T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

TELEVİZYON DİZİLERİNDE KADIN TEMSİLİ

Hacer TURAN 1630209089

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN Doç. Dr. H. Eylem KAYA

ISPARTA – 2019

(TURAN, Hacer, “Televizyon Dizilerinde Kadın Temsili”, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2019)

ÖZET

Ataerkil toplumun öğretileriyle şekillenen toplumsal cinsiyet, günümüzün en önemli tartışma konularından biridir. Ataerkil ideolojinin eril yapısı sonucu kadınlar, toplumumuzda erkeklerden yana olan kurallara uymak zorunda bırakılmaktadır. Bu kurallar ekonomi, siyaset, aile, eğitim, din ve devlet gibi toplumsal yapı içerisinde yer alan kurumlar tarafından hem kadın hem de erkekler üzerinde bir sosyal kimlik inşası yapmaya olanak tanımakta, ancak kadınları toplumsal yapı içerisinde erkeklerle eşit bir konuma taşımamaktadır. Günümüzde ataerkinin görevini üstlenen kitle iletişim araçları toplumsal cinsiyet kurallarını, içerdiği örtük mesajlarla modern topluma sunmaktadır. Modernleşmeyle birlikte toplumdaki kadın tanımları ve imgelerindeki değişimlere rağmen, televizyon; dizileri aracılığıyla hiyerarşik yapı, hegemonik erkeklik, eril tahakküm, kamusal alan özel alan ayrımı, töre, namus ve şiddet gibi ataerkil değerlere hizmet etmektedir. Medya sektörünün erkek egemen yapısı nedeniyle ataerkil değerleri yeniden inşa eden televizyon dizilerinde kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleriyle temsil edilmesi kadınların toplumsal alanda ötekileştirilmesini dayatmaktadır. Televizyon dizilerinde farklı kadın özelliklerine yer verilmesi nedeniyle kadınların ataerkil toplumsal değerler sistemi içindeki eşitsiz konumları yeniden öğretilmektedir. Bu çalışmada gündelik yaşantımızın önemli bir parçasını haline gelen televizyon dizilerinin baskı altına aldığı kadın bedeni ve temsilleri eleştirel sosyoloji açısından değerlendirilmektedir. Araştırma kapsamında televizyonun en çok izlenen türü olan dizilerin, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yansıtırken, ataerkil toplum düzenini yeniden inşa etmesi ve erkeğe nazaran kadını toplumda ötekileştirmesi eleştirilmektedir. Tasarlanan araştırmada televizyon dizilerinin yeniden ürettiği ataerkil sistem özellikle kadın bedeni ve temsili ile ilgili görseller sosyal, kültürel ve ekonomik bağlamda incelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Ataerki, Kadın Bedeni, Televizyon Dizileri

iii (TURAN, Hacer, “Women and Representation in Television Series”, Master’s Thesis, Isparta, 2019)

ABSTRACT

Gender, shaped by the teachings of the patriarchal society, is one of the most important topics of discussion today. Patriarchal ideology has a masculine structure. Women are forced to obey the rules that favor men in our society. These rules will build a social identity at the level of both men and women in the management of those in the social structure such as economy, politics, family, education, religion and the state. Nowadays, the mass communication community, which undertakes the duty of patriarchy, aims to address the rules of gender and the implicit messages it contains to the modern society. According to the variables in the definitions and images of women in society with modernization, television; presenting the series to patriarchal values such as distant hierarchical structure, hegemonic masculinity, masculine domination, separation of public sphere and private sphere, honor, honor and violence. We have members in the role of gender in the integrated management of regulation in the television series of a comedy that determines the name of the patriarchal address of the male-dominated structure of the media sector. The lack of different female characteristics in television series, the patriarchal social values system in the room can already make inequality. In this room, the photographs that you see in the index step of the television, which has become the most important part of our daily life, are evaluated with a focus on critical sociology. The television series, the most watched genre in the research, reflect stereotyped gender roles, determine the regulation of the patriarchal social order and marginalize education in comparison to men. The designed research explores the visuals of women's bed and representation of patriarchal system design that can adjust the television directory in the social, cultural and economic context.

Key Words: Gender, Patriarchy, Women's Body, TV Series

iv İÇİNDEKİLER

TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ...... i YEMİN METNİ ...... ii ÖZET ...... iii ABSTRACT ...... iv İÇİNDEKİLER ...... v KISALTMALAR DİZİNİ ...... vii TABLOLAR DİZİNİ ...... viii ŞEKİLLER DİZİNİ ...... ix ŞEMALAR DİZİNİ ...... x ÖNSÖZ ...... xi GİRİŞ ...... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE ...... 22 1.1.1. Cinsiyet ve Biyolojik Cinsiyet ...... 22 1.1.2. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Özellikleri ...... 23 1.1.3. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ...... 25 1.1.4. Kalıplaşmış Toplumsal Cinsiyet Rolleri ...... 27 1.1.5. Ataerkil İdeolojinin Biçimlendirdiği Kadın Bedeni ...... 29 1.2. KURAMSAL ÇERÇEVE ...... 30 1.2.1. Feminizm Kavramı ...... 30 1.2.1.1. Liberal Feminizm ...... 31 1.2.1.2. Radikal Feminizm ...... 34 1.2.1.3. Sosyalist Feminizm ...... 36 1.2.1.4. Kültürel Feminizm ...... 38 1.2.1.5. Postmodern Feminizm ve Queer Kuram ...... 40 1.2.2. Toplumsal Cinsiyete Yönelik Kuramlar ...... 42 1.2.2.1. Sosyal Rol Kuramı ...... 42 1.2.2.2. Sosyal Öğrenme Kuramı ...... 44 1.3. TÜRKİYE’DE KADININ YAŞAMINI ETKİLEYEN SÜREÇLER VE MEDYADA YANSIMASI ...... 45 1.3.1. Kitle İletişim Araçları (Medya) ...... 50 1.3.1.1. Televizyon ...... 51 1.3.1.2. Altın Zamanlı Televizyon Dizileri (Prime Time Diziler) ...... 53 1.3.2. Geleneksel Toplum Yapısı Ataerki...... 55 1.3.2.1. Aile ( Pembe Mavi Sevgisi ) ...... 55 1.3.2.2. Eğitim ve Meslek ...... 57 1.3.2.3. Ekonomi (Emek) ...... 59

v 1.3.2.4. Kamusal Alan- Özel Alan Ayrımı ...... 61 1.3.2.5. Cam Tavanlar ...... 63 1.3.3. Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet ...... 65 1.3.3.1. Fiziksel Şiddet ...... 66 1.3.3.2. Cinsel Şiddet ...... 66 1.3.3.3. Psikolojik Şiddet ...... 67 1.3.3.4. Ekonomik Şiddet ...... 67 1.3.3.5. Dijital Şiddet (Siber Şiddet) ...... 67 1.3.4. Bedene Yapılan Müdahale Güzellik Miti ...... 68 1.3.4.1. Bedeni Mankenleştiren Estetik Müdahale ...... 69 1.3.4.2. Sıfır Beden Algısı Diyet ...... 70 1.3.4.3. Boyalı Güzellik Makyaj ...... 71

İKİNCİ BÖLÜM ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

2.1. GÖSTERGEBİLİM YÖNTEMİ ...... 74 2.1.1. Semiyoloji: Görüntüsel Göstergeler ...... 76 2.2. TELEVİZYON VE SUBLİMİNAL MESAJLAR ...... 78 2.2.1. Televizyon Dizileri ve Örtük Mesajlar ...... 79

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BULGULAR VE DEĞERLENDİRME

3.1. TELEVİZYON DİZİLERİ VE GÖSTERGEBİLİM ÇÖZÜMLEMELERİ 81 3.1.1. İncelenen Televizyon Dizilerindeki Kadın-Erkek Dağılımı ...... 81 3.2. İNCELENEN TELEVİZYON DİZİLERİNDEKİ KADIN ROLLERİ ...... 87 3.2.1. Kadın Bedeni ve Rolü ...... 87 3.2.2. Anne Rolü ...... 91 3.2.3. İdeal Eş Rolü ...... 97 3.2.4. Ev Kadını Rolü ...... 100 3.2.5. Çalışan Kadın Rolü ...... 105 3.2.6. Baştan Çıkartan Kadın Rolü ...... 110 3.2.7. Tüketici Kadın Rolü...... 113 3.2.8. Kadına Yönelik Şiddet ...... 117 3.2.9. Diğer Kadın Rolleri ...... 122 SONUÇ ...... 127 KAYNAKÇA ...... 134 EKLER ...... 142 ÖZGEÇMİŞ ...... 146

vi KISALTMALAR DİZİNİ

BM : Birleşmiş Milletler CEDAW : Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi İTÜ : Teknik Üniversitesi KSGM : Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü RTÜK : Radyo ve Televizyon Üst Kurulu TDK : Türk Dil Kurumu TRT : Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TÜİK : Türkiye istatistik kurumu TV : Televizyon Vb. : ve benzeri Vd. : ve diğerleri WHO : Dünya Sağlık Örgütü

vii TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 1: İncelenen Diziler ...... 16 Tablo 2: Cinsiyete Göre Seçilmiş Göstergeler, 2017 ...... 26 Tablo 3: Kadınların Medyada Temsil Biçimleri (Tanrıöver, 2007) ...... 54 Tablo 4: Tüik 2017 Yılı Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İstihdam ...... 58 Tablo 5:Tüik, 2017 Yılı Hane Halkı İşgücü Araştırması Sonuçları ...... 60 Tablo 6: Tüik Kasım 2017 Temel İşgücü Göstergeleri ...... 61 Tablo 7: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Dağılımı ...... 82 Tablo 8: Kadın ve Erkek Karakterlerin Dizi Başına Dağılımı ...... 82 Tablo 9: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Yaş Aralığı ...... 83 Tablo 10: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Fiziksel Görünümü ...... 83 Tablo 11: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Kimliğinin Karakter Özellikleri ...... 84 Tablo 12: Dizilerdeki Kadın ve Erkeklerin Mesleki Dağılımı ...... 86 Tablo 13: Kadın Bedeni ve Toplumsal Alanda Yeniden Üretim ...... 87 Tablo 14: Kadının Özel Alanda Bakım Sunma Görevi ...... 89 Tablo 15: Kadının Ataerkil Aile İçerisindeki İkincil Konumu ...... 90 Tablo 16: Ataerkil Toplumda Kadının Kutsal Anneliği ...... 92 Tablo 17: Ataerkil Toplumda Kadının Özel Alanda Sorumlu Olduğu Çocuk Bakımı .. 94 Tablo 18: Geleneksel Ailede Kadın ve Kutsal Annelik Görevi ...... 96 Tablo 19: Ataerkil Toplumun Kadına Dayattığı İdeal Eş Olma Rolü...... 97 Tablo 20: Erkeğin Otoritesi Üzerine Kurulan Geleneksel Ailede Kadının İdeal Eş Rolü ...... 99 Tablo 21: Özel Alana Hapsedilen Kadının Görünmeyen Emeği ...... 101 Tablo 22: Geleneksel Aile ve Özel Alandan Sorumlu Ev Kadınlığı...... 102 Tablo 23: Ev Kadının Görünmeyen Özel Alan Duygusal Emeği ...... 104 Tablo 24: Erkek Egemen Kamusal Alanda Kadın İşi ...... 106 Tablo 25: Kadınların Kamusal Alanda Düşük Statülü İstihdamı ...... 107 Tablo 26: Kamusal Alanda Erkek Emri Altında İstihdam Edilen Kadınlar ...... 109 Tablo 27: Kadın Bedeni ve Dişilik Algısı ...... 111 Tablo 28: Kadın Bedeni Üzerinden Üretilen Erkek Beğenisi ...... 112 Tablo 29: Kadın Bedeni Üzerinden Topluma Sunulan Tüketimcilik ...... 114 Tablo 30: Kadın Bedenini Güzelleştiren Tüketim Ürünleri ...... 116 Tablo 31: Kadın Bedenini Baskı Altına Alan Eril Tahakküm ...... 117 Tablo 32: Toplumsal Alanda Eşitsizlik Yaratan Kadına Yönelik Şiddet ...... 119 Tablo 33: Kadınları Toplamsal Alanda Baskı Altına Alan Erkek Şiddeti ...... 121 Tablo 34: Kadın Bedeni Ve Feminen Kimlik ...... 122 Tablo 35: Dişilikten Uzak Kadın Bedeni ...... 124 Tablo 36: Modern Toplumun Kadın İstihdamı Alanları ve Plaza Kadını ...... 125

viii ŞEKİLLER DİZİNİ

Şekil 1: Kadın Bedeni Ve Kutsal Annelik (ATV-Sen Anlat Karadeniz) ...... 87 Şekil 2: Özel Alanda Bakım Hizmeti (TRT 1- Elimi Bırakma) ...... 89 Şekil 3: Ataerkil Aile Düzeni (SHOW TV- Gülperi) ...... 90 Şekil 4: Ataerkil Toplumda Sevgi, Şefkat Dolu Fedakâr Annelik (FOX TV- Kadın) ... 92 Şekil 5: Ataerkil Toplumunda Kadının Ev Hanımlığı (SHOW TV- Gülperi) ...... 94 Şekil 6: Ataerkil Toplumda Ev İçi Bakım ve Annelik (ATV- Sen Anlat Karadeniz) .... 95 Şekil 7: Ataerkil Toplumda Kadının İdeal Eş Sorumluluğu (FOX TV- Kadın)...... 97 Şekil 8: Ataerkil Toplumda Kocaya Karşı Sorumluluk Eş Olmak (ATV-Sen Anlat Karadeniz) ...... 99 Şekil 9: Ataerkil Toplumda Kadının Kalıplaş Ev İçi Sorumluluğu (FOX TV-Kadın). 100 Şekil 10: Ataerkil Toplumda Kadının Özel Alan Sunumu (TRT 1- Elimi Bırakma) ... 102 Şekil 11: Ataerkil Toplumda Kadının Duygusal Emeği (SHOW TV-Gülperi) ...... 104 Şekil 12: Kadın İçin Özel Alanın Devamı Olan Kamusal Çalışma Alanları (TRT 1-Elimi Bırakma) ...... 105 Şekil 13: Kadının Kamusal Alandaki Geleneksel Ev İçi Rollerin Tekrarı (TRT 1- Elimi Bırakma) ...... 107 Şekil 14: Kadının Kamusal Alandaki Düşük Statülü Konumu (STAR TV- Avlu) ...... 109 Şekil 15: Kadın Bedeni ve Dişilik (FOX TV- Kadın) ...... 110 Şekil 16: Kadın Bedenine Dayatılan Güzellik (STAR TV- Avlu) ...... 112 Şekil 17: Tüketim Toplumu ve Kadın Tüketiciler (ATV- Sen Anlat Karadeniz) ...... 114 Şekil 18: Popüler Tüketim Toplumunun Objesi Kadınlar (TRT 1- Elimi Bırakma) .... 115 Şekil 19: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet (FOX TV- Kadın) ...... 117 Şekil 20: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Fiziksel Şiddet (ATV- Sen Anlat Karadeniz) ...... 119 Şekil 21: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet ve Erkek Hegemonyası (STAR TV-Avlu) ...... 120 Şekil 22: Kadın Bedeni ve Feminenlik Dayatması (STAR TV- Avlu) ...... 122 Şekil 23: Dişilikten Uzak Maskülen Kadın Bedeni (STAR TV- Avlu) ...... 123 Şekil 24: Kamusal Çalışma Yaşamı ve Plaza Kadını (TRT 1- Elimi Bırakma) ...... 125

ix ŞEMALAR DİZİNİ

Şema 1: Saussure Göstergebilim Modeli ...... 75 Şema 2: Görüntüsel Gösterge Şeması ...... 77

x ÖNSÖZ

İlk olarak, yüksek lisans eğitimim ve tez sürecimde bilimsel bilgi, deneyim ve anlayışı ile çalışmalarıma ışık tutan değerli hocam ve tez danışmanım Sayın Doç. Dr. H. Eylem KAYA ‘ya sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.

Değerli görüşleri ile tezime katkı sağlayan jüri üyelerim Prof. Dr. Songül SALLAN GÜL’ e ve Dr. Öğr. Üyesi Ayşe DERİCİOĞULLARI ERGUN’ a sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Son olarak; varlığıyla hayatımı güzelleştiren, yalnız yüksek lisans eğitimim ve tez sürecimde değil hayatımın her anında varlıklarını hissettiğim ve kendilerine çok şey borçlu olduğum annem Güler TURAN ’a, babam Muzaffer TURAN ’a ve değerli ablalarım Fatma ve Emine’ ye minnet ve şükranlarımı sunarım.

xi GİRİŞ

Televizyon icat edildiği ve ilk yayınların yapıldığı 1930’lu yıllardan günümüze kadar popülerliğini koruyan önemli bir kitle iletişim aracıdır. Bugün ise televizyon, kitle iletişim aracı oluşunun ötesinde, ekonomik, sosyal ve kültürel üretim, tüketim ve yeniden üretimin gerçekleştiği bir alan olmaktadır (Mutlu, 2005: 123). Televizyon, toplumda hem üretim hem de tüketim alanlarında kadınlar ve erkekler tarafından gündelik hayatta sıkça kullanılmaktadır. Televizyon, programlarının üretim aşamasında daha çok erkek egemen bakış açısı ile yapılan yayınlar toplumsal yapımızın erkeğe biçtiği üstünlük misyonunun kanıtıdır. Televizyonun tüketim aşamasında ise, kadınlara ve erkeklere özel hazırlanan programların özelliklerine göre izleyici kitlesi keskin bir şekilde birbirlerinden ayrılmaktadır (Baltacı, 2012: 5). Bu ayırma durumu, program yapımcıları tarafından bilinçli olarak hazırlanmaktadır. İki cins için ayrı türlerde hazırlanan televizyon programları, ataerkil düzenin devamı niteliği taşıyarak, kadınlar ve erkekler için birbirlerinden farklı kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretip temsil ederek pekiştirmektedir.

Gerek dünyada gerek ülkemizde kitle iletişim araçlarında kadının kullanımı erkeklere nazaran daha sık rastlanan bir olgu olmaktadır. Daha doğrusu medya kadına, toplumsal cinsiyet olarak bedeni üzerinden özel bir görev yüklemektedir. Toplumumuzda emperyalizmin kültür politikasının etkili olması ile medya iletilerinin içeriğinde kadın bedeninin; güzelliği, cazibesi, çekiciliği ve cinselliği ile çok önemli bir yer tutmaktadır. Kadının, toplumdaki sosyal, kültürel ve ekonomik yapıların tamamın da olduğu gibi medyada da bedeni bir meta olarak tüketilmektedir (Akdoğan, 2004: 50). Bu bağlamda eril gücün, kapitalist ticari ilişkileri uğruna yarattığı ürünler medyada ve özellikle televizyon programlarında kadın bedenleri, meta olarak kullanılarak kar amaçlı bir tüketim hedefinde kullanılmaktadır.

Kadının tarihsel ve geleneksel özelliklerini, içinde bulunduğu toplumun değerlerine bağlamında yeniden üreten, biçimlendiren ve belli kalıplara göre temsil eden kitle iletişim araçları, verilmesi gereken mesajları yine kadınlar üzerinde topluma aktarmaktadır (Büyükbaykal, 2007: 20). Medya da kadın konulu programların bir hayli yoğun olması ve bu programların kadınların temsil ederken onları toplumsal alanda yok

1 sayması kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin sunumu ile daha çabuk ikna edilebileceği düşüncesi üzerinden yola çıkılarak yapılmaktadır (Geçer, 2013: 162). Televizyonun toplumdaki kadınları, yönlendirme gücü kitle içerisindeki erkek egemen grupların değerleri, kanaatleri ve talepleri üzerinden toplumda popüler hale gelmesi çağdaş toplumların bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadın ve erkeğin kitlesel ayrışması, çağdaş toplumsal düzen üzerinde gerçekleşen ve farklı kesimlerden gelen kişileri aynı şekilde etkilendiği değerler televizyon üzerinden ataerkil hayatımıza yansıtılmaktadır (Güllüoğlu, 2012: 65). Televizyon programcılarının ataerkil toplumsal düzeni yeniden inşa ettiği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini, gösterdiği kadın erkek temsilleri ile geniş kitlelere benimsetmesi toplumsal alanda önemli sosyo-kültürel sonuçlar doğurmaktadır.

Televizyon, kullanımının pratikliği her evde en az bir tane olması onu kolay ulaşılabilen ve çok yaygın bir şekilde izlenilen hem görsel hem de işitsel kitle iletişim aracı yapmaktadır. 20. yüzyılın ortalarında hayatımıza giren ve gittikçe yaygınlaşan televizyon, yaşam tarzımızı belirleyen, toplumsal cinsiyet kimliğimizi şekillendiren, rol ve davranışlarımızı etkileyen önemli bir güçtür. Bu nedenle temel bir toplumsallaşma aracı olan televizyon, toplumsal rollerimizin şekillenmesinde önemli bir güç haline gelmiştir (Taylan, 2011: 1). Televizyonun toplumda yaygınlaşması ile insanlar üzerindeki kitle iletişim gücünü, haber alma noktasından kalıplaşmış toplumsal cinsiyet roller öğreten bir araç haline getirmiştir. Televizyon ekranının görsel ileti gücü/cazibesi, gün geçtikçe daha çok kişiyi kendine doğru çekmektedir. Böylece gündelik yaşamı ekrana, ekrandaki yaşamı ise gündelik hayata uyarlayıp izleyicilere yansıtmaktadır (Aytekin, 2018: 455). Belki de televizyon, bu şekilde hiçbir kitle iletişim aracının ulaşamadığı topluma seslenerek sosyo-kültürel alanı etkisi altına almaktadır. Toplumu etkilemenin en can alıcı yansımalarının başında da televizyon dizilerinde yer alan kadın erkek temsilleri yer almaktadır. Özellikle ulusal kanalların prime-time kuşağında 2 ile 4 saat arası yayınladığı televizyon dizilerinin reyting oranlarının yüksek olması, televizyonun toplumu etkisi altına aldığı gerçeğini doğrulamaktadır. Toplumsal düzen içerisindeki ilişkileri, belirli bir hikâye ve karakter temsilleriyle gelişimini sürdüren yerli televizyon dizileri sağladığı başarıyla çok sayıda benzerlerinin yapılmasına yol açmaktadır (Çelenk, 2005: 291). Böylece, dizi senaryoları toplumsal yaşamdan izler taşıyarak, benzer niteliklere sahip kalıplaşmış kadın ve erkek rolleriyle ataerkil toplumu

2 yeniden canlandırmaktadır. Günümüz televizyon yayınları, benzer ataerkil toplum ilişkileri üzerine kurulmuş dizi senaryoları ile kadın bedeni ve temsili konusunda eril baskının gücünü artırmaktadır.

Geleneksel ataerkil toplumlarda erkeklerin sosyal, kültürel ve ekonomik baskılarından dolayı eve kapatılan kadınlar, bu mağduriyetlerini gidermek için televizyon karşısında toplumsallaşmak zorunda bırakılmaktadır. Özellikle ev dışı kamusal alanda profesyonel bir işi olmayan kadınlar, zamanlarının önemli bir kısmını televizyon karşısında dizi izleyerek tüketmektedir (Şenol, vd., 2018: 327). Bu nedenle, özel alanda televizyon dışında sosyal hayatla etkileşimleri eril güç tarafından baskılanan kadınlar, erkeklere oranla televizyon programlarından daha fazla etkilenmektedir. Televizyon dizileri, toplumsal yaşamda özellikle kadınlığa dair tanımları ve değerleri yeniden inşa/temsil ederken, ataerkil düzenin idealize ettiği kadınlık rollerinin toplumda daha hızlı yayılmasına hizmet etmektedir. Böylece televizyon, mevcut ataerkil düzeni yeniden üretirken, toplumda geçmişten günümüze kadar değişmeden gelen geleneksel kadın imajlarının sürekliliğini garanti altına almaktadır (Şenyurt, 2008: 113). Bu imajlar, kadın bedenlerine ve sosyal yaşamlarına zamanla öğretilerek kalıp yargılar halinde dayatılmaktadır. Toplumda kalıp halindeki ataerkil roller, kadınların toplumsal cinsiyetini baskı altına alarak, özgür hareket etmelerini engelleyen eril müdahaleye maruz bırakmaktadır.

Kadının özgürleşebilmesi, kuşkusuz kendi bedeni üzerindeki denetim hakkının sahipliğiyle mümkündür. Fakat bedensizleşen erkek egemen toplumda özel alanla sınırlı yaşamında bedeni içine hapsedilen kadının özgürleşebilmesi için ataerkil düzenin değerleri değiştirilmelidir (Donova, 2005: 47). Radikal feminist düşüncenin mücadele verdiği ataerkil alan, kadının özgürleşme mücadelesinde ilerleyebileceği zemini oluşturmaktadır. Bu mücadelede kadınların sadece bedenden ibaret olmadığı, erkekler gibi akıl sahibi olduğu düşüncesiyle toplumda eşit yurttaş olması gerektiği savunulmaktadır. Bu çalışmada; erkek egemen televizyon programcılarının birbirinden farklı türde yayınladıkları dizilerde yer alan kadın karakterleri, genellikle kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde temsil eden ataerkil söylem eleştirilerek incelenmektedir. Çalışma kapsamına uygun olarak belirlenen televizyon dizilerinin toplumun yarısını oluşturan

3 kadınları, özel alanda temsil eden senaryolar ile ataerkil toplumun yapısının eril bakışla yeniden üretilmesi sorgulanmaktadır. Bu çalışmada; eril bakışla sunulan televizyon dizilerinin kadın karakterleri, toplumsal rol ve statülerine dikkat etmeksizin, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden temsil edilmesi kadınları tek tipleşmeye mecbur bıraktığına dikkat çekmek amaçlanmaktadır. Ataerkil toplumun değerleri dışında temsil edilen kadın karakterler dizinin ilerleyen bölümlerinde eril tahakkümle ‘normalleştirilerek’ kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine uygun hale getirildiğine dikkat çekmek istenmektedir. Bu nedenle, televizyon dizilerinde gösterilen kadın karakterlerin gerçek hayattaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini ne derece temsil ettiği eleştirel sosyolojik perspektifle sorgulanması gerektiği ön görülmektedir.

1. Araştırmanın Konusu

Toplumu oluşturan her birey, çocukluktan başlayarak kendi varlığına ilişkin cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve sosyal hayata ilişkin toplumsallaşma öğretilerini zamanla edinmeye başlamaktadır. Bu öğretiler çocukların içine doğdukları toplumlarda cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ile ilgili bilgileri öncelikle ebeveynlerden ve yakın sosyal çevresinden daha sonra etkin olarak kitle iletişim araçlarının ilettiği mesajlara dayanarak öğrenmektedir. Cinsiyet terimi, insanların doğuştan getirmiş oldukları biyolojik özellik temelinde bireyleri kadın ve erkek şeklinde iki farklı cinse ayırmaktadır. Kadın ve erkek için cinsiyet sadece üreme organlarının farklılıkların olmasından ziyade, yaşamın ilk yıllarından itibaren birey için toplumsal alanlarda ayrı bir kategori yaratmaktadır (Vatandaş, 2007: 29). Bu kategoriler bireylerin toplumsallaşma sürecinde biyolojik kökene bakmaksızın kadın ve erkek cinsiyeti arasında toplumsal ve kültürel farklılıklar yaratmaktadır. Toplumsal olarak yaratılan sosyo-kültürel farklılıklar kadın ve erkeğin toplum içerisindeki yeri, statüsü ve rolleri de toplumsal cinsiyetine göre belirlenmektedir (Güdücü, vd., 2018: 24). Toplumsal cinsiyet kadın ve erkek arasındaki farklılıkları ortaya çıkartırken; evrensel bir özellik taşıyan biyolojik temelli cinsiyet yerine, toplumun kültürüne göre düzenlenen bazı değişkenliklerle cinsiyetler arası farklılık inşa etmektedir. Başka bir ifadeyle toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetin aksine “sosyal sınıf” ve “ataerkillik” gibi kavramlarla cinsiyetlerin açıklanmasına olanak tanımaktadır (Demirbilek, 2007: 13).

4 Kelime anlamı ‘babanın hâkimiyeti’ anlamında kullanılan ataerkillik kavramı, başlangıçta erkek gücüne dayalı aile reislerinin otoritesine üzerine kurulan toplumsal sitemleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bugün ise genel anlamda erkek tahakkümünü yansıtan bir anlamda kullanılmaktadır (Can, vd., 2018: 36; Marshall, 1999: 47). Günümüzde ataerkinin görevini üstlenen, kitle iletişim araçları vasıtasıyla insanların toplumsal cinsiyet rollerini öğrenme süreci kolaylaşmaktadır. Kitle iletişim araçlarından özellikle televizyon kanallarında yayınlanan programlar, reklamlar ve diziler vasıtasıyla kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri daha kalıcı şekilde öğretilmektedir. Televizyon dizilerinde kadınlar, gerçek hayatta dayatıldığı gibi evin içinde iyi birer eş ve anne olarak, erkekler ise evin reisi, çalışan ve söz sahibi bireyler olarak temsil edilmektedir (Caner, 2004: 21). Bir başka ifadeyle televizyon dizileri kadın ve erkek temsillerinde ataerkil toplumsal sistemin bireylere biçmiş olduğu kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yeniden işleyerek geleneksel değerleri meşrulaştırmaktadır.

Her toplum kendi geleneksel değerlerini kadın ve erkek kimlikleri üzerinden toplumsal farklılığı belirtmek için kategoriler tanımlamakta ve her bir kategori için farklı rol ve sorumluluk yüklemektedir (Şenol, vd., 2018: 312). Bu kategoriler, kadın ve erkek cinsiyetinin kimlik oluşumu sırasında içine doğdukları toplumun kendilerine toplumsallaşma adına dayattığı, toplum kurallara göre nasıl davranmaları, nasıl giyinmeleri ve nasıl düşünmeleri gerektiği öğretilirken toplumsal cinsiyet rollerini de bireylere zorla dayatmaktadır. Özellikle ataerkil toplumun, erkek egemen bakışla biçimlendirdiği geleneksel kültür, kadın ve erkek rollerini, sosyal yapılardaki örf ve adetler altında sınırlandırmaktadır. Ataerkinin, eril bakış açısıyla öğrettiği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, geleneksel toplum normları ile sosyal yapılar bir taraftan hem kadın hem de erkelere rol ve sorumluluk yüklerken diğer taraftan da her iki cinsiyetin yaşamında birtakım sınırlandırmalar getirmektedir (Karmaz, vd., 2018: 336). Ataerkil toplumun geleneklerine göre erkekler, otorite sahibi yaşlı erkekler altında baskılanırken kadınlar, tüm eril tabaka altında ezilmektedir. Dolayısıyla kadınlar, ataerkil toplumda erkeklere oranla daha baskıcı bir kültürel gelenekle ve daha sınırlı bir alanda hayatta kalma mücadelesi vermektedir.

Kadınlar, ataerkil toplumda, erkek egemen kamusal alanın dışında tutulmaları kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine ve bedenlerine yönelik bilgileri, eril aklın

5 kontrolünde sınırlı yaşamını eril bakış açısıyla öğrenebilmektedir. Bir diğer ifadeyle ataerkil öğretilerde kadınlar, erkeklerden sonra ikinci cins, erkeğe göre statü ve erkeğin birincil ihtiyaçlarını karşılamak için uzun yıllardır baskı altında tutulmaktadır (Kaylı Şaşmaz, 2014: 29). Ataerkil toplumun toplumsal cinsiyet rolleri, arasındaki ayrımları kültürel değerlerle pekiştirilerek kadın ve erkek için farklı yaşam deneyimleri ortaya çıkarmaktadır. Ataerkil toplumda kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine göre, erkekler akıl ve güce dayalı saldırganlığı, cesareti ve zekayı dışarı doğru yöneltilirken kız çocuklarda ya da kadınlarda ise itaatkar, edilgen ve güçsüzlükle simgelenen içe dönük kişilik özellikleriyle yetiştirilmektedir. Ataerkil toplum kadının, aklıyla bedeni arasında uçurumlar yaratarak erkekler karşısında, dezavantajlı bir hale getirerek, ötekileştirilmiş ve erkek egemen dünyanın çizdiği sınırlı alanlar içinde kalmaya mahkûm etmiştir.

Televizyon dizilerinde, yansıtılan ataerkil toplumun geleneksel dönüşümleri toplumsal yapıda var olan değerlerden yola çıkılarak kurgulanmaktadır. Dolayısıyla, kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi bakış açısının yer aldığı televizyon dizilerinde kadın ve erkek temsilleri üzerinden erkek egemen toplum yapısı tekrardan kurgulanarak topluma yansıtılmaktadır. Eril dil ve davranış kalıplarıyla pekiştirilen televizyon dizilerindeki kadın temsillerinde kullanılan geleneksel ataerkil değerlerde kadının toplumsal alanlardaki statüsüne oldukça sorunlu yaklaşmaktadır.

Televizyon dizileri ile dayatılan kadın temsili, ataerkil toplumda kadına yüklenen kalıplaşmış cinsiyet rolleriyle özdeşleşmektedir. Genellikle televizyon dizilerinde iyi bir anne, ideal bir eş, ev işleri yapan bir hizmetçi olarak eğitim seviyesi düşük ve değersiz toplumsal cinsiyet olarak sunulmaktadır. Bundan dolayı da kadın toplumda etken konumda olamayan ve daha üzücü olanı da şiddet mağduru ve bu mağduriyetle mücadelede yetersiz kalan, cinsel obje olmaya mahkum, ikinci sınıf vatandaş olarak temsil edilmektedir (Mora, 2005: 4). Bu nedenle televizyon dizileri, kadınlığa dair tanım ve temsil ettiği imgeleri yeniden üreterek ataerkil düzenin idealize ettiği kadın rollerinin toplumda yayılması ve korunmasına hizmet etmek amacıyla kullanılmaktadır (Şenyurt, 2008: 113). Televizyon dizileri, mevcut düzeni yeniden üretirken, ataerkil kadın imajlarını da sürekli olarak tekrarlamaktadır. Bu imajlar zamanla yerleşerek kalıp yargılar halini almaktadır. Bu kalıp yargılarda toplumda kadın temsili bakımından önem taşımaktadır.

6 Günümüzde kadınlar, medyada ve özellikle televizyon dizilerinde yayınlanan hikâyelerde ataerkil düzenin öğretilerinden kesitler izletilerek ve gerçek yaşamda hakim otoritenin erkekler olduğu dayatılarak toplumsal cinsiyetçi baskıya maruz bırakılmaktadır. Kadınlar, televizyon dizilerindeki eril tahakkümü yansıtan temsillere sürekli maruz kalarak, zamanla toplumda erkeklerin görmek istedikleri karakterlere dönüştürülmektedir. Televizyon dizilerinde eril bakış açısıyla gösterilen kadınlar özel alanda iyi bir eş, iyi bir anne ve iffetli olmaları özendirilirken, kamusal alandaki var olma çabaları değersizleştirilmektedir. Bu çalışmada ataerkil topluma ait düzenin erkek egemen dille oluşturduğu televizyon dizilerinde, toplumsallaşma sürecinde kadınlarda öğretilmiş çaresizlikle yaratmak istediği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet temsilleri sorgulamaktadır. Günümüz televizyon dizileriyle kadınlar üzerindeki ataerkil baskıyı canlı tutmak için çabalayan eril otoritenin, toplumda kural koyucu ve kuralları denetleyici konumda oluşu eleştirilmektedir.

2. Araştırmanın Önemi

Günümüzde, kadın konulu çalışmaların sayısındaki artışa paralel olarak araştırmaların içeriğinde insanların cinsiyetlerinden ve toplumsal cinsiyetlerinden söz edilir hale gelmiştir. Peki, yapılan bu araştırmalarda vurgulanan cinsiyet ve toplumsal cinsiyet terimlerinin anlamı farklı mıdır; farklıysalar, farklılık nereden kaynaklanmaktadır; farklı değillerse neden bu iki terim ayrı kullanılmaktadır? Bu iki terimi daha iyi anlamak için öncelikle feminizmi bilmek gerekmektedir. 19. Yüzyılda gelişmeye başlayan feminizmin ortaya çıkış gerekçesi, cinsiyetçiliğe ve toplumsal düzen kurmaya çalışan ataerkilliğe karşı çıkarak, her alanda toplumsal eşitlik sağlamaktır (Ersöz vd., 2018: 62). Toplumsal eşitlik sağlayabilmek için bireylerin cinsiyet ve toplumsal cinsiyetlerine ilişkin tanımları bilmek önemlidir. Cinsiyet (Sex) terimi bedenin kadın ya da erkek tanımlanmasını sağlayan doğuştan getirdiğimiz biyolojik ve fiziksel özellikleri ifade etmektedir. Toplumsal cinsiyet (Gender) ise, kadın ve erkeğe toplumun atfettiği roller, beklentiler ve davranışlar sunan kültürel inşaları açıklamaktadır (Güdücü vd., 2018: 24).

Tasarlanan bu çalışmada cinsiyet kavramıyla kadın, erkek cinsin biyolojik ayrımından ziyade toplumsal yaşamda rollerimizi ve statülerimizi belirleyen toplumsal cinsiyet öğretilerine yer verilmektedir. Çalışmada toplumsal cinsiyet temelli

7 davranışlarımızın şekillenmesinde bizlere doneler sağlayan aile, çevre ve kitle iletişim araçlarından özellikle televizyon dizilerin etkileri incelenmektedir. Televizyon programı türlerinden biri olan diziler, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretim mekanizması olması ile ataerkinin gücünü ekranlarda canlı tutmaktadır. Televizyon dizileri aracılığıyla kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınlığa ait özellikler yeniden inşalar üzerinden temsil edilmektedir. Kadın izleyicilere hitap eden televizyon dizilerinde, verilmek istenen mesajlar yine kadın karakter, üzerinden temsil edilerek ataerkil düzenin canlı tutulması istenmektedir. Yayınlanan televizyon dizilerinin çoğunda kadın karakterlerin rolleri, benzer özelliklere sahip resmedilmektedir. Ataerkil zihniyetin devamı olarak toplumsal cinsiyet öğretisi sunan televizyon dizilerinde kadınlar, erkekler gibi aklı ve zekâsıyla değil, bedeni ve güzelliğiyle ön planda tutulmaktadır (Ersoy, 2009: 218). Dünden bugüne televizyon dizilerinde sunulan geleneksel ataerkil değerler, kadın ve erkeği farklı ve eşitsiz şekillerde temsil ederken, kadını her zaman görmek istediği özel alanla sınırlı rollerde tutmaya devam etmektedir.

Toplumdaki bireylerin iletişiminde etkin rol oynayan televizyon ve televizyon dizileri pek çok araştırma için konu haline gelmiştir. Televizyon programları, diziler ve reklam yayınlarında kadın ve erkek temsilleri arasında önemli farklılıklar olduğu yönünde oldukça fazla çalışma bulunmaktadır (Wernick, 1996; Devingen, 1999; Kaypakoğlu, 2000; Çakmak, 2006; Tekin, 2006; Yıldız, 2006). Bu araştırmalara göre, erkekler kadınlara oranla televizyonda daha fazla gösterilmekte ve daha önemli pozisyonlarda temsil edilmektedir. Televizyon dizileri üzerine yapılan araştırma verilerinde erkek rolleri, kahraman konumunda güçlü, başarılı, üstün yetenekli, korkusuz kişiler olarak gösterilirken, kadınlar yardımcı pozisyonda, genellikle ideal eş ve anne rollerinde ya da erkeklerin kafasını karıştıran onları ayartan sevgili rollerinde duygusal bir varlık olarak temsil edilmektedir (Şenol, vd., 2018: 319) .

Ülkemizde medyada kadın temsili üzerine yapılan pek çok araştırmada, görsel medyada sunulan kadın karakterlerin özellikle erkek karakterlerle toplumsal cinsiyet olarak karşılaştırıldığında kadınların, toplumsal yapılara bağımlılığı yüksek, sosyo- kültürel ve ekonomik sorunlar karşısında zayıf, kolay vazgeçen, itaatkar, uzlaşmacı, fedakâr, kolay ikna edilen kişiler olarak temsil edilmektedir (Çelenk ve Timisi, 2000; Uğur ve Tanrıöver, 2008; Özsoy, 2015). Türkiye’ de televizyon dizilerindeki kadın

8 temsillerine ilişkin 90’ların sonunda gerçekleştirmiş olan en kapsamlı çalışmalardan biri Çelenk ve Timisi’ nin 2000 yılında hazırlamış olduğu “Yerli Dramalarda Kadın Temsili ve Şiddet”, Televizyon, Kadın ve Şiddet, adlı yapıta aittir. Daha güncel bir çalışmada Özmen popüler dizilerde yer alan karakterlerin sayısını cinsiyete göre ayrıştırmış ve 9 dizide toplam karakterlerin oranına bakarak bunların %62’sini erkek ve %38’ini kadın karakterlerin oluşturduğunu tespit etmiştir (Özmen, 2005: 258). Bu çalışmaların yanı sıra Akçalı ve İnceoğlu ’nun 2018 yılında yapmış olduğu çalışma Türkiye’de aynı sezonda yayınlanan 6 kanalda toplam 12 diziyi incelediğinden dolayı ulusal televizyon çalışmaları alanında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı toplumsal cinsiyet araştırması sayılmaktadır. Bu çalışma süresince incelenen her bir televizyon dizisinde yer alan karakterler üzerinden toplumsal cinsiyet temsili analizi sırasında, olası eşitsizliklerin, süregiden cinsiyetçi basmakalıp yargıların, ataerkilliği yeniden üreten kalıpların ya da bunlara alternatif oluşturabilecek yeni anlatıların tespiti yapılmıştır (Akçalı ve İnceoğlu, 2018: 16).

Dünya genelindeki çalışmalara bakıldığında, televizyon dizileri üzerine yapılan pek çok araştırma da toplumsal cinsiyet temsillerinin eşitsizliğine dair durumun sadece Türkiye’ye özgü olmadığını gerçeği ortaya konmuştur. Bu araştırmalarda elde edilen bulgularda ise televizyonda sunulan kadın karakterlerin, geçmişten günümüze kadar erkeklere boyun eğen, bastırılıp baskılanan ve erkeklere oranla ikincil konumda temsil edilmesinin yaygın olduğunu vurgulanmaktadır (Henderson, Greenberg ve Atkin, 1980; Signorelli ve Bauce, 1999; Elasmar, Hasegawa ve Brain, 2009 ). Dominick ve Rauch tarafından 1970’lerin basında Amerikan televizyon reklamları üzerine yapılan bir araştırmada, kadınların öncelikli olarak ev kadını olarak temsil edildikleri, meslek sahibi olduklarında da sekreter, hostes, manken gibi “kadın meslekleri” olarak nitelendirilen mesleklerle temsil edildikleri ortaya konulmuştur (Tanrıöver, 2007: 155). Bir başka uluslararası araştırmada ise televizyon dizilerinde kadınların gerçekçi, yeterli çeşitlilikte ve derinlikte temsil edilmediği, özellikle dizilerde temsil edilen kadın karakterler üzerinden verilen örtük mesajların güncel kadın kimliğini etkilediği sonucuna varılmıştır (McNeil, 1975; Brown, 1987; Atkin, 1991; Inness, 1999; Kuhn, 2007).

Butler ve Paisley, 80’li yıllarda medyada yer alan kadın temsillerinin içerik analizlerinin bir bütünlük içinde değerlendirilmesi adına beş grupta topladığı

9 cinsiyetçilik ölçeği geliştirmişlerdir. Bu çalışmanın literatürde var olan diğer çalışmalardan farkı televizyon dizilerinde sunulan ataerkil toplumsal cinsiyet verilerinin kadın temsilleri üzerinden göstergebilimsel analizinin Butler ve Paisley’ in 1980 yılında belirlediği beş grup kadın temsiliyle yapılmasıdır. Bu beş grup temsil üzerinde analiz edilen televizyon dizilerinde, ataerkil toplumsal yapının şekillendirdiği toplumsal cinsiyetler bağlamında kadın temsillerinde erkek egemen ideolojide baskı altına alan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri incelenmiştir. Çalışma kapsamında incelenen televizyon dizilerinde ataerkil yapının devamı niteliği taşıması ve kadınların yaşadığı toplumsal sorunlara yönelik bir iyileştirme yapmadığı sorunu eleştirel olarak analiz edilmiştir. Çalışmada feminizmin kadın erkek tüm bireylerin doğuştan eşit haklara sahip olduğu vurgusu temelinden hareket edilmektedir. Özellikle radikal feminizmin, ataerkil toplumsal geleneklerle mücadelesi temelinde kadınların sadece özel alanla sınırlanmadan kamusal alanda da söz sahibi, kendinden emin, eğitimli kadınlar olabilecekleri vurgusu yapılarak literatüre katkı sağlanması hedeflenmektedir.

3. Araştırmanın Amacı

Bu çalışmanın üç temel amacı vardır. İlki, günümüz Türkiye’sinde kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğini neden yakalayamadığını sorgulamaktır. Cinsiyet kavramı, bedenin kadın veya erkek olma durumunu anlatmaktadır. (Ataman, 2009: 40). Toplumsal cinsiyet ise kadınlar ve erkekler arasında toplumsal ve kültürel farklarla ilgili toplumsal öğretilerde, dişilik ve erillik kavramlarının toplumsal süreçlerde şekillenmesiyle oluşmaktadır (Can, 2018: 24). Toplumsal süreçlerde, bireylerin kişilik özelliklerin de farklılıkların olmasının doğal karşılanırken, sosyal alanlarda öğretilen toplumsal cinsiyet rollerinde kadın olmak, her yerde erkeklere nazaran cinsiyet ayrımıma tabi olmaktadır. Kadın ve erkek için cinsiyet ayrımı, en fazla ataerkil toplumlarda yaşanmaktadır. Günümüz ataerkil toplum düzeni, sosyal yapılar içerisinde hiyerarşik olarak erkekleri kadınlar üzerinde baskı ve sömürü kurmalarını sağlayan bir yaşam tarzı şeklinde tanımlanmaktadır (Günindi Ersöz, 2016: 33). Erkek egemen ataerkil toplumsal düzende ve ona dayanan devlet yapısında, eğitimden, sağlığa, sosyal yaşamdan, ekonomiye kadar hemen her alanda eril değer yargılarına dayanan bir yönetim anlayışına sahip durumda olması, kadınları cinsiyet ayrımcılığına maruz bırakmaktadır. Cinsiyet ayırımcılığı, toplumu oluşturan iki cinsiyetten sadece kadına

10 yöneliktir ve bu durum ataerkil toplumda cinsiyet temelli sorunlara yol açmaktadır. Ataerkil toplumların istisnasız hemen hepsi için geçerli olan bu durum kadınları, erkeklere göre daha düşük statüye yerleştirmektedir.

İkincisi, ülkemizde televizyonun bir kitle iletişim aracı olarak aileyi etkilemekte ve televizyonun etkisinin tüm bireylere eşit olmayıp kadınları daha fazla olumsuz yönde etkilemekte olduğunu göstermektir. Toplumumuzun ataerkil yapısından dolayı kadınlarımız gündelik yaşamında eril tahakküme maruz bırakılmaktadır. Bourdieu ‘ya göre eril tahakküm, aile fertleri üzerinde kurulan baskı ve güç ilişkileri ile onları yöneten erkeğin üstünlüğünü ve hâkim olduğu üstünlük alanındaki güç iktidarını anlatmaktadır (Bourdieu, 2014: 88). Eril tahakküm, kadınlar üzerindeki eril baskının/iktidarın her alanda sonsuz hâkimiyet kurduğu bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkeğin, kadınlar üzerindeki baskısı ve üstünlüğü üzerine kurulan ataerkil toplumlarda eril tahakküm izleri, geleneksel kültürün hâkimiyet kurduğu varlığını birçok sosyal alanda sürdürdüğü gibi televizyon dizilerle pekiştirilerek devam ettirmektedir. Özellikle akşam kuşaklarında altın zamanlar (prime time) yayınlanan televizyon dizilerinde gösterilen kadın temsillerinde özel alanda hapsedilerek ikincil rollerde yer almasına neden olmaktadır. Televizyon dizelerinde erkekler, akıl/güç sahibi otoriter kişilikte sunulurken, kadınlar ise fiziksel güzellikleri/cazibesi/çekiciliği ön planda olan bedensel özellikleri ile anne ve eş olarak erkeklere bağımlı bir hayat yaşamaları dayatılmaktadır. Bu söylemlerden hareketle televizyon dizileri, cinsiyete dayalı ayrımcılığı ön palana çıkardığı ve izleyicilerin farkında olmadan bu durumdan son derece etkilendiğinden ve ataerkil düzeni yeniden inşa ettiği açıkça anlaşılmaktadır (Dökmen, 2006: 142). Televizyon dizilerinde kadınlar, genellikle özel alanla sınırlı yaşantısında kocasına sadık bir eş, çocuklarına düşkün bir anne, her haliyle iyi bir ev kadını ve evinin bakımını üstlenen bir hizmetçi gibi temsillerle ataerkil toplumun ve eril tahakkümün bir göstergesi olmaktadır. Ayrıca televizyon dizileri, ataerkinin toplumun kadını ikincilleştirmesini ve eril baskısını kamusal alanda erkek rollerinin altında patron/sekreter, işveren/hizmetçi, müdür/öğretmen ve doktor/hemşire gibi ikilemlerde resmedilmesi kadınların, sosyo-ekonomik alanlarda yaşadığı eril baskıların etkisini artırmaktadır. Televizyon dizeleriyle kadınların, fiziksel ve basit işleri gerçekleştirebilen zayıf cinsiyet olarak temsil edilmesi günümüzde ataerkil öğretilerin devam ettiği ve gelecek nesillere de miras bırakıldığı anlaşılmaktadır.

11 Üçüncü olarak, medyanın ve özellikle televizyon dizilerinin eril cinsiyetçi yapısı, geleneksel toplum tarafından kalıplaşmış kadın ve erkek rollerini sunduğu temsillerle tekrardan üretilmektedir. Kadınların televizyon dizilerinde özel alanla sınırlı rollerde temsil edildiği görülmektedir. Bir başka ifadeyle kadınların medyadaki temsilinin farklı ve eşitsiz kadınlık özelliklerine değinmediği için hem yetersiz hem de toplumsal alanda ikincil konumunu yeniden ürettiği için sorunlu olduğu görülmektedir. Kadınların medyada ve özellikle televizyon dizilerindeki temsillerine yönelik yapılan çalışmalar temelde üç grupta toplanmaktadır. Bunlardan; ilki kadınların eril medya sektöründeki varlığı, ikincisi medyada kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde temsil edilme biçimleri ve son olarak kadınların eril medya ürünlerinin kullanıcıları ya da tüketicileri olarak sunulması şeklindedir (Çelenk, 2010: 230). Kadınların medyadaki temsilini televizyon dizileri üzerinden inceleyen bu çalışmada dram türünde yayınlanan beş dizinin geleneksel değerleri toplumsal gerçek içerisinde nasıl yansıttığına ve kadınların hangi mekanlarda sunulmakta olduğuna değinilmektedir. Yerli televizyon dizilerinde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden senaryolaştırılan dram türü dizeler, kadın ve erkek temsillerini geleneksel değerler doğrultusunda şekillendirerek topluma sunulmaktadır (Özsoy, 2016: 240).

Akşam saatlerinin vazgeçilmezi olan yeri diziler, senaryolarında kadınların konumları ne olursa olsun genellikle aile ve ev içi yaşam alanlarında temsil edilmeleri dikkat çekmektedir. Dizilerde kadınların temsillerine baktığımızda çoğunluğunda erkek egemen toplum yapısının kadına biçmiş olduğu kalıplaşmış rollerde yer verildiğine dikkat çekilmek istenmektedir. Kadınlar ataerkil toplumun kalıplaşmış cinsiyetçi rollerinde bir erkeğin eşi veya sevgilisi olarak temsil edilirken, doğurganlığı ile üretim ve yeniden üretim faaliyetinden sorumlu olarak gösterilmektedir. Radikal feministlerin eleştirdiği ataerkil toplumsal sistemde kadınların yeniden üretim sürecinde erkeklerin cinsel baskılarına maruz kalarak iyi bir eş olabilmek için çocuk doğurmak ve kutsal kabul edilen annelik görevi dayatılması dizilerin doğallaştırdığı toplumsal temsiller arasındadır. Yerli dizilerde kadınlar hayatlarını egemen erkeğe karşı boyun eğen bir dişi, aile içerisinde bakım hizmeti veren bir hizmetçi ve kocasına karşı sorumlu olarak bir eş olması gibi ikincil rollerde temsil edilmesi sorgulanmaktadır.

12 Toplumsal alanda olduğu gibi yerli dizilerde kadınların çalışma yaşamında temsil edilmesi sorunsalı kendisini göstermektedir. Kadınlar yerli televizyon dizilerinde çalışma yaşamında yer alsalar bile ev kadını ve anne nitelikleri ile ön plana çıkartılmaktadır. Sosyalist feministlerin eleştirdiği bu durum, dizilerdeki kadının temsillerinde kalıplaşmış geleneksel rollerin ağır basarak kamusal alandan bilerek uzaklaştırılması ile erkek egemen toplumun kadını ötekileştirilmesine neden olmaktadır. Kamusal alanda varlığı yok sayılan kadınların toplumda da ötekileştirilerek ataerkil toplumsal kalıp yargıların devamını yeniden inşa etmek için kadınların seslerinin kesilerek ekonomik özgürlükten mahrum bırakmak istenmesi söz konusudur. Ataerkil toplumun erkek egemen değerleri tarafından özel alanda dilsiz sultanlık bahşettiği kadınlar kamusal alandan uzak bir yaşantıya maruz bırakılmaktadır. Hem yerli dizilerde hem de gerçek yaşamda kamusal alanda çalışarak aile kazancına katkı sağlayan kadınlar ise özel alan da dayatılan kalıplaşmış rolleriyle ele omuzlarına çift yük (double burden) sarınmaktadır. Geleneksel rollerin hakim olduğu dizilerde kadınların kamusal alanda gerek çalışma yaşamının getirdiği iş yükünü gerekse ev içi işleriyle ilgilenen kadınlar olarak temsil ederken birinci görevinin evi, mutlu evliliği ve kutsal anneliği odaklı bir aile yaşamı inşa edilmektedir.

4. Araştırmanın Problemi

Bu çalışmanın temel problemi; ataerkil düzende erkekler, toplum öğretileri vasıtasıyla kadınlar üzerinde baskı kurarak onları denetim altına almaktadır. Kadınların denetlenip baskı altına alınması öğretileri, teknolojik gelişmelerle birlikte medya ve televizyon yayınlarında özellikle televizyon dizileri ile temsil edilmektedir. Televizyonda akşam saat 20:00 ile 00:00 arası altın zamanlarda (prime time) yayın yapan televizyon dizileri özellikle kadınlar üzerinden kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi rolleri temsil ederek ataerkil toplumu yeniden canlandıran bir baskı ve dayatma aracı olmaktadır.

Alt problemler:

1) Erkek egemen bakış açısı üzerine kurulan medya ve kitle iletişim araçları, yayınlarını tüm halka yönelik yapmaktadır. Buna karşın ataerkil toplum değerlerinin yeniden yayılmasına destek olan televizyon dizilerinin ağırlıklı olarak kalıplaşmış

13 toplumsal cinsiyet rollerini kadın temsiller üzerinden izleyicilere sunması senaryoları itibariyle de cinsiyetçi olduklarını göstermektedir.

2) Geleneksel ataerkil toplum söylemlerini yıllardır değişmeyen belli kalıplar halinde sunan medyada, kadın ve erkeklerin dünyaları ayrıştırılmış durumdadır. Günümüzde hala ataerkil toplum özelliklerini taşıyan ve kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini belirgin olarak görüldüğü televizyon dizilerinde ciddi bir kadın temsili sorunu yaşanmaktadır.

3) Ataerkil toplumlarda inşa edilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri sosyo- kültürel alanlarda toplumsallaşma için dayatılmaktadır. Toplumsallaşma süreci içerisinde televizyon dizilerinin kadın bedenlerine; güzel, çekici, alımlı, seksi, baştan çıkartıcı ve sıfır beden olma örneklerini zorla kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

4) Ataerkil toplumsal yaşamda kadınlar erkeklere göre kamusal alanda sosyo- ekonomik açıdan dezavantajlı grubu oluşturmaktadır. Eril tahakküm yüzünden işgücü piyasasına katılamayan kadınlar, yaşamlarının büyük bir kısmını özel alan içerisinde geçirmeye mahkûm edilmektedir.

5) Ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik alanda bir yansıması olan erkek egemenliğindeki kamusal alanlar, kadınların işgücüne katılımını sınırlandırmaktadır. Bu nedenle kadınların, erkeklerle aynı eğitimi alsalar dahi kariyer basamaklarında eşit bir şekilde yükselememesi (cam tavanlar) onların işteki verimliliğini düşürmektedir.

5. Araştırmanın Yöntem ve Teknikleri

Bu çalışmada kadının, çocukluktan itibaren hayatının her aşamasında karar verme yetkisini hayatındaki egemen erkeğe devretmesini emreden ve kadını sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda sessizleştiren ataerkil düzeni yeniden inşa eden televizyon dizileri eleştirilmektedir. Ataerkil toplumsal yapıda kadın ve bedeninin her daim baskı altında tutulup soyun yeniden üretiminin bir aracı olduğu gerçeğinin değiştirilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. Radikal ve sosyalist feminist kuramların bakış açılarıyla ele alınan bu çalışmada, televizyon dizilerinde ataerkil

14 toplum yapısının yeniden inşa edilmesi ve kadın temsillerinin kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi sunumlarla eril tahakkümün baskısı altına ezilmesi sorgulanmaktadır.

Modern yaşam izleriyle harmanlanan ataerkil toplumu ve kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden yeniden canlandıran televizyon dizilerini konu alan bu çalışmada, nitel araştırma yöntemi kullanılmaktadır. Nitel araştırma yöntemi sosyal bilimler alanında yaygın bir şekilde kullanılan, sosyal gerçekliği, insan davranışlarını ve bu davranışların sebeplerinin altında neler olduğunu ayrıntılı bir şekilde kavramayı amaçlayan bir araştırma modelidir (Güler vd. 2015: 39). Nitel araştırma tekniği üç ayrı aşamada elde edilip değerlendirilmektedir. Birinci aşamada veri toplama teknikleri, ikinci aşamada veri işleme tekniği, üçüncü ve son aşamada elde edilen verilerin yorumlama teknikleriyle sonuca bağlanması söz konusudur (Bal, 2013: 59).

Tasarlanan araştırmanın yöntemi, televizyon dizilerinde sunulan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri göstergebilimsel içerik çözümlemesi yapılarak sunulmuştur. Gösterge, insanların gruplar halinde yaşaması ve birbirleriyle iletişim kurmak amacı ile ortaya çıkarttıkları doğal diller, çeşitli jestler, sağır-dilsiz alfabesi, trafik işaretleri, reklam afişleri, moda, mimarlık düzenlemeleri, vb. gösterge olarak kabul edilebilir. Bu açıdan, araştırmada sözcükler, simgeler, işaretler, vb. gösterge olarak kabul edilmektedir (Rifat, 2009: 11-12). Göstergebilim ise diller, düzgüler, belirtkeler, vb. gibi gösterge dizelerini inceleyen bilimdir. Göstergebilim, (semiyoloji) anlam evrenini çözümlemeyi amaçlar: anlam oluşumu, anlam yaratmak, anlamlandırmak gibi soyut durumun dizgeleştirilmesi, açığa çıkarılması gibi konular anlamla ilgili ilk akla gelenlerdir (Yalçın, 1994: 65). Bu bakımdan araştırma kapsamında televizyonda toplumsal cinsiyet ile ilgili olan her dizi sahnesi gösterge olarak kabul edilerek, göstergebilimsel analizi yapılmıştır.

Bu çalışmanın veri toplama süreci olan altın zamanlarda (prime time) yayınlanan televizyon dizilerin izlenmesi ve izlenen diziler içerisinde sunulan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin temsilleri göstergebilimsel analiz ile tamamlanmıştır. Söz konusu araştırmanın verileri, 2018 yılı güz dönemini kapsayan Ekim, Kasım ve Aralık ayları süresince televizyonda yayınlanan yerli dizilerden elde edilmiştir. Araştırma verileri için güz döneminin seçilmesinin nedeni ise bir önceki sezonda popülaritesi olan dizilerin yeni sezona başlaması ve kanalların yeni sezona yeni dizilerle giriş yaptığı bir

15 aylar olmasıdır. Araştırma kapsamına girecek olan televizyon dizilerinin belirlenmesinde güz dönemi süresince aldıkları reyting sonuçları toplamı yüksekten alçağa doğru sıralandığında ilk 20 içerisinde bulunan kanallardan dram türünde birer dizi seçilmiştir. Televizyon dizilerinin güz dönemi toplam reyting sonuçlarına göre ilk 20 içerisinde bulunan gerek devlet gerek özel amaçla kurulan 6 ulusal kanal (ATV, FOX, , SHOW, STAR ve TRT1) tespit edilmiştir.

Araştırmanın verileri üç aylık güz dönemi içerisinde televizyon programlarının yayın akışı dâhilinde altın zamanlar (prime time) olan 20:00-00:00 saatleri içerisinde dram türünde yayın yapan ATV, FOX, SHOW, STAR ve TRT1 olarak 5 kanal seçilmiştir. Araştırma kapsamına alınmayan Kanal D’nin seçilmeme sebebi reyting sonuçlarına göre ilk 20 içerisinde dram türünde dizisi bulunmamasıdır. Araştırma kapsamında özellikle dram türünün tercih edilmesinin nedeni ise 5 ulusal kanalın altın zamanlar içerisinde yayınladıkları dizilerin çoğunluğu oluşturması ve özellikle kadın izleyicilere hitap etmesidir. Araştırma verilerinin toplandığı 2018 yılı güz döneminde yayınlanan televizyon dizilerinin dönem sonunda aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre yüksekten alçağa doğru sıralandığı ilk 20 içerisinde 13 dizinin (%65’lik) senaryosunda dram ağırlıklı kurgularla diğer türlerin önü geçtiği görülmektedir. Araştırma sürecinde 5 ulusal kanalda bir haftada toplam 35 dizi yayınlanmaktadır. Tasarlanan araştırma için seçilen 5 ulusal kanalda haftalık olarak yayınlanan dizilerin aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre her kanaldan 1 dizi seçilmesi kararlaştırılmıştır.

Tablo 1: İncelenen Diziler Kanal Dizi Dizinin Dizi Adı Kanal Yayın Saati Künyesi Türü Yayın Günü Kadın FOX Özel Kanal Dram Salı 20.00 - 00.00 Sen Anlat Karadeniz ATV Özel Kanal Dram Çarşamba 20.00 - 00.00 Avlu STAR Özel Kanal Dram Perşembe 20.00 - 00.00 Gülperi SHOW Özel Kanal Dram Cuma 20.00 - 00.00 Elimi Bırakma TRT1 Devlet Kanalı Dram Pazar 20.00 - 00.00

16 Araştırmada; belirlenen 5 ulusal kanalın yayınladığı televizyon dizilerinin güz dönemi boyunca sunulan altın zamanlı dizilerde yer alan kadın erkek temsillerinin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla televizyon dizilerinin ataerkilliği yeniden inşasında toplumsal cinsiyet açısından dezavantajlı konumdaki kadınların, gerek senaryo gereği oynadığı roller ve sunumları gerekse senaryonun sergilendiği mekânsal göstergelerin analizi yapılmıştır. Bu çalışma da kadınların, televizyon dizileri vasıtasıyla yansıtılan toplum cinsiyet eşitsizlikleri, geçmişten günümüze ulaşan toplumsal baskıları ve kalıp yargıları, ataerkilliği yeniden üreten televizyon inşacı yapısını ve televizyonun açık, örtük ve bozuk olarak topluma aktardığı mesajların tespit edilmesi amaçlanmaktadır.

Araştırma için incelenen televizyon dizilerinde yer alan kadın ve erkek karakterlerin rolleri gereği bir dizi içerisinde görünürlük oranları süre olarak değil de sahne sunumundaki temsilleri üzerinden hesaplanmaktadır. Ayrıca incelenen televizyon dizilerinin senaryolarında şekillenen kadın ve erkek rollerinin, toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerinden mekânsal görünürlükleri de yine sahne yapısı temel alınarak değerlendirilmektedir. Televizyon dizilerinde gösterilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini temsil eden kadın erkek sunumunda niteliksel sözlü anlatıların ve görsel göstergelerin sınıflandırılması sistematik olarak veriye dönüştürülerek yorumlanması hedeflenmektedir. Araştırmada incelenen dizilerin karakter seçimi için dizi tanıtımında adı geçen başrol oyuncuları ve yan rollerde yer alan karakterlerle sınırlı tutulmuştur. İncelenin televizyon dizilerindeki oyuncuların başrol ve yan rollerde yer alan karakterlerle sınırlı tutulmasının nedeni, güz dönemi boyunca yayında olan dizilerin her bölümünde süreklilik göstermesidir. Böylece televizyon dizilerinde yer alan başrol ve yan rollerdeki karakterlerin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin temsillerinde izleyiciye vermek istedikleri örtük mesajların analizi daha sağlıklı bir şekilde çözümlenebilmiştir. Araştırmada kapsamında televizyon dizilerinde özellikle kadın karakterlere odaklanılmasının nedeni ise ataerkil toplumsal yapı içerisinde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin eril bakış açısında yeniden inşa edilerek, erkekler gibi çeşitli rollerde ve eşit oranda gösterilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Araştırma kapsamında incelenen beş televizyon dizisinin göstergebilimsel analizinde kullanılan cinsiyet ve toplumsal cinsiyet temelli kategoriler;

17 1. Dizi tanıtımında yer alan başrol ve yardımcı rollerdeki oyuncuların ekranda izletilen hikâye içerisinde kadın ve erkek cinsiyetinin kalıplaşmış cinsiyet rollerinin nasıl temsil edildiği, 2. Dizilerde anlatılan hikâye kapsamında kadın ve erkek oyuncuların mekânsal olarak nerede konumlandırıldıkları; kadınlar için özel alan ev-içi, erkekler içinse kamusal alan ve profesyonel mekânların yeniden üretmesi, 3. Dizilerde ataerkil toplumun kadınsı ve erkeksi özellikleri olarak ilişkilendirdiği fiziksel görünüm ve duygusal özelliklerin dizilerde nasıl temsil edildiği ve yeniden inşa edildiği, 4. Televizyon dizilerinde sunulan toplumsal cinsiyete yönelik şiddet, istismar, taciz, tecavüz, tehdit ve mobbing içeren tavırların kadın ve erkek oyuncular arasında nasıl gösterildiği, 5. Televizyon dizilerinde özel alan sunumlarında ebeveynlik, aile içinde bakımı üslenme, eş/sevgili olma durumlarının kadın ve erkek oyuncular için nasıl üretilip şekillendiği ve kadınların ne şekilde ev kadınlığı rolünde temsil edildiği, 6. Televizyon dizilerinin kamusal alan sunumlarında kadın ve erkek karakterlerin nasıl temsil edildiği ve bu temsillerin gerçek yaşamla ilişkilendirildiğinde işveren/patron/karar verici egemen gücü sahip olan cinsiyetin kalıplaşmış özellikleri göstergeler üzerinden değerlendirilmektedir.

6. Araştırmanın Evren ve Örneklemi

Tasarlanan araştırmanın evreni, Türkiye’de 2018 yılının yeni yayın dönemi olan güz dönemi (Ekim, Kasım ve Aralık) dahilinde gerek devlet gerekse özel ulusal kanallarında sayıları giderek artan altın zamanlı (prime time) televizyon dizileri oluşturmaktadır. Araştırma evreni için güz döneminde televizyon kanallarında yayınlanan 35 dizinin aldıkları toplam reyting sonuçlarının yüksekten alçağa doğru sıralandığı ilk 20 içerisinde bulunan 6 ulusal kanal ATV, FOX, KANAL D, SHOW, STAR ve TRT1 tespit edilmiştir. Araştırma için akşam altın zamanlarda yayınlanan televizyon dizilerinin güz döneminde aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre ilk 20 içerisinde bulunan, 13 dizinin (%65’lik) dram türünde olması nedeniyle verilerin dram türü üzerinden toplanmasına karar verilmiştir. Tasarlanan araştırmada televizyon dizilerinin aldıkları toplam reyting sonuçlarında göre ilk 20 içerisinde yer alan 6

18 kanaldan dram türünde yayın yapan 5 kanal (ATV, FOX, SHOW, STAR ve TRT1) seçilmiştir. Araştırma kapsamına dahil edilmeyen KANAL D’nin seçilmeme sebebi ise toplam reyting sonuçlarının yüksekten alçağa doğru sıralandığı ilk 20 içerisinde dram türünde dizisinin bulunmamasıdır.

Araştırma evrenini oluşturan dram türündeki dizilerden, elde edilen verilerin ataerkil toplumsal yapıdaki kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin ortaya konması amacıyla, olasılıklı örnekleme yöntemlerinden, tabakalı ve küme örnekleme birlikte kullanılmıştır. Tabakalı örneklemede, popülasyonu bir veya bir kaç özelliğe göre homojen alt gruplara ayırma işlemi (tabakalama) yapıldıktan sonra bu alt gruplardan seçilen örneklem araştırmanın evrenini temsilen elde edilen verilerin sınırlandırılmasını kolaylaştırmaktadır (Bal, 2013: 67). Küme örneklemde ise heterojen özellikleriyle bir arada bulunan evrenin homojen yapıya sahip küme adı verilen gruplara ayrılması ve oluşturulan her bir kümenin kendi içinde örnekleme birimi olarak tanınmasıdır.

Araştırmada evreni temsilen yer alan televizyon dizileri öncelikle türleri tabakalı örneklemeye göre gruplandırılmıştır. Ardından araştırmanın örneklemine dahil edilen %65‘lik dram türündeki televizyon dizileri kendi içerisinde homojen (‘Sen Anlat Karadeniz’, ‘Avlu’, ‘Gülperi’ ve ‘Elimi Bırakma’) ve heterojen (‘Kadın’) özellikler dahilinde kümelendirilmiştir. Araştırmanın evrenini temsilen belirlenen dizilerin dördünde ataerkil toplumun kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini benzer şekilde temsil edişiyle homojen, kalan biri ise ataerkil toplumun kadınlara dayattığı kalıplaşmış rollerden farklı kadınlık rolleri ile heterojen yapıda olduğu gözlemlenmiştir.

Bu araştırmanın verilerini oluşturan dizilerin medyada kadın temsilleri açısından farklı görseller sunması ile homojen ve heterojen olarak gruplara ayrıştırılması yapılmıştır. İncelenen dizilerde kadın temsilinin homojen ve heterojen olarak grupların eşit sayıda olmayışı; medyanın erkek egemen yapısı ve maalesef kadınları ataerkil kalıplaşmış cinsiyetçi rollerin dışında farklı ve erkeklerle eşit temsillerin olmayışı gösterilebilir. Göstergebilimsel içerik analizi yapılan beş televizyon dizisinden sadece bir tanesi (‘Kadın’) kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine eleştirel bakışla karakterlerini temsil etmiş olduğu gözlenmiştir. Tasarlanan araştırmanın örneklemi için seçilen 5 ulusal kanalda haftalık olarak yayınlanan dizilerin aldıkları toplam reyting

19 sonuçlarına göre her kanaldan 1 dizi seçilmesi kararlaştırılmıştır. Tasarlanan araştırmanın örneklemi olarak; güz döneminde yayınlanan ‘Kadın’, ‘Sen Anlat Karadeniz’, ‘Avlu’, ‘Gülperi’ ve ‘Elimi Bırakma’ isimli televizyon dizileri seçilmiştir.

7. Araştırmanın Sınırlılıkları

Medyada temsil edilen kadın kimliği, erkek egemen dile uygun biçimde daima kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri ön planda yer almaktadır. Medyada kadınların toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden eksik ya da yanlı temsil edilmesi sosyo-kültürel ve kamusal alanda kadın bedenine olan etkilerinin araştırıldığı bu çalışmada, kitlelerin iletişimini sağlayan televizyon dizilerinden yararlanılmıştır. Televizyon yayınları arasında önemli bir yere sahip altın zamanlı (prime time) dizilerin kadın temsili göz önüne alındığında diğer program türlerinden daha fazla cinsiyetçi içerik ürettiği görülmektedir. Toplumsal alanda medyanın cinsiyetçi bakış açısıyla yeniden ürettiği televizyon dizilerinin kadınlar üzerindeki etkilerinin ciddi derecede düşünsel ve sosyo- kültürel hasarlar bırakıp baskı altına aldığı bedenler ortaya çıkarılmak istenmektedir.

Tasarlanan araştırma için 2018 yılı güz dönemi yayın yapan gerek devlet gerekse özel televizyon kanallarının en çok izlendiği 20: 00 -00: 00 saatleri arasındaki altın zamanlarda (prime time) yayınlanan dizilerden 5 tanesi seçilmiştir. Araştırmanın evrenini oluşturan televizyon dizilerinin güz dönemi süresince aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre ilk 20 içerisinde yer alan 13 dizinin (%65’lik) dram türünde olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, araştırmanın evreni temsil eden örneklem verilerini dram türünde kurgulanan televizyon dizileri üzerinden oluşturulmaktadır.

Seçilen televizyon dizeleri üzerinden ataerkil düzenin toplumsal alandaki egemen erkekler tarafından baskı altında tutulan kadınlar ve bedenleri sosyal yapılarda kendilerine biçilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi rollerin ekranda nasıl temsil edildiği ve mekânsal sunumları aracılığıyla tespit edilmektedir. Televizyon dizilerinde kadınların toplumsallaşma süreçleri kamusal alandan uzaklaştırılıp, ataerkil yaşamın izlerinin devam ettiği ev içi özel alanda ideal eş ve fedakar anne gibi toplumsal alanda eril otoritenin görmek istediği davranış özellikleri yeniden inşa edilmektedir. Bir başka ifadeyle günümüz prime time televizyon dizileri toplumda daha çok kadınlara ve onlara dayatılan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin gösterilerine hitap etmektedir. Bu

20 nedenle tasarlanan araştırmanın alan bulguları, 2018 yılı güz dönemi boyunca ekranlarda olan ‘Kadın’, ‘Sen Anlat Karadeniz’, ‘Gülperi’, ‘Avlu’ ve ‘Elimi Bırakma’ isimli dram türünde yayınlanan televizyon dizileri ile sınırlı tutulmuştur.

21 BİRİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1.1. Cinsiyet ve Biyolojik Cinsiyet

Biyolojik Cinsiyet; Cinsiyetin biyolojik temelli olmasıdır. Bireyin cinsiyeti, doğuştan gelen en doğal ve temel özelliklerden biridir. Cinsiyet(sex), insanın taşıdığı kromozomlar tarafından belirlenen kadın ya da erkek olma halidir. Günlük dilde yaygın bir şekilde kullanılan kadın ve erkek, kimliği bireyin biyolojik olarak dişi (female) veya er (male) oluşunu tanımlamanın yanı sıra toplumun kültürel değerlerinde bireye sunduğu roller ile anlam kazanan kadın (woman) veya erkek (man) oluşu ifade eden iki terimdir (Vatandaş, 2011: 30). Dolayısıyla bireyin fiziksel özelliği; ince veya zayıf mı yoksa kalın veya güçlü mü; doğurgan mı ya da doğurtan mı olacağı gibi farklılıklar bedenin biyolojik yapısına göre tanımlanmaktadır (Bingöl, 2014: 109). Cinsiyet, bireyin dişil ya da eril olarak belirleyen, cinsel organların türü, bedendeki baskın harmanların türü ve cinsiyete özgü bedensel üretim süreçleri gibi biyolojim özelliklerini içermektedir. (Çiffiliz, vd., 2018: 92). Biyolojinin tanımladığı cinsiyet aslında cinsel organın vajina ve penis olması üzerinden bir ayrımla bireylerin kimliğine tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle cinsiyet, insanın taşıdığı kromozomlar tarafından belirlenen kadın ya da erkek olma halidir (Güdücü, vd., 2018: 15).

Doğumdan itibaren, kadınlar ve erkekler birbirlerinden farklı birincil cinsiyet organlarına sahiptirler. Cinsiyeti belli olan birey, ergenlik çağı ile birlikte bedensel gelişime uğrayarak ikincil cinsiyet özelliklerine erişmektedir. Ergenlik ile birlikte biyolojik cinsiyet farklılıkların görünürlüğü artmaktadır. Bu farklılıkların en temel olanları; cinsiyetler arasındaki kromozom farklılıkları, cinsel organlarındaki farklılıklar ve hormonal farklılıklar birincil cinsiyete ait özelliklerdir (Çiffiliz, vd., 2018: 63). Ayrıca kadın ve erkek cinsiyeti için beden yapılarındaki farklar, tüylenme bölgelerindeki farklar ve ses tınısındaki farklar gibi ikincil cinsiyet özellikleri bireyler arasında daha az fark yaratmaktadır.

22 Ataerkil düzen, dünya üzerinde, bedeni cinsiyetlendirilmiş bir gerçeklik veya cinsiyetlendirici görüş ile sosyal yapılar içerisinde bölünmelere uğratarak, taşıyıcısı olduğu geleneksel kültürü yeniden inşa etmektedir. Bir başka ifadeyle, kadın ve erkek cinsiyetinin bedenselleşmiş ataerkil düzen içerisindeki programı, dünyadaki her şeye, en başta da bedenin kendisine ve onun biyolojik gerçekliğine uygulanmaktadır. Erkeklerin kadınların üzerindeki keyfi tahakküm ilişkisine kök salmış olan bu ataerkil düzen, geleneksel kültürün esaslarına uygun olarak biyolojik cinsler arasındaki farklılıkları inşa eden bir toplum yaratmaktadır (Bourdieu, 2015: 23). Bu ataerkil tahakküm ilişkisinin kendisi de, geleneksel kültürün kadın ve erkek cinsiyetine dayattığı işbölümü ile toplumsal düzenin gerçekliğine kazınmış durumdadır. Ataerkil toplumlarda, cinsler arasındaki biyolojik farklılık ise dişi ve eril bedenler ya da kadın ve erkek cinsel organlarının anatomik farklılığa bağlanmaktadır. Cinsiyetler arasında toplumsal olarak inşa edilmiş bu farklılığın, özellikli de cinselliğe ilişkin işbölümünde ortaya çıkmaktadır.

1.1.2. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Özellikleri

Toplumsal cinsiyet kavramı, feminist bakış açısına göre sorunlu alanlardan biridir. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet kavramı tek bir tanımlama içinde açıklamak yetersiz olacaktır. Ann Oakley’nin 1972’de, Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet ve Toplum (Sex, Gender and Society) adlı eserinde toplumsal cinsiyet kavramını kullanması feminizm için bir dönüm noktası olmuştur. Oakley’e göre; cinsiyet biyolojik olarak doğuştan belirlenmiştir ama toplumsal cinsiyet toplumsal olarak oluşturulmuştur (Acar Savran, 2009: 234). Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, kadın ya da erkek cinsiyeti için toplumun ve kültürün yüklediği rolleri, anlamları ve beklentileri ifade etmektedir (Dökmen, 2004: 4). Toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal ve kültürel farklarla ilgili dişilik ve erillik kavramlarının toplumsal inşaları ile ilgilidir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyeti, toplumsal ilişkilerin inşasında bireylere giydirilen rol ve kültür ürünü olarak tanımlanabilmektedir. Diğer bir söylemle tarihsel süreçte toplumsal kültürde üretilmiş sayısız üründen biri toplumsal cinsiyettir (Güdücü vd., 2018: 24). Toplumsal cinsiyet herhangi bir biyolojik kökene dayanmaksızın bireyin sosyalleşme süreciyle edindiği cinsiyetini oluşturmaktadır. Gayla Rubin göre; toplumsal

23 cinsiyet, “toplumsal olarak dayatılmış bir cinsiyetler arası bölünme” ve “toplumsal cinsellik ilişkilerinin bir ürünü” olarak tanımlamaktadır (Sancar, 2009: 177).

Beauvoir’un İkinci Cins adlı eserinde “Kadın doğulmaz, kadın olunur”, sözü ile cinsiyetin doğal bir olgu olmadığını, toplumsal olarak inşa edildiğini savunur. Bu söylemiyle kadınlığın, toplumsal söyleminde mutlak gösteren meşruluğunu ortadan kaldırır (Şaşmaz Kaylı, 2011: 8). Toplumsal cinsiyet kavramının, kalıplaşmış bir değer olduğunu ifade eden Butler, toplumsal cinsiyeti eril ve dişil kavramların üretildiği, tüketildiği ve doğallaştırıldığı bir kurgu olarak tanımlamaktadır (Butler, 2009: 75). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, toplumun değerleri açısından şekillenen, kadınların ve erkeklerin toplum içinde üstlendikleri kalıplaşmış rol ve sorumlulukları kapsamaktadır.

Toplumsal cinsiyet kavramı özü itibariyle durağan bir yapıya sahip değil; farklı kültürel etkenlere açık, dinamik bir kavramdır. Bir toplumsal grup için geçerli olan kültürde toplumsal cinsiyete dair rol ve kimlik normları, başka kültürlerde veya gruplar için aynı anlamı taşımayabilir. Kültürün kendisinin de dinamik bir olgu olmasına bağlı olarak, kadın ve erkek için toplumsal cinsiyet kimlik ve rolleri kaçınılmaz olarak zaman içinde değişebilmektedir (Atauz vd., 1999: 2). Toplumsal kimliklerim oluşturulmasında belirli kategoriler sunan toplumsal cinsiyet, toplumda herkesin aynı şekilde kabul ettiği anlamları içermekte olup, zamana ve kültüre göre değişen süreçleri de anlamlandırılmaktadır. Bu süreç içerisinde kadın ve erkek olmanın toplumsal kodları değişik biçimlerde düzenlenir ve toplum tarafında normalleştirilir Geleneksel kültürün, cinsiyete dayalı norm ve değerleri, kadın ve erkek arasında sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yarattığı farklılıkları güçlendirdiği gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de beraberinde getirmektedir ( Bayhan, vd., 2018: 192).

Toplum içerisinde kadınların ve erkeklerin sahip olduğu farklı statüler, aslında toplumsal ve kültürel olarak belirlenmektedir. Toplumsal cinsiyet genellikle kültürel kodlarla şekil verilen, çok az doğanın katkısı olan, insan yapımı bir olgudur. Hemen hemen her toplumda bir grup olarak kadınların erkeklere göre ikincil konumda sayılması cinsiyetle değil; toplumsal cinsiyetle açıklanabilir. Bu nedenle ataerkil toplumda kadınların, ikincil konuma yerleştirilmesinde erkeklere nazaran daha az hakka ve daha az kaynağın denetimine sahiptirler. Ayrıca kadınlar, ülke genelinde toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumlarda karar alma mekanizmalarında güçleri çok azdır

24 1.1.3. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Cinsiyetler arası ilişkiler, en basit toplayıcı toplumlarda en eşitlikçi görünümdeyken, toplumsallaşmanın, özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkmasının ardından kadının toplumsal konumu erkeklere göre kötü etkilenmiştir (Savran ve Demiryontan, 2012: 29). Kadın, içine doğduğu kültürün, toplumsal cinsiyet rollerini içselleştirirken, değerlilik ya da değersizlik değişkeni ile yüz yüze kalmaktadır. Bu bağlamda toplumsal sistemlerde kadınlara, yüklenen değer veya değersizlik, bazen pragmatik açıdan bir nesne, bazen toplumsal bir fenomen olarak eş, anne, bazen de izlenilesi bir estetik obje olduğunu kabullenen bakış açısıyla eşitlik sağlanmaya çalışılmaktadır (Gülaçtı, 2012: 78). Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit olarak katılımları tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, kadın ve erkeklerin toplumsal yaşamda sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal alanlarda eşit hak, imkân ve olanaklara sahip oldukları durumudur Toplumsal alanda böyle bir eşitliğin olması halinde, cinsiyete dayalı herhangi bir ayrımcılık olması mümkün değildir.

İnsanoğlunun yaratılışından günümüze kadar hangi toplumda ya da çağda olursa olsun kadın, vazgeçilmez bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kadının toplumsal yaşamda vazgeçilmezliğinin aksine, kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyete dayanan ayrımcılıklar incelendiğinde erkek üstünlüğü öne çıkmaktadır (Kızılkaya, 2004: 63). Cinsiyet farklılığının varlığını benimseyen erkek egemen ataerkil toplumsal ilişkilerde “öteki” olarak kurgulanan, toplumsal değiş tokuşun olanaklarından dışlanan kadın toplumsal cinsiyet ilişkilerinde kayba uğrayan tarafı oluşturmaktadır.

Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele devam etse dahi kadınların toplumsal statüsüne katkısı pek de iç açıcı değildir. Ataerkil toplumlarda erkeklerin kamusal alanda özgürlüğü ve maaşı, farklı geçim kaynaklarını kullanma hakkı olduğu düşünülerek kadınların kamusal alanda ötekileştirilmesi ve yardımcı mesleklerde çalışması toplumsal cinsiyeti eşitliğinin olmadığını göstermektedir. Geçmişten günümüze kadınların sosyal yaşantısında pek çok ilerleme kaydetmesine rağmen erkeklere kıyasla çok daha az sayıda mesleklerde görüldüğü söylenebilmektedir. TÜİK’ nun “İstatistiklerle, Kadın 2018” başlıklı haberine göre Türkiye’de toplumsal cinsiyet verileri Tablo 2. ’de ki sonuçlara göre eşitsizliği ortaya koymaktadır.

25 Tablo 2: Cinsiyete Göre Seçilmiş Göstergeler, 2017 Seçilmiş Göstergeler Kadın Erkek Toplam Okur-yazar olmayan nüfus oranı (25+yaş) 8,0 1,5 4,8

Yüksekokul veya fakülteden mezun nüfus 14,5 18,9 16,7 oranı (25+yaş) İstihdam oranı (15+yaş ) 28,9 65,6 47,1 İşgücüne katılım oranı (15+yaş) 33,6 72,5 52,8 Genç işsizlik oranı (15-24 yaş) 26,1 17,8 20,8

Kaynak: http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30707: Erişim Tarihi: 17.04.2019

2017 yılında, hane halkı işgücü araştırması sonuçlarının yer aldığı tablo 2’de göre; Türkiye'de 15 ve daha yukarı yaşta istihdam edilenlerin toplam nüfusun %47,1 oranını sahiptir. Bu oran içerisinde erkekler %65,6, kadınlarda ise %28,9’lık oranla dezavantajlı durumda olan kadınlar istihdamda erkeklerin yarısından bile daha az konumda çalışmaktadır. Tabloda özellikle dikkat çeken okuryazarlık oranlarındaki büyük farklılık istihdam ve işgücüne katılım oranlarının da kadınları olumsuz etkilediği görülmektedir. Kamusal alanda işgücüne erişimde kadın ve erkekler arasındaki eşitsizliğin büyük olmasının bir diğer nedeni de ülkemizde toplumsal cinsiyet kavramının ataerkil olarak şekillenmesinden kaynaklanmaktadır.

“Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW)’in birinci maddesi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun tüm kadınlara tanınmasını içermektedir. CEDAW kadınların, erkeklerle eşit haklardan yararlanmalarını veya bu hakları kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrıma, dışlamaya veya kısıtlamaya karşı mücadele etmektedir (KSGM, 2001). Toplumsal cinsiyete bağlı eşitsizlikten daha fazla etkilenen cinsiyetin kadın olduğu görüşü toplumumuzda yaygın olarak kabul edilen bir gerçektir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini elde edemeyen kadınlar, toplumsal alanda siyasal, yasal, sosyal ve ekonomik haklara sahip olmada, bu hakları kullanmada, toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahiplikte ayrımcılığa uğramaktadır. Hâlbuki Anayasa’nın 10. Maddesi uyarınca tüm

26 bireyler “ayrım gözetilmeksizin yasa önünde eşittir, eşit haklara sahiptir” ibaresi yer almaktadır (Küntay, 1997: 19).

1.1.4. Kalıplaşmış Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Genel kullanımda cinsiyet (sex) biyolojik kökenli cinsiyeti ifade ederken, toplumsal cinsiyet (gender) kadın ve erkeğe toplum tarafından yüklenen özellikleri ifade eder. Toplumsal alanda kadın veya erkek olarak biyolojik temelle kazanılan cinsiyetin aksine, belli sosyo-kültürel değerler üzerine toplumsal cinsiyet rolleri ve kalıpları ataerkil düzenin erkek egemen yapısında ortaya çıkmış ve kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır (Meç, 2016: 11). Toplumsal yaşamda kuşaklar arasında geçiş yaparak kadın ve erkeğin oynayacakları rolleri belirleyen ataerkil toplum kalıpları ve ön yargıları bireyler üzerinde kalıplaşmış cinsiyet rolünü oluşturmaktadır (Connel, 1987: 46). Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, toplumun bireyden cinsiyetine uygun olarak beklediği davranış, tavır, rol ve özelliklerin birey tarafından kabul edilmesi durumudur. Dolayısıyla, toplum kadın ve erkekten cinsiyetine bağlı birtakım davranış, tavır ve özellikleri içeren kalıplaşmış cinsiyet rollerini benimseyip sergilemesini beklemektedir.

Bebek anne rahmine düştüğü andan itibaren, toplum tarafından kız ya da erkek olarak etiketlenmekte ardından, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri öğretilmeye başlanmaktadır (Dökmen, 2006: 46). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet rolleri, genel olarak toplumsal kültür aracılığıyla bireye öğrenme sürecinde aktarılmaktadır (Ökten, 2009: 303). Kadınlık ve erkekliğin kültürel olarak inşa edilen, öğrenilen kalıplar olduğu iddia edilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyet yaklaşımlarında, sadece kadın erkek rollerinin birbirinden farklılaşmasıyla kalmayıp, aynı zamanda toplum içinde nerede ve nasıl durulacağını ve dolayısıyla güç ve kaynakların paylaşımın da belirlediği vurgulanmaktadır.

Ataerkil toplumda büyüme ve sosyalleşme sürecinde kız çocuklarına daha çok sosyal beceriler ve konuşma becerilerinin yanı sıra fiziksel olarak çekici olma, ev sorumluluğu üstlenme gibi roller öğretilmektedir. Erkek çocuklarını büyütürken ise teknik beceri, otorite ve yönetmeyi, fiziksel güce dayalı baskın kişilikte olması öğretilmektedir. Bu durum, kalıplaşmış toplumsal cinsiyete özgü olduğu düşünülen rollere uygun nitelikler, beğeniler ve beklentilere de güçlü bir eğilim yaratmaktadır

27 (Ersöz,1997: 71). Toplumdaki kalıplaşmış cinsiyet rolü, hangi rollerin ya da mesleklerin kadınlar için uygun olduğunu veya hangilerinin erkekler için uygun rol ve mesleği içerdiğinin sınırlarını çizmektedir. Toplumsal cinsiyete yüklenen kalıplaşmış cinsiyet rolleri, kadın ve erkeğin yaptıkları işler ile yönelebileceği meslekleri de ayrıştırmıştır. Cinsiyetler temelinde yapılan bu ayrım zamanla bazı mesleklerin kadın mesleği, bazı mesleklerin de erkek mesleği olarak algılanmasına neden olmuştur (Uyguç, 2003: 56). Çalışma yaşamın ve kamusal alanda kadınlara hemşirelik, sekreterlik ve öğretmenlik (özellikle ilkokul öğretmenliği) gibi feminize olmuş işlerde yoğunlaşırken, erkeklerin doktor, mühendis, hakim, savcı gibi daha teknik işlerde istihdam edilmektedir. Ayrıca kadınlar, erkeklerden daha düşük prestijli iş kollarında kalarak kamusal alanda dikey bir mesleki ayırıma uğratılmaktadır.

Ataerkil toplumda kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde kız çocuklarının ve kadınlara edilgen, besleyici, duyarlı, duygusal olması ve ev içi etkinliklere yönelmesi istenmektedir. Eğitim alanında ise kız çocukları sözel alanlarda başarılı olabilecekleri, matematik ve mühendislik alanlarında ise başarılı olamayacakları kalıp yargıları sunulmaktadır. Bunun aksine erkek çocuklarına ve erkeklere atılgan, yarışmacı, başat olması ve kadınların aksine ev dışındaki etkinliklere yönelmesi istenmekte, sözel ve sanatsal alanlara yönelmeleri teşvik edilmemektedir (Özyürek, 2013). Kadına ve erkeğe tanımlanan toplumsal roller arasındaki farklar, kadınlar aleyhine bir ayrımcılık yaratarak, toplumsal açıdan kadınların ikinci plana atılmalarına ve erkeğe kadından daha fazla değer verilmesine neden olmaktadır. Kadın erkek eşitsizliği toplumsal cinsiyette hakkaniyetin bozulmasına, kadının sosyal yapılardaki eğitim, sağlık, seçme ve seçilme hakkı gibi temel haklarında kayıplar yaşamasına neden olmaktadır.

Özel alana hapsedilen kadının, yaptığı ev işlerinin ücretsiz olması, ücretli olan erkek işinin karşında onu değersiz bir konuma düşürmekte ve bu yüzden de çalışma alanı olarak görülmemektedir. “Erkek işi” ve “kadın işi” olarak kalıplaştırılan cinsiyet rolü çok eski tarihlere dayanmakta ve günümüzde kapitalist toplumda cinsiyetçi iş bölümü ayrımında kendini göstermektedir (Öztürk, 2011: 54). Toplumun beklediği kalıplaşmış cinsiyet rolleri itibarıyla kadın; özel alanda çocuklara bakan, temizlik vb. ev içi işlerle uğraşan, gerek kendisi için (özel bakımı için gerekli kozmetik vb. ürünler) gerekse evin gideri için gerekli olan alışverişi yapmakla yükümlü olan daha edilgen bir

28 konumdadır. Erkek ise; evin geçimi için kamusal alanda çalışarak para kazanan, ailesi üzerinde iktidarı elinde bulunduran, eşini ve çocuklarını koruyup kollayan etken rollerdedir (Çalışır ve Okur Çakıcı, 2015: 272). Ataerkil toplumsal hayatta var olan kadın ve erkek temsilinde yanlı davranılarak; esas olan cinsiyetin erkek egemenliğinde kadını yok saymadan erkeğin arkasında ikinci cinsiyet olarak resmederek, kadınlarla erkekleri “yalancı bir eşitlik” içinde sunmaktadır.

1.1.5. Ataerkil İdeolojinin Biçimlendirdiği Kadın Bedeni

Ataerkil ideolojide kadın; toplumsal yaşamda ve düşünce tarihinde, erkek egemen değerler karşısında olumsuz özelliklerle tanımlanmış, kendisine herhangi bir güç atfedilmediğinden, bugünün ve geleceğin inşa edilmesinde yoksun bırakılmıştır (Şaşmaz Kaylı, 2014: 16). Geçmişten günümüze kadar kadının erkek karşısında eşit olmaması gerçeğinin altında geleneksel kültürün etkileri yer almaktadır. Geleneksel toplumun erkek egemen yapısı ve ataerkil aile modeli, tarım toplumlarındaki işbölümü ile kadın erkek arasındaki ayrıma neden olmuştur. Tarımsal üretime geçişle birlikte, sosyo-ekonomik etkinliğin fiziksel güce bağlı olduğu ataerkil toplumda, erkeğin fiziksel olarak kadından daha güçlü olmasıyla erkeği üstün tutmaktadır (Şenel, 2004: 15-18).

Ataerkinin oluşmaya başladığı günden günümüze dek geçen zamanda kadın bedeni, toplumsal yapı içerisinde özellikle eril güç tarafından sistematik olarak düzenlenmiş, denetlenmiş ve estetik müdahalelerle kadınlara benimsetilmiştir. Ataerkil ideolojiyle birlikte şekillenen eril iktidar (yöneten, söz sahibi güç), toplumsal cinsiyetin derinlerine kadar inen, eklemlerini bozan ve toplumsal bedenleri yeniden inşa eden güç mekanizması ile topluma zinde tutma amacı taşımaktadır. (Foucault, 2007: 170). Bu ataerkil ideolojide iktidar, eril güçle kadın bedeni üzerinde doğrudan müdahalelerde bulunmaktadır Ataerkil ideoloji, sosyo-kültürel yapılar içerisinde bedenin disipline edilmesi konusunu, yalnızca kadın beden üzerindeki toplumsal baskının artırılması, kadın emeğinin görmezden gelinmesi ve kadının sosyal çevrede güçlenmesine karşı bir duruş sergilemektedir. Bu nedenle ataerkil disiplin, kadını toplumsal cinsiyet açısından erkeğe oranla daha fazla itaatkâr yetiştirerek, tabi olan ikinci cins bireyi, kadın bedeni üzerinden yaratmaktadır.

29 Ataerkil toplumda erkeklik ile ahlaki göstergeler olan er, erdem, namus meselesinin özü olarak, şerefin korunması ve arttırılmasında, fiziksel erillikten ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Ataerkil toplumdaki, bu ahlaki özellikler ile otorite sahibi erkekten beklenen kalıplaşmış roller, cinsel kudret gösterilerinden anlıyoruz ki erkekteki penis, nadiren ismiyle anılsa da toplumda bereket ve kudret göstergeleri olarak tanımlanmaktadır (Bourdieu, 2015: 24). Ataerkil toplumun kadından söz edişi ise dişinin ahlakı, her şeyden önce, bedeninin tüm bölümlerini kapsayan ve kıyafet ile saç üzerindeki yaptırımlar yoluyla kendini sürekli olarak hatırlatmaktadır. Ataerkil ideolojide, eril kimlik ile dişil kimliğin esasları, sosyal alanlarda bedenin taşınması ve duruşuyla ilişkili yaptırımlar çerçevesinde kesin çizgilerle ayrıştırılmış durumdadır. Ataerkil düzende kadının itaati, eril otorite karşısında eğilmeden, kamburlaşmadan, küçülmeden ve boyun eğmeden yol alarak geçerli sayılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ataerkil ideolojilerde kadın bedeninin bükük ve uysal duruşu eril otorite karşısında yumuşak başlılığın da kadına yakıştığı düşülmektedir (Bourdieu, 2015: 42). Toplumsal yapılarda kadını, alçaltma ve yok saymaya eğilimli bir ideoloji benimseyen ataerki, toplumsallaşma adına baskı altına aldığı kadınlara, feragat, teslimiyet ve sessizlik gibi olumsuz erdemler öğretirken, aslında kadın bedenini eril tahakkümün kurbanı, hatta mahkumu yapmak istemektedir. Ataerkil gelenek hiyerarşisi gereğince düzenlenmiş toplumsal kurallar gereği eril tahakküme tabi olan kadınlara, kesintisiz, sessiz ve görünmez buyruklar eşliğinde bir toplumsal düzen kurulmaktadır. Bu toplumsal düzen, erkeklere kadınları keyfi olarak yönetebilme ve yasaklar koyabilme gibi doğal ve karşı konulamaz haklar tanımlamaktadır.

1.2. KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2.1. Feminizm Kavramı

Feminizm, Fransız devrimi ile tarih sahnesine çıkan ve iki yüz yılı aşkın süredir etkile olan bir akımdır. Feminizm, ilk olarak 18. yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkmış ve 1792’de yayınlanan Mary Wollstonecraft’ın “A Vindication of the Rights of Women” “Kadın Haklarının Savunusu” adlı eseriyle de ilk akademik alan içerisine girmiştir (Sevim, 2005: 7). Feminizmin ortaya çıkışından itibaren temel konusu kadın- erkek eşitsizliği olmuş, bu eşitsizliğin nasıl giderileceği sorunu üzerinde durulmuştur. Başka bir ifadeyle, “Feminizm, cinslerin (kadın ve erkeğin) eşitliği kuramına dayanan ve

30 kadınlara eşit haklar isteyen bir akımdır.” şeklinde tanımlanabilir (Arat 1991: 12). Feminizm, kadın merkezli bakış açısından hareketle kadınların toplumsal yaşamdaki ikincil ve eşitsiz konumlarını ezilme deneyimlerini inceleyen, neden ezildiklerini ortaya koyan, kadınların özgürleşme mücadelesinde politik bir harekettir (Güneş, 2017: 245). Feminizm, erkeklere kamusal alanda iş, spor, savaş, hükümet sorumluluğunu verirken, kadınları özel alan(ev) içinde ücretsiz çalışmaya(köleliğe) mahkûm eden, aile hayatının tüm yükünü kadınların sırtına bindiren toplumsal işbölümünü sorgulamaktadır. Feminist görüş, toplumsal alanda kadınları erkeklere nazaran aşağı, bağımlı, ikincil konumda tutan bütün iktidar yapılarına, yasalara, geleneklere başkaldırmaktadır.

Feminizm, özünde kadınların özgürleşmesi, baskı altında tutulmalarının engellenmesi, sosyal ve siyasal alandaki haklarının meşrulaştırılması, kamusal veya özel alandaki eylemlerinde ve faaliyetlerinde erkeklerle eşit haklara sahip olma durumunu kapsayan bir yaklaşımdır (Güriz, 2011: 13). Diğer bir feminizm tanımlamasında ise; feminizm, kadınların cinsiyetleri yüzünden maruz kaldıkları kısıtlamalar, zorluklar ve baskılara karşı bir duruş sergileyerek, baskıları ve haksızlıkları telafi edecek reformlar ve talepler çerçevesinde mücadele güdüsünü ifade etmektedir (Berktay, 2014: 3). Bu mücadele toplumun düşünce ve maddi unsurları kapsayan geniş bir ölçeğe sahip bir şekilde oluşturulmaktadır.

Feminizm, özünde kadın-erkek ayrımcılığına karşı durarak, karşı cinler arasında her türlü ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel ve toplumsal eşitliği savunan bir ideolojidir. Feminizmin temel söylemi cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır. Bu eşitliği sağlayabilmek için dezavantajlı konumda olan kadınların toplumda görünürlüğünü artırmak için uğraş verdiği ideolojilerinin temel objesi kadındır. Feminizm kadının toplumdaki statüsünü, kadınların ev içi ve dışındaki rollerini, kadınının ezilmişliğini ve sömürüsünü, cinsiyet farklılıklarını, ataerkil toplum yapısını ve erkek egemen iktidar yaklaşımlarını ve baskılarını geniş ölçekte tartışma konusu yapmaktadır (Taş, 2016:164).

1.2.1.1. Liberal Feminizm

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan birinci dalga feminizm ile Wollstonecraft’ın “Kadın Haklarının Savunusu” (Vindication of the Rights of Women) adlı eseri ile liberal feminizm temel yapısı şekillenmeye başlamıştır. Liberal

31 feminizm tarihsel olarak en erken gelişen birinci dalga feminizmin ortaya çıkardığı ulus-devletin akılcılığının uzantısı olan ve feminist kuramların içerisinde ilk olmak özelliğine sahiptir. Özdeşlik mantığına dayalı eşitlikçi haklara dayalı liberal feminizm, tüm yurttaşlar için eşit hak talepleri üzerine inşa edilmiştir (Acar Savran, 2009: 3). Genel çerçevede eşit hak talepleri liberal feminizmin, kadınların oy kullanması, eğitimde fırsat eşitliği ve kadınların mülkiyet haklarını içermektedir.

Toplumsal alanda kadın-erkek arasında yeterince eşitlik olması adına harekete geçen birinci dalga feminist hareket içerisindeki liberal feministler sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuk alanlarında bir dizi yasal hak taleplerinde bulunmuşlardır (Taş, 2016: 167). Yasal haklar düşüncesinden gelen liberal feminist kuramcılar, kadınların da birer yurttaş olarak erkekler ile aynı derecede temel haklara ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Donovan, 2006: 21). Bu sebeple, John Stuart Mill'in The Subjection of Women adlı eseri, liberal feminist teorinin haklar konusunda eşitlikçi yaklaşımının dayanak noktasını oluşturmaktadır (Dikici, 2016: 524 Lorraine, 2000, s. 303). Bu yaklaşımda kadınların konumunun, erkeklerle eşit haklara sahip olamayışları ve kamusal alana katılmalarının engellenmesi ile ilişkilendirilmektedir. Liberal feminizm, liberal siyasal düşünceden erkek ve kadınların aynı olduğu anlayışlarını miras almaktadır. Liberal feminizmin bu ‘aynılık’ düşüncesi, kadınların ve erkeklerin rasyonel düşünme ve rasyonel eylem için akıl kapasitelerinin eşit olması anlamına gelmektedir. ‘Mademki kadınlar ve erkekler aynıdır, o halde kadınlar erkeklerin yaptıkları her işi yapmalıdır’ ve ‘erkeklerin sahip olduğu her şeye sahip olmalıdır’ sonucu çıkarılmaktadır (Sevim, 2005: 56).

Liberal feministlerden Harriet Taylor ’ın 1851’de yayınlanan ‘Kadınlara Oy Hakkı Verilmesi’ isimli çalışmasında cinsiyete dayalı eşitsizliğin doğanın bir emri olmadığı, gelenek ve göreneklerin bir sonucu olduğunu görüşü savunulmaktadır. Bu düşünce üzerine Mill, “kadınların bağımlılık konumlarını sürdürmelerinin nedeni, geleneksel kadınlık rolünün devamı ötesinde, erkeklerin onları orada tutma isteğidir” sözü ile açıklamaktadır (Donovan, 1997: 59). Mill’e göre, insan haklarının sadece erkekler tarafından kullanılmasını yanlıştır ve kadınların yasal hakları, özellikle de siyasal yaşamda oy hakları olmalıdır. Bu görüşü 1869’da yayınlanan ‘The Subjection of Women’ (Kadınların Boyun Eğmişliği) kitabında eşit haklar için yapılması gerekenleri;

32  Kadınların önündeki engellerin kaldırılması,  Tüm yurttaşlık konularında kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınması,  Kadınların bütün saygın mesleklere girebilmeleri ve öğretim kurumlarından faydalanabilmeleri,  Kocanın karısı üzerindeki otoritesinin sınırlandırılması gerektiği şeklinde sıralanmaktadır ( Ecevit, 2011: 13 ).

Liberal feminizm, siyasal ve sosyal düzendeki ataerkil kabullerin kadınları özel alana hapsedip, onları işlevsiz hale getirdiğini, yasal düzenlemeler ve eğitim yoluyla kadınların, erkeklerle aynı haklara sahip hale getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Önsöz, 2008: 52). Liberal feministler, ilk olarak 19. Yüzyılda kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve oy kullanma hakkı gibi konular kadın erkek eşitliği talebi, 20. Yüzyıla gelindiğinde ise kamusal alanda çalışan kadınlara doğum ve çocuk emzirme izni gibi birtakım hakların devlet tarafından verilmesi gerektiği düşüncesini savunmuşlardır (Demir, 1997: 47). Liberal feministler 20. yüzyılda kadınların özel alanda bir eş ve anne olarak sorumluluklarını kabul ederek “farklı fakat eşit” sloganını geliştirmişlerdir. Günümüzde ise “toplumsal cinsiyet adaleti” (gender justice) adını verdikleri “kadınlar da erkekler kadar cinsel eşitlik ve özgürlüğe sahip olmalıdır” görüşünü savunmaktadır.

Liberal feminizm, kadının eş ve anne olarak evine (özel alana) ait olduğu görüşünün eleştirisi üzerinden kamusal alana katılım isteği, kocaların eşleri ve çocukları üzerinde sınırsız otorite/baskı kurmalarının eleştirisi yoluyla medeni haklar istemini gündeme getirmiştir. Ayrıca liberal feminist görüşte kadınları sadece doğaya, akıl dışına ve ya duygulara ait olmadıkları vurgulamaktadır (Donovan 1997: 22; Watkins 1996: 29). Kadınların da erkekler gibi kültüre, akla ve güce sahip oldukları anlayışıyla doğal haklar talebi ve tüm bunların gerçekleşebilmesi için de erkeklerle aynı şartlarda eğitimle donatılmaları gerektiğini dillendirmektedir. Diğer bir ifadeyle kadınların toplum içerisinde hak ettikleri yeri almaları için toplumsal değişimin gerekli olduğunu ve bunun da eğitimle mümkün olabileceğini savunmaktadırlar. Buna düşünceye bağlı olarak eşitlik, eşit iş eşit ücret, eşit insan hakları, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği ve siyasi sürece eşit katılım konuşunda kampanyalar örgütlenmektedir (Ramazanoğlu, 1998: 29).

33 1.2.1.2. Radikal Feminizm

Radikal feminizm 1960’lı yılların sonlarında ortaya çıkıp 1970’ li yıllara damgasını vurmuştur. Radikal feminizmin ilk tohumlarını 1960’ların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde medeni hakları savunan ve savaşa karşı olup, politik etkinliklere katılan kadınlar tarafından atılmıştır (Ecevit, 2011: 14). Bu “eylemci kadınlar” 1960’ların radikal ve tepkisel hareketleri olarak görülen 68 kuşağı öğrenci olaylarının, çevreci protesto hareketlerinin, anti nükleer hareketin, Vietnam Savaşı sonucu oluşan savaş karşıtlığı hareketinin, anti bilim hareketinin ve liberal feministler öncülüğünde gerçekleşen medeni haklar mücadelesinin gerektirdiği siyasal etkinliklere katılan kadınlardan oluşmaktadır (Yörük, 2009: 70). Liberal feminizm liberal düşüncenin, Marksist feminizm de Marksizm’in öncüllerinden hareket ederken, radikal feminizm böyle bir ana akım kurama kendini dayandırmaz. Bu özelliği ile de kuramdan değil, eylemden doğmuş bir yaklaşım olmasına neden olmaktadır.

İkinci dalga içerisinde yer alan radikal feminizm hareketleri çerçevesinde toplumun dönüşümünü hedefleyen reformcu ve kapsamlı talepler söz konusu olmuştur. İkinci dalga feminizm döneminde radikal görüşün temel sloganı olan “kişisel olan politiktir” söylemi ile sadece kamusal alanda değil özel alanda da cinsiyete dayalı iş bölümünün dönüşümü talep etmektedir (Firestone, 2013: 67). İkinci dalgaya mensup radikal feministlere göre, özel alanın ataerkil aile yapısı cinsiyetçi sömürüyü arttıran ve çeşitlendiren bir durum yaratmaktadır. Ataerkilliğin tüm toplumsal yapıları etkisi altın aldığı, eril tahakküm ilişkisini kadınların ikincilliğine neden olduğunu tartışmışlardır. Kadınların ataerkil toplumda ikincilliğinin nedeninin cinsellik ve bedenlerinin erkek denetiminde olmasından kaynaklandığı tezini savunmuşlardır. Kadınların ikincil konumlarından kurtulması için bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını talep etmişlerdir (Taş, 2016: 170). Bu durum ikinci dalga feministler tarafından toplumsal normların uygulanış sürecinin yasalara uygun olmadığı, tamamen ataerkil sistemin normları olduğun şeklinde ileri sürülmektedir.

Genel olarak ikinci dalga feminizm özel olarak radikal feminizmin başlamasında ve gelişmesinde çok önemli bir yeri olan Simone de Beauvoir, “kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak” diye yazdığı, İkinci Cins isimli kitabında, yıllardır süren kadın sorunlarının en önemlilerinin, aile ve toplumsal cinsiyete yönelik kalıplar

34 olduğunu dillendirmiştir. Beauvoir’ un bir diğer tespiti olan “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü ikinci dalga feministlerin hem ideolojik hem pratik olarak yollarını çizmiştir (Beauvoir, 1993: 82). Bu sözü ile Beauvoir dişi cins olarak doğmuş bireyin, yıllar içinde toplumsal alanda eğitilip “kadın” olduğunu açıklamaktadır. Bu tespit ile feminizm yeni bir kavrama kavuşmuştur. Bu yeni kavram, doğumla beraber belirlenen cinsiyetin (sex) aksine doğduktan sonra aile ve toplumun etkisiyle şekillenen toplumsal cinsiyet (gender) terimidir.

Radikal feministler, kadınların toplumsal alanda baskı görmesinin ve kadın erkek arasındaki eşitsizliğin temelini ataerkil toplumsal düzen ve aile kurumundan türediğini savunmaktadır. Millett'e göre ataerkil ideolojinin aile yapısı, gençleri kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi rol ve statü kategorilerine bağlı tutumlarla birlikte toplumsallaştırmaktadır. Böylece ataerkil aile düzeni içinde kadınlar, erkeklere hizmet etmeye ve bu rolü kabul etmeye zorlayarak erkek egemen ideolojiyi yeniden üretilmektedir (İmançer, 2002: 158). Dolayısıyla radikal feminizm, liberal feminizmin kadın erkek eşitlik kabulüne tamamen zıt bir iddiayla konuya yaklaşmaktadır. Radikal feministlere göre kadın ve erkek doğuştan farklıdır. Kadınların her alanda erkekler tarafından baskılanıp, ikinci konuma itildiğini söyleyen Radikal Feministler, bu durum karşısında kadınların yapması gerekeni, erkeğe ihtiyaç duyulmayan bir dünya için her anlamda birbirleri ile dayanışma halinde olması gerektiğini söylemektedirler (Önsöz, 2008: 53). Radikallere göre, eril baskının hakim olduğu toplumlarda, erkeğin doğuştan itibaren kadınları kendine hizmet etmeye zorlaması sonucu, kadının toplumsal cinsiyeti hep ikincil konumda kalarak ezilmektedir.

Radikal feministlere göre, ataerki ve eril baskı toplumsal alanda kadın bedeni üzerindeki etkisi ile onu öteki cins olarak yarattığı görüşündedir. Dolayısıyla kadının toplumda ötekileştirilmesinin kaynağını biyolojik farklılıkta bulan radikallere göre, dişinin toplumsal cinsiyet kimliği, eril baskılara dayalı ataerkil yanlış bilinçlendirmedir (Yüksel, 1995: 84). Böylece erkek egemen ataerkil düzen geleneksel kodlarla oluşturulan kültür nesilden nesile yanlış bir şekilde aktarılmaktadır. Radikal feministler bu duruma çözüm olarak heteroseksüel evlilik ve aile kurumunu ortadan kaldırılmasını önermektedir. Radikallere göre, ataerkil sistemin, geleneksel aile yapısın yerine yeni aile biçimlerini geliştirmek gerekmektedir (Dikici, 2016: 529).

35 Geleneksel ailenin ortadan kaldırılması için de kadının sınırsız bir cinsel özgürlüğe sahip olması gerektiği tezini radikaller tarafından savunulmaktadır. Radikal feministler, kadınların istenmeyen gebelikleri önlemesi için prezervatifleri, gebelik önleyici ilaçları ya da hiçbir önleyici yöntemin kesin sonuç vermediği durumda kürtaj hakkını gündeme getirmişlerdir. Radikallere göre, yeni teknolojik yöntem olan tüpte döllenme ve yapay plasentalar ile üreme kadın bedenini gereksinimi azaltmaktadır. Bu yeni teknolojiler vasıtasıyla erkeklerin de çocuk sahibi olması sağlanarak üreme için kadın erkek cinsel rol ayrımı son bulacaktır. Böylece erotik yaşam ‘kişisel olan politiktir’ sloganı ile özel alanda ve cinsiyete dayalı iş bölümünde de bazı değişim ve dönüşümlerin olması cinsel organlarda değil tüm bedende yer bulacaktır (Atan, 2015: 3). Diğer bir çözüm de kadınların erkeklerle ilişkisi kesilerek, kamusal alanda kadın dayanışması içinde yaşamalarıdır. Radikal feministlerin, kadınların toplumsal alanlardaki eril baskılardan kurtulmaları için bir başka çözüm; kadın kadına ilişkiler, erkeksiz üreme yollarının araştırılması ve erkeklerin hormonlarına yapılacak bir müdahale ile çocuk emzirebilecek hale gelmeleri gibi argümanlar sunmaktadır (Olgun, 2003: 5). Radikal feministlerin tüm bu önerileri sayesinde biyolojik iş bölümüne dayalı ataerkil aile yapısı ortadan kalkacaktır (Sevim, 2005: 80). Sonuç olarak toplumsal alanlarda kadınların öteki cins olmaktan kurtulabilmeleri için eril önyargılardan ve baskılardan kurtulmaları gerekmektedir.

1.2.1.3. Sosyalist Feminizm

Sosyalistlere göre dünya çok karmaşıktır ve tek bir modelle açıklanamaz bu nedenle hem Marksist hem de radikal feminizm teorilerinin yaklaşımı birlikte düşünülebilmektedir (İddens, 2008: 512). Sosyalist feministler dünyanın farklı yerlerinde yaşanan var olma mücadelesi veren, kadınların özellikle ırk ve sınıf gibi iç içe geçerek gördükleri baskıyı tanımlayıp tüm bu deneyimler ortak bir meydan okuyuş gerçekleştirmeyi hedeflemektedir (Osman, 2011: 21). Sosyalistler bu meyden okuma hedeflerin marksist feminizmin kapitalimi ve radikal feminizmin toplumsal cinsiyet eşitsizliği vurgusunu birlikte analiz etmektedir.

Marksist feminizmin dillendirdiği sınıfsal baskının önemini yineleyen sosyalistler, toplumsal düzeni yansıtan ataerkilliği de en az sınıfsal baskı kadar önemli

36 olduğunu vurgulamaktadırlar (Sevim, 2005: 64 ). Sosyalist feministlere göre Marksizm tek başına bir ekonomik üretim tarzı kuramı olarak kadınların yalnızca ekonomik sömürüsünü açıklayabilmektedir. Radikal feminizmin ise ataerkillik kavramı ile kadınlar üzerindeki baskıyı erkek egemen sömürü ile açıklama getirmektedir. Bu iki kuramın birleştirilmesiyle oluşan sosyalist feminizmin, “kapitalist ataerkillik” kavramı ile ataerkil düzendeki, toplumsal ilişkiler aile içindeki ve dışındaki ekonomik/emek sömürü şeklini açıklamak açısından önemlidir (Berktay, 2011: 58). Delphy’ye göre, aile içerisindeki ekonomik sömürüyü ‘ataerkil sömürü’ olarak adlandırmaktadır. Ataerkil sömürü marksist üretim tarzından esinlenerek üreten sınıfı ev kadınları oluştururken, sömüren sınıfı kocalar oluşturmaktadır.

Sosyalist feminizmin, marksist feminizmden eleştirdiği nokta kadını, hem özel alan hem de kamusal alanda baskı altına alan ataerkilliği ve ücret karşılığı olmayan kadın emeğini açıklamada yetersiz kaldığını savunmaktadır. Mitchell, bu durumu 1966 yılanda yazdığı “Women; The Longest Revolution” adlı makalesinde toplumsal cinsiyet ilişkileri üretim, yeniden üretim, toplumsallaşma ve cinsellik şeklinde ayrımla açıklamaktadır (Ersöz, 2018:73, Connell, 1998). Kadınlar ücretiz emek karşılığı ev içi işlerle meşgul olması ve kapitalist sistemin ihtiyacı olan yeni işçiler doğurarak yeniden üretime katkı sağlarlar. Kadınların ev içinde saklı tutulup toplumsal üretimle meşgul olmaları, sosyalist feminist Costa’ya göre kadınların yaratıcılık ve kamusal alanda işgücüne katılım olanaklarından mahrum kalmalarına yol açmaktadır (Donova, 2015: 156).

Çağdaş sosyalist feministler görüşlerini dört temel noktada birleştirmişlerdir. İlki olarak; kapitalist toplumda özel alanın kadınlar üzerindeki etkisi, ikincisi; kadınların doğrudan üretimle ilişkisi, üçüncüsü; kadınların sınıflı toplumlardaki konumu ve statüsü ve son olarak da; ailenin toplumsallaşmadaki rolüne odaklanmışlardır (Donova, 2015: 150). Bu dört görüşle sosyalist feministler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini açıklamak için ataerkil yapı ve kapitalizmin ayrı ayrı ele alınması gerektiğini belirtmektedirler (Özdemir, 2017: 397).

Sosyalist feminizmin en bilinen temsilcisi olan Hartman’a göre ataerkillik kadınların emek güçlerini erkeklerin kontrol etmesi olarak görmektedir. Böylece kadınlar hem ev içi hem de ücretli işlerde erkekler tarafından sömürülmektedir. Diğer

37 bir ifadeyle Sosyalist feminist teze göre kadınların emeği ev içinde ve ücretli işçi olarak çalıştığı kamusal alanın sınıf ilişkileri ve erkek egemen ekonomik güç tarafından sömürülmektedir (Özdemir, 2017: 398, Einsenstein, 1979). Ekonomik güç toplumsal alanda erkeklerin daha kolay iş bulması, kadınların yüksek mevkilerin itibarlı işgücünde çalışmasını kısıtlamaktadır. Sosyalist feminist olgu temelde, kapitalist ve ataerkil yapıların karşılıklı birbiriyle bağımlı ilişkileri yüzünden kadınların hiçbir alanda özgürleşemeyeceğini ve kökten bir dönüşümün gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

1.2.1.4. Kültürel Feminizm

Kültürel feminizm, üçüncü dalga feminizmin 1990’ların başlarında ikinci dalga feminizmin pratiklerine karşı bir tepki olarak doğmuştur. Kültürel feminizmin bu tepkisi ikinci dalga feminizmin sadece üst, orta sınıf beyaz kadınların sorunlarına dar bir bakış açısıyla yaklaşımların yerine kadın hareketlerinin geniş alana yayılmasını kapsamaktadır (Tekeli, 2010: 73). Diğer bir ifadeyle; kültürel feministler kadınların önündeki engelleri kaldırarak, toplumsal değişime giden yolda kadınların bilinçlenmesi ve eğitim alması adına mücadele vermişlerdir (Özveri, 2009: 210). Kadının fizyolojik yapısını ve yetişme sürecini referans alan bu hareket, kadınlar arsındaki kültürel farklılıklara vurgu yapmaktadır. Böylece üçüncü dalga feminizmin bakış açısı içerisinde kadınlar arasındaki kültürel farklılıkları; ırksal, sınıfsal, etnik bağlam ve cinsel farklılıklar çerçevesinde değerlendirmiştir.

Batıda yeni bir kadın hareketi olarak yükselen üçüncü dalganın kültürel feminizmi, kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal ilişkiyi kültürel süreçlere dikkat çekerek ele almaktadır. Bir diğer ifadeyle, kadınlık kültürünün pozitif kültürel değerler etrafında yoğunlaşan kültürel feministler, aynı zamanda kadınlığı toplumda “özgün” bir kültürel kimlik kaynağı olarak görmektedirler (Taş, 2016: 171). Üçüncü dalga içerisinde kültürel feministlere göre, toplumsal yapılarda her bir kadının erkekten ayrı öznel, özerk ve farklı kimliği olduğunu savunulmaktadır. Toplumda erkekten farklı kültürel kimliği bulunan kadınların sorunları kültürel feministlere göre çoğul olarak konuşmak yerine tekil/öznel farklılıklar ortaya koyan konuşmalar yapılması gerektiğini belirmektedirler (Durudoğan, 2007: 58).

38 Kültürel feministlerin, temel hedefi siyasal ve yasal değişimler değil toplumların kültürel dönüşümüdür. Dolayısıyla kültürel feministler, liberal feministlerin aksine ortak bir insanlık kültürü ve kadınlarla erkekler arasındaki ontolojik aynılığa inanmazlar. Kadın ve erkeği iki farklı kutup olarak kabul eden kültürel feminizm, bu iki kutbun birbiriyle uyumlu olarak yaşamaları halinde, kadınlığın doğal olarak kültürü kadınlaştıracağını iddia etmektedir (Yörük, 2009: 65). Kültürel feministlere göre, kadınlar erkeklerden farklı yapılara sahiptirler. Ayrıca kültürel feministeler göre kadınlar, erkeklerden ayrı bir kültüre ve etiğe sahip olduklarına inanmışlardır. Bu kültürü de baskın erkek kültürüne üstün tutarlar.

Kültürel feministlerin bazı görüşleri radikal feminizme benzese dahi toplumdaki kadınlarla ilgili özellikleri daha değerli görmektedirler. Bu nedenle kültürel feminist kuramın merkezinde anaerkil bir yapıya bulunduğu savunulmaktadır. Kültürel feministlere göre anaerkil düzen dişil etki ve değerler aracılığıyla yönlendirilen güçlü kadınlar toplumudur (Önsöz, 2008: 53) . Margaret Fuller’in 1845’te yazdığı “19. Yüzyılda Kadın” eseriyle şekillenen kültürel feminizm, duygusal, sezgisel bilgiye vurgu yapar (Donovan, 2005: 71). Kadını duygusal ve sezgisel bilgiye ulaşmada doğal yeteneği olan bir varlık olarak tanımlayan Fuller, kadınlığın gelişmesinin, toplumu da değiştireceğini iddia etmektedir. Kültürel feminizme göre, dünyadaki iyileşmeyle kadının özgürleşmesi arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır.

Victoria Woodhull ve Emma Goldman gibi romantik anarşistler kadınların cinsel özgürlüğü anlamında “serbest aşkı” tanımladılar ve evliliğin bireylerin özgürlüğünü ve gerçek aşkını hükümet eliyle engellediğini savundular (Kayhan 1999: 39). Kültürel feminizme göre; ataerkil toplumda cinsel nesne olarak görülen kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı olması ya da doğum kontrolü ve kürtaj gibi uygulamaları tamamen kadınların kendi isteğine bağlı olmalıdır (Yüksel, 2003: 92). Kültürel feministlerden Goldman, kadınların bedenleri ve toplumsal alanlarda yaşam konusunda kontrolü ellerine almaları gerekliliğine vurgulamıştır. Goldman ile aynı görüşü savunan Sanger, ‘kendi bedenine sahip olamayan ve onu kontrol edemeyen hiçbir kadının özgür olamayacağı’ görüşündedir (Donova, 2015: 109).

Kadınların haklarının olması gerekliliği kültürel feministler tarafından da desteklenmekte fakat bunun nedeni erkeklere eşit olmak değildir. Kültürel feministlere

39 göre kadınlara haklar tanınması, kadınlık kültürünü kamusal alana taşıyarak toplumsal çatışmaları düzenleme, uluslararası savaşları durdurma ve doğaya karşı kötü davranışları denetim altına alma amaçlanmaktadır. Bu durun kültürel feministlerden Gilligam’ a göre kadınlar toplumsal sorunlara ahlaki sorumluluk anlayışı ile yaklaşacağı için daha iyi bir toplum yapısı kurulması adına kadınlara daha fazla değer atfetmiştir (Donova, 2015: 330). Kadınları toplumda daha değerli gören kültürel feminist Gage’ye göre kadınların uzun düşünsel muhakeme yetenekleri yerine sezgisel yetenekleri sayesinde sorunları daha kolay çözüme ulaştıracağına inanmaktadır. Sonuç olarak kültürel feministler, kadın sorunlarını farklı görüşlerle ele alan feminizmler arasındaki farklılıkları bir kenara bırakarak, benzerlikler etrafında birlik olmayı vurgulamaktadır.

1.2.1.5. Postmodern Feminizm ve Queer Kuram

1980’li yıllar feminist teoride postmodern dönüşümlerle birlikte fark vurgusunun çokça yapıldığı ve kadınlar arasındaki farklara dikkat çeken söylemlerde özellikle ırk, sınıf, etnik ve cinsellik farklarına daha özenli yaklaşıldığı yıllar olmuştur (Sevim, 2005: 90). Feminist teorilerdeki modern düşünceye ait temel kavramların ve perspektiflerin yadsınmasıyla birlikte ortaya çıkan postmodern feminizm, modernizmi yıkıp yerine yeni özgül inşaları yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Temellerini Derrida, Lacan ve De Beauvoir ’den alan postmodern feminizm, kadınların toplumdaki konumuna açıklama getiren bütünlükçü tek bir kadınlık kategorisini reddetmektedir. Bu nedenle postmodern feminizm çıkış noktası özne olarak kadın değil, kadının özelleştirilmesi yer almaktadır.

Feminizmin yapısalcılığı üzerine kurulu olan postmodern feminizm, toplumsal cinsiyette olduğu gibi biyolojik cinsiyet kavramının oluşturduğu ayrımı da yok saymaktadır. Postmodern feministler, kadın ve erkeğin ne olduğuna, ne olması gerektiğine ilişkin bütün toplumsal normların ve standartların dönüştürülmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Diğer bir ifadeyle, ataerkil toplumsal normlarda yer alan: aydınlık, nesnellik, fizik, matematik ve uzay gibi akıl gerektiren özellikler erkeklerle özdeştirilirken, karanlık, öznellik, duygu, beden ve kültürün kadınlarla özdeşleştirilmesi postmodern feministlerce kabul edilmemektedir. Dolayısıyla, egemen konumdaki erkek ve ona bağlı olan kadının eril dünyada daima öteki olarak tanımlanmasına itiraz etmektedirler. Onlara göre toplumsal gerçekliğin kurulma biçimlerinin farklı olduğu gibi, cinsiyet rollerinin de farklı olması gerekmektedir.

40 1980’li yılların sonunda gündeme gelen queer kavramı, toplumsal ve politik iklimin bir sonucu olarak ortaya çıkarak etkili hale gelmiştir. Aslen “tuhaf”, “acayip” anlamına gelen “queer” sözcüğünün ilk kez 20. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Başlangıçta heteroseksüeller tarafından hakaret ve aşağılama amacıyla kullanılan queer sözcüğü zamanla eşcinseller tarafından benimsendiği ve negatif anlamından sıyrılmıştır (Yeşiltepe, 2015: 10). Günümüzde yaygın olarak “eşcinsel” anlamında kullanıldığı ve herhangi bir hakaret anlamı içermediği bilinmektedir. Preciado’ya göre queer, ne doğal kadın/erkek kimliklerine, ne pratik tanımda homoseksüel/heteroseksüele, nede toplumda normal/anormal olarak inşa edelin rejimlere karşı çıkarak çoklu beden politikasını tanımlar ( Preciado, 2011: 330). Queer kuramın temel düşüncesi, toplumsal cinsiyet gibi cinsiyet kalıplarının da çoğul ve belirlenemez oluşudur.

Queer kuramın en önemli temsilcisi filozof ve feminist Judith Butler’dır. Queer kuramın miladı olarak görülen Butler’ın Cinsiyet Belası (Gender Trouble, 1990) kitabında, feminist hareketin kadın ve erkek cinsiyet kimliklerinin ayrıştırılması, sabitleştirilmesi ya da onları ortak özellikler etrafında sınırlayışını eleştirmiş ve toplumda sabit kimliklere karşı akışkan kimlikler önermiştir (Butler, 2008: 94). Butler’ın queer kuramı, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetten ayrı olarak fiziksel cinsiyetinde toplumsal söylemle yaratıldığını ileri sürmektedir (Günindi Ersöz, vd., 2018: 84). Butler’ın queer tezinin odağında toplumsal cinsiyet olarak zorunlu ve doğallaştırılmış olan heteroseksüellik vardır. “Transgender” olarak da kullanılan “queer” kavramı, heteroseksüel ve heteroseksüel olmayan bütün cinsel yönelimler için kullanılan bir şemsiye kavramdır. Butler’ ın gözünde queer, kimliği ifade eden bir terim değil, kimliğin imkansızlığını ifade etmektedir (Durudoğan, 2011: 88). Queer, gey, lezbiyen, biseksüel, transseksüel, travesti, asekseüel, poliseksüel, panseksüel, androjenl, genderqueer, ve fetişizmler gibi pek çok cinsel yönelimler için kullanılmaktadır (Bozok, 2011: 56). Queer, eşcinsel, gey ya da lezbiyen gibi tanımların, insan cinsel kimliğin karmaşıklığını ve çeşitliliğini anlamak ve açıklamak için yeterli olmadığı görüşünü temel alarak toplumsal söyleme taşınmış bir kavramdır (Ulusoy, 2011: 8). Queer kurama göre, cinsiyet ve cinsel kimliğin doğal olmadığını, aksine sosyal ve kültürel süreçlerden sonra inşa edildiğini savunmaktadır.

41 Queer Kuram: Geleneksel heteroseksüel homoseksüel ikiliğinin terkedilmesini talep ederek, cinsiyeti ve toplumsal cinsiyeti tanımlamanın üçüncü ya da başka yollarının çözümlenmesi gerektiği düşüncesini savunmaktadır ( Kirsch, 2000: 34 ). Queer kimlik, her türlü deneyimin bütünleştirilmiş tanımlamalarına karşı çıkarak, iktidar, toplumsal cinsiyet, cins, ırk, sınıf gibi kategorileri çapraz kesmektedir. Bu bağlamda Queer kuram, toplumsal ideal kavramsallaştırmasına, egemen kültürel değerlere ve normalliğe direniş göstermektedir. ( Kirsch, 2000: 36 ).

Queer bireylerin, cinsel yönelimleri gerekçe gösterilerek, kadınlar ve toplumun diğer kesimlerinden daha ağır bir baskıya ve ötekileştirilmeye maruz bırakılmaktadır. Bu baskı ve ötekileştirilme queer bireyler için, toplumsal kabul gören kadınlık ve erkeklikten farklı öznellikler ve deneyimler yaşanmasına yol açmaktadır. “Queer” olma hali, sıra dışı deneyimlerden hareketle kimliğini yepyeni bir biçimde, “tersine” ya da “baş aşağı” edilerek tekrardan kurulmaktadır. Queer kuram, ise bu halin başta queer bireyler olmak üzere, toplumun geneli üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir.

1.2.2. Toplumsal Cinsiyete Yönelik Kuramlar

1.2.2.1. Sosyal Rol Kuramı

Sosyal rol kuramı, kadın ve erkeklerin davranışlarında gözlemlenen sosyal ve siyasal tutum farklılıkların, toplumsal alanlarda kadın ve erkeklerin farklı sosyal roller üstlenmelerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir (Eagly vd., 2000: 61). Toplumsal yaşantılarda kadın ve erkeklerin farklı sosyalleşme süreçlerinin olması aslında sosyal rollerin toplumsal cinsiyet açısından farklılıklar içermesinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal alanlarda kadına ve erkeğe verilen statülerde cinsiyetlere göre belirli özellikler ve roller yüklenmektedir (Çiffiliz vd.,2018: 99).

Toplumda kadın ve erkeğe yüklenen cinsiyet rollerine ilişkin toplumsallaşma, çocukluk yıllarının ilk dönemlerinde başlayarak yaşamın ilerleyen dönemlerinde giderek belirginleşmeye ve kalıplaşmaya başlamaktadır. Daha çok farklı cinsiyetlerin davranış alışkanlıklarına bağlı kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine odaklanan bu yaklaşıma göre, toplumun beklentilerine ve koşullarına uygun olarak gerçekleştirilen davranışların özelliklerinde kalıp halindeki sosyal roller görülmektedir. Böylece toplumsal cinsiyet rolleri de nesilden nesile aktarılarak gelişmekte ve sürdürülmektedir.

42 Toplumsal cinsiyete ilişkin bireylerin zihinlerindeki farklılıkların nedeni de toplumdaki kadın ve erkek arasındaki eşit olmayan hiyerarşik yapıdan kaynaklanmaktadır (Eagly, 1983: 97). Örneğin, toplumumuzda çocuk yetiştirirken genellikle kızlara yemek pişirmek ve dikiş dikmek gibi evle ilgili roller öğretilirken, erkeklere ise ekonomik alanda kullanabilecekleri beceriler öğretilmektedir. Bu durumda toplumsal rol dağılımında, bireylerarası ilişkilerle (ana-baba, arkadaş, vb.) desteklenerek süreklilik kazanmaktadır.

Sosyal rol kuramından hareketle, ataerkil toplum içerisinde yaşamını sürdüren bireyler, toplumda istediği şekilde hareket edememektedirler. Bireyler, toplum içerisindeki davranışlarını ait olduğu sosyal dünyanın öncelikli kültürel zihniyetine uygun kalıplarda şekillenin rollerde hareket ettirmektedir. Ataerkil düzen içerisinde yer alan kadınlar ve erkekler, cinsiyetleri itibariyle toplumda kendi başlarına biyolojik bir varlık oluştururken, toplumsal alanlara girdiklerinde biyolojik cinsiyetlerinden farklı olarak toplumsal rol ve değerlerle bezenmiş toplumsal cinsiyet elbisesini giymeye mecbur bırakılmaktadır (Kapsal, 2012: 5). Ataerkil toplum, kadın ve erkek cinsiyetlerine farklı geleneksel rollerde kimlik oluştururken, iki cinsiyet için birbirinden farklı rollerde işlenmiş statüleri uygun görmektedir. Zamanın ve ataerkil toplumun şartları itibariyle bireylerin üstlendiği bu geleneksel rollerin özellikleri, sınırları ve kuralları da farklılaşmaktadır. Dolayısıyla kadın ve erkek için toplumsal cinsiyet kimliklerinin, ataerkil kültür motifleri üzerinden taşıdığını söyleyebiliriz.

Kadın ve erkekler arasındaki sosyal rol farklılıkları, bir bakıma toplum olarak bizim onların cinsiyetlerinde neyi görmek istediğimizi göstermektedir. Bir başka deyişle, toplumun bireylere gösterdiği tepki ya da onaylamalar, sosyo-kültürel alanlarda onlardan beklenilen davranış ile onların gerçekleştirdiği davranış arasındaki farka dayalı olarak çeşitlilik arz etmektedir. Bu haliyle bireyler üzerinde etkili olan ataerkil düzen kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rollerini, denetleme, sınırlandırma ve rehberlik etme gibi pek çok işlevi bulunmaktadır. Bu nedenle, toplum içerisindeki hiçbir birey sosyal ilişki ağında şekillenen toplumsal cinsiyet rollerini görmezden gelemez ve bu değerlere kayıtsız kalamaz. Bireylere dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri, ataerkil düzenin kurguladığı geleneksel roller toplumun her köşesinde, evde, işte, otobüste ve çarşıda ve pazarda kısacası sosyal ilişkilerin yaşandığı her alanda kalıplaşmış cinsiyet rolleri

43 varlığını devam ettirmektedir. Bir başka söylemle, geleneksel kültürün ifade ettiği kurallara göre şekillenen toplumsal cinsiyet rolleri/kalıpları, o toplumun cinsiyet kültürünü oluştur (Ersoy, 2009: 28).

Sosyal rol kuramının temel varsayıma göre, bireyin toplumdaki statüsünün getirmiş olduğu beklentiler ve kurallar içine doğulan toplum tarafından nesilden nesile geçecek şekilde dayatılmaktadır. Bu bağlamda sosyal rol kuramının, ataerkil toplumdaki kadınlara yüklediği rollerde hep şefkatli, itaatkar ve uysal olmayı, erkeklere ise hırslı, akıllı ve rekabetçi olmayı öğretmektedir (Kapsal, 2012: 6).

1.2.2.2. Sosyal Öğrenme Kuramı

Sosyal öğrenme kavramı, ilk defa 1950’li yıllarda Julian Rotter tarafından geliştirilmiştir. Rotter’e göre, insan, hayatına tesir eden yaşam deneyimlerini şekillendirme yeteneğine sahip bilinçli bir varlıktır. Bununla birlikte çevreden gelen uyarıcılarda insan davranışlarını etkilemektedir. İnsan davranışını anlayabilmek için hem bireyi, hem de bireyin toplumsal çevresini göz önünde bulundurmak gerekmektedir (Korkmaz, 2003: 51). Günümüzde ise sosyal öğrenme kuramı deyince ilk olarak akla Albert Bandura gelmektedir. Bandura’nın sosyal öğrenme kuramında, özellikle iki öğrenme süreci önemlidir. Bunlardan; ilki edimsel koşullanma, ikincisi ise model alma ve taklittir. Edimsel koşullanmada, istenen davranış ödüllendirilirken, istenmeyen davranış cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyetine uygun davranışlarda bulunan çocuklar ödüllendirilerek davranışın kalıcı olması amaçlanırken, cinsiyetine uygun olmayan davranışlar cezalandırılarak sönmesi sağlanır. Örneğin; toplumsal alanda kız çocuklarının mutfakta annelerine yardımcı rollerde olması istenirken, erkeklerin babalarıyla ev dışı işlerde rol alması doğru bulunur. Sosyal öğrenme kuramının ikincisi olan model alma ve taklitte ise toplumsal cinsiyet rollerinin kazanımında da genellikle kız çocuklar annelerini ve kalıplaşmış kadın rollerini; erkek çocuklar da babalarını ve kalıplaşmış erkek rollerini kendilerine model alarak taklit ederler (Dökmen, 2004: 60). Sosyal ortamda toplumsal cinsiyet rollerinin biçimlenmesinde; erkek çocuklarına aile reisliği, baskın eş, evi geçindiren ve gelir getiren kişi olması öğretilirken, kız çocuklarına ise itaatkar bir eş, erkek üstün aile ilişki kabullenmeyi ve ev içerisindeki diğer kişilerin ihtiyaçlarını karşılamayı esas rolleri olarak öğretilmektedir (Sallan Gül, 2013: 26).

44 Bandura’nın (1977), sosyal öğrenme kuramında öne sürdüğü, bireyin sosyalleşme sürecinde davranışlarının şekillenmesine ilişkin öğrenmeye getirdiği ilk yaklaşım sosyal davranışçılıktır. Toplumsal alanlarda birlikte yaşayan insanlar çevresindeki insanları gözlemekte ve bu gözlemlerden sonuçlar çıkarmaktadırlar. Bu sonuçlara göre kişi kendisi için uygun olan davranışları yapmakta uygun olmayan davranışları yapmamaktadır. Sosyal öğrenme kuramına göre çocuklar toplumsal alanda yetiştirilirken içinde bulunduğu kültürün toplumsal cinsiyetine uygun gördüğü davranışların öğretilmesi ileriki yıllarda sosyal statü ve rollerinin şekillenmesinde rol oynamaktadır (Bayrakcı, 2007: 200). Bandura’ya göre insanların sergilediği birçok davranış, toplumdaki diğer insanların yaptıkları davranışları gözlemleme ve onları model alma yoluyla kazanılmaktadır. Model almada belirli bir davranışı sergileyen gerçek bir kişi (anne, baba ve ailedeki diğer kişiler) olabildiği gibi bir filmde, televizyon programlarında ya da kitapta tasvir edilen bir karakter veya da kişide olabilir.

Sosyal öğrenme kurama göre, aileler çocuklarını doğduğu günden itibaren büyütürken kız ve erkek çocuklarına farklı rol ve sorumluluklar yükleyerek onları toplumsal yaşama hazırlamaktadır. Diğer bir ifadeyle her toplum kendi kültürel geleneklerine özgü kadınlık ve erkekliğe dair toplumsal cinsiyet rollerini daha çocuk yaştaki bireylere aktararak onları büyütmektedir. Büyüme çağında olan çocuklar cinsiyetlerine uygun olan kadınsı (feminen) ve erkeksi (maskülen) kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini kalıp halinde kimliklerine işlemektedir. İçinde yaşanılan sosyal ortamlar kadınlardan dişil, erkeklerden ise eril davranışlar beklemektedir. Böylece bireyin toplumsal cinsiyetine uygun rolleri toplumdaki diğer kişilerin davranışlarını kendisine model alarak taklit etmesiyle öğrenme süreci tamamlanmış olur.

1.3. TÜRKİYE’DE KADININ YAŞAMINI ETKİLEYEN SÜREÇLER VE MEDYADA YANSIMASI

Türkiye’de kadın ve erkeğin toplumsal alandaki varlığı genel olarak geleneksel ataerkil değer sistemi ile ilişkilidir. Ülkemizde kadın ve erkeklerin, toplumsal yaşamı pek çok açıdan farklı süreçlerden geçerek belirli bir gelişim, değişim ve dönüşüm göstermiştir. Bu değişimlerle kadınların tarihsel ve kültürel özellikleri, yaşanan dönemin hakim eril ataerkil değerler bağlamında biçimlendirip, çeşitli kodlara göre

45 dönüştürülmektedir. Türk toplumunun kültürel değerlerinin çok yavaş değiştiği göz önüne alınacak olursa, erkek egemen toplumsal alanlarda kadınların çoğunluğunu kapsayan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerin baskısından kurtulmuş değildir. Sosyal ve ekonomik statüleri erkeklere göre düşük bırakılan kadınlar, toplumsal alanda eril tahakkümün geleneksel baskıları altında sindirilmekte ve eğitim yetersizliği yüzünden büsbütün güçsüz bırakılmaktadır.

Geleneksel toplumlarda kadınların aile içerisindeki iş bölümünde erkeklerin aksine hem evde hem de tarlada çalışmak zorunda kalması, kadını özel alanda hapsetmektedir. Bu durum kadın ve erkeğin toplumdaki iş bölümlerine getirdiği farklılıklar sosyal alandaki rollerin ve statülerin farklılaşması kadınları olumsuz etkilemektedir. Toplumsal rollerdeki farklılıkların ve değişikliklerin başlamasıyla birlikte erkeğin ataerkil toplumdaki egemenliği kadınınkine göre daha baskın olması eril tahakkümün toplumsal alanda kadını ötekileştirilmesiyle sonuçlanmaktadır (Berktay, 1996: 26). Ataerkil toplumun kadınlık tanımının oluşturulduğu ev içi özel alan, eril tahakkümün dayattığı cinsiyet eşitsizliğinin de üretildiği mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Eril tahakküm, ataerkil toplumun birçok alanında erkeklerin daha baskın cinsiyet olduğu ve bu nedenle kadınların genellikle ikinci plana itildiği eşit olmayan güç ilişkisini içermektedir. Türk toplumunu da ataerkil değerler üzerine inşa edilmesi, sosyal kültürel ve ekonomik açıdan toplumsal alanlarda kadınlar üzerinde üstünlük atfedilen erkeklik değerleri baskı ve şiddetle birlikte ortaya çıkmaktadır.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında modernleşme çabaları kadınların toplumsal alanlardaki ikincil konumlarını erkeklerle eşit haklara sahip olabilmeleri adına olumlu değişikliklerle yapılmıştır. Kadınları değersizleştiren ataerkil düzene karşı yapılan bu değişiklikler Atatürkçü düşünce sistemini merkeze alan ilkeler doğrultusunda toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek adına önemli gelişmeler yapılmıştır. Öncelikle siyasal haklar konusunda toplumsal eşitlik kazanan Türk kadını 1930 yılında yürütme, 1934 yılında ise yasama organlarına eşit katılı ile toplumsal alanda kadınların seçme ve seçilme olanakları sağlamıştır. Böylece Türk kadınının siyasal hayata katılımı ve toplumsal alanda kendini gösterme fırsatı doğmuştur. Bu durumu ataerkil topluma kabul ettirmek ve yaymak zor olsa da zamanla toplumsal alanda kadın ve erkek eşitliğini yasal haklarla koruma altına alma isteğin doğmuştur.

46 Kadınlar adına toplumsal alanda yaşanan değişimlerin bir kısmı olumlu sonuçlar meydana getirirken, bir kısmı da olumsuz koşullara neden olmaktadır. Bu değişimin değerlerinin belirgin biçimde görüldüğü medya, kadının üretici, tüketici ve amaca ulaşmak için araç/meta olarak kullanılması yönünde temsillerle karşımıza çıkmaktadır. Ataerkil toplumun erkek egemen yapısı ürettiği yayınlarda gösteren medya güçleri, geleneksel kalıplara göre şekillendirdiği programlarda kadın ve erkekler uygun görülen rollerde neyin iyi neyin kötü olduğunu yeniden kurgulayarak topluma sunmaktadır. Medyanın ve özellikle televizyonun insanların yaşamları üzerinde ne tür etkilere sahip olduğu, toplumların kültürlerini değiştirme gücü, bireylerin tutum, davranış ve düşüncelerini yönlendirme rolü 20. yüzyılın modern bilimsel çalışma konularından birini oluşturmaktadır. Medyada kadın ve temsili yoğun olarak 1970’li yıllarda feminist medya çalışmaları aracılığıyla gündeme getirilmiş ve kadını ikincil konuma iten toplumsal süreçlerin medyadaki kadın temsilleri ile etkileşim içinde kurulduğuna dikkat çekilmiştir. Bu dönem medya çalışmalarında geleneksel kültürün hakim olması, medya temsillerinin “inşacı” olduğu, başka bir deyişle, “toplumsal”ı yansıtmaktan çok yeniden inşa ettiği görüşünü öne çıkarmıştır (Çelenk, 2010: 67).

Feminist medya çalışmaları, farklı ve eşitlikçi toplumsal cinsiyet fikirlerin oluşturulması için önemli bir ortam amaçlarken, kadınlar adına geniş çaptaki sunumlarla kamusal alanda da hak sahibi bireyler olmaları için çabalamaktadır. Feminist medya çalışmaları başta basın olmak üzere kitle iletişim araçlarının tümünde (radyo, televizyon, internet vb.) kendi sesini duyurmaya çalışmaktadır. Türkiye’deki feminist medya hareketi son otuz yılda gerek politikada, gerekse kamuoyu gündeminde yer almaya başlayarak toplumsal alanda feminist belleğin oluşturulması ve benimsetebilme konusunda başarı kazanmıştır. Feminist medya çalışmaları toplumsal gerçekliğin erkek egemen değerler üzerinden yeniden sosyo-kültürel ortamlarda dolaşıma sokulmasına karşı önemli bir dik duruş sergilemektedir. Modern eşitlikçi toplum değeri yerine erkek egemen ataerkil değerleri topluma sunan medya iktidarını yanlı temsiller üzerinden eleştiren feminist medya çalışmaları, kadınların toplamsal statüsünü yükseltmeyi amaçlamaktadır. Feminist bakış açısıyla yapılan medya çalışmaları, erkek egemen toplumun yarattığı kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde kadınların ötekileştirilmesinin deşifre edilmesi üzerine yoğunlaşmaktadır. Medyanın erkek egemen içerik üretiminde kadınları sürekli özel alanda cinsiyetçi temsillerle sunmasını

47 sorgulayan feminist medya çalışmaları, kadın erkek eşit rol dağılımı geliştirilmesi adına çaba göstermektedir.

Toplumsal sorumluluk kuramına/yaklaşımına göre medya araçlarının yayınlarında kullandıkları kitle iletişim araçlarının özgürlüğü, topluma karşı yüklemiş oldukları sorumluluklar ve bireysel özgürlükler olmak üzere üç temel ilke üzerinden hareket etmeleri beklenmektedir (Mutlu, 2005: 80). Bu kurama göre kitle iletişim araçları yayınlarında özgür olurken toplumsal alanda bireylere karşı önemli sorumluluklar üstlenmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Medya araçları toplumsal sorumluluk kuramı kapsamına göre toplumu bilgilendirme, eğlendirme, kamuoyu oluşturma ve dolaylıda olsa iktidarı denetleme gibi önemli işlevleri titizlikle yapmaları gerekmektedir (Şenol vd., 2018: 315). Başka bir anlatımla toplumsal sorumluluk kuramı, medya araçları sadece ticari kaygılarla yayın yapma amacı taşımadan, önemli bir kamu oluşturma ve denetleme görevini üstlenmiş olduklarının bilincinde olmaları ne olursa olsun bu bilinci hiçbir zaman ikincil plana atmamaları gerektiğini vurgulamaktadır.

Türkiye’de 1980’li yıllar ikinci dalga feminist hareket kapsamında toplumsal alanda kadına ilişkin çeşitli konular ve sorunların medyaya taşınması ve bu sorunların çözümünde ataerkil topluma ve erkek egemenliğine eleştirel yaklaşan bir bakış açısı geliştirilmiştir (Çakır, 2006:39). Bu dönemlerde Türkiye’de feminist fikirlerin tohumları atılırken, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan feminist gruplar seslerini duyurmaya başlamışlardır. Toplumsal alanlarda etkileri zamanla artan feminist gruplar, seksenli yılların ikinci yarısında ise eylemler yapılmaya başlanmış ve bu eylemler büyük şehirlere kadar yayılmıştır. Bu süreçte başlatılan eylemler egemen ataerkil değerler tarafından belirlenen kadınlık ve erkeklik kimlikleri sorgulanarak kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine karşı bir direniş başlatılmıştır.

Tüm dünya genelinde hüküm süren ataerkil toplum anlayışı, medyanın temsilleri kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden pekiştirilmeye ve yeniden üretilmeye devam etmektedir. Medyada içeriklerinde kadını sürekli özel alanda sınırlı temsillerle sunması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden sosyo-kültürel süreçlerde dolaşıma sokulması, ataerkil toplumun değerli kıldığı hegemonik erkekliğin sürekliliği üzerinden sağlanmak istenmektedir. Medya güçlerini temsil eden erkek hegemonyasının ürettiği

48 içeriklerde izleyicilere vermek istediği mesaja uygun hale getirilen kadın temsilleri kurgulandıktan sonra topluma dayatılmaktır. Erkek hegemonyası üzerine kurulan ataerkil toplum değerlerinde kadınlar erkeklerden daha az değer verildiği için medya temsillerinde de bu durum değişmeyerek kadınları köleleştirmektedir. Geleneksel toplum değerlerini yeniden inşa eden medya, kadına yönelik şiddet içerikli görseller üzerinden eril tahakkümü toplumsal alanda dayatmaktadır. Medya, ataerkil toplum değerleri doğrultusunda kadın bedeni ve cinselliğine olması gerekenden fazla vurgulaması şiddet eylemlerinin ‘namus bahaneli cinayetler’ üzerinden ataerkil normlarla desteklenen yaptırımlarla normalleştirilmesine olanak tanımaktadır. Genellikle, medyada yer alan kadın; fedakar anne, ideal eş, özel alanda ev işleri yapan, eğitim seviyesi düşük, bundan dolayı edilgen konumda olan ve en çok üzücüsü de her türlü eril şiddete maruz kalan ve bu mağduriyetle mücadelede sürecinde yetersiz kalan, cinsel obje olmaya mahkum edilen ikinci sınıf vatandaş olarak gösterilmektedir (Şenol, 2018:316, Mora: 2005: 2-5)

1980 yılında Butler ve Paisley radyo, televizyon, günlük gazeteler, süreli yayınlar ve sinema alanında yapılan içerik analizlerinin bütünsel bir değerlendirmesi niteliğinde medyada kadınların temsili konusunda bir cinsiyetçilik ölçeği oluşturmuşlardır. Bu ölçekten hareketle kadın temsillerine dair beş grup belirlemişlerdir:

1. Aptal, suskun, seksi ya da nesne konumundaki kadın (“aşağı it” tipi)

2. Rolünü yerine getiren ve hayatında evini, yuvasını hep temel alan, eş, anne, sekreter, hemşire vb. kadın (“yerinde tut” tipi)

3. Geleneksel rolüyle mesleğini bir arada yürüten kadın (“iki yer ver” tipi)

4. Erkeklerle eşit kadın (ki bu tip 70’li yılların televizyonunda çok ender rastlanan ve mutlaka bekâr olarak çizilen bir kadın tipidir)

5. Belli kalıplara sokulmamış kadın (ya da erkek); burada roller tersine çevrilmiş ya da alışılmışın dışında olabilir (Tanrıöver, 2007: 157).

Teknolojik gelişmelerin hızla yayıldığı modern toplumda medyanın üstlenmiş olduğu toplumsallaşma işlevi ile Türk toplumundaki ataerkil sisteme bağlı toplumsal

49 kimliklerin oluşum sürecinde kadınla ilgili ataerkil değerler yeniden inşa edilmektedir. Medyanın televizyon dizileriyle yeniden inşa ettiği ataerkil toplum değerleri özellikle kadınların ev ve çocuk bakımının yansıtıldığı özel alan temsilleri ve iyi bir eş olmak için geçmişten günümüze kadının kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak biçimlendirilmiştir. Medyanın ataerkil değerleri topluma aktarmasına hizmet eden kadın ve erkek temsillerinin zamanla insanlar, toplumsal gruplar ve hatta tüm ülke üzerinde yarattığı olumsuz etkiler söz konusundur. Son yıllarda medya içeriklerinde biraz olsun değişim olmasına rağmen kadınların daha çok özel alanda yer alması gerektiği düşüncesi, televizyon dizilerinin çoğunluğu tarafından desteklenmektedir. Televizyon dizilerinde kadınlar, daha çok ev ve aile ortamında temsil edilerek, yaşamlarının büyük bir kısmını özel alanla sınırlandırılmaktadır. Televizyon dizilerinde kadın yaşamını, ataerkil değerlere göre şekillendirdiği özel alanda sınırlı, ötekileştirilmiş ve alçaltıcı rollerde temsil edilmesinin değişmesi gerekmektedir. Ayrıca televizyon dizileri toplumsal cinsiyete yönelik şiddet, taciz, tecavüz, istismar ve mobing gibi olumsuz içerikleri kadınlar üzerinden temsili edilişi, medyanın eril bakış açısıyla kurulduğunu kanıtlamaktadır.

Kadının medyada var oluşu ve temsilinde hala ataerkil kalıplaşmış değerlerin ve geleneksel düşüncelerin izleri görülmektedir. Medyada kadının toplumsal kimliği ve konumu açısından gösterilen temsillerde oldukça yanlı yaklaşımlar barındırmaktadır. Medyada kadın temsili iki kalıp yargı içinde kullanmaktadır. Birincisi ataerkil yapı içinde kadının anne, eş, ev kadını gibi geleneksel roller içine alınması, ikincisi ise baştan çıkarıcılık, en çok izlenme ve sansasyon kaygılarına boyun eğmiş şekliyle kadın bedeninin teşhir edilmesi medyanın kadın ve kadınlık hakkında oluşturduğu imgelerle kadın kimliğinin tanımlanmasında geleneksel öğelerin altını çizerken, aynı zamanda bu araçların kamusal alanın özünde yer almaları, genel olarak özel alana hapsedilmiş kadının bu alanda sözünün değersiz görülmesine neden olmaktadır (Timisi, 1997:1-2).

1.3.1. Kitle İletişim Araçları (Medya)

Türk Dil Kurumu(TDK) Medyayı: “büyük iletişim ve yayın organlarının bütününe verilen ad” ve “iletişim ortamı, iletişim araçları, kitle iletişim araçlarının tümü olarak” tanımlamaktadır (TDK, 1998). Medya, kitle iletişim sürecinin en önemli organizasyon biçimlerinden biridir. Günümüzde medya (kitle iletişim araçları) denildiği

50 zaman; özellikle gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet akla gelmektedir (Aydeniz, 2012: 16). Bu araçlar içerisinde toplumsal alanda yaşanan teknolojik ilerlemelere rağmen, günümüzde hala en güçlü ve en yaygın kitle iletişim aracının televizyon olduğunu söylemek mümkündür. Toplumumuzda medya (televizyon) o denli büyük bir güçtür ki; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak tanımlanmaktadır (Türkoğlu, 2004: 57).

Kitle iletişim araçlarının günümüzde son derece önemli ve etkili birtakım işlevleri bulunmaktadır. Bu konuda çok değişik açıklamalar yapılsa da genel olarak haberdar olma/bilgilenme, toplumsallaşma, eğlence, tartışma, eğitim ve kültürel gelişme gibi işlevlerinin olduğu söylenebilir. Medya giderek toplumsal yaşamın iliklerine işleyerek bireylerin toplumsallaşmasını sağlamaktadır. Toplumsal yaşam hakkındaki bilgileri artık gazeteler, posta, radyo, televizyon programları ve internet gibi kitle iletişim araçlarından alınmaktadır (Büyükbaykal, 2005: 71). Kitle iletişim araçlarının en eskisi şüphesiz postadır. Tüketim toplumunda internet çağına girilmesiyle birlikte artan rekabetten dolayı posta hizmeti de geliştirilmiştir. İletişim dünyasında köklü değişikliklerin olmasını sağlayan telefon, akıllı telefonların geliştirilmesiyle birlikte farklı iletişim türlerini de kapsar hale gelmiştir. Günümüzde ve gelecekte, telefon en çok rağbet gören kitlesel iletişim araçları arasında yer almaya devam edecektir. Kitle iletişim araçları arasında önemli bir yeri olan gazeteler, gönderilen mesajlar sayesinde toplumu belirli bir şekilde yönlendirmeyi sağlayan iletişim araçlarındadır. Bir zamanların en çok ilgi gören iletişim aracı olan radyo, televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte eski popülerliğini kaybetmiştir. Radyolar eğlence yönü yüksek olan iletişim araçları olsa da haber alma ve bilgi edinme gibi kitle iletişimi de gerçekleştirmektedir. Son olarak internet kitle iletişim araçları içerisinde internet asrın icadı olarak kabul edilmektedir.

1.3.1.1. Televizyon

Televizyon sözcüğü yunanca “uzak” anlamındaki “tele” ve “görme” anlamındaki “visio” sözcüklerinin television şeklinde birleşmesiyle oluşmuş ve anlamı da ‘uzağı görme’ dir. Television sözcüğü Türkçe’ ye “televizyon” olarak geçmiş ve kısaca “TV” şeklinde gösterilmektedir (Temel Britannica, 1993: 135).

51 Televizyon yayınları, ülkemize İstanbul Teknik Üniversitesi(İTÜ) ’nin bir laboratuvar çalışması olarak 1952’de başlattığı ilk denemelerle başlanmış olduğu kabul edilmektedir. Ülkemizde, Radyo yayınları Batı ülkeleriyle aynı yıllarda başlamasına rağmen, düzenli televizyon yayınları bu ülkelere göre epey geriden kalmıştır. Bu durumun en önemli sebebi ise televizyonun hem yayıncılar (üretici) hem de vatandaşlar (tüketici) açışındın çok daha büyük maliyetler gerektirmesin kaynaklandığı gösterilmektedir (Yengin, 1999: 61). Televizyon programlarının çeşitlenmeyle birlikte toplumsal alanlarda televizyon satışları artmaya başlamıştır. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu(TRT)’nun radyo ve televizyon yayınlarındaki tekelci yapısı 1990 yılına kadar devam etmiştir. Ancak sosyo kültürel yapılarda yaşanan önemli değişimle birlikte 90’lardan sonra Türkiye’de de özel televizyon yayıncılığı yapılmaya başlamıştır.

Kitle iletişim araçlarından özellikle televizyon bir taraftan haber ve eğlence yoluyla insanları beslerken, bir taraftan da insanların yaşam tarzını yönetmektedir İnsanların gündelik yaşamı medyanın ve özellikle televizyonun yönlendirmesi altında kalmaktadır. Medyada ve televizyon programlarında yer alan toplumsal cinsiyet temsilleri, ataerkil toplumsal düzende nasıl bir kadın veya nasıl bir erkek olunacağına dair örnekler sunmaktadır. Bu nedenle medya ve televizyonun, ataerkil toplumda kadın ve erkeklerin düşünceleri, davranışları ve değer yargılarının oluşmasında oldukça önemli etkiye sahiptir (Yavuz, 2015: 11). Medya da ataerkil toplumsal cinsiyetçi bakış açısının görünürlük kazandığı alanların başında gelmektedir. Televizyonda sunulan ataerkil toplum düzeninde kadın karakterlerin rollerinin eş ve anne olarak sınırlandırılmasının ya da erkeğin karşısında statü düşüklüğünün temelinde, kitle iletişim araçları, televizyon dizileri ve reklamların payı azımsanmayacak kadar fazladır.

Özel kanalların artması ve gündelik yaşantımızda ritüel haline gelen televizyon, evlerimizin başköşesinde kendisine yer edinmiştir. Gündelik yaşantımızda televizyonun, bireyler üzerindeki sosyo-kültürel etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Televizyon yayınları, bireyleri toplumsal yapılar hakkında bilgilendirme, eğitme, yönlendirme işlevlerini üstlenmesi, onu diğer kütle iletişim araçlarından farklılaştırmaktadır.

52 1.3.1.2. Altın Zamanlı Televizyon Dizileri (Prime Time Diziler)

Günümüzde televizyon izleyen kişilerin, televizyon başında harcadıkları sürenin büyük bir bölümünü televizyon dizileri kapsamaktadır. Özellikle akşam altın zamanlarda yayınlanan ve adına “prime-time” denilen yayın kuşağı 20.00 ve 24.00 saatleri arasına insanların en çok televizyon izledikleri saatlerde yoğun olarak televizyon dizileri yer almaktadır (Karaboğa, 2016: 187). Her türlü sosyal kesimden onlarca insanın her akşam rutin bir şekilde saatlerce televizyon başında televizyon dizisi izlemesi rutin bir süreç haline gelmiştir. Televizyon kanallarının ve yayınlanın dizelerin sayısı her geçen gün artmasına bağlı olarak, dizi film izleme alışkanlığının da gittikçe artış göstermektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) tarafından 2013 yılında yapılan “televizyon izleme eğilimleri araştırmasına” göre, izlenen program türleri içerisinde televizyon dizileri % 76.7’lik oranı ile en çok izlenen program türlerinin başında gelmektedir. Tekrarları ile birlikte günlük 150-180 dakika süren televizyon diziler içerisinde prime time kuşakları yayın akışında önemli bir bölümü oluşturmaktadırlar. Ayrıca ülkemizde her sezonluk yaklaşık 50-70 yeni dizi yayınlayan televizyon kanalları yoğun bir dizi tüketimini topluma sunmaktadır.

Türk televizyon tarihinin ilk yerli dizileri, ilk kez TRT’nin kurum dışından, Türk sinemasının kalburüstü yönetmenlerine dayanarak ünlü Türk romanlarından hazırlanan yayınlar ile başlamıştır. Yayınlanan bu diziler: Ömer Seyfettin’in hikâyelerinden esinlenilerek hazırlanan “Beş Hikâye” ve Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu” isimli romanından derlenerek uyarlanmıştır. Bu iki yayın sonrasında dizi sektörüne; “Sinekli Bakkal”, “Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz”, “Tütün Zamanı”, “Değirmen”, “Kumpanya” adlı dram türünde yayınlarla TRT dizi serüvenini televizyon izleyicisinin beğenisine sunmuştur (Serim, 2007: 97 ).

 All My Children dünyada çekilen ilk TV dizisi olup, yayın tarihi 5 Ocak 1970’dir.  Türkiye'nin TRT'de yayınlanan ilk yerli TV dizisi ’ ın ilk yayın tarihi: 23 Eylül 1974’tür.  Türkiye’de çekilen ilk dizi Aşk-ı Memnu, Halid Ziya Uşaklıgil'in aynı adlı eserinin ilk televizyon uyarlaması 1975 tarihinde TRT'de yayınlanmış ikinci Türk televizyon dizisidir.

53  Elveda Rumeli ise tamamı yurtdışında çekilip Türkiye’de gösterilen ilk televizyon dizisi ünvanı ile 20 Eylül 2007 tarihinde yayınlanmıştır.

Ülkemizde akşam vakti altın zamanlarda(prime time) yayınlanan televizyon dizileri, belirli konular üzerinden kurguladıkları hikayelerini ataerkil toplumsal yaşama uygun hale getirerek geleneksel toplum kalıplarını yeniden inşa etmektedir. Geçmişte var olan ve bugün hala hikâyelerinde: aile hayatı başta olmak üzere, toplumsal cinsiyeti ataerkil kodlara göre sunan prime time dizeler kalıplaşmış kadın erkek rollerini sıkça kullanmaktadır.

Tablo 3: Kadınların Medyada Temsil Biçimleri (Tanrıöver, 2007) Kadınların, toplumsal hayatın herhangi bir alanında erkekler ile eşit biçimde “doğal” olarak temsil edildiği durumlardır. Doğal (Cins) Örnek: Görsel medyada yer verilen bir kongre haberindeki Eşit Varlık fotoğrafta erkek katılımcılarla beraber kadın katılımcıların birlikte gösterilmesi. Bu temsil biçimini “olağan” varlık olarak da adlandırmak mümkündür. Kadınların salt eş ya da annelik konumunun altını çizen Eş, Anne, ve/veya “fedakârlık” niteliğini ön plana çıkaran Fedakâr Kadın içeriklerdir. Örnek: Başbakan’ın eşi ya da “şehit anneleri”. Kadınların, genelde “3’üncü sayfa” olarak tanımlanan haber türleri kapsamında cani, suçlu ya da tersine kurban olarak Üçüncü Sayfa, yer aldığı haberler ve özellikle ünlüler dünyasındaki Magazin Nesnesi yıldızların; aşk ilişkileri, giyim-kuşamları gibi içerikler. Örnek: Jennifer Lopez ile Alex Rodriguez aşkı evliliğe doğru ilerliyor magazin haberleri Haber ya da içerikle doğrudan ilişkisi olmadığı halde kadınların bedenleri / cinselliklerini ön plana çıkaran Cinsel Nesne (Obje), içerikler. Haz Nesnesi Örnek: Klasik olarak “arka sayfa güzeli” olarak adlandırılan içerikler Kim Kardashian’ın resimleri Kadınların herhangi bir eyleme (toplumsal, siyasal, kültürel) doğrudan katılır biçimde, ya da belli bir örgüte Örgüt (Siyaset), dahil olarak sunuldukları içerikler. Eylem Öznesi Örnek: İyi Parti başkanı Meral Akşener’in seçin öncesi mitingleri Bu çerçeve ilk bakışta, diğer temsil biçimlerinin bazı içeriklerin ayrıntılandırılması amacıyla oluşturulmuştur. İçerikle doğrudan ilgili olmadığı durumlarda kadınların, Araçsal Varlık gündelik deyimle “konu mankeni” biçiminde temsil (Fetiş Nesnesi) edildikleri durumlarda kullanılmıştır. Örnek: Erkekleri ilgilendiren araba reklamlarında kullanılan kadın bedeni fetişleri

54 Kitle iletişim araçlarının, toplumsallaşma süreçleri ve kanaat oluşumu aşamasında önemli bir etkiye sahip olan medya, kadınlar temsili ve kadın bedeni sunumu ile sadece toplumsal cinsiyete değil, dünyaya da nasıl baktığına dair bilgi vermektedir. Bu bakış açısını yine kendi araçlarıyla meşrulaştırmakta ve sonuçta toplumun bu bakış kadınları algılamasında biçimlendirme işlevi görmektedir. (Tanrıöver, 2007: 154)

1.3.2. Geleneksel Toplum Yapısı Ataerki

Geleneksel kültürlerde, toplumsal cinsiyetin üretildiği ve toplumsal cinsiyet öğretilerinin türediği başlıca kaynak aile ve ataerkil düzendir. Kelime anlamı ‘babanın hakimiyeti’ olarak ifade edilen ataerki, başlangıçta erkek aile reisinin otoritesi üzerine kurulan toplumsal düzeni anlatmak için kullanılmıştır. Günümüzde ataerki kavramı ile genel olarak erkek tahakkümünü yansıtan anlamda kullanılmaktadır (Can, vd., 2018: 36). Diğer bir ifadeyle ataerki, geçmişten günümüze kadar erkeklerin kadın üzerinde kurmuş olduğu baskı ve egemenliği anlatmaktadır. Daha önceleri antropologlarca kullanılmış olan ataerki, 1970’li yıllara gelindiğinde feminist söylemlerde anlam kazanmıştır. Radikal feministlerce ele alınan ataerki, sosyo-kültürel alanlarda kadın bedeni üzerindeki eril baskıyı sorgulamak için patriyarki kavramını ile kullanılmıştır (Ramazanoğlu, 1998: 58). Kandiyoti’ ye göre; ataerkillik, merkezi geleneksel toplum olan, sosyal alanda yaşlı erkeğin tüm aileyi yönettiği ve aile şerefinin, namusunun kadın bedeni üzerinde kontrol ya da denetimi sıkı sıkıya eril gücün eline bırakan geniş aile sistemidir (Yuval, 2003: 28). Ataerki kadınlardan, hem ailede, hem işte, hem de toplumda geleneksel yerlerinde kalmalarını istemektedir. Böylece erkeklerin, ekonomik ve siyasal rollerdeki egemen konumları sarsılmayacak, kadınlarda, ev işleriyle yetinerek özel alanda sunulan konumlarına razı olarak erkeğin egemenliğinde yaşamak zorunda bırakılacaktır.

1.3.2.1. Aile ( Pembe Mavi Sevgisi )

Ailenin ‘evrensel’ bir kurum olduğunu iddia eden Murdock’a göre aile, “ortak ikamet, ekonomik işbirliği ve yeniden üretim” ile karakterize edilen bir toplumsal grup olarak tanımlamaktadır. Ayrıca aile kurumu içerisinde nikâh ve evlilik bağı ile toplumsal olarak onaylanmış bir cinsel ilişkinin olduğu, her iki cinsin yetişkinlerini

55 içermektedir (Karkıner, 2011: 130, Haralambos, 1995: 317). Aile içerisinde evlilik bağı ile bağlanan çifttin bebeği anne rahmine düştüğü andan itibaren en çok merak edilen soru, bebeğin cinsiyeti olmaktadır. Bu nedenle doğacak bebek için hazırlıklar planlanırken, kız bebek için pembe bir dünya ve erkek bebekler için mavi bir dünya kurulmaya başlanmaktadır.

Aile toplumsal kabuller gereği kız ve erkek çocukların yaşam alanlarını düzenlemek eğilimindedir. Ataerkil aile yapısında kızlara kısa etekler giydirilip, iç çamaşırlarını gösterecek hareketler kaçınmaları tembihlenirken, erkek çocuklarına pantolon giydirilmekte ve her fırsatta koşmaları, tırmanmaları ve top oynamaları teşvik edilmektedir (User vd., 2010: 137). Ataerkil toplumlarda aileler, çocukları adına gerek kıyafet seçimi gerekse oyuncak seçimi ile geleceğe hazırlarken, aslında onları ileriki yıllarda toplumsal cinsiyet açısından kendilerinden beklenen rolleri öğrenebilmeleri adına farklı şekillerde davranmaktadırlar. Aileler kız çocuklarına, genellikle oyuncak olarak Barbie bebekler almakta ve bebeklerini doyurma, uyutma ve giydirme gibi oyunlar oynatarak onlardan uysal, anaç ruhlu, duygusal olmalarını öğretmektedirler. Ayrıca ev işlerini öğrenmeleri adına evcilik oyunları ile yemek pişirme, çay koyma ve temizlik yapma gibi gelecekteki kadınlık/annelik rolünü öğrenebilmeleri adına etkinlikler yaptırmaktadırlar. Erkek çocuklara ise, genellikle araba, top, silah ve Süpermen gibi kahraman oyuncaklar ile oynatılarak gelecekte daha hırslı, saldırgan, rekabetçi ve lider kişilikte bireyler olmaları adına daha özgür yetiştirmektedirler.

Ataerkil ailelerde, kız ve erkek çocukları sevme ve sevgi biçimlerinde de çocukların cinsiyetlerine göre farklılık göstermektedir. Anne ve babalar kız çocuklarını, oyuncakları Barbie bebeklere benzeterek ‘güzel kızım’, ‘prensesim’ gibi naif bir şekilde sevilirken, erkek çocukları ‘aslan oğlum’, ‘paşam’, ‘yiğidim’ gibi daha hoyratça sevilerek, onları küçük yaştan itibaren ataerkil ideolojinin gücünü yansıtan, soyun devamı sağlayacak cinsiyet olarak yüklediği değeri aşılamaktadır. Çocukluk çağından itibaren, kız çocuklarını sıkı bir denetim ve koruma içinde yetiştiren aile, erkek çocukları için denetim ve kontrol etmeye gerek görmeden serbest bir şekilde yetiştirmektedir. Bu nedenle ataerkil toplumda kızlar ve erkekler ergenlik çağı ve sonrasında hareket alanları kızlar aleyhine kısıtlanmış olan yaşam biçimi sürdürmektedir (Kümbetoğlu, 2010: 40). Örneğin, yetişkin kız çocukları mekânsal ve

56 zamansal olarak toplumsal bir engellenmeye tabi tutulurken, yetişkin erkek çocukları için mekan ve zaman sınırlaması olmadan ev dışında vakit geçirme konusunda serbest bırakılmaktadır.

Ataerkil ailelerde, erkek egemen değerlerle yetiştirilen kız çocukları ile ilgili olarak “namus” ve “bekâret” kavramlarının önemi o kadar değerlidir ki, toplumda ailenin değeri korumak için kızın bedeni üzerinde iki kavram bir arada düşünülmektedir. Namus kavramı, kız çocuklarına bedenleri üzerindeki özgürlüğün tanınmaması, aile ve toplum tarafından haklarının kısıtlanması ya da tümüyle yok sayılması geleceğin kadınları olan kızlar, açısından toplumsal baskının ilk basamaklarını oluşturmaktadır (Küntay, 2010: 18). Ataerkil toplumlarda namusun neredeyse bekâretle aynı şey olarak görülmesi ve bu konudaki değerlerin, düşüncelerin, asıl olarak kadın bedeni ve cinselliğini denetlenmesine yönelik uygulamalarda kendini göstermektedir (Bora ve Üstün, 2008: 73). Ataerkil toplumlarda bekârete yönelik uygulamalar, kadın bedenleri üzerinde kurulan eril denetim ve baskılarla onları disipline etme çabaları, gerek fiziksel olarak dış bedenlerine gerekse iç bedenlerine (ruhlarına) derin travmalar yaşatmaktadır.

Birey toplumsal yaşamdan doyum sağlaması, toplumsal alanda işlevlerini etkin bir şekilde yerine getirmesi ve yaşadığı topluma uygun kişi olarak yetişmesini öncelikle aile çevresinden öğrenmektedir (İşmen, 2004: 28). Aile, var olan cinsiyet rollerinin ve ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan toplumsal cinsiyetin yeniden üretildiği ve geliştirildiği alanı oluşturmaktadır.

1.3.2.2. Eğitim ve Meslek

17 yüzyıldan itibaren kadınlar açısından en önemli sorun eğitim olmuştur. Daha önceleri iyi anne olmak için eğitim gerektiğini söyleyenler, 19 yüzyılda da ulus devletlerin oluşmasıyla birlikte iyi bir yurttaş olmak için eğitimin önemini savunmuşlardır (Heywood, 2013: 236). Türkiye’nin eğitim konusundaki hedeflerinin başında toplumu oluşturan her bireyin kaliteli bir ilköğretim ve ortaöğretimi(zorunlu eğitim) tamamlaması yer almaktadır. Nitekim yapılan tüm yasal düzenlemeler ve yürütülen bütün çalışmalar da özellikle kız çocuklarının, aleyhine sonuçlanarak zorunlu eğitime dahi ataerkil toplumdaki eril baskılar nedeniyle belirlenen hedeflere ulaşmasında ve eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında yeterli olmamıştır.

57 Tablo 4: TÜİK 2017 Yılı Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İstihdam Seçilmiş Göstergeler Kadın Erkek Okuma yazma bilmeyen % 15 % 29 Okuma yazma bilen ama hiç okul bitirmeyen % 20,8 % 49,8 İlkokul % 28,8 % 66,1 İlköğretim % 27 % 81,3 Ortaokul % 17,3 % 51,4 Lise % 25,7 % 64,3 Üniversite % 61 % 78,4

Tablo 3’te yer alan eğitim durumu ve cinsiyete göre istihdam oranını incelediğimizde, son olarak bitirilen eğitim kademesi ne olursa olsun erkeklerin kamusal alanda istihdam edilme oranının kadınlardan daha yüksek olduğu görülmektedir. Ataerkil toplumda kadınların, kamusal alana ulaşmakta zorlanan veya ulaşsa dahi eril konumun altında çalışmaya mecbur olması toplumsal cinsiyet olarak kadının toplumda ötekileştirildiğinin kanıtı olarak sunulmaktadır.

Ataerkil toplumda cinsiyete dayalı işbölümünde kadınların payına düşün soyun devamı ve sürekliliğini sağlamaya ilişkin üretim, yeniden-üretim gibi faaliyetler kadınların meslek sahibi olmasını engellemektedir. Aile içerisinde yeniden üretimde karı koca arasındaki eşitsiz dağılım kadınlar adına kamusal alanda ayrımcılık yaratmaktadır. Başlangıçta ev ve çocuk bakımı ile sınırlı olan kadın meslekleri, zamanla ekonomik bağımsızlık için çalışma hayatında ücretli çalışanlar arasında kendine yer edinmeye başlamıştır. Kadın çalışma yaşamında; ücretsiz işçiliği, yarı zamanlı çalışma, tarım işçiliği, parça başı üretim, emek yoğun imalat sanayi ve ev işlerinin devamı olarak görünen hizmet sektöründe yer alan mesleklerde yoğunlaşmaktadır (Erkek ve Karagöz, 2009: 1). Kadınlar daha çok hizmet sektöründe, düşük ücret ve statü sağlayan kadın-işi diye bilinen mesleklerde çalıştıkları görülmektedir. Sosyo-ekonomik alanda kadın-işi diye bilinen mesleklere yoğunlaşan kadınların bu durumu, kamusal iş yaşamında eğitim ve ilerleme olanaklarının eril güçler tarafından kısıtlanmasıyla açıklanmaktadır. Kamusal alanda ağırlıklı olarak kadınların istihdam edildiği kadın yoğun işler/meslekler’ olarak adlandırılan işlerin arasında kasiyerlik, temizlikçilik, tekstil işçiliği, sekreterlik, anaokulu öğretmenliği, hemşirelik

58 ve ebelik gösterilebilir. Kadınları bu mesleklere iten sebep altında ataerkil toplum baskısı ve eril güçlerdir. Ataerkil toplum baskısı kadının kamusal alanda istihdam edilse dahi erkeklerle eşit parkurlarda yarışamazlar. Erkek yoğun mesleklerde çalışan kadınlar erkek meslektaşlarına göre daha olumsuz koşullarda çalışmaktadır. Kamusal alanda kadınlar genellikle kamusal alanda görünürlüğü eril güçlerce ayrımcılığa maruz bırakılmakta, bazen da görünmeyen engellerle, yani cam tavanla karşılaşmaktadırlar.

1.3.2.3. Ekonomi (Emek)

Günümüz Türkiye’sinin ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda ilerleyebilmesi için kadınların, sanayi ve hizmet sektörlerinde hak ettiği konumlara ulaşmalarıyla doğru orantılı olacaktır. Dolayısıyla gerek yerel düzeyde gerekse küresel düzeyde rekabet edebilir bir ekonomi için, ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların iş hayatına katılması son derece önem arz etmektedir (Bozkaya, 2013: 71). Sanayi Devrimi ile kadın da çalışma yaşamına katılması sosyo-ekonomik alanlarda yaşanan değişimlerin başında gelmektedir. Sanayi Devrimi öncesinde emeğini ücretsiz aile işlerinde kullanan kadın, ilk kez Sanayi Devrimi ile birlikte, ekonomik alanda bir gelir (ücret) karşılığı emeğini satmaya başlamıştır. Sanayi devrimi ve kente göç ile birlikte ortaya çıkan işsizlik ve yükselen fiyatlar karşısında kadınlar, ayakta kalabilmek için zor şartları seçerek düşük ücretlerle çalışmaya başlamışlardır. Ayrıca kadınlar ev içi üretimi(örgü- dikiş, gıda maddeleri satmak vb.) ile aile geçimine katkıda bulunmuştur. Bu durumun sonunda kadınların ev işi yükü artmıştır (Yaman, 2013: 127).

Gerek ülkemizde gerekse dünyanın hemen her ülkesinde nüfusun önemli bir kısmını oluşturan kadınların ekonomik alandaki varlıkları geçmişte olduğu gibi günümüzde de erkeklerin gerisinde, ikincil işgücü statüsü ile sınırlandırılmaktadır. Kadınların ekonomik alandaki ikincil rolleri özellikle ataerkil toplumdaki geleneksel iş bölümü ile ilgilidir. Toplumsal cinsiyete dayanan geleneksel işbölümleri her toplumda farklı düzeylerde olsa da temelde; çocuk doğurmak ve büyütmek, ev işlerini yapmak gibi işler fizyolojik açılardan kadınların görevi sayılırken, kamusal alanda çalışarak aile geçimini sağlamak ve para kazanmak erkeklerin esas görevi olarak kabul edilmektedir (Özer ve Biçerli, 2004: 57).

59 Tablo 5: TÜİK, 2017 Yılı Hane Halkı İşgücü Araştırması Sonuçları Sektör Kadın Erkek Toplam Tarım 28,3 15,4 19,4 Sanayi 15,6 31,4 26,5 Hizmet 56,1 53,2 54,1

Türkiye’de 2017 yılında TÜİK ’in yapmış olduğu toplumsal cinsiyet ve ekonomik istihdam oranlarını gösteren Tablo 4’te incelendiğinde, tarım ve hizmet sektöründe kadınların oranı erkeklere nazaran daha fazla yer almaktadır. Bu durumun nedeni olarak kadınların ataerkil toplumsal yapımızdan kaynaklanan eril baskının kamusal alanda da yansıdığını göstermektedir. Ataerkil toplumda kadınların, tarım ve hizmet sektöründe görünmeyen emeği ya da erkeklerin konumlarına göre daha aşağı pozisyonda çalışmaya mecbur kalması eğitim imkanlarında ki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Ataerkil toplum yapısında erkeklerle eşit eğitim şartlarına kavuşamayan kadınların kamusal çalışma yaşamı içerisinde özellikle hizmet sektöründe iş imkanını kavuşmasına neden olmaktadır. Kadınların hizmet sektöründe iş imkanı bulmasının gerekçesi kadınların yaşamlarının erkekler tarafından baskı altında tutulmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Ataerkil toplumda baskı altında yaşamı sürdüren kadının duygusal emeğini ve bu emeği kullanan eşi, çocukları ve bakmakla yükümlü olduğu diğer aile bireyleri tarafından görmezden gelinmektedir. Kadının görünmeyen duygusal emeği özel alandaki kalıplaşmış rollerin içerisinde sıkça yer almaktadır. kadını özel alandan çıkıp kamusal çalışma yaşamına katılsa dahi duygusal emek peşini bırakmamaktadır. Kamusal alanda kadının duygusal emeği, erkeklerin fazla olduğu iş yerlerinde kadınsı/kadınsal iş beklentisini doğurmaktadır. Kamusal alanda kadınsı işler olarak sıralanan sekreter, garson ve hostes gibi insan ilişkilerin yoğun olduğu hizmet sektöründe çalıştırılmaktadır. Bu hizmet sektöründe kadından beklenen duygusal emek ofis uyumuna katkıda bulunmak, çekici olmak, cazibeli ve hoşgörülü ve basit isleri yapmaya gönüllü olmak şeklinde örneklendirilebilir.

60 Tablo 6: TÜİK Kasım 2017 Temel İşgücü Göstergeleri Seçilmiş Göstergeler Kadın Erkek Toplam 15 yaş üzeri nüfus 30.399 29.824 60.223 İşgücü 10.287 21.503 31.799 İşgücüne göre katılım oranı % 33,8 % 72,1 % 52,8 İstihdam oranı % 29,3 % 65,8 % 47,3 İşsizlik oranı % 12,6 % 8,8 % 10,3

Kadınların ekonomik bağımsızlıklığı çoğu zaman sigortasız ve asgari ücretli işlerde çalışarak kazanmaktadır. Toplumsal alanda zayıf ve bağımlı olarak nitelendirilen kadınlar, evi geçindirmek zorunda görülmemekte, maddi olarak kendilerine bakan bir kocaya, bir babaya bağımlı olarak yetiştirilmektedir. Kadınlar çalışsalar dahi kazançlarını aileye katkı olması amacıyla sunan, yedek işgücü olarak nitelendirilmektedir. Toplumda alanda olduğu gibi kadınların kamusal çalışma ortamlarında ataerkil/eril denetime tabi tutulmaktadır. Kamusal ataerkil baskılardan dolayı kadınlar çalışma alanlarında giyimlerine, makyajlarına, gülmelerine dikkat etmek zorundadırlar. İşte bu sebeplerle kadınlar ataerkil anlayışın getirdiği sıkı bir denetime uymak zorunda bırakılmaktadırlar (Özçatal, 2011: 36).

1.3.2.4. Kamusal Alan- Özel Alan Ayrımı

Sanayileşme ve modernleşme ile birlikte kadının kamusal alanda iş gücüne katılımı ve ekonomik özgürlüğünü kazanmaya başlaması ile özel alanda ki kadın rollerinden sıyrılarak salt annelik ve doğurganlık niteliklerinin yanında çalışan bir kadın niteliği de kazanmış ve kadınlar kendi aralarında bir dayanışma kurmuşlardır (Atan, 2015: 4).

Ekonomik alanda kadın ve erkek arasındaki işbölümünün, kamusal ve özel alan ayrımı her toplumda tarihsel olarak süre gelmektedir. Ataerkil toplumlarda cinsler arasında, kadını çocuk bakımı ve ev işleri gibi yeniden üretim faaliyetlerinin yapıldığı özel alana kapatan bir görev bölüşümü olduğu kabul görmektedir. Böylece, doğurganlık, çocuk bakımının eşler arasında dağılımı, ev işleri ve yaşlıların bakımı gibi yeniden üretim işlerinin dağılımı ve bu işlerin yoğunluğunun kadın istihdamı üzerinde önemli etkileri olmaktadır. Yeniden üretim faaliyetlerinin kadının, kamusal alanda

61 ücretli çalışması olumsuz yönde etkilerken, kadının kamusal alanda işgücüne katılmasıyla özel alanda yapılacak işlerin ailenin diğer kadın üyelerine; kız çocuklarına, annelere veya kız kardeşlere devredildiği dikkate alınmalıdır (Dedeoğlu vd.,2000;151 ).

Modern toplumlarda toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş iş bölümlerinin özü, özel ve kamusal alan ayrımı yapılmakta veya yapılan işlerde kendi aralarında bölünmelerle görünürlük kazanmaktadır. Ülkemizde son yıllarda kamusal alanda kadınlar ve erkekler arasındaki iş dağılımında bazı değişiklikler görülse de, ücretsiz bakım ve ev idaresi işinin öncelikle kadınları düştüğü bir gerçektir. Toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş bazı iş bölümleri dişil, bazılarını da eril olarak niteleyip kodlayabilir ve bu kodlamaların bireylerin payına düşen güç, prestij ve maddi karşılıklarının sonucunda karşımıza çıkan statüler bakımından geniş erimli sonuçları doğurmaktadır (Young vd.,2009:53).

Ataerkil toplumlarda ekonomik işbölümü ve yeniden üretim alanlarında, toplumsal cinsiyete dayalı bir eşitsizlik yaratmaktadır. Bu eşitsizlik, sosyo-ekonomik alanda toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü içerisinde ki dağılımında ortaya çıkmaktadır. Erkeğin kamusal alanda (dışarıda) ücretli olarak çalışması, kadının ise özel alanda (evde) ücretsiz olarak ev işlerini yaparak yeniden üretim faaliyetlerini yürütmesi, ailenin doğal işlevleri gibi ortaya konduğu için, toplumda eşitsizlik yokmuş yanılgısı yaratılmaktadır (Karkıner, 2011: 131).

Kadınların yer aldığı iş kolları incelendiğinde, kadının mesleki anlamda daha çok “ailede oynadığı role” yakın işleri tercih ettiği görülür. Kadın işgücünün yoğunlaştığı bu iş kolları, günümüzde “pembe yakalı” işler olarak nitelendirilmektedir. Pembe yakalı işçiler hizmet sektöründe kadın işi diye bilinen pozisyonlarda çalışan üyelerin konumunu bildirir. Pembe yakalı işler, genellikle kadının aldığı eğitimi kullanmasına olanak veren mavi yakalı işlere nazaran beden gücüne dayanmayan, daha rahat ve temiz olanaklara dayanan iş kollarıdır.

Erkeklerin siyasal, dinsel, askeri iş kollarına ilave olarak yüksek toplumsal değeri olan kamusal işlere el koyması; kadınları özel alanda yeniden üretim işlerini üstlenmeleri ve üstlendikleri üretim faaliyetlerinin evde yaptıkları işlerin bir devamı niteliği kazandırmaktadır (Hirata vd., 2009: 95). Hartman (1992)’a göre cinsiyete dayalı

62 işbölümü, basitçe belirli iş tiplerinin farklı toplumsal cinsiyet kategorilerine bölüştürülmesinden ibaret değildir; bu işbölümü kamusal alanda erkekleri üst, kadınların ise alt konuma yerleştiren bir bölünmedir (Alkan, 2005: 41). Cinsiyete dayalı kamusal alandaki işbölümü ekonomik alanda eşitsizliklere yol açmaktadır. Bu eşitsizliklerde erkeklerin ve kadınların emeklerinin eşit ücretlendirilmemesiyle sonuçlanmaktadır.

Kadınların kamusal alanda işgücüne katılmasını engelleyen durumlar;

1. Ataerkil toplumsal yapıdaki önyargılar,

2. Özel alan ve aile içi sorumluluklar,

3. Kamusal alandaki eril çalışma kültürü,

4. Kamusal alanda fırsat eşitliğinin olmayışı,

5. Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet kalıp yargıları

6. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, (Sezen, 2008: 31).

1.3.2.5. Cam Tavanlar

Cumhuriyetin kuruluşunda günümüze kadar ülkemizde kadınlara verilen haklar konusunda önemli gelişmeler yaşanmasına rağmen, kadınların çalışma yaşamına katılmasının önündeki sorunlar hala tazeliğini korumaya devam etmektedir. Kadınların çalışma yaşamına katılımın büyük çoğunluğunun alt düzeylerde olduğunu ve üst düzey yönetim kadrolarında yeterince yer almadıklarını gözlenmektedir. Bu duruma yol açan pek çok faktör olmasıyla birlikte, günümüzde kadınların ötesine geçemedikleri görünmez bir engel olan cam tavanlar vardır. Cam tavan; çalışma yaşamında kadınlar ile üst yönetim arasında yer alan ve onların başarılarına ve liyakatlarına bakmaksızın ilerlemelerini engelleyen, açıkça görülmeyen, aynı zamanda aşılamayan engellerdir. Bu kavram, kadınların ilerlemelerini engelleyen görünmeyen bariyerleri tanımlamak için kullanılmaktadır (Aytaç vd., 2002: 27). ABD’de 1970’li yıllarda ortaya çıkan cam tavan kavramı, örgütsel kalıplar ve önyargılar tarafından yaratılan, kadınların çalışma yaşamında üst düzey yönetim pozisyonlarına gelmelerini engelleyen görünmez, yapay engelleri ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kavram gerek kadınların yönetici olma konusunda sıkıntı yaşadığı tüm kurumlarda gerek kamu kurumlarında, hatta kar amacı

63 gütmeyen kuruluşlarda dahi söz konusudur (Sezen, 2008: 35). Cam tavan olgusu her ne kadar kamusal çalışma alanlarında daha çok gözlemlense de, aslında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sosyal ve ekonomik alanlarında da yaşanmaktadır.

Kamusal alanda cam tavanı ortaya çıkaran unsurlar:

1. Ataerkil toplumda erkek egemen çalışma/örgüt kültürü ve uygulamaları

2. Kamusal alanda kalıplaşmış toplumsal cinsiyete dayalı basmakalıp yargılar

3. Kamusal alanda iş imkanı ve yaşam dengesi mücadelesi

4. Örgüt içindeki biçimsel olmayan gruplara ve iletişim ağlarına girememe

5. Kadınlar ve erkekler arasındaki sözde yönetsel tarz farklılığı

6. Kamusal alanda astların ve diğer kadın yöneticilerin olumsuz tutumları (Akdöl, 2009: 55)

Oakley, cam tavanın ekonomik alandaki bariyerleri/engelleri tanımlarken 3 kategori ileri sürmüştür. Bunlardan ilki; işe alım, işte tutma ve terfi gibi iş uygulamaları, ikincisi; istenen liderlik stili/tarzı, davranışsal ve kültürel sebepler, son olarak da feminist teoride bahsedilen kökleşmiş yapısal ve kültürel açıklamalardan oluşmaktadır ( Akdöl, 2009: 57, Oakley, 2000). Nitekim kamusal alanda kadınların terfi şansı erkeklerinkinden daha düşük olup, liderlik ve iletişim konusunda erkekler kadar agresif, rekabetçi, baskın tutumlar sergileyemedikleri ileri sürülmektedir (Kanter, 1993: 77). Kadınların kamusal işgücüne katılması ve terfisini engelleyen durumun sadece ekonomik kültürel değerler değil, toplumsal değerlerin, sosyal kalıpların ve normlarında etkisi büyüktür (Akçamete ve Ergeneli, 2004: 89). Toplumsal kültürün kamusal alanda örgüt kültürünü etkileyen bir unsur olarak ele alınırsa, içerisinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığını barındıran ataerkil toplum yapısında kadınların ekonomik alanda da eril baskıya maruz kaldığı cam tavanlarla pekiştirilmektedir. Ataerkil toplumsal yapıda benimsenen kadın–işi, erkek-işi ayrımı, kamusal alanda kadınları belli işlerde görevlendirerek, üst düzey yöneticilik pozisyonuna yerleşmesi engellenmektedir. Genellikle kamusal alanda üst yöneticilik düzeyine erkekler getirilerek, çalışma

64 yaşamının da ataerkil yapıda hakim olan eril otorite lehine işlemesini desteklenmektedir.

1.3.3. Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet

Şiddet olgusu, insanlık tarihinin başladığı günden günümüze kadar geçen her dönemde gözlenmiştir. Şiddet, insan yaşamının her döneminde görülebilen ve dünyada giderek artan önemli bir toplumsal sorundur (Başar ve Demirci, 2015: 42). Dünya Sağlık Örgütüne(WHO) göre şiddet, yaralama, ölüm, psikolojik zarar, gelişimde bozukluk veya mahrumiyete yol açan veya yol açma olasılığı yüksek olan, kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba veya bir topluma yönelik olarak fiziksel gücün kasıtlı olarak kullanılması veya kullanılması tehdidini içermektedir (Güneri, 1996: 31). Toplumsal alanlarda cinsiyete yönelik kadın da erkek de toplumdan ve bireylerden şiddet görmektedir. Dolayısıyla toplumumuzda kadın ve erkeklerin şiddete maruz kalış şekilleri, suçu işleyen ile yakınlıkları ve zarar görme biçimleri cinsiyetler arasında farklılık göstermektedir. Toplumsal cinsiyete yönelik şiddet, “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen” cinsiyet temelli şiddet olarak tanımlanmaktadır (Demirgöz Bal, 2014: 23).

Günümüzde şiddetin en yaygın görülen biçimi erkeğin kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir. Aile içi şiddet genel anlamda özel yaşamda, ailede veya aynı evde birlikte yaşayan kişiler arasında, cinsel ilişki ya da kan bağı ile bağlı bireyler arasında gerçekleşen bir şiddet türünü tanımlamaktadır (Sallan Gül, 2013: 18). Aile içi şiddet, bir kişinin eşine, çocuklarına, anne babasına, kardeşlerine ve/veya yakın akrabalarına uyguladığı, her türlü saldırgan davranış olarak tanımlanabilir. Aile içi şiddet, her ne kadar kadına, çocuğa ya da erkeğe yönelik uygulansa da, daha çok kadına yönelik olduğu görülmektedir (Dölek ve Özdemir, 2005).

Kadına yönelik şiddet, özel hayatta, ailede ya da toplum içinde kadınların fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle sonuçlanan her türlü cinsiyete dayalı eylemlerdir. Ayrıca tehdit, zorlama veya özgürlüğün keyfi kısıtlanması da kadına yönelik şiddette dâhil edilebilir (Sallan Gül, 2013: 17). Kadına yönelik şiddetin en önemli nedenlerinden biri de, toplamsal yapıdaki erkek egemen ideolojiyi besleyen ataerkil düzendir. Ataerkil düzendeki erkek egemen ideoloji, şiddeti doğurmakta,

65 beslemekte ve en önemlisi de kadınların yardın almasına engel olarak şiddetin sürekliliğini sağlamaktadır. (Başar ve Demirci, 2015: 43). Kadınların karşılaştıkları şiddetin sürekliliği onları kısıtlanmış bir sosyal yaşama maruz bıraktığı kadar, toplumsal cinsiyette değersizleştirilmiş bir bedene de mahkûm bırakmaktadır. Bir diğer ifadeyle, ataerkil toplumda çocukluktan itibaren mekân ve zaman kısıtlamalarını aşamaya çalışan kadın, bir terbiye ve yola getirme aracı olarak şiddetle yüz yüze geldiğinden kendi bedenine dair toplumsal cinsiyeti algısını bir kez daha ötekileştirildiğini görmektedir (Kümbetoğlu, 2010: 39). Bu nedenle ataerkil toplumda, genç yaştaki kadınlar ileri yaştaki kadınlara göre eğitimsiz kadınlar eğitimli kadınlara göre daha fazla eril şiddetle maruz kalmaktadır (Altınay ve Arat, 2007: 28). Günümüzde kadına karşı eril gücün uyguladığı şiddet, özel ve kamusal alanda toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın ve eşitsizliğin devam etmesinde önemli bir araç olarak değerlendirilebilir.

Şiddetin ifade bulduğu kanal ve zarar verdiği değerler göz önünde alındığında farklı şiddet türlerinden söz edilebilir. Bu şiddet türleri;

1.3.3.1. Fiziksel Şiddet

Saldırganın fiziksel güç kullanarak, mağdurun beden dokunulmazlığını ve bütünlüğünü ihlal ettiği şiddet türüdür (Damka, 2009: 12). Diğer bir ifadeyle, fiziksel şiddet, fiziksel olarak ya da zor kullanarak başka bir kişiye zarar verme ya da mağduru istemediği bir eylemde bulunmaya zorlamayı içermektedir. Fiziksel şiddette; tokat atma, yumruklama, tekmeleme, yere ya da duvara fırlatma, bedende sigara söndürme, saç yolma, saçından sürükleme, ısırma, tükürme, boğma, yakma, bir alet kullanarak dövme (sopa, demir vs.), silahla yaralama, eşyaları kırıp dökme, duvara tabak, şişe vb. fırlatma gibi çeşitli biçimler görülmektedir (Açıkel, 2009: 9).

1.3.3.2. Cinsel Şiddet

Kadının rızası olmadan ya da rızasını baskı sonucu elde ederek cinsel ilişkiye zorlanması halidir. Genellikle fiziksel şiddetle beraber görülür (Subaşı, 2001: 35). Cinselliği; kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak ve cezalandırmak amacıyla bir şiddet aracı olarak kullanılmasına “cinsel şiddet” denir. Toplumsal yapılarda kadınlar kocaları, babaları, diğer erkek akrabaları, erkek arkadaşları, iş

66 hayatındaki erkeklerin cinsel şiddetine maruz kalmaktadır. Bu erkeklerin büyük çoğunluğu ise, sanılanın aksine, kadınların tanımadığı erkekler değil iyi tanıdıkları ve güvendikleri erkeklerdir (https://www.morcati.org.tr).

1.3.3.3. Psikolojik Şiddet

Fiziksel bir eylem uygulamaksızın kişinin ruh sağlığını bozucu davranışlarda bulunma psikolojik şiddet olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik şiddet, psikolojik baskı yaparak, davranışlarını kısıtlayarak kişinin aşağılanması, hor görülmesi, özgüvensiz ve kötü hissetmesine neden olacak davranış ve tutumları içermektedir (Özbey, 2012: 37). Bağırma, azarlama, sözünü kesme, alay etme, lakap takma, gururunu incitecek sözlü davranışlarda bulunma vb. hareketler psikoloji şiddet içerisinde en bilindik olanlarıdır.

1.3.3.4. Ekonomik Şiddet

Ekonomik şiddet, aile içerisinde diğer bireylerin ekonomik faaliyetlerine, davranışlarına ve özgürlüğüne ciddi kısıtlamalar getiren tutum ve eylemleri içerir (Sallan Gül, 2013: 21). Kişilerin çalışma ve gelir sağlama özgürlüklerinin elinden alınması, mal alıp satmalarının engellenmesi, gelirlerine el konulması, çalışmaya zorlanması gibi eylemler yer almaktadır.

1.3.3.5. Dijital Şiddet (Siber Şiddet)

Dijital şiddet, modern toplumda iletişim ihtiyacını karşılayan teknolojik araçların son yıllarda amacından saparak bireyi kısıtlamak, aşağılamak, küçük düşürmek, cezalandırmak, yaptıklarını denetlemek, rahatsız etmek ya da küçük düşürmek gibi amaçlarla kullanılmasıdır (Özmen, 2004: 95). İnternet ve mobil cihaz kullanımının günden güne yaygınlaşmasıyla son on yılda sıkça karşılaştığımız dijital şiddet kavramı, siber zorbalık, siber taciz olarak da adlandırılmaktadır. Bu saldırılar günlük yaşamımızda tanıdığımız ve ilişkide olduğumuz kişilerden gelebileceği gibi eski partnerimizden veya hiç tanımadığımız insanlardan da gelebilir. Dijital şiddet türleri arasında; istemediği halde sürekli arama, telefonun izinsiz kullanılması (karıştırmak), izinsiz ya da zorla fotoğraf ve videoların çekilmesi veya çekilen uygunsuz fotoğrafların yayınlamakla tehdit edilmesi şeklinde olabilmektedir.

67 1.3.4. Bedene Yapılan Müdahale Güzellik Miti

Yüzyıllardır değişik açılardan değerlendirilip farklı tanımlamaları yapılan güzellik kavramını, genellikle beğenilerimizi belirtmek için kullanırız. Eco’ya göre güzellik “zarif” “hoş” ya da “enfes” “harika” “muhteşem” gibi ifadelerle birlikte beğendiğimiz bir şeyi belirtmek için kullandığımız bir sıfattır. Güzellik kavramı insanoğlunun varoluşundan günümüze kadar her zaman ilgisini çekmektedir (Kar ve Kesim vd., 2015: 173). Güzellik kavramı aslında insanın estetik tarihini ve bu tarihsel süreçler dâhilinde estetik bir obje olarak kadın bedeninin incelenmesini olanaklı kılmaktadır. Yaşadığımız çağda güzel kavramı genel olarak bedene, özellikle de kadın bedenine indirgenmiş bulunmaktadır. Güzel bir beden görünümüne sahip olma adına baskı gören kadınlar, daima genç, alımlı, çekici ve seksi görünmek için çabalamakta aksi takdirde suçluluk duygusu ile başa çıkmak zorunda bırakılmaktadır.

Günümüz tüketim kültüründe, güzellik mevcut sistemin devamlılığı için gerekli görülmektedir. Kadınlar ise, tüketim kültüründeki birçok sektör tarafından hedef kitle olarak seçilmekte ve tüketimin artırılması ve devamlılığının sağlanması için, üzerlerinde baskı yapılmaktadır. Bu baskı, kadın bedenlerine güzellik söylemiyle sunulmaktadır (Özgen, 2017: 15). Kadın bedeninin özellikle güzel gözükmesi gereken yerler 20. Yüzyıldan itibaren üç beyaz olarak ten, eller ve diş, üç kırmızı adına dudaklar, yanaklar ve tırnaklar, üç kara için gözler, kaşlar ve kirpiklerden oluşmaktadır.

Kadın bedeni, çağdaş toplumlarda devasa tüketim projesinin vazgeçilmez bir unsuru haline getirilmiştir. Bu tüketim projesi kapsamında kadının yaşam-tarzı, diyet, spor, kozmetik, estetik gibi bugünün vazgeçilmez tüketim alanlarında kadın bedeni, önemli bir odak noktasını oluşturmaktadır (Şensoy, 2013: 9). Bugün, kadın bedenine yapılan müdahale insanın hem iç dünyasından hem de dış dünyasından gelmektedir. Örneğin; kadının gündelik hayat içerisinde oturup kalkarken, sokakta yürürken güzel ve bakımlı görünmek için kendini ayarlaması gerekmektedir. Böyle bir durumda kadınlardan giyilecek elbiseleri özenle seçmesi, süslenerek güzelleşmesi, diyet ve estetik operasyonlarla çekici/zarif görünüş uğruna türlü müdahale maruz kalmaktadır (Okumuş, 2011: 47).

68 1.3.4.1. Bedeni Mankenleştiren Estetik Müdahale

Hepimiz dünyaya gözlerimizi açarken, bedenimizde birtakım özellikler taşıyarak geliriz. Bunlar, göz rengimiz, saçımızın cinsi, deri rengimiz, cinsel organlarımız, zihinsel ve duygusal eğilimlerimiz, yeteneklerimiz toplumdaki her bir birey için farklılık arz etmektedir. Tüketim toplumu, kadın bedeni üzerindeki sosyo-kültürel gösterge politiğini örnek vücut referansı olan mankenlerden şekillendirmektedir. Baudrillard’a göre, robotun çağdaşı olan manken, bütünüyle değer yasası tarafından işlevselleştirilmiş bir vücudu temsil etmektedir (Baudrillard, 2002: 181). Yaşadığımız sosyal çevrede, doğada karşılığına rastlanması pek mümkün olmayan mankensi (90.60.90) vücut ölçülerinin yapay olduğunu bilse de üzerinde uzlaşılan kadın bedenine sahip olmak bir erdem olarak algılatılmaktadır. Aydınlanma çağı ile birlikte toplumsal yapıda, sosyal hareketlilik alanı genişlemiş insanın kedisinden ve bedeninden sorumlu olduğu fikri ortaya çıkmıştır. O çağdan günümüze kadar geçen süre içerisinde kişisel mutluluk peşinde koşmak adına kişi kendi bedenini kendisinin kontrol edeceği fikri hayata geçmiştir. Bu fikir doğrultusunda bedene estetik müdahalenin gelişmesi ideolojik olarak hayata geçmiştir (İnceoğlu ve Kar, 2010: 78, Gilman, 2001). Bugün kadın bedeni, üzerindeki müdahale sadece estetik açıdan kusurlu bölgeleri düzeltmeye yönelik yapılan ameliyatların yanında, kadın bedenini yeni baştan yaratmak söz konusudur. Bir diğer ifadeyle, günümüzde kadın bedenine yönelik müdahaleler, kozmetik ürünler kullanmak, diyet yapmak veya saç düzleştirmek gibi sıradan/gündelik faaliyetlerin yerini; göğüs büyütme, kalça kaldırıp yuvarlak yapma, dudaklar dolgunluk kazandırma, boyu uzatmak amacıyla bacakları uzatma gibi daha popüler müdahaleler yapılmaktadır.

Medya; siyasi, ekonomi, dini alanlarda olduğu gibi, kadına sosyo-kültürel alanda gerek hemcinslerinin gerekse karşı cinsten beğeni kazanabilmek için bedeni üzerinde estetik görünüş ve estetik müdahale (cerrahi, kozmetik ürün, diyet, egzersiz vb.) gibi pek çok etkiye sahiptir (Gencel ve Mutlu, 2000: 67; Oktay 2009: 124). Kadınların büyük bir kısmı meme, burun, kalça ve karın bölgelerine estetik operasyon yaptıran kadınlar, estetik müdahale uygulanmasından önce medyayı önemli bilgi edinme kaynağı olarak kullanmaktadır. Medyada verilerinden önemli bilgi edinen kadının, dış görünüşünden sürekli rahatsız olmasına neden olmaktadır. Görünüşlerini beğenmediği

69 için kendilerini kötü hisseden kadınlar, sosyal yaşam etkinliklerinden elini ayağını çekmektedir.

1.3.4.2. Sıfır Beden Algısı Diyet

Günümüz tüketim kültürü bağlamında kadın bedenine atfedilen yeni imajlar, kadın bedeni nesneleştirmektedir. Toplumsal yaşantının izlerini yansıtan televizyon yayınları kitlesel ve medyatik atıflar ile kadın bedenin bambaşka algılara bürünmesini istemektedir. Özellikle tüketim toplumunun oluşturmuş olduğu tüketim kültürü bağlamında kadın bedeni tek tipleştirilerek, kadınlara popüler güzellik algısı dayatılarak zihinlerini uyuşturmaktadır. Moda algısı ile şekillenen ideal bedenler, kadın bedenin cisimleştirilmesi sorunsalını gün yüzüne çıkarmaktadır (Şensoy, 2013:2).

Eski çağlarda, kadınlar için etine dolgun ve şişman vücutlar güzel sayılırken, tüketim toplumunda herkesin hak ve sorumluluğu olarak görülen güzellik, incelik (sıska, etsiz) ve zayıflıkla ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır (Baudrillard, 2014: 146). Gürümüzde şişmanlığa karşı açılan savaş, popüler kültür ürünü olan televizyon vasıtasıyla kadınları kıskacı altına almaktadır. Günümüzde popüler kültür ürünleri ile kadın bedenlerine şekil vermekte ve bu yolla kadınlardan 90.60.90 beden ölçülerine uymak için diyet yapmaya zorlamaktadır. Bu konuda Simone de Beauvoir "Kadın ancak alabildiğine yağlandığı, ya da tam tersine bir deri bir kemik kalıp kolunu kıpırdatamayacak hale geldiği, rahatsız giysilerle, görgü kurallarıyla kötürümleştirildiği zaman erkeğin rahatça kullanabileceği bir nesne gibi gözükmektedir." cümlesiyle açıklanmaktadır (Beauvoir, 1986: 204). Tarih boyunca değişen güzellik ölçütleri alabildiğine yağlanma yerini "sıfır beden" kalıplarına doğru yönelse de özünde bu ölçütlerin ve kalıpların işlevi aynı kalmaktadır.

Televizyon başta olmak üzere medyada yer alan reklamlar ve bu araçlarda yer alan ünlülerin beden görünüşleriyle oluşturulan görseller, ideal ve ulaşılması gereken kadın bedeni ölçülerini hedefleri olarak sunulmakta ve izleyicide bu doğrultuda bir talep yaratılmaya çalışılmaktadır (Sönmez, 2015: 114). Reklamlar, kadınlara tüketim ürünlerini gösterirken; onlara kimlik vaat etmekte, reklamlardaki kadınlar gibi ol ya da olma demektedir.

70 1.3.4.3. Boyalı Güzellik Makyaj

Modern kadın bedenin tüm bölümleri içerisinde yüz en öne çıkan uzuv olmuştur. Yüz, vücudun en fazla bireyselleşmiş bölümü olarak algılanmaktadır (Çubuklu. 2004: 100). Kadınlar, tarih boyunca çeşitli rollere büründürülmüş ve dönemin şartlarına uygun olarak kendilerine biçilen görevleri üstlenmişlerdir. Bu durum dönemin çeşitli dinamiklerine göre, sistemin devamlılığını sağlayacak toplumsal ve ekonomik gerekliliklerin yerine getirilmesi ve toplumsal rollerin benimsenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Tüm bunların yanında "Güzellik" ve dönemsel güzellik söylemine bağlı olarak da çeşitli endüstriler, medya ve onların bir aracı olarak moda, kadınlara uymaları gereken çeşitli kalıplar ve kurallar sunmaktadır (Özgen, 2017: 25). Toplumsal alanlarda kadın bedenlerine dayatılan güzellik, çekicilik algısı popüler olan imaj stilleri ile özdeşleşerek modanın yarattığı imgelerle, tüketim kültürünün somut birer yansımasını oluşturmaktadır. popüler kültürde güzellik söylemi kadınlara, kusursuz makyaj hileleri ile sunulmaktadır. Bu güzellik söylemi, kadınların sosyal alanda erkeklerin beğeni kriterleri ile dayatılmaktadır. Erkeklerin beğenisinde kadınların, yetersiz olduklarını hissettirirlerek, bu eksikliklerinin ve yetersizliklerinin aşılması için ancak güzellik endüstrisinin makyaj ürünlerini satın alımıyla mümkün olduğu imajı yaratılmaktadır.

Kafası sürekli dış görünüşüyle meşgul olan kadın, gerek özel alanda gerekse kamusal alanda; iş yaparken, konuşurken, yürürken, kendisini birilerinin beğenisine sunmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010: 66). Kadının birey olarak kendi bedenini, beğendirebilmek için hayatı boyunca fiziki görünüşünü tekrardan inşa etme arzusu ile makyajla yeniden yaratmak istemektedir. Kadının kozmetik ürünlerden estetik ameliyatlara kadar uzanan ve hiçbir zaman tam anlamıyla bir tatminle sonuçlanamayan güzelleşme çabasının altında, popüler kültürün dayattığı kusursuz kadın bedenine ulaşma yatmaktadır.

71 İKİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Kitle iletişimin araçlarının olduğu her yerde göstergeler ve kodlarla izleyenlere verilmek istenen iletilen/mesajlar vardır. Toplumsal alanda var olan göstergelerin ilettiği mesajları incelemek amacıyla kurulan göstergebilim, özellikle kitleler halinde yaşanılan mekanlarda daha kolay iletişim kurmak için gerekli görülmektedir. Sosyal gerçekliklerin göstergeler üzerinde toplumsal yaşama aktarılmasını öngören göstergebilim, insanların kültürel değerlerinin birbirleri arasında paylaşılmasını amaçlamaktadır. Göstergelerin anlamının belirmesi için toplumsal alanda yaşayan insanların kültürel değerlerinin geleneklere göre farklılık gösteren nesne-terimler arasındaki anlam birliği kurmaları gerekmektedir. Göstergebilim analizinde gösterge olarak kabul edilen simgelerin, anlatım ve içerik düzlemleri olarak tanımlanması ve bu tanımların her biri toplumsal alanda aynı anlamları karşılamalıdır.

Göstergebilimin içerik analizi yönteminin kullanıldığı bu araştırmada, televizyon dizilerinin senaryolarında yer alan kadın erkek karakterlerin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, görsel temsiller üzerinden çözümlemelerle yapılmıştır. Televizyon dizilerindeki kadın erkek karakterleri, toplumsal cinsiyet temsillerinin, analizi öncelikle televizyon dizilerinin belirlenmesi işlemiyle yapılmıştır. Ardından dizilerin senaryolarında yer alan kadın erkek temsilleri birer gösterge olarak kabul edilerek bu göstergeler üzerinden kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri analiz edilmiştir.

Televizyon dizilerinde sunulan sahnelerin içerisine yerleştirilen göstergelerin, izleyicilere asıl gösterilmek istenen örtük mesajı anlamak ve yorumlamak için göstergebilimin içerik çözümlemelerine başvurulmuştur. İncelenen televizyon dizilerinin tümü Türk yapımcıların eril bakış açısıyla inşa ettikleri ataerkil toplum yapısını farklı senaryolar ile erkek egemen toplumun görmek istediği benzer özelliklere sahip hikâyeler üzerinden üretmektedirler. Dizilerde, özel alana hapsedilmiş kadın temsilleri ve kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri göstergeler aracılığıyla izleyiciler dayatılmaktadır. Bu göstergeleri erkek egemen toplum yapısı üzerinden kurgulayan televizyon dizileri kadınları; bir erkeğin iffetli kızı, bir erkeğin ideal namuslu bir eşi ya

72 da fedakar bir anneyi karakterize eden ev içi bakım hizmeti gibi sınırlı temsillerle ikincilleştirmekte ve ötekileştirmektedir.

Televizyon dizilerinde gösterilen kadın temsillerinin göstergebilimsel içerik analizi yapıldığı bu çalışmada, 2018 yılı güz dönemi süresince ekranda olan 5 ulusal kanalın dram türünde yayınlanan dizilerinden birer tanesi seçilmiştir. İncelenecek dizinin belirlenmesinde güz dönemi süresince aldıkları toplam reyting sonuçlarının yüksekten alçağa sıralanan ilk 20 içerisinden her kanalın dram türünde yüksek puan almış bir dizisi seçilmiştir. Dizilerin dram türünde seçilmesinin nedeni, güz döneminde yayınlanan dizilerin aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre ilk 20 içerisinde 13 tanesinin (%65) dram türünde olmasıdır.

Her bir dizinin başrol ve yan rollerde yer alan kadın ve erkek karakterlerin belirlenmesi ardından dizilerin senaryosunda yer alan oyuncu sayısına göre dizi başına en az 10 en fazla 14 karakter olmak üzere toplamda 60 karakter incelenmiştir. Seçilen dizilerde karakterlerin 34’ü (%57) kadınlardan 26’sı (%43) erkeklerden oluşmaktadır. Dizilerde özellikle kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine odaklanılmasının nedeni, erkek egemen televizyon programcılarının ve senaryo yazarlarının ataerkil toplum değerlerini kadın bedeni üzerinden topluma vermek istediği mesajı eril tahakkümle birlikte yeniden inşa etmesidir.

Toplumsal alanda ikincil konumda temsil edilen kadın karakterlerin kalıplaşmış cinsiyet rolleri, 1980 yılında Butlar ve Paisley’ in kitle iletişim araçları üzerinden yaptığı içerek analizlerinin bir derlemesi olan medyada kadının temsili konusunda oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğinin beş kategorisinden yola çıkılarak analiz edilmiştir. Butler ve Paisley’ in beş kategorisi olan sırasıyla ‘aşağı it’, ‘yerende tut’, ‘iki yer ver’, ‘erkeklerle eşit kadın’ ve son olarak ‘belli kalıplara sokulmamış kadın’ tipleri dizilerden tespit edilen kadın karakterlerin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin temsilleri üzerinden analiz edilmiştir. İncelenen dizilerde ataerkil toplum yapısını yeniden inşa edilen kadın bedeninin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde temsili; özel alanda ideal eş, ev kadınlığı ve fedakar anne kimliği ve kamusal alanda da kadına dayatılan kadın işi görevler üzerinden göstergebilimsel içerik analizleri ile tamamlanmıştır. Ayrıca dizilerdeki eril hegemonya ve göstergesi olan kadına yönelik şiddet temsilleri analiz edilmiştir.

73 2.1. GÖSTERGEBİLİM YÖNTEMİ

Dilimizde özellikle dilbilim (Fransızca linguistique) kelimesi örnek alınarak üretilmiş olan göstergebilim (Fransızca semiotique ve semiologie ) kavramı ilk bakışta “göstergeleri inceleyen bilim dalı” ya da “göstergelerin bilimsel incelemesi” olarak tanımlanmaktadır (Rifat, 2009: 11). Türkçede göstergebilim diye adlandırılan bilim dalı en yalın tanımıyla, gösterge dizgelerinin işleyişini bilimsel bir yöntemle inceler ve betimler. Eco ’ya göre gösterge sözcüğü genel olarak, kendi dışında herhangi bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla bu temsil ettiği şeyin yerini alabilecek nitelikte olan her çeşit biçim, nesne, olgu ve objenin yerine geçen ve onu simgeleyen bir gösterge olarak kullandığını ifada eder (Eco, 1991: 50). Gösterge, bir kişi için, herhangi bir şeyin yerini, bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla tutan bir şeydir. Bu göstergeler, sözcükler, simgeler ve işaretlerden oluşmaktadır. Bir gösteren ve bir gösterilenden oluşan göstergeler, trafik kuralları, tabelalar ve ışığın rengi gibi birçok şeye, anlama ve buyruğa işaret etmektedir (Saussure, 2005: 48).

Göstergebilimde 3 temel amaç vardır. Bunlar;

 Göstergeler ile bunların taşıyabileceği anlamlar ele alınır ve göstergeleri kullanan insanlar ile ilişkilendirilme biçimi incelenir.  Göstergelerin düzenlendiği kodlar ki bu kodlar, toplumun ve kültürün gereksinimlerini karşılayacak şekilde geliştirilmiştir.  Kodlar ve göstergelerin işlediği kültür: Kullanılan gösterge ve kodlar burada oluşan kültürün biçimine de etki eder.

Göstergebilimin çalışma alanı, toplumsal yaşam faaliyetleri içerisinde ortaya çıkan, doğal dile dahil olan, her türlü iletişim etkinliklerinde yer alan gösterge dizgeleridir. Göstergebilimin incelediği, diller, düzgüler, belirtkeler gibi gösterge dizgeleri sosyal yapılarda iletişimi sağlamaktadır (Agocuk, 2014: 8, Guiraund, 1994: 17). Her gösterge dizgesiyle sürekli olarak anlatı üreten insanlar, gerek anlatıları yaratırken gerekse yaratılan anlatıları kavramaya, anlamlarını yakalamaya çalışırken değişik stratejiler uygularlar. Anlam üretme ve üretilen anlamı yakalama biçimlerinde; el, kol, baş hareketi, yazı, ses, görüntü, vb. kullanan insanın son derece karmaşık duygu, düşünce, yargı ve yaratımını doğru/gerçeğe uygun bir görünümde sunabileceği gibi,

74 bazı durumlarda olgu, düşünceyi gizleyerek ya da yalan söyleyip saklayarak, örterek ve ironilerle süsleyerek de sunulabilir.

İsviçreli dilbilimci Saussure, iletişimde öncelikli olarak dil ile ilgilenmiş, göstergelerin nesnelerle ilişiklerinden öte diğer göstergelerle olan ilişkilerine önem vermiştir. Ona göre gösterge, kendi fiziksel biçiminden ve çağrıştırdığı kavramdan oluşmaktadır, yani anlamı olan bir fiziksel nesnedir (Erkman Akerson, 2004: 62). 20. yüzyılda Saussure’ ün öngördüğü göstergebilim toplumsal niteliklidir. Saussure’ ün göstergebilimi, göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim olarak tasarlamış ve dilbilimin insan ilişkilerindeki yerini belirlemek gereksinimi için geliştirmiştir (Rifat, 2009: 31). Saussure ’ün göstergebiliminde, toplumsal cinsiyete/insana ait olgular bütünü içinde iyice belirlenen dil kavramları/göstergeleri sosyal alanda insanlar daha kolay anlaşma sağlayacaktır. Toplumdaki bireylerin, işaretler aracılığıyla, nesnelere veya işitim imgelerine anlam yükleyerek, birbirleriyle iletişim kurarlar. Toplumsal alanlarda, yaşayabilmek için başka bireylerle iletişim halinde olmamız gerekmektedir (Afyonluoğlu, 2011: 6). Bunun için göstergelerin anlamlarını ve kullanım kurallarını iyi bilmek gerekmekte aksi takdirde sağlıklı bir iletişim sağlamak pek de mümkün görülmemektedir.

Saussure ’ün Modeli

GÖSTERGE

Anlamlandırma

GÖSTEREN GÖSTERİLEN ANLAM

(Göstergenin fiziksel varlığı) (Zihinsel Kavram) Şema 1: Saussure Göstergebilim Modeli

Saussure ’ün modelinde gösterge, bir gösterenle bir gösterilenden kurulmuştur. Bu modelde gösterenler düzlemi anlatım düzlemini, gösterilenler düzlemiyse içerik düzlemini oluşturmaktadır. Göstergelerin anlatım ve içerik düzlemi olarak ayrılması sadece dilbilimsel değil, göstergebilimde de gösterge incelemeleri için önemli sonuçlar vermektedir (Barthes, 1979: 23).

75 Her bir gösterene karşı bir gösterilen şeklindeki ilişki her ne kadar zorunlu olsa da bu ilişkide gösterilenin herhangi bir gösterenle ifade edilme zorunluluğu yoktur. Çünkü gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki toplumsal yaşamda bireyler tarafından anlaşmaya dayanan keyfi bir ilişkidir (Vardar, 1998: 80). Bu nedenle gösterilenler, dilden dile farklı gösterenlerle ifade edilebilirken aynı dil içerisinde gösterilenleri karşılayan göstergelerin değişmesi olağan bir durumdur.

2.1.1. Semiyoloji: Görüntüsel Göstergeler

Bugün Batı dillerinde kullanılan ve Türkçe ’de göstergebilim ile karşıladığımız semiyotik sözcüğü Yunancadaki semeiotike teriminden, semiyoloji sözcüğü ise Yunanca semeion (gösterge) ve logia (kuram/söz) sözcüklerinin birleşmesiyle oluştur (Rifat, 2009: 27). Göstergeleri bildirişim açısından inceleyen bir etkinlik olan semiyoloji, gerçekçi bir yaklaşımı benimseyerek, doğada var olan, gözlemlenebilir, somut, fiziksel nesneleri betimleyerek, dile ve dilyetisine yüzeysel boyutta yaklaşmaktadır. Semiyoloji, günümüzde doğrudan doğruya bildirişim amacıyla yaratılmış dizgilerdeki göstergeleri yine bildirişim sürecindeki işlevleri açısından araştıran ve dilbilimin betimleme yöntemini kullanan etkinlik anlamıyla kullanılmaktadır (Rifat, 2009: 14).

Amerikalı felsefeci Peirce ’in anlam modelinde, gösterge, başka bir şeyin (gösterdiği nesnenin/şeyin) yerine koyulabilme kapasitesine sahip bir şeydir. Bir başka deyişle gösterge, birisine gösterildiğinde o kişinin zihninde, gönderilene eşit ya da daha gelişmiş veya daha zayıf bir gösterge ortaya çıkabilmektedir. Yaratılan bu gösterge, birinci göstergenin yorumlayıcısı durumundadır. Yorumlayıcı, hem gösterge hem de kullanıcının nesne ile ilgili daha önceki deneyimlerinden ortaya çıkan zihinsel bir değerlendirmedir (Erkman Akerson, 2005: 65). Peirce ’e göre göstergeler, insanların toplumda anlamlı davranmasını ve daha iyi düşünce oluşturmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda toplumsallaşma adına öğrendiğimiz bilgiler, dış dünyaya ait deneyimlerimizden edindiğimiz göstergeler vasıtasıyla yine dış dünyaya uygulayabildiğimiz eylemlerden oluşmaktadır. Peirce, görüntüsel göstergenin üç işlevi olduğunu söylemektedir. Bunlar; “yorumlanabilecek bir düşünce, zihinde simgesi olan nesne için bir veri, üçüncüsü gösterdiği nesnene ile arasında bağlantı sağlayan bir göstergenin bulunması şeklinde sıralanabilir (Türer, 2003: 140). Dolayısıyla gösterge

76 için öncelikle yorum şeklinde bir düşünce ardından onun objesini işaret eden bir göstergenin bulunması gerekmektedir.

GÖSTERGE GÖSTEREN

GÖSTERİLEN YORUMLAYICI

Şema 2: Görüntüsel Gösterge Şeması

Peirce ’ye göre göstergenin varlığı pragmatik felsefe içerisindeki bilginin, doğruluğun ve anlamın ortaya çıktığı alan olan toplumsal alanda aranmalıdır. Bu amaçla toplumsal kültür göstergeleri ve dil olgularını kuşaktan kuşağa aktarılması işlevini üstlenmektedir. Dolayısıyla dil, toplumsal alanda sadece bir insana ait bir araç değil, toplumu oluşturan herkesin ortaklaşa kurduğu kültürün taşıyıcısıdır (Ünal, 2016: 391). Toplumsal kültürün taşıyıcısı dil ve göstergelerin anlamlarını daha iyi kavrayabilmek için Peirce’ nin önerdiği üçlü sınıflandırmaya daha yakından bakmak gerekmektedir. Bunlar;

Görüntüsel gösterge (ikon), gösterdiği şeyi bütün olarak temsil eder: örneğin, bir resim ya da bir fotoğraf;

Belirti, çağrışım yaptığı nesne ortamdan yok olduğunda kendisini gösterge yapan niteliğini hem yitirecek olan ama yorumlayan bulunmadığında bu özelliği kaybolmayacak olan göstergedir.

Örneğin: bir yerde dumanın gözlenmesi orada ateşin/yangının olma ihtimalini çağrıştırması gibi

Simge, ise yorumlayanın yokluğunda kendisini gösterge yapan temsilleri yitirecek olan göstergedir. Bir başka ifadeyle simge toplumsal alanda insanların üzerinde anlam olarak uzlaştığı bir göstergedir.

Örneğin iki kefeli terazi figürü adaletin simgesidir (Rifat, 2009: 31-32)

77 2.2. TELEVİZYON VE SUBLİMİNAL MESAJLAR

Son dönemlerde Türkiye’de televizyon dizileri hem niceliksel hem niteliksel olarak çok hızlı bir artış göstermektedir. Çok sayıda televizyon dizisinin olması insanlar üzerinde bağımlılık yaratıp, izleyicilerin algılarına ve anlayışlarına etki etmektedir (Postman, 2004: 90). Toplumsal yapıdan esinlenerek hazırlanan televizyon programlarında, toplumun sahip olduğu değerleri içerecek bir senaryo kurgulanır ve diziler bu kurgulara göre çekilir. Çekimlerin tamamlanması ardından izleyicilerin beğenisine sunulan bu televizyon dizileri genellikle toplumun sosyo-kültürel dokusuna uygun olduğu vakit kalıcı olabilir (Şahin, 2011: 270). Ancak bu durumun televizyon yapımcıları(eril otorite) tarafında başka amaçla kullanıp, toplumu belli bir istikamete yönlendirilmek istenmesi de olabilir. Toplum ve diziler arasında ortaya çıkan bu etkileşim, bireylerin dizileri izlediği her an, davranış ve tutumların da televizyon programcılarının gizli içeriklerine maruz bırakmaktadır.

Televizyon ekranlarında yoğun olarak kullanılan bu gizli içerikler izleyicilerin, farkında olmadan o içeriğe/objeye karşı bir merak duymasını sağlar. Bazı televizyon yapımcıları bu gizli içerikleri subliminal mesajlarla sağladığı gibi bazıları da basit renk veya şekil oyunları ile sağlayabilir (Toğaç, 2016: 12). Televizyon dizilerinde herhangi bir sahne içine gizlenen ve izleyicilerin duyu organlarının algı eşiği altında kalan içerik ya da obje aslında bilinçaltına yerleşmektedir. Bilinçaltını etkileyen durumlar her zaman dizi setlerinde yer alan bir obje olmayabilir. Aynı zamanda görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlarda izleyicilerin bilinçaltını etkilebilmektedir. Televizyon ekranlarında sıkça kullanılan ve izleyicilerin bilinçaltını etkileyen subliminal mesajlar, yeri geldiğinde; ya dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yollarla ya da gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla bilinçaltına itilen 25. kareler olarak karşımıza çıkmaktadır (Mlodinow, 2013: 67).

Televizyonun görsel subliminal mesajlar olarak bilinen bu içerikler genellikle reklamı yapılan ürünlerin logolarıyla ve dizi/film görselleri içerisine yerleştirilen farklı içerikler kullanılarak yapılmaktadır. Subliminal görsel öğeler genelde, insan gözünün ilk bakışta fark edemediği, ana resmin içine ikinci bir resim yerleştirilmesiyle oluşturulmaktadır. Görsel öğenin sunulduğu büyük resme bakan birey, ilk bakışta

78 göremediği ikinci resmin mesajı ekrana yansıtılırken özenle işleyip, dikkat edilmediği sürece fark etme ve sorgulama imkanı sunmamaktadır. Böylece “bilincin” sorgulama fonksiyonundan kurtulan ikinci resim doğrudan bilinçaltına yerleştiriliş olur. Reklam afişlerinde veya dizilerde kullanılan subliminal mesajlar genellikle saklanmak için çok çaba gösterilir ve mümkün olduğunca hızla üzerinden geçilir. Televizyon dizilerinde saklamak için çokça çaba gösterilen subliminal mesajlar genellikle cinsellik ve şiddet içeren bir görüntü yerleştirilmesi olayı ile karşımıza çıkmaktadır (Kestane, 2010: 5). Televizyon dizilerinde kullanılan cinsel içerikli subliminal mesajların amaçları ise izleyiciler tarafından daha fazla tüketim sağlamaktır. Televizyon programcıları tarafından amaçlanan bu tüketim izleyiciler adına bilinçli bir davranış olmasa da farkında olmadan eyleme dönüştürülmektedir. Televizyon dizilerinde yer alan çıplak beden(çıplak kadın bedeni), üreme organları(penis ve vajina) ve seksi içeren çeşitli yazılar bilinçaltımıza işlenen mesajı cinsel dürtü olarak çıkarır. Televizyon ekranlarında sunulan subliminal mesajlar 3 amaçla bilinçaltına gönderilir. Bu amaçları şunlar:

- Kişi fark etmeden bilinçaltındaki cinsellik faktörlerini tetiklemek amaçlı yapılır. - Kişinin dini inançları ve ideolojik fikirlerine müdahale etmek amacıyla yapılır. - Reklamlar ile ürün satışlarını artırmaktır (Kestane, 2010: 3).

2.2.1. Televizyon Dizileri ve Örtük Mesajlar

Televizyon programcıları ve senaristler diziler üzerinden vermek istedikleri mesajları ve göstergeleri kendine özgü yöntemlerle açıktan ya da gizliden sergilemektedir. Bu mesajları gönderirken de televizyonun beğenilerek izlenen bir takım programlardan yararlanmaktır. Bu örtük mesajları topluma sunumu yapılarken de insanların en çok tercih ettiği yayın olan televizyon dizileri üzerinden yapılmaktadır (Kapsa, 2016: 18). Özellikle prime time dizeler, gündüz kuşağına göre daha çok kişiye ulaşarak vermek istediği mesajı hızla toplumsal alana yayılmasını sağlamış olur. Televizyonda dizilerinde yer alan bir dizi basmakalıp imge kadınlar üzerinden fiziksel görünüşleri, gerçek ya da potansiyel ev içi rollerinde, aile yaşantısında ya da erkeğin eşi olarak gösteren senaryoları ile ataerkil toplumun erkek egemen yapısını yeniden inşa etmek istemektedir.

79 Televizyon dizilerinde yer alan kadın karakterler ve verilmek istenen mesajlar her daim ataerkil düzenin etkisi altındadır. Günümüz televizyon dizilerinde, kadınlar her ne kadar kamusal iş hayatında temsil edilse de erkeklerin gerisinde gösterilmektedir. Bu ataerkil gösteriyle verilmek bir mesaj kadını ev hanımı ve anne olma yükümlülüğü her şeyin önünde gelmesini gerekliliğini zorunlu kalmıştır. Televizyon dizilerindeki toplumsal cinsiyet rolü klişeleştirmelerinin, egemen kültürel değerleri normalleştirdiği ve erkeklerin kadınlar üzerindeki hâkimiyet kurduğu gelenekleri meşrulaştırmak istemektedir. Böylece televizyon dizilerinde erkeklere güçlü erkek imajı sunulurken, arabası ile kendisini ve gücünü ortaya koyabilmesi için birtakım mesajlar verdiği söylenebilir. sürekli olarak buna benzer fotoğraflarla karşılaşan kadın, erkek ve çocuklara; mutlu olabilmeleri için bu resimlerdeki karelere oturmalarının gerekliliği ima edilmektedir. Diziler vasıtasıyla kadınlara, kendilerinden beklenilen ev için işlerde başarılı olmaları durumunda, erkeklere de maddi ve fiziki imkânlarından olumlu gelişmeler olması durumunda toplumla uyumlu olabilecekleri ve toplum tarafından onaylanabilecekleri vurgusunu sürekli yapılıyor olması her iki cinsinde kedilerine sunulan modellemeleri kabul edip devam ettirmelerini amaçlamaktadırlar.

Televizyon dizelerini daha fazla insana ulaşmak adına kullanan kapitalist firmalar tüketim ürünlerini piyasaya sunabilmek amacıyla dizileri kullanmaktadır. Tüketim toplumunu oluşumunu, televizyon dizilerinde yer alan karakterler ve reklamlardan şekillendiren günümüz popüler kültür anlayışı, satış ve pazarlama faaliyetlerini dizilerde kullanılan eşyalar üzerinden sağlamaktadır. Dizilerde yer alan kadın erkek temsillerinin nerede yaşadığı, nasıl giyindiği, nerede yemek yediği, hangi ürünleri satın alıp kullandığı gibi konular izleyiciler üzerinde etkili olmakta ve onların tercih ettiği tüketim ürünlerin toplumda yaygınlaşmasına odaklanılmaktadır. Günümüzde kapitalist tüketim toplumu, sahte fakat popüler ürünler üreterek, dizi karakterleri üzerinden bu ürünleri kullanmaya mecbur bırakmaktadırlar. Bu tüketim toplumu seline kapılan insanlar popüler ürünlere sahip oldukların takdirde dizilerde yer alan oyuncular gibi toplumda beğenilme, kabul görme, statü ve prestij sahibi saygın bireyler olabileceği mesajı verilmektedir. Böylece televizyonda yayınlanan dizilerin hemen hemen hepsinde “erkek üretir, kadınlar tüketir” şeklindeki eski ataerkil görüşleri sıkça yansıtmaktadır.

80 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BULGULAR VE DEĞERLENDİRME

3.1. TELEVİZYON DİZİLERİ VE GÖSTERGEBİLİM ÇÖZÜMLEMELERİ

3.1.1. İncelenen Televizyon Dizilerindeki Kadın-Erkek Dağılımı

Bu çalışmanın verileri 2018 yılı Ekim ayı içerisinde yayınlanan televizyon dizilerinin aldıkları toplam reyting sonuçlarına göre seçilmiş 5 dizisinin içerik analizi yöntemi ile karakterlerin ise göstergebilimsel incelenmesi sonucunda elde edilmiş bulguların bir değerlendirmesini içermektedir. Çalışma için belirlenen ‘Kadın’, ‘Sen Anlat Karadeniz’, ‘Avlu’, ‘Gülperi’ ve ‘Elimi Bırakma’ adlı televizyon dizilerindeki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin sunumundaki çeşitliliğe bakmadan önce adı geçen dizilerin hikâyelerindeki kadın ve erkek karakterlerin dağılımı incelenmektedir. İçerik analizi için televizyon dizilerin karakterleri belirlenirken öncelikle dizilerin ana hikâyesindeki başrol oyuncuları ile yardımcı oyuncular dikkate alınmıştır. Televizyon dizilerinin incelenmesine Ekim ayından başlayıp güz dönemi süresinde devam eden bölümleri üzerinden senaryoda ismi geçen oyuncuların temsil ettikleri karakterler çözümlenmiştir. Adı geçen dizilerin güz dönemi boyunca ekranlarda süreklilik gösteren kadın ve erkek temsillerinin her diziden en az 9 en fazla 15 karakter olmak üzere toplamda 60 karakter (34 kadın ve 26 erkek) incelenmiştir. İncelenen dizilerde kadın karakterlerin çoğunlukta olması, erkek egemen medyanın eril bakış açısıyla senaryolarına yerleştirdiği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini kadın temsiller üzerinden dayatmakta olduğu göstermektedir.

İncelenen dizilerin senaryolarında yer alan kadın ve erkek temsillerinin genel dağılımı ve ekranda görünürlük oranları tablo 7 deki gösterilmektedir.

81 Tablo 7: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Dağılımı Televizyon ve Toplumsal Cinsiyet Dağılımı Genel Dağılım Ekranda Gösterim Kadın Erkek Kadın Erkek % 57 % 43 % 55 % 45

Tablo 7’de görüldüğü gibi incelenen dizilerin geneline bakıldığında başrol ve yardımcı oyuncular içinde temsil edilen kadın sayısı erkeklerden hem kimlik olarak hem de ekranda görünürlük oranları da fazla olduğu gözlenmektedir. Aradaki fark kadınların özel alanda sunulması ve sahne sayılarının erkek karakterlere göre daha sınırlı tutulduğunu göstermektedir. İncelenen dizilerin kadın erkek temsillerinde bazı dizilerin senaryo gereği belirli başlı konuları ve karakterlerin sunumunda kadın ve erkek karakter odaklı içerik üretmekte olduğu sonucuna ulaştırmıştır.

Tablo 8: Kadın ve Erkek Karakterlerin Dizi Başına Dağılımı Dizilerdeki Toplumsal Cinsiyet Dağılımı Dizi Adı Kadın Erkek Kadın % 64 % 36 Sen Anlat Karadeniz % 50 % 50 Avlu % 69 % 31 Gülperi % 60 % 40 Elimi Bırakma % 58 % 42

Televizyon dizilerinde sunulan karakterlerin ekranda görünürlük oranlarının dağılımı özellikle kadın izleyiciler için akşam saatlerinde dram türünde yansıtılması ataerkinin yeniden inşasının olduğunu göstermektedir. Dizilerin senaryoları gereği gösterdiği toplumsal cinsiyet oranlarında baskın olan kadın cinsiyeti olduğu görülmektedir. . Başka bir deyişle, kadın karakterlerin fazla olduğu dizilerde kadınlar, erkeklere oranla daha fazla ekranda izletilmektedir. Dizi hikayelerinin odak noktası olan kadın karakterin, ataerkil toplumdaki biçimlendirilen rollerine göre özel alanda görünürlüğü genel olarak yüzde 60’larda seyretmektedir

82 Tablo 9: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Yaş Aralığı Dizilerde Cinsiyetlere Göre Yaş Dağılımı Yaş Aralığı Kadın Erkek Genç Yetişkinlik (16-24) 20 2 Genç Yetişkinlik Üstü (25-40) 12 10 Orta Yetişkinlik (41-64) 3 9 İleri Yetişkinlik (65+) 1 3

Tablodan 9’da görüldüğü gibi dizilerdeki kadın karakterleri ağırlıklı olarak genç yetişkinlik sayılan yaşlarda yer alırken, erkeklerin çoğunluğu yetişkin üstü ve orta yetişkinlikte yer aldıkları görülmektedir. Başka bir ifadeyle, kadınlar 16-40 yaşları arasında bulunan rolleri daha çok canlandırmakta, erkekler ise 26-64 gibi daha geniş bir yaş aralığında rol alabilmektedir. Bu veriler ile ataerkil toplum yapısının devamımın yansıtıldığı dizilerde eril otoritenin kadın rolleri üzerindeki gücünü yaşa bağlı olarak elinde bulundurması sonucuna bağlanabilir. Televizyon dizilerinde genç ve yetişkin rollerindeki kadınların, fiziksel özellikleri de popüler kültürün tüketme güdüsüne paralel olarak güzel, seksi, çekici, zarif ve sıfır bedeni dayatan görsellerle karşı cinsi etkileme ve beğenilme arzusu taşıdığı sonucuna varılmıştır.

Tablo 10: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Karakterlerin Fiziksel Görünümü Dizilerde Cinsiyetlerin Fiziksel Görünümü Fiziksel Görünüm Kadın Erkek Zayıf / Narin % 54 % 10 Normal % 38 % 77 Şişman % 8 % 13

Seçilen dizilerdeki toplumsal cinsiyet temsillerinde kadın ve erkek karakterlerin dış görünümleri de analiz edilmiştir. Tablo 10’ da görüldüğü gibi kadın karakterlerin baskın (%54) bir oranda “zayıf veya narin” olarak temsil edilmekteyken, erkekler için yüzdesi (%77) en fazla olan kategori normal vücut yapısı ile temsil edilmektedir. Bu sonuçlara göre dikkat edilmesi gereken konulardan başında bedenin kadın ve erkek cinsiyeti için fiziksel görünümde nasıl ilişkilendirildiğidir. Zayıf ve narin, kadın bedeni için daha çekici, seksi, alımlı ve güzel, görünüm olumlu karşılanırken, aynı kelimeler

83 erkek bedeni için kullanıldığında güçsüz veya çelimsiz, yani olumsuz tanımlamalar kullanılmaktadır. Dizilerdeki sunulan bedenlerin fiziksel görünümüne ait bu veriler doğrultusunda ekrana yansıtılan kadın karakterlerin büyük çoğunluğunun tüketim toplum algısında şekillenen popüler kültürün kadınlık ve kadın bedeni eril zihniyettin beğenisinde dayatılan dış güzellik anlayışı doğrultusunda şekillenmektedir. Erkek bedenine ait verilerde baskın çıkan normal vücut yapısı yine popüler kültürün dayattığı makbul sayılan bir özellik olduğu gözden kaçmamaktadır.

Araştırma için izlenen televizyon dizilerinde kadın karakterlerin beden yapısı gözlemleri sonucunda şişman olan 4 kadından 2 tanesinin 45 yaş üstü olduğu, 3 şişman olarak tanımlanan erkek karakterin ise hepsinin 45 yaş üstü ileri yetişkin kategorisinde olduğu tespit edilmiştir. Bu beden tipteki kadın ve erkeklerin rolleri daha detaylı incelendiğinde, kadın bedenlerinin dış görünümü fiziksel olarak popüler kültürün beğenilerine uygun olmayanları anaç veya cinsellikten arınmış, erkekler tarafından arzu edilmeyen dolayısıyla, şişman biçimde gösterilmekte olup, erkek bedenleri için ataerkil yapıdaki konumları gereği aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Tablo 11: Dizilerdeki Kadın ve Erkek Kimliğinin Karakter Özellikleri

Dizilerdeki Toplumsal Cinsiyet Kalıp Yargılar Karakter Özellikleri Kadın Erkek Merhametli / Duygusal % 65 % 35 Hırslı / Rekabetçi % 33 % 67 Kibar / Nazik % 64 % 36 Kaba % 25 % 75 Uzlaştırıcı / Sorun Çözücü % 54 % 46 Agresif / Şiddet Eğilimli % 37 % 63 Uysal / Çekingen % 64 % 36 Otoriter / Baskın % 42 % 58 Hayalperest % 74 % 26 Zeki / Mantıklı % 46 % 54 Saf / İtaatkâr % 66 % 34 Asi / isyankâr % 38 % 62 Asosyal / İçe Dönük % 59 % 41 Sosyal / Dışa Dönük % 43 % 57

84 Dizilerdeki toplumsal cinsiyet kimliği analizinde dikkat edilen bir başka unsur da ataerkil ideolojinin şekillendirdiği kadın ve erkek rollerinin özellikleridir. Bu özellikler çoğu dizinin ataerkil toplumu yeniden inşa eden senaryosu gereği daha yazım aşamasındayken hem kadın hem de erkek karakterlerin bedenlerine ve kimliklerine işlenmektedir. Bu çalışmada incelenen dizilerdeki kadın ve erkek her bir karakter için gözlenen kimlik özellikleri Tablo11 ’de sıralanmaktadır.

Tablo 11’de incelendiğinde ataerkil toplumda yaygınlaşmış toplumsal cinsiyet gereği dizilerde sunulan kadın ve erkek rolleriyle özdeşleşmiş birtakım genel kabuller, karakterleri üzerinden yeniden inşa edildiği saptanmaktadır. Bu bağlamda ataerkil toplumlarda kadınlar için dayatılan özellikler başında uysal/çekingen, duygusal, nazik, itaatkâr ve hayalperest olduğunu görebiliriz. İtaatkâr ve uysal olma özellikler için dikkat edilmesi gereken nokta ise erkeklere kıyasla bu ifadeleri taşıyan kadın karakterler dizilerde oldukça fazla oranda seyrettirilmektedir. Tablodaki verilerine erkekler için baktığımızda ise saldırgan/şiddet eğilimli, asi, kaba ve rekabetçi/hırslı olarak gösterilen yetişkinlerin çoğunluğunun ataerkil toplumun öğretileri ile yetiştirilen erkek rollerinde daha fazla rastlandığı gözlemlenmektedir. Özellikle akşam saatlerinde (prime time) kadınlara hitaben yayınlanan dizilerde ataerkil toplumsal düzene vurgunun baskın erkeklikle izletilmektedir. Dizilerdeki baskın erkeklik rolleri ataerkinin yeniden inşası olduğu göz önünde alınırsa çıkan sonuçlar şaşırtıcı olmaktan çok kadınlık ve erkeklik tanımları için kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini izleyicilere dayatmakta olduğu görülmektedir.

85 Tablo 12: Dizilerdeki Kadın ve Erkeklerin Mesleki Dağılımı Dizilerdeki Meslek Dağılımı Kadın Erkek Ev Kadını İş adamı Hizmetçi / Temizlikçi Kahveci Avukat Avukat Şirket Sahibi Şirket Sahibi Gardiyan Gardiyan Hapishane Müdiresi Savcı Tekstil İşçisi Usta terzi Yamak / Aşçı Şef / Aşçı Hemşire Hoca / İmam Öğretmen Okul Müdürü Doktor Genel Müdür Hayat Kadını / Kötü Kadın CEO / insan kaynakları müdürü Eğitimsiz Meslekler Eğitimli Meslekler

Tablo 12’ den de anlaşıldığı üzere dizilerde kadın ve erkek karakterlerin oynadıkları meslekler, mesleki sorumluluklar ve mesleki haklar ataerkil toplumdaki maddi ve manevi kültürlerin üretimi sonucunda konumları ile belirlenmekte olduğu gözlenmektedir. İncelenen dizilerdeki kadın ve erkek karakterlerin eğitim durumları hakkında net bir bilgi verilmemesi rağmen rolleri ile kişilik özellikleri toplumsal cinsiyete göre şekillendirilmektedir. Bunun sonucunda toplumsal cinsiyet, günümüz dizileri vasıtasıyla ataerkil düzenin öğretileriyle kadınları özel alana, erkekleri kamusal alanda izleterek bireyleri yönlendirmektedir. Dizilerde de görüldüğü üzere kadınlara, verilen eğitim ve seçtikleri meslekler özel alanda kalarak erkek otoritesine sorun çıkarmayacak şekilde idare edilmesi amaçlanmaktadır. Dizilerde erkek karakterlerin kadınlara oranla daha hesaplı, güçlü, akıllı ve yetenekli özelliklere sahip karakterlerde izletilmesi ataerkil toplumsal yapımızın devamı niteliğinden kaynaklandığı gerekçesiyle kadının mesleksiz oluşu, onu toplumda ikinci sınıf konuma yerleştirmektedir. Günümüz televizyon dizilerinde kadının, kamusal alanda yer alması yine ataerkil gelenek dahilinde erkeğin otoritesi altında yardımcı rollerde canlandırılmaktadır.

86 3.2. İNCELENEN TELEVİZYON DİZİLERİNDEKİ KADIN ROLLERİ

3.2.1. Kadın Bedeni ve Rolü

Kadın bedeni ve kadınlıkla bağdaştırılan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin temsil edildiği ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde kadının toplumsal yeniden üretim(üreyim) sürecindeki rolünü kutsal annelik olarak dayatılmaktadır.

Şekil 1: Kadın Bedeni Ve Kutsal Annelik (ATV-Sen Anlat Karadeniz)

Tablo 13: Kadın Bedeni ve Toplumsal Alanda Yeniden Üretim

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Soyun üretimi/ Kutsal Kadın bedeni ve Ataerkil toplumda kadınların, Yeniden üretim annelik hamilelik süreci eşlerine karşı vazifesi olarak gösterilen cinsel yaşantı ve sonrasında soyun devamı olan doğum ritüeli kadınların özel alanda çocuk bakıcılığını üstlenmesi kamusal alana çıkışını engellemektedir.

87 Ataerkil toplumun erkek egemen yapısı ve cinsiyetçi öğelerle örülü televizyon dizileri günümüzde türü fark etmeksizin hemen hepsi merkezine kadın karakterleri baskı altına alan toplumsal cinsiyet rollerinde izletilmektedir. Orta sınıf Karadenizli bir ailenin geleneksel yaşantısının şiddet mağduru bir kadınla kesişmesinin anlatıldığı dizi ataerkil toplum yapısını özetler nitelikte sunulmaktadır. Dizide kalıplaşmış cinsiyetçi rollerin bir hayli yoğun olması ve kadınlar üzerindeki ataerkil toplumun eril baskılarını her bölümde tekrardan verilmektedir. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde yer alan Asiye, Osman Hoca’nın kızı, Mustafa’nın eşi, Saniye Hanım’ın gelini ve Balım’ ın annesi rolünü temsil etmektedir. Asiye karakteri duygusal, fedakar, dedikoduyu seven, pasif ve kocası tarafından korunmaya muhtaç ideal bir eş ve iyi bir anne gibi özelliklerle bezenmiş ev kadını rolünü özel alanda betimlenmektedir. Dizide geleneksel bir ailede gelin rolünü canlandıran Asiye, Butler ve Paisley’ in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘yerinde tut’ tipini temsil etmektedir. Yerinde tut tipine göre Asiye, ataerkil norm ve değerlerde kocasına, yuvasına ve çocuğuna bağlı özel alandaki kalıplaşmış ev içi işlerle sorumlu ev kadını olarak izletilmektedir.

Şekil 1’deki görselde Asiye’nin hamilelik sürecinde yaşadığı sorunlar nedeniyle hastane odasında makinalara bağlı bir şekilde yatakta olduğu görülmektedir. Bebeğini kaybetme tedirginliği yüzenden okunan Asiye’ nin başını bekleyen kocası Mustafa’nın tedavi süresince bir an olsun eşinin yanından ayrılmayarak karısının yaşadığı stresi hafifletmeye ve durumu kontrol etmeye çalışması gösterilmektedir.

Dizinin ikinci sezonunda ikinci çocuğuna hamile olarak giriş yapan Asiye, ataerkil toplumun kadından beklediği yeniden üretim görevini ve ideal eş olma mesajını açıkça göstermektedir. Asiye’ nin aileye yeni bir üye getirmesi hem ataerkil toplumun geniş bir aile olma fikrini hem de doğacak bebeğin cinsiyetinin erkek olması ile soyun devamının garantisi kadının aile içerisindeki otoritesini güçlendirdiği gerçeği yansıtmaktadır. Bu nedenle Asiye’ye hamilelik sürecinde kendine dikkat etmesi, hastane kontrollerin tam zamanında yaptırması ve doğum öncesi yaşanabilecek tüm aksiliklerin önlenmesi öğütlenmektedir.

Ataerkil toplumda kadının kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden hasta/yaşlı/çocuk bakım rolünü temsil eden bir başka dizi ‘Elimi Bırakma’ da özel alanla sınırlı tutulan kadın bedeninin yeniden inşa etmektedir.

88

Şekil 2:Özel Alanda Bakım Hizmeti (TRT 1- Elimi Bırakma)

Tablo 14: Kadının Özel Alanda Bakım Sunma Görevi

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Ev içi Hasta/ Merhametli ve Ataerkil toplumda kalıplaşmış toplumsal bakım Yaşlı sorumluluk cinsiyet rolleri içerisinde özel alanda hasta bakımı sahibi kadınlar ve yaşlı bakım hizmeti sunma görevi kadınların ev içi görevleri arasında yer almaktadır.

Özel alanda idealize edilmiş geleneksel kadın rollerinin sunulduğu gerek devlet gerekse özel kanallarında kadınlar hep ataerkil toplumun biçimlendirdiği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden inşası söz konusudur. Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin işlendiği ‘Elimi Bırakma’ adlı dizide Azra, zengin bir ailenin eğitim görmüş nazik, alımlı ve duygusal bir kızını canlandırmaktadır. Annesini küçük yaşta kaybeden Azra, babasını da kaybettikten sonra üvey annesinin evden kovması üzerine tek başına hayatta kalma mücadelesi vermektedir. ‘Elimi Bırakma’ dizisinin genç oyuncusu Azra, Butler ve Paisley’ in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘iki yer ver’ tipi kadın olarak temsil edilmektedir. Azra, hem geçimini sağlayabilmek adına mezun olduğu bölümü kazandırdığı meslek doğrultusunda bir şirkette aşçı yardımcısı olarak çalışmakta hem de ataerkil toplumsal yapının kadına uygun gördüğü yaşlı/hasta/çocuk bakım hizmetini üstlenen vefalı ve duygusal bir kadın rolü temsil etmektedir.

89 Şekil 2’deki görselde Azra, orta sınıfa mensup yaşlı ve yatağa bağımlı bir kadının kendi evinde bakım hizmetini sunmaktadır. Görselde evin salonunda olduklar, yaşlı kadını temiz bir şekilde bakıldığı çarşaflarının ve kıyaftlerinin renklerinden anlaşılmaktadır. Azra’nın vefalı ve fedakar bir kadın olduğu yaşlı kadına severek ve titizlikle bakım hizmeti sunumu esnasındaki yüzüne oluşan tebessümden anlaşılmaktadır.

Geçliğinde geleneksel toplum değerlerine fazlasıyla bağlı yaşayan bir kadın olan Hüsniye Hanım, kızının evden kaçması ardından felç geçirerek yatağa bağlı bir hayat sürdürmektedir. Dizide Hüsniye Hanımın bakıma, Azra’nın da kalacak bir aile ortamına, çalışmaya ve para kazanmaya ihtiyacı olması aslında geleneksel toplumlardaki yaşlı/hasta ve çocuk bakımını kadınların üstlenmesi gereken bir görev olarak algılatılması kadın izleyiciler üzerinde örtük bir mesaj olarak sunulmaktadır.

Ataerkil toplumun geleneksel aile modelini erkek egemen geniş aile içerisin izleten ‘Gülperi’ dizisi kadının toplumsal alandaki ikincil konumu temsil etmektedir.

Şekil 3:Ataerkil Aile Düzeni (SHOW TV- Gülperi)

Tablo 15: Kadının Ataerkil Aile İçerisindeki İkincil Konumu

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Saygı/ Aile düzeni Ataerkil aile/ Ataerkil toplumdaki kalıplaşmış aile içi İtibar Geleneksel rollerinde kadının yeri, kocasının aile yanında, ikincil konumda, emre itaat etmekle sabitlenmiştir.

90 Toprak zengini bir ailenin yaşantısının geleneksel kabullerinin diğer dizelere oranla daha fazla sunulduğu ‘Gülperi’ dizisinde, ataerkil toplumsal kuralların ve erkek egemen yaşamın normalleştirerek izletilmesi gibi örtük bir amaç taşımaktadır. Bu nedenle Gülperi dizisinde erkek otoritesini ve gücünü simgeleyen Yakup Bey, özellikle kadınlar ve ev halkı üzerinde tek söz sahibi birey olarak karakterize edilmektedir. ‘Gülperi’ dizisinde geniş aile içerisinde büyükanne rolünü temsil eden Fatma Hanım, Butler ve Paisley’ in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘yerinde tut’ tipi kadın olarak sunulmaktadır. Dizide Yakup Beyin eşi olan Fatma Hanım, ağa eşi olmaktan son derece gurur duyarak ataerkil toplumun geleneklerini sorgulamadan kocasının gölgesinde olmaktan bir sıkıntı duymadan yaşamına devam etmektedir. Geleneksel toplumun biçimlendirdiği pasif, itaatkar ve uysal bir kadın olan Fatma Hanım’a aile içerisindeki gücü/otoritesi yaşından ve kocasından kaynaklı bir şekilde hürmet edilmektedir. Ataerkil toplumun erkek egemen değerlerine göre çocuklarını yetiştirmekten ödün vermeyen Fatma Hanım, oğullarını aile soyunun devamı olarak görerek, kız evladından üstün tutmaktadır.

Şekil 3’teki görsel incelendiğinde aşiret ailesinin zengin/varlıklı evinin salonunda gösterişli koltuklar üzerinde oturan bireylerinin evin reisi olan Yakup Beyin konuşmalarını dikkatle dinledikleri gözlenmektedir. Geleneksel kalıplaşmış bir aile ortamı yansıtılan görselde, salonun ve oturma düzeninin eril tahakkümü yansıtacak şekilde dizayn edildiği, Yakup Beyin ve yanı başında oturan Fatma Hanımın tekli koltuklarda, çocuklarının ise karşılarındaki üçlü koltukta oturmasından anlaşılmaktadır.

Geleneksel değerlerin hakim olduğu ataerkil bir aile düzeninin sunulduğu dizide, kadınlar ikincil planda kalarak gerek özel alan gerekse toplumsal alanda eril baskılarla karşı karşıya kalarak emre itaat etmeye mecbur bırakıldığı gösterilmektedir.

3.2.2. Anne Rolü

Ataerkil toplumun kutsallık atfettiği anne rolü ‘Kadın’ dizisinde kocasının ölümü ardından çocuklarıyla birlikte hayat mücadelesi veren güçlü, akıllı ve prensip sahibi kadın temsili Bahar, üzerinden gösterilmektedir.

91

Şekil 4: Ataerkil Toplumda Sevgi, Şefkat Dolu Fedakâr Annelik (FOX TV- Kadın)

Tablo 16: Ataerkil Toplumda Kadının Kutsal Anneliği Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Fedakârlık/ Sevgi ve şefkat Toplumsal alanda Ataerkil toplumda kutsallık Özveri/ dolu fedakâr inançları ve değerleri atfedilen annelik, kadınlardan Şefkat annelik uğruna yaşam özel alanda sessizleştirmek mücadelesi veren istemektedir. Fakat kadınlar, güçlü ve kararlı ataerkil değerlerin bağlarında kadın kurtulup kendi yaşamı hakkında karar verme yetkisine sahip, özgür ve güçlü kadınlar olabilirler.

FOX TV’nin sevilen dizisi ‘Kadın’ da Bahar karakteri, çekirdek ailesinin geçimi için güçlü ve dik bir duruşla anne babasının geleneksel söylemlerine rağmen hayat mücadelesini tek başına göğüsleyen bir kadını temsil etmektedir. Kendi ailesinin ataerkil yapısı ile yaşamının getirdiği zorluklar karşısında denge kurmaya çalışırken bocalayan Bahar, güçlü duruşunu asla bırakmamaktadır. ‘Kadın’ dizisinin baskın karakteri Bahar, Butler ve Paisley’ in oluşturmuş olduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘erkeklerle eşit kadın’ tipi ile belli kalıplara sokulmamış kadın temsilini karşımıza çıkartmaktadır. Bahar karakteri, ataerkil değerlerin üretmiş olduğu kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine boyun eğmemektedir. Toplumsal alanda geleneksel

92 değerlerden bağımsız bir kadını temsili eden Bahar, televizyon dizilerinde sıkça gösterilen alışılmışın dışında bir kadın kimliği oluşturmaktadır.

Şekil 4’teki görselde iki çocuğu ile birlikte çekirdek ailesinin birbirine sımsıkı kenetlenmiş, fakir ama hayattan kopmayan, sevgi dolu bir yuva sıcaklığı gözlenmektedir. Görselde gece vakti evin salonunda yatmaya hazırlanan çocuklarına sevgi dolu yalansız bir dünya sunan Bahar, kalıplaşmış kutsal annelik yerine arkadaş/dost/sırdaş olan bir anneyi temsil etmektedir. Hastalığına rağmen güçlü kişiliğini ve hayata olan bağlılığı koparmayan Bahar, gerektiğinde çekirdek ailesini kimseye muhtaç bırakmamak adına ataerkil toplumun eril baskılara karşı mücadele vermektedir.

Diğer televizyon dizilerinde gösterilen kadın rollerinin aksine ‘Kadın’ dizisinin başrolü olan Bahar karakteri, ataerkil toplumdaki eril tahakküme karşı bir dik duruşla, kendi yaşamı hakkında kimseye itaat ve boyun eğmeden hayatla mücadele savaşı gösterilmektedir. Bahar, tüketim toplumunun şekillendirdiği kadınların ya da dizideki diğer bakımlı, alımlı, seksi ve cazibeli kadınların aksine süsten ve makyajdan arınmış sadelikten yana bir yaşam sürmektedir. Diğer bir ifadeyle erkek egemen bir toplumda güçlü kalmaya çalışan Bahar ile izleyicilere, kadınların da istedikleri takdirde eril baskılar karşısında kadınlarında kendinden emin dik duruşu ve kadınlar arası dayanışmanın toplumdaki önemi aktarılmaktadır.

Ataerkil toplumun kadınlara biçilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden kutsal annelik ‘Gülperi’ dizisinde ölmüş kocası ardından namus davası nedeniyle ceza evine giren bir kadının çocuklarına kavuşması ve olanların bakımını üstlenme fedakârlığı Gülperi karakteri üzerinden temsil edilmektedir.

93

Şekil 5: Ataerkil Toplumunda Kadının Ev Hanımlığı (SHOW TV- Gülperi)

Tablo 17: Ataerkil Toplumda Kadının Özel Alanda Sorumlu Olduğu Çocuk Bakımı

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Besleme/ Ev içi rol/ Kutsal ev içi Ataerkil toplumda kadınların özel Büyütme/ Yemek yapma bakım görevi alanda kalıplaşmış cinsiyet rolleri Bakım içerisinde çocuklarının beslenmesinden, bakımından ve büyütülmesinde sorumludur.

Dizinin senaryosunun asıl başlangıcı başrol oyuncusu olan Gülperi’nin bir iftira sonrasında çocuklarının kopuşu ve ataerkil değerler ile yetişen çocukların hayat mücadelesinde maddi imkânsızlıklar karşısında çaresiz kalan bir annenin dramı üzerinden şekillenmektedir. Gülperi dizide duygusal, kibar, itaatkâr ve sevecen özelliklere sahip ataerkil toplumun kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini temsil eden bir kadın karakterini göstermektedir. Dizide ölmüş kocasına sadık kalan ideal bir eş olarak, hayatta tek gayesinin çocuklarını iyi bir yaşam olanakları sunmak olan Gülperi, geleneksel rollerle biçimlenmiş kutsal anneliği temsil etmektedir. ‘Gülperi’ dizisin başrolünde yer alan ve diziyle aynı adı taşıyan Gülperi karakteri, Butler ve Paisley ‘in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğinde yer alan kadın tiplerinden ‘yerinde tut’ olan ikinci kategorinin temsilinde sunulmaktadır. Küçük bir kasabasında orta sınıf ataerkil bir

94 ailede büyüyen Gülperi eğitimsiz bir kadın olarak ayakta kalma hayallerine sahiptir. Fakat ataerkil gelenekten ve baba baskısından kurtuluşu genç yaşta aşık olduğu Eyüp’le kaçarak evlenmekte bulur. Yeni yaşamında mutluluğu kendi ailesini kurmakta arayan Gülperi, eşinin ailesi tarafından hep yabancı olarak düşman bellenir. Yaşadığı bütün zorluklara çocuklarına sahip çıkan iyi bir anne olma adına katlanmaktadır.

Şekil 5’teki görselde küçük bir evin salonunda iki çocuğuyla birlikte akşam yemeği için sofra başında olan Gülperi, kalıplaşmış kutsal annelik görevinde çocuklarının beslenme ihtiyacını karşılamaktadır. Görselde maddi imkansızlar içinde alt sınıf bir hayat tarzı olan evin salonunda, meraklı bakışlar altında sıcak bir akşam yemeği servisi yapan Gülperi, geleneksel kıyafetlerle sunulmaktadır.

Gülperi karakteriyle izleyicilere sunulan, ataerkil toplumda kadınların namus konusundaki hassasiyet ve aile/yuva olmanın tek amacı eşine karşı ideal bir eş ve çocuklarına iyi bir anne olmak gösterilmektedir.

Ataerkil toplumun kadına biçtiği kutsal annelik rolü ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde geleneksel değerleri benimseyen Saniye Hanım üzerinden temsil edilmektedir.

Şekil 6:Ataerkil Toplumda Ev İçi Bakım ve Annelik (ATV- Sen Anlat Karadeniz)

95 Tablo 18: Geleneksel Ailede Kadın ve Kutsal Annelik Görevi Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Ev içi Kadın/ Geleneksel aile Ataerkil toplumlarda kadınların anne bakım Anne ve vefakâr olduktan sonraki en önemli görevi annelik çocukları kaç yaşında olursa olsun onların bakım ihtiyaçlarını gidermektir.

Karadenizli muhafazakâr bir ailenin annesi olan Saniye Hanım, ataerkil gelenekleri benimseyen bir karakter sunumu ile kocasının ölümünden sonra evin geçimini ve güvenliğini sağlayan oğullarına hizmet eden fedakâr bir anne rolünü canlandırmaktadır. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde evin fedakar annesi olan Saniye Hanım karakteri, Butler ve Paisley ‘in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğinde yer alan ikinci kategorinin ‘yerinde tut’ tipini temsil eden kalıplaşmış toplumsal cinsiyet olarak gösterilmektedir. Saniye Hanımın geleneksel değerleri ve yaşam tarzıyla oğullarını yetiştiren, kocasının ölümünden sonra evin parasal giderlerinin sorumluluğunu büyük oğlu Mustafa’ya bırakmış fakat ev içerisinde geniş aile yaşantısı devam ettirmek ve saygı görmek istemektedir.

Şekil 6’daki görselde Saniye Hanım ve üç oğlunun kahvaltı sofrasında oldukları görülmektedir. Geleneksel kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden ev kadınlığı ve anneliği temsil eden Saniye Hanım, hala oğullarının özel alanda ev içi bakım ve beslenme işini üstlenmektedir. Oğullarının masa başında annelerinden çay doldurmasını beklemesi, erkek egemen toplumda kadınların ilerleyen yaşına rağmen eril değerlerin hakiminde büyüttükleri oğullarına hizmet etmekle görevli kalarak kutsal annelik yeniden üretilip ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde temsil edilmektedir. Orta sınıf bir aileye mensup olan Saniye Hanımın başında yemenisi ve üzerindeki geleneksel Karadenizli kadınların gündelik ev içi kıyafet olan bluz ve hırkasından anlaşılmaktadır.

Ataerkil geleneklerle örülü yaşamında tek derdi oğullarını köyün uslu kızıyla evlendirmek isteyen Saniye Hanım, geleneksel kültürün şekillendirdiği kendi değerleri ile oğullarının inandıkları değerler karşısında çaresiz kalmaktadır. Dizinin ilerleyen bölümlerinde Tahir’in anne sözünü dinlemeyerek evli bir kadınla yaşamını birleştirmesine karşı çıkan Saniye Hanım, ataerkil toplumun geleneklerinin yeniden inşa

96 edilmesinde aracılık rolü üstlenmektedir. Ataerkil değerlerin yeniden inşa edildiği ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde, anneliğin ev içi özel alanda çocuklarının yetiştirilmesi, beslenmesinden sorumlu tutulan kutsallığı Saniye Hanımın kalıplaşmış toplumsal cinsiyetçi rolü ile pekiştirilmektedir.

3.2.3. İdeal Eş Rolü

Erkek egemen ataerkil toplumda mutlu bir aile ortamının sağlanması adın kadını kocasına karşı ideal eş olma görevi ‘Kadın’ dizisinde Hatice karakteri üzerinden temsil edilmektedir.

Şekil 7: Ataerkil Toplumda Kadının İdeal Eş Sorumluluğu (FOX TV- Kadın)

Tablo 19: Ataerkil Toplumun Kadına Dayattığı İdeal Eş Olma Rolü Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Sevgi/Şefkat Kalıplaşmış Kocaya karşı Ataerkil toplumda kadın İlgi/Bakım cinsiyet rolleri sorumluluk görevi evliliği süresince eşine karşı ideal eş olma bakım hizmetini (özellikle hastalandığı zaman) karşılamak zorundadır

‘Kadın’ dizisi farklı biçimlerde sunduğu kadın karakterler üzerinden senaryolarında yer alan içeriklere iki ayrı sosyo-kültürel hayatı birleştiren değerlerden yola çıkılarak kurgulanmaktadır. Bu nedenle dizide toplumsal cinsiyetçi bakış açısı ile sunulan kadın karakterleri yeniden inşa edilerek topluma yansıtılmaktadır. ‘Kadın’

97 dizisinde alt sınıfa mensup, geleneksel yapıların ve kültürel özelliklerin etkisinin bulunduğunu Hatice Hanımın Enver Beyin eşi olarak aile yaşantısında kalıplaşmış cinsiyetçi rollerin yansımalarını görmek mümkündür. Merhametli ve kocasına sadık, ideal bir eş olan Hatice Hanım karakteri, Butler ve Paisley ‘in oluşturduğu cinsiyetçi kategoriler içerisinde hayatını hep evine/yuvasına ait sorumlulukları üstlenen ‘yerinde tut’ tipini temsil etmektedir.

Şekil 7’deki görselde; orta sınıf bir aile yaşamının sürdürüldüğü evin salonunda kalp hastası eşine ilaç veren geleneksel ev kadının ideal eşin kocasına karşı vazifesi olan bakım hizmeti temsil edilmektedir. Özel alanda temsil edilen geleneksel ev kadını sunumu Hatice Hanım, üzerinden sade etek ve hırkadan olan giysilerinden ya da özensizce topladığı saçlarından görülmektedir. Geleneksel değerlerin hakim olduğu bir aile yaşantısı evin erkek egemen yapısı Enver Beyin oturduğu tek kişilik koltuğun baş köşede olmasından anlaşılmaktadır.

‘Kadın’ dizisinde diğer dizilere nazaran farklı kadın temsillerini bir arada verilmesinin yanı sıra, Hatice Hanımın geleneksel değerlerde ideal eş olma rolü ile itaatkar ve pasif kadın, Bahar karakteriyle ise güçlü, akıllı ve cesur kadın temsil edilmektedir. ‘Kadın’ dizisin içeriğindeki Hatice Hanım karakteri, geleneksel erkek egemen toplumun kadından beklenen rollünün, eşinin özel alandaki hizmetini üstlenmekte sorumlu olduğu mesajı hala geçerliliğini korumaktadır.

Kadının ataerkil toplumda ideal eş olma rolünü gösteren bir diğer dizi ‘Sen Anlat Karadeniz’ de Türkan Hanım kocasına karşı sorumluluğunu geleneksel değerlere göre göstermektedir.

98

Şekil 8: Ataerkil Toplumda Kocaya Karşı Sorumluluk Eş Olmak (ATV-Sen Anlat Karadeniz)

Tablo 20: Erkeğin Otoritesi Üzerine Kurulan Geleneksel Ailede Kadının İdeal Eş Rolü

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Eş olmak/ Kahve Kocanın hizmetinde Ataerkil toplumlarda kadın Hanım olmak/ sunumu ideal eş olma evlendikten sonra eşinin Evin sultanı isteklerini yerine getirmekle olmak yükümlüdür.

Televizyon dizilerinde gittikçe artan eril hegemonik baskılar kadınları özel alana dayalı rollerde sunulması ataerkil toplumsal yapıdan etkilenerek oluşturulan hikayelerin şekillenmesinde öncelikli unsur ticari kaygılarla oluşan seyirci beklentisidir. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde kadına yönelik şiddet olayının izleyici üzerinde bıraktığı etkinin reyting sonuçlarına yansıyanı yüzü, kadın izleyicileri üzerindeki baskısı ve benzer şiddet eylemene maruz kalışından kaynaklanmaktadır. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde Cemal’in eşi ve iki kız çocuğu annesi Türkan Hanım ev kadını rolünde temsil edilmektedir. Dizide Türkan karakteri, evine ve kocasına bağlı, itaatkar, duygusal ve yardımsever bir kadın olarak geleneksel kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden ideal ev kadınlığı gösterilmektedir. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde kalıplaşmış ev kadını rolünde görülen Türkan Hanım, Butler ve Paisley ‘in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine

99 göre ikinci grupta yer alan ideal eş ve iyi bir anneliği temsil eden ‘yerinde tut’ tipi kadını temsil etmektedir.

Şekil 8’deki görsele bakıldığında alt sınıf bir ailenin mütevazi değerlerde ev kadını olan Türkan Hanım, başındaki yemenisinin bağlama şekli ve çiçekli entarisiyle muhafazakar bir kadını temsil etmektedir. Dizide erkek egemen çekirdek aile yaşantısı idame ettiren Türkan Hanım, kocasına karşı ideal bir eş olma vazifesi olarak yemek sonrası kahve sunuma yapmasıyla gösterilmektedir. Bu görsel altında yatan örtük mesajla kadının toplumdaki yerinin ailesi, sorumluluğunun eşi ve evi olduğu vurgulanmaktadır.

3.2.4. Ev Kadını Rolü

Erkek egemen ataerkil toplumun kadınlara dayattığı kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü ile özel alanda sınırlı yaşamı gündelik ev içi temizlikle tüketmesini temsilen ‘Kadın’ dizisinde geleneksel ev kadını sunumu Hatice Hanımın üzerinde gösterilmektedir.

Şekil 9: Ataerkil Toplumda Kadının Kalıplaş Ev İçi Sorumluluğu (FOX TV- Kadın)

100 Tablo 21: Özel Alana Hapsedilen Kadının Görünmeyen Emeği Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kadının Özel alan rutin Kadınların kalıplaşmış Ataerkil toplumun biçmiş görünmeyen işler/ çamaşır ev içi görevlerden bir olduğu kalıplaşmış emeği yıkama temizlik toplumsal cinsiyet rollerinde kadınlar, özel alana hapsederek evinin temizliği ve bakımıyla görevlendirilmektedir.

‘Kadın’ dizisinde Enver Beyin ikinci eşi, Bahar ve Şirin’in annesi olan Hatice Hanım, kırklı yaşlarında yuvasına ve kocasına bağlı, itaatkar, uysal/çekingen ve pasif bir ev kadını olarak temsil edilmektedir. Dizide kutsal anneliği sorunlu olan Hatice Hanım, kendi geleneksel değerleriyle çelişen iki kızının birbirlerinden farklı kişilik özellikleri dolayısıyla aile içerisinde oluşan çekişmeleri yaşantışını zorlaştırmaktadır. ‘Kadın’ dizisinde özel alanda kalıplaşmış ev kadınlığının rutin ev içi bakım sorumluluğunu üstlenen Hatice Hanım, Butler ve Paisley’in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘yerinde tut’ tipi kadının geleneksel aile yaşantısı temel alan eş, anne olarak temsil edilmektedir. Dizide fedakar bir anneyi canlandıran Hatice Hanım, özel alanda ev içi temizlik, yemek ve bulaşık gibi ailesi için bakım hizmetini sunan ataerkil toplumun geleneksel değerlerini göstermektedir.

Şekil 9’daki görselde evin genç yaştaki kızına ayrılmış yatak odasında, elinde çamaşır sepetiyle kirli çamaşırları toplamaya gelen Hatice Hanım geleneksel toplumun kadına dayattığı ev içi bakım (temizlik) hizmetini üstlenen ideal ev kadınını temsil etmektedir. ‘Kadın’ dizisinde de evin annesi olan Hatice Hanım karakteriyle özel alan da eşinin ve kızının dağıttı odaları ve eşyaları toplayan, yuvasını temizleyen ve düzenleyen geleneksel ataerkil toplumun ideal ev kadını sunumu yeniden öğretilmektedir. Dizide Bahar’ın aksine geleneksel rollerde itaatkar bir kadını temsil eden Hatice Hanım’ın kıyafet tercihine baktığımızda ev işlerini yapmaya engel olmayan sadelikten yana özensiz bir dış gürünüşe sahip olduğu görülmektedir. Dizide herhangi bir mesleği olmayan bir kadın olarak ev kadını rolünde, tek derdinin ailesinin daha sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürmesi adına kendini ev işlerine adayan Hatice Hanım’ın

101 en iyi bildiği işin ev işleri olduğu gösterilmektedir. Ev içi işleri rutin olarak tekrarlanmasından ve bu işlerin sorumluluğunu evin annesine devredilmesi geleneksel ailelerin kadına dayatması olarak görülmektedir. Dizilerdeki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini özel alanda kadın karakterler üzerinden temsil edilişi ataerkil toplumun erkek egemen değerleri yeniden inşa ederek ideal ev kadını nasıl olunur kalıpları göstermeye çalışılmaktadır.

Kadının kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini özel alanda iktidarı/gücü sınıf farklılıkları üzerinden sunan ‘Elimi Bırakma’ isimli dizide ev içi bakım sorumluluğu hizmetçi üzerinden temsil edilmektedir.

Şekil 10:Ataerkil Toplumda Kadının Özel Alan Sunumu (TRT 1- Elimi Bırakma)

Tablo 22: Geleneksel Aile ve Özel Alandan Sorumlu Ev Kadınlığı Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kadının Özel alan Kadınların kalıplaşmış Kadınları özel alanda gerek görünmeyen mutfak işi/ ev içi hizmetçi rollü kendi evi gerekse çalıştığı ev emeği Misafir olsun özel alandaki hizmet ağırlama ve işlerinden sorumlu tutan sunum ataerkil düzende özellikle hizmeti kadını mutfak ve sunum işlerinden sorumlu tutmaktadır.

102 Zengin bir ailenin yaşantısının izletildiği ‘Elimi Bırakma’ adlı dizide Feride Hanımın gelini, Cenk, Melis ve Arda’nın annesi olan Serap kayınvalidesinin geleneksel ataerkil kuralları ile üç çocuğunu büyüten, genç yaşta dul kalmış ev kadını temsil etmektedir. Geleneksel toplum değerleri üzerine kurulan aile yaşantısında demokratik bir ortam olmadığından Serap’ın kararları daima sorgulanarak özel alandaki kadının güçsüzlüğü pekiştirilmektedir. Zengin bir yaşantıya sahip olan Serap’ın evinde, ev içi işlerle ilgilenen bir de hizmetçisi vardır. ‘Elimi Bırakma’ dizisinde çocuklarıyla arasında sorunlar olan bir anneyi canlandıran Serap Hanım, Butlar ve Paisley’ in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre, ‘yerinde tut’ tipi kadının geleneksel değerlerle ailesine ve yuvasına olan bağlılığı temsil edilmektedir. Genellikle özel alanda evin sorumluluğu ile ilgilenen fedakar bir anneyi canlandırın Serap Hanım, modern yaşantının getirdiği lüks yaşantı içerisinde geleneksel değerlerle bocalayan güçsüz bir kadını göstermektedir.

Şekil 10’daki görselde evinin gösterişli mobilyalarla döşenmiş salonunda misafir ağırlayan Serap Hanım, özenle seçilmiş şık kıyafetler içerisinde bakımlı ve alımlı bir bedenle üst sınıf bir görüntü sergilemektedir. Görselde ataerkil toplumun misafir ağırlama ritüelini gerçekleştiren Serap Hanım, ikram sunumunda hizmetçisini kullanması lüks yaşantısının ve otoritesinin gücünü göstermektedir. Serap Hanım ve hizmetçisi arasındaki iktidar/güç ilişkisi geleneksel toplumun kadına ve kadınlığa dair tanımlamaları özel alanla sınırlı yaşamından temsillerle gösterilmektedir.

Toplumsal mevkiinin servet ve itibarla olduğunun yansıtıldığı dizide, ev içi temizlik, yemek, bulaşık ve misafir ağırlama gibi kalıplaşmış kadın rollerinin evin hizmetçisi olan alt sınıf bir kadına para karşılığı yaptırılıyor olması, toplumsal alandaki ekonomik güç ilişkilerini bir yansıması olarak sunulmaktadır.

Özel alanla sınırlı kadın yaşamını kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden ev kadınlığı sunumu üzerinden temsil eden bir başka diziye ‘Gülperi’ örnek verilebilir.

103

Şekil 11: Ataerkil Toplumda Kadının Duygusal Emeği (SHOW TV-Gülperi)

Tablo 23: Ev Kadının Görünmeyen Özel Alan Duygusal Emeği Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kadının Özel alan Ataerkil toplumda Kadınları özel alanda görünmeyen mutfak işi/ cefakar ev mutfakta konumlandırın duygusal Bulaşık yıkama hanımlığı ataerkil toplum düzeni kadın emeği ve erkek arasında paylaştırdığı ev içi işlerinde kadınların emeğini görmezden gelmektedir.

İncelenen diziler içerisinde ‘Gülperi’ dizisi, kadınların toplumsal cinsiyet rollerini diğer dizilere oranla daha geleneksel kalıplara göre sunmaktadır. Gülperi, karakteri dizide ataerkil bir ailenin kocası ölmüş dul bir gelin olarak eril tahakküme maruz kalan üç çocuk annesi bir kadını temsil etmektedir. Kendi ailesinin eril tahakküm baskıları dolayısıyla okuyamayan ve küçük yaşta kaçarak evlendiği için ekonomik özgürlüğü olmayan Gülperi, geleneksel aile değerlerine bağlı ideal bir ev kadını yaşamını temsil etmektedir. Herhangi bir mesleği olamayan Gülperi, Butler ve Paisley ‘in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘yerinde tut’ tipi kadını temsilen ataerkil toplumun geniş aile değerlerini merkeze alan bir yaşantıyı göstermektedir.

104 Şekil 11’deki görselde mütevazı/küçük bir evin mutfağında elinde bulaşık yıkarken görülen Gülperi, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden kadının sorumluluğuna bırakılan ev için duygusal emeği görülmektedir. Gülperi ataerkil toplumun dayattığı kutsal annelik rolünü özel alanın kadınlara tahsis ettiği mutfak sorumluluğu bulaşık yıkamanın kadın işi bir görev olması ve ev içi temizliğin çocuk yetiştirmede fedakar annelik sunumu üzerinden gösterilmektedir.

Dizide geleneksel toplumun sosyal alanlardan yoksun bıraktığı/dışladığı kadın yaşamı, Gülperi karakterinin özel alan ile sınırlı yaşamında ve sorumlu olduğu ev içi bakım görevi ile temsil edilmektedir. Ataerkil toplumun kadına özel alan dışında neredeyse hiçbir konumun uygun görülmediği fikri Gülperi üzerinden yeniden inşa edilmektedir. Gülperi, dizide kocasına sadık eş rolü ile üretim, çocukların belirli bir yaşa kadar bakımını üstlenmek üzere fedakar bir anne ve ev içi işlerde sorumlu hizmetçi gibi kadın emeğini özel alanla sınırlı aile yaşamı eril tahakküm bir yansıması olarak gösterilmektedir.

3.2.5. Çalışan Kadın Rolü

Kamusal alanların erkek egemen yapısını yeniden inşa eden dizilerden biri ‘Elimi Bırakma’ da kadınların işgücüne dahil olsalar bile özel alan devamı olan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde çalıştırılacakları gösterilmektedir.

Şekil 12: Kadın İçin Özel Alanın Devamı Olan Kamusal Çalışma Alanları (TRT 1- Elimi Bırakma)

105 Tablo 24: Erkek Egemen Kamusal Alanda Kadın İşi Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kadın işi Çamaşır yıkamak/ Kadının kamusal Ataerkil toplumda kadın Çarşaf katlamak/ alandaki düşük statülü kamusal alanda çalışma Ütü yapmak emeği yaşamına katılsa dahi kalıplaşmış cinsiyetçi rolleri devam eder.

Dizilerin kamusal alan sunumlarında erkekler güç ve iktidarı yansıtan mesleklerde gösterilirken, kadınlar genellikle toplumsal cinsiyet eşitliğine uzak temsillerle özel alanda kadın işi olarak temsil edilen; hizmetçi, aşçı, sekreter, öğretmen, hemşire gibi mesleklerde sunulmaktadır. ‘Elimi Bırakma’ dizisinde asıl mesleğinin hemşire olduğu bilinen Fatma, çocuğunun ölümünden sonra psikolojik bunalımlar yaşayarak eşinden ve mesleğinden ayrılmak zorunda kalmış tek başına yaşam mücadelesi veren kadın olarak temsil edilmektedir. Fatma dizide kaybettiği oğlunun yerine koyduğu otizmli Mert’i kaçırması olumsuz değerlendirilse dahi, geleneksel toplumun kadına biçtiği anneliği ile olumlu bir kadın örneği temsil edilmektedir. ‘Elimi Bırakma’ dizisinde anne sevgisini içtenlikle kendi oğlu yeri bir başka çocuğu veren, onu kuruyup kollayan Fatma, Butler ve Paisley ‘in oluşturduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ikinci grupta olan ‘yerinde tut’ tipi kadın olarak temsil edilmektedir.

Şekil 12’deki görselde Fatma ve çocukluk arkadaşı yatılı bir okulun çamaşırhanesinde yıkayıp temizledikleri çarşafları titizlikle katlarken gösterilmektedir. Dizide kamusal alanda çalışan olarak gösterilen Fatma, arkadaşıyla birlikte yatılı okulda kalan çocuklara anne şefkati ve fedakarlığı üstlendikleri gün içi genel bakımından sorumlu olduğu hademelik veya bakıcılık gibi anne rolüne yakın bir konumda çalışan olarak temsil edilmektedir.

Kamusal alan kapsamında analiz edilen okul ‘Elimi Bırakma’ dizisinde kadınların çalışabilecekleri istihdam alanı (kadın işi, çocuk bakıcılığı) olarak temsil edilmektedir. Dizilerin kamusal alanda kadın temsili, geleneksel değerlerle örtüşen ev kadınlığı ile benzer özelliklerdeki mesleklerde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine uygun görevler izletilmektedir. Elimi Bırakma dizisinde kadınların kamusal alandaki

106 varlığı diğer dizilere oranla daha fazla yer verilmesine rağmen kadınlar kalıplaşmış cinsiyetçi rollerini temsil eden mesleklerde hizmetçi ve aşçı gibi düşük statülü işlerde gösterilmektedir.

Ataerkil toplumda kadınların kamusal alandaki emeğini kalıplaşmış cinsiyet rollerini üzerinden temsil eden ‘Elimi Bırakma’ dizisi, kadın iş gücü düşük statülü ve düşük ücretli pembe yakalı işlerde sunmaktadır.

Şekil 13: Kadının Kamusal Alandaki Geleneksel Ev İçi Rollerin Tekrarı (TRT 1- Elimi Bırakma)

Tablo 25: Kadınların Kamusal Alanda Düşük Statülü İstihdamı

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kalıplaşmış Kadın kamusal Kadının kamusal Ataerkil toplumda kadınların cinsiyet alanda geleneksel alanda varlığının kamusal alanda istihdam rolü rolleri ötekileştirilmesi edildiği çalışma mekanlarda genellikle erkek yöneticilerin emri altında kadın işi olarak görülen mesleklerde çalışmasına izin verilmektedir.

107 Modern toplumsal yapıyı geleneksel ataerkil değerler üzerinden yansıtan ‘Elimi Bırakma’ dizisinde Gönül, Nazım’ın karısı ve çocuğu olmayan, ailesinin geçimi için hizmetçilik yapan kadın olarak temsil edilmektedir. Dizinin ilk başlarda zengin bir ailenin hizmetçisi/aşçısı olarak çalışan Gönül, evin beyi ölünce işten çıkartıldıktan kısa bir süre sonra düşük statülü de olsa bir restoranda bulaşıkçı olarak çalışmaya başlamaktadır. ‘Elimi Bırakma’ dizisinde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden kadın için uygun görülen hizmetçilik görevini sunan Gönül karakteri, Butler ve Paisley ’in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğinin ikinci grupta yer alan ‘yerinde tut’ tipi kadını temsil etmektedir. Dizide kamusal alandaki cinsiyetçi iş bölümlerinin bir yansıması olan hizmetçilik rolünde gösterilen Gönül ailesinin, yuvasının daha rahat bir hayat sürebilmesi adına çalışma yaşamına katılsalar dahi kalıplaşmış toplumsal rolleri devam edeceği gösterilmektedir.

Şekil 13’deki görselde bir restoranın arka mutfak bölümünde hem bulaşıkçı hem aşçı yardımcısı olarak çalışan Gönül ve patronu iş hakkında konuşurken gösterilmektedir. Gönül’ün üzerindeki mutfak önlüğü, kamusal alanda kadın işi olarak görülen özel alanla kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü olan yemek yapma ve bulaşık yıkama kadın görevi olarak temsil edilmektedir. Gönül’ün dizide temsil ettiği kadın işi çalışma yaşamı ile ataerkil toplumun kadına dayattığı kamusal alanda ikincil rollerle pekiştirilmektedir. Dizide kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri gerek özel alanda ev içi bakım rolü gerekse kamusal alanın şekillendiği kadın işi olarak gösterilen roller arasında benzerlik oluşu, televizyon dizilerinin geleneksel toplum hayatını yeniden inşa ettiği görsel temsiller üzerinden gösterilmektedir.

Kadının kamusal alan istihdamında erkek egemen yönetim kademelerinde ikincil pozisyonda temsil eden bir başka dizi olan ‘Avlu’ da cezaevi müdürü olan Zerrin karakteriyle kadınların çalışma yaşamında emre itaat etmesi gösterilmektedir.

108

Şekil 14:Kadının Kamusal Alandaki Düşük Statülü Konumu (STAR TV- Avlu)

Tablo 26: Kamusal Alanda Erkek Emri Altında İstihdam Edilen Kadınlar Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Kadın kamusal Kadın ataerkil toplumda Üniforma/ alanda erkeğe göre kamusal alanda istihdam edilse Mesleki konum Amblem daha düşük statülü dahi eril baskının altında verilen işlerde çalışır emre itaat etmek zorundadır. Kadınlar kamusal alanda Kamusal Görünmez Kamusal alanda çalışma hayatına katılsalar bile alanda engeller (cam kadına sunulan cam tavanlara takılarak kadının tavanlar) Ast-üst ilişkisi erkeklerle eşit pozisyonlara ikincil rolü yükselemezler.

Avlu dizisinde cezaevinde erkek çalışma arkadaşları üzerinde müdür olarak çalışan Zerrin, kamusal alandaki cinsiyetçiliğe ve kadın düşmanlığına maruz kalarak, emri altında çalışan gardiyanlar üzerinde otorite kurabilmek adına zorluklarla mücadele vermektedir. ‘Avlu’ dizisini ikinci sezonunda cezaevi müdürü olarak görevli Zerrin, Butler ve Paisley ‘in cinsiyetçilik ölçeğine göre ‘erkeklerle eşit’ kadın tipi kamusal alanda üst yönetim kademesinde çalışan bir kadın olarak temsil edilmektedir. Televizyon dizilerinde az rastlanan bu temsil tipinin; bekâr olması ve ayrıca kamusal

109 alanlardan biri olan cezaevinde müdür olarak çalışan Zerrin karakteri üzerinden verilmektedir. Zerrin, cezaevlerindeki eril yönetimin kurallarını uygulama sürecinde gerek erkek gerekse kadın çalışma arkadaşlarına karşı sert bir tutumla otoritesini korumak istemektedir.

Şekil 14’teki görselde cezaevinin müdür odasında üst yönetimden gelen misafirlerin ağırlayan Zerrin müdür, erkek egemen değerler altındaki düşük statülü durumu gösterilmektedir. Görselde cezaevi mahkûmların haklarının verilmemesi üzerine çıkan grevi bastırmakta yetersiz kalan Zerrin müdür, üst yönetim güçleri tarafından görevini layıkıyla yapmaması adına makamında eleştirilerek eril tahakküme maruz kalışı temsil edilmektedir.

Ataerkil toplumsal yaşamın izleri sunulan televizyon dizilerinde kadınları kamusal alanda yönetici dahi olsalar duygusal davrandıkları, akıllarını kullan aciz olan sorunların üstesinden tek başlarına gelemedikleri ve bu nedenle de yönetici olmamaları gerektiği mesajı verilmektedir.

3.2.6. Baştan Çıkartan Kadın Rolü

Ataerkil toplumun erkek beğenisine göre biçimlendirdiği kadın bedenine ve dişiliğine vurgu yapan televizyon dizilerinden biri ‘Kadın’ da alımlı, çekici. seksi ve baştan çıkartan temsille güç elde etmeye çabalayan Şirin karakteri üzerinden kadının sunum objesi olması gösterilmektedir.

Şekil 15: Kadın Bedeni ve Dişilik (FOX TV- Kadın)

110 Tablo 27: Kadın Bedeni ve Dişilik Algısı Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Modern zamanlarda dişilik; güzellik, hoş, alımlı, enfes, çekici gibi ifadeler ideal ve seksi kadın Erkekler tarafından bedeni ile ilişkilendirilmektedir. Dişilik/ Cazibe/ beğenilen kadın Toplumsal ortamlarda beğenilmek Beğenilme/ Güzellik/ bedeni; zayıf, ve ilgi görmek isteyen kadının İlgi çekmek Fettan narin, çekici, alımlı gerek özel alanda gerekse kamusal ve seksi olmalı alandaki bedeni bakımlı, seksi ve çekici olmak zorunda olduğu mesajı verilmektedir.

‘Kadın’ dizisinde Hatice Hanımın kızları olan iki kardeşten Bahar, sade, doğal güzellikten yana sunulurken, Şirin daha fazla güç ve mevki elde etmek adına erkek beğenisine göre şekillenen güzellik, cazibe ve seksi beden yapısına kavuşabilme adına erkekler tarafından beğenilen, istenen kadın imajını çeşitli kalıplarla Şirin’in kendi bedenini şekillendirmesi gösterilmektir. ‘Kadın’ dizisinin Şirin’i doğduğu günden beri sorunlu bir çocuk ve genç kızı temsil etmektedir. Güzel Sanatlar’ ın resim bölümüne girmek istemekte olan Şirin’in ilk denemesinde başaramamasının sebebi yeteneksiz oluşu değil, geçirdiği psikolojik zorluklar olmuştur. ‘Kadın’ dizindeki Şirin karakteri, Butler ve Paisley’ in cinsiyetçilik ölçeğine göre birinci grup olan ‘aşağı it’ tipi kadını temsil etmektedir. Dizi genelinde pijamaları ile görülen Şirin, sosyalleşmekten korkan bir kişiliğini erkek beğenisi ve gücü kavuşmak adına dişiliğini kullanması gösterilmektedir.

Şekil 15’deki görselde Şirin’in geleneksel değerlerin hakim olduğu, mütevazi bir aile ortamından kurtulup sınıf atlayarak güç kazanabilmek için öncelikle kendi bedeni üzerinde gerek kıyafet gerekse makyaj ve saç şeklinin değiştirilmesi gösterilmektedir. ailesinden kaçarak sığındığı karşısındaki yaşlı ve zengin Suat Beyin evinin salonunda bedenine yaptığı değişikliği erkek beğenisine sunması gösterilmektedir. Bu görselle televizyon dizilerinin kadın bedenini meta olarak kullanması, tüketim ve güzellikle alımlı, çekici bir görünüm sahip olunabileceği gösterilmektedir.

111 Modern toplum görselleriyle ataerkil toplum değerlerini yeniden inşa eden diziler, kadınların toplumsal alandaki ikincil konumu ve erkek egemen yapıda saygı görebilmesinin bedenini seksi ya da nesne konumuna dönüştürmesi gerektiği mesajını vermektedir.

Kadın bedenini erkek beğenisi üzerinden temsil eden bir başka dizi ‘Avlu’ da güzellik, zayıflık ve zarafet dişilik kalıpları üzerinden sunulmaktadır.

Şekil 16: Kadın Bedenine Dayatılan Güzellik (STAR TV- Avlu)

Tablo 28: Kadın Bedeni Üzerinden Üretilen Erkek Beğenisi Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Güzellik/ Zayıf/Narin Toplumsal alanda kadın Ataerkil toplumda kadınlar Zarafet kadın bedeni bedeninin beğenilmesi için bedensel güzellikleri seksi, zayıf, narin ve alımlı alımlı ve çekici vb. olmalı değerlere göre karşı cinsten beğeni görmektedir. Çünkü değerleri yaratanda ve kontrol edende eril beğenilerdir

112 Kadın cezaevinde geçen hikayesiyle izleyiciyle buluşan ‘Avlu’ dizisinde, yaş, görünüş, sosyal düzey ve suç bakımından farklı özellikte birçok kadının hikayesi anlatılmaktadır. Cezaevi koşullarında kadınların iktidar mücadelesinin yaşandığı iki karşı kutuptan Azra’ya olan yakınlığı ile dikkat çeken ‘Haso’ lakaplı Hasret’in cezaevi öncesinde aşık olduğu mahalle arkadaşına güveni dayalı işlediği suç nedeniyle yakalanması anlatılmaktadır. Hasret’in suç işlediği esnada arkadaşlığına ve ilgisine inandığı fakat sevdiğini ataerkil baskılardan dolayı açıklayamadığı adamın kendisini arkadaşı ile birlikte kandırması cezaevi sürecinin başlangıcını oluşturmaktadır. Kendisine en çok değer verildiği yer olan ve evi gibi sevdiği cezaevinden çık deseler dahi çıkmak istemeyen Hasret, Butlar ve Paisley ‘in cinsiyetçilik ölçeğini göre birinci grup olan ‘aşağı it’ tipi kadını temsil etmektedir. Fiziksel anlamda güçlü olan Hasret, zor öğrendiği için okuyup kendini yetiştirmek istememiştir.

Şekil 16’daki görselde kafelerin yoğun bulunduğu bir caddede sevdiği adam ve arkadaşıyla birlikte ekmek parası için çalışan Hasret, önden giden erkeği sevdiği için gözleriyle onu kontrol etmektedir. Görselde kilolu hali ile dişilikten uzak beden yapısı ve erkeksi davranışlarıyla sevdiği adam tarafından sevdasına yanıt alamayan kadın olarak gösterilmektedir. Sevdiği adam tarafından sadece arkadaş/kanka olarak görülen Hasret, erkek ilgisini çekmeyen dişi kadın bedeninin tersine kilolu ve maskülen rolle temsil edilmektedir. Diğer bir ifadeyle, toplumsal alanda kadınların karşı cinsten ilgi, beğenme veya sevgi görmesinin koşulu olarak feminen özelliklerle bezeli beden yapısına sahip olması gerektiği vurgulanmaktadır.

3.2.7. Tüketici Kadın Rolü

Kadın bedeni üzerinden temsil edilen toplumun tüketim ve alışveriş tutkusu ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde ailesinin eksikleri için harcama yapan kadın temsili ile sunulmaktadır.

113

Şekil 17: Tüketim Toplumu ve Kadın Tüketiciler (ATV- Sen Anlat Karadeniz)

Tablo 29: Kadın Bedeni Üzerinden Topluma Sunulan Tüketimcilik Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Günümüz toplumlarında tüketimin için gereksinim Tüketen kadın/ duyma -ister gerçek isterse de Alışveriş/ Tüketici kadın/ Alışveriş bağımlısı sahte olsun; haz alma, mutlu Tüketim Para harcayan tüketici kadınlar olma, seçkin ve özel hissetme kadın anlamlandırmalar özellikle kadın bedeni üzerinde tüketim yoğunlaşmaktadır.

Tüketim ürünlerinin sunulduğu televizyon dizileri, en çok kadın bedeni üzerinden topluma ulaştırıp tüketicilerin beğenisine sunmaktadır. ‘Sen Analat Karadeniz’ dizisinde Mustafa’nın karısı, kalelilerin gelini olan Asiye, güzel, alım ve tam bir karadeniz kadınını temsli etmektedir. Dizide geleneksel kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden ev kadını olan Asiye, Butlar ve Paisley ‘in geliştirmiş olduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre ikinci grup olan ‘yerinde tut’ tipi kadını temsil etmektedir. Dizide kocası ve kızının mutlu olması için çabalayan Asiye, özel alanda ev içi

114 sorumluğu ile yeri geldiğinde kaynanasıyla atışmaya girerek haksızlığı kabul etmeyen inatçı bir kadını temsil etmektedir.

Şekil 17’deki görselde alışverişten evine dönen Asiye, elinde tuttuğu paketleri kocasından saklamasıyla erkek egemen değerlerden, eril hegemonyadan çekinen kadın temsili göstermektedir. Görselde ataerkil toplumsal değerleri yansıtan Asiye, ev hanımı statüsü ile herhangi bir işte çalışmadığı için maddi olarak kocasına bağımlı olarak sunulması ve alt sınıf bir yaşamın izlerinin olduğu kıyafetinden anlaşılmaktadır. Asiye’nin dizide fikir ayrılığı yaşandığı kaynanasıyla sürekli alışveriş ve para harcama konusunda çatışması gösterilmektedir. Hâlbuki dizide Asiye’nin yapmış olduğu alışverişler kendisi için değil doğacak bebeğinin ihtiyaçlarını karşılayacak ürünler olduğu ve geleneksel toplumlarda kadının kendisinden önce aile üyelerinin ihtiyaçları düşündüğünü göstermektedir.

Toplumun tüketici kimliğini kadın bedeni üzerinden temsil eden bir başka dizi ‘Elimi Bırakma’ da tüketim ürünlerini özenle kullanan modern kadın gösterilmektedir.

Şekil 18:Popüler Tüketim Toplumunun Objesi Kadınlar (TRT 1- Elimi Bırakma)

115 Tablo 30: Kadın Bedenini Güzelleştiren Tüketim Ürünleri

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Bakım/ Bakım yapan, Tüketim toplumunun Ataerkil toplumda kadınların Beğenilme/ süslenen kadın ürünleri en çok saygın bir mevkide güç ve Süslenme kadınlara hitap itibar elde edebilmesi için etmekte çekici, alımlı ya da bakımlı olması zorunluluğu vardır.

Günümüz tüketim toplumlarını oluşturan televizyon dizileri, yeni çıkan ve moda olan ürünleri oyuncular aracılığıyla sunarak, izleyiciler üzerinde özenti yaratıp hızla tüketme/kullanma dürtüsü yaratmaktadır. ‘Elimi Bırakma’ dizisindeki Sumru karakteri, yoksul bir aileden geldiği için parayı ve gücü seven bir kadın olarak temsil etmektedir. Dizide Sumru’ nun ikinci evliliği yaptığı eşinin iflas etmesi ve yangından ölü çıkması ardına üvey çocuklarıyla miras yüzünden ilişkisini kesen ve kendi kızının geleceğini garanti altına almaya çalışan bir anne rolünde görülmektedir. ‘Elimi Bırakma’ dizisinde kendi evini ve yuvasını korumayı temel alan Sumru, Butler ve Paisley ‘in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre ikinci grup olan ‘yerinde tut’ tipi kadını temsil etmektedir.

Şekil 18’deki görselde paranın gücüyle sınıfsal farklılığı yakalayan Sumru, kendine ait gösterişli evinin salonunda kızıyla duş sonrasında sohbet eden bir anneyi göstermektedir. Görselde ideal beden ölçüleriyle dikkat çeken; alımlı, çekici ve seksi bir kadın simgeleyen Sumru, cilt bakım ürünlerini kendi bedeninin güzelliği korumak için tüketen kadın temsilini sunmaktadır. İkinci evliliğinde maddi rahatlığa kavuşan Sumru, toplumsal alanda ilgi görmek, beğenilmek ve diğer kadınlara oranda daha güçlü konumda olabilmek adına tüketim ürünlerini kendi bedeninin güzelliği için kullanmak gerektiği vurgulanmaktadır. Dizide Sumru, karakteriyle kadın bedenin toplumsal alanda aidiyet/güç kazanmanın ve beğeni görmenin ilk şartını ideal güzelliğe ulaşmak olduğu fikri aşılanmaktadır. Tüketim toplumunda ideal kadın bedeni ve güzelliğine ulaşmak için de tüketim ürünlerini kullanmak gerektiği mesajı vurgulanmaktadır.

116 3.2.8. Kadına Yönelik Şiddet

Kadına yönelik şiddeti baba dayağı üzerinden temsil eden ‘Kadın’ dizisi fiziksel ve psikolojik şiddetim toplumsal alanda kadını baskı alarak sessizleştirilişini temsil etmektedir.

Şekil 19: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet (FOX TV- Kadın)

Tablo 31: Kadın Bedenini Baskı Altına Alan Eril Tahakküm Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Eril baskı/ Vahşi erkek/ Ataerkil Kadınlar doğumdan itibaren sessizleştirme Dayakçı baba/ toplumun kadın yetiştirilirken daima ailedeki bedenini baskısı erkeklerin otoritesini, gücünü ve eril tahakküm itibarını korumak için baskı altına alınırlar. Ataerkil toplumumuzda kadınla eril baskılarla büyütülürken nerede, nasıl konuşup nerede susması gerektiği baba, koca ya da erkekler tarafından öğretilir.

Toplumsal alanda kadına yönelik şiddet eylemlerinin her geçen gün izleyiciye sunan televizyon programcıları ve dizi içeriklerinde ataerkil toplumun eril tahakkümü yansıtan temsillerle normalleştirilmektedir. ‘Kadın’ dizisinde Suat’ın kızı ve hafızasını

117 kaybetmiş Sarp’ın karısı olan Pırıl, varlıklı bir aileye sahip maddi olarak bütün imkanlar ayağına kadar gelen genç bir kadını temsil etmektedir. Dizide kocası Sarp’a aşkından dolayı evini ve yuvasını merkeze alan bir kadın olan Pırıl, Butler ve Paisley’ in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre ikinci grup olan ‘yerinde tut’ tipi kadını temsil etmektedir. Yeni kurduğu mutlu evliliğinin ve aile yaşantısının bozulmasını istemeyen Pırıl, Sarp’ın annesini de kendi arkasına alarak kayınvalidesinin istediği gibi bir gelin sunumunu göstermektedir.

Şekil 19’ deki görselde babası tarafından gerek fiziksel gerekse psikolojik şiddete maruz kalan Pırıl, yaşadıkları karşısında çaresizlikten kurtulmak için verdiği çabada tepkisini ağlayarak ve yalvaran göstermektedir. Bu görselde ataerkil erkek egemen yapısını babanın toplumsal alanda otoritesini kontrol etmesi için şiddet eylemine yönelebileceği ve sözlü tehditlerle özellikle kız çocukları ve kadınlar üzerinde baskı oluşturup iktidar kurulabileceği mesajını vermektedir.

Analiz edilen dizilerin hemen hemen hepsinde kadınların fiziksel şiddet başta olmak üzere psikolojik, ekonomik, cinsel ve son zamanlarda yaşanan dijital şiddet mağduru olarak sunuldukları görülmektedir. Kadınların dizelerde ağladığı ve yalvardığı sahnelerle erkek egemen ataerkil toplum yapısının yeniden inşası adına birer örnek teşkil etmektedir. Kadınların dizilerde, özellikle özel alana hapsedilmeye çalışılması ve eril tahakkümün toplumsal kodlar halinde yayılması neredeyse her dizide karşımıza çıkmaktadır.

Egemen erkek değerleri üzerine inşa edilen ataerkil toplumda kadına yönelik şiddeti pekiştiren bir başka dizi ‘Sen Anlat Karadeniz’ de kadın bedenini erkeğin gücü karşısında savunmasız bırakılması gösterilmektedir.

118

Şekil 20: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Fiziksel Şiddet (ATV- Sen Anlat Karadeniz)

Tablo 32: Toplumsal Alanda Eşitsizlik Yaratan Kadına Yönelik Şiddet Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Şiddet/ Baskı altında Eril güç karşısında Baskıcı, ezici bir kültürel sistemin Taciz kalan kadın güçsüzleştirilen, ve erkek egemen bedeni/ ezilen kadın temsiliyetin somutlaştığı ataerkil Dayak izleri düzende kadının, erkeğin “ötekisi” olarak nitelendirilmesine yol açmaktadır. Toplumsal alanlarda cinsiyet ayırımının/eşitsizliğin varlığı, kadının eril şiddete ve istismara uğramasını neden olmaktadır.

Erkek şiddeti ve ataerkilliğin kadınların hayatları üzerinde bıraktığı etkiye odaklanan ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisi kadına yönelik fiziksel şiddeti ekranlara taşıyan dizilerin başını çekmektedir. ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde Cemil Beyin ikinci kızı, olan Nazar, acil serviste hemşiredir. Kaleli ailesinden Murat’a gönlünü kaptıran Nazar, ablası Mercan’ın sevdiği Tahir ile evlilik planlarının gerçekleşmemesi üzerine öfkesini Nefes ’ten çıkarmaktadır. Dizide hırslı, zeki ve baskın karakteriyle duyguların bastırmayı başaran Nazar, hayatını ailesinin geleneksel değerleri etrafında şekillendirmektedir. Çekirdek aile yaşantısına uygun davranışlar gösteren Nazar, Butlar ve Paisley’ in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre üçüncü grubun ‘iki yer ver’ tipe

119 hem mesleki rolü hem de ev içi görevlerini üstlenmesi ile temsil etmektedir. Dizinin ikinci sezonunda ablasının yaşadığı sıkıntıların sebebi olarak gördüğü Nefes’ e olan hırsı yüzenden Vedat’la evlenen Nazar, erkek egemen toplumun kadına olan ötekileştirmesini fiziksel şiddete kocası tarafından maruz kalışı gösterilmektedir.

Şekil 20’deki görselde Nazar’ın kocasından gördüğü fiziksel şiddeti ailesinden saklamaya çalışırken, baba evinde annesi tarafından fark edilmesi gösterilmektedir. Muhafazakar bir aile yaşantısını izleri olan görselde iki kız kardeşin yatak odasında Nazarın yaralarını temizleyen bir annesi Türkan Hanımın çaresizliği görülmektedir.

‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisin erkek egemen ataerkil toplumun ötekileştirdiği kadın bedeninin baskı altına alınması Nefes’ ten sonra Nazar da, eşi tarafından gerek fiziksel gerekse psikolojik şiddetine maruz kalması kadınların ataerkil toplumdaki ikincil/pasif olduğunun temsili sunulmaktadır. Diğer dizilerin aksine kadına yönelik şiddet olayının daha fazla işlendiği ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisi, ataerkil düzenin erkek egemen yapısında kadının toplumsal alanlarda değersiz görülmesini pekiştirerek izleyicilere sunmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin başka bir açıdan sunumu ‘Avlu’ dizisinde eril hegemonyayı sevgili dayağı üzerinden temsil etmektedir.

Şekil 21: Toplumsal Cinsiyete Yönelik Şiddet ve Erkek Hegemonyası (STAR TV- Avlu)

120 Tablo 33: Kadınları Toplamsal Alanda Baskı Altına Alan Erkek Şiddeti Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Güç/ Erkek Erkek egemen Ataerkil gelenek tarafından Otorite hegemonyası toplum düzeni içinde oluşturulan hegemonik erkeklik, kadının baskı altında erkeklerin hâkim kadınların tabi ezilmesi durumda olduğu düzenin meşruluğunu temellendiren toplumsal cinsiyet pratiğinin inşa etmektedir.

Annelerinin cezaevinde olduğu süre içerisinde sevgili olan iki genç arasında yaşanan gerilim, erkek egemen hegemonik toplum yapısı ile eril şiddet ve istismar karşısında kadın bedenleri üzerinden ataerkil toplumun baskısı kadını güçsüz bırakılmaktadır. ‘Avlu’ dizisinde agresif, hırslı ve üst sınıf bir erkek olan Alp eski sevgilisi Ecem’i öldürmesi ardından psikolojik bunalıma girmiş ve karşısına çıkan Özge ile sevgili olmuştur. Cezaevinde iktidar olan Kudret’in en yakın elemanlarından biri olan Naciye’nin kızı olan Özge alt sınıf bir aileye sahiptir. Özge’nin annesi Naciye cezaevinde Kudret’in iktidarı karşısında güçsüz kalarak koşulsuz itaat etmektedir. Özge ’nin her genç kız gibi evlenmek ve mutlu bir yuva kurma hayali vardır. Dizide güzel alımlı ve çekici bir bedene sahip olan Özge, Butler ve Paisley’ in gerçekleştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre birinci grup olan ‘aşağı it’ tipinin aptal ve erkek ilgisini çeken fiziksel dişiliğiyle sevgili olan kadını temsil etmektedir.

Şekil 21’ deki görselde Alp’in evinde yaşayan Özge’nin sevgiliyle yaşadığı tartışma sonrasında uğradığı fiziksel şiddet gösterilmektedir. Psikolojik bunalım içerisine olan sevgilinden şiddet gören genç bir kızı temsil eden Özge, sadece fiziksel şiddete değil ayrıca psikolojik ve cinsel şiddete de maruz kalmış ama sesini çıkaramayan pasif, güçsüz bir karakter olarak gösterilmektedir. Hegemonik erkeklik ataerkil toplumların bir dayatması olarak kadınların toplumsal alanlarda ötekileştirilmesine ve ikincil rollerde temsil edilmesini yeniden inşa sürecini ‘Avlu’ dizisinde net görülmektedir. Kız ve erkek çocuk toplumsal alanlarda farklarla yetiştirilmesini aşılayan ataerkil geleneklerde kadınlar hep ezilen tarafı oynamaktadır.

121 3.2.9. Diğer Kadın Rolleri

Toplumsal alanlarda kadın bedeninin erkek beğenisini kazanması ve değer görmesi için bakımlı, alımlı, çekici ve feminen özelliklere sahip olması dayatılan ‘Avlu’ dizisinde kadın olmak dişilikle temsil edilmektedir.

Şekil 22: Kadın Bedeni ve Feminenlik Dayatması (STAR TV- Avlu)

Tablo 34: Kadın Bedeni ve Feminen Kimlik Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Feminenlik/ Elbise/ Kadın bedeni her Toplumsal alanlarda bir Dişilik/ Topuklu zaman dış görünüş kadından davranış, duruş ve Erkeği ayartma Ayakkabı/ olarak kadınsı ve kılık-kıyafet bakımından Kırmızı ruj dişi olması kadınsı/dişi gibi feminen özellikler beklenmektedir.

‘Avlu’ dizisindeki Özlem karakteri, ataerkil toplumun kadınlara dayatmış olduğu kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine uyumlu bir kimlik özellikleri kurgulanmaktadır. Dizide yatalak bir annenin kızı olan Özlem, hayatına yön verirken tutuk, özgüveni eksik, kolay ve doğru karar veremeyen bir kadını temsil etmektedir. Geleneksel değerlere göre yetişmiş olan Özlem, Butler ve Paisley’ in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre üçüncü grubun ‘iki yer ver’ tipi kadını temsil etmektedir. Ataerkil ailenin baskıları altında yetişen Özlem, yıllardır kamusal alanda çalışsa dahi özgüven eksikliği ile bir

122 türlü müdür yardımcılığından yükselerek cezaevinde müdür olamamıştır. Kadın cezaevinde gardiyan olarak orta sınıf bir hayat yaşayan Özlem, ataerkil toplumun kız evladının annesi tarafından sürekli koruma altına alınan bir hayat gösterilmektedir.

Şekil 22’ deki görselde toplumsal baskılar yüzden düzgün bir sosyal hayatı ya da erkek arkadaşı olmamış olan Özlem, cezaevinde kendisi gibi gardiyan olan ve ilgi duyduğu Oktay ile görüşmeye giderkenki bakımlı kadın tesil etmektedir. Toplumsal alanda bir kadın olarak beğenilmek adına feminen bir görüntüye bürünmenin önemli değerleri olan alımlı, cekici ve cazibeli bir görüntüye sahip oluşu gösterilmektedir. İncelenen dizilerde erkeklerin başarı ve güçleriyle, kadınların ise bedenleri çekicilikleri ve arzulanılırlıklarıyla değer görmeleri, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerin ataerkil değerler ve tutumlar üzerinden kadınları baskı altına almasından kaynaklanmaktadır.

Kadınların ataerkil toplumda bulundukları yerlerde iktidar/güç kazanabilmeleri için kadınlık değerlerinden sıyrılmaları ve erkeksi/maskülen özellikleri kazanması gerektiği temsili ‘Avlu’ dizisinde değer kazanmaktadır.

Şekil 23: Dişilikten Uzak Maskülen Kadın Bedeni (STAR TV- Avlu)

123 Tablo 35: Dişilikten Uzak Kadın Bedeni Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Maskülen/ Kıyafet/ Kadınlar sosyal alanda Toplumsal alanda kadınlara Erkeksi Duruş/ kendi bedenini korumak atfedilen dişil özellikler Davranış adına dişilikten uzak erkeksi dışında tavır, kılık-kıyafet ve bir görünüme sahip olması davranış sergileyerek güç ve gerekir otorite sahibi olan kadınlar erkeksi/ maskülen olarak tanımlanır.

‘Avlu’ dizisinde maskülen davranış ve tavırlarla cezaevi içerisindeki mahkumlar arasında iktidar/güç sahibi bir olan Kudret karakteri, baskın kişilik özelliği ile koğuş ağası olarak ezilmeden hayatta kalma mücadelesi veren bir kadını temsil etmektedir. Dizide zeki bir kadın olan Kudret, erken yaşta babasız kalmış ve kötü yola düşmenin sınırından dönmüş, cezaevinin korkulan ve nam salmış bir ağasını temsil etmektedir. ‘Avlu’ dizisinde cezaevinde adım adım kendine bir iktidar kurmuş olan Kudret, Butler ve Paisley’ in geliştirdiği cinsiyetçilik ölçeğine göre beşinci grupta yer alan ‘belli kalıplara sokulmamış’ ama erkeksi/maskülen tavırlarla temsil edilen kadın tipini canlandırmaktadır. Cezaevi içerisinde her adımını ince eleyip sık dokuyarak atan Kudret, stratejik düşünmesi, az konuşması ve lafıyla karşısındaki insanı korkutacak güçte maskülen davranışlarla alışılmışın dışında bir kadın olarak temsil edilmektedir.

Şekil 23’ teki görselde cezaevi içerisinde bulunan Kudret’in kendine has dizaynlarla düşeli odasında emri altında bulunun kişilerden üç mahkuma rahatlamak adına yaptırdığı masaj gösterilmektedir. ‘Avlu’ dizisinde cezaevinde yaşamaya mahkum edilen suç işlemiş kadınlar arasında yaşanan iktidar/güç ilişkisinde Kudretin gerek maddi gerekse stratejik olarak güçlü olması otoritesinin orada insanlar tarafından kabul edilmesi gösterilmektedir.

Toplumsal yaşamda kadının ötekileştirilmesi ve erkek egemen toplum içerisinde güçsüz olması nedeniyle geçmişte yaşadığı çeşitli olumsuz durumlar, travmalar, aile problemleri ve ilişki içerisindeki hayal kırıklıkları yüzünden bireyin maskülen bir yaşam pratiğini seçmesine neden olabilir. Karşı cinse olan güvensizlik, tek başına

124 ayakta durmak ve kendisini güçlü olmak zorunda hisseden kadın, maskülen tavırlarıyla kendini yaşayacağı pek çok zorluktan uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu nedenle maskülen kadın feminen kadına göre daha güçlüdür, ya da daha güçlü görünür. Ayrıca genelde erkeklerin yaptığı şeylerden hoşlanır, erkek dünyasına girer, konuşma tarzı daha sert ve erkeksidir, oturuşundan bile farklılık gözlenmektedir.

Modern toplumun şekillendirdiği kamusal çalışma alanlarında kadın kimliği plaza kadınları üzerinden temsil eden ‘Elimi Bırakma’ dizisi kariyer sahibi olmak için şık bir görünüm ve eril değerlerin dayattığı kalıplara uygun davranmayı emretmektedir.

Şekil 24: Kamusal Çalışma Yaşamı ve Plaza Kadını (TRT 1- Elimi Bırakma)

Tablo 36: Modern Toplumun Kadın İstihdamı Alanları ve Plaza Kadını

Gösterge Gösteren Gösterilen Yorum Çalışma yaşamı/ Kamusal alanda Kadının Günümüz modern Modern toplum/ kadın varlığı kamusal çalışma toplumlarında kadınlarının Plaza kadını alanında özenli, kariyer yapabilecekleri bakımlı olması şirketlerde her daim kılık- gerekir kıyafet olarak özenli, bakımlı ve şık bir görünüme sahip olması dayatılmaktadır.

125 ‘Elimi Bırakma’ dizisinde Sumru’nun kızı olan Cansu, iyi eğitim almış, modern görünümlü genç bir kadını temsil etmektedir. Eğitimli ve meslek sahibi biri olan Cansu, çalıştığı kurumun modern dizayn edilmiş yapısının ardında zihniyet olarak hala eril tahakkümün varlığı altında kariyer yapmakla uğraş veren kadını karakterini canlandırmaktadır. Dizide Cenk’e duyduğu aşkakarşılık alamayınca acısa yenik düşmemek için kariyerine odaklanan Cansu, Butler ve Paisley’ in geliştirmiş olduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre üçüncü grupta yer alan ‘iki yer ver’ tipi içerdiği hem aile içi rolü hem de kamusal alanda çalışan rolü birlikte temsil edilmektedir.

Şekil 24’ teki görselde çalıştığı kurumun yöneticisinin/müdürün odasında işi ile ilgili evrakları imzalarken sunulmaktadır. Cansu iş yerinde müdürün verdiği emirler doğrultusunda işlerini yürütürken, aldığı eğitim iş yaşamının kurallarına uygulamada zorluk çeken fakat kariyerinde ilerlemek itaatkar bir çalışan olmayı temsil etmektedir. Çalıştığı kurumun erkek egemen değerlerine ve emirlere itaat eden Cansu, dış görüş ile eril tahakkümün görmek istediği bakımlı, şık ve iş yaşamına uygun kılık-kıyafet ile temsil edilmektedir. Dizide Cansu karakteri ile sunulan kamusal alandaki kadınların çalışma ortamlarının kadın her daim takım elbise ve topuklu ayakkabılarıyla modern bir kadın bedeni dayatması erkek egemen değerler altında sunulmaktadır. Dizide Cansu’ nun uyumlu, çalışkan, yardımsever ve duygusal yönü ağır basan bir kadın temsili ile iş yerinde müdürü ve erkek çalışma arkadaşlarının onayını almaktadır. Modern toplumun iş yaşamında kadının konumu, statüsü eski dönemlere nazaran daha iyi durumdadır. Kadının iş yaşamında eskisinden çok daha fazla yer aldığı günümüzde özellikle plaza kadınlarının varlığı televizyon dizilerinde temsili edilişi artış göstermektedir.

126 SONUÇ

Kitle iletişim araçları günümüzde dünyanın her tarafına yayılma göstermektedir. Hall’a (1997) göre, gelişmiş ya da gelişmekte olan bütün toplumlarda insanlar gündelik yaşantılarında farklı amaçlarla da olsa kitle iletişim araçlarını etkin bir şekilde kullanmakta ve bu kitle iletişim araçlarının etkilerine maruz kalmaktadırlar (Türkden, 2012: 29). Televizyonun insanlar üzerindeki etkisi, egemen toplumsal değerlerin ve belli davranış kalıplarını izleyiciye sürekli sunulması ve izleyenlerini bu değerleri tüketmeyi dayatmasından kaynaklanmaktadır. Televizyonun, toplumda çeşitli imge ve değerlerin yaratmasının yanı sıra bu değerlerin gündelik yaşama aktarılmasın da büyük bir öneme sahiptir. Bu görüş Bourdieu’ nun “Televizyon artık bir kitle iletişim aracı olmaktan çıkmış, kitlelerin beynini yıkama aracına dönüşmüştür’ sözlerinden anlaşılmaktadır (Bourdieu,1997: 23).

Televizyon izleme tercihleri, elbette ki izleyicilerin yaşam koşulları, meslekleri, eğitim durumları, statüleri, düşünce yapıları, gelir düzeyleri vb. özelliklerine göre farklılık gösterir. Fakat televizyon izleme tercihlerini etkileyen en önemli unsur cinsiyetlerdir. Kadınlar ve erkeklerin televizyon izleme tercihleri farklılık göstermektedir. Kadınlara göre televizyon izleme tercihi, aile içi ilişkileri geliştirecek ve zenginleştirecek türde bir eylemdir. Gerbner (1994)’e göre, bu durumu televizyon bir öykü anlatma sistemi olarak değerlendirirken, toplumsal cinsiyetlerin gelecekteki tercihleri ve davranışlarını etkileyen tutumları ektiğini düşünmektedir. Dolayısıyla televizyon yayınları; diziler, reklamlar, haberler ve diğer program türleriyle her geçen gün izleyicilerin evine ortak bir değer üretmektedir (Alemdar ve Erdoğan, 1998: 182). Özellikle yerli televizyon dizileri, günümüzde en popüler değer üreten televizyon programlarından biridir. Ülkemizde kökeni 1970'lere dayanan yerli yapım diziler, yayın hayatına girdiği ilk yıllarda edebiyat uyarlamalarını dizi olarak sunmuştur. Zamanla farklılaşan uyarlama televizyon dizisi geleneği yerini özgün yapımlara bırakmıştır. Televizyonun özgün televizyon dizi yapımları ülkemizde özellikle 1980’lerin ikinci yarısında toplumsal kurgularla TRT yayınları ile başlamıştır. Türkiye'de yerli televizyon dizilerin en önemli çıkışı 2000 sonrasında hem teknik kalite hem de sayısal anlamda yaşanmıştır (Yıldıran, 2011: 21). Günümüzde ise televizyon dizileri, toplumsal yaşamı biçimlendiren önemli kurumlar arasına yer almaktadır. Televizyonda yayınlanan

127 dizilerde, toplumsal cinsiyetle ilgili karakter tanımlamalarının, kadın ve erkeğe yüklenen rollerin, ataerkil toplumsal yaşamda kabul gören tanımlamalarla aynı olduğu görülmektedir. Bu nedenle televizyon dizeleri hikâyelerinde; aile yaşamı, tüketim, toplumsal cinsiyet rolleri, sosyal statü, güç, başarı, şiddet, zenginlik vb. gibi konuları işlemektedir.

Ataerkil toplum geleneklerini yeniden inşa eden televizyon dizilerinde genel olarak erkek rolleri kadın rollerinden daha değerlidir ve daha fazla ödüllendirilmektedir (Giddens, 2005:112). Bu bakış açısıyla oluşturulan televizyon dizilerinde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin çokça kullanılması, ataerkil toplum yapısını yeniden inşa ederek, erkeklerin baskın ve aktif, kadınların ikincil ve pasif, görünmez karakterler olarak sunulmasına neden olmaktadır. İlk olarak George Gerbner tarafından 1972 yılında kullanılan ‘sembolik imha etme’ kavramı, medya imgelerinin kadınları görünmez hale getirmesini ifade eden güçlü bir metafora dönüşmüştür. Bu görünmezlik, kadınların yalnızca medyada temsil edilmeyişlerini değil, medya da ‘görünür’ oldukları durumlarda dahi ataerkil toplumsal cinsiyet kalıplarına uygun biçimde ve bu kalıpları yeniden üretecek şekilde temsil edildiklerini ifade etmektedir. Bugünkü televizyon dizilerinde kadın karakterlerin çok azı kendi bağımsızlığını kazanmışlardır. Fakat kadın rolleri ataerkil toplum düzenine uygun kalarak erkek egemenliğine boyun eğmektedir.

Televizyon dizilerindeki toplumsal cinsiyet temsilleri ve göstergeleri, egemen ataerkil kültürel değerleri normalleştirdiği ve erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurduğu gelenekleri meşrulaştırdığı gözlenmektedir. Televizyon dizilerinde kadın ve erkeğin ilişkilerinin akıl/duygu, güç/zayıflık ve etken/edilgen gibi ikili karşıtlıklarla gösterilmesi, ataerkil yapıda var olan erkek egemen toplumsal düzeni yeniden inşa ettiği gerçeğini doğrulamaktadır. Diziler kadın ve erkeği ekranda temsil ederken yanlı davranarak; erkeği güçlü ve etkin, kadını ise yok saymamakla birlikte zayıf, ezik, pasif, edilgen ve erkeğe bağımlı olarak göstermektedir. Dizilerin kadını yok saymadığı durumlarda ise erkeklerle arasında yalancı (mış gibi) bir eşitlik sunulmaktadır. Kadınlar, televizyonda ve özellikle dizilerde bir dizi basmakalıp imge ile temsil edilmektedir. Bu imgeler genellikle kadınların fiziksel görünüşleri, gerçek ya da potansiyel ev içi rolleri, aile yaşantısı içerisinde bir erkeğin eşi, bir çocuğun annesi ya da akraba rollerinde temsil edilmektedir.

128 Çalışmanın araştırma sonuçlarına göre televizyon dizilerinde kadın karakterlerin %85’i özel alanda ataerkil toplumun eril baskısını canlı tutan rollerde sunulmakta olduğu saptanmıştır. Diğer bir ifadeyle, ataerkil toplumun kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü kapsamında kadınlar karakterlerin %85’i özel alanda ev içi işler ve çocuk bakımıyla ilgili eş ve anne rollerinde, erkeklerin ise %87’si kamusal alanda iş içerikli eylemlerde çalışan ve patron olarak sunulduğu tespit edilmiştir. Televizyon dizilerinde kadınların fiziksel/bedensel görümümü %55’lik oranla popüler kültürün tüketim çılgınlığı eşliğinde seksi, alımlı ve çekici rollerde sunulmaktadır. Bu araştırma dâhilinde, ataerkil toplumun “kadın” kavramına yüklediği anlamı %80’lik oranla erkeğe itaat edip ve onların isteklerini sorgulamayan, ailesinin bakımı ile ilgili sorumluluğu üstlenen, toplumsal baskı, taciz, tecavüz ve şiddet mağduru olan rollerle toplumda ötekileştirildiği bulgusu hâkimdir. Kadınların televizyon dizelerinde şiddet mağduru olma oranı %55 iken, bu mağduriyetleri çoğunlukla özel alanda eşler/babalar/erkek kardeşler/oğlan çocukları ve diğer aile yakınlarındın, kamusal alanda ise erkek çalışanlar ve patronlar tarafından baskıya/tacize ve şiddete maruz kaldıkları gözlenmiştir.

Bu çalışma medyada kadın temsili üzerine Butler ve Paisley’ in geliştirmiş olduğu cinsiyetçilik ölçeğine göre analiz edilen televizyon dizilerinde kadın karakterlerin, %75’i (27 kadın) herhangi bir mesleği olmayan kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinde ev kadınını ‘yerinde tut’ tipini temsil etmektedir. İncelenen kadın karakterler içerisinden %15’i (5 kadın) geleneksel kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü ile kamusal alanda çalıştığı mesleği bir arada yürüten ‘iki yer ver’ tipi kadını temsil etmektedir. Dizilerdeki bir diğer kadın tipi %5’lık(2kişi) oranla seksi ya da nesne konumunda olan aptal, suskun ‘aşağı it’ tipiyle olumsuz, diğeri belli kalıplara sokulmamış kadın temsili ile alışılmışın dışında kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini temsil etmeyen güçlü, otoriter ve baskın kadınlardan oluşmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin görülmediği televizyon dizilerinde ataerkil toplumun kadını özellikle erkek egemen toplumda ikincil konumda temsil eden kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine hapsetmektedir.

Televizyon dizilerinde en çok tekrarlanan kadın rollerinden birisi annelik rolüdür. Ataerkil toplumda televizyon dizileri aile bağının kurulması ardından bu bağı

129 güçlendirmek ve soyun devamını sağlamak amacıyla kadını anneliğe hazırlamaktadır. Dizilerin hemen hepsinde gösterilen anneliğin kalıplaşmış rolleri arasında çocuk bakımı, ev içi bakımı üstlenme, aile içi ilişkileri düzenleme ve gerilimleri azaltma vb. yer almaktadır. Televizyon dizilerinde gösterilen kutsal annelik rolü, mutluluğu ailedeki bireylerin mutluluğuna dayalı, fedakârlık ve özveri gerektiren ve yaşam alanı kadınlar için özel alanla sınırlandırılmaktadır. İncelenen dizilerin anne rolündeki kadın genellikle kendisini çocuklarına, eşine ve evine adamış fedakar karakterler olarak yansıtılmakta ve bu yolla mevcut ataerkil düzen içinde kadının sahip olduğu kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri pekiştirilmekte, normalleştirilmekte, olumlanmakta ve onaylanmaktadır.

Toplumsal alanda ancak kocalarının varlığıyla değer kazanan kadının eş olma rolü, ataerkil toplumu yansıtan televizyon dizilerinde ‘yuvayı dişi kuş yapar’ sözü ile aile kurumundaki yerini yansıtmaktadır. Televizyon dizilerinde varlık alanı özel alanla sınırlandırılmış ve genellikle ev içi bakım işleriyle temsil edilen, kocası ve çocukları en önemli meşguliyeti olan kadın kalıplaşmış rolü bir erkeğe ‘eş’ olmadır. Bir diğer ifadeyle, televizyon dizilerinde kadın rollerinde çok fazla tekrarlanan temsillerden biri olan ‘eş rolü’, izleyicilere ataerkil ailede ideal eşin nasıl olması gerektiği hakkında örtük mesaj vermektedir.

Mevcut televizyon dizelerinde kadın ve erkek özellikleri ataerkil toplum yapısı eril bakış açısı ile sunulmaktadır. Ataerkil değerlere göre kurgulanan televizyon dizilerinde erkeklerin akıl, kadınların ise fiziksel özellikleri ile ön plana çıkarıldığını söylenebilir. Bu durumda cinsiyet ayrımcılığı yapıldığı ve farkında olmayan izleyiciler üzerinde iz bıraktığı son derece açıktır. Yayınların etkisinde kalan izleyiciler bir süre sonra bilgi ve zeka gerektiren konularda erkekleri yetki sahibi olarak değerlendirirken, kadınları ise fiziksel/bedensel özellikleri ile kavramaktadır. Kadınların dizilerde cinsiyet kalıplarıyla resmedilirken güzellikleri ve dişilikleri ile ön plana çıkarılmaktadır. Böylece televizyon dizelerinde dişiliğiyle sunum objesi olan kadın, bir süre sonra bedeni ile var olma yoluna gitmektedir.

Medya içerisinde görsel temsillerle izleyicilere ataerkil toplum düzenini yeniden inşa ederek aktaran televizyon dizileri, erkeklere güçlü/aktif ve baskı gösteren özelliklerle, kadınları ise güçsüz, mağdur ve ezilen zavallılar olarak temsil edilmektedir. Kadına ve erkeğe farklı rolleri tanımlayıp öğreten sosyo-kültürel yapı, erkeğe

130 egemenliği sürdürmesini, kadına da var olan erkek egemen yapıyı devam ettirmesi yönünde yaptırımlar uygulamaktadır. Böylece ataerkil toplumsal düzenin devam ettirilmesi adına eril baskının desteklendiği temsille sunulmaktadır. Bu temsillerde erkek şiddet uygulayan, kadını da şiddete uğrayan olarak resmederek, kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasına uygun zemin hazırlamaktadır.

Televizyon dizilerinde ve gündelik yaşamda kadın-erkek ilişkilerini anlamak için üretim sürecine değil üreyim sürecine bakmak gerekir. Radikal feministlere göre, toplumlarda kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin doğasını anlamak için, bu toplumlarda kadın ve erkeğin toplumsal yeniden üretimde (üreyim) üstlendiği rollere bakmak, onları analiz etmek gerekmektedir. Radikal görüşte mevcut kadın sorunlarını yeniden inşa eden kaynağın ortaya konmasında cinsler arası ilişkilere ve bunları belirleyen unsurlara bakmak gerekir. Bu da toplumsal yaşamı düzenleyen ataerkil sistemden başka bir şey değildir. Kadınların sorunlarına getirilecek çözümler için mevcut ataerkil sistemin sosyal ve ekonomik alanlarındaki kadının ikincilleştirilmesinin düzenlenmesinden ziyade kadınların biyolojik cinsiyetlerinden kaynaklanan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini düzeltmek için mevcut ataerkil sistemin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

1960’lı yıllardan sonra liberal modernleşmenin de yüzünü göstermesiyle birlikte aile yaşamını sürdürmek ve evi geçindirmek için ikinci bir gelire olan ihtiyaç kadınların kamusal alanda ücretli çalışma hayatına girmesine neden olmuştur. Kadınların kamusal alanda iş gücüne katılması ve aynı zamanda ev içindeki görevlerini de aksatmadan yerine getirmeyi sürdürmesi çift yüklü (double burden) yaşaması anlamına gelmektedir. Kadınlar, özel alanda yaptıkları işlerin benzeri olan kamusal çalışma olanağı genellikle; düşük ücret ve düşük statü getiren, sosyal güvenceden yoksun ve yarı zamanlı çalışmayla tanımlanan kadın mesleklerinde çalıştırılmaktadır. Erkek egemen kamusal alanlar üretimin, kadınlara dayatılan özel alanlar da yeniden üretimin yapıldığı mekanları oluşturmaktadır. Sosyalist feministlere göre üretim ve yeniden üretim, toplumsal ve tarihsel açıdan iç içe geçmiş yapılardan oluşmaktadır. Sosyalist feministler kadınların üretim, yeniden üretim ve tüketim sürecine üç şekilde katıldıkları görüşünü savunmaktadırlar. İlki, kadınların ücretsiz özel alan emeği ile kapitalist sistemin ihtiyacı olan yeni işçiler doğurarak yeniden üretime katkı sağlamak, ikincisi, kamusal alanda çalışarak kapitalist üretime katılmak ve son olarak kadınlar medya aracılığıyla hem

131 kendileri hem de aile üyeleri için metaları/ürünleri satın alma yoluyla tüketime katkı sağlamaktadırlar.

Geleneksel toplumlarda kadın bedeni ve temsili ataerkil toplum değerlerinin öngördüğü şekilde düzenlenmektedir. Ataerkil toplum kadın bedenini baskı altında tutarak kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini dayatmaktadır. Ataerkil baskı altında kalan kadınlar kendi bedeni üzerinde hâkimiyet kuramamaktadır. Kadın bedeni için ataerkil toplumlar; erkeğin cinsel partneri olması, erkeğin soyunun devamını sağlama işlevi görmesi, çocuğu besleme-büyütme işlevlerini sağlama, aile içindeki diğer hasta- yaşlı bakımı temelindeki sorumluluklarla görevli tutmaktadır. Kadınların sorumluluğunda sayılan bu görevlerin kaynağı ise ataerkil toplumdaki adetler, gelenekler ve törelerin içeriğini oluşturan toplumsal değerlerdir. Dolayısıyla ergenlik çağına giren ve adet gören bir kadın bedeninin “evlenmek, eş ve anne olmak” için hazır bir vaziyette olduğu kabul edilmektedir. Geleneksel ataerkil toplumlarda kadın bedenine ilişkin diğer önemli bir toplumsal değer de “namuslu/iffetli kadın bedeni” dir. Burada ataerkil yapının kadının bedenini koruma kollama görevini erkeğe ait olarak kabul etmekte ve toplumsal alanda namusu/iffeti kadın bedeni üzerinden tanımlamaktadır.

Ataerkil toplumlarda bu kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, televizyon dizilerinin senaryolarında yer alan kadın erkek karakterlerin rollerinden sosyal öğrenme süreçleriyle birlikte kazanılmaktadır. Televizyon dizilerinde sosyal öğrenme ile pekiştirilen kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkek için ayrılan özel alan ve kamusal alanda farklı rollerde sunulmasıyla şekillenmektedir. Dizilerdeki özel alanın kadın merkezli olması, kadını ev içi işlere yöneltirken(temizlik, yemek, bulaşık çamaşır, ütü vb.), evin içini de kadın merkezli hale getirmektedir. Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklere evin ekonomik ihtiyaçların karşılama görevini yüklediği için erkekler ev içi rollerde gösterilmemektedir. Erkeğin dizilerdeki görevi evin geçiminden sorumlu olma onu ev dışı alanlarda/kamusal alanda çalışarak eve ekmek parası getirmekle sınırlandırmakta hatta ödüllendirmektedir.

Tasarlanan bu araştırma kapsamında, televizyon dizilerinde ataerkil toplumsal düzenin kadın ve erkeğe biçtiği kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin ortadan kaldırılması ve kadınların eril baskılardan kurtulup toplumda erkeklerle eşit hayat

132 şartlarını ulaşması amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda televizyon dizilerinin senaristlerine ve program yapımcılarına birkaç öneri;

1. Ataerkil toplum yapısını yeniden inşa eden televizyon dizileri yerine daha özgün yapımlarla izleyicilere toplumsal cinsiyet eşitliğini aşılamak, 2. Televizyon dizilerindeki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden ziyade kadın ve erkek adına eşitlikçi rol model karakterlerin görünürlüğünü artırmak, 3. Kadın ve erkek rollerinin toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapan bedensel görünüm, karakter, duygu ve meslek çeşitliliğini genişletmek, 4. Televizyon dizilerinde kadını özel alanla, erkeği ise kamusal alana dair rollerde sınırlandırmaktan vazgeçip, cinsiyetlerin iki alanda da dengeli dağılımını yaygınlaştırmak, 5. Dizilerde gösterilen; ebeveynlik, ev işleri ve aile içi bakım üstlenme sorumluluğu kapsamında kadın ve erkek karakterlerine eşit rol dağılımı sağlamak, 6. Televizyon dizilerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yaparken uygun bir dil kullanımını geliştirmek, 7. Televizyon dizilerinde gösterilen, toplumsal cinsiyete yönelik şiddeti doğallaştırmaktan kurtarmak, 8. Dizilerde ve reklamlarda tanıtımı yapılan ürünlerin sunumunda kadın bedenini fetiş/cinsel obje olarak kullanmaktan vazgeçerek, kadının değerini yükseltmeli, 9. Televizyon programcıları ve senaristlerin kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri yerine kadın ve erkek karakterleri daha eşitlikçi rollerde göstermeleri adın üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde toplumsal cinsiyet dersleri almaları, 10. Eğitim öğretim hizmetini sunun kurumların tamamında toplumsal cinsiyet dersi bilinçli eğitimciler tarafından tüm kademelerde bulunan çocuklar için ders olarak sunulması, şeklinde sıralanmaktadır.

Bu sıralanan önerileri medyada, televizyon dizilerinde ve toplumsal alanlarda uygulanması kadın ve erkekler arasında toplumsal cinsiyet eşitliğini tam olarak sağlanmış olmasa da, demeyi bırakmadan mücadeleye devam edilmelidir.

133 KAYNAKÇA

Acar, S.G., (2009), Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin, İstanbul, Kanat Yayınları.

Akın, M., (2013), Aile İçi Şiddet, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt-71, Sayı-1, ss.28-41.

Akçamete, C. ve Ergeneli, A., (2004), Bankacılıkta Cam Tavan: Kadın ve Erkeklerin Kadın Çalışanlar ve Kadınların Üst Yönetime Yükseltilmelerine Yönelik Tutumları, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt-22, Sayı-2, Ss.85-109.

Akdöl, B., (2009), Cam Tavan ve Kurumsal Bir Strateji Pozitif Ayrımcılık: İlaç Sektöründe Bir Sınıflandırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Aktan. C. ve Tutar, H., (2007), Bir Sosyal Sabit Sermaye Olarak Kültür, Pazarlama ve İletişim Kültürü Dergisi, Cilt-6, Sayı-20.

Alemdar, K. ve Erdoğan, İ. (1998), Başlangıcından Günümüze İletişim Kuram ve Araştırmaları, Ankara, My Yayınları.

Artun, H. vd., (2015), Toplumsal Cinsiyet ve Medya Temsilleri, İstanbul, Heyamola Yayınları.

Aslan, P. ve Gülünlü, D., (2016), Türk Televizyon Dizilerindeki Kadın Rollerine Kadınların Gözünden Bakmak, İstanbul Üniversitesi Elektronik Dergisi.

Atan, M., (2015), Radikal Feminizm: “Kişisel Olan Politiktir” Söyleminde Aile, The Journal Of Europe - Middle East Social Science Studies, Cilt-1, Sayı-2.

Atauz, A. vd., (1999), Toplumsal Cinsiyet Eğitimi El Kitabı, Ankara, Yayınlanmamış Eğitim Materyali, KSSGM.

Bacacı Varoğlu, D., (2001), Örgütsel Yaşamda Toplumsal Cinsiyet Rolleri: Yönetim ve Organizasyon, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.

134 Bal, H., (2013), Nitel Araştırma Yöntemi, Isparta, Fakülte Kitapevi.

Barutçugil, İ., (2002), İş Yaşamında Kadın Yönetici, İstanbul, Kariyer Yayınları.

Baudrılland, J., (2002), Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Matbaası.

Baudrılland, J., (1997), Tüketim Toplumu, Çev. Deliçaylı, H. Ve Keskin, F., İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Barthes, R. (1979). Göstergebilim İlkeleri, Çev. Rifat, M ve Vardar, B., Ankara, Kültür Bakanlığı Yayıncılık.

Başar, F. ve Demirci, N., (2015), Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet, KASHED.

Baumann, Z., (1999), Çalışma, Tüketimcilik ve Yeni Yoksullar, Çev. Öktem, Ü., İstanbul, Sarmal Yayınevi.

Berktay, F, (2011), Feminist Teoride Açılımlar, Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Beauvoir, S., (1993), İkinci Cins, Çev. Onaran, B. İstanbul, Payel Yayınları.

Böke, K., (2009), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, İstanbul, Alfa Yayınları.

Bourdieu, P., (1997), Televizyon Üzerine. Çev. Ilgaz, T. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Bourdieu, P., (2015), Eril Tahakküm, Çev. Yılmaz, B., İstanbul, Bağlam Yayıncılık.

Butler, J., (2008), Cinsiyet Belası, Çev. Ertürk, B., Metis Yayınları.

Büyükbaykal, C., (2007), Medyada Kadın Olgusu, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı-28, ss:19-30.

Can, Y., (2018), Ataerkil İdeoloji Tartışmaları, Dolunay Şenol ve H. Eylem Kaya (Ed.), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s.36-58), İstanbul, Lisans Yayıncılık.

Çakır, S., (2008), Kapitalizm ve Patriyarkaya Karşı: Sosyalist Feminizm, Toplum ve Demokrasi Dergisi, Cilt-2, Sayı-4, ss.185-196.

135 Çelenk, S., (2010), Kadının Medyada Temsili ve Etik Sorunlar, Televizyon Haberciliğinde Etik Ankara Üniversitesi İLEF. s. 229-236.

Çiffiliz, G., (2018), Cinsiyet Kimliğinin Oluşumu, Cinsel Yönelim ve Queer Kuram Tartışmaları, Dolunay Şenol-H. Eylem Kaya (Ed.), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s.87-105), İstanbul, Lisans Yayıncılık.

Çubuklu, Y., (2004), Toplumsalın Sınırında Beden, İstanbul, Kanat Kitap.

Coşgun, M., (2012), Popüler Kültür ve Tüketim Toplumu, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, Cilt-1, Sayı-1, ss. 837-850.

Demir, Z., (1997), Modern ve Postmodern Feminizm, İstanbul, İz Yayınları.

Demirgöz-Bal, M., (2014), Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış, KASHED, Sayı-1, ss. 15-28.

Dedeoğlu, Ö. ve Savaşçı, İ., (2005), Tüketim Kültüründe Beden Güzelliği ve Yemek Yeme Arzuları: Kadınların Tüketim Pratiklerine Yansıması, Ege Akademik Bakış, Cilt-5, Sayı-1, ss.77-87.

Durudoğan, H., (2007), Cinsiyetli Olmak: Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, (Der. Zeynep Direk), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Donovan, J., (2005), Feminist Teoriler, Çev. Bora, A., Gevrek, A., Sayılan, M., F. İstanbul, İletişim Yayınları.

Dökmen-Yaşın, Z., (2004), Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar, İstanbul, Sistem Yayınları.

Eco, U., (1991), Alımlama Göstergebilimi, Çev. Rifat, S., İstanbul, Düzlem Yayınları.

Elgün, A. ve Pira, A., (2004), Toplumsal Cinsiyeti İnşaa Eden Bir Kurum Olarak Medya: Reklamlar Aracılığıyla Ataerkil İdeolojinin Yeniden Üretilmesi, http://www.cim.anadolu.edu.tr, (04.11.2018)

136 Erdoğan, M., (2010), Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasında Medya Okuryazarlığının Rolü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.

Ersöz, G., (1997), Cinsiyet Rollerine ilişkin Beklenti, Tutum, Davranışlar ve Eşler Arası Sorumluluk Paylaşımı: Kamu' da Çalışan Yönetici Kadınlar Örneği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Fine, C., (2011), Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması, Çev. Tanrıyar, K., İstanbul, Sel Yayıncılık.

Geçer, E., (2013), Medya ve Popüler Kültür, İstanbul, Metamorfoz Yayıncılık.

Güdücü, B., (2018), Biyolojik Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet, Dolunay Şenol-H. Eylem Kaya (Ed.), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s.15-32), İstanbul, Lisans Yayıncılık.

Gülaçtı, N., (2012), Sanatsal Bir Obje Olarak Kadın ve Bazı Toplumlarda Kadına Bakış, İdil Dergisi, Cilt-1, Sayı-2.

Güler, A., Halıcıoğlu, M. B., Taşğın, S., (2015), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

Güneri, Y., (1996), Ailede Kadına Yönelik Şiddet, Evdeki Terör: Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul, Mor Çatı Yayınları.

Güneş, F., (2017), Feminist Kuramda Ataerki Tartışmaları Üzerine Eleştirel Bir İnceleme, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt-27, Sayı-2.

Güriz, A., (2011), Feminizm Postmodernizm ve Hukuk, Ankara, Phoenix Yayınevi.

Özer, M. ve Biçerli, K., (2004), Türkiye’de Kadın İşgücünün Panel Veri Analizi, Sosyal Bilimler Dergisi, ss.55-86.

Hartmann, H., (1992), Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği, Acar-Savran, G. ve N., Tura, N., (Der.), Kadının Görünmeyen Emeği, İstanbul, Kardelen Yayınları.

137 İmançer, D., ( 2002), Feminizm ve Yeni Yönelimleri, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yeni Düşünce Hareketleri, Cilt-5, Sayı-19.

İnal, A., (1995), Yazılı Basın Haberlerinde Yapısal Yanlılık Sorunu, Toplum ve Bilim Dergisi.

Karaboğa, T., (2016), Dizi İzleyicilerinin Televizyon Dizilerinde Sunulan Tüketim Unsurlarına Yönelik Eğilimleri, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı-7, ss:182-20.

Kapsal, H., (2012), Son Dönem Türk Dizilerinde Kadının Toplumsal Kimliğinin Değişimi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim ve Tasarım Ana Sanat Dalı, İstanbul.

Kaylı-Şaşmaz D., (2014), Kadın Bedeni Ve Özgürleşme, İzmir, İlya Yayınevi.

Kestane, S., (2010), Subliminal Mesaj Nedir?, http://kisi.deu.edu.tr, (26.05.2019).

Kılıç, S., (2013), Örnekleme Yöntemleri, Journal of Mood Disorders, Sayı-3, ss: 44-47.

Kızılkaya, H., (2004), Ana Soyluluktan Günümüze Kadın, İzmir, İlya Yayınevi.

Kocacık, F., (2005), Şiddet Olgusu Üzerine, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Sayı-6, ss:1-7.

Korkmaz, İ., (2003), Sosyal Öğrenme Kuramı, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Ankara, Pegem Yayıncılık.

Mlodinow, L., (2013)., Subliminal: Bilinçdışımız Davranışlarımızı Nasıl Yönetir?, Çev. Önoğlu, N., İstanbul, Okuyan Us Yayınları.

Michel, A., (1995), Feminizm, Çev. Tekeli, Ş., İstanbul, İletişim Yayınları.

Mutlu, E., (1999), Televizyon ve Toplum, Ankara, TRT Yayınları. Mutlu, E., (2005), Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya, Ankara, Ütopya Yayınevi. Olgun, K., (2003), Feminist Teoriler, Konya, Sosyologos Dergisi, Sayı-2

138 Öğüt, A., (2006), Türkiye’de Kadın Girişimciliğin ve Yöneticiliğin Önündeki Güçlükler: Cam Tavan Sendromu, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, Cilt-1, Sayı-1.

Ökten, Ş., (2009), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Toplumsal Cinsiyet Düzeni, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt-2, Sayı-8.

Önsöz, C., (2008), Kültürel Feminist Teori ve Feminist Teorilere Giriş, Sosyoloji Notları-Sosyoloji Dergisi, Sayı-2, ss. 51-55. Özbey, O., (2012), Kadına Yönelik Şiddet-Şiddetin Temelleri, Hukuk Gündemi.

Özçatal, Ö., (2011), Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt-1, Sayı-1, ss.21-39.

Özmen, K., (2004), Aile İçinde Öfke Ve Saldırganlığın Yansımaları, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt-37, Sayı-2.

Özveri, D., (2009), Feminist Teorinin Gelişim Sürecinde Uluslararası İlişkilere Bakışı Üzerine Kısa Bir Değerlendirme, Uluslararası İlişkilere Giriş Teorik Bakış, Kocaeli, Umuttepe Yayınları.

Özyürek, R., (2013), Kariyer ve Psikolojik Danışmanlığın Kuramları: Çocuk ve Ergenler İçin Kariyer Rehberliği Uygulamaları, Ankara, Nobel Yayınevi.

Prieciado, B., (2013), Queer Çocuklar: “Anormal” lerin Politikası İçin, Çev. Yardımcı, S. ve Güçlü, Ö., Queer Tahayyül, İstanbul, Sel Yayınları.

Postman, N., (2004), Televizyon Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Çev. Akınhay, O., İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

Ramazanoğlu, C., (1998), Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, Çev. Bayatlı, M., İstanbul, Pencere Yayınları.

Rifat, M., (2009), Göstergebilimin ABC’si, İstanbul, Say Yayınları.

139 Saussure, F., (1998), Genel Dilbilim Dersleri, Çev. Vardar, B., İstanbul, Multılıngual Yabancı Dil Yayınları.

Sancar, S., (2009), Erkeklik: İmkânsız İktidar, İstanbul, Metis Yayınları.

Sallan-Gül, S., (2013), Türkiye’de Kadın Sığınmaevleri, İstanbul, Bağlam Yayınları.

Savran, A., (2013), Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin, İstanbul, Kanat Kitap-Pusula Yayıncılık.

Sevim, A., (2005), Feminizm, İstanbul, İnsan Yayınları.

Sezen, B., (2008), Örgütlerde Kadın Çalışanların Karşılaştıkları Cam Tavan Engeli: Orta ve Büyük Ölçekli Otel İşletmelerinde Bir Araştırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale.

Scott, J.W., (2007), Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, İstanbul, Agora Kitaplığı.

Subaşı, N., (2001), Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın Sağlığı Üzerine Etkileri, Aktüel Tıp Dergisi, Cilt-6, Sayı-1.

Şahin, K., (2011), Kültürel Yozlaşmaya Neden Olan Bir Unsur Olarak Televizyon, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt-1, Sayı-1, ss.243-277.

Şenel, A., (2004), Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları.

Şenol, D., (2018), Toplumsal Cinsiyet ve Medya, Dolunay Şenol-H. Eylem Kaya (Ed.), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s.311-335), İstanbul, Lisans Yayıncılık.

Şenol, D. ve Kaya, H. E., (2018), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, İstanbul, Lisans Yayıncılık. Şimşek, H. ve Yıldırım, A., (2006), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara, Seçkin Yayıncılık. Tanrıöver H.U., (2007), Medyada Kadınların Temsil Biçimleri ve Kadın Hakları İhlalleri, Kadın Odaklı Habercilik İçinde, İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları. TÜİK, İş gücü İstatistikleri: 2007-2016, www.tuik.gov.tr, (05.12.2018).

140 Türer, C., (2003), Charles Peirce’ün Pragmatik Felsefesi, Doğu, İ., (Ed.), İstanbul, Üniversite Kitabevi.

Türkden, H., (2012), 2000’li Yıllarda Türkiye’deki Televizyon Dizilerinde Kurulan Birey ve Aile Modelleri: Yeni Muhafazakârlığın Medyada Temsili, http://iletisim.ieu.edu.tr/karine, (06.11.2019).

Ünal, E., (2016), Göstergebilimin Serüveni, Aksaray Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi Dergisi ( Mütefekkir ), Cilt-3, Sayı-6, ss. 379-398.

Vardar, B., (1998), Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, İstanbul, Multilingual Yayınları.

Vatandaş, C., (2003), Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Uyum Ajans, Ankara, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.

Vatandaş, C., (2011). Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Algılanışı, Sosyoloji Konferansları.

Yaman, M., (2013), Ataerkil Kapitalist Tahakküm Altında Kadın Emeği: Bedeni, İstanbul, Kayhan Matbaacılık.

Yavuz, Ş., (2006), Reklam ve Popüler Kültür, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt-4, Sayı-27, ss. 149-161.

Yıldıran, Ü., (2011), Milenyum Sonrası Türk Televizyonlarında Oluşan Dizi Kültürü ve Toplumsal Temsil Sorunu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir.

Yuval, N., (2003), Cinsiyet ve Millet, Çev. Bektaş, A., İstanbul, İletişim Yayıncılık.

Yüksel, M. (2003), Feminist Hukuk Kuramı ve Feminist Düşünce Teorileri, İstanbul, Beta Basım Yayım,

Yörük, A., (2009), Feminizm/ler, Sosyoloji Notları-Sosyoloji Dergisi, Sayı-2, ss. 63-85.

141 EKLER

EK 1: GÜZ DÖNEMİ İÇERİSİNDE TELEVİZYON KANALLARINDA YAYINLANAN DİZİ ADLARI

Gün Dizi Adı Kanal Adı Dizi Türü Sayı Can Kırıkları Atv Dram

Çukur Show Tv Dram, Aşk, Suç

Söz Star Tv Savaş, Dram

Dizi Ege'nin Hamsisi TRT 1 Komedi, Aile, Aşk

6

Pazartesi Bir Umut Yeter Kanal d Dram, Aşk Yasak Elma Fox Tv Dram, Aşk Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz Atv Aksiyon, Suç, Aşk

Koca Koca Yalanlar Kanal D Komedi, Aile

Salı Ufak Tefek Cinayetler Star Tv Dram, Polisiye

4 Dizi Kadın Fox Tv Dram Sen Anlat Karadeniz Atv Dram, aşk

Çocuklar Duymasın Kanal D Komedi, Aile

Dizi Diriliş Ertuğrul TRT 1 Tarih, Aksiyon

5

Çarşamba Jet Sosyete Tv 8 Komedi İkizler Memo-Can Kanal D Aile Komedisi

Bir zamanlar Çukurova Atv Dram, Aşk

Avlu Star Tv Dram

Bizim Hikâye Fox Tv Dram, Aile Dizi

Mehmetçik Kûtulamâre TRT 1 Tarih, Dram 5

Perşembe Muhteşem İkili Kanal D Polisiye Aşk ve Mavi Atv Dram, Aşk Arka Sokaklar Kanal D Polisiye, Aksiyon

Gülperi Show Tv Dram, Aşk İstanbullu Gelin Star Tv Dram, Aşk

Cuma

6 Dizi Payitaht TRT 1 Tarih Kızım Tv 8 Dram

Erkenci Kuş Star Tv Romantik Komedi Yeni Gelin Show Tv Komedi, Aile Kalk Gidelim TRT 1 Komedi, Aile, Köy

4 Dizi 4 Dizi

Cumartesi Cumartesi Bir Deli Rüzgâr Fox Tv Dram, Aşk Ağlama Anne Atv Dram, Aşk

Bir Litre Gözyaşı Kanal d Dram Elimi Bırakma TRT 1 Dram

Pazar Nefes Nefese Star Tv Dram, Aşk 5 Dizi Savaşçı Fox Tv Savaş

142 EK 2: GÜZ DÖNEMİ İÇERİSİNDE YAYINLANAN TELEVİZYON DİZİLERİNİN TOPLAM REYTİN SONUÇLARI

Kanal Dizi Dizi

Adı Adı Türü Ayı Ayı Ayı

Ekim

Kasım Aralık

Sonucu

Reyting Reyting Reyting

Sıra Toplam Reyting 1 ATV Sen Anlat Dram, 57,94 51,44 50,94 160,32 Karadeniz Aşk 2 ATV Bir Zamanlar Dram, 49,03 51 58,94 158,97 Çukurova Aşk 3 FOX TV Kadın Dram 41,97 50,54 51,66 144,17 4 SHOW Çukur Dram, 43,25 43,71 43,14 130,1 TV Suç 5 ATV Eşkiya Dünyaya Aksiyon, 32,93 36,45 36,77 106,15 Hükümdar Suç Olmaz 6 KANAL Arka Sokaklar Polisiye, 27,79 33,14 40,22 101,15 D Aksiyon 7 STAR Söz Savaş, 30,32 32,28 37, 91 100,51 TV Dram 8 SHOW Gülperi Dram, 27,45 28,45 28,11 84,01 TV Aşk 9 STAR Erkenci Kuş Romantik 32,76 24,18 24,46 82,03 TV Komedi 10 STAR Avlu Dram 23,02 24,34 26,81 74,35 TV 11 FOX TV Savaşçı Savaş 19,30 31,45 23,57 74,32 12 FOX TV Yasak Elma Dram 20,39 24,40 28,28 73,07 13 FOX TV Dram 24,92 21,95 23,67 70,54 14 TRT 1 Elimi Bırakma Dram 21,79 20,73 19,24 61,76 15 SHOW Yeni Gelin Komedi, 19,57 19,49 20,34 61,4 TV Aile 16 TV 8 Kızım Dram 19,72 21,68 20, 92 60,32 17 STAR İstanbullu Gelin Dram, 16,15 18,16 12,72 47,03 TV Aşk 18 ATV Ağlama Anne Dram 13,06 12,53 12,75 38,34 19 ATV Aşk ve Mavi Dram 12,67 12,55 13,05 38,28 20 TRT 1 Kalk Gidelim Komedi 8,65 12,34 15,79 36,78

143 EK 3: ARAŞTIRMA KAPSAMINDA İNCELENMİŞ DİZİLER VE BÖLÜMLERİN LİSTESİ

(FOX) Kadın 33. Bölüm 2 Ekim 2018 34. Bölüm 9 Ekim 2018 35. Bölüm 16 Ekim 2018 36. Bölüm 23 Ekim 2018 37. Bölüm 30 Ekim 2018 38. Bölüm 6 Kasım 2018 39. Bölüm 13 Kasım 2018 40. Bölüm 20 Kasım 2018 41. Bölüm 27 Kasım 2018 42. Bölüm 4 Aralık 2018 43. Bölüm 11 Aralık 2018 44. Bölüm 18 Aralık 2018 (ATV ) Sen Anlat Karadeniz 24. Bölüm 3 Ekim 2018 25. Bölüm 10 Ekim 2018 26. Bölüm 17 Ekim 2018 27. Bölüm 24 Ekim 2018 28. Bölüm 31 Ekim 2018 29. Bölüm 7 Kasım 2018 30. Bölüm 14 Kasım 2018 31. Bölüm 21Kasım 2018 32. Bölüm 28 Kasım 2018 33. Bölüm 5 Aralık 2018 34. Bölüm 12 Aralık 2018 35. Bölüm 19 Aralık2018 (STAR) Avlu 14. Bölüm 4 Ekim 2018 15. Bölüm 11 Ekim 2018 16. Bölüm 18 Ekim 2018 17. Bölüm 25 Ekim 2018 18. Bölüm 2 Kasım 2018 19. Bölüm 10 Kasım 2018 20. Bölüm 17 Kasım 2018

144 21. Bölüm 24 Kasım 2018 22. Bölüm 1 Aralık 2018 23. Bölüm 8 Aralık 2018 24. Bölüm 15 Aralık 2018 25. Bölüm 22 Aralık 2018 (SHOW) Gülperi 4. Bölüm 6 Ekim 2018 5. Bölüm 13 Ekim 2018 6. Bölüm 20 Ekim 2018 7. Bölüm 27 Ekim 2018 8. Bölüm 3 Kasım 2018 9. Bölüm 10 Kasım 2018 10. Bölüm 17 Kasım 2018 11. Bölüm 24 Kasım 2018 12. Bölüm 1 Aralık 2018 13. Bölüm 8 Aralık 2018 14. Bölüm 15 Aralık 2018 15. Bölüm 22 Aralık2018 (TRT 1) Elimi Bırakma 11. Bölüm 7 Ekim 2018 12. Bölüm 14 Ekim 2018 13. Bölüm 21 Ekim 2018 14. Bölüm 28 Ekim 2018 15. Bölüm 4 Kasım 2018 16. Bölüm 11 Kasım 2018 17. Bölüm 18 Kasım 2018 18. Bölüm 25 Kasım 2018 19. Bölüm 2 Aralık 2018 20. Bölüm 9 Aralık 2018 21. Bölüm 16 Aralık 2018 22. Bölüm 23 Aralık 2018

145 ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler:

Adı ve Soyadı : Hacer TURAN

Doğum Yeri ve Yılı : Tavşanlı - 15.07.1991

Eğitim Durumu:

Lisans Öğrenimi : Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü (01.07.2015)

Yüksek Lisans Öğrenimi : Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı

Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi:

1.İngilizce: Orta seviye

Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar:

1.Turan, H. ve Kaya, H. E., (2018). “Kadın Bedeninin Ataerkiyle Savaşı: Televizyon Dizilerinde Cinsiyetçilik”, 5. ASM Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, Özet Kitabı 2, Antalya, 3-5 Mayıs 2018

146