Bizim AHISKA ve ÇILDIR NOTLARI

Yunus ZEYREK lgar Dağı’nın güneydoğu eteklerinde yer Eser bizi bekletmeden hemen sofraya çağırıyor. alan Damal, yeni ilçelerimizden biridir. Doğrusu şu ki, biz Damal’ı ziyaret edeceğiz, ehli Cumhuriyet devrinde ’un nahiyesiydi. dillerle konuşma imkânı bulacağız diye seviniyo- UArdahan’ın nahiyesi 1958’de ilçe olunca Da- ruz. Yoksa kahvaltı bahane… mal da Posof’tan ayrılıp oraya bağlandı. 1992’de Sofrada karşımda bir ihtiyar oturuyor: Rıza Ka- Ardahan vilâyet olunca, Damal da ilçe oldu. ragül. Rıza amca, 1919 doğumlu. Ali ile Aslı oğlu, Posoflular, Damal halkına Türkmen derler. Yukarı Gündeş köyünden (şimdi Damal’ın Musta- Damal Türkmenlerinin ağzı, Türkçesi- fa Kemal Mahallesi). Rıza amca, Kur’an-ı Kerim’i iyi ne Posof ağzından daha yakındır. Alevîdirler. biliyor. Ne konuşsak Kur’an’dan bir sûre ve âyetle Bu konuda okuduğum ilk yazı, merhum Ho- açıklama yapıyor. Ne kadar uğraşıyorsam onu cam Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu’nun, 1964 dünyevî konulara çekemiyorum “Beş vakit namazı- yılında Türk Folklor Araştırmaları dergisinde çı- mı ve cumamı kılarım. Her nefis ölümü tadıcıdır. De- kan -Ardahan Türkmanları başlıklı yazısı- dikodu yapmam. Kur’an dışında bahislere girmem.” dır. Kırzıoğlu, 1936 yılında Posof’ta kaldığı sıra- diyor. da o zaman Posof’un bir nahiyesi olan Damal Bir Alevî Türkmen bilgesi olan Rıza amca, “Öl, ve köylerini de gezmiş, Türkmenleri yakından ikrar verme; öl, ikrarından dönme. Dönersen düş- tanımıştı. Yaşlı Türkmenlerin rivayetine göre on- künsün.” şiârına samimî olarak bağlanmış. ların ataları, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Rıza amcayla konuşurken hayrete düşüyoruz. zamanında (Kıpçak Atabekleri Hükûmeti çağın- Zira her hususu Kur’an’la izah ediyor. Okuma yaz- da) Maraş altından gelip buralara yerleşmiş- ması, tahsili yok. “Peki, bu bilgiyi nereden öğren- ler. Yine söz konusu yazıda, bunların Boz Ulus din?” diye sormadan edemiyoruz. O, gayet soğuk- Türkmen uruğunun Dulkadirlü boyundan gel- kanlı cevap veriyor: “Oraya girersek bildiklerim gi- diği belirtilmektedir. der.” diyor. Bundan öteye ne söylenir ki… Bir sabah vakti Posof Kaymakamı (şimdi Bingöl- Muzipliğim tuttu; onun söylediği hususları not Genç Kaymakamı) dostum Muammer Köken’le ettim: Falan sûre Kur’anın bilmem kaçıncı sûresidir, Posof’tan çıkıyoruz, kahvaltı soframız Damal’da bizi şu kadar âyetten meydana gelir. Bu sûrenin bil- bekliyor. mem kaçıncı âyeti mealen şöyle diyor. Eve geldi- Yarım saat gecikmeyle Damal’a varıyoruz. Genç ğimde notlarımı çıkarıyorum, Kur’an mealini açıp ve samimî bir insan olan Kaymakam Kadir Taner bakıyorum ki hepsi doğru...

Damal’da Rıza Karagül ve Merdali Altınarık’la sohbet. Kış 2011 5 Bizim AHISKA

Burada ikinci bir şahısla tanışıyoruz: Merda- Göz gözü görmeyen bir tipi esiyor. Uzun görüşme li Altınarık. Damal’ın Erzede köyünden, Hüseyin ve ricalardan sonra Türkmenler, bir ahıra almayı ka- ve Fadime oğlu, 1933 doğumlu. Çiftçilik ve arıcılık- bul ediyorlar. Allah razı olsun diyoruz. Zira her yan- la uğraşan Merdali amca, Alevî ocağının temel bil- dan üfleyen bir fırtına ortasında çaresiz kalmıştık. gilerine ve geleneklerine vakıf, ehli dil ve ehli irfan Ahırda canımızı ısıttıktan sonra geri Damal’a geliyo- biri. “Saçlı Hamza ve Gözükızıl evlâdındanız. Bizim ruz. Bir handa dörder dörder yatağa girip yatıyoruz. halk Kuyucu Murat Paşa kargaşasında Maraş’tan ve Üç gün sonra hava açınca da yaya olarak tekrar Po- Tokat’tan gelmiştir. Posoflulardan farkımız şudur: sof yoluna çıkıyoruz. Bizim tarikatimiz var, geceleri 52 rekât namaz kıla- Türkmen yazar Ümit Kaftancıoğlu’nun Damal- rız. Onlar beş vakit kılar. Biz Allah’a bağlı bir halkız. Posof adları etrafında gezinerek nasıl bir Alevî- Ben Posof doğumluyum. Çünkü o zamanlar Damal, Sünnî vurgusu yaptığını hatırlıyorum. Hatta bir Posof’un nahiyesiydi.” hikâyesinde, bir tepeden Ardahan’a bakan Damallı Sünnî-Alevî konusu, bilen bilmeyen, anlayan çocuğa, “Yezit yurdu!” dedirtiyordu. anlamayan herkesin ağzında sakız! Yıllardır kafa- Demek ki işin tek yüzü yok. Ama cehaletimizin mı meşgul eden ve bir türlü razı olmadığım bu fit- mazide kaldığını düşünüyorum. Merdali amcanın ne malzemesini işte kaynağında konuşuyoruz. Bu üslûbunda da bunu hissediyorum. Posof’taki acı duygularla ve bütün samimiyetimle Merdali amca- hatırasını anlatırken gülüyordu… ya soruyorum: “Kendinizi nasıl tarif edersiniz?” “Bize birçok iftiralar edilmiştir, hor görülmüşüz- Merdali amca hiç tereddüt etmeden sıralıyor: dür.” derken de samimîydi. “Alevî’yim, Türk’üm; Müslüman’ım elhamdülillah. Şurada burada Alevîlik adına ortaya çıkanları ha- Atatürkçüyüm.” tırlatıyorum. Merdali amca, “Biz, doğruluktan başka Onun bu düşüncesi bende saygı ve büyük bir bir şey söylemeyiz. Allah’a âşıkız. Şimdi bazıları şu- memnuniyet uyandırıyor. Konuşması kesintisiz akıp raya buraya gitmiş, değişik fikirler edinmişler. Onlar gidiyor. Ezberinde de çok deme-deyiş var. Tahsil bizi temsil edemez!” diyor. durumunu öğreniyorum: “İlkokul mezunuyum. Or- Peki, yollar nerede ayrılmış? taokulu Posof’ta okuyacaktım. Okula kayıt yaptır- “Hazreti Muhammed’den sonra hilâfet davası dım ve başladım. Daha ilk günde Türkmen diyerek çıktı. Şimdiki ayrılıklar oradan çıktı.” diyor. oramdan buramdan çektiler. Sadece bir gün dayan- Aradan yüz yıllar, bin küsur yıl geçti, biz o ayrılık- dım, okulu bıraktım.” ların ateşiyle yanmaya devam mı edelim? Bir Posoflu olarak mahcup oluyorum. Söyledik- Merdali amca kalbinden gelen bir sesle cevap lerinin doğru olduğuna da inanıyorum. Şu var ki, veriyor: “Hayır! Biz Türk’üz. Kürt terörüne üzülüyo- halı kilim dokuyan Kemal Usta da Damallı değil rum, ağlıyorum. Biz bir milletiz. Cehalet bizi bu hâle miydi? Çocukluğumun kışlarında gelip bizim köy- getirdi.” diyor. de bahara kadar millete halı kilim dokumaz mıydı? Merdali amca, Pîr Sultan Abdal’la ilgili bir inanı- Ama demek ki densizlerimiz de yok değilmiş… Fa- şı anlattı sonra da Teslim Abdal’dan bir deyiş oku- kat bir zamanlar Posoflu olmayıp batı memleketle- du, ben de not ettim: rinden gelip Posof idaresinin başına konan beyle- Bülbül olsam gül dalında şakırım, rin yanlış siyasetlerini de biliyoruz. Gürcü işgal ha- Öz bağımda biten gül neme yetmez? reketi sırasında (1919) son Posof Beyi Ahmet Beyin Süleyman’ım kuşdilinden okurum, Posofluları Türkmenler üzerine kışkırtması, Arile kö- Bana tâlim olan dil neme yetmez? yünden Taştan ağanın karşı çıkması da herkes ta- rafından bilinmemektedir. Aşk kitabını ele aldım yazarım, Buna benzer hatalar ve içe kapanma Türkmen Yönüm Hakka doğru meylim nazarım, tarafında da görülmektedir. Neme gerek dağı taşı gezerim, Yıl 1968. Ardahan’da Yatlı Bölge Okulu, dördün- Karşıda görünen yol neme yetmez? cü sınıftayım. O sene yarıyıl tatiline gitmek üzere Po- sof yoluna koyulmuşuz. Ulgar Dağı, cehennemî bir Derviş oldum Hak kelâmın tutarım, fırtınayla yol vermiyor. Geri dönüyoruz. Türkmen Se- Hakka doğru çekilmiştir katarım, yitören (Seyitveren/Seyitviran) köyüne geliyoruz. Baykuş gibi viranede öterim, Issız viranede çöl neme yetmez?

6 Kış 2011 Bizim AHISKA

Damal kahvaltısı dediğim işte bu. Tatlı bir gönül sohbeti… Güzel duygular içinde vedalaşarak Damal’dan ayrılıyoruz. Çıldır Kaymakamı (şimdi Siirt Vali Yardımcısı) Önder Çan bizi öğle yemeğine bekliyor. Damal Kaymakamını da alıp Çıldır’a doğru yola çıkıyoruz. Kaymakam Beylerin vilayetteki işleri, benim de Ardaha’da biraz dolaşmama fırsat verdi. Serhat ilimiz Ardahan, 1828’den beri Rus ta- arruzlarına hedef olmuş, 17 Mayıs 1877’de Rus istilâsına uğramıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda, Sa- Ardahan Kalesi. rıkamış felâketimizden sonra Rus ve Ermenilerin Yaz tatili olması hasebiyle okul kapalıydı. Bina- burada yaptığı kırgın, unutulmaz tarihî bir faciadır. ları dolaştım. Şurası dershaneler, şu yatakhane, şu Azerbaycanlı şâirin dediği gibi o sırada “Ardahan ve yemekhane, spor salonu, misafirhane… Bir zaman- çevresinde insandan eser kalmamıştı!” lar sıcak sinesinde bizlere modern eğitim veren bi- 1917’de Rus istilâsından kurtuldu fakat bu defa nalar, şimdi yorgun ve mahzun görünüyor. Yemek- şehir, İngilizler tarafından Gürcü ve Ermeniler ara- hanemiz, halıcılık kursuna tahsis edilmiş. Kurs ho- sında bölüştürüldü. Ardahan, 23 Şubat 1921 tari- cası olan bayanlarla konuşuyor, eskiye dair izler hinde ebediyen Türk varlığı içinde yerini aldı. arıyorum. Ama nafile… TBMM’nin birinci ve ikinci devresine mebus Eskiden Ardahan Ovası’na yayılarak gelen ve bir gönderen Ardahan, 1926’da bir ilçe hâline getirile- deniz görünümü veren Kür Irmağı, yatağına çekil- rek Kars’a bağlandı. Uzun yıllar esaret hayatından miş, sessizce akıp gidiyor. Şehir sakin… Caddele- sonra belini doğrultacağı günler geldi diye sevinir- rin kesiştiği yerlerde Ardahan Üniversitesinin fakül- ken bu defa da kaderine terk edilmiş oldu... te levhaları görülüyor. Bir arkadaşım, “Bu levhalar, Ardahan, 1992 yılında vilâyet olana kadar canhı- buraya şehir havası vermek için konulmuş…” di- raş bir hayat yaşadı denilebilir. yor… Vilâyet birimlerinin kurulmasıyla Ardahan eskiye Şehrin ortasındaki güzelim Millet Bahçesi, son- göre nisbeten canlanmış olsa da, ne yazık ki 18 yıl- radan yapılan beton yapılarla park olmaktan uzak- dan beri küçük bir kasaba olma kaderini hâlâ yene- laştırılmış… memiş görünüyor. Ardahan’ın sembolü olan kaleye gidiyoruz. Ka- İlkokulun üç buçuk senesini bu şehirde Yatı- lenin kapısı kilitli. Ortalıkta kimsecikler yok! Kalenin lı Bölge Okulunda okudum. 1965 yılında açılan bu kapısı üzerinde bir kitabe görünüyor. Bu kitabenin okulun ilk öğrencilerinden biriyim. 1969 yılında ay- tam metni (günümüz Türkçesiyle) şöyledir: rıldığım Ardahan Yatılı Bölge Okulunu kırk yıl son- “Bu kale, Arap, Anadolu ve meliklerinin efen- ra ziyaret ettim. Benim gibi yüzlerce köy çocuğu, disi, karaların ve denizlerin sahibi, Selim Han oğlu elektriği, fayansı, parke döşemeyi, sinemayı, müsa- Ulu Sultan Süleyman’ın emriyle yapıldı. Allah, onun mereyi bu okulda görmüştük... ülkesini ebedî kılsın. Şevval 963 (Ağustos 1556).” Kale kapısının şurasına burasına tabelalar asıl- mış. Kalenin estetik olmayan yeni yazı ve levhaları insana elem veriyor. Ardahan Kalesi tarihçesi baş- lıklı yazı estetik değil ve bu yazının garip bir şekilde şurası burası hususî olarak birileri tarafından silin- miş gibi görünüyor. Bu yazılarda kalenin inşâ tarihi de 1544 olarak gösterilmektedir. Yani Ardahan fet- hedilmeden önce bu kale yapılmış! Doğrusunu yu- karıya yazdık. Safevî Devleti nüfuzundaki Ahıska Kıpçak Ata- bekleri ülkesinden olan Ardanuç ve Ardahan, Ardahan Yatılı İlköğretim Bölge Okulu. Kış 2011 7 Bizim AHISKA

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, 1551 yılında Bir haziran öğlesinde Ardahan’dan yola çıkıp Öl- Erzurum Beylerbeyi İskender Paşa tarafından alın- çek köyü üzerinden Çıldır’a yöneliyoruz. İşte yolun mış; 1555 tarihli Amasya Barışı’yla da buraların Os- solunda Meyram, Beğrehatun köyleri, derken Yıldı- manlı mülkü olması kesinleşmiştir. rımtepe, Şeytankalesi ve Boğaz görülüyor. Buradan ayrılarak Yanık Cami adıyla anılan ha- Tepeden Çıldır’a iniyoruz. Kaymakam Önder rabeye gidiyoruz. Burada küçük bir âbide dikilmiş. Çan bizi bekliyor. Selam, hâl hatır ediyoruz. Hiç za- Bu âbidede, “4-5 Ocak 1915 tarihinde Ruslar ve man kaybetmeden Kurtkale tarafına doğru yola çı- Ermeniler tarafından yakılarak katledilen 300 şehit kıyoruz. Türk’ün anısına dikilmiştir.” yazısını okuyoruz. Türkolojinin büyük bilgini merhum Hocam Birinci Dünya Savaşı’nda, Sarıkamış Harekâtı Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu (1917-2005)’nun, felâketle sonuçlanınca, Ruslar ve Ermeniler, “Türk vefatından önce bana vermiş olduğu küçük bir ordusunun gelişine sevindiniz.” diyerek Ardahan’da cep defterinde 1948 Çıldır Köyleri Seyahat korkunç bir katliama girişmişler. Yanık Cami Âbidesi, Notları başlıklı, eski yazımızla not ettiği incele- bu hadiseyi anmak için yapılmış. Fakat insan sor- meleri vardı. Bu notları yeni yazıyla düzenleye- madan edemiyor: Böyle bir hadise, bu kadar basit rek Bizim Ahıska dergisinin iki sayısında neşret- bir dikintiyle mi yeni nesillere hatırlatılmalı? miştik (Sayı:10, 11). 1918 yılı baharında buraları ziyaret eden ünlü ta- Hocamın bu notları, fevkalâde önemli bilgi ve çi- rihçi Ahmed Refik’in notlarında Ardahan şöyle tas- zimleri ihtiva ediyordu. Kertene, Zığarıstav, Kurtka- vir edilmektedir: le, Yerli Çayis, Kenarbel, Suxara’da cami, kale, kule, “Ardahan halkı Türk ve Müslüman. Ahalinin Os- koç heykelleri, mezar taşları, kitabeler vs. manlılığa ve Türklüğe o derece muhabbetleri var ki, Hocam, o incelemelerinde bu köylerin tarihî ka- çarşı boyunda, üzerinde “Muhabbet Kıraathanesi” lıntıları ile hayli etnografya malzemesi vermiş, etno- yazılı yerlerde devamlı gramofon çalıyorlar, millî tür- lojik hususlara da işaret etmişti. Bundan dolayı on- küleri zevk ve âhenkle dinliyorlar. Arada sırada ha- ları tekrar etmeyeceğim. zin ve tesirli bir türkü gramofonun boğuk tınlamala- Çıldır merkezinde elinde sazıyla, ünlü Âşık Şen- rı arasında işitiliyor. Son nağmeleri biterken: “Yaşa- lik heykelinden başka göze çarpan bir şey yok. sın milliyet!” sedası, ruhun derinliklerinden kopan bir Ha bir de bir zamanlar İstanbul’da bir semt bele- feryat gibi yükseliyor. Milliyet duygusu, Türklük sev- diye başkanlığı yapmış olan Çıldırlı bir hemşehri- gisi buralarda pek yüce. Rus irfanı Türklere, milliyet nin Çıldır’a gönderdiği anlaşılan ve her tarafı dökü- sevgisinin kıymetini anlatmış. Millî irfandan mahrumi- len eski, küçük bir çöp kamyonu var! Bu kamyo- yet, kalplerde acı bir özlem peyda etmiş. Şimdi bütün nun kapısına, “Sayın Gürbüz Çapan’a teşekkürler” halk Rusya’nın (Çarlığın) çökmesinden faydalanmak yazıyor! istiyor. Eski millî hayata kavuşmak, eski şerefli mazinin parlak günlerini yaşamak arzu ediyor. Ardahan Osmanlı devrinde hakikaten şerefli bir maziye sahiptir.” Bu satırları okumak insana elem ve- riyor... Zira Ardahan, doksan küsur sene önceki duygu, düşünce ve şetaretten mahrum. Ardahan, millî hayatı ve mazinin parlak günlerini ne zaman yaşayacak? Ardahan, Ardahan! Senin şanlı geçmişini idrak edecek bir vali ne zaman gelecek… Başka bir yazımda da kısaca işaret etmiştim: Ardahan vilâyet olmalı ve bu- raya vali gibi bir vali gelmelidir!

Kertene Köprüsü: Kadir Taner Eser, Muammer Köken, Önder Çan ve Yunus Zeyrek. 8 Kış 2011 Bizim AHISKA

İşte sağ tarafta ileride görünen köy, Âşık Şenlik’in köyü Suxara. Ama bizim yol, sola ayrılı- yor, kuzeye doğru gidiyoruz. Dönemeçli asfalt bir yol, önce tırmanıyor ve yine dönemeçlerle inişe ge- çiyor. Önümüzde, sağda derya görünüyor! Burası Hazapin Gölü. Yolun indiği yerde, gölün kıyısında Kenarbel köyü var. Bu göl, köyün ismiyle de anı- lırdı. Şimdi haritalarda birkaç ada rastlıyoruz: Ke- narbel, Hazapin, Karsak… Bu sonuncu isim, gölün Gürcistan tarafında yer alan köyün adı. Bu köyün ahalisi de Türk’tü; Stalin’in 1944 fırtınasında boşal- tılarak sürüldü. Türkiye Gürcistan sınırı bu gölün or- Kür Irmağı üzerinde Kurtkale. tasından geçiyor. İrili ufaklı adalar bizim tarafta. bir tepe. Bu tepenin üzerinde heybetli bir kale gö- Kenarbel’i geçince sağa, gölün sahiline doğru rünüyor. İşte Kurtkale bu! Kaymakam arkadaşlarla giden bir yol ayrılıyor. Bu yol Ermenilerle meskûn kale manzaralı fotoğraflar çekiyoruz. Şunu da kay- Ahılkelek’e gider. İleride yeni yapılmış binalar gö- detmeli ki bu arazide Kür Irmağının her kesimi, sey- rülüyor. Meğer bu da açılışı yılan hikâyesine dönen rine doyulmayan ayrı bir manzara arz ediyor. ve hâlâ açılamayan Türkiye-Gürcistan gümrük ka- Kodas’ta bizi bekleyenler var. Bahçede sofralar pısıymış! Zavallı Gürcistan, sanki ipek yolunun var- kurulmuş. Bahçe diyorsam, evin önü ve duvarın di- dığı en son ülke, hazineler diyarı! Buraya nereden, binde birkaç küçük ağaç! Hepsi bu. Ama bu ağaç- nasıl olursa olsun çokça kapı açmalı! Sanki Sarp ların gölgesi kime yeter! Müthiş bir sıcak var. Güzel ve Türkgözü kapıları yetmemiş! Sarp’tan sonra bir öğle yemeği yiyoruz. Sofra duası ediyorum. Bu Artvin’den iki kapı daha açılacakmış! havayla konak sahibi ailenin oğlu Yazar söze baş- Ne var orada? lıyor, unutulmaz bir hikâye anlatıyor. Önce namaz- İşte şu görünen çıplak arazilerde eskiden Türk dan, ibadetten, köy camiinde cemaatin üç kişi olu- ahali yaşardı. Stalin buraları Türk’ten temizledi. şundan bahsediyor. Ve ilâve ediyor: “Bende olma- Şimdi buralarda genç nüfusu Rusya’ya gitmiş Er- yan kötü huy yoktu! Ama felek beni Gürcistan zin- meni ahali çok fakir bir hayatı sürüklemiyor mu? danlarına düşürdü. Sınır ihlali suçundan haksız gü- Bütün yolları Ahıska’ya bağlamak lâzım gelir- nahsız yere sekiz ay yattım. Hâlbuki işte pasapor- ken, aksine bir gidişe şahit oluyoruz. tum, işte gümrük damgası! Ne ihlâliymiş? Gürcüler Biz yola devam ederek Zığarıstav köyüne ulaşı- iliklerimi söktü; varımı yoğumu verip kurtuldum. O yoruz. Köyün içinden, ileride Kür’e karışan bir dere gün bu gündür Allah’ın divanındayım.” diyor. akıyor. Kodas’ta çayımızı da içiyor ve tekrar yola koyu- Nihayet yolumuz Kür ırmağına ulaşıyor. Yo- luyoruz. Bu dolaştığımız yerler hudut boyudur. Gür- lun buraya indiği rampanın solunda yüksek kaya- cistan hududunun Posof tarafını gezmiştim. Böyle- lar arasında, derinlerde çağlayarak Kür’e doğru ko- ce Çıldır çizgisini de ona eklemiş oluyorum. şan derenin seyrine dalıyoruz. Kertene köyü bura- Bu yakanın son köyü Tatalet’teyiz. Tataletliler, da. Kür Irmağı’nın aktığı derin bir yar var, buraya şu karşıda görünen ve sadece birkaç taştan ibaret Kertene Boğazı diyorlar. Köprüde durup aşağı, yu- yere Karzamet köyü diyorlar. İçim sızlıyor, yüreği- karı bakıyoruz. Harika bir manzaranın ortasındayız. me sancı giriyor. Bir zamanların şen şatır Türk köy- Fotoğraf çekiyoruz. lerinin ahalisi nasıl boşaltıldı, haneleri nasıl yıkıldı ve Kür, bu köprünün altından geçince Türk-Gürcü haritadan silindi… sınırını çizerek doğuya doğru akıp gidiyor. Bunca insanın âhını alan Gürcistan’ın iki yakası Kertene ve sonra gelen Kurtkale köyü yukarıda, bir araya gelmiyor, işte bundandır. solda kalıyor. Biz Kodas’a gidiyoruz. Tatalet’le Karzamet’in arasında belli belirsiz kü- Biraz tırmanınca Kür’ün aktığı derin vadiye ba- çücük bir dere var. Şimdi orası Gürcistan, bura- kıyoruz. Gürcistan’a doğru adeta koşarak akıp gi- sı Türkiye. Karslı münevver Avukat Mürsel Köse den Kür Irmağı, sola kıvrılarak bir yarım daire çizi- burayla ilgili şöyle bir hikâye anlatmıştı: İki Posoflu yor. Bu yarım dairenin içi de hayli sarp ve yüksek derenin bu yakasında oturmuş karşıya bakıyorlar.

Kış 2011 9 Bizim AHISKA

me seramonisi yapıyoruz. Burası sanki göl değil bir deniz. Batı sahilinde bir hayli gittikten sonra araba- dan inerek yolda yürüdük. Göle bakan yamaçlarda Urta ve sonra Meredis köyleri görünüyor. Gölde angut kuşları zikzaklı şekilde sıralanmış yüzüyorlar. Şu hususu belirtmeliyim ki Çıldır köylerinde ya- pılaşma Posof köylerinin çok gerisinde. Çıldır arazi- sine girer girmez gözüme çarpan ilk özellik bu oldu. Dolaştıktan sonra da bu tespit değişmedi. Hâlbuki Çıldır, halkı çalışkan ve okumuşu yazmışı çok olan bir yerdir. Ne yazık ki Çıldır ve Hazapin gölleri, ken- Çıldır’da Âşık Şenlik heykeli. di kaderiyle baş başa; ne gelen var ne giden. Dü- Birinin tütünü tabakası var, diğerinin yok. Tabaka- şündüm: Bu göller bir Avrupa ülkesinde olsaydı sı olan konuşuyor: “Bu tarafa ne diyorlar? Tatalet! bu hâlde mi görürdük? Meclis’e mebus gönderen Öbür tarafa ne diyorlar? Karzamet!” Tabakası olma- Çıldır’ın bu hâli insana elem veriyor. yan kafiyeyi bozmadan talebini dile getiriyor: “Hele Posoflu Âşık Zülâlî (1873-1956), 1888 yılın- tabakayı kerem et!” da Usta Şenlik’i ziyaret etmek için Çıldır’a gelmiş Tatalet’in içinde dolaşıyoruz. Etrafımız kalaba- ve onunla deyişmişti. 1911’de Osmanlı ülkesine, lık oluyor. Bir hane sahibi ısrarla bize ayran ikram Afyon’a hicret eden Zülâlî, 1930’da sıla ziyareti- ediyor. Köyün hudut tarafındaki çimenler üzerin- ne geldiği sırada Çıldır’a da uğramış, Usta Şenlik’i de arı kovanları görüyoruz. Meğer arılar Bursa’da anarak bir koşma söylemişti. Bu koşmanın son iki yaşayan emekli Kimya öğretmeni dostumuz Erdal dörtlüğü şöyledir: Atalay’ınmış; onu başında şapkasıyla görünce ta- Ağası gedesi cümlesi birlik, nıyamadım. Hürmet muhabbetle ederler dirlik, Karzamet yakasında canlıdan eser yok! Meyus Ne zaman ki ölmüş babanız Şenlik, ve karışık duygularla arabaya biniyoruz. O zaman bozulmuş ziynetin Çıldır. Dönüşte Vaşlop, Ampur, Colıt ve Çamorda köy- lerine de uğruyoruz. Zülâlî, buradadır erenler hası, Akşam güneşi hızlı bir şekilde devrilirken Çıldır Ehlidil ocağı, pîrler ülkesi, Gölü sahiline geliyoruz. Purut köyü solumuzda ka- Güzeldir ahengi, hoştur şivesi, lıyor. Gölün batı sahiline bakan ekilmemiş araziler Yahşıdır lisanın sohbetin Çıldır. sarı çiçek deryası. Bu manzara içinde fotoğraf çekil-

Çıldır Gölü.

10 Kış 2011