I

T.C MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİNEMA-TV ANASANAT DALI SİNEMA-TV PROGRAMI

MEMDUH ÜN VE TÜRK SİNEMASINDAKİ YERİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Hazırlayan: 20066077 Aslı GÜRBÜZ ŞATIROĞLU

Danışman: Prof. Asiye KORKMAZ

İSTANBUL - 2009 I

İÇİNDEKİLER

Sayfa no:

ÖNSÖZ ...... III

ÖZET ...... V

SUMMARY ...... VII

RESİMLER LİSTESİ ...... IX

ÇİZELGE LİSTESİ ...... XII

GİRİŞ ...... 1

BÖLÜM 1: MEMDUH ÜN’ÜN YAŞAM ÖYKÜSÜ ...... 3

BÖLÜM 2: MEMDUH ÜN’ÜN SİNEMAYA GİRİŞİ ...... 13

BÖLÜM 3: MEMDUH ÜN’ÜN İLK YÖNETMENLİK DENEMESİ ...... 24

BÖLÜM 4: MEMDUH ÜN SİNEMASINDA DÖNÜM NOKTASI: ÜÇ ARKADAŞ …... 29

BÖLÜM 5: MEMDUH ÜN’ÜN YAPIMCILIK VE YÖNETMENLİĞİNİN BİRBİRİNE ETKİLERİ ...... 54

BÖLÜM 6: UĞUR FİLM’DE İKİNCİ ÇEVRİMLER DÖNEMİ …………………... 72

BÖLÜM 7: ÜÇ ARKADAŞ’IN İKİNCİ ÇEVRİMİ VE DÖNEMİN TÜRK SİNEMASI DÜZENİNE GENEL BAKIŞ …………...... 83

BÖLÜM 8: TÜRK SİNEMASINDA ZOR ZAMANLAR VE UĞUR FİLM’DE DÖNEMİ ...... 96

BÖLÜM 9: 1990’LI YILLARDA MEMDUH ÜN SİNEMASI VE EĞİTMENLİK YILLARI ...... 106 SONUÇ ...... 120

EKLER

EK 1 - FİLMOGRAFİ ...... 124

EK 2 – ÖDÜLLERİ ...... 130

EK 3 - KIRIK ÇANAKLAR FİLMİNİN FESTİVAL BELGELERİNDEN ...... 131 II

EK 4 - HAYAT ACILARI FİLMİNİN SENARYOSUNDAN ...... 132

EK 5 - BÜYÜK YEMİN FİLMİNİN SENARYOSUNDAN ...... 135

EK 6 - ZIKKIMIN KÖKÜ FİLMİNİN SENARYOSUNDAN ...... 136

KAYNAKLAR ...... 141

ÖZGEÇMİŞ ...... 144

III

ÖNSÖZ

MSGSÜ Sinema-TV bölümünde tamamladığım lisans ve sürdürmekte olduğum yüksek lisans eğitimim boyunca Türk sinemasının büyük ustalarından ders alma ve onları yakından tanıma şansına sahip oldum. Ancak bu şansa sahip çok az sinema öğrencisinden biri olduğumun farkındaydım. Yüksek lisans eğitimimi tamamlamak üzere bir tez çalışması yapmam söz konusu olduğunda hocam Memduh Ün’ü seçmemin birden fazla nedeni oldu.

Memduh Ün Türk sinemasına verdiği farklı türlerdeki ürünlerle yönetmen, yapımcı, oyuncu, senarist ve kurgucu olarak çok yönlü bir sinema adamıdır. Sinema serüvenimin başlangıcından itibaren, diğer tüm değerli hocalarım gibi, Memduh hocam da bütün bilgi birikimini ve deneyimlerini benimle en küçük detayına kadar paylaşarak sinemacı kişiliğimin şekillenmesinde önemli bir etken oldu. Sinemada kurgu olgusunu hayatıma sokarak sinemanın farklı bir koluna yönelmemi ve çok severek yaptığım bir iş alanına girmem için gerekli donanıma sahip olmamı sağladı.

Benim gibi kendisini yakından tanıma şansına sahip olmayan tüm sinema öğrencileri ve araştırmacılara kaynak olmasını amaçladığım bu tez çalışmasında; Memduh Ün’ün sinemacı yönünün yanı sıra konuşmalarından sıkça alıntılar yaparak kişiliğini ve yaşamını da tanıtmayı amaçladım. Çünkü sert görüntüsünün altındaki merhametli ve insan sevgisi dolu yüreği ile sinema salonlarının dolup taştığı filmleri arasındaki paralelliği görmek açısından Ün’ün kişiliğini bilmek önemliydi.

Öncelikle lisans eğitimim ve tez çalışmam süresince benimle bilgi birikimini, anılarını, olumlu ve olumsuz eleştirilerini, kişisel belgelerini ve film arşivini sınırsızca paylaşan; bana her konuda destek olan değerli hocam IV

Memduh Ün’e ve misafirperverliği için Sn. ’e; Türk sinemasına olan tutkumun başlamasını ve şekillenmesini sağlayan, bizlere yüksek imkânlı bir sinema okulu sunan değerli hocam Prof. Sami Şekeroğlu’na; tez çalışmam süresince bana zaman ayırarak yorum ve önerileriyle her zaman yanımda olan değerli hocam ve danışmanım Prof. Asiye Korkmaz’a, bana zaman ayırarak anılarını aktaran değerli hocalarım Sn. Duygu Sağıroğlu ve Sn. Feyzi Tuna’ya çok teşekkür ederim. Ayrıca MSGSÜ Sinema TV bölüm başkanı değerli hocam Prof. Alev İdrisoğlu’na ve bölümde görevli tüm hocalarıma, okul kütüphanesi çalışanlarına, Sn. Mahmure Vaizoğlu’na, Araştırma Görevlisi Afif Ataman’a, Araştırma Görevlisi Esra Berk Eren’e, ve son olarak hayatımın her döneminde bana destek olan sevgili annem ve babam ile sevgili eşime çok teşekkür ederim...

V

ÖZET (Memduh Ün ve Türk Sinemasındaki Yeri-Aslı Gürbüz Şatıroğlu)

Memduh Ün, 1920 yılında ’da doğmuştur. Tıp fakültesini üçüncü sınıfta bırakmış; bir yandan profesyonel olarak futbol oynarken bir yandan da çeşitli memurluklarda çalışmıştır. 1947 yılında tesadüfen Damga filmiyle oyuncu olarak sinemaya girmiştir.

İlk filmi Düşman Âşıklar ile yönetmenliğe başlayan Memduh Ün, 1954– 1958 yılları arasında koyu melodramlar yönetmiştir. Bir yandan da Dr. Arşavir Alyanak ile birlikte kurdukları Yakut Film’de yapımcılık yapmıştır. Sinemadaki ilk çıkışını 1958 yılında Üç Arkadaş ile gerçekleştirmiştir. 1960 yılında kurduğu Uğur Film ile yapımcılık hayatına devam etmiştir. Filmlerinde çocukluk yıllarından çok iyi tanıdığı mahalle yaşantısını, fakir ama iyi insanları başarıyla anlatmıştır. Kendine has dünyasını yansıttığı sıcak filmler seyirciyle başarılı bir şekilde buluşmuştur. Ancak yapımevini ayakta tutmak için zaman zaman ticari filmler de ortaya koymuştur.

Hemen hemen her türde film üretmiştir. Bunlar arasında en fazla kenar mahalle insanlarının dünyasını anlattığı dram/melodram ve polisiye türlerinde başarılı olmuştur.

Kurgudaki ustalığı sayesinde sinema dilini oldukça yetkin kullanan bir yönetmendir. Oyuncu takibini pan, tilt ve filmlerinde sıkça yer verdiği kaydırma hareketi ile sağlamıştır. Oyuncuların çerçeve içindeki hareketleriyle plan içi derinliğini başarıyla ortaya koymuştur. Alt açı, üst açı, eğik çerçeve ve yakın planlarla dramatik yapının altını çizmiştir. Oyuncu yönetimi oldukça başarılıdır. Çocuk oyuncularla verimli bir şekilde çalışmıştır. Filmlerinde fazla diyalogdan VI

kaçınmıştır. Hareketli kamerası, ölçülü diyalogları, yalın ve akıcı sinema dili ve dinamik kurgusuyla üst üste sıkılmadan izlenebilen filmler ortaya koymuştur.

Memduh Ün, hem ileri yaşlarında bile yönettiği filmlerle sinema tutkunu bir sanatçı; hem elli yılı aşkın süre devam ettirdiği yapımcılığıyla başarılı bir ticaret adamı; hem de yetiştirdiği yönetmen ve öğrencilerle iyi bir eğitimcidir.

Anahtar Kelimeler: Memduh Ün, Yönetmen, Yapımcı, Kurgu, Oyuncu

VII

SUMMARY (Memduh Ün and His Place in Turkish Cinema-Aslı Gürbüz Şatıroğlu)

Memduh Ün was born in 1920, in İstanbul. He dropped out medical school. After working in various civil servant positions, he entered the film sector by coincidence as an actor in 1947, with Damga.

After his first film, Düşman Âşıklar, he directed deep melodramas between 1954–1958. He worked as a producer in Yakut Film, that he owned with Arşavir Alyanak. He had his first rise in cinema with Üç Arkadaş in 1958. He continued producing films in Uğur Film, founded in 1960. He sucessfully expressed neighbourhood life, destitute people. He directed warm films where he reflected his special world. He also produced some merchant films in order to keep his production company standing.

He directed and produced in almost all types. But most successfull ones among them are dramas where he expressed destitute peoples’ lives and detective stories.

With the mastery in editing, he uses film language perfectly. He provides actor pursuing through pan, tilt and travelling. He presents scene perspective sucessfully. He emphasized dramatic structure with low level, high level, oblique frame and extreme close ups. He is very successful in actor directing. He worked with children actors efficiently. He avoided excessive dialogues. He produced enjoyable movies, with a moving camera, moderate dialogues, simple and smooth film language, dinamic editing.

VIII

Memduh Ün, with the movies he directed in his advanced age, is a cinema passionate artist; with producing films over fifty years, is a successful business man; with the directors and students he disciplined, is a good educator.

Key Words: Memduh Ün, Director, Producer, Editing, Actor

IX

RESİMLER LİSTESİ

Sayfa no.

1. Resim 1.1 Annesi, kuzeni ve kardeşi ile birlikte [1930] ...... 3

2. Resim 1.2 Kız kardeşi ile birlikte [1922] ...... 4

3. Resim 1.3 Üniversite yıllarında [1938] ...... 6

4. Resim 1.4 Langa Genç Takımı [1936] ...... 8

5. Resim 1.5 İstanbul Vilayeti Sayım Bürosu [1940] ...... 9

6. Resim 1.6 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde [1938] ...... 10

7. Resim 1.7 Beşiktaş takımında arkadaşlarıyla [1940-1941] ...... 11

8. Resim 1.8 Yedek Subay Okulu Futbol Takımı [1943-1944] ...... 12

9. Resim 2.1 Damga filminin afişi [1947] ...... 13

10. Resim 2.2 Damga filminde Sezer Sezin ile birlikte [1947] ...... 19

11. Resim 3.1 Düşman Âşıklar filminin çekimlerinde [1954] ...... 24

12. Resim 3.2 Düşman Âşıklar filminin çekimlerinde [1954] ...... 25

13. Resim 3.3 Yetim Yavrular filminden bir kare [1955] ...... 26

14. Resim 4.1 Üç Arkadaş filminden bir kare [1958] ...... 29

15. Resim 4.2 Üç Arkadaş filminin afişi [1958] ...... 32

16. Resim 4.3 Üç Arkadaş filminden kareler [1958] ...... 34

17. Resim 4.4 Ateşten Damla filminin çekimlerinde [1959] ...... 38

18. Resim 4.5 Ayşecik filminin afişi [1960] ...... 40

19. Resim 4.6 Garip filminin çekimlerinde, Ece Alton ile birlikte [1986] .. 41

X

20. Resim 4.7 Ölüm Peşimizde filminin çekimlerinde, Ayhan Işık ile [1960].. 47

21. Resim 4.8 Boş Yuva filminin çekimlerinde [1961] ...... 49

22. Resim 4.9 Avare Mustafa filminin afişi [1961] ...... 51

23. Resim 5.1 Gönül Dostları dizisinin çekimlerinde [1987] ...... 54

24. Resim 5.2 Belalı Torun filminin çekimlerinde [1962] ...... 56

25. Resim 5.3 Akasyalar Açarken filminin çekimlerinde [1963] ...... 57

26. Resim 5.4 Kısmetin En Güzeli filminin çekimlerinde [1963] ...... 58

27. Resim 5.5 Bire On Vardı filminden bir kare [1963] ...... 59

28. Resim 5.6 Çapkın Kız filminin çekimlerinde [1963] ...... 60

29. Resim 5.7 Ağaçlar Ayakta Ölür filminin çekimlerinde [1964] ...... 62

30. Resim 5.8 Yıldız Tepe filmindeki eğik çerçeve kullanımı [1965] ...... 66

31. Resim 5.9 Namusum İçin filminden bir kare [1966] ...... 68

32. Resim 5.10 Vahşi Sevda filminin çekimlerinde [1966] ...... 71

33. Resim 6.1 Yaprak Dökümü filminin afişi [1967] ...... 72

34. Resim 7.1 Üç Arkadaş filminin afişi [1971] ...... 83

35. Resim 7.2 Üç Arkadaş filminden kareler [1958] ...... 84

36. Resim 7.3 Üç Arkadaş filminden kareler [1971] ...... 84

37. Resim 7.4 Ağrı Dağı Efsanesi filminin afişi [1975] ...... 92

38. Resim 8.1 Garip filminin afişi [1986] ...... 96

39. Resim 8.2 Kaçak filminin çekimlerinde [1981] ...... 100

40. Resim 8.3 Garip filminin çekimlerinde [1986] ...... 103

41. Resim 8.4 Gönül Dostları dizisinin çekimlerinde [1987] ...... 107 XI

42. Resim 9.1 Gün Ortasında Karanlık filminden bir kare [1991] ...... 109

43. Resim 9.2 Bütün Kapılar Kapalıydı filminin çekimlerinde [1990] ...... 110

44. Resim 9.3 Zıkkımın Kökü filminin afişi [1993] ...... 113

45. Resim 9.4 Zıkkımın Kökü filminin çekimlerinde [1993] ...... 115

46. Resim 9.5 MSGSÜ Sinema-TV bölümünde öğrencileriyle [2004] ...... 117

47. Resim 9.6 Sinema Bir Mucizedir filminin çekimlerinde [2005] ...... 119

XII

ÇİZELGE LİSTESİ

Sayfa no.

1. Çizelge 2.1 “1950–1960 yılları arasında çekilen film ve seyirci

sayıları” ...... 21

2. Çizelge 4.1 “1960–1970 yılları arasında çekilen s/b ve renkli film

sayıları” ...... 36

3. Çizelge 6.1 “1970-1980 yılları arasında çekilen film sayısı” ...... 80

1

GİRİŞ

Memduh Ün yönetmen, yapımcı, senarist, oyuncu ve kurgucu olarak sinemanın farklı alanlarında çalışmış bir sinemacıdır. 1947–2005 yılları arasında sinemada aktif olarak yer alan Ün; oyuncu olarak 48, yapımcı olarak 124, yönetmen olarak 72, senarist olarak 18 filme imza atmış olmasının yanı sıra hemen hemen bütün filmlerinin kurgusunu kendisi yapmıştır.

Bu tez çalışması ile Memduh Ün’ün sinemacı kişiliğinin yanı sıra kişisel özelliklerinin de tanıtılması hedeflenmiş; böylece hayatının ve kişiliğinin sinemasına ne ölçüde yansıdığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Tez araştırması esnasında en önemli kaynak bizzat Memduh Ün ve filmleri olmuştur. Kitap, gazete ve dergi makalelerine ise, tarafsızlığından emin olunamadığı için, yalnızca kişilerin bire bir röportajlarından alıntılar yapılarak yer verilmiştir. Bu kapsamda filmler ile ilgili doğru ve yansız kanılara sahip olabilmek için Memduh Ün’ün yönettiği 72 filmden negatifleri ve kopyaları günümüze ulaşamayan filmleri (Düşman Âşıklar, Zeynebin İntikamı, Ayşe’nin Çilesi, Çoban Kızı, Boş Yuva ve Fakir Çocuklar) dışındaki filmler tekrar tekrar seyredilmiştir. Ayrıca kişisel özelliklerini ortaya çıkarmak için Memduh Ün ile gerçekleştirilen beş özel görüşmeden faydalanılmıştır.

Tez çalışmasının ana bölümleri belirlenirken kronolojik bir sıra izlenmiş, Ün’ün sinema alanında yaptığı çalışmalar birbiri içinde ele alınmıştır. Türk sinemasının dilini oluşturan yönetmenlerden biri olduğu için Ün’ün sinema hayatıyla birlikte Türk sinemasının da Ün’ün ürün verdiği yıllarda geçirdiği değişim ve dönemler özet olarak ele alınmıştır (yayınlanmamış tezlerden yararlanılarak oluşturulan sayısal bilgilerle desteklenerek). Bu noktada bu dönemleri yaşamış sinemacılarla yapılan röportajlardan oluşan görsel kaynaklar incelenerek dönemlerin yapısı hakkında bilgi verilmiştir.

2

Filmler incelenirken öncelikle filmin çok kısa olarak konusu aktarılmış, sonrasında ise sinema diline ve estetik yapısına dair görüşler belirtilmiştir. Film analizi yöntemine uygun olarak ele alınan filmler arasında ortak noktası olanlar ayrıca belirtilmiş, kıyaslamalar yapılmıştır. Memduh Ün’ün yapımcı olarak nasıl bir yol izlediği irdelenmiş, benimsediği yapımcılık anlayışı yaptığı filmlerden yola çıkılarak açıklanmıştır.

Sırasıyla Memduh Ün’ün yaşam öyküsü, sinemaya girişi, ilk yönetmenlik denemesi, sinemadaki ilk çıkışı Üç Arkadaş, yapımcılık ve yönetmenliğinin birbirine olan etkisi, yapımcılık hayatı, ikinci çevrim filmleri, Kemal Sunal ile olan işbirliği ve kendi isteği doğrultusunda ürettiği filmlerin ele alındığı ana bölümler içinde Ün’ün hem sanat, hem eğitmenlik, hem de özel hayatı derinlemesine incelenmiştir.

3

BÖLÜM 1: MEMDUH ÜN’ÜN YAŞAM ÖYKÜSÜ

Resim 1.1 (Soldan sağa: Memduh Ün, annesi Ayşe Makbule Hanım, teyzesinin kızı, kız kardeşi [1930] )

“2 katlı ahşap evimiz, bahçesi, kuyusu, mutfağı içinde taştan ocağı, çevremde çok iyi komşular, mahallede bir dayanışma var insanlar arasında... Büyük şehirdeki bugünkü kaosun kesinlikle olmadığı, insanların bütün yoksulluklarıyla mutlu yaşadığı bu mahallelerdeki insanlarla hep alışverişim oldu.”1

1 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 4

Türk sinemasının çok yönlü kişiliklerinden biri olan Memduh Ün, 14 Mart 1920 tarihinde Kasımpaşa’da doğdu. Ülke Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış ve Milli Mücadele başlatılmıştı. Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Çocukluğu pek çok değişime tanık olarak geçti. 1922–1938 yılları arasında yapılan Atatürk Devrimleri’ni çocukluğunda yaşadı; bu nedenle hayatının ilerleyen dönemlerinde benimsediği yeni durumlara çok çabuk adapte olabilen bir insan oldu.2

Bir buçuk iki yaşlarındayken Kasımpaşa’dan Kocamustafapaşa semtinin Cambaziye mahallesinde iki katlı, bahçeli, ahşap bir eve taşındılar. Kendisinden yaşça küçük iki kız kardeşi, anneannesi, ev hanımı olan annesi ve Silivrikapı Karakolu’nda polis memuru olan babası ile geniş bir aileydiler. Ancak Memduh Ün altı yedi yaşlarındayken küçük kız kardeşi, yaz tatili için gittikleri İnebolu’nun Kızılkara beldesinde bulunan dayısının çiftliğinde hastalandı. Hemen İstanbul’a döndüler ancak kız kardeşi difteriden öldü.

Resim 1.2 (Kızkardeşi ile birlikte – Solda [1922] )

Öğrenim hayatına beş yaşında Kocamustafapa semtindeki Hacıkadın anaokulunda başladı. Çok hareketli ve yaramaz bir çocuktu. Anaokulundan

2 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 5

sonra Kocamustafapaşa Yirmisekizinci İlkokul’a yazıldı. Başlangıcından beri okulu hiç sevmedi ancak sorunsuz bitirdi. Eğitime başladığında henüz Harf Devrimi yapılmamıştı, ilk iki yıl eski yazı okudu. 1 Kasım 1928’de gerçekleşen Harf Devrimi’yle üçüncü sınıfta Latin alfabesini öğrendi. Son derece zeki bir çocuktu. Kimi zaman derslerde eski yazıyla not tuttu, onları temize geçirirken öğrendi; kimi zaman da derste hafızasında kalanlar sınavı geçmesi için yeterli oldu. Okula ve derslere karşı ilgisizliğine karşın zekâsı ve güçlü hafızası ile sınıflarını geçti.

Okuma merakı yedi sekiz yaşlarında eski yazılı çocuk dergileriyle başladı ve okumak onun için adeta bir tutku haline dönüştü. Sonra Çarşıkapı’daki Amerikan ve İngiliz kütüphanelerine gitmeye başladı; burada Jules Verne’in kitaplarını okudu. Onüç yaşından itibaren polisiye hikâyelere, ondört yaşından itibaren de Michel Zevaco, Alexandre Dumas gibi yazarların kitaplarına yöneldi. Amerikan ve İngiliz kütüphaneleri kapanınca Beyazıt ve Halkevi kitaplıklarına gitmeye başladı. Buralarda Türk edebiyatından İskender Fahrettin Sertelli, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ethem İzzet Benice gibi yazarları ve Rus klasiklerini okudu.

1929 yılında dördüncü sınıfa geçerken babası önce valinin polisi oldu. Sonra da lise bitirmiş olduğu için maliyeye muhasebe kâtibi olarak atandı. Vilayette defterdarlıkta çalışmaya başladı. Vilayete yakın olduğu için Kumkapı’da üç katlı ahşap bir eve taşındılar. Bu yeni muhit oldukça kozmopolit bir yapıya sahipti. Önceleri mahalledeki Ermeni ve Rum arkadaşları tarafından yadırgandı ancak kısa süre sonra onu aralarına aldılar ve Ün’ün hayatının sonuna kadar unutmayacağı, hatta filmlerinde de açıkça izleri görülecek olan dostluklar kurdular.

“Çingeneden, Roman’a Ermeni’den Rum’a, Türke o kadar çok insan gibi insan gördüm ki…”3

Sinema merakı onbir oniki yaşlarında başladı.

3 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 6

“Yerli filmler kapalı gişe oynardı. Çok az üretilirdi zaten, bir iki tane... Ankara Postası, Leblebici Horhor, Bir Millet Uyanıyor gibi... Bir Millet Uyanıyor gösterildiğinde yedinci sınıftaydım. Sıralarımız kapaklıydı o zaman. Atıf Kaptan, Yahya Kaptan rolünü oynuyordu. Bir sahnesi vardı; Kâğıthane’de çeşmeden su içerken vuruyorlardı onu. “Kahpeler” diyordu. Biz de onu oynuyorduk aramızda. Resimleri sıra kapaklarımızda... Jönün resimlerini koymuyorduk... Türk filmleri çok iş yapıyordu.”4

Ancak Ün küçüklüğünden beri kovboy ve gangster filmlerine meraklıydı. Sinemalara da bedava giriyordu. Şehzadebaşı semtinde bulunan Milli Sinema, Ferah sineması ve Hilal sinemasının maliye kontrol memuru, babasının Maliye’den arkadaşıydı.

“Babam beni götürdü. “Öp amcanın elini” dedi, öptüm. “Bir daha ne zaman sinemaya gelmek istersen gel buraya, Hamdi Bey amcanın elini öp” dedi. O zamanlar okul Çarşamba günleri öğleden sonra ile Cumartesi, Pazar tatil olurdu. Giderdim, Hamdi Bey amcanın elini öperdim. O beni Hilal veya Ferah sinemalarına sokardı. Ben Milli sinemaya çok itibar etmezdim. Çünkü orada salon filmleri oynardı. Ferah’ta ve Hilal’de kovboy, gangster, avantür filmler oynardı. Hamdi Bey amcanın elini öpmek epey devam etti; bir iki sene sürdü, belki de 5 Resim 1.3 (Üniversite Yılları - Alttan üçüncü sırada sağda daha fazla...“ [1938] )

İlkokulu bitirdikten sonra Vefa Ortaokulu’na kaydoldu. Bu dönemde mahalle aralarında futbol oynamaya da başladı. Savaştan yenik çıkmış ve enkaz haline gelmiş bir imparatorluktan kurulan yeni devlette değil futbol topu, pek çok temel ihtiyaç bile zor temin ediliyordu. Ancak kısa zamanda futbol onun için adeta bir tutku haline dönüştü.

4 Memduh Ün ile yapılan 18.03.2009 tarihli kişisel görüşme 5 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 7

“O zamanlar top bulunmuyordu pek. Bir tenis topu ele geçirebilirsek korkunç mutluluktu. Kâğıtları, çaputları sarardık, iple bağlar onlarla oynardık. Vefa Lisesi’nde kapıdan girince, iki tarafta boşluk vardı; bayağı büyük, betondu. Orada biz parayla bile futbol oynardık. Yirmibeş kuruşlar biraz kalıncaydı. Bir de merdiven tırabzanlarının başındaki topuzlarla oynardık, çok korkunç bir şey. Kafaya geldiği zaman felaket bir şey olurdu. O kadar meraklıydık top oynamaya.”6

Babası futbol oynamasından hiç hoşnut değildi, çünkü çabuk eskiyen ayakkabıları zaten oldukça kısıtlı olan aile bütçesini iyice sarsmaktaydı. Ün, zaman zaman yalan söylemek zorunda kalarak gizlice futbol oynamayı sürdürdü.

İki yaşından dokuz yaşına kadar Kocamustafapaşa semtinde ekonomik olarak büyük sıkıntı içinde yıllar geçirdi. Genel olarak oturdukları semtlerdeki insanların önemli bir bölümü de aynı ekonomik sıkıntıların içindeydi. Avrupa ve SSCB’de yaşanan siyasal karışıklıkların yansımalarının yanı sıra dünyada yaşanan ekonomik buhranın da etkileri kendini göstermeye devam ediyordu. Babasının aldığı oldukça az olan maaşın büyük bir kısmı evlerinin yanında bulunan bakkala veresiye borcunu kapatmak için kullanılıyordu.

O yıllarda Langa semtinde daha konforlu bir eve taşındılar. Burada da önceki mahallelerdeki kozmopolit yapı ve sıcak mahalle ilişkileri devam etti. Babasından harçlık alamıyordu; ancak annesinin verdiği öğle yemeği paralarını biriktirirerek futbol ayakkabısı alırdı. Futbol aşığı Ün, onbeş onaltı yaşlarında Langa Genç Takımı’nda futbol oynadı. Babasının futbol oynamasına tepkisi artarak devam etmekteydi.

“Babam gelip sahalardan kovalıyordu beni. Maçları yarıda bırakıp kaçıyordum. Bir gün Kadırga’ya geldi. Kadırga’da büyük bir çınar ağacı vardı, elbiselerimizi oraya asardık. Oynarken suratıma bir top geldi ve önüme düştü. Can havliyle bir vurdum, gitti gol oldu. Aynı anda “Memduh” diye bir ses. Babam gelmiş oraya. Ben kaptım elbiselerimi

6 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 8

ağaçtan… O kıyafetle kaçtım; Kumkapı’dan demiryollarına atladım. Oraya kadar takip etti, demiryoluna geçemedi.”7

Resim 1.4 (Langa Genç Takımı - Sağdan üçüncü [1936] )

Futbol ve sinema merakının da etkisiyle lisede hiçbir sınıfı bütünlemeye kalmadan geçemedi. O dönemlerdeki sinema merakı ise kovboy oyuncularına dayanıyordu.

“Beyazıt’tan Şehzadebaşı’na giderken bir kırtasiyeci vardı. Kırtasiye malzemeleriyle birlikte artist fotoğrafları satardı. Onların içinde de kovboy ve avantür filmlerinin oyuncularının fotoğrafları olurdu. Gary Cooper, William Desmond, Tom Tyler, Hot Gibson gibi... Ben hep oraya giderdim, onlara bakardım o sinema hastalığı olduğu için.”8

Futbol ve sinema hayatının tamamını kaplıyor, okula ise hiç ilgi göstermiyordu. Lise son sınıfta başına gelen bir olay belki de hayatının kırılma noktası oldu.

“Bir sene önceki bütünlemeden geçince ‘Sıfırcı hoca bir yanlışlık yaptı herhalde’ dedim. Son sınıfa başladığımda çok kaçıyordum okuldan. Şehzadebaşı’nda bir kahve vardı, orada bilardo oynuyorduk. Bir gün müdür muavini polislerle beraber kahveyi bastı. Polislerden biri de bizim evin

7 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 8 A.g.k. 9

karşısında oturan Hakkı Ağabey… Hemen babama yetiştirmiş. Zaten babamı da okuldan çağırdılar. Demişler ki; ‘Oğluna mukayyet ol. Hoca onu şunun için geçirdi: Bu çok zeki bir çocuk; sınıfta bırakırsak eğer, bu zekâsını kötü yollarda kullanabilir.’ ”9

Liseyi bitirip olgunluk sınavını geçti ancak sınavı bütünlemede geçtiği için okul başvurusuna zamanında yetişemedi. Bir sene çalışmaya karar verdi. Babası Ün’e Kasımpaşa Tahakkuk Memurluğu’nda iş buldu. Evrak işlerine bakıyordu. Aynı zamanda da Tepebaşı’nda Asri sinema ile Şehir Tiyatrosu’nda maliye kontrol memurluğu yapıyordu. Belli bir süre sonra Fatih Mal Müdürlüğü’ne tayini çıktı. İlk çalıştığı yerde vekil olarak çalışmaktaydı. Ancak bu tayin yerine memur olarak atandı. Bu sırada birinci ligde yer alan Vefa Takımı’nda futbol oynuyordu, lisansı da çıkmıştı.

Bir sene boyunca bu tür memurluk görevlerinde çalıştıktan ve bazı azınlık takımlarında futbol oynadıktan sonra 1938 yılında parasız yatılı imkânı sağlayan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Sağlık Bakanlığı’nın yurtlarında kalıyordu. Resim 1.5 (İstanbul Vilayeti Sayım Bürosu - Ön sırada ortada [1940] ) Bu yurtlarda yiyecek, içecek, giyim, temizlik gibi her türlü ihtiyaçları karşılanıyor; böylece Ün kendisini okutacak maddi durumu olmayan babasına yük olmuyordu. Daha birinci sınıfta Tıp Fakültesi’ni sevmediğine karar verdi.

9 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 10

Resim 1.6 (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi - Arka sırada sağdan dördüncü [1941] )

“Birinci sınıfta fizik, hayati kimya, nebatat, hayvanat dersleri vardı. Savaş yıllarıydı; Türkiye’de Almanya’dan göçmüş olan Yahudi bilim adamları vardı. Bütün hocalarımız Alman’dı. Gidiyordum derslere, param olduğu süreç içerisinde çoğu kez sinemaya kaçıyordum.”10

Harp okuluna girip pilot olmak istedi. Ancak pilot olamayıp onun yerine piyade olmaktan korkup vazgeçti. Üniversitenin ikinci sınıfında hem üniversite spor kaptanıydı, hem de Beşiktaş takımında oynamaya başlamıştı. Anatomi dersinden kaldı ve yurttan çıkartıldı. Üç arkadaşıyla birlikte annesinden kalan Üsküdar’daki bir evde bir sene avare bir hayat yaşadı. Hiç çalışmadığı için ertesi sene de sınava girmedi, böylece Tıp Fakültesi’ni bırakmış oldu. Bu süre içinde iki sene Beşiktaş’ta futbol oynadı.

10 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 11

Resim 1.7 (1940–1941 döneminin şampiyonu Beşiktaş’ta takım arkadaşlarıyla – Alt sırada sağdan ikinci)

Sınava girmediğinden dolayı okuması için kendisine çok destek olan babasından utandı ve yazın şeker fabrikasına geçici memurlar alınan Eskişehir’e kaçtı. Fabrikadaki pancar muhasebesinde çalışmaya başladı. Bir yandan da Eskişehir Demirspor’un antrenmanlarına gidiyordu. Bu sırada o dönemde Ankara şampiyonu olan Ankara Demirspor’dan teklif geldi, orada oynamaya başladı; o sene takım tekrar şampiyon oldu. Bu süre içinde bir yandan da Devlet Demiryolları’nda çalıştı. Daha sonra milli takım seçmelerinde Ankara Karması’nda oynadı. Askerliğinin büyük bir bölümünü yedek subay olarak Adana’da yaptı. Birinci kümede bulunan Ankara Muhafız Gücü’nde oynamaya başlayınca vatani görevini burada tamamladı.

12

Resim 1.8 (Yedek Subay Okulu Futbol Takımı - Arka sırada sağdan üçüncü [1943–1944] )

1946 yılında terhis olup İstanbul’a geldi ve İstanbulspor’un antrenmanlarına başladı. O dönemde futbol amatördü, kulüplerin yaptığı en büyük destek memuriyetti. İstanbulspor Kulübü Ün’e Beylerbeyi Belediye Şubesi’nde iş olanağı sağladı.

Kısa süre sonra Beşiktaş takımında beraber oynadığı arkadaşı Feyzi Uman aracılığıyla daha yüksek bir paraya yeni kurulan İ.E.T.T takımına geçti. Bu sırada İ.E.T.T’de çalışanların emeklilik işlerini yapan büroda çalıştı. Memuriyetten az bir para kazanmaktaydı, hayatının sonuna kadar futbol oynaması da mümkün değildi. Ülkede İkinci Dünya Savaşı sonrası iç piyasada darlık ve ekonomik sıkıntı yaşanıyordu. Bu düşüncelerle gelecek kaygısı içine girdi. Tam da bu sırada Tıp Fakültesi’ndeki yurttan arkadaşı Turgut Başer ve oyuncu Sezer Sezin’in ısrarıyla son derece rastlantısal olarak sinemaya girdi.

13

BÖLÜM 2: MEMDUH ÜN’ÜN SİNEMAYA GİRİŞİ

Resim 2.1 Damga filminin afişi [1947]

“’Ben oynayamam’ dedim. İlkokulda müsamerelerden bile kaçıyordum çünkü. ‘Bu öyle senin bildiğin gibi çekilen birşey değil’ dedi yapımcı Hürrem Bey. ‘On-onbeş saniyelik parçalar halinde çekilir. Bir yönetmen var, o sana zaten ne yapacağını söyleyecek. Sen yalnız laflarını söyleyeceksin. Akıllı, okumuş bir adamsın; bunları yaparsın’ dedi. ‘Ama ben konuşamam. Sesim elverişli değil” dedim. Bu sefer de ‘Seni başkası konuşacak zaten. Sessiz çekeceğiz filmi’ dedi. Bahanelerim bitmedi ‘Ama ben çalışıyorum’ dedim. ‘Sizin antrenörünüz benim arkadaşım, izin alırım.’ dedi. Çaresiz ‘Peki’ dedim.”11

11 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 14

Tıpkı Ün’ün çocukluk ve gençlik yıllarında ülkenin yaşadığı siyasal ve ekonomik değişimler gibi, Türk sineması da önemli bir değişim geçirdi. Bu değişime yakından tanıklık eden Ün’ün çocukluğunda Türk sineması Muhsin Ertuğrul’un tekelindeydi. Tiyatro kökenli olan Muhsin Ertuğrul 1922–1939 yılları arasında Türk sinemasının tek yönetmeni ve hâkimiydi. Bu dönemde aktif olan iki yapım şirketi bulunuyordu: Kemal Film ve İpek Film.

İpek Film ile çalıştığı yıllarda Muhsin Ertuğrul’un yurtdışı ile olan bağlantıları sayesinde Türk sineması dünya standartlarında modern bir stüdyoya ve teknolojiye kavuştu. Bu dönemde üretilen filmlerin büyük bir bölümünü yabancı kaynaklardan yapılan uyarlamalar ve tiyatro oyunları oluşturuyordu. Muhsin Ertuğrul batı etkisinde filmler üretti; filmlerinde Darülbedayi (Şehir Tiyatrosu) oyuncularına rol verdi. Sinema dili kaygısı taşımadı, adeta genel planlarla tiyatro oyunlarını filme aldı.

Lütfi Ö. Akad: “Bir sahneyi filme almakla bir sahneyi sinema dili ile anlatmak arasında büyük bir fark var. Bu ince ayrımı çoğu kez karıştırıyorlar. Sanırım Muhsin Bey sahneleri filme alıyordu. Sinemanın olanaklarının ayrımında değildi, ayrı bir dil olduğunun ayrımında değildi sanıyorum.”12

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle o güne kadar piyasaya hâkim olan Amerikan filmlerinin Türkiye’ye ithali konusunda sıkıntılar yaşandı. Amerikan filmleri artık çoğunlukla Mısır üzerinden ülkeye getirilebiliyordu. Amerikan filmleriyle birlikte ülkemize gönderilen Mısır filmlerinin halk tarafından beğenilmesi yeni bir dönemi başlattı. Herkesin içinde kendinden birşeyler bulduğu Mısır filmleriyle seyirci arasında sıcak bir ilişki doğdu. Melodram türündeki bu filmler, büyük bir dram, şarkı, dans, bazı komik öğeleri içeriyordu. O güne kadar Muhsin Ertuğrul’un ortaya koyduğu teatral sinema anlayışından, batı etkisi altındaki konulardan farklı olarak halkın acılarını, duygularını, sevinçlerini, kısacası Türk insanına yakın hikâyeleri anlatan Mısır filmleri kısa

12 Prof. Şekeroğlu, Sami (Hazırlayan) Türk Sinema Tarihi Belgeseli, Bölüm 5, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV Merkezi, 1985–1987. 15

sürede piyasayı ele geçirdi. Bu hâkimiyet 1948 yılına kadar sürecekti. Mısır filmleri halk tarafından o denli sevildi ki; batı etkisi altında filmler çeken Muhsin Ertuğrul bile Mısır filmlerinin izinden giderek Yayla Kartalı (1945), Harman Sonu (1946) gibi filmler yaptı.

1938 yılında Atatürk’ün vefat etmesiyle birlikte İsmet İnönü Milli Şef ilan edilerek CHP’nin tek parti iktidarını sürdürdü. 1939 yılında Muhsin Ertuğrul dışında bir kişinin film çekmesiyle, siyasi hayatta olduğu gibi, Türk sinemasında da yeni bir dönem başladı. Halil Kamil’in 1937 yılında Ha-Ka Film’i kurmasıyla tek yapımevi (İpek Film) tek yönetmen (Muhsin Ertuğrul) devri zaten kapanmıştı.

Faruk Kenç’in Ha-Ka Film adına yönettiği Taş Parçası ile başlayan “Geçiş Dönemi”nde Türk sinemasına tiyatro dışından gelen, yurtdışında eğitim almış kişiler girdi. Sinemaya tiyatro dışından yeni yönetmenlerin girmesinin yanı sıra, oyunculuktan gelen ya da tiyatro kökenli kişiler de ilk filmlerini yaptılar13. 1939–1946 yılları arasında Taş Parçası (1939-Yönetmen: Faruk Kenç), Akasya Palas (1940-Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Şehvet Kurbanı (1940- Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Yılmaz Ali (1940-Yönetmen: Faruk Kenç), Kıvırcık Paşa (1940-Yönetmen: Faruk Kenç), Kahveci Güzeli (1941- Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Kıskanç (1938–1942 - Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Duvaksız Gelin (1938–1942 - Yönetmen: Adolf Körner), Sürtük (1938–1942 - Yönetmen: Adolf Körner), Kerem ile Aslı (1938–1942 - Yönetmen: Adolf Körner), Dertli Pınar (1943-Yönetmen: Faruk Kenç), Nasreddin Hoca Düğünde (1943 [yarım kaldı] -Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, Ferdi Tayfur), Deniz Kızı (1944-Yönetmen: Baha Gelenbevi), On Üç Kahraman (1945-Yönetmen: Şadan Kamil), Hasret (1945-Yönetmen: Faruk Kenç), Hürriyet Apartmanı (1945-Yönetmen: Talat Artemel), Yayla Kartalı (1945-Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Harman Sonu (1946-Yönetmen: Muhsin Ertuğrul), Günahsızlar (1946-Yönetmen: Faruk Kenç), Toros Çocuğu (1946-

13 Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şadan Kamil, Turgut Demirağ, Şakir Sırmalı, Çetin Karamanbey, Orhan Murat Arıburnu, Aydın Arakon, Ferdi Tayfur, Talat Artamel, Refik Kemal Arduman, Vedat Örfi Bengü, Seyfi Havaeri, Kani Kıpçak, Sami Ayanoğlu, Münir Hayri Egeli, Adolf Körner, Vedat Ar 16

Yönetmen: Şadan Kamil), Gençlik Günahı (1946-Yönetmen: Şadan Kamil) filmleri çekildi. Film sayısı her geçen sene arttı, Türk filmlerine ilgi büyüdü. Halka yakın gelen yerel konular işlendi, batı etkisindeki konulardan uzak duruldu.

Sinemanın Muhsin Ertuğrul tekelinden kurtarılması kolay olmadı. Muhsin Ertuğrul’un getirdiği modern teknolojiden vazgeçilmek zorunda kalındı. Filmlerin ucuza mal edilmesi ihtiyacı doğdu. Pratik ve ucuz olduğu için filmlere dublaj (filmlerin sessiz çekilip sonradan seslendirilmesi tekniği) yapılması gündeme geldi. 1931 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği, sinemamızın ilk sesli filmi olan, İstanbul Sokaklarında ile birlikte İpek Film, dünya standartlarında bir sesli film stüdyosu kurmuştu. Ancak sesli film üretiminin maliyetli olması nedeniyle Faruk Kenç’in yönettiği 1943 Ses Film yapımı Dertli Pınar ile başlayan ve çok uzun yıllar Türk sinemasına hâkim olacak olan dublaj yöntemi benimsendi.

Bu dönemde Muhsin Ertuğrul’dan başka bir yönetmen ile çalışmayan Darülbedayi (Şehir Tiyatrosu) oyuncularının yerini amatör oyuncular almaya başladı. Muhsin Ertuğrul döneminin iki yapım şirketi olan Kemal Film ve İpek Film dışında Ha-Ka Film, Ses Film, İstanbul Film, Halk Film, Atlas Film, And Film, Ankara Film, Sema Film, Elektra Film, Şark Film, Erman Film, Ömay Film, Azim Film, Güneş Film, İyi Film, Milli Film kuruldu.14 Muhsin Ertuğrul’un kullandığı tiyatrovari sinema anlatımı tam olarak terk edilememiş olsa da; sinema dilinin temelleri atıldı.

1945 yılında Fuat Rutkay’ın kurduğu Halk Film, yapımcılık anlayışıyla 1950–1960 yılları arasında ön plana çıkacak olan ticari sinemayı gündeme getirdi. Kısa sürede çekip ucuza mal ettiği, halkın yoğun ilgi gösterdiği melodram, macera ve güldürü türündeki filmlerle Türk sinemasında bir farklılık oluşturdu.

14 Erkılıç, Hakan (2003), Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı ve Bu Yapının Sinemamıza Etkileri, (Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Programı, s.52 17

Bülent Oran: “Fuat Rutkay’ın aşırı kazançlı filmler yapması sokağa yeni bir canlılık getiriyor ve filmciliğe kârlı bir iş alanı olarak bakılmaya başlanıyor.”15

Nazif Duru’nun Halk Film ile aynı yıl kurduğu Atlas Film ise ortaya koyduğu yapımcılık anlayışıyla bu dönemde incelenmesi gereken diğer bir önemli yapımeviydi. Bünyesinde yönetmen Aydın Arakon, görüntü yönetmeni İlhan Arakon, senarist olarak ise Metin Erksan’ı bulunduran şirket16, yüksek bütçeli yapımlara imza atıyordu.

İlhan Arakon: “1950’lerde Nazif (Duru) Bey’le şöyle bir çekişmemiz oldu. ‘Yahu Fuat (Rutkay) Bey 17.000–18.000 liraya film çıkarıyor. Biz 35.000–40.000 liradan aşağıya çıkaramıyoruz. O da aynı parayı kazanıyor, ben de aynı. Biz niye bu kadar masraf ediyoruz?’. Onlar da bu şekilde düşünmeye başladılar artık. Hatta bazısında daha çok kazanıyorlardı. Çünkü halkı çok iyi tanıyorlardı. Tuluat Kumpanyası’ndan gelmiş oldukları için halkın içinden geliyorlardı. Biz onlarla baş edemedik.”17

Halk Film, elde ettikleri yüksek kârlarla, aynı dönemlerde aktif olan ve sinemaya önemli yatırımlarda bulunarak sinemanın yalnızca ticari değil, sanat yönüne de eğilen filmler üreten Atlas Film gibi yapımevlerinin ayakta kalmasını güçleştirdi ve ticari sinemanın ön plana çıkmasına zemin hazırladı.

“Geçiş Dönemi”nin tamamlanmak üzere olduğu yıllarda, 1947 yılında, yapımcısı olduğu Damga filmi için bir jön arayan Hürrem Erman, Adapazarı’nda kardeşiyle birlikte sinemacılık yapmaktaydı. Kısıtlı bütçesiyle Darülbedayi (Şehir Tiyatrosu) oyuncularından bir jönü filme getirmesi mümkün değildi. Bu nedenle amatör bir kadro kurmuştu.

“Yapımcının sevgilisi Sezer Sezin tiyatrolarda oynamış; Londra barda dans da etmiş. Korkunç sinema tutkunu bir kız. Amatör, ikinci-üçüncü sınıf tiyatro gruplarından,

15 Türk, İbrahim (2004), Senaryo Bülent Oran, İstanbul: Dergâh, s:109 16 Bkz. (14), Erkılıç, 53 17 Çınar, Ayça (1998), Başlangıcından Günümüze Türk Sinemasında Prodüksiyon Sisteminin Oluşumu ve Türk Sinemasına Etkileri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Programı, s.41 18

halkevlerinden; Eminönü Halkevi’nden oyuncular bulmuşlar. Sezer Sezin başrolü oynayacak. İş jöne kalmış. Benim de boyum 1.80, yakışıklı olduğum için… Turgut demiş ki ‘Benim bir arkadaşım var’. ‘Getir konuşalım’ demiş Hürrem Bey.”18

Zamanında okul müsamerelerden bile kaçan Ün bu işi yapmasının imkânsız olduğunu düşünüyordu. Çünkü film çekimine dair hiç bir bilgisi yoktu.

“Ben sanıyorum ki kamerayı koyuyorlar, çekiyorlar. Yüzlerce film seyretmişim ama bir yönetmenin ismini bile bilmiyorum. Bütün oyuncuları, ikinci-üçüncü sınıf oyuncuları tanıyorum, özellikle kovboy ve gangster filmleri oyuncularının hepsini tanıyorum. Ama bir tane yönetmen ismi bilmiyorum. Sinemanın ne olduğunu bilmiyorum; yalnız seyrediyorum seyirci olarak. Sokaktaki insan ne biliyorsa sinema hakkında, ben de o kadar biliyordum.”19

Hürrem Erman, Memduh Ün’ün filmde oynamamak için bulduğu tüm bahaneleri çürüttü. Sonuçta ileri sürecek başka bir bahane kalmadığında Ün filmde oynamayı çaresiz kabul etti. Bu ilk oyunculuk tecrübesini başarıyla tamamladı.

“Yönetmen Seyfi Havaeri çok yumuşak davrandı bana. Sezer de çok yardım etti. Ben kamerayı hiç yadırgamadım. Ne söyledilerse yaptım filmde.”20

Ün’ün filmin yönetmeni Seyfi Havaeri ile ilgili yaptığı saptama, kendisinin de sinemayı öğrenme çabalarının temelini oluşturacaktı.

“Alkazar sinemasının ön sıralarında oturup film seyrede seyrede yönetmenlik öğrenmiş. Sanatsal anlamda çok önemli bir film yönetmemiş ama ticari başarısı çok olan filmler yönetmiş.”21

18 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 19 A.g.k. 20 A.g.k. 21 A.g.k. 19

Damga’nın çekimleri sırasında yönetmenliği çok sevdi. Seyfi Havaeri bazı sahneleri yeniden yazdığında, Ün onları alıp daktiloda temize çekti. Bu yardımın altında biraz da Havaeri’ne asistanlık yapabilme umudu yatıyordu. Ancak ileride de pek çok senaryosunu yazmasına karşın, Havaeri Ün’ü asistan olarak almadı. “Hocam yoktur. Kendi kendimi yetiştirmeye çalıştım ve çalışıyorum… Kimsenin etkisinde kalmadım.”22

Resim 2.2 (Damga filminde Sezer Sezin ile birlikte [1947] )

Filmin büyük bir bölümünün çekimleri Adapazarı’nda tamamlandı. Kalabalık sahneler olan nikâh ve parti sahneleri ise İstanbul’da çekilecekti. Ekip İstanbul’a döndü. Seyfi Havaeri’nin filmi tamamlamak için para istemesi ve bu ek sahnelerin çekileceği mekâna gelmemesi sonucunda kalan sahneleri o dönemde Hürrem Erman’ın muhasebe işlerine bakan ve sinema meraklısı bir kişi olan Lütfi Ö. Akad çekerek filmi tamamladı. Filmin kurgusu yapılmaya başlandığında Adapazarı’nda çekilen sahnelerde problemler olduğu görüldü.

“Kurguyu yapan Orhan Atadeniz adında bir kurgucuydu. Ona zaten ‘Film kurtaran adam’ derlerdi. O zaman film grameri iyi bilinmediği için; eksen hataları, hareket

22 “Rejisörlerle 30 Sual” (1963), Artist, s:167, 1 Kasım 1963. 20

bağlantılarında kurgulanamayacak şekilde hatalar olurdu. O cambazdı, onları uydurur, yapardı. Bu film de (Damga) o kadar kötü bir filmdi ki, ona bütçe ayarlamışlar, ‘Sen otur bunu kurgula’ demişler. Bütün şarkılar non senkrondu, eşlemesi yapılamıyordu. Orhan Atadeniz hepsine bir şeyler yapmış, uydurmuştu. Sahnelerin de sıralarını değiştirmiş; sonunda film haline getirmiş.”23

Ün, filmin gösterime girdiği gün Taksim sinemasının 14.30 matinesine koştu. Film başladıktan sonra, fragman gösterilirken karanlıkta salona girdi. Film bittiğinde seyirciler Ün’ü tanıdılar.

“Herkes hüngür hüngür, kimse inanamaz. Bir kadın bayıldı. İki kişi fenalık geçirdi, kollarına girdiler. Beni tanıdılar; nerdeyse linç edeceklerdi. ‘Bizi ne hale getirdin’ diye üstüme yürüdüler. Ve o güne kadar görülmemiş birşey; film sinemada üç hafta oynadı. Ondan evvel filmler bir hafta oynuyor, çıkıyordu. Böyle birşey olamaz, büyük iş…”24

Maddi kaygılardan ötürü sinemaya girdiğini dile getiren Ün’ün öncelikle sinemanın para kazandıran dalına yönelmesi kaçınılmazdı. Özellikle de Damga’nın büyük ticari başarısı, Ün’ün yapımcılığa yönelmesine neden oldu.

“Amacım hep yapımcı olup para kazanmaktı. Çünkü üç kuruş maaşla çalışıyordum. ‘Futbolculuğu bırakacağım, sonra ne olacağım?’ diye düşünüyordum.”25

1948 yılı Türk sineması açısından önemli bir olaya sahne oldu. Bu yıl yerli yapımlara Belediye Gelirleri Kanunu gereğince bir ayrıcalık tanındı. O güne kadar alınan vergi, net bilet fiyatının %75’i idi. 1948 yılında yapılan vergi indirimi sonrasında yabancı film rüsumu %70’e, yerli film rüsumu ise %25’e düşürüldü. Buna bağlı olarak filmden para kazanılabileceği anlaşıldı. Yerli film üretimi hızla artmaya başladı.

23 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 24 A.g.k 25 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 21

Diğer bir önemli olay ise 1946 yılında çok partili sisteme geçilmesinin ardından 14 Mayıs 1950 seçimlerini DP’nin kazanmasıyla yaşandı. Bu dönemde yabancı filmlere karşı Türk filmlerini korumak için önlem alma politikasına devam edildi.

Sinema salonları Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı. Çok partili sistemin özgür bir ortam doğurduğu düşünülse de aslında ülke için oldukça karışık bir dönemden geçiliyordu. Sağ – sol çatışmasının temelleri bu dönemde atıldı. Tarımda makineleşmenin bir sonucu olarak kırsal alandan kente göç başladı.

1950–1960 yılları arasında yeni yönetmenler, oyuncular, teknik elemanlar sinemaya girdi; yeni film yapım şirketleri kuruldu. Yapılan film sayısı arttı, sinema kâr getiren bir iş haline geldi. Tür bakımından çeşitlilik görüldü. Polisiye, melodram, romantik filmler, tarihi filmler, komediler, dini filmler gibi farklı türlerde filmler üretildi. Yerli yapımların yabancı yapımlara karşı korunmasıyla birlikte Mısır filmlerinin hâkimiyeti ortadan kalktı.

Çizelge 2.126

Yıl Yerli Film Yabancı Film Toplam Film Seyirci Sayısı Sayısı Sayısı Sayısı 1950 23 229 252 11.822.000 1951 31 201 232 12.268.000 1952 50 240 290 14.315.000 1953 52 308 360 15.372.000 1954 51 323 374 20.615.000 1955 57 324 381 21.350.000 1956 49 317 366 23.500.000 1957 63 424 487 25.684.000 1958 95 253 348 28.123.600 1959 95 246 341 25.161.000

26 Bkz. (14), Erkılıç, 87 22

1950’li yıllarda Muharrem Gürses’in yönettiği melodram türündeki filmler oldukça büyük ticari başarı elde etmeye başladı.

Muharrem Gürses: “Bir dönem Türkiye’yi Arap filmleri istila etmişti. Bir gün bütün prodüktörleri topladım ve ‘Biz Arap filmlerini buraya sokmayacağız’ dedim. Kararlıydım, ‘Melodram tarzında öyle eserler yazacağım ki en iyisi olacak’ dedim ve yaptım. Ve Arap filmlerinin hâkimiyetini kırdık…”27

Ün Damga’dan sonra Ömer Aykut’un sahibi olduğu 1949 Ömay Film yapımı, Mümtaz Ener’in yönettiği Karadeniz Postası’nda kötü jönü oynadı.

“Kötü adamı daha başarılı oynuyorum diye düşünüyorum. Ben çok iyi oyuncu değilim ama zamanla oyunculuğum gelişti. Orta karar bir oyuncu haline geldim. Görüntümle filmlerde sırıtmıyordum. Mafya babası gibi roller oynuyordum.”28

Bir yandan da İ.E.T.T’deki memurluk görevine devam etmekteydi. Bazı rastlantılar sonucu eline oldukça az bir para geçti. Sürekli olarak sinema konuştuğu arkadaşı Dr. Alyanak ile birlikte bir senaryo yazdılar. Ancak filmi yapabilmek için bir ortağa ihtiyaçları vardı.

“Ceylan Film diye bir firma vardı, 3 ortaklı... Prodüksiyonlara ve dışardan film ithal etmeye bakan Antuan Apostolu, filmlerin işletmesi ve sinemalara dağıtılmasına bakan Nubar Hamparsumyan ve sadece sermaye koymuş olan Albert... Yerli filme girmek istiyorlardı. Nubar Dr. Alyanak’ı tanıyormuş. Doktor söz etmiş, pozitif bakmışlar.”29

Ceylan Film ile çekmeyi planladıkları filmin %45’i Memduh Ün ve Arşavir Alyanak’ın; %55’i Ceylan Film’in olmak üzere anlaştılar. Dr. Alyanak ile Memduh Ün’ün yazdığı senaryoda değil, Vedat Örfi Bengü’nün aslı gibi

27 Kırel, Serpil (1995), “Yapımcıların Can Simidi Muharrem Gürses”, Antrakt, 51, Aralık, 67. 28 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 29 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 23

uyarladığı bir senaryoda karar kılındı. Dr. Alyanak yönetmenlik yaptı, Ün ise jönü oynadı. 1951 senesinde Yalova’da çekilen bu film Hayat Acıları’ydı.

Dr. Alyanak’ın da, Memduh Ün’ün de sinema bilgisi sınırlıydı, sinema dili bilgileri ise hiç yoktu. Ün hiç kimseye asistanlık da yapmadığı için bilgiye ulaşması ancak kendi çabasıyla olacaktı. Hayat Acıları’nda karşılaştıkları eksen hatası, Ün’ü bu işin tekniğini öğrenmeye yöneltti. İlkokulda öğrendiği eski yazı burada işine yaradı. Steno gibi olan eski yazı ile iki filmi baştan sona yazdı. Bir sahne nasıl bölünür, bir plandan bir plana nasıl geçilir; hepsini not etti. Bu yöntemle iki filmin senaryosunu incelediğinde eksen kuralını kendi kendine yeniden keşfetti.

Dönemin şartlarıyla paralel olarak, Türk sinemasında kısa sürede mümkün olan en az maliyetle film üretme ihtiyacı bu film için de geçerliydi.

“İlk çektiğimiz Hayat Acıları filminde, ben jön olarak oynadım, dekorları yaptım, elektrik işlerini yaptım, fotoğrafları çektim, senaryoyu yazdım, prodüktörlüğü yaptım.”30

Hayat Acıları ticari bakımdan başarıya ulaştı. İkinci yıl filmdeki haklarını ortakları Ceylan Film’e satarak sermayelerini oluşturup; 1951 yılında kendi şirketlerini olan Yakut Film’i kurdular. Böylece Ün’ün yapımcılık serüveni başladı.

Yakut Film’in ortaksız yaptığı ilk film 1952 yapımı, yönetmenliğini Dr. Alyanak’ın yaptığı başrollerinde Muzaffer Tema, Mine Coşkun ve Memduh Ün’ün oynadığı Onu Ben Öldürdüm oldu. Film, gişe başarısında orta sıralarda kaldı. Ancak bir sene sonra ürettikleri Uç Baba Torik oldukça iyi iş yaptı. Bu sırada Ün, gerek Dr. Alyanak’ın yönettiği Yakut Film yapımı filmlerde (Hayat Acıları, Onu Ben Öldürdüm, Yaban Kız), gerekse başka yapım şirketlerinin filmlerinde (Aşk Izdıraptır – Erman Film) oyunculuk yapmaya devam etti.

30 Bkz. (12), Şekeroğlu, Bölüm 18 24

BÖLÜM 3: MEMDUH ÜN’ÜN İLK YÖNETMENLİK DENEMESİ

Resim 3.1 (Düşman Âşıklar filminin çekimlerinde - Soldan sağa: Memduh Ün, Mine Coşkun, Nazım İnan [1954] )

“Ben filme başladığım zaman Türkiye’nin; hatta belki rahatça söyleyebilirim Avrupa’nın en iyi yönetmeni olarak bir film yapacağım diye düşündüm. Bilgim o kadardı. Ve o güvenle de filme müthiş saldırdım.”31

31 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 25

1955 yılına gelindiğinde, daha önce Yakut Film’in Hayat Acıları ve Onu Ben Öldürdüm filmlerinde oynamış olan Mine Coşkun bir film yapım şirketi kurdu. Sette Dr. Alyanak’a öneriler sunan, oyunculara rol tarif eden Memduh Ün, Mine Coşkun’un dikkatini çekmişti. Coşkun Film’in ilk filmini Ün’ün yönetmesini istedi.

İlhami Safa’nın Hacı Şakir Ailesi’nin Esrarı isimli hikâyesi, bir kan davası hikâyesiydi ve Doğu’da geçmekteydi. Filmin maliyetinin az olması amaçlandığından çekim için Uludağ’a gittiler.

“Ekibi sabah beşte kaldırıyordum, en geç altı buçukta işe çıkıyorduk. Malzemeler kızaklara yükleniyor. Büyük eziyetlerle çekiyorlar. Her taraf kar, her taraf çam ağacı, her taraf birbirinin aynı. Bir plan çekiyorum, malzemeyi kızaklara yükletiyorum, üç yüz metre ötede bir plan daha çekiyorum... Aslında her şeyi aynı yerde çekebilirim. Büyük eziyetlerle ‘Ben bir şaheser yaratıyorum’ diye yapıyorum bunu.”32 Resim 3.2 (Düşman Âşıklar filminin çekimlerinde – Solda Turgut Ören, Üstte Memduh Ün [1954] ) Çekimler otuzdört gün sürdü. Karların erimesi bekleneceğinden İstanbul’a döndüler. Damga’nın çekimleri sırasında tanıştığı Orhan Atadeniz’den kurguyu öğrenmişti.

“Oturdum, filmi kurguladım. Kurguladığımda gördüm ki değil Avrupa’nın, Türkiye’nin; bu kadar kötü bir film olamaz. Türkiye’de de o kadar kötü film çekilmemiştir şimdiye kadar. O kadar kötü bir film çekmişim…”33

32 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 33 A.g.k. 26

Hayatının her noktasında kendine bu denli nesnel yaklaşabilen Ün, yapım şirketine bir öneriyle gitti: Ün kalan parasından vazgeçerek filmi bırakacak, senaryoyu da teslim edecek; başka bir yönetmen filmi tamamlayacaktı. Ün’ün ismi jeneriğe kesinlikle yazılmayacaktı. Yapımcı bu teklifi hemen kabul etti. Düşman Âşıklar’ı yönetmen Mehmet Muhtar tamamladı. Film hiçbir gişe başarısı elde edemedi, Coşkun Film’in de ilk ve son filmi oldu.

Yaptığı bütün işlerde iddialı ve hırslıydı; bu nedenle Düşman Âşıklar’da yaşadığı bozgun Ün’ü derinden sarstı. Yaşadığı bu düş kırıklığı onu farklı bir yola sevketti. Sinemayı bilmediği gerçeğiyle yüzleştiğinde otuzdört yaşındaydı ve film çekmeyi kendi kendine öğrenecekti. Düşman Âşıklar’dan sonra aynı yıl yönetmenliğini Dr. Alyanak’ın yaptığı Günahkâr Baba’da hem yapımcılık, hem de oyunculuk yaptı.

1954 yılının son aylarında yakın arkadaşı Reha Yurdakul kendisine kalan miras ile Pars Film adında bir yapım şirketi kurdu. İlk filminin yönetmenliğini Ün’ün yapmasını istedi. Düşman Âşıklar’da sanat filmi yapmak için yola çıkan Ün, filmin akıbetinden sonra öncelikle ticari

Resim 3.3 (Yetim Yavrular filminden bir kare – Soldan ikinci [1955] ) film yapmayı öğrenmeye karar vermişti. Piyasayı gözlemledi. Muharrem Gürses’in filmlerinin çok iş yaptığını gördü ve o filmlerde bulunan öğeleri inceledi. Bu öğelerin Mısır filmlerinde de yaygın olarak rastlanan dans, şarkı, çocuk, müthiş bir dram, mezar, ezan, 27

kavga ve komedi olduğunu tespit etti. Böylece koyu melodramlarla tecimsel sinemaya yöneldi.

1955 Pars Film yapımı Yetim Yavrular, Türk sinema tarihinde Memduh Ün’ün yönettiği ilk film olarak yerini aldı. Film ticari açıdan başarıya ulaşınca bu formülü 1958 yılında çektiği Üç Arkadaş’a kadar hem yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı; hem de başka firmalar için yönettiği filmlerde uyguladı.

Ün, 1958 yılına kadar aynı türden filmlerle sinema hayatına devam etti. Bu filmlerin içerikleri isimlerinden açıkça ortaya çıkmaktaydı. Yakut Film adına yönettiği Öp Babanın Elini (1955), Piç/Kahpe Dünya (1956), Zeynebin İntikamı (1956), Zeynebin Aşkı/Güllü Fatma (1957), Bir Serseri (1957), Çoban Kızı (1958); Pars Film adına yönettiği Ana Hasreti (1956), Yetim Ömer (1957), Murada Ereceğiz (1958); Emin Film adına yönettiği Ayşe’nin Çilesi (1958).

Memduh Ün sinemasındaki melodram filmler döneminde; sinemayı öğrenme çabalarına ek olarak, Yakut Film’in ve Memduh Ün’ün yönetmen olarak politikasının şekillenmesindeki önemli bir etken de Muhterem Nur oldu. O dönemde Muhterem Nur ile özel hayatındaki birlikteliğinin yanı sıra; Ün’ün Yakut Film ve başka yapımevleri adına çektiği filmlerin büyük çoğunluğunda (Yetim Yavrular, Öp Babanın Elini, Piç/Kahpe Dünya, Zeynebin İntikamı, Yetim Ömer, Zeynebin Aşkı, Çoban Kızı, Üç Arkadaş, Ayşecik, Ateşten Damla, Mahallenin Sevgilisi) Muhterem Nur başrolde yer aldı.

Muhterem Nur; kısa boyuyla, küçük elleriyle, çektiği cefalar yüzünde çabuk meydana çıkan bir kadın olduğu için34 Memduh Ün’ün bu dönemde çektiği ağır melodramlar için oldukça uygun bir oyuncuydu. Bu yıllarda henüz yıldız sistemi Türk sinemasına fazlaca hâkim olmamıştı. Ancak Muhterem Nur, Memduh Ün’ün bu dönemde ağırlıklı olarak çalıştığı; gerek fiziksel özellikleri,

34 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 28

gerekse gerçek hayatında da erken yaşta büyük acılar yaşamış olması nedeniyle melodramların yükünü başarıyla taşıyan kadın yıldızı oldu.

Yetim Yavrular’dan başlayarak Dr. Arşavir Alyanak’ın yönettiği film sayısında önemli bir azalma oldu. Yakut Film’i kurduklarında aralarında yazılı olmayan bir iş bölümü oluşmuştu: Dr. Alyanak filmleri yönetmekte, Ün ise filmin yapım kısmıyla ilgilenmekteydi. Ancak zamanla Dr. Alyanak’ın yönettiği filmler gişede başarısız olmaya başladı. Bu durum, Yakut Film’in ileri yıllardaki akıbetinin habercisi gibiydi. Yetim Yavrular’dan sonra Dr. Alyanak’ın yönettiği tek film 1958 Yakut Film yapımı Sokak Çocuğu oldu; filmin gişe başarısı da oldukça düşüktü.

Ün, 1955 – 1958 arasında yönettiği bu filmler sonunda hem oyuncu yönetimi, hem de sinema dilinin kullanımı bakımından kendisini yetiştirmişti. “O filmlerin hiçbirinde ben kendimi bulmuş, kendimi hazırlamış değildim ki…”35

Artık melodramlardan sıyrılıp iyi bir film yapmak istiyordu. Ancak iyi film yapabilmek için yalnızca sinema dilinin yeterli olmadığını önceki filmlerinde tecrübe etmişti. Sinema dilinin yanı sıra filminde ne anlatacağı da önemliydi. Kendi dünyasını seyirciye aktarabilirse iyi bir film yapacağının bilincindeydi. Artık yapması gereken şey kendi dünyasını yansıtabileceği doğru hikâyeyi bulmaktı.

35 Çetin, Celalettin (1959), “Memduh Ün’le Bir Konuşma”, Sinema 59, s:1, 1 Nisan 1959. 29

BÖLÜM 4: MEMDUH ÜN SİNEMASINDA DÖNÜM NOKTASI: ÜÇ ARKADAŞ

Resim 4.1 (Üç Arkadaş filminden bir kare - Soldan Sağa: Salih Tozan, Muhterem Nur, , Semih Sezerli [1958] )

“Beynim sünger gibiydi; çok çabuk kapıyordum her şeyi, çabuk öğreniyordum. Bir de herhalde benim içimde keşfedilmemiş, benim de keşfedemediğim bir yetenek varmış. Çabuk barıştık sinemayla...”36

36 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 30

Talat Emin, sinema salonlarının girişindeki fener adı verilen arkası ağaç destekli karton sinema ilanlarını yapan Akademi mezunu bir ressamdı. Aynı zamanda Emin Film’in de sahibiydi. 1958 yılında Memduh Ün’e Ayşe’nin Çilesi’ni çektirmiş, ticari başarısından da memnun kalmıştı. Ayrıca başka filmlerinin de işletmesini Yakut Film’e vermişti. Uyumlu çalışmaları sürerken, 1958 yılında, Talat Emin Ün’den sözü edilecek, iyi bir film yapmasını istedi. Ün de artık kendini buna hazır hissediyordu, teklifi kabul etti.

Hikâye arayışında Talat Emin Ün’e pek çok eski ve yeni yazıyla yazılmış roman, kitap, hikâye getirdi. Ancak Ün hiçbirini beğenmedi.

“Bir gün dedi ki “Elimde bir tane daha köşede kalmış bir hikâye var. Beğenmezsin ama al bir de onu oku”. Kuşçu diye bir tretman getirdi. Tretmanla senaryo arası. Üstünde Muammer Çubukçu, Aydın Arakon, Metin Erksan yazıyor. Okudum, harika…”37

Düşman Âşıklar’da olduğu gibi yanılıp yanılmadığı konusunda şüpheye düştü. Tretmanı Dr. Alyanak’a; kurgucu Orhan Atadeniz’in yanında yetişmiş, Ün’ün fikrine göre sinema duygusu çok güçlü olan ve o dönemde Ün’ün asistanlığını yapan Ertem Göreç’e; Aşk Izdıraptır’ın çekimleri sırasında arkadaş olduğu Atıf Yılmaz’a verdi ve fikirlerini sordu.

Memduh Ün kuşkucu bir yönetmendi. Bu nedenle meslek hayatı boyunca yapacağı işin iyi olması için senaryo ve çekim aşamalarında çevresinde bulunmalarını sevdiği okumuş ve yetenekli asistanlarıyla yakın etkileşim içinde bulundu ve sürekli olarak fikirlerini sordu. Ün zaman zaman kesin hükümlü davransa da; asistanları düşüncelerini ayrıntılarıyla aktardığında kendisine mantıklı gelen çözümleri her zaman uyguladı. Özellikle setteki sert mizacı nedeniyle asistanlarıyla arasında sıkça sürtüşmeler de yaşadı.

Duygu Sağıroğlu: “Filmi çekerken her zaman bir şeye takılır. Ayağına köstek bağlanmış gibi, çok basit bir şeyi

37 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 31

bazen çözemez. İlla ya ben olacağım, ya Halit (Refiğ) olacak, ya Ertem (Göreç) olacak; birileri olacak… Bizlere dalaşacak; kavga ederek onu aşacak. Çok kavga ettik biz Memduh’la ama bizim kavgalarımız işin kalitesine yönelik benim onunla çekişmelerime bağlıydı.”38

Dr. Alyanak ile Ertem Göreç bu hikayeden film yapılamayacağını söyleseler de Ün hikayeye çok güveniyordu. Sezgileri, bu hikayeden iyi bir film yapabileceği; ama en önemlisi içindeki dünyayı seyirciye aktarabileceği yönündeydi. Atıf Yılmaz ise senaryoda yapılacak birkaç küçük değişiklikle çok güzel bir film olacağını söyledi. Ün, Atıf Yılmaz’ın söylediği değişiklikleri yapmaya çalıştı ancak bu diğer yazdığı senaryolara benzemiyordu.

“Düzeltmeye çalıştım, yapamadım. Sürekli senaryo yazıyordum ama o senaryolar kolaydı. Şimdi iyi bir iş yapacağım zaman o işte tek başıma yeterli olmadığımı gördüm.”39

Bu sırada Kumpanya isimli iddialı bir filme hazırlanan Atıf Yılmaz’ı senaryoya yardım etmesi için ikna etmesi güç oldu. Dört gün boyunca Atıf Yılmaz, Ertem Göreç ve Ün senaryo üzerinde çalışıp gerekli değişiklikleri yaptılar, yeni diyalog ve sahneler eklediler.

Oyuncular konusunda Atıf Yılmaz ile bazı anlaşmazlıklar yaşadılar. Hikâyede yer alan karakterler Ün’ün son derece aşina olduğu karakterlerdi. Yirmili yaşlarına kadar içinde bulunduğu mahalle yaşantısı; bu yaşantıda küçük yaşlardan beri gözlemlediği kişiler, durumlar filmde yer alıyordu.

“...Çingene mahallesinden bir tane arkadaşım vardı. Boyacı Selahattin… Ayakkabılarımı boyardı. Hatta ben Üç Arkadaş’ı çektiğim zaman Selahattin’ı model olarak almıştım. Karşımızda bir manav vardı. Aynı zamanda fotoğraflarımı da çekerdi. Okula giderken fotoğraf isterlerdi, sokak fotoğrafları çekerdi. Üç Arkadaş’taki Artin Dartanyan o. Çemberlitaş fırını has ekmek çıkarırdı. Babam her gün benim gidip oradan ekmek almamı isterdi. Geçerken orada

38Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 39 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 32

bir niyetçi vardı, ona takılırdım. Kuşları vardı, tavşanları vardı… Ben o zamandan beri hayvanları çok seviyorum. Kuşlar, tavşanlar niyet çekiyor. Üç Arkadaş’taki Murat bir tür oradaki niyetçi benim için.”40

Ün bu sebeple kendi istediği oyuncular konusunda diretti. Niyetçi Murat için Atıf Yılmaz ile hem fikir olarak Fikret Hakan’ı seçtiler. Gül karakteri için Atıf Yılmaz Muhterem Nur’u uygun bulmadı. Ancak Ün, önceki yıllarda çektiği ağır melodramlarda da başarıyla oynayan Muhterem Nur’u tercih etti. Daha önceki filmlerde yıldız kimliği taşımayan Muhterem Nur, bu film ile birlikte iyice yıldızlaşacaktı. Fotoğrafçı Artin için Atıf Yılmaz Nubar Terziyan’ı önerdi, ancak Ün Salih Tozan’ı oynattı. Boyacı Mıstık konusunda anlaştılar, Altan Erbulak oynayacaktı. Ancak Altan Erbulak’ın zamanı el vermeyince yerine o güne kadar sanat yönetmenliği yapmış olan Semih Sezerli rol aldı.

Resim 4.2 (Üç Arkadaş filminin afişi [1958] )

40 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 tarihli kişisel görüşme 33

Hikâye İstanbul’un dar gelirli bir semtinde geçer. Virane bir konakta beraber yaşayan niyetçi Murat, boyacı Mıstık ve fotoğrafçı Artin sevinçlerini, üzüntülerini, kazançlarını paylaşan üç iyi arkadaştırlar. Film, bir gece tesadüfen karşılaştıkları kör bir kızın (Gül) gözlerini ameliyat ettirmek için verdikleri mücadele ve sonrasında yaşadıklarını konu alır. Filmin ana teması dostluk ve vefadır.

Türk sinemasının klasikleri arasında bulunan Üç Arkadaş, Ün’ün sinema kariyerinin de dönüm noktası oldu. Özünde bir melodram olan film, içinde barındırdığı sevecenlik ve sıcaklıkla Ün’ün bundan önce çekmiş olduğu ağır melodramlardan belirgin bir şekilde ayrıldı. Dostluğun ve iyiliğin filmi olan Üç Arkadaş; akıcı sinema dili, estetik çerçeveleri, iyi yapılmış mekân seçimi ile bugün hala Türk sinemasında iz bırakan filmler listesindedir.

Ün, sonraki filmlerinde de görüleceği gibi, Üç Arkadaş’ta İstanbul manzaralarını başarıyla kullanmıştır. Filmin kişilik ve aidiyet kazanmasında gerek İstanbul görüntülerinin kullanımı, gerekse başarıyla yapılmış mekân seçimleri önemlidir. Ün, filmlerindeki hareketli kamera kullanımı sayesinde mekân ve oyucu tanıtımını başarıyla yapar. Oyunculara kameraya yaklaşan ve uzaklaşan şekilde derinlemesine hareket vererek üçüncü boyut duygusunu oluşturur ve oyuncuyu kamera hareketiyle takip eder.

Genellikle sahne başlangıcında genel planlarla mekânı tanıtmayı tercih eden Ün, filmlerinde genellikle sahneyi tümdengelim yöntemiyle kurar. Ancak sahne bağlantılarını bir nesne üzerinden yaptığı zamanlarda tümevarım yöntemi kullandığı da görülür. Ön ve arka plan objelerle hem derinliği sağlar; hem de bu objeleri çerçevenin estetik düzenini ve dramatik yapıyı destekleyen unsurlar olarak kullanır.

34

Filmin dramatik yoğunluğu olan sahnelerinde ön planın flu olmasını sağlayan uzak odaklı objektif kullanmayı tercih etmiştir. Özellikle Gül ile Murat arasındaki ikili konuşmalarda ön planda profil amorsunu kullanmayı tercih ettiği karakterin flu, konuşmakta olan karakterin ise net olduğunu görürüz. Işık ve gölge unsurları da Ün’ün hemen hemen bütün filmlerinde ön plana çıkan diğer bir estetik elemandır. Mekân özelliklerinin elverdiği şekilde merdiven trabzanlarının duvarda oluşan gölgeleri Üç Arkadaş’ta estetik çerçeveler ortaya koymasına olanak vermiştir. Gül’ün kör bir kız olmasına yapılan gönderme sık sık gözlerine düşen yoğun ışık ile yapılmıştır.

Ün, plan büyüklüklerine yüklediği anlamlarla dramatik yapıya fazlaca katkıda bulunan bir yönetmendir. Alt açı ve üst açı planları gerektiği yerde başarıyla kullanarak olağandışı bir durum olduğunu ya da olacağını vurgular. Üç Arkadaş’ta da Gül’ün gözlerinin açılması için dua ettiği sahnede oldukça alt açı bir plan kullanılmıştır. İlahi bir güç’e yakarışının etkisi açı değişikliği ve kameraya doğru süzülen ışık huzmesi ile arttırılmıştır.

Resim 4.3 (Üç Arkadaş filminden kareler [1958] )

Dinamik kurgu anlayışıyla sinemasal zamanı gereksiz yere uzatmayan Ün, Üç Arkadaş’ta bilinçli olarak iki yerde sinemasal zamanı hızlandırmıştır. Murat ile Mıstık’ın hapishane günlerinde pencerenin önündeki ağaç dalında değişen mevsimler ve Murat’ın Gül’ü uzun bir zamandır aramakta olduğunu 35

anlatan yürüyen yakın ayak planlarının geçme ile birbirine bağlanması Yeşilçam sinemasında sıklıkla kullanılan zaman aşımı planlarıdır.

Filmin galası, basının da katılımıyla, dönemin en gözde sinemalarından biri olan Saray sinemasında yapıldı. Yazarların ve sanatçıların oluşturduğu dönemin entellektüel topluluğunun filme nasıl bir tepki vereceği Ün’ü hem meraklandırıyor, hem de biraz tedirgin ediyordu. Ancak daha filmin birinci yarısının sonunda çok iyi tepkilerle karşılaştı. Bu döneme kadar hiç kimsenin yönetmen olarak dikkate almadığı Ün, bu filmle birlikte çok büyük kitlelere ulaştı. Film, Türkiye’nin her yerinde çok büyük bir gişe başarısı elde etti

Duygu Sağıroğlu: “Saray sinemasında Üç Arkadaş oynuyordu. Bir gün ‘Bir girip bakayım bu Türk filmi nedir?’ dedim. O zaman Türk sinemasına karşı korkunç bir tepki var; özellikle entellektüel ve sanat çevrelerinde... Filme girdim ve çarpıldım. Benim de parçası olduğum kentin görüntülerle dışa vurumu; o kentin küçük insanlarına sevgiyle, dostlukla, aşkla bağlı bir yönetmen beni çok etkiledi... Birden bire ‘Burada önemli bir sinema yapılıyor ve ben bunların içinde değilim. Ne yapıp edip bu ortamın içinde olmalıyım’ dedim...”41

Ün’ün bu filmde ulaştığı başarı şüphesiz tesadüfî değildi. O güne kadar çektiği diğer filmlerinde olmayan, bu filmi diğerlerinden ayıran ise Ün’ün hikâyeyle birlikte son derece başarılı olarak harmanladığı kendine özgü dünyasıydı. Duyarlılık, sıcaklık, sevecenlik özelliklerini de başarıyla ortaya koydu.

“Ben kendimi bildiğim zamandan beri yoksul insanların yaşadığı, yani burjuva takımının kesinlikle olmadığı mahallelerde hatırlıyorum hayatı. Oradaki insanlar bir tür benim genlerime işledi sanıyorum; belleğime kazındı. Bu insanları seviyorum. Onları iyi tanıdığım ve aralarındaki

41 Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 36

ilişkileri iyi bildiğim için de filmlerimde de onları başarılı anlatıyorum ve yaşatıyorum diye düşünüyorum.”42

1960–1970 yılları Türk sinemasının “Altın Çağı” olarak adlandırılır. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin sinemamıza önemli etkileri oldu. 1961 anayasasının getirdiği özgürlük ortamı doğdu. Düşünce zenginliği ve ulusal kaygıların gündeme gelmesiyle sinemacılar ülke sorunlarına dair düşüncelerini ve dile getirmek istediklerini filmlerine yansıttılar. Sanayileşmeyle birlikte köyden kente göç hızlandı, bunun beraberinde getirdiği gecekondulaşma sorunu ve kültürel erozyon oluşmaya başladı. Bunun yanında henüz televizyonun hayatına girmediği Türk halkının bu yıllarda en önemli eğlence aracı sinema oldu. Sinema yalnızca eğlence aracı değil; aynı zamanda ailecek gidilen; mahalledeki kadınların çocuklarını alarak toplandıkları, yaşlıların torunlarıyla birlikte katıldıkları bir sosyal etkinlikti.

Çizelge 4.143 Yıl s/b film Renkli film Toplam Film 1960 85 - 85 1961 123 - 123 1962 131 - 131 1963 116 1 117 1964 180 1 181 1965 213 2 215 1966 241 - 241 1967 202 7 209 1968 153 24 177 1969 175 56 231

Halkın gösterdiği ilgi arttıkça film sayısı da arttı. Film sayısının artması ise film türlerinin çeşitlenmesine olanak sağladı. Bu dönemde hemen hemen her türde film yapılmış olmasına karşın; ağırlıklı olarak kent ve köy

42 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 43Bkz. (14), Erkılıç, 113 37

melodramları, çocuk filmleri, salon komedileri, tiplere dayalı filmler ve romantik filmler yapıldı. Bu örneklerden görüldüğü gibi bu yıllarda Türk sineması gücünü aile sineması olmasından alıyordu. Çocuk, yaşlı, anne, baba; kısacası tüm ailenin izlediği zaman kendinden birşeyler bulduğu bu sinemaya seyircinin ilgi göstermesi son derece doğaldı.

Üç Arkadaş’tan sonra yönetmen olarak kendisini kanıtlayan Ün’e pek çok firmadan yönetmenlik önerileri geldi. O güne kadar çok sayıda yerli film üretmiş olan İpek Film’in sahibi İhsan İpekçi, senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı Taş Bebek’i yönetmesini teklif etti. İhsan İpekçi’nin tek şartı vardı: her sayfası imzalı senaryonun aynen çekilmesi. Ancak Ün için bu mümkün değildi; çünkü bazen filme başlamadan önce, bazen de sette senaryoda değişiklik yapardı. Yaptığı bu değişiklikler, aslında tamamen kendi dünyasını yansıtabilme çabasından kaynaklanıyordu.

“Ben hiçbir zaman bir senaryoyu aynen çekemem, değişiklik yaparım. Filme bakışıma göre diyalog yazarım, yazdırırım, keserim, biçerim.”44

Ün, İhsan İpekçi’nin teklifini nazikçe reddetti. 1960 yılına gelindiğinde, Ün artık Dr. Alyanak’tan ayrılmış; kendi yapım şirketi olan Uğur Film’i kurmuştu. Dr. Alyanak’tan ayrılırken zaten az olan sermayeleri yarıya bölündü; oldukça az bir sermayeyle işe başladı. Uğur Film için iddialı bir projeye ihtiyacı vardı; sürekli hikâye arayışı içindeydi. Bir arkadaşının ısrarı üzerine Mükerrem Kamil Su’nun Ateşten Damla romanını okudu. Roman, Kurtuluş Savaşı günlerinde, savaş içinde geçen bir aşk hikâyesini konu alıyordu.

Hikâyenin çekilebilmesi için yüksek bir bütçe gerekiyordu. Yeni şirketinin bu filmi tek başına yapabilecek sermayesi yoktu. Duru Film’in sahibi Naci Duru ile ortak oldular. Böylece Ün de son birkaç yıldır sürmekte olan Kurtuluş Savaşı

44 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 38

konulu filmler45 akımına dâhil oldu. Filmin senaryosunu yazan Atıf Yılmaz, Ün’den aldığı onayla birlikte senaryoya pek çok savaş sahnesi koydu.

Resim 4.4 (Ateşten Damla filminin çekimlerinde [1959] - Sağda)

Ateşten Damla (1960), hem dönem hikâyesi olması, hem de içinde barındırdığı savaş sahneleri nedeniyle zor bir filmdi. Naci Duru ise Ün’e bu ağır filmin altından kalkıp kalkamayacağını az da olsa iğneleyerek soruyordu. Ün, Üç Arkadaş’ın verdiği özgüvenle bu filmi başaracağını söyledi. Genelkurmay asker, cephane, makineli tüfek, silah v.b her türlü konuda gerekli yardımda bulunacaktı. Başrollerde Turgut Özatay, Muhterem Nur, Kenan Artun ve Orhon M.Arıburnu oynuyordu.

Film Kurtuluş Savaşı sırasında en yakın arkadaşının sevdiği kıza âşık olan bir doktoru ve çevresinde geçen olayları ele alır. Ahmet ve Serap çocukluklarından beri birbirlerini sevmektedirler. Ahmet savaşa katılacağından Serap’ı yakın arkadaşı Doktor Nafiz’e emanet eder. Nafiz, beraber vakit geçirdikçe, Serap’a âşık olur. Serap ile Ahmet’in ilişkisini kıskanan Nafiz, Ahmet yaralı olarak kendisine geldiği zaman kıskançlığı bir kenara bırakarak

45 Bu Vatan Bizimdir (1958-Yönetmen: ), İstiklal Uğrunda (1958-Yönetmen: Rahmi Kafadar), Meçhul Kahramanlar (1958-Yönetmen: Agâh Hün), Bu Vatanın Çocukları (1959-Yönetmen: Atıf Yılmaz), Düşman Yolları Kesti (1959-Yönetmen: Osman F. Seden), Kalpaklılar (1959-Yönetmen: Nejat Saydam), O'nun Süvarisi (1959-Yönetmen: Nusret Eraslan), İzmir Ateşler İçinde (1959-Yönetmen: Nuri O. Ergün) 39

arkadaşlığını gösterir. Ahmet’i ameliyat eder. Ülke işgalden kurtarılır, iki âşık kavuşurlar.

Tıpkı Üç Arkadaş gibi bu film de dostluk, vefa ve fedakârlık gibi öğeleri seyirciye başarıyla aktarıyordu. Ün bu sefer mahalle yaşantısı ekseninde değil, bir savaşın içerisinde bu öğeleri işledi. Konu son derece müsait olmasına karşın milli duyguları sömürme yoluna gitmedi. Film sinematografik olarak başarılıydı ancak ticari olarak istediğini yakalayamadı. Ayrıca planlanandan daha yüksek bir bütçeye çıktı; türlü aksilikler birbirini kovalamıştı. Hem bütçenin yüksek olması, hem de ticari başarının iyi olmaması filmin iki ortağını da zarara uğrattı. Ün, Yakut Film’den elinde kalan son sermayeyi de bu şekilde tüketti.

Bu yıllarda çekilen diğer iddialı ve sıradışı yapımların46 da tesadüfî bir şekilde gişe başarısı elde edememesi, yapımcıları iddialı film yapma isteğinden vazgeçirdi. Filmden büyük zarar eden Ün, iflas ettiğini hiç kimseye belli etmedi. Yakın bir arkadaşından aldığı borç para ile firmasını ayakta tutmaya çalıştı.

Ateşten Damla’yı çekerken bir atlama sırasında başrol oyuncusu Kenan Artun’un ayağı kırılmış ve çekimlere zorunlu olarak iki ay ara verilmişti. Bu süre içinde As Film’in sahibi Muzaffer Aslan Ün’e bir film yönetmesini teklif etti. Muzaffer Aslan, daha önce bir filmin çok küçük bir bölümünde rol almış olan dört buçuk yaşındaki Zeynep Değirmencioğlu’nda yetenek görüp ona bir film yapmak istemişti. Ayşecik’in senaryosu Kemalettin Tuğcu’nun bir hikâyesinden yola çıkılarak başrol oyuncusu küçük yıldızın senarist babası Hamdi Değirmencioğlu tarafından yazılmış; sonrasında Ertem Göreç ve Memduh Ün ile birlikte yeniden düzenlenmişti.

46 Zümrüt (1959-Yönetmen: Lütfi Ö. Akad), Yalnızlar Rıhtımı (1959-Yönetmen: Lütfi Ö. Akad), Düşman Yolları Kesti (1959-Osman F. Seden), Bu Vatanın Çocukları (1959-Yönetmen: Atıf Yılmaz) 40

Filmin başrollerinde Zeynep Değirmencioğlu, Muhterem Nur, Turgut Özatay oynuyordu. Dar gelirli bir mahallede yaşayan ve çok haşarı bir çocuk olan Ayşecik, babasının iftiraya uğrayarak hapse düşmesi ve annesinin geçirdiği kazayla gözlerinin kör olması sonucu para kazanma, babasını kurtarma ve annesine bakma görevlerini üstlenir.

İçinde barındırdığı; babanın suçsuz yere hapse girmesi, annenin kaza sonucu gözlerinin kör olması, kardeşin başka bir aileye verilmek zorunda kalınması, Resim 4.5 (Ayşecik filminin afişi [1960] ) küçük yaştaki bir çocuğun çalışıp ailesine bakması gerekmesi ile oluşan ağır bir dram, şarkı, dua, dans gibi melodram öğelerine karşın Ayşecik; Ün’ün kendine has dünyasını başarıyla yansıttığı, sıcak ve sürükleyici bir filmdir. Ayşecik karakteri ile çocukluğunda kendisi de çok yaramaz ve hareketli bir çocuk olan Ün arasında bir paralellik kurulabilir. Film, Ün’ün dünyasının çok önemli bir parçası olan iyi insanların bulunduğu mahalle yaşantısını, mahalle dayanışmasını ve dostluğu da son derece başarılı bir şekilde işler. Filmde melodram türünün özelliğine uygun olarak iyi insanlar çok iyi, kötü insanlar da çok kötüdür.

Ayşecik 1960 yılında gösterime girdiğinde o güne kadar gösterilen bütün yabancı ve Türk filmleri arasında en büyük hâsılatı yaptı. Çocuk oyuncunun son derece sempatik ve yetenekli olması da filme kuşkusuz büyük katkı sağlamıştı. Bu film ile birlikte hem Memduh Ün’ün çocuk oyuncularla başarıyla çalışma özelliği ortaya çıktı; hem de çocuk yıldızlı filmler dönemi başladı. 41

“Benim oyuncularla diyaloğum her zaman çok iyidir. Senaryo vermem, anlatırım. Çünkü oyuncunun yorumlamasını istemem. Oyuncu sete geldiği zaman iki, en fazla üç gün sonra benim istediğim kalıba giriyor. Dördüncü, beşinci günlerde artık kendi kendilerine oynamaya başlıyorlar; çok az müdahale ediyorum. Oyuncuları iyi yönettiğimi düşünüyorum. Bununla övünürüm; çünkü oyuncular çok ödül47 alır benim filmlerimde. Özellikle çocuklarla çok iyi çalışırım. Hiç filmde oynamamış (Ayşecik [Zeynep Değirmencioğlu], Kırık Resim 4.6 (Garip filminin çekimlerinde - Solda Çanaklar’daki Rüya Gümüşata, Memduh Ün, sağda Ece Alton [1986] ) Kaçak’taki Mehmet diye parkta bulduğum bir kapıcı çocuğu, Garip’teki Ece Alton, Zıkkımın Kökü’ndeki Emre Akyıldız gibi) çocukları alırım, harikalar yaratırlar.”48

Filmin bu kadar büyük hâsılat yapmasına karşın As Film Ün’e bir daha film önermedi. Ün bu durum ile yalnızca As Film’de değil; pek çok firmada karşılaştı.

“Ben başka bir firmaya da film çeksem, onu ancak kendi filmim gibi düşünüyorum. Yapımcının isteklerine, arzularına uyamıyorum. Çok rahat çekiyorum. Benim için artık o işte yapımcı yokoluyor. Ama tabii yapımcılar parayı koydukları için, filmin de sahibi oldukları için buna katlanamıyorlar.”49

Memduh Ün başka firmalar adına film çekerken bütçe konusunda kendisini kısıtlamamasına karşın; Uğur Film adına film çeken yönetmenlerin serzenişte bulunduğu ortak konu, Ün’ün kendi yönettiği filmler dışındaki filmlerin bütçelerini küçük tutan bir yapımcı olmasıydı. Uğur Film’e film çeken

47 Kırık Çanaklar - 2.Türk Film Festivali (1961) "En Başarılı Kadın Oyuncu": Lale Oraloğlu, "En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu": Mualla Kaynak. Ağaçlar Ayakta Ölür - 1. Antalya Film Şenliği (1964) En Başarılı Erkek Oyuncu: İzzet Günay, En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu: Yıldız Kenter. İnsanlar Yaşadıkça - 6. Antalya Film Şenliği (1969) En İyi Erkek Oyuncu: Cüneyt Arkın. Bütün Kapılar Kapalıydı - 3. Ankara Film Şenliği (1990) Umut Veren Yeni Kadın Oyuncu: Aslı Altan, Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu: Uğur Polat. Zıkkımın Kökü - 7. Adana Altın Koza Film Festivali (1993) En İyi Erkek Oyuncu: Menderes Samancılar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Elif İnci. 48 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 49 A.g.k. 42

yönetmenlerin film bütçelerini kendi çektiği filmlerin bütçeleri kadar yüksek tutmadı. Memduh Ün Yeşilçam kurallarına ters düşmeyen bir yapımcıydı ve belki de bu sayede elli yılı aşan bir yapımcılık hayatı olacaktı.

Uğur Film’i ayakta tutabilmek için yalnızca diğer firmalara yönetmenlik yapmasının yeterli olmadığının; kendi firması için film üretmesi gerektiğinin bilincinde olan Ün, Ayşecik’in çok büyük ticari başarısından sonra gişe garantisi olan projelere yöneldi. Bu yıllarda bir firmanın varlığını devam ettirebilmesi için senede ortalama dört film üretmesi gerekmekteydi ki bu sayı ilerleyen yıllarda artacaktı. Ün de bu bilgiden hareketle riske girmeden projeler üretmeye başladı.

Ün’ün Bülent Oran ve Halit Refiğ ile bu dönemde başlayan ve çok uzun yıllar devam eden bir yol arkadaşlığı oldu. Bülent Oran senarist olarak, Halit Refiğ ise hem senarist hem de sonraki birkaç yıl için Ün’ün asistanı olarak pek çok filminde yer alacaklardı. Hatta Refiğ ilk filmini50 Uğur Film adına çekti.

Bu yol arkadaşlığı 1960 Uğur Film yapımı Mahallenin Sevgilisi ile başladı. Senaryosunu Bülent Oran ile Halit Refiğ’in yazdıkları filmin başrollerinde Muhterem Nur ve Efgan Efekan oynuyordu. Film İstanbul’un dar gelirli mahallelerinden birinde yaşayan, geçimini sokaklarda destan satarak kazanan Ahmet ile bakkal amcasının insafsızlığı yüzünden fakirleşen Gülcan’ın arasındaki aşkı konu alır.

Film, 1955–1958 yılları arasında çektiği ağır melodramlardan çok daha nitelikli ve farklı olmasına karşın melodram öğeleri barındırmaktaydı. Ancak yine de mahalle yaşantısıyla, dayanışma ve dostluk öğeleriyle Ün’ün kendine has dünyasını yansıtıyordu. Filmde bulunan bakkal Kazım için çocukluğunda tanıdığı bakkalı model aldı:

50 Yasak Aşk (1961) 43

“Mahallelerde oturmam yirmili yaşlarıma kadar devam etti, değişik semtlerde, Kumkapı, Nişanca, Langa, hatta Üsküdar... Hep bu tür insanların yaşadıkları yerlerde yaşadım. Bu insanlarla alışverişim oldu. Bunların içinde bütün mahallede veresiye defteriyle insanları sömüren tam bizim evin bitişiğindeki bakkal Hilmi Efendi’yi tanıdım.” 51

Hareketli bir kameraya ve yalın bir sinema diline sahip; oyuncuların çerçeve içindeki yerleriyle plan içindeki derinliğin ön plana çıkarıldığı ve oyuncu trafiğinin özellikle dikkat çekici olduğu teknik açıdan başarılı olan bu film, neredeyse gişe başarısını garanti eden bütün öğelere sahip olmasına karşın Ün’ün beklediği ticari başarıyı getirmedi. Bunun nedeni belki de Üç Arkadaş’ın tekrarına düşmüş olmasıydı. Aynı çatı ve karakterler çevresinde yalnızca olaylar farklılaşmıştı. Bunun yanı sıra Üç Arkadaş’ın büyülü ve masalsı atmosferini Mahallenin Sevgilisi’nde kuramamıştı. Bu durum gişeye olumsuz yönde yansıdı.

Mahallenin Sevgilisi’nin çekimleri sırasında dönemin iyi yapımevlerinden biri olan Be-Ya Film’in sahibi Nusret İkbal Ün’e bir film önerdi. Kırık Çanaklar’ın senaryosunu, Edmond Morris’in Tahta Çanaklar oyunundan Lale Oraloğlu uyarladı; sonrasında Halit Refiğ ile Memduh Ün bazı düzenlemeler yaptı. Hikâye, Türk toplumuna başarılı bir şekilde adapte edildi.

“Kırık Çanaklar benim çevremin insanlarını ve onların arasında geçen ilişkileri anlatıyordu. Bizim insanımızın vefa duygularını anlatan bir filmdi. Tahta Çanaklar’dan alınmaydı ama orada tabakları kıran adama tahta çanakta yemek yediriyor; bir de üzerine huzurevine atıyorlardı. Ama bizim toplumumuz böyle bir toplum değil.”52

Oğlunun evinde yaşayan bir dede ile çok iyi anlaştığı yaramaz kız torununun ilişkisini ele alan filmde, sakarlığı nedeniyle eve zarar veren dede, gelininden korkup evden ayrılır. Ancak gelini yaptığı herşeyi dedenin iyiliği için yapmaktadır. Dedenin evden ayrıldığını öğrenen gelin onu eve geri dönmeye ikna eder.

51 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 52 A.g.k. 44

1960 darbesi sonrasında ortaya çıkan iyimser ve özgürlükçü ortamın etkisiyle sinemacılar toplumun gerçekleri üzerine filmler yapmaya başladılar. Kendi üslup ve sinema dili özelliklerini koruyarak ülke sorunları hakkında söyleyecek sözlerini filmleri aracılığıyla aktardılar. İşte bu eğilimin yansımaları Ün’ün o yıl çektiği Kırık Çanaklar’da da görüldü.

“Memduh benim hem ustam, hem arkadaşım, hem ortağım, hem sinema arkadaşımdı...”53 diyen Duygu Sağıroğlu ile Kırık Çanaklar’da başlayan işbirlikleri ilerleyen yıllarda da devam edecekti. Başarılı ve gerçekçi çevre düzenlemesiyle Duygu Sağıroğlu’nun filme bulunduğu katkı yadsınamaz. Film hem yurtiçinde, hem de yurtdışında54 büyük başarılar55 elde etti.

Dekorda tavandan sarkan aydınlatma elemanları, tavan kirişlerinin gölgeleri, mutfak gereçlerinin ön plan olarak kullanılması hem filmin estetik yönünü güçlendirmiş; hem de üçüncü boyut hissini öne çıkarmıştır. Ayrıca filmin pek çok yerinde genellikle arka plan objesi olarak kullanılan tramvay da derinliği oluşturan önemli bir unsur olmuştur. Filmde sahne geçişleri çoğunlukla Yeşilçam sinemasında sıklıkla kullanılan kararma ve geçmelerle sağlanmıştır.

Memduh Ün’ün kendine has dünyasında egemen olan masalsı unsurlara Kırık Çanaklar’da rastlanmaz. Bu filmde de kendi dünyasını, tanıdığı insanları anlatır. Ancak bu sefer romantik ve büyülü dünyası, yerini günün gerçeklerine bırakmıştır. Yani anlattığı hikâye değil; hikâyeyi anlatma biçimi değişmiştir.

“Bana göre benim belli bir üslubum yok. Ben senaryoyu okuyorum, ona göre üslup tayin edip çekiyorum. Ölüm Peşimizde’nin üslubuyla Zıkkımın Kökü’nün üslubu insana iki farklı yönetmenin elinden çıkmış hissi getiriyor. Ben senaryoyu okuduğum zaman kafamda bir film beliriyor, ona göre çekiyorum.”56

53 Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 54 Bkz. EK 3 55 Berlin Festivali Gösterimi. İkinci Türk Filmleri Festivali- En Başarılı Film: Kırık Çanaklar, En Başarılı Yönetmen: Memduh Ün, En Başarılı Kadın Oyuncu: Lale Oraloğlu, En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu: Mualla Kaynak 56 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 45

Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir: Ün ister gerçekçi, ister masalsı, ister aksiyon unsurları kullanarak hikâyesini anlatsın; anlatımının değişmeyen tek bir noktası vardır: yalınlık. Sinema dilinin yalınlığı, filmlerinin akıcı olmasını ve rahat izlenmesini sağlar. Kurgudaki ustalığının da katkısıyla filmlerinin temposunu çok iyi ayarlar. Sinemasının bu özellikleri sayesinde üst üste seyirciyi sıkmadan izlenilen filmler ortaya koymuştur.

Bu filmleri yönetmeye devam ettiği günlerde bir yandan da diğer yönetmen arkadaşlarının filmlerinde rol aldı. Osman F. Seden’in yönettiği Kemal Film yapımı Namus Uğruna (1960) ve Aşk Hırsızı (1961) ile Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1960 Duru Film yapımı Ölüm Perdesi’nde rol aldı. Osman F. Seden ile 1960 yılında başlayan işbirlikleri ilerleyen yıllarda Ün’ün Osman F. Seden’in filmlerinde rol almaya devam etmesi ve daha sonraki yıllarda da ortak oldukları Ün-Sed Film’i kurmalarıyla sürdü.

Oyunculuğu esnasında çocukluğundan beri etrafında olup bitenleri izlediği gibi rol aldığı filmlerin yönetmenlerini de gözlemliyordu.

“Ben Atıf’ın (Yılmaz) filmlerinde oynadığım için onu görüyorum, sabahleyin sete gelir. Önce mekânı çizer. Açıları yapar. Böyle ağzının ucunda sigarası; o kadar rahattır ki... Ben yönetmen olarak akşamdan hiçbir hazırlık yapmam. Sabahleyin sete geldiğim zaman birinci planı buluncaya kadar dokuz doğururum. Hiçbir gün sete rahat gelemedim. En sıradan filmimde bile.”57

1950’li yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmış ve 1960’lı yıllarda etkisini iyice arttırmış olan Türk sinemasının önemli bir unsuru da bölge işletmeleriydi. Türk sinemasında nakit para ile yapımcılığa başlayan bazı yapımevleri olduğu gibi; çoğunluğu sermayesi olmadan bu işe başlıyordu. Başlarda senetlerle, iyi insan ilişkileriyle kotarılan filmler için sonraları farklı bir maddi kaynak ortaya çıktı: Bölge İşletmeleri. Filmler İstanbul, İzmir, Adana, Ankara, Samsun ve Zonguldak işletmeleri üzerinden şehirlere ve kasabalara

57 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 46

dağıtılarak salonlarda gösteriliyordu. 1960’lı yıllarda sermayeleri iyice artmış olan işletmeler, yapımcılara verdikleri avanslar karşılığında filmlerin türlerini, konularını, hatta oyuncularını bile belirlemeye başladılar.

Memduh Ün: “Türk sinemasında hâkimiyet işletmecilerin, sinema salonu sahiplerinin elinde olduğundan yolumuzu onlar çiziyor. Onların beğenisine, isteğine göre film yaptığımızdan oyuncaktan farkımız kalmıyor.”58

Bölge işletmelerinin baskı olarak nitelendirilen bu istekleri aslında Türk sinemasının şekillenmesine katkı sağladı. Çünkü bölge işletmecileri, tıpkı yapımcılar ve yönetmenler gibi, halkın içinden geliyordu. Böylece sinema salonu sahipleriyle birlikte halkın nabzını çok iyi tutuyorlardı. Hangi filmlerin beğenileceğini, seyircinin hangi oyuncuları izlemekten hoşlandığını, hatta hangi bölgelerde hangi filmlerin hâsılatının yüksek olacağını başarıyla tayin ediyorlardı. Seyircinin isteğini karşılamak şarttı; çünkü film üretiminin, dolayısıyla Türk sinemasının, devam etmesi için seyircinin filmine gidip bilet alması gerekliydi. Bu ekonomik zorunluluk Türk sinemasının yapısını oluşturan önemli unsurlardan biri oldu. İşletmelerin seyircilerin beğeneceği türden filmler yaptırma eğilimi kendini tekrar eden filmlerin yapılmasına, bazı Yeşilçam kalıplarının oluşmasına neden olduysa da Türk sinemasının kimliğini bulmasına yardımcı oldu.

Memduh Ün’ün o güne kadar çektiği ses getiren filmlerin hepsi başka firmalar adına yönettiği filmlerdi59. Hem hâkimiyetini arttırmaya başlamış olan bölge işletmeleri nezdinde firmasının itibarını artırmak, hem de maddi olarak iyi bir noktaya gelebilmek için artık bu filmler ayarında bir filmi kendi firmasına çekmek istiyordu. Mahallenin Sevgilisi’nde bu isteğine ulaşamamıştı. Yıldız sisteminin de iyice yerleştiği bu yıllarda, halkın çok sevdiği bir yıldız ve ona uygun yazılmış bir senaryonun kendisine istediği başarıyı getireceğini düşünerek dönemin ünlü oyuncusu ve Uğur Film’in ilk erkek yıldızı olan Ayhan

58 Gürkan, Turhan ( 14 Temmuz 1967), “Çıkmazdan Nasıl Kurtulabiliriz?”, Cumhuriyet Gazetesi 59 Üç Arkadaş- Emin Film, Ayşecik – As Film, Kırık Çanaklar – Be-Ya Film 47

Işık ile anlaştı. Bu anlaşma, ileriki yıllarda da devam etti ve zaman zaman tekrara düştükleri bir komedi filmleri60 ve polisiye filmler61 dizisinin başlangıcı oldu.

Ün’ün filmlerinde görmeye alışık olduğumuz romantik ve masalsı bir hikâye yerine, Ayhan Işık’a uygun avantür bir öykü

Resim 4.7 (Ölüm Peşimizde filminin çekimlerinde – Solda yazılması ihtiyacı doğdu. ABD'de, Ayhan Işık, sağda Memduh Ün [1960] ) solcu oldukları için üstlerine cinayet suçu atılan iki İtalyan’ın elektrik sandalyesinde son bulmasıyla biten Saccho Vanzetti hikâyesinden yola çıkan Halit Refiğ, Ölüm Peşimizde’nin tretmanını hazırladı. Ancak ortaya çıkan tretmanın Saccho Vanzetti hikâyesi ile ilgisi kalmamıştı. Ertem Göreç’in de katkılarıyla hikâye hareketlendi; ancak filmin finalini bulamadılar. Final öncesi ve final sahnesi olmadan Ün çekimlere başladı.

“60’lı yıllardan başlayarak bir dayanışma vardı aramızda, bir dostluğumuz vardı. Bizim kuşak, özellikle Lütfi (Akad), Halit (Refiğ), Atıf (Yılmaz), zaman zaman Metin Erksan; hem dosttuk, arkadaştık, hem rakiptik herhalde yaptığımız işlerde ama birbirimize yardım ederken bu rekabet düşüncesinden tamamen uzaktık. Mesela ben Ölüm Peşimizde’yi çektim ama final ve final öncesi yoktu. Montajladım. Dedim ki ‘Hadi gel Atıf (Yılmaz), Halit (Refiğ), Lütfi (Akad).’ Ertem (Göreç). İlk önce benim çektiğim 8 kısmı beraber seyrettik. Ondan sonra Halit’in evinde toplandık: Bu film nasıl biter? Herkes fikir söyledi. Ama sonunda asgari müşterekte birleştik. Filmi kırkaltı günde çektim. Filmde büyük de bir rol oynuyordum. Kırkdördüncü gün çok yoruldum. Lütfi’ye (Akad) dedim ki ‘Gel şu son

60 Belalı Torun (1962), Yavaş Gel Güzelim (1963), Halk Çocuğu (1964) 61 Kanun Karşısında (1964), Namusum İçin (1966),Aslan Pençesi (1966), Aslan Yürekli Kabadayı (1967) 48

kavga sahnesini sen çek.’ Geldi, finali Haliç’te bir fabrikada Lütfi (Akad) çekti.”62

Bu filmde Ayhan Işık’la birlikte Uğur Film yeni bir yıldız daha kazandı. Henüz ilk başrolünü oynayan Fatma Girik, bu filmle birlikte hem Uğur Film’in değişmez kadın yıldız oyuncusu, hem de Ün’ün hayat arkadaşı olacaktı. Daha önceki filmerinde Muhterem Nur’un sergilediği korunmaya muhtaç kadın tipi, Fatma Girik ile birlikte yerini güçlü ve mücadeleci kadına bırakıyor; Türk sineması “Erkek Fato” tipine kavuşuyordu. Bundan sonraki yıllarda Memduh Ün, firması için film hikâyesi arayışına girdiğinde Fatma Girik’e uygun hikâyeler arayacak; yapımcı ve yönetmen olarak politikasını ona göre belirleyecekti. Başrollerinde Ayhan Işık, Fatma Girik, Memduh Ün ve Reha Yurdakul’un oynadığı filmde nişanlı bir çift olan iki işçi genç Zehra ile Burhan yakında evleneceklerdir. Ancak Burhan’ın babasına soygun ve cinayet iftirası atılır, hapse girer. Burhan’ın tek amacı babasının suçsuzluğunu kanıtlamaktır.

Ölüm Peşimizde, ustaca çekilmiş kavga ve takip sahneleriyle, başarılı görüntüleriyle dikkat çeker. Ün’ün filmlerinde ustalıkla kullandığı, dramatik yapıya hizmet eden ve gereksiz plan kesmelerinden filmi arındırarak sade bir sinema dili ortaya çıkaran kamera hareketliliği bu filmde başarıyla ortaya konmuştur. Ün pan ve tilt hareketleriyle mekânı tanıtır, oyuncu trafiğini başarılı bir şekilde ayarlar, çerçevenin estetik duruşunu korur. Filmin dramatik yapısıyla çeşitlenen kamera hareketleri, aksiyon filmi olması dolayısıyla bu filmde oldukça fazla görülür. Aydınlatmayı dramatik bir unsur olarak başarıyla kullanmış; oluşan gölgelerle estetik çerçeveler ortaya koymuştur.

Soygun günü sahnelerinde sinemasal zaman gerek birbirine geçme ile bağlanmış planlarla; gerekse Zehra’nın arkadaşına zamanın geçmediğini sözlü olarak söylemesi yoluyla bilindik bir şekilde yavaşlatılmıştır. Aslında diyalog ile hikâye anlatımı ya da zaman aşımı duygusu yaratmak Ün sinemasında çok az rastlanan bir durumdur; ancak bu filmde görülür. Ün, yoksul insanları ve kenar

62Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 49

mahalle yaşantısını kovalama sahnelerinin içine az da olsa yerleştirmiştir. Kendine has dünyasının yansımaları film boyunca kendini gösterir.

Film Beyoğlu Atlas sinemasında onbeş gün gösterildi; bütün bölgelerde hâsılat rekorları kırdı. Böylece Uğur Film itibarını yükseltecek bir filme kavuşmuş oldu.

“Ben borçlarımı ödedim, yeniden sermaye sahibi oldum. ‘Artık tamam’ dedim; ‘ben kendimi ispat ettim sinemada. Ama ispat yolunda gidersem, Ateşten Damla gibi bazı filmlerde başarısız olursam, bir daha bu sermayeyi yitirirsem; bir Şevket (borç aldığı yakın arkadaşı) daha bulamayabilirim. Onun için ben şu işlerin ticari yönüne bir yanaşayım’ dedim.”63

1961 yılında Lale Film’e çektiği Kerime Nadir’in aynı adlı romanından Halit Refiğ ve Bülent Oran’ın uyarladığı bir melodram olan Boş Yuva’nın Ün’e tek katkısı, o günlerin önemli bir yıldız Resim 4.8 (Boş Yuva filminin çekimlerinde – Ortada sağda [1961] ) oyuncusu olan Göksel Arsoy ile yaptığı işbirliği oldu. İleride de oyuncu-yönetmen ilişkileri devam etti. Böylece Uğur Film Ayhan Işık’tan sonra ikinci erkek yıldız oyuncusuna kavuştu. Boş Yuva’dan yola çıkarak Ün yönetmenliğiyle ilgili önemli bir noktanın farkına vardı:

“Ben her türlü filmi yapamıyorum, her filmi çekemiyorum yönetmen olarak. Özellikle Kerime Nadir, Muazzez Tahsin

63 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 50

Berkand gibi yazarların uyarlaması olan aşk filmlerini kesinlikle yönetemiyorum.”64

Ün, “Benim çok sevdiğim üç tane Kemal vardır yazar olarak: Orhan Kemal, Yaşar Kemal, …”65 diyerek andığı Orhan Kemal’in önceden okuyup çok beğendiği ve sinematografik bulduğu Devlet Kuşu romanını uyarlamak istedi. Ancak romanın telif hakkı Damga’da beraber çalıştığı arkadaşı Sezer Sezin’deydi.

“Sezer sinema duygusu çok güçlü bir kızdı ve halkın psikolojisini çok iyi biliyordu. Hürrem Bey’e öyle romanlar aldırmış ki... Bunların içinde Güzel Yuana da varmış. Damga filmi çekildi. Hıçkırık’ı aldırmış, büyük iş yaptı. Vurun Kahpeye’yi aldırmış, Erman Film çuvalla para topladı. Devlet Kuşu’nu aldırmış... Hürrem Bey’le Sezer’in ayrılmadan önce bir ortaklıkları varmış; ayrıldıkları zaman bu roman Sezer’de kalmış. Ben o zaman onu iyi bir paraya Sezer’den satın aldım.”66

1961 Uğur Film yapımı Avare Mustafa’nın senaryosunu Lütfi Ö. Akad, Halit Refiğ ve Memduh Ün yazdı; filmde Ayhan Işık, Fatma Girik, Çolpan İlhan oynadı. Hikâye fakir bir mahallede geçer. Başına buyruk, işsiz gezen Mustafa’nın en büyük hayali arkadaşlarıyla bir köfteci dükkânı açmaktır. Komşusu Aynur ile birbirlerini sevmektedirler. Ancak küçük hayalleri, mahalleye apartman yaptıran zengin adamın çirkin ve hastalıklı kızı Hülya’nın Mustafa’ya âşık olmasıyla yıkılır.

Ün’ün filmlerinde rastladığımız mahalle yaşantısı, bu mahallelerdeki fakir ama mutlu insanların dünyası başarıyla işlenmiştir. Ün, Üç Arkadaş’tan başlayarak, hikâye elverdiği ölçüde, filmlerinde İstanbul’un güzelliklerini resimlemiştir. Avare Mustafa da İstanbul’un güzel manzaralarını gösteren estetik planlar içerir. Diğer filmlerinde olduğu gibi kamerası genel olarak hareketlidir. Mekân seçimleri, kamera açıları, derinlemesine oluşturulan mizansenler, ön ve arka plan objelerin kullanımı film boyunca başarılı bir

64 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 65 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 66 Memduh Ün ile yapılan 01.04.2008 ve 08.04.2008 tarihli kişisel görüşmeler 51

derinlik oluşturmuştur. Aydınlatma oldukça başarılıdır. Filmde altı çizilen zenginlik ve fakirlik olgusu alt açı ve üst açı planlarla vurgulanmıştır.

Filmde incelenmesi gereken diğer bir önemli nokta ise düğün sahnesinde kullanılan plan sekanstır. Oyuncu trafiğinin yoğun olduğu bu sahnenin böylesi uzun bir plan sekansa sahip olması aynı dönemdeki başka filmlerle karşılaştırıldığında ilgi çekicidir.

Resim 4.9 (Avare Mustafa filminin afişi [1961] )

52

Filmin çekimleri kırkbeş günde tamamlandı. Gösterim tarihi almak için bölge işletmelerine gönderildiğinde, İzmir’in en büyük işletmecisi filmin sonunun belirsiz olduğunu söyledi. Filmin sonunda kızını son kez görmesi için Mustafa’ya yalvarmaya gelen Zülfikar’ın isteğini kabul ederek onunla birlikte Hülya’yı görmeye giden Mustafa’nın Aynur’a geri dönüp dönmeyeceği sinema salonu sahipleri tarafından belirsiz bulunmuştu. Bunun üzerine filmi gösterime sokabilmek için Ün, o dönemde Paris’ten dönmüş olan ve kendisine asistanlık yapmak isteyen Atilla İlhan’a film için bir son yazdırdı. Ancak oyuncuları bir araya getiremediği için bu sonu çekemedi. İzmir’deki büyük işletmecinin yardımlarıyla filmi gösterime soktular.

Avare Mustafa, hem Ün’ün kendi dünyasını yansıtan, sıcak ve duru; hem de oldukça iyi bir gişe başarısı elde eden bir filmdir. Orhan Kemal’in romanları incelendiğinde yalın bir dille mahalle ilişkilerini, yoksul insanları, dostluğu işlediği görülür. Bu açıdan ele alındığında Ün ile önemli benzerlikler gösteren kendine has dünyası, Ün’ün yönetmenliğinde beyazperdeye başarıyla aktarılmıştır.

Boş Yuva’daki tanışıklıklarından sonra Göksel Arsoy ile Ün bir iş anlaşması yaptılar. Göksel Arsoy Ün’ün Uğur Film adına yöneteceği Güneş Doğmasın’da oynayacak; bunun karşılığında Ün de Göksel Film (Göksel Arsoy) adına Akasyalar Açarken’i yönetecekti.

1962 yılında yönettiği Güneş Doğmasın, Graham Green’in This Gun For Hire (Satılmış Adam) adlı romanından Halit Refiğ ve Orhan Elmas’ın uyarladığı; Göksel Arsoy, Nilüfer Aydan, Reha Yurdakul, Ulvi Uraz’ın oynadığı polisiye bir filmdi.

“Yabancılardan yapılan polisiye filmler başarılı oluyor çünkü polisiye film her yerde polisiye film. Kaçma, kovalamaca, kavga, silah, dövüş… Ama öteki öğelere dayanan filmler pek başarılı olamıyor. Çünkü örfler, adetler, insan yaşantıları, duygular, bizim insanımızla onların insanı arasındaki farklar, kültür farkları… Genelde o başarıyı 53

getirmiyor; kitaplar getiriyor, romanlar satıyor ama filmler olmuyor nedense.”67

Denizci Ali çıktığı seferden dönüşünde polis arkadaşı Mahmut’tan karısının kendisini aldattığını öğrenir. Karısı ile karısının sevgilisini öldüren Ali’yi yakalama görevi Mahmut’a verilir. Ali polisten kaçarken tesadüfen Mahmut’un polisiye hikâyelere meraklı nişanlısı Zehra ile karşılaşır ve aralarında duygusal bir yakınlaşma olur. Kader birliği yaparak birlikte kaçmaya başlarlar.

Film Ün’ün kendine has dünyasından izler taşımaz. Yalnızca dostluk öğesi bu filmde altı çizilerek işlenmiştir. Nişanlısı ve en yakın arkadaşının arasındaki duygusal yakınlaşmayı bilen Mahmut yine de filmin sonunda Zehra ile Ali ölünce kavuştukları için mutludur. Bu tutum gerçek hayatta olamayacak bir tutumdur ve melodram türündeki filmlerde olduğu gibi iyi insanın her koşulda iyi olduğunun altını çizer. Zaten film polisiye olmasına karşın içinde melodramatik sözler ve oyunlar barındırır.

Netlik derinliğinin yarattığı imkân doğrultusunda oyuncular hareketlidir. Özellikle takip sahneleriyle dikkat çeken Güneş Doğmasın, sinema dilinin yalınlığı ve hareketli kamerasıyla oldukça rahat izlenen akıcı bir filmdir. Üç kişinin birbirini takip ettiği sahnede büyük bir boy aynasının kullanımı hem sahneye estetik bir boyut getirmiş; hem de takip eden kişinin yakalanması meselesini mantıklı bir şekilde çözmüştür. Filmin estetik yapısına katkıda bulunan diğer bir unsur da güzel seçilmiş mekânlardır. Özellikle takip sahnelerinde tercih edilen derinliği olan sokaklar görsel olarak filmi zenginleştirmiştir.

67 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 54

BÖLÜM 5: MEMDUH ÜN’ÜN YAPIMCILIK VE YÖNETMENLİĞİNİN BİRBİRİNE ETKİLERİ

Resim 5.1 (Gönül Dostları dizisinin çekimlerinde [1987] )

“Filmleri hitap ettiğimiz seyirciyi tanımaya, onların beğenilerini saptamaya çalışarak yaptık. Her zaman başardık mı? Hayır, her filmimiz başarılı olmadı. Benim gibi 1951’den 1992’ye kadar, hiç aksamadan, yapımcılık yaparken tabii ki tökezlemeler oldu. Ama 50 sene işi götürebilmek… Demek seyirciyle buluşma açısından doğrular yanlışlarımızdan çok fazlaydı. Tabii zaman zaman bu düşüncenin dışına da çıkıyorduk. Sanatçı olarak kendi beğenilerimizle film yapmak istiyorduk.”68

68 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 55

Seneler geçtikçe Ün’ün firmayı ayakta tutabilmek için üreteceği filmlerin sayısını arttırması gerekti. 1963 yılından itibaren bu kaygılarla yapımcılık yönü ağır bastı ve firmasını devam ettirebilmek için piyasaya yönelik filmler üretti.

“Benim yapımcı olmam yönetmenliğimi çok törpüledi. Yalnız yönetmen olsaydım belki bazı filmlere elimi sürmezdim. Ama yaşam koşulum elverdiği sürece; çünkü benim sinemadan başka hiçbir yerden bir gelirim yoktu. O çektiğim melodramlar, kötü komediler işletmecilerin zoruyla… Bazen filmleri yetiştirmek için tarih vardı, belli tarihte vermek zorundaydık. O açıdan bir takım sıradan işler de yaptım. Şimdi filmleri yeniden seyrettiğimde tabii bunlardan rahatsız oluyorum. Ama elden gelen bir şey yok.”69

Firmasının devamını sağlamak için gerekli olan film sayısını tamamlamak kolay değildi. Bu dönemde başka firmalar adına az sayıda film yönetti; Uğur Film’in projelerinde de kendi yönetmenliği dışında -ileride de çalışmaya devam edeceği- Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Ertem Göreç, Orhan Elmas ve Feyzi Tuna’ya film çektirdi. Asistanı Halit Refiğ, 1961 yılında ilk filmi olan Yasak Aşk’ı, hemen ardından da Seviştiğimiz Günler’i Uğur Film adına yönetti. Uzun yıllar Ün’ün asistanlığını yapmış olan Ertem Göreç de Uğur Film adına yönettiği ilk filmi olan Rıfat Diye Biri’ni 1962 yılında çekti.

1962 – 1965 senelerinde Ün’ün filmografisine bakılırsa; zaman zaman polisiye-aksiyon filmlerine (Bire On Vardı [1963], Kanun Karşısında [1964], çoğunlukla da komediye (Belalı Torun [1962], Çapkın Kız [1963], Kısmetin En Güzeli [1963], Yavaş Gel Güzelim [1963], Kırk Küçük Anne [1964], Halk Çocuğu [1964], Öp Annenin Elini [1964]) yöneldiği görüldü. Bunun yanı sıra ilk sefer denediği bir tür olan tarihi film (Dağ Başını Duman Almış [1964], yönetmenliğini ön plana çıkardığı iki dram (Ağaçlar Ayakta Ölür70 [1964], Yıldız Tepe [1965]) ile farklı türde çalışmalar da yaptı.

69 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 701. Antalya Film Şenliği (1964) En Başarılı Erkek Oyuncu: İzzet Günay; En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu: Yıldız Kenter 56

“O dönem Ayhan Işık Belgin Doruk’la komedi oynuyordu; Küçük Hanımefendi, Küçük Hanımın Şoförü gibi... Bunlar büyük ticari başarı sağlıyordu, çünkü Ayhan (Işık) sinemada müthiş bir markaydı. Ben de birkaç tane komedi yaptım. Aslında benim yapım komedi çekmeye elverişli değil. Ama işçiliğime güveniyordum, her türlü filmi yaparım sanıyordum. Hepsini kötü yaptım, kötü filmler oldu.”71

Bu türdeki ilk filmi olan Belalı Torun, 1962 Uğur Film yapımı bir avantür komediydi. O dönemdeki yıldızlar çalışacakları firmalarla kısa süreli, bir filmin çekim süresi kadar, anlaşma imzalıyorlardı. Bu süre içinde çekimin mutlaka tamamlanması gerekliydi; aksi takdirde film yarım kalıyordu, çünkü yıldız oyuncunun bir filmin hemen arkasından mutlaka başka bir firma ile film anlaşması oluyordu. Türk sinema tarihinde bu şekilde yarım kalmış ve kimi sonradan tamamlanmış film örneklerine rastlamak mümkündür. Ün’ün Ayhan Işık’tan aldığı film tarihinin boşa gitmemesi için bir konu bulması gerekiyordu.

Resim 5.2 (Belalı Torun filminin çekimlerinde – Solda Memduh Ün, sağda Fatma Girik [1962] )

Belalı Torun’un senaryosunu Şükran Eğrilmez’in bir öyküsünden yola çıkarak Vedat Türkali yazdı. Ayhan Işık, Fatma Girik, Hulusi Kentmen, Bedia Muvahhit’in oynadığı film, erkek torun isteyen dedesinin şerrinden korunmak için erkek kılığına giren genç bir kızı, başından geçen maceraları ve komşunun

71 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 57

oğlu ile aralarında başlayan aşkı konu alır. Ün, diğer filmlerine kıyasla Belalı Torun’da daha durağan bir kamera kullanmayı tercih etmiştir. İzlenmesi zor, mantık hatalarının fazlaca olduğu film; diğer komedi filmleriyle kıyaslandığında gişe başarısında alt sıralarda kalmıştır.

Ün bu sırada gelen oyunculuk tekliflerini de geri çevirmedi. 1962 yılında Osman F. Seden’in yönettiği Kemal Film yapımı Ayşecik Yavru Melek’te rol aldı.

1963 yılına gelindiğinde, daha önceden yaptıkları anlaşma gereği, Ün Göksel Film adına Akasyalar Açarken’i yönetti. Göksel Arsoy, Sadık Şendil’in yazdığı senaryoyu bir sefer de Bülent Oran’a vererek gerekli gördüğü değişiklikleri yaptırdı. Bu film sinemamızın önemli oyuncularından biri olan Filiz Akın’ı sinemaya kazandırmış olması bakımından da ayrıca önemlidir.

Başrollerinde Göksel Arsoy, Filiz Akın, Gülistan Güzey, Agâh Hün’ün oynadığı Akasyalar Açarken, iki kız kardeşe âşık olan bir kimyagerin hikâyesini konu alır. Bir kaza sonucu gözleri kör olan yakışıklı kimyager, önce hastanedeki gönüllü hemşireye; sonra da tesadüfen karşılaştığı heykeltraş kız kardeşine âşık olur. Büyük fedakârlıklarla göz ameliyatı olması için kimyageri yurtdışına yollayan hemşire, kardeşiyle aşk yaşadıklarını öğrenince intihar ederek aralarından

Resim 5.3 (Akasyalar Açarken filminin çekilir. Tesadüfî olayları ve komiklikleriyle çekimlerinde – Sağda [1963] ) melodramik bir aşk filmidir.

58

1963 yılında Akasyalar Açarken’in prodüksiyon amirliğini yapan Vecdi Benderli’nin eşi Bilge Olgaç’ın genellikle bayanların ilgi gösterdiği Yelpaze dergisinde bir hikâyesi yayınlanmıştı. Eşi Vecdi Benderli hikâyeyi Ün’e getirdi. Ün hikâyeyi okudu ve beğendi. Bülent Oran’ın yazacağı senaryo ile bir film çekmeye karar verdi. Bilge Olgaç’ın da ilk defa asistanlık yaparak sinemaya adım attığı Kısmetin En Güzeli 1963 Pars Film yapımıdır. Senaryo, Bilge Olgaç’ın hikâyesindeki olay örgüsünden farklı şekilde Resim 5.4 (Kısmetin En Güzeli filminin çekimlerinde [1963] ) ilerliyordu ve çeşitli aksaklıklar vardı. Ancak işletmelere verilmiş olan tarihten ötürü filmi çekmek gerekiyordu.

Fatma Girik, Fikret Hakan, Semih Sezerli, Uğur Kıvılcım, Ulvi Uraz’ın oynadığı film, bohem bir yazar ile kötürüm bir kızın aşk hikâyesini konu alır. Film Ün’ün dünyasını; veresiyeci bakkal ve kasap, açgözlü evsahibi tiplemeleriyle çocukluğunda gördüğü mahalle yaşantısını yansıtır. Üslup olarak benzerlikler taşıması, dramatik yapıdaki yakınlıklar ve Fikret Hakan’ın başrolde olması Ün’ün Üç Arkadaş tadında bir film yapmak istediğini düşündürebilir. Dostluk öğesinin öne çıktığı filmde, kavga sahneleri, komiklikler ve tesadüflere sıkça yer verilmiştir. Daha önce başarıyla işlediği unsurları bu filmde başarıyla ortaya koyamamasının kuşkusuz en önemli nedeni senaryodaki aksaklıklardır. Melodramatik diyalogların ve oyunların sıkça yer alması Ün’ün seyirciye aktardığı sıcak atmosferi dağıtmıştır.

Aynı türden filmler üretmeye devam eden Ün, aynı sene Uğur Film hesabına bir avantür komedi olan Yavaş Gel Güzelim’i çekti. William 59

Shakespeare’in Hırçın Kız adlı oyunundan Vedat Türkali ile Bülent Oran’ın uyarladığı filmin başrollerinde Ayhan Işık, Fatma Girik, Hulusi Kentmen oynadı.

Evin en büyük kızı Fatoş, eski bir pehlivan olan babası gibi mert ve kuvvetli bir kişi ile evlenmek istemektedir. Ancak karşısına çıkan adaylar istediği özelliklere sahip olmadığından oynadığı türlü oyunlarla bütün kısmetlerini kaçırır. Kendisinden küçük iki kız kardeşinin evlenebilmesi için önce Fatoş’un evlenmesi gerekmektedir. Beşik kertmesi olan Ayhan sünepe birisi gibi gözükür, ama aslında tam Fatoş’un istediği gibi bir eş adayıdır. Fatoş ondan kurtulmak için çeşitli yöntemlere başvurur. Sonuçta gerçek ortaya çıkar ve birbirlerine âşık olurlar.

Hikâye kırsal alanda bir çiftlikte geçer. Fazlaca bulunan ata binme sahnelerini ve kırsal alanı iyi resimleyebilmek için genel planlar tercih edilmiştir. Komedi türündeki başarılı filmlerinden sayılan Yavaş Gel Güzelim; dramatik yapısının sağlamlığı, oyuncuların katkısı ve rahat izlenen sinema diliyle iyi bir gişe başarısı elde etmiştir.

Hırsızlık öyküsü içinde gelişen bir aşk hikâyesini konu alan polisiye film Bire On Vardı, William Irish’in aynı adlı romanından Lütfi Ö. Akad ve Memduh Ün tarafından uyarlandı. Fatma Girik, Tamer Yiğit ve Süha Doğan’ın rol aldığı film, 1963 Uğur Film yapımıdır.

Fatma bir gece kulübünde çalışmaktadır. Mehmet ise bir yıl önce İstanbul’a gelmiştir, parasızlıktan Resim 5.5 (Bire On Vardı filminden bir kare [1963] ) sürünmektedir. Bir 60

soygun yapar, ancak pişman olur. Fatma ile Mehmet tesadüfen tanışırlar. Ortak noktaları ikisinin de Adanalı olmasıdır. Mehmet Fatma’ya soygunu anlatır. Parayı götürüp geri koymaya sonra da birlikte Adana’ya dönmeye karar verirler. Ancak evin sahibi öldürülmüştür.

Yeşilçam sinemasında sıkça kullanılmasına karşın Ün’ün sıklıkla kullanmayı tercih etmediği geri dönüş bu filmde karşımıza çıkar. Geçmişte olan bir olayın anlatılması için hem dış ses, hem de görüntüyle geri dönüş yapılır. Hareketli kamerası, gerilimi arttırmak için kullanılan çok sayıdaki kaydırma sekansı ve yakın planları, oldukça başarılı aydınlatması, gölgelerle desteklenen estetik çerçeveleri, ustaca çekilmiş kavga sahneleriyle özenli bir polisiye filmdir.

Senaryosunu Ayşe Tokatlı (Şasa) ile Bülent Oran’ın yazdığı Çapkın Kız, 1963 Uğur Film-Melek Film ortak yapımıdır. Başrollerini Tamer Yiğit, Türkan Şoray, Ahmet Tarık Tekçe, Senih Orkan’ın oynadığı bu komedi; Suna adlı zengin ve şımarık bir kızın başından geçen maceraları konu alır. Suna, babasının başını belaya sokmasını engellemek için görevlendirdiği Ekrem’e âşık olur. Ancak Ekrem’e oynadığı son oyunun bedelini çok ağır ödeyecektir.

Resim 5.6 (Çapkın Kız filminin çekimlerinde – Solda [1963] ) 61

Ün’ün filmlerinde tercih ettiği oyuncularına hareket vererek kamera ile onların takibini yapma özelliği burada da karşımıza çıkar. Bir çeşit Shakespeare’in Hırçın Kız uyarlaması sayılabilecek Çapkın Kız, Türkan Şoray’ın yıldız kimliğine rağmen ancak orta bir gişe başarısı elde etmiştir. Bunun en önemli nedeni senaryodaki mantık hatalarıdır.

1964 yılı, ikisi başka firmalarla ortak olmak üzere, toplam yedi Uğur Film yapımı ve diğer firmalar adına yönetilmiş iki film72 ile Ün için oldukça verimli geçen bir sene oldu. Uğur Film adına yapılan bu yedi filmin ikisi Atıf Yılmaz73, biri Halit Refiğ74, dördü de Memduh Ün75 tarafından yönetildi.

Önceleri Atıf Yılmaz ile oyuncu-yönetmen, senarist-yönetmen ve dostluk çerçevesinde olan ilişkilerine 1964 yılında Kalbe Vuran Düşman ile yapımcı- yönetmen ilişkisi de eklendi. Aynı sene Herman Zudermann’ın Mix Bumbulis adlı öyküsünden Vedat Türkali’nin senaryolaştırdığı Erkek Ali’nin de yönetmenliğini üstlenen Atıf Yılmaz, bundan sonra da Uğur Film adına film çekmeye devam etti.

1962–1965 yılları için yaptığı “O süreç içerisinde artık yönetmenliğimi rafa kaldırmıştım. Arada sırada, çok nadiren raftan çekip alıyordum onu.” yorumunun örneğini ise 1964 yılında senaryosunu Alejandro Casa’nın aynı adlı oyunundan Safa Önal, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün’ün birlikte yazdıkları, bir And Film yapımı olan Ağaçlar Ayakta Ölür ile verdi. Başrollerde Yıldız Kenter, İzzet Günay, Semra Sar ve Hulusi Kentmen oynuyordu.

72 Dağ Başını Duman Almış (And Film), Kırk Küçük Anne (Efe Film) 73 Kalbe Vuran Düşman, Erkek Ali 74 İstanbul’un Kızları (Nilay Film [Halit Refiğ]-Uğur Film ortak yapımı) 75 Öp Annenin Elini, Kanun Karşısında, Halk Çocuğu, Ağaçlar Ayakta Ölür (Uğur Film-And Film [Turgut Demirağ] ortak yapımı) 62

Resim 5.7 (Ağaçlar Ayakta Ölür filminin çekimlerinde – Önde ortada [1964] )

Bir tür masal olan Ağaçlar Ayakta Ölür, torunu küçük yaşta evden ayrılan bir büyükannenin torun özlemini anlatır. Babasını küçük yaşta kaybeden torun ile dede arasındaki ipler iyice gerilince torun küçük yaşta evden ayrılır. Torun yıllar sonra Amerika’dan geleceğini bildiren bir telgraf yollar. Bunun üzerine hasta olan büyükanneyi mutlu etmek için yıllardır torununun ağzından mektuplar yazan dede telaşlanır. Ancak Amerika uçağı düşmüştür. Dede, karısını üzmemek için sahte bir torun ile gelin bulur. Gerçek hayatta bir sahtekâr olan yalancı torun, dede ve büyükanne tarafından önemsendiğinde, yalancı gelin kendisine âşık olduğunda kötü yönlerinden sıyrılıp iyi bir insan olur.

Aslında filmde yalanlar dizisi birbirini izler ancak her türlü ilişki iyi niyet üzerine kurulmuştur. Dede büyükannenin tekrar sağlığına kavuşması için torununun ağzından mektuplar yazar, yalancı torun ile gelin büyükanneyi sevindirmek için türlü oyunlar oynarlar, büyükanne yalancı torun ile gelinin aslında kim olduklarını öğrendiğinde onları üzmemek için oyunu bozmaz. Yani bu film için iyi niyetin filmi demek yanlış olmaz. Genellikle orta büyüklükte ve yakın planlar kullanmayı tercih ettiği filmde objektif seçimini arka planı flu bırakacak şekilde yapmıştır. Böylece oyuncular çerçeve içindeki hareketleriyle netlik alanına girerler. 63

Ağaçlar Ayakta Ölür’ün çekimleri sırasında Ün’ün konu bulamama konusundaki serzenişleri üzerine Yıldız Kenter, Kenter Tiyatrosu’nda oynadıkları Çöl Faresi adlı oyun metnini getirdi. Senaryosunu Atıf Yılmaz’ın yazdığı Öp Annenin Elini Ayhan Işık’lı komedi filmlerinin devamı olarak Ün’ün filmografisindeki yerini aldı. Başrollerde Ayhan Işık, Fatma Girik, Hulusi Kentmen ve Nejat Çetinok oynadı. Romantik komedi türündeki bu film, ciddi bir işadamı olan Tarık ile oldukça başarılı bir sekreter olan Aynur’un aşk hikâyesini ve kavuşma öykülerini konu alır.

Senaryoda bulunan bazı abartılı durumlar haricinde Öp Annenin Elini, Ün’ün komedi filmleri dizisi içindeki en tutarlı ve özenli çalışması olmuştur. Filmdeki Aynur karakterinin her konuda bilgi sahibi ve hayatta herşeyi çok iyi yapabilen bir kişi profili çizmesi ona insanüstü meziyetler kazandırmış; bu da filmin inandırıcılığını yok etmiştir. Buna rağmen dozunda yapılan komiklikler, yer yer dramın ve aşkın başarıyla harmanlandığı bu hikâye seyirciye başarıyla ulaşmış ve iyi bir hâsılat yapmıştır.

Memduh Ün’ün And Film ile olan ilişkisi Dağ Başını Duman Almış ile devam etti. Oğuz Özdeş’in aynı adlı romanından uyarladığı bu senaryoyu, Ün’ün filmin iş yapmayacağına dair tüm uyarılarına karşın, And Film’in sahibi Turgut Demirağ ısrarla çektirmek istedi. Başrollerde Orhan Günşiray, Pervin Par, Nebahat Çehre ve Tülin Elgin oynuyordu. Senaryoda düzeltmeler yapmaya çalışan Ün’ün çabaları boşa çıktı. İlk kez tarihi bir film yöneten Ün’ün öngördüğü gibi film gişede son derece başarısız oldu.

Halk Çocuğu, 1964 yılında Ün’ün Uğur Film adına ürettiği bir başka komedi filmiydi. Senaryosunu Atıf Yılmaz Frank Capra’nın Mr. Deeds Goes to Town filminden uyarladı, Bülent Oran da diyaloglarını yazdı. Başrollerini Ayhan Işık ve Fatma Girik’in oynadığı film, kendisine büyük bir miras kalan iyi kalpli taşralı bir delikanlının maceralarını konu alır.

64

Tıpkı Öp Annenin Elini’deki Aynur karakterinde olduğu gibi; bu filmdeki Ahmet karakterinin de pek çok alanda çok yetenekli olması onu adeta insanüstü bir varlık konuma getirmekte; bu noktada da mantık hataları başlamaktadır. İçinde bazı avantür sahnelerin de bulunduğu film, diğer Ün filmleri gibi çokça kaydırma planı ve kamera hareketlerine sahiptir. Bu sayede mekân tanıtımı ve oyuncu trafiği meseleleri başarıyla çözülmüştür. Ön ve arka plan objeler hem estetik hem dramatik birer öğe olarak başarıyla kullanılmıştır. Komik ve hareketli sahnelerde geniş planlar; duygusal sahnelerde ise yakın planlar tercih edilmiştir. Tıpkı Frank Capra gibi, Ün de oldukça sade, akıcı ve rahat izlenen bir sinema dili kullanmış olmasına karşın yine de filmin gişe başarısı orta sıralarda kalmıştır.

Aynı yıl komedi türünün devamı olarak Efe Film yapımı olan Kırk Küçük Anne’yi yönetti. Senaryosunu Busby Berkeley’in yönettiği Forty Little Mothers filminden Sadık Şendil’in uyarladığı filmin başrollerini Göksel Arsoy ile Fatma Girik paylaştı. Film kasabadan kente gelip bir yakınının kızlar kampında iş bulduğu gururlu ve merhametli bir genç olan Çetin ile kızlar kampının elebaşısı Fatma arasındaki aşk hikâyesini ve kampta meydana gelen türlü komiklikleri konu alır. Diğer komedi filmlerine kıyasla bu filmin daha durağan bir kameraya sahip olması, filmin temposunun biraz düşük olmasına yol açmıştır. Film gişede beklenilen başarıyı getirmemiştir.

1964 yılı Ün için ilginç bir filmle kapandı. Daha önce de değinildiği gibi o yıllarda Ayhan Işık, film çekeceği şirketlerle film başına yirmi günlük anlaşmalar imzalıyordu. O sene için Uğur Film’in Ayhan Işık’la olan iki filmlik anlaşması bitmiş olmasına karşın Ün’ün okuduğu bir James Hadley Chase romanı onu harekete geçirdi. Roman bir Ayhan Işık filmi yapmak için çok uygun bir romandı. Ayrıca şirketin güçlenmesi için bir Ayhan Işık filmi daha yapması önemliydi.

Memduh Ün, işhanında komşusu olan ve daha önce Kırık Çanaklar’da yapımcılığını yapan Be-Ya Film’in sahibi Nusret İkbal’e şöyle bir öneriyle gitti: Lütfi Ö. Akad’ın Ayhan Işık’ın gün sayısı yetmediği için tamamlayamadığı, iki 65

senedir yarım olarak bekleyen Be-Ya Film’in Üç Tekerlekli Bisiklet’ini tamamlamasına karşılık Be-Ya Film’in Ayhan Işık ile bulunan film tarihinde Ün bu romanı film yapacaktı. Bu yeni filmin de İzmir işletmesini Nusret İkbal’e verecekti. Anlaştılar.

Ün’ün onaltı gün gibi kısa bir sürede çektiği, senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı, başrollerini Ayhan Işık, Elif Türkan ve Önder Somer’in oynadığı Kanun Karşısında polisiye bir filmdir. Başarılı bir mimara yapılan şantajın öyküsüdür. İntihar eden babasının borçlarını ödeyebilmek için okulu bırakan Selim, hesaplarını tuttuğu Rüstem’in kasasını soymaya çalışan uyuşturucu bağımlısı Leyla’ya âşık olur. Leyla, kasayı açmaya çalışırken gelen polisi Selim’in tabancasıyla öldürür. Bu sır senelerce saklı kalır. Selim iyi bir aile kızıyla evlenir, çocuğu olur. Çok büyük bir iş alır, herşey yolunda giderken Leyla’nın yaptığı şantaj ile dünyası kararır.

Üslup, aydınlatma, plan büyüklükleri ve kamera hareketleri diğer polisiye filmleriyle benzerlikler gösterir. Ancak filmin ağırlıklı olarak ilk kısımlarında, şantajın başlamasına kadarki bölümde, Selim’in aynı zamanda filmdeki anlatıcı olması filmde seyircinin merak edeceği hiçbir nokta kalmamasına neden olmaktadır. Yaşanmış olaylar anlatının konuşmasıyla beraber sadece görüntü olarak geçilmektedir. Bu Yeşilçam sinemasında çok tercih edilen bir yöntem olmuştur. Ancak bu yöntem polisiye bir filmde olması gerekenin aksine merak unsurunu azaltmıştır. Diğer pek çok polisiye-avantür Ayhan Işık filminde olduğu gibi bu filmin de ticari başarısı iyi olmuştur.

Memduh Ün, Ayhan Işık’ın verdiği yirmi günlük süreden kalan dört günü ise Üç Tekerlekli Bisiklet’i tamamlamak için kullandı. Yönetmenliğini Lütfi Ö. Akad’ın üstlendiği film, 1962 Be-Ya Film yapımıydı. Bazı sahneleri çekilmemişti. Ün üslup değişikliği olmaması için filmin kurgulanmış bölümünü iki kez seyrettikten sonra eksik sahneleri çekti.

66

1965 yılını yapımcılığa ağırlık vererek geçirdi. Bu sene içinde bir tanesi kendisinin yönettiği olmak üzere toplam beş filmde yapımcılık yaptı. Arkadaşı ve şirketinin yıldız oyuncularından biri olan Göksel Arsoy’un şirketi Göksel Film yapımı Canın Cehenneme’de (Yönetmen: Aram Gülyüz) ve Uğur Film yapımı Kırık Hayatlar’da (Yönetmen: Halit Refiğ) da oyuncu olarak yer aldı.

1965 yılında yönettiği tek film, Uğur Film adına çektiği Yıldız Tepe’dir. Senaryosunu Halit Refiğ ile Safa Önal’ın Peride Celal’in aynı adlı romanından uyarlayarak yazdıkları filmin başrollerinde Fatma Girik, , Ayla Algan ve Salih Güney oynuyordu. Anne ve babasını kaybetmiş olan Sevgi liseyi bitirdikten sonra bir kasabada yaşayan aile dostlarının evine yerleşir. Hayat dolu bir kız olan Sevgi, Yıldız Tepe adı verilen ıssız bir tepede esrarengiz bir şekilde yaşayan bu ailenin büyük sırrını çözmeye çalışır. Bu sırada farkına varmadan evin büyük oğlu ile arasında bir aşk filizlenir.

Resim 5.8 (Yıldız Tepe filmindeki eğik çerçeve kullanımı [1965] )

O güne kadar çektiği filmler göz önüne alındığında, Yıldız Tepe üslup bakımından oldukça farklı bir filmdir. Pek çok polisiye-avantür film çekmiş olmasına karşın, bu filmde tercih ettiği alt açı, üst açı ve eğik çerçeve ile 67

dramatik yapının altı çizilmiş, anlamı güçlendirilmiştir. Ayrıca kullandığı çok miktardaki kaydırma planları gerilimin tırmanmasına katkı sağlamış, öznel kamera kullanımı da yine aynı yönde filme hizmet etmiştir. Mekânı en iyi şekilde kullanan Ün, estetik çerçeveler oluşturmuş; aydınlatmayı da bu yönde destekleyici bir unsur olarak başarıyla kullanmıştır.

Ateşten Damla sonrası iflasın eşiğine gelen Ün, 1960 yılında yaptığı Ölüm Peşimizde ve 1961 yılında yaptığı Avare Mustafa sayesinde kendisini toparlamış, şirketinin itibarını yükseltmişti. Ancak Uğur Film olarak 1964 ve 1965 yıllarında yaptığı filmler (Erkek Ali [1964-Yönetmen: Atıf Yılmaz], İstanbul’un Kızları [1964-Yönetmen: Halit Refiğ], Halk Çocuğu [1964- Yönetmen: Memduh Ün], Kırık Hayatlar [1965-Yönetmen: Halit Refiğ], Yasak Sokaklar [1965-Yönetmen: Feyzi Tuna], Yıldız Tepe [1965-Yönetmen: Memduh Ün], Canım Sana Feda [1965-Yönetmen: Halit Refiğ]) ticari olarak başarı sağlayamadı. Bu durum hem şirketi maddi sıkıntıya soktu, hem de işletmelerin gözündeki itibarını düşürdü.

Yeniden önemli bir film yapıp şirketin durumunu düzeltmek istiyordu. Haldun Taner, 1964 yılında Keşanlı Ali Destanı isimli bir tiyatro oyunu yazmış ve büyük ilgi görmüştü. Ün bu oyunu sinemaya uyarlamayı düşündü. Haldun Taner aynı zamanda filme de ortak olmak isteyince Ün yeni bir şirket kurmaya karar verdi. Haldun Taner, oyunun müziklerini yapmış olan Yalçın Tura, filmi yönetecek olan Atıf Yılmaz ve Ün eşit hisselere sahip olarak Gün Film'i kurdular.

Atıf Yılmaz senaryoyu yazdı, çekimlere başladı. Keşanlı Ali Destanı, o dönemde çekilen filmlerin ortalama bütçesinin yaklaşık dört katına mal oldu. Memduh Ün’ün yapımcı olarak yalnızca Atıf Yılmaz’ı ayrı tutması Uğur Film adına film çeken yönetmenlerin neredeyse hepsinin ortak görüşüydü.

68

Feyzi Tuna: “Yapımcı olarak bir tek Atıf Yılmaz’a imkân tanımıştır; onun hem ağırlığı vardı, hem de iyi arkadaştılar.”76

Ün filmin gişe rekorları kırmasını bekliyordu. Ancak henüz Uğur Film’in Keşanlı Ali Destanı sinemalara girmeden önce başka bir firma Keşanlı ismiyle bir film gösterime soktu. Filmin kameramanının ismi olan Ali’yi filmin ismi olan Keşanlı’nın yanına yazarak sahte bir Keşanlı Ali afişi elde etti. Afişteki bu düzenleme sonucu seyircinin çoğunu salona çeken sahte Keşanlı, Uğur Film’in kendi filminden beklediği sonucu elde edememesine neden oldu. Keşanlı Ali Destanı gişede büyük başarısızlığa uğradı ve Ün’ü Ateşten Damla’dan sonra bir kez daha iflasın eşiğine getirdi.

Uğur Film’i iflasın eşiğinden kurtaracak film 1966 yılında Ün’ün yönettiği Namusum İçin oldu. Senaryosunu Halit Çapın’ın bir gazete röportajından yola çıkarak Kemal Tahir’in yazdığı filmin başrollerinde Ayhan Işık, Fatma Girik, Talat Gözbak oynuyordu.

Resim 5.9 (Namusum İçin filminden bir kare [1966] )

76 Feyzi Tuna ile yapılan 29.06.2009 tarihli kişisel görüşme 69

Film, Antalya Serik kırsalında geçer. Osman Ağa’nın senetlerini ödediği kamyonun şoförlüğünü yapan Murat sürekli uzun yol işine gitmektedir. Murat, oğlu Memo’nun iyi bir hayatı olması için canla başla çalışmaktadır. Ancak hayattaki en büyük korkusu Murat’ı kaybetmek olan karısı Halime bu durumdan hoşnut değildir. Murat’ın uzun yola gittiği bir gün Osman Ağa ve adamları Halime’ye tecavüz ederler. Murat eve döndüğünde Halime intihar eder. Murat suçluların peşine düşer ve hepsini öldürerek intikamını alır.

Namusum İçin gerek oyuncu yönetimi, gerekse kullandığı sinema dili ile Ün’ün önemli filmlerinden biridir. Diğer filmlerinde de görüleceği gibi, Ün kurgudaki ustalığı sayesinde sinema dilini oldukça yetkin kullanan bir yönetmendir. Bu filmde de plan büyüklüklerine anlamlar yüklemiş; yakın planları gerilimi arttırması için etkili bir şekilde kullanmıştır. Serik kırsalını iyi bir şekilde resimleyebilmek için geniş ölçekli resimlere; duygu yoğunluğu fazla olan sahnelerde ise yakın resimlere yer vermiştir. Alt açı ve üst açılarla filme anlam derinliği katmıştır. Sıkça kullandığı kaydırma sekansları bu filmde de görülür. Objeleri ön plan, kişileri ise amors olarak kullanmış; böylece estetik çerçeveler oluşturmanın yanı sıra üçüncü boyut hissini de ortaya çıkarmıştır.

Osman Ağa’nın evindeki içki sofrasında Halime’yi öpüyormuş gibi yemek yemeleri ve Halime’ye tecavüz ettikten sonra evin kapısının açılıp kapanması gibi metaforlarla film zenginleştirilmiştir. Namusum İçin77 hem sinematografik açıdan başarılı, hem de gişe başarısı olarak üst sıralarda yer alan bir filmdir.

Memduh Ün, aynı yılın iyi gişe başarısına sahip filmlerinden biri olan Altın Çocuk’u Göksel Film adına yönetti. Senaryosunu Hasan Göksu’nun bir hikâyesinden Bülent Oran’ın yazdığı filmin başrollerinde Göksel Arsoy, Altan Günbay ve Sevda Nur oynadı. James Bond’un yerli bir uyarlaması sayılabilecek filmde Türkiye’deki atom merkezlerini patlatarak ülkeyi yerle bir etmeye çalışan

77 3. Antalya Film Şenliği (1966) En Başarılı Yönetmen: Memduh Ün; En Başarılı Kameraman: Mustafa Yılmaz. As dergisinin sinema yazarları arasında düzenlediği “1965–1969 döneminin en iyi on filmi” soruşturmasında eşit oy alarak Karanlıkta Uyuyanlar’la (Ertem Göreç) birlikte onuncu oldu. 70

bir kişiyi engellemek için görev yapan bir istihbarat ajanının maceraları konu edilir.

Ün filmlerinde görmeye alışkın olmadığımız temposu düşük sahnelere bu filmin İngiltere’de başka bir yönetmen tarafından çekilip kurgulanmış bölümlerinde rastlanmaktadır. Ün, yapımcı Göksel Arsoy’un isteği üzerine bu sahneleri filmden çıkarmamıştır. Ayrıca uzayan ve sıkça tekrar eden öpüşme sahneleri konu akışını gereksiz yere bölmektedir. Bu yönleriyle bakıldığında Altın Çocuk pek çok Ün filminden tarz olarak ayrılan Amerikanvari bir filmdir; ancak filmin önemi serüven türünde Türk sinemasındaki ilk örneklerden biri olmasıdır.

1966 yılında yaptığı Namusum İçin’den sonraki ikinci Ayhan Işık filmi ise Aslan Pençesi oldu. Georges Simenon’un Üç Kardeştiler romanından Halit Refiğ’in senaryolaştırdığı filmin başrollerinde Ayhan Işık, Sevinç Pekin, Turgut Özatay oynuyordu. İki otobüs firması arasındaki rekabeti konu alan film, başarılı kavga ve avantür sahneler içerir. İsmail, otobüs mafyası olan Reşit’in amcasının kızı Semiha’ya âşık olur, evlenirler. İsmail, ortağı ve en yakın arkadaşını öldüren Reşit’in lehine şahitlik yapmak zorunda kalır. Ancak Reşit değişmemiştir, hala kötü bir insandır ve felaketlere neden olmaya devam edecektir. Üslup ve estetik olarak diğer avantür filmlerinden fazla ayrılmayan bu filmin gişe başarısı diğer Ayhan Işık filmleri gibi iyi olmuş ve Uğur Film’e kâr ettirmiştir.

Aynı yıl Kadri Film hesabına yönettiği Vahşi Sevda ise Henry Hathaway’in İhtiras Vadisi filminden uyarlandı. Senaryosunu Bülent Oran yazdı; başrollerinde Hülya Koçyiğit, Tunç Okan ve çocuk oyuncu Ercan İnangiray oynadı. Film kocasını bir orman yangınında kaybetmiş çiftlik sahibi Gül’ün kendisine yardım edecek bir işçi aramasıyla başlar. Hapisten yeni çıkmış olan Ali vahşi tabiatlı, kaba bir insandır ama özünde iyidir. Zaman içinde Gül ile Ali arasında bir aşk filizlenir; ancak bu durumdan Gül’ün oğlu Osman memnun değildir. 71

Hikâye kırsal alanda geçmektedir ve Ün doğanın oluşturduğu estetik görüntüyü geniş ölçekli planlarla başarılı bir şekilde seyirciye aktarmıştır. Ancak senaryodaki bazı altı çizilmemiş, anlaşılmayan durumlar filmde mantık hataları bulunduğu hissi vermektedir. Bunun yanı sıra yabancı bir filmden uyarlanmış olmasının izleri tam anlamıyla silinememiştir; yabancı etkiler görülmektedir. Gişe başarısının iyi olmamasında bu noktaların etken olduğu düşünülebilir. Resim 5.10 (Vahşi Sevda filminin çekimlerinde – Solda Reha Yurdakul, sağda Memduh Ün [1966] )

Memduh Ün, uzun zamandır yol arkadaşlığının devam ettiği Halit Refiğ’in artık yapımcılık anlayışını değiştirip farklı konulara yönelmesi gerektiği telkini ve işletmelere teslim etmesi gereken filmler nedeniyle Halit Refiğ’in önerilerine kulak verdi. Ancak 1966 yılında Uğur Film adına Halit Refiğ’in Üç Silahşörler romanından uyarlayıp yönettiği Üç Korkusuz Arkadaş ile Carmen romanından uyarlayıp yönettiği Erkek ve Dişi gişede büyük başarısızlığa uğradı.

Bülent Oran’ın aynı adlı bir Mısır filminden uyarladığı Mine Film yapımı Fakir Çocuklar ise Ün’ün 1955–1958 yılları arasında çektiği melodramlara benziyordu; gişe getirisi oldukça düşüktü. Gişe başarısı düşük bu filmlerle birlikte Ün çok kısa aralıklarla yeni bir sarsıntı geçiriyordu.

72

BÖLÜM 6: UĞUR FİLM’DE İKİNCİ ÇEVRİMLER DÖNEMİ

Resim 6.1 (Yaprak Dökümü filminin afişi [1967] )

“Her konuda film yaptım. Ama bir süre sonra tabii tökezledim. Tökezleyince eski defterleri açtım. İşin kolayına kaçarak daha önce yapılmış ve büyük iş yapmış olan filmleri seçip yapmaya başladım.”78

78 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 73

1952 Işık Film yapımı, Sami Ayanoğlu’nun yönettiği Son Gece Ün’ün yaptığı ilk ikinci çevirim filmdi. Esat Mahmut Karakurt’un aynı adlı romanından uyarlanan filmin senaryosunu Halit Refiğ yazdı. Başrollerinde ise henüz yeni bir yıldız olan ile Fatma Girik vardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Romanya’daki bir köyün yönetimini ele geçiren Yüzbaşı Faruk ile Romen kızı Maria arasındaki aşkın öyküsü savaş ekseninde anlatılıyordu.

Aslında savaş içinde geçen bir hikâye olmasına karşın; film boyunca savaş ve işgal sahneleri, anlatıcının sözleri eşliğinde, kimi zaman atlı askerlerin planları, kimi zaman da belgesel görüntüler ile anlatılmıştır. Ün’ün eski gücünü toparlamak amacıyla düşük bütçeli bir film çekme isteğiyle savaş sahnelerini böyle çektiği düşünülebilir. Geçmişte kendisini iflasın eşiğine getiren Ateşten Damla filminin aksiyon dolu savaş sahneleri düşünüldüğünde böyle bir tercih yapmasının nedeni anlaşılacaktır. Savaş sahnelerinin yalnızca sözlere dayalı kalmasının yanı sıra, filmin bütününe yayılmış melodramatik diyaloglar ve oyunlar da filmin savaş türünden çıkıp bir melodrama dönüşmesine neden olmuştur. Senaryodaki aksaklıklar nedeniyle filmde hem mantık hataları bulunmakta; hem de çoğu filmindeki yüksek tempo burada görülmemektedir. Birinci çevriminin gişe başarısı oldukça iyi olmasına karşın; 1967 yapımı aynı adlı ikinci çeviriminki beklendiği gibi olmamıştır.

Sıradaki film ilk çevrimini Suavi Tedü’nün yönettiği 1958 Halk Film yapımı Yaprak Dökümü (1967) idi. Senaryosunu Halit Refiğ ile Memduh Ün’ün Reşat Nuri Güntekin’in aynı adlı romanından uyarlayarak yazdığı; diyaloglarını ise Orhan Kemal’in hazırladığı filmin başrollerinde Cüneyt Gökçer, Fatma Girik, Semiramis Pekkan, ve Güzin Özipek oynuyordu. Gelenek ve göreneklerine bağlı olan Ali Rıza, namuslu bir hayat sürmek için yaşamaktadır. Çocuklarını aynı şekilde yetiştirmek istemiştir; ancak büyük şehir ailenin parçalanıp her bir ferdin ayrı yerlere savrulmasına neden olacaktır. Film, ailenin paramparça olup yozlaşma sürecini etkileyici biçimde ele alır.

74

Ün’ün filmlerinde sıkça rastladığımız kamera hareketliliği bu filmde oldukça azdır. Genelde sabit kamera kullanmıştır. Bu noktada Ün’ün filmlerinin belli bir üsluba bağlı kalmadığı, üslubunun senaryoya bağlı olarak değişkenlik gösterdiği görülür. Objeleri ön planda bir leke olarak kullanarak üçüncü boyut hissini başarıyla oluşturmuştur.

Filmin anlatıcısı her bölümde başka bir karakter olur; böylece olaylar anlatıcı olan karakterin gözünden seyirciye aktarılır. Bu sayede seyircinin farklı açılardan konuya hâkim olması sağlanmıştır. Ün’ün filmlerinde sıkça kullanmayı tercih etmediği simgesel anlatım bu filmde yer yer kendisini gösterir. Örneğin aile fotoğrafının yere düşüp kırılması ailenin paramparça olmasını simgeler. Hikâyenin başında Ali Rıza’nın işe yerleştirdiği Leman ile iş yerinin patronunun ilişkileri konusunda Ali Rıza’nın yaptığı yorumlar dramatik çelişkiyi arttırıp ilerleyen sahnelerde meydana gelen olayları etkili kılar. Her ne kadar hikâyenin bütününde yoğun bir dram olsa da bu filmi bir melodram olarak nitelendirmek doğru olmaz. Yaprak Dökümü elde ettiği iyi ticari başarı ile Uğur Film’in rahat nefes almasını sağlamıştır.

Bu sırada Ün ile yakın işbirliği içinde bulunan Halit Refiğ’in Uğur Film adına yönettiği (1966) ve Kız Kolunda Damga Var (1967) ortalama üstü gişe başarısı elde ettiler.

1967 yılı, Ün için farklı bir yönden de önem taşıyordu. Ayhan Işık ile 1960 yılında Ölüm Peşimizde ile başlayan oyuncu-yönetmen ilişkileri Aslan Yürekli Kabadayı ile sona erdi; ancak 1970 yılında Feyzi Tuna’nın yönettiği Dağların Kartalı filminde son bir sefer yapımcı-oyuncu ilişkileri olacaktı.

Aslan Yürekli Kabadayı, senaryosunu Mike Spillane’in The Deep adlı romanından uyarlayarak Halit Refiğ ile Memduh Ün’ün yazdıkları; diyaloglarını ise Bülent Oran’ın hazırladığı bir filmdi. Başrollerinde Ayhan Işık, Sevda Ferdağ, Altan Günbay ve Nuri Ergün oynuyordu. Kanun dışı işler yapan Abdullah’ın katilini bulmak için on sene sonra İstanbul’a gelen Kara Haydar iz sürerek 75

sonuca ulaşmaya çalışır. Filmin sonunda gözü kara bir kişi olan Kara Haydar’ın Abdullah’ın yanından ayrıldıktan sonra uluslararası polis teşkilatına katıldığı ortaya çıkar.

Ayhan Işık’lı diğer polisiye-aksiyon filmleri gibi bu film de sinema dilinin kullanımı, kamera hareketleri ve seçilen plan büyüklükleri sayesinde yüksek tempolu bir filmdir. Ün, gerilimi ve merakı arttırmak için yakın planlardan ve kaydırma planlarından yararlanmıştır. Filmde görsel olarak dikkat çekecek kadar fazla kullanılan araç aynadır. Ün, ayna ile yaptığı çerçevelere bu filmde fazlasıyla yer vermiştir. Film diğer Ayhan Işık filmlerinde olduğu gibi iyi hâsılat yapmıştır.

Memduh Ün’ün özellikle polisiye türündeki filmleriyle ilgili Feyzi Tuna’nın yaptığı bir saptama Ün’ün filmlerindeki ortak özellik olan hareketli kamera tercihinin nedenini ortaya koymaktadır.

Feyzi Tuna: “Yönetmen yorulunca, meslek seni o ölçüde heyecanlandıramayınca, çok gönlünle yaptığın bir iş olmayınca -ki Memduh Ün ticari olarak başarılı olmasını öngördüğü ama ‘Keşke ben çekmeseydim’ diyeceği bir yığın film çekmiştir- ; kendine bir uğraş arıyor. Oyalandığı şey genelde kamerayla oynamak oluyor. Memduh Ün’ün bir dönemi, bana göre, teknik gösteri adına yapılmış şeylerdir. Içerik güçlü olmadığı için… Biçim olarak parlak filmlerdir. Kameraya hâkim bir yönetmendir.”79

Ün, 1961 yılında Orhan Kemal’in Devlet Kuşu romanından uyarladığı ve çok büyük gişe başarısı elde eden Avare Mustafa’yı Bülent Oran ile birlikte yeniden düzenledi. Karakterin cinsiyetini değiştirerek kadın yaptılar. Kadri Film yapımı Balıkçı Güzeli Zilli Nazife’nin başrollerinde Fatma Girik, Kuzey Vargın ve Ayla Algan oynuyordu. Film, balık ekmek satarak hayatını kazanan Nazife, bahriyeli sevgilisi Ahmet ve Nazife’ye âşık olan zengin çocuğu arasında geçen olayları konu alır.

79 Feyzi Tuna ile yapılan 29.06.2009 tarihli kişisel görüşme 76

Üslup olarak Avare Mustafa’nın üslubunu çağrıştırsa da; kendine has dünyasının filme yansımaları Avare Mustafa’da olduğu kadar başarılı değildir. Çok iyi tanıdığı ve anlattığı mahalle yaşantısı ve kenar mahalle insanlarının dünyası bu filmde fazla ön plana çıkmamıştır. Diyalogları, kamera açıları ve hareketleriyle oldukça akıcı bir film olmasına karşın, Ün filmlerinde halk tarafından çok sevilen sıcaklık hissi bu filmde yüzeyde kalmıştır.

1968 yılı bir önceki seneye oranla film sayısı bakımından Uğur Film için daha durgun bir yıl oldu. Uğur Film adına ikisinin yönetmenliğini Ün’ün yaptığı toplam dört film üretildi. 1968 yılından itibaren yönetmenlik yönünü iyice geri plana alan Ün, artık firmasının yalnızca birkaç filmini yönetecek, diğer filmleri ise güvendiği yönetmenlere teslim edecekti.

“Daha çok ‘Acaba ben yazıhaneyi nasıl ayakta tutarım?’ duygusuyla işletmecilerin ve sinemacıların da yönlendirmesiyle öyle filmler ürettim. Bunların içinde yönetmenliğini benim yaptığım veya başka gözde yönetmenlere yaptırdığım bazılarının ticari başarısı iyi de oldu.”80

İlk çevrimini Sonku Film adına 1955 yılında Atıf Yılmaz’ın yönettiği İlk ve Son Esat Mahmut Karakurt’un aynı adlı romanından Bülent Oran ile Memduh Ün tarafından 1968 yılında uyarlandı. Başrollerinde Uğur Film’in yeni erkek yıldızı olan Cüneyt Arkın, Selda Alkor ve Funda Postacı’nın oynadığı film, eğitimli fakat kendisini insanlardan soyutlamış bir ziraat mühendisi ile çiftlik sahibi zengin ve güzel bir kadın arasındaki aşkı konu alır.

Vahşi ve kaba bir adam ile bu duruma alışık olmayan bir kadın arasındaki aşk temalı diğer filmi Vahşi Sevda’da tutku temasının ön plana çıkarılmış olmasının aksine bu filmde aşk olgusunun altı çizilmiştir. Doğayı ve dağları iyi resimleyen genel planlar, uygun yerlerde tercih edilmiş kaydırma planları ve çerçeve içindeki başarılı oyuncu düzeni ile dikkat çeken filmin gişe başarısı ise orta sıralarda kalmıştır.

80 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 77

Vuruldum Bir Kıza aynı yıl yönettiği renkli bir komedi filmidir. 1960’ların başında Duygu Sağıroğlu ile sanat yönetmeni olarak başlayan ilişkileri Duygu Sağıroğlu’nun askerlik görevini yerine getirmesi ve sonrasında bir süre yurtdışında yaşaması nedeniyle kesintiye uğramıştı. Ancak bu film ile birlikte yol arkadaşlıkları yeniden başladı.

Duygu Sağıroğlu: “Zaman zaman daha yakın; zaman zaman daha gerilimli bir ilişki devam etti. Ben Uğur Film’e yılda bir iki film yapıyordum. Uğur Film’in bütün senaryolarını yazıyordum. Memduh’un çektiği bütün filmlerin sanat yönetmenliğini yapıyordum. Zaman zaman da filmlerin bir kısmını çekiyordum, bunlar yazılı şeyler değil tabii. Onun dışında da Uğur Film’e başkalarının yaptığı bazı filmlerin senaryolarını yazdım. Yazmadıklarımda da şirketin herşeyi olarak senaryolarına karıştım. İsmimi koymadan sanat yönetmenlikleri de yaptım. Zaman zaman yapımcılık bile yapmışımdır. Uğur Film’in bütün sinema serüveninin sorumlu bir kişisi olarak 1976’ya kadar ilişkimiz sürdü.”81

Vuruldum Bir Kıza’nın senaryosunu Duygu Sağıroğlu yazdı, diyaloglarını Bülent Oran hazırladı. Başrollerinde ise Fatma Girik, Berkant ve Feridun Karakaya oynuyordu. Bu film Ün’ün çektiği ilk ve tek şarkıcı filmiydi. Düşman iki ailenin çocukları birbirine âşıktır. Ailelerin oynadığı bir oyun sonucu Memiş, beğendiği dansözün peşinden İstanbul’a gider. Fadime de Memiş’in peşinden gider. Ancak İstanbul’da Fadime ünlü şarkıcı Berkant’a âşık olur ve olaylar karışır. Bir şarkıcı filmi olmasından ötürü filmde pek çok şarkı bulunur, bu da temponun düşmesine neden olmuştur. Gereksiz komiklikler, durağan planlar ve mantık hataları filmin takip edilmesini güç hale getirmektedir.

Vuruldum Bir Kıza beklendiği kadar olmasa da kâr eden bir film oldu. Tıpkı Memduh Ün’ün Üç Arkadaş’tan sonra yönetmen olarak isim yaptığı gibi; Uğur Film de yaptığı ticari olarak başarılı filmlerle, özellikle Ölüm Peşimizde ve Avare Mustafa’dan sonra, adından söz ettirir olmuştu. Bölge işletmelerinden

81 Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 78

önemli miktarda avanslar alıyordu. Dolayısıyla film iş yapmasa da şirketi yine de kâra geçiyordu.

1968 yılında yapımcılığını yaptığı iki film gişe rekorları kırdı; Ün önceki senelerde girdiği dar boğazdan kurtulup itibarını yeniden yükseltti. 1957 yılında çekilmiş ve yönetmenliğini Orhan Elmas’ın yaptığı bir Ezo Gelin uyarlaması olan Ağlayan Gelin gösterime girdiği zaman büyük bir ticari başarı yakalamıştı. Orhan Elmas bu öneriyle Ün’e geldi. Duygu Sağıroğlu’nun katkılarıyla senaryoda bazı değişiklikler yapılıp film Orhan Elmas’ın yönetmenliğinde Ezo Gelin ismiyle yeniden çekildi. Normal film maliyetinin de altında bir maliyete üretilen film, Uğur Film’e yüksek kâr getirdi.

Daha önce çekilmiş ve büyük ticari başarı elde etmiş Köroğlu 1968 yılının Uğur Film açısından diğer başarılı filmidir. Ün’ün Duygu Sağıroğlu ile işbirliği bu filmde de devam etti. Duygu Sağıroğlu’nun senaryoya katkılarıyla, hazırladığı dekor ve kostümlerle Köroğlu Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğinde çekildi. Uğur Film’in ilk renkli filmi olma özeliğini taşıyan bu ikinci çevrim film de ilki gibi büyük bir gişe başarısı elde etti.

1969 yılında da Ün, şirketinin ürettiği filmlerin gişe başarılarıyla işletmeler nezdinde yerini perçinliyordu. Boş Beşik senaryosunu Orhan Elmas, Memduh Ün ve Duygu Sağıroğlu’nun Necati Cumalı’nın bir oyunundan uyarlayarak yazdıkları, yönetmenliğini ise Orhan Elmas’ın yaptığı önemli ticari başarı elde etmiş bir filmdir.

Uğur Film, eskiden yapılmış başarılı filmler listesindeki filmlerle; kimi zaman para kazanarak, kimi zaman da kaybederek ikinci çevrimlerle yoluna devam etti. Aynı adla 1951’de çevrilen Vatan ve Namık Kemal (1969- Yönetmen: Duygu Sağıroğlu), 1956’da Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi adıyla çevrilen Ölmüş Bir Kadının Mektupları (1970-Yönetmen: Ülkü Erakalın), 1966 yılında Üçünüzü de Mıhlarım adıyla çevrilen Büyük Yemin (1970-Yönetmen: Memduh Ün), aynı adla 1960 yılında çevrilen Şoför Nebahat 79

(1970-Yönetmen: Süreyya Duru), aynı adla 1955 yılında çevrilen Meçhul Kadın (1970-Yönetmen: Duygu Sağıroğlu), 1955 yılında Beyaz Mendil adıyla çevrilen Beyaz Güller (1970-Yönetmen: Süreyya Duru), 1959 yılında Peçeli Efe adıyla çevrilen Kara Peçe (1971-Yönetmen: Memduh Ün), 1960 yılında Satın Alınan Adam adıyla çevrilen Satın Alınan Koca (1971-Yönetmen: Duygu Sağıroğlu), 1942 yılında aynı adla çevrilen Kerem ile Aslı (1971-Yönetmen: Orhan Elmas), 1961 yılında Allah Cezanı Versin Osman Bey adıyla çevrilen Zehir Hafiye (1971-Yönetmen: Natuk Baytan).

Zamanının ve enerjisinin büyük çoğunluğunu Uğur Film’i ayakta tutabilmek için harcayan Ün, nadiren de olsa başka firmalara yönetmenlik yapmaya devam etti. 1969 Kadri Film yapımı olan İnsanlar Yaşadıkça; senaristliğini ve sanat yönetmenliğini Duygu Sağıroğlu’nun, yönetmenliğini ise Memduh Ün’ün yaptığı bir polisiye-aşk filmidir. Başrollerinde Cüneyt Arkın, Sema Özcan ve Memduh Ün oynamaktadır.

Mert ve namuslu bir genç olan Orhan hapisten yeni çıkmıştır. Taksicilik yaparak hayatını kazanır. Tesadüfen kendisini bir soygunun içinde bulur. Soygundan kaçarken çarptığı kız (Ayşe) kör olur. Bu polisiye hikâye içinde Orhan ile Ayşe birbirlerine âşık olurlar. Kalabalık parti sahnesindeki oyuncu trafiği dikkat çekerken; Ün bu filmde alışık olmadığımız bir anlatım kullanmıştır. Aslında polisiye bir hikâyeyi, içinde melodram öğeleri de barındındığından yer yer şiirsel anlatım kullanarak anlatmıştır. Kamera ağırlıklı olarak durağandır.

Ün filmlerinin dikkat çekici bir özelliği olan diyalog sadeliğini bu filmde görmek pek mümkün değildir. Genellikle filmlerinde fazla diyaloglardan kaçınan Ün, didaktik konuşmalarla seyirciyi sıkmaz, aksine akıcı diyaloglar kullanarak seyirciyi filmin içine çeker.

“Diyalogların içeriğini yeniden oturur yazarım. Ama o bütün makinenin bir parçasıdır. Ayrı bir parça hiçbir zaman makinede olmaz. Yani koyduğum şey hiçbir zaman makinenin tıkır tıkır çalışmasını engellemez. Hep makineye 80

uygun parçayı bulur oturturum. Hatta senaryoyu yeniden yazdığım zaman; mümkün olduğunca yanlış koyduğum sahneyi de düzelterek makinenin daha iyi çalışmasını sağlar duruma getiririm.”82

1960’lı yılların sonlarına doğru sinema salonlarından gelen ve artık iyice artmış olan talepleri karşılamak için kısa zamanda üretilen filmlerin yalnızca içeriklerinin seyircinin dikkatini çekmesi önem kazandı; teknik ve estetik kaygılar göz ardı edilmek zorunda kalındı.

1970’li yıllar Türkiye siyasi hayatında olduğu gibi Türk sinemasında da oldukça çalkantılı geçti. Bu dönemde çoğunlukla vurdulu kırdılı polisiye filmler, karate filmleri, seks-avantür filmleri Türk sinemasını işgal etti. Siyah/beyaz filmden renkli filme geçiş film maliyetlerini arttırdı.

Çizelge 6.183 Yıl Film Sayısı 1970 224 1971 265 1972 300 1973 209 1974 189 1975 225 1976 164 1977 124 1978 126 1979 193

Bu yıllarda sinema salonlarının şartları oldukça kötüydü. Sinema salonları konforsuz, koltuklar delinmiş ve yırtılmıştı; gösterim yapan projeksiyonlar kalitesiz, perdeler karanlık, filmlerin renkleri bozuk, sesleri

82 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 83 Bkz. (14), Erkılıç, 134 81

boğuktu. Bütün bu öğeler göz önüne alındığında; sinemaya giden seyirciyi bekleyen sonuç genel olarak kötüydü. Tüm ailenin birlikte katıldığı bir sosyal aktivite olan sinema; biletlerin pahalılığı nedeniyle artık lüks bir eğlence haline gelmişti. Bunun yanı sıra ailelerin izleyebileceği film sayısı da azalmıştı. Diğer yanda ise insanların trafik sıkıntısına girmeden, evlerinin konforunda, iyi bir ses ve görüntü aldıkları yeni bir eğlence araçları vardı: Televizyon.

Televizyonun Türk halkının hayatına iyice girmesi, sinema seyircisini eve hapsetti. Hem siyasi hayatın getirdiği huzursuz ortam ve her geçen gün artan terör olayları; hem ekonomik bunalımın neden olduğu yükselen enflasyon; hem yeni ve ucuz bir eğlence aracı olan televizyon, hem de son yıllarda kendini tekrarlayan filmlerin etkisiyle Türk sineması büyük ölçüde seyirci kaybetti.

1970 yılında başlayan dış ülkelerle ortak yapılan filmler dönemi Uğur Film’i de etkiledi. Özellikle İran’da büyük hayran kitlesine sahip olan Cüneyt Arkın, Fatma Girik ve İran’ın ünlü oyuncusu Füruzan’ın başrollerini paylaştıkları Büyük Yemin, İran ortaklı ilk Uğur Film yapımı oldu. Sonra bu ortaklık Battal Gazi serisi ile devam etti.

1970 Uğur Film yapımı Büyük Yemin’in senaryosu Duygu Sağıroğlu’na aitti. Film, kan davalı iki ailenin çocuklarının aşklarını anlatır. Teatral oyunlar ve diyaloglarla Ün sinemasında görmeye alışık olmadığımız öğeler filmde yer almaktadır. Estetik olarak filme en fazla hizmet eden öğe, kırsal alanı tüm güzelliğiyle resimlemesine elveren geniş ölçekli resimler olmuştur. Duygusal sahnelerde ise estetik ön plan objeler kullandığı yakın çerçeveleri tercih etmiştir. Filmde dikkat çeken diğer bir unsur ise olayların yalnızca kahramanların etrafında geçmesi, çevredeki insanların film boyunca hiç gösterilmemesidir. Ün’ün filmlerinde çoğunlukla rastladığımız fakir ama mutlu insanların dünyasından bu filmde hiçbir iz görülmemektedir.

1971 yılında Uğur Film-Kadri Film ortak yapımı olan Kara Peçe ile köy filmlerine devam etti. Ömer Seyfettin’in Peçeli Efe adlı eserinden Duygu 82

Sağıroğlu uyarlayarak senaryosunu yazdı. Başrollerinde ise Fatma Girik, Tugay Toksöz, Cavidan Dora ve Hayati Hamzaoğlu oynuyordu. Film, Osmanlı döneminde köylüyü sömüren bir ağayı ve ağanın köylüye yaptığı zulümleri konu alır. Babasına iftira atıp onu öldüren ağadan intikamını Kara Peçe olarak almayı planlayan Ayşe, ağanın oğluna âşık olur.

Filmin üslubu oyunculara hareket verip kamera hareketleri ile onların takibi şeklindedir. Diğer filmlerindeki gibi kaydırma planlarını fazla tercih etmemiştir. Bunun yerine yer yer zoom objektif kullanılmıştır. Doğayı ve dağları resimleyen genel planlar yer alır. Filmin yalnızca belli bölümlerinde yer alan anlatıcı ve Ayşe karakterinin söylediği köy teması ile ilgisi bulunmayan şarkılar seyircinin filmden kopmasına neden olmaktadır.

83

BÖLÜM 7: ÜÇ ARKADAŞ’IN İKİNCİ ÇEVRİMİ VE DÖNEMİN TÜRK SİNEMASI DÜZENİNE GENEL BAKIŞ

Resim 7.1 (Üç Arkadaş filminin afişi [1971] )

“Ben bir yönetmenim. İlk Üç Arkadaş’ı çekerken bir heyecan duydum. İkincisinde tekniğim daha gelişmişti, senaryosu daha düzgündü ama çekerken o duyguları yansıtamadım; o sıcaklık olmadı. Ben heyecan duymadan o filmi yapamam.”84

84 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 84

1971 yılı Ün için ilginç bir olaya sahne oldu. 1961 yılından itibaren ortaya çıkan bir gösterim düzeni oluşmuştu: Kombin sistemi. Bu sisteme göre gösterime giren filmler ikiye ayrılıp sinemalara giriyordu. Kombinlerden birincisi salon filmleri gösteren birinci sınıf kombini, ikincisi ise avantür filmler gösteren ikinci sınıf kombiniydi. Belirli sayıdaki sinemalar birleşip bu kombinleri oluşturuyorlardı; bir yapımcı seçip bu yapımcıların filmlerini gösteriyorlardı. Sinemacılar bir yıllık programlarını ilan ediyorlar ve tarihleri şirketlere bu programa göre veriyorlardı. Ün’ün filmleri genelde avantür ve ikinci sınıf firmaların filmlerini gösteren ikinci kombinde yer alıyordu. Birinci sınıf kombini arkadaşı İrfan Ünal yönetiyordu ve Ün’ü bu kombine geçirmek istiyordu. Bunun için Üç Arkadaş’ı yeniden çekmesini önerdi. Ün, ilk defa daha önce çektiği bir filmini yeniden çekecekti.

Resim 7.2 (Üç Arkadaş filminden kareler [1958] ) Resim 7.3 (Üç Arkadaş filminden kareler [1971] )

85

Üç Arkadaş’ın başrollerinde Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır, Halit Akçatepe, Müşfik Kenter ve Tufan Giray oynadı. İlk çevrimiyle pek çok yerinde açı seçimlerine ve diyaloglarına kadar aynı olan bu filmde, ilk çevrimde bulunan bazı mantık hataları düzeltilmiş ve sinema dili ile kamera hareketleri çok daha etkin kullanılmıştır. Buna karşın Ün’ün ilk çevrimde yarattığı büyülü ve masalsı dünya bu filmde oluşmamıştır. İlk çevrimdeki sıcaklık, mekânın filme olan büyük etkisi, son derece gerçekçi ilişkiler ve karakterler ikinci filmde yoktur. İlk çevriminde mekân ve oyuncu seçiminden oyunculuklara kadar filmin ruhunu ve atmosferini oluşturan tüm öğeler ikinci filmde eksik kalmıştır. Özellikle ilk çevrimde Gül karakterini oynayan Muhterem Nur, Hülya Koçyiğit ile kıyaslandığında hem fiziksel olarak role daha uygun, hem de oyunculuk bakımından daha başarılıdır.

Memduh Ün’ün 1971 yılında İrfan Ünal ile ilgili başka bir bağlantısı olacaktı. Artık nadiren yaptığı oyunculuğa İrfan Ünal’ın yapımcılığını yaptığı, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği Umutsuzlar ile geri döndü.

Natuk Baytan ile Zehir Hafiye’de (1971) başlayan yönetmen-yapımcı ilişkileri aynı sene ürettikleri Önce Sev Sonra Vur ile devam etti. 1971 yılında senaristliğini ve yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın, yapımcılığını Memduh Ün’ün yaptığı Battal Gazi Destanı çok büyük ticari başarı kazanınca, sonrasında uzun yıllar sürecek bir Battal Gazi serisi85 başladı. Serinin sonraki filmlerinde yönetmen koltuğunda Natuk Baytan, başrolde ise Cüneyt Arkın olacaktı.

Türk sinemasının ayrı bir sorunu da vergi sistemiydi.

“Bizde bir türlü sermaye oluşamıyor. Hâsılat yükseliyordu ama film maliyeti de yükseliyordu. Bir de biz o parayla geçiniyorduk… Vergi de veriyoruz. Vergi sistemi çok acayipti; filmcinin aleyhine… Bunlardan dolayı sermaye bir türlü oluşamıyor. O sermayeyi yitirmekten korktuğumdan melodramlar çekmeye başladım. Rahattım çünkü nasıl olsa ben kendimi ispatlamışım.”86

85 Battal Gazi’nin İntikamı (1972), Savulun Battal Gazi Geliyor (1973), Battal Gazi’nin Oğlu (1974) 86 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 86

Vergi sistemi, filmin maliyetinin yapılan masraf geri alınana kadar beş yıl boyunca vergiden muaf tutulmasını sağlayan amortisman meselesini de beraberinde getiriyordu. Amortisman sistemine göre filmin maliyetinin % 60'ı ilk yıl, % 20'si ikinci yıl, %10'u üçüncü yıl, %5'i dördüncü ve beşinci yıllarda vergiden düşülebiliyordu. “Ancak beş senede amorti ediyorsunuz filmi; beş sene filmcilik yapmaya dayanırsanız…”87 Yapımcının lehine gibi görünen bu sistem, beşinci seneye gelene kadar film maliyetlerinin yükselmesi sebebiyle amacına ulaşamıyordu. Diğer bir sorun ise film maliyetinin hepsinin gider olarak gösterilememesiydi. Fatura alınamayan kalemler kazanç olarak kabul edildiğinden vergiye giriyordu.

1972 yılına gelindiğinde İrfan Ünal ile olan arkadaş ilişkisi yapımcı- yönetmen boyutuna taşındı. Para, senaryosunu Erdoğan Tünaş’ın yazdığı, aslında bir çeşit Ihlamurlar Altında romanının uyarlaması olan bir filmdir. Akün Film adına Memduh Ün’ün yönettiği filmin başrollerinde Tarık Akan, Perihan Savaş, Sevda Karaca ve Yalçın Gülhan oynamıştır.

Yakışıklı ve çalışkan bir genç olan Murat’ın en büyük hayali kendisi gibi dar gelirli bir ailenin kızı olan Aysel ile evlenmektir. Aysel ile bir an önce evlenebilmek için şehir dışında yüksek ücretli bir iş bulur. Fakat bu sırada Murat’ın en yakın arkadaşı Ferit, parasıyla Aysel’in başını döndürür. Tesadüfen büyük bir servet sahibi olan Murat intikamını Ferit’in kardeşine yaklaşarak alır. Türk sinemasında pek çok sefer farklı versiyonları yapılan bu film, açı seçimleriyle kuvvetlendirilen dramatik yapısına rağmen gerek estetik yapısı, gerekse atmosferi bakımından Ün’ün piyasa koşullarına yenilip ticari getiri için çektiği bir melodram olmuştur.

1966 yılında Süreyya Duru’nun Duru Film adına yönettiği Damgalı Adam filminin ikinci çevrimi olan Murat ile Nazlı’nın senaristliğini ve sanat

87 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 87

yönetmenliğini Duygu Sağıroğlu yaptı. Filmin başrollerinde ise Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Reha Yurdakul, Aynur Aydan ve Aytaç Arman oynuyordu.

Murat ile Nazlı, kan davalı iki ailenin kızı ve oğlunun aşk hikâyesini konu alır. Murat amcaoğullarının müdahalesi ile zorla Nazlı’dan ayrılır. Bu sırada Nazlı hamiledir. Oğulları Doğan gerçeği öğrendiğinde babasını öldürmeye yemin eder. Ancak babası daha önce tesadüfen iki sefer hayatını kurtarmış olan ve çok sevdiği doktor ağabeyidir. Film, karlar içindeki estetik planlarına, dramatik yapıyı kuvvetlendirmek için tercih edilen plan büyüklüklerine ve oldukça hareketli olan kamerasına karşın; hızlı başlayan temposunu koruyamamaktadır. Sinemasal zamanın fazla keskin geçişlerle hızlandırılması hem filmin bütünlüğünün bozulmasına, hem de seyircinin filmden kopmasına neden olmaktadır.

Hint ve Mısır filmlerinden yapılan uyarlamalara Türk sinemasında sıkça rastlanmıştır. Melodram ağırlıklı olan bu filmler, Türk halkının beğenisini kazanmış, ticari başarıları yüksek olmuştur. Bu düşüncelerle Beyrut’ta otuziki haftadır gösterimde olan bir Hint filmi olduğunu duymasıyla birlikte Ün böyle bir uyarlama yapmaya karar verdi. Evlat’ın senaryosunu Veledi adlı filmden uyarlayarak Bülent Oran yazdı, yönetmenliğini ise Mehmet Dinler üstlendi.

Memduh Ün, yapımevi sahibi olmasına karşın başka firmalar adına en fazla film çeken yönetmenlerden biriydi. Berker İnanoğlu Ün’e, Er Film adına beş altı yaşlarındaki yetenekli oğlu Sezer’in oynayacağı bir film çekmesini teklif etti. Sezercik Aslan Parçası’nın senaryosunu Safa Önal yazdı; başrollerinde ise Sezer İnanoğlu, Hülya Koçyiğit ve Ediz Hun oynadı.

Fabrikatör Sedat ile fabrikasında çalışan Sevim evlenirler. Sevim kısa süre sonra hamile kalır. Sedat’ın amcasının kızı ve oğlu bu genç çifte âşıktır ve onları ayırmak için bir tuzak kurarlar. Hikâyenin bir çocuk üzerinden yürüdüğü, kameranın oldukça hareketli olduğu filmde Ün çocuklarla ne kadar başarılı bir şekilde çalıştığını bir kez daha ortaya koymuştur. Ün’ün en başarılı çocuk 88

filmlerinden biri olan Ayşecik’teki atmosfer ise maalesef bu filmde ortaya çıkmamış, film melodram olmanın ötesine geçememiştir.

Daha önce değinilen Evlat ve Battal Gazi’nin İntikamı’nın yanı sıra Ün yapımcı olarak 1972 yılını Çöl Kartalı (Yönetmen: Halit Refiğ), Leyla ile Mecnun (Yönetmen: Duygu Sağıroğlu) ve Namus (Yönetmen: Duygu Sağıroğlu) filmlerine imza atarak kapattı. Ayrıca yakın arkadaşı Orhan Elmas’ın Arzu Film hesabına yönettiği Feryat isimli filmde Emel Sayın ve Tarık Akan ile başrolleri paylaştı.

1973 yılı Ün’ün yönetmenlikten ziyade yapımcılık bakımından ön plana çıktığı bir seneydi. 1970’li yıllarda öncülüğünü Yücel Çakmaklı’nın yaptığı dinî değerlere bağlı bir sinema anlayışını savunan Milli Sinema akımı 1973 yılında zirveye ulaşmıştı. Uğur Film de 1973 yılında bir tanesi And Film ile ortak olarak çekilen Hazreti Ömer’in Adaleti, diğeri ise Umut Film ile ortak yaptıkları bir Mısır filminden uyarlanmış olan Rabia olmak üzere iki dinî film üretti. Her iki filmin de yönetmeni Osman F. Seden’di. Dinî filmlerin yanı sıra tarihi macera filmlerine Savulun Battal Gazi Geliyor (Yönetmen: Natuk Baytan) ve Kara Orkun (Yönetmen: Yücel Uçanoğlu) ile devam edildi. Uğur Film’in bu sene ürettiği diğer bir tür ise köy filmleri oldu: Ezo Gelin (Yönetmen: Feyzi Tuna), Yanaşma (Yönetmen: Duygu Sağıroğlu) ve Toprak Ana (Yönetmen: Memduh Ün).

Senaryosunu Çocuklarım İçin adlı bir Hint filminden uyarlayarak Duygu Sağıroğlu’nun yazıp sanat yönetmenliğini de üstlendiği Toprak Ana’nın başrollerinde Fatma Girik, Tamer Yiğit, Yavuz Selekman ve Talat Gözbak oynuyordu. Filmin konusu diğer köy filmlerinin konusuyla benzeşir. Köyün ağasının zulümleri ile parçalanan bir ailenin hikâyesini konu alır. Mekânın getirdiği görsel zenginlik ile farklı büyüklükteki planların kullanılması ve başarılı çevre düzenlemesi filmin estetik yapısını güçlendirmiştir. Kullanılan ön plan ve arka plan objelerle derinlik sağlanmıştır.

89

Fatma Girik, bu film ile birlikte güçlü ve mücadeleci kadın tiplemesinin zirvesine çıkmıştır. Hikâye gelin Zeliş’in toprağını kaybetmemek ve çocuklarına bakabilmek için tek başına verdiği mücadeleyi anlatır. Zeliş’in önce kocası sakat kalır, sonra kocasını ve iki çocuğunu kaybeder; büyük parasal sıkıntılar çeker; üstelik ağa da ona göz koymuştur. Ancak buna rağmen Zeliş tarlayı tek başına ıslah eder, ekip biçer; çocuklarını büyütür. Hakkı olmayan hiçbir şeyi almaz, çocuklarını da böyle yetiştirir. Zeliş doğru ve mert bir kadındır, verdiği sözden dönmez. Bunun en iyi örneği ise oğlu kötü birşey yaparsa onu öldüreceğine dair ettiği yemini tutarak canı kadar sevdiği oğlunu elleriyle öldürmüş olmasıdır. Zeliş fedakâr annenin, güçlü, çalışkan ve mert kadının simgesidir.

Ancak Ün’ün Büyük Yemin, Toprak Ana gibi kimi filmlerinde dikkati çeken bir eksiklik vardır: Bütün olaylar filmin kahramanları etrafında geçer ve kahramanlar toplumdan soyutlanmıştır. Çevredeki insanların onlar üzerindeki etkileri gözükmez.

“Ben aksiyon insanı olduğum için çok polisiye roman okurum. Hep kahramanlar arasındaki ilişkilere eğilirim, onlarla çok örtüşüyorum… Diğer insanları senaryoda da atlıyorum, filmlerde de atlıyorum.”88

1973 yılında yönettiği diğer bir yapım ise Uğur Film adına çektiği Gönülden Yaralılar’dı. Hikâyesini Bülent Oran’ın, senaryosunu ise Duygu Sağıroğlu’nun yazdığı filmin başrollerinde Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Seyyal Taner ve Erden Alkan oynuyordu. Film, 1966 yılında Ülkü Erakalın’ın yönettiği Katiller de Ağlar’ın ikinci çevrimiydi. Türk sinemasında oldukça sık rastlanan ve pek çok çeşitlemesi yapılabilen bir konusu vardı. Yakışıklı ve başarılı bir iş adamı olan Murat, sekreteri Zeynep ile evlenir. Bir kızları olur. Hayatlarındaki herşey yolunda gitmektedir. Ancak bir pavyon sahibi Murat’ın çalıştığı iş yerinin kasasını soyar ve bir cinayet işleyerek suçu Murat’ın üstüne atar. Zeynep Murat’ın suçsuzluğuna inanmaz. Murat’ın hapisten çıktıktan sonra tek amacı ailesini korumak olur.

88 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 90

Dönemin özelliklerine uygun olarak filmde dinî öğelere rastlanır. Murat ile Zeynep evlendikleri gün camiye gidip dua ederler. Zaman aşımının çok hızlı ve yalnızca karakterlerin saçlarının beyazlatılarak yapılması filmin gerçekliğini yitirmesine neden olmaktadır. Ancak hareketli kamerası, derinlemesine mizansenleriyle verdiği derinlik duygusu ile seyirci akıcı bir polisiye hikâye izler. Filmin ticari başarısı da iyi olmuştur.

1974 yılında Türk sinemasındaki çalkantı büyümüş, yeni çekilmeye başlanan ve etkisi giderek artacak olan seks komedileri piyasayı gittikçe kötüleştirmiştir. Bu durum diğer firmaları etkilediği gibi Uğur Film’i de etkiledi. Firmasını ayakta tutmaya çalışan Ün o sene iki filmin yapımcılığını yaptı. Evlat’ın elde ettiği büyük başarıdan sonra ona benzer bir film olan, yine bir Hint filminden uyarlanmış ve Mehmet Dinler’in yönettiği Talihsiz Yavrum ile Natuk Baytan’ın yönettiği Battal Gazi’nin Oğlu ile bu seneyi kapattı.

1975 yılı bir önceki seneye kıyasla daha verimli geçti. Polisiye aksiyon filmlerine devam ederken (İnsan Avcısı-Yönetmen: Duygu Sağıroğlu, Cellât- Yönetmen: Memduh Ün); 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan etkilenerek ürettikleri Önce Vatan (Yönetmen: Duygu Sağıroğlu); Natuk Baytan’ın artık iyice usta olduğu bir tür olan tarihi aksiyon Kılıç Arslan; Atıf Yılmaz’ın yönettiği romantik komedi Çapkın Hırsız; yönetmenliğini Temel Gürsu’nun yaptığı bir erotik komedi olan Kokla Beni Melahat ve bir efsaneyi anlattığı Ağrıdağı Efsanesi (Yönetmen: Memduh Ün) filmleri Uğur Film filmografisine eklendi.

Cellât, Ün’ün Paris’te izleyip beğendiği Charles Bronson’un oynadığı bir filmden yola çıkarak Bülent Oran ile birlikte senaryosunu yazdıkları, başrollerinde Serdar Gökhan, Melek Ayberk, Mahmut Hekimoğlu, Reha Yurdakul’un oynadığı bir filmdi. Film; suç oranının fazlaca arttığı bir dönemde namuslu, merhametli ve iyi kalpli bir kişi olan Orhan’ın evine üç serserinin zorla girerek karısına ve kız kardeşine tecavüz etmesi sonrası ikisinin de hayatını kaybetmesini ve devamında gelişen olayları ele alır. Orhan’ın artık tek amacı 91

gündüz işine devam etmek, geceleri ise suçluların peşine düşüp onları öldürmektir.

Film konusu itibariyle hareketli bir kameraya sahiptir. Hikâyenin gerilimini arttırmak amacıyla kullanılan alt ve üst açılar, yakın planlar, kaydırma sekansları dramatik yapıyı en iyi şekilde kuvvetlendirmiştir. Ün filmde ön plan objeleri fazlaca kullanmış ve bu objeleri flu bırakacak şekilde uzak odaklı objektif kullanmayı tercih etmiştir. Diğer filmlerinde sıkça rastlanmayan paralel kurguya bu filmin tecavüz sahnesinde rastlanır.

Cellât çekildiği dönem içinde ele alındığında oldukça cesur ve gerçekçi bir filmdir; adeta geleceği görmüş ve günümüzü anlatmıştır. Hatta bu açıdan bakıldığında Serdar Akar’ın yönettiği Barda (2007) ile ortak noktalar taşımaktadır. Cellât dayak, tecavüz, elektroşok, işkence sahneleriyle Ün’ün filmografisindeki en sert film olarak yerini aldı. Ölüm Peşimizde’den başlayarak, Ün’ün filmlerinin bazılarında89 öne çıkan şiddet ve intikam öğeleri bu filmle en uç noktaya taşındı.

Oldukça sıcak, insanlara yakın gelen filmleri yönetmesine karşın böyle bir yanının da olması ilgi çekicidir. “Çift kişiliklidir Memduh… Bir yandan o duyarlı, sıcak, müşfik insan; bir yandan da küçük mahalle bıçkını…”90 Duygu Sağıroğlu’nun bu tanımı en duygusal ve insancıl filmleri çeken bir yönetmenin böylesi şiddet dolu sahneleri nasıl yönetebildiğine de bir yerde cevap olabilir.

Haksızlığa uğramış, kötü karakter tarafından acı çektirilen ana karakter, filmin sonunda mutlaka intikamını alır. Bu süreç içerisinde de ana karakterin acı çekmesine neden olan tecavüz; ya da intikam alırken başvurduğu işkence, dayak vb. şiddet unsurlarına sıkça başvurur. Cellât filminde komiserin söylediği

89 Ölüm Peşimizde (1960), Namusum İçin (1966), Büyük Yemin (1970), Kara Peçe (1971), Murat ile Nazlı (1972), Gönülden Yaralılar (1973), Cellât (1975), Toprak Ana (1973), Cevriyem (1978) 90 Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 92

“Hiçbir suç cezasız kalmaz.” sözü Ün’ün filmlerinde yer verdiği bu durumu en iyi şekilde açıklar.

Yaşar Kemal’in aynı adlı romanından uyarlayarak senaryosunu Duygu Sağıroğlu’nun yazdığı, Lütfi Ö. Akad ve Memduh Ün’ün de senaryoya katkıda bulunduğu Ağrıdağı Efsanesi, Ün’ün uzun zamandır piyasa koşullarına ayak uydurarak çektiği filmlerden farklı bir film yönetme isteği üzerine ortaya çıktı. Yönetmenliğini gösterebileceği büyük bir film yapmak istiyordu.

“Bizi seyirci, işletmeci, sinemacı ne kadar zorunlu tutarsa tutsun, yine sanatçı olarak arada kendi filmimizi yapmak, kendi beğenilerimizle film yapmak istiyorduk. Bu kendi filmlerimiz bazen başarılı, bazen de başarısız oluyordu.”91

Bunun yanı sıra Uğur Film’in kadın yıldızı olarak yıllarca Uğur Film ve Memduh Ün politikası gereği zaman zaman istemediği filmlerde bile rol alan Fatma Girik Gülbahar’ı oynama konusunda oldukça ısrarcıydı. Başrollerinde Fatma Girik, Hakan Balamir, Hayati Hamzaoğlu ve Atıf Kaptan’ın oynadığı film, Ağrıdağı eteklerinde geçen destansı bir hikâyeyi konu alır. Mahmut Han çoban Ahmet’in kapısına gelen beyaz atın kendisine ait olduğunu iddia eder. Ancak bu at Ahmet’e Hak’tan yadigâr gönderilmiştir, Mahmut Han’a teslim edilmesi söz konusu değildir. Ahmet, hanın sarayında zindana götürülür Resim 7.4 (Ağrı Dağı Efsanesi filminin afişi [1975] ) ve burada hanın kızı Gülbahar’a âşık olur. Zindan muhafızı Memo da Gülbahar’a âşıktır. Gülbahar idamına karar verilen Ahmet’i serbest bırakması için Memo’ya yalvarır. Öldürüleceğini bilen Memo

91 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 93

yine de Ahmet’i serbest bırakır. Yalnızca Gülbahar’ın saçından bir tutam alır ve intihar eder. Ancak Ahmet’in gözünde Gülbahar saçının telini Memo’ya vererek namusunu kirletmiştir.

Dağları ve kırsal alanı iyi resimleyebilmek için ağırlıklı olarak genel planların kullanıldığı film, efsanenin tarzına uygun olarak lirik diyaloglardan oluşur. Sinema dili kullanımındaki ustalığına güvenen Ün, Duygu Sağıroğlu’nun tüm uyarılarına karşın kitaptaki masalsı atmosferi filmde de oluşturacağına inanmıştır.

Duygu Sağıroğlu: “Memduh at gözlüğüyle kapandı gitti. Ağrıdağı, Yaşar Kemal diye… Fatma ‘Gülbahar’ı oynayacağım’ diye kendini paraladı. Ne yaptıysam onları bundan döndüremedim.”92

Ancak özellikle kitaptaki finalin perdeye aktarılabilmesi için özel efektlere ihtiyaç duyulduğundan filme gerçekçi bir son yazılmak zorunda kalındı. Ağrıdağı Efsanesi her ne kadar masalsı, efsanevi atmosferi yaratamasa da kullandığı sinema dili ile Ün’ün özenli yapıtları arasında yerini aldı.

Daha önce de çeşitli filmleriyle sansür konusunda sorun yaşayan Ün, Ağrıdağı Efsanesi’nde sansür engelinden korkuyordu. 1939 yılından beri yürürlükte olan sansür tüzüğü senelerdir Türk sinemasını baltamaktaydı.

“Denetimi yapan kişiler bu işi yapabilecek kapasitede değillerdi; genel kültür açısından, yaşam tarzı açısından, dünya görüşlerinden, eğitimlerinden...”93

İçişleri Bakanlığı'ndan gelen temsilcinin başkanlık yaptığı sansür kurulu, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı, Basın-Yayın Turizm Genel Müdürlüğü ve Milli Eğitim Bakanlığı'ndan gelen dört üyeyle birlikte beş kişiden oluşmaktaydı. Genelkurmay Başkanlığı temsilcisi, Ağrıdağı Efsanesi’nin hem

92 Duygu Sağıroğlu ile yapılan 10.06.2009 tarihli kişisel görüşme 93 Memduh Ün ile yapılan 18.03.2009 tarihli kişisel görüşme 94

senaryosunun hem de filmin reddedilmesi yönünde oy kullanmıştı. Ancak film dörde karşı bir oy ile sansürden geçti.

Filmin ticari başarısı oldukça düşüktü. Ayrıca sıradan bir filme kıyasla çok pahalıya malolmuştu. Memduh Ün, Keşanlı Ali Destanı’nda yaşadıklarını Ağrıdağı Efsanesi’nde tekrar yaşıyordu. Film yurtdışı festivallerinden de eli boş döndü. Yalnızca 13. Antalya Film Şenliği’nde Gani Turanlı filmdeki çalışmasıyla “En Başarılı Görüntü Yönetmeni” ödülünü kazandı.

1970’li yılların ortasında Türk sinemasının içinde bulunduğu durum Ün’ün 1960’lı yıllardan beri dostu olan Kadri Yurdatap’ı iflasın eşiğine getirdi. İşletmelere film borcu olan arkadaşını bu durumdan kurtarmak için Mine Film adına çok az negatif kullanarak ve ondört gün gibi çok kısa sürelerde Kadınım (1976) ve Birtanem (1977) adlı iki film yönetti. Her iki film de erotik sahneler içeriyordu. Ancak bu sahneleri Ün çekmemişti. Çekimden önce çok prova yapan bir yönetmen olduğu için erotik sahneleri başka yönetmenlere94 çektirdi.

1976 yılı yapımcılığı açısından farklı bir yıl oldu. Komedi türünde Atıf Yılmaz’ın yönettiği Hasip ile Nasip ve Temel Gürsu’nun yönettiği Kadri Film ile ortak yaptıkları Bulunmaz Uşak; hemen hemen her sene listesine eklediği bir tür olan tarihi aksiyon filmi Korkusuz Cengâver (Yönetmen: Duygu Sağıroğlu), ilk defa yapımcı-yönetmen ilişkilerinin başladığı Şerif Gören’in yönettiği dram türündeki Taksi Şoförü ve Metin Erksan’ın Shakespeare’in Hamlet oyunundan yola çıkarak özgün bir senaryo yazıp kahramanın cinsiyetini değiştirdiği, daha önce denenmemiş tür olan İntikam Meleği (Kadın Hamlet) filmlerinin yapımcılığını üstlendi. Yeşilçam geleneklerine bağlı, risk almayı sevmeyen bir yapımcı olan Ün’ün böylesine sıradışı bir filmin yapımcılığını üstlenmesinin nedeninin Fatma Girik’in kariyeri için farklı ve iyi bir rol olması düşünülebilir. Bunun yanı sıra Akün Film hesabına Osman F. Seden’in yönettiği Delicesine’de rol aldı.

94 Kadınım: Temel Gürsu, Birtanem: Oksal Pekmezoğlu 95

1977 yılında yapımcılığını Cüneyt Arkın’ın komiser rolünde olduğu polisiye macera türündeki Akrep Yuvası (Yönetmen: Melih Gülgen) ile sürdürdü.

1978 yılı da Ün’ün yapımcı olarak farklı yönetmenlerle çalışmaya devam ettiği bir sene oldu. Dram türündeki Ana Ocağı (Yönetmen: Osman F. Seden), Kırık Çanaklar’dan uyarlanan Yaşam Kavgası (Yönetmen: Halit Refiğ), Gelincik (Yönetmen: Şerif Gören); tarihi aksiyon türündeki Hakanlar Çarpışıyor (Yönetmen: Natuk Baytan) bu sene Uğur Film’in ürettiği filmlerdi. Ayrıca Ün 1970’li yılların öne çıkan bir türü olan şarkıcı filmlerinden Derdim Dünyadan Büyük (Yönetmen: Şerif Gören) filminde rol aldı.

Ün’ün 1978’de yönettiği tek film, Akün Film hesabına çektiği Cevriyem’di. Filmin başrollerinde Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Erol Taş oynuyordu. Hayat kadını Cevriye ile yaralı olarak bulduğu, banka soygunu sırasında bir kişiyi öldüren Ahmet’in arasındaki aşk öyküsünü konu alan filmi Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye romanından uyarlayarak Erdoğan Tünaş yazdı. Ün, kullandığı zoom objektifler; oyuncu takibini fazlaca yaparak hareketlendirdiği kamerası ve kaydırma planları ile suçlunun saklanma ve yakalanma sürecindeki heyecanı seyirciye başarılı bir şekilde aktarmıştır. Derinliği sağlamak için ön plan objeler ve uzak odaklı objektifler kullanmıştır. Ayrıca Ün filmlerinde sıkça rastlamadığımız yavaş çekim ve öznel kamera bu filmin salıncak sahnesinde görülür.

96

BÖLÜM 8: TÜRK SİNEMASINDA ZOR ZAMANLAR VE UĞUR FİLM’DE KEMAL SUNAL DÖNEMİ

Resim 8.1 (Garip filminin afişi [1986] )

“İşletmeci parayı verirken önce starı sorardı. Onun için ben sırtımı sağlam yere dayamak isterdim. Sırtımı bir süre Ayhan Işık’a, bir süre Cüneyt Arkın’a, bir süre Kemal Sunal’a dayadım...”95

95 Memduh Ün ile yapılan 18.03.2009 tarihli kişisel görüşme 97

1978 yılı Memduh Ün bakımından ayrı bir öneme sahipti. Firmasının son erkek yıldızı olan Kemal Sunal ile işbirliği Yüz Numaralı Adam (Yönetmen: Osman F. Seden) filmiyle bu sene başladı. İlk çekilen Kemal Sunal filmlerinde yapımcı olarak gözüken Can Film’in ilginç bir hikâyesi vardı. Can Film, Fatma Girik ile Kemal Sunal’ın ortak kurdukları bir film yapım şirketiydi. O dönemde Arzu Film’e bağlı olarak çalışan Kemal Sunal yeni gözde olmuş bir oyuncuydu. Fatma Girik Arzu Film’e kıyasla çok daha cazip bir teklif yaparak Kemal Sunal’ı Can Film’i kurmaya ikna etti. Kâğıt üzerinde ortak olarak görünmese de aslında filmleri Ün finanse ediyordu.

“O şirket dört tane film yaptı sanıyorum. Sonra Kemal vazgeçti, o dört filmi de bana sattı. Ve benim şirketime film yapmaya devam etti.”96

Can Film’in yaptığı bu dört film Yüz Numaralı Adam (1978-Yönetmen: Osman F. Seden), İnek Şaban (1978-Yönetmen: Osman F. Seden), Dokunmayın Şabanıma (1979-Yönetmen: Osman F. Seden) ve Bekçiler Kralı (1979-Yönetmen: Osman F. Seden) idi.

Kemal Sunal’ın yanı sıra, Uğur Film diğer bir erkek yıldızı olan Cüneyt Arkın ile de yoluna devam ediyordu. 1976 yılında yönetmenliğe başlayan Cüneyt Arkın’ın Uğur Film adına yönettiği ilk film, 1979 yılında Kanun Gücü oldu.

1979 yılında aynı türden iki filmde rol aldı. Komedi türünde filmler yöneten ve aynı zamanda oynayan ’nın Özer Film hesabına yönettiği Köşe Kapmaca ve Vah Başımıza Gelenler filmlerinde Çiyan Muammer karakteriyle yer aldı.

Kemal Sunal ile yaptıkları anlaşma senede iki film çekmeleri yönündeydi. 1980 yılında Uğur Film adına yapılan Kemal Sunal filmleri Umudumuz Şaban

96 Memduh Ün ile yapılan 18.03.2009 tarihli kişisel görüşme 98

(Yönetmen: Kartal Tibet) ve Devlet Kuşu (Yönetmen: Memduh Ün) oldu. Ün, Kartal Tibet’in Erler Film hesabına yönettiği, senaryosunu Aziz Nesin’in aynı adlı romanından uyarlayarak Atıf Yılmaz’ın yazdığı Zübük’te ise oyuncu olarak görev aldı. 1980 yılı ile birlikte, Kemal Sunal’ın isteğiyle, Kemal Sunal filmlerinin yönetmeni değişti. Artık Kemal Sunal filmlerini uzun bir süre yalnızca Memduh Ün ya da Kartal Tibet yönetecek ve Kartal Tibet, 25 film ile en fazla Kemal Sunal filmi çeken yönetmen olacaktı.97

Devlet Kuşu, Orhan Kemal’in aynı adlı romanından yola çıkarak ’un senaryosunu yazdığı, Bülent Oran’ın diyaloglarını hazırladığı bir filmdi. Başrollerinde Kemal Sunal, Serpil Çakmaklı ve Mehtap Ar oynuyordu. Ün, romanı daha önce Ayhan Işık’ın oynadığı Avare Mustafa adıyla çekmişti. Ancak şimdi hikâyeyi Kemal Sunal’a uygun hale getirerek çekecekti.

Hikâye dar gelirli ailelerin oturduğu bir mahallede geçer. En büyük hayali bir köfteci dükkânı açmak olan Mustafa başına buyruk bir insandır. Komşusu Aynur’a âşıktır. Mahallelerine yapılan apartmanın sahibinin kızı Hülya Mustafa’ya âşık olunca çevresi evlenmeleri için Mustafa’ya baskı yapar. Kayınpederinin zulümlerine ailesinin bitmek bilmeyen istekleri ve köfteci dükkânı açma hayaliyle katlanan Mustafa’nın sabrı taşacak ve Aynur’a geri dönecektir.

Kamera hareketliliği Ün’ün diğer filmlerinde de olduğu gibi gerektiği kadardır. Oyuncuya hareket vererek pan ve tilt hareketleriyle oyuncu takibini gerçekleştirmiştir. Zoom objektif kullanımına rastlanır. Kameraya doğru yürüme planlarında ise diğer pek çok filminde kullandığı gibi kaydırma hareketini tercih etmiştir.

97 Karakaya, Serdar (1997), Türk Sinemasında Güldürü ve Televizyon Çağında Kemal Sunal Olgusu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Programı, s: 113 99

Tür olarak komediye daha yakın bir film olan Devlet Kuşu, Avare Mustafa ile kıyaslandığında hem karakterlerin karton tip olarak kalmasından, hem de Mustafa karakterindeki tutarsızlıktan ötürü Avare Mustafa kadar başarıya ulaşamamıştır. Avare Mustafa’daki Mustafa karakteri gerek yakışıklılığı, gerekse ağır karakteri sebebiyle Hülya’da (dolayısıyla seyircide) hayranlık uyandıran bir karakter iken; Devlet Kuşu’nda yer yer sulu hareketler yapan halktan bir kişiye dönüşmüştür.

1980 yılında Uğur Film bünyesine dram türünde bir film olan İstanbul 79 ile yeni bir yönetmen ve senarist katıldı: Orhan Aksoy. Orhan Aksoy, bundan sonra Uğur Film’in bazı filmlerinde senarist olarak, bazı Kemal Sunal filmlerinde de yönetmen olarak yer aldı.

1981 yılı Uğur Film için iki Kemal Sunal filmiyle kapandı. Bunlardan ilki yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı, senaryosunu Aziz Nesin’in aynı adlı romanından yola çıkarak Osman F. Seden, Memduh Ün, Kartal Tibet ve Bülent Oran’ın beraber yazdıkları Gol Kralı idi.

Diğeri ise Sadık Şendil’in aynı adlı müzikal oyunundan Orhan Aksoy’un senaryolaştırdığı, Memduh Ün’ün yönettiği Kanlı Nigar’dı. Film Osmanlı döneminde İstanbul’da geçer. Agâh Efendi’nin biri uyanık (Abdi), diğer saf (Narçın) iki oğlu vardır. Randevuevi işleten Kanlı Nigar, dindar bir kişi olan Agâh Efendi’nin evini Abdi vasıtasıyla kiralar. Kendisini Agâh Efendi’ye dindar bir kişi olarak tanıtan Nigar, kötü yola düşmesinin nedeni olan Agâh Efendi’den intikam almaya yemin eder. Bu arada Narçın da Nigar’ın kızı Bedide’ye âşık olmuştur.

Film, müzikal bir oyundan uyarlanmış olması sebebiyle fazlaca şarkı ve dans içerir. Ayrıca konu Osmanlı döneminde geçtiği için zaman zaman seyirciyi sıkan yabancı kelimeler ve lirik diyaloglar yer alır. Dönemi içinde ele alındığında bir oyuncuyu aynı karede yan yana göstermesi sebebiyle teknik açıdan farklı bir filmdir. Hareketli kamerası, sosyal sorunları irdelemesi ve pek çok olayın arka arkaya gerçekleşmesiyle rahat takip edilen bir filmdir. 100

Orhan Kemal’in aynı adlı romanından Safa Önal’ın uyarlayarak senaryolaştırdığı, Memduh Ün’ün yönettiği 1981 Ödül Film yapımı Kaçak, konu olarak 1978 yapımı Cevriyem ile çok benzeşmektedir. Bu sefer hikâye kırsal alanda geçer. Kocası Almanya’ya çalışmaya giden ve bir daha dönmeyen çamaşırcı Hacer’in baba özlemi çeken bir oğlu vardır. Topraklarına el koymak isteyen ağayı vuran Habip ise yaralı olarak Hacer’in evine sığınır. Habip, kendisini babası sanan küçük Mehmet ve Hacer ile güzel bir yaşam kurar ancak kanundan kaçması mümkün olmayacaktır.

Resim 8.2 (Kaçak filminin çekimlerinde – Sağdan ikinci [1981] )

Her iki filmde de haklı bir sebepten ötürü suç işlemiş kişiler yaralı olarak bir kadın tarafından bulunur (Cevriyem’deki gibi) ya da kapısına gider (Kaçak’taki gibi); kadınlar suçluları iyileştirir; kadın ve erkek arasında duygusal bir yakınlaşma olur ve filmin sonunda adalet onları yakalar.

Tıpkı Cevriyem’deki üslubuna benzer olarak Kaçak’ta da karakterlerin birbirleri üzerindeki hâkimiyeti anlatmak için alt açı-üst açı kullanımı göze çarpar. Bunun yanı sıra, yine Ün filmlerinde alışık olmadığımız birşey olan tripodsuz çekim bu filmin bazı planlarında kullanılmıştır. Bu sebeplerle filmdeki üslubunun genel olarak hareketli olduğu söylenebilir. Ancak filmin dram 101

bölümlerinde sabit çerçeveler oluşturulmuştur. Cevriyem’den farklı olarak kırsal alan hayatını ve filmin çekildiği yerin özelliğini vurgulayabilmek için genel planlarla mekânı tanıtmış, yakın planlarla ise pamuk işçiliğini göstermiştir. Filmin bütününde sahne kurarken tümdengelim yöntemini benimsemiştir. Fatma Girik güçlü kadın karakteriyle dikkat çeker.

1979 yılında artık pornografiye dönüşen seks filmlerinin yarattığı bunalım henüz atlatılamamışken 1980’li yılların başından itibaren iyice yaygınlaşan video piyasası Türk sinemasını tehdit etmeye başlamış, bölge işletmeleri de eski hükümlerini kaybetmiştir.

“İnsanlar Cumartesi akşamından bir sürü video alırlardı. Evlere televizyon girmişti. İnsanlar eskisi gibi sinemaya gitmiyorlardı. Bundan rahatsız olduk tabii...”98

Türk sineması böyle bir bunalım içindeyken 1982 yılı Ün için Uğur Film adına Orhan Elmas’ın çektiği dram türündeki Yürek Yarası ile Kuzey Film hesabına yönettiği Gülsüm Ana filmleri ile geçti. Uğur Film adına Kartal Tibet’in yönettiği Doktor Civanım ise bu senenin tek Kemal Sunal filmi oldu.

Senaryosunu Tanju Gürsu ile Safa Önal’ın yazdıkları Gülsüm Ana’nın başrolünde Fatma Girik, Tanju Gürsu, Özlem Onursal, Alev Sayın ve Günay Girik oynuyordu. 1972 yılında Halit Refiğ’in çekip büyük ticari başarı elde ettiği Fatma Bacı filminin ikinci çevrimiydi. Kocası ağa tarafından öldürülen Gülsüm üç çocuğunu da alarak İstanbul’a gider, bir apartmanda kapıcılık yapmaya başlar. Seneler içinde ailenin dağılışının işlendiği film, gençlerin yozlaşmasına parmak basar.

Genel ve orta büyüklükte planlarla köy hayatının anlatılarak başladığı film, şehre göç edildikten sonra durağanlaşır. Ün, kapıcı çocuğu oldukları için aşağılık kompleksine sahip olan iki kız kardeşin içlerinde bulundukları durumun altını çizmek için alt açı ve üst açı kullanımlarına başvurmuştur. Zoom objektif

98 Memduh Ün ile yapılan 18.03.2009 tarihli kişisel görüşme 102

kullanımı dikkat çeken diğer bir unsurdur. Bunun yanı sıra yer yer uzak odaklı objektif de kullanılmıştır. Ön plan objelerin flu olmasıyla estetik çerçeveler elde edilmiştir. Filmin temelini güçlü kadın sembolü olan anne oluşturur. Çocuklarından darbe yediğinde geriye dönüşlerle o çocuğunun doğumunu hatırlar. Böylece filmlerinde sıkça yer vermediği geriye dönüş unsurunu geçmişi hatırlamak için kullanmış olur.

1983–1987 yılları arasında Uğur Film’in ürettiği filmlerin önemli bir bölümünü Kemal Sunal filmleri oluşturdu. Videokasetlerin Türk sinemasında yarattığı sıkıntılı yılları Ün bu filmler sayesinde rahat atlattı. Her sene ortalama iki Kemal Sunal filmi yaparak firmasını ayakta tutmayı başardı. Bu filmler arasında bazılarını (Kılıbık [1983], Orta Direk Şaban [1984], Katma Değer Şaban [1985], Gurbetçi Şaban [1985], Deli Deli Küpeli [1986]) Kartal Tibet, bazılarını (Postacı [1984], Garip [1986]) ise Memduh Ün yönetti.

Senaryosunu Umur Bugay’ın yazdığı, başrollerinde ise Kemal Sunal, Fatma Girik ve Erdal Özyağcılar’ın oynadığı Postacı, az bir maaş ile geçinmeye çalışan bir postacı ile zengin fakat aklı kıt bir kızın evlenmeye çalışma maceralarını ve kızın ağabeyinin bu durumu engelleme çabalarını konu alır. Filmdeki postacı karakterinin hareketli olmasına bağlı olarak Ün de üslup olarak dinamik bir tarz ortaya koyar. Kaydırma planları, kamera hareketleri ile oyuncu takibini ve mekân tanıtımını başarıyla gerçekleştirir. Ayrıca Ün’ün başarıyla anlattığı mahalle yaşantısı da bu filmde işlenmiştir. Ancak Sevtap karakterinin ne tamamen aklı kıt, ne de tam olarak akıllı portresi çizmemesi seyircinin filmden uzaklaşmasına yol açmış ve filmin takip edilmesini zorlaştırmıştır. Bu konuda diğer bir etken ise Sevtap karakterinin son derece başarısız olan seslendirmesidir.

1986 yılında çektiği Garip ise diğer Kemal Sunal filmlerinden ayrı bir filmdi. Çünkü Kemal Sunal filmlerinde genelde olduğu gibi bu sefer hikâye yalnızca komedi üzerine değil, dram üzerine de kuruluydu. Senaryosunu Bülent Oran ile Memduh Ün’ün yazdığı filmde Kemal Sunal, çocuk oyuncu Ece Alton 103

ve Nilgün Saraylı başrollerde oynuyordu. Film bebekken sokakta bulup kendi çocuğu gibi baktığı küçük kız ile günlük işlerde çalışarak geçinen bir adamın sıcak ilişkisini konu alır. Küçük kız ünlü bir film yıldızı olduğunda önceden zengin olan fakat iflas eden gerçek babası kızı geri almak ister. Ancak küçük kız gerçek babasını değil onu büyüten babasını seçer.

Hem dram, hem de güldürü türünde bir film olmasının da etkisiyle bu filmde kamerası diğer filmlerine oranla daha sabittir. Üç Arkadaş’ta kullandığı fırsatçı antikacı ve filmlerinin çoğunda görebileceğimiz cimri bakkal tiplerine bu filmde de rastlanır. Film iyi kalplilik, arkadaşlık ve karşılıksız sevgi üzerine sıcak bir filmdir. Filmin dikkat çekici bir sahnesi ise Ün’ün yakın planlar ve alt açılarla destekleyerek gerilimi tırmandırdığı kumar sahnesidir.

Resim 8.3 (Garip filminin çekimlerinde – Sağda [1986] )

Memduh Ün, bu yıllar arasında Cem Film yapımı bir Kemal Sunal filmi olan Çarıklı Milyoner (1983-Yönetmen: Kartal Tibet), yakın arkadaşları olan Kadri Yurdatap’ın yaptığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği Dağınık Yatak (1984), yine yakın bir arkadaşı olan Orhan Elmas’ın Erler Film adına yönettiği Kahreden Gençlik (1985) filmlerinde rol aldı.

104

1984 yılında, 1987 yılından itibaren iş ilişkilerinde değişiklik gözleyeceğimiz iki ismin dram türündeki filmlerine de yapımcılık yaptı. Bunlardan ilki Orhan Aksoy’un yönettiği Sokaktan Gelen Kadın filmi, diğeri ise Osman Seden’in yönettiği Ömrümün Tek Gecesi filmiydi. Bu iki filmin ortak noktası ise Esat Mahmut Karakurt’un aynı adlı romanlarından uyarlanmış olmalarıydı.

1986 yılında Pınar Film adına yönettiği Oğlum Oğlum ise Ün’ün videoya çektiği tek film olma özelliğini taşıyordu. Filmin senaryosunu Bülent Oran yazdı, başrollerinde ise Fatma Girik, Ekrem Bora, Yılmaz Zafer ve Şehnaz Dilan oynadı. Film, çocuğuna çok düşkün bir annenin oğlunu beladan kurtarmak için yaptığı fedakârlıkları konu alır. Filmde kamera hareketleri mekânı tanıtacak ve Ün’ün filmlerinde konu elverdiğince altını çizdiği güzel İstanbul manzaralarını ortaya koyacak ölçüde bulunmaktadır. Aynadan çekimler ve yakın planlarla film hem görsel hem de dramatik olarak zenginleştirilmiştir.

1987 yılında uzun bir süredir aynı düzende giden Uğur Film’de bazı değişiklikler oldu. 1980 yılından itibaren Kemal Sunal’ın şahsi isteğiyle oynadığı filmleri Kartal Tibet ya da Memduh Ün yönetmişti. Ancak 1987 yılından başlayarak Kemal Sunal’ın Uğur Film ile olan anlaşmasının bitimine kadar oynadığı filmlerin büyük çoğunluğunda (Kiracı [1987], Yakışıklı [1987], Bıçkın [1988], Zehir Hafiye [1989]) yönetmen olarak Orhan Aksoy ismine rastlanacaktı. Bu dönemde çekilen Kemal Sunal filmlerinden yalnızca 1988 Ün- Sed yapımı Öğretmen’in yönetmeni Kartal Tibet’ti.

1987 yılındaki diğer bir değişiklik ise Ün-Sed Film şirketinin kurulmasıydı. Ün-Sed Film şirketi, Memduh Ün ile Osman F. Seden’in ortak oldukları ve üçü video piyasasına yönelik olan dört film (Yakışıklı [1987-Yönetmen: Orhan Aksoy], Bu Devrin Kadını [1988-Yönetmen: Ümit Efekan], Öğretmen [1988- 105

Yönetmen: Kartal Tibet], Zehir Hafiye [1989-Yönetmen: Orhan Aksoy] gerçekleştirdikleri99 iki yıl boyunca aktif olan bir şirketti.

Televizyon tarihimizin ilk dizi örnekleri, 1975'te TRT’nin Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ gibi sinemacılara yaptırdığı Türk edebiyatından uyarlanmış projelerdi. 1980'lerden sonra ise kanal sayısı arttı, renkli yayına geçildi ve özel televizyon kanalları kuruldu. 1980’li yıllarda Kemal Sunal filmleri başta olmak üzere Uğur Film’in ürettiği filmlerin videokaset hakkını satan Ün, özel televizyon kanallarının açılması ile birlikte televizyon kanallarına film haklarını satan ilk yapımcı olma özelliğine sahip oldu. Film haklarından bahsederken filmlerin uygun koşullarda arşivlenmesi konusunu dikkatle ele almak gerekir.

1960’lı yıllara kadar Türk filmlerinin arşivlenmesi ile ilgili ciddi bir çalışma yapılmamıştı. Yapımcılar ve yönetmenler film negatiflerinin uygun koşullarda saklanmasının ve arşivlenmesinin kültürel mirasın korunması bakımından ne kadar gerekli olduğunun bilincinde değillerdi. O yıllarda filmlerin sinemada gösterilmesinden sonra başka bir ticari getirisi olmaması nedeniyle film negatiflerinin saklanması yapımcılara yük oluyordu. Bu nedenle film negatiflerini birkaç sene saklayıp sonra gümüş çıkarmak, yapıştırıcı yapmak gibi amaçlarla elden çıkarıyorlardı.

Prof. Sami Şekeroğlu, 1962 yılında kurduğu Kulüp Sinema 7’de başlattığı Türk filmlerini toplama ve arşivleme çalışmalarına, 1967’de kurduğu Türk Film Arşivi’nde ve 1969 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne karşılıksız olarak devrettiği İDGSA Film Arşivi’nde devam etmiştir. Prof. Sami Şekeroğlu kültürel mirasa sahip çıkmış ve Türk filmlerinin gelecek nesillere aktarılabilmesi için uzun yıllar ciddi bir arşivleme çalışması yapmıştır.

99 Gürmen, Pınar (2003), Türk Sinemasında Bir Senarist-Yapımcı-Yönetmen; Osman Fahir Seden, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Programı, s.164 106

Bu yıllarda ısrarla film negatiflerini arşivde korumak isteyen Şekeroğlu’nun bu isteği pek çok yapımcı ve yönetmene anlamsız geliyordu; çünkü negatiflerin onlar için bir değeri yoktu. Aynı durum Memduh Ün için de geçerliydi.

“Türkiye’de uzun yıllar bir film arşivinin olmaması ve filmlerin Halıcıoğlu, Fatih gibi uygunsuz Belediye depolarında saklanması nedeniyle sinemamızın geçmiş yıllarına ait filmlerin birçoğu bu depolarda çıkan yangınlarda yok olup gitti.

Yapımcılığa ilk başladığım yıllarda film sayısı az olduğu için negatif ve sesleri, afişlerin ve diğer materyallerin durduğu odalara koyuyorduk. Kutu içlerine naftalin koymamızı söylemişlerdi. Film sayısı artınca bu sefer oturduğum büyükçe eve taşıdım. Korumak değil daha çok bir gün belki lazım olur diye muhafaza etmekti benimki. Sayı daha da artınca Acar Film Stüdyosu’nun bahçesindeki depoları kiraladım. Bu depoların damları sacdan yapılmıştı. Yazın cehennem gibi sıcak, kışın da çok soğuktu. Hatta içeri yağmur sularının girdiği bile oluyordu.

O yıllarda Sami Şekeroğlu sürekli olarak gelip filmleri kendi kurduğu arşive götürüp orada koruma altına almak için ısrar ediyordu. Acar Film Stüdyosu’ndan depoları boşaltmam söylenince direnmekten vazgeçip filmleri arşive naklettim. Firmamın yüz elli civarında filmi vardı. Bin beş yüz kutu negatif, ses filmleriyle birlikte iki bin iki yüz elli kutu ediyor. Eğer Film Arşivi olmasaydı bu kadar filmi nerede saklardım bilemiyorum. Belki de bazılarını hiç işe yaramaz diye imha bile edebilirdim. Çünkü o sıralarda televizyon, video gibi araçları düşünemediğimiz için filmlerin ana malzemesi olan negatifler önemli gelmiyordu bize.

Aradan yıllar geçti, filmlerimiz arşivin kurulduğu yıldan bu yana en sağlıklı şekilde korundu. Video hakları, özel televizyon kanallarında gösterim hakları gibi imkânlar ortaya çıktı. Film yapımının iyice zorlaştığı, sinemaya harcanan paraların geri dönmediği şu yıllarda arşivde 107

korunan negatiflerimizin video kopyalarını televizyon kanallarına satarak biraz olsun rahatladık.

Ben, bugün rahat bir yaşam sürüyorsam bunu Prof. Sami Şekeroğlu’na borçluyum. Teşekkürler Şekeroğlu, çok teşekkürler...””100

Uğur Film’in filmleri de Türk sinemasının bütün orijinal negatifleri gibi Prof. Sami Şekeroğlu tarafından arşivde koruma altına alınmıştı. Yıllar sonra Memduh Ün filmlerini özel televizyon kanallarına satarken Türkiye’de örneği olmayan bir şekilde negatif mülkiyetlerini Sinema TV Merkezi’ne bağışladı. Türk sinemasının en büyük yapım şirketlerinden biri olan Uğur Film’in bu tavrı diğer önemli firmalara da örnek oldu ve çok sayıda büyük yapımcı aynı şekilde negatiflerini Sinema-TV Merkezi’ne devretti. Böylece Memduh Ün bu davranışıyla hoca olarak çalıştığı üniversiteye önemli bir destek sağlamış oldu.

Resim 8.4 (Gönül Dostları dizisinin çekimlerinde [1987] )

100 ÜN, Memduh “Film Arşivinin Önemi” (1996), Sanat Çevresi, s: 213–214, Temmuz/Ağustos 1996, s: 23. 108

Ün’ün televizyon ile ilk teması 1985’te gelen teklifle TRT’ye Halide Edip’in Ateşten Gömlek romanını dizi olarak çekme projesiydi. Ancak bütçede anlaşamayınca bu proje gerçekleşmedi. Bir sene sonra yapımcı Kadri Yurdatap, TRT’ye yapacağı bir dizi senaryosunun yönetmenliğini Ün’e önerdi. Senaryosunu Sabahat Emir’in yazdığı, başrollerinde Fatma Girik ile Tamer Yiğit’in oynadığı altı bölümlük bir dizi olan Gönül Dostları, Ün’ün yaptığı tek dizi çalışması olarak filmografisinde yerini aldı.

109

BÖLÜM 9: 1990’LI YILLARDA MEMDUH ÜN SİNEMASI VE EĞİTMENLİK YILLARI

Resim 9.1 (Gün Ortasında Karanlık filminden bir kare [1991] )

“Sabahleyin sete geldiğim zaman birinci planı buluncaya kadar dokuz doğururum. Benim için birinci plan bütün sahneyi iyi resimleyebilmek, iyi anlatabilmek, filmin ruhuna uygun şekilde çekebilmek için çok önemli. Çünkü birinci planı koyduğun yerden sonra ona göre her şey, bütün mizansen belirleniyor. Ben sete geldiğim zaman çocuk doğuran bir kadın gibi ızdırap çekerim. Çünkü orada doğuracağım, her şeyi orada bulacağım.” 101

101 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 110

Yıllardır oluşturmaya çalıştığı sermaye ancak kaset ve film haklarını satmasından sonra birikmişti. Sermayesi oluşunca Ün kendi istediği gibi filmler çekmeye başladı. Bunun ilk örneğini ise o yıllarda gündemde olan bir konuyu işlediği Bütün Kapılar Kapalıydı102 ile 1990 yılında gerçekleştirdi.

“İşkencenin gündemde olduğu günlerde politik bir film çektim. Beni eleştirdiler. Ben sağcı değilim. Ama solcu da değilim. Ortanın solunda dedikleri demokrat bir kişiyim. Ama bir sanatçı olarak ülkemde olan ve ülkemin de zararına olan bir takım gerçekleri meydana koymak görevindeyim diye düşünüyorum. Ben politik bir tandansta olmayan bir insan olabilirim ama orada bir gerçek var. Ben de bu gerçeğin filmini çektim.”103

Senaryosunu Süheyla Acar Kalyoncu’nun Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Yarışması’nda üçüncü olan öyküsünden uyarlayarak yazdığı, başrollerinde Aslı Altan ve Uğur Polat’ın oynadığı film, hapisten çıkan Nil ile ona âşık olan Ateş’in ilişkisini konu alır. Nil uğradığı işkencelerin etkisiyle sanrılar görmektedir. Var gücüyle Nil’i hayata bağlamak için uğraşan Ateş sonunda başarısız olur, Nil intihar eder. Resim 9.2 (Bütün Kapılar Kapalıydı filminin çekimlerinde – Ortada [1990] )

Film, alışık olduğumuz Memduh Ün tarzının son derece dışında bir filmdir ve yönetmenin ilk sefer denediği bir türdür. Üslup olarak simgesel bir

102 3. Ankara Film Şenliği (1990) En İyi 2. Film, En İyi Senaryo: Süheyla Acar Kalyoncu, En İyi Kurgu: Memduh Ün, Umut Veren Yeni Kadın Oyuncu: Aslı Altan, Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu: Uğur Polat; 9. İstanbul Uluslararası Film Festivali (1990) "Jüri Özel Ödülü”; 27. Antalya Film Şenliği (1990) En İyi Senaryo: Süheyla Acar Kalyoncu, Jüri Özel Ödülü: Memduh Ün; Sinema Yazarları’nın düzenlediği (1990), "Mevsimin En İyi 10 Filmi" soruşturmasında onuncu sırayı aldı. 103 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 111

anlatımın benimsendiği film, geriye dönüşler üzerinden yürür. Genellikle filmlerinde sıcak karakterler kullanan Ün; aksine bu filmde konu gereği karakterleri özellikle soğuk karakterler haline getirmiş, halktan soyutlamıştır. Konuşmalar da diğer filmlerindeki gibi ölçülü değil, didaktiktir. Pek çok filminde olduğu gibi bu filminde de İstanbul’un güzelliklerini genel planlarla resimlemiştir. Ün, filmin bütününde psikolojik ağırlığın da altını çizebilmek için oyuncu takibi dışında durağan bir kamera tercih etmiştir.

Ün’ün beğenisi doğrultusunda çektiği diğer bir film ise 1991 yılında yönettiği Gün Ortasında Karanlık oldu. Senaryosunu Yusuf Özarslan’ın yazdığı filmin başrollerinde Fatma Girik, Halil Ergün ve Yavuzer Çetinkaya oynuyordu. Ün de bu filmde rol almıştı. Film engelli bir çocuk ile annesinin hayatta kalma mücadelesini konu alır. Güzin çocuk doktorudur, eşini bir trafik kazasında kaybetmiştir ve zihinsel engelli oğlu Sedat ile birlikte yaşamaktadır. Çok iyi bir annedir ancak zor bir hayatı vardır. Sedat’ın üzerine kapıyı kilitleyerek işe gitmektedir. Bir gün Sedat’ın odasında esrarengiz hediyeler bulur. Birkaç gün içinde de Sedat evde yalnızken tekerlekli sandalyesiyle merdivenlerden yuvarlanarak ölür. Güzin katilin peşine düşer, ancak gerçek kafasında tasarladığı gibi değildir.

Gün Ortasında Karanlık da, tıpkı Bütün Kapılar Kapalıydı gibi, alışık olmadığımız türde bir Ün filmidir. Ancak bu filmde diğerinden farklı olarak seyirciyi derinden etkileyen bir anne-oğul ilişkisi vardır. Hikâye fedakâr bir anne üzerinden zaman zaman geri dönüşlere yer verilerek anlatılır. Yönetmenin yer yer simgesel anlatıma başvurduğu filmde hareketli bir kamera kullanımı söz konusudur. Fazlaca kaydırma planı bulunmaktadır. Görsel olarak estetik bir filmdir. Son derece başarılı bir oyunculuğa yardımcı olarak kullanılan plan büyüklükleri de dramatik yapıya olumlu yönde hizmet etmiştir. Filmin açılış sahnesindeki Fatma Girik’in saçlarının kazınması sırasındaki oyunculuğu filmin bütününde olduğu gibi son derece etkileyicidir.

112

Ün, meslek yaşamı boyunca hemen hemen hep aynı görüntü yönetmenleriyle çalışmış, sıkça görüntü yönetmeni değiştirmemiştir. Zaten çerçeve oluşturmaktan objektif seçimine, hatta zaman zaman diyafram belirtmeye kadar her aşamada aktif olarak karar veren bir yönetmendir. Önceleri ağırlıklı olarak Turgut Ören, sonrasında sırasıyla Mustafa Yılmaz, Cahit Engin ve Orhan Oğuz ile çalıştı. Doğal olarak bu görüntü yönetmenleri haricinde de birlikte çalıştığı pek çok görüntü yönetmeni oldu, ancak bu isimler Uğur Film’in anlaşmalı görüntü yönetmenleriydiler. Ün, Orhan Oğuz’u gençliğinde Cahit Engin’in asistanı olarak 1967 yılında Zilli Nazife’yi çekerken tanıdı. Önceleri kamera asistanı, sonra başarılı bir görüntü yönetmeni olan Orhan Oğuz’un Ün ile bağlantısı hiç kopmadı. Yönetmenlik ile ilgili önemli noktaları da Ün’ün setlerinde bulunduğu süre içinde gözlemleyerek öğrendi.

Bu yıllarda yönetmenlik yapmaya da başlamış olan Orhan Oğuz’un Dönersen Islık Çal (1992) adlı filminin yapımcılığını, Kültür Bakanlığı’nın da katkılarıyla Ün üstlendi. Yine aynı yıl, yakın arkadaşı Atıf Yılmaz’ın yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı Düş Gezginleri’nde rol aldı.

1993 yılına gelindiğinde Ün filmografisinde oldukça önemli bir yer tutan, yurtiçi ve yurtdışında pek çok ödül104 almış bir filme imza attı: Zıkkımın Kökü. Özel televizyon kanallarının hızla yükselmekte olduğu bu dönemde Kanal 6’nın sahibi Ahmet Özal, beş yönetmene (Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Ali Özgentürk, İrfan Tözüm) kırk beşer dakikalık üç diziden oluşacak filmler önerdi.

Böylece Zıkkımın Kökü, Kanal 6’nın parasal desteği, Ün’ün video satışından elde ettiği gelirler, Kültür Bakanlığı’nın desteği ve Kadri Yurdatap’ın

104 Asturias (İspanya) Sinema Festivali (1993) En İyi Yönetmen: Memduh Ün; 7. Adana Altın Koza Film Festivali (1993) En İyi Film, En İyi Yönetmen: Memduh Ün, En İyi Senaryo: Memduh Ün-Macit Koper, En İyi Erkek Oyuncu: Menderes Samancılar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Elif İnci; ÇASOD (1993) "Jüri Özel Ödülü"; Kültür Bakanlığı (1993) "Sinema Başarı Ödülü"; SİYAD (1994) En İyi 2. Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu; 8. Uluslararası Udaipur (Hindistan) Çocuk ve Gençlik Filmleri Festivali (1995) "En İyi Film"; 4. Uluslararası Cine-Junior (Fransa) Çocuk Filmleri Festivali (1994) "En İyi Film”; Sus Film Festivali (Tunus) “En İyi Film”; Mannheim-Heidelberg Film Festivali (Almanya) “En İyi Film”; Tokyo Film Festivali “Asya'nın En İyileri Ödülü”. 113

ortaklığıyla çekildi. Adana Belediyesi de konaklama, yemek ve ulaşım giderlerini karşıladı.

Ağırlıklı olarak Memduh Ün’ün Muzaffer İzgü’nün aynı adlı otobiyografik romanından uyarlayarak yazdığı senaryoya Macit Koper de birkaç sahne ekleyip finalini yazdı. Filmin başrollerinde ise çocuk oyuncu Emre Akyıldız, Menderes Samancılar, Meriç Başaran, Elif İnci ve Günay Girik oynuyordu. Film aslında kırk beşer dakikalık üç filmden oluşan bir dizi olarak tasarlanmıştı. Ancak Kanal 6’nın fikir değişikliğiyle bunun tek film olarak yayınlanmasına karar verildi. Ün kurgudaki ustalığını bu filmde ortaya koydu. Filmin kurgusunu iki

Resim 9.3 (Zıkkımın Kökü filminin afişi [1993] ) sefer köklü biçimde değiştirerek hem filmin süresini kısalttı, hem de düşük olan temposunu yükseltti.

“Kurgu çok gerekli bir iş... Ama şöyle bir şey de var: Hiçbir kötü film, ne kadar iyi kurgulanırsa kurgulansın, iyi bir film olmaz. Ama iyi çekilmiş olan bir film kötü de kurgulansa çok az şey kaybeder, yine iyi filmdir. Tabii bir filmin temposunun, ritminin ayarlanabilmesi için kurgu önemli… Zıkkımın Kökü’ne yaptığım kurgu işlemiyle çok ağır, belki de seyircinin ilgisini çekemeyecek olan bir filmi hızlandırdım. Yani kurguculuk film hayatımda çok sevdiğim ve sinemamda önemli yer tutan bir öğe.”105

105 Memduh Ün ile yapılan 16.04.2008 tarihli kişisel görüşme 114

1958 yılında ilk örneğini Üç Arkadaş ile verdiği, Memduh Ün sinemasının en fazla öne çıkan özelliklerinden biri olan mahalle insanları, bu filmde de son derece başarılı bir biçimde anlatılmıştır. Film, ailesiyle birlikte fakir ama mutlu bir hayat süren Muzo adlı bir çocuğun hikâyesini anlatır. Zeki ve çalışkan bir çocuk olan Muzo, tutumlu ve becerikli annesi, hayalperest ve iyimser babası ve tembel ağabeyi ile birlikte yıkık dökük bir evde yaşamaktadır. En büyük hayali okuyup öğretmen olmak olan Muzo, okulda çok başarılıdır. Film boyunca Muzo’nun çocukça özlemleri, aşkları ve yaşamı konu edilir.

Ün’ün akıcı bir sinema dili ile anlattığı hikâye; kullanılan hareketli kamerası, başarıyla yürütülen plan içi oyuncu trafiği, filme bütünlük duygusu getiren sahne bağlantıları ile oldukça rahat izlenen bir film haline gelmiştir. Başarılı aydınlatması ve çevre düzeni de dramatik yapıya katkıda bulunan önemli estetik unsurlar olarak ön plana çıkmıştır.

Hikâye, Ün’ün çocukluğundan da bazı izler taşır. Mahalle dayanışmasını, sıcak insan ilişkilerini sevimli bir çocuk üzerinden başarıyla seyirciye aktarır. Filmin geçtiği mekân olan Adana’yı ve oranın sembolü pamuk tarlalarını genel ve yakın planlarla en iyi şekilde resimlemiştir. Şüphesiz çocuk oyuncunun sevimli olması ve son derece iyi yönetilmesi de filmin başarısına önemli ölçüde etki etmiştir. Başarıyı destekleyen diğer bir yan unsur ise tema ile uyumlu olan film müziğidir.

Zıkkımın Kökü Ün’e hem yıllardır eksikliğini hissettiği yabancı festival ödüllerini, hem de ilerlemiş yaşında bir yönetmen olarak büyük bir onur ve başarı getirdi. Memduh Ün’ün yıllardır başarıyla ortaya koyduğu gibi sıradan insanların yaşamlarından kesitler sunan bu film; Ün’ün sıcak ve iyimser filmleri arasında en fazla gerçekçi izler taşıyanlarından bir tanesidir. Filmde bir masal dünyasını değil; gerçek hayatın acımasız koşullarını anlatarak bile son derece başarılı bir film yapmıştır. 115

Resim 9.4 (Zıkkımın Kökü filminin çekimlerinde – Sağdan üçüncü [1993] )

1995 yılında on sinemacı (Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Erden Kıral, Orhan Oğuz, Zeki Ökten) Türk sinemasını daha ileri taşımak ve genç sinemacılara fırsat vermek için Türk Sinema Vakfı adlı bir vakıf kurdular. Vakfa maddi katkı sağlamak amacıyla bu on sinemacının birer kısa metrajlı film çekmesine karar verildi. Bu filmler beşerli gruplar halinde iki film olarak sinemalarda gösterilecekti.

Ün’ün yönettiği Ona Sevdiğimi Söyle, Yerçekimli Aşklar’ın dördüncü bölümüydü. Tarık Dursun’un aynı adlı hikâyesinden uyarlayarak senaryosunu yazdığı film, Almanya’ya çalışmaya giden bir adamın karısının geneleve düşmesi sonrasında, aile meclisi tarafından karısını öldürme emri verilmesini konu alan çarpıcı bir aşk hikâyesidir. Filmin başrollerinde ikisi de ilk kez sinemada rol alan Özcan Deniz ile İpek Tuzcuoğlu oynuyordu.

Filmin atmosferine uygun olarak Ün genelde durağan bir kamera tercih etmiştir. Pan ve tilt hareketleri ile kaydırma planını dramatik yapı için önem taşıyan birkaç yerde kullanmıştır. Aile meclisinin gelinin ölüm kararını kocasına 116

bildirdikleri sahnede alt açı ve üst açı kullanımı ile anlam ve roller kuvvetlendirilmiştir. Karı kocanın karşılaştığı genelev odasında ise bozuk musluk ile karı kocanın bozulan ilişkilerine başarılı bir gönderme yapılmıştır.

Memduh Ün, meslek hayatı boyunca pek çok önemli yönetmeni (Bilge Olgaç, Feyzi Tuna, Erdoğan Tokatlı, Tunç Başaran, Zeki Ökten, Duygu Sağıroğlu, Halit Refiğ, Ertem Göreç, Ülkü Erakalın, Oksal Pekmezoğlu, Zafer Par) sinemamıza kazandırmıştır. Ün’e asistanlık yapan bu kişiler sonrasında başarılı filmlere imza atarak Türk sinema tarihinde kendilerine yer edindiler. Ün, sert mizacını film setlerinde gerek asistanlarına, gerekse diğer set çalışanlarına karşı fazlasıyla gösterirdi.

Feyzi Tuna: “Birçok film setinde bulundum, kendim de film çektim. Ama bulunduğum en ürkütücü film seti Memduh Ün setidir. Cehennem, nefes almak imkansız… Öylesine terör estirirdi. Herkese karşı çok sert olduğu halde - sevilen bir adam değildi-, herkes onunla çalışmak isterdi, çünkü onun prodüksiyonunu yapmak da, filminde oynamak da, ona senaryo yazmak da kariyerine katkıydı.”106

Asistanlarını başarıyla sinemaya kazandırma özelliğinin devamı sayılabilecek şekilde 1994 yılından itibaren Mimar Sinan Üniversitesi Sinema- TV Bölümü’nde kurumun kurucusu Prof. Sami Şekeroğlu’nun teklif etmesiyle önce kurgu dersleri, sonraki seneden başlayarak da kurgu dersine ek olarak atölye dersleri vermeye; bilgi birikimini genç sinemacılara aktarmaya başladı.

“Benim içimde iki tane ukde kalmıştı: Bir tanesi “Ben iyi bir yönetmenim” diyordum kendi kendime ama benim bütün arkadaşlarım hep dış festivallere gidiyorlar, filmleri ödül alıyor. Ben alamıyorum. Bu beni üzüyordu. Zıkkımın Kökü çok ödüllü bir film oldu. Ondan sonra rahatladım. Bir de üç sene okuduktan sonra üniversiteyi bitiremedim diye içimde bir üzüntü vardı. Bu filmden sonra üniversiteye hoca olduğum için o da bitti. Yaptığım işlerde hep başarılı oldum. Onun için hayata borçluyum. Bu halimle bile okula gelerek

106 Feyzi Tuna ile yapılan 29.06.2009 tarihli kişisel görüşme 117

ödemeye çalışıyorum; bildiklerimi aktarmaya çalışarak…”107

Önceleri haftanın bir günü okula geliyordu. İş kopyası bulup, kurgu masasında bizzat operatör olarak montaj yapıyordu. Film nasıl takılır, kesilir ve yapıştırılır; masada yapılan bütün işlemleri ve kurguyu öğretiyordu. Yeri geldiği zaman da kurgunun başlıca kurallarını anlatıyordu. Sonraki sene atölye dersi de vvermeye başladı.

Her türlü fedakârlıkla öğrencilerinin setlerine giderek bildiği ne varsa onlara öğretmeye çalıştı. Yapı olarak tavsiyede bulunmaktan hoşlanmayan bir kişi olan Ün, öğrencilerini yönlendirmeden önerilerde bulundu. Sinemaya dair bildiği herşeyi yeri geldikçe öğrencilerine anlattı. Ün’e hocalık yaptıran bilgi birikimini genç nesillere aktarmanın verdiği mutluluktu. Böylece Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV bölümünde belki de yaşamının en güzel zamanlarını geçirdi.

Resim 9.5 (MSGSÜ Sinema-TV bölümünde öğrencileriyle kurgu dersinde [2004] )

107 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 118

Sert bir mizacı olmasına karşın acımasız bir hoca olmadı. Ancak bir öğrencinin onun atölyesinden geçebilmesi için tek bir şartı vardı: İyi film yapmak. Öğrencilerinin sinemayı iyi bir şekilde kavramaları için de sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar, hatta zaman zaman haftasonlarında bile hep öğrencilerin setlerinde bulundu.

“Okulda atölye derslerinde setlere gitmeye başladım. Sürekli açı gösteriyorum, bazen “Planları şöyle yapın.” diyorum, alternatifler öneriyorum... Derken bir film çekme duygusu geldi. Oysa ben defterimi kapatmıştım …”108

Uzun zaman doğru bir proje aradı. Ancak yapmayı düşündüğü her projede bir sorun çıktı. Sonunda kendine yakın hissettiği hikâyeyi Tunç Başaran’ın Ülkü Tamer’in Alleben Öyküleri adlı eserinden senaryolaştırdığı Sinema Bir Mucizedir’de buldu.

“Nostalji benim hayatımda, bilmiyorum bütün insanlarda öyle mi, çok ye r tutan bir şey. Yani her şeyi çok nostaljik olarak yaşıyorum. Yaşadığım mahalleyi, ordaki insanları, eski gördüğüm kovboy gangster filmlerini çok özlüyorum; eskiyi çok özlüyorum. Sinema Bir Mucizedir’de beni çeken şey nostalji…”109

Sinema Bir Mucizedir, 1950 yazında Antep’te yaşayan sinema aşığı bir çocuk (Ümit) ile bir sinema sahibinin (Nakip Ali) ilişkilerini dönemin siyasi olaylarının ekseninde ele alır. 1988 yapımı Nuovo Cinema Paradiso ile paralelliklerin kurulabileceği film aynı zamanda Türk sinemasında bir dönem fazlaca etkili olmuş bölge işletmeleri düzenine de ışık tutmaktadır. Sağlık sorunları nedeniyle filmi yarıda bırakmak zorunda kalan Ün’ün yerine filmi Tunç Başaran tamamladı, kurgusunu da üstlendi.

Ün’ün diğer filmleri gibi fazlaca bulunan kaydırma planları ve kamera hareketliliği maalesef bu filmin temposunun hızlanması için yeterli olmamıştır.

108 Memduh Ün ile yapılan 08.04.2008 tarihli kişisel görüşme 109 A.g.k. 119

Filmde iki farklı yönetmenin (her ne kadar aralarında usta-çırak ilişkisi de olsa) görev almış olmasından ve senaryodaki bazı aksaklıklardan kaynaklanan kopukluk duygusu filmin pek çok noktasında karşımıza çıkmaktadır. Ün filmlerinin çoğunluğunda seyirciye sıcak gelen, sempatik karakterler oluşturmuştur. Ancak bu filmde özellikle çocuk oyuncunun seyirciye sevimli gelmemesi filmin başarısını önemli ölçüde etkilemiştir.

Resim 9.6 (Sinema Bir Mucizedir’in çekimlerinde [2005])

14. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde (1995) “Sinema Onur Ödülü” ve 35. Antalya Film Şenliği’nde (1998) “Yaşam Boyu Onur Ödülü”ne layık görülen Memduh Ün, İstanbul’da yaşamını sürdürüyor ve hala bilgi birikimini ve anılarını paylaşarak sinema öğrencilerine/araştırmacılara yardımcı oluyor; kendi deyimiyle “sinemaya olan borcunu ödüyor”...

120

SONUÇ

Memduh Ün, 1947–2005 yılları arasında sinemanın farklı alanlarında çok sayıda eser vermiş bir sanatçıdır. Sinemayı film çekerek öğrenmiş; Türk sinemasının dilini oluşturan yönetmenlerden biri olmuştur. Oyunculuk ile başladığı sinema hayatına önce Dr. Alyanak ile ortak kurdukları Yakut Film’de yapımcılık ile, sonrasında ise yönetmenlik ile devam etmiştir. Kendi ya da arkadaşlarının filmlerinde kötü adam, doktor, komiser gibi yan rollerle oyunculuğu da sürdürmüştür. Yönetmenliğinin ilk üç yılında hala fazlaca eleştiri aldığı koyu melodramlar çekmiştir. Bu melodramlar onun için sinemayı öğrenmek için bir fırsat olmuştur.

Üç Arkadaş’tan başlayarak kendine has dünyasını başarıyla dışa vurduğu; çocukluğundan beri yakın ilişki içinde bulunduğu mahalle insanlarının dünyasını anlatan, dostluk, dayanışma ve iyilik üzerine yaptığı filmler başarıya ulaşmıştır. Sert mizacıyla ters orantılı olarak bu sıcak ve duru filmleri üretebilmesinin nedeni her türlü canlıya karşı kalbinde beslediği sevgidir. Başarılı olduğu diğer bir tür ise çocukluğundan beri çok meraklı olduğu polisiye hikâyelerden ürettiği polisiye-aksiyon filmleridir. Filmlerinde işlediği insani öğelere karşın, Ölüm Peşimizde’den başlayarak bazı filmlerinde intikam öyküleri anlatmış; şiddet unsurlarına başvurmuştur.

Memduh Ün, sinema dilini son derece yetkin kullanan bir yönetmendir. Simge ve sembollerle anlatımdan kaçınmış; tıpkı günlük yaşamında olduğu gibi söyleyeceği sözü dolaysız ve gereksiz kelime kullanmadan anlatmıştır. Filmlerindeki bu doğrudan anlatım ve kurgu bilgisi sayesinde fazlalık barındırmayan, temposu yüksek olan filmlerin Türk seyircisiyle sıcak bir ilişkisi olmuştur. Dram/melodram türündeki filmlerinde Türk insanının ortak sorunlarını, kaygılarını ve üzüntülerini her yaştan seyircinin anlayabileceği yalınlıkta sinemaya aktarmıştır. Polisiye türündeki filmlerinde ise merak ve heyecan unsurlarını tırmandırarak işlemiş; aksiyon sahnelerini başarıyla resimlemiştir.

121

Memduh Ün, halkın nabzını çok iyi tutan bir yönetmen ve yapımcı olmuştur. Hâsılatı yüksek olacak filmler konusundaki öngörüleri genellikle başarılıdır. Ürettiği filmler, halk sineması olarak nitelendirilen ve günümüzde bile acımasız eleştirilere maruz kalan Yeşilçam sinemasının önemli örnekleri arasındadır. Yeşilçam sineması çatısı altında eleştirilen melodram türündeki filmlere ve kendini tekrarlayan klişelere Memduh Ün sinemasında da rastlanır. Ancak bugün eleştirilen bu unsurlar; filmlerin yapıldığı dönemde gişe rekorları kıracak kadar halkın ilgisini çekmiştir. Bunun yanı sıra eleştirilen bu film hikâyeleri günümüzde pek çok TV dizisine konu edilmekte ve benzer şekilde yüksek reytingler almaktadır.

Filmlerindeki sahne kurgusunu filmin atmosferine ve türüne göre yapmıştır. Zaman zaman tümevarım yöntemini kullansa da; genellikle mekânı ve oyuncuları tanıtabilmek açısından genel resimlerle başlayarak tümdengelim yöntemiyle sahneyi kurar. Sahne planlamasında sahnenin duygusal yoğunluğu önem kazanır. Aksiyon sahnelerinde hareket imkânı sağlayan geniş resimler; duygusal sahnelerde ise genellikle durağan ve yakın resimler tercih etmiştir. Görüntü yönetmeni ile her zaman yakın temas içinde olmuş; çerçeveleri kendisi yapmış, objektif ve diyafram konusunda çoğu zaman kendi istediğini uygulamıştır.

Memduh Ün sinemasında hareket önemlidir. Hem oyunculara, hem de kameraya hareket veren bir yönetmendir. Oyuncular kameraya yaklaşıp uzaklaşarak derinlemesine bir harekette bulunurken; kamera da aynı şekilde kaydırma hareketiyle oyuncuya ya da objeye yaklaşıp uzaklaşır. Çerçeveye yerleştirilen ön ve arka plan objeler ile oyuncuların plan içindeki hareketleri üçüncü boyut hissini oluşturur.

Kurgu Memduh Ün sinemasında önemli bir unsurdur. Filmlerinde kesinlikle fazlalık barındırmayan Ün, filmin temposunu ve sinemasal zamanı kurgudaki ustalığıyla başarılı bir şekilde oluşturur. Sahneler genellikle baştan sona doğru olayı anlatacak şekilde tasarlanır. Geri dönüşlerle anlatım çok tercih 122

edilmemekle birlikte; geçmişte yaşanmış bir olayı hatırlamak, ya da geçmişte yaşanmış ve seyircinin tanık olmadığı bir olayı göstermek için kullanılmıştır.

Objektif ve açı seçimlerini, aydınlatma tercihlerini dramatik yapıya en iyi şekilde hizmet etmek üzere yapar. Mekânı iyi resimleme ve dramatik bir unsur olarak kullanma konusunda oldukça başarılıdır. Diyaloglar da Memduh Ün sinemasının önemli elemanlarındandır. Fazla diyalogdan kaçınır; hikâyeyi diyaloglarla değil, sinema diliyle seyirciye aktarır.

Yapımcı bir yönetmen olması Memduh Ün için bir avantaj olarak görülebilir; ancak aslında yapımcılığı yönetmenliğini engellemiştir. Çünkü yapımevini ayakta tutabilmek için hissederek, gerçekten yaşayarak çektiği filmlerine karşın piyasa koşullarına teslim olup ticari filmler de üretmek zorunda kalmıştır. Filmografisine bakıldığında önemli sayılan filmlerinin genellikle başka yapımevleri adına yönettiği filmler olmasının nedeni bu şekilde açıklanabilir.

Yapımevinin devamını sağlamak için kendi çektiği filmler yeterli olmadığı için pek çok yönetmene film çektirmiştir. Kendi çektiği filmler haricinde diğer yönetmenlerin film bütçelerini kısıtlı tuttuğu için eleştirilmektedir. Ancak Ün, Yeşilçam sinemasının hem yapımcılık hem de yönetmenlik kurallarını çok iyi bilen bir yapımcı-yönetmendir. Dolayısıyla, tıpkı yönetmenliğinde olduğu gibi, yapımcılığı süresince de piyasa koşullarını ve dayatmalarını iyi bilmiş; bu koşullara ayak uydurarak uzun süre yapımcılık hayatını sürdürmeyi başarmıştır.

Memduh Ün, genç yönetmenlere fırsat tanıyan bir yapımcı olmasının yanı sıra; çevresinde eğitimli kişileri bulundurarak onlarla fikir alışverişinde bulunmayı benimsemiş bir yönetmendir. Bildiklerini asistanlarına öğretmekten kaçınmamış; belki de bu sayede Türk sinemasına en fazla sinemacı kazandırmış yönetmenlerden biri olmuştur.

Tıpkı genç yönetmenlere fırsat tanıdığı gibi, genç oyuncuların da ilk filmlerinde oynamalarına olanak sağlamıştır. Henüz ünlü bir oyuncu olmayan 123

Muhterem Nur’u fiziksel özelliklerine uygun olarak kendisiyle en iyi örtüşecek rollerde oynatarak melodram filmler çektiği dönemde yıldız kimliğine kavuşturmuştur. Yine benzer şekilde Türk sinemasının en önemli kadın oyuncularından biri olan Fatma Girik’i ilk kez başrolde oynatarak yıldızlaştırmış; güçlü kadın imajını filmlerinde başarıyla ön plana çıkarmasını sağlamıştır. Çocuklarla iyi ilişki içinde bulunan Memduh Ün, hiçbir oyunculuk tecrübesi olmayan çocukları da filmlerinde başarılı bir şekilde yönetmiştir.

Yalın, süssüz ancak dinamik sinema dili; akıcı diyalogları; seyirciyi çoğu zaman yakalayan konularıyla üst üste ilgiyle izlenebilen filmler üretmiştir. Uzun yıllar Türk halkına başarıyla ulaşan filmler yönetmiştir. İşte bu nedenlerden ötürü melodramlarıyla eleştirilen Yeşilçam’ın önemli yönetmenlerinden biri; Türk sinemasının ise kilometre taşlarından biri olmuştur.

Meslek hayatı boyunca pek çok önemli yönetmeni yetiştirmesinin yanı sıra; son on beş yıldır tüm bilgi birikimini büyük bir özveriyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünde genç nesillere aktarmaktadır. Hayatının her döneminde okumaya çok meraklı olan Ün, ilerlemiş yaşına rağmen hala yeni yazarları, sanat alanındaki yeni üretimleri takip ederek gerek öğrencileriyle, gerek çevresindeki kişilerle paylaşmakta ve fikir alış verişinde bulunmaktadır. Okuduğu kitaplarda ve hikâyelerde sürekli olarak sinematografik öğeler arayan Memduh Ün için sinema her zaman hayatın bir parçasıdır.

124

EKLER:

EK 1 - FİLMOGRAFİ:

1948 Damga (Oyuncu) 1949 Karadeniz Postası (Oyuncu) 1951 Hayat Acıları (Senarist, Oyuncu, Yapımcı) 1952 Onu Ben Öldürdüm (Senarist, Oyuncu, Yapımcı) 1953 Aşk Izdıraptır (Oyuncu) 1953 Uç Baba Torik (Senarist, Yapımcı) 1954 Yaban Kız (Oyuncu, Yapımcı) 1955 Düşman Âşıklar (Yönetmen110, Senarist) 1955 Günahkâr Baba (Oyuncu, Yapımcı) 1955 Öp Babanın Elini (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1955 Yetim Yavrular (Yönetmen, Senarist, Oyuncu) 1956 Ana Hasreti (Yönetmen, Oyuncu) 1956 Piç/Kahpe Dünya (Yönetmen, Yapımcı) 1956 Zeynebin İntikamı (Yönetmen, Yapımcı) 1957 Bir Serseri (Yönetmen, Yapımcı) 1957 Yetim Ömer (Yönetmen, Senarist, Oyuncu) 1957 Zeynebin Aşkı/Güllü Fatma (Yönetmen, Yapımcı) 1958 Ayşe’nin Çilesi (Yönetmen) 1958 Çoban Kızı (Yönetmen, Yapımcı) 1958 Murada Ereceğiz (Yönetmen) 1958 Sokak Çocuğu (Yapımcı) 1958 Üç Arkadaş (Yönetmen, Senarist) 1960 Ateşten Damla (Yönetmen, Yapımcı) 1960 Ayşecik (Yönetmen) 1960 Kırık Çanaklar (Yönetmen, Senarist) 1960 Mahallenin Sevgilisi (Yönetmen, Yapımcı)

110 Filmi Mehmet Muhtar tamamladı. 125

1960 Namus Uğruna (Oyuncu) 1960 Ölüm Perdesi (Oyuncu) 1960 Ölüm Peşimizde (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1961 Aşk Hırsızı (Oyuncu) 1961 Avare Mustafa (Yönetmen, Senarist, Yapımcı) 1961 Boş Yuva (Yönetmen) 1961 Seviştiğimiz Günler (Yapımcı) 1961 Yasak Aşk (Yapımcı) 1962 Ayşecik Yavru Melek (Oyuncu) 1962 Belalı Torun (Yönetmen, Yapımcı) 1962 Güneş Doğmasın (Yönetmen, Yapımcı) 1962 Rıfat Diye Biri (Yapımcı) 1963 Akasyalar Açarken (Yönetmen) 1963 Bire On Vardı (Yönetmen, Senarist, Yapımcı) 1963 Çapkın Kız (Yönetmen, Yapımcı) 1963 Kısmetin En Güzeli (Yönetmen) 1963 Yavaş Gel Güzelim (Yönetmen, Yapımcı) 1964 Ağaçlar Ayakta Ölür (Yönetmen, Yapımcı) 1964 Dağ Başını Duman Almış (Yönetmen, Oyuncu) 1964 Erkek Ali (Yapımcı) 1964 Halk Çocuğu (Yönetmen, Yapımcı) 1964 İstanbul’un Kızları (Oyuncu, Yapımcı) 1964 Kalbe Vuran Düşman (Yapımcı) 1964 Kanun Karşısında (Yönetmen, Yapımcı) 1964 Kırk Küçük Anne (Yönetmen) 1964 Öp Annenin Elini (Yönetmen, Yapımcı) 1964 Üç Tekerlekli Bisiklet (Yönetmen111) 1965 Canım Sana Feda (Yapımcı) 1965 Canın Cehenneme (Oyuncu) 1965 Keşanlı Ali Destanı (Yapımcı)

111 Lütfi Ö. Akad’ın yarım kalan filmini tamamladı. 126

1965 Kırık Hayatlar (Oyuncu, Yapımcı) 1965 Yasak Sokaklar (Yapımcı) 1965 Yıldız Tepe (Yönetmen, Yapımcı) 1966 Altın Çocuk (Yönetmen) 1966 Aslan Pençesi (Yönetmen, Yapımcı) 1966 Can Yoldaşları/Üç Korkusuz Arkadaş (Oyuncu, Yapımcı) 1966 Erkek ve Dişi (Oyuncu, Yapımcı) 1966 Fakir Çocuklar (Yönetmen) 1966 Karakolda Ayna Var (Yapımcı) 1966 Namusum İçin (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1966 Vahşi Sevda (Yönetmen, Oyuncu) 1967 Aslan Yürekli Kabadayı (Yönetmen, Yapımcı) 1967 Balıkçı Güzeli Zilli Nazife (Yönetmen, Senarist) 1967 Kız Kolunda Damga Var (Yapımcı) 1967 Son Gece (Yönetmen, Yapımcı) 1967 Yaprak Dökümü (Yönetmen, Yapımcı) 1968 Ezo Gelin (Yapımcı) 1968 İlk ve Son (Yönetmen, Yapımcı) 1968 Köroğlu (Yapımcı) 1968 Vuruldum Bir Kıza (Yönetmen, Yapımcı) 1969 Boş Beşik (Senarist, Yapımcı) 1969 İnsanlar Yaşadıkça (Yönetmen, Oyuncu) 1969 Vatan ve Namık Kemal (Yapımcı) 1970 Beyaz Güller (Yapımcı) 1970 Büyük Yemin (Yönetmen, Yapımcı) 1970 Dağların Kartalı (Yapımcı) 1970 Meçhul Kadın (Yapımcı) 1970 Ölmüş Bir Kadının Mektupları (Yapımcı) 1970 Şoför Nebahat (Yapımcı) 1971 Battal Gazi Destanı (Yapımcı) 1971 Kara Peçe (Yönetmen, Yapımcı) 1971 Kerem ile Aslı (Senarist, Yapımcı) 127

1971 Önce Sev Sonra Vur (Oyuncu) 1971 Satın Alınan Koca (Yapımcı) 1971 Umutsuzlar (Oyuncu) 1971 Üç Arkadaş ((Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1971 Zehir Hafiye (Yapımcı) 1972 Battal Gazi’nin İntikamı (Yapımcı) 1972 Çöl Kartalı (Yapımcı) 1972 Evlat (Yapımcı) 1972 Feryat (Oyuncu) 1972 Leyla ile Mecnun (Yapımcı) 1972 Murat ile Nazlı (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1972 Namus (Yapımcı) 1972 Para (Yönetmen) 1972 Sezercik Aslan Parçası (Yönetmen, Oyuncu) 1973 Ezo Gelin (Yapımcı) 1973 Gönülden Yaralılar (Yönetmen, Yapımcı) 1973 Hazreti Ömer’in Adaleti (Yapımcı) 1973 Kara Orkun (Senarist, Yapımcı) 1973 Rabia (Yapımcı) 1973 Savulun Battal Gazi Geliyor (Yapımcı) 1973 Toprak Ana (Yönetmen, Yapımcı) 1973 Yanaşma (Yapımcı) 1974 Battal Gazi’nin Oğlu (Yapımcı) 1974 Talihsiz Yavrum (Yapımcı) 1975 Ağrı Dağı Efsanesi (Yönetmen, Senarist, Yapımcı) 1975 Cellât (Yönetmen, Yapımcı) 1975 Çapkın Hırsız (Yapımcı) 1975 İnsan Avcısı (Yapımcı) 1975 Kılıç Arslan (Yapımcı) 1975 Kokla Beni Melahat (Yapımcı) 1975 Önce Vatan (Yapımcı) 1976 Bulunmaz Uşak (Yapımcı) 128

1976 Delicesine (Oyuncu) 1976 Hasip ile Nasip (Yapımcı) 1976 İntikam Meleği Kadın Hamlet (Yapımcı) 1976 Kadınım (Yönetmen) 1976 Korkusuz Cengâver (Yapımcı) 1976 Taksi Şoförü (Yapımcı) 1977 Akrep Yuvası (Yapımcı) 1977 Bir Tanem (Yönetmen) 1978 Ana Ocağı (Yapımcı) 1978 Cevriyem (Yönetmen, Oyuncu) 1978 Derdim Dünyadan Büyük (Oyuncu) 1978 Gelincik (Yapımcı) 1978 Hakanlar Çarpışıyor (Yapımcı) 1978 İnek Şaban (Yapımcı ***) 1978 Yaşam Kavgası (Yapımcı) 1978 Yüz Numaralı Adam (Yapımcı***) 1979 Bekçiler Kralı (Oyuncu, Yapımcı ***) 1979 Dokunmayın Şabanıma (Yapımcı ***) 1979 Kanun Gücü (Yapımcı) 1979 Köşe Kapmaca (Oyuncu) 1979 Vah Başımıza Gelenler (Oyuncu) 1980 Devlet Kuşu (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1980 İstanbul 79 (Oyuncu, Yapımcı) 1980 Umudumuz Şaban (Yapımcı) 1980 Zübük (Oyuncu) 1981 Gol Kralı (Yapımcı) 1981 Kaçak (Yönetmen) 1981 Kanlı Nigar (Yönetmen, Yapımcı) 1982 Doktor Civanım (Yapımcı)

*** Yapımcı olarak ismi geçmese de Can Film adına aktif olarak bu dört filmin yapımcılığını yapmıştır. 129

1982 Gülsüm Ana (Yönetmen) 1982 Yürek Yarası (Yapımcı) 1983 Çarıklı Milyoner (Oyuncu) 1983 Kılıbık (Yapımcı) 1984 Dağınık Yatak (Oyuncu) 1984 Ortadirek Şaban (Yapımcı) 1984 Ömrümün Tek Gecesi (Yapımcı) 1984 Postacı (Yönetmen, Yapımcı) 1984 Sokaktan Gelen Kadın (Yapımcı) 1985 Gurbetçi Şaban (Yapımcı) 1985 Kahreden Gençlik (Oyuncu) 1985 Katma Değer Şaban (Yapımcı) 1986 Deli Deli Küpeli (Yapımcı) 1986 Garip (Yönetmen, Senarist, Diyalog, Oyuncu, Yapımcı) 1986 Oğlum Oğlum (Yönetmen) 1987 Gönül Dostları (Yönetmen, Senarist, Oyuncu) 1987 Kiracı (Yapımcı) 1987 Yakışıklı (Yapımcı) 1988 Bıçkın (Yapımcı) 1988 Bu Devrin Kadını (Yapımcı) 1988 Öğretmen (Yapımcı) 1989 Zehir Hafiye (Yapımcı) 1990 Bütün Kapılar Kapalıydı (Yönetmen, Yapımcı) 1991 Gün Ortasında Karanlık (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı) 1992 Dönersen Islık Çal (Yapımcı) 1992 Düş Gezginleri (Oyuncu) 1993 Zıkkımın Kökü (Yönetmen, Senarist, Yapımcı) 1995 Ona Sevdiğimi Söyle (Yönetmen) 2005 Sinema Bir Mucizedir (Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı)

130

EK 2 - ÖDÜLLERİ:

1. Kırık Çanaklar: 2.Türk Film Festivali (1961) - Memduh Ün "En Başarılı Yönetmen"

2. Namusum İçin: 3. Antalya Film Şenliği (1966) - Memduh Ün “En Başarılı Yönetmen”

3. Bütün Kapılar Kapalıydı: 3. Ankara Film Şenliği (1990) - "En İyi 2. Film", Memduh Ün "En İyi Kurgu"; 9. İstanbul Uluslararası Film Festivali (1990) - "Jüri Özel Ödülü”; 27. Antalya Film Şenliği (1990) - Memduh Ün “Jüri Özel Ödülü”nün sahibi olurlar.

4. Zıkkımın Kökü: Asturias (İspanya) Sinema Festivali (1993) - Memduh Ün "En İyi Yönetmen"; 7. Adana Altın Koza Film Festivali (1993) - "En İyi Film", Memduh Ün “En İyi Yönetmen”, Memduh Ün-Macit Koper "En İyi Senaryo"; ÇASOD (1993) "Jüri Özel Ödülü"; Kültür Bakanlığı (1993) "Sinema Başarı Ödülü"; SİYAD (1994) "En İyi 2. Film"; 8. Uluslararası Udaipur (Hindistan) Çocuk ve Gençlik Filmleri Festivali (1995) "En İyi Film"; 4. Uluslararası Cine- Junior (Fransa) Çocuk Filmleri Festivali (1994) "En İyi Film”; Sus Film Festivali (Tunus) “En İyi Film”; Mannheim-Heidelberg Film Festivali (Almanya) “En İyi Film”; Tokyo “Asya'nın En İyileri Ödülü”.

131

EK 3 - KIRIK ÇANAKLAR FİLMİNİN FESTİVAL BELGELERİNDEN

132

EK 4 - HAYAT ACILARI FİLMİNİN SENARYOSUNDAN

133

134

135

EK 5 - BÜYÜK YEMİN FİLMİNİN SENARYOSUNDAN

136

EK 6 - ZIKKIMIN KÖKÜ FİLMİNİN SENARYOSUNDAN

137

138

139

140

141

KAYNAKLAR

KİTAPLAR:

1. AKÇURA, Gökhan (1995), Aile Boyu Sinema, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 2. KIREL, Serpil (2005), Yeşilçam Öykü Sineması, İstanbul: Babil Yayınları 3. ÖZGÜÇ, Agâh (1996), Türk Film Yapımcıları Sözlüğü, İstanbul: Fi-Yap Film Yapımcıları Derneği Oda Yayınları 4. ÖZGÜÇ, Agâh (1995), Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü, İstanbul: Afa Yayınları 5. ÖZGÜÇ, Agâh (1998), Türk Filmleri Sözlüğü, 1 – 2, İstanbul: Sesam Yayınları 6. SCOGNAMİLLO, Giovanni (1998), Türk Sinema Tarihi, İstanbul: Kabalcı Yayınları 7. SCOGNAMİLLO, Giovanni (1973), Türk Sinemasında Altı Yönetmen, İstanbul: Türk Film Arşivi Yayını 8. SCOGNAMİLLO, Giovanni (1996), Yeşilçam’dan Önce Yeşilçam’dan Sonra, İstanbul: Antrakt Yayınları 9. ŞENER, Erman (1970), Yeşilçam ve Türk Sineması, İstanbul: Kamera Yayınları 10. TÜRK, İbrahim (2004), Senaryo Bülent Oran, İstanbul: Dergâh Yayınları

MAKALELER:

Dergiler:

1. ÇETİN, Celalettin(1959), “Memduh Ün’le Bir Konuşma”, Sinema 59, 1, Nisan. 2. KIREL, Serpil (1995), “Yapımcıların Can Simidi Muharrem Gürses”, Antrakt, 51, Aralık, 67 3. “Rejisörlerle 30 Sual” (1963), Artist, 167, Kasım. 142

4. ÜN, Memduh (1996), “Film Arşivinin Önemi”, Sanat Çevresi, 213–214, Temmuz/Ağustos, 23.

Gazeteler:

1. GÜRKAN, Turhan (14 Temmuz 1967), “Çıkmazdan Nasıl Kurtulabiliriz?”, Cumhuriyet Gazetesi

Yayınlanmamış Tezler:

1. Çağlayan, Tahir Alper (2004), Türk Sinemasında Seyirci-Sinema Etkileşimi ve Seyirci Profili, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - İstanbul 2. Çınar, Ayça (1998), Başlangıcından Günümüze Türk Sinemasında Prodüksiyon Sisteminin Oluşumu ve Türk Sinemasına Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - İstanbul 3. Erkılıç, Hakan (2003), Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı ve Bu Yapının Sinemamıza Etkileri, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - İstanbul 4. Gürmen, Pınar (2003), Türk Sinemasında Bir Senarist-Yapımcı- Yönetmen; Osman Fahir Seden, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - İstanbul 5. Karakaya, Serdar (1997), Türk Sinemasında Güldürü ve Televizyon Çağında Kemal Sunal Olgusu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - İstanbul

Diğer Yazılı Kaynaklar:

1. Memduh Ün’e ait özel belge arşivi

143

Görüşmeler:

1. Memduh Ün ile 01.04.2008, 08.04.2008, 16.04.2008, 18.03.2009 ve 16.07.2009 tarihlerinde yapılan görüşmeler 2. Duygu Sağıroğlu ile 10.06.2009 tarihinde yapılan görüşme 3. Feyzi Tuna ile 29.06.2009 tarihinde yapılan görüşme

Görsel Kaynaklar:

1. Memduh Ün’ün kişisel film arşivi 2. Sinema-TV Merkezi Arşivi ve Film Kütüphanesi 3. Prof. Şekeroğlu, Sami (1985–1987) Türk Sinema Tarihi Araştırma Projesi kayıtları ve ve bu proje kapsamında hazırlanan 20 bölümlük Türk Sinema Tarihi Belgeseli, MSGSÜ STM.

144

ÖZGEÇMİŞ

1982 yılında Essen/Almanya’da doğdu. İlköğrenimini Mersin’de, orta ve lise öğrenimini Özel Tarsus Amerikan Lisesi’nde tamamladı. 2000 yılında girdiği MSGSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünden 2005 yılında mezun oldu ve 2006 yılında MSGSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans öğrenimine başladı. Çeşitli reklam filmlerinde yönetmen asistanlığı, tanıtım filmlerinde kurguculuk, prodüksiyon firmalarında prodüksiyon asistanlığı yaptı. 2007 yılında İstanbul Özel Amerikan Robert Lisesi’nde multimedya asistanı olarak başladığı görevine halen devam etmektedir.