<<

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 1

ÖNSÖZ ...... 7 GİRİŞ ...... 8 DOĞU TÜRKİSTAN NERESİDİR ...... 10 DOĞU TÜRKİSTANIN DOĞAL KAYNAKLARI ve STRATEJİK ÖNEMİ ...... 11 ÇİN MEZALİMİNDE BİR ATA DİYARI ...... 13 TALAS SAVAŞI ...... 16 KARAHANLILAR DEVLETİ ...... 19 KARAHANLILAR SONRASI ...... 20 ÇİN ZULMÜNÜN BAŞLANGICI ve DİLŞAD HATUN ...... 20 DİLŞAD HATUN’UN ESARETE DÜŞÜŞÜ ...... 22 KAŞGARİYE DEVLETİ ve ABDÜLAZİZ HANIN GÖNDERDİĞİ OSMANLI YARDIMI 27 ABDÜLHAMİT HAN’IN ASYA PLANI...... 34 1908 HAMİDİYE ÜNİVERSİTESİ ve ENVER PAŞA ...... 36 OSMAN BATUR’UN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI ...... 45 1911-1933 KARGAŞA DÖNEMİ VE MAO’NUN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI ...... 48 KUMUL AYAKLANMASI VE KURTULUŞ MARŞI ...... 52 RUS MEZALİM DÖNEMİ (1933-1944) ...... 55 ÇİN SOSYALİST CUMHURİYETİ VE MAO ...... 57 BÜYÜK YÜRÜYÜŞÜN ROTASI - SONU VE MAO’NUN RÜŞTÜNÜ İSPAT ETMESİ 58 JAPON İŞGAL PLANLARININ MAO’NUN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMESİ ...... 59 MİLLİYETÇİ ÇİN İŞGALİ - OSMAN BATUR EFSANESİNİN DOĞUŞU VE HOCA NİYAZ HACININ ŞEHİT EDİLMESİ ...... 61 DOĞU TÜRKİSTAN’DA “SON” BAHAR ...... 63

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 2

2. DÜNYA SAVAŞININ SONU VE GÜÇ DENGESİ OLUŞTURMA SAVAŞLARI ve OSMAN BATUR CEPHESİNDE GELİŞEN OLAYLAR ...... 64 1 EKİM 1949 ÇİN HALK CUMHURİYETİNİN İLANI VE OSMAN BATUR’UN VAROLUŞ SAVAŞI ...... 70 MAO ‘NUN KESİN ZAFERİ ...... 70 KOMÜNİSTLERİN ASİMİLASYON UYGULAMALARI ...... 71 MAO’CU DÜŞÜNCE TARZINDA OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN TOPLUM YAPISI ve KEYFİ CİNAYETLER ...... 72 MAO’NUN İSTATİSTİKSEL CİNAYETLERİ ...... 74 OSMAN BATUR’UN YAKALANMASI VE ŞEHADETİ ...... 78 OSMAN BATUR’UN AİLESİNE YAPILAN EZİYETLER ...... 80 ATALARININ LAFINI YERE DÜŞÜRMEYEN EVLATLAR ...... 81 1953 DOĞU TÜRKİSTAN SOYKIRIMI ...... 82 1955 DİLİ İĞNEYLE DİKİLEN ŞEHİT: FEDHEDDİN MAHSUM ...... 82 1958 MAO’NUN BÜYÜK ATILIM’I VE BÜYÜK KITLIK ...... 85 1958 VE SONRAKİ AYAKLANMALAR ...... 90 HAPİSE ATILANLAR DAHA ŞANSLIYDI SANMAYIN ...... 91 1966 MAONUN ŞAPKADAN ÇIKARDIĞI YENİ TAVŞAN : KÜLTÜR DEVRİMİ KATLİAMLARI ...... 93 1970 YENİ BİR SOYKIRIM ve SONRASI ...... 97 TEK ÇOCUK YASASI VE SONUCUNDA ZORLA EL KONULAN UYGUR KIZLARI ... 98 1990 AYAKLANMASI ...... 100 1982 ANAYASASI VE 1O YILLIK KISMİ RAHATLAMA ...... 101 1989 TIEN-ANMEN KATLİAMI ...... 102

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 3

1998 MESUT YILMAZ’IN UYGURLARIN SIRTINA SAPLADIĞI ÇİN HANÇERİ .... 110 11 EYLÜL 2001 ÇİN’İN TERÖRİZM KANDIRMACASI ve BATIYA YARANMA GİRİŞİMİ...... 111 2003 YILI OLAYLARI VE BİR BAŞBAKANLIK GENELGESİ DAHA ...... 114 SÜRGÜNDEKİ DOĞU TÜRKİSTAN HÜKÜMETİNİN KURULMASI ...... 116 DOĞU TÜRKİSTAN’DA 5 TEMMUZ 2009 KATLİAMI ...... 117 24 NİSAN 2013 DOĞU TÜRKİSTAN ‘DA YİNE BİR KATLİAM ...... 122 KÜRESEL GÜÇLERİN ELİNDE BATI TÜRKİSTAN VE AZERBAYCAN ...... 123 Tacikistan ...... 123 Azerbaycan ...... 124 Özbekistan ...... 124 Kazakistan ...... 125 Kırgızistan ...... 125 Küresel Güçler ...... 126 GİZLENEN GERÇEK - TÜRK PİRAMİTLERİ ...... 128 PİRAMİTLERİN YERLERİ ...... 128 BEYAZ PİRAMİT ...... 129 ÇİN’İN PİRAMİTLERİN TÜRKLERE AİT OLDUĞUNU GİZLEME ÇABALARI .... 134 DOĞU TÜRKİSTAN COĞRAFYASINDA YAŞANAN MEZALİMİN BOYUTLARI .... 143 1-) İŞGAL: ...... 144 2-) İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE ORGAN HIRSIZLIĞI ...... 145 3-) SOYKIRIM: ...... 156 4-) ÇİNLİ GÖÇÜ VE ASİMİLE: ...... 157 5-) KADINLARA KÜRTAJ: ...... 158 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 4

6) UYGUR KIZLARININ ZORLA ÇİNLİLERLE EVLENDİRİLMESİ VE BUNU İSTEMEYEN KIZLARIN TECAVÜZE UĞRAMASI...... 161 7-) SELF-DETERMİNASYON HAKKI: ...... 163 8-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DAKİ İDARECİLERİN ÇİNLİ OLMASI: ...... 163 9-) EKONOMİK SEFALET VE ÇALIŞMA HÜRRİYETİ: ...... 164 10-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DA DİNİ HÜRRİYETİN KISITLANMASI: ...... 168 11-EĞİTİM SORUNLARI ve UYGUR TÜRK LEHÇESİNİN YASAKLANMASI: ...... 171 12-) NÜKLEER DENEMELER: ...... 174 13-) DOĞU TÜRKİSTAN’ IN SÖMÜRÜLMESİ: ...... 177 14-) ÇİN HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN YARGIDAN KORUNMASI VE YARGI AYRIMCILIĞI ...... 183 SONUÇ OLARAK; ...... 184 BM GÜÇLÜ DEVLETLERİN OYUNCAĞINDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR ...... 185 BATININ TURAN DEVLETİ FİKRİNDE SAPLANDIĞI AÇMAZ ...... 186 DOĞU TÜRKİSTAN DAVASININ ÖNCÜ İSİMLERİ ...... 188 Rabia Kadir ...... 188 Osman Batur ...... 192 Hoca Niyaz Hacı ...... 194 İsa Yusuf Alptekin ...... 196 Barat Hacı ...... 199 Enver Tohti ...... 202 Bir Mesut Yılmaz Klasiği Daha ...... 202 Belgesele 20 Yıl Hapis ...... 203 DOĞU TÜRKİSTAN KONUSUNDA KİM NE DEDİ...... 206

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 5

DOĞU TÜRKİSTAN İÇİN NELER YAPABİLİRİZ? ...... 211

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 6

ÖNSÖZ 751 yılında TALAS zaferi ile başlayan Türklerin İslam dini tanışması neticesi çok ağır bir yenilgi alan Çin 10 asır boyunca tekrar eski günlerine dönen Türk dünyasına el uzatmaya cesaret edemez. Daha önceki dönemlerde defalarca diplomasi, casusluk, iç isyan üçgende yok ettikleri diğer Türk Devletlerinin yerini o günden sonra İslamla şereflenmiş Türk toplulukları almıştır. Şah İsmail döneminde yaşanan Çaldıran Savaşı Orta Asya’da doğru anlaşılamamış ve Batıya göçler bıçakla kesilir gibi kesilmiştir. Özellikle 1700 ‘lü yıllarda daha önce dünyanın en güçlü ülkesi olarak görülen Osmanlı Devletinin eski gücünü kaybetmesi, Rusyanın tarih sahnesine çıkması ve sıcak denizlere inme politikası, üstelikte Türklerin nerdeyse her devletin yıkımında gördükleri bitip tükenmez taht kavgaları Doğu Türkistan’ın dramını hazırlamıştır. Talas’ın ardından 1000 yıl süren bu dönemden sonra başlayan Çin mezalimi çeşitli dönemdelerde kan akıtılarak ara vermiş olsa da günümüzde halen devam etmektedir. Önceleri sadece devlet politikası olarak uygulan baskı, zulüm ve işkenceler, 1917 Bolşevik Devriminin ve bir süre sonra Çin’ de başlayan komünist yönetimin ardından bir din savaşına dönüşmüştür. Bugün bu savaş sözde özgür olan Batı Türkistan’da bile farklı boyutlarda devam etmektedir. Ancak çalışmamız esas olarak Doğu Türkistan üzerine kurulmuştur.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 7

GİRİŞ Besmeleyle başlıyalım kitâba, Allah adı, en iyi bir sığnakdır. Ni’metleri sığmaz ölçü, hisâba, Çok acıyan, afvı seven bir rab’dır! Allahü teâlâya hamd olsun! Resulullaha salât ve selâm olsun. Onun temiz Ehl-i beytine, Hulafa-i Raşidin’e (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali), ashabına, Allah yolunda can veren tüm şehitlerimize hayır dualar olsun. Doğu Türkistan ve o coğrafyada yaşananlar her zaman için içimizde bir kanayan yaradır. Ancak bu zulümlere uğrayanlar, hem dindaşımız hem de soydaşımız olmasına rağmen, bu insanların uğradıkları mezalimlerin çözümüne uğraşılması gerekirken, siyasi fikirler arasında, “sizden bizden” kavgasına kurban gitmektedirler. Birileri “Filistin” dediğinde bir başkası “Doğu Türkistan” diyerek konuyu tartışma platformuna çekmektedir. Oysa bırakın soybağını, herhangi bir Müslüman için Filistin neyse Doğu Türkistan’da o’dur. Zulüm hangi coğrafyaya uğramamıştır ki oraları unutalım, Bosna, Çeçenistan, Dağıstan, Azerbaycan, Kazakistan, Makendonya, Trakya, Bulgaristan, Romanya, Kırım, Anadolu, Suriye, Filistin, Doğu Türkistan, Irak, Somali, Sudan, Cezayir, Libya, Afganistan ve daha niceleri. Elinizde tuttuğunuz çalışma – ki eser demeye cüret edemiyorum – çeşitli kaynaklardan, konu ile ilgili bilgilerin derlenip bir araya getirilmesi yanında, tarafımıza ait metinlerinde eklendiği bir kitapçıktır. Aslında ilk başta hedeflediğimiz olayları bir noktada

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 8

özetleyen 15-29 sayfalık bir çalışma iken konular konuları izledi, çalışmada bir kitap seviyesine geldi. Kapakta kullanılan ağır ifadenin tepki çekme ihtimaline karşı söyleyelim ki bu ifade; bize değil Urumçi Üniversitesine o kelimeleri asan dinsiz, komünist Çin zihniyetine aittir. Buraya alma sebebimiz ise sadece birilerinin Çin malı alırken 2. Defa düşünmesini sağlamak ve hay-huy ile vakit geçiren insanlara dünyanın gerçeklerini gösterebilmektir. Çalışmamızın ana amacı Doğu Türkistan söz konusu olduğunda bir sadece –ah vah çekerek, bu mezalime son vereceğini sanan ve bu meseleye dair en ufak bir fikri olmayanlara, işin özü hakkında bir fikir verebilmek ve asıl yapılması gerekenleri ortaya koyabilmektir. Şüphesiz bu noktada isim ve paye derdinde değiliz. Tarihçi, tarih alimi, Tarih profesörü olmak gibi bir iddia peşinde de değiliz. Çalışmada yanlış bilgi kırıntılarına da yer vermiş olabiliriz. Ancak amacımız sadece asırlardır süren ve din kardeşlerimize her türlü eziyeti reva gören din ve insanlık düşmanlarının mezalimlerini göz önüne sermektir. Allah tüm şehitlerimize rahmet eylesin, mekanları cennet, ruhları şad olsun. Bizlere de o ecdada layık birer evlat olmayı nasip etsin. Abdiâciz İbrahim Halil Kutluay

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 9

DOĞU TÜRKİSTAN NERESİDİR Doğu Türkistan, 5 milyon kilometre kare olan Türkistan‘ın bir parçasıdır. Türkistan deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte hatıra gelir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlı, Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan bir coğrafyadır.

“Türklerin İlk Anayurdu” olarak bilinen Doğu Türkistan, 1.828.418 km2 genişliğe sahiptir. Bu haliyle Almanya’dan 4, Ürdün’den 25, Pakistan’dan 3, Türkiye’den 2.5, Fransa’dan 3 kat, Macaristan’dan 17 kat daha büyüktür. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 ‘ini (beşte

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 10

birini) teşkil eder. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19. sırada yer alır. Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat’ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan’dadır. Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İli, Manas ve İrtiş ırmakları vardır. Tarih boyunca Türkler bu coğrafyadaki sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşamlarını sürdürerek buradan dünyaya yayılmışlardır.

DOĞU TÜRKİSTANIN DOĞAL KAYNAKLARI ve STRATEJİK ÖNEMİ Genel coğrafya bilgisine az düzeyde bile hakim olan herkes, Çin'in Doğu Türkistan konusundaki ısrarını anlamakta hiç zorlanmayacaktır. Bilindiği gibi coğrafi olarak Çin'in Batı ile iletişiminin arasında iki önemli engel vardır: Birincisi 5000 km

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 11

uzunluğundaki dev Taklamakan Çölü, ikincisi de Çin sınırını boydan boya kaplayan Çin Seddi. Doğu Türkistan toprakları, Çin Seddi’nin dışında kalan tek toprak parçasıdır ve Çin’in anahtarı bir konuma sahiptir. Bu topraklara hakim olan güçlü bir devlet, doğrudan Çin ‘i tehdit etme potansiyeline sahip olur. Çin işte bu nedenle o coğrafyadan vazgeçmemektedir. Doğal kaynaklar da cabası. Rusya açısından ise durum daha farklı mesele arzeder. Rusya sıcak denizlere inme politikası gereği Orta Asya’daki Türk hanlıklarını birer birer işgal etmesine rağmen önüne çıkan İngiliz engeli yüzünden projesi akamete uğramıştır. Afganistan işgali ile açmaya çalıştığı kapının, ABD’nin silah gücü transferi ile kapatılması ve aynı Afganistan’ın 11 Eylülde göstermelik bir terör saldırısı bahane edilerek yine ABD tarafından işgali boşuna değildir. İngiltere için en büyük sorun Hindistan’ın ve civarının sömürge olduğu yıllardır. Rus güçlerinin oralara sarkma ihtimaline karşı İngilizler o coğrafyada bağımsız bir Doğu Türkistan devletine destek vermiştir. Doğu Türkistan üç bölümden meydana gelir. Tanrı Dağları,Tarım Havzası ve Cunguryan. En verimli bölge ise Tarım Havzasıdır. Şuan Çin işgali altında olan Doğu Türkistan, Kızıl Çin’in Çin Seddi dışarısında kalan tek toprak parçası ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi batıya açılan kapısıdır. Tüm bu özellikler bölgenin Çin Devleti için önemini açıkça gözler önüne sermektedir. Bunların haricinde bölgede yapılan maden aramalarında yüksek oranda petrol, uranyum, doğal gaz gibi enerji kaynakları rezervi bulunmuştur.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 12

Çin petrol ihtiyacının önemli bir kısmını buradan karşılamakta ve Doğu Türkistan kaynaklarını sömürmektedir.

ÇİN MEZALİMİNDE BİR ATA DİYARI Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk Devletinin kurulduğu merkez durumundadır. Bilinen ilk hakimi Büyük Hun’lardır. Büyük Hun İmparatorluğunun en kudretli dönemi Mete ile yaşanmıştır (M.Ö. 209-174). M.Ö. 206′da, Türkistan’daki mahalli hükümdarlar, Büyük Hun birliğine katılmışlardır. Büyük Hun İmparatorluğunun zayıflaması üzerine, Çinlilerin Doğu Türkistan topraklarına saldırıları başlar. Bir süre buralara hakim olan Çinliler, (M.Ö.101-86) püskürtülür ve yeniden Türk hakimiyeti başlar. Çin’le Hun devleti arasındaki çarpışmalar uzun yıllar devam eder, bazen Çinliler, bazen Türkler üstün gelir. Doğu Türkistan toprakları da, savaş durumuna göre el değiştirir. Nihayet Çin’liler, M.S.103 yılında kesin şekilde yenilerek bu topraklardan çekililer. Bundan sonra, Göktürk dönemine kadar, Doğu Türkistan çeşitli hanedanların yönetimine girer. Hun devletinin sahneden çekilmesinden sonraki yıllarda da çok kere mahalli küçük devletler veya hükümdarlar tarafından idare edilir. Türk tarihindeki karışık dönem Göktürklerin birliği sağlaması ile sona erer. Bumin Kağan’ın Ötüken’i başkent yaparak kurduğu devlet 552-745 yılları arasında ayakta kalmıştır. Bu dönem 1. ve 2. dönem Göktürk devleti olarak ikiye ayrılır. 1.Göktürk devleti 552-630 yılları arasında bağımsız olarak yaşar.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 13

Ancak 630′da uğranılan yenilgi üzerine Türk tarihinde acılı bir dönem başlar. 682 yılında kurulan 2. Göktürk Devletine kadar süren bu acılı dönemde, Çinliler, Doğu Türkistan üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu amaçla 660′da Doğu Türkistan’ı istila ederler. Ancak burada on yıldan fazla tutunamazlar. Bu defa da onların yerini Tibetliler alır. Tibet’in bazı bölgelerdeki işgali de uzun sürmeyecek ve ülke kademeli olarak kurtarılacaktır. 1. Göktürk Devletinin yıkılışında gördüğümüz olay aslında Türk tarihinin sürekli tekrar eden kopyası gibidir. Esasen Türklerin o dönemki devlet prensiplerinde yer alan “ülüş” sistemi ve güç göstergesi olarak yaptıkları ve özellikle Çin kökenli prenseslerin yer aldığı siyasi evlilikler bir çok devletin ömrünün sonlanmasında en büyük etkendir. Zaten Osmanlı Devletinin uzun yaşamasın sırrı da bir noktada buradadır. Özellikle Çin askeri güç olarak baş edemediği bu devletleri, önce iç isyanlarla veya casuslarının diplomatik faaliyetleri ile zayıflatmış ve daha sonra yıkmıştır. Çin’in devrede olmadığı gibi görünen durumlarda ise devleti isyan bir kavim yıkmış ve Çin büyük oranda bu isyanların kışkırtıcısı olmuştur. Kutluk Kağan’ın istiklal bayrağı açmasının ardından Çinlilere karşı kazanılan İnekler gölü savaşı ile (682) felaketli yıllar sona erer. Böylece 2.Göktürk devleti kurulur ve Kutluk “İlteriş” – “İltiriş” 1 adı ile hükümdar olur.

1 İl derleyen, il toplayan yapan anlamındadır Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 14

Daha önce 1. Göktürk idaresindeki iken acılı dönemde bağımsız davranan Uygurlar da tekrar Göktürk hakimiyetine girerler. Kapgan ve Bilge Kağan döneminde rahata eren Türkistan’ın çilesi Bilge’den sonra yeniden başlar. Uygurlar ve Dokuz Oğuz Boyları, Göktürklerin çöküşünde önemli rol oynarlar. Orhun Yazıtları onların ayaklanmaları hakkında epey bilgi sunar. Mesela devletin en güçlü kağanı olarak göze çarpan Kapgan Kağan Dokuz Oğuz Boylarından olan Bayırkurlar’ın pususunda öldürülür. Arkasından ise Kapgan Kağan’ın oğlu ile Kül Tigin arasında bir taht kavgası yaşanır. Savaşı kazanan Kül Tigin tahta Bilge’yi geçirir. 2 2. Göktürk Devleti’nin çöküşe girdiği 740 yıllarında Uygurlar doğal olarak yine Göktürkler’in hilafına- yeniden güçlenirler Bunu anlamak için başlarındaki yöneticinin “yabgu” unvanına bakmak yeterlidir. Göktürklerin iyice zayıfladığı bir anda durumdan faydalanan Uygurlar, Basmıl ve Karluk boylarıyla ittifak ederek son Göktürk kağanları Ozmış ve Po-mei’yi öldürürler. Fakat bundan sonra müttefiklerin arası açılır. Başlangıçta Basmıl başbuğunu kağan ilan eden Uygurlar, basamak olarak kullandıkları bu kağanı öldürerek 745 yılında kendi yabguları Kutluk Bilge Kül’ü Göktürklerin (Hunların da) başkenti olan Ötüken’de kağan ilan ederler. Eski Göktürk toprağı olan Taşkent ise Türgiş’lerin hakimiyetindedir.

2 Bu olayın örneği tarihte çok azdır Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 15

TALAS SAVAŞI 749 yılında İslam ve ilerde göreceğimiz üzere Türklerin geleceğini etkileyen önemli bir olay yaşanır. Ebu Müslim’in öncülüğünde biri isyan ile Abbasi yönetimi başa geçer. Kavmiyetçiliği ön plana çıkaran Emevi hanedanı yerine Abbasi hanedanının gelmesi İslam dininin yayılmasına önemli ölçüde etki eder. Her ne kadar isyanın öncülüğünü yapan Horasanlı Ebu Müslim ihanet edilerek öldürülse de artık işin gidiş yönü belli olmuştur. Tarihler 751 yılını gösterdiğinde Türkler için tarihte yeni sayfa açılacaktır. Göktürk İmparatorluğu'nu yıkmış olan Çin’in başındaki Tang Sülâlesi (618-906) devrinde İmparator Hivang-Çang (713-755), Türk Hanoğulları’nın hâkimiyetindeki Şaş/Taşkent şehrini ele geçirmek ister. Bu gayeyle Taşkent Seferine çıkan Kuça Valisi Kao Sien-tche çok geçmeden Taşkent hükümdarı -tudun’u esir alarak Çin İmparatoruna gönderir. Çin komutanının hile ile ele geçirdiği hükümdara yaptıkları, bütün mallarına el koyup ardından şehri yağmalaması, Göktürklerin ardından henüz yeni bir birlik kuramamış olan diğer kavimlerde korkuya sebep olur. Bagatur-tudun’un (Bahadır diyede geçer) öldürülmesi üzerine oğlu, başta Karluklar olmak üzere bölgedeki Türk boylarını Çin’e karşı birlikte harekete çağırır. Ancak Göktürklerin yıkılmasından sonra henüz birliğini kuramamış olan Türkler, Çin kuvvetleriyle tek başlarına mücadele edemeyeceklerini bildikleri için Abbasîlerden yardım ister. Taşkent'in bu yardım isteğine diğer, Arap liderlerin aksine sessiz kalma taraftarı olmayan Horasan valisi cevap verir ve komutanı Ziya bin Salih’i birlikleri ile beraber Çin ordusuna karşı gönderir. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 16

Ziyad bin Sâlih kumandasında gelen İslam ordusu, yardımcı Türk kuvvetleriyle birleşir. Bunu haber alan Çin komutanı Kao Sien- tche de 100.000 kişilik orduyla, bugünkü Kazakistan sınırları civarındaki Talas şehrine gelir. Artık bundan sonrası tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birinin yaşanacağı günlerdir. 751 yılı Temmuzunda başlayan savaş 5 gün sürecek ve bu sürede her iki ordu da büyük kayıplar verecektir. Savaşın son günü Çin kuvvetlerinin arkasına sarkan Karluklar, düşmana ağır bir darbe indirir ve Çin ordusunun komutanı Kao Sien-tche az bir kuvvetle kaçarak canını zor kurtarır. Savaşta Çinliler, elli bin ölü ve yirmi bin esir verirler. Geri kalanlarda bölük pörçük firar edenlerdir. Bazı kaynaklarda ise Çin ordusundaki Karluk ve Yağmaların Çin ordusuna arkada saldırdığı rivayet edilir. Talas Meydan Muharebesinin zaferle neticelenmesi; Türk, Çin, İslam ve dünya tarihiyle medeniyetinde çok önemli etkiler bırakmıştır. Çinliler Talas yenilgisinden sonra 1000 yıl, Tanrı Dağları (Tiyenşan) batısına geçemeyecek ve Batı Türkistan, Çin tehlikesinden kurtulacaktır. Savaşın sonuçlarını özetlersek;  Orta Asya'nın Çin egemenliğine girmesi engellenmiştir. (Siyasi)  Türkler, bu savaştan sonra guruplar halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. ( Karluklar) (Dini)  Esir alınan Çinlilerden kağıt yapım tekniği öğrenilmiştir. (Kültürel)

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 17

 Abbasiler, yönetimde Emevilerin Arap Devleti tezi yerine, İslam devleti özelliği göstermişler, Müslümanlara eşit yaklaşımda bulunmuşlardır.  Arap Milliyetçiliği politikası, Ümmetçi anlayışa dönüşmüştür.  Fetih politikasından çok, kültür politikasına ağırlık vermişlerdir. Semerkand’daki imalathanelerde yapılan ipekten kâğıtlar, Orta Doğu ve Akdeniz’e yayıldı. Müslüman Araplar, kâğıdı imal ederek medeniyetin bütün dünyada hızla yayılmasına hizmet ederler. Talas yenilgisi Çin’in, Göktürk Devletinin yıkılması ile yayılma ve nüfus etme fırsatı bulduğu Doğu Türkistan’ı tamamen boşaltmasına sebep olur. O boşluğu da Uygurlar dolduracaktır. Hem Talas yenilgisi hem de ardından yaşanan bu olaylar Çin’i karıştırır. Annesi Göktürk kökenli ve Çin ordusunda etkin pozisyonda bulunan An-lu-san adındaki bir komutan 200 bin kişilik bir kuvvetle Çin başkentleri Lo-yang ve Çang-an’i zapteder. Uygur Devleti hükümdarı Moyen-çur, Tang imparatoru (o dönemde Çin’i yöneten hanedan) Su-tsung’un yardım çağrısına cevap verir. Çin’e giren Moyen-çor başkentleri geri almakta zorlanmayacaktır. Bunun Çin’e maliyeti ise basittir: 20 bin top ipek ve bir prenses. Ancak zamanlar Uygurlar arasında mani dini yaygınlaşır ve bu Uygurların sonu olur. Mani dini; avlanmayı, et yemeyi ve savaşmayı yasaklayan bir dindir. Göçebe hayata ve savaşçı bir ruha uygun Türkler için bu din bir intihar demektir. Nitekim kısa süre sonra Uygurlar ; 1- Savaşçılıklarını kaybettiler.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 18

2- Yerleşik hayata geçtiler. 3- Yerleşik hayata geçmeleriyle Uygurlar ticaret, bilim, sanat ve edebiyat gibi birçok alanda geliştiler. Yukarda görülen son maddede görüleceği gibi ticaretle zenginleşen Uygurların artık savaş gücüde olmadığı için son bulması kaçınılmazdır. Önce etraflarındaki göçebe niteliği süren Türk kavimleri karşısında etkileri azalmaya başlar ve sonra 840 yılında Kırgızlar devleti yıkarlar.

KARAHANLILAR DEVLETİ Karluklar, Talas Zaferinden on beş yıl sonra, 766 tarihinde, Tanrı Dağları batısında ve Çu Irmağı boylarında müstakil Türk devleti kurarlar. Uygurların çöküşüne kadar şeklen onlara bağlı görünen Karluk Beyi, devlet ortadan kalkınca Karahan unvanını alır ve diğer bazı boylarla birlikte Karahanlı Devletinin temelini atar. İlk hükümdar Bilge Kül Kadir Han başkenti Kaşgar’a nakleder. Kadir Han’ın yeğeni olan Satuk Buğra Han döneminde, daha önce başlamış olan, Türkistan’daki Kamlık (Şamanlık), Buda ve Mani dinlerindeki yerli ve göçebe Türklerle, Müslümanlar arasında ki, serbest ticaret, dostluk ve iyi münasebetler sonucunu vermeye başlar. Türkler, Müslümanlarla tanışıp, İslam dinini yakından tanıma imkânına kavuşurlar. İslam dininin üstün esasları, mütekâmil hâli, buralardaki Türklerin İslamiyet'i benimsemelerine sebep olur. İslam medeniyet dairesine, Orta Asya’da, binlerce Türk girer.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 19

KARAHANLILAR SONRASI Karahanlılardan sonra, Cengiz Han döneminde Moğol hakimiyetine giren Doğu Türkistan’da Çağataylılar dönemi başlamıştır. Bir süre sonra İslamla tanışan Moğolların İslam dinine girmesiyle Çağatay Devletinde de İslam dönemi başlamıştır. Bu dönemin ardından yine birer Türk Devletleri olan Timurlular, Seidiye Hanlığı, Kaşgariye Devleti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi devletler kurulmuştur. Çin Mançu İmparatorluğu tarafından işgal edilinceye kadar Doğu Türkistan’daki Türkler bağımsız olarak yaşamışlardır. 1402 yılında Osmanlı ordusunu yenen Emir Timur döneminde Türkistan en güçlü dönemini yaşamış ve Anadolu, Suriye, Mısır, Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’da hakimiyetini ilan etmiştir. Emir Timur Çin Seferi yolunda ölünce planları akamete uğrar. Çin bir kez daha kurtulmuştur.

ÇİN ZULMÜNÜN BAŞLANGICI ve DİLŞAD HATUN Çağatay Hanlığı ortadan kalksa da o günlere kadar varlıklarını sürdüren Çağataylılar, Hidayetullah Hoca isyanı ile zor duruma düşerken durumdan istifade eden Moğol Kalmuklar, Doğu Türkistan’ın kuzeyine yerleşirler. 1755’te beylerden ikisi hükümdar’a karşı ayaklanır ve taht kavgasına girerler. Bununla da yetinmeyip Çin’den de yardım isterler. Çin 1000 yıldır elini çekmek zorunda kaldığı toprakların artık müsait olduğunu anlamıştır. Hemen birliklerini gönderir. Sözde

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 20

destek için gelen Şao-Hui komutasındaki ordu Türkistan sınırlarında görününce herkes hatasını anlar ama artık çok geçtir. Her ne kadar başlarda herkes canla başla savaşsa da Çinli komutanın uyguladığı vahşet sonucu bazı yerler hiç savaşmadan teslim olmaya başlar. Hükümdar sonuç elde edemeyeceğini anlayınca Rusya’ya kaçsa da toprakların savunmasına teslim olmayı reddeden Burhaneddin Hoca ile kardeşi Hoca Cihan devam eder. İki yıl boyunca devam eden savaşın sonunda, Şao-Hui'nin kıyıcı tutumu karşısında, daha fazla direnmenin mümkün olamayacağını görerek İran’ın Bedehşan Emirliğine sığınmaya karar verirler. Büyük bir kafile ile Künlün dağını aşarak Bedahşan'a gelirler. Ancak, Bedahşan Emiri AIi Şah gelenleri kabul etmekte pek İstekli davranmaz. Çünkü geçmiş yıllarda, zaman zaman Türkistan beyleri ile sorunlar yaşamıştır. Sınırda yığılmalar olur. Durumu haber alan Şao-Hui, hemen ordusu ile gidenlerin ardına düşer ve orada bulunanların yarısını kıyımdan geçirir. Durumdan dehşet duyan Ali Şah kalanlara kapılarını ardına kadar açar. Böylece, Dilşad Hatun eşi Hoca Cihan Cihan ile birlikte birçok Türkistanlı Bedehşan'a sığınmış olur. Geride ise, kanlı bir arenayı andıran korkunç savaş sahneleri kalır. Şao-Hui, katliamı başarı olarak görerek bunu tescil etmek ve imparatoruna sunmak için, Şah Ali'den Burhaneddin Hoca ve Hoca Cihan'ı diri olarak vermesini ister. Şah Ali böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söyleyerek onu reddeder. Şao-Hui, baskıya devam edince, Emir, sonunda çaresiz kalarak beylerin sadece başlarını verebileceğini, çünkü, İslam dininin kendilerinin

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 21

diri olarak teslimine izin vermediğini söyler. Teslim alınan başlar, Çin'e götürülür ve orada birer kılıcın ucuna takılarak halka teşhir edilir.

DİLŞAD HATUN’UN ESARETE DÜŞÜŞÜ Dilşad Hatun, artık eşini kaybetmiştir. Aylar sonra, Komutan Şao- Hui, yeniden ortaya çıkar, bu kez imparatorun buyruğu üzerine Dilşad Hatun'u götürmek ister. Zira, Dilşad Hatun'un güzelliği ve kahramanlığı, kendisine öyle anlatılmıştır ki İmparator, görmeden ona aşık olmuştur. Şao-Hui, ayağının tozu ile Şah Ali’nin huzuruna varır ve Dilşad Hatun'u Çin'e götürmek istediğini söyler. Şah Ali vermemek için direnir. Çünkü kadın müslümandır ve gönderilmesi caiz değildir. Şao-Hui ne yapıp yapıp imparatorun buyruğu yerine getirmek azmindedir. Çareler arar. Bir takım dolambaçlı ve hileli yollar dener. Sonunda, birkaç ünlü Türkistanlı ulemayı Bedahşan'a gönderir. Bunlardan Molla Said adındaki zat, Şah Ali'nin huzuruna vararak, “Türkistan’dan geldiğini ve Dilşad Hatun'u halkının istediğini, ona ihtiyaçları olduğunu, Türkistan halkının zulüm ve baskıdan kıvrandığını ve eğer Dilşad Hatun İmparatora ricacı olarak giderse halkın rahatlayabileceğini, bu nedenle, kendisinin Kaşgar halkının sözcüsü olarak geldiğini” söyler.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 22

Halkı için canını bile esirgemeyen Dilşad, kendisi için ölümle denk olan bu teklifi çaresiz olarak kabul ederek, oradan gözyaşları ile ayrılır. Yolda kendisine iki yüz Türk askeri ve Çinli bir alay eşlik eder. Geçtiği her yerde saygı görür, fakat ne bu ilgi ne de içindeki umut ışığı onu ıstırap çekmekten alıkoymaz. Çünkü ülkesini hallaç pamuğu gibi atan bir İmparatorun ayağına gitmek ve ondan şefkat dilemek kadar korkunç bir şey yoktur onun için. Acısını damla damla içine akıtır. Dilşad'ın bu üzgün halini gören Şao-Hui, onun canına kıyabileceğini düşünerek yeniden bir takım yalanlarla onu avutmaya çalışır. Üzüntüsünün yersiz olduğunu ve eğer İmparatordan ricada bulunursa, onun kocası Cihan'ı da (çoktan idam edilmiş olan kocası) serbest bırakabileceğini ve birlikte ülkelerine gidebileceklerini söyler. Kafile, üç ay gibi bir zamanda, çöller, dağlar aşarak Çin'e varır. Saray o gün, olağanüstü anlar yaşar. Herkes merak ve heyecan içindedir. Hele İmparatorun heyecanı doruktadır. Bazı kimseler de bu savaşçı ve mağrur kadının nasıl dize geleceğini görmek için adeta seyre gelmiştir. Fakat, Dilşad bir Prensese özgü vakar ve davranışla saraya gider. Hatta saray kurallarına bile meydan okuyarak, savaşta giydiği zırhı ile at üstünde görünür. İmparatorun huzuruna vardığında yine aynı vakar, aynı davranış içindedir. Sarayın görkemi onun ruhuna en küçük bir eziklik vermemiştir. Kendinden emin adımlarla tahta doğru yürür. İmparator, ayağa kalkarak, Asya'nın bu eşi benzeri görülmemiş kahraman ve güzel kadınını selamlar. Orada bulunanlar huşu içinde imparatora secde ederek onu selamlarken, Dilşad davranışını hiç bozmaz. Hatta valinin uyarısını bile dinlemeyip ona şöyle bir yanıt verir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 23

"Müslüman olduğumu unutuyorsunuz. Bizde, yalnızca Allah’a secde edilir. O anda, ana İmparatoriçenin sesi yükselir. "O da tanrı'nın oğlu, herkesin ona secde etmesi gerekir Onun huzurunda bulunan herkesin...” Aslında Dilşad'ın bu davranışı yüzlerce yıllık saray kurallarına göre büyük bir suçtur. Cezası da ölümdür. Bunu bilen saraylılar, imparatorun nasıl bir tepkide bulunacağını merak ve korku içinde beklerken. Tanrı'nın oğlu, karşılaştığı bu olağan üstü varlığın büyüsü ile bambaşka bir kimliğe bürünür ve nazik bir sesle "Hoş geldiniz.." der. Dilşad Hatun vakur bir halde kılıcını kınından çıkararak İmparator'a uzatır ve ekler. "Bu teslim olma anlamına gelmesin. Bunu sadece, Çinli askerlerin yurdumdan çekilmesi koşulu ile veriyorum". İmparator, kılıcı alır ve müstehzi bir davranışla geri verir. Dilşad, bu kez ikinci dileği olan, Cihan'ın serbest bırakılması isteğinde bulunur. İmparator buna da olumlu bir yanıt bulur. Fakat, bu haller ana İmparatoriçeyi daha da sinirlendirir. İmparator, bir yandan annesini nasıl yatıştıracağını düşünürken, bir yandan da bu güzel kadını nasıl kazanacağını ve kendisine bağlayacağını düşünür. Ona sarayında güzel bir daire ayırtır. Buyruğuna nedimeler verir. Oysa, genç kadının gözünde hiçbir şey yoktur. O sadece, Cihan'ın serbest bırakılacağı ve birlikte Kaşgar'a gidecekleri günün hayalini kurar, durur. Kendisini ülkesindeymiş gibi düşler. İşte, yine böyle umut dolu bir günde, Cihan'ın çoktan öldürüldüğünü ve başının da kılıca takılarak halka teşhir edildiğini

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 24

işitir. Çılgına döner. Ve hemen oracıkta, İmparator'dan öcünü alacağına dair ant içer. Bunu defalarca yineler. Hatta imparatorun huzuruna çıkarak aynı sözleri onun yüzüne haykırır. İmparator ise, böyle bir olaydan haberi olmadığını söyleyerek Dilşad Hatun'u yatıştırmaya çalışır. Ama Dilşad, sürekli olarak ondan öcünü alacağını yineler. Bu haber, Saray da yankılanır durur. Ana İmparatoriçe ve yakınları dehşete düşer. Böylesine pervasız bir kadının kendileri için tehlike olacağını düşünerek onu ortadan kaldırmak için çareler ararlar. Ama imparator güçlü kanatlarını germiştir, bu acılı, masum kadını korumak için var gücü ile çalışır. Çünkü artık hayranlığının yerini kara sevda almıştır. Dilşad Hatun’un ise tek düşüncesi vardır. Değerli taşlarla bezeli takılar, armağanlar hediye eder. Dilşad Hatun’un kullandığı kokudan çok etkilenen imparator, ona "ŞİANG-FEİ' diye hitap eder, “güzel kokulu prenses”... İmparator yasak kent'in içine camisi, çarşısı, hamam ile bir Müslüman mahallesi bile kurar, bununla da yetinmez, Dilşad Hatun seviyor diye İğde ağaçlarını kökünden söktürüp saray bahçesine diktirir. İmparator bu arada, Doğu Türkistan'daki asayişi sağlayıp oradaki beylerden bazılarına unvanlar verir. Saraylar yaptırıp onlara tahsis eder, Bazı kimseleri, Cang-An kapısının batı yanına iskan eder. Onlara, Çinli halka tanınan, memuriyet ticaret ve seyahat hakkı tanır. Ayrıca, hazineden bir miktar para ayrılarak, onların bulunduğu yere bir Cami yaptırır buyurur. Süslü yüksek kemerli geniş sahanlı olarak inşa edilen bu cami, 1765’ te tamamlanır. Caminin içinde dört dilde yazılmış bir kitabe vardır. Kitabenin

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 25

Çince metnini bizzat imparator kendisi yazarak mührünü basar. Zaten, birçok bilgi de bu kitabeden öğrenilmiştir. İmparator tüm bunların yanında, Çin'de bulunan Türk askerlerini teşkilatlandırarak muhafız alayı olarak Dilşad'ın buyruğuna verir ve üç Çin gümüşü ile onları maaşa bağlar. Ve artık, imparator Chi- En-Lung, Dilşad tarafından reddedilmeyeceğini düşünerek ona evlenme telif eder. Dilşad Hatun, aradan geçen bu sekiz yıl içinde, kin ve öfkesinden oldukça sıyrılmış başına gelenleri kadere bağlamışsa da yine de imparatorun teklifine olumlu yanıt vermez. “Müslüman bir kadının, kendi dininden olmayan bir kimse ile evlenmesinin caiz olmadığını” söyler. Dilşad Hatun’un tek bir isteği vardır: yurduna dönmek. Ne yer, ne içer. Onun bu halini gören imparator ne yapacağım bilemez. Dilşad'ın kalması için defalarca ricada bulunur. Fakat Dilşad’ da ülkesinden uzak yaşamayacağını vurgular durur. İmparator, çıkmaza girer ve devlet işlerini iyice boşlar. Öteden beri durumu öfke ile izleyen Ana İmparatoriçe'nin oğluna sitem eder. “Nedir,senin bu yaptığın? Bir düşmana bu ne sevgi ve ihtimam?” der. İmparator ise Türkleri artık düşman olarak görmediği belirtir. Ana kraliçe biraz siyasi güç birazda da oğlunun çektiği acıya dayanamamanın etkisiyle son önlemini alır. Dilşad Hatun’un ölüm emrini verir. Kimi ipek iplikle boğdurulduğunu, kimi de zehirle yaşamına son verildiğini söyler İmparator mabede kapanarak günlerce yas tutar. Bu asil kadın Çin’de ve Doğu Türkistan’da iffet ve namusun sembolü sayılır. Öldürülen kocası Hoca Cihan ile birlikte savaşlara

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 26

bile katılan Dilşad Hatun adına Çin’de ve Avrupa da ebedi eserler yazılır. 3

KAŞGARİYE DEVLETİ ve ABDÜLAZİZ HANIN GÖNDERDİĞİ OSMANLI YARDIMI Doğu Türkistan işgaliyle Çin ticaret yollarındaki hakimiyetini daha da güçlendirme amacı taşımaktadır. Sonraki dönemlerde işgal altındaki Doğu Türkistan’da huzur ve güven kalmaz. Çin işgalden sonra bölge halkına inanılmaz baskı uygular. Korku rejimi kurularak insanlara zulüm ve işkenceler yapmaya başlarlar. Zulme ve esarete karşı duran Doğu Türkistanlı Türkler, zaman zaman Çin işgalcilerine karşı ayaklanırlar. Sonunda gizli gizli teşkilatlanan Uygurlar büyük bir ordu ile Çin zulmüne başkaldırırlar. Yakup Han, önce Çin işgalindeki bir kaleyi ele geçirir ve ardından kendi otoritesine karşı çıkabilecek kimseleri ortadan kaldırır. Etrafına toplanan Uygur Türkleri işgal altında olan yurtlarını çetin ve kanlı mücadeleler sonucunda tekrar kazanır. Son Çinlinin de kutlu topraklardan atılmasıyla bağımsızlık türküleri söylenmeye şölenler yapılmaya başlanır.

3 http://www.hurgokbayrak.com/yeni_sayfa_155.htm Araştırmacı Yazar Fatma Muzaffer Kaya Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 27

Milli bir devlet olan Kaşgariye devleti böylece kurulmuştur. Devletin başında bulunan Yakup Han’ın en büyük ülküsü bölgede bulunan Müslüman Türklerin tek bayrak altında toplanmasıdır. 1872 yılında Yakup Han, o dönemde İslam Aleminin lideri olan Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz’e elçi göndermeye karar verir. Doğu Türkistan’dan gelen Yakup Han’ın aynı zamanda yeğeni de olan elçi Hoca Töre, namesini Sultan’a sunar ve Çin zulmü altındaki halkının içler acısı durumunu anlatarak Padişah’ın engin kanatları altına sığınma dileğini dile getirir. Kaşgariye Devreti “Halife” sıfatı taşıyan Osmanlı Devletine biatını sunmaktadır. Hoca Töre4 tarafından örneklerle sunulan Doğu Türkistan halkının vahim durumu, Abdülaziz’i derinden etkiler. Her ne kadar sıkıntılar içinde de olsa, dünyada nerede bir mazlum varsa Osmanlı’nın eli oradadır. Osmanlı’nın, Afrika’daki Batı sömürgelerine uzanan yardım eli, kendi dindaşlarına uzanmazlık etmeyecektir. Osmanlı bir yandan da Rus işgali altındaki hanlıklara yeterince yardım edememiş olmanın mahcubiyeti altında elinden geldiği kadar yardım edecektir. Bütün alet edevatıyla birlikte 6 adet Krupp topu, 2 bin tüfek ile kapsül ve barut imaline mahsus tezgah ve sair aletler Türkistan'da zorda olan kardeşlerimiz için hazırlanır. Bu aletlerin nasıl kullanılacağı da düşünülmüştür elbette. Enderunlu Murad Efendi'nin başkanlığında bir askeri heyet de Kaşgar'a gönderilecektir. Elçinin sunduğu biatı kabul eden Abdülaziz Han, heyete ayrıca bir miktar para takdim edip, hazırlanan malzemeleri de donanımlı bir

4 Hoca Töre’nin oğlu olan ünlü müzik adamı- bestekar Abdülkadir Töre daha sonradan ailesi ile bilikte yerleştikleri Türkiye’de, 1946 yılında Zonguldak’ta vefat eder. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 28

gemiye yükleterek, görevlendirilen savaş timi ile birlikte geri gönderir. Yanında halifenin askeri ve altında gemi ile dönen elçi mutludur. Hindistan’ın Bombay şehrine varan gemi, yükünü burada boşaltır. Heyet, uzun bir kara yolculuğundan sonra Kaşgar’a varır. Türk heyetinin şehre varmasıyla şehirde bir anda bayram havası esmeye başlar. Yakup Han, Osmanlı heyetini yüz pare top atışıyla selamlarken, halk da Osmanlı heyetini gözyaşları arasında karşılar. 5 Kafilenin başında bulunan Yüzbaşı Ali Kâzım; etrafındaki dağlarda kimi yeşil, kimi sarı, hatta kimi kırmızı yeşim taşları bulunan bu gizemli Kaşgar şehrini tanımaya koyulur. Burası herhangi bir Anadolu şehrinden farklı değildir. Hatta daha gizemli, daha sihirli, üstü açılmamış bir hazine gibidir. Yeni kurulan devleti, Osmanlılar yanında İngiltere ve Rusya’da resmen tanımıştır. 6 Yakup Han, Rus Çarlığı ile 8 Haziran 1872’de beş maddelik ticâret antlaşması imzâlar. Hindistan’daki İngiliz koloni idâresiyle de 2 Şubat 1874’te on iki maddelik antlaşma imzâlanır. Rusların Batı Türkistan’daki Türk devletlerini birer birer işgal ederek Hindistan sınırına yaklaştığı bir devrede, Hindistan sınırındaki Doğu Türkistan’da Yakup Han devletinin doğuşu, elbette İngilizler için sevindirici bir gelişmedir. İngilizler bu devletin ayakta kalmasını istemektedir. Fakat bu devleti her ne

5 Arifhan Akpınar-İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü 6 http://www.turansam.org/makale.php?id=526 Kaynağına göre ise Rusya bu devleti tanımamıştır. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 29

kadar tanımış olsa da Rusya bu devletin kendi idaresindeki Müslümanlara örnek olmasından çekinmektedir. Bir süre sonra yeni doğan bu devlete karşı iki dev düşman intikam hırsıyla dikilmeye başlar: Ruslar ve Çinliler. Halife Abdülaziz Han tarafından Kaşgar Emiri – Emir-ül Müslimin unvanı verilen Yakup Han fetih hazırlıklarına başlar. Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı geciktirilmeden Kaşgar semalarında dalgalanmaya, Kaşgar camilerindeki hutbeler Osmanlı Padişah’ı adına okunmaya başlanır. Yakup Han, verilen unvan, gönderilen yardımlara karşı teşekkürlerini sunmak ve yapılanları bildirmek üzere 7 Nisan 1875 tarihinde Osmanlı Devletine bir mektup gönderir. Mektubunda; "Devlet-i Aliyye'nin sancağını açtıklarını, hutbeyi halife adına okutup, sikkeleri Abdulaziz Han adına bastırdığını" belirtir. Yüzbaşı Ali Kâzım, Kaşgar’da kısa zamanda bir topçu taburu kurup, birliğe Nizam-ı Cedid adını verir. Yakup Han’ı görüp konuşan Rus devlet adamı Korupatkin’in “Kaşgariye” adlı eserinde de, Yakup Han’ın çağdaşı olan tarihçi Musa Sayrami’nin “Tarihî Hamidi” adlı kitabında da, Yakup Han’ın devrini inceleyen bilim adamı D.A.İsiyev’in “Yedişehir Uygur Devleti” adlı araştırmasında da, Yakup Han’ın kişiliğini değerlendiren şu özlü ifadeler ortaktır: "Akıllı ve çalışkan; amacına ulaşmada gözünü dal-budaktan esirgemeyen cüretkar ve düşmanını yok etmede her hangi bir hileye başvurmaktan çekinmeyen hilekar şahsiyet.” Yakup Han’ın hazırlıkları düşmanlarını harekete geçirir. Ruslar, tüm Türkistan’ı Çinliler ile paylaşıp, batısını kendisine, doğusunu Çinlilere bırakıp, Çinlileri kendisine suç ortağı yaparak, bu dev

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 30

toprağı yutmanın yollarını aramaktadır. Osmanlının yeni kadim düşmanı Rusya bu bölgede yeni neni türeyen düşmanını büyümeden ezmeye kararlıdır. Çünkü aksi takdirde kendisine karşı ikinci bir cephe açılmış olacaktır. Bu nedenle Çinlilere destek verirler. Yakup Han büyük taarruzun yaklaştığını anlayarak tekrar Osmanlı Devletine başvurur ve yeni kuvvetler, silahlar talep eder. Ancak büyük bir felaket olan 93 Harbini yeni yaşamış olan Osmanlı Devletin’de bunu yapacak takat kalmamıştır. Mançu İmparatorluğu komutanı Zuo Zongtang “Bedeni korumak için Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi kollar muhafaza edilmeli” diyerek işgalin Çin açısından zaruretini ifade eder. Nitekim Çinlilerin saldırıları gecikmez. Doğu Türkistan’a gönderilen Zo Zuñ Tañ komutasındaki Çin birliğinin mevcudu 90.000 kişi iken Yakup Han’ın ordusu 45.000 kişidir. Çin nüfusu 300 milyon iken Kaşgariye Devletinin ise 2 milyon. Yakup Han İngilizlerin de aracılığıyla, Pekin’e ve Zo Zuñ Tañ’a elçiler gönderip, Çin’in üstünlüğünü tanıma koşuluyla, Kaşgariye devletinin ayakta kalmasını isteyen barış görüşmelerinde bulunur. Onun bu kararsız tutumu devlet ve ordu içinde tedirginlik yaratır; hainler çoğalır; tahıl ve silah depolarında yangınlar çıkar. Bunlara rağmen, barışı reddeden Çin’in saldırısıyla, 1877 Nisan’ında başlayan ilk çarpışmalarda Kaşgar Emiri Yakup Han destansı savunmalarla Çinlileri savuşturur. Korla’ya çekilmek zorunda kalan Yakup Bey 16 Mayıs 1877 ‘de aniden ölür. Ölüm sebebi ihtilaflıdır. Brockhaus 1894 tarihli eserinde kendi adamları tarafından öldürüldüğünü yazar.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 31

Encyclopaedia Britannica ise umutsuzluğa düşen Yakup Han intihar ettiği iddiasındadır. Onun vefatından sonra devlette büyük sıkıntılar baş gösterir. Çinlilerinde saldırmaları, kuruluşunu tam olarak bitirmemiş olan Kaşgariye Devletinde büyük paniğe sebep olur. Gözü dönmüş Çinlilerin zulmüne hedef olmasınlar diye kadın, çocuk ve yaşlılar kontrollü bir şekilde dağlara gönderilir. Kaşgar’a giren Çin askerlerinin ilk işi Yakup Han’ın mezarını bulup, cesedini mezardan çıkararak yakmak olur. Cesetten kopardıkları başını Kaşgar Kalesinin kapısına asarlar. Büyük kayıplar veren Uygur Türkleri geri çekilmek zorunda kalır. Osmanlı destek birliği de Çin askerlerine esir düşer. Çinliler Doğu Türkistan’ da korkunç bir imha ve asimile hareketi başlatır. Çinliler artık bu toprakların kendilerinin olduğunu ilan ederek, 1884’te buraya Çince “yeni hudut” ya da “yeni kazanılmış toprak” anlamındaki “Xinjiang” (Batılılara göre Sinkiang) ismini vermişlerdir. Sonra bütün kasaba, şehir ve makam isimleri Çinceleştirilmiştir. Esir Osmanlı askerleri ise uzak bir şehre götürülürler. Yüzbaşı Ali Kâzım ve arkadaşları zindana atılıp, zincire vurulurlar. Günlerce işkence görürler. Sırtlarında kamçı yarası olmayan bir deri parçası kalmayana kadar işkence devam eder. Tırnaklarına demirden iğneler saplanır. Bu işkence faslı, bir aydan fazla sürer. Nihayet başta Yüzbaşı Ali Kâzım olmak üzere hepsinin idamına karar verilir. Şehre yeni atanan vali çocukluğundan beri Çin yaşam tarzına göre eğitilmiş ama aslen Doğu Türkistanlı biridir. İnfaz öncesi son istekleri sorulan Osmanlı askerleri iki rekat namaz kılmak isterler.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 32

Yüzbaşı Ali Kazım öner geçip imamlık yapar. Diğer askerler saf tutarlar.Mahkumları izleyen vali, çocukluğunu ve babasının kıldığı namazları hatırlar. İdamların ertelendiği duyurulur. Bir müddet sonra ise Osmanlı askerleri İstanbul yolundadır. 7 Kaşgariye Devletinin topraklarında ise her şey o kadar yolunda değildir. Yakup Han zamanında Türk mimarisine uygun bir şekilde yapılmış bütün binalar yıkılıp yerlerine Çin üslubundan yerler yapılır. Çince okuma ve Çinlilerle evlenme mecburiyeti getirilir. Genelev, meyhane, kumarhane gibi yerler açılarak Doğu Türkistanlıların ahlakları bozulmaya çalışılır. Doğu Türkistanlıların milli gururlarını kırmak için, Müslüman Türkler, rütbesi ne olursa olsun bir Çinlinin karşısında, ayağa kalkmak veya atından inerek saygı göstermek zorunda bırakılır. Karşı koyma ruhunu öldürmek için, Çinli memurlara çok geniş yetkiler tanınır. Doğu Türkistan’lı birini, istedikleri zaman tutuklatabilir, cezalandırabilir, gerekirse öldürebilir duruma gelen yetkililer şüphesiz ki acımasızlıkta sınır tanımayacaktır. Rütbesi ve mevkii ne olursa olsun bir Doğu Türkistanlıya, sorguya çekildiği sırada diz çökmek mecburiyeti getirilir. Çok ağı vergiler ve para cezaları konulur. Küçük bazı memuriyetler akıl almaz fiyatlarla satışa çıkarılarak halk resmen soyulur. Halkın altın, gümüş, mücevher gibi varlıkları gaspedilir. Öıkarılan madenler bedelsiz olarak Çin’e taşınır. Çinli tüccarlara tüm kolaylıklar sağlanmasına karşın Uygurların ticaret yapması engellenir. “Türk”, “Türkistan” kelimelerinin kullanımı, gazete ve dergi çıkarılması, Türkiye’den ve İslam ülkelerinden gazete ve dergi getirilmesi engellenir. Halkın hastalıktan kırılması için

7 Arifhan Akpınar-İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 33

hastane kurulmaz. Türklerin birbirine tıbbi ve sosyal yardımda bulunması yasaklanır. Yapılan inşaatlarda Türkler ücret ödenmeden, yemeklerini bile kendileri karşılamak üzere köle gibi çalıştırılır. Türkistan’ın o döneminde büyük çocuk ölümleri yaşanır. O dönemden kalma mezarlara bakıldığında Çinlilerin katliamlarına rağmen çocukların gömüldüğü mezarlar daha fazla sayıdadır. Bütün bu zulümlerin sonunda, bir zamanların ileri ve mamur ülkesi Doğu Türkistan, yoksul, bakımsız, harap bir hale gelir.

ABDÜLHAMİT HAN’IN ASYA PLANI Osmanlı padişahları içinde Halife sıfatını en etkin ve hakkını vererek kullanan padişah Abdülhamit Han’dır. Yıllarca Halife ünvanı ile Hindistan’a ve diğer İngiliz sömürgelerine gönderdiği derviş kafileleri ve Almanya ile ilişki kurarak verdiği gözdağı ile İngiltere’nin ve Rusya’nın iştahını dizginlemeyi başaran Han’ın Asya planı incelenmesi gereken bir konudur. Budist ve çeşitli putperest inançlara sahip Çin ve Japonya’ya el atması takdire şayandır. O günkü zorluklar içinde bile, Sultan Abdülhamid Han Çin’de mektepler açtırır, Müslüman öğrencilerin sayılarını çoğaltır, Para ve malzeme yardımları ile onları destekler. Dahası batıya ben daha ölmedim mesajı verir. Tüm bunları “İslam Halifesi” vasfı ve ünvanı yapması sonucunda da düşmanlarının elini kolunu bağlar. Çünkü gösterilecek bir tepkide tüm İslam alemini karşılarına alma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 34

O dönemde saray’ın bastırdığı özel Eşref gazetesinde, Çin Mektebindeki gelişmeler, öğrenciler ve hocalarına yer verilir. Gazete’de Abdülhamid Han’ın talimatlarıyla, Çin’de ki faaliyetleri açıkça yazılır. Abdülhamid Han, Türkistan coğrafyasının, merkezi her noktasında buna benzer ciddi faaliyetleri sürdürür. Japon İmparatoru Meiji’nin Abdülhamid Han’a özel mektup yazarak, İslâm Dini ile ilgili çok ama çok teferruatlı bilgiler istemesi aslında bu çalışmaların sonucudur. İmparator Meiji’nin, Abdulhamid Han’a Osmanlı Padişahı vasfı dolayısıyla değil, İslâm Halifesi olması nedeniyle başvuruda bulunduğu açıktır. Abdülhamid Han’da İmparator’un İslâm Dini ile ilgili istediği bilgileri gönderip kendisini İslam dininine davet etme fırsatını kaçırmaz. Japonya’ya hareket eden Ertuğrul Fırkateyni, Temmuz 1889′da İstanbul’dan yola çıkmış ve 1890 tarihinde Japonya’nın Yokohama Limanı’na varır. Japon İmparatoru, Türk amiralini ve heyetini görkemli bir şekilde karşılar ve Abdülhamid Han’ın gönderdiği hediyeleri kabul eder. Eğer Abdülhamid Han hedeflediğini yapabilse ve batının Haçlı Birliğine karşı doğuda İslama geçiş yapmış Japonya hele de Çin olarak bir birlik tesis edebilse olacaklar açıktır. O yıllarda çıkan Japon - Rus savaşını birde bu gözle incelemekte fayda vardır. İngiliz ajanlarının, raporlarında o günkü Japonya-Osmanlı yakınlaşmasının tehlikelerine dair yazdıkları incelemeye değer ayrı bir konudur.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 35

Ertuğrul Fırkateyni, Japonya’dan ayrıldıktan sonra kayalara çarparak batar. Bugün bile bu olayda bir sabotaj olup olmadığı konusu muğlaktır. Bugün geleneksel dinlerinin boşluğunu gören Japonların ilk tercihinin Hıristiyanlık dini olmasına bakarak söylemek lazım gelir ki Abdülhamit Han’ın hamlesi asla boş ve hayalci değildir.

1908 HAMİDİYE ÜNİVERSİTESİ ve ENVER PAŞA 8 9 Abdülhamid Han’ın bir sonraki hamlesi yine Çin üzerine olur. Çin’ her ne kadar Doğu Türkistan’ mezalim yapan taraf olsa da bir yandan da sömürgecilerin hedefindedir. Özellikle İngiliz ve Almanların artan etkisine karşı büyük bir hınç birikmesi yaşanmakta ve sık sık sömürgeci Alman ve İngilizleri hedef alan ayaklanmalar çıkmaktadır. 1901′deki Boxer isyanında, Pekin’deki Alman Büyükelçisi Kettler sokak ortasında öldürülüp cesedi sürüklenince dönemin Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm, hususi ilişkisi bulunduğu Sultan Abdülhamid Han’dan yardım ister. Ancak İmparatorun isteği aralarında Müslümanların da bulunduğu isyancıları bastırmak üzere Çin’e birlik göndermesidir. Çin’i cezalandırmak isteyen bazı Batılı devletlerin karma birlik de göndermesine karşın Abdülhamid Han akıllı bir politika izler.

8 http://sektoreel.zaman.com.tr/aksiyon/haber-25784-26-cinde-bir-osmanli- universitesi.html 9 Burada bahsi geçen Enver Paşa, aşina olduğumuz Enver Paşa değil, Nazım Hikmet’in dedesi olan Enver Paşa’dır. Osmanlı Yunan harbinde ön saflar savaşmış bir subaydır. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 36

Batılılar istedi diye, 30 milyon nüfusu olan Osmanlı Devletinin, o dönemde tahmini 50-60 milyon Çinli Müslüman’ın (toplam nüfus 500 milyon) tepkisini çekmeyi göze alarak askeri birlik göndermesi şüphesiz politik bir intihar olacaktır. Bununla birlikte Batı’yla kurduğu dengeleri, özelikle Almanlarla olan dengeleri de gözetmesi gerekmektedir.

Zaten Abdülhamid Han’ın asıl planı da başkadır. Diplomasideki mahareti bilinen Abdülhamid Han, hem Osmanlı-Alman ilişkilerini zedelemeyecek hem de Çinli Müslümanları İstanbul’a meylettirecek bir formül bulur. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin de oluruyla ‘Nasihat Heyeti’ adı altında dokuz kişiden oluşan bir temsilci grubunun Çin’e gönderilmesini ister. Sultan, bu kritik göreve, Yıldız’ın parlak subaylarından Enver Paşa’yı seçer. Yanına Kurmay Binbaşı Nazım Bey verilir. Heyette ayrıca din adamı sıfatıyla Mustafa Şükrü Efendi yer alır. Burada bu iki kişiye ayrı bir paragraf açmak

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 37

gerekir. Mustafa Şükrü Efendi, Bülent Ecevit’in dedesidir. Enver Paşa ise yine ünlü bir simanın, anne tarafından Nazım Hikmet’in dedesidir. Enver Paşa’nın babası Polonyalı Constanty Borzecky, Avrupa’daki 1848 ihtilalinden sonra Osmanlı’ya sığınanlardan biridir. Sultan Abdülmecit’in, Polonyalıları kabul ettiğine dair beyanı üzerine ailesiyle birlikte Osmanlı’ya devletine sığınır. Abdülhamid Han’ın yaverliğine kadar yükselecek olan oğlu Enver de burada doğar.Galatasaray Lisesinin ardından Fransa’da mühendislik eğitimi alır. Babası 1876’da vefat edince, Abdülhamid Han tarafından İstanbul’a çağrılır. Yarıda kalan eğitimini tamamlayıp subay olur. Mükemmel Fransızcasından ötürü bir dönem İspanya ve Küba’da askerî ataşelik yapar. Osmanlı-Yunan harbinde ön saflarda çarpışır. Uzun yıllar Yıldız Sarayı’nda askerî danışmanlık yapar. İlk eşi Leyla Hanım’dan 5 (3 kızı ve 2 erkek), ikinci eşi Matmazel Hortans’dan 3 (2 erkek 1 kız) çocuğu olur. Aşağıda heyet üyeleri sayılırken bahsedilen Paşa2nın eşi de işte bu Hortans Hanım’dır. 28 Nisan 1901′de İstanbul’dan sessiz sedasız yola çıkan, İzmir ve İskenderiye’ye uğrayıp Kızıldeniz’i aşarak Uzak Doğu’ya yönelen Osmanlı Heyeti, Batı’nın bölgedeki ajan ve diplomatlarını hareketlendirmeye yeter. Vapur henüz Çin’e ulaşmadan Pekin’deki Batılı sefaretler başkentlerine kriptolu mesajlar gönderirler: “İstanbul’daki ‘kurnaz Sultan’ Çinli Müslümanları kendine çekmek üzere yeni hamlelere girişti. 9 kişilik temsil heyeti Çin’e geliyor.” Osmanlı temsil heyeti uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Çin’e ulaştığında, bölgede Müslümanlar arasında adeta bayram

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 38

havası eser. Şanghay Limanı’na gelen vapuru görmek isteyen Çinli Müslümanlar izdihama yol açar. Sadece Batılı gazeteler değil, tüm dünya basını o günlerde bu kritik ziyarete geniş yer verir. Çin yönetimi, ülkelerine gelen Osmanlı heyetini memnuniyetle karşılar. Sonuçta ülkedeki ayaklanmaların bastırılması onların lehine olacaktır. Halifenin İslam toplumundaki etkileri sır değildir. Sık sık ayaklanan doğu Türkistan halkı ve Müslümanlar üzerinde bunun yatıştırıcı bir etkisi olacağını hesap ettikleri açıktır ki heyetin gelmesine izin vermişlerdir. O dönemde bu ülkeyi sömüren Batılı ülkeler tedirgindir. Bizzat Sultan Abdülhamid tarafından görevlendirilen Mirliva (Tuğgeneral) Enver Paşa’nın hangi amaçla Çin’e geldiğini merak etmektedirler. Paşa, iki katip, iki alim, iki asker, uşaklar ve paşanın ikinci eşinden oluşan heyet yaklaşık 4 ay süren ziyaret boyunca Batılı ajan ve elçilerin çemberinde tutulur. Akıcı Fransızcası, etkileyici hitabetiyle Enver Paşa, Çinli Müslümanlar ve yabancı elçilere Sultan Abdülhamid’in barış mesajlarını getirmek için geldiklerini söyler durur. Batılıların bu açıklamayı inandırıcı buldukları söylenemez. Devlet hazinesinden karşılanan 500 Türk lirasıyla yola çıkan ve bir ay süren yorucu seyahatin ardından Mayıs (1901) başında Şanghay Limanı’na ulaşan Türk heyeti, sadece bu kentteki Müslümanlarla görüşmekle kalmayacak, Çinli Müslümanların yoğunlukta olduğu bölgelere geziler düzenleyecektir. Heyet, bu tür buluşmaları fırsat bilip “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla Abdülhamid Han adına yazılan ve Çinceye tercüme edilen beyannameler dağıtır. Cuma namazlarına iştirak edip Sultan adına hutbeler okutur. Batılı elçiler, heyetin “ayaklanmaları yatıştırma”

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 39

gibi bir misyonu olmadığını, giriştiği faaliyetler de Çinli Müslümanları Halife Abdülhamid himayesinde toplamaya çalıştığını görünce işin asıl hedefini anlar ve heyetler irtibatı keserler. Hatta Batılılar bu duruma o kadar içerler ki Enver Paşa’yı karşılayan Alman elçisi bile bir daha heyetin yanına uğramayacaktır. Abdülhamid Han’ın Batı’yı bir kez daha oyuna getirdiğini düşünen Pekin’deki Fransız Büyükelçisi, 4 Haziran 1901′de Paris’e şu mesajı geçer: “Sayın Bakan, Zat-ı alileri, mektubuna ek olarak, Sultan tarafından Çin Müslümanlarıyla ilişki kurmak üzere görevlendirilmiş olan Türk heyeti konusundaki genelgeyi bulacaklardır… Şimdiki şartlar muvacehesinde, Alman hükûmeti tarafından tavsiye edildiği söylenen bu konudaki Bab-i Ali niyetlerini öğrenmekte fayda mülahaza ediyorum. Kouang-Si, Kouang-Tong ve özellikle Müslümanların yoğun olduğu Yunnan’da gelişen bir Pan-İslamist hareket tehlikeli olabilir ve ben neye mal olursa olsun, İstanbul’daki elçimizden Enver Paşa heyetinin gayesi hakkında bilgi elde etmeye çalışacağım… Bizim Hindo-Çin’deki sömürgelerimize komşu olan bölgelerde çok sayıda Müslüman olması hasebiyle, bu heyet, çok yakından izlememiz gereken Pan-İslamist temayüllerin bir işareti olabilir… “ Yaklaşık 4 ay süren bu kritik sefer sırasında Enver Paşa ve heyeti maddi sıkıntılar yaşar. Batı karşıtı Ruslar bu fırsatı kaçırmaz, heyetin yardımına koşar. Enver Paşa’nın ikinci eşinin Avusturyalı olması onlara avantaj sağlar. Çin’deki Avusturya sefareti de Türk heyetine destek verir. Enver Paşa, dönüş hazırlığına başladığı günlerde, Rus Çarı’ndan bir telgraf alır. Çar, Enver Paşa’yı

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 40

Rusya’ya davet etmektedir. İstanbul’dan alınan onayın ardından Çin’den Rusya’ya geçilir. Heyet orada da ilgiyle karşılanır. Osmanlı’nın, sömürgeci Batı güçleri karşısında, İslam ülkelerinden alacağı destekle ayakta kalabileceğini hesaplayan Halife Abdülhamid Han, heyetin ardından Çinli Müslümanlarla kurulan bağları geliştirmekten geri durmaz. Bu amaçla Enver Paşa’nın ardından, en gözde adamı Muhammed Ali’yi (bazı kaynaklara göre en iyi hafiyesi) 1902 yılında gizlice Çin’e gönderir. Molla giyinişli, “turist alim” imajını kullanarak Çin’in iç kısımlarında gezen Muhammed Ali, Müslümanlarla ciddi bağlantılar kurar. Arapça ve İngilizce bilmesi bu noktada çok etkili olur. İkna ettiği Müslüman ailelerin çocuklarını İstanbul’a eğitime gönderir. Muhammed Ali, bir taraftan ihtiyaç sahibi Çinli Müslümanlara İstanbul’dan gelen maddi yardımları dağıtırken, diğer yandan bölgedeki gelişmeleri sık sık yolladığı raporlarla Yıldız’a aktarır. Sultan Abdülhamid Han bu raporları, 500 milyonluk ülkedeki 50- 70 milyon Müslüman’ı İstanbul’a bağlamak için geliştirdiği stratejilerinde kullanmakta bir dakika bile tereddüt etmeyecektir. Muhammed Ali, o dönemde Çinli Müslümanların itibar ettiği İmam Wang Haoren ile temasa geçer. İmam Haoren’e Osmanlıyı ve Sultan Abdülhamid’in İslam dünyasında hayata geçirmek istediği projeleri anlatır. Çin’de o dönemin önemli Müslüman alimlerinden biri olarak gösterilen İmam Wang Haoren (1848-1919), medresedeki eğitim ve öğretimin geliştirilmesi fikrini savunmaktadır. Daha önce sadece Arapça eğitim veren Çin’deki Müslüman medreselere Çin kültürü ve Çince derslerini ilk dahil eden de yenilikçi İmam

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 41

Haoren olur. Haoren’nun adı Çin tarihinde ‘köprüleri birleştiren eğitmen’, ‘sosyal aktivist’ sıfatlarıyla anılmaktadır. Haoren, kendisine ulaşan bu gayrıresmi Osmanlı elçisinden ve modern eğitim seferberliğine girişen Abdülhamid Han’dan çok etkilenir. 1906′da talebesi Ma Debao ile çıktığı hac ziyaretinin ardından Mekke’den İstanbul’a geçer. Abdülhamid Han tarafından çok sıcak karşılanır. Haoren, İstanbul’da bulunduğu günlerde, Osmanlı eğitim sitemini inceler, İslam konusundaki hassasiyetleri gözlemler. Tespit ettiği farklıkları not alır. Çin’e döndüğünde sohbet ve hutbelerinde Osmanlı’dan, Sultan ve Türklerin Müslümanlığından bahseder. Abdülhamid, İstanbul’a kadar gelen bu Çinli kanaat önderini eli boş göndermez. O dönemde Çin’de İslami eser pek bulunmadığı gerekçesiyle Haoren’e binin üzerinde kitap hediye eder ve bunları diğer Çinli alimlerle paylaşmasını ister. Çinli kaynaklar bu eserlerden birkaçının günümüze ulaştığını ifade etmektedir. Abdülhamid Han, İmam Haoren’e Pekin’de bir üniversite açma düşüncesinden bahseder. Modern eğitim yanlısı Haoren bu konuda Sultan’a elinden gelen her türlü yardımı sağlayacağını belirtir. İstanbul’daki buluşmanın ardından henüz bir yıl geçmiştir ki Haoren’in kapısı çalınır. Abdülhamid Han’ın okul açmak için Pekin’e gönderdiği iki Osmanlı muallimi ondan katkı beklemektedir. Yunnan bölgesindeki Müslümanların imamı Haoren, Muallim Ali Rıza Efendi ile Muallim Bursalı Hafız Hasan Efendi’yi Niujie Camii’ne götürür. Burada cemaate 10 bin kilometre öteden gelen bu Türk muallimlerin okul açma planını anlatır. O dönemde Niujie Camii Müslümanların buluşma mekanıdır. Çinli Müslümanlar bu caminin arka bahçesini

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 42

Türk hocalara verir. Burada boş tutulan bir bina onarılır, yanına iki derslik daha inşa edilir. Çinli Müslümanlar Osmanlı bayrağının dalgalandığı derslikleri bir an önce faaliyete geçirmek için yardımcı da olur Türklere. İstanbul’dan gelen direktife bölgede Müslüman alime duyulan ihtiyaç eklenince okulun üniversite seviyesinde açılmasına karar verilir. Bir yıl süren çalışmaların ardından, 1908′de gözyaşları ve dualarla açılır Daru’l-Ulûmi’l-Hamidîyye (Pekin Hamidiye Üniversitesi). Okul kısa zamanda Osmanlı-Çin ilişkilerinde bir doping etkisi oluşturur. Bir bakıma iki toplumu birbirine bağlar. Abdülhamid Han’ın 19. yüzyılın imkanlarıyla, Batı’nın düşmanlığına rağmen dünyanın öbür ucunda açtırdığı bu eğitim müessesesi Çinli Müslümanları İstanbul ve Halife’ye bağlar adeta. Okulun açılmasının ardından Çin’de değişen atmosferi Paris’e şöyle bildirir Fransa’nın Pekin Büyükelçisi: “1908′de Abdülhamid Han adına açılan ve kapısında Osmanlı bayrağı dalgalanan eğitim müessesesinin ardından Çin’de yaşayan Müslümanlar yalnız Abdülhamid’den bahsetmekte ve ona övgülerde bulunmaktadır. Şüphe yoktur ki bu neticeler İslam dininin öğrettiği erdem ve faziletin bir neticesidir.”

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 43

Pekin Huizu (Çin Müslümanları) Tarih ve Kültür Araştırma Bölümü Başkanı Yang HaiHaipeng, o günkü şartlarda Hamidiye Üniversitesi’nin açılmasını mühim bir olay olarak değerlendirmektedir. Tarihçi HaiHaipeng, aradan geçen 105 yıla rağmen okulun dersliklerinin Çinli Müslümanların hassasiyeti sayesinde ayakta kalabildiğini belirterek: “1907′de İstanbul’dan gelen iki Türk hoca, İmam Haoren ile görüşüp o zamanki adıyla bir ‘İslami Öğretmen Yetiştirme Enstitüsü’nü inşaya girişir. Türk kaynaklarında Hamidiye Üniversitesi olarak geçen, Pekin’deki Niujie Camii’nin arkasındaki bir dönüm alan üzerinde bulunan bu 3 sınıflı okul bugün hala ayakta.” 1908′in sonunda henüz bilinmeyen bir sebepten ötürü Türk hocalar Çin’den ayrılınca, üniversiteye bölgedeki Müslümanlar sahip çıkar. Bir müddet sonra hoca yokluğundan üniversite ilkokul olarak kullanılır. Ancak 1949′daki Mao devriminin ardından

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 44

Arapça ve dinî eğitime son verilir, sadece Çince eğitime imkan tanınır. Sultan Abdülhamid Han’ın kurdurduğu Hamidiye Üniversitesi’nin bir dersliği bugün hala faaliyettedir. Cami cemaati isteyen gençlere gönüllü olarak bu sınıfta din dersi vermektedir. Okulun yaşına rağmen sınıfların durumu oldukça iyidir. Zaman içinde okuldaki Osmanlı motifleri silinse de İslami mimari olduğu gibi durmaktadır. 100 yıl sonra bile olimpiyatları düzenleyecek Çin, kerhende olsa Devlet Koruması altında görülen Niuje Camii ve Pekin Hamidiye Üniversitesini oldukça masraflı harcamalardan kaçınmadan onarır. Camii de hutbelerde Abdülhamid Han’ın adı artık okunmasa da bahçede bulunan “Osmanlı Mührü” hala görenlerin gözlerini yaşartmaktadır. Çin’de ki bu faaliyetler için dönüm noktası 1909 yılıdır. Ne olursa yine Osmanlı’nın kendi içinde olur tezgahlanan bir darbe ile Abdülhamid Han devrilir. Onun ufkunun yanına yaklaşamayacak liderlerin başına geçtiği Osmanlı ise 450-500 sene yönettiği Balkan topraklarından kısa sürede çıkarılacak, Libya elden gidecek devlet çöküş sürecine girecektir. Milyonlarca Müslüman Türk çıktıkları göç yollarında katledilecek ve tarihin gördüğü en büyük soykırımlardan biri yaşanacaktır. Bu konuda merak edenler tarihçi Justin Mccharty’nin eserlerine bakabilirler. Tarihçi gözüyle koca Osmanlı Devleti’nin, “Savaş, Sürgün, Göç” üçgeninde nasıl çöküşe sürüklendiğini açıkça yazmaktadır.

OSMAN BATUR’UN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI 1899 yılında sonradan mücadelesi adını herkese duyuracak olan Osman Batur doğar. Asıl adı Osman İslamoğlu'dur. "Batur" ona kahraman, cesur anlamında milletinin verdiği bir unvandır. Kazak

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 45

lehçesinde adı “Ospan Batır” olarak telaffuz edilir. Altay'ın Köktogay bölgesinde Öngdirkara mevkiinde doğmuştur. Altay Kazaklarından orta halli bir çiftçi olan İslâm Bey'in oğludur. 20. yüzyıl Uygurlar için Han egemenliğine karşı koydukları ve düzenli ve sürekli bir biçimde sömürgecilik hareketine maruz kaldıkları yüzyıl olur. Osman Batur göçebe Kazak hayatını yaşayarak büyür. 10 yaşından önce iyi bir binici ve usta bir avcı olmuştur bile. Rivayete göre günün birinde ünlü Kazak komutanı Böke Batur’un yolu düşer Osman’ın obasına. Sözde çay içecek kadar oturacaktır ama derhal koyunlar kesilir, ayranlar çalkalanır, tepsi tepsi pilavlar ikram edilir. Çocuk yaştaki Osman, Böke Batur’un atını yemleyip sulamak üzere teslim alır, ancak tepesine çıkıverir bir anda. Halbuki atın adam seçtiği ve hiç kimseyi yanına yaklaştırmadığı bilinmektedir. Böke Batur onun zorlu bir cengaver olacağını anlar, babasına “Osman‘ı bana ver, yetişsin yanımda!” O yıllarda Çinlilerle savaşmaktadırlar. Düşman kum gibi kalabalık olunca, Kazakların kızı kızanı dahi dövüşür, eli silah tutan kim varsa savaşa katılır. Osman Batur, savaş sanatının inceliklerini 12 yaşında hizmetine girdiği Kazak Türklerinden olan Böke Batur'dan öğrenir. At üzerinde 20 saat geçirecek kadar mukavimdir, 500 km ötelere haber taşımaktadır gerektiğinde. Böke Batur herkese anlatmadıklarını onunla paylaşır, düzenli orduların zaaflarını fısıldar. Pusu atmak, vur kaç, sindirme, yıldırma.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 46

Çinliler Böke Batur’u defalarca ele geçirirlerse de o her seferinde kaçmayı başarır. Kurtulmasından ziyade yakalanması düşündürücüdür. Etrafındaki bir çok boşboğaz çenelerinin tutamadığından Çin bir çok defa Böke Batur’u ele geçirir. Osman bu yüzden çok ketum davranır. Bir süre sonra hiç adeti olmadığı halde Çin askerleri ile meydan savaşına giren Böke Batur yenilir. Tibet üzerinden Türkiye’ye gitmek için yola çıkan Böke Batur yakalanır ve boynu vurularak şehit edilir. Böke Batur'un Çinlilere yenilmesi akabinde Böke Batur'un Tibet üzerinden Türkiye'ye ulaşmaya çalışırken yakalanıp başının kesilmesinden sonra doğduğu yerde uzun süre çiftçilikle uğraşır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 47

1911-1933 KARGAŞA DÖNEMİ VE MAO’NUN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI 26 Aralık 1893 doğumlu olan Mao Ze Dung, Çin'in Hunan eyaletinde dünyaya gelmiştir. Zengin bir köylü ailesinin çocuğudur. Çocukluğundan itibaren hep Pekin'i görmeyi, orada yaşamayı hayal eden Mao, 15'ini doldurduktan sonra başkentte yayınlanan gençlik dergilerini takip etmeye başlar. Özellikle, Yeni Kültür hareketinin yayınlarından biri olan Yeni Gençlik dergisini severek okur. Bu dergi, Yan Fu ve Ding Wenjiang gibi ideologların makaleleriyle doludur. Öğretmenlik eğitimi almak üzere köyden ayrılan Mao bir süre sonra kendini bir devrimin içinde bulacaktır. 1911 yılında başlayan devrim ile Çin’de Mançu İmparatorluğunun sonu gelir. Milliyetçi bir cumhuriyet kurmak isteyen Sun Yat Sen “Şangay Devrimi” ile imparatorluk hanedanına son verir. Mao bu günlerde Hunan eyalet ordusunda çarpışan bir neferdir. 1911 yılındaki devrim aynı zamanda Doğu Türkistan’da ki ikinci Mançu istilasının da sonudur. Ancak değişen çok bir şey olmayacaktır. Bazı generaller fırsattan istifade bağımsız gibi hareket etmeye ve halkı daha çok ezmeye başlarlar. 1912 de Sun Yat Sen liderliğinde Cumhuriyet kurulur ve ihtilalciler partileşerek Kuomingtang adını alırlar. Bu dönemde, otorite boşluğundan faydalanan generaller darbeler hazırlayarak, birbirlerini öldürterek, hatta gözlerini oydurarak hüküm sürürler. Ancak tüm bu generallerin ortak noktaları, Doğu Türkistan halkına alabildiğine zulmetmek, onları sömürmek ve geri bırakmaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 48

Hiçbir Türk, idari mevkilere getirilmeyerek, yetişkin aydınlar zulüm ve işkencelere maruz tutulur. 1916 yılında Kuzey Çin’de iç savaşlar başlar. 1917’de Sun Yat Sen liderliğinde kurulan hükümet döneminde Çin dünya Savaşına katılır. Mao ise iç savaşın ardından döndüğü okulundan, Fizik dayanaklılık ve kollektif hareket üzerine çalışarak, 1918'de mezun olur. Genç Mao hep görmek istediği Pekin'e de 1918 yılında gider. Burada, Pekin Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Yang Changzhi (ilerde kayınpederi olacaktır) ile yakınlık kurar. Mao'yu yetenekli bir genç olarak gören Yang Changzhi, onun üniversite kütüphanesinde işe alınmasını sağlar. Mao, kütüphanede rafları derleme, kitapların tozunu alma, odaları temizleme gibi işler yapmaya başlar. Bu işi yaparken bir yandan da daha önceden makalelerini beğenerek okuduğu kütüphane müdürü Li Dazhao ile samimiyet kurur. Li Dazhao, komünist fikirlere sahip birisidir ve bu yüzden üniversite kütüphanesi de "kızıl salon" olarak anılır duruma gelmiştir. O günlerde Çin'in komünist teorisyenleri sık sık burada toplanırken, Mao; Marx, Engels, Lenin gibi isimleri ilk kez burada duyar. Yine aynı günlerde Yang Kaihui ile tanışır ve evlenir. Tanıştığı bütün bu isimler üzerinde etkili olsa da onun komünizmi beğenmesinde en etkili olan kişi Pekin’de değil, orada kaldığı birkaç ayın ardından gittiği Şanghay’da tanıştığı olacaktır. Koyu bir komünist olan Chen Duxiu sıkı bir evrimci olarak, Darwin hakkında bir üniversite tezi hazırlamıştır. Chen Duxiu Mao'nun tüm yaşamındaki en büyük akıl hocası olur. Mao,

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 49

yıllar sonra, "hiç kimse beni Chen Duxiu kadar etkilememiştir" diyecektir. 10 Hong Kong Üniversitesi tarihçisi Clare Hollingworth, Mao adlı kitabında, Mao'nun Chen Duxiu'nun Darwinist görüşlerinden çok etkilendiğini, 1970'lerde bile hala gençlik yıllarındaki Darwin araştırmalarını nostaljiyle hatırladığını anlatır. 11 Mao, Chen Duxiu'dan bilimsel düzeyde Darwinist bir eğitim alırken, bir yandan da politik düzeyde dönemin Çin lideri Sun Yat Sen'den etkilenir. İşin ilginç yanı, modern Çin'in ve 'ın (Milliyetçi Çin Partisi'nin) kurucusu sayılan Sun Yat Sen'in de bir Darwinist olmasıdır. Savaşın ardından Sun Yat Sen ‘in Rusya ile yakınlaşma çabaları sonucu hareketin adı Kuomingtang olarak yaygınlaşır. 1919 yılında Çin, büyük nüfusuna rağmen batı karşısında süren eziklik hissi nedeniyle kıpırdanmaya başlar. Pekin’de Barış antlaşmasının imzalanması aleyhinde gösteriler düzenlenir ve göstericiler Çin’den yabancıların çekilmesini, imtiyazların kaldırılmasını isterler. Mao ise 1920 yılından itibaren ateşli bir komünist olarak sahneye çıkar. Kendisi gibi düşünen 11 arkadaşıyla, 1921 yılında Şanghay'da Çin Komünist Partisi'ni kurur ve bu tarihten sonra, çeşitli ittifaklar, çatışmalar, gerilla savaşları ve propaganda yöntemleri kullanarak komünist partiyi güçlendirecektir. Mao Çin'i gezmeye çıkar ve Hunan'da seyahatini tamamladığında Çin üzerine oturmuş fikirlere sahiptir.

10 Clare Hollingworth, Mao, Triad Paladin Grafton Books, Glasgow, 1985, s. 26 11 Clare Hollingworth, Mao, Triad Paladin Grafton Books, Glasgow, 1985, s. 27 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 50

Bu arada sun Yat Sen liderliğinde Çin için önemli bir başarı sayılabilecek şekilde, 1923 yılında Bolşevik Rusya, Çin üzerindeki bütün imtiyazlarından vazgeçer. Kuomintang ve Komünist Parti birleşirler. Amerikalı araştırmacı Jacob Heilbrunn The New Republic'teki makalesinde, şöyle yazar: “Mao'yu belirgin bir biçimde etkileyen kişi, büyük Çin devrimcisi ve milliyetçisi Sun Yat-Sen idi. Sun, Çin'in Batılı güçleri altedebilmesi için milliyetçiliği benimsemesi gerektiğine inanıyordu ve bir politik Darwinizm doktrini savunuyordu. Sun'a göre "doğa güçleri her ne kadar yavaş çalışsalar da, büyük ırkları bile yok edebilirlerdi"... 1920'lerin başlarında Mao, Kuomintang'ın lideri olan Sun'u destekledi. Sun, kendi milliyetçi partisi (Kuomintang) ile komünistler arasında bir ittifak oluşturdu ve hatta Mao bir süre Kuomintang'ın propaganda dairesini yönetti.” 12 İlk Kuomintang-ÇKP birleşik cephesi sırasında Mao, Kuomintang'ın Köylü Eğitim Enstitüsü yöneticisi olur. Sun Yat Sen’in gölgesinde büyüyüp serpilen tek lider Mao değildir. Komünist Mao’nun aksine tam sun Yat Sen gibi düşünen Çan Kay Şek’te o günlerde önem kazanmaya başlar. Tuhaf ama biri komünist, diğeri faşist olan her iki isimde Sun Yat Sen’i kendi Çin’lerinin, modern Çin’in babası ilan edeceklerdir. 1925 yılında Sun Yat Sen ölünce, Kanton’da kurulan ulusal hükümette Sun Yat Sen’in yerine Çan Kay Şek geçer. Çan Kay Şek Çin Komünistlerinin yardımıyla savaş ağalarını yener. 1926 yılında

12 Jacob Heilbrunn, "Mao More Than Ever", The New Republic, April 21, 1997 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 51

ülkenin büyük kısmına hakim olmayı başaran Çan Kay Şek ise gözünü yavaş yavaş komünistlere diker. Mao’nun 1927 başlarında yazdığı "Hunan'da köylü sorunu" üzerine incelemesi; Mao'nun ilk ciddî teorik yazısı olarak bilinir. Ancak Çan Kay Şek’in böyle işlere ayıracak zamanı yoktur ve yeterince beklediğini düşünerek komünistleri ezmek üzere harekete geçer. Yıl yine 1927’dir. 1927 bahar ve yaz aylarında komünistleri Kuomingtang ‘tan çıkaran, üzerlerine birlikler yollayarak Şanghay’dan da uzaklaştırır. Mao zorlukla kaçar ancak karısı öldürülür. Aynı yıl Hunan'da Güz Hasadı Ayaklanmasını yönetir ancak başarısız olur. Kuomintang askerlerinin elinden kurtulmayı başardığında kurşuna dizilmeye götürülmektedir.

Artık bir avuç kalmış takipçileriyle birlikte Mao, Güneydoğu Çin'deki Jiangxi eyaletine gider ve Jinggang dağlarına sığınırlar. Gerilla hareketlerina başvuran Mao ve militanları, Çin'in bu eyaletinde giderek kendilerini kabul ettirir ve burada "kurtarılmış bölge" adını verdikleri, merkezi otoritenin yönetimi dışında kalan bir düzen kururlar. İki taraf arasında şiddeti gitgide artacak çatışmalar başlar.

KUMUL AYAKLANMASI VE KURTULUŞ MARŞI Zaten zor durumdaki Türkistan birde Ruslarla uğraşmaktadır. Çar adına vergi ve asker toplanmaktadır. Genellikle sarhoş gezerler, ırz namusa tasallut ederler. Kazaklar Çar güçlerini püskürtür ama

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 52

1917 ihtilalinden sonra iş rayından tam olarak çıkar. Bolşevikler din, iman, milliyet, mülkiyet tanımaz halkı dipçik zoruyla madenlerde çalıştırırlar. Diğer yanda ise Çin zulmü artarak devam etmektedir. 1928-1933 yılları arasında işbasında bulunan Çinli valinin zulmü çekilmez hale gelir. W. Bosshard, aynı yıllarda (1929) yayınlanan bir araştırmasında su tespite yer vermektedir. “Yolsuzluğun bütün tabakalara yayıldığı Çin Türkistan’ında terakkide diğer ticari emtia gibi alınıp satılır. Netice şu ki, adam akıllı para etmeyen hiçbir şey yapılmaz ve ahali sırf Çinli hükümdarların zenginleşmesi için soyulur… işte bu suretle, köyler ve şehirler yağma edilmiştir.” Şubat 1931′de Doğu Türkistan’ın doğusunda bulunan Kumul vilayetinde Hoca Niyaz Hacı ve Salih Dorga’nın önderliğinde yine bir kıyam (ayaklanma) başlatılır. Hareket süratle yayılır ve başarıya ulaşır. Çinliler Kumulda bozguna uğratılınca, ayaklanma bütün Doğu Türkistan’a yayılır ve iki yıl içinde çeşitli şehirlerde isyanlar çıkar. Turfanda Musul, Maksut ve Mahmut Muhiti kardeşler; Karaşehir’de Hafız Beğ ; Bügür ve Küçar’da Temür Beğ; Hoten’de Mehmet Emin Buğra ve Sabit Da Molla; Kaşgar’da Osman Beğ; Altay’da Şerif Han Töre silaha sarılır. Bu sırada İsa Yusuf Alptekin ise Kuomintang'a, Sincan Eyaleti valisinin zulmünü anlatarak; “Bu durumun önlenmesini, aksi takdirde ayaklanmanın yayılacağını, Sovyetler'in işgalinin söz konusu olacağını” belirtir. Alptekin ayrıca Nankin'de dergiler çıkararak Doğu Türkistan'ın özerklik haklarını genişleştirmeye çalışır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 53

Silahlı mücadele sonucu bütün Doğu Türkistan Çin işgalinden kurtarılır. 12 Kasım 1933′te Kaşgar’da istiklal ilan edilir. Kurulan hükümetin başına Cumhurbaşkanı olarak Hoca Niyaz Hacı, başbakanlığa da Sabit Da Molla getirilir. Hoca Niyaz Hacı hemen o günkü Türkiye cumhuriyetine başvurarak yardım ister ve bir yandan da çıktığı gezilerde halka bağımsızlık yolunda savaşmalarını telkin eder. Muhammet Ali Tevfik (Tohtu Hacı) tarafından yazılan, aynı yıl Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyetinin kuruluşunda devlet töreni ile okunan ve Doğu Türkistanlılarca ulusal marş olarak kabul edilen Kurtuluş Marşı şöyledir: Kurtuluş yolunda su gibi aktı kanımız, Senin için ey yurdum, olsun feda canımız Kan dökerek, can vererek, seni kurtardık, Kalbimizde, kurtuluş için imanımız vardı. *** Yar oldu, himmetimiz sana, Dünyaya hükmetmişti geçmiş ecdadımız. Yurdum, kanla temizledim seni, Artık kirletmeyiz, Türk’tür adımız. **** Atilla, Cengiz, Timur dünyayı titreten idi, Can verip can alırız, biz onların evladıyız. Çıktı can hem aktı kan düşmandan oldu el aman

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 54

Yaşasın, bin yaşasın parlasın istikbalimiz. 13

RUS MEZALİM DÖNEMİ (1933-1944) 1933 ‘te ilan edilen yeni hükümet henüz askeri anlamda güçlenmeden, sadece birkaç kazada tutunabilen işgalci Çin birlikleri, Rus'lardan aldıkları bütün yardımlar sayesinde bu genç hükümete saldırırlar. Hoca Niyaz Han, düşmanlarının bu avantajına karşı, silah almak için bir kaç devlet'ten istekte bulunmuşsa da, bu isteği yerine getirilmez. Zor durumda kalan Hoca Niyaz Hacı silah almak İçin Sovyet Rusya'ya başvurur ve Rus'larla yapılan silah alımı müzakerelerini bizzat kendisi idare etmek üzere bir heyet ile birlikte Doğu Türkistan'ın Rus hudut karakolu Ergaştam'a gider. 50 kg. Altın karşılığında silah almak için antlaşma yapar ama karşısındaki bildiğimiz Ruslardır. Rus'lar geleneksel ikiyüzlü politikalarını uygular ve taahhüt ettikleri silahları göndermezler. Çünkü bu bölgedeki bağımsızlık Rus işgalindeki diğer Türk hanlıklarına da örnek olacak ve isyanların çıkması kaçınılmaz hale gelecektir. Doğu Türkistan'da birkaç kazada hükümranlığını sürdüren Çinli askerî Vali Şeng Si Say, bu ayaklanmayı bastırması için Ruslardan yardım ister. Neticede Ruslar; tayyare, tank ve zırhlarla mücehhez onbinlerce askeri Doğu Türkistan'a göndererek bu ayaklanmayı bastırır ve kurulan Millî Hükümeti dağıtır.

13 www.gencaydergisi.com

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 55

Doğu Türkistan hükümeti bu sırada çok zayıftır ve askeri gücü çetelerden ibarettir. Hoca Niyaz Hacı yapılan barış teklifini kabulden başka bir çare göremez ve Hoca Niyaz Hacı zor kullanılarak götürülüp başkan yardımcısı koltuğuna oturtulur. Ruslar bir yandan da gizli ajanlar vasıtasıyla yerlerini sağlamlaştırmaktadır. Türkleri sindirmek için çeşitli işkenceler uygulamaya başlarlar. 125 çeşit işkence ve 28 çeşit öldürme usulünden bazılarını burada zikredelim. 1. Kadın ve kızların tenasül (cinsel) organlarına elektrik lambaları sokmak ve bunlara cereyan vermek. 2. Başı ve ayakları ayrı ayrı iki vasıtaya bağlanarak, her iki vasıtayı aksi yönlere hareket ettirmek. 3. Vücutta bir delik açıp buraya düğümlü bir ip sokarak iki gün beklettikten sonra, yaranın içine ipi testere gibi sürterek işkence yapmak. 4. Askeri eğitimde insanları hedef olarak kullanmak. 5. Maden ocaklarında zehirli gazla öldürtmek. (Altay kahramanı Şerif Han Töre böyle bir ocakta şehit edilmiştir.) Ruslar açtıkları bu kurslarda bu işkence yöntemlerini Çinlilere öğreterek yaygınlaştırırlar. Doğu Türkistan’a iyice yerleştikten sonra da tasfiye işlerine girişirler. Bir Rus kuklası olan General Şeng Si Say, Rusların direktifi ile 300.000 kişiyi tevkif eder. Bunlardan birisi de, Rus'ların direktifi ile hareket etmekte olan Vali tarafından hile ile ele geçirilip tutuklanan Hoca Niyaz Hacı’dır. Bu 300.000 kişiden en az 100.000’i işkencelerle idamlarla şehit edilir. Ayaklanmanın lideri Hoca Niyaz Hacı şehitlikte de halkından geri durmamıştır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 56

Ruslar bunları yaparken aslında kendi idarelerindeki diğer eski Türk topraklarında yaşayan halka ders vermek istemektedir. İşgal dönemi tüm bölgelerde olmasa da 1944’e kadar sürmüştür.

ÇİN SOSYALİST CUMHURİYETİ VE MAO Mao ve çevresindekiler 1931-1934 yılları arasında elde ettikleri bir kurtarılmış bölgede Çin Sovyet Cumhuriyetini ilan ederler. Mao da onun başkanı seçilir. Aynı yıllarda He Zizhen ile tanışır ve evlenir.

Mao burada Zhu De'nin yardımlarıyla küçük ama etkili bir gerilla ordusu kurur. Bu zaman dilimi içinde Mao büyük şehirlerde hakim olan merkezi yönetime karşı kırlarda ve dağlarda örgütlenmesi gerektiğinin de bunun için yapması gerekenleri de gayet iyi planlar ve ona uygun davranır.

Gerillalarının gizlenmesi ve desteklenmesi için köylülerin desteğine ihtiyacı olan Mao köylülere toprak ve özgürlük vaat eder, komünist Çin kurulduğunda büyük bir refah ve mutluluk bulacaklarına dair çizdiği pembe rüyalarla gözlerini boyar.

Başlattığı uydurma bir toprak reformu hareketi ile şehirlerdeki kaostan kaçanlara sığınak sunar. Bu sırada Kuomintang baskısı artarken ÇKP içinde de liderlik yarışı ortaya çıkar ve Mao görevden uzaklaştırılır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 57

Kuomintang lideri Çan Kay Şek ise başını ezmeye karar verdiği grubu ezmeye kararlıdır. Çin Sovyet Cumhuriyeti'nin Birinci Cephe Ordusu'nun Çan Kay Şek‘in birlikleri tarafından tümüyle imha edilmesine ramak kalınca, Mao ipleri tekrar eline alır.

Mao ve komutası altındaki komünistler batıya ve doğuya doğru dolambaçlı bir çekilme harekâtı başlatırlar. Komünistlerin zoraki şekilde ülkenin güneydoğusundan, kuzeybatısına kadar yürümek zorunda kalacakları bu olaya “Büyük Yürüyüş” denilecektir.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞÜN ROTASI - SONU VE MAO’NUN RÜŞTÜNÜ İSPAT ETMESİ “Büyük Yürüyüş” ‘e 300.000 kişilik ordu ile çevrilmesi sonucu kadın ve çocuklar dahil toplam 100.000 kişi ile başlayan komünist grup mecburen sürdürülen çatışmalara da devam ederek yola koyulur.

Batı'ya doğru izledikleri rota Batı Çin'in en engebeli arazileri üzerinde yer almaktadır. Kiangsi’yi ve Yang Çe’nin güneyindeki üstlerini geride bırakarak önce batıya doğru ilerleyen komünistler, Yunnan’dan sonra Yang Çe ‘nin yukarı kısmındaki dar ve vahşi boğazlardan geçerek, Tibet’in eteklerinden dolaşıp Doğu Türkistan’a varırlar. Sonra kuzeye doğru ilerleyerek, Moğolistan’a komşu Şensi eyaletinin kuzey bölgesinde dururlar.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 58

Gerçekte “Büyük Yürüyüş bir tane değildir. Güneydeki çeşitli Komünist grupları kuzeye ve batıya doğru çekilmiştir. Bunlar içerisinde en bilineni yukarda bahsi geçen kuşatmadan dolayı Ekim 1934'te başlamış olanıdır. 14

370 gün boyunca 12,500 kilometre yol yürüdükleri söylenir. Başta da belirtildiği gibi gruplar biden fazla olduğu için kimisi 9600, kimi ise 13,000 kilometre yol yürüdükleri rivayet edilir.

Bu mesafenin ne kadar olduğunu kafanızda canlandırabilmeniz için Türkiye'nin batıdan doğuya uzunluğunun yaklaşık 1600 kilometre olduğunu burada hatırlatmak uygun olacaktır.

Uzun yürüyüş boyunca Mao uzaklaştırıldığı liderliği tekrar ele geçirmekle kalmayacak, konumunu da pekiştirecektir.

Yola başlarken 100.000 kişi olan grup kayıp ve firarlar sonucun da artık sadece 30.000 kişidir ancak bu sırada önlerine mükemmel bir fırsat çıkar.

JAPON İŞGAL PLANLARININ MAO’NUN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMESİ Japonya 1937 yılı içinde bütün Çin’i istila etmek için planlar hazırlarken, Çan Kay Şek “Milliyetçi” rejimi faşist bir diktatörlük haline getirmenin derdindedir.

14 http://www.solakkedi.com/dunya%20gozuyle/007.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 59

Bölgede gene bir toprak ve eğitim reformu ile taraftar toplayan Mao, Çan Kay Şek’in emrindeki kuvvetlerin Mançurya’da Japonlara yenilip çekilen kuzey doğu ordusuyla, bölgedeki birliklerden oluştuğundan hareketle, taraftar toplamak için yeni bir stratejiye başvurur. Mao emrindekilere Japonlar’la savaşmak üzere hazırlanmalarını emreder.

Artık parlak bir de sloganı vardır. “Çinli Çinliyle değil Japonlarla savaşmalı”. Yeni sloganıyla bütün Çin’de yankı uyandıran Mao, Çan Kay Şek’in cesaret edemediği bu işe girişerek birçok grubun desteğini kazanır.

Komünistler Japonlara karşı Nankin’ deki rejim gibi boyun eğmeyeceklerini savaşacaklarını ilan ederken, Mao’nun bu hamleleri meyvesini verecek ve Çan Kay Şek kerhen masaya oturup komünistlerle barış imzalamak zorunda kalacaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 60

Japonlar 7 Temmuz 1937 de kuzeyden Pekin'e saldırıp, Marko Polo Köprüsü'ne kadar gelirler. Çok geçmeden Japon donanması Şangay’ı bombalayıp kente asker çıkarır. Japonya Çin’i tam bir sömürge haline getirmek için harekete geçmiştir.

Yıllar boyunca Mao bir yandan ülkesini savunmak için çarpışan lider olurken taraftarlarını ve gücünü artırdıkça artırır.

MİLLİYETÇİ ÇİN İŞGALİ - OSMAN BATUR EFSANESİNİN DOĞUŞU VE HOCA NİYAZ HACININ ŞEHİT EDİLMESİ 1940 yılına gelindiğinde Çin yönetiminin baskılarını iyice arttırır. Köktogay bölgesinde, işgalci Çinli kaymakamın camiye çizmeleri ile girmesi üzerine halk, kaymakamı ve onlarca Çinli askeri öldürür. Camilere tecavüz eden, Kur’an-ı Kerim’i yakan Çinlileri protesto eden ve zalimlere karşı boyun eğmeyen Doğu Türkistanlılar, “isyancı” oldukları bahanesiyle tutuklanırlar. İş o raddeye gelir ki, resmî makamlar, Türk’lerin ellerindeki silâhları toplamaya başlarlar. Osman Batur’un babası ve ailesinden bâzı kişiler dahi, silâhlarını Çin askerlerine teslim ederse de Osman Batur; “ -Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar !” diyerek tek başına dağa çıkar. Aynı gün arkadaşı Süleyman ve büyük oğlu Şerdiman da ardından gelirler. Osman Batur’un sonraki hayatı göçler, gizli tertipler ve baskınlarla geçer. Küçük akıncı toplulukları ile Çin ve Rus kuvvetlerini pusuya düşürür, öldürür ve kaçar. Şöhreti kısa zamanda yayılır. Cesur,

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 61

şüpheci ve mağrurdur. İdealinden fedakârlık ettiği veya dostuna ihanet ettiği görülmez. Batur adını alması da bugünlere denk gelir. Kısa zaman içerisinde, etrafında gözü pek insanlardan bir mücahit ordusu oluşur. Zelebay Telci, Nurgocay Batur, Kâseyin Batır, Canım Han Hacı, Süleyman Batır, Musa Mergen Aktepe, Sulibay, Ökürbay, Nogaybay, Ahid Hacı, Halil Teyci, Karakul Zalin... bu mücâhidlerden birkaçıdır. O artık, soydaşlarının Osman Batur’u olur. Halk kahramanlıklarından dolayı ona bu unvanı kendisi layık görür. 2. Dünya savaşının ilk yıllarında fırtına gibi esen Alman orduları Barbarossa Harekatı ile Rusya korku dolu günler yaşatmaya başlayınca Doğu Türkistan için yeni bir sorunlar yumağı başladı. Başta bulunan kukla Şeng Şisey, bu durumdan endişe duymaya başlar. Sırtını dayadığı Ruslar yenilirse Çinlilerin, Doğu Türkistan’a girip kendisini cezalandırması kaçınılmazdır.

Bu sebeple, Nankin’ deki Çan Kay Şek yönetimi ile temas kurur ve uzun görüşmeler sonucunda anlaşırlar. Ruslar, Rus ajanları ve işçileri sınır dışı edilir. Komünist izleri sildirecek tedbirler alınır. Onlar gidince Milliyetçi Çin birlikleri işgale girişirler. İlk işleri de hep denedikleri gibi Doğu Türkistan’ı Çinlileştirme projesini uygulamaya geçirmek olur. Çince mecburi hale getirilir. Çinlilerle evlilikler teşvik edilir. Çin’den Türkistan’a göç teşvik edilerek Urumçi taraflarındaki en verimli topraklar bunlara verilir. Olaylara karşı gelen kim varsa hapse tıkılır. Savaştan başka bir yol olmadığına inanan Osman Batur ve arkadaşları 1941 yılı

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 62

Ekiminden itibaren yavaş yavaş Altaylar bölgesini Çinlilerden temizlerler.

Diğer yanda ise 1942 yılına kadar çeşitli işkencelere maruz bırakılan Hoca Niyaz Hacı, 1942 senesi Nisan ayında zehirli gaz ocaklarına atılmak suretiyle şehit edilir.

1943 yılı Temmuzuna kadar gerilla savaşı şeklinde devam eden mücadele, 22 Temmuz 1943’te meyvesini verir. Altaylar, Çinlilerden tamamen temizlenmiştir. Altay Türkleri artık bağımsızdır. Bulgun’da yapılan bir törende Osman Batur, Altay Kazak Türklerinin Han’ı ilân edilir. Altay Geçici Halk Cumhuriyeti Başkanlığına seçilir.

DOĞU TÜRKİSTAN’DA “SON” BAHAR 2. Dünya savaşının sonlarına doğru, o günlerde Doğu Türkistan halkı son mutlu mesut günlerini yaşamayı, kanla kazanarak hak etmektedir. Osman Batur, 1944 – 1945 yıllarında, Tanrı Dağları’nın kuzeyindeki Doğu Türkistan Kazak Türkleri’nin yaşadığı bölgeleri de Çin istilâsından kurtarır. Osman Batur dışında bu dönemde kahramanlıkları görülen diğer isimlerden biriside uzun yıllar kaldığı zindanda çıkar çıkmaz tekrar savaşlara katılan Barat Hacı’dır. Birçok bölgeyi onun emrinde savaşan mücahitler kurtarır. Gulca’da yeniden başlayan kurtuluş savaşı herkes için yeni bir umut olur. Ancak kara günler artık her şeyden daha yakındır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 63

2. DÜNYA SAVAŞININ SONU VE GÜÇ DENGESİ OLUŞTURMA SAVAŞLARI ve OSMAN BATUR CEPHESİNDE GELİŞEN OLAYLAR 2. Dünya Savaşı sırasında, Japon işgali döneminde iktidara karşı ayaklanan Mao ve iktidar güçleri arasında mecburi bir ateşkes ilan edilmesi sonucu savaşarak geçen yılların en çok Mao cephesine yarar. Savaşın sonunda atom bombalarının etkisi ile Japonya teslim olduğunda Çin Japon savaşı bitmiş ancak, Mao ‘da Çan Kay Şek’e karşı gücünü ispat etmiştir. Üstelik o süreçte kendini ve yapmak istediklerini halka aktarma fırsatı bularak iktidarın hilafına çok aşırı şekilde güç kazanmıştır. Çok önceden beri gücünü ve etkisini hissettiren Mao artık önemli bir aktör olmuştur. ABD zaten başında Rusya belası varken bu yeni türeyen tehlikenin de rahatsızlığını yaşamaktadır. O yüzden var güçleri ile iktidardaki toprak ağalarını desteklemeyi tercih ederler. Japonya’nın teslim olması üzerine Çin’ de komünistlerin egemen olmaması için gerek Amerikalılar gerek Çan Kay Şek hükümeti tarafından önlemler alınmaya başlanır. İlk önlem olarak General MacArthur Çin’ deki Japon ordu komutanına “Komünist kuvvetlere teslim olmamaları ve silahlarını ancak Kuomintang birliklerine bırakmaları” dikta edilir. Çay Kay Şek’in Japon kumandanına “Kuamintang birlikleri gelene kadar komünistlere dayanmaları ve ancak ondan sonra Kuamintang birliklerine teslim olmaları” emri bunu izler. 15

15 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in_Devrimi Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 64

ABD, Mao ve komünizme karşı kendisine yakın Çan Kay Şek cephesine yardıma başlayıp açıkça tarafını seçince, Şubat 1945’te müttefik ülkelerin Yalta’da bir araya gelerek Doğu Türkistan’dan, Japonya’nın kuzeyine kadar olan kuzey Asya’nın ‘sorunlu’ bölgelerini, insafına terk ettiği Sovyetler birliği’de elinden geleni esirgemeyecektir. Stalin, Milliyetçi Çin hükümeti ile ’sorunlu’ bölgelerin paylaşımı konusunda bir dizi anlaşma yapmak için, Ağustos 1945’de bir araya gelir. 14 Ağustos 1945’te imzalanan Çin-Sovyet Dostluk ve Müttefiklik Anlaşması çerçevesinde imzalanan bir dizi belge ile Sovyetler, sonuçlarının kimin çıkarına hizmet ettiğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı bir plebisit sonucunda bağımsızlığını ilan eden Dış Moğolistan’ın Milliyetçi Çin tarafından tanınmasını sağlar. 16 Buna karşılık Rusya ‘nın verdiği ödün ise “Babasının malıymış” gibi masaya sürdüğü Doğu Türkistan’dır. Rusya bu anlaşma ile Doğu Türkistan’ın Çin’e bağlı kalmasına razı olur. Buna rağmen yılmayan Osman Batur, bir yandan silahlı mücadeleye devam ederken, 1945 yılının Ekim ayından itibaren üç vilâyetten oluşan Doğu Türkistan Hükümeti’nin askerî ve mülkî âmiri olarak Vali sıfatıyla görev yapmaya başlar. Öte yandan sıkışan Komünist Parti ise zaman kazanmak için Çay Kay Şek ‘e iki anlaşma yapmayı önerir. Çay Kay Şek ‘in de zaman kazanmak için kabul ettiği bu antlaşmalar Ekim 1945 ve Ocak 1946 da imzalanır. Antlaşmalara göre Çin de Kuomintang ve Komünist Parti koalisyonu ile demokratik bir hükümet kurulacak ve komünist güçlerle Kuomintang güçlerini birleştirecektir.

16 R.Cagnat & M.Jan., “İmparatorluklar Beşiği” (Çev: E. Akbulut & T.A. Şensilay, Alan Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 1992, s.99. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 65

Komünistler Kuomintang ordularının Amerikalılar tarafından örgütlenmesine karşıyken, Kuamintang ise onların toprak reformunu yaymalarına ve demiryollarının kesilmesine muhaliftir. Bu mücadelede A.B.D. açıkça Çay Kay Şek hükümetini desteklerken Rusya dolaylı olarak komünistleri desteklemeye başlar. Soğuk savaş artık fiilen başlamıştır.

17 Savaşın sonunda Ruslar resmen tanımış oldukları Çay Kay Şek hükümetine Mançurya’yı teslim etmek zorunda kalınca saflar daha da netleşir. Ruslar, Mançurya teslim edilene kadar komünistlerin bölgeye yaklaşmalarını sağlayıp, oradan çıkarken de Çay Kay Şek’in ümitle beklediği sanayii tesislerini sökerek bölgeyi terk ederler.

17 Çan Kay Şek Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 66

Zaten başından beri hayal olan işbirliği orta sınıfın çökmesi, enflasyon ve köylülerin topraklarına kavuşmak için fırsat beklemeleri nedeniyle iyice zora girer. Osman Batur ise bir yandan silahlı mücadeleye devam ederken, bir yandan da, 1945 yılının Ekim ayında başlayan valilik görevine 1947 yılının Şubatına kadar devam eder. 1947 yılı Temmuzunda Çin’de devrim savaşlarının son aşaması başlar. Komünist orduları güneydoğuya inerek Kuomingtang ordularını bölmek için harekete geçerken, Çan Kay Şek ise kuzeydeki demiryolu bağlantısını sağlamak için hücuma geçer. Ancak Kuomintang’ın en iyi birlikleri Şantung’da ağır bir yenilgi alınca, yıl sonuna doğru, Kuomintang ordularının Mançurya ile de bağlantıları kesilir. Kuzey Çin artık tamamen komünist birliklerinin elindedir. 1948 yılı Temmuz ayında artık tüm cephelerde komünistler üstünlüğü sağlamış durumdadır. Sonbahar da ise komünistlerin büyük saldırısı başlar. Kuzey Çin de bulunan son Kuomintang kuvvetleri de çekilmek zorunda kalır. Ekim ayında Mançurya için son savaşlar yapılır. Bu savaşın ardından Kuzey Çin tamamen ve kesin olarak artık komünistlerin elindedir. 21 Ocak 1949'da iktidar adına savaşan Kuomintang kuvvetleri, Mao yönetimindeki, ÇKP kuvvetlerine karşı çok ağır yenilgiler alır. Şubat ayında Pekin’in alınması ve Nankin bozgunu ile de Çan Kay Şek ordularının kesin yenilgisi artık ilan edilmiştir. Çin’de bunlar olurken ise Osman Batur, Şubat 1947’de başladığı Doğu Türkistan Cumhuriyeti Koalisyon Hükümetinin üyesi olarak

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 67

göreve devam etmektedir. Tabii ki silahlı mücadeleye de devam ederken. Eylül 1949’a kadar da bu görevi sürecektir. Mao etrafında kenetlenen Çin halkı, 19.yüzyılda Batılılar, Ruslar ve Japonların empoze ettiği anlaşmalar ve bölgeye ait ekstra düzenlemelerin, insanlarda oluşturduğu, güçsüz devlet ve aşağılık duygusunu atmaya başlamıştır. 18 Stalin ise ABD’nin bölge ve komşu Çinli Müslümanlar bölgesinde büyük bir İslam devleti kuracağı iddiasıyla, komünist Çinlilerin Doğu Türkistan’ı işgal etmesine destek verir.19 Bu tarihten itibaren Çin Komünist Partisi diktatörlüğü bölgede bir asimilasyon politikası gütmeye başlar. Devrimden önce Çin’de yaşayan tüm ulusların kendi kaderini tayin hakkını kabul etiğini beyan eden Mao Zedung Ordusunun Pekin’de kazanmış olduğu zafer neticesinde yapmış olduğu açıklamasında “Sincan iki bin yıldır Çin’in ayrılmaz bir parçasıdır, bu nedenle Sincan’a federal bir yönetim vermenin hiçbir manası yoktur. Bu talep tarihe ve sosyalist ideolojiye ihanet anlamına gelir” diyerek 1944’ de özerkliğini tanıdığı Doğu Türkistan’ı emperyalist politikalarına hedef göstermektedir. Osman Batur cephesinde yaşananlar ise Mao yönetimindeki komünistler için kabul edilemez gelişmelerdir. Durum Çinliler için

18 Bruce Lee’nin Fist Of Fury filminde bu noktaya açıktan vurgu yapılır. Bir mekanın kapısında durdurulan Bruce Lee’ye “Köpekler ve Çinliler giremez” tabelası gösterilerek içeri alınmaz. Bir Japon Bruce Lee’den köpek gibi davranmasını isteyerek bunu yaparsa onu içeri sokabileceğini söyler. Bruce Japon’u fena pataklar ve tabelayı da müthiş bir tekme ile kırar. 19 4 Erkin Ekrem, “Doğu Türkistan ve Çin’e Yönelik Devrim Tartışmaları”, Sinan Oğan (Der.), Turuncu Devrimler: Soros’un Yeni Dünya Düzeni: “İkinci El” Demokrasi ve Neo- Conlar, Birharf Yayıncılık, İstanbul 2006, s.426. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 68

artık tahammül edilemez ve tehlikeli bir hâl alınca, Çin orduları bölgeye sert ve yoğun operasyonlar uygular. Çin tarafı artık karşısında kimin olduğu öğrenmiş ve ezici gücünü kullanmaya karar vermiştir. Kendi gücünden 10 kat büyük güçlerle mücadele etmek zorunda kalan Osman Batur, Targabatay ve Altaylardan çıkarılır. Ucu çivili sopalar, basit ateşli silahlarla savaşan Türkler’e karşı Çin, uçaktan tanka, makineli tüfekten zehirli gaz’a kadar her silahı kullanmaktadır. Yıllar sonra yazar Godfrey Lias: “Eğer Osman Batur uçak ve motor çağından önce yaşasaydı, Türkistan hür olabilirdi şu an...” diyerek onun hakkını teslim edecektir. Sonunda 26 Eylül 1949’da Komünist Çin yönetimindeki Kızıl Ordu Doğu Türkistan’a girerler. Kumul şehrinden Doğu Türkistan’ı işgale başlayan Kızıl Çin Ordusu’na karşı askerî kuvvet olmadığından savaşamayan başta Mehmed Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin gibi devlet adamları ve münevverler olmak üzere bir kafile, Hindistan’a hicret kararı alır. İsa Yusuf Alptekin hedefine ulaşarak 1954 ‘te Türkiye’ye ulaşmayı başarsa da Hindistan tarafından çıkarılan çeşitli engellerden dolayı geri dönmek zorunda kalan kişiler de olur. Bu kişiler arasında Fetheddin Mahsum’da vardır. Geri dönen Fetheddin Mahsum tekrar Hoten şehrine ulaşır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 69

1 EKİM 1949 ÇİN HALK CUMHURİYETİNİN İLANI VE OSMAN BATUR’UN VAROLUŞ SAVAŞI Çan Kay Şek ordularına kazanılan ardı ardına zaferlerin ardından Mao ve destekçileri tarafından 1 Ekim 1949 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti ilan edilir. Artık gerçek yüzünü göstermekten kaçınmayan Mao ise Doğu Türkistan’a karşı giderek sertleşen bir tutum içine girer. Kumuldan başlayıp yayılan Çin işgalinin ardından baskı ve zulüm tekrar başlar.

MAO ‘NUN KESİN ZAFERİ Mao diğer yandan kıta Çin'inde kalan son Kuomindang çekirdeğini de 10 Aralık 1949'da Chengdu'da yok eder. Çan Kay Şek ise aynı gün Tayvan'a kaçar. Mao resimde görüleceği gibi muzaffer bir komutan edasıyla birliklerini selamlar. Yeni kurulan Mao hükümeti ile siyasal gelecek hususunda toplantıya giden Özerk Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti önde gelen siyasetçilerinin uçakları esrarengiz bir biçimde düşer. Doğu Türkistan’ın siyasi önderleri, hayatlarını kaybeder.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 70

KOMÜNİSTLERİN ASİMİLASYON UYGULAMALARI Mao’nun Doğu Türkistan topraklarını bir Çin kolonisi gibi görmesi bölge halkını istismar etmeye yönelik politikalara sebebiyet vermiş, özellikle Türk halkının kültürel değerlerine yoğun bir saldırı politikası başlar. Komünistler yeni uygulamalara giderler. 1. Ürünleri, hayvanları ve toprağı izinsiz satmak yasaklanır. 2. Halkın günlük kazancı, işyerlerine gelen banka görevlileri tarafından zorla alınarak bankaya yatırılmaya başlanır. 3. Vatansever, yüksek ahlaklı, itibar sahibi kimseler, düşük ahlaklı, zaaf sahibi insanlar belirlenir. Birinciler yok edilirken ikinciler halkın başına getirilir. 4. Her aileden en ahlaksız kişi kimse o ailenin başına aile reisi olarak tayin edilir. 5. Her vatandaşın, üç günde bir polis idaresine giderek üç gün içinde ne yaptığını anlatması zorunlu hale getirilir. 6. Bir kimsenin başkasını ziyaret edeceği zaman, bolise başvurarak, kimi, ne zaman, ne maksatla ziyaret edeceğini bildirmesi kuralı koyulur. 7. İzin almadan köyden şehre veya başka bir yere taşınmak yasaklanır. 8. Herkes, birbirinin casusu haline getirilir. Ana-baba, çocuğunu; çocuklar, ana-babasını ispiyon etmekle vazifeli tutulur. Kimsenin kimseye güveni kalmaz. İki kişinin bir araya gelmesi “Komünist aleyhtarı hareket”, üç kişinin bir araya gelmesi “isyan hazırlığı olarak” sayılır. 9. Postane memuru olarak görev yapan komünist Çinliler mektupları sıkı bir sansüre tabi tutarlar. En küçük bir işaret veya okunaksız yazı, şifre kabul edilir ve mektup sahibi cezalandırılır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 71

10. Şeref ve haysiyetten yoksun, milli şuurdan habersiz, şefkat, merhamet, vicdan, din, insanlık gibi kavramlardan uzak, mevki ve zevk düşkünü, kumarbaz ve hain ruhlu, katil, esrarkeş olanlar toplanarak kurslara tabi tutulur ve bunlara işkence metodları öğretilir.

MAO’CU DÜŞÜNCE TARZINDA OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN TOPLUM YAPISI ve KEYFİ CİNAYETLER Çalışmamızın bu kısmında biraz komünist felsefenin insanlara dayattığı düşünce modeline girip, Çin yöneticilerinin nasıl bu kadar vahşete imza atabildiklerini anlamamız gerekmektedir. Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu savunan, Allah'ın varlığını inkar eden, her türlü manevi ve ahlaki değeri reddeden komünist ideoloji bugüne kadar farklı ülkelerde ve farklı toplumlarda hayata geçirilse de coğrafya ve isimden bağımsız olarak girdiği her yerde insanlar için büyük bir zulme dönüşmüştür. Bunun nedeni, komünizmin hayata ve insana olan bakış açısıdır. Komünist ideolojinin dünya görüşü ve komünizmin yaşandığı toplumlara dayatılan yaşamın genel hatları şöyledir: Dinsiz, bencil, tek tip, üretime katkıyı hayatının amacı sayan, vefa- af-merhamet-şefkat kelimelerinin yaşamda yeri olmadığına inanan, kendi çıkarı için her şeyi yapabilen insan modelini üretip, onun üzerinden hüküm sürmek. 1. Komünist toplumlarda, “Allah” diye bir yaratıcı yoktur ve tüm kutsallar inkar edilir. Evrimci temeli nedeniyle de, insanlar gelişmiş bir hayvan türü olarak kabul edilir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 72

Dolayısıyla toplum da bir “hayvan sürüsü” sayılır. Bu nedenle de insana değer verilmez. 2. İnsanların “sürü” olduğu bir toplumda da çobanın tek derdi sürüdür ve sürüde oluşan az miktarda kaybın önemi yoktur. “Zaten sürüde çok var, bir tane eksilse bir şey olmaz” anlayışı geçerlidir. Çalışamayan ya da sakat olanlar sürüden atılır, ölüme terk edilir. Hastalıklı ve zararlı olarak kabul edilir. Hayatı, bir "yaşam mücadelesi" olarak gören bu anlayışta zayıfların yok olmasında bir sakınca yoktur, bilakis bu gereklidir. Bencillik bu anlayışın temel özelliğidir. 3. Bir koyun sürüsünde nasıl hep kürklü, iki kulaklı ve aynı tipte “meleyen” koyunlar varsa insan sürüleride bunun örneği olmalıdır. Yani tıpkı sürüdeki hayvanlar gibi tek tip insanlardan oluşur. Komunist bir yönetim modelinde insanlardan beklenen, aynı şekilde giyinmeleri, aynı şekilde düşünmeleri ve aynı şekilde konuşmalarıdır. Farklı kültürlere, farklı inançlara, farklı fikirlere kısaca farklı olan hiçbir şeye ihtiyaç ta yer de yoktur. 4. Komünist düşünce için temel materyaldir. Bunun için üretici güç önem kazanır. Kısaca komünizm de insanların bireysel özellikleri değil, topluma sundukları ilave güç ve katkı önemlidir. İyi çalışan işçi, iyi çalışan köylü ideal insandır. İşten geri kalan zamanda, gidip bir Uygur kızına tecavüz etmesi, bir Uygur çocuğunu yolda tekmeleriyle öldürmesi önemli değildir. Komünist sistem sadece maddi bir kavram olan çalışma ve üretme kavramları üzerine kuruludur. “Üretmek sürüyü güçlendirmektir” mantığı geçerlidir. 5. Her şeyin madde olduğu bir ideoloji de doğal olarak insanı insan yapan özelliklere de yer yoktur. Vicdan, güzel ahlak, Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 73

affedicilik, merhamet, vefa, şefkat gibi insanı duygulara yer yoktur. 6. “Din afyondur” sözü üzerine inşa edilen bir düşüncenin, sistemli olarak “Allah korkusuna” karşı mücadele etmesi ve kendini Allah yerine koyması gayet doğaldır. Komünist bir yönetimde insanların tek korku kaynakları işte bu nedenle, Allah, cehennem değil, sistemin kendisidir. İnsanlar sistemin kendilerini cezalandırmasından korktuklarından dolayı suç işlemekten kaçınırlar. Bu nedenle, sistem görmeyecekse ya da kişi cezalandırılmayacaksa, her türlü gayri meşru iş yapılabilir. Hırsızlık, fuhuş, cinayet ve ahlaki dejenerasyon, komünist toplumlarda son derece yaygındır. (Bu durum size yol kenarına toplanan birçok Çinli’nin küçük bir Uygur çocuğuna, nasıl olup ta ellerine ayakkabıları ile basarak, tekmeler atarak işkence yapmayı normal sayabildiğini açıklayacaktır.) 7. Allah ve ahret inancının yok edildiği bir toplumda insanlara aşılanan inanç öldükten sonra yok olacaklardır. Ölümden sonrası olmadığına inanan her insan gibi onlardan da artık beklenen hayatta kalabilmek, güçlü olabilmek için herşeyi yapmalarıdır. Herkesi düşman ve kendi yaşam mücadelesinde rakip gördükleri için, kendi çıkarları doğrultusunda her türlü ahlaksızlığı ve kötü fiili işleyebilirler.

MAO’NUN İSTATİSTİKSEL CİNAYETLERİ Mao diğer yandan ise ülkenin her yerinde kendi komünist rejimini oturtmak için baskı ve yıldırma politikasına başvurur. Uyguladıkları en basit yöntem ise keyfi idamlar yani cinayetlerdir. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 74

Çin'in baskı ve şiddete dayalı rejiminin önemli bir siyasal kontrol mekanizması olan idamların rolünü, Çinli muhalif Harry Wu, şöyle tarif eder: “Diktatörlük doğrudan şiddetle bağlantılıdır ve rejimini ona dayanarak geliştirir. Aynen ünlü bir Çin atasözünde belirtildiği gibi, 'maymunu korkutmak için tavuğu öldürür.' "Toplumsal eğitim", idamların toplum önünde gerçekleştirilmesiyle yapılır ve toplu idamlar Parti'nin şiddete duyduğu güvenin göstergesidir.” 20 Stalin’in, "bir insanın ölümü trajedi, bir milyon insanın ölümü ise bir istatistiktir" sözünü örnek alan Mao, Stalin'in "istatistiksel" cinayetleri sonucunda, 40 milyon masum insan hayatına mal olan gücü ve otoritesini görünce daha kalabalık nüfusa sahip olan ülkesinde de bu tip bir “istatistiksel eylemin” gerekli olduğuna karar verir. Sonuçta büyük bir baskı, yıldırma ve öldürme furyası başlar. 100 metrekarelik bir hücre 300 tutuklu, Şanghay'daki Merkez Tutukevi'nde tutulan 18 bin kişi; aç bırakarak ağır işlerde çalıştırma, sürekli fiziksel şiddetle beraber (örneğin, tüm yürüyüşlerde başın eğik durması zorunlu olduğundan, başını kaldırana dipçik darbesi) insanlık dışı bir disiplin o dönemde normal hale gelir. Ölümler o kadar sıradan hale gelir ki, Guangxi'deki bir kampta 6 ay içindeki insanların yarısı ölür. Shanxi'deki (Şensi) maden

20 27. Killing By Quota, Killing for Profit: Executions and Transplants in , www.laogai.org/reports

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 75

ocaklarında (sadece bazılarında) ise günde 300 kişi kadar insanın ölmesi sıradan hale gelir. En değişik ve en sadist işkenceler sıradan uygulamalardır artık; bunların arasında en yaygın olanı bileklerden ya da işaret parmaklarından askıya alınmaktır; bir Çinli rahip 102 saat sürekli sorgulamadan sonra ölmüştür. En kötü gaddarlıklar denetimsiz bir biçimde ortalığı kasıp kavurmaktadır. Bir kamp komutanı, birçok tecavüz olayının yanı sıra, bir yıl içinde 1320 tutukluyu ya katlettirmiş ya da canlı canlı toprağa gömdürmüştür. O sıralarda oldukça sık görülen isyancılar da (birçoğu eski asker olan mahkumların çoğu henüz tamamen çökertilememiştir) gerçek katliamlar için idarecilere fırsat sunar: Yanchang petrol bölgesinde 20.000 mahkumdan birkaç bini idam edilir; 1949'da bir orman işletmesindeki 5.000 asinin 1.000 kadarı canlı canlı toprağa gömülür.21 Mao öldürülecek kişiler için ölüm emrini bizzat kendisi, yazılı olarak vermekten çekinmez. 17 Ocak 1951 tarihli bir belgede, içlerinde 'in de bulunduğu yoldaşlarına şöyle talimat verir: “Hunan'ın batısındaki 21 bölgede 4.600 çete lideri, yerel direnişçi ve Koumintang ajanı öldürülmüştür. Bu yıl yerel otoriteler tarafından bir grup insanın daha öldürülmesi planlanmaktadır. Bu uygulamanın gerekli olduğuna inanıyorum... Gerekirse daha büyük gruplar öldürmeliyiz... Büyük hamleler gerçekleştirmek, gerektiğinde öldürülmesi

21 Komünizmin Kara Kitabı, s.621 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 76

gereken tüm muhalifleri soğukkanlılıkla öldürebilmeyi gerektirir.” 22 Yine 1951 tarihli gizli bir belge, Mao'nun Çin'de katletmeyi planladığı insan sayısını belli bir kotaya göre belirlediğini gözler önüne serer: “Öldürülmesi gereken karşı devrimcilerden bahsederken belli bir oranın belirlenmesi şarttır. Kırsal bölgelerde bu oran genel nüfusun 1/1.000'ini geçmemelidir. Şehirlerde ise bu oran, biraz daha az olmalıdır, genel nüfusun 0.5/1.000'i uygun gözüküyor. Örneğin 2 milyon kişinin yaşadığı Pekin'de 600'den fazla kişi öldürüldü. 300 kişi daha öldürülmesi planlanıyor. Toplam 1.000 kişi yeterli olacaktır... Hala büyük grupların öldürülmesi zaruridir ve Temmuz ayının sonuna kadar öldürmeyi planladıklarımızın 2/3'sini öldürmek için elimizden geleni yapmalıyız.” 23 Yukarıda ki satırları okurken hiç “suç” veya “suçludan” bahsedildiğini görmediniz değil mi? Merak etmeyin sizde bir yanlışlık veya gözleriniz de bir sorun yoktur… Çünkü Mao, katliamlarını planlarken, öldürülecek kişinin herhangi bir suç işlemesini zorunlu görmemektedir. İnsanları öldürmeyi, sırf topluma vereceği korku açısından gerekli görüyor ve idamların sayısını bir "kota meselesi" olarak değerlendiriyordu. İlk dönemlerde idamlar büyük bir hızla ve kimi zaman toplum önünde, kimi zaman da kimsenin haberi olmadan gerçekleştirilir. Örneğin 1953'de Yang Pei isimli bir kadın kocasının idam edilmiş

22 Undisguised Killing: Public Executions in China, www.laogai.org/reports/killing.htm 23 Killing by Quota, Killing for Profit: Executions anda Transplants in China, www.laogai.org/reports Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 77

olduğunu, kocasından boşanmak için mahkemeye başvurduğunda öğrenecektir. Kendi halkına bunu reva gören Mao’nun elbette Doğu Türkistan’da bundan azını yapması beklenmemelidir.

OSMAN BATUR’UN YAKALANMASI VE ŞEHADETİ Osman Batur ve Doğu Türkistan için artık bitmeyecek karakış başlamıştır. Otuz bin kişi ile başladığı mücadele de 1950'ye gelindiğinde yanında yaklaşık kadın ve çocuklar dahil dört bin kişi kalmıştır. Daracık bir dağ bölgesine sığınmak zorunda kalan halk çok zor günler yaşar. Karakışta hayvanlar dağlarda barınamadığından, eteklere inmeye mecbur kalırlar. 1951 Şubatında komünistler yine bir baskın hücumu yaparlar. Kazakların büyük bir kısmı yine baskından kurtulur ancak Osman Batur’un kızı Azpay’la birlikte birçok kadın-kız komünistlerin eline geçer. Osman Batur onları kurtarmak için bir geçitte düşmana karşı saldırıya geçer ve çok sayıda düşman öldürür. Cephanesi bittiğinde Kamambal dağında esir alınır. Tung-Huang şehrine götürülür, ellerinden ve ayaklarından zincirlenip zindana atılır. Her gün kesintisiz işkence yapılarak, kendisine yardımcı olan Türk’leri ele vermesi için sıkıştırılır. Sonunda pes eden Osman Batur değil Çin tarafı olur. İşe yarayacak türden bir bilgi alamayacaklarını anlayan Çin’liler ibret olsun diyerek bu büyük bahadır’ı, bir atın üzerine bindirip “Türkistan’ı, Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın hâline bakın” diyerek sokak sokak dolaştırılır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 78

O durumda bile şunları demiştir: “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek”. Çin yönetimi bir süre sonra dava liderlerinin idamına, daha alt seviyedekiler ise hapsine karar verir. Çin yönetimi, Osman Batur’u göstermelik bir mahkemeye sevk eder ve baştan belli olduğu üzere, 19 Nisan 1951 tarihinde mahkeme kararı açıklar: “Devrim düşmanlığı suçundan idam...”

Karar, gereği yapılan infaz ise zulmün diğer bir örneğidir. 29 Nisan 1951 tarihinde cellatlar keyifle işbaşı yapar. Önce kulaklarını Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 79

keser, sonra parmaklarını koparırlar. Kolunu bacağını yarar- keser, damarları boşalasıya kanını akıtırlar. En sonunda ise kurşuna dizerek şehit ederler. Doğu Türkistanlı yazar Abdurrahman Hacımelek, Osman Batur’un hayatını anlattığı bir makalesinde, yakalandıktan sonra şehit edilişini şu şekilde anlatır: “29 Nisan’da şahadete gidecekti büyük kahraman. O sabah, tabiat olayları normal seyrinin dışında idi, Urumçi’de hava kapkara idi. Çünkü baturlarının idamını protesto eden halk, ormanları yakmıştı. Çinli muhafızların gözlerinde, kendilerine doğru tüm heybeti ile yürüyen Osman Batur’a karşı korku beliriyordu, zorla meydana getirilen halk arasından tekbir sesleri geliyordu. Çinliler nişan almış bekliyorlardı. Osman Batur, “Allahu Ekber” dedi ve ardından kurşun sesleri geldi. Sanki namaz kılıyordu; önce dizüstü düştü, sonra alnı secdeye vardı. Bir rütbe daha kazanmıştı: “Şehidlik…” 24 Tarihçi Nihal Atsız bu idamın ardından şu cümleler ile eleştiride bulunur: “Milliyetçilik, Bolivya dağlarında öldürülen Arjantinli maceracı serseri Guevera için zırlayıp da, sıra Kazak kahramanı Osman Batur’a gelince susmak değildir.”

OSMAN BATUR’UN AİLESİNE YAPILAN EZİYETLER Çinliler, Osman Batur’u işkencelerden sonra şehit etmekle ancak, bedenini ortadan kaldırabildiklerini ilerde anlayacaklardır. Ancak o noktaya gelmeden önce işkence ve zulümlerini sürdürdüler.

24 Yusuf Z. Arpacık, İlteriş Yay., 2.baskı 2009 İstanbul Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 80

Osman Batur’un tek erkek kardeşi Delihan İslâmoğlu, istiklâl için giriştiği savaşta esir alınarak akıl almaz işkencelerle şehid edilir. Osman Batur’un ikinci hanımı, üç oğlu ve beş kızı da esir alınır. 18 yaşındaki kızı Kabiyra ile 14 yaşındaki oğlu Baybolla, anneleri Mamey’in gözleri önünde doğranarak şehid edilir. 11 yaşındaki oğlu Kariy ve 9 yaşındaki kızı Sapiyan, 20 metre derinliğindeki kuyuya diri diri atılır. Evlâtlarına yapılan bu zulme, işkenceye ve katliama dayanamayan Mamey Hatun, aklını kaybeder. Çinliler zavallı kadını nehre atmakta tereddüt etmezler.

ATALARININ LAFINI YERE DÜŞÜRMEYEN EVLATLAR Osman Batur’un; Şerdiman, Nimetullah ve Nebî isimli oğulları, babalarının şehit edilmesinden sonra da bağımsızlık savaşını devam ettirirler. Babalarının lafını yere düşürmezler. Büyük kahramanın oğulları da kendisi gibi destan yazmaktadır. Çivili sopalar ve tüfekler ile uçaklara, tanklara meydan okurlar. 1953 yılına kadar direnen oğulları, işgalci Çinliler ile yaptıkları anlaşma sonucu direnmeye son verirler. Çin Komünist Partisi, tarihte bir ilki yapar ve yenildiğini kabul ederek, anlaşma masasına oturur. Anlaşma şartlarından biri de Şehid Osman Batur’un naaşının teslim edilmesidir. Nihayet naaş alınır, Köktogay bölgesindeki Kürti Ağulu’na defnedilir. Buraya yapılan türbe, sonraları, Çin uçakları tarafından çok kez bombalanacaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 81

1953 DOĞU TÜRKİSTAN SOYKIRIMI 1950 de Osman Batur hayatta iken çıkan ayaklanmayı, onun şehadetinin ardından, 1953 yılında bütün Doğu Türkistan çapında Çinlilerin gayri insani uygulamalarına karşı çıkarılan genel bir ayaklanma izler. Komünist Çin ordularının Doğu Türkistan’daki ilk komutanı olarak bilinen, “Doğu Türkistan Cellâdı” lakaplı, Wng-zhen “Devrim aleyhtarı unsurları yok etme” sloganı ile 250,000′ den fazla Doğu Türkistanlı Türkü öldürerek büyük bir soykırım yapar. Çin bu soykırımı medeni bildiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ve her türlü dünya medeniyetini koruma amaçlı kurulan Uluslararası Örgütlerin gözü önünde rahatça yaparken kimseden bir ses çıkmaz.

1955 DİLİ İĞNEYLE DİKİLEN ŞEHİT: FEDHEDDİN MAHSUM 1950 yılında tutuklanan Fetheddin Mahsum, 1953 yılına kadar gözetim altında veterinerlik yapar. Bu sırada münevver kişilerle tanışır. Onlarla hürriyet için neler yapılabileceği hususunda fikir alışverişinde bulunur. Bu mücadele azmi ile dolu iken Doğu Türkistan’ın güneyindeki Yarkent şehrine bir seyahatinde Nakşibendî Şeyhi Abdülhamid Damolla ile tanışır. 40 bin civarında müridi olan Şeyh ile beraber Teşkilât-ı Necat adıyla örgütlenirler. Teşkilât hücre yapılanması şeklinde kurulur ve gayesi, 1933′de kurulmuş fakat yıkılmış olan “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”ni yeniden ihya etmektir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 82

Silahlı direniş ile neticeyi alacağına inanan Teşkilat, aynı zamanda matbu eserlerle halka ve mektuplarla da yurtdışındaki makamlara ulaşmaya gayret etmektedir. “Şûra” isimli teksirle çoğaltılan bir mecmuada İslâm Cumhuriyeti’nin anayasası bile ilan edilir. Ayaklanma tarihi 15 Kasım 1955 olarak seçilir. 14 Kasım gecesinde Fetheddin Mahsum reisliğinde mücahitler bir karakolu basıp esirleri kurtarırlar. Bu mahpusluklar arasında komünist karşıtı bir Çinli albay da vardır. Harekete katılmak ister ve şoför olarak kabul edilir. Ertesi gün Hoten Kalesi’ndeki garnizona saldırılacak, polis binası, telgrafhane ve köprüler ele geçirilerek topyekûn ayaklanma başlatılacaktır. Ele geçirilen silahlar ve araçlarla garnizon önüne varılırken, Çinli albay kornaya basarak işgalcileri uyarır. Bu facianın başlangıcı olacaktır. Garnizon uyanınca mücahitler dağılmak zorunda kalır. Diğer bölgelerdeki mücahitlerden de mağlubiyet haberleri gelir. Fetheddin Mahsum, Şeyh Abdülhamid ve diğer reisler halk arasına saklanmak zorunda kalırlar. Ayaklanma başarısız olur. İşgalin 6. yılında onca ezmesine ve korkutmasına rağmen hiç beklenmedik bir anda bu çeşit ayaklanma ile karşılaşan işgalciler paniğe kapılırlar ve Müslüman halka etmedik zulüm bırakmazlar. Çin işgal ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce Türk’ ü öldürür, binlerce kişi zindanlara atılır, işkencelerle öldürülür, binlerce kişi de ağır çalışma kamplarına sürülür.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 83

Çin, işgal ettiği toprakları aynı yıl (1955’te) Şincang (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi adıyla Çin Halk Cumhuriyeti’nin beş özerk (aslında sömürge) bölgesinden biri haline getirir. Çin işkenceleri sonucu 2 yıl sonra Fetheddin Mahsum, 4 yıl sonrada Şeyh Abdülhamid ele geçirilerek şehit edilirler. 10 Şubat 1957′de yakalanan Fetheddin Mahsum’un 1 Mayıs 1958′deki şehâdetini, M. Kutlu şöyle anlatıyor; “Fetheddin Mahsum başını dik tutup, etrafa acı bir tebessüm ile bakmaktaydı. Çehresinde hiç bir korku alameti görülmüyordu. Onu meydana getiren Çinli askerleri sık sık Fetheddin Mahsum’un başını zorla öne eğdirdiyse de başından Çin askerlerinin darbesi kalkınca gene başını dik tutuyordu. Fetheddin Mahsum meydana gelirken, onu gören halk Fetheddin Mahsum’u dudağını ısırarak yürür gibi gördü. Fetheddin Mahsum’un şahadetinden 33 yıl geçtikten sonra bu makaleyi yazarken Çin cellatlarının Fetheddin Mahsum’un dilini telle dudağına bağlamış olduğunu öğrenmiş oldum. Söylendiğine göre Fetheddin Mahsum’un halkın önünde herhangi bir şey söylemesini ve slogan atmasını önlemek için bu çareye başvurmuşlar. Çünkü, Fetheddin Mahsum, o geceki sorgulama sırasında durmadan “Allahü Ekber”, “Yaşasın Şarki Türkistan” ve “Kahrolsun Zalim Çinliler” diye bağırmış.” Osman Batur gibi bir yiğidi kulaklarını, kollarını kestikten sonra kurşuna dizen dinsiz komünistlerin bunu yapmasına doğrusu şaşırmamak gerekir. 25

25 Şaşılacak asıl şey ülkemize çinden ithal edilen bozuk mallara ödenen katrilyonlardır Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 84

Şehid Fetheddin Mahsum’un şiirlerinden:

Açılmaz mı?

“Her köz açışım birle otlarda yanar öpkem Her lahzade bu millet baştın keçirür matem Düşmenge oyunhana bolmakta eziz ölkem Bu fecih menzerege kandağ çıdasun adam” 26

1958 MAO’NUN BÜYÜK ATILIM’I VE BÜYÜK KITLIK Mao, "köylü sosyalizmi" sloganıyla ortaya çıkmış, iktidara gelene kadar Çinli köylülere hep toprak, aş ve korunma vaat etmiştir. Ama gücü elde ettikten sonra gerçek yüzünü gösteren Mao için artık rejimi perçinleme zamanı gelmiştir. Mao, 1950'lerin ortalarında ise Stalin'in Sovyetler Birliği'nde uyguladığı kollektivizasyona benzer bir girişim tasarlamaya başlar. 1958 yılında bu girişim uygulamaya konulur. Mao projesine “Büyük Atılım” adını vermiştir. Çin’in her tarafında görevlendirilen Komünist Parti yetkilileri halka “Büyük Atılım” ’ı anlatırlar. Projesine "Büyük Atılım" adına rağmen Çin halkına sadece büyük bir kıtlık ve işkence getirir.

26 Abdurrahman Hacımelek

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 85

Büyük Atılım, tüm Çin'in tarımsal ve endüstriyel üretimini katlamak sloganıyla başlatıldığından, işçilerin çalışma saatleri artırılıp ve makineler hiç durmayacak şekilde çalıştırılmaya başlanır. Ama tamir ve bakım için bile durdurulmasına izin verilmeyen makineler kısa süre sonra bozulmaya ve devre dışı kalmaya başlarlar. Çelik üretiminde sözde hedeflenen rakam yakalanmıştır ama üretilen çeliğin büyük kısmı da kullanılamaz durumda olduğu görülür. 27 Tarımda ise "Özel mülkiyeti kaldırarak üretimi artırma" adı altında, tüm köylüler tarlalarını kooperatifleştirmeye zorlanır. Stalin Rusyası'nda yaşanan silahlı zoralımlar tekrar edilir. Dahası, Çin'in bazı bölgelerindeki köylüler, kollektivizasyona gönüllü davranmadıkları için Mao tarafından cezalandırılırlar: Ceza basittir, aç bırakılarak ölüme mahkum edilmek. Kısaca rahata kavuşmak için Mao'nun iktidarını bekleyenler, o günleri gördüklerinde sadece acı ve ölümle buluşacaktır. Mao köylülere modern tarihte eşine rastlanmayacak acılar ve işkenceler çektirir. “Büyük Atılım”, oluşan kaos ortamında kısa zaman gerçek bir köylü karşıtı savaşa ve büyük bir kıtlığa dönüşür. Ama bu doğal değil, Stalin'in Ukrayna'daki yapay kıtlığı gibi, insan yapımı bir kıtlıktır. Mao'nun "Büyük Atılım" adını verdiği girişim o denli zalimce bir projedir ki, ülkenin hem tarımı hem de ekonomisi felce uğrar. 30 milyonun üzerinde insan da oluşturulan yapay kıtlık sonucunda ölür.

27 https://tr.wikipedia.org/wiki/Mao_Zedong Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 86

Bunların çoğunun da muhalif olduğunu söylemeye bile gerek yoktur elbette. gazetesinin Pekin büro şefi , Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine (Aç Hayaletler: Mao'nun Gizli Kıtlığı) adlı kitabında bu kıtlığın içyüzünü detaylarıyla anlatmaktadır.

Komünizmin Kara Kitabında o dönemde yaşananlar şöyle anlatılır: “Açlığın siyasi kaynaklı oluşu, yüksek ölüm oranlarının köktenci Maocular tarafından yönetilen taşra bölgelerinde yoğunlaşmasıyla kanıtlanmıştır, oysa buraları olağan zamanlarda tahıl ihracatçısı bölgelerdi... 'daki eylemciler, tıpkı Mao gibi, tüm zorlukların köylülerin tahılı saklamasından kaynaklandığına inanmıştı: ülkenin ilk halk komününün kurulduğu Xinyang'ın (10 milyon nüfuslu) vilayet sekreterine göre "Sebep gıda eksikliği değildi. Bol miktarda tahıl vardı, ama burada yaşayanların yüzde 90'ında ideolojik sorunlar bulunuyordu. Köylülerin tümüne karşı 1959 Sonbaharı'nda askeri türde şiddetli bir saldırı başlatıldı; bunun sorumluları, Japon karşıtı gerilla hareketinin yöntemlerini kullanıyordu. En azından 10.000 köylü hapsedildi; bunların birçoğu o sırada açlıktan ölecekti. Bütün özel şahıs mutfaklarındaki araç gereçlerin (kullanılmış çelik haline dönüştürülmemişlerin), tüm öz tüketimi ve kooperatif ürünlerini yürütme arzusunu yasaklayacak biçimde, parçalanması için emir verildi. Sert kış

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 87

yaklaşırken, her türlü ateş yakma da yasaklandı! Baskı eylemleri dehşet vericiydi: Binlerce tutukluya sistemli işkenceler ve öldürülen çocukların haşlandıktan sonra tarlalarda gübre olarak kullanılması. Oysa bu sırada, ulusal bir kampanya "Henan'dan ders alınması" için propaganda yapıyordu. "Kızıl bayrağın ölüm oranı yüzde 99 olsa bile gönderde tutulacağının" ilan edildiği 'deki kadrolar, canlı canlı toprağa gömme ve kızgın demirle işkence gibi eski iyi geleneklere döndüler.” 28

Yukarıda görülen Çin'in propaganda posterinde: Marx, Engels tarafından başlatılan, Lenin ve Stalin tarafından sürdürülen komünist ideoloji, en son Mao tarafından devralınmış olarak resmedilmektedir. Gerçekte Marx-Engels ikilisinden Lenin'e ve Stalin'e, onlardan da Mao'ya aktarılan şey, komünizmin "kan dökme kuyusu"dur. Lenin ve Stalin 50 milyon, Mao ise 60 milyon insanın katilidir. Bazı köylerde açlıktan kaynaklanan ölümlerin oranı yüzde 50'yi geçerken; bazen sadece yönetim kadroları güçlerini kötüye kullanarak yaşama fırsatı elde ederler. Ve aynı Henan'daki gibi, özellikle de çocukların yenilmek üzere değiş tokuş edildiği "ortak

28 http://komunizmpusudadir.blogspot.com/2010/03/buyuk-atlm-ve-buyuk-ktlk.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 88

mezarlar" da yamyamlık olayları çok sayıdadır (63'ü resmen doğrulanmıştır)... Ülkenin tümünde ölüm oranı 1957'de yüzde 1.1 iken, 1959 ve 1961'de yüzde 1.5'e, özellikle de 1960'ta yüzde 2.9'a olarak gerçekleşir. 1957'de yüzde 3.3 olan doğum oranı, 1961'de yüzde 1.8'e düşer. Doğum açıklarını hesaba katmazsak, kıtlığın sonucu yüksek ölüm oranına bağlı kayıplar 43 milyon kişi civarında hesap edilmektedir. Burada, öyle görünüyor ki Çin'in tarihindeki –kuşkusuz dünya tarihinin de- en ciddi açlığı söz konusudur. Büyük Atılım sırasında bir Çin köyünün yakınından geçen bir Batılı gözlemcinin notları, Maoculuğun zalim ve alçak yüzünü tarif etmektedir: “Köyün tam yanından geçiyorduk. Güneşin göz kamaştırıcı ışınları, kerpiç duvarların arasında biten zümrüt yeşili yaban otlarını aydınlatıyor, böylece çevredeki bakımlı pirinç tarlalarıyla kontrast oluşturarak manzaranın perişanlığını pekiştiriyordu. Yabani otların arasından, bana bir ziyafet sırasında anlatılmış olan olay birden gözlerimin önünde canlandı (aynen böyle): ailelerin çocuklarını yemek üzere birbirleriyle değiş tokuş ediş sahnesi. Kendi çocukları karşılığında aldıkları çocukların etini çiğneyen anne babaların kederli yüzlerini açıkça gördüm. Köyün yakınında bulunan tarlalarda kelebek avlayan yumurcaklar, bana sanki ebeveynleri tarafından mideye indirilen çocukların dünyaya yeniden doğuşu gibi geliyordu. İçim onlara karşı merhametle doluyordu. Ama anne babalarına çok daha fazla acıyordum. Başka ebeveynlerin gözyaşları ve acıları arasında, karabasanlarında bile tatmak zorunda kalacaklarını

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 89

hayallerinden geçirmedikleri bu insan etini yutmaya onları kim zorlamıştı? Bu sırada, 'insanlığın birkaç yüzyıldır, Çin'in ise bin yıllardır sadece bir tane ürettiği' bu celladın kim olduğunu anladım: Mao Tse-Tung. Mao Tse-Tung ve müritleri, yöntemleri ve caniyane siyasetleriyle, açlıktan çılgına dönen anne babaları; açlıklarını gidermek için kendi canlarından kopan etleri başka ebeveynlere, açlıklarını gidermeleri için onların canlarından kopan etler karşılığında vermeye zorlamışladı. Mao Tse-Tung, demokrasiyi katlederek işlediği cinayeti temize çıkarmak için 'Büyük Sıçrama'yı ortaya atmış ve açlıktan şaşkına dönmüş binlerce, yüz binlerce köylüyü ve eski yoldaşlarını çapalarla tepelemeye; böylece kendi canlarını, çocukluk arkadaşlarının eti ve kanıyla kurtarmaya mecbur etmişti. Hayır, cellat olan onlar değildi; cellatlar basbayağı Mao Tse-Tung ve ortaklarıydı.” 29

1958 VE SONRAKİ AYAKLANMALAR Mao bu zulümlerle iktidarını kanla perçinleyedursun, idamlara, zulümlere ve eziyetlere rağmen insanların içindeki özgürlük ateşi yinede bastırılamaz. 1958, 1962, 1965, 1968 yıllarında defalarca özgürlükleri için ayaklanan halk her defasında kanlı bir şekilde bastırılır ve katliamların her türlüsüne imza atılır. 1962 yılında çıkan ayaklanmada İli ve Çöçek bölgelerinde Çin işgalcilerine karşı gösteriler düzenlenir. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırır. Yaklaşık bir milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan’ a ilticaya mecbur bırakılır. Bu olaydan bir yıl sonra Sovyet lideri Kruşçev Pravda gazetesine Doğu Türkistan ve İç Moğolistan’da self-

29 http://komunizmpusudadir.blogspot.com/2010/03/buyuk-atlm-ve-buyuk-ktlk.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 90

determinasyon hakkının tanınmasını ister. Sovyetler o günden sonra politik çıkarlarına bağımsızlık politikalarına destek verirler. Günü geldiğinde Çin de Afgan tarafında yer alarak karşılık verecektir. 1967–1968 yılları arasında, Müslüman Türk Halkı tarafından kurtuluş mücadelesi vermek üzere kurulan 300′ den fazla örgüt ortaya çıkarılır ve on binlerce mensubu kurşuna dizilerek öldürülür. 1969 yılında Ahunoğlu Mecit liderliğindeki bir silahlı teşkilat, ayaklanma yapmak üzereyken Çin yönetimine ihbar edilir. Bu teşkilatın bütün üyeleri de acımasızca kanla bastırılarak şehit edilir. Rakamları toparlarsak ; 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin; 1952-1957 arasında 3 milyon 509 bin; 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin; 1961-1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından katledildi ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda ölmüştür. 30

HAPİSE ATILANLAR DAHA ŞANSLIYDI SANMAYIN İdamlardan geri kalan liderler hapse atıldı diye onları daha şanslı sananlar sadece Çin zihniyetini ve onların zalimliğini anlayamamış cahillerdir.

30 Milyonlarca dindaş ve soydaşımızın katlini istatistik ilminde birer sayı gibi yazmaktan hicap ederiz. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 91

Barat Hacı 1960 yılında hapse atılır. 1960'tan, 1981'e kadar tam 21 sene Pantürkizm suçundan Çin zindanlarında, hücrede tutulur. Hücre dendiyse elbette Çin işi olanındandır. Hücrede olduğu süre boyunca meşhur Çin işkencesinin en damıtık örnekleriyle karşılaşır. 80 santimetre eninde 1,5 metre uzunluğunda karanlık beton bir hücrede, elleri ve ayakları prangalarla bağlanarak, bir gün yiyip bir gün oruç tutarak 21 yıl direnen Barat Hacı, 1981 senesinde hapisten çıktığında 38 kiloya kadar düştüğü görülecektir. Daracık hücresinde yıllar boyunca çıldırmaya ve ölüme direnir. Gün ışığını günde sadece 5 dakika görmesine izin verilir. Acıdıklarından değil, birinden su içip yemek yediği, diğerinden de abdest bozduğu iki toprak kâseyi cellâtlarına uzatmak için. Elleri ayakları 16 okkalık zincirlerle sürekli bağlıdır. O uzun süre boyunca ne bir gram et nede yağ verilir. Tek gıdası günde bir parça mısır ekmeğidir. Saçı ve sakalı beline iner, tırnaklarını taşlara sürterek kısaltır. Öylesine kirlenir ki pantolonu çıtır çıtır kırılmaktadır. Çinliler burnuna acı biberle kaynamış sirke karışımı döktükleri için gözleri zayıflar. Öyle işkenceler uygulanır ki bağırsakları yer değiştirir. Yıllar sonra iflas eden bir böbreği de alınır. O günleri soranlara şöyle anlatacaktır : “Eğer bir gün oruç tutup, bir gün yememiş olsaydım çoktan ölürdüm. Geceleri Kur’an okuyup namaz kıldım, gündüzleri idman yaptım. “ Her cümlesine eklemeyi ihmal etmediği bir cümle vardır: “Allah beni sakladı.”

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 92

1966 MAONUN ŞAPKADAN ÇIKARDIĞI YENİ TAVŞAN : KÜLTÜR DEVRİMİ KATLİAMLARI Büyük Atılım fiyaskosundan sonra Mao, kendisinin "günlük siyasetin üstünde" olduğunu belirterek elini devlet işlerinden çeker ve sözde "daha büyük ve önemli sorunlar" üzerine düşünmeye başlar. 1960'ların başlarında SSCB ile Çin arasında ortaya çıkan gerginlikler sırasında Bolşevik Devrimi'nin amacından uzaklaştığı kanısına varan Mao, Çin'in de aynı yolu izlemesinden çekinmeye başlar. Mao'yu Kültür Devrimi'ni başlatmaya yönelten bir başka neden de, bir kısım arkadaşlarının “Büyük Atılım” 'ın neden olduğu ekonomik çöküntüden kurtulmak amacıyla uyguladıkları programlara karşı duyduğu kuşkudur. Gerçekten de parti içinde çatışmalar artmış, ve Deng Xiaoping'in de aralarında olduğu bazı önderler Mao'yu iktidardan uzaklaştırarak ona sembolik görevler yükleme düşüncesine kapılmıştır. Kültür Devrimini başlatan esas olay da parti içi bu muhalefettir. Mao postu pahalı görünce bu sessiz dönemine son verip şapkadan yeni bir tavşan çıkarır. 1966 yılında Kendisine "Büyük Serdümen" lakabı takılmış olan Mao, Çin devriminin henüz başarıya ulaşamadığını, çünkü komünizmin insanların zihnine tam olarak yerleşemediğini, devletin en üst kademelerinde bile komünizmi anlamamış kadrolar bulunduğunu ve tüm bunları söküp atacak bir "kültür devrimi" gerektiğini ilan eder.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 93

Kültür Devriminin, komünist ideolojiye aykırı bulunan her kavramı ve her insanı yok etmek için başlatılmış bir cinayet furyası olduğunu yukarı da ki tanımdan anlamamak için cidden kör yada anlama sorunlu olmak gerekir. Yukarı da ki afişte de görüldüğü Kültür Devrimi denilen kan dökme bayramının, simgesi komünistlerin yumrukları tarafından ezilen anti- komünistler olmuştur. 31 Kültür Devrimi, bütün Çin devletini ve toplumunu yerle bir edecek bir sarsıntı meydana getirir. Mao'nun telkinleri, komünist parti saflarındaki cahil gençler üzerinde büyük etki oluşturur ve "Kızıl Muhafızlar" adı verilen bu gençler, ülkenin dört bir yanında terör estirmeye başlarlar. "Doğu Kızıldır" marşını söyleyerek topluca sokaklarda gezi, "komünizme aykırı" buldukları herkesi tutuklamaya ve her şeye saldırmaya başladılar. Kültür Devrimi boyunca Kızıl Muhafızlar on binlerce insana işkence etmekten geri kalmazlar. Fotoğrafta görüldüğü gibi Üniversite profesörlerini, devlet adamlarını, sanatçı ve yazarları tutuklayarak, halk önünde aşağılayarak, boyunlarına hakaret dolu yaftalar asarak idam

31 http://www.komunizm.com/html/komunizm4.htm Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 94

etmekten kaçınmazlar. Bu şekilde binlerce üst düzey bürokrat, üniversite hocası, bilim adamı ve aydın tutuklanır, korkunç işkencelerden geçirildikten sonra aşağılanarak idam edilir. Kültür Devrimi sırasında tutuklanan üniversite profesörlerine yapılan insanlık dışı işkenceler bir gözlemcinin sözlerinde şöyle anlatılmaktadır: “İçeriye daldım. Spor alanında ve daha uzakta üç katlı yepyeni okul binasının önünde, gerçekten bir 'kara haydut çetesi' oluşturacak biçimde başları ve yüzleri siyah mürekkebe bulanmış, tamamı 40 ile 50 kadar, sıra halinde duran profesörleri gördüm. Bunlar, boyunlarına asılı, 'gerici akademik otorite bilmem kim', 'sınıf düşmanı bilmem kim', 'kapitalist yolu tutan bilmem kim', 'çürümüş çetenin başı bilmem kim' gibi – tümü gazetelerden alınmış niteliklerde- yazılı levhalar taşıyordu. Her levha, profesörlere infazı bekleyen idam mahkumlarının görüntüsünü veren birer kırmızı haçla işaretlenmişti. Tümüne, üzerinde benzer niteleme sıfatları yazılı eşek takkeleri giydirilmişti; sırtlarında da pis süpürgeler, toz bezleri ve ayakkabılar taşıyorlardı. Profesörlerin boyunlarına da içi taşla dolu kovalar asılmıştı. Müdürü fark ettim: kova o kadar ağırdı ki, madeni tel deriye iyice gömülmüştü; adam sallanıyordu. Hepsi yalınayak, gonglara ya da tencerelere vurarak alanı dolaşırken bağırıyordu: 'Ben haydut bilmem kimim'. En sonunda tümü dizlerinin üzerine çöktü; tütsüler yaktı ve Mao Tse-Tung'a 'suçlarını affettirmek' için yalvardı. Bu sahne karşısında aptallaştım, benzimin solduğunu hissettim. Birkaç kız bayılacak gibi oldu. Dayak ve işkenceler bunu izledi. Daha önce

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 95

hiç böyle işkence görmemiştim: onlara artık su maddeleri ve böcekleri yediriliyor ve elektrik akımı veriliyordu. Cam kırıkları üzerine diz çökmeleri için zorlanıyorlar, kollarından bacaklarından askıya alınarak 'uçak' durumuna sokuluyorlardı.”32 İdam edilmek için illa ki bir suç işlenmesine de gerek bulunmamaktadır. Yandaki fotoğrafta görülenler gibi nice suça bulaşmamış insanlar Çin’in adına “Kültür Devrimi” denilen “Kan Bayramına” canlarıyla ve kanlarıyla hizmet etmişlerdir. Mao'nun en yakın dostlarından biri ve eski devlet başkanı olan Liu Shaoqi bile -Mao'nun emriyle- tutuklanır, halka açık bir meydanda dövülür, uzun süre işkence gördükten sonra hiçbir tıbbi yardım yapılmadan bir hücreye atılır ve burada kıvranarak ölür. Mao, sonrasında Çin'in yönetimini ele alacak olan, Mao'nun en eski "yoldaş"larından Deng Xiaoping'in oğlu ve Pekin Üniversitesi fizik öğretmeni Pufong, Kızıl Muhafızlar tarafından sorgulanır, sorgu sırasında sapıkça tecavüze uğrar, kalın tahta sopalarla dövülür ve sonra da sorgu odasının penceresinden aşağı atılır.

32 Ken Ling, Miriam London ve Ta-ling Lee, La vengeance du ciel: un jeune Chinois dans la Revolution culturelle, Paris, Laffont, 1981 (İngilizce orijinal basım 1972), s. 20- 23. (Bu sahne Xiamen'de seçkin bir lisede cereyan etmişti.); Komünizmin Kara Kitabı, s.690-69 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 96

Hayatının geri kalan kısmını, kırılmış parmaklar ve kaybolmuş duyma yeteneği ile bir tekerlekli sandalyede geçirecektir. 33 1966'da başlayan Kültür devrimiyle parti hiyerarşisi hiçe sayılarak iktidarın, doğrudan doğruya Kızıl Muhafızlara verilmesinin bedeli ağır olur. Ekonomik ve sosyal kaos artarken yüzyıllara dayanan kültürel değerler de tahrip edilmiştir. Bu dönemde Mao halefi olarak bütün savaş yıllarından tanıdığı 'yu seçer. Ancak çatışmalar öyle noktalara dayanır ki Lin'in Mao'ya karşı askeri bir darbe düzenlemeye çalıştığı iddia edilir. Lin ise şaşırtıcı olmayan bir şekil de resmi açıklamaya göre Çin'den Sovyet Rusya'ya kaçmaya çalışırken Moğolistan üzerinde şüpheli bir uçak kazasında ölür. 34 Mao’ya göre 3 yıl, resmi Çin tarihine göre 10 yıl süren bu dönem tam bir imha dönemidir. 1969'da Mao, Kültür Devriminin sona erdiğini açıklar. Tabii ki geride çekinmesini gerektiren hiçbir muhalif kalmadıktan sonra.

1970 YENİ BİR SOYKIRIM ve SONRASI 1970 yılında sözde Xinjiang Uygur Özerk Bölge Başkan Yardımcısı Eminoğlu’ nun da içinde bulunduğu 23 binden fazla “Gizli bir siyasi partinin” üyeleri ayaklanma arifesinde bastırılır. Eminoğlu başta olmak üzere lider kadrosu idam edilir. Bu defaki bastırma harekâtında Merkezi Çin Yönetimi, Doğu Türkistan’ da ilçe derecesindeki yerleşim birimlerinin Çinli yetkililerine tarihin en

33 Martin Malachi, The Keys of This Blood, s. 406 34 https://tr.wikipedia.org/wiki/Mao_Zedong Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 97

barbar döneminde bile görülmeyecek bir anlayışla “idam cezası verme yetkisi” verir. Binlerce insan, Çinli vahşi devlet yetkilileri tarafından acımasızca öldürülür, bir kısmı da çalışma kamplarına sürülür.

TEK ÇOCUK YASASI VE SONUCUNDA ZORLA EL KONULAN UYGUR KIZLARI Mao hayatının son yıllarına doğru Parkinson hastalığına yakalanır. Ayrıca akciğer ve kalbi de teklemeye başlamıştır. Komünist Partisi içinde pek çok fraksiyon, Mao'nun ölümünden sonra iktidara sahip olmak için harekete geçerlerken Mao sessiz kalır. Ancak milyonlarca cinayetine yenilerine eklemeden dünyadan göçmeye niyeti yoktur. Pekin yeni bir yasa çıkarır ve “tek çocuk” politikasını zorunlu hale getirir. Çin’de doğum oranı bu yasayla giderek gerileyecek ve 1990’da binde 21,06 ‘ya düşecektir. Bununla da yetinmeyen yönetimin zorunlu kürtajları yüzünden, 2003’te binde 12,41 olarak açıklanan oran, 2011 yılında ise binde 5,87 olarak gerçekleşecektir. Bu yasa çıktığı günden itibaren yüz milyonlarca çocuk anne karnında iken bile zorunlu kürtajla alınıp öldürülecektir. Çin’li yetkililerin kendisi bile bu cinayetlerin sayısını en az 300 milyon olarak açıklamaktadır. Gerçi onlar “nüfusun 300 milyon daha fazla artmasını engelledik” gibi ağdalı bir dil kullanmaktadır ama bu engellenen nüfus artışının nereye gittiği sır değildir. Nüfus artışının kontrolü ve doğal kaynak sıkıntısı gibi sebepler öne sürülerek girişilen bu katliamın birde diğer yüzü vardır. Önceleri ikinci çocuk özlemi çeken aileler zamanla “madem ille

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 98

de tek çocuğumuz olacak, o zaman “erkek” olsun” düşüncesine kapılacak ve milyonlarca kız çocuğu doğar doğmaz veya anne karnında öldürülecektir. Tek çocukta erkeğin tercih edilmesi, Çin’deki erkek kadın nüfus dengesini olumsuz yönde etkilese, önlemek için ciddi tedbirler alınsa da aileler, doğacak bebeğin cinsiyetini anne karnındayken öğrenip, çocuk kız ise kürtaj yaptırmaya başlarlar. Kürtaj’dan kurtulan milyonlarca kız çocuğu ise öz anne babasının eliyle öldürülmektedir. Nitekim geçtiğimiz günlerde canlı canlı lağıma atılan kız çocuğu herkesin hafızasındadır. 35

Yukarıda görülen bebek, öldürülen milyonlarca hemcinsi gibi, erkek çocuk özlemine kurban gidecek kızlardan biri daha olacakken, ağlama seslerini duyan apartman sakinleri polis ve itfaiyeye haber verince kurtulmuştur. Bazı parası olan erkekler ise gizlice ikinci bir kadınla daha evlenme yoluna gidecektir. 36 Bugün Çin’de 100 kız bebeğe karşı, 118 erkek bebek dünyaya gelmektedir. Yıllardır süren bu dengesizlik sonucu erkek sayısı 50

35 http://www.posta.com.tr/3Sayfa/HaberDetay/Tuvalete-atilan-bebek-borudan- cikarildi-.htm?ArticleID=179599 36 Aksiyon dergisi Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 99

milyondan fazla artmış ve öldürülen kızlar yüzünden evlenecek kız bulamamaya başlayan Çinli erkeklere eş bulmak için devlet Doğu Türkistan’a el atarak yüz binlerce Uygur kızını zorla Çin’li erkeklerle evlendirecektir.

1990 AYAKLANMASI 1990 yılının Nisan ayında Kızılsu Oblastı’na bağlı Aktu Nahiyesi’nin Barın kasabasında vuku bulan ve yüzlerce mücahidin şahadeti ile son bulan ayaklanma, bu ülkede Müslüman Türk’ün asırlardır kökleşen milli ve dini inançlarının sökülüp atılamayacağına en iyi cevap olur. Şubat 1997 de Gulca’da meydana gelen olaylarda yüzlerce Müslüman Türk katledilir, yüzlercesi idam edilir. Binlerce kişi yargısız ve haksız şekilde tutuklanır.

37 Uluslararası Af Örgütü'nün 1999 yılında yayınladığı ve Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlallerini konu alan 34 sayfalık

37 1997 yılında Gulca'da tutuklanan ve sadece inançlarından dolayı akıl almaz işkencelere maruz kalan binlerce Uygur Türkü'nden sadece birinin yaşadıkları.. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 100

raporunda yer alan pek çok olaydan biri de Doğu Türkistan'da tutuklu bulunan 17 yaşında bir gencin yakınlarının hapishanelerdeki koşullarla ilgili anlattıklarıdır: “Hapishane o kadar kalabalıktı ki, tutukluklar küçük bir hücrede 5-6 kişi tutuluyorlardı. Hücrenin küçüklüğü geceleri uyumalarına engel oluyor, ancak nöbetleşerek uyuyabiliyorlardı. Polisler hücreleri her dolaştıklarında tutukluları dövüyorlardı. Sorgulama için seçilen tutuklular, dayak yedikleri, dövüldükleri, bedenlerine elektrik şok verildiği özel bir sorgu odasına götürülüyorlardı. Sorgu odasında duvara monte edilmiş bir ray vardı. Bazı tutuklular tek ayaklarından veya tek ellerinden buraya kelepçelenerek asılıyor ve bu pozisyonda 24 saat bekletiliyorlardı. Kelepçeleri çözüldüğünde ayakta bile duramaz halde oluyorlardı. Bazılarının kerpetenle tırnakları çekiliyor, bazılarının ise tırnaklarının altına elektrik veriliyordu. “

1982 ANAYASASI VE 1O YILLIK KISMİ RAHATLAMA 1982 sadece Türkiye’de ki darbeci paşalar için değil aynı zamanda Çin içinde yeni bir anayasa yılıdır. 1982 Çin Anayasası uygulamaya konduktan sonra, 1992 yılına kadar Doğu Türkistan’daki kültürel hayatta kısmen de olsa rahatlama yaşanmıştır. 1992′den sonra ise “Eski tas, eski hamam” dönemi geri başlar. Doğu Türkistan’da diğer alanda olduğu gibi kültürel alanda da bir kültürel soykırım uygulanır. Anayasa Çin yönetimince çiğnenmekte, özerk statü hakkı verilen Doğu Türkistan’a ve diğer özerk bölgelere (Tibet, Moğolistan) tanınan siyasi, ekonomik, kültürel haklar uygulamada

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 101

verilmemekte, böylece “anayasal bir suç” işlenmektedir. Tüm dikta rejiminde olduğu gibi Çin Halk Cumhuriyetinde de “yasa” ile “uygulama” arasında net farklılıklar vardır.

1989 TIEN-ANMEN KATLİAMI Doğrusunu itiraf etmek gerekirse Çin Komünist Partisinin ihtirası ve baskıcı yönetim modelinin tez ezdiği halk soydaşımız Uygurlar değildir. Han Çin’lileri sadece yönetimin suyuna gittikleri ölçüde özgür ve serbesttir. Kısaca yönetime ters düşmedikleri sürece Uygur’ların aksine rahattırlar. Çin’de düşünmek ve eleştirmek teorik olarak yasaktır. Bunun aksini iddia edenlere sadece 1989 yılında yaşanan Tienanmen Katliamını hatırlatmamız yeterlidir. Tiananmen Katliamı komünizmin vahşi yüzünü unutanlar için ibret verici bir hatırlatma olmuştur. Komünist ideolojinin kendi iktidarını korumak uğruna ne derece vahşi, acımasız ve gaddar olabileceğine tüm dünya bir kez daha tanıklık edecek, Asiaweek dergisi, katliam emrini veren Çin yöneticilerini, "Paranoya, akıl dışı, kana susamış gibi kelimeler bile Pekin liderlerini tarif etmekte yetersiz kalıyor" sözleri ile tanımlayacaktı. 38 Tiananmen, 1919'da da Çin halkının Batılı sömürgeci devletlere karşı başlattığı geniş katılımlı demokrasi hareketinin en önemli merkezi olmuştur. Dolayısıyla bu tarz gösteriler için sembolik bir

38 Asiaweek, Jonathan Mirsky, Revolution's Dark Legacy, cilt 27, no 2, 19 Ocak 2001

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 102

anlam taşımaktadır. Pek çok devlet binasının bu meydanın etrafında bulunuyor olması da, zaman zaman yapılan gösterilerde hep burasının tercih edilmesine neden olmuştur. 1989'daki gösteriler ise Pekin'deki üniversite öğrencilerinin, reformist görüşleri ile tanınan ve gösterilerden kısa bir süre önce ölen Parti eski Genel Sekreteri 'ı anmak istemeleri ile başlar. Aslında öğrencilerin taleplerine hep sıcak yaklaşan Hu Yaobang'ın ölümünden sonra, üniversitelerde Yaobang'ı anma toplantıları yapmak, bir tür gelenek haline gelmiştir. Ve bu toplantılar bir müddet sonra daha çok demokrasi, üniversitelere bağımsızlık, daha çok iş imkanı ve basın özgürlüğü isteyen toplantılara dönüşmekte gecikmez. Ancak bu seferki anma töreni hepsinden farklıdır. Hu Yaobang'ın ölüm tarihi olan 22 Nisan'da yüz binlerce öğrenci meydanı doldurur ve taleplerini hükümete sunmak isterler. Öğrencilerin bu hareketi ve talepleri göz ardı edilir. Bunun üzerine öğrenciler Pekin Üniversitesi Otonom Federasyonu'nu kurduklarını açıklarlar. Kısa sürede harekete, işçilerden de destek gelir ve Pekin İşçileri Otonom Federasyonu da harekete katılır. Bu durum politbüroyu fazlası ile rahatsız etmeye başlar. Çünkü hareket gittikçe basit bir öğrenci hareketi olmaktan çıkıp, her kesimden insanın katıldığı, komünist rejimi tehdit eden bir harekete dönüşmeye başlamıştır. Politbüro dikta rejimini kaybetmek korkusuna kapılır ve 26 Nisan günü hükümet tüm gösterileri yasakladığını açıklar. Hükümetin resmi yayın organı olan People's Daily gazetesinin, "Ayrılıkçıklara Karşı Gereken Önlemlerin Alınması Şarttır" şeklindeki manşeti, politbüronun gösteriler karşısında taviz

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 103

vermeyeceğini göstermektedir. Haberde yer alan, "öğrencilerin komplocuların oyununa geldiği" şeklindeki yorumlar, öğrenciler arasında tansiyonun yükselmesine neden olur. Haberden bir gün sonra, 27 Nisan günü onlarca farklı kampüsten 100 bine yakın öğrenci meydanda toplanır ve hükümet, taleplerini kabul edinceye kadar meydandan ayrılmayacaklarını açıklarlar. 4 Mayıs'ta öğrenciler Tiananmen Meydanı'nda okudukları bir bildirgede, hükümeti

 Yolsuzluklarla mücadele etmeye,  Anayasal hakların korunmasını garanti altına almaya,  Siyasi ve ekonomik reformlara hız vermeye,  Yeni bir basın kanunu çıkararak özel gazetelerin çıkarılmasına izin vermeye davet ettiler.

Ülkenin dört bir yanından öğrenciler Pekinli arkadaşlarına destek vermek için Pekin'e hareket etmiş, Pekin halkı meydanın etrafına toplanıp büyük bir set oluşturmuş, ülkenin çeşitli kesimlerinden işçiler ise öğrencilere destek verdiklerini açıklamışlardır. Ancak Çin Hükümeti öğrencilerin taleplerini kabul etmenin, rejimde bir çözülme başlatacağını düşünmektedir. Öğrencilere tanınacak herhangi bir hakkın diğer kesimlere de tanınması gerekeceğinden, insanları birer üretim aracı olarak değerlendiren ve onların hak sahibi olmalarını değil sadece çalıştırılmaları gerektiğini düşünen komünist rejim için ciddi bir tehlike söz konusudur. Öğrencilerin 13 Mayıs'ta başlattıkları açlık grevi, aydınlardan ve öğretim görevlilerinden destek görür, onlar da greve katılırlar.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 104

Birkaç hafta içerisinde açlık grevi milyonlarca insanın desteğini alır. Meydanda gösteri yapanların sayısı ise yarım milyonu geçer. Bu, komünist Çin tarihinin en büyük gösterilerinden birisidir. Öğrenciler ile hükümet arasında diyalog kurmaya çalışan ve ılımlı siyaseti ile tanınan Ziyang bir müddet sonra, Deng Xiaoping'in tavizsiz tutumu karşısında görevinden ayrılmak zorunda kalır. Zhao'yu görevinden ayrılmak zorunda bırakan konu ise, Xiaoping'in ve yaşlı politbüro üyelerinin neredeyse tamamının savaş hali ilan edilmesi ve öğrenci hareketinin şiddet kullanılarak bastırılması gerektiği yönündeki düşünceleridir. Bu düşünce, Kültür Devrimi günlerinde yaşanan vahşetten beri Çin'in en çok kana bulandığı operasyonlardan birinin gerçekleşmesine neden olacaktır. Savaş hali ilan edilmesinin arefesinde Pekin'e pek çok öğrenci akın etmiştir. Demiryolu Bakanlığının verilerine göre, 16 Mayıs ve 19 Mayıs'ta Pekin'e yalnız trenle giriş yapan öğrenci sayısı yaklaşık 57 bindir. Çoğunluğunu Pekin dışından gelen öğrencilerin oluşturduğu kalabalık, 319 ayrı okulun öğrencilerini temsil etmektedir. 39 Meydandaki kalabalığın artması hükümetin üzerindeki tedirginliği de artırmaktadır. Savaş halinin ilan edilmesi ile birlikte, Haziran ayı başında 22 ayrı bölükten toplam 40 bin asker Pekin'e doğru yola koyulurlar. Ancak büyük kısmı Pekin halkı tarafından şehrin girişlerinde durdurulur. Ne var ki halkın bu direnişi uzun sürmez. Daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük için gösteriler yapan üniversite öğrencileri karşılarında kendi devletlerinin ordusunu bulurlar. Çin yönetimi,

39 Foreign Affairs, Andrew J. Nathan, , Ocak-Şubat 2001 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 105

karşısındakilerin henüz 19-20 yaşlarındaki kendi vatandaşları olmasını önemsememektedir. Komünist Çin'e göre önemli olan rejimin tehlike altında olması ihtimalidir ve politbüro bu üniversite gençlerinin rejimi tehdit ettiği kanaatine varmıştır. İşte bu kanaat binlerce insanın katledilmesine, binlercesinin yaralanmasına, on binlercesinin tutuklanıp işkence görmesine neden olur. 3 Haziran sabahı askerler meydanı kuşatmaya başlarlar. Öğleden sonra çatışmalar başlar, akşam olduğunda ise ordu birlikleri barikatları aşmış, katliam başlamıştır. 4 Haziran sabahı Tiananmen'e gelen bütün yollar kesilmiştir, bir iki gün daha süren çatışmalar 9 Haziran günü ardında binlerce ölü bırakarak sona erer. Sadece öğrenciler değil pek çok Pekinli de çatışmalar sırasında hayatını kaybetmiştir. Çünkü Çin ordusu insanlar üzerine rastgele ateş açmış, tanklar önlerine geçen her şeyi masum insanlar da dahil olmak üzere ezip geçmiştir. Temizlik operasyonu meydandaki kalabalığın dağıtılması ile bitmez. Aydınlar, işçiler, politikacılar, öğrenciler ve Pekin vatandaşları arasında on binlerce insan tutuklanır. Ilımlı bir çizgi izleyen politbüro üyeleri ise Partiden ihraç edilip, hapse atılırlar. Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara göre ölü sayısı 2.600 olsa da Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara, Çin ordusu tarafından gizlice gömülenlerin veya akıbetleri hiçbir zaman öğrenilemeyen kişilerin dahil olmamasının gösterdiği gerçek bu sayının çok daha fazla olduğudur.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 106

Nitekim başka kaynaklar ise ölü sayısının 7 bin ile 20 bin arasında değiştiğini tahmini olarak verirler. Olaylar sırasında ayrıca 7 binden fazla kişi yaralanır, 40 bin kişi tutuklanır. Bu tutuklu ve yaralı 47.000 den fazla kişinin çoğu da daha sonra halkın gözü önünde idam edilir. 40 Komünist Çin, kendisine muhalif olanları etkisiz hale getirmekte ne kadar "başarılı" olduğunu bir kez daha tüm dünyaya göstermiş olur.

Katliama bizzat tanıklık edenler ise manzarayı şöyle aktaracaktır:

“... Bir emirle askerler silahlarını kaldırdılar ve halkın ve öğrencilerin üzerine doğru ateş etmeye başladılar. Vurulanlar yere düşüyordu. Ateşe ara verilince, diğerleri yaralananların yardımına koşuyordu. Xidan yakınında bulunan klinik adeta bir kan gölüne dönmüştü. Silahlı araçlar, barikatların üzerinden geçiyor etraftaki araba ve otobüsleri eziyordu. Silahları olmayan halkın ise sadece tuğlaları vardı... Tuğlalarına kurşunla karşılık alıyorlardı... İnsanlar oraya buraya koşuşuyor, hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Askerler de peşlerinden gidiyor ve silahlar susmak bilmiyordu. Bahçelerine ve çalılıklara saklanmış Pekinli insanlar bile bulundukları yerlerden çıkarılıyor ve askerler tarafından öldürülüyordu. 41

40 James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS (World Socialist Website), 14 Temmuz 1999 41 James Conachy, Ten Years Since The Tiananmen Square Massacre, WSWS, 4 Haziran 1999 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 107

Katliamın detaylarını ve komünist Çin ordusunun acımasızlığını anlatan bunun gibi daha binlerce görgü tanığının ifadesi vardır. Bu katliamda hayatlarını kaybedenlerin yakınlarının ifadeleri de vahşeti dile getiren diğer deliller arasındadır. Bunlardan birisi de, katliamın 10. yıl dönümde katledilenlerin yakınlarının kurmuş olduğu "4 Haziran Kurbanları Derneği" adlı organizasyonun, 105 kişinin ifadesini bir araya getirerek yayınladığı rapordur. Raporda yer alan ifadelerin birkaçı şöyledir:

“Sırtından vurulmuştu, omuzlarında, kolunda, dirseğinde kurşun yaraları vardı. Göbek deliğinin altında 7-8 cm genişliğinde bir süngü deliği izi görünüyordu. Vücuduna pek çok kurşun isabet etmiş olmasına rağmen hemen ölmediği, süngü darbesi ile öldürüldüğü anlaşılıyordu. Avuçlarında da süngü yaraları vardı. Süngüyü çıkarmaya çalışmıştı. Vücudunu gördüğümüzde, bedeninin üst kısmı tamamen kan ile kaplıydı. Berbat bir manzaraydı. (20 yaşında bir öğrenci olan Wu Guofeng'in ailesinin ifadesinden)” 42

(Oğlumu bulabilmek için) Hastane hastane dolaştık. Her hastanenin girişinde ölülerin ve yaralıların isimlerinin yazılı olduğu uzun bir liste vardı, her liste ortalama 400 isimden oluşuyordu. Listenin başında yakınlarının izini bulmaya çalışan insanlar toplanmıştı. Oğlumuzun ismini bulmak için pek çok listeye baktık, kimliği tespit edilememiş cesetleri inceledik. Çok

42 James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS, 14 Temmuz 1999 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 108

korkunçtu, kan içinde kalmış bedenlerin, gözlerindeki dehşet ifadesi donup kalmıştı. (Boynundan aldığı bir kurşunla hayatını kaybetmiş olan Wu Xiangdong'un ailesinin ifadesinden) 43

Seher vaktinden sonra birlikler cesetleri, öldükleri yer olan Chang'an Boulevard'a gömdüler. Bir kısım cesetler de 28. Lisenin batı tarafındaki çimenliğe gömüldü. 7 Haziran günü bastıran sağnak yağmurun ardından, cesetler o kadar derine gömülmemiş olduğu için, bazı kıyafetler toprak üstüne çıkmaya başladı. Üstelik kokuyorlardı da. Okul yönetimi durumu Xicheng Bölgesi Güvenlik Bürosu'na haber verdi. Sağlık ve güvenlik bürosu birlikte cesetleri çıkardılar. Ölenlerin tüm kimlikleri ve belgeleri daha önce onları gömen askerler tarafından alınmış olduğu için cesetlerin çoğunun kimliği belirlenemedi. (19 yaşında öldürülen Wang Nan'ın ailesinin ifadesinden) 44

Tüm bu ifadeler, 1989'da Tiananmen Meydanı'nda yaşanan insanlık dramının boyutlarını göstermektedir. Komünist Çin yönetimi geçmişte Büyük Atılım veya Kültür Devrimi döneminde yaptığı gibi, insan hayatına değer vermediğini, komünizmin baskıcı ve despot bir dikta rejimi olduğunu, insanların başına nasıl büyük felaketler getirdiğini bir kez daha göstermiştir. Bugün halen

43 James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS, 14 Temmuz 1999 44 James Conachy, Victims' Families Campaign for Reassessment of Tiananmen Square Massacre, WSWS, 14 Temmuz 1999 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 109

Çin hapishaneleri Tiananmen olayları sırasında gözaltına alınan kişilerle doludur. 45

1998 MESUT YILMAZ’IN UYGURLARIN SIRTINA SAPLADIĞI ÇİN HANÇERİ O günlerde medya da köpürtülen “Şeriat” korkuları ile adım adım darbeye sürüklenen ülkede, kendisini karambolde Başbakan olarak bulan Mesut Yılmaz’ın imza attığı rezalet doğrusu ülkemizin tarihi boyunca çok az görülecek türdendir. 24 Haziran 1998 günü Başbakanlık konutunda Başbakan Mesut Yılmaz’ın daveti üzerine Türkiye’ de faaliyet gösteren 30 soydaş dernek yöneticilerinin bir araya geldiği bir toplantıda“Doğu Türkistan Araştırma Enstitüsü” kurulması için hazırlanan bir projenin elden teslim edildiği Başbakan Mesut Yılmaz, aynı yıl 23 Aralık 1998 tarih, 98/36 sayılı bir Gizli Başbakanlık Genelgesi yayınlayarak “Doğu Türkistan Çin Toprağıdır” diyecektir. Yılmaz’ın bu icraatını Orkun Dergisi Çinli cübbesi giydirilmiş bir Mesut Yılmaz’ın boy resmini de kapağına basarak “Böyle Buyurdu Vezir” başlığı ile haber yapar. Bu garip ve incitici Gizli Başbakanlık Genelgesi yıllarca Doğu Türkistanlıların sırtlarına saplanmış bir “Çin hançeri” olarak sallanıp durur.

45 http://www.harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve- Dogu-Turkistan Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 110

11 EYLÜL 2001 ÇİN’İN TERÖRİZM KANDIRMACASI ve BATIYA YARANMA GİRİŞİMİ 11 Eylül 2001 gerçekleşen (kimine göre de ABD’ nin planladığı işgalleri haklı göstermek için kendi tezgahı olan) olaylar sonucu dünyadaki pek çok dengeyi değiştirecek yeni bir stratejik düzenlemeyi de beraberinde getirir. ABD, uluslararası terörizme karşı global bir mücadele başlatır. ABD'nin tepkisini, "Müslümanlara karşı bir savaş" gibi görmek ve göstermek isteyen Çin, bu noktadan hareketle, Ekim 2001'de bir mesaj yayınlar. Mesajda, özetle, "Çin'in de Doğu Türkistan'daki İslamcı teröristlere karşı Batı dünyası ile işbirliği yapmak istediği" söylenmektedir. Geniş bir çerçeveden bakınca, Çin'in bu açıklaması apaçık bir çarpıtmadan ibarettir. Doğu Türkistan halkı, manevi değerlerine sahip çıkmanın, kültürünü ve örfünü yaşatabilmenin, özgürce dinini yaşayıp dilini kullanabilmenin dışında hiçbir taleple ortaya çıkmamıştır. Üstelikte zaten rakibin ezici gücünün farkında olan Doğu Türkistanlı liderlerin sahip olduğu sağduyu sayesinde mücadele, son derece demokrat bir platformda yürütülmektedir. Bölgedeki gerçek terörist güç, Doğu Türkistan'daki mazlum Müslümanlara karşı uzun vadeli bir soykırım yürüten Çin yönetimidir. Bu gerçek, Batılı yorumcular tarafından da teşhis edilmekte gecikmez. Çin'in söz konusu propaganda girişiminin ardından The Washington Times gazetesinde (10/14/2001) “Beware China's Ties to the Taliban” (Çin'in Taliban'la Olan İlişkilerinden Sakının) başlıklı bir makalesi yayınlanan Amerikalı eski senatör Jesse Helms bunlardan biridir. Cumhuriyetçi Parti'den uzun yıllar Kuzey

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 111

Carolina senatörlüğü ve "Senato Dış İlişkiler Komitesi" üyeliği yapan Helms, söz konusu makalesinde Çin'in ABD'yi ve Batı'yı yanına alma girişiminin ne kadar aldatıcı olduğunu anlatmaktadır. Afganistan'daki Taliban yönetimi ile Çin arasında çok yakın ilişkiler olduğunu anlatan Helms, Çin'in hem İslam'a hem de Amerika'ya düşman olduğunu şöyle belirtmektedir: “... Çin ve Amerika'nın terörizme karşı savaşmakta ortak bir çıkara sahip olduklarına dair bir varsayım var. Ne kadar safça ve tehlikeli bir fantazi... Gerçekte, komünist Çin Hükümeti Ortadoğu'daki tüm teröristlerle ve terörü destekleyen ülkelerle çok yakın ilişkiler içinde... Amerika'nın terörizm ile mücadelesinde Çin ile ortak çıkarlar paylaştığını düşünenler, büyük olasılıkla bu varsayımlarını, Çin'in Sincan bölgesindeki hayali Uygur terörizmi ile olan mücadelesine dayandırıyorlar. Böyle düşünmek ahlaki bir felaket olacaktır, çünkü Uygurları bize düşman olan zararlı fanatiklerle bir tutmanın hiçbir haklı yanı yoktur. Uygurlar, Pekin'in acımasız yönetimine karşı haklı bir özgürlük mücadelesi içindedirler ve bunu da büyük ölçüde barışçıl yollardan yürütmektedirler. Bu yüzden, büyük bir baskıya maruz kalmaktadırlar, Çin Hükümeti siyasi nedenlerle insanları tutuklamakta ve işkenceden geçirmekte, camileri yıkmakta ve barışçı gösteriler yapan insanların üzerine ateş açmaktadır. Hem stratejik hem de ahlaki olarak, Amerika Birleşik Devletleri, Çin'i, terörizme karşı geliştirilecek bir çözümün parçası olarak kabul etmemelidir. Gerçekte, bizzat komünist Çin bu sorunun büyük bir parçasıdır."

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 112

Görüldüğü gibi, Kızıl Çin topraklarında yaşanan gerçeklerin farkında olan Amerikalılar da (aslında tek dertleri yeni yükselen güç olan Çin’i Türkler üzerinden köşeye sıkıştırmaktır), Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslüman Uygurlara büyük bir zulüm uyguladığını ve bu nedenle "terörizmin çözüm ortağı" değil, "terörizmin bir parçası" olduğunu görmektedirler. The Asian Wall Street Journal gazetesi editörlerinden Thomas Beal 5 Kasım 2001 tarihli yazısında şu gerçeklerin altını çizmektedir: “Amerika'ya karşı gerçekleştirilen saldırılar karşısında Çin'in sergilediği sahte kızgınlık, bölgenin 18 milyonluk nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan Sincan'daki Müslüman Türklerin milli ve dini değerlerine yönelik on yıldır devam eden baskıyı haklı çıkarmak için dünya çapında gösterilen tepkiyi nasıl kötüye kullandığını göstermektedir. Amerika'nın Usama Bin Laden'e karşı yürüttüğü kampanyayı destekleyerek ya da en azından buna karşı çıkmayarak Başkan 'in umudu Çin'in insan hakları ihlallerini eleştiren Batı'nın sempatisini kazanabilmekti. Bush hükümeti, Çin'in kendi içindeki ayrılıkçı hareketleri Amerika'ya karşı düzenlenen saldırı ile eş tutması girişimini kesinlikle red etmeli. Uluslararası terörizme karşı başlatılan savaş kapsamında Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslümanlara eziyet etmesine açık veya kapalı destek olmamalı. “ Yazısının devamında komünist Çin yönetiminin Doğu Türkistan halkına yaptığı büyük zulme yer ayıran Beal, bu baskının hala devam ettiğini belirterek yazısına şöyle son verir:

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 113

“... Amerika Pekin'in Uygurlara karşı işlediği suçlara ortak olmamalı. Çünkü Uygurlar Amerika'nın neden terörizme karşı mücadele ettiğini en iyi anlayan halklardan biri..." Türkiye olarak bizim de Çin ile olan ilişkilerimizde bu gerçeği göz önünde bulundurmamız, Doğu Türkistan'daki soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın haklı mücadelesine diplomatik kanallardan destek olmamız gerekmektedir.”

2003 YILI OLAYLARI VE BİR BAŞBAKANLIK GENELGESİ DAHA Ocak 2003’de hazırlanan İnsan Haklarını İzleme Örgütü’nün Raporunun Çin ile ilgili bölümün de; Doğu Türkistan’da, son ”sert yumruk” kampanyası çerçevesinde binlerce kişinin tutuklandığı, Çin Hükümetinin Müslümanların evlenme ve adetlerine yönelik gözetimleri artırdığı, Uygur dili ve kültürünü engellediği ve Müslüman din adamları için siyasi eğitim düzenlediği, serbest bilgi akışını engellediği, internet haberleşmesini dahi denetlemek için yeni bir sistem kurulduğu hususları vurgulanmıştır. Dolayısıyla, Doğu Türkistan’da çıkarılan ve diğer bölgelerden gelen müzik kasetleri, Çin Kültür Bakanlığı ve İstihbarat Örgütü tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’den ve Türkçe konuşulan diğer ülkelerden Doğu Türkistan’a müzik kaseti getirilmesine izin verilmemektedir. Dahası Uygur Türkleri tarafından çekilen televizyon veya sinema filmlerine ancak oyunculardan birinin Çinli olması ve iyiliksever karakteri canlandırması koşuluyla! gösterilme izni verilmektedir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 114

Urumçi’de bulunan internet kafelere Uygur gençlerinin girmesi ise yasaktır. Yani Türklerin dünya ile bağlantı kurması, dolayısıyla yeniliklerden, teknolojiden ve tabii ki özgürlük fikirlerinden haberdar olmaları Çin’e göre tehdit sebebidir. Doğu Türkistan’daki bütün kütüphaneler yeniden geniş kapsamlı olarak denetim altına alınır ve birkaç bin cilt kitap ve yayın, Çin kültür politikasına aykırı görülerek imha edilir. Öte yandan, ÇHC Merkezi İdaresi Eylül 2003 ayı başında; Tibet ve Sincan-Uygur özerk bölgeleri hakkında yerel ve ulusal basında yer alacak olan haberlerin Pekin’de ki merkezi idareye bağlı bir basın bürosunda değerlendirildikten sonra verilecek ‘Olur’a göre yayınlanmasına karar verir. 2003 yılı başında alınan bir karar gereği Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde, üç kişinin bir araya gelmesi bile, suç ve tutuklama sebebi görülmektedir. Doğu Türkistanlıların hareket özgürlüğünü bile elinden alan ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen uygulama ise, Temmuz 2003 ayı ortalarından itibaren, “Genel Asayiş” adı altında başlatılır. Uygulamalarda güvenlik güçleri; Doğu Türkistanlıların ikametgahlarına baskınlar düzenler, şehir merkezlerinde nedensiz kimlik kontrolleri yapar ve genel asayişe riayet etmedikleri bahanesiyle suçsuz insanlar göz altına alınır. Tutuklananların akıbeti ise tabiî ki belirsizdir. Olayları görüşmek için yılında Ankara’da yapılacağını ileri sürdükleri bir toplantıyı bahane eden Çinlilerin hükümete yaptıkları baskılar sonucu devrin hükümeti de Mesut Yılmaz

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 115

Hükümetinin yayınlamış olduğu muhtevada bir Gizli Başbakanlık Genelgesi yayınlar.

SÜRGÜNDEKİ DOĞU TÜRKİSTAN HÜKÜMETİNİN KURULMASI 1992'de İstanbul şehrinde Türk Kara Kuvvetleri'nden emekli Tuğgeneral Rıza Bekin ve arkadaşları tarafından Doğu Türkistan Millî Kurultayı (Sherqiy Türkistan Milliy Qurultiyi) oluşturulur. Daha sonra İsmail Cengiz'in öncülüğünde kurulan Doğu Türkistan Milli Merkezi'nin daveti ile İstanbul'da yapılan istişare toplantılarının Doğu Türkistan Kurultayı kurulur. 1996'da Almanya'nın Münih şehrinde Dolkun İsa ve yandaşları tarafından kurulan Dünya Uygur Gençler Kurultayı (Dunya Uyghur Yashliri Qurultiyi) gibi küçük örgütler, 2004'te Erkin Alptekin (İsa Yusuf Alptekin'in oğlu) başkanlığında birleştirilerek Dünya Uygur Kurultayı oluşturulur. Kurultayın kuruluş sırasında ki adı “Doğu Türkistan Kurultayı” olarak belirlenir. Ancak daha sonra bu isim Doğu Türkistan (Uyguristan) Kurultayı olarak değiştirilir. Daha sonra anlaşılmaz şekilde yurdun milli, coğrafi ve tarihi adı olan Doğu Türkistan ismi kaldırılarak Uygur Kurultayı olarak değiştirilir. Bu değişiklik üzerine Doğu Türkistan'ın bütünlüğünü savunan bir grup, kendilerine destek veren bazı Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbek ‘lerle birlikte 2004 yılında Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümetini ilan ettiler.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 116

Sürgün Hükümeti'nin ilan edildiği İstanbulda düzenlenen basın toplantısına Rıza Bekin de katılır. Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti'nin Başbakanlık görevine 2009 yılında İsmail Cengiz getirilir. Hükümetin Cumhurbaşkanlığı görevini ise Ahmet İgemberdi yürütmektedir. Bugün Doğu Türkistan konusunda tek icraatı arada bir Çin’i eleştiren bir slogan paylaşmak olan birçok insan oturduğu yerden bu hükümeti Amerikan Yanlısı daha doğrusu Amerikan Ajanı olmakla suçlamakta ve eleştirmektedir. Doğrusu Emperyalist bir güç olan ABD’nin babasının hayrına bu dava ile ilgilendiği açık olsa da Türkiye Cumhuriyeti Rabia Kadir’e giriş vizesi bile vermedikten sonra bu insanların ne yapması beklenebilir? En çok eleştiriyi getiren insanlara sorulması gereken asıl soru şudur: “Siz bu insanlar için konuşup slogan atmaktan başka bugüne kadar ne yaptınız ?” Hele ülkemizde bilinen birçok liderin Doğu Türkistan konusundaki bazı beyanatlarını listelediğimiz bölüme geldiğinizde okuduklarınıza büyük ihtimal inanamayacaksınız.

DOĞU TÜRKİSTAN’DA 5 TEMMUZ 2009 KATLİAMI Urumçi’de 5 Temmuz 2009 günü yapılan protesto gösterisinde çıkan olaylarda binlerce Doğu Türkistanlı şehit edilir. 26 Haziran 2009 günü Shaoguan’daki bir oyuncak fabrikasında yaşanan taciz ve tecavüz iddiaları sonucunda, Han Çinlilerinin çıkardıkları olaylarda 12 Türk’ ün katledilmesini protesto etmek için Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de onbinlerce Doğu Türkistanlı doğal hakları olarak protesto gösterisi düzenlerler. Pazar günü saat 14.30’ da Halk Meydanında toplananların çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşmaktadır. Amaçları

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 117

mecburi olarak çalıştırılmak üzere Çin’e götürülen Doğu Türkistanlıların uğradığı vahşeti protesto etmektir. Ancak Çin’in kanlı elleri bir daha devreye girerek, binlerce Doğu Türkistanlının ölümüne ve yaralanmasına sebep olur. Yaşanan vahşeti ve Doğu Türkistanlıların katledilmesini protesto için düzenlenen gösteriler, Çin güvenlik güçlerince ağır şekilde bastırılmak istenir. Çin yetkilileri bununla da kalmayıp sivil Han Çinlilerinden müteşekkil çeteler oluşturur ve bunları Türklerin üzerine saldırtırlar. Arkalarına Çin hükümetinin asker ve polis gücünü alan sivil Çinli çeteler, ellerinde silah, kesici alet ve sopalarla, Türk mahallelerine saldırır ve büyük bir katliama girişirler. Gösteri için toplanan on binlerce kişi üzerine asker tarafından doğrudan ateş açılması tam bir katliamdır. Halka gözdağı vermek maksadı ile bu kadar kanlı bir müdahaleye girişen Çin hükümeti Doğu Türkistan’ da terör estirmeye devam eder ve olayların hemen ardından Urumçi’de geniş çaplı operasyonlar başlatarak, binlerce kişiyi gözaltına alır. Çin kaynaklarına göre sadece 140 olan ölü sayısının aslında binlerce olduğu ve yine binlerce yaralının da kendi haline bırakıldığı bağımsız kaynaklarca ifade edilir ve Çin propagandası yapar gibi düşük sayı veren medyanın maskesini düşürür. Çin resmi haber ajansı Şinhua tarafından yayınlanan haberlerin gerçeği yansıtması zaten beklenmemelidir. Çin bununla da yetinmez ve gizlice çekilip, internet aracılığı ile dünyaya duyurulan görüntülerin, Urumçi’ de yaşanan vahşetin boyutlarını gözler önüne sermesine engel olmak için doğu Türkistan’ın tüm internet ve telefon bağlantılarını keserek

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 118

dünyadan tecrit eder. Ama geç kaldıkları bir an vardır. Olaylar dünya kamuoyuna yayılır. Olayları dünyaya yayan kişi ise ilerde hikayesini dinleyeceğimiz Enver Tohti’dir. Katliam haberlerde geçince çalıştığı otelin bilgisayar odasına giden Tohti, Urumçi’deki arkadaşından aldığı görüntüleri her tarafa göndererek katliamın dünyada duyulmasını sağlayacaktır. Tohti, katliamın nasıl başladığını ve cesetlerin nasıl toplandığını şöyle anlatır: “26 Haziran’da Çin’deki bir fabrikada iki Çinli kıza tecavüz ediliyor. Kimin yaptığı bilinmediği halde, Uygurları sevmeyen Çinliler hemen “Uygurlar yaptı” söylentisini ortaya atıyorlar ve 3 bin Çinli, fabrikada çalışan 600 Uygur’a saldırıyor. Çin hükümeti sadece iki kişi öldü diyor ama en az 100 kişi öldü fabrika saldırısında. Çin Hükümeti olayı araştırmadı üzerini örttü. Bunun üzerine Urumçi’de bizim öğrencilerimiz bu durumu protesto etmek için yürüyorlar. Çok barışçıl bir şekilde gerçekleşen bu eyleme polis müdahale ediyor ve rastgele ateş ediyor. Orada en az 1000 kişi öldü. Ama Çinliler, cesetleri getirdiklere büyük kutulara koyup kaldırıyor. Gece de tüm Uygur erkekleri toplanıp götürülünce bu sefer de kadınlar sokağa çıkarak isyan etti. Çin, Uygurlar Han Çinlilere saldırdı diye propaganda yaptı. ‘Terörist Uygurlar, Han Çinlilere saldırıyor’ deyince, Çinliler ayaklandı ve Uygurlara saldırdı. Ama Çin bunu dünyaya bu şekilde yansıtmıyor.” 46 Singapur Doğu Asya Enstitüsü’nden Çinli siyaset uzmanı Bo Zhiyue, “Çin, eninde sonunda güç kullanmak zorundaydı. Eğer bu olmazsa, olaylar kartopunun çığa dönüşmesi gibi artardı. Bunu her hükümet yapardı.” yorumunu yaparak bölgedeki

46 http://www.habervaktim.com/haber/79729/cin-zulmunden-kacti-yilmazin- zulmune-yakalandi.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 119

katliamları doğrulayıp kendi görüşleri çerçevesinde zulmü legalleştirmeye çalışır. Ayrıca bugün bile Kaçgar ve Aksu gibi önemli merkezlerde teyakkuz halinde bir tavır takınır şekilde zırhlı birlikler bulunduran Çin yönetimi insanlara psikolojik baskıyı sürdürerek bir nevi gözdağı vermektedir. Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti sözcüsü İsmail Cengiz olayları şöyle aktaracaktır. 47 “26 Haziran 2009 tarihinde Çin’in güneyinde Guandoung eyaletine bağlı merkezi şehirde bir fabrikada zorunlu çalıştırılan Doğu Türkistanlı genç kız ve erkeklerle, Çinli işçiler arasında 2 Uygur48 kızına yönelik taciz ve sarkıntılık sonrası başlayan tartışma, kavgaya dönüşmüş ve fazla büyümeden olaylar yatıştırılmış idi. T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün Çin seyahatini tamamladığı gün sabaha karşı saat 2 sularında 200 kadar Çinli sopa ve demir çubuklarla fabrikanın yatakhanesinde kalan Uygur gençlere saldırarak katliama dönüşen olayların fitilini yakmışlardır. Oyuncak Fabrikası’nda meydana gelen ve sabaha kadar süren bu katliama güvenlik güçlerinin müdahalede bulunmayarak seyirci kalmaları, faillerin tutuklanmaması aradan geçen bir haftalık süre içinde hiçbir adli soruşturmanın yapılmamış olması, aksine mağdur ve mazlum Doğu Türkistan gençlerinin abluka altında gözetime tabi tutulması, ölen (şehit düşen) ve

47http://www.doguturkistan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&i d=95:bagimsizlik&catid=1:son-haberler&Itemid=18 48 Enver Tohti Çinli kızlar derken İsmail Cengiz Uygur kızları diyor. Bu noktada bir yanlışlık olmalı ancak konuşmaların orijinal hallerine dokunmamak için oldukları gibi bıraktım. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 120

yaralananların Doğu Türkistan’daki yakınlarını ve Doğu Türkistan halkını galeyana sevk etmiştir. Demokratik tepkilerini ortaya koymak, katliamı gerçekleştirenlerin cezalandırılmasını talep etmek üzere 5 Haziran 2009 günü Doğu Türkistan’ın (Şincan Uygur Özerk Bölgesi) başkenti Urumçi’de düzenlenen masum protesto yürüyüşü Çin Güvenlik Güçleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve kamuoyunun bilgisi dahilinde cereyan eden katliam gerçekleştirilmiş olup, zırhlı araçlarla göstericiler dağıtılmış, çiğnenmiş ve akabinde hedef gözetmeksizin açılan ateş sonucu ilk etapta 200 genç katledilmiştir. İlk gün yaklaşık 1000 kişi yaralanmış olup, bunun büyük kısmı kritik yaralı olarak hastanelere sevk edilmişlerdir. Ne var ki hastanelerde Çinli doktorların tedavi etmemesi veya yavaşlatması sebebiyle kritik yaralı olduğu söylenen gençlerin büyük kısmının bakımsızlıktan öldükleri ve cesetlerinin de sokaklara rastgele atıldıkları gelen haberler arasındadır. Nitekim 6 Haziran günü gecesi, görgü tanıklarının ifadelerine göre sokak köşelerinden 100’ün üzerinde ceset toplandığı bilinmektedir. Nitekim her geçen gün resmi ajans haberlerinde de ölü sayısının artması bu iddiamızı doğrulamaktadır. Resmi söylemin aksine ölü sayısının 200’ün çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Ağır yaralı olarak sokak köşelerinde inleyen ve yardım talep eden gençlerimizin hastanelere götürülmeyip, bulundukları yerlerde darp edilerek öldürüldükleri veya ölmeye terk ettikleri öğrenilmiştir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 121

24 NİSAN 2013 DOĞU TÜRKİSTAN ‘DA YİNE BİR KATLİAM Doğu Türkistan’da bu çalışmanın hazırlandığı günlerde yeni bir katliam yapılmıştır. Müslüman Uygur Türkleri ile Çin polisi arasında yaşanan çatışmalarda 21 kişi hayatını kaybetmiştir. Kaşgar-Urumçi bölgesinde öğle saatlerinde yaşanan çatışmaların, Çin polisinin şüpheli gördüğü bir eve yaptığı baskınla başladığı ifade edilmiştir. Çin basını ve yetkililerine kalırsa, polisin baskın yaptığı şüphelilerin eylemleri sonucu 15 polis öldürülmüş ve Çin hükümeti olayları, “şiddet yanlısı terörist eylem” olarak nitelemiştir. Sincan Uygur Özerk Bölgesi Propagada Müsteşarlığı’ndan Hou Hanmin, yaşanan çatışmanın ’Çin polisinin şüpheli olarak gördüğü evlere düzenlediği baskınların ardından ortaya çıktığını , polislerin yerli halk tarafından öldürüldüğünü söyleyen Hahmin, çatışmanın “organize bir terörist saldırı” oduğunu iddia etmiştir. Oysa merkezi Münih’te bulunan Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dilşat Raşit ise çatışmaların, Doğu Türkistan’ı Müslüman Uygur Türklerinden temizlemek isteyen Çin hükümetinin baskıcı politikalarının sonucu olduğun belirtmiş, Dünya Uygur Kongresi Genel Başkan Yardımcısı Seyit Tümtürk ise eve düzenlenen baskında 10 Uygur Türkü’nün öldürüldüğünü, ardından patlak veren olaylarda polislerden ölenler olduğunu söylemiştir. Tahminimiz o dur ki insanlarımız yattıkları bu derin uykudan uyanmadıkça Doğu Türkistan’da ilk olmayan bu katliam maalesef sonda olmayacaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 122

KÜRESEL GÜÇLERİN ELİNDE BATI TÜRKİSTAN VE AZERBAYCAN Doğu Türkistan’da yaşananlara bakınca Çin ‘in alışılagelmiş karakterini sergilediğini görmekteyiz. Ancak 70 yıl boyunca komünizm zulmünü yaşayan Türk Cumhuriyetlerin de zaman zaman yaşanan İslam karşıtı uygulamalar aslında daha çok hayret uyandırmaktadır.

Tacikistan Tacikistan’da uzun yıllardır Moskova yanlısı bir yönetim yer almaktadır. Bağımsızlığın hemen ardından ilk iş olarak ortaya çıkan İslami referansa sahip kişilerin tutuklandığı ülkede 2012 yılında çok tuhaf bir yasa çıkarılır. Sebebi köktendincilikle mücadele olarak açıklanan yasa ile çocukların korunması adı altında ilginç yasaklara da gidilir. 18 yaş altı yurttaşların çocukların içki içmesini, ahlaksızlık, tecavüz, ayrımcılık ve terör içerikli kitap ve filmleri izlemesi ve okumasını, ehliyet almasını ve araç kullanmasını yasak getirerek, kontrol altına alınmasına elbette kimsenin itirazı olamaz ancak aynı yasa ile aynı insanların, bayram günleri hariç camiye gitmesi, dinî örgütlere üye olmasına da yasak getirilmesi normal karşılanacak bir olay olmasa gerektir. Dış ülkelerde medrese eğitimi alanların geri çağırılması, Devlet başkanının İslami kıyafetlere getirdiği eleştiriler, 2005 yılında getirilen başörtü yasağı, sakal bırakan erkeklerin tutuklanması için kurulan merkezler de işin tuzu biberi olmaktadır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 123

Azerbaycan Azerbaycan’da ise 2007 yılında ezan sesinin camilerin hoparlörlerinden yayınlanmasının yasaklanması gündeme gelir. Bu kararın ve halkın tepkisizliğinin ardından Aliyev yönetimi Müslümanların konumunu zayıf düşürmek için yeni bir politikayı gündemine almakta gecikmez. Bakü yönetiminin, yeni politikası, camilerin kapatılması ve bazı kutsal mekanların tahrip edilmesidir. Bu arada Bakü yönetiminin üst düzeylerinde yer alan veya üst düzey yetkililerle perde arkasında bağlantısı bulunan işadamları, kutsal mekanların tahrip edilmesinin ardından yerlerine ticari ve yerleşim mekanları inşa etmeye başlar. Camilerin yıkımına paralel olarak mürted Salman Rüştü'nün yazdığı sözde “Şeytani Ayetler” adlı paçavranın49 Azeri Türkçesine çevirisi, bazı Azeri yayıncıların gündeminde yer alır. Bu politikaların ardından Azerbaycan milli eğitim bakanlığı ortaokullarda başörtüsü yasağını gündeme getirdi. Azerbaycan'ın Müslüman halkı okullarda başörtüsü yasağının anayasaya aykırı olduğunu belirtse de, Bakü yönetimi bu yasağın uygulanması üzerinde ısrarla durur.

Özbekistan Özbekistan da ise Azerbaycan da ki gibi camileri yıkmak yerine gençlerin bu kutsal mekanlara gitmesine ve dini vecibelerini yerine getirmelerine mani olunmaktadır. Gençlerin ve mümin insanların dini vecibelerini yerine getirmemeleri için baskı altında tutulması yüzünden Özbekistan, başta İslam dini olmak üzere

49 Eser demeye inanan biri olarak dilim varmamaktadır. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 124

semavi dinlerle mücadeleye kalkışan ilk Orta Asya ülkesi sayılmaktadır.

Kazakistan Kazakistan’da ise dini cemaatlerin faaliyetlerine kısıtlama getiren bir yasa ile Kazakistan’da Müslümanların her türlü dini faaliyette bulunmak için hükümetin gözetiminde olmaları ve bir kez daha kayıt yaptırmaları mecburiyeti getirilir. Ülkede yeni dini merkezlerin inşa edilmesi veya kurulması da ancak Astana yönetiminin gözetiminde mümkün olmaktadır. Şüphesiz yasanın çocukları gözden kaçırmasını beklememek gerekmektedir. Aynı yasa ile çocukların dini eğitiminin de iktidarın gözetiminde gerçekleşmesi kuralı getirilir. Kazakistan’da Müslümanlara yönelik bunca baskı artışı gözlenirken, Hristiyan misyonerlerin ve hatta batıl tarikatların faaliyetlerinin geniş çaplı sürmesi ve bu zümrenin engellenmesi için hiç bir yasa çıkarılmaması asıl ilginç olan konudur.

Kırgızistan Kırgızların diğer ülkelerde yaşayanlara göre daha şanslı oldukları bir gerçektir. Ancak bu ülke de İslam’ın sosyal yaşam üzerindeki etkileri ve Müslüman kadınların başörtüsü tartışılmaya başlanması ilerde yapılabileceklerin habercisi gibidir. Kırgızistan’da da nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluştuğu halde, Azerbaycan Cumhuriyeti’nde olduğu gibi okullarda başörtüsü yasağı tartışılmaktadır. 2011 yılında Kırgızistan Müftülüğü de dindar insanlardan tavır alır ve milli eğitim bakanlığını okullarda örtülü bir şekilde başörtüsü yasağını uygulamakla suçlar.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 125

Kırgız halkının daha dindar yaşam tarzı gereği olsa gerek Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri böyle bir yasağın uygulandığını tabi ki inkar etmektedir. Bakanlığa göre öyle bir yasak olmayıp, sadece bazı öğretmenlerin ve müdürlerin başörtülü öğrencilerin okulun resmi üniformasını ihlal ettiği gerekçesi ile başörtüsünü yasaklaması durumu söz konusudur. Kırgız Müftülüğü öncülüğünde düzenlenen protestolarında ardından bakanlık başörtüsü yasağı üzerine hiç bir hükmün uygulanmayacağını belirtme gereği duyar.

Küresel Güçler Genel bir değerlendirme yapılacak olursa bu topraklarda, hem iç hem de dış, bazı açık gizli ellerin, eski Sovyetler döneminde hakim olan uygunsuz şartları bu milletlere yeniden dayatmak istediği söylenebilir. Gerçektende bu devletler, bağımsızlığına kavuşmasına karşın hâlâ bazı bölgesel ve küresel güçlerin nüfuzu altında bulunduğu ve kendi başına kararlar alamadığı görülmektedir. Bazı iktidarların İslam karşıtı politikalardan yana tavır koyması yanında, bu tür politikalara karşı muhalefetin yeşermesi yeni bir umut olmaktadır. Şüphesiz bu umutlar tam olarak yeşerdiği gün Batı Türkistan halkı Doğu Türkistan’daki kardeşlerini daha iyi anlayacaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 126

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 127

GİZLENEN GERÇEK - TÜRK PİRAMİTLERİ Çin yönetiminin Doğu Türkistan üzerinde uyguladığı “burası tarihte de zaten bizimdi” yalanını çürüten en büyük deliller yine Doğu Türkistan’da bulunan Türk Piramitleri’dir. 50 Mısır piramitlerinden zaten daha görkemli olan bu piramitler yapıldığı tarih itibarı ile dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek kadar önemlidir. Önceleri Türklerin göçebe yaşam tarzı nedeniyle böyle bir yapı inşa edemeyecekleri, dolayısı ile bu yapıların ancak Çin halkı tarafından yapılmış olabileceği teziyle ilgi gren piramitlerin kaderi onların Türkler tarafından yapıldığının anlaşılması ile değişir. Türk tarihine ışık tutacak çok sayıda bilginin bulunduğu piramitler, bu sebepten dolayı incelemeye ve ziyarete yasaklanır… Bununla da yetinmeyen Çinliler piramitleri yok etmek için tek tek kapatmaya, toprağa gömmeye başlarlar.

PİRAMİTLERİN YERLERİ

 Maoling Anıtı 1: 34.3380854K 108.569684D  Piramit 6: 34.363135K 108.63053834D  Piramit 7: 34.3617534K 108.6401081D  Piramit 11: 34.3748955K 108.6980009D  Piramit: 34.3798011K 108.7044919D  Piramit 15: 34.3977741K 108.7124205D  Biri daha: 34.4008548K 108.7646055D

50 http://www.frmtr.com/turkiyeye-sahip-cik/4920180-cin-dogu-turkistanda-toplu- ibadet-yasak-bayramlasmak-yasak-4.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 128

 Piramit 31: 34.2358251K 109.1186142D  Biri daha: 34.2209934K 109.0963411D  Piramitler 33,34,35: 34.1810627K 109.0223122D  Huang-ti Anıtı 37: 34.3812356K 109.2540121D 51

BEYAZ PİRAMİT

Xi’an şehrine 100 km uzaklıkta, Qin Ling Shan dağlarında yer alan irili ufaklı 100 adet höyükle beraber, 300 metre yüksekliğinde ki Beyaz Piramit, Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılmasına rağmen Mısır piramitlerinden daha yüksek ve büyüktür. ABD Hava kuvvetleri pilotu James Gaussman'ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Hindistan'dan Çin'e olan uçuşu sırasında beyaz bir piramit gördüğüne dair hikâyeler vardır, ancak bu hikâyeyi doğrulayacak kaynak yoktur. Bugün artık Gaussman hikâyesinin aslında binbaşı Maurice Sheahan'a (Trans World Havayollarının uzak doğu yöneticisi), ait olduğu düşünülmektedir. Sheahan, 28 Mart, 1947 tarihli gazetesinde piramidi gördüğünü açıklamıştır.

51 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in_piramitleri Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 129

Sheahan'ın bahsettiği piramit daha sonra The New York Sunday News'ın 30 Mart, 1947 sayısında fotoğrafıyla görünür. Bu fotoğraf'ın daha sonra James Gaussman tarafından çekildiği söylenmiştir. Chris Maier'in çabaları sayesinde daha sonra bu fotoğraftaki piramidin aslında İmparator Wu of Han'ın anıtmezarı olduğuna dair iddialar ortaya atılır.

Yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi göçebe Türklerin hayatında önemli yere sahip nesnelerin heykellerinin oradan çıkması bile bu iddiaları çürütmeye yetmez. Aslında bu piramitlerin varlığı batılı bilim adamları tarafından 1947’den önce de bilinmektedir. New York Times haberinden kısa bir süre sonra, Science News Letter (artık Science News) şu kısa yazıyı basmıştır. "...Bölgede bulunan piramitler çamur ve topraktan yapılmıştır ve Mısır piramitlerinden çok höyüklere benzerler ve bölge henüz çok keşfedilmemiştir. Bölgede bulunan Amerikalı Bilim Adamları 300 metrelik yüksekliği ile

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 130

ilgili söylentilerin ki bu Mısır piramitlerinin iki katı bir yüksekliktir, abartı olabileceğini zira Çin höyüklerinin görece alçak inşaa edildiğini söylemektedirler. Sözü edilen alan, Şian'ın 64 km güney batısı, önemli bir arkeolojik alandır ancak çok az piramit araştırılabilmiştir. 52 1912 yılında Fred Meyer Schroder ve Oscar Maman Sensi bölgesine giderler. Tek amaçları tütün ve mum almak değildir. Moğollara silahta sağlarlar. Çin –Moğol sınırında rastladıkları bir keşiş, onlara yedi piramitten bahseder. Schroder ölçümlerinde, en uzun olan piramitin 300 metre yüksekliğinde ve 500 metre eninde olduğunu görür. Bu ölçüler ise Mısır’ın en büyük piramitleri olan Gize piramitlerinin en azından iki katı demektir. Yapım ağırlığı ise çok ama çok daha fazlasıdır. Schroder sorduğu keşişten yapıların en azından 5000 yıllık olduğu cevabını alır. 53 54 Victor Segalen Çin'i 1913 yılında ziyaret etmiş ve ilk imparatorun Mezarı (ve bölgedeki diğer höyükler) hakkında “Mission Archeologique en Chine (1914): L'art funeraire a l'epoque des Han.da bahsetmiştir”. 55

52 The Science News-Letter, Vol. 51, No. 15. (Apr. 12, 1947), pp. 232-233. 53 http://www.philipcoppens.com/china_pyr.html 54 Schroder estimated the tallest one measured 300 metres high, its sides 500 metres long. This would mean this pyramid was the largest in the world, twice as large as the Great Pyramid at Gizeh. The volume was 20 times as large as the Great Pyramid at Gizeh. Both were built north-south/west-east. 55 Review in the Harvard Journal of Asiatic Studies, Vol. 1, No. 3/4. (Nov., 1936), pp. 391-393. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 131

Daha sonra Amerikan pilotları tarafından çekilen fotoğraflarla bölgede en azından 16 piramit olduğu saptanır. Piramitlerin içinde bulunan proto-Türk yazılar yazıları nedeniyle piramitlere arkeologların bile girişi yasaktır. Piramitler daha sonra çekilen fotoğraflarda yarıya kadar toprağa gömülmüş şekilde görülecek ve üst kısımları tıraşlanan piramitlerin üzerleri toprakla örtülüp ağaçlandırmaya başlamıştır.

Yanında turistlerle birlikte defalarca Çin’e giden Hartwig Hausdorf ve yanındaki arkadaşları yol üzerinde çivi gibi yükselen bir piramit görürler. Daha sonra piramitin havalanı yeniden yapımı esnasında şehre giden yol planlanırken bulunduğu ortaya çıkar. Hausdorf 1993 yılında Chen Jianli ile tanışır. Onun yardımı ile Çin Turizm Bakanlığında bazı kapıları açmayı dener. Mart 1994’te bakanlıktan Şensi bölgesinde ki bazı “yasak alanları” ziyaret için izin koparan Hausdorf yanında Almanca kitapları ile “Die Weisse Pyramide”, yani Beyaz Piramit’in peşine düşer. Antik

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 132

Çin tarihine meraklı Hausdorf Mart 1994’te tırmandığı piramitten etrafa bakınca, etrafta birkaç piramit daha olduğunu keşfeder. Ancak Hausdorf’un gördüklerini tanıştığı Profesör Feng Haozhang (Pekin Akademi çevrelerinin tanımış bir ismi) ve asistanı Xie Duan Yu ve üç öğrencileri ile paylaşır. Ancak Çin devlet politikası gereği piramitler inkar edilir. Hausdorf çektiği fotoğrafların içinden üç ayrı piramite ait olan pozları gösterince profesör artık mecburen onların varlıklarını kabul etmek zorunda kalır. Hausdorf ısrarları sonucu prefesör Feng Haozhang ‘in de yardımıyla Ekim 1994 ‘te yeni bir “yasak bölge” ziyaret izni daha koparır. Ekim 1994 ‘te piramite tekrar çıkan Hausdorf bu kez tam bir çoka uğrar. Çünkü Mart ayındaki kapalı hava koşullarının aksine görüş açıktır ve Hausdorf sadece çıplak gözle bakarak 20 piramit daha sayar. Daha sonraki günlerde Hartwig Hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin verir ve “eğer bir Çinli bilim adamı onların varlığını inkar ederse çektiğim fotoğrafları gösterin” diyecek kadar iddialı laflar eder. Hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500′ler civarındadır. Ancak Hausdorf olayından deyim yerindeyse ağzı yanan Çin’liler, buranın piramit değil höyük olduğunu iddia etmeye devam etmekte ve kendi işine gelenler dışında bölgeye araştırmacıların girmesine bile izin vermemektedir. Çin bu olağanüstü eserlerin üzerini kesmek, toprak doldurup ağaçlandırmak dahil her türlü kepazeliğe imza atarak tarihi gerçekleri gizlemeye çalışmaktadır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 133

Daha da ilginç olanı ise Taliban “dinde yasak” olduğu gerekçesiyle Buddha heykelini bombalayıp yıktığı zaman ayağa kalkan dünyanın bu piramitlere hak ettikleri ilgiyi göstermemesidir. Doğrusu ya Çin’in uyguladığı soykırımlara sessiz kalan batının, piramitlere olan ilgisizliğine aslında çokta şaşmamak gerekir.

ÇİN’İN PİRAMİTLERİN TÜRKLERE AİT OLDUĞUNU GİZLEME ÇABALARI

Çalışmamız için konuları deşelerken Çin piramitleri konusunda National Geography dergisi web sitesinde çeşitli pozlara denk gelmemiz mukadderdir. Sayfada gezinip pozları kaydederken, sayfadan edindiğim izlenim ise Çinlilerin “Bizim gizleyecek bir şeyimiz yok” tarzı hareket ederek, adeta Hausdorf sayesinde ortaya çıkanları yalanlar bir imaj çizilmesidir. Buraların Çin’e ait olduğunu ve piramit değil höyük olduğunu ısrarla iddia eden Çin kendi çizdiği portreye uyan fotoğraflara izin vermekten kaçınmamıştır. Ancak fotoğraflara göz ucuyla bakıldığında bile bazılarının pekte antik Çin tarzına uygun olmadığı seçilebilmektedir. Resimlerden bu şüpheyi uyandıranları başa alarak burada yer veriyoruz. Özellikle ilk sıradaki resme bakacak olursak başlarında tuğlu miğferli ellerinde uzun kargıları olan bu savaşçılar size kimi çağrıştırıyor. Ufak tefek yapıda olan Çinlilerden ziyade başkalarına benzemiyorlar mı?

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 134

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 135

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 136

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 137

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 138

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 139

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 140

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 141

56

56 http://natgeotv.com/ca/ancient-secrets/galleries/chinas-lost-pyramids Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 142

DOĞU TÜRKİSTAN COĞRAFYASINDA YAŞANAN MEZALİMİN BOYUTLARI Çalışmamızın bu bölümünde Çin vahşetini kategorize ederek, başlıklar halinde vermeye çalışacağız. Ancak bu noktada Uygurların soydaşı ve dindaşı olarak şunu anlamakla işe başlamak gerekiyor: Doğu Türkistan Çin toprağı değil 1949 yılından beri işgal altında tutulan müstakil bir devlettir. Bu topraklarda Çin yönetimince uygulanan haksızlıklar ise 1. İşgal 2. İnsan hakları ihlalleri ve organ hırsızlığı 3. Soykırım 4. Çinli göçü ve asimilasyon uygulamaları 5. Zorunlu kürtaj uygulamaları 6. Uygur kızlarının zorla Çinlilerle evlendirilmesi ve bunu istemeyen kızların tecavüze uğraması 7. Self – Determinasyon hakkının gaspedilmesi 8. Çin kökenlilerin zorla yönetici olarak atanması 9. Ekonomik sefalet ve çalışma özgürlüğü 10. Din hürriyetinin kısıtlanması 11. Eğitim de ki kısıtlamalar ve Uygur Türk lehçesinin yasaklanması 12. Türkistan topraklarında yapılan nükleer denemeler 13. Sömürgeleştirme 14. Suça bulaşan Çinli yöneticilerin yargılanmaması

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 143

1-) İŞGAL: Daha öncede belirttiğimiz üzere Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devleti 1949 yılından bu yana Çin Yönetiminin işgali altında bulunan bir devlettir ve bu devletin 24 (yirmi dört) milyon nüfuslu halkı ise Müslüman ve Türk kökenli insanlardan müteşekkildir. Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devletini oluşturan halk; her biri birer Türk kavmi olan Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Tatar ve diğer Türk boylarından oluşmaktadır. İşgal altındaki Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devletinin toprakları, tarih boyunca hep Türklere ait topraklardır. Çin yönetimi Doğu Türkistan’da yaşayan halkı “parçala ve idare et” prensibi ile hareket ederek 13 millete=sınıfa ayırmıştır. Halbuki 13 ayrı milletin içinde gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar, Salarlar ve Sarı Uygurlar’ın hepsi gerek antropolojik, gerek etnolojik veya etnografik anlamda Türk aile sınıfına mensup olup, bir milletin boylarıdır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 144

2-) İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE ORGAN HIRSIZLIĞI Doğu Türkistan’ da 1949 yılından beri yoğun bir şekilde, insan hakları ihlali suçu işlenmektedir. İnsan hakkı ihlallerinin çoğunun baskıcı kanunlardan ve Çin hükümetinin resmi politikasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Çin’ deki göstermelik ekonomik yapılanma, ülkenin siyasi yapısına yansımış değildir. Çin’in büyük bölümü dünyadan kopuktur. İnsan hakları kuruluşlarının bölgede açık bir şekilde faaliyet göstermesi yasaktır. Sosyal eylemler gereksizce ve insafsızca bastırılmaktadır. Çin hükümeti, iş “insan hakları” konusuna gelince işbirliğinden kaçmaktadır. Çin'de mahkemeler demokratik ülkelerdeki gibi bağımsız olarak işlememekte, Çin Komünist Partisi'nin siyasi amaçları çerçevesinde hareket etmektedir. Bu nedenle de idama mahkum edilen kişilerin davaları çok hızlı görülmekte, insanlara kendilerini savunmak için yeterli süre ve imkan tanınmamaktadır. Hızla alınan idam kararı, çoğu zaman kişinin ailesinin haberdar edilmesine bile vakit tanınmadan infaz edilmektedir. Binlerce rejim muhalifi insan hakları savunucuları, din adamları, sadece düşüncelerini ifade ettikleri için, ceza evlerinde, askeri çalışma kamplarında, gayri sıhhi şartlar altında tutulmaktadır. Bu durum Uluslararası Af Örgütü raporlarında mevcuttur.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 145

57 Bütün hapishanelerin ve toplama kamplarının tamamen dolduğu bilinmektedir. Bu nedenle birçok tutuklunun soğuk hava depolarına yerleştirildikleri ve sağlıksız şartlarda bulunan bu insanların açlık ve soğuk nedeniyle ölüm tehlikesi ile karşı karşıya bulundukları acı bir gerçektir. Çin’de “yaşam hakkı” hiçe sayılarak çiğnenmektedir. Ölüm cezası kabahat türü suçlara da uygulanmaktadır. Örneğin 1994 yılında iki köylü kendilerine ait 36 ineği devlet çiftliğinden çaldıkları için idam edilmişlerdir. Hatta 18 yaşın altında oldukları için idam cezaları tecil edilen gençlerin daha sonra idam edildikleri görülmekle beraber, 15-16 yaşında kız çocuklarından, din adamlarına kadar çok çeşitli sosyal gruplardan insanların idam edilmesi Çin’de normal karşılanmaktadır. Bu insanların pek çoğunun ortak "suçu" ise kendi vatanlarında özgürce yaşama, konuşma, düşünce ve ibadet özgürlüğü gibi en doğal insan haklarına sahip olmayı talep etmektir.

57 http://www.enfal.de/yak19.htm Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 146

Oysa Çin hükümetinin gözünde hem adi suçlular hem de demokrasi yanlıları "karşı devrimci" ‘dir. Yani olabilecek en ciddi suçu işlemektedirler. Bu nedenle basit suçlardan olduğu kadar düşünce suçları nedeniyle de pek çok kişi idam edilmektedir. Ayrıca günümüzde siyasi suçluların idam edilebilmesi için bazı yeni yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden en yaygın olanı ise, siyasi suçluların, düzmece adi suçlarla suçlanmalarıdır.

Çin yetkilileri, her zaman, halka gözdağı vermek ve hükümetin gücünü artırmak için idamın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle de idam edilecek kişileri şehrin sokaklarında dolaştırarak ifşa etme ve daha sonra yine halkın gözü önünde idam etme yöntemini tercih etmektedirler. İdam edilecek kişi elleri kelepçeli olarak halkın önüne getirilir ve yüzü seyirciye dönük olarak tutulur. Boynundaki yaftada ise ismi ve suçu yazılıdır. Meydanlarda yaşanan bu vahşet sahneleri, televizyonlardan da canlı olarak yayınlanmaktadır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 147

Ülkedeki Çin mahkemelerinin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşicedir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağı, iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi "ceza"lar uygulanmıştır.

1984 yılında Newsweek dergisinde toplu idam sahnelerinin resminin yayınlanmasının ardından uluslararası imajının zedeleneceğini düşünen Çin hükümeti, yeni bir genelge yayınlamış ve idam edilecek kişilerin sokaklarda dolaştırılması kuralını kaldırmıştır. Hatta sonraki yıllarda bu genelge, idam edilecek siyasi tutukluların idamlarının ailelerinden dahi saklı tutulması maddesi eklenerek genişletilmiştir. Bu genelgeler Çin'de siyasi idamların kalktığı değil, gözden uzak mekanlar da tüm hızıyla devam ettiği anlamına gelmektedir. Ayrıca 1989'da

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 148

yaşanan Tiananmen olaylarından sonra iç politikaya dair endişeler, uluslararası imajın önüne geçmiş ve bu olayda yer alan muhalif isimlerin bir kısmı toplum önünde idam edilmiştir. Uluslararası Af Örgütü 1994 yılında Çin’ de 2780 ölüm cezası verildiğini, bunun 2050′sinin infazının gerçekleştirildiği tespit etmiştir. Bu sayı, bütün dünyada gerçekleştirilmiş infazın üç katıdır. 1995 yılının ilk altı ayı içinde tespit edilen infaz sayısı 1147′dir. İnfazı gerçekleştirilen mahkûmların böbrek, kalp, kornea, göz gibi organlarının satılmak üzere operasyonla alındıkları, cesetlerin ise oracıkta veya belli fırınlarda yakıldıkları İnsan Hakları Örgütlerince yerinde tespit edilmiş olan gerçeklerdir. Çin'in baskısı, Doğu Türkistan söz konusu olduğunda çok daha serttir. Ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilen idamlarda

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 149

öldürülen Doğu Türkistan Müslümanlarının oranı oldukça yüksektir. Çin genelinde olduğu gibi Doğu Türkistan'da da genelde hiçbir delili olmayan suçlamalarla, sadece şüpheye dayanılarak masum insanlar katledilmektedir. Resmi rakamlara göre 1997-1999 arasında yalnız Doğu Türkistan'da 210 Müslüman idam edilmiştir, gerçek sayının ise bundan çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. 58 Her ay mutlaka idamlar gerçekleştirilmekte, Mao'nun "belirli bir kotaya göre öldürme" yöntemi titizlikle uygulanmaktadır. Müslüman halkın, dinlerini özgürce yaşamak, dillerini konuşabilmek gibi temel hak ve özgürlüklerini savunmak için düzenledikleri herhangi bir girişim, şiddetle cezalandırılmaktadır. Bunların dışında ayrıca Çin Güvenlik Mensupları toplu halde bulunan Müslüman Türk halkının üzerine keyfi ateş etmektedir. Nitekim Doğu Türkistan’da etnik gruplara mensup temel insan haklarının şiddetle bastırıldığı, çoğu zaman yargılanma olmaksızın tutuklandıkları, siyasi tutukluların ise uluslararası adalet standartlarından çok uzak yargılanmalar neticesinde uzun süre mahkum edildikleri, temerküz kamplarında orta çağdaki gibi kürek cezasına tabi tutuldukları, mahkumların toprak üstünde ya da bir parça saman üzerinde yatırıldıkları, hatta tuvalet ihtiyaçlarını bile yemek kaplarına yapmaya zorlandıkları ve her yıl yüzlerce Müslüman Türk’ ün stadyumlarda şova dönüştürülerek idam edildikleri, uluslararası kuruluşların raporlarında belirtilmektedir.

58 Amnesty International Raporu, 01 Nisan 1999

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 150

59

1990′da Barın mevkiinde camii de dua etmekte olan halkın üzerine binden fazla Çin güvenlik mensubu ateş açar, yüze yakın insan öldürülür. Bu yollarla ayrıca insanlık dışı uygulanan “organ nakli” amaçlanmaktadır. İnsan Hakları Örgütlerinin bu raporlarına göre, böbrek naklinin %90′ı bu şekilde sağlanmaktadır. Bir böbreğin satışından yaklaşık 15 bin dolar elde edilmektedir.60 Uluslararası Af Örgütü resmi raporuna göre komünist parti kontrolündeki “yargı” tek celsede ölüm kararı verebilmektedir. Doğu Türkistan’ da yoğun olarak uygulanan “ölüm cezası” ise halkı sindirmek için yaygın ve keyfi olarak infaz mangaları önünde geçekleştirilmektedir. Bu kararlar verilirken suçun tespiti cihetine gidilmemektedir. Komünist yönetimin, Müslüman varlığını sindirebilmek için başvurduğu yöntemlerden biri de toplu tutuklamalar ve göz altında yapılan işkencelerdir. Tutuklanan Müslümanların büyük kısmı çalışma kamplarında ağır hapis cezalarına çarptırılmaktadır. Ancak tutuklananlardan daha sonra çoğunlukla haber

59 http://dogu-turkistan.net/2012/04/14/dogu-turkistanda-cin-zulmu-2/ 60 http://www.enfal.de/yak19.htm Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 151

alınamamaktadır. Aileleri bu kişilerin nerede tutulduklarından veya hala yaşayıp yaşamadıklarından bile haberdar değildir. Çin hapishaneleri ve çalışma kampları işkencenin yoğun olarak kullanıldığı yerlerdir. Nisan 1996 – Aralık 1996 tarihleri arasında 58 bin olan tutuklu sayısının son zamanlarda 150 bine ulaştığı tahmin edilmektedir.

Çeşitli uluslararası örgütler de Çin'deki sistemli işkenceye dikkat çekmekte ve yayınladıkları raporlarla Çin hükümetini uyarmaktadırlar. Bu raporlardan birisi de Uluslararası Af Örgütü'nün 1999 yılında yayınladığı ve Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlallerini konu alan 34 sayfalık raporudur. Bu raporda yer alan pek çok olaydan biri de Doğu Türkistan'da tutuklu bulunan 17 yaşında bir gencin yakınlarının hapishanelerdeki koşullarla ilgili anlattıklarıdır:

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 152

“Hapishane o kadar kalabalıktı ki, tutukluklar küçük bir hücrede 5-6 kişi tutuluyorlardı. Hücrenin küçüklüğü geceleri uyumalarına engel oluyor, ancak nöbetleşerek uyuyabiliyorlardı. Polisler hücreleri her dolaştıklarında tutukluları dövüyorlardı. Sorgulama için seçilen tutuklular, dayak yedikleri, dövüldükleri, bedenlerine elektrik şok verildiği özel bir sorgu odasına götürülüyorlardı. Sorgu odasında duvara monte edilmiş bir ray vardı. Bazı tutuklular tek ayaklarından veya tek ellerinden buraya kelepçelenerek asılıyor ve bu pozisyonda 24 saat bekletiliyorlardı. Kelepçeleri çözüldüğünde ayakta bile duramaz halde oluyorlardı. Bazılarının kerpetenle tırnakları çekiliyor, bazılarının ise tırnaklarının altına elektrik veriliyordu.” 61 Bu işkenceleri yaşayan tutuklu iki ay boyunca hapishanede kalmış ve ancak ailesinin verdiği 2.000 Yen rüşvet sonrasında serbest bırakılmıştır. Gözaltına alındıktan sonra Halk Güvenlik Bürosu'nda tutulan bir başka tutuklunun yaşadığı işkence olayları çok daha acımasızdır. Üstelik bu kişinin tek suçu arkadaşları ile bir araya gelip fikir alış verişinde bulunmaktır: “Tutukevinin yanında, yer altında şüphelilerin sorgulandığı özel bir mekan vardı. O da burada sorgulandı ve çeşitli işkencelere maruz kaldı. Örneğin elleri arkasından bağlandı ve sorgucular kollarını havaya kaldırıp bükmeye başladılar. Çok acı veren bu pozisyonda uzun süre tuttular. Daha sonra vücuduna elektrik verdiler. Dili ve cinsel organı da dahil olmak üzere tüm vücuduna elektrik veriliyordu. Bacaklarına ahşap sopalarla vuruyorlardı. İşkence sırasında kafasına, hayati bir tehlike

6161 Amnesty International Raporu, 01 Nisan 1999

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 153

geçirmemesi için, metal bir miğfer giydirmişlerdi. Çünkü bazı tutuklular işkence görürken artık bunun bir son bulmasını sağlamak için başlarını özellikle duvarlara vuruyorlar, böylece intihar ediyorlardı.” 62 Suçlu bulunan kişilerin sözde "yeniden eğitilmek" için gönderildikleri çalışma kamplarında ise koşullar çok daha fecidir. Çin'de "yeniden eğitmek" kişiyi komünist ideolojiyi kabul etmeye ikna etmek, koşullar ne olursa olsun Parti'nin emirlerine itaat edecek kıvama getirmek anlamına gelmektedir. Bunun için kullanılan yöntemler ise insanlık dışıdır: “Kamplardaki tutukluların odun keserek, taş kırıp taşıyarak ve tarım işlerinde çalışarak en az 10 saat çalışmaları gerekmekteydi. Eğer vaktinde uyumaz veya uyanmazlarsa, bağırarak konuşurlarsa, güler veya ağlarlarsa, abdest almak için gizlice su alırlarsa, yapmaları gereken işleri bitirmezlerse, gardiyanlara cevap verirlerse ağır bir şekilde cezalandırılıyorlardı. Başa vurarak dövme, vücudun çeşitli yerlerine elektrik verme, havada uçak pozisyonunda asılı tutma, direğe asma, tavana asıp dövme ise en sık verilen cezalar arasındaydı. Çoğu zaman mahkumların makatlarına elektrikli çubuk sokuluyordu. Pek çok mahkumun dişleri kırılmış, çoğu kısmi duyma kaybına uğramış, kolları kırılmış ve enfeksiyon kapmışlardı. Sık sık gardiyanlar tarafından aşağılanıyor ve alay ediliyorlardı. Yemek vakitlerinde önce Çince marş söylemeleri gerekiyor, yapmayanlara yemek verilmiyordu. Kampta doktor bulunmuyordu. Hasta olan mahkumlar çalıştırılmaya devam ediliyor, yemek verilmiyordu, ancak bulaşıcı bir hastalığa

62 Amnesty International Raporu, 01 Nisan 1999 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 154

yakalanmışsa 36 km uzaklıktaki hastaneye götürülüyorlardı. Bazıları ise hastaneye götürülürken yolda hayatlarını kaybediyordu.” 63 Görüldüğü gibi Çin'in Doğu Türkistan'da izlediği politika, kitlesel bir işkence ve soykırım programıdır. Doğu Türkistan Enformasyon Merkezi'nin edindiği bilgiye göre, sadece 1999 yılının başından aynı yılın Mart ayına kadar Doğu Türkistan'da 10 bine yakın Uygur Türk'ü hayali suçlamalarla gözaltına alınmıştır. Bu kişiler yukarda bahsedilen şartlarda tutuklu olarak alıkonmuş, Komünist Parti denetimindeki yargı sürecinin sonucunda da ölüm cezası başta olmak üzere son derece ağır cezalara çarptırılmışlardır. 1999 yılının başından Mart 2000'e kadar Doğu Türkistan'da mahkemelerde ölüm cezasına çarptırılmış veya çatışmalarda işkence sonucu öldürülmüş kişilerin sayısı ise 2.500 civarındadır.64 Çin Hükümeti Doğu Türkistan'da yürütmekte olduğu soykırımda küçük çocukları bile çeşitli suçlamalarla tutuklamaktadır. Örneğin, 30 Ekim 1999'da Hotan Şehri Emniyet Müdürlüğü, ortaokul öğrencisi bir Türk kızını, el yazısının sokağa yapıştırılan duvar yazısına benzediği gerekçesiyle tutuklamıştır. Bunların dışında, Bölge Genel Sekreteri Wang Le Çuan, Hotan'da yaptığı basına kapalı konuşmasında, ders kitabının üzerindeki Mao'nun resmini yırttığından dolayı bir ilkokul öğrencisinin tutuklandığına yer vermiştir. 65

63 Amnesty International Raporu, 01 Nisan 1999 64 Doğu Türkistan 1999 İnsan Hakları İhlalleri Raporu, www.doguturkistan.net/ih/rapor99.html 65 Doğu Türkistan 1999 İnsan Hakları İhlalleri Raporu, www.doguturkistan.net/ih/rapor99.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 155

Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Bu kitaplarda anlatıldığına göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırpların, Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir.

3-) SOYKIRIM: 1953 yılında “Doğu Türkistan celladı olarak da bilinen Wng-zhen yönetimindeki Çin kuvvetlerinin, “Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek” sloganı ile 250,000′ den fazla Doğu Türkistanlı Türkü 1953 yılında öldürerek büyük bir soykırım yapmıştır. Çin bu soykırımı medeni bildiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ve her türlü dünya medeniyetini koruma amaçlı kurulan Uluslararası Örgütlerin gözü önünde rahatça yapabilmiştir. Bunun yanı sıra 1949 yılından itibaren değişik tarihlerde benzer katliamlar vuku bulmuştur. Uygur Türklerinin, anası olarak kabul edilen Rabia Kader, bizlere durumu şöyle ifade etmektedir. “Çinin jeopolitik konumunun ve yönetiminin içine kapalılığının yanı sıra yüksek ölçekli nüfusu bu kıyımlar karşısında dünyanın habersiz kalmasına ve Çin hükümetinin rakamlarla oynamasına kolaylık sağlamıştır.” Çin yönetiminin kuvvet zoruyla uyguladığı zorunlu kürtaj yasası da Milletlerarası Soykırım sözleşmesine göre tam bir soykırım örneğidir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 156

4-) ÇİNLİ GÖÇÜ VE ASİMİLE: İşgalden sonra Doğu Türkistan Devleti topraklarına Çin Yönetimi tarafından düzenli olarak Çin vatandaşları yerleştirilmeye başlanmıştır. Böylelikle Doğu Türkistan’ da Türklerin nüfusuna eşit (ve tabiî ki zamanla tamamını kaplayacak) bir Çinli nüfus oluşturma politikası güdülmektedir. Buradaki amaç tarih boyunca Türklere ait olmuş Doğu Türkistan ülkesinin demografik yapısını değiştirip, bu ülkeyi Çin Devletine tamamıyla dâhil etmektir. 1949 yılında işgalden önce Doğu Türkistan sınırlarında % 4 civarında olan Çinli nüfus varken, 1953 yılında bu durum bölgede %75 Müslüman, %6 Çinli olarak değişmiştir. 1982 yılında %53 Müslüman, %40 Çinli'ye olarak ölçülen rakamlar, 1990 yılında yapılan nüfus sayımına göre %40 Müslüman, %53 Çinli nüfus şeklini almıştır. Bu sayılara bakarak bölgedeki etnik temizliğin oranını görmek mümkündür. Çin yönetimi Uygurları köylerde oturmaya zorlanırken, Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus %80'lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinlileri çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistanlıları Çinlilerle evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır. Azınlık topraklarında çıkan her doğal kaynak, her yatırım imkanı bölgeye Çinli göçünü teşvikten başka bir işe yaramamaktadır. Tehlikeli işlerde bile maaş yüksek diye azınlıklara iş verilmemektedir. Bu uygulama medeni dünyanın kabul edemeyeceği büyük bir gasptır. Hatta Doğu Türkistan’ a yerleştirilen Çin vatandaşları, kendi ülkelerinden buraya zorla göç ettirilmektedirler. Bu ırkçı Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 157

uygulamaya bağlı olarak Türklerin kendi şehirlerinde yaşamalarına müsaade edilmemekte, köy ve kasabalarda yaşamaya zorlanmaktadır. Çin Yönetimi aynı zamanda Doğu Türkistan halkını asimileye tabi tutarak, milli kimliği olan “Türk” ismini kullanmalarına, milli kültürlerini yaşamalarına izin vermemektedir.

5-) KADINLARA KÜRTAJ: Doğu Türkistan topraklarında nüfus yapısına ilişkin olarak zorunlu doğum kontrolü ve toplu kürtaj uygulanmaktadır. Yürüttükleri iskân politikası ile “azınlık millet” durumuna düşürmeye çalıştıkları Türklerin şehirde bir, köydeyse ikiden fazla çocuk sahibi olmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlar çok ağır ekonomik ve idari cezalara çarptırılmaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan köylü kadınlar, hiçbir sağlık veya hijyen tedbiri alınmaksızın zorunlu bir toplu kürtaj operasyonuna tabi tutulmaktadır. Eğer kürtaj yapılmamışsa, hamile kadınların çocukları zorla karınlarından çıkarılarak katledilmektedir. Bu kural dışında doğan çocuklar, vatandaşlık hakkı, isim gibi insani haklardan yoksun bırakılmaktadırlar.

1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde zorunlu olarak kürtaja tabi tutulan kadınların sayısı 18 bin 765’tir. Bu sayı; ilçedeki anne adaylarının %49’ unu teşkil etmektedir.

Sincan gazetesinin 12 Eylül 1992 tarihli yayınına göre Doğumu Yasaklama Kanunu’ nu tam olarak uygulamak için hükümet

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 158

tarafından bu ilçeye 432 kişilik Çinli memur kadrosu tayin edilmiştir.

66

66 http://www.enfal.de/yak19.htm Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 159

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 160

Yine örnek birkaç olay aktarılacak olursak, 180 bin nüfusa sahip Çapçal nahiyesinde sadece 100 kadına doğum izni verilmiş, devlet dairelerinde çalışmakta olan 40 kişi, eşleri hamile kaldığı için işinden atılmıştır. 200 bin nüfusa sahip başka bir ilçede ise hamile kalan 35 bin kadının 686’sı zorla kürtaja tabi tutulmuş, direnen 993 kadının karnı yarılarak çocukları yok edilmiş; 10 bin 705 kadın zorla kısırlaştırılmıştır. Doğu Türkistan’ da zorunlu kürtaj politikası o kadar dramatik bir noktaya varmıştır ki, kaldırım kenarlarında yasa dışı doğduğu için ölüme terkedilmiş yeni doğmuş bebekler görmek mümkün hale gelmiştir. Milletler Soykırım Sözleşmesinin 2. maddesinde belirli etnik gruba yönelik olarak uygulanan doğum kontrolü soykırım tabirine girmektedir. Çin`in yaptığı açıkça bir soykırımdır. “Birleşmiş Milletleri göreve çağıralım” diyenlere hatırlatalım Çin o sorunu çözmesi gereken BM’nin veto hakkı olan 5 daimi üyesinden biridir.

6) UYGUR KIZLARININ ZORLA ÇİNLİLERLE EVLENDİRİLMESİ VE BUNU İSTEMEYEN KIZLARIN TECAVÜZE UĞRAMASI Çin’in 50 yıldan bu yana Doğu Türkistan’da yaptığı asimilasyon ve soykırım politikasının bir başka ayağı da Uygur kızlarının zorla Çinli erkeklerle evlendirilmesidir. Çin’de uygulanan “tek çocuk politikası“ nedeniyle, soylarının devamını isteyen aileler erkek çocuklarını tercih etmeye yönelmektedir. Durum bu olunca aileler kız çocuklarını ya

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 161

doğunca, ya doğmadan önce cinsiyetleri belli olduğu anda kürtajla katletmektedir. İslam öncesi cahiliye devrindeki katliamdan çok daha yüksek boyutta olan bu cinayetler sonucu Çin’de erkek nüfus sayısı kadınların 50 milyon üstüne çıkmıştır. Böyle olunca evlenecek kadın sıkıntısı çekilmeye başlayan Çin de yönetim çareyi Uygur kızlarına el atmakta bulmuştur. 1 milyona yakın Uygur kızı bu zorla evlendirme furyasının kurbanı durumundadır. Olayın yakın tanıklarından olan Dr. Enver Tohti, Uygurların, Çin’in “Tek çocuk politikasının” kurbanı olduğunu şu sözlerle açıklamaktadır: “Çin’deki bir çocuk politikası nedeniyle, bugün Çinli erkeklerin sayısı kadınların sayısından 50 milyon daha fazla. Çünkü Çinliler kız çocuklarını çok istemedikleri için kız çocuklarını bebekken ya da doğmadan öldürüyorlar, ille erkek çocukları olsun istiyorlar. Bu yüzden erkeklerin sayısı kadınlardan daha fazla. Böyle olunca Çin hükümeti, Doğu Türkistan’dan 2004’ten bugüne kadar 16-25 yaşı arasında, hiç evlenmemiş 900 bin Uygur kızını Çin bölgelerine götürdü ve buradaki Çinli erkeklerle evlendirdi. Fabrikalarda çalıştırmak ve ailelerine katkıda bulunmak için götürdüğünü söylüyor Çin ama bu kızlar oraya gittikten sonra evlendiriliyorlar. Evlenmek istemeyenlere tecavüz ediliyor. Eğer Uygur aileleri kızlarını vermek istemese bu sefer de altından kalkamayacağı yüklü miktarda para cezası veriyor. Parayı veremeyeceği için de doğal olarak hapse atılıyor.”67

67 http://www.habervaktim.com/haber/79729/cin-zulmunden-kacti-yilmazin- zulmune-yakalandi.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 162

7-) SELF-DETERMİNASYON HAKKI: Halkların kendi geleceklerini belirleme(Self-determinasyon) hakkının kullanılmasının, bilhassa 1.Dünya Savaşı sonrasında çok görülen bir şekli olan, halkoyuna başvurma (plebisit) uygulaması konusunda da batının ikiyüzlü davrandığını görmekteyiz. İş petrole sahip Sudan olunca Darfur bölgesine anında tanınan, Endoneya’ya karşı anında tanınan self-determinasyon hakkı neden Doğu Türkistan halkından esirgenmektedir. Tabii ki pratikte hayal gibi görünse de bu hak tanınsa bile oy hakkının bölgenin asıl sahibi olan Uygur halkına verilmesi gereklidir. Çünkü zaman içinde yapılan göçlerle Çin çoktan nüfus yoğunluğunu sağlamış durumdadır.

8-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DAKİ İDARECİLERİN ÇİNLİ OLMASI: İşgal altında bulunan Doğu Türkistan halkı Pekin’ den atanan idareciler tarafından yönetilmektedir. Bu yöneticiler ise Uygur Türklerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını giderme anlayışıyla hareket etmemektedirler, ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin Çin’ e taşınması politikasına göre davranmaktadırlar. Yani bu idareciler işgal edilen bir ülkeye atanan ve emperyal zihniyete göre bölgede görev yapan Çinli veya işbirlikçi memurlardır. Doğu Türkistan’daki devlet dairelerinde memurların büyük çoğunluğunu Çinliler oluşturmaktadır. Çin Parlamentosu’na ise, çok az sayıdaki Türk, komünist partinin direktifleri doğrultusunda demokratik olmayan usullerle adeta atanmaktadır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 163

9-) EKONOMİK SEFALET VE ÇALIŞMA HÜRRİYETİ: Çin’de insan “ürettiği sürece yemlenmesi gereken bir hayvan” telakki edilmektedir. O yüzden de bir yanda düşünce suçluları ve tutuklular, çalışma kamplarında sürekli çalıştırılırken diğer yandan da halk zorla kamu işlerinde çalıştırılarak kazançlarına el konulmaktadır. Hatta insanlardan son noktaya kadar faydalanılabilmesi için henüz ilkokul çağındaki çocuklar dahi bundan müstesna tutulmazlar. Ürettiği müddetçe değeri olan insanın, komünist sisteme yarar sağlaması temel nokta olduğu için, üretimi gerçekleştirecek olanın yaşı, sağlığı, içinde bulunduğu koşullar önemli değildir. Bu durumda çocukların da kullanılması makul karşılanmaktadır. Çocukların kullanılması ile ucuz işçilik sağlanmakta, bu da Çin ekonomisi için ciddi bir gelir unsuru olmaktadır. Çin okullarında hayvan beslenmekte, çiftlik işleri yapılmakta, terzilik yapılmakta ve hatta havai fişek üretilmektedir. Çin’de çocukların meydana gelen iş kazalarında topluca can vermeleri bile hayret edilecek bir konu değildir. Bunun nedeni ise çoğu zaman çocukların, donanma fişeklerinin doldurulması, havai fişeklerin hazırlanması gibi kendileri için son derece riskli alanlarda çalıştırılmalarıdır. 2001 yılında bu tarz bir çalışmanın yapıldığı Çin'in doğusunda yer alan Jiangxi eyaletine bağlı Fangling kasabasında yaşanan bir patlamada 50 çocuk ölmüş, bir çoğu da ağır şekilde yaralanmıştır. 68 200 çocuğun öğrenim gördüğü bu okulda öğrencilerin derslerini

68 Carol Divjak & James Conachy, Fifity Chinese Children Killed in School Fireworks Explosion, WSWS, 14 Mart 2001 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 164

çalışmak ve ödevlerini yapmak gibi sorumluluklarının yanı sıra diğer bir görevleri de Çin Donanması için donanma fişekleri ve havai fişekler hazırlamaktır. Okulun 13 yaşındaki öğrencisi Gao Yun, yaptıkları işi ünlü haber ajansı Reuters'a şöyle anlatmıştır: “Okulda havai fişek yapmaya dört yıl önce başladık, haftada bir veya iki kere bu işi yapmamız gerekiyordu. Daha büyük sınışardaki öğrenciler barut doldurmak, küçük sınışar ise fitilleri monte etmekle sorumluydular. Eğer daha fazla üretim yaparsak öğretmenlerimiz bize kurşun kalem veya defter hediye ediyorlardı. Ama belirtilen hedefi yerine getiremezsek, okul çıkışı eve gitmemize izin verilmiyordu.”69 Komünist Çin yönetimi sırtını dayadığı halkına bunu yaparken, Doğu Türkistan halkına karşıda elbette elinden gelen her türlü engeli çıkarıp, sefalete sürüklemekten çekinmeyecektir. Doğu Türkistan’ da yaşayanlar için çalışma ve iktisadi hayat da takdir edileceği üzere Çin yönetimi tarafından oldukça kısıtlanmış durumdadır. İş mevzuatı için Çin yönetimi tarafından çok ayrıntılı ve kısıtlayıcı hükümler konmakta, iktisadi hayatın düzenlenmesi esnasında da yine ayrımcılık gözetilmektedir. Örneğin, Urumçi’ de geleneksel kıyafetler üreten veya satan girişimciler aşağılamalar ve tacizlerle karşılaşabilmekte, hatta iş yerlerini kapatmak zorunda kalabilmektedir. Doğu Türkistan’ da devlet dairelerinde çalışan memurların büyük çoğunluğunu Çinliler oluşturmaktadır.

69 Carol Divjak & James Conachy, Fifity Chinese Children Killed in School Fireworks Explosion, WSWS, 14 Mart 2001 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 165

Bunun dışında Doğu Türkistan halkının genel gelir seviyesiyle ilgili elimizdeki veriler Çin kaynaklı olduğundan güvenilirlikleri tartışılır. Zira bölgede ödenen maaşlar ve bankalarda biriktirilmiş tasarruflar Çin’dekinden daha yüksek gözükmektedir, ancak bu gelirlerin bölgedeki Türkistanlılara değil, Çinlilere ait olduğunu unutmamak gerekmektedir. Nitekim, Doğu Türkistan mahalli hükümetinin Kasım 2001 tarihinde yayımladığı bir raporunda da, Doğu Türkistan’da kişi başına düşen milli gelir 100 dolarken, yine Doğu Türkistan’daki bir Çinlinin yıllık geliri bir Türk’ün gelirinin 3,6 kat fazlası, yani 360 dolardır. Ayrıca Doğu Türkistan’da yaşayan Çinlilerin işsizlik sorunu yoktur. Oysa aynı bölgede yaşayan Türklerin %90’ ı işsizlikle mücadele etmektedir. Doğu Türkistan’ ın verimli arazileri yok edilerek Çinli yerleşimcilere yeni yaşam alanları açılırken, 2004 yılında Urumçi’de 40 bin aile yaşayacak bir yer bulamamaktadır. Türlü yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olmalarına rağmen Çarekilik, Çerçen, Niye, Hoten, Yarkent, Kaşgar gibi illerde kıtlık yaşandığı ve bu sebepten Hoten şehri civarında yaşayan 1700 Türk ailenin Taklamakan Çölü’nün kumlarında yatmak zorunda kaldığı, 2001 yılında bu yöreye gönderilen Doğu Türkistan Halkla İlişkiler Dairesi yetkilileri tarafından bizzat tespit edilmiştir. Doğu Türkistan, yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla dünyanın en zengin ülkelerinden biri olsa da, halkı şu anda dünyada en çok sefalet çeken halklar arasındadır. İpek yolu ticaretinin sürdüğü yıllarda refah ve kültür seviyesi ile medeniyetinin zirvesinde olan Doğu Türkistan halkı, işlenmeyi bekleyen veya Çin tarafından el konulan tonlarca kaynağı ile eski günlerini özlemle anmaktadır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 166

2003 tarihli resmi Çin kayıtlarına göre, Doğu Türkistan’ın yıllık GSYİH 187 milyar RMB (yaklaşık 23 milyar dolar) olarak görünmektedir ve bu sayı 2004 yılında 220 milyar RMB’ ye yükselmiştir. Fakat refah seviyesindeki artış, Doğu Türkistan’ın Müslüman Türk halkı için geçerli değildir. Dolayısıyla, Müslüman halk arasında açlık sınırında yaşayan kesimin oranı %80’lere dayanırken, kimi bölgelerde Müslüman halkın yıllık geliri 45–50 dolara kadar düşmektedir. Çinlilerin gasp ettikleri topraklarda hayvancılık yapanlar buraları terke zorlanmakta, zaten gitmeseler de sanayi yatırımları su kaynaklarını kirletmektedir. Azınlık topraklarında bulunan her doğal kaynak ve yatırım imkanı Çinli yatırımcıların iştahını kabartmakta ve buralara Çin’li göçünü teşvikten başka bir işe yaramamaktadır. Tehlikeli işlerde yüksek maaş ödendiği gerekçesiyle bu gibi işlerde azınlıkların çalıştırılması engellenmektedir. Zira Çin yönetimi, sanayi kuruluşları, madenler ve petrol tesislerinde bölge dışından getirerek yerleştirdikleri Çinlileri çalıştırmaktadır. 2013 nisan ayında Tibet ‘te meydana gelen maden ocağı kazasında 83 işçi ölmüş ve bunların tamamı da Çin kökenli çıkmıştır. Bunun iş gücü açısından uygulanan çifte standartlara en büyük örnek olduğu açıktır. Azınlıklara ise tek bir çare kalmıştır, ölmek. Tibet’te son yıllarda 110 kişi kendini yakarak öldürmüştür.70

70 http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=256467 Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 167

10-) DOĞU TÜRKİSTAN’ DA DİNİ HÜRRİYETİN KISITLANMASI: Çin'in, Doğu Türkistan'daki halka uyguladığı zulmün en önemli nedeni halkın Müslüman olmasıdır. Çünkü komünist Çin, bölge üzerindeki hakimiyet ve sultasını kuvvetlendirmeye karşı en büyük engel olarak halkın İslami kimliğini görmektedir. Halkı dininden vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemini kullanan Çin şovenizmi, en fanatik dönemini komünist diktatör Mao'nun 1966-1976 yılları arasında uygulattığı Kültür Devrimi esnasında yaşar. Çin yönetimince 1978 yılına kadar “Din” afyon olarak tanımlanarak, dini faaliyetlerin özgürce yapılması kısıtlanır.

71

71 Doğu Türkistanlı gençler kendi din ve kültürlerini özgürce yaşamak yönündeki son derece haklı taleplerini dile getirdiklerinde, komünist rejim tarafından idamla cezalandırılmaktadırlar. İlk başlarda bazı idamlar "ibret olsun diye" Çin Televizyonu tarafından yayınlanmaktaydı.Ancak tepkilerden çekinen Çin hükümeti, bir süre sonra bu yayınlardan vazgeçti. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 168

Camiler yıkılır, toplu ibadet yasaklanır, Kuran kursları kapatılır ve bölgeye yerleştirilen Çinliler Müslümanları taciz etmek için her yolu denerler. Okullarda dinsizlik propagandası yapılır. Ayrıca bütün iletişim araçları vasıtasıyla insanların dinden soğutulmaları için yoğun çaba harcanır. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmeleri ise tamamen yasaklanır. Buna rağmen halkın İslami kimliği yok edilemez. Gülünç gelebilir ama 1982 Çin yeni anayasasının 13. maddesinde “Her Çin vatandaşı, kendi inanç hürriyetine sahiptir” diye bir madde bulunmaktadır. Güya din özgürlüğü bulunan ülkede Uygurlar için  Camide cemaat halinde ibadet etmek,  Uzun dua okumak,  Kutsal Kitap’taki bazı ayetleri okumak,  Memurların, işçilerin ibadet yerlerine gitmek ve ibadet etmek, oruç tutmak, dini bayramları kutlamak  Kadınların, kızların dini ibadet yapması  18 yaşından küçüklerin dini kurs ve eğitim görmeleri ve camilere girmeleri, ibadet yapmaları  Özel şahısların dini okul veya kurs açmaları,  Öğrencilerin dini kurs ve okullarda okumaları yasaktır. İbadet ettiği tespit edilenler işten atılmakta, gözetim altında tutulmakta veya para cezalarına çarptırılmaktadır. Öğrencilerin ise dini eğitim aldıkları veya ibadet yaptıkları tespit edildiğinde

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 169

cezalandırılacağı ve bununla da kalınmayıp öğrenciler, okul müdürü, sınıf sorumlusu ile anne ve babası hakkında adli soruşturma açılacağı resmi belgelerle ifade edilmektedir. Tüm bu kısıtlamalara uymayanlar suç işlemiş sayılmakta ve cezalandırılmaktadır veya işten atılmaktadır. Dini hayatını yaşamakta ısrar edenler olursa bunların dosyaları, ÇHC Güvenliği Koruma Yasalarına göre güvenlik kuvvetlerine gönderilip, tutuklanmaktadırlar. Kutsal Kitap dâhil binlerce dini eser “Geçmişin Çöpleri” denilerek yasaklanmıştır. Vakıf mallarına el konulmuştur. Öğrencileri dinsizlik prensiplerini öğrenmeye zorlamışlardır. Doğu Türkistan’ da 29 binden fazla camiyi ya askeri binalara ya da ahırlara çevirmişlerdir. Camilerdeki 54 binden fazla imamı tutuklayıp, işkence etmişlerdir. Onları pis ve eza veren işlerde çalıştırmışlardır.(Lağım temizleme ya da domuz yetiştiriciliği gibi)

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 170

11-EĞİTİM SORUNLARI ve UYGUR TÜRK LEHÇESİNİN YASAKLANMASI: Müslüman halka uygulanan sindirme ve baskı yöntemlerinden biri ise eğitim alanında kendini göstermektedir. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 171

Uygurların 1000 yıldan beri kullandıkları Arap alfabesi 23 Ekim 1969 tarihinde tamamen yasaklanmıştır. Mao, kültür devrimine rağmen Çin alfabesine dokunmazken, Uygur alfabesini İslam harflerinden Kirilce'ye çevirmiştir. Bir müddet bu alfabe kullanıldıktan sonra Latin harflerine geçilmiş, ancak bu defa da Türkiye ile kültür köprüleri kurulmasın diye tekrar İslam harflerine dönülmüştür. Alfabe ile bu kadar sık oynamanın nesiller arası anlaşmayı ne kadar zor bir hale getireceği ise açıktır. Bölgedeki üniversitelerde eğitim Çince'dir. Bu üniversitelerde okumasına imkan tanınan Müslüman öğrencilerin oranı ise ancak %20'dir. Ekonomik güçlükler ise, Müslüman halkın eğitim seviyesini düşüren önemli bir etkendir. Çince eğitim yapan orta dereceli okullar gelişmiş imkanlara sahipken, Uygur okullarında sıra bile bulunmamaktadır. Okullarda din dersi programlarının esası ateizm üzerine bina edilmiştir. Otuz yılda dört defa alfabelerinin değiştirilmiş olması da yine bölgedeki Müslümanlara yapılan asimilasyon uygulamalarının bir parçasıdır. Her ne kadar Çin hükümeti Birleşmiş Milletler’ e “eğitim hakkı”na dair garantiler vermiş, azınlık dillerinin sistemleştirilmesi ve azınlık okullarının idare hakkı elde etmesiyle ilgili çalışmaları olduğunu belirtmişse de; Doğu Türkistan söz konusu olduğunda hükümetin sözleriyle uygulaması arasında tam bir tezat yaşanmaktadır. Üstelik eğitim konusunda resmi Çin rakamları gerçeği yansıtmamaktadır. Daha önce de değinildiği gibi, Doğu Türkistan halkına Çinlilerle aynı imkânlar verilmemektedir. Türk okullarının çoğunun donanımı oldukça zayıf durumdadır; öyle ki, bazı Türk okullarında öğrencilerin çıplak zeminin üzerinde yazıp okudukları bildirilmektedir. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 172

Asimile olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bir halkın uzun vadeli en iyi mücadele yöntemi, yeni nesillerin iyi bir eğitimden geçmesidir. Dolayısıyla bu durumun farkında olan Çin yönetimi, böylesi bir mücadeleyi en başından engellemek için Doğu Türkistan halkının kaliteli eğitim alma yollarını neredeyse tamamen kapamıştır. Eğitime ayrılan ödenek kısılmakta, başka ülkelerde okumak isteyen gençlerin önüne birçok engel çıkarılmaktadır. Eğitim alanında muazzam boyutlarda bir eşitsizliğin yaşandığı anlaşılmaktadır. Okullarda eğitim görme şansı, Çinli göçmenlerin gençlerine nispeten Doğu Türkistan gençlerinde oldukça düşüktür. Dinine, milliyetine veya bağımsızlık isteğine istinaden söylediği herhangi bir sözden dolayı Doğu Türkistanlı bir öğrenci okuldan atılabilir, dövülebilir, işkence görebilir ya da hapsedilebilir. Dil konusunda ise göze çarpan ilk değişiklik, bizatihi Doğu Türkistan topraklarının isimlendirilişidir. Doğu Türkistan 1949

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 173

yılında kesin olarak işgal edildiğinde ismi “yeni sınırlar”, “yeni sömürge” anlamına gelen “Sincan” ile değiştirilmiştir. Doğu Türkistan halkı bu ismi hiçbir zaman kabullenmemiş olsa da, Çin yönetimince kullanmaya mecbur bırakılmaktadır. Günümüzde Doğu Türkistan’daki bütün yayınların sadece %16’sı Türkçedir. İşgalden sonra 1958 yılına kadar Çince, okullarda yabancı dil olarak okutulduysa da, Çince eğitim daha sonra zorunlu kılınmıştır. Eylül 2003’ ten sonra bölgede Uygur Türk lehçesinde eğitim veren bütün anaokulu, ortaokul ve liseler kapatılmaya başlanmıştır. Bu okullar Çince eğitim veren okullarla birleştirilip, Türk öğretmenlere Çince ders verme mecburiyeti getirilip, Çince bilmeyen öğretmenler işten atılmıştır. Daha önce de ifade edildiği gibi Doğu Türkistan’da bağımsız bir yayın organı ve özgür bir medya ortamından bahsetmek söz konusu değildir. Halen yayımlanmakta olan birkaç süreli yayın olsa da, daha önce pek çok gazete ve benzeri süreli yayın siyasi nedenlerle kapatılmıştır.

12-) NÜKLEER DENEMELER: Çin’in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı, Doğu Türkistan’ın Taklamakan Çölü’ndeki Lop-Nor Gölü civarında bulunmaktadır. Ayrıca Çin’in “Nükleer Füze Üssü”nün de bu bölgede olduğunu Quick dergisi 1988 yılında açıklamıştır. 16 Ekim 1964’ten 1997’ye kadar hiçbir koruyucu tedbir alınmadan 11’i yeraltında olmak üzere 46 nükleer deneme yapılmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde kullanılan bombanın Richter ölçeğiyle 6.8

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 174

şiddetinde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir. Stockholm’ deki yetkililer, patlatılan bombanın Hiroşima’ ya atılan bombadan 6 ila 8 kat daha güçlü olduğunu açıklamışlardır. Bu patlamadan sonra tarihi kent Kaşgar’da yapılan bir araştırmada 5 bin kadar gencin yaklaşık aynı zamanlarda kör veya felç olduğu ortaya çıkmıştır. Benzer bir iddia, 17 Ağustos 1995 tarihinde Lopnor’ da gerçekleştirilen bir nükleer deneme esnasında patlatılan bomba için de ileri sürülmektedir; buna göre söz konusu patlama, yine Hiroşima’ ya atılan bombadan 10 kat daha güçlüdür. 16 Ekim 1964 tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı arasında kanser ve ölümcül hastalıklar had safhada görülmektedir. 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Müslüman sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir. Binlerce insan ise ya sakat kalmış ya da kanser gibi hastalıklara yakalanmıştır. Her ne kadar ayrıntılar kamuoyuna tam olarak yansımasa da, bu patlamalarda kullanılan bombaların şiddetli TNT ihtiva ettiği ve tesir gücünün oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Nükleer denemelerin yarattığı bozukluklar, insan sağlığı yanı sıra ekolojik dengeyi de olumsuz yönde etkilemektedir ki, bu da insan nesline karşı daha uzun süreli bir tehdit unsurudur. Halkın hastalıklara yakalanması, çocukların sakat doğması veya ölmesi bir yana, çevre kirlenmekte, ekolojik denge altüst olmakta, ürünler zarar görmektedir. Bütün bu süreç herkesin gözü önünde yaşandığı halde konuya ilişkin hiçbir tedbir alınmamaktadır. Sebze ve meyve çeşitlerinde azalmalar ve radyoaktif etkiler görülmektedir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 175

Nitekim, Batı ülkelerinin Çin’ den ithal ettikleri Doğu Türkistan menşeli kuru yemişlerde radyasyon tespit etmeleri üzerine Doğu Türkistan kaynaklı ürünlerin ithalini yasaklamaları bunun bir kanıtıdır. Bütün bunların üstüne, Çin hükümeti diğer ülkelerin nükleer atıklarını ve çöplerini almayı ekonomik fayda getireceği düşüncesiyle anlaşmalarla kabul etmiştir. Bu atıkları Doğu Türkistan topraklarında depolamışlardır. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 176

Urumçi Radyosu’nun 1988 yılında yaptığı bir yayında, nükleer denemelerin etkisiyle sarılık, deri kanseri gibi hastalıklara yakalanan 122 bin kişinin %54’ ünün öldüğü resmen açıklanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ nün verilerine göreyse 1975–1985 yılları arasında lösemi vakalarının oranı %7 artmış ve nüfusun %10’ u kanserle savaşmak zorunda kalmıştır. Örgütün 1988 tarihli raporunda Hoten, Yarkent ve Kaşgar şehirlerinde 3961 kişinin tanımlanamayan salgın hastalıklara yakalandığı belirtilmektedir. Sovyet Nükleer Bakteriyolojik Silah Programı’nda görev alan Ken Alibek’ in, ABD’ye kaçtıktan sonra 1992 yılında yayımladığı “Biohazard” kitabında, Bostun Gölü yakınındaki Malan’ da Çinlilerin gizli nükleer üslerinin olduğu açıklanmaktadır. Buna göre, Türk ve Moğolların yerleşim bölgesine 10 km uzaklıktaki bu bölgede Ebola ve Marburg bakterileri bulunmaktadır ki, bu da Çin’in 1980’lerde bakteriyolojik silah geliştirmiş olduğuna işaret etmektedir.

13-) DOĞU TÜRKİSTAN’ IN SÖMÜRÜLMESİ: Doğu Türkistan yer altı zenginlikleri bakımından yalnız Çin’de değil Asya kıtasında da sayılı ülkelerden biridir. Ancak Doğu Türkistan, tüm yeraltı zenginliklerine ve bereketli topraklarına rağmen, şu anda Çin’ in en fakir bölgelerinden biridir. Bu çelişki, Çin ekonomisinin temel hammadde sağlayıcısının Doğu Türkistan olduğu göz önünde bulundurulduğunda biraz daha anlaşılır bir hal almaktadır. Doğu Türkistan’daki toplam ormanlık alan iki milyon dört yüz otuz bin hektar olarak tahmin edilmektedir. Şu ana kadar tespit edilen Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 177

maden yataklarının türleri 118 olup, bunların içinde 30 tür maden işlenmek amacıyla Çin’e taşınmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistan’da 100’den fazla bölgede açılan maden ocakları faal durumdadır. Bu maden ocaklarında madenlerin rezervi çok fazla olup, en önemlileri petrol, krom, demir, taş pamuğu, mangan, bakır, silisyum, kurşun, pırlanta, altın, gümüş, uranyum, volfram, tuz, doğal gaz gibi stratejik öneme sahip, madenler de üretilmektedir. 72 Enerji kaynakları içinde kömür ve petrol rezervi oldukça fazladır. Doğu Türkistan’daki kömür yataklarının alanı 88,545 kilometrekare, rezervi ise 1.604.200.000.000 tondur. Bu kömür rezervi Orta Asya’da ilk sırada yer alır. Özellikle Tanrı Dağları’nın her iki eteğinde yer alan kömür madenleri rezervi çok yüksektir ve çıkarılması da kolaydır, işgal idaresi kömür madenlerinde hiç bir yenilik getirmemiştir. Hala yüz yıl önceki usullerle kömür çıkarılmaktadır. Elle kazmak ve insan sırtında taşıma gibi gayri insanı ilkel usullerle yerli Türk halkı hayvan gibi çalıştırılmaktadır. Her saat ölüm korkusu ile yaşamaktadır. Üretim günden güne gerilemektedir, işgal yönetim bunu önlemek için, askeri disiplin uygulayarak 10-50-100 ve 1000 kişilik gruplar halinde işçileri iplere bağlayarak zorla çalıştırmaktadır. Doğu Türkistan kuzey ve güney bölgelerinde petrol ve kimya tesislerinin kurulmasına çok müsait alanlar ve şartlar mevcuttur. Doğu Türkistan’da en önemli madenlerden biri de endüstrinin itici gücü sayılan petroldür. Doğu Türkistan’da hemen hemen bütün bölgelerde petrol vardır. ÇKP’nin dış ülkeler için yaptığı

72 http://dogu-turkistan.net/2012/12/13/dogu-turkistanin-simdiki-durumu/ Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 178

propagandaya bakıldığında, kuzeydeki Çungarya havzasında bulunan Karamay petrol bölgelerinde günde ortalama 25-40 bin ton arasında petrol üretilmektedir. Bu rakam Şincang Özerk Bölgesi petrol idaresinin başkanı Variscan tarafından 1987 yılında Tian Şan misafirhanesinde düzenlenen brifingde verilmiştir. 1980-1981-1990′da yapılan araştırmalara göre, Kucar, Kargalık Taklamakan ve Hoten bölgelerinde büyük rezervli petrole rastlanmıştır. Bu petrol ürünlerinin de büyük bir kısmının trenle Çin eyaletlerine taşındığı bilinmektedir. Fakat işgal idaresi 1983 yılından itibaren Doğu Türkistan’daki petrol kaynaklarının açıklanmasını yasaklamıştır. Bu petrol bölgelerinde işçi olarak çalışanların %99′u Çinli işçilerdir. Halbuki Çin işgalinden önce Doğu Türkistan’daki petrol sanayisinde çalışanların hemen hemen tamamı yerli Müslüman Türklerden oluşuyordu. Doğu Türkistan’da şimdiye kadar 5.000 yerde maden ocağı bulunmuş olup bu, Çin’deki toplam maden ocağının % 85′ini teşkil eder. Yaklaşık 500 bölgeden petrol, 30 bölgeden doğal gaz çıkarılmaktadır. Petrol rezervi 8 milyar ton olarak tespit edilmiş ve her yıl 10 milyon ton petrol Çin’e taşınmaktadır. Yıllık altın üretimi de 360 kg. civarındadır. Uranyum, volfram gibi stratejik madenler ile tuz ve renkli kristal taşları Doğu Türkistan’ın başlıca yer altı ürünlerindendir. 150 bin km² tarım arazisine ve bir o kadar ekilebilen toprağa ve 12 bin km² genişliğinde ormanlık alana sahip Doğu Türkistan yaylalarında 60 milyona yakın küçük ve büyük baş hayvan beslenmektedir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 179

Bu doğal kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılması gereken Doğu Türkistan, maalesef şu anda “geri kalmış bir ülke” hüviyetinde olup, halkı kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin’e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin Pekin’e aktarılmasıdır. Nitekim, Çin yöneticileri, Çin’in ham madde zenginliklerinin % 85′inin Doğu Türkistan’dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların % 90′ını ve petrol tesislerinde çalışanların % 99′unu bölgeye yerleştirilen Çinliler oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkler arasında işsizlik oranı çok yüksektir. Doğu Türkistan’ın uranyum, doğal gaz, petrol, altın gibi madenleri Çin’e transfer edilir ve bu doğal kaynakların kullanımı her yönüyle merkezi yönetimin denetimi altında tutulurken bu kaynakların gerçek sahibi olan Doğu Türkistanlıların ise “ne kadar üretim yapıldığı, kar paylarının ne olduğu” gibi konularda bilgi edinmeleri dahi mümkün değildir. Doğu Türkistan’ın doğal kaynaklarının Çin için ne kadar hayati bir değer taşıdığını görmek için istatistiksel rakamlara kısaca göz atmak yeterlidir. 1989 yılının ilk çeyreğinde Doğu Türkistan, Çin’ e 7.68 milyon varil ham petrol, 906 milyon ton kömür, 444 milyon ton da işlenmemiş tuz göndermiştir. 1993 yılında ise Doğu Türkistan’ da 10,4 milyon varil ham petrol çıkarılmış, ancak karın tamamı Çin hükümetine gitmiştir. Çin, kendi ekonomisi için Doğu Türkistan’ın kaynaklarını sömürmekte, Müslüman Türk halkını ise fakirliğe ve açlığa mahkûm etmektedir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 180

Ekonomik baskı, Çin’ in Doğu Türkistan’ da uyguladığı soykırımın çok önemli bir parçasıdır. Bugün Doğu Türkistan halkının büyük kısmı fakirlik içerisinde yaşamakta, %80′ inden fazlası da açlık sınırının altında hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. Çinli göçlerinin teşviki ile Doğu Türkistan ekonomisi denetim altında tutulmaktadır. Bu konudaki rakamlar da, Çin’ in baskıcı politikasını göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir: Urumçi’ deki endüstriyel işçilerin sadece 200 bini Türktür, geri kalanı ise Çinli’dir. Urumçi yakınında bulunan büyük bir tekstil fabrikasında çalışanların sadece %10′ u Türk’ tür. Kaşgar yakınlarında bulunan ve 12 bin kişi çalıştıran bir fabrikada Türk işçi sayısı sadece 800′ dür. Urumçi yakınındaki bir başka fabrikada 2.100 işçi çalışmaktadır, ancak bunların sadece 13 tanesi Türk’ tür. 1986′ da Poskam’ da yeni bir petrol rafineri tesisi kurulmuştur, burada çalışan 2.200 kişinin hepsi Çinli’ dir. 1989′dan itibaren, özellikle Tarım Ovası’nda petrol aramak için gelen yeni şirketlerin sayısı hızla artmış, ne var ki bu bölgede çalışan 20 bin işçinin neredeyse hepsi Çinli nüfus arasından seçilmiştir. Çalışmamız yayınladıktan sonra Doğu Türkistan'da 53 tonluk dev altın rezervi bulunmuştur. Şinhua ajansının, bölgenin Jeoloji ve Maden Kaynakları İdaresine dayandırarak verdiği haberde, İli vadisindeki Şinyüen kasabasında bulunan rezervin değerinin 20 milyar yüen (yaklaşık 3,2 milyar ABD doları) olduğu kaydedilmiştir. 3 kilometre uzunluğunda ve 60 ila 300 metre derinliğinde olduğu ifade edilen madende ayrıca 31 bin 200 ton bakır bulunduğu belirtilmiştir. 1998'de yine aynı vadi de 50 tonluk bir altın rezervi

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 181

bulunduğu ve bunlardan Türkler’in payının ne olduğu ortada iken bu madeninde akibeti sır değildir. Doğu Türkistan halkına karşı uygulanan bu ayrımcı politika o derece ileri gitmiştir ki, bölgenin tarihi, kültürü ve medeniyeti hakkında hiçbir bilgisi olmayan Çinliler turist rehberliği görevini üstlenmeye başlamıştır. Üstelik bu şekilde bölgeye gelen yabancılara bilgi akışı da Çin denetimi altında gerçekleştirilmekte, bir anlamda Doğu Türkistan Müslümanlarının seslerini dünyaya duyurmaları engellenmektedir. Öte yandan geçimini tarımdan sağlayan Müslüman Türk halkı, Kızıl Çin’ in yeni kanunları nedeniyle daha fazla vergi ödemek zorunda bırakılmaktadır. Bazı bölgelerde çiftçiler ürünlerini yarı fiyatına devlete satmaya mecbur bırakılmakta, Çinli çiftçilerin ürünleri ise daha yüksek fiyattan alınmaktadır. Bazı Müslüman çiftçilere toprakları zorla sattırılmakta ve onlar da Doğu Türkistan’ ın işsizler ve fakirler ordusuna katılmaya mahkûm edilmektedir. Tüm bunların yanı sıra sadece Doğu Türkistan Müslümanlarına mahsus “haşer” olarak adlandırılan ücretsiz mecburi hizmet, zaten fakir olan çiftçileri daha da zorlamaktadır. Bu adaletsiz sisteme göre Doğu Türkistanlı her Müslüman Türk, yılın bir veya bir buçuk ayını Komünist Parti’nin kendisine vermiş olduğu mecburi bir işi, ücret almadan yerine getirmek zorundadır. Ama Çinliler, kanunda belirtilen müddete aykırı olarak, başta çiftçiler olmak üzere halkı yılda 5–6 ay arasında ücret ödemeden mecburi işlerde çalıştırmaktadırlar. Zamanlarının çoğunu kendi memleketlerinde bir esir gibi çalışmakla geçiren Türk çiftçiler, varlık içinde yokluk yaşamaktadırlar

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 182

14-) ÇİN HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN YARGIDAN KORUNMASI VE YARGI AYRIMCILIĞI 1949 yılından bu yana devam eden işgalde Doğu Türkistan’ da yaşayan insanlara karşı, çok az bir kısmına değinebildiğimiz insanlık suçlarını işleyen ve anılan tarihten itibaren görev yapmış Çin Hükümet yetkililerinden bugüne kadar kimse bütün imza attıkları vahşete rağmen yargılanıp hüküm giymiş değildir. Doğu Türkistan Cumhuriyeti işgal altına alınmış bir devlet 1949’dan beri çıkan ayaklanmalardan ele geçirilen isyancıların terörist olarak yargılanması ve halk yapılan eziyetler suçtur. Çünkü bunlar savaş hukukunu ilgilendiren konulardır ve uluslararası sözleşmelerle tanımlanmışlardır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 183

SONUÇ OLARAK; Doğu Türkistan’ın tarih boyunca Türk Devletlerinin toprakları olması nedeniyle, bugün 24 milyon Uygur’un yaşadığı mezalim bir insanlık suçudur. Her milletin kendi ülkesinde özgürlük içinde yaşamaya hakkı olduğu inancı artık medeni milletler nezdinde resmen kabul görürken; Çin yönetimi hangi çağda yaşadığını unutmuş görünüp, güçlü olanın haklı olduğu ve diğer milletlerin topraklarının keyfi işgal edildiği eski çağlara özlem duyuyor görünmektedir. Artık insanlar kupon karşılığı yemek almıyor, tek tip giyinmeye zorlanmıyor ya da Mao'nun "küçük kırmızı kitap" ‘ını ezberlemedikleri için işkence görmüyor olabilirler. Ancak komünist rejimin yeni dünya düzenine uyarlanan yeni hali tüm acımasızlığıyla hayatta ve insanlar hala ezilmeye devam etmekte. Dünyanın kaynaklarının kıt, ihtiyaçların ise sınırsız olduğunu en başta bir hayat kuralıymış gibi kabul eden ve bu görüşü kalabalık nüfusunu doyurmak gayesiyle işgallerine mazeret kabul edip, ekonomik ihtiyaçlarını başka insanların sırtına zorla yüklemeyi gaye edinen emperyalist ruha sahip Çin Yönetiminin yetkilileri, hümanist olduğunu iddia ettikleri ideolojilerine dahi ihanet etmişler; 21.yy’ da bile Asya’ da kendilerine ait olmayan topraklara yayılmacılığı bir dış politika amacı haline getirmişlerdir. Öyle ki, bu emperyalist işgallerin ve yayılmacılığın kurbanları sadece Türkler olmamış, Tibet ve İç Moğolistan da işgal edilmiştir. Çin Komünist Partisi'nin gözünde, bir insan ancak ürettiği müddetçe değerlidir ve onun varlığı-yaşamı sadece Komünist Parti'nin belirlediği şekilde ve belirli sınırlar dahilinde düşünebilir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 184

Düşünmesi gerekmez ve düşündüklerini de aynı katı sınırlar içinde dile getirebilir. Bugün Çin'in dört bir yanında bulunan çalışma kampları, bu kamplarda çalışan milyonlarca insanı aşağılayan ve sömüren bir çalışma düzeni, halkın gözü önünde gerçekleştirilen toplu idamlar, hapishanelerde yaygın olarak başvurulan işkence yöntemleri, idam edilen mahkumların organlarının ticari malzeme olarak kullanılması, komünist yönetimin bu çirkin yüzünü ortaya koymaktadır. 73 Tüm bunlar sanki Patagonya’da yaşanıyormuş gibi özellikle son yirmi yıldır çeşitli basın organlarında Çin'in liberal ve demokrat bir çizgiye doğru hızla ilerlediği propagandası yapılmaktadır. Ancak gözden kaçan nokta şudur ki: Çin'in hangi sebeple olursa olsun ekonomik alanda kapitalist uygulamalara geçmesi ve kapılarını yabancı yatırımcılara açmış olması, bu ülkenin siyasi yapısında ve ideolojisinde kısaca kafasında bir değişim yaşandığı anlamına gelmemektedir. Aksine yukarıda da anılan insanlık dışı uygulamalar, iktidardaki Çin Komünist Partisi'nin zihniyetinin hep aynı olduğunu göstermektedir.

BM GÜÇLÜ DEVLETLERİN OYUNCAĞINDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR Birleşmiş Milletler, 2.Dünya Savaşından sonra medeni dünya olarak tabir edilen yenidünya da, insanlığın sorunlarının eşitlik, adalet ve barış ilkeleriyle çözümünü sağlama iddiasıyla

73 http://www.harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve- Dogu-Turkistan Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 185

kurulmuştur. Oysa pratikte savaş sonrası galip ve güçlü devletlerin yapmak istediklerinin tasdikleyici bir makamı olarak hizmet etmektedir. Birleşmiş Milletler kurulduğundan bu yana sözde bahsedilen yönde çabalar sergilemesine rağmen bir çok insan onun aslında güçlü devletlere hizmet eden bir kuruluş olduğunun farkındandır.

BATININ TURAN DEVLETİ FİKRİNDE SAPLANDIĞI AÇMAZ Günden güne önem kazanan petrolün ve doğal kaynakların Orta Asya ve Türk illerinde çok miktarda tespit edilmesi üzerine dünya jandarması rolü oynayan ABD, çeşitli stratejiler dener. Çan Kay Şek yönetimini desteklemek bunlardan birisidir. Eğer bunu başarabilseler, Çin ‘in ezici gücünü kendi güdümündeki kuklaların emirlerine verip bölgeyi istedikleri gibi sömürebileceklerdir. Mao ve ordusu Çan Kay Şek’i ezip geçince ABD acı gerçekle yüzleşir. Her iki devletin çok büyük olan orduları ile savaşacak güce sahip değildirler. ABD ‘nin Kore Savaşı’nda nükleer gücüne rağmen aldığı yenilgi de bunun ispatıdır. O günden sonra batılı strateji uzmanları işin her türlü yönden incelendiği araştırmalar yapıp raporlar hazırlarlar. Görülür ki ortaya yeni çıkan Hindistan’ında sahnede olduğu bir bölgede ABD’nin dünya jandarmasını oynaması imkansızdır. Ancak bölgede yaşayan Türkler arasındaki kan ve din bağı üzerinden elde edilecek bir yumuşak güçle asker filanda kullanmadan tüm bu üç dev üzerinde de bazı tavizler elde edilebilir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 186

Ancak bu stratejinin olmazsa olmaz bazı şartları vardır : 1. Türkiye’nin başına güdümlü yöneticilerin geliyor olması 2. Türkiye’de bu coğrafyaya karşı hassas olan İslami ve milliyetçi camiaların başına güdümlü yöneticilerin getirilmesi 3. Uygun zamanlarda halkın gazının alınarak bu yöneticilerin deşifre olmasının engellenmesi Bunların dışında yinede batı her zamanki batı olması nedeniyle güven problemi yaşamaktadır. Çünkü Türkiye ne olursa olsun Osmanlı Torunudur ve en zor gününde o coğrafyalara yardımlar ulaştıran Osmanlı ruhu bir dirildiği anda, Türkiye kendi soydaşlarına ait kaynakları Agop’un kazı gibi yutmaya hazır sömürgecilere avucunu yalatacaktır. Böyle bir olay sömürgeciler için olabilecek en ters aksiliktir. Ayrıca bir noktadan sonra sömürgeciler ne kadar güdümlü yöneticiler kullanırsa kullansın halk gerçekleri görecek ve bu yöneticilerle birlikte ülkenin damarlarına nüfuz eden bütün Truva atlarını söküp atacaktır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 187

DOĞU TÜRKİSTAN DAVASININ ÖNCÜ İSİMLERİ

Rabia Kadir

1947 yılında Doğu Türkistan’da doğmuştur. Fakir bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Çamaşırcı olarak iş hayatına atılan Rabia Kadir, ilk kocasından ayrıldıktan sonra, 27 yaşında 6 çocuk annesi olmasına rağmen tekstil sektörüne geçiş yapmıştır. 1978 yılında, Sıdık Hacı Rozi ile evlenmiş, birlikte 3 çocuk yapmış, 2 çocuk ta evlatlık edinmişlerdir. Rabia Kadir sürekli yeni atılımlar ile Çin yönetiminin engellemelerine rağmen ülkenin sayılı zenginleri arasına girmiştir. Ülkenin en zengin 10 kişisi içinde yerini alan Kadir, 1995- 1997 yıllarında Çin yönetimine danışmanlık yapmıştır. BM’nin 4. Dünya Kadınlar Konferansında görev almış, Çin yönetimi, azınlıklar arasından çıkan, en başarılı kadın diye onu örnek göstermiştir. Rabia Kadir’in Çin yönetimi ile zıtlaşması eşi Sıddık Ruzi’nin, 1996'da ABD'ye sığınması ile başlamıştır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 188

Rabia Kadir, Çin Halk Kongresi'nde 1997 yılında yaptığı bir konuşmada Çin Hükümetinin Sincan politikasını çok sert eleştirmiş ve bu yüzden kısa süre sonra Halk Kongresinden çıkarılmıştır. Rabia Kadir aynı yılda (1997) kadın haklarını ve kadınların meslek dünyasındaki imkânlarını genişletmek için mücadele amacı ile Bin-Analar-Harekatını yaratmıştır. Bin-Analar-Harekatı, Müslüman kadınları iş hayatına kazandırmak ve Uygur kadınlarının kendi işlerini kurmasını destekleyen bir yardım kampanyasıdır. Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için çalışmaya başlayan Ruzi’nin ardından Rabia Kadir’inde siyasete girmek istemesi Çin yönetimini harekete geçirmiştir. Rabia Kadir ‘in siyasete girmesi engellenmiştir. Kalemi kırılan Rabia Kadir için bir suç isnat etmeleri için bahane arayan Çin yönetimi çok geçmeden aradığına kavuşur. Rabia Kadir’in eşine gazete göndermesini, 'ulusal güvenliği tehlikeye atma suçu' sayan Çin yönetimi, ABD delegeleriyle görüştüğü için, ulusal ayrımcı hareketle bağlantısı olduğu gerekçesiyle Ağustos 1999'da gözaltına alınmasını emretmiştir. Mart 2000'de sekiz yıl hapis cezasına çarptırılarak, 6 yıl hapis yatan Rabia Kadir, Uluslararası Af Örgütü başta olmak üzere, birçok insan hakları kuruluşu tarafından desteklenmiştir. Uluslararası baskılar nedeniyle Pekin yönetimi tarafından erken salıverilen Rabia Kadir Washington’a giderek, burada sürgün hayatı yaşamaya başlamıştır. İşgalci Çin devleti onu, bir numaralı devlet düşmanı ilan etmekte gecikmemiştir. 2004 yılında, Norveç tarafından ‘Rafto Barış Ödülü’, kendisine verilmiştir. 2006 yılında Nobel Barış ödülüne

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 189

aday gösterilmiştir. Aynı yıl, Dünya Uygur Konferansı başkanı seçilmiştir. 21 Mart 2013 tarihinde BM genel merkezinde düzenlenen toplantıda, alışılagelen “Doğu Türkistan, Çin toprağıdır, Uygurların BM’e giriş hakları yoktur” gibi tezleri karşında verdiği cevaplar, Çin sözcülerini pes ettirir ve bunun altında ezilen Çinli gazeteciler ve konuşmacılar işi fiziksel saldırıya geçerler. Rabia Kadir, Wang Yi adında bir Çinli kadının "Doğu Türkistan diye bir yer yoktur" sorusuna şu cevabı verir: "Dünyada imparatorluk kurmuş İngiltere, Osmanlı, Almanya, Rusya gibi devletler başka ülkeleri işgal ettiği zaman kendilerinin bu toprakları işgal ettiğini kabul etmiştir. Ama dünyada sadece Çinliler işgal ettiği toprağı 'eski bir ayakkabısını toprağa gömüp sonra oraya arkeolojik kazı yapıp oradan taş çıktı, oradan yazı çıktı' demek suretiyle oranın eskiden kendi toprağı olduğunu ileri sürerler. Bugün biz BM'ye insan hakları ihlalleri konusunda konuşmaya gelmiştik. Toprakla ilgili konuşma niyetimiz yoktu. Ama Erkin Alptekin'le beni bu konuda konuşmaya zorladınız. Doğu Türkistan hiçbir zaman Çin'in toprağı olmadı. Tarihi tarihçiler yazsın. Siz kendi kafanızdan tarih yazamazsınız. Bizim tarihimizi Komünist Parti yazmayacak, biz de yazmayacağız. Biz sizlere kırılmayız. Çünkü sizlerin beynini Komünist Parti yıkadığı için siz böyle konuşuyorsunuz. Gerçek tarihi okuduğunuz zaman gerçekleri öğreneceksiniz. Bu toprak sizlerin değil. Bu tarih sizin tarihiniz değil. Niçin insanlarımız orda katliama uğruyor peki? Niçin Tibet temel hakkı olan özerklik hakkını bile alamıyor? Tibetlilere bile bölücü,

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 190

terörist diyorsunuz. Bizi ve Moğolları da bölücü, terörist diye tutukluyorsunuz. Neden dilimizi asimile etmek için uğraşıyorsunuz? O halde neden bizi böyle acımasızca bastırıyorsunuz? Bunun tek nedeni var o da bu toprağın sizin değil bizim oluşudur. Sizler bizi yok ettikten sonra kendinizin yapmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. Tarihte pek çok ulus başka ülkeleri işgal etti. Ama o topraklar sonsuza kadar işgal eden ülkenin toprağı olamadı. Bizim toprakları 1949 yılında işgal ettiniz. Ondan önce biz topraklarımızda özgürdük. O yıllarda sizlerin bizim toprağımızı işgal edecek gücünüz bile yoktu. Stalin'in desteği ile işgal ettiniz topraklarımızı.”74 Bu sözleri sindiremeyen Çinliler sonuçta acizliklerini kabulün bir ifadesi olarak, gazeteye ait ses kayıt cihazını Rabia Kadir’ fırlatacak kadar basitleşirler. Her fırsat ve platformda soydaşlarının yaşadıklarını bıkmadan usanmadan anlatan Rabia Kadir, halen ABD'nin Virginia eyaleti Fairfax kentinde yaşamakta ve Çin mezalimine karşı direnmektedir.

74 http://www.haber7.com/asya/haber/1004379-uygurlarin-annesi-cinlileri-rezil- edince Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 191

Osman Batur

Osman Batur’un hayatını çalışmamızda anlatmış olduğumuz için sadece kısa bir özet geçmekle yetineceğiz. Asıl adı Osman İslâmoğlu olup ünlü kahraman Böke Batur’un yanında yetişmiştir. 1940 yılında dayanılmaz boyutlara ulaşan Çin zulmüne karşı karşı ilk kıvılcımı yakanlardan biri olmuştur. Camilere tecavüz eden, Kur’an-ı Kerim’i yakan Çinlileri protesto eden Türk’lerin isyancı oldukları bahanesiyle tutuklanması ardından da Türklerin elindeki silahların toplanmaya başlaması sonucu tek başına dağa çıkmıştır. Kısa sürede etrafına toplananlar ile birlikte Altayları yavaş yavaş Çinlilerden ve Ruslardan temizlemesi gösterdiği kahramanlıklar sonucu halk ona BATUR lakabını verir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 192

Halk tarafından liderliğe getirilen Osman Batur bir yandan da savaşına devam etmiştir. Ancak Mao yönetiminin Çin yönetimini ele geçirmesiyle birlikte Çinliler büyük askeri kuvvetlerle Türkistan’a girmişlerdir. Yavaş yavaş gücü azalan ve zaten silah imkanı kısıtlı olan Osman Batur giderek sıkışmaya başlamıştır. Etrafında kadın - çocuk dahil 4.000 kişi kadar insan kalan Osman Batur bir çarpışmada cephanesi bitince, Kamambal Dağı’nda, Çinlilere esir düşmüştür. Şöhretini lekelemek ve halka gözdağı vermek için Urumçi sokaklarında gezdirilerek gözden düşürülmek istenmiştir. Bir yandan da uzun süre işkence gören Osman Batur Çin ‘li zalimlere istediğini vermemiş ve sonunda göstermelik bir mahkeme ile idamına karar verilmiştir. 29 Nisan 1951 tarihinde Urumçi’de önce kulakları ve kollarını kesip ardından kurşuna dizerek idam etmişlerdir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 193

Hoca Niyaz Hacı

Doğu Türkistanlı mücahid ve devlet adamlarındandır. Kumul Prensliğine bağlı, Taraatı adındaki bir dağ köyünde doğmuş, 1911 yılında Kumul şehrinde, Timur halife adındaki bir mücahidin liderliğindeki ayaklanmada büyük başarılar gösterdiğinden Kumul Prensi Şah Maksut tarafından Muhafız kıtası komutanlığına tayin edilmiştir. 1931 yılında artan baskılar sonucu Kumul isyanını başlatmıştır. 1933 yılında ise kazanılan başarılar sonucu ilan edilen devletin başkanlığına seçilmiştir. Ne yazık ki Çinliler ve Rusların işbirliğine karşı yardım başvurusunda bulunduğu Türkiye’den destek alamamış, silah satın almak istediği diğer devletlerde kendisini geri çevirmiştir. Ruslar bağımsız Türkistan Devleti kurulursa kendi yönettiği Türk hanlıklarının da ayaklanacağına inandığından, kukla olarak orada bulunan, Rus yanlısı valinin isteği üzerine uçaklar, tanklar ve zırhlılarında desteğinde büyük bir kuvvet sevk ederler. Oluşumunu henüz tamamlayamamış genç devlet fazla direnemez.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 194

Rus kuklası olan General Şeng Si Say, Rusların direktifi ile 300.000 kişiyi tevkif eder. Bunların 100.000 kişiden fazlası hoca Niyaz Hacı başta olmak üzere zehirli gaz ocaklarına atılarak şehit edilir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 195

İsa Yusuf Alptekin

1901 yılında Doğu Türkistan'ın Kaşgar vilayetine bağlı Yenihisar kasabasında doğmuş, öğrenimini Doğu Türkistan'da tamamladıktan sonra çeşitli memuriyet görevlerinde bulunmuştur. Sincan Eyaletinde memur olarak görev yapmış ve 1926 yılında Sovyetler Birliğine, Andican konsolosluğuna yazıcı olarak gönderilmiştir. Orada milli mücadele taraftarlarıyla bağlantı kurmuştur. 1931'de Hoca Niyaz tarafından başlatılan ayaklanma (Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti) sırasında Kuomintang'a yanaşmış ve Sincan Eyaleti valisinin zulmünü Çin hükümetine anlatmıştır. Bu durumun önlenmesini, aksi takdirde ayaklanmanın yayılacağını, Sovyetler'in işgalinin sözkonusu olacağını belirtmiştir. Nankin'de dergilerini çıkararak Doğu Türkistan'ın özerklik haklarını genişleştirmeye çalışan İsa Yusuf Alptekin, 1936 yılında Çin Cumhuriyeti Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 196

meclisi üyeliğine seçilmiştir. 1944'de İli'de başlayan ayaklanma (Doğu Türkistan Cumhuriyeti) neticesi kurulan hükümete girmesini ilgililer istememiştir. Ancak 3 yıl sonra Kuomintang'ın temsilcisi olarak Doğu Türkistan hükümetine girmiş ve genel sekreterlik görevine getirilmiştir. 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun Doğu Türkistan'da konuşlandırılması ile birlikte o günkü Hindistan'ın Keşmir eyaletine sığınmak zorunda kalmıştır. 1954 yılında Türkiye 'ye geçmiştir. Bir bakıma şanslıdır çünkü Böke Batur gibi ele geçmemiştir ve dahası Boraltan faciasına izin veren devlet kadrosu yıllar önce halkın gazabına uğramıştır. Türkiye'ye gelir gelmez İstanbul'da Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyetini kurarak, Shärqiy Türkistan Awaz (Doğu Türkistan Sesi) dergisini çıkararak Doğu Türkistan sorununun dünya kamuoyuna anlatılması çabalarının yoğunlaştırmıştır.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 197

Yabancı ülke yöneticileri nezdinde olduğu kadar Türkiye hükümetleri nezdinde de Doğu Türkistan davasının anlatılması için mücadele vermiştir. Parti liderleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanlarıyla görüşmüştür. Bir konuşmasında, "Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin halledilmesi davasında öncülük şerefi, Türkiye'nin hakkı olsun.... diyen İsa Yusuf Alptekin, 17 Aralık 1995 gecesi vefat etmiştir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 198

Barat Hacı

75 Barat Hacı 16 Ekim 1910 yılında Doğu Türkistan'ın Kaşgar şehrinde dünyaya gelmiştir, adını doğduğu gece olan Berat gecesinden almıştır. 1931 senesinde Doğu Türkistan'ın Kumul şehrinde Mançu-Çin istilacı hakimiyetine karşı Hoca Niyaz önderliğinde mücadele haberini duyan Barat Hacı, birkaç arkadaşıyla birlikte bu mücadeleye katılmakta gecikmemiştir. Barat Hacı ayaklanmada

75 80 yaşını geçkin Barat Hacı kendini Çin konsolosluğuna zincirlemiş durumda iken çekilen bu poza bakıp ta günümüzün sanal kahramanlarını anmamak olmaz. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 199

etkin rol oynamış ve arkadaşlarıyla birlikte birçok bölgeyi kurtarmıştır. Rusların saldırması ile genç devletin ortadan kaldırılması sonucu Barat Hacı'nın da hapishane hayatı başlamıştır. İlk zindan deneyimi 1937-1942 arasında olmuştur. Çıktıktan sonra tekrar mücadele saflarına dönmüştür. Barat Hacı'nın Doğu Türkistan'ın güney bölgelerindeki mücadeledeki azmi ve fedakarane tavrı Milliyetçi Çin'in yöneticilerini korkuya düşürmüş ve takibe yeniden başlanmıştır. 1945'te kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin ilanına kadar epey sayıda ölüm tehlikesi atlatan Barat Hacı, kendi komutanlığında birkaç bölgeyi işgalden kurtarmıştır. Doğu Türkistan orduları dağıtılınca 1960'a kadar mücadeleyi ferdi olarak sürdürmüştür. Bu sırada Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin üst düzey yöneticileri,Çinlilerce teker teker idam edilmeye başlanmıştır. Daha alt görevlerde olanlar ise hapse atılmaya başlanmıştır. Bu şekilde Barat Hacı'nın da ikinci hapis hayatı başlamıştır. 1960'tan, 1981'e kadar tam 21 sene Pantürkizm suçundan Çin zindanlarında, hücrede kalmıştır. 80 santimetre eninde 1,5 metre uzunluğunda karanlık beton bir hücrede, elleri ve ayakları prangalarla bağlanarak, bir gün yiyip bir gün oruç tutarak 21 yıl direnen Barat Hacı, 1981 senesinde hapisten çıktığında 38 kiloya kadar düşmüştür. Hücrede olduğu süre boyunca meşhur Çin işkencesinin en damıtık örnekleriyle karşılaşmıştır. Daracık hücresinde yıllar boyunca çıldırmaya ve ölüme direnmiştir. Gün ışığını günde sadece 5

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 200

dakika görmesine izin verilmiştir. Acıdıklarından değil, birinden su içip yemek yediği, diğerinden de abdest bozduğu iki toprak kâseyi cellâtlarına uzatmak için. Elleri ayakları 16 okkalık zincirlerle sürekli bağlı durmuştur. O uzun süre boyunca ne bir gram et nede yağ verilmiştir. Sadece ve sadece günde bir parça mısır ekmeği. Saçı ve sakalı beline inmiştir, tırnaklarını taşlara sürterek kısaltabilmiştir. Öylesine kirlenmişlerdir ki pantolonları çıtır çıtır kırılmıştır. Çinliler burnuna acı biberle kaynamış sirke karışımı döktükleri için gözleri zayıflamıştır. Öyle işkenceler uygulanmıştır ki bağırsakları yer değiştirmiştir. Yıllar sonra iflas eden bir böbreği de alınmıştır. . O günleri soranlara şöyle anlatacaktır : “Eğer bir gün oruç tutup, bir gün yememiş olsaydım çoktan ölürdüm. Geceleri Kur’an okuyup namaz kıldım, gündüzleri idman yaptım. “ Her cümlesine eklemeyi ihmal etmediği bir cümle vardır: “Allah beni sakladı.” Barat Hacı hapisten çıktıktan sonra 1985'e kadar gözetim altında tutulmuş,1993'te Türkiye'ye gelmiştir. Doğu Türkistan'da halen devam eden Çin Zulmünü tüm dünyaya haykırmak için zaman zaman Türkiye'de düzenlenen yığılışlara uzun ak sakalı,başında dopbasıyla, bir elinde Al Bayrak diğerinde Gök Bayrak olduğu halde, gençlerin önünde en ateşi mücahid olarak katılmıştır. Kendisini Çin konsolosluğunun kapısına kilitlediği zaman defalarca ekrana yansımıştır. 93 yıllık ömrünün uzun kısmını zulüm, işkence, gözyaşı ile cephede ve hücrede geçiren Barat Hacı, hac farizasını ifa edip ismi gibi hacı olduktan sonra Şubat 2003'te Mekke'de vefat etmiştir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 201

Enver Tohti

Bir Mesut Yılmaz Klasiği Daha 76 Çin’in zulmüne uğrayanlardan öyle bir isim var ki hikayesini okuyunca şaşırıp üzülmemek, “bu kişiler nasıl olmuş ta bu ülkeyi idare etme şansı yakalamış” dememek elde değil.

77 Urumçi’de Çin baskıları altında doğu büyüyen Enver Tohti gene de pes etmez ve okulundan doktor olarak mezun olur. Urumçi’ de 13 sene kanser üzerine çalışan doktor Enver Tohti burada dikkatini çeken bir olayın üzerine gider ve kıyametler kopar. Enver Tohti olayı kendi ağzından şöyle aktarır : “Ben Urumçi’de doğdum, büyüdüm. Urumçi’de 13 sene kanser cerrahı olarak çalıştım. Çalıştığım zaman kanser hastası sayısının çok fazla olduğunu gördüm ve bunun nedenini araştırmaya başladım.

76 http://www.habervaktim.com/haber/79729/cin-zulmunden-kacti-yilmazin- zulmune-yakalandi.html 77 Enver Tohti resimde solda Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 202

Araştırmalarımda Doğu Türkistan’daki kanser hastası sayısının güneydeki Çin bölgelerinden yüzde 35 daha fazla olduğunu gördüm. Bunun sebebi ise 1964-1996 yılları arasında Doğu Türkistan’da Çin’in gerçekleştirdiği 48 atom bombasıdır.

1994’te, çalıştığım hastane 500 yataklıydı. Kanser hastası sayısı artınca bu sayı 2000’e çıkarıldı. Bizim hemen güneyimizdeki Çin bölgesindeki kanser hastanesindeki yatak sayısı ise 800. Orada 100 milyon Çinli yaşıyor, biz ise 20 milyonuz. Sadece bu yatak sayısı ve nüfus oranı, Doğu Türkistan’daki kanser vakalarının çok fazla olduğunu gösteriyor.” 78

Belgesele 20 Yıl Hapis Tohti, araştırmalarından sonra Uygurlar arasında bir hayli yüksek olan kanser vakalarıyla ilgili bir belgesel film yapar ve bu film büyük bir yankı uyandırır. Film yayınlandıktan sonra hakkında dava açılan Tohti, “Devlet sırlarını ifşa etmekten 20 yıl hapis cezasına” çarptırılır. Devlet sırrı denilen şey de, Uygurlar üzerinde denenen atom bombasıdır. Yani aslında bu kararla Çin, Uygurları denek olarak kullandığını kabul etmektedir ama dinleyen nerededir. Enver Tohti hapis cezasının ardından Türkiye’ye kaçar ve İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde 1997 yılında kanser cerrahı olarak çalışmaya başlar. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın “Doğu Türkistan Çin toprağıdır” açıklamasının ardından birde Türkiye’deki Uygur davasına hizmet eden bazı isimlerin, Çin’le yapılan anlaşma

78 http://www.habervaktim.com/haber/79729/cin-zulmunden-kacti-yilmazin- zulmune-yakalandi.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 203

sonucu ‘sakıncalı’ listesine alınması Enver Tohti’ye tam bir sürpriz olur. Enver Tohti bir umut sığındığı ülkemizden de kaçarak İngiltere’ye gider ve iş bulamayınca bir otelde “komi” olarak çalışmaya başlar. Çapa’da 1997-98 yılları arasında doktorluk yapan Tohti, neden Türkiye’de kalmadığına dair soruyu kendi ağzından şöyle cevaplar: “O dönemde Başbakan olan Mesut Yılmaz, ‘Doğu Türkistan Çin’in toprağıdır’ şeklinde sözler söyledi. Çin’le yapılan anlaşma gereği, Doğu Türkistanlıların Türkiye’deki tüm faaliyetlerine yasak getirildi. Ben 20 yıl hapis cezası aldığım için Çin’e gönderilmekten korktum, çünkü anlaşma gereği bizler ‘sakıncalı’ kişiler olarak tanımlanıyorduk. Ben de bunun üzerine İngiltere’ye kaçtım ve buraya iltica ettim. Yıllarca doktorluk yaptığım ülkemde ve Türkiye’den sonra bu otelde şimdi komilik yapıyorum.”79 Tohti bir şokta 2005 yılında yaşar. Londra’da tanıştığı bir Türk kendisine “Düzce’de hastanem var. Gel orada çalış” diyince İngiliz pasaportunu cebine koyup uçağa atlayan Tohti büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Tohti olayı böyle dile getirmektedir. “Arkadaşımın teklifini kabul ettim ve 2005 yılında Türkiye’ye gittim. Ben şu an İngiltere pasaportu taşıyorum ve bu pasaportumla gittim. Daha önce yapılan anlaşmada ‘sakıncalılar’ olarak görüldüğümüz için Türkiye’deki gümrüklerde ismimiz kayıtlardaydı. Havaalanına vardığımda, pasaportumu verdim. ‘Sakıncalı’ olduğum kayıtlarda çıkınca 5 saat boyunca sorguya alındım ve havaalanından dışarı çıkarılmadan İngiltere’ye geri gönderildim.”

79 http://www.habervaktim.com/haber/79729/cin-zulmunden-kacti-yilmazin- zulmune-yakalandi.html Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 204

Tohti 2009 yılında yaşanan olaylardan sonrası için Türkiye’nin tavrını ise şöyle aktarmaktadır: “Eskiden böyle değildi. Ama şimdi Türkiye Uygurlara sahip çıkıyor. Başbakan’a ‘Uygurlara soykırım yapılıyor” dediği için minnettarız. Türkiye’nin Çin ile olan siyasi ve ekonomik ilişkisini anlıyoruz ama bu ilişki, Uygurlara sırtını dönmesini gerektirmez. Türkiye bize sahip çıktığı müddetçe, daha güçlü olur. Çünkü Çin, Uygurlara destek veren ülkeleri karşısına almak istemez.” Enver Tohti halen Rabia Kadir’in liderliğinde ki Uygur hareketinin Londra temsilcisi olarak görev yapmaya devam etmektedir.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 205

DOĞU TÜRKİSTAN KONUSUNDA KİM NE DEDİ. Doğu Türkistan konusunda maalesef Çin bildiğini okumaya devam ederken, bizi yöneten insanların daha tutarlı ve etkin bir politika izlemek hakkımızdır. Genelde halkımıza bakarsanız, hangi partiden olursa olsun, hangi görüşü savunursa savunsun halkımızın genelinde Doğu Türkistan konusunda tek bir görüşün mevcut olduğu göze çarpmaktadır. “İşgalci Çin soykırım yapmaktadır, derhal çekilmeli ve Türkistanlı kardeşlerimiz özgürce yaşamalı, zulümler son bulmalıdır…”… Peki bu halkı temsil eden liderler bu konuda de demekte, ne düşünmektedir? Doğrusunu söylemek gerekirse aşağıda yer verdiğim, Samet Zenginoğlu tarafından derlenen politikacılarımıza ait sözleri okuduktan sonra şok olmamanız, mümkün olmasa gerektir. 80 81 “Kamuoyunun söylemleri büyük oranda benzer iken, liderlerin söylemleri ne yönde olmuştur? Yorum yapma ya da çeşitli anlamlar çıkarma ve de hiçbir surette söylemleri mukayese etme amacı gütmeksizin Türkiye’de liderlerin Doğu Türkistan hakkındaki söylemlerini geçmişten günümüze sizlerle paylaşıyoruz.” diyen Samet Zenginoğlu gibi benim de bir tarafın veya partinin değirmenine su taşımak gibi bir niyetim yok, ancak halkımızın da bunları öğrenmeye hakkı olduğuna inanıyorum. 1991’de Uygur lider İsa Yusuf Alptekin, Başbakan Süleyman Demirel’le görüşmüş ve Doğu Türkistan davasını anlatır.

80 http://akademikperspektif.com/2012/05/06/liderlerin-dogu-turkistan-hakkindaki- soylemleri/ 81 Bu yazı ilk olarak Akademik Analiz dergisinin Mayıs 2012 sayısında yayımlanmıştır. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 206

Bu görüşmenin sonunda Demirel; “Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin Çin tarafından asimilasyona uğramasına izin vermeyeceğiz ve gerekirse, konuyu BM’ye götürebiliriz.” ifadesinde bulunur. 82 *** 1992’de, Uygur lider İsa Yusuf Alptekin’le bu kez Cumhurbaşkanı Turgut Özal arasında gerçekleşen görüşmede, Alptekin’in Doğu Türkistan bayrağını Özal’a vererek; “Doğu Türkistan davasını size emanet ediyorum” demesi üzerine, Özal şu cevabı verir: “Burada ilan ediyorum ki, Doğu Türkistan davasını üzerime alıyorum. Sovyet yönetimi altındaki Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. Şimdi sıra Doğu Türkistan’a gelmiştir. Arzumuz, Türk halkının eski ata yurdunun bir devlet haline gelmesidir.”83 İsa Yusuf Alptekin’e ilgi gösteren ve sıkıntıları konusunda çaba sergileyen diğer bir liderde merhum Alparslan Türkeş olmuştur.: “Doğu Türkistan’ın sıkıntıları yalnız Türklüğün değil, Müslümanlığın da sıkıntısıdır.” 84 **** Mesut Yılmaz: “Doğu Türkistan, Çin toprağıdır.”85

82http://www.doguturkistan.com.tr/index.php?option=com_content&view=a rticle&id=7:kodlarla-kaynas&catid=1:son-haberler&Itemid=18 (Erişim: 07.04.2012) 83 Barış Adıbelli, Osmanlı’dan Günümüze Türk–Çin İlişkileri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 218, 9. 84 http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=20025 (Erişim: 11.04.2012) 85 http://www.habervitrini.com/haber/cin-zulmunden-kacti-mesut-yilmaz- zulmune-yakalandi-411038/ (Erişim: 07.04.2012) Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 207

**** 2000 yılında, Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in Türkiye ziyareti esnasında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel şöyle der: “Uygur Türkleri, sadık yurttaşlar olarak Çin’in değerli bir parçasıdırlar. Onlar, ülkelerimiz arasında kurulan dostluk köprüsüdürler. Türkiye’nin politikası Çin’in toprak bütünlüğünün korunması ve içişlerine karışmamaktır.” 86 *** 2002’de gerçekleşen, Devlet Bahçeli’nin Çin ziyaretinde, Bahçeli, Çin Başbakanı Cu Rongji ile görüşür. Rongji, Uygur bölgesine ilişkin açıklamalar yapar. Çin’in hassasiyetini dile getirerek, Türkiye’nin bu konuda izlediği açık politikaya teşekkür ederek, 11 Eylül’ün ardından bölgeye El–Kaide militanlarının yerleştiğini açıklar. Rongji, Bahçeli’ye; “bölgeye gidin, izlenimlerinizi bize de aktarın” ricasında bulunur. Devlet Bahçeli ise; “Biz terörden çok çekmiş bir ülke olarak, terörün her türlüsüne karşıyız. Çin’in toprak bütünlüğüne yönelik saldırılara da destek vermemiz söz konusu olamaz” cevabını verir. 87 *** 2002 yılında Çin başbakanı, Rongji’nin Türkiye ziyaretinde, Çin Başbakanı ile bir basın toplantısı gerçekleştiren, Başbakan Bülent Ecevit, Doğu Türkistan’daki “ayrılıkçı terörizme” ilişkin

86 Barış Adıbelli, Osmanlı’dan Günümüze Türk–Çin İlişkileri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 228. 87 Barış Adıbelli, Osmanlı’dan Günümüze Türk–Çin İlişkileri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 240. Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 208

görüşlerinin sorulması üzerine, şu cevabı verir: “Biz yalnız Türkiye’de değil, dünyanın her ülkesinde terörizme karşıyız. Bunu bir insanlık günahı olarak görüyoruz. Ve bu konuyla ilgili olarak bütün dünyada etkin bir tavır alıyoruz. Doğu Türkistan konusunda herhangi bir terörist hareketi desteklememiz mümkün değildir.” 88 *** Aynı ziyarette, Rongji, bütün Doğu Türkistan ayrılıkçı teşkilatlarını ‘terörist teşkilat’ ve bazı kişileri ‘terörist’ ilan etmesini ister, ancak Ecevit, “teröre bulaşmamış Türkistanlılara terörist denilmesinin uygun olmadığını” ileri sürerek bu teklifi reddeder. 89 *** 2003 yılındaki Çin ziyaretinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şöyle der: “Türkiye olarak, ‘Tek Çin’ anlayışını destekliyoruz. Çin’in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin tereddüdü yok, saygısı var.”90 2009’da yaşanan adı konmamış soykırımın ardından ise liderler şöyle diyecektir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “adeta bir soykırım yaşanıyor.”91

88 http://www.habervitrini.com/haber/basbakan-ecevit-dun-yahudileri- simde-de-turkleri-kirdi-23128/ (Erişim: 12.04.2012) 89 Erkin Ekrem, Türkiye–Çin ilişkilerinin 40 Yılı (1971–2011), Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Raporu, s. 42. 90 Barış Adıbelli, Osmanlı’dan Günümüze Türk–Çin İlişkileri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 245. 91 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri (Erişim: 06.04.2012) Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 209

Dönemin Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş; “Doğu Türkistanlı kardeşlerimize sahip çıkmak, zulme “dur” demek, mazlumun yanında olmak gerekir” 92 Necmettin Erbakan, Doğu Türkistan’ı da dâhil ederek; “bizim başlattığımız D–8 oluşumu nihai hedefe ulaşmış olsaydı, bugün yeryüzünde oluk oluk Müslüman kanı akmayacak, insanlık da huzur bulacaktı.”93 Devlet Bahçeli, “Türk hükümetinden saldırıların derhal durdurulması için vakit geçirmeden kararlı bir tutum sergilemesini, Çin hükümeti nezdinde gerekli girişimlerde bulunmasını ve uluslararası camianın harekete geçmesi için adım atmasını istiyoruz”94 Son olarak, Nisan 2012’de gerçekleşen Doğu Türkistan ziyaretinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Soydaşlarımızı size emanet ediyorum.”95 demiştir.

92 http://www.milligazete.com.tr/haber/zalime-dur-demek-yine-bu-millete- dustu-132416.htm (Erişim: 11.04.2012) 93 http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber1065- Erbakandan_Dogu_Turkistan_yorumu.html (Erişim: 09.04.2012) 94 http://www.turkkonseyi.com/index.php?option=com_content&view=article &id=125:bahcelden-dou-tuerkstan-carisi&catid=8:tuerk-duenyasi&Itemid=7 (Erişim: 11.04.2012) 95 http://www.habervaktim.com/haberyazdir.php?id=236185 (Erişim: 07.04.2012) Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 210

DOĞU TÜRKİSTAN İÇİN NELER YAPABİLİRİZ? 1. Bu çalışmamızı baştan sona okuyup, paylaşabilir ve mümkün olan en çok sayıda insana ulaşmasına öncülük edebilirsiniz? 2. Yabancı dil bilginiz varsa bu çalışmayı yabancı dillere çevirebilir ve başka dindaşlarımızın veya duyarlı dış ülke yurttaşlarının istifadesine sunabilirsiniz ? 3. Çin malı alırken iki kere düşünebilir, vazgeçebilir ve başka tanıdıklarınıza da bu telkinde bulunabilirsiniz. Adı komünist olsa da bütün sömürgeciler vahşi kapitalizm uygularlar ve rableri “Para” ‘dır. Para kaybetmeye başladıkları anda ne yaptıklarını sorgulamaya başlarlar ? 4. Facebook’ta bu çalışmadan paragraflar paylaşabilir, Kabe resmine tıklayarak Tavaf sevabı aldığını düşünen, klavye kahramanlarına ders verebilirsiniz. 5. Doğu Türkistan Müslümanların çektiği eziyetin dinleri nedeniyle olduğunun farkına varıp, kendi ibadetlerinize sarılabilir ve Allah’a soydaş ve dindaşlarımız için dua edebilirsiniz. 6. Derslerinize daha sıkı sarılarak, ülkemiz teknolojisinin gelişmesine katkıda bulunabilir böylece sizler gibi gençlerin emeği dünya ticaretinde söz sahibi olmamızı sağlayarak, Çin üzerinde yaptırım gücü edinmemizi sağlayabilirsiniz. 7. Güçlü bir Türkiye neler yapılabilir konusunda beyin fırtınası yapabilir ve bulduğunuz fikirler uğrunda emek harcayabilirsiniz.

Güneşin Söndüğü Gün Sayfa 211