. Bu fırsattan istifâde eden Hamdullah Subhi, muhtemel bir ölümden veya Malta’ya sürülmekten kendi adına güzel bir tesadüfle kurtulur. Kanaatince artık İstanbul’da yapılabilecek herhangi bir iş kalmamıştır. Millî Mücâdele’ye katılmak azim ve niyetiyle yedi aylık hamile eşini İstanbul’da bırakarak Ankara’ya kaçar. 8 Nisan 1920’de Ankara’ya varır. Ar- kasından İstanbul Divân-ı Harb’i, O’nu, Kuvâ-yı Milliye nâmı altında çıkan fitne ve fesadın tertipleyicisi ve teşvikçisi olarak gördüğü için idam cezasına çarptırır. 23 Nisan 1920’de açılan 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Antalya milletve- kili sıfatıyle girer. Yeni hükümet kuruluncaya kadar, hükümet işlerini yürütmekle görevli, Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki “Muvakkat icra Encümeni”ne seçi- lir. Türkiye Büyük Millet Meclisi nâmına yayımlanacak bazı beyannâmeleri ka- leme alır. İç isyanların bastırılması sırasında halkı teskin etmek ve aydınlatmak maksadıyle kurulan irşad hey’etlerinde çalışır. Bu arada Bursa’nın düşmesine ve yeni doğmuş bulunan büyük oğlu Aldemir’i göremediğine üzülür. Fakat zafere olan inancını hiçbir zaman kaybetmez. Meclis’in en güzel ve en tesirli konuşan hatiplerinden biri olarak, devamlı Mustafa Kemal’in etrafında kenetlenmeyi tel- kin eder. Zafer kazanılınca da sevincini irâd ettiği nutuklarla coşkulu bir tarzda dile getirir. O, Millî Mücadele yıllarında önemli idari mevkilerde de bulunur. Bunlardan birincisi, biraz önce temas ettiğimiz “Muvakkat icra Encümeni Üyeliği”, ikincisi, “Matbûât ve İstihbârât Umum Müdürlüğü”, üçüncüsü ise “Mâarif Vekilliği”dir. 7 Haziran 1920’de başlayan, Matbûât ve İstihbarat Umum Müdürlüğü yetmiş dört gün sürer. Kendisi bu kısa zaman zarfında, dünya basını ile temas kurar. İrşad 12 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR adını verdiği dahili propagandayı disiplinli bir hale sokar. Çeşitli yerlerde istihba- rat merkezleri açar. 16 Aralık 1920’de de Dr. Rıza Nur’dan boşalan Mâarif Vekilliği’ne getirilir. 12.11.1921 gününe kadar süren Maarif Vekilliği esnasında gördüğü en önemli iş, Türk İstiklal Marşı’nı Mehmed Âkif ’e yazdırmayı sağlamış olmasıdır. Hamdullah Subhi ikinci defa 4 Mart 1925’de kurulan 3. İsmet Paşa Hükûme- ti’nde de Mâarif Vekili olarak vazife alır. 21 Aralık 1925 gününe kadar sürdüre- bildiği bu kezki Mâarif Vekilliği’nden de uzunca süren bir hastalık sebebiyle istifa ederek ayrılır. İkinci Mâarif Vekilliği’nin en dikkat çekici hadisesi tarihi Türk bü- yüklerinin türbelerinin kapatılmasına karşı çıkmasıdır. 1930’da Türkiye’de çok partili demokratik sisteme geçme teşebbüsleri başla- yınca, Serbest Cumhuriyet Fırkası’na girmemekle beraber, sırf bu sisteme inandığı için adı geçen fırkayı destekler. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın siyasi hayata gir- mesiyle Türkiye’de meydana gelen umulmadık hadiseler üzerine aşağı yukarı bü- tün dernekler ve bu arada Türk Ocağı da 1931’de kapatılır. Ocağın kapatılmasına karşı çıkan Hamdullah Subhi, çok kısa bir müddet içinde Bükreş’e elçi tâyin edilir. Orada Türkiye’yi on üç yıl şöhretine layık bir şekilde temsil eder. Târih bilgisi, ge- niş kültürü, güzel konuşması ve açık kalpliliğiyle Romen siyasi çevrelerinde büyük sempati toplar. Romanya’da Türklük lehine Fransızca konferanslar verir. Tama- men şahsi denilebilecek bir gayretle, Bükreş’te bir Türk şehitliği meydana getirir. Romanya’daki müslüman Türkler ile Türk asıllı hıristiyan Gagauzlar’ın eğitimiyle yakından ilgilenir. Gagauzlar’ı Türkiye’ye göç ettirmeyi ciddi olarak düşünür, fakat bu tasavvurunu gerçekleştiremez. Ancak bazı Gagauz gençlerini tahsil için Türki- ye’ye göndermeyi başarır. 1934’te soyadı kanunu çıktığı zaman Çankaya Köşkü’nde bir akşam yemeği sırasında Mustafa Kemal Atatürk, bir kâğıda “Tanrıöver” kelimesini yazar ve bir kasenin içerisine koyar, Hamdullah Subhi’ye uzatır. “Bu kase ile bu soyad sana he- diyem olsun” der. Hamdullah Subhi, söz konusu tarihten itibaren artık Hamdul- lah Subhi Tanrıöver’dir. Tanrıöver kelimesi, Hamdullah kelimesinin Türkçesidir. Ailenin diğer mensupları “Kocamemi” soyadını alır. 1944 yılının sonuna doğru Bükreş Büyükelçiliği’nden emekliye ayrılan Ham- dullah Subhi, Türkiye’ye döner. 1945’de Mersin milletvekili sıfatıyle yeniden siyasi hayata girer. Haziran 1946’da Meclis’in feshine” ve seçimlerin yenilenmesine karar verilir. Seçim Temmuz 1946’da yapılır. Tanrıöver bu kez de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili olur. Cumhuriyet Halk Partisi’nde, parti adına tutulan yolu hoş görmeyen tenkidci grup içinde yer alır. Hattâ parti içi bu muhalif grubu

13 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR temsil eder. Tanrıöver, 1947 yılının yaz aylarında, Amerika Birleşik Devletleri Hüküme- ti’nin davetlisi olarak, konferanslar vermek üzere Amerika’ya gider. Önceden planlanmış konferanslarını verir. Manevi değerlere yönelik tehdit ve tehlikele- re karşı dinlerin tesânüdünü temin etmek maksadıyle Newyork’ta toplanan bir kongreye katılır. Rusya’dan Amerika’ya kaçabilmiş mültecilerden bazılanyle ve o sırada Colombia üniversitesi Rektörü olan Eisenhower’la görüşür. Amerika dönüşü, 17 Kasım-4 Aralık 1947 tarihleri arasında Ankara’da ça- lışmalarını sürdüren Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Kurultayı’na iştirak eder. Kurultayda yaptığı konuşmalarda, muhalefete hoşgörü ile bakılmasını, tarihi Türk büyüklerinin kapalı bulunan türbelerinin açılmasını ve dini eğitimin başlatılması- nı, Halk Evlerinin Türk milleyetçiliğinin ocağı haline getirilmesini ister. Bu fikir- leri yüzünden şiddetli hücumlara maruz kalınca, bir daha geri dönmemek üzere Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etmek sûretiyle ayrılır. 10 Mayıs 1949’da Türk Ocağı’nı tekrar açar. Bu tarihten vefatına kadar, -Prof. Dr. Osman Turan’ın 1959-1960 yılları arasındaki Genel Başkanlığı bir tarafa bı- rakılırsa- yine Ocağın değişmez başkanı olur. 1950’de Demokrat Parti listesinden Manisa, 1954’de de İstanbul bağımsız milletvekili seçilir. 1957’de bu kez de Demokrat Parti’den ayrılarak Hürriyet Par- tisi’ne geçer. Fakat bu sefer seçimi kaybeder. Aktif siyasetten çekilerek tamir ettir- diği İstanbul Horhor’daki baba yâdigârı konağına yerleşir. Şahsî koleksiyonlarıyla ve ziyaretine gelenlerle ilgilenir. Kendisine dertlerini intikal ettiren çaresizlerin işleriyle uğraşır. Elinden geldiğince konferans isteklerini yerine getirir. Yeniden ihya ettiği ve başkanlığını yaptığı Türk Ocağı’nın eskisi gibi dallanıp budaklan- ması için gayret gösterir. Bütün bu faaliyetlerine rağmen Tanrıöver, damar sertliğinden muzdarip, hasta ve yorgundur. Bu yıllarda Hamdullah Subhi’yi bir de evlat acısı ezer. 1961’de çok sevdiği küçük oğlu Özkul vefat eder. Tanrıöver, âdetâ bu dünyadan çekilir. Eşinin dostluğuna sığınarak kendi âleminde yaşamaya başlar. Hafızasına da hayatının son yıllarında durgunluk gelir. Ve nihayet O’nun bir ömür boyu Türklük için çar- pan kalbi, 10 Haziran 1966 Cuma günü saat 21.35’de gelen bir krize boyun eğer. 81 yıl önce bu dünyaya gözlerini açtığı İstanbul Horhor’daki baba ocağı Abdül- latif Subhi Paşa konağında hayata veda eder. 12 Haziran 1966 günü parlak bir askeri törenle, cenazesi Merkez Efendi mezarlığına kaldırılır. Sanatı 14 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hamdullah Subhi, Türk edebiyatının birçok ünlü edibi gibi, san’at hayatına ilk adımını şiirle atar. On beş yaşından itibaren yazmağa başladığı ilk şiirlerini, amcası Sezai Bey’in Paris’te çıkardığı Şûrâ-yı Ümmet’e gönderir. Sezai Bey, kim- den geldiğini bilmediği, saraya karşı kin ve husûmet dolu bu şiirleri gazetesinde yayımlar. 1908’de Meşrûtiyet ilan edilince, Hamdullah Subhi’nin Paris’te yayımlanan Namık Kemal tesirindeki bu ilk şiirleri, yeni şiirleriyle birlikte, tekrar İstanbul’da çıkan muhtelif gazete ve dergilerde görünmeğe başlar. O arada, 1909’da Hamdullah Subhi’nin de dâhil olduğu ve bir müddet başkan- lığını yaptığı Fecr-i Âtî Encümen-i Edebîsi teşekkül eder. Bu devrede Hamdul- lah Subhi, Tevfik Fikret’i ve Cenab Şehabeddin’i andırır bir tarzda şiirler kaleme alır. Müsteâr adlarla yazdığı birkaç mizahi manzûme hariç, Tanrıöver’in şiirleri aruz vezniyledir. Şekil itibariyle ise, O’nun şiirlerini husûsiyetleri belli herhangi bir nazım türüne sokmak mümkün değildir. Dil, zarif, ince, yumuşak kelimelerden örülmüş bir Osmanlıca dönemi Türkçesi’dir. Üslûbu, bu yıllarda tesirinde kaldığı Servet-i Fünûn şiirlerini ve mensûbu bulunduğu Fecr-i Atî topluluğunu hatırlatır mahiyettedir. “İmpressionist” bir ifade tarzı vardır. Çünkü, Hamdullah Subhi, bu şiirlerin çoğunda dış âlemi olduğu gibi anlatmamakta, aksine o âlemin kendinde uyandırdığı intibaları tasvir etmektedir. Fakat O’nun asıl dikkati çeken şiirleri, ta- biat güzellikleriyle, aşkın verdiği ilhamlarla kaleme aldıkları değil, sosyal ve siyasi’ muhtevalı olanlardır. Bu bakımdan Tanrıöver’in unutulmayan ve zamanın ders kitaplarına anne sevgisini işlemedeki başarısından dolayı geçen şiiri, “Annemin Derdi”dir. Böylesine başarılı birkaç şiiri ile birlikte elimizde bulunan diğer şiirlerine, dev- rin umûmi havası içinde baktığımızda, Hamdullah Subhi, istikbal vadeden bir şair olarak görülmektedir. Ne yazık ki o, bu vadide devam etmemiş, Fransız şiirlerini okuduktan, arkadaşı Ahmed Haşim’in şiirdeki kabiliyetini gördükten ve içindeki müessir konuşma arzusunun farkına vardıktan sonra, Türk edebiyatının en bâkir sahası olan hitâbeti tercih etmiştir. Meşrûtiyet’in ilk yıllarında, -inkılap ile sansür de kaldırıldığından- Türk mi- zahının Avrupai bir mahiyet kazanarak canlandığı ve eli kalem tutan, bilhassa gençlerden hemen herkesin bu tarzı denediği görülmektedir. Hamdullah Subhi de, söz konusu gençler arasındadır. “Davul” ve “Cem” adlı mizah dergileriyle, Yeni Gazete’nin “Takvimden Bir Yaprak” köşesinde; “Hasad”, “Ser-muharrir”, “Mü- nekkid”, “İstanbulîn”, “Keçi Boynuzu”, “Dürbin”, “Sivrisenek”, “Yutmaz”, “Ama”,

15 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

“Toplu İğne” müstear adlarıyle manzum ve mensûr mizahi yazılar kaleme alır. O, nadiren bir de “H.S.” remzini kullanmış ve birkaç mizahi yazısını da imzasız yayımlamıştır. Hamdullah Subhi’nin mizahi yazıları edebi kıymet bakımından hiciv san’a- tının başarılı örnekleri arasındadır denilebilir. Bilindiği gibi, kıvrak bir zekânın mahsûlü olan bu türde, her şeyden önce zarâfet aranır. İğneleyeceksiniz, fakat acıt- mayacaksınız, kısaca kırmayacaksınız. Hicvedilene küfretmeyecek, okuyanın bediî zevkini incitmeyeceksiniz. Büyük Hatib’in mizahi yazıları işte bu cinstendir. Hamdullah Subhi, hicivlerinde, ekseriyetle o zamanın meşhûr adamlarını di- le dolamış, onların siyasi hüviyetlerini, şairliklerini ve bunlara benzer taraflarını espirili bir çerçeve içinde karikatürize etmiştir. Öte yandan bu yazılarda, bazı hü- kümet kararları ile içtimai meselelerin ve matbûâtta rastlanan kelime yığınlarının nazik bir şekilde hicvedildiği de görülmektedir. Ayrıca, Hamdullah Subhi’nin Meşrûtiyet’i ve adı geçen devri takip eden yıl- larda edebi eserler üzerine tahlili ve tenkidi mahiyette kaleme aldığı makaleler ile bunların sebep olduğu münakaşalar veya başkaları tarafından başlatılan yersiz hücumlara verdiği cevaplar da kayda değer kıymettedir. Bunlar içinde, bilhassa, 1911’de 1. Safahat’ın neşri münâsebetiyle, eseri, millî benliğimizi yansıtmadaki başarısından dolayı adeta methetmeye varan bir üslûpla tahlili neticesinde, be- ğenmeyenlerle kendi arasında doğan münakaşa ile 1929’da Türk edebiyatının mümtaz şahsiyetlerine o güne kadar alışılmamış bir şekilde “Putları Yıkıyoruz” adı altında Nazım Hikmet ve arkadaşlarınca yöneltilen sözde edebi hücumların asıl maksadının siyasi olduğunu isabetle ortaya koyan susturucu cevabı en dikkat çekicileridir. Hamdullah Subhi, gençlik yıllarında bir de hikâye türünü denemiştir. Sayı ba- kımından oldukça az olan bu vadideki eserleri mensûbu bulunduğu ailenin ve içinde yaşadığı cemiyetin hayatından alınmış bazı gerçek hadiselerin hikâyeleşti- rilmesinden ibâret başarılı örneklerdir. Hiç şüphesiz Tanrıöver’in Türk Edebiyatı Târihi’nde işgal ettiği mümtaz yer, buraya kadar bahsi geçen edebi sahalara âit eserleriyle değil, 1911’lerde dâhil ol- duğu ve hayatı boyunca bağlı kaldığı, Millî Edebiyat cereyanı içindeki nutuk- larıyladır. Her şeyden önce O, kendi zamanına gelinceye kadar pek işlenmemiş bulunan Tûrk hitâbet san’atını, nevînin husûsiyetlerine sadık kalmak sûretiyle ya- zılı metinler halinde ortaya koyan ilk şahsiyettir. Bu bakımdan Tanrıöver’e Türk edebiyatında bu tarzın müessisidir demek yerinde olur. Hitabet, yaygın bir değerlendirmeye göre, Allah vergisi bir san’attır. Hatip ola- 16 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR cak kişi, söz söyleme san’atının gerektirdiği birtakım meziyetlere sahip olmalıdır. Kâbiliyet, güzel bir ses, düzgün bir fizik ve mükemmel bir hafıza gibi. Bunlara sahip bulunan kişiye düşen iş, Allah vergisi olan söz konusu meziyetlerinin farkına vararak, kendisini hitâbet sahasında yetiştirmeye çalışmaktır. Mesela; ana dilini gramerine uygun olarak fevkalade güzel bir şekilde kullanmayı, hitâbet san’atı- nın usüllerini, hitabette mühim unsurlardan olan jest ve mimikleri ayarlamayı, heyecanlarını yenmeyi, herhangibir itiraz veya söz atma karşısında paniğe kapıl- mamayı, irticâlen konuşmayı, nerede sert nerede yumuşak söylemesi gerektiğini ve benzeri diğer husûsiyetleri öğrenip becermesi, hafızayı her an işe yarıyabilecek bilgilerle doldurması, söyleyeceği nutkun konusunu önceden hazırlaması, hudut- larını çizmesi lâzımdır. Doğuştan sahip olunan ve sonradan kazanılan bütün bu meziyetlerin hemen hepsi tesbitlerimize göre, Hamdullah Subhi’de bulunmaktadır. Büyük hatipler, hitâbet san’atının icabı olarak, nutuklarını açık, akıcı, güzel bir ifade ile söylemeğe fevkalade özen göstermişler, teferruâtın seçilmesinde mâhir davranmışlar, mukayeselerini mükemmel, tasvirlerini ise kısa bir şekilde yapmış- lardır. Ayrıca büyük hatipler, konuştuğu konu ile alakalı orijinal buluşlara yer ver- mek, telmihlerde bulunmak, aşırı olmamak kaydıyle yeri geldikçe, san’atlı, mizahi ifadeler kullanmak, konuşulanlann daha iyi anlaşılmasını sağlamak gayesiyle bir kelimeyi, bir ibareyi veya bir cümleyi birkaç defa tekrarlamak, bazen de tesirli bir şekilde dikkat çekmek için cevabı ya hatip tarafından verilen yaput cevabı ço- ğu kez dinleyicilerin idrakine bırakılan sorular sormak, bir fikirden bir fikire, bir meseleden bir meseleye duraklamadan geçmek sûretiyle nutuklarını kıymetli ve çekici bir hale getirirler. Bu husûsiyetler, büyük bir hatip olan Hamdullah Subhi’nin nutuklarında da gayet açık bir şekilde görülmektedir. Bilindiği gibi hitabet, dinleyenleri konuşulan konu etrafında iknâ etmek san’a- tıdır. Kıymetli bir hatibin de en büyük meziyeti herhalde dinleyicilere tesir ede- bilmektir. Bu çok geçerli bakış açısından hareket edildiği zaman da Hamdullah Subhi çok iyi bir hatiptir. Tanrıöver, şairâne bir üslûp ile hemen her konuda söz söyleyen bir hatiptir. Ancak konuştuğu bütün konuları Türk milletinin menfaatleri istikâmetinde yo- rumlayıp neticeler çıkarır. Muhteşem geçmişi hatırlatarak gelecek hakkında ümit verir. Nâdiren kendisini parlak ve güzel konuşmanın heyecanına kaptırarak sözü fazla uzatır. Hep inandığı fikirleri telkin etmeğe çalışır. Gerekmedikçe ve kendisini savunma mecbûriyeti hâsıl olmadıkça nutukların-

17 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR da umûmiyetle kendisinden bahsetmez. Fikirleri Nutuklarından bir kısmını iki cilt halinde yayımladığı “Dağyolu”, makâlele- rinden bir kısmını da “Günebakan” adlannı taşıyan kitaplarında bir araya getir- miştir. Tanrıöver’in bu eserlerinde yer alan ve almayan bütün yazılarında; -Türk milletinin, şefkat, merhamet, sabır, mukavemet, bir baş etrafında toplanma gibi üstün meziyetleri ile tarihini iyi bilmemek, parayı istihkâr etmek gibi zaafları, Türk târihine, içtimâî hayatına dâir tesbitleri, artık bugün sözü dahi edilmeyen bazı günlük meseleler üzerine gösterdiği hal çareleri bir yana bırakılırsa- mu- ayyen gâyeleri olanlara mahsus tek bir fikir hüküm sürer. Söz konusu muayyen gaye, Türk milletini, milletler camiasının her bakımdan gelişmiş seçkin bir üyesi yapma ülküsüdür. Bu ideale ulaşmanın tek yolu da inkılapçı bir programı ihtiva eden Türk milliyetçiliğidir. Buna göre; Türk milletinin yenileşme ve gelişme, kı- saca çağdaş bir millet olma yolunu tıkayan ne kadar engel varsa ortadan kaldırıl- malı, Saltanat’tan Meşrûtiyet’e oradan Cumhuriyet’e, ümmet hayatından millet hayatına, şeriatçılıktan lâikliğe geçilmeli, milletleri bünyesinde eritmeyen, aksine milli kültürleriyle birlikte yaşatan Batı medeniyeti dâiresine girilmeli, halkçı bir siyaset takip edilmeli, Türk kadınının hakları verilmeli, teknolojide, ilimde, güzel san’atlarda ilerlemeli, iktisaden kalkınmalıdır. Millî Mücâdele zaferle neticelendirildikten ve temas edilen inkılaplar Atatürk tarafından gerçekleştirildikten sonra, fikri faaliyetlerini bunların yerleşmesini te- mine yöneltir. Nutuklarında ve yazılarında Atatürk’ü büyük ve örnek bir devlet adamı ola- rak değerlendirir. O’nun ilke ve inkılâpları istikametinde, müreffeh bir vatan için çalışacak milliyetçi bir gençliğin yetiştirilmesine çalışır. Her Türk’ün çalıştığı işte başka milletleri geçmesini ister. Bu fikirlerin sahibi bulunan Millî Hatib’in Türkçülük, değişik bir ifadeyle mil- liyetçilik anlayışında, kan bağına dayalı ırkçılığın yeri yoktur. Tanrıöver’in naza- rında, Türkçe konuşan, müslüman olan ve Türklük sevgisi taşıyan herkes Türk’tür. O, Türk’te; dil, din ve emel birliği arar. Bu üç unsûra, milli birliği sağlamadaki fonksiyonundan dolayı büyük bir ehemmiyet verir. ‘istediği, Türk kültüründe bir- leşecek fertlerden hâsıl olan yekpare bir millettir. Onun için Hamdullah Subhi’nin anladığı manada Türkçülük hareketi sadece kültürel sahada fütûhatçı, diğer saha- larda barışçıdır. Kendi milletini üstün, başka milletleri hakir görmez. Aksine Türk milletinin saadetini, insanlığın saadetinde görür. Başta komünizm olmak üzere bütün yabancı “izm”leri reddeder. Çok ileri bir 18 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR görüşlülükle, komünizmin zamanla millileşeceğini ve Ruslaşacağını ileri sürer. Kanaatince, komünizm ile irtica, Türklük âleminin ve Cumhuriyet rejiminin en büyük iki düşmanıdır. Bu sebeple, bu iki tehlikeye ve mensûplarına karşı her za- man her yerde mücadele edilmelidir. Sonuç Hamdullah Subhi Tanrıöver, II. Abdülhamid, Meşrûtiyet. Millî Mücadele, Cumhuriyet gibi birbirinden çok farklı dört ayrı devri idrak etmiş, cemiyet ve devlet işlerinde yöneticilik vasfını haiz bir aksiyon adamı, insani münâsebetlerinde hoşgörülü, nazik ve yardımsever, Ziya Gökalp’ın fikri önderliğindeki Türkçülük cereyanına bağlı, büyük bir hatip, idealist, inkılâpçı, demokrat bir milliyetçidir.

19

HAMDULLAH SUPHİ (TANRIÖVER) VE TÜRK OCAKLARI

Prof. Dr. Yusuf SARINAY

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

İmparatorluktan milli devlete dönüşüm sürecinde Türk milletinin hayatında önemli bir rol oynayan ve bu sebeple haklı olarak Türkiye’nin yakın tarihinde bir kilometre taşı olan Türk Ocaklarının 104. Kuruluş yıldönümünde hepinizi saygı- larımla selamlıyorum. Kısaca Türk Ocakları’nın kuruluşu ve kuruluş ortamından bahsetmek istiyo- rum. Şark meselesi çerçevesinde sömürgeci Avrupa devletlerinin politikaları sonu- cu giderek küçülen Osmanlı devleti II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra da çe- şitli iç ve dış olayların sebep olduğu bunalımlar içine düşmüştür. Bu dönemde Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Girit meselesi, 31 Mart Vak’ası, Trablusgarp Savaşı gibi olaylardan daha önemlisi Osmanlı devletinin yenilgisi ile sonuçlanan Balkan savaşları sonucu, Rumeli’nin kaybedilmesi, binlerce Türk’ün göçe ve katliama tabi tutulması gibi olaylar Türkler arasında büyük bir şok tesiri yaratmış ve Osmanlıcılık ideolojisinin fiilen iflasını hazırlamıştır. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Diğer taraftan II.Meşrutiyeti ilan eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin “İtti- had-ı Anasır” politikasına rağmen, İmparatorlukta Türklerin dışındaki unsurlar arasında milliyetçilik akımları ve milli bağımsızlık hareketleri artık büyük bo- yutlara ulaşmıştı. Osmanlılık örtüsü içinde bağımsızlık faaliyeti yürüten Rum, Ermeni ve Bulgar cemaatlerinin yanında, Arnavutluk’ta başlayan ayaklanmalarla birlikte Müslüman unsurların İmparatorluktan ayrılma teşebbüsleri de artık giz- lenemeyecek hale gelmişti. Bütün bu iç ve dış gaileler içinde millet haline gelememenin sancılarını çe- ken Türk unsuru vardı. Çünkü Türkler hala milli şuur ve milliyetçilikten mahrum bulunuyorlardı. Bu sebeple II.Meşrutiyet’e paralel olarak çeşitli cemiyet ve dergi- ler etrafında toplanmaya başlayan Türkçü aydınlar milli mefkureden ve şuurdan mahrum olarak yaşayan Türkleri bir arada millet denilen bütün halinde toplama lüzumu üzerinde durmaktaydılar. Ancak II.Meşrutiyetle birlikte ülkede Osman- lıcılık cereyanının hakim olması sebebiyle, Türk Derneği ve Genç Kalemler hare- keti siyasi açıdan Osmanlıcılık fikrinin çerçevesini aşamamışlardı. Henüz onların milliyetçilikleri Osmanlı Türklerinin uzun süredir unuttukları Türklüğü arama evresinde bulunuyorlardı. Üstelik mevcut siyasi ortam içinde ideallerini geniş bir kitleye yaymamışlardı. Bu amaca ulaşmak ancak Türkler için köklü ve milli bir değişimle mümkün olabilirdi. Kısaca Ziya Gökalp’in teklif ettiği siyasi inkılabı tamamlayacak sosyal bir inkılap kesin şart olarak belirmektedir. İşte Türk Ocakları milli varlığı tehlikede görerek, Türk milleti ve devletini kurtarmak gerektiğine inanan Türk gençleri ve aydınlarının bir hayat hamlesi ile ortaya koydukları cemiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Cemiyetin ilk nüvesi de İttihat ve Terakkinin takip ettiği Osmanlıcılık politikası gereği içine düştüğü ba- şarısızlık karşısında duyulan hayal kırıklığı ve Türk olmayan öğrenciler arasındaki milliyetçilik hareketlerine karşı endişeye düşen Askeri Tıbbiyeliler arasında bir düşünce hareketi olarak doğmuştur. Böylece öğrenciler tarafından fikri temelleri atılan Türk Ocakları Balkan hezimetinin yarattığı şok ile beraber gerçek ümit ve ihtiyaçların merkezi haline gelecektir. Türk Ocaklarının kuruluş çalışmaları, Türkçülüğün yaygınlık kazandığı en uy- gun ortam olan Askeri Tıbbiye’de başlamıştır. Tıbbiyeliler milliyet esnasına dayanan bir cemiyet kurma faaliyetlerini yoğun- laştırmışlar ve bir program hazırlamışlardır. Bu program esasları dahilinde, Tıbbiye’den 3.sınıf temsilcisi Hüseyin(Baydur) tarafından kaleme alınan 11 Mayıs 1911 tarihli beyannameyi kendilerine, bu ko- nuda yardım edeceklerine inandıkları devrin ileri gelenlerine sunmaya başlamış- 22 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lardır. “190 Tıbbiyeli Türk Evladı” adına kaleme alınan bu beyannamede, “Türk kav- minin hayat-ı inkıraz yaşadığı”nı buna “selefleri gibi lakayd kalamayacaklarını” bildiren Tıbbiyeliler “hayatın ebedi bir mücadele olduğu ve mücadelede muvaffa- kiyetin en büyük şartının maarif ve mekteplerin galebesi” olduğunu ifade ederek, “ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir içtimai hakimiyeti, kuru bir siyasi haki- miyete tercih ettiklerini” beyan eden Tıbbiyeliler, “müstakbel neslimiz miskinliği günah, çalışmayı ibadet bilsin” diyorlardı. Ayrıca amaçlarının gerçekleşmesi için de “her türlü fırka ihtilaflarının üstünde, her türlü siyaset dağdağalarının haricin- de yeni bir cereyan” meydana getirebilecek “Donanma Cemiyeti kadar geniş fakat sırf milli ve içtimai bir cemiyet teşkil etmek” lüzumunu vurguluyorlardı. Fiili kuruluşu 20 Haziran 1911 tarihinde gerçekleştirilen Türk Ocaklarının, resmen kuruluşuna kadar birkaç toplantı daha yapılmıştır. Bu toplantılarda genel- likle nizamnamenin hazırlanması üzerinde durulmuştur. Türk Ocakları İttihat ve Terakki’nin merkezinde Ziya Gökalp’in de katıldığı bir toplantı daha yapıldıktan sonra, 12 Mart 1328 (25 Mart 1912)’ de resmen kurulmuştur. Resmi kuruluş me- sul murahhas olarak seçilen Kahya Emin Ağaoğlu Halis Turgut tarafından Tanin Gazetesinde ilan edilmiştir. Böylece fiili kuruluşundan yaklaşık olarak 9 ay sonra resmen kurulan Türk Ocakları’nın ilk yönetim kurulu şu kişilerden oluşmuştur. Ahmed Ferid(Tek) (Reis), Yusuf Akçura (II.Reis), Mehmed Ali Tevfik (Umumi Katip), Dr. Fuad Sabit(Veznedar)’dır. Türk Ocakları 1912 yılı sonlarında önemli bir sarsıntı geçirmiş, kapanma teh- likesi ile karşı karşıya kalmıştır. Nitekim bu sarsıntı üzerine Ocak yönetim kurulu geçici olarak Ocağı kapatmak istediklerini açıklar. Bu durum karşısında Ocaklı gençler, Ocaklarını kapanmaktan kurtaracak bir başkan aramaya başlarlar. Yapılan birçok toplantı ve istişarelerden sonra Hamdullah Suphi Bey’e başkanlık teklif edilir, O da bu teklifi olumlu karşılar. Sonuçta Türk Ocağı yönetim kurulundan ayrılanlar sebebiyle 18 Mayıs 1913’te olağanüstü bir kongre yapılır. Yapılan bu kongrede Hamdullah Suphi Bey Türk Ocağı başkanı seçilir. Aralık 1912’de 766 sıra numarası ile Türk Ocağı’na üye olan Hamdullah Suphi Bey kısa zamanda teşkilatçılık yeteneği ve etkili hitabet gücüyle kendisini göstermiş ve Türk Oca- ğı genel başkanlığına yükselmiştir. Bundan sonra Mustafa Baydur’un deyimiyle Türk Ocağı ve Hamdullah Suphi ikiz kardeş gibi olmuştur. Hamdullah Suphi gerçek yerini ve kişiliğini Türk ocağı kadrosunda bulmuştur. Çok canlı ve ateşli konuşmaları ile Türk milliyetçiliğinin gür sesi, sembolü olmuş- tur. O dönemde Ömer Naci’den sonra Türk dünyasında büyük bir ün kazanan

23 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR milli bir hatiptir. Türk Ocakları Hamdullah Suphi’nin başkanlığa getirilmesi ile canlanmaya başlamıştır. Türk Ocağı’nın canlanmaya başlamasını, Hamdullah Suphi’nin şahsi- yeti ve faaliyetlerinin yanı sıra devrin genel havasında aramak gerekir. Her şeyden önce bu sırada yaşanmakta olan Balkan felaketinin yarattığı şok, Türk aydınla- rı ve gençlerinde yeni bir ümit ve azim doğurmuştur. Bu durum imparatorlukta Türklüğe dönüşü hızlandırmıştır. Edirne’nin kurtuluşu ve Balkan savaşlarında dış Türklerin yaptığı sembolik yardımlar yeni bir moral kaynağı olmuştur. Özellikle genç neslin Balkan felaketinin yarattığı aşağılık duygusundan kurtuluşunda Türk- çülük akımı; Turancılık ideali önemli rol oynamıştır. İşte böyle bir ortamda Türk Ocakları devrin ihtiyaçlarını ve heyecanlarını temsil etmiştir. Diğer bir ifadey- le devletin Osmanlıcı politikası gereği siyasi, sosyal, kültürel ve iktisadi birçok bunaltıcı olaylar yaşayan Türk unsurunun kimlik bunalımına cevap vermeye ve hislerine tercüman olmaya çalışmıştır. Başta Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin olmak üzere, Balkan savaşlarına paralel olarak bazı aydınların İstanbul’a gelmeleri ve Türk Ocağı camiasına katılmaları, fikri açıdan büyük bir güç kaynağı teşkil etmiştir. Bu dönemden sonra Ziya Gö- kalp’in fikri liderliğinde Türk milliyetçiliği hakiki merkezini zamanla sınırlarını da genişleterek Türk Ocakları’nda bulmuştur. Türk Ocaklarının gerçek doğuşu ve İmparatorluktaki fonksiyonlarını yerine getirmeye başlaması da bu gelişmelerden sonra başlar. Nitekim, Balkan Savaşlarından sonra, maddi problemlerini büyük ölçüde halleden Türk Ocağı’nın etrafında, Hamdullah Suphi’nin deyimi ile “ken- dini red ve inkar eden hava” tamamen dağılmıştır. Ziya Gölalp’in tasnifine göre ise, Doğu ve Batı beynelmiletiyetine takılmakta ısrar eden softalarla züppelerden gayri herkes Ocağa aza yazılmış ve dost kesilmişlerdir. I:Dünya Savaşı’nın eşiğinde İstanbul Türk Ocağı’nın üye sayısı günden güne arttığı gibi, İstanbul dışında da şubeler açılmaya başlanmıştır. Mütareke dönemi- ne kadar İstanbul merkez Ocağı’nın üye sayısı 2743’e yükselmiştir. 1914 yılında 16 Türk Ocağı açılmış, 1916 yılı Ağustos ayında Ocak sayısı 25’e ulaşmıştır. Türk Ocaklarının 1918 yılında İstanbul’da toplanan kongresinde İstanbul ve vilayetler- de aynı nizamname üzerine çalışan 35 kadar Ocak açıldığı bildirilmektedir. Bu dönemde İstanbul merkez Ocağı’nın yanısıra, Adana, Bakü, Bursa, Giresun, İz- mir, Konya, Ödemiş, Salihli, Üsküdar, Mihalıççık, Sivrihisar, Ankara, El-aziz, Ga- ziantep, Erzurum, Kahasır-ı Sahip gibi ülkenin çeşitli yerlerinde açılan Ocakların faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Ayrıca Hamdullah Suphi 1912 yılından sonra Türkistan ve Çin’de açılan Ocakların da düşman eli ile kapatılıncaya kadar faaliyet 24 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gösterdiklerinden bahseder. I.Dünya Savaşı içinde Ocak fikrinin yayılışı, ülkede açılan şube sayısından daha hızlı olmuş, “vatanda Ocaklı” diye bir tip yaratılmıştır. Türk Ocaklarının amaçlarını ortaya koymada temel kaynak Nizamnameleri- dir. İlk nizamnamesinde teşkilat düzenlemeleri bir tarafa bırakılırsa 2. Maddesin- de Ocağın amacı şöyle ifade edilmektedir: “Cemiyetin maksadı, akvam-ı İslamiye’nin bir rükn-ü mühimi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve ilasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır.’’ Diğer taraftan,”Ocak, maksadını tahsile çalışırken sırf milli ve içtimai bir va- ziyette kalacak, asla siyasetle uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır.” denilmekteydi. Türk Ocaklarının fiili olarak yürüttüğü faaliyetlerden birisi de bünyesinde çe- şitli dernekler kurması veya benzer amaçlar doğrultusunda kurulmuş olan der- neklerle işbirliği yapmasıdır. Bunlar içinde doğrudan Türk Ocakları bünyesinde gençler için kurulan Türk Gücü Derneği, halka doğru hareketini fiilen uygulama safhasına koymak için kurulan Köycüler Cemiyeti, İhtiyat Zabitleri Teavün Ce- miyeti ve Darülfünun Talebe Cemiyetini sayabiliriz. Diğer taraftan kitap yayıncılığında pek başarılı olamayan Türk Ocakları, dergi yayıncılığında oldukça başarılıdır. Bu dergiler içinde Türk Yurdu Cemiyeti tara- fından 1911 yılında yayınlanmaya başlayan ve Türk Ocaklarının kuruluşundan itibaren onun yayın organı haline gelen Türk Yurdu şüphesiz en önemlisidir. Bu dergi Türk milliyetçiliği fikrinin oluşturulması, sistemleştirilmesi ve yaygınlık ka- zanmasında çok önemli bir rol oynayacaktır. Türk Yurdunun yanı sıra, Türk halkı ile aydınlar arasında bağ kurmayı amaçlayan Halka Doğru Dergisi ile Türk Sözü Dergisi doğrudan Türk Ocakları tarafından yayınlanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki çeşitli unsurların milliyetçilik hareket- leri karşısında Türk milliyetçiliğin öncüsü olma gibi bir fonksiyonu üstlenen Türk Ocakları, kısa zamanda devrin önemli birçok ilim ve fikir insanını bünyesinde toplamıştır. Ocak çevresinde toplanan bu aydınlar günlük siyasi çekişmelerin dı- şında kalmaya çaba sarf ederek çalışmalarını Türk milliyetçiliğinin teorisini kurma konusunda yoğunlaştırmışlardır. Bu sebeple Türk Ocağı çevresindeki aydınların çalışmaları sayesinde Türkçülük/milliyetçilik akımı siyasi, sosyal, iktisadi ve kültü- rel hayata bakışlar getirmiş, dönemin etkili fikir akımı haline gelmiştir. Türk Ocakları çevresinde savunulan milliyetçilik anlayışının temeli, milli kül- tür yaratma ve bu yolla mütecanis bir millet oluşturma yönündedir. Böylece İm-

25 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR paratorluk içindeki Türkler her bakımından gelişmiş, sağlam bir millet haline ge- lecek ondan sonra da dağınık bir şekilde yaşayan bütün Türkler arasında kültürel birlik sağlanacaktı. Bu temel yaklaşıma rağmen, Türk Ocakları, Türkçülerin bütün eğilimlerinin toplandığı bir merkez görünümündedir. Bütün aydınlar Tanzimatın “İttihad-ı Anasır” politikası ile Osmanlı milleti yaratmanın mümkün olmayacağı konusunda hemfikir olup temel bağlılık odağı olarak Türklüğü görmektedirler. Ancak bu konuda takip edilmesi gereken politikada farklı yaklaşımlar ileri sür- mektedirler. Bu temel farklılığın devleti koruma endişesi ile hareket eden Os- manlı Türkçüleri ile Rusya’dan gelen Türk aydınlarının soydaşlarının bağımsızlık kazanması ve Türk birliğinin gerçekleşmesi yolundaki fikirlere öncelik vermesin- den kaynaklandığı söylenebilir. Genel olarak başta Ziya Gökalp olmak üzere Osmanlı Türkçüleri Balkan Savaşları sırasında çok milletli imparatorluğa taraftardırlar. Ancak çok milletli İmparatorluk yapısından hakim nüfusu Türklerin oluşturmaya başladığı millet yapısına geçişte, Balkan Savaşlarının dönüm noktası olması Anadolu Türklüğü- nün önemini artırmıştır. Diğer taraftan Osmanlı tarihinin Türklük öğesine göre yeniden yorumlanmasına ve gittikçe küçülme psikolojisinin verdiği telaşla da I. Dünya Savaşı’na paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin sınırlarından vazgeçmek- sizin milliyetçilik anlayışlarını siyasi anlamda Osmanlılık ve İslamcılığın dışında temellendirmeye başlamışlardır. Kısaca Türk Ocağı çevresindeki aydınların milli- yetçilik anlayışlarının Osmanlı topluluğunun Türk milli topluluğu haline gelme- sine paralel olarak değiştiğini söylemek mümkündür. Bu değişmeye paralel olarak Türkçülerde etnik-linguistik bir milliyetçilik anlayışının belirginleşmeye başladı- ğını görüyoruz. Bu milliyetçilik anlayışı da başta Yusuf Akçura olmak üzere özel- likle Rusya kökenli Türkçülerde daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan milletin coğrafi ve siyasi sınırlara bağlı olmadığını savunan bu aydınlar Türklüğü bir bütün olarak görmektedirler. Bu sebeple ister kültürel, ister siyasi anlamda ele alınsın bütün Türklük anlayışı Türk Ocaklarının temel dinamik fikirlerinden birini teşkil etmektedir. Bu anlayışa bağlı olarak Turancılık-Pantür- kizm Rusya’dan gelen Türk aydınları vasıtasıyla Osmanlı Türk kamuoyuna tanı- tılmıştır. Ancak Turan fikrinin tarih şuuru ile yoğrulmuş bir mefkure şeklinde yaygınlaşmasında Ziya Gökalp’in büyük rolü olmuştur. Böylece Türkçülük cere- yanı, I.Dünya savaşı başlarında Turancılık heyecanı ile bütünleşerek aydınlar ve gençleri derinden etkilemiş, hatta İttihat ve Terakki liderleri nezdinde de ciddi anlamda itibar kazanmıştır. Türkçü aydınlar, I.Dünya Savaşı’nın ağır kayıpları ve yaşanmakta olan yoksulluğun da etkisiyle Anadolu Türklüğü üzerinde daha ihti- mamla durulması noktasına gelmişlerdir. Nitekim I.Dünya Savaşı sonlarında Zi- 26 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ya Gökalp ve Fuat Köprülü, Turancılık anlayışlarının siyasi boyutu bulunmadığını tamamen kültürel bir amacı olduğunu vurgularken, Yusuf Akçura 1916 yazı gibi erken bir tarihte Pantürkizmden Rusya Türkleri için kültürel özerkliği hedefleyen bir fikri dönüşüm geçirmiş, 1919 yılında da demokratik Türkçülüğü savunmaya başlamıştır. Türk Ocakları çevresindeki aydınlarda meydana gelen bu fikri dönüşüme rağ- men, vatan edinilecek topraklar konusunda somut bir tanım birliğine varama- dan Mondros Mütarekesi imzalanmıştır. Çünkü Türkçülere göre, Ziya Gökalp’in deyimi ile “millet vatanı” veya “vatan harsi toprak”tı. Dolayısıyla onların millet anlayışları toprak esasına dayanmamak gibi bir özelliğe sahipti. Siyasi sınırların milletleri bölemeyeceği fikrini savunuyorlardı. II.Meşrutiyet devrinde Türk Ocakalarında yürütülen organize ve sistemli faa- liyetler ülkede milliyetçilik şuuruna sahip geniş bir kadro oluşmasını sağlamıştır. Bu milliyetçi düşünce atmosferi içinde yetişen ve bu düşüncelerden etkilenen as- ker-sivil Türk aydınları, Anadolu’daki Milli Mücadeleyi yürüten ve Türkiye Cum- huriyetini kuran kadroların önemli bir bölümünü oluşturmuşlardır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşından mağlup olarak çıkması ve Mondros Mütarekesinin imzalanması üzerine milli varlığı tehlikede gören ve iş- gallere karşı direnmekten başka çarenin kalmadığını gören Türk Ocaklılar gerek İstanbul’da gerekse ülkemin dört bir yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kurulması ve fiili olarak ülke savunmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Özel- likle İzmir’in işgali üzerine İstanbul-Fatih ve Sultanahmet mitinglerinin düzen- lenmesinde Türk Ocakları ön safhadadır. Bu mitinglerde başta Hamdullah Suphi Bey olmak üzere Ocaklı aydınlar halkı Milli Mücadele’ye davet eden ateşli konuş- malar yapmışlardır. İzmir’in işgalinden bir gün önce hazırlanan Redd-i İlhak be- yannamesi Türk Ocağında kaleme alınmış ve dağıtılmış, 14 Mayıs gecesi yapılan protesto mitingi İzmir Türk Ocağı tarafından organize edilmiştir. Ülkenin diğer bölgelerinde de yürütülen mili direniş hareketlerinde de Türk Ocaklılar ön safha yer almışlardır. Bu faaliyetler sebebiyle İstanbul’u işgal eden İngilizler Ocağın ge- nel merkezine baskın yaparak kapatmışlardır. Bu gelişmeler üzerine Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey Anadolu’da başlayan Milli Mücadele hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa ile daima irtibat içinde olmuştur. Son Osmanlı Mebusan Meclisinde Antalya ve Sa- ruhan mebusu olan Hamdullah Suphi, Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi ve Ana- dolu’daki milli hareketin desteklenmesini isteyen ateşli bir konuşma yapmıştır. Misak-ı Milli’nin kabul edilmesinden sonra İngilizlerin Mebusan Meclisini

27 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR de kapatması üzerine Türk Ocakları mensupları da gizli yollardan Anadolu’ya geçmeye başlamışlardır. Bu çerçevede Hamdullah Suphi Bey de 8 Nisan 1920’de Ahmet Kemal takma adıyla Anadolu’ya geçmiş, Antalya milletvekili olarak TBMM’ye katılmış, Ankara’da kurulan hükümette Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Özetle Türk Ocakları mensupları hem fikriyat hem de teşkilatlanma safha- sında Milli Mücadele döneminde oldukça etkin bir rol oynamışlardır. Milli Mü- cadele sonunda kurulan milli Türk devletinde de önemli görevler üstlenen Türk Ocağı mensupları özledikleri milli devlet içinde1922-1923 yıllarından itibaren yeniden Türk Ocaklarını ülke çapında teşkilatlandırmışlardır. Ancak çeşitli siyasi sebeplerle Türk Ocakları 10 Nisan 1931 tarihinde yapılan kurultayda kendini fes- hetme kararı alarak kapatılmış, Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey de Bükreş orta elçiliğine atanmıştır. Daha sonra 10 Mayıs 1949 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Türk Ocakları tekrar açılmıştır. Adı ve şahsiyeti Türk Ocakları ile özdeşleşmiş olan Hamdullah Suphi Bey vefat ettiği 10 Haziran 1966 tarihine kadar Ocağın genel başkanlığını yürütmüştür. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in vefatından sonra faaliyetlerini sürdüren Türk Ocakları günümüzde Türkiye’nin en uzun ömürlü sivil toplum kuruluşu olma özelliğine sahiptir. Türk Ocaklarının 104. hizmet yılına ulaşabilmesinin en önem- li sebebi tarihi ülküsüne uygun bir şekilde, zamanın ruhuna yakalayarak yürüttüğü faaliyetler ile Türkiye ve Türk dünyasının meselelerine koyduğu teşhislerin ve çö- züm önerilerinin doğruluğu ve isabetinde aramak gerekir. Ayrıca Türk Ocakları- nın günlük politik tartışmaların dışında, partiler üstü bir duruş sergilemesi toplum nezdinde itibarını yükselten ve uzun ömürlü olmasını sağlayan faktörlerden biri olmuştur.

28 MILLÎ MÜCADELE’DE YAPILAN MITINGLERDE TÜRK OCAKLARININ ROLÜ VE HAMDULLAH SUBHI

Prof. Dr. Mehmet ŞAHİNGÖZ

Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.

Özet 20. yüzyılın başında bütün Türk dünyasında aydınların önemli bir kısmı “Türklük” fikri etrafında birleşilerek içine düştükleri badireden kurtulacakları fikrinde idiler. Bunun için hem Çarlık Rusyası hem de Osmanlı Devleti’ndeki Türk aydınları, çeşitli siyasi faaliyetlerde bulundular. Önce çeşitli gazete ve dergilerde toplanan aydınlar, 25 Mart 1912 tarihinde “Türk Ocağı” adı etrafında örgütlendiler. Mondros Mütarekesi’ni müteakip başlayan işgallere karşı çıkan Türk Ocaklılar, Millî di- renişin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamışlardır. İzmir’in işgalinden sonra Türk Ocak- ları ve diğer millî cemiyetler tarafından ülkenin pek çok yerinde mitingler düzenlenmiş, bu mitinglerde pek çok Türk Ocaklı, millî heyecanı artıracak konuşmalar yapmışlardır. Bu konuşmacılardan biri de Türk Ocağı Genel Başkanı Hamdullah Subhi Bey’dir. Bu çalışma- da, Türk Ocakları ve Hamdullah Subhi Bey’in Millî Mücadele dönemi mitinglerindeki rolü üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Türk Ocağı, Hamdullah Subhi, Millî Mücadele, Mitingler The Role of Turkish Hearts in the Meetings of National Struggle and Hamdullah Subhi Abstract At the early 20th century, a major part of the scholars across Turkey held the opinion that we would overcome the crisis by gathering around the idea of ‘Turkishness’. In order HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

to be able to do so, the scholars of both the Czarist Russia and the Ottoman Empire carried out various political actions. The scholars, who came together to publish various newspapers and journals earlier, were organized as the ‘Turkish Hearths’ on the 25th of March, 1912. The followers of the Turkish Hearts, rebelling against the occupations that started after the Armistice of Montrose, had a very crucial role in the organization of National Struggle. Following the occupation of İzmir, meetings by the Turkish Hearths and other national communities were held in many parts of the country, and many followers of the Turkish Hearths made speeches that extended the national enthusiasm. One of the speakers was the General President of the Turkish Hearths, Hamdullah Subhi Bey. The current study investigates the role of the Turkish Hearths and Hamdullah Subhi in the meetings carried out in the period of National Struggle. Key Words: Turkish Hearths, Hamdullah Subhi, National Struggle. Meetings

Giriş 20. yüzyılın başında bütün Türk dünyasında aydınların önemli bir kısmı, “Türklük” fikri etrafında birleşilerek içine düşülen badireden kurtulacakları fik- rindeydiler. Bunun için hem Çarlık Rusya’sı hem de Osmanlı Devletindeki Türk aydınları, çeşitli siyasi faaliyetlerde bulundular. 1905’li yıllar, Rusya’da meşrutiyetin ilan edildiği, fikrî çalışmaların, dernek ve parti kurmanın kolaylaştığı yıllardır. Kendi dillerinde gazete ve dergiler yayımla- maya başladıkları gibi eğitim faaliyetlerine de hız vermişlerdir. Ama bu dönem çok kısa sürmüş ve Japon mağlubiyetinin olumsuzluklarından kurtulan Rusya, bu tür yayınları yapanların peşine düşerek onların ya hapse girmeleri ya da ülke dışı- na çıkmaları gibi iki seçenekten birine uymalarını beklemiştir. Bu gelişmeler üzerine İdil-Ural, Kırım, Kafkasya ve Azerbaycan’dan bazı ay- dınlar Avrupa, İran ve Türkiye’ye göç etmeyi uygun görmüşlerdir. Bunlardan Tür- kiye’ye gelenler II. Meşrutiyet, Trablusgarp ve Balkan Savaşları esnasında Türki- ye’de vaziyetin pekiyi olmadığını da görerek Türkiye’deki aydınlarla yakın irtibata geçip birlikte faaliyette bulunmaya başladılar. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarından itibaren Türk milliyetçiliği, Rus- ya’dan gelen Türk aydınlarının etkisiyle bir hız ve canlılık kazanmıştır. Özellikle İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali siyasi Türkçü- lük hareketinin öncüleri olmuşlardır. İsmail Gaspıralı, 1883 yılında Kırım Bahçe- saray’da yayımlamaya başladığı “Tercüman” adlı gazetede “dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla hareket etmiş ve ortak bir Türk edebî dili oluşturma yönünde mücadele vermiştir. Hüseyinzade Ali ise İttihat Terakki Cemiyetinin kuruluşunda ve diğer milliyetçi derneklerin faaliyetlerinde önemli rol oynamıştır. Ayrıca Ziya Gökalp’ta 30 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkçülük fikrinin uyanmasında, Hüseyinzade Ali’nin etkisi büyük olmuştur. Türkiye’de siyasi Türkçülüğün yayılmasında önemli bir rol oynayan Ahmet Ağa- oğlu’nun yanı sıra, hiç şüphesiz Rusya›dan Türkiye’ye gelenler arasında en önemli aydınlardan biri de Yusuf Akçura’dır1. Önce Türk Yurdu, Sebilürreşat gibi mevcut gazete ve dergilerde yazılar yazan ve Türk Derneği, Türk Yurdu Derneği, Türk Bilgi Derneği, Halka Doğru Cemiyeti gibi Türkçü dernekler etrafında toplanan bu aydınlar, 25 Mart 1912 tarihinde “Türk Ocağı” adı etrafında örgütlendiler. Türk Ocakları, tüzüğüne de uygun olarak Türklerin birliğinin tesisini temin için, Türklerin ekonomik ve kültürel olarak en yüksek seviyeye erişmesi için çalış- mıştır. Türk Ocakları Türk milletine hizmet edecek kıymetli insanlar yetiştirmiş, bilimsel ve kültürel faaliyetlere önem vererek konferanslar, müsamereler tertiple- miştir. Millî Mücadele’yi yürüten ve Cumhuriyet’i kuran kadrolar, Türk Ocakla- rından yetişmiştir. Halkla iç içe olmak düsturunu da kabul eden Ocaklılar, büyük bir hızla ülke geneline yayılmış, halkın aydınlanmasına çalışmış, şubelerinde kü- tüphaneler tesisine önem vermişlerdir. “Türk Ocakları, yalnız Osmanlı Devleti içerisinde faaliyet göstermekle kal- mamış, Hamdullah Subhi Tanrıöver’in ifadeleriyle, ‘En eski Türk memleketlerinde, Uzak Doğu’nun, Çin’in, bizim için hemen hemen unutulmuş kısımlarında, zulmün eli gelip maddeten kapısını çalıncaya kadar, yalnız hars için çalışmak üzere birçok Türk Ocağı açılmıştır.”.2 “Türk Ocakları kurulduğu günden itibaren hem Türkiye Türklerinin hem de diğer Türk ülkelerinden özellikle Kırım’dan, Azerbaycan’dan, Güney ve Kuzey Kafkasya’dan gelen Türk aydınlarının buluştuğu bir yer hâline gelmiştir”3. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik bir durumda çıkmış ol- ması üzerine imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası, ülke emperyalist devletlerin işgaline uğramıştı. Bu devletler, aynı zamanda azınlıkları da kendi çıkarlarını te- min için kullanmaktaydı. Azınlıklar, eskiden beri süregelen birtakım istekleri için ayrılıkçı faaliyetlerini gönüllülükle sürdürmekteydi. Bu durum İzmir ve Maraş’ın işgali sırası ve sonrasında meydana gelen olaylardan açıkça anlaşılmaktadır. Va- tansever Türk aydınları, bu durumu kabul etmemiştir. Anadolu’da halk, bu duru- mu kabul etmediğinin göstergesi olarak işgallere karşı yerel direniş hareketlerine başlamış; bölgesel kurtuluş çareleri düşünenler, çeşitli cemiyetler teşkil etmişlerdir.

Millî Mücadele Mitinglerinde Türk Ocakları İşgaller üzerine, ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtarılması için bir mücadele başlamıştı. İşgalleri protesto için düzenlenen mitingler ise hızla yurt

31 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR geneline yayılmıştır. Halk, tepkisini ancak bu şekilde gösterebileceğinden, elinden geleni miting alanlarında yapmış, İstanbul Hükûmeti’nin tutumu ve Millî Mü- cadele’nin seyrinden bu alanlarda haberdar olabilmişlerdir. Ülkenin her tarafına yayılan mitinglerin düzenlenmesine yerel cemiyetlerin etkisi olduğu kadar, ülkede Türk milliyetçiliğinin beşiği kabul edilen Türk Ocaklarının da desteği oldukça fazladır. Ocaklar, mitinglerin tertibine çaba sarf etmişlerdir, ancak burada asıl önemli nokta, mitinglerdeki Türk Ocaklılardır. Kimi yerlerde mitingleri bizzat tertip etmişler kimi yerlerde de tertip heyetlerinin içinde yer almışlardır. Ama asıl dikkat çekici olan, mitinglerin konuşmacılarının içinde Türk Ocaklı aydınların önemli yer tutmasıdır. Onların konuşmalarının, millî ruhun uyanmasında ve Millî Mücadele’nin verilmesinde etkisi büyük olmuştur.

Anadolu’da Tertiplenen Mitinglerde Türk Ocakları İzmir’in işgali ve sonrası ortaya çıkan faciaya karşı Türk milletinin tepkisi de büyük olmuştur. Tamamen haksız ve Mondros Mütarekesi’nin ruh ve maksadı- na aykırı olarak yapılan bu işgalin, bilhassa Yunanlılara yaptırılması, onların da İzmir’e ayak basar basmaz, katliam ve mukaddesata tecavüze girişmeleri, Türk milletinin millî duygularına çok büyük ölçüde tesir etmişti. Türk milleti, uğradı- ğı haksızlıklara karşı memleketin en ücra köşelerine kadar protesto mahiyetinde toplantılar yaparak neticesinde çeşitli makamlara gönderdikleri telgraflarla tepki- lerini göstermeye başladı. Daha İzmir’in işgal edileceği haberinin alındığı günlerde, İzmir’de Hacı Hasan Hanı’nın altındaki Türk Ocağı da gelip gidenlerle dolup taşmaktaydı. Gelenlere bazı direktifler veriliyordu. Bu direktiflere göre İzmir’de sabaha kadar azami hare- ket gösterilecek, herkes Bahribaba’daki Maşatlık’a toplanacak4, bütün minarelerde ezan ve selalar okunacak, davulcular davul çalarak halkı kaldıracak, Maşatlık’ta ateşler yakılacak, sabah erkenden bir miting yapılacak, protesto metinleri hazırla- nacak ve ecnebi konsoloslara verilecekti.5 Türk Ocağında toplanarak aralarından seçtikleri bir heyeti Vali İzzet Bey’e göndermişlerdir. Vali Bey, işgal haberini yalanlayarak hükûmetin gereğini yapaca- ğını ifade etmiştir. Ancak Türk Ocaklılar buna inanmamışlar ve Ocak’a gelenlere bazı direktifler vererek Maşatlık’a toplanılarak bir miting düzenlenmesi ve duru- mun protesto edilmesini kararlaştırmışlardır6. Türk Ocağının da içinde yer aldığı “Redd-i ilhak Hey’et-i Milliyesi” imzasıyla yayımlanan miting çağrısı7 üzerine halk, Maşatlık’ta toplanmaya başladı. Gün bo- yu devam eden mitinge kimine göre on bin8, kimine göre kırk bin civarında kişi 32 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR katılmıştı. Kaymakam Arif Bey’in raporunda belirttiği gibi daha sonraları üç-dört bine kadar düşmüş idi. Miting oldukça düzensiz geçiyordu. Mitingi hazırlamak için yeterli zaman bulamamışlardı. Konuşmacılar arasında Türk Lisesi öğret- menlerinden Vasıf (Çınar) Bey, Mustafa Necati Bey, Ahenk gazetesi Başyazarı Mehmet Şevki (Yazman) Bey, Hukuk-u Beşer gazetesi sahibi ve başyazarı Hasan Tahsin Bey, Eski Müftü Rahmetullah Efendi bulunuyordu9. Bunlardan başka Be- lediye Reisi Hasan Paşa da konuşmacılar arasındaydı10. Konuşmalarda, İzmir’in Türklerden alınamayacağı ve Yunanistan’a verilemeyeceği dile getiriliyordu. Maşatlık’ta miting devam ederken Türk Ocaklı gençler ile Redd-i İlhak ve Yedek Subay Yardım Cemiyetlerinin mensuplarından bazıları hapishanedeki hü- kümlüleri serbest bırakarak silah deposunu basmış ve bazı silahları ele geçirmiş- lerdir. Aynı esnada içlerinde Türk Ocaklı Vasıf Çınar Bey’in de olduğu bir grup, postaneye giderek tam metni 19 Mayıs tarihli Hadisat gazetesinde de yayımla- nan bir telgrafla Yunan işgalini bütün Türkiye’ye bildirmişlerdir11. “Redd-i İlhak Hey’et-i Milliyesi” imzası ile bütün yurda gönderilen telgraflar bir bomba gibi düşmüş, daha işgal anından itibaren, memleketin her tarafından pek çok telg- raf, ilgili makamlara gönderilmeye başlanmış, yapılan mitingler sonucunda alınan kararlar da yine telgraflarla ilgili makamlara ulaştırılmıştı. Kısa bir süre sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın 28 Mayıs 1919 tarihli tamimi ile ülkenin her tarafında mitingler tertip edilerek işgallerin protesto edilmesini istemesiyle birlikte her yer- de mitingler artarak devam etti. “Redd-i İlhak Hey’et-i Milliyesi”nin işgali bildiren bu telgrafı Denizli’ye ulaş- tığında, ahalinin ileri gelenleri Belediye önünde bir miting yapmaya karar verirler. Halk, 15 Mayıs günü Hükûmet Konağı, Belediye ve Türk Ocağı önünden hareket ederek Belediye meydanına gelir12. Müftü Ahmet Hulusi Efendi, orada hazır bu- lunanlara heyecanlı ve yüksek bir sesle hitap etti.13 28 Kasım 1919’da Balıkesir’de de İzmir’in işgalini protesto amaçlı bir miting yapılmıştır. Burada da Türk Ocaklı Vasıf Çınar Bey “Türk evlatları üç asırdan beri temiz ve asil kanlarını döküyor. Fakat hiçbir zaman Türk’ün şerefi alçak bir düşmanın süngüsü altında paymal edilmemelidir.” sözlerini de içeren bir konuşma yapmış, mi- ting sonunda alınan kararlar temsilcilere bildirilmiştir14. Tertiplenen mitingler ve gönderilen protesto telgrafları, İtilaf Devletleri’ni te- laşa düşürmüştür. Bunun üzerine İstanbul Hükûmeti’ne baskı yapmışlar ve mi- tingler yasaklanmıştır15. Ancak bu yasaklama etkili olmamış, mitingler yurt gene- linde devam etmiştir. İstanbul’un İtilaf Devletleri’nce işgali üzerine de dört bir yanda mitingler ter-

33 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tiplenmiştir. Balıkesir’de düzenlenen mitingde yine Türk Ocaklı Vasıf Bey, “Arka- daşlar! İstanbul’a saplanan hançer yalnız Osmanlılığın kalbini dağdar etmiyor. Belki on üç asırdan beri Müslümanlığın kurduğu esasları da yıkmak istiyor.” diyerek görüş bildirmiştir16. Mitinglerin yapılmasının amacı halkı gelişen hadiselere karşı uyandırmak ve teşkilatlandırmak olmuştur. Burada Türk halkının lehine bilgi yayılması ve birlik oluşması sağlanmış, mütareke şartlarının ihlal edildiği duyurulmuş, vatanın bü- tünlüğü için mücadele edileceği fikri ve güveni sağlanmaya çalışılmıştır. Miting- lerde manda ve himaye fikri reddedilmiş, bağımsızlığın temin edilmesi ve ülkenin işgalden kurtarılması için sağlam bir duruş sergilenmiştir. İstanbul Mitinglerinde Türk Ocaklılar ve Hamdullah Subhi Bey İzmir’in Yunanlarca işgali üzerine yaşananlar, Türk milletine büyük bir ıstırap vermiştir. İşgalin haksızlığı ve yaşanan kanlı olaylara tepki göstermek isteyenlerce yurdun her yanında olduğu gibi İstanbul’da da mitingler, toplantılar tertip edil- miştir. Bunlar içinde en kalabalık ve heyecanlı olanlar, resmen işgal altında değilse de fiilen İtilaf Devletleri işgali altında bulunan İstanbul’da yapılanlardır17. Bu mi- tinglere katılan Hamdullah Subhi Tanrıöver, Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip ve Dr. Sabit Bey gibi Türk Ocaklarının önde gelen isimleri başta olmak üzere büyük kısmı Türk Ocaklı aydınlarca yapılan konuşmalar, halkın üzerinde büyük tesir bırakmış, Millî Mücadele süresince direnişin moral kaynağı olmuştur. İzmir’in işgalinin duyulması ile birlikte şehirde “Millî Matem” ilan edildi ve mitingler yapılması için faaliyete geçildi. Faaliyetin merkezi de umumiyetle Türk Ocakları oldu. İlk umumi toplantı 18 Mayıs’ta yapıldı. 18 Mayıs 1919 tarihinde Dar’ül-Fünunun bilumum fakülteleri, müderris ve talebeleri, Dar’ül-Fünun Kon- ferans Salonu’nda toplanarak İzmir’in işgalini protesto ettiler. Saat on bir suların- da yapılan toplantı, Tıp Fakültesi Meclisi müderrislerinden Akil Muhtar (Özden) Bey’in başkanlığında başladı. Celseye, Doktor Besim Ömer (Akalın) Paşa baş- kanlık etti. Hukuk Fakültesi adına müderrislerinden Muslihittin Adil (Taylan) Bey, Tıp Fakültesi adına müderris Dr. Akil Muhtar (Özden) Bey, Edebiyat Fa- kültesi adına Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Mühendis Mektebi adına muallimlerden Yusuf Razi (Bel) Bey, gençler adına Servet Bey, Fen Fakültesi adına Gıyaseddin Bey, Tıp Fakültesi adına da Sırrı Bey ve İnas Dar’ül-Fünunu adına bir hanımla, halk ve ordu adına dinleyiciler arasından söz alan konuşmacılar, Yunan işgaline karşı takınılacak tavrın işgali protesto etmek olduğunu ifade ettiler. Toplantıda Sırrı Bey’in konuşmasındaki “Bütün Türk ekseriyeti ile meskûn olan yerler Türk’tür 34 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve Türk kalacaktır. Sulh isteyenler bizim hakkımızı teslim etsinler. Ve tekrar ediyoruz ki hakkımızı elde etmek için icap ederse kan dökeceğiz, kan... İşte o kadar!” sözü top- lantının duygu ve düşüncelerinin açık bir ifadesi gibidir18. Bu toplantıdan sonra 19 Mayıs 1919’da Fatih’te de bir miting yapılır. Bu mi- ting Türk Ocaklı gençler tarafından hazırlanır. 19 Mayıs 1919 günü Fatih Par- kı’nda yapılacak olan miting için bir davetiye yayımlanır.19 Bu davetiyenin ya- yımlanmasından sonra saat ikiden itibaren Vezneciler’den Fatih Belediyesi önüne kadar kadın, erkek, çoluk çocuk 75-80.000 arası olduğu tahmin edilen büyük bir kalabalık toplandı. Fatih Mitingi’nde Türk Ocaklı Halide Edib, Meliha ve Naciye Hanımlar konuşma yapmışlardır. Burada Halide Edib’in “Müslümanlar! Türkler! Türk ve Müslüman bugün en kara günü yaşıyor. Gece karanlık bir gece, fakat insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp parıldayan bir sabah yaratacağız. Bugün elimizde top tüfek denilen alet yok. Fakat ondan büyük, on- dan kudretli bir silahımız var, hak ve Allah.” diyerek başladığı konuşması çok etkili olmuş20, bu konuşma daha sonra yapılacak olan mitinglerin önünü açtığı gibi Ha- lide Edib’e de haklı bir şöhret kazandırmıştır. 22 Mayıs’ta Kadıköy’de de bir miting yapılmış, Halide Edib ve Münevver Sai- me Hanım konuşmuşlardır. Buradaki isyan mahiyetindeki konuşmasından dolayı Münevver Saime Hanım tutuklanmıştır. Bundan sonra İstanbul’da miting yap- mak yasaklanmıştır. “Buna rağmen, 23 Mayıs 1919 Cuma günü bir miting yapılır, işgal kuvvetleri havadan takip ederler. Bu mitingde Türk Ocaklarının kurucu ge- nel başkanı şair Mehmet Emin Yurdakul, İstanbul basını adına Fahrettin Hayri Bey, Halide Edib Hanım, Selim Sırrı (Tarcan) ve Dr. Sabit Beyler konuşmuşlar- dır.” Halide Edib, burada yaptığı konuşma ile halkı fiilî mücadeleye davet etmiştir. Hakkında çıkan tutuklama kararı üzerine ise Ankara’ya geçmiştir. 30 Mayıs 1919 ve 12 Ocak 1920 tarihlerinde de Sultanahmet’te mitingler düzenlenmiştir21. 30 Mayıs’ta Cuma namazına gelen halkın dağılmayarak yaptığı mitinge yüz bin kişi katılmıştır22. “Mitingde İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Hamdullah Subhi (Tanrıö- ver) gibi Türk edebiyatının önde gelen isimleri ve Şukufe Nihal Başar, Dr. İsmail Hakkı Bey gibi şahsiyetler konuşma yapmışlardır.” Bunlardan başka 14 Mayıs’ta işgalden bir gün önce İzmir’de Maşatlık bölgesinde bir miting düzenlenmiştir. Bu mitinge on bin kişi katılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 28 Mayıs’ta yayımlamış olduğu genelgeden sonra ise yurt genelinde mitingler artmıştır. Atatürk, “Yunan tecavüz ve mezalimi hakkında fedakâr ve kahraman Anadolu halkını aydınlatmak için” Anadolu’nun her yerinde mitingler düzenlenmesiyle ilgili 28 Mayıs’ta verdiği genelgeden Nutuk’ta da bahsetmiştir. Yurt bütünlüğünün korunması için milletçe daha canlı tepki gösterilmesini istemiştir. Ancak bunu yaparken düşmanca tavırlar

35 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR içine girilmemesini de özellikle belirtmiştir23.

İkinci Sultanahmet Mitingi ve Hamdullah Subhi 18-19 Mayıs 1919’da Fatih, 20 Mayıs 1919’da Üsküdar, 22 Mayıs 1919’da Ka- dıköy, 23 Mayıs 1919’da Birinci Sultanahmet Mitingleri yapılmıştır. 23 Mayıs’ta Sultanahmet’te yapılan muazzam miting, İtilâf Devletleri’ni ve Hükûmet çevre- lerini rahatsız etmişti. Bu tarihten sonra İstanbullu vatanseverlerce Beşiktaş ve Beyazıt’ta yapılması düşünülen mitinglere Hükûmetçe izin verilmedi. Yayımlanan bir tebliğ ile de mitingler yapılması yasaklandı.24 Fakat bu yasaklama kararı İstan- bul vatanseverlerini durdurmaya yetmedi. İzinsiz ve değişik bir usulle 30 Mayıs 1919’da Sultanahmet’te ikinci büyük mitingi yapma hazırlığı için çalışmaya baş- ladılar25. Hamdullah Subhi ise bu sıralar Almanya’dan İstanbul’a dönmekte olduğundan bu mitinglere katılamamıştır. 24 ya da 25 Mayıs’ta İstanbul’a geldiği sanılmak- tadır. Başkanı olduğu Türk Ocağı ise Sultanahmet’te düzenlenecek olan ikinci mitingin hazırlığındadır. Hamdullah Subhi, işlerin idaresini derhâl üzerine alır26. Mitinge davet için hazırlanan beyannamenin her tarafa dağıtılmasından son- ra, 30 Mayıs 1919 Cuma günü binlerce ahali beyannamede adı geçen camilerde toplanarak vatanın kurtuluşu ve İzmir şehitleri için dua etti. Namazı müteakip ih- tiyar, kadın, çoluk çocuk 100.000’den fazla insan Sultanahmet Meydanı’nda top- lanmıştı. Bu miting bir hafta önce aynı meydanda yapılan miting gibi muazzam oldu. Miting esnasında bütün mağaza ve dükkânlar kapanmıştı. Kadın, erkek mitinge iştirak edenler “İzmir Türk kalacaktır”27 kelimelerini ha- vi rozetleri takmışlardır. Muhtelif mekteplerin talebeleri ellerinde bayraklar ve pankartlar ile gelmişlerdi. Bu pankartlarda “Yaşamak isteriz, Müslümanlar ölmez, öldürülemez!”, “Hak isteriz!”, “İki milyon Türk, iki yüz bin Rum’a feda edilemez!”, “Hak ve adalet isteriz!”, “‘Osmanlı toprağı Yunanistan olamaz!” cümleleri okunu- yordu. Sultanahmet Medresesi’nin üzerine dizilen bir sıra siyah Osmanlı bayrağının ortasına da “Türk esir olmamıştır.” ibaresi yazılmıştı. Sultanahmet Camisi’ndeki dua bittikten sonra Hoca Rasim Efendi, vakur adımlarla kürsüye çıkarak halkı tekbir getirmeye davet etti. Büyük kalabalık bu davete uydu ve hep birden “Allahu ekber, Allahu ekber!” nidası her tarafı sardı.28 Öteki mitingde olduğu gibi politik konulara değinildi. Mitingte sırasıyla ted- risat müdürlerinden İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) Bey, Şukûfe Nihal (Başar) Ha- 36 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR nım, Dr. İsmail Hakkı (Milaslı) ve Hamdullah Subhi (Tanrıöver) Bey konuştular. Bu mitingde Türk Ocakları Umumi Reisi Hamdullah Subhi Bey şu konuş- mayı yaptı: “Bedbaht Kardeşlerim, Zavallı Türk vatanının ufkunda meş’um bir saat çaldı ve bizim için kara gün- ler geldi. Dünkü büyük anavatan hurdahaş olduktan sonra, umuyorduk ki Anadolu’da Türk’ün harim ve öz vatanında bizi kendi başımıza, kendi hükûmetimizle rahat bı- rakacaklar. Birbirini takip eden muharebelerin açtığı yaraları yurdun bu son parçasında sar- mak, tedavi etmek ümidinde idik. Bu bizim inhitat tarihimizin, korkunç, feci bir şe- hadetidir. Ne vakit kendimizi toplamak, idaremizi ıslah etmek, işlerimizi düzeltmek istedikse, Avrupa milletleri üzerimize atılmakta gecikmediler. Kuvvetlerimizi topla- maya vakit bırakmadan bizi parçalamayı vesile bildiler. Trablusgarp Hücumu, Balkan Muharebesi, Umumi Harp’te üzerimize gelen mil- letler, aynı fikrî salgını gösterirler. Ne kısa bir zaman zarfında ne kadar çok taarruz- lara uğradık. Ve bugün bizi toprağımızın son kısmından da sürüp çıkarmak için, Türk milletini tamamen imha etmek için verilen bir karar karşısında bulunuyoruz. Türk vatanı kaç mazlum milletin vatanıdır. Türk vatanı yerinden, yurdundan sürülmüş kaç mülteci halka kapılarını açmış, yer vermiş, aman vermiştir. Kırım’dan gelen Tatarlar, Kafkasya’dan gelen Çerkezler, Gürcüler, Rumeli’den, Bosna Hersek’ten, Avrupa orta- larından beri terk ettiğimiz bütün memleketlerden hicret eden Arnavutlar, Boşnaklar ve milyonlarca Türk, elimizde kalan bu son kısma koşmuşlar ve burada kendilerine bir vatan bulmuşlardı. Ne inanılmaz bir manzara karşısındayız. Mazlum ve esir milletlere bir vatan ver- meyi kendine borç bilen Avrupa ve Amerika, vatan sahibi olan bir milleti yersiz, yurt- suz bırakmaya, esir etmeye kalkıyor. Zavallı İstanbul! Ey bin seneye yakın zamandır, bütün İslam dünyasının önünde daimi bir gaza diyarı olarak yükselen aziz ve mübarek Anadolu! Seni bizden almak istiyorlar. Hâlbuki Anadolu Türk’tür ve Müslümandır. Hangi köşesine bakılsa, körlerin görebileceği kadar, sağırların işiteceği kadar Türk’tür ve Müslümandır. Avrupa’nın fazıl milletler ismini taşıyan eski milletlerine hitap edi- yoruz. Türk milletine bir vatan bırakmayacaklar mı? Şimdiye kadar üstüne basan her düşman ayağını kırmış ve geri çevirmiş ve her bucağı, her ufku, kuşak kuşak şehitlik- lerle sarılmış olan Anadolu’ya bugün Yunanistan girmiş bulunuyor. Biz o Yunanistan’ı herkesten daha iyi biliriz. Yunanistan’la beraber Anadolu’ya yeni bir Makedonya mü- cadelesi giriyor. Anadolu’dan Yunanistan demek, yangın demektir. Bulgaristan’a terk ettiğimiz yerlerde Türk’ün çektiği eza ve ıstırap ne olursa olsun, Türk hâlâ yaşıyor. Sır-

37 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bistan’ın cenubunda, Bosna Hersek’te Türkler hâlâ yaşıyor. Romanya’ya bıraktığımız arazide minareler, camiler yerindedir; eski isimler yerindedir, Türk halkı yerindedir. Hâlbuki Yunanistan’a geçen topraklarda tek bir Türk yaşayamadı. Mora İhtilali’n- den sonra zafere eren isyan, Trapoliça’da hatırası silinmek muhal olan bir kıtal ile işe başladı. Eski Mora’nın, Teselya’nın Anadolu kasabalarını hatırlatan kasabalarında tek bir mescit, bir cami kalmamıştır. Orada nefes alan bir Türk’e rast gelinmez. Ora- da Türk devirlerinden ayakta kalmış bir mezar taşı bile yoktur. Avrupa ve Amerika Anadolu’ya bu Yunanistan’ı sokuyor. Yunanistan’la beraber Anadolu’nun karşılaştığı tali ve siyaset, Anadolu’yu Yunan neferinin bastığı yerde bir viraneye benzetecektir. Önümüze çıkan sulh değil, yeni mücadeledir; akacak yeni kanlardır. Avrupa bize sulh yerine ölüm kararı tebliğ ediyor. Hâlbuki İzmir’e giren, içeri yayılan Yunanistan, hatta bize karşı zafer hakkına bile malik değildir. Yunanistan başkalarının lütfundan doğ- muş, başkalarının yardımıyla büyümüş ve bugün eli ayağı bağlanmış Türk halk üstüne muzafferlerin peşine takılarak girişmediği bir harbin mükâfatını almak için geliyor. Bilmiyorum, tarihin dimağı haksızlığın bundan yakıcı bir şeklini daha evvel kaydet- miş midir? Avrupa’nın belki büsbütün daha kararmamış olan vicdanına soruyoruz: Bu büyük cinayetin kendi gözü önünde kayıtsız manasız yapılmasına sonuna kadar müsaade edecek mi? Kendi muazzam tarihinden kuvvet ve cesaret alan aziz milletdaşlarım; millî bir tesanütle her zamandan daha fazla birbirimize sarılacağız. Dünyanın her tarafından gelen bedbaht ve mazlum insanlara son bir iltica yeri olan aziz vatanımızı başkalarına bırakmayacağız. Yunanistan İzmir’de yerleşirse yapılacak şey muayyendir. Rusya’dan, Kafkasya’dan, Mısır’dan Bulgaristan’dan, dünyanın dört köşesinden Yunanlıları bin- lerce, yüz binlerce getirip Garbi Anadolu’da teksif edecekler. İçeri yayılmak için, bizi orta Anadolu’nun çöllerine doğru sürüp kovalamak için orada birikecekler, kuvvetle- necekler. Bu, tam ve kat’i bir intiharın başlangıcıdır. Türk için en kötü, en zalim ida- re Yunan idaresidir. Tarihimizin bu kara gününde Türk’ün en büyük düşmanı Rusya değil, Bulgaristan değil, girdiği yerde Türk’e yaşamak hakkı tanımayan Yunanistan’dır. Bugünkü içtimaa tahta ayaklarını sürükleyerek gelen gaziler, daha dün vatan mih- rabına kollarını, bacaklarını vermiş olan yarı şehitlerimiz, gazilerimiz!.. Siz, kalaba- lığın içinde, yaşlı gözlerle beni dinleyen şehit anaları!.. Uzak, yakın sayısız şehirlerde Türk vatanının bugünkü felaketi için titreyen şehitlerin dul kadınları, kardeşleri, ço- cukları!.. Hepimiz mukaddes bir ittifaka girelim. Hangi yaşta, hangi meslekte, hangi siyasi kanaatte olursak olalım, bugün mukadderatı mevzubahs olan İstanbul ve Anadolu’yu kurtarmak için sımsıkı toplanalım ve hep beraber çalışalım. Biz felaketlerin her nev’ine 38 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR razıyız: Türk toprağı üstünde, ne kadar zalim olursa olsun, geri olursa olsun, bizim için en güzel hükûmet, Türk hükûmetidir. Sokaklarımızda Türk polisi görmek isteriz. Sefaletin her şekline, mahrumiyetin her cinsine seve seve razıyız; hükûmetimiz Türk olmak şartıyla. Sevgili Milletdaşlarım! Dualarınızı, dileklerinizi, iradenizi kendi sesimde top- layarak bütün dünyaya haykırıyorum: Esarete razı değiliz. Biz esir olamayız, Türk vatanına karşı hazırlanan su’-i kastı biliyoruz ve reddediyoruz. İstanbul ve Anadolu Türk kalacaktır!..29” Kemal Arıburnu’nun Millî Mücadele’de İstanbul Mitingleri adlı eserinde, Hamdullah Subhi Bey’in yaptığı konuşma şu şekilde geçmektedir: “Bedbaht Kardeşlerim, Yaşadığımız büyük asırlardan sonra memleketimizin manevi ufuklarında meşum bir saat çalmağa, kara günler doğmağa başladı. İçinde Tunalar akan, Dicleler, Fıratlar veren, büyük anavatan hurdahaş olduktan sonra bizi Anadolu’muzda da rahat bırak- mak istemiyorlar. Biz toprağımızın son kısmı üzerinde kendi yaralarımızla, kendi acı- larımızla, kendi kardeşlerimizle yaşamak istiyoruz. Anadolu kaç mazlum halka vatan olmuş bir topraktır. Türk vatanı mazlumların vatanıdır. Kırım’da sürülen, yuvaları dağılan zavallı Tatarlar, Kafkas’tan sürülen zavallı Çerkezler, Rumeli’nin her tara- fından yangın önünde, kılınç önünde muhaceret eden Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar… Anadolu! Bin seneden beri üstünde titriye titriye ezanlarımız gelen, kaya başlarında, nehir kenarlarında Türklerin şarkılar söylediği öz vatanımızdır. Ey Anadolu! Ey şehadet yuvası olan Anadolu! Seni bugün köle yapmak istiyorlar. Hâlbuki, hangi köşesine baksalar hakka istinad ettikleri takdirde alacak bir yer bula- mazlar. Avrupa’nın milel-i fazıla ismini alan milletlerine bağırıyoruz: Bu bağrı yanık millete bir vatan bırakmayacaklar mı? Bugün Anadolu topraklarının şimdiye kadar masun kalan o zerrin, başka bir bayrak görülmeyen topraklarını Yunanistan çiğniyor. O Yunanistan ki başkalarının yardımıyla doğdu, büyüdü. O Yunanistan ki, başkaları- na istinat ederek galipler arasında bulunuyor. Galip milletlere soruyoruz: Biz Yunanis- tan idaresi ne olduğunu pek güzel biliriz. Mora’dan Teselya’ya, Teselya’dan Trakya’ya Yunanistan’ın inkişafı imha demektir. Anadolu’da Yunanistan demek, yangın demektir. Bunun için Avrupa milletlerine hitap ediyoruz: Bırakacaklar mı ki Yunan gibi bir millet bizi öz vatanımızda kahretsin; harap etsin, kadınlarımızı kessin, sürsün!.. Milletdaşlarım, Dindaşlarım; Aldanmayınız, emin olunuz ki Aydın’a Yunanistan yerleştikten sonra bugün değilse yarın İstanbul meselesi mevzubahs olunacaktır. (…) Biz Yunanistan’ın işgali önünde

39 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR muhaceret edersek Yunanlılar müspet bir muhaceret yapacaklar ve Aydın’ı teksif edecek, sonra bir kol ile İstanbul’a akacaklardır. Ey şehitlerin anaları, mazlum kardeşler!.. Ey siz bin muharebeden arta kalmış İs- tanbul’a gelen askerler, kardeşlerim, toplanalım; hangi siyasi itikatta olursak olalım, bugün bizim önümüzde Anadolu’muzun, İstanbul’umuzun mukadderatı mevzuu bahistir. Bizim için en büyük düşman Rusya değildir. Bizim için en büyük düşman Yunanistan’dır. Yunanistan Teselya’yı baştan başa mahvetmiştir. Avrupa’nın fazıl ak- vamına feryad ediyoruz; Teselya’yı dolduran yüzlerce köylerimizden bir eser var mı?.. Makedonya millettaşlarımızı cebren kahrettiler, mahvettiler. (…) Yunanlıları istemi- yoruz. Eğer mutlaka bu vatanparenin alınması icab ediyorsa İngilizler, Amerikalılar alsınlar! (İstiklal isteriz, biz hak isteriz, istiklal isteriz!.. sadaları.) Evet arkadaşlar, ben de sizinle beraber istiklal istiyorum. Fakir olmağa, sefil olma- ğa razıyız; başımızda Türk hükûmeti bulunsun, fakat eskiden yapılan zulümler gibi bizi mutlak bir haksızlığa mahkûm etmek istiyorlarsa Aydın, Yunan’a kalmasın. Bu arzularımızı, bu şekvalarımızı teksif edelim, toplanalım, isterseniz sizin şekvalarınız benim ağzımda toplansın, buradaki mümessillere söyleyelim ki Anadolu’muzu Yunan yangını harap etmesin!30” “Bu mitingden dört ay on gün sonra, İngilizlerden çekinen hükûmetin meydan ye- rine, caminin içine izin vermesiyle 10 Teşrin-i evvel 1335 (1919) Cuma günü Sulta- nahmed Camii’nde İzmir için bir toplantı yapılır. Burada Rıza Nur’dan sonra ikinci sırada konuşan Hamdullah Subhi’nin nutkunu cemaat gözyaşlarına hâkim olamaya- rak dinler. Ne yazık ki, bu nutkun baştan otuz satırı, aradan da bazı kısımlar sansür edilmiştir31.” “(…) Hâlbuki böyle olmadı. İzmir’den Aydın’a, İzmir’den Manisa’ya içerlere doğru uzanan bütün yollara dikkat ediniz. Yunanlılar nereden geçmiştir, anlarsınız; yakılmış yüzlerce köyler, halkı kaçmış, kara duvarlarının koyunlarından başka bir şey kalmamış şehirler, ateşe verilmiş harmanlar, otlak edilmiş tarlalar, yerlerinde çürüyen milyonlarca kıymeti haiz her cins mahsul size haber verir ki buralara girmiştir. (…) ve yerli (…); birbirinin soygun yardakçıları yalanda, kıtalde, hırsızlıkta el ele vermiş, birbirini ta- mamlamış bu iki haşin kuvvet Anadolu’nun en ma’mur ve mes’ud bir vilayetini artık bir harabeye çevirmiş bulunuyor. Siz kavi olduğunuz vakit karınları, başları yerlerde sürüklenen şaklabanlığın, dalkavukluğun hocası olan, bel kemikleri yokmuş gibi önü- müzde kıvrım kıvrım bükülen bu halk bugün başkalarının kanı ile muzaffer, başkala- rının kuvveti ile kahramandır. Eline bir fırsat geçirmiş, Türk’ü silahsız ve hükümetsiz yakalamış; vuruyor, soyuyor, yakıyor. Yunanlının ve Rum’un bütün işgal sahasında bugün yaptıklarını, irtikap ettiği cinayetleri maziye rabtetmemiz lazım gelir. Şekavet 40 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bir asırlık ömrü olan ve usul hâline geçmiş sefil ve hain olduğu kadar Yunanlı için millî olan bir düstur-ı siyasettir. Mora Türkleri nerede, diye sorunuz? Onlardan bir tek ferdi Mora dâhilinde bulmanızın imkânı yoktur. Mora merkezlerini dolduran camilerden, medreselerden; dinî, idari, askerî müesseselerden, Türk halkının evlerinden, çiftlik- lerinden bir taş parçası, bir harabe kırıntısı hatta bir mezar taşı bile kalmamıştır. Teselya Türkleri nerede diye sorunuz? Bütün Rumeli’nin en fazla Türk kesafetini haiz olmakla meşhur olan ovaları Bursa kadar, Konya kadar Türk olan Yenişehir gibi merkezleriyle beraber, Türklerden, Türk hatıralarından tamamen boşaltılmış- tır. Gidiniz, Yeni Cami’nin vakıfnamesini okuyunuz, göreceksiniz ki, Yunanistan’a ilhakı kırk seneyi geçmeyen bu feyizli ovada, yüzlerce Türk köyü vardır. Onların aşarı Yeni Cami’nin imarına vakfedilmiştir. Girid’in bütün 19’uncu asır tarihi ve 1913 Şubat’ından yani ilhak zamanından itibaren orada yerli Türk’e karşı irtikap edilmiş müthiş taarruzları bir defa daha hatırlayınız. İşte bugün İzmir’de gördüğümüz bu katil ve imha siyasetinin devamından başka bir şey değildir. Yunanlının hain ve nankör ameli bir muhakeme yapmış ve bir asırdan beri eline düşen topraklarda her ne irtikap etmiş ise ona istinad ettirmiştir. ‘Türk’ün müsaa- dekârlığı, zayıfa karşı merhameti, bizim istiklal davamıza imkân hazırladı. İleride bir gün idaremize geçen Türklerin aynı davaya kalkmaması için onları mahvetmeli- yiz.’ demiştir. İşte bunun içindir ki yüzbinlerce milletdaşımız yuvalarından kovulmuş kadın, çocuk, ihtiyar; yurtsuz, hasta, aç sefaletten sefalete sürükleniyorlar. Yunanlılar İzmir’de dün yaptığı gibi bugün de öldürüyor. Kumandanlığın değişmesi, tahkik ko- misyonlarının yer yer dolaşması onun kana susamış paraya aç olan ruhuna hiçbir kayıt ilave etmiyor. Yunan taburlarının soyguna, kıtale giderken söyledikleri bir türkü var- dır: ‘Bire Sultan, demedik mi salip yükselecek, mabedlerin yıkılacak, boynun bükülecek.’ Buna cevap olmak üzere Anadolu, halk muharebesine başladı. Emineler, Ayşeler, Kübra kadınlar, Yörük, Zeybek, Türkmen, bütün erkek ve kadınlarıyla asırlar arasında arta kalmış paslı silahlarıyla Yunanlıya karşı çıktılar, onlar da türkülerini düzdüler. Dediler ki: ‘Bire hain, demedik mi, hilal yükselecek, bayrakların parçalanıp yere gömü- lecek, Türk’ün başı doğrulacak, yüzü gülecek, bayrakların parçalanıp hilal yükselecek.’ Biz Avrupa’nın geciken adaletinden hâlâ ümidimizi kesmedik. Biz demokrat dev- letlerin büyük, fazıl milletlerin geciken adaletinden hâlâ ümidimizi kesmedik, yaklaşan kışın büsbütün harap edeceği, öldüreceği yüzbinlerce muhacir kardeşimiz için, İzmir Vilayeti’nde haiz olduğumuz kahir ekseriyetin hakkı için şaki ordunun toprağımızdan defolmasını temin edecek emirleri bekliyoruz. Olmadığı takdirde halk muharebesine devam edeceğiz, yabancıdan İzmir Vilayeti temizleninceye kadar devam edeceğiz; fa- kat yine son defa demokrat milletlerin adaletine müracaat edeceğiz. Biraz sonra teklif

41 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR edilecek kararlara iştirak ederseniz onları mümessillere takdim eder ve alınacak kararı bekleriz.”32 İngiliz Siyasetçilerinin İstanbul’un İşgal Edileceği Sözleri Üzerine Yapılan Miting ve Hamdullah Subhi İstanbul, Mondros Mütarekesi’ni 13 Kasım 1918’den beri gayriresmî olarak İtilaf Devletleri’nin işgali altında bulunuyordu. Resmen işgal fikri ise 1920 yılının ilk aylarında ortaya atılmaya başlandı. Bunda Anadolu’daki milliyetçi hareketin güçlenmesinin oldukça önemli bir rolü vardı Gerçi İstanbul’un işgali fikri daha önceleri bazı İngiliz siyaset adamlarınca ileri sürülmüştü. Özellikle Venizelos’un tesiri altında kalan Curzon ve Lloyd George gibi İngiliz siyaset adamları, zaman zaman verdikleri beyanatlarla Türklerin İstan- bul’dan çıkarılmasını, Avrupa kıtasından tamamen uzaklaştırılmasını istiyorlardı. O sıralarda İngiltere Başbakanlığı vazifesini de gören Lloyd George’un Aralık ayı sonlarında33 Lord Curzon’un da Ocak ayı başlarında, “Türklerin Avrupa ile bağlarının kesilmesi için mevcut fırsattan faydalanılması zaruretinden” bahseden “İstanbul’un Geleceği” hakkındaki sözleri ve bu konuda hazırlanan, Türkler’in Avrupa’dan ve İstanbul’dan çıkartılmasını ısrarla savunan bir muhtıranın İngiliz Kabinesince 6 Ocak’ta görüşülerek reddedilmiş olmasından haberi olmayan Türk- ler arasında bir söylenti hâlinde duyulması, büyük bir heyecan doğurur. Konya’da, Trabzon’da, Edirne’de protesto mitingleri yapılır. Bu hadise karşısında İstanbul’un tepkisi çok daha şiddetli olur. 13 Ocak 1920’de yüz elli bin kişinin toplandığı Sultanahmed Meydanı’nda bu kez de “İstanbul Türk’ündür ve Türk kalacaktır!” mitingi yapılır34. Bu mitingde Rıza Nur’dan ve Nakiye Hanım’dan sonra söz alan Hamdullah Subhi, yabancıları da ağlatacak kadar müessir olan şu konuşmayı yapar: “Zavallı Kadınlarımız, Efendiler, Aziz Kardeşlerim! Hakkımızda başkaları son sözlerini söylemeden evvel, biz halkça, milletçe kendi hakkımızda son sözlerimizi, son kararlarımızı söylemek mecburiyetindeyiz. Çok za- man geçmeden bedbaht Türk milletine muzaffer düşmanlarımız kendi hükümlerini tebliğ edecekler. Bu hüküm bizim verdiğimiz hükme uymayacaktır. Biz düşünüyoruz ki, mağlup olmak, mahvolmak için bir sebep teşkil etmez. Bize tebliğ edilecek hükümler, on dört aydan beri beklediğimiz sulhun yerine bir idam kararı getirmek istidadında- dır. Eğer bu iş tahmin ettiğimiz gibi çıkarsa, Bulgaristan hudutlarından Erzurum’a kadar binlerce Türk’ün göğsünden ıstırapla, yeisle aynı cevap çıkacak: Hayır, biz ölmek istemeyiz, ölemeyiz. Onlar bizim idamımıza, bizi memur etmek istiyorlar. Hayır, biz düşmanlarımızın emriyle intihar etmeyeceğiz. Biz ölmeyiz, ölemeyiz. İsterlerse tarihin 42 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kaydettiği birçok mutantan cinayetlerden birini daha irtikaba kalkışsınlar. Bu teşebbüs, meydanı boş bulmayacaktır. Aylarca, senelerce, milletlere kendi hâkimiyet ve hürriyetlerine tam bir tasarruf hakkından bahseden Wilson’dan daha evvel, Büyük Fransız İhtilali, milletlerin kendi kendini idare etmek hakkını tanımıyor mu idi? Yeni bir Avrupa halk eden, Avrupa’yı yer yer inkılaplara uğratan, hükûmetler parçalayan, hükûmetler kuran Fransız İhti- lali’nin bu umumi ve beşerî taahhüdünden Türk milletinin hissesi yok mudur? Hiçbir hükûmetin cebir ve kahrıyla diğer bir milleti esir ve mahkûm edemeyeceğini ilan eden Büyük İhtilali’ni ve bunun taahhütlerini Fransız milleti unuttu mu? Bunu ona hatır- latmak isteriz. Harp esnasında Londra’nın, Paris’in, Roma’nın, Washington’un resmî kürsülerinden kaç defa en kat’i bir lisanla, mağlup hiçbir milleti tahkir ve tezlil etmek istemediklerini söylediler. İngiliz devletinin Başvekili birçok defalar Türk memleketlerinin, Trakya’nın, İstanbul’un, Anadolu’nun mahfuz kalacağını İngiliz Millet Meclisinin kürsüsünden dünyaya ilan etti. Bu sözler taahhütlerdir. Garbi Anadolu’da geçen fecayii Avrupa milletlerinin gözleri görmüyor mu? Mora kıtallerinden sonra Teselya’da tek bir Türk bırakmayan, zulümden, cefadan sonra Yu- nanistan’ın ellerine geçen bütün toprakları Türklerin avlandığı bir saha hâline koyan, sayısız tazyikler ve cinayetlerden sonra, şimdi Yunan Ordusu Garbi Anadolu’yu baştan başa yakmakla meşguldür. Hanımlar, dikkat edin, iyi koklayın, Bursa üzerinden gelen rüzgârlarda yangın kokusunu sezeceksiniz. Yunanistan İzmir’e, Aydın’a, Manisa’ya bir cehennem gibi gir- di. Üzerimize gelen asırdide kindir. Yunan ordusunu sevk ve idare eden, eski Anadolu topraklarının pek iyi tanıdığı mutaassıp, kudurmuş Salip ordularının ruhudur. Onlar istedikleri kadar zulmü arttırsınlar. Zulmü arttıranlar içimizde mukavemet ve inti- kam arzusunu arttırıyorlar. Bin seneye yakın bir zamandır Selçukilerden bu son Osmanlı devrine kadar, altı üstü baştan başa Türk olan bir memleketi, masa başında yapılan kötü ve dar hesaplar menfaatine, ufacık Yunan milletine ihsan ettiler. Bu yağma, bu taksim Afrika ortaları- na esir edilen beyaz adamın derisi üzerinde tebeşirle yapılan çizgiler gibi bir taksimdir. Bu, daha esir adam canlı iken etlerinin parça parça satılmasından başka bir ameliye değildir. Türk’ün çok katı kemikleri, binlerce senedir boğuşa boğuşa çok nasırlaşmış et- leri, ufacık Yunanlının dişlerine fazla sert geleceği, bu dişleri kıracağı muhakkaktır. Bu katı lokmayı onlar yiyemez. Soruyoruz, Fransız milleti Adana topraklarında ne arıyor? Elli senedir Alsas Loren’in matemini bir gün unutmayan Fransız milleti, bi- zim Adana’mızda ne arıyor? İki terazi, iki ölçü, iki adalet manen büyük kalmak iste- yen milletleri dünyanın bütün mazlum milletleri karşısında ıskat etmeye kifayet eder.

43 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Yüksek din taşıyanlar, başkalarının dinine hürmet etmeyi bilir. Milliyet fikrinin asil telakkisi başka milliyetlere hürmeti emreder. Fransız milliyetperverliği, el birliğiyle üzerine çökülen Türk halkının bir millet kalmak hakkını inkâr etmeye razı olduğu gün, Şark dünyası karşısında onun eski mev- kii kalmamıştır. Hanımlar, Efendiler; Yalnız Trakya değil, yalnız Garbi Anadolu değil, Antalya, Adana değil, Şark vi- layetleriniz de Karadeniz yalıları da ve nihayet İstanbul’umuz da tehlike altındadır. İştahı gün geçtikçe artıyor. Mukadderatı mevzuubahs olan yerlerden biri, başınızın üstünde taraf taraf yükseldiğini gördüğünüz bu binlerce minarenin, yüzlerce İslam mabedinin bulunduğu İstanbul’umuzdur. Beş asra yakın bir zamandır topraklarını ta derinlere kadar kemiklerimiz doldurdu. Şehri içinden ve dışından kuşatan sayısız mezarlıklarda kavuklarıyla bir mahşer hâlinde kalkmış ve toplanmış cetlerimiz, bugün Türk vatanının talii hakkında söylenen sözleri ve vereceğimiz kararları dinliyorlar. Vereceğimiz kararlar, onların şöhreti dünyayı tutan asil, civan mert, kahraman ruhla- rına layık olacaktır. Türk milleti, Bizans İmparatorluğu’nun bin seneyi mütecaviz bir zamanda yaptığını, on misli daha fazlasıyla beş asırda yaptı. Bizans medeniyetinden sanat ve umran namına ne kalmışsa, kısacık bir zaman zarfında onu fersah fersah geç- ti. İstanbul’da yıkıcı olmayan Türk’ün mürüvveti ve müsaadesi sayesinde hâlâ ayakta duran bazı yadigârlar var. Fakat Bizans’ın yerine kaim olan İstanbul’un şeklini, Türk dehasının iradesi ve sanatı yepyeni bir çizgi hâlinde arzın bu ufukları üstünde dalga- landırdı. Her avuç toprağında kanımız ve kemiğimiz, alın terimiz ve emeğimiz olan; sana- tımız ve dehamız yükselen bu toprakları bırakamayız. Diri veya ölü, onun üstünde ve içinde kalacağız. Onu terk etmeyeceğiz. Gördüğümüz bütün haksızlıklara rağmen ada- let hislerini büsbütün kaybetmediklerine hâlâ inanmak istediğimiz İtilaf Devletleri’ne söylüyoruz. Türk vatanına, onun tarihine, onun hâkimiyet ve birlik hakkına layık ol- mayacak tekliflerde bulunmayın. Biz, bütün bir millet, fertlerimizi birbirine bağlayan sayısız, binlerce aziz tarih hatırasıyla, kan, dil ve din rabıtasıyla her zamandan daha sıkı birleştik. Uğradığımız felaket, cesaretimizi arttırmıştır. Tarih her zamandan fazla içimizde yaşıyor. Muhakkak elde edeceğimiz bir kurtuluş imanıyla mazlum Türk va- tanının evlatları birbirimize bağlandık ve yemin ediyoruz: Trakya’nın, İstanbul’un, Anadolu’nun birliğini parçalatmayacağız.”35 Bu arada seçimler yapılmış ve Anadolu’da yapılan seçimlerde mebusların ço- ğunluğunu milliyetçiler kazanmıştı. Mustafa Kemal’in dışında bütün mebuslar İstanbul’a gelmiş ve 12 Ocak’ta açılan Meclis’te güçlü bir grup kurmuşlardı. Bu 44 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR mebuslar İtilaf Devletleri temsilcilerinin gözleri önünde milliyetçi nutuklar atıyor ve İtilaf Devletleri’nin menfaatlerine dokunan kararlar alıyorlardı. Hele 28 Ocak 1920’de kabul edilen “Misak-ı Millî” ile İtilaf Devletleri’nin arzuladıkları Türkiye Antlaşması’nın tahakkuku mümkün görünmüyordu. Ayrıca Anadolu’da başlayan ve gelişen milliyetçi hareket gittikçe güçleniyordu. İstanbul devre dışı bırakılmış, Türk milletinin temsilcisi Ankara olmuştu. Mil- liyetçilerin güneyde verdikleri mücadele büyük bir muvaffakiyetle neticelenmiş, hareket moral kazanmıştı. Bu vaziyet karşısında tedirgin olan İngilizler ise barış şartlarını kendi menfaatlerine uygun olarak yaptırabilmek, kendileri için büyük bir tehlike teşkil eden milliyetçileri durdurabilmek için en tesirli yolun saltanat ve hilafet merkezi olan İstanbul’un işgal edilmesi olacağını düşünüyorlardı. Böylelikle Londra Konferansı’nda kararlaştırılmış olan İstanbul’un işgali ha- disesi, 16 Mart 1920 tarihinde gerçekleştirildi. Türk Millî Mücadelesi tarihinde pek mühim bir yeri olan bu işgal hadisesi, İtilaf Devletlerince Türklere kabul etti- rilecek olan antlaşma için bir baskı unsuru olarak kullanılmak üzere tasarlanmıştı. Fakat bu hadise karşısında galeyana gelen Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa ve daha sonra Ankara’da faaliyete geçen Büyük Millet Meclisinin etrafında kenet- lenerek istiklalini korumak için büyük bir mücadeleye girmesine vesile olmuştur. İngilizler, İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgalinden önce, İstanbul ve Anado- lu’daki mitinglerde rolü ve muhtemel direniş merkezlerinden olma ihtimali nede- niyle bir tehdit olarak gördüğü Türk Ocaklarını kapatmış, üyeleri ve yöneticileri- nin çoğunu Malta’ya sürmüştür36. Ocak’ın İstanbul’da faaliyet gösteremeyeceği anlaşılınca Ocaklılar Ankara’ya geçme yolunu aramışlardır. “Hamdullah Subhi, Halide Edip, Müfide Ferit, Ah- met Ferit, Hüseyin Ragıp, Ahmet Agayef, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurda- kul Ankara’ya geçmiştir. Mustafa Kemal bu durumdan oldukça memnun olduğu- nu ifade etmiştir.”37.

Sonuç İzmir’in, Maraş’ın ve İstanbul’un işgali üzerine halkın haklı tepkisini ortaya koymak üzere yaptığı mitinglerde Millî Mücadele ruhu ortaya çıkmış; bunda Türk milletinin bekasını düşünen ve bağımsızlığını korumak niyetinde olan Türk Ocaklıların katkısı büyük olmuştur. Düzenlenen mitinglerin sonunda protesto telgrafları İtilaf Devletleri’ne gönderilmiştir. Bu protestolar vatan müdafaası için bölgesel olarak faaliyet gösteren çeşitli cemiyetlerin isimleri ile imzalandıysa da tertip heyeti ve cemiyetler içinde Türk Ocaklı olduğunu bilmediğimiz pek çok

45 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ismin çabaları göz ardı edilemez. Bu mücadelede dikkat çeken nokta ise Türk Ocaklarının, Türk milliyetçili- ğinin tesis edilmiş olmasına dair gösterdiği uğraşın başarıya ulaşmış olmasının görülmesi olmuştur. Türk Ocaklarında yetişenler, bu mücadelenin önderleri ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu kadrolarını oluş- turmuşlardır. Atatürk’ün, millî mücadele ruhunun her tarafa mitingler vasıtasıyla yayılmasını istediği bu dönemde, Türk Ocakları bu konuda da üzerlerine düşeni yapmışlardır. İzmir’in işgalinden sonra Türk Ocakları ve Karakol Cemiyeti tara- fından İstanbul ve Anadolu’da mitingler düzenlenerek halk hem bilgilendirilmiş hem de moralin yüksek tutulması için çalışılmıştır.

1 Yılmaz, M. S. – Ersoy, E., Kastamonu Türk Ocakları (1923-1931), Kastamonu 2012, s. 10-11. 2 Karayaman, M. – Akçiçek, E., Atatürk’ün Türk Ocakları’nı Ziyaretleri ve Yaptığı Konuşmalar, TO Ankara Şubesi Yay., 2008, s. 12-13. 3 Saray, M., “Türkiye’de Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Temelini Atan Türk Yurdu Dergisi ile Türk Ocakları Derneği Nasıl Kuruldu?”, Türk Yurdu, Şubat 2011, s. 282. 4 Maşatlık’a toplanılmaktaki gaye, toplantı yerinin denizdeki düşman gemileri tarafından rahatlıkla görülebilecek bir yer olmasıydı. 5 Ragıp Nureddin Bey’in hatıralarına dayanarak, İlkkurşun, A. Orhan, Hatıraları, TİTE Arşivi s.12. 6 Şahingöz, M. “İzmir, Maraş ve İstanbul’un İşgali Üzerine Yapılan Protesto ve Mitingler”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi) AÜ Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1986. s.98, 99. 7 Bu mitingin davetiyesinde şöyle deniliyordu: “Ey Bedbaht Türk! Wilson Prensipleri unvân-ı insaniyetkârânesi altında senin hakkın gasb ve namusun hetk ediliyor. Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türklerin Yunan ilhâkını memnuniyetle kabul edeceği söylendi. Ve bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan’a verildi. Şimdi sana soruyoruz. Rum senden daha mı çoktur? Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin Maşatlık’tadır. Oraya yüz binlerle toplan ve ezici çoğunluğunu orada bütün dünyaya göster. İlân ve ispat et. Burada zengin, fâkir, âlim, câhil yok, fakat Yunan hakimiyetini istemeyen bir ezici çoğunluk vardır. Bu sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma. Acı duymak ve felâket fayda vermez. Binlerle, yüz binlerle Maşatlık’a koş ve Hey’et-i Milliye’nin emrine itaat et.” (İlhak-ı Red Hey’et-i Milliyesi.) Tansel, A.g.e ,s.193; Umar, A.g.e ,s.103; F. Altay, 10 Yıl Savaş 1919-1922 ve Sonrası Görüp Geçirdiklerim, İstanbul,1970,s.185; Taçalan, A.g.e ,s.232; İlkkurşun, A.g.e ,s.12; T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler (1859- 1952), İstanbul, 1952, s.493; Ba- yar, C., Ben de Yazdım, C.VI ,1965, s.1784. 8 Taçalan, A.g.e , s. 237. 9 Umar, A.g.e., s. 105. 10 Taçalan, A.g.e ,s. 237; Taçalan bu konuşmalar için şöyle diyor: Bu konuşmalarda kim ne diyordu? Kim ne yapılmasını istiyordu? İşte orası belli değildi. Yıllarca sonra edinebildiğimiz bilgilere göre Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa, halkı uyuş- turucu ve işgale boyun eğdirici bir konuşma yapmış, Hasan Tahsin ise halkı direnmeye çağırmıştır. 11 19 Mayıs 1335; K. Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1969, s.27; Ü. Türkeş, Kurtuluş Savaşında Muğla, İstanbul, 1973, s. 252-253. Belgenin fotokopisi de s. 433’te verilmiştir.; Şahingöz, A.g.e. s. 104. 12 Şahingöz, A.g.e. s.136, Tütenk, A.g.e, s.8-9; İlkkurşun, A. Orhan, Hatıraları, TİTE Arşivi, s.34 13 Tütenk, A.g.e ,s.8-9; İlkkurşun, A. Orhan, Hatıraları, TİTE Arşivi,s.34. 14 İzmir’e Doğru gazetesi, 30 Teşrinisani 1919, No:5, Şahingöz, A.g.e. s.256,258, 262. 15 Şahingöz, A.g.e. s. 286, 287. 16 İzmir’e Doğru gazetesi, 19 Mart 1920 No: 44, Şahingöz, A.g.e. s. 459, 460. 17 Şahingöz, A.g.e. s. 58. 18 İzmir Fecayi, (İF), (Eski yazı, yazarı, yayın tarihi ve yayın yeri belli değil). TİTE Arşivi, s.65-66; K. Arıburnu, Millî Mü- cadele’de İstanbul Mitingleri, Yeni Desen Matbaası, 2. Baskı, Ankara, 1975, A.g.e, s.9-10; Sabah gazetesi, İstiklâl gazetesi, İkdâm gazetesi, Memleket gazetesi, Vakit gazetesi, 19 Mayıs 1919. Şahingöz, A.g.e. s. 58-64. 19 “Kardeşler! Kalblerimizde pek derin hürmetlerle takdis ettiğimiz camilerimiz, medreselerimiz, bütün mukaddesatımız, sevgili İzmir’imiz hepsi, hepsi işte bugün yalancı bir hak ve adalet namına zorla elimizden alınıyor, boğazlanıyoruz. Dinimiz, ırzımız, namusumuz çiğ-

46 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

neniyor. Yaşamak hakkımız gasb olunuyor. Ey Türk! Yedi yüz senelik saltanatın kalbine indirilmek istenilen paslı hançer; seni tarihî ve millî vazifene davet ediyor. Pekâlâ bilirsin ki İzmir; dedelerinin bir beşiği, bir yatağı … ve nihayet bir mezarıdır. Bugün İzmirsiz bir Anadolu, ruhsuz bir ceseddir. Vatan bugün için senden sükûnet, yarın için hayat, hareket bekliyor. Kardeşler! Bugün düşmanlarının yaygaralarından sakın kederlenme ve belki seni felâkete, inkıraza sürükleyecek kadar sakın bedbin olma!” İF, s. 70-771. 20 İF, s.71-73; Arıburnu, A.g.e ,s.13-14; H. E. Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, İstanbul,1982, s.28-30; İstiklâl gazetesi, Sabah gazetesi, Alemdar gazetesi, İkdam gazetesi, İleri gazetesi, Vakit, Tasvir-i-Efkar gazetesi, Memleket gazetesi, 20 Mayıs 1919. Şahingöz, A.g.e. s. 75-77. 21 Kurnaz, Ş., Millî Mücadele’de Türk Kadını, ATAM. Sayı:34.s.257-268 22 Şahingöz, A.g.e. s.89. 23 Şahingöz, Mi, “Millî Mücadelede Protesto ve Mitingler”, Türkler, C.17. s.726-744, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002 24 Alemdar Gazetesi, 25-26 Mayıs 1919. 25 Cuma gününe rast gelen bugünde yayımladıkları davetiye ile milleti Sultanahmet Camisi’ndeki cuma namazına çağırdılar. Burada toplanan 100.000 kişi, namazı müteakip dağılmayarak miting yaptı. Bu mitingin davetiyesinde şöyle deniliyordu: “Müslüman! Önümüzdeki Cuma günü resmî dua günüdür. Yevmi mezkûrda Fatih Sultanahmet, Beyazıt Camilerinde cuma namazından sonra Müslüman ve Türk, yurtlarının halâsı için dua edecektir. Vatanını seven her Müslümanın bu içtimalarda bulunması vecibe-i diniyedir. Camilerde, evlerde tazarru et! Duadan sonra Allah’a yükselen kalbinle Sultanahmet’e bütün Türk ve Müslümanların koşacağı büyük ve umumi içtimaa gel!.. Sevgili vatanın parçalanıyor, öldürücü felaketler yağıyor. Camilerini, mukaddesatını çiğneyecekler! Gözlerini aç, dindaşlarını, milletini düşün! İzmir facialarını öğren! Anadolu senin kararını bekliyor. Haksızlıklara karşı feryat et!.. Âlemin vicdanına hitap eden heyecanlarınla hakkını müdafaaya ve parçalanan vatanının imdadına koş! Bu mitingde kurtarıcı kararlarını ver ve hâlâsın için çalışmaya yemin et!” TİTE, K.102/19216; İF.s.134; Arıburnu, A.g.e, s.60; İstiklâl gazetesi, 30 Mayıs 1919; bu gazetede, davetiyelerin “Allah’a yükselen kalbinle Sultanahmed’e bütün Türk...” kısmı sansür edilmiş olarak yayımlanmıştır. 26 Seraslan, H., Hamdullah Subhi Tanrıöver, TKAE Yay., Seri: IX, S: A.3, Ankara, 1995.s. 67. 27 Bu mitinge iştirak etmiş olan E. Behnan Şapolyo, TİTE arşivine bu mitingde taktıkları “İzmir Türk kalacaktır.” rozetinin bir örneğini vermiş olup arşivde K.102/28957’de bulunmaktadır. Bu rozet, 23 Mayıs’ta yapılan mitingde de kullanılmıştır. 28 Yeni Gazete, 31 Mayıs 1919. 29 Seraslan, A.g.e. s. 68-71. 30 Arıburnu, A.g.e. s. 57-59. 31 Seraslan, A.g.e., s.71. 32 Seraslan, A.g.e., s. 71-73. 33 Tasvir-i Efkâr gazetesi, İkdam gazetesi, Vakit gazetesi, Peyam-ı Sabah gazetesi, Alemdar gazetesi, İleri gazetesi, Yeni Gün gazetesi, 4 Ocak 1920. 34 Seraslan, A.g.e., s.73. 35 Seraslan, A.g.e., s. 73-75. 36 Kodal, T., “Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Ocakları”, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2014, S: 52, s. 301. 37 Kodal, A.g.m., s. 302.

Kaynakça ATASE ARŞİVİ Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi (TİTE) Alemdar gazetesi Hadisat gazetesi İkdam gazetesi İleri gazetesi İstiklâl gazetesi İzmir’e Doğru gazetesi Memleket gazetesi Peyam-ı Sabah gazetesi Sabah gazetesi Tasvir-i Efkâr gazetesi Vakit gazetesi Yeni Gazete Yeni Gün gazetesi ADIVAR, Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı, İstanbul,1982. ALTAY, Fahrettin, 10 Yıl Savaş, l912-1922 ve Sonrası Görüp Geçirdiklerim, İstanbul,1970. ARIBURNU, Kemal, Millî Mücadele’de İstanbul Mitingleri, Yeni Desen Matbaası, 2. Baskı, Ankara, 1975. İLKKURŞUN, Ali Orhan, (Hatıraları) TİTE Arşivi K.93/27284. İZMİR FECAYİ, (İF), (Eski yazı, Yazarı, Yayın Tarihi ve Yayın yeri belli değil). TİTE Arşivi

47 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

KARABEKİR, Kâzım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1969. KARAYAMAN, Mehmet – AKÇİÇEK, Eren, Atatürk’ün Türk Ocakları’nı Ziyaretleri ve Yaptığı Konuşmalar, Türk Ocakları Ankara Şubesi Yayını, Ankara, 2008. KODAL, Tahir, “Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Ocakları”, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2014, S: 52, s. 295-314. KURNAZ, Şefika, “Millî Mücadele’de Türk Kadını”, ATAM, C: XXII, Mart 1996, S: 34. SARAY, Mehmet, “Türkiye’de Türk Milliyetçiliğinin Tarihî Temelini Atan Türk Yurdu Dergisi ile Türk Ocakları Derneği Nasıl Kuruldu?”, Türk Yurdu, Şubat 2011, S: 282. SERASLAN, Halim, Hamdullah Subhi Tanrıöver, TKAE Yay.: 143, Seri: IX, S: A.3, Ankara, 1995. ŞAHİNGÖZ, Mehmet, “Millî Mücadelede Protesto ve Mitingler”, Türkler Ansk., C: 17, s. 726-744, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002. ŞAHİNGÖZ, Mehmet “İzmir, Maraş ve İstanbul’un İşgali Üzerine Yapılan Protesto ve Mitingler”, (Yayımlanmamış Dok- tora Tezi) AÜ Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1986. TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C: I-IV, Ankara, 1973. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, 1854-1952, İstanbul, 1952. TÜRKEŞ, Ünal, Kurtuluş Savaşında Muğla, İstanbul, 1973. TÜTENK, Ahmet Akif, Millî Mücadele’de Denizli, İzmir, 1949. UMAR, Bilge, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, İstanbul, 1974. YILMAZ, Mehmet Serhat - ERSOY, Erdoğan, Kastamonu Türk Ocakları (1923-1931), Kastamonu 2012.

48 TÜRK KÜLTÜR COĞRAFYASI VE HAMDULLAH SUPHİ

Prof. Dr. Derviş KILINÇKAYA

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

Özet Türk Kültür Coğrafyası Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan oldukça geniş bir alana yayıl- mıştır. Bu geniş alanda yaşayan çeşitli Türk topluluklarının kültürel varlıklarını sürdürmeleri ve geliştirmeleri temel insan hakları açısından oldukça önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin geliştirdiği kültürel ilişkilerde bu nokta oldukça erken sayılabilecek bir dönemde politi- ka-yapıcı kadrolar tarafından dikkate alınmıştır. Bu çerçevede Hamdullah Suphi Tanrıö- ver’in Romanya’daki elçiliği sırasında yürüttüğü faaliyetler değerli bir örnek oluşturmakta- dır. Bu tebliğde, söz konusu faaliyetler az sayılı halkların kültürel varlığının korunması ve geliştirilmesi konusunda “devlet politikalarının” önemine vurguda bulunulmakta ve sorunun teorik temeli ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Türk Kültür Coğrafyası,Türk Ocağı, Gagauzlar, Kültür Planlaması, Hamdullah Suphi, Romanya, Moldova Abstarct The Turkish Cultural Geography has been spreads to a wide area from China to Europe. The protection and development of cultural assets of various Turkish communities living on this vast area have a basic precaution in terms of human rights. This point was been taken considering by the policy-makers which the building of international cultural relations of Turkey, in the early years of the Republic. The activities realizing by the Hamdullah Suphi HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Tanrıöver, when during his Romanian Ambassade are the valuable samples. In this paper, the importance of “state policies” and the protection and development of cultural assets of minority people is emphasized and being tried explaning the theoretical framework of the problem. Key Words: Turkish Cultural Geography, Türk Ocagı, Gagauz, Cultural Planning, Hamdullah Suphi, Rumania,

Türk Kültür Coğrafyası ve Hamdullah Suphi Başlıktan da kolayca anlaşılacağı gibi bu tebliğde “Türk”, “Kültür”, “Kültürel coğrafya” kavramları arasındaki ilişkiye kısaca temas ederek Türkiye Cumhuriye- tinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kadro içinde yer alan önemli isimlerden biri olan ve kapandığı tarih olan 1931 yılına kadar uzun süre Türk Ocağının Umumi Reisliğini üstlenen Hamdullah Suphi Tanrıöver’in bu kavram- lar çerçevesinde yürüttüğü faaliyetlerden ulaştığım sonuçları sizlerle paylaşacağım. Bilindiği gibi Kültür deyimi sanat, ilim, teknoloji, felsefe vb. sahalar ile sosyal teşkilatlanmanın ve bunun şekil ve kurallarını bir kelime ile bütün hayat tarzını kapsar. Sosyal gelişmeler, sosyal yapılarda yani sosyal karakter ve münasebet örnekle- rindeki gelişmelerdir. Bu gelişmeler değerler, normlar, statüler, roller, semboller ve bütün kültür mahsulleri üzerinde sonuçlar verir. Geniş manası ile kültür, insan davranışına ve davranış yolu ile meydana ge- tirilen eserlere şekil veren değer, fikir ve diğer sembolleşmiş mana sistemlerinin, devredilen ve yaratılan muhteva ve örnekleridir1. Buna karşılık toplum veya sosyal sistem; bireyler ve topluluklar arası münase- betlerin düzenidir ve tabiatıyla kültürün çok önemli bir parçasıdır. Kültür kade- melerinin sosyal olay ile çok yakından ilgili olduğu açıktır. İnsan faaliyetlerindeki değişme hem sosyal hem de kültür unsurlarını ihtiva etmektedir2. UNESCO uzmanlarının üzerinde birleştikleri ve bizim için de esas olacak di- ğer bir kültür tarifi ise şudur: Kültür bir insan toplumunun kendi tarihi tekâmülü hususunda sahip olduğu şuur demektir; o suretle ki bu insan topluluğu bu tarihi gelişme şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağ- lar3. Bu tanımda esas olarak öne çıkan husus her toplumda tarihi gelişmesi husu- sundaki şuurun sağlam tutulması ve bu şuura yönelebilecek her türlü saldırının bertaraf edilmesi mecburiyetidir. Herhangi bir toplumun lidersiz kalması, onu 50 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kültür saldırılarına karşı da savunmasız bırakmaktadır. Dolayısıyla siyasal bakım- dan kendini temsil edebilecek organlardan yoksun kalmış olan bir toplumun kül- türel savunmaya yönelmesi zorlaşmakta ve bir kültür çözülmesi yaşanmaktadır. Bu durumda çözülme toplumun bütün katmanlarına yayılmakta ve yabancı kültür istilası başlamaktadır. Açık olan şudur ki: Milli devletle milli kültür arasında ha- yati bir ilişki vardır. Herhangi bir kültür sahasındaki tutarlılık ve devamlılık büyük ölçüde söz ko- nusu sahada siyasi egemenliğin sürekliliği ve/veya varlığı ile mümkün olmaktadır. Dünyada kültür konusu ile ilgili olarak süregelen çalışmalarda en yaygın ve geçerli olan dört kültür çerçevesi tespit edilmiştir. Bunlar en kapsamlı çerçeveden başlayarak ideolojik, antropolojik, toplumsal ve artistik olarak tasnif edilmektedir. En geniş çerçeve olan ideolojik çerçeve “kültürel kimlik/hüviyet” meselesi ile bağ- lantılı olarak bir kişinin, topluluğun veya milletin düşünce ve hayat şeklini kapsar. Daha çok duygular, değerler, fikirler, inançlar, samimi bir sadakatle kurulan ortak bağlar ve idealler ile ilgilidir4. Antropolojik yaklaşım gelenek ile hayat arasındaki ilişkiler bakımından değiş- me ve modernleşme karşısında bazı değerli mahalli geleneklerin tesbiti ve muha- fazası çalışmalarına yönelir. Modern kapitalizm ile biçimlenen ve kültürü alınıp satılabilir bir tüketim me- tası olarak tanımlayan Amerikancı kültür yaklaşımlarının yıkıcılığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Atatürk’ün uyguladığı kültür politikasının ana vasfı milliliktir. Bu politika esa- sında kültürün kendi benliğini, kimliğini korumasına dayanır; Atatürk, kültürün zeminini milletin karakteri olarak görmektedir5 Kültürlerin gelişme süreçlerini sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş biçiminde tanımlayabiliriz. Bir Türk Kültür coğrafyasından söz ederken esasında bir noktaya dikkat çek- mekte veya en azından bunu yeniden hatırlamaya gerek vardır: Elde edebildiği- miz bütün tarihi deliller önümüze başlangıçtan bu güne kadar doğmuş olduğu bölgeleri kaybetmeden varlığını sürdürebilmiş iki milletten söz etmemizi müm- kün kılmaktadır: Türkler ve Çinliler. Şüphesiz dünyada pek çok farklı siyasi birlik vardır. Fakat bunların çok önemli bir bölümü 20. Yüzyılda olmak üzere son bir- kaç yüzyılda oluşmuş siyasal varlıklardır. Avrupa’da çeşitli coğrafyalardan hare- ketlenerek birbirine karışmış olan etnosların birleşerek oluşturdukları bu siyasi birlikler zaman içinde yaşadıkları büyük grubun kültürü içinde erimek suretiyle

51 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR başkalaşmış ve yeni bir kültürel kimliğe sahip olmuşlardır. Ancak “Türk” olarak adlandırılan topluluk Bulgar, Macar ve Kuman örnekleri- ni ayrı bir tartışma konusu olarak saklı tutmak kaydıyla “kültür” adını verdiğimiz “temel hüviyetini” koruyarak ve ortaya çıktığı coğrafyadan oldukça geniş bir saha- ya yayılarak ve yayıldığı coğrafyanın çok geniş bölümünde varlığını günümüzde de sürdürerek yaşamayı başarmıştır. Bunun şüphe götürmeyecek en büyük delili, Çin sınırlarından yani bugün Çinlilerin denetimi altındaki Doğu Türkistan’dan başlayarak Orta Avrupa’ya do- ğu-batı çizgisinde; Karadeniz’in kuzeyinden Ürdün’e kadar uzanan Kuzey güney çizgisinde yahut daha popüler bir tabirle “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” uzayan ge- niş bir coğrafyada Türk kültürünün yaşayan unsurlarının bağımsız devletler veya muhtar bölgelerde varlıklarını sürdürmeleridir. İşte sözünü ettiğimiz coğrafyanın adına üzerine basarak belirtmek isterim ki herhangi bir siyasi maksadın dayanağı yapılmaksızın “Türk Kültür Coğrafyası” diyebiliriz. Bu sınır tarihin kesintisiz her döneminde Türkçenin konuşulduğu bir coğrafya olmuştur. Dil ve kültür arasındaki ilişkinin buradaki bilim insanlarına duyduğum derin saygı sebebiyle tekrar açıklanmasını bir saygısızlık olarak al- gılıyorum. Dil bir milletin evreni kendine göre seslendirmesi, kâinatı ve hayatı kendine göre adlandırması, ona kendi damgasını vurmasıdır. Dolayısıyla dil, milli damgası en açık biçimde idrak edilen kültür unsurudur. Dil fertler ve kuşaklar arasında genişliğine ve derinliğine hizmet gören sosyal akrabalık bağıdır. Hâsılı dil bir milletin yaratabildiği en büyük sosyal müessesedir. Türklerin tarihte anayurtları her zaman kendilerinde kalmak kaydıyla buradan yayıldıkları geniş coğrafyayı bir “kültür coğrafyası” olarak tanımlamak pek yanlış olmasa gerektir. Buraya kadar aktardıklarımız Türk Kültür coğrafyası tabiriyle aslında neyi kas- tetiğimizi herhalde yeterince açıklamış bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1930 yılında bir kısmını Afet (İnan) Hanım’a dikte ettiği “Medeni Bilgiler” adlı kitapta :“…siyasi varlığımızın haricinde, başka ellerde, başka siyasi zümrelerle, isteyerek veya istemeyerek teşrik-i mukadderat etmiş, bizimle dil, ırk, menşe birliğine malik ve hatta yakın uzak tarih ve ahlak yakınlığı görülen Türk cemaatleri vardır. Tarihin bir hadisesinin neticesi olan bu hal, Türk milleti için elim bir hatıradır, fakat Türk milletinin tarihen ve ilmen teşekkülündeki asaleti, tesanüdü asla haleldar edemez…”6ifadelerini kullanmaktadır. Çok açıktır ki; Cumhurbaşkanı bu yaklaşımıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalan Türk toplulukları ile olan tarihi bağlara temas etmektedir. 52 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bundan birkaç yıl sonra Türk Dünyası ile ilgili düşüncelerini, Cumhuriyetin onuncu yılı kutlamaları çerçevesinde 29 Ekim 1933 tarihinde, Ankara’daki Zira- at Bankası lokalinde yaptığı konuşmada : “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur; müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalana- bilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bi- zim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize in- meli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...” 7 sözleriyle ifade etmiştir. Hemen hatırlanması gereken nokta, bu ifadelerin “millî tarih” hareketinin başlatıldığı bir süreçte kullanılmış olmasıdır ve yeni bir kültürün inşa sürecinin yürütüldüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikalarının oluşmasında hangi amaçların öne çıkarılacağı konusunda da ipuçları vermektedir. Hamdullah Suphi Bey’in bu ortamda 20.5.1931 tarihli Bakanlar kurulu karar- namesi ile Bükreş’e Birinci sınıf Orta Elçi olarak atanması, Türkiye’nin Roman- ya’da yaşayan Gagauz Türklerinden haberdar olmasını sağlamıştır. Açıktır ki; “… tarihin bir hadisesinin neticesi …” olarak ortaya çıkmış olan bu Türk topluluğunun popüler ilgi alanına intikali SSCB’nin dağılmasından sonra söz konusu olmuştur. Hamdullah Suphi Bey’in Romanya’daki elçiliği sırasında yürüttüğü faaliyet- ler8 Ortodoks Hristiyan olan bu Türk topluluğunun milli kimliğinin gelişmesine şüphesiz olumlu katkılar anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, Türk Ocaklarının eski “Umumi Reisi” sıfatıyla Romanya’daki görevini yürüten Tanrıöver, esasında misyon sahibi bir bürokratın herhangi bir siyasi maksat olmaksızın “ait olduğu kültür evreninin” bir parçası olarak gördüğü bir topluluğun kültürel gelişimine katkıda bulunmanın aynı zamanda bir insanlık görevi olduğunu da ortaya koy- muştur. Y. Anzerlioğlu, çalışmasında detaylı olarak incelediği bu faaliyetleri daha önceki diğer Konsolosluk raporları ışığında ele almaktadır. Büyükelçinin bölgeye yaptığı gezi ve ilmi birikiminin de etkisiyle oldukça heyecanlandığı ve taleplerini sıraladığı anlaşılmaktadır9. Bir kültürün gelişimini sürdürmesi ve yaşaması büyük ölçüde bir devlet politi- kası ile mümkün olabilmektedir. Hamdullah Suphi Bey’in bölgenin Romanya’dan kopmasına kadar yürüttüğü faaliyetler kültür, kültür politikaları, kültür planlaması

53 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kavramlarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim, 1980’li yılların sonlarında, SSCB’nin dağılmasına yol açan gelişmeler yaşanırken Gagauzlar da SSCB sınırları içindeki diğer topluluklar gibi harekete geçerek kendilerini serbestçe geliştirebilecekleri bir siyasal çözüm arayışına gir- miş ve bunda da muvaffak olmuşlardır10. Bu gelişmelerde Türk Ocaklarının es- ki “Umumi Reisi” sıfatını da taşıyan Hamdullah Suphi Bey’in Romanya Elçiliği sırasındaki faaliyetlerinin etkisi olduğu ise açıktır. Keza bu vesileyle Türkiye’nin geliştireceği kültürel ilişkilerde üstleneceği rolün ne olabileceği konusu üzerinde ciddi şekilde çalışmak gerektiğini de hatırlamak gerekmektedir.

1 Ben burada Kültürün Kroeber ve Talcott-Parsons tarafından yapılan tanımlarını kullanmayı tercih ettim. Birçok tanımı ihtiva eden bir eser olarak Bkz.: Kroeber, A. L., Kluckhohn, C., Culture: A critical review of concepts and definitions (1st ed.). Vintage Books, New York, 1952. Kültür kavramının tanımı oldukça zengin bir literatür oluşturmaktadır. Bu konuda iyi bir bir özet için Bkz.: Esin Sultan Oğuz, ”Toplum Bilimlerinde Kültür Kavramı”, H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi , Cilt 28, Sayı 2 , (Aralık/2011),ss. 123-139. 2 Some aspects of French cultural policy, http://unesdoc.unesco.org/images/0000/000012/001205eo.pdf Fransa Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan çalışmanın özellikle giriş bölümünde kültür planlaması ile ilgili kavramlar üzerinde durulmak- tadır. 3 http://portal.unesco.org/culture/en/files/12762/11295421661mexico_en.pdf/mexico_en.pdf . Metnin Türkçe çevirisi için bkz.: http://www.unesco.org.tr/dokumanlar/kulturel_ifadelerin_cesitliligi/EVRENSEL_B%C4%B0LD%C4%B0RGE. pdf 4 V. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 1983, s.17 vd. 5 Aynı eser, s.21. 6 A(yşe) Afetinan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara,1988 (2.Baskı), s.23, metnin el yazıları için bkz.: s. 375. 7 Yeni Türkiye, “Türk Dünyası Özel Sayısı I”, Sayı: 5 (Mayıs-Haziran 1997), s.13. 8 Bu konuda Bkz.: Adil Dağıstan, “Hamdullah Suphi’nin Romanya Büyükelçiliği ve Gagauz Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XVIII, S. 54, Kasım 2002, s. 819-828. Bu çalışmadan esinlenilerek derinleştirilmiş ve geliştirilmiş bir başka makale olarak Bkz.: Yonca Anzerlioğlu, “Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi ve Gagauz Türkleri” ,Bilig, Güz / 2006 , S.39, s. 31-51. 9 Y. Anzerlioğlu, a.g.m., 36 vd. 10 Geniş bilgi için Bkz.: Airat R. Aklaev, “Dynamics of the Moldova Trans-Dniester Ethnic Conflict (Late 1980’s to Early 1990’s)”, Ethnicity and power in the contemporary world, ed. Rupesinghe, Kumar and Tishkov, Valery A. (Tokyo:UNU Press, 1996). Aklaev tarafından kaleme alınan 5. Bölüm, Moldova’daki etnik sorunlar üzerinde detaylı biçimde durur ve Gagauz Yeri’nin ortaya çıkış sürecini etraflıca inceler. http://www.unu.edu/unupress/unupbooks/uu12ee/uu12ee0a.htm#a- irat%20r.%20aklaev

54 HAMDULLAH SUPHİ (Ö. 1966) VE TÜRK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ

Prof. Dr. İbrahim MARAŞ

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Özet Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966); Türk düşünce tarihinin önemli figürlerinden birisidir. O, sadece bir fikir adamı değil, aynı zamanda bir devlet adamı ve aksiyonerdir. İsmi Türk Ocakları ile bütünleşmiş olan Hamdullah Suphi, Türkiye Cumhuriyet’inin kurulma- sında ve gelişiminde önemli hizmetlerde bulunmuştur. Hayatı boyunca aydınlar ile halkı uzlaştırmaya çalışmış, milli ve manevi değerlerin savunuculuğunu yapmış ve çizgisinden asla taviz vermemiştir. İslam’ı sadece bir din olarak değil aynı zamanda bir medeniyet olarak dü- şünmüş ve bunu Türk milli eğitimine de yansıtmak istemiştir. Dil, kültür, medeniyet, eğitim ve tarih şuuru konusunda her zaman toplumu aydınlatmaya çalışmıştır. Abstract Hamdullah Suphi Tanrıöver (ö. 1966) and His Place in Turkish Thought Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966) one of the most important figüre of Tur- kish thought. He is not only a man of a thinker but also a man of action and a statesman. His name associated and identified with Türk Ocakları. In the foundation of new Turkish Republic and its improvement he has remarkable contributions. In his lifetime, he tried to reconcile with the public and intellectuals as well as he defended spiritual and traditional values. He never neglected his position in this attitude. He didn’t only consider Islam as a mere religion, but also a civilisation and intended to reflect to the Turkish educational sys- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

tem. His main efforts on enlightement of people on the issues of , culture, civilisation, education and concious of history. Anahtar Kelimeler: Hamdullah Suphi, Türk Ocakları, Türk Düşüncesi, Islah, Yenileşme Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966); son asırda yaşamış ünlü bir hatip, önemli bir devlet adamı ve bir düşünürdür. Türk Ocakları’nın kuruluşunu mü- teakiben kısa bir süre sonra Türk Ocakları Reisi seçildiği ve farklı zamanlarda uzun süre bu önemli kurumun başkanlığını yürüttüğü için ismi Türk Ocakları ile bütünleşmiştir. Aynı zamanda milli mücadeleye verdiği destekle de öne çıkan Hamdullah Suphi, 1920’de Antalya’dan milletvekili seçilmiş ve iki defa da döne- min Maarif Vekilliği görevini üstlenmiştir. Bu görevleri sırasında özellikle eğitim politikalarının belirlenmesinde etkili olmuştur. Hayatı boyunca milli ve manevi değerlerin savunuculuğunu yapmış ve çizgisinden asla taviz vermemiştir. 1923’ten başlayarak Türk Ocakları merkezinde bir çeşit “serbest veya açık üniversite veya- hut da Türk Ocakları Akademisi” diyebileceğimiz faaliyetlere girişmiş ve çeşitli alanlarda uzman olan çok sayıda bilim adamı ve akademisyeni Türk Ocağı’nda konuşturmuştur. Onun bu faaliyeti henüz üniversitesi olmayan Ankara’da bir üni- versite kürsüsü kurmak gibi algılanmıştı1. Hamdullah Suphi, çok yönlü kişiliğinin bir sonucu olarak, Maarif Vekilliği yaptığı sırada, babası Suphi Paşa’nın yolundan giderek2, müzeciliği geliştirmiş ve en önemlisi de 24 Eylül 1925’te Ankara Etnoğrafya Müzesi’nin binasının temel- lerinin atılmasına ön ayak olmuştur. O, her zaman Anadolu’nun tarihi, medeni ve kültürel zenginliğinin eşsizliğinden bahsetmiş ve her şehre bir müze ve kütüphane yapılmasının gerekliliği üzerinde durmuştur3. Onun görüş ve düşüncelerindeki bu genişlik hem aile yapısından hem de eğitiminden geldiği düşünülebilir. Onun Galatasaray Sultanisi’ndeki eğitimi hem Türk ve İslam hem de Avrupa kültürüne yakından aşina olmasına sebep olmuştur. II. Meşrutiyet ile başlayan fikrî serbestlik döneminde bilhassa İdil Ural, Azer- baycan ve Türkistan’dan gelen aydınların gayretiyle Osmanlı aydınları arasında giderek kuvvetlenen Türkçülük anlayışı ortak bir Türk tarih ve şuuru oluşturmaya başlamıştı. Bunun en verimli neticeleri Şehabeddin Mercani, İsmail Gaspıralı, Musa Carullah, Rızaeddin b. Fahreddin, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin Re- sulzade vb. aydınlar sayesinde İdil Ural ve Azerbaycan bölgelerinde alınmış ve ortak bir Türkçe yolunda epeyce mesafe alınmıştı. Bunun Osmanlı dönemindeki ilk örneği Fransa örneğinde Mustafa Reşit Paşa tarafından kurulan Encümen-i Daniş kısa sürede kapatılmış ve Ziya Gökalp’e kadar pek fazla gündeme getirile- memiştir. Ziya Gökalp’in de etkisiyle yine Fransa örneğinde oluşturulan Istılahat Encümeni ile Lugat, İmla ve Edebiyat Encümenleri bu amaçla kurulmuş ancak çok başarılı olamamıştır. Köprülüzade Mehmet Fuat, bu çabaların örnek alındığı 56 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Fransız Akademisi’nin edebiyat ve dil merkezli olduğunu dile getirmektedir4. Başta tarih, dil, edebiyat ve ilahiyat alanları olmak üzere birçok sahada ilmi araştırmaların başladığı bu dönem TBMM’nin kuruluşu ve Cumhuriyet’in ilanı ile devam etmiştir. Özellikle 1924’lü yıllara gelindiğinde dönemin Maarif Vekili Hüseyin Vâsıf Çınar’ın bakanlığı sırasında, Fransa’daki örneğinden hareketle, bir Türk Akademisi’nin kurulması yönünde bir rapor hazırlanmış, 1925’te Hamdul- lah Suphi’nin Maarif Vekilliği döneminde ise onun çabalarıyla böyle bir kurumun nizamnamesi hazırlanmış ve hatta bütçesi bile Bakanlar Kurulunda onaylanmıştır. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü de bu durumu onaylayarak Türk Akademisi’nin açılacağından söz etmiştir. O, bu konuda bazı Batılı ve Rus Türkiyat alimlerinin ve bu cümleden olarak Barthold’un Türkiye’ye davet edildiğinden de bahsetmek- tedir. Ancak Hamdullah Suphi de, maalesef, bakanlığı sırasında bir sonuç alama- mıştır. Zakir Kadiri, konunun Yakup Kadri tarafından 1928’de tekrar gündeme getirildiğinden bahsetmekte ve bu kurumun tesisinin önemine işaret etmektedir5. Hamdullah Suphi’nin de hayali olan Türk Akademisi’nden kasıt, bir Da- rü’l-Fünun’dan, yani bir üniversiteden ziyade araştırma kurumudur. Gerek Avru- pa’da gerekse Rusya’da çok eskiden beri örnekleri olan bu kurumların benzerini Türkiye’de kurmak isteyen Hamdullah Suphi’nin nasıl bir akademi istediğini ger- çekte Türk Yurdu’ndaki Zakir Kadiri’nin satırlarında bulmaktayız. O, üç yazı dizi- si halinde kaleme aldığı makalenin ilkinde, akademilerin tarihini ve Avrupa’daki gelişimini, hemen ardından ikinci bir yazıyla, kendisinin yakından bildiği, Rus akademilerinin Deli Petro’dan beri gelişimini ve nihayet üçüncüsünde de Türk akademisinin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Osmanlı’da ilk kuru- lan akademinin 1851-1862 arasında hizmet veren Encümen-i Dâniş olduğunu ve bunun bilinmeyen bir sebeple kapatıldığını söyleyen Zakir Kadiri, yeni Türk devletinin kurulmasını müteakip artık bir Türk Akademisi kurulması fikrinin or- taya çıktığını ve bunun Rus Fenler Akademisi tarzında kurulmasının zaruriliğini vurgulamaktadır6. Benzer bir görüş Köprülüzade Mehmet Fuat tarafından da dile getirilmekte, o da Türkiye için uygun olanın Fransız modelinde değil, Rus mode- lindeki gibi bir “Ulûm Akademisi” olması gerektiğinin altını çizmektedir7. Türk Ocakları’nın kurulduğu yıldan itibaren temsil ettiği milletçi ve milliyetçi bir çizgiyi takip ederek halkı, gençleri, aydınları ve devleti birbiriyle kaynaştırma ve buluşturma çabasının en iyi örneklerini Hamdullah Suphi’de bulmaktayız. O, her defasında devletin insan için olduğunu, insan yaşatıldıkça devletin de yaşa- yabileceğini dile getirmiş ve bir köylünün “Abdülhamit zamanında bize paşalar ver dediler verdik, öl dediler öldük. Onlar gitti yerine başka paşalar geldi; onlar da bize ver dediler verdik, öl dediler öldük. Bunlar da gitti, yerine siz geldiniz; siz de ver dediniz verdik, öl dediniz öldük. Şimdi merakla bekliyoruz. Bize ne za-

57 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR man al diyeceksiniz!”8 şeklindeki cevabını naklederek Anadolu Türk köylüsünün erdemini ortaya koymaya çalışmıştır. Onun ortaya koyduğu milliyetçilik anlayışı Türk Ocağı çizgisinin de ortaya koyduğu harsî, yani kültürel ve sosyal bir fikrî idealizme dayalı kültür milliyetçiliğidir. Bu düşüncelerini hayatı boyunca rehber edinen Hamdullah Suphi, 1949’daki Türk Ocakları’nın yeniden açılışı sırasında yaptığı konuşmada kendisinin ve Türk Ocakları’nın temel fikri çizgisi hakkında önemli ipuçları vermektedir. O, buradaki konuşmasında da bir kez daha milliyet- çiliğin asla ırk esasına dayanmadığını; inanç, mefkûre, gaye, menfaat birliği olan insanların bir devlet çatısı altında uzun süren bir manevi beraberliğinin sonucu olarak ortaya çıktığının altını çizmektedir. Ona göre, bu, millet olma şuurunun bir sonucu olup herkese nasip olmayan bir durumdur. Nitekim o, bir Cermen ırkı, Latin ırkı, Slav ırkının olduğunu ancak bunların karşılığı bir Slav, Latin ve Cermen milletinin olmadığını ifade etmektedir. Halbûki tarihte bir Türk ırkı olsa da, bir de Türk milleti vardır ve bu milletin teşekkülünde terbiye ve ahlâk birliği ilk sırada gelmektedir9. Hamdullah Suphi, kendisinin ve Türk Ocakları’nın Türk milliyetçiliği anlayı- şını istilacı fütuhatçılık olarak değil gönül fütuhatçılığı olarak değerlendirmekte- dir. O, gönül fütuhatına dayalı bir anlayışı uzun süre görev yaptığı (13 yıl) Bükreş Büyükelçiliği sırasında da devam ettirmiş ve Gagauz bölgesinde unutulan Türk- çe’nin gelişmesine çalışmıştır. Milli ve manevi heyecanı hiç sönmeyen H. Suphi, Mehmet Akif ’in İstiklal Marşı’nı yazması ve yarışmaya katılması için büyük çaba sarfetmiştir. Çünkü ancak onun böyle bir marşı içten yazabileceğine inanmıştır. Hamdullah Suphi, bu marşı Meclis kürsüsünden de ilk kez de kendisi heyecanla okumuştur. Dil konusunda meşrutiyet dönemindeki Türkçü çizgiyi takip eden Hamdullah Suphi, sade İstanbul Türkçesine dayalı bir dili her zaman savunmuş ve asla tasfi- yecilikten yana olmamıştır. O da, tıpkı, Ziya Gökalp ve arkadaşları gibi, Arapça ve Farsça’dan geçen kelimelerin atılmasına karşı çıkmış ve “Türk dilini bizim için zengin ve asil iki kaynak olan Arap ve Acem asıllı kelimelerden mahrum ediniz, devlet kaybolur, millet kaybolur, edebiyat kaybolur, ilim ve sanat kaybolur, tarih kaybolur”10 demiştir. Ancak onun da diğer Osmanlı dönemindeki aydınlarla ortak tarafı, Türk dünyasının bütününü hedef alan İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali ve Musa Carullah gibi aydınların ortaya koyduğu İstanbul Türkçesi merkezli ortak Türkçe’den yana olmamıştır. 1949’da yaptığı Türk Ocağı’nın yeniden açılması sı- rasında yaptığı konuşmada üzerinde durduğu bir konu da dil meselesi olmuştur. O, 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasından 1949’lu yıllara kadar devam eden dilde sadeleşme akımını tamamen desteklememiş ve hatta “büyük zorlama ve tahrip denemesi” olarak değerlendirmiş olsa da bu sıkıntılı dönem so- 58 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR nunda yine de Türkçe’nin kelime üretme imkanlarının kullanılarak birçok doğru kelimenin de üretilebildiğini söylemektedir. Hamdullah Suphi’nin, din ve dünya ayrımını hiçbir zaman yapmadığı görül- mektedir. O, elbette derinlemesine tefekkür eden bir düşünür değildir, ancak milli ve manevi değerlerin bütünlüğüne her zaman önem vermiştir. Nitekim tekke ve zaviyelerin kapatılmasına muhalefet etmiş ve bunlar kapatıldığında tarihin ve te- mel değerlerin de öğretilmesinin zorlaşacağına işaret etmiştir. Hatta ironik bir şekilde Deli Petro’dan daha büyük ıslahatlar yapmış II. Mahmut’un bile türbe- sinin kapatılmasının mantıksızlığına değinmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, onun birtakım sözleri üzerine; on, on beş sene sonra bütün türbeleri kendisine verece- ğini söyleyerek bunun geçici bir tedbir olduğunu anlatmak istemiştir11. Gerçekte ceditçi bir anlayışa sahip bir aydın olan Hamdullah Suphi, Türk milletinin tarih boyu dinsiz bir toplum olmadığını son dinleri olan İslam’la ise esas istikrarı, sağ- lam bir toplum yapısını, en büyük medeniyeti kurabildiklerine işaret etmektedir. Türklerin İslam algısının tarihteki doğruluğu sebebiyle böyle medeniyetler kura- bildiklerini söyleyen Hamdullah Suphi, bu zihniyeti, dini merasime ve hurafelere boğup dünyayı önemsemeyerek yitirdiklerinde de medeniyet olarak çöktüklerini savunmaktadır. Hatta Romanya’da iken Söğütçe isimli bir Türk kasabasına zi- yaretinde Hıristiyan Türklerin yaşadığı tarafın gelişmiş ve çalışkan, Müslüman Türklerin yaşadığı tarafın ise tembel ve geri olduğunu bizzat göstererek durumun ciddiyetini anlatmaya çalışmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin, aydınından bürokra- tına ve sıradan insanına kadar bir zihni ikilemine işaret eden Hamdullah Suphi, inkılapçı zihniyetin sonradan oluşmaya başlayan tarihe ve kültüre karşı düşmanlı- ğının bir kültürel, milli ve dini intihar olduğunu da belirtmek istemiştir. Onun bir büyükelçiyi Süleymaniye’de gezdirdiği sırada onun ağzından aktardığı cümle bu konuda adeta günümüze de ışık tutmuş gibidir. Süleyman Han’ın türbesinin bile kapalı olduğunu gören büyükelçi; “böyle tarihi olmayan milletler tarih huzurunda esatir, efsane uydururlar. Sizin ise büyük bir tarihiniz var. Bu tarihi yapanların türbesini nasıl kapatıyorsunuz?”12. Gerçekten de günümüzde ciddi bir tarihçilik geleneği oturduğu halde halka gerçek tarih yerine dini ve milli esatirin, efsanelerin anlatılması Türkiye’nin en önemli problemlerinden birisidir. Cumhuriyet Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisinin laiklik olduğu açıktır. Ancak bu konu çoğu zaman gerek savunanlar gerekse karşı çıkanlar tara- fından istismar edilmiştir. Toplumun dini anlayışını, kültürünü tamamen bir ke- nara atan aşırı laikçi zihniyet dinin ilmi bir şekilde okutulmasına bile karşı çıkmış ve toplumu bunalıma sürüklemiştir. Diğer taraftan bütün inkılaplara karşı çıkan ve her yönden önü kapatılan toplum çareyi bilgisiz ve cahil sözde mürşidlere ka- pılanmakta bulmuş, her din öğretenin eteğine yapışmıştır. İşte bu noktada şer’î

59 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kanun ve örfî kanun, Mahkeme-i Şer’iyye ve Mahkeme-i Nizamiye gibi tarihteki uygulamaları delil getiren Hamdullah Suphi, bunun bir çeşit laiklik olduğunu iddia etmektedir. Ona göre, Türk inkılabı, Fransız ve Rus inkılabı gibi tahripkâr bir inkılap değildir. Onun açısından eğer medreseler ıslah edilebilseydi mevcut problemler yaşanmazdı13. Hamdullah Suphi, elbette bu görüşlerinde haklıdır, an- cak mesele aşırı derecede kültür, din ve tarih düşmanlığının laiklik adına yapılmış olmasıdır. Nitekim kendisi de gerek CHP kurultayında gerekse bazı ortamlarda yaptığı bu tarz konuşmalarda laikliği oldukça katı yorumlayan ve jakoben davra- nan, yani halkı halktan daha çok düşündüğüne inanan elit tarafından dışlanmıştır. Hatta bazı yazarlar onun bu ılımlı tavrını tekke ve zaviyelerin açılmasında bu ka- dar ısrarını kendisinin ve dedelerinin Cerrahi tarikatı geleneğine bağlı olmasında aramaktadırlar, halbûki bu yaklaşım doğru değildir. II. Meşrutiyet’ten önce Ali Suavi’de gördüğümüz, II. Meşrutiyet’te de Türkçülerde ve hatta bazı Batıcı aydın- larda gördüğümüz İslam’a sadakatle bağlılık anlayışı ve bunun özellikle Türkçü- lerin programlarında açıkça görünmesi söz konusu itirazımızı haklı kılmaktadır. Hamdullah Suphi ve Türk Ocakları geleneği de bu çizgiyi her zaman takip etmiş- tir. Şunu da söyleyebiliriz ki, Cumhuriyet inkılapları belirli bir dönemden sonra ne Ziya Gökalp ve Hamdullah Suphi gibi Türkçü İslamcı aydınların ne de diğer ılımlı yaklaşan aydınların çizgisini değil hep aşırı Batılılaşma yanlılarının çizgisini hakim kılmaya çalışmıştır. Gerçek niyet ilk başta bu olmasa da uygulamalar bu şekilde cereyan etmiştir. Hayatını din ile ilmi barıştırmaya adayan Hamdullah Suphi, yukarıda da be- lirttiğimiz gibi ceditçi bir aydındır. Onun hayatı boyunca ıslahçı ve ceditçi zihni- yeti desteklediği bilinen bir gerçektir. Ceditçi ve ıslahçı zihniyetin Cumhuriyetle başlamadığını, bunun Türk ve İslam dünyasında bir karşılığı olduğunu ve hatta tarihsel kökleri bulunduğunu dirayetle teşhis eden Hamdullah Suphi, eski-yeni kavgalarının her toplum ve medeniyette görülebileceğini vurgulamıştır. 1925’te TBMM’de yaptığı tarihi konuşmada Türk toplumunun yeni değil açık bir şekilde yüz yıldır, kapalı bir şekilde de iki yüz yıldır ıslah ve yenileşme çabasında oldu- ğunun altını çizen Hamdullah Suphi, oldukça sivri bir örnek vererek, İstanbul Darü’l-Fünun’unda okuyan Türkistanlı genç aydınların Buhara ve Semerkant’ta mektep-medrese reformuna giriştiklerini, ancak İstanbul’daki gibi modern mek- tepler açtıklarında ve sırf okulda sıra ve tahtalarda eğitim yapılmasını istedikle- rinde mollalar tarafından saldırıya uğradıklarını anlatmaktadır. İran’daki yenileş- me arayışları ve ahundların, mollaların direnişlerini de örnek veren Hamdullah Suphi, kültürlerin tabii karşılaşması ve toplumların doğal yenileşmesi sonucu bazı olumsuzlukların çıkabileceğinin de altını çizmekte ve şu güzel örneği vermekte- dir: 60 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

“Karşımızdakiler zannediyorlar ki, medeniyet, bir kıtadan diğer bir kıtaya geçerken gümrüklere uğrar… Medeniyetler bir memlekete girerken, gümrükle- re uğramaz, şunun, bunun mütalaasını almaz, tasvibini beklemez. Gelenler, eğer birtakım ihtiyaçların, birtakım zaruretlerin netice-i tabiiyesi ise mutlak içeri girer, mani olamayız”14. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, artık yaşanan tecrübelerle Os- manlı döneminden beri savunulan Batı’nın kültürünü almayalım medeniyetini alalım, anlayışı yerini ikisinin birbirinden ayrılamayacağı kanaatine bırakma- ya başlamıştır. Hamdullah Suphi’nin sözleri bunun en iyi örneklerinden biridir. Özellikle Türkistan ile ilgili verdiği örnekte tamamen haklıdır. İdil Ural, Kırım ve Türkistan’daki ceditçi anlayış tamamen din merkezli olduğu halde karşısına diki- len mutaassıp ve oldukça katı ve hatta sapkın denilebilecek bazı kadimci gruplar onları küfürle suçlamışlardır. Halbûki ceditçilerin yaptığı, din bilimlerinin yanın- da mutlak ihtiyaç haline gelen ve Müslümanları Rus’a karşı da daha güçlü kılacak olan fen bilimlerinin de okutulmasını sağlamaktır. İsmail Gaspıralı’nın okuma yazma usulünde getirdiği avaz metoduna bile karşı çıkan kadimci zihniyet harf- lerin elif, be, te, se… gibi kendi sesleriyle öğretilmesinin dinin aslından olduğunu; be, bi, bü… şeklinde heceleme usulüyle öğretilmesinin küfür olduğunu bile söy- leyecek kadar ileri gitmişlerdir. Dolayısıyla Hamdullah Suphi, teceddüt ile ilgili meşhur konuşmasında, gelenekperestlik veya maziperestlik anlayışı kadar moder- nperestliğin de karşısında olduğunu beyan etmiştir. Gerçek modernliğin hukuk devleti olmak, eğitimde kendi dilini unutturmamak ve milli iradeyi hakim kıl- maktır diyen Hamdullah Suphi’nin pek çok noktadan haklı olduğunu söylemek mümkündür. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi onun kafasındaki teceddüt, Cumhuriyet zihniyetine her zaman hakim olmamış hatta tam karşıtı katı ve aşırı bir Batıcılık zaman zaman hakim olmuştur. Bu da toplumun duygusal davranma- sına ve aklı, ilmi ötelemesine sebep olmuştur. Hamdullah Suphi, sadece yukarıda bahsedilen huşularda değil eğitim ve din eğitimi konusunda da çok önemli görüşleri bulunan; kaygısı, ülküsü olan bir düşü- nürdür. O her zaman eğitime önem vermiş, ülkenin gerçekliği ölçüsünde nasıl bir eğitim verilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. O, her zaman meslek okullarının gerekliliğini savunmuş, taklitçilikten uzak düşünce özgürlüğüne sahip ve üret- ken bir nesil yetiştirmenin gerekliliğini vurgulamıştır. Onun düşünceleri, bilhassa devamlı savaşlar sonucunda büyük yıkıntılara uğramış; fakir, çaresiz ve yetimler- le dolu bir Anadolu’da, tabir caizse, nasıl uyanışa geçileceğinin, nasıl kalkınma gerçekleştirileceğinin anahtarlarını sunmaktadır. Hamdullah Suphi, din eğitimi konusunda sadece itikad ve amele yönelik teorik eğitimin yanlış olduğunu, bunun yanında hissiyat eğitiminin de gerekliliğini vurgulamaktadır. Onun açısından İs-

61 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lam, bir din olduğu kadar bir medeniyettir, felsefedir, sanattır, mimaridir, ahlâktır ve tarihtir. Bu nedenler kuru temel bilgiler değil, yaşanan hayata dokunan, onu hali hazırda da hissettirecek ve hatta onu özgür kılacak bir şuur vermenin zarure- tinden bahseden Hamdullah Suphi, bir taraftan da bunların hepsinin bir bütün- lük halinde verilmesine taraftardır. Onun bu düşüncesi, tarih şuurunun verilmesi- ne, model tiplerin öğretilmesine, ahlâk ve değer öğretimine, kısacası eğitimin çok yönlü verilmesine yönelik bir girişimdir. Onun bununla hedeflediği ise, eğitimin, özellikle de din eğitiminin hâlâ günümüzde de yeterince verilemeyen ana amacına ulaşamamasıdır. Bu ana amaç, eğitimden beklenen fikrî, manevî, hissî, bediî ve kültürel birliği oluşturmaktır. Çünkü bir toplum bu birlik sayesinde mutlu olacak- tır. Görüldüğü gibi, Hamdullah Suphi, milli ve manevi değerlere bağlı bir eğitimi ve kabulünden 3 yıl önce Tevhid-i Tedrisat’ı savunmaktadır15. Tanzimat ile ortaya çıkan ve hâlâ üstesinden gelinemeyen, mektep-medrese kavgasının ve devamlı teşvik edilen eğitimi toptan “Batılılaştırma (Frenkleştir- me)” düşüncesinin yanlışlığına ve artık bittiğine vurgu yapan Hamdullah Suphi, mektep ve medreselerdeki bu ikiliğin, zihinlerde de bir ikilik yarattığını, bunun da her ikisinde verilecek olan milli ve manevi temelli eğitim sayesinde çözüleceği- ne inanmaktadır. Mevcut ikili anlayıştan birinde dini, diğerinde dünyayı unuttuk diyen Hamdullah Suphi, mekteplerin dünya medreseleri, medreselerin de ahiret mektepleri olarak algılanmasının yanlışlığına işaret etmekte ve köy ve kasabalar- daki bazı sorunlardan hareketle köylerin aleyhine eğitimde fırsat eşitliği sorunu yaşandığını, bunun giderilmesinin aciliyet teşkil ettiğini savunmaktadır16. Ham- dullah Suphi’nin konuşmasında dikkat çektiği bir diğer husus da din eğitimin önündeki problemlerden birinin, ailelerin ve diğer çevresel durumların ihmali oluşudur, yani din eğitimi yapan kişilerin diğer eğitimcilerin öğrettikleriyle ve ge- nel algıyla desteklenmemiş olmasıdır. O, bu yüzden şu ifadeleri kullanmaktadır: “Bütün idadilerimizi memlekete iş adamı yetiştirecek hale koymaya başlayacağız ve manen de çocuklarımızı başka milletleri taklit etmekten, frenklik özentisinden tecrid ederek kendi ananeleri, kendi milliyetleri dâhilinde halkın sevdiğini sever, halkın hürmet ettiğine hürmet eder; dinine, toprağına ve milliyetine merbut in- sanlar olarak yetiştireceğiz”17. Onun eğitim ve din eğitimi konusundaki isabetli ve tutarlı görüşleri gerek Türk Ocakları ve dönemin Türk Ocaklı aydınlarının tu- tarlılığında aranmalıdır. Güçlü bir muhakeme yeteneğine ve yenilikçi, eleştirel bir zihniyete sahip olan Hamdullah Suphi, II. Meşrutiyet döneminin sorunlarını iyi tahlil etmiş ve bunu Cumhuriyet döneminde de hayatının sonuna kadar devam ettirmiştir. Hamdullah Suphi’nin yukarıda bahsettiğimiz idealist görüşleri hayatı boyun- ca devam etmiş ve çizgisinden bir şey kaybetmemiştir. Onun eğitim alanındaki 62 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bu düşünce çizgisi, içinde bulunduğu ve yıllarca emek verdiği Türk Ocakları’nın genel fikriyatı olan ve Ali Suaviler, Yusuf Akçuralar, Hüseyinzade Aliler, İsmail Gaspıralılar ve Ziya Gökalplerden miras kalan “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Mu- asırlaşmak” ülküsünün yansımasından ibarettir. O görüldüğü gibi, bu görüşlerini eğitim alanında da devam ettirmiştir. Ancak bu konuda yapmak istediklerini ger- çekleştirebildiğini söylemek mümkün değildir. Cumhuriyet dönemindeki eğitim maalesef Hamdullah Suphi gibi meseleleri anlayan ve çözmeye çalışan dirayetli bakanları görememiştir. Hamdullah Suphi, ilkinde 14 Aralık 1920-20 Kasım 1921 arası 11 ay, ikincisinde de 1925’te (3 Mart-19 Aralık) yaklaşık 9 ay Maarif Vekilliği, yani bakanlık yapmıştır. Dolayı- sıyla bu kısa süreler içerisinde tespit ettiği problemleri çözmesi zordur. Cumhuri- yet döneminin ilerleyen süreçleri de onun çözmeye çalıştığı bu ikilik problemini ortadan kaldırmamış, zamanla sadece modern bilimlere ve sırf “Batıcılığa” önem vererek mekteplerde neredeyse din eğitimini yok etmiştir. Hatta sadece dini değil milli bir eğitim de genelde gerçekleştirilememiştir. TBMM verileri incelendiğin- de şimdiye kadarki 96 yıllık süreçte günümüzdeki Milli Eğitim Bakanı ile birlikte 74 bakanın görev yapması eğitim sorununun bir türlü çözülememesinin temel sebeplerinden birisidir. TBMM’nin kurulmasını müteakip Rıza Nur’dan sonra ikinci Maarif Vekil- liğini yapmış olan Hamdullah Suphi’nin eğitim ve din eğitimiyle ilgili tespitleri, nereden başlamak gerektiği ile ilgili sözleri kendi dönemindeki aydınlarca hara- retle desteklenmiştir. Onun Türk eğitiminin geleceğini kurgulayan önemli ko- nuşmasını yayımlayan Sebilü’r-Reşad dergisinde birkaç sayı sonra Ahmet Hamdi Aksekili’nin yazmış olduğu yazı bunun en önemli delillerinden biridir. Aksekili de, Hamdullah Suphi gibi, dinin her şeyden önce bir medeniyet ve ahlâk meselesi olduğunun ve bunu bütün yönleriyle öğrencilere “duyurmak” (hissettirmek) ge- rektiğinin, aksi takdirde dini terbiyenin kuru bir itikat ve mekanik bir ibadetten ibaret kalacağının altını çizmekte ve onun tespitlerinin hayati tespitler olduğunu vurgulamaktadır. Aksekili, eğitimcilerin mevcut ikiliği gidermek ve dini terbiye ve eğitime yeterince önem vermemek konusunda eleştirmekte ve Hamdullah Sup- hi’nin söylediği hususların, bilhassa da, kör bir Batıcılık taklidinden uzaklaşarak toplumun manevi ve kültürel değerleriyle barışık bir eğitimin gerçekleştiği gün Türkiye’nin kurtulacağını, bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacağını ifade etmek- tedir18. Hakikaten de Hamdullah Suphi’nin hedefi ve eğitimde varmak istediği nokta ülkemizin hâlâ gelemediği bir derecedir. Neredeyse yüz yıl önce söylenmiş bu sözler, bugün de değerini korumaktadır. Hatta şu da söylenebilir ki, Hamdul- lah Suphi, Aksekili’den daha geniş düşünmektedir. Çünkü, Aksekili her ne kadar onun bütün söylediklerine katılsa da, daha çok kör Batıcılıktan söz etmektedir,

63 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR halbuki Hamdullah Suphi, kör taklitçiliğin her iki taraf için de geçerli olduğun- dan söz açmaktadır. Bu noktada Türk eğitiminde zamanla dini eğitimin niceliksel olarak artmasıyla ortaya çıkan ilim ve akıl düşmanlığı bu kez tersine Batı bilimini neredeyse tamamen reddetmeye kadar varmıştır.

1 Fethi Tevetoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara 1986, s. 139. 2 Babası Suphi Paşa, arkeoloji eserlerinin Aya İrini Kilisesi’nden Çinili Köşk’e naklinde, Müze-i Hümayun’un orta bölümü- nün temellerinin atılmasında ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin inşasında önemli hizmetleri olmuştur. Bunun dışında ciddi bir tarih ve arkeoloji meraklısı idi. Hatta eski eserler ve paralar üzerinde de bir ihtisası vardı. Bkz. Hamit Zübeyir Koşay, “Hamdullah Suphi Tanrıöver’den İtibaren Müzelerimiz”, Türk Yurdu (Hamdullah Suphi Tanrıöver Özel Sayısı), 1967/2, c. VI, s. 43-44; Tevetoğlu, a.g.e., s. 19-26, 167-168. 3 Tevetoğlu, a.g.e., s. 167-169. 4 Bkz. Köprülüzade Mehmet Fuat, “Akademi Meselesi”, Hayat Mecmuası, 1927/45, c. II, s. 361-362; Köprülüzade buna benzer görüşleri aynı derginin anketinde de kısaca zikretmektedir; “Akademi Meselesi Hakkındaki Anketimiz”, Hayat Mecmuası, 1927/48, c. II, s. 426. 5 Zakir Kadiri, “Akademi Meselesi-I: Akademilerin Muhtasar Tarihi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 1 (195), s. 41-46; “Akademi Meselesi-II: Rus Fünun Akademisi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 2 (196), s. 34-38. “Akademi Meselesi-III: Türk Akademisi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 3 (197), s. 56-58. 6 Zakir Kadiri, “Akademi Meselesi-III: Türk Akademisi”, Türk Yurdu, 1928/3, c. I (XXI), sayı: 3 (197), s. 56-58. 7 Köprülüzade Mehmet Fuat, a.g.m., s. 361-362. 8 Hamdullah Suphi, Dağ Yolu-I, İstanbul 1929, s. 12. 9 Bkz. Mustafa Baydar, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968, s. 61-62. 10 Baydar, a.g.e., s. 63-64. 11 Baydar, a.g.e., s. 171-174. 12 Baydar, a.g.e., s. 174. 13 Baydar, a.g.e., s. 177-180. 14 Hamdullah Suphi, Dağ Yolu-I, s. 70. 15 Onun bu konudaki görüşlerinin detayı hakkında bkz. Veli Öztürk, “Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Din Eğitimine İlişkin Görüşleri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003/18, s. 197-228. 16 “Hamdullah Suphi Beyefendi’nin Maarife Müteallik Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları-1”, 23 Nisan 1337 (1921), Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 477, sayfa: 90-92; “Maarif Vekili Hamdullah Suphi Beyefendinin Maarife Müteallik Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları-2”, 7 Mayıs 1337 (1921), Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 479, sayfa: 108- 110. 17 “Hamdullah Suphi Beyefendi’nin Maarife Müteallik Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları-1”, 23 Nisan 1337 (1921), Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 477, sayfa: 91. 18 Aksekili Ahmet Hamdi, “Mekteplerde Tedrisat ve Terbiye-i Diniyye Meselesi Hakkında”, Sebilü’r-Reşad, 17 Temmuz 1337, c. XIX, sayı: 488, s. 215-217.

KAYNAKÇA “Akademi Meselesi Hakkındaki Anketimiz”, Hayat Mecmuası, 1927/48, c. II, s. 424-428. Aksekili Ahmet Hamdi, “Mekteplerde Tedrisat ve Terbiye-i Diniyye Meselesi Hakkında”, Sebilü’r-Reşad, 17 Temmuz 1337, c. XIX, sayı: 488, s. 215-217. Mustafa Baydar, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968. Hamdullah Suphi, Dağ Yolu-I, İstanbul 1929. “Hamdullah Suphi Beyefendi’nin Maarife Müteallik Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları-1”, 23 Nisan 1337 (1921), Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 477, sayfa: 90-92. “Maarif Vekili Hamdullah Suphi Beyefendinin Maarife Müteallik Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları-2”, 7 Mayıs 1337 (1921), Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 479, sayfa: 108-110. Kadiri, Zakir, “Akademi Meselesi-I: Akademilerin Muhtasar Tarihi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 1 (195), s. 41-46. Kadiri, Zakir, “Akademi Meselesi-II: Rus Fünun Akademisi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 2 (196), s. 34-38. Kadiri, Zakir, “Akademi Meselesi-III: Türk Akademisi”, Türk Yurdu, 1928, c. I (XXI), sayı: 3 (197), s. 56-58. Koşay, Hamit Zübeyir, “Hamdullah Suphi Tanrıöver’den İtibaren Müzelerimiz”, Türk Yurdu (Hamdullah Suphi Tanrıöver Özel Sayısı), 1967/2, c. VI, s. 43-44. Köprülüzade Mehmet Fuat, “Akademi Meselesi”, Hayat Mecmuası, 1927/45, c. II, s. 361-362. Öztürk, Veli, “Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Din Eğitimine İlişkin Görüşleri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003/18, s. 197-228. Tevetoğlu, Fethi, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara 1986.

64 HAMDULLAH SUPHİ’NİN İZİNDE YABANCI DİL OLARAK TÜRKÇE ÖĞRETİMİ

Erol BARIN

Gazi Üniversitesi

Teachıng Turkısh As A Foreıgn Language Followıng The Steps Of Hamdullah Suphi Tanrıöver Abstract Hamdullah Suphi Tanrıöver was appointed as an ambassador to Bucharest in 1931. He was closely interested in Turkish people in Romania and Bulgaria. Having brought majority of Gagauz girls and boys to Turkey, he led them to study at primary, secondary and high schools. He also preceded the opening of 26 schools in Gagauz towns and villages of Bessarabia whose language of instruction is Turkish. Today permanent activities have to be developed for Turkish language education, especially in primary and secondary schools in Moldova, Romania and many other countries. In the regions like where Tur- kish language and culture are highly appreciated, a Turkish language curriculum should be carried out in primary and secondary schools as an elective course in cooperation with the Ministry of Education of the countries. Textbooks are needed to be prepared according to regions and age groups. During these studies, common vocabulary, concepts, and formulaic words should be taken into consideration. Short stories should also be used in the teaching materials, because the features of a language are deeply hidden in the stories inherited from generation to generation. Keywords: Hamdullah Suphi, Gagauzia, Turkish as a foreign language, curriculum, short stories. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hamdullah Suphi Tanrıöver, yıllarca Türk Ocakları Başkanlığını başarıy- la yapmış kuvvetli hitabeti ile Türk gençliği üzerinde ciddi tesirler bırakmıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1931’de Bakanlar Kurulu kararı ile Bükreş’e 1. sınıf elçi olarak tayin edilmiş ve bu görevini 1944 yılına kadar sürdürmüştür. Bu esnada Romanya ve Bulgaristan’da bulunan Türklerle yakından ilgilenmiştir. İlk iş olarak kız ve erkek Gagavuz çocuklarından birçoğunu Türkiye’ye getirterek ilk, orta ve yüksek okullara yerleştirerek okumalarını sağlamıştır. Beserabya’daki Gagavuz ka- saba ve köylerini dolaşarak, bu bölgede Türkçe eğitim yapan 26 okul açtırmış ve bu okullara öğretmenler tayin ettirmiş ve Türkiye’den kitaplar getirterek bu okul- larda okutmuştur. Ayrıca kızlı erkekli 30-40 kadar Gagavuz gencini Türkiye’ye göndererek onların çeşitli okullarda ve üniversitelerde eğitim ve öğretim görmele- rini sağlamıştır. (Yavuz, 2010:177). Bugün de gerek Moldova ve Romanya’da gerekse diğer ülkelerde özellikle ilk ve orta öğretim okullarında Türkçe öğretimi için kalıcı çalışmaların yapılması ge- rekmektedir. Bunun başında da Gagavuzya başta olmak üzere Türkçe ve Türk kültürüne ilgi duyulan bölgelerde eğitim bakanlıklarıyla işbirliği yapılmalıdır. Bu işbirliğine dayalı olarak ilk ve orta öğretim okullarında seçmeli yabancı dil dersi Türkçe öğretimi müfredat programlarının yabancılara Türkçe öğretmiş alan uz- manları tarafından oluşturulması gerekmektedir. İletişim ve ulaşım imkânlarının çok fazla kolaylaştığı ve yaygınlaştığı günümüzde küreselleşen dünyada bu tür çalışmalar öne çıkmaktadır. Bu müfredat programları ele alınırken hedef kitlelerin yaş düzeyleri dikkate alınmalı ve 7-9 yaş grubu için ayrı, 10-11 yaş grubu için ayrı, 12-15 yaş grubu için ayrı, 16 yaş ve üstü gruplar için ayrı yabancı dil olarak Türkçe müfredat prog- ramları hazırlanmalıdır. Yaş gruplarına ve bölgelere göre ders kitapları, çalışma kitapları ve öğretmen el kitapları hazırlanmalıdır. Bu çalışmalar sırasında ortak kelimeler, kavramlar ve kalıp sözler de dikkate alınmalıdır. Bu çalışmalar, ülkeler arasındaki kültürel ve ticari bağları da artırmaya yardımcı olacaktır. Kültürler arası benzerlikler dil öğretimini kolaylaştırır. Özellikle ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrencilerin ikinci yabancı dil olarak Türkçe dersini seç- melerini sağlayıcı birtakım çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığı ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ihtiyaç vardır. Özel- likle de Türk Ocaklarının bu kültür coğrafyamızda Türkçenin iletişim dili olarak daha canlı bir hâle getirilmesi çalışmalarını titizlikle ele alması gerekmektedir. Bu, yıllarca Türk Ocakları başkanlığı yapmış ve Türkçe okular açarak dilimize ve 66 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kültürümüze hizmet etmiş Hamdullah Suphi’ye vefa borcumuzdur. Türk Ocakla- rının bu alanda yetişmiş öğretim elemanları da mevcuttur. Çocukların kazandıkları ilk dil becerilerinden biri olan konuşma, yapılan araş- tırmalara göre dinlemeden sonra en çok kullanılan beceridir. Dinleme becerisinin çocuğun anne karnında başladığı bugün somut olarak bilinen bir gerçektir. Ko- nuşma becerisinin ise çocuğun doğumuyla beraber çıkardığı ilk seslerle başladığı kabul edilmektedir. Bireyin küçük yaşlardan itibaren dinlediği hikâye ve masal- lar onun dil gelişiminde son derece önemli bir rol oynamaktadır. (Temizyürek, 2007:118). İlk ve orta öğretim kurumlarında öğrencilerin ikinci yabancı dil olarak Türkçe öğretimi için hazırlanacak materyallerde özellikle hikâyelere yer verilmesi gerekir. Çünkü, bir dili oluşturan unsurlar, nesilden nesile aktarılan hikâyelerde saklıdır. Milletlerin tarihleri, coğrafyaları, kanunları ve gelenekleri hikâyelerde anlatılır. İnsanlar arasındaki iletişim, yüzyıllardır insanların birbirlerine hikâyeler anlatma- sıyla sağlanmıştır. Özellikle nehir hikâyeler; sürükleyici, akıcı ve okuyucuyu içine çeken yapısıyla anadil öğretiminde olduğu kadar yabancı dil öğretiminde de etkili bir türdür. Gündelik hayatın, hedef dile özgü söyleyişlerin, deyim ve atasözlerinin, diyalogların ve kültürel ögelerin hepsini bir arada barındıran nehir hikâyeler, son dönem yabancı dil öğretim yaklaşımları doğrultusunda yabancı dilin bir bağlam içinde öğretilmesi açısından önem kazanmıştır. Nehir hikâye; kurmaca ögelerinden ilgi çekici bir olay örgüsü, birkaç karakter, tek bir mekân, zaman ve anlatıcı etrafında bir veya birkaç duygu etrafında dönen bir edebî türdür. Romanlar bazı durumlarda olay örgüsü olmadan, sadece yazar- larının hayattaki kendi izlenimlerini anlattıkları bir tür özelliği de taşırken, nehir hikâyelerin odak noktası her zaman olay örgüsü, dolayısıyla hikâye olmuştur. Dil var olduğundan beri masallardan, efsanelere, halk hikâyelerinden modern hikâye- lere ve gündelik hikâyelerimize uzanan bir değişim gösterse de hikâye her zaman varlığını sürdürmektedir. Çünkü anlatılarak, eklenerek, bir seferde akılda kalacak kadar akıcı olay ve durumlar içerir. Bu yüzdendir ki son dönemlerde roman öldü mü tartışmalarına karşın hikâyenin ölüp ölmediği hiç tartışılmaz (Gülsoy, 2004: 206). Dil öğretiminde tercih edilmesinde de edebî tür olarak nehir hikâyeyi diğer kurmacalardan (örneğin romandan) ayıran temel özellik, kısalıktır. Nehir hikâye; Edgar Allen Poe’nun kısa hikâye tanımına göre bir oturumda okunabilecek uzun- lukta ve tek etki yaratan kurmaca metinler olarak da tanımlanabilir (Poe, 1994: 60-61, aktaran Stevens, 2014: 6). Çünkü nehir hikâyede baştan sona odak noktası

67 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR aynıdır, değişmez. Bütün bir yapı hâlinde bulunur. Buna ek olarak, nehir hikâye hem düşünce hem de duygu açısından yoğunluk ve derinliğe sahiptir. Benzetme, eğretileme ve kinaye gibi sanatlarla bezenmiş ne- hir hikâyelerde okuyucunun satır aralarını okuyabilme ve hikâyede metnin altında yatan düşünceyi bulma konusunda çaba göstermesi gerekir (Stevens, 2014: 8). Nehir hikâyenin bu özelliği, yorum ve anlama açısından okuyucunun kendi kişisel tarihi ve tecrübelerinin de ortaya çıkmasını sağlar. Dolayısıyla, okuyucuda eleştirel bir düşünme becerisi geliştirir. Aslında diğer edebî türler gibi nehir hikâyenin amacı, insanların tecrübelerini anlatmak ve aktarmaktır. (Stevens, 2014: 8) Ancak nehir hikâye, konu ve bağlamı uzun uzun anlatmak yerine bir “an”a ışık tutar. Bazen bir fotoğraf karesini anla- tır, bazen ise insan hayatında küçücük ama her şeyi değiştiren bir ayrıntıyı göz- ler önüne serer. Hepsi insanın doğasındaki duygu ve düşüncelerin farklı yerlerde farklı şekillerde yükseldiği zamanların hikâyesidir. Yaşanmış, yaşanan ve yaşana- cak olan küçük tecrübelerdir. Bu özellikleri doğrultusunda, nehir hikâyeler dil öğretimi açısından sınıf içi uygulamaya uygun, bir veya iki saatlik ders saatine rahatlıkla sığdırılabilecek kay- naklardır. Gerek bir ödev olarak, gerek ders içinde üzerinde çalışılması zevkli ve eğlenceli zengin bir materyal olmasının yanında nehir hikâyelerin dil öğretimine birçok açıdan katkısı bulunur. Dil öğretiminde nehir hikâyelerin kullanılmasının birçok sebebinden bahsedi- lebilir. Ancak bu sebepler üç ana başlık altında toplanır. Bunlar kültürel, yapısal ve bireysel sebepler olmak üzere adlandırılır. (Koutsompou,2015: 75) Öncelikle, nehir hikâyelerin dil öğretiminde kullanılmasının temel sebeple- rinden biri bu hikâyelerin iyi birer otantik materyal olmasıdır. Kültürel açıdan bakıldığında dilin farklı işlevlerinin, söz sanatlarının bulunduğu, deyim ve ata- sözlerinin kültürel bağlam içerisinde kullanıldığı anlatılar olduklarından öğrenci- ler açısından büyük bir kültürel zenginlik barındırır. Gündelik konuşma dilinde hazırlanmış, bilgi veren gerçek metinlerde bulunamayacak kelime ve anlam zen- ginliği sadece hikâyelerde bulunur. Dahası, hedef dilin gelenek, görenekleri bilgi verici nitelikte olmadan, yaşatılarak gösterilir. Böylece hedef kültüre dair hangi durumda nasıl davranmak ve ne söylemek gerektiğine dair mesajlar ve ipuçları nehir hikâyeler vasıtasıyla elde edilebilir. İkinci olarak yapısal açıdan bakıldığında, nehir hikâyeler konu çeşitliliğine sa- hip olduğu için yerel konulara olduğu kadar evrensel konulara da yer verir. Bu bağlamda, nehir hikâyeler özellikle farklı kültürlerden öğrencilerin kendi fikirle- 68 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR rini rahatlıkla paylaşabilecekleri iletişimsel bir ortam sunar. Öğrencileri hem aktif ve konuya hâkim kılar hem de öğrencinin öğrenme sürecini öğretmenle birlikte yürütmesini sağlarlar. Çünkü nehir hikâyeler, hem öğretmenle hem de sınıftaki diğer öğrencilerle belirli bir entelektüel seviyede tartışma yapılabilecek yoruma açık bir anlatı sunar. Üçüncü ve bireysel açıdan bakmak gerekirse nehir hikâyelerin en önemli özel- liği; öğrenciyi hedef dili öğrenmeye, geliştirmeye yönlendirip okuma konusunda heveslendirmeleridir. Çünkü nehir hikâyelerde yazarların gerçek duygu, düşün- ce ve tecrübelerini görmek ve anlamak öğrenciyi çok büyük ölçüde motive eder (Koutsompou, 2015: 75). Bir kurmaca metinle çalışırken amaç, öğrencinin o me- tinle bir ilişki kurabilmesi, metnin içine girebilmesidir. Öğrenci nehir hikâyenin içine girdikçe, gördüğü duygu ve düşünceleri kendi hayatıyla karşılaştırır. Böylece farklı tecrübeleri özümseyerek dünyada ve hayatta bulunduğu yeri, konumu an- lamaya başlar. Bu farkındalık, öğrencinin yabancı dilde hikâye okuma konusunda kendini rahat bırakmasına ve yaygın kaygıdan uzaklaşmasına yardımcı olur ve artık kendi fikirlerini ve hayal gücünü kullanabileceği yaratıcı etkinliklere açık hale gelir. Masal, efsane, destan, mit, fabl, fıkra gibi halk hikâyeleri sözlü kültürün ürü- nü olan nehir hikâyelerdir. Bunlar, genellikle yazarı ve yazıldığı zamanı bilinme- yen veya çok eski bir zamanda geçen olağanüstü olayların bulunduğu anlatılardır. Halk hikâyeleri, sözlü olarak nesilden nesile aktarılan hikâye anlatıcılığı yoluyla oluşan geleneksel nehir hikâyelerdir (Taylor, 2000: 3). Sözlü hikâye anlatıcılığının temel özelliği olan sık tekrarlara sahip olması; dildeki vurgu, telaffuz, uyak gibi dilin ritmik özelliklerini taşıması ve dolayısıyla anlaşılır, kolay ezberlenebilir ve yalın olması en önemli özellikleridir. Yabancı ve yeni kelimeler içermez. Eylemlerden oluşur. Çeşitli olaylar çerçeve- sinde ilerleyen, hareketli bir dile sahiptir. Üstelik bu olaylar, azdır ve çoğunlukla diyaloglarla desteklenir (Yavuz, 2009a; aktaran Arslan &Ayhan: 2014: 3). Halk hikâyelerinde kahramanlar karmaşık değil, nettir. Çoğunlukla “tip”lerden oluşan masallarda iyi mutlak iyidir, kötü ise mutlak kötüdür. Buna bağlı olarak, halk hikâ- yeleri çoğunlukla konusu bilinen ya da kolay tahmin edilebilen bir türdür. Bu özelliğiyle de öğrencileri ürkütmez, endişelendirmez. Dil öğretiminde kullanımı açısından, farklı biçimleri ve etkinlik çeşitliliğiyle her seviyede öğrencilere uygulanabilmesi nehir hikâyenin önemli avantajlarından biridir. Kronolojik olarak ve belirli fikirler ve kelimeler çerçevesinde ilerlediğin- den, öğrenciler tarafından kavranması kolaydır. Böylece akademik yetenekleri

69 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR geliştirmek açısından da etkili bir materyal olarak kullanılabilir. Analiz etme, çı- karım yapma, özetleme, yapıları fark etme gibi çalışmalarla içerik-odaklı ve ile- tişimsel yaklaşımla öğretim yapmak için de oldukça uygundur (Taylor, 2000: 3). Kültür aktarımı açısından masalların, efsanelerin, destanların, fablların dil öğ- retiminde etkili olduğu bilinmektedir. Bu anlatılarda geçen olaylarla bağdaştırılan kavramların veya ilişkili olan eylemlerin kavranması çok daha hızlı ve kalıcı olur. Humboldt, “Kuşaktan kuşağa, kişiden kişiye aktarılan sözvarlığı bir ulusun kültü- rünün aynası niteliğindedir” der. Halk hikâyelerinde kullanılan yiyecek, hayvan, kişi isimleri ve yapılan eylemler dilin içinde bulunduğu kültürü yansıtır. Bir dil öğreniminde en zor kavranan yapılar olan deyim, atasözü ve ikilemeler de, bir bağlam içinde daha etkili ve keyifli bir biçimde öğretilebilir. Buna bağlı olarak, “kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâyecik” olarak tanımlanan Nasrettin Hoca fıkralarından hareketle, fıkra ve masal kullanı- mının her dönem geçerliliğini yitirmeyen, değişmeyen bir tür olduğu söylenebilir. Destanlar, uzun masallar ve mitlerin ise ağır dil yapısı ve uzunluklarından dolayı çeşitli biçimleri mevcut olduğundan nehir hikâye biçiminde kısaltılmış, uyarlan- mış veya sadeleştirilmiş biçimlerini kullanmak daha anlamlı olmaktadır. Çoğu metnin zaman içinde güncelliğini yitirmesi sorununa karşın fıkralar, masallar, des- tanlar ve mitlerden oluşan geleneksel nehir hikâyeler zamansız anlatılar olmaları bakımından da önem taşımaktadırlar. Her dönem zevkle okunmaları, evrensel de- ğerleri içermeleri halk hikâyelerinin yabancı dil sınıflarında kullanılmalarını daha da anlamlı kılmaktadır. Nehir hikâyeleri seçerken öncelikle dikkat edilmesi gereken nokta; öğrencile- rin hayal gücüne hitap eden, çeşitli yorumlara açık, öğrencinin seviyesinin biraz üstünde bir metin bulabilmektir. Farklı ülkelerden, kültürlerden gelen, çeşitli ilgi alanlarına sahip öğrenciler için kültürlerarası karşılaştırmalar yapılabilecek evren- sel konuların seçilmesi oldukça önem taşır. Hatta nehir hikâyeye girişin en yaygın, en bilinen halk hikâyelerinden yapılması öğrencilerin yabancı bir dilde kurmaca okurken kendilerini rahat ve güvenli hissetmelerini sağlar. Ayrıca, kelime ve biçim açısından atasözleri, deyimler, söz sanatları gibi zengin kelimeler tanıdık bir konu içerisinde daha iyi kavranır. Bir diğer önemli nokta, seçilen nehir hikâyelerin hedef dilde yazılmış olması- dır. Böylece öğrenciler hedef dilin hem farklı söyleyiş biçimlerini görebilir, dilin ritmine ve akışına alışabilir, hem de hikâyenin kültürel altyapısını görerek kendi kültürlerinden farklı bir toplumu anlayabilirler. Dünya masalları, halk hikâyeleri sınıfta kullanılırken, hedef dilin dil ve cümle özelliklerine göre yazılmış olanları 70 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tercih edilmeli, çevirilerdeki kelime ve dilbilgisine dikkat edilmelidir. Başlangıç seviyesinde eski sözcükler, argo, yabancı kelimeler, yerel kullanımlar, ağızlar içe- ren hikâyelerin kullanılması uygun olmazken orta seviyenin üstünde kullanılması gerekli olmaktadır. Bu noktada, bazı nehir hikâyeler öğrencilerin seviyelerine göre kısaltılabilir veya sadeleştirilebilir. Bazı hikâyelerde günümüzde artık kullanımını yitirmiş keli- melerin yerine bugünkü karşılıkları koyularak sadeleştirme yapılmaktadır. Bu du- rumlarda kelimelerin orijinalinin de dipnot olarak belirtilmesi uygun olmaktadır. Diğer yandan, metnin akıcılığını, akışını bozmadan hikâye dili dilbilgisi açısından basitleştirilerek kısaltmalar ve sadeleştirmeler yapılmaktadır. Bu tür sadeleştirme- ler, özellikle başlangıç ve orta seviyelerde öğrencilerin ünlü yazarların, bilinen kla- sik hikâyelerini okuyabilmelerini sağlar. Böylece her öğrenci dil seviyesine uygun nitelikli bir nehir hikâye okuyabilme imkânına sahip olur. Nehir hikâyelerin konularının arkadaşlık, evlilik, barış, şiddet, göç gibi tartış- maya açık sosyal konulardan seçilmesi konuşma ve yazma becerilerinin geliştiril- mesi açısından önem taşır. Ancak din, savaş, ırkçılık, ayrımcılık vb. konular içeren hikâyelerin yazarın görüşünü yansıtan öznel unsurlar içerebilecekleri için tercih edilmemeleri faydalı olur. Diğer yandan, aynı yazarın birkaç eserini okutmaktansa farklı yazarların hikâ- yeleri okutulmaya çalışılabilir. Farklı sosyal sınıflardan gelen, kendine özgü üsluba sahip yazarların değindikleri konular, konuya yaklaşımları ve anlatım biçimleri hedef dilin daha iyi özümsenmesini sağlar. Söz gelimi, Sait Faik Abasıyanık’in Hişt,Hişt!, Refik Halit Karay’ın Eskici adlı nehir hikâyeleri, hem Türkçenin kul- lanımı ve yazarın üslubu hem de ele aldıkları konular, cümle yapısı ve sözcükleri açısından incelenmesi öğrencileri çok çeşitli alanlarda aydınlatmakla kalmaz, on- ları birbirinden farklı gözlemci ve eleştirel üsluplarla tanıştırır. Son olarak nehir hikâyeler seçilirken, mizahi ögeler taşıyan hikâyelere yer ve- rilmesi ancak öğrencinin yaşına göre Nasrettin Hoca fıkraları gibi çocuklar için değerler eğitimi içeren fıkraların seçilmesi, yetişkinler için ise toplumsal hiciv içe- ren hikâyelerin kullanılması çok faydalı olur. Gerek geleneksel gerekse modern nehir hikâyeler; sadece doğrudan dil öğretiminde ders kitaplarıyla verilemeyen dil zevkini, okuma keyfini ve yaratıcılığı geliştirmekle kalmaz, öğrencinin derslere olan ilgisini de artırır. Sonuç olarak öncelikle yabancı dil olarak Türkçe öğretimi yapılırken dil işlev- sel kullanımıyla sınırlandırılmayıp, dilin duygulara ve derin düşünmeye yönlen- diren edebî yönünün de gösterilmesi gerekir. Bu doğrultuda, uygun geleneksel ve

71 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR modern çok sayıda nehir hikâye örneklerinin seçilmesi, bunların seviyelere göre belirlenmesi, düzenlenmesi, sadeleştirilmesi, hatta dil derslerinde kullanılacak ye- ni nehir hikâyelerin üretilmesi gerekmektedir. Seçilen veya yazılan nehir hikâye- lerin hikâye öncesi, hikâye sırası ve hikâye sonrası etkinlikleriyle de pekiştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

KAYNAKLAR Ayhan M.S. ve Arslan M. (2014). Edebi metin olarak masalların yabancılara Türkçe öğretiminde dilsel ve kişisel becerilerin gelişimine etkisi. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7 (2), 543-559. Gülsoy, M.(2004). Büyübozumu: yaratıcı yazarlık kurmacanın bilinen sırları ve ihlal edilebilir kuralları. İstanbul: Can Yayın- ları. Koutsoumpou, V. (2015). The use of literature in the language in the language classroom: methods and aims. International Journal of Information and Education Technology, 5(1), 74-79. Stevens, A.E.P. (2014). Short stories as a sourse of cultural insight when teaching english. Masters’s thesis. Hogskolen i Hedmark Avdeling for laererutdanning. Taylor, E.K. (2000) Using folktales. Cambridge Handbooks for Language Teachers series. Cambridge: CUP., Temizyürek, Fahri. (2007) İlköğretim ikinci kademede konuşma becerisinin geliştirilmesi, A.Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 40, Numara 2. Yavuz, N. (2010). Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagavuzlar. Akademik Bakış,Cilt 4, sayı 7, s.177.

72 HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER’İN EĞİTİM VE KÜLTÜR HAYATIMIZA KATKILARI

Doç. Dr. Fahri TEMİZYÜREK

Gazi Eğitim Fakültesi

Özet Türk eğitim tarihi ve kültür hayatında çalışmalarıyla derin izler bırakan Hamdullah Suphi Tanrıöver, genç Türkiye cumhuriyeti Devletinin eğitim politikasının millî bir kimlik kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Onun eğitim tarihindeki yeri ve Türk kültürü hak- kındaki görüşlerinin ortaya konması eğitim ve kültür anlayışında yönlendirici ve yol açıcı bir rol oynayacaktır. Hamdullah Suphi eğitimin de üç temel unsuru üzerinde durmuştur. Bunlar, okul, öğrenci ve öğretmendir. Bakanlığı döneminde kütüphanelerin eğitim düze- yini karşılar nitelikte olması, ders araç ve gereçlerinin yeterli seviyeye getirilmesi, öğretim elemanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi, yurt dışından öğretmenler getirtilmesi gibi birçok konuyla yakından ilgilenmiş ve çözüm yolları üretmiştir. Türk kültür mirasının ko- runması ve geliştirilmesi konusunda ciddi adımlar atmış, kültürel değerlerin geleceğe intikal edebilmesi için bir dizi tedbirler almıştır. Anahtar kelimler : Hamdullah Suphi Tanrıöver, eğitim tarihi, Türk kültürü, eğitim-öğretim The Contrıbutıons Of Hamdullah Suphi Tanrıöver Into Our Culture And Educatıon System Abstract Hamdullah Suphi Tanrıöver, who has left his mark on Turkish culture and society with his works, played a major role in the construction of national identity into the educational HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

policy of the young Turkish Republic. To reveal his place in the history of education and his ideas about Turkish culture will play a motivating and inspiring role in the understanding of education and culture. Hamdullah Suphi put emphasis on three major issues in education. These issues were school, student, and the teacher. During his ministry, he was closely in- volved in many issues such as increasing the quality of libraries in order to meet the needs of the educational level, increasing the instructional materials and supplies to a sufficient level, enhancing the personal rights of the teaching staff and bringing teaching staff from abroad. He took serious steps for the protection and development of Turkish cultural heritage. He also took a series of measures for the inheritance of cultural values. Keywords: Hamdullah Suphi Tanrıöver, history of education, Turkish culture, educa- tion-teaching

Sayın başkan, değerli misafirler tebliğime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk kültür ve toplum hayatında çalışmalarıyla derin izler bırakan Hamdullah Suphi Tanrıöver, genç Türkiye cumhuriyeti Devletinin eğitim politikasının millî bir kimlik kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Henüz 27 yaşında iken Türk ocaklarının başına geçen Tanrıöver, Başta Türk Ocakları olmak üzere, yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri ile Türk Dünyasının adeta “çarpan kalbi” olmuştur. Türk eğitim ve kültür hayatında önemli hizmetlerin gerçekleşmesine hizmet etmiş olan Hamdullah Suphi, bugünkü Türkiye cumhuriyetinin hamurunu yo- ğuranlardan biri olmuştur. ( Temir, 1966 : 737 ) Onun eğitim tarihindeki yeri ve Türk kültürü hakkındaki görüşlerinin ortaya konması eğitim ve kültür anlayışın- da yönlendirici ve yol açıcı bir rol oynayacaktır. Osmanlının son dönemi ile genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde tarih sahnesindeki yerini alan Hamdullah Suphi, Türk ocakları Genel Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Bükreş Büyükelçiliği yaptığı dönemlerde Türk milli eğitimine ve Türk kültürüne olan hizmetleri, günümüzde oluşturulacak eğitim ve kültür politikalarında da yönlendirici olacak ayrıca yaşadığı dönemin daha iyi incelenmesini sağlayacaktır. Gençlik yılları II. Meşrutiyet döneminin başlarına rastlayan Hamdullah Sup- hi, dedesi ve babası maarif vekilliği yapmış kültürlü bir aileye mensuptur. Bu dönemdeki eğitimin genel çehresini toplumsal çalkantılar ve ulusçu hareketler yönlendirmektedir. Özel okullar bu dönemde ciddi gelişme gösterir. Gerek öğre- tim kadrosu gerekse fizikî şartları itibarıyla devlet okullarının çok önündedir. İlan edilen eğitim seferberliği çerçevesinde bütün Anadolu’da öğretim kurumlarının açılması sağlanır. Böylece devletin en uzak yerleşim yerlerine kadar otoritesinin 74 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR oluşturulması amaçlanır ( Sakaoğlu, 1991 : 99). Lakin sık sık maarif nazırlarının değişmesi eğitim konularında istikrarsızlığa sebep olur. Hedeflenen olumlu çaba- lar sekteye uğrar. Birinci dünya savaşına kadar geçen süre içerisinde ortaya çıkan karmaşa, partiler arasındaki anlaşmazlıklar, yapılacak işlerde istikrarsızlığa sebep olur. ( Koçer, 1987 : 221 ) Bu dönemde ortaya çıkan fikir akımları; Batıcılık (Garpçılık ), Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktür. Batılılaşma reformist politikalarla gelişen, Osmanlı devletinin zayıflamaya başlamasıyla hayata giren siyasi bir kavramdır. Zamanla eğitim kurumlarına ve düşünceye yansır. Batılılaşma hareketlerinin aşırı bir hal alması Osmanlı halkının kendi hayat tarzına ve anlayışına yabancılaşmasına yol açar. ( Aslan, 2006 : 629 ) Tanzimat devrinin sonlarına doğru Osmanlıcılık fik- ri ortaya çıkar. Bu düşünce hareketinin temel gayesi etnik milliyetlerin Osmanlı devletinden kopma çabalarını önlemektir. Osmanlı bünyesindeki milletlerin ada- let, hürriyet ve eşitlik ortamında bir arada yaşamaları görüşünü savunur. 19. Yüz- yılın ikinci yarısından itibaren siyasî bir ideoloji olarak ortaya çıkar ( İslamoğlu, 2004 : 34 ). Ancak bütün bu çabalara rağmen azınlıkların ayrılması engellenemez. Birinci Dünya savaşı sırasında Türk Milliyetçiliği düşüncesi ön plana çıkar. Savaş sonrası ise Osmanlıcılık fikri tamamen ortadan kalkar. 19. Yüzyılın ortalarında ise dinî ve siyasî bir akım olarak İslamcılık görüşü ortaya çıkar. Bu görüşe mensup olanların temel amaçları; İslam’ı bütün boyutlarıyla topluma yeniden hâkim kıl- mak, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zorba yöneticilerden, kölelik, taklit ve hurafelerden kurtarmak, kalkındırmak ve birliği sağlamaktır ( Özalp, 2005 :125 ). Osmanlı Devletinin Balkanlardaki topraklarını kaybetmesiyle beraber Os- manlıcılık ideolojisi devlet adamları ve düşünürleri nazarındaki itibarını hızla kaybeder. Türkçülük fikir akımı mensupları çoğalır. “Millet” esaslı bir kimlik oluş- maya başlar. Türkçülük akımı gelişimini II. Meşrutiyetin sonlarına doğru tamam- lar. Bu görüşü savunanlara göre yirminci yüzyıl milliyetçilik yüzyılıdır. Türkler varlığını ancak millî şuur ve şahsiyete sahip olarak devam ettirebilir. Bu akımın öncüleri arasında Hamdullah Suphi Tanrıöver de vardır. Selanik’te “Genç Kalem- ler” İstanbul’da ise “Türk Yurdu” dergileri yayınlanmaya başlar ve Türk ocağı ku- rulur. Bu aşamadan sonra Türkçülük hareketi geniş kitleler tarafından benimsenir. Türk aydınların önemli bir kısmı hareket içerisinde yer alır ( Ergün, 1996 : 39 ) Türkçülük hareketinin sistemleşmesini sağlayan kişi Ziya Gökalp’tir. O’na gö- re eğitim; kişilerin milli kültüre uyumunu sağlayan sosyal bir olaydır. Her mille- tin kendine özgü bir kültürü ve bu kültüre uygun bir eğitim sistemi olmalıdır. Bir toplumun milli kültürü hiçbir milletten aynen kopya edilemez. Bu sebeple genç nesle verilecek eğitim mutlaka milli olmalıdır. Böylece bir ulusun teşekkülü sağ-

75 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lanacaktır. Kişi ancak kendi kültürünün gerçek bir temsilcisi olduğunda orijinal bir kişilik kazanabilir. Batı’nın kültürü değil bilim ve tekniği alınmalıdır. Her mil- let kendi kültürünü yaşatmaya özen göstermelidir. Zira kültür milli bir değerdir. Toplumdan topluma değişir. ( Wilson ve Başgöz, 1973 : 46 )Bu görüşler doğrul- tusunda fikir dünyasını geliştiren Hamdullah Suphi, uzun yıllar Türk Ocağı’nın başkanlığını yapar ve Türkçülük fikrinin burada gelişmesini sağlar. Dönemin en önemli eğitim kurumları medreselerdir. Medreseler Osmanlının kuruluş ve yükseliş dönemlerinde en yaygın eğitim kurumudur. II. Meşrutiyet dö- neminde de bu özelliğini korur. Bu dönemdeki medreseler genel ve ihtisas medre- seleri olmak üzere temelde iki türdür. Genel medreselerde adından da anlaşılacağı üzere herhangi bir uzmanlaşma yoktur. Daha çok kadı, müftü, müderris yetişir. İhtisas medreselerinde ise çeşitli bilim dallarında eğitim ve öğretim yapılmaktadır. En yaygın olanları ilahiyat, tıp, matematik, hukuk ve tabiat bilimleri diyebiliriz. Temel eğitimi veren kurum ise sıbyan mektepleridir. Genelde her mahallede cami içi veya yanında bir sıbyan mektebi vardır. Öncelikle Kuran öğretimine yer verilen bu okullarda okuma-yazma, basit matematik ve çocuk için gerekli dini bilgiler öğretilir Milletlerin tarih sahnesindeki devamlılığı eğitime vermiş olduğu değerle mümkündür. Eğitim, milletin olmazsa olmaz olarak değerlendirilen maddi ve manevi unsurlarını nesilden nesile aktaran en önemli vasıtadır. Hamdullah Suphi Bey’e göre iki türlü eğitim vardır. Bunlardan birincisi her çareyi mazide arayan gö- renek ve ananeye sıkı sıkıya bağlı muhafazakârlık diğeri ise dünyanın bütün ilim ve sanat akımlarını benimseyen, batı medeniyetini beşerî bir medeniyet olarak tanıyan görüştür. O’na göre maarifimizin ruhu milliyet, istikâmeti garp, hedefi ise millî iktisat olmalıdır. Türk millî eğitim sisteminin birinci amacı, millî ruha sahip nesiller yetiştirmek olmalıdır. Bu da ancak dil ve dinden ibaret olan milliyetin “Türklüğe doğru” gitmesiyle mümkün olacaktır. Eğitimin ikinci amacı Batı’ya yö- nelmek olmalıdır. Türk milletinin eğitim ve öğretim işini kendi görenekleri içinde halledebilmesi mümkün değildir. Batı dünyası eğitim öğretim meselelerini sürek- li incelemektedir. Türk milleti de Batı’nın yol göstericiliğinden yararlanmalıdır. Üçüncü amacı ise iktisadî kalkınmayı hedef almaktır. Okullar toplumun ihtiyaç- larına cevap vermeli, yol göstermelidir. Türk eğitim sisteminin en büyük eksikliği okulların “efendi insan” modeli ile birlikte “ameli insan” modelini yetiştirememiş olmasıdır. Çünkü gelişen dünya şartları içinde ziraat, ticaret ve sanayi alanlarında diğer gelişmiş devletler ile rekabet edebilmek için üretime yönelik bir eğitim an- layışının benimsenmesi gereklidir. Hamdullah Suphi eğitimin de üç temel unsuru üzerinde durur. Bunlar, okul, 76 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

öğrenci ve öğretmendir. O’nun düşündüğü okul sistemi öğrenciyi hayata hazırla- malı onları tarlasından, dükkânından, tezgâhından geçimini sağlayabilecek amelî ve nazarî bilgilerle donatmalıdır. Ayrıca okul mahalli üretim ve ihtiyaçlarla da ilgilenmeli, meslek öğretmeye yarayan bir iş evi, bir esnaf ocağı olmalı, çocuğu toplumun genel menfaatlerini dikkate alarak eğitmelidir. Öğretmen, okul ve öğ- renciyi işaret edilen istikamete doğru yönelten kişidir. Öğretmenler belirlenen bir amaca yönelik olarak yetiştirilmelidir. ( Ergün, 1982 : 16 ) Görev yerlerinde bir ayırım yapmamalı, yurdun her köşesinde aşk ile çalışmalıdırlar. Mecliste yapmış olduğu bir konuşmada okulların yapımı için köylülerden is- tenen vergilere karşı çıkan Tanrıöver, ilköğretimin çok önemli olduğunu, köylüler için yapılan okulların bütün masraflarının devlet tarafından karşılanması gerekti- ği görüşünü savunur. Bakanlığı döneminde ilköğretim kurumlarının faaliyetlerini düzenli bir şekilde yapabilmeleri için çalışmalar yaptırmış, okulsuz ve öğretmensiz bir beldenin kalmaması için var gücüyle mücadele etmiştir. Yine meclisteki bir konuşmasında bütün maarif müdürlerine bir tamim gön- dererek ehliyeti olmayan, mesleğe mensup olmayan ve Darülmualliminden me- zun olmayan adamları öğretmen yapan müdürleri şiddetli bir şekilde cezalan- dıracağını ifade ederek öğretmenlik mesleğine verdiği önemi ortaya koymuştur. Bakanlığı döneminde bir müfettiş gibi okulları denetlemiş, derslere girmiş, öğ- rencilere sorular sormuştur. Yükseköğretim kurumlarıyla da yakından ilgilenen Hamdullah Suphi, Darül- fünun’da yapılacak ıslah çalışmalarını meclis gündemine getirmiş özellikle ders- lere devam konusu, öğretim elemanlarının yabancı dil öğrenme mecburiyetleri, çağın koşullarına uygun eğitim ve öğretim programlarının oluşturulması, ayrılan bütçenin beklentilere cevap verebilecek bir düzeyde olması, kütüphanelerin üni- versite eğitim düzeyini karşılar nitelikte olması, ders araç ve gereçlerinin yeterli seviyeye getirilmesi, öğretim elemanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi, yurt dışından öğretmenler getirtilmesi gibi birçok konuyla yakından ilgilenmiş ve çö- züm yolları üretmiştir. Bir topluluğun sahip olduğu maddi ve manevi değerler bütünü olarak değer- lendirilen kültür, milletlerin ve medeniyetlerin farklılaşmasını sağlamıştır. Türk kültürünün oluşmasında şüphesiz en önemli etkenlerden birisi de zengin bir geç- mişe sahip olmasıdır. Orta Asya’dan Viyana’ya, Kırım’dan Afrika’ya kadar uzanan büyük bir alan içerisinde sayısız denecek kadar birçok kültürle, Hint, Çin, İran, Eski Mısır, Sümer, Hitit, Eski Yunan, Roma, Bizans, İslam ve Batı medeniyetleri gibi çeşitli medeniyetlerle temas etmiş ve etkileşim içinde olmuştur. ( Turhan, 1954; 421 )

77 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hamdullah Suphi, bakanlığı döneminde Türk kültürünün geliştirilmesiyle il- gili çalışmalara önem vermiş, bu amaca hizmet eden birçok genelge hazırlatmıştır. Bakanlık bünyesindeki Hars Dairesi’nin görevini; milli lisan ve edebiyat hakkın- da incelemelerde bulunmak, hece vezniyle yazılmış şiirler, Osmanlı döneminde yazılmış eserler; (bilmece hikâye ve masallar) derlemek, milli oyun ve kıyafetleri toplamak, şarkı, türkü ve manileri derlemek, milli eserleri ve abideleri muhafaza ile milli eserlerden oluşan müzeler kurmak, milli tiyatro ve opera ile meşgul ol- mak, milli tarihi kayıt ve tespite yönelik vesikaları hazırlamak, şeklinde yeniden düzenlemiştir. ( Öymen, 1988 : 102 ) Eski eserlerin korunması özellikle yurt dışına çıkışının engellenmesi konusun- da ciddi bir duyarlılık göstermiş, mecliste zaman zaman konuyla ilgili milletve- killerini bilgilendirmiştir. Türk kültürünün gelişmesi için telif ve tercüme işlerine önem vermiş, Bakanlık bünyesindeki telif ve tercüme dairesinin kadrosunu güç- lendirerek yüzlerce eserin Türkçeye çevrilmesini sağlamıştır. Burada birçok klasik eserin Türkçeye çevrilmesini sağladığı gibi Batı’nın eğitim alanında ortaya koydu- ğu önemli görüşleri içeren kitapların da tercümesini sağlamıştır. Türkçenin, Arapça ve Farsçadan çok fazla etkilendiğini düşünen Hamdullah Suphi, Bakanlık bünyesinde dilimizin özüne döndürülmesi ve ağızlarda yaşayan Türkçe kelimelerin tespit edilerek yaygın bir şekilde kullanımını sağlamak ama- cıyla uzmanlardan oluşan bir birimin oluşmasını istemiş lakin görevinden ayrıl- ması dolayısıyla bu isteği akamete uğramıştır. Yurt dışına öğrenci göndermenin önemi üzerinde duran Hamdullah Suphi, kendi döneminde de başta Fransa olmak üzere tahsillerini tamamlamak ve geliş- tirmek amacıyla muhtelif memleketlere öğrenciler gönderilmiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; bürokrat bir aileden gelen Hamdullah Suphi, ül- kesinin geleceğini gelişme açısından Batıcılıkta, kültürel açıdan ise öze dönüşte yani Türkçülükte görmüştür. Devrinin en önemli hatiplerindendir. Milli Müca- dele döneminin önemli isimleri arasında yer alır. Türk milli eğitim sistemine ve kültürüne yapmış olduğu hizmetler her zaman hayırla yâd edilecektir. Ruhu şad mekanı cennet olsun.

KAYNAKÇA Aslan, T. ( Ekim 2006 ) Garpçılar ve Garpçılar Arasındaki Fikir Ayrılıkları, Kastamonu Eğitim Dergisi, 14 (2) Ergün, M. ( 1982 ) Atatürk devri Türk Eğitimi. Ankara, DTCF Yayınları Ergün, M. ( 1996 ) ikinci Meşrutiyet Devrinde Eğitim hareketleri, Ankara, ocak Yayınları İslamoğlu, A. ( 2004 ) II. Meşrutiyet Döneminde Siyasal Muhalefet, İstanbul, sistem Matbaacılık Koçer, H. A. ( 1987 ) Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu. Ankara MEB. Yay. Öymen, H. R. ( 1988 ) Cumhuriyet Eğitimine Geçişte Atatürk’ün Etkisi. Ankara, TTK. Özalp, A. ( 2005 ) İslamcılık. İslam Ansiklopedisi maddesi. Sakaoğlu, N. ( 1991 ) Osmanlı Eğitim Tarihi. İstanbul, iletişim yay. Temir, A. ( Temmuz 1966 ) Tanröver’in Arkasından. Türk Kültürü Dergisi, 45, 737 Turhan, M. ( Aralık 1954 ) Türk Kültürünün Kaynaklarına İnmek Ne Demektir. Türk Yurdu Dergisi, 239 Wilson H. E. ve Başgöz, İ. ( 1973 ) Türkiye Cumhuriyetinde Milli Eğitim ve Atatürk, Ankara, Dost Yayınları.

78 HAMDULLAH SUPHI’NIN TÜRK YURDU DERGISINDEKI NUTUKLARI

Yrd. Doç. Dr. İbrahim ATABEY

Gazi Üniversitesi

Özet Hamdullah Suphi Tanrıöver; hem eğitimci, yazar, fikir ve eylem adamı hem de Türkçeyi çok iyi kullanan bir yazardır. O deneme, nutuk, gezi, fikir yazıları gibi farklı edebî türlerde eserler veren bir aydındır. Onun, uzun süre başkanlığını yürüttüğü Türk Ocaklarının yayın organı olan Türk Yurdu dergisinde, özellikle 1911-1931 yılları arasında birçok yazısı yayım- lanmıştır. Bu yazıların hepsi, edebî bir değer taşır. Bu çalışmada Hamdullah Suphi’nin nutuklarının konusu ve dil özellikleri üzerinde du- rulacaktır. O, nutuklarının birçoğunu kendisi kaleme almıştır. Bir kısmı ise, hakkında yazı- lanlarda da sıkça bahsedildiği gibi, yazılı bir metin hâline getirilmiş gibi mükemmel olan konuşmalarından yazıya geçirilmiştir. Anahtar kelimeler: Hamdullah Suphi, Türk Ocakları, Türk Yurdu dergisi, nutuk, dil özellikleri. Abstract Hamdullah Suphi’s Speeches in Türk Yurdu Magazine Hamdullah Suphi Tanrıöver; is a writer who is an educator, writer, man of ideas and action, as well as a very good writer of Turkic language. He is intellectual that gives works on different literary genres such as essays, speeches, trips, ideas. Many articles were published in the Türk Yurdu HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

magazine, which was the publication organ of the Türk Ocakları, where he conducted his long term presidency, especially between 1911-1931. All of these letters have a literary value. In this study, the subject and characteristics of the speeches of Hamdullah Suphi will be emp- hasized. He wrote a majority of his speeches himself. Some of them, as mentioned frequently in the writings, have been written through their excellent speeches as if a written text has been given. Keywords: Hamdullah Suphi, Türk Ocakları, Türk Yurdu magazine, lecture, language fea- tures.

Giriş Hamdullah Suphi, aralıklarla toplam otuz dört yıl genel başkanlığını yaptığı Türk Ocakları ile adı özdeşleşmiş bir hatip, eğitimci, yazar, şair ve devlet adamıdır. O, hitabetteki üstün vasfı ve ele aldığı konulardan dolayı “millî hatip” olarak anıl- maktadır. Hamdullah Suphi’nin birçok yazısının yanında nutuklarının bir kısmı, 1911 yılında yayımlanmaya başlanan ve 1912’den itibaren de Türk Ocaklarının yayın organı olarak çıkmaya devam eden Türk Yurdu dergisinde basılmıştır. Ham- dullah Suphi’nin konuşmaları, makale niteliğindeki yazıları, hatıraları ve nutukla- rı Dağ Yolu, Günebakan ve Seçmeler adlı kitaplarda toplanmıştır.1 Bu çalışmada, Hamdullah Suphi’nin özellikle Türk Yurdu dergisinde 1911- 1931 yılları arasında yayımlanmış nutuklarının özellikle konuları üzerinde duru- lacak; bunların bazılarından örnek metinlere yer verilecektir. Bilindiği gibi, Türk Yurdu 1911-1931 yılları arasında iki seri hâlinde çıkmıştır. Birinci seri 1911-1918, ikinci seri ise 1924-1931 yılları arasında yayımlanmıştır.2 1. Türk, Türklük ve Türk Ocakları Hamdullah Suphi, kuruluş günü münasebetiyle yaptığı ve Ocak 1913’te ya- yımlanan nutkunda, Türk Ocaklarının kuruluş gününü, hep beraber kutlamak ve kutsamak amacıyla toplandıklarını söyler. Ona göre, Ocak’ta bir masa etrafında toplananlar da ayrı ayrı “sebeb-i şeref ”tir ve aynı “asil maksat” için bir araya gel- mişlerdir. Onun konuşması sadece kuru bir bilgiye dayanmaz; destekleyici örnek, hatıra ve belgeyle ilgi ve merakı ayakta tutardı. Yukarıda bahsedilen konuşmasında, Türk Ocaklarının doğuşu hakkında bilgi verirken böyle bir örneklendirmeye başvur- muştur: “Bir kavmin kendini idrak etmesinde başkalarını dilgîr edecek hiçbir say yoktur. Mektep sıralarında iken okuduğum bir lâyihayı şimdi küçücük bir hülâsa ile size tekrar etmek isterim: Hakan-ı mağfur Abdülaziz zamanında Mustafa Fazıl Paşa’yı Anado- lu’da bir teftişe memur etmişlerdi. Paşa, saraya takdim ettiği lâyihada o zaman hüküm- 80 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR darın pek de alışık olmadığı bir lisan ile ‘Padişahım, Anadolu’da birbirine zıt iki âlem var.’ diyordu. ‘Biri Hristiyanların, nereden ziyalarını yolladığı bilinmez bir güneş al- tında coşkun bir bahar gibi fışkırıp çıkan âlemi, köyleri kasaba, kasabaları büyük şehir- ler hâline koyan, günden güne zi-hayat, günden güne zi-kudret ve servet âlemi, o âlem ki dertlerini dinletmek, şikâyetlerini anlatmak için patrikhaneleri ve onlar delaletiyle istinat edecekleri devletler vardır. Buna mukabil devletin en azılı istinatgâhı, en emin menba-yı hayat ve kuvveti olan diğer bir âlem var ki, Anadolu’nun ortasında, denize atılmış ağır bir şey gibi gitgide göçüyor, çöküyor; şehirleri küçük kasabalar, kasabaları köy hâline geçiyor; her gün biraz daha fakir düşüyor, her gün biraz daha harap ve sefil oluyor. Padişahım, derdini anlatacak hiç kimsesi olmayan; bakımsız, himayesiz bıra- kılan bu metruk âlem, bu zavallı âlem sizin âleminiz. Tahtınızı tutan, hudutlarınızı koruyan Türk âlemi, Müslüman âlemi.’ diyordu. O zamandan beri son senelere gelin- ceye kadar Türk’ü sevmek, Türk’e acımak kimsenin hatırına gelmedi.” (Ocak 1913). 3 Bu örneklendirme ile Hamdullah Suphi’nin dikkatlere sunduğu, daha Os- manlı’nın son yıllarında dile getirilen ve günümüzde dahi sıkça dile getirilmek zorunda kalınan bir eksikliktir. “O zamandan beri son senelere gelinceye kadar Türk’ü sevmek, Türk’e acımak kimsenin hatırına gelmedi.” sözü, bir gerçeği bütün çıplaklı- ğı ve hazinliğiyle açığa çıkarmaktadır. Hamdullah Suphi’ye göre Türk Ocakları, “Türk’ü sevmek, ona acıyıp hakkını korumak ve vermek” için kurulmuştur. Nite- kim bir Türk Ocakları toplantısından sonraki konuşmasında şöyle demiştir: “Ocağımızı bir defa daha yâd edelim: Eğer İstanbul’un bir köşesinde, bir Türk Oca- ğı varmış, dedirtmek bizim için kâfi ise bugünkü mesaîmiz bunu temin etmiştir, eğer düşünmeğe mecbur olduğumuz gibi Türk Ocağının her Türk’ün kalbinde bir yer tut- masını istiyorsak pek sevgili kardeşler, himmetimizi tezyîd edelim. Derneğimize hitam verirken gelecek sene Türklük itibarıyla çok daha mesut birtakım şuûnu burada mevzu- ubahis edebilmek nâiliyetini temenni ederiz.” (25.12.1913). Hamdullah Suphi, birçok nutkunda “Türklük” için “cereyan-ı millî” vasfını kullanmıştır. Ona göre devletimize çok eski zamanlardan beri dayanak hizmeti gören iki büyük esas vardır: Müslümanlık ve Osmanlılık. Bu sözlerin söylenme- sinden kısa bir süre önce yaşanan, onun deyişiyle “Rumeli Felaketi”, yani Balkan Faciası, bir durumun iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Onun sözleriyle ifade edelim: “Biz kâni olduk ki Türkler kendilerini sevmeyecek, kendilerine yine kendileri mü- zaheret etmeyecek olurlarsa yurdumuzun son parçası da elimizden gidecek, büsbütün perişan olacağız.” (Ocak 1913). 1913 yılında yurdumuzun son parçasının da elimizden gideceği endişe ve kor- kusuna kapılan Hamdullah Suphi’nin bunda ne kadar haklı olduğu, Kurtuluş Sa-

81 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR vaşı yıllarında açıkça ortaya çıkmıştır. Bugünleri görseydi benzer sözleri, büyük bir ihtimalle yine söylerdi. Sonra da Türk Ocaklıların en önemli özelliğini söylüyor ve bir tavsiyede bu- lunuyor: “Biz Türklüğü, âşık bir kalp ile seviyoruz. (…) Siz Türklüğe dair bir neşîde söyler- ken bir hitabe dinlerken bizi görmeli, anlamalısınız.”(Ocak 1913). Türk’ü sevmek, başka milletlere düşmanlığı gerektirmez. Türk’e düşmanlık edenlere ise kesinlikle müsamaha edilmemelidir. Hamdullah Suphi, bu konudaki kararlılığını açıkça göstermiştir: “Biz istedik ki Türk’e en evvel Türklerin muhabbetini temin edelim. Bizim hiç kim- seye karşı mültezim bir husumetimiz yoktur. Yalnız bunu da açıktan açığa haber ve- riyoruz, ilân ediyoruz: Bize dişlerini gösterenlere, etrafımızda hiyânet tertip edenlere riyakârlık etmeyeceğiz, ayaklarının altında sürünmeyeceğiz, dalkavukluk etmeyeceğiz. Bize düşman olanlar, düşmanlığa karşı dostluk gösterecek, gaflet edecek zaafı bizden beklemesinler...” (Ocak 1913). Hamdullah Suphi’nin, aynı konuşmanın devamında söylediği şu sözler, daha 1913’te millet ve devlet olarak tavrımızın ne olması gerektiğini ortaya koymak- tadır: “Düşman ellerini biz silahlandırmayacağız, kardeşlerinizin şakaklarını delecek kurşunlar bizim paramızla alınmayacaktır.” (Ocak 1913). Hamdullah Suphi, Türk Ocağında uzun toplantılar düzenlerdi ve hemen he- men konuşmalarının tamamı nutuk niteliği taşırdı. Böyle bir toplantıdan sonra yaptığı konuşmanın bir bölümü şöyledir: “Yalnız Osmanlı Türklerinin memleketinde değil Türk âleminin her köşesinde muhtelif tecellîlerle varlığını, bize ve başkalarına hissettirmeğe başlayan millî Türk ce- reyanı, kim bilir, belki arzın sırtında zuhur eden inkılâpların en büyüklerinden birini ihzar etmektedir. Elbette o yolu takip edenler, umûmî bir bakışla bu cereyanın aldığı vüsati, ehemmiyeti, bunun faydalarını, hatta sağlam bir düşünüşle muhakeme edersek iyi idare edilmediği takdirde vücuda getireceği azîm fenalıkları, hep birden görmek, anlamak isterler. Şimdiye kadar Osmanlı memleketinin, bin türlü siyasi gaileleri, mev- zuubahis olunduğu vakit, bu memlekette yaşayan unsurların hepsi ayrı ayrı yâd olunur, menfaatleri hesaba katılırdı.” (25.12.1913). 2. İslamiyet Hamdullah Suphi, samimi bir Müslüman’dı ve bu samimiyeti diğer Müslüman 82 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ülke ve milletlerden de beklemektedir. Bunda haklıdır. Türklük ve İslamiyet, o yıllarda en zor yıllarını yaşamaktadır ve en büyük savunucusu olan Türk milleti zor durumdadır. O, sadece kendi sınırlarımızdakilerin değil bütün İslam dünyası ve daha da geniş olarak bütün mazlum milletlerin derdini dert edinmiştir. Şartlar, günümüzle benzerlikler göstermektedir: “İslâm›ı nihayetsiz bir muhabbetle seviyoruz. Diğer İslâm milletlerin evlâdı olan- ları sevdiğimiz kadar, bizi sevsinler; onların hayrına, menfaatine gösterdiğimiz alâka kadar bizim hayır ve menfaatimize alâka göstersinler, onlardan başka bir şey isteme- yiz. Onlar da biz de gece sabahlara kadar Rumeli’nden gelen iniltileri makhur ve bed- baht dinlediğimiz günlerde, daha uzaklardan, daha derinlerden Trablusgarb’dan gelen iniltileri, daha uzaklardan Fas’ın biçare nevhatını, başka bir memleket-i İslâm’dan, Acemistan’dan gelen mazlum seslerini işitiyorduk. Bunu unutmayalım, bunu unut- masınlar, biz İslâm evlâdı, tehlikeler harici olamadık dolayısıyla yan yana durmak, İslâm’ın en son burç ve bârûları üstüne düşen bayraklarını astırmamak mecburiyetin- deyiz.” (Ocak 1913). “O zamanlar, bayramları haber veren hilâl, yalnız İstanbul’un evlerinde değil, Bursa’da, Edirne’de, Konya’da, Şam›da, Bağdat›ta, Hindistan ufuklarından mağrib ufuklarına kadar baştan başa bir sihir ve bir füsun âlemi uyandırır, İslâm evlerinin içinde bir altın kaynağı, bir mücevher şelalesi mübtezel bir feyz ile akıp dökülürdü. İslâm’ın evi refah ile dolmuş, İslâm’ın ruhu gına ile reyyân bir hâle gelmişti. Şimdi ben o zamanları düşünüyor ve Anadolu›nun ortasında ruhumu ebedî bir hicran, ebedî bir kimsesizlikle ağlatan bir akşamı tekrar yâd ediyorum. Öyle mahzun ve gamdîde bir akşam ki semasında doğan o bayram hilâli acıları arttırıyor, İslâm memleketlerini hep birden düşündürerek etrafımın kederlerine uzaktaki nıuhakkâr kalmış, esir olmuş biçare kardeş memleketlerin hüsran ve ye’sini zammediyordu.” (13.11.1913). 3. Anlatımındaki sihir: kelimeler Hamdullah Suphi’nin anlatımındaki gücü, kullandığı kelimeler arasındaki anlam ayrıntısına dayanmaktadır. Özellikle kavramlar arasındaki benzerlik, fark- lılık ve zıtlıkları ifade eden kelimeleri kullanmaktaki ustalığı ve titizliği dikkat çekicidir. Bundan dolayı Anadolu’nun geniş topraklarında filizlenip kök salan kelimelerin yanında İstanbul’daki köşklere mahsus kelimeleri de nutuklarında görmek mümkündür. Her türlü kelime, konuşma ve kalemine yakışmakta, eğreti durmamaktadır. Bundan dolayı o, nutuklarında “mutantan”ın yanında “gösterişli” kelimesini, “meşum”un yanında “uğursuz” kelimesini de kullanmıştır. Bir nutkundan alınmış aşağıdaki bölümde onun bu özelliği hemen fark edil- mektedir. “Yükseltmek” fiiliyle yetinmemiş, “teşdid etmek” fiiliyle anlamı güçlen-

83 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dirmiştir. Sadece “Türk” diyebilirdi ama “İslam” ile sınırı genişletmiştir. “Kalp- lerimizdeki aşktan doğacaktır.” ile yetinmemiş, “yanan aşk” diyerek anlamı güç- lendirmiştir. Aynı anlam çerçevesinde bulunan kelimeleri, aralarındaki anlam derecelendirmesine göre bilerek sıralamıştır: kuvvet, cesaret, azim, zindegi. Aynı zamanda şair olan Hamdullah Suphi, şiirdeki edebî sanatlara nutuklarında da başvurur: karanlık meşum geceler – reyyan-ı ziya gündüzler, dost eller – kardeş cepler, ümid-i saadet – iman-ı ati. “Bu kalplerde yanan aşkı yükseltiyoruz, teşdid ediyoruz, biz biliyoruz ki Türk’ün ve İslâm’ın rehâsı kalblerimizde yanan aşktan doğacaktır, sevgi bize kuvvet, bize cesaret, bize azm ve zindegi veriyor; sevgi, işte harabelerden mamureler çıkaran, karanlık me- şum geceleri reyyân-ı ziya gündüzler hâline getiren, mucizeler meşimesi, burada gör- düğünüz bütün eşya, paramızın dost ellere; kardeş ceplerine gitmesiyle elde edilmiştir.” (Ocak 1913) “Gözlerimiz, ruhumuz onların verdiği ümîd-i saadetle, iman-ı âti ile dolu, sizi bu mübarek günden dolayı tebrik eder, size davetimizi kabulünüzden dolayı tekrar beyân-ı şükran ederiz.” (Ocak 1913) Bükreş’i ziyaretini anlattığı aşağıdaki yazısında da okuyucu, kendisini o kala- balığın içinde buluveriyor: “Bükreş’e gelmemize beş dakika var. Başkalarının kalbi nasıldı bilmiyorum, fakat benimki biçare, nasıl çarpıyordu. Nihayet dalgalı, mütehacim denizlerin gürültüsünü andırır bir velvele duymağa başladık. Tren derece derece yavaşladıkça o ses, o gürül- tü arttı. Şapkalarını çıkarmış mendillerini sallayan, bizim heyecandan, yorgunluktan sapsarı olmuş yüzlerimize karşı “Teriyaska Türkiye” (Yaşasın Türkiye) diye haykırışan binlerce insandan müteşekkil bir izdiham arasına girdik ve durduk. Trenin kapılarını açtılar. Bir türlü inemiyoruz. İlk defa kar görmüş tavuklar gibi yere basmaktan kor- kuyoruz. Fakat inmek lâzımdı. Belki bütün Bükreş istikbâlimize gelmişti. Orada du- ran diğer trenlerin üstüne adamlar çıkmış, mevkıfin damına adamlar çıkmış, direklere adamlar sarılmış, pencerelerden adamlar taşmış, etrafımızı bize nefes aldırmayacak kadar adamlar sarmıştı.” (20.02.1913) Hamdullah Suphi, aynı yazıdan alınan aşağıdaki cümlede, sadece “Su içtiler.” demek yerine suyun ve mekânın özelliklerini herhangi bir bilgiymiş gibi araya koyarak engin bilgisini ve olağanüstü gözlem yeteneğini ortaya koymuştur. Bunu yaparken de çok ciddi bir üslup kaygısı taşımadığı muhakkaktır; bu, onda doğal bir dil hâlini almıştır: “Arkadaşlar, Suriye evleri gibi Arap usûlünde odanın içinde yapılmış havuzdan Karpat’ın her dakika değişen soğuk sularını içtiler.” (20.02.1913) 84 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hamdullah Suphi, konuşma ve yazılarında deyim, atasözü gibi dil ürünlerini yerli yerinde kullanmış ve bir fırsatını düşürerek gerekiyorsa bunların açıklamasını da yapmıştır: “İhtiyar bir nine her bayram elini öptüğüm vakit, “Allah seni geçen senelere yetiştir- sin.” derdi. Biz ‘nice seneler’ yerine ‘geçen seneler’ diyor diye kendi aramızda bu hataya karşı gülerdik. Bir gün ona sordum: ‘Nine, niçin nice senelere demiyor, geçen senelere diyorsun?’. ‘Evlâdım, şimdiki bayramlarınız geçmiş zamanların bayramlarına benze- miyor.’ dedi. ‘Size dua ediyorum ki geçmiş bayramlar gibi bayramlar göresiniz...’ Acaba âlem-i İslâm için istediğimiz o geçmiş bayramlar tekrar avdet etmeyecek, acaba mah- zun ufuklarımızda o eski, mesut hilâl-i îyd bir daha doğmayacak mı?” (13.11.1913) Hamdullah Suphi, metinlerinin okunur ve dinlenir hâle gelmesini sağlayacak söz oyunlarına başvururdu. Bir bayram gününü anlattığı bir konuşması, şu merak ettirici paragrafla başlamaktadır: “Mahallenin ilk müezzini, bedevi bir Arap, İstanbul’un serin berrak sabahı içinde sokak sokak dolaşıyor, siyah bir bükme ile sarılı başını kapalı pencerelere doğru kaldıra- rak yüksek sesle “kum salli” diye haykırıyordu, Biraz sonra İstanbul’un her tarafından ezan sesleri duyulmağa başladı. Şirvanîlerin konağında misafir olan bu garip şeyh, her sabah ezandan birkaç dakika evvel mahalleyi uyandırmayı âdet edinmişti. Onun, harfleri hayret verecek bir vuzuh ve tınnetle söyleyen davet nidasını duyar duymaz, odalarda herkes uyandı, bayram için giyinmeğe başladılar. Sokaklarda sarı çetikleri, burma kavuklanyla camilere doğru kalabalık bir cemaat geçiyordu. Vidin Valili- ğinden henüz dönen paşa, selamlıkta yatan yetişmiş oğullarını arkasına aldı, hep bir- den namaza gittiler. Perdelerin kafeslerin örtmediği ikinci sıra, üst pencerelerden taze bir sabah, bir bayram sabahı görünüyordu.” (13.11.1913) Bir başka nutkunda ise aynı merak unsurunu yine kullanır. Yazının başlığı “Tan Sesleri”dir: Bugün Ocak’ta masamın üstüne kurşun kalemle yazılmış bir mektup bırakmışlardı. O dakikaya kadar bunu yazan sevgili Türk gencini görmemiş, onu şahsen tanımamış- tım. Seddülbahir’de yaralanmış bir asker, kendisi bana gelemediği için beni görüşe- bilmek üzere evine çağırıyor. İmzasına dikkat ettim: “Sahra Topçu mülâzımlarından Bolulu Öztürk Hasan Tahsin”. Bayezit’te, bir iç sokağın gürültüsüz bir köşesinde sade, âlâyişsiz bir taşralı evinin üst katında yatıyordu. Odasına girdiğim vakit maksatta birleşen adamların evvelce aralarında hâsıl olan dostlukla, kardeşlikle ve sevinmiş bir yüzle yatağında doğruldu. Etrafında en ziyade gözüme çarpan, beni düşündüren kır- mızı kaplı bir küçük kitap oldu: Emin Bey’in “Tan Sesleri”. (03.06.1915) Bu yazı Mehmet Emin Yurdakul’un Tan Sesleri adlı eseri hakkındadır. Ham-

85 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dullah Suphi, bu eser vesilesiyle Türklüğün o yıllarda yaşadığı amansız günleri ve cephelerde verilen ölüm kalım mücadelesini anlatmaktadır. Yazının tamamı aşağıdadır: TAN SESLERİ “Ey Kafkasya’nın doğruya kanat açan rüzgârı Ey o bali çöllere, Mavi buzlu dağlara, oyuğ sulu göllere Bulutların üstünden uçan turna kuşları! Sizler ölüm gülleri biten Turan iline, Irmakları kan olan topraklara gidiniz; Boyunduruk altında ölenlerin nesline, O yaralı kalplere bizden selâm ediniz.” Mehmed Emin Bey’in bize en son verdiği “Tan Sesleri”nden bu güzel parçayı, yazacağım takdis sözlerinin başına geçiriyorum. Bizim için ne sevinecek bir talihdir ki seneler millî şairimizin sünûhatını kurutmak, azaltmak şöyle dursun, ona gitgide genişlik ve derinlik veriyor. Türk ruhunun manevî ehramı yükseldikçe, onun üstünde şairimizin hayali, kanatlarını açtıkça açıyor. Bu sûretle biz bugünkü büyük cenkte Türk âleminin en büyük manevî kuvveti olan şairimizi ordunun önünde, milletin önünde, elinde hidayetinin meş’ali ile yürüyor görüyoruz. Bugün Ocakta masamın üstüne kurşun kalemle yazılmış bir mektup bırakmışlardı. O dakikaya kadar bunu yazan sevgili Türk gencini görmemiş, onu şahsen tanımamış- tım. Seddülbahir’de yaralanmış bir asker, kendisi bana gelemediği için beni görüşe- bilmek üzere evine çağırıyor. İmzasına dikkat ettim: “Sahra Topçu mülâzımlarından Bolulu Öztürk Hasan Tahsin”. Bayezit’te bir iç sokağın gürültüsüz bir köşesinde sade, âlâyişsiz bir taşralı evinin üst katında yatıyordu. Odasına girdiğim vakit maksatta birleşen adamların evvelce aralarında hâsıl olan dostlukla, kardeşlikle ve sevinmiş bir yüzle yatağında doğruldu. Etrafında en ziyade gözüme çarpan, beni düşündüren kırmızı kaplı bir küçük kitap oldu: Emin Bey’in “Tan Sesleri”. Kendi kendime düşündüm, kim bilir şimdi memleketin muhtelif bucaklarından kaç yüz, kaç bin Türk gencinin cebinde, yataklarının başucunda bu şiirler duruyor? Or- duda Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, zabitlerimizin, neferlerimizin yanında bir silâh, bir kurşun gibi elzem bir şey mesabesinde, onlara her yerde arkadaşlık edi- yor. Topların, şarapnellerin kasırgası geçtikten sonra, ölüler, yaralılar toplandıktan, bir sükûn zamanı geldikten sonra silâhlar çatılıyor, zabitler, küçük zabitler, Anadolu’nun Türk çocuklarını etraflarına topluyor, bu şiirleri okuyorlar. Kaç yaralı kardeşten kendim 86 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR işittim: Neferler bu şiirler okunurken çok müteessir oluyor ve ağlıyorlarmış. Bu defa ziyarete gittiğim gence sordum: “Emin Bey’in başka şiirlerinden ister misin, sana getireyim?” dedim. “Hayır, bende hepsi var” dedi. Bugünkü muharebemizin şeref- le, namusla, hatta zaferle devam etmesinde bu şiirlerin ne kadar dahli olduğunu acaba hesaplıyor, kendimize soruyor muyuz? Kafkas sınırları boyundan Rahmi isminde bir arkadaşımız yolladığı mektubunda diyordu ki “Gözlerimizin görebildiği her yer bembeyaz karlarla örtülü. Etrafta dağ, taş, ağaç hiçbir şey yok ki beyaz olmasın. Yalnız ayrı renkte kalan biz, bir dağın kena- rındaki ince yoldan ilerliyorduk. Zabit Önden seslendi: “Bölük dur!” Hepimiz durduk. Önden zabit yüksek sesle haykırdı: “Asker! Yolun altında karların üstüne yazılmış şu yazıya bak!..” Okuduk, o ıssız dağlıklarda evvel geçenlerin yazdığı bir yazı: “Yolumuz Kafkas, yurdumuz Turan”. Zabitin sesi titriyordu. Devam etti: “Evlâtlarım! Eğer hepiniz bunu duyuyorsa- nız... Bunu duyuyorsanız biz muzafferiz.” dedi. Gözlerimiz yaşarmış, göğsümüz te- essürle şişmiş o vâsi Türk âlemini, yarın kurulması muhakkak olan Turan’ı düşünerek evvel geçen taburun, o yazıyı yazan kardeşlerin yolunda devam ettik.” Yine bir gün Haliç’ten aldığımız bir mektupta bir genç, “Bugünkü millî muharebede ben böyle âtıl kalmak istemem.” diyordu. Haliç’in karşımda yatan bu çürük sular gibi ben de ruhumun yavaş yavaş çürüdüğünü hissediyorum. Kuvvetim var, kalbimde aşk ve iman var, yolunu bulunuz rica ederim, beni Kafkasya’ya çarpışmaya, cenk etmeye yollayınız.” diyordu. Aradan küçük bir müddet geçmişti, yine şahsen tanımadığım bu genci Dârülmuallimîn Hastahanesinde henüz gelen yaralılar arasında tanıdım. Beni ismimle çağırmış, Haliç’ten yazdığı mektubu hatırlatarak kim olduğunu bana öğret- mişti. Dizinden yaralı, sırtından ve kolundan yaralı idi. Kendisi istida etmiş, Gelibo- lu’ya gitmiş ve muharebesini, vazifesini yapmıştı. Bu kahraman gencin ismini, mektubunun altına tekrar bakarak buraya kaydediyo- rum: “Ayakapı’da yüz yirmi beşinci alayın ikinci taburu, dördüncü bölüğünde ihtiyat zabit namzedi Refik”. Gözlerinin öyle derin bir gururu, vazifesini yapmış olmaktan doğan öyle manidar bir bakışı vardı ki yaralarıyla beraber bu kadar müsterih bir ruha mâlik olmak, ancak kahramanlar için mümkün olabilirdi. O da öbürleri gibi kendini duymuş, milletini tanımış ve ırkının atîsini manevî kollarla ve durgun bir kalp ile kucaklamış, sevmişti. Gülhane Hastanesinde Bursalı Nazif Efendi’nin Çanakkale Muharebeleri için söy- lediklerini teessürle hatırlıyorum: “Topumuzun, tüfengimizin ateşi, baruttan çıkan bir ateş değil; düşmanın gözünü

87 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kamaştıran, kör eden Türklük ateşi idi...” diyordu. Bunları böyle birer birer düşündükten sonra, hayalimi o maddî ızdıraplarla dolu büyük binalara, hastahanelere çeviriyor ve yastıkların üstünde şifa bekleyen zayıf fakat mağrur başları gözümün önüne getiriyorum. Her hâlde Türk’ün ruhunda bir mucize hâsıl olmuş; o tekrar bulut sıyrıldıktan sonra meydana çıkan dağ gibi yerinden sar- sılmaz bir metanetle doğrulmuş, dikilmiş duruyor. Kim diyebilir ki bu yeni ruhta bu günkü yeni edebiyatın ve en ziyade edebî saltanatımızın şehinşahı olan büyük şairi- mizin kurtarıcı, yükseltici, sağlayıcı tesiri başlıca sebeplerden biri olmasın? Ben İstan- bul’da halkın ruhunu, gençliğin ruhunu bu şiirler kadar sarsan, heyecana getiren hiçbir hitabe görmedim. Emin Bey’in şiirleri, ruhumuzun sakin denizinde kasırgalar gibi hercümerçler, kıyametler kopardı. Bilmem hangi kelime, hangi satır güzel değilmiş diye itiraz edenlere hakikî bir şefkat ve merhametle acırım. Onlar da yarın aynı çobanın arkasında toplanan sürüye karışacaklar ve onun parmağının ucuyla bize işaret ettiği sabah yıldızına doğru yürüyüp gidecekler. Tan Sesleri’nde ne gibi güzellikler var, bunu uzun uzadıya tahlil etmek istemem. Çünkü Sultanahmet’in, Yeni Cami’nin bütün o muhib ve muhteşem der ve duvarla- rından insanın ruhuna toplanıp gelen inkısamsız bir tesir, vahdet üzere, gözlere ve kalbe dolan bir huşu duygusu var ki insan bundan ayrılıp köşelerin, teferruatın güzel- liğine bakabilmek için çok zahmet çeker. Tan Sesleri’nde bizi çok sevindiren bir şey, bir şehzademizin bu şiire ilâve ettiği bir resimdir. Bir Türk neferi, eliyle göğsünü göstererek sarp bir yamaca atılmaya hazırla- nıyor. Şehzademizin şaire ithaf ettiği bu sanat eseri, zihnimde çocukluk hatıralarımı tekrar uyandırdı. Kaç defa Çamlıca’daki sarayın önünden geçerken duvarlarının ar- kasında hemen hemen mahpus bir hayat geçiren o değerli, ince, sanatkâr şehzademizi düşünür, burada, yarın memlekete el uzatacak, onu tutacak, onu yükseltecek bir kudret ve zekâ var diye memnun olur, müteselli olurdum. Meşrutiyet’ten beri şehzademizi daima fikir ve sanat işlerinin rağbetkârı ve hamîsi gördük. Bu defa da Türklüğün ümi- dinin en büyük şairine saltanat hanedanının en sanatkâr, en rakik bir şehzadesi elini uzatmış, bir fikir için yan yana durmuş görünüyorlar. Şehzadelerimizin Türk ümidine müzahereti bizim için ne kadar büyük ve ne kadar emniyet veren yeni bir kuvvettir. Zaten Türk hanedanları, bütün eski Türk saltanat sülâleleri, her yerde ilmin ve sanatın hamisi olmuş ve kendileri de sanatkâr ve âlim olmak için lâzım gelen kudreti göster- mişlerdir. İslâm’dan sonra İran›da ne kadar sanat eseri vücuda gelmişse hepsini tarih, Türk saltanatlarına birer birer rabt ve izafe eder. Hind›in yalnız İslâmiyet için de- ğil, bütün beşeriyet için harikalar mesabesinde addedilen medeniyetinin, sanat ve 88 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR fikrinin halikı yine bir Türk hanedanıdır. Mısır›da yine böyle Tolunîler, Buharîler Mısır›ın İslâm devrinde idrâk ettiği ümran ve sanat harikalarını vücuda getirmiş Türk hanedanlarıdır. Firdevsî›nin Firdevsî olmasına sebep bir Mahmud Gaznevî olduğu gibi, bin şûreş ve kıyamet ortasında Anadolu’yu ortasında ancak Romalılar devrinde görülen bir mamuriyete çıkaran, onu İznik kenarlarından başlayarak Kafkas eteklerine kadar inanılmaz derecede mebzul, sanat eserleriyle dolduran yine Selçukî Türk sultanlarıdır. Osmanlı saltanatına gelince, padişahlarımız arasında şair, hat- tat ve bütün manasıyla sanatkâr bir ruha mâlik olanlar ne kadar çoktur. Yıldırım Bayezid, Çelebi Sultan Mehmed, Murad-ı Sânî, Sultan Fatih, Bayezid-i Sânî, Süley- man, Selim-i Sânî, Murad-ı Sâlis, Mehmed-i Sâlis, Ahmed, Osman-ı Sânî, Murad-ı Râbi, Mustafa-yı Sânî, Ahmed-i Sâlis, Mahmud, Mustafa-yı Sâlis, Selim-i Sâlis, Mahmud-ı Sânî gibi padişahlarımız; Cem, Korkud, Süleyman Çelebi, Cihangir Sul- tan Şah, Sultan Mustafa, Sultan Mehmed gibi şehzadelerimiz şiir ile meşgul olmuşlar ve aralarında cidden muvaffak olanlar pek az değildir. Sultan Selim’in; Biz bülbül-i muhrikdem gülzâr-ı firakız Ateş kesilir geçse sabâ gülşenimizden Beyitlerini hangi edebiyat meraklısı vardır ki ezbere bilmez. Bu bir şiirdir ki insana ifrat derecede renk ile, hararet ile, hayat ile Hind’in şallarını, Acem’in tas- virlerini, Türk’ün çinilerini düşündürür. Bu iki beyitte o kadar nakış ve ahenk var. İkinci Mustafa’nın; Başımızda hiç hevâ-yı zülf-i yâr eksik değil Mürtefi yerdir onunçün rüzgâr eksik değil Beyitleri hakikaten şiirler arasında bir padişah azamet ve vakarıyla duracak kadar mağrur bir edaya mâlik görünüyor. Bu bir şiirdir ki başının üstünde tacının elmasla- rı parlıyor. Üçüncü Sultan Ahmed’in, Sultan Mahmud’un, Sultan Mecid’in yazıdaki maharetlerini herkes bilir. Sonra Osmanlı hanedanı halkın şekillere, suretlere karşı en mutaassıp olduğu zamanlarda resmi sevmişlerdir. Fatih’in Gentile Bellini’si, Sultan Aziz’in Giyumes’i, Sultah Abdülhamid’in Zonaro’su bu yolda bize lâzım gelen kana- atleri verebilir. Tan Sesleri’ni değeri tahmin edilemeyecek kadar yüksek tuhfesiyle süsleyen şehzâ- demiz, Osmanlı hanedanının bu sanatperverlik töresini şeref ve muvaffakiyetle idame ediyor. Zaten saraylarının bir odası, bir köşesi yoktur ki bu sanatkâr ruhunu bize mümtaz bir surette tebliğ etmesin. Bunun için Tan Sesleri, en sanatkâr şeh- zademizle en büyük şairimizin biri gözlere, diğeri gözlere ve kulaklara hitap eden iki nefis şiirini ihtiva etmesi dolayısıyla bir millete bahşedilebilecek yadigârların en kıymetlisi addolunur.” (03.06.1915)

89 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

4. Hatıralar Hamdullah Suphi, konuşma ve yazılarında hatıralarına sık sık başvurmuştur. Bu hatıralar çoğunlukla görev yaptığı veya seyahat ettiği yerlerle ilgilidir. Bu hatı- ralarda dikkat çekici olan, Hamdullah Suphi’nin gezdiği, gördüğü yerleri mutlaka edebî bir dille anlatması; konuşma veya yazısını çarpıcı benzetmelerle etkili ve kalıcı hâle getirmesidir: “Romanyalıların hakkımızda gösterdiği âsâr-ı nezaketi, âsâr-ı dikkati size nasıl anlatayım? Küçücük çocuklardan ihtiyarlara kadar herkes bizi hoşnut etmek için bir vesile arıyordu. Bir akşam belediye nâmına bize Çeşmecioğlu’nda mutena bir ziyafet verdiler. Göl ortasında bir adacıkta hilâl şeklinde bir sofra kurmuşlardı. Uzun direk- lerin ucunda Osmanlı bayrakları ve Romanya bayrakları sallanıyordu. Bir de gölün karşı sahilinde küçük bir köşk içinde daima mızıka çalınıyordu. Biz yemek yerken su- ların üstünden uçan musikiyi, millî havalarımızın burada her yerden daha tatlı gelen nağmelerini dinliyorduk. Yemek devam ettikçe adamızı bahçeye rapteden köprünün medhalinde gölün sahillerinde gitgide mütezayid bir halk birikti. Belki Türklerin na- sıl yemek yediklerini merak etmişlerdi belki yemek hitamında irad edilecek nutuklara intizar ediyorlardı, Arada Osmanlı bayrağı renklerinde içi aydınlık büyük bir kağıt balon uçurdular. O, başını iki yana sallaya sallaya yarı mehtapla aydınlık, parça parça bulutlu göğe doğru suûd etti. Neşemiz artıyordu. Fakat tehlikeli dakikalar geldi, ku- laktan kulağa fısıldadılar! Nutuk söylemek lâzım, mutlaka söylemeli... Kim söyleyecek, kim söylesin? Bilirsiniz ki gülmeyi her şeye tercih edenler pek nadir değildir. Hususiyle epey bira, şarap içmişlerdi. Biri teklif etti; Mutasarrıf bey Türkçe söylesin, sonra ter- cüme edilir. Herkes kabul etti... Karşımda oturanlar alelhesap, gizliden gizliye gül- meğe, fıkırdamağa başladılar. Reis ayağa kalktı. Herkes sustu, çatal bıçak sesi durdu, konuşanlar durdu, karşı sahilde mızıka durdu. Yüzlerce belki binlerce kişinin sükût-ı dikkati karşısında, yarı mehtabın, hissetmekten büsbütün fariğ olamadığımız hüznü altında reisimiz nutka başladı. Gayet yüksek, kalın, hâkim bir sesle Bükreşlilere, umûm Romanyalılara gösterdikleri âsâr-ı nezaketten dolayı teşekkür etti. ‘Mukaddes’ kelimesi sık sık tekrar etmeseydi cidden iyi gidiyordu. Nasıl oldu bilmem, sonuna doğru yine vaizlerin duasına benzer bir silsile-i temennîdir başladı, Taht-ı hükümdarîden giri- şerek prensler, prensesler, hükümet, ordu ve meşhur Romanya donanması; hepsine dua edildi.” (06.02.1913) “Karpat yollarını tuttuk. Tuna’nın ayaklarını birer birer geçiyor, dağların yüksek yamaçlarından kış sellerinin sürükleyip getirdiği kaya parçalarıyla dolu nehir yatakla- rını aşıyor, mütevalî tünellerin gecelerine dâhil oluyor, çıkıyorduk. Nihayet Karpatlar görünmeğe başladı. Rutubet, yeşillik, ciyâdet-i hava artıyordu, âdeta kuru bir yazdan 90 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bir iklim-i bahara yaklaşıyorduk. Göklerin içinde büyük salıntılarla dalgalanıp giden Karpatlara mülâki oluyor, yemyeşil ormanlarla örtülü boğazlara dâhil oluyorduk. En altta meşe, gürgen, karaağaçlarıyla bir mıntıka, daha yukarıda, sahiller gibi hışırtısı eksik olmayan çamların mıntıka-i saltanatını daha yukarıda tuluların, gurupların ilk ziyalarını toplayan, son ziyalarını temdîd eden sarp yalçın kayalar mıntıkası. Kar- patların, göklerin içinde dalgalanışında size hilkatin ilk edvarını, ilk herc ü merclerini düşündüren bir azamet ve heybet var. Onların yanından geçerken muzlim, soğuk bir boşlukta savrulan seyyare-i arzın bir sakini olduğunuzu garip bir levessü-i his ve hayal ile duyuyor, anlıyorsunuz.” (06.02.1913) 5. Anma yazısı Hamdullah Suphi, anma yazılarında da tasvir yeteneğinin gücünü o kadar güçlü bir şekilde kullanıyor ki, okuyucu yazının devamı için büyük bir merak için- de kalıyor. Ayrıca, bütün konuşma ve yazılarında, konu ne olursa olsun ülkenin bir sorununu dile getirmesi, sanki asıl maksadının bu olduğu izlenimini uyandır- maktadır. Nitekim Recaizade Mahmut Ekrem’in ölümü üzerine söylediklerinde bunları açıkça görmek mümkündür: “Küçük Çamlıca Tepesi’nin Anadolu kapılarına bakan tarafında, iki kaya parçasın- dan kendi kendine hâsıl olmuş bir kürsü vardır. Geniş, yüksek arkalığıyla eski bir erkân minderini hatırlatan bu köşeye biz aramızda, hülya veren manzaralar seyrettirdiği için ‘kürsi-i istiğrak’ derdik. Abdülhak Hâmid, Namık Kemal, Recaizâde Ekrem, Sami Paşazade Sezaî, Subhi Paşazade Ayetullah gençliklerinde akşam saatlerinde mehtap- larda bu kürsüde oturur, konuşur, düşünürlermiş. “Yıldızları ufuklara kadar değen yaz gecelerinde”, Marmara’nın üstünde yarı bir mehtap sulara eğilirken onların, Türki- ye’nin yarın en meşhur muharrrileri olacak o büyük gençlerin, bir arada geçirdikleri saatleri düşünmek, onların ümitlerini tekrar yâda getirmek insana sonu gelmez acı bir keder veriyor.” (19.02.1914) Yazının devamında ise ülkenin genel durumunun değerlendirildiğini görürüz: “Ayetullah, Rus Muharebesi’nde bir gönüllü sıfatıyla iştirak ettiği sevgili orduyu, perişan olmuş görerek gurbet ellerinde münzevî, metruk bir köşede gözlerini kapıyor, ölüyor; ‘İstikbâlimiz emindir, diyen Kemal” menfada, karanlıkta, meş’ûm bir gecenin ufkunda mükedder bir mehtap gibi gurub ediyor, hepsi ayrı ayrı ümitlerinin yıkıldığını seyrediyorlar, millî dehamızın bu hakikî devleri kollarında bir acz, ruhlarında bir kesr peyda olduğunu onulmaz bir yara ile bağırlarının deşildiğini görüyorlar. Kendileriyle şereflenen memleketleri mahrekinden çıkmış bir âlem gibi gözlerinin önünde onlara rağmen, her şeye rağmen düşüyor, düşüyor…” (19.02.1914) Hamdullah Suphi’nin, Ziya Gökalp’ın ölümü üzerine yazdığı metin, onun

91 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkçesinin bütün özelliklerini taşımaktadır: “Ne elîm bir haberle dilhûnuz. Türk milliyetperverleri bir baş, hakikî bir mürşid kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürü- yecek binlerce muakkib bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmiştir. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şahrâhtır. Türk vatanı en aziz evlâdından birini kaybetmekle, taziye edilmek lâzım gelen bir felâkete uğradı. Ziya Gökalp’ın hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevî bayrağı, yere düşürmeyecek bir gençlik, memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti için ayakta silâhlanmış duruyor.” (Kasım 1924) 6. Diğer nutukları Hamdullah Suphi’nin, yukarıda örnek olarak verilmeyen ve Türk Yurdu der- gisinde 1931 yılına kadar yayımlanan ve nutuk özelliği taşıyan yazılarının bir kıs- mının başlıkları ve yayın tarihleri şöyledir: “Millî Hutbe 1”, 17 Ağustos 1916. “Millî Hutbe 2”, 18 Ocak 1917. “Millî Hutbe 3”, 15 Şubat 1917. “Kurtuluş Hakkında”, 15 Mayıs 1918. “Genç Doktorlara”, 15 Haziran 1918. “Başlangıç”, Ekim 1924. “Dumlupınar’da”, Ekim 1924. “Millî Hutbe 4”, Mart 1925. “Ocakların İdeali”, Ocak 1928. “Köycülük Hakkında”, Şubat 1928. “Mektup 1”, Ağustos 1928.

1 H. S. Tanrıöver, Seçmeler, (Haz. M. N. Sepetçioğlu), Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1971. H. S. Tanrıöver, Dağ Yolu 1-2, (Haz. F. Tevetoğlu), Kültür ve Turizm Bak. Yay., İzmir 1987. H. S. Tanrıöver, Günebakan, (Haz. F. Tevetoğlu), Kültür ve Turizm Bak. Yay., İzmir 1987.

2 1. Seri (1911-1918): İlk sayı 30.11.1911, son sayı 15.08.1918’de çıktı. 2. Seri (1924-1931): İlk sayı Ekim 1924, son sayı Mart 1931’de çıktı. 3. Seri (1942-1943): İlk sayı 01.09.1942, son sayı 15.01.1943’te çıktı. 4. Seri (1954-1957): İlk sayı Temmuz 1954’te çıktı. 5. Seri (1959-1968): İlk sayı Mart 1959, son sayı Ocak-Şubat 1968’de çıktı. 6. Seri (1970): İlk sayı Mart 1970, son sayı Nisan-Mayıs 1970’te çıktı. 7. Seri (1987): İlk sayı Şubat 1987’de çıktı. Nisan 1989-Kasım 1989’da ara verildi. Kasım 1989’dan günümüze kadar çık- maya devam etmektedir.

3 Alıntı ve metinlerin sonundaki tarihler, Türk Yurdu dergisinde yayımlandığı sayıya aittir ve metinler şu eserden alınmıştır: Türk Yurdu, TUTİBAY Yay., Ankara 1998.

92 TÜRK İSTİHBARATÇISI AHMET ESAT TOMRUK’UN (İNGİLİZ KEMAL) ROMANYA HATIRALARINDA HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER VE GAGAUZLAR

Yrd. Doç. Dr. Abdulkerim DİNÇ

Atatürk Üniversitesi / Erzurum

Özet Ahmet Esat Tomruk (1892/3 - 14 Şubat 1966), bilhassa Millî Mücâdele döneminde faaliyetleriyle büyük yararlılıklar göstermiş bir istihbaratçıdır. Gençlik dönemleri İngiltere’de geçen, bir İngiliz kadar diyalektik ile konuşabilen ve sarışınlığı, gözlerinin renginden dolayı “İngiliz Kemal” lâkabı verilen Ahmet Esat Tomruk; Türkiye’ye döndükten sonra Teşkilât-ı Mahsusa ile tanışır ve Türk istihbaratında önemli görevler üstlenir. Millî Mücâdele sırasında, Amerikalı gazeteci Henry Willy kimliğine bürünerek, gerek Yunan ve gerekse İngiliz gizli servislerinin elinde bulunan çok gizli ve önemli raporları, Ankara’ya bildirmek suretiyle Türk kuvvetlerinin savaştan başarılı çıkmasını sağlar. 1937 yılında Romanya’ya giden Ahmet Esat Tomruk Bey, II. Dünya Savaşı öncesi tek- rar aranan bir kişi olur. Balkan ülkelerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir istihbarat gö- revlisi olarak çalışmış; topladığı bilgileri Ankara’ya göndermiştir. Savaş bitince tekrar ülkeye geri dönmüş, ömrünü İstanbul’da sürdürmüştür. Bildirimizde, Ahmet Esat Tomruk Bey’in Romanya hatıralarından yola çıkarak, Ham- dullah Suphi Tanrıöver ve Gagauzlar konusunda düşünce ve tespitlerini dikkatlere sunmaya çalışacağız. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Abstract Hamdullah Suphi Tanrıöver And In Turkısh Intellıgence Offıcer Ah- met Esat Tomruk’s (Englısh/Brıtısh Kemal) Chronıcles Ahmet Esat Tomruk (1887 – 14th February 1966), whose juvenile years passed in Brit- ain, was able to speak British English without any accent and looked like British men with yellowish hair and coloured eyes. He meets with Teşkilat-ı Mahsusa (Turkish Intelligence) when he comes to Turkey and assigns in Turkish Intelligence. Nicknamed as İngiliz (British / English) Kemal, Ahmet Esat Tomruk was a famous in- telligence agent. He disguises as an American reporter named Henry Willy during National Struggle of Turkey, denounces both Greek and English journals to Ankara Government and significantly helps Turkish Armed Forces to be successful. Later, Ahmet Esat Tomruk travels to Romania in 1937 and starts to live in this country, until again becomes a much-needed agent during World War II. He works as an Turkish in- telligence agent for Turkish Republic in , and journals the information he gathered to Ankara. He comes back to Turkey and continues to live in Istanbul after WWII ends. In this study, it is aimed to present to the attention of Ahmet Esat Tomruk’s opinions and suggestions about Hamdullah Suphi Tanrıöver and Gagauz People in his Romania chronicles.

Giriş “İngiliz Kemal” ismiyle maruf Ahmet Esat Tomruk 1892/3 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Gençlik dönemleri, kaçak olarak gittiği İngiltere’de geçen, bir İngiliz kadar farklı diyalektlerde konuşabilen; sarışınlığı, gözlerinin rengi ile İngilizlere benze- yen Ahmet Esat bey, Türkiye’ye döndükten sonra bir süre İngiliz sahra hapishane- sinde mahkûm kalır; hapishaneden kaçtıktan sonra Teşkilât-ı Mahsusa’ya katılır ve Türk istihbaratında çok önemli görevler üstlenir. Mükemmel İngilizcesi, İngiliz kültürüne vukufu, gözlerinin ve saçlarının ren- ginden dolayı “İngiliz Kemal” lâkabıyla şöhret kazanan Ahmet Esat bey, özellikle Millî Mücâdele döneminde Amerikalı gazeteci Henry Willy kimliğine bürü- nerek, gerek Yunan ve gerekse İngiliz gizli servislerinin çok önemli raporlarını Ankara’ya ulaştırarak Türk kuvvetlerinin başarılarında istihbarat yönünden büyük katkılar sağlar. Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü), Müdafaa-i Milliye vekili Fevzi Paşa tarafından da kabul edilen Ahmet Esat bey, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Rumca bildiği de dikkate alınarak Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Şubesi’nde görevlendirilir. 1924 yılında Genelkurmay’daki istihbarat görevinden ayrılan Ahmet Esat bey, 94 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

İstanbul’a yerleşir; 1932 yılına kadar boks müsabakalarına katılır, turizm rehber- liği yapar. Ahmet Esat Bey, II. Dünya Harbi öncesi Balkan ülkelerinde, özellikle Ro- manya’da yaşanan kaos, gizli ve aşikar istihbarat savaşları esnasında istihbârî ça- lışmalar yapar. Türkiye’ye döndükten sonra Anadolu Ajansı’nda çalışmaya başlar. Ömrünün son dönemlerinde büyük maddi sıkıntılar çeken Ahmet Esat beye özel kanundan emekli maaşı bağlanır. 14 Şubat 1966 tarihinde beyin kanaması sonucu ölen İngiliz Kemal lâkaplı Ahmet Esat Tomruk, Emirgan’daki aile mezarlığına defnedilir. Ahmet Esat Tomruk, kırmızı şeritli “İstiklâl Madalyası”nı bizzat Atatürk’ten almış; Türk istihbarat tarihinde, yaptığı büyük hizmetlerle şerefli bir yer edinmiş- tir. Recai Sanay, Ahmet Esat Tomruk’la 1940-1950 yılları arasında yaptığı gö- rüşmeleri, Türk Casusu İngiliz Kemal İstiklâl Harbi’nde (iki cilt), Türk Casu- su İngiliz Kemal Yunan Zindanlarında, Türk Casusu İngiliz Kemal Lawrens ile Karşı Karşıya, İngiliz Kemal Yakınşark İhtilâlcileri Arasında, İngiliz Kemal Kıbrıs Muamması Peşinde isimli kitaplar halinde yayımlamıştır. 1937 yılında İngiliz bir aktristle birlikte dans gösterileri yapmak üzere Ro- manya’ya giden Ahmet Esat Tomruk, II. Dünya Harbi öncesi Romanya’da bir kaosa dönüşen istihbarat savaşının içine düşer; gayri ihtiyari bu savaşta yerini alır. Romanya petrolleri üzerindeki hakimiyetlerini devam ettirmek isteyen Amerika, İngiltere, Fransa; petrolleri ele geçirmek isteyen Rusya ve Almanya arasında yaşa- nan örtülü bir savaş, sabotajlar; Romanya’yı ele geçirmek isteyen Nazi Almanya’sı, Balkanlara yayılmaya çalışan Sovyetler Birliği, savaşın içinde yer alan İngiliz ve Fransız istihbaratları, bağımsızlık mücâdelesi veren Macarlar; kraliyetle mücâde- le eden Romen aydınları, anarşistler... Diğer taraftan Almanya’nın telkinleriyle katledilmeye başlanan; varlık mücâdelesini istihbarat karmaşası içinde vermeye çalışan Yahudiler.. Braşov’dan Bükreş’e ve Romanya’nın pek çok beldesine kadar çok farklı ve çok çeşitli istihbarat savaşının içinde; romanlara, filmlere konu olabilecek bir macera kendisini bulur. Türkiye adına çalışmalar yaparken Romanya emniyeti ve istihbaratı ile da kar- şılıklı yardımlaşırlar. Besarabya’da çalışırken kendisine yardımcı olan Romen aja- nın verdiği raporun dördüncü maddesi bu tespiti açıkça teyid etmektedir: “Bükreş’ten buradaki Romen polisine verilen ve henüz kimin tarafından verildiği anlaşılmayan talimatla bura polisi tarafından takip ve himaye edilip bir tehlikeye ma-

95 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ruz kalmamanızın temini emredilmiştir.” (s. 179) Türkiye Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver’e, Romanya yönetiminin bü- tün birimlerinde duyulan teveccüh, Ahmet Esat beyin düştüğü zor durumlarda yardım ve hatta kurtuluş olarak kendini gösterir. Ahmet Esat Tomruk beyin, Recai Sanay tarafından kaleme alınan, “Türk Ca- susu İngiliz Kemal’in İkinci Dünya Harbi Maceraları” isimli eseri boyunca Ro- manya hükûmeti, emniyeti, istihbaratı ve halkının Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk insanına karşı yakınlığını, muhabbetlerini bariz bir biçimde görebiliriz. Roman- ya’daki bu yakınlığın mimarı ise hiç şüphesiz Hamdullah Suphi Tanrıöver beydir. Ahmet Esat bey, eserinde Hamdullah Suphi hakkında şu ifadeleri kullanır: “13 seneye yakın bir zaman Romanya’da Türkiye’yi temsil eden Büyükel- çi Hamdullah Suphi Tanrıöver’in bu memlekette kazandığı sempati önemlidir. Siyaset sahasında hayli muvaffakiyetli işler başarmış, birçok Türk’ün Türkiye’ye gelmesine âmil olmuştur. “Onun muvaffak olduğu işlerden biri de şudur: “Romanya’da elli kadar siyasî parti vardır. En mühimleri Liberal ve Köylü Partileri idi. Bunların arasındaki ihtilâf açıkça görünüyordu. “Kral İkinci Karol, Alman siyaseti takip eden Köylü partisinin temayülünü hisseder hissetmez, Köylü partisi lideri Manyu’yu çağırdı; bu siyaseti terk etme- sini tavsiye etti. Fakat, Manyu, Liberal’lere kızgın olduğu için, Kral’a müspet cevap vermedi. “Bunun üzerine Kral Karol, iyi bir dostu olan Türk Büyükelçisi Hamdullah Suphi Beyi çağırarak, her iki partinin Almanlara karşı cephe almalarını ve İti- laf devletleri siyasetinin yürümesini sağlamak maksadile aralarında bir anlaş- maya varmaları hususunda tavsiyede bulunmasını ve Bratyanu ile Manyu’nun barıştırılmasını temenni etti... Her iki parti şefini birbirlerinden malûmatları olmadan Elçiliğimize yemeğe davet eden Hamdullah Suphi Bey, uzun münaka- şalardan sonra, bunları birbirlerine biraz yaklaştırmağa muvaffak oldu. Ve bu suretle, Kral Karol, tahtından ayrılıncaya kadar, Romanya’nın Almanlar tara- fına geçmesini önleyebildi. “Antonesku da Büyükelçimize dostâne hisler beslediği için, Hamdullah Suphi Bey, ihtilâl esnasında dahi bir rol oynamış, Kral aleyhinde bir suikast yapılma- sını ve Romanya’da fazla kan dökülmesine mâni olmuştur, denebilir. “Çevirdikleri bin bir entrika ve bin manevraya rağmen, Demir Muhafız- lar İhtilâline kadar, Romanya, Almanların tam bir nüfuz altına girmemiştir. Hamdullah Suphi Beyin bunda da bir rolü bulunduğu söylenirse, hatâ edilmemiş olur... Onun Romanya’da kurduğu siyasî teşkilât, temiz kanlı bir Türk evlâdı olan Halit Araçık’ın basireti, zekâsı ve kudretiyle çok iyi işlemiş, Hamdullah 96 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Suphi Beyin başarılarından çoğuna, bu teşkilât, mühim hizmetler etmiştir. “ (s. 71-71) “Hamdullah Suphi Tanrıöver, Romanya’da elçi olarak bulunduğu müd- det içinde üç büyük iş görmüştür ki, millî bir iftiharla zikre değer: 1. Domuz ahırları içinde yatan Türk ölülerinin mezarlığını modern bir şekilde yeniden yaptırarak gülistana çevirmiştir. Birinci Dünya Harbinde Hıristiyan mezarlıklarına gömülmüş olan 500’den fazla şehit askerimizin kemiklerini yeni yaptırdığı o gerçekten bir gül bahçesini andıran modern İslam mezarlığına getirip merasimle defnetmiştir. Burada her yıl fevkalâde bir merasimle dini ayinimiz icra kılınır; Rumen hükümeti de muzikası, as- kerleri ve subaylarıyla çelenkler getirerek bu merasime iştirak ederdi. 2. Devleti her yıl binlerce lira kira vermekten kurtarmak için gayet eh- ven bir fiyatla Bükreş’te bir bina satın alarak bu binayı elçilik ve konsolos- hane yapmıştır. 3. Rumen devleti ile yıllarca mücâdeleden sonra, vatanımıza yüz bin- lerce Türk kazandırmıştır. Bu arada birkaç tane Türkçe gazete çıkarmıştır.” (s. 243) Bugün, Romanya Cumhuriyeti’nin ve Romanya halkının Türkiye’ye ve Türk milletine karşı muhabbetleri Hamdullah Suphi Tanrıöver’in attığı dostluk te- mellerine dayanmaktadır. Hamdullah Suphi Tanrıöver Beyin Romanya’da hayata geçirdiği politikanın araştırılması ve incelenmesinin Türk hariciye politikasına rehber olacağına inanıyoruz. Ahmet Esat beyin hatıralarına Gagauzlar, “Besarabya’ya Niçin Gittim?” başlığı ile dahil olur ve “Besarabya İhtilali” başlığı ile devam eder.. O dönemlerde Ro- manya’ya dahil bir bölge olan Besarabya, Sovyetlerin işgalinden sonra Moldova ismini alan bölgenin ismidir. Moldova Cumhuriyeti, 1990 yılında, Sovyetler Bir- liği’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Ahmet Esat bey, Besarabya’ya neden gittiğini “Besarabya’ya Niçin Gittim?” başlığı altında şöyle izah eder: “Besarabya İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında siyasi durumun en mühim noktalarından biri olarak göze çarpıyordu. Ve ben bu karışık, du- manlı günlerde bir kolayını bulup Besarabya şehirlerindeki barlardan birine kapağı atmak fırsatını kolluyordum. “Niçin mi Besarabya’ya gitmek istiyordum. “Niçin gitmeyeyim?.. Bu bölgenin Almanlardan, Tatarlardan aslen Türk olan Gagauzlardan, Ruslardan, Rumenlerden, çeşit çeşit milletlerden ve ırk- lardan mürekkep karmakarışık, kozmopolit bir ahalisi var.. Bunların içinde

97 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

bizi ve beni alâkadar eden Gagauzlardır ki, ırkdaşlarımız olan bu hıristiyan Türkler, o zamanki Romanya Büyükelçimiz Hamdullah Suphi Beyi de çok meşgul etmiştir. Öyle bir dünya ateşinin başlangıcında yüzbinlerce Türkün bulunduğu bir yabancı diyarda Türkiyeyi temsil eden bir elçiyi Gagauzların ne olacağı sualinin meşgul etmesi, pek tabii idi...” (s. 174) “Bir ân evvel yola çıkmak istiyordum. Soyca Türk olan Gagauzların ara- sına girmek gayesile bu seyahata hazırlanmıştım. Fakat ne şekilde? Nasıl bir plânla...” (s.176) “Beni burada alâkadar eden iki mesele vardı: Birincisi acaba, Rusya, Be- sarabya’yı Almanya’ya haber vermeden işgal edecek mi idi ve Rumenler, böyle bir işgalde müdafaaya kalkacak mıydı? İkincisi, Gagauz Türklerinin, herhangi bir vaziyet karşısında teşkilâtlandırıp vatanımıza faydalı unsurlar haline sokmak ihtimali var mıydı?” (s.177) Bir şayia sonucu Tatar Türkleri ile Gagauzlar, Besarabya’da birbirlerine gir- mişlerdir. Ahmet Esat bey, dünya basınına Besarabya Tatar İhtilâli olarak yansı- yan hadiselerde bir Alman casusu Şnayder’in teşkilatının parmağı olduğunu ihsas ettirir. Bu kalkışmada Tatarlar, Gagauz dükkanlarını yağmalamakta, her şeyi kı- rıp dökmektedirler. Bu aşamada devreye Ahmet Esat bey girer. Gagauzlarla ilgili kendisine yöneltilen bir suale: “Gagauzların kiliselerinde dualar edip, onları kendime ısındırdıktan sonra, bunlara asıllarının Türk olduğunu, ana vatana, Türkiye Cumhuriyeti’ne daima bağlı kalmalarını, aslını inkâr etmenin Hıristiyan dininde en büyük günah sayıldı- ğını anlatıp, gençlerin başka, yanlış yollara sapmamalarını temin için babalarının çok dikkatli olmalarını – misyoner teşkilâtının bir selâmile- telkin edeceğim!...” (s. 202) Ahmet Esat Tomruk hatıralarına şöyle devam eder: “Birkaç gün Gagauzlarla meşgul oldum: Okullarında, çocuklarına lâtin harf- lerle ders okutuyorlar... Umumî lisanları garip bir şive ile Türkçe... Kiliselerindeki dua ve âyinleri de Türkçe.. “Dinleri Hıristiyan dini olan Gagauzların halis muhlis Türk olduklarına şüp- he yok. Muhtelif devletlerin idareleri altına girmiş oldukları için, millî köklerini kaybetmişler... Bunların ev âdetleri, yemekleri, aile hususiyetleri hep bizimkilere benzer... Bazı temaslarımda bunlara: -Siz halis Türksünüz... Dediğim zaman, başlarını iki yana sallayıp: 98 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hayır, biz Hıristiyanız... Gagauzuz... Diye cevap verdiler. -Ama bakın, Türkçe konuşuyorsunuz, ibadetinizi dahi Türk dili ile yapıyorsu- nuz! Dediğim zaman da, bu sorumu ikna edici bir şekilde cevaplandıramıyorlardı. Düşündüm: Bu da onların değil, bizim kabahatimiz. Çünkü, biz, onlara Türk olduklarını bildirmemişiz; bildirmek çâre ve vasıtalarını aramamışız... Ben Gagauzlarla meşgul olmağa başladığım sırada, Cemaati İslâmiye’yi teşkil eden Tatarların Hıristiyanlara karşı galeyanı henüz sükûnet bulmamıştı. Kendileriyle meşgul olurken, ana vatandan uzak kalmış, unutulmuş olan bu Türklere çok içim ısındı. Gayet cesur, çalışkan, terakkiperver insanlar. Gençle- rinde fevkalâde bir ileri fikirlilik var. Çiftçileri de çok faal bir zümre... Velhâsıl, bu Hıristiyan Türkler, her ne kadar uzun zamanlardan beri ana vatandan uzak kalmışsalar da, Türk’e hâs vekar, haysiyet, çalışkanlık, cesaret, zekâ vesaire gibi vasıf ve meziyetlerinden aslâ uzaklaşmamışlardır. Hıristiyan kalmış olmalarına rağmen, kiliselerinde dualarını Türkçe okumalarına bakılırsa, asıllarını, millî dillerini din- lerinde bile unutmamış oldukları anlaşılıyor... Dediğim gibi, bunların ana vatandan ayrı kalışlarının vebali onlarda değil, bi- zim alâkasızlığımızda! Gagauzlar’la temasımı mümkün olduğu kadar fazlalaştırdım. İlk esefle öğren- diğim şey şu oldu: Ruslar, Gagauzlara asıllarının Rus olduğunu telkin edip, bun- ların içinden bir kısım iyi yetişmiş genci kendi emelleri için teşkilâtlandırmışlar; onlardan istedikleri gibi istifade ediyorlardı! Bu vaziyeti görünce yüreğim sızlamağa başladı. Asıl nesli Türk olan birçok gencin ellerini fasit emellerine âlet edildiğini görüp de buna kayıtsız kalmak mümkün mü? Yavaş yavaş sondajlara başladım. Gençlik teşkilâtının içine girdim. Nihayet, güzel bir fırsat elime geçti: Bir akşam, bu gençlerin spor kulübüne gitmiştim. Biraz idman yapmak için kendilerinden müsaade istedim. Soyundum. Gençler, etrafımı aldılar. İp atlamağa, akrobasi hareketleri yapmağa başladım. Gençlerin benimle alâkalandıklarını görünce, her zaman daima çantamdan eksik etmediğim ponsing ball, yani, boks duvar topunu çıkarıp salonun köşe- sindeki yerine taktım. Tempolarla çalışmağa başladım. Göz ucu ile de, etrafıma

99 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR toplanmış olan delikanlılara bakıyordum: Hepsi benimle alâkadardı... Benim de istediğim bu idi! İçimden: “Ah, şu gençlerden biri heveslense de biraz idman yapsak...” diye dü- şünürken, bir ara kapı açıldı, içeriye esmer, iri yapılı birisi girdi. Bütün gençler, yeni geleni selâmladılar. Anlaşılan bu genç, arkadaşlarının içinde ileri gelenlerden biriydi... Beni göstererek, yavaş sesle aralarında bir şeyler konuşmağa başladılar. Ben, bir yandan idmana devam ediyor, bir yandan da gençleri iskandil ediyordum. Yeni gelen, hem kendisine söylenenleri dinliyor, hem de hafif hafif başını sallıyordu. Bir de baktım, yeni gelen genç, arkadaşlarının yanından ayrılıp soyunma oda- sına girdi. Ben de idmana fasıla vermiş, nefes hareketleri yapıyordum. Soyunma odasına giren genç, biraz sonra elinde bir iple çıktı, ip atlamağa başladı... İşi anladım: Bu genç, herhalde kulübün hatırı sayılır boksörü idi... Nitekim, biraz sonra, düşüncemde yanılmadığımı gördüm: Delikanlı, hafif tertip vücut id- manları yaptıktan sonra, arkadaşlarından biri ortaya iki çift eldiven getirdi. Deli- kanlı eldivenleri alıp yanıma geldi; gayet nezaketle: - Arzu ederseniz, biraz idman yapsak sizinle! Dedi. -Hay hay, dedim. Memnuniyetle... Zaten buraya idman için geldim... Diğer gençlerde bir kaynaşma oldu. Arkadaşlarına çok güvendikleri, benim nasıl dayak yiyeceğimi merakla seyre hazırlandıkları belli oluyordu... Eldivenleri taktık. Sordum: - İdmanımız, kaç raunt olacak? Delikanlı, kendine çok güvenir bir tavırla cevap verdi: -Zannedersem, üç raunt kâfi!.. -Kaç dakika olsun? -Siz ne kadar istersiniz? -Üçer dakika olsun ki, biraz idman ettiğimize değsin... -Hay hay! Salonda ring yoktu. Diğer gençlerden dört tane sandalye getirmelerini rica ettim. Her sandalyeyi birer köşe yapıp bir ring taslağı hazırladım. Böyle, amatörlerle yapılan boksta, el sıkıp dövüşe başlarken, “Bakalım ken- disini muhafaza ediyor mu? Acaba tarz değiştirmiş mi?” filân diye boksu horoz dövüşüne çevirmek asla doğru değildir. Ben, bu fikir ve kanaatte olduğum için, delikanlı ile el tutup ayrılır ayrılmaz, çenesine güzel bir direkt indirdim. Arkasın- 100 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dan da kroşeleri döktürmeğe başladım... Bu gencin, boksta henüz çok tecrübesiz olduğu kapanmalarından ve sağlı sollu yerlerini bulan yumruklarımı yedikçe şaşkınlık ve sersemlik alâmetleri göstermeğe başlamasından anlaşılıyordu... Bilmem nasıl oldu, bir ara, delikanlının burnu ka- namağa başladı. Herhalde burnu yumruğa karşı kâfi derecede pişmemiş... Bundan hemen istifade etmek fırsatını kaçırmadım: Vaktiyle, birçok büyük dövüşlerimde yaptığım gibi, eldivenlerimi karşımdakinin burnundan akan kana buladıktan son- ra, kanlı eldivenlerimi onun gözlerine, hafif, seri vuruşlarla indirmeğe başladım. Bunun faydası: Kanlı eldivenle birkaç vuruş, içlerine kan bulaşan gözlerin ka- panmasına sebep olur! Bilmem, bugünkü boksörlerimiz bu gibi incelikleri tatbik ediyorlar mı?” (s. 207,208, 209, 210) “Gagauz gençleri etrafımı aldılar. Takdirkâr bakışlarında derin bir alâka be- lirmişti. Benim de istediğim bu gençler arasında kendime bir muhit yapmaktı.. Bokstan, spordan, samimî bir hava içinde biraz konuştuk. Bu arada öğrendim ki, benim idman yaptığım delikanlı bir Rus okulunda öğretmen imiş! Bu kulübün de jimnastik öğretmenliğini yapıyormuş... Bu, gayemde muvaffak olmak için ekme- ğime tereyağı süren bir fırsattı... Rus öğretmeni giyinip tekrar yanımıza gelince, ben: - Arkadaşlar, dedim, size bir teklifim var. Çok rica ederim, bu teklifimi red- detmeyiniz... “Nedir teklifin?” der gibi hepsi yüzüme bakarken ilave ettim: - Hepinizi yemeğe davet ediyorum... Yalnız, ben yabancı olduğum için gide- ceğimiz yeri siz seçiniz. Cevap beklemeden Rus öğretmenin koluna girdim. - Haydi, dedim, hemen çıkalım. Nereye gitmemizi arzu ediyorsanız, oraya gi- delim... Bu centilmence hareketim, umduğum tesiri yaptı. Rus öğretmen: - Bu davet bize düşer mösyö... Dedi. Israr ettim: - Hayır, hayır, ilk teklifi ben yapmış ve reddedilmemesini rica etmiştim. İtiraz kabul etmem. Mamafih, sizin de hatırınız kalmasın, yemek benden, kahveler siz- den olsun... Buna da bir şey diyemezsiniz ya?.. Gülüştük ve beraber çıktık. On kişi idik. Aralarında gideceğimiz lokantayı kararlaştırdılar. Güzel bir içkili lokantaya girdik. İçeri girer girmez burası bir Rus lokantası olduğu göze çarpıyordu: Bir Balalayka orkestrası Rus havaları çalıyor,

101 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Rumenceden ziyade Rusça konuşuluyordu! Rus öğretmeni, şişman bir garsona Rusça bir şeyler söyledi. Üç masayı bir ara- ya koydular; oturduk. Öğretmene: - Mösyö, dedim, biliyorsunuz, ben buranın yabancısıyım; tabiî, âdetlerine vâkıf değilim. Ne ısmarlanacaksa lütfen siz söyleyiniz! Öğretmen, garsona emirler vermeğe başladı. Votkalar geldi. Etrafa göz gez- diriyordum: Müzisyenlerin yanındaki masada dört arkadaş ile Bandi’nin ve En- tellicens Servis’in adamı Fredie oturuyor.. Beni görmemezliğe geldi, fakat, arada sırada gözünü bana kaydırıyor... Bu içkili ziyafette Gagauz gençlerle iyice ahbap olmak ve kulüplerinin jim- nastik öğretmeni, kaptanı olan Rus öğretmeni ile dostluğu mümkün olduğu ka- dar ilerletmek istiyordum. Buna, bir dereceye kadar muvaffak oldum. Maksadım, bunlara asıllarının Türk olduğunu elimden geldiği kadar anlatmak ve ne gibi se- beplerle Türklükten uzaklaşmış bulundukları hakkındaki fikirlerini öğrenmekti... Konuşmalarımız hep spor konuları üzerinde geçiyordu. Ben yavaş yavaş, sö- zü dünya spor bahislerinden Türkiye’deki sporlara ve güreşlere getirdim. Lâf tam kertesine gelince: -Bakınız, dedim, siz Gagauzlar, yani eski Türkler, ecdadınız gibi nasıl gürbüz, kuvvetli gençlersiniz... Bunu söylerken, gözlerim, Rus öğretmenin gözlerinde idi. En ufak bir ha- reketini bile gözden kaçırmak istemiyordum. Nitekim sözlerim bu delikanlının üzerinde sanki bir yıldırım tesiri yapmıştı. Birdenbire yüzü kıpkırmızı oldu. O âna kadarki nazik tavrı değişiverdi. Ben, sözlerime Gagauz gençlerden bir karşılık beklerken, hemen o atıldı: - Yoo... Mösyö! Dedi. Sporda çok malûmatlı olduğunuzu kabul ederim, fakat tarih bilgisinde öyle olmadığınızı görüyorum. Gagauzlar, Rusturlar, Türk değil!.. Tamam. Benim de aradığım böyle bir münakaşanın açılması idi. Gençlere döndüm: - Bu hususta sizin fikriniz nedir? Diye sordum. Birbirlerine bakıştılar; cevap veren olmadı. Ben Rus öğretmene cevap verecek yerde, yine gençlere hitaben şöyle devam ettim: - Bakınız, kiliselerinizde, evlerinizde, hatta okullarınızda kullandığınız eski Türkçe değil mi? Gençler yine susuyorlardı; Rus öğretmene: - Buna ne dersiniz, mösyö? Diye sordum. 102 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Rus öğretmen asabiyetini gizleyemediği bir tavırla cevap verdi: - Bu, pek uzun, tarihî, ilmî bir mevzudur, mösyö! - Hayır. Bilakis. Çok kısa yoldan neticeye bağlanabilecek bir mevzu, dostum! Bu akşam, bu gençler evlerine gittikleri zaman, annelerine, babalarına sorsun- lar: Onların babaları, anneleri, yahut büyükbabaları, büyükanneleri, yani cedleri hakkında malûmat istesinler. Gagauzların ecdadı Türk müdür, Rus mudur, gö- receksiniz ki, derhal meydana çıkacak. Evet, sorsunlar, neticeyi yarın akşam bize söylesinler... Rus öğretmenin cevap vermesine meydan bırakmadan gençlere: -Ne dersiniz, dedim, yapar mısınız bunu? Gençler hep birden: -Olur mösyö, sorarız... Diye cevap verdiler. Bu, Rus öğretmenin hiç işine gelmemişti. Pek açığa vurmamasına rağmen, asa- biyetinin arttığını görüyordum. Burada bu mevzuu ortaya atmakta ve gençlerin analarıyla babalarıyla bu mevzu üzerinde konuşmalarını sağlamağa çalışmakta maksadım, Gagauzlar muhitinde bir ırkî münakaşa açmak, mümkün olduğu kadar kalabalık bir kütle huzurunda Türk olduklarını, bunların fikirlerine sokmaktı... Münakaşa, biraz daha sürdü. Fakat, Rus öğretmen ile bu mevzuu aramızda bir neticeye bağlamak tabiî mümkün değildi. Yemek de sona ermişti. Kalktım: - Aziz dostlarım, dedim, işime geç kalmayayım. Bu akşamlık bu kadar kâfi... Yarın akşam, lütfen eşinizi, dostunuzu, hattâ akrabalarınızı davet ediniz. Herhalde sizin toplanacak bir konferans salonunuz vardır; orada toplanıp bu mevzuu mü- nakaşa edelim... İçlerinden bir genç atıldı: - Bizim okulun konferans salonu var, dedi. Müdürden müsaade alırım.Yarın saat dörtte orada toplanalım... Bu gence sordum: - Nerede buluşacağız? - Kulübe geliniz. Ben sizi oradan alır götürürüm.” (s. 210, 211, 212, 213) “Saat dörtte kulübe gittim. Okulun konferans salonunu temin edecek olacak genç, beni bekliyordu... Şehrin kenarında, büyük bir okula gittik. Mükemmel bir konferans salonu.. Salona girdiğim zaman, gördüğüm manzara ümit verici idi: Kadınlar, erkekler, ihtiyarlar, gençler; konferans salonunu doldurmuşlardı. Bu kadar alâka gösteril-

103 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR miş olmasının sebebini birdenbire kavrayamadım. Bunu düşünürken, aklıma gel- di: Lokantada, Gagauzların Türk oldukları münakaşasını yaparken: “Bu benim indî mütalâam değildir. Sonra, sizin özbeöz Türk olduğunuzu ben herhangi bir tarih kitabından da nakletmiyorum. Bunu ben, bütün dünyaya harika bir insan olduğunu ispat etmiş olan Türklerin en büyüğü Atatürk’ün nutkunda dinledim. O nutuk, herhangi bir tarih kitabından daha mühim ve da itimat vericidir..” dediği- mi hatırladım. Büyük alâka, herhalde, bu toplantıda Atatürk’ün sözlerinden daha geniş ölçüde bahsedeceğimi tahmin ettikleri için olacaktı... Taksim takaddümden sonra, Rus öğretmeni yanıma geldi. Pek sinirli görünü- yordu. Yanında dört arkadaşı daha vardı. Bunlar, orta yaşlı insanlardı. Öğretmen, arkadaşlarına beni: - Dün akşam kendisiyle bir tarihî münakaşa yaptığımız artist... Diye takdim etti. Tip itibariyle alelâde insanlara benziyorlardı. Gözlüklüsü, beni inceden inceye tetkik ediyordu. O kadar dikkatli bakıyordu ki, dayanamadım; bu kırmızı yüzlü Rus’a. - Herhalde beni bir yerde görmüş olmalısınız, mösyö! Dedim. Bu defa yüzüme daha serbest bir dikkatle bakarak cevap verdi: - Öyle zannediyorum... Yüzünüz bana yabancı değil! Biraz alaya kaçarak blöf yaptım: - Belki Kafkasya’da, yahut Moskova’da görmüş olacaksınız! Çünkü ben, orala- rın yabancısı değilim! Benim bu üstü örtülü alayıma muhatabım aynı tarzda cevap verdi: -Muhakkak dostum... Sizi şimdi hatırladım. Lenin’in ölüm yıldönümündeki merasimde görmüştüm!.. O da, ben de artık işi alaya vurmuştuk. Elini sıkarak: - Bravo, dostum! Dedim. Doğrusu hâfızanız çok kuvvetli... Nasıl da unutma- mışsınız! Lâubali bir tavırla koluna girdim: Onu yanımızdakilerden ayırdım. - Biliyor musunuz buradaki toplantı ne içindir? - Hayır... - Söyleyeyim: Gagauzlar bu akşam, Gazi Mustafa Kemal Paşa, yani Türklerin babası olan Atatürk’ün şerefine toplandılar. Çünkü, malûm ya, onlar da Türktür ve Atatürk onların da Ata’sıdır! Bakınız, ben, şimdi birkaç sözle toplantıyı açaca- ğım... 104 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Benim böyle çileden çıkmam, müthiş tehlikeleri göze alacak kadar cür’etkâr olmam, her ne pahasına olursa olsun, tehlikeye atılmam beni tanımayanlara tuhaf, belki de inanılmayacak şeyler gibi gelir, fakat, beni yakından tanıyanlar bunu çok iyi bilirler... Gözlüklü muhatabıma toplantıyı birkaç sözle açacağımı söyledikten sonra, hiçbir dâvet beklemeden hemen salondaki kürsüye çıktım ve topluluğa hitap et- tim: - Bayanlar, baylar, size hitap ederken hangi dille konuşmamı istiyorsunuz? Fransızca mı, İngilizce mi, Rumence mi, Türkçe mi? Bu suali, saydığım dört dilde de tekrar ettim. Herkes, bir ân, bana bakakaldı. Sonra derin bir sükût çöktü. Birbirlerine bakıp, bir şeyler fısıldaşanlar oluyordu. Tereddüdü izale etmek için tekrarladım: - Söyleyiniz, bu dört dilden hangisini tercih ediyorsunuz? Nihayet: - Türkçe!.. Türkçe!.. Diye sesler yükseldi. Bu ilk neticenin verdiği memnuniyetle Türkçe olarak: - Ey ırkdaşlarım, sizinle aynı kanı taşıyan bir insan olarak şu ânda aranıza katılmış olmaktan duyduğum gurur ve iftiharı, sevinç ve heyecanı kelimelerle ifa- de etmek ne mümkün... Türklerin büyüğü, tarihe şan ve şeref veren, anavatanda yaşayan ırkdaşlarınız kadar o mukaddes sınırlardan uzak kalmış sizlerin de Atanız olan Atatürk’ten, o büyük insanın nutkunda sizler için kaydettiği kıymetli sözler- den bahsetmek üzere karşınıza çıkmış bulunuyorum... Diye söze başlayınca bir alkış tufanıdır koptu. Alkışın arkası kesilince, sözlerime devam ederek, 10-15 dakika kadar süren bir konuşma yaptım. Mümkün olduğu kadar kısa, fakat o nisbette tesirli olmasına çalıştığım bu konuşmada Gagauzların tarihinden, kendilerinin soyca Türk olduk- larından, muhtelif sebep ve amillerle anavatandan uzak kalmış bulunduklarından, Atatürk’ün Gagauzlar hakkındaki sözlerinden sık sık cümleler alarak hepsini he- yecana getirecek bir ifade ile bahsettikten sonra, sözlerimi şöyle bir sualle bağla- dım: -Sayın ırkdaşlarım... sizler için “Halis Türktürler... Bizim kanımızdandırlar...” diyen Atatürk’ün, dünyayı kendine hayran bırakan Türk kahramanının bu sözleri- ne siz ne cevap vereceksiniz? Aslınızı inkâr mı edeceksiniz, yoksa... -Elbette Türküz... Yaşasın Mustafa Kemal Paşa!.. -Yaşasın Atatürk!..

105 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

-Yaşasın Atamız!.. Diye kadınlı erkekli bağrışmalar salonu çınlatmağa başladı. Avazelerin arkası kesildikten sonra, birkaç kelime ile sözlerimi bağlayıp kür- süden indim. Tekrar bir alkış tufanı, “Yaşasın... Var olsun Ata’mız..” sesleri salonu doldurdu. Sevincim sonsuzdu. Ben, bunca zahmetlere katlanarak Bükreş’ten Besarab- ya’ya bunun, bu gayenin tahakkuku için gelmiştim. Zahmetlerim boşa gitmemişti. Burada şunu da belirtmek isterim ki, Gagauzlar arasında -şüphesiz birçok tehlike- leri göze alarak- tertiplediğim bu toplantı semeresiz kalmamıştı: Bu kısa toplan- tıda ayaklanan milli heyecanları ile senelerdir unutmuş oldukları milli benliklerini tekrar bulan Gagauzlar, bu duygularını o günlerde olduğu gibi, eminim ki, bugün ve yarın da muhafaza edeceklerdir. Ben, kendi hesabıma, orada gösterdiğim bu cesareti medeniye ile -görevimi yapmış bir insan olarak- bugün bile bir gurur duyuyorum. Bu da benim hakkımdır sanırım? Neyse, geçelim... Ben kürsüden indikten sonra, her kafadan bir ses çıkıyor, herkes ortaya bir sual atıyordu: - Türkiye’den, başka ne havadisler var? - Kadınlar şimdi serbestmiş.. Her meslekte büyük başarılar gösteriyorlarmış, öyle mi? - İnkılâptan sonra, en faydalı değişiklikler hangi sahalarda oldu? Gibi bir sürü sual!.. Hepsine kısa, özlü cevaplar verdim. Nihayet, Rus öğretmeni ile arkadaşlarının yanına geldim: - Nasıl, beğendiniz mi? Diye sordum. Sualime cevap almağa kalmadan, bu sefer benim koluma giren gözlüklü, kır- mızı yüzlü Rus oldu. Beni arkadaşlarından uzaklaştırıp bir köşeye çekti ve konfe- ranstan evvelki alaylı konuşmamızdan başka türlü bir eda ile: - Bravo, İngiliz Kemal! Dedi; anlattıklarından daha fazlaymışsınız... Niçin bi- zimle dost olmuyorsunuz? “Vay canına! Tevekkeli herif beni süzüp süzüp alaylı lâflarıma aynı tarzda ce- vap vermiyordu. Demek ki beni tanıyormuş!” diye bir an duralar gibi oldum; fakat hemen kendimi topladım. Lâkayt, hatta, biraz da müstehzi cevap verdim: - Dostum, bu nasıl laf? Benim size düşman olduğumu söyleyen kim? Dosta dost, düşmana düşman; iyiliğe iyilik, fenalığa fenalık... Benim düsturum budur! Lâfı uzatmasına meydan bırakmadan elini sıkıp ayrıldım. 106 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Burada daha fazla durmak doğru olmayacaktı... Salondakiler, birbirleriyle tatlı tatlı münakaşa ederlerken, hepsine umumi bir veda ile salondan ve okul binasın- dan çıktım. Kalbim, vicdanım müsterihti. Seviniyordum. Hiç olmazsa -kendime göre, ka- rınca kaderince- gayemde muvaffak olmuştum. Pür neşe otelin yolunu tuttum.” (s. 216, 217, 218, 219, 220) “O akşamüzeri tren istasyonuna gittik. Treni beklerken Besarabya’daki faaliye- timin bilançosunu zihnimden geçiriyordum: Bir vatan fedaisi olan Said’in haya- tını kurtarmıştım... Ecnebi ajanlar arasında, Gagauzlara milli duygular aşılamış, kalplerine Atatürk’ün ilhamlarını sokmuştum... Besarabya’nın Rus orduları tara- fından işgal tarihini tesbit etmiştim... “ (s. 227)

Sonuç Bir İngiliz dansçı aktristle sadece para kazanmak amacıyla gittiği Romanya’da hemen bütün Avrupa’nın ve Rusya’nın içinde olduğu karmaşık bir casuslar savaşı- nın ortasında kalan ve tabiatiyle oyuna katılan İngiliz Kemal lâkaplı Ahmet Esat Tomruk, İkinci Dünya Harbi’nin başlarında Romanya istihbaratına yardım ettiği gibi Türkiye’ye çok kıymetli istihbarî bilgiler sağlamıştır. Hatıralarında, Bükreş’te bulunan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği binasına gittiğini söylemesine rağmen Hamdullah Suphi Tanrıöver’le görüşüp görüşmedi- ğine dair bir bilgi vermemektedir. Ancak, Tanrıöver’in bilgisi dahilindeki istihba- ratçılarla birlikte çalışmıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya’daki faaliyetleriyle ilgili isabetli tes- pitleri Türk diplomasi tarihi için de önemli bir vesikadır. Romanya’da bulunduğu süre içinde Besarabya’daki Gagauzlarla tanışan, on- larla münasebet kuran Tomruk’un Gagauzların şahsiyetleriyle alâkalı tespitleri çok önemlidir. Tomruk’a göre Gagauzlar: “Gayet cesur, çalışkan, terakkiperver in- sanlardır. Gençlerinde gayet ileri fikirlilik vardır. Çiftçileri çalışkandır. Gagauzlar, Türk’e has vakar, haysiyet, çalışkanlık, cesaret, zekâ gibi meziyetleriyle Besarab- ya’da temayüz etmiş bir Türk halkıdır. Onların Türklüğünün en önemli göstergesi, kiliselerinde dualarını Türkçe okumalarıdır.” Hatıralarda dikkatinizi çekeceği gibi Gagauzların üzerinde Rusların büyük tesiri vardır. Aynı tesir pek çok Gagauz aydının telkinleriyle bugün de devam etmektedir. Gagauzlar, Bulgarlara, Rumlara, Romenlere, Ruslara rağmen kendi kimliğini gerçekleştirmeli ve varlığının devamı için, bu yolda bir görüş, bir yol geliştirme-

107 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lidir. Ancak, Hamdullah Suphi Tanrıöver Gagauzlar’a nasıl yaklaştıysa Türkiye Cumhuriyeti devleti de, aynı şefkatle Gagauzlara yaklaşmalı; maddî ve manevî olarak her türlü desteği sağlamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Gagauzların ekono- misini, eğitim kurumlarını modernleştirebilecek, geliştirebilecek imkânlara ziya- desiyle sahiptir.

Kaynakça Recai Sanay, (Anlatan: İngiliz Kemal, Esat Tomruk) Türk Casusu İngiliz Kemal’in İkinci Dünya Harbi Maceraları, Kültür Kitabevi, İstanbul, Zekeriya Türkmen, İngiliz Kemal: Ahmet Esat Tomruk, Millî Mücadele Dönemi Hatıraları, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2000. http://www.altayli.net/milli-mucadele-donemi-istihbaratcilarindan-ingiliz-kemal-ahmet-esat-tomruk-1892-1966.html/3 http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-54/hamdullah-suphinin-romanya-buyukelciligi-ve-gagauz-turkleri

108 HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVERİN GAGAUZ MİLLİ KİMLİİN ÜÜSELMESİNDEKİ ROLÜ

Dr. Güllü KARANFİL

Yrd.Doç.Dr.İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi

Özet Makalede Gagauz Türklerinin tarihine kısa bir bakış yer almakta. Gagauz Türklerinin Osmanlı döneminde Dobruca, Deliorman bölgelerinde yaşadıkları bilinmektedir. 18.yüz- yılın sonunda Gagauzların büyük bir kısmı Basarabya’ya göç eder. Ve azınlık olarak aynı yerde, ama çeşitli devletler içinde yaşar. Osmanlı devletinden koptuktan sonra Basarabya Gagauzları Türkiye Türklerinde yüzyıllarla habersiz kalır. Ve Basarabya toprakları Romanya Krallığına dâhil sonra Gagauzlar yeniden Türklerden haberdar olmağa başlar. Romanya- da Büyükelçi vazifesinde çalışan Hamdullah Suphi Tanrıöver sayesinde Gagauzlar’ın milli kimliğin idrak edilmesinde bir yükselme söz konusudur. Anahtar kelimeler: Gagauzlar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, milli kimlik, Türkiye, Ata- türk, Mikail Cakır Abstarct In our article we give short excursion to the history of Gagaus It’s wellknown that ga- gaus lived on the territory of Osman impire in Deliorman and Dobrusi. Because of small population they lived in different countries. İn hasl big inbluence on their national identity. Key words: Gagaus, Hamdullah Suphi Tanrıover, their national identity, Turkey, Ata- turk, Mihail Çakir HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bir halkın milli bilinci kendi kahramannarının temelindä uzun bir zaman sü- resindä formalaşêr. Ama o halk başka halkların gegemonnuu altında yaşarsa, bu sürä uzanêr hem var nasıl milli kimnii bütünnä unuttursun. Biliner, ani Gagauz Türkleri Osmanlı Devletindä zamanında çokluk olarak Dobruca, Deliorman bölgelerindä yaşamışlar. Rus-Türk Cengi yıllarında Gagauz- ların büük bir kısmı o zamanlar Rusyanın kapladıı Besarabiyaya yerleştirilmiştir. Bu büük göçün sebepleri taa diil kesin belli. Kartaya baksak Gagauzların yaşadıı yerler hep Kara Denizä yakın olmuştur: Burgas, Varna, Kavarna, Şabla, Dobriç, Mangalya, Babadaa, Köstence, Tulca, Galas, Yaş. Deniz gagauzların işi hem tok olması için önemli bir varlıktır Ona görä eski folklorumuzda denizlän, gemiylän baalı manilerimiz, türkülerimiz var. Orada kökleşän halk yerli halk (aborigen) de- mektir. Onlar Rus-Türk savaşı zamanı denizin kenarında yeşillik içindä yuzyıl- larla yaşadıkları evlerini, uvalarını brakarak çöllük, ağacı olmayan yerlerä geçer- lär. Burada biz bu göçün fasıl olduunu duyerız. Bizä şindiyä kadar üüredildi, ani Gagauzlar Osmannıdan kurtulmak için Besarabiya topraklarına kaçmışlar. Sora o topraklara saabi çıkan Rus Çarı 2. Ekaterina ‘kucak açmış’ gagauzlara. Bu göç konusunu araştıran rus, bulgar istoriya aaraştırıcıları kendi devletinä izmet ederek kendilerinä uygun istoriya yazmiş, folklor örneklerinnän dä oynanmıştı. Olan bilgilerä görä bu göç 1787-1824 yılları kaplamıştır. Memeleketi Bal- kannardan uzak düşän gagauzlar için hep birliktä yaşadıkları türklerlän baalantı kopêr. Köy–köy yerleşer gagauzlar Besarabiya topraklarına. Köylerini Nogay köy- lerinin küllüklerinä yakın kurêr hem o eski nogay küüyünün adını kullanêrlar. Dillerini, adetlerini koruyup yaşdêrlar. Kliseyä gitmäk adeti yoktu gagauzlarda. Bu adeteleri rus askerlerini koylerä yerleştireräk aşıladılar. Öylecä gagauzların içindä rus dili girmää başadı. Türklerlän se büük, temelli bir baalantı kopukluu oldu. Rus İmperiyasında yaşarkan Besarabiya Gagauzlarının içindän parmaklan sayılacak kadar aydınlar eski slavyan bukvalarını kullanarak gagauz yazıları yazmış. Burada din hem bilim adamı Mihail Çakirin adını söyleyebiliriz. Taa sora Besarabiya top- rakların Romanyanın elinä geçtiktän sora Mihail Çakır latin alfabetinnän, romun dilindä olan bukvalarlan Gagauzca yazêr. 1930-cu yıllarda Türkiyä Türkleriylän 100-150 yıldan fazla sürän bir kopuk- luktan sora Gagauzlar yenidän Türklerlän karşılaşêrlar. Atatürk oktyabrinin 29-u 1923 yılda Türkiye Cümhuriyetini kurdu. Türkiye için pek zor zamannar başla- masına bakmayarak Mustafa Kemal Atatürk Türkiyeyi kaavileştirmek için elçile- rini yollar türlü devletlerä. 1885 –ci yılda Stanbulda kulturalı, bilgili, tanınmış bir ayledä duuan, genç yaş- 110 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR larında artık söz ustalıınnan tanınan Hamdullah Suphi 1912-ci yılda Türk Ocaa milliyetçi kuruluşunun “gür hem temiz sesi” olmuştu. 1912-1932 -ci yıllara kadar Türk Ocakları kuruluşunun başkanı, hep bu yıllarda Büük Türkiye Milli Meclisi- nin milletvekili, Türkiyenin Milli üürenmäk bakanı olarak halkına izmet etmiştir. Hamdullah Suphi Tanrıöverä Türkiyä Elçisi olmak için Belgrad, Büküreş hem Kahire teklif ederlär da büük milliyetçi adam, elbetki, Türklerin dä yaşadıı devleti Romaniyayı, yani Büküreşi seçer. «1931`de Romanya`nın başkenti Büküreşä elçi olarak atanan Hamdullah Subhi Tanrıöver Gagauz Türkleri ile yakından ilgilen- miş, Gagauzları ve yaşadıkları yerleri defalarca ziyaret etmiştir. Bu yıllarda 100 civarında Gagauz gencinin Türkiye`de okumasını sağlamış, bölgeye Türkiye`den ders kitapları ve Türk öğretmenleri göndermiştir»1 O Türk üüredicileri yaşlı Gagauzlar’ın akıllarında kalmış hem dä Gagauz lite- raturasında da kendi yerini bulmuştur. Türk üüredicileri Komratta folklor örnek- leri toplamış da 1938 yılında “Varlık” jurnalında yayınnanmıştır. Hamdullah Sup- hi Tanrıöver elçiykän Gagauzlarlan ilgili bilgileri Türkiyenin öndercisi Mustafa Kemal Atatürkä yollêêr. O yıllara Hamdullah Suphi “Besarabiyalı Gagauzların istoriyası” (1934) kiyadını yazan Mihail Çakırlän görüşmüş. Taa sora Çakır Ata- türkä bu kiyadı yollêêr da Atatürk için dä bir kiyat yazmaa istediini söleer. Gagauz topraklarını gezän Büyükelçi kimliğini, kökünü neredeysä unutmuş olan gagauzlara çok candan uzun-uzun konuşêêr, onnara Türk olduklarını akılla- rına getirder, Atatürkü annadêr da kısa zamanda çok da başarılı olêr. İlk kirä geldiynän Gagauzların küülerinä Hamdullah Suphi Tanrıöver bir genç Gagauzlan lafederkän gagauzların dili hem kimniinän baalı şölä yazılar yazmış «Büyükelçi soruyormuş: “Nece konuşuyorsun?. - Gagauzca. - Ben nece konuşuyorum. - Sen de Gagauzca konuşuyorsun. - Türkiye’de 14.000 000 adam var. Onlar da bizim gibi konuşuyorlar. - Türkiye’de bu kadar Gagauzca konuşan adam olduğunu bilmiyordum… - Oğlum, sen de, ben de, Türkiye’de olanlar da hepimiz Türkçe konuşuyoruz. - Evet, hakkın var, bizim dilimize Gagauzca da derler, Türkçe de derler»2. Hamdullah Suphi Tanrıöver denemiş, ani genç lafetii dilin Türkçä olduunu

111 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bilmesinä bakmayarak öncä olarak dilini Türkçä diil, Gagauzça olarak deer hem Türkiyä Türklerinnän ilgili pek bişey bilmer. Bu durumun sebebi de belli: 130 yıl- dan zeedä bir kopukluk hem Rusiyanın başarıylan götürdüü antitürk politikasıdır. Hamdullah Suphi Tanrıöverin Elçilii dönemi hem onun gagauzlarlan baalan- tısı 1931 -1940 yıllara kadar devam eder. Bu kısa zaman süresindä 150 yılı aşkın bir kopukluktan sora bu milli ruhun üüseldiini biz Yaşar Nabinin İlkkanun (kı- rım) ayında 1935 ve Sonkanun (büük ay) ayında 1936 yılında ‘Ulus’ gazetasında ‘’Türk Gagauzlar’’ adlı 7 yazıdan göreriz. Birindä Yaşar Nabi yazêr: Artık hepsi Türklüğünü biliyorlar. Büyük Türkiye ve onun şefinden (Atatürk. G. K.) haberdarlar. 10 yaşında kara kalpaklı ve karagözlü bir yavruyu sokakta durdurarak soruyo- rum: Sen nesin? Gagauz. Gagauz ne demek ? Bulgar mısın? Küçük hiç tereddüt etmeden başını sallıyor: Yok, Bulgar değilim. Peki ya nesin? Türk.3 Basarabiyada üüredicilik edän Türk üüredicileri Komratta folklor toplamış da 1938-ci yılda “Varlık” jurnalında yayınnamışlar. Buradan belli olêr, ani Her iki Türk halkı da bir birini zenginleştirer. Biliner, ani Atatürk yeni kurulmuş devlettä Türk dilini temizlerkän gagauz dilindän dä eski türk laflarını alarak arap hem fars kökeni lafların yerinä kullanılmasını teklif etmiş. Hamdullah Suphi her hangi bir köye gelince etrafını sarıyor köylüler. Her- kes Türkiye’de eğitim almak için can atıyor. Türklerä sevgi hem saygı Ulus gazetasının eldän-elä gezmesindän dä belli olêr. Herkes okumaa çalışêr. Yaşar Nayır Nabi yazêr Ulus gazetasında: Eski Ulus gazetesi elden ele dolaşıyormuş. Yaşlı Gagauzlar heceleyerek oku- maya çalışıyorlar. Okuya -okuya İstanbul Türkçesiyle konuşanlar artmaktadır. Ba- zen Arap fars lafları rast geliyor ve cümlede manasını toparlamaya çalışıyorlar. Yaşlı Gagauzlar Romen coğrafya kitabını Türkiye hakkında bilgileri inceleyerek 112 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkiye’nin Romanya dan 2 defa büyük olduğunu anlayınca çocuk gibi seviniyor- lar. -Orada çok yer var, diyorlar. Orada bize de yer var. Gagauzlar’ın Romanya devletinde asimile olmalarından çekinen Hamdullah Suphi Tanrıöver, İsmet İnönü’nün de onayını alıp, Romanya’dan getirteceği Ga- gauz Türkleri’nin Marmara Bölgesi’ne yerleştirilmesini planlıyordu. Eğer İkinci Dünya Savaşı çıkmasaydı, Gagauzlar’ın Türkiye’ye göçü belki de büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktı. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine Besarabya 1940’da Almanlar tarafından, Dobruca da 1944’de Kızılordu Birlikleri tarafından işgal edilmiş ve böylece Tanrıöver’in bütün hayalleri yıkılmıştı4. Yazar Yaşar Nabi gagauzlarlan konuşarkan, ‘sizin Türkiyeye göçünüzü yapmak istesek... bu konuda ne düşünüyorsunuz’ soruşuna bir Gagauz deer: Hiç sıkılmayın, şimdi burada bir göç borusu çalsak bir hafta içinde on bin adam kaldırmak işten bile değildir. Ve bir defa göç başladı mı siz isteseniz bile arayı kesemezsiniz. Gagauzlar o kadar bir birine bağlıdır. Ve devam ediyor Ga- gauz adam: ‘’Tanrı isterse, bizi, Gagauzları bahtiyar etsin, hepimiz ana yurdumuza gideriz ve orada kan kardeşlerimizin arsında iyi konuşmayı, okumayı ve yazmayı öğreniriz. Ah, bilseniz neler anlatmak istiyorum, fakat dilim duyduklarımız anla- tamıyor. Bizim gözlerimiz geçen yıl açıldı. Geçen yıl bir Türk bize Kardeşlerim diye seslendi. O güne kadar biz öksüzdük. Şimdi göğsümüzü kabartarak bütün dünyaya bağırabiliriz: Biz Türküz! Biz Türküz! Öksüz değiliz. Bizim de anamız var: bizim de babamız var. Anamız Türkiyedir, babamız Atatürk. Kardeşlerimiz 20 milyon Türktür. Yaşasın Atatürk, yaşasın onun dirilttiği büyük Türkiye!’’5 Ama o zamanın politikası genä iki Türk halkının arasnda bir kopukluk oluş- turêr. 1940 yılında Molotov-Ribentrop annaşmasına görä bugünkü Moldova Ga- gauzlarlan birliktä Sovyet Birliinä girdi. O yıllarda rejimä uyumayannar için ilk kaldırmaklar başladı. 1941-cidä başlayan cenk, Romanya Krallıında zorluk hem yoksulluk çekän Gagauzları taa da biraz yufkalattı. Gagauzların bir kısmı Ro- manya ordusunda Rusyaya karşı cenk etti, 1944 te de Rus ordusunda Almanyaya karşı cenk etti. Cenktän sora kendinä gelmää savaşan halk 1946-1947 yıllarında kuraklık hem öneticilerin politikası sonucunda büyük bir aaçlık süreci geçirdi. Halkın üçtä biri açlık hem hastalıklardan geçindi. Cenktän sora kolektivizaţiya (kolhoz) başladan Sovet Birlii uygun olmayan

113 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

“zenginneri” 1949 da daha büyük bir sürgünä gönderdi. Ruslar Sebebini söyleme- den bir gecede yük trenlerinde binlerce Gagauz ailesini iklimi sert olan yerlere; Sibirya’ya, Kazakistan’a, Altaylar’a sürgün etti. Bunların günahları “zengin” olma- larıydı. Zenginlik iki-üç baş inek, 5-6 baş koyun, biraz da topraktı. Bucak`ı “te- mizledikten” sonra yeni Stalin ideolojisinin temeli yayılmaya başladı. Stalin’in eli ile sürgün edilmiş Gagauzlar’a bile Stalin’i sevdirdiler. Savaştan sonra yoksulluk ve cahillik içinde yaşayan, çoğunlukla Rusça’yı bilmeyen Gagauzlar’a Rusya’dan öğretmenler ve diğer bilim dallarında uzmanlar gönderildi. Böylece Gagauzlar’ın içinde Rusça yayılmaya başladı ve bununla kalmayarak resmi yerlerde, okullarda vb. yerlerde Gagauzca yasak edildi. Gagauzlar kendi Gagauzluklar’ından utanma- ya başladılar. Hala da bu duruma Gagauzya’da az da olsa rastlamak mümkündür. Moldovanın Bağımsızlık döneminde Gagauz Yeri Özerk bölge statüsünü ka- zandı (1994), Buna rağmen 22 sene içinde Sovyetler zamanı antitürk propoganda- sı gagauzların kimliğini darbe altında bulunmasını tetikliyor ve Gagauzlar içinde Rusça Eğitim durumu hala kendilerini ikinci sınıf olarak hissetiriyor. Hatta son 5-8 yılda gagauz ailelerinde çocuklarla Rusca konuşanların sayı çığ gibi artıyor. Hamdullah Suphinin 8 yıl içinde kimlik kazanma mücadelesinde çok başarılı olması göz önünde ve bu onun nekadar büyük bir Türkçü olduğunun anlatmakta- dır.

1 Yonca Anzerlioğlu. Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagauz Türkleri, Bilik, 2006. Sayı 39.s.35 2 Yonca Anzerlioğlu. A.g.m. s.37 3 Yaşar Nabi. Türk Gagauzlar. Ulus gazetesi, 4. Sayfa, 22 ilkkânun, 1935, pazar 4 Yonca Anzerlioğlu,A.g.m.s.46 5 Yaşar Nabi. Türk Gagauzlar. Ulus gazetesi, 4. Sayfa, 23 ilkkânun, 1935, Pazartesi. KAYNAKLAR Yaşar Nabi. Türk Gagauzlar. Ulus gazetesi, 4. Sayfa, 22 ilkkanun, 1935, pazar Yaşar Nabi. Türk Gagauzlar. Ulus gazetesi, 4. Sayfa, 23 ilkkanun, 1935, Pazartesi. Yonca Anzerlioğlu. Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagauz Türkleri, Billik, 2006. Sayı 39

114 HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER’İN GAGAVUZ TÜRKLERİNE HİZMETLERİ

Doç. Dr. Fahri TEMİZYÜREK

Gazi Eğitim Fakültesi

Özet Türk kültür ve toplum hayatında çalışmalarıyla derin izler bırakmış olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Dünyasına önemli hizmetleri olmuş bir devlet adamıdır. Büyükelçi olarak Romanya’ya atanması Gagavuz Türklerinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bura- da yaşayan Türklerin sorunlarıyla yakından ilgilenen Tanrıöver, onların eğitim başta olmak üzere kültürel faaliyetleriyle yakından ilgilenmiş, on üç yıl Romanya’da yaşayan Müslüman ve Hristiyan Türklere hizmet etmiştir. Görev yaptığı sürece Gagavuz Türklerinin yaşadık- ları yerleri ziyaret etmiş, mevcut sorunları yerinde tespit ederek çözüm yolları aramıştır. Bu çalışmaları sayesinde birçok bölgede Türkçe eğitim yapan okullar açılmış, bu okullara Türkiye’den öğretmenlerin yanı sıra ders kitapları da gönderilmiştir. Ayrıca Gagavuz genç- lerin Türkiye’de ücretsiz eğitim görmelerini sağlamıştır. Tebliğimiz çerçevesinde, Türki- ye Cumhuriyeti Devletine çok önemli makamlarda hizmet etmiş olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya büyükelçiliği döneminde burada yaşayan Türklere yapmış oldukları hizmetler ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler : Hamdullah Suphi Tanrıöver, Gagavuz Türkleri, Türk dünyası, eği- tim-öğretim THE SERVICE OF HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER FOR GAGAUZ TURKS HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Abstract Hamdullah Suphi Tanrıöver was a statesman who did great service to Turkic World and left his mark on Turkish culture and society with his works. His designation to Romania was a turning point in the history of Gagauz Turks. Having served Muslim and Christian Turks for thirteen years, Tanrıöver was interested in the issues Turks faced there and was concerned about their cultural activities primarily about education. During his assignment, he visited the places where Gagauz Turks lived. He looked for a solutions for the current issues he determined closely. Due to his efforts, many schools where Turkish is used as the medium of instruction were founded in many regions of Romania. Teachers and textbooks were sent to these schools from Turkey. Moreover, Gagauz students were also sent to Tur- key with scholarships. This paper presents Hamdullah Suphi Tanrıöver who held in many important positions in Turkish Republic and reveals his service to Turks living in Romania during his years as ambassador. Keywords: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Gagauz Turks, Turkic World, education-tea- ching

Sayın başkanım, değerli meslektaşlarım, kıymetli dinleyenler, tebliğime başla- madan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu toplantının kardeşliğimizin pe- kişmesine vesile olmasını ümit ederek sözlerime başlıyorum. Türk kültür ve toplum hayatında çalışmalarıyla derin izler bırakan H. S. Tan- rıöver, genç Türkiye cumhuriyeti Devletinin eğitim politikasının millî bir kimlik kazanmasında önemli bir rol oynar. Henüz 27 yaşında iken Türk ocaklarının ba- şına geçen Tanrıöver, Başta Türk Ocakları olmak üzere, yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri ile Türk Dünyasının adeta “çarpan kalbi” olur. Türk Ocaklarının 1931 yılında kapatılarak Halkevlerine dönüştürülmesi H. S. Tanrıöver’i çok üzer. Onun için yurt dışına çıkmak, farklı bir atmosferde yaşamak yararlı bir çıkış yolu olarak görülür. Kendisine Kahire, Belgrad ve Bükreş Elçilikleri teklif edilir. Hamdullah Suphi, Bükreş’i tercih eder. Çünkü Romanya’da özellikle Dobruca ve Beserabya bölgele- rinde ortalama 350.000 Müslüman ve Hristiyan Türkler yaşamaktadır. Fikir dün- yasını mensup olduğu milletine hizmet etme aşkı üzerine inşa eden Hamdullah Suphi, için bu yeni görevi iyi bir fırsattır. Onların eğitim ve kültür hayatlarına hizmet etme aşkıyla işe koyulur. Tebliğimizde Romanya büyükelçisi iken bölgede yaşayan Türklere yapmış ol- duğu hizmetler ana hatlarıyla ele alınacaktır. Gagavuzlar, Karadeniz’in kuzeyinden Batı’ya göç etmiş bir Türk boyudur. Tıpkı Anadolu’daki ve Azerbaycan’daki Türkler gibi. 1065 yılında Tuna’yı geçerek 116 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kuzey ve Güney Bulgaristan ve Dobruca bölgesine yerleşmişlerdir. Daha sonra özellikle Bizans’ın etkisiyle Ortodoks Hristiyanlığını kabul etmişlerdir. 14. Yüzyıl başlarında Balık Bey liderliğinde bir devlet kurmuşlar. Balık Bey’in 1357 yılında ölmesinden sonra yerine kardeşi Dobrotiç geçmiştir. Bu dönemde güçlenen Ga- gavuz devleti topraklarını genişleterek “İskit Yurdu” olarak anılan bölgeyi de bün- yesine katarak buraya “Dobrotiç Yurdu” denilmeye başlamıştır. Bu isim Türkçeye “Dobruca” olarak girmiştir. Gagavuz devletinin Osmanlı topraklarına dâhil edildiği dönem Yıldırım Ba- yezid dönemidir. Bu dönemde halkın belirli bir kısmı Müslüman olmuştur. Ga- gavuz Türkleri 18. Yüzyılda savaşlar ve Rusya’nın teşvikiyle yurtlarını terk ederek Baserabya’ya göç etmişlerdir. 19. Yüzyılın başlarında yapılan “Bükreş Antlaşması” sonucu Tatarlar Bucak’tan çıkartılmış yerlerine Gagavuz Türkleri yerleştirilmiştir. Türk–Rus Savasının sonunda da Dobruca’da yaşayan Türkler Anadolu’ya göç et- mek zorunda kalmışlardır. ( Çobanoğlu, 2003 : 26,27 ) Günümüzde Baserabya bölgesinde 200.000 civarında Gagavuz Türkü yaşa- maktadır. Bunlar Ortodoks Türklerdir. Dilleri Türkçe olup İstanbul Türkçesine son derece yakın bir özellik gösterir. Yaşam tarzları oğuz Türkleriyle örtüşür. ( Ülküsal, 1966 : 113 ) H. S. Tanrıöver’in Romanya’ya Büyükelçi olarak gitmesi Gagavuz Türklerinin hayatında bir dönüm noktası denebilir. Tanrıöver, öncelikle açık kalpliliği, samimi davranışları ve mükemmel hitabetiyle, Romanya hükümeti yetkililerinin nezdinde büyük bir güven kazanır. Hükümet ve Kralın çevresi onun Dobruca’daki Romen vatandaşı olan Müslüman Türklerin ve Beserabya’daki Hristiyan Türklerin yani Gagavuzların durumları ile ilgilenmesine, bunların okul ve kültür işlerine karış- masına tepki göstermediği gibi yardımcı olur. Çünkü Tanrıöver, yapmış olduğu hizmetlerle Romen hükümetinin ve milletinin geleceğine ve çıkarlarına hiçbir şekilde zarar vermez. Onun çalışmaları neticesinde Romen diplomatlar ile Türk diplomatlar arasında samimi dostluklar oluşturulur. Gagavuz Türklerinin sorunlarıyla yakından ilgilenen Tanrıöver, onların eğitim başta olmak üzere kültürel faaliyetleriyle yakından ilgilenir, on üç yıl Roman- ya’da yaşayan Müslüman ve Hristiyan Türklere hizmet eder. Görev yaptığı sürece Gagavuz Türklerinin yaşadıkları yerleri tek tek ziyaret etmiş, mevcut sorunlarını yerinde tespit ederek çözüm yolları aramıştır. Bu çalışmaları sayesinde birçok böl- gede Türkçe eğitim yapan okullar açılmış, bu okullara Türkiye’den öğretmenlerin yanı sıra ders kitapları da gönderilmesini sağlamıştır. Ayrıca çalışkan ve yetenekli Gagavuz gençlerin Ülkemizde ücretsiz eğitim görmelerini de imkan sağlamıştır.

117 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

H. S. Tanrıöver’in katkılarıyla 17 Ekim 1933’de “Türkiye – Romanya dostluk, saldırmazlık, Hakemlik, ve uzlaştırma Antlaşması” imzalanır. İmzalanan bu ant- laşma, iki ülke arasındaki dostluk havasını daha da geliştirir. Bu gelişmeler netice- sinde, Türk Büyükelçisinin Romanya’daki işlerini daha da kolaylaşır. Tanrıöver, oluşan bu olumlu havayı çok iyi değerlendirir. Şahsi çalışmalarıyla Bükreş’te büyük bir Türk mezarlığı oluşturmayı başarır. Balkan ve Birinci Dünya Savaşında şehit olan binlerce şehidi kapsayan bu mezarlık 6 Nisan 1935 tarihinde muhteşem bir törenle açılır. ( Dağıstan, 2002 : 820 ). Günümüzde de Türklerinin bu coğrafyadaki tapu senedi gibi varlığını devam ettiren bu şehitlik, ziyaretçilerin hizmetine açıktır. Tanrıöver, Besarabya ve Dobruca’da yaşayan Türkleri sık sık ziyaret eder. Ma- alesef bu dönemde Türklere ait bir okul bulunmamaktadır. Dobruca’daki tek yüksek okul “Müslüman Semineri” adındaki medresedri. Tanrıöver, burayı ziyaret emiş öğretmen ve öğrencilerle uzun uzun sohbet ederek sorunları hakkında bilgi edinmiştir. Öncelikle dersler ve eğitim programı ile ilgili yenilikçi görüşler ortaya koyarak eğitim sisteminin modern bir anlayışla yeniden ele alınmasını sağlamıştır. Ders programdaki genel tarih ve özel Romen tarihini derslerinin yanı sıra Türk tarihi dersinin de konulmasını sağlamıştır. ( Baydar, 1968 : 157 ) Tanrıöver’in çalışmaları neticesinde Romen hükumeti “Müslüman Semineri” nde Arapça okutulan dini kitapların Türkçe okutulmasını, Arap harfleri ile oku- ma-yazma öğretimi yerine Türkiye’de kabul edilen Latin esaslı “Yeni Türk Alfa- besiyle” öğretim yapılmasını, öğrencilerinin kılık-kıyafette Türkiye ile aynı yolda olmasını sağlamıştır. ( Ülküsal, 1966 :113 ) Gagavuzlara karşı olan sevgisi dillere destan olan Tanrıöver, Gagavuz gençle- rinin eğitimine büyük önem verir. Onların Türkiye’de eğitim görmelerini sağlar. Gagavuz köy ve kasabalarında Türkçe eğitim yapan yirmi altı okulun açılmasını sağlar. Bu okullarda görev yapmak üzere Dobruca Türklerinden öğretmenler bulur. Derslerde okutulmak üzere Türkiye’den kitaplar getirtir. İkinci dünya Savaşında Romanya, Almanların yanında yer alır. Almanların sa- vaşta yenilmesi Romanya’nın, Sovyetlerin tekeline bırakılmasına sebep olur. Or- taya çıkan bu durum Türkler açısından zor bir dönemin başlangıcı sayılır. Zaten cihan harbiyle beraber Türkiye’den gelen öğretmenlerin önemli bir kısmı vatan- larına geri dönmek zorunda kalmıştır. Görevlerini devam ettirmek isteyenler ise Sovyetler birliğinin baskısı politikaları neticesinde ağır hapis cezalarına çarptırıl- mış veya Sibirya’daki toplama kamplarına gönderilmişlerdir. Komünistlerin oluşturdukları bu baskıcı rejim, Hamdullah Suphi’nin Türki- 118 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ye’ye okumaya gönderdiği gençlerin hayatını da derinden etkilemiştir. Maalesef bu gençlerin büyük bir kısmı vatanlarına geri dönememiştir. Çoğu Türk vatandaş- lığına geçerek burada hayatlarını devam ettirmiştir. Türkiye’de ücret ödemeden yüksek tahsil yapmalarına imkan sağlanmıştır. Hamdullah Suphi, Türkiye’ye tahsil için gönderdiği talebelerle ömrünün so- nuna kadar ilgilenmiş onlarla olan irtibatını hiç kesmemiştir. Meslek hayatı son- rasında da onlara rehberlik yapmıştır. Büyük bir kısmını köy enstitülerine yerleş- tirmiş ve öğretmen olmalarını sağlamıştır. ( Ayaşlı, 1973 : 95 ) Sonuç olarak diyebilriz ki, Oğuzlara mensup bir Türk boyu olan Gagavuz- lar, günümüzde Moldova’nın güneyinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Ayrıca Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’da yaklaşık yarım milyon nüfusa sahiptirler. Hamdullah Suphi, bütün ömrü oyunca dünyada yaşayan bütün Türklerin kültü- rel birliktelik sağlaması yolunda çalışmıştır. Bugün de Gagavuzların önemli bir kısmı özellikle yaşlıları Hamdullah Suphi’nin yapmış olduğu bu hizmetleri takdir etmekte ve O’nu hayırla yâd etmektedirler.

Kaynakça Ayaşlı, M. İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim. İstanbul, Gülyay Yayıncılık. Baydar, M. ( 1968 ) Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları. İstanbul, Menteş Kitabevi. Çobanoğlu, Ö. ( 2003 ) Anavatan’dan Anavatan’a Bir Gagauz. İstanbul, Yesevi yayıncılık Ülküsal, M. ( 1966 ) Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dobruca Türkleri. Emel Dergisi, Sayı35. Ülküsal ,M. (1966) Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dobruca Türkleri. Emel Dergisi, Sayı 36.

119

HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZ TÜRKLERI

Prof. Dr. Yonca ANZERLİOĞLU

Hacettepe Üniversitesi, [email protected]

Özet Türk Ocakları’nın kapanmasından kısa bir süre sonra Romanya’da Türkiye Cumhuriye- ti’ni diplomatik temsille görevlendirilen Hamdullah Suphi görevine başladığı andan itiba- ren Dobruca ve Besarabya’da yaşayan Gagauz Türkleri ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. Onların Türklük bilincine ulaşmalarını ve Türkiye Türkleri ile yakın temas halinde bulun- malarını ve hatta Anadolu’ya iskan edilmelerini sağlamak için çalışmıştır. Ancak, II. Dünya Savaşı’nın çıkması bu düşüncesini hayata geçirmesini engellemişse de onun faaliyetlerinin Gagauz Türkleri için büyük önem arz ettiği tarihi bir gerçektir. Anahtar kelimeler: Bükreş Büyük Elçiliği, Hamdullah Suphi, Gagauzlar,Hıristiyan Türkler. Abstract After closing of the Turkish Hearths, Hamdullah Suphi was appointed Ambassador to Romania in 1931. During his mission, he was interested in Gagauz Turks living in Dob- rudja and Basarabya. He performed a great energy to enable Gagauz Turks to gain Turkic consciousness and to create a bridge between Turks of Turkey and Gagauz Turks in Roma- nia. Beside that, he also attempted to settle Gagauz Turks in Turkey. Although the Second World War hindered his plans, it is historical reality that his activities as the Turkish Am- bassador in Romania had great importance for Gagauz Turks. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Key Words: Turkish Embassy in Bucharest, Hamdullah Suphi, Gagauz Turks, Christian Turks

Giriş Bugün Balkanlarda yaşayan Türkler denildiğinde akla hemen Bulgaristan, Yu- nanistan ve Romanya’da yaşayan Müslüman Türkler gelir ilk önce. Ancak, şu bir gerçektir ki bu bilgi her zaman için eksikti ve uzun yıllar boyunca da öyle kaldı. Evet doğruydu Balkanlarda hala Türkler vardı ve var. Ancak Balkanlarda hala var olan Türklerin hepsi Müslüman değildi. Gagauz adı dini kimlik algısı çerçeve- sinde ele alındı yıllarca. İslamla özdeşleşen Türklük anlayışı, batının yüzyıllarca Müslüman denildiğinde Türklüğü aklına getirmesi, bir gayri Müslim Müslüman olduğunda Türk oldu denmesi gerçeği de etkili oldu bu konuda. Türk dünyası madalyonunun bir yüzü Müslüman Türkler, bu doğru. Ancak bu madalyonun bir de diğer yüzü var. Bugün artık biliniyor ki Türk dünyası geçmişten bugüne çoğunluğunun İs- lamın sancaktarlığını yaptığı ve dünya tarihine adını altın harflerle yazdırdığı Müslüman Türklerin yanında Türklüğünü Hıristiyan, Budist, Maniheist veya Musevi olarak var eden ve etmeye devam eden bir Türklük de vardır. Bahsi edilen madalyonun diğer yüzü işte bu gayri Müslim Türk varlığıdır. Bu varlığın belki de en önemli temsilcisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen yanı başındaki Gagauz Türkleridir. Durum bu şekildeyken, Gagauzların Türkiye Cumhuriyeti ile yolları nasıl ve kimler vasıtasıyla kesilmiş ve sonra yine nasıl ve kimler vasıtasıyla yeniden kesişmiştir? Bu çalışmada bu iki önemli sorunun cevabı verilmeye çalışılacaktır.

Hamdullah Suphinin Kaleminden Gagauzlar ve Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devletinin tarihin sayfaları arasındaki yerini alması sonrası küllerin- den yeni bir devletin bu defa doğrudan Türk adıyla kurulması ve Türkiye Cumhu- riyeti adını alması ile neredeyse eş zamanlı olarak Osmanlı Devleti’nden kopan ata topraklarında kalan Türklerin varlığı genç Türkiye’nin ve özellikle kurucu lide- ri Mustafa Kemal’in birinci derecede önem verdiği bir konu olmuştur. 1930 yılına gelindiğinde büyük bir Türk nüfusunun var olduğu Romanya ile ikili ilişkilerin gelişmesine paralel olarak, bu ülkeye ayrı bir önem verilmiş ve ülkenin temsili konusunda Türklüğe hizmet anlayışında emeği sorgulanamayacak bir şahsiyet olarak Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi 20.5.1931 tarihli Bakanlar kurulu kararnamesi ile Bükreş’e Birinci sınıf Orta Elçi (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 030. 8.01.02.19.30.8.) olarak atanmıştır. 122 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Yıllarca Türklük şuurunun oluşumunda büyük hizmetlere imza atmış olan Türk Ocakları’nın kapanmasının ardından gelen görev Türkiye Cumhuriye- ti Devletini diplomatik alanda temsil olacaktır. Kendisine sunulan görev yerleri arasında Belgrad, Bükreş ve Kahire elçilikleri vardır(Baydar 1968: 155-6).Türk Ocakları başkanı, bu teklifler arasından Bükreş’i tercih edecek ve görevinin son gününe kadar bu defa özelde Romanya Türklüğüne genelde ise bütün Türklük alemine büyük bir hizmette bulunacak ve Gagauz Türkleri ile Türkiye Türkleri arasındaki remi anlamda köprüyü kuran ilk kişi olacaktır. Bütün görev süresince Romanya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerde oldukça samimi bir havanın yaratılmasında birinci derecede etkili olan Hamdullah Suphi’nin katkılarıyla 1933 Ekim ayında “Türkiye-Romanya Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaşma Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşma iki ülke ilişkileri açısından olduğu kadar yaklaşan yeni dünya savaşının ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda Yugoslavya ve Yunanistan’ın da katılımıyla dört Balkan Devletinin bölgesel anlamda barışın devamı ve meydana gelebilecek tüm tehdit ve tehlikelere karşı işbirliğini sağlamak amacıyla Balkan Antantının imzalanması ile tüm Balkan yarımadası için önemli bir işbirliğinin de parçası olacaktır( Gönlübol ve Sar 1982: 103-111). Bugün hala Balkanlarda Türklüğün önemli bir sembolü olarak ayakta duran Bükreş’teki büyük Türk mezarlığının yapımı da Hamdullah Suphi’nin sayesinde gerçekleşmiştir.Bunun dışında Romen Milli Eğitim Bakanlığı ile gerçekleştirdi- ği görüşmeler sonucunda Müslüman Türk Cemaati’nin Mecidiye’deki Seminarul Musulman adlı yüksek okulunda Arap alfabesinin yerine Türk alfabesinin kabul edilmesini ve Türk tarihi ve Fransızca derslerinin müfredata dahil edilmesini sağ- lamış ve ayrıca öğrencilerin kılık kıyafetiyle de ilgilenmeyi bir görev addetmiştir. (BC.A. 030. 10.247.668.14; Dağıstan 2002: 819-820, Argunşah 2001: 143) Türk Büyükelçisi Hamdullah Suphi için Türk dünyasına hizmet belki de tam da bu şekilde yapılmalı, her bir Türk nerede yaşıyorsa oraya ulaşılmalı ve onlarla iç içe bir biçimde çalışılmalıydı. Onun Türk Dünyasına hizmeti o günlerde Romanya’da devam etmekteydi. Romanya’da göreve başladıktan sonra Kraliyet sarayı dahil bütün Romen res- mi makamları nezdinde başarılı bir temsil yürütmesi dışında her bir Türk nerede yaşıyorsa oraya ulaşan Türk Büyükelçisi olmuştur. Romanya’da Türk varlığı denildiğinde Müslüman Türkler akla gelebilecekken Hamdullah Suphi varlığına dair bilgi sahibi olduğu Gagauzların yaşadığı yerleri tek tek dolaşarak Balkanlardaki Hıristiyan Türklüğün temsilcisi Gagauzların bü- yük Türk dünyasının içindeki yerlerini almaları için çalışmıştır. Gerçekleştirdiği

123 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR saha çalışmaları ile tespit ettiği sorunlarla ilgili Romen hükümeti nezdinde gi- rişimlerde bulunmuştur. Onun girişimleri sonucunda da bir çok Gagauz kasaba ve köyünde Türkçe öğretim yapan okul açılmış, öğretmen tayin edilmiş ve Tür- kiye’den kitaplar getirtilmiştir (Tevetoğlu, 1986: 205-207: Ülküsal, 1966: 62-63; Baydar 1968: 157). Hamdullah Suphi’nin göreve başladıktan sonra Romen hükümeti ile yürüt- tüğü başarılı girişimlerini ve gerek Müslüman Türk gerekse Hıristiyan Gagauz Türklerine yönelik saha çalışmalarının detaylarını konu ile ilgili ikinci el kay- naklardan ziyade kendisinin kaleme aldığı raporlarında oldukça detaylı bir bi- çimde görmek mümkündür. Hamdullah Suphi’nin kendisine ait raporları dışında Romanya’daki Türk nüfusuna ait bilgilere yine Türk diplomatlarından Köstence ve Varna Türk Konsolosluklarının hazırladığı raporlardan erişmek mümkündür. Bahsi geçen tüm raporlar bugün devlet arşivleri genel müdürlüğünde kayıtlı bu- lunmaktadır. Bu çalışmada özellikle Türk Büyükelçisi Hamdullah Suphi’nin Ga- gauz Türkleri ile ilgili hazırladığı 1932 ve 1934 yıllarına ait iki rapordan sadece 1932 yılında kaleme alınan rapor üzerinde durulacaktır._ Hamdullah Suphi Tanrıöver Romanya’da göreve başladığı ilk bir yıl içerisinde yoğun bir biçimde gerçekleştirdiği çalışmalarının sonucunda hazırladığı Gagauz Türkleri başlıklı raporunu 18.01.1932 tarihinde Ankara’ya göndermiştir. Gaga- uzlarla ilgili yazılı literatürde yer alan bilgiler dışında kendi ifadesiyle “bilhas- sa Gagauzlar hakkında uzun senelerden beri tetkikatta bulunmuş zevattan” elde ettiği bilgilere yer verdiği bu raporunda genel olarak Gagauz Türklerinin tarihi, yaşadıkları yerler, fiziki görünüşleri, istatistikibilgiler, adetleri, Romen toplumu içindeki yerleri tek tek ele alınmıştır. Bundan sonra ise Hıristiyan Türklüğün yeni parlamaya başlayan yıldızı Gagauz Türkleri için neler yapılabileceği ile ilgili kendi görüşlerine yer verilmiştir. Raporun başlangıç cümlesi şu şekildedir: “Beserabya ile Dobruca, Bulgaristan ve Şarki Trakya’da sakin “Gagavuz” ismin- de ana dilleri Türkçe olan bir halk vardır. Bunlardan şarki Trakya’da yaşayanlar, Hacı Adil Bey’in Edirne Valiliği esnasında Bulgaristan’a hicrete icbar edilmiştir.” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 16). Hamdullah Suphi, en kalabalık Gagauz iskanının Beserabya’da olduğuna vur- gu yaptıktan sonra Rus istatistiklerine göre, Çarlık idaresi döneminde Gagauz nüfusunun 70.000 olarak gösterildiğini belirtmektedir. Fiziki görünüş, lehçe ve ahlâk bakımından Gagauzları Rumeli Türklerine benzeten Hamdullah Suphi, Dobruca ve Bulgaristan’da yaşayan diğer Türkler gibi “beyaz çehreli, orta veya ortadan daha yüksek boyludurlar ve Kafkas ırkı şemailini haizdirler. Araların- 124 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR da pek çok kumrallara tesadüf olunur. Gayet yakışıklı güzel insanlardır” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 16) demektedir. Köstence, Mankalya ve Balçık kahvelerinde konuşan Müslüman Türklerden ayırt edilmesi mümkün olmayan Gagauzların nüfusu ile ilgili olarak tahminlere dayalı bir bilgi ile iki yüz ila ikiyüz elli bin Ga- gauz’un varlığına dikkat çekmektedir. Genel Türk kültür öğelerinin Hıristiyan Türklüğü bağlamında Gagauzlarda nasıl bir çehreye sahip olduğu ile ilgi olarak da Türk elçisi Hamdullah Suphi te- melde Müslümanlardan farklı bir yapının olmadığına vurgu yapmaktadır.(B.C.A. 030.10.246.666.30: 17). Ancak, dinin etkinliği ile ilgi olarak Gagauz gençleri arasında Romanya, Bulgaristan veya Yunanistan’a yakınlık gösterenler olduğuna, kendisini Romen, Bulgar veya Yunan olarak görenlerin bulunduğuna, adı geçen ülkelerin okullarında okuyan gençlerin Bulgar veya Romen gençlerle evlilik ya- parak kendi toplumlarından kopmasının önemli bir detay olduğuna değinerek bunun önlenmesi ile ilgili olarak Gagauzlara menşelerinin hatırlatılması gerektiği, bu konuda da görevin Türkiye’ye düştüğünü şu cümlelerle belirtmektedir: “Eğer Türkler tarafından kendilerine bir alaka gösterilir, mazileri kendilerine bir izah olunur, onlara haklarında tetkikat yapmış olan müsteşriklerin Türk men- şelerini gösterir malumat biraz öğretilirse, kendi ırkımızdan oldukları muhakkak görünen bu temiz, çalışkan, sağlam ve güzel halk Türklük camiasına her suret- te bağlanacaktır.Hatta,Türkler tarafından bunlara karşı hiçbir muhabbet göste- rilmemesine rağmen bir çokları sırf atalardan intikal edegelen malumat neticesi olmak üzere Türklük menşelerini bilirler ve bunu anamızdan babamızdan böyle işittik deye tekrar ederler”. (B.C.A. 030.10.246.666.30: 17). Türklük menşeinin ve yine menşeileri kadar Türkiye’nin varlığının kendilerine hatırlatılmasının önemi ile ilgili olarak bizzat kendisinin bir Gagauz genci ile yaşadığı diyalog konunun o zaman için ne kadar önemli olduğu konusunda bir ipucu verecektir: Hamdullah Suphi: - “Nece konuşuyorsun?. Gagauz Genci: - Gagauzca. Hamdullah Suphi:- Ben nece konuşuyorum. Gagauz Genci:- Sen de Gagauzca konuşuyorsun. Hamdullah Suphi: Türkiye’de 14.000 000 adam var. Onlar da bizim gibi ko- nuşuyorlar. Gagauz Genci: - Türkiye’de bu kadar Gagauzca konuşan adam olduğunu bil- miyordum… Hamdullah Suphi: - Oğlum, sen de, ben de, Türkiye’de onlar da hepimiz Türk-

125 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

çe konuşuyoruz. Gagauz Genci: - Evet, hakkın var, bizim dilimize Gagauzca da derler, Türkçe de derler.”(B.C.A. 030.10.246.666.30: 18). Gagauz Genci ile arasındaki bu diyalog kadar Dimitri ismindeki bir başka Ga- gauz ile yaşadığı diyaloğa da raporunda yer veren Hamdullah Suphi için Gagauzca, Türkçe ve Türkiye’nin önemi daha da bir anlam kazanmıştır. Şöyle ki: Dimitri: -“NegroVoda sokağında bir Türk Paşası oturuyormuş, sen misin” di- ye sorduğunda Romen bir eczacı Dimitri’yi azarlamıştır. Daha sonra Hamdullah Suphi’ye dönerek: “Seninle Türkçe konuşuyorum deye kızdı. Eyi karşıladım. Bere- ket bizim orada devletimiz var, babamız var. Siz olmasanız bunlar bizi ayak altında ezerler, ne vakit bizi toplayıp kaldıracaksınız?” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 19) der. Bir önceki verilen örnekte de Gaguz gencinin, “Türkiye kapılarını açtığı tak- tirde gider misin” sorusuna: “Bir şey soracağım dedin. Sanki bu da laf mı?Devlet bizi çağırırsa biz burada niçin sürüneceğiz” cevabını vermiştir. Her iki Gagauzun ağzından çıkan sözler Türkçe’dir, devlet de Türkiye’dir ve Romanya’da eğer Türkiye kapıları açarsa göç etmeye hazır bir Gagauz Türk kitlesi mevcuttur. Gagauz gençlerinin dillerine sahip çıkmaları ve Romen veya Bulgar nüfus içinde eriyip kaybolmalarına da mani olmak gerektiği fikri Hamdullah Suphi’nin ayrıca özen gösterdiği bir durumdur. Romanya’da yaşayan Gagauz gençleri Romen okullarına, Bulgaristan’da yaşayanlar Bulgar okullarına gitmek- tedirler. Ancak ortada bir tehlike vardır: “Yakın zamana kadar yaşadıkları arazide bir millileştirme siyaseti olmaması dolayısıyla Türklüklerini muhafaza eden” Gagauzların, bir asır süresince ortaya çıkan yeni tedbirler sonucunda tamamen erime ve dağılma tehlikesi ile yüz yüze- dirler. Bulgar ve Romen okulları dışında Yunan okullarına giden Gagauzlar için Karaman Rumları benzetmesi ve devamında “Anadolu’nun Bizans zamanında Hıristiyanlaşmış Ortodoks Türkleri” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 20-21; Ekin- cikli 1998; Anzerlioğlu 2004) gibi diyerek Gagauzların da Türkçe’yi Karamanlılar gibi Rum harfleri ile yazdığına vurgu yapmaktadır. Ogünün koşullarında Romanya’da yaşayan Gagauzların kulandıkları alfabeyi Karamanlı Ortodoks Türklerin alfabesi ile aynı olduğuna vurgu yapması kadar kö- ken konusunda da Gagauz Türklerini, Romanya’nın kuzeyinde yüzlerce yıl hüküm süren Hun, Hazar,Peçenek ve Kumanların bakiyesi olarak kabul etmenin mantıklı olacağına vurgu yapmıştır. Genel olarak Balkanlar’da Osmanlı öncesi Türk var- lığına sıklıkla atıfta bulunan Hamdullah Suphi,(B.C.A.030.10.246.666.30: 23) 126 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Romen hükümetinin başında bulunan Profesör Yorga’nın Türkiye’ye karşı sahip olduğu olumsuz düşünceler doğrultusunda, Gagauzları da Karamanlılar gibi dil- lerini Türk idaresi altında değiştirmek zorunda kalan Rumlar olarak isimlendir- mesine dikkat çekerek şöyle demiştir: “Mektebi olmayan, gazetesi olmayan, hiç kimseden himaye görmeyen ve bil- hassa o havalide büyük bir Türk kitlesine istinat etmeyen bir dilin, İstanbul’da ve İzmir’de bile çok mukavim olan Rumcayı nasıl yüzbinlerce azası olan bir halka unutturmuş ve yerine geçmiş olduğunu” izah etmediğinin altını çizmektedir. Bun- dan sonra Karamanlılara değinerek onların da Gagauzlar gibi Bizans zamanında Hıristiyanlaşan Türkler olduklarına bir kez daha dikkat çekerken, Gagauzlar ile Karamanlılar arasındaki farkı şu şekilde izah etmektedir: “Bu Gagauzlar Rum Patrikhanesinin elinde eski Bab- ı Ali’nin cehil ve gafleti sayesinde Rumlaştırıl- maya bol bol vakit ve fırsat bulunmamış kimselerdir” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 23-24). Gaguzların kökenleri konusunda atıflar yapmaya devam edilen raporda, Dob- ruca’da Oğuz adı ile ilgili Tutrakan şehrinin ve Oğuzlar köyünün ve Moldova’da Uz geçidi gibi yerleşim yerlerinin olmasına dikkat çeken Hamdullah Suphi, elde ettiği tarihi ve coğrafi bilgilere dayanarak, Gagauzların Oğuz aslından olduklarını belirtmekte Gagauzların köken olarak Oğuz Türklerinden olduğunu vurgulayan Hamdullah Suphi ayrıca Osmanlı’dan önce güney Dobruca sahillerinde bir Oğuz devletinin kurulduğu bilgisini de büyük bir heyecanla paylaşmıştır. Bu konuda 1930’da Atina’da düzenlenen Bizantinoloji kongresinde G. Balaçev’in sunduğu raporda yer alan şu bilgiler Hamdullah Suphi için de oldukça dikkat çekicidir: Bu bölgede Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ile başlayıp Sarı Saltık ve Ba- lik’ın Hıristiyanlığı kabul etmesi ve bütün ordusu ile Bizans hizmetine girerek Türkopoller(bkz.Anzerlioğlu 2016: 3.baskı) sınıfına dahil olması, bundan sonra da Dobrotiç ile bölgenin Dobruca olarak anılmaya başlanması ile devam eden bir tarih vardır (Manof 2001: 22; Güngör 1991: 11-12; Karpat 2004; Hionidi 1970; Wittek; Uralgiray 1981: 299; Cıachır 1934; Horata 1997: 1861). Raporunun ilerleyen sayfalarında yer verdiği cümleleriyle aslında bugüne de ışık tutan Hamdullah Suphi’nin söylediklerine katılmamak mümkün değildir: “Eğer Türk milliyetperverliği, eski Rumeli’nin koskoca bir parçasında asırlar- dan beri anadillerini sadakatla muhafaza eden bu eyi ahlak sahibi, sağlam ve güzel Türk halkı ile alakadar olmaya başlar ve bunlara tarihi hakikati telkin ile kendi- lerini Türk camiasına davet ederek başka milletler arasında büsbütün eriyip kay- bolmalarına mani olursa ve nihayet ümit ve temenni ettiğim üzere Anadolu’nun

127 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kapılarını Türk ırkının bu öz evladına açar ve eski maruf tesamuhuna göre onlara dini hürriyetleriyle beraber yer ve yurt gösterirse boş olan Anadolu kendisine sa- dakatla ve merbut kalacağı muhakkak olan yep yeni bir kuvvet kazanır”. Yine dikkate değer bir cümle olması açısından Hamdullah Suphi’nin şu sözleri de oldukça anlamlıdır: “Suriye’de Hıristiyan Arap, Müslüman Arapla beraber Fransız istilasına karşı mücadele etmektedir. Hıristiyan Arnavutlar, halkının ekseriyeti Müslüman olan Arnavutluğun istihlas hareketinde milletlerine sadakatla mücahade etmişlerdir. Bosna-Hersek’teki Sırp mektepleri, Müslüman Boşnak çocuğunu Hıristiyan Sırp çocukları ile beraber Sırp vatanperveri olarak yetişiyor. Vekaletin Müslü- man Türkler hakkında olduğu gibi bu Hıristiyan Türkler hakkında ittihaz bu- yuracağı kararı ve bendenize tebliğ edeceği emri bekliyorum efendim” (B.C.A. 030.10.246.666.30: 28-29).

Sonuç Balkanlarda Türklük denildiğinde akla Bulgaristan, Yunanistan ve Roman- ya’daki Müslüman Türklerin varlığı geldiği kadar aynı soydan olup dinleri farklı olan Hıristiyan Türkleri Türk de unutmamak gerekir. En az Anadolu’daki kadar hatta daha erken dönemlerden itibaren Balkanlar bir Türk yurdu olmuştur. Bu yurt sadeve Müslüman TÜrkün değil Hıristiyan TÜrkün de yurdudur. Gagauzları Türkiye Türkleri ile kaynaştıran Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi’nin dediği gibi Suriye’de Hıristiyan Arap Müslüman Arap’la Fransız istilasına karşı koyarken Anadolu’da Müslüman Türkle birlikte Hıristiyan Karamanlı Ortodoks Papa Eftim liderliğinde omuz omuza mücadele etmiştir. Hıristiyan Arnavut ile Müslüman Arnavut yanyana durabiliyorsa Türkiye Türkü ve Gagauz Türkü de elbette yanyana durabilir. Unutulmamalıdır ki Türk dünyasının madalyonunun iki yüzü vardır. Birisi Müslüman diğeri Hıristiyan, Budist, Maniheist ve Musevi vd. Vakit Hamdullah Suphi’nin yolunda yürüyerek madalyonun her iki yüzünü de yanyana getirme vaktidir.

Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.10.16.810.11. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030 10.247.668.22. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.10.246.666.30. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.10.247.66814. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.10.247.668.11. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030 10.247. 668.6. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.01.02.87.62.7. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 030.18.01.02.19.30.8. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Hariciye Vekaleti 03011.1.171.35.17.

128 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kitaplar ve Makaleler ANZERLİOĞLU, Yonca, Karamanlı Ortodoks Türkler, 3.baskı, Ankara, 2016. ANZERLİOĞLU, Yonca, “Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi ve Gagauz Türkleri”, Bilig, Güz 2006, sa.39. GÖNLÜBOL, Mehmet ve Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1973, Ankara, 1982. ARGUNŞAH, Hülya (2001), “İlk Gagauz Romanı “Akıncılar Köyü”nde Türkiye ve Atatürk Sevgisi”, IV. Uluslararası Gagauz Kültürü Sempozyumu, 17-18 Kasım 1999, yay. hzl. İsmail Bozkurt ve Fedora Arnaut, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Araştırmaları Merkezi yayını, Gazimagosa. BAYDAR, Mustafa (1968), Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul. GUBOĞLU, Mihail (1983), “Türk-Romen İlişkileri (1923-1944)”, Belleten, c.XLVII, Ekim, sa.188. GÜNGÖR, Harun ve Mustafa Argunşah (1991), Gagauz Türkleri, Tarih, Dil, Folklor ve Halk Edebiyatı, Ankara. KARAKOÇ, Ercan, Atatürk’ün Dış Türkler Politikası, İstanbul, 2002. TÜZÜN, Süleyman (1998), İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türk İç Politikasında Dış Türkler Meselesi (1939-1945), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Dok- tora Tezi, Ankara.

129

HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVERİN BALKAN TÜRKLÜĞÜNE BAKIŞI

Füsun Menşure ORAL

Araştırmacı Yazar

Özet Bu bildiride, “Günebakandan Günümüze Gagavuzya ile Dostluğumuz” Projesi kapsa- mında gerçekleştirdiğimiz sempozyumla, önemine dikkat çekmek istediğimiz Balkanlarda- ki Türk varlığı ve bunun bizler için neler ifade ettiği konusu ele alınmıştır. Türk Ocakları’nın otuz dört yıl başkanlığını yürüten Hamdullah Suphi Tanrıöver, geride bıraktığı eserlerde, Anadolu’nun ilelebet Türk yurdu olarak kalması için temel hedefin, dilimizin ve kültürü- müzün korunması ve gençlerin bu bilinçle yetişmesi olduğunu ifade eder. Anadolu’da güçlü temeller üzerinde gelişen yeni Türk Cumhuriyeti’nin kavi varlığı, topraklarımızın dışında yaşayan soydaşlarımızın bekası için de önemlidir. Tanrıöver , 1931 yılında Bakanlar kurulu kararı ile Bükreş’e büyükelçi olarak görevlendirildiği sırada Romanya ve Bulgaristan’da ta- nıdığı Gagavuz Türkleri ile yakından ilgilenir. Gagavuz kasaba ve köylerinde Türkçe eğitim veren 26 adet okul açar. Gagavuz öğrencilerin Türkiye’de okumalarını sağlar. Bu insanların yaşadıkları bütün zorluklara rağmen dillerini ve kültürlerini koruyarak varlıklarını devam ettirmiş olması Tanrıöver’i derinden etkiler. Ona göre Anadolu coğrafyası dışında bir Türk kavminin bekası, Türk birliğinin bekasıdır. Bu uğurda, bu gün ölümünün ellinci yıldönü- münde minnetle hatırlanmasını sağlayacak önemli çalışmalar ve katkılar yapar. Ecdadın iz- lediği yolda, onların gösterdiği “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” hedefine ulaşmak için çabalamak ise her Türk aydınının görevidir. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Anahtar Kelimeler: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocağı, Romanya, Bulgaristan, Gagavuz. Abstract In this report, the issue of the Turkish presence in the Balkans and what it expresses for us is addressed. Hamdullah Suphi Tanrıver has made the presidency of Türk Ocakları for thirty-four years. In Tanrıöver works, the main goal for Anatolia to remain Turkish forever is to protect our language and culture and to educate young people with this consciousness. The new Turkish Republic, which develops on strong bases in Anatolia, is also important for our cousins who​​ live outside our land. Tanrıöver recognizes Gagavuz Turks while serving as ambassador to Bucharest He is influenced by his continuing existence, preserving his tongues and cultures despite all the difficulties they have experienced. According to him, the waits of a Turkish people other than the Anatolian geography are the borders of the Turkish unity. For this reason he makes important studies and contributions that will enable him to be remembered with gratitude even at the fiftieth anniversary. Keywords: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Turkish Hearths, Romania, Bul- garia, Gagavuz.

Giriş: Hamdullah Suphi Tanrıöver, büyük başarı ile Türk Ocağı Başkanlığını yıllar boyu sürdürmüş kuvvetli hitabet kabiliyeti ile Türk gençliği üzerinde çok ciddi tesirler bırakmış değerli bir Türk­ aydınıdır. Büyükelçi olarak görev yaptığı ülkeler- deki Türk azınlığı ile yakından­ ilgilenmiş, Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti­ adına gerçek koruyuculuğunu yapmıştır. Kendi- sine Belgrat, Bükreş ve Kahire elçilikleri teklif edildiği zaman, o, bunlar arasında Bükreş’i tercih etmiştir. Bu tercihi, Romanya’da kendilerine hizmet edebileceği bir Türk toplumu olduğunu bilmesindendir. Bunlar, Dobruca­ ve Beserabya’da oturan 350.000’i aşkın Müslüman ve özellikle Hristiyan Türklerdi. Romanya ve Bulga- ristan’da oturan, sayıları 350.000’i aşkın bir halk olan Gagavuzlar, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebinden, tarih ve etnoloji bakımından­ öz ve öz Türk’türler. Bu Türk kolu, eskiden Romanya’ya bağlı olup, İkinci Dünya Savaşı sonunda SSCB tarafından zorla işgal edilmiş bulunan Beserabya bölgesi ile Bulgaristanın Dobru- ca bölgesindeki köylerde ve kasabalarda ha­yatlarını sürdürmüşlerdir. Hristiyanlı- ğın Doğu-Ortodoks mezhebine mensup olmalarına rağmen, Türk dili ve folklo- runu bugün bile kendi aralarında büyük bir bağlılıkla korumaktadırlar. Evlerinde Türkçe konuşur “İncil’i” Türkçe okur, kiliselerinde Türkçe ibadet eder ve Türkçe dua okurlardı. Bükreş’i, Dobruca Türkleri ile ve Beserabya’da ki Gagavuzlar’la ilgilene­bilmek için tercih eden ve gerçekten hepsine yakınlık gösteren Hamdullah Sup­hi, Ortodoks Gagavuzlar’a özel bir ilgi duymuştur. İtimatnamesini krala sun­duktan sonra hiç vakit geçirmeden Beserabya ve 132 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Dobruca’daki Türk kasaba ve köylerini dolaşmıştır. Hamdullah Suphi’nin geniş tarihî bilgisi, kültürü, güzel hitabeti ve açık kalpliliğiyle Romen siyasi ve resmî çevrelerinde büyük sempati toplamış, gerek hükümet ve gerekse kraliyet çevrele- rinin, Onu Dobruca’daki Müslüman-Türk ve Beserabya’daki Hristiyan Ortodoks Türklerin meseleleri ile ilgilenmesinden, hatta onlara Türklüklerini hatırlatmasın- dan rahatsız olma­dıklarını ve isteklerini hemen yerine getirdikleri mevcut bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Hamdullah Suphi Tanrıöverin Balkan Türklüğüne Bakışı Gagavuzya Örneği Balkanlar tarihi, Türk tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Balkan kelimesi sı- ra-dağ veya dağlık anlamında Türkçe bir sözcüktür. Tarihi kaynaklara göre, Balkan Yarımadası, IV. Yüzyıl sonundan başlayarak Türk kavimlerinin gelip yerleştiği bir yer olmuştur. Asya’daki siyasi gelişmeler ve kuraklığın etkisiyle göç etmek zorunda kalan Türk kavimleri için Balkanlar, doğal yapısı ve irili ufaklı su kaynaklarıyla kaderini batıda arayan pek çok kavim için yurt olmuştur. Doğudan, Asya içinden, Kuzey Karadeniz step bölgesi, Deşt-i Kıpçak, yolu ile birbiri ardından gelen atlı göçebe Türk kavimleri, Balkanlar’da güçlü bir biçimde varlıklarını hissettirmişler, zaman içinde ortodoks hristiyanlığı kendilerine din olarak seçmişler ve bölge si- yasi tarihinde etkin bir konuma sahip olmuşlardır. Özellikle Hunların ortaya çıkışı ile Avrupa’nın tek ve en büyük siyasi gücü olan Roma imparatorluğunun sınırları barbar olarak ifade edilen bu Türk kavmi yani Hunlar yüzünden tehdit altına girmiştir. Bölgedeki güçlü Türk varlığı incelenirken Türk boylarından VII. yüzyılda ku- rulan Bulgar Hanlığı da özellikle anımsanmalıdır. Bulgarların Dobruca’da bırak- tıkları kitabelerde, hükümdar Han unvanı ile anılmış ve ‘Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’ kullanılmıştır. Bulgar Hanları IX.-XI. yüzyıllarda Balkanlar’da Bizans İmparatorluğu’nun karşısında bir güç olarak yerini almıştır. Bulgar varlığı kadar unutulmaması gere- ken bir başka konu ise Peçenek, Uz ve Kuman Kıpçakların da Balkan siyasi yapısı içinde oynadığı roldür. Zamanla bölgedeki Türk gücü öylesine artar ki Bizans sarayı bu gücün gide- rek güçlenmesi karşısında tedbir almak üzere bir ‘Barbar Bürosu’ kurar. Bu büro, çalışmalarına Türk kavimlerinin en zayıf yönlerini tespit edip bu yönde önlemler almak ve stratejiler geliştirmek üzere başlar. Amaç zayıf yönlere göre geliştiri- len stratejilerle bu kavimleri tabiri caizse birbirine kırdırmak, etkisizleştirmektir.

133 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Yaptıkları çalışma sonuç verir. Bölgedeki Türk kavimleri etkisizleştirilip Bizans hizmetinde Balkanlara ve Anadolu’nun sınır bölgelerine yerleştirilir. Bizans hiz- metine girerken Hıristiyanlığı da kabul eden Türkler zamanla Bizans ordusun- da, diplomaside, sarayda, bürokraside ve kilisede bir çok üst düzey görevde rol almaya başlar. Amaç bu yolla onlara Türklüklerini unutturmak ve onları kendi etnik yapıları içinde eritmektir. Daha sonra Bizans ordusu ile Türk ordusu Ana- dolu’da Malazgirt’te 1071 yılında karşılaştığında Bizans ordusunun içindeki Türk soylu askerler saf değiştirerek Selçuklu Türk ordusuna katılırlar ve Anadolu’nun bir Türk Yurdu haline gelmesinde rol oynarlar. Bizanslı tarihçiler Selanik ve böl- gesinde büyük bir hızla çoğalan Türk varlığı için “çekirge sürüsü” tabirini kullan- makta ve “Buraya artık bir Türk Yurdu denilebileceğini” tarihe bir kayıt olarak düşmektedirler. Bizans Selçuklu mücadelesinde esir düşen Selçuklu Türkleri, Bi- zans hizmetinde “Türkopol” denilen askeri birliği kurarlar. Bu birlik 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Bizans ordusunun bel kemiğini oluşturur ki, bunların içinde Uz, Peçenek, Kuman ve Kıpçakların yanında Selçuklular da vardır. Burada İzzet- tin Keykavus ve Kılıçarslan arasındaki taht kavgasından da bahsetmek gerekir. Bu taht kavgası sonucu İzzeddin Keykavus Bizans’a sığınacak, Onu takip eden binlerce Türkmen özellikle de Karamanoğulları, Balkanlara yerleşecektir. Hatta Gagavuz Türklerinin isminin nereden geldiği konusundaki tezlerden birinin de İzzettin Keykavus’un adıyla bağlantılı olduğunu bilmekteyiz. Kısacası Balkanlar, Anadolu bir Türk Yurdu haline gelmeden önce de zaten Türklerin yurdudur. Balkanlardaki Türk varlığı Karadeniz’in kuzeyinden birbiri ardına gelen Hun- lar, Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar ve Kumanların bölgeye ulaşmasıyla baş- lamıştır. Gagavuzlar ise, Türk Dünyasının batı ucunda yaşayan Ortodoks Hristi- yanlığı benimseyerek Türklüğü Balkanlarda yaşatan en önemli varlığımız olmuş- lardır. Gagavuz adının nereden kaynaklandığı hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Bu görüşlerden en yaygın olanları ise şu şekilde özetlenebilir. Gagavuzlarla yakından ilgilenen, ilk Türk yazarı, 1936’da Balkanlar’a ait bir inceleme gezisin- deki izlenimlerini “Balkanlar ve Türklük” adlı incelemesinde anlatmış olan Yaşar Nabi Nayır’dır.Bu kitabın yayınlanmasın­dan sonra, yazar Gagavuzlar’ın soylarına, dillerine, ana yurtlarına olan bağlı­lıkları ve sevgilerini, yeniden aralarına karışarak görmüş, haklarındaki olumlu düşüncesini daha da kuvvetlendirmek fırsatını bul- muştur. Yaşar Nabi Nayır, ilk defa 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde geçen Gagavuz adının Gök ve oğuz kelimelerinin birleşiminden meydana geldiği bu kavme Gök-oğuzlar da denilebileceğini ifade eder. 134 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bu husustaki görüşlerden birinde ise Bulgaristan Gagavuzlarından Atanas İ. Manof, bu adın Rus steplerini bekleyen Hristiyan Türk kavimlerinin, sınır bekçisi anlamında Kalauz namıyla anılmasından kaynaklandığını savunur. Manof ’a göre, Oğuzlardan ve diğer Türklerden daha sonra Hıristiyan olanların Gagavuz adıyla anılır. Gagavuzların kim oldukları ve nereden geldikleri uzun süreden beri pek çok araştırmacının üzerinde durduğu bir konudur. Onların bu kadar ilgi çekmelerinin temelinde, din, dil ve kültür bakımından değişik bazı özellikler taşımalarının ya- nında bölge ülkelerinin bu azınlığı asimile etme ve kendi varlıklarının bir parçası olarak gösterme çabası yatmaktadır. Bu nedenle Gagavuz kimliği üzerindeki ça- lışmalar sadece bilimsel değil aynı zamanda bölge politikaları ile de ilgilidir. Bilim insanları Gagavuzların 6. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya uzanan, tarihi Türk boyları ile başlayıp daha sonra değişik nedenlerle Hıristiyanlaşarak diğer Türk unsurları ile bütünleşen bir Oğuz grubu Türk toplu- luğu olduğu sonucunda birleşmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti için Gagavuzlar’ın varlığı, 1931 yılında Bükreş’e Büyük elçi olarak atanan Hamdullah Suphi Tanrıöver’le yeni bir boyut kazanmış- tır. Hamdullah Suphi, Gagauz Türkleri ile yakından ilgilenmiş, yaptığı literatür taraması sayesinde bölgedeki bu önemli Türk varlığının devamının sağlanmasın- da ve her türlü ihtiyacında Türkiye Cumhuriyeti devletinin imkanlarını seferber etmiştir. Esasen Hamdullah Suphi’nin büyük bir imanla sarıldığı ve yerleştirmek için ömrünün sonuna kadar yılmadan çalıştığı Türk Milliyetçiliği olgusunu anla- yış ve izah tarzı Türk Ocakları gibi büyük bir kubbeye 1912 yılında kavuşmuştur. O tarihten beri Türk Ocaklılar için etrafında kenetlenilmesi gereken en güçlü ve en önemli gerçek, Türk Milliyetçiliğidir. Bu, Hamdullah Suphi’nin, bir çok konuşmasında da ifade ettiği gibi bizlere bıraktığı en önemli mirastır. Bu mira- sın tarihi gerekçelerine ise kısaca göz atmakta fayda vardır. O günlerde Büyük Türkiye İmparatorluğunun en son kuvvetli halkasını, yayıldığı geniş topraklardan geriye, 1071 deki başlangıç noktasına itip orada düğümleyip yok etmek isteyen fikri, 19. yüzyılın yaygın “Milletlerin Milliyeti” fikrini gören ve böyle bir anlayışa ancak kendi silahları ile karşı çıkılabileceğini sezen bir grup tıbbiyeli genç, Türk Ocağının kutsal tohumu Türk Yurdu dergisini kurmuşlardır. Hamdullah Suphi ise 1912 den sonra Türk Ocağı için temel hedefi tespit etmiştir: Hedef, önce 1071 yılından bu yana Batı Türklerine vatan olan Anadolu’nun korunması ve güçlendirilmesidir. Anadolu’yu ayakta tutacak tek yol ise Milli Harstır. Türk Ocaklarının idare siste-

135 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR minin hemen yanı başında ve bu sistemden daha güçlü ve hakim olarak kurulan Hars Heyeti bunun içindir. Bu heyetin içinde yüzünü Türk’e ve millete dönmüş en seçkin ilim, fen, edebiyat ve sanat adamları bulunur. Amaç ocağın büyük kubbe- sinin altında konuşulan ilim fen sanat ve edebiyatın Anadolu’ya, zamanla Anado- lu’nun dışına taşması, birlik ve beraberlik olgusuyla aydınlanmanın sağlanmasıdır. Türkler son yurtlarında, Anadolu’da yeni bir filiz olarak kurdukları devletlerini güçlendirmek için gelecek nesillerini iyi yetiştirmek zorundadır. Elde kalan yurdu sağlam temellere oturtmanın yolu Ocaklı gençlerin iyi yetişmesinden ve sorum- luluk yüklenmesinden geçecektir. Bu romantik denilebilecek düşünce denenir ve inanılmaz bir şekilde etkili olur. Kurtuluş savaşının ön saflarında çarpışan zabit- lerin hepsi Ocaklıdır. En çok hasta bakan doktor, en iyi öğretmen hep ocaklıdır. Yurdun çocuklarını ocaklılık ruhundan aldığı feyizle okuturlar. Yeni Türkiye’nin sağlam temelleri Türk Ocağı sayesinde tesis edilmektedir. Atatürk “Teessüs tari- hinden beri ilmi sahada halkçılık ve milliyetçilik iadelerini neşir ve tamime sada- katle ve imanla” çalıştığını söylerken Türk Ocağı 231 il ve ilçe şubesine ulaşmış ve Hamdullah Suphi’nin gözünde Türk birliği yolunda sağlam adımlarla ilerlenmeye başlanmıştır. Hamdullah Suphi için ırk birliğinden önce bir kültür birliği önem- lidir. Zira o, milli kültürün sınır tanımayacağının bilincine varmıştır. Okuduğum şiiri kimler dinleyecek tahdit edebilir miyim? Yazdığım kitabı kimler okuyacak düşünebilir miyim? Çok haklı olarak dediğiniz gibi milliyetperverlik bir fikir ha- reketidir. Fikre hudut çizilebilir mi?” diye ifade eder duygularını. Her fırsatta sınır tanımayan fikir birliğinin, dil birliğinin ve iş birliğinin altını çizmesi bu nedenledir. Bir dil vardır ve aynı dili konuşan insanlar, dünyanın ne- resinde olurlarsa olsunlar birdirler, birlikte olmalıdırlar. O halde dil birliği milli birliğimizin temel esası olmalıdır. Büyük Türkiye İmparatorluğu’nun mensubu Türkler için vatan olmazsa mil- liyetten, dilden, dilek birliğinden söz edilemez. Ne de topraklarımızın dışında yaşayan soydaşlarımıza ulaşmamızın onlarla birlik içerisinde hareket etmemizin mümkün yanı yoktur. Hamdullah Suphi’nin Anadolu’ya dört elle sarılması, elde kalan tutunacakları bu son yurdun taşıyla toprağıyla yaratıldığı günden beri Türk olduğuna, Türk’ün olduğuna inanması ve inandırmaya çalışması bundandır. Bu çırpınmadaki acı, şüphesiz Yunanlıların 850 yıl bekledikten sonra 1071’de yaşa- dıkları hezimetin intikamını almak için Sakarya’yı nasıl zorladığını, fırsat bulabil- selerdi o intikam hırsıyla Malazgirt’e nasıl gidebileceklerini düşünmekten geçer. Doğrusu bu düşüncede yaşarken her an tetikte olmak bir Türk milliyetçisinin görevidir. Hamdullah Suphi’nin bu toplantıya ilham kaynağı olan Günebakan ki- tabında, Ömer Ağa’nın “Elde bir Anadolu kaldı. Sıkı tutun bu sondur!” diye hay- 136 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kırışı şüphesiz vatansız bir milliyetçiliğin mümkün olmadığını anlatmak içindir.

Sonuç Ancak kendi öz topraklarının mevcudiyetini koruyacak güçteki millet, kültü- rüne ve diline ve sahip çıkarken ilimde, fende ve sanatta ilerlediğinde, dünyanın neresinde bir Türk topluluğu varsa onun yanında olabilecektir. Birliği sağlamak dile sahip çıkmakla, dile sahip çıkmak ise güçlü devlet olmakla sağlanabilir. Selam sana, Asya’nın engin steplerinden, zorlu “Dağ Yolları”n dan “Günebakan” tarla- larında birleşmek üzere yola çıkmış Kazakistan, Kırgızistan , Özbekistan, Türk- menistan, Azarbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Gagavuzya ve Türkiye Cumhuriyeti. Bizler bir millet çok devletiz.

1 Müstecip Ülküsal, “Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dobruca Türkleri”, Emel, Nr.: 35, Temmuz- Ağustos 1996, s. 36 2 Zeki Velidi Togan, “Umumi Türk Tarihine Giriş”, İstanbul 1946. 3 Yaşar Nabi Nayır, “Balkanlar ve Türklük”, Ankara 1936. 4 Manof Atanas İ., “Gagauzlar” (Hristiyan Türkler) çev. Türker Acaroğlu, Ankara 1939 5 Faruk Sümer, “Gagauzların Aslı”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 53. Mayıs 1991,s5. 6 Hamdullah Suphi Tanrıöver, “Günebakan”, İstanbul 1929.

KAYNAKÇA: Ülküsal Müstecip, “Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dobruca Türkleri”, Emel, Nr.: 35, Temmuz- Ağustos 1996, s. 36 Manof Atanas, “Gagauzlar” (Hristiyan Türkler)çev. Türker Acaroğlu, Ankara 1939. Nayır Yaşar Nabi, “Balkanlar ve Türklük”, Ankara 1936. Sümer Faruk, “Gagauzların Aslı”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 53. Mayıs 1991,s5. Tanrıöver Hamdullah Suphi, “Günebakan”, İstanbul 1929. Togan Zeki Velidi, “Umumi Türk Tarihine Giriş”, İstanbul 1946.

137

KARMAŞA ÇAĞINDA ORGANSKI’YI HATIRLAMAK: DOĞU AVRUPA’DAKI GERILIMLERIN KÜRESEL BAĞLAMI

Doç. Dr. Mehmet Akif OKUR

Gazi Üniversitesi, [email protected]

Özet Bu bildiride, Gagavuz Yeri’ni de yakından ilgilendiren Doğu Avrupa’daki gelişmelerin küresel bağlamı analiz edilecektir. Ünlü siyaset bilimci A. F. K. Organski, Soğuk Savaş de- vam ederken yaptığı çalışmalarda uluslararası sistemdeki büyük değişimleri açıklayan bir teori ortaya koymuştur. 1958’de yayınladığı “World Politics”te yer alan “Güç Geçişi” teorisi, tüm uluslararası sistemi etkileyen çatışmaların hangi şartlarda ortaya çıktığı sorusuna odak- lanmaktadır. Organski, realizm/neorealizmin varsayımlarının aksine gücün dengelenme sürecinin çatışmayı engellemediğini aksine çatışma ihtimalini arttırdığını savunmaktadır. Organski’ye göre, uluslararası sistemin temel yapısı hiyerarşiktir. En tepede, gücün muhtelif parametreleri bakımından zirvede yer alan lider/hegemon bulunmaktadır. Güç piramidinin ikinci tabakasında büyük güçler, daha altında orta büyüklükteki güçler ve diğer ülkeler yer alırlar. Büyük güçlerden biri ekonomik dinamikler açısından lider ülkeye yaklaştığında riskli döneme de girilmiş olmaktadır. Bu evrede, eğer yükselen güç, hegemonun inşa ettiği sis- tem içindeki konumundan hoşnutsuzsa, çatışma riski artmaktadır. Organski’yi ve teorisinin belirli bölümlerini ilginç kılan özellikler arasında Çin’in yükselişi açısından kritik bir tarih olarak 2010’lu yılları göstermesi yer alıyor. Sanayileşmenin kalabalık nüfusla birleştiğinde büyük güçleri tarih sahnesine çıkardığına dikkat çeken Organski’nin çizdiği çerçeve başta ABD, Çin ve Rusya olmak üzere önemli oyuncuların son dönemdeki politikalarının anla- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

şılması bakımından önemli ipuçları veriyor. Bildirimizde, Gagavuz Yeri’nin geleceğini de etkileyecek olan Doğu Avrupa’daki gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştıracağı düşüncesin- den hareketle Organski’nin varsayımları etrafında küresel sistemin fay hatlarında hissedilen gerginlikler mercek altına yatırılacaktır. Anahtar kelimeler: Güç Geçişi Teorisi*Organski*Doğu Avrupa*Gagavuz Yeri Abstract In this paper, I will analyze the global context of the recent developments in the Eastern Europe, which are closely related to the future of Gagauzia. In the Cold War years, famous political scientist A. F. K. Organski posed a theory explaining the great changes in the international system. His book “World Politics” which includes “Power Transition Theory” was published in 1958. The focus of the theory is the emergence of the conditions of great conflicts which affect the whole international system. Organski, contrary to the realist/neo- realist assumptions, defends that the process of power balancing does not prevent conflicts but rather increases the possibility of it. According to Organski, the main structure of the international system is hierarchical. The leader/hegemon which is the most powerful actor in terms of the different economic parameters is on the top. Great powers are located in the second tier of the power pyramid. The positions of the middle powers and the other states are below the great powers. When one of the great powers comes close to the leader with regard to the economic dynamics the risky period begins. In this period, the possibility of conflict increases if the rising power feels itself uncomfortable within the system designed by the leader. One of the aspects which makes Organski’s theory interesting is that he cites 2010 as a critical date for the rise of China. The framework pictured by the Organski who underlines that industrialization of the densely populated countries gives birth to great powers, offers important hints to explain the current policies of significant players like U.S., China and Russia. In this paper, we will put the stresses which grow through the fault lines of the global system under the spotlight to contribute the explanatory efforts on current Eastern European geopolitics which has close ties with the Gagauzia by using the main framework of Organski. Keywords: Power Transition Theory*Organski* Eastern Europe*Gagauzia

Giriş: Pek çok önemli jeopolitik havzada eş zamanlı olarak karşımıza çıkan gerilim- lerin de işaret ettiği gibi, dünya düzenini değişime zorlayan gelişmelerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Uluslararası ilişkiler disiplininin teorik mirası, bu türden geçiş dönemlerinin nasıl bir geleceğe kapı açacağını merak edenlere, en azından araştır- ma başlangıcında ihtiyaç duyacakları sorular için zengin sayılabilecek bir kavram dağarcığı sunmaktadır. Bu çalışmada da Organski’nin Soğuk Savaş’ın ilk evresin- de geliştirdiği “Güç Geçişi” yaklaşımından hareketle dünya düzeninin aktüel çeh- resini yorumlamaya çalışacağız. Organski’nin penceresinden güç geçişi dönemleri, 140 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tehlikeli çatışmalara sahne olabilmektedir. Çatışma senaryosunun hayata geçme ihtimali, uluslararası düzen içindeki konumundan rahatsız olan bir büyük gücün, sisteme liderlik yapan ülkeye ekonomik güç vb bakımlardan yakınlaştığı dönem- lerde artmaktadır. Günümüzde, nükleer silahlar dahil askeri teknoloji alanındaki gelişmeler , büyük güçler arasındaki doğrudan bir çatışmanın maliyetini tüm ta- raflar bakımından hayli yükseltmektedir. Bu sebeple, geçiş dönemi gerilimleri ola- rak niteleyebileceğimiz mücadele ve çatışmaların sınır coğrafyalarda hibrid savaş teknikleri kullanılarak gerçekleştirildiklerini görmekteyiz. Değişik biçimlerde tarif edilmekle beraber hibrid savaş, şu üçlünün sentez- lenmesine dayanmaktadır. Konvansiyonel savaş imkanları, örtülü operasyonlar ve enformasyon savaşları. Hibrid savaş yürüten aktörün “bilinir bilinmezlik” taktiğini kullanarak hedefine ulaşmayı çalıştığı bu savaş tipi, uluslararası düzenlerin birbir- leriyle komşu oldukları sınır boylarında yaygın biçimde karşımıza çıkmaktadır. Organski’ye göre; Soğuk Savaş’ta yaşandığı gibi, aynı zaman diliminde birden çok uluslararası düzenin rakip lider ülkeler etrafında örgütlenerek varolması müm- kündür. Uluslararası düzenlerden birinin çöküşü, diğerini coğrafi olarak genişletir. Çöken düzenin eski lideri kendini toparladığında yöneleceği ilk bölge, yitirdiği bu sınır coğrafyalardır. Rusya ve Batı arasındaki gün geçtikçe artan gerilim hattına baktığımızda, Doğu Avrupa ve Balkanların bir “sınır coğrafyası” niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Bu tebliğde, önce Organski’nin “geçiş dönemi” yaklaşımı tanıtıla- cak, ardından da hibrid savaşların Gagauz Yeri’nin de içinde bulunduğu sınır coğ- rafyalardaki muhtemel etkilerine dikkat çekilecektir. I.Organski ve Güç Geçişi Teorisi: Soğuk Savaş’ın ilk on yılları, uluslararası ilişkiler disiplini bakımından özel bir öneme sahiptir. ABD’nin kendisine biçtiği küresel rolün bilgi üretimiyle destek- lenmesi ihtiyacı, uluslararası ilişkilerle ilgili eğitim ve araştırmalara ciddi miktarda kaynak ayrılmasını sağlamıştır. Dönemin en önemli meselesi, iki kutuplu dünya düzeninin tahlili ve geleceğe doğru nasıl evrilebileceğinin tespitidir. Bu dönemde, akademide üretilen bilgi, dış politika stratejilerinin inşa süreçlerini beslemiştir. Organski’nin çalışması da söz konusu tarihsel bağlam içinde değerlendirilmelidir. Organski, 1958’de kaleme aldığı World Politics adlı eserinde bir dizi dönemi ba- kımından önemli meseleyi ele alır. Bunlardan biri de “güç geçişi” teorisidir Bu konuyu incelemeye, Organski’nin perspektifinin zaman boyutunu hatırla- tarak başlamak yerinde olacaktır. Organski, çağına ait literatürde önemli bir yer tutan “güç dengesi” yaklaşımını eleştirirken, tüm zamanlar için geçerli bir teori olamayacağını söyler. Teoriler, belirli tarihsel şartlarda anlam taşıyan problemleri

141 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

çözmek için inşa edilir. Yeni şartlar, yeni teorileştirme faaliyetlerini gerektirir. Ör- neğin “güç dengesi”, Avrupalı devletlerin ekonomik açıdan birbirlerine entegre olmadıkları, kamuoyunun dış politikanın belirlenişinde tayin edici rol oynamadığı sanayi öncesi çağda işleyebilecek bir mekanizmadır. Zira, hükümdarlar güç den- gelerindeki değişimleri gördüklerinde hızla ittifak değiştirebilirler. Eski ittifaktan ayrılmak ve yenisine katılmak, ekonomik ve askeri alanlarda entegre olmuş yapılar bulunmadığı için pek de zor değildir. Zaten, Hükümdara itiraz ederek onu kara- rından vaz geçirmeye çalışacak organize bir kamuoyu da mevcut değildir.. Sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan yeni ekonomi ve toplum modeli, hızlı ittifak değişikliklerine imkan vermemektedir. Organski, bu durumun sebeplerini ve büyük güç rekabeti bakımından sonuçlarını sorgularken ortaya koyduğu bakış açısının da kendi zamanıyla sınırlı bir açıklama olduğunu özellikle vurgular.1 Organski, yalnızca dışarıya doğru coğrafi bakımdan genişleyerek güç arttırma- nın mümkün olduğu dönemlerin geride kaldığını düşünür. Artık ülkelerin gücü- nü, içerde gerçekleştirdikleri2 sanayileşme ve siyasi modernleşme değiştirmektey- di.3 Bu değişimin uluslarası dengeleri etkileyecek cesamete ulaşabilmesi için ise ciddi bir nüfusa ihtiyaç vardı.4 Başarıyla sanayileşen yüksek nüfuslu ülkeler, büyük güç statüsü kazanabilecek imkana ulaşıyorlardı. Ardından da az gelişmiş bölge- lerle aralarında bağımlılık ilişkisi oluşuyordu.5 Bağımlılık, gittikçe daha karmaşık hale gelen savunma ve askeri ilişkiler bakımından da önem arz ediyordu. Sanayi çağı öncesindeki gibi, yalnızca savaş zamanında orduları bir araya getirerek etkin savunma yapma imkanı yoktu. Askeri araç-gereç ve stratejilerde ortaklaşma, geli- şen savaş teknolojisinin gerekli kıldığı bir ihtiyaçtı. Ayrıca, kamuoyunun önemi de sanayi çağı öncesi dönemle kıyaslanamayacak düzeydeydi. Devletler birbirlerini düşman ilan ettiklerinde, husumet duyguları toplumlara sirayet ediyordu. Daha sonra, güç dengeleri değiştiği için dün düşman ilan edilenlerle el sıkışmak gerek- tiğinde, kamuoyunun güçlü tepkisiyle yüzleşme korkusu hızlı ittifak değişimlerini hayli zorlaştırıyordu.6 Sanayi toplumuna geçişin beraberinde getirdiği tüm bu ye- nilikler, güçlü milletlerin zayıflarla özel ilişkiler geliştirdiği “uluslararası düzen- lere” hayat vermiştir. İlişkilerin istikrar kazanmasıyla doğan düzenlerde zamanla davranış normları ve kurallar oluşmaktadır. Ticaret, diplomasi, savaş kabul edilmiş kurallar çerçevesinde yapılır hale gelmektedir. Gücün uluslararası düzen içindeki dağılımı ve belirli ülkelerin liderliği kabullenilmektedir. Bazı dönemlerde tek, bazı dönemlerde ise birbirileriyle rekabet eden iki ya da daha fazla uluslarası düzene rastlanabilmektedir. Uluslarası düzenlerin “içinde” işbirliği kadar rekabet ve tar- tışmalar da görülebilmektedir. Örneğin; aynı uluslararası düzenin çatısı altında ülkeler belirli pazarları ele geçirmek için yarışabilmekte, kimi meseleler hakkında 142 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sert tartışmalara tutuşabilmektedirler. Ancak bir uluslararası düzenden diğerine kolay kolay geçememektedirler. Bu durumun muhtelif sebepleri vardır. Öncelik- le, yeni bir uluslararası düzenin parçası olma arayışı, ülke içinde mevcut düzen- le ilişkilerinden menfaat sağlayan güçlü kesimleri rahatsız edecek bir girişimdir. Bu sebeple, düzen değiştirmek için ciddi bir iç dönüşüm yaşamak gerekmektedir. Ekonomik ve siyasi sistemin, hakim sınıf ve ideolojinin değiştirilmesi lazımdır.7 Organski, uluslararası düzenler içinde devletlerin konumlarını iki parametreyi esas alarak belirler. Bunlar, güç ve sistemden tatmin olma seviyesidir. Uluslarası düzeni, piramit benzetmesiyle tasvire çalışır. En tepede mevcut uluslararası düzeni kurmuş yahut miras almış, hâlihazırda da onu kontrol eden hakim millet yer al- maktadır. Bu millet, uluslararası düzenin mevcut halinden en büyük menfaati elde etmektedir. Hakim milletle, piramitte daha aşağıda yer alan ülkeler arasındaki güç farkı genelde büyüktür. Güç mesafesinin açıklığı, hakim milletin güvenliğini ve bir bütün olarak da sistemin istikrarını garanti eder. Güç piramidinde, zirvenin hemen altında büyük güçler yer almaktadır. Hakim milletle aralarında hem başka devletlerin davranışlarını etkileyebilme yeteneği, hem de sistemden faydalanabil- me imkanları bakımlarından farklılık vardır. Büyük güçler, çok kuvvetlidirler. An- cak hakim milletten daha zayıftırlar. Üyesi oldukları uluslararası düzenden ciddi ölçüde faydalanırlar. Ancak, faydalanma düzeyleri hakim milletinkinden daha geridir. Önemleri dolayısıyla, hakim millet uluslararası düzeni hasarsız yönetebil- mek için bunlardan bazılarının işbirliğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden biz bazı büyük devletlerin hakim milletle müttefik olarak uluslararası düzeni yönettiklerini görü- rüz.8 Piramitte büyük güçlere ayrılan yerin altında orta büyüklükte güçler, onların altında ise küçük güçler yer almaktadır. Uluslarası düzen, bir ideoloji tarafından meşrulaştırılmakta ve parçası olan ül- keler arasındaki güç farklılaşması sayesinde işlerlik kazanmaktadır. Uluslararası düzen içerisinde barış; üstün güç sahipleri, tam hakim oldukları sistemden mem- nun iseler sağlanabilmektedir. Barış, büyük güçlerden biri sistemdeki konumun- dan hoşnutsuz ve sistemi değiştirmeye teşebbüs edecek kadar güçlü olduğunda bozulmaktadır.9 “Güç değişimi”nin çatışmalı geçtiği örneklerde, meydan okuyan büyük güç genellikle uluslararası düzen kurulduktan sonra kudretinin zirvesine erişmiştir. Sistemdeki menfaatlerin yeniden ve kendi konumunu gözetecek bi- çimde dağıtılmasını istemektedir. Hakim devlet ve müttefikleri ise maddi avan- tajlarını ve uluslararası toplumu idare etme ayrıcalıklarını paylaşmaya kolay kolay yanaşmazlar. Bu durumda meydan okuyan büyük güç, hakim millet ve müttefik- lerine denk kuvvete ulaştığını düşündüğünde saldırıya geçerek çatışmayı başlata- bilir. Ya da, hakim millet yükselen güce daha fazla kuvvetlenmesini önlemek için

143 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR saldırabilir.10 Eğer meydan okuyucu, hakim milletle yaklaşık aynı büyüklükte ve güçte ise çatışma kaçınılmazdır. Çünkü bu millet, içerde güçlenerek en üstün konuma gelme umudunu taşıyamaz. Liderlik konumuna, ya hakim milletin bu pozisyo- nundan kendisi lehine gönüllü olarak çekilmesi yahut da savaşla kazanılacak bir zaferin ardından ulaşabilecektir.11 Eğer hakim millet, meydan okuyucunun yükselişinin kaçınılmaz olduğunu gö- rüyorsa, ona vereceği tavizlerle hem bir savaşı önlemiş hem de uluslararası düze- nin yeni liderinin yanında çatışarak elde edemeyeceği bir konuma yerleşmiş olur.12 İki millet arasında ideolojik, tarihi ve kültürel yakınlık ve köklü bir dostluğun olması, bu ihtimalin hakikat olmasını kolaylaştırıcı bir rol oynar. II. “Güç Geçişi” Döneminde Sınır Bölgeleri ve Hibrid Savaşlar: Gagavuz Yeri’nin Ufkundaki Tehlike 2000’lerle birlikte dünya düzeninin geleceğiyle ilgili akademik çalışmalarda ve tartışmalarda Organski’nin güç geçişi teorisine daha çok atıf yapılmaya başlandı- ğı görülmektedir. Özellikle ABD’de, Çin’in yükselişinin muhtemel sonuçlarına odaklanan stratejik kurumların başvurdukları referans çerçeveleri arasında Or- ganski’nin çalışmaları da yer almaktadır.13 Obama dönemi Amerikan dış politi- kasının ana yönelimlerine baktığımızda da Organski’nin teorisinin işaret ettiği stratejik davranış biçimleriyle karşılaşırız. Bu dönemde ABD, bir güç geçişi sü- recine girildiğini kabul ederek Amerikan dış politikasının eksenini Asya’ya kay- dıracağını ilan etmiştir. Amerikan liderliğine meydan okuyabilecek en muhtemel aktör olarak Çin’i gören Washington, aradaki ekonomik mesafenin açılmasını ve Uzakdoğu’da caydırıcı bir güvenlik mimarisinin inşasını gerekli görmüştür. Orta- doğu gibi coğrafyalarda kapsamlı müdahalelerden vazgeçilişinin tasarruf ettirece- ği ekonomik ve askeri kaynakların bu hedefi destekleyeceği düşünülmüştür. ABD, “geriden liderlikle” Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar’daki “sınır bölgelerinde” çıkarlarını korurken enerjisini sonu belirsiz “küçük savaşlarda” tüketmek zorunda kalmayacağını varsaymıştır. Sınır bölgeleri ile tarihte farklı uluslararası düzenlerin birbirleriyle komşu oldukları ya da üzerinde mücadele yürüttükleri yerler kaste- dilmektedir. Soğuk Savaş yıllarında Sovyet-Çin nüfuz alanında kalan ülkelerden daha sonra Batı sistemiyle güçlü entegrasyon süreçlerine dahil olmayanlar “güç geçişi” döneminin de ilk mücadele sahalarına dönüşmektedir. Bu yeni konjonktürde, muhtemel meydan okuyucu sayılan Çin’in etrafında tahkimat öngörürken diğer coğrafi havzalarda “müdahalesizliği” esas alan Ameri- kan stratejisi, Washington’u rahatsız eden güç geçişi dönemi dinamiklerini yavaş- 144 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR latıcı değil hızlandırıcı bir rol oynadı. Suriye ve Ukrayna/Balkanlar jeopolitiğini bağlantılandıran gelişmeler, bu dinamiği net biçimde karşımıza koyuyor. Örneğin Suriye iç savaşının ürettiği kitlesel göç ve küresel terör gibi sonuçlar, mimarı ABD olan uluslarası düzenin kendini dayandırdığı norm ve kurallar ile Washington’un itibarını iyice aşındırdı. Bu atmosferde ABD’nin geriden liderlikle Ukrayna ve Suriye’de yürüttüğü süreçler, güç geçişi dönemini yaygın olarak öngörülen gü- zergâhın dışında bir mecraya doğru sevkedecek gelişmeleri tetikledi. ABD, muh- temel meydan okuyucuları tespit ederken, kuvvetli ve çeşitlenmiş bir ekonomik yapıya sahip olmaması sebebiyle Rusya’ya etkinliği yalnızca belirli coğrafyalarla sınırlı bölgesel bir güç nazarıyla bakmaktaydı. Ancak Moskova, Sovyetler’den miras askeri yeteneklerinin restorasyonuyla yapabileceklerini Ukrayna/ Maiden hadiselerinden itibaren sergilemeye başladı. Putin’e Suriye’ye gidecek cesareti, kıs- men de olsa Kırım’ın ilhakına engel olunmayışı verdi. Rusya’nın Esed rejimine destek için Suriye’ye müdahalesi, Çin’i güç geçişi sü- recinin tek kayda değer meydan okuyucusu sayan Amerikan yaklaşımını değiştir- meye başladı. Rusya da gayet etkili jeopolitik hamleler yapabiliyordu. Bu tespiti, eş zamanlı iki politikanın devreye sokuluşu izledi. Bunlardan ilki, meydan okuyan aktörü sisteme dahil ederek hoşnutsuzluğunu hafifletmeyi hedefliyordu. Rusya, Suriye’de ABD’nin kendisi olmadan düzen sağlayamayacağını göstererek büyük güç statüsünün ve bağlantılı çıkarlarının tanınmasını istiyor. ABD, Suriye mer- kezli müzakerelerde Rusya’ya arzu ettiği statüyle uyumlu bir alan açarken, Doğu Avrupa ve gerilimin yükseldiği diğer bölgelerde ise farklı bir tutum takınıyor ve askeri hazırlıklar yapıyor. Ancak, havuç ve sopa ile Rusya›ya uluslararası düzenin meşru sayacağı ve saymayacağı çıkar alanlarının kabullendirilmesi çabası, bir çok riski de bünyesinde barındırıyor. Örneğin, hem en baştan varsayıldığı üzere Uzak- doğu’da, hem de dünya sistemi açısından önemli kabul edilen Avrupa ve Ortado- ğu gibi bölgelerde gerilim ve çatışmaların eş zamanlı biçimde tırmanışı senaryosu, bir ihtimal olarak masada bulunuyor. Bu noktada güç geçişi sürecinin rakip aktörlerinin birbirlerini hibrid savaş stratejileriyle hedef almaya başlayacakları bir muhtemel geleceğe kapı açılıyor. Klasik askeri yetenekleri, özel kuvvet harekatlarını ve enformasyon savaşlarını sentezleyen hibrid stratejiler, gerilimin kademeler halinde yükselişini destekleye- bilir. Büyük güçlerin bir kriz bölgesinde çatışmaya adım adım yaklaşırken diğer kriz bölgesinde çözüm ortağı rolüyle hareket etmeleri, gün geçtikçe zorlaşabilir. Bu sebeple, Gagavuz Yeri’nin de parçası olduğu Doğu Avrupa ve Balkanlar, büyük güç rekabetinin tâlî değil sıcak cephe hatlarından birine dönüşme tehlikesiyle yüz yüzeler. Rusya’yı, dışlandığını düşündüğü uluslararası düzene dahil etme strate-

145 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR jisinin merkezine yerleştirilen önemli bir ortak çıkar, IŞİD vb terör örgütlerine karşı mücadeleydi. Söz konusu tehdit azalırken, özellikle Doğu Avrupa merkezli gerilim artmaya devam ederse büyük oyuncuları karşı karşıya getirecek senaryo- lar da daha fazla gündemimize girebilir. Bu durumda, donmuş bir çatışma olan Transndinyester meselesinin hızla küresel güvenlik gündeminin ilk safhalarına yerleşmeye başlayışına şahit olabiliriz. 8-9 Temmuz 2016’da Varşova’da toplanan NATO Zirvesi’nde alınan karar- lar da Gagavuz Yeri’ni etkileyebilecek biçimde Karadeniz havzasındaki gerilimin artacağı bir döneme girildiğine işaret ediyor. Geleceğin en hareketli sınır bölge- lerinden birinde yaşayan Gagavuz Türkleri, bu dönemi çatışmalardan mümkün olduğunca uzak kalarak atlatabilecek bir siyaset üzerinde düşünmek durumunda- lar. Bunun yolu, bir sınır bölgesi azınlığı olarak içerden dışarıya doğru kademe- lendirilmiş bir diplomatik stratejiden geçiyor. İlk halkada, Gagavuz Yeri’nin par- çası olduğu Moldovalı çoğunlukla korunacak iyi ilişkiler yer alıyor. İkinci halkada yakın çevredeki ülkeler ve güçlerle toplamda birbirini dengeleyecek köprülerin pekiştirilmesi için atılacak adımlar var. Bu safhada dikkat edilmesi gereken nokta, söz konusu güçler arasındaki rekabet yükselse de, Gagavuz Yeri’nin tüm taraflarla gerginliklerin dışında, denge siyasetine dayalı bir iletişimi mümkün olduğunca sürdürebilmesidir. Bölge dışı dünya ile kurulan ilişkiler, uluslararası konjonktürün dalgalı seyrettiği dönemlerde böyle bir siyasetin yürütülebilmesini kolaylaştıra- caktır. Bu noktada, Gagavuz Yeri ve Türkiye arasındaki tarihi bağlar çok önem- li bir işlev üstlenebilir. Küresel sistem kritik bir kavşaktan dönerken Ankara’nın tarihi sorumluluğu, ortaya çıkabilecek krizlerde uzlaştırıcı ve koruyucu rolünü, Gagavuz Yeri’nin çıkarlarını önceleyecek bir perspektifle oynamasıdır.

Sonuç Yakın dönemde dünya sisteminin analizine odaklanan akademik tartışmaların önemli gündem maddelerinden birisi, yeniden kızışmaya başlayan büyük güçler arasındaki rekabettir. Bu çerçevede, uluslararası ilişkiler disiplininin tarihinden açıklayıcı yaklaşımlar gözden geçirilerek aktüel gelişmelerin yorumlanması için kullanılmaktadır. Organski’nin “güç geçişi teorisi” de bunlar arasında yer almak- tadır. Organski’nin merceğinden baktığımızda, başta ABD-Avrupalı güç- ler-Çin-Rusya olmak üzere küresel siyasetin büyük aktörleri arasındaki ilişkilere yeni bir gerilim ve rekabet havasının hakim olmaya başladığı kolayca fark edil- mektedir. Söz konusu rekabetin kaynağı, konjonktürel krizler değil, küresel güç 146 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dağılımındaki değişimler ve bunların algılanış biçimlerinden kaynaklanan yapısal sebeplerdir. Bir “güç geçişi” dönemine giren dünyamızda, “sınır bölgeleri” söz ko- nusu rekabet ikliminin çatışma hatlarına dönüşme riskiyle yüz yüzedirler. Böyle bir coğrafyada yer alan Gagavuz Yeri, muhtemel hibrid savaş stratejilerinin hedefi olmamak için çok yönlü bir koruyucu diplomasi uygulamak durumundadır. Bu noktada, Gagavuz Yeri ile milli bağlara sahip olan Türkiye’ye de üstlenmesi gere- ken büyük bir tarihi sorumluluk düşmektedir.

1 A. F. K. Organski, World Politics, New York 1968, s. 346 2 Organski, a.g.e, s.347 3 Organski, a.g.e, s.339 4 Organski, a.g.e, s.340 5 Organski, a.g.e, s.351 6 Organski, a.g.e, s.353 7 Organski, a.g.e, s.354 8 Organski, a.g.e, s.364-365 9 Organski, a.g.e, s.364 10 Organski, a.g.e, s.371 11 Organski, a.g.e, s.372 12 Organski, a.g.e, s.374 13 Örnek olarak bkz. David Lai, The United States and China In Power Transition, U.S. Army War College Strategic Stu- dies Institute, 2011.

147

MOLDOVA DIŞ POLİTİKASINDA GAGAUZLARIN YERİ

Emre KARTAL

Gazi Üniversitesi

Özet Gagauzya ya da Gagauz Yeri, Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir cumhuriyettir. Moldova içerisinde yaşayan Türk kökenli bir azınlık olan Gagauzların yaşadığı bu coğraf- ya, uluslararası literatürde Transdinyester bölgesi ile birlikte Moldova’daki ayrılıkçı bölgeler olarak adlandırılmaktadır. Gagauzlar Türk kökenli bir halk olmalarının yanında daha çok Rusya etkisinde bulunmuş ve Rusça’nın etkin olduğu bir bölge haline gelmiştir. Gagauz- ya’nın çeşitli dönemlerde talep ettiği bağımsızlık, 90’lı yıllarda yaşadığı özerklik süreci ile son yıllarda bölgede yapılan anket ve gayrı resmi referandumlarda çıkan ayrılıkçı ya da Av- rupa karşıtı sonuçlar, bölgenin gelecekte çeşitli krizlere sahne olma potansiyelini göstermek- tedir. Ayrıca bazı araştırmacıların Rusya’nın Kırım’ı işgalinin ardından benzer senaryoları Transdinyester ve Gagauzya için de uygulayacağı düşüncelerini ortaya koymaları da bu tar- tışmaları alevlendirdi. Çalışmamızda bu bağlamda Gagauzya’nın Moldova siyasetindeki ve dış politikasındaki yeri değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Moldova, Gagauzya, Gagauzlar, Özerklik, Dış Politika THE PLACE OF GAGAUZS IN MOLDOVAN FOREIGN POLICY Abstract Gagauzia or “Gagauz Yeri” is an autonomous region of the Republic of Mol- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dova. This territory, where the Gagauzian minority of Turkish origin lives, and the region of Transnistria / Trans-Dniester are referred to as the separatist regions of Moldova in international literature. The Gagauz people, although descending from the Turks, have been under the great influence of Russia and the . The independence claims of Gagauzia from time to time, the autonomy it gained in 1990s, and the separatist or anti-European results of surveys and unofficial referendums recently conducted in the region demonstrate that Gagau- zia has the potential of witnessing several crises in the future. Besides, this debate has been exacerbated after some scholars asserted that Russia could occupy Gaga- uzia and Trans-Dniester just like Crimea. Within this framework, this study shall evaluate the role of Gagauzia in Moldovan politics and Moldovan foreign policy. Key Words: Moldova, Gagauzia, Gagauzs, Autonomy, Foreign Policy Giriş Moldova Cumhuriyeti, 27 Ağustos 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhu- riyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmış, aynı yıl Bağımsız Devletler Toplu- luğu’na üye olmuş 2 Mart 1992’de de Birleşmiş Milletlere üye olmuştur.1 Tarihi olarak Romanya ile bağları olan Moldova aynı zamanda Rusya’nın etki alanında olmuş bir coğrafyadadır. Bulunduğu bölge sebebiyle bir çok halkın geçiş noktasın- da bulunan Moldova’da pek çok farklı azınlık yaşamaktadır. Bu durum Moldova Anayasası tarafından da tescil edilmiş ve Moldova “çok uluslu” bir devlet sıfatı- nı almıştır. Moldovada, Moldovanların yanında, Ukraynalılar, Ruslar, Gagauzlar, Bulgarlar, Yahudiler, Çingeneler, Belaruslar, Ermeniler, Polonyalılar, Rumlar, Aze- riler, Almanlar, Kırım Tatarları v.s. gibi yüze yakın etnik grupların temsilcilerini barındırmaktadır. 2 Bildirimizin konusu olan Gagauzlar bu azınlıklar bir tanesidir. Gagauzların Moldova içerisindeki nüfus oranları %3,5-4,5 arasında tahmin edil- mektedir.34 Gagauzlar çeşitli farklı görüşler olmasına karşın genel kabul olarak Türk kökenli bir topluluktur. Gagauz adının da Gök Oğuz’dan veya Keykavus’tan geldiği tahmin edilmektedir. Gagauzca, Slav, Yunan, Romen dillerinin etkisine maruz kalmış bir Türkçe olarak tanımlanabilir. Türkiye, Azerbaycan ve Türkmen Türkçesine çok yakındır. Gagauz Yeri’nde bu dilin iki şivesi kullanılmaktadır: Ça- dır Lunga-Komrat ve Vulkaneşt. Vulkaneşt şivesi Türkiye Türkçe’sine en yakın olanıdır. Gagauzca yazı dili Türkçe baz alınarak tin harfleriyle oluşturulmuştur. Şive özelliklerini yansıtan sesler için de Türkçe’de olmayan birkaç harf eklenmiş- tir.5 “Gagauz Yeri”nin özerliğini içeren kanun tasarısı 23 Aralık 1994’te Moldova parlamentosu tarafından kabul edilmiş̧ ve sonra Moldova Cumhurbaskanı Mir- ça Snegur tarafından 13 Ocak 1995’te imzalanıp yayınlanmıstır.6 Böylece Gaga- 150 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR uzların yaşadığı bölgeler Gagauz Yeri Özerk Bölgesi olarak tanınmıştır. Gagauz- lar kendi iç yönetimlerini, “Halk Topluşu” adı verdikleri meclislerini resmi olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Burada ek bilgi olarak sunmak gerekir ki, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Moldova’ya yaptı- ğı bir resmi ziyaret sırasında Gagauz ve Moldovan yetkililerle bir araya gelerek özerkliğin kurulmasına büyük bir katkı sunduğunu, ekonomik ve siyasi destek sunarak Gagauzların elini güçlendirdiğini belirtmek gerekir. Gagauz Yeri’nin özerk bir bölge olarak ortaya çıkması bölgedeki sorunu tama- mıyle bitirmemiş, olası ayrılıkçı eğilimlerin, Gagauzların bağımsızlık taleplerinin ve Rusya başta olmak üzere pek çok dış etkinin varlığının zaman zaman gündeme gelmesinin önünü kesmemiştir. Gagauzların Moldova dış ve iç siyasetindeki yeri genel olarak bu bağlamda değerlendirilebilir. Moldova Siyaseti ve Dış Politikasında Gagauzların Yeri Bilidirde Gagauzların self-determinasyon talepleri, Türkiye ile ilişkiler ve Rus- ya ile ilişkileri şeklinde üç başlıkta Moldova dış politikasına etkileri incelenecektir. Gagauzların Self-Determinasyon Talepleri Gagauzlar tarihlerinde çeşitli dönemlerde bağımsız devlet ve özerk yapı ta- leplerinde bulunmuş ve zaman zaman bunlarda başarılı olmuş yani milli şuur ve bağımsızlık bilincine sahip bir halktır. Bu bağlamda Gagauzların ilk devleti simdiki 1263’te Bulgaristan’ın kuzey ve kuzey-dogusundan, yani Deliorman ve Dobruca bölgelerinin güney tarafından, Tuna nehrini ve Kara Deniz kıyısını sey- rederek, günümüzdeki Romanya topraklarında bulunan tüm Dobruca’yı içine ala- rak, Moldova ve Ukrayna’daki Bucak Steplerini de kapsayacak sekilde Uzi Eyalet olarak bilinmektedir.7 Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıd, 1398’da Uzi Eyalet’i işgal etmiş ve topraklarına katmıştır. Bu süreçten sonra da Osmanlı ve Rus Çar- lığı sınırları içerisinde zaman zaman Gagauzların yaşadığı bölgelerde otonomiler kurulmuştur. 1905 Rus Devrimi’nin etkisiyle Gagauzlar da bir isyan hareketine girişmiş- lerdir. 1906’da Gagauzların yogun yasadıkları bölge – Bucak’ta, basında, Gagauz köylülerin arasından kendi halkı için mücadele etmeye tesvik eden, kendi örgü- tünü kuran üniversite ögrencisi Atmaca Pavli oglu Andrey Galatsan tarafından Komrat Cumhuriyeti ilan edilmistir. Ancak bir hafta kadar yaşayan bu cumhu- riyet Çar orduları tarafından lağvedilmiştir. 1917 devriminde de Gagauzya’da bir cumhuriyet kurulması girişimi olduysa da bu gerçekleşememiştir. 8 Gagauzların bugünkü duruma gelişlerindeki ilk milli uyanışlar 1980’li yıllarda

151 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR olmuştur. 1987 yılında “Gagauz Halkı” hareketi başlamıştır. Yine 1988 ve 1989 yıllarında Gagauzya’da “Vatan” ve”Birlik” isimli milli teşkilatlar kurulmuştur. 1989 Mayıs’taki ilk Gagauz kongresinde üçü de “Gagauz Halkı” adı altında birlesmistir. 1989 yılında Gagauzlar Moskova nezdinde özerklik ve bir Sovyet Sosyalist Cum- huriyeti olma taleplerini sunmuşlardır. Aynı dönemde Moldova’da da bu konu gündeme gelmiş, Güney Moldova’da bir Bulgar ya da Gagauz özerkliğinin ku- rulup, kurulmaması yönünde araştırmalar yapılmış ve sadece kültürel bir talebin karşılanabileceği düşünülmüştür. Gagauzlar ise otonomide ısrar etmiş ve 12 Ka- sım 1989’da “Gagauz Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilan edilmistir. Ancak Moldova bunu kabul etmemiştir. 22 Temmuz 1990’da toplanan ikinci Gagauz kongresi de otonomi kararını devam ettirmiştir. Bununla birlikte bazı kurumların kurulması, milli marş, devlet arması, bayrak gibi konular da görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Gagauz bayrağı mavi zemin üstüne bir beyaz yuvarlağın içinde bozkurt başı şeklinde kabul edilmiştir. 19 Agustos 1990 tarihinde ise Moldova’dan ba- gımsız, SSCB dahilinde olan Gagauz Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilmistir. Bu süreçte Moldova’da da Romanya ile birleşme yanlısı eğilim artmakta Roman- ya’nın üç renkli bayrağının bir benzeri Moldova bayrağı olarak kabul edilmek- teydi. Dönemin Moldavya Yüksek Konseyi, Gagauzların özerklik ve cumhuriyet olma kararlarını yasadışı kabul etmiş ve iptal etmiştir. Gagauzlara baskı uygu- lanmaya başlanmıştır. Ekim 1990’da Gagauzlarla Moldovanlar çatışma noktası- na gelmiş, Gagauzlar silahlanmaya başlamıştır. Süreç Rusya’nın araya girmesiyle sonuçlanmıştır. Moldavya’da yaklaşam seçimlerden önce seçim yapan Gagauzlar kendi yerel yönetimlerini oluşturmuşlar Gagauz Yüksek Konseyi başkanlığına da Stepan Topal’ı seçmişlerdir. Moldavya SSCB’den ayrılma eğilimine karşın Gaga- uzya ve Transdinyester’de SSCB içinde kalma eğilimi %90’ların üzerinde ortaya çıkmıştır. 1 Aralık 1991 yılında Gagauzya’da yapılan referandum ve seçimlerde Gagauzya’nın % 80’den fazla bagımsız Gagauz Cumhuriyeti’nden yana olmus- tur. Bunun yanında da Stepan Topal ilk Baskan seçilmistir. 1992 Transdinyester Savaşı’nda Gagauzlar ve Dinyester arasında tam bir koordinasyon olmuş, Gaga- uzlar ile Moldovanlar arasında çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar da Rusya’nın müdahalesiyle sonuçlanmış ve Gagauzya’da Ruslar yine bir kurtarıcı konumuna gelmişlerdir. Yine 1992 yılında Gagauzlar Moldova ile müzakere yapmaya başla- mıştır. Burada Gagauzlar ilk başlarda federatif bir Moldova teklifinde bulunmuş ve Transdinyester ve Gagauzya’nın federal cumhuriyetler olmasını istemişlerdir. 1994 yılında Moldova’da yapılan seçimlerde Romanya ile birleşme yanlıları kay- bedince, Gagauzlarla Moldova arasında müzakereler artmış ve çözüm eksenine girilmiştir. Gagauzlar Moldova seçimlerine katılmış, ardından da kendi özerklik 152 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tekliflerini sunmuşlardır. Burada yapılan müzakereler ve Türkiye Cumhurbaşka- nı Süleyman Demirel’inde katkılarıyla “Gagauz Yeri” kurulmasına dair kanun 23 Aralık 1994’te Moldova parlamentosu tarafından kabul edilmiş̧ ardından Mol- dova cumhurbaskanı Mirça Snegur tarafından 13 Ocak 1995’te imzalanmıştır.9 10 Gagauzların bu tarihi süreçteki tavırları günümüzde de çeşitli yansımalarla devam etmektedir. Moldova’nın tarihi Romanya ilişkiler ve AB ile entegrasyon iradesi Gagauzlar nezdinde olumsuz bir anlam kazanmakta. Bu durumun en bariz örneği ise 2014 yılında yapılan referandum. 2 Şubat 2014 tarihinde yapılan refe- randumda şu sorular soruldu: 1- Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi halinde Gagavuzlar’ın kendi kade- rini tayin etmesini destekliyor musunuz? 2- Moldova’nın AB üyeliğini destekliyor musunuz? 3- Moldova’nın Rusya, Belarus ve Kazakistan’ın oluşturduğu Gümrük Birli- ği’ne katılmasını savunuyor musunuz?11 Katılımın yüzde 70 olduğu açıklanan referandumda Gagauzların yüzde 98,4’nün Moldova’nın Rusya güdümlü Gümrük Birliği’ne entegrasyonundan yana oy kullanmıştı. Gagauzların yüzde 98,8’i ise Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi durumunda özerk bölgenin kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğuna ilişkin maddeye “evet” demişti.12 Moldova merkezi yönetimi tarafından bu referandum tanınmadı. Bunun an- cak bir kamuoyu yoklaması sayılabileceği beyan edildi. Ancak Gagazuların çok yüksek bir katılım gösterdiği referandum bir kamuoyu yoklaması dahi olsa Mol- dova’nın ne kadar zor durumda kalacağının bir göstergesiydi. Referandum sonu- cunda Moldova’nın AB üyeliği reddedilirken, Moldova’nın bağımsızlığını kay- betmesi durumunda Gagauzların kendi geleceklerini tayin edeceklerini ve Rus- ya’nın başını çektiği Gümrük Birliği’ne girilmesi gerektiği sonuçları ortaya çıktı. Moldova hükümeti referandumu yasa dışı göstererek kınasa da, 26 Şubat 2014’te Moldova Anayasa Mahkemesi referandumun birinci maddesini, yani Moldova Cumhuriyeti’nin bağımsızlık statüsünün değişmesi durumunda, Gagauz halkının kendi başına dış politikasında karar verme hakkına sahip olduğunu kabul etmiştir. Moldova gibi Romanya da bu referandumun sonuçlarını tanımadıklarını ifade etmiştir.13 Ancak bu noktada Gagauz Yeri Başkan Yardımcısı Vadim Çeban’ın ayrılıkçılık eğilimi hakkındaki görüşleri önemli. Çeban, “Biz sadece Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi durumunda kendi kaderimizi belirleme hakkına sahip olduğumuzu söylüyoruz. Moldova bağımsızlığını kaybederse, biz de bağımsız mı olacağız, başka bir ülkeye mi bağlanacağız, onun kararını vereceğiz. Ama şimdilik

153 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ben Rusya’ya bağlanmanın mümkün olmadığını düşünüyorum” ifadelerini kulla- nıyor.14 Tarihi süreci ve 2014 yılında gerçekleşen referandumu değerlendirirsek, Gaga- uzların Moldova’nın Romanya ile olan bütünleşme yanlısı politikaların karşısın- da olduğunu, AB yerine Rusya’nın Gümrük Birliği’ni tercih ettiklerini ve güçlü bir özerklik talep ettiklerini görüyoruz. Bu noktada Moldova’daki özellikle sağ partilerin AB yanlısı tavırları karşısında Gagauzlar dengeleyici bir unsur olarak Rusya’ya yaklaşıyor. Bu durumda aslında Moldova’nın 90’lı yıllardaki sert tutumu ve Rusya’nın Gagauzlara yönelik “kurtarıcı” pozisyonu önemli bir etken. Gagauz- ların dil ve ekonomi olarak Rusya’ya entegre olmaya devam etmeleri de önemli bir husus.

Gagauzların Türkiye İle İlişkilerinin Moldova’ya Etkisi Gagauzların dil ve soy yakınlığı sebebiyle ilişkide olduğu Türkiye, genel mana- da bölgenin kültürel gelişimi ve kalkınması için destek vermektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Türkiye-Gagauz ilişkileri Moldova tarafından en az tehlike arz edecek konumdadır. Daha önce Osmanlı hakimiyetinde olan Gagauzlar, Türkiye Cumhuriyeti döneminde ilk olarak eski Milli Eğitim Bakanlarından ve Türk Ocakları Genel Başkanlarından olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in gayretleriyle ilişki kurmuş- tur. Tanrıöver’in Bükreş elçiliği döneminde Gagauzlar ile Türkiye’nin bağları kuv- vetlenmiştir. Tanrıöver, elçiliği süresinde Gagauzların kültürel ve sosyal gelişimi- ne katkı sunmak için çalışmalar yapmış, Gagauz öğrencilerin Türkiye’de öğrenim görmesini sağlamış, Türkçe kitapların Gagauz Yeri’ne gelmesi, Türkçe eğitim ve- ren Gagauz okullarının açılması gibi önemli faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Hatta Hamdullah Suphi Tanrıöver’e o yıllarda Türkiye’de “Gagavuz Metropoliti” lakabı takılmıs, hatta bu halkı toplu olarak Türkiye’ye nakletmek tesebbüsünde bulundu- gu ve Ayasofya’nın hususi mabet olarak onlara tahsis edilmesini istedigi yolunda söylentiler çıkmıstır. Ancak Türk hükümetleri Gagauzların topluca Türkiye’ye ge- tirilmeleri fikrine sıcak bakmamışlardır.15 Gagauzların Türkiye ile ilişkileri noktasında Moldova’yı en çok etkileyen hamle Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde özerklik meselesine verdiği destektir. 1994 yılında Gagauzların özerklik taleplerinin güçlü olduğu bir dönemde Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Moldova’ya bir resmi zi- yaret düzenlemiş bu ziyaret sırasında Gagauz Yeri’nin Çadır-Lunga kasabasında Moldovalı ve Gagauz yetkililerle bir araya gelerek özerklik meselesini görüşmüş- 154 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tür. Bu görüşmede Demreil Gagauz özerkliğine destek vermiş ayrıca kalkınma noktasında da her türlü yardımı sağlayacağını ifade etmiştir.16 Gagauz Yeri’nin başkenti Komrat’ta bu desteğe binaen bir Süleyman Demirel büstü bulunmak- tadır. 2003 yılında da Moldova Başbakanı Tarlev Türkiye’ye bir ziyarette bulunmuş ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmede Gagauz me- selesi de görüşülmüştür. Erdoğan Gagauzlar hakkında mevkidaşına simgesel de olsa telkinlerde bulunmuş, Gagauzların hukuki statülerinin belirlenmesini iste- miştir. Bunun sonucunda Gagauzların özerklik hak ve statüleri anayasanın 111. maddesinde kesinlik kazanmıştır. Bu durum Gagauzlar için hukuk alanında önemli bir fayda sağlamıştır.17 Günümüzde Gagauz Yeri’ne Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı tarafından çe- şitli kalkınma destekleri verilmektedir. Türkiye’ye öğrenci gönderimi de sürmek- tedir. Türkiye’nin Gagauz Yeri’ne desteğinin kendileri için hayati önem arz etti- ğini vurgulayan Gagauz yeri Başkan Yardımcısı Vadim Çeban, Ankara’nın hem Kişinev’le hem de Moskova ile Gagauz Yeri arasında köprü olmasını istediklerini belirtiyor. Ayrıca Türkiye, Gagauzların Kişinev’le birlikte Avrupa’ya entegrasyo- nundan yana.18 Bu bağlamda değerlendirirsek, Türkiye Gagauz Yeri’ne kalkınma ve gelişme noktasında yeterli olmasa da destek vermekte, ancak Gagauz Yeri’ndeki iç siya- sete müdahalede bulunmamaktadır. Gagauz Yeri’nde “Rus yanlısı”, “Bağımsızlık yanlısı”, “AB yanlısı” gibi siyasi parti ve hareketler mevcutken, “Türkiye yanlısı ya da Türkiye güdümünde” denebilecek bir siyasi hareket mevcut değildir. Bu yüzden Moldova açısından Gagauz Yeri ile en makul ilişkilerin Türkiye ile olanlar olduğu söylenebilir. Gagauzların Rusya ile İlişkilerinin Moldova’ya Etkisi Moldova açısından Gagauzların ilişki içerisinde bulundukları en riskli ülke Rusya’dır. Eski bir Sovyet coğrafyası olması sebebiyle Rusya Gagauz Yeri’yle ciddi bir şekilde ilgilenmektedir. Self-Determinasyon bölümünde de belirttiğimiz gibi Rusya gerek siyasi olarak gerekse de askeri olarak Gagauzya’ya çeşitli müdahale- lerde bulunmuştur. Gagauz Yeri konusunda Moldova’yı dış politikasında zorlayan hususları şöyle sıralabiliriz: Gagauz Yeri’nde iktidarda olan siyasi iradenin daha çok Rus yanlısı politikalar yürütmesi.

155 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Tarihi süreçte Moldova’yla yaşanan gerilimlerde Rusya’nın Gagauz Yeri’nde kurtarıcı rolüne bürünmesi. Rusça’nın Gagauz Yeri’nde günlük dil ve eğitim dili olarak çok güçlü olması. Gagauzların Rusçayla birlikte, Rusya’ya iş gücü olarak yoğun bir biçimde git- mesi ve ekonomik bağım güçlenmesi. Kırım’ın işgalinin ardından Rusya’nın Transdinyester ve Gagauz Yeri’ne de as- keri güç kullanma ihtimalinin doğması Gagauzların Moldova’nın AB ile entegrasyon sürecine soğuk bakması. Rusya, Moldova ile ilişkilerinde ve özellikle önceliği olan Transdinyester me- selesinde Gagauzları sürekli gündeme getirmektedir. Bu bağlamda pek çok örnek verilebilir. Bildiride konunun kolay anlaşılması için “Kozak Planı” ve Gagauzların Rusya yanlısı politikaları değerlendirilecektir. Transdinyester meselesi hakkında tıkanan görüşmeleri açmak ve bir çözüm ortaya koymak için Rusya Rusya Federasyonu cumhurbaskanı ofisi baskan yar- dımcısı Dmitriy Kozak’ın hazırladığı ve onun adıyla anılan bir teklifi Moldova ve Transdinyester’e sundu. Bu teklifte Gagauz Yeri hakkında da maddeler bu- lunmaktaydı. Genel manada bu planın Rusya’nın Moldova’da beklediği yönetim biçimini tanımladığını söyleyebiliriz. Plana göre Transdinyester ve Moldova bir- leşecek, Moldova federasyona dönüşecek, Transdinyester ve Gagauz Yeri federal cumhuriyetler haline getirilerek, kendi anayasaları, yasama organları olan vergi toplayan birer yapıya dönüştürülecek ve pek çok geniş yetkilere sahip olacaklardı. Çok geniş açıklamalara sahip olan Kozak Planı başta dönemin Moldova Cum- hurbaşkanı Voronin tarafından kabul edilse de sonradan reddedilmiştir ve yürür- lüğe girmemiştir. Bu olayın ardından ülkede Voronin’in yüzünü batıya çevirdiği yönünde yorumlar yapılmaya başlanmış ve Moldova’da AB yanlısı politikaların daha da güçlendiği görülmüştür.19 Plan kapsamında bakıldığında Moldova açısından pek çok soruna çözüm üret- se de bu plan Moldova’nın iç yapısını bütünüyle değiştirmekte ve Transdinyester ile Gagauz Yeri’nin statülerini Moldova’nın geri kalanıyla aynı noktaya getirmek- teydi. Bu plana göre Gagauz Yeri dış politikada da çeşitli özgürlüklere sahip olan bir cumhuriyet haline gelecekti. Gagauzların Rus yanlısı politikalarına değinecek olursak, en başta bölgede ya- pılan seçimlerde Rus yanlısı Komünist Partisi ve Sosyalist Parti’nin seçim kazan- dığını görmekteyiz. Mevcut Gagauz Yeri’nin Başkanı İrina Vlah, eski Komünist Partisi üyesi ve milletvekilidir. 2015’te kazandığı seçime Rusya yanlısı Sosyalistler 156 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Partisi’nin desteği ile girmiştir. Rusya Gagauz Yeri’nde yapılan seçimler öncesinde defalarca kendi milletvekillerini, sanatçılarını kampanya için Vlah lehine Kom- rat’a göndermiştir. Vlah, Moskova’da Federasyon Konseyinde ağırlanmış, Konsey Başkanı Valentina Matvienko ile fotoğraflarını propaganda malzemesi olarak kul- lanılmıştır.20 Daha önce detaylarını verdiğimiz 2014 referandumunun sonuçları da tama- men Rusya’nın politikalarına uygun bir şekilde çıkmıştır. Gagauzlar, AB yerine Gümrük Birliği’ni tercih etmiştir. Katılımın yüzde 70 olduğu açıklanan referan- dumda Gagauzların yüzde 98,4’nün Moldova’nın Rusya güdümlü Gümrük Birli- ği’ne entegrasyonundan yana oy kullanmıştı.21 Gagauzlar geçmişte Moldova’nın sert tutumuna karşı Rusya’yı bir anlamda bir denge olarak görmektedir. Ayrıca sosyo-ekonomik bir zorunluluk olarak görmek- tedirler. Bu bağlamda Moldova için Gagauz Yeri Rusya’ya karşı bir yumuşak karın olarak durmaktadır. Son olarak Rusya’nın Kırım’ı işgali bu senaryonun benzerinin Transdinyester ve Gagauzya’da da tekrarlanabileceği ihtimalini ortaya çıkarmıştır. Transdinyes- ter’de Rus askeri gücünün bulunması, olası bir kriz halinde Moldova’nın yoğun kontrolünün olmadığı Tiraspol-Komrat yolundan Gagauz Yeri’ne silah ve askeri personel taşımanın kolay olabileceği, Gagauzların tarihi süreçte Rusya’nın deste- ğini görmeleri sebebiyle Rus tarafında durabilecekleri gibi sebepler bu tezi des- teklese de bu şimdilik bir ihtimalden öteye gidememektedir. Sonuç Avrupa’nın en fakir ülkesi olan Moldova, Romanya-AB ve Rusya arasında gidip gelen bir dış politikayla varlığını sürdürmektedir. 2016 Haziran’ında Ki- şinev’de bulunduğumuz sıralarda devlet dairelerinde Avrupa Birliği bayrakları dalgalanırken, yeni seçilen Cumhurbaşkanı İgor Dodon ilk adım olarak Cumhur- başkanlığı binasından AB bayrağını kaldırmış.22 Bu bile Moldova’nın ekseni sü- rekli değişen bir ülke olduğuna küçük bir işarettir. Zayıf ekonomik gücü, 70’lerin Sovyet şehirlerini andıran başkentiyle ve kaybettiği büyük nüfusuyla Moldova’nın geleceğinde yeni krizlerin ortaya çıkması işten bile değil. Böyle bir ortamda ülke- deki “ayrılıkçı” olarak adlandırılan bölgelerin durumları büyük önem arz ediyor. Bildirimize konu olan bu bölgelerden biri yani Gagauz Yeri ise az bir nüfusa sahip olsa da güçsüz bir Moldova içinde önemli bir etken olarak varlığını sürdürüyor. Gagauzlar da sosyo-ekonomik problemlerle boğuşurken, milli kültür ve dillerini korumak için çok ciddi kaynak eksikliği yaşıyorlar. Rusya’nın yoğun etkisi altın- daki bölge her geçen gün Moldova’dan uzaklaşıyor. Moldova’da Rusya’ya yakın bir

157 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR iktidarın varlığı durumunda daha sakin olacak olan ilişkiler, batı yanlısı iktidar- larda gerginleşme ihtimali yüksek duruma gelmektedir. Gagauzlar küçük bir halk olsalar da tarih boyunca özerklik ve bağımsızlık yolunda mücadelelere girişebilmiş bir şuura sahipler. Bu durumda da Moldova’nın hem iç siyasetinde hem de dış politikasında potansiyel bir tehlike üretebilecek halde görünüyor. Bu noktada böl- gedeki gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, Moldova’nın geçmişte yaptığı hatalarını tekrarlamaması, Gagauzların milli kültür ve dillerinin güçlenmesi için çaba sarfetmesi, hak ihlallerini bireysel konumda çözüme ulaştırması elzemdir. Bu noktada Türkiye’nin de özellikle kalkınma noktasında Gagauz Yeri’ne çok daha fazla katkı sunması şart. Özellikle Moldova devletiyle işbirliği halinde özel sek- törün, özellikle tarım alanında ham maddeyi mamul hale getirebilecek tesislerin oluşturulması ve pazarlanması noktasında Gagauz Yeri’nde faaliyet göstermesi çok ciddi atı değer sağlayacaktır. Türk devlet yatırımları ve özel sektör yatırımları hem Gagauz Yeri’ne istihdam sağlayacak hem ekonomik olarak katkı sağlayacak- tır. Bölgedeki işsizliğin had safhada olduğunu burada eklemek gerekiyor. Gagauz Yeri iç siyasetine karışmayan bir Türkiye Gagauz Yeri için yeni bir denge unsuru olarak ortaya çıkacaktır. Bunun başarılı olduğunu yukarıda Demirel ve Erdoğan örneklerinde gördük. Bölgede kolayca çözülebilecek pek çok sorun Moldova’nın adım atamaması ve denge unsuru olacak yeni güçlerin olmaması sebebiyle kro- nikleşmektedir. Bu durum da hem Moldova’nın iç huzuru için tehlike üretmekte hem de farklı eksenlere kayan Gagauz Yeri’nin milli kültürünü yaşatacak gücü her geçen gün kaybetmesine sebep olmaktadır. Türkiye bu noktada Gagauzların dini hayatını da destekleyici projeler üretmeli Gagauz dilinde İncil başta olmak üzere dini metinlerin kullanılmasını sağlamalıdır. Çünkü bölgede gördüğümüz bütün kiliselerde Rusça ibadet dili haline gelmiş durumda. Gagauz Yeri Türk dünyasının en özel coğrafyalarından biri olarak çok daha fazla ilgi ve desteği hak etmektedir. Moldova – Türkiye işbirliği bu noktada önemli adımların atılmasını sağlayacaktır.

1 Velev, Roman. Moldova’da Ulusal Azınlıklar ve AGİT’İn Rolü: Gagauz Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2007, s. 72-73 2 Velev, s. 77 3 CIA Factbook, https://www.cia.gov/library/publications/resources/the-world-factbook/fields/2075.html#md 4 Anzerlioğlu, Yonca. Geçmişten Günümüze Türk Dünyasında Hıristiyan Türkler, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 2, 2004, s. 77, http://www.karam.org.tr/Makaleler/819676370_anzerlioglu.pdf 5 Şamilkızı, Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 6 Mutaf, Serghei. Gagauzların Tanınma Mücadelesi ve Gagauz Yeri Özerk Bölgesinin Oluşum Süreci, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, s. 60 7 Velev, s. 107 8 Velev, s. 115 9 Mutaf, s. 50-61 10 Velev, s. 122-126 11 http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/gagavuz-bolgesinde-referandum-krizi 12 Şamilkızı,Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802

158 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

13 http://www.anayurtgazetesi.com/haber/Romanya-Gagauzlar-Referandumu-hukumsuz/483230 14 Şamilkızı,Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 15 Yavuz, Nuri. Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagauzlar, Gazi Akademik Bakış, Cilt 4, Sayı 7, 2010, s. 180-185 16 Velev, s. 134 17 Gökdağ, Bilgehan., Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığa mı Yürüyor?, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 43, 014, s.37 18 Şamilkızı,Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 19 Velev, s. 200-204 20 Şamilkızı,Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 21 Şamilkızı,Gönül. Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur Mu?, http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 22 Cumhurbaşkanı AB Bayrağını İndirdi, Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/cumhurbaskani-ab-bayragini-indirdi-dun- ya-2368446/

159

TRANSDİNYESTER SORUNU: MOLDOVA’DAKİ RUS AZINLIK VE MOLDOVA’NIN DIŞ SİYASETİNE ETKİSİ

Rüştü KAYA

Gazi Üniversitesi

Özet Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni bir devlet olarak ortaya çıkan Moldova, bağım- sızlığının henüz ilk yıllarında Transdinyester bölgesindeki ayrılıkçı hareketlerle mücadele etmek durumunda kaldı. 1992 yılında yaşanan iki günlük askeri çatışmanın ardından Mol- dova devleti, Transdinyester bölgesindeki Transdinyester Moldova Cumhuriyeti üzerinde kontrolü sağlayamadı. O tarihten bu güne kadar da Transdinyester Moldova Cumhuriyeti hukuki olarak Moldova sınırları içerisinde görülse de de facto olarak bağımsız bir devlet gibi kendi bölgesinde hüküm sürmektedir. Transdinyester’in bu sorunlu durumu Moldova’nın hem iç işlerinde, hem de dış politik tercihlerinde en büyük sorun olarak karşısına çıkmakta- dır. Bu çalışmada ilk olarak Transdinyester bölgesindeki ayrılıkçı yaklaşımın ardındaki de- mografik ve politik tarihsel sebepleri ele alacağız. Bu kapsamda bölgenin Moldova’nın geri kalan kısmından farklı olarak gelişen tarihsel serüvenini ve özellikle de Sovyet döneminde bölgeye yaşanan yoğun Rus ve Ukrain göçünü inceleyeceğiz. Ardından Sovyetlerin dağılma- sından sonra yaşanan ayrılıkçı çatışmaların sebepleri ve sonuçları üzerinde duracağız. Son olarak ise Transdinyester’in bugünkü durumunu ele alacak ve bu dondurulmuş uyuşmazlığın Moldova’nın dış politik tercihlerindeki etkisini tartışacağız. Zira, Transdinyester’de devam eden sorunlar ve ayrılıkçı eğilim, Moldova içerisinde her an bir iç istikrarsızlık yaratmaya elverişli bir durum oluşturmaktadır. Bu hal, Moldova’nın son yıllarda yoğunlaşan Batı ve HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Rusya arasında bir tercih arayışına da şüphesiz etki edecektir. Özellikle de Moldova’nın AB ile entegrasyon yolunu seçmesi durumunda tıpkı 2014 yılında Ukrayna’da yaşananlar gibi Moldova içerisinde bir siyasi istikrarsızlık ve Transdinyester’in Moldova’dan tamamen koparılması gibi senaryoları izleyebiliriz. Şüphesiz, Kırım tecrübesi Moldova yöneticilerinin böyle bir senaryoya Ukrayna devlet adamları kadar hazırlıksız ve temkinsiz yakalanmaması için faydalı bir uyarıcı niteliğindedir. Anahtar kelimeler: Moldova, Transdinyester, Rusya, Rus Azınlıklar Abstract Moldova, emerging as a new independent state after the dissolution of the Soviet Uni- on, faced the challenge of secessionist movements in the Transdniester region in in its first years of independence. After the two-day military conflict in the region, Moldova could not maintain its political and military control over the Transnistrian Moldovan Republic. Since that time, Transnistrian Moldovan Republic has been de facto independent state, proc- laiming sovereignty in the region, even though it is de jure a part Moldova. In this study, firstly, I discuss the demographic and political dynamics behind the secessionist sentiments in Transdniester region. In this scope, I examine the historical background of the region which developed distinctively from other part of Moldova, by a special emphasis on the dense Russian settlement into the region in the Soviet era. Then, I discuss the reasons and the outcomes of the military conflict between Moldova and the regional forces. Finally, I analyze the current situation in the region and the possible effects of this frozen conflict on the foreign policy of Moldova. The ongoing problems related with the secessionist move- ment of Transnistrian region, creates a vulnerable environment in Moldova for an internal instability. This situation possibly affects Moldova’s seeking for a strategic choice between Russia and the West. If Moldova chose the way of integrating with the European Union, we could see such scenarios like a possible domestic instability or the fully disintegration of Transdniester region from Moldova as we has seen in since 2014. Undoubtedly, the Crimean case would be a helpful stimulus for Moldovan leaders to not be caught unp- repared in case of such scenarios. Keywords: Moldova, Transdniester, Russia, Russian Compatriots

Giriş Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 25 milyon Rus bugünkü Rusya Federasyonu sınırları dışında, yeni kurulan bağımsız devletlerde azınlık olarak kaldı. Sovyetler zamanında hâkim milletin bir parçası olarak Ruslar, bulundukları Sovyet Cumhuriyetlerinde Moskova rejiminin çevre bölgelerdeki sadık uzantıları olarak önemli iktisadi ve siyasi pozisyonları işgal etmekteydiler. Yeni durumda ise kendilerini ulus ve devlet inşasının en hararetli yıllarını yaşamaya başlayan yeni post-Sovyet ulus devletlerinin içinde azınlık durumunda buldular. Onlar artık hâ- kim milletin mensupları ve hâkim dilin kullanıcıları olan, Sovyet rejimin imtiyazlı unsurları değil, bulundukları Cumhuriyetlerde eski sömürge rejiminin olumsuz 162 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR hatıralarını üzerinde taşıyan azınlık gruplarıydılar. Vaktiyle etnik cumhuriyetler- deki yerel elitler devlet kademelerinde, siyasi ve iktisadi hayatta kendilerine yer bulabilmek için Rusçayı öğrenmek zorundayken şimdi onlar aynı durumda yerel dili öğrenmek zorunda kalabilirlerdi. Şüphesiz tüm bu yeni şartlar yeni devletler- deki Rus azınlıklarda büyük bir sarsıntı ve tedirginlik yarattı. Eski Sovyet coğrafyasının tek sorunsalı Rus azınlıklar da değildi. 25 milyon Rus azınlığın yanı sıra, etnik cumhuriyetlerde toplam 11 milyon kadar Rusça konuşan diğer azınlık grupları da mevcuttu. Yani, Rusya Sovyet Federal Sosya- list Cumhuriyeti dışındaki cumhuriyetlerde yaşayan toplam 19 milyon civarın- daki Rus olmayan azınlıkların 11 milyon kadarı da lisan bakımından Ruslaşmış durumdaydı. Dolayısıyla, Sovyetler Birliği dağıldığında Rusya Federasyonu dı- şındaki eski Sovyet cumhuriyetlerinde toplam 36 milyon Rusça konuşan azınlık bulunmaktaydı. Ayrıca özellikle de Ukrayna, Belarus gibi Slav cumhuriyetlerde ve nispeten Moldova’da yerli halkın önemli bir bölümü de Rusçayı ana dili olarak kullanmaktaydı.1 Sovyetlerin milliyetler politikası farklı cumhuriyetlerdeki azınlık gruplarının, kendilerini toplumun diğer kesimlerinden farklı kılacak olan aidiyet hislerini pe- kiştirmeye ve korumaya ziyadesiyle imkân sağlamaktaydı. Ayrıca Sovyetler birliği zamanında çizilen iç idari ve siyasi sınırların etnik ve kültürel sınırlarla örtüş- meyişi ve on yıllar boyunca siyasi, iktisadi ve güvenlik gerekçeleriyle ülke içinde yaşanan devasa göç ve yer değiştirme hareketleri Sovyet cumhuriyetlerinde çok etnili ve kırılgan bir toplumsal yapı oluşturmuştu. Bu kırılgan toplumsal yapı Sov- yetler Birliği dağılırken olumsuz sonuçlarını vermeye başlamış ve yeni ülkelerin bazılarında azınlık sorunlarından kaynaklanan siyasi ve hatta askeri çatışmalar yaşanmıştı. Bu çatışmaların sonucunda yeni Cumhuriyetler içerisinde sorunlu bölgeler oluştu ve bu bölgelerde yaşanan uyuşmazlıklar halen kalıcı ve sürdürüle- bilir çözümlere kavuşmuş değildir. Transdinyester sorunu, Dağlık Karabağ Soru- nu, Güney Osetya ve Abhazya Sorunları, Kırım ve Donbas Sorunu gibi pek çok uyuşmazlık günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Elbette bu sorunlu alanlar tamamen etnik kırılganlıklardan doğmuş değildir. Çoğu yerde siyasi ve ekonomik çıkarlar etnik ve kültürel makyajla sunulmuştur. Etnik sorunlar bu uyuşmazlıkla- rın meşrulaştırılmasında ve sunumunda önemli bir yardımcı rol îfa etmiştir. Bu makalenin konusunu oluşturan Transdinyester sorunu da söz konusu uyuş- mazlıkların kronolojik bakımdan ilk örneklerinden biridir. Biz de bu yazımızda öncelikle Transdinyester meselesinin tarihsel sebeplerini ele alacak ve bu kapsam- da sorunun iktisadi, siyasi ve etnik dinamiklerini inceleyeceğiz. Ardından 1992

163 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR yılında yaşanan çatışmayı, bunun sonucunda oluşan fiili durumu ve sorunun çö- zümüne yönelik girişimleri ele alacağız. Son olarak da Transdinyester meselesinin Moldova’nın dış politik tercihleri üzerindeki etkilerini tartışacağız.

Tarihsel Arka Plan: Çatışmanın Sosyolojik ve İktisadi Sebepleri Her sosyal ve siyasi meselede olduğu gibi Transdinyester sorunun bugünkü şartlarının oluşmasında da geçmişten bugüne yaşanan köklü tarihsel olay ve ol- guların büyük etkisi vardır. Bugünkü durum her ne kadar güncel siyasi ve ekono- mik menfaat ilişkilerinin sonucu olarak da değerlendirilebilirse de, şu rahatlıkla söylenebilir ki, meselenin tarihsel boyutu ve bu tarihi sürecin oluşturduğu sosyal ve siyasi altyapı bugünün çıkarlarına hizmet etmek bakımından muazzam bir po- tansiyel barındırmaktadır. Bugünkü Moldova devleti, 1918 yılında yaşanan birkaç aylık bağımsızlık tec- rübesi dışında, 1991 yılına kadar hiçbir zaman müstakil bir siyasi varlık olarak teşekkül etmemiştir. Asırlar boyunca, Osmanlı, Rus İmparatorluğu, Romanya ve Sovyetler Birliği gibi dış güçlerin bir parçası olarak yönetile gelmiştir. Uzun dönem farklı dış güçlerce yönetilmiş olmak, özellikle bazen aynı dönemde bu- günkü Moldova topraklarının belli bölümlerinde farklı güçlerin egemen olmuş olması, farklı dönemlerde farklı tarihi aidiyetlerin yarattığı kırılgan, dış etkenlere açık, farklı menfaat ilişkilerinin şekillendirdiği bir toplum yapısı ortaya çıkarmış- tır. Özellikle de Dinyester nehrinin doğu ve batı yakasındaki Moldova toprakları tarih içerisinde farklı imparatorluk tecrübeleri yaşamışlardır. Moldova toprakları 18. Yüzyılın sonralarına doğru Rus İmparatorluğu’nun genişleme radarına girmiş ve ilk olarak 1793 yılında Dinyester nehrinin doğu yakası Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Ardından 1812 yılında Beserabya olarak bilinen nehrin batı yakası da Rusların eline geçmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu iki bölge Rus kontro- lünde kalmıştır.2 Henüz Rusya Moldova topraklarını ele geçirmeden önce eski di- ne inanan bazı Rus gruplar Ortodoks Çarlık Rusya’sındaki dini baskılardan dolayı Moldova topraklarına göç etmişlerdi. Rusların bölgeyi işgal etmesinin ardından Transdinyester ve Beserabya bölgesine Rus göçleri ivme kazandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarına doğru özellikle de şehirli işçi sınıfı büyük oranda Ruslardan olu- şuyordu.3 Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yakın dönem Moldova tarihinin, günümüz Moldova siyasi ve toplumsal yapısını da derinden etkileyen en önemli kırılmala- rından biri yaşandı. Savaştan sonra Beserabya bölgesi, yani Dinyester nehrinin ba- tı yakası Romanya’ya dahil oldu, nehrin doğu yakası, yani Transdinyester bölgesi 164 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ise Rusya’da kaldı ve 1922 yılında kurulan Sovyetler Birliği’ne katıldı. 1924 yılında Transdinyester bölgesine Moldova Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı otonom bir cumhuriyet statüsü verildi. Dinyester’in doğu yakasında kurulan cumhuriyetin adının Moldova olması Sovyetlerin Romanya’nın elinde bulunan Beserabya bölgesine yönelik iddialarını meşrulaştıran stratejik bir seçimdi. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sırasında Mihver orduları tarafından işgal edilen Beserabya bölgesi 1944 yılında Kızıl Ordu tara- fından kurtarıldı ve 1940 yılında imzalanan Molotov-Ribbentrop Paktı uyarınca da Beserabya bölgesi Sovyetler Birliği’ne dahil oldu. Böylelikle Dinyester’in doğu ve batı yakaları Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı altında birleştirildi.4 İki savaş arası dönemde, nehrin iki yakasının faklı siyasi tecrübeler yaşaması toplumsal kırılmanın temelini oluşturan en önemli faktörlerden biri oldu. Ro- manya yönetiminde bulunan Beserabya bölgesindeki Moldovalılar Rumence ko- nuşuyorlardı ve kendilerini Moldovalı olmaktan ziyade Rumen hissediyorlardı.5 Öte yandan Transdinyester bölgesi ise Sovyet yönetimi altında yoğun bir Rus ve Ukraynalı göçüne maruz kalmış, özellikle de şehirlerde Slav kültürü ve Rusça egemen hale gelmişti. Ayrıca Beserabya bölgesindeki Moldovalıların hafızaların- da Romanya yönetimi altındaki siyasi tecrübenin izleri, kimlik aidiyetlerinin bir parçası olarak hep hatırlanmış, Transdinyester’in ise tarih boyunca hiç Romanya yönetimine girmemiş olmaması ve bölgenin siyasi kaderinin Rusya ile ilişkilendi- rilmesi Transdinyesterlilerin kimliğinin önemli bir bileşeni haline gelmiştir. Bu iki farklı asabiye algısı Moldova 1991’de bağımsız olduktan sonra Romanya ile bir- leşme iddiaları gündeme geldiğinde temel bir sosyolojik fay hattı olarak karşımıza çıkacak ve çatışmanın fitilini ateşleyecektir. Her tarihi tecrübe bir toplumun kimliğinin şekillenmesinde, aidiyet algılarının değişmesinde mühim ve kalıcı etkiler bırakır. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’la- rın başına kadar süren Sovyet tecrübesinin de Moldova halkının siyasi, kültürel ve iktisadi hayatında pek mühim tesirleri olmuştur. Sovyet yönetiminin Moldova’da oluşturmak istediği öncelikli değişim Moldova halkı üzerindeki Rumen etkisi- nin kırılarak, Romanya’dan bağımsız, müstakil bir Moldovalı kimliği geliştirmek olmuştur. Bu bağlamda Moldovalıların Rumenlerden farklı bir halk olduğu algı- sı yaratılmaya çalışmış, Rumence’den farklı bir Moldovca inşa edilmeye çalışıl- mıştır. Latin alfabesinden Kiril’e geçilerek Rumence ve Moldovca arasına büyük bir set çekilmiştir. 1980’li yıllara gelindiğinde ise Moldovca’nın görünür biçimde Slavlaştığını ve yüzde 40’ının Slavca kelimelerden oluştuğunu görmekteyiz.6 Di- ğer bir değişim ise Moldova’daki etnik dağılımda olmuştur. İkinci Dünya Sava- şı öncesinde Transdinyester bölgesine siyasi ve iktisadi sebeplerle etnik Ruslar

165 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve Ukrainler yerleştirilmişti. Beserabya bölgesinin de alınmasıyla bu bölgedeki sanayileşmenin arttırılması yönünde adımlar atıldı ve kurulan yeni fabrikalarda yönetici, teknik mühendis ve işçi olarak çalışmak üzere etnik Ruslar ve Ukrainler bu bölgeye yerleştirilmeye başlandı. 1940’ta Moldova’nın toplam nüfusun %6’sı Ruslardan oluşmaktayken, bu oran, 1959’da %10.2’ye, 1989’da ise %13’e çıkmıştır. Ruslardan sayıca biraz fazla olan Ukrainler de benzer oranları oluşturmaktaydı. Bu Slav göçlerinin çoğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşandı ve 1989 nüfus sayımında kayıtlara geçen Rusların %48’i, Ukrainlerin ise %33’ü aslında Moldova dışında doğanlardan oluşmaktaydı.7 Ukrainlerin ve Rusların dışında Moldova’da Gagauz Türkleri, Bulgarlar, Ya- hudiler, Belaruslular, Almanlar ve Polonyalılar gibi diğer ufak azınlık grupları da yaşmaktaydı. Ayrıca Moldova, Ukrainlerin sayıca Ruslardan fazla olduğu, Ukray- na dışındaki tek Sovyet cumhuriyetiydi. Fakat Moldova’da yaşayan Ukrainlerin neredeyse tamamı lisan bakımından Ruslaşmıştı. Burada Rusçanın bütün Sovyet ülkelerinde olduğu gibi toplumlar arasındaki ortak iletişim dili yani lingua franca oluşu ve Rus ve Ukrainlerin Slav kökenli iki halk olarak birbirlerinin kültürleri- ne kolay uyum sağlaması şüphesiz etkili olmuştu. Fakat bu tabloyu ortaya çıka- ran en temel faktör Sovyetlerin eğitim politikasıydı. Sovyet cumhuriyetlerinde- ki etnik azınlıklar genellikle ya o cumhuriyetin yerel dilinde ya da Rus dilinde eğitim alabiliyordu. Her bir azınlığın kendi dilinde eğitim veren okulların sayısı oldukça sınırlıydı. Azınlık grupları da içinde yaşadıkları cumhuriyetin hâkim yerli unsuruna karşı duydukları doğal rekabetin de etkisiyle genellikle Rusça eğitim veren okulları tercih etmekteydiler. Ayrıca Rusça bilmenin Sovyetlerin iktisadi ve siyasi hayatında rol alabilmenin de önünü açıyor oluşu onları bu tercihe iten diğer bir sebepti. Bu sistemin çıktısı olarak da, örgün eğitimden geçmiş azınlık mensuplarının neredeyse tamamının Rusça bildiği, buna rağmen içinde yaşadığı cumhuriyetin yerel dilinin azınlıklar tarafından çok fazla bilinmediği bir tabloyla karşılaşılıyordu. Moldova bu durumun en çarpıcı örneklerinden birini teşkil et- mekteydi. Ukrainlerin neredeyse tamamı Rusça biliyor; hatta, 600 bin Ukrainden 220 bini hiç Ukraince bilmiyordu. Ukraince eğitim veren en son okul 1963’te kapatılmıştı. Aynı şekilde diğer bütün azınlık gruplarının da neredeyse tamamına yakını Rusça bilmekteydi. (Bkz. Tablo 1) Buna rağmen ülkedeki Rusların yaklaşık yüzde 11’i Ukrainlerin yüzde 12’si, Gagauzların ise sadece yüzde 4.4’ü ülkenin yerel dili Moldovcaya hakimdi.8 Şu durumda pek çok farklı milletten azınlığın yaşadığı Moldova’da aslında lisan bakımından ve dolayısıyla da lisanın etkisiyle oluşan kültürel ve siyasi kimlik bakımından iki toplum karşımıza çıkıyordu: Rus- ça konuşanlar ve Moldovca konuşanlar. Bu ikili gruplaşma bağımsızlık yıllarında 166 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve sonrasında oluşan siyasi ortamda, azınlıkların siyasi eğilimlerini belirleyen en önemli faktör olacaktır.

Tablo 1: Moldova’daki Etnik Gruplar ve Rusça ve Moldovca Bilenlerin Sayısı, 1989 (x 1000)

Toplam Moldovca Bilen Rusça Bilen Moldovan 2,794 2,712 1,609 Ukrain 600 86 554 Rus 562 63 560 Gagauz 153 8 123 Bulgar 88 8 76 Yahudi 65 10 62 Belarus 20 1 17 Diğer 16 5 9 Toplam azınlık 1,541 190 1,261 Toplam nüfus 4,335 2,902 2,965 Kaynak: Natsional’nyi sostav naseleniia SSSR, Moscow, 1991’dan aktaran Paul Kolstoe, Russians in the Former Soviet Republics, Indiana University Press, Bloo- mington, 1995, s. 146

Gorbaçov’lu Yıllar, Bağımsızlık Hareketleri ve Transdinyester Savaşı Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri olma- sıyla birlikte başlayan perestroyka ve glasnost açılımlarıyla oluşan görece özgürlük ortamı etnik cumhuriyetlerdeki milliyetçi hareketlerin güçlenmesi için uygun bir zemin hazırlamıştı. Brejnev döneminden itibaren, her ne kadar cumhuriyetlerdeki Komünist Parti Genel Sekreter yardımcılığı, cumhuriyetlerin KGB başkanlığı ve güvenlik güçlerinin komutanı gibi kilit pozisyonlar etnik Ruslar tarafından dol- durulsa da cumhuriyetlerin karar alma mekanizmalarında yerel elitlerin sayısının artması teşvik edilmiş ve yerel liderlerin gücü pekişmişti.9 Gorbaçov döneminin görece liberal siyasi ortamında bu yerel elitler kendi pozisyonlarını daha da pe- kiştirmeye ve ülkelerindeki milliyetçi ve bağımsızlık taraftarı hareketleri destekle- meye başlamışlardı. Moldova diğer Sovyet Cumhuriyetleri içerisinde bu milliyetçi hareketlerin en hararetli şekilde yaşandığı ülkelerden biriydi. Çünkü üç Baltık cumhuriyeti ile birlikte Sovyetler Birliği’ne İkinci Dünya Savaşı yıllarında katıl- mış bir ülkeydi ve Sovyet öncesi dönemin hatırası hafızalarda henüz çok tazeydi.

167 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Üstelik hemen batı sınırında Sovyet öncesi dönemde bir parçası olduğu Romanya faktörü de vardı. Nitekim bağımsızlığın ilk yıllarında Romanya ile birleşme arzu- su milliyetçi kesimlerin temel motivasyonlarından biriydi. Ülkedeki milliyetçi siyasi ortamın en somut tezahürlerinden biri 1989 yılında gündeme gelen yeni Dil Yasası oldu. Bu yasaya göre Moldovca devletin resmi dili olarak ilan ediliyor, Moldovca’da Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiliyor, Moldovca ve Rumence’nin birliği kabul ediliyor ve Moldovca’nın idari, eğitim, iş sektörü ve diğer alanlarda kullanımı genişletiliyordu.10 Söz konusu yasa azınlıklar arasında büyük bir rahatsızlık yarattı. Azınlık mensupları bu yasayı etnik milliyet- çililerin ülkeyi Rumenleştirme girişimi olarak gördü ve bu durumda kendi kültü- rel ve siyasi haklarının tehlike altında olduğunu hissetti. Aslında yasa diğer etnik grupların kendi dillerini konuşma ve yaşatma hakkını ellerinden almıyordu; fakat, Moldovca’nın resmi dil ilan edilişi ve resmi belgelerin gerek görüldüğü hallerde Rusça’ya tercüme edileceği toplum için iki dilliliği –biri Moldovca olacak şekilde- teşvik ediyor ve azınlıkların Moldovca öğrenmelerini gerekli kılıyordu. Dil Yasası’nın ardından 1990 ve 1991 yılında eğitim alanında da Rusça’nın etkisini kırmak ve Moldovca’nın kullanımını yaygınlaştırmak için Rusça üzerin- deki baskı arttırılmıştı. Paul Kolstoe’nun aktardığı resmi rakamlara göre o dönem Moldova’daki temel eğitim veren okulların 1032’si Moldovca, 429’u Rusça’ydı; 132’si ise her iki dilde de karma eğitim veriyordu. Moldovalı milliyetçilerin iddia- sına göre Kişinev’deki 80 okuldan sadece 4’ü Moldovca eğitim vermekteydi. Mol- dovalılar Moldovca’nın Rusça karşısındaki bu dezavantajlı durumunu kırmak için Rusça eğitim veren okullar üzerinde baskıyı arttırdılar. Rus kaynaklarına göre bu yıllarda Kişinev’de karma eğitim veren 15 okul Rusça eğitim vermeyi bırakmıştı. Pek çok Rus okulu kapanmış, kalan Rus okulları ise talebi karşılamak için gece eğitimine başlamıştı. Ayrıca 1990 yılında Moldova Devlet Üniversitesi’ndeki bö- lümlerin Rusça eğitim veren kısımlarının kontenjanları %40-50 civarında azaltıl- mış ve 1991 yılında aynı üniversitenin Rus Dili ve Edebiyatı bölümü kapatılmıştı. Bu durum Rus okullarına yetişecek öğretmen sayısında bir düşüşü de beraberinde getirecekti.11 Diğer yandan ise Moldova’nın Sovyetlerden ayrılarak bağımsızlığını kazan- ması için mücadele eden Halk Cephesi tüm bu politikaları destekliyor ve Moldo- va’nın bağımsız olduktan sonra Transdinyester’i de içinde alacak şekilde bir bütün olarak Romanya ile birleşmesini savunuyordu. Bu siyasi atmosfer içerisinde, azın- lık grupları da kendi siyasi ve kültürel haklarını korumak için karşı mücadeleye başlamışlardı. İşçi Kollektifleri Birliği Konseyi (OSTK) Dil Yasası’nın yürürlüğe 168 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR girmesinin ardından bütün büyük şehirlerde kitlesel eylemler düzenlediler. Bu Konsey, ülkedeki fabrikaların işçilerinden oluşuyor ve yine bu fabrikaların idareci- leri tarafından yönetiliyordu. Konsey’in aslında bütün Sovyet Cumhuriyetlerinde kolları bulunmaktaydı ve örgüt Sovyet sisteminin ve düzeninin varlığını ve deva- mını savunuyordu.12 Bu ortam içerisinde, OSTK’nın ve Sovyet yanlısı azınlıkların en iyi örgütlenme imkanı bulduğu Transdinyester bölgesindeki siyasi ve ekono- mik elitler ise Moldova’dan ayrılmak için uygun zemini bulmuşlardı. 1990 yılının Ocak ayında Transdinyester bölgesindeki Tiraspol’de, Tiraspol şehrinin ve Transdinyester bölgesinin, kendi ekonomisini yöneten ve self deter- minasyon hakkına sahip olan özerk bir bölge statüsü kazanması için bir refe- randum yapıldı ve referandumda %90 oranında olumlu oy kullanıldığı açıklandı. Aynı yılın Eylül ayında ise Dinyester Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, SSCB’nin bağımsız bir bileşeni olarak ilan edildi.13 Transdinyester bölgesinde- ki siyasi ve ekonomik güçleri elinde bulunduran elitler Rusya ile olan iktisadi ilişkilerin devamını kendi pozisyonlarını sürdürmek için elzem görüyorlardı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasına karşıydılar. Aynı zamanda Moldova yönetimin- den iktisadi bağımsızlığın elde edilmesi onların menfaatlerine oldukça uygundu. Çünkü Transdinyester bölgesi iktisadi bakımdan Moldova’nın geri kalan kısmına göre daha gelişmiş durumdaydı. Moldova’nın toplam sanayi üretiminin %33’ü, toplam tüketim mallarının %56’sı ve toplam enerji üretiminin %90’ı Transdin- yester bölgesine aitti.14 Bölgenin, jeopolitik konumu itibariyle Moldova ve Rusya arasında bir geçiş noktası olması, ekonomik konumunu da güçlendiriyordu. Öte yandan özellikle enerji ve sanayi alanlarında Transdinyester’in Rusya’ya olan ba- ğımlılığı, bölgede Sovyet yanlısı bir siyasi ve iktisadi elit topluluğunun oluşmasına zemin hazırlıyordu. Ağustos 1991’de Moskova’daki Sovyet yanlısı darbenin başarısızlığa uğra- masının ardının Kişinev’deki Moldova yönetimi 27 Ağustos tarihinde Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Bu bağımsızlık kararından bir gün gün önce ise Transdinyester yönetimi Moldova’dan bağımsızlığını ilan etmişti. Aralık ayında yapılan bir referandumla bu karar tescillendi ve OSTK’nın lideri İgor Smirnov Transdinyester Moldova Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı se- çildi.15 Bağımsızlığın ardından Transdinyester Moldova Cumhuriyeti’nin temel devlet organları inşa edilmeye başlandı. Kişinev yönetimiyle askeri çatışma ih- timalinin gittikçe belirginleşmeye başladığı bu dönemde acil ihtiyaç Dinyester güvenlik güçlerinin kurulmasıydı. Nitekim aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin farklı coğrafyalarından Kozaklar Dinyester rejimine destek vermek için bölgeye getirildiler. Ayrıca SSCB’nin bölgede bulunan 14. Ordu’sunun mensuplarından

169 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR da oluşan 12.000 kişilik bir savunma gücü oluşturuldu.16 1992’nin Mart ayından itibaren Moldova askerleriyle Dinyester güçleri arasındaki ufak sürtüşmeler Ha- ziran ayında iki grup arasında savaşa dönüştü ve çatışmalar iki gün sürdü. Sov- yetler Birliği’nin 14. Ordu’ya mensup askerleri Dinyester güçlerinin üniformasını giyerek çatışmalara müdahil oldu ve kısa süren savaşın ardından Dinyester nehri- nin batı yakasında bulunan Bender şehri Moldova güçlerinden alındı. Çatışmayı Rusya ve Moldova arasında imzalanan anlaşma sona erdirdi ve bu anlaşmaya göre bölgede bulunan 14. Ordu’ya mensup Rus askerleri barış güçleri olarak Moldova ve Transdinyester güçlerinden oluşan barış gücünün bir parçası olarak bölgede kaldı.17 Transdinyester bölgesi için ise detayları ve nihai durumu sonra kararlaş- tırılacak olan özel bir statü belirlendi. O tarihten bu güne kadar geçen sürede ise Transdinyester’in statüsü üzerine nihai bir anlaşmaya varılabilmiş değil ve Din- yester nehrinin doğu yakasında Transdinyester Moldova Cumhuriyeti fiili olarak bağımsız bir devlet gibi hüküm sürmekte. 1992 yılındaki çatışma ve Transdinyester bölgesinin fiili olarak bağımsızlığa kavuşmasının ardından, Moldova’daki Halk Cephesi’nin Romanya ile birleşme yönündeki kampanyası taraftar kaybetmeye başladı. Aslında Romanya ile bir- leşme fikri toplumun geniş kesimleri tarafından desteklenmiyordu. Moldovalılar arasında Sovyetler Birliği dönemindeki Sovyetleştirme politikalarının da etkisiyle müstakil bir Moldovalı kimliği de gelişmişti. Nitekim bağımsızlığın ilk yılların- da Moldova toplumun büyük bir kesimi birleşmeye karşı çıkıyordu. Kişinev’deki elitler de Romanya ile birleşilmesi durumunda hakim siyasi pozisyonlarını kay- bedecekleri için bu fikre pek sıcak bakmıyorlardı.18 Fakat milliyetçi duyguların en üst seviyeye çıktığı bağımsızlığa giden süreçte, Halk Cephesi’nin bu yöndeki söylemleri Moldova içerisindeki azınlıkları tedirgin etmeye yetmişti. Özellikle de tarihin hiçbir döneminde Romanya’nın bir parçası olmamış Transdinyester böl- gesi bu söylem karşısında daha da marjinalize oldu. Aslında Halk Cephesi’nin birleşme yanlısı siyasi kampanyası Transdinyester’deki ayrılıkçıların da işine yara- mıştı. Onlar bu durumdan istifade ederek Dinyester’in doğu yakasındaki Rus ve Ukrain azınlıklar üzerinde yarattıkları suni birleşme tedirginliği ile kendi amaçla- rına daha kolay ulaştılar. Halbuki öyle bir birleşme arzusu nehrin batı yakasındaki Moldovalıların geniş kesimlerince hiçbir zaman benimsenmemişti. Dinyester Savaşı’nın ardından Moldova’da birleşme karşıtı bir siyasi cephe oluştu. Sovyet döneminin elitleri, taşradaki eski parti yöneticilerini de örgütleye- rek Demokratik Parti’yi kurdular. Bu parti Romanya’dan ve eski Sovyetler Birli- ği’nden farklı olarak müstakil bir Moldovalı kimliğini savunuyordu. Ayrıca başta Rusya olmak üzere eski Sovyet ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini 170 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR destekliyordu. 1994 yılında Halk Cephesi’nin son kalıntılarını meclisten atmak için genel seçime gidildi ve seçim sonuçlarında Demokratik Parti %53 oyla birinci oldu. Ardından %22 oyla, daha çok Rusça konuşan azınlıkların desteklediği Sos- yalist-Birlik bloğu gelmekteydi. Bu blok, bağımsızlık yıllarında Halk Cephesi’ne karşı mücadele eden Sovyetlerin dağılmasına karşı olan İnterfront örgütünün ka- lıntıları üzerine bina edilmişti. Halk Cephesi’nin devamı olan partiler ise top- lamda seçmenin ancak %16’sından destek alabilmişti. Seçimin hemen ardından Romanya milli marşı kaldırılarak yeni Moldova milli marşı kabul edildi.19

Transdinyester’in Fiili Bağımsızlık Sorunu ve Çözüm Arayışları Transdinyester Moldova Cumhuriyeti’nin hukuki varlığı hiçbir devlet ve ulus- lararası örgüt tarafından tanınmasa da söz konusu siyasi yapı Dinyester nehrinin doğusunda, devlet olmanın gerektirdiği pek çok özelliğe sahip olarak, fiilen ba- ğımsız bir devlet gibi hüküm sürmektedir. Bugün Transdinyester Moldova Cum- huriyeti kendi anayasası, bayrağı, milli marşı, hükümet organları, parlamentosu, yerel mahkemelerden anayasa mahkemesine kadar bütün yargı kurumları, merkez bankası ve kendi para birimi (Transdinyester Rublesi), vergi sistemi, gümrük reji- mi, ordusu, polisi, sağlık ve eğitim sistemi olan, modern bir devlette var olabilecek tüm kurum ve kuruluşlara sahiptir.20 Ayrıca Transdinyester vatandaşları ülkenin resmi kurumlarındaki işlemlerini halletmek için Transdinyester pasaportuna sahi- tirler. Fakat yurtdışına çıkmak için diğer ülkeler tarafından tanınan başka bir ya- bancı devletin pasaportuna ihtiyaç duymaktalar. Yaklaşık 550 bin nüfuslu Trans- dinyester bölgesinde 200 bin ila 300 bin arasında vatandaş Moldova pasaportu, 100 bin 140 bin arası Rusya pasaportu, 70 bin ila 90 bin arası insan ise Ukrayna pasaportu taşımaktadır.21 Devlet inşasını, dış tanınma haricinde büyük oranda tamamlamış olan Trans- dinyester rejimi, ulus inşası noktasında da kendilerini Moldova’dan farklı kıla- cak ve vatandaşlarına müstakil bir aidiyet hissi kazandıracak bir kimlik inşası için adımlar atmıştır. Sovyetlerin son yıllarında Moldova’da yükselen Rumen ve Mol- dovan milliyetçiğine karşı bağımsızlığını ilan eden Transdinyester yönetimi, kendi meşruiyetini bütün milletlerin eşit haklara sahip olduğu çok uluslu bir devlet olma fikri üzerinden pekiştirmeye çalışmıştır. Gerçekten de, her ne kadar Transdinyes- ter bölgesinde Rusça ve Rus kültürü hakim olsa da nüfus bakımdan Moldovanlar, Ukrainler ve Ruslar hemen hemen eşit sayıdaydılar. Hatta bağımsızlık yılların- da Moldovanlar toplam nüfusun %40’ını oluşturan en kalabalık halktı. Ukrainler %28’lik, Ruslar ise %25’lik bir kesimi oluşturmaktaydı. Son yıllarda ise bu oranlar hemen hemen eşitlenmiş durumda ve her üç halk da %30 civarında bir dilimi

171 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR oluşturmakta.22 Ruslar etnik bakımdan diğer iki gruba karşı üstün durumda ol- masa da konuşulan dilin Rusça olması, Rus kültürünün hakim oluşu ve iktisadi ve siyasi bakımdan Rusya’ya olan bağlılık ve bunun karşılığında Rusya’dan görülen teveccüh Transdinyester bölgesinin Rus ağırlıklı bir bölge olduğu intibaını yarat- maktadır. Transdinyester Bölgesindeki Etnik Dağılım (%) 1926 Nüfus Sayımı 1936 Nüfus Sayımı 1989 Nüfus Sayımı 2004 Nüfus Sayımı Moldovan 44,1 41,8 39,9 31,9 Ukrain 27,2 28,7 28,3 28,8 Rus 13,7 14,2 25,5 30,4 Diğer 15,0 15,3 6,3 8,9 Kaynak: Helge Blakkisrud & Paul Kolstoe, From Secessionist Conflict Toward a Functioning State: Processes of State- and Nation-Building in Transnistria, Post-So- viet Affairs, Vol: 27, Issue: 2, May 2013, s. 183 Gerçekten de, Moldova’dan ayrılma kararı etnik nedenlerden olduğu kadar iktisadi çıkar ilişkilerinden de kaynaklanmaktaydı. Elbette Sovyetlerin son yılla- rında Moldova’da yükselen Rumen milliyetçiliği ve Romanya ile birleşme eğilimi, bölgede yaşayan Rusları ve Rusça konuşan diğer etnik grupları tedirgin etmiş ve onların ayrılıkçı eğilimlerini beslemişti. Fakat etnik-kültürel hakların zedelene- ceği ve Romanya içinde marjinal bir azınlık grup olarak kalınacağı yönündeki tedirginliğin yanı sıra, bu yeni durumda bölgedeki ekonomik sistemi elinde tutan elitlerin iktisadi bakımdan eski avantajlı konumlarını kaybedeceği algısı da temel kaygılardan biri olmuştu. Ayrıca Transdinyester’in tartışmalı statüsü, bölgede, de- netimsizlikten kaynaklı olarak kayıt dışı ekonomi, rüşvet ve kaçakçılık için uygun bir ekonomik yapı da ortaya çıkarmış, bu da bölgedeki elitler için bir iktisadi rant kapısı haline gelmişti.23 1992 yılında yaşanan askeri çatışmayı bitiren ateşkes anlaşmasının Rusya ile Moldova arasında imzalanmasından sonra, uluslararası camianın da dahil olma- sıyla sorunun nihai çözümüne yönelik görüşmeler başladı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) soruna müdahil oldu ve görüşmelerde Rusya ve Ukrayna ile birlikte arabulucu rolü üstlendi. 1993 yılında AGİT tarafından önerilen çözüm taslağını sırasıyla 2003 yılında Rusya’nın, 2005 yılında Ukrayna’nın ve 2007 yılın- da Moldova’nın çözüm önerileri izledi, fakat hiçbirinde anlaşma sağlanamadı. Te- mel anlaşmazlık konuları ise Transdinyester’in Moldova içerisindeki statüsü ve bu çerçevede de Moldova’nın idari teşkilatlanma biçimi, Kişinev ile Tiraspol arasın- daki yetki paylaşımı, Transdinyester’in merkezi devlet teşkilatlarında temsil oranı 172 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve Transdinyester bölgesinde bulunan Rus askeri varlığının geleceği olmuştur. 24 Transdinyester yönetimi ve Rusya Moldova’nın Moldova ve Transdinyester’den oluşan iki devletli bir konfederasyon şeklinde yapılanmasını ve Transdinyester bölgesine anayasal ayrılma hakkının tanınmasını istemektedirler. Moldova ve Av- rupalı devletler ise Transdinyester bölgesinin özel statüye sahip özerk bir bölge olarak Moldova içinde tanımlanmasını ve Rus askerlerinin de Transdinyester’den çekilmesini talep etmektedirler. Ayrıca, 2005 yılı itibariyle ABD ve Avrupa Birliği de müzakere sürecine gözlemci sıfatıyla katılmaya başlamış ve görüşmeler Mol- dova, Transdinyester, Rusya, Ukrayna, AGİT + ABD ve AB’den oluşacak şekilde 5 +2 formatına dönüşmüştür. 2010 yılında Rusya ve Almanya arasında imzalanan Meseberg Memorandumu kapsamında Transdinyester sorununun çözümüne yö- nelik işbirliği maddesi de yer almış ve Almanya’nın da aktif katılımıyla 2011 yılı itibariyle 5+2 görüşmeleri ivme kazanmıştır. Fakat 2011 yılından bu yana yapılan ve hali hazırda da devam eden pek çok toplantıda sorunun esasına dair herhangi bir çözüm taslağı üzerinde anlaşılabilmiş değildir.25 Sorunun henüz çözüme kavuşturulamamış olması, yakın gelecekte de böyle ihtimalin pek bulunmaması aslında çok da şaşırtıcı değildir. Zîra, post-Sovyet coğrafyada yaklaşık 25 yıldır nihai çözüme kavuşabilmiş henüz hiçbir uyuşmazlık yoktur. Dahası, var olan sorunlara Abhazya, Osetya, Kırım ve Donbas’ta olduğu gibi sürekli yenileri eklenmektedir. Transdinyester meselesinin de mevcut ihtilaflı halinin devamı sorunun tarafı devletlerin ve siyasi grupların çıkarlarına uygun düşmektedir. Transdinyester’deki güç sahipleri zaten mevcut durumdan ziyade- siyle istifade etmektedirler; öte yandan, Moldova iç siyasi dengeleri sebebiyle de hali hazırda iktidarda bulunan Batı yanlısı Liberal Demokrat Parti, Demokrat Parti ve Liberal Parti’den müteşekkil koalisyon hükümeti Transdinyester sorunu- nun çözümü konusunda çok hevesli değildir. Çünkü Transdinyester meselesinin çözülmesi demek yaklaşık 550 bin nüfusun 3 buçuk milyonluk Moldova nüfusu- na eklenmesi ve bu oranda seçmen sayısının da Moldova siyasetine dahil olması anlamına geliyor. Bu yeni katılımcıların Rusya yanlısı Sosyalist Parti ve Komünist Parti’ye oy vereceklerini tahmin etmek çok zor değildir; bu durumda da yönetim erkinin, zaten çok az bir oy farkıyla iktidarda bulunan Batı yanlısı Liberal-De- mokrat koalisyondan Rusya yanlısı Komünist- Sosyalist koalisyonuna geçmesi kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla mevcut iktidar ortaklarının uluslararası baskıdan kurtulmak için çözüm görüşmelerine devam etmeleri anlaşılabilirdir; fakat nihai bir çözüm için samimi bir uğraş verdiklerini düşünmek çok gerçekçi olmayacak- tır. Ancak Moldova’da Komünist-Sosyalist Blok’un iktidara gelmesiyle Moldova cephesindeki bu durumun değişeceği öngörülebilir.26 Fakat burada, sorunun nihai

173 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

çözümü noktasında en belirleyici aktör olan Rusya’nın pozisyonunu da göz ardı etmemek gerekir. Bu bağlamda da, bölgedeki jeopolitik dengeler, Avrupa Birliği ve Rusya’nın bölge üzerindeki çıkarları ve Moldova’nın dış politik tercihlerinde Transdinyester meselesinin konumunu ayrıca ele almalıyız.

Moldova’nın Dış Siyasetinde Transdinyester Sorunu Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Doğu Avrupa ve Balkanlarda Sovyetler Birliği’nden boşalan siyasi hegemonya mevkiini doldurmak üzere ortaya çıkan en etkili aktör Avrupa Birliği oldu. Bölgede serbest ticaret, insan hakları, demokrasi gibi ‘Avrupalı değerlerin’ yerleştirilmesi ve kıtada Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bu yaklaşımlar üzerinden farklı blokların oluşmasının önünün alınması için, Doğu Avrupa ülkelerinin hızla Avrupa Birliği’ne üye yapılma süreci başladı. Bu sürecin nihai noktada, AB’nin Doğu Ortaklığı Programı kapsamında, eski Sov- yetler Birliği’nin parçası olan Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan ve Er- menistan gibi ülkeleri de kapsaması Rusya tarafından bölgedeki siyasi dengelerin aleyhine değişmesi sebebiyle tepkiyle karşılanmaktadır. AB’nin yanı sıra bölgeye yönelik NATO genişlemesi ihtimali Rusya’yı daha da tedirgin etmektedir. Rusya böyle bir gelişmenin önünü alabilmek için söz konusu ülkeler üzerindeki bütün baskı araçlarını seferber etmiş durumdadır. AB’nin Doğu Ortaklığı çerçevesine dahil olan bütün ülkeler kendi iç meseleleri üzerinden Rusya tarafından baskı altına alınmıştır. Azerbaycan ve Ermenistan Dağlık Karabağ Sorunu, Gürcistan Güney Osetya ve Abhazya meseleleri, Ukrayna ve Moldova ise sırasıyla Kırım, Donbas ve Transdinyester’deki ayrılıkçılık sorunu üzerinden Rusya’ya bağımlı du- rumdadır ve Rusya tüm bu sorunlu bölgeleri ilgili ülkeler üzerinde bir müdahale aracı olarak elinde tutmaktadır. Bu tabloda, Rusya’nın Moldova’ya yönelik stratejik çıkarlarının temelinde bu ülkeyi olası bir AB üyeliğinden, hatta daha da kötü bir senaryo olan, NATO üyeli- ğinden uzak tutmak vardır. Çünkü Moldova’nın Batı ittifakının bir parçası olması Ukrayna’da da bu yöndeki eğilimleri güçlendirecek ve Rusya Belarus dışında eski Sovyet coğrafyasının Batı kısmından tamamen izole edilmiş olacaktır. Bu doğrul- tuda Moldova’ya karşı kullanılabilecek en işlevsel araç Transdinyester sorunudur. Transdinyester sorununun mevcut ihtilaflı halinin devamı ve bu kapsamda da Rus askeri varlığının bölgede bulunması Rusya’nın Moldova’ya karşı kullanabileceği en önemli kozdur. Nitekim Rusya AGİT’in 1999 İstanbul Zirvesi’nde askerlerini bölgeden çekmeyi kabul etmesine rağmen yıllardır bu konuda herhangi bir somut adım atmış değildir.27 174 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

2013 yılında, Rusya Başbakan yardımcısı ve Cumhurbaşkanı Vladimir Pu- tin’in Transdinyester özel temsilcisi Dmitry Rogozin “eğer Moldova AB yolunda ilerlemeye devam ederse Transdinyester’i kaybedebilir” uyarısında bulunmuş ve Rusya Moldova’nın AB sürecine tepki olarak ülkeye ticari ambargo uygulama- ya başlamıştır.28 Ayrıca Rogozin, “eğer Moldova ve Ukrayna Transdinyesterlile- rin serbest geçişlerini kısıtlamaya kalkarsa bunu bölgede yaşayan 200 bin Rus vatandaşının güvenliğine ve özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak göreceklerini” belirtmiş ve “Rusya’nın bu durumda, yurtdışında bulunan vatandaşlarının hakla- rını korumak noktasında anayasal bir sorumluluğunun olduğunu” hatırlatmıştır.29 Hatırlanacak olursa, Rusya Gürcistan’daki Abhazya ve Osetya bölgelerine de bu gerekçeyle müdahale etmiş, savaş patlak vermeden önce bölgede yoğun ve hızlı bir Rus pasaportu dağıtma süreci yaşanmıştı.30 Rusya’nın AB konusunda Moldova’ya baskı yapmasına rağmen Moldova’da- ki siyasi aktörler arasında, ülkenin Avrupa Birliği ile entegrasyonu konusunda bir siyasi mutabakatın varlığından söz edebiliriz. Bütün siyasi partiler en azından söylem düzeyinde AB entegrasyonunu destekler nitelikte bir pozisyona sahipler. 1994 yılında AB ile Moldova arasında imzalanan Ortaklık ve İşbirliği Anlaşma- sı’yla başlayan Moldova-AB ilişkileri, 2009 yılında Moldova’nın AB Doğu Or- taklığı Programı’na dahil olmasıyla ivme kazandı. 2014 yılının Haziran ayında ise Avrupa Birliği - Moldova Ortaklık Anlaşması imzalandı ve anlaşma aynı yılın Eylül ayında yürürlüğe girdi31. Yukarıda bahsedilen, Rusya’nın Moldova’ya yöne- lik AB tehditlerinin bu anlaşmanın hemen öncesine denk gelmesi dikkatlerden kaçmamalıdır. Nitekim aynı anlaşmanın Ukrayna ile AB arasında imzalanmasın- dan vazgeçen o dönemki Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukovich protestolar sonucunda iktidarı bırakmak zorunda kalınca Rusya Kırım’ı ilhak etmiş, ülkenin doğusunda bulunan Donbas bölgesindeki Rus ayrılıkçılar da bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Sonrasında Ukrayna her şeye rağmen anlaşmayı imzalamış olsa da Kırım’ı kaybetmiş ve ülkenin doğusunda ise kendini ayrılıkçılarla mücadele içinde bulmuştu. Bu tehditlerle Moldova üzerinde de aynı tedirginlik oluşturmaya çalı- şılmış, fakat Anlaşma imzalanmasına rağmen Ukrayna’dakine benzer bir senaryo Transdinyester üzerinden Moldova’da gerçekleşmemiştir. 2008 yılından itibaren Moldova ile AB arasında yürürlüğe giren Özerk Ti- cari İmtiyazlık anlaşması gereğince Moldova ve Transdinyester bölgesi ürettik- leri malları Avrupa Birliği ülkelerine gümrük engeline takılmadan ihraç edebili- yorlardı. 2014 yılında Ortaklık Anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte ‘Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması’ (DCFTA) devreye girmiş oldu. Bu anlaşma, Transdinyester bölgesinin de dahil olduğu önceki ticari imtiyazlık anlaşmasını

175 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sona erdiriyordu ve Transdinyester’deki de facto yönetimin AB ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’ndan faydalanabilmesi için bu anlaşmayı Moldova’nın bir parçası olarak kabul etmek zorundaydı. İlk olarak Transdinyester rejimi buna pek yaklaşmadı ve AB ile Moldova’dan ayrı olarak ikili bir anlaşma imzalamak istedi. Fakat resmi olarak tanınmayan bir siyasi entite ile anlaşma imzalamayan AB, Transdinyester’in ancak Moldova ile olan mevcut anlaşmaya katılabilece- ğini belirtti. Transdinyester yönetimi ilk başlarda bu duruma karşı çıkmış, hatta Rusya’nın önderliğindeki Gümrük Birliği’ne katılacağını açıklamış olsa da, nihai olarak AB ile Moldova arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması’nın parçası olmayı kabul etti ve Ocak 2016 itibariyle serbest ticaret rejimine dahil oldu.32 Transdinyester yönetimi iktisadi bakımdan Rusya’ya bağımlı durumda olmak- la birlikte toplam ihracatının yaklaşık yarısını AB ülkelerine yapması itibariyle bölgenin dış ticaret bakımından da Avrupa Birliği’ne ciddi bir bağımlılığı söz ko- nusu. Nitekim Transdinyester’in serbest ticaret bölgesine katılmaması durumun- da AB’ye ihracatında yüzde 25’lik, yanı sıra GDP’sinde ise yüzde 5’lik bir düşüş beklenmekteydi. Serbest ticaret anlaşmasıyla birlikte ise yüzde 10, yatırımlarda yüzde 3 ila 5, GDP’de ise yüzde 3 ila 4 civarında bir artış olacağı tahmin edilmek- te. Öte yandan Transdinyester bölgesi Gazprom’dan aldığı gazın satışından yıllık yaklaşık 400 milyon dolar elde etmekte ve Rusya’dan yıllık 150 milyon dolar ci- varında yardım almaktadır.33 Her ne kadar Rusya’nın Transdinyester ekonomisine katkıları büyük olsa da, bölgede üretilen malların ihracatı büyük oranda Avrupa Birliği ülkelerine olduğu için Transdinyester, Moldova ile AB arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’na dahil olmak zorunda kalmıştır. Sonuç olarak, görülen o ki Moldova – AB ilişkilerinin artmasından Transdin- yester bölgesi de istifade etmektedir ve AB sürecinin aslında Moldova yönetimi ile Transdinyester bölgesi arasında siyasi yakınlaşmayı ve iktisadi entegrasyonu zamanla arttırabileceği öngörülebilir. Hatta Rusya faktörü olmasa, AB süreci ile birlikte orta vadede Transdinyester bölgesinin Moldova’ya tamamen eklemlene- bileceği beklentisi de çok gerçek dışı olmayacaktır. Fakat Rusya’nın bölgedeki askeri varlığı bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Zira Rusya, Transdinyester so- rununun Moldova’nın birlik ve bütünlüğü içerisinde çözülmesi için en temel şart olarak Moldova’nın siyasi ve askeri bakımdan tarafsız bir ülke olarak kalacağının garantisini almak istemektedir, yani AB’ye hiçbir zaman üye olmayacaksınız şartı koşmaktadır. Dolayısıyla, Moldova’nın hem AB’ye üye olmak hem de Transdin- yester’i tekrar kazanmak gibi bir seçeneği siyaseten pek bulunmuyor. Öte yandan Ukrayna’da ve Kırım’da yaşananlar, benzer bir senaryonun Moldova’da da Trans- dinyester bölgesinde yaşanabileceği beklentilerini arttırmıştı. Fakat en azından 176 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

AB ile Moldova arasında Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması bu ülkede öyle bir sonucu doğurmadı. Nitekim Kırım’ın jeopolitik getirileri, Rusya bakımından Kırım için böyle bir siyasi riski almaya değerdi, fakat aynı durumun Transdinyes- ter için de geçerli olduğunu iddia edebilmek mümkün değildir. Transdinyester’in ilhakı stratejik bakımdan Kırım kadar önemli bir kazanım olmayacaktır. Yine de Rusya, Moldova’nın AB’ye tam üyeliğini Transdinyester ile birlikte gerçekleştir- mesine de izin vermeyecek ve AB’nin Moldova’yı da içine alarak Karadeniz’in kuzeyinde Rusya’yı izole edecek şekilde genişlemesinin önünü almak için Trans- dinyester ihtilafından azami şekilde istifade edecektir.

1 Igor Zevelev, Russia and Its New Diasporas, United States Institute of Peace, Washington, 2001, ss. 94-95 2 Neil Melvin, Russians Beyond Russia: The Politics of National Identity, Royal Institute of International Affairs, London, 1995, ss. 58-59 3 Neil Melvin, a.g.e., s. 68 4 Neil Melvin, a.g.e., s. 59 5 Paul Kolstoe, Russians in the Former Soviet Republics, Indiana University Press, Bloomington, 1995, s. 143 6 Paul Kolstoe, a.g.e., s. 146 7 Neil Melvin, ‘Russians Beyond Russia…’, s. 69 8 Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, s. 145 9 Igor Zevelev, ‘Russia and Its New…’, s. 111 10 Michael S. Bobick, “Separatism Redux: Crimea, Transnistria and Eurasia’s De Facto States”, Anthropology Today, Vol 30, No 3, s. 4 11 Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, s. 150-151 12 Neil Melvin, ‘Russians Beyond Russia…’, s. 63 ve Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, ss. 148-149 13 Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, s. 153 14 Neil Melvin, ‘Russians Beyond Russia…’, s. 63 15 Helge Blakkisrud & Paul Kolstoe, “From Secessionist Conflict Toward a Functioning State: Processes of State- and Nati- on-Building in Transnistria”, Post-Soviet Affairs, Vol: 27, Issue: 2, May 2013, s. 183 16 Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, s. 159 17 Michael S. Bobick, “Separatism Redux…” s. 6 18 Paul Kolstoe, ‘Russians in the Former…’, s. 155 19 Neil Melvin, ‘Russians Beyond Russia…’, ss. 67-68 20 Helge Blakkisrud & Paul Kolstoe, “From Secessionist Conflict…”, ss. 204-205 21 Michael S. Bobick, “Separatism Redux…”, s. 6 22 Helge Blakkisrud & Paul Kolstoe, “From Secessionist Conflict…”, s. 193-194 23 Elizabet Cullen Dunn, Michael S. Bobick, “The Empire Strikes Back: War Without War and Occupation Without Occu- pation in the Russian Sphere of Influence”, American Ethnologist, Vol: 41, No:3, August 2014, s. 407 24 Stefan Wolff, “A Resolvable Frozen Conflict? Desinging a Settlement for Transnistria”, Nationalities Papers, Vol: 39, No: 6, November 2011, ss. 863-866 25 Paul Ivan, “Transnistria - Where to?”, European Policy Center, 13 mart 2014, s. 1 ve Stefan Wolff, “A Resolvable Frozen…”, ss. 863-864 26 Moldova’daki siyasi partilerin durumu ve bağımsızlıktan bu yana gerçekleştirilen genel seçimlerde ortaya çıkan oy oranları için bkz: “Parlimentary Elections in the Republic of Moldova”, Association for Participatory Democracy ‘ADEPT’, http:// www.e-democracy.md/en/elections/parliamentary/ 27 Andrey Devyatkov, “Russian Policy Toward Transnistria: Between Multileteraliam and Marginalization”, Problems of Post-Communism, Vol: 59, No: 3, May-June 2012, s. 55 28 Paul Ivan, “Transnistria - Where to?”, s. 1 29 Elizabet Cullen Dunn, Michael S. Bobick, “The Empire Strikes Back…”, s. 408 30 Ayrıntılı bilgi için bkz: Scott Littlefield, “Citizenship, Identity and Foreign Policy: the Contradictions and Consequences of Russia’s Passport Distribution in the Seperatist Regions of Georgia”, Europe-Asia Studies, Vol: 61, No:8, October 2009, ss. 1461-1482 31 “EU-Moldova Relations – Fact Sheet”, European Union External Action, Brussels, March 2016, s. 1 32 Kamil Calus, “The DCFTA in Transnistria: Who Gains?”, New Eastern Europe, 15 Ocak 2016, http://neweasterneurope. eu/articles-and-commentary/1861-the-dcfta-in-transnistria-who-gains 33 Kamil Calus, “The DCFTA in Transnistria…” ve Paul Ivan, “Transnistria - Where to?”, s. 4-5

177 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

KAYNAKÇA Andrey Devyatkov, “Russian Policy Toward Transnistria: Between Multileteraliam and Marginalization”, Problems of Post-Communism, Vol: 59, No: 3, May-June 2012, ss. 53-62 Elizabet Cullen Dunn, Michael S. Bobick, “The Empire Strikes Back: War Without War and Occupation Without Occu- pation in the Russian Sphere of Influence”, American Ethnologist, Vol: 41, No:3, August 2014, ss. 405-413 “EU-Moldova Relations – Fact Sheet”, European Union External Action, Brussels, March 2016 Helge Blakkisrud & Paul Kolstoe, “From Secessionist Conflict Toward a Functioning State: Processes of State- and Nati- on-Building in Transnistria”, Post-Soviet Affairs, Vol: 27, Issue: 2, May 2013, ss. 178-210 Igor Zevelev, Russia and Its New Diasporas, United States Institute of Peace, Washington, 2001 Kamil Calus, “The DCFTA in Transnistria: Who Gains?”, New Eastern Europe, 15 Ocak 2016, http://neweasterneurope. eu/articles-and-commentary/1861-the-dcfta-in-transnistria-who-gains Michael S. Bobick, “Separatism Redux: Crimea, Transnistria and Eurasia’s De Facto States”, Anthropology Today, Vol: 30, No: 3, ss. 3-8 Natsional’nyi sostav naseleniia SSSR, Moscow, 1991’dan aktaran Paul Kolstoe, Russians in the Former Soviet Republics, Indi- ana University Press, Bloomington, 1995, s. 146 Neil Melvin, Russians Beyond Russia: The Politics of National Identity, Royal Institute of International Affairs, London, 1995 “Parlimentary Elections in the Republic of Moldova”, Association for Participatory Democracy ‘ADEPT’, http://www.e-de- mocracy.md/en/elections/parliamentary/ Paul Ivan, “Transnistria - Where to?”, European Policy Center, 13 mart 2014 Paul Kolstoe, Russians in the Former Soviet Republics, Indiana University Press, Bloomington, 1995 Scott Littlefield, “Citizenship, Identity and Foreign Policy: the Contradictions and Consequences of Russia’s Passport Distribution in the Seperatist Regions of Georgia”, Europe-Asia Studies, Vol: 61, No:8, October 2009, ss. 1461-1482 Stefan Wolff, “A Resolvable Frozen Conflict? Desinging a Settlement for Transnistria”, Nationalities Papers, Vol: 39, No: 6, November 2011, ss. 863-870

178 SÖZLÜ KÜLTÜR ÜRÜNLERİNİN GÖÇ YOLUYLA AKTARIMI: GAGAUZ MANİLERİ ÖRNEĞİ

Prof. Dr. Ali YAKICI

Gazi Üniversitesi,[email protected]

Özet Kültürler arası iletişimin sağlanmasında ve bir kültürün kendi içindeki etkileşimlerin yaşanmasında göçlerin önemli bir yeri vardır. Çünkü göçlerle taşınan sadece insan ve eşya değil, insanın birlikte yaşadığı sözlü kültür ürünleri de göçlerle taşınmaktadır. Kısacası göç- ler, somut varlıklarla birlikte somut olmayan kültürel ürünlerin taşınmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Türklerin önemli göçlerinden biri Miladın ilk yıllarında Karadeniz’in kuzeyinden Avru- pa içlerine olmuştur. Türkler diğer göçlerini Karadeniz’in güneyinden Türkiye ve Balkanlara yapmışlardır. Hangi sebeplerle olursa olsun bu göçlerle kültürel varlıklarını da yeni coğraf- yalara taşımışlardır. Kültürel ürünlerin bu şekilde taşınmasında İpek Yolu da etkili olmuştur. İster Karadeniz’in kuzeyinden gelen göçlerle Atilla döneminde gelip yerleşmiş olsunlar ister yakın çağlardan Türkiye’den göç etmiş olsunlar Gagauzlar da kültürel birikimlerini gel- dikleri yeni coğrafyaya taşımışlardır. Gagauzların, özellikle Türkiye üzerinden Balkanlara ve bugün yoğun olarak yaşadıkları Moldova ve Gagauz yerine taşımış oldukları somut ürünler dışında somut olmayan kültürel ürünleri de bulunmaktadır. Somut olmayan kültürel ürün- lerin başında ise maniler ve türküler gelmektedir. Gagauz manileri üzerine yaptığımız bu çalışmada, tarihte yaşamış ve günümüzde de yaşamakta olan çok sayıda mani ve türkünün Türkiye’dekilerle büyük benzerliklerin bulunduğu örneklerle belirginleştirilmiştir. Bunun HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

sonucu olarak manilerin, Balkanların çeşitli coğrafyaları ve Gagauzya’da yaşayan Gagauz- larla Türkiye Türkleri arasında önemli bir kültür köprüsü oluşturduğuna dikkat çekilmiştir. Anahtar Kelimeler: Gagauz manileri, kültürel miras, kültür aktarımı, göç. Abstract: TRANSMISSION OF ORAL CULTURAL HERITAGE THROUGH MIGRA- TION: THE SAMPLE OF GAGAUZ FOLK SONGS The migration have important role in ensuring intercultural communication and expe- riencing of the interactions within a culture. Because, not only people and objects are carried by immigrants, but also oral cultural artifacts are carried by migrations. In short, migrations play crucial role for transporting of intangible cultural artifacts as well as tangible cultural properties. One of the important migrations of Turks has been from the north of the Black Sea to Europe at the first years of the Common Era. Turks also migrated to Turkey and Balkans from the south of the Black Sea. For any reasons whatsoever, the migrations have transpor- ted the cultural heritage to new geography. The Silk Road has also affected the transporting the cultural properties in this way. Whether they have come and settled in Atilla period from the north of the Black Sea or migrated from Turkey in the recent times, the Gagauz have also transported their cultural heritage to the new geography. In addition to tangible properties, Gagauz also have intan- gible cultural heritage transporting to Balkans and Moldova and Gagauzia through Turkey. The one of the most important intangible cultural heritage is folk songs. In this work on Gagauz folk songs, it is clarified that many Gagauz folk songs living in the history and still continuing have great similarities with folk songs in Turkey. As a result of this, it is pointed out that folk songs have constituted an important cultural bridge between Gagauz living in Gagauzia and in various geographical regions of Balkans and Turks living in Turkey. Key words: Gagauz folk songs, cultural heritage, cultural transmission, migration.

Giriş Göçler, birçok alanda olduğu gibi özellikle sözlü kültür ürünlerinin farklı coğ- rafyalara aktarılmasında etkili olan unsurların başında gelmektedir. Hangi sebeple olursa olsun insanlar, ata yurtları olan coğrafyalardan yeni ana yurtlara taşınırken beraberinde asırlarca biriktirdikleri değerler olan ve kıymetli hazineleri içinde yer alan sözlü kültür ürünlerini de götürmektedirler. Tarihi süreç içinde önemli göç olayları yaşayan milletlerin başında Türkler gelmektedir. Türkler, Milattan sonraki dönemlerde hem ata yurtları olan Ötüken yaylalarından Avrupa ve Anadolu’ya hem de Anadolu’dan Balkanlar ve Avrupa’nın farklı bölgelerine göç etmişlerdir. Hun-Oğuzların büyük göçüyle bulundukları coğrafyaya gelip yerleşmiş olma varsayımıyla birlikte Anadolu’dan göç etmiş olabileceklerine dair de kabullerin olduğu Türk dilli halkların başında Gagauzlar gelmektedir. Gagauzlar, dilleri 180 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkçeyle birlikte Türkçenin önemli sözlü kültür ürünlerinden olan sözlü gelenek ürünlerini; bunlardan da özellikle mani ve türküleri bulundukları coğrafyaya taşı- mış, böylece Türk yurtları arasında bir kültür köprüsü oluşturmuşlardır. Günümüzde büyük çoğunluğu farklı bir dinin mensubu olan Gagauzların ma- nilerine bakıldığında, farklı olmasına rağmen etkileşim içinde bulundukları bir dine; İslami inanışa ait birçok unsurun içinde yer aldığı görülmektedir. Bunlar arasında Allah, kurban, oruç, cennet, cehennem, hac, hacı, şeytan, haram, helal, peygamber, cami, minare vb. birçok terim ve kelime yer almaktadır. Bu durum ise; sözlü kültür ürünlerinin farklı Türk yurtlarından ve özellikle de Türkiye’den yapılan göçler yoluyla aktarımının özellikle Gagauzlar örneğinde önemli bir gös- tergesi olarak görülmektedir. Sözlü kültürün coğrafyalar arasındaki yolculuğunda birinci derecede etkili olan ve rol oynayan dildir. Bu yönüyle de bakılınca, Gagauzların gramer ve kelime teşekkülü bakımından Türk lehçelerinden Oğuz grubuna dâhil oldukları belir- gindir. Bu grup içerisinde Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan lehçeleri de yer almaktadır. Lehçeler arasında ise birbirine en yakın olanların Türkiye Türkçesi ve Gagauz lehçeleri olduğu ifade edilmektedir (Arnaut, 1997: 3). Dildeki bu yakınlık Türkiye Türkleri ile Gagauzların dünden bugüne ulaşan geleneksel kültüründe de kendini göstermekte; giyimden mutfağa, tarım kültü- ründen ev araç gereçlerine, ekonomiden sanata kadar sosyal ve kültürel hayatın her safhasında görülmektedir. Bu birliktelik için şu somut örnekler verilebilir: Türkiye’de ve Türkiye’nin de sadece Konya ve civarında görülebilen “cıngırık” ya “cıngırıklı kuyu” nun benzer versiyonu Gagauzların yaşadığı coğrafyalarda da görülmektedir. Bunun yalnızca Gagauz Yerinde görülmüş olması tesadüf değildir. 2016 yılının Mayıs-Haziran aylarında Gagauz Yerinde yaptığımız incelemeler sonunda elde ettiğimiz veriler bunu doğrulamaktadır. Gagauzlar, Konya’nın cın- gırıklı kuyusuna “guyuu (kuyu)” ya da “bunar (pınar)” demektedir. Bu görüşümüzü teyit eden örnekler ev araç-gereç ve döşemelerinde de gö- rülmektedir. Bizi konuk eden evlerden birinde eski elbiselerin kumaşlarının ip biçiminde kesilerek dokunması sonucunda elde edilen bir sergiye rastladık. Tür- kiye’de buna genellikle çul kilim denir. Fakat sadece Konya yöresinde bunun adı “palaz”dır. Bizi konuk eden ev sahibi kadına bu serginin adı “palaz” mı diye sorun- ca hayretler içinde kaldığını gördüm. Hemen bana “bizim “palaa (palaz)” mızı siz nerden biliyorsunuz? “biçiminde karşılık verdi. Bu örnekleri tarım araç gereçleri (kalbur, gözer, vb.), hayvancılıkla ilgili araç-gereçler (kaşağı vb.), at koşumları (hamit, terbiye, tasma, gem, vb.) ve diğer-

181 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lerinde görmek mümkündür. Bütün bunlarla birlikte, Türkiye ile Gagauz Yeri arasındaki en önemli kültür köprülerinden biri sözlü gelenek kültürünün önemli ürünleri olan mani ve tür- külerdir. Gagauzlardan derlenen mani ve türkülerin Türkiye Türklerinin repertu- varlarında da asırlardan beri yaşıyor olması bir rastlantı değildir. Gagauz manileri üzerine birçok derleme çalışması gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalardan iki tanesi daha belirgin ve daha zengindir. Bu çalışmalardan birini Atanas Manov(1939), diğerini Wladzimir Zayçkowski(1966) gerçekleştirmiştir. Bu konuda yapılan di- ğer çalışmalar ise; Dionis Tanasoğlu (1959), Nikolay Babaoğlu (1969), Güllü Yo- loğlu (1996), vb. olarak sıralanabilir. Türk dünyasının farklı kesimlerinde ve özellikle Oğuz soyluların yaşadıkları coğrafyalarda mani ve benzeri hoyrat/hoyrat, bayatı vb. söyleme geleneği çok yay- gın ve birbirini tamamlar niteliktedir. Türkiye Türklerinin “mani”si Gagauzlarda benzer biçimde “maani” olarak ifade edilmektedir. İki “a” kadar uzatılarak belirginleşen bu farklılığı Yaşar Nabi, iki ayrı kasabada görülen ağız farklılığı olarak görmektedir: Gerçi Anadolu’dan geçmiş ve Müslüman Türkler tarafından söylenmiş parçalar Ga- gauzlar arasında asıllarının aynı mani veya türkünün iki Anadolu kasabasında bile ayrı ayrı şekillere girdiğini görmüyor muyuz?” (Nayır, 1937; Arnaut, 1997: 12) Lütfullah Sami Akalın, Türk Manileri adlı kitabının ikinci cildinde “Gaga- uz manilerine de yer vermekte; “Gagauzlarda tip bakımından enterasan ve büyük sayıda bulunan şın(çın) addedilen türküler vardır ki, Türk manilerinin karşılığıdır” biçiminde bir görüşe yer vermektedir (Akalın, 1972: 495-499). Arnaut, Akalın’ın bu görüşünün doğru olmadığını, kaynak olarak kullandığı Yusuf Blaşkoviç (1961) adlı araştırmacının verdiği bu bilgilerin Dobruca’da yaşa- yan Nogay Tatarlarına ait olduğunu, çünkü bilim insanı Nedret Mahmut (1986) tarafından “şın, çın, cır, cıng” gibi terimlerin bu bölgede Nogay Tatarları tarafın- dan kullanıldığına işaret edildiğini belirtmektedir( Arnaut, 1997: 14). Arnaut, ayrıca Türklerin yaşadığı farklı coğrafyalarda mani karşılığında hangi terimlerin kullanıldığına dair şu bilgileri vermektedir: “Gagauz Türklerinde “mania”, Kırım-Dobruca Tatarlarında “mane, çın” (Mah- mut, 1986: 186), Azerbaycan’da “bayatı” (Abdullayev, vd., 1984: 3), Irak Türk- menleri ve Güney Azerbaycan’da “hoyrat/hoyrat” (Paşayev, 1990: 18-19), Kazan Tatarları ve Başkurtlarda “şiğir töri/şiğir törö” , Kırgızlarda “tört sab”, Özbeklerde “törtlik”, Türkmenlerde “rubai”, Uygurlarda “koşak” (Ercilasun, 1991: 558-559). Gagauzlarda mani söyleme mekânları olarak genellikle insanların imece yo- 182 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR luyla bir araya geldikleri fındık bahçeleri, çay tarlaları, tütün geceleri, düğünler, bayramlar, hıdrellez, nevruz vb. kutlamalar, uğurlamalar, karşılamalar, niyet tutma- lar, çeşme başları vb. gelmektedir. Sözlü kültürün etkin olduğu geleneksel yaşamda bir dönemler hem Türkiye hem Azerbaycan hem de Gagauzlar arasında mani söylemek çok yaygındır. O dönemlerde mani söylemeye başlarken her iki coğrafyada da “giriş manileri” oku- nurdu. Türkiye’de okunan; “Manici başı mısın? Cevahir taşı mısın? Sana bir mani versem Cebinde taşır mısın? biçimindeki başlangıç manisi Gagauz Yerinde de ağız farkıyla aynen dile ge- tirilirdi: “Mani, mani, maaniştir Onu da bilmak bir iştir Manici başı mısın? Cafayır taşı mısın? Birkaç mani söylesem Cöbünde taşır mısın? (Babaoğlu, 1969: 93) Bunun cevabı da benzer biçimdedir: Manici başı da ben Cafayır taşı da ben On beş mani söylesen Cöbümde taşırım ben (Babaoğlu, 1969: 93) Bir dönem Gagauzlarda özellikle genç kız ve erkekler arasında mani söylemek çok yaygındı. Genellikle cumartesi ve pazar akşamları köy meydanında ya da kö- yün dışında “horu” adı verilen yerlerde, derneklerde, oturmalarda, yaz oyunlarında ve çeşme başlarında bir araya gelen gençler birbirlerine mani atar, düşünce ve isteklerini manilerle belirgin hale getirirlerdi Manilerde genellikle yabancı hayranlığına karşı duruş ve Gagauz kimliğine özel bir ilgi belirgin olarak görülmektedir. Mani söylenen mekânlardan biri de şüphesiz çeşme başlarıdır: Çeşme başında durdum Dokuz güvercin vurdum On beş Bulgar içinde

183 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bir Gagauza uruldum Gençlerin teknolojik gelişmelere merakı ve mevcut yönetimden dolayı bunları takip edebilmenin güçlüğü de manilerin konusu olmuştur: Baalarda kara üzüm Traktorda galdı gözüm Moskova’dan geldi izin Gençler traktora binsin Horu adı verilen yerlere daha çok gençler gelir, yaşı büyük olan kadınlar ise bir kenarda oturur, gençleri incelerlerdi. Bu mekânlarda gençler, manilerle ken- dilerine eş seçerlerdi. Burada önce delikanlı oğlanlar kızların yanına yaklaşarak duygularını maniyle dile getirilerdi. Kızlar da kendi elleriyle işledikleri mendilleri oğlanlara hediye ederlerdi. Böylece oğlanlar kızlardan evet sözünü almış olurlardı. Burada söylenen maniler genellikle karşılıklı anlaşma ve istek belirtme biçimin- dedir: Sergende altın sini Gönnüm pek sevdi seni Allah’ın izninden İsteycem ben seni Ay duar ayazlanır Gün duvar biyazlanır Benim vardır bir yârim Hem gelir hem nazlanır (Arnaut 1997: 48). Gaguz manilerinde görülen önemli özelliklerden biri de Türkiye’nin özellikle Karadeniz Bölgesinde görülen mani atma geleneği “karşı beri” lerde olduğu gibi karşılıklı atışmalar biçiminde meydana getirilmiş olmasıdır. Atışmalarda tarafları genellikle “kız ile oğlan” ya da “gelin ile kaynana” meydana getirmektedir: Kız ile oğlanın karşılıklı mani atışmalarında mani atmaya önce kız başlar ve aynı şekilde kız yine mani atmayı sonlandırır. Dolayısıyla kızın Gagauzların mani söyleme geleneğinde önemli bir yeri vardır: Kız: Bağ içinde haşlama Haşlamayi taşlama Oğlan türkü bilmesen Bok yimee başlama Oğlan: 184 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Ahır altında hurma Hoş köpeciim mahkurma Attım sana bir çarık Yi onu çabuk çabuk (Arnaut 1997: 65). Kız: Yılan gelir kaçarak Yarim gelir üç ayak Bizim plana uruldu İki gözdün kör oldu Oğlan: Kaleden indim yasa Halvayı bastım tasa Benim yârim pek gözal Az buçuk boyu kısa Oğlan: Merdivenden insene Yüzünü bana dönsene Koynundaki naarlerin Birini bana versene Kız: Merdivenden inemem Yüzümü sana dönemem Koynumdaki naarlerin Saabisi vardır veremem (Zayçkowski, 1966: 60) Gelin kaynana manilerinde ise gelinin daha etkili ve öncelikli olduğu, kayna- nanın ikinci planda kaldığı görülmektedir: Gelin: İki kayık yan yana Ben istamam kaynana Kayınnanın izleri Kör olardı gözleri (Arnaut, 1997: 67) Ocak başı yarıldı Kayınnam bana darıldı Darıldıysa darılsın Oolu boynuma sarılsın (Yoloğlu, 1996: 72).

185 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gagauzlardaki mani söyleme geleneğinde cinaslı mani/hoyrat/horyat türünde çok fazla örnek bulunmamaktadır. Fakat günümüzde Kazayak, Beşalma, Kom- raty, Tatarpınar gibi Gagauz köy ve şehirlerinden derlenen kimi manilerde yapma mani biçiminde bu uygulamanın yer aldığı görülmektedir: Kazyak Çöşme dolu Kazayak Yarimin sofrasında Beni bekler kaz ayak Beşalma Gece yıldız Beşalma Yarim öpüş yerine Verdi banma beş alma Komrat Hodul bakışlı Komrat Gel kaçkın nazlı yârim Yolda bekler komur at Tatarpınar Tarihli Tatarpınar Yolda susuzluk tutsa Ayozlu tatar pınar (Arnaut, 1997: 67)

Sonuç Anayurtları belirleyen dillerdir. Her dilin konuşulduğu coğrafya, o dili konu- şan ve eğitim, bilim, sanat vb. alanlarda kullananların anayurdudur. Dolayısıyla Türkçenin konuşulduğu ve iletişim alanında kullanıldığı coğrafyalardan biri de Gagauz yeridir ve Gagauzya da Gagauzların ana yurdudur. Türkçenin sözlü gelenekte yaşamasında etkili olan ve bu vesileyle kalıcılığını ve sürekliliğini sağlayan kültürel ürünlerin başında maniler gelmektedir. Maniler, sosyal, siyasal, kültürel ve dini hayatın her safhasındaki olayları konu alan belge- sel nitelikli sözlü kültür ürünleridir. Tataristan’da, Özbekistan’da, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Türkiye’de, Balkanlar’da icra edilen bir maninin benzerinin Ga- gauz yerinde de görülmesi, Türkçenin bu kolay kurulan, akıcı ve güzel ürünlerinin Türk dilli halklar arasındaki kültür köprüsünün önemli ayaklarından birini oluş- turduğu görülmektedir. Maniler aynı zamanda ezgili söylendiklerinde birer türkü olarak repertuvarda- ki yerlerini aldıkları için Türk dünyası türkü geleneğinin de önemli unsurlarından biri olarak kültürel mirasa zenginlik katmaktadırlar. 186 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bu bakımdan Gagauz manileri, hem kültür hazinesinin zenginlik unsuru ola- rak varlığını belirginleştirmekte hem de birbirine çok benzedikleri için öncelikli olarak Türkiye, dolayısıyla da dünya Türklüğü ile bağ kuran önemli iletişim kod- larının başında gelmekte ve Türkçenin sözlü gelenekte yaşamasında etkili bir güç oluşturmaktadır.

Kaynaklar Abdullayev, B. vd. (1984), Bayatılar, Bakı. Akalın, L. Sami (1972), Türk Manileri, C. II, Ankara. Arnaut, Fedora (1997), Gagauz Manilerinin İncelenmesi ve Türkiye ile Azerbaycan Örnekleriyle Karşılaştırılması, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Babaoğlu, Nikolay (1969), Gagauz Folkloru, Kişinev. Ercilasun, Ahmet Bican (Komisyon Editörü) (1991), Karşılaştırılmalı Türk Lehçeler Sözlüğü, C.1, Ankara. Mahmut, Nedret (1986), “Dobruca ve Kuzey Kafkas Nogaylarının Folkloru Üzerine Bir Bakış”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara. Manov Atanas (1939), Gagauzlar (Hristiyan Türkler), Çev. Türker Acaroğlu, Ankara. Nayır, Yaşar Nabi (1937), “Balkanlarda Türklük”, Varlık, 1 Şubat 1937. Paşayev, Gazanfer (1990), Kerkük Folkloru Antologyası, Bakı. Tanasoğlu, Dionis (1959), Bucaktan Sesler, Kişinev. Yoloğlu, Güllü (1996), Gagauz Folkloru (Seçmeler), Bakı. Zayçkowski, Wladzimir (1966), Yazık i Folklor Gagauzov z Bulgariği, Krakow.

187

GAGAUZ ATASÖZLERINDE KADIN VE ANADOLU’ DAKI ATASÖZLERI ILE KARŞILAŞTIRILMASI

Prof. Dr. Ayşe Filiz YAVUZ

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Gagauz dilini Anadolu dilinden ayırdetmek mümkün değil. Türk sözlü kül- türünde veya atasözlerinde kadın algısı üstünde konuşmak daha doğru olacaktır. Sözlü kütürün en önemli unsurlarından biri olan Türk atasözleri oldukça geniş bir külliyat oluşturmakta ve binlerce yılın tecrübesini ve milli anlayışını yansıt- maktadır. Atasözleri ışığında o milletin ruh, kişilik, anlayış, zeka vs yapısını çöz- mek mümkün olabilir. Gagauz diline ait incelediğim kitaptaki* atasözlerinin Anadolu’dakilerden farklı olmadığı sadece bazılarının yazılış veya söyleyiş farklılıkları gösterdiği tespit edilebilir. … Gagauz atasözlerinde kadına biçilen görev iyi veya kötü olarak farklılık gös- terebilmektedir. Bu özellik Anadolu’da da mevcut. Dolayısı ile bu sözlerin ka- dına verilen rol yanında, onları tanımlamak ve durum tespiti yapmak açısından ele alındığı, bir kısmının ise aşağılamak için söylendiğini düşünmek daha doğru olacaktır. Aşağılanma gösteren atasözlerinin gerçekten bize ait mi olduğu, yok- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sa yüzyıllar içinde farklı kültürlerden etkilenerek mi bu hale geldiği bilinmiyor. Ancak bunların eski temel kitaplarda var olup olmadığına ve çıkış (tespit edilme) yıllarına bakarak değerlendirmesini yapmak mümkün olabilir. Atasözlerinin hep- sinin bizim gerçek kültürümüzü yansıtmadığı, 5000 yıllık Türk tarihinde kadının daha köklü ve etkin durumu göz önüne alındığı zaman, bu durum ortaya çıkabilir ve bu da ayrı bir araştırma konusu olabilir. Bizim bildiğimiz 5000 yıllık tarih yeniden yazilinca belki daha fazla olan Türk tarihinde son 200-250 yıllık dönemi hariç kadın bugün kullanılan tanım- lamalarla anılmıyordu. Günümüzde karım, zevcem, evdeş, , evdeşim, eşim, helalim, hayat arkadaşım, hanımım, avradım, can yoldaşım, familyam, sultanım vs olarak adlandırılan kadın aslında en güzel ifade ile tarihten gelen kelimelerle tanımlanıyordu. Han kelime- sinden gelen hanım/ /hatun/ katun / bike/sultan olarak ifade ediliyordu. Temel kitaplarımızdan olan Dede Korkut Hikayeleri’nde kadın farklı bir sınıflama ile tanımlanmış ve bugüne kadar değerinden hiç bir sapma olmadan bu tanımlama yerini korumuştur. “Dolduran top, solduran sop…..” diye başlar Dede Korkut. Başka kaynaklar- da ise buna çok benzeyen sınıflamalar yer alır: Üç türlü avrat vardır: Birisi er avradı, birisi ev avradı, birisi de zavranı zort. Bu aslında Dede Kor- kut’un söylediği sözün daha kısa bir şekli olarak halk ağzında yerini almıştır. “Al görgülünün kızını Tutsun gümreni gümreni (seve seve, becerikli olarak, içinden gelerek) Al görgüsüzün kızını Tutsun söyleni söyleni (söylene söylene).” Bu sözü ise annem aracılığı ile an- neannemden kaydetmiştim. Bunu da yine Dede Korkut bilgisi ışığında ele almak veya Dede Korkut’un sözünün daha farklılaşmış bir şekli olarak düşünmek mümkündür. Divan-ı Lugat it Türk ‘te yazan bir bilgiye göre bir kadın doğurduğu zaman ebeden “Tilki mi doğurdu, kurt mu?” diye sorarlarmış. Yani “Kız mı oğlan mı?” demek. Kız aldattığı ve yaltaklandığı için tilkiye, erkek ise yiğitliği dolayısıyle kurt olarak adlandırılırmış. Bu bilgiye ulaşınca kadının değerinden kaybetme sürecinin ne zaman başladığı sorusuna cevap bulunması veya tahmin edilmesi belki mümkün olabilir ki bu ta- 190 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR rihçlerin veya halk bilimcilerinin inceleme konusudur. … Anadolu Türkcesindeki sözlü kültürde kadına verilen uygunsuz isimlerden ba- zıları şu şekilde tespit edilmiş: Kaşık düşmanı, eksik etek, saçı uzun-aklı kısa, kül döken, besleme, ev yıkan, dırdır makinesi, çorbacı, kepçe tutan, uşakların anası, kaynanamın kızı, babamın gelini, bizimki, iç sancısı, bacımın görümü, ömür törpüsü, ayran karıştıran, küllik, akrep sultan, ev bekçisi, uzun saçlı, malı harap, fettan, boğaz ortağım, kendi gelen, köroğlu, geri, karın ağrısı, şarlatan, gelingil, oynatan, sirkeli baş, bedden, horhaş, moruk, elinin kiri … Bu sözlerin benzeri Gagauz kullanımında var mı (?) araştırmak gerek. Bu hi- tapların, tanımlamaların aslının nereden geldiği ve ne kadar süredir kullanıldığına da bakmak lazım. … Gagauz Türkçesinde içinde kadın geçen atasözlerini tespit için yaklaşık 1000 atasözünü inceledim. Kadın üstüne olanlardan birkaçını buraya aldım. Anaya bak danasını al. Bunun bir diğer söyleniş şekli ise kitapta şöyle geçiyor. Nice anası, nice danası Bunun karşılığı olan Türkiye Türkçesindeki atasözü ise “Anasına bak kızını al. Kenarına bak bezini al.” şeklindedir. Bu atasözü evlenirken gelin seçiminin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için söylenmiş. Gelecek nesillerin yetiştiricisi babalardan ziyade analardır. Bu yüzdendir ki dilimize en çok ana adı ile başlayan ifadeler girmiştir. Ana yasa, anayol, anakara, anadil, anavatan gibi. Ana kucağı sığınılan, besle- nilen, dinlenilen, ninnisi ile büyünen, ağzından çıkan dil ile kelime ve konuşma öğrenilen, fikri yapı geliştirilen yer olmuştur. Dolayısı ile soyun devamında en önemli unsur kadındır. Bu atasözünün sadece karakter değil, ırsi özellikler açısın- dan ele alınması da şarttır. Aşağıdaki iki atasözü de yine bu öğüt için söylenmiştir. Oğlanı her karı doğuramaz. Er karı doğurur. At alırsan taydan, kız alırsan soydan al(Soylu kız.) … Karinin fendi erkeği yendi. diyor Gagauz atasözü. Bu sözün aynısı Türkiye Türkcesinde de mevcut. Bu yukarıdaki atasözü ile bağlantılı olarak ele alınma-

191 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lıdır. Kadının aklının erkeği yenebilmesinin mümkün olduğu, akıllı bir annenin çocuğuna verebileceği çok şeyi olduğunu da gösterir bu atasözü. Fena karı arabana binmesin. diyor atasözü. Tabiki bir sözün atasözü olması için bir kaç yüzyıllık geçmişi olmalıdır. Araba ile ilgili bir atasözünün yeni olduğu kesin. Bunun bir dilek, temenni, önsezi, tecrübe olması daha mümkün. Ama ‘fena karıyı atının terkisine bile alma’ demek daha doğru olur eğer bu atasözü olarak Kabul edilecekse. … Kapı kızı kadın olmaz Çingene kızı hanım olmaz. At yiğit Avrat yigit (olmalı). Erini rezil de eden, vezir de eden kadındır. Erkek aslan dişisinden kuvvet alır. Bu atasözleri benzer öğütleri ifade eden diğer Anadolu Türkçesine ait olan atasözlerini oluşturmaktadırlar. … Kadını yücelten bu atasözlerinden sonra onu daha aşağı mertebede gören ata- sözlerinin hem Türkiye hem Gagauz Türkçesinde yer aldığını tespit etmek de mümkün. Karının saçı uzundur, aklı kısadır. Karının yüz lafından birini dinlemeli İş işlemeye kadınca oynama benzemez Bunların karşılığı olan Anadolu Türkçesindeki atasözleri ise şunlar: Kadın saçı uzun aklı kısa. Bu arada saçın uzunluğu kadın için bir aşåğılama vesilesi olarak kullanılırken, uzun saç diğer taraftan makbul sayılıyor ve aşağıdaki atasözü kullanılıyor. Kızın uzun saçlısı, tarlanın ufak taşlısı, öküzün başlısı makbuldur. Kadının bir aklı, erkeğin dokuz aklı vardır. Kadının yüklediği yük şuraya varmaz.(kötü iş yapar demek). Avrat attır, gemini boş tutma. (Gem kısmını sıkı tat, kaçmasın demek). Beylere (üst makamlara ) ve avrada inanma, akar suya güvenme. 192 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

… Atasözleri arasında bulduğum şu sözleri de hatırlayarak son cümlelerime geç- mek istiyorum. Anaya kendi boynuzu ağır gelmeyer Ev karısız, adam parasız. Ateşe yansın. Fena kancık yev bekler. … Kadın hayatında gelinlik, kaynanalık, görümcelik, analıkla ilgili çok söz var. Bunlardan sadece bir mani aldım. Türkiye Türkçesinde “Görümce, görünmeyesice” denirken buradaysa İki çini karımca Kız istemez görümce Görümcenin sözleri Kör olaymış gözleri’ diyor. Ama kardeş gibi geçinen görümce-gelin ilişkileri de devam ediyor. … İki dalda bir ceviz Aramız Karadeniz Sen orada ben burda Ne olacak halimiz Bu maniyi Gagauz Türkleri bir kızın veya erkeğin Türkiye’de bulunan yavuk- lusuna söylediğini düşünmüyorum. Bu maniyi Türkiye ve Ggaguz halkı arasında söylenmiş gibi düşünüyorum. “İki dalda bir ceviz” cümlesini “İki ayrı toprakta bir millet” olarak düşünüyorum. Halimiz inşallah böyle toplantıların da sağladığı imkanlar ile iyi olacak. Güzel günler bizleri bekleyecek. Hepinizi saygı ile selamlıyorum. …

* Gagauz Türkleri Tarih-dil-folklor ve halk edebiyatı Doç Dr Harun Güngör, Y. Doç. Dr Mustafa Argunşah Kültür Bakanlığı Yayınları, 1300 Ankara 1991 Türk Dünyasi Edebiyatı Dizisi, No 17; 377 sayfa.

193

GAGAUZ TÜRKÇESİNDEN TÜRKİYE TÜRKÇESİNE YAPILAN AKTARMALARDA KARŞILAŞILAN BAZI SORUNLAR

Doç. Dr. Nadejda ÖZAKDAĞ

Afyon Kocatepe Üniversitesi, [email protected]

Özet Aktarma sorunları, lehçeler arasındaki söz konusu aktarma faaliyetlerinde yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu aktarma faaliyetleri beraberinde çeşitli hataların yapılmasına yol açmaktadır. Lehçeler arası aktarmalar, birbirine çok uzak lehçeler hariç, Türk kökenliler için daha kolaydır. Bu kolaylık, bazen aktarma hatalarına sebep olmakta; kaynak ve hedef lehçedeki benzer öğeler aktarıcıyı aldatmaktadır. Türkiye’de, Türk lehçelerinden metin aktarma faaliyetlerinin 1990 yılından itibaren artmasıyla birlikte, aktarma meseleleri ve problemleri üzerinde de durulmaya başlanmıştır. Yapılan çalışmalarda genellikle Azerbaycan ve Türkmen Türkçelerinden Türkiye Türkçesine metin aktarmalardaki sorunlar ele alınmış, ancak aynı grupta bulunan Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarma sorunları üzerinde pek durulmamıştır. Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarma yapmanın göründüğü kadar kolay olmadığı ve kendine göre zorlukları olduğu açıktır. Bu çalışmada, Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine yapılan nesir türündeki eserlerin aktarımında karşılaşılan bazı hata tip- leri üzerinde durulacak ve örnekler verilerek dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Gagauz Türkçesi, aktarma sorunları, aktarma, Çağdaş Türk lehçe- leri HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ERRORS MADE DURİNG THE TRANSLATİON FROM GAGAUZ TURKİSH TO TURKEY TURKİSH Abstract Translation issues are a common problem faced amongst different dialects. During the translation phase many errors can be made. It is not difficult to translate between the diffe- rent directs that are of Turkish origin; the opposite is true for dialects that are too different to one another. However, as it is easy to translate between the similar dialects, this creates easy translation errors and sometimes also deceives the translator. Since 1990, the increase in the number of translations from Turkish dialects has exten- ded the scope to focus on errors and problems faced during translations. In general, much work has focused on the translation errors faced during the translation of Azerbaijan and Turkmenistan Turkish dialects to Turkey Turkish dialects; however, not much work is put into looking at errors made from the translation from Gagauz Turkish to Turkey Turkish. It is evident that there are many difficulties of translation between Gagauz Turkish to Turkey Turkish. This paper will aim to investigate the errors made during the translation of prose sentences from Gagauz Turkish to Turkey Turkish by providing many examples to place a magnifying glass over this topic. Key Words: Gagauz Turkish, translation errors, translation, contemporary Turkish di- alects

Giriş Aktarma, kendine has kuralları ve standartlaşmış biçimleri olan bir yazı dilin- den diğer bir yazı diline yapıldığı için çeviriye benzer; ancak, farklı diller arasında değil de aynı dilin lehçeleri arasında yapıldığı için de çeviriden ayrılır. Lehçeler arasında söz dizimi bakımından önemli farklılıklar bulunmaz. Ses ve kelime hazinesi bakımından aralarında büyük farklılıklar bulunan lehçeler bile söz diziminde ortaklaşırlar. Ayrıca, bir dilin lehçeleri arasında, oranı çeşitli sebeplerle değişmekle birlikte çeşitli miktarlarda ortak kelime vardır. Dilin hemen her düze- yinde görülen bu türden ortaklıklar, aktarmanın çeviriye göre daha kolay olmasını sağlamaktadır. Lehçeler arasındaki ortak kelimeler kolaylık sağlamakla birlikte dikkatli olun- madığı takdirde çeşitli hatalara da sebep olmaktadır. Meselâ, aynı kaynaktan gelen bazı kelimeler iki lehçe arasında yalancı eş değer olabilmektedir. Bu da aktarıcının hata yapma ihtimalini arttırmaktadır. Halbuki, iki farklı dil arasında yalancı eş değer kelimelere pek rastlanmaz. Bazı durumlarda aynı kaynaktan gelen alınma kelimelerde yalancı eş değer olanlara rastlanırsa da bu tür kelimeler ancak “istisna” 196 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sayılabilecek orandadır. Aktarma yaparken yazarın tercihlerine saygı duymak açısından kaynak metin- deki her kelime ve ek dikkate alınmalıdır. Ancak, hedef metnin üslûp bakımından “okunabilir” olabilmesi için de aktarıcının çeşitli tasarruflarda bulunması gere- kir. Sözlük anlamlarına göre eş değerlik açısından doğru kelimeler bazen metnin bağlamına ve üslûbuna uygun olmayabilir. Aynı şeyler ek veya söz dizimi için de geçerlidir. Bu gibi durumlarda aktarıcı, en uygun kelime veya dizilişi bulabilmek için kendi tasarruflarını kullanmalıdır. Bu konuda örnek bir aktarma ve aktarma metodu için bk. Demir 1997.1 Çeviri ile birlikte bir de “çeviri eleştirisi” alanı doğmuştur. Bu alan; ideal bir çevirinin hangi şartlarda ve nasıl yapılabileceği, çevirilerde karşılaşılan zorluklar ve yapılan hatalar, bir çeviri eserin nasıl eleştirilmesi gerektiği gibi konularla ilgilen- mektedir.2 Çeviride olduğu gibi aktarmada da bir eleştiri alanının olması gerekir. Ancak, Türk dünyasında aktarma faaliyetleri çok yeni olduğu için henüz bir “ak- tarma eleştirisi” geleneği oluşturulamamıştır. Çeşitli lehçeler arasında yapılacak olan “aktarma sorunları” çalışmaları, “aktarma eleştirisi” için bir altyapı malzemesi oluşturabilir. Türk dünyasında, aktarma çalışmalarının geniş kapsamlı olarak yapılmaya başlaması 1990’lı yıllara rastlar. 1990’ların başında Türk toplulukları birbirleriyle daha fazla ilişki kurmaya başlamışlardır. Bu karşılıklı ilişkilerin neticesinde bilim, kültür ve edebiyat alanındaki çeşitli eserler, Türk lehçeleri arasında aktarılmaya başlamıştır. Bu aktarmalar çoğunlukla diğer lehçelerden Türkiye Türkçesine ya- pılmaktadır. Lehçeler arası aktarma yapmanın göründüğü kadar kolay olmadığı ve kendine göre zorlukları olduğu da açıktır. Yapılan aktarma yanlışları çeşitli nedenleri bu- lunmakla birlikte esas itibariyle çevirmen merkezli bir sorundur. Aktarma sorun- ları, genellikle “şiirdeki aktarmalarında karşılaşılan sorunlar” ve “nesir aktarma- larında karşılaşılan sorunlar” olmak üzere iki ana grupta incelenmektedir. Metin aktarma meselelerine bazı farklı yönlerden yaklaşılsa da genel olarak orijinal met- nin aslını koruma, orijinal metnin aslını uyarlama, kelimelerde yalancı eşdeğer- lik, eklerde yalancı eşdeğerlik, yanlış ek seçimi, kelimeler arası uyumsuzluk, yanlış kelime seçme, kelime eksikliği, hedef lehçe olmayan kelime kullanma, atasözleri ve deyimleri yanlış aktarma, cümlenin öğelerini doğru düzgün yerleştirememe, yazım ve noktalama hataları gibi hususlar üzerinde durulmaktadır. Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarma yapmanın göründüğü ka- dar kolay olmadığı ve kendine göre zorlukları olduğu açıktır. Bu tebliğde, Gagauz

197 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkçesinden Türkiye Türkçesine yapılan nesir türündeki eserlerin aktarımında karşılaşılan hata tipleri üzerinde durulacak ve örnekler verilerek dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Bu çalışmada yapılan bütün hatalar üzerinde durulması mümkün değildir. Burada sadece sık sık rastlanan hatalar üzerinde durulacak. Böylece, dilin hangi düzeyinde ne tür aktarma hatalarına düşülebileceği gözler önüne serilmeye çalışılacaktır.

1. Ek Düzeyindeki Hatalar 1.1 Yapım Eklerindeki Hatalar Türk lehçeleri arasında dilin diğer düzeylerinde olduğu gibi eklerde de çeşitli farklılıklar vardır. Eklerde görülen farklılıklar, ekin herhangi bir sesinde olabile- ceği gibi kullanımında veya görevinde de olabilmektedir. Hatta kimi durumlarda bir lehçede kullanılan ek, diğer lehçede bulunmamakta; onun yerine farklı bir ek kullanılmaktadır. Türk lehçeleri arasında eklerde görülen bu tür farklılıkların iyi bilinmemesi, aktarmalarda çeşitli hataların yapılmasına sebep olmaktadır. Örne- ğin, Gagauz Türkçesinde kullanılan çoklan- “çoğal-“, azlan-/azlaş- “azal-“, genç- let-/gençlettir- “gençleştir-“ gibi fiiller Türkiye Türkçesinde bu şekilde kullanılma- maktadır. Gag. haberle- TT. bilgi vermek; bildirmek, haberdar etmek, haber vermek; duyurmak Muzıka bittiynän, diktor haberledi şannı bir kompozitorun adını. (P. 92); TT. Müzik bitince, sunucu şanlı bir bestecinin adını duyurdu. Gag. cezala- TT. cezalandırmak Sultan da cenk vakıdında alatlarmış hem taa cellat cezalarmış karşı koyannarı. (Lİ. 145); TT. Sultan da savaş zamanında acele edermiş ve karşı kayanları daha zalim cezalan- dırırmış. Gag. ikramna- TT. ikram etmek, ağırlamak Bir avcı Hocaya bir tavşan getirmiş. Hoca da onu musafir edip ikramnamış. (P.35); TT. Bir avcı Hoca’ya bir tavşan getirmiş. Hoca da onu misafir edip ağırlamış. Gag. gözellet- TT. güzelleştirmek İsteerim sevindirmää hepsinizi, - gözelletmiş Gümüş Vasi laflarını… (P. 32); Herkesi sevindirmek istiyorum, güzelleştirmiş Gümüş Vasi sözlerini… Gag. durgut- TT. durdurmak Diil dooru,- durguttu onnarı Bızgı. Onun adı - “Napoleoncuk”. (P. 77); TT. Doğru değil, durdurdu onları Bızgı. Onun adı “Napoleoncuk”. 198 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

-gut- fiilden fiil yapım eki tarihî Türk lehçelerinde -GIt- şeklinde kullanılmıştır.3 Bu ek bugün Türkiye Türkçesinde kullanılmamaktadır. Ek, Gagauz Türkçesinde sadece bir örnekte tespit edildi: durgut- “durdurmak; alıkoymak, oyalamak, tutmak; susturmak” (GTS: 84); durgut- “durdurmak” (AY. 60; P. 21). Gag. durgun- TT. durmak O durgundu, diiştirdi kazanı bir elindän öbürünä,… (P. 170); TT. O durdu, değiştirdi kovayı bir elinden öbürüne (öbür eline)… -gun- fiilden fiil yapım ekine tarihî ve çağdaş Türk lehçelerinde rastlanmamaktadır. Gagauz Türkçesinde ise yalnız iki örnekte tespit edildi. GTS’de yutkun- fiili “yutkunmak; (mec.) herhangi bir şeyi şiddetle arzulamak” (GTS: 262) anlamlarıyla verilmiştir. durgun- fiili ise sözlüğe alınmamıştır. Bu örnek metinlerde şu şekilde geçmektedir: durgunmaz “ durmaz, yorulmaz” (HO. 43), durgunduynan “durduğunda, durunca” (DÖ. 47). 1.2. Durum Eklerindeki Hatalar Farklı tarihî dönem ve sahalarında yazılmış eserlerde, aralarında fonksiyonları bakımından benzerlik bulunan durum eklerinin çeşitli sebeplerle birbirinin yerine kullandıklarını gösteren pek çok örneğe rastlamak mümkündür. Sadece tarihî Türk lehçelerinde değil, çağdaş Türk lehçelerinde de durum ekleri arasındaki gö- rev değişikliği söz konusudur. Oğuz grubunda bulunan Gagauz Türkçesinde de durum ekleri arasındaki görev değişikliğinin her çeşidini görmek mümkündür. Bunlardan en yaygını belirtme durum ile yönelme durum ekleri arasındaki görev değişikliğidir. Çalışmada, tespit edilen örnekler verilirken herhangi bir tasnif veya sıralama- ya bağlı kalınmadı. Rusçanın etkisi görülen örneklerde, durum ekleri arasındaki görev değişikliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için, Rusça çevirisiyle birlikte verildi. Burada bütün örneklerin verilmesi mümkün olmadığından birkaç örnekle yetin- mek zorunda kaldık. Konuyla ilgili daha geniş bilgi için bk. N. Chirli.4 Gagauz Türkçesine ait tespit edilen durum ekleri arasındaki görev değişiklik- lerini gösteren bazı örnekler: a) Yalın Durumun Diğer Durum Eklerinin Fonksiyonunda Kullanılışı Gag. ...hep bakardı ikinci katta hayadın başında açık penceredän institudun kapu önüne. (P. 68) TT. O ikinci kattaki koridorun başında bulunan açık pencereden enstitünün kapısının önüne hep bakardı. (İlgi durumu yerine kullanılışı) Gag. Kaar içindä mekledärdilär, koyardılar tüfek kılıcınnan saman adamnarı saplasın. (P. 47) TT. Kar içinde emekletirdiler, tüfeğin süngüsüyle samandan (yapılı) adamları sapla-

199 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ması için koyardılar. (Çıkma durumu yerine kullanılışı) Gag. Şarap içti o yakın bir oka (İT. 100) TT. O bir okkaya yakın şarap içti. (Yönelme durumu yerine kullanılışı) b) İlgi Durumunun Diğer Durum Eklerinin Fonksiyonunda Kullanılışı Gag. Denisov lääzımdı alsın plenä duşmannarın makar birisini. (Gag.L. 274) TT. Denisov, hiç değilse düşmanlardan birini esir alması lazımdı. (Çıkma durumu yerine kullanılışı) c) Yükleme Durumunun Diğer Durum Eklerinin Fonksiyonunda Kullanılışı Gagauz Türkçesinde yönelme durumu yerine yükleme durumunun sıkça kullanıldığı görülmektedir. Özellikle acı- ve üüret- “öğret-” fiilleriyle kullanılan isimler yükleme du- rumu ekini almaktadır. Bu görev değişikliğinin daha çok Rusçanın etkisiyle ortaya çıktığı örneklerde görülmektedir:

Gag. Yanıldık prost et, acı uşaklarımızı hem bizi, taa çok izmetedecez sana. (Lİ. 19) ( Yö- nelme durumu yerine kullanılışı) TT. Yanıldık, af et, acı bize ve çocuklarımıza, sana daha çok hizmet edeceğiz. Rus. Ошиблись, прости, пожалей нас и наших детей, тебе больше служить будем.

Gag. Sän acıma ne kendini, ne beygirini. (GD. 104) (Yönelme durumu yerine kullanılışı) TT. Sen ne kendine ne de atına acı./ Sen ne kendine ne de atına acıma. Rus. Ты не жалей ни себя, ни лошадя.

Yukarıda verilen örneklerden görüldüğü üzere, Gagauz Türkçesinde sadece acı- fiiliyle kullanılan isimlerin durum eklerinde görülen görev değişikliği değil, aynı zamanda cümlelerin yapısında da Rusçanın etkisi göze çarpmaktadır. Özel- likle ikinci cümlede hem öğelerin sıralanışında hem de ne...ne olumsuzluk edatla- rıyla birlikte olumsuz fiilin kullanılışında görülmektedir. Türkiye Türkçesinde ne... ne olumsuzluk edatı bulunduğu cümlede fiil genellikle olumludur. Fiilin olumsuz şekline az rastlanmaktadır.

Gag. Çocuk üüreder kızı, taa ne yapsın. (GD. 145) (Yönelme durumu yerine kullanılışı) TT. Oğlan kıza daha ne yapacağını öğretiyor. Rus. Парень учит девушку тому, что ей ещё делать.

Gag. ...aklı ermäzdi, nereyi koydu anatarı. (P. 57) (Yönelme durumu yerine kullanılışı) 200 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

TT. Anahtarı nereye koyduğunu idrak etmezdi. Rus. Не постигал, куда поставил ключи.

d) Yönelme Durumunun Diğer Durum Eklerinin Fonksiyonunda Kullanılışı Gag....esirä düştü sade bir daulcu çocucak, angısı bişeydän annamazdı. (Gag.L. 274) (Yalın durumu yerine kullanılışı) TT. Sadece hiçbir şeyden anlamayan bir davulcu çocuk esir düştü. Gag. Kimä geleciydi aklısına? (GTG. 128) (İlgi durumu yerine kullanılışı) TT. Kimin aklına gelecekti? Rus. Кому пришло бы в голову? Bu örnekte Rusçanın yönelme durumunun sorusu кому? “kime” Gagauz Türkçesine olduğu gibi aktarılmıştır. Gag. Brak, düşünmä buna. (P. 265) (Yükleme durumu yerine kullanılışı) TT. Bırak, düşünme bunu. Gag....da tezdä bän bıktım onnara buazımadak. (P. 267) (Çıkma durumu yerine kulla- nılışı) TT....ve kısa bir sürede onlardan boğazıma kadar bıktım. Çıkma durumu eki yerine yönelme durumu ekinin kullanılması genellikle bık- fiiliyle kullanılan örneklerde görülmektedir. Gag. Sarmaşıp ta öptü klarnetçiyi terli annısına. (GTG. 127) (Çıkma durumu yerine kullanılışı) TT. Sarılıp da klarnetçiyi terli alnından öptü. e) Bulunma Durumunun Diğer Durum Eklerinin Fonksiyonunda Kullanılışı Gag. Varaklı pindi yolda geçär bir maşinaya da gitti Taşküüyünä. (P. 99) (Çıkma durumu yerine kullanılışı) TT. Varaklı bindi yoldan geçen arabaya ve gitti Taşköyü’ne. Gag. Çobannar kavalda çalarak kaldırérlar yola sürüyü. (GTG. 127) (Yalın durumu yerine kullanılışı) TT. Çobanlar kaval çalarak sürüyü yola gitmek için kaldırıyorlar. Rus. Чебаны играя на свиреле поднимают стадо в дорогу. Bu örnekte de yine Rusçanın etkisi söz konusudur. Rusçada kullanılan в “için- de” ve на “üstünde” edatları Gagauz Türkçesine aktarma yapılırken ismin sonuna bulunma durumu eki +DA gelmektedir. Ayrıca Rusçada bir enstrüman çalmak için играть на .... “bir enstrümanda çalmak” olarak kullanılırken, Türkiye Türkçe- sinde “bir enstrüman çalmak” şeklinde kullanılmaktadır. Bu kalıp Gagauz Türk-

201 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

çesine Rusçadan direkt aktarmayla geçmiştir: (Rus. играть на гитаре, Gag. gitarda çalmak, TT. gitar çalmak; Rus. играть на пианино, Gag. pianinada çalmak, TT. piyano çalmak gibi). Gagauz Türkçesinde vasıta durumu yerine yönelme durumu ekinin kulla- nılması özellikle evlen- fiiliyle kullanılan örnekler dikkati çekmektedir. Bu tür örneklerde evlen- fiili vasıtayı işin aracı olarak değil, işin önerdiği taraf olarak göstermektedir. Mesela, evlen bana “evlen benimle”, o evlendi bir karıya “o bir ka- dınla evlendi” vb. evlen- fiiliyle kullanılan örneklerde yine Rusçanın etkisi söz ko- nusudur. Çünkü Rusçada evlen- “жениться” yönelme durumuyla kullanılmaktadır. Mesela, Rusçada На ком женился? cümlesini kelime kelimesine “Kime evlendin?” şeklinde, cevabı ise – На русской. “Rusa.” şeklindedir. Örneklerden de görüldüğü üzere, çeviriden kaynaklanan bir durum eki görev değişikliği olduğu söz konusu- dur. Gagauz Türkçesine Rusçadan çeviri yoluyla geçmiştir. Gagauz Türkçesinde durum ekleri arasındaki görev değişikliği olan kimi ör- neklerde Oğuzcanın, kimi örneklerde ise Slavcanın etkisi olduğu görülmekte, fa- kat bazı örneklerde de söz konusu görev değişikliklerini açıklamak olukça zordur. Gagauz Türkçesinde Durum Ekleri ve Birbirlerinin Yerine Kullanılışı Asıl Şekiller Kendisi için kullanılan diğer şekiller Yalın +ø (eksiz) +I/+U +DA +DAn +A İlgi +In/+Un, +ø +DA +A +An +nIn/+nUn Yükleme +I/+U +A Bulun- +DA +In/+Un, +DAn ma Bulun- +An ma +nIn/+nUn Çıkma +DAn +ø +In/+Un, +DA +A +CA +An, +nIn/+nUn Yönelme +A +ø +I/”+U +DA Vâsıta + (I) lAn) +DA +DAn +A Eşitlik +CA

1.3. Sıfat-Fiil Eklerindeki Hatalar Gagauz Türkçesinde kullanılan sıfat-fiil eklerinden -Ar, Türkiye Türkçesinde -An sıfat fiiliyle aktarılır: akar su “akan su”, düşär yıldız, “düşen yıldız”, gülümsär kız “gülümseyen kız” vb. gibi. 202 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Varaklı pindi yolda geçär bir maşinaya da gitti Taşküüyünä. (P. 99); TT. Varaklı bindi yoldan geçen arabaya ve gitti Taşköyü’ne.

1.4. Zarf-Fiil Eklerindeki Hatalar IncAk/-UncAk zarf-fiil eki Gagauz Türkçesinde -ıncaya kadar, -ıncaya dek” an- lamında kullanılmaktadır. Mesela, Yaşayacak kedi ölüncäk. “Kedi ölünceye kadar yaşayacak.” (İT. 287) Aktarmalarda dikkat edilmesi gereken diğer bir zarf-fiil eki de -DIynAn/-DUy- nAn. Bu ek Türkiye Türkçesinin yazı dilinde kullanılmamaktadır. Anadolu ve Ru- meli ağızlarında görülmektedir.5 Gagauz Türkçesinde ise işlek bir ek durumunda- dır. L. Pokrovskaya, -DIynAn/-DUynAn zarf-fiil ekinin -dıı sıfat-fiil ve -nan/-nän araç durumu eklerinden oluşan birleşik ek olduğunu, -DIynAn/-DUynAn ekiyle yapılan zarf-fiil, esas fiilin gösterdiği hareketin oluşmasından kısa bir süre sonra gerçekleşen hareketi verdiğini belirtmektedir: Sabaylen kalk-tıynan uykudan bobası aarér oolarını.6 Taradığımız metinlerde -DIynAn/-DUynAn ekinin yanı sıra -DIInAn/-DUU- nAn şekillerine de rastlandı: geçtiinän (AY.185); geldiinän (AY. 60) gibi. Bu şekil özellikle T. Zanet’in Akar Yıldız adlı şiir antolojisinde geçmektedir. Aynı antolo- jide ekin -DIynAn/-DUynAn şekli de kullanılmaktadır: sıra gel-diynän (AY.65); büü-düynän (AY.96); bak-tıynan (AY.150) gibi. Bu ek, anlam ve fonksiyon bakımında -IncA/-UncA zarf-fiil ekine benzemek- tedir. Mesela, Biraz gittiynän, o baktı geri. (P. 46); TT. Biraz gidince, o geri (arkaya) baktı. Yovçu, oturduynan, bakındı avtobus içindä... (P. 84); TT. Yovçu oturunca otobü- sün içinde bakındı. Yine Türkiye Türkçesinde kullanılmayan zarf-fiil eklerinden biri de -DIcA- An(An)/-DUcAAn(An) ekidir. Gagauz Türkçesinde -DIcAAn/-DUcAAn zarf-fiil ekinin -An ekiyle (-DIcAAnAn/-DUcAAnAn) genişlemiş şekilleri de mevcuttur. L. Pokrovskaya bu ekin bünyesinde çak/ çağ zaman zarfının bulunduğunu dü- şünmekte ve dI ( dIcAAn + nAn > dIcAAnAn şeklinde vermekte, fakat N. Özkan bu açıklamanın sadece çaan bölümüne katılmadığını belirtmekte ve bunun ayrı bir ek olmadığını, küçültme, şefkat, sevgi, hatta çabukluk bildiren -cAk küçültme eki olduğunu sa- vunmaktadır.7 -DIcAAn(An)/-DUcAAn(An) zarf-fiil eki fonksiyon bakımından -Ar mAz ge-

203 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR niş zaman ve -IncA zarf-fiilinin fonksiyonuyla aynıdır. Örneğin, Etişticäänän evä, yaamur çeketti. (P.121); TT. Eve varır varmaz/varınca yağ- mur başladı. Olducaana bendä para, birdän çevirecääm (P. 86); TT. Bende para olunca/ olur olmaz, hepsini aynı anda geri vereceğim. 2. Yalancı Eş Değer Kelimeler Türk lehçeleri arasındaki yalancı eş değerlik, kaynak lehçedeki bir kelimenin ses ve yapı bakımından aynı olan veya lehçeler arası düzenli ses denklikleriyle aynı kaynaktan geldikleri bilinen şeklinin hedef lehçede bulunması, ancak bu iki kelimenin anlam alanlarının bir birine eş değer olmamasıdır.8 Türk lehçelerinin kelime hazineleri çeşitli durumlara göre az veya çok oranda birbiriyle örtüşür. Ancak, Türk lehçeleri arasındaki kelime eş değerliği meselesi sanılandan çok daha karmaşıktır. Hatta aynı temel lehçeye dayanan ve birbirine çok yakın olan lehçeler arasında bile aktarmalarda kelime hataları görülmektedir. Aynı kaynaktan gelen kimi kelimeler zamanla bir lehçede farklı bir anlam ka- zanabilmektedir. Kelimenin anlam alanında, genişleme veya daralma olabileceği gibi anlam alanı tamamen de değişebilmektedir. Bunun sonucunda da diğer leh- çede kendisiyle aynı kaynaktan gelen kelime ile yalancı eş değer olmaktadır. Yalancı eş değer kelimeler konusunda Türkiye’de doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan çalışmalar mevcuttur.9 Türkiye Türkçesi ile aynı grupta bulunan Azerbay- can Türkçesi ve Türkmen Türkçesindeki yalancı eş değerler ile ilgili çalışmaların olduğunu, ancak Gagauz Türkçesinde bu konu üzerinde pek durulmadığı görül- mektedir. Yapılan bir çalışmada sadece Gagauz Türkçesinin Sözlüğü’nü10 esas alınmış ve Türkiye Türkçesindeki karşılıkları verilmiştir.11 Çalışmada her iki leh- çede de kelimelerin sadece birinci (asıl, temel) anlamları esas alınmış olup yalancı eşdeğerlikler buna göre belirlenmiştir. Kelimelerin diğer yan anlamları çalışmaya dâhil edilmemiştir. Tek bir sözlüğe dayalı bu çalışmada eksiklikler ve yanlışlar bulunmaktadır. Bu da bize hem sözlüklerdeki eksikliği hem de araştırmacının Gagauz Türkçesine tam olarak hâkim olmadığını göstermektedir. Diğer Türk lehçeleri arasında olduğu gibi Gagauz Türkçesi ile Türkiye Türkçe- si arasında da birçok yalancı eş değer kelimelere rastlanmaktadır. Yalancı eş değer kelimeler hemen hemen her kelime türünden olabilir. Bu tebliğde, çocuk, don, kiyat, kuan, paalı, şurup, hem, da/dä üzerinde durulmuştur. çocuk: Gagauz Türkçesinde çocuk ile Türkiye Türkçesindeki çocuk kelimeleri ay- nı kaynaktan gelmelerine rağmen yalancı eş değerdir. Çünkü, Türkiye Türkçesin- de çocuk “küçük yaştaki oğlan veya kız” anlamında; Gagauz Türkçesinde ise çocuk 204 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

“erkek çocuğu” anlamındadır. Türkiye Türkçesinde kullanılan çocuk “küçük yaştaki oğlan veya kız” sözcüğünün Gagauz Türkçesinde eşdeğeri uşak’tır. Aşağıda verilen ikinci cümlede hem çocuk hem de uşak sözcükleri geçiyor. Aktaran kişi aralarındaki anlam farkını bilmiyorsa yanlış aktarmış olur. Kakunun oldu uşaa. Bekldilär çocuk, ama duudu kız.(P. 124); TT. Ablamın ço- cuğu oldu. Erkek beklediler, ama kız doğdu. Te koca çocuk, ama bana deyin hep taa uşak… (Gag.L. 213); TT. İşte kocaman oğlan, ama banim için hep daha çocuk(tur)… don: Gagauz Türkçesinde geçen don kelimesinin ses bakımından karşılığı olan don Türkiye Türkçesinde de kullanılmaktadır. Ancak bu kelime Gagauz Türk- çesindeki aslıyla anlam bakımından ancak Türkiye Türkçesinin bazı ağızlarında (Yenikent *Aksaray -Niğde; Yukarıdinek *Şarkikaraağaç -Isparta)12 örtüşmekte, yazı dilinde ise elbise, giysi kelimesiyle karşılanmaktadır. Gagauz Türkçesinde ise don “pantolon” anlamındadır. Sän ne ölä benizsizsin? Donnarın da yırtık... (P. 271); TT. Sen neden öyle sol- gunsun? Pantolonun da yırtık… kiyat: Gagauz Türkçesinde kiyat “kağıt, kitap, mektup, başarı belgesi” anla- mında kullanılırken Türkiye Türkçesinde kağıt sözcüğünün “kitap ve mektup” an- lamları bulunmamaktadır. Bundan dolayı aktaran kişi sözcüğün tüm anlamlarını bilmezse yanlış aktarır. Dastanı da üüreneceniz bu kiyatta. (AD. 54); TT. Destanı da bu kitaptan öğ- reneceksiniz.

Şansora tiren gitcek onuştan bitirerim bu kiyatçıımı… (P. 59); TT. Artık tren kal- kacak (kalkmak üzere), bundan dolayı bu mektubu (mektubumu) bitiriyorum… Yine Gagauz Türkçesinde kiyat+laş- fiilini “kağıtlaşmak” değil de “mektup- laşmak” anlamında aktarılması gerekir: Bizim sevgililerimiz kiyatlaşırmışlar… (Gag.L. 258). kuan: Gagauz Türkçesinde kuan sözcüğü “arı” (GRRS. 424) anlamında kulla- nılırken Türkiye Türkçesinde kovan sözcüğünün “1. fişeğin kapsül, barut ve kur- şun taşıyan yuva bölümü, kapçık; 2. çoğunlukla toprak veya tahtadan yapılan arı barınağı” anlamları bulunmamaktadır. Aktaran kişi sözcüğün anlamını bilmezse yanlış aktarır. …çiçeklerin dolayında işçi, şeremet kuannar bızırdardı. (AD. 7); TT. Çiçekle- rin etrafında çalışkan, gayretli arılar vızıldardı.

205 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Açan başladılar kuannar dalamaa beni…(P. 136); TT. Arılar beni sokmaya baş- ladıklarında… paalı: Gagauz Türkçesinde paalı sözcüğü Türkiye Türkçesinde pahalı şeklin- de kullanılmaktadır. Ancak, bu sözcük Gagauz Türkçesinde “1. değerli, kıymetli; 2. fiyatı yüksek olan, pahalı” anlamında kullanılırken Türkiye Türkçesinde “fiyatı yüksek olan, ucuz karşıtı” anlamında kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinde pa- halı sözcüğünün “değerli, kıymetli” anlamları bulunmamakta, “değerli, kıymetli” anlamında değerli sözcüğü kullanılmaktadır. Bundan dolayı aktaran kişi sözcüğün tüm anlamlarını bilmezse yanlış aktarır. Aşağıda verilen örneklerde paalı sözcüğü birinci cümlede” fiyatı yüksek olan, pahalı”, ikinci ve üçüncü cümlede ise “değerli, kıymetli” şeklinde aktarılmalıdır. Onnar toomnuk satın alér üç kat paalı başka erlerdän. (P. 215); TT. Onlar tohu- mu başka yerden üç kat (daha) pahalı satın alıyorlar. Onun gibi paalı hem gözäl yurtluk bana yoktur. (AD. 14); TT. Benim için onun gibi değerli ve güzel vatan yoktur. Arkadaş paradan taa paalı. (GTS: 190); TT. Arkadaş paradan daha değerlidir. şurup: Gagauz Türkçesinde şurup kelimesinin ses bakımından karşılığı olan şurup Türkiye Türkçesinde de kullanılmaktadır. Ancak, Türkiye Türkçesinde şurup “çok kaynatılarak koyulaştırılmış şerbet; 2. çeşitli meyve özleri ve şekerin kaynatıl- masıyla elde edilen içecek; 3. içinde çok miktarda şeker bulunan koyu sıvı kıvamda olan ilaç” anlamında; Gagauz Türkçesinde ise şurup “somun, vida” anlamındadır. Sözcük Rusça kökenlidir. …ceplerimizdän analarımız etiştirämezdilär şurupları hem yenserleri sıbıtmaa. (Lİ. 60); TT. Annelerimiz ceplerimizden vidaları ve çivileri atmaya yetişemezdiler. hem: Aşağıdaki örneklerde geçen hem edatının ses ve yapı bakımından Türkiye Türkçesindeki karşılığı hem, eşdeğeri ise ve bağlama edatıdır. Söz konusu edat Türkiye Türkçesine hem olarak değil, ve bağlama edatıyla aktarılmalıdır. Araslan Bey hem bizanslılar. (AD. 64); TT. Eraslan Bey ve Bizanslılar.

Suyun üstündä biyaz hem mavi popaz beygirleri uçuşardılar… (AD. 7); TT. Su- yun üzerinde beyaz ve mavi yusufçuklar uçuşurdu. da/dä: Yine da/dä edatı ses ve yapı bakımından Türkiye Türkçesindeki karşılığı da/de, eşdeğeri ise ve bağlama edatıdır. Bundan dolayı aktarıcı da edatını aynen almamalı, bunun yerine Türkiye Türkçesindeki ve edatını kullanmalıdır.

206 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Varaklı pindi yolda geçär bir maşinaya da gitti Taşküüyünä. (P. 99); TT. Varaklı yoldan geçen arabaya bindi ve Taşköyü’ne gitti.

Yazım ve Noktalama İşaretleri Düzeyindeki Hatalar Yazım birliği için herkesin yazım kurallarına uyması ve bunun için de bir anayasa kuruluşu olan TDK’nin çıkardığı yazım kılavuzuna riayet etmesi şarttır. Ancak birçok eserde bu göz ardı edilmekte, yazım ve noktalamaya dikkat edilme- mektedir. Bu dikkatsizlikten, lehçeden lehçeye aktarma alanı da nasibini almak- tadır. Kimi zaman aktaran kişinin özensizliğinden, kimi zaman da kaynak metnin etkisiyle yazım ve noktalama yanlışları oluşmaktadır. Gagauz Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarma yapılırken yazım ha- taları olarak genellikle küçük ve büyük harflerin kullanımında, noktalama işaretle- rinin kullanımında, birleşik kelimelerin yazımında görülmektedir. Bazı aktarma- larda kelimelerin yanlış yazıldığı görülmektedir. Kimi yanlış yazımlar şaşırtıcı dü- zeydedir. Mesela, Gagauz Türkçesinde biyaz, nülfer, herkez, yada, vakıt, insannar, han, braktı, ufak-tefek, ozaman, beşüz, nezaman, oğuz, Altaydan vb. şeklinde yazılan sözcükler Türkiye Türkçesine aktarılırken neredeyse aynı şekilde yazılmaktadır. Halbuki, bu sözcüklerin doğru yazılışları sırasıyla beyaz, nilüfer, herkes, ya da, vakit, insanlar, Han, bıraktı, ufak tefek, o zaman, beş yüz, ne zaman, Oğuz, Altay’dan şek- linde olmalıdır. Bu tür hatalar da bize, lehçeler arasında aktarma yaparken kaynak metnin lehçesinin değil, hedef metnin lehçesinin yazım kuralları göz önünde bu- lundurulması gerektiğini göstermektedir. Lehçeler arası aktarmaların en zor yanlarından birisi, deyimin deyimle kar- şılanmasıdır. Bunu bir dereceye kadar sağlayacak deyim sözlükleri bugüne ka- dar ihmal edilmiştir. Atasözlerinde kelimelerin bire bir aktarımı yeterli değildir. Çünkü ortak olan atasözlerinin büyük bir kısmı bile, farklı Türk boylarında farklı varlıklarla ilişkilendirilmiştir. O yüzden bunların aktarımı sırasında hedef lehçe- deki bazı kelimeler, kaynak lehçede hiç ilgisi olmayan kelimelerle yer değiştirmek durumundadır. Aksi takdirde aktarılmış atasözleri, hiçbir mana ifade etmeyebilir. Bu yüzden deyim ve atasözlerini aktarırken her iki dildeki deyimlerin anlamlarını, mukabilleri çok iyi araştırılmalıdır.

Sonuç Tebliğde Gagauz Türkçesi - Türkiye Türkçesi örneği üzerinden Türk lehçeleri arasındaki aktarma sorunları incelenmiştir. Aktarma hataları; “ek”, “kelime”, “söz dizimi”, “atasözleri ve deyimler” ve “yazım ve noktalama” gibi dilin hemen hemen her düzeyinde görülmektedir.

207 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Her iki lehçeyle ilgili problemler, çok çeşitlilik arz etmektedir. İnsan yetersiz- liği ve kaynak azlığı, iki önemli sorundur. Bu sorunları çözmek için, öncelikle an- lamları bire bir verilmiş sözlükler ve karşılaştırmalı gramerler hazırlanmalıdır. Bu noktada genel sözlüklerin yanı sıra iki yönlü deyim sözlükleri, terim sözlükleri ve kişi/yer adları sözlüklerinin de hazırlanması, bütün gramer özelliklerinin yer aldı- ğı ayrıntılı lehçe gramerlerinin uzmanları tarafından hazırlanmış olması gerekir. Aslında her lehçenin grameri kendi içinde yazılmış olmasının yanında lehçelerin karşılaştırmalı gramerlerine de ihtiyaç vardır. Aktaran kişinin bilgi ve kültür düzeyi de aktarılan metni etkiler. Aktarmada sadece gramer ve sözcük bilmek, her zaman yeterli olmayabilir. Bu yüzden aktaran kişi, ilgili lehçelerin kültürünü de çok iyi bilmelidir. Aynı zamanda aktaran kişi, aktarma yapacağı iki lehçenin gramer yapılarını bütün yönleriyle bilmek duru- mundadır. Ses, şekil, köken, anlam ve cümle bilgisini karşılıklı olarak yeterli sevi- yede bilmeyen aktarıcılar; sıkıntı yaşayabilirler. Gagauz Türkçesi ile Türkiye Türkçeleri arasındaki yakınlık, Gagauz Türkçe- sindeki bazı kelimelerin Türkiye Türkçesinde var olan şekliyle algılanması, metin- lere anlam bakımından doğru yaklaşmamıza engel teşkil etmektedir. Bu şekilde Gagauz Türkçesine tam hâkim olmadan, söyleyiş farklılıklarının anlama katacağı zenginlikleri hesaba katmadan yapılan aktarmalar metni anlamdan soyutlayıp bir kelime yığını haline getirmektedir. Gagauz Türkçesi ve Türkiye Türkçesi arasında karşılıklı olarak aktarma yapanların her iki lehçeye de hâkim olmaları ve bu işi bir bilim adamı titizliği ile yapmaları gerekmektedir. İdeal bir aktarma yapabilmek için aktarıcının hem kaynak lehçeyi hem de he- def lehçeyi çok iyi biliyor olması gerekir. Ancak, aktarma sonucunda metin hedef lehçede yeniden kurulduğu için hedef lehçeyi iyi bilmek daha da önemlidir. Metnin aslına aşırı derecede bağlı kalmak da çeşitli hatalara sebep olmaktadır. Mesela, kaynak lehçedeki bazı söz dizimi yapıları, hedef lehçeye uygun olmadığı hâlde sırf metnin aslına bağlı kalmak için aktarmada aynı biçimde kullanılmak- tadır.

1 Necati Demir, “Bir Tuva Masalının Türkiye Türkçesine Aktarılması”, Sibirya Araştırmaları, (yay. haz. Emine Gür- soy-Naskali), İstanbul 1997, s. 379-389. 2 Ayrıntılı bilgi için bk. İ. Boztaş ve diğerleri, “Avrupa Topluluğu ve Uluslararası ilişkilerle ilgili Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Alan Odaklı Sözcüklerden Kaynaklanan Çeviri Sorunları”, Tömer Çeviri Dergisi 10. Özel Kuram Sayısı, 1997, s. 93-100; M. Durak, “Yanlışlar ve Kabul-Edilebilirlik Gramatiği Üzerine”, Tömer Çeviri Dergisi 10. Özel Kuram Sayısı, 1997, s. 11-22; T. İnal, “Fransızca-Türkçe Hukuk Metinlerinin Çevirilerinde Karşılaşılan Güçlükler”, Tömer Çeviri Dergisi 10. Özel Kuram Sayısı, 1997, s. 73-78; A. Öylek, “Fransızca-Türkçe Dillerinde Ekonomi Alanında Karşı- laşılan Çeviri Sorunlarına Sınırlı Bir Yaklaşım”, Tömer Çeviri Dergisi 10. Özel Kuram Sayısı, 1997, s. 65-68; A. Göktürk, Çeviri: Dillerin Dili, Yapı Kredi Yayınları 396, İstanbul 2002, s. 80-91. 3 Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Dilinde Yapı Bakımından Fiiller, İstanbul 1991, s. 33. 4 Nadejda Chirli, “Употребление одного падежа в значении другого в гагаузском языке”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat

208 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Dergisi, Sayı: 30, Güz/ 2010, Ankara 2012, s. 7-21. 5 Özkan, Nevzat (1996), Gagauz Türkçesi Grameri, TDK Yayınları, Ankara 1996, s. 174. 6 Lüdmila Pokrovskaya, Sovremennıy Gagauzskiy Yazık (kurs lektsiy), Komrat1997, s. 164. 7 Özkan, Nevzat (1996), Gagauz Türkçesi Grameri, TDK Yayınları, Ankara 1996, s. 174. 8 Uğurlu, M., Die ‚falschen Freunde‘: Ein Problem bei der Übersetzung zwischen den Türksprachen, 5. Deutsche Turko- logenkonferenz, Mainz-Almanya, 2002, 9 Ahmet B. Ercilasun, “Türk Lehçelerinin Anlaşılmasında Dikkat Edilecek Noktalar”, Dil Dergisi, Ankara 1992, s. 28–42; Ahmet B. Ercilasun, “Lehçelerden Türkiye Türkçesine Aktarma”, II. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı-Tebliğler, 8–10 Aralık 1994, baskı: Ankara 1995, s. 41–45; Ahmet B. Ercilasun, “ Lehçeler Arası Aktarma “, Türk Dünyası Üzerine İn- celemeler, Ankara 1997, s. 91–100.; Yusuf Gedikli, “Türk Lehçelerinden Metin Aktarma Yolları ve Metin Aktarmanın İlke ve Meseleleri”, II. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı-Tebliğler, 8–10 Aralık 1994, baskı: Ankara 1995, s. 58–69.; N. Mahmudov, “Ortak Kelimeler Ortak Anlamlar mı Demektir? (Akraba Dilleri Öğrenmede Kelime Hazinesi Problemi), Dil Dergisi, Ankara 1994, 17, s. 15–19.; A. Resulov, “Akraba Diller ve Yalancı Eşdeğerler Sorunu”, Türk Dili, 524, Ankara 1995, s. 916–924.; Ayşe İlker, “Lehçeden Lehçeye Aktarma Üzerine bazı Düşünceler”, III. Uluslar Arası Türk Dili Kurul- tayı, Ankara, 26–28 Eylül 1996 (Baskı: Ankara 1999, s. 553–560).; Mustafa Uğurlu, “Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Meseleleri ve ‘Abay Yolu ‘ Romanı”, Bilig,15, Ankara 2000, s. 59–80.;Uğurlu, “Kırgız ve Türkiye Türkçesi Arasında Bire Bir Kelime Eşdeğerliği.’Camiyla’; Romanındaki Meseleler Üzerine”, Lars Johanson Armağanı, Ankara 2002, s. 389–401.; Mustafa Uğurlu, “Türk Lehçeleri Arasında Kelime Eşdeğerliği”, Bilig, 29, Ankara 2004, s. 29–40.; Seyitnazar Arnazarov, “Türkmen ve Türkiye Türkçelerinde Aynı Kelimelerle İfade Edilen Bazı Sıfatlardaki Anlam Farklılıkları Üzerine”, Ortak Dil Türkçe Paneli, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, 29 Mart 2002. (baskı: Dil Dergisi, Sayı: 113 Ankara Mart-Nisan 2002, s. 72–77).; Seyitnazar Arnazarov, “Türkmen ve Türkiye Türkçesinde Bazı Ortak Adların Anlam ve Nüans Farklılık- ları Üzerine”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara, 8–10 Mayıs 2002,(baskı: Ankara 2004, s. 56–62).; Seyitnazar Arnazarov, “Türkmen ve Türkiye Türkçesinde Bazı Ortak Fiillerde Yalancı Eşdeğerlik”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara 2004.; Seyitnazar Arnazarov “Türkmen ve Türkiye Türkçesinin Ortak Fiillerinin Anlam Bakımından Genel Bir Mukayesesi”, V. Uluslar Arası Türk Dili Kurultayı, Ankara, 2004,(baskı: Ankara 2005, s. 193–220).; Ahmet Karadoğan, Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Sorunları, Türkmen Türkçesi-Türkiye Türkçesi Üzerine Bir İnceleme, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (basılmamış doktora tezi) Kırıkkale 2004. 10 G.A. Gaydarcı, E.K.Koltsa, L.A. Pokrovskaya, B.P.Tukan tarafından hazırlanan; (çev. Prof. Dr. İ. Kaynak ve Prof. Dr. A. M. Doğru, Ankara 1991. 11 Himmet Büke, “Gagauz Türkçesi ve Türkiye Türkçesi Arasındaki Yalancı Eşdeğerler”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 6 Sayı: 2014-Haziran, s. 215-229. 12 Derleme Sözlüğü, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_ttas&view=ttas Kısaltmalar Gag. : Gagauz Türkçesi TT. : Türkiye Türkçesi P. : Pro z a Lİ : Legendanin İzi, GTS : Gagauz Türkçesi Sözlüğü AY : Akar Yıldız HO : Hazır Ol DÖ : Dattım Ömürden mec. : mecazi bk. : bakınız İT : İlkyaz Türküsü Rus. : Rusça GD : Gagauz Destanları GTG : Gagauz Türkçesi Grameri Gag.L. : Gagauz Literaturası AD : Ana Dili GRRS : Gagauzca-Rusça-Rumınca Sözlük

209

BATI KARADENİZ HAVZASINDA İSTİKRARSIZLIĞA İLİŞKİN RİSKLER KARŞISINDA GAGAUZLAR

Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA

Giresun Üniversitesi

Özet Karadeniz havzasının batı kıyıları, 2000’li yılları doğu kıyısına kıyasla daha sakin ge- çirmektedir. Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyelikleri ile tipik post Sovyet çatışmaların görüldüğü Kafkasya’dan farklı dinamikler taşıması bunun önemli nedenlerindendir. Ancak Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrasında, Rusya’nın Karadeniz’in Batı havzasına ilişkin de adım- lar atma ihtimali üzerinde durulmuş, Transdinyester gibi bazı meseleler yeniden gündeme gelmiştir. 1990’larda Transdinyester ve Gagauz Yerinde yaşanan olayların yeniden nükse- debileceği, buradan hareketle Rusya’nın; Ukrayna’yı Batı’dan kuşatma ve NATO’nun ge- nişlemesine ileriden cevap verme hamlesinde bulunabileceği değerlendirmeleri yapılmıştır. Bu çalışmada, Batı Karadeniz havzasında bölgesel güvenliğe yönelik risk unsurları üze- rinde durularak Gagauz toplumunun bu riskler karşısında bölgede istikrara yapabileceği katkı değerlendirilecektir. Abstract The Western shores of the Black Sea basin are experiencing calmly when it compares to the Eastern shores in 2000’s. The EU membership of Romania and Bulgaria and region’s dynamics that differs from Caucasia where the typical Post Soviet conflicts widely seen may HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

be among important reasons for that. However After Russian annexation of Crimea, com- ments have been made on probable steps to be taken by Russia in West Black Sea region, under this context, problems such as Transnistria came to the fore. Some evaluation have been made towards reemergence of the events those happened in 1990’s in Transnistria and Gagauz Yeri and moving from this point Russia’s possibility to encircle Ukraine from west and respond NATO enlargement from outpost line. Within this work, it is aimed to dwell on notions of security risks in the West Black Sea basin and to evaluate the possible contributions those can be made by Gagauz people in contrary to those risks.

Giriş Karadeniz havzası; geniş anlamıyla Karadeniz’e kıyıdaş olan devletler yanında, Batı’da Balkanlar ve Doğu’da Kafkasya alt sistemlerini de içeren bir jeopolitik alandır. Bu alan, neredeyse bütün klasik jeopolitik teorilerde önem atfedilmiş, As- ya, Avrasya ve dünya hâkimiyetine giden yolun ilk adımı olarak takdim edilmiş bir bölgedir. Elbette, jeopolitiğin klasik tanım ve muhtevasında, teknolojik, doğal ve siyasi gelişmelere bağlı değişiklikler olmuştur. Bununla birlikte bölge, halen küresel ve bölgesel güç yarışında son derece önemli bir yer tutmaktadır. Daha yakın zamanlarda ABD’nin Avrasya politikasına odaklanan çalışmalarda da, jeo- kültür başlığı altında toplanabilecek çalışmalarda da Karadeniz havzasının önemi bir kez daha ortaya konmuştur. Esasen bu bölgenin jeopolitik önemi, Rus-Orto- doks, Türk-Müslüman ve Batı-Katolik siyasi/kültürel dünyalarının kesişme ala- nında olmasından, etnik ve dinsel çeşitlilik barındırmasından, tarihi ve güncel ulaşım-iletişim hatlarının bu bölgeden geçiyor olmasından ve son olarak doğal zenginliklerinden kaynaklanır. 1990’lı yıllarda Karadeniz havzasının politik ikliminde, enerji kaynaklarına ve bu kaynakların nakil güzergahlarına ilişkin yarış ile bölgedeki etnik-ülkesel (te- ritoryal) çatışmalar belirleyici olmuştur. 2000’li yıllara gelindiğinde ise, gerek bu çatışmalarda varılmış ateşkes (veya nadiren barış) uzlaşıları yanında, Rusya’nın to- parlanması süreci yeni bir safha başlatmıştır. Bu yeni safhada, Rusya’nın eski Sov- yet coğrafyasına ilişkin faaliyeti artmış, bu faaliyet ekonomi ile sınırlı kalmamış, bölge devletlerinin iç siyasal konularına ve birbirleri ile ilişkilerine de yönelmiştir. Karadeniz havzasına ve genel olarak Avrasya’ya, Brzezinski’nin ifadesiyle ilk defa bölge dışından bir aktörün başat güç olarak dâhil olmasıyla1, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Romanya, Moldova, Bulgaristan, Beyaz Rusya ve Tür- kiye gibi bölge devletlerinin iç ve dış politikalarında önemli olaylar ve süreçler birbirini izlemiştir. Karadeniz’in doğu yakasında, bu yeni süreci en aktif yaşayan devlet Gürcistan 212 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR olmuştur. 2003 Kasımında, Sovyetler Birliği’nin son Dışişleri Bakanı Eduard Şe- vardnadze’nin Gürcistan Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmasıyla sonuçlanan Gül Devrimi, Kafkasya’nın bu önemli transit ülkesinde köklü iç ve dış politika değişikliklerinin başlangıcı oldu. Gürcistan’ın yeni Cumhurbaşkanı Mihail Saa- kaşvili, ekonomi, eğitim, maliye, sağlık, emniyet, gümrükler gibi pek çok alanda köklü değişiklikler yanında, Türkiye sınırındaki Acara Özerk Cumhuriyeti’nde merkezin otoritesi dışında hareket eden ancak Aslan Abaşidze yönetimine son verdi.2 Etnik fay hattının daha zayıf olduğu bu bölgedeki değişiklik pozitif tesir doğurduysa da, 4 yıl sonra Abhazya ve Osetya’ya müdahalenin neticesinde Rusya Ordusu 10 yıllık bir aradan sonra fiilen Güney Kafkasya’ya yeniden girdi. Litera- türe Ağustos 2008 Savaşı olarak giren bu savaş, Abhazya ve Osetya’nın Tiflis’ten daha kalın çizgilerle ayrılışı yanında Rusya’nın yakın çevresine karşı duyarlılığının düzeyini de ortaya koyuyordu.3 Rusya ile savaşın ekonomik sonuçları, toplumsal beklentilerin karşılanamamış olması ve ülke bütünlüğünün yeniden tesisine yöne- lik inançtaki azalma, Saakaşvili ve onun temsil ettiği çizginin 2013’te hâkimiyeti kaybetmesine yol açtı. Karadeniz’in kuzeyinde ise Dugin tarafından Avrasya’nın yumuşak karnı olarak tanımlanan Ukrayna neredeyse Gürcistan’daki gelişmelerle eş zamanlı ve içerik olarak da benzer süreçler yaşadı. Gül Devrimi’nden tam bir yıl sonra Ka- sım 2004’te başlayan ve ertesi yıl Ocak ayında Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç’in mağlubiyeti, Batı yanlısı Yuşçenko’nun galibiyeti ile sonuçlanan Turuncu Devrim, artık üçüncü durağın neresi olacağının ve bu yönetim değişikliklerine Rusya’nın göstereceği tepkinin düzeyinin merakla beklenmesine yol açtı. 2005 yılında Kırgı- zistan’da Asker Akayev’in yönetimi bırakmasıyla sonuçlanan ve Lale Devrimi de- nilen olay, bu süreçlerin Türkistan’daki tek örneğini oluşturdu. Ancak Ukrayna’da 2010 yılında aksi istikamette başlayan akış, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Ukrayna’daki 2010 yılı parlamento seçimlerinde ikinci turunda Rusya yanlısı Vik- tor Yanukoviç’in rakibi Batı yanlısı Timoşenko’yu %3,5 oy farkla geride bırakma- sından sonra Karadeniz Filosunun görev süresinin 2047 yılına kadar uzatılmasına, AB ile ticaret ortaklığı anlaşmasının onaylanmamasına, Euromeydan olaylarına, Kırım’ın ilhakına ve Doğu Ukrayna’daki savaşa kadar olan süreç bütün dünya ta- rafından dikkatle izlenmiştir.

Batı Karadeniz Havzasında İstikrarsızlığa İlişkin Riskler Batı Karadeniz havzasında siyasal ve güvenlik bakımından tablo 2007 yılın- dan itibaren esaslı olarak değişmiştir. 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyesi olmasıyla, birlik Karadeniz’e kıyıdaş hale gelmiş, bir dış halkada yer alan Balkan devletlerinden Hırvatistan 2011 yılında Katılım Anlaşmasının AB

213 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

üyelerince onaylanmasını müteakiben 2013 yılında birliğe dahil olmuş, Sırbistan, Arnavutluk, Makedonya ve Karadağ’a tam üye adaylığı statüsü verilmiş, Bosna Hersek ve Kosova ise potansiyel adaylar olarak sıraya girmişlerdir. Öte yandan, NATO’nun 2004 yılındaki genişlemesiyle Doğu ve Güneydoğu Avrupa’daki güvenlik yapılanması büyük ölçüde değişmiş, Baltık Devletleri, Slo- vakya, Slovenya yanında Bulgaristan ve Romanya da Kuzey Atlantik İttifakına dahil olmuşlardır. 2009 yılında bunları Arnavutluk ve Hırvatistan izlemiştir. Şu anda, Bosna Hersek, Makedonya ve Karadağ için Üyelik Hareket Planı dediğimiz MAP süreci devam etmektedir. Hatırlamamız gerekir ki, Ukrayna’da Turuncu Devrim sonrası yönetimin MAP başvurusu sonrasında Rusya adına gerek Medvedev gerekse Putin’den Uk- rayna’nın NATO üyeliğini ulusal güvenliklerine açık bir tehdit olarak gördükleri istikametinde açıklamalar gelmişti. Ağustos 2008 savaşında Rusya’nın Gürcis- tan’a sert ve ani müdahalesi sırasında, NATO’nun MAP’ı yani Üyelik Hareket Planını yürürlüğe koymamasının etkisi olduğu iddia edilmiştir. Rusya’nın Kırım ilhakından sonra, Aralık 2015’te, Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde NATO faa- liytlerini ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak ilan ettiğini, dolayısıyla bundan sonra NATO-Rusya diyaloğunun da zorlaştığını unutmamak gerekir.4 Kırım ilhakı ve Donbas savaşı ile birlikte NATO’nun Batı Karadeniz havza- sında ciddi bir hareketlenme içinde olduğunu, ABD ve genel anlamda Batı’nın Ukrayna’da savaşa doğrudan müdahil olmamakla birlikte bu ülkenin Rusya karşı- sında siyasi, ekonomik ve askeri olarak desteklendiğinin altını çizmemiz gerekir. Batı açısından bu, tedbir alınmaması durumunda daha yeni boyutlar kazanabile- cek bir Rusya yayılmasının sınırlanması için de, kontrol dışı ve güce dayalı harita değişimlerinin önünü almak için de zorunlu görülüyor. Ayrıca ABD için küresel hegemonik üstünlüğü 21. Yüzyılda sürdürmenin de başka yolu yok gibi görünüyor.

Kırım İlhakı sonrasında NATO ve Rusya Cephelerindeki hareketlilik 2014’ten beri, Rusya’nın Avrupa’daki topraklarında ve NATO’nun Doğu Av- rupa / Batı Karadeniz havzasındaki coğrafyasında, askeri anlamda hareketlilik mevcuttur. Mesela, 26 Şubat-3 Mart 2014 arasında Rusya 150.000 kara hava ve deniz personelinin 90 uçak, 120 helikopter, 800 tankın katıldığı bir tatbikat ger- çekleştirmiştir. Bunu, aynı ayın sonunda yapılan ve 10.000 personelin katıldığı bir Stratejik Nükleer Güçler tatbikatı takip etmiştir. Mayıs ayında Putin’in de bizzat katıldığı bir başka Stratejik Nükleer Güç Tatbikatı yine yapılmıştır. 21- 28 Haziran 2014’te hedefinin NATO’nun Afganistan’dan çekilmesi sonrasında Orta Asya’daki duruma hazırlık olduğu belirtilen ve 65.000 personelin katıldığı bir başka tatbikat yapılmıştır. Bunu, 5-10 Aralık 2014’te Rus anakarası ile bağ- 214 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lantısı olmayan (eksklav) Kaliningrad’ta yapılan ve İskender füzelerinin yeniden yerleştirilmesini içeren tatbikat izlemiştir. Şubat 2015’te peşpeşe füze savunma sisteminin saldırılara karşı hazırlıklığı ve hava indirme tatbikatları, yine 16-21 Mart 2015’te ise Kuzey Denizi, Baltık ve Karadeniz Filolarından, kara ve hava unsurlarından 85.000 personelin görev aldığı daha sonra kapsamı da genişletilmiş bir başka tatbikat yapılmıştır. Takiben Ağustos 2015’te KGAÖ üyesi devletlerin ortak tatbikatı yapılmıştır. Bu tatbikatta harp senaryosu “Doğu Avrupa’da yasa dı- şı silahlı örgütün faaliyetini önleme” olarak belirlenip uygulanmıştır. 2015’in Eylül ve Ekim aylarında da yukarıdakilere benzer tatbikatlar gerçekleştirilmiş, bunları ağırlıkla Rus ordusunun Merkez Batı ve Güney unsurları icra etmiştir. Buna karşılık NATO’nun da çeşitli kritik adımları olduğunu gördük: Krizin başlangıcında Mart 2014’te acilen Baltık bölgesindeki savaş uçağı sayısı 16’ya çıkarılmış, Polonya ve Romanya’daki Awacs görevleri artırılmış, Polonya ve Romanya’ya yeni ABD F16ları ve Kanada CF-18’leri getirilmiş, Baltık ülkeleri ve Polonya’ya 173. ABD Hava İndirme Tugayı unsurlarından bir miktar çekil- miş, Orta Avrupa’daki kara unsurlarının hareketliliği artırılarak yer değişikliği gö- revleri verilmiş, Nisan 2014’te Baltık Denizine bir NATO Mayın tarama gemisi konuçlandırılmış, Operation Atlantic Resolve adlı harekata ABD geniş kapsamlı olarak müdahil olmuş bu kapsamda 90 gün boyunca kara unsurlarına yer değiş- tirtilmiştir. Karadeniz’deki NATO gemilerine yeni unsurlar eklenmiş, Baltık dev- letleri, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Macaristan’daki NATO Entegrasyon Güç birimlerine lojistik ve koorinasyon amaçlı ek uzman askeri personel tahsis edilmiş, Romanya’nın Güneydoğusundaki çokuluslu bölük karargahının yüksek hazırlık düzeyi güçlendirilmiş, ABD’nin Almanya’daki Avrupa Aktivite Grubu- nun büyüklüğü tabur seviyesine çıkarılmış, Litvanya, Letonya ve Polonya’nın sa- vunma bütçeleri artırılmış, Polonya ABD menşeli füze sistemleri, Romanya Por- tekiz menşeli F-16’lar, Litvanya Alman menşeli bir obüsler, Estonya Hollanda menşeli piyade taşıyıcıları, Letonya İngiltere menşeli silahlı taşıyıcılar almıştır. Baltık devletleri ayrıca çeşitli hava savunma füzeleri ile anti tank sistemleri de edinmiştir. NATO unsurlarınca Doğu Avrupa’da sadece 2014-2015 yıllarında 25 kadar değişik büyüklükte tatbikat gerçekleştirilmiştir.5 En son 2016 Mayısında (3-20 Mayıs 2016) doğrudan doğruya 200 kadar askeri personel ve 58 mobilize unsur, 11 muharebe ve destek aracı, 18 Humvee, 29 ambulans ve nakliye aracının bulunduğu Amerikan askeri birlikleri Dragon Pioneer 2016 tatbikatı kapsamında Moldova’ya girmiştir.6 Bu hareketliliklerin özellikle hangi coğrafyalardaki potansiyel çatışmalara yö- neldiğine baktığımızda Baltık devletleri ile Moldova’nın öne çıktığını görürüz. Baltık devletlerinde bölgesel özerklik ve toprak/egemenlik ihtilafından ziyade

215 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR etnik Rus nüfus nedeniyle içeride politik istikrarsızlık kaynağı oluşması ihtimali üzerinde durulmakta. Ancak Transdinyester Kırım’ı daha fazla çağrıştıran bir örnek olarak doğrudan ayrılma ve iltihak / katılma senaryolarıyla gündeme geliyor.7 Burada sorunun 1990’lardan günümüze gelişim sürecini anlatmayacağım he- pimiz açısından gerek Transdinyester gerekse Gagauzya da süreç malumdur. Fakat güncel durumu Ukrayna bağlamında değerlendirmeyi zaruri görüyorum. Çünkü Ukrayna hem Moldova’nın hem de ayrıca Transdinyester’in en büyük komşusu- dur. Ulaşım, iletişim yolları bakımından sorunlu bölge Ukrayna hinterlandında yer almaktadır. Belirttiğim üzere, 2014 Kırım ilhakı sonrasında Transdinyester sorunu yeni- den akıllara gelmiştir. Ateşkes ve Transdinyester’in bağımsızlık ilanından sonra, Moskova Memorandumu olarak bilinen bir metin, Moldova ve Transdinyester’i çatışan taraflar Rusya, Ukrayna ve AGİT’i ise arabulucular olarak bir araya getir- miştir. 2006 yılında çözüm arayışında model yenilenmiş ve AB ve ABD de göz- lemci olarak sisteme dahil edilmişti. (5+2 Sistemi) Süreç her ne kadar 2011’den beri kurulduğu şekilde işlemese de dolaylı görüşmeler yoluyla devam etmektedir. Ukrayna, Transdinyester’in Doğu komşusu olarak aslında bu ayrılıkçı bölgenin dünyaya açılan penceresi konumundadır. Ancak şunu da hatırlayalım ki, Transdin- yester dahil Moldova nüfusunda ikinci büyük etnik grubu Ukrayinler oluşturuyor. Krize kadar Ukrayna hükümetleri, sınırdaki tedbirleri yumuşak tutmak, Trans- dinyester resmi yetkililerine Odessa üzerinden Rusya’ya geçme imkanı tanımak ve sınır ticaretini sürdürmek gibi adımlar atmış, bu bölgeyi muhasara etmek gibi bir politika izlemekten çekinmiştir. Öte yandan benzer bir sorunla (Kırım’la) yüzyüze olduğu için Moldova’nın toprak bütünlüğüne verdiği önemin de altını çizmiştir.8 Ancak Kırım ilhakı ve Doğu Ukrayna’da çatışmaların patlak vermesiyle, Uk- rayna Transdinyester konusunda teyakkuza geçmiştir. Kiev Hükümeti, Transdin- yesteri Odessa’ya çeşitli Rus özel birliklerinin sızmalarının olabileceği bir bölge olarka değerlendirmiş, sınır önlemlerini artırmış, sınırda kısmi yığınak yapmış, askeri tatbikatlar gerçekleştirmiştir. Transdinyester Yüksek Konseyi’nin bölgenin Kırım gibi Rusya’ya birleşebileceği yönündeki açıklamasından sonra Kiev’in has- sasiyeti daha da artmıştır. Transdinyester İçişleri Bakanlığı’nın Kiev’in endişele- rini gidermek üzere sınır güvenliği konusunda Ukraynalı yetkililerle görüşme- ler yapmasına rağmen, Ukrayna konuyu ciddiyetle ele almış ve Rus pasaportlu Transdinyesterli 16-65 yaş arası erkeklerin geçişine sınırlama getirmiştir. Bölge- nin Milli Gelirinde ciddi paya sahip olan yurtdışında çalışanların gelirlerine darbe vuracak önemli bir adım da atmış ve seyahatleri sınırlamıştır. 216 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Ukrayna ve Moldova hükümetleri, AB ile Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması’nı onaylamış durumdalar. Transdinyester, halihazırda AB’nin Otonom Ticaret Tercihleri olarak bilinen ATP rejiminden de yararlanmaktadır. Transdin- yester sorununun Rusya merkezli olarak nüksetmesi durumunda bölgenin AB pazarına erişiminin tamamen ortadan kalkacağı beklenmelidir. Tiraspol yönetimi Moldova ile olan ihtilafına rağmen bu ticari çıkarları düşünerek 2015’te AB’den kendilerine ilişkin ticaret konularının da Moldova dosyasına dahil edilmesini is- temişlerdi.9 Bölgenin Ukrayna üzerinden gelen Rus doğalgazına bağımlılığı, insan ve mal hareketliliğinin yegane çıkışının Ukrayna olması Kiev’i halen bu konuda güçlü kılan unsurlardır. Muhtemelen Ukrayna, Transdinyester ile temasın kesilmemesi, Tiraspol’ün Rusya’ya bağımlılığını artıracak adımlardan kaçınılması, mevcut sta- tünün kontrollü bir şekilde sürdürülmesi ancak Moldova’nın egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün gözetilmesi politikasını sürdürecektir. Bütün bunlar, Transdinyester bağlamında ortaya çıkabilecek yeni bir durumu engellemeye tek başına yetecek hususlar değil. İçeride ekonomik ve siyasi sıkın- tıların bulunması her zaman müdahaleye açık bir durum oluşturuyor. Rusya’nın Abhazya ve Osetya’da BDT kapsamında Gürcistan’da bulunan Rus askerlerine saldırılması gerekçesini kullandığı Ağustos 2008 savaşını hatırlarsak Transdin- yester’de bulunan 14. Ordunun da böyle bir gerekçenin zeminini oluşturabileceği akla gelebilir. Ancak bana göre, bugün konjonktür Rusya’nın arzu edeceği bir konjonktür değildir. Belki Kırım ilhakından önce Transdinyester sorununu gündeme getirmiş olsaydı eli daha güçlü olabilirdi. Kimbilir belki Kiev’deki yönetim değişikliği ger- çekleşmeseydi Rusya için Yanukoviç iktidarında öncelik Transdinyester olacaktı. Bugün her ne kadar Ukrayna toprak kaybı ve ülke içinde savaş yaşıyorsa da Rusya batısında kalın bir duvar örmüş, ambargo vb sınırlamalarla yüzyüze kalmış, aynı zamanda Suriye üzerinden Ortadoğu’ya da angaje olmuş bir durumdadır. Ayrıca, Rusya Kırım ilhakında kullandığı bazı argümanlardan bu bölgede mahrumdur. Mesela Putin’in Kırımlıların self determinasyon haklarının yanın- da Kiev’deki faşist ve baskıcı rejime karşı ayaklanma haklarının da bulunduğunu iddia ettiğini hatırlıyoruz. Dil kullanımı kültürü yaşatma, asimilasyon gibi meşru- iyet arayışında kullanılan ayrıntıların da hiçbirisi 20 yıldır kendi kendini yöneten Transdinyester örneğinde mevcut değildir.10 Ukrayna’nın Rus askeri hareketliliğine daha duyarlı olduğu bir dönemde Transdinyester’in yeni bir aşamaya geçmesi büyük sıkıntılar doğurabilir. Elbette bunun Ukrayna için de maliyeti büyük olacaktır. Muhtemel bir krizde Ukrayna, kendisi Polonya’ya göçmen veren bir ülke olarak Transdinyesterli göçmenlerle bile

217 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR yüz yüze kalabilir. Bu noktada, bölgesel gelişmeleri küresel bağlamlarıyla hatırlamak gerekir. Bu nedenle ABD’deki Başkanlık seçimlerini ve muhtemel yeni ABD yönetimini de dikkate almak gerekir. Rusya’nın 2008 hamlesi Bush’un topal ördek (giderayak) dönemine denk gelmişti. Obama ise ABD’nin muharip unsurlarını mümkün ol- duğunca savaş görevlerinin dışına çekmek gibi bir politika izlemişti. Şimdi ise daha Cumhuriyetçi adayın daha avantajlı göründüğü bir süreç yaşanıyor. ABD dış politikasında hareketlilik olacağına da kesin gözüyle bakılıyor. 2000’li yılların başında AB’nin Savunma ve Güvenlik yapılanmasındaki ba- ğımsızlık arayışlarının yerini de Transatlantik bağların güçlendirilmesi almış du- rumdadır. Bunun bir nedeni Avrupa kıtasında IŞİD ve vb. örgütlerden kaynak- lanan terör ise bir diğer nedeni de Rusya’nın Karadeniz havzasında izlediği ya- yılmacı siyasettir. Avrupa ülkelerinin ABD-NATO güvenlik kimliğine daha sıkı tutunmaları, Doğu Avrupa’da ya da Batı Karadeniz havzasında Rusya’nın elini zayıflatır.

Sonuç Gagavuzya çatışma potansiyeli bakımından ikinci kademede olmakla birlikte listede değerlendirilen bir bölgedir. Gagavuz yeri, Karadeniz’in Batı kıyılarında son derece kritik önemi haiz bir bölgede bulunmaktadır. Çevresi, etnik bakımdan bölgenin en heterojen bölge- lerinden birisidir. Ukrayin, Rus, Moldovan, Romen, Bulgar toplumlarının iç içe bulunduğu bu bölge, siyasi harita bakımından da karmaşık bir durumdadır. Li- teratürde “dondurulmuş çatışma” olarak ifade edilen sorunlardan Batı Karadeniz havzasındaki tek örnek olan Transdinyester (Dinyesteryanı sorunu) Gagavuz Ye- ri’ne komşudur. Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna Krizi, askeri güç kullanma seçeneğinden özenle kaçınan Batı’nın bölgeye yönelik politikasını gözden geçirmesini beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda, önce Rusya’ya yönelik çeşitli uluslararası yaptırımlara girişildiği ve Baltık-Karadeniz hattında NATO’nun bir takım yeni adımlar attığı görülmüştür. Karadeniz Havzasındaki güvenlik sorunları Küresel rekabet sonucu ateşi har- lanan bölgesel etnik/teritoryal anlaşmazlıklar niteliğindedir. Bu ortak özellik ne- deniyle birbirlerini etkilemektedir. Gürcistan ve Ukrayna’daki gelişmeler, gözleri Moldova’ya çevirmiştir. Bununla birlikte, Moldova’nın bugün, izlediği siyaset ba- kımından bu iki ülkeden daha çok denge arayışını elden bırakmamış olan Azer- baycan’ın durumu ile benzeştiği belirtilebilir. 218 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bu karmaşık ve riskli durum karşısında yüzyıllardır bölgede varlığını sürdür- müş olan Gagauz Türkleri’nin siyasi ve ekonomik olarak bekası ve gelişimi ön- celikli olarak görülmelidir. Zira Gagauz toplumuna ve yönetimine muhtemel bir kriz sürecinde, içinde AB, Moldova, Romanya’nın da bulunduğu Batı’dan ve Rus- ya’dan tazyikler olacak ve beklentiler açıklanacaktır. Bu çerçevede, Gagauz Cumhuriyetinin Özerk Statüsü ve Moldova’nın top- rak bütünlüğü çerçevesinde, Türk Dünyasının bu çok müstesna parçasının özenle korunması gerekecektir. Buradaki tarihi sorumluluğun yerine getirilmesi gerek Karadeniz havzası gerekse bütünüyle Avrupa için örnek olmaya devam edecektir. Gagauz yeri, muhtemel bir süreçte siyasal bütünlüğünü sürdürmek, toplum ön- derleri arasında söz birliğini sürdürmek ve muhataplarının ileri taleplerini kabul- lenmemek istikametinde bir iradeyi ortaya koyar, diplomaside üçüncü yol denilen alternatifleri değerlendirir ve çatışma eksenli siyaset izlemezse buna nail olabile- cektir. İzlanda, Malta, Lüksemburg, Karadağ gibi Avrupa ülkelerinin nüfusuna yakın bir büyüklüğe sahip olan Gagauz halkının refah ve gelişmesi, sadece bölgedeki is- tikrara katkıda bulunmakla kalmayacak, Türkiye’nin Batı Karadeniz havzasındaki devletlerle ilişkilerine de olumlu yansıyacaktır.

1 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, Çev. Yelda Türedi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s.269. Brzezinski bu çalışmasında, Tarihte ilk kez tek bir devletin gerçek kü- resel güç olduğunu, Avrasyalı olmayan bir devletin küresel önder olduğunu, yerkürenin merkezi arenası Avrasya’ya Avrasyalı olmayan bir gücün egemen olduğunu iddia etmektedir. 2 “Georgia takes control of renegade region, sets sights on two others”, Agence France-Presse, 6 Mayıs 2004, http://reliefweb.int/report/georgia/georgia-takes-control-renegade-region-sets-sights-two-others 3 Janusz Bugajski, Georgian Lessons: Conflicting Russian and Western Interests in the Wider Europe, A report of the CSIS New European Democracies Project and the Lavrentis Lavrentiadis Chair in Southeast European Studies, Kasım 2010, s.3. 4 Dönemin Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in 2011 yılındaki açıklamaları da aynı istikamette olmuştur. Bununla birlikte Rusya’nın yeni güvenlik yapılanması esasen 2008’de başlamış ve Devlet Silahlanma Programı 2011-2020 dönemine yönelik olarak karara bağlanmıştır. Bkz. Lukasz Kulesa, Towards a new Equilibrium: Minimising the risks of NATO and Russia’s New Military Postures, Policy Brief Şubat 2016, European Leadership Network, s.4-5. http://www.europeanleadership- network.org/medialibrary/2016/02/07/180d69f6/Towards%20a%20New%20Equilibrium%202016.pdf 5 Lukasz Kulesa, Towards a new Equilibrium: Minimising the risks of NATO and Russia’s New Military Postures, Policy Brief Şubat 2016, European Leadership Network, http://www.europeanleadershipnetwork.org/medialibrary/2016/02/07/ 180d69f6/Towards%20a%20New%20Equilibrium%202016.pdf 6 U.S. troops enter Moldova for Joint Military Exercise, 3 Mayıs 2016, The Moscow Times, http://www.themoscowtimes. com/news/article/us-troops-enter-moldova-for-joint-military-exercise/567822.html 7 After Crimea, Transnistria awaits Mother Russia, 3 Nisan 2014, http://www.turkishweekly.net/2014/04/03/news/after-c- rimea-transnistria-awaits-mother-russia/ 8 Thomas Frear, New Realities, Ukrainian Approach to Transnistria, 24 Mart 2015 http://www.europeanleadershipnetwork. org/new-realities-the-ukrainian-approach-to-transnistria_2569.html 9 Thomas De Waal, An Eastern European Frozen Conflict the Eu Got Right, 16 Şubat 2016 http://www.politico.eu/article/ transnistria-an-eastern-european-frozen-conflict-the-eu-got-right-moldova-russia-ukraine/ 10 Pål Kolstø, Transnistria is a bridge too far for Russia, https://www.opendemocracy.net/od-russia/p%C3%A5l-kolst%- C3%B8/transnistria-is-bridge-too-far-for-russia

219

GAGAUZ TÜRKLERİ DİL, TARİH VE KÜLTÜRÜNÜN TEMEL KAYNAKLARI

Prof. Dr. Necati DEMİR

Gazi Üniversitesi, [email protected]

Özet Bilim dünyası Gagauz adını, 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde etnik kimlik olarak geçen Gagavuz kelimesinden öğrenmiştir. Yapılan çalışmalar da bu yanlış bilginin üzerine inşa edilmiştir. Halbuki Gagauz adı, 1597’de itibaren Osmanlı Dönemi’nde tutulan tahrir defterlerinde geçmektedir. Gagauzların ilk yazılı eserlerinin de 19 yüzyılın sonların- da görülmeye başlandığı söylenmektedir. Bu da doğru değildir. Çünkü 1292-1295 tarihle- ri arasında Kırım taraflarında yazılmış Codex Cumanıcus (Kodeks Kumanikus) adlı eser, Gagauz Türlerinin ilk yazılı eseri sayılmalıdır. Osmanlı Dönemde tutulan tahriri defterleri, Saltıkname, Tevarih-i Al-i Selçuk, Seyid Lokman’ın Oğuznamesi de Gagauzlar ile ilgili temel kaynaklar arasındadır. Karaman Türklerinin Grek harfleri ile oluşturduğu eserler ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Gagauz Türkleri ile ilgili çok önemli bilgiler içermekte- dir. Bizansça, Arapça ve Farsça yazılan pek çok eser de Gagauz Türkleri ile ilgili bilgiler içermektedir. Bu eserler araştırmacıların ilgisini beklemektedir. Anahtar kelimeler: 1. Türk, 2. Gagauz, 3. Türk tarihi, 4. Türk dili, 5. Türk kültürü Abstract The Science World learned the word “Gagauz” as an ethnic identity from Russian cen- sus documents in 1817. Studies in this field was constructed on this wrong information. However, Gagauz name was mentioned in cadastral record documents during the period HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

of Ottoman since 1597. It is said that first Gagauz’s writing works showed up in the later periond of 19th century. Also, it is not true because it must be accepted that a writing work – named Codex Cumanicus- is the first writing work of Gagauz Turks and Codex Cumanicus was written around Crimean between 1292-1295. There are many primary resources about Gagauzs like that; cadastral record documents during Ottoman period, Saltıkname, Teva- rih-i Al-i Selçuk, Oğuzname by Seyid Lokman. Karaman Turks wrote works with Grek letter and these writing works and Seyahatname –The Travelogue- by Evliya Çelebi involve in very important informations about Gagauz Turks. There are many writing works involved in very important informations about Gagauz Turks and these were written in Byzantine Greeks, Arabic and Persian language. These works are waiting to be searched by researchers. Key Words: 1.Turk, 2. Gagauz, 3. Turkish history, 4. Turkish language, 5. Turkish culture

Giriş Belirleyebildiğimiz kadarıyla Gagauz adı ilk kez 1597 tarihli tahrir defterlerin- de kaşımıza çıkmıştır. Tahrir defterleri konusunda yapılan çalışmalar gecikince bilim dünyası Gagauz adını 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde etnik kimlik olarak geçen Gagavuz kelimesinden öğrenmiştir. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de ilk olarak İstoyan Cansızov’un “Balkan Şib-i Ceziresinde Türkler” (Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, c.17, İstanbul 1328) adlı makalesinde Gagavuzlardan bahsedilmiştir. Bu da 1910 yılına rastlamaktadır. Bu gerçekten çok yakın bir tarihtir. Yaşar Nabi Nayır, Türk Gagauzlar olarak kaydettiği Ga-gauz adının, Gök ke- limesinden gelen Gaga sözüyle Oğuz adının birleşmesinden meydana geldiğini, bunun için de bu Türklere Gök-Oğuz denilebileceğini söyler1. Yaşar Nabi Nayır’ın bu teklifi bilim dünyasında uzun süre kabul görmüştür ya da tartışılmıştır. Türkiye Türklüğü ise Gagauzları genel olarak 1931’de Romanya’nın başken- ti Bükreş’e elçi olarak atanan Hamdullah Suphi Tanrıöver ‘den öğrenmiştir. 5 Aralık 1944’e kadar bu görevini sürdüren Hamdullah Suphi Tanrıöver; Gaga- vuz Türkleri ile yakından ilgilenmiş, Gagauzyeri’ne Türkçe eğitim öğretim yapan okullar açtırmış, öğretmen yetiştirmek için pek çok Gagauz gencini Türkiye’ye getirmiştir. Gagauz Türklerinin dili, tarihi ve kültürünün temel kaynaklarının belirlenmesi konu ile ilgili çalışacakların kafa karışıklığının ortadan kaldırılması için son de- rece önemlidir. Gagauz Türklerinin dili, tarihi ve kültürü ile ilgili olarak yazılmış yüzlerce eser bulunmaktadır. Biz bulardan sadece ana kaynaklar üzerinde duracağız. 1.Gagauz Türklerinin Yerli Kaynakları 222 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gagauzları 20. yüzyılın başlarına kadar yazılı edebiyat ortaya koyamadıkları bilgisi doğruyu yansıtmamaktadır. Zira 1200’lü yıllarda yazılan Codex Cumanicus bizce Gagauz Türkçesinin bilinen ilk yazılı eseridir. Bununla birlikte sözlü edebi- yatları binlerce yıllık bir derinliği yansıtmaktadır. 1.1.Codex Cumanıcus: Codex Cumanıcus (Kodeks Kumanikus): Eserin içeriğini Kıpçakça/ Kuman- ca sözlük ve metinler oluşturmaktadır. Latince olan “Codex Cumanicus”, Ku- man/Kıpçak Kitabı olarak Türkçeye çevrilebilir. Yazıldığı yer ve tarih belli değil- dir. Ancak Karadeniz’in kuzeyinde, Deşt-i Kıpçak bölgesinde faaliyet gösteren Alman ve İtalyan misyonerler tarafından kaleme alındığı kuvvetle muhtemeldir. 13. yüzyıl ortalarından ve 14. yüzyıl ortalarına kadar zaman diliminde yazıldığını tahmin etmek zor değildir. 1292-1295 tarihleri arasında yazılmış olabileceği de söylenmektedir. Kırım, Solhat, Kefe,… civarında yazıldığı konusunda ciddî iddialar vardır2. Alman rahipler ve İtalyan tüccarlar tarafından kaleme alınmıştır. Alman ve İtalya bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Kitabın ilk 110 sayfası İtalyan kısmıdır. 54 sayfa olan ikinci kısım ise Alman kitabıdır. Eserin İtalyanca Kodeks (İtalyan Kitabı) denen ilk 110 sayfalık bölümü La- tin alfabesine göre dizilmiş 1560 sözcük içermektedir. Latince-Farsça-Kıpçakça sözlükle başlar. Ardından sözcüklerin anlamlarına göre öbeklere ayrıldığı 1220 sözcük içeren ikinci bir sözlük yer alır. Buradaki 2680 sözcükten 200’ünün Farsça ve Kıpçakça karşılıkları verilmemiştir. Eserin Kıpçakça-Almanca sözlükle başlayan Almanca Codex (Alman Kitabı) denen ikinci bölümünde, Kıpçakça-Almanca ve Kıpçakça-Latince dizinler veril- miştir. Bu dizinlerde bazı sözcüklere örnek cümleler de mevcuttur. Ardından Kıp- çakçaya çevrilmiş dualar, ilahiler, 47 Kıpçak bilmecesi ve Kıpçakça eklere ilişkin bazı dil bilgisi kuralları yer almaktadır.

223 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Codex Cumanıcus içinde yer alan her türlü bilgi Gagauz dil, tarih ve kültürü ile karşılaştırılmalıdır. Biz vakit ve yer tasarrufu için sadece iki duayı karşılaştırdık.

Mihail Çakır Codex Cumanıcus Kısa Dua Kitabı Atamıs kim kökte-sen, algışlı bulsun senin Ey göklerda olan bizim Bobamız! Ko adın. Kelsin senin hanlıhın. Bolsun senin ayozlansın Senin adın, ko gelsin Senin Pa- tilemekin. Niçik kim kökte alley yerda dişahlıın, ko olsun Senin istediin, hem erda Kündegi ötmegimizni bizge bugün bergil. da nica gökta. Hergünkü ekmeemizi biza Dagı yazuklarmızı bizge boşatkul. Neçik bu gün ver; hem baaşla biza bizim borçla- biz boşatır-biz. Bizge yaman etkenlerge rımızı, nica biz da baaşleerız biza borçlu dagı yeknin sınamakına bzni küvürmegil. olannara; hem girdirma bizi denemeya, Basa barça yamandan bizni kurthargıl ama kurtar bizi kötüdan4. amen3 Codex Cumanıcus Atanas I Manof Arı Lukas aydır evangelim içinde: Neçik Ay Luka der evangeliye içinde O gün açan bu gün kaçan Hristos togdı. Keldi firişte Ristos doomuş. Gelmiş intser kıra da demiş yışda aytdı kütövçiğe kim koyular küter çobanlara: Kim koynarı güdyarmişlyer: Ben men. Manıklatır-men sizge ulu sövünç size süylerim büyük sevnmek, büyün doodu kim bu gün toğdu brça elni kutkardaçı5 kurtaran dübüdüz dünyaı6

El yazması; İtalya-Venedik San Marko kütüphesinde, Biblioteca Divi Marci – Biblioteca Nazionale di S. Marco – Biblioteca ad templum Divi Marci Vene- tiarum, Venezia, Mss. latini, Fondo antico, Collocazione 1597, Codex DXLIX / № 549’da kayıtlıdır. 1.2. Karaman Türkçesi Eserleri Gagauz Türklerinin Codex Cumanicus sonraki yazılı edebiyatı ise Karaman Türkleri edebiyatı arsında aramakta fayda vardır. Anadolu’da yaşayan, Türkçeden başka dil bilmeyen, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemiş Türklere “Karamanlı” adı veriliştir. Karamanlı Türklerinin konuştuğu ve yazdığı Türkçeye de “Karamanlı Türkçesi” veya “Karaman Türkçesi” olarak adlandırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra, milliyetlerine bakmak- sızın bütün Ortodoksların başı olarak Rum Patriğini tanımış, Patriğe din ko- nularının dışında da pek çok yetki vermiştir7. Gagavuz Türkleri ve ülke içindeki diğer Hristiyan Türkler yüzyıllarca bu Patriğin egemenliği altında kalmışlardır. 1867 yılında İstanbul Patriğine verilen bir yazıda Gagavuzlar için “Türkçe Konuşan 224 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Elenler” denmektedir. Gayrimüslim Karaman Türkleri, Karamanlı Türkçesi ile Anadolu’da zengin bir edebiyat ortaya koymuşlardır. Karaman Türkçesiyle yayımlanan en eski kitap 1584 tarihini taşımaktadır. Karaman Türkçesiyle basılan eserlerin bibliyografyası ve kısa tanıtımları ile ilgili Yunanistan’da beş ciltlik eser yayımlanmıştır8. Öyle anlaşılmaktadır ki Osmanlı Dönemi’nde aynı dili konuşan Karaman ve Gagauz Türkleri iletişim hallinde idiler. Karaman Türkçesi ile yazılan kitaplar Ga- gauz Türklerine de gönderilmekte idi. Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Köroğlu, Şah İsmail ile Gülizar, Arzu ile Kamber, Melikşah, Tayyarzâde, … gibi eserlerin Gaga- uz Türklerinin sözlü edebiyatında rastlanması bunu ortaya koymaktadır. 1.3.Mihail Çakır ve Eserleri Gagauz Türklerinin ünlü bilim ve din adamı Mihail Çakır, 1861 yılında Basa- rabiya’nın Çadır kasabasında doğmuştur. İlime ve bilgilere büyük merak gösteren Çakır, 1881de Kişinev Ruh Seminariyasını bitirince Kişinev şehrindeki erkekler için ruhani okulda çalışmaya başlar. Rus araştırmacısı, o zamanlar Gagauz köy- lerinde görevde olan V. Moşkov, “Bender Vilayetinin Gagauzları” adlı kitabında Çakır’ın 1895 yılında din kitabı olan İvangeliye’yi Gagauz diline çevirdiğinden bahsetmektedir. Bu durumda Çakır’ın çevirdiği bu eser şimdilik Modern Gagauz Türkçesinin ilk eseri sayılabilir. Mihil Çakır’ın eserleri: 1. Basarabyalı Gagauzların İstoriyası, Gagauz Türklerinin atrihi açısından çok değerli ola bu eser, 1934’te Kişinev’de üç dilde Gagauz Türkçesi, Romence ve Rsuça yayımlanmıştır. Eserde Gagauzların kökeni, Gagauz tarihini, in- sanların hayat tarzlarını, ekonomilerini, gündelik çalışmalarını, gelenekleri, örfadetleri, gyimleri hakkında etraflı bilgi verilir. 2. Gagauzların Düün Adetleri, 3. Türk-Tatar Adlarının Açıklamaları (Prut hem Dnestr Aralarında Moldova’da- ki Kasabaların, Komunaların, Küülerin hem Fermaların Türk-Tatar Adlarının Açıklamaları hem bu Adların Baalı Korunmuş Kimi Legendalar). 4. Gagauzların Din Adetleri, Kurban 5. Gagauzların Allah’a İnanması İçin Hakikatın (Doruluuun) Sesi 6. Evengeliya Okuyacak Gagauzlara Nasaat Sözü 7. Kısa Dua Kitabı 8. Diktionar Gagauzo (Türko)-Romen Pentru Gagauzii Din Basarabia

225 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Çakır, Besarabiyalı Gagauzların İstoriyası eserini yazarken Hamdullah Subhi Tanrıöver tarafında da büyük destek görmüştür. Tanrıöver, Gagauz Türkleri ile ilgili raporunda Atatürk’e Gagauz Türk milliyetçisi Çakır’dan da bahseder. Atatürk, Çakır’ı ödüllendirerek devlet nişan ile ödüllendirir. Atatürk’ün Anıtka- bir müzesindeki kitapları arasında Mihail Çakır’ın “Gagauzların İstoriyası” adlı kitabı da mevcuttur. Atatürk bu kitabı okumuş ve notlar almıştır9. 2.Osmanlı Dönemi’nde Kaleme Alınan Gagauzlar ile İlgili Kaynaklar Gagauz adına 16. yüzyılın sonlarından itibaren rastlanmamaktadır. Bu durum- da Gagauz Türklerinin ataları olduğunu düşündüğümüz Oğuz Türkleri hakkın- daki kaynakları taramak zorundayız. Gagauz Türklerinin Osmanlı Dönemi’nde kaleme alınan kaynakların en önemlileri ve başlıcaları şöyledir: 1.Osmanlı Döne- minde kaleme alınmış Tahrir Defterleri, 2. Yazıcıoğlu Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk: 3. Ebu’l-Hayr-ı Rumî, Saltıkname, 4. Seyyid Lokman, Oğuzname. 2.1.Osmanlı Döneminde kaleme alınmış Tahrir Defterleri

226 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gagauzlar ile ilgili Os- manlılar Döneminde kale- me alınan belgelerinin en önemlileri tahrir defterleri- dir. Bu defterleri şöyle sırala- yabiliriz: 1) Akkiren / Akker- men Livası Tahrir Defterleri (Tapu Kadastro Arşivi, 83); 2) Silistre Livası Defterleri (Silistre Livası Mufasal Def- teri C. 1, no 83, t. 1597; Si- listre Livası Mufasal Defteri C. 2, no: 86, t. 1597; Defter-i Efkaf-ı Liva-yı Silistre, no Harita: Gagauz Türklerinin Coğrafyası 561, t. 1597), 3) Edine Liva- sı Defterleri (Defter-i Mufassal-ı Edirne, c. 1, Defter-i Mufassal-ı Edirne, c. 2; Defter-i Efkaf-ı Liva-yı Edirne, C. 1, no 563, Defter-i Efkaf-ı Liva-yı Edirne, C. 1, no 562); 4) Gümilcine Livası Tahrir Defterleri (Defter-i Mufassal-ı Liva-yı Gümilcine, C. 1, no: 18, t 1569); 5) Biga Livası Tahrir Defterleri (Biga Livası Tahrir Mufassal Defteri, nu: 79,t. 1573; Defter-i Evkaf-ı Liva-i Biga, no: 38/550, t.1574); 6) Vize Sancağı Defterleri (Vize Evkaf Defteri, no: 548; Defter-i Evkaf-ı Liva-i Vize, n 549; Defter-i Mufassal-ı Liva-i Vize (Kırklareli), no: 165, t. 1567), 7) Çirmen Livası Defterleri (Defter-i Mudassal-ı Liva-yı Çirmen; Defter-i Ev- kaf-ı Liva-i Çirmen), 8) Niğbolu Sancağı Defterleri (Defter-i Mufassal-ı Liva-i Niğbolu, C. 1, no: 42; Defter-i Mufassal-ı Liva-i Niğbolu, C. 1, no: 58)10. Tahrir defterlerindeki bilgiler dikkate alındığında Gagauzların atlarının yaşa- dığı yerler şöyle gösterilebilir. Osmanlı Devleti Dönemi’nde kaleme alınan tahrir defterlerinde Gagauzlar ile ilgili çok önemli bilgiler bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1.Gagauzların ataları 16 yüzyılda yoğun olarak Akkiren / Akkermen (günümüz- de Odessa), Silistre, Edine, Gümilcine, Biga, Vize (Kırklareli), Çirmen, Niğbolu sancaklarında yaşamaktadır. 2. Osmanlı Devleti Dönemi’nde kaleme alınan tahrir defterlerinden anlaşıldı- ğına göre Akkiren / Akkermen (günümüzde Odessa), Silistre, Edine, Gümilcine, Bi- ga, Vize (Kırklareli), Çirmen, Niğbolu sancaklarında yaşayan Türkler burada daha önce bir devlet kurmuşlardır. Bu devletin adı verilmemiştir. Fakat kanaatimice bu

227 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR devletin adı “1. Gagauz Devleti” olmalıdır. 3.Gagauz adı, araştırmacıların bahsettiği gibi 18. yüzyılda ortaya çıkmamış, XVI. yüzyıldan itibaren kullanılmıştır. Silistre sancağının Babadağ kasabasında, Hırsaova, Pravadı, Varna ve Aydos kazaları ile Niğbolu sancağı Şumnu kazasının köylerinde Gagauz adının ve bu adın kısalmışı Gaga, Gago, Gagço, Gagoca ve Ga- gan adlarının sıkça kullanıldığını görmekteyiz11. 4.Akkiren / Akkermen (günümüzde Odessa), Silistre, Edine, Gümilcine, Biga, Vize (Kırklareli), Çirmen, Niğbolu sancaklarında yaşayan Gagauzların Gagauz isminden başka Saltık, Satuk, Babalı isimlerine de rastlanması, onların Sarı Saltık Gazi ile ilişkilerini ortaya koymaktadır. 5. Tahrir defterleri Gagauzların menşei konusunu da açıklığa kavuşturmakta- dır. Aldıkları Kumane, Kuman Kumanoy gibi isimlerden anlaşılmaktadır ki onların içerisinde kuzeyden gelen Uzlar, Peçenekler, Kumanlar mevcuttur. Gagauz Gaga, Gago, Gagço, Gagoca, Gagan, Saltık, Satuk ve Babalı isimlerinden de anlaşılmakta- dır ki onlar ağırlıklı olarak Anadolu’dan gelmişlerdir. İki taraftan gelen Türkler, Karadeniz’in batısında birleşip kucaklaşmışlar, sevinci ve hüznü birlikte yaşamaya devam etmişlerdir.

Belge: Yazıcıoğlu Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk (İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Revan nu. 1390)

228 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

2.2. Yazıcıoğlu Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk Gagauzların kök tarihi ile ilgili diğer bir eser de XIV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali tarafından Türkçe olarak kaleme alınan Tevârih-i Âl-i Selçuk, adlı eserdir. Eser, Selçuklu Devleti ile Oğuz Türklerinin en önemli kaynaklarından biri durumun- dadır. Eserin İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde (Revan nu. 1390-1391) iki ve Paris Bibliotheqe Nationale’de bir olmak üzere üç nüshası bulunmaktadır. Eserde Saltık Gazi’nin Anadolu’dan götürdüğü Türkleri, Dobruca bölgesine nasıl yerleş- tirdiği ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Selçukname, 1300’lü yılların eseri olmakla bu konuda daha da önem kazanmaktadır. Eser muhtemelen 1436’da bitirilmiştir. Ya- zıcıoğlu Ali, eserini Fatih Sultan Mehmed’in babası II. Murad’a (saltanat yılları: 1421-1451) takdim etmiştir12. Selçukluların 1243’te Kösedağ’da Moğollara yenilmesi ile Anadolu Selçuklu Devleti çökmeye başlamıştır. Selçuklu Devleti’ne bağlı, gayrimüslim ve Türk bey- likler ya kendi başlarına buyruk ya da Moğollara bağlı hareket etmeye başlamış- lardır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev öldüğünde oğulları İzzeddin Keykavus, Rükneddin Kılıç Arslan ve Alaeddin Keybubat arasında taht kavgaları başlar. İzzeddin Key- kavus, devlet adamlarının desteği ve teşviki ile 1246’da tahta çıkar. II. İzzeddin Keykavus döneminde Moğollar, Türkiye Selçuklu Devleti’nin iç işlerine ziyade- siyle karışıyorlardı. Sonunda devleti üç kardeş arasında paylaştırdılar. Kısa bir süre sora II. Alaeddin Keybubat öldü. II. İzzeddin Keykavus, kardeşi Kılıç Arslan’ı yenerek ülke yönetimini ele aldı. II. İzzeddin Keykavus, Moğolları Anadolu’dan atmak için bir gayret içine girdi. Altın Orda Devleti’nden ve Mısır Memlükleri’nden yardım istedi. Onu, Moğol Baycu Noyan’a şikayet ettiler. Baycu Noyan, Konya üzerine yürüdü. II. İz- zeddin Keykavus, Antalya’ya kaçtı. Komutanlarından Ali Bahadır, Sivrishisar’a bir ordu topladı. Rükneddin Kılıç Arslan, Moğol askerlerini onun üzerine gönderdi, Ali Bahadır yenildi. II. İzzeddin Keykavus, ülkesinden artık umudu kesince Bi- zans İmparatoru Mihael Paleologos (Faslıyos)’tan yurt talebinde bulunmak üzere adam gönderdi. Daha sonra kendi temin ettiği kadırgalarla “Antalıyya’dan etfal ve ayal ve vālidesiyle Faslıyus Katına İstanbul’a gitdi”13. Esere göre ‘İzzeddin ve ‘Ali Bahādur’ın ricası üzerine Bizans İmparatoru onlar Dobruca’yı verdi. Bunun üzerine ‘İzzeddin, Ali Bahadır, Uğurlu; Anadolu’da ken- dilerine bağlı Türk obalarına haber gönderip yanlarına çağırdılar. Obalar kışlama bahanesi ile İznik’e geçtiler. Buradan Sarı Satık’ın yardımıyla önce Üsküdar’a gel- diler, daha sonra da Dobruca’ya çıktılar. Bunun üzerine Dobruca’da üç Müslüman

229 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

şehir ve 30-40 Türk obası oluştu. Bunlar Bizans’ın kuzey sınırlarını bekliyordu. Eserin ilerleyen bölümünde buraya göçen Türklerin akıbeti şu şekilde anla- tılmaktadır: “Ol tārihde Rūm ilinde, Dobruca vilayetinde duran Müslimānlar, Ha- lil Ece-y-ile göçüp gemi-y-ile Karasi iline geçdiler. Zirā Anadolı’da fetret olup ahbār münkatı’ oldı-y-ıdı ve Rūm ilinde Ulgar Begleri hurūc idüp Faslıyus üzerine müstevli olup Rūm ilinün ekserin almışlardı. Ol sebebden anlardan üşenüp göçüp Anadolı’ya geçdiler. Rūm ilinde Kalanlarun soyı, Saru Saltuk fevt oldugından sonra mürted ve ahriyān oldılar”14. Öyle anlaşılmaktadır ki II. İzzeddin Keykavus ile Dobruca yöresine giden Müslüman Türkler de gelişen siyasi ve sosyal şartlarla Hristiyanlığı kabul edip bu yörede kalmışlardır. Kuzeyde, Dobruca ve çevresinde yaşayan Türklerin, XI. yüzyıldan itibaren, Si- nop üzerinden Anadolu ile irtibat içinde bulunduğu, iki taraftaki Türklerin birbi- rinden haberdar olduğu, hatta ticaret veya başka sebeplerle gidiş gelişlerin yapıl- dığı her iki eserde de sık sık rastlanan konudur15. 2.3. Ebu’l-Hayr-ı Rumî, Saltıkname: Saltık Gazi ile ilgili rivayetler 15. yüzyılda halk arasında yaygın olarak an- latılmaktadır. Bu durum, Cem Sultan’ın dikkatini çeker. Yanındaki görevlilerden biri olan Ebu’l-Hayr-ı Rûmî’yi, Sarı Saltık ile ilgili rivayetleri toplamak üzere gö- revlendirir ve Saltık Gazi’ye ait menkıbelerin yazıya geçirilmesini sağlar. Eserin yazılması, Fatih Sultan Mehmed’in Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın üze- rine sefer düzenlediği yıllara rastlamaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in Akkoyunlu seferi, 1473 yılında gerçekleşmiştir. Eserin yazarı, Ebu’l-Hayr-ı Rûmî‘nin verdiği bilgilere göre Saltıkname’nin yazılışı yedi yıl sürmüştür. Dolayısıyla eser, Ebu’l- Hayr-ı Rûmî tarafından, XV. yüzyılın son dönemlerinde, 1473-1480 yılları ara- sında yazılmıştır, diyebiliriz16. Şu ana kadar Ebu’l-Hayr-ı Rûmî’nin kendi yazdığı Saltıkname nüshası buluna- mamıştır. Bulunan yazmaların ise Rûmî’nin yazdığı nüshadan daha sonra istinsah edilmek suretiyle çoğaltıldığı anlaşılmaktadır. Kültür ve dil tarihimiz açısından çok önemli olan Saltıkname’nin, şu ana kadar altı nüshası tespit edilmiştir: 1. İ. H. Uzunçarşılı’nın Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde bulduğu ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın tanıttığı nüsha. Eser, kütüphanenin Hazine Bölümü 1612 numarada kayıtlı olup 618 sayfa ve üç ciltten oluşmaktadır. Baştan eksik olan nüsha, 1591 yılında istinsah edilmiştir. 230 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

2. Dr. Müjgân Cunbur’un Millî Kütüphanede bulduğu nüsha ise hâlen aynı kütüphanede, Yazma Eserler Bölümü 64 numarada kayıtlıdır. 283 yapraktan olu- şan eser, baştan ve sondan eksiktir, istinsah tarihi belli değildir. 3. Bor’daki Halil Nuri Bey Kütüphanesinde bulunan nüsha 17292 numarada kayıtlı olup 2 ve 3. cildi içermektedir. 499 yapraktan ibaret olan eser, 1578’de Edir- ne’de istinsah edilmiştir. 4. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi İbnü’l-Emin Mahmut İnal Bölümü 3056 numarada kayıtlı olan bu nüsha, 95 yapraktan müteşekkil olup 1733 yılında Emin b. Halil tarafından istinsah edilmiştir. 5.Millî Kütüphane Yazma Eserler Bölümü A. 2897 numarada kayıtlı olan yaz- ma, 170 sayfadan ibarettir ve müstensihi belli değildir. Fahir İz, Müjgân Cunbur, Şükrü H. Akalın ve Kemal Yüce yukarıda sayılan nüshalar üzerinde kıymetli araştırmalar yapmıştır. 6. Hâlen Necati Demir’in şahsî kitaplığında bulunan altıncı nüsha ise Ga- ziantep’in Sarısalkım köyünde bulunmuştur. Başı ve sonu tamdır. 29 x 18 cm. ebadındadır. Siyah deriden yapılmış cilde sahiptir. Yazma, Bekirli Genç Osmanzade lâkaplı Yusuf oğlu Ömer tarafından, Ebu’l-Hayr-ı Rûmî’nin Saltıkname’sinden 26 Recep 1279/1863’te istinsah edilmiştir. Bu nüsha hakkında Necati Demir tarafın- dan iki tanıtma yazısı yazılmıştır17. Gagauz tarihi konusunda Saltıkname, belki de en önemli kaynaklardan birisi- dir. Saltıkname’nin birinci ciltteki “Sarı Saltık’ın Rumeli’ye Geçmesi”, “Sarı Saltık’ın İstanbul ve Balkanlara Seferi”; ikinci ciltteki “Şerif ’in Rum İline Geçmesi”, “Firen-

Belge: Ebu’l-Hayr-ı Rumî, Saltıkname (Necati Demir Nüshası İlk Sayfası)

231 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gistan’ın Fethi ve Sedd Hikayesi”, üçüncü ciltteki “Ayas Bey’in Eflak Meliki ile Cenk Etmesi”, “Umur Bey’in Rumeli’ye Geçmesi ile Osman Gazi ve Evladının Rumeli’ye Geçmesi” bölümleri, Oğuzların Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya göçlerini anlat- maktadır. Saltıkname’nin bahsedilen bölümleri ve diğer bölümleri Oğuz Türk- lerinin tarihi açısından tarihî kaynaklarla karşılaştırılarak tek tek incelenmelidir. Esere göre Gagauzların bir bölümü, Saltık Gazi tarafından Anadolu, özellikle de Konya yöresinden Edirne’ye geçirilen Oğuz Türkleridir. Bu göçlerden biri Sal- tıkname’de şöyle anlatılmaktadır: “(Saltık Gazi), Sultan Alaeddin’in yanına gitmek üzere Konya’ya yöneldi. Beyler ve halk, erkekten ve dişiden her kim varsa Seyyid’i kar- şılamaya geldiler: … Server’i misafir ettiler. Sultan ile Seyyid, Ulu Cami’ye gelip halka vaaz ve nasihatler ettiler: ‘Din için gayreti elden bırakmayın. Dinin doğru saydığı şeylerin aksini yapmayın. Zulümden sakının’, dediler. Halk bağrışıp ağlaştı: ‘... Sizler gaza niyetine çıkıp ev ve yurt ile Edirne’ye gidiniz. Zira buradaki ibadetten, ora- daki yatıp uyumak hayırlıdır. Kaldı ki orada ibadet de edersiniz, sevaplar kazanır- sınız’, deyip halkı hep o tarafa yönlendirdi. O söz üzerine Konya diyarından bin ev göçtü. Gaza niyetine Rumeli’ne ve Edirne’ye gittiler. Edirne Kalesi’ne girip oturdu- lar. Etrafta gazalar ederlerdi”18. Bu rivayetlere göre Müslüman Türkler, Balkanlar’a Saltık Gazi zamanında, XIII. yüzyılda geçmiş ve Rumeli’nin muhtelif bölgelerine yerleşmiştir. Bu Müslüman Türklerin nasıl çaresiz kalarak Hristiyanlaştıkları da eserde anlatılmaktadır. Bu rivayetlere göre Müslüman Türkler, Balkanlar’a Saltık Gazi zamanında, XIII. yüzyılda geçmiş ve Batı Trakya da dâhil Edirne çevresine yerleşmişlerdir. Saltıkname’ye göre Selçuklular döneminde Çanakkale Boğazı’nı geçip Edirne ve çevresine yerleşen pek çok Türk grubu da bulunmaktadır. Saltıkname, 1200’lü yıllarda, Saltık Gazi zamanında bölgeye yapılan göçler, iskânlar, savaşlar ve tarihî olaylar üzerine kaleme alınmış bir eserdir. Saltık Gazi, Balkanlarda bir savaş sırasında şehit olur. Şehit olmadan önce: “... Ben giderim! Siz beni yıkayıp kefenleyin. Alıp mumumun yanına götürün. Çevredeki beyler sizden benim ölümü isterler. Birer tabut hazırlayın. Bir gece dursun, adamlarına verin. Ben o tabutlarda görüneyim. Benim tabutumu her yere koyun. Sizler de koy- dukları zaman görürsünüz, dedi”19. O yüzden Saltık Gazi’nin kabrinin çok yerde olduğu rivayet edilmektedir. Saltık Gazi öldükten sonra gaza arkadaşları İlyas Gazi, Ahmed Gazi, İsmail Gazi, İbrahim Gazi ve İshak Gazi kalır. İlyas Rumi, yıllarca Edirne ve çevresini savunur. Fakat Sırplar, Bulgarlar, Ruslar, Boğdanlılar, Eflaklılar, Hırvatlar yıllarca Edirne’ye saldırdılar. İlyas Gazi, Ahmed Gazi, İsmail Gazi, İbrahim Gazi ve İshak 232 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gazi çeşitli savaşlarda şehit olduktan sonra Edirne’de yaşayan Müslüman Türkler, Anadolu’daki beyliklerden de yardım gelmeyince, İstanbul’daki Bizanslıların da baskısıyla buradan Tuna Nehri’nin güneyine doğru göçerler20. Saltıkname’de gü- neye göçen Türklerin en son nereye ulaştığından ve akıbetlerinin ne olduğundan bahsedilmez. Öyle anlaşılmaktadır ki Edirne’den güneye göçen Türkler, buralarda soydaşları ile karşılaşıp kaynaştılar, daha sonra da Hristiyanlığı kabul ettiler. Ni- tekim Yazıcıoğlu Ali’nin kaleme aldığı Selçukname’de bu konu aydınlığa kavuş- turulmuştur. 2.4. Seyyid Lokman, Oğuzname: Saltık Gazi hakkında bilgiler veren yazarlardan birisi de Seyyid Lokman’dır. Yazar, Oğuznâme adlı eserini meydana getirirken İbn Bibi’nin Selçuknamesi ile Yazıcızade Ali’nin Selçukname’sini esas almıştır. Bir başka söyleyişle Seyyid Lok- man’ın Oğuznamesi, adeta Yazıcızade Ali’nin Selçukname’sinin özeti gibidir Ya- zılış tarihi belli değildir. Yazar, 1595’te öldüğüne göre eser, 16 yüzyılın sonlarında kaleme alınmıştır. Eserin tak yazma nüshası Viyana’dadır. Sarı Saltık’ın Türkmen obaları ile Rumeli’ye göçmesini ve Dobruca’ya yerleşmesini, Yazıcızade Ali’nin Selçuknamesi’ndeki bilgileri adeta tekrar ederek, anlatmıştır21. 2.5. Evliya Çelebi, Seyahatname Evliya Çelebi (1611-1682), yaklaşık kırk yıl boyunca Osmanlı Devleti toprak- larında geziler yapmış, gözlemlerini 10 ciltlik Seyahatname adlı eserde toplamış- tır. O, eserinin önemli bir kısmını Gagauzların yaşadığı coğrafyayı gezerek kaleme almıştır. Dolayısıyla eser konu ile ilgili incelemeye muhtaçtır. Evliya Çelebi Seyahatname’nin I, II, III. cildinde Bürvadi (Dobruca)’dan bah- sederken Sarı Saltık’ın adının Muhammed Buharî olduğunu, Türk-i Türkan Ho- ca Ahmed Yesevî’nin, tahta kılıç kuşatarak Hacı Bektaş Velî’nin yanına, Rum’a gönderdiğini belirtir. Sarı Saltık’ın Sinop’tan Varna’ya, Varna’dan Pürvadi / Pire- vadi’ye geldiğinden bahseder22 . Evliya Çelebi Seyahatname’nin V, VI, VII, VIII ciltlerinde onun Romanya, Yuna- nistan, Arnavutluk, Makedonya’daki türbelerinden, makamlarından, mace- ralarından onunla ilgili inanışlardan bahsetmektedir23. Çelebi, eserinin bir başka yerinde de Ahmed Yesevî’nin onu önce Mos- kov memleketinde Heştek kavmini ve Leh memleketinde (Polonya) Lip-

233 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ka kavmini İslam dinini kabul ettirmek için gönderdiğini söyler24. Eser iyi bir incelemeye tabi tutulduğunda Gagauzlar ile ilgili önemli bilgler elde edileceği muhakkaktır. 3. Rusça Kaleme Alınan Eserler 3.1. V.A.Moskof, Gagauzki teksti, Kazan 1895; Moskof, “Gagauzi Bendersko Yezda”, (Etnografiçesko Obozreniye, 44), 1900-1902. Gagavuzlara ait halk edebiyatı metinlerini ilk olarak Moskof derlemiş, derle- melerini bir araya toplayarak Gagauzki teksti (Kazan 1895) adlı eserinde sunmuş- tur. V. A. Moskof daha sonra “Gagauzi Bendersko Yezda”, (Etnografiçesko Oboz- reniye, 44, 1900-1902) adlı eserini vermiş ve Gagavuz ağızlarından yaptığı diğer derlemeleri, Proben der Volklüeratur der Türkischen Stamme, “Türk Halklarının Halk Edebiyatlarından Örnekler” serisinin 10.cildini teşkil eden Rusça Nareçiya Bessarabskih Gagauzov (Moskva 1904), Almanca Mundarten der Bessarabischen Gagausen “Basarabya Gagavuz Ağızlan” adını taşıyan eserinde yayımlamıştır25. 3.2.Wilhem Radloff, Türk Boylarının Edebiyatı Derlemeleri, c.X, St. Petersburg 194. 480 s. W. Radlof, 1866-1904 yılları arasında Türk boylarının halk edebiyatı metin- lerini ciltler halinde yayımlamıştır. Bu eserin 10. Cildi Gagauz Türklerinin ede- biyatına ayrılmıştır. Aslında Gagauz halk edebiyatı metinleri V. A. Moşkof ta- rafından derlenmiş ve Rusçaya çevrilmiştir. Radlof ise metinleri 7 başlık altında yayımlamıştır: 1. Bölüm: 117 dini miolojik metin, hikayeler, efsaneler, masallar; 2. Bölüm: Güncel hayattan hikayeler; 3. Bölüm: Gagauz bilmeceleri; 4. Bölüm: Gagauz Türkçesi deyimleri; 5. Bölüm: Yannılmacalar ve yanıltmacalar; 6. Bölüm: Çeşitli manzum metinler; 7. Bölüm: Maniler. Ekler bölümünde müzik parçaları notaları, oyun havaları notaları, sözlük de yer almaktadır. Radloff ’un bu eseri Gagauz Türklerinin dili, edebiyatı ve kültürü bakımın- dan çok önemlidir. Gagauz Türkçesi yazı dili olmada önce kaleme alınmış olmak bakımından ilgi çekicidir. Her şeyden önemlisi Gagauz halk edebiyatına ait pek çok metin bu eser sayesinde yok olmaktan kurtulmuştur. Eser 2015 yılında Tülay Çulha ve Muvaffak Duranlı tarafından Türkçeye aktarılmış, Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanıştır26. 4.Arapça ve Farsça Kayanklar: 4.1.Dımaşkî, el-Muktefi 234 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Belirleyebildiğimiz kadarıyla Saltık Gazi’nin sağlığında ondan bahseden ilk yazar Alemüddîn Ebû Muhammed el-Kāsım b. Muhammed b. Yûsuf el-İşbîlî ed-Dımaşkî (ö. 739/1339) sayılabilir27. 1267’de Dımaşk’ta doğan Arap tarihçi el-Birzâlî, 1286-1299 yılları arasını kapsayan el-Muktefi adlı eserinde Saltık Ga- zi’den, fazla ayrıntıya girmeden, Barak Baba’nın hocası olarak bahsetmektedir28. Bu bilgiler, Saltık Gazi’nin yaşıyorken fark edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. el-Muktefî’nin ilk iki cildi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir (III. Ahmed, nr. 2951 / 1, 287 varak). Bu ciltler, 1286-1298 yıllarını kapsamak- tadır. 4.2.İbnü’s-Serrâc, Tuffâhu’l-Ervâh ve Miftâhu’l-İrbâh Saltık Gazi’den ilk bahseden kaynaklardan birisi de İbnü’s-Serrac’ın Tuffâ- hu’l-Ervâh ve Miftâhu’l-İrbâh adlı eserdir. İbnü’s-Serrâc’ın eserinde onun adı “Sarı Saltuk” veya “Saltuk et-Türkî”dir. Yazar, Sarı Saltık ile ilgili bilgileri Sarı Saltık’ın müridi es-Seyyid Behramşah’dan ve başka güvenilir şahıslardan dinlediğini ifade etmektedir. 1315 yılında yani Sarı Saltık’ın ölümünden yaklaşık 18 yıl sonra kale- me alınan esere göre Sarı Saltık, 1227 yılında doğmuş ve 70 yaşında iken 1297’de Hakk’a yürümüştür29. 4.3.İbn-i Batuta, Seyahatname İbn-i Battuta, 1334’te Azak Denizi’nin kenarındaki Lokak / Ukek şehrine gelir. Daha sonra Kırım’ın Sodak şehrine gelmiş ve bir süre burada kalmıştır. Kı- rım’dan daha sonra Saltık Gazi’nin şehri olan Babadağı’na geçmiştir. İbn-i Battu- ta, Baba Saltık adı ile bilinen yani Türklerin yaşadığı toprakların sonu olan kasa- baya geldiğini söyler. Aslında İbn-i Battuta, Babadağlı Türklerin dili konusunda kısa bir bilgi vererek Gagauz Türkleriin br ağız özelliği olan b->p- değişmesinden bahsetmiştir. Burada yaşayanların kelime başındaki b- seslerini p- şeklinde telaf- fuz ettiklerini bildirmiştir. Ona Saltık Gazi’nin olağanüstü güçlerle donatılmış biri olduğu anlatılmıştır. Ancak İbn-i Battuta, anlatılanları dinin prensipleri ile bağdaştıramamaktadır. Saltık Gazi’nin kasabasından Bizans topraklarına sekiz günlük bir mesafe olduğundan bahseder30. 4.4. İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iyye Fi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçukname) İbn Bîbî, İranlı yazar ve tarihçidir. Anadolu Selçukluları hakkındaki en önemli eserlerden birisi olan el-Evâmirü’l-Alâ›iyye fi’l-umûri’l-Alâiyye adlı Farsça eseri İbn Bîbî yazmıştır. 13. yüzyıl boyunca Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihini görerek yazmıştır. İbn Bibi’nin babası Mecdüddin Muhammed Tercümân, Selçuklu sarayında divan

235 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR katibi olarak görevlendirilmiştir. II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında da (1237- 1246) tercüman olarak tayin edilmiş ve çeşitli hükümdarlara gönderilen elçilik heyetlerinde yer almıştır. Babasının Mart 1272’de ölümünden sonra onun görev- leri İbn Bîbî’ ye verilmiştir. Muhtemelen III. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde (1266-1284) Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ reisliğine getirilmiştir. İbn Bibi›nin eselerini Farsça yazılmıştır. 1192 ile 1280 yılları arasındaki dö- nemi içermektedir. İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye’yi 1281 yılında tamamlamış ve kendisinden övgüyle söz ettiği Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’ye takdim etmiştir. III. Gıyaseddin Keyhüsrev için tek bir el yazması metin günümüze kadar ulaşmış ve İstanbul’da Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi’nde Ayasofya Koleksiyo- nu’nda yer almaktadır (Ayasofya 2985). Asıl nüshada çoğaltılan yazmalar Anka- ra, Berlin, İstanbul, Leiden, St Petersburg, Moskova ve Paris’teki çeştli kütüpha- nelerde bulunur. Eser, Gagauz Türklerinin tarihi açısından son derece önemlidir. 5.Bulgarca: 5.1.Atanas Manof, Potekloto na Gagauzite i tahnite obıçay i mavi “Gagavuz menşei, âdetleri ve huylan” Varna 1938. Bulgaristan Gagavuzlarının halk edebiyatı metinleri ilk olarak Atanas Manof tarafından 1938’de Bulgarca olarak yayımlanıştır. Çalışması, Potekloto na Gaga- uzite i tahnite obıçay i mavi “Gagavuz menşei, âdetleri ve huylarn” (Varna 1938) adlı eserdir. Romenceye de çevrilen önemli eser, Türker Acaroğlu tarafından Ga- gauzlar (Romanya ve Bulgaristan’da Oturan Hıristiyan Türkler Hakkında tarihi ve etnolojik etüd) (Ankara 1939) adıyla Türkçeye çevrilmiştir. İki kısımdan oluşan çalışmanın ilk kısmı Gagauzların menşeine ayrılmıştır. İkinci kısmında ise; İnanışlar, adetler, yılın ve ayların kısımları, bazı yortularla alakalı adetler, hastalıklar ve tedavi tarzları, bazı Gagauz kehanet ve hurafeleri, yazı ve edebiyat çalışmalarına ayrılmıştır31. Bu eser Gagavuzlarm Türkiye’de ta- nınmasına büyük katkılarda bulunmuştur. 6.Türkçe: 6.1.Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri Akdes Nimet Kurat’ın bu çok değerli çalışmasının I. Bölümü Eski Türk yurdu, Karadeniz’in kuzeyindeki kavimler, II. Bölüm Batı Hunları ve Atilla İmparatorlu- ğu, III. Bölüm Avrupa Avarları, IV. Bölümü Hazar Kağanlığı, V. Pecenekler, VI. Bölüm Uzlar (Oğuz-Tork)-Berendiler ve Karakalpaklar, VII. Bölüm Kumanlar (Kıpçaklar), IX. Bölüm İdil (Volga) Bulgarları Hanlığı, X. Altın Ordu Kağanlığı, 236 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

XI. Kanzan Hanlığı, XII. Kırım Hanlığı, XIII. Astrhan Hanlığı, XIV. Nogaylar- lara ayrılmıştır32. 6.2.Harun Güngör - Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri Ta- rih-Dil-Folklor ve Halk Edebiyatı Harun Güngör - Mustafa Argunşah’ın ortaklaşa 1991’de hazırladıkları Ga- gauz Türkleri Tarih-Dil-Folklor ve Halk Edebiyatı adlı çalışma, önemli bir kaynak olup Türkiye’de önemli bir boşluğu doldurmuştur. I. Bölümde Gagauzlar, II. Bö- lümde Gagauz folkloru, III. Bölümde Gagauz Halk Edebiyatı bölü ele alınmıştır. Sonunda kısa bir sözlük ve kaynakça verilmiştir33. Çalışma bazı düzenlemeler ya- pılarak Ötüken yayınevi tarafından 1998’de tekrar yayımlanmıştır34. 6.3. Özkan, Nevzat, “Gagauz Türk Edebiyat”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi’nin 12. Cildi Romanya ve Gagauz Türk Edebiyatına ayrılmıştır. Çalıma Nevzat Özkan ve Mariya Durbaylo Angelova tarafından hazırlanmıştır35. 6.4.Nevzat Özkan, Gagauz Destanları Nevzat Özkan’ın hazırlamış olduğu eser Gagauz yeri’nden derlenmiş Köroğ- lu, Tepegöz, Dengiboz, âşık Garip, Arzu ile Ganber, Şah İsmail, Gan Kiş, Aleksandr Makedonsk destanlarını / halk hikayelerini içermektedir. Eserde bu destanlar / halk hikayeleri hakkında bilgiler verilmiş, metinler Gagauz Türkçesi ve Türkiye Türkçesi ile sunulmuştur36. 6.5.Mustafa Argunşah-Hülya Argunşah, Gagauz Yazıları. Mustafa Argunşah ve Hülya Argunşah; Gagauz Türkçesi, Gagauz edebiyatı ve Gagauz kültürü ile ilgili çalışmalarını bir araya getirerek 2007’de Türk Ocakları Kayseri Şubesi arasında yayımlamışlardır37. 6.6.Son Yıllarda Düzenlenen Kongreler ve Sempozyum/ Bilgi Şö- lenleri 6.6.1.Türk Dil Kurumu, Gagauz Türkçesi Araştırmaları Bilgi Şöleni Türk Dil Kurumu 27-29 Aralı 2007’de Ankara’da Gagauz Türkçesi Araştırma- ları Bilgi Şöleni düzenlemiştir. Şölende 28 bilim adamı Gagauz Türkçesi, Gagauz edebiyatı ve Gagauz kültürü ile ilgili bildiri sunmuştur. Bildiriler 2010 yılında yine Türk Dil Kueumu tarafından yayımlanmıştır38.

237 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

6.6.2. Selçuk Üniversitesi, Korat Devlet Üniversitesi, Deutschtür- ken Verband Institut für die Welt der Türken; V. Internatıonal Turkıc Art, Hıstory And Folklore Congress / Art Actıvıtıes. Komrat/Moldova’da 13-16 Nisan 2016 tarihleri arasında düzenlenen “V. In- ternatıonal Turkıc Art, Hıstory And Folklore Congress / Art Actıvıtıes”de bilim adamları Gagavuz Yeri’nin tarihi, kültürü ve dili ile ilgili önemli bildiriler sun- muşlardır. Etkinliğe, Necati Demir “Osmanlı Dönemi Kaynaklarında Gagauzlar” başlıklı bildiri ile katılmıştır. “Heyet-i İlimiye Çalışmalarında Öğretmenlere Yönelik Alınan Karalar ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Öğretmen Algısı” başlıklı bildiri ile katılan Yrd. Doç. Dr. Osman Kubilay Gül, eğitimde Türkiye Cumhuriyeti’nin tec- rübelerini Gagavuz Yeri bilim insanları ile paylaşmıştır39. Dr. Ülker Şen tarafından “Türkiye-Moldova Arasında İmzalanan Kültür İş Birliği Anlaşmaları Çerçevesin- de Gagavuz Türkçesi ve Kültürüne Yönelik Politikalar” başlıklı bildiri sunulmuştur. Bildiri, Türkiye ile Moldova arasında imzalanan kültür anlaşmalarında Gagavuz Türklerinin yerini tespit etmek; anlaşmalardan hareketle Türkiye’nin Gagavuz Türklerine yönelik eğitim, kültür, dil alanındaki politika ve uygulamalarına yöne- lik değerlendirmelerde bulunmak amacıyla hazırlanmıştır40. Yrd. Doç. Dr. Özkan Aydoğdu tarafından hazırlanan “Gagauz Türkçesi ile Orta Karadeniz Ağızlarının Ünsüzler Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı bildiri sunulmuştur. Bildiride, Ga- gauz Türkçesi ile Orta Karadeniz ağızlarında, ünsüzlerle ilgili görülen benzerlik- ler üzerinde durulmuştur41.

Sonuç Görüldüğü gibi Gagauz Türkleri ile ilgili araştırmalar, bilinen kaynaklara da- yalı olarak devam etmektedir. Mevcut bilgiler yorumlanmakta, konulara farklı açılardan bakılmamaktadır Bu da Gagauz Türkleri ile ilgili araştırmaları kısmen tıkamış durumdadır. Var olan bazı yazılı kayaklar Gagauz Türklerinin dili, tarihi ve kültürü açısın- dan değerlendirilmemiştir. Codex Cumanıcus, Grek Harfleri ve Karaman Türk- çesi ile yayılanmış eserler, Evliya Çelebi seyahatnamesi, Bizans kaynakları, Latin kaynakları, bazı Selçuklu ve Osmanlı Dönemi kaynakları araştırmacıları bekle- mektedir. Gagauz Yeri’ne en yakın zamanda Gagauz Türklerinin bütün kaynaklarını içe- ren bir kütüphane kurulmalıdır. Bu olmaz ise kurulu kütüphanelerin birinde Ga- gauz Türkleri kaynakları bölümü açılmalıdır. Gagauz Yeri’ndeki her araştırmacı bu kaynaklara ulaşabilmelidir. 238 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gagauz Türkleri ile ilgili kaynakların her araştırmacıya açık olması bu bölge ile ilgili dedikodulara dayalı kargaşaları ortadan kaldıracaktır. Gagauz Türklerini bu farklı coğrafyada farklı milletler, farklı diller, farklı diller arsında diri tutan tek unsur, konuştukları Gagauz Türkçesine bağlılıklarıdır. Bu bağlılık “Eğitim-öğretimde de Gagauz Türkçesi” ile taçlandırılmalıdır.

1 Yaşar Nabi Nayır, Balkanlar ve Türklük, Ankara 1936, s. 89 2 Codex Cumanıcus, (Haz. Mustafa Argunşah-Galip Güner), İstanbul 2015, s. 24. 3 Codex Cumanıcus, s. 273. 4 Mihail Çakır, Gagauzlar: İstoriya, Adetlar, Dil hem Din, (Haz. Stepan Bulgar), Chişinau 2007, s. 170. 5 Codex Cumanıcus, s. 260. 6 Atanas Manov, Gagauzlar (Hıristiyan Türkler), (Bulgarcadan çeviren: M. Türker Acaroğlu), Ankara 1939, s. 18-19. 7 Harun Güngör-Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri, Ankara 1991, s. 11-13. 8 S. Salaville-E. Dalleggio, Karamandika-Bibliographie analytique d’ouvrages en langue turque imprimes en caracteres grecs (Col- lection de I’Institut Français d’Athenes-centre d’Asie Mineure) I, 1584-1850, Atina 1958; II, 1851-1865, Atina 1966; III, 1866-1900; E. Balta, Karamandika, Additions (1584-1900), Bibliographie analytiques, Atina 1987; aynı yazar; Karamandika. XXe, siecle, Bibliographie analytiques, Atina 1987. 9 Gönül Ayan, “Atatürk’ün Hizmetlerinden Dolayı Ödüllendirdiği Büyük Gagauz Kimliği M. Çakır”, Литература, фольклор, проблеми поэтики, Випуск 33, Частина 1; Güllü Karangil, “Gagauzların Milli Lideri Mihail Çakır”, Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi, C. 3, S. 12, Sonbahar 2011, s.27-41. 10 Ahmet Hasan Cebeci, XVI. Yüzyıl Osmanlı Tahrir Defterlerine Göre Gagauzlar, Basılmamış Doktora tezi. Gazi Üniversitesi Ankara 2008, s. 59-139 11 Cebeci, age. 12 Necati Demir-Özkan Aydoğdu, Oğuzname (Kazan nüshası), Ankara 2015, s. 18. 13 Yazıcıoğlu Ali, Selçukname (Elyazma), Topkapı Müzesi Revan Bölümü, 1436, s. 749-751 14 Selçukname, s. 888-889. 15 Selçukname, s. 828-829. 16 Necati Demir, Sarı Saltık Gazi, İstanbul 2015, s. 3-5. 17 Geniş bilgi için bk. Necati Demir, “Saltukname’nin Yeni Bulunun Altıncı Nüshası Üzerine”, Bilge, S. 15, Kış 1998, s. 58-61. 18 Necati Demir-M.D.Erdem, Satık-name, Ankara 2007, s. 400-401. 19 Demir-Erdem, Satık-name, 620-621. 20 Demir-Erdem, Satık-name, 625. 21 Harun Güngör, “Seyyid Lokman ve Oğuznamesi”, TDAD, Ekim 1986, S. 44, s. 91-103; Harun Güngör, Türk Budun Bilimi Araştırmaları, İstanbul 2016, s. 356-383. 22 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. 3, s. 175-176. 23 Geniş bilgi için bk. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Hazırlayan: S. A. Kahraman, Y. Dağlı), C. I-X, İstanbul 1999. 24 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. 5, s. 142. 25 Nevzat Özkan, “Gagauz Türk Edebiyatı”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı Antolojisi C. 12, Ankara 1999, s. 183-447. 26 W. Radloff, Türk Boylarının Halk Edebiyatından Örnekler, (Haz. Tülay Çulha - Muvaffak Duranlı), Türk Dil Kurumu yay., 350 s. 27 Saltık Gazi ile çağdaş olan Berzalî, öğrenimini İspanya’da tamamlamış, Halep’e sonra da Şam’a yerleşip müderrislik yapmış- tır. Ebu Şame’nin Şam Tarihi’ne zeyl olarak yazdığı Tarih-i Mısır ve Dımaşk adlı eseri ile tanınmıştır. 28 Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1992, s. 27’den naklen. 29 S. Sarıkaya vd, İbnu’s-Serrâc’ın Eserleri Çerçevesinde XIII. Yüzyıl’da Güneydoğu Anadolu’da Dinî-Tasavvufî Hayat, PN 110K317, Isparta 2012, s. 243-248. 30 Ebu Abdullah Muhammed İbn Batuta Tanci, İbn Battuta Seyahatnamesi, C. 1, İstanbul 2004, s. 598-499. 31 Atanas Manov, Gagauzlar (Hıristiyan Türkler), (Bulgarcadan çeviren: M. Türker Acaroğlu), Ankara 1939. Yeni baskısı: TTK, Ankara 2001. 32 Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1992. 33 Harun Güngör - Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1991 34 Harun Güngör - Mustafa Argunşah, Gagauzlar, Ötüken yay., İstanbul 1998. 35 Nevzat Özkan- Mariya Durbaylo Angelova, “Gagauz Türk Edebiyat”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, C. 12, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1999, s.183-447. 36 Nevzat Özkan, Gagauz Destanları, TDK yay., Ankara 2007. 37 Mustafa Argunşah-Hülya Argunşah, Gagauz Yazıları, Türk Ocakları Kayseri Şubesi yay., Kayseri 2007. 38 Gagauz Türkçesi Araştırmaları Bilgi Şöleni, 27-29 Aralık 2007, Türk Dil Kurumu Yayınları 2010, 252 s.

239 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

39 Osman Kubilay Gül, “Heyet-i İlmiye Çalışmalarında Öğretmenlere Yönelik Alınan Kararlar ve Cumhuriyetin İlk Yılların- da Öğretmen Algısı”, V. International Turkic Art, History and Folklore Congress / Art Activities, 13-16 Nisan 2016, Komrat/ MOLDOVA. 40 Ülker Şen, “Türkiye-Moldova Arasında İmzalanan Kültür İş Birliği Anlaşmaları Çerçevesinde Gagavuz Türkçesi ve Kül- türüne Yönelik Politikalar”, V. International Turkic Art, History and Folklore Congress / Art Activities, 13-16 Nisan 2016, Komrat/MOLDOVA. 41 Özkan Aydoğdu, “Gagauz Türkçesi ile Orta Karadeniz Ağızlarının Ünsüzler Açısından Değerlendirilmesi”, V. Internatio- nal Turkic Art, History and Folklore Congress / Art Activities, 13-16 Nisan 2016, Komrat/MOLDOVA.

240 NIKOLAY BABOGLUNUN ‘’DÜNÜRCÜLÜK” ANNATMASININ ISTORIYASI

Anku BOEVA

Onun yıldızı süünmeyecek! (N.Baboglunun ‘’Dünürcülük’’ annatması için birkaç fikir.) Olsa geeri dönsünnär, kimi göklär aldılar makar bir mitutçaa... Üzlerini göreyim... Seslerini taa bir kerä işideyim...Sora üç lafçaaz söleyip, genä yıldızlara salvereyim... Nikolay Baboglu – tanınmış gagauz klassii: folklorcu, yazıcı, peetçi, dramaturg, publițist, pedagog, talmaç. ‘’Diri klassik’’ – bu paalı adı o kazanmıştı kendi okuyu- cularından taa yaşarkan. Yazdı da tiparlandı 27 artistik yaratması, sözlük, 30-dan zeedä şkola kyatları hem bir dä pyesa ‘’Mumnar saalık için’’. Gagauziyanın Şanlı vatandaşı. N.Baboglu bitki soluuna kadar çalıştı o çetin yazıcı tarlasında, düveräk parmaklarını basım maşinkada. Bütün yaşamasını hem yaratmalarını o baaşladı gagauzluuna. N.Baboglunun yaratma temaları - gaga- uzların acı kaderi, halkın hendekli yolları, belaları, küülü işçi insannarın yaşaması, sevda, eski gagauz adetleri h.b. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Avtorun var peet toplumnarı da, düz yazı toplumnarı da. Ama büük, üüsek ustalık uuruna N.Baboglu çıktı proza yaratmalarınnan, nicä bir talantlı yazıcı. Bu taraftan o kaplêêr önemni bir er gagauz literaturasında. N.Babogluya deyni ga- gauz dili – bütün ömürün kahırı hem zaameti. Uşakları ana dilindä üüretmiş ozaman da, açan gagauz dili yasakmış hem bu iş için açan pek cezalarmışlar. N. Baboglu gagauz dilini absolüt bilärdi! Dil zenginniini käämilliklän kullanardı! Onun gagauzçası pak, açık, uygun. Yaratmalarında var çok söleyişlär, gözäl ötär laf çevirtmeleri, original epitetleri, türlü laf kırıntıları, ani verer yazıcının dilinä național harakterini. N.Baboglu ana sözünü çekmiş ana südünnän bilä taa kundaktaykan, açan Marinka malisi çalarmış küçücük Kolicää sallangaç türkülerini. Arhaizmaları, evelki lafları, ani çoktan çıkmışlar bizim aktiv sözlüktän, N.Baboglu onnarı unut- mamış. O onnarı çabuk çıkarardı leksikon çekmecisindän dä okuyuculara bütün cömertliinnän gözäl daadardı, nicä sedefleri... Büük yazıcı! Käämil prozacı! Allaa N.Babogluyu laf ustası olmaa için yaratmış! N.Baboglu yazılarına dökärdi içini, nelär onu dürtärdi, nelär gecelärlen ra- atsız edärdi. Onun personajları çekerlär nekadar sevda – okadar da acı. Nekadar sıcaklık – okadar da aseetlik. Nekadar iilik – okadar da kötülük. Bu duygular dal- gandırêrlar, girerlär içinä, geçerlär canından da brakêrlar orada bir nışan. O nışan kalêr çok vakıda kadar da onuştan isteersin taa okumaa, taa bir kerä çekmää personajlarlan bilä. Neçinki o yazıları inanêrsın. N.Baboglu inandırêr... Bu–haliz literatura! Öla oldu N.Baboglunun ‘’Dünürcülük’’ annatmasınnan. Vakıdında, 90-cı yıllarda, N.Baboglu okuduydu bana bu annatmayı kendisi. Dooru soleyim, ozamannar bän oya okuyardım gagauzça, da onuştan avtor ‘’ bu işi elä aldı’’. Hem N.Baboglu pek istärdi tanıtmaa, aydınnatmaa beni, profanı, onun yaratmalarınnan. O okuyardı‘’Dünürcülüü’’ büük havezlän, duygulu, dayma into- națiyasını diiştirip personajlara görä. O okuduydu haliz ustayca, bir profesional artist gibi. Onu seslemää pek meraklıydı. Stifanka–kokulmadık gül gibi bir kız, gagauzların Djulyetası. Onun ilk duy- gularını, temiz sevdasını hem garip dünürcülüünü anası-bobası annamamışlar. Can pazarı hem annaşmazlık üreeni koparêr. Doorusuzluk, düşünülmedik neetlär getirer bu ayleyä tragediya. Sora da büük pişmannık... Avtor bu karezli sțenaları üüsek literatura ustalıınnan açıklêêr, göz önündä geniş meydana çıkarêr. Bitkidä N.Baboglu ansızdan küstürdü hem aalattı beni bangır-bangır... Ama canımda bir hatır kaldı büünkü günä kadar ... Geçti yıllar, ancak 20 yıldan zeedä. Geçennerdä elimä geçti ‘’Dünürcülük’’ genä, okudum sevdii annatmayı taa bir 242 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kerä. Bu üzerä islää tutardım aklımda süjeti baştan-başadan hem personajların adlarını.Bir gün internettä okudum: ‘’ По мотивам рассказа Николая Бабоглу «Сватовство» в Гагаузии снимут художественный фильм. Сюжет фильма - традиционная история о Ромео и Джульетте, только в традиционном гагаузском обществе. Его зовут Яни, ее - Нида. – Nida mı? –bän pek şaştım. –Neçin Nida, açan Stifanka? Petri Çebotar yazêr: ‘’Diil çoktan dünneyä bildirildi bir sevinçli haber: çıkaralacek gagauz dilindä bir artistik film! İdeyanın avtoru – Rusiyada yaşayan hem çalışan gagauz aktö- ru İvan Patraman, angısı neetlener olmaa bu proekttä rejisör. Ona yardım etmää havezlän kayıl oldu Todur Marinoglu, o artık yazmış sţenariyi. Çalışmalar artık başladı. Şindi aaranêr finans, hazırlanêr oyuncu, rekvizit h. b. – film çıkarmaa diil sıradan iş! Yok nasıl demää, ani bu olacek gagauz dilindä seftä, çünkü 1960-cı yıllarda Dmitriy Kara Çoban çıkardıydı birkaç kısa metrajlı film, onnarın uzunnuu 10-15 minuttu. Ama ozamandan beeri çok su aktı. Eni filmin uzunnuu lääzım olsun 40 minut kadar. Dua edelim bu mukayetli adamnara başa çıkarsınnar kendi gözäl neetlerini! Birkaç laf süjet için. Sţenariyin temelinä koyulu Nikolay Baboglunun tragedi- yalı annatması – “Dünürcülük”. Baş geroyların adları – Yani hem Nida, haberleer gagauz saytı haber.md. Bu annatma ilkin tiparlandıydı 1979-cu yılda N. Baboglunun proza kiyadında “Bucak ecelleri”. Ozaman kızın adıydı Stifanka. Ama taa sora annatma koyuldu şkola hrestomatiyalarına, orada yazıcı artık diiştirer kızın adını – Stifanka olêr Ni- da. Neçin N. Baboglu diiştirmiş personajın adını – bilinmärdi. Ama tä geçennerdä Anna Nikolaevna Boeva, angısınnan barabar yazıcı yaşadı bitki kısmetli yıllarını, annattı pek meraklı işlär. «Bu iş olduydu 1994 ya 1995 yılda. Bir kerä avşamnen biz siiredärdik televizor. Nikolay dedi: “Ya süündür o pıstiyayı! Taa islää çal bana bir türkü”. O kendisi bilärdi çok türkü, çalardı hem gagauzça, hem romınca türlü ro- manslar. Sesi onun bu iş için diildi pek uygun, ama kulaa pek seçärdi muzıkayı. Bän düşündüm, ani yok neylän şaştırayım onu, ama kocama hatır gütmää deyni, dedim, çalayın ona birkaç maani mamunun repertuarından. Benim monotonnu çalmam hoşladardı adamı, da birazdana bana göründü, ani o başladı uyuklamaa. Ama ansızdan o dedi: “Anku, ya bu maaniyi çal taa bir kerä!” Belliki bän yoktu na- sıl seslämeyim benim saabimi – çaldım o garip maaniyi taa bir kerä. Onun zümrüt

243 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gibi eşilcä gözleri sansın tutuştular, nicä bir yudum islää konyaktan, yanakları ol- dular pembä. O kalkıverdi, aldı yazalı da girişti yazmaa. “Evrika!” – okudum bän onun üzündä. Açan sordum: “Ne oldu?”, o cuvap etti, ani bu maani olaceymış pek käämil bir epigraf onun annatmasına “Dünürcülük”. Tä o maani: Aalama, Nida, aalama, kızım, Allaa da kederdir. Yärin sana kalarsa, kızım, – Dünnä dä bizimdir!’’ Ertesi günü Nikolay Baboglu topladı kiyatlarını da gittti Komrata. Ne oldu ötää dooru – bän bilmeerim, ama o pek beendiydi bu maaniyi hem kızın adını». Petri Çebotar açıklêêr ileri dooru: Ne olmuş ötää dooru – belli. Nikolay Baboglu koyêr annatmasına epigraf, an- gısı yoktu annatmanın ilk tiparlanmasında, hem Stifankayı yapêr Nida. Bunu gös- terer o fakt, ani 1997 yılda çıkêr “Gagauz literaturası. Hrestomatiya X – XI klaslar için”. Hazırlayannar – Nikolay Baboglu hem İgnat Baboglu. Mayın 2-dä 2016 y.– Nikolay Baboglunun duuma günü, o olaceydı 88 yaşında. Yazıcı geçindi avgustun 26-da 2008 yılda. Ama yaşêêr onun yaratmaları. Sayılêr, adam boşuna yaşamamış, boşuna zaamet dökmemiş.’’ ‘’Dünürcülük’’annatmanın süjeti diil eni. O eski, nicä dünnä. İki sevdalının kısmetsiz istoriyası ihlam vermiş çoyuna avtorlara taa 15-ci asirdä. Süjet evelki, ama aktual büün dä. Neçinki üzlärlän yıl arası can ateşi yanêr!!! Yanêr hem gerer bir sıcak kanat, ani büük sevda var, hiç bişeyä bakmadaan! Diveç sevda–annatmanın öz fikiri.Böla yazıcı, nicä N.Baboglu, duuêr üz yılda bir! Duuêr – göktä büük yıldız tutuşêr! N.Baboglunun yıldızı süünmeyecek! O şafk edecek gelän evlat boylarına her- zaman, nekadar gagauz halkı yaşayacek!

244 POST-SOVYET DÖNEMDE JEOPOLİTİK AÇIDAN GAGAUZ NÜFUSU

Bülent AKSOY

Gazi Üniversitesi, [email protected]

Özet Bu çalışma, Post Sovyet dönemde Gagauz nüfusunu jeopolitik açıdan incelemek ama- cıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma tarama modelinde yapılmıştır. Araştırmada kullanılan Gagauzya Özerk Cumhuriyeti ve diğer ülkelerde yaşayan nüfus veriler Moldova istatistik bürosu, CIA istatistikleri ve literatürdeki basılı kaynaklardan elde edilmiştir. Bu verilerden hareketle Gerek Moldova gerekse diğer bölgelerdeki Gagauz nüfusunun Post Sovyet dö- nemdeki değişimi ve bunun nedenleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Araştırma bulgularına göre Gagauzların toplam nüfusu 250 bin dolayındadır. Bu nü- fusun yaklaşık 200 bin kadarı Moldova ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşamaktadır. 50 bin kadarı ise Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’de yaşamaktadır. Moldova post Sovyet dönemde siyasi ve ekonomik koşullar nedeniyle nüfus kaybetmektedir. Gagauz nüfusunun oransal olarak en büyük kısmı Moldova’da yaşamaktadır. Moldova nüfusunun azalması konusunda risk oluşturan faktörler Gagauz nüfusu için de geçerlidir. Post Sovyet dönemde Gagauzlar ekonomik koşullardan dolayı anavatanları olan Gagauzya’dan Kişinev başta olmak üzere Moldova’nın diğer bölgelerine göç vermiştir. Gelecekte bu dışa göç de- vam ederse Gagauzların anavatanlarından uzaklaşma tehlikesi doğacaktır. Bununla birlikte Trans-Dinyester benzeri ayrılıkçı hareketlerin Gagauzya’da da yaşanması ve Ggauzların geleceği konusu Moldova ve Rusya Federasyonu’nun önümüzdeki süreçte takip edeceği si- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

yasetle yakından ilişkilidir. Moldova’nın Rusya Federayonu eksenli bir gümrük birliğinden uzaklaşarak AB hedefine yönelmesi Gagauz nüfusun geleceği konusunda belirleyici olacak gelişmelerden biri olacaktır. Yakın gelecekte Gagauz nüfusunu bekleyen en önemli sorunlar; doğumların azalması, göç, dil ve eğitim problemleri, asimilasyon, işsizlik ve Moldova-RF kıskacında kalan Gaga- uz nüfusun ikilemi olarak sıralanabilir. GAGAUZ POPULATION IN THE POST-SOVIET PERIOD: A GEOPOLITICAL POINT OF VIEW Abstract This study was carried out to investigate the Gagauz population from the geopolitical point of view in the Post Soviet period. The research was conducted in a survey model. The population data of Autonomous Republic of Gagauzia and that of other countries used in the research are obtained from Moldova statistics office, CIA statistics and printed sources in the literature. Based on the data, the study attempts to reveal the change in Gagauz pop- ulation both in Moldova and in other regions and its reasons. According to research findings, the total population of Gagauz is around 250,000. About 200,000 of this population live in Moldova and the former Soviet republics. About 50,000 live in Greece, Romania, Bulgaria and Turkey. Moldova has been losing population in the post Soviet period due to political and economic conditions. The largest proportion of the population of Gagauz live in Moldova. Factors that pose a risk to the decrease in the Moldovan population also apply to the Gagauz population. Due to economic conditions, the Gagauz emigrated from Gagauzia, their homeland, to other parts of Moldova, especially to Chisinaus in the post-Soviet period. If this outward migration continues in the future, there will be danger of the Gagauz moving away from their homeland. However, the exist- ence of separatist movements like Trans-Dinyester in Gagauzia and the future of Gagauzs are closely related to the politics that Moldova and the Russian Federation will follow in the upcoming period. Moldova’s moving away from Russian customs union to the EU goal will be one of the decisive developments in the future of the Gagauz population. The most important problems awaiting Gagauz population in the near future are; de- crease in birth rates, immigration, language and education problems, assimilation, unem- ployment and the dilemma of the Gagauz population, which is at the mercy of Moldo- va-Russian Federation.

Giriş Güneyden Tuna nehri, güneybatıdan Prut nehri ve kuzeydoğudan Dinyester nehri ile çevrili olan ve Karadeniz’den Polonya’ya kadar uzanan bölge Basarabya olarak adlandırılır (Harita 1, 2). Kuzey Basarabya toprakları bugünkü Moldova’yı oluşturmaktadır. Moldova’nın güneyinde yer alan Komrat, Çadır Lungak, Bulganetse gibi şehir- lerin bulunduğu bölge ile Ukrayna’ya bağlı Odessa eyaletinin Akkerman, İsmaili 246 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve Kili gibi şehirlerinin bulunduğu alan ise Güney Basarabya ya da Bucak bölge- sini oluşturmaktadır. 1456’da Basarabya’yı da içine alan Boğdan Romen Prensliği Osmanlı tabiiyetine girmiş, 1484’te Akkerman ve Kili kaleleri de Osmanlı top- raklarına katılmıştır 1538’de Bucak Basarabya’dan ayrılarak önceleri Rumeli daha sonra Özü eyaletlerine bağlı sancak statüsüne getirilmiş, bu bölgeye çok sayıda Osmanlı ve Kırım Türkü yerleştirilmiştir. Ayrıca Gagauzlar da ülkenin yerleşik halkı durumundaydı. 1770’ten sonra Osmanlı-Rus savaşlarına sahne olmaya baş- layan Basarabya, 1812’de tamamen Rusya’ya geçmiş, 1856’de Bucak yöresi tekrar Osmanlıya bırakılmışsa da 1878’den sonra kesin bir şekilde Türk topraklarından ayrılmıştır.1918-1940 arasında Romanya’ya dahil olan Basarabya, 1940’dan sonra tekrar Rusların eline geçmiştir. Bugün ise asıl Basarabya’da Moldova Cumhuriyeti yer alırken, bunun bir parçası olan Bucak bölgesi Ukrayna Cumhuriyeti sınırları içindedir (Aksoy, 2006; Yiğit, 2013).

Post-Sovyet Dönemde Moldova ve Gagauz Nüfusu Gagauz nüfusun en fazla olduğu Moldova’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası nü- fus gelişimi incelendiğinde soğuk savaş döneminde ülke nüfusunun sürekli olarak

Harita 1: Basarabya ve çevresinin fiziki haritası

247 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

artış gösterdiği anlaşılmaktadır (Grafik 1). Post Sovyet dönemde Moldova nüfusu ön- ce yatay bir seyir takip ederek durağanlaşmış 1996’da keskin bir düşüş yaşayarak 4.35 milyon- dan 3.65 milyona gerilemiştir. Bu keskin düşüşte Trans Dinyester bölgesindeki ayrılıkçı hareketler etkili olmuştur. Dinyester Nehri doğusundaki topraklarda yaşayan Rus Nüfus tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Bölgede 700 binden fazla nüfusa sahip olan Rusların bu tek taraflı ba- ğımıszlığı henüz Moldova tarafından tanınmasa da Trans Dinyester bölgesinde Kırım’dakine ben- zer bir gelişmenin yaşanması muhtemeldir. Mol- dova nüfusundaki negatif yöndeki gelişim yalnız- ca Trans Dinyester Bölgesi ile de sınırlı değildir. Ekonomik koşulların elverişsizliği, istihdam so- runları özellikle genç nüfusu Türkiye ve AB ülke- leri başta olmak üzere göçe zorlamıştır. Yılın belli

Harita 2: Basarabya Bölgesi dönemlerinde bu ülkelerde çalışan nüfus içinde gerekli koşulları sağlayanlar bu ülkelere devamlı olarak yerleşmeyi tercih etmektedir. Post Sovyet dönemde 1995 ve 2014 yılına ait Moldova nüfus piramitleri in- celendiğinde (grafik 3-4) yaklaşık 20 yıllık periyotta nüfusun hem doğal olarak

Grafik 1: Yıllara göre Moldova nüfusu (milyon)

248 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Grafik 2: Moldova’da 2006-2016 döneminde nüfus değişimi (Kaynak: National Bureau of Statistics of the Republic of Moldova) hem de göçlerle azalma eğiliminde olduğu dikkati çekmektedir. Çocuk nüfus ora- nındaki bu düşüş yakın gelecekte Moldova nüfusunun yaşlanma sorunuyla karşı karşıya kaldığının göstergesidir. Moldova’da yaşayan nüfusun çoğunluğunu Moldovanlar oluşturmaktadır. Nü- fus içindeki diğer etnik gruplar büyüklüklerine göre sırayla Ukrain, Rus, Gagauz, Romen ve Bulgarlardan oluşmaktadır (Grafik 5). Basarabya’da yaşayan Gagauz Türkleri ortodoks hristiyandır. Türkiye Türkçe-

Grafik 3: Moldova’nın 1995 yılı nüfus piramidi

249 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Grafik 4: Moldova’nın 2014 yılı nüfus piramidi sine çok yakın bir lehçe konuşan Gagauz Türklerinin çoğunluğu Moldova Cum- huriyeti içinde yer alan Gagauz Yeri özerk bölgesinde Komrat, Çadır, Lungak, Bulganetse gibi şehir ve bölgelerde yaşarlar (Harita 3). Bu bölgedeki nüfusları 130 bin kadardır. Ülkenin diğer yerlerindekilerle birlikte nüfus 150 binin üzerindedir (Yiğit, 2013; Gökdağ, 2014). Ukrayna Cumhuriyeti’nin Odessa eyaletinde (32 bin kadar) ve Rusya Fede- rasyonu’nda (10 bin kadar) bulunmaktadır. Bir miktar Gagauz da, Romanya’da Dobruca bölgesinde, Bulgaristan’ın kuzeydoğu kesimlerinde ve bazı eski Sovyet

Grafik 5: Moldova’da nüfusun etnik gruplara dağılımı

250 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ülkelerinde (bilhassa Kazakistan) yaşarlar. Böylece eski Sovyet Cumhuriyetlerin- deki toplam Gagauz nüfusu 200 binin üzerindedir (Tablo 1).

Yaşadıkları Ülke 1989 Nüfusu 2015 Nüfusu Moldova 153.458 155.000 Ukrayna (Odessa) 31.967 32.000 Diğer Eski S.S.C.B (Özellikle RF ve Kazakistan) 12332 13.000

Eski S.S.C.B. Toplam 197.757 200.000

Romanya Yunanistan 50.000 Bulgaristan

Türkiye Genel Toplam 250.000* *Moldova, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’deki nüfusun da dahil olduğu tahmini rakamdır. Tablo 1: Gagaguz nüfusunun yaşadıkları ülkelere göre dağılımı

Romanya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye’de de Gagauz nüfus bulunmak- tadır. 20. Yüzyılda çeşitli nedenlerle bu ülkelere yerleşen Gagauz nüfusa ilişkin sağlıklı nüfus verilerine ulaşmak mümkün değildir. Ancak göç ettikleri veya sınır değişikliği nedeniyle başka ülke sınırları içinde kalan nüfus, sonraki yıllarda il- gili ülkelerdeki nüfus artış hızına göre güncellendiğinde en iyimser tahminle 50 bin dolayında bir nüfusa tekabül et- mektedir. Bu hesaplamaya göre Gaga- uzların Dünya’daki toplam nüfusunun günümüzde 250 bin dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Gagauz nüfusunun çoğunluğu yu- karıda da belirtildiği gibi anavatanları olan Gagauzya dışında yaşamaktadır. Bununla birlikte Gagauzya’da yaşayan nüfusun 4/5’inden fazlasını Gagauzlar oluşturmaktadır. Geri kalan nüfusun Harita 3: Moldova’nın idari bölgeleri ve etnik gruplara dağılımı incelendiğinde Gagauzya

251 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Grafik 6: Gagauzya’da nüfusun etnik gruplara dağılımı sırasıyla Bulgar, Moldovan, Rus, Ukrain ve diğer küçük etnik grupların geldiği görülmektedir (Grafik 6). Gagauzya’da yaşayan nüfus başkent Komrat ve çevresindeki köylerde yoğun- laşmaktadır. Komrat ve çevredeki şehir, kasaba ve köylerde Gagauzlar nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır. Başkent Komrat’da yaklaşık %73 olan bu oranın en yüksek olduğu yer %98 ile Baurçi ike en düşük olduğu yer ¼ oran ile Köseli Rus’tur. Diğer yerleşim birimlerindeki oranlar genellikle Ggaguzların bulunduk- ları yerde nüfusun 2/3’ünden daha fazlasını oluşturduğunu göstermektedir (Tablo 2).

Resmi Adı Gagauz Adı % Gagauz Oranı

Comrat (municipality) 72.8%

Ceadîr-Lunga(city) Çadır-Lunga 73.7%

Vulcăneşti (city) 69.4% Vulcăneşti, loc. st. c. f. 22.5%

Avdarma 94.2%

Baurci Baurçi 97.9%

Beşalma 96.7%

Beşghioz (Beş-Ghioz) Beşgöz 93.0%

252 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bugeac Bucak 61.8%

70.2% Carbalia Kırbaalı

Cazaclia Kazayak 96.5%

Chioselia Rusă(Chioselia Mică) Köseli Rus 25.2%

92.6% Chiriet-Lunga Kiriyet-Lunga

Chirsova Kirsova 45.6%

Cioc-Maidan Çokmeydan 93.1%

Cişmichioi(Cişmechioi) Çeşmeköy 94.4%

Congaz Kongaz 96.1%

Congazcicul de Sus (Congazul-Mic) Congazcicul de 73.4%, 87.2% Jos Duduleşti 4.4%

Copceac (Tatar-Copceac) Kıpçak 95.0%

Cotovscoe(Cârlăneni) Kırlannar 95.4%

Dezghingea (Dezghinge) Dezgincä 94.5%

Etulia 92.7% Etulia Nouă 83.1% Etulia, loc. st. c. f. 94.5%

Ferapontievca (Feraponteanca) 28.0%

Gaidar (Gaidari) Haydar 96.5%

Joltai (Djoltai) Coltay 96.0%

Svetlîi (Deneviţa) 35.4% Alexeevca (Alexeeni) 33.5%

Tomai Tomay 95.1%

Tablo 2: Gagauzya’daki yerleşim birimlerinde Gagauzların toplam nüfusa oranı Gagauzya Jeopolitiğinde Nüfusun Önemi ve Karşılaşılan Sorunlar 2 Şubat 2014 tarihinde Gagauzya’da ülkenin dış politika tercihi ve bölgenin statüsüyle ilgili iki referandum yapılmıştır. Katılımın yüzde 70 olduğu açıklanan referandumda Gagauzların %98,4’ü Moldova’nın Rusya güdümlü Gümrük Bir-

253 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR liği’ne entegrasyonundan yana oy kullandı. Gagauzların %98,8’i ise Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi durumunda özerk bölgenin kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğuna ilişkin maddeye “evet” demiştir. Gagauzların bir kısmı, Rus Çarının iki yüzyıl önce Bucak bölgesini kendi- lerine tahsis etmesinden dolayı Ruslara sempati duymaktadır. Bununla birlikte Gagauzların tarihteki en büyük başkaldırılarından biri olan 1906’daki bağımsızlık hareketinin sebebi de yine Ruslara dayanmaktadır. Gagaguz nüfusu eski Sovyet coğrafyasındaki az nüfuslu Türk bölgeleri ile ben- zer problemlere sahiptir. Bugün Moldova’ya bağlı olan Gagaguz yeri Özer Cum- huriyetinde en önemli demografik problemler; • Göç • Dil ve eğitim problemleri • Asimilasyon (Genç nüfusun Gagauzca/Türkçe bilmemesi) • İşsizlik/İstihdam • Moldova-RF kıskacında kalan Gagauz nüfus • Nüfus artış hızındaki durağanlık ana başlıklarından oluşmaktadır. Özellikle ekonomik koşulların yetersizliği Post Sovyet dönemde Gagauzya’da- ki nüfusun Moldova’nın diğer şehirlerine ve ülke dışına göç etmesine yol açmıştır. Moldova’nın kısa vadede Rusya Federasyonu etkisinden sıyrılarak yönünü batıya çevirmesi mümkün görünmemektedir. Şu anki konjonktürde Avrupa Birliği al- ternatifi Moldova için uzak bir hedef gibi görünmektedir. Alternatif dış politika- sının olmayışı Gagauz nüfusu kadar Moldova nüfusu için de tehlike çanlarının çaldığını göstermektedir.

Sonuç Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bölgede önce siyasi bir boşluk doğ- muş bu dönemde bazı ayrılıkçı hareketler ön plana çıkmıştır. Putin’in Rusya Fe- derasyonu başkanı olmasıyla Rusya Federasyonu ve Bağımsız Devletler Topluluğu arasındaki siyasi ilişkiler yeni bir düzleme oturmuştur. Gücünü hızla toparlayan Rusya Federasyonu bunu bölgedeki siyasal nüfuzuna yansıtmıştır. Bağımsız Dev- letler Topluluğu ülkelerinin tamamında Sovyet döneminden kalma Rus nüfus yer almaktadır. Bu ülkelerden biri de Moldova’dır. Moldova’ya bağlı iki özerk cumhu- riyet bulunmaktadır. Bunlardan biri Gagauz Yeri diğer, de Trans-Dinyester bölge- sidir. Moldova’da Trans-Dinyester bölgesinde Rus nüfusun tek taraflı bağımsızlık ilanı bölgedeki tansiyonu artırmıştır. Diğer taraftan aynı olayın Gagauzya’da da yaşanma ihtimali hem Moldova hem de Gagauz nüfus arasında tedirginlik ya- 254 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ratmıştır. Bir tarafta onlarca yıldır bir arada yaşadığı Moldovanlar diğer tarafta Ruslarla olan tarihi bağlar Gagauzları jeopolitik açıdan bir kıskaçta bırakmak- tadır. Gagauz nüfusunun 2014 referandumunda gösterdiği tercih Moldova’nın dış politika tercihinde Rusya Federayonu ile ortak hareket etmesinden yana bir tavrın olduğunu göstermektedir. Yine aynı referandum sonucuna göre; Moldova ile Rusya Federasyonu arasında yaşanacak muhtemel bir görüş ayrılığı Gagauzları bağımsız karar almaya götürecektir. Bunun yanında Putin sonrası bölgede yaşa- nan bazı olaylar ve bunun Gagauzya nüfusuna yansıması şu şekilde özetlenebilir: • Kafkasya’da 2004’de yükselen tansiyon Karadeniz’in kuzeyinde Ukrayna’ya sıçradı. • Ukrayna-RF gerilimi 2014 Kırım referandumu ve Rusya Federasyonu’na bağ- lanma ile sonuçlandı. • Gagauzya Moldova ve RF arasında gelecek arayışında olan bir Türk toprağıdır. Olası bir referandumda Gagauzya’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Gaga- uzlar belireyici olacaktır. • Gagauzya’nın geleceğinde demografik yapı önemini artırarak devam ettire- cektir. Nüfusun durağanlaşmasının yanı sıra işsizlik ve istihdam problemi nedeniyle Gagauz nüfusunu gelecekte bekleyen en önemli problem dışa göç verilmesidir. Nüfus gelişimi bakımından Rusya Federasyonu ile benzer özellikler gösteren Moldova ve Gagauzya Rusya Federayonu gibi göç alma imkanına sahip olmadığı için nüfus artış hızında son yıllarda negatif yönde bir gelişme seyri göstermekte- dir. Genç nüfusun asimilasyon tehlikesi, dil ve eğitimde yaşanan sorunlar, Rusya federasyonu ve Moldova arasında sıkışıp kalan Gagauzların yakın gelecekte yüz- leşeceği en önemli sorunlar arasında sayılabilir.

Kaynakça Aksoy, B. (2006). Balkanlarda Türklerin Yaşadıkları Bölgeler. Rumeli Kültürü, Sayı 13-14, 14-21. Bulut, R. (2016). The Economic and Politıcal Structure of Gagauzian Turks. Eurasian Academy of Sciences Eurasian Studies /Avrasya Çalışmaları. Volume 3, 29‐38. Duman, Ö. (2008). Atatürk Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri (1923-1938). Bilig, Sayı 45, 23-44. Gökdağ, B. A. (2014). Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığa mı Yürüyor? Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Sayı 43, 17-42. Moldova Total Population. https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/md.html (E.T. 30.05.2016). Şamilkızı, G. (2016). Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur mu? http://aa.com.tr/tr/dunya/gagauz-yeri-yeni-kirim-olur-mu/516802 (E.T. 20.05.2016). Yiğit, A. (2013). Yeryüzünde Türk nüfusunun Dağılışı ve Miktarı Sorunu. Yeni Türkiye Sayı:53, 199-223. http://populationpyramid.net/Moldova (E.T. 31.05.2016). www. tradingeconomic.com. National Bureau of Statistics of the Republic of Moldova. (E.T. 25.05.2016).

255

KARADENIZIN KUZEYINDEKI ETNIK VE DINI OLUŞUMLARIN TARIHI ARKA PLANI VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Prof.Dr. Üçler BULDUK

Ankara Üniversitesi

Özet Karadeniz’in Kuzeyi tarih boyunca birçok kez istila ve göç hareketlerine sahne olmuştur. IV. Yüzyılda Hunların baskısı ile harekete geçen ünlü Kavimler Göçü, sadece Karadeniz’in kuzeyindeki etnik yapıları etkilememiş, Avrupa’nın siyasi haritasını bütünüyle değiştirmiştir. İtil’den Tuna’ya uzanan Bulgarlar ve onları takiben özellikle X.-XIII. Yüzyıllarda ardı arkası kesilmeyen Peçenek, Uz ve Kuman gibi Türk asıllı bozkır kavimlerinin akınları Kırım’dan Balkan Yarımadasına kadar siyasi, dinî ve etnik oluşumların yeniden şekillenmesine katkı- da bulunmuştur. Kuzey’den Balkanlara yönelen akın ve göçler Osmanlı Devleti ile tersyüz olmuş; önce Balkan Yarımadası, ardından Kırım’ı hakimiyetine alan Osmanlılar, bu bölge- lerden, tıpkı Hunlar gibi Orta Avrupa’ya yönelmişlerdir. Kırım’ın Rusya tarafından işgal ve ilhakı onlara Balkan yolunu açmış; dinî ve etnik ayrımcılıkların körüklenmesi, kanlı savaşları ve yeni göçleri beraberinde getirmiştir. Gagauzlar bu tarihî sürecin en talihsiz tanıklarıdır. Moldova ve Kırım’ın kaderi ise Balkanlar ve Avrasya’nın nasıl şekilleneceğini belirleyecektir. Anahtar kelimeler: Gagauzlar, Transdinyeper, Balkan Halkları, Kavimler Göçü Historical Background of the Ethnic and Religious Structures in the Northern Black Sea and Its Effects on the Present Abstract North of the Black Sea has been the scene of many invasions and migrations throu- ghout history. The well-known Migration of Tribes had started with pressure of the Huns. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

This event affected not only the ethnic structure in north of the Black Sea but entirety and changed the political map of Europe. This migration , both have influenced the ethnic stru- cture on north of the Black Sea, as well as Europe’s political map has changed completely. Volga and Danubian Bulgarians, attacks of the Turkish tribes as Uz, Pecenek and Kumans have contributed to the re-shaping of the religious, political and ethnic composition from Crimea to the Balkan Peninsula. Invasions and migrations from the North direction towar- ds the Balkans have turned in the opposite direction with the Ottoman Empire. Ottomans siezed Balkan territories and then Crimea and its environ. And than they turned to Central Europe, their ancestor Hun’s just as did. But capturing the Criema by Russians opened the way for the invation of the Balkans. Inciting religious or ethnic discrimination, it has brought new bloody war and immigration. Gagauzes are the most unfortunate witness to this historical process. Fates of the Moldova and Crimea will determine how to format the Balkans and Eurasia . Keywords: Gagauz, Transnistria, Balkan Peoples, Migretion of Tribes

Karadeniz’in Kuzeyi, tarih boyunca pek çok kavmin uğrak yeri veya göç gü- zergâhı olarak dikkati çeker. Geniş düzlüklerin irili ufaklı su menbaalarının bu- lunduğu bu topraklar özellikle kaderini Batı bölgelerinde arayan Doğu’dan gelen kavimler için oldukça cezbedici olmuştur. Daha çok savaşçı, göçer bozkır toplu- luklarına cazip gelen bu büyük coğrafya, bu sebepten tarihin belirli dönemlerin- de yoğun göçlere, istilalara uğramış; büyük tarihî olaylara tanıklık etmiştir. Asya steplerinden, Güney Rusya yönünde gerçekleşen kavimler muhaceratının merke- zinde “bozkır” halkları; bozkır halkları içerisinde de özne durumunda olan Türk soylu kavimler yer alır. Bu bakımdan değerlendirdiğimizde tarihi süreç içerisinde Bozkır veya Türk kültür çevresine mensup olarak nitelendirebileceğimiz kavimle- rin tetiklediği “kavimler göçü” birkaç kez tekerrür etmiştir. İskit/Skiyt kavminin M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren Asya steplerinden Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine yönelmesi ilk önemli göç harekatını tetiklemiştir. He- redetos’a göre, İskitler Massagetlerin baskıları karşısında Asyanın batı bölgele- rine göç etmek zorunda kalmışlardı. İskit toplulukları da Hazar ve Karadenizin kuzeyinde yayılmış olan Kimmerleri daha batıya; Avrupa içlerine doğru itmiş, zaman içerisinde ise Sarmatlar aynı şekilde İskitleri Orta Avrupa ve Balkanlara kadar sürüklemiştir. M.Ö. 2. yüzyılın başında Keltlerin ve Sarmatların saldırı- ları sonucunda iyice güçsüz duruma düşen İskitler, bu asırda Güney Avrupa’ya doğru ilerleyen Gotlar tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştır1. Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda M.Ö. II. yüzyılın başlarından sonra Sarmatlar benzer yaşayış ve kültüre sahip İskitlerin yerini almaya başlamışlar, batıda Tuna nehri ve Karpatlara kadar yayılmışlardır. Bu topraklarda Sarmat genel adı altında görülen 258 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR topluluklar ortaya çıkmış; Yazığlar, Roksolanlar, Krali Sarmatlar, Ugorlar, Siraklar ve Alanlar birer Sarmat topluluğu olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir2. Bu süreçte savaşçı bozkır kültürünün ve sanatının İran, Mezopotamya ve eski Yunan medeniyeti ile karşılıklı etkileşimini kaynaklardan izleyebiliyoruz. Semavi dinlerin henüz ortada olmadığı için bu uzun zaman diliminde, etkileşmede bir rol oynamaları da söz konusu değildir. Esas etkileşim göçer ve yerleşik hayatı tercih edenler veya yerli ile göçmenler arasında olmuştur. Massaget- Saka/İskit- Kim- mer- Sarmat’ların domino etkisi yapan hareketliliği, sadece Avrasya bozkırlarıyla sınırlı kalmamış; Orta Avrupa’dan Balkanlara, Kafkaslardan Ortadoğu’ya kadar siyasi ve beşeri haritaları etkilemiştir. Ahmetbeyoğlu’nun da belirttiği gibi MS. II. yüzyıldan beri Romalılar, ku- zey‐doğu komşuları olarak Sarmat grupları ve çeşitli kavimler ile iç içeydiler. Bu kavimler daha sonraki tarihî gelişimde mühim rol oynayacaklardır. Nitekim Ma- caristan’da Vandallar, Suebler (eski Quadların bir kolu), Karpatlar’ın eteklerinde Transilvanya (sonraki Erdel)’da Gepidler; Güney Rusya’da ise Gotlar bulunmak- taydılar. Avrupa’nın güçlü ve önemli kavimlerinden olan Gotların iskân sahaları Don arazisinin ötesinde Olt Irmağı’na kadar bütün Eflak ovalarını kaplamakta, Moldavya ile Erdel’in güneyindeki dağlara kadar uzanmaktaydı. Dinyester ve Don ırmakları arasında Doğu Gotları (Ostrogotlar), Dinyester’in batısında ise Batı Gotları (Vizigotlar) yaşamaktaydılar. Milâdın ilk yıllarında Baltık Denizi’nin güney sahillerinde yaşamış olan Gotlar, tesbiti güç bir takım sebeplerden dolayı, II. asrın sonunda bugünkü Güney Rusya havalisine göç etmişlerdir. Bunlar Ka- radeniz sahillerine kadar gelmişler ve Don ile Tuna arasındaki sahayı işgal etmiş- lerdir, Sarmatları Kıpçak Bozkırı’ndan çıkardılar3. Karadenizin Kuzeyine gelen bütün kavimlerin etnik menşei meselesi sadece Türk kavimleriyle sınırlı değildir. Hunların baskısıyla başlayacak olan Kavimler Göçü’nün en önemli aktörü duru- mundaki Gotların kökeninin kimlere dayandığı meselesi hala tartışılmaktadır4. Kavimler Göçünün ikinci ve belki de sonuçları itibarıyla en önemli safhasını Batı/Avrupa Hunlarının tarih sahnesine çıkması oluşturmuştur. M.S. 4. yüzyılın son çeyreğinde Hunlar, Güney Rusya steplerinin güçlü Cermen toplulukların- dan Gotlarla karşılaşırlar. Bu sırada Gotlar iki kol halinde yaşamaktaydılar: Eflak Ovası, Moldova ve Erdel’in güneyine kadar yayılan topraklarda orman halkı Batı Gotları (Vizigotlar) ve Dinyester’den Don Irmağı arasında ise step sakini Do- ğu Gotları (Ostragotlar). Alan ülkesini ele geçiren Hunlar yıpratma savaşlarının ardından Doğu Gotları ile karşılaştılar. Kral Ermanarik, Germen usulünde sık saflar oluşturup göğüs göğüse harb planlarken Hunlar uzaktan ok atışları ve ani

259 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR hücumlarla onları darmadağın etmişti. Ermanarik intihar yolunu seçti. Ardından Batı Got Kralı Athanarik üzerine yürüyen Hunlar bir gece baskınıyla Batı Got- larını da yenilgiye uğrattı Athanarik mütemadiyen geri çekilerek Bizans’a sığın- ma yolunu seçti5. Hunların Ostragotları (Doğu Gotları) ve ardından Vizigotları (Batı Gotları) yerlerinden etmeleri pek çok kavmi de daha batıya itmiş; Büyük Kavimler muhaceratını başlatmıştır. Avrupanın tek ve en büyük siyasi gücü olan Roma’nın kuzey sınırları Balkanlardan Galya’ya kadar “barbar” olarak nitelenen kavimler tarafından istila edilecektir. Romayı ikiye ayıran bu göçlerin, Avrupa’nın günümüzdeki siyasi ve etnik yapısının temellerini oluşturduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddia kısmen doğrudur. Özellikle Batı Avrupa için daha geçerlidir. Orta Avrupa’dan Balkan yarımadasına uzanan coğrafyanın siyasi haritası net değildir ve etnik yapılar henüz oluşum sürecindedir. Üstelik yerleşik kültürün elinde bu dö- nemde “barbarlara” karşı kullanacağı bir koz daha bulunmaktadır: “Hristiyanlık”. Ancak 5.-6. Yüzyıllarda bile etnik kimliklerin oluşmasında hristiyan kültürün bu coğrafyada yeterince etkili olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. 4. yüzyılın sonunda Avrupa’nın ufkunda görünen Hunlar, Etnik menşei tartı- şılan İskitler hariç tutulursa, İç-Asya’dan batıya gelen Türk soyundan kavimlerin ilki idi ve bunu başkaları izleyecekti. Bölgede yaklaşık 80 yıllık ömürleri boyunca inanılmayacak derecede önemli olaylara sebep olan Hunlar, önce Batı-Asya’nın Türkleşmesini sağlamış, Avrupa’nın o zamanki nizamını altüst etmiş, Büyük Ka- vimler Göçünü harekete geçirmiş ve Cermen Kavimlerini bir daha birleşmemek üzere dağıtmış, en önemlisi Doğu ve Batı imparatorluklarını temelinden sarsmış- lardır. Kavimler göçünün üçüncü safhası bir anlamda yarım veya eksik kalan bu sü- recin tamamlayıcısı rolünü de üslenecektir. Hunların güçlü lideri Attila’nın ölü- mü ile Orta Avrupa’dan batı ve güney istikametinde başlayan tersine göçlerle, Tuna’dan İtil’e uzanan coğrafyada kavimler yeniden şekillenmeye başlar. Ancak bu süreci asıl etkileyen unsurlar, Orta Asya’dan kopup gelen ve birbirlerini yerin- den eden Peçenek, Uz ve Kuman/Kıpçak Türk boyları olacaktır. 10.-13. yüzyıllar aralığında gerçekleşen bu göçler Doğu Avrupa ve Balkanlardaki etnik ve dinî yapıların şekillenmesinde belirleyici bir role sahip olacaktır. Slav toplulukları ve Balkan uluslarının inşa süreci Bozkır kültürünün men- supları olan bu kavimlerden ayrı düşünülemez. Aynı sekilde Ortadoks hristi- yan dünyanın şekillenmesinde veya Bogomil, Pavlikyan inancının temellerinde de bu unsurları müşahede edebiliriz. Bilimsel çalışmalar artık tartışmasız kabul etmektedir ki Macarlar ve Bulgarların ataları “Turani” halklardandır6. Hırvatların 260 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kökeninde Avarlar ve Bulgarların, Boşnak ve Bulgar bogomillerinde Peçenek ve Kumanların izleri görülür7. Gagauzların kökeni hakkındaki pek çok ve farklı gö- rüşler aslında Batı Karadeniz ve Balkan tarihinin eski ve karmaşık tarihinin bir özeti gibidir. T.Kovvalski Gagvuzları üst üste üç tabakadan oluşan maden filizi- ne benzetir. En eski tabakada kuzeyden gelen Türk toplulukları bulunmaktadır. İkinci tabakada ise Osmanlı öncesi güneyden (Anadolu Selçukluları) gelen güç- lü bir gurup yer alır. Son tabakayı ise Osmanlı dönemindeki Türk kolonileri ve Türkleşmiş unsurlar oluşturur. En eski tabakada kuzeyden gelen Türk toplulukları vardır. Farklı bilim adamları Gagavuzları, Kuman, Uz, Bulgar, Peçenek gibi grup- larla ilişkilendirirler ki en çok “Uz” görüşü ağır basar. Rus ana yıllıklarının Torki yani Türk olarak adlandırdığı Uzlar, Gagauzların ataları olarak görülür. Hristiyan inancının da bu yolla geldiği kabul edilir8. A.N.Kurat’a göre 1060’lardan itibaren eski Peçenek sonraki Uz yurdu olan toprakların Kuman/Kıpçakların eline geçmesi ile birlikte Uzlar da Peçeneklerin peşisıra Tuna’yı aşarlar. Uzların Tuna boylarında kalmaları ve Balkanlara gelmeleri bu yerlerin tarihi ve etnografyası bakımından çok önemlidir. Peçenekler, kendi- lerini Balkanlara itmiş olan Uzlar’dan korkunç bir intikam alırlar. Ölümden kur- tulan küçük Uz kitleleri Bizans tarafından farklı yerlere iskan edilir. Dobruca’ya iskan edilenlerin bugünün Gaguzları olduğu söylenir9. Uzlar gibi Vardar Türkle- ri ve Magleneda yerleştirilen Peçenek kolonileri vs. Balkanlarda, Makedonya’da Türk unsurlarının yeniden kuvvetlenmesini sağlar. Aslında Türk kitlelerinin Tuna ağzına yakın bölgeler başta olmak üzere Balkanlara serpiştirilmesi Bizans’ın usta- ca yürüttüğü bir siyasettir. Peçeneklerin lideri Turak’a isyan eden Kegen adlı bey, 20 bin kişi ile Bizans’ın hizmetine girer ve hristiyanlığı Kabul eder. (1048). Asileri tedip için gelen Turuk, Kegen ve Bizans güçlerine yenilip tutsak edilir. Konstan- tin Monamach onbinlerce Peçenek’i Niş ve Sofya Arasındaki ovalık kesimlere ve Makedonya’da Ovcepolje’ye yerleştirir. Onların silahları alınarak çiftçilikle meş- gul olmaları sağlanır. Çünkü Kedranos’un tarih düştüğü gibi bu dönemde Bulga- ristan’da arazi boştur ve çiftçilere ihtiyaç duyulmaktadır10. Bizans bir taraftan toprak ağalarının çiftçi ihtiyaçlarını bu şekilde karşılarken, diğer yandan kendisi için tehlike saydığı siyasi birlikleri farklı bölgelere taksim ederek etkisizleştiriyor diğer yandan da Kuzeyden gelen savaşçı- akıncı kavimleri Tuna ağzında durduracak tampon bölgeler oluşturmaktaydı. Örneğin Filibe ve civarında yaşayan Bulgar Bogomilleri/Pavlikyanlar Grek-Ortadoks dinine muha- lif, kuvvetli Maniheizm tesirleri altında kalan bir mezhep idiler. Bizans Anadolu tarafında bu mezhebin yayılmasını önlemek maksadıyla birçoklarını Bulgaristan’a iskan etmişti. Bulgaristan’a yerleştirilen Pavlikyanların Tuna boylarından kopup

261 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gelen akınlara bir set olacağı düşünülmüştü. Ancak bu mezhep Bulgaristan aha- lisinda pek çok taraftar bulmuş ve bir nevi Bulgar milli hareketine dönüşmüştü. Buradaki maniheistlerin Peçeneklere karşı gelmek şöyle dursun, Bizans ile mü- cadelede onları yardıma çağırmışlardır. 1078-81 senelerinde aslen bir Rum olan Leka adlı Filibeli bir Pavlikyan, Peçenek lideri ile akrabalık bağı kurup Bizans’a isyan eder. Ancak yüksek bir rütbe vadedilince isyandan vaz geçer. Buna ragmen Bogomiller Balkanlarda Peçeneklerin tabi müttefiki olarak kalırlar. Aralarında hem his hem de menfaat birliği vardır. Galiba Bulgar halkının arasında eski cetle- rinin Tuna’nın kuzeyinden, Peçeneklerin gelmiş oldukları diyardan neşet ettikleri- ne dair bazı ananeler henüz unutulmadığı muhtemeldir. (Bogomil isyanının lideri Travl= Tervel eski bir Bulgar adı adıdır)11. Gagavuzların kökeni hakkındaki diğer iki görüş ise, 13. yüzyıldan itibaren ve özellikle Bizans’ın güç kaybetmesiyle, Anadolu’dan Türklerin Trakya ve Bal- kanlara geçmesi ile ilgilidir. Adeta tarihin akışına ters olarak, Batı kaynakları- nın İskit veya Pers olarak adlandırdıkları Selçuklular ve ardından Osmanlılar, Karadeniz yerine Anadolu’dan bir göç ve akın dönemi başlatmışlardır. II.İz- zettin Keykavus’un Bizans’a sığınması ve etrafının Hristiyanlığı kabulü, Gagavuz isminin menşei hakkındaki diğer bir görüşü de temellendirir. Dobruca bölgesin- deki ahali ve bu yeni gelenlerin Gagavuzları oluşturduğu iddia edilir. Aynı dö- nem için Balkanların İslamlaşmasının manevi önderlerinin başında gelen Saru Saltuk hikâyeleri de dikkati çekmektedir12. Aslında dikkat edilirse Bizans yine bilinen politikasını uygulamaktadır. Özellikle Karadenizin kuzeyinden gelebile- cek “Kıpçak” ve “Tatar” tehlikesine karşı Selçukileri bir mania olarak kullanmayı amaçlamıştır. Osmanlı döneminde Anadolu’dan göç ettirilen Türkmen unsurlar ve Türkçe konuşan Hristiyan Karamanikaların yerleştirilmesi ise Osmanlı Devle- tinin Balkanlarda, Bizans’a alternatif yürüttüğü iskan politikasının bir sonucudur. Gagavuzların 3. atmanı burada aranır13. Hatta zaman içerisinde Gagavuzların as- lında Rum/Yunan, Bulgar ve Romen soylu Türkleşmiş unsurlar olarak anılması- nın da temelinde Osmanlılara karşı geliştirilen politikaların etkisi söz konusudur. Özellikle Balkan uluşçuluğunun zirve yaptığı 19. yüzyıl sonlarından günümü- ze kadar devam eden bazı araştırmalarda bu görüşler daha da canlandırılarak sürdürülmektedir. Osmanlıların Balkanlarda uyguladığı gayrimüslimlere yö- nelik politikasının da Rumların lehine asimilasyon tehlikesinin doğmasına katkı- sı yadsınamaz. Özellikle Bulgarların ve Gagauzların Fener Rum Patrikhanesine bağlanması, ayinlerin Rumca yapılması, kilise marifetiyle onların Rumlaştırılma çabaları14 hâlâ etkisini devam ettirmektedir. Ulah/Vlah , Moldovanların Türk/Tatar, Slav ve Ortadoks dünyanın dışında, 262 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Latin ve Katolik kimliği ile neşet etmesi merak edilen ve çözülmesi gereken baş- ka bir meseledir. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu tarihsel süreci doğru tesbit etmemiz, Balkanlar ve Karadeniz’in kuzeyindeki güncel durumu ve gelişmeleri anlayabilmemizde bize bir yol gösterecektir. Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara yönelen akınların ve göçlerin kapısı nasıl ki Tuna ağzı ve boyları ise; Doğu ve Orta Avrupa’nın kilidini oluşturan stratejik bölge de Transilvanya- Baserebya bölgesi olmuştur. İskitler ve Hunlar bu üst böl- geleri yurt olarak tutup etrafa yayılmışlardır. Peçenek ve Kumanlar da Erdel ve Macar ovalarına buradan göç etmişlerdir. 11. Asır ortalarında yoğunlaşan bu hare- ketlilikte Ulahların veya Moldovanların adı pek duyulmamaktadır. Uzların tazyiki ile Tuna boyunda toplanan Peçenekler, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir taraf- tan Macaristan diğer yandan Bizans devleti hudutlarına yönelmişlerdi. Karpat eteklerinde ve Transilvanya’da oturan yerli ahali (sonraki Ulah ve Moldovanlar) bu Peçenek yürüyüşü önünde dağlık araziye çekilmiş olsalar gerek. Onlara dair Bizans ve Rus kaynaklarında hiç bir bahsin geçmemesi, Ulah ve Moldovanların cereyan eden vakalarda hiç bir rollerinin olmadığını gösterir15. Daçia olarak ad- landırılan bugünkü Romanya toprakları, Roma tarafından uzun bir müddet işgal edilmiş, yerli Geto- dakların kültürü ile Roma kolonizasyonu kaynaşmıştır. Buu kaynaşmayı kolaylaştıran unsur şüphesiz ortak lisan olan Latincedir16 13. Yüz- yıldaki Moğol İstilasına kadarki süreçte bu bölgeler Germen, Slav ve Turani ka- vimlerin durağı olmuştur. Nicolea İorga’nın belirtiği gibi Peçenek ve Kumanların buralara yerleşmesi ile bir “Romen Türk Sentezi” oluşmuştur. Kumanlar 1186’dan itibaren Vlahlarla birlikte Bizans’a karşı savaşırlar. Sonuç olarak Karpat dağları ile Tuna Nehri arasındaki bölgede Ortaçağ devletlerinin oluşum süreçleri üç temel öge; yerli Romen halkı, Turan kökenli hakimiyet sağlayanlar, Slav-Bizans etkisine dayalıdır. Macarların bu bölgeye yayılmalarına Kumanlar ve Tatarlar mani ola- caktır17. 13. yüzyıla kadarki gelişmelere baktığımızda Z. V.Togan’ın bölgeye yönelik tesbitlerinin ne derece isabetli olduğu görülmektedir. Togan’a göre Doğu Avru- pa’nın doğu kısımlarında, bilhassa İdil sahasında, Kuzey Kafkasya’da ve Kırım’da Türkler kendi benliklerini daima muhafaza edegelmişlerdir. Fakat bu sahanın batı kısımlarına ve Orta Avrupa’ya vaki olan yayılmalar, netice itibarıyla felaketli ol- muştur. Örneğin Hunlardan, Hazar Devleti’nin yaşadığı sahaya çekilmeyenleri Slav ve Cermen kavimleri arasında kaybolup gitmişlerdir18. Togan’a göre Hristi- yanlaşan Kıpçaklar Slavlaşmış, Ukrayın ve Kozakların içinde erimiş; İdil’de Müs- lüman olanlar ise Altınorda ahalisini teşkil etmişlerdir.Karadeniz ve Balkan tara- fındaki Kumanlar ise Romenler ve Macarlar arasında kaybolmuşlardır. Eflak ve

263 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Boğdan’daki “boyer” (bay-yer yahut bayrı) adıyla tanınan yüksek zadegan menşe itibariyle bu Kumanlardandır. G.İstvan’ın tetkiklerine göre bunlar 14-15. Asır- larda Kumanca konuşmuşlardır. Romen denilen mahalli halk, bunların hizme- tinde bulunan köylülerden ibaretti. Fakat Boyerler onların arasında milliyetlerini kaybettiler. Voyvodaların Basaraba ailesi de Hazarlar zamanından kalma bir ismi taşımışlardır19. Baserabya adı onların yadigarıdır. Yaklaşık 1500 yıllık bir sürece yayılan, Bozkır Türk göçerlerinin temel karak- terlerini taşıyan bu kavimler hareketinin üç esas safhasını, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi, İskit, Hun ve Uz-Peçenek-Kıpçaklar oluşturmuştur. Doğudan batıya yönelen ve İtil’den Orta Avrupa’ya uzanan bu göç hareketleri Avrupa’nın, Balkanların ve Avrasyanın siyasi ve etnik yapısını süreç boyunca değiştirmiştir. Ancak bu bozkır toplulukları da kendi adlarıyla varlıklarını sürdürememişlerdir. Elbette bunun belli sebepleri bulunmaktadır. Öncelikle Bu Karadenizin Kuze- yi’nden Batı’ya göç eden bu Türk topluluklarının nüfusları pek de kalabalık değil- dir. Ayrıca savaşçı topluluklar olmaları doğal olarak onların nüfus kaybını daha da artırmakta idi. Bu kavimlerin önemli bir kısmı, doğal sınırları olmayan step böl- gelerinde, teşkilatçı karakterlerine rağmen, müesses bir devlet kurma ihtiyacı bile hissetmemişlerdi. Hatta egemenlikleri altında tuttukları yerli topluluklar kalaba- lık nüfuslarıyla isyan ettiklerinde kurulu devlet yapılanmalarını oldukça zora so- kabiliyor hatta devlete son verebiliyorlardı. Bizans’ın bu toplulukları kendi sınırla- rını korumak için tampon olarak kullanma ve birbirlerine düşürme siyaseti de bu Türk boylarının neden dağılıp eridiklerini bize göstermektedir20. Ancak coğrafya ve kültür ana damarından kopmayan ve beslenen Türk grupları varlıklarını devam ettirmeyi başarmışlardır. Orta Asya bozkırlarından beslenen İdil boyları, İdil ve Kafkaslardan beslenen Kırım ve Osmanlı Türkiyesinden beslenen bir kısım Bal- kan toprakları bu şekilde Tatar ve Türk nüfusu koruyabilmiştir. Osmanlı Devletinin 14. Yüzyılın ortalarından itibaren Rumeli’de görülmesi ile birlikte yaklaşık 500 yıl sürecek bir Türk hakimiyet devri yeni bir süreci başla- tacaktır. Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Rum, Bulgar tesmiye olunan topluluklar yüzyıllar boyu Osmanlı çatısı altında umumiyetle barış ve huzur içersinde yaşa- mışlardır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti, Bizans’ın dahi başaramadığını yapmıştır, denilebilir. Tabi ki Kırım Hanlığı’nın Karadenizin kuzeyindeki varlığı ve desteği bu durumu kolaylaştıran en önemli faktörlerdendir. Eflak ve Boğdan’ın kuzey ve batıdan gelebilecek tehlikelere karşı tampon vazifesini görmesi de Osmanlıları bölgede kuvvetli kılan diğer bir faktör olmuştur. Ancak 19. Yüzyılda, modern milliyetçilik ve ayrılıkçılık hareketlerine karşı yetersiz ve hazırlıksız yakalanan Osmanlılar, Balkanlaşma olarak adlandırılan dinî ve etnik ayrışma ve çatışmalar 264 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR karşısında çaresiz kalmıştır. Karadeniz’in kuzeyine peyder pey hakim olan Ruslar Ortadoksluk ve Panslavizm politikalarıyla Balkanlarda Osmanlılar aleyhine güç ve nüfuz kazanmışlar, Kırım, Baserabya ve Tuna kıyılarında egemenliklerini güç- lendirmişlerdir. Bu durumu bugünkü topraklarına geliş hikâyesini hatırlatabiliriz. 1774’te Küçük Kaynarca anlaşması ile neticelenen Osmanlı- Rus savaşlarının ardından, zor durumda kalan Ortadoks Gagauzlar, önce Kuzeydoğu Bulgaristan’a, oradan da Tuna’yı aşıp Baserabya’ya göç etmişlerdir. 1812 Bükreş Anlaşması ile bölge Rusya’ya bırakıldığından artık onlar Rusya’nın egemenliğine bırakılmış- lardır. 1905-1907 yıllarında kendi devletlerini kurmak isteyen Gagavuzlar Rus ordusuna direnemediler. 1941 yılına kadar Sovyetler Birliği idaersindde yaşayan Gagavuzlar, 1944’e kadar Baserabya’yı eline geçiren Romanya’nın hakimiyetin- de kaldı. Ancak 1944’te Sovyet hakimiyeti burada yeniden tesis edildi21. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla 15 bağımsız devlet ortaya çıktı. Bağımsızlığına kavuşan devletlerin içerisinde etnik ve kültürel farklılıklardan kaynaklanan so- runlar yaşanmaya başladı Bunlardan birisi de Moldovya Cumhuriyeti idi. Mol- dovya, bağımsızlığın ardından Transdinyester ve Gagauz sorunuyla karşı karşıya kaldı. Transdinyester’de Rus ve Ukrayn azınlık Moldova yönetimini tanımayarak müstakil bir idare oluşturdular. Gagauzları yanına çekmek isteyen hükümet Ga- gauzların özerkliğini tanımak zorunda kaldı. 2012 yılında Ukrayna’da Batı yanlısı bir iktidarın kurulması yeni sorunları doğurdu. Ukrayna’ya bağlı Kırım Toprakları Rusya tarafından işgal edildi. Ukrayna’nın doğu kesimlerinde Rus azınlık Rus- ya’ya katılmak için iç savaş başlattı. 2014 yılı Şubat ayında Moldova’nın Romanya ile birleşme kaygısını yaşayan Gagauzlar bu durum karşısında bağımsızlık ilanını öngören bir referendum düzenlediler. Kırım’da aynı yılın Mayıs ayında düzenle- nen referendum ile Rusya’ya kararını aldı. Kısacası bölgede Rusya lehine gelişen bir süreç yaşanmaktadır22. Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir yol izlemesi gerektiği, asıl cevaplandırılması gereken sorudur. Elbette burada kısaca ve ana hatlarıyla sunduğumuz tarihsel süreç çok iyi okunmalıdır. Bosna meselesinde olduğu gibi tarihi sorumluluğu gereği Türkiye’nin bölgede yaşananlara bigane kalması bek- lenemez. Karadeniz’in kuzeyindeki gelişmeler Balkanları ve Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Hatta Doğu ve Orta Avrupa da bu gelişmelerden dolaylı etkilen- mektedir. Bu nedenle Kırım’da ve Gagavuz Yeri’ndeki soydaşlarımız Türkiye’nin bölgeyle olan ilişkisini ve istikametini merak etmektedirler. Moldova’da 2016 son- larına doğru Rus yanlısı bir yönetim iş başına gelmiştir. Dolayısıyla Rusya’nın eli daha da güçlenmiştir. Gagavuzların hakları için Türkiye Rusya mı yoksa Romanya yanlısı bir politika takip etmelidir? Kırım meselesinde de Ukrayna’dan yana mı yoksa Rusya’dan yana mı tavır koymalıdır? Belki de üçüncü yol Türkiye’nin Ga-

265 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gavuz ve Kırım’ın bağımsızlığını hedefleyen bir politika geliştirmesi ile açılabilir.

1 İlhami Durmuş, İskitler (Sakalar), Genelkurmay Basımaevi Ankara, 2008, s.39-40 2 İlhami Durmuş, “Tuna Nehri Çevresinde İskit ve Sarmatlar”, Gazi Türkiyat, sayı 4 (Bahar 2009), s.14 vd. 3 Ali Ahmetbeyoğlu, “Hun Devletlerinin Kuruluş ve Çöküş Süreçleri”, Kuruluş ve Çöküş Süreçlerinde Türk Devletleri Sem- pozyumu Bildirileri, (5-6 Kasım 2007), Sakarya 2008, s. 1-20 4 Mert Kozan, “Gotların Anayurdu ve Kökeni”,Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 55, Ankara 2014, s. 71-90. 5 Gyula Nemeth, Attila ve Hunları, DTCF yay., Ankara 1982 (çvr. Ş.Baştav), s.56-58 6 Atilla’nın ölümünden sonra oğulları Dengizik ve İrnek Hun birliğini koruyamayıp ata topraklarına yani İtil’e doğru dön- mek istediler. Hun federasyonu içinde yer alan grupların bir kısmı bağımsız hareket edip bir kısmı siyasi gücü kendi elinde toplamak istemiştir. Bu nedenle siyasi güç ve meşruiyeti kim temsil ediyor ise bazen o topluluk ismimi altında diğer boylar toplanmıştır. Karadenzin kuzeyindeki birçok topluluğun menşeinin hâlâ tartışılması da belki bu durumun bir sonucudur. Bu görüşe yakın bir örnek için bkz.: Umut Üren”İrnek’in Hunları ve Bulgarlaşma Hadisesi”, Tarih Okulu Mayıs-Ağustos 2010, sayı VII, ss. 39-46 7 Bu konuda bakınız: Balkanlar El Kitabı C.I (Der.: O.Karatay- B.S.Gökdağ), s.69-185 ;Ortaçağ’da Balkanlar. 8 N.Özkan’ın “Gagauz Türkçesi” adlı makalesinden naklen; B. Atsız Özdağ, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığa Mı Yürüyor?”, Karadeniz Araştırmaları Güz 2014, sayı 43, s.22 9 A.Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s.66-67 10 A.Nimet Kurat, Peçenek Tarihi, Devlet Basımevi, İstanbul 1937, s. 151 ve134- 135 11 A.Nimet Kurat, A.g.e., s.158-160 12 Bu konuda bkz.: Necati Demir, “Saltık-Name ve Selçuk-Name Işığında Gagauz Türkleri”, ZfWT, vol.3 no 2 (2011), s. 5-19 13 Osmanlı Dönemi’nde Gagauzlar için bkz.: A.Hasan Cebeci, XVI.Yüzyıl Osmanlı Tahrir Defterlerine Göre Gagauzlar, Ankara 2008 (Yayımlanmamış Doktora Tezi), s.30-38 14 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi VII. C., (2.Baskı), TTK yay., Ankara 1977, s.85 vd. 15 A.Nimet Kurat, A.g.e., s.128-129 16 İffet Tosun, “Ulahların-Romenlerin Ortaya Çıkışı”, Balkanlar El Kitabı, s.253-54. 17 İffet Tosun, “Ulahların-Romenlerin Ortaya Çıkışı”, Balkanlar El Kitabı, s.258-259 18 Z.V.Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, (3.baskı), İstanbul 1981, s.154 19 Z.V.Togan, A.g.e., s.165-166 20 O.Karatay, “Doğu Avrupa Türk Tarihinin Ana Hatları- Altınorda Öncesi Dönem”, Karadeniz Araştırmaları Sayı 3 (Güz 2004), s. 68-70 21 A.Hasan Cebeci, XVI.Yüzyıl Osmanlı Tahrir Defterlerine Göre Gagauzlar, s.35-37 22 B. Atsız Özdağ, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığa Mı Yürüyor?”, Karadeniz Araş- tırmaları Güz 2014, sayı 43, s.22

KAYNAKÇA AHMETBEYOĞLU, Ali,“Hun Devletlerinin Kuruluş ve Çöküş Süreçleri”, Kuruluş ve Çöküş Süreçlerinde Türk Devlet- leri Sempozyumu Bildirileri, (5-6 Kasım 2007), Sakarya 2008, s. 1-20 CEBECİ, A.Hasan, XVI.Yüzyıl Osmanlı Tahrir Defterlerine Göre Gagauzlar, Ankara 2008 (Yayımlanmamış Doktora Tezi) DEMİR, Necati, “Saltık-Name ve Selçuk-Name Işığında Gagauz Türkleri”, ZfWT, vol.3 no 2 (2011), s. 5-19 DURMUŞ, İlhami, İskitler (Sakalar), Genelkurmay Basımaevi Ankara, 2008 ------,, “Tuna Nehri Çevresinde İskit ve Sarmatlar”, Gazi Türkiyat, sayı 4 (Bahar 2009), ss. 11-19 KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi VII. C., (2.Baskı), TTK yay., Ankara 1977 KARATAY, Osman, “Doğu Avrupa Türk Tarihinin Ana Hatları- Altınorda Öncesi Dönem”, Karadeniz Araştırmaları Sayı 3 (Güz 2004), ss.1-70 KARATAY, O- GÖKDAĞ, B.S., Balkanlar El Kitabı C.I , Karam ve Vadi yay., 2006 KOZAN, Mert, “Gotların Anayurdu ve Kökeni”,Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 55, Ankara 2014, s. 71-90 KURAT, A.Nimet, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972 ------, Peçenek Tarihi, Devlet Basımevi, İstanbul 1937 NEMETH, Gyula, Attila ve Hunları, DTCF yay., Ankara 1982 (çvr. Ş.Baştav), ÖZDAĞ; B. Atsız, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığa Mı Yürüyor?”, Karadeniz Araştırmaları Güz 2014, sayı 43, ss. 17-42 TOGAN, Z.Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, (3.baskı), İstanbul 1981 TOSUN, İffet, “Ulahların-Romenlerin Ortaya Çıkışı”, Balkanlar El Kitabı, C.I , Karam ve Vadi yay., 2006, s.252-268 ÜREN, Umut, ”İrnek’in Hunları ve Bulgarlaşma Hadisesi”, Tarih Okulu Mayıs-Ağustos 2010, sayı VII, ss. 39-46

266 RUSYA’NIN BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞUNA YÖNELİK KÜLTÜR POLİTİKASI (2008-2015)

Doç.Dr.Alper ALP

Gazi Üniversitesi

Özet Bu çalışmada Rusya Federasyonunun Bağımsız Devletler Topluluğu teşkilatına kazan- dırmak istediği şekil ve içerikte önemli bir boyutu oluşturan güncel kültürel politika ele alın- mıştır. Rus yetkililer petrol ve doğal gaz gelirlerinin çok büyük rakamlara ulaşmasıyla güç- lenen ekonomileriyle yeniden küresel güç olarak dünya siyasetine katılmayı hedeflediklerini açıkça ifade etmişlerdir. 2008 yılı bu sözlerin Kosova meselesi sebebiyle icraata dökülmeye başladığı yıl olmuştur. Abhazya ve Güney Osetya’da sert yüzünü açıkça gösteren Rusya eski Sovyet coğrafyasında sahip olduğu yumuşak güç zeminini de daha aktif bir şekilde harekete geçirmiştir. Çalışmamızda Bağımsız Devletler topluluğu genelinde 2015 yılına kadar uygu- ladığı genel politika ve geliştirdiği ikili ilişkiler bu çerçevede incelenmiştir. Anahtar Kelimeler : Rusya Federasyonu, Orta Asya, Güney Kafkasya, Kültürel İlişkiler THE CULTURE POLICY OF RUSSIA TOWARDS COMMONWEALT INDE- PENDENT STATES (2008-2015) Abstract In this study, current culture policy comprising a significant dimension in the form and content that Russian Federation would like to make the organization of Commonwealth Independent States attain was examined. Russian authorities expressed clearly that they HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

aimed at interfering in the global politics as a new global power with its economy growing by reaching very big number in their petroleum and natural gas incomes. 2008 was the year when these words started to be activated with the Kosovan issue. Showing its harsh face in Abkhazia and South Ossetia, Russia activated the soft power ground which it had in the former Soviet geography in a more active way. In this study general policy applied throu- ghout Commonwealth Independent States up to the year 2015, and the mutual relations developed in this sense were investigated. Keywords: Russian Federation, Central Asia, Southern Caucasia, Cultural Relations

Giriş Rusya Federasyonu 2008 yılından itibaren dış siyasetinde Abhazya ve Güney Osetya’ya 2014 yılından itibaren ise Ukrayna’daki fiil müdahaleleri ile Sovyetler Birliği dönemini hatırlatan adımlar atmıştır. Dış siyaset çerçevesindeki sorunlarda askeri güç kullanmış ve uluslara arası teşkilatlar bu hamleler karşısında sonuç alıcı düzeyde yeterli bir sorumluluk üstlenememişlerdir. Kosova’nın, ABD desteği ile Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanması Rus- ya’nın Balkanlar’daki en önemli ortağına karşı bir müdahale olarak görülmüştür. Rusya’nın buna verdiği karşılık ABD’nin desteklediği Saakaşvili yönetimindeki Gürcistan’a müdahale etmek olmuştur. Güscistan’a bağlı iki özerk bölge olan Ab- hazya ve Güney Osetya’yı bağımsız birer devlet olarak tanıyan Rusya onların bu statülerinin devamını sağlayacak siyasi ve askeri tedbirleri de almıştır. Eski bir Sovyet Cumhuriyeti ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi olan Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve NATO’ya davet edilmesi, Ukrayna’nın da bu davete olumlu yaklaşım sergileyen politikası Rusya’yı yeniden harekete geçirmiş; Kırım bölgesi Rusya’ya ilhak edilmiş, Ukrayna ise parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Rusya’nın buradaki hamlelerine karşı Avrupa Birliği ve ABD’nin tepkileri yeteriz kalmış, Rusya’nın geri adım atmasını sağlayacak çapta tedbirler alınamamıştır. Rusya’nın Çarlık ve Sovyetler Birliği dönemlerinden itibaren nüfuz sahası olan bölgelerde günümüzde de çok etkin ve belirleyici bir aktör olduğu ortadadır. Bu etkinliğin temellerinde Çarlık döneminden beri uygulanan kültür politikala- rının önemli bir payı vardır. Sovyet devrinde daha fazla önem kazanan bu kültür politikaları Bağımsız Devletler Topluluğu çatısı altında da sürdürülmektedir. Bağımsız Devletler Topluluğu Geneline Yönelik Kültür Politikasının Genel Esasları Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu teşkilatının kurulduğu günden bu yana giderek kapsam ve içeriği genişleyen bir kültürel işbirliği siyaseti izlemektedir. 2008 yılından itibaren somut adımlarla görülen Rusya’nın dış poli- 268 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR tikadaki etkinlik düzeyinin artışı kültür siyasetine de yansımıştır. Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun diğer üyeleri ile ikili ilişkilere, bölgesel anlaşmalara, dostluk ve işbirliğine dış politikasında öncelik ver- miştir. Her yıl düzenlenen gayri resmi zirveler ve devlet başkanları konseyi ile her alanda olduğu gibi kültür sahasında da işbirliği kanallarını geliştirmeye yönelik somut adımlar atmıştır.1 Bağımsız Devletler Topluluğu kamuoyunun dikkatini belirli alanlara toplamak için her yıl bir faaliyet veya çalışma alanı öne çıkarılmıştır. 2008 Ekim ayında Biş- kek’te yapılan BDT zirvesinde 2008 Ulaşım, 2009 Enerji, 2010 ise Bilim ve Keşif Yılı ilan edilmiştir.2 Mayıs 2009’da Astana’da yapılan BDT Devlet Başkanları zir- vesinde bu yılın aynı zamanda Gençlik Yılı olarak ilan edilmesi kararlaştırılmıştır.3 Bişkek zirvesinde bütün Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyasında 2010 yılı- nın İkinci Dünya Savaşının bitişinin 65. yılı olması sebebiyle Büyük Vatan Savaşı Muharipleri Yılı olarak anılması gündeme gelmiştir.4 Ekim 2009’da Kişinev’deki zirvede 2010 yılının “Birlikte Kazandık.” sloganı ile zaferin 65. Yılı olarak kutlan- ması kararlaştırılmış, böylelikle ortak geçmişe vurgu yapılmıştır.5 2011 yılında Bağımsız Devletler Topluluğunun kuruluşunun 20. yılı öne çıka- rılmıştır. 20 Aralık 2011’de Moskova’daki gayri resmi zirvede bir bildirge imzalan- mıştır. Bildirgede işbirliğini devam ettirme kararlılığı vurgulanmıştır. İşbirliğini karşılıklı anlayış, birlikte çalışma, hayat standartlarını geliştirme, karşılıklı ilişkile- ri genişletme yoluyla sıkılaştırma prensibinin benimsendiği belirtilmiştir. Bağım- sız Devletler Topluluğunda seçimler ve referandumlarda gözlemcilik kurumunun rolünü artırma kararı alınmıştır.6 2013 Bağımsız Devletler Topluluğu genelinde Ekolojik Kültürü ve Çevreyi Ko- ruma Yılı olarak kabul edilmiştir.7 2015 Büyük Vatan Savaşı Muharipleri Yılı, 2016 ise Eğitim Yılı ilan edilmiştir.8 Minsk’te topluluğun beşeri ilişkilerden sorumlu birimlerinin yöneticilerinin toplantısında 2010, II. Dünya Savaşının sona ermesinin 65. yılı ile bağlantılı bir şekilde Tarihi ve Kültürel Miras Yılı olarak kabul edilmiştir. Buradaki çalışma- lar çerçevesinde ortaya çıkan Kültür Başkenti programı 4 Ekim 210 tarihinde Moskova’da Kültür İşbirliği Konseyinin toplantısında tasarı olarak kabul edil- miştir. 2011 yılı için Beyaz Rusya’nın Gumel ve Rusya’nın Ulyanovsk şehirleri Kültür Başkenti olarak seçilmiştir. 5 Aralık 2012 tarihinde se Aşkabat’taki Ba- ğımsız Devletler Topluluğu Devlet Başkanları Konseyi zirvesinde Kültür Başken- ti Programı ile ilgili karar kabul edilmiştir. 2012 yılında Kültür Başkenti olarak Kazakistan’ın Astana ve Türkmenistan’ın Marı şehirleri seçilmiştir. 2013 yılında

269 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Azerbaycan’ın Gabala, Ermenistan’ın Gümrü, Beyaz Rusya’nın Mogilev şehirleri Kültür Başkenti olmuşlardır. 2014 yılında Kazakistan’ın Almatı ve Kırgızistan’ın Oş şehirleri bu statüyü devralmışlardır. 2015 yılı için Rusya’nın Voronej ve Ta- cikistan’ın Kulyab şehirleri seçilmiştir. 2016 yılının Kültür Başkenti Türkmenis- tan’ın Daşoğuz şehri olmuştur. Program çerçevesinde çeşitli festivaller, konserler, bilim ve sanat toplantıları düzenlenmiştir. 2017 yılında ise Azerbaycan’ın Gence şehri bu programın merkezi olacaktır.9 Kültürel ve beşeri faaliyetlerin daha kalıcı ve programlı yürütülmesi için Rus- ya Federasyonu hükümeti ile Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Devletler Arası Sosyal İşbirliği Fonu arasında 22 Nisan 2009 tarihinde Moskova’da bir anlaşma imzalanmıştır. Bu çerçevede bir faaliyet olarak 24-25 Eylül 2009 tarihlerinde Ki- şinev’de Bağımsız Devletler Topluluğu Yazar ve Bilim Adamları IV. Forumu ger- çekleştirilmiştir. 10 2010 yılında Bağımız Devletler Topluluğu üyelerinin genç nüfusu kültürel ve beşeri faaliyetlerin merkezine alınan başlıklardan olmuştur. Üye ülkelerin gençleri arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi için çalışmalar yapılması üye ülkelerce ka- bul edilmiştir.11 2014 yılında Büyük Vatan Savaşı zaferinin 70. yılı öncesinde Bağımsız Dev- letler Topluluğu Halklarına ve dünya kamuoyuna yönelik bir çağrı yayınlanmıştır. Savaşın kendileri açısından önemi ve değeri vurgulanmış, bu bakış açısını yıp- ratmaya yönelik girişimler eleştirilmiştir. Bu çağrıya Ukrayna ve Moldova hariç bütün üye ülkeler imza atmıştır. Bağımsız Devletler Topluluğu, Devlet Başkanları Konseyinin Şubat ayındaki kararıyla Sovyet Halkının elde ettiği Büyük Vatan Savaşı Zaferinin 70. yılını kut- lama ve bu kapsamdaki etkinlik programı kabul edilmiştir. Muhariplerin himaye edilmesi için sosyal destek, Sovyet savaşçılarının hatıralarını ebedîleştirmek için uluslararası bilimsel konferanslar düzenlemek, gençlik toplantılarını, hatıra araş- tırmalarını aktif hale getirmek, hatıratlar yayınlamak, ansiklopedi ve diğer yayın- lara yer vermek gibi etkinliklerin gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır.12 Ekim 2015’te Kazakistan’ın başkenti Astana’da edebiyat ve bilim entelektü- elleri 10. Forumu düzenlenmiştir. 2016’daki eğitim yılı etkinlikleri çerçevesinde pedagoji alanında çalışanların niteliklerini artırmak için hazırlanan tasarı üzerin- deki çalışmalar tamamlanmıştır. Ödül olarak Bağımsız Devletler Topluluğu’nda Eğitimin Mükemmeli Madalyası da hazırlanmıştır. 2016-2017 yıllarında 2020 yılına kadar sürecek olan Bağımsız Devletler Top- luluğu gençleri işbirliği stratejisi kapsamındaki etkinliklerin gerçekleştirilmesi 270 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kararı onaylanmıştır. Yine Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasında Beden Eğitimi ve Spor stratejisinin gerçekleştirilmesi de onaylanmıştır. Ayrıca Avrasya Kadın Forumu da bu yıl içinde düzenlenen önemli bir kültürel faaliyet olarak de- ğerlendirilebilir. Bağımsız Devletler Topluluğunda Sovyetler birliğinden miras kalan ortak devlet kültürünü yeni koşullara göre yaşatmayı hedeflediği anlaşılan çok önemli bir karar daha 2015 yılı içerisinde alınmıştır. Rusya Federasyonu Devlet Başkan- lığı bünyesindeki Rusya Devlet Hizmetleri Akademisi Bağımsız Devletler Top- luluğu çerçevesinde devlet yönetimine kadrolar hazırlama alanında temel kurum statüsünü almıştır13.

Rusya Federasyonunun Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleriyle İkili Kültürel İlişkileri Beyaz Rusya ile ilişkiler çerçevesinde 2009 Beyaz Rusya’da, Rusya Kültürü Yılı 2010 yılı ise Rusya’da Beyaz Rusya Kültürü Yılı olarak kabul edilmiştir.14 Böy- lelikle sıkı kültürel ilişkiler devam ettirilmiştir. Beyaz Rusya’daki Rusya Kültürü Yılı kapsamında çok sayıda çalışma yapılmıştır.15 2010 yılında bu defa Rusya’da Beyaz Rusya Kültür Günleri canlı kutlamalara vesile olmuştur.16 2011 yılında Be- yaz Rusya ile ilişkiler dinamik bir şekilde gelişmeye devam etmiş, devlet birliği sağlama süreci başlamıştır. Devlet Konseyi, bakanlar konseyi, parlamento toplan- tıları ve bakanlıkların birlikteliği yolunda önemli adımlar atılmıştır17. 2013 yılında Minsk’te Eski Rusya’nın Hristiyanlığa geçişinin 1025. yılı bütün yerel kilise yö- neticilerinin katılımı ile kutlanmıştır.18 29 Mayıs 2014’te Astana’da Beyaz Rusya ve Kazakistan ile birlikte Avrasya Ekonomik Birliği’nin kuruluşuna dair imza- lar atılmıştır. Bu ekonomi teşkilatının dayanağı ve başarı teminatı olarak zengin dostluk tarihi, iyi komşuluk ve birlikte çözüm bulma potansiyeli gibi hususlar vurgulanmıştır.19 2015 yılında Vitebsk şehrinde Slav Pazarı festivali düzenlenmiş- tir. Büyük Vatan Savaşı zaferinin 70. Yılı kutlamalarına Beyaz Rusya samimi bir şekilde katılmıştır.20 Beyaz Rusya ile ilişkiler herhangi bir siyasi sorun olmaması- nın da katkısıyla kültürel alanda çok olumlu bir düzeyde devam etmiştir. Ukrayna ile ilişkiler değişken bir seyir takip etmiştir. 2008 yılında, 31 Mart 1997’den beri yürürlükte olan Rusya-Ukrayna dostluk, işbirliği ve birlikte çalışma anlaşması uzatılmıştır. Ukrayna yönetiminin toplumsal, siyasî hayatta Rus karşıtı tavır sergilemesi Rusya Federasyonu hükümetini rahatsız etmiştir. Ortodoksluğa olumsuz bakış, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ukrayna’daki Sovyetler Birliği kar- şıtı mücadeleyi sempati besleyen yorumların yükselmesi, Ukrayna’ya Rus siyasetçi

271 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ve aktivistlerin girişine kısıtlama getirilmesi ikili ilişkilere eksi yönde etkilemiştir. Rusya’da fevkalade hoşnutsuzluğa sebep olan hususlardan biri de ortak tarih ola- rak görülen bazı dönemlerin, örneğin 1932-1933 yıllarındaki açlık probleminin siyasî propagandalarda kullanılma şekli olmuştur. Sovyetler Birliği çağında, 20. yüzyılın 30’lu yıllarında yaşanmış trajik olayların Kiev yönetimi tarafından Uk- raynalılara karşı özellikle icra edildiği şeklinde anlatılmasına Rus yetkililer tepki göstermiştir. Rusya, hükümet komisyonları aracılığıyla yurt dışındaki Rus kökenlilere dair işlerle ilgili olarak Ukrayna’daki Rus dilli organizasyonlarla birlikte hareket et- mektedir. Onlarla ortak çalışmalar daha etkin hale gelmiştir.21 Rus nüfuzu 2009 yılında Ukrayna’da V.Yuşenko önderliğindeki siyasetin Rus korkusuna ağırlık vermesine sebep olmuş, Rusya ile ilişkilerin güven veren bir zemine oturmasına engel olmuştur. Rusya ise Patrik Kiril’in Ukrayna’yı ziyaret etmesini sağlayarak bölgedeki Ortodoksların hamisi olduğunu göstermeye çalışmıştır. 22 2010 yılında Viktor Yanukoviç’in Ukrayna başkanlığına seçilmesiyle Rus-Uk- rayna ilişkileri Rusya açısından olumlu bir yola girmiştir. İki ülke devlet başkanları arasında 11 buluşma gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerin geniş çaplı olarak gözden geçirilmesi için Mayıs ayında Kiev’de ve Kasım ayında Moskova’da komisyonlar arası görüşmeler yapılmıştır. Rusya donanmasının Ukrayna sularında bulunma hakkını 2017’den itibaren 25 yıl uzatan anlaşma imzalanmıştır.23 Stratejik çı- karları açısından çok önemli olan bu anlaşma Rusya’nın, Ukrayna siyasetinden duyduğu rahatsızlığı azaltmıştır. 2012 yılında Ukrayna ile ilişkiler olumlu yönde gelişmeye devam etmiş, diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 20. Yılı, işbirliği ve ortaklık anlaşmalarının ise 15. yılı kutlanmıştır.24 2013 yılında Ukrayna iç siyasetindeki bunalımları bahane eden Rusya bu ülke- deki gelişmelere müdahale etme hakkı doğduğunu açıkça ilan etmiştir. Böylelikle Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerini siyasi ortaktan ziyade siyasi uydu olarak gördüğü anlaşılmıştır. Eski Rusya’nın Hristiyanlığa geçişinin 1025. yılı Ukrayna’da Temmuz ayında kutlanması da Rusya’nın belirlediği siyaseti kültürel düzeyde de olsa uygulamaktan geri durmadığını ortaya koymuştur.25 2014 yılında Rusya-Uk- rayna ilişkileri Yanukoviç’in devrilmesi, Kırım’ın işgali ve ardından Rusya tarafın- dan ilhak edilmesi sebebiyle çok gergin bir seviyeye çıkmıştır.26 Rusya ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin önemli parçalarından biri de sosyal işbirliğidir. 2007-2009 yılları arası için belirlenen programa uygun olarak Rusya Federasyonu tarafından Azerbaycan’da, Rus dilinin, Rus enformasyon ve eğitim sahasının mevkiinin korunması, Rus kökenlilerin haklarının güvence altına alın- 272 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ması çalışmaları yürütülmüştür. Bakü’de M.V.Lomanosov Moskova Devlet Üni- versitesinin şubesi açılmıştır. Rusya Kültür Bakanı A.A. Avdeyev’in Bakü ziyareti sırasında 2009-2010 yıllarında Kültür alanında işbirliği için anlaşma imzalanmış- tır.27 2009 yılında beşeri bağlantılar geleneksel olarak aktif bir şekilde gelişmiştir. Mart ayında Rusya Bilim ve Kültür Merkezi açılmıştır. Haziran ayında Rusya’da, Azerbaycan Günleri düzenlenmiştir. Eylül ayında Azerbaycan’da, Rusya Kültür Günleri düzenlenmiştir. Kasım ayında Rus Kitabevi açılmıştır.28 2013 yılında iki ülkenin devlet başkanları himayesinde Azerbaycan’da III. Bakü Uluslararası Beşeri Forumu gerçekleştirilmiştir.29 Ekim 2014’te IV. Bakü Uluslararası Beşeri Forumu düzenlenmiştir.30 Bütün bu çalışmalardan son yıllarda Rusya Federasyonu’nun Azerbaycan’da kültürel ve beşeri sahada çok yönlü bir atılım yaptığı görülmektedir. 2008 yılında Rusya Federasyonu 1988 Ermenistan depreminin yıl dönümü dolayısıyla yapılan etkinliklere katılarak ortak geçmişe verdiği önemi ortaya koy- maya çalışmıştır. Yine bu yıl içerisinde Rusya kültür sezonu çerçevesinde beşe- ri ilişkilerin önemi vurgulanmıştır.31 Nisan 2009’da Erivan’da beşeri bağlantıları güçlendirmeye yönelik olarak Rusya Bilim ve Kültür Merkezi açılmıştır. Rusya Federasyonunda ise Ermeni Kültürü sezonu etkinlikleri düzenlenmiştir.32 2012 yılında Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 20. yılı kutlanmıştır. Dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma anlaşmasının 15. yılı anılmıştır.33 2015 yılında Ermenistan’la ilişkiler çerçevesinde Putin’in, asılsız Ermeni iddialarının 100. yılı törenlerine katılması Rusya’nın tarihi meseleleri siyasi çıkarları doğrultu- sunda değerlendirmekten çekinmediğinin bir göstergesidir. Moskova’da 70. Zafer yılı kutlamalarına Ermenistan tarafının katılımı da gerçekleşmiştir. Rus dış po- litikasının belirleyicileri, bu katılımları ortak manevi değerlere verilen önemi ve stratejik işbirliğini ortaya koyan işaretler olarak değerlendirmişlerdir. 2015 yılında Ermenistan ile eğitim, bilim, enformasyon ve kültür alanında ilişkilerin gelişme- sindeki en önemli adımlardan biri Moskova Devlet Üniversitesi Erivan şubesinin açılmasıdır.34 Güney Kafkasya Cumhuriyetlerinden Gürcistan’la ilişkiler 2008 sonrasında gayri resmi temaslar halinde yürütülmüş, siyasi problemlerin ağırlığı sebebiyle kültürel ve beşeri sahada herhangi somut bir adım atılamamıştır. Orta Asya Cumhuriyetleri ile Rusya arasında bu dönemde kültürel faaliyetler ve işbirliğinde bir artış olmuştur. Kazakistan bu coğrafyada Rusya Federasyonu- nun en yakın ortağı olagelmiştir. Medvedev ve Nazarbayev 2009-2010 yılları için birçok alanın yanı sıra bilimsel ve sosyal alanda işbirliği antlaşmaları imzalamış-

273 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lardır35. 2010 yılında Kazakistan’la devlet başkanları düzeyinde 11 görüşme yapıl- mıştır36. Bu görüşmelerin sonuçlarından biri de 2011 yılında Moskova’da Rusya ile Kazakistan arasında bilim ve yeni teknoloji alanında işbirliği için alt komisyon toplantısının yapılması olmuştur. Toplantıda ortak bilimsel, teknolojik ve inovas- yon projeleri düzenlenmesi konusunda uzlaşmaya varılmıştır.37 Temmuz ayında Rusya ile Kazakistan arasında süregiden iyi komşuluk ve müttefiklik ilişkileri bir antlaşma ile vurgulanmıştır.38 2008 yılında Tacikistan’da iki yıl içinde Rus yükseköğretim kurumlarının şube- lerinin açılması için antlaşmalar imzalanmıştır39. Rusya, Tacikistan ilişkilerinin kül- türel alanda geliştirilmesi için Tacikistan’da Moskova Devlet Üniversitesinin şubesi açılmıştır. Rusya ve Tacikistan topraklarında iki tarafın yükseköğretim kurumlarının şube faaliyetleri konusunda anlaşmaya varılmıştır40. Şubat 2011’de hükümetler ara- sında kültür ve enformasyon faaliyetlerinin şartları ve böyle bir kurumun kurulma- sında uzlaşmaya varılmıştır. Eylül 2011’de Duşanbe’de Tacikistan’la ortak bildirge imzalanmış, geleneksel dostluk ilişkilerinin iki tarafın inisiyatifiyle geliştirilmesi hususu da bildirgede yer almıştır. Bu bildirgenin somutlaştırılmasına dönük olarak aynı ay içerisinde Duşanbe’de Rusya Bilim ve Kültür Merkezi açılmıştır. 41 2008 yılında Tataristan Cumhuriyeti ve Astarhan Oblastı ile Türkmenistan arasındaki kültürel işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Ağustos 2008’de Aşkabat’ta İ.M. Gubkina Devlet Petrol ve Gaz Üniversitesinin şubesi açılmıştır.42 Kültür eği- tim alanında Türkmenistan’la ilişkilerde başka adımlar da atılmıştır. 2009 yılında Gazprom’un finansal desteği ile Aşkabat’ta A.S.Puşkin Rus-Türkmen Lisesi için yeni bina yapılmıştır. Nisan ayında Türkmenistan’da Rusya Kültür günleri düzen- lenmiştir.43 2011 yılı için Türkmenistan’da Rus-Türkmen bilim ve inovasyon fo- rumu düzenlenmesi konusunda anlaşmaya varılmış,44 Haziran ayında Aşkabat’ta söz konusu forum hayata geçirilmiştir. Aynı yıl Türkmenistan’da Astarhan kültür günleri düzenlenmiştir. 45 Moskova’da Aralık 2011’de Rusya ve Kırgızistan devlet başkanları arasında yapılan görüşmede iki taraflı dostluk ilişkilerinin her alanda geliştirilmesi konu- sunda uzlaşmaya varılmıştır. Aynı yıl Bişkek’te Rus Bilim ve Kültür Merkezi açıl- mıştır. Kırgızistan’da Rusya Kültür Günleri etkinlikleri düzenlenmiştir. Kültürel işbirliğini de öngören hükümetler arası işbirliği komisyonu aktif hale getirilmiş- tir.46 2008-2015 yılları arasındaki dönemde Özbekistan’la Rusya arasında kültürel alanda somut işbirliği adımları etkin düzeyde ortaya çıkmamakla birlikte bazı an- laşmalar yapılmıştır.47 274 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Sonuç Rusya Federasyonu Bağımsız Devletler Topluluğunun her alanda lider ülkesi- dir. Askeri, teknolojik ve ekonomik gücü ile diğer üye ülkelere katkı yapabilecek düzeydedir. Ukrayna, Gürcistan, Moldova ve zaman zaman Azerbaycan ile çıkan siyasi ihtilaflara ve görüş ayrılıklarına rağmen söz konusu coğrafyada birinci güç olma özelliği devam ettirmektedir. Rusya Federasyonunun bu güçlü konumunda geçtiğimiz iki yüzyıllık bir devlet tecrübesinin ve bu dönemde oluşan siyasi kül- türün de payı büyüktür. Çarlık döneminden itibaren bugünkü Bağımsız Devletler Topluluğu sahasında idari, sosyal düzenlemeler yapan, eğitim ve kültür program- ları uygulayan, hedefler belirleyen merkezdir Rusya. Sovyetler Birliği döneminde tam bir Rus dili ve kültürü egemenliği kurulmuş, böylelikle fikir ve kültür dünyası birbirine yakın bir elit zümre ortaya çıkmıştır. Sovyetlerin dağılmasından sonra da işbirliğini kolaylaştıran zeminlerden birisi- nin de bu olduğu görülmüştür. Benzer yapıdaki hükümet sistemleri ile benzer sorunlarla mücadele eden kamuoyu da yakınlaşmayı, işbirliğin kolaylaştıran bir başka önemli unsurdur. Rusya Federasyonu bütün bu avantajları koruyacak ve daha ileriye taşıyacak eğitim, kültür faaliyetleri düzenlemekte ve bunları kurumsal güvence altına alacak kurumları da oluşturmaya çalışmaktadır. 2008-2015 yılları arasındaki dönemde Rusya hükümetinin uyguladığı kültür politikasının içeriğine bakıldığında söz konusu çerçeve ve hedefleri daha açık bir şekilde görmek müm- kündür.

1 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009 , s.44. “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Ros- siyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.57. “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2011, s.51. 2 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.44. 3“Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.58. 4 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.45. 5 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.58. 6 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.49. 7 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2012 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2013, s.43. 8 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.53-54. 9 http://www.cis.minsk.by/page.php?id=19155 10 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii, Moskva-2010, s.58. 11“Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii, Moskva-2011, s.53. 12 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.53-54. 13 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2015 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2016, s.54.

275 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

14 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.49 15 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.58. 16 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2011, s.55. 17 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.52. 18 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2013 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2014, s.48. 19 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.51. 20 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2015 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2016, s.59. 21 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.50-51. 22 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.61-62 23 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2011, s.55. 24 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2012 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2013, s.43-44. 25 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2013 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2014, s.50. 26 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.57. 27 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.54-55. 28 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.66. 29 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2013 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2014, s.50. 30 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.61. 31 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.56. 32 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.67. 33 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2012 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2013, s.45. 34 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2015 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2016, s.60-61. 35 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.56. 36 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2011, s.61 37 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.57. 38 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2014 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2015, s.64 39 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.56. 40 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.71. 41 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.58. 42 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2008 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2009, s.56. 43 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2009 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2010, s.72. 44 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2010 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2011, s.61. 45 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.59. 46 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2011 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2012, s.58. 47 “Prostranstvo SNG” , Vneşnepolitiçeskaya i Diplomatiçeskaya Deyatelnost Rossiyskoy Federatsii v 2013 godu Obzor MİD Rossii , Moskva-2014, s.52.

276 GAGAUZ KÜLTÜRÜNDE HİDRELLEZ (GAGAUZ KULTURASINDA HEDERLEZ) HİDRELLEZ IN GAGAUZ CULTURE

Doç. Dr. Lübov ÇİMPOEŞ

Moldova Bilim Akademiyası, [email protected]

Özet Gagauzlarda HEDERLEZ yortusu (yada Ay Örgi günü) yılın en sayılan yortularından birisi, angısı kutlanılêr hederlez (mayıs) ayın 6-sında. Hederlez günündä koyunnarı çobannara yazlıklara verärmişlär, onun için bu günä Hayvannarın Paskellesi kimär kerä deyärmişlär. Bu günü kuzuları ayırarmışlar koyunnar- dan, koyunnarı seftä saayarmışlar, seftä yaparmışlar süt masulu. Ay Örgi sayılêr koyunnarın, hayvannarın koruyucusu, adetlerä görä o günü adanêr kurban. “Allahlık” denilän kurbannık tosun bir yıl öncedän hazırlanêr. Hederlez günü eveldän gagauz küülerindä olurdu horular, güreş, at yarışmaları-koş hem gençlär oyunnarı. Şindiki vakıtta Gagauz Yeri’nde Halk topluşunun kararına görä Hederlez oldu bölgenin bir ofiţial yortusu. Evelki adetlerä hem inançlara eklendi eni adetlär, angılarını bu çalışma- mızda açıklayacez. Anahtar kelimeler: Gagauzlarda Hederlez, Ay Örgi günü, Hederlez adetleri, Hederlez inançları, Hederlez kurbanı. Abstract In Gagauz culture “hederlez” holyday (or Ay Eorghi day) is one of the most honored HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

holidays, which is celebrated in 6th may. On “Hederlez” day people give their sheep’s to shepherds for summer graze because of that in culture sometimes this day is called animals Easter. In this holyday lambs are sepa- rated from ewes, people first time draw milk from sheeps and make various products from that milk. Ay Eorghi (or St. George) is considered as protector of the domestical animals and according to custom in his day usually people make sacrifice. Sacrifice lamb have to be chosen one year before. On “Hederlez” from aforetime cities carry out different competitions like races, horse- races and various games. Today Gagauz Yeri authorities decided and made “Hederlez” official holyday and to the old customs and beliefs added new customs and beliefs which will be explained in this work. Keywords: “Hederlez” in Gagauzia, Ay Eorghi day, “Hederlez” customs, “Hederlez” be- liefs, “Hederlez” sacrifice.

Gagauzlarda HEDERLEZ yortusu (yada Ay Örgi günü) yılın en sayılan yor- tularından birisi, angısı kutlanılêr hederlez (mayıs) ayın 6-sında. Yılın biri-birinä baalı büük yortularından ikincisi - Kasım yortusu. Bu iki yortu yılı bölärmiş iki paya: yazı açêr Hederlez, kışı açêr Kasım yortusu. Bu yortular baalıymış hayvancı- ların hem çiftçilerin yaşama sırasına. Hederlez günündä koyunnarı çobannara yazlıklara verärmişlär, onun için bu günä Hayvannarın Paskellesi kimär kerä deyärmişlär. Bu günü kuzuları ayırarmış- lar koyunnardan, koyunnarı seftä saayarmışlar, seftä yaparmışlar süt masulu. Ay Örgi sayılêr koyunnarın, hayvannarın koruyucusu, adetlerä görä o günü adanêr kurban. Milli yortu Hederlez (Ay Örgi) yılın en önemli yortularından biri sayılêr hem üç gün sürer. Bu yortuylan bilä hayvancılık hem sürülerin meralara götürülmesi işlärlän, otların eşermesinnän yaz da başlamış olêr. Bu gündä çobannarlan para hem başka annaşmaları yapılêr. Yortunun önemli işlerindän biri dä bir kuzunun kurban edilmesi, onu bulgurlan yada pirinçlän doldurulması hem fırında pişiril- mesi. Hederlezdä “Kurban” kesiler Örgi adına bir aylenin kişisinin duuma günün- dä saalık için, askerdän dönmesini dileräk, yada gözäl bir düün yapması için. Hederlez yortusu herbir gagauz aylesindä evdä yada aul içindä bir masa dona- tılmasınnan kutlanılêr. Bu sofraya komuşuları, senseleleri, küülüleri, musaafirleri teklif edip, adetä görä iyecek hem içki ikram ederlär. Bu adet büünkü zamanna- radan korundu. Ay Örgi adını taşıyan kliselerin bulunduu küülerdä klisenin başçasında bütün küüyün katıldıı kurban yortusu yapılêr. En çok hayvan bu türlü yortularda kur- 278 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ban ediler. “Allahlık” denilän kurbannık tosun bir yıl öncedän hazırlanêr. Bir yıl boyunca bu ayozlu tosuna hererdä: merada, sürü ya tek başına çayırlarda otlasın deyni bolluk veriler. Eer “Allahlık” birisinin başçasına girärsä, onu kuumak günah- tır. Kurbannıın ayozluuna bukadar çok saygı gösteriler. Hederlezä karşı karılar toplardılar türlü ilaç otları da kaynadardılar onnarı. Hederlez günü sabaalän erken yıkanırdılar o suda. Taa gün duumadan çiiylän yıkardılar ellerini, ayaklarını, gözlerini saa hem kaavi olsunnar deyni. Genç kızlar bu gündä gidärdilär pınara almaa “örgi” suyundan. Bütün bu adetlär yapılardılar, neçin ki sayılardı, ani Hederlezä karşı tabiat kableder büülü kuvet. Hederlezdä herbir aylä düşer kurban kessin, ama var evlär, kimin ev kurbanna- rı düşer kär Hederlez gününä, onnar bu günü kurbansız olmaz geçirsinnär. Burada isterim açıklamaa, ne o “Ev kurbanı”. Açan genç aylä stevnoz olêr klisedä, onnar ayırêrlar kendi evinä, aylesinä bir Ayoz, angısı koruyêr, zor vakıtlarda yardımcı olêr bu evä, ayleyä, uşaklara, ev saabisinä. Kimin ev – stevnoz kurbanı düşärdi Heder- lezä , o bir kuzuylan yapardı Hederlezi hem evin kurbanını. Ama kimin kurbanı düşardi başka günä, deyecez Panayıyaya, onnar kesärdilär kurban hem Hederlez- dä, hem kendi kurban günündä. Kimisi kesmäzdilär kurbanı Hederlezdä, ama brakardılar onu kendi kurban gününä. Bu sayılmazdı günaa. Kesilmiş kurbanı olmaz parcalamaa. Bütün kuzunun içini paklayıp, bulgur- lan (kırdırılmış booday) doldurup, atêrlar fırına bütün.Ona deyni vardı maasuz kap - kurban sinisi. Fırına atacêykan, kurbanın üstünü örtelär bir yuuzulu pazıy- lan, atıp bir kaç günnük içinä. Fırında piştiktän sora, çıkarıp kurbanı götürerlär kliseyä okutmaa. Okunmuş kurbandan birazını ileştirerlär komuşulara. Bulgurun üstünä koyêrlar bir dä parça ekmek, maasuz pişirilmiş bu gün için “kurban ek- mää”, angısının üstündä varmış stavroz hem üzüm. Kalanı kurbanı bütün aylä, yakın komuşular, ya hısımnar oturup iyerlär, şarap içerlär, duva ederlär. O günü lääzım kurban insin. Ertesi gününä vardı nicä kalsın sade o kurban, ne komuşular ileştirdilär. Kemiklerini düşmeer sıbıtmaa köpeklerä, onnarı lääzım toplamaa da evin temelinä gömmää. Var küülerdä kurbanın kafasını ayırtmêêrlar güüdedän. Barsakları da, paklayıp, yıkayıp, genä koyêrlar kurbanın - bulgurun içinä. Ama başka küüdä, Kıpçakta (Moldova), kafayı hem kimi barsaklarını yıkadıktan sora, kaynadıp, yapêrlar bir çorba, ama o günü imeerlär. Kuzu çorbası iniler ertesi günü. Bu gösterer gagauzla- rın tabeetini düşünmää herbir gün için. Nicä yazêr N. Baboglu kendi kiyadında “ Publiţistika yazılarında” Hederlez günü evel gagauz küülerindä olurdu horu. Ho- ru daaldıktan sora, olurdu güreş. Güreştä kim ensärdi, ona pelivan denilirdi. Onu muzikaylan küü içindä gezdirärdilär hem pelivana baaşlanardı bir koç. Küüylerdä

279 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR at yarışmaları-koş hem gençlär oyunnarı olardı. Taa sora hep Hederlez günündä hepsi insannar kantarda çekilärdilär. Herkezi istärdi bilsin nekadar aarlıı bu yıl hem nekadar zeedelendi geçän Hederlezdän.15 -20 yaşında gençlär sä ölçärdilär boylarını da ölçüyü İkonalıkta bir köşecää saklaardılar. Büük kavi aaçlarda sallan- gaçlar balanardı, gençlär onnarda sallanardı, o aaçtan kuvet alıp, hem nekadar taa yukarı fırlayceklar, okadar taa başarılı bu yılın işleri olacek. Adetä görä Hederlez günü gençlär izin alarmışlar evlenmää, ecellerini düzmää. Halkımızda onun legendası da var: Hederlez Legendası Bir vakıtlar varmış, yaşarmış bir genç olan. O pek arifmiş hem çalışkanmış, gü- därmiş insannarın koynnarını. O mallarını pek sevärmiş, koruyarmış, herbir hayvanı üzündän tanıyarmış. İnsannar kendi hayvannarını ona şüpesiz bütün ürektän verär- mişlär, çünkü onnarı nicä kendi uşaklarını bakarmış. Ama gel geç, bir gün büük bela gelmiş o genç çobanın başına. Çeketmiş yaamaa büük fırtınalı bir yaamur. Olan alatlamış sürüleri kuytu bir erä aydamaa. Geçirärkän sürüyü derä aşırı, bir kuzu kaçırılmış su içinä. Hava çirkinmiş, karannık çökmüş erä, gök yıldız görünmärmiş. Çok düünmüş çocuk, aaramış o kuzuyu sabaayadan, ama onun düünmesi boşunaymış. Hava hem su karşı koyarmış o çobana hem o kuzucaa. Sabaalän, açan gelmiş çobannar, bu iş onnarı pek gücendirmiş. Çorbacı, angısının malı kaybelmişti, cezalamış olanı. Düümüş onu okadar pek, ani çocuk ne oturabilirmiş, ne da kalkabilirmiş. Az kalsın ölmemiş, kurtarmış olanı ölümdän bir genç, kıvrak boy- lu, yıldız gözlü bir kızçaaz. O her gecä gelärmiş çocaa da yılaçlarmış onun yaralarını. Sabaa olduunan, gidärmiş, brakıp garibi yalnız. Doorulunca, çocuun üreendä büük bir sevda duygusu duumuş. O istemiş evlenmää kendi sevgili kurtarıcısına, ama kız yal- vararmış, biraz taa dayansın. Çocuk gençmiş, sabursuzmuş, dayanamamış. Bir sabaa o, saklanarak, yollannmış kızın ardına. Kız, etişip dereya, kär fit o erdä, neredä çocuk kaybetmiş o vakla kuzuyu, girip su içinä, dalgaya gömülärmiş. Ertesi gecä, üçüncü ge- cä, taman o vakıt, açan kız suya girmää hazırlanmış, çocuk tutêr kızın kolundan da kolvermeer. Kız çok düüner, yalvarêr, ama çocuk onu işitmä da istämeer. Bitki-bitkiya kız söleer çobana, ani o bozdu onnarın ecelini. Neçinki kalmıştı sade taa bir güncääz, da derenin büüsü bitecekmiş, o kolvermedi onu, ama şindi derä kin çıkaracek... Açan göktä ilk yıldız peydalandı, kız oldu bir kuzu da derä içindä kaybeldi. Bu iş oldu kasım ayın 8–nä karşı. Sabaalän çoban daattı koyunnarı çorbacılarına, kendisi dä gidip atıldı dereyä. Bu işlerdän sora insannar sölärdilär, anu Hederlezdän Kasımadan her gecä çoban hem onun yoldaşı gelarmişlär çobannara da yardım edärmişlär onnara, koruyarmışlar hay- 280 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR vannarı. Şindiki vakıtta Gagauziyanın Halk topluşun kararına görä Hederlez oldu Böl- genin bir ofiţial yortusu. Hederlez şindi taa geniş nışannanêr. Evelki adetlerä ek- lendi eni adetlär – estrada türkü hem oyun festivalleri. Iki yılda bir kerä Komratta “Hederlez” adına gagauz estrada türküleri hem oyunnarı yarışmak festivali geçer. Gagauziyanın eni adetlerinä görä Hederlez günündä Çadır kasabasında “Altın At” yarışları olêr. Bu yarışlar Gagauziyadan kaarä Moldovada, Türkiyedä, Ukray- nada, Rusyada hem başka devletlerdä da artık anıldı. Yarışların önündä “Kamçı patlatmasında” konkurs olêr, türlü at oyunnarı gösteriler, atlara parad yapılêr. Bun- dan sora priz kazanmasına büük at yarışları başlêêr. Yortunun ikinci payında Komrat kasabasında büük bir konţert olêr. Konţerttä geçän yıllar pay aldılar Türkiyedän, Azerbaycandan, Belorusiyadan, Bulgariyadan, Moldovadan, Romıniyadan, Ukraynadan, Rusiyadan, Gagauziyadan hem başka memleketlerden ansamblilär. Konţertin önündä ansamblilär paradlan Komradın büük sokaandan geçerlär. Hederlez yortusu günündä Gagauziyanın küülerindä hem kasabalarında da konţertlär, oyunnar, at yarışmaları, güreşlär, futbol matçları yapılêr. Ek olarak adetlär hem inançlar: Hederlez kurbanı. Adetlerä görä Kurban kesilmesi, hazırlanmaklar hem rituallar: Sürüdän seçilärmiş en gözäl bir kuzu, nışannanarmış kurban kuzusu olarak. Kurban ayırılırmış sürüdä ilk duan koççaaz - Hederlez koççaazı. Hederlez günü kurban kuzusu verilärmiş diri, yada kesilärmiş kurban imeyi için. Kurban kuzusu baaşlanarsaydı diri, onun buynuzçuklarına geçirärmişlär bir kolaç, angısına saplarmışlar yanar mum. Kurban kuzusunu siirek günnüklärmişlär, deyip: “bu dünneedä senin olsun, öbür dünneedä benim olsun’’. Cuvabı: ’’Allaa kabul etsin”. Hazırlanırkan kesmää kurban kuzusunu deyärmişlär: “Ayde, Ay Örgi korusun bizi hatadan hem dä beladan kurtarsın bizi’’ Erken, gün taa dumadaan, aylenin en büüyü dua edärmiş gün duusuna dooru. Kurban kuzunun ensesinä geçirilirmiş adet kolacı. Buynuzunda yakılarmış mum. Tütüdärmişlär günnüklän kuzuyu. Kurbanı kesän adam, kendisinä hem kuzuya stavrozunu yapıp, başlarmış rituala. Kuzunun aazına koyarmışlar tuz hem koku otları.

281 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gün duusuna dooru kesip kurbanı, toplarmışlar onun kanını bir kaba. Kurban kuzunun kanında varmış büük koruntu kuvedi, angısı zeedelärmiş bereketi. Kurban kuzunun kanınnan evdekilerin hepsinin annılarında, kapunun söve- sindä, eşiktä yapılarmış kruça (stavroz). Kuzunun derisini vererlär bir fukarä adama yada kliseyä ödek. Kuzunun derisini tulum soyarmışlar, tulum peynir yapmak için. Kurban kuzunun kanını gömärmişlär sapa erdä, evin temelindä, nereyä basıl- mêêr. Kurban pişirilmesi: Kurbanı fırına, büük bir kurban tepsisinä koyup, bütün atêrlar. Kurbanın içini doldurêrlar bulgurlan, angısını ilktän kaurdêrlar kuzunun böb- reklerinnän, beyaz hem kara cerinnän. Kuzunun kafasını pişirerlär ayırı, donadıp onu koku otlarınnan. Kurban İkramı: Kurbanın bir payı kurban ekmäännän ileştirilirmiş komuşulara. Öbür payı, toplanıp komuşu – senselä çimendä, kenarda yada yol boyunda bol-bol ikram edip iyärmişlär. Kurbanı, götürüp kliseyä, okudarmışlar, sora çimendä klisä aulunda oturup, bir cümnä sofra kurup, kurbanı biri-birinä ikram ederäk iyärmişlär. Kurban kuzunun bir dä kemicää sıbıdılmarmış, çünkü kutsal sayılır. Kurban kuzunun kemiklerinnän urup eni evlennerä aylä hem varlık zeedelen- mesini inanarmışlar. Kurban kuzunun kemiklerini gömärmişlär bir sapa erdä. Hederlez günü yapılarmış Kurban ekmää – kolaç, pişirilmiş kuru emişlän. Üs- tündä yapılıymış kruça (stavroz). İkram ediler kurbannan barabar. Hederlez koruntu adetleri: Hederlez gecesi inanarmışlar, ani evä cadılar gelärmişlär almaa kendi maana- sını, bereketi yada ineklerin südünü. Onnardan korunmak için yapılarmış bir sürü koruntu hem ritual: - Passkellä günü için okunan bulgur yada darı serpiler bütün aul içindä laflar- lan: “Cadı alsın maanasını bu bulguru topladıktan sora”. Sayılêr, ani cadı sabaaya kadar bulgurun herbir teneciini toplayamayacêk. - Hayvannarın aullarında, tokatlarında, kapularında mum yakılêr, kopriva yada dikenni ot geçiriler, süüt saalan bakırlara, su kofalarına ot geçiriler, kırmızı 282 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ip balanêr. Hederlez adetleri hem inançlar: Hederlez günü ev saabisi erken, gün duunca, läzım atlı geçsin meralardan, çii yıslasın atın hem adamın ayaklarını, ki “bereket olsun!” Ondan sora kurban kesilir. Hederlez günü evin mayası (süt mayası) verilmeer, hayvannarın sütleri kesil- mesin deyni. Hederlez günü gençlär sallangaçlarda sallanêrlar, ki yazın çalışmalar kolay hem uygun olsunnar. Çekilerlär çekilerdä, nekadar zeedelenmiş hem iisilmiş arlıklar. Yıkêêrlar küçük uşakları ilaç otların suyunda. Sabaalän kızlar yıkêêrlar saçları- nı ceviz yapraa suyunda saalık için. Sabaalän erken, gezip çiili cimendä, yıkanarmışlar çiiylän saalık için. Hederlez gününä kaarşı ekärmişlär feslen, angısını kullanarmışlar ilaçlanmak için. Gagauz Kalendar adetleri urunda çok araştırmalar var. Moldovada hem Bulgaristan bilim adamnarı Evdokiya Soroçiyanu, Elizaveta Kvilinkova, Живка Стаменова, Соня Средкова, Женя Пимпирова, h.b. taa geniş açıklêêrlar bu yor- tuların geniş bölgä - küü özelliklerini. Bu günä kadar toplanan gagauz ekspediţi- yaların arhiv materialları da islää zengindir. Bunnarı bireri getirip bu hazırlanan açıklamada toplanıldı Hederlez yortusuna baalı bütün özelliklär. HEDERLEZ gagauzlara deyni kutsal hem paalı bir yortu, çünkü onun temeli - korumaa tabiatı, suyu, hayvannarı. Bu günümüzdä önemli ki, gagauzların ev- ladboyları korumuşlar kulturamızı, evelki yortunun adetlerini, sıralıını, gözellini.

Kaynaklar: Avtorun arhivi.(AA) Gagauzoloji Bölümü Moldova BA arhivi.(GBA) Манов А. Потеклото на гагаузите и техните обичаи и нрави. Варна, 1938. Мошков В.А. Гагаузы Бендерского уезда. (Этнографические очерки и материалы). Кишинев, 2004. Никогло Д.Е. Система питания гагаузов в XIX – начале XX века. Кишинев, 2004. Soroçanu Evdokiya. Gagauzların kalendar adetleri (etnolingvistik aaraştırması) // «Гагаузская календарная обрядность (этнолингвистическое исследование)». Кишинев, 2006. Стаменова Живка, Соня Средкова, Пимпирова Женя и др. Гагаузите в България. Записки от терена. Каварна, София, 2007. Квилинкова Е.Н. Гагаузский народный календарь. Chişinău: Pontos, 2002. Квилинкова Е.Н. Гагаузы Молдовы и Болгарии (Сравнительное исследование календарной обрядности, терминов родства и фольклора). Chişinău: Pontos, 2005. Квилинкова Е.Н.Заговоры, магия и обереги в народной медицине гагаузов. Кишинев,2010. Zanet Тodur. Gagauzluk: kultura, ruh,adetläк. Chişinău: Pontos, 2010.553 с.

283 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Ek olarak Hederlez Yortusundan bir kaç manzara resimneri.

284 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

285

GAGAUZİYANİN GELİSMESİNDE TÜRK DİPLOMASİSİNİN ROLÜ

Dr. Piotr PAŞALI

Gagauziya M.V.Maruneviç Bilim ve Araştırma Merkezi Direktörü

Özet Son yıllarda, Gagauz halkının tarihinine ilgi önemli ölçüde arttı. İlgilileri daha çokantik Türki dilini veArapçayı bilen bilim adamları oluşturuyor.Çin arşivleri ve Osmanlı döne- minin kayıtlarıerişime açıldı. XIX yüzyılın başındanbugünlere kadar BesarabyadakiGaga- uzlarıneğitimiiçin Romanya, Ukrayna veMoldova’da çalışan Türk diplomatlarıönemli kat- kılarda bulundular. Onların yardımı ileUlusal azınlık Gagavuz halkı arasından alanlarında uzman dilbilimci, hukukçu ve sanatçılarçıkmaktadır. Doksanlı yılların ortasında Türkiye Hükümeti Gagavuzya’ya 35 Milyon dolarlık tercih- li kredi sağlayarak Komrat ve Çadır-Lunga kentleri halklarının içme suyuna kavuşmasını sağlamıştır. Gagavuzlar Türkiye 9.Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’e Bucaktaki bu toplumsal soruna çözüm bulduğu için her zaman minnettar kalacaktır. Hamdullah Suphi’nin diplomatik becerileri modern, bağımsız Moldova’da Türkiye Baş- konsolosu Ender Arat tarafından adapte edilerek aynen devralınmış ve diğer Büyük Elçiler tarafından da devam ettirilmiştir. Türkiye’nin Büyükelçileri Sayın Mümin Akkanat, Sayın Fatma Topçuoğlu ve Sayın Mehmet Selim Kartal çok büyük Diplomatik çalışmalar yapmışlar ve güçlü destekler sağ- lamışlardır. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Anahtar kelimeler:Hamdullah Subhi Mirası,Ender Arat Moldova ünlü Türk Konsolo- su, Gagauz insanları,Süleyman Demirel, TİKA, Ana dili Gagavuz Türkçesi olan girişimci- ler,kardeşlik,egemenlik ve Moldova bağımsızlığı,Araştırma Merkezi, BugeacBozkır Abstract Recentlyinterest in history of theGagauzpeople has considerablygrown. Thereweres- cientistsknowingclassicTurkic, Arablanguages. Access totheChinesearchives, chronicles of theOttomanperiodopens. Fromthebeginning of the 19th centurytillnowadaysgreatsupport- foreducation of GagauzpeoplefromBessarabia is beinggivenbytheTurkishdiplomatsworking in Romania, Ukraineand Moldova. WiththeirhelpthesmallGagauznation has gottheintelle- ctualsarise, therewereexperts in thefield of linguistics,lowand art. Thedecision of theGovernment of Turkey, in themid-nineties, togiveGagauzia a softlo- an of 35 milliondollarsallowedthepopulation in thecities of ComratandChadyr-Lungatoha- vepumpdrinkingwater. Gagauzpeoplewill be alwaysgratefultoThe 9th President of Turkey- Mr. Süleyman Demirel forthesolution of thisimportantsocialtask in Bujak. Diplomaticskill of HamdullakhSupkhi has beenadoptedandcontinued in modern in- dependent Moldova byThe General Consul Ender AratomandthefurtherAmbassadors of Turkey. Great supportandbigdiplomaticworkwasdonebyambassadors of Turkey in Moldova MyuminAkanat, Fatma Topchuoglu, Mehmet Selim Kartal. Keywords: HeritageHamdullakhSupkhi, Ender Arat thefamousconsul of Turkey in Moldova, theGagauzpeople, Süleyman Demirel, territorialelectioncommission, Anna of Dili, businessmen of Gagauzia, a brotherhood, sovereigntyandindependence of Moldova, scientificcenter, Bujak.

Anahtar kelimeler:Hamdullah Subhi, Mirası,Ender Arat Moldova ünlü Türk Konsolosu, Gagauz insanları,Süleyman Demirel, TİKA, Ana dili Gagauz Türkçe- si olan girişimciler,kardeşlik,egemenlik ve Moldova bağımsızlığı,Araştırma Mer- kezi, Bugeac Bozkır Sayın Mehmet Şahingöz, sevgili kardeşlerim ve kız kardeşlerim. İzin verirseniz altında altı kuşak Atalarımızın yattığı bu güneşli Gagauzya top- raklarında sizi selamlamak istiyoruz. Türk boyları Bucak bölgesinin geniş bozkırlarında uzun yıllar yaşamışlar. Bu- gün, onların soyundan gelenler atalarının antik kültürü ve Gagavuz dilini canlan- dırma çalışmalarına devam ediyorlar. Türk halklarının canlanması ve insan uygarlığının yaşama başlamanın her aşa- masında toplumların liderleri ve bilge diplomatlar öne çıkarlar. 20 ve 21. yüzyıl- larda - Gagauz halkı için Mustafa Kemal Atatürk, Hamdulah Suphi Tanrıöver, 288 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Ender Arat, Mikhail Chakir, Süleyman Demirel, Stepan Topal önemli insanlar olmuşlardır. Onlar kendi eylemleriyle derin düşünülmüş politikalarıyla, eski Sovyetler Birliği, Avrupa, Türkiye ve Moldova liderlerini Güney-Doğu Avrupa›da ortaya çıkmış etno-politik çatışmanın barışçıl çözüm gerekliliğine ikna etmeyi başardılar. Uzun süren diplomatik çalışmalar sonucunda 90’lı yıllarda Türkiye ve Moldova Cumhurbaşkanları Başkanları Süleyman Demirel ve Mirça Snegur birbirlerini anladılar. Onlar Gagauzları duydular ve kabul ettiler ki, Gagauzlar kendi kültürü ve dili olan bir halktır. Türkiye Cumhuriyeti 9. Cumhurbaşkanı 10 yıl içersinde dört kez Moldova›- yı ziyaret etmiş ve tüm ziyaretler üst düzey diplomasi prosedürüne göre düzen- lenmiştir. Garantör ülkeler sayesinde önce Gagavuz Cumhuriyeti yönetimi ile ve 1995 yılından sonra Gagauzya Özerk bölgesi Başkanlarıyla birlikte ülkenin güne- yinde sürekli barış tesis edilebildi. Avrupa medeniyet yolunda yeni kurulan Moldova Cumhuriyeti içerisinde Ga- gauz Yeri Özerk Bölgesi bazı bireylerin düşündüğü gibi bir heves olarak veya ha- yal mahsulü olarak değil de bütün gök oğuzların ve oğuzların tarih içinde oluşan (büyük göç)’ün bir safhası olarak görülmesi gereken tarihi bir dönemdir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra yeni kurulan Türk devletleri birbir- lerinin eğitimi ve kültür faaliyetlerini destekleyerek ilişki kuruyorlar. Bu tarihte eski Avrasya bölgesinde Hamdullah Suphi tarafından yapılan çalışmalarla büyük uyum göstermektedir. Moldova içinde ve diğer ülkelerde yaşayan Gagauzlar bir uluslararası müca- dele, itaatsizlik ve zulüm değil ama karşılıklı saygı, siyasi anlaşma, ekonomik ve kültürel rekabet talep etmektedir. Türk halkları nihayet 1985 li yıllarda yüz yıllık uykudan uyandıktan sonra do- ğuda ve batıda hızla büyük adımlarla evrensel açılımlara ve uluslararası medeni- yete doğru gitmektedirler. Kolay olmasa da birlikte bu hedefe gitmek zorundayız. Her yıl 23 Aralık’da Gagauz halkı Gagauz Özerk bölgesinin kuruluş yıldönü- münü kutluyor. Bu bir adalet günü, millet için bir özgürlük kazanımı ve Moldova içerisinde barış günüdür. Bu özgürlüğün garantörleri bizim için Türkiye, Rusya ve Avrupa ülkeleridir.

289 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

290 CUMHURIYET DÖNEMINDE KIMLIK, VATANDAŞLIK VE GÖKOĞUZLAR

Seyfi YILDIRIM

Hacettepe Üniversitesi

Özet Cumhuriyet Osmanlı’dan sayıca üstünlük Türkler’de olmak üzere multietnik bir Müs- lüman nüfus devraldı. 93 Harbi ardından başlayan göçler Cumhuriyetin ana coğrafyasını teşkil eden Anadolu’daki Müslüman nüfusun artışında önemli bir rol oynadı. 1927 yılında gelindiğinde Anadolu’daki gayr-I Müslüman nüfusun oranı 2.64 gibi oldukça az bir sayıya inmişti. Bu nüfus yapısı yeni devletin milliyetçi temeller üzerine inşa edilen ulus devlet yapı- sını oluşturma çabalarında büyük katkısı oldu. Hatta bu yapının oluşturulmasında sürükle- yici bir etkisi oldu. Ülkede başlangıçta oldukça eksik bir nüfusun varlığı, nüfusun arttırılması yönündeki çabaları da beraberinde getirdi. Bu sebeple gayr-i İslam unsurların olmadığı, Osmanlı geçmişinde kader birliği yapılan ve yaşadıkları topraklarda huzursuz olan kitlelerin ülkeye gelişine yeşil ışık yakıldı. Böylece bir taraftan ülkedeki nüfusun arttırılması yönündeki sağlık, vergi ve diğer un- surlarla doğumun teşviki gibi hususlar yanında yukarıda hususiyetleri belirtilen göç de bu konuda etkili bir yol olarak görüldü. Anadolu’dan ayrılan gayr-i Müslimler ile ülkeye gelen Müslümanlar, nüfusun daha homojen bir yapı kazanmasında büyük bir etki yaptı. Bu sü- reçte ülkeye gelecek olan göçmenlerin ya Türk orjinli ya da Türk kültürüne yakın olmasına dikkat edildi. Bu noktada etnik bir şart olmaksızın Müslüman olmasının temel şart olduğu göçmenler Osmanlı tarihi coğrafyası olan Balkanlar başta olmak üzere Kafkasya ve diğer HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

coğrafyalardan Anadolu’ya göçler devam etti. Bu şekilde ülkede kader birliği ve birlikte yaşama istidadı gösterecek olan kitleler Anadolu’da bir araya getirildi. Bu konu ile ilgili arşiv belgelerinde 1930’lu yıllara kadar ülkeye gelen göçmenlere Müslüman tanımlaması yapılır- ken, bu tanımlama 1930’lu yıllardan sonra Türk olarak geçmeye başladı. Böylece “Osmanlılık” kimliği yerine “Türk” kimliğine dönüşü sağlayan güçlü bir altyapı sağlanmış oldu. Cumhuriyetin vatandaşlığı ise temelde Türk kimliğine dayalı olmak üzere modern dünyadaki uygulamaları da andırır şekilde tasarlandı. Buna göre Lozan Antlaşması da buna göre konumlandırılarak gerek modern dünyadaki çağın gerektirdiği vatandaş ile ulus-devlet idealine uyan bir vatandaş çerçevesi yerleştirildi. Bu çerçevede Anadolu’ya gelmek isteyen Gökoğuzlar ise yukarıda çerçevesi belirtilen kimlik içerisinde yer bulamayan bir Türk unsurdur. Özellikle Osmanlı son döneminin gayri Müslimlerle ilgili olan acı tecrübeler, yabancı devletlerin müdahaleleri, din farklılığının ülke bütünlüğünün bir türlü sağlanamamasındaki etkili faktör olması gibi sebeplerle Gökoğuzlar, yeni Türkiye’ye dâhil olamadılar. Çünkü genel itibariyle Türk milliyetçiliği esas itibariyle İslami referansları göz ardı etmedi. Bu bildiride Gökoğuzların bu dâhil olamaması hususun- daki gelişmeler dönemin kimlik, vatandaşlık ve göç politikaları çerçevesinde ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Türk Kimliği, din, vatandaşlık, göç, Gökoğuzlar.

Identity, Citizenship and Gagauz People in the Republican Period Abstract A multiethnic Muslim population with the majority of Turks had been transferred to the Republic from the Ottomans. Migrations began in the aftermath of the Turco-Russian War of 1878 played a crucial role in the rise of the Muslim population in Anatolia which constituted the main landscape of the Republic. In 1927 the non-Muslim population in Anatolia descended to a very low rate, simply 2.64 percent. This demographical structure made a serious contribution to the attempts for building of a nation-state in nationalist basis. That had also a dragging effect on the establishment of the referred nation-state stru- cture. This deficiency in demography brought attempts for increasing the population. This is for the fact that the government allowed masses which were restless in the territories they were living shared a common faith in the past and did not include any non-Muslim subjects get into the country. Thus, migration had been seen as an influential way to the expected increase in population. The non-Muslims who left Anatolia and Muslims arrived affected the homogenity of the demographic structure. Migrants mainly from historical Ottoman territories such as the Balkans, Caucasia and other parts of the world arrived Anatolia. In this process for the migrants their Turkic origin or their closeness to the Turkish culture had been taken into account. Regardless of ethnicity, the main criterion was being a Muslim. Therefore it was expected that masses would share a common faith and could live together. In the archival sources concerning the referred fact, migrants were defined as Muslims whereas following 1930’s they were called Turks. A strong basis was constituted that allowed a transformation into an identity of a Turk from that of an Ottoman. The citizenship of the Republic had been designed in accordance to the applications in the modern world relying mainly on the Turkish identity. The Lau-

292 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

sanne Treaty had also been positioned in accordance to this thought. On the other hand, the Gagauz, the Turkish origin people had not been able to have a place in Turkey within this framework. Due to the reasons such as undesired experiences with the non-Muslim subjects in the last period of the Empire, intervention of the foreign states, religious differences as a deteriorating factor that facilitated integrity of country Gagauz people could not have been able to be a part of the new demography as Turkish nationalism did not neglect the Islamic references. This paper aims to deal with the situation of the Gagauz people with respect to the identity, citizenship and migration policies of the era. Keywords: Turkish identity, religion, citizenship, migration, Gagauz.

Cumhuriyet Döneminde Kimlik, Vatandaşlık ve Gökoğuzlar Osmanlı Devleti’nin en uzun yüzyılı olarak bilinen 19. yüzyıl, Avrupa’da or- taya çıkan gelişmelerin de tesiriyle varlığını devam ettirebilmek ve bütünlüğünü sağlayabilmek amacıyla yeniden bir kimlik tanımlaması yapmak üzere harekete geçti. Bu yüzyılın diğer birçok büyük problemleri devlet adamlarını hiç bu kadar meşgul etmemiş ve endişeye sürüklememişti. Varlığını devam ettirebilmenin en önemli şartı buydu. Birçok alandaki modernleşmelerin temelinde kuvvetli bir kimlik ve buna bağlı olan vatandaşlık tanımlamasının inşası bulunmaktaydı. Dev- letin geleceği, birlik ve bütünlüğün sağlanmasına, bu da “ortak kimlik” ve bunun getireceği vatandaşlık ve vatandaşlığın biçimlendirilmesinin başarısına bağlıydı. Bu planlama ve inşa meselesinde Osmanlı Devleti’nin gerek dış müdahaleler gerekse din ve milliyet haritasının çeşitliliği, bu çeşitliliği bir arada tutacak olan “Osmanlıcılık”, bunun devamının yanı sıra “İslamcılık” politikalarının ortaya ko- nulmasına rağmen bir arada yaşama ve ortak bir kimlik tesisi ve netice olarak mü- tecanis bir millet inşası noktasında başarısız oldu. İmparatorlukta bir grup İslami seçkinin modernleştirme çabaları önce Hıristiyanların, ardından da Müslüman kesimlerinin büyük itirazları ile akamete uğradı. Çünkü Batı Avrupa’da millet- lerin oluşumu bu coğrafyada doğal olarak var olduğu düşünülen millet yapısının mevcudiyeti yüzünden yeni bir inşa ve planlamaya gerek duymayacak şekilde ge- lişmesine rağmen Batı Avrupa dışındaki birçok coğrafyada yine Batı Avrupa’dan yayılan milliyetçi düşüncelerin ve bunun getirdiği amaçların bir sonucu olarak millet inşası tasarıları ve bu tasarıların oluşturduğu planlamaların ürünü olarak ortaya çıktı.1 Osmanlı Devleti’nin çözülmesiyle birlikte bünyesinde barındırdığı çeşitli Müslim veya gayr-i Müslim toplulukların uluslaşma süreçleri ile bünyesinden ay- rılması diğer taraftan Türk milliyetçiliğini körükleyen önemli bir etki oluşturdu. Milli Mücadele dönemi de milletleşmeye giden yolu hızlandırdı. Bu şekilde yeni

293 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kurulan devlet ve bu devletin yönetim şekli olan Cumhuriyetin tesisi ile birlikte millet-devlet sisteminden, ulus-devlete dönemin şartlarının da ortaya çıkardığı bir geçiş oldu. Bu başarısızlığın ardından kaçınılmaz bir şekilde Türk milliyetçiliği ideolojisi doğdu.2 Bu ideolojinin de desteklediği Mustafa Kemal Paşa’nın takip ettiği milliyetçilik Anadolu dışındaki toprakları da feda etmek zorunda kalmış olarak ancak bu topraklarda kalan Müslim orjinli her tür etnisiteye de Anado- lu’nun kapılarını açmış bir şekilde Osmanlıcılığı ve Pan-İslamist politikaları red- dederek, Anadolu Türkleri temelinde teritoryal bir siyasi topluluk olarak yeniden tanımlamaya girişti. Bir milletin temel varlık sebebi olarak görülen ve vatan olarak benimsenmiş olan toprak parçası üzerinde bağımsız yaşayabilmek, asırlara daya- nan bir süreçte oluşan kültür, bu uzun süreçte milleti meydana getirmektedir. Bu durumda kültür, millet nezdinde soyut değil somut olarak ortay çıkmış değildir.3 Cumhuriyet kurulur kurulmaz yukarıda bahsedilen bir kimlik problemi ile karşı karşıya kaldı. Bu ise ulus-devlet anlayışına yönelik yeni bir kimlik ve yeni bir kimliğe sahip toplum yapısının inşasını beraberinde getirdi.4 Ülkeyi birlik ha- linde güçlü bir halde tutabilmek adına bu problemin halledilmesi gerekmekteydi. 1920’lerde dünyada siyasetinin ana ekseninin ulus-devlet ve modern ulus ya- ratma temelinde hareket eden milliyetçilik ideolojisi idi.5 Daha çok “güçlü devlet geleneği”, “milli kalkınmacılık” ve “organik toplum anlayışı” kavramları çerçeve- sinde değerlendirilen erken cumhuriyet modernleşmesi modernleşen bir politik toplum ve bu toplumun hareketini sağlayacak, toplumla devlet arasındaki bağı kuracak, cumhuriyetçi vatandaşlık modelini arzulamaktaydı. 1924 Anayasası’nın 88. Maddesindeki; “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık iti- bariyle ıtlak olunur”6 hüküm bu arzu somutlaştırılmıştı. Cumhuriyet moderni- tesi bu yaklaşımla aslında kimlik konusunda öncelikle oldukça geniş ve özgür bir alan açarak teorik olarak vatandaşlık temelinde bir yaklaşım sergilemekteydi. Bu şekilde oluşturulmaya çalışılan milli kimlik anlayışı, hukuki anlamda “bir siyasal kimlik” olarak tanımlanan “vatandaşlık” üzerine oturtulmaktaydı.7 Cumhuriye- tin birleştirici kimliği olarak tasarlanan tarihi ve kültürel bağ, her türlü çabaya rağmen inşa edilememiş olan Osmanlılık kimliği yerine bu defa “Türk kimliği” tanımlamasıyla kurulmaya çalışılmaktaydı. Bu kimliğin tesisinde en önemli etken hiç şüphesiz Anadolu’da bulunan nü- fus yapısı olacaktır. Anadolu Osmanlı döneminin son yüzyılında büyük göçlere maruz kalmıştı. Bu göçler iki taraflı olmuş, bir taraftan gelenler, diğer taraftan gidenlerin varlığı özellikle Anadolu nüfusu üzerinde büyük bir değişime ve ay- nı zamanda özellikle din açısından homojenleşmeye sebep olmuştu. Ermeni ve 294 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Rumların Anadolu’dan göç etmesi ile Balkanlarda yeni devletlerin kurulmasının ardından başlayan Türk veya Boşnak, Rum, Arnavut, Sırp, Makedon, Pomak gibi diğer etnik Müslüman unsurlar yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda artık yaşaya- mayacaklarını düşünerek Anadolu’ya hicret ettiler. Aynı zamanda Rus katliamları ve istilaları sebebiyle Güney Rusya, Kırım ve Kafkasya’dan gelen çok sayıda sür- gün ve göçmenler de Anadolu’daki nüfusun Müslüman ağırlıklı bir karakter ka- zanmasında önemli rol oynadı. Anadolu’da yaşayan Rumların ve Ermenilerin bu coğrafyadan ayrılmaları ve tersine milyonlarca Müslümanın gelmesi ile Anadolu nüfusunun I.Dünya Savaşı öncesindeki %75’lik Müslüman oranı Cumhuriyet’in kuruluşu ve Mübadele Sözleşmesi sonucunda nerdeyse %97 gibi bir rakama baliğ oldu. Yani Anadolu bu dönemde multi-etnik bir Müslüman çoğunluğun vatanı haline geldi. Yeni devletin kurucuları Osmanlı döneminde unutulmuş ya da unutturulmuş olan Türk milletinin uzun yüzyıllardır var olduğu gerçeğini temel esaslarından biri olarak kabul etmiş olan milliyetçilik ekseninde bu düşüncenin uyandırılması ve hayata geçirilmesi çabasını sürdürmeye başladılar. Anadolu’daki nüfusun yapısı ise ulus-devlet inşasını gerçekleştirmek için yeni bir kimlik ve buna dayalı olarak kurumlanan millet inşası çerçevesinde ortaya konulan vatandaşlık sistemini işlet- meye çalışan Cumhuriyet elitinin işini kolaylaştıran en büyük unsurdu. Bu top- raklarda yaşayan yerliler bir tarafa, ülkeye göçle gelen ve sayıları milyonları bulan ve çoğunluğu Türk olmakla birlikte çeşitli etnik grupları barındıran Müslüman kitleler Anadolu’ya sığınmışlardı. Kırım Savaşı sonrasında gelen Tatarlar, 1864 Rusya’nın sürgün ettiği Çerkezler, 93 Harbi sonrasında gelen ve hem Kafkas- ya’dan hem de Balkanlardan gelenler, Balkan Savaşı sırası ve sonrasında gelenler, I. Dünya Savaşı sonrasında gelenler, Cumhuriyet döneminde gelenlerin ortak özel- likleri artık gidecekleri başka bir vatanlarının olmaması, bu durumun da zorunlu olarak ortaya çıkardığı bir sonuç olarak, bir arada yaşama noktasında yüksek oran- da bir fikir birliğinin var olduğu üzerinde durulmalıdır. Etnik yapıları yukarıda belirtilen göçmenler Anadolu’nun yerli Türk, Kürt, Arap ve diğer unsurlarıyla bir arada yaşamaya başladılar. Elbette oldukça büyük sıkıntılar da içeren bu süreçte Anadolu’da bir araya gelen yerliler ve göçmenler açısından en önemli husus bir arada yaşama konusundaki genelde ortaya çıkan kabuldü. Bir takım itirazlar sonradan ortaya çıkacaktı. Ancak nüfusun yapısı ve sayısı hakkında ortaya atılan çeşitli tahminler bir millet inşası planlaması noktasında sıkıntılar çıkarmaktaydı. Çünkü Osmanlı son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen nüfus hareketlerinden

295 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sonra nüfusla ilgili güvenilir ve sağlam veriler yoktu. Üstelik yeni devletin sahip olduğu nüfus hakkında İtalya ve Yunanistan gibi hasım ülkelerde ortaya atılan olumsuz iddialar bir taraftan nüfusla ilgili gerçekleri ortaya koymak diğer taraf- tan da gerçekleştirilecek inşanın somut verilerini elde etmek amacıyla Belçika’dan özel davetle getirilen Camille Jacquart yönetiminde yapılan 1927 Nüfus Sayımı büyük bir titizlik içinde yapıldı.8 Bu sayıma göre Türkiye’nin 762.736 kilometrekarelik bir alanda 13.648.270 bir nüfusa sahip olduğu ortaya çıktı. Sayım sadece nüfusun sayısı ile sınırlı ol- mayıp sayımda nüfusun etnik ve dinî yapısı ile ilgili olarak anadil, tâbiiyet ve din gibi diğer nitelikleri de ortaya konulmaktaydı. Kesin sayım sonuçları 1929 yılında açıklandığında toplam 11.777.814 kişinin anadilinin Türkçe, 1.184.446 kişinin Kürtçe, anadili Türkçe dışında bir dili olanların sayısı 1.870.465 olarak tespit edil- mişti9. Buna göre Osmanlı döneminin tersine artık ülkedeki Hristiyan nüfusun oranı 2.64’e kadar geriledi. 1913 yılındaki oran ise nüfusun dörtte birini kapsaya- cak şekildeydi.10 Bu sayımda ortaya çıkan rakamlar, Türkçe’nin geleceğe uzanacak ve Anado- lu’daki kitleyi tamamen sarması planlanan bir millet yapısının oluşturulmasında güçlü bir etken olduğunu net bir şekilde ortaya çıkarmış oldu. Anadolu’nun en güçlü dili olan Türkçe’nin yanı sıra ülkedeki nüfusun bir diğer bir en kuvvetli müştereki ise din idi. Dönemin yazarlarından Necmeddin Sadak, nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılındaki yazısında; “…Nüfusunun heyet-i umumiyesi bizden fazla olan milletler vardır; fakat bunlarda yabancı unsurların adedi çok fazladır. Memleketimizde gayr-ı Türk unsurların adedi 1,5 milyon tahmin edilirse, Türk nüfusun miktarı Yunan, Bul- gar ve Sırb unsur-u asılların hemen hemen yekûnuna müsavidir” diyerek bir taraftan Balkan ülkeleri ile bir karşılaştırma yapmakta, diğer taraftan da Türkçe konuşan- ları Türk ailesine dâhil etmektedir.11 Ancak bu sayımın nüfusun yapısı ile ilgili olarak önemli bir göstergesi ise ülke- deki eksik nüfus problemiydi. Eksik nüfusla ülkenin güvenliğini, modernleştirme projelerini gerçekleştirebilmek mümkün değildi. Bu sebeple bir taraftan ülkedeki nüfusun arttırılması konusunda sağlık konusunda tedbirler alınmakta, çok çocuk- luluk teşvik edilirken Cumhuriyetin kurucuları tarafından nüfustaki noksanlığın giderilmesinde millî sınırlar dışında kalan aynı ırk ve aynı kültürden olan unsur- ların göçmen olarak Anadolu’ya gelmeleri nüfusun artışında olumlu katkı yapa- cak güçlü bir unsur olarak görüldü.12 Nitekim Atatürk bu hususta 16-17 Ocak 1923’te İzmit’te gazetecilerle yaptığı mülakatta, “…Memleketin nüfusu sayan-ı 296 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR teessüf bir derecededir. Zannederim ki bütün Anadolu halkı sekiz milyonu geçmez… Şimdi biz bunu telafi etmek istiyoruz… hudud-ı milliye haricinde kalan aynı ırk ve hars anasırı da getirmek ve onları da müreffeh bir halde yaşatarak nüfusumuzu tezyid etmek lazımdır ki, buna da tevessül olunacaktır. Eğer Rusya’dan da getirmek mümkün olursa oradan da getireceğiz. Fakat bence Makedonya’dan, Garbî Trakya’dan kâmilen Türkleri buraya nakletmek gerekir ve bir daha Avrupa seferi yaparak oralara gitmeyi düşünmemeliyiz… Bu memleket Almanya’nın iki mislidir. Almanya’da 70 milyon nü- fus vardır. Bizde 8 milyon nüfus vardır” sözleriyle nüfus ve göçle ilgili politikaların dinamik bakışını ortaya koymaktaydı.13 Bu politikanın bir sonucu olarak çoğunluğu Balkanlardan, bir kısmı da Kafkas- ya’dan olmak üzere çok sayıda yeni göçmen ülkeye kabul edildi. Bunlar arasında Türkistan, İran ve Azerbaycan Türklerinden, Rusya Kazan Türklerinden, Türkis- tan gibi mahallerden, Rus Bolşevik devrim ve rejim baskısı ile kaçarak gelenlerle, Kırım, Batum, Kavala, Köstence, Saray-Bosna, Selanik, Siroz, Hirsuva, Radvişne, Nevrokop ve Batum, Bulgaristan Romanya gibi gerek eski Osmanlı tarihî coğraf- yası ile akrabalık bağları bulunan Türk ve diğer Müslüman unsurlar da bulunmak- taydı. Cumhuriyet döneminde Türkiye’ye yönelen göç büyük oranda, Türkiye’nin tarihî coğrafyasına açık oldu. Nitekim Balkan coğrafyasından gelen kitlesel göçler yanında Çarlık Rusyası coğrafyası; Kafkasya başta olmak üzere daha önce belirti- len hatlar, Kıbrıs, Hatay, Irak, İran, Çin Türkistanı gibi diğer coğrafyalardan gelen Türk ve/veya Müslüman unsurlar Türkiye’ye muhacir ve mültecilerin bireysel göç talepleri de kabul edildi. Atatürk ve diğer Cumhuriyet elitinin büyük bir titizlikle üzerinde durduğu göçmen kabulünün en önemli amacı, Lozan ile kesinleşen sınırları içinde, mil- li bilinci kavramış ve özdeş bir toplum yaratmaktı. Göçler sonunda göçle gelen gayr-i Türk Müslümanların da ülkedeki kimlik inşasında problem olmayacağı, mevcut nüfusla karışarak millet oluşumuna buna büyük katkı yapacakları hesap edilmişti. Bu durum aynı zamanda “Türk Kimdir” sorusuna verilecek cevabını da oluşturmaktaydı. Dolayısıyla daha çok erken bir tarihte yeni devletin vatandaşlıkla ilgili sınır- ları ve tanımlamalarının ipuçları ortaya çıkmaktaydı. Bu tanımlamada Türk ya da Türklerle birlikte uyumlu bir şekilde yaşamayı kabul eden, bundan gocunmayan, tersine memnuniyet duyan diğer Müslüman etnik gruplar bulunmaktaydı. Os- manlı Devleti’nin kaybettiği topraklardan Anadolu ve Trakya’ya sığınan mülte- cilerin daha sonra üzerinde varılan mutabakatla “birlikte yaşama kabiliyeti” olan- ların vatandaş tanımlanmasında dar bir etnik tanımlamaya sapılmadan olabildi-

297 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ğince geniş bir çerçeve içerisinde vatandaş olarak sıfatlandırıldığı görülmektedir. Fransız düşünür Ernest Reman, millet gerçeğinin her şeyden çok ve her şeyden önce, o milleti vücuda getiren fertlerin birlikte yaşama duygusu ve kararlılığına; birlikte yaşanan geçmişin doğurduğu ortak kültüre; ruh ve amaç birliğine dayan- dığını belirtmektedir. Bu çerçevede en önemli faktörün kültürel kimlik ve men- subiyet şuuru olduğu görülmektedir.14 Böylece millet, vatan üzerinde aynı dille, aynı duyguyla kültür birliği kuran bir bütün haline gelmiş şuurlu insan topluluğu olarak tarif edilebilir.15 Aslında Cumhuriyetin kurucularının bu tahmini boşuna da değildi. Türki- ye’deki göçmenler üzerinde yapılan akademik çalışmalarda da gerek Türk, gerekse diğer etnik gruplardan olan Boşnak ve Arnavutların genel itibariyle Türkiye’deki milli bütünlüğüne uyar bir tutum sergiledikleri, bu ülkede beraber yaşamaktan memnuniyet duydukları ve ortak bir tarihi geçmişe de sahip oldukları görülmek- tedir (Ünal 2012, ss.27-40). Böylece göç politikalarında ortaya konulan hedeflere uygun olarak bu göçmenlerin Türkiye’nin bütünlüğüne önemli katkılar yaptıkları anlaşılmaktadır. Gerek siyasî iradenin gerekse dönemin aydınlarının ortaya koydukları mesaj- ların içeriğine dikkat edildiğinde Anadolu’ya gelecek göçe sıcak bakılmakla bir- likte gelecek olanların yapısıyla ilgili sınırlamaların da yapıldığını görmek gerekir. Göçle geleceklerin ya “Türk soylu” olması ya da “Türk kültürü”ne dâhil olması şartları ortaya konulmaktadır. Bu şart ve sınırlamalar bir ulus-devlet inşasındaki en önemli hususu işaret etmektedir: “Özdeş nüfus”. “Mütecanis”. Bu sınırlamada Türk soylu olmak ise direkt olarak bir etnik şart olarak görülmemelidir. Bu çer- çevede Balkan ülkelerinde yaşayan Müslümanlara “Türk denmesi”, Türk denince de Müslüman kimliğinin akla gelmiş olmasını da hesaba katmak gerekmektedir. TBMM’nin 1921 yılında vatandaş olarak kabul ettiği kişilerin de sadece Türk ırkından olmadıkları da malumdur. Bu çerçevede Türkiye ve Yunanistan arasında 1914 yılında tasarlanmış olan ancak I. Dünya Savaşı sebebiyle gerçekleştirileme- miş olan nüfus takasının 1923 yılı başında iki ülke arasında yapılan bir protokol çerçevesinde yapılması da sürpriz olmadı. Böylece her iki taraf da homojen nüfusu sağlama yolunda göçün doğrudan etkisini duymuş oldular. 1923 Ahali Mübade- lesi’nde Karamanlı Ortodoks Türk cemaatine mensup kişilerin Yunanistan’a gön- derilecekler arasına dâhil edilmesi ülkedeki din birliğinin de göz ardı edilmediğini göstermektedir. Bu şekilde Türkiye, kendisini sığınacak bir liman ve bundan sonraki vatanı ola- rak kabul eden ve yaşadıkları topraklarda çeşitli sebeplerle huzursuz, mutsuz olan- 298 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ların eden kişilerin toplanma merkezi haline geldi. Türk hükümeti Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerle yaptıkları antlaşmalarda “Müslümanlardan” bahsetmekteydi. Yani din Türkiye’ye gelecek göçlerin temeline yerleştirildi. Bu anlaşmalar Türkiye’ye girişin anahtarı olarak İslam olmayı olmaktan geçmekteydi. Yani açıkça ifade edilmese dahi Türk kimdir sorusuna verilecek cevapların şıkla- rından biri ve şüphesiz en kuvvetlilerinden biri olarak din ortaya çıkmaktaydı.16 Cumhuriyet döneminin nüfus ve göç politikaları söz konusu olduğunda 1934 İskân Kanunu’nu zikretmek gerekir. Kanunla kendi başına veya toplu bir halde Türkiye’ye gelmek isteyen, Türk soyundan meskûn veya konar-göçer aile-fertler ve aşiretlerin, “Türk kültürü”ne bağlı meskûn kimselerin, Dâhiliye Vekilliği’nin emriyle Türk vatandaşlığına kabul edilmeleri kararlaştırıldı. Aynı Kanuna göre, “anarşistler, casuslar, göçebe Çingeneler ve memleket dışına çıkarılanlar” göçmen olarak memlekete alınmayacaklardı. Böylece yurt dışından Türk soylu olanların Türkiye’ye göç etmesi kolaylaştırılmakta, çok nüfuslu göçmen ailelerinin Türki- ye’ye gelmeleri de teşvik edilmekteydi.17 Bununla birlikte mevcut nüfus bu şekilde birleştirici bir tanımla tanımlan- dıktan ve daha önce de gelenlerin vatandaşlığa resmen kabulleri tamamlandıktan sonra nüfus yapısında meydana gelecek değişiklikler açısından da bölücü, ayrış- tırıcı unsurlara yer vermemeye özen gösterildi. Bu sebeple Türkiye teorik olarak, Türk kültürüne sahip olmayanların veya uyum sağlaması güç olanların kitlesel göç taleplerini kabul etmemekteydi. Bu durumun en önemli sebebi ise Osmanlı Devleti’nin siyaseten tasfiyesi sürecinde ne Osmanlılık ne de İslamlık üzerinden, tarihin seyri milliyet ilkesine göre değişmekte olduğundan, yaşanılan ve her tür- lü çabaya rağmen halledilemeyen “ortak ve bağlayıcı milli kimlik” probleminin Cumhuriyet döneminde de yaşanmasının önüne geçilmeye çalışılmasıydı. Göç politikasının en fark edilir yönü pratikte Müslüman olmayanların vatan- daşlığa kabul edilmesinin sadece “özel durumlarda” gerçekleşmiş olmasıdır. Özel- likle Atatürk döneminde vatandaşlığa kabul ile ilgili arşiv belgeleri incelendiğin- de çoğunlukla İslam dinine mensup olanların vatandaş olarak kabul edilmesine karşın, ancak çok az sayıda gayr-i Müslim’in vatandaşlığa kabul edildiği anlaşıl- maktadır. Müslüman olmayan ve tarihi coğrafyadan gelmeyen göçler münferit göçler yok denecek kadar azdır. Bu çerçevede Türkiye’ye hizmet etmekte olan bazı Yahudi ve Hristiyan işbilir yabancıların da ihtida şartı olmadan vatandaşlığa kabul edildikleri görülmektedir. Daha önce İstanbul’a gelmiş olan Beyaz Rusların kabulünde de ihtida şartı aranmadı. Ancak Balkanlar ve Rusya gibi topraklardan vatandaşlığa geçmelerde ihtidanın şart olduğu anlaşılmaktadır.18

299 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Cumhuriyet döneminde kitlesel göçlerin yaşandığı ülkelerden bir diğeri de Romanya’dır. 190.000 civarında Müslüman Türk yaşayan Romanya diğer Balkan ülkelerine nazaran Türklerin dinî, siyasî ve ekonomik açılardan görece daha rahat olduğu bir ülke idi. Romanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında ulus-devlet inşasının getirdiği uygulamalar azınlık haklarını askıya alacak bir mahiyete erişti. Romanya ekonomisini canlandırmak amacıyla giriştiği istimlak uygulamalarında Türklerin topraklarından özellikle verimli olanlarına el koydu ve el koyduğu bu toprakları Makedonya ve Banat’tan göçmen olarak gelen Ulahlara verdi. Romanya örneğin- de olduğu gibi, birlikte yaşama isteği bulunmayan bazı toplumsal grupları diğerle- rinin yanlarına yerleştirmeleri, bunlarla çatımaların yaşanmaya başlanması, Türk- lerin elindeki verimli topraklara el konulması, bazı devlet angaryalarında ücretsiz olarak çalıştırılmaları, canları ve mallarına kastedilmesi Türkleri göçe zorlayan en önemli nedenler arasındadır. 1929 Ekonomik Bunalımı’nın Romanya’ya yansı- maları da bu ülkenin azınlık siyasetlerini etkiledi. Ayrıca Türkiye’de göç politika- larına dayalı olarak göçle gelen “Türk soylu”lara kolaylıklar sağlayan ve bu göçlere olumlu bakan politikaları, Romanya’da siyasi istikrarsızlığın bozulması ile ülkede komünizmin güçlenmesi göç için taleplerin artmasını sağladı.19 Ancak özellikle kitlesel göçlerin daha küçük parçalar halinde ve planlı ola- rak yapılması yolunda da bir Türk politikası uygulanmaya çalışıldı. Türkiye’nin bu politikasına rağmen Türkler akınla Türkiye’ye göç etmek için harekete geçtiler. 4 Eylül 1936’da Romanya ve Türkiye arasında 20 maddelik bir göç antlaşması imzalandı.20 Bu antlaşmaya göre 5 yıl içinde bir göç gerçekleşecek ve göçmenlerin kalacak mallarının karşılığı Romanya hükümeti tarafından mal karşılığı ödene- cekti. 1935 ile 1939 yılları arasında Durostor, Kalyakra, Köstence ve Tulça gibi bölgelerden toplam 64.570 kişi Türkiye’ye göç etti. Toplamda ise zaman aralığı genişletildiğinde Romanya’dan 1923-1938 arasında 113.720 kişi Türkiye’ye gel- di.21 Devrin Bükreş büyükelçisi Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) Türkiye’ye gön- derdiği raporlarda buradaki Gökoğuzların güzel insanlar, sağlam bünyeli ve ça- lışkan olduklarını ifade etmekte ve onların da ülkeye göçmen olarak kabul edil- melerini talep etmekteydi. O, Türkçe konuşan Karamanlı Ortodoks Türklerin de gönderilmiş olmasının ve onların gönderilip yerlerine bozuk Rumca konuşan Giritli Müslümanların getirilmesinin doğru olmadığını da ortaya koymaktaydı. Ancak Romanya Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöever’’in bütün çabalarına rağmen eğitim ve kültürel durumlarıyla yakından ilgilendiği Gagavuzların Tür- kiye’ye göçlerinin kabul edilmesi talebi 1930’yu yıllarda uygun görülmedi.22 Zira Türkiye’de bu dönemde yukarıda belirtilen milli kimlik ve vatandaşlık statüleri- 300 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR nin belirlenen çizgilerinde açıkça kendisini gösteren din birliğinin bozulmaması konusundaki hassasiyet devam etmekteydi. Aksi halde yeniden her yönüyle inşa edilmeye çalışılan ülkedeki din birliğinin bozulması durumunda ülkenin bütün- lüğü, birliği hususunun zarar görebileceği ve milli kimliğin oluşumunda sıkıntılar oluşacağı endişesi en yüksek düzeydeydi23 Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundaki en büyük hedeflerden birisi de emperyalist Batı’nın ekonomik ve siyasi tehditlerinden kurtularak tam bağımsız bir ülke kurmaktır. Bu sebeple bir imparatorluktan teritoryal siyasi bir millet haline gelmenin zorluklarını da biran önce aşmak gerekmektedir. Bu düşünceye göre ancak bu şekilde bağımsızlığın sürekliliğini sağlamak mümkün olabilecekti. Çünkü devleti kuranlar Osmanlı son döneminin aydın, asker ve bürokratları idi. Onların yaşadıkları acı tecrübeler kim- lik inşasındaki esasların oluşmasında etkili olacaktı. Yukarıda temel esasları ve gelişmeleri ortaya konulan Cumhuriyet dönemi nü- fus ve göç politikaları ile millet inşası sürecinde ve bu sürecin en şiddetli zaman- larında gündeme gelen Gökoğuzlar, ülkede bir takım kafa karışıklıklarına yol açtı. Üstelik “Gökoğuzlar” ülkede pek bilinmiyorlardı. Bugüne kadar da elitin zihnin- de ve ülke yazınında pek de yer bulamamışlardı. Devleti kuranların zihinlerinde henüz çok taze olan Osmanlı son dönemi ve Milli Mücadele döneminin gayr-i Müslimlerle ilgili olumsuz hatıralarının izlerinin ortaya çıkardığı olumsuz atmos- ferin kurbanı oldular. Böylece pürüzlerin ortadan kaldırılması ya da yeni pürüz- lerin ortaya çıkmasını engelleyerek devletin bütün imkânlarıyla güçlendirilecek bir egemen milli kültür ile Anadolu’da yaşayan toplulukların bir arada yaşamasına imkân sağlayacak bir siyasi ve sosyal ortamın kurulması sağlanacaktı. Yunanistan ve Türkiye arasında henüz devam eden Mübadele Meselesi’nin da- ha yeni tatlıya bağlanmış olması, yeniden güçlü bir hale gelmesi arzu edilmeyen İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin gelecek yeni bir Ortodoks inançlı kitle ile kuvvetlendirilmek istenilmemesi de kimlik tanımının yanı sıra Gökoğuzlarla ilgili tutumun ortaya çıkmasında etkili oldu. II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin bu konudaki tutumu değişmesine rağmen bu defa savaşın etkisiyle Gagavuzların göç istekleri gerçekleşmedi. Genel olarak da Türkiye’de Gökoğuzlar hakkındaki bilinenlerin yeterli olmaması da bu tutumda etkili olduğu söylenebilir. 1930’lardaki katı tutumun Romanya büyükelçisi Tan- rıöever’in kararlılığı ve ısrarlarının da etkisiyle bir miktar esnediğini göstermekte- dir. Nitekim 1943 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararında; “Gagavuzlar Hakkında İcra Vekilleri Heyetinin Kararı: Romanya’dan gelerek Türk vatandaşlığına kabul edilmiş olan ve nüfus kayıtlarında ve hüviyet cüzdanlarında ırk ve milliyet için

301 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR mahsus bir sütun bulunmaması hasebiyle Türk ırkından olmalarına rağmen hüvi- yet cüzdanlarında din ve mezhepleri (Hristiyan Ortodoks) olarak kaydedilen Ga- gavuz Türkleri’nin Türk olmayan Hristiyanlardan tefrik edilebilmeleri için usulü dairesinde vatandaşlığa alındıktan sonra nüfusa tescillerinde hüviyet cüzdanları- nın mezhep sütununa (Türk Ortodoks) kaydının konulması hakkında Dâhiliye Vekâletinden yapılan teklif 16.9.1943 tarihinde İcra Vekilleri Heyetince kabul olunmuştur”.24 Ancak bu karara rağmen yukarıda da belirtildiği üzere dönemin şartları gereği Gökoğuzlar Türkiye’deki kimlik ve buna bağlı olarak ortaya konulan vatantaşlık tanımının içinde yer bulamadılar.

1 Antony D. Smith, Milli Kimlik, İletişim Yayınları, 8.Baskı, İstanbul 2016, s.158 vd. 2 Smith, a.g.e., s.163. 3 Selahattin Özyurt, Kültürel Kimlik ve Türkiye’de Birlik Şuuru Açısından Türk Kimliği Meselesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1995, s.7. 4 Ali Yaşar SARIBAY, “Kemalist İdeolojide Modernleşmenin Anlamı: Sosyo-Ekonomik Bir Çözümleme Denemesi”, (Der:E.Kalycıoğlu - A.Y.SARIBAY), Türk Siyasi Hayatının Gelişimi, Beta Yay., İstanbul 1986, s.54. 5 Ali Fuat Keyman, “Türkiye’de çokkültürlü Anayasal Vatandaşlık ve Demokratikleşme”, Vatandaşlığın Dönüşümü Üyelik- ten Haklara, Metis Yayınları, İkinci Basım, İstanbul 2012, ss.218-244. 6 Keyman, a.g.m, s.230. 7 Keyman, a.g.m., s.231. 8 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. “Belçikalı Nüfus ve İstatistikbilimci Camille Jacquart ve Türkiye’de Modern İstatis- tikîn Kurulması (1926- 929)”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, Mart 2010, ss.7-36. 9 A.T Bozbeyoğlu – A. Çavlin, “1927 Nüfus Sayımının Basında Yansımaları, Nüfusbilim Dergisi. Yıl, 2004, Sayı: 26, ss.73- 88, s.83. Bu sayımda 1-Nüfusun sayısı, 2-Artış hızı, 3-Kır – kent nüfus özelliği, 4-Yaş gruplarına göre dağılım, 5-Cinsiyet durumuna göre dağılım, 6-Nüfusun eğitim durumu, 7-Nüfus hareketleri (İç ve dış göçler), 8-Aktif nüfus özelliği (Üretici- tüketici nüfus) 9-Nüfusun meslek gruplarına dağılımı yani sosyo ekonomik yapısı öğrenilir. 10 Soner Çağaptay, “Kemalist Dönemde Göç ve İskân Politikaları: Türk Kimliği Üzerine Bir Çalışma”, (Çev. Defne Orhun), Toplum ve Bilim, Sayı 93, Yıl 2002, Yaz, Birikim Yayıncılık, İstanbul, ss. 218-241, s.218-219. 11 Tamer-Bozbeyoğlu 2004, s.82-83. 12 Nüfus politikaları çerçevesinde uygulanmaya çalışılan, Cumhuriyet hükümetleri özellikle çok çocukluların mülkiyet ve vergi muaflığı, toprak, analık, meslek sigortası, çocuk zammı kanunları, gelir vergisi kanunlarında evliler ve çocuklar için muaflıklar konması, verem, trahom, frengi sıtma gibi hastalıklarla mücadele edilmesi yönünde çalışmalar ve uygulamalar yapmışlardır. Bunlar hep nüfusu himaye ve çoğaltmaya yönelik girişimlerdir. Tahsin Banguoğlu, “Çok nüfuslu Türkiye”, Ülkü, IX/98, 16 Ekim 1945, s.2-3; Önder Duman, “Atatürk Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri (1923-1938), Bilig, Bahar 2008, Sayı 45, ss.23-44, s.24-25. 13 Arı 1982, s.54. 14 Turhan Feyzioğlu, Atatürk ve Milliyetçilik, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1987, s.45. 15 Hamza Eroğlu, “Milli Birlik ve Beraberlik”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt III, Kasım 1986, (Sayfa 7’den arı basım), s.85. 16 Çağaptay, a.g.m., s.223-224. 17 Serap Yeşiltuna, 1934 İskân Kanunu ve Türk Basınındaki Yansımaları, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.46 vd. 18 Soner Çağaptay, “Kim Türk Kim Vatandaş? Erken Cumhuriyet Dönemi Vatandaşlık Rejimi Üzerine Bir Çalışma”, (Çev. Perma Hazbay), Toplum ve Bilim, Sayı 98 Güz, Birikim Yayıncılık, İstanbul. ss. 166-185, s.177. 19 Aslı Aslan, “Atatürk Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri Ve Göçmenlerin Türkiye’de İskânları”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 9/4 Spring 2014, p. 31-50, s.33 vd. 20 Ömer Metin, “Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya Türklerinin Göçüne Dair Faaliyetleri (1931-1938)”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt 9, Yıl 2012, Sayı: 35, Güz, ss.125-143, s.139. 21 Aslan, a.g.m., s s.33-34; Metin, a.g.m., s.134 vd.

302 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

22 1931 yılında Romanya Büyükelçisi olan Tanrıöver ve Dobruca’da yaşayan 250.000’den fazla Gagauzla yakından ilgilendi. Buralardaki Gagauz kasaba ve köylerini dolaştı. Buralarda Türkçe öğretim yapan okul açılmasına vesile oldu, buralara öğret- men tayın ettirdi, Türkiye’den kitaplar getirerek onların Türklüklerinin bilincine varmalarını sağladı. Bu konuda daha geniş olarak bkz. Mehmet Ali Çakmak, “Hamdullah Suphi’nin Bükreş Büyükelçiliği ve Gagauz Türklerinin Eğitimi Üzerine Çabaları”, Türk Yurdu, Ekim - Yıl 100 - Sayı 290, ss.102-106. 23 Metin, a.g.m., s.141. 24 Nuri Yavuz “Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagavuzlar”, Akademik Bakış, Cilt 4 Sayı 7, Kış 2010, ss.177-184, s.183.

303

DEMİREL’İN GAGAUZ TÜRKLERİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI DEMİREL’S WORKS ON GAGAUZIAN TURKS

Prof. Dr. Selçuk DUMAN

Giresun Üniversitesi, [email protected]

Özet 1924 yılında Isparta’da doğan Demirel, 1960 ihtilali sonrası siyasete dâhil olmuş, Ada- let Partisi ve 1980 ihtilalinden sonra kurulan Doğru Yol Partisi Genel Başkanlıklarında bulunmuş, uzun yıllar başbakanlık yapan Demirel, 1993-2000 yılları arasında da Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Beyaz Rusya, Özbekistan, Gürcistan, Azerbaycan, Türk- menistan, Litvanya, Estonya, Bulgaristan gibi devletler içerisinde az sayıda da olsa yaşamak- ta olan ve büyük çoğunluğu Moldova’da bulunan Gagauz Türkleri, Demirel’in Cumhurbaş- kanlığı döneminde 5 Mart 1995 tarihinde referandum yaparak 3 şehir, 28 köyden oluşan Özerk Gagauz Cumhuriyeti kurulmasını gerçekleştirmiştir. Bu dönemde Gagauz Türkleri ile Cumhurbaşkanı Demirel, yakından ilgilenmiş, onların temel sorunlarının çözülmesinde maddi ve manevi destek vererek, Gagauz Türklerinin gönlünde önemli bir yer bulmuştur. Öyle ki Demirel Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra bile Gagauz Türkleri tarafından ziyaret edilmiş, doğum gününü kutlamak için bile Demirel’in Ankara’daki evine Gagauz Türkleri Devlet başkanları düzeyinde kutlama heyetiyle katılmış, hatta Demirel’in büstü Gagauz Bölgesi’ne dikilmiştir. Demirel ile Gagauz Türkleri arasında oluşan gönül bağının elbette ciddi bir alt yapısı olduğu gerçeğinden hareket ile bizde bu çalışmamızda Demirel’in Gagauz Türklerine yönelik yapmış olduğu katkıları kaynaklar ölçüsünde değerlendirmeye HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Demirel, Gagauz Türkleri, Moldova, Gagauz Özerk Cumhuriyeti. Abstract Demirel, wasborn in 1924 in Isparta, involved in politicsafterthe 1960 Revolution, be- came as a General President in theJusticePartyandthePathPartywhich is foundedafterthe 1980 Revolution. Demirel whowasthe prime ministerformanyyears, had alsoserved as Pre- sident of theRepublic of Turkeybetween 1993-2000. GagauzTurks, a smallnumber of themliving in thestatessuch as Ukraine, Russia, Ka- zakhstan, Belarus, Uzbekistan, Georgia, Azerbaijan, Turkmenistan, Lithuania, Estonia, Bul- gariaandthemajority of themliving in Moldova, had made oftheestablishment of theAuto- nousRepublic of Gagauziawhichconsist of 3 citiesand 28 villagesby holding a referendum in march 5, 1995, in thepresidencyperiod of Demirel. Inthisperiod, TurkishPresident had involvedcloselywithGagauzTurks,bygiving moral andmaterialsupportforsolvingthebasi- cproblems of GagauzTurks, Demirel had found wasvisitedbytheGagauzTurksafterleavin- gthepresidential an importantplace in hearts of GagauzTurks. Suchthat Demirel, celebrati- oncommittee at heads of statelevelvisitedDemirel’shome in Ankara tocelebrate his birthday, moreoverDemirel’sbust is erected in Gagauzregion. Giventhefactthat Bond of communio- noccuredbetween Demirel andGagauzTurks has a soundbackground, wewilltrytoevaluatet- hisstudybased on theexistingsources. Keywords: Demirel, Gagavuz Turks, Moldova, Gagauz Autonomous Republic.

Giriş Gagauz Türkleri, Hıristiyan Ortodoks olup,1 sade ve temiz bir Türkçe kulla- nırlar.2 Gagauzların kökenleri ile ilgili Prag Üniversitesi’nden Konstantin İreçek, Romen Akademisi’nden İ. Nistor, Odessa Üniversitesi’nden D. Grigoroviç, Bul- garistan’dan Atanas Manof gibi bilim adamları çok farklı görüşler ortaya koysalar da genel kanaat; Gagauzların, ne Rum, ne Bulgar, ne Romen, ne Selçuklu, ne de Kuman olduklarıdır. Onların Uz Türklerinde olduğu, Oğuzların bir boyu oldu- ğu temelindedir. Özellikle Radlov, Moşkov, Manof, Gagauzların Türk soyundan olduklarını açık bir şekilde ifade eder. Moskova’dan Metropolit Makari de, Ga- gauzların Türk olduğu konusuna vurgu yapar.3 Yine Türk yazarlardan Zeki Velidi Togan, Akdes Nimet Kurat, Müstecip Ülküsal, Hüseyin Namık Orkun, İbrahim Kafesoğlu Hikmet Tanyu, Mihail Çakır, Kara Şemsi ve Cami gibi yazarlar Gaga- uzların Oğuz Türklerinden olduğu kanaatini ortaya koyarlar.4 Atanas Manof, Ga- gauz adını tahlil ederken, Gaganın hak, doğru anlamına geldiğini, Uz’un Oğuz- ların bir boyu olduğunu, Gagauz’un ise Hristiyan Türkler için ifade edildiğini belirtmiştir.5 Gagauzlar yoğun olarak Basarebya ve Dobruca’da yaşarlar.6 Genel olarak ise Moldova Gagauz Özerk Bölgesi’nde yaklaşık 160 bin civarında, Uk- rayna’nın Odessa Oblastında 60 bin, Romanya’da 2-5 bin, Bulgaristan’ın Varna, 306 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kavarna, Balçık, Kuzey sahillerinde 20-50 bin, Moldova’nın Başkenti Kişinev’de 7-8 bin, Özbekistan, Kazakistan, Kafkaslar ve Güney Amerika’da 20-40 bin, top- lamda ise 300-400 bin Gagauz Türk’ünün olduğunu Kemal Karpat dile getir- mektedir.7 Gagauz Yeri’nde; milliyetlerine ve konuştukları Türkçeye sadık olarak8 Çadır-Lunga, Komrat, Volkaneş, Beşgöz, Kıpçak, Taşlık, Kazayak, Burcu, Caltay, Kireyt-Lunga, Haydar, Tomay, Avdarma, Çok-Meydan, Dizgince, Kongez, Kon- gazçık, Başköy, Çekmeköy, Tülü-Köy, Bucak, Beşalma, Kıranlar ve Kırbali köy ve şehirlerinde yaşamaktadırlar.9 XI–XIII. yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyine gelen Gagauz Türkleri,10 1036’dan itibaren Dobruca’da Peçenekler, Kumanlar gibi diğer Türk boyları ile birlikte bu- lunmuşlar, 130 yıl devam eden, Gagauz Padişahlığı’nı da kurmuşlardır.11 1224 yı- lında Moğol baskılarına dayanamayan Gagauz Türkleri, Karadeniz’in Güneybatı sahiline gelmişler ve Gagauz Beyliği’ni kurmuşlar, bu beylik 1383 yılına kadar da devam etmiştir.12 1417 yılında Osmanlı Devleti’ne dahil olan13 Gagauz Türkleri- nin inançlarına karışmayan Osmanlı Devleti, bu bölgeyi; “Eyalet” daha sonrada “Sancak” olarak tanımlamıştır.14 Komrat Üniversitesi Rektörü 2002 yılında yaptı- ğı açıklamada “ Eğer Osmanoğulları buralara gelmeseydi bizi kesmişlerdi.” İfade- sini kullanarak Osmanlı Devleti’ne minnettarlığını göstermiş ve bu bölge insanı için Osmanlı Devleti’nin ne kadar önemli olduğunu dile getirmiştir.15 1734–1739 ve 1768–1774 yıllarında yaşanan Osmanlı–Rus Savaşları döneminde Gagauz Türkleri büyük sıkıntı çekmiş, Baserabya, Bucak ve Rusya’ya göçe başlamışlardır. 1809 yılında Bucak, 1811 yılında; Komrat, Kurci, Çeşmeköy, Etelya, Eski Tore- on, Karakurt, Beşgöz, Kongez, 1812 yılında; Düzgünce, Kazayaklı, Bavrçi, Ta- tar–Kıpçak, Volkaneşti, 1814 yılında; Beşalma, Bolboka, Taşpınar, 1818 yılında; Çadır-Lunga, Kiryet, Yeniköy, 1820 yılında; Avdarma, Çoltay, Tomay, Haydar 1821 yılında; Satıcıkhacı, Dimitrovka, 1830 yılında Başköy ve Bolgarlika yerleşim yerlerini kurmuşlar ve bugünkü Gagauz yerini kurarak vatanlaştırmışlardır.16 1812 Bükreş Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan Baserabya’dan Çar I. Aleksandr Tatarları çıkararak Gagauzları yerleştirmiştir.17 6 Ocak 1906 tarihinde Komrat’ta Çarlık Rusya’sına karşı başkaldıran Gagauz Türkleri bağımsızlıklarını ilan etmiş ancak 10 gün yaşayabilmiştir. 1918 yılında ise Romanya’ya bağlanmıştır.18 Romanya döneminde 1931-1944 yılları arasında Romanya Büyükelçiliği yapan Hamdul- lah Suphi Bey Gagauz Türkleri ile yakından ilgilenmiş, onları evlerinde ziyaret ederek dertlerini dinlemiş, sorunlarını gerek Romanya Hükümeti ve gerekse Türk Hükümeti nezdinde dile getirmiş, raporlar hazırlamış ve onların derdine derman olmaya çalışmıştır.19 22 Ağustos 1940 tarihinde Moldova Sosyalist Cumhuriye- ti’nin kurulması ile Gagauz toprakları gelişi güzel ikiye bölünmüş, Gagauz Türk-

307 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lerinin nüfusunun %80’i Moldova’da, %20’si Ukrayna’da kalmıştır.20 1940-1946 yılları arasında Gagauz Türkleri açlık ve kıtlık yaşamış ve nüfuslarının önemli bir kısmını kaybetmişlerdir.21 1987 yılında “Gagauz Halkı Hareketi Örgütü”nü kuran22 Gagauz Türkleri, 21 Mayıs 1989 tarihinde I. Büyük Kongresini yaparak Moldova içerisinde Gagauz Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurmuştur. 22 Tem- muz 1990 tarihinde ise 3. Büyük Kongresini yapmış ve Gagauz Milli Marşını ve Gagauz Bayrağını kabul etmiştir. 19 Ağustos 1990 tarihinde de 587 delegenin ka- tıldığı Komrat’taki toplantı ile Gagauz Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilmiş ve 25 Ekim seçimleri ile parlamentosu oluşturulmuş, 31 Ekim de, Stepan Topal Devlet Başkanlığına gelmiş, Mihail Kendigelen Meclis Başkanı olarak seçilmiş- tir.23 28 Ekim 1990 sonrası Moldova Gagauz sınırına asker yığmaya başlamış ancak Rusya’nın müdahalesi ile çok fazla ileri gidememiştir. Moldova’ya Konstan- tin Tavşancı ve Mihail Kendigelen bağımsızlık kararından dönmeyeceklerini dile getirmişler ve Moldova’yı ayrılıkçı hareketle suçlamışlar, uygulanacak ekonomik ambargodan Moldova’nın zarar göreceğini, Türkiye ve Azerbaycan’ın yardımına ihtiyaç duyduklarını dile getirmişlerdir.24 1991 yılında Moldova’nın Bağımsız- lığını ilan etmesi üzerine gerginlik devam eder ancak 1993 yılında Moldova’da yapılan seçimi Moldova’nın Romanya ile birleşmesini savunan partinin yenilgiye uğraması üzerine Gagauz Türkleri’nde rahatlama olmuş ve nispeten anlaşmaya yönelmişlerdir. Bu yakınlaşmada elbette 1991 yılında Moldova’nın bağımsızlığını tanıyan Türkiye’nin de önemli payı vardır.25

Demirel’in Gagauz Türkleri ile İlgili Çalışmaları Süleyman Demirel, 1 Kasım 1924 tarihinde Isparta’da doğmuştur. İlk ve or- taöğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fa- kültesi’ni kazanmış ve başarıyla tamamlamıştır. Demirel, ilk olarak İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nde mühendis olarak göreve başlamış, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yapmış, 1962 yılında Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile siyasete başlamıştır. 28 Kasım 1964 tarihinde Adalet Partisi 2. Büyük Kongre- si’nde Genel Başkan seçilen Süleyman Demirel, başbakan yardımcılığı, uzun sü- ren başbakanlık ve 1993-2000 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaş- kanlığı görevlerinde bulunmuştur.26 Süleyman Demirel, daha Muğla Lisesi’nde okurken Batı Trakya’da yaşayan Türklerden Yunan zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Türk ailelerinin çocuklarıyla tanıştığını onların dertleri ile dertlendiğini görüyoruz. Demirel, başbakan olduktan sonra da daha 1967 yılında Azerbaycan ve Özbekistan’ı ziyaret etmiş, Türk Dünyası’na olan ilgisini o tarihten itibaren göstermiştir. Demirel Türk Dünyası’ndan Türkiye’ye ilk öğrenci getirilmesi konu- 308 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR sunda Namık Kemal Zeybek tarafından hazırlanan projede kendisine 2000 öğ- rencinin getirilmesi sunulduğu zaman bağımsız olan 5 Türk Cumhuriyeti’nin her birinden 2000 öğrencinin getirilmesini toplamda, 10000 öğrencinin Türkiye’de okutulması gerektiği talimatını vermiştir. Ayrıca İpek Yolu’nun zamane şartlarına göre diriltilmesine, ortak komisyonlar kurularak işbirliğinin geliştirilmesine ve or- tak televizyon kurulması gerektiğini ortaya koymuştur.27 Demirel’in genelde Türk Dünyası’na ilgisinden hareketle, şimdi Gagauz Türklerine yönelik yapmış olduğu faaliyetlere dönelim. Moldova bağımsız olduktan sonra Türkiye Moldova’yı hemen tanımış ve 1992 yılında Türkiye’den bu ülkeye 15 bin dolarlık ihracat yapılırken, bu ülkeden yapılan ithalat 1milyon 742 bin dolar karşılığıdır. 1993 yılında 390 bin dolar ihra- cat, 28 milyon 908 bin dolar ithalat, 1994 yılında 3 milyon 628 bin dolar ihracat, 20 milyon 453 bin dolar ithalat, 1995 yılında 7 milyon 270 bin dolar ihracat, 15 milyon 616 bin dolar ithalat gerçekleşmiştir.28 Bu da Türkiye’nin bölgenin jeost- ratejik konumunu dikkate alarak Moldova’ya verdiği önemi göstermektedir. Ayrı- ca Türkiye bu dönemde Moldova içerisinde yaşayan Gagauz Türklerini Moldova yönetimi ile arasında bir köprü görevi görmeyi de ihmal etmemiştir. Böylece Tür- kiye’nin bu gayreti sonucunda 1994 yılı parlamento seçimleri sonrası Başbakan Sangheli ve Cumhurbaşkanı Snegur, özerk bir Gagauz yönetimi konusunu gün- deme getirmişler ve 23 Aralık 1994 tarihinde Gagauzlara özerklik veren bir yasa Moldova parlamentosunda kabul edilmiştir. Moldova’nın o dönemde parlamento başkanı olan Lucinschi, yıllar sonra yapmış olduğu açıklamada Moldova’nın bu kararı almakla ne kadar doğru yaptığına dikkat çekerek, Kosova ve Dağlık Karabağ örneğini vermiş, ülkenin bir çatışmaya girmesinin engellendiğini belirtmiştir.29 Moldova’nın o dönemde Cumhurbaşkanı olan da yapmış olduğu açıklamada o dönemde Gagauz Özerk Bölgesi’nin ilan edilmesinin çok doğru bir karar olduğunu dile getirerek bu konuda dostum ve arkadaşım dediği Demirel’in kendisine bu yönde tavsiyeleri olduğunu ifade etmiştir.30 Demirel, Başbakanlığı döneminde Moldova’nın bağımsızlığını hemen tanıdığı gibi 1993-1994 yıllarında Moldova Cumhuriyeti ile Gagauz Türkleri arasındaki Gagauz Türklerinin özerk bölge statüsüne kavuşması ve Moldova’ya bağlı kalması konusunda aracılık etmiş, bu nedenle Gagauz Türklerinin gönlünde önemli bir yer bulmuş, Gagauz Türkleri de sorunları olduğu zaman Demirel’e başvurarak ondan yardım istemişlerdir.31 Demirel, Moldovalı yöneticiler ve Moldova halkının Gagauz bölgesi ile alakalı otonomi kararını büyük bir akıllılık göstergesi olarak ifade etmiş, barışın tesis edildiği vurgusunu yaparak, 1994’ten sonra ülkede huzurun varlığına dikkat çek- miştir.32 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde daha bu karar çıkmadan önce Kayseri

309 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Milletvekili Seyfi Şahin tarafından 30 Kasım 1993 tarihinde Moldova’ya bağlı Gagauz Özerk Bölgesi’nde konsolosluk açılması için, Dışişleri Bakanlığı’na yazılı soru önergesi verdiğini görmekteyiz.33 Moldova Devlet Başkanı Mircea Snegur, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşka- nı Demirel’in Haziran 1994 tarihinde Moldova’yı ziyaret edeceğini ve önemli an- laşmaların imzalanacağını, iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası olacağını ifade ederek, bu ilişkilerin gelişmesine katkı sunması amacıyla Moldova’nın güneyin de yaşayan Gagavuz Türklerine özerklik verileceğini açıklamıştır.34 Bu özerklik ka- rarının çıkmasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in elbette ki payı büyüktür. Demirel, 1–3 Haziran 1994 tarihinde Moldova’yı ziya- ret etmiş, Türkiye ile Moldova arasında dostluk ve işbirliği anlaşması imzalamış, bu anlaşmanın 5. Maddesinde; tarafların diplomatik konsolosluk ve diğer resmi temsilciliklerin faaliyetlerinin kolaylaştırılması hükmüne yer verilmiş, 13. Madde- sinde; Gagauzların Türk halkı ile mevcut etnik, kültürel ve dil yakınlığını dikkate alan ülkelerin bu durumu yeni işbirliği imkânlarının artırılması olarak gördükle- rini Gagauzların Türkiye ve Moldova arasında dostluğu güçlendirecek bir köprü olduğu inancı ile Gagauzların kimliklerinin geliştirilmesi için ortak çaba sarf ede- ceklerini kabul etmişlerdir. İfadesine yer vererek bu anlamda Türkiye’nin bu konu- ya hassasiyeti yazılı metinlere de geçmiş, bu yüzden Moldova Devleti de Gagauz Türklerinin özerklik sürecini hızlandırmıştır.35 Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Eylül 1994 tarihinde TBMM’de yatığı konuşmada yine Gagauz Türklerine dikkat çe- kerek, Avrupa’nın ortasında 16. yüzyıldan bu tarafa Türklüklerini ve Türkçelerini muhafaza edebilmiş 152 bin Gagauz Türkünün Moldova’nın içerisinde yaşadığını, Türkiye’ye büyük hayranlık, sevgi ve muhabbet duyduklarını ifade etmiş, Gagauz kenti olan Komrat şehrinde kurulmuş olan üniversitenin gerçek bir Türk üniver- sitesi olduğunu ve her türlü ilgiye layık olduğunu dile getirmiştir. Demirel konuş- masının devamında Türkiye’nin büyük bir devlet olduğunu, Kırım Tatarlarının ve Gagauz Türklerinin Allahtan başka güvenecekleri tek ülke Türkiye olduğunu ve Türkiye’nin bu konuya kayıtsız kalamayacağına dikkat çekmiştir.36 6 Eylül 1994 tarihinde ise Tokat Milletvekili Ahmet Fevzi İnceözü başbakana yönelik sormuş olduğu soruda, “Türkiye, Bosna Hersek dışında nerelere yardım etti?” İfadesine karşılık, Nahçivan, Kırgızistan, Kazakistan, Kuzey Irak ve Azerbaycan’a yardım edildiği dile getirilmiş, özellikle Moldova ve Gagauz Türkleri için ise 4 ton ilaç gönderildiği de belirtilmiştir.37 Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Moldova Cumhu- riyeti arasında Demirel tarafından imzalanan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’nı 3 Kasım 1994 tarihinde TBMM‘de onaylamıştır.38 Türkiye bu şekilde davranarak bir taraftan stratejik öneme sahip Moldova ile ilişkilerini geliştirmiş diğer taraftan 310 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bu ilişkiler sayesinde Moldova’da yaşayan Gagauz Türklerinin de özerkliğe giden yolunu kolaylaştırmıştır. Diğer yandan TBMM, 23 Mart 1995 tarihinde Mol- dova’da yapılacak olan, Gagauz Türklerinin yasal statüsünü belirleyecek referan- dumu takip etmek üzere, TBMM’yi temsilen bir parlamento heyetinin katılması için 5 Mart 1995 tarihinde milletvekili görevlendirilmesine karar vermiştir.39 Bu karar çerçevesinde TBMM Başkan Vekili Kamer Genç, Bursa milletvekili Ertuğ- rul Yalçınbayır, İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş, Karaman Milletvekili Fikret Ünlü ve Konya milletvekili Hüseyin Arı’yı görevlendirmiştir.40 Gagauz Türkleri yapmış oldukları referandum ile Özerk Gagauz Bölgesini kabul etmişler ve 3 şe- hir 29 köyden oluşan bölge Rusça, Romence ve Gagauzcayı resmi dil olarak kul- lanmaya başlamıştır.41 Gagauz Türkleri Türkiye ile ilişkilerini sıcak tutmuş hatta 1997 yılında Erciyes’te gerçekleştirilen Milliyetçi Kurultay’da da yer almışlardır.42 Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Moldova Cumhuriyeti ile daha önce yapmış olduğu “Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Anlaşmasını”43, Konsolosluk Anlaşmasını44 ve Hava Taşımacılığı Anlaşmasını 24 Haziran 1998 tarihinde TBMM’de onaylamıştır.45 Bu anlaşmalar ile Türkiye Moldova ile olan ilişkilerini daha ileri bir düzeye taşımıştır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 25 Haziran 1998 tarihinde Moldova Cumhurbaşkanı, Petru Lucinschi’nin davetlisi olarak 2 günlük bir ziyaret gerçekleştirmiştir.46 Demirel Moldova ziyareti öncesi Moldova ve Türkiye arasındaki yakın dostluğun daha da kuvvetlendirilmesine yönelik girişimlerde bulunacağını belirtmiş, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeleri yakından görmek istediğini ifade ederek, Türkiye’nin Mol- dova ile dostluğunun bir kez daha yenileneceğini dile getirmiştir. Ayrıca bu ziya- ret esnasında Hristiyan Türklerin yaşadığı bölgenin de ziyaret edileceğine vurgu yapılmıştır.47 Demirel’in Moldova’yı ziyaretinde Moldova Cumhurbaşkanı Lucinschi tara- fından onuruna akşam yemeği verilmiş ayrıca Demirel’e Moldova Teknik Üniver- sitesi tarafında fahri doktora ünvanı takdim edilmiştir. Demirel Moldova ziyare- tinin ikinci gününü ise Gagauz Özerk Bölgesi’ne ayırmış ve bu ziyaret sırasında yapılan anlaşma ile Eximbank aracılığı ile 35 milyon dolarlık kredi verileceği ve bu kredinin 15 milyon dolarlık kısmının Gagauz Türklerinin içme suyu projesine harcanacağı kabul edilmiş ve bir temel atma töreni gerçekleştirilmiştir.48 Süley- man Demirel, Moldova Teknik Üniversitesi’nde yapmış olduğu konuşmada Türk ve Moldova üniversiteleri arasında işbirliğini artırılması gerektiğini belirterek 200 binden fazla Moldovalı gencin Türk Hükümeti’nin sağladığı burs ile Türkiye’de okuduğunun altını çizmiştir.49 Demirel Moldova’da Gagauz Özerk Bölgesi’ne yapmış olduğu ziyaret sırasında Gagauz Özerk Bölgesi Başkenti Komrat’ta coş-

311 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kulu bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. “Gagauz Özerk Bölgesi’ne Hoşgel- diniz!” pankartı ile karşılanan Demirel, Gagauz Özerk Bölgesi’ne yapmış olduğu yardımlar dolayısıyla fahri vatandaş ilan edilmiştir. Demirel bu ziyareti sırasında Komrat’ta TİKA tarafından yapılan Atatürk Kütüphanesi’ni de hizmete açmıştır. Ayrıca Komrat Devlet Üniversitesi’ni de ziyaret eden Demirel, üniversiteye 100 bin dolar bağışta bulunmuştur.50 Cumhurbaşkanı Demirel, Moldova’da bulun- duğu sırada Türkiye ve Moldova arasında “Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması”, “Eczacılık Alanında İşbirliğine dair Protokol imzalanmış, Moldo- va Cumhurbaşkanı, Lucinschi, Demirel’e, “dünya çapında tanımış bir şahsiyet ve Moldova halkının dostu” diye hitap etmiştir.51 Moldova, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 75. Yılı dolayısıyla yapılan tören- lere Cumhurbaşkanı düzeyinde katılmış52 ve Türkiye’de 1999 yılında gerçekle- şen deprem dolayısıyla tıbbi malzeme ve tıbbi personel göndermiş ayrıca Gagauz Özerk Bölgesi de 4 doktordan oluşan tıbbi hekimini Türkiye’ye yardım için gön- dermiştir.53 1999 yılı içerisinde Cumhurbaşkanı Demirel tarafından temeli atı- lan, Gagauz Özerk Bölgesi’nin su projesi tamamlanarak hizmete açılmıştır.54 Bu proje ile 170 bin Gagauz Türkü’nün yaşadığı Gagauz Özerk Bölgesi’nin Komrat, Çadır-Lunga ve Volkaneşti şehirlerine içme suyu gönderilmesi gerçekleşmiştir. Demirel, Moldova Cumhurbaşkanı Petru Lucinschi ile birlikte projenin ilk eta- bını hizmete açmak için, Gagauz Özerk Bölgesi’ne gitmiş, orada yaşayan Türkler tarafından büyük sevgi gösterisi ile karşılanmıştır. Gagauz Yeri Başkanı Gheorghe Tabunşçic yaptığı konuşmada “Bugünü bizim uşaklar unutmayacak, uşaklarına söyleyecek.” Diyerek minnettarlığını ifade etmiştir. Gagauz Türkü olan Öğretmen Sofya Petrova da; “Bugün bizim için bayram, insan ayakkabısız giysisiz yaşayabilir ama susuz yaşayamaz.” Diyerek su projesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Demirel de burada yaptığı konuşmada sadece dua edilmesini istemiş ve “ Bu suyu getirenler, su gibi aziz olsun demeniz yeterli.” Demiştir. Diğer yan- dan Demirel Moldova’nın iç barışına Gagauz Türklerinin kulak verdiğini de dile getirmiştir.55 20 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teş- kilatı(AGİT) 62 ülkenin katılımı ile gerçekleşmiştir. Burada ki toplantıda Moldo- va Devlet Başkanı Petru Lucinschi de yer almıştır.56 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 4 Nisan 2000 tarihli toplantısında İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu, Gagauz Türklerine konuşmasında yer vererek 3 şehir ve 29 köyden müteşekkil Gagauz Özerk Bölgesi’nin tarıma elverişli olduğunu, Moldova GSMH’ sının %70’inin bu bölgede bulunduğunu, Gagauz Özerk Böl- 312 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gesi dışında, Gagauzlar dan 8000 kişinin Kişinev’de, 1600 kişinin Bender’de, 3300 kişinin Dinyester Nehrinin Kuzey Yakasında yaşadığını dile getirmiştir.57 Demirel, Ağustos 2002’de Moldova Cumhurbaşkanı Snegur ile yaptığı gö- rüşmede “ Bakın bu insanları tanırsanız, bunların daha iyi yaşamasına yardımcı olursanız, sizin iyi vatandaşlarınız olur, eğer bunlar rahatsız durumda olursa, Bal- kanların diğer yerlerinde olduğu gibi başınız derde girer. Onun içindir ki bunlara ne kadar hak gerekiyorsa tanıyın.” İfadesini kullanarak, bütün Türkler ile ilişkilere büyük önem veren Demirel’in Moldova’da yaşayan Gagauzlara ayrı bir önem at- fettiğini her vesile ile de bunu dile getirdiğini görmekteyiz.58 Demirel Aralık 2004 tarihinde Gagauz Özerk Bölgesi’nin ilan edilişinin 10 yıldönümü dolayısı ile Moldova’ya gitmiş ve Moldova’da Cumhurbaşkanlığı sara- yında düzenlenen törende Süleyman Demirel’e Moldova Cumhurbaşkanı Vladi- mir Voronin devlet nişanını takmıştır.59 Haziran 2005 tarihinde Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen Başkanlığı’nda bir heyet iş adamlarının katılımları ile Moldova’yı ziyaret etmiş ve Gagauz Özerk Bölgesi’ne de giden heyet, Meclis Başkanı Stepan Esir ile görüşmüştür. Meclis Başkanı Esir, Türkiye’nin desteği ile halkımızın bir bölümü sağlıklı suya kavuştu. Diyerek Türkiye’ye teşekkür etmiş ve her su içtiklerinde Türkiye’yi hatırladıklarını dile getirmiştir. Stepan Esir, su götürülemeyen diğer bölgeler içinde su götürüle- bilmesi için 20 milyon dolara ihtiyaç duyulduğunu, uzun vadeye yayılarak talep ettiklerini istemiştir. Orada bulunan Exim Bank Genel Müdürü Ahmet Kılıçoğ- lu konu ile ilgili çalıştıklarını dile getirmiştir. Kürşad Tüzmen’de Türk iş adamları- nın bölgeye yatırım yapmaları için bürokrasinin azaltılması, teşvik verilmesi, vergi muafiyeti getirilmesini istemiştir.60 Devlet Bakanı Beşir Atalay, 25 Ocak 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada; TİKA’nın faali- yetlerinden bahsederken Gagauz Bölgesi’nin su alt yapısının yapılması ile Gagauz Bölgesi’nin Orhon Vadisi’ndeki yolunun yapılmasının gerçekleştirildiğini ayrıca Gagauz radyo ve televizyonunun finanse edildiğini dile getirmiştir.61 Kasım 2007 tarihinde Demirel ile görüşmeye Gagauz Özerk Bölgesi’nden bir heyet gelmiş ve heyete başkanlık eden Formuzal, Süleyman Demirel’in Gagauzların özerliğini kazanması için yardımcı olduğunu dile getirmiştir. Süleyman Demirel’de Gagauz Bölgesi’nin yıllar önce özerkliğini kazandığını, Türkçe konuşan ve Türk soyundan insanların burada yaşadığını ifade etmiştir. Gagauz Yeri Kültür Bakanlığı Folklor ekibi Demirel’in doğum gününü kutlamak için şarkılar söylemiş ve Demirel’in evinin önünde yöresel müzikler sergilemişlerdir. Halkta büyük ilgi göstermiş- tir.62 Gagauz Özerk Bölgesi Başkanı Formuzal görüşmede, Demirel’in büstünün

313 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Komrat merkezindeki parka dikilmesi ile ilgili kanununun bir örneğini Demirel’e sunmuştur. Kanun ile tarih ve kültür alanında seçilmiş kişilerin büstlerinin diki- leceğini ifade ederek bu çerçevede Gagauz Yeri Onur Vatandaşı olan Demirel’in Komrat Belediyesi Merkez parkına yerleştirileceğini dile getirmiştir.63 Süleyman Demirel’i Gagauz Yeri Özerk Bölgesi Başkanı , beraberindeki heyetle birlikte Ocak 2009 tarihinde evinde ziyaret etmiştir. De- mirel burada yaptığı konuşmada, Mihail Formuzal ve beraberindeki heyeti evinde görmekten memnuniyetini dile getirmiş ve Gagauzya’nın Moldova’nın bir parçası olarak kendi kendine yeten ahenk içinde bir bölge olduğunu dile getirmiştir. Ga- gauzya’nın Türkiye-Moldova arasında bir dostluk köprüsü olduğunu, iki ülke iliş- kilerinin gelişmesinde katkı sağladığını, belirtmiştir. Formuzal da, Moldova Dev- let Başkanı’nın selamlarını getirdiğini, Gagauzların devletlerini Moldova içinde kabul ettiğini 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çok yardımın gördüklerini söylemiş ve Demirel’e “Siz bize babasınız.” Demiştir.64 Demirel Aralık 2009 tarihinde Gagauz Özerk Bölgesi’nin 15. Yıl dönümü kutlamalarına katılmak için Moldova’ya gitmiş, orada ilk olarak Moldova Par- lamentosu Başkanı Mihail Gimpu’yı ziyaret etmiştir. Ziyaret sırasında Bağımsız Moldova Cumhuriyeti’ni 5. Defa ziyaret ettiğini dile getiren Demirel, Türkiye’nin Moldova’nın toprak bütünlüğünden yana olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Mol- dova’nın AB ile yakınlaşmasının takdirle karşılandığını dile getirmiştir.65 Gagauz Özerk Bölgesi Başkanı Formuzal, Gagauz Halkının şükranlarını ifade eden altın ve gümüşten yapılmış madalyayı Demirel’e takdim etmiştir. Moldova Başbakanı Vladimir Flat da Demirel’e Moldova ve Gagauzya’ya gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür etmiş ve Moldova ve Gagauzya’nın birlikte el ele bütün problemlerini çözeceğini dile getirmiştir. Moldova’nın Birinci Cumhur Başkanı Mircea Snegur da dostum dediği Demirel’e teşekkür etmiştir.66 Ayrıca Demirel’in Gagauz Türk- lerinin haklarının korunması ile ilgili isteğine karşılık, Moldova Parlamentosu Başkanı ve Moldova Devlet Başkanı Vekili Mihail Gimpu, Gagauz Türklerinin haklarının korunacağı garantisini vermiştir.67 Gagauz Özerk Cumhuriyeti’nin özerkliğinin 15. Yılı görkemli bir törenle kutlanmıştır. Gagauz Yeri Özerk Böl- gesi Başkanı Mihail Formuzal, 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in bu törenlere şeref konuğu olarak katıldığını ifade etmiştir. Tören kapsamında Komrat Üniversitesi önündeki Şeref Yolu’nda bulunan ve Süleyman Demirel, Azerbaycan Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, Tarihçi Mariya Marinoviç, Moldovalı Şair Mihey Eminesku ve Rus şairi Aleksandr Puşkin’e ithaf edilen büstlerin açılışı yapılmış- tır.68 314 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Demirel Moldova’da Gagauz Türkleri’nin ziyareti sonrası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini ziyaret etmesi sırasında Başbakan Erdoğan’a Gaga- uz Türkleri adına bir ricada bulunmuştur. Ricasında, Gagauz Türkleri için suyun büyük bir problem olduğunu, TİKA üzerinden Gagauz Türklerinin bu sorununun çözülebileceğini belirtmiş, Erdoğan da hemen talimat vereceğini söylemiştir.69 Hürriyet Gazetesi’nde yer alan 6 Eylül 2012 tarihli habere göre Demirel’e ya- kın iş adamı olan Cavit Çağlar’ın yeğeni Şenol Şenkaya’nın Gagauzya’ya en büyük yatırımı yaptığını ve 2000 kişi çalıştırdığı belirtilmiştir. Bu da Demirel’in bölgeye yatırım yapması için kendisine yakın iş adamlarını teşvik ettiğinin bir gösterge- sidir.70 Kasım 2012 de Demirel’in doğum günü için Moldova Başbakanı Flat ve Gagauz Özerk Bölgesi Başbakanı Mihail Formuzal, Demire’il evinde ziyaret et- mişler ve Formuzal “ Uşaklar Süleyman Demirel kendi elleriyle yaptı.” Dediği kara kalem ile yapılmış Demirel portresini hediye etmişlerdir. Süleyman Demirel Moldovalı yöneticiler ve Moldova halkının büyük bir akıllılık göstererek Gagauz bölgesine otonomiyi verdiğini belirterek Türkiye olarak, Gagauzlar ile Moldova arasındaki ilişkilerde bir köprü vazifesi görüldüğü dile getirilmiştir. Demirel iki ülke arasında 20 yıldan bu yana son derece uyumlu bir ilişki bulunduğunu ve Moldova’nın Avrupa ile bütünleşmesi gerektiğini ifade etmiştir. Moldova Baş- bakanı Vladimir Flat da Demirel’in doğum gününde bulunmaktan büyük onur duyduğunu belirterek Demirel’in iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde önemli payı olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca Flat, “Moldova Cumhuriyeti vatandaşları size saygı duyuyor ve seviyor.” Demiştir. Demirel’e siyah bir vazo hediye edilmiş, “el işidir, bizim kalbimizin bir göstergesidir.” denilmiştir.71 Demirel, Gagauz Özerk Bölgesinin telefon sisteminin kurulmasında da önemli katkıları olmuş ayrıca Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de mümkün olduğu oranda örtülü ödenekten onlara yardımda bulunmuştur. Devlet Başkanları Formuzal Demirel için “ Beni oğlu gibi severdi.” Demiş- tir. Formuzal, Türkiye Cumhuriyeti’nden Gagauzlarla ilk olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün ilgilendiğini, başta öğretmen olmak üzere çeşitli görevliler gönderdi- ğini 19. Yüzyılda Rus istilası yaşanırken Gagauzların Anadolu’ya göç ettiğini bir kısmının Müslüman olduğunu ve bunlardan bir ailenin de Enver Paşa’nın ailesi olduğunu belirtmiştir.72 Şubat 2014’te yapılan bir halk oylaması ile Gagauz Özerk Cumhuriyeti Mol- dova’nın Romanya ile birleşmesi durumunda kendilerinin de bağımsız devlet ku- racaklarını ilan etmişlerdir.73 Bugün Gagauz Özerk Bölgesi’nin Başkenti Komrat, Moldova’nın Başkenti

315 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kişinev’e 130 km uzaklıkta olup, 35 sandalyeli meclisleri, 9 sandalyeli bakanlar kurulu bulunmaktadır. Gelen misafirlerine tuz, ekmek ve şarap ikram edilir. Mil- li gelirleri 2500 dolar civarındadır.74 Gagauzya’da bugün 3 önemli siyasi hareket vardır. Mihail Formuzal’ın başkanlığındaki (Birleşik Gagauzya) Bölgeler Partisi, ikincisi (Yeni Gagauzya) Komrat Belediye Başkanı olan Nicolai Dudoglu baş- kanlığında Moldova Demokrat Partisi, üçüncüsü ise Anavatan Bloğu olup AB üyeliğine ve Romanya’nın himayesini isteyenlere karşı çıkmaktadır.75 Gagauzlar, 1908 yılında Mihail Çakır’ın gayreti ile “Hakikatın Sesi” adlı din konulu Gagauzca ilk gazeteyi çıkarmışlar,76 1957 yılında Kiril alfabesine dayalı bir alfabe marifeti ile yazı dilini oluşturmuşlar.77 1959-1960 eğitim öğretim dö- neminde Gagauzca eğitim uygulansa da 1961 yılında yasaklanmıştır. 1986-1987 eğitim öğretim döneminde Gagauz dili ders olarak okutulmaya başlanmış, 1995 yılında ise Gagauz Türkçesi Latin alfabesine geçmiştir.78 11 Şubat 1991 tarihinde ise Komrat’ta Gagauz Devlet Üniversitesi kurulmuştur.79

Sonuç Süleyman Demirel öğrencilik yıllarından itibaren başlayan Türk Dünyasına olan ilgisini Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduktan sonrada devam ettirmiştir. Özellikle Gagauz Türklerini tanıdıktan sonra onların babası fahri hemşehrisi ola- rak her türlü sorunları ile ilgilenmiş, Gagauz Türklerinin gölünü kazanmıştır. De- mirel Gagauz Türkleri ile ilgili bağımsızlık sürecinde ve daha sonra ki haklarının kazanılması için gösterdiği mücadelede son derece akıllı bir siyaset güderek, Mol- dova Devleti ile Türkiye arasında çok yakın ve dostane bir ilişki süreci inşa etmiş, bu olumlu hava içerisinde Moldova’da yaşayan Gagauz Türklerinin siyasi, sos- yal ve kültürel haklarını kazanmasını da herhangi bir çatışma ortamı oluşmadan sağlamıştır. Bu neden ile gerek Moldova Devlet ve hükümet başkanları gerekse Gagauz Özerk Bölgesi Başkanları Demirel ile dostluk içerisinde olmuş, Cum- hurbaşkanlığı sona erdikten sonra bile Türkiye’ye gelerek onunla birlikte olmuşlar. Moldova’ya gittiği zamanda büyük bir coşku ve dostluk ile karşılamışlardır.

1 T.H.Menzel, “Gagauzlar” İslam Ansiklopedisi, Cilt:4, İstanbul 1964, s.706. 2 Mihail Çakır, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, Niğde 1998, s.VI. 3 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.29. 4 Mustafa Argunşah, “Gagavuzların Tarihi” Türkler Ansiklopedisi, Cilt:20, Ankara 2002, s.230. 5 Atanas Manof, Gagauzlar, (Çev:Türker Acaroğlu) Ankara 1939, s.11-22. 6 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.1. 7 Kemal Karpat,”Gagauzlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:13, İstanbul 1996, s.288. 8 MANOF, “Gagauzların Tarihi”, s.7. 9 Dionis Tanasoğlu, “Gagauzlar” Türkler Ansiklopedisi, Cilt:20, Ankara 2002, s.245. 10 TANASOĞLU, “Gagauzlar”, s.245. 11 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.19.

316 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

12 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.33. 13 Harun Güngör – Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri, Ankara 1991, s.12. 14 TANASOĞLU, “Gagauzlar”, s.247. 15 Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2002. 16 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.35. 17 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.42. 18 ARGUNŞAH, “Gagauzların Tarihi” s. 238. 19 Geniş bilgi için bakınız; Selçuk Duman, “Hamdullah Suphi Bey’in Romanya Büyükelçiliği Döneminde Romanya Türkleri İle İlgili Çalışmaları” Yeni Türkiye Dergisi Rumeli-Balkanlar Özel Sayısı V, S.70, Mart-Haziran 2015, s.5445-5453. 20 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.VI. 21 Güllü Karanfil, “Gagauz Türkçesinde Alfabe ve İmla Problemlerine Dair” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı II, S54, Eylül-Ekim 2013, s.2169. 22 ÇAKIR, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, s.VI. 23 ARGUNŞAH, “Gagauz” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı II, Y.9, S.54, Eylül-Ekim 2013, s.2160. 24 Ali Servet Öncü, “1991-1995 Yılları Arası Türkiye Moldova İlişkileri ve Gagauzlar” Gazi Türkiyat, Güz 2014/15, s.90. 25 KARPAT, “Gagauzlar”, s.291. 26 Geniş Bilgi İçin Bakınız; DUMAN, Türklerde Devlet Başkanlığı, Başkanlık Tartışmaları ve Cumhurbaşkanlarımız, Ankara 2011. 27 Namık Kemal Zeybek, Türk Dünyası Deyince, İstanbul 2013, s.101. 28 ÖNCÜ, “1991 – 1995 Yılları Arası Türkiye Moldova İlişkileri ve Gagauzlar”, s.97. 29 www.timeturk.com, 25 Aralık 2009. 30 www.tımeturk.com, 25 Aralık 2009. 31 Nami Cem İyigün, Halk Gazetesi, 22 Haziran 2015. 32 Milliyet Gazetesi, 2 Kasım 2012. 33 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:4, Devre:19, s.286. 34 Milliyet Gazetesi, 30 Mayıs 1994. 35 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:7, Devre:20, s.1-2. 36 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:65, Devre:19, s.21-22. 37 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:65, Devre:19, s.234. 38 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:70, Devre:19, s.303. 39 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:82, Devre:19, s.258-259. 40 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:6, Devre:20, s.413. 41 Marianna Bogdan, “Gagauzlar:Hep Biz Vardık. Her Zaman Olacağız!” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı II., S.54, Eylül-Ekim 2013, s.2166. 42 Hürriyet Gazetesi, 3 Ağustos 1997. 43 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:56, Devre:20, s.6. 44 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:56, Devre:20, s.8. 45 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:56, Devre:20, s.28. 46 Hürriyet Gazetesi, 25 Haziran 1998. 47 Hürriyet Gazetesi, 26 Haziran 1998. 48 Hürriyet Gazetesi, 25 Haziran 1998. 49 Hürriyet Gazetesi, 26 Haziran 1998. 50 Hürriyet Gazetesi, 27 Haziran 1998. 51 Sabah Gazetesi, 26 Haziran 1998. 52 Hürriyet Gazetesi, 26 Ekim 1998. 53 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:20, Devre:21, s.238. 54 Hürriyet Gazetesi, 16 Haziran 1999. 55 Hürriyet Gazetesi, 17 Haziran 1999. 56 Hürriyet Gazetesi 20 Kasım 1999. 57 TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:30, Devre:21, s.51. 58 Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2002. 59 www.cnnturk.com 22 Aralık 2004. 60 Hürriyet Gazetesi 5 Haziran 2005. 61 TBMM Tutanak Dergisi, C. 145, D.22, s.232. 62 Milliyet Gazetesi, 1 Kasım 2007. 63 Hürriyet Gazetesi, 2 Kasım 2007. 64 Hürriyet Gazetesi, 31 Ocak 2009. 65 www.hurhaber.com, 23 Aralık 2009. 66 www.tımeturk.com, 25 Aralık 2009. 67 www.avrasyahaber.com, 28 Aralık 2009. 68 Hürriyet Gazetesi, 25 Aralık 2009. 69 Milliyet Gazetesi, 19 Mayıs 2011.

317 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

70 Hürriyet Gazetesi, 6 Eylül 2012. 71 Milliyet Gazetesi, 2 Kasım 2012. 72 Hürriyet Gazetesi, 6 Eylül 2012. 73 Bilgehan Atsız Gökdağ, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığına mı Yürüyor?”, Kara- deniz Araştırmaları, Güz 2014, s.22. 74 Hürriyet Gazetesi, 6 Eylül 2012. 75 GÖKDAĞ, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığına mı Yürüyor?”, s.32. 76 KARANFİL, “Gagauz Türkçesinde Alfabe ve İmla Problemlerine Dair”, s.2167. 77 GÖKDAĞ, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığına mı Yürüyor?”, s. 24. 78 KARANFİL, “Gagauz Türkçesinde Alfabe ve İmla Problemlerine Dair”, s.2169. 79 ARGUNŞAH, “Gagauzlar” Yeni Türkiye Dergisi, s.2160. Bibliyografya TBMM Arşivi TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:20, Devre:21. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:30, Devre:21. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:4, Devre:19. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:56, Devre:20. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:6, Devre:20. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:65, Devre:19. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:7, Devre:20. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:70, Devre:19. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:82, Devre:19. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 145, D.22. Gazeteler Hürriyet Gazetesi 20 Kasım 1999. Hürriyet Gazetesi 5 Haziran 2005. Hürriyet Gazetesi, 16 Haziran 1999. Hürriyet Gazetesi, 17 Haziran 1999. Hürriyet Gazetesi, 2 Kasım 2007. Hürriyet Gazetesi, 25 Aralık 2009. Hürriyet Gazetesi, 25 Haziran 1998. Hürriyet Gazetesi, 26 Haziran 1998. Hürriyet Gazetesi, 3 Ağustos 1997. Hürriyet Gazetesi, 31 Ocak 2009. Hürriyet Gazetesi, 6 Eylül 2012. Hürriyet Gazetesi, 6 Eylül 2012. Milliyet Gazetesi, 1 Kasım 2007. Milliyet Gazetesi, 19 Mayıs 2011. Milliyet Gazetesi, 2 Kasım 2012. Milliyet Gazetesi, 2 Kasım 2012. Milliyet Gazetesi, 30 Mayıs 1994. Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2002. Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2002. www.avrasyahaber.com, 28 Aralık 2009. www.cnnturk.com 22 Aralık 2004. www.hurhaber.com, 23 Aralık 2009. www.tımeturk.com, 25 Aralık 2009. www.timeturk.com, 25 Aralık 2009. Tetkik Eserler ARGUNŞAH, Mustafa, “Gagauz” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı II, Y.9, S.54, Eylül-Ekim 2013. ARGUNŞAH, Mustafa, “Gagavuzların Tarihi” Türkler Ansiklopedisi, Cilt:20, Ankara 2002. BOGDAN, Marianna, “Gagauzlar:Hep Biz Vardık. Her Zaman Olacağız!” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı II., S.54, Eylül-Ekim 2013. ÇAKIR, Mihail, Basarabyalı Gagauzların Tarihi, Niğde 1998. DUMAN, Selçuk, “Hamdullah Suphi Bey’in Romanya Büyükelçiliği Döneminde Romanya Türkleri İle İlgili Çalışmaları” Yeni Türkiye Dergisi Rumeli-Balkanlar Özel Sayısı V, S.70, Mart-Haziran 2015, s.5445-5453. DUMAN, Selçuk, Türklerde Devlet Başkanlığı, Başkanlık Tartışmaları ve Cumhurbaşkanlarımız, Ankara 2011. GÖKDAĞ, Bilgehan Atsız, “Moldova’nın AB Üyeliği Sürecinde Gagauz Özerk Bölgesi Bağımsızlığına mı Yürüyor?”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2014. GÜNGÖR, Harun– ARGUNŞAH, Mustafa, Gagauz Türkleri, Ankara 1991. İYİGÜN, Nami Cem, Halk Gazetesi, 22 Haziran 2015. KARANFİL, Güllü, “Gagauz Türkçesinde Alfabe ve İmla Problemlerine Dair” Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel

318 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Sayısı II, S54, Eylül-Ekim 2013. KARPAT,Kemal, ”Gagauzlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:13, İstanbul 1996. MANOF, Atanas, Gagauzlar, Çev:Türker Acaroğlu) Ankara 1939. MENZEL, T.H., “Gagauzlar” İslam Ansikolpedisi, Cilt:4, İstanbul 1964. ÖNCÜ, Ali Servet, “1991-1995 Yılları Arası Türkiye Moldova İlişkileri ve Gagauzlar” Gazi Türkiyat, Güz 2014/15. TANASOĞLU, Dionis, “Gagauzlar” Türkler Ansiklopedisi, Cilt:20, Ankara 2002. ZEYBEK, Namık Kemal, Türk Dünyası Deyince, İstanbul 2013.

319

GAGAUZ MÂNÎ VE TÜRKÜLERİ İLE DELİORMAN-DOBRUCA MÂNÎ VE TÜRKÜLERİ ARASINDA DİL YAKINLIĞI VE GAGAUZ KİTAP TÜRKÇESİ

Ahmet CEBECİ

Özet Gagauz Türkçesinin kitap dili, Radlof ’un 1904 yılında neşrettiği “Proben” adlı külliya- tının onuncu cildinde yer alan Rus Bilimler Akademisi araştırmacısı Alexander Moşkov’un derlediği Gagauz folklor malzemelerinden de anlaşıldığı gibi şimdiki zaman fiillerinde yer alan “–yor” takısına dayanmaktadır. Daha sonraki araştırmacıların da derledikleri Gagauz masalları, halk hikayeleri, atasözleri, deyimler, türküler, maniler ve benzeri halk edebiyatı ürünlerinde de bu özellik yer almaktadır. Türkiye ve Balkanlarda ortak kitap dilimiz olan Türkiye Türkçesi, bir diğer adı ile Oğuz Türkçesi’nin “-yor” şeklidir. Anahtar Kelimeler: Gagauz, Oğuz Türkçesi, Deliorman, Dobruca, Türkçe. Manıs And Songs Of Gagauz Relatıons Between Manıs And Songs Of Delıor- man-Dobruja And The Gagauz Turkısh Book Language Abstract The book language of the Gagauz Turkish literatüre, is come from turkish “-yor” article in the folk use which is Alexander Moşkov explained these issue in his studies about Gagauz folkloric materials. This idea included within the book of Radloff ’s “Proben” Volume X, which published in 1904. Legends, stories, proverbs, idioms, songs of turks, manis of Gagauzids etc. which collected by the next researchers. “-yor” type of the HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Turkish of Anatolia and Oguz dialect of common usage in Turkish Language in Turkey and Balkans. Anahtar Kelimeler: Gagauz, Oguz Turkish, Deliorman, Dobruja, Turkish.

Giriş Gagauzların eski dinî lideri veya bir başka deyimle “Gagauzların Atatürk’ü” sayılan ve Atatürk’ten bir ay önce ölen Protoierey MİHAİL ÇAKIR(1861-1938), 1907 yılında Gagauz Türkçesine çevirdiği “VETHİY ZAVET”(ESKİ AHİT)1 ki- tabını yayınlayarak Gagauz Türkçesinin yazıya geçişini başlatmıştır. O tarihten bu yana bir yüzyıl tamamlanmış oldu. Bu yıl Gagauz yazısının 100. yıldönümü- nü kutluyoruz.. XX. Yüzyıl başlarında Gagauzların Türkçe konuşan Bulgarca’yı unutmuş Bulgarlar veya Rumca’yı unutmuş Türkçe konuşan Rumlar(Grekler) olduğunu söyleyip de kendi milletlerine katarak asimile etmeyi amaçlayan yay- gın propaganda bombardımanına karşı, bu aydın ve bilgin din adamının: “Hayır, Gagauzlar ne Rumdur, ne Bulgar veya Romendir, Gagauzlar hâlis Türktür, hem de Oğuz Türklerindendir”2 diyerek sesini yükseltmiş ve ömrü boyunca, İNCİL’i, dua kitaplarını ve âyinleri Türkçe’ye çevirerek, Gagauz Türkçesiyle tarih ve sözlük kitapları yazarak Gagauzların Türklük bilincini ve millî duygularını geliştirmeye ve yüceltmeye çalışmıştır. 77 yıllık ömrünü çok sevdiği Gagauz halkına adamış ve Türklük mücadelesi vermiştir. Gagauzlar, ölülerini rahmetle anarken; “Allah rah- met etsin, topraa ilin(yeğin, hafif) olsun” derler. Biz de şimdi, Gagauzların Türklük bilincini uyandıran, onların yoluna ışık tutmuş olan bu muhterem din adamına, bu büyük aydınlatıcıya: “Allahtan rahmet diler, nur içinde yatsın”, deriz. Gagauz Türkçesi’nin Tarihçesi ve Dil Yapısı Örnekleri Gagauz Türkçesi ile karşılaştırmalara geçmeden önce, Gagauzların tarihi ile ilgili araştırmalara kısa bir göz atmak yerinde olacaktır. Gagauzlar, 744 yılında II. Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra, Ba- tı Türkistan’ın Sir Derya(Seyhun) yöresinde temeli atılan Oğuz Yabgu Devle- ti’nin(yaklaşık 760-761 yılları) kuzey bölgesinde yayılan Oğuz boylarından olup, 860’larda bu devletin sınırlarını terk ederek Üst Yurd adı verilen Hazar Deni- zi kuzeyinde Volga-Yayık ırmakları arasındaki topraklarda yurt tutmuş olan Peçenekleri batıya(Karadeniz kuzeyine) göç ettirerek bu topraklara yerleşen ve 1040’larda da Kuman-Kıpçakların baskısıyla buradan Ukrayna bozkırlarına göç edip tarihte “ Uzlar” adıyla ün kazanan Kuzey Oğuzlarının torunlarıdırlar3. Kiyev 322 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Ruslarının “Tork”(çoğul olarak “Torki”), Bizanslıların da “Uz” veya “Uzi” adını verdiği bu halk, bir süre sonra arkalarından gelen Kuman-Kıpçakların baskısına dayanamayarak 1064 yılında Tuna’yı, kaynakların belirttiğine göre 600.000 kişilik bir topluluk ile aşarak Balkan topraklarına yayılmışlar. Çetin kış mevsimi ve salgın hastalıklardan ölenlerden arta kalanlar; Vardar Makedonyasına, Serez-Zihne yö- resine, Trakya’nın Edirne-Kırklareli-Yanbolu dolaylarına, Varna ve Dobruca yö- relerine yerleşmişler. Bir kısım Uzlar da Ukrayna bozkırlarına dönerek, daha önce Balkan topraklarına akın edenlere katılmayıp Kiyev Ruslarının emrine girerek sı- nır bekçiliği yapanlara katılmışlar ki, bunlara da Kiyev Rusları “sınır bekçisi” anla- mında “kalavuz” demişlerdir4. Esasen, 1040-1041 yıllarında Volga(Atil)’yı aşarak Karadeniz kuzeyine gelen Uzların, 800.000 kişilik bir nüfusa sahip olduğu tahmin edildiğine göre, 1064 yazında Balkanlara geçen kafilenin Uzların tamamı olma- yıp, dörtte birinin Ukrayna ordusuna yardımcı kuvvet olarak kaldığı anlaşılıyor. Balkanlardan tekrar Ukrayna’ya dönenler de bu “kalavuz” grubuna katılmışlardır. Gagauzlar hakkındaki araştırmalar, özellikle XIX yy’ın sonlarında ve XX yy’ın başlarında yoğunluk kazanmıştır. Protoierey Mihail Çakır’ın, “Besarabyalı Gagauzların İstoriası”5 adlı kitabının giriş kısmında belirttiğine göre, 1878 yı- lında Çek asıllı tarihçi Konstantin Jireçek’in “Bulgarların Tarihi”(Geschichte der Bulgaren) adlı kitabında Hammer’in Gagauzlar hakkında yazdıklarını nakleder- ken, Gagauzların, Kuman yani Uz-Oğuz Türklerinin torunları olduğunu yazıyor, diyor. Şu halde, Hammer de, Jireçek de Kumanlarla Oğuzların aynı boydan ol- duğuna inanıyorlar ki, bunun yanlış olduğunu M.Çakır da belirtmiş. Ancak, o da Kumanların Tatar-Moğol soyundan olduğunu yazarak, başka bir yanılgıya düş- müş. Kumanlar , Moğol soyundan değil, Türk soyundandır. Bu konuyu, çok daha geniş vukuf sahibi ve iyi bir tarihçi olan Varnalı Gagauz tarihçi Atanas Manov, yerli yerince açıklayarak yazmıştır. Mihail Çakır, adı geçen tarihinde, Gagauzların Bulgarcayı unutmuş Türk- leşmiş Bulgarlar veya Rumcayı unutarak Türkleşmiş Rumlar olduğunu yazarak gerçekdışı iddialarda bulunan yazarları sıraladıktan sonra, en çok kendi fikirlerine uygun görüş sahibi olan Rus etnograf ve gagauzoloğu Valentin Moşkov’a yer vermektedir6. M.Çakır, Moşkov’un araştırmalarını şöyle özetliyor: “ Hepsinden taa çok bilmek verer Gagauzlar için Rus yazıcısı etnograf V.A.Moşkov, ani 20 yıl haliz biyan etti, ürendi Gagauzların istoryasını hem yaşamasını, dolaştı, denedi, gördü Gagauz küülerini Basarabiyada, Dobrucada, Bulgariyada hem başka yerler- de, topladı Gagauzların çalgılarını, masallarını, adetlerini hem her türlü işlerini, hem yazdı haliz monografiya hem de çok yazı Gagauzlar için. Bakalım ne yazıer Gagauzlar için Rus yazıcısı Moşkov kitabında “Gagauzlar Bender Sancaandan”

323 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

(Moskova, 1900).7 Burada Moşkov özet olarak şunları belirtmekte: ”Tarih, Gagauzların Karadeniz’in batı kıyılarında ve güneylerinde yerleştiklerini kayde- der. Varna’nın güneyindeki Akdere, Gözeken, Emine Burnu vb. sahil köylerinin Gagauzları gibi, Varna, Balçık ve Kaliakra burnu yörelerinin Gagauzları da ken- dilerini Türkleşmiş Rumlar sayarlar. Gagauzlar, Silistre yöresinde, Dobruca ve Basarabya’da da yaşıyorlar, ama onların sayılarını tespit etmek çok zordur, çünkü bir kısmı kendini Gagauz değil de, Türkleşmiş Rum veya Türkleşmiş Bulgar ola- rak kabul etmektedir. Gagauzların konuştukları dil Türk dilidir, Osmanlı Türkle- rinin diline çok benzer, fakat Gagauzlar Osmanlıların edebiyat dilini ve yazısını bilmezler”. Bundan başka M. Çakır, Rusya yönetiminde, Tuna’nın güney bölgele- rinden(Rumeli’den) getirilerek Basarabya topraklarına yerleştirilen Gagauz göç- menlerin Bulgar hanesine kaydedildiğini, şimdi ise(1918-1940) Romanya idare- si, ülkede ne kadar halis Gagauz yaşadığını bilmek istediğini belirttikten sonra, Moşkov’un, XIX yy. sonlarında Basarabya’da yaşayan Gagauzların sayısını 60.000 olarak tespit ettiğini bildiriyor. Aynı sayıyı Bulgaristan’ın Dobruca, Deliorman ve Karadeniz kıyıları ile Yanbolu yöresi için de kabul etmek mümkündür. Yaşar Nabi, 1936 yılında yayınladığı “Balkanlar ve Türklük”8 adlı eserinde, Bulgaris- tan’da 50.000 kadar Gagauz nüfusun kaldığını, Romanya’da bu sayının 300.000 olduğunu, yalnızca Basarabya’da yaşayan Gagauzların 150.000 olduğunu belirt- mektedir ki, 1940’ta Bulgaristan’a geçen Güney Dobruca’da 150.000 Gagauz’un yaşadığını belirtmiş oluyor.9 Öyle ise, 1940 yılından sonra Bulgaristan’da 200.000 Gagauz toplanmıştır. Bugün bu sayı en az ikiye katlanarak 400.000 olması ge- rekirken, Bulgaristan, ülkesinde yalnız 5.000 Gagauz yaşadığını bildirmektedir. Gayrı resmî olarak Bulgaristan’da 200.000 Gagauz yaşadığını basında çıkan ya- zılardan biliyoruz. Bulgarlaşan şehir Gagauzlarını da katınca, bu rakam 400.000’i bulur10. Günümüze kadar Gagauzlar hakkında araştırma yapıp eser veren tarih- çiler arasında, Gagauz olmayanları bir tarafa bırakıp, Gagauz olarak kendi hal- kı hakkında uzun yıllar araştırma yapıp yazanlardan biri olarak Mihail Çakır’ı, ikinci olarak Varnalı tarihçi Atanas Manov’u, üçüncü olarak da ben Valentin Moşkov’u kabul etmek istiyorum. Moşkov’un Çarlık Rusya’nın ordusunda subay olarak görev yaptığı bir sırada, eskiden beri yapmakta olduğu folklor ve etnografya konulu araştırmalarını Gagauzlar konusuna yöneltmesi, bence tesadüfî bir olay olamaz. Ruslaşmış bir Gagauz olma ihtimali yüksektir. Belki Rus olduğunda ısrar edip, tarafsız 324 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

bir gözle araştırma yaptığını vurgulamak üzere Gagauz aslından geldiğini giz- lemiş olabilir. Aynı şekilde Varna Gagauzlarından olduğunu çok iyi bildiğimiz Atanas Manov da hiçbir yazısında Gagauz asıllı olduğunu belirtmemiş, taraf- sız bir bilim adamı olarak Gagauz tarihini ve kültürünü inceleyip araştırdığını vurgulamaya çalışmıştır. Eserindeki(Gagauzların geçmişi…)11 tarih bahsinin son kısımlarında Gagauzların hızla Bulgarlaştığını ve bir gün belki de yalnız tarih say- falarında kalacaklarını ve bu topluluğa yazık olacağını belirtirken duyduğu derin üzüntü, onun aslen Gagauz olduğunu ele vermektedir. Aynı duyguları ve üzün- tüleri Moşkov’da da bir çok yerde görüp hissediyoruz. Mosko ismi, Rumlarda ve onlardan Ortodoksluk yolu ile geçen Ruslarda “Mosko-Moskov” olarak kulla- nılırken, Gagauzlarda “Moşko” olmuştur. Aynen Rumlardaki “Parasko” adının Bulgarlara “Paraskev” olarak geçtiği halde, Gagauzlarda “Paraşkef ” veya “Paraş” olarak kullanıldığı gibi. Kısaca özetleyecek olursak, adlarını rahmetle andığımız üç Gagauz ta- rihçisi de, Gagauzların Oğuz Türklerinden geldiği gerçeğini, sayısız deliller gös- tererek kabul etmektedir. Ancak, Bulgar tarihçileri 1878’den başlayarak 1930’lu yıllara kadar ısrarla Gagauzların Osmanlı döneminde dillerini unutarak Türkle- şen Bulgarlar, hatta bir de “Protobulgar kalıntısı” olduğunu vurgulayıp Bulgarlaş- tırmaya çalışırken, 1930 yılında Bulgar tarihçisi Bizantinolog G.Balasçev, Gaga- uzların, 1261 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı iken, İlhanlı Moğolları tarafından tahtından uzaklaştırılınca, Antalya’dan deniz filosunu alarak Bizans’a sığınan II. İzzeddin Keykavus ve ona bağlı Anadolulu konar-göçer aşiretlerden 12.000 ça- dır halkının Dobruca’ya yerleşmesiyle kurulan Oğuz Devleti’nden bahisle, Ga- gauzların, daha sonra Bizans tarafından zorla Hıristiyanlaştırılan bu Türklerin to- runları olabileceği teorisini ortaya atması, yepyeni bir görüş açısı getirmiştir.12 Bu görüş, daha sonraları(1952) Avusturyalı ünlü Türkolog Paul Wittek tarafından13 Yazıcıoğlu Ali’nin Oğuzname’si14 ile Bizans kaynaklarına dayanarak ve çok esas- lı bir şekilde delillendirilerek savunulmuştur. Her ne kadar bazı tarihçiler; “P.Wittek, Türkoloji âlemindeki otori- tesine dayanarak bu konuyu kesin olarak çözümledi” gibi hükümler verdiyse de, konunun tam anlamıyla çözülmediği, problemin bazı yönlerine henüz tam açıklık getirilmediği anlaşılmaktadır. Meselâ, Gagauzlardaki İslâmî terim ve âdetlerin çokluğu, Anadolu’dan Sarı Saltık Baba ile gelen Selçuklu Türklerinin zorla Hıris- tiyanlaştırılarak-Saltuknâme’nin ifadesiyle “ahriyân oldular”- Uzlarla karışmaları olayı ile açıklanabilir15. Ancak, bugünkü Gagauzlar kesinlikle Selçuklu Türkle- rinin torunlarıdır tezini savunanlar(P. Wittek, A. Decei, F. Sümer vb.) Gagauz tarihî coğrafyasını unutuyorlar. XIII yy. sonlarında Dobruca’ya yerleşen 12.000

325 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR konar-göçer çadır halkı Türkler, aşağı yukarı 100.000 kadar bir nüfusa sahipti- ler. Bulgar tarihçiler bu sayıyı 50-60 bin olarak da gösterdiler. Tabiî ki, günümüz mantığı ile Türk çadırında ancak 5 kişi yaşayabilir düşüncesiyle. Halbuki, bu ça- dırlarda çok çocuklu ailelerin yaşadığını ve en az ortalama 8 kişi bulunduğunu düşünmek ve l2.000 çadırda 100.000 kişinin barındığını kabul etmek gerekir. Dobruca Oğuz Devleti’nin kurulduğu topraklar, tarihlerin verdiği bilgiye göre, Tuna deltasından başlayarak Emine(Emona) burnunda, yani Koca Balkan dağı- nın Kardeniz’deki en uc noktasında son bulurdu. Bu topraklara daha önce yerleş- miş, eski Yunan kolonilerinin kalıntıları Rumlar, Bulgarlar, Kuzey Dobruca’da az da olsa bir Romen nüfus vardı. Tahminen 150-200 bin kadar Uz ve 300 bin kadar da Peçenek vardı. Atanas Manov’un16 Arap coğrafyacısı El-Bekr’e dayanarak ver- diği bilgiye göre, Dobruca ve Silistre yöresinde 100.000’den fazla Peçenek top- lanmış(1009) ve İslâm dinini telkin eden bir din adamının etrafında 12.000 müs- lüman olmuş Peçenek görmüş(El-Bekr). Kısa bir süre sonra bütün Peçenekler Müslüman olmuşlar ve Müslüman olan Peçeneklere bundan sonra, yerli(otokton halk) anlamında “Gacal” denmiş. Peçeneklerin 1036 ve 1048 yıllarında Tuna’yı geçince, Silistre-Tutrakan-Yenipazar-Şumnu arasındaki Deliorman toprakları- na(Bizans’ın adlandırmasıyla “Yüz tepeler bölgesi”ne, çok azının da Dobruca’nın güney bölgelerine yerleştiği bilinir17.Uzların ise, daha çok Dobruca, Varna ve Karadeniz kıyılarına, pek azının da Güney Dobruca ve Doğu Deliorman’ın Dob- ruca ile hemsınır bölgelerine yerleştiği görülür18.Bu gün de, Varna-Pravadi-Yeni- pazar-Kurtpınar kazaları arasında yer alan 50-60 kadar köy, çoğunlukla Müslü- man Türkler veya Gacallarla Gagauzların karışık yaşadığı köylerdir. Uzlar(gerek 1064’te Tuna’yı geçerek Dobruca ve Deliorman’a yerleşenler, gerekse 1223 Kalka bozgunundan kaçıp gelenler, ki zaten Kiyev Ruslarının ordusunda görev yaparken Hıristiyan olmuşlardı, Hıristiyanlaşıp Gaga-Uz veya “Gagavuz” adıyla anıldılar. Peçenekler de Müslüman olup önce Gacal, sonra da Osmanlı devrinde Anado- lu’dan getirilen Yörüklerle karışınca, ortak “Türk” adıyla bilinmişler, Türk adıyla anılmışlardır19. Sarı Saltuk’la Dobruca’ya gelen Anadolu Türklerine gelince, 1264 kışında II. İzzeddin Keykavus’un Enes kalesi zindanından kaçırılıp Deşt-i Kıpçak’a(Altınor- du Devleti)-Kırım’a götürülmesinden sonra, Yazıcıoğlu Ali’nin Oğuznâme’de20 belirttiği şekilde İstanbul’da kalan Sultan tebaasına uygulanan zorla Hıristiyan etme baskı ve işkenceleri, Dobruca’ya yerleşmiş olan Selçuklu Türklerine de uy- gulanmış olmalı ki, Sarı Saltuk’la birlikte bu Türkmenler de Kırım’a göç ederek Sultan II. İzzeddin’e katıldılar. Kaynakların belirttiğine göre, II. İ. Keykavus’un ölümüne kadar(Yazıcızâde’ye göre H. 679-M. 1280)21 Kırım’da kalarak zaman 326 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR zaman Kara Boğdan’a seferler düzenleyerek İslâm dinini yayma faaliyetinde bu- lundular ve Sultanın ölümünden22(Bu devrin tarihçisi olan İbn Bibi de İ.Keykâ- vus’un ölüm yılını 1280 olarak bildirir) sonra, büyük oğlu ve veliahdı Gıyaseddin Mesud(II. Mesud) Kırım’dan Anadolu’ya geçince, Sarı Saltuk da Altın Ordu Hânının yardımı ile beraberindeki Anadolu Türkmenlerini alarak Dobruca’ya yurtlarına götürüp yerleştirdi.1280’den 1299 veya 1300 yılına kadar Dobruca’da kalan bu Türkmenler, 1299 yılında Sarı Saltık’ın23 ölümünden sonra zorla Hı- ristiyanlaştırma baskılarına maruz kalarak, kimisi Ece Halil komutasında gemi ile Karesi Beyliğine(Biga ve Balıkesir yöresi) sığınıp kurtulmuşsa da, çoğunluk yakalanarak canını kurtarmak üzere Hıristiyanlaşmış, bir kısmı da Deliorman’ın ormanlık sahasındaki Müslüman Peçenek(Gacal) köyleri civarına köyler kurarak Müslüman olarak kalmışlardır. Bu köylerden bazıları şunlardır: Silistre kazası: Saltıklar, Kareseköy, Karalar, Baltacı, Kolebina, Söğütçük ,Yeniceköy, Karayağmur- lar, Çardak, Baylar, Buharaköy, Tokmak, Sarısinan24, Kiçilermahallesi25, Omur- fakı(XVII-XIX yy.da) kazası(bugün Hacıoğlu Pazarcık-Dobriç’e bağlı köyler); Omurfakih26, Kilikadı27, Abdurrahman Pınarı(Topcular-Orlâk), Kavurga, Ekiz- ce, Sinancık, Yesirce, Karabalılar, Bozavurd, Kurtpınarı, Bayrampınarı, Omurköy, Sarı Nebi, Baraklar, Baracık(Bistrets), Hacıoğlu Pazarcık(Gazi Baba mahalle- si)28, Pravadi-Yenipazar kazası; İlyasfakı29, Muradabdallar(bugün Muradallar)30, Beştepe(Köste), Beçeli(Peçeli), Soflar, Burhanlar, Yusufhanlar31; Razgrad kazası; Ferhadlar, Caferler, Mesimmahalle, Denizler, Kazcılar(Bisertsi)32 vb.. İtalik yazı ile belirlediğimiz köyler, Alevî-Bektaşî Türkmenlerin köyleridir ki, Sarı Saltık Türkmenlerinin kurmuş olduğu bu köylerden 100-110 yıl sonra Osmanlı ida- resinin “Fetret Devri” olarak adlandırılan 1402-1413 yılları sonrasında Delior- man’a-“Ağaç Denizi’ne- gidip isyan bayrağını çeken Şeyh Bedreddin, bu köy- lerden müridler toplayarak, daha sonra bunların Bektaşî tarikatına katılmalarına sebep olacaktır33. Yazıcızâde, Selçuknâme’de bu durumu şöyle belirtiyor: “Çokluk zaman Dob- ruca ilinde iki üç pâre Müslüman şehri ve otuz-kırk bölük Türk obaları vardı. Fasilyus’un(İmparatorun) düşmanlarına cevap idüb kahr iderlerdi…(Selçuknâ- me, s. 464). Burada adı geçen 30-40 kadar Türk obasının(cemaatinin) Dobru- ca’nın güney-batı ve Deliorman’ın doğu ve kuzey bölgelerdeki ormanlık sahada 1295-1300 yıllarında(Sarı Saltık’ın öldüğü yıllarda) 30-40 kadar köy kurduğu anlaşılmaktadır. Selçuknâme’de sözü edilen “iki-üç pâre Müslüman şehri”nin de Baba-bugünkü Babadağ-, Hacıoğlu Pazarcık(Sarı Saltık’ın halifelerinden olan Gâzî Murad’ın tekke ve türbesinin bulunduğu şehir, günümüzde şehrin güney tarafındaki parkın adı “Gâzi Baba Parkı” adıyla anılır, Bk. dipnot 28.), Yeni Pa-

327 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR zar(Eski Pazar ise Pravadi şehri olmalıdır)34. Evliya Çelebi, Sarı Saltık hakkında Pravadi şehriyle ilgili derlediği efsane ve menkabeler de anlatmıştır35. Yenipazar kasabası Pravadi’ye 25 km uzaklıkta olup Osmanlı döneminde Pravadı kazasına bağlı kalmıştır. Günümüzde Şumnu sancağına bağlıdır. Sarı Saltık’ın yakınların- dan biri de İshak-ı Rûmî’dir. Tuna’nın deltasına yakın güney kıyısındaki İshak- çı(Romence Sakçea) bu İshakca’nın kurduğu şehir olmalıdır. Şehir içinde türbesi halen de ayaktadır36. Gagauzların ataları olan Uzlarla Peçeneklerin, Dobruca ve Deliorman’ın bir- leştiği bölgelerde kurdukları karışık köyleri, günümüzdeki durum ve Atanas Ma- nov’un “Gagauzlar”37 kitabındaki bilgilerden hareketle şöyle sıralayabiliriz: Kara- ğaç(Brestak), Anbarlı(Metliçina), Kızılcalar(Çerventsi), Karamanlı(Karamanite), Şadıköy(Dobrotiç), Pınarlı(İzvornik), Oyvodaköy(Voyvoda), Türk Arnavutlar(- Belogradets), Karagözler(Karavelovo), Beştepe, Peçeli, Dizdarköy(Dobrina), Çamurlu(Boryana), Yenimahle(Novakovo), Yunuspınarı(Kaloyan), Kaykıköy(St. Mihaylovski), Kalaycı(İglika), Tekke-kozluca(İzbul), Türk Söğütçük(Topola), Şumnu, Yenipazar, Kaspican, Turuca, İmrahor, Kapıcımahalle(Vratarite), Kurt- dere, Karakurt(Plaçidol), Kasımlar(Esenitsa), Kayabeyköy, Konak(Podslon), Kor- kut(Strahil), Kurtpınar(Tervel), Doyranlar, Burhanlar(R. Voyvoda), Araplar(G. Kolevo), Karacaot(St.Karaca), Mahalıç, Omurfakı, Silistre, Aydemir, Tatarece, Küçük Çamurlu, Sırtköy, Sultanlar, Karlıbey(Prespa), Malkoç, Kurucaköy(B- ranişte), Çavuşköy(G.Kantarcievo), Cevizli(Oreşak), Caferli(Kiçevo), Kestiriç, Tekke(Akyazılıbaba) vb. Yukarıda sıralanan köylerde Gagauzlarla Müslüman Türkler karışık yaşadıkla- rı için ağız farkı yoktur. Gacal(Peçenek) ağzı ile Oğuz ağzı kaynaşmıştır. Dobruca bölgesindeki Oğuz ve Peçeneklere daha fazla Kuman-Kıpçak karıştığı için Kıp- çak Türkçesi’nin etkisi Deliorman ağzına göre biraz daha fazladır. Bundan dolayı da Dobruca Türklerine, Oğuz-Kıpçak melezi anlamına “Çıtak”denir.Dobruca ağzında şimdiki zaman fiilleri; geliiyim, gidêêyim, bakııyım, duruuyum şeklinde söylenirken, Deliorman(Gacal)38 Ağzı’nda aynı fiiller:geleerim, gi- deerim, dureerim, bakeerim biçiminde söylenir. İki komşu ağız arasında diğer bir önemli fark da, Deliorman ağzı’nda “kurt, arpa, torba, var” gibi kelimeler “kuut, aapa, tooba, vaa” biçiminde “r”siz söylenirken, Dobruca-Çitak39 ağzı’nda “r”li olarak düzgün söylenir. Bunun dışında; “hala, hısım, haklı, hoca” gibi kelimelerde “h” düşmesi(ala, ısım, oca), “peynir, beygir, değişir, ekşi, eksik” gibi kelimelerin söylenişindeki “piinir, biigir, diişir, iişi, iisik” ünlü uzaması(fonem) her iki ağızda da, diğer Balkan ağızlarında ve Gagauzca’da olduğu gibi, ortaktır. Ancak, her iki 328 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ağızda da; türkü, mâni, destan, ilâhi, masal, bilmece, atasözü gibi halk edebiyatı ürünleri ile “mektup, çağrı(dâvetiye), haber, duyuru” vb. yazılırken kitap(edebî) dili ile yazarlar. Her iki ağzın da kitap ve yazı dili Türkiye Türkçesidir. Gagauzlara gelince ise, durum değişir. Aslında, V. Moşkov’un XIX yy. sonlarında ve XX yy. başlarında derlediği ve W.Radloff ’un40 1904’te Petersburg’da neşrettiği Gagauz Halk Edebiyatı Örnekleri(Basarabya) ile W. Zajaczkows- ki’nin41 Bulgaristan Gagauzlarından derlediği folklor ürünlerinde(türkü, mani, destan, fıkra, halk hikâyesi, masal, atasözü ve deyim) anlatım tamamen Deliorman ve Dobruca Türklerinde(Müslüman Türkler) olduğu gibi kitap Türkçesi ile tespit edilmiş ve yazıya geçirilmişti. Ancak Sovyet döneminde Gagauz Türklerinin dilini Balkan ve Türkiye Türklerinin dilinden ayırmak ve apayrı bir “Gagauz Dili” ya- ratmak amacı ile, şimdiki zaman fiillerindeki “-yor” eki bırakılarak, sözde “halkın konuştuğu”(!) dile itibar edilerek “-eer” takısı esas alındı, yani “geliyor, gidiyor” ye- rine “geleer, gideer” şeklinde yazılması kuralı getirildi. .Gagauz yazısı Sovyet dö- neminde Moskova Bilimler Akademisince 1957’de hazırlanan Kiril harfli Gagauz Alfabesi 37 harfli olup, Türk alfabesindeki yumuşak “ğ” hariç, diğer 28 harfi kap- sıyor, artı “ä”(açık “e”) ve ”ı”(ы) gibi genel olarak Türkçe sesleri simgeleyen harf- lerden başka, Rusça kelime, kişi ve yer adlarını yazmak üzere, Rusça’daki: э(ters “e”), я(ya), ц(ts), щ(şç), ю(yu),ё(eyo) gibi çift sesli harfler ile “ъ” ve ”ь” gibi inceltme işaretleri de sokuşturularak Gagauz Türkçesinin adeta Rusça ile kaynaştırılması amaçlanmıştır. Bundan dolayıdır ki, “Ana Sözü” gazetesi sahibi ve redaktörü şair Todur Zanet, 27-28 Aralık 2007 tarihlerinde Türk Dil Kurumu’nun düzenledi- ği “Gagauz Türkçesi Bilgi Şöleni”nde haklı olarak: “Pokrovskaya’nın Gagauz- ca’ya yaptığı kötülüğü-zararı biz tâ(daha) düzeldemedik”, demiştir. 1973 yılında Sovyet Bilimler Akademisi’nin Dilbilgisi Enstitüsü’nce hazırlatılıp Moskova’da yayınlanan Gagauzca- Rusça-Moldovanca Laflık42 adlı sözlüğün arkasına ekle- nen “Gagauz Dilinin Kısa Grameri” başlığını taşıyan bölümde, Pokrovskaya43: “Gagauz Dili’nde 20 ünlü(a, e, u, ü gibi 10, aa, ee, üü gibi uzun söylenen ünlüler de 10 olmak üzere) bulunur”, diyor. İyi ki alfabede 10 ünlü yer almış ve toplam 37 harf kabul edilmiş, yoksa Pokrovskaya’nın bu beyanına göre 47 harf olurdu. 1988’de Gagauz Otonom Cumhuriyeti kurma hareketi başlayınca, Gagauz köylerinde Rusça eğitim ve öğretime devam eden okulların 7. ve 8. sınıflarına Anadili(Gagauz dili) dersi kondu. Böylece, 1960 yılında Moldova Sovyet Cum- huriyetince yürürlükten kaldırılan “Gagauz Anadili eğitimi”, yeniden yürürlüğe konulmuş oldu ve 1994 yılında(23 Aralık 1994) Gagauz-yeri Otonomisi, Mol- dova Parlamentosunca özel bir kanunla tanındıktan sonra, “Anadili” dersleri- nin bütün sınıflara konması yanında, bütün derslerin Gagauz diliyle okutulması

329 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR mücadelesi başladı. Bunun da öncülüğünü şair Todur Zanet ve çıkarmakta ol- duğu “Ana Sözü” gazetesi üstlendi. Ancak bu o kadar kolay bir iş değildi. Rusya Federasyonu, kendi dil ve kültürünü yaymak ve Gagauzları Ruslaştırmak ama- cıyla, Rus okulları için hazırlanmış ders kitaplarından(I’den XI’e kadar-ilk orta ve lise) hiç kıskanmadan ve bedava olarak bütün Gagauz öğrencilere gönderirken, Türkiye’den böyle bir “cömertlik” gelmiyor. Üstelik öğretmenler de Rusça eğitim görmüşler ve çoğu anadilleri Gagauzca’yı öğretim yapacak derecede bilmiyor. İşte bundan dolayıdır ki, Todur Zanet’in ısrarlı tenkitlerinden bunalan Gagauzya’nın önceki başkanı Georgi Tabunşçik, bir gün Zanet’e telefon açarak: “Kardeşim, çok samimiyim, gel seni bir müdür tayin edeyim ki, sen bize bütün derslerin Gagauz- ca olarak okutulmasında öncülük et. Gagauzca ders kitapların yok, öğretmenlerin Anadilini ders verecek kadar bilmiyor ve buna göre de yetiştirilmemişler, nasıl olacak, hadi bir okula44 müdür ol, yap da biz de görelim.” Der. Bu anlatılanlardan kıssadan hisse şudur ki, Rusya’nın yaptığından ders alarak Türkiye de kolları sıvayarak, Gagauz yönetimi ile işbirliği içinde Türkiye’deki ders kitaplarını- I’den XI. sınıfa kadar- ortak komisyonlar kurup Gagauz Türkçe- sine göre küçük değişikliklerle uyarlayacak ve ders kitaplarını bastırıp Gagauz- ya’ya gönderecek.. Bunun başka bir çıkar yolu yoktur. Şimdi de Deliorman-Dobruca Türkleri ile Gagauz Türklerinin mani ve tür- külerinin karşılaştırmasına geçelim. Önce rahmetli dil bilgini(Türkolog) Gavril Gaydarcı’nın 1958-1981 yılları derlediği Gagauz mânileri ile Deliorman-Dob- ruca Türklerinin mânilerini sıralayalım:

DELİORMAN-DOBRUCA TÜRK BUCAK GAGAUZ MÂNİLERİ MÂNİLERİ: 1. İndim çeşmä başına İndim çeşmê başına Yazı yazdım taşına Yazı yazdım taşına Sevda nedir bilmäzdim Sevda nedir bilmêzdim O da gäldi başıma O da gêldi başıma (Kırbalı-Vulkaneştı- (veya: 3.- 4. mısra: GAGAUZYERİ) Görsün yârim okusun Nelêr gêldi başıma) 2. Tuna boyu düz gidiy Tuna boyu düz gidêr Fayton dolu kız gidiy Fayton dolu kız gidêr Fayton yolu şaşırmış Fayton yolu şaşırmış Kısmet bizä düz gidiy Balay bizê uz gidêr (Kurçu-UKRAYNA) (veya: İnşallah bizê gidêr)

330 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

3. Dulların dedikleri Dilbêrdir dedikleri Şu nedir yedikleri Nedir şu ettikleri Hiç aklımdan çıkmayor Hiç aklımdan çıkmayor Onların dedikleri O yârin dedikleri (Kıpçak-GAGAUZYERİ) 4. Ayat’ta yaneer fırın Fırın üstündê fırın İngelêr geeri durun Evlilêr geri durun Benim yârim gelecek Şindi yârim gelecek Beş türlü sofra kurun Altına mindêr koyun (Çöşmäköy-GAGAUZYER 5. Al almayı dişledim Bên armudu dişledim Kabını gümüşledim Sapını gümüşledim Sevgilimin adını Bên o yârin ismini Çevräciimä işlädim Çevrêlerê işlêdim (Kongaz-GAGAUZYERİ) 6. Şu klisenin dolayı Naştarpamın kalayı Geçiy kızlar alayı Geçti kızlar alayı Allaa için süüleyin Alayından fayda yok Var mı seçmää kolayı Yârim gêlsê balayı (Vulkaneştı-GAGAUZYER (balay-bolay= keşke, olaydı) 7. Dumandır derä başı Dumandır dağın başı Hilaldır yârin kaşı Hilâldir yârin kaşı Onu bana värselär Seni bana vêrselêr Sevärim yazı-kışı Sararım yazı kışı (Baurçu-GAGAUZYERİ) 8. Lâlä zümbül biçilmäz Ev ardından geçilmêz Suuk sular içilmäz Yeşil yonca biçilmêz Her nedän vazgeçilir Şimdi dê dünya têrsinê Nazlı yârdän geçilmäz Güzêl çirkin seçilmêz (Kongaz-GAGAUZYERİ) 9. Derä boyu saz olur Derê boyu saz olur Gül açılır yaz olur Gün açılır yaz olur Bän yârimä gül demäm Bên yârimê gül demêm Gülün ömürü az olur Gülün ömrü az olur (Kırbalı-GAGAUZYERİ) 10. Süpürgesi yoncadan Süpürgesi yoncadan Beli kayet incedän Gayet beli incedên Bän yârimi kıskandım Bên yâri sakınırım Şu göçkün Çingenädän Yêrdêki karıncadan (Çöşmeköy-GAGAUZYERİ Kaledên iniyorum 11. Kaledän iniyorum Dön desên dönüyorum Dön desän dönüyorum Yâr sevdandan kor oldum Sevim artık korlaştı Üflesên yanıyorum Üflesän yanıyorum (3. Aşkından kibrit oldum 4. Üflesên yanıyo- (Kıpçak-GAGAUZYERİ) rum)

331 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

12. Hey gündendi gündendi(ayçiçek) Bahçelêrdê gündöndü Başçelär gölgeländi Bahçelêr gölgêlêndi Yârimdän kiyat gäldi Yârimdên mektup gêldi Üreciim dalgalandı Dêrtlêrim tazelêndi (Tülüköy-GAGAUZYERİ) 13. Karadeniz engindir Karadeniz êngindir Balıkçılar zängindir Balıkçılar zêngindir Anası da värmiyor Sil gözünün yaşını O kız benim dängimdir O kız benim dêngimdir (T. Kıpçak-GAGAUZYERİ) Buraya kadar sıraladığımız mânilerden Gaydarcı’nın, şimdi Ukrayna’da kalan Kurçu-Vinogradovka(Bolgrad ilçesi) köyünden derlediği 2. sıradaki mânide:”Tu- na boyu düz gidiy, fayton dolu kız gidiy” deyişi ile Vulkaneştı kasabasından der- lenmiş “ 6. mânide yer alan: “Geçiy kızlar alayı” mısrasındaki “gidiy” ve “geçiy” gibi şimdiki zaman söyleyişleri Gagauz-yeri Otonomisi’nin güneyindeki Vulka- neştı ilçesi ile sınırın Ukrayna tarafındaki Bolgrad ilçesi köylerinde konuşulan “Güney Diyalekti”(Çıtak Ağzı)’ne aittir. Bu bölgenin Gagauzları, Dobruca yöresinden göç eden göçmenler olup, Dobruca Türk(Çıtak) ağzını buralarda da korumuşlardır. Dördüncü sıradaki mânide geçen “(H)Ayatta yaneer fırın” deyişinde geçen “yaneer” fiili, Deliorman yöresinden Basarabya’ya göç eden Gagauzların ağzı- na aittir ki, yukarıda 42. dipnotta adı geçen “Gagauzca-Rusça-Moldovanca Laflık”(1973) adlı sözlüğün sonuna eklenen “Gagauz Dilinin Grameri” bahsinde “Merkez Diyalekti”:Komrat-Çadır Lunga ağzı olarak (Bulgaristan’da “Delior- man- Gacal Ağzı” denir. A.C.) adlandırılmıştır. Aslında, daha 1957 yılında Kiril harfli Gagauz Alfabesi hazırlandığında da Komrat-Çadır Ağzı, “Gagauz halkının çoğunluğunun konuştuğu ağız” gerekçesiyle kitap dili olarak kabul edilmiştir48. 3. ve 11. sıradaki Kıpçak(Kopçak veya Tatar Kıpçak da denir) köyünden derle- nen mânilerde geçen “çıkmayor, iniyorum, dönüyorum, yanıyorum” şeklindeki Türkiye Türkçesine uygun ve Deliorman-Dobruca mânilerinde de kesin olarak uyulan kitap dili kuralı, Bulgaristan Gagauzlarında bugün de devam ettiği gibi,- Gagauz Yeri’nin Kıpçak köyünde de yaşatılmaktadır. XVI yy. tahrir defterlerine göre, bu asrın sonunda Akkerman(Bucak)49 sancağında 5.000 dolayında Gagauz Türkü yaşamakta idi. XVIII yy. sonlarında ve XIX yy. başlarında yapılan Osmanlı-Rus savaşlarında Rus ordularının Rumeli topraklarından Basarabya’ya sürdüğü yüzbinlerce Hristiyan göçmen arasında 50- 60 bin kadar Gagauz nüfus da yer almıştır. Böylece, Rumeli’den getirilen Gagauz- lar, Basarabya’daki Gagauz topluluğunun % 90’ını oluşturmuştu. Bundan dolayıdır 332 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ki, Basarabya veya bugünkü Moldova-Ukrayna Gagauzlarının folklorunun % 90’ı Bulgaristan’dan getirme, ancak % 10’u Basarabya topraklarında ortaya çıkmıştır. Basarabya Gagauzlarının folklor ürünlerini büyük ölçüde V. Moşkov, daha son- ra da Petri Zavrak, Dionis Tanasoglu, Nikolay Baboglu, Gavril Gaydarcı v.b. araştırmacılar derlemişlerdir. Bulgaristan Gagauzlarının folklorunu derlemede en büyük pay, Polonyalı Karay asıllı Türkolog Wlodzimierz Zajaczkowski’nindir50. Ondan önce Varnalı Gagauz tarihçi Atanas Manov da derlediği malzemeyi yukarıda adı geçen “Ga- gauzların Geçmişi” adlı kitabında yayınlamıştır.

DELİORMAN-DOBRUCA T. BULGARİSTAN GAGAUZ MANİLERİ MÂNİLERİ 14. Ay duuar aşmak istär Ay doğar aşmak istêr Gün duuar yaşmak istär Al yanak yaşmak istêr O benim cahil gönlüm Benim divâne gönlüm Yârlen kauşmak istär Yâre kavuşmak istêr 15. Ay duuar sini gibi Ay doğar sini gibi Oynaşır(sallanır) selvi gibi Ondördün günü gibi Yâr kokusu geliyo Yârin kokusu gelir Kavarna gülü gibi Baharın gülü gibi 16. Ayna attım çayıra Ayna attım çayıra Şafkı urdu bayıra Şavkı urdu bayıra El ne därsä ko desin Ellêr ne dêrsê desin İşim çıktı ayıra Benim işim hayıra 17. Alçaklarda kar yaayor Alçaklara kar yaayor Üşümedin mi Üşümedin mi Bu işin sonunu Sên bu işin sonunu Düşünmedin mi Düşünmedin mi 18. Yasaklıktan geçilmäz Yasaklıktan geçilmêz Bulanık su içilmäz Sovuk sular içilmêz Şindi dünya diyişik Şindi dünya têrsinê Hısım akraba seçilmäz Hısım falan seçilmêz 19. Kapularda baalama Kapılarda maarama Sus kara gözlü aalama Kara gözlüm aalama Yüklüktedir tambura Bên buralı değilim Gitmäm buba kambura Bana gönül bağlama 20. Karanfilim sarkayor Karanfilim sarkıyor Açılmaya korkayor Açılmaya korkuyor Yârim beni gördükçä Yârim beni görüncê Sarılmaya korkayor Sarılmaya korkuyor

333 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

21. Kızılcıklar oldu mu Kızılcıklar oldu mu Derelärä doldu mu Derelêrê doldu mu Yolladıım yüzüklär Yolladığım çoraplar Parmacıına oldu mu Ayağına oldu mu 22. Masa yüstündä darı Masa üstündê darı Ne darıldın be karı Ne darıldın be karı Sofyadan haber gälmiş Sofiya’dan têl gêldi Bir adama beş karı Bir adama beş karı 23. Mektup saldım garadan Mektup attım garadan Daylär kalksın aradan Daylêr kalksın aradan Hasretimdän ayrıldım Hasretin beni yakar (anêm) Kauştursun Yaradan Kavuştursun Yaradan 24. Kavarnalı kalkmıyo İndim çeşme akmıyor Yâr yüzümä bakmıyo Yâr yüzümê bakmıyor Yâr üstünä yâr sevmiş Dokuz daldan gül aldım Hiç Allahtan korkmıyo İlk yârimê kokmuyor 25. Pindim yerik dalinä Pindim erik dalinê Baktım Urum elinä Baktım Urumeli’nê Urum eli taşlıca Urumeli pek taşlı İngäm kara kaşlıca Benim yârim kare kaşlı 26. Varna’nın kavakları Şumnu’nun kavakları Titreyor yaprakları Dökülür yaprakları Çii düşmüş güle bänzär Tâzê açmış gülê bênzêr Yârimin yanakları Yârimin yanakları Örnek olarak sıraladığımız bu manilerde geçen şimdiki zaman fiillerinin, her iki toplulukta da daima “yor” takısı ile söylendiği görülmektedir. 15. ve 24. sı- radaki Kavarna adlı Gagauz kasabasından derlenen mânilerde geçen “geliyo”, “kalkmıyo, bakmıyo, korkmıyo” gibi şimdiki zaman fiili söyleyişlerini, Zajac- zkowski’nin52 yukarıda adı belirtilen kitabında yalnız mânilerde değil, masal ve benzeri düzyazı anlatımlarında da görüyoruz. Bu durumu 1263 yılında Sarı Saltık Baba ile Anadolu’dan(Selçuknâme’ye göre Konya-Karaman yöresinden)53 gelerek Dobruca’ya yerleştirilen Türkmenlerin Bizans’ın baskısıyla zorla Hıristi- yanlaştırılmasından sonra Kavarna, Balçık ve Varna kasabalarına ve yakın köylerine iskân edilmeleri olayı ile açıklamak gerekir54 Anlaşıldığına göre, özellikle Kavarna şehir ağzında Konya yöresinden getirilen “geliyo”, “gidiyo” gibi söyleyişler yerleşmiş, bugün de yaşatılmaktadır. Buna dair birkaç kısa örnek vermek yerinde olacaktır. Zajaczkowski’nin Kavarna’lı İvan Bolşevikov adlı Gagauzdan derlediği “Annazar” 55adlı masalın son bölümünden bir parça: Soruyolaa ona: “Karın, uşakların yok mu be Annazar?”. “Var”diyo, “Karım da uşaklarım da, ama ne götüreyim onara. İç ara kazanamadım.” “Ne kadar altın 334 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR istiyosun be Annazar, götürelim senin eve”. Bu istiyo üç şinik. Onnar veriyo bir buçuk şinik altın. İstiyo ama diyo: “Götüreceeniz o katırnan ani uçar gibi gidiyo.” Dev adamnar kayıl oluyolaa, veriyolaa ona katırı da götürmee. Altınnarı götüren dev adama diyolaa: “Semeri bırakmayasın orda, niçin bu adam fena adam.” Dol- duruyolaa altınnarı, çekiliyolaa. Kaldıynan dört beş kilometro eve yakın, Annazar gidiyo eve diyo karısına (h)em uşaklarına : “Alın veresiye beş bıçak . Epsi alsın eli- ne birer bıçak, baararak desinner Ona karşi: “Be baba, bu kadar mı getirisin?” Gö- rüyo dev adam, ani karısı ve uşakları bıçaklan kesiyo semerin ipini, atıyo semerlen altınnarı, kaçıyo, bırakıyo katırı da. Gidiyo dev adamnara diyo: “Arkadaşlar, fena adam bunnar. Zornan kurtuldum onnardan. Karısı da, uşakları da bıçaklarnan ba- ararak üstüme yörüdüler. Bıraktım her şeyi, sade canımı kurtarayim deyi”. Diğer Dobruca Gagauz köylerinin ve Yambolu yöresi Gagauzlarının masallarında “yor” takısı yaygın olduğu halde, görüldüğü gibi Kavarna masallarında “r” düşüyor ve daima “yo” (diyo,gidiyo, istiyo) şeklinde söyleniyor. Şimdi de, “yor”lu anlatıma güzel bir örnek olmak üzere, Zajaczkowski’nin Bulgaristan Gagauzlarından derlediği “Kotaran Bey” masalını sunalım56. Kotaran Bey, bir koca karının iri ve korkunç yüzlü kedisi. Tilki kümeste yakalanınca bunu kandırır ve kocakarının tavuklarını birlikte taşıyıp tilkinin inine sığınır. Devamını aynen aktarıyorum: Bir gün kurt, ayi, domuz toplanıyorlar bi yere, kardaş olıyorlar, deyorlar ki “çamaşır yıkaylım”. Ateş yok. Kurt deyor: ”Bän gidecäm bizim tilki arkadaştan ateş alacam”. Kurt kalkayor, gideyor tilkinin yuasına, ses edeyor: “Arkadaş bana hateş ver, çamaşır yıkaycam”. Tilkinin arkasından Kotaran Bey çıkıyor. Kurt gör- düynän Kotaran Bey’i korkmuş, ateşi alıp hacelä kaçmış. Gittiynen arkadaşlarına annattırıyor: “Bizim tilki arkadaşın bir arkadaşı var, Kotaran Bey, yüzünä bakı- lacak gibi deyil. Çok korkunçlu, bükmüş bıyıkları, dokuz bilezikli tüfeyi urmuş arkasına, bakılacak gibi deyil”. Kurt, domuz, ayı üçü beraber: “ Nasıl yapalım biz da görelim bu Kotaran Bey’i”. Bi karar veriyorlar “bir dâvet yapalım”. Kurt de- yor :”Bän bir koç çalacam koyunnardan”. Ayi deyor: “Bän gidecäm küüye bir kazan çalacam. Domuz da deyor: “Bän bir ocak kazacam kurbanı kaynadalım”. Bunnar hepsini azır ediyorlar, kurbanı da kaynadıyorlar. Şindi dâvet edecekler til- kiyi hem Kotaran Bey’i. Onnar da görsünnär Kotaran Bey’i. Kurt deyor: “Gidin dâvet edin”. Onar gitmiyor, korkayorlar, kurda da deyorlar:”Sän gidecän”. Kurt ta alıyor kendini gideyor. Dışardan baarıyor: “Tilki arkadaş, çık dışarı”. Tilki çikayor, Kotaran Bey da barabar çıkayor. Kurt deyor: “Buyurun gelin bu gün dâvetimiz var,

335 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR bir maabbet yapalım”. Hacele kurt döneyor, gideyor, onnarı beklemeyor. Gittiynen arkadaşlarının yanına deyor: “Çok korkunçlu şey bu Kotaran Bey”. Bunar esap yapayor nasıl görsünner Kotaran’ı. Ayı deyor:”Bän binecäm acın üstünä”. Domuz da: “Bän saklanacam aacın altında yaprakların içinä”. Kurt ta deyor: “Bän da sak- lanacam orman içinä”. Ordan bakacaklar. Bi da bakıyorlar tilkiylen Kotaran Bey geliyor kazanın yanına. O yanı bakıyor, bu yanı bakıyorlar, kimse yok. Kazanın et- rafında domuz yapraklar içindeyken, domuzun kulaa kalmış dışarıda, açıkta. Ku- laanı oynattırıyor, çabalayor kula. Kotaran Bey bunu gördükte zan ediyor sıçandır, atlayıp kavrayor domuzun kulanı. Domuz bir baarıyor, Kotaran Bey korkudan atlayor aacın üstüne. Ayı da zan ediyor ona gideyor. Kordkudan düşeyor aaştan aşaa, alıyor kaçmaa. Ayı uurayor bir boyday tarlası içine. Öbür başa çıktıynan top- lanıyorlar üçü bir yerde. Kurt, ayı, domuz. Soruyorlar birbirine ne oldu? Ayı deyor ki: “Bu tarladan çıkınca(ya kadar) üçyüz tene kamşik(kamçı) urdu bana Kotaran Bey”. Kedi yineyor aaştan aşaa, oturuyorlar, yiyorlar kurbanı tilkiylen barabar ve alıp kendilerini gideyorlar. Kurt, ayı, domuz ne kurban yiyorlar, Kotaran Bey’i de iyice tanıyamıyorlar.(Anastas V. Dimitrov, 74 yaşında, Yambol 1964.)

Sonuç Görüldüğü gibi, Gagauzlar kendi anadilleri olan Türkçeyi çok güzel kul- lanmışlar ve bu dille şâheser masallar yaratmışlar. Abartma sanatını mükemmel bir kullanışla, sevimli bir hayvan olan kediyi, dağdaki hayvanlar için korku ejder- hası haline getirmişler. Diğer masallarda olduğu gibi bunda da şimdiki zaman fiillerini kitap Türkçesi ile kullanmışlar. Bütün bu sergilenen örneklerden çıkan sonuç; Gagauzların kitap di- li-şimdiki zaman fiili söyleyişinde- belli köy ve yörelerde konuşulan “-eer” (geleer, gideer) söyleyişi değil, Türkiye ve Balkanlarda ortak kitap dilimiz olan Türkiye Türkçesi, bir diğer adı ile Oğuz Türkçesi’nin “-yor” şeklidir. Gagauz dilbilimcileri ve Anadili araştırmacıları ile Gagauz dili öğret- menleri bunu iyi düşünmeli, Rus ve Panslavist politikasının oyununa gelmemeli- dirler.Türk ve Gagauz halklarını birbirinden uzaklaştırmaya değil, yakınlaştırma- ya ve birbirlerini daha iyi anlamaya yöneltmelidirler.

1 Stefan BULGAR, Ay Boba Mihail ÇAKIR: “Gagauzlar- İstoriya, Adetler, Dil hem Din”, Pontus Yayınevi, Chişinău 2007, s. 12. 2 S. BULGAR, A.g.e., s.53-98; Mihail ÇİACHIR, Besarabieală Gagauzlarăn İstorieasă(İstoria Găgăuzilor din BASA- RABİA), Chişinău 1934(Türkiye Türkçesine çev.:Prof. Dr. Harun GÜNGÖR, “Basarabyalı Gagauzların Tarihi”, Tolu- nay Yay., Niğde 1998, s. 2-16 v.d. 3 F. SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler), AÜ DTCF, Ankara 1972, s. 52-59; Agacanov, S.G., Oğuzlar, Selenge Yay., İstanbul 2002, s. 189-234.

336 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

4 A. MANOV, Potekloto na Gagauzite i Tehnite Obiçayi i Nravi, Varna 1938(Türkçe terc. Türker Acaroğlu, “Gagauz- lar-Hristiyan Türkler”, Varlık Yay., Ankara 1939), s.35-37. 5 ÇAKIR, a.g.e.,(H. Güngör çevirisi) s. 2. 6 ÇAKIR, a.g.e., s.4-7. 7 BULGAR, A.g.e., s. 58-59; M. Çakir, Basarabiyalı Gagauzların İstoriyası, Sabaa Yıldızı, S. 2, 1996, s. 7-8. 8 Yaşar NÂBÎ, Balkanlar ve Türklük, Ankara 1936, s. 61. 9 Y. NÂBÎ, A.g.e., s. 80-81. 10 MANOV, A.g.e., s.37.(Bugün de 300.000 nüfuslu Varna şehrinin yarısı Gagauzdur.) 11 MANOV, A.g.e., s. 35-39. 12 BALASÇEV, Georgi D., Mihail Paleolog VIII, Sofya 1930; BALASÇEV, G. D., O Aftokraton Mihail İ. o Paleologos, Sofya 1930. 13 WITTEK, Paul, “Yazıdjioglu Ali on the Christian Turcs of the Dobruja”, Bulletin of the School Orientalistic and Asiatic Studies, C. XIV(1952), s. 639-668; WITTEK, P.,”Les Gagaouzes- Les gens de Kaykaus”, Rocznik Orientalistyczny,, C XVIII, (1951-1952), Krakow 1953. 14 YAZICIOĞLU Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk, TS Revan K. No: 1390. 15 YAZICIOĞLU Ali, A.g.e., s. 463-465, 517-520 vd. 16 MANOV, A.g.e., s. 12-13. 17 KURAT, Akdes N., Peçenek Tarihi, İstanbul 1937; KURAT, A.N., Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletle- ri(IV-XVIII asırlarda), AÜ DTCF Yay., Ankara 1972(Peçenekler böl.). KOMNENA, Anna,”Alexiad”, Türk. çev., Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1996, s.210, 213, 218-225, 226-242 vd.

18 KURAT A.N., K.K.T.K. ve Devletleri, Kuman-Kıpçaklar böl.; Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, TKAE, Ankara 1972(Kumanlar Bahsi). 19 MANOV, A.g.e., s. 13-16. 20 YAZICIOĞLU, A., a.g.e., s.464-465 vb. 21 A.g.e., s.514(v. 257/b). 22 İbn BÎBÎ, El Evâmiru’l-Alâ’iye fi’l-Umûri’l-Alâ’iye”(Selçuknâme), C. II.,KB(1000 Temel Eser), Ankara 1996,s.243 . 23 Kemal YÜCE, “Saltuknâme’de Târihî, Dînî ve Efsanevî Unsurlar”, Kül. Tur. Bak., Ankara 1987, s.89(Holland. Tarihçi Machiel Kiel, Sarı Saltuk’un ölüm yılını H. 699-M.- 1300 olarak kabul ediyor, ki doğru görünüyor). 24 Sarısinan’ın Sarı Saltık’ın oğlu olduğu ve bu köyün kurucusu olduğu rivayeti Deliorman’da yaygınsa da Ebu’l-hayr-ı Ru- mi’nin Saltuknâme’sinde böyle bir oğlu görünmemektedir. 25 Bu köyü Sarı Saltık’ın yakın adamlarından Kiçi Abdal’ın kurduğu rivayet edilir. Günümüzde “Keçilermahallesi” denir. Bu köydeki ahşap caminin l940’larda yandığı bilinir. Köy halkının ve civar köylerin yaşlılarının rivayetine göre 750 yıl önce meşe ormanlarının ortasında su kaynakları bol olan bu yerde meşe kalaslarından inşa edilmiştir. Omurfakıh camiinden beş yıl önce yapıldığı söylendiğine göre, bu caminin kuruluş yılı M. 1294 olmalıdır. 26 Omurfakih köyündeki ahşap cami(1940’lı yıllarda Bulgarlar tarafından kasıtlı olarak yakılmıştır)’nin kuruluş yılı, köyün Ali Necip adlı bir Türk sakini tarafından gizlenerek korunan ilk mermer kitabesine göre H.698(M. 1299) olarak kaydedilmiş- tir. Kurucusu Derviş Beğ’dir. Muhtemelen Sarı Saltık’ın önderliğinde Anadolu’dan gelen Türkmen beylerindendir. Köyün bu mescidden önce Omur Fakih isminde bir din adamı tarafından kurulduğu anlaşılıyor. Muhtemelen o da Sarı Saltık’la Anadolu’dan gelen Türkmen beylerinden biridir. 27 Kilikadı köyünün kurucusu, Sarı Saltık’la Anadolu’dan gelen fakihlerden olup, 1264’te Altınordu’ya iltica edince Tuna’nın sol kolunda(kuzeyinde) yer alan Kili kasabasına kadı tayin edilmiş olup, 1280’de II. İzzeddin Keykavus’un ölümünden son- ra, yine Sarı Saltuk’la bile Dobruca’ya dönerek kendi aşireti ile bu köyü kurduğu köy halkınca rivayet edilir. Komşu Omur- fakih köyü camiinden iki yıl önce kurulduğu rivayet edilen bu köyün Karşımahalle camii muhtemelen köyün kurucusu olan bu kadı tarafından yaptırılmıştır(1297). 1950’lerde yanan bu ahşap caminin kitabesi de kayıptır. 28 K. YÜCE, Age., s. 374(Gazi Murad olarak adı geçen Sarı Saltık’ın yardımcısı Hacıoğlu Pazarcık’ın kenarında bir tekke açarak “Gâzi Baba” mahallesinin de kurucusu olmuştur). Yazıcıoğlu “Selçuknâmesi”nde anılan 2-3 şehirden biri de bu H. Pazarcık olmalıdır. Diğerleri, Babadağ, , Yenipazar ve İshakca olabilir. Bk. Age., s. 464. 29 İlyas-ı Rûmî olarak da anılan İlyas Fakih, fetihler yapan gâzîlere serleşkerlik(komutanlık) verme, hilat giydirme, kemer bağlama gibi görevleri olduğundan, Sarı Saltık’ın haleflerinden olduğu anlaşılıyor. Bk.Yüce, Age., s. 374. 30 Muradallar(Mirovtsi) olarak anılan köyün asıl adı Muradabdallar’dır. Murad Abdal, Sarısaltık’ın yakın adamlarından biri- dir. Bk. Yüce, K., Age., s. 374. 31 Yusufhanlar(Pristoe) Şumnu ilinin Silistre ve Dobriç illeri sınırında bir köydür. Bk. Yüce, Age., aynı yerde. 32 İtalik yazı ile belirtilen köyler Deliorman’daki Alevî-Bektaşî köyleridir. 33 Bu konuda bkz. DV İslâm Ansiklopedisi “Deliorman” maddesi. 34 Evliya ÇELEBİ, Seyah. III., Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976, s. 927(Burada E. Çelebi “Eski şehir Pravadi ve kalesi” diye başlık atarak şehrin tarihi ve görülecek yerleri hakkında bilgi vermiş. Bkz. ss. 927-930). 35 Bkz. Evliya Çelebi, Age., C. II, s. 133. 36 Bk. K. Yüce, Age., s.374. Ayrıca: M. Naci Önal, Romanya Dobruca Türkleri, Kül. Bak., Ank. 1998, s. 69-70. 37 Bk. Manov, Age., s.40. 38 Bu ağız hk. bkz.: Janoş Eckmann, “Razgrat Türk Ağzı”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar I, TTK, Ankara 1950, ss. 1-25.

337 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

39 Dobruca Türk ağzı hk. bkz.-: Ahmet Cebeci, “Veysel Arseven’in İşlediği Türküler-Anadolu Rumeli ve Gagauz Türkü- lerinde ortak motifler”, Sabaa Yıldızı, S. 25, Komrat 2003,s.40. Deliorman Türkçesi hakkında; Janoş Eckman tarafından yazılmış olan “Razgrat Ağzı”(Bk. Dn.38), “Varna Ağzı” gibi birkaç araştırma bulunduğu halde, Dobruca Türk ağzı hakkın- da-bu bölgeden bir çok Türkolog yetiştiği halde-hiçbir araştırma yoktur. Benim bu makalemde de, sadece Basarabya top- raklarına Rus orduları tarafından zorunlu göçle iskân edilen Dobruca’lı Gagauz göçmenlerin Dobruca Türk ağzını(şimdiki zaman fiillerinin “geliy, bakıy, seviy” şeklindeki telâffuzunu) günümüz Gagauz Yeri’nin güney bölgesine taşıdıklarını belir- ten birkaç cümlelik kısa bir değinmedir. Bu türden Oğuz-Kıpçak lehçe tabakalaşması(“bakayı, geleyi , gideyi “ söyleyişleri) Makedonya ve Kuzey Anadolu Türk ağızlarında da yaygındır(Bkz. Zeynep Korkmaz, “Bartın ve Yöresi Ağızlarında Lehçe Tabakalaşması”, Türkoloji Dergisi c.II S. 1, Ank. Üniv. DTCF Yay., Ankara 1969, ss.265-287). 40 William RADLOFF, “Proben der Volkslitteratur”, C. X., V. Moschkoff(Nareçiya Tyurskih Plemen), St. Peterburg 1904. ss. 1-265., 41 W. ZAJACZKOWSKİ, “Jezik i Folklor Gagauzow z Bulgarii”, Polska Akademia Nauk, Od. Krakowie 1966. 42 GAYDARCI G.A.- KOLTSA E.K.-POKROVSKAYA L.A.-TUKAN B.P., “Gagauzca-Rusça-Moldovanca Laflık” (Ga- gausko-Russko-Moldavskiy Slovar), Sovyet Ansiklopedisi Yayınevi, Moskova 1973. 43 Aynı eser, s. 614. 44 “Okul” denince, Gagauzya’daki ilk-orta ve lise kısmı bir arada olan ve I. sınıftan XI. sınıfa kadar okunan okullar anlaşılmak- tadır ve “şkola” denmektedir ki, okul’un Rusçasıdır. 45 Gagauz alfabesinde “geniş e” sesi “ä”(noktalı a) ile yazılmaktadır. Türkologlar da genelde böyle yazarlar. 46 Deliorman Türk ağzındaki “geniş e” sesinin şapkalı “ê” harfi ile yazılması kuralını, bu geniş “a” değil, geniş(açık) e sesidir, bundan dolayı noktalı ä ile değil, şapkalı ê ile yazılmalıdır kuralını İsa Cebeci, bir yayın kuruluşuna basılmak üzere verdiği “Örneklerle Deliorman Türk Ağzı Sözlüğü” adlı kitabında kullanmıştır. Bu ses bütün Rumeli ve Anadolu ağızlarında da vardır. “Bêlki”, “bêrbêr” kelimelerinde olduğu gibi. 47 Burada bu maniyi veren kaynak kişi Gavril Gaydarcı’nın amcasının eşi Zaharilâsa nine “ömürü” şeklinde söylediği için aynen kaydedilmiş. Aynı mâni yukarıda 42. dipnotta adı geçen sözlüğün 355. sayfasında yer alan “ömür” sözünün açıklama- sında da “Bän yârimä gül demäm, gülün ömürü aaz olur” şekliyle yer almış. “Az” sözü Moldova Gagavuzlarında “aaz” şeklin- de söylenir, “geri”(önce) yerine “geeri” dedikleri gibi. Bulgaristan Gagauzlarında bu yanlış telâffuzlar yoktur.Bu, Basarabya Gagauzlarında sonradan oluşan bir söyleyiş(telâffuz) bozukluğudur. 48 Bkz. A.g.e., s.612. 49 Başbakanlık Tapu Kadastro Gn. Md. Kuyud-ı Kadime Arşivi, Dft. No:561(Akkerman-Silistre Mufassalı-M.1597) 50 W. Zajaczkowski, Age.(Bk. Dn. 41). 51 Yasaklık: Harman yeri, arka bahçe, köy evlerinin ekindeki yonca ,darı vb. ekilen yurt yeri, bağ-bahçe. 52 Zajaczkowski, age., s. 42 ve 61. 53 Yazıcızade Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk, ss. 514-520. 54 Bkz. Cebeci, Ahmet, XVI. YY. Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Gagavuzlar”, Ankara 2008(GÜ Sos. Bil. Enst. Doktora tezi), s. 55 Zajczkowski, age., s.125. 56 Zajaczkowski, age., s. 113.

338 GAGAUZ DILI HEM LITERATURA UROKLARINDA KOMUNIKATIV KOMPETENŢIYANIN OLUŞTURMASINDA YARATMANIN ROLU. YARATMALAR KARTINAYA GÖRÄ.

Фамилия КОНСТАНТИНОВА Olga KONSTANTİNOVA

Имя Оксана, [email protected]

Gagauz dili hem literatura uroklarında komunikativ kompetenţiyanın oluştur- masında yaratmanın rolu. Yaratmalar kartinaya görä. Konstantinova O. F. Çadır teoretik liţeyi M. P. Guboglu adına. Yaratmalar resimä görä – söz ilerlemesinin temel sınışların soyu. Zaman- daş rus metodikasında var türlü bakışlar bu yaratma çeşidinä hem onun geçirme- sinä. Profesor A. B. Tekuçev görer yaratmaları resimä görä butakım aspektindä: Bu en geniş hem çoktan kullanılan yaratmanın soyu. Onnarın variantları geniş: • kartinanın süjetini annatmak, • peyzaji yazdırmak, • yaratmanın epizoduna kartinayi geçirmäk, angısınnan ya çekider, ya biter ya- ratma, • birkaç kartinaya görä yaratma ( kartina planına görä yada onnarın kimi nişan- nara görä uydurmak), • yaratma resimä görä gramatika sınışlarınnan. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Yaratmalar resimä görä yazılêr hepsi klaslarda hem olur olsunnar türlü zorluk uurunda. Onnarın önündä koyulêr daavalar: 1. üüretmää üürenicileri siiretmää kartinayı, 2. annamaa onu hem görmää onun artistik kolaylıklarını, 3. geçirmää görünmüşü söz dilinä. Kartina verer kolaylık ilerletmää logika fikirini, çünkü onun yazdırmasında hem süjetin açıklamasında lääzım becermää ayırmaa baş hem ikincisini, ayırmaa detalleri hem belli etmää parçaların arasında baalantıları, yazdırmaa onu dooru sırada ( planın kullanılması). Yaratmaların resimä görä tematikası geniş – may hepsi yaratmaları, ayırılan janralarına görä, olur yazılsın kartinaya görä. Kartinala- rın kullanılması uroklarda olur baalansın yazdırmalara siiretmeklerä görä, portret harakteristikasına, fikirlemelerä.[1] “Методика русского языка” kiyadın avtorları E. A. Barinova, L. F. Bojenko- va, V.İ. Lebedev açıklêêrlar kendi bakışlarını yaratmaya kartinaya görä: Yaratmalar resimä görä – en geniş kullanılan yaratma soyu. Kartina, nicä sayêr K. D. Uşinskiy, verer üürenicilerä kolaylık gerçekleştirmää siiretmeyi, dayanarak özel görgüsünä, bu üzerä yaratma resimä görä olur verilsin nicä yaratma özel gör- güsünä görä, diil sade siiredilmişä, ama okunmuşa görä dä. Kullanarak kartinayı söz ilerlemesinin uroklarında, ilktän üüredici lääzım üü- retsin üürenicileri “okumaa onu”. “Okumaa” kartinayı – annamaa resimcinin ya- ratıcılık fikirini, derin açıklamaa resimciliin dilini nicä incä zanaatın “görünän sü- retlerini”, şafkın hem gölgenin “lafedän” boyalarını, annadıynan bunu, açıklamaa içindeliini hem kartinanın ideya maanasını. Büük ön veriler kartinaların ayırmasına. Çekettirmää lääzım janra kartinalarından, meraklı tematikasına görä, yakın hem annaşılan uşaklara, kompoziţiyasına görä diil zor. Gagauz dilinin metodikasinda hem okul kiyatlarında yaratmaya re- simä görä açıklama yapılmêêr, makar kulturamızda çok anılmış resimcileri var: Dmitriy Savastin, Dmitriy Kara Çoban: Georgiy Deçev, Konstantin Keleş h.b. Hazırlanarkan işä kartinaylan-peyzajlan yardım edecek süjet harakterindä kartinanın analizi, angısının siiretmesindä esaba alınêr peyzaj. Ayırdıynan ders için kartinayı, üüredici kendisi dikkatli siireder onu, bellieder temayı, kartinanın ideya içindeliini, angı kolaylıklarını kullanêr resimci, açıklaya- rak kendi ideyasını. Soruşların sisteması, angısını hazırlêêr üüredici, kartinanın içindeliinin açıkla- 340 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR masında sıralamayı, analizinin derinniini, temelä dikkatlık oluşturêr, angıları yar- dım eder resimcinin ideyasını annamaa. Yaratmada resimä görä okul metodikasında olur nışannamaa birkaç etap: 1. Üüredicinin dersä hazırlanması. Kartinanın ayırması, alarak esaba üürenicile- rin yaşlarını, klasın hazırlık uurunu hem neeti, angısını üüredici koyêr. 2. Kartinanın içindeliini üürenmää. Resimcinin yaratıcılıınnan, biografiyasınnan, kartinanın kurulmak istoriyasınnan hem resimcinin ideyasının gerçekleştir- mäk kolaylıklarınnan tanışmaa. 3. Sözleşmäk soruşların hazırlaması. 4. Dersin planını kurmak. Ders-üüretmäk yaratmaya görä (görünmüşün yazdırmak tipi). 1. Üürenicileri temaylan hem çalışmak neetlerinnän tanıştırmak. 2. Üüredicinin giriş sözü resimci için (onun yaratıcılık yolu için hem kimi yaratmaları için) ya lafetmäk ,angısının içindelii hem genişlii baalı klasın hazırlık uuruna, kartinayı kabletmäk, annamak zoruna, bu soruşa literaturanın aaraştırılması. 3. Kartinayi sessiz siiretmäk. 4. Bir zamanda lafetmäk kartina için hem üürenicilerin cuvaplarına analizi. 5. Kolektiv ya kendibaşına yaratmanın planını kurmak bakarak klasın hazırlık uuruna. 6. Bir-iki üürenicinin aazdan yaratması, angılarına başka üürenicileri dil hem içindeliin tarafına reţenziya yapêrlar ( bölä analiz olur yapsın üüredici dä). 7. Kimi lafların hem lafbirleşmelerin yazmanın açıklaması. 8. Üürenicilerin kendibaşına yartmanın resimä görä yazması. 9. Üürenicilerin yaratmalarına analiz hem yannışlıklarlan iş (korekţiya).[3] Ana dilinin uroklarında jivopis yaratmaların kullanmak probleması çoyu bilim adamnarın dikkatini çeker: psihologların, pedagogların, lingvistlerin hem meto- distlerin. Onnar nişannêêrlar kartinanın rolunu üürenicilerin fikirin hem sözün ilerlemesindä, onnarın estetika zevkinin (вкус ) ilerlemesindä, büük ön vererlär kartinaya baalantılı sözün ilerlemesindä. Büük faydayı uşakların fikir becermeklerin ilerlemesindä nışannêêr L.V.Zan- kov, B.M. Kozlov, M.P. Feofanav. Biliner, ani uşak açıklêêr dünneyi erin, alanın

341 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR hem zamanın baalantısında, bu proţes önemli bir etap türlü baalantıların arasında real yaşamanın edenmesindä – önemli bir etep aşaan fikir ilerlemesindä. Resimni kartinada predmetlär açıklanêr uşakların önündä başka taraftan (başka büüklük, başka maştab, başka ilgi önemli hem ikincili predmetlerin arasında, düzlemdä erleşmäk). Resimciliklän tanışmakta uşaklar üürenerlär uydurmaa kartinada re- simnenmişlerini, onunnan, neyi onnar görmüşlär halizdän, bu yardım eder logika düşünmesini ilerletmää. Pedagogların hem metodistlerin çoyu nışannêêrlar, ani kartinaların siiretmesi ilerleer uşakların dikkatliini, uyandırêr kritikalı düşünmeyi, genişleder fikiri hem sevgiyi haberleşmeyä. T.G. Lubeneţ sayardı, ani üüredici lääzım üüretsin üüre- nicileri okumaa kartinayı hep ölä, nicä artistik yaratmasını. Onun bakışına görä, “uşaklar beceräbilerlär annamaa kartinanın artistik maanasını, duymaa resimci- nim kefini, halını”. Söleyeräk kartinanın kullanmasının faydası için üürenicilerin sözün ilerletme- sindä ana dili uroklarında, lääzım annamaa onun rolunu söz çalışmanın ilerleme- sindä zamandaş bakıştan. Ana dilinä üüretmäk – üürenmäk onnarı söz çalışmaya okumakta, seslemektä, lafetmektä, yazmakta. Metodist L.A. Hodäkova kartinaya göra yaratma yazmasını böler iki paya: 1. orientirovka etabı; 2. plannamak etabı. Kendi speţifikasına görä orientirovka etabında kartinanın stimul rolu var, çün- kü o, duymak etkisinä görä söz çalışmasının motivaţiyasını oluşturêr, olêr orien- tir üürenicilerä kartinayı adekvat açıklamasında. Plannamak etabında (sözleşmäk etabında), açan fikir taa açıklanmamış laflarda, sözleşmäk programası oluşturulêr içindeki sözündä “süretleri-fikirleri”, kartina – “predmetli-süretli kod”, angısı yar- dım eder kurmaa sözleşmäk programasını, çünkü hazır materialı verer. Geçeräk sözleşmäk programasından kartinanın dil kodunun açıklamasında oluşturêr üürenicileri söz çalışmasını sözün predmetinä görä: temaya hem ide- yaya. Bu etapta kartina – sözün predmeti, çünkü verer hazır temayı hem sözleş- menin baş fikirinin, angısının açıklamasında lääzım ayırmaa dil kolaylıklarını, uy- gun laflarını, sintaksis konstrukţiyalarını, kartinanın içindeliini düzgün açıklayan. Üürenicilerä hazırlanan soruşlar siiredilän kartinaya görä olêr stimul lafedenin söz aktivliindä, temellederlär hem düzülderlär onun söz çalışmasını. Butakım düzüler komunikativ birlii hem çözüler üüretim-komunikativ daavaları, çünkü uşakların 342 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR cuvaplarını kontrol eder üüredici, angısı görer hep bu kartinayı da olur düzeltsin yannışlıkları. Üürenicinin ilerletmäk yolu oluşturulêr kartinaya görä türlü soy sınışların yar- dımınnan (soruş-cuvap, temaya görä, temel laflara görä, dialog situaţiyaya görä, serbest sözleşmäk) hem söz yaratmanın janrasını ayırmak (yazdırma, annatma, fikirlemä). Kartinaya görä çalışmak yardım eder ilerlemää diil sade ölä söz çalışmaları, nicä lafetmäk hem seslemäk (üüredicinin annatmasını ya kartinanın yazdırmak tekstini seslemäk), ama yardım eder oluşturmaa yazılı sözünü, yapêr onun logikalı, geniş, leksika-gramatika genişliini, yardım eder geçmää içindeki sözündän yazılı sözünä, oluşturarak sözleşmeyı hem sözün baş fikirini. Komunikativ becermeklerin oluşturması kartinaya görä çalışmasında. Bu metodikanın özelii – o ilerleder söz çalışmayı hem oluşturêr komunikativ becermekleri. Kendi speţifikasına görä kartina optimal kolaylıktır söz çalışmanını gerçekleşmesindä hem komunikativ becermeklerin oluşturmasında(T. A. Lodı- jenskaya görä), lääzımnı sözleşmeyi kurmakta. Siirederäk kartinayı üürediciylän barabar, üürenicilär annêêrlar, ani tema – o resimnemäk predmeti, baş fikir – av- torun fikiri, angısını resimci açıklêêr resimcilik kolaylıkların yardımınnan kendi özel uyumuna görä. Eer biz isteeriz oluşturmaa üürenicilerin becermeklerini kurmaa yaratma-yaz- dırma, neredä sözün obyekti predmetin nışannarı ya oluşları, onun özellikleri, ozaman taa efektiv olacek kullanmaa natürmort ya peyzaj. Sözün annatmak tipindä obyekt olur olsun kartina, çünkü onun çalışmasında kullanılêr soruşlar: kim? ne? nicä? neredä? nezaman? ki açıklamaa resimni süret- leri, predmetleri, zamanı hem olayın eri için. L.A. Hodäkova kendi metodika aaraştırmalarında açıklêêr soruşu, nicä jivopis ilgili türlü söz çalışmanın oluşturmasına hem ne lääzım yapsın üüredici, ki üüre- nicinin sözü ilerlesin taa aktiv. [3] Komunikativ becermeklerin oluşturması karatinayı kullanmakta. Söz çalışmanın çeşitleri: • Kartinayi kullanmak neeti • Üürenicilerin komunikativ becermekleri, audirovanie • Siiretmäk temelini kurmak

343 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

• Üüredicinin sözünü kartina için annamak • Sözleşmäk, yaratmanın gözletmäk-maana sözleşmäk temelini kurmak • Monolog sözün oluşturması (yazdırma, annatma, fikirlemä) • Kartinaya kendi bakışını oluşturmak • Okumak • Dialog sözünün oluşturması verbal hem diil verbal kolaylıklarını kullanarak, ekskursiyalar. • İskustvovedenie tekstlerinnän tanışmak • Hazırlanmış sözün ilerlemesi • Yazmak • Yaratıcılık diktantları hem takrirleri yazmak • Becermekleri yazmaa yaratma-yazdırma, yaratma-annatma, yaratma-fikir- lemä kartinaya görä oluşturmaa hem ilerletmää • Becermäk yazmaa otzıv, reţenziya, statya resimnerin sergisi için. Nicä göreriz, metodist geniştän gösterer kartinanın rolunu üürenicilerin söz çalışmanın ilerlemesindä. Kartinaya görä yaratmaların formaları. Sınışların sisteması üürenicilerin yazılı sözä üüretmesindä. Bakalım L.A.Hodäkova yaratma yazmasına metodikasına, angısı adaptaţiya olmuş türlü yaratma janralarına. Yaratmada kartinaya görä var geniş çalışmak ko- laylıkları yaratıcılık sözündä. Kartinaya siiretmäk verer kolaylık kurmaa tekst ya- ratma-yazdırma, yaratma-annatma, yaratma-fikirlemä janrasında, mektup, reţen- ziya, statya gazetaya resimcelik sergisi için. Yaratma kartinaya görä olur yazılsın türlü stilindä: • lafetmäk artistik elementlerinnän sözündä (kartinaya görä annatma, mektup resim sergisindän duyguları için); • publiţistika lafetmäk elementlerinnän sözündä (otzıv, reţenziya kartina için); • popular-bilim (gazetaya statya, ekskursiya öndercinin annatması); • publiţistik artistik elementlerinnän (yaratma-yazdırma fikirlemä elementlerinnän); • artistik lafetmäk elementlerinnän (yaratma-yazdırma annatmak elementlerin- 344 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

nän). Oluşturmaa becermeyi açıklamaa kendi bakışını lafetmäk predmetinä, kendi bakışını bir olay için, inandırmaa kendi bakış noktasını yardım eder yazmaa ot- zıv, reţenziya, angıları isteerlär aktiv yaratıcılık davranmasını verili göz ya kulak informaţiyasına. Kartina uygun material otzıv ya reţenziya için. Ki kolaylıtmaa bu çalışmayı olur teklif etmää butakım daavaları: 1. sizä teklif ettilär yazmaa reţenziya gagauz resimcilerin sergisi için, angısı geçer sizin kasabanızda; 2. muzeydä, restavraţiyadan sora çıkardılar anılmış resimcinin kartinasını. Yazın onun için reţenziya. Çalışmayı reţenziyada islää çekettirmää otzıvdan kendi klas arkadaşının yaratmasına görä, alarak esaba onu, ani o lääzım olsun diil sade kısa, nakadar notalamasında hem kantarlamasında. Kartinanın içindeliini açıklamasında lääzım çekmää dikkatını resimcinin resimcilik kolaylıkların kullanmasına hem göstermää kendi bakışını, argumentleyeräk onu. Sınışların sisteması yaratma yazmasına üüretmektä (Vklasta). Yazılı çalışmalar kartinaya görä. Jivopis janrası. Komunikativ becermekleri. V klas: 1. Tekstin fragmentini ilerletmäk kartinanın içindeliinä görä. 2. Yaratıcılık diktandı. 3. Takrir. 4. Yaratma-annatma. 5. Yaratma-annatma verilmiş plana görä. 6. Natürmort. 7. Analitika janrası. 8. Peyzaj. 9. Aylä-gerçekli janrası. Yaratma G. Deçev “Yarmarka” kartinasına/resiminä görä. VII klas N. Tanasoglu.“Yuvanoglular”(Annatmanın parçası). 10. Becermäk yazdırmaa predmeti. 11. Becermäk belli etmää içindelii hem tekstin temanın sınırlarını. 12. Becermäk katlı plan kurmaa. 13. Becermäk kendi yaratmayı uydurmaa baş fikirinä. 14. Becermäk anatma kurmaa.

345 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kartinayı siiretmäk hem analiz ona. Önemli etapların biri kartinaya çalışmasında – jivopis yaratmanın reprodukţi- yanın siiretmisi. Sessiz, yavaş kartinanın siiretmesinin büük faydası var üürenici- nin fikirini ilerletmesindä, çünkü fikirlemäk baalı görmüslerä. Kartinayı siiretmäk proţesindä üürenicilerdä oluşturulêr becermäk siiretmää, süretli düşünmää, bü- tündän kabul etmää jivopis yaratmasını, resimcinin planına uyarak. Üürenici, siirederäk kartinayı, alêr esaba onu, ne dalgalandırêr, meraklandırêr onu, ne eni oldu ona deyni. Bu moment belli olêr üürenicinin ilgisi kartinaya, oluşturulêr onun individual artistik süretin annaması, resimcinin moral temeli. Ama üürenicilerä zor kendibaşına kurmaa baalantıları kartinanın parçaların ara- sında hem kurmaa söz yaratmasını. Bu üzerä lääzımnı olêr analiz kartinaya, angı- sında önderci üüredici olêr. Kartinaya analizinin neeti – derinnetmää kartinayi siiretmäk duygularını, yar- dım etmää üürenicilerä annamaa incä zanaatın süretli dilini hem oluşturmaa be- cermeyi kartinaya analız yapmaa, bütünneştireräk içindeliini hem formayı. Karti- naya analiz geçer komunikativ soruş-cuvap sınışların çalışmasında ya sözleşmektä. Gimnaziya klaslarında konuşarak peyzaj-kartinaya görä, üüredici koyer anali- tik-sintez soruşları: • Nesoy renk kartinada temel? Neçin? • Angı renklerin yardımınnan resimci güneşli günü yazdırêr? • Ki gerçekleştirmää bizdä şen kefi, angı renkleri kullanêr avtor? • Nicä resimneer aaçları resimci? • Angı renktä kaar kartinada? Neçin? • Nicä düzülü kartina? • Nicä gösterili derinnik kartinada? • Angı renkleri kullandı resimci, ki göstermää “altın güzü”? İşleyeräk natürmortlan, soruşlar yavaş-yavaş zorlanêrlar klastan klasa. V-ci klasta olur sadä soruslarını koymaa: • Ne resimni kartinada? • Nicä erleştirili predmetlär kartinada? • Angı arka planda (fon) resimni bu predmetlär? • Angı renk taa çok kullanılmış? 346 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kartinayı annamak baalı diil sade koyulmış soruşlara, ama onnarın sıralıına da. Sora koyulêr soruşlar, baalı süjeti belli etmesinä hem açıklamasına. Struktura analizinin sırası verer kolaylık açıklamaa kartinanın temasını hem baş fikirini, re- simcilik kolaylıkların erini resimcinin planını açıklamasında. Sözlük işini geçirmäk hem planın kurması. Kartinaylan çalışmak proţesindä zenginneer üürenicilerin sözlüü, necinki kar- tinanın içindeliini annamak uydurulêr lääzımnı leksikayalan kendi duygularını hem fikirlerini açıklamaa deyni. Kartinaya görä sözleşmenin daavası düzmää asoţiativ baalantıları lafların arasında, predmetleri ya oluşları gösterän kartina- da, yardım eder lafların çok kerä tekrarlamasına. Sözlük işini geçirärkän, üüredici oluşturêr onu ölä, ki leksika ilerlesin o sıralıkta, angısında geçer kartinanın yazdı- rılması, o savaşêr diil sade genişletmää sözlüü, ama aktiv ilerletmää pasiv leksikayı, ki üürenicilär annasınnar lafları hem becersinnär onnarı kullanmaa. Sözleşmektä nışannanêr en dooru hem demekli dil kolaylıkları, en uygun söz kolaylıkların seçmesi yardım eder taa derin artistik süretlerini annamaa. Sözleşmektä üürenicilär barabar aarêêrlar lafları, lääzımnı dooru hem renkli jivopis yaratmanın yazdırmasına, uydurêrlar dil kolaylıklarını, epitetleri, sinonıim- leri, emoţional boyalı lafları. Dooru oluşturulmuş söz-stilistika çalışması yardım eder üürenicilerä ayırmaa lääzımnı lafları, ozaman klasta kurulêr yaratıcılık atmosferası, üürenicilär sansın yarışêrlar lääzımnı epitetlerin, sinonimlerin, uydurmakların bulmasında. Planın kurması – lääzımnı element derstä kartina kullanmasınnan. Bu üüretim tedarıı baalı becermeyä toplanmış materialı sistemä getirmää yaratma yazmasında hazırlık etabında. İlk okulda hem gimnaziyada lääzım kurmaa kolektiv planını, angısının öndercisi – üüredici, ilkin kurulêr sadä plan, sora – katlı. Esaba alınêr yazılacek yaratmanın kompoziţiya janrası: yazdırmak, annatmak, fikirlemäk, neçinki plan belli eder söz yaratmanın tipini hem stilini.Yaratma-yazdırma çalışmak proţesin- dä üürenicilär barabar düzerlär katlı plan kartinayı yazdırmakta. Tanıştırarak üürenicileri eni kompoziţiya formasınnan – fikirlemäklän, üü- redici verer onnara hazır kompoziţiya shemasını: tezis, argumentlär, çıkış, sora teklif eder geçirmää onnarı plana. Ayırı resimcilik janraların kullanması yaratma yazmak üüretmesindä. Metodist L.A.Hodäkova sistemä getirer hem yazdırer yaratmaları kartinaya

347 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR görä baalı onun janrasına. Natürmort janranın var geniş kolaylıkları predmetin yazdırmasında çalışmak- ta. Natürmort – gerçekliin aynanması predmet dünneyin süretlerindä. Resimci natürmortta yaradêr türlü avadannıklarını, imäk masullarını, avcılık trofeylerini, çiçekleri, zarzavatları, meyvaları. Kartina-natürmort annadêr predmetlerin baş nı- şannarı için, natürmortta resimci gösterer predmetin formasını, aarlıını, büüklüü- nü, fakturayı, rengi. Natürmort – resimciliin speţifika janrası. O nışannêêr predmetlerin demekli- ini. Adetça, resimcilär ayırêrlar natürmort için evelki predmetleri, angıları koru- muş epohanın kokusunu ya zamandaş predmetlerin enilik romantikasını. Natürmortların kullanılması söz yaratmaları ana dilindä kurmasında yardım eder ilerlemää dikkatlıını, dolay yaşamaya estetika bakışını, terbieder predmet- lerin dünnesini korumaa. Formaların hem renklerin zenginii dokunêr uşakların duygularına hem dürter onnarda isteyişini geçirmää duyguları laflara.Üürenici- lerin düşünmekleri natürmort için yardım ederlär genişletmää söz varlıını, aktiv ederlär pasiv sözlüünü, zenginnederlär sözü resimcilik-demekli kolaylıklarlan. Animalistika janrası hem hayvanı yazdırmak. Baalantılı sözün ilerlemäk programasında VII klasta var hayvannarın yazdır- ması. Bu neet için kullanılêr kartinalar, angıların terbietmäk-bilim maanası var. Üürenicilär tanışêrlar bilim tekstlän “Dilfinnär”, angısında yazdırılêr bu meraklı hayvan. [7-11]Statistika söleer, ani üürenicilär bu yaşta büük havezlän üürenerlär animalist- resimcilerin yaratmalarını, o resimcilerä, angıları hayvannarı yazdırêlar. Bu konteksttä ollur kullanmaa anılmış resimcinin-animalistin K. Keleşin yaratmalarını. Peyzaj hem yaratma-naturanın yazdırması. Peyzaj (fransuz dilindän paysage < pays – bölgä, memleket) – bu naturanın, onun oluşların yazdırılması.Peyzaj resimcilii gösterer adama gerçek naturayı ya kasabayı, angısında o yaşêêr, bu üzerä ona o en yakın hem annayışlı, çünkü onda belli olêr naturanın gözelii hem demeklii. Peyzaj resimcilii genişleder natura duy- gusunu, yardım eder annamaa hem sevmää naturayı. Rus dilinin metodikasında, bilim-metodistlerin arasında kullanılêr çök türlü yaratma - kartinaya görä metodikalar. Hepsi bu metodikalar açıklêêrlar önem- li bir fikir, ani yaratma- kartinaya görä en önemli hem en produktiv söz iler- lemesinin sınışların arasında, ayırêrlar bu yaratmaları başka yaratmalardan. En 348 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR meraklı bizim için L.A.Hodäkova metodistin kartinaya görä yaratmanın meto- dikası, angısı verer geniş analiz kartinaya görä yaratmaların soylarına hem jan- ralarına hem onnara hazırlamak metodikasını. Herbir yazdırılmış metodikada veriler soruşlar, angıları koyulêr üürenicilerä, hazırlanarkan yaratma yazmasına. Çıkış. Büünkü gündä bölä söz ilerlemesin sınışın soyu kullanılêr pek siirek ya hiç kullanılmêêr, çünkü gagauz dilinin hem literaturanın kurikulumda bölä soy yaratma verilmeer, makar halkımız çok anılmış resimcileri var, onnarın yaratmaları olur uydurulsun kurikulum yaratmalarına hem söz ilerlemäk temalarına. En uy- gun annama okul yaratması için veriler A.B. Tekuçevun [2]metodika kiyadın- da. Bizim bakışımıza görä en uygun profesorun A.B. Tekuçevun klasifikaţiyası, o derindän verer informaţiya yaratma soyları için. Ayırı bölümdä veriler yaratma resimä görä, angısının obyektini çalıştık açıklamaa.Üürenärkän türlü matodika çalışmalarını yaratma resimä görä, yapêrız çıkış, ani en uygun L.A.Hodäkova me- todistin metodikası. Bu metodika verer derin analiz yaratmaların kartinaya görä soylarına, janralarına hem yaratmaya hazırlamak metodikasını yazdırêr. Burada esaba alınêr psihologiya hem pedagogika aspektleri baalı kartinaya görä yaratma yazmasına hem unun etapları,angıları verilmeer başka metodistlerdä. Bu metodi- kanın herbir etabında veriler örnek-soruşlar, angılarını üüredici koyêr belli etapta üürenicilerä, hazırlanarkan yaratma yazmasına. L.A.Hodäkova detallı aaraştırêr kartinanın etkisini üürenicilerin komunikativ kompetenţiyanın oluşturmasında, bu aspekt açıklanmêêr başka metodikalarda, adanmış kartinaya görä yaratma yaz- masına.

BİBLİOGRAFİYA Баринова Е.А. и др. Методика русского языка. Учеб. пособие для студентов фак. рус. яз. и литературы пел. ин-тов./ Под общей редакцией Е.А. Бариновой. М., «Просвещение», 1974. Методика русского языка в средней школе /Под ред. А.В. Текучева. – М.: Просвещение, 1980. Сочинение по картине в 5-м классе: метод. пособие / Л.А. Ходякова, Л.И. Новикова, О.П. Штыркина, Е.В. Кабанова; под ред. проф. Л.А. Ходяковой. – М.: АСТ: Астрель, 2007. – 254 с. Русский язык. Энциклопедия /Под ред. Ю.Н. Караулова. – электронное издание. Толковый словарь русского языка /Под ред. С.Н. Ожегова. – электронное издание. Толковый словарь русского языка /Под ред. Д.Н. Ушакова. – электронное издание. Baboglu İ., Bankova İ., Stoletneaia A. Gagauz dili hem literaturası. Kurikulum X-XII klaslarına deyni. – Ch.: Ştiinţa, 2010. – 32s. Baboglu İ.İ., Bankova İ.D., Stoletneya A.İ. Gagauz dili hem literatura. Kurikulum şkolaların V-IX-cu klaslarına deyni. – Kişinêu,2006. – 44s. Baboglu İ.İ., Bankova İ.D.., Stoletneya A.İ. Liţey klaslarına deyni kurikulum. Gagauz literaturası X-XII klaslarında. – Kişinöv, 2006. – 24s. Baboglu N., Baboglu İ. Gagauz literaturası. Hrestomatiya X-cu-XI-ci klaslar için. – Ch.: Ştiinţa, 1997. - 336 s. Bancova I. D, Stoletneaia A. I., Rişilean I. D., Çeban N.P. Gagauz dili hem literaturası: Gid (X-XII klaslara) enilenmiș kurikuluma görä. – Ch.: Cartier, 2010.– 112 p.

349 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Eklenti 14 Aylä-gerçekli janrası. Yaratma G. Deçev “Yarmarka” kartinasına/resiminä görä.VII klas N. Tanasoglu.“Yuvanoglular”(Annatmanın parçası).

Eklenti 13 Yaratma G. Deçev “Getireriz sıcaa” kartinasına görä.VIklas

350 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Eklenti 12 Yaratma G. Deçev “Kış günü” kartinasına görä.Vklas

Eklenti 15 G. Deçev . Natürmort.

351 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Eklenti 16 Konstantin Keleş. Animalistika janrası.

Eklenti 17 Portret. Yaratma D. Savastinin kartinasına/resiminä görä IX klas N. Baboglu. Poema “Oglanın legendası”.

352 GAGAUZ DILI HEM LITERATURASI DERSLERINDÄ SÖZLÜKLERIN EFEKTIV KULLANILMASI

Sveta MARCHUK

Komrat regional sport liţeyi, [email protected]

Аннотация: в статье раскрыты возможности использования толкового словаря как средства обогащения словарного запаса учащихся на уроках гагаузского языка и литературы. Делается вывод о том, что при обучении гагаузскому языку в полиэтнических классах может использоваться работа с толковым словарем как самостоятельный методический прием, способствующий обогащению словарного запаса. Ключевые слова: полиэтническая среда класса, изучение гагаузского языка, лексическая работа, обогащение словарного запаса, толковый словарь.

Özet Makalede Gagavuz dili ve edebiyatı derslerinde öğrencilerin kelime zenginleştirmek için bir araç olarak bir sözlük kullanma imkanı. Sonuç çok ırklı sınıflarında Gagavuz dil eğitiminde kelime zenginleşmesine katkıda bağımsız metodolojik bir prosedür olarak açık- layıcı sözlük ile çalışmak için kullanılabilir olmasıdır. Anahtar Kelimeler : kelime sözlük zenginleştiren Gagauz dili , sözlük çalışmaları incelemek için multi-etnik sınıf ortamı. HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Sözlük – o bütün dünnä alfavit sıralıında, o kiyatların üstünä kiyat, angısında, lääzım becermää haber kabletmää. Anatol Frans Herbir üüredicinin baş daavası üüretmää üüreniciyi fikirlemää, aaraştırmaa, yaraştırmaa, kendibaşına çıkışları yapmaa. Bu problema aktual onda, ki üüre- dicilerin aaraştırmalarına görä üürenicilerin komunikativ becermekleri yıl-yıldan iiseler. Bu brakêr iz onnarın yazı hem individual aazdan becermeklerindä. Taa sık baalantılı sözü onnar diiştirerlär jestlärlän, kısaltmaklarlan. Bakarak buna üüre- dicilääzım kursunkendi üüretmäk sistemini otakım, ki ilerletsin hem zenginnet- sin üürenicilerin aktiv sözlüünü. Üüretsin onnarı düşünmää hem lafetmää dolu cümlelärlän. Nekadar taa çok laf var uşaan aktiv sözlüündä, okadar taa uygun o becerer açıklamaa kendi bakışını. Bunun için üürenicinin lääzım olsun zengin sözü, büük aktiv sözlüü. Üürenicilerin söz ilerlemesi – önemli faktor üüretmäk proţesindä hem intelektual ilerlemesindä. Şkola işinin praktikasında esaba alınêr, ani çoyu üürenicilär becermeer dooru kurmaa sözünü, argumentlemää, çıkış yapmaa, yannışlık yapêrlar cümleleri kurarkan, zorlanêrlar hem sakınêrlar duygularını, bakışını açıklamaa. Onnarın söz kulturası iisik uurda bulunêr. Prak- tika gösterer, ani büünkü üürenicilär, kompyuterda hem telefonda sözleşmeklerin beterinä, kullanêrlar kısa yada simvollu sözü. Bölä uşaklar zorlanêr aazdan baa- lantılı söz kurmaa, taa da zor yazılı sözünü kurmaa. Üüredicinin daavası üüretmää derslerdä kullanmaa sözlükleri, zenginnetmää deyni üürenicilerin sözünü, hem dooru yazmaa lafları. Herbir dilin zenginnii – onun leksikası. Bu üzerä lääzım toplamaa leksika- yı zenginnetmää onu, düzmää dilin terminologiyasını. Dilin laflarını toplamaa, esaplamaa deyni düzüler türlü sözlüklär. Lingvistikanın bölümünä, angısı zana- atlanêr sözlüklärlän, onnarın düzülmesinnän hem onnarın harakteristikasınnan leksikografiya deniler. Hepsi sözlüklär iki grupaya pay olêrlar: 1.enţiklopediya sözlükleri; 2. lingvistika sözlükleri. Enţiklopediya sözlükleri – veriler türlü haberlär predmetlär hem olaylar için açıklanêr türlü annamaklar. Lingvistika sözlükleri – veriler laflar, onnar için haberlär, açıklanêr lafların maanası, gösteriler onnarın dooru yazılması. Lingvistika sözlükleri var nicä olsun- nar bir dildä yada iki dildä (taa siirek birkaç dildä). 354 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Sözlüklär

Sözlüklerin soyları

Bir dildä sözlüklerä Enţiklopediya İki dildä yada birkaç Lingvistika sözlükleri girer orfografiya sözlükleri dildä sözlüklär sözlükleri

veriler türlü Gösterer lafların dooru haberlär predmetlär veriler laflar, onnar kullanılêrlar yabancı yazılmasını; sinonim, hem olaylar için için haberlär, açıklanêr dilleri üürenmää deyni antonim, omonim hem açıklanêr türlü lafların maanası başka sözlüklär. annamaklar. İki dildä yada birkaç dildä sözlüklär kullanılêrlar yabancı dilleri üürenmää dey- ni. Bir dildä sözlüklerä girer orfografiya sözlükleri, sinonim, antonim, omonim hem başka sözlüklär. Gagauz dilindä sözlüklerin peydalanmak istoriyası çeliler 1904 yıldan ofiţi- al yazılarına görä. 1904 yılda Valentin Moşkov topladı gagauz folklorunu, buna bir eklenti yapıp “Gagauzça-rusça sözlük’’ . Bu sözlää girdi 2900 laf. Sayılêr, ani bu sözlük gagauz leksikografiyasının temeli oldu. 1938 yılda Kişinövda tiparlan-

355 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dı “Gagauzça-rumınca sözlük’’, angısını toplayıp-düzdü Ay-boba Mihail Çakir. 1959 yılda öıktı ilk orfografiya sözlüü, angısını düzdü Dionis Tanasoglu. Bu söz- lää girdi 7580 laf. 1973 yılda tiparlandı “Gagauz –rus-moldovan laflıı’’ , angısı- na 11500 laf. Bu laflıı hazırladılar rus hem gagauz bilim işçileri: N.A.Baskakov, L.A.Pokrovskaya, G.A.Gaydarcı, L.Kolţa h.b. Büünkü günä kadar sözlüklerin tiparlanmak sayısı zeedelendi. Herbir uroon önemli çeşidi – o söz ilerlemesi. Önemli er gagauz literatura uroklarında kaplêêr – laflık işi. Onu var nicä kullanmaa, açan üüredici annadêr annatmayı, artistik annatmanın analizindä, yada üürenicilerin kiyada yakın an- natmasında. Laflık işini götüreräk, lääzım ayırmaa lafları aktiv hem pasiv leksika- sından. Örnek: laflar, angılarını lääzım annamaa deyni tekstin maanasını, var nicä sade annatmaa, çevirmää başka dilä; laflar sa, angılarını var nicä aktiv kullanmaa sözündä, lääzım türlü sınışların yardımınnan giriştirmää (kurmaa lafbirleşmeleri, cümlä, ese). Bu üzerä herbir urokta üüredici lääzım kullansın iş sözlüklärlän. Sözlüklärlän üürenicilär var nicä işlesinnär individual, çiftlerdä, grupalarda. Sözlüklerin kullan- masının neetleri: • orfografiya sözlüklerin neeti – üüretmää dooru yazmaa verilän lafları, bul- maa sinonimneri, antonimneri, omonimneri; • enţiklopediya sözlüklerin neeti – vermää türlü haberleri predmetlär hem olaylar için açıklamaa türlü annamakları; • lingvistika sözlüklerin – vermää laflar için haberleri, açıklamaa lafların ma- anasını, gösteriler onnarın dooru yazılması; • iki dildä yada birkaç dildä sözlüklärin baş neeti çevirmää yabancı dillerdän üürenilän lafları. Sözlükleri kullanmakta iş çeşitleri: Sınış 1. “Sinonimnär’’ sözlüün yardımınnan 3 lafın sinonim sıralıını düzün: Yabanı – kurt – canavar Kumbet ______– _____. Kantar -______- ______. Sınış 2. Çıkarın 5 birmaanalı hem 5 çokmaanalı laf “Gagauzça- rumınça – rusça sözlüündän’’. Sınış 3. Çıkarın “Gagauzça- rumınça – rusça sözlüündän’’ 5 fraziologizma da 356 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR açıklayın onnarın maanasını. Sınış 4. Çıkarın “Gagauzça- rumınça – rusça sözlüündän’’ 5 omonim hem 5 çokmaanalı laf, inandırın dooruluunuzu. Sınış 5. Afikslärlän düzün eni laf. Paranteza içindä veriler, angı söz payı olsun. Dost - ... (işl.), er - ... (nış.), kirli - ... (adl.), çiçek - ... (nış.), yaralanmaa - ... (adl.), ses - ... (nış.), eski - ... (işl.), gecä - ... (işl.), tuz - ... (nış.), tuz ... (işl), şeker - ... (nış.), şeker - ... (işl.). Örnek: papşoy – papşoyluk (adl.), ... İki laflan kurun birär cümlä. Yazın. Sınış 6. Okuyun. Verilmiş işliklerä karşı maanalı işlik bulun. Örnek: Gitmää – gelmää, ... Almaa - ..., yatmaa - ..., baarmaa - ..., saklanmaa - ..., kaybetmää - ..., oturmaa - ..., örtmää - ..., eşermää - ..., kararmaa - ..., kaldırmaa - ..., susmaa - ..., girmää - ... Yazın beş laf çiftinnän birär cümlä. Gagauz literaturası 11 klas Ergenekon’’ dastanı. Dikkat okuyup, çıkarın arhaizmaları, kullanarak sözlük- leri, açıklayın onnarın maanalarına. Kurun katlı dallı cümlä. “Yuvanoglular’’ annatmasından çıkarın söleyişleri hem sözlüklerin yardımınnan açıklayın onnarın maanasını. Bu iiliklär seni kazma sapını çıkaraceklar. Onu pirä da dalamadıydı. İki elim traş altında. “Porezenci’’ annatmasından. Taftada verili lafların sinonimerini bulun, kulla- narak sinonim sözlüünü.

Verilän laflar sinonimnär porezenci şakacı varardı gidärdi demirli büük kazan (21,5 kila) özenmeer savaşmêêr, istämeer meciyä gitmää yardıma gitmää naara şen baarmaklar

357 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Mina Kösenin “Kahırım’’ şiirindän çıkarın yabancı lafları da sözlüün yardı- mınnan gagauz laflarına diiştirin: Drasti – zaman hayır olsun Kolhozniklär – kolhozçular Dayarka – saacıyka Vinogradar – baalarcı Svinar – domuzçu Koneçno – elbetki

Mina Kösenin “Kahırım’’ şiirindän “Sinonimnär’’ sözlüün yardımınnan dü- zün sinonim sıralıını eni laflarlan: Hal – (sin.) - durum, kef Sedef - (sin.) – inci, hacılık taşı Düzara- (sin.)- hererdä, dübüdüz. Kullanarak sözlükleri üürenicilerdä: dil kompetenţiyaları oluşturulêr; söz becermekleri ilerler; kiyatlan işlemäk becermekleri kaavileşer; aktiv sözlüü zenginner. Sözlüklän işlärkän üürenici aaraştırêr, fikirleer, uydurêr, aklında tutêr, cümledä kullanêr, sinonim bulêr, sözündä kulaanêr. İş sözlüklärlän – o en efektiv, lääzımnı, faydalı iş çeşidi dersin süresindä üürenicilerin sözünü ilerlemää deyni.

KULLANILAN LİTERATURA: 1. «Стандарты эффективности обучения», Кишинэу, 2012. 2. Kurikulum. Kişinău, 2010. Ştiinţa, 2010. 3. Gid. Kişinău, 2011. 4. Metodika teklifleri predmetä görä. 2011. 5. Petri Çebotar, İon Dron. Gagauzça-rusça-romınca sözlük.-Chişinău: Pontos, 2002. 6. Ministerul Educaţiei al republicii Moldova/ Gagauz dili hem literaturası/Kurikulum Х-ХII klaslara deyni, Chişinău. Ştiinţa, 2010. 7. http://ru.wikipedia.org/wiki/ Педагогическое тестирование. 8. http://www. edu.1 september.ru/PDFs/21-001/01.pdf. 9. CONCEPŢIA evaluării rezultatelor şcolare /MET, IŞE, 2006; Vl.Paslaru, I.Achiri (coord.), A.Bolboceanu et al.// www. edu.md

358 ÇADIR KASABASI IKI CENK ARASI ZAMANINDA

Stamova S.D.

İstoriyahem Etnografya müzeyi Moldova. Gagauz Yeri. Çadır-Lunga kasabası

Anotasiya Gagauzya’nın üç şehrinden biri Çadır-Lunga’dır. 1815 yılında Dobruca’dan gelen Gaga- uzlar tarafından kurulmuştur. Tanınmış aydın Mihail Çakır’ın doğduğu şehir olan Çadır’ın ekonomik durumu, 1917 Rusya devrimi ile Rus İmparatorluğu’nun dağılması sonucunda çok zor halde bulunuyordu. 5 mart 1918 Besarabya bölgesi Romanya içine dahil oldu. 22 nisan 1918’de Romanya kralının izine göre Besarabya Romanya’nın yeni bir bölgesi olmuştu. Bu sebeple köylerimiz- de yeni polis, yeni jandarma yeni güvenlik gibi idari yapılanma değişti. Arşiv kayıtlarına göre 1926 yılında Çadır’ın nüfusu 8198 idi. Şehirde bir hastane, iki hristiyan ortodoks kilisesi, bir sinagog, bir orta okul ve dört ilk okul vardı. Çiftçiler, buğ- day, mısır, arpa vs yetiştirirler ve hayvancılık yaparlardı. Bunu yanısıra ticari olarak peynir, tereyağı, şarap, sebze ve meyve üretimi vardı. İpek dokumacılığı ve kilim üretimi de yaygın olarak yapılırdı. Yeni Romen kanunları Besarabya bölgesinde Romen Kralının gücünü artı- rıyordu. Oluşan ekonomik krizi çözmek için 1918-1924 yıllarında tarım reformları yapıldı. Banka sistemi de o yıllarda kurulmaya başladı. 1933 yılında Çadır’da ilk mekanik değirmen olan Savva Kusursuz ( Hadci Savka) açıldı. Bu değirmen ile Şehirde un öğütme endüstrisi başlamış oldu. 1920-1930 yıllarında Gagauzlar Brezilya’ya göç etmeye başladılar. 1923 yılında Roman- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ya, demokratik prensipleri hiçe sayarak iç işleri politikasını azınlıklar aleyhine kullanmış ve onları göçe zorlamıştır. Kiliselerimizde duaları Romen diline çevirdiler ve bunun için Romanya’dan papazlar getirildi. 1922 yılında Manastır’lı Födor Vasiliyeviç tarafından ştund kilisesi kuruldu. Tarihi 1858 yılına dayanan Rus okulu kapatıldı ve yerine bir Romen orta okulu ile dört ilk okul açıldı. Öğrenim Romence’ye dönüşüyordu. Çadır doğumlu ünlü türkolog M. P. Guboğlu bu dönemde Çernoviti üniversitesini bi- tirmişti. Bu yıllarda şahsi çalışmaları ile Gagauz halkını aydınlatan M. Çakır ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in çabaları ile Gagauz gençleri Türk üniversitelerine öğrenim için gönderil- diler. Romenleştirme politikaları sebebiyle Gagauz dili büyük baskı altındaydı. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in çalışmaları sonucu Türkiye’den 80 öğretmen görevlendirilmiş ve bölge- deki okullarda Türk dili öğretmeye başlamışlardır. Gagauzların Romen ordusuna katılmaları araştırılmamıştır. Ancak öğrendik ki 1940 yılında Çadır’dan 30 kişi Romen ordusuna alınmış. 1940 yılında Besarabya bölgesi Sovyet Birliğinin içine alındı. Gagauz halkı yeni bir zor devrin kapısındaydılar. Abstract Chadyr-Lunga town is one of the three towns of Gagauzia. It was formed by Gagau- zians, who came from Dobrudzha in 1815. Chadyr-Lunga is the birthplace of the outstan- ding ,Gagauz teacher Michail Chakir. As a result of the World War I and the Russian Revolution of 1917 and the collapse of the Russian Empire, the economy of our region was in a very serious condition. In March 5 th , in 1918 Bessarabia became the part of Romania. In April 22 th , in 1918 Bessarabia became a new area of Romania.​​ From that moment the formation of a new administration began in the villages of that region. The City Hall , the police, the gendarmerie were formed . The new laws were aimed at strengthening the Romanian royal power in Bessarabia. According to the archive data in 1926 , Ceadir-Lunga had 8198 inhabitants. There were two Christian Orthodox churches, one hospital, one synagogue, four primary schools. Farmers grew wheat, corn, barley and other crops. Farmers were engaged in cattle breeding, producing cheese. Butter, wine, fruits and vegetables were grown. Carpet weaving and silk weaving , trade and crafts were well developed . Nevertheless, agriculture is the main branch of industry in Bassarabia , it was in deep crisis. In order to overcome this crisis, the agrarian reform launched in 1924. During these years, the banking system was formed. The first mechanical mill by Sava Kusursuz was built in 1933, in Ceadir-Lunga , it developed the milling industry in the region. A number of national programs have been implemented by the Romanian government. In 20 - 30 years, Gagauzian and Bulgarian families were leaving en masse to Brazil. Despite the democratic constitution which was adopted in 1923, the Romanian government encouraged migration of national minorities to other countries. At the same time a resettlement program of Ro-

360 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

manians from Macedonia to Bessarabia was launched . Prayers in the churches were held in the , that`s why for this purpose the priests were sent from Romania. In 1922, the Baptist Church was opened. The founder of it was Manastyrly Fedor. Russian school was closed , whose history has begun since 1858. Instead of it a gy- mnasium and four primary schools were opened. The education in these schools was in Romanian language. During this period, a famous specialist in Turkish philology, the citizen of Chadyr-Lun- ga M.P Guboglo, graduated from high school and enrolled at the University of Chernivtsi. His educational activities continued M. Chakir. Thanks to activities of M. Chakir and Tur- kish Ambassador in Romania Habdulla Subhi Tanriever ,Gagauzian children had the op- portunity to enter the Turkish Universities and to get higher education. In consequence , 80 teachers arrived to Gagauz villages to teach the Turkish language in primary schools , under the direction of the Turkish Republic, and with the assistance of the Turkish ambassador. The participation of Gagauzians in the Romanian army remained unexplored. We only know , that 30 young people from Ceadir-Lunga were drafted into the army in 1940 . The fate of most of them is still unknown. In 1940, Bessarabia became the part of the . Gagauz people stood on the brink of severe trials of the 20th century: the World War II , hunger, repression.

Çadır-Lunga kasabası Gagauziyanın üç kasabaların arasından birisi. Kurul- muş Dobrucadan gelän gagauzlarlan 1815 yılda. Popaz Zahariy Çakır hem onun- nan barabar gelän 46 aylä Bucak topraklarına erleşmişlär. Çadır- anılmış Mihail Çakirin, bizim aydınadıcının memleketi, duum kasabası. Çadır o zamannarda bu günnerdä dä gagauzların kultur merkezi gibi sayılêr. Çadır kasabasının zengin istoriyasında, bütün Bessarabiyanın istoriyasında gibi 1918-1940 yıllar arası çok dartışmalı, istoriyacilarlan başka-başka yorumlanır. Aaraştırma bu yııları zor ne- çinki pek az arhiv kiyatları var. Bu dönem için bilgilär eksik, taman diil. Dartış- maların arasına germediynän isterim açıklamaa o yıllar için, nasıl yaşamış bizim insannar, neylär tamannamışlar, başarmışlar. Birinci dünnä cenktän soram kasabamız bütün Bessarabya gibi ekonomik soţi- al tarafından bir zor halda bulunardı. Gagauz küülerdän may 5000 genç olannar cengä alındılar. Çadır dolayından sadece 1914-1915 yılların arasında 500 zeedä askerlär can vermişlär ya da kaybelmişlär. Çadır küündän hep bu yılların arasında 100 zeedä adamnar cenktän evä dönmemişlär.(1) Romun vakıdında 47 dul karılar kimin kocası birinci dünnya cenktä ölmüşlär devlettän para kabledärmişlär. Hem o askerlerä kim Karpatı, Avstriya tarafında cenk etmişlär onnara “1916-1918 cenk için” medalya verilmişti.

361 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Cenk beterinä, 1917 ylın Rusiyada devrim hem Rus İmperatorluun daal- masından soram bizim tarafımızın eko- nomik durumu çok zoor halda bulunar- dı. 5 Mart 1918 yılda Bessarabiya Ro- muniya içinä gerdi. 22 aprel 1918 ylın Romun kralın izinä görä Bessarabiya Romuniyanın eni bir bölgesi olmuştu. Bundan küülerimizdä başladı yeni ad- ministratif yöneticilik kurulması. Ku- rulmuştu yeni polis, jandarmeriya, sigu- M.Genov. ranţa. Volost yerinä primariyalar kurul- du. O yıllarda primar Çadırda olmuşlar Mihalçuk, Genov, Dan. Romun vakıdında Çadır kasabasının en anılmış primarı olmuştu Dan Andrey Georgieviç. Haber var ki Çadır yaşayan- narı başvuru ayzmıştılar onun adı kasa- banın bir sokaasına verilsin. Dan Andrey hem onun iki kardaşı Dan A. aylesi. birinci dünnää cengä katılmışlar. Karda- şın birisi ölmüş. Onun kızı Mariya Andrey Georgieviçin aylesindä aaretlik büü- müş. 1940 yılda Andrey Georgieviç hem Nikolay Georgievç Sibirä kaldırılmışlar. Arşiv kiyatlarına görä Çadırda 1926 yılda yaşarmış 8198 kişi. Kasabada var- mış 1 bolniţa, 2 hristian ortodoks klisesi, 1 sinagoga, 1 orta okulu, 4 ilk okulu. İş adamnarı Çadırda çalışardılar çifıtların, romunnarın arasında gagauzlarda: arabaci – Paşalı İvan, bakkaley lafkası – Dimov Pötr, ekmekçi – Stamov L., kuyumcu- Garbalı İlya, karı doktoru akuşer- Urmanoglu Olga, dermencı – Kusursuz Sava, Manastırlı Todur, tula zavodu – Varban Stapan. .(2) 1935 yılda: terzi- Arabaci Georgiy, şoför- Beni Georgiy, kendi lokomotiv var- miş Bukur İliyada, çilingir- Dimitrov İliya Georgieviç, Dimitrov Dmitriy Geor- gieviç, Dimitrov İliya İ.(3) 1940 yılda: bakkaleya lafkası- Alacı Stefanida, sabuncu- Arnaut Sava, vakzalda bufet açtı- Bukur Trayan, krıçma- Buzaci İliya, Karaman Konstantin, yahnı satardılar – Keleş Zahariy, Kostov Dmitriy, yapaa taradardılar volnoçöskada Konstantino Andrey, Konstantinov Dmitriy, Oloy yaparmış – Ku- 362 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lev Mina, mekanik dermenneri varmış Kusursuz Sava hem Ya- nak İvan. Çiftçilär büüdärmişlär ekin: buuday, papuşoy, arpa h.b., hayvancılık edärmişlär, satılıya deyni yaparmışlar piinir, saayayı, şarap, zarzavatcılık, meyvacılık edärmişlär, çok yaygınmış kilim- cilik, ipek dokumacılıı(4) Romun yeni kanunnarı Bes- sarabiya tarafında romun kralın Toprak saabilik için sertifikası Satış dokumenti kuvedini güçlendirärdilär. Derin krizdä bulunardı çiftçilik – Bes- sarabiya ekonomisinin ana in- dustriyası. Bu krizi çözmäk için 1918-1924 yıllarında agro refor- ması yapıldı. Çiftçilerä toprak kullanmak için eni sertifikatlar verilmişti. Bu eni dokumentlerä görä toprak satış konusu olmuştu. Para tarafından bir zooru insanın var sa topraklarını satarmışlar. Ya da kiralık verär- mişlär. Bucakta zengin saabilerin elindä bulu- nardı 870 gektar tıoprak. Pozitif diişimlärlän barabar kötülüklärda vardı. Zenginnerin hem fukaarelerin arasında ayrıklılıkları derinnetti. Küülü zenginnerin durumunu eni agro politi- kası güçlendirdi. Kral izinä görä ilktän toprak verilärdi romun askerlerä,administratif yöneticilerä, popazlara, Sfatul Ţerii azasınnara. Bu yıllarda gagauzlar başlamışlar Romuniyada kiralık işçisi olmaa. Hep o zamannarda kurulmuştu Çadırda “Aso- ciaţie de păşunat Sf. Gheorghe” (Ayoz Georgiyi adına tırla asosiaţiası) angısı her yılın lotoreya

363 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

S.Kusursuz dermeni 60-cı yıllarda S. Kusursuz hem primar M. Genov yapardı. Bölä bir lotareyaya görä toprak kazandı Çadır yaşayanı Nikolay Çaba- nika. Bank sistemı o yıllarda başlamış kurulmaa. Çadırın bankasının başi İonele Blinderman çalışarış, Çadırlı çıfıtların aylesindän duuması. Kurulmuştu sosyal si- gorta fondu. Neredän ödünç insana para verilärmiş. 1933 yılda Çadırda Savva Kusursuz(Hadci Savka) ilk mekanik dermeni açıldı. Bundan başladı kasabamızda un üütümü industriyası. 20-30 yıllarda başladı gagauzların gitmesi Braziliyaya. Bakmadıynan demok- ratiya konstituţiyasına 1923 –cü yıldan iç işleri politikasında Romuniya başla- dı uygulamaa politikayı azlık milletleri devlettän kaldırma emigraţiyaya. Da tä bir kolaylık bu uurda kurtulmaa ukrainnerdän, bulgarlardan, gagauzlardan verdi emigraţiya braziliyaya. Bu bir naţionalist programası angısı lääzımdı romunnaş- tırsın bütün Besarabiyayı. Romun öndercileri adarmışlar gagauzlara eni toprak- larda cennetta gibi bir yaşamak. Ama cennet köşesi bir zulum kurbettä yaşamaya dönmüş. Zoor iştän, uygun olmayan havadan, tropik hastalıklardan çoyu bizim vatandaşımız o eni topraklarda ölmüşlär, birazı dönmüşlär geri. Onnar da kim kalmış başlamışlar eni yaşamak.(5) Birazı taa ileri gitmişlär taa yugun, taa yakışıklı er yaşamak için aramaa. Bölä etişmişlär gagauzlar çak Kanadaya. 364 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Makedoniyadan romunnarı Bessarabiya geçirmäk projesinä görä 20 yıllarda geldi Çadıra Stefan Stoykoviç. Paner soka- sında açmıştı kofeterya “Balka- nı”. Onun büük gözäl evindä bu gün bizim müzeyimiz yerleşêêr. Stoykoviçin büük aylesi varmış, karısı hem 4 uşaa – Elizaveta, Mariya, Aleksandr, Födor. Bez- belli adam zenginmiş, neçinki Gagauzlar Kanadada. Saa tarafta oturan Çadırlı geldiynän, kasabanın merkez FödorTukan oolunnan. erindä, neredä o zaman sade zengin adamnar yaşarmışlar, evi- ni yapmaa başlamış. Evin en bir büük içerisindä Stoykoviç aç- mıştı kafeteriy “Balkanı”. Aşadakı katta varmışlar so- balar, büük fırınnar, neredä pi- şirärmişlär bütün dolaya anılmış tatlılıkları, yaparmışlar boza. Bir S.Stoykoviçin evi 200 yıl. Enilemää başladık. iki yıldan soram geldi çadıra Stoykoviçin kızkardaşı Petroviç Melanya aylesinnän. Petroviçlär bu günä kadar Çadırda yaşêrlar. İki kardaş Gabrovskiy Stepan hem Dmitriy demirdän malları satarmışlar. Getirärmişlär onnarı Rouniyadan Yası, Galaţ paner- lerdän. Bu ki adamın çalışmasın- nan bizim çiftçilerin harmanlar- da peydalandı saurtma makinası, üzüm sıkmaa, papuşoy düümä makinalar. O yıllardan şindiya kadar sadece Stoykoviçin hem Gabroskiylerin evileri etişmişlär. Gabrovskiy evin bir bölümü şindiki zamanda

365 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Çadırın anılmış zengin iş adam- narın arasından ayırı isterim annat- ma Keleş Tanas için. Fukaarä toprak- sız bir ayledän duuması,taa küçüktän beri çirak işlemiş. Bir isteyişi varmış büüdüynän ii bir adam olmaa, çok çalışmaa, toprak edenmää, yardım et- mää annaesinä kardaşlarını büütmää. Her şeyi tamannadı. Hem büük bir sevgisi varmış - atları sevmäk. Atları Çadırın doktorlar 30-cu yıllar sevän insan attan acı çekmiş. At üs- tündän düşüp kırmış ayanı. Doktor- lar Benderdä kırık yaanı onun kesmişlär. Çiftçilii sıra gelmiş braama. O zaman bezirgennik yolunu almış. Yası, Galaţ panerlerdän mal getirarmiş, Çadırdan da orayı ekin, meyva götürärmiş. Ama en önemliydi ona deyni atçılık hem atları sat- mak. Onun atların gözellik için bilärdilär diil sadece Çadırda ama başka kasaba- larda da. Keleş Tanasın atlarını satın almaa deyni zengin adamnar Romuniyadan da gelärmişlär. Keleş Tanasın torunu bu gün Çadırın “At prolin” at fermasının başı – bizim anılmış Konstantin Keleş. May hiç bir şey bilmeriz 1934 yılın kıtlık için. O yılın kurarktan soram fukaarä yaşayan insannar bir çok zor hala düştülär. Fukaarelerin uşakları ölümdän kur- tarılmış olsunnar deyni zengin romun aylelarlän bakılmaya alındılar. Çadırlı Ku- ler Georgiy Petroviç annattı ani onun bobası Romuniya gitmäk için yazdırmıştı onu hem onun kızkardaşını Lübayı. Ama kızkardaşı istämemiş. Georgiy Petroviç gitmiş yalnız. Orada o okula gitmiş, üürenmiş romun dilini. Tefter yokmuş, ya- zarmışlar grifel taftasında.1939 yılına kadar üürenmiş. Soram gelmişlär onnara üç nemţa yazdırmaa onnarı askerliya. 5 yıla kadar onnarı istemişlär yazdırma ofiţer okuluna ama gagauz çocukları istämemişlär. Çadırdan varmış orada Georgiy Pet- roviçlän barabar 39 kişi. Kararlamışlar kaçmaa oradan evä. Ama onnarı bulmuşlar da çevirmişlär geri. Soram gelmişlär Çadırdan üüredicilär da almışlar onnarı evä. Yannış bir haberlär var ki o yllarda yokmuş Çadırda doktorlar. Benim başka bilgilerim var. 30 yıllarda Çadırda çalışardılar aptekacı Garnik Samuilş, doktor İosif Safronoviç, feldşer Buçkov, akuşer Urmanoglu Olga. Buçkovların aylesi bu gün dä Çadırda var. Kliselerimizdä dualar romun dilinä çevirildilär. O üzerä Romuniyadan po- pazlar getirilmişlär. Çadırın Ya Afanasiy klisemizdä Çakırlerin soyundan popaz-

366 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lar itirilmişlär. 1922 yılda açılmış Çadırda ştund klisesi. Onun kurucusu Manastırlı Födor Vasıliyviç. Manastırların soyu çok anılmış, büük hem saygılı bizim kasabamızda bir aylä. Manastırlardan birisi Har- lampiy Afanasieviç Manastırlı XX yüzyılıın çeketmesindä krım tatarla- Manastırlı Vasiliu aylesi rın istoriyasını, folklorunu araştıran bir bilgi adamı. 1933 yılda Sefero- poldan surulmüş Sibirä. Orada onun izleri kaybeler. Kapanmıştı Çadırın rus okulu, angısının istoriyası çekilärdi 1858 yıldan beri. Onun yerinä açılmıştı ro- mun gimnaziyası(orta okulu) hem 4 ilk okulu. Üürenmäk gidärdi romun dilindä. Bu yıllarda başlamışlar ça- Çadır orta okulun üürencileri hem üüredicilär. lışmasını anılmış Çadırlı üüredicilär 1926 yıl koca-karı Kulevlar Georgiy hem So- fiya. Bu zamanda bitirmiş Çernoviţı universitesini anılmış türkolog, an- gısının duuması Çadırdan, M.P.Gu- boglu. Yabancılıkta yaşayannardan biri büün dä büük saygıylan andıımız Evropada hem Türk dünnäsında ta- Çadırın ilk okulu 1936 yıl Üüüredici Kuleva nınmış vatandaşımız M. Gubogluy- Sofya du. Angısı duudu 1911-ci yılda, no- yabrinin 4-dä Çadır kasabasında, orta durumnu bir ayledä. İlk üüretimini Çadır- da, taa sora Benderdä yaptı. Çernoviţ Universitetinin Filologiya hem Filosofiya fakultetinin Dil hem istoriya bölümünü bitirdi. Ondan sora Kişnövda askerlik edärkän o vakıtlarda artık tanınmış popaz, bilim adamı hem gagauz patriodu M. Çakırlan tanıştı. Bezbelli bu buluşmaklarda M. Guboglunun peydalandı fikiri aaraştırmaa gagauzların istoriyasını. Bu fikirlerin sonucu “Gagauzii din lumina

367 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

istoriei” adlı doktorluk işi oldu. 1940 – cı yılda Romıniyanın Yaş Universitetin- dä Türkologiya İnstitutunda işlemee başladı. 1948 -1963 yıllarda Romın Akademiyasında Osmannı dili dersini verdi; 1968 — 1977 yıllarda Bukureş Univrsitetinin istoriya fakultetindä Osmannı istori- yası için dersleri verdi. 50-ci yıllarda Romıniyadakı Türkiyenin Büükel- çisi M. Guboglunun çok bilgili olmasını görüp teklif eder onu Türkiyeyä aaraştırmaa Osmannı Arhivleri- ni. 1958-ci yılda Türk dokumentlerini aaraştırarak M.P.Guboglu M. Guboglu “Osmanlı Türkleri’nin paleografiyası hem diplomatik yazışmaları” adlı kiyadı nı çıkardı. 1965-ci yılda Türkçä doku- mentär katalogunu tiparladı. Onun bilim işlerinin büük bir payı romun dilindä ti- parlanmış, bunnarın sırasında “Dimitri Kantemir hem Osman İmperiyası” (1957). M. Guboglu Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) şannı azasıydı. Türkiyä devletinin hem Romıniyanın türlü diplom hem medalyalarınnan ödüllendirildi.M.Guboglu dayman Türkiyedä, Bulgariyada, Romıniyada hem taa da başka devletlerdä sim- poziumnara, kongreslerä, konferenţiyalara katılardı.Gagauz dilindän kaarä Miha- il Guboglu romun, bulgar, rus, nemţe, arap, franţuz dillerini da bilärdi. Bu üzere yabancı dillerdä onun pek çok bilim statyaları, kiyatları hem başka aaraştırmaları var. geçindi Mihail Guboglu 1898 yılda kon- feransta bulunarkan.(6) Devam ettirdi bu yıllarda kendi faydalı ça- lışmasını gagauz halkın aydınadıcısı M.Çakir. Onun hem Habdulla Subhi Tanriöver çalış- masınnan gagauz uşakları Türk universitilerin üürencileri olmuşlar. Zor politika hem eko- nomika durumnarında, o yıllarda, açan Besa- rabiya “eldän elä” geçärdi (XX asirin ilk yarısı), üüretim yufkaydı da gagauzların arasından siirek insan üürenmäk yolunu seçärdi. Taa bir zorluk vardı: universitetlerdä üürenim sadece romunnara deyni açıktı. O üzerä insannar ro- mun milletlii kabledärmiş.

368 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bölä bir sertifikat bizim müze- yimizdä var. Çadır yaşayanı Nikolay Çebanika hem onun aylesi romun sa- yılır dokumendi. Çok gagauz çocuk- ları üürenarmişlär çiftçilik okulunda Bender kasabasında. Onnarın ara- sında P.Çebanika. Akkerman üüre- dici kolejı üürencisi olmuştu anılmış gagauz D. Tanasoglo. Hep o yıllarda gagauzların büük Gagauz üürencilär Türkiyada bir payı “daadıldı” hem daaldı dün- nänın dört tarafına. Besarabiyadan 100 kişidän zeedä giderlär üürenmää Türki- yeyä. Onnarın içindän geeri dönän dä oldu, orada kalan da. Türkiyedä kalannarın çoyu universitetlerini bitirip bilim uurunda yetiştilär üüsek uurlara. Vatanlarından uzakta yaşadılar, ama hiç bir zaman unutmadılar kendi gagauzluunu.Onnarın arasından Çadır bölgesindän Baurçu küüdän Vasiliy Öküzçü(Veysel Arseven). Onunnan barabar Baurcu küüdän taa iki genç olan varmışlar – Semön Terzi hem Nikolay Kalpakçi. Kompozitor hem muzikolog Veysel Arseven(Vasiliy Öküzçü) duumuş Baurçu küüdä 1919 yılda.taa küçüktän beri sevärmiş muzikayı. Onun için annesi onu bularmış orada, neredä çalêr çalgıcılar. Çalgıçılardan yavaş yavaş vasi üürenmiş kemencedä çalmaa. Vasi annardı ani muzikacı olmaa deyni lääzım üürenmää. Ama gagauzlara deyni o vakıtlarda üürenmää zordu.Öküzçülerin ay- lesi fukaaraydı. Onnarın varmış sade bir gektar toprak. Onun için vasinın bobası gidärdi Dobrucaya çıraklık etmää. Annesi da zenginnerä kilim dolarmış.İlk okulu bitirdiktän soram teknik okulu bitirmiş. Evä dönmüşkenä üürenmiş Türkiyadan gelän çocuklardan Terzi Semön hem Koli Kalpakçıdan, ani var Büküreştä Türki- ya pasolu angızı yardım edeer gagauzların uşaklarına üüsek üürenim İstanbulda hem Ankarada kabletmää.bundan başladı onun eni yaşaması, heptän açıldı onun yolu. 1938 yılda güzün Vasi gideer Türkieyyä. İlktän bitirmiş İstanbulda peda- gogika kolecını soram da Ankara Gazi üniversitesini muzika bölümü. Türkiyada eni ad almış kendnä – Veysel Arseven. Veysel Arseven yazmış 500 statya muzika temasında. Çok kiyat yazmış okullara deyni vasi Öküzçü ölä dä dönämemiş evä. Ölmüş 1977 yılda.(7) Romuniya devleti, bilim insannarı çok çalıştılar o yıllarda romun istoriyası heptän derindän aaraştırılsın, 1938 yılına kadar Romun universitetlerdä kuma- nologiya fakultativleri varmış. Burada kumannarın hem romunnarın istoriyasında baalantıları 895 yıldan 1285 yılına kadar aaraştırarmışlar

369 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

O yıllarda romunizaţiya politikasının beterinä gagauz dili büük bir baskı altın- da bulunarmış. Uşaklar okullarda sadece romun dilini üürenärmişlär. Halka açık erlerdä gagauz dilindä ya da başka bir dildä, romun dilindän kare, lafetmäk olmaz- mış. Habdulla Subhi Tanriöver çalışmasınnan 80 kişi üüredicilär Tükiyadan ge- tirilmişlär Bucaa türk dili üüredici okullarumuzda çalışmak için. Nedän türk dili okunmuş da diil gagauz dili? O zamannarda gagauz dil bilimi taa yokmuş, gagauz dili gramatikası, orfografiyası aaraştırılı diildi. Yokmuş bu bilimnerdä aaraştırıcılar, yokmuş gagauz dilindä üürenmäk kiyatlar. O üzerä 80 türk üüredicilerin çalışması bizim ilk okullarımızda faydalı bir kardaş yardımı. Hem bizim o kişilerin önündä büük bir borcumuz var, neçinki şindiki zamannara kadar biz bilmeriz o üüredici- lerin adlarını. Anılmış gagauz yazıcının N. Baboglu anmasına görä istoriyamızda kalmış sade bir kişinin adı - Ali Kanterelli, angısı Kıpçak küündä 1937-1939 yıllar arasında çalışarmış. Kıpçakta evlenmiş bir gagauz karıya İvana Talmaç. 1940 yılda Ali hem onun aylesi Sibirä kaldırılmışlar. 50-ci yıllarda dönmuşlär Moldovaya. Gömülü Ali bey Bolgratta neredä son yıllar yaşamış. Aaraştırılmadık kalmış gagauzların romun armiyasına katılması. Haliz o kişi- lerin kim askerliya alınmış 1940 yılda. 40 yıldan zeedä aaramış oolunu Karaman Georgiy.1940 yılda Rumun armiyasına askerlik etmää almışlar onun en büük çocuunu – Karaman İliya Georgieviçi. Cenk çeketmesi bulmuş onu Rumun armi- yasında. İstär-istemäz bu genç adama sıra gelmiş1941-1944 yıllarda cenk etmää ruslara kaarşı. Niçä annattılar Karamanın kızkardaşları, birkaç günä 1942 yılda kolvermişlär onu evä. Şu buluşmak oldu bitki. Açan şansora vakıt gelmiş dönmää geeri, bir avşam o oturmuş evin eşiklerin üstünä da çeketmiş aalamaa. - Ne oldu sana, neçin aalêêrsin, çocuum? – sormuş bobası. - Sän bilsän, bobam, - cuvap etmiş İliya, - ne çirkin erlerdän bän geçtim, ne- kadar zeet çektim, hem sade bir Allaa biler, ne bekleer beni ilerdä. Nekadar kahır, nekadar ölüm gördüm. Nekadar bir kaabatsız kan döküler, bir kaabatsız can kay- beler, nekadar insan kıyılêr. Az umut bän döneyim geeri. Bir iş beni sevindirer, ani etiştirmedim evlenmää, da bän öldüynän kalmayacek üüsüz uşaklar. Siz da benim için aalamayın. Hem benim kaybelmiş izlerimi aaramayın. Ama seslämedi bobası oolunun bitki nasaatları. Ölüncä herbir aaradı onu. İlktän danıştı rumun arhivlerinä.Bu kiytlara görä İliya sayılêr kaybelmiş, ne ölü- lerin, ne da saaların arasında yok. Bölä haber kesti adamın kuvedini. Neredä ileri dooru aaramaa çocuunu , o bilmäzdi. Bu vakıt cektän sora, dönmüş evä onun senselesi Guboglo Mihail, angısı annatmış, ani 44-cü yılda buluşmuş onun ço- cuunnan. Mutlu annatmak sevindirdi anasını-bobasını hem umut verdi, ani on- 370 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR narın oolu diri hem saa. Guboglu hep ölä askerlik edärmiş rumun armiyasında da esir kalmış ruslara. Ruslar onu hay- damışlar Sibirä. Orada bulunarkana o buluşmuş Karamannan. İliya ona annat- mıştı, ani Staligradta düüş gidärkänä onu Kırmızı armiyanın askerleri esir almışlar. Da o zamandan o Sibirdä bulunarmış. İki senselä,onnar hererdä barabarmışlar, biri birinä yardım edärmişlär. Allaa sade bir biler, nekadar insan o lagerdä ölmüş suuktan, hastalıklardan, zoor iştän. Bi- zim dä olannar annamıştılar, ani onnarı burada cirkin ecel bekleer. Guboglu baş- lamıştı laf yapmaa kaçmak için. Necinki o çirkin erlerdän sade kaçmaklan vardı nasıl kurtulmaa. Ama İliya onunnan kaçmaa istämemiş, bezbelli korkmuş. Bir gün taa girgin, korkusuz Guboglo yapmış neetini.Dönmüş evä, Çadıra, neredä onu şansora ölü sayarmışlar. Bölä annatmaklardan soram boba enidän başlamış aaramaa çocuunu. Da üürenmiş,ani 1945 yılda yılda o can vermiş. Neredä mezarı bilinmäz. Aaraştırdık biz dä. Kablettik Rusiya arhivden bir dokument, ani İliya Karaman Kramatorsk gospitaldän geçirilmiş Çernoviţi gospitalä, ama orada onun için haberlär yok. Aaraştırarkana üürendik, ani 1940 yılda rumun armiyasına Çadırdan 30 kişi almışlar. Bildirili onnardan sade birkaçı: Paşalı Pötr, Bragar Dmitriy, Kojekar Pötr, Kösä Harlampiy, Karaman İliya. Evä Çadıra dönmüş- lär: Guboglo Mihail, Genov Pötr, Meçkar Valentin,Ka- panci Georgiy. Ne olmuş kalannarlan? Biz bilmeriz. 1940 yılda Besarabiya Sovet Birliin içinä gerdi. Gagauzlar bir çirkin vakıdın kapusunda kaarşı durardılar. İkinci dünnää cengi, ondan soram aaçlık, 40-49 yılların Çadırlılar 1938 yıl

371 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kaldırılması Kazahstana hem Kurgana, kolhozların kurulması, dedelerdän kalmış topraklarını kaybetmesi, hastalıklar, fukaarelik. Sadece 60-70 yıllarda başlamıştı gagauzların yaşaması biraz-biraz doorulmaa. Ama her bir zaman nasıl zoor, do- laşık da olma sa, bizim milletimizä deyni önemli, paalı. Çalışkan, şeremet, sabur- lu gagauzlar hepsi zoorlukları hem betleri geçirip savaşmışlar gözeletmää Bucak toprakları, çalışmışlar, büütmüşlär uşaklarını, saymışlar dedelerini, koorumuşlar ana dilini, adetlerini.

1. Именной список убитым, раненым и безвести пропавшим нижним чинам.- Петербург: Воен. тип. имп. Екатерины великой, 1914-1920. 2. Anuarul României pentru comerţ, industrie, meserii şi agricultură.- Bucureşti, 1926. 3. Tablou nominal comercianţii, industria în comuna Ceadır-Lunga Jud. Tighina.- Bucureşti, 1935. 4. Tablou nominal comercianţii, industria în comuna Ceadır-Lunga Jud. Tighina.- Bucureşti, 1940. 5. Bulgar S. Braziliya gagauzları. Bir emigraţiya istoriyası // Sabaa yıdızı,2009,46. 6. Gagauzların anılmış oolu//Ana sözü.-1990.-İünün 2-si.-s.3. 7. Bulgar S. Veysel Arseven(Vasiliy Öküzçünün) biografiyası /Bulgar S. //VeyselArseven(Vasili Öküzçü): Biografisi makalileri vemüzik esirleri.-Ankara,2004.-s.1-29.

372 TÜRKİYADA GAGAUZ STUDENTLERİ 30-CU YILLARDA XX ASIRDÄ: İSTORİYA HEM İNSANNAR

Dr. S. S.BULGAR

Gagauziya M. V. Maruneviç adına Bilim Araştırma Merkezi istoriya-etnologiya Bölümü Başkanı

Özet (Abstract)

Present article first introduces unknown documents from the archives of Turkey, Ro- mania and the Republic of Moldova related to the “Gagauz problem” in the context of the Romanian-Turkish relations. The authors had mainly paid attention to the education sector, where Turkish cultural and ideological influence was the most noticeable. Through distri- buting the policy of the Turkish identity among the Gagauz in Bessarabia, Turkish govern- ment has largely relied on Gagauz intellectuals and its youth. Due to this Turkish teachers Zahit Mehmet Boztuna, Hasan Belal Kilic Ahmed Mehmed, Sali Ismail, Osman Abdullah, Ali and Bayram Cantarelli and others have been sent to Gagauzian villages. They received the appropriate authorization from the Romanian Ministry of National Education to teach Turkish language for two hours a week. They are known to provide training in Gagauzian and Bulgarian-Gagauzian villages: Comrat, Congaz, Kubey, Chadir-Lunga, Congaz and others. According to some reports, the activities of these entities funded from Turkish, and partly from the Romanian budget. At the same time, high-level Turkish government was encouraging the involvement of Gagauz young people to enter secondary, higher and speci- alized secondary schools in Ankara and Istanbul. To do this, students had been guaranteed a hostel, budget training and scholarships. The article evaluates huge role of Turkish Ambas- sador in Romania Hamdullah Subhi Tanriyover (1931-1944), who initiated and conducted HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

most of the work on the organization of Turkish language teaching in Gagauz villages, provision of textbooks and teacher training. Anahtar kelimeler: Atatürk, Hamdullah Subhi Tanrıöver, Gagauz oğrencileri

Gagauzların istoriyasında var bir period, nezaman Türkiya Prezidenti Kemal Atatürk ilgi gösterärdi Romıniyada yaşayan gagauzlara. Atatürk yolladıydı Ro- mıniyaya Türkiya Respublikası büük elçisini Hamdullah Subhi Tanrıöverı, angısı çok çalıştıydı kurmaa baalantı gagauzlarlan hem yardım etmää onnara dil, kultu- ra, politika tarafından. Bu period kaplêêr 1931-1938-ci yıllarını. Besarabiyalı gagauzların istoriyası Türkiya Cumhuriyeti hem Romıniya krallıı devletlär arası politikada büünä kadar islää taa aaraştırılmadı. Var nicä sölemää, ani türk-romın baalantıları kontekstindä istoriografiya lääzım incelensin. Bu konuda ilk adımnarı yaptı istorik Stepan Bulgar, angısı inceledi Türkiya Devleti (Cumhu- riyet döneni) arhivlerindä dokumentleri hem Türkiyada, Romıniyada, Moldovada, Ukraynada aaraştırmalara görä topladı çok material1. Kimi momenetleri şkolacılık proţeslerindä Besarabiyada 30-cu yıllarda XX-ci asirda yazdı istorik Oleg Berku2. Bu temayi açıkladılar kendi yazılarında Blagovest Nägulov3 hem V. İvanova4. Taa çok aaraştırmacılar inceleerlär Türkiya Cumhuriyeti Büük elçisi Hamdullah Subhi Tanrıöveri gagauzlara yardım etmää hem çalışmalar konusunda. Bu tema- da lääzım belli etmää M. Acaroglu5, Y. Anzerlioglu6 hem N. Yavuz7 statyalarını. 1999-cu yılda statyada “Kemal’in öğretmenleri” (“Kemalin üüredicileri”)8 neredä dokumentsiz veriler Türkiyada gagauz studentlerin sayısı – 200 kişi. Gagauz stu- dentleri sayısı için Türkiyada verer bilgi Kongaz küüyündän Özdemir Çobanoglu (Vasiliy Çobanov). Türk jurnalında “Yesevi” verän intervyuda Çobanoglu annadêr, ani 30-cu yıllarda Türkiyaya geldi üürenmää “70 kişi”9. Lääzım sölemää, ani hepsi gagauzlar, angıları üürendilär, ya da taa üürenärdilär türlü universitetlerdä, kaldılar yaşamaa Türkiyada, neçin ani 1940-cı yılda kapandı graniţa, sora da çeketti cenk. Hepsi gagauzlar, kim kaldı Türkiyada, kablettilär eni dokument, aldılar kendisinä eni türk adlarını hem laaplarını, angılarını taa ilerki yıllarda kablettiydilär hepsi Türkiya Cumhuriyeti vatandaşları. Bu üzerä belli olêr, ani lääzım katmaa istoriografiyaya eni dokument hem ma- terial, ki açıklamaa gagauzların istoriyasını 1918-1940-cı yıllarda. Bu statya lää- zım çizsin hem belli etsin, ne yapıldı bu günä kadar bu temada. Türkiya hem Romıniya enidän kurdular diplomat baalantılarını 1922-ci yıl- da10. Bu vakıt iyülün 22-dä 1922 yılda Türkiyaya gönderildi Romıniya büük elçi- 374 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR si Nikolae Simionesku, Romıniyaya da – Türkiya gönderdi Gevat beyi, angısını 1925 yılda diiştirdi Hüsein Ragib11. 1931-ci yılda Bukureşttä çeketti işini Türki- ye Cumhuriyetinin eni büük elçisi Hamdullah Subhi Tanrıöver, angısı çalıştı bu postta 1944-cü yıla kadar. Hamdullah Subhi Tanrıöver Türkiya Cumhuriyetindä islää bilinärdi nicä bir politik hem kultura adamı12. Bu yıllarda iki devletin baalantıları islää ilerlärdi. Romıniya dış işleri Nikolay Titulesku belli ettiydi, ani “Romıniya hem Türkiya lääzım çalışsınnar aktiv hem haliz dostça”13. 1935-ci yılın Romıniya kralı Karol II-ci kutlama mektubunda Mustafa Kemal Atatürkä, angısı enidän kazandıydı seçimnerdä Cumhurbaşkanı postunu, yazdı, ani Romıniyanın var neetindä “korumaa hem taa kaavi kaavileş- tirmää baalantıları, angıları kısmetä birleştirerlär Romıniyayı hem Türkiyayı”14. Kendi tarafından romın presası yazdı, ani Atatürk “haliz dost Romıniyaya”15. 1936-cı yılda Atatürk belli edärdi, “biz inanêrız Romıniyayı da inandırêrız, ani o da var nicä hep osoy inansın bizä”16. İslää biliner, ani Atatürk belli ettiydi ideyayı “birleştirmää balkan naţiyalarını toplu organizaţiyada bir bayrak altında”. Fevra- lın 9-dan 1934 yıldan Türkiya hem Romıniya, hem dä Greţiya hem Yugoslaviya girärdilär asker-politika birliina, angısının adıydı Balkan Antantası (Balkan pak- tı)17. Bu temanın altını çizer gibi romın istoriinin hem türkologun Mehmet Ali Ekremin, ani “Atatürk zamanında Romıniya hem Türkiya kurulmuş baalantılarını var nicä tanımaa hiç kusursuz hem çok islää”18. Ekonomika hem kultura temalarından başka, angıları girärdi iki devletlerin baalantılarına, ayırı bir er alardı Besarabiya gagauzları. 1930-cu yılın demografiya sayısı gösterer, ani Besarabiyada gagauzlar vardı 98172 bin kişi. Bütün Romıniya- da gagauzlar vardı 105750 bin kişi19. Taa o vakıtlarda romın devleti belli edärdi, ani gagauzlar türk etnogenezli, lafederlär türkçä. Grafada “naţiya” gagauzlar du- rardılar türklerdän hem tatarlardan sora. Türklär, tatarlar hem gagauzlar belli edili nicä etnoslar, angıları lafederlär hep o dildä. Nicä bir rezultat demografiya sayıda belli edili, ani 101358 kişi gagauz küülerindän Besarabiyadan kendi dilini belli ettilär nicä “türk hem tatar”20. Lääzım sölemää, ani büünkü gündä türkologlar sayêrlar gagauz dilini oguz grupasından türk dillerinin birisini – gagauz dili21. 1931-ci yılda Romıniya dış işleri belli edärdi, ani “milli azınnıklar Türkiyaya olmêêrlar politika soruşu”22. Yanvarın 12-dä 1936 yılda romın elçilii Ankarada kendi raportunda Romıniya dış işleri bakanıına belli edärdi türk hükümetinin interesini türk musulman insannarına Romıniyada. Türkiya her yıl kabledärdi stu- dentleri, angılarına verärdi stipendiya hem birinci klaslara üürenicilerini, ki onnar üürensinnär orta şkolalarda hem liţeylerdä Stambulda hem Ankarada23.

375 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkiya teklif edärdi balkan türklerini hem musulmannarı Türkiya Cumhuri- yetinä. Bu konuda Türkiya yaptı annaşma Romıniyaylan sentäbrinin 4-dä 1936- cı yılda. Türkiya hem Romıniyanın Dobruca gazetaları yazardılar, ki türk-tatar insannarı göç etsinnär Türkiyaya24. Bu temaya görä türk yazıcısı hem gazetacı Yaşar Nabi Nayir, angısı gelmişti Besarabiyaya 1936-cı yılda kiyatta “Balkanlar ve türklük”25, yazardı, ani Buharest bilärdi Ankaranın interesi gagauzlara da bu üzerä “Romıniya hükümeti ofiţial teklif etti Türkiyaya alsın onnarı”26. Bu konuda Türkiyada vardı türlü fikirlär. Ro- mıniyada türk büük elçisi Handullah Subhi Tanrıöver düşünärdi, ani lääzım ge- çirmää gagauzları Besarabiyadan Türkiyaya. Hep o vakıt bir mektupta 1936-cı yılda general İsmet İnönüyä ideyaya geçirmää gagauzları Türkiyaya yapıldı kritika hem sayıldı diil dooru, Türkiya hükümeti bu ideyadan vazgeçti27. Hep o vakıt Besarabiya gagauzlarınnan Türkiya Cumhuriyeti kurardı baalantı. Halizdän aktiv yardım için Besarabiya gagauzlarına Hamdullah Subhi Tanrıöverä dedilär “gaga- uzların mitropoliti”28. Lääzım sölemää, ani Türkiya çok çalışardı yardım etmää gagauzlara o period- ta, açan Romıniyada çalışardı politik hem diplomat Hamdullah Subhi Tanrıöver. Bu politik taa geçmediynän diplomat uuruna, 1923-1931 yıllarda olduydu baş- kan devlet organizaţiyasında “Türk ocakları”. Bu struktura çalışardı aydınnatmak uurunda, baalıydılar türk milli hereketlerinnän. Açan “Türk ocakları” kapandılar, 1931-ci yılda Hamdullah Subhi Tanrıöver gitti çalışmaa büük elçi Bukureştä. Bi- rinci argument bu konuda vardı – Romıniyada yaşayan gagauzlar29. Hamdullah Subhi Tanrıöverä önemniydi türk milli kimnii, türk dili hem kul- turası, onun için Hamdullah Subhi Tanrıöverin günündä “... gagauzlar çekettilär katılmaa türk kimliinä”30 Romıniya loyal bakardı bu proţeslerä. Türkiya büük elçisi çalışardı bu konuda organizat etmää türk dili kurslarını hem yardım etmää gagaız gençlerinä üürensinnär Türkiyada liţeylerdä hem üüsek okullarda. Bu programaya yardım edärdi türk hükümeti. Yaşar Nabi yazardı, ki bu yapılardı onun için, ki gagauzlar tanınsınnar türk hem dä taa ileri ya da taa sora göç etsinnär Türkiyaya31. Türkiya Başbakannık Cumhuriyet Arhivindä bulunêr dokumentlär, diplomat yazıları, raportlar, angılarını yazmış Hamdullah Subhi Tanrıöver. Bu yazılar an- nadêr türlü problemalar türk-tatar hem gagauz milli azınnıklar için 1934-1944 yıllarda. Bu dokumentlär – temel kaynaklar, angıları göstererlär türk devletin ça- lışmalarını ozamankı Romıniya gagauzları için. Açan Hamdullah Subhi Tanrıö- ver geler Romıniyaya, o çekeder aktiv çalışmaa gagauzlarlan. İlkin, ki incelemää gagauzların durumunu, türk büük elçisi gider görmää gagauz küülerini Bucakta. 376 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Hamdullah Subhi Tanrıöver kendi maşinasında hem Lapuşna prefekti Mihay Voya çıkêrlar yola. Büük elçinin raportuna görä, angısını o yazmış sentäbri ayında 1934-cü yılda, biz üüreneriz, ani Komratta ofiţial kişileri karşılamışlar çok erli yaşayannar. Kabledärmiş musaafirleri Komrat primarı Georgiy Kaykı. Geceledilär musaafirlär Komrat primarının evindä, angısı şaştırdı onnarı temizliinnän hem kırnaklıınnan32. Girärkän Çadır-Lungaya, maşinayı, neredä bulunardı büük elçi hem gubernator karşılardılar maasuz hazırlanmış atlılar, angıları geçirdilär musa- afirleri primariyaya kadar: “Vardı çok insan... Geceledik erli bir zenginin evindä – mehanikalı dermenin çorbacısında Saveliy Kusursuzda”33. Bu tanıtma yolunun sonucu oldu o, ani “gubernator (prefekt) tanıdı, ani gagauzlar halizdän türk etnik kökenni bir halk”34. Bu gezinin oldu faydası. Büük elçi istedi, ki romın administ- raţiyası tanısın gagauzların türk kimniini da versin izin açmaa türk dili kursları- nı gagauz küülerindä. Bu işi kolaylaştırardı Romıniyada kanon, angısı kabledildi 1928-ci yılda. Bu kanona görä, regionnarda, neredä yaşardılar milli azınnıklar, verilärdi izin açmaa sekţiya, neredä var nicä üürensinnär ana dilindä. Bu sekţiyalar vardı nicä açılsınnar, açan sekţiyaya yazılardı 30 üürenici gimnaziyalı hem da 25 liţey klaslarından. Hep ozaman belli edilärdi, ani o sekţiyalarda romın dilindä üü- redilärdi bölä predmetlär, nicä: romın dili, romın istoriyası, Romıniya geografiyası hem vatandaş terbiyedilemesi35. Taa ilk günnerdän Romıniyada Hamdullah Subhi Tanrıöver aktiv incelärdi gagauzların ana dilini, politika durumunu hem bu sferada problemaları. Bir ra- portunda o yazardı: “Romın zonalarında Besarabiyada hem Dobrucada yaşêêr bizä hısımnı bir halk, angısının adı “gagauzlar”, angıları kullanêr ana dili olarak – türk dilini, ama hep o vakıt onnarın dini – ortodoks hristiannık”36. Büük elçi Tanrıöver sayardı, ani gagauzlara olacek taa kolay katılsınnar türk kulturasına, üüreneräk türk dilini. Ama bu iş kolay olmamış. Problema ondaydı, ani bu proekt eni bir proekt olduydu. Taa ileri gagauz ya da türk dili gagauz küülerindä üüre- dilmedi, yoktu şkola kiyatları, yoktu hazırlanmış üüredicilär. Annayarak hepsi bu zoorlukları, büük elçi danışêr Türkiya hükümetinä, ki o yardım etsin yaklaştırmaa gagauzları ana dilinä hem literaturasına. Bu konuda Türkiya Cumhuriyeti Dış işleri bakannıı yazêr: “...Romıniyada bulunêr bizim kan kardaşlarımız (gagauz- lar), angılarına lääzım kitaplar hem üüredicilär”37. Kendi iniţiativalarında büük elçi Tanrıöver kabledärdi yardım hükümettän, ne ani verärdi kolaylık işlemää taa ileri dooru. Nicä gösterer kaynaklar, Hamdullah Subhi Tanrıöver bulunardı dost baalan- tılarda Romıniya kralın aylesinnän. Büük elçi çok kerä verärdi konsultaţiya krala o soruşlarda, ani baalıydı türk milli azınnıklarlan Dobrucada hem Besarabiyada.

377 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Bu baalantılar kral aylesinnän yardım etti yapmaa reforma musulman seminariya- sında, angısı bulunardı Mecediye kasabasında Konstanţa uezdında. Nicä rezultat seminariyada çekettilär üürenilmää türk istoriyası hem franţuz dili, din kiyatları lääzımdı okunsunnar türkçä, ama diil arapça, hem kullanmaa eni türk alfavitini, tradiţiyalı rubaları diiştirärdilär, giiyinilärdi jaket, pantalon hem paraliya38. 1935 yılda Hamdullah Subhi Tanrıöver yaptı annaşma Romıniya üüredicilik bakan- nınnan açmaa kurs türk dili üüredicilerinä. Bu kursları vardı nicä organizat etmää Mecediyedä. Orada hazırlanardılar din uzmannarı, studentlär türklär Romıniya vatandaşlarıydılar. Türk dili üüredicilerini hazırlamaa deyni, gagauz küülerindä şkolalarda büük elçi Hamdullah Subhi Tanrıöver ilerletti yapmaa reforma mu- sulman şkolasında Mecediyedä39. Bu kursları bitirdiktän sora türk üüredicilerini yollardılar gagauz küülerinä. Hamdullah Subhi Tanrıöver yardımınnan 26 gagauz küüyündä açıldıydı türk dili kursları40. Lääzım belli etmää, ani bu pedagoglara para gelärdi Türkiya Cumhuriyeti büdjetindän. Kimi bilgilerä göra, para verär- miş romın hükümeti dä41. Hep o vakıt üürenicilerä, angıları yazılmıştılar türk dili kurslarına, getirilmişti türk dili hem literatura şkola kiyatları. Bu kurslar için annadêrlar kim katılmıştı bu kurslara. Kendi aklına getirmek- lerdä N. Baboglu annadêr, nicä 1937-ci yılında Tatar-Kıpçak küünä geler türk üüredicisi Bayram Kantarelli: “İlk derstä üüredici annattı, ani o kendisi bir türk küüyündän Dobrucadan hem dä ani türk hükümeti yaptı annaşma Romıniyay- lan, angısı verer izin üüretmää türk dilini gagauz küülerindä. Bu gündän çekeder türk dili kursları Tatar-Kıpçak küüyündä”42. Nicä üüredärdilär türk dilini romın şkolasında, annadardı valkaneşli Onofrey Georgiy Mihayloviç, 1930-cu yıldan duuması. O annattıydı bu statyanın avtorlarına, ani o uşakları, angıları istärmişlar üürenmää türk dilini, toplarmışlar bir klasta, neredä türk üüredicisi verärmiş türk dili hem literatura derslerini. Kendi G.M. Onofrey tutmuştu aklısında birkaç şiir türk dilindä, angılarını o annadarmış o uroklarda43. Analogiyalı situaţiya varmış nicä görmää başka gagauz küülerindä. Şindi verelim bilgi kimi türk üüredicileri için, angıları çalışarmışlar gagauz küülerindä. Pedagog Osman Abdullah için biliner, ani o duumuş 1922-ci yılda Dobrucanın üülen tarafında Çiller küüyündä. 1933-cü yılın bitirer musulman se- minariyasını Mecediyedä. 1938-ci yılda onu yollêêrlar işlemää türk dili üüredicisi Kubey küüyündä. 1939-cu yılda türk üüredicisi evlener o küülü bir kıza Anas- tasiya Sakallıya. 1940-cı yılın Abdullah aylesinnän gider Romıniyaya. Geçindi 1989-cu yılda44. Başka bir üüredici Ali Kantarelli işlärdi türk dili üüredicisi Kongaz küüyündä, 378 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR o da evlener gagauzkaya. Açan çoyu üüredicilär 1940-cı yılın geçtilär Prutun saa tarafına, Ali Kantarelli karar aldı kalmaa Besarabiyada. Cenktän sora onu koy- dular şkola direktoru Kırlannar küüyündä (şindi küü Kotovskoe, Komrat rayonu, Gagauziya). Şindi da o küüyün insannarında bulunêrlar atestatlar, neredä var nicä görmää direktor Ali Kantarellinin el yazısını. Nicä örnek kalmış Donçev Semön Vasilyeviçin atestatı 1946-ci yılından45. O üzerä, ani Kantarelli yabancı devlet- tän gelmä, o düşer represiya altına. Ama kurtulêr da diri döner sürgündän. Arhiv kaynakları gösterer, ani 1937-ci yılın Komratta işlärdi Zahit Mehmet Boztuna, Kongazda – Hasan Belal Kılıç hem Sali İsmail, 1938-ci yılın Kubey küüyündä – Ahmed Mehmed46. Paralel türk dili kurslarının açılmasınnan gagauz küülerindä, Hamdullah Su- bhi Tanrıöver çekeder seçmää şkola, gimnaziya hem liţey üürenicilerini, angıları islää gösterärdilär kendilerini üürenmektä. Büük elçi hazırlanardı yollamaa onnarı ilerletmää üürenmesini Türkiyada. Bu üzerä 1934-cü yılda türk elçilii yazêr ofiţial danışma, neredä teklif eder yazılmaa üürenmää üüsek çiftçicilik institutunda An- karada47. Nicä gösterer dokumentlär, bu bir programaydı, angısına yardım edärdi Tür- kiya hükümeti. Gagauz studentlerinä türk hükümeti hazırladıydı bir üüredicilik sistemasını, angısı yardım edärdi eni gelän abiturientlerä sınaşmaa türk şkola sis- temasına. Önemni bir iş vardı o, ani devlet verärdi material yardım hepsi student- lerä. Sistema osoydu: hepsi gagauz studentlerinä Buharesttä türk büük elçisi alardı bilet etişmää Stambula. Buharesttän trennän studentlär etişärdilär Konstanţa ka- sabasına, oradan vapurlan – Stambula. Stambulda eni gelän studentleri karşılar- dılar maasuz kişilär, angıları getirärdilär onnarı pedagogika şkolasına (”Mualim mektebi”), neredä onnara hazırlanmıştı erlär yurtta. Studentlerä verilärdi imää, forma rubası hem biraz para48. Gagauz studentlerini kabletmäk programası bulunardu devletin üüsek kontrol altında. Bunu gösterer dokument, angısını imzalamış kendi Türkiya Cumhurbaş- kanı Mustafa Kemal Atatürk noyabri 27-dä 1937-ci yılda: “Galatasaray liţeyindä bulunan Romıniya türklerindän ikizli Onotol, Nivogo Velodimir, Boylu oglu, Sta- yon oglu Vasilinin Türkiyedä okumalarını kolaylatmak üzerä müsabakamız hem parasız hem yatılı olarak üüsek mühendis mektebindä alınmaları, Nafia vekilliinin 25/II/934 tarih hem 6237/11428 sayılı tezgeresi üzerinä İcra Vekilleri Heyetincä 27/II/934-tä tavsip hem kabul olunmuştur”49. Başka bir dokument, angısı gösterer baalantıların üüsek uurunu gagauz stu- dentlerinä – Türkiya Cumhurbaşkanı İsmet İnönü dekabri 3-dä 1938-ci yılda.

379 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Laf gider erleştirmää studenti Petri Zavrakı: “Pötr Stepanoviç Zavrak romın türk- lerindän Ankara tarım institutunda var dooruluu parasız üürensin hem yataklı yurta”50. Nicä gösterlär dokumentlär, studentlär, angılarını türk büük elçisi yolladı üü- renmää Türkiyaya türlü gagauz küülerindän. Aşaada vereriz tabliţayı, neredä var studentlerin adları, angıları bulundular aaraştırmalara görä. Kaynaktan belli, ani türk universitetlerini bitirennär kabletmişlär hertürlü profesiya. Genä dä belli, ani en seçilmiş üüsek şkolaların arasında İstanbul, Ankara hem İzmir.

Tabliţa 1. Gagauz studentleri, angıları üürendilär Türkiyada 30 y. XX a.

Adı hem familiyası Duuma eri Neredä üürendi Profesiya Özdemir Çobanoglu Kongaz Stambul üüredici (Vasiliy Çebanov) Orhan Bucak Kongaz Stambul üüredici (Dmitriy Tulba) Kamil Gökoguz Kongaz Stambul üüredici (______Mitiş) Galatasaray liţeyi müdürü, Ali Kaygı Komrat Stambul franţuz dili üüredicisi, Stam- (Georgiy Kaykı) bul (Dmitriy Kaykı) Komrat Stambul Avstraliyaya göç etmiş injener, (Yuriy Kısa) Komrat - Kanadaya göç etmiş Erol Biricik Komrat Stambul doktor (Mina Vasilioglu) Mete Kargalık Komrat Stambul franţuz dili üüredicisi (Dmitriy Gargalık) Emin Mutaf Komrat İzmir Ege universiteti prorektoru (Georgiy Mutaf) Enise Mutaf Komrat İzmir – (Emin Mutafın karısı) Engin Mutaf Komrat Stambul injener (Evgeniy Mutaf) Selma Öztürk Romıniya, Buha- Profesor, matematika doktoru, Valkaneş (İrina Bulgar) rest universiteti Marmara universiteti, Stambul Oguz Gürel Valkaneş Stambul ekspert-mehanik (İvan Pavlioglu)

380 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Stambul univer- Karel Güngör Kubey siteti, doktor (Georgiy Volontir) tarım fakulteti Süzan Güngör (Raisa Koleva) Kubey Karel Güngörün karısı Selma Sakallık Kubey (Kseniya Sakallı) Aksel Rustem Stambul univer- Profesor, doktor, genetik, Ka- Kubey (Leonid Gagauz) siteti nadaya göç etmiş Aynur Aksel (Akulina Raynova), Kubey Karel Rustemin karısı Bedri Sakallı Kubey biznesmen (Pötr Sakallı) Osman İkizli Stambul univer- Kubey Profesor, doktor (Anatoliy İkizli) siteti (Mihail Kör) Kubey Stambul üüredici Deniz Kapsız Kirsovo Stambul üüredici (Anna Kapsız) Aksel Alan Baurçu İzmir veterinar (Semön Terzi) Veysel Arseven muzikoved, üüredici Gazi uni- Baurçu Ankara (Vasiliy Öküzçü) varsiteti, Ankara (Nikolay Kalpakçi) Baurçu Stambul advokat Erol Kapsız biznesmen, Beşalma Stambul (Pavel Kapsız) reklama firması (Lüba Novaçlı) İzmir (Pötr Zavrak) Kubey Ankara folklorcu İskender Akkerman Satalık-Hadji veterinar (Aleksandr Draganov) Kaya Gökoguz Beşgöz Nadiya Kuloglu Beşgöz Aral Kulaksız) Stambul univer- Kurçi veterinar (Nikolay Kulaksız) siteti Yusuf Sakallı Kubey (İosif Sakallı) Önel Kargalık Cem Tezel biznesmen, Avdarma Ankara

381 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Turgut Kargalık Stambul univer- Avdarma franţuz dili üüredicisi siteti Atasever Cedikoglu profesor Stambul univer- Çadır-Lunga injener (Viktor Genov) siteti

(Vladimir Nivoglo)

Komrat (Vasiliy Stoyanoglo) Acar Uzgiden (Nikolay Macar) (Pötr Kolev) Kubey (Nadejda Koleva) Kubey (Anna Sakallı) Kubey Meriam Komratlı Komrat * В скобках отражены первоначальные имена гагаузов, до принятия ими турецкой именной системы. ** Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. 030_13_01_02_49_80_19. T.C. Başvekalet Muamelat müdürlüğü. 2 Şube, Sayı 1622. Kararname; НАРМ. Ф. 680, оп. 1, д. 3192, л. 401; Некоторые данные об именах студентов получены в результате

встречи с бывшими турецкими студентами во время их приезда в Республику Молдову в 1993−1999 гг.

Önemnli bir period Besarabiya studentleri için, açan onnar üürenärdilär peda- gogika kolecindä (“Erkek Mualim mektebi”) Stambulda, neredä onnar üürenär- dilär türk dilini hem da vardı kolaylıkları üürenmää Türkiyanın üüsek okullarında. Nasıl gösterer kaynaklar, burada üürenärdi çok gagauz. Pazarlar günü onnar top- lanardılar barabar da gidärdilär ortodoks klisesinä. Lääzım belli etmää, ani Hamdullah Subhi Tanrıöver ayırardı üürenicileri üü- renmää türk üüsek okullarında hem da o yardım edärdi kimi gagauzlara, angıları bitirmişlär romın universitetlerini aaraştırma yapmaa türkologiya uurunda51. Bu planda var nicä örnek olarak göstermää gagauz tarihçisini türkologu Mihail Gu- bogluyu, angısı fevral ayında 1940-cı yılda Türkiya büük elçisinin rekomendaţi- yasına görä çekeder yapmaa kendi bilim aaraştırmalarını ilkin nicä türkolog Franţ Babingerin asistenti, sora da Yaş universitetinin Türkologiya institutunun bilim sekretarı olarak52. Hamdullah Subhi Tanrıöver yolladı türk jurnalistinä Yaşar Nabiyä bulgar aa- raştırmacısının Atanas Manovun kiyadını “Потеклото на гагаузите и техните обичаи и нрави” (“Gagauzların etnik kökeni hem onnarın adetleri hem harak- terleri”. Varna, 1938). 1938 yılda bu kiyat tiparlandı türk dilindä redaktorun ön sözünnän. Yaşar Nabi tiparladı gagauzlar için gazetada “Ulus”, Cumhuriyet halk 382 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR partiyası organında, angısının lideriydi Kemal Atatürk, birkaç statya. Bu statyaları hep çıkardı Dobruca gazetası “Türk birliği”53. Hep burda 1939 yılda M. Guboglu tiparladı statyayı “Tarih Karşısında Gagauzlar”. Bu aaraştırmalar lääzımdı göster- sinnär gagauzların türk kökenini. Bu publikaţiyalar çektilär gagauzların interesini. Bunu gösterer bir mektup, angısını yollamıştı bit gagauz gazetaya: “Türk birliği” gazetası tiparlêêr statya gagauzların etnika bilimi için. “Bu publikaţiya çok sevin- dirdi bizi, gagauzları. Büünkü günä kadar kimsey yapmadı bunu bizim için. Bu priçina için biz kaldık karannık bilmezliktä...”54. Biliner, ani büük elçi Tanrıöver teklif etmişti türk üüredicisinä Komratta Zahit Boztunaya toplasın gagauz folk- lorunu da tiparlasın onu türk jurnalında “Varlık”, angısının redaktoruydu Yaşar Nabi. Hep o jurnalda tiparlandıydı Petri Zavrakın statyaları halk ilaçları için hem gagauz folkloru için55. Yaşar Nabi yardım edärdi genç aaraştırmacılara. Gagauz küülerindä, neredä vardı bulgarlar hem moldovannar, kimileri onnar- dan çekettilär sormaa, neçin açıldı türk dili kurslar. 1937-ci yılda bu sorulara ka- tıldılar Komratta, Çadır-Lungada, Kongazda başka üüredicilär56. Bu üzerä şkola inspektoru Holban geldi Komrada üürenmää situaţiyayı. Toplantıya geldiydi üç küüyün üüredicileri. Orada da bulunardılar iki türk dili üüredicisi, küü başları hem erli inteligenţiya. Birkaç saat debatlardan sora alındıydı karar, ani türk dili üüredilecek iki kerä haftada, ama sade gagauzlara “neçin ani onnar türk kökenni bir halk”57. Bu çalışma verilärdi üürediciyä Zahit Mehmet Boztunaya, angısında vardı maasuz üüredicilik dokumenti Romıniya kult hem sanat Bakannıından. 1937-ci yılın gazeta “Dobrudjanski glas”, Bazarcık kasabasında yazdıydı kri- tikalı bir statya “Gagauzların, bulgarların hem moldovannarın türkizaţiyası Be- sarabiyada”58. Orada yazılardı, ani Ankara çeker gençleri üürenmää Türkiyada59. Nicä gösterer arhiv dokumentleri, bu statya çekti romın siguranţasının interesini. Onun için oktäbrinin 22-dä 1937-ci yılda Bukureşttän Kişinöva geldi sekret bir mektup, ki erli kompetent organnarı incelesinnär, “serioz baksınnar” tiparlanan gazetada informaţiyayı60. Noyabrinin 24-dä 1937-ci yılın Kişinöva geler infor- maţiya, ani halizdän gagauzların arasında üç türk çalışêrlar üüredici olarak, onna- rın, nicä gösterer kaynaklar, vardı bu işä maasuz dokumentleri, angılarını vermişti Romıniya üüredicilik Bakannıı61. Romın devlet organnarı çekettiydilär incelemää türk üüredicilerini çalışmalarını. Onun için, ani noyabrinin 27-dä 1937-ci yılın Bukureşttän geldi eni mektup, neredä sölenärdi, ani nekadar kısa vakıtta vermää informaţiya hepsi belli kişilär için. O bilgilerdän biz göreriz, ani Zahit Boztuna kabletmişti avtorizaţiya üüretmää türk dilini Romıniya üüredicilik, kult hem incäzanaat Bakannıından 1937-ci yıl-

383 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR da nomer 161328. O yılın da 159937 nomerindä izin aldıydı Hasan Kılıç. İkisi dä onnar bulunardı Kişinöv üüredicilik bölümündä. Ahmet Mehmet için belli edilärdi, ani bu kişi yok bilgi bazasında Kişinöv bölümündä, onun için olmalı dokumentleri verildi Galaţ şkola regionunda62. İncelemektän sora belli oldu, ani halizdän Ahmet Mehmetä verilmiş izin çalışmaa Galaţ bölümündä milli üüredi- cilik Bakannıından, dokument nomeri 6998, ama belli edilärdi, ani martın 22-dä 1938-ci yılından beeri o çalışmazdı Kagul judeţindä. Başka bir yazıda belli edilär- di, ani Bakannık kararına görä nomer 158918 1937-ci yılda Kongazda çeketti işlemää Sali İsmail63. Kaynaklar gösterer, ani romın devleti savaşardı tutmaa kontrol altında, bilmää, nekadar gagauz studenti var hem neredä onnar üürenerlär. Bu gösterer romın konsulu Ruse kasabasında, neredä o annadêr student Mihail Kör için, angısı bitir- mişti Stambulda pedagogika şkolasını (“Mualim mektebi”). Mihail Kör kendisi Kubey küüyündän, Kagul judeţi. O gidärmiş evä Besarabiyaya, da onu romınnar durgutmuşlar sınırda Curcu kapusunda. Mihail Kör annatmıştı romın konsuluna, ani Türkiyada üürenärmiş yaklaşık elli gagauz üürenicisi64. Romın siguranţası alêr kontrol altına gagauz studentlerinin Türkiyada üüren- mesini. Siguranţa toplêêr bilgi, ani sade Kubey küüyündän 1937-ci yılda iki çocuk hem üç kız gitmişlär üürenmää Türkiyaya. Romınnar belli ederlär, ki gagauz genç- leri arasında lafederlär, ani islää gitmää üürenmää Türkiyaya, neçin ani Türkiya ve- rer üürenicilerä stipendiya, yataklı yurt, forma h. b. Sölärmişlär, ani Türkiya devleti onnara, kim bitirmiş üüsek okul, verärmiş iş65. Romın devleti çekeder sakınmaa, ani gagauz gençleri tutaceklar baalantı Tür- kiyadekı studentlärlän. Romınnar şüpelenärmişlär, ani kimi gagauz studentleri is- lää bakmazmışlar romın devletin politikasına. Lääzım sölemää, ani Romın devleti Besarabiyada hep aarardı Besarabiyada onnarı, kim baalı soţialist partiyalarınnan. Sayılardı, ani soţialistlär giderlär karşı romın devletinä. Arhiv kaynakları göste- rer, ani romın siguranţası tutarmış göz altında gagauz aydınnadıcısını protoierey Mihail Çakiri, ani “işlärmiş gagauz emigraţiyasına Türkiyadä” deyni66. Bu konu- da noyabrinin 1-dä 1938-ci yılda Besarabiya jandarlarına yollandırılmıştı Mihail Çakirinn fotosu, ki maasuz izlesinnär protoierey Mihail Çakirin çalışmasını ga- gauzların arasında. Noyabrin 16-da 1938-ci yılda siguranţa bilgiledi, ani izlemä planı durdudulêr, neçin ani “sentäbri ayında popaz-pensioner geçindi da gömüldü Kişinövda”67. Lääzım belli etmää, ani Türkiya büük elçisi Tanrıöver halizdän kur- muştu baalantı protoierey Mihail Çakirlän. Ama Tanrıöver sayardı aydınnadıcı protoierey Mihail Çakiri nicä bir gagauz liderini, çok avtoritetli bir kişiyi Besa- 384 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR rabiyada68. Protoierey Mihail Çakir toplanardı gitmää yaşamaa Türkiyada uzun vakıda hem dä almaa yanına unukasını Nikolayı69. Arhiv kaynaklarına görä, romın devleti izlärmiş ne konuda çalışêr üülendeki Besarabiyada Türkiya büük elçisi Hamdullah Subhi Tanrıöver. Bir raportta ya- zılêr, ani mayın 1-dä 1939-ci yılda büük elçi Tanrıöver romın asker temsilcisin- nän barabar gitti Komrada. Orada o oldu musaafir primar Georgiy Kaykıda. Hep o gün Kaykının evindä büük elçi buluştuydu türk üüredicisinnän Salim Kılıçlan, Hamdullah Subhi Tanrıöverlän buluşmaa burayı geldiydi on gagauz üürenicisi. Ertesi günü Tanrıöver ziyaret eder Beşalma, Kongaz, Kazakliya, Dizgincä, Valka- neş küülerini Kagul judeţindä hem küüleri Dimitrievka, Satılık-Hacı judeţ Çetatä Alba hem Çadır-Lunga küüyünü Tigina judeţindä70. Bu kontekstä interesli okumaa rus bilim adamı, geograf V.V. Pokşişevskiyin statyasını “Gagauzların tarafında”: “Türk hükümeti islää kabledärdi gagauz stu- dentlerini zenginnerdän Ankara hem Stambul okullarına”71. Şindi vereriz kısa biografiya bilgilerini o gagauzların, angıları bu periodta üü- rendilär Türkiyada da oldular tanınmış insannar. Pötr Zavrak. Duudu 1917-ci yılda Kubey küüyündä. 1934-cü yılda Bolgrad gimnaziyasını bitirdiktän sora o batisinnän Dmitriy Zavraklan gider üürenmää Türkiyaya. Bitirdiynän pedagogika okulunu Stambulda, 1938-ci yılda Pötr gi- der üürenmää Ankara universitetinin tarım (çiftçilik) fakultetinä. Hep bu vakıt Pötr toplêêr gagauz folklorunu gagauz küülerindä Besarabiyada hem Dobrucada. 1939-cu yılda jurnalda “Halk Bilgisi Haberleri” tiparlanêr Pötr Zavraan statyası “Gagauzlar arasında kullanılan halk ilaçları”72. 1939-cu yılında jurnal “Varlık” çı- karêr onun toplanılmış gagauz halk yaratmalarını “Gagauz türküleri”73, “Gagauz bilmeyceleri”74. Önsözdä Yaşar Nabi yazêr, ani “genç bilim adamı yaptı büük iş, angısı çok paalı türk folklorunu üürenmää deyni”75. İrina Bulgar (Selma Öztürk). Duudu Vulkaneştä 1913-cü yılda. Bobası kayıp olmuş Birinci dünnää cengindä 1916-cı yılda. Dul karısının kalêr elindä beş üüsüz uşak. Açan İrina bitirer şkolayı kendi küüyündä, onu 1926-cı yılda kablederlär Bolgrad liţeyinä, neredä üürenicilerä acılmıştı parasız internat. İrina çok başarı gösterärdi matematikada, islää üürendiydi franţuz dilini. 1930-cu yılın İrina bi- tirer liţeyi da Bukureştä girer üürenmää matematika fakultetinä. Universitettä İrinayı kablederlär studentlär için parasız internata. Bir gün İrinayı teklif ederlär Bukureşä Türkiya Büük elçiliinä. Hamdullah Subhi Tanrıöver sorêr İrinaya, istä- meer mi o geçmää yaşamaa Türkiyaya. 1939-cu yılda İrina geçer yaşamaa Türki- yaya, Stambulda evlener, onun olêr oolu, unukaları. Türkiyada alêr kendisinä eni

385 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ad – Selma Öztürk. 1949-cu yılda kazanêr doktor disertaţiyasını. İrina Bulgar tiparladı birkaç bilim statyası. Kırk yıl İrina Bulgar (Selma Öztürk) çalıştı mate- matika üüredicisi Stambul tehnika universitetindä76. İvan Pavlioglu (Oguz Gürel). Duudu aprilin 24-dä 1916-cı yılda. Valkaneş küüyündä bir çiftçi aylesindä. Makar aylesi zor yaşardı, İvan Pavlioglu çalışardı islää üürenmää şkolada. En büük başarı o gösterärdi matematikada. 1939-cu yılda İvan Pavlioglu gittiydi Buureştä Türkiya Cumhuriyeti Büük elçiliinä, neredä genç gagauzu kablettiydi Büük elçi Hamdullah Subhi Tanrıöver. Tezdä İvan Pavlioglu hazırladı dokumentlerini da gitti üürenmää Türkiyaya. 1940-cı yılda Besarabiyay- lan baalantı koptu, graniţa kapandıydı. İvan Pavlioglu kaldı yaşamaa Türkiyadä da aldı kendisinä eni ad – Oguz Gürel. Valkaneşta İvan Pavlioglu (Oguz Gürel) geldi taa 1978-ci yılda. Bir gün o maasuz geldiydi Beşalma küüyünä görmää is- toriya-etnogragiya muzeyini hem buluştuydu gagauz yazıcısınnan Dmitriy Kara Çobannan. Sora Türkiyadan yazdıydı Kara Çobana bir mektup. Çok yıl Oguz Gürel çalıştıydı üüredici industrial liţeyindä, hem isledi Ankarada nicä bir eks- pert-mehanik77. Georgiy Mutaf (Emin Mutaf ). Duudu Komrat kasabasında. Bitirdi Dmit- riy Kantemir adına liţeyi. 1933-1934-cü yıllarda üürendi Yaş universitetindä da 1935-ci yılda Bukureştä buluştu Hamdullah Subhi Tanrıöverlän, angısı yardım etti Georgiy Mutafa gitmää üürenmää Türkiyaya. Onu kablederlär Ankara tarım (çifçilik) universitetinä. O yıllarda Georgiy Mutaf alêr kendinä eni ad – Emin. 1942-ci yılda Emin Mutaf bitirer universiteti da girer işlemää bilim-aaraştırma institutuna, neredä çalışêr çiftçilik maşinaları temasında. Tiparlêêr birkaç stat- ya bu temada. Genç bilim aaraştırmacısını yollêêrlar ilerletsin üürenmää bu te- mayı Angliyaya Silson kasabasına. 1958-ci yılda Emin Mutaf kablediler işlemää Ege universitetinä İzmir kasabasında. Bu universitetta Emin Mutaf yapêr islää bir karyera, olêr çiftçilik fakulteti başkanı, kazanêr doktorluu, kableder profesor statusunu. Çok yıl çalışêr Ege universitetindä rektor yardımcısı. 70-ci yıllarda çok çalıştı Türkiya tarımcılık maşinalar sistemasında. Bu uurda yapardı ortak çalışma- lar Franţiyaylan, Amerikaylan, Kanadaylan, Germaniyaylan78. Vasiliy Çebanov (Özdemir Çobanoglu). Duudu iyünün 27-dä 1915-ci yıl- da Kongaz küüyündä zengin bir çiftçi aylesindä. Bitirdiynän küüdä şkolayı, girer üürenmää Bolgrad gimnaziyasına. Vasiliy sayılarmış en islää üürenicilerin birisi da kabledärmiş speţial stipendiya “Yalpug” fondundan. Gimnaziyayı bitirdiynän, 1936-1937-ci yıllarda yapêr slujbasını romın armiyasında İzmail kasabasında. As- kerliini yaparkan, Vasiliyä vererlär otpuska, da o gider Bukureşä, neredä buluşêr 386 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Türkiya Büük elçisinnän Hamdullah Subhi Tanrıöverlän. Büük elçi çok yardım eder genç gagauza. Bitirdiynän slujbayı dekabri 1937-ci yılda, Vasiliy hazırlêêr dokumentlerini da gider üürenmää Türkiyaya. Erkek mualim mektebini bitirip, Vasiliy girer üürenmää Ankara universitetinä dil, istoriya, geografiya fakultetinä. Bu yıllarda Vasiliy alêr kendisinä eni ad – Özdemir Çobanoglu. Bitirdiynän uni- versiteti, Özdemir Çobanoglu çalışêr asistent orta asirleri kafedrasında. Hep o vakıt çalışêr üüredici bir liţeydä. 1950-ci yılda Özdemir Çobanoglu kazanêr dok- torluk disertaţiyasını “Dimitri Kantemir hem onun kitapları”. Türkiya Cumhu- riyeti kultura bakannıı verer Özdemir Çobanogluya çevirsin türk dilinä Dimitri Kantemirin iki kitabını “Osmanlı imparaturluğu’nun” yükseliş ve çöküş tarihi” (1- 2 cilt, İstanbul. 1998). 60-70-ci yıllarında Özdemir Çobanoglu birkaç kerä geler görüşmää hısımnarınnan Kongaz küüyünä. 1991-ci yıldan Özdemir Çobanoglu getirdi kendi biblioyekasından kitaplarını, angılarını baaşladı Komrat devlet uni- versitetinä, yaptı birkaç buluşma Moldova gagauzlarınnan. 2000-ci yılda tiparladı kitabını “Bir gagauz öğretmenin başına gelenler” (İstanbul, 2000)79. Vasiliy Öküzçü (Veysel Arseven). Duudu 1919-cu yılda Baurçu küüyündä Çadır-Lunga rayonunda. Onnarın aylesi fukaara bir çiftçi aylesiydi. Vasiliy Öküz- çü islää bitirer küüdä şkolayı da girer üürenmää zanaatçılık şkolasına. Üürenärkän zanaatçılık şkolasında, Vasiliy Öküzçü düşünärmiş olmaa muzıkant da, açan o geler Baurçuya, buluşêr Semön Terziylän, angısı studentmiş Türkiayda. Ondan Vasiliy üürener, nasıl var nicä gitmää üürenmää Türkiyaya. Lääzımmış gitmää Bu- kureşä Türkiya Büük elçisinä. Ama yol parası Vasilidä yokmuş, da ozaman ma- musu gider popaza Evsey Krokusa (1867-1936)80. Popaz bilärmiş Vasiliyi nicä bir islää çocuu da verer ona 500 romın leyi hem iisözleer onu. Bölä çekeder Vasiliy Öküzçünün muzıkacılık yolunda yaratmacılıı. Vasiliy Öküzçü biliner Türkiyada nicä Veysel Arseven. Bu adı Vasiliy alêr, açan bitirer Gazi universitetini Ankarada. Veysel Arseven yazêr 500 muzıka temasında makalä (statya)81, onnarın arasında: “Gagauz halk türküleri” (1947), “Gagavuz halk müziği ile Anadolu halk müziği hakkında mukayeseli bir inceleme” (1952), “Üç türkü” (1953), “Çok sesli halk türküleri” (İstanbul, 1957)82 “Açıklamalı Türk halk müziği kitap ve makaleler. bib- liografyası” (1969)83. 2000-ci yılda tiparlandı kitap “Gagavuz kompozitörü mü- zikoloğu ve folklorcusu Veysel Arseven (Vasili Öküzçü) 1919-1977. Biyografisi, makaleleri ve müzik eserleri” (Ankara, 2004)84. Leonid Gagauz (Aksel Rustem). Duudu 1910-cu yılda Kubey küüyün- dä (şindi Çervonoarmeyskoe, Bolgrad rayonu, Odesa bölgesi, Ukrayna). Onun bobası Mihail Georgieviç Gagauz eski rus zamanında işlärmiş küü şkolasında üüredici hem direktor. Romın vakında Kubey küüyündä Mihail Gagauzu ayırêr-

387 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR lar primar. Leonid Gagauz bitirer küüdä şkolayı, sora da 1929-cu yılda Bolgrad gimnaziyasını. 1935-ci yılda Leonid Gagauz girer üürenmää Türkiyada İstanbul iniversitetinin agrar fakultetinä. Açan Leonid bitirer universiteti, alêr kendisinä eni ad – Rustem Aksel. Bu adınnan o tanınêr bilim dünnääsında nicä bir agrar bilimindä genetika aaraştırmacısı, toomculuk temasında. 1949-cu yılda Rustem Aksel kazandı doktor disertaţiyasını. 50-ci yıllarda Kanada Edmonton universite- ti teklif etti doktor Rustem Akselä çalışmaa profesor universitettä. Rustem Aksel aylesinnän – karısınnan Aynur Aksellän hem uşaklarınnan – geçti yaşamaa başka devletä. Kanadada Rustem Aksel enidän kazandı doktor disertaţiyasını, kabletti profesor statusunu. 1977-ci yılda Amir Muhamedlän, R.K. von Borstellän bara- bar yazdılar monografiya “Genetic diversity in plants” (edited by Amir Muham- med and Rustem Aksel and R. C. von Borstel) New York, 1977)85. Viktor Genov. Duudu 1924-cü yılda Çadır-Lunga küüyündä, 1938-ci yılda bitirer Benderdä liţeyi da gider üürenmää Türkiyaya. 1948-ci yılda Viktor Genov geçer yaşamaa Vengriyaya, orada bitirer başka bir universitet da kableder injener diplomunu. 1960-cı yılda Genov geçti yaşamaa Romıniyaya. 1991-ci yılda geler Çadır-Lunga kasabasına, meraklanêr gagauz kulturasınnan hem dilinnän. Sora o hazırlêêr rus-türk-gagauz sözlüü. 2005 yılda romın aaraştırmacısı Anatol Makriş, angısı islää tanışardı Viktor Genovlan, yazdı, ani sözlük “olacek çok zengin hem faydalı”86. Bu sözlük tiparlandı Viktor Genovun ölümündän sora. Yuriy Kısa. Duudu 1921-ci yılda Komratta. Onun anası-bobası işlärdilär klisä şkolasında “Panaiyanın geçinmesi”. Yuriy Kısa bitirer şkolayı, üç kurs Dmitriy Kantemir liţeyindä Komratta. 1935-ci yılda Yuriy Kısa gider üürenmää Türkiya- ya. 1944-cü yılda Yuriy Kısa geçer yaşamaa Avstriyaya. Vena universitetindä Yuriy Kısa üürener german filologiyasını. 1955-ci yılda Yuriy Kısa bütün aylesinnän ge- çer yaşamaa Kanadaya, neredä konêr Ottava kasabasında. 1955-1959-ci yıllarda- Yuriy Kısa çalışêr Makgilla universitetindä, Monreal kasabasında. İşledi Kanada elektronik industriyasında. Çok yıl çalıştı Kanada asker Ministerliindä, temsil etti Kanadayı NATO-nun türlü komisiyalarında. Çıktıynan pensiyaya, 1991-ci yılda kurdu bir firma da çalıştı biznestä. 1992-1994-ci yıllarda dolaştı kendi duuma erini – Komrat kasabasını. Kurduydu kendi adına maasuz stipendiya islää stu- dentlerä. Yuriy Kısa geçindi 2007-ci yılın87. Georgiy Kaykı (Ali Kaygı). Duudu 1920-ci yılda Komratta. Onun bobası işledi primar Komratta 1932-1933-ci yıllarda. Bitirdi Dmitriy Kantemir adına Komrat liţeyini, Türkiyada Gazi Pedagogika institutunu, Florida devlet univer- sitetini Amerikada. İşledi franţuz dili üüredicisi, Galatasaray liţeyindä direktor 388 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR yardımcısı, direktor vekili. Georgiy Kaykının bobası Georgiy Kaykı 1940-cı yılda sovet rejimi tarafından düştü politika represiyaya da kaldırıldı Sibirä, neredän ge- eri dönmedi. Bu konuda romın devleti vermişti ofiţial cuvap Türkiya Ali Kaygının adına 1942-ci yılda88. Dmitriy Kaykı. Duudu 1942-cü yılda Komratta. Bitirdi beş klas Komrat liţe- yindä, sora 1940-cı yılda gitti batisi Georgiyin yanına İstanbula, bitirdi universi- teti Türkiyada, sora geçti yaşamaa Avstraliyaya89. Pavel Kapsız (Erol Kapsız). Duudu Beşalma küüyündä 1924-cü yılda. 1938- cu yılda gitti üürenmää Türkiyaya. Bitirdi erkek mualim mektebini, üürendi üç kurs ekonomika fakultetindä İstanbul universitetindä. Evlendi, oldu iki çocuu. 60-cı yıllarda Erol Kapsız kurdu bir reklama firması, angısı başarılı çalışardı. Ge- çindi 2007-ci yılda90. Romıniya bas kasabasında Bukureştä yaşardılar Pavli (Erol) Kapsızın anası hem bobası91. Dmitriy Gargalık (Mete Kargalık). Duudu Komratta 1917-ci yılda. Onun bobası Födor Gargalık komratlıydı, anası Elena Kongaz küüyündändi. Bobası alış-veriş işlerindä çalışardı, o açmıştı bir restoran Kongaz küüyündä. Bir gün, açan Türkiya Büük elçisi Hamdullah Subhi Tanrıöver geler Komrada, Dmitriy Gargalık hem taa birkaç çocuk danışêrlar büük elçiyä da sorêrlar, var mı nicä gitmää üürenmää Türkiyaya. Hamdullah Subhi Tanrıöver yardım eder komratlı çocuklara gitmää üürenmää Türkiyaya. Dmitriy Kargalık bitirer İstanbul univer- sitetinin filologiya fakultetini. İki yıl üürendi Franţiyada franţuz dili kurslarında. Çok yıl çalıştı franţuz dili üüredicisi92. 1 Bulgar S. Türkiyeye gelen 1934-1940-cı yıllarda gagauz üürenicileri // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. S. 16-34; Dr. Özdemir Çobanoglu (Vasiliy Çebanov) (1915-2007) // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. S. 51-59; Bulgar S. Türk dili üüredicileri gagauz küülerindä Besarabiyada 1937-1946 yıllarında // Sabaa yıldızı. Komrat. 2010. № 49. S. 38-47. 2 Bercu O. Învăţământul în mediul populaţiei găgăuze din Basarabia (1918−1940) // Anuarul Institutului de cercetăti inte- retnice. Vol. VI. Chişinău, 2006, p. 70-73. 3 Нягулов Б. Политика и идентичност: Румъния, Турция и гагаузите през 30-е г. на XX век // Исторически преглед. София, 2007, № 3-4, с. 253-271. 4 Иванова В. В. Стратегии включения гагаузов в тюрко-турецкое культурное пространство (XX−XXI вв.) // Радловский сборник: Научные исследования и музейные проекты МАЭ РАН в 2012 г. СПб., 2013, с. 263-267. 5 Acaroğlu M. T. Tanrıöver ve Gagauzlar // T?rk Yurdu: Hamdullah Suphi Tanrıöver: ?zel Sayı Şubat. İstanbul, 1967. Cilt 6, Sayı: 2. 6 Anzerlioğlu Y. Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi ve Gagauz Türkleri // Bilig. İstanbul, 2006, № 39, р. 31-51. 7 Yavuz N. Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagavuzlar // Gazi Akademik Bakış. Ankara, 2010. Cilit 4, Sayi 7, sayfalar 177- 184. 8 Hablemitoğlu N. Kemal’in Öğretmenleri. Yeni Hayat, 1999. 9 Gagauz yurdu’ndan anayurda... // “Yesevi”. Mülakat: Dr. Metin AKAR - Dr. Acar SEVİM. 2000. Sayfalar: 22-25. 10 Сampus E. Din politica externă a României, 1913-1947. Bucureşti, 1980, p. 239-242. 11 Mehmet Ali Ekrem. Relaţiile româno-turce între cele două războaie mondiale (1918−1944). Bucureşti: Editura ştiinţifică, 1993, p. 27, 31. 12 Хамдуллах Субхи Танрыёвер родился в 1885 г. в Стамбуле. Отец его – Абдулланиф Субхи Паша, мать – Юлфет ханым – родом с Кавказа. Хамдуллах Субхи учился в начальной школе Кысыклы Алтунызаде Нумунек Терракки, затем - девять лет (1895-1904 гг.) в лицее Галатасарай. После окончания лицея был принят на работу в главное управление табачной промышленности стажером, работал учителем в школе Айасофия Рушдие. В 1913 г. Хамдуллах

389 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Субхи принимал участие в группе, связанной с международными соглашениями по итогам второй Балканской войны. Будучи еще лектором в Стамбульском университете, он первый раз посетил Румынию. Молодой ученый входил в состав делегации дидактических университетских кадров и студентов, которые в мае 1914 г.совершили визит в Румынию (Prodan D. Preocupări de orientalistică şi turcologie în România între Îndependenţă şi Marea Unire (1878−1918) // Acta Moldaviae Septentrionalis. Botoşani, 1999, № 1, р. 87). С 1913 г. принимал участие в работе организации “Türk Ocağı” (“Турецкие очаги”), собравшей группу турецкой интеллигенции, объединенных идеями пантюркизма. В 1923 г. в Анкаре Хамдуллах Субхи открывает центральный “Türk Ocağı”, где работает до 1931 г., пока эта организация не была закрыта. “Türk Ocağı” сыграли большую роль в вопросе национального развития Турции. Во время первой мировой войны Хамдуллах Субхи бывал на разных фронтах, в том числе Чанаккале, Сирии, Ливане. В 1918 г. Хамдуллах Субхи Танрыёвер побывал в Германии. После возвращения в Турцию принимает участие в кемалистком движении и создании Турецкой Республики. Хамдуллах Субхи Танрыёвер был избран депутатом первого созыва Парламента Турецкой Республики, который приступил к работе 8 апреля 1920 г. С 1931 по 1944 гг. был послом Турецкой Республики в Румынии. После возвращения в Турцию в 1944 г. был избран депутатом Парламента Турецкой Республики. В 1949 г. были вновь открыты “Türk Ocağı” (“Турецкие очаги”), где в руководстве общества работал до 1966 г. Много времени уделял проблемам гагаузских студентов, их устройству на работу, получением ими необходимых документов для проживания в Турции. Cвои воспоминания о Румынии, в том числе и о гагаузах, турецкий посол отразил в таких трудах как: G?nebakan (Подсолнух). Анкара, 1929 г. и Dağ Yolu (Путь к себе). Анкара, 1928. Последний труд был переиздан два раза в 1931 г. и 1987 г. Хамдуллах Субхи Танрыёвер умер в 1966 г. (Yrd.Doç.Dr. Halim Serarslan. Hamdullah Subhi Tanrıöver // Ankara. 1995. Sayfa 3-51). 13 Oprea I. Nicolae Titulescu. Bucureşti, 1964, p. 533. 14 Сiachir N. Informaţii din arhivele româneşti despre Mustafa Kemal Atatürk // Revista de istorie. Bucureşti, 1981. Tom 34, Nr. 6, p. 1145. 15 Mehmet Ali Ekrem. Atat?rk în opinie publică românească // Revista de istorie. Bucureşti, 1974. Tom 27, Nr. 4, p. 598. 16 Сiachir N. Informaţii din arhivele…, р. 1146. 17 Сampus E. Înţelegerea Balcanica. Bucureşti, 1972, p. 135. 18 Mehmet Ali Ekrem. Atatürk…, р. 598. 19 Manuilă S. Studiu etnografic asupra populaţiei României // Bucureşti, 1940, p. 35. 20 Там же, с. 55. 21 Покровская Л.А. Современный гагаузский язык (курс лекций) // Комрат. 1997. С. 5. 22 Сiachir N. Informaţii din arhivele…, р. 1142. 23 Там же. 24 Omer M. Mesageri de bună convieţuire: Evoluţia presei turceşti din România (1888−1989) // Analele Asociaţiei naţionale a tinerilor Istorici din Moldova. Revistă de istorie. Bucureşti-Chişinău, 2014. Vol. 11, p. 261-262. 25 Nabi Yaşar. Türk gagauzlar. Balkanlar ve Türklük. Ankara, 1936, р. 110-114. 26 Там же, р. 113. Политика румынского правительства, направленная на эмиграцию гагаузов, проявилась и в другом случае – в 1926-1930 гг. Тогда была организована эмиграция гагаузов и болгар в Бразилию. Бразильский консул в Бухаресте отмечал, что румынские власти были склонны разрешить эмиграцию при условии, что желающие переселиться в Бразилию, владели иностранным языком. Это обозначало, что могли переселиться болгары и гагаузы, которые, в отличии от этнических румын, кроме румынского, владели родным языком. По заключению болгарского исследователя Румена Стоянова, эта политика проводилась с целью изменения этнического состава Румынии (Косиков Ж. Имиграцията в Бразилия. Бесарабски българи и гагаузи. София, 2014, с. 27). Жители Бессарабии (гагаузы и болгары), пожелавшие эмигрировать, должны были записаться в списки, которые составляли уполномоченные по эмиграции. После этого кандидаты на эмиграцию должны были пройти медосмотр в уездных городах Тигина (Бендеры), Аккерман, Кагул или в Бухаресте, и там же получали паспорта и оформляли документы на транспортный проезд. Получив медицинскую справку о состоянии здоровья, семья кандидата должна была сфотографироваться на коллективное фото. После собеседования в уездном комиссариате полиции семья получала иммиграционный паспорт (paşaport de emigrare). (Bulgar S. Braziliya gagauzları. Bir emigraţiyanın istori- yası 1925−1930 yy. // Jurnal „Sabaa Yıldızı”. Komrat. 2009, № 46, p. 8-9). С главой семьи румынское правительство заключало договор о проезде (contract de transport) до порта отправки: Гамбург (Германия), Амстердам (Голландия), Триест (Италия) и др. Эмигрантов принимали на борт океанского лайнера и располагали на места самой низкой категории, женщины и дети располагались отдельно от мужчин. Из порта Сантос бессарабцев доставляли в Сан- Паулу и распределяли по кофейным фазендам (Cocicov J. Imigração bulgaros e gagauzos bessarabianos “Romenos”. Brazil, Uruguai. Ribeirão Preto. 2007, p. 685). Отметим, что в тот период некоторые местные публикации нередко называли гагаузов этнонимом ‘турки’ (Парчевский К. Судьба русских крестьян в Бразилии // Новая заря. Сан- Франциско, 1.IV.1936). 27 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Лист: 030_10_00_00_116_810_12_3. (1936. Baş Vekil General İsmet İnönüne takdim). 28 Иванова В. В. Стратегии включения…, с. 264. 29 Иванова В. В. Стратегии включения…, с. 263. 30 Yrd. Doç. Dr. Serarslan Halım. Hamdullah Subhi Tanrıöver. Ankara, 1995, sayfa 155. 31 Nabi Yaşar. Türk gagauzlar // Balkanlar ve Türklük // Ankara. 1936. С. 114. 32 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_6. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_7. (Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti. 18.11.34. Rapor. Bükreş Elçisi Hamdullah Suphi).

390 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

33 Там же. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_9. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_10. 34 Там же. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_12. 35 Monitorul Oficial. 1928, 15 mai, №105, p. 4267. 36 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Лист: 030_0_00_010_000_000/246_666_30_2. 37 Там же. Лист: 030_10_00_00_247_668_14_1. (Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti. 18.11.34. Başbakanlığa). 38 Иванова В. В. Стратегии включения…, с. 264. 39 Yrd. Doç. Dr. Serarslan Halım. Hamdullah Subhi Tanrıöver…, р. 152. 40 Yavuz N. Hamdullah Suphi…, р. 182. 41 Nabi Yaşar. Türk gagauzlar…, р. 114. 42 Бабоглу Н. Легенданын изи. Кишинев. 1974, с. 32-34. 43 Bulgar S. Türk dili üüredicileri gagauz küülerindä Besarabiyada 1937-1946 yıllarında // Sabaa yıldızı. Komrat. 2010. № 49. Sayfa 39. 44 Bulgar S. Türk dili üüredicileri gagauz…, р. 47. 45 Архив С. Булгара. “Адеверинцэ. Дончев Симион Васильевич. 1946 г., сатул Кырланень, с. совет Конгаз”. 46 Национальный Архив Республики Молдова. Ф. 680, оп. 1, д. 3192, л. 373. 47 Bercu O. Învăţământul în mediul populaţiei…, р. 72. 48 Заврак Н.Х., Курогло С.С., Булгар С.С. Петр Заврак – возвращение легенды. Кишинев, 2014. с. 98-99. 49 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. 030_13_01_02_49_80_19. T.C. Başvekalet Muamelat müdürlüğü. 2 Şube, Sayı 1622. Kararname. 50 Заврак Н.Х., Курогло С.С., Булгар С.С. Петр Заврак…, с. 98. 51 Следует отметить, что Танрыёвер имеет особую заслугу в развитии тюркологии в Румынии в межвоенный период. Под его патронажем был организован ряд конференций по истории Республики Турция и румыно- османских отношений в средние века и новое время. Он внес вклад в создание, привлечение профессиональных исследователей, обеспечение книгами и историческими картами Ясского Института тюркологии (1940−1945). Посол персонально был знаком и сотрудничал с известным немецким тюркологом Францем Бабингером и румынским историком Николае Йорга. С последним он вел активную переписку историко-филологического характера, связанную с историей румыно-османских связей (Prodan D. Preocupări de orientalistică-turcologie în România în perioada 1878− c- 1950. Consideraţii întroductive // Acta Moldaviae Septentrionalis. Botoşani, 1999, № 1, р. 70). 52 Сырф В. Михаил Петрович Губоглу. Биобиблиографический очерк (к 100-летию со дня рождения) // Buletin encic- lopedic. Publicaţie de istoria ştiinţei şi şi studii enciclopedice. Сhişinău, 2011, №1, с. 90. 53 Nabi Y. Türk Gagauzlar // Türk Birliği. 1939, № 34-38. 54 Omer M. Mesageri…, p. 267. 55 Acaroğlu M. T. Tanrıöver…, р. 81. 56 Национальный Архив Республики Молдова. Ф. 680, оп. 1, д. 3192, л. 377. 57 Там же, л. 377. 58 Там же, л. 376. 59 Там же, л. 377. 60 Там же, л. 376 61 Там же, л. 373. 62 Там же, л. 388. 63 Там же, л. 398. 64 Там же, лл. 401-402об. 65 Там же, л. 420. 66 Там же. 67 Там же, л. 451. 68 Bulgar S. Veysel Arseven (Vasili Öküzçü) – kompozitor, muzikolog (1919-1977) // Veysel Arseven (Vasili Öküzçü) 1919−1977. Bibliografisi makaleleri ve müzik eserleri. Türksoy. Ankara, 2004, р. 7. 69 Bulgar S. Türkiyeye gelen 1934-1940-cı yıllarda gagauz üürenicileri // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. Sayfa 19. 70 Национальный Архив Республики Молдова. Ф. 680, оп. 1, д. 3192, л. 477. 71 Покшишевский В.В. В краю гагаузов // Вокруг света. Москва. 1946. № 5-6. С. 32-33. 72 Petri Zavrak. Gagauzlar arasında kullanılan halk ilaçları // “Halk Bilgisi Haberleri”. Sayı: 89-90, 3-4. 1939, 111-112. 73 Petri Zavrak. Gagauz türküleri // “Varlık”. Sayı: 139. 15 Nisan 1939. S. 240-243. 74 Petri Zavrak. Gagauz bilmeyceleri // “Varlık”. Sayı: 140. 1 Mayıs 1939. S. 278-280. 75 Yaşar Nabi. Önsöz // Jurn. “Varlık”. Sayı: 139. 15 Nisan 1939. S. 240-243. 76 Булгар С.С. Гагаузские судьбы. Кишинёв. 2003, с. 82-83. 77 Bulgar S. S. İki Valkaneşlinin yaşama yolları // Sabaa yıldızı. 2008. № 43, р. 46-48. 78 Bulgar S. Türkiyeye gelen 1934-1940-cı yıllarda gagauz üürenicileri // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. S. 29-31. 79 Dr. Özdemir Çobanoglu. Bir gagauz öğretmenin başına gelenler // “Sabaa Yıldızı”. Komrat. № 13. 2000. S. 51-59. 80 Курдогло Константин. Баурчи: очерки // Кишинев. 2012. С. 76-77. 81 Bulgar S. Veysel Arseven (Vasili Öküzçü)..., р. 1-2. 82 Çok sesli halk türküleri. Hazırlıyan Veysel Arseven // İstambul. 1957 – Maarif basımevi.

391 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

83 Açıklamalı. Türk halk müziği kitap ve makaleler. Bibliografiyası. Hazırlayan Veysel Arsrven // Milli eğitim basımevi. İstanbul,1969, 210 sayfası. 84 Gagavuz kompozitörü müzikoloğu ve folklorcusu Veysel Arseven (Vasili Öküzçü) 1919-1977. Biyografisi, makaleleri ve müzik eserleri. Kitabı yayına hazırlayan Stepan Bulgar // Ankara. 2004. 85 “Genetic diversity in plants” / edited by Amir Muhammed and Rustem Aksel and R. C. von Borstel // International Sympo- sium on Genetic Control of Diversity in Plants (1976: Lahore) Muhammed Amir, Aksel Rustem, Von Borstel R.C. // New York: Plenum Press, 1977, 506 p. 86 Măcriş A. Găgăuzii în diaspora şi la ei acasă. Bucureşti, 2005, p. 23. 87 Măcriş A. Găgăuzii. Bucureşti, 2008, p. 125-126. 88 Bulgar S. Türkiyeye gelen 1934-1940-cı yıllarda gagauz üürenicileri // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. Sayfa 34. 89 Там же, с. 126. 90 Там же, с. 129. 91 Măcriş A. Găgăuzii. Opinii şi însemnări. Bucureşti, 2001, p. 44. 92 Bulgar S. Türkiyeye gelen 1934-1940-cı yıllarda gagauz üürenicileri // Sabaa yıldızı. Komrat. 2000. № 13. Sayfalar: 19, 24-25.

392 GAGAUZIYA KADINLARI GEÇMİŞTE VE BUGÜN

Elizaveta KVİLİNKOVA

doctor habilitat, professor, Moldova Bilimler Akademisi, Moldova

Özet Gagauz köylerinde Moldova’nın güney tarafında insannarın geleneksel davranışları XX asirinin 70. senelerine kadar korundu. Gagauz ailelerinde karı koca ilişkileri geleneksel ola- rak patriarh egemenliğine dayanıyorlardı. Kadının ve erkeğin durumu gagauz köylerinde tavır kurallarına dayanıyordu, bu kurallar da kadının yaşayış seviyesini belirliyordu. Etiket normlarında bazı doğu etkisini görüyoruz. Kadın ve erkeğin arasındakı durumun farkı hem aileyi, hem toplumu etkiliyor. Mesele, kadın erkeğe yol vermeliydi, onun arkasından ürüme- liydi ve kocasının izni olmadan başka erkekle konuşmamalıydı. Bu tür davranışlar normal sayılıp kadınlar tarafından isyan edilmiyordu. Kadın özgürleşmesi globalleşme süreçin bir parçası olarak gagauzları da etkiledi. Son 20 senede sosyal hayatta değişimlerin analizi gös- teriyor ki bu alan globalleşme süreçleri tarafından büyük olumsuz etkiler altında bulunmak- tadır. Günümüzde uzmanlar işgücü göçünün “feminizme” dönmesini söylüyorlar. Anahtar kelimeler: Geleneksel değerleri sistemi, kadınların statüsü, aile ilişkileri, cin- siyet stereotipleri Abstarct The conclusion is that in gagauzian villages of south of Moldova traditional rules rema- ined in place until the 70’s years of Twentieth century. It is noted that in traditional society HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

a model of behavior between men and women was determined by attitudes, formed on the basis of established norms and values. The mechanism of transmission and preservation of these standards was carried out through public opinion and folklore. Folklore is a histori- cal and ethnographic source, because it reflects various legal aspects of these relations. In the work is stressed traditional relationship of the husband and wife, based on the rule of patriarchal ideology. However, while maintaining the rule of men, the role and importance of women is not ignored. There was used a flexible accounting system of gender, age, and kinship. Inferiority and subordination of women are connected with the fact that until the early twentieth century, a daughter, as a rule, excluded from inheritance. Currently, globali- zation processes have had a devastating impact not only on traditional system of values, but also on the family. Keywords: The traditional system of values, status of women, family relationships, gen- der stereotypes

Gagauz köylerinde Moldova’nın güney tarafında insannarın geleneksel dav- ranışları XX asirinin 70. senelerine kadar korundu. En fazla bunu görebiliyoruz cinsler arasındaki, etişkinler ve çocuklar arasındaki ilişkilerde vs. Gagauz ailele- rinde karı koca ilişkileri geleneksel olarak patriarh egemenliğine dayanıyorlardı. Aile başı baba tarafından olan dede sayılıyordu, yoksa da, baba. Kadın aile büyüğü sayılıyordu erkek çocukları ergin çağına gelmediyse. Kadın evlenince, kocasının akrabalarına katılıyordu. Kadınlar erkeklere göre çeşitli konularda miras konusu dahil ayni haklar sahipleri değildir. Erkeğin bu ayrıcalığı kaynaklanıyordu genel olarak toprağa sahip olduğundan, çünkü toprak ve diğer mülkler babadan oğula sadece erkek tarafından geçiyordu. Ancak XX. asrın başında en zengin çiftçiler kızlarına birer parça toprak vermeye başladılar, o da genel olarak – kocasının mülküyle birleşen bağ idi (Квилинкова, 2007, c. 192-216; 2006, c. 54-57). Kadının ve erkeğin durumu gagauz köylerinde tavır kurallarına dayanıyordu, bu kurallar da kadının yaşayış seviyesini belirliyordu. Etiket normlarında bazı doğu etkisini görüyoruz. Kadın ve erkeğin arasındakı durumun farkı hem aile- yi, hem toplumu etkiliyor. Mesele, kadın erkeğe yol vermeliydi, onun arkasından ürümeliydi ve kocasının izni olmadan başka erkekle konuşmamalıydı. Misafirleğe giderken yolca gıdayı kadın taşımalıydı. Erkeğin eli boş olsa bile, çocuğu kadın taşımalıydı. Bu tür davranışlar normal sayılıp kadınlar tarafından isyan edilmi- yordu. Hatta bir erkek çocuğu kucağanda taşırsa böylesi yaşlı kadınlar tarafından yargılanıyordu. Düğünlerle ilgili birçok yasaklar vardı. Kadın ömrü boyunca kocasının ve ka- 394 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR yın pederin başını ve ayaklarını yıkamalıydı, bu da onlara karşı bir saygı göster- mekti. Bu gelenek yaşadı birçok gagauz köyünde XX asirin 60-70. yıllarına kadar. Düğünlerde ve cenazelerde kadın erkek ayırımı vardı. Aynı sofrada oturmalarına rağmen karı koca yan-yana oturmazlardı. Masanın bir yanında kadınlar, diğer tarafında erkekler oturuyorlardı. Aynı şekilde ayırım danslar için de geçerliydi. Evlenip te kadın tamamen kocasının emrine geçiyordu. Kadın kocasının sözün- den çıkmamalıydı. Kadının zor durumuna rağmen boşanmalar yok denecek kadar azdı. Kadın zor durumuna rağmen bazı haklara da sahipti. Bazı önemli kararlarda onun fikri de göz önünde bulunduruluyordu, mesele, oğlu için gelin seçiminde, mal-mülk alımında ve satışında. O parayı topluyordu, ama kullanma hakkı yoktu. Kadının toplum içinde durumu yaşından, sosyal durumundan ve akraba ilişkile- rinden kaynaklanıyordu. Normal kuralların sayesinde erkeğin üstünlüğü korunu- yordu, ama kadının da rolü ve önemi inkar edilmiyordu. XX asrın ortasından beri Sovyetler Birliği iktidar gelmesinnen, kadınların hakları erkeklerle bir seviyeye getirildi. Kadının iş ve toplum hayatına girmesiyle, toplum içi durumu değişti. Değişim sürecinde kadınlar ve erkek rolleri sadece aile içi değil siyaset ve iktidarda da değişti. İnsanlığın gelişiminin sonucu olarak kadın ve erkeğim arasındakı eşitsizlik önyargısı kalkmaktadir. Kadınlar için eşitliğin sağlanması, kadınlara her türlü ayırımcılığın kaldırılma- sı Birleşmiş Milletlerin en önemli prensiplerinden biridir. 2006 senesinde Mol- dova’da kadınlar ve erkekler için siyaset, sosyal, kültür ve ekonomi alanında eşit imkanlar sağlama Kanunu kabul edildi. Moldova hükümeti kadın erkek eşitliğine 2010-2015 senelere Milli program kabul etti. Son onyıllarda kadınlar siyasete ve iktidara adım attılar. Kadınların kendi ve çocuklarının geleceği için hoşnutsuzluğu kadınları siyasete iten en önemli sebeplerden biridir (Ковалева, Иванчук, 1995, c. 68-69; Коcтpиченко, 2004, p. 216-241; Аникин, 2012, c. 45). Günümüzde Mol- dova Cumhuriyeti Parlamentosunda 101 millet vekilinden 20-si kadındır (24,7%) (Zabalotnaia, 2012, p. 56). 2008 yılın Milli istatistik dairesi verilerine göre Mol- dova nüfusunun % 51,9 kadındır. Son 20 senede sosyal hayatta değişimlerin analizi gösteriyor ki bu alan glo- balleşme süreçleri tarafından büyük olumsuz etkiler altında bulunmaktadır. Gü- nümüzde uzmanlar işgücü göçünün “feminizme” dönmesini söylüyorlar. Toplam işgücü sayısında kadınlar oranın artması onlara işgücü piyasasında kendi potansi- yelini gerçekleştirmek imkanı sağlıyor. Ancak bu süreç içinde kadınlar ekonomik bağımsızlığını kazanmaktan fazla ailesinin maddi refah için sorumluluğu üstüne

395 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR almaktadır. Bu sürecin sonucu hem geleneksel değerlerin yıkılması, hem de aile- lerin dağılması oldu, neticede doğum oranı düştü ve ayni zamanda boşanma oranı ve evlilik dışı doğan çocukların oranı arttı. Kadın özgürleşmesi globalleşme süreçin bir parçası olarak gagauzları da et- kiledi. Gagauz özerk bölgesi İstatistik dairesi verilerine göre 2007 yılın sonunda özerk bölgede vatandaşların nüfusa kayıtlı olanın %10 (16703 kişi) mevcut değil- dir (köylerde ise bu rakam %12’den fazla. Göçedenlerin sayısında yüksek öğre- nimli uzmanlar oranı yüksek olduğu (% 6) dikkate değer (Куcтpябова, Комиc- cаpова, 2010, c. 29, 34). 2007 yılın sonunda istatistiklere göre Gagauzya’da nü- fusun % 65,7 (94,5 bin kişi) köylerde yaşıyor. Köylerde bir iş bulmak için hemen mümkün değildir. Günümüzde bir çok kadının omuzlarına ailesinin geçimini sağlamak görevi yükleniyor. Gagauz kadınlar kendi mesleğene göre iş bulamayınca ve iyi bir maaş alamayınca, 3-4 çocuk kocasınaa bırakıp yurt dışına çıkmak zorunda kalıyorlar, genelde Türkiye’ye – % 68, Rusya’ya – % 22 (Куcтpябова, Комиccаpова, 2010, c. 32). Maalesef kadınların birçoğu geri dönmediği için aileler dağılıyorlar. Geri dönen kadınlar ise geleneksel köy yaşamına tekrar alışmak psikolojik açısından zorlanıyorlar, bu da boşanma nedeni oluyor. Genç ve eğitimli insanların gidişi gagauz nüfusun sosyal yapısını etkiliyor. Ga- gauz aydınlarının zaten düşük olan sayısı azalıyor. Gagauzya ve bir bütün Moldo- va için bu sadece entelektüel sermaye kaybı değildir. Çocuk ve yaşlılar bakımsız kalıyorlar. Moldova Cumhuriyetinin diğer bölgelerine bakınca Gagauzya’nın de- mografik durumu daha iyidir ama da olumlu değildir (Даpадуp, 2010, c. 86-93). Moldova şuan demografik kriz yaşıyor. Bu duruma kamu ve devlet kurumları karışmalıdır. Fikrimize göre cinsiyet eşitliğini sağlamak için kadınların siyasete katılma- sı tabiki kadın ve çocuklarla ilgili sorunları çabuk ve etkin bir şekilde çözme imkanı verer. Fakat hak ve eşitlik sorunlarıyla sürekli uğraşmak kadınların esas problemini ikinci plana atıyor, yani kadınlar analık haklarını gerçekleştirmek için uygun koşullar oluyşturulmalıdır. Kadınların yurt dışına çalışmak için gitmeden, aileden ayırılmadan, vatanında çocuklarını eğitmek hakkını sağlamak gerekiyor. Etkin sosyal ve ekonomik politikalar olunca aile başının ailenin maddi durumunu sağlamak imkanı olur. Sonuçta birçok demografi problemleri de ortadan kalkmış olur, ayni zamanda aile ve toplumun moral durumu iyileşir. Şimdiye kadar köy alanlarda istihdam yaratmak için yerel ve devlet yetkililerinin çabaları başarılı olmadı. Böylece, devlet için sosyo-ekonomik ve demografik düzenleme sorunları 396 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

önceliklidir. Bitkidä isteerim sölemää, ki Türkiyä bu konulara ayırı önem verer. Bu gösterer, ani o savaşêr hesaba almaa başka ülkelerin zengin deneylerini. Giresu universiteti açık hem sıcak bir ortamda çaarıp bu simpoziuma yurt dışından musaafirleri, ver- di katılımcılara kolaylık açıklamaa biri-birinä problemaları hem başarıları, belli etmää en önemli sorulşarı. Bu simpoziumun geçirilmesi gösterer, ki universitet özener uygulamaa cinsiyet eşitliini de jure hem de fakto. Bäncä, Türkiyenin top- lum kuruluşları hem bilim kurumnarı bu konuda çalışıp yardımcı olêrlar çöz- mää var olan problemaları, katkıda bulunarak uygulamaa halklararası demokratik standarlarını, karılar hem adamnar arasında eşitlik prinţipini.

Kaynakça Аникин В. Женщины Молдовы в политике // Femeile din Moldova. Coferinţa Republicană ştiinţifico-practică. Chi- şinău, 2010. P. 42-50. Дарадур Н. Демографическая ситуация в Гагаузии: Реалии и перспективы // Femeile din Moldova. Coferinţa Repub- licană ştiinţifico-practică. Chişinău, 2010. С. 86-93. Квилинкова Е. Н. Гагаузы Молдовы и Болгарии (Сравнительное исследование календарной обрядности, терминов родства и фольклора). Chişinău: Pontos, 2005. 308 с. Квилинкова Е. Н. Обычай наследования у гагаузов // Закон и жизнь. Кишинев, 2006. № 6 (175). С. 54-57. Квилинкова Е. Н. Традиционная духовная культура гагаузов: этнорегиональные особенности. Кишинев: Buzi- ness-Elita, 2007. 840 с. Квилинкова Е. Н. Гагаузский песенный фольклор – “Грамматика жизни”. Кишинев: Elan Inc, 2011. 568 с. Квилинкова Е. Н. Православие – стержень гагаузской этничности. Комрат-София: Tip. Centrală, 2013. 872 с. Квилинкова Е. Н. Гагаузы в этнокультурном пространстве Молдовы (Народная культура и этническое самосознание гагаузов сквозь призму связи времен). Кишинев: Tipogr. Centrală, 2016. 732 с. Ковалева Т. Э., Иванчук Н. В. Женщины: ресурсы политического поведения // Социологические исследования. 1995. № 7. С. 68-69. Костриченко И. Женские НПО Республики Молдова как составная часть гражданского сообщества // Organizaţiile nonguvernamentale şi impactul lor asupra proceselor transformare / Coord. V. Moşneaga ş.a. Chişinău, 2004. P. 216-241. Кустрябова С., Комиссарова О. Феминизация миграционных процессов в автономном территориальном образовании Гагауз-Ери // Femeile din Moldova. Coferinţa Republicană ştiinţifico-practică. Chişinău, 2010. P. 25-35. Zabalotnaia L. Femeile în ştiinţă. Acţiuni sindicaliste // Femeile din Moldova. Coferinţa Republicană ştiinţifico-practică. Chişinău, 2010. P. 55-57.

397

GAGAUZ FİLOLOJİSİ BÖLÜMÜN KURULUŞUVE GELİŞME PERSPEKTİFİ

Mutaf GALİNA

Komrat Devlet Univesiteti, galı[email protected]

Özet Bu makalede Komrat Devlet Üniversitesinin Gagauz ihtisas bölümünün eğitim tarihçesinin kısaca açıklaması yapılmıştır. Branşların sıralanması, ihtisas bölümün hazırladığı etkinlikler, öğ- retmenlerin üniversitelilerle beraber vakit geçirmeleri, öğretmenlerin ne gibi konular araştırdığı- nı, ihtisas bölümünden kaç kişi mezun oldu ve kısaca Gagauz bölümünün geleceği. Abstract The article gives a brief description of the history of the formation of the Comrat State Univer- sity and the Department of Philology of the Gagauz. Listed specialty that produces the chair, acti- vities carried out by teachers of the department , together with the students. Disclosed research areas of the department , the number of graduates, as well as prospects for the future of the department. Keywords Çocuk terbiyesi ve bakıcılığı öğretmeni, zanaat, edebiyat öğretmeni,yüksek lizans eğiti- mi,gagauz dili ve literatura metodikası. Moldova Respublikasında Komrat Devlet Universiteti (KDU) unikal bir bilim merkezi, neredӓ üüretmӓk proţesi gagauz, moldovan, bulgar hem rus dillerindӓ gerçeklener. 1991-ci yılda fevralın 11-dӓ Moldovanın üülen tarafında, Komrat kasabasında açıldı Gagauz Milli Universiteti. 1991-ci yılda avgustun 1-dӓ Mol- HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR dovanın Hükümet Kararına № 408 görӓ Gagauz Milli Universitetinӓ verildi Dev- let Universiteti statusu. KDU aktual daavaları tamannêêr: üüretmӓk proţesini üüsek uurda gerçekleer, türlü bilimnerdӓ aaraştırmaları ilerleder, gençleri terbieder. Universitettӓ 4 fakul- tet çalışêr: milli kultura, ekonomika, yuridik hem agrar-tehnologiya fakutetleri. Üüretmӓk proţesi geçer hem liţenţiat, hem masterat formalarında. Universiteti başarannar çalışêrlar diil sade Gagauziyada, ama başka devletlerdӓ dӓ türlü sfe- ralarda. Gagauz filologiya kafedrası 1991-inci yılda kuruldu, milli kultura fakultetinӓ girer. Kafedranın ilk başıydı - profesor, yazıcı, peetçi D.N.Tanasoglu. Kafedranın kurulmasından çalıştı türkolog, profesor, doktor habilitat Pokrovskaya L.A. İlk günnerdän kafedrada çalıştı anılmış türkolog, doktor, yazıcı Gaydarcı G.A. 1995- 2000 yıllarda kafedra başıydı L.K. Baurçulu. 2000-2005 yıllarda kafedra başıydı doktor konferenţiar Bankova İ.D. 2005-2008 yıllarda – Mileva V.G., 2008-2010 yıllarda – Rişilӓn İ.D., 2010-2012 yıllarda – Uzun D.F., 2013 yıldan şindiyӓdӓn – Mutaf G.N. Türlü yıllarda kafedrada işlärdilär bölä üüretmennär, nicä: doktor doţent – L.S.Çimpoeş, doktor doţent – Güllü Karanfil, doktor – F.İ.Arnaut, doktor – Uzun O.D., doktor – Stamova M.P., baş üüretmennär – Stoletnäya A.İ., Mileva V.G., Yançoglo E.N. h.b. da. Büünkü gündä kafedrada çalışêrlar 4 üüretmen: konferențiar Bankova İ.D., üüretmen, magistr Mutaf G.N., doktor, baş üüretmen, magistr Uzun D.F., üüret- men Rişilän İ.D., baş dispetçer – Toderiç Lüdmila. Kafedra işçileri pay alêrlar türlü halklararası konferenţiyalarda, simpozium- narda, olimpiadalarda; hazırlêêrlar üüretmäk plannarını, bilim-praktika konfe- renţiyalarını, tombarlak masaları, prezentaţiyaları, studentlerä deyni pedagogika praktikanın plannarını, metodika uurunda nasaatları, şkolalara deyni üürenmӓk kiyatları. Kafedranın üüretmenneri aaraştırêrlar az bilinӓn soruşları gagauz folklorunda, dialektologiyasında, gramatikasında, gagauz yazıcıların yaratmalarında, dil hem literatura metodikasında. Doktor konferenţiar Bankova İ.D. şkolalara deyni üü- renmӓk kiyatlarını hazırlêêr. Her yıl üüretmennär studentlärlän barabar geçirerlär tombarlak masaları, ga- gauz yazıcılarınnan seminar-buluşmakları, yaradıcılık konkursları. Kafedra hazırlêêr speţialistleri türlü zanaatlarında:

400 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

1. Pedagogika bilimnerindä liţenţiat (I ţiklada): * 141.08.04. / 141.09.04. Gagauz dili hem literaturası. Englez dili. (4 yıl). * 141.08.04. / 141.09.01. Gagauz dili hem literaturası. Rumın dili. (4 yıl). * 341.1. Jurnalistika. (3 yıl). *141.08.04. Gagauz dili hem literaturası (zaoçnik forması). 2. Pedagogika bilimnerindä magistr (II ţiklada) *14. Gagauz dilini hem literaturasını universitettän öncä üüretmäk. Pro- fesional programasına görӓ speţializaţiya. (2 yıl). *22. Gagauz dili hem literaturası. Aarştırmak programasına görӓ speţiali- zaţiya. (1,5 yıl). 3. Türk dilleri (Gagauz dili) (III ţiklada). Kafedrada hazırlamak bölümdӓ üürenerlӓr studentlӓr Türkiyedӓn hem Azer- baycandan. Onnar üürenmӓk planına görӓ 1 yıl rus dilini üürenerlӓr. Studentlerin var kolaylıı bilim uurunda aaraştırmak yapmaa, liţenţiat/master- lik proektini yazmaa. Studentlär aktiv pay alêrlar konferenţiyalarda, olimpiadalarda, konkurslarda, festivallerdä, sport yarışmaklarında. Bu gün kafedrada kursları 343 gagauz dili hem literatura üüredicileri başardı- lar: 322 kişi ‘Gagauz dili hem literaturası’ programasına görӓ, 21 kişi ‘Ana dili/ gagauz dili uşak başçasında’ programasına görӓ. 25 yılın içindä kafedra 400 zeedӓ speţialist hazırladı: 329 kişi oçnik formasın- da, 24 kişi zaoçnik formasında hem 53 kişi magistraturada. Kafedranın neetindӓ eni zanaatları açmaa: Uşak başçasında terbiedici hem ga- gauz dili, istoriya hem gagauz dili. Umudumuz var, ani Komrat Devlet Universitetin Türk Devletlerdӓn univer- sitetlerin arasında baalantılar kaavilenecek. Gagauziyadan üüretmennӓr hem stu- dentlӓr dil praktikasını Türkiyede olsun kolayı geçirsinnӓr. Gagauz dili hem literatura üüretmenneri hazırlamak büünkü gündӓ aktual bir iştir.

401 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Kafedra üüretmenneri Devlet Ekzamen Komisiyası (2016 y.)

Gagauz yazıcısınnan Mariya Kapaklıylan V Türk art, tarih hem folklor kongresin kapanışı, (Mercankayalan) seminar-buluşmak (2015 y.) KDU (2016 y.)

GR-11 grupasından studentler hem üüretmenner GR-12 grupasından studentler (2016 y.) (2015 y.)

MPG-13 grupası magisterlik işlerini koruyêr MPG-13 grupasından studentler. Diplom kabul (2015 y.) etmesi (2015 y.)

402 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

MPG-13 grupasından studentler hem Devlet MPG-14 grupası magisterlik işlerini koruyêr (2016 y.) komisiya azaları (2015 y.)

MPG-14 grupasından studentler hem Devlet PO-14 grupasından studentler hem üüretmenner komisiya azaları (2016 y.) (2014 y.)

Gagauz yazıcısınnan Güllü Karanfillӓn Gagauz yazıcısınnan Petri Çebotarlan buluşmak buluşmak (2011 y.) (2014 y.)

Gagauz yazıcılarınnan karı-koca V.G. Filiogluylan hem P.M.Filiogluylan seminar-buluşmak (2016 y.)

403 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Profesor türkolog L.A.Pokrovskayanın 90-cı yıldönümü. Tombarlak masası (2015 y.)

Kurslarda urokların didaktika proektlerini korumak (2013 y.)

404 GAGAUZ DILININ ÖZELLIKLERI HAKKINDA TÜRKOLOG ARAŞTIRMACILAR

ИССЛЕДОВАТЕЛИ-ТЮРКОЛОГИ О СПЕЦИФИКЕ ГАГАУЗСКОГО ЯЗЫКА

Diana NİKOLGO ДИАНА НИКОГЛО

В мировой тюркологии в настоящее время утвердились по крайней мере две точки зрения на специфику гагаузского языка. Одна группа исследова- телей считает гагаузский язык одним из диалектов турецкого, другие утвер- ждают, что гагаузский язык является самостоятельный тюркским языком, принадлежащим к огузской группе. В данной работе мы рассмотрим, каким образом отражалась специфика гагаузского языка в научной литературе, начиная со второй половины XX в. по сегодняшний день. В контексте исследования проблемы этнической идентичности гагаузов и тесно связанных с ней вопросов самобытности их культуры, в данной статье ставится цель рассмотреть исключительно те работы, в которых наиболее рельефно представлены специфические черты гагаузского языка. Историографический обзор всех трудов, касающихся об- ласти лингвистики не входит в круг наших задач. При этом основное вни- мание будет уделяться трудам ученых, деятельность которых пришлась на советский период. Ввиду того, что объем докладов весьма ограничен, обзор научной литературы болгарских и других зарубежных исследователей будет HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

представлен в последующих публикациях автора. Как известно, язык считается одним из наиболее мощных этнодифферен- цирующих признаков. Для гагаузов этот факт является наиболее важным, так как они, будучи православным народом, говорят на тюркском языке и тем самым отличаются от близких по культуре болгар. При отсутствии у га- гаузов письменности и исторических памятников возникает настоятельная необходимость в изучении самобытности языка. В этом отношении совет- ский тюрколог Н. К. Дмитирев писал: “Учитывая то обстоятельство, что история гагаузов до начала XIX в., когда они поселились в русской Бессара- бии, весьма неясна, их язык остается единственным прочным критерием их прошлого” (Дмитриев, 1962, 203). Следует отметить, что изучение проблем самобытности гагаузского язы- ка имеет свою историю. Существует множество гипотез относительно его происхождения. Обозначим основные из них. В настоящее время в науке ут- вердилось мнение о том, что гагаузский язык относится к огузо-булгарской группе тюркских языков, которая вместе с огузо-сельджукской (азербайд- жанский, турецкий, южнобережный диалект крымско-татарского языка) и огузо-туркменской (туркменский, трухменский) составляют юго-западную, или огузскую, ветвь семьи тюркских языков. Данная точка зрения разде- ляется целым поколением ученых в рамках постсоветского пространства. Подавляющее большинство болгарских исследователей считают гагаузов отуреченными болгарами, а гагаузский язык относят к одному из диалектов турецкого. В конце XIX в. чешский ученый К. Иречек выдвинул гипотезу о том, современные гагаузы происходят от куманов или половцев, которые поч- ти вплоть до середины XIII в., играли значительную роль в истории юж- норусских степей (Иречек К. 1890, 211-241; он же, 1899, 829). Российский исследователь В. А. Мошков, по праву считающийся основателем научного направления, именуемого гагаузоведением, предполагал, что гагаузы явля- ются потомками торков (узов). Называя гагаузов “загадочным народом”, он объяснял эту загадочность тем, что они исповедуют православие и говорят на тюркском языке (Мошков, 1904а; он же, 1904б, 300-436). Академик В. В. Радлов, считал гагаузов огузами, а этноним “гагауз” - искаженным со- четанием слов “гаг” - “огуз” (см. Мошков, 2004, 17). Болгарский исследо- ватель Д. Гаджанов, изучавший турецкие говоры северо-восточной Болга- рии и польский ученый Т. Ковальский, исследовавший гагаузов Добруджи, квалифицировали гагаузский язык (и язык делиорманских турок) как один

406 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

из диалектов турецкого (см. Дмитриев, 1962, 272). Но при этом подчерки- вал, что эти диалекты близки, но отнюдь не идентичны. Эту идентичность Т. Ковальский объяснял общим историческим происхождением этих групп тюркоязычного населения в Северо-Восточной Болгарии (см. Покровская, 1966, 56). Данной точки зрения придерживаются и другие болгарские линг- висты, в том числе и современные. Известный советский тюрколог Н. К. Дмитриев видел причину этих расхождений в том, что гагаузский язык содержит многочисленные заимствованные элементы, как в грамматиче- ском строе, так и в лексике. Согласно его мнению, язык гагаузов является особым языком тюркской группы. Именно Н. К. Дмитриев был одним из первых исследователей, который, опираясь на собранные В. А. Мошковым фольклорные тексты и материа- лы, путем сопоставления выявил специфические особенности гагаузского языка на всех уровнях (фонетическом, морфологическом, синтаксическом, лексическом) и изложил свои изыскания в работе “Строй тюркских языков” (1962 г.). Следует обратить внимание на то, что Н. К. Дмитриев сравни- вает “гагаузские языковые формы с османскими <…>”1 (Дмитриев, 1962, 204). При этом он высказывает сожаление по поводу того, что в научной литературе отсутствуют исследования, посвященные османским говорам и балканско-османским диалектам. По его мнению, “было бы интересно не- посредственно сопоставить их с гагаузским языком” (Дмитриев, 1962, 205). Отмечая самобытный характер гагаузского языка, Н. К. Дмитриев указывал на то, что “многие фонетические явления, почти весь синтаксис и фразео- логия, равно как и большая часть морфологии и лексики гагаузов являются не тюркскими и не османскими (Дмитриев, 1962, 203). Приведем некоторые, наиболее очевидные примеры, выделенные уче- ным.2 Так, на фонетическом уровне Н. К. Дмитриев указывает на стяже- ние двух гласных в один долгий гласный и отмечает, что этот процесс не находит в турецком языке никаких аналогий (гаг. soka - тур. sokağa, гаг. saar - тур. sağar, гаг. büün - тур. büğün, гаг. saadıç - тур. sağadıç). К особенностям гагаузского языка он относит также наличие двух видов дифтонгов, кото- рые не стягиваются в монофтонги (гаг. tauşan - тур. tavşam, гаг.auşam - тур. akşam); редукцию и выпадение звука r в закрытом слоге (гаг. görü-sä ‘если он видит’ = тур.görür-se< görür-ise; гаг. götürüm ‘я отнесу’ = тур.götürürüm, гаг. getirim тур. getiririm и т.п.); явление метатезы согласных (гаг. trup редька = тур. turp). В области морфологии Н. К. Дмитриевым обращает внимание на появ-

407 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ление под влиянием славянских языков категории женского рода (не свой- ственной тюркским языкам), образующейся при помощи суффикса – ка. Например, cobaçijka ‘хозяйка’ < муж. р. cobaçi (Дмитриев, 1962, 252). Дру- гой особенностью, замеченной Н. К. Дмитриевым, являются формы насто- ящего времени. По мнению ученого, “в гагаузском языке в противополож- ность турецкому нет твердо установившегося настоящего времени. Здесь параллельно существуют несколько вариантов, и в этом отношении гагауз- ский язык скорее похож на туркменский, чем на турецкий. Отдельные фор- мы настоящего времени, несомненно, дифференцируются по диалектам” (Дмитриев, 1962, 255). Например, urajor ‘он бьет’ =тур. urujor; olajor ‘он бывает’ =тур. oiujor; gidier ‘он уходит’ =тур. gidior; gelierim ‘я прихожу’ =тур. geliorum; bilerim ‘я знаю’ =тур. bilijorum (Дмитриев, 1962, 255; 256). Среди синтаксических особенностей гагаузского языка Н. К. Дмитриев обращает внимание на наличие союза da (употребляемого в значении ‘а’, ‘и’) и квалифицирует его как результат славянского (болгарского) влияния. Например: Da agaları utandılar ani bөlә jalançi deji ‘А старшим братьям стала стыдно, что он такой лжец’: da= “а”; Da olmuşlar ikisi kardaşlık ‘ И оба стали братьями’: da= “и” (Дмитриев, 1962, 263;264). Н. К. Дмитриев был первым, кто обратил внимание на “славянский” порядок слов в гагауз- ском языке. По его наблюдениям, в гагаузском языке “слова расположены так, как недопустимо ни в одном из тюркских языков” (Дмитриев, 1962, 268). В качестве примеров ученый приводит ряд предложений, где видна существенная разница между турецким (османским) и гагаузским языком: Сöлеер она масал ‘Рассказывает ему сказку’; по-турецки: Ona bir masal söy- liyor (Дмитриев, 1962, 268). Как видим, в турецком языке сказуемое стоит в конце предложения. В отношении лексического состава гагаузского языка, Н. К. Дмитриев представил греческий, славянский и романский пласты гагаузской лекси- ки, а также выявил семантические отличия гагаузской лексики от турецкой. Приведем несколько примеров, иллюстрирующих эти различия: азат олду ‘он пропал’, ‘потерялся’ =тур. azat oldu ‘он освободился’; бол ‘слабый’, ‘нетугой’ =тур. bol ‘изобильный’, ‘богатый’; дам ‘сарай’, =тур. dam ‘кры- ша’ (в Малой Азии: дом); дулгер ‘бондарь’ =тур. dülger ‘плотник’; фенди ‘средство’, ‘секрет’ =тур.-перс. fendi ‘хитрый’; гери ‘корма лодки’ =тур. ge- ri ‘назад’; жанавар ‘волк’ =тур.-перс. çanaver ‘животное’; хал ‘несчастье’ =тур.-араб. ‘обстоятельство’, ‘положение’, ‘дело’; ичер ‘комната’ =тур. içeri ‘внутрь’; есмер ‘угрюмый’ =тур.-араб. esmer ‘смуглый’, ‘коричневый’ (цвет

408 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

лица); каба ‘мягкий’, ‘рыхлый’ =тур. kaba ‘грубый’; сенселе ‘родствен- ник’ ≠тур. silsele/selsele ‘цепь’ и др.(см. Дмитриев, 1962, 273-278). Как было отмечено выше, Н. К. Дмитриев сравнивал гагаузский язык с османским. Его последователи Л. А. Покровская и Г. А. Гайдаржи прово- дили сравнение между современным гагаузским и современным турецким. Неоценимый вклад в изучение гагаузского языка внесла ученица Н. К. Дмитриева, профессор Л. А. Покровская, продолжившая поиск специфи- ки гагаузского языка. Ее перу принадлежат многочисленные работы, по- священные различным аспектам. В отличие от Н. К. Дмитриева, который использовал для сравнения с турецким языком труды В. А. Мошкова, Л. А. Покровская сама владела гагаузским языком, не раз посещала гагаузские села, поэтому ее иллюстративный материал значительно шире и разноо- бразнее. В 1964 г. она опубликовала монографию “Грамматика гагаузского языка”, в которой высказала мнение о том, что гагаузский язык является са- мостоятельным тюркским языком (Покровская, 1964). Ряд статей исследо- вательницы посвящен гагаузским говорам (Покровская, 1966; она же, 1968). В одной из таких работ вслед за Т. Ковальским она указывает на то, что “гагаузский язык более существенно отличается от османско-турецких ди- алектов, чем делиорманский, так как в гагаузском, во-первых, сохранились многие первично-тюркские черты, исчезнувшие в делиорманском диалекте под влиянием турецкого литературного языка, и, во-вторых, появились вто- ричные явления, объясняющиеся, по-видимому, значительным иноязычным влиянием (славянским, романским, греческим) (Покровская, 1966, 56). В другой статье, Л. А. Покровская детально исследует гагаузско-турец- кие фонетические параллели и выявляет ряд отличий. Приведем некото- рые из них. Так, в области гласных были выделены следующие расхож- дения: гаг. кодук~kuduk ‘осленок’, кÿÿ~кöу ‘село’, пынар~bunar ‘колодец’, йымышак~yimşak//yumşak ‘мягкий’ и т.п. Существуют также различия по линии гармонии гласных: кирез~kiraz ‘черешня’, хавез~hevez ‘охота’, ерги- ван~erguvan ‘иудино дерево’. Ряд слов различаются одним согласным: син- жир~zincir ‘цепь’, зÿмбÿл~sümbül ‘гиацинт’, чуфа~çuha ‘сукно’ и т.п. В 1974 г. выходит в свет обстоятельная работа “Мусульманские элемен- ты в системе христианской религиозной терминологии гагаузов”, которая отражает специфику лексического состава гагаузского языка, точнее рели- гиозной терминологии. Автор приходит к выводу, что в этой сфере “мусуль- манские термины отражают в основном абстрактные религиозные понятия,

409 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

не связанные с вещественными реалиями христианской религии и потому допускающие переосмысление” (Покровская, 1974). Например, термином аллах в гагаузском языке обозначается “бог”, но бог не мусульманский, а христианский бог (Покровская, 1974, 140). Примечательно, что ряд тер- минов имеют у гагаузов значения, противоположные их значениям у му- сульман. Например, термин хажи у гагаузов обозначает титул паломника, побывавшего в Иерусалиме, а у турок hacı – паломник, побывавший в Мек- ке; словом гяур гагаузы называли османов, а в турецком языке gavur <араб. - ‘неверующий’, ‘неверный’, ‘не мусульманин’ (Покровская. 1974, 141). Далее Л.А. Покровская приводит другие термины арабо-персидского происхождения, обозначающие такие отвлеченные религиозные понятия как “рай” - женнет (ср. тур. cennet<араб.), “ад” - женнет (ср. тур. cehen- nem<араб.), “душа” - жан (ср. тур. can<араб.), “грех” - гюнах (ср. тур. gü- nah<перс.), “вера” - дин (ср. тур. din<араб.), “молитва, моление” - дуа/дува (ср. тур. dua<араб.), “пост” - оруч (ср. тур. oruç<перс.) и др. Гагаузские термины немусульманского происхождения, обозначающие вещный, пред- метный мир, служителей культа и культовые сооружения являются лексе- мами греческого происхождения (“церковь” - клисä, “священник” - попаз, “монах” - калугер, “алтарь” - айдиму, “святая вода” - айазма, “икона” - йу- кона, “крещение” - ваатиз, “венчание” - стевноз и т. д.). В меньшем чис- ле используют славянские термины (благословит етмää ‘благословить’, молебен ‘молебен’, пророк ‘пророк’) (Покровская, 1974, 140-142). Специ- фичным для этой сферы лексики гагаузского языка является сочетание тер- минов, различного происхождения (турецкого (арабо-персидского), грече- ского, славянского, романского), что свидетельствует об этнокультурных контактах гагаузов с другими народами в различные исторические периоды. Следующая по хронологии выхода в свет работа Л. А. Покровской по- священа синтаксису гагаузского языка, который подается в сравнительном освещении (Покровская, 1979). По данной теме написано также несколько обстоятельных статей (Покровская, 1964, 95; она же, 1976, 240-241; она же, 1978, 110; она же, 1979, 207). Вслед за Н. К. Дмитриевым Л. А. Покровская приходит к выводу, что порядок слов в гагаузском языке отличается от турецкого тем, что он соот- ветствует славянской модели. По ее наблюдениям современный гагаузский язык характеризуется более свободным порядком слов в предложении. В одной из своих работ исследовательница выявила пять вариантов располо- жения главных и второстепенных членов предложения (Покровская. 1979,

410 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

216-217). Другой особенностью гагаузского языка считается появление формы неизменяемого инфинитива на маа/мää, не свойственной другим огузским языкам (Покровская. 1978, 115). Например: алмаа - брать, гöрмää – видеть. В турецком языке инфинитив оканчивается на mak/mek (almak, görmek). Л. А. Покровская установила, что в гагаузском языке также имеется форма на мак/мек, но она является не именем действия, а отглагольным существи- тельным (например: дурмаа – ‘стоять’ > durmak ‘остановка’) (Покровская, 1964, 95; она же, 1976, 240-241; она же, 1978, 110; она же, 1979, 207). Дан- ные изменения возникли как результат приспособления к иноязычной сре- де. Значительное влияние оказал болгарский, а затем русский и молдавский языки. Так, под влиянием болгарского и других балканских языков в га- гаузском языке появилась конструкция типа “модальный глагол + глагол в повелительно желательных формах” (истеерим гидейм ‘хочу пойти’ вме- сто гитмек истеерим), что является “бесспорным грамматическим балка- низмом” (ср. болгарскую конструкцию, с которой калькируется гагаузская модель: искам да отидам ‘хочу пойти’) (Покровская, 1978, 222). Гораздо позже по соответствующим образцам сказуемого русского языка образова- лось составное сказуемое с инфинитивом типа истеерим ÿÿренмää ‘хочу учиться’ (Покровская, 1976, 241). Приведенные примеры свидетельствуют о том, что иноязычные обороты адаптируются к грамматическим возможно- стям гагаузского языка. По образному выражению Л. А. Покровской “синтаксис гагаузского язы- ка можно сравнить со зданием славянского типа, выполненного из тюркско- го строительного материала” (Покровская, 1979, 191). Л. А. Покровской принадлежит исследование системы терминов род- ства у гагаузов. Впервые в научной литературе по гагаузоведению эта была затронута в статье “Гагаузские термины родства” (Покровская, 1995). Как пишет автор, “Терминология родства считается одной из наиболее устой- чивых семантических групп лексического состава языка. Однако и эта лексико-семантическая группа становится проницаемой для иноязычных влияний при столь длительных и интенсивных контактах, которые наблю- даются у гагаузов с болгарами” (Покровская, 1995, 262). В гагаузской систе- ме терминов родства (подобно религиозной терминологии) наблюдается со- четание различных пластов: тюркского (арабо-персидского) и славянского (болгарского). Исконно тюркскими терминами являются следующие: оол/ оолу (сын), кыз (девочка, девушка, дочь), кардаш (младший брат), гелин (не-

411 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

веста новобрачная, невестка), кайнана (свекровь, теща), кайната (свекор, тесть) и др. (Покровская, 1995, 262). Кроме того, сравнивая гагаузскую и турецкую систему терминов родства, Л. А. Покровская выявила термины, которые отсутствуют в современном гагаузском языке. Среди них: abla – ‘старшая сестра’ , baci – ‘старшая сестра’ (со стороны матери), teyze – ‘те- тя’ (сестра отца), görümce – ‘золовка’, ‘свояченица’ (сестра мужа), damat – ‘зять’(<перс.), torun – ‘внук’(Покровская, 1995, 266). Арабо-персидскими терминами являются: хысым – ‘родственник’ (< тур. hısım < араб.), хысым- ка ‘родственница’ (с болгарским показателем женского рода -ка), сенселä ‘род’, ‘родство’ (< тур. silsile < араб.), дедä ‘прадед’ ‘предок’(< тур. dede < перс.), деделäр ‘предки’, дедеси-бобасы – ‘деды-прадеды’ (досл. ‘их де- ды -отцы’) (Покровская, 1995, 266-267). К болгарским терминам относятся: каку – ‘старшая сестра’, ‘старшая сестра жены’, булю – ‘невестка’ (жена старшего брата или дяди), лелю – ‘тетя’ (сестра матери или отца), кираца – ‘золовка’ (младшая сестра мужа), драгинку – ‘деверь’ (младший брат мужа), дяду – ‘дед, старик’, бабу – ‘бабушка, старуха’, унука – ‘внук, внучка’ (По- кровская, 1995, 265). В заключении автор приходит к выводу о том, что гагаузская система терминов родства не совпадает с турецкой в своих существенных чертах, как вследствие употребления значительного числа болгарских терминов, так и ввиду отсутствия тюркских терминов (Покровская, 1995, 267). Вопросы самобытности гагаузского языка отражены в ряде работ Г. А. Гайдаржи. Являясь носителем и знатоком родного языка и аккумулируя опыт и научные наработки своих предшественников в лице Н. К. Дмитриева и Л. А. Покровской, Г. А. Гайдаржи представил в указанных работах спец- ифические черты гагаузского языка. Например, в системе счета отражены древнетюркские образцы сложных форм выражения количества: ÿч ирми – тринадцать, бир отуз – двадцать один и т. п. В речи продуктивно употре- бляются народные названия месяцев: бÿÿк ай – январь, кирез айы - июнь, пастырма айы – октябрь (Гайдаржи, 2000, 17). В современном турецком языке отсутствуют некоторые примеры общеупотребительной и термино- логической лексики: амаз – наговор, донос, бой – берег, бака – отец, гÿмя – куст, тулук – корова, текин – спокойный. Г. А. Гайдаржи дополняет спи- сок лексем (гагаузского и турецкого языков), в которых наблюдаются се- мантические различия: кырнак – чистоплотный, опрятный, красивый (тур. kırnak (уст.) – рабыня, невольница и красавица); хайыр – польза, (тур. hayır - нет), еркеч – холощеный козел (тур. erkeç – козел) (Гайдаржи, 2000, 13).

412 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Спецификой гагаузского языка, по мнению Г. А. Гайдаржи является “сколь- зящий счет поколений”, который находит аналогию в тувинском языке. В подтверждение этому, исследователь приводит ряд примеров: оолунун оолу – внук от сына, кызынын оолу – внук от дочери, кызынын кызы – внучка от дочери, дäдунун (дединин) бобасы – прадед, деденин дедеси/дäдунун дäдусу – прапрадед, бÿÿк ананын (бабунун) анасы – прабабушка, бабунун бабусу или манинин маниси – прапрабабушка (Гайдаржи, 2000, 16). На стыке двух наук – этнологии и лингвистики выполнена работа Е. С. Сорочяну “Гагаузская календарная обрядность” (2006 г.). Основной акцент сделан на терминологии народного календаря. Исследуя структуру, номи- национную модель, характер лексико-семантических процессов гагаузской календарной обрядности, автор приходит к выводу о том, что она наиболее близка болгарской терминосистеме. Основной корпус обрядовых терминов представлен болгарскими, и в меньшей степени греческими кальками. Гре- ческие заимствования шли через греческий церковный и болгарский языки. При этом наиболее сильное греческое влияние отразилось на терминоло- гии южного диалекта (Сорочяну, 2006, 218-224). * * * Таким образом, вышеупомянутые исследователи-лингвисты видели специфику гагаузского языка в напластовании различных языковых элементов, отражающих этнокультурные контакты гагаузов с другими народами во времени и пространстве. Иными словами, язык, как и другие компоненты культуры, является источником, на основании которого можно проследить этапы этнической истории народа. Позволим себе предположить, что причиной полемики болгарских ученых и российских (советских) исследователей (по поводу принадлежности гагаузского языка к турецкому диалекту и его самостоятельного характера) является та языковая база, вернее те языковые реалии, на которых основывается каждая из школ тюркологии. Дело в том, что болгарские лингвисты считают гагаузов Болгарии отуреченными болгарами, а их язык – одним из диалектов турецкого. Российские (советские) специалисты исследуют язык бессарабских гагаузов (которые более двухсот лет находятся вне турецкой языковой среды) на базе центрального и южного говоров. Несомненно, гагаузский язык в Бессарабии, претерпел изменения под влиянием языков другого населения региона. Прекращение контактов с турками и болгарами обусловило как утрату гагаузским языком ряда

413 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

характеристик, присущих ему на территории Болгарии, так и появление новых элементов в результате новых этноязыковых контактов. Однако такой факт отнюдь не является свидетельством того, что гагаузский язык совсем утратил тюркские черты. Говоря о синтаксисе, Л. А. Покровская отметила, что “синтаксический строй гагаузского языка не деформируется (курсив мой), а развивается и обогащается в соответствии с новой типологической ориентацией. Именно этот фактор в совокупности с большим процентом заимствованной лексики и некоторыми фонетическими особенностями и создает столь заметное своеобразие гагаузского языка в семье тюркских языков, и в частности – языков огузской группы” (Покровская, 1978, 193). Наиболее четко суть самобытности гагаузского языка Л. А. Покровская сформулировала в статье, посвященной 100-летию Н. К. Дмитриева: “… существенной причиной глубоких структурных изменений в этом языке исторически сложившийся сильно смешанный этнический состав его носителей (на тюркскую этническую основу - средневековых огузов Средней Азии – постепенно наложились болгарский, македонский, сербский, греческий, албанский этнические компоненты на Балканах, а в Бессарабии еще молдавский, украинский и русский)” (Покровская, 2001, 75). На наш взгляд важным является то, что Л. А. Покровская и Г. А. Гайдарджи, проводя сравнения между современным гагаузским и турецким языками, пришли к выводу, что данные языки не идентичны. К такому же заключению пришел Н. К. Дмитриев, который сравнил (на базе материалов В. А. Мошкова) гагаузский язык с османским. Все это позволяет говорить об изначальной лингвистической самостоятельности гагаузского языка в системе других тюркских языков.

Примечания 1 Некоторые материалы Н. К Дмитриева по гагаузскому языку, опубликованные в сборнике “Строй тюркских языков” в 1962 г. вышли в свет гораздо раньше. Например, раздел “Фонетика гагаузского языка” была впервые издана на немецком языке в 1932-1933 гг., работа “Гагаузские этюды” - в 1939 г. Только статья по гагаузской лексике вышла в свет уже после смерти автора в упомянутом сборнике в 1962 г.. Сравнения гагаузского языка с османским правомерно, так как материалы В. А. Мошкова во временном отношении целесообразно сравнивать с турецким языком османской эпохи, но не с современным турецким, который сложился позже. 2По ходу статьи мы будем приводить наиболее очевидные и понятные для широкого круга читателей примеры, на основании которых можно судить о самобытности гагаузского языка. Лингвистические подробности и тонкости языка будут опускаться ввиду того, что они слишком сложны для восприятия.

Литература Дмитриев Н. К. Строй тюркских языков. М., 1962. Гайдаржи Г. А. Гагаузский язык: проблема самобытности // Словесник Молдовы, 1992. № 4. С. 11-13.

414 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Гайдаржи Г. А. Гагаузский язык: проблема самобытности // Словесник Молдовы, 1992. № 5. С. 11-15. Гайдаржи Г. А. Гагаузский язык // Сын Буджака. Кишинэу, 2000. С. 7-32. Иречек К. Княжество България. Пътуване по България. Пловдив, 1899. Ч. 2. Иречек К. Няколко бележки върху остатоците от Печенези, Кумани, както и върху тъй наречените народи Гагаузи и Сургучи в днешната България // Периодическо списание на Бкд. Кн. XXXII XXXIII, 1890. С. 211-241. Мошков В. А. Гагаузы Бендерского уезда. Кишинев, 2004. Мошков В. А. Наречия бессарабских гагаузов // Образцы народной литературы тюркских племен. 1904а. Т. 10. Мошков В. А. Турецкие племена на Балканском полуострове. Отчет о поездке на Балканский полуостров летом 1903г. // Известия Русского географического общества. 1904б. Т. 40, С. 399-436. Покровская Л. А. Гагаузские термины родства // Алгебра родства. Вып. 1, СПб, 1995. С. 260-267. Покровская Л. А. Гагаузско-турецкие фонетические параллели // Структура и история тюркских языков. М., 1971. С. 62-71. Покровская Л. А. Грамматика гагаузского языка. М., 1964. Покровская Л. А. Мусульманские элементы в системе христианской религиозной терминологии гагаузов // Совет- ская этнография. М., 1974, №1. С.139-144. Покровская Л. А. Н. К. Дмитриев и исследование гагаузского языка // Николай Константинович Дмитриев. К 100-летию со дня рождения. М., 2001. С. 72-76. Покровская Л. А. Общая характеристика диалектной системы гагаузского языка // Вопросы диалектологии тюркских языков. Материалы IV регионального совещания по диалектологии тюркских языков. 27-30 мая, 1963 г. (г. Фрунзе). Фрунзе, 1968. С. 105-110. Покровская Л. А. О происхождении диалектов гагаузского языка // Вопросы диалектологии тюркских языков. Баку, 1966. Т. IV. С. 54-58. Покровская Л. А. Проблемы синтаксиса языков Балканского ареала. Ленинград, 1979. Покровская Л. А. Синтаксис гагаузского языка (в сравнительном освещении). М.. 1978. Покровская Л. А. Специфика развития гагаузского языка в иноязычной среде // Лингвистическая география, диа- лектология и история языка. Ереван, 1976. С. 233-243. Сорочяну Е. С. Гагаузская календарная обрядность. Этнолингвистическое исследование. Kişiniov, 2006.

415

ÇOK ETNİKLİ ÇEVREDE EĞİTİM SÜRECİNİN ETNOKÜLTÜREL POTENSİYELİ

ЭТНОКУЛЬТУРНЫЙ ПОТЕНЦИАЛ ОБРАЗОВАТЕЛЬНОГО ПРОЦЕССА В ПОЛИЭТНИЧЕСКОЙ СРЕДЕ

Olga RADOVA-KARANASTAS

Мария Яниогло, доцент, доктор, государственный университет, г. Комрат, Республика Молдова, [email protected]

ETHNOCULTURAL POTENTIAL OF EDUCATIONAL PROCESS IN MULTIETHNIC ENVIRONMENT Abstract In today’s multicultural society the ethnic culture is one of the main sources of spiritual and moral development of the individual. The ensuring of ethno-cultural continuity, trans- formation of cultural potential of ethnos into heritage of each person are necessary, because the successful preparation of new generations to real life, to creative and truly humanistic activities can not be done without the experience gained in the past. In these conditions it is particularly important to define the mission of the higher scho- ol, which initially is an educational, cultural youth center, where it is carried out not only educational, scientific and research activities with the aim of professional preparation, but also the formation of a human of culture, intelligent, with lofty sentiments and ideals, citi- zen, capable for creative and artistic work. Key words: intercultural interaction, multicultural society, educational process. Özet Bugünkü çağdaş hayatta çokkültürlük ruh ahlak gelişiminde etnik kültüre en önemli kaynaktır. Geçmiş tecribeler olmudan, yaratıcılık, insanı faaliyetler olmadan yeni nesillerin HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

eğitini başarılı olarız. Etnik ve kültürel sirekliliği sağlamak için, kişilerin etnik grup etkisi- nin kültürel potonsiyeli dinişimi gerçeklidir. Anatarlar: etnik kültüre, kültürel potonsiyeli, eğitim ortamı, etnik ilişkiler.

В поликультурном образовательном пространстве развитие личности рассматривается как процесс освоения обучающимися этнической, общенациональной и мировой культуры с целью духовного обогащения, развития планетарного сознания, формирования готовности и компетентности жить в многокультурном и полиэтническом обществе. Развитие поликультурной личности представляет собой процесс ее социализации, то есть усвоения личностью социальных норм, опыта межкультурного общения, этнокультурных ценностей, усвоение элементов культуры, формирование мотивационно-ценностных структур личности. Главной предпосылкой успешного развития поликультурной личности является усвоение того, что человек – это высшая ценность независимо от его этнической/национальной принадлежности, вероисповедания, культурных предпочтений. Человек осваивает присущие его этносу миропонимание и поведение, в результате чего формируется его когнитивное, эмоциональное и поведенческое сходство с членами данной культуры и отличие от членов других культур. Конечный результат этого процесса – человек, компетентный в культуре своего народа и других, в языке, ритуалах, ценностях и т.п. Развитие поликультурной личности зависит также от межэтнического взаимопонимания, которое достигается в процессе совместного, взаимного образа жизни, ценностей, моделей поведения и специфики общения, согласования норм-требований и ожиданий участников межэтнического взаимодействия. Межэтническое взаимопонимание позволяет добиться совместимости, то есть такого состояния, когда между представителями разных этносов нет преобладания одного над другим, напряженности и недоверия. Развитие личности как поликультурной является своеобразный моделью культуры как совокупность базовых ценностей, которые представляют собой не что иное, как «откристаллизованные» системы человеческого бытия в знаковом, текстовом, символическом, с одной стороны, и «раскристаллизованные» смыслы в их жизненных, реальных, ментальных проявлениях – с другой.

418 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Это социально-педагогическое явление отражено в специальной научной литературе под разными терминами: кросскультурное образование (Н.М. Лебедева); мультиэтническое образование (Дж. Бэнкс); мультикультурное образование (англоязычные ученые - Я. Пей, Р. Люсиер); школа диалога культур (В.С. Библер); поликультурное образование (В.В. Макаев, Л.Л. Супрунова, Ш.А. Мирзоев); поликультурное воспитание (А.Н. Джуринский); образовательный мультикультурализм (М. Уолцер); либеральный плюрализм в образовании (Б. Уильямс); глобальное образование (А.Ю. Коджаспиров); поликультурализм в образовании (Г.М. Коджаспирова); поликультурное воспитание (А.А. Реан); многокультурное образование (Г.Д. Дмитриев); сложнокультурный подход в образовании (В.А. Тишков); воспитание конвертируемого человека (В.Д. Семенов) и др. Поликультурность личности как качество и субъектная характеристика личности является средством его укрепления межкультурного диалога и поликультурного образовательного пространства, что в свою очередь предполагает множественность этических культур, а как следствие - взаимодействие личностных смыслов, их взаимное сближение. Велика в этом контексте роль образовательной среды. Под образовательной средой понимают часть социокультурного пространства, зону взаимодействия образовательных систем, их элементов, образовательного материала и субъектов образовательных процессов. Поликультурное образовательное пространство рассматривается как реально существующий пространственно-временной континуум функционирования системы этнических и мировых образовательных событий, определенной объективно существующей совокупности факторов и условий, отражающих специфические характеристики этнического многообразия. Образовательное пространство включает набор, определенным образом связанных между собой, условий, которые могут оказывать влияние на образование человека. Поликультурное образовательное пространство вуза – это межкультурная среда социальной адаптации студентов, где созданы условия, способствующие развитию каждой личности, где происходит одновременное освоение, осмысление и осознание собственной культуры и культуры других народов; среда, которая готовит студентов к бесконфликтному взаимодействию с представителями других культур на основе усвоения общечеловеческих ценностей; это образовательное

419 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

пространство, которое призвано реализовать гуманизацию отношений с представителями разных этносов на принципах ассертивного общения [5]. Построение образования в соответствии с принципом культурного плюрализма, признание равноценности и равноправия всех этнических и социальных групп, формирующих данное общество, на недопустимости дискриминации людей по признакам национальной/этнической или религиозной принадлежности, пола или возраста составляет мультикультурализм (поликультурализм) образования. Названный феномен помогает обратить разнообразие общества в полезный фактор его развития, обеспечивает более быструю адаптацию молодого человека к меняющимся условиям существования и помогает ему сформировать более многогранную картину мира [6]. Организуя поликультурное образовательное пространство, важно учитывать, что в развитии поликультурной личности следует видеть особую, новую психолого-педагогическую проблему. Образовательное пространство поликультурно в том смысле, что оно наполнено ценностями разнородных культур, обеспечивающими свободный выбор, свободу множественного выбора Содержание поликультурного образовательного пространства соответствует таким критериям, как: отражение в учебном процессе гуманистических идей, идей свободы и ненасилия; характеристика уникальных этнических, национальных самобытных черт в культурах; раскрытие в этнических культурах общих элементов традиций, позволяющих жить в мире, согласии, терпимости, гармонии; приобщение обучающихся к мировой культуре, раскрытие процесса глобализации, взаимозависимости стран и народов в современных условиях; гуманизм, который выражает безусловную веру в добрые начала, заложенные в природе человека; демократизм, базирующийся на признаки равных прав и обязанностей граждан, предоставлении свободы жизнедеятельности в семье, учебном заведении, в социальной среде; этнотолерантность, терпимость иного рода взглядов, нравам, привычкам, к особенностям разных народов, наций, религий; компетентность, то есть необходимость формирования особых способностей участников образовательного процесса по владению знаниями, воспитания интеллектуальной личности, способной решать задачи творческого характера в поликультурном обществе; базовое освоение содержания поликультурного образования, в качестве которого должен выступить ценностно-культурологический, личностноориентированный

420 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

подходы. Этнокультурный мир, выступающий средством развития человека, его этнической индивидуальности, сущность которой определяется индивидуальностью этнокультуры и этнокультурной индивидуальностью составляяет базовое, стержневое теоретическое положение в этнокультурной парадигме развития. Такой вариант поликультурного образовательного пространства, технологически реализуется через межкультурный диалог, механизмы взаимной культурной адаптации, интерактивные методы межнационального общения, современные проблемные технологии обучения, ситуации выбора и т.д. Таким образом, поликультурное образовательное пространство обладает большим потенциалом для решения задач развития личности как поликультурной. Актуальнейшей проблемой современного процесса в высшей школе является формирование духовно-нравственного образа молодого специалиста. Именно этот собственно-человеческий образ воплощает в себе высшие духовно-нравственные ценности, способствующие формированию профессиональных качеств, дающих возможность быть мастером в своей практической деятельности. Духовно-нравственный образ будущего специалиста является отражением культурного уровня индивида, его культурной идентичности, гуманности, совокупности человеческих качеств, среди которых важное место занимает свобода, ответственность, добропорядочность, совесть, ассертивность, толерантность, эмпатийность, рефлексивность и др. Теоретический анализ проблемы культуры межэтнических отноше- ний молодежи (S. Chelcea, S. Cristea, C. Cucoş, A. Gavreliuc, V.A. Păuş, Н.М. Лебедева, E.В. Бондаревская, Л.Г. Почебут и др.) показал, что необходимо систематически совершенствовать и обновлять учебно-воспитательный процесс, создавая необходимые условия для конструктивного межэтнического диалога. Освоение культуры отношений начинается с осознания ценностей, норм и их проявления в межкультурных ситуациях. Современные процессы гуманизации и гуманитаризации привели к изменению парадигмы образования, его идеала: от «человека образованного» к «человеку культуры» (В.С. Библер). Гуманизм предполагает переход к многообразию, плюрализму культурно- гуманистических позиций, обусловливающих развитие кросскультурализма

421 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

и, в этой связи, «целенаправленное формирование гуманитарной позиции, распространение и закрепление в обществе конструктивных отношений является необходимым условием социальной безопасности человека и общества в целом» [2]. Сегодня недостаточно иметь высококвалифицированных специалистов, способных управлять сложным производством, техникой, людьми. Нужны культурообразованные люди, способные сохранить и передать следующим поколениям все, что достиг человек в материальном и духовном плане, не растеряв при этом самого ценного, и в т.ч. богатства этнических культур. Важными педагогическими задачами высшей школы являются: формирование культуры межэтнических отношений студентов на основе выработанных моделей, содержания, системы, разработки педагогических условий; формирование этноориентированной личности, толерантности, подготовки ее к жизни в обществе; подготовка учащейся к межкультурному общению, конструктивным межэтническим отношениям; формирование совокупности компетенций; осуществление содержательной интеграции межкультурного потенциала в процессе изучения смежных дисциплин Образовательное пространство представляет собой набор определенным образом связанных между собой условий, которые могут оказывать влияние на образование и воспитание человека. Поликультурное образовательное пространство отражает взаимосвязь условий, обеспечивающих формирование человека в этническом разнообразии общества. В этом случае предлагается присутствие обучающегося в образовательной среде, взаимовлияние, взаимодействие окружения с субъектом. Поликультурное воспитание в контексте образовательного процесса фокусируется на нескольких педагогических принципах: - воспитание человеческого достоинства и высоких нравственных ка- честв; - воспитание для сосуществования социальных групп различных рас, ре- лигий, этносов и пр.; - воспитание толерантности, готовности к взаимному сотрудничеству. Основной функцией поликультурного воспитания является, прежде всего, устранение противоречия между системами и нормами воспитания и обучения доминирующих наций, с одной стороны, и этнических

422 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

меньшинств — с другой. Предполагается взаимная адаптация этнических групп, отказ этнического большинства от культурного диктата. К числу функций поликультурного воспитания можно отнести: - формирование представлений о многообразии культур и их взаимосвя- зи; - осознание важности культурного многообразия для самореализации личности; - воспитание позитивного отношения к культурным различиям; Гуманизация и гуманитаризация общества способствуют обращению образовательного процесса к смысловым основаниям этнотолерантной культуры. Все должно находить отражение в процесс осмысления целевого, содержательного, технологического и организационного параметров образовательного процесса. Организационный параметр оценивается с позиций вариативности, гибкости организационных систем, способности адаптироваться к смысловым приоритетам воспитанников. В результате педагогических усилий формируемые у учащейся молодежи этнокультурные качества становятся стабильным. Осознание значимости этнотолерантных моделей поведения, межличностного общения, жизненных ситуаций и жизни в целом – все это черты, признаки поликультурной личности, и современное поликультурное образовательное пространство призвано учитывать их в качестве базовой педагогической стратегии. Составляющими миссии образования являются «развитие нацио- нальной культуры и, одновременно, продвижение межкультурного диалога, терпимости, недискриминации и социальной интеграции». Среди ключе- вых навыков (компетенций), на формирование которых направлено совре- менное образование - навыки общения на разных языках, в т.ч. на румын- ском, на родном и на иностранных, а также и «социальные и гражданские навыки; навыки культурного самовыражения и осознания культурных цен- ностей» [1, с. 20-21]. В контексте формирования культуры межэтнических отношений у студенческой молодежи в поликультурном образовательном пространстве основными психолого-педагогическими условиями реализации этнопедаго- гических факторов являются: - обеспечение качества всех элементов образовательного процесса,

423 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

имеющих какое-либо отношение к этнической культуре; - построение культурно-образовательного пространства как части мирового, на диалоге культур, их взаимодействии и взаимообогащении; - обеспечение объективного историзма; - построение образовательного процесса с использованием этнопе- дагогических концепций, технологий и методик; - приобщение к богатствам мировой, национальной и родной куль- туры через живое художественное творчество; - функционирование четкой системы оценивания результатов обуче- ния и воспитания, связи с семьей, родными и близкими; - функционирование системы непрерывного образования дидактических кадров. Новый тип личности, чьи ориентации и взгляды на мир подразумевают, что он принимает жизненные образцы, которые отличаются от его собственных и психологически и социально готов принять различные культурные реальности характеризуют мультикультурную личность. Такая личность будет интеллектуально и эмоционально привязана к основополагающему единству всех человеческих существ, одновременно признавая и принимая основные различия, которые лежат между представителями этнических групп, и, соответственно, их различных культур, определяя межэтнические отношения в социуме [5]. Однако, с мультикультурностью, как качеством личности, человек не рождается, она не заложена генетически, ее надо воспитывать - а это сложный и длительный процесс. Отношения – в самом общем виде – фиксированное по какому либо признаку взаимоположение субъектов, объектов и их свойств. Под межэтническими отношениями традиционно понимается субъективно переживаемые отношения между людьми разных этносов/культур, которые проявляются в установках и ориентациях на межэтнические контакты в разных сферах взаимодействия, в этнических стереотипах, в настроениях и поведении, поступках людей и конкретных этнических групп. Эти отношения позволяют осуществляться культурной конвергенции, то есть сближению этнокультурных различий. Характеризуя основные параметры культуры, следует учитывать, что человечество, будучи единым биологическим видом, никогда не было единым социальным коллективом. Культура – это уровень результативности

424 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

образования, она являет собой совокупность всех духовных и материальных достижений человечества, охватывая не только прошлое и настоящее, но и простирается в будущее. Народ и народности Молдовы за свою многовековую историю создали уникальные памятники культуры, в том числе и традиционную педагогическую культуру. Система народного воспитания, ее содержание, формы и методы были основаны на личном жизненном опыте многих представителей молдавского народа. Они носили характер эмпирических рекомендаций, на протяжении веков не получившие научного обобщения. Анализ и обобщение научных исследований по проблеме ценностей этносов, проживающих в Республике Молдова, позволяет выделить следующие общие ценности: коллективизм и индивидуализм; реализация, самореализация и успех; деятельность и труд; эффективность и прагматизм; моральная, этическая ориентации и гуманизм; свобода; воля; характер; свобода и быт; патриотизм; материальный достаток; мера и разумность; оптимизм и др. Основными направлениями формирования культуры межэтнического общения являются «обучение взаимодействию, взаимопониманию, формированию критического мышления. Культура межэтнических отношений – это высокая степень межэтнических, духовных и др. связей у представителей разных этносов, которая проявляется в соблюдении определенного нравственного такта и взаимной уважительности, недопустимости какого-либо пренебрежения к языку, этническим обычаям и традициям других этносов, по сути, она предполагает чувство этнокультурной толерантности, ассертивности, синтонности, саморефлексии, этноатракции и т.д. Основными направлениями формирования культуры межэтнического общения являются «обучение взаимодействию, взаимопониманию, формированию критического мышления; обучение поведению в конфликтных ситуациях…» [4]. Культура межэтнического общения – это особый тип культуры у представителей разных этносов, который характеризуется взаимодействием этнических культур, проявляющихся в этническом самосознании личности, терпении, такте и стремлении к межэтническому согласию во всех сферах деятельности и общения. Бесспорно, культуре межэтнического взаимодействия невозможно

425 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

просто научить, ибо это не совокупность знаний, а определенный способ миропонимания, совокупность общекультурных норм и навыков поведения и общения. Большую роль в процессе формирования культуры межэтнических отношений у студенческой молодежи играет принцип проявления ассер- тивности в межэтнических отношениях. По мнению А.П. Панфиловой, ас- сертивность это «умение постоять за себя в межличностных отношениях, защищая свои права и уважая права других», умение эффективно излагать собственные мысли и чувства в межличностных отношениях [3, с. 274]. Психолого-педагогический смысл ассертивности заключается в способности человека любого этноса отстаивать и защищать свои интересы, добиваясь своих целей, не причиняя вреда другой стороне. Ассертивность предполагает, что реализация интересов любого человека будет являться условием реализации интересов других людей, это все происходит в условиях толерантного сотрудничества и компромисса. Процесс формирования культуры межэтнических отношений в поликультурном образовательном пространстве – это процесс взаимодействия, присвоения и овладения учащейся молодежью новых культурных ценностей в рамках образовательной среды, процесс созидания.

Литература: Кодекс Республики Молдова об образовании № 152 от 17июля 2014. // Monitorul Oficial al Republicii Moldova, 2014 г. - № 319-324. Лебедева Н.М. Введение в этническую и кросс-культурную психологию. Москва: Ключ, 1999. Панфилова А.П. Теория и практика общения: учебное пособие для студентов. 4-е изд., стер. Москва: Издательский центр «Академия», 2012. Почебут Л.Г. Кросс-культурная и этническая психология. Учебное пособие. СПб.: Питер, 2012. Яниогло М.А. Формирование культуры межэтнических отношений в образовательном пространстве эпохи постмодернизма. В: Învăţământul postmodern: eficienţă şi funcţionalitate. Chişinău: USM, 2014, p. 211-215. Păuș V.-A. Comunicarea interetnică și interculturală. București: Ars Docendi, 2010.

426 THE STRUCTURAL ANALYSIS OF EMOTIVE ENGLISH PRASEOLOGICAL UNITS AND PECULIARITIES OF THEIR TRANSLATION INTO THE GAGAUZIAN LANGUAGE

Nicolaeva Prascovia DMİTRİEVNA

Master in Philology, University Lecturer Comrat State University

Abstract The article is dedicated to the study of the emotive phraseological units of the English language. It focuses on the ways of their translation into the Gagauzian language. It describes the gramma- tical structure of the emotive phraseological units. The research has been conducted on the basis of two books on phraseological units. Key words: emotion, emotive phraseological unit, equivalent, analogue, descriptive translati- on, antonymic translation, calque, set expression, phraseological dictionary, idiom. It is a well-known fact that good knowledge of any language is impossib- le without phraseology. It includes set of stable expressions that have their own meaning. These stable expressions are called phraseological units. Phraseological units represent a treasure. They can be considered wealth of a language. The world is changing very fast nowadays. All those changes lead to a lot of problems that appear in society. People try to solve those problems doing their best. Certainly, they cannot do this without expressing their emotions. These are joy, happiness, contempt, disapproval, shame, wonder, fear, irritation and so on. Nowadays a great attention is paid to the people’s emotional state as far as people HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR are always full of emotions, they cannot live without them. Their life would be monotonous then. We consider that one of the ways of emotional presentation in our speech is emotive phraseological units. They are used for expressiveness i.e., they help people to express their emotions. Emotive phraseological units play an important role in the English language. This issue is also very important in the Gagauzian language. That is why we de- cided to investigate the field of phraseology concerning English emotive phrase- ological units revealing their emotional component. In order to understand the relationship between these two languages better we decided to study peculiarities of their translation and their structure. So, our aim is to study English emotive phraseological units revealing their structure and to translate them into the Ga- gauzian language showing some peculiarities. In order to achieve our aim we shall solve the tasks connected with the problem of definition, functions of the emoti- ve phraseological units, their structure, and their translation into the Gagauzian language. In order to solve the above-mentioned tasks we have used the following methods: cognitive method, descriptive method, the method of selection, compa- rative analysis, componential analysis. In modern linguistics there is no unique definition of the phraseological unit. There are many linguists who give their own one. For instance, Charles Bally gave the following definition of phraseological unit: «combinations, which firmly came into language, are called set phrases». Linguists S.G. Gavrin, V.L.Arkhangelskiy, V.N. Teliya name phraseological unit as a language unit, which has such minor criteria as metaphoricalness, equivalence and synonymity of the word. As for Ku- nin A.V., he states that “phraseological units are structurally separable language units with completely or partially transferred meaning.” [4] Having studied some definitions we would like to give our own definition. We know very well that any language can be enriched not only by words but also by phraseological units. Phraseological units are word-groups that cannot be made in the process of speech, they exist as ready-made units. They are compiled in special dictionaries called phraseological. They are called idioms by American and British lexicographers. As for the emotive phraseological units, these are set exp- ressions with a constant component that express emotional state. For instance, “to be on pin sand needles” means “to be fearful”, “to feel uneasy”. Here in this example we have the constant component “to be on pin” which helps to denote the emoti- onal state of being uneasy. As we can see phraseology is the best way to express one’s emotions. Phrase- 428 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ological units add expressiveness and colours into our speech. They are a way of emotion presentation in the language. An emotive phraseological unit comes into existence when there is a need to express emotions that include joy, happiness, contempt, irritation, disapproval, shame, indifference, threat, wonder and so on. Emotive phraseological units take an important place in the study of a langu- age. They are mainly investigated as separate groups of common phraseological units in the language. Here we should mention The Dictionary of Russian Phrase- ology by R.I. Yarantsev. In this very dictionary the author divided phraseological units into semantic groups. Here we can come across the “Emotions and Feelin- gs” section which includes 430 units. For example,“быть на седьмом небе”. The English variant can be found in the English-Russian Phraseological Dictionary by A.V.Kunin “to be in the seventh heaven”. This example is of equivalent unit. It expresses joy. The two given examples can be called full equivalents. In spite of this case, we should point out that phraseological units are not so easy to translate. Translation of phraseological units is a complicated task for everyone, especi- ally for those who intend to translate them into the Gagauzian language. This is one of the Turkic languages. According to S.E. Malov the Gagauzian language refers to new Turkic language [7, p.7]. We shall try to translate phraseological units of the English language into the Gagauzian one. The Gagauzian Phraseo- logy is not investigated at all. So, we have made an attempt in this field. It is generally known that translators have possibility to use different ways of translation of the phraseological units. In this research of ours we shall focus on the following ways: Equivalent – when the expressions fully coincide in meaning and imagery; for example, “as cold as ice”. The Gagauzian rendering will be “suuk nicä buz.” Analogue – when a set English expression is equivalent to the Gagauzian in meaning but differs completely or partially in its imagery; for example, “to throw a fit” means “atmaa bakiş”. When you throw a fit you become are angry and upset. Descriptive translation is conveying the meaning of the English expression with a free word combination. This kind of translation is used when no equiva- lent or analogue can be found in the Gagauzian language. For example, “to scare somebody out of his wits” in Gagauzian it means “pek korkutmaa”. Antonymic translation conveying the meaning of e negative construction by means of a positive construction or vice versa. For example, “keep one’s head” is translated like “kaybetmemää kafayi”. The Gagauzian version is in the negative

429 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR form while the English one is in the positive one. Calque is a word by word translation, i.e. literal translation, when the trans- lator cannot render the expression in any other ways. For example, “to feel like a million dollars” can be translated into Gagauzian as “duymaa kendini sansın mil- lion dolların var”. This emotive phraseological unit means “to be very-very happy”. As for the material of our research, we used the method of selection of the emotive phraseological units from two books: “Work on Your Idioms” by Sandra Anderson and Cheryl Pelteret and “The Oxford Dictionary of Idioms” edited by Judith Siefring. We have divided them into semantic groups and explained their meaning, we have given their grammatical structure and translated them into the Gagauzian language using the above-mentioned ways of translation. The first semantic group we have worked on is sadness. It depicts negative emotion. The following example has been selected. “Break someone’s heart” means to make someone sad The grammatical structure is the following: Verb + Pronoun + Noun Translation into Gagauzian – kırmaa kiminsa üüreni (the structure is the same as in the English variant). The way of translation is equivalent translation because two expressions fully coincide in meaning and imagery. The second semantic group includes happiness. It makes up a group of posi- tive emotions. “To be in seventh heaven“ means to be in a state of happiness The structure is the following: Verb + Preposition + Numeral + Noun Translation into Gagauzian is olmaa edinci göctä (Verb+ Numeral+ Noun) As we can see the way of translation in this emotive phraseological unit is done by the equivalent because two expressions fully coincide in meaning and imagery. As for the grammatical structure, it is the same excepting the English variant which has preposition. In the Gagauzian language preposition is indicated by the prepositional suffix -tä. The third semantic group is indifference. It is the state of being indifferent; absence of interest or feeling [3, p. 502] To go in one ear and out the other 430 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Means to pay no attention to something, to be indifferent. The structure is the following: Verb + Preposition + Numeral + Noun+ Con- junction + Preposition + Article + Pronoun Translation into Gagauzian is bir kualaandan girmää öbüründän çıkmaa (Nu- meral+ Noun + Verb + Pronoun + Verb) This English expression is translated into Gagauzian by the way of equivalent translation. The meaning fully coincides in both languages. As for the structure, the Gagauzian unit is shorter. There are few parts of speech; we do not have pre- position and conjunction in it. The fourth semantic group is irritation. It means irritating or being irritated [3, p. 522] Get on someone’s nerves Means to irritate someone The structure is the following: Verb + Preposition + Pronoun + Noun Translation into Gagauzian is oynamaa kiminsa sinirlerindä (Verb+ Pronoun+ Noun). Here we deal with the descriptive translation because the translation is con- veying the meaning of the English expression with a free word combination. No equivalent or analogue can be found in the Gagauzian language. As for the gram- matical structure, it is almost the same with an exception that the translation lacks the preposition. As we have noticed earlier the Gagauzian suffix is used instead of the preposition. Get someone’s back up - this phrase developed as an allusion to the way a cat arches its back when it is angry or threatened [5, p. 24] Means to make someone annoyed or angry It has the structure as follows Verb + Pronoun + Noun + Adverb If we translate it into Gagauzian we have “kızdırmaa kimisaydı” (Verb + Pro- noun) If we speak about the way of translation, it is analogue because the expressions have similar meanings but different imagery. As for the structure, the translation has a short structure consisting of only two parts of speech but the English unit consists of four parts. Concluding it should be pointed out that the research has been conducted

431 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR on ways of translation of the English emotive phraseological units into the Ga- gauzian language. As a result we have come the the conclusion that three cases are of equivalent translation, one is descriptive translation and one is analogue translation. We may say that equivalent has been the dominant way of translation. As for the strucaral analysis, it is seen that it is almost the same with an exception that there is no preposition and conjunction in Gagauzian. Summarizing all above-said it is possible to say that both languages have common things. These are phraseological units that help people to express their emotions and feeling. According to M.Eminescu phraseological units are “real richness of any language”. They give a special vividness to the language. If we know them and use them it means that we are culturally educated and we are able to speak in a more beautiful way. The famous Moldavian linguist G. Coltsun calls phraseological units “pietre rare” [2, p. 7]. That means “rare stones”. As for the emotive phraseological units, they beautify language, help us express our fee- lings, emotions. For example, “to be in high spirits” – “ii keftä olmaa”. Wish you be always in high spirits - Herkerä ii keftä olasınız!

References: Anderson S., Pelteret C., Work on Your Idioms. - HarperCollins Publisher, 2012. – 128 p. Coltsun G., Romanian-Russian Phraseological Dictionary. – Kishiniov, 1996. – 397 p. Hornby A.S., Gatenby E.V., Wakefield H., The Advanced Learners Dictionary of Current English. - Moscow: Sigma Press, 1996. - 1200 p. Kunin A.V., English-Russian Phraseological Dictionary. - Moscow, 1984. – 944 p. Siefring J., The Oxford Dictionary of Idioms. - Second Edition Oxford University Press, 2004. – 352 p. Кунин А. В., Курс фразеологии современного английского языка. - Москва, 1996. – 381 с. Покровская Л.А., Грамматика гагаузского языка. - Москва, 1964. – 298 с. Яранцев Р.И., Русская фразеология. Словарь-справочник. – Москва, 1997. – 845 с.

432 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ÖNEMNI GIPOTEZALAR GAGAUZLAR IÇIN, ONNARIN ANA DILI ILERLEMESININ ETAPLARI

Kopuşçu M.İ.

M.V. Marunevıç adına Bilim- aaraştırma merkezi, bilim aaraştırıcısı, KDU-n üüredicisi

Köklerim-Ana dilim Yaşamak bana verdin Kahırda cana yardım Ana dilimä emin… Halkımı erdä tutêrsın. Sän sevdamsın, sän acım Dededän kalma dilim T. Zanet Dilsiz millet olmaz, milletsiz dä dil olmaz! Gagauzlar, gagauz halkı kendi dev- letinä geçmää deyni, geçti uzun istoriya yolunu. Açan bilişä getirmişlär Balkan- narda gagauzların sözlerini, adetlerini, tabeetlerini, dilini, zanaatlarını, folklorunu, türkülerini hem da bulunmuşlar onnarın yazıları Orhon deresinin kenar taşla- rında, angılarını bulmuş hem da okumaklıını açmıs türkolog Vilgelm Tomson – ozaman açılmıs, ki varmış bir maasuz halk, maasuz senselä, angısının adıymıs – türk-oguz, türk-uz. Bu halktan çekiler gagauzlar. Gagauzlar bir türk halkıydır, angısı tradiţiyaya görä ortodoks hristian dinini tutêr. Gagauz halkın dili – gagauz dili. Gagauz dili türk dillerinin oguz grupasına girer. Türlü devletlerin bilimcileri gagauzların gelmesi için çok gipotezalar teklif

433 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR ederlär. Ama büünkü istoriya biliminä görä bir fikir kökleşti, ki gagauzların de- deleri orta asirlerin uzlardan, peçeneglerdän, kumannardan geler. Onnarın, natura sebepinä, göçmennik eceliymiş Var üç hronologiya nokta sayısı oluşların sırasında 16 asirin ikinci payından 21-ci asirädän, açan türk göçmenneri kendi soy senselerinnän barabar başlêêlrlar geçmää Altay topraklarından Balkannara sora da Evropa tarafına geçerlär, Dob- ruca dediimiz bölgesindä erleşerlär: zamandaş gagauzların dedeleri – peceneglär, oguzlar, kumannar. Kara Denizin kenarında Varna, Kavarna hem Balçik kasaba- larını düzerlär hem Kara Denizdän Tunaya kadar topraklarda küülerdä yaşêêrlar, kurup burada 1259-cu yılda baamsız Dobruca devletini, sora da Uziyealet devle- tini. 1048 yılda – pecenglerin çokluk geçmesi 1064 yılda – torki, uzların geçmeleri 1078 yılda – kumannarın ilk peydalanması Tuna deresinin boylarında, onnar kapladılar önemni rol gagauzların etnogenez kurulmasında L.N. Gumilöv sayardı zamandaş gagauzları peçeneglerdän, oguzlardan, ku- mannardan gelişlerini. „Peçeneglär hem kumannar lafedärmişlär bir dildä“, – yazêr Ana Komnina. En şannı bilimcilär açık göstererlär, ani gagauzlar çekilerlär türk senselerindän: uzlardan, oguzlardan. V. Moşkov sayêr, ani gagauzların en eski dedeleri – „oguzlar“. Türk oguzların arasından peydalanêr eni halk „gag-oguzlar“ ya da „gagauzlar“. D. Tanasoglu „halk-oguz“ ya da „gag-oguz“ lafların maanasını açıklêêr „hak“ ya da gag-pak, haliz oguzlar. Gagauzlar – bir türk grupasından halk, onnarın dede- leri oguz türkleri, angıların aazdan yaratmaları, folklor yaratmaları, onnarın ritma yaradıcılıı pek benzeşerlär büün dä. Tradiţiyalı o, ani eposlarda, dastannarda proza veriler barabar şiir formasınnan, gösteriler baş kahramannarın girginniini, sevgi vatanına, inan dostuna, sevgisinä. Bizim dilimizdä var çok türk leksika terminneri, evellär onnar taa çok kullanılarmışlar sözümüzdä. Bu da gösterer, ani bizim dili- miz türk grupasından bir dil. Bizim kimi imeklerin adları da, çiftçilik terminneri dä, literatura terminneri dä, zanaatçılık terminneri dä sölenilerlär birtakım. Oyunnar, türkülär, adetlär dä çoyu getirilmä Altay hem Balkan taraflarından. Bizim gagauz dilimiz – en paalı millet kaznesi (сокровище), angısı kaldı bizä miraslaa dedelerimizdän geçmiş devirlerdän (эпоха). V. A. Moşkovun bilim işleri verdilär dürtüş ilk devir türk dillerinin üürenme- sinä, ama N. A. Baskakov ilerletti hem koydu akţent türk dillerinin istoriyasinda, 434 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR kurup onnarın onemni klasifikaţiyasını, neredä gösterdi hepsi türk dillerinin sı- rayca ilerlemäk proţesini hem verdi onnarın istoriya-lingvistika klasifikaţiyasını, onnarın birleşmäk hem ayırılmak çizgilerini o dillerin, angılar girerlär bu grupaya. Bu klasifikaţiya meraklandı diil sade türkolog-lingvistleri, ama istorikleri da, etnografları da hem bizim çoyu Gagauziyada yasayannarını da. Önemni kriteriyalar türk dillerini grupalara bölmäk için bu klasifikaţiyada sayılêrlar fonetika kriteriyaları hem fonetika – morfologiya nışannarı, angılar gös- tererlär türk dillerinin gramatika özelliklerinin, ayırılmaklarını. Türkiye türkcesindän biz büün da kullaneriz cok laflar hem terminnär sözü- müzdä hem yazida da, nicä: Önetmää – управлять Yatırmaa – вкладывать Önetici – управленец Devamnı – durmamayca Derece – уровень Başarı kazanmaa – достигать Başarı – успех Koşucu – бегун

Yukarkı örneklerdän da var nasıl yapmaa çıkış, ani gagauz dili – türk dillerinin oguz grupasına girer. Gecip Basarabiyaya, Bucaa, gagauzlar korudu milletin dilini. „Ana dili hem istoriyasi – milletin diri caniydir“, — yazer Petri Yalıncı. Gagauz halkın üz yılın içindä dilinin yazılmış örnekleri göstererlär dilimizin geniş geografiyasını hem istoriyasını. Bizim dilimiz türlü zorluklar geçirdi, ama büün o var. Çok yıl geeri M. Çakir demişti: „Gagauz dili hem gagauzların kulturası ilerle- yecek“. Buna biz büün etiştik. Ama gagauzlar çok vakıt dilini kullanmışlar yazısız. Uzun istoriya vakıdında o kaybelmiş. Kimi yazıları şindi da mezar taşlarında bulêrız. Yazımız, var nicä demää çekeder bilinmää 1895-1904 yıllarda kiriliţa yazıla- rınnan rus etnografından – Valentin Moşkovdan kiyadında „Наречия тюркских

435 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

племён (1904)“, taa ileri da arab yazılarınnan kiyadında „Материалы к изучению гагаузского наречия тюркского языка 1985“. Taa sora gagauz dilindä ilk periodika yayınnaması sayıler bizim baş aydınna- dıcımızın – Mihail Çakirin gazetası „Misioner yapraa“, angısı çıktı 1910 yılda Kişinövda. Mihail Çakir açtı yol millet yazımıza. Bilimci, yazıcı, cümnä adamı çevirdi gagauz dilinä “Evangeliyeyi” hem pravos- lav molitvaları. 1907-1938 yıladan tiparlandı gazeta “Hakikatın sesi” ilkin kiril grafikasında, sora da latin grafikasında. Zordu gagauzlara soţial-kultura durumunda rumın dönemi Basarabiyada 1918-1940 yıllarda. Ama bu zor yıllarda da XX asirdä kimi gagauzlar kablettilär üüsek üüretim da sora oldular: bilimcilär, akademiklär, ministirlär, asker adamnarı. Bunnar: akademik M. N. Guboglo, viţe premyer-ministr hem Rumıniya sena- tın başı Aleksandr Bırledänu, akademik V. Topçu, akademik Gleb Dragan, muzi- kacı I. Fazlı h.b. 50-ci yıllarda XX as. çekeder gagauz halkının kultura ilerlemesi. Üürenmäk çekeder şkolalarda rus dilindä. Bu dil olêr gagauzlara ikinci ana dili. 1957 yılda Moldaviyanın Üüsek Sovetin Prezidiumu maasuz Dekreti kaavilet- ti. Bu Dekretä görä kirilika alfabetin temelindä 4 bukva ekleyip (ä, ö, ü, c), gaga- uzlar yazılarını edindilär, gagauz alfabeti kuruldu D. Tanasoglunun yardımınnan. Gagauz yazılı literaturasına temel koyuldu. Bu sevinmelii gagauzlarlan barabar başkaları da payedärdilär. Emelyan Bukov Filip Popaza yazmıştı: „… Bän da paylaşêrım sizin sevinme- liinizi hem hepsi gagauzların sevinmeliini, ani kuruldu gagauz alfabeti, açıldı, taa ileri görünmemiş, yollar gagauz kulturasının ilerlemesinä… Çalışın taa ii taman- natmaa gagauz dilindä yaratmaları hem hiç bir kerä durgunmayın bu yolda. Oza- man sizin çalışmalarınız getireceklär büük fayda.“ Birdän-birä üülen tarafında skolalarda üürenicilär başladılar gagauz dilindä üürenmää. Ama kısmet çok kısaymış. Dört yıldan sora, açan üüretim proţesindä ana dili- nin prioriteti tanındı, annaşıldı, ki kendi ana dilindä gagauz üürenicileri taa başa- rılı cekettilär üürenmää. Ama kapandı kapular ana dilinä. Ana dili bir aylä dili gibi oldu. Ama ceketti ilerlemää gagauz yaratmaları, şiirleri literatura kritikası; gagauz 436 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR yazıcıların yaptıkları (N. Tanasoglu, D. Tanasoglu, N. Baboglu, D. Kara-Çoban, G. Gaydarci h.b.) onnarın kahramannıı. Nekadar da zor olmasa, onnar yaratıcılıı brakmadılar da bizim dilimiz korundu hem ilerlendi. Aaraştırdıynan yazımızı, var nasıl gelmää çıkışa, ani kiyatçilık bizim millettä pek hatırlıymış hem pek büük havezlänmiş insana bilgi. Gagauz dilindä etişmişti bizä çok halk türküleri, masallar, legendalar, cümbüşlär. Bölä dili yoktu nasıl say- maa fukaara. Açan gagauz dili şkolalarda başlanıldı üürenilmemää, var nasıl demää, ani di- limiz erindä durmadı. Gagauz dilinin alfabeti büük fayda oldu: başladı çıkmaa gagauz dilindä gazetalar, dergilär, radio hem televiziya kolverimneri. Açan küçük milletlerin dilleri ilerlemää hak kablettilär, enidään ana dili döndü şkolalara bin dokuzüz seksän dokuzuncu yılda. Ama o irmi beş yıl geçmedi boşuna. Yazılı dilimiz bu yıllarda ilerledi, oldu taa zengin, taa uygun. Üüredicilerin hem bütün milletin aktiv pozițiyasını hem kanun temelin yardımınnan, kolay oldu ga- gauz dilini okullara geçirmää predmet gibi. Evropalılardan geeri kalmamaa deyni, gagauzlar karar aldılar gagauz dilini kirilițadan latin grafikasına geçirmää. Üüretim Bakannıı Hükümetin önünä çıktı inițiativaylan gagauz dilini latin grafi- kasına geçirmää deyni. 1993 yılda gagauz dili geçirildi latin grafikasına 1992 yılda Moldova Respublikanın Hükümeti karar aldı “Gagauz dilini latin grafikası- na geçirmää.” Bundan sora maasuz kurulu komisiya orfografiya kurallarını düzdü, angılarını kaaviletti Bakannıın Kolegiyası, Hükümetin, Halk Topluşun hem Mol- dova Parlamentin kararları. Bu oldu 1996 yılda yanvarın 26-da.Basım evindän çikarmaa deyni cuvapçıydı uç kişi: V.Kotenko, A.Stoletnäyä, K.Vasilioglo. Gagauz üüredicilerin kvalifikațiyasını kaldırmaa deyni, açıldı 90-cı yıllarda kurslar gagauz dilindä, bır grupa üüredici yollandı Türkiyeya kurslara. Komrat, Cadır hem Valkaneş dolaylarda kuruldu bir aylık kurslar üüredicılerä deyni, nica gagauz dilinin kurallarını latin grafikasında eni orfografiyaya hem punktuaţiyaya görä kullanmaa. Uşak başçasında da gagauz dilini üürederlär, o da nicä bir aazdan predmet. Programalar hem kiyatlar gagauz dilindä hem literaturasında tiparlan- dılar. Adım – adım bizim gözäl ana dilimiz, literaturamız çok ilerledi, pek ta zen- ginnedi. Gagauz Erindä ofițial dillär: gagauz, moldovan, rus dillär sayılêr. 1994 kuruldu gagauzların avtonom bölgesi-Gagauziya. Ozamandan beeri Gagauziyada gagauz dili oldu ofiţial dillerin birisi. Gagauz dili temel olêr halkın bütünnä kultu- rasına.Gagauz dilindä herbir yıl geçer rayon hem Respublika olimpiadaları. Geçer seminarlar, konferențiyalar, neredä çözeriz problemaları ana dilimizin ilerlemesi için. Yıl-yıldan gagauz dili hem literaturası üüsek uura kalkêr, kulturası da ilerler.

437 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

İstoriya zamanına baktıynan, pek az vakıt geçti o zamandan, nezaman dilimiz dirilmää başladı, ama, koyduynan kantara, ne yapıldı ana dilimiz ilerlesin deyni, attıynan bakışımızı o zor yola, angısından geçti ana dilimiz, var nicä demää, ani yapıldı çok işlär, etiştik modernize edilmiş kurikuluma. Dooru, ani anmak taşları büün koyulêr o yazıcılara, angıların yardımınnan açıldı şkola kapuları ana dilimizä, angıları oldu avtor şkola kiyatlarına, çalıştılar yaratma tarlasında zor vakıtlarda, açan halkımız annamazdı, neçin lääzım üüren- mää gagauz dilini. Bu şannı Vatandaşlar: M.Çakir, D.Tanasoglu, N.Baboglu, D.Kara Çoban, G. Gaydarcı, L.Pokrovskaya. İnsan geler bu dünneyä belli bir misiyaylan, bir neetlän. Nekadar islää, açan o neet halkın dilinnän, kulturasınnan, aydınnanmasınnan baalı olêr. Bu ikinci pleya- da yazıcılarına girerlär: K.Vasilioglu, S.Kuroglu, P.Çebotar, T.Marinoglu, T.Zanet; bizim resimcilär hem muzikacı-çalgıcılar gagauz dilindä. Hepsi bu şannı adamnar (onnarın arasında A.Stoletnäyä, V.Kotenko), işle- dilär, çalıştılar, ki ana dilimiz kalksın üüsek uura, ki gagauzlar da bildirilsinnär milletlerä, sayılsınnar, nicä bir halk. Bu adamnara deyni gagauz problemaları hem gagauzluk işleri-onnarın bütün yaşamasının yoluydur. Gün-gündän yaşamak gider ileri dooru, üüretim kalitesi da lääzım kaldırılsın taa üüsek uura, onun sisteması diil lääzım dursun hep o uurda, ama lääzım diişti- rilsin, enilensin. Üüredicilär kendi uroklarında kullanérlar türlü eni formalar, metodlar. Ana dilinin yardımınnan herkezi tanıyér kendi kişiliini, insan arasında hem dünnedä kendi erini. Büük hodul bizä deyni, ani var Gagauziyada kendi Universitetimiz 4 fakul- tetlän. Orada var nasıl kabletmää masterat, magistratura da, ilerletmää kendi bil- gilerini da gitmää üürenmää aspiranturaya. Universitettä var bilim izmetçileri da, doktorlar, dotentlär, nicä İ.D.Bankova, S.K.Zahariya, S.K.Sulak, Arikova Z.N., Tavşancı K.P., Yanıoglo M.A., Sult G.G., Fedotova L.V., Genova S.İ., Sirkeli V.P., Parmakli D.M. Onnar Universitettä - käämil üüredicilär, lingvistlär, isto- riklär, ekonomistlär. Gagauziyada var Bilim-aaraştırma merkezi M.V.Maruneviç adına. Onun direktoru P.M.Paşalı, istoriya doktoru, angısı büük kuvet koyér ana dilimiz ilerlensin, kalksın üüsek uura. O haliz bir Gagauziyanın Vatandaşı, angısı- nın yardımınnan bilim adamnarı, aaraştırıcıları Vatanımızda zeedelenerlär. Onnar çalışérlar aaraştırmaa istoriyamızı, dilimizi, tiparlamaa bilim kiyatlarını, statyala- 438 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR rını. Burada geçer türlü halklararası bilim konferentiyaları. Gagauziyada 21 yılın içindä seftä Pötr Mihaylovicin çalışkannıınnan açıldı üç aylık kurslar gagauz dilindä. Onnarı götürdülär üüsek kvalifikatiyalı üüredicilär: Kopuşçu M.İ., To- dorova S.A., Koçanjı N.P. 12 kursant kabletti sertifikat. Bilim-aaraştırma merkezi aldı üstünä yapmaa büük bir iş: “Gagauz dili orfografiya hem punktuaţiya kuralların eni redakţiyası yapıldı hem da kurallar seftä çevirildi gagauz dilinä”. Kurallar da, öörneklär da, gagauz dilindä yazılı. Bu işi yaptılar P.Çebotar, M.Kopusçu, I.Bankova. Gagauz dilindä yok hiç bir da metodika teklifi. Bu yıl seftä Bilim-aaraştırma merkezi tiparladı metodika kiyadını: «G.A.Gaydarcı - ya- zıcı, linguist, folklorcu.»Avtor: Kopusçu M.I.-bilim aarıştırıcısı, üüredici üüsek kategoriyada gagauz dili hem literaturesında.2002 yıldan beeri 1-9 klaslarda eni bir predmet liţeylerdä, gimnaziyalarda, Komrat Devlet Universitetindä, koleсtä üüreniler «Gagauz halkının istoriyası, kulturası hem adetleri», ama isteerim ur- gulamaa, ani bu predmeti pek zor götürmää, çünkü yok kiyatlar. Tiparlandı sade kiyat 1-2 kl. deyni. Şindi Bilim-aaraştırma merkezi çalışêr tiparlamaa 3-4 klaslara deyni kiyatları, avtorlar: KopusçuM.İ., Paşalı P.M., Romanova S.Y. Bundan sora savaşacez tıpardan çıkarmaa 5-9 klaslara deyni kiyatları:”Gagauz halkının istori- yası, kulturası hem adetleri”. Sanêrım, ani 5-9 kl. için da bu yıl tiparlanacek ki- yatlar, çünkü halk kendi geçmişini bilmäz sa, gelecää hiç yokmuş. Bu fikir büün da pek aktualdır. Gagauzlar kendi istoriyasını, kulturasını az bilerlär. Derindän bil- mäzkän, tanımazkan, halkınnan barabar tutmazkan, kullanmazkan kendi halkının yortularını, adetlerini, sevinmäzkän halklan barabar kahramannarın girginniinä hem kuvedinä – sän diilsin Vatanın oolu, sän diilsin gagauz. Lääzım gösterelim sevgi kendi kulturamıza hem başka halkların da kulturasına saygı. Gagauz adet- leri için yapıler türlü konkurslar bizim Gagauziyada, nicä «Kolada», «Ana dilimiz için yortular»… Isteerim taa bir kerä noktalayım, ani ana dilimiz çok ilerledi, ama da taa onu lääzım zenginnedelim, uyandıralım insanda patriotik duygusunu. Bu duygu sade gözäl kullanılan ana dillän uyanêr! Isteerim hepsi yaşayannar Ga- gauziyada hodullansın kendi ana dilinnän da başka halklar arasında deyäbilsin: «Bizim da var gözäl ana dilimiz, kulturamız, istoriyamız.» Gagauzlar, gagauzluk, Çıktı bizim da dooruluk, Bulduk aaradıımız yolu Biz da saygılı olduk. Biz varız, varız zamandan Sildisälär da sayıdan.

439 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Biz varız dillän,ruhlan, cannan. N.Baboglu..

Kullanılan Literatura 1.Bulgar S.S. История и культура гагаузов. Komrat-Kişinêu, 2006. 2.Moşkov V.A. Гагаузы Бендерского уезда.(Переизданные очерки). Kişinêu, 2004. 3.Gagauz dili hem literaturası. Bilim-metodika jurnalı №1, Komrat, 2011. 4.Baboglu N.İ., Baboglu İ.İ. Gagauz literaturası X-XI kl. Kişinêu. Ştiinţa, 1997. 5.Baboglu N.İ. Publiţistika yazılarından. Kişinêu 2000. 6.Baboglu N.İ.; Baboglu İ.İ.; Vasilioglu K.K.; Bankova İ.D. Gagauz dili hem literatura okumakları, 5-çi kl. Ştiinţa, 2005. 7.Gagauziya. Moldova Respublikasında Gagauz Eri Avtonom Bölgesi. Kişinêu -Komrat, 2009. 8.P.Cebotar, I. Dron. Gagauzça-rusça-romınca sözlüü.”Pontos,”Kişinêu, 2002

440 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

TÜRK DÜNYASI VE GAGAUZLARIN SEMBOLLER ALANI

СИМВОЛИЧЕСКОE ПРОСТРАНСТВО ГАГАУЗОВ И ТЮРКСКИЙ МИР. SYMBOLIC SPACE OF THE GAGAUZES AND THE TURKIC WORLD.

Paptova Alla

doctor of philosophy, associate Professor

Abstract The author considers the problem of the symbolic space of the Gagauz people, the evolution of this space and its relationship with the Turkic world. The evolution of this ratio is associated with the growing ethno-regional identity of the Gagauz people. This process caused by the formation of the Gagauz Autonomy. The symbolic space of the Gagauz shifted to represent the symbolic space of the Turkic world. However, the image of this symbolic space of the Turkic world, created by the Ga- gauz people. Key words: symbolic space, ethnic and regional identity, the Turkic world, the Gagauz Autonomy, the Gagauzes. Cоздание национальных государств сопровождается созданием этнического культурного проекта, содержащего Образ прошлого, представление о символическом центре этноцентричной картины мира, аксиологически окрашенное пространство. Реалии конца ХХ начала XXI века продемонстрировали, что с возрастанием значения этнорегиональной идентичности появляются культурные проекты социумов регионов. Автономии обладают преимуществом в виде политических структур

441 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

и создают вполне развитые культурные проекты. Даже если новый культурный проект строился на окраине прежнего культурного пространства или на пограничье, символическое пространство немедленно начинало структурироваться, происходило символическое его освоение, у него появлялся новый центр. «Регионализация» символического пространства отчасти стала следствием того, что Ф. Фукуяма счел «концом истории». Действительно, если в условиях наличия высоких целей национальная идея вполне способна придать «государственному» проекту большее значение, нежели региональным, то отказ от телеологизма, отсутствие миссии, отсутствие угрозы, вынуждающей сплотиться приводит к тому, что начинает проявляться интерес к этнорегиональному. Предметом исследования в данной работе является эволюция символического пространства гагаузов, фактором которой стало создание Автономно-Территориального Образования Гагауз Ери. Процесс формирования символического пространства сопровождает процесс этногенеза гагаузов. «Задунайские переселенцы» гагаузы и болгары появились в Буджаке в конце XVIII–XIX веке из Северо-Восточной Болгарии, пребывавшей на тот момент в составе Османской империи. Первоначально гагаузы селились в ногайских поселениях[2], но позже ногайцы покидают регион. Именно на землях Буджака сложились условия для роста этнического самосознания гагаузов. Этому способствовало то обстоятельство, что регион на протяжении двухсот лет оказывался в разных государствах (сначала был в опосредованном подчинении Османской империи, затем в составе Российской, дважды попадал в состав Румынии). Он подвергался воздействию разных культурных миров, и, в силу этого ни одно из этих культурных влияний не могло быть особенно прочным. В настоящее время регион пребывает в составе Республики Молдова, территория которой оказалась соединенной и обособленной в рамках данных государственных границ только во второй половине ХХ века. В конце XIX века появилась первая оригинальная версия Образа прошлого гагаузов. Ее предложил священник Дмитрий Чакир. Согласно ей, гагаузы это болгары. Однако однажды султан издал фирман, вынуждающий гагаузов либо изменить веру, либо язык. Они предпочли остаться верными православию, но отказались от своего славянского языка [3]. Значимое для Д.Чакира пространство неопределенное место в Болгарии, части Османской империи и отчасти пространство, где жил род Чакир. В конце XIX века регион посещает В.А.Мошков. Его этнографические

442 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

материалы «Гагаузы Бендерского уезда», опубликованные в начале ХХ века в «Этнографическом обозрении», фиксируют наличие в гагаузов локальной идентичности, связывающей их с определенным селом. Важным моментом является то, что В. А. Мошков особо выделяет среди сел Комрат. Это момент выделения центра, вокруг которого постепенно начнется кристаллизация нового символического пространство. Закономерно, что через сто лет Комрат станет столицей гагаузской Автономии. Постепенно возрастало значение гагаузского языка. Это отразилось в новом Образе прошлого, появившимся немного ранее, но принятом и развитым гагаузским просветителем М.Чакиром. Этническая история гагаузов вписывалась в контекст истории тюркского мира. Процесс становления этнического самосознания достиг того уровня, когда закономерным представляется наличие национального государства, если не в настоящем, то в прошлом. И Михаил Чакир находит в прошлом государство гагаузов, под которым он понимает Добруджанское княжество, сложное в этническом отношении образование. Таким образом, время этнической истории удлиняется и структурируется, важнейшей его вехой становится появление «государства гагаузов». Таким образом, центром символического пространства гагаузов сначала становится Добруджа. Пространство включает Балканы и Буджак, но при всей значимости «гоcударства гагаузов» в Добрудже, труд Михаила Чакира все же назван «История гагаузов Бессарабии» [4]. В 1957 появляется первый вариант гагаузской письменности (на кириллице). И в 80-е годы новая версия этнической истории оформляется соответствии с «духом времени»: в виде литературного произведения – романа на гагаузском языке Д.Танасоглу «Узун Керван». Отныне в гагаузское пространство включались и азиатские просторы, а перемещения в нем интерпретировались как путь каравана через века и земли. В конце 80-х годов начинается этническая мобилизация гагаузов, что приводит в конечном итоге к созданию Автономии. С созданием Автономии столица ее Комрат становится центром гагаузского мира. В духе глобализации гагаузский мир обретает планетарный масштаб, что особенно очевидно в дни Всемирных конгрессов гагаузов (2006, 2009, 2012 годы). Центром символического пространство, в котором пребывают гагаузы шире реальное, но именно Автономия является его центром. Постепенно символически осваивается внутреннее пространство – территория Автономии. Способ освоения ее вполне соответствует виртуальным формам жизни в информационном обществе: стремление подчеркнуть архаичность связи с местом подчеркивается не реставрацией

443 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

домов старинного вида, а написанием книг об истории городов и сел. Эти книги пишутся как профессиональными историками, так и энтузиастами- непрофессионалами. Еще одной формой связи с землей является появление версии о родстве гагаузов со скифами. Символическое освоение территории не привело к массовому переименованию улиц и уничтожению памятников советской эпохи. Просто к числу этих памятников прибавились памятники, увековечившие память о деятелях национальной культуры. Первым был установлен памятник просветителю, протоиерею Михаилу Чакиру в городе Чадыр-Лунга. Территория Автономии не является непрерывной, но для символического пространства это не имеет значения. Постепенно складывается несколько значимых точек маршрутов, которые имеют значение паломнических. Одним из значимых объектов является конезавод в Чадыр-Лунге, возглавляемый К. В. Келешем, Бешалминский музей, основанный Д. Карачобаном, винзаводы региона, музей села Авдарма Значимы, посещаются и играют роль в символической организации пространства храмы, которые в настоящий момент действуют в каждом населенном пункте Гагаузии. Особая роль Комрата как символического центра должна была быть подчеркнута наличием культурных героев. Сакральное место Комрата создавалось путем парадоксального сочетания «нематериальности», свойственной современности и персонификации значимого, присущей традиционному сознанию. К Первому Всемирному конгрессу гагаузов в 2006 году перед зданием Комратского государственного университета основали Аллею Славы. Первоначально она представляла собой два ряда вертикально стоящих плит с именами исторических деятелей Автономии. Впоследствии были установлены бюсты видных деятелей Гагаузии – М.В.Маруневич, Д. Карачобана, Г.Гайдаржи, но также «культурных героев», тех миров, которые связаны с гагаузским – А. С. Пушкину, М. Эминеску. Число «культурных героев представителей тюркского мира растет: это и С. Демирель и Г. Алиеву, М.Шаймиеву, Н.Назарбаеву. Некоторое время гагаузский язык не претендовал на роль в символическом освоении пространства. Исследователи отмечают ногайское происхождение топонимии [1, 16]. Создание Автономии не вызвало массовых переименований населенных пунктов и улиц. Гагаузские названия редко давали торговым точкам. Вместе с тем, некоторые названия были трансформированы с целью придать им в большей степени гагаузское звучание, а некоторые топонимы приобрели популярную этимологию.

444 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Так, Казаклия стала Казаяком, а название Комрата стало привязываться к легенде, связанной с черной лошадью татарского бея. В настоящее время гагаузский язык используют не только на табличках официальных зданий (в сочетании с надписями на русском и надписями на государственном языке), но даже на рекламных щитах. Формы подчеркивания принадлежности к гагаузскому миру разнообразны: например, Автономия добилась того, чтобы помимо автономеров с буквенными обозначениями городов (CG, CO), появились номера с буквенными обозначениями Автономии (GE). Утверждение версии о тюркском происхождении гагаузов вписывало гагаузов в культурное пространство тюркского мира. Однако, многие тюркские народы, прежде всего те, с которыми гагаузы активно взаимодействуют, принадлежат миру ислама. Сакральные центры исламского мира не включаются в символическое пространство гагаузов. В итоге можно сделать следующие выводы: символическое пространство гагаузов развивается в соответствии с основными вехами процесса этногенеза. Центром его смещался. Раньше им была Добруджа, затем стал Комрат. Возрастание значения гагаузского языка предопределило смещение символического пространства в сторону символического пространства тюркского мира. Однако, это особый образ этого пространства созданный самими гагаузами.

Библиография 1. Маруневич М. В. Поселения, жилища и усадьба гагаузов Южной Бессарабии в XIX –начале XX века. Кишинев: «Штиинца», 1980, -168 с 2. Скальковский А. Болгарские колонии в Бессарабии и Новороссийском крае. Одесса,1848-156 с. 3. Чакир Д. Биографический рода и фамилии Чакир. // Страницы истории и литературы гагаузов XIX – начала ХХ вв. Кишинев:Pontos.2005- с.25-56. 4. Чакир М. История гагаузов Бесарабии. // Страницы истории и литературы гагаузов XIX – начала ХХ века. Кишинев:Pontos, 2005- с.80-108.

445 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

446 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ПРАВОВЫЕ АСПЕКТЫ ДЕЯТЕЛЬНОСТИ МИРОВОГО СУДА В ЮЖНОЙ БЕССАРАБИИ ВО ВТОРОЙ ПОЛОВИНЕ XIX В.

ZAHARİYA SERGEİ

Gagauziya M.V.Maruneviç Bilim ve Araştırma Merkezi Direktörü

Захария Сергей, доктор истории, конференциар, ректор Комратского государственного университета, депутат Народного Собрания Гагаузии Боршевский Андрей, доктор истории, председатель Консилиума Института демократии (Комрат), старший научный сотрудник Института культурного наследия Академии наук Молдовы SUMMARY This article is devoted to a general characteristic of legal proceedings peace justice in the south to Bessarabia (70-th of XIX century). The authors on the basis of different sources investigate the given theme. In this article is specified the important role of peace justice in the south to Bessarabia. Key words: Peace Justice, Court Regulations, Peace Court, Peace Congress, Local Peace Judge, Honored Peace Judge, the Government Senate, a Zemsk As- sembly, the civil judicial proceeding, the criminal judicial proceeding.

В статье описан механизм введения мировой юстиции в южной

447 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Бессарабии (в 60-70-х гг. XIX века). Авторы отмечает, что лишь после русско-турецкой войны, в результате Берлинского трактата 1878 г., когда юг Бессарабии снова вошел в состав Бессарабии, новые судебные учреждения вводятся и тут. Ключевые слова: Мировая юстиция, Судебные уставы, мировой суд, мировой съезд, участковый мировой судья, почетный мировой судья, Правительствующий сенат, Земское собрание, гражданское судопроизводство, уголовное судопроизводство.

Актуальность темы. Произошедшие в Республике Молдова на рубеже XX - XXI в.в. кардинальные изменения политических и социально- экономических отношений предопределили понимание как приоритетных демократических принципов правового государства, обеспечение конституционных прав и свобод личности, взаимную ответственность государства и граждан. Реальным гарантом реализации таких постулатов должен стать независимый, эффективно функционирующий суд. Однако к такому пониманию судебной власти, ее функции, человечество пришло не сразу, а в результате длительного исторического развития. Именно по этим причинам интерес к процессам трансформации судебной системы в различные исторические эпохи является актуальным и в наши дни. Изучение исторического опыта позволяет не только избежать ошибок в построении более совершенной судебной системы, но и использовать этот опыт в совершенствовании судебной власти и процесса. Основная часть статьи. Одним из этапов трансформации судебной власти в Бессарабии явилась судебная реформа 1869 года, которая была основана на либеральных и демократических принципах судебной реформы в Российской империи 1864 г. Одним из важных достижений реформированной судебной системы был институт мировых судей. Он должен был упростить, удешевить, ускорить судопроизводство, приблизить суд к населению, внушить ему доверие и уважение к местному правосудию. В апреле 1869 г. Государственный Совет Российской империи принял решение о введении в Бессарабии Судебных уставов 1864 г., которые начали действовать с 20 декабря 1869 г. В области вводится новое судебно- процессуальное законодательство, основанное на передовых принципах: гласность, независимость суда, несменяемость судей, отмена теории формальных доказательств, создание нотариата и др. Создаются новые учреждения - суд присяжных и мировой суд [6, с. 30-34]. Однако в южных регионах Бессарабии, находившихся в тот период под власть Молдовы,

448 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

данные учреждения были введены позже. Лишь после русско-турецкой войны, в результате Берлинского трактата 1878 г., когда данная территория снова вошла в состав Бессарабии, новые судебные учреждения вводятся и тут. В 1878 году Указом Правительствующего сената деятельность мировой юстиции была распространена в «части Бессарабии, присоединенной к России на основании Берлинского трактата 1878 г.» [3]. Из большей части данной территории был образован Измаильский уезд, в котором был учрежден отдельный судебный мировой округ, состоящий из 7 мировых судей - 2-х для г. Измаила, по одному для городов Рении и Кагула и трех в уездные участки, председателя мирового съезда, судебного пристава, одного секретаря и 2-х его помощников [19, с. 162-163]. Мировые судьи Измаильского уезда, в отличие от других уездов Бессарабии, были назначены от правительства [10, с. 248]. Остальная часть присоединенной в 1878 г. территории южной Бессарабии была разделена между Кишиневским, Аккерманским и Бендерским уездами [2, с. 170]. В Указе Правительствующего сената о порядке отправления правосудия в части Бессарабии, присоединенной к России на основании Берлинского трактата предусматривалось подчинить эту территорию ведомству смежных мировых судебных установлений впредь до производства в этих уездах дополнительных выборов в мировые судьи или до передела мировых участков по усмотрению местных уездных земств [19, с. 162-163]. Мировые суды рассматривали мелкие гражданские и уголовные дела. Мировые судьи состояли по уездам и по городам. Уезд с находящимися в нем городами составлял мировой округ. Мировой округ разделялся на мировые участки. В каждом мировом участке находился участковый мировой судья [14, с. 89]. Участковый мировой судья избирал, с согласия съезда мировых судей, постоянное место пребывания в своем участке для разбирательства подсудных ему дел [17, с. 350]; но прошения жителей он должен был принимать везде и во всякое время, а в необходимых случаях и разбирать дела на местах, где они возникли [16, с. 1]. Правительствующий сенат отмечал, что мировой съезд имеет право указывать мировому судье на необходимость выезда, для разбирательства дел, в отдаленные от его камеры местности [12, с. 20]. В мировом округе кроме участковых состояли также почетные мировые судьи. Отличались почетные мировые судьи от участковых тем, что никаких

449 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

сумм денег на содержание и расходы по своей должности не получали и могли занимать должности в государственных и общественных учреждениях (за исключением должностей прокуроров, их товарищей и местных чиновников казенных управлений и полиции), не обязывались законом жить в том округе, где были избраны. Сенат отмечал, что почетные мировые судьи не получают жалование даже в случаи исполнения ими обязанностей участкового мирового судьи. В тоже время Сенат указал, что «нельзя на них возлагать обязанности содержания канцелярии мирового судьи, для чего из сумм, причитающихся на долю отсутствующего мирового судьи, часть денег, потраченных на содержание канцелярии, должна выдаваться исполняющему его обязанности, безразлично, будет ли он из участковых или почетных мировых судей». Законодательство также предусматривало существование добавочных мировых судей. Основное отличие участковых мировых судей от добавочных заключалось­ в том, что последние не были прикреплены к постоянному участку, а осуществляли лишь отдельные поручения мирового съезда и временно исполняли обязанности отсутствующих участковых судей. Порядок их назначения к исполнению обязанностей мирового судьи участка определялся решением мирового съезда. Однако в Бессарабии в исследуемый период их деятельность не предусматривалась. Лишь в 1882 году по Высочайше утвержденному мнению Государственного Совета должность добавочного мирового судьи была учреждена в Измаильском уезде [18, с. 316]. На добавочного мирового судью Измаильского уезда, по распоряжению председателя мирового съезда возлагалось, исполнение обязанностей участковых судей в случае их увольнения, отсутствия, болезни или смерти. Мировые судьи в продолжение установленного для них выборного срока не могли быть ни увольняемы без прошения, ни переводимы из одной местности в другую без их согласия. Независимость суда от администрации, подчинение их только закону делали данное учреждение «государством в государстве» [9], вследствие чего «власть монарха лишалась части своих верховных прав» [8]. Собрание как почетных, так и участковых мировых судей каждого округа составляло высшую мировую инстанцию, именуемую съездом мировых судей. Он действовал периодически, выполняя две функции: судебное разбирательство второй степени и судебное управление мировым округом. Состоял мировой съезд из председателя, непременного члена и мировых судей округа. При съезде учреждались секретарь и канцелярия. В качестве суда второй степени съезд являлся апелляционной [1, р. 63], а по делам

450 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

меньшей важности - кассационной инстанцией мирового суда. Мировые судьи и их съезды на основании Учреждения Судебных установлений и циркулярного предложения Бессарабского губернатора составляли ежегодные отчеты о движении у них дел для представления министру юстиции и статистическому комитету [15, с. 33-34]. Сущность мировой юстиции заключалась в том, что он рассматривались быстро, без излишних формальностей в доступной населению судебной инстанции малозначительные дела. Мировой суд был призван воплощать в жизнь жившую в народе мечту о суде “скором, правом и милостивом”; освобождал вышестоящие инстанции от разрешения мелких дел; решал отчасти проблему юридических кадров, так как рассмотрение такого рода дел вполне можно было вверить непрофессионалам, если они отвечали определенному уровню требований, были избраны представительным органом, пользовались уважением и доверием среди местного населения [5, с. 65-67]. При постановлении решения мировые судьи Бессарабии руководствовались как общеимперскими, так и местными законами, за исключением Аккерманского и Измаильского уездов, на которые действие местного права не распространялось [11, с. 40]. Правительствующий сенат отмечал, что общие законы империи принимаются в основание лишь в тех случаях, когда местные законы окажутся недостаточными [13, с. 13]. Особое внимание законодательство уделило вопросу о применении норм права мировыми судами в «части Бессарабии, присоединенной к России на основании Берлинского трактата» в отношении гражданских дел, возникших при румынском правительстве [4, с. 328-331]. Законодательство предусматривало, что аналогичные гражданские дела по договорам, обязательствам и другим имущественным отношениям подлежат разрешению на основании законов, при соблюдении которых они возникли. При ссылке на статьи румынских законов тяжущиеся обязывались предоставить их перевод на русский язык [4, с. 330]. Таким образом на данной территории румынские гражданские законы остались в силе [13, с. 31]. Новый суд, кроме интереса новизны, быстро сделался популярным своею доступностью, быстротою и несложностью формальностей сравнительно с прежним судом. Назначением мирового института было внесение в сферу повседневных гражданских отношений первых элементов благоустроенного общежития - сознания гражданами своих прав и обязанностей. Если новый

451 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

гласный суд называют - и справедливо называют - школою гражданского воспитания, то мировые учреждения с тысячами камер, разбросанных по самым отдаленным захолустьям империи, являлись первою и самою важною ступенью этой школы. Заключение. Внедрение мирового суда, основанного на передовом процессуальном законодательстве, являлось положительным моментом, однако уже с конца 70-х - начала 80-х гг. XIX в. в рамках судебной контрреформы начинается ограничение деятельности и этого института, завершившееся к 1889 году упразднением его в большей части Бессарабии.

Библиография Lupaşcu Z. Instituţiile politice şi cele juridice din Basarabia (1812-1917). Chişinău, 2004. Батюшков П.Н. Бессарабия. Историческое описание. СПб., 1892. Бессарабские губернские ведомости. 1878. 18 октября. Высочайше утвержденные 24 января 1879 года правила, подлежащие соблюдению при рассмотрении уголовных и гражданских дел, возникших при румынском правительстве в присоединенной к России части Бессарабии на основании Берлинского трактата// Узаконения, изданные в пояснение и дополнение к Судебным Уставам Александра II. СПб., 1884. Ефремова Н., Немытина М. Местное самоуправление и юстиция в России (1864 - 1917 гг.) //Муниципальное право. 2001. №2. С.65-67. Захария С.К. Реформы 60 -70-х гг. XIX в. в России и их особенности в Бессарабии// Закон и жизнь. 2003. № 1. С.30-34. Местные законы Бессарабии. Полный систематический сборник местных Бессарабских законов Арменопула, Донича, Соборной Грамоты Маврокордато и ручной книги о браках./Сост. С.М. Гроссман. СПб, 1904. Московские ведомости. 1884. 23 января. Московские ведомости. 1885. 4 сентября. Новаков С.З. Социально-экономическое развитие болгарских и гагаузских сел южной Бессарабии (1857-1918). Кишинев, 2004. Пергамент О.Я. О применении местных законов Арменопула и Донича. СПб, 1905. Решения Общего собрания Первого и Кассационных департаментов и Кассационных департаментов Правительствующего сената. 1877, 1878, 1879 гг. СПб., 1881. Савенко М.Г. Практика Правительствующего сената по Бессарабскому праву. Кишинев, 1914. Сборник Бессарабского земства.1871. Год первый. № 2. Кишинев, 1871. Сборник Бессарабского земства. 1878. Год восьмой. № 4. Кишинев, 1878. Сборник решений Правительствующего сената по вопросам о привлечении к ответственности должностных лиц судебного ведомства за неправильное действие по службе./Сост. Н. Рычков. СПб., 1879. Скрементова О.С. Институт мировых судей по Учреждению судебных установлений 1864 года//Научные труды. Российская академия юридических наук. Выпуск 4. В трех томах. Том 3. М., 2004. С. 350. Узаконения, изданные в пояснение и дополнение к Судебным уставам императора Александра II. СПб., 1884. Указ Правительствующего сената от 21 сентября 1878 года о порядке отправления правосудия в части Бессарабии, присоединенной к России на основании Берлинского трактата// ПСЗ. Собрание второе. Том XLIII, отделение второе. 1878. СПб., 1880. С. 162-163.

452 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

GAGAUZ OTONOMISININ OLUŞUMUNUN ETKENI VE SONUCU OLARAK GAGAUZ DILININ ROL VE ANLAMININ EVRIMI

Zaharia Sergey-Paptova Alla

ЭВОЛЮЦИЯ РОЛИ И ЗНАЧЕНИЯ ГАГАУЗСКОГО ЯЗЫКА КАК ФАКТОР И РЕЗУЛЬТАТ СТАНОВЛЕНИЯ ГАГАУЗСКОЙ АВТОНОМИИ THE EVOLUTION OF THE ROLE AND IMPORTANCE OF THE GAGAUZ LANGUAGE AS A FACTOR AND THE RESULT OF THE FORMATION OF THE GAGAUZ AUTONOMY Abstract The authors consider the problem of the relationship of the process of development of Gagauz language, expansion of its operation and of the process of formation of the Gagauz Autonomy. The creation of the Gagauz Autonomy contributed to the development of the Gagauz language. The Gagauz language is studied in all the learning cycles. Media in the Gagauz language is also developing . It contributes to the development of the language, its literary and scientific genres, vocabulary and terminology. As a result of these processes, the functioning of the Gagauz language in all spheres of public life has expanded. The prestige of the Gagauz language has increased. This process cannot get ahead of the process of development of the Gagauz language, his scientific and literary genres. The development of

453 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

the Gagauz language is not only the result but also the factor of the formation of Autonomy. The functioning of the Gagauz language strengthens ethnic and regional identity of the inhabitants of Autonomy, harmonizes the relations with the authorities of Moldova, with the Turkic world and with the international community as a whole. Key words: Gagauz language, Gagauz Autonomy, ethnic and regional identity, the Turkic world, Gagauzes

Расширение сферы функционирования гагаузского языка представляет- ся не только естественным процессом, но и насущной задачей, имеющей стратегическое значение для становления Гагаузской Автономии. Актуаль- ность обращения к проблеме взаимосвязи и взаимообусловленности этих процессов обусловлена осмыслением значения языка в современной фило- софской традиции. Уже в начале ХХ век Л.Витгенштейн в «Логико-фило- софском трактате» сформулировал положение, на которое можно опирать- ся в определении перспектив в развитии гагаузского языка: «границы моего языка означают границы моего мира» (Логико-философский трактат. 5.6) [7, c.56]. Таким образом, становление Автономии должно было быть напря- мую увязано с проникновением гагаузского языка во все сферы обществен- ной жизни и полноценным его в них функционированием. И действительно, за более чем двадцатилетний срок существования Автономии роль и значе- ние гагаузского языка изменились и задачей этого исследования является анализ этих изменений. На каждом из этапов этногенеза гагаузов гагаузский язык не только в действительности был фактором этого процесса, но и оценивался таким об- разом в различных историософских концепциях. Даже в концепции Дми- трия Чакира, считавшего гагаузов болгарами, именно обретение гагаузского языка - как условие сохранения веры – представлено точкой отсчета рожде- ния этноса [10, c.25-56]. В начале ХХ века гагаузский язык обрел статус сакрального языка: про- тоиерей Михаил Чакир не только переводит на гагаузский язык богослужеб- ные тексты, но и добивается разрешения Синода проводить богослужение на гагаузском языке. Возрастание значения языка отразилось в новом Обра- зе прошлого, предложенном гагаузским просветителем. Этническая исто- рия гагаузов вписывалась в контекст истории тюркского мира. Изложив эту концепцию в сочинении «История гагаузов Бессарабии» [11], Михаил Чакир становится основоположником научного жанра в гагаузском языке.

454 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

С созданием МССР активизируется процесс урбанизации, растет слой гагаузской интеллигенции. В 1957 появляется первый вариант гагаузской письменности (на кириллице). Хотя гагаузские тексты создавались и ранее, создание собственной письменности оказывается важной вехой не только в развитии языка, но и в развитии этноса. В связи с созданием гагаузской письменности предпринимается кратковременная попытка введения препо- давания гагаузского языка. Во второй половине ХХ века резко возрастает слой гагаузской интелли- генции: как гуманитарной, так и технической. Склонная к рефлексии интел- лигенция начинает осмыслять гагаузскую специфику. Этнографы, прежде всего М.В.Маруневич и С.С.Курогло на основании собранных ими матери- алов обосновывали специфику гагаузской культуры. Осмысляя значение их деятельности, М.Н.Губогло особо отметил то, что они разработали доктри- нальную основу создания Гагаузской Автономии [8, с.495]. В конце 80-х годов начинается этническая мобилизация гагаузов, что приводит в конечном итоге к созданию Автономии. В начале 90-х годов га- гаузский язык стали преподавать в школах и филологи русского языка на первых этапах смогли обеспечить учебный процесс. В их распоряжении были немногочисленные материалы, в том числе «Грамматика гагаузского языка», написанная Л.А.Покровской. Создание Автономно-Территориального Образования Гагауз Ери, при- знанного Республикой Молдовой 23 декабря 1994 г. стало важнейшим фак- тором в создании условия для сохранения и развития гагаузского языка и культуры. Нормативные акты Автономии Закон РМ «Об особом правовом стату- се Гагаузии (Гагауз Ери)» [3], Уложение Гагаузии [4] и Закон АТО Гагауз Ери «О функционировании языков на территории Гагаузии»[5] закрепляют позиции гагаузского языка в различных сферах общественной жизни. Со- гласно части 2 Статьи 16 «Уложения Гагаузии» возрождение, сохранение, развитие и расширение сферы употребления гагаузского языка являются приоритетными задачами органов публичной власти Гагаузии[4]. На всем постсоветском пространстве обретение политической независи- мости на ранних этапах процесса этнической мобилизации рассматривалось как фактор расширения возможностей создания условий для всемерного развития национальных культур. Эволюция приоритетов просматривается в том числе и в очередности выдвижения национальных задач. В Республике

455 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Молдова уже в 1989 году принимается Закон «О функционировании язы- ков» и только лишь спустя 2 года - в 1991 году принимается «Декларация о независимости Республики Молдова». Подобное внимание к языковой проблематике не представляется чрез- мерным. В ХХ веке человечество в полной мере осознало значение языка как для развития личности, так и народа. Хайдеггер в работе «Письмо о гу- манизме» формулирует это достаточно эмоционально: «Язык есть дом бы- тия. В жилище языка обитает человек» [9, c.194]. Народ, не развивающий и, что еще опаснее, утрачивающий свой родной язык, обречен на бездомное существование. Он не может полноценно участвовать в культурной жизни страны и, в конечном итоге, обречен на ассимиляцию. Создание Автономии способствовало развитию гагаузского языка. Поя- вилось гагаузское телевидение, гагаузский язык стали изучать в доунивер- ситетских учебных заведениях. Особую роль в развитии гагаузского языка сыграло создание Комратского государственного университета. КГУ был основан в 1991 году и быстро обрел статус государственного. В университете проделана большая работа по обеспечению изучения сту- дентами гагаузского языка в качестве учебной дисциплины. Студенты всех специальностей изучают как обязательную дисциплину «Гагаузский язык и культура» в объеме 90 часов (3 кредита). Гагаузский язык используется в преподавании обязательной дисциплины «История гагаузского народа», которая изучается в объеме 120 часов (4 кредита). Кафедра гагаузской фило- логии обучает студентов по специальности «Гагаузский язык и литература». Большая часть предметов студентами этой кафедры изучается на гагаузском языке. Студенты пишут курсовые, лиценциатские и магистерские работы на гагаузском языке. Создание университета представлялось важной гаран- тией создания условия для сохранения и развития гагаузского языка и куль- туры. Помимо того, что университет стал осуществлять подготовку специ- алистов в области гагаузской филологии, важнейшим направлением в его деятельности стала организация научных исследований гагаузского языка, а также работа по разработке научной терминологии. И хотя процесс развития этнического самосознания влечет за собой со- здание этноцентричной картины мира, причем независимо от того языка на котором создается эта ментальная конструкция, для внешнего наблюдателя этот процесс затмевается сохранением русского языка. Однако, критики, упрекающие гагаузов в невысоких темпах расширения функционирования

456 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

гагаузского языка, предпочитают не вспоминать о том, что в Западной Евро- пе почти полтора тысячелетия после падения Римской империи латинский язык оставался языком науки, культуры и юриспруденции. В исламском мире такое значение имел арабский язык. В настоящее время на гагаузский язык были переведены некоторые важ- ные нормативные акты, включая «Европейскую хартию региональных язы- ков или языков меньшинств». Большую работу по расширению функцио- нирования гагаузского языка проводит НИЦ им. М.В.Маруневич. По ини- циативе главы Центра, доктора истории П.М.Пашалы организованы курсы гагаузского языка для чиновников и преподавателей. Изменился статус гагаузского языка, возрос его престиж. Функциониро- вание Автономии способствовало тому, что знание гагаузского языка стано- вится преимуществом в конкурентной борьбе в сфере политики, а в послед- нее время и на рынке труда. Создание дополнительных возможностей для развития гагаузского языка является результатом процесса становления Гагаузской Автономии. Одна- ко, и развитие языка создает дополнительные возможности для укрепления Автономии, освоения ее статуса и является поэтому фактором становления Автономии. Функционирование гагаузского языка укрепляет этнорегиональную идентичность жителей Автономии. Расширение сферы функционирования гагаузского языка снимает напря- женность во взаимоотношении Автономии с властями Молдовы и с между- народными организациями, воспринимающими сохранение русского языка в различных сферах общественной жизни как проявление пророссийских настроений, угрожающих целостности Республики Молдову и ее сувере- нитету. Важным следствием расширения числа людей, грамотно изъясняющих- ся и пишущих на гагаузском языке становится увеличение возможностей интеграции в тюркский мир как на индивидуальном, так и на групповом уровне. Ярким свидетельством этого процесса является участие гагаузских исследователей в научных мероприятиях Турции и тюркского мира в целом. Это укрепляет поддержку Автономии странами тюркского мира. В итоге можно сделать следующие выводы: создание Гагаузской Авто- номии способствовало развитию гагаузского языка. Гагаузский язык изу-

457 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

чается во всех циклах обучения, в деятельности СМИ. Это способствует развитию самого языка, его литературных и научных жанров, лексики и терминологии. В результате этих процессов расширилось функциониро- вание гагаузского языка во всех сферах общественной жизни. Этот процесс не может опережать процесс развития самого гагаузского языка. Развитие гагаузского языка является не только результатом, но и фактором становле- ния Автономии, так как укрепляет этнорегиональную идентичность жите- лей Автономии, гармонизирует отношения с властями Молдовы, тюркским миром и международным сообществом в целом.

Библиография Европейская хартия региональных языков или языков меньшинств. Принята 5 ноября 1992. Конституция Республики Молдова. Принята 29 июля 1994 Закон РМ «Об особом правовом статусе Гагаузии (Гагауз Ери)@ от 23 декабря 1994, № 344-XIII Уложение Гагаузии (Гагауз Ери). Принято 14 мая 1998 № 28-ХХХ/1 Закон АТО Гагауз Ери «О функционировании языков на территории Гагаузии (Гагауз Ери)» Устав Комратского государственного университета. Утвержден 16 января 2013 г. Витгенштейн Л.Логико- философский трактат.В: Витгенштейн Л. Философские работы. Ч.1.Москва:Гнозис, 1994, с.1-75 Губогло М.Н. Антропология повседневности. Москва: Языки славянской культуры., 2013, 752 с. Хайдеггер М. Письмо о гуманизме. В: Время и бытие: Статьи и выступления. Пер. с нем.В.В.Бибихина.Москва: Республика, 1993, с.192-220 Чакир Д. Биографический рода и фамилии Чакир. В: Страницы истории и литературы гагаузов XIX – начала ХХ вв. Кишинев: Pontos. 2005, с.25-56 Чакир М. История гагаузов Бессарабии. В: Страницы истории и литературы гагаузов XIX – начала ХХ века. Кишинев:Pontos, 2005, с.80-108

458 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

DIFFICULTIES IN TRANSLATING ENGLISH AND GAGAUZIAN PROVERBS

Sulac S., PhD - Bratunova E., MA

Comrat State University; [email protected] - [email protected]

Abstract The article focuses on the problem of the importance and necessity of comparative investigations within cultural and grammatical differences between languages (stylistic fea- tures) in translating English and Gagauzian proverbs. That is way there is a need in finding equivalents of proverbs between these two languages. Coordination of stylistic features and enriching vocabulary with proverbs from different languages is one of the main tasks of the qualified translator. Keywords: proverb, language, translator, problem, equivalent, stylistic features, task, social, analysis, people/ nation, culture. Language as a social phenomenon is closely connected with realities and tradi- tions of people. It is possible to undoubtedly assert that all cultural and household events in life of the society find their reflection in language. One of the aspects in science about language, which is worth paying attention, is phraseology. A great number of works of modern linguists are devoted to research of phraseological expressions (Ch. Balley, L. Blumfild, A.V. Koonin, N. M. Shansky, N. N. Amo- sova, A. I. Smirnitsky, V.V.Vinogradov, V.N.Teliya and etc.) It is possible to de- signate an idiom as one of the most figurative and effective ways to make speech

459 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR emotional and laconic. Folk proverbs are an integral part of the spiritual treasures of culture and lan- guage of a people. The age-old wisdom and skills used by them are an important part of culture of human language. In fact, the main purpose of this article is the interpretations of English and Gagauzian folk proverbs, which can artistically embody various aspects of life, social experience, and outlook, the originality of artistic attitudes and tastes, as well as mental, ethical and aesthetic values. Many English and Gagauzian proverbs are difficult to interpret and compare because English language has its own rules, as does Gagauzian. English and Ga- gauzian languages also have different word order in sentences. While finding the equivalent of proverbs from a first into a second language we used the following methods: • method of analysis, synthesis, analogy, observation; • classification methods used for systematic statement of the preconditions of the research; • contrastive method of folk pedagogy proverbs in terms of comparative appro- ach to define analogy and contrast of investigated phenomena; • constitutive, definitional, component, and interpretational used for determi- ning the mechanisms of the representation of disharmony, equivalency and to focus on verbal and non-verbal components; • contextual analysis of proverbs in the target language and original and method of selection in order to choose the needed material for research [8, p. 318]. Analyzing our ancestors’ experience, a good translator must not only unders- tand the meaning of the source text, but he also needs access to a rich source of expressions and their meaning. For this reason there appear difficulties in fin- ding equivalents of proverbs between languages. There always arise difficulties in finding equivalents of proverbs between languages. A translator has to take into account the culture and the language of the nation. For example, the literal trans- lation of the English proverb “To pull the chestnuts out of the fire for somebody” goes like this: to do something with others hands. In English the meaning of the proverb is clear, while in Gagauzian it seems to be something new, thus the meaning of proverbs is not always fully disclosed. Therefore we should seek a Ga- gauzian equivalent: a) Aalemin elinnän yılanı tutmaa, b) Aalemin elinnän kızgın demiri tutmaa, c) Aalemin elinnän koor tașımaa, which are easier to understand for a Gagauz. By analyzing proverbs in English and Gagauzian languages, it can be concluded that the availability of easy ways to find English equivalents from 460 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Gagauzian proverbs is not especially plentiful. We can confront large number of challenges while trying to find the proverbs’ interpretations. This is connected with the relevant transfer of not only the semantic content but also expressive and stylistic coloring of proverbs [8, p. 321]. The goal of this article is to analyze the translation features of proverbs in the- oretical study and practical usage of teaching the English and Gagauz languages. Another goal is to make a classification of proverbs, based on the similarities and differences between the 2 languages. As for the example we took the book by A.S. Komarov: “The Concentrated Wisdom of the Race. Пословицы английского языка и их русские аналоги” where English proverbs are divided into ninete- en thematic groups: • Friendship and Love; • Words and Deeds; • Help and Advice; • Activity and Idleness; • The Beginning and the End; • Life and Death; • Past, Present and Future Times; • Likes and Dislikes; • Truth and Lies; • Health and Illness; • Money, Wealth and Poverty; • Family and Children; • Habits and Customs; • Prudence and Moderation; • Perseverance and Patience; • Luck and Opportunity; • Man’s Appearance and Nature; • Personal Conduct; • Experience, Work and Learning. The Gagauzian proverbs will be classified according to this analogue, because they are not studied well. They are just collected and recorded. This is done by such famous gagauzian writers as Nikolai Baboglu and Todur Zanet. They are widely known in Gagauzia and in many other parts of the world. Many proverbs are easily translated into the Gagauzian language. Others need explanation, as they have nothing to do with the Gagauzian expressions, thou-

461 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR gh it is possible sometimes to guess what English-speakers want to say. Having studded the theory of translation by V.N. Comissarov, we divided proverbs into following categories: English proverbs that are fully translated into the Gagauzian language, in whi- ch the English version fully corresponds to the Gagauzian. (FT) For example: “Whoever digs a pit will fall into it” – “Kazma aalemä kuyu, kendin düșecän orayı” English proverbs that are partially translated into the Gagauzian language, where the English version is somewhat different from the Gagauzian. (PT) For example: “To pull the chestnuts out of the fire” - “Aalemin elinnän koor tașımaa” English proverbs that are totally different when translated into the Gagauzian language, the English version does not match the Gagauzian. (DT) For example: “As is the call, so is the echo” – “Nicä yapacan ölä dä görecän”. The English and Gagauzian culture and traditions are different, but they have many “common things” in culture, in aesthetical upbringing and in life values. English and Gagauzian people are ready to live within the bounds of decency and law. The comparison of proverbs of different nations shows how much they have in common. We subdivided the proverbs into seven thematic groups: family, appreciation of order, work, meanness, care, life and experience, greed.

1. FAMILY The theme of relationships between children and parents is very popular in English and Gagauzian proverbs. Good family relationships help your child feel secure and loved. Good family relationships are more than just enjoyable for their own sake. For the English and Gagauzian people true love, respect, and family values are very important. Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär Tencerä tukurlanmıș da kapaanı bulmuș A good Jack makes a good Jill [12]. [1, s.131] - English proverbs that are totally 1. Everyone gets a mate in the end. Jack and different when translated into the Gagauzian Jill here stand for man and woman language. (DT)

462 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

a) The apple never falls far from the tree [12]. Statement made to infer that one is inva- Nicä anası - nicä danası [1, s.132] - English riably similar to their parents. proverbs that are totally different when 2. b) As the old cock crows, so does the young translated into the Gagauzian language. [12]. (DT) Children will become like older genera- tions.

2. APPRECIATION OF ORDER English and Gagauzian proverbs reflect an appreciation of order and purity. They convey various ideas related to one’s order in life and mentality as related to ideal behavior and actions. They serve as reminders on how to conduct oneself and how best to behave in various situations. Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär You make your bed and you must lie in it [16]. Nicä döșeycän, ölä dä yatacan [1, s.131] - 1. You have to suffer the consequen- English proverbs that are fully translated ces of what you do into the Gagauzian language. (FT)

3. MEANNESS Meanness is a personal quality whose classical form, discussed by many from Aristotle to Thomas Aquinas, characterizes it as a vice of “lowness”, but whose modern form deals more with cruelty. [13] Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär a) Aalemin elinnän yilani tutmaa. - English proverbs that are totally different when translated into the Gagauzian langu- To pull the chestnuts out of age. (DT) the fire [18]. b) Aalemin elinnän kızgın demiri tutmaa. - English proverbs 1. to do a dangerous, hard, that are totally different when translated into the Gagauzian or unpleasant thing for language. (DT) someone else c) Aalemin elinnän koor tașımaa. - English proverbs that are partially translated into the Gagauzian language. (PT)

4.WORK Work is an integral part of our life. English people, just like Gagauzian people, work a great deal but always find time to have a rest, but without work people get bored and insecure. They work long ho1urs and endure tight schedules. It is certainly tough. People work a lot, straining all intellectual and physical forces,

463 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR and in their free time have a rest with pleasure.

Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär Horuya tutundun – oyna bașadan [1, s.131] – If a job is worth doing it is worth English proverbs that are totally different when doing well [10]. translated into the Gagauzian language. (DT) 1. If you decide to do somet- hing, do it as well as you pos- Verdin kendini kiraya – dayan [1, s.131] – sibly can English proverbs that are totally different when translated into the Gagauzian language. (DT)

5. CARE Care is also reflected in English and Gagauzian proverbs. For example, taking care is based on experience, as exemplified in the following proverbs.

Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär a) A burnt child dreads the fire. [15] If something has hard your once, you avoid it after that. Hașlandıylan süttän, kaymaa da üflersin. - English proverbs that 1. The scalded dog fears cold water [17]. are partially translated into the Some who has experienced some kind of negative Gagauzian language (PT) situation or consequence will try to avoid making the same mistake the same situation again.

6. LIFE AND EXPERIENCE Life and experience are two values that are very important for each person. Different people think differently, will condemn, argue or impose therefore the point of view wrong and even to the inappropriate. For this reason in English and Gagauzian there are a huge number of proverbs in which peoples learn each other to be honest, benevolent, hardworking and reserved.

Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär To turn something on its head. Kürkü tersinä çevirmeyim [1, s.131] - Eng- 1. To treat or present something in a lish proverbs that are totally different when completely new and different way translated into the Gagauzian language. (DT)

464 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

a) Curses like chickens come home to roost [13]. Aalemä kuyu kazma, kendin düșärsin [1, s.131] 2. b) He that mischief hatches, mischief catc- - English proverbs that are fully translated hes [13]. into the Gagauzian language. (FT) If you set a trap for others, you will get caught in it yourself.

7. GREED Greed is an overwhelming urge to have more of something, usually more than you really need. Greed is often connected with money, a desire to acquire as much of it as possible, but it can refer to that kind of urge toward anything, like food or material possessions. Greed comes from the Old English grædig, or “voracious,” which means “always hungry for more.” Gagauzian proverbs No English proverbs Söleyișlär The grass is always greener on the ot- а) Aalemdä yimirtalar iki sarılı. - English proverbs her side of the fence. [11] that are totally different when translated into the Peop- Gagauzian language. (DT) 1. le always think they would be hap- b) Aalemin tauu kaz görünür. - English proverbs pier in a different set of circums- that are totally different when translated into the tances. Gagauzian language. (DT) Proverbs are a part of the culture of a people. Proverbs always have been and remain relevant, in spite of the development of economy, technology, and prog- ress. Culture is the most important aspect in intercultural communication. At any time, proverbs and sayings will be characteristic of a people and the object of attention and research. Having compared and analyzed the proverbs in the English and Gagauzian languages we have come to the following conclusions: 1.Some English proverbs a) fully correspond to Gagauzian ones, b) some just have partial correspondence; c) while the others needed explanation when translated into Gagauzian. 2.Proverbs in English are rather difficult to translate into the Gagauzian lan- guages 3.Proverbs develop creativity, enrich peoples’ vocabulary, help them to learn the structure of the language, and to develop memory and the emotional expres- siveness of speech

465 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

Thus, proverbs are multifunctional tools for teaching English. Their lexical and grammatical fullness allows a teacher to use them not only to explain and enhance many grammatical phenomena and enrich vocabulary, but also for the develop- ment of language skills. Using well-known proverbs and sayings greatly facilitates communication, helps to overcome the language barrier and reach a new level of cross-cultural communication by addressing the problems of understanding wit- hout explanation, namely to form communicative competence.

Bibliography Baboglu N., GAGAUZ FOLKLORU. M.Maruneviç adina Bilim Aaraștirmalari Merkezi Gelen Üüretmek Müdürlüü, 2011, 208 p.; Çebotar P., Dron I. Gagauzça-rusça-românca sözük. Chişinǎu: Pontos, 2002; Harder K.B. A Dictionary of American Proverbs. New York 1992, 205 p.; Harmer, J. The Practice of English Language Teaching. New York: Longman. 2007, 448 p.; House E. The Oxford Dictionary of English Proverbs. Oxford University Press London 1970, 245 p.; Mieder, W. Proverbs: A Handbook. London: Greenwood Press. 2004, 304 p. Norrick, N.R. How proverbs mean? Semantic studies in English proverbs. Amsterdam: Mouton. 1985, 213 p.; Syzdykov K. “Contrastive Studies on Proverbs.” Kazakhstan, Suleyman Demirel University, 2013, 318-321 p.; Zanet T. Gagauzluk. Kultura. Ruh. Adetlär. Gagauz folkloru. Ch.: Pontos, 2010 (F.E.-P. “Tipogr. Centrală”). – 560 p.; http://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/if-it-a-thing-is-worth-doing-it-s-worth-doing-well; http://www.dictionary.com/browse/the-grass-is-always-greener-on-the-other-side-of-the-fence; http://eduengl.ru/poslovicy/43-angliiskie-poslovicy-o-seme.html; http://www.english-thebest.ru/proverbs/proverbs14.php; https://en.wikipedia.org /wiki/Meanness; http://idioms.thefreedictionary.com/a+burnt+child+dreads+the+fire; http://usefulenglish.ru/idioms/russian-and-english-proverbs; http://www.englishelp.ru/interesting/30-proverbs.html?start=8; http://www.englishelp.ru/interesting/30-proverbs.html?start=9.

466 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ГЛОБАЛИЗАЦИЯ СОВРЕМЕННОГО МИРА И ЕЕ ВЛИЯНИЕ НА РАЗВИТИЕ ЭКОНОМИЧЕСКОЙ ТЕРМИНОЛОГИИ В ГАГАУЗСКОМ ЯЗЫКЕ

Ангелова А.В.

Докторантка, Международный Независимый университет Молдовы

Аннотация: Целью настоящей статьи является выявление степени влияния языковых аспектов глобализации на экономичесую терминологию в гагаузком языке. В работе также анализируются причины проникновения в неё англо- американских заимствований и их функционирование. Материалом исследования послужили большое количество терминов, отраслевые журналы, словари. Основные методы исследования — сравнительно-сопоставительный, социолингвистический, статистический. В результате исследования было определено процентное соотношение американизмов в изучаемой терминологии, отношение к ним обшества. Ключевые слова: языковая глобализация; англо-американские заимствования; терминология экономики. Abstract The purpose of this article is to identify the degree of influence of global linguis- tic aspects on economical terminology in gagauzian language. The paper also analyzes the causes of penetration of Anglo-American borrowing and their functioning in the terminology. The material of research is based on different terms, journals, dictionaries. Basic research methods are comparative, sociolinguistic, and statistical. In the results of the study the percentage of Americanisms in economical terminology and the oppor-

467 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

tunity of society to them are determined. Keywords: linguistic globalization; Anglo-American loanwords; terminology of eco- nomy. Очевидно, что процессы глобализации затрагивают все, без исклю- чения, сферы человеческой деятельности. Особенно ярко тенденции ин- теграции и унификации можно увидеть в тех областях знаний, которые появились сравнительно недавно и претерпевают сейчас бурный рост и развитие. Примером могут служить генная инженерия, нанотехнологии и другие. Однако, наряду с вышеуказанными областями, экономическая инду- стрия занимает достойное место. Несмотря на то, что феномен „эко- номика“ исторически выделился очень давно. Более того, в последние десятилетия отмечается возросший интерес к экономике всех слоёв населения в результате увеличения потребительской способности. Прежде всего, следует разграничить понятие «экономика». Эконо́- мика (от др.-греч. οἶκος — дом, хозяйство, хозяйствование и νόμος — тер- ритория управления хозяйствованием и правило, закон, буквально «правила ведения хозяйства дома») — хозяйственная деятельность общества, а также совокупность отношений, складывающихся в системе производства, рас- пределения, обмена и потребления. Впервые в научном труде слово «экономика» появляется в IV в. до н. э. у Ксенофонта, который называет её «естественной наукой». Аристотель про- тивопоставлял экономику хрематистике — отрасли деятельности человека, связанной с извлечением выгоды. В современной философии экономика рассматривается как система общественных отношений, рассмотренных с позиции понятия стоимости. Главная функция экономики состоит в том, чтобы постоянно создавать такие блага, которые необходимы для жизнеде- ятельности людей и без которых общество не сможет развиваться. Эконо- мика помогает удовлетворить потребности человека в мире ограниченных ресурсов. Процесс глобализации является одной из самых актуальных проблем со- временности, поэтому существует множество различных точек зрения по вопросу, каковы же были причины и исторические предпосылки его возник- новения. Среди ученых существуют многочисленные споры: одни считают, что процесс глобализации берет начало в последней четверти ХХ века; по мнению других, одной из предпосылок современного процесса глобализа-

468 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

ции стали процессы, происходящие еще на расцвете человечества между разными племенами и народами (захват одного народа другим, формирова- ние и распад империй и т.д.). Тенденции к интеграции и сближению между государствами существо- вали всегда, но наиболее радикально эти тенденции проявились в двух исто- рических периодах. Первый раз - в середине XIX в. до начала первой миро- вой войны, и второй раз - в 90-е годы XX столетия. Технологической основой первой волны глобализации были телефон и телеграф в сфере коммуникаций, строительство железных дорог в сфере транспорта, машинное, а затем поточно-конвейерное производство в про- мышленной сфере. Технологические сдвиги повлекли за собой экономиче- ские, выражавшиеся, прежде всего, в усилении экономической взаимозави- симости и формировании единого мирового хозяйства. О постоянно усиливающейся интернационализации экономического раз- вития свидетельствует и тот факт, что мировая торговля росла быстрее, чем мировое производство, а значит, с каждым годом возрастала роль между- народных экономических связей. По мнению В. Мартиненко, «сегодня ни одна страна мира не может успешно развиваться, не учитывая глобальных тенденций и проблем развития человеческой цивилизации как мирового сообщества, для которого главным заданием является сохранение мира, социально-экономического благополучия, обеспечение мирового эконо- мического порядка, базирующегося на открытости экономики, свободы торговли и сотрудничества между странами». Следовательно, с развитием глобализации каждый день появляются огромное количество новых терми- нов в экономической сфере. Множество аспектов термина «экономика» переплетены и взаимосвязаны между собой. Данную взаимосвязь можно представить как модель, в которой 3 плоскости — общество, язык, экономическая терминология, пересекающиеся, накладывающиеся друг на друга и никогда не существовавшие одна без другой. Ни один язык не существует отдельно от общества, и вместе они порождают эконо- мическую терминологию. И язык экономики можно рассматривать как отражение культуры того или иного общества. Рисунок 1. Модель взаимодействия общества, языка и экономиче- ской терминологии Язык сам по себе явление социальное, общественное, а не биологи- ческое. Язык возникает и функционирует только в рамках человеческого

469 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

общества. И одна из функций языка — объединяющая. Что касается взаимосвязи языка и экономической терминологии, сле- дует отметить, что и язык, и экономика являются знаковыми системами, наряду с другими подобными знаковыми системами, без которых нельзя представить себе жизнь человеческого общества . Общение в какой-то одной определённой области деятельности пред- полагает специальный профессиональный язык, т. е. терминологию. Как известно, термин с давних пор прямо или косвенно привлекает внимание отечественных и зарубежных философов, литературоведов, лингвистов. В терминоведении широко известны имена таких выдающихся ученых, как Л. Ольшки, О. Вюстера, Д. С. Лотте, Б. Н. Головина, В. М. Лейчика, М. Я. Блоха, В. П. Даниленко, В. А. Татаринова и др. Несмотря на многочисленные исследования в области изучения термина, вплоть до наших дней существует множество его определений. В Лингвистическом Энциклопедическом словаре термин определяется как «слово или словосочетание, обо- значающее понятие специальной области знания или деятельности». [с. 508-509] Такой подход к трактовке термина обнаруживается у А. А. Реформатского, Д. Э. Розенталя, и др. По определе- нию Кодухова В. И., термин – «слово или составное наименование, создан- ное для обозначения понятия науки и техники, разных областей знания». [с. 179] Терминологии пронизывают все национальные языки ми- ра. Словарный состав языка является ценным источником знании о культу- ре и истории каждого этноса. Социальные перемены в обществе, несомнен- но, накладывают свой отпечаток на экономическую терминологию любого языка.Терминология очень подвижна и меняет свой состав под влиянием внешних факторов. Существуют терминосистемы, разные по размеру, сформировавшиеся и совсем недавно появившиеся, систематизирован- ные и нет, со специфичными терминами или легко узнаваемыми. При- ведем несколько примеров. Каша — это термин кулинарии, плотность вещества — термин физики, ушиб — термин медицины, и даже сло- во термин является термином языкознания. Существуют классификации терминов по разным основаниям: струк- турно простые и сложные, термины собственного языка и заимствован- ные и так далее.Что касается заимствовании – обращение к фонду других языков для выражения новых понятии, дальнейщей дифференциации уже имеющихся и обозначения неизвестных прежде предметов.[Ахманова ]

470 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

В данной статье представлены некоторые классификации экономи- ческих терминов на базе английского, русского и гагаузкого языков: Те термины, которые подверглись переводу: absorption поглощение (тарифов второстепенных транспортных организаций тарифом основно- го предприятия) / çekmäk (iki dereceli transport organizaţiyaların tariflerini temel predpriyatiyenin tarifleri tarafından çekmäk); compensable ~ несчаст- ный случай с возмещением [компенсацией] / kompensaţiyalı bela fatal ~ несчастный случай со смертельным исходом / ölümä getirän bela industrial ~ несчастный случай на производстве; производственная трав- ма / işletmedä olan bela; işletmä travması; monetary ~ денежно-кредитное регулирование / para-kredit regule etmesi; account 1. счёт (бухгалтерского учёта) || записывать на счёт / sayı (buhgalter sayısı) || sayıya yazmaa 2. (фи- нансовый) отчёт / otçot (finans) 3. счётная формула, журнальная статья (в бухгалтерском учёте) / sayı formulası, dergi statyası (buhgalter sayısında); capitalization ~ счёт инвестированного капитала / investiţiyaya koyulu kapitalın sayısı commission ~ счёт комиссионных выплат / komisyon ödemeklerin sayısı compound interest ~ 1. счёт, по которому начисляются проценты / sayı, angısına görä proţentlerä esap yapılêr 2. сберегательный вклад / korumak depoziti … 2. Взаймствованные термины: English language Gagauz dili Русский язык Credit Credit Кредит acceleration Akseleraţiya Акселерация Anticipated acceptance Akţep yapmasına görä По акцептованию

Dollar Dolar Доллар Acceptor Akţeptant Акцептант Economy Ekonomika Экономика Compensable kompensaţiyalı С компенсацией Bank Bank Банк Budget Bücet Бюджет Deposit Deposit Депозит Nominal Nominative sayisi Номинальный счет

Итак, в работе показано прямое влияние процессов глобализации на формирование терминологии экономики. Глобализация, отражённая

471 HAMDULLAH SUPHI VE GAGAUZLAR

в терминологии, имеет не только преимущества в виде функциониро- вания интернационального фонда научной лексики, но и видимые и ощутимые недостатки. Национальные языки в меньшей степени задей- ствуют свой собственный лексический базис при формировании тер- минологического корпуса той или иной сферы деятельности. Следует отметить, что именно специфика отраслевой терминологии влияет на появление и количество заимствованных терминов. В XXI веке в рамках широкого культурного взаимодействия при всём разнообразии выбора языка-источника заимствования , английский язык и его американский вариант остаются вне конкуренции. Специфика экономической термино- логии находит свое отражение также в сфере функционирования. В отличие от других терминологических систем экономическая терми- нология вышла далеко за пределы профессионального общения и используется в речи не только специалистов, но и широких слоев населения, поскольку в услови- ях экономической нестабильности и возникновения новых экономических реалий возрастает интерес к вопросам экономики в обществе, беседы на экономические темы в повседневном общении стали привычным явлением. Средства массовой информации, экономическая литература ориентированы как на профессионалов, так и на массового адресата. Экономическая про- блематика, экономическая терминология присутствует в широком спектре коммуникативных ситуаций и соответствующих им типах и жанрах речи. Таким образом, иноязычные заимствования неизбежны в терминологи- ях, однако самый главный выбор остаётся за носителями национального языка — определить «золотую середину» в употреблении англицизмов и регулировать их количество в практическом применении. Таким образом, мы видим, как сильно глобализация влияет на развитие экономической терминологии на гагаузком языке. Так же мы не могли не заметить, что данная сфера требует к себе особого внимания и нуждается, на данный момент в продолжении исследования.

Библиография Мартиненко В.М. Державне управління: шлях до нової парадигми (теорія та методологія): Моногр. - Х.: Вид-во ХарРІ НАДУ «Магістр», 2003. - 220с. Носова О.В. Влияние глобализации на экономическое развитие // социальная экономика, 2006. - №1-2 Яковец Ю.В. Глобализация и взаимодействие цивилизаций. - М.: Экономика, 2001. - 346 с. https://ru.wikipedia.org/wiki/Глобализация sibac.info/conf/philolog/xlii/39921 textbook.news/ekonomika-mirovaya/protsessyi-globalizatsii-polojenie.htm finance-credit.news/mirovaya-ekonomika/vliyanie-globalizatsii-sotsialno

472