Guido Knopp LANET SAVAŞ "Barbarossa Harekatı" Bu kitabın Yayın haklan Pencere Yayınlarına aittir C. Bertelsmann Verlag GmbH yayınevi, Münih 1991 basımından çevrilmiştir. Birinci Baskı: Şubat 2006 Kapak: Bahri Çakır Baskı: Bayrak Matbası Küçükayasofya Cad. Yabacı Sk. No: 2/1 Sultanahmet-İstanbul Tel: 0212 638 42 02

Yayın Yönetmeni: Muzaffer Erdoğdu

ISBN 975- 8460-83-8

PENCERE YAYINLARI: 198

Osmanağa Mah. Pavlonya Sok. No. 10/6 Nuhoğlu İşhanı İ Kadıköy / STANBUL TEL: (021 6) 414 64 41 Guido Knopp

LANET SAVAŞ "Barbarossa Harekatı"

Çeviren: İsmail Toksoy

İÇİNDEKİLER

Valentin Falin'in Önsözü 7 Lebensraum Çılgınlığı 20 Ani Hücum 72 Zafer Yanılsaması 138 Leningrad Kuşatması 204 Namlunun Ucundaki Kremlin 240 Sonun Başlangıcı 300 Sonsöz 349 Kronoloji 354 Kaynakça 360 Fotoğraf Kaynakçası 365

5

Önsöz

Benim Gözümden

Savaşın her Sovyet ailesi üzerindeki etkisi farklıdır. Ama, keder ve acıdan payını almayan kimse kalmamıştır. Savaş kaç insanın yaşamına mal oldu? 26 milyon mu, 27 milyon mu? Kaç insanın yaşamını mahvetti? 20 milyonun mu, 30 milyonun mu? Her derdin ilacı olan zaman bile kayıpların acısını dindiremi­ yorsa, akılla yüreği uzlaştuamıyorsa; şehitlerin ve yaralıların sayısı kimin umurunda olur. Üzerinden yanın yüzyıl geçmiş ol­ masına rağmen, 22 Haziran, Sovyet halkının belleğine çakılıp kalmış durumda. 1941 yılı ise tek başına bir timsal haline geldi. Her dakika, her saat, her gün yazgılarının yeniden yazıldığı bir sıfu noktası ve onlar için çok sevgili ve değerli olan kimselerin karayazısı olmuşsa, başka türlüsü de düşünülemezdi zaten. Benim için de aynen böyle oldu. 1941 ilkyazında tehlike çanları çalmaya başlamıştı. TA SS Haber Ajansı 'nın, Sovyetle­ rin batı sınınnda ortamın sütliman olduğuna yönelik haberleri, insanları ikna etmekten uzaktı. Moskova 5. Özel Topçu Oku­ lu'ndaki okul arkadaşlarım•arasında da günlük sohbet konusu, yaklaşan savaştı. Ancak onlar, eğer çatışmalar başlarsa, bunun en kısa zamanda Kızılordu 'nun şanlı bir zaferiyle sonuçlanaca­ ğına inanıyorlardı. Ünlü '3 inçlik topların' metal borularına dokunma gururunu yaşamış olan biz topçular da ordumuzun yenilmezliğine inan­ mıştık. Toplarla düşmanların daha deliklerinden çıkmadan yok

7 edileceklerini düşünüyorduk. 15-16 yaşın­ daki bu stratejistlerin" arasında çok sayıda Sezar, Napolyon ve Clausevitz mevcuttu. Komutanlarıyla aralarındaki en büyük fark da buydu muhakkak. 1 Mayıs 1941 'de ha­ yatımın ilk askeri resmi geçidinde, Kızıl Meydan'da moralimiz gayet yüksek olarak yürümüştük. 21 Haziran günü oldukça hareketli geç­ mişti. Çantalarımızı toplayıp, bizim takımı Ryasan Ağır Topçu Okulu 'nun yaz kampı­ na götürect>k olan büyük buharlı gemiye binmek üzere yola çıkmıştık. Bizim için ar­ tık uyduruk kurşun asker olmaktan çıkıp, birer savaş makinesi olarak gerçek ordu ya­ şamıyla yüzleşmenin zamanı gelmişti. Bü- Va lentin Fatin, SBKP tün yolculuk boyunca hiç birimizin gözüne Merkez Komitesi uyku girmemiş olması şaşılacak bir şey de- EnternasyonalDaire ğildi. Gece boyunca duyulan silah sesleri, Başkanı ve Sovyetlerin yaşlı geminin karnından gelen dizel moto- Almanya uzmanı. runun gürültüsünü neredeyse tümüyle bas- tıracak yoğunluktaydı. On saattir değil de, günlerdir yolda ol­ saydık eğer, kıyı ile telsiz bağlantımız olmadığından savaşın başladığından haberimiz bile olmayacaktı. Kıyıya çıktığımız noktada karşılamaya gelen hiç kimsenin bulunmayışı bizi şa­ şırtmıştı. Unutulmuş muyduk? Ya da -kafamıza takılan aptalca bir düşünce- subaylar pazar sabahı yataklarında kalmayı mı yeğlemişlerdi? Çok geçmeden bir üsteğmen görünmüştü niha­ yet. Boğuk bir tonda "Savaş başladı" diye güçlükle çıktı söz­ cükler ağzından. Kısa bir duraklamanın ardından ekleyiverdi: "Faşistler şafak sökerken topraklarımıza girdiler. Almanlar Ki­ ev ve diğer şehirleri bombalıyorlar." Adeta donup kalmıştık. Ardından gençler bağırmaya başlamışlardı. Hemen Mosko­ va'ya geri dönmek ve cepheye gönderilmek istiyorlardı. Tabur komiseri Pelyakov'un sert emri üzerine bağırışlar sustu: "Batar­ yalar kıyıya, marş marş! Çadırlar sökülsün ve yeni talimatlar beklensin." Saatim sabah 6.20'yi gösteriyordu.

8 Ülke insanlarının, ancak öğlen zamanı dönemin hükümet başkanı Molotov tarafından radyodan yapılan açıklamayla bu trajedi hakkında bilgileri oldu. Sovyet halkları için cehennemin başlangıcı olan bin 418 gün ve gecelik süreç böylece başlamış oluyordu. Anavatanm söz konusu olduğu savaş başlamıştı. "Za­ fer ya da ölüm!" Savaş, Sovyetler Birliği 'nde insanları bu ikisi arasında bir tercih zorunluluğuna sürüklüyordu. Hitler, Alman ordusunu Sovyetler Birliği topraklarına bir imha hareketi için sürmüştü. 3 Haziran 1941 'de ordu komutan­ larına yaptığı konuşmada, Sovyetler Birliği'ne karşı yapılacak olan savaşın en büyük özelliğinin batı ve kuzey Avrupa'daki kurallara uygun savaşların aksine, Sovyetlerin Birliği 'nin tama­ men yıkılmasının ve yok edilmesinin hedeflendiği bir savaş ol­ duğunu açıklamıştı. "Doğu Planı" (Plan üst) diye adlandırılan plana göre, önce bölgenin 22 milyon insanın bulunduğu bölü­ mü ve en sonunda da Urallar'a kadar olan 80-100 milyonun ya­ şadığı tamamı Almanlaştırılacaktı. Burada yaşayan yerli halk, özellikle de Slavlar, Avrupalı olmadıklarından yok edilmeliydi­ ler. Hermann Göring, 1941 Kasımında İtalya Dışişleri Bakanı Ciano ile yaptığı bir görüşmede şunları söylüyordu: "Bu yıl içe­ risinde Rusya'da 20-30 milyon kişinin açlıktan öleceğini hesap­ lıyoruz. Bu da çok isabetli olacak, çünkü, bazı halkların sayı­ sında bir azaltmaya gidilmesi zorunludur." Hitler, emrindekile­ re, bu halkların varlığının yalnızca bir haklı dayanağı olabilece­ ğini belirtiyor, bunu da 'ekonomik açıdan bizim için işe yarar olmak' olarak açıklıyordu. Bu yüzden, nasyonal sosyalistlerin yok etme istekleri ne yal­ nızca askeri hesaplara dayanıyordu, ne de sadece Sovyet halkı­ nın direnişine bir yanıttı. Hayır, bu soğukkanlı ve korkunç bir planlama ve hesap kitap işiydi. Nasyonal sosyalist ölüm progra­ mı en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Dünya görüşlerinin ve ırkların çatışmasını esas alan bu savaş, korkunç bir gaddar­ lıkla yürütülmeliydi. "Doğu Bölgesindeki Birliklerin Davranış Düsturları" adı verilen talimatnameler bu konuda aydınlatıcı bilgiler içermektedir. Sovyetler Birliği'ne yapılan bu tecavüzü haklı göstermeye yönelik propaganda aracı olarak NS yönetimi,

9 önleyici tedbir saldırısı masalım uydurmuştu. Almanya'nın ve tüm batı uygarlığının çıkarları doğrultusunda, planlı bir Sovyet saldırısına karşı erken hareket edilmeliydi. Elbette, bu plan anında masaya yatırılmadı. Hitler, 1941 Te mmuz'unda Halder ve Jodl adlı generalleri bir doğu seferi planı hazırlamaları için görevlendiriyordu. Aynı zamanda Alman ordusunun üst düzey komutanlarına da bu planların perdelenmesi için geniş çaplı önlemlerin alınması em­ rini veriyordu. Bu da, "Barbarossa Harekatı"nın 21. talimatında açık seçik belirtiliyordu: "Hedefimizin SSCB 'ye saldırmak ol­ duğunun ortaya çıkmaması çok büyük bir önem taşımaktadır." 1941 Mart'ından itibaren Almanlar ve onların uydularına yöne­ lik geniş çaplı bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı. Gü­ ya, olası bir Sovyet saldırısına karşı savunma önlemleri alını­ yordu yalnızca. Fakat, saldın tarihi ertelenmek zorunda kalındı­ ğında Keitel, Almanların yaptığı hazırlıkların bundan sonra "nasıl olursa olsun perdelenmesini" ve "ülkenin Rusya'ya doğ­ ru olan hinterlantının (art bölgesi) korunması için alınan önlem­ ler" olarak açıklanmasını emrediyordu. Bugün bile halen önleyici tedbir savaşı tezini savunanlar bu­ lunmaktadır. Önleyici tedbir savaşı yorumunda diretenler, bu tür çabalar tarihçilerin bundan önceki tartışmalarında bertaraf edilmiş olmasına rağmen, Alman saldırısını haklı çıkarmaya yönelik açıklamalar bulmak için yoğun çaba sarf etmektedirler. Birkaç Sovyet "uzmanının" da bu oyunda rol oynama yönünde iştahları kabarmıştır. Kim bilir, belki de onlar da tarihin görün­ tüsünü değiştirmek istemişlerdir. Tarihin baskı altına alınması ile geleceğin baskı altına alınabileceği türünden müthiş bir ba­ kış açısı! Çünkü Bolşeviklik, Mayıs 1941 tarihli bir OKW (Al­ man ordusu Wehrmacht'ın en üst komuta merkezi) açıklama­ sında da belirtildiği gibi, "nasyonal sosyalist halkın ölümcül bir düşmanıdır; Almanya bu yıpratıcı dünya görüşüne ve onun sa­ vunucularına karşı savaşmalıdır." Yapılan korkunç eylemlerin sorumluluğundan kurtulmanın en güvenli yolu, kendilerini bu eylemlerinden dolayı sorumlu tutacak olanları ortadan kaldırmaktı. "Bir Alman askerine yan bakan biri, hemen orada infaz edilecektir." Hitler'in bu ve buna

10 benzer emirleri, "Barbarossa Harekatı" paragraflarında savaş hukukuna uygun olarak düzenlenip (Keitel, 13 Mayıs 1941 ), savaş esirlerine, komiserlere ve sivil halka uygulanacak mu­ amelelere yönelik emirlere dönüşüyorlardı. Guido Knopp bu konuyu ayrıntılı ve çarpıcı bir biçimde ele alıyor. Ben şu sebepten ötürü bu konunun üzerine gitmeyi gerekli görüyorum: Sovyet popüler bilimsel literatüründe ve bazı anı yazılarında Hitler'in sözünde durmamasından ve "saldırının aniliği"nden söz edilir. Birincisini itirazsız onaylamak müm­ kündür. Ancak, "anilik" söz konusu olduğunda, bunun yalnızca Stalin'in ve onun güdümündeki toplumsal bilincin bir fantezisi olduğu apaçık ortadadır. Bu savı doğrulayacak yeterince kanıt vardır: 18 Aralık 1940'da Hitler "Barbarossa" Planı'nı onaylıyordu. Sovyet gizli servisi, bundan yalnızca 11 gün sonra, Almanya'da Sovyetler Birliği'ne saldırılması yönünde karar alındığını ve bu operasyon için gerekli hazırlıkların başlatıldığını bildiriyordu. Konu ile ilgili raporda, uzun asker ve motorlu araç konvoyla­ rından söz ediliyordu. Konvoylar Doğu Prusya, Polonya ve Slovakya yönüne ilerliyorlardı. Berlin'in yaydığı, Hitler'in öte­ den beri İngiltere 'ye bir saldın planladığı yalanının inandırıcı hiçbir yönü kalmadığı böylece ortaya çıkmış oluyordu. Bu du­ rumda Stalin'e düşen görev, kuvvetlerini alarma geçirmekti. Saldırının bir gün öncesinin akşamında Sovyet Genelkurma­ yı, düşmanın hücum potansiyelini 45 yedek tümen tarafından desteklenen 146 Alman tümeni olarak tahmin ediyordu. Daha sonra ortaya çıkan verilerdeki gerçek sayı ise 154 Alman tüme­ ni ve buna bağlı 45 destek tümeni şeklindeydi. Bu da, yalnızca 20 Haziran'dan sonra Sovyet sınırlarını geçen Alman tümenle­ rinin fark edilmedikleri anlamına geliyordu. Ana kuvvetlerin dizilişi ve dağılımı ile ilgili elde edilen bilgiler de bundan daha az doğru değillerdi. Bu nedenle, bir sürprizden söz etmek müm­ kün değildir. Stalin, Hitler tarafından faka bastırıldığını ve kendisinin o keskin politik öngörüsünün bu kez tamamen iflas ettiğini açık­ ça itiraf etmek istemiyordu. Sürekli olarak, nasyonal sosyalist­ lerin entrika ve hilelerine dikkat çektiği ve kendi sadık adamla-

1 1 rını öne sürdüğünü belirterek, yükü omuzlarından atmak isti­ yordu. Oysa, Stalin 'in sayısız özür dileme girişiminin asıl nede­ ni apaçık ortadadır: Berbat tutumuyla Sovyetler Birliği'ni fela­ ketin eşiğine sürüklemiştir. Sovyet tarafı için gerçekten sürpriz niteliği taşıyan tek şey, Nazi fe lsefesinin ürünü olan "kuralsız savaş"tır. O güne kadar ki bilinen bütün canilikleri gölgede bırakan bu barbarlık, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği biçim ve boyutlara sahipti. Bizim düşünce biçimimizi sınıfsal bakış açısı belirliyordu. Al­ man askerleri, bizim için üniforma içindeki işçi ve köylülerdi. Onlar kardeşlerimizdiler. Dolayısıyla, bizi öldürmek isteyecek­ leri düşünülemezdi. Bu düşünce tarzı, üzerimizde uzunca bir süre egemen oldu. Dehşetin yalnızca cephede değil, cephe dı­ şında da hüküm sürdüğü bir savaş bizim için yeniydi. Silahlı iş­ galcilerin, analarının eteğine yapışmış çocukları bile hedef al­ dıkları bir savaş hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti. Şimdi o günlere ilişkin ortak anılarımız yeniden gözümün önü­ ne geliyorlar. Hatırlıyorum da, radyo karşı tarafın ele geçirdiği şehirlerin sayısını tam olarak vermeyi bir kez bile başarama­ mıştı. Cafcaflı sözleri olan asker türküleri ise çok geçmeden azalmaya başlamıştı. Oysa siyasi derslerde, geçmişte yabancı işgalcilerin her de­ fasında Rus topraklarından nasıl kovuldukları beynimize çivi gibi çakılarak anlatılıyordu. Kızılordu mensuplarının, büyük çarpışmalarda kendilerini feda edişlerine de methiyeler düzülü­ yordu. Ve taçlandırıcı bir bitiş cümlesi olarak, şu sihirli cümle telaffuz ediliyordu: "Biz haklıyız ve zaferbizim olacak." Uzunca bir süre bizde, bu saldırının Hitler'in saldırısı oldu­ ğu, Almanya'nın saldırısı olmadığı inancı egemen oldu. Yürüt­ tüğümüz savaş Alman halkına değil, Nazizme karşıydı. Ancak aradan belirli bir süre geçtikten sonra, ''Onların istediği, bir top­ yekun yok etme savaşı, istediklerini onlara verelim" denmeye başlandı. Tanrı 'ya şükür ki, tam bir soykırım mantığıyla gelişti­ rilmiş olan Nazi yöntemleri aynen tekrar edilmedi. "Hitlerler gelirler ve giderler, ama Alman halkı ve Alman devleti kalıcı­ dır" ilkesi kabul görmüştü. Bizim durumumuzu belirten haberleri değerlendirmek ol-

12 dukça güçtü. Bir sansürcü sürüsü, halka ve askerlere ulaştırıla­ cak haberleri elekten geçiriyorlardı. Yalnızca, savaşın uzun ve zor bir savaş olacağı konusunda kimsenin şüphesi yoktu. An­ cak, hiç kimsenin ağzından, saldırganca ilerleyen düşmana kar­ şı yaptığımız direnişin işe yaramayacağı yönünde herhangi bir söz duymamıştım. Rusya dayanacaktı! Kendimizi savunup, bü­ tün düşmanlarımızı yok edecektik. Bu inancımız bizi daha güç­ lü kılıyor ve her gün karşımıza çıkan vahim durumları alt etme­ mizde bize yardımcı oluyordu. Çekoslovakya Devlet Başkanı Benesch, 1941 yazının biti­ minde, batıda Soyetler Birliği 'nden umudunu kesmeyen tek devlet adamiydı. Diğerleri, bizim can çekişir bir halde üç, dört ya da beş hafta daha dayanabileceğimize ilişkin tahminlerde bulunuyorlardı. Bizden gelen her yaşam belirtisini dikkatle izli­ yorlar, bir çoğu da Rusya'nın kaybetmesinin kendileri için han­ gi sonuçlan doğuracağının hesabını yapıyordu. Konuyu derin­ lemesine ele almak niyetinde değilim. Bu konunun kendi çerçe­ vesinde incelenip değerlendirilmesi gerekir. Gerçek oları şuydu ki, 1941 yılında boğazımıza kadar fela­ kete saplanmıştık. Bundan kötüsü olamazdı. Artık bizi daha kö­ tüsünden yalnızca Tanrı koruyabilirdi. Hitler'in Balkan topraklarındaki ilerleyişinin sorunsuz ola­ cağı düşünülüyordu. Ancak, Yunanlılar ve Yugoslavların kendi özgürlükleri için ortaya koydukları direniş, Hitler'in planlarını büyük ölçüde baltalıyordu. Eğer bu ülkeler de, Macaristan ve Romanya'yı örnek alsalardı, Budapeşte ve Bükreş'teki faşist kümelenmelerde olduğu gibi, "beşinci kol" buralarda da işlerlik kazanırdı ve Sovyetler Birliği'ne yapılan saldırı daha erken, ya­ ni önceden planlandığı gibi 15 Mayıs 1941 'de gerçekleştirilmiş olurdu. Başkomutan von Brauchitsch'in 644/4 1 numaralı direk­ tifinde, Balkanlardaki taarruz için kullanılacak olan yedek kuv­ vetlere izin verilmesinden ve "Barbarossa Harekatı"nın dört ile altı hafta arasında ertelenmesinden söz edilmektedir. Bu süre, Sovyet halkı için yaşamsal önem taşıyordu .. Peki, ya Alman kurmayları temmuz ve ağustostaki zaferleri fazla abartmamış olsalardı ne olurdu? Elde edilen başarıların yarattığı zafer sarhoşluğu gözlerini kör etmişti. Akbelim, top-

13 rak ele geçirme hastalığı karşısında artık susmuştu. Hitler, do­ ğuya yapacakları ilerlemenin 1941 yılı içerisinde bitirilmesi ge­ rektiği yönündeki bütün tereddütleri bastırmış ve sonunda, Moskova'ya yapılacak bir saldırıyı zaferin anahtarı olarak gö­ ren askerlere baskı uygulamaya başlamıştı. Hararetli tartışmalar yaşanıyordu. Moskova mı alınmalıydı, yoksa rota yeraltı ma­ denlerinin bol olduğu güneydoğuya mı çevrilmeliydi? Ne Hit­ ler'in Moskova es geçilerek bu bölgelerin ele geçirilmesini ön­ gören bakış açısı, ne Brauchitsch ve Halder adlı generallerin bütün yedek kuvvetleri Sovyet başkentinin alınması için sefer­ ber etmeye dayalı planları, ne de General Jodl'ın bu ikisini uz­ laştırıcı formülü Alman İmparatorluğu için başarı vaat ediyor­ du. Stratejik açıdan, Hitler'in Moskova'nın etrafından dolana­ rak ilerlemeyi öngören konsepti, Sovyetler Birliği için en tehli­ kelisiydi. Çünkü, kente yapılacak bir saldırı daha kolay savuş­ turulabilirdi. Sonuçta, Sovyet başkentine düzenlenen saldırı, Almanlar açısından tam bir fiyasko ile sonuçlanmış oldu. Bu, aynı za­ manda, uyguladıkları maceracı politikanın da sonuydu. Hitler Almanya 'sı Moskova önlerindelçikarla kaplı alanlarda yalnızca bir cephedeki muharebeyi değil, savaşı da tümüyle kaybediyor­ du. Büyük Cermen Dünya İmparatorluğu hayali de böylece ya­ ra almış oluyordu. Bu nedenle, Moskova muharebesi İkinci Dünya Savaşı'nın en önemli muharebesi oldu. Bu saldırganlı­ ğın tamamıyla çökertilmesi artık an meselesiydi. Faşist işgalcilere karşı direniş, Sovyet halkına 1941 yılı içe­ risinde 6 milyon ölü, kayıp ve esire mal olmuştu. Cepheye ilk sürülen ordular tamamen dağılmışlardı. Yerine, sürekli olarak yenilerinin eğitilmelerine ihtiyaç duyuluyordu. Endüstri potan­ siyelindeki ağır kayba karşın, üretim kapasitesini koruyabilmek için askeri malzeme üreten yeni imalathaneler yoktan var edil­ di. Milyonlarca askerin silah altına alınması ve eğitilmesi gere­ kiyordu. Sovyetler Birliği, bu büyük sınavı başarı ile geçmesini bildi. Buna karşılık Alman ordusu, yitirilen Moskova muhare­ besinden sonra bir daha asla en baştaki avantajlı konumunu el­ de edemedi ve ne malzeme ne de personel açısından eski sevi­ yesine ulaşabildi. Alman ordusunun odaklandığı ve bütün dona-

14 nımını ona göre yaptığı "Yıldırım Harbi" artık sona ermişti. Al­ manya artık büyük zaferler kazanmayı hedeflediği değil, canını kurtarmayı ön planda tutmak durumunda kaldığı bir savaşın içerisindeydi. Nitekim, yenilgiden sonra Mayıs 1945'deki sorgusunda Ge­ neral Jodl, Hitler'in savaşı yitirdiklerini daha 1941/42 kışında anladığını itiraf ediyordu. Alman bilim insanlannın son zaman­ larda yaptıkları araştırmalar da bunu doğrular niteliktedir. ABD Başkanı Roosevelt'in en önemli danışmanı olan Harry Hop­ kins, henüz 1942 yılı başlarında buna dikkat çekiyordu: "Rusla­ rın gelecek yıl içerisinde Almanları alt etmesi kuvvetle muhte­ meldir." Bunlar, Moskova'ya yapılacak saldın olasılığının gerçekli­ ğine de uygun saptamalardı. 1942 baharına gelindiğinde, Al­ man orduları savaş yetenekleri açısından yeni bir güç kaybı içe­ risindeydi. 3. Tank Birliği Komutanı Orgeneral Reinhardt, 8 tü­ menlik kuvvetlerinin savaş gücünün ancak 7 tank bölüğüne denk olduğunu belirtiyordu. 30 Mart 1942'de Alman ordu karargfiluna, 16 tank tümeni içerisinde savaşa hazır sadece 140 tank bulunduğu haberi ulaşıyordu. Buna karşılık, Kızılordu 'nun da aynı şekilde 1942 başların­ da askeri kaynaklarını neredeyse tükettiği de doğruydu. Ancak Sovyetler Birliği 'nin güçlü müttefikleri vardı. Ve de onların destekleri 1941 'de Kızılordu kahramanlarını alkışlamakla sınır­ lı kalmasaydı, milyonlarca insanın yaşamı kurtarılabilirdi. Stalin daha 15 Eylül 1941 'de, Britanya Başbakanı Winston Churchill 'e 15-20 tümeni Sovyetler Birliği 'ne göndermesi ve ülkenin güneyindeki bölgelerde konuşlandırması yönünde ısrar ediyordu. İngilizlerin hiç olmazsa bu sayının yansını göndere­ cekleri düşünülüyordu. Eğer böyle olsaydı, Reich Almanya'sı­ run başı daha 1942 yılında ezilirdi. Britanya Başbakanı, Sovyet önerisini "tamamen mantıksız" ve "saçma" olarak değerlendiriyordu. Churchill, Almanlarca iş­ gal edilmiş olan petrol bölgelerini bombalamak için İngiliz bombardıman uçaklarının Sovyet havaalanlarını kullanması teklifine bile kulak asmıyordu. İngilizler ve Amerikalılar tama­ men kendi dertlerine düşmüşler, Sovyetlerin kaygılarının ken-

15 dilerini ilgilendirmediğini düşünüyorlardı. Batılı güçler, kendi­ leri herhangi bir çaba harcamadan Almanların yabancı toprak­ larda tükenmesi ve böylece 1-2 yıla kalmadan teslim olmaları­ nın hesabını yapıyorlardı. Tarihçiler ve politikacılar, İkinci Dünya Savaşı 'nın önlen­ mesinin mümkün olup olmadığı gibi önemli bir soruya asla ya­ nıt bulamayacaklardır. Savaşın tam olarak ne zaman başladığı gibi ikinci derecede önemli bir diğer soru da yanıtsız kalacaktır. Örneğin Çin açısından, İngiltere ve Fransa ile birlikte Alman­ ya 'ya savaş ilan etmesiyle ya da Japonların Pearl Harbour sal­ dırısıyla mı başlamıştır? Arnavutluk, Çekoslovakya ve Etiyop­ ya açısından ise bir dünya savaşı belki de hiç yaşanmamıştır. Bana göre, Nazilerin :ktidara gelişi Avrupa 'da bir savaşın başlangıcının habercisiydi. Ancak bu savaşın ne zaman ve nasıl başlayacağı henüz bilinmiyordu. 1938'de Hitler bir felaketten geri dönüş için gerekebilecek en son köprüleri de atıyor ve so­ nuçta; kesinlikle bir askeri çatışmaya sürükleyecek olan gözü kara bir işgal politikası uygulamak ya da gerek düşünsel, gerek mali ve gerekse başka açılardan iflas etmek gibi iki seçenekle karşı karşıya kalıyordu. Münih Konferansı'na gelinceye dek Hitler her an durdurula­ bilir ve geride derin bir iz ya da renk bırakmaksızın tarih sahne­ sinden silinebilirdi. O zamanlar Sovyetler Birliği tarafından ba­ tılı güçlere yoneltilen ortak güvenlik talebi, Nazilerin planlarına yarayacak biçimde baltalanmıştı. Batı demokrasileri, bizimle ortak çalışma yapacaklarına, saldırgan tarafı yumuşatma politi­ kası uygulama yolunu seçmişlerdi. Onları böyle davranmaya iten neydi? Ya Hitler ve Mussolini'nin yerine, Tanrı korusun, solcular geliverseydi! SSCB 'yi ve onun bu yöndeki çabalarını desteklemek, bu aç kurtlara Av rupa 'da hareket alanı s'ağlamak qemekti. Demokrat Chamberlain ve Daladier'in çizdikleri se­ naryolarda Sovyetler Birliği 'ne iblisle eşdeğerde bir rol biçili­ yordu. Münih 'ten sonra Hitler artık yalnızca güç kullanılarak ·durdurulabilir konuma geliyordu, siyasal yollar tükenmişti. En etkili yol, hep birlikte hareket edilerek bu belanın defedilmesiy­ di. Ancak bu yapılamadı. Bizimle batılı güçler arasındaki ide­ olojik zıt kutupluluk, ortak çıkarlar için karşılıklı olarak birbiri-

16 ne yaklaşma arzusundan daha güçlüydü. Stalin, acaba bu ne­ denle mi İngiltere, Fransa ve ABD'yi es geçerek Hitler'i kendi yöntemleri ile yumuşatma yoluna gitmişti? Bu kitapta yer alan çok sayıdaki belge ve doğruluğuna güvenilir metinden ortaya çıkan tek bir yanıt var: Hayır! Kendi oportünizmi ve emperya­ list güçlerin elinde bir oyuncak konumuna düşme korkusu, Sta­ lin' in 1939'da antlaşma imzalamasına yol açıyordu. Göz ardı edilmemesi gereken bir başka nokta da, Sovyetlerin o dönemde ister hücum, ister savunma ağırlıklı olsun kesinlikle büyük bir savaşa girecek durumda olmadığıdır. Stalin, 1937-1 938 yılları arasında Kızılordu 'nun ileri kadrolarını tasfiye ve terhis ettiğin­ de, ne yaptığını gayet iyi biliyordu. İkinci Dünya Savaşı 'nın ta­ mamında yitirilenlerden fazla sayıda general ve albay, diktatö­ rün kaprislerinin kurbanı oluyordu. Bu, özellikle altı çizilmesi gereken bir noktadır. Stal in 1941 'de Hitler ile bir sürtüşmeye girmeyi gerçekten istiyor muydu? Sovyetlerin silahlı kuvvetlerinin yeniden yapı­ lanma süreci içerisinde bulunduğu bir dönemde, Kızı lordu 'nun 1942'den önce savaşma yeteneğine kavuşamayacağını bile bile, Stalin nasıl olurdu da karşı tarafı savaşa kışkırtabilirdi? Tabii ki tersi geçerliydi. 22 Haziran' da savaşın gerçekten başladığına inanmak istemeyen Stalin'in bizzat kendisiydi. Binlerce Alman uçağı ve milyonlarca Alman makineli tüfek ve topu, mermi ve bombalarını atmaya başladıktan sonra bile Stalin, Timoşenko ve Şapoşnikov adlı mareşaller ile Jukov ve Va silevski adlı ge­ nerallere emin olup olmadıklarını, bunun yalnızca bir provo­ kasyon olup olamayacağını soruyordu. Savaş başladıktan 5-6 gün sonra Stalin bunalıma giriyor, Moskova yakınlarındaki yazlık köşküne çekiliyordu. Üst dü­ zey parti üyeleri ve ülkenin ileri gelen siyasi yöneticileri düş­ manın aldın için hiç zaman yitirmediğini hatırlatmak için ken­ disine geldiklerinde, Stalin'in müthiş bir şaşkınlığa düştüğü, o sırada bizzat orada bulunan ve bu olaya tanıklık edenlerce ifade edilmektedir. Belli ki, gelen heyetin "Halkın Babası"nı azlede­ ceğinden ve mahkum edeceğinden korkmuştur. Ancak, Tanrının işine bakın ki, tam aksine istibdat tahtına oturtulmuştur. Akla gelen bir başka soru da şudur: Savaş ille de bu denli

17 kanlı, yıkıcı ve uzun mu olmalıydı? Daha önce de belirttiğim gibi, Avrupa henüz 1942'de ya da en fazla 1943 yazına dek bu kabustan kurtarılabilirdi. Ah gelin görün ki, tarihin yüzü kaçı­ rılmış fırsatların bıraktığı çıban yaraları ile kaplıdır. General Jodl'ın 1945'de yakınarak söylediği gibi, Rusya'ya karşı savaşın ne zaman başladığı bilinmektedir, ancak nasıl biti­ rileceğini kimse bilmemektedir. Hatta Adolf Hitler bile henüz Ağustos 1941 'de şöyle demektedir: "Biz bir kapıyı araladık ama, arkasında ne olduğunu bilmiyoruz." Bilgece söylenmiş bir halk özdeyişi şöyle der: "Bir işe giriş­ meden önce iyice düşün; eğer yeterince düşünürsen belki de bu işi yapmaktan vazgeçersin." Politikacılar tüm zamanlatda bu söze uysalar ve etik değerleri bir kenara atmasalardı, uygarlığı­ mız kim bilir hangi düzeyde olurdu şimdi! Çünkü Sofokles bile ta kendi zamanında şu uyanda bulunmuştu: "Eğer insanlara hizmet etmiyorsa, akıl çok tehlikeli olabilir." 1941 'in en aydınlık günü olan 22 Haziran, savaş kuşağının bilincine en karanlık, en acı gün olarak kazınıyordu. Dullar ve yetimler uzunca bir süre bu günde ağlaşıp durdular. Belli ki, bütün güçlerini ve sağlıklarını saldırganlara karşı verilen savaş­ ta yitiren milyonların yaraları ve bu yaraların izleri bu günün yıldönümünde daha fazla sızlamaktadır. Yarım yüzyıl önce ya­ şanan bu olayın nasıl başlayıp nasıl sona erdiğini anlatan her belgeyi lütfen dikkatle inceleyin. Böylesi kötü bir olayı baş düşmanımızın bile yaşamasını istemeyiz. Rusya ayakta kalmayı başardı. Çünkü, uğursuz 1941 yılı gibi bir yılın bir daha yaşan­ maması ve bir daha yeni bir savaşa asla izin verilmemesi yö­ nünde kesin kararlıydı. Biz, bugün bunun ne denli zor olduğunu biliyoruz. Ama şu konuda da zihnimiz oldukça açık: Barış içinde bir gelecek ke­ sinlikle bir hayal değildir, olanaklıdır. Ancak bu yalnızca bir koşula bağlıdır: Bütün halklar sadece kendileri için, ayrı ayn ve komşularına bedelini ödeterek elde edecekleri bir barış değil; hep birlikte ortak ve güneşli bir gün kadar berrak bir barışı her­ kes için eşit derecede istemelidirler. Valentin Fa/in

18 Atlantik, Akdeniz ve Afrika'ya yayılmış Avrupa (1. 9. 1939 - 25. 3. 1941)

. �1ill1:�yl\(=:,.., .:liillt:�)':ın � '=:J]r:r.rı.a·nı�"Vietf('�şı ==rJr"f'lı"lı: ma:ıoa Ya ı..oıonr.:orı

...... 1 t ı93idan•O"J1l�S.nııtaır -

19 Lebensraum Çılgınlığı

"Rusya kozu ... "

23 Ağustos 1940'da Sovyet Haber Ajansı TASS, Hitler-Sta­ lin Paktı diye anılan antlaşmanın birinci yıldönümünü "büyük tarihi gün" ibaresi ile kutluyordu. Bir saldınnazlık paktı niteli­ ğinde olan bu antlaşma, gizli bir ek protokolle, iki tarafın da Doğu Avrupa'daki çıkar alanlannı belirliyordu. Antlaşmaya gö­ re, sadık Polonya devleti iki güç arasında paylaştınJmakta ve Baltık devletleri Sovyetler Birliği 'ne bırakılmaktadır. Sovyet gazetelerindeki yorumlarda, Alman-Sovyet ilişkisine geniş yer veriliyordu. Parti yayın organı Pravda' da konu üzerine şu satır­ lar yer alıyordu: "Bu paktın en önemli yanı, Avrupa'nın en bü­ yük iki güç odağı arasında meydana gelebilecek olan bir silahlı çatışma olasılığını ortadan kaldın yor olmasıdır." Bu cümle ile TA SS baltayı fenahalde taşa vurmuştu: Hitler­ Stalin-Paktı, gerçekte, Avrupa 'da silahlı bir çatışmanın önünü açmada en birinci rolü oynamıştı. Hitler, 23 Ağustos 1939 ta­ rihli Alman-Sovyet Saldırmazlık Antlaşması ile uzun zamandan beridir istediğini gerçekleştiriyor ve bir savaş halinde arkasını güvenceye almış oluyordu. Antlaşmanın imzalanmasından yal­ nızca 8 gün sonra da Alman ordusu Polonya'ya saldınyordu. 4 hafta geçmeden, sayıca kalabalık Alman birlikleri başkent Var­ şova' daki son direnişi de kırmışlardı. Doğu Polonya'yı işgal eden Alman ordusu ve Kızılordu askerleri Bug Nehri kıyısında

20 el sık.ışıyorlardı. Nasyonal sosyalistler ve komünistler, 28 Eylül 1939 'da imzaladıkları bütünleyici bir antlaşma ile dostluklarını perçinliyorlardı. Alman-Sovyet ilişkileri çok sıkı bir görünüm arz ediyordu. Almanların doğudaki yıldırım harekatını, kışın verilen aradan sonra kuzeydeki ve batıdaki yıldırım harekatları izliyordu. Nisan 1940 da Alman birlikleri Danimarka ve Nor­ veç'i işgal ediyorlardı. Belçika ve Hollanda Hitler'in birlikle­ rince zapt edilmişlerdi. 14 Haziran' da ise Alman birlikleri 'e giriyordu. 22 Ha­ ziran' da Fransız müzakerecileri Compiegne Ormanı 'nda ateş­ kes anlaşması imzalıyorlardı. Almanların 11 Kasım 1918'd e teslim oldukları aynı tren vagonunda, bu kez Fransızlar bozgu­ na uğradıklarını beyan etmek zorunda kalıyorlardı. Kaiser or­ dularının Birinci Dünya Savaşı'nda 4 yılda işgal edemedikleri Fransa'yı Hitler'in kuvvetleri 6 hafta içerisinde zaptediyorlar­ dı. Moskova ise, müttefıkini uslu uslu tebrik ediyor ve dostlu­ ğunu kanıtlarcasına, Almanlar tarafından işgal edilen bütün ül­ kelerle olan diplomatik ilişkilerini kesiyordu. Hitler-Stalin Paktı, TASS'ın bildirdiği gibi, böylece bütün sınavlardan başarıyla geçmiş mi oluyordu? Ya da Pravda'nın yazdığı gibi, SSCB ve Alman İmparatorluğu arasında bir "si­ lahlı çatışma olasılığı" ortadan kalkmış mı oluyordu? Alman tarafında Sovyetlere karşı yürütülecek olan bir sava­ şın hazırlıklarının çoktan başlatılmış olması, bütün bunların yalnızca Sovyet tarafının birer temennisinden ibaret olduğunun, ancak gerçeklikle bağdaşmadığının bir kanıtıydı. Aslında, Hitler'in savaş planlarında bir sonraki hedef İngil­ tere'ye yapılması öngörülen bir saldırıydı. Fransa'ya karşı elde edilen zaferle birlikte Alınan İmparatorluğu, kıtanın en büyük gücü haline gelmişti. Henüz 13 Ağustos 1940'da Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe, İngiliz askeri hedeflerine saldırarak ilk büyük hava saldırısını gerçekleştiriyor ve "Deniz Aslanı Hare­ katı" böylece başlamış oluyordu. Adanın bütününün istila edil­ mesine yönelik hazırlıklar da son hızıyla devam ediyordu. Daha İngiltere'ye yapılacak bir çıkarmanın planlama aşama­ sında, 24 Temmuz günü Kara Kuvvetleri Komutanı Walther von Brauchitsch, Genelkurmay Başkanı Franz Halder'e bir soh-

21

Pakt imzalanmış. Alman-Sovyet Saldırmazlık Antlaşması' nın tarafları, antlaşma metnini imzaladıktan sonra birlikte görülüyorlar. (Ön sıra, soldan: Ribbentrop, Stalin, Hilger, Molotov). bet arasında şu soruyu yöneltiyordu: "Rusya'ya karşı düzenle­ necek bir sefer olasılığı üzerine düşündünüz mü hiç?" Bu soru karşısında şaşıran Genelkurmay Başkanı, şu yanıtı veriyordu: "Bu çılgın, başımıza Rusya belasını da çıkarır. Bir de bu işle uğraşmaya hiç niyetim yok." Halder'in ürktüğü şey başka bir yerde çoktan gündem konusu olmuştu bile. Henüz 1940 Temmuz ayı içerisinde Alman Genel Kurma­ yı 'nın "Ülke Savunması Birimi" Grup Başkanı Yarbay Bem­ hard von Lossberg, Sovyetlere karşı düzenlenecek bir seferin hazırlıkları için ön araştırma yapmak üzere görevlendiriliyordu. Yarbay von Lossberg bu projeye oğlunun adını vermişti: Ope­ rasyon "Fritz". Bu görevlendirmeden haberdar olan Brauc­ hitsch'in 22 Temmuz'da Halder'e bu soruyu yöneltmesi neden­ siz değildi; Hitler, bir gün önce onu Sovyetlere bir saldırı hazır­ lığı için görevlendirmişti. Saldırı tarihi bile belirlenmişti: Al­ man Orduları Başkomutanı Alfred Jodl bundan birkaç gün son­ ra, 29 Te mmuz' da, saldırının 1941 baharında başlayacağını açıklıyordu. Wehrmacht'ın komuta merkezi, 31 Temmuz 1940'da kesin tarihi belirliyordu: Saldırı, 1941 Mayıs'ının ortalarında, karla­ rın erimc;si ve bahar rüzgarları ile birlikte başlamalıydı.

23 Aynı şekilde 31 Temmuz 1940'da Hitler, ordunun yönetim kademesindeki subayları Berchtesgaden yakınlarındaki Obersalzberg'de toplantıya çağırıyordu. Birinci gündem maddesi, bundan sonra İngiltere 'ye karşı takınılacak askeri ta­ vırdı. Fransa'ya karşı elde edilen zafer­ den sonra Hitler, İngiltere'nin yapılacak olan bir barış teklifini kabul edeceğin­ den ümitliydi. Zaten Neville Chamber­ lains 'dan yönetimi devralan Winston Churchill de herhangi bir tepki göster­ memişti. Hitler'e göre bunun tek bir açıklaması vardı: İngiltere'nin yeni baş­ Alman orduları bakanı Rusya kartını oynayacaktı. Başkomutanı Mareşal "Führer", 31 Temmuz' da dağ çiftliğinde von Brauchitsch (sağ­ bunu şu sözlerle ifade ediyordu: "Rus­ daki) ve Genelkurmay Başkanı General ya, İngiltere'nin sıklıkla oynadığı koz­ Ha/der "Barbarossa" lardan biridir. Rusya çökertilirse İngil- planlarını hazırlarken. tere 'nin son umudu da sönmüş olur. Böylece, Almanya hem Avrupa'nın, hem de Balkanların efendisiolur ." Ayrıca, Stalin'in tutumu da, Rusya'yı Reich yönetimine kar­ şı koz olarak kullanma yönünde İngilizlere cesaret verir nitelik­ te değildi. 13 Temmuz günü Britanya Elçisi Cripps, başbakanı­ nın emriyle "Almanya'ya karşı kendilerini savunabilmek için ortak bir çizgi" bulrriak amacıyla Sovyet diktatörünü aradı. An­ cak, Stalin 'in tepkisi olumsuzdu: "Ben Almanya'nın politikala­ rını takip ediyorum ve önemli Alman devlet adamlarından bazı­ larını da çok iyi tanıyorum. Almanların elde ettiği askeri başarı­ ların, Sovyetler Birliği'ni ve Sovyetlerin Almanya ile dostane ilişkilerini tehdit ettiğini düşünmüyorum. Stalin, aslında müthiş bir yanılgı olan bu tutumundan büyük bir gurur duyduğunu, verdiği bu yanıtı dışişlerinden sorumlu halk komiseri Vy açeslav Molotov'un Alman Büyükelçisi Schulenburg'a iletmesine göz yumması ile kanıtlıyordu. Hitler de, böylelikle Churchill'in Sta-

24 Paris Almanların elinde. Fransız başkentinin Eyfe l Kulesi'nden görünüşü. lin 'i partner olarak kazanma girişiminden haberdar olmuş olu­ yordu. Zaten onun istediği de bu değil miydi?

"Dünya gücü ya da hiç"

Rusya'ya yapılacak olan saldırı, yalnızca İngiltere'yi yanılt­ maya yaraması düşünülen bir araç mıydı? Hitler'in bundan çok daha fazlasını düşündüğü kesindi: Sovyetlere düzenlenecek olan askeri bir sefer sonuçta bir tek amaca hizmet etmeliydi; dünya egemenliği kavramının nasyonal sosyalist bir Almanya ile anılır olmasına. Alman halkının yeni "Lebensraum"u (yaşam alanı) doğuya, Rusya'nın derinliklerine kadar uzanmalıydı. Kavgam kitabında Hitler, tek başına bir bölümü "Doğu Politikası" konu­ suna ayırmıştı. Orada, hedefini açıkça ortaya koyuyordu: "Al­ manya ya bir dünya gücü haline gelecek, ya da bir hiç olacaktır. Ancak, dünya gücü olmak için geniş topraklara sahip olmak ge­ rekir. ( ...) Biz nasyonal sosyalistler, toprak politikası üzerinden geleceğe yürüyoruz. Ama, eğer bugün Avrupa'da yeni bir zemin ve topraktan söz edeceksek, ilk başta düşünmemiz gereken, Rusya ve çevresindeki onun egemenliği altında bulunan devlet-

25 İngiltere'yi alt etmeyi başaramayan Alman uçakları Londra üzerinde. lerdir. ( ...) Doğuda yer alan bu korkunç büyüklükteki impara­ torluk, bugün dağılma kıvamına gelmiştir. Ve de Rusya'da Ya­ hudi egemenliğinin sonu, devlet olarak Rusya'nın da sonu ola­ caktır. Bizler, kaderin bir cilvesi olarak, üstün ırk teorisinin doğruluğuna güçlü bir kanıt teşkil edecek olan bir felaketin ta­ nıkları olacağız." O zamanlar pek çok kişi bu kitabı ciddiye almamıştı. Ancak, Hitler'in bundan sonra nasıl hareket edeceği bu kitapta ayrıntılı bir biçimde yer alıyordu: "Lebensraum" çılgınlığı ile bağlantılı olarak, "Yahudilikle" ilgisi olan her şeye karşı güdülen kin. Bu, sonunda Rusya'ya karşı bir saldırı haline dönüşmesi kaçınılmaz olan, hayvani bir kan ve toprak ideolojisi idi. Hitler, sürekli ola­ rak Alman halkının hayatta kalabilmesi için mutlak surette ge­ reksinimi olduğunu iddia ettiği bir "vatan toprağı"ndan söz edi-

26 yor ve yazılarında da her fı rsatta buna değiniyordu. Konuşma­ larında ise sıklıkla, bütün milletin günlük ekmeğini sağlama gü­ vencesi yaratacak olan bir "Alman karasabanı"ndan söz ediyor­ du. Hitler'in sürekli olarak işaret ettiği bir başka nokta ise, "va­ tan toprağı" uğruna yapılacak zorunlu fedakarlıklardı. Bu Le­ bensraum ideolojisinin doğuracağı sonuçları da aynı şekilde Kavgam 'da açıklıyordu: "Eğer Avrupa'da zemin ve toprak ka­ zanmak isteniyorsa, bu ancak ve ancak faturası Rusya'ya çıkar­ tılmak suretiyle gerçekleştirilebilir. Yeni imparatorluk eski inançlı şövalyesini, Alman karasabanına işlenecek vatan toprağı sağlamak, millete de günlük ekmeğini vermek üzere, Alman kılıcıyla yeniden harekete geçirmek zorundadır." Bu satırlarda, bazılarının ileri sürdüğü gibi, hiç de öyle başarı elde edilmesi durumunda bunun Doğu Avrupa'da barışı tesis edecek olan "Büyük Cermen İmparatorluğu"nun habercisi ola­ cağından söz edilmiyordu. Çünkü, Hitler'in politikası savaşın aralıksız olarak sürdürülmesine dayanıyordu: Siyasetin ve genel olarak yaşamın daha ileri seviyeye çıkarılması için sürekli sa­ vaş! Ve bu da savaşın bir yaşam biçimi olarak görülmesi anlamı­ na geliyordu. Savaş doğal ve sıradandı; savaş sürekliydi; savaş her alanda sürdürülmeliydi. Başlangıcı yoktu; barış antlaşması diye bir şey yoktu. Savaş, yaşamın ta kendisiydi; en eski yaşam tarzıydı. Bu tam bir siyasal Darvinizm'dir. Demek ki, savaş Hitler için hedefsizdiyse, onun için söz konusu olan sürekli bir savaş idiyse ve savaş yalnızca kendi başına bir değer ifade ediyorduysa; o halde "doğudaki Lebensraum" yalnızca geçici bir hedefti, bir ilk adımdı. SS Lideri ve Alman polisinin şefi olan Heinrich Himmler, daha sonraki hedefleri şöyle tanımlıyordu: Doğuya kendi yasa­ larımızı dikte edeceğiz. İlerleyeceğiz ve giderek Ural'a kadar olan bölgeyi ele geçireceğiz. ( ...) Bunun ardından bütün bir ge­ lecek için sağlıklı bir ürün elde etmiş olacağız. Bununla tümü­ müzün, yani bütün Cermen halkının, öncüsü, düzenleyicisi ve yönlendiricisi olduğu bir Avrupa'nın, gelecek kuşaklardaki ka­ der mücadelesinde yeniden karşısına çıkması kaçınılmaz olan bir Asya' yı yenebileceği koşullan yaratacağız."

27 Hasımlar: Hitler, komutanları General Brauntisch (sol tarafta ki) ve General Ha/der (sağ taraftaki) ile harita üzerinde çalışırken. (üstte) Stalin diğer Politbüro üyeleriyle 1941 1 Mayıs törenlerini izlerken. Hata olacaklardan habersiz mi? (altta)

28 Oysa, Hitler-Stalin Paktı, karşılıklı saldırmazlık garantisi ve buna dayanan bir dostluk antlaşmasını içermiyor muydu? NS propaganda mekanizması dışa karşı, doğudaki bu yeni partnerle bir dostluğu vurguluyordu. Gerçekteyse, savaşın baş­ langıcından itibaren açıkça propaganda yapılmasına izin ver­ mediği halde, Hitler planından hiçbir zaman geri adım atma­ mıştı. Bu antlaşma, onun için yalnızca bir ateşkes antlaşmasın­ dan ve de doğuda Polonya'ya karşı yapacağı harekat ve batıda ise Fransa ve Büyük Britanya'ya karşı başlatacağı savaşı daha rahat gerçekleştirebilmek için gerekli bir araçtan başka bir şey değildi. Bu tür antlaşmalar, Hitler'in gözünde basit birer kağıt parça­ sından başka bir anlam ifade etmiyorlardı. Zaten o da bunu hiç­ bir zaman gizlememişti. Kavgam'da bunu açıkça ifade etmişti: "Savaşı hedeflemeyen bir ortaklık, anlamsız ve değersizdir. Yalnızca kavga için ortaklığa girilir. 11 Hitler'e göre, Fransa zaferinden sonra kendi planını gerçek­ leştirmenin zamanı çoktan gelmişti. Halder, 31 Te mmuz 1940' da "Führer" ile yaptığı görüşmenin ardından güncesine şunları not ediyordu: "Sonuç: Çatışmaları takiben Rusya'nın halledilmesi gerekiyor. Seferin başlangıcı: Mayıs 1941. Beş ay.

Hedef: Yaşama direncinin ortadan kaldırılması. 11 Bir araya top­ lanan ordu komutanları, Almanya'yı Birinci Dünya Savaşı'nda felakete sürükleyen iki cephede savaşmaktan korktukları kadar hiçbir şeyden korkmadıkları halde, söylenenleri itirazsız kabul etmişlerdi.

Kod Adı "Fritz"

Hitler'in talimatı doğrultusunda doğu seferi için değişik planlar hazırlandı: Alman Ordusu Başkomutanlığı, Yarbay von Lossberg 'in "Fritz" kod adı ile hazırladığı taslaktan yararlana­ caktı. Bu operasyonda, Alman ordusunun iki yönden taarruz et­ mesi öngörülüyordu: Bataklık arazinin güneyinden ve kuzeyin­ den Moskova'ya saldırılacaktı. 18. Ordu'nun komutanı Tümgen�al Erich Marcks, 5 Ağus­ tos 1940' da, "Doğu Harekatı Taslağı"nı Başkomutanlığa sunu-

29 yordu. Bu plana göre, Alman ordusu Rusya'yı üç noktadan iş­ gal edecekti. Ana saldırı, kuzeyden ve Doğu Prusya üzerinden Moskova'ya yapılacaktı. Bununla eşzamanlı olarak, güneydeki bir kuvvet kolu Ukrayna'yı ele geçirecek ve Don Nehri boyun­ ca ilerleyerek Moskova üzerine yürüyecekti. Ortadaki üçüncü bir ordu kolunun ise direkt Moskova üzerine yürümesi öngörül­ müştü. Sovyet kuvvetlerinin kuzey ve güney kanatlarının tama­ men kuşatılıp çember içine alınarak yok edilmesinin öngörül­ düğü büyük bir meydan muharebesinin, Kızılordu 'ya karşı kısa sürede elde edilecek bir zaferiberaberinde getireceği düşünülü­ yordu. Bu planda hemen göze çarpan bir nokta, planın Prusya­ Alman askeri geleneğinden gelen ve bu geleneğin normlarına göre düşünüp hareket eden bir stratejistin elinden çıkmış olma­ sıydı. Markcs, Moltke'nin iflah olmaz bir hayranıydı. Onun ku­ şatma ve yok etme stratejileri, 1870/7 1 'de modem bir Cannae* örneği olarak, Alman kuvvetlerinin Fransa'ya karşı zafer ka­ zanmasını sağlamıştı. Askeri bakış açısıyla, bu plan akla yatkın olmasına karşın, Hitler bunu şu sözlerle reddetmişti: "Bu tama­ mıyla karışık bir kafanın fantezisidir." Amatör stratejist, uzun araştırmalar sonucu oluşturulan kuşatma stratejileri değil, şaşır­ tıcı ataklar ve kısa yoldan ulaşılacak zaferleristiy ordu. Alman ordu yönetimi içerisinde de, özellikle varılacak hede­ fin çok uzak olması ve bununla bağlantılı olarak ikmalde sorun­ lar çıkacağı düşüncesiyle bu plana itirazlar vardı. Eylül 1940'dan itibaren Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral Paulus, Lossberg'in "Fritz" adı altında başlattığı planları geliş­ tirmeye başladı. Paulus, saldırıyı Ukrayna üzerinden dolambaç­ lı olarak gerçekleştirmek yerine, bir an önce direkt Moskova'ya yönlendirmek taraflısıydı. Paulus'un taslağına göre saldın sü­ rekli aralıklarla durdurulmalı ve böylece ikmal olanakları ga­ ranti altına alınmalıydı. Bunun için de yeni nakil yollarının ya­ pılması ve mevcut alt yapının yeniden elden geçirilmesi kaçı­ nılmazdı. Örneğin, demiryollarının hat genişliği Avrupa' dakile-

(*) Hannibal, M.Ö. 216 yılında Cannae yakınlarında yapılan savaşta, bir Roma ordusunu bütünüyle yok etmişti. Büyük çaptaki korkunç yenil­ gileri anlatmada kullanılır. (çev.)

30 re uygun hale getirilmek zorundaydı. Hitler'in, Alman ordusun­ daki kurmayların güvenliği ön plana alan önlemlerine taham­ mülü yoktu. O, savaşı kış bastırmadan önce sona erdirecek olan cesur bir adımla doğuya ilerleme yanlısıydı. Bu saldın planları­ nın hiçbirisi itibar görmedi ve hemen Ağustos ayı içeri­ sinde saldırının ilk hazırlıkla­ rına başlandı. Birlikler doğu sınırına kaydırıldı. Bu da, General Jodl'ın 6 Eylül'de işaret etti­ ği gibi, ciddi bir soruna yol açıyordu: "Birliklerin bu ha­ reketliliği, Rusya' da, kesin­ likle bizim bir doğu saldırısı hazırlığı içinde olduğumuz izlenimini uyandırmamalı­ ::::� dır." - .. "'->- -''°..____.�

Moskova'yı ana saldırı hedefi olarak öngöre11 ikinci plan. (solda) Üçüncü plan, "Barbarossa" planının ana hatları. (sağda)

31 Sovyet Dışişleri Bakanı Moloıov 12 Kasım 1940' da Berfin ziyareti sırasında. Bu dostça selamlaşma bir aldatmadan ibaret.

Sovyetlerin yeni Büyükelçisi Vladimir Dekanosov (ortadaki), (soldan sağa) von Wo epmann, Kobulov, von Halem ve Semyonov'un eşliğinde Berfin' e ayak basıyor.

32 nizması çalışmaya başlamıştı. Balkanlardaki sınır boylarına as­ keri yığınak mı yapılıyordu? Bu önlemler, "Romanya'daki pet­ rol alanlarının korunmasına" yönelikti. Askeri birlikler Orta Av­ rupa'ya mı kaydırılıyordu? Alman askeri ataşesi, Moskova:da Sovyet askeri ataşesine bunun yalnızca "askeri birliklerde bir kontenjan değişimi"nden ibaret olduğunu· söylüyor ve sınır boylarındaki deneyimli askerlerin gereksinim duyulan başka yerlere kaydırılması olarak izah ediyordu. Anti-Komintem bir pakt mı oluşturuluyordu? Hayır, bu komünist Rusya'ya karşı değil, aksine ABD'ye karşı bir oluşumdu. Hitler her alanda giz­ lice savaş hazırlıkları yaptırırken, Naziler dışarıya karşı sürekli Kremlin ile dost olunduğu propagandasını yayıyorlardı. 12 Kasım 1940' da Sovyetlerin dışişlerinden sorumlu halk komiseri Vyaçeslav Molotov Berlin'e geliyordu. Alman mes­ lektaşı , meslektaşının kafasındaki soru işaretlerini giderme çabası içerisindedir. Almanya'nın, Finlan­ diya 'ya silah yığınağı yapması ve Romanya hükümetine garanti sözü vermesi türünden siyasal manevraları, partnerleri Stalin'i kızdırmıştı. Bunun yanısıra, Hitler kendilerine en küçük bir ha-

Üstün ırk çılgınlığına, Sovyet Büyükelçisi söz konusu olduğunda bile gem vurulamıyor.

33 ber vermeksizin İtalya ve Japonya ile ittifak imzaladığından, Kremlin'de bir hiçe sayılmışlık havası da hakimdi. Çünkü, Ber­ lin-Roma-Tokyo miğferi, "Anti-Kominternpakt" adı altında - adından da anlaşılacağı gibi- bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Yani, Sovyet tarafında kafalarda soru işaretlerinin uyanması için yeterince gerekçe mevcuttu. Ribbentrop ve Molotov ara­ sındaki ilk görüşmelerde "buz gibi bir hava" esiyordu. Hitler'in dışişleri bakanı güvensizliği giderici en küçük bir girişimde bu­ lunmuyordu. Ribbentrop, sürekli İngiltere'ye karşı yaklaşmakta olan zaferden dem vuruyor ve gelecekte Amerika'ya karşı elde edilecek başarının hayalini kuruyordu. Molotov, bu büyük laf­ larla ilgili düşüncelerini Sovyet Elçiliği'indeki bir akşam ziya­ fetinde açıkça dile getiriyordu. Bunun üzerine Ribbentrop yeni­ den parlıyor ve atıp tutmaya devam ediyordu: "İngiltere'nin işi bitmiş sayılır." Bu sözlerin üzerinden az bir zaman geçtikten sonra Almanlar bir bombardıman alarmı nedeniyle Rus konukla­ rıyla birlikte dışişleri bakanlığının sığınağına kaçmak zorunda kaldıklarında, bu kez Molotov soruyordu: "Peki öyleyse neden biz şimdi bu sığınaktayız ve dışarıda düşen bu bombalar kime ait?" Molotov, bu iğneleyici sorularına da herhangi bir yanıt ala­ maz. Görüşmelerin Hitler'in de katıldığı daha sonraki etapları, Ruslar açısından tam bir hayal kırıklığı içerisinde geçer. Alman diktatör, sorulara belirsiz ve kaçamak yanıtlar vermektedir. Mo­ lotov sorularında ısrarcıdır ve sözü sürekli aynı noktaya getirir: Finlandiya'da neler olmaktadır? Balkanlarda ne yapılmak isten­ mektedir? Anti-Komintempakt gerçekte kimi hedef almaktadır? Molotov ayrıca, "tasarruf alanlannın sınırlandınlması"nı da ister. Hitler işte tam da bu noktayı sürekli es geçmektedir. Zaten Rusların keskin tavırları da onu her zaman sinirlendirmiştir. Kendisine aynı soruların bıkıp usanmadan tekrar tekrar sorul­ masına kesinlikle alışkın değildir. Artık "Führer"in canına tak eder. Sonunda kestirip attığı, Alman tarafının protokollerinden anlaşılmaktadır: "Konuşmanın bu noktasında Führer, zamanın ilerlediğine dikkat çekerek görüşmelere hemen ara verilmesinin en iyisi olduğunu, çünkü temel noktaların zaten yeterince ele alındığını belirtmiştir."

34 Molotov ile yapılan görüşme tam bir göz boyamadan başka bir şey değildi. Sovyet Halk Komiseri, "temel noktaların" ger­ çekten açıklığa kavuşturulup kavuşturulmadığını bile anlaya­ mamıştı. Çünkü Hitler, onun Berlin'e ayak bastığı gün çok gizli ibaresini taşıyan 18 numaralı Führer talimatını çıkarıyordu. 12 Kasım 1940 tarihli bu talimatname çerçevesinde Alman-Sovyet görüşmelerinin taşıdığı anlam şuydu: "Görüşmelerden hangi sonuç çıkarsa çıksın, Doğu Planı hazırlıkları için şu ana kadar verilen bütün sözlü emirler aynen yerine getirilecektir. Ordula­ rın hazırladığı operasyon planlarının ana hatları bana sunulup onay alınır alınmaz, ilgili talimatlar hemen uygulanacaktır." Molotov'un ziyaretinin ardından Hitler, ordusunu derhal teyak­ kuza geçirdi. Sovyetlere düzenlenecek saldırı için planlar za­ man geçirilmeden masaya konulmalıydı.

" Barbarossa şahlanırsa ... "

Görüşmelerin üzerinden üç hafta bile geçmeden, 5 Aralık 1940'da, Brauchitsch ve Halder arzu ettiği taslağı "Führer"leri­ nin önüne koyuyorlardı. Hitler bunu izleyen iki hafta sonrasın­ da, 18 Aralık'ta, Führer karargahında saldırı planının en son halinin altına imzasını atıyordu. "OKW/WFSt/Abt L (1) NR.33408/40 g. K Chefs" şeklinde çok uzun bir dosya numara­ sına sahip olan bu belge, Führer Emirleri Kronolojisi 'nde, 21 Numaralı Talimat olarak yer almaktadır. On bir sayfa olan "Barbarossa Harekatı"* başlıklı metin, İkinci Dünya Savaşı'nın ağır sonuçlar doğuran metinlerinden biri olarak görülmelidir. Bu metin, Avrupa ve Asya'daki milyonlarca insanın idam fer­ manıdır. Hitler'in o günlerdeki kehaneti de bu yöndeydi: "Eğer Barbarossa şahlanırsa, bütün dünyanın soluğunu kesecektir." Hitler, planlardan haberdar olanların sayısının olabildiğince az olması için bu "gizli komuta belgesi"nden yalnızca dokuz

(*) Barbarossa: 1122-l 190 yılları arasında yaşamış ve katıldığı 3. Haç­ lı Seferi'nde Silifke yakınlarındaki Göksu'dan geçerken boğulan Alınan Kralı I. Friedrich 'in kızıl sakalı nedeniyle kendisine takılan lakabı. Hitler, bQ harekiitı bir tür haçlı seferine benzettiği için bu adı vermiştir. (çev.)

35 nüsha hazırlatmıştı. Planların ortaya çıkmasıyla "ağır siyasal ve askeri deza­ vantajların" oluşacağından korkuyordu. Talimat çok hızlı bir biçimde ilgili bi­ rimlere ulaştırıldı: "Alman ordusu, İn­ giltere ile savaş biter bitmez süratle Sovyet Rusya ü:lerine yürüyüp onları ezmeye hazır olmak zorundadır (Barbarossa Harekatı). Hazırlıklara he­ men başlanacak ve 15 Mayıs 1941 tari­ hine kadar tamamlanmış olacaktır. En önemli nokta, bir saldırı düşüncesinin olduğunun dışardan anlaşılmamasıdır." Alman ord-usunun "emir komuta zincirinin en tepesindeki kişi" olan Führer, "21 Numaralı Talimat"ta Rusya seferinin ana hatlarını teşkil eden ope­ rasyonları tayin ediyordu. Ordu, üç ayn "Doğu Politikası ": Nazi grup halinde "gözü pek operasyonlarla" propaganda mekanizması, Rus ordularının tamamını yok edecekti. bu temayı değişik Alman kurmaylarının daha önce hazır­ varyasyonlarla işliyordu. (Propaganda afi şinin ladıkları planda öngörüldüğü üzere, ana slganı: Doğu bölgesi, savaş bölgesi ilk etapta Pripet ba­ Birleşik Alman Doğusu taklığının kuzeyiydi. Ordular, buradan olarak birlikte savaşmakla kuzeye ve orta bölgelere ilerleyerek Le­ yükümlüdür). ningrad' ı alacak ve Moskova üzerine yürüyecekti. Taarruz istikameti Kiev olan güneydeki ordunun görevi, Sovyetlerin endüstri potansiyelinin neredeyse yarısının yoğunlaştığı bölge olan Donets Havzası'nı almaktı. Finlandiya ve Romanya birlikleri tarafından desteklenmesi düşünülen 120-130 Alman tümeni, Hitler'in savaşındaki bu en büyük askeri operasyon için öngörülen kuvvetlerdi. "Operas­ yonların nihai hedefi, Vo lga-Arhangelsk ana hattı üzerinde Rus­ ya'nın Asya'da kalan kısmının karşısında koruyucu bir kalkan oluşturmaktır." Hitler'in hesaplarına göre, sekiz ile on hafta arasında bu hedefe ulaşılacaktı. Hitler, askeri karar mekanizmasının en tepesinde yer alan

36 kurmaylarına saldırının ana hat­ larını açıkladıktan sonra, kanal boyunda askerlerle Noel'i kutla­ mak için batı cephesine uçuyor­ du. Alman askerleri, 18 Aralık'ta başkomutanlarının kendilerine "Noel armağanı" olarak torba­ sında ne getirdiklerinden haber­ sizdiler.

" ...yalnızca sekiz hafta sürer"

Generaller, alışılagelmiş özenlilik ve istenilen gizlilik içe­ risinde verilen görevi başarı ile yerine getiriyorlardı. Levazım 21 Numaralı Führer Ta limatı: Dairesi, Almanların ilerlemesi "Barbarossa Harekatı." için gerekebilecek endüstriyel tesisleri ve ulaşım için gerekli donanımları sağlamıştı. Ordu karargahında artık birliklerin ha­ reketi ve nasıl sevk edilecekleri planlanıyordu. Genelkurmay, Rusya'nın Avrupa tarafındaki bölümünde yer alan jeostratejik bölgeler üzerindeki çalışmalarını da yoğunlaştırmıştı. Arazinin biçin:_ıi bitki örtüsü, iklim, su ve ulaşım yolları gibi değişik kri­ terlere göre incelenerek, saldırının yapılacağı bölge hakkında askeri açıdan bir hükme varılmıştı. . 3 Şubat 1941 'de yapılan "Führer görüşmesi"nde, hazırlıklar kapsamında diğer önlemlerin alınması da karara bağlandı. Al­ man birlikleri, mart, nisan ve mayıs aylarında dört ayrı sevkı­ yatla doğu cephesine nakledileceklerdi. Askeri hazırlıklar her yerde son hızla devam ederken, Sovyetlere yapılacak saldırı için gereken ön adımlar ise özenle ve generallerin herhangi bir itirazı olmaksızın çoktan atılmıştı. Askerler, Hitler'in görüşlerine katılıyorlar mıydı? Ahlaki ge­ rekçelere dayandırılan itirazlara rastlanmıyordu. Aslında, Sov­ yetlere karşı yıldırım harekatları düzenleyerek bunların sonu-

37 Ericlı Mende Devlet Bakanı, O Dönemde Yüzbaşı

Haziran başlarında, Sovyetlere bir saldın yapılmaya­ cağı, bunun yerine petrol kaynaklarına ve Britanya İmparatorluğu' na ulaşmak için bir nevi çevresinden do/anılacağı, Britanya'ya yardıktan sonraysa "Deniz Aslanı Harekfitı"nın uygulamaya konulmayabileceği yönünde söylentiler dolaşmaya başladı. Fakat biz bunu ciddiye almadık. Daha Nisan ay111da iken Normandiya ' da Kiri/ alfabesi öğrenmemizin zorun­ lu kıl111masından ve ya111nıızda bir konuşma kılavuzu bulundurmamızdan, yolumuzun Sovyetler Birliği' ne doğru uzanacağını biliyorduk. Savaşın başladığı gün biz Suwalizipfe l'deki Augustowo yakınlarında bulunuyorduk ve hazır kıta halinde bekliyorduk. Hfilô, saldırı111n başlama­ ması yönünde umut besliyorduk. Ama, emirlerin iptal edildiğine dair her hangi bir telsiz mesajı yerine, bizim saat 23 .00' den itibaren saat 3 .l 5'te harekete geçecek şekilde hazır olmamız gerektiği bildirildiğinde komutanını beni kenara çekerek, "Mende, bu saati aklınızda tutun" dedi. Bu eski Almanya' mızın sonu demekti, Cermen ülkesine elveda idi. Ya şlı Avrupa' mızın da sonu anlamına geliyordu. Napo/yon' un 1812'de yaşadığı trajediden daha beteri başlamak üzereydi. Ardından, gece yarısını geçtik­ ten sonra ilk uçak filoları üzerimizden geçti. İlk bombardıman ve ateş ses­ leri birazdan duyulacaktı. Ta arruz başlamıştı.

cunda ani zaferler elde etme fikri devlet, parti ve ordu yöneti­ minin üst kademelerinde bulunanların da aklına yatıyordu. Al­ man ordusunun Sovyet topraklarına girmesinden sonraki ilk günlerde, Reich'ın basından sorumlu şefi, 23 Haziran 1941 'de yaptığı bir gündem belirleme konuşmasında, o zamanlar Al­ manya genelinde egemen olan büyüklük kompleksine iyi bir örnek teşkil eden şu cümleleri sarf ediyordu: "Führer, dört ay süreceğini söylüyor. Ama ben size, yalnızca sekiz hafta sürer, diyorum. Çünkü, nasyonal sosyalizmin manevi değerleri komü­ nizminkilerden kat be kat yüksektir ve bu yüzden savaş alanın­ da bu müthiş üstün yanı ile mutlaka en kısa sürede sonuca ula­ şacaktır." Tarafların güçleri gerçekte birbirine kıyasla nasıl bir gö­ rünüm arz edjyordu? Bu tür iyimser değerlendirmeler hangi te­ mellere dayanarak yapılıyordu? Alman ordusunun rakamlarına göre 3 milyon askerin yer al-

38 dığı 141 Alman tümenine karşı, Sovyet tarafında dört buçuk milyon askerden oluşan 213 tümen vardı. Tank sayısı açısından bakıldığında da 3 bin 350 Alman tankına karşılık, 4 bin tank ile Kızılordu belirgin bir üstünlüğe sahipti. Gerçekteyse, Sovyetle­ rin 12 binden fazla tankı vardı ki, bu da Alman kuvvetlerinin dört katı demekti. Ancak, Sovyet yapısı tankların bir çoğU gibi, yaklaşık 8-9 bin Sovyet uçağının da büyük bir bölümü eskimiş durumdaydı. 2 bin 200 uçağa sahip olan Almanlar, uçak sayısı bakımından da oldukça geride olmalarına karşın, Hitler'e göre üstün savaş güçleri ile Göring'in hava kuvvetleri belirgin bir hava üstünlü­ ğü sağlayacaktı. "Führer", iki taraf arasındaki bu sayısal denge­ sizlikten kaynaklanan bütün kaygıları şu tür sözlerle geçiştiri­ yordu: "En kötü Alman piyadesi, en iyi yabancı piyadeden daha üstündür." Bu düşüncelerinde yalnız da değildi. Genelkurmay Başkanı General Halder, yaptığı bir analizde, Kızılordu 'nun sayısal ola­ rak kendileriyle eşit olmadığı ve kendilerinden daha üstün ol­ dukları sonucuna varmıştı. Ama, Halder'in de Almanların üstün savaş güçlerine olan inancı tamdı. Generallerin itirazları daha çok, Alman birliklerinin kat etmesi gereken yolun korkunç de­ recede uzun olması noktasında yoğunlaşıyordu. Brauchitsch, Hitler ile yaptığı konuşmalarda sürekli olarak "Rus topraklarının derinliğine" vurgu yapıyordu. "Muazzam Ordusu'' 1812'de Ruslardan çok Rusya'nın ağır koşullarına tes­ lim olan Napolyon'un yazgısı onu ürkütüyordu. Alman general­ lerinin, ilk planlarında ikmalin garanti altına alınması noktasına özellikle dikkat çekmeleri bu yüzdendi. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, Hitler bu planları ilk etapta ç0k karmaşık bul­ muş ve dikkate almamıştı. Öyle görünüyordu ki, Napolyon'un başarısızlığı Hitler'i etkilememişti. Tanklarının manevra yete­ neğine güveniyordu. Napolyon'un beygirlerle çekilen topları ile bir karşılaştırma yapmak ne işe yarayacaktı? Alman ordusu, motorize ve manevra yeteneği yüksek bir orduydu ve uzak me­ safeleri aşmaya her zaman hazır durumda olduğu apaçık orta­ daydı. Polonya ve Fransa seferleri de bunu yeterince kanıtlama­ mış mıydı?

39 Orgeneral Dimitri Vo lkogonov O Dönemde Te ğmen

Savaş rüzgarları esmeye başlamıştı. Stalin ve genelkur­ mayın eline istihbarat birimlerinden, Komintern'den ve askeri keşif çalışmalarından pek çok S(lğlıklı bilgi ulaşmıştı. Bu bilgilere göre Almanya, kuvvetlerini Alman­ Rus sınırına yığmaktadıı: Sovyetler Birliği' nin, Alman bir­ liklerinin tam olarak nerelerde konuşlandık/arına ilişkin tam bir fikre varması an meselesiydi. Sovyet yönetimi, ilgili birimlere Uzakdoğu, Sibirya, Orta Asya ve Moskova bölgesindeki Kızı/ordu tümen­ lerinin batı sınırına kaydırılması emrini veriyordu. Ancak, bu birliklerden pek çoğu, sınır bölgesine zamanında ulaşmayı başaramamışlardı. Stalin, durum gereği bütün hazırlıklarını savaşa göre yapıyor, fa kat aslında savaşın gerçekten çıkacağına da inanmak istemiyordu. Savaş çıksa bile, bunun çok daha sonraları olacağını düşünüyordu. Savaşın başlangıcından yirmi gün önce, en yakın danışmanlarına şunları söylüyordu: "Gelen haber­ lere göre savaştan kaçmamız mümkün gözükmüyor. Belki de gelecek yılın ilkbaharında savaş başlayabilir. " Bu da Stalin' in ne derece yanıldığını göstermektedir ve ancak şöyle açıklanabilir: Stalin, yeryüzündeki bir tanrı idi ve herkese şunu söylüyordu: "Şimdilik savaş çıkmaz." Evet, herkese bunu söylüyor ve kendisi de buna tamamen inanıyordu. En önemlisi de, Kızı/ordu' nun savaşa hazır olmadığını kendisi de gayet iyi biliyordu. Bu noktada şuna dikkat çekmek gerekir ki, 1937 ve 1938 yılları nda gerçekleştirilen korkunç kanlı temizlik hareketi subaylık kurumunu neredeyse silip süpürdüğünden, Sovyetlerin batı sınırında görev yapanların yüzde seksen beşi, bir yıldan daha az bir zaman önce bu bölgeye gönderil­ miş olan subaylardan oluşuyordu. Stalin' in savaşın başlangıç tarihi ile ilgili yanılgısı, daha çok, olmaması istenen bir şeyin gerçekleşmeyeceğine inanmaktan kaynaklanan bir kendi kendini kandırma olarak açıklanabilir.

Oysa, görüntü yanıltıcıydı. Alman tank tümenlerinin sayısı iki katına çıkartılmıştı, ancak buna karşılık, tümen başına düşen tank sayısı azaltılmıştı. Bir tümendeki tank sayısı ortalama 258 iken, 196'ya inmişti. Daha da kötüsü, bu sayının yükseltilmesi de olanaklı görünmüyordu. Alman silah sanayisi plan dahilin­ deki aylık 600 tank ihtiyacının neredeyse üçte birini karşılaya­ cak durumdaydı. Evet, Alman ordusu motorize birliklerden olu­ şuyordu. Ancak, Hitler ordularında da topların büyük bir bölü­ mü aynen Napolyon ordularında olduğu gibi atlar tarafından çekiliyordu. Alman birlikleri ayrıca bir de yine Fransız birlikle­ ri gibi "General Kış"a karşı da oldukça kötü donatılmışlardı.

40 Hitler için bu da bir gerekçe teşkil etmiyordu. Ona göre, Kızı­ lordu kış biter bitmez yenilgiye uğratılacaktı. Joseph Goebbels ise güncesine kesin bir ifadeyle, "Napolyon örneği tekrar et­ mez" diye yazıyordu. Gerçi, Hitler'in planlarına getirilen eleşti­ rilerde bu noktalara işaret edilmiyor değildi, ancak komuta ka­ demesindeki yüksek rütbeli askerler verilen görevleri özenle ve itirazsız yerine getiriyorlardı. Prusya ekolü her ne kadar mantık ve uz görü ile yoğrulmuştuysa da, ki öyledir, -en azından Hit­ ler'in generalleri öyle idiler- bu özellikler büyük ölçüde baskı altına alınmıştı. Saldırıyı başlatma tarihi olarak öngörülen 15 Mayıs 1941 gi­ derek yaklaşırken, Yugoslavya'daki bir askeri darbe Hitler'in planlarını alt üst ediyordu.

"Yardım etmek zorundayız ... "

Hitler bu arada, "Barbarossa Harekatı" çerçevesinde görevli olan subaylarına yeni bir görev daha vermişti. 1941 Ocak baş­ larında 22 numaralı talimatı çıkarıyor ve "Ayçiçeği" ve "Buhu­ rumeryem" adlı operasyonlar ile bağlantılı olarak Libya'nın ku­ zeybatısında, Trablusşam'daki ve Arnavutluk'taki Alman bir­ liklerinin yeni takviyelerle güçlendirilmesini istiyordu. Operas­ yonlara verilen bu kodlar, kulağa her ne kadar çok masum ve şiirsel geliyorsa da, altında yatan hiç de masum olmayan bir iktidar politikasıydı: İtalya rotadan sapmamalıydı. Henüz 13 Aralık 1940'da bir başka operasyon, "Operasyon Marita", çoktan başlatılmıştı. Balkanlar' da zor duruma düşen İtalyan yoldaşa, Yunanistan' da yardım edilmeliydi. Hitler bunu ordu komutanlarına, "İtalya'nın içten çökmesi riski göze alına­ maz. Yardım etmek zorundayız" şeklinde açıklıyordu. Var gü­ cüyle gerekli hazırlıkları yapıyordu. 1 Mart 1941 'de -daha önce Macaristan, Romanya ve Slovakya örneklerinde olduğu gibi­ Bulgaristan da Berlin-Roma-To kyo Miğferi'nin oluşturduğu birliğe dahil oluyordu. Bunun hemen ardından, Alman birlikleri Yunanistan'a giriyordu. Hedefleri Mora Yarımadası idi. Bu noktada, Yu nan işgali altındaki Arnavutluk'a düzenlenen İtal­ yan saldırısı, iki gün içerisinde 11 Mart'ta fe ci bir yenilgi ile

41 sonuçlanıyordu. Bununla eş zamanlı olarak bir İngiliz kolordu­ su da, saldırganlara karşı verdikleri savaşta Yu nan birliklerine destek vermek üzere Pire'ye gelmişti. İngiliz ve Alınan birliklerinin karşı karşıya gelmelerine ra­ mak kalmıştı. Her iki taraf da Yugoslavya'yı desteklemek için çaba harcıyorlardı. Yugoslavya Ve liaht Prensi Paul, Hitler'in devamlı baskıları sonrasında, 4-5 Mart tarihlerinde Obersalzberg 'de yapılan gizli toplantıda Miğfer güçlerine katılmaya hazır olduğunu açıklı­ yordu. Yugoslav Başbakanı Svetkoviç 25 Mart'ta Viyana'da ka­ tılım anlaşmasını imzalarken, Hitler İtalyan Dışişleri Bakanı Ciano'ya, zafer sarhoşluğu içerisinde, "Bu Yu nanistan 'a yapıla­ cak saldırıyı daha da kolaylaştıracak" diyordu. Ancak, bundan yalnızca birkaç saat sonra meydana gelen bir olay, Hitler'in planlarını altüst ediyordu: 26 Mart'ı 27 Mart'a bağlayan gece, ordunun bir kısmı, Yugoslav hükümetini hedef alan bir askeri darbe gerçekleştiriyordu. Başbakan, Belgrad'a dönüşünde tren­ den inerken dışişleri bakanı ile birlikte gözaltına alınıyor ve ar­ dından tutuklanıyordu. Kabineden gelen sert itirazlara karşın Almanlarla birlik antlaşması imzalayan Ve liaht Prens Paul ise evinde göz hapsinde tutuluyordu. Hükümet darbesi kansız bir biçimde yapılmıştı. Simoviç'in yeni yönetiminin dayanağı, yal­ nızca ordunun büyük bir bölümünden ibaret değildi. Özellikle, ulusal bilince sahip olan Sırplar da Hitler'in Yugoslavya'yı bir uydu devlet haline getirecek olan paktına karşıydılar. Güçlü diktatörün bir saldırmazlık teklifi ile yumuşatılabileceğini umu­ yorlardı. Ancak, darbe haberinin karşı tarafta ne tür bir kızgınlı­ ğa neden olduğundan habersizdiler. Hitler bunu, doğrudan ken­ disine yapılmış bir saldırı olarak görüyor ve o kızgınlıkla 27 Mart'ta 25 numaralı talimatı yayınlıyordu: "Yugoslavya'daki askeri darbe, Balkanlardaki siyasal durumda değişiklik yarat­ mıştır. Yu goslavya, bundan sonra sadakat yemini etse bile düş­ man olarak görülecek ve en kısa sürede yerle bir edilecektir. Benim görüşüm, Yu goslavya'nın işgal edilmesi ve Yugoslav or­ dusunun tamamen yok edilmesi yönündedir." Hitler'in kızgınlığı, yalnızca kendisine yakınlaşmış olan bir yönetimin görevden uzaklaştırılmış olması ile sınırlı değildi.

42 İmparatorluk /m akamında acilen top­ lantıya çağırdığı Brauchüsch, Halder ve Ribbentrop'a kendisini en fazla öfkelendiren noktayı şöyle açıklıyor­ du: "Belgrad 'taki hükümet darbesi yalnızca Marita 'yı değil, daha çok Barbarossa'yı da tehlikeye sokmuş­ tur." Daha önce 15 Mayıs olarak be­ lirlenen saldın tarihi artık geçerliliği­ ni yitirmişti. 25 numaralı talimatta bu çok net bir biçimde belirtiliyordu: "Barbarossa Harekatı 'na başlama ta­ rihi dört hafta ileri atılacaktır." Ne Hitler, ne de sadık adamları bunun Alman askerleri açısından hangi fe­ laketleri beraberinde getireceğinin farkındaydılar. Ay nı günün gecesi, General Jod kurmay heyetiyle birlikte Yugoslav­ ya 'ya girme planlarını hazırlamak zo. runda kalıyordu. 28 Mart sabahı Al­ İtalya' nın "Dııçe"si: manların İtalya'da görevli askeri ·ata­ Almanlar için zahmetli bir şesi General von Rintelen saat müttefik ( 1941 'de çekildiği samlıyor). 04.00'de, Mussolini'ye iletilmek üze­ re, Almanların partnerlerini Balkan- larda bundan sonraki hareket planları hakkında bilgilendirdikleri bir aide-memoire alıyordu. Hitler, aynı zamanda Duçe'ye, İtalyan kuvvetleri için hangi görevi uy­ gun gördüğünü de bildiriyordu. Amavutluk'a karşı bundan sonra başka bir eylem söz konusu olmayacaktı: "Elinizdeki bütün güç­ lerle Yu goslavya'dan Amavutluk'a bütün geçiş noktalarını tut­ manızın ve kuvvetlerinizi her yönden ve çok acilen takviye et­ menizin büyük önem arz ettiğini düşünüyorum." 6 Nisan 1941 'e gelindiğinde Alman tarık paletleri Yugoslav toprakları üzerinde dönmeye başlamıştı. Hava saldırılan ile iyi­ ce çökertilen Yu goslav ordusunun geride kalan tamamının Sa­ raybo na' da teslim alınması yalnızca on bir gün sürmüştü. Bu

43 arada, Alman uçakları "Führer"in bir emri ile başka bir göreve sevk ediliyorlardı: Başkent Belgrad'ı "seri saldırılarla" yerle bir etmeye. Kent, Göring'in bombardıman filolannın ölümcül al­ çak uçuşlarını engelleyecek hava savunması olanaklarına sahip olmadığı için herhangi bir direniş olmamıştı. Harekatın adı, an­ lamına ve Hitler'in hedefıne uygunluk arz ediyordu: "Cezalan­ dırma Harekatı", hükümet darbesi ile aşağılandığı duygusuna kapılan Alman diktatörün bir öç alması niteliğindeydi. Göb­ bels 'in güncesinde adlandırdığı gibi, Yugoslavya gibi bir "se­ zonluk devlet"in, Alman "Führer"ine karşı koyuşu cezasız kala­ mazdı. Yugoslavya'nın ve 23 Nisan 1941 'den beri Akropolis üze­ rinde gamalı haçlı bayrağın dalgalandığı yer olan Yu nanistan'ın işgalinden sonra, Hitler 30 Nisan tarihli gizli bir talimatla Rus­ ya 'ya yapılacak saldırının tarihini kesin olarak belirliyordu: "Barbarossa, 22 Haziran' da başlayacaktır."

11 .. 11 Acımasız bir sertlikle .

Bu arada sefer planlan yeniden ön plana alındı. 30 Mart'ta, Hitler'in ordu kurmaylarını başkanlık makamında bir araya topladığı bir konferansta, diktatör yeni bir noktaya işaret edi­ yordu: "Bu savaş, batıdaki savaştan çok farklı olacak." Bu ta­ lihsiz açıklamanın arkasında asıl neyin yattığı, Hitler Kızılor­ du 'ya karşı nasıl bir savaş tasarladığını ortaya koyduğunda, toplantıda bulunan askerler tarafından gayet iyi anlaşılıyordu: Askeri meslektaşlık ruhunu ortadan kaldırmalıyız. Komünist ne dün dosttu, ne de yarın dost olacaktır." Bu da, Hitler ile generallerin pek çoğunun bu savaşın nasıl yürütüleceği konusunda çok farklı görüşlere sahip olduklarını gösteriyordu. Herhangi bir siyasal kaygı taşımayan askerler için Rusya'ya yapılacak saldırı, iki ordunun çarpışmasından başka bir anlam ifade etmiyordu. Bitler içinse, Rusya'ya karşı verile­ cek savaş, askeri bir savaştan öte çok farklı bir anlam taşıyordu. Onun açısından, birbirine zıt iki dünya görüşü çarpışacaktı. Al­ man ordusunun tamamını oluşturan üç ayrı ordunun ordu ko­ mutanlarına ve birlik komutanlarına henüz Mart başlarında yeni

44 Jose/Zoglmeier, Piyade Eri

O unutulmaz 22 Haziran 1941 gününe kadarki aylar, alışılmış askeri görevlerle geçmişti. Hiç birimiz Rusya ile herhangi bir sa­ vaş olacağına kesinlikle ihtimal vermiyorduk. Sımr çizgisini, Vistül Nehri' nin kollarından biri olan San Nehri belirliyordu. Buradaki bütün köprüler havaya uçurulmuştu. Karşı yakada herhangi bir yaşam izine rast/anmıyordu . Biz, faros/aw çevresinde, bütün bun­ ları ne için yaptığımıza yönelik kafamızda herhangi bir soru işare­ ti oluşmaksızın, yaya olarak her türden savaş talimleri yapıyorduk. Ancak bizim böl­ gedeki birlik sayısı 41 Mayıs' ında giderek artmaya başladığında ve tatbikatlarımızın hedefinin nehri geçerek San' ın ardında kalan bölgedeki köylere saldırmak olduğu söylendiğinde, Rusya' ya karşı bir savaş olasılığım hesaba katmaya başladık. Genel kurmayın Rusça haritalarım okuyabilmeleri için astsubay rütbesinden başlamak üze­ re bütün askeri personele Kiri/ alfabesinin harflerini öğrenme yiikünıliiliiğii getiril­ mişti ı•e sıradan alarm tatbikatları ise alışılmadık biçimde artış göstermeye başlamış­

tı. Nihayet, 21 Haziran' da verilen alarm sonrasında gerçek mermi, el bombası ve er­ zak dağıtıldığında, Sovyetlere saldırılacağı artık şüphe götürmez biçimde belirginlik kazanmıştı.

savaş anlayışını açıklamıştı: "Rusya'ya karşı yapılacak olan sa­ vaş türünden savaşlar, şövalyece yürütülemez. Burada söz ko­ nusu olan farklı dünya görüşlerinin farklı ırkların çarpışmasıdır ve bu nedenle bugüne kadar görülmemiş derecede acımasız bir sertlikle yürütülmelidir. Bütün subaylar eski bakış açılarından sıynl mak zorundadırlar. " Hitler bu sözlerle düşmana karşı askeri zafer kazanıp onu savunmasız durumda bırakmanın yeterli olmayacağını emrivaki içerisinde ortaya koyuyor ve devam ediyordu: "Bu bir toplu kı­ yım savaşıdır. Bu savaş, bozgunculuğun zehri yayılmasın diye verilecektir. " Hitler'in kıyıma odaklanmış öfkesinin hedefi en başta Kızılordu'nun siyasi komiserleriydi: "Komiserler, nasyo­ nal sosyalizm ile taban tabana zıt bir dünya görüşünün yayıcıla­ ndırlar. İşte bu yüzden, komiserler tamamen yok edilmelidirler. Komiserler ve Sovyet gizli servisi GPU (Glavnoye Politiçesko­ ye Upravleniye) üyeleri birer haydutturlar ve haydut muamelesi görmeleri gerekmektedir. " Nazilerin "haydut" olarak damgaladıkları kişilere nasıl dav­ ranacakları, Alman Ordu Komutanlığı'nın 6 Haziran 1941 'de yayınladığı "Komiserlere Dair Emir" başlıklı emirde şöyle be­ lirleniyordu: "Kızılordu'nun bütün siyasi komiserleri, esas iti-

45 Rus savaşı henüz daha bir masa başı oyunuyken (üstte) Sonu gelmez kamyon konvoyları doğu cephesine ilerliyor/ar (altta).

46 barıyla anında silahla infaz edilecektir." Bu uygulamaya karşı oluşacak olası kuşkuları önceden bertaraf etmek içinse, Hitler bu emrin neden gerekli olduğunu belirten şu açıklamayı getiri­ yordu: "Birlikler kendilerini, kendilerine karşı kullanılacak sal­ dırı araçlarının aynılarını kullanarak savunmak zorundadırlar. " Naziler, komiserlerin nihayette "Asya' nın barbarca savaş yöntemlerinin en eski uygulayıcıları" olduklarını yayarak, ken­ di vahşice tutumlarının bir meşru müdafaa olarak algılanmasını sağlamak istiyorlardı. Hitler, henüz 30 Mart 1941 'de iki yüzden fazla yüksek rütbeli subayın önünde katil planlarını açımlaya­ rak anlatmıştı. Bu toplantıda, herhangi açık bir itiraz olmamıştı. Ancak kendi emrindeki astları, Mareşal von Brauchitsch'i Hit­ ler'i bu talimatları nedeniyle resmen protesto etmesi için zorla­ mışlardı ama, Alman Orduları Başkomutanı onların bu istekle­ rini geri çevirmişti. Yalnızca 6 Haziran günü, askerlerin savaş istençlerinin kırı­ lacağı kaygısıyla komiserlerin özel durumları gereği asıl savaş alanının dışında, gözden uzak bir yerde bir subayın vereceği emirle infaz edilmelerini önermekle yetinmişti. Askerlere, nasyonal sosyalizmin fikri sabit kafa yapısının birer tetikçisi olarak nasıl kullanılacakları açıkça gösterilmeme­ liydi. Oysa, General Keitel'in 19 Mayıs'ta birliği için yayınla­ dığı talimatnamede bu bakış açısı hiçbir yanlış anlamaya mey­ dan vermeyecek biçimde açıkça ifade ediliyordu: "Bolşeviklik, nasyqnal sosyalist Alman halkının can düşmanıdır. Alman­ ya'nın savaşı, bu bozguncu dünya görüşü ve onun yayıcılarına karşıdır. Bozguncu Bolşeviklere, gönüllülere, sabotajcılara, Ya­ hudilere karşı yürütülen bu savaş, gözü kara ve dinamik bir mü­ cadeleyi ve her türlü aktif ya da pasif direnişin tamamıyla kırıl­ masını gerektirir." Alman Orduları Başkomutanlığı Hukuk Da­ iresi ise, askerlerin daha sonra cezalandırılmaktan çekinerek sert davranışlardan kaçınmalarını engellemek için, 13 Mayıs 1941 'de şu talimatı çıkarıyordu: "Ordu mensuplarının ve onla­ rın maiyetinde bulunan kişilerin düşman sivillere karşı davra­ nışlarına yönelik, bu davranış askeri bir suç ya da cürüm teşkil etse bile kovuşturma zorunluluğu bulunmamaktadır." Bu tür ta­ limatlar, savaşın "üstün olmayan insan" olarak görülen Ruslar,

47 Beyaz Ruslar ve Ukraynalılara karşı nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda da fikir vericiydiler. Hukuk Dairesi, bunun savaş mahkemelerinin yetki alanına girmediği görüşündeydi. Hitler, savaş esirlerine nasıl muamele edilmesi gerektiğini düzenleyen Lahey Sözleşmesi'ni Rusya ile yaptığı savaşta rafa kaldırmıştı. Bu, onun kendisini sivil dünyaya karşı her tür sorumluluktan muaf saydığı bir savaştı. Bu savaşta insani değerleri çok küçük ölçüde de olsa güvence altına alabilecek kurallar geçerli ola­ mazdı. Bununla beraber, Hitler, kendi generallerinin her açıdan faz­ la yumuşak huylu olduklarını düşünüyordu. Ona göre, gerekli sertlikleri göstermeleri söz konusu olduğunda onlara güvenile­ mezdi. Rus asker ve sivillere uygulayacağı terörü gerektiği gibi organize edebilmek amacıyla yeni organlar oluşturmaya başla­ dı. Hem SS* hem de Alman polis teşkilatı kendisine bağlı olan Heinrich Himmler 'e Rusya'da politik konularda sorumluluk üstlenecek bir idare heyeti kurma görevi verildi. SS teşkilatına bağlı özel gruplar ise yalnızca savaş alanında yetki sahibi olan askeri karar mekanizmasından bağımsız olarak işgal edilen böl­ gelerde "özel görevler" yapabilme yetkisi ile donatıldı. Gesta­ po** şefi Heydrich, 1941 Mayıs'ında Güvenlik Polisi ve SD'nin*** yaklaşık 3 bin kişiden oluşan bu dört görevli timinin komutanlarına sözlü olarak bütün Yahudileri öldürme emri ve­ riyordu. Komünistlerin ileri gelenlerini ve Çingeneleri de kap-

(*) Açılımı "Stabswache" olan SS, sözcük anlamı olarak "karargah muhafızları kıtası" anlamına geliyordu. Ancak, 1925'de Hitler'in özel ko­ ruma örgütü olarak kurulan bu paramiliter Nazi örgütü, sonradan özel gö­ revler alarak, Heinrich Himmler'in komutasında Alman Nasyonal Sosya­ list Partisi NSDAP'nin parti içi polis örgütüne dönüştü. (**) Açılımı "Die Geheime Staatspolizei" olan Geslapo'nun sözcük anlamı, "Gizli Devlet Polisi" dir. Gestapo, ülke içinde ve dışında rejim karşıtlarını tespit eden ve cezalandıran ve özellikle kullandığı insanlık dı­ şı yöntemlerle korku salmış olan bir Nazi örgütlenmesidir. (***) Açılımı "Sicherheitsdienst" olan SD'nin sözcük anlamı, "Gü­ venlik Servisi"dir. 1931'de yine Heinrich Himmler'in inisiyatifiyle istih­ barat örgütlenmesi olarak kurulan SD, Nazi karşıtları ve aynı zamanda parti üyeleri ha,kkında da bilgi toplayıp parti yönetimine rapor etmekle görevliydi (çev.)

48 Albrecht Linsen, Piyade Eri

Schlesien' e bağlı Schweidnitz'ten başlayan ve Polonya'yı geçerek Sovyetler Birliği sınınna ulaştığımız uzun yürüyü­ şümüzün ardından, Vlodava' daki Bug Nehri' nin başlangı­ cında batı kıyısındaki küçük ve göze batmayan bir baraka kampı, on gün için son durağımız olmuştu. içlerinde hiçbir kıpırtının gözlenmediği tahta gözetleme kulübelerinin bu­ lunduğu çalılık alanda görüş alanımız oldukça genişti. Ta r­ lalarda tek tük kolhoz tarım işçilerine rastlanıyordu. Barakaların dışındaki bütün fa aliyetlerin tamamıyla kamufle edilerek yapılması emredilmişti; veri­ len görevler ağaçların altında, talimatlara kesinlikle uygun hareket edilerek çok hararetli olmasa da giderek artan bir gerilimle yerine getiriliyordu. Sa­ vaşın yakın olduğuna ilişkin ilk emareler fa rk edilmeyecek gibi değildi: Sa­ vaş sırasında işe yarayacağı düşünülerek Rusça sözlükler dağıtılmıştı. Ruki vyerş: Eller yukarı! Sovyet yapısı uçak ve tank tiplerini konu alan dersler. Daha sonra memleketten gelen mektuplar ve paketler, Alman-Sovyet çatış­ masına hiç değinmeyen gazeteleı: Ya takhanelerde gerginlik hakimdi: Altıncı barakada kalanlardan biri, ge­ ce Bug' u yüzerek geçip firar etmiş. Birkaç paketi de çalıp götürmüş. Ya tak­ larda teori üretenleı; sorulara yanıt önerileri ... Söylentileı: .. Günün birinde de "birliklere moral günü" düzenlendi. Bir tür cephe kabaresinin yolu bizim oraya da düşmüş; "Bari bir dürbününüz var mı?" gibisinden soğuk espriler yapıp durdular. Gruptaki genç bayan/aı; meraklı meraklı Bug üzerinden Rusya' ya, şu bir türlü görünmeyen Bolşeviklere bakınıp duruyorlar. Orman yollarına ise, ağır araçlar için balkon halıları serilmiş durumda; kum ve bataklık zeminlerde ve yumuşak dere yataklarında onlara ihtiyaç var. Bütün her şey kontrol ediliyor, işe yaramaz olanlar değiştiriliyor; du­ rum giderek ciddileşiyor yani. Bu cumartesi neredeyse tamamen boşuz. Din­ lenmek için iyi bir fırsat. Sonra yine dersler. Bizim uçaklar sarı işaret taşı­ yormuş. Ya Ruslarınki de buna benziyorsa? Akşamüstü silahlar ve araç ge­ reçler hazırlanırken kamyon ve diğer araçlar ormanda üzer/eri örtülü vazi­ yette bekliyorlar...

sayan bu ölüm emrinde kısaca, bütün "Asyalı azınlıkların yok edilmesi" öngörülüyordu. Hitler, bu da yetmezmiş gibi bir de "ülkenin bir temiz sö­ mürülmesini ve ekonomik değerlerinin Alman ekonomisinin hedefleri doğrultusunda güvence altına alınmasını" emrediyor­ du. Şu işle Hermann Göring görevlendiriliyordu. Göring'in en fazla ilgisini çeken noktalardan biri de, savaş sırasında "Al­ manların dayanma gücünü" artırmak için kullanmak istediği Rus zahire ambarlarındaki gıda stoklarıydı. Bu da, yerli halkın

49 ''Reich ' ııı Mareşali" Hermann Göring, sayısız propaganda konuşmalarından birinde kürsüde. böylelikle karşı karşıya buakıldığı açlığın aslında sadece sava­ şın doğal bir sonucu olmadığını, bilinçlice planlandığını gös­ tennektedir. Göring'e göre, açlıktan ölenleri buralardan sünne­ ye de gerek kalmazdı artık. Sonrasında da bu topraklar Alman çiftçilerinin yerleşmeleri için kendiliğinden boşalmış olurdu. Açlığa kurban gitmesi hesaplanan insan potansiyeli, Nazi yö­ netiminin kafasında sayısal olarak belliydi. 2 Mayıs l 94 l ta­ rihli bir toplantının protokolünde bu konuda şu ifadeler yer al­ maktadu: "Bizim için gerekli olan erzak bölge kaynaklarından alındığı taktirde, hiç kuşkusuz milyonlarca insan açlıktan öle­ cektir. Bu konuda kafalarda kesinlikle hiçbir kuşkuya yer ol­ mamalıdır." Bu da, insanlığın böylesine hayasızca hor görül­ mesi yönünde yalnızca askeri harekatlarla sınulı kalınmadığı, aksine işgal altındaki bölgelerde halka karşı acımasız yöntem­ lere başvurulduğunu gözler önüne sermektedir. Tam o günlerde "Doğu Avrupa bölgesindeki sorunlarla ilgili merkezi düzenle­ meler" görevine yeni atanan Rosenberg ise, Ruslara zor günler yaşatmaya yemin ediyordu.

50 Kendi yorumlanyla asker fo toğraflan:

"Ben, cepheye hareket etmeden hemen önce."Asker Rolf Kirchgatter. "Son bir banyo keyfi."

"Aşı kuyruğunda beklerken."

51 "Stalin tek başına karar veriyor"

-Peki, Sovyet yönetimi bu planlardan ne derece haberdardı? Ne kadarını bilebilirlerdi ve buna karşı kendilerini ne kadar ha­ zırlayabilme olanağına sahiptiler? Almanların hazırlıklarını gizlilik içerisinde yürüttükleri bili­ niyor. Toplantılarda yalnızca askeri ve siyasi alanlarda ileri ge­ lenler yer alıyordu ve Hitler'in bütün talimatları "çok gizli" damgasını taşıyordu. "Barbarossa Harekatı"nı içeren 21 numa­ ralı talimat ise çok az sayıda kopyalanarak dağıtılmıştı. Ancak, bu büyüklükteki bir askeri hareketlilik ne derece giz­ lenebilirdi? Bununla bağlantılı uygulamalar tabii ki, bütünüyle gizlenememişti. Sovyet tarafına süı:.ekJi, Alınan keşif uçakları­ nın kendi bölgelerinde casus uçuşları yaptıklarına ilişkin haber­ ler geliyordu. 21 Nisan 1941 'de Alman Büyükelçisi von Tippelskirch, Moskova'da Sovyet hava sahasının sürekli ihlal edildiğine işa-

52 RolfDahm, Piyade Eri

Birkaç günden beri -hazırlıkların tamamlanacağı bölge­ ye hareket ettiğimiz andan itibaren- çalılık arazide bir şey­ ler olduğunun fa rkına varmıştık. Eee, insanların çok oldu­ ğu yerde dedikodular da hızla yayılır. Bu insanların basit birer asker olarak olan bitene etki etmeleri mümkün değil­ dir. Onlar yalnızca nereye gittiklerini bilmeden yürürler. Örneğin, söylentilerin �irine göre biz güya Sovyetler Birliği' nde tren va­ gonlarına bindirilerek lngilizleı:e karşı yeni bir cephe inşa etmek için eski­ den Fars ülkesi olarak bilinen Iran' a gönderilecektik. Ta bii, bu bir söylen­ tiydi. Bir diğer söylentiye göre ise Sovyetler Birliği ile Almanya' nın yaptığı bir anlaşma gereği, Baltık devletleri bizim tarafımızdan alınacaktı. Eh, üçüncü bir söylenti gerçeğe biraz daha yakındı: Yoksa, Sovyetlere karşı bir savaş mı söz konusuydu? Bu soru, tabii ki herkesin aklını kurcalıyordu. Neyle karşılaşacaktık?Ar tık belirgin bir korku da yer etmeye başlamıştı.

ret eden Sovyet makamlarının sözlü notasını kabul etmek zo­ runda kalıyordu. Yalnızca 27 Mart- 18 Nisan tarihleri arasında bu türden seksen ihlal tespit edilmişti. Ancak Kremlin' de, bu uçuşların arkasında yatan niyetin ne olduğu sorusunu sormak kimsenin aklına gelmiyordu. Öyle ki, Sovyet Savunma Bakan­ lığı, "bu tür uçuşlar sıkça tekrar etmediği sürece Alman uçakla­ rına ateş açılmaması" emrini veriyordu. Öte yandan, bütün gizli tutma çabalarına karşın, Hitler'in doğu politikasından haberdar olan insanların sayısı giderek artı­ yordu. Bu tür bilgilerin yayılmasına olanak sağlayan durumlar daha da sıklıkla yaşanır olmaya ve casusluk faaliyetleri için im­ kanlar giderek azalmaya başlamıştı. 29 Mayıs 'ta, güncesine za­ fer kazanmışçasına ve aşağılayıcı bir üslupla şu satırları yazan Goebbels, pek de yanılıyor sayılmazdı: "Moskova'da bilmece çözmekle uğraşıyorlar. Stalin, yılana karşı hala bir tavşan gibi hareket ediyor." Değişik kaynaklardan bu yönde gelen uyarılar hiç eksik ol­ muyordu. Berlin'deki Sovyet Askeri Ataşesi, daha 1940 No­ el ' inde, Sovyetlere yapılacak saldırının 1941 ilkyazında yapıla­ cağını belirten isimsiz bir mektup almıştı. Daha sonra 1941 yılı başlarından itibaren daha somut uyarı­ lar gelmeye başlamıştı: 20 Mart 'ta Amerikan Müsteşarı Sum-

53 1 -

Stalin' in en önde gelen casuslarından Dr. Richard Sorge, Sovyet gizli servisine "Barbarossa Harekatı " ile ilgili çok önemli bilgiler gönderi­ yordu; sağda onun Sovyet resmi hizmet kimliği görülüyor. mer We lles, Sovyet Büyükelçisi Konstantin Umansky'yi bir saldırı planlandığı yönünde bilgilendiriyordu. Elde edilen bilgi­ lerin doğruluğu FBI Şefi J. Edgar Hoover tarafından bizzat kontrol edilmişti. Son dakikaya kadar işe yarar başka bir çok uyarı yapılmıştı. 10 Haziran 1941'de, 21 yaşındaki er Rudolf Richter, Sovyet makamlarına Alman birliklerinin nasıl hareket ettikleri hakkın­ da bilgi vermek amacıyla Bug'dan yüzerek karşıya geçiyordu. Bir başka firari Hermann Hermann, 13 Haziran'da San üzerin­ den kaçtıktan sonra, Sovyet makamlarını artık kaçınılmaz bi­ çimde yaklaşan saldırıya karşı uyarıyordu. Üçüncü bir firari, Kolbergli mobilya işçisi Albert Liskow da tam saldırının başla­ yacağı tarihte, 21 Haziran'ı 22 Haziran'a bağlayan gece, aynı şekilde Bug üzerinden yüzerek kaçıyor ve Alman askeri birlik­ lerinin yaptığı yığınak hakkında bilgi veriyordu. Alman gazeteci ve Japonya' daki Alman Büyükelçiliği 'nde basın sözcüsü olan zamanının en başarılı casuslarından Richard Sorge, To kyo'dan ayrıntılı bilgiler gönderiyordu. O da Stalin'e saldırının başlama tarihini tam olarak vermeyi başarmıştı. Ma­ reşaller Timoşenko ve Jukov, Stalin'e 25 tümenlik bir kuvvetin Alman-Sovyet sınırına sevk edilmesini önerdiklerinde Sovyet

54 diktatörü buna kulak asmıyor ve Timoşenko'­ nun çok sonra yakındığı gibi, bu önerilerini "ka­ ba bir üslupla" geri çeviriyordu. Prag'da görevli Sovyet diplomatı Aleksand­ rovskiy, Çek direnişçiler Stalin'e iletilmek üze­ re Almanların harekat planları ile ilgili elde et­ tikleri bilgileri kendisine sunduğunda, şu serze­ nişte bulunuyordu: "Stalin, her konuda kendi başına karar veriyor. Kendisine gelen hiçbir ile­ tiyi kabul etmiyor." O günlerde, Alman komünistlerinin bütün Almanya'nın Mos­ Avrupa'yı kapsayacak biçimde kurdukları .bir kova Büyükelçisi, casusluk ağı olan "Rote Kapelle" (Kızıl Wernervon der Orkestra) gibi çok iyi işleyen bir istihbarat kay­ Schulenburg, nağı da vardı ve Kremlin'e sürekli olarak Al­ Sovyet meslektaş­ man askeri birliklerinin hareketleri ile ilgili en larını Almanların son durum bilgilerini içerir haberler gönderiyor­ yapacağı saldırıya du. karşı uyarıyordu. Hatta, Almanya'nın Moskova Büyükelçisi Wemer von Schulenburg bile, Hitler'in yapaca­ ğı saldırı konusunda Sovyetler Birliği'ni uyaracak kadar ileri gitmişti. "Özel ziyaretçi" sıfatıyla Sovyetlerin Berlin Büyükel­ çisi Dekanosov ile görüşerek, kendisi için büyük bir riski göze almıştı. 5 Mayıs 1941 'deki bu görüşmede, Dekanasov 'a yakın­ da bir. saldırı yapılacağı söylentilerinin gerçeğin ta kendisi ola­ rak değerlendirilmesi gerektiğini çok açık bir biçimde ifade et­ mişti. Sonuç yine sıfırdı. Eskiden Beriya'nın vekili olan Dekana­ sov, Kont von Schulenburg üzerinde kendisinin bu iş için resmi olarak görevlendirilmiş doğru kişi olduğu izlenimi uyandırmak istemişti. Ancak kesin olan bir şey vardı ki, Dekanosov, Schu­ lenburg 'un bu uyarısı için başvurması gereken en son adresti. Çünkü Beriya'nın yetiştirmesi olduğundan, bütün uyarılara bi­ rer "moral bozucu provokasyon" gözüyle bakıyordu. Sovyet diktatörünü uyarmayı İngilizler de denemişlerdi. 3 Nisan' da Britanya İmparatorluğu 'nun Moskova Büyükelçisi Sör Stafford Crips, Stalin'e kendi başbakanının özel bir mektu-

55 Emanuel Selder, Piyade Eri

1941 Nisan'ı içerisinde, bütün tümen doğuya, Va rşova bölgesine kaydırıldı . Neden buraya sevk edildiğimize dair kafalarımızda soru işaretleri uyanmıştı. Ortalıkta fa rklı söylentiler dolaşıyordu. Sözümona bizim, "Deniz Aslanı" harekatı çerçevesinde İngiltere' ye karşı savaşmamız öngö­ rülmüştü. Bu balon, daha sonra sönüyor ve bu kez biz baş­ ka bir eğitim bölgesine gönderileceğimizi düşünmeye başlıyorduk. Ancak, gönderile gönderile daha da doğuya, Bug Nehri çevresindeki bölgeye gön­ derilmiştik. Orada, yol bağlantı/arının çok kötü olduğu koşullarda talim ya­ pıyorduk. Eğitimlerin, "Rusya seferi" hedef alınarak yaptırıldığı belliydi. Ama, buna kimse inanmak istemiyordu. Ne de olsa, o zamanlar herkesin gü­ vendiği bir Hitler-Stalin Paktı vardı. Ama 21 Haziran' ı 22 Ha"?iran' a bağla­ yan gece, saat 03 .00' de Führer' in emri b.ize bütün dayanaldçu;ı ile okundu­ ğunda bunu kimse tam olarak kabullenememişti. Herkes, yeni haberdar ol­ duğu bu durumu, Sovyetlere yalnızca bir kez yapılacak bir saldırının baş­ langıcı olarak yorumluyordu. Ancak, bu askeri seferberlik emrinin oldukça yayılmacı bir içerik taşıdığı anlaşıldığında yine her birimiz, "Ah, bu iş kısa sürede olur biter" diyorduk.

bunu iletiyordu. Churchill mektubunda, Alman askeri kuvvetle­ rinin Polonya'daki hareketliliğine işaret ediyor ve bir saldırı . olasılığına karşı acil uyarıda bulunuyordu. Stalin, askeri kuv­ vetlerin hareketliliği konusunda kendisinin bir bilgisi olmadığı­ nı söyleyerek bunu da reddediyordu. Eğer böyle bir şey olsaydı, mutlaka kendisinin haberi olurdu. İngiliz elçisi yanından ayrıl­ dıktan sonra ise Stalin, durumu Mareşal Jukov'a şöyle açıklı­ yordu: "Gördünüz mü bizi Almanlarla, Almanları da Sovyetler Birliği ile korkutmaya çalışıyorlar. Böylece birbirimize düşüre­ cekler." Burada kastettiği, sürekli olarak Sovyetlerin savaş hazırlığı içinde olduğuna ilişkin haberler yayınlayan batı gazeteleriydi. Oysa, doğuda savaşın kapıya dayandığını görmek için casus ol­ maya gerek yoktu. İngilizler işin peşini bırakmıyorlardı. 24 Nisan'da Berlin'de­ ki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ulaşan, Moskova'daki Al­ man Askeri Ataşesi tarafından gönderilmiş bir·telgrafta şu satır­ lar yer alıyordu: "İngiliz Büyükelçisi, savaşın 22 Haziran'da başlayacağını söylüyor. " Anlaşılan, İngiliz diplomat Alman

56 meslektaşından daha fazla bilgiye sahipti, çünkü, telgraf şu söz­ lerle bitiyordu: "Saçma olduğu besbelli." Almanların. hile konudan haberdar olmaması, şaşılacak bir d�m değildi. NS propaganda mekanizması çok iyi çalışmıştı. Öyle ki, Goebbels sonuçtan oldukça memnun, güncesine şunla­ rı yazabiliyordu; "Rusya sorunu giderek daha da bulanıklaşıyor. · Dedikodu mekanizmamız harika çalışıyor. Berlin 'de bir sürü harika söylenti yayılmasını sağladım. Şimdi Stalin Berlin'e·gel­ meye kalksa, karşılamak için kızıİ bayraklar bile dikilir. " Bir diğer yanıltma ve kamufle etme girişimini ise başka bir yerde şöyle anlatıyordu: "Dans yasağını şimdi kaldırmak benim işime gelmiyor. Ama, eylemlerimizi kamufle etmek açısından bunu yapmak gerekiyor. Dünya, bizim zafere doyduğumuza ve şimdi dinlenmek ve dans etmekten başka bir düşüncemiz olmadığına inanmalı." Tabii, Almanların hazırlandığı "dans," çok değişik tarzda bir danstı. Sovyetlerde ise herkesin yanıldığı söylenemezdi. Öyle görü­ nüyordu ki, Stalin'in generalleri o kadar da pasif değillerdi. 10 Nisan 1941 'de yapılan bir alann tatbikatı, özellikle haberleşme ağındaki korkunç hata ve eksikleri gözler önüne seriyordu. Nisan sonuna gelindiğindeyse nihayet kısmi bir hareketlilik sağlayacak olan ilk adım atılıyordu: 1 milyon yedek, askere çağrılıyordu. Stalin, dışarıya karşı Alman pakt partneri ile dost­ luklarını öne çıkar):an beyanlarda bulunurken, içerde o da ülke­ sini savaşa hazırlıyordu. 24 Şubat 1941 'de Sovyet Savunma Bakanı Timoşenko şöyle demişti: "Bütün Sovyet halkı, tarafsız­ lık politikası başarıya ulaşmış olsa bile kendisini sürekli bir düşman saldırısı tehlikesine karşı hazır durumda olmak zorunda hissetmelidir." Nihayet altı hafta sonra:, harp divanı batı cephesindeki Sov­ yet birliklerinin alann durumuna geçirilmesini kararlaştırıyordu. Her ne kadar, Hitler'in ordularına saldın emri verdiğine inanma­ sa da, Stalin'in de tamamen hiçbir şey yapmaksızın beklediği söylenemezdi. Mayıs başlarında harp akademisinin yeni mezun­ larına şöyle sesleniyordu: "İlerde, bir savaş kaçınılmaz olacaktır. Alman faşizminin kayıtsız koşulsuz yok edilmesi için hazır olunması gerekiyor." Siyasal Propaganda Merkezi'neyse, gayet

57 Gerhard Grötz, Piyade Eri

Haziran 1940' dan Şubat 1941 ' e kadar geçen süre içeri­ sinde, Fransa' da San Goe kıyılarında sahil koruma birimi olarak görev yaptık. Ardından Wa rthegau'ya sevk edildik. Fakat o sıralar hiç birimizin kafasında fa zlaca bir soru i§areti uyanmamıştı. Ayrıca, o zamanlar Rusların bizim Iran' daki petrol yataklarına gitmemiz için geçiş izni ver­ mek istediklerine yönelik o "uydurma haberler" pek yay- gındı. Sanırım bu kasıtlı olarak yapılan bir propagandaydı. Kendisinin usta casusu onu bizim saldırı planlarımızdan haberdar ettiği halde, Stalin' in kendisi bile o zaman bir saldırı olacağına inanmamıştı. Biz bile ancak, 20 Haziran' a gelindiğinde Rusya'ya karşı bir savaşı olanak dahilinde görebil­ miştik. Ya ni kimsenin bir şeyden haberi olmamıştı. Ateş yakmamız, el lam­ bası ile dolaşmamız ve gürültü yapmamız yasaklanmıştı. Artık bizim için her şey apaçık ortadaydı: Bir savaşın eşiğindeydik! Bunun fa rkına varmak tabii ki, ilk başta bizim için bir şoktu. DahaFransa' da yaşadıklarımızın et­ kilerinden yeni kurtulmuştuk. Diğer yandansa, bu bizim için yeni bir serü­ ven anlamına da geliyordu. Fakat bu noktada bir ayrım yapmak zorunda­ yım: Evli olan ve memlekette kendilerini bekleyen eşleri ve çocukları olan­ lar için bu savaş emri korkunç bir karardı. Çünkü, hiçbirimiz bu harekatın ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Yine de herkes kendince Führer' in doğru karar verdiğini düşünüyordu. Bu, insanı adeta bağlayan bir güven duygu­ suydu. Bunun da yine bir yıldırım harbi olacağına inanılıyordu. Fakat, çok geçmeden bu kez öyle olmadığını anlayacaktık.

açık bir talimatla şu görev verilmişti: "Askerlerin ruhlarında düşmana karşı bir kin duygusu yaratılacak ve bu duygu ile sa­ vaşma azmi oluşturulacak. Anavatanı düşman topraklarda sa­ vunmaya ve düşmana öldürücü darbeyi vurmaya hazır olmaları sağlanacak." Fakat, Alınan saldırısına karşı askeri savunmaya yönelik ge­ rekli hazırlıklar dışarıya yansıtılmıyordu. Mareşal Jukov, 15 Mayıs'ta bir kez daha olası saldırıya işaret ediyor ve Stalin'e şu öneride bulunuyordu: "Alman kurmayının, hasmının üzerine gelmesine olanak tanımadan, Alman ordularının dağınık halde oldukları şu anda onlara saldınnalı. Bundan kaçınmamızın işe yarayacağını sanmıyorum." Stalin tabii ki bunu da geri çeviriyordu. Almanların bir sal­ dırıda bulunacağına ilişkin bütün söylentileri bir kerede ortadan

58 kaldırmak amacıyla, 13 Haziran 1941 'de TA SS'ın günlük bül­ teni için bizzat kendisi şu haberi kaleme alıyordu: "Almanya ile bir savaşın başlayacağına ilişkin bütün söylentiler asılsızdır. Ye tkili Rus makamları, Almanların askeri yığınak yaptıkları ve bir saldırı planladıklarına ilişkin bütün söylentilerin, savaşın yayılıp uzun süre devam etmesinden çıkarları olan çevrelerin basit bir oyunundan başka bir şey olmadığını açıklamaya ihti­ yaç duymuşlardır." Büyükelçi Cripps Londra'ya geri döndükten sonra savaş çıkma olasılığının arttığı yönünde haberler yaydığı için, bu yazı özellikle İngilizleri hedef alıyordu. Stalin ve TASS'a göre, bu haberler, "Almanya'ya ve Sovyetler Birliği'ne düşmanca emel­ ler besleyen güçlerin basit birer propaganda oyunuydu." Stalin, bir Alman saldırısının kapıya dayandığına inanmak istemiyor ve bu yöndeki her türlü belirti ve uyarıyı görmezden geliyordu. Sürekli, bunun tamamen kendi çıkarları uğruna onu Hitler'e karşı bir savaşın içine çekmek isteyen kapitalistlerin bir provo­ kasyonu olduğunu düşünüyordu. Batı için kendisini ateşe atma­ ya hiç niyeti yoktu. Sonuçta, Sovyet diktatörü açısından Hit­ ler 'in iki cephede birden savaşmayı göze alması düşünülemez­ di. Bu durumdan gayet memnun olan Goebbels güncesine şu notu düşüyordu: "Ruslar hipnotize olmuşçasına durmuş bizi iz­ liyorlar ve bizden korkuyorlar. Fazlaca bir şey yaptıkları yok. Bugüne kadar hiçbir halkın başına gelmedik biçimde ezilecek­ ler. ( ...) Moskova resmi bir tekzip yayınladı: Reich'ın saldın planlan yaptığına dair ellerinde herhangi bir bilgi yokmuş. Bi­ zim askeri manevralanmız başka amaçlarla yapılıyormuş. Hari­ ka." Kısacası, bu yönde yeterince uyanlar ve dikkat çekme giri­ şimleri olduğu halde; "Barbarossa Harekatı" baŞladığında ne Kızılordu, ne halk, ne de Sovyet yönetimi buna tam anlamıyla hazırdı. SBKP'nin çok gizli arşivinde bulunan bir belgede -Politbü­ ronun "Özel Dosyalar" diye adlandırılan belgeleri- Sovyet yö­ netiminin kararsızlığı üzerine bulgulara rastlanmıştır. Sözil edi­ len bu belge, daha sonra Stalin'in yerine geçecek olan Georgi Malenkov tarafından kaleme alınmış, 21 Haziran 1941 tarihini

59 Bölüğüm ve bölük komutanı

Er Rudolf Testorf, kendi bölüğünde 22 Haziran 1941 öncesi ve sonrasın­ daki günlük yaşamı anlatıyor: Bizim bölük, 1941 Mayıs'ında Do­ ğu Prusya'daki Insterburg'a sevk edildi. Birlik, bundan önce batıdaki kara savaşına katılmış ve 1940 yılı­ nın neredeyse tamamını Fransa'da geçirmişti. Haziran ortalarında, hiç birimiz Rusya üzerine yürüyeceği­ mizi hayal bile edemezdik. Ne de ol- sa Almanya Sovyetler Birliği ile bir "Bölüğe aşı yapılıyor." saldırmazlık paktı imzalamıştı.

"Tarruzdan birkaç gün önce. Eğili- "Riga'yı alıyoruz." min aşırı yorgunluğunu atmak için dinlenirken." taşıyan bir Politbüro karar taslağı­ dır. Bu belgede üç cepheden söz edilmektedir: Kuzey (General Merezkov), güneybatı ve güney (General Tu lenev). Güney ve gü­ neybatının tüm yönetim yetkisi Jukov 'da toplanmaktadır. Bunun yanı sıra, "ikinci hattaki ordular" Mareşal Budiyeni 'nin komutasın­ da Bryansk'a yerleştirileceklerdir. Özetle: Yaklaşmakta olan Alman saldırısına karşı, savunma önlem­ leri alınmalıdır. Ama bu taslak ne onaylanıyor, ne de herhangi bir karara bağlanıyordu. Birliklerin alarma geçirilmesi ile ilgili bir ta­ limat ise çok sonra, ancak 22 Ha­ ziran günü birliklere ulaşıyordu.

"Onu yok etmesini de

biliriz... "

Alman birliklerinin büyük bir bölümü, 22 Mayıs'tan itibaren ha­ zırlanacakları alanlara gidiyorlar­ dı. 8 Haziran 'da, "Barbarossa Harekatı" ile ilgili en son taarruz talimatı ellerine ulaşıyordu. Bir­ kaç gün sonra, 14 Haziran'da, Hitler komutanları toplantıya ça­ ğırıyordu. Saat 11.00 ile 18.00 arasında, üst düzey komutan po­ zisyonundaki 30 general, Reich'ın yeni yönetim bina ında bir araya geliyor ve "Führer"e hazırlıklarla ilgili durum raporlarını sunuyor­ "Ruslar, bizim alıcı cihaz­ lardı. Hitler de onlara, bundan larından kendi dillerinde haberleri diııliyorlaı: " 61 sonraki vizyonunu açıklıyordu: Rusya çökertildikten sonra İn­ giltere barış talebinde bulunacaktı. Ve Rusya'nın çökertileceği­ ne ilişkin ne Hitler'in ne de generallerin en ufak bir kuşkusu vardı. Yalnızca, kara harekatının ne kadar süreceği konusunda görüş aynlıkları vardı. Hitler, dört hafta zaman biçerken, Propa­ ganda Şefi Goebbels en az sekiz hafta süreceğini düşünüyordu. Genelkurmay Başkanı Halder, taarruz başladıktan sonra şöyle diyordu: "Eğer Rusya 'ya karşı başlattığımız kara savaşını 14 gün içinde kazanacağımızı söylersem, sanırım fazla abatmış ol­ mam." İki, dört ya da sekiz hafta ... Zafer kazanacaklarından kesin­ likle emin olan Alman kurmayları, Stalin'in en geç Noel'e ka­ dar halledileceğini ve Alman ordularının yeniden eve döneceği­ ni hesap ediyorlardı. Saldırının başlama tarihi 22 Haziran 1941, Pazar saat 03.30 olarak belirlenmişti. Son karar, 21 Haziran'da saat 13.00'de verilecekti. Saldın, "Dortmund" parolasıyla baş­ latılacaktı. Eğer saldırı emri son anda geri çekilmek zorunda kalınırsa, bunun parolası da "Altona" olacaktı. Ancak buna kimse ihtimal vermiyordu. Goebbels son planlarını yapıyordu: Bir radyo fanfarı (üfle­ meli çalgılardan oluşan orkestra) bulunmalı ve doğu cephesin­ den verilecek olan özel haberler iletilirken Franz Liszt'in "Les preludes"ünü çalmalıydı. Fanfar müziği, Alman ordusunun "üs­ tün ırk"tan olmayan Ruslara karşı elde ettiği zafer haberlerin­ den hemen önce çalınmalıydı. Ama Reich'ın propaganda bakanının bundan önce hallet­ mesi gereken daha çetrefiJli görevleri vardı. Bu görevlerden biri de, bugüne kadar partnerleri olan bir ülkenin birdenbire düşman oluvermesini Alman halkına nasıl açıklayacağ ıydı. Bu, propaganda şefi için hiç de zor değildi: "Rusya ile birlikte hareket etmek aslında onurumuzu lekeliyordu. Şimdi onuru­ muzu temizledik. Bütün bir yaşamımız boyunca neye karşı savaştıksa, onu yok etmesini de biliriz." Saldırı tarihinin seçiminde psikolojik bir etken de rol oy­ namış olabilirdi. 22 Haziran 'ın tarihi bir anlamı vardı. Meme! 'i geçtikten sonra "Muhteşem Ordu"su Çarlık Rusya'sında dar­ madağın olan Napolyon da, 1812 yılının aynı gününde savaş

62 F. W. Clıristians, Deutsclıe Bank Teft iş Kurulu Başkanı, O Dönemde Te ğmen

Benim bağlı olduğum tümen, taarruzun başlayacağı Bug kıyısındaki bölgeye gönderilmeden önce Böhmen-Miihren himayesinde bulunuyordu. Savaş başlamadan önce, bize hedefimizin daha önce bir petrol kenti olarak tanıdığımız Bakii olduğu söylenmişti. Görevimiz, Bakıl' deki petrol ya- taklarını koruma alıma almaktı. Sovyetler Birliği ile 1939'da imzalanmış Dostluk An,tlaşması' nın geçerliliğini halen koruduğu herkesçe biliniyordu. Bakü, bir lngiliz saldırısı tehdidi altmdaydı. Ben de karargahıma giderek subaylar için rutin işlerden olan çantamı hazırlama işine koyuldum. Bun­ dan sonraki görev icabı yapılacak yolculuk dost bir bölgeden geçtiğinden, özel günlerde kullandığım özel üniformamı ve beyaz çamaşırlarımı da al­ mayı unutmadım. Süvari okuluna gittiğim için kendimle gurur duyuyordum ve bu yüzden kılıcımı da yanıma almayı ihmal etmemiştim.

ilan etmişti. Fransız İmparatoru için sonun başlangıcı olan bu günde, Naziler için aynı kaderin tekrarlanmayacağı sembolik olarak ifadeedilmek isteniyordu. Goebbels, bu tarihin bir felaket alameti olarak algılan­ maması için çaba sarf ediyordu: "Bu işin bazı psikolojik sorun­ lar yaratan yanları var. Napolyon ile paralellik kurulması vs. Ama, biz bunu Anti-Bolşeviklik ile kolayca aşarız. Orada bütün ustalığımızı ortaya koyacağız." Hiç zaman yitirmeden, üç mil­ yon bildiri bastırılıyordu. "Führer"in doğu ordularındaki asker­ lere çağrısı, artık yalnızca paketlenip gönderilmeyi bekliyordu . Soiıraları buranın gönülsüz sakinlerinden birinin de yazdığı gibi; Adolf Bitler, saldırıdan önceki son akşamı, Doğu Prus­ ya' da Rastenburg 'daki "Kurt İni" denilen Fübrer Ana Karar­ gahı 'nda yarı manastır, yarı toplama kampı olan berbat bir beton baraka kampında geçiriyordu. Orada, hedefleri hakkında her zaman çok geç bilgilendirdiği yoldaşı Mussolini 'ye bir mektup dikte ettiriyordu. "Führer" mektubunda, aktüel duruma nasıl baktığını açıklıyordu: "İngiltere savaşı kaybetmiş ve denize düşen yılana sarılır misali Rusya'dan medet ummakta. Ben Kremlin'in bu riyakarlığına artık bir son vermeye karar verdim." Mektup "Duçe"nin eline, Alman kuvvetlerinin sal-

63 dırıya başlamasından ancak yanın saat önce ulaşıyordu. Ay nı zamanda damadı olan Dışişleri Bakanı Kont Ciano, Mus­ solini 'yi Riccione'deki devlet başkanlığına ait tatil köşkünde uykudan uyandırıyordu. "Duçe" buna tepki göstermişti: "Ben emrimdeki görevlileri gece yarıları asla rahatsız etmiyorum, ama Almanlar beni olur olmaz sürekli uykumdan ediyorlar." "Duçe", Alman partnerinin bu şaşırtıcı eyleminden, ken­ disinin pek bir katılımı olmaksızın sadece haberdar oluyordu. Avusturya'nın Mart 1938'de kendilerine katılmasına öfkelenen, 1939 Mart'ında Çekoslovakya'nın geri kalan kısmının da hal­ ledilmesine şaşıran ve Polonya'ya yapılan saldırıyı ise son dakikada öğrenen "Duçe", Hitler'in kendisini zamanında bil­ gilendirmemesine giderek alışmıştı. Şimdi de itirazsıı kaderine razı oluyor ve o da Sovyetler Birliği'ne savaş ilan ediyordu. Zaten Hitler ona başka bir seçenek de bırakmamıştı. En azından bu kez önceden haber verilmiş olması, Mussolini için tek teselli kaynağıydı. Moskova yönetimi ise, Alman-Sovyet sınırında ne olup bittiğini çok daha sonra öğrenecekti.

"Biz bunu hak etmedik ... "

Sahte barışın son günü, iki tarafın da hummalı çabalarına sahne oluyordu. Sovyet temsilcisi, Berlin'de Dışişleri Bakan­ lığı' nda kabul edilme çabası içerisindeydi. Büyükelçi Dekanasov, cumartesi akşamı geç saatlerde, Alman hüküme­ tinin bilgisine sunulmak üzere Sovyet hükümetinin Alman as­ keri kuvvetlerinin hareketliliğinden yola çıkarak bütün sorun­ ların konuşulmasına hazır olduğunu belirtir bir telgraf alıyordu. Moskova, savaş için herhangi bir gerekçe olmadığını ve ba­ rışçıl çözüm önerileri getirmek niyetinde olduklarını belirtmek istiyordu. Dekanosov, sürekli Alman Dışişleri Bakanı ile görüş­ mekte ısrar ediyordu. Tercümanı Valentin Bereschkov, saat başı görüşme talebinin kabul edilip edilmeyeceğini soruyor, ancak hiçbir sonuç alamıyordu. Ribbentrop kendisini saklıyordu. Müsteşar We izsacker ve müsteşar yardımcısı Woermann'ın ise Berlin'de olmadıkları söyleniyordu. Alman büyükelçisini Kremlin'e çağıran Molotov, sonuç al-

64 22 Haziran sabahı. Reich' ın Dışişleri Bakanı Ribbentrop , yerli ve yabancı basının Bertin muhabirlerine Almanya' nın SSCB' ye karşı düzenlediği saldırı hakkında bilgi veriyor.

mada daha başarılı oluyordu. "Huzursuzluk verici haberler al­ dık" diyerek konuşmasına başlıyor ve konuşmanın akışı içerisinde Alman uçaklarının sürekli olarak Sovyet hava sahasını ihlalinden yakınarak, Alman ordusunun sınıra askeri yığınak yapmasının kendisini şaşırttığını belirtiyor ve ekliyor­ du: "Sovyet hükümeti, Alman hükümetinin bizden herhangi bir biçimde.rahatsız olduğu kanaatinde." Molotov, sorunu çözmeye yardım etmesi· açısından Schulenburg'dan bu memnuniyetsiz­ liğin gerekçelerini bildirmesini ister. Bu öneri, aynı sıralarda Hitler'in "Dortmund" parolası ile Barbarossa Harekatını başlat­ mak üzere saldırı emri verdiğinden habersiz Schulenburg'un da aklına yatmıştır. Schulenburg, Sovyet tarafının talebini Berlin'e götüreceğine söz verir. Hem zaten Sovyet halk komiserine açık­ layacağı başka bir şeyi de yoktur. Kendisi Alman elçilik binasına girdiği sırada Ribbentrop 'tan gelen ve deşifre edilmekte olan bir telgrafta şu satırlar yer al­ maktadır: "Gizli! Büyükelçiye özel. Bay Molotov 'a derhal ken­ disine acil bir mesaj ileteceğinizi bildirmenizi rica ederim."

65 Devamını okuduğunda, büyükelçinin benzi sararır. "Dostane Alman dış politikasına" karşı Sovyetlerin "bozgunculuk girişimlerinden" söz edilmekte ve bunun bir izdüşümü olarak, Kızılordu'nun bütün kuvvetleriyle sınm aşmak üzere Alman sınırına hareket ettiği belirtilmektedir. Von der Schulenburg, bundan sonra olayların nasıl bir seyir izleyeceğini anlamıştı. Bu komik bile denilemeyecek gerekçelerin ardından, "varolan ant­ laşmaların ihlali"ne işaret ediliyor ve bunu şu sert sözler iz­ liyordu: "Bu nedenle Führer, Alman ordusuna, var gücüyle bu tehdide karşı koymasını emretmiştir." Ay nı sualarda Berlin'deki Sovyet Elçiliği'nde ise yeni bir umut dalgası yayılmaya başlamıştı. O ana kadar sürekli Rib­ bentrop 'tan bir randevu koparmaya çalışan Bereschkov'a, Pa­ zar gecesi saat üçe doğru Alman Dışişleri'nden bir telefon geli­ yordu. Telefonda, Almanya Dışişleri Bakanı'nın Sovyet büyü­ kelçisi ile görüşmek arzusunda olduğu ve bakanın arabasının elçiyi götürmek üzere hazır olduğu belirtiliyordu. Bereschkov, bunun üzerine Dekanosov 'u uykusundan kalduu. Yorgun olma­ sına rağmen Dekanosov, Almanya Dışişleri Bakanı 'nın makam aracı siyah Mercedes'e binerken umutludur. Ancak, Sovyet büyükelçisinin umutları çok kısa sürecektir. Kısa bir selamlaşmadan sonra Dekanosov Moskova 'dan gönde­ rilen yazıyı iletmek istediğinde Ribbentrop kafasını sallayarak başka bir konu için kendisini oraya çağudığını belirtir ve ona bir açıklamada bulunmak zorunda olduğunu söyler. Daha sonra ardı ardına sualamaya başlar: Rusların Almanları sırtından han­ çerlemek istediklerinden söz etmektedir. "Führer"in Alman hal­ kını korumak için başka bir çaresi kalmamıştu. Ribbentrop, sözlerini şöyle bitirir: "Birlikler iki saat önce Rus topraklarına girmiş bulunuyor ve ben şimdi size resmen savaş ilan ettiğimizi bildiririm." Dekanosov donup kalmıştu. Yalnızca, bunun Almanya'nın sonradan pişman olacağı bir tecavüz olduğunu söylemekle yeti­ nir. Ardından pasaportlarını ister ve Ribbentrop'un elini sık­ maksızın vedalaşır. Bereschkov, konyak yudumlamakta olan Alman Dışişleri Bakanı'nın mahcup bir şekilde suskun kaldığı­ nı anımsamaktadu.

66 Erich F. Sommer Gazeteci-Yazar, Dönemin Dışişleri Bakanlığı Tercümanı

Doğrudan kendisine bağlı olarak çalıştığım elçilik müşa- viri Strack, beni çalışma odasına çağırdı ve Sovyeıler Bir­ liği' ne savaş ilan edildiğini söyledikten sonra şu yorumu yaptı: "Bir bu eksikti." Ardından bana Sovyet Büyükelçili­ ği' ne telefo n edip elçilik sekreteri ve tercümanı Va lentin Bereschkov' a, büyükelçinin yaklaşık bir saat içerisinde Dışişleri' ne beklendiğini bildirme görevi verildi. Ayrıca, kendilerinin ma­ kam aracı ile alınacağını da belirtmem gerekiyordu. Da_ha sonra, Bay Strack ile birlikte "Unter den Linden"deki büyükelçilik binasına hareket et­ tik. Büyükelçi Dekanosov ve Bereschkov bizi merdivenlerde karşıladılar. Onları makam aracına götürdük ve Brandenburger To r' a hareket ettik. Gü­ neş henüz doğuyordu. Dekanosov' un söylediği bir söz hô.lfı hatırımdadır: "Belli ki, güzel bir gün olacak." Ribbentrop ile karşılaştığımızda, hafifç e masasına dayanmıştı. Dekanosov hemen iki ülke arasındaki malum tatsız­ lıklardan söz açmak istedi. Ribbentrop buna fı rsat tanımadı ve Müşavir Schmidt, Sovyetler Birliği' ni son aylarda iki tarafı n ortaklığını sistematik olarak bozmakla suçlayan diplomatik notayı okumaya başladı. Bereschkov ve ben ise tercüme ediyorduk. Ancak Dekanosov, bunları kabul etmediğini gösterircesine kafasını sallıyor ve peş pe�e sıralanan yabancı sahada uçuş yapmak ya da silahlı kuvvetlerin Alman tarafına zorla girmeleri biçiminde sayısız sınır ihlali olayını sessizce dinliyordu . Bu böylece yaklaşık yarım saat sürdü. Metinde savaş ilanının direkt olarak yer almaması yönünde Hit­ ler' in kesin talimatı olduğundan, nota direkt savaş ilanı ile bitmiyordu . Ya l­ nızca, Sovyet tarafının bu dostlukla bağdaşmayan ve tahrik edici eylemle­ rinden dolayı, Alman hükümetinin elindeki her tür askeri olanağı kullana­ rak bu tehdide karşı koymayı bir zorunluluk olarak gördüğü belirtiliyordu. Ben, Dekanosov' un hemen arkasında bulunduğumdan, nasıl kıpk�rmızı ol­ duğunu ve yumruklarını sıktığını görebiliyordum. Notanın okunması bittik­ ten sonra, Ö.efalarca "Çok yazık" dediğini duydum.

Büyükelçi von der Schulenburg, sefaret müsteşarı Hilger ile saat beşi yirmi beş geçe Kremlin'e girdiğinde Moskova'da da­ ha canlı bir hava esmektedir. Pek de hoş olmayan bir görevi yerine getirmek için oradadır. Yalnızca, kendisine kısa bir süre önce ulaşan haberi iletmekle yetinir. Burada da, Berlin 'deki Sovyet Büyükelçiliği'ne yapılan açıklamanın aynısı tekrarlan­ maktadır. Sovyetler Birliği Almanya'yı arkasından vurmak is­ tiyordur ve onlar da bu tehdide var güçleri ile karşı koyacak­ lardır.

67 Va lentin Bereschkov, Berfin Sovyet Büyükelçiliği Başsekreteri ve Te rcümanı

Büyükelçi Dekanosov, beni hemen Wilhelm Caddesi' nde­ ki makamını telefonla arayarak Ribbentrop ile bağlantıya geçmekle görevlendirmişti. Fakat, bana oradan Reich' ın dış işleri bakanının Berfin' de olmadığı, Führer' in karargahına gittiği söylenmişti. Kendisine ulaşılamıyor­ muş. Ardından, 21 Haziraıı' ı 22 Haziran' a bağlayan gece Alman tarafından bir telefo n gelmiş ve telefo nda bana, bakanın büyükelçiyi acilen çağırdığı söylenmişti. Bunun üzerine sabahın erken saatlerinde baka­ nın gönderdiği araç ile Wilhelm Caddesi' ne hareket ettik. Büyükelçi, ilk başta bunun benim telefonlarıma cevaben gerçekleştiğini sanmıştı. Ancak, biz dışişleri bakanlığına geldikten sonra, Ribbentrop bizi kabul etmiş ve Führer adına diplomatik bir nota okumaya başlamıştı. Nota metninde, yakında gerçekleşeceği açıkça belli olan bir Sovyet saldı­ rısından ve bununla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği' nin Almanya açısın­ dan bir tehdit unsuru oluşturmasından söz ediliyordu. Hitler'in, Alman hal­ kını korumak istediği ve Alman silahlı kuvvetlerinin iki saat önce Sovyet sı­ nırını geçtiği belirtiliyordu. Daha sonra Ribbentrop yerinden kalkmış ve to­ kalaşmak için büyükelçiye elini uzatmıştı. Bakan oldukça tedirgin görünü­ yordu ve bana kalırsa biraz da sarhoştu. Dekanosov tabii ki ona elini uzat­ madı. Alman' taarruzunun bir tecavüz olduğunu ve Reich Almanya'sının böyle bir saldırıda bulunduğuna çok pişman olacağını söyledi. Sonrasında beklenmedik bir şey oldu. Ben büyükelçi ile odayı terk etmek üzereyken, Ribbentrop arkamdan gelerek kulağıma; kendisinin de bu savaşa karşı olduğunu, Hitler' i bu savaşı başlatmaktan vazgeçirmek için ikna et­ meye çalışacağını ve kendisinin de bunu Almanya için bir fe laket olarak gördüğünü fı sıldadı.

Kısa bir sessizlikten sonra Molotov sorar: "Bu bir savaş ila­ nı mı?" Alman Büyükelçi omuz silker ve sadece talimatları yerine getirdiğini ve tartışmak istemediğini söyler. Buna karşın Molotov, öfkesini bağırarak dile getirir. Almanya, saldırmazlık ve dostluk antlaşması imzaladığı bir ülkeye saldınnaktadır. Al­ manların ileri sürdükleri gerekçeler içi boş birer bahaneden ibarettir ve ortada barışçıl yöntemlerle çözülemeyecek hiçbir sorun bulunmamaktadır. Sözlerini, durumu kabullenmiş bir ses tonuyla şöyle bitirir: "My ne etogo zasluzivali! -Biz bunu hak etmt>dik!-"

68 Büyükelçi von der Schulenburg onu sessizce onaylamaktan başka bir şey yapamaz, çünkü Hitler 'in her türlü gerekçeden yoksun bir önleyici tedbir savaşı tezinden hareket ettiğini o da bilmektedir. Kendisini Alman-Sovyet iliş­ kilerin in iyileştirilmesine adamış olan von der Schulenburg'un elinden bu kez diplomatik belgelerini ve el­ çilik personelinin ülkeyi terk et­ melerine izin verilmesini rica etmek­ ten başka bir şey gelmez. İki oyun sahnesi: Berlin ve Mos­ kova. İki yerde de aynı oyun: Hitler Almanya'sı SSCB 'ye hukuken (de jure) değil, fiilen (de facto) savaş ilan etmiştir. Çünkü gerek Ribbent­ rop ve gerekse de Schulenburg, hem Berlin'de hem de Moskova'da Sov­ yetleri konu hakkında bilgilendirdik­ lerinde, saldırı çoktan başlamıştır bile. Her iki kentin halkının ise henüz hiçbir şeyden haberi yoktu. Av­ rupa'da insanlar henüz yataklarında uyumaktaydılar. Londra'da sabah saat dörtte uyandırılan ve Alman sal­ dırısından haberdar edilen Churrchill ters tepki gösterir: "İngiltere 'ye bir Alman saldırısı dışında hiçbir sebep­ le beni uyandırmayın dememiş miy­ Almanya' nın Sovyetler' e dim." saldırısından sonra İngiliz başbakanı yeniden uyu­ Churchill, Stalin' i maya hazırlanırken, Berlin'de

' kendilerine müttefik gazeteciler çoktan ayaktaydılar. Saat olarak gösteriyordu. dördü geçtikten kısa bir süre sonra

69 Walter Stoll, Piyade Eri

Bütün hazırlıklar Sovyetler Birliği' ne yapılacak bir sal­ dırıya delalet. Biz belki buna inanmak istemiyoruz ama, gerçekler tam aksini söylüyor. Ancak, işin o noktaya var­ maması yönünde içimizde her zaman için cılız da olsa bir umut.var. 21 Haziran günü, çok erken saatlerde bir subay toplantısı yapılıyor. Bunu takiben bir bilgilendirme yapıla­ cak olması çok özel bir durum olduğuna işaret. Öğlen saat 14.00' de bütün bölük içtimaya çağrıldı. Bölük komutanı Te ğmen Helmstedt, ciddi bir yüz ifa desi ile karşımıza çıkıy01: Hitler' in Alman ordusuna bir çağ­ rısını okuyor. Şimdi, son haftalarda çok gizli olarak yapılan hazırlıkların ne için oldu­ ğunu anlıyoruz artık. Görevimiz, Brest-Litovsk' un güneyinde Bug üzerindeki geçidi doğrudan ani bir baskınla ele geçirmek ve istihkam çalışması yapa­ cak olan arkadaşları korumak için çarpışarak bir köprü ayağı oluşturulma­ sını sağlamak. He/mstedt, yoğun topçu desteği olacağını söylüyor. 60 cm' tik havan topları da bizimle olacakmış. Uymamız gereken bütün talimat ve ku­ ralları açıkladıktan sonra dağılmamızı söylüyor. Şimdi bütün işler büyük bir hızla yapılıyor. Çadırların sökülmesi, araçla­ rın yüklenmesi, birkaç hat daha döşenmesi, erzak ve mermilerin dağıtılma­ sı. Bu arada çikolata, konyak ve biraları götürmeyi de ihmal etmiyoruz. Her şey birbii-ine karıştı. Askeri bando son marşlarını çalıyor. Enstrümanlar Pidschak' a geri gönderilecek, bandocular da sedye taşıyıcısı olarak bölük­ lere dağıtılacaklar. Öyle görünüyor ki, sert çarpışmalar olacak. Akşama doğru yol üzerinde hareketlenme başladı. Top çu birliği düzenli bir biçimde hareket etmeye başladı. 28' tik, 15' lik, 21 cm' lik havan topları ... Ardı arkası kesilmiyor. Saat 22.00' da bize de sıra geldi. Gruplara ayrıldık. Ulrich, Heckmann ve ben telsiz grubu olarak ikinci tabura gidiyoruz. Hont­ heim da telefo n grubu ile yine aynı tabura geliyor. Bataklık arazi üzerinde kalın değneklerle oluşturulmuş uzun yolda kumsalları ve ormanları geçerek hazır kıta noktalarına gidiyoruz. Hücum tanklarının delik deşik ettiği bir köyde aletlerimizi çıkarıyoruz, arabalar ise daha geride bekliyorlaı: Grup­ lar burada birbirinden ayrılıyor.

basın kulübü sekreteri, yabancı ülkelerden gazetecileri, Dışiş­ leri Bakanlığı'nın Federal Senato salonunda iki saat içerisinde olağanüstü bir .basın toplantısı düzenleneceği konusunda bil­ gilendiriyordu. Bir basın toplantısı için pazar sabahı saat altının seçilmesi alışılmışın dışında bir durumdu. Tuhaf olan bir başka nokta da, Almanya Dışişleri Bakanı 'nın askeri üniforma ile

70 salona girmesiydi. Ribbentrop biraz solgun bir vaziyette, Al­ man kuvvetlerinin Sovyetler Birliği 'ne girdiklerini açıklıyordu. Gerçekteyse saldın başlayalı neredeyse üç saat olmuştu. Açık­ lamanın sonrasında, kısa bir sessizliğin ardından salonda bulunanların Alman diplomatlar ve Reich ile dost olan ülkeler­ den gazetecilerin oluşturduğu küçük bir bölümünden cılız alkış sesleri duyuldu. Ancak büyük bir çoğunluk şaşkındı. Saat beş buçukta eski halk tipi radyoların başına oturanlar Hitler'in açık­ lamasını okuyan Joseph Goebbels'in sesini duyuyorlardı: "Bugün, Reich'ın ve Alman halkının kaderini yeniden asker­ lerimizin eline teslim etmeye karar verdim." Almanlar konu hakkında daha erken bilgi sahibi olmuşlardı; çünkü muhabiri Berlin' deki basın toplantısında ortalarda görünmeyen Sovyet haber aj ansı TASS, ancak on ikiyi çeyrek geçe Dışişleri Bakanı Molotov'un bir açıklamasını yayın­ layabilmişti. Sovyetler Birliği halkına yapılan açıklama şöyley­ di: "Sabah saat dörtte faşist Alman ve Rumen askeri kuvvetleri, Sovyetler Birliği hükümetine gösterilen herhangi bir gerekçe ya da yapılan bir savaş ilanı olmaksızın, ülkemize savaş açtılar. " Moskova'da sıcak bir yaz günüydü. Alanları dolduran insanlar, giderek artan yaz sıcağında hoparlörlerin önünde toplanmışlar bu inanılmaz haberi dinliyorlardı: Hitler Almanya'sı anavatan­ larına saldırmıştı. Berlin 'de ise Joseph Goebbels güncesine şu notu düşüyordu: "Haklı ya da haksız, kazanmak zorundayız. Başka yolu yok. Ve de bu haklı, ahlaki ve gereklidir. Kazanırsak, hangi yöntemleri kullandığımız kimin umurunda olacak ki? Nasıl olsa çetelemiz kabarık. Kazanmak zorundayız. Aksi taktirde, bütün halkımızın ve özellikle biz baştakilerin olmak üzere tümümüzün, bütün

sevdiğimiz şeylerle birlikte hepimizin kökü kazınacaktır... "

71 Ani Hücum

"Dünya tarihinin en büyük savaş cephesi..."

Doğudan gelen bir tren, iki diktatörün Hitler-Stalin Paktı'na ek olarak imzaladıkları protokol uyarınca paylaşılan Polon­ ya'da, Alman Reich'ı ve Sovyetler Birliği sınırını belirleyen kent olan Brest yakınlarındaki Bug Nehri üzerinde bulunan köprüye doğru ilerliyordu. Köprü üzerinde oflayıp puflayarak gürültüyle ilerleyen tren lokomotifi, anlaşmalar gereği Stalin'in Bertin' deki müttefikine gönderdiği tahıl ürünleri ile dolu uzun­ ca bir vagon zincirini çekiyordu. Köprüdeki kulübede görev yapan Alman gümrük memurları için bu nakliyat alışılmışın dışında herhangi özel bir yük içer­ miyordu. Sovyetler Birliği zaten 16 aydır çavdar, yulaf, buğday, yağ, maden filizi ve diğer hammaddeleri Reich Almanya'sına gönderiyor ve 10 Şubat 1940'da imzalanan Ticaret Antlaşma­ sı'nda öngörülen diğer yükümlülüklerini de aynı sadakat ve özenle yerine getiriyordu. Orada görevli olan iki Alman güm­ rük memuru, her defasında gümrük belgelerine üstün körü bir göz atıyorlar ve tren makinistini başlarıyla hafifçe selamladık­ tan sonra, ateş saçan koca canavar yeniden han�ket ediyordu. Tarih 22 Haziran 1941, saat ise sabahın ikisini biraz gcı;ıııi�­ ti. O güne kadarkinden farklı olarak, bu kez gümrük işlernkrini izleyen yüzlerce çift göz vardı. Bug kıyısında, demiryolu köp­ rüsünün sol ve sağ tarafında yükselen otların arasına Alman as-

72 Saldırı günü alacakaranlıkta. Saldırının başlamasından 15 dakika önce Tankçı General Guderian' ın kurmayları Brest' in kuzeyinde Bııg Nehri kıyılarında. kerleri gizlenmişti ve ormanlık bölgede ise çok iyi kamufle edilmiş tanklar, askeri kamyonlar, motosikletler, motorlu taşıt­ lar, toplar bulunuyordu. Günlerdir, tam olarak ne için bekledik­ lerini bilmeksizin ormandaki bu çadır karargahında bekleyen askerler, "Barbarossa Harekatı" hakkında henüz hiçbir şey duy­ mamışlardı ve Stalin Rusya 'sına karşı yapılacak bir savaşa ise kesinlikle irıanmıyorlardı. Aralarında şu tür söylentiler dolanıp duruyordu: İvan bizim müttefikimizdir. Bize yiyecek gönderi­ yor. İngiltere'ye karşı bizimle birlikte savaşacak." Ay aküstü sohbetlerinde, sınıra yapılan bu uzun yürüyüşün Rusların izniyle ülkelerinden geçerek Rommel ile Kafkaslar'da buluşmak üzere yapacakları daha uzun bir yürüyüşün bir parça­ sı olabileceği konuşuluyordu. "Stalin, Ukrayna'yı Hitler'e sat­ mış, biz de şimdi gidip orayı alacağız" deniyordu. Böylesi avu­ tucu pek çok açıklama vardı. Haziran 1812'de Çarlık Rusya'sı sınırlarında bekleyen Fransız kumbaracıları da (topçuları), aynı onlar gibi, yollarının Hindistan 'a uzanacağını düşünmüşlerdi. 120 yıl sonra, 22 Haziran 1941 'de, tahıl yüklü trenin Sta­ lirı'i n zahire ambarlarından Almanya için son parti yükü taşıdı­ ğından çok azı haberdardı. Hitler'in bir gün önce saat on üçte

73 Va lentin Bereşkov

Ortada diplomatik kanallardan yapılmış doğru dü­ rüst bir savaş ilanı yoktu. Hitler yalnızca, sırtından yiyeceği bir bıçak darbesine karşı Alman halkını ko­ rumak için gerekli önlemleri aldığını belirten bir açıklama yapmakla yetinmişti. Ama bu doğru değildi. Stalin, son ana kadar bu savaştan kaçınmak için çaba sarfetmişti. Ayrıca, Almanya' dan hiçbir Sovyet vatandaşını geri çağırmamıştık. Hatta onların aile üyeleri ve çocukları bile htıla oradaydı/ar. Savaş başladığında Moskova' da yalnızca yüz kadar Alman diplomatı kal­ mışken, buna karşılık Almanya' da yaklaşık bin Sovyet vatandaşı bu­ lunuyordu. Saldırıyı başlatan tarafı n kendi vatandaşlarını geriye ça­ ğıran ilk taraf olacağı, tartışma götürmez bir gerçekliktir. Bu bizim açımızdan söz konusu olmamıştı.

"Dortmund" parolasıyla saldın emri verdiğini de yine pek azı biliyordu. Bu şanslı kişilerden biri de, Orta Ordular Grubu'na dahil olan 2. Tank Birliği Komutanı Orgeneral Heinz Guderian'dı. Guderian, karargahını Bug'dan 15 kilometre uzaklıkta küçük bir köy olan Vo lka Dobrinska yakınlarına kurmuştu. Kurmayla­

rı ile toplantılarını burada yapıyordu. Büyük bir kara haritasının üzerine eğilmiş, saldın için son hazırlıkları tamamlamaktaydı. Bazı subaylar, savaşın çıkmaması yönünde hala umutluydular. Hitler, 25 Ağustos'u 26 Ağustos 1939'a bağlayan gece, daha önce verilmiş olan saldırı emrini son dakikada geri çekmemiş miydi? Hatta, o sıralarda düşman bölgesinde operasyonlar yap­ makta olan We hrmacht'ın öncü komandoları da geri çağrılmış­ lardı. İkinci Dünya Savaşı, o gün patlak vermemişti. Peki, ya bu kez nasıl olacaktı? Belirsizlik, 21 Haziran akşamı ilerleyen saatlerde son bulu­ yordu. Sovyet sınırının her yanında, Alman askerleri Hitler'in bir emrinde yer alan "Doğu Cephesi askerleri" sözünü duyuyor­ lardı ve son sözcükten sonra, Hitler'in sözü nereye getirmek is­ tediği artık daha iyi anlaşılıyordu. "Doğu Cephesi!" kavramı ilk kez telaffuz ediliyordu. Demek ki, batı cephesinden sonra bir

74 cephe de burada açılmıştı. Alman ge­ nerallerinin, şeytanın vaftiz suyundan korktuğu kadar korktukları, Hitler'in onbaşı rütbesi taşıdığı yıllarda hata olarak eleştirdiği, pek çok sıradan as­ kerin ise acı dolu anılarından bildikle­ ri durum yine tekrar edecekti: Reich Almanya'sı, Birinci Dünya Savaşı'nda Kilise de hayır duasını eksik olduğu gibi yine iki cephede savaşmak etmiyordu. Katolik papaz, durumunda kalıyordu. Bu da, "Füh­ saldırıdan kısa bir süre önce rer"in açık bir dille ifade ettiği bir em­ bir sahra ayininde. riyle hayat buluyordu: "Ağır bir so­ rumluluğun baskısı altında aylar süren bir suskunluğun ardından, artık size, askerlerime konuşma zaman.ı gelip çattı. Yaklaşık 160 Rus tümeni sınırı­ mıza dayanmış durumda. Haftalardır bu sınırda sürekli ihlaller yaşanmakta ve bu yalnızca bizimle sınırlı kalma­ yıp, Romanya'da olduğu gibi kuzey­ deki yüksek bölgelerde de görülmek­ te." Bu düpedüz bir yalandı. Ama bu Bekleme mevki inde. Askerle­ re müzikle moral veriliyor. tür iddialara uydurulacak kılıflar da her zaman hazırdı. Mart 1939'da, "Çekoslovakya'nın geri kalan bölümünün halledilmesi" olarak bilinen olayda ve daha sonra Polonya 'ya yapılan saldırıdan sonra Hitler, Reichstag'da (parlamento) piş­ kince bir açıklama ile karşı taraftakile­ ri provokasyon ve sınır ihlali ile suçla­ mış ve yaptıklarının, yalnızca ateşe ateşle karşılık vermekten ibaret oldu­ ğunu söylemişti. İşte şimdi de, Kızı­ Saldırıdan bir önceki.akşam lordu 'nun işgale niyetli olduğunu söy­ gereken emirler veriliyoı: leyerek yine kendi yaptığı saldırıyı

75 Emanuel Selder

O sıralarda, hiç kimse ilk önce Rusların saldıracağına ciddi olarak ihtimal vermiyordu. Daha sonra giderek, Kı­ zı/ordu' nım bu saldırı karşısında tamamen şaşkınlığa düşe­ ceği düşüncesi yayg111/ık kazanmaya başladı. Ta rihçilerin sonraları ortaya attıkları önleyici tedbir saldırısı tezinin, bu yüzden haklı bir dayanağı olamaz. Kuvvetlerin bir kıs­ mında hiçbir topçu birliği bulunmuyordu. Gözden çıkarılmaması gereken bir nokta da ; sınırın hu yamndaki bizler gibi, sımrın diğer yanında bulunan Rusların da aynı şekilde ormanda askeri kamplar kurmuş olduklarıydı. An­ cak bizim askeri kamplarımızın aksine, onlarınki kamufle edilmemişti. Hatta ışıklandırılmış, kızıl bayraklar ve üstelik bir de Stalin portreleri asılmıştı. Bütün bunlar temelde, o zamanlar yaygın olan, Rusların da donanımlarını tamamen bir saldırıya göre yaptıkları görüşüyle çelişiyordu.

Dr. Erich F. Somnıer Hitler Almanya'sı ve Sovyetler Birliği, 1939'da Polon­ ya' ya yapılan ortak saldırı ve nasyonal sosyalizm ile Sov­ yeı sosyalizminin ortak çı_karları uğruna Avrupa' nın payla­ şılmasından hareketle, ikinci Dünya Savaşı' na müttefik olarak başlamışlardı . Ancak daha sonra, totaliter rejimle yönetilen her iki taraf da fırsat buldukça birbirlerine karşı oyun oynar olmuşlardı . Bunu ilk başlatan AdolfHitler' di ... Bütün bulgular, Kremlin' de Nisan' a kadar Hitler' in hiçbir koşulda bir sal­ dırı savaşını göze almayacağına ina111/dığı�ıı göstermektedir. Ancak Sovyet tarafı yine de hızlı ve düzenli bir biçimde; lngiltere'ye karşı başarısız olma ihtimali yüksek bir hava indirme operasyonu ve dünya dengelerini değişti­ recek bir ABD saldırısıyla Almanya' nın savaş potansiyelinin zayıflamasına bağlı olarak tarihinin belirleneceği düşünülen bir saldırıya kendisini hazır­ lıyordu ... Daha 1940 ilkbaharında Sovyet tarafımn 100'.ü eski Polonya' nın doğu bölgelerinde yığınak yapmış olan toplam 170 tümenden oluşan kuv­ vetlerine karşılık, Almaıı tarafında yalnızca 6 tümenlik bir kuvvet vardı. Bu nedenle, Alman savaş birlikleri 1941 ilkbaharında alelacele toparlanarak saldırıya geçecekleri noktalara sevk edilmek zorunda kalmışlardı. Askeri birliklerin böylesine geniş çaplı hareketliliği, Alman ordu kurmaylarına çok büyük lojistik görevler yüklüyordu. Çünkü söz konusu olan, Kremlin yöneti­ minin bütünüyle haberdar olduğu, 120 tümenlik bir gücün hazır hale getiril­ mesiydi ... Fakat, kendisini "faşist bir saldırının" kurbam olarak gösterip, anavata­ nın savunulmasında doğal olarak sosyalist/iğe değil de, Rusluğa gönderme yapması, Stalin için; halk kitleleri içinde savunma güçlerini harekete geçir­ meye yönelik propaganda çalışmaları açısından daha avantajlıydı.

76 haklı göstermeye çalışıyordu. Wehrmacht'ın komuta merkezi de, Hitler'in iddialarım onaylamak zorunda kalıyordu. Nitekim, komuta merkezinin saldırıdan birkaç gün sonra kaleme aldırdı­ ğı bir raporda şöyle deniyordu: "İlk beş günkü operasyonlar, Sovyet Rusya ordusunun Orta Avrupa'ya bir saldın için hazır olduğunu kanıtlamıştır." Sovyetler Birliği 'nin, Reich Almanya 'sına karşı bir saldırı planladığı yönündeki suçlama, hiçbir ciddi belgeye dayanmadı­ ğından, bu soru bir spekülasyondan ileri gidememiştir. Kızılor­ du, 1941 'de yeniden yapılanma içerisindeydi. Sovyet orduları çok çeşitli kademelere bölünmüş, ancak, silah sanayisinin son hızla çalışıyor olmasına karşılık, silahlanma sorunu uzun bir sü­ redir halledilememişti. Kremlin yönetimi, Almanya ile bir sava­ şı ancak uzun vadede hesaba katabiliyordu. Ama Hitler bu işin uzamasına hiç de taraftar değildi. Wehrmacht'a yaptığı bir çağ­ rıda, daha çok Sovyetler Birliıği'ne karşı mücadelenin "derin anlamı"na vurgu yapmayı tercih ediyordu: "Eğer dünya tarihi­ nin bu en büyük cephesi açılırsa, yalnızca şu an bundan etkile­ nen ülkelerin korunması değil, aksine bütün Avrupa uygarlığı ve kültürünün kurtarılması söz konusu olacaktır. Alman askerleri! Böylece, zor ve sorumluluk gerektiren bir mücadeleye girmek zorunda kalacaksınız. Çünkü; Avrupa'nın kaderi, Reich Almanya'sının geleceği ve halkımızın varlığı o zaman artık yalnızca sizin ellerinizde olacak." "Deçcal" Hitler, konuşmasının sonunda yüksek dualarını bi­ le esirgemiyordu: "Bu zor mücadelede Tanrı hepimizin yardım­ cısı olsun." Cephelerde subaylar tarafından pek de hararetle okunma­ mıştı, ama konuşma metni tam bir usta işiydi. Hararetli konuş­ mak; ulusal gurura ve kültürel bilince, varan sevgisine ve onu savunmaya hazır olmaya ustaca göndermeler yapan "Führer"in işiydi. Ve tabii ki, Hitler Bolşevik tehlikenin yarattığı korkuyu sürekli ısıtıp duruyordu. Bütün yalanlara ve yarım yamalak doğrularına karşın, bir noktada kesinlikle haklıydı: "Bu esnada, Doğu Cephesi askerleri, genişliği ve kapsamı açısından dünya­ nın bu güne kadar gördüğü en büyük askeri yayılmayı gerçek­ leştireceklerdir." Baltık Denizi ağzından Karadeniz'e kadar

77 • Barbarossa Harekiltı" başlamadan önceki akşam birliklerin konumu

20. 6. 1941aıoany!a Alman vo Sovyel ktNVetlerinindizilişi � .. Tank TümP.nleri ! OJOerTümenler --- 21. 6. 1941 nibanylaceplıe tıalt•

78 uzanan bölgede Hitler'in kuvvetle­ ri savaşa hazırlanıyorlardı. Bin 600 kilometre uzunluğundaki bu alanda dünyanın en güçlü, en uzun ve en ölümcül savaş cephesi uzanmak­ taydı.

"Aheste değil, motor hızıyla ... " ..··MM iiiıi{�:����;· : Almanların 7 ordu, 4 tank birliği · ve üç hava filosundan oluşan Doğu Ordusu 'nda; 3 milyon asker, 600 .. bin motorlu araç, 750 bin at, 3 bin l 580 zırhlı savaş aracı, 7 bin 184 top "Avrupa' nın Bolşevik tehlikeden ve bin 850 uçak bulunuyordu. Gü­ kurtarılması " Nazi propaganda­ neyden 2 Rumen ordusu da Alman­ sının temel şiarlarından biriydi. ları destekliyordu. Kuzeyden ise Finliler, aynı şekilde Stalin Reich' ına saldırmak için hazır bek­ liyorlardı. Almanların taarruz cephesi üç bölüme ayrılmıştı: Kuzey Ordular Grubu Feldmareşal Ritter von Leeb'in ko­ mutasındaydı. Bu ordu grubu, Orgeneral von Küchler'in 18. Ordu'su ve Orgeneral Busch'un 16. Ordu'sundan oluşuyordu. Kuzey Ordular Grubu aynca, Orgeneral Hoepner'in komutasın­ daki 4. Tank Birliği ve Orgeneral Keller'in komutasındaki 1. Hava Filosu tarafından da destekleniyordu. Hitler'in planların­ da Kuzey Ordular Grubu'na, Baltık bölgesindeki Sovyet birlik­ lerinin yok edilmesi ve Leningrad'ın alınması görevi verilmişti. Feldmareşal von Rundstedt komutasındaki Güney Ordular Grubu'na üç ordu dahildi: Feldmareşal von Reichenau komuta­ sındaki 6. Ordu, General von Stülpnagel komutasındaki 17. Or­ du ve Orgeneral von Schobert komutasındaki 11. Ordu. Bunla­ rın yanısıra Orgeneral Kleist komutasındaki 1. Tank Birliği ve 4. Hava Filosu. Görevleri, cephenin Pripet Bataklıkları 'ndan Karpatlar'a kadar uzanan bu bölümünde, Galiçya ve Batı Uk­ rayna'daki Rus kuvvetlerini yok etmekti. Güney Orduları Gru­ bu 'nun saldıracağı ana hedef ise, Dinyeper üzerinden Ukray­ na 'nın başkenti Kiev'di.

79 Erich Mende

Saldırıdan bir gün önce tümen komutanlığına çağrıldık. 8. Schlesien Tümeni' nin komutanı Tümgeneral Höhne, ko­ miserlerle ilgili emri açıkladı. Emir metnini okuyup bitir­ dikten sonra şunları söyledi: "Bu emri astlarıma vermeye­ ceğim. 8. Schlesien Tümeni çapulcu ve katiller tümeni de­ ğil, askerlerden oluşan bir tümendir. Savaş esirlerine, Ce­ nevre Konvansiyonu ve Uluslararası Lahey Sözleşmesi' nde yazılanlara aykı­ rı olarak da vranan herkesi divan-ı harbe gönderirim. Baylaı; umarım beni anlamışsınızdır. "

Saldırıların asıl ağırlık noktasını ise Brest-Litovsk'dan Ro­ minten Fundalıkları' na kadar uzanan, Pripet bataklıklarının ku­ zeyin deki bölge oluşturuyordu. Burası, Feldmareşal von Bock'un komuta ettiği Orta Ordular Grubu'nun savaşacağı böl­ geydi. Gerçi, 400 kilometrelik bir alanda, Orgeneral Strauss ko­ mutasındaki 9. Ordu ve Feldmareşal von Kluge komutasındaki 4. Ordu olmak üzere yalnızca iki Alman ordusu görev yapacak­ tı ama; Orgeneral Guderian komutasındaki 2. Tank Birliği ve Orgeneral Hoth komutasındaki 3. Tank Birliği ile "Yıldırım Harbi"nin en çelik kuvveti burada yoğunlaşmıştı ve Feldmare­ şal Kesselring komutasındaki 12. Hava Filosu'nun pike bom­ bardıman uçaklarının da desteği ile vurucu gücü daha da artmış oluyordu. Hitler'in planlarında bu iki tank birliği çok önemli bir yer tutuyorlardı. Brest, Minsk ve Smolensk üzerinden Mos­ kova 'ya ulaşmaları öngörülen bu birliklerin görevinin önemi, "Barbarossa Harekatı" talimatnamesinde şöyle ifade ediliyordu: "Bu şehrin alınması, siyasal ve ekonomik açıdan önemli bir ba­ şarı sağlayacaktır. " Bu savaştaki hedeflere kış bastırmadan varılması için hızlı hareket edilmesi gerekiyordu. En önemli faktörlerden birisi hızlı hareket etmekti, bir diğer önemli faktör de, kuvvetlerin konsant­ rasyonuydu. Guderian'ın parolası, "Aheste değil, motor hızıyla" idi. Polonya ve Fransa'ya karşı yapılan kara savaşlarında alınan sonuç ortadaydı. Bu kez de, düşmanın gerisine yapılacak hızlı ve geniş çaplı tank ateşiyle savunma durumundaki düşmanın as­ keri ve siyasi merkezleri vuruım·aı1ve pazarlığa zorlanmalıy­ dı.Daha önce Polonya'ya karşı uygulanan ve Fransa'ya karşı ya-

80 Feldmareşal Wilhelm Orgeneral Erich Feldmareşal Gerd von Ritter von Leeb. Hoepner. Rundstedt.

Feldmareşal 'Fedor von Orgeneral Heinz Orgeneral Hermann Bock. Guderian Hoth

pılan kara savaşında daha da mükemmelleştirilen "Yıldırım Harbi" stratejisinin, Rusya'nın geniş topraklarında da başarılı olacağı umuluyordu. Motorize birliklere sahip olunsa bile, bu saldırı mutlaka za­ mana karşı yarışı gerektiriyordu. Çünkü, çamurun tankların ilerlemesini güçleştireceği düşünüldüğünde, Rus topraklarını balçık tarlasına çevirecek olan mevsimlik sonbahar yağmurları­ nın başlamasından önce Almanların yalnızca iki ay zamanları

81 Halen General Olarak Görev Yapan BerndFrey tag von Loringhoven. O Dönemde Guderian Karargahının Subaylarından.

Hazırlıklar, Alman taarruz kuvvetlerinin büyük bölümü­ nün, ancak son dört hafta içerisinde çok hızlı bir tempo ile sınıra sevk edilmeleri planına göre yapılmıştı. Şimdi ister istemez, Rusların Alman taarruzuna hazır olup olmadıkla­ rı sorusu akılları kurcalayabilir. Bizim gördüklerimizden yola çıkarak, biz sınırı geçtiğimizde bunun Ruslar için çok da büyük bir sürpriz olmadığını söylemek mümkün. Ruslaı� gizli istihbarat servisleri üzerinden, ortada herhangi bir saldırı ile ilgili bir şeylerin döndüğünden haberdardılar. Ama taktik açıdan bakıldığında, Rusların şaşırtıldığı belliydi. Kendilerine karşı düzenlenecek saldırının hangi tarihte yapılacağını bilmiyorlardı. O zamanlar bizim -şimdi zaman zaman iddia edildiği gibi- Rusların da bir saldırı planladıklarına ihtimal vermemiz mümkün değildi. Ancak çok geçmeden, onların da en azından savunma düzenine girmiş olduklarını an­ lamıştık. Alman saldırısı başladığında, hazırlıklarını yalnızca savunmaya yönelik olarak yaptıkları ortaya çıkıyordu. Sınırda , önemli yerlerde avcı ve piyade tümenleri halinde mevzi almışlardı . Eğer zırhlı birlikleri, yani tank tümen ve tugayları, sınırdaki cephede birbirine çok yakın mevzi almış olsa­ lardı , belki bu Rusların bir karşı saldırı düzenleyeceklerine işaret edebilirdi. Ancak, durum böyle değildi. Yedek tank birlikleri elli ile yüz kilometre kadar gerideydiler ve ana kuvvetle ise, stratejik yedek güçlere göre sınırdan üç yüz ile dört yüz kilometre daha uzaktaydılar. Uçuş alanlarının birbirine çok ya­ kın olması ise, Sovyet Hava Kuvvetleri' nin bir Alman saldırısı için hazır du­ rumda olmaları gerekliliğinden kaynaklanıyordu.

vardı. İşte bu gibi durumlarla karşılaşmamak için Sovyetlerin sınırdaki birlikleri ezilip geçilmeli ve düşmanın gerisine hızla saldınlmalıydı. İlk engeller sınır teşkil eden nehirlerdi: Bug, San ve Prut. Buralarda bir saldırı durumunda Sovyet birlikleri tarafından ha­ vaya uçurulacak olan köprüler, tahrip edilmeden ele geçirilme­ liydiler. Eğer su engelleri uzun sürecek köprü yapımları ile aşıl­ maya kalkılırsa, düşman cephe gerisinde kendisini yeniden to­ parlamak için bu süreden yararlanma olanağına kavuşmuş olur­ du. Zaman açısından bakıldığında, şaşırtma yapması gereken taraf Almanlardı. Orgeneral Guderian, saldırıdan önceki son ak­ şamda, Sovyet birliklerinin Bug'un doğu yakasındaki kıyı şeri­ dinde resmi geçit provaları yaptıklarına tanık olmuştu. Bu da,

82 Stalin 'in sınırdaki birliklerinin bir saldın olasılığını hesaba kat­ madıklarından başka bir anlam taşıyamazdı. Alman askeri araçları neredeyse hiç gürültü çıkarmaksızın ve Sovyet tarafınca neredeyse hiç fark edilmeksizin sınıra ka­ dar gelmiş ve mevzi almışlardı. 21 Haziran gecesi, önemli köprülerdeki patlayıcıları zararsız hale getirmek ve Sovyet uç karakollarını devre dışı bırakmak üzere 800 kilometre boyunca küçük hücum kıtaları oluşturulu­ yordu. Özel komandolar, karanlıktan yararlanarak batı kıyı şeri­ di boyunca köprü başlarına sokuluyor ve saldın için işaret bek­ lemeye başlıyorlardı. Aynı sıralarda, kurmaylar başka bir soru­ na çözüm üretmekteydiler: Sovyet uç karakollarının patlayıcıla­ nnı ateşlemeleri olasılığına karşı, istihkam birlikleri köprüleri acilen yeniden inşa etmek üzere dubalarla hazır bekletiliyordu. Bunun dışında We hrmacht, aslında İngiltere 'ye yapılacak bir saldın için üretilen, ancak Doğu Cephesi'nde ilk olarak denene­ cek olan bir başka özel silaha daha sahipti: Yüzemeyen, ama nehir tabanında on beş metreye kadar su yüzeyinin altında iler­ leyebilen, mürettebatına ve motoruna şnorkel benzeri bir boru ile hava sağlama olanağı bulunan, su geçirmez dalabilir tank. Bu dalabilir tanklar, sınırdaki nehirleri geçerek, düşman tankla­ rının olası saldırılarına karşı koymak üzere köprü başlarında ilk güvenliği sağlayacak olan kuvvetler olarak görevlendirilmişler­ di. Ha'{aKuvvetleri (Luftwaffe) için de, aynı şekilde d_akikalara göre planlar yapılmış ve kararlar verilmişti. Alman savaş uçak­ lannın görevi, düşman uçaklarını daha yerdeyken savaşamaya­ cak duruma getirmek ve uçuş pistlerini tahrip etmekti. Taarruzu düşman uçaklanmn saldırısıyla zora sokmamak için, geniş sa­ vaş alanının üzerindeki hava hakimiyeti Almanların elinde· ol­ mak zorundaydı. "Rowehl Filosu"na bağlı uçaklar daha önce­ den önemli bir keşif çalışması yapmışlardı. Heinkel 111, Dor­ nier 215 B2 ve Junkers 88 B tipi uçakların pilotları,-özel motor­ lu bu uçaklarla 9 bin ile 12 bin metre aras·ında uçarak., o zamana kadar ulaşılamamış yüksekliklere çıkabilmişlerdi. Böylylikle, fark edilmeksizin Batı Rusya'daki uçuş alanlannı özel filmler yardımıyla fotoğraflamayı başarmışlardı. Buradan elde edilen

83 Alman bombardıman uçakları, zamanında hedeflerine varmak için, saldırının başlamasından saatler önce Sovyet sınırına uçuyorlardı.

Havalanamadan tahrip edilmiş uçaklaı: Sovyet Hava Kuvvetleri' ne ait 1200' den fa zla uçak, henüz saldırının ilk gününde yok edilmişlerdi.

84 ErnstGlasn er, Ölümü 1943

22 Haziran 1941'de savaş güncesine düştüğü not: "Saat sıfırı gösteriyor, saldırı günü başladı. Bug kıyısındaki mev­ zilerimizden 500 metre uzaktayız. Küme küme, tüfek tüfe k kıyıdaki taptaze otların arasında gizlenmiş durumdayız. Diğer arkadaşlar, tuhaf yaratıkları andıran bir görüntüyle lastik botları taşıyorlar. Düşman tarafı nda her şey sakin görünüyor. Ateşe hazır vaziyette mevzilerimize yerleştiği- mizde saat biri gösteriyor. Ardımız güvencede olmaksızın, ıslak kumsala dümdüz yapışmış bekliyoruz. 20 metre önümüzde sınır nehri Bug çağıldıyor. Bir kez daha memleket düşüyor aklımıza ... Saate bir göz atıyorum, saat üçü gösteriyor. Birkaç dakika daha var, .ondan sonra bu cephe hareketlenecek. Gayri ihtiyari saniyeleri sayıyoruz. işte sonunda bir ateş sesi doğudaki yeni cephede bu yaz pazarının sessizliğini bozdu. Ardından büyük gümbürtüler, uğultular ve çınlamalar. Topçu ateşi başladı. ..

materyal, Feldmareşal Kesselring ve kurmaylarına, Kızılor­ du 'nun hava kuvvetlerine yok edici darbeyi vurmaları için gereken ayrıntılı planları yapma olanağı sağlamıştı. En büyük sorun, saldırının başlama saatinde yatıyordu. Da­ ha önce yapılan plana göre, "Barbarossa Harekatı"nı başlatacak ilk atış sabah saat dörtte yapılacaktı. Ancak bu daha sonra saat 3.15 olarak değiştiriliyordu. Günün ağarmasına kadar olan süre, yılın bu en kısa gecesinde karadaki kuvvetler için yeterliydi. Ancak pilotların, saldırının başlangıç saatiyle eşzamanlı olarak cephe gerisindeki Sovyet hedeflerine zamanında ulaşabilmeleri için, saldırıdan saatler önce havadan sınırı aşmaları gerekiyor­ du. Normal uçuş yüksekliğinde seyredildiğinde karanlıkta yön bulmak zorlaşacak, ayrıca zamanından önce yapılan bu atak, Rus sınır karakollarının alarma geçmesine neden olabilecek ve bu da, çok büyük önem arz eden düşmanı şaşırtma hedefıni bal­ talayacaktı. Sovyetler herhangi bir uyarı almadan ve kendi uçaklarını harekete geçirmeden Alman savaş uçakları nasıl ve ne zaman havalanmalıydılar? Kesselring ve kurmayları, bu so­ ruya çok basit bir yanıt bulmuşlardı: "Uzun menzilli keşif uçakları gibi, karanlıkta çok yüksekten uçarak uçuş alanlarına sinsice yaklaşırız." Alman savaş uçakları, gece yarısını biraz geçe, ölümcül yüklerini önemli Sovyet askeri havaalanlarına boşaltmak üzere

85 motorlarını çalıştırıyorlardı. Sınırı çok yüksekten geçerek, Sov­ yet güçlerince fark edilmeksizin saat 3. 15'de görev bölgelerine ulaşmak üzere gece uçuşu deneyimi olan bombardıman uçakla­ rı görevlendirilmişti. Havaalanı başına üç Alman bombardıman uçağı düşüyordu. Göring 'in hava kuvvetlerinin, 21 Haziran' ı 22 Haziran' a bağlayan gece, yerine getirmeleri gereken başka bir görev daha vardı. Uçaklar ayrıca, paraşütçüleri de köprü ve ulaşım bağlantı noktaları gibi stratejik açıdan önem taşıyan görev yerlerine taşı­ yacaklardı. Paraşütçüler, daha çabuk ilerleme sağlanması için gerekli güvenlik önlemlerini almak ve gerektiğinde sabotaj ey­ lemleriyle Sovyet savunmasını zayıflatmak üzere bu noktalarda atlayış gerçekleştireceklerdi. O gece, Almanlar ve müttefikleri bin 800 kilometrelik cep­ he boyunca hazır bekliyorlardı. Luftwaffe uçakları, saldıracak­ ları hedeflerin üzerinde dönüp duruyordu. Cephe önlerindeki hücum kıtaları, köprüleri ani baskınlarla ele geçirmek, Sovyet uç karakollarını halletmek ve daha önce döşenmiş patlayıcıları etkisiz hale getirmek için ileri atılmak üzere hazır vaziyetteydi­ ler. Toplar ateşe hazır halde namlularını hedeflerine çevirmiş­ lerdi. 3 milyon insan, ateş emrini bekliyordu. Ormanlarda he­ nüz sessizlik hüküm sürüyordu. Gecenin sessizliğini bozan en büyük gürültü, şimdilik yalnızca Bug'daki kurbağaların vırak­ lamalarıydı. Ancak zaman durmuyor, ilerliyordu.

"Ölürüm, ama teslim olmam ... "

Saniyeler yavaş ve insafsızca geçiyordu. Nihayet saat 3. 15 'i gösterdiğinde zaman gelmişti; Alman savaş makinesi "ateş ser­ best", "ileri, marş" ya da basitçe "haydi" bağırışları arasında ha­ rekete geçiyordu. Aynı sıralarda, Almanya'ya tahıl ürünleri götüren Sovyet treni Brest'deki demiryolu köprüsü üzerinden geçerken, Alman askerleri saklandıkları yerlerden fırlıyorlardı. Köprü karakolu­ nu hedef alan birkaç makineli tüfek salvosu ve Sovyet sığınağı­ na atılan birkaç el bombası, tamamen şaşkın vaziyette kendile­ rini savunmaya çalışan karşı tarafın direnişini kırmaya yetmişti.

86 Köprünün ayaklarına yerleştirilmiş patlayıcılar yerlerinden sökülüyor ve böylece ilk köprü hasarsız bir biçimde Almanların eline geçmiş oluyordu. Karşı kıyıya verilen kısa bir ışık sinyalinin ardından tanklar nehir üzerinden hareket etmeye başlıyorlardı. Aynı senaryo, 800 kilometre uzunluğundaki sınır nehri Bug boyunca belki yüz kez tekrarlanmıştı. Diğer bütün köprülerde de şaşırtma yöntemi aynı şekilde başarı ile uygulanmıştı. Bu arada, Luftwaffe uçakları da hedeflerine varmışlardı. Sı­ nır bölgesindeki Sovyet hava birliklerine ait uçakların, her yer­ de daha karadayken yok edilmesi planı, başarıyla gerçekleştiril­ mişti. Savunma durumundaki Ruslar, yalnızca bir iki yerde alarm vermeyi başarabiliyor ve Sovyet pilotlarının çok küçük bir bölümü uçaklarına ulaşabiliyorlardı. Ancak ulaşabilenlere de genellikle uçaklarını çalıştıracak zaman kalmıyor ve çoğu, Alman uçaklarının yoğun ateşi altında can veriyordu. Göring'in Luftwaffe'si, daha ilk günde bin 800 Sovyet uçağını devre dışı bırakıyor, Almanların kendi uçak kayıpları ise 35 olarak açıkla­ nıyordu. Sovyet askeri havaalanlarından 66'sı tahrip edilmişti. Bu da, taarruz eden tarafa daha ilk günden sınırsız bir hava üs­ tünlüğü sağlamıştı. Tahrip edilememiş köprülerin üzerinden geçen ve cephenin tamamında paletlerinin izine rastlanan tank grupları, sınır böl­ gesinde konuşlandırılmış Sovyet askeri birliklerine doğru hü­ cum ediyorlardı. Tankların bu ani saldırısını takiben, piyade tü­ menlerinin hücumu başlıyordu. Kuzey Ordular Grubu, iki gün içerisinde Wilna'ya ulaşmıştı. Orta Ordular Grubu'na bağlı bir­ likler de önüne geleni silip süpüren bir tempoda ilerliyorlardı. General Model komutasındaki 3. Tank Tümeni, Brest'ten Bob­ ruysk'e uzanan 440 kilometrelik mesafeyi, yalnızca altı gün gi­ bi kısa bir sürede kat ediyor ve 27 Haziran günü ise 115 kilo­ metre yol alarak, günlük yol kat etme rekorunu kırıyordu. İlk adım başarıyla atılmıştı. Ancak, doğuya giden yolda baş­ ka su engelleri de vardı. Başlangıçtaki başarılı gidişat sekteye uğramadığı taktirde, içerlerdeki diğer köprüler de sağ salim ele geçirilebilirdi. General Brandeberg komutasındaki 8. Tank Tü­ meni 'ne de buna benzer bir görev verilmişti. Tümen, düşman

87 88 Soldaki sayfada: Saldırı günü bir Alman tank birliği Sovyet sınır kapılarındaki tipik tahta kemerlerin birinden içeriye giriyor (sol üstte). Ta nkçı/ar (sağ üstte). Ölülerin üzerinden karşılıklı ateş ediliyor (altta).

İlerleyiş. Alman tankları cephenin orta kısmında (sağda). Avcı paraşütçüler Rusya' nın cephe gerisine yaptıkları atlayış sonrasında (altta).

89 Gerhart Frey, Top çu

Saat tam 3.15'de, ilk ateşle sessizlik bozuluyor ve aynı anda ortalık cehenneme dönüyor! Şimdiye kadar hiç duy­ madığımız türden bir bombardıman gürültüsü. Sağımızda solumuzda, ağzından ateş saçan sayısız top. Ve Bug' un her iki tarafı nda alevler yükseliyor. Oradaki insanlar böy­ lesine ateşli bir saldırı ile karşı karşıya kalıyorlar, hem de barış ortamında! Saatlerce ateş ediyoruz. Gün ağarıyor ama ateş hiilfı kesilmedi. Dakikada bir ateş edebilen toplar, top mermileri­ nin yükü altında sarsılıyorlar. Bir top mermisi neredeyse yüz elli kilo ağırlı­ ğında. Kuşluk vaktine kadar ateş ediyoruz. Sonunda emir geliyor: "Ateş­ kes!" Askerler kendilerini kumların üzerine atıyor ve kımıldamaksızın din­ leniyorlar. Doğuda duman bulutları yükseliyor...

Josef Zymelka, İstihkamcı

İlerde, Bug Nehri' nin arkasında yalnızca bir tek bina vardı ve öyle sanıyorum ki, bu bir gümrük binasıydı. Savaş başlamadan önce, ilk günlerde burada yüzüyorduk bile ve ben akşamları, "Volga kıyılarında bir asker duruyordu " şarkısını söylüyordum. Fazla sürmüyor ve çok geçmeden Ruslar da bir şarkıyla karşılık veriyorlardı . Aynı barış za­ manlarındaki gibi ... Saldırının hemen ardından bu binanın . yandığını gördüm. Dört saat sonraysa binanın içindeydim. içeri girdiğimde askerler görmüştüm. Ya klaşık on iki kişi kadardılar, hepsi vurulmuştu. Yan­ makta ve devrilmekte olan kirişlerin arasında cansız yatıyorlardı. Bunlar, gördüğüm ilk ölülerdi ...

topraklarında 350 kilometrelik bir derinliğe kadar durmaksızın ilerlemek ve Düna Nehri üzerindeki önemli köprüleri almakla görevlendirilmişti. Yan taraflardan herhangi bir koruma güven­ cesinden yoksun, düşman birliklerini tam olarak devre dışı bıra­ kamadan ve her zaman karşı bir saldırıyla yolun kesilmesi ris­ kiyle kat edilmesi gereken 350 kilometrelik bir mesafe söz ko­ nusuydu. Sonuçta, bütün bu riskleri göze almaya değmişti: Al­ man özel birlikleri, sürpriz bir baskınla Dünaburg'daki köprüyü ele geçirmişlerdi. Bunu, başarılı bir şaşırtma manevrasına borç­ luydular: Almanlar, Rus üniformaları içerisinde daha önce ele geçirilmiş dört adet kamyonla gelmişlerdi. Köprü üzerindeki devriyeler, onların kendi arkadaşları olmadıklarını anladığında

90 ise artık iş işten geçmişti. Böylece, Alman merkez karargahına bir yeni başarı haberi daha ulaştırılmış oluyordu: "Dünaburg kenti ve köprüsüne yapılan ani baskın başarılı oldu. Karayolu köprüsü hasarsız durumda. Demiryolu köprüsüne ise patlayıcı­ larla hafif zarar verildi, ama üzerinden geçiş yapılabilecek du­ rumda." Almanlar tarafından olabildiğince ileri bir noktaya kadar ele geçirilen bu köprü başı, arkadan gelen piyade birliğinin saldırı� sına kadar elde tutulabilecekti. "Pozisyonunuzu koruyun!" Bir çırpıda verilen ve kupkuru iki sözcükten oluşan bu emir, yüz­ lerce kişinin ölümüne mal olmuştu. "Pozisyonunuzu koruyun!" Bu iki basit söZcüğün ardında, kendi birliklerinin bir an önce gelmesini ümit ederek, oldukça güçlü bir düşmanın dur durak bilmeyen ataklarını göğüslemek gibi ağır bir gerçeklik yatıyor­ du. "Yıldırım Harbi"nin Almanlar açısından başarılı sayılacak bu ilk günlerinde, cepheden gelen, halkı bu ilk zafere inandır­ maya yönelik haberlere rağmen, yine de öyle "bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik... " türünden bir durum olduğunu da kimse iddia edemezdi. Saldıran taraf, daha ilk günden itibaren, Brest örneğinde olduğu gibi güçlü bir direnişle karşılaşmıştı. Brest, cephe gerisinde yer almasına karşın, kenti savunanlar kent içindeki kalede s�rt ve başarılı bir direniş örneği sergili­ yorlardı. Henüz 2 yıl önce yeniden Sovyet egemenliğine giren Brest'in, sembolik bir anlamı da vardı: 1 Mart 1918'de Brest­ Litovsk'da, Kaiser Almanya'sı ile Rusya'nın yeni komünist re­ jiminin temsilcileri arasında ba­ rış antlaşması imzalanmıştı. Lenin'in müzakere için gön­ derdiği temsilcileri, Ekim Dev­ rimi'nden sonra hiç olmazsa dı­ şarıda barış ortamı sağlayabil­ mek için Almanların öne sür­ dükleri anlaşma koşullarını ka- NS savaş gazetesinin bul ediyorlardı. Ancak bu kez - 22 Haziran 1941 nüshası. Haziran 1941 'de- Ruslar'ın Al-

91 MarianneRoberts, O Dönemde 12 Yaşında (Önde, Beyaz Bluzlu)

22 Haziran 194J'in o pazar günü -ben o zaman 12 ya­ şındaydım- Mattes amcam izinli olarak evde bulunuyordu. Polonya ve Fransa' daki seferlerde istihkam onbaşısı ola­ rak bulunmuştu. Sabah birası içmeye giden dedem, babam (Kasım 1944'de şehit oldu) ve Mattes amcamla birlikte be­ nim de gitmeme izin verilmişti. Radyo açıktı. Yayın kesile­ rek Alman kuvvetlerinin Rus sınırını geçtikleri haberi verildi. fi.ıncahınçdo­ lu olan lokal, birden bire ölüm sessizliğine büründü. Amcam, "işte şimdi sa­ vaşı kaybettik!" dedi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, herkes susmuştu. O günden itibaren, "kesin zafer" diye bir şeyin olamayacağını kavramıştım. Amcam, apar topar Rusya' ya gitmek zorunda kaldı ve çok kısa bir süre son­ ra da şehit düştü.

manlann önünde eğilmeye niyetleri yoktu. Ama savunma için sahip oldukları koşullar hiç de iyi görünmüyordu: Kaleyi çevre­ leyecek olan modern hisar surlarının yapımı henüz bitmemişti ve askerlerin büyük bir bölümü de, bir tatbikata katılmak üzere kaleden çok uzak bir yere gitmişlerdi. Kentte çok az sayıda top­ la, hiçbir tank desteğine sahip olmayan yalnızca 3 bin asker kalmıştı. Alman topçuları saat 3.15'den beri ara vermeksizin ateş edi­ yorlardı. Her dört dakikada bir ateş hattı 100 metre öne kayı­ yordu. Kent art arda top ateşine tutularak işgale boyun eğmeye zorlanıyordu. Nihayet, 22 Haziran öğlen vakti Alman birlikleri kenti tamamen kuşatmışlardı. Ancak, kaleye çekilen direnişçiler teslim olmuyorlardı. We hrmacht'ın korku yaratan 75 mm'lik ağır topları, durmaksı­ zın ateşlendikleri halde kalın kale duvarlarını yıkamamışlardı. Pike dalışları yapabilen bombardıman uçaklarının attığı 500 ki­ lo ağırlığındaki bombalar da etkisiz kalmıştı. 130 ve 135. piya­ de birliklerinin hücum kıtalan, sürekli kaleye saldın girişimle­ rinde bulunuyor, ama her defasında ağır kayıplar verdirilerek geri püskürtülüyorlardı. En sonunda Almanlar, duvarları yıka­ bilen bin 800 kilo ağırlığındaki bombalan atıp, kaledekilerin büyük bir bölümünü teslim olmaya zorluyorlardı. Şiddetli çar­ pışmalardan 8 gün sonra, 30 Haziran •da, Alman tarafına şu ha­ ber geliyordu: Çarpışmalar sona erdi, kale fethedildi."

92 Oysa hfiladirenen küçük gruplar vardı. Subay kulübünde ve diğer yerlerde daha sonralan bulunan yazılı belgeler, Almanlar üstlerine zafer haberini geçtikten sonra da direnişlerin sürdüğü­ nü kanıtlıyordu. Bu belgelerde şu tür ifadelere rastlanıyordu: "Ölürüm, ancak teslim olmam. Elveda anavatan, Hazirari 1941." "Bu kiliseyi savunuyoruz ve boyun eğmemeye yemin ettik, Haziran 1941." "Cesaretimizi kaybetmeyeceğiz ve öleceğiz." "Bağışla bizi ey vatan. 20.7.4 1." Fakat, vatan onları ilk etapta bağışlamıyordu. Sovyet halkı­ nın, Brest direnişçilerinin yaşadıklarından haberi olması için 15 yıl geçmesi gerekiyordu. Sovyet gazeteci Sergei Smimov, an­ ciık Stalin'in 1953 yılında ölümünden sonra, bu çok ümitsiz du­ rumda bile direniş göstermiş olan askerlerin izini sürmeye baş­ layabildi. Smimov, Almanların eline esir düşen pek çok Sovyet dire­ nişçisinin, savaşın hemen ardından Sibirya'daki Stalin kampla­ rına gönderildiğini ortaya çıkarmıştı. Böylece, kale direnişçile­ ri, Sovyet askerlerinin ümitsiz durumlarda Alman saldırısına karşı gösterdikleri direniş gücü ve cesaretinin bir örneği olarak çok sonraları "Brest kahramanları" adı altında Sovyet tarihine geçtiler. Bu mücadele ruhu ile başa çıkmak zorunda kalan bir başka kuvvet de, Güney Ordular Grubu 'na bağlı tümenlerdi. Güney­ den taarruz eden gruplar, Sovyetlerin en güçlü birlikleri ile kar­ şılaşıyorlardı. Stalin, Alman saldırısının ağırlık noktasının bura­ sı olacağını düşünüyordu ve bundan ötürü, Kızılordu 'nun en yoğun asker yığınağı yaptığı yer burasıydı. 16. Tank Tümeni Komutanı Tümgeneral Hube, "Yavaş ama emin adımlarla ilerliyoruz" diyordu. "Yavaş ama emin adım­ lar", çok sayıda kayıp vererek 10 günde 100 kilometre kat et­ mek anlamına geliyordu. Öte yandan, Rundstedt'in tank tüme­ ni, yarma operasyonu görevini başaramamıştı. Ancak, saldırı durmaksızın devam ediyordu. Sovyet birliklerinin bu durum karşısında afalladıkları bir kez daha ortaya çıkıyordu. Hitler'in, Stalin'in 1941 yazında Almanya'ya saldırmak için hazırlandığı

93 Geri çekilmeye rağmen, amansız bir direniş vardı.

94 Bug Nehri kıyısında. Kızılordu askerleri, Almanların ele geçirdiği bir köprü başına baskın düzenliyorlar.

Rııs gönüllülerinin sayısı oldukça kabarıktı.

95 yolundaki iddialarının ne kadar asılsız olduğu da yine bir kez daha kanıtlan­ mış oluyordu.

"Hitler fazla ileri gitmeye başladı... "

Almanya' da ise, bir Pazar günü olan 22 Haziran sabahı, Almanlar alı­ şılmamış bir sesle yataklarından fırlı­ yorlardı. Franz Liszt'in "Les prelu­ des"ündeki zafer coşkusu yüklü fanfar havası çalınıyordu, ki bu, sonraları Doğu Cephesi 'nden verilecek olan özel haberlere başlanmadan önce giriş

· müziği olarak da çalınacaktı. Ardın- , dan, Hitler'in bir açıklamasını okuyan Propaganda Bakanı Goebbels'i n sesi radyolarda yankılanı yordu. İnsanların Brest kent kalesindeki çoğu, ''Führer"in sözleri duyulmaya tahrip edilmiş başlandığı andan itibaren, pür dikkat çan kulesi. se izce dinliyorlardı: "Bugün, Re­ ich'ın ve halkımızın kaderini yeniden askerlerimizin eline tes­ lim etmeye karar verdim." Sovyetler Birliği ile savaş, spor gündeminin 1941 Almanya futbol şampiyonluğu için öğleden sonra Berlin Olimpiyat Stad­ yumu 'nda yapılan final maçı gibi önemli tart1şma konularını da gölgede bırakmıştı. Schalke 04 'ün Admira Wien karşısında al­ dığı 4-3 'lük yenilgi, sadece az sayıdaki fanatik taraftarın ilgisi­ ni çekebilmişti. insanlar, İkinci Dünya Savaşı'nın artık gerçek­ ten başlamış olduğunu hissediyorlardı. Hatta, bazıları kendi aralarında alçak sesle, "Bitler fazla ileri gitmeye başladı" diyor­ du. İngiltere Başbakanı ise, ilk başlarda durumdan etkilenmemiş görünüyordu. Winston Churchill, saat sabahın dördünde Rus­ ya 'ya karşı yapılan saldırıyı öğrendiğinde, daha önce de belir­ tildiği gibi, homurdanarak kendisinin sadece İngiltere'ye karşı

96 Grigori Makarov, Brest'te Görev Yapmış Kızı lordu Askeri

Bütün bir garnizon susuz kalmıştı. Çünkü, Te respol Kulesi' ııin üzerindeki su tankı, vurularak tahrip edilmiş durumdaydı . Elektrik santrali de isabet aldığından, hiçbir yerde ışık yanmıyordu. Saldırıya, makineli tüfeklerle kar­ şı koymaya çalışıyorduk. Daha sonra kimyasal silahlara sahip bir Alman alayı bizi kuşattı ve göz yaşartıcı bombalar attı. Biz de aynı silahla karşılık veriyorduk. Duman dağıldığında saldırının sonuçları ortaya çıkmaya başla­ mıştı. Kalede çocuklar ve kadınlar da bulunuyordu. Küçük bir oğlan çocuğu ölmüştü. Gazdan boğulmuştu. Annesi korumak amacıyla tüyle bir şapkayı yüzüne kapatmıştı. Gavrilov onlara talimat verdi: "Köye gidin Almanlar belki size dokunmazlar." Kadınlardan biri eline beyaz bir çarşaf aldı ve yo­ la koyuldular. Almanlar, gerçekten de anlam dokunmadılar. Bir kadın sıhhi­ ye, yaraları sarmak için bizimle kaldı. Pek çok yaralı vardı , ancak hiç dezenfektan yoktu. Bu yüzden yaralar çok çabuk açılıyor ve çoğu aldığı yaralardan ötürü ölüyordu.

bir işgal söz konusu olduğunda rahatsız edilmesini söylüyordu. Buna rağmen, başbakan çok geçmeden mücadeleci bir tavır ser­ gilemeye başlıyordu. Radyodan Britanya halkına yaptığı bir ko­ nuşmada, "çekirge sürüleri gibi ortalığı süpürüp geçen, çapulcu asker güruhundan oluşmuş vahşi sürü" türünden laflar ediyor­ du. Churchill konuşmasında, yalıuzca Almanların saldırganlığı­ na yüklenmekle de kalmıyor, Rusya'yı var güçleriyle destekle­ me sözü de veriyordu. Bu doğrultuda, BBC mikrofonlarına şu açıklamayı yapıyordu: "Yalnızca bir tek hedefimiz var, kaçınıl­ maz tek bir görev. Hitler'in ve geride hiçbir iz kalmayacak şe­ kilde Nazi rejiminin kökünü kazımaya kesin kararlıyız. Naziz­ me karşı savaşan herkese yardım edeceğiz." İflah olmaz düşmanı komünizme, hele de Stalin 'e neden yardım etme sözü verdiğini, daha önce sekreterine şöyle açıkla­ mıştı: "Hele Hitler cehennemde ilerlemeye bir başlasın, ben o zaman Avam Kamarası 'nda şeytan hakkında kibar bir konuşma bile yapabilirim." Herkesin yardım ettiği batıdaki ikinci cephe ise, ancak iki yıl sonra açılacaktı. Sovyetler, böylesine uzun bir süre kıta Avrupa'sında Almanlarla tek başlarına savaşmak zo­ runda bırakılmışlardı.

97 "Bunlar yalnızca birer provokasyon mu?"

22 Haziran 1941 'de, Moskova'daki Savunma Komiserliği'nin telefonu çalıyordu. Arayan, Karadeniz Filosu Komutanı Amiral Oktyarbski'ydi ve tam olarak saat 03 .15 itibarıyla şu haberi veri­ yordu: "Alman uçakları, Sivastopol Askeri Limanını bom­ balamaya başladılar. " Önceki akşam, .başka amirallerden de Al­ manların taciz eylemlerine yönelik haberler geldiği için, Deniz Kuvvetleri Komiseri Amiral Nikolay Kuznetsov o gece bürosun­ da kalmıştı. B unıin üzerine, Savunma Komiseri Timoşenko ve Parti Sekreteri Malenkov'u arayarak, onları durumdan haberdar ediyordu. Her ikisi de ilk başta ona inanmak istememişlerdi. Bu­ nun üzerine Oktyarbski yaverine, başını iki yana sallayarak, "Moskova'da, Sivastopol'un bombalandığına inanmıyorlar" di­ yordu. · Moskova'ya Alman bombardımanını bildiren haberler yağı­ yordu. Genelkurmay Başkanı General Jukov'a, dakika başı Sov­ yetlerin batı sınırından raporlar geliyordu: Ukrayna'daki kent gar­ nizonlarının komutanları kentlerinin bombalandığını, Beyaz Rus­ ya' daki tümen komutanları Almanların saldırıya geçtiğini, Baltık bölgesindeki askeri havaalanlarında görev yapan yetkililer ise te­ sislerin tamamen tahrip edildiğini bildiriyorlardı. J ukov, Stalin 'e ulaşmaya çalışıyordu. Sovyet diktatörü, geceleri asla Kremlin'de kalmaz, Moskova'nm birkaç kilometre dışında olan villasına gi­ derdi. O da Hitler gibi bir gece kuşuydu ve genellikle sabalun ilk saatlerinde yatağa girerdi. Bu yüzden, nöbetçi subayın diktatörü uyandırıp telefona çağırması yalnızca birkaç dakika sürmüştü. Ar­ dından, kısa ama ibret verici bir diyalog yaşanıyordu: - Stalin. -Savunma Komiseri'nin emri üzerine arıyorum. Almanlar kentlerimizi bombalıyorlar. Sessizlik. - Beni anladınız mı? Ye niden bir sessizlik olur ve uzun bir aradan sonra Stalin Ju­ kov 'a şu talimatı verir: "Timoşenko ile birlikte Kremlin'e gelin, Politbüro'yu toplayın." Politbüro, saat 4.30'da Stalin'in Kremlin'deki çalışma odasın-

98 Johann Danzer, Ta nksavar Nişancısı

İlk gün verilen ilk molada, bizim bölükten bir arkadaş tü­ fe kle kendisini vurmuştu. Karabiner' ini dizlerinin arasına sıkı_ştırarak namluyu ağzına dayamış ve tetiği çekmişti. Onun için savaş, artık bütün zorluklarıyla sona ermişti. Bölüğün yazıhanesinde vasiyetnamelerimizi yazdıktan sonra, Kırım' daki dar yarımada geçidine gönderilmiştik. Bir akşam, bölük habercisi geldi ve saldırının yarın sabah saat 04.00' da başlayacağını söyledi. Saat 03.30 ile 04.00 arasında, 1 kilo­ metre genişliğinde bir alana yayılan 140 top bataryası, yarım saat boyunca aralıksız atış yaptı. ilk başlarda , barut dumanından başka bir şey göremi­ yorduk, ancak daha sonra top mermilerinin ışıltısında ve ağaran günün ilk ışıklarıyla birlikte Rus tarafındaki cehennemi fa rk edebildik. 37' lik tanksa­ varın başında bir topçu ve beş askerdik. Saldırılarda topumuzu kendimiz çekmek zorundaydık. Piyadelerle aynı tepedeydik, ancak onlara ayak uydu­ ramadığımızdan dört piyade eri de çekme işinde yardımcı olmak üzere yanı­ mıza verilmişti. Bu yüzden, bizim bu büyük grup, karşı taraf için iyi bir he­ def teşkil ediyordu. ]}usların makineli tüfe kle yaptıkları ilk yaylım ateşi bizi tümüyle avlamıştı. Uç adamımız anında ölmüş, diğerleri ise ağır yaralan­ mışlardı. Ya ra almadan kurtulan tek kişi bendim.

da toplandığında, artık gün ağannıştı. Stalin, Savunma Komise­ ri 'nden rapor vennesini ister. Timoşenko, az bir zaman önce saldı­

n ya geçen Alınan birliklerinin bombalama eylemlerine ve sınırlan geçtiklerine ilişkin haberleri kısaca özetler. Ye ni haberler daha az gelir olmaya başlamıştır, çünkü hatlar Alınan paraşütçüleri tara­ fından kesilmiştir. Savunma Komiseri raporunu bitirdiğinde, duru­ ma hfila.inanamadığı görülen Stalin sorar: "Söyle bana, siz de hfila bunların birer provokasyon olabileceğine inanmıyor musunuz? Stalin, kendi düşüncelerinden asla taviz vermezdi. Bir Çek casusunun Nisan'da Alman askeri birliklerinin sınırda yığınak yaptığı yönündeki uyarısına da aynı tepkiyi göstennişti. Sovyet gizli servisinden Binbaşı İsmail Ahmedov'a şöyle demişti: Bu bilgi, İngiliz provokasyonunun bir ürünüdür. Kimden kaynak­ landığını bulun ve onu cezalandırın." Şimdi, kötü haber getirenleri olanlardan sorumlu tutması ar­ tık olanaksızdı. Bu arada, Molotov da Alman Büyükelçisi'nden resmi savaş ilanını almış ve bütün kuşkular ortadan kalkmıştı. Savaş başlamıştı. Önceden yapılan bütün uyarılara karşın, Alınan tarafından gelecek bir saldırıya inanmayan Stalin, yanılmıştı.

99 Lev Besimenski, Sovyet Ta rihçi

Stalin, 22 Haziran' da kesinlikle şoka girmemişti

Stalin' in, Alman saldırısını haber aldıktan sonraki dav­ ranışlarına yönelik olarak; diktatörün dilinin tutulduğu, sarsıldığı ve sağlıklı düşünebilme yetisini kaybettiği şeklin­ de popüler bir inanış var. Güya, kendisini dış dünyaya ka­ pamış ve çok zavallı bir halde, yajnızca en yakın çalışma arkadaşlarına talimatlar verebilmiş. Ancak, Stalin' in, Kremlin' de tutulan 22 Haziran tarihli görev çizelgesi, bu konuda çok açıklayıcı görünüyor. 22 Haziran 1941' de, saldırıdan üç saat sonra, saat 05.45' de, şu isimler Stalin' in yanında bulunuyorlardı: Molotov, Beriya, Timoşenko, Meçlis ve jukov. Saat 07.30' dan itibaren Malenkov ve 07.55' den itibaren de Mikoyan, Stalin' in yanındaydılar. Diğer ziyaretçiler ise şöyle sıralanıyordu : Kagano­ ı·iç, Vo roşilov, Vişinski (Başsavcı), Kuznetsov (Deniz Kuvvetleri), Dimiıri ve Manuyeski (Komintern), bir kez daha Molotov (radyodaki konuşmasının ar­ dından), Şapoşnikov (Genelkurmay Başkanı), Va tutin (Genelkurmay Ope­ rasyon Dairesi), Kulik (Timoşenko' nun yardımcı vekili). Son ziyaretçiler 16.45 itibarıyla çağrılmışlardı. Stalin' in 23 Ağustos tarihli günlük çalışma planında hiçbir aksama olmamıştı. Molotov ve Vo roşilov, saat 03.20'de Kremlin' e geliyorlar ve kendi aralarında, akşamın geç saatlerine kadar ko­ nuşmalar yapılıyordu. Stalin, bundan sonraki günlerde de, en yakın asker'i ve siyasal danışmanları ile sayısız görüşmeler yapıyordu.

Sovyet diktatörü, çalışma odasının Kremlin Sarayı 'nın iç avlusuna bakan penceresinde durmuş, konuşmaksızın dışarıya bakıyordu. Timoşenko raporunu sunarken yaktığı piposu, sön­ müştü. Yüzünün rengi solgundu. En sonunda, endişeyle de olsa Savunma Komiseri'ne, ''Saldırganlar geri püskürtülsün!" emrini veriyordu. Sovyetlerin Londra Büyükelçisi İvan Maiski, anılarında bu konu ile ilgili olarak şunları anlatır: "Stalin, kendisini çalışma odasına kapatmış, dört gün boyunca ortalarda görünmemişti. Dış ülkelerdeki diğer diplomatik temsilcilikler gibi, Londra'da­ ki büyükelçilik de, talimat beklemişti. Ancak, telsizler dört gün boyunca suskun kalmıştı." Bu anlatılanlardan, faşist saldırganlara karşı başından beri kararlı bir vatan savunması yürüten Baba Stalin efsanesinin uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Bu efsane, Stalin'in 1953 yı­ lında ölümünden sonra, Politbüro üyeleri ve yüksek rütbeli su-

100 bayların Stalinizm'i tasfiye ha­ reketinin bir sonucu olarak yı­ kılmış oldu. Mareşal A. İ. Jere­ menko ise, 1965 'de yayımla­ nan anılarında şöyle yazıyor­ du: "J. Y. Stalin, Devlet Başka­ nı sıfatıyla Almanya ile imza­ lanan antlaşmanın güvenilirli­ ğine inanmıştı ve faşistlerin ül­ kemize saldıracaklarına işaret eden belirtilere kulak asma­ mıştı. Bu yüzden de, sınırda gerekli acil savunma önlemle­ rinin alınması yönünde zama­ nında karar verememişti." Moskova caddelerinde insanlar Bunun sonuçlarına ise sınır sarsılmış, suskun ve çaresiz bir birlikleri katlanmak zorunda şekilde savaşın başladığı kalacaklardı. 1 O. Ordu Komu­ Jıaberiı1İ alıyorlar. tanı General Golubyov gibi di­ ğer komuta kademelerindeki subaylar da, kaçaklar ve casuslar aracılığıyla saldırının tarihini önceden öğrenmişlerse de, aldıkları yüksek talimat gereği, yal­ nızca şu emri verebilmişlerdi: "Bekleyin!" Stalin 'in kendisi de en sonunda gerçekle yüzleştiğinde, cılız bir tepki gösteriyor ve Politbüro toplantısında askeri kurmay heyetine, savunma pozis­ yonundaki Sovyet birliklerinin sınırı ke inlikle aşmamaları tali­ matını veriyordu! Ardından da Kremlin'i terk ediyordu. Dikta­ tör, bundan ancak on iki gün sonra, 3 Te mmuz' da yeniden ka­ muoyunun karşısına çıkacaktı. Bu süre içerisinde, daçasında (yazlık villasında), kendisini yeni duruma hazırlamaya çalış­ mıştı. Savaşın bu ilk gününde, Sovyet yönetiminin halkı gece meydana gelen bu olay hakkında bilgilendirmeye hazır duruma gelmesi için saatler geçmesi gerekmişti. Savaşın başladığı ha­ berini vennek, bu uğursuz görev, Dışişleri Bakanı Molotov'a düşmüştü. Moskovalılar kendilerini işin olmadığı sakin bir pa­ zar gününe göre ayarlamışlardı. Molotov, saat l 2. l 5'de şu söz-

101 Sovyet mareşalleri Timoşenko, Vo roşilov ve Budiyeni (soldan sağa).

Sıavka' da: Georgi Jukov telgraf aletinin başında. Ya nında, Nikolay Bu/ganin ve Va sili Sokolovski.

102 Dimitri Vo /kogonov

Alman orduları çok güçlü bir biçimde ilerleme halinde olduklarından, Sovyeı birliklerinin harekete geçirilmesi çok zor olmuştu. Daha altıncı günde, Almanlar Minsk ön­ lerine ulaşmışlardı . Şimdiden ülke içerisinde yüzlerce kilo­ metre yol kat etmişlerdi. Bu, kısmen şaşırtma taktiğine baş­ vurmuş olmalarından, kısmen de durumun belirsizliğinden kaynaklanıyordu. Radyoda ilk başta, ordumuzun bazı böl­ gelerde çok sert bir direniş örneği sergilediği duyurulur- ken, bir gün sonra birden bire, Alman ordusunun doğuya doğru 50 ile 70 ki­ lometre arasında ilerleme kaydettiği belirtiliyordu. Bu noktada şunu belirt­ mek zorundayım ki; bizi kuşatan savaşın nasıl bir savaş olduğu konusunda tam bir fikre sahip olmayanlar yalnızca sıradan askerler değildi, komuta kademesinde de, yani "Stavka"da da kafalar karışıktı. Stalin, durmaksızın yeni durum raporları istiyordu. Ama kimse ona umutlandırıcı haberler vere­ cek dunımda değildi.

!erle vatandaşlarına seslenmeye başladığında, başkent sakinleri­ nin çoğu, o harika yaz havasında kendilerini yeşil alanlara at­ mak üzere yollara düşmüşlerdi bile: "Sovyetler Birliği vatan­ daşları ! Bugün saat dörtte, Alman birlikleri, önceden herhangi bir savaş ilanı yapılmaksızın ülkemize saldırmıştır. Bu eşi ben­ zeri duyulmamış saldırı, uygar toplumların tarihinde görülme­ miş bir sadakatsizlik örneğidir. Bize bu savaşı dayatan Alman halkı, işçiler, köylüler ve entelektüeller değildir, aksine, Alman­ ya 'nın kana susamış faşist iktidar kliğidir." Açıklama beş dakika bile sürmemişti ama, ülkenin tama­ mında insanları şaşkına çevirmişti. Oysa, Almanlarla dostluk antlaşması imzalanmıştı! Stalin, daha kısa bir süre önce, Al­ man-Sovyet ilişkilerinin ne kadar iyi gittiğinden söz ediyordu! Batılı kapitalist güçlerin isteği doğrultusunda Hitler 'e karşı sa­ vaşmayacağını açıklamıştı! Peki şimdi Stalin r.eden yanılmıştı? Almanlar ne için saldırıyorlardı? Şok hali, yerini çok geçmeden direniş ruhuna terk edecekti. Molotov, Napolyon'un 1812 yılında yaptığı saldırıya dikkat çe­ kiyordu. Bugün, 22 Haziran 1941 'de, bu tarihin üzerinden 129 yıl geçmişti. Bu cesaret verici bir örnekti. O zaman, Çar ordula­ rı düşmanı geri püskürttülerse, şimdi de öyle olacaktı. Halk, savaş nedeniyle kurulan hoparlörlerden hükürnetin ta-

103 limatlarını dinliyordu. HummaJı bir koşuşturmaca başlamıştı. Moskova halkı, dükkanlara hücum edip, başta gıda maddeleri olmak üzere raflarda ne var ne yok satın alıyordu. Bankalar da­ ha o gün kapılarına kilit vurmak zorunda kalmışlardı, çünkü ka­ salarında para kalmamıştı. 22 Haziran gününün öğlen sonrasın­ dan itibaren, başkentteki kamuya açık binaların üstüne ve park alanlarına uçaksavarlar yerleştirilmeye başlanmıştı. Moskova Hava Savunma Kuvvetleri Komutanı General Tu­ lenev'in emri üzerine, Moskova metrosunun Beyaz Rusya is­ tasyonu, siyasal ve askeri kullanım için boşaltılmıştı. Kremlin, Kızıl Meydan'daki altın kaplamalı parlak kubbelerin üzerini, kamufle etmek amacıyla kirli koyu yeşile boyatmıştı. Piyade birlikleri kentin ortasından geçmeye başlamışlardı bile. Baş­ kent, geceyi ilk kez karanlıkta geçiriyordu. Moskova, kendisini savaşa hazırlıyordu.

"Ya direniş ya ölüm... "

Öldürücü bir ateş yumağı Moskova'ya doğru yaklaşmak­ taydı. Alman öncü tankları, cephenin orta kademesinde son hız­ la ilerliyorlardı. 28 Haziran'da bu ilerleyişte en önemli dönüm noktasına gelinmişti. Minsk'e yalnızca eksen kilometre uzak­ lıkta, General Guderian, Doğu Cephesi'ndeki bu ilk büyük çap­ lı çarpışmada pek çok etkili sonuçları olacak bir emir veriyor­ du: "29. Motorize Tümen, Minsk-Smolensk'deki çarpışmalara katılmak üzere hemen dönüp gelsin." Minsk ve Smolensk, Almanların Orta Ordular Grubu için Moskova'ya giden yolda aşılması gereken en önemli etaptı. Çünkü, Kızılordu'nun ana gücü, Sovyet başkenti önlerinde yer almaktaydı. Almanlar, en sert direnişle Bialistok'ta karşılaştılar. Sovyet cephesi, burada batıya doğru geniş bir alana yayılmıştı. Güney­ deki Lemberg kavşağından sonra Sovyet güçlerinin en yoğun olarak toplandıkları ikinci bölge burasıydı. Bu iki bölgedeki Sovyet kuvvetleri, toplam 6 ordu ve 7 motorize kolordudan oluşuyordu. Yarım milyonu aşkın asker ve yaklaşık 7 bin tank, cephenin bu kısmında General Dimitri Pavlov'un emrinde gö-

104 Aleksander Goliko v 28 Haziran 194/'de Rovno çevresindeki çarpışmalar sırasmda karısına yazdığı mektup:

Sevgili To neçka! Bu satırları okuyup okuyamayacağım bilmiyorum. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum: Bu benim sana son mektubum. Şu an çok acı ve ölümcül bir savaş yürütülüyor. Ta 11klan­ nfü vuruldu. Faşistler çevremizi sardı. Bütün giin saldırıla­ ra karşı koymaya çalıştık. Ostrovski Caddesi yeşil üniformalı cesetlerle do­ l_u . Büyük harekeısiz kertenkeleleri andırıyorlaı: Bugün savaşın altıncı günü. iki kişi kaldık; Pavel Abramoı· ve ben. Onu tanıyorsun, sana onun hakkında yazmıştım. Kesinlikle kendi canımızı kurtarmayı düşünmüyoruz. Biz askeriz ve ülkemiz için ölmekten korkmuyoruz. Düşündüğümüz tek şey, Nazilere ya­ şamımızı nasıl daha pahalıya mal edeceğimiz ... Ortasmda delik açılmış ve şekli bozulmuş bir tankın içindeyim. Hararet dayanılmaz derecede yüksek. Sıısa.dım. Bir damla su yok. Resmini koynumda saklıyorum. Alıp senin o ma­ vi gözlerine bakıyorum ve bu benim kolayca kendimi iyi hissetmemi sağlı­ Y.Or. Sen yanımdasın. Seninle konuşmak istiyorum, uzun uzun ve ta yürekten, lvanovo' dayken yaptığımız gibi. Savaşın ilk gününden beri seni düşündüm. Ne zaman sana geri döneceğim ve başını göğsiime bastıracağım? Belki de hiçbir zaman. Savaş var... Bizim tank ilk olarak düşman üzerine yiirüdiiğünde, seni, benim biricik sevgilimi daha çabuk görebilmek için olabildiğince çok Nazi öldüreyim de, savaşı bir an önce sona erdireyim diye iizerlerine makineli tüfekle ateş ettim. Ama ha­ yallerim gerçekleşmedi. Ta nkımız düşman ateşiyle sarsıldı, ama biz hala ha­ yarıayız. Mermimiz kalmadı, fi şekler azaldı. Pavel, düşmana hedef gözete­ rek ateş ediyor ve ben "dinleniyorum" ve seninle sohbet ediyorum. Bunun sonuncu sohbetimiz olduğunu da biliyorum. Seninle çok uzun konuşmak isti­ yorum ama, zaman çok /.tısa. Tren istasyonunda nasıl veda/aştığımızı hatırlı­ yor musun? O zamanlar, seni sonsuza kadar seveceğimi söylediğimde, söz­ lerime tanı inannıamışt111. Bütün bir ömür boyunca yalnızca sana ait olmam için nikah dairesinde evlenmemizi teklifetmiştin. Ben de senin isteğini mem­ nuniyetle yerine getirmiştim. Şimdi, karı koca olduğumuzu belirten bir bel­ gemiz vaı: Ne iyi. Uzaklarda herhangi bir yerde seni düşünen biri olduğunu biliyorsan, öliim hoş geldi sefa geldi. "Sevilmek güzel bir şey. " Ta nkta açılan delikten caddeyi, yeşillenmiş ağaçları, bahçedeki rengarenk çiçekleri görüyorum. Ya şam, savaştan sonra da aynen bu çiçekler gibi rengarenk ve mutluluk dolu olacak ... Bunun gerçekleşmesi uğruna çekinmeden ölüme gidebilirim ... Ağlama ... Belki de benim mezarımı hiçbir zaman ziyaret edemeyeceksin? Bir mezarım olacak mı acaba, kim bilir?

Aleksander Golikov, bu mektubu yazdtktan üç saat sonra tankının içinde öldü.

105 reve hazırdı. Bu sayı, Almanların Doğu Cephesi'ndeki toplam tank sayısının neredeyse iki katına denkti. Bir Rus tank tümeni en az 400 tanktan oluşuyordu. Guderian 'ın tank birliği, toplam olarak 850 tanktan oluşan 5 tank tümenini kapsıyordu ve 400 kilometre uzunluğundaki bir alana yayılmışlardı. Tankların ka­ litesi açısından da, durum hiç de Almanların lehine görünmü­ yordu. Örneğin, Pavlov'un komutasındaki yeni T- 34 ve 66 ton ağırlıklarıyla tam bir canavarı andıran KW tipi tanklar, Sovyet­ lerin ürettiği en modern tanklardı. Bu tanklara karşı Alman tanksavarlannın yapabileceği fazla bir şey yoktu. Yalnız, Bialistok ve Lemberg cepheleri önemli bir dezavan­ taja da sahipti: Bu cepheler, Sovyet cephesinin çok uzağında, derinlemesine batıya doğruydu. Genelkurmay Başkanı Halder, bu cepheler için güncesine "balkonvari" şeklinde bir not düş­ müştü. Bu da Sovyetlere savunma için ideal bir zemin yaratı­ yordu. Operasyona dayalı modern taarruz hareketlerinde hare­ ketli birliklere komuta etmede usta bir asker olan Pavlov, Hal­ der'in de dediği gibi, "bu balkondan batıya sıçramış ve süvari birliklerini anında ileri saflardaharekete geçirmeyi başarmıştı." Sovyet ordu birliklerinin kademeleri, Almanlar açısından Stalin 'in taarruz planlarını anlamada fikirverici bir özelliğe sa­ hipti. Ama bu, bir tehlikeyi de içerisinde barındırıyordu: "Bal- '\��§�!fl�lil!��it!' · ·: · x-�:l:�:.f1·=�!1��Fi.�-:::�:.-:��1��f�B-�:�f{���:::::::::::: �!:'.:::  · ..ı ti•••ı�i•s-ıhij: i ti�hıagen·•••·•·•·•· �···::-- = ··:.=- ·'.·=-- -/ =:-.:: . -:-:.: '.::<: :·'. .::::iii'.·'.·· ii�::::::: ·:-:· iö ··- · · :; a·-:-·. ·.:.;>:.:-::::: · bp· .ij, ::'.(.#:R);.:··:. "· �� - ::;=. ?Der Fülj.rat,ett�fe �op� vor '.b�iSÇ�e\'VjStiSc,heri�� Jılvas . · ...•.•••zw!ı ·�� �·�t���··••i•••;f��ı�ı�ı�r.sı���e;,········•••• ··••·•

Alman propaganda mekanizması, Sovyetlere yapılan saldırıyı, "önleyi­ ci tedbir savaşı" olarak haklı göstermek için büyük bir çaba saıfedi­ yordu.

106 Almanlar "sportifbir başarı" kazanmışçasına gururla yürüyorlar (solda). Piyade taarruzu (sağda).

Sürekli artan sıcağın altında günde 50 km kadar yol kat ediliyordu.

107 Bozuk yollarda ikmal sevkıyatı.

108 kanlar", Alman birliklerini üç yandan kuşatıyordu. Motorize birlikler, bütün bir alana yayılabilecek ve hareket edilecek ka­ nalları kesebilecek güce sahiptiler. Hitler, bu tür alan operas­ yonları yapılmasını istemişti. Bialistok cephesinin kavşak teşkil eden noktalarında, Alman taarruz anlayışına uygun ideal koşul­ lar mevcuttu: Hızlı ve hareketli tank birlikleri, düşman cephesi­ ni ortadan yarıp kıskaca alacak bir hareketle düşmanı kuşatarak kavşak noktalarına saldıracak ve Sovyet birliklerini çembere alacaktı. Kuşatma çemberi sağlamlaştırıldıktan sonra, içerde kalan Sovyet birlikleri Alman piyade tümenleri tarafından yıp­ ratılarak bozguna uğratılabilirdi. Bu sırada tankların hücumu da devam etmeliydi. Guderian da verdiği saldırı emriyle buna ben­ zer bir operasyonu başlatmıştı. Bialistok ve Minsk'e yapılan çifte saldırı, Doğu Cephesi'ndeki ilk kuşatma operasyonlarına başlangıç teşkil ediyordu. Guderian' ın tank birliklerine bağlı 1 7. Tank Tümeni, 26 Ha­ ziran' da Minsk'in güneyine ulaşmıştı. Aynı sırada, Hoth 'un grubuna bağlı olan 20. Tank Tümeni ise Beyaz Rus başkentinin kuzeyinde savaşıyordu. Rusya seferinin başlamasından dört gün sonra, bu iki tank birliği Bialistok ve Minsk'te savaşmakta olan Rus birliklerinin arkasındaki kavşak noktasını kapatıyor­ lardı. İçerisinde 43 tümenden oluşan dört ayrı Sovyet ordusu­ nun bulunduğu bir ç�mber oluşturulmuştu. Anlatırken çok kolay gibi görünen ve genelkurmay haritala­ rında yalnızca bir iki küçük çizgi ile ifade edilen bu olay, ger­ çekte eşine benzerine rastlanamayacak ölçüde büyük bir gücü gerektiren bir eylemdi. Bu hızlı savaş, istihkam birliklerince hiçbir biçimde sağlamlaştınlmamış yollarda gerçekleşiyordu ve kavurucu güneşin altında devasa toz bulutları oluşuyordu. Hava filtreleri bu durumda hiçbir işe yaramıyor ve savaş araçlarının çoğunun motoru iflas ediyordu. İlk hafta içersinde, toz toprak ve teknik arızadan dolayı çalı­ şamaz hale gelen tank sayısı, düşman tarafından vurulan tank sayısından daha fazlaydı. Rusya seferinin başlarında düşmanı savaşmadan kaçmak ya da direnmeden teslim olmak zorunda bırakan hızlı zaferlerin, araçların bir gezinti temposu ile hare­ ket etmeleri sonucu elde edilmediği açıktı.

109 Ukrayna' ya girişlerinde Almanlar birçok yerde dostça karşılandılar: Er Karl-Heinz Böse!, fo toğraflarının altına, "Sevinç gösterileri ve Hitler selamı ile karşılanıyorduk" diye yazıyordu (ortada ve yukarıda solda).

110 Bunu gerçekleştiren, özellikle arkadan gelen Alman birlikle­ riydi. Onların görevi, çember içinde sıkışmış olan düşmana bi­ tirici darbeyi vurmaktı. Bunun gerçekleştirilmesi için de, tank birliklerinin oluşturdukları bu çemberin, piyade tümenlerince doldurulması şarttı. Askerler için bunun anlamıysa şuydu: "Adına yol bile denilemeyecek kadar bozuk yollardan geçerek saldırılar düzenlemek, aşırı sıcağa ve ağır yüke rağmen dur­ maksızın ilerlemek, sık sık düşman ateşine maruz kalmak ve sürekli olarak, önlerine çıkan her ormanlık bölgede pusu kur­ muş düşman birlikleri tehlikesi ile karşı karşıya olmak. Alman birliklerinin görevi, ulaşmaları gereken hedeflere ulaştıklarında .da bitmiyor; bu kez de, her türden yarma girişi­ mini önlemek için çemberi güçlendirme görevi başlıyordu. Bu tür yarma girişimleri sırasında inanılmaz sahneler yaşanıyordu. Rus askerleri, hiçbir tarık desteği olmaksızın, "çember karakol­ larının" bulunduğu mevzilere doğru ilerleyip, direkt Alman ma­ kineli tüfekateşinin kucağında buluyorlardı kendilerini. Bir Al­ man askeri bu durumu şöyle anlatıyordu: "Ruslar, adamlarını topçu desteği olmaksızın karşı saldırı için ileri sürüyorlardı ve bu durum 10-12 dalga halinde tekrarlanıp duruyordu. Bunlar, kısmen eğitimsiz acemilerdi ve el ele, kol kola -tüfekleri sırtla­ rında- bizim makineli tüfeklere doğru koşturuyorlardı." Sovyet subay ve komiserleri, askerlerini Alman hatlarına iş­ te böyle sürüyorlardl>Bunlar, tereddüt içerisinde olan ve bunun

F. W. Christians

Bizim tank birliği yönünü Ukrayna'ya çevirmişti. Bura­ da , Uman yakınında, asla unutamayacağım ilk büyük ku­ şatma çarpışması yaşanıyordu. Büyük sayıda ilk esir alma olayı burada gerçekleşti. Genç askerler olarak bizler, hem topçularımızın hem de hava kuvvetlerimizin müthiş bir şid­ det ve kararlılıkla elde ettikleri askeri üstünlük ve büyük bir hızla ilerleyişleri karşısında hayran kalmıştık. Ta bii, bunun bir de acı yanları vardı; ilk ölüleı: Hem Alman hem de Rus tarafında çok sayıda ölü olması, biz genç askerlere, burada b;.-i neyin beklediği konu­ sunda yeterince fikir vericiydi.

111 sonucunda Almanlarca katledilenlerin gerçekleştirdikleri, aske­ ri açıdan tamamen mantıksız ataklardı. Ya lnızca, zırhlı birlikle­ rin geceleri yaptığı yarma hareketleri başarılı oluyordu. Alman generalleri, "Rusları ormanlık bölgelerden çıkararak, bıkıp usanmadan devam ettirdikleri yarma hareketleri için gerekli ze­ mini ellerinden almalıyız" görüşündeydiler. Ancak piyadeler burada, sertçe çarpışan ve iyi mevzilenmiş bir düşmanla karşı karşıya kalıyorlardı. Sovyet birlikleri, Bialistok ve Minsk ara­ sındaki oldukça sık bir ormanlık bölge olan Bialovieza Orma­ nı 'nda kendilerini çok iyi kamufle ederek mevzi almış durum­ daydılar. Sovyet direnişçileri, görünmeleri mümkün olmayan bu alanda mevzilerine yerleşerek, adeta nefeslerirıi tutmuş, Al­ manların atış menzillerine girmelerini bekliyorlardı. Bu dakika­ dan itibaren topçu ateşi hiçbir işe yaramayacaktı. Göğüs göğüse bir mücadele başlayacaktı. Sovyet gözetleme noktalarının tek tek "devre dışı bırakılmaları", yani, buralardaki gözcülerin öl­ dürülmeleri gerekiyordu. Görüş alanı olmayan bu gözetleme noktalarındaki askerlerin çoğu, sayısal üstünlüğe sahip düşma­ na karşı koymaya devam ediyorlardı. Sovyet yönetimi "Ya dire­ niş ya ölüm" parolasıyla savaşma emri vermişti. Halder, Sovyet ordusunun bu savaşta hangi amaçla çarpıştığını anlamakta ge­ cikmemişti: "Düşman Bialistok cenderesinde yaşamını kurtar­ mak için değil, zaman kazanmak için çarpışıyor." Sınırdaki mevziler düştükten sonra, cephe gerisinde çok kade­ meli bir savunma organizasyonu yapabilmek için Sovyetlerin zamana ihtiyacı vardı. General Halder, 3 Ternmuz'da, notları ara­ sına şu satırları düşmekte çok aceleci davranmıştı: "Bütün itiba­ rıyla baktığımızda artık şunu söyleyebiliriz ki, düşman, Bialistok kavşağında e kuçük parçasına kadar halledilmiş olup, Rus ordu­ larının çok büyük bir bölümü parçalanmış durumdadır." Halder, zaferi çok erken kutlamıştı. Bialistok ve Minsk 'te çember içine alınan birliklerin, sistematik hareket eden Alman birliklerine karşı hiçbir şansları yoktu, ancak çok sertçe karşılık veriyorlardı. Direnişlerinin kırılma noktasına gelmiş olması, özellikle komuta kademesinin o sıralarda çok büyük bir şaşkın­ lık içinde hareket ederek, önce duraklayıp sonra birbiriyle çeli­ şen emirler vermesinden ve sonunda da cephe üzerindeki haki-

112 Riclıard Zajac, İstihkamcı

Biz bir yerden geçerken, yolun saygılı bir biçimde boşal­ tıldığma birkaç kez tarıık olmuştıım. Kadınlar. erkekler ve çocuklar yolların kenarına çekilerek bekliyorlardı. Çiçekli kızlar, içmemiz için sıı ve süt getiriyorlar ve elimize yumur­ talar tutuşturuyor/ardı. Kendimizi, Almanya' da bir tatbi­ kata gider gibi hissediyorduk. Sık sık evlerden gramofonlar getirilir ve biz meydanın 011asında ya da küçük kulübemsi evlerde kızlarla dans ederdik. Küçük bir Ukrayna köyüne vardığımızda, genellikle bizim için masalar donatılmış o/ıırdıı. Evlerden içeriye girildiğinde, genellikle solda büyük bir salatalık yığı111, sağda ise büyük bir domates yığııiıyla karşılaşılırdı. Masa, zemini aşınmış olan biiyiik odada olurdu. Masamn üzerinde genellikle güzel bir örtü ve onun üzerinde de ekmek, tuz, bir bardak süt ve kır çiçeklerinden bir demet bulunurdu. Ancak. fe thedilen bölgelerdeki bu hava çok geçmeden bozuldu. Hasattan sonra, elde edilen iiriin bir yerde toplandı ve Almanlar tarafından el konul­ du. Halkın buraya yak/aşmas111a izin verilmedi. Bu, üyelerinin kahverengi üniforma ve sııbay şapkası giydiği özel Nazi örgütlerinden biri olan "Altın Sülünler"in bir marifetiydi. Binlerce kişinin onlar yiizünden öldüğünü düşü­ nüyorum. Çünkü, açlık çeken halka hiçbir şey verilmiyordu. Bölge sakinleri tahıl ambarlarına yaklaşmak isredik/eriıule, "A/t111 Siiliinler" bu insanlara dipçiklerle girişiyorlardı. Bu olaylar, partizan hareketinin doğuşunun da habercisiydi. Onlar. Nazi özel birimlerinden önce yoktular. Çünkü, ,.Ukray­ na' daki insanim� ilk başlarda bizim geldiğimize çok memnundulm: Oyle ya, biz komünizmi ortadan kaldırmak için gelmiştik.

mi yetini tamamen · kaybetmesinden kaynaklanıyordu. Kuvvetle­ rini bir araya toplamak yerine, sürekli olarak bir biriyle kenet­ lenmiş ·birlikleri aynştınyorlar ve böylece kendi cephelerini da­ ğıtmış oluyorlardı. Bu da Almanlara ilk başlarda, General Jodl'ın insan onurunu hiçe sayan ve askerlik onuruyla kesinlikle bağdaşmayan sözleriyle belirttiği gibi şu hareket tarzını olanaklı kılıyordu: "Kızılordu parçalara ayrılacak ve paketlenecektir." Doğu seferindeki kuşatma savaşında yaşanan tarihte eşi ben­ zeri görülmemiş bu kanlı katliamın sona ermesi, ancak 8 Te m­ muz 'da mümkün olabilmişti. Orta Ordular Grubu'nun sayısız zafere imza atan komutanı Feldmareşal von Bock'un günlük emir ve talimatları yazdığı defterinde bu konu ile ilgili şu satırlar yer almakta: "Bialistok ve Minsk'teki ikili cephede çarpışmalar sona erdi. Orta Ordular

113 Rusya ile savaşın birinci haftası dolarken, yaralı Almanların sayısı 30 bini bulmuştu.

Grubu burada, yaklaşık 32 avcı tümeni, 8 tank tümeni, 6 moto­ rize ve mekanize tugay ve 3 süvari tümeninden oluşan dört Rus ordusuna karşı savaştı. Bunlardan 32 avcı tümeni, 7 tank tüme­ ni, 6 motorize ve mekanize tugay ve 3 süvari tümeni tamamen yok edildi." Buradan da aniaşıldığı üzere, yalnızca bir tank tü­ meni kurtulabilmişti. Alman kuvvet komutanlığı 3 gün sonra, 323 bin 898 askerin esir alındığını açıklıyordu. Bunun yanı sıra, 3 bin 332 tank ve bin 809 top da We hrmacht tarafından kısmen yok edilmiş, kısmen de ele geçirilmişti. OKW, bu sayılar ışığın­ da zaferilan etmişti: "Doğuya yapılan bu hamle sonucunda ger­ çekleştirilen yok etme savaşında dünya çapında önemli bir ba­ şarı elde edilmiştir." Savaşın başlangıcında silah altına alınmış olan Sovyet kuvvetlerinin neredeyse yarısının iki hafta içerisin­ de öldürülmüş ya da esir edilmiş olduğu ve daha önce de 188 Kızılordu tümen ve tugayından yalnızca 99'unun kalmış olduğu gerçeğinden aldığı güçle, Halder bu ilk zaferin ardından günce­ sine şunları yazıyordu: "Rusya seferinin iki hafta içerisinde za­ ferle sonuçlanacağını söylersem, abartmış olmam." Görünen oydu ki, aynı görüşü Stalin de paylaşıyordu. Polit­ büro üyesi Beriya'nın daha sonra anlattıklarına göre, Minsk'te­ ki felaket tablosu ortaya çıkmaya başladığında, Sovyet diktatö­ rü teslim olmaya ve Batı Rusya 'nın büyük bir bölümünü Hit­ ler'e bırakmaya hazırdı.

114 "Bütün bir halkın büyük savaşı ... "

Kızılordu'nun askeri açıdan durumu, Alman saldırısının baş­ lamasından bir hafta sonra tam bir felaket arz ediyordu. Ancak, Sovyet yönetimi yavaş yavaş şoktan çıkmayı başarmıştı. Stalin, kendi kendine uyguladığı sürgün hayatından çıkıyor ve inisiya­ tifi yeniden eline alıyordu. Koordinasyonun daha iyi sağlanması için Devlet Savunma Komitesi STAVKA kuruluyordu. Bu "askeri politbüro"nun ba­ şında, birkaç gün sonra Yüksek Sovyet'te kendisine Halk Sa­ vunma Komiseri unvanının verilmesini sağlayacak olan Stalin yer alıyordu. Ye niden bütün dizginleri kendi eline almıştı. Bu arada, cephede de yeniden yapılanmaya gidilmişti: Devlet Sa­ vunma Komitesi, her birine ayrı bir yüksek rütbeli subayın ko­ muta ettiği üç ayrı kademeye ayrılıyordu. Kuzeybatı Cephe­ si 'nin komutanlığına Mareşal Kliment Vo roşilov getirilirken, Güneybatı Cephesi'nin komutanlığını Semyon Budiyeni üstle­ niyor ve Batı Cephesi Merkez Komutanlığına ise Savunma Ko­ miseri Timoşenko'nun bizzat kendisi bakıyordu. Bu yeniden yapılanma çerçevesinde komuta kademesindeki bir çok general görevden alınmış, bunlardan bazıları intihara kalkışıp "gönüllü" olarak ölüme gitmişlerdi. Cephenin orta ka­ demesine komuta eden General Pavlov da ölümü seçmek zo­ runda kalmıştı. Zor durumlardaki kurtarıcı rolü ise, Korgeneral A. İ. Jeremenko'ya biçilmişti. Stalin, Cephe Ordusu 'nun ko­ ' 1. mutanı olan bu generali, 27 Haziran' da görevinden aldırmıştı. Savunma Bakanı Mareşal Timoşenko, bir talimatla şaşkın du­ rumdaki generale yeni görevini açıklıyordu: "Batı Cephesi'nde­ ki başarısızlığın temelinde, sınır bölgesindeki komutanların on­ lara verilen görevler için yetersiz oluşları yatmaktadır. Düşma­ nın ilerleyişini durdurun." Jeremenko, Savunma Bakanı tarafın­ dan açıklanan bu yeni görev dağılımı karşısında tereddüdünü gizlememişti: "Beyaz Rusya elden gitti. Batı Cephesin 'de sava­ şan 4 ordu dağıldı. Düşman, Smolenk'e doğru ilerliyor ve bi­ zim elimizde orayı koruyacak gücümüz yok." Durumun bu kadar kötü olacağı aklının ucundan bile geçmez­ di! Pavlov, yetenekli bir general olarak tanınırdı. Kızılordu'da,

115 Else Fritz,Singen

Yıl 1941'di. Nişanlım da , diğer birçok arkadaşı gibi Rııs­ ya'ya gitmişti. 17 Temmuz' da oradan bana şunları yazmış­ tı: "Yarın, 25 yıl önce aynı tarihte, babam Birinci Dünya Savaşı' nda öldürücü bir yara almıştı." Yazısı, diğer mek­ tuplarındakinden fa rklı olarak küçük ve titrekti. Bu tarih­ ten korkuyordu . 18 Temmuz' da, aldıkları bir görevle, bir­ kaç arkadaşıyla birlikte bir araziyi boydan boya geçmek zorunda kalmışlar. Orada bir çukurda bir Rus saklanıyormuş ve ona ateş et­ miş. Nişanlım başmdan vurulup ölmüş. Henüz evli olmadığımız için resmi tebligat annesine yapılmıştı. Bense olayı telefo nda öğreniyordum: "Theo şe­ hit düştü." Onun olduğu gibi, benim de hayatım bitmişti. O 26, ben 21 ya­ şındayçiım. Arkadaşları onu gömmüşler ve bana da bir fo toğraf göndermiş­ lerdi. limen Gölü' nün kıyılarında bir yerde, kayın ağacından bir haç ve bir demet kır çiçeği. Ona gönderdiğim mektuplar, üzer/erine "Büyük Almanya için şehit düştü" şeklinde bir kayıt düşülmüş olarak geri gelmişlerdi. Savaş sürüyordu.

"Sovyet Guderian'ı" olarak nam salmış biıi olarak, ona gerçekten yeteneksiz denilebilir miydi? Jeremenko buna inanamıyordu. Stalin'in Almanların saldıracağına ilişkin uyarılan reddettiğinden habersizdi. Selefınin suçsuzluğunu çok sonra anlayacaktı. Anıla­ rında bundan şöyle söz eder: "Sınır birliklerini alanna geçirecek emir daha erken verilmiş olsaydı, her şey çok başka olurdu." Söz konusu emrin neden geç verildiği sorusu, Haziran 1941 'de Jere­ menko 'nun kafasını meşgul etmemişti. O zamanlar, çözüme ka­ vuşturması gereken çok daha acil sorunlar vardı. Bütün bu gelişmeler, Moskova halkı arasında huzursuzluk yaratmıştı. Ortalıkta, Stalin' in gücünü kaybettiği, çöküş içeri­ sinde olduğu ya da kaçtığı yolunda söylentiler dolaşıyordu. Sta­ lin 'in sürgünde olan rakibi Troçki'nin, Lenin'in mirasına sahip çıkmak ve Stalin'in yerine geçmek üzere Moskova'ya doğru yola çıktığı söyleniyordu. Haziran sonlarında, Stalin'in nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Gözden tamamen kaybolmuştu. Ancak, 3 Temmuz' da yeniden ortaya çıkıyor ve bu tür söylenti­ leri çıkaranları yalancılıkla suçluyordu. İki hafta sonra suskun­ luğunu bozan Stalin, saat 6.30'da radyodan Sovyet halkına ses­ leniyordu: "Faşist Almanya 'ya karşı yürüttüğümüz savaş, diğer bilinen savaşlarla karıştırılmamalıdır. Bu yalnızca iki ordunun

116 Almanlardan kaçış. karşı karşıya geldiği bir savaş değildir. Aynı zamanda bütün bir Sovyet halkının faşist Alman birliklerine karşı savaşıdır." SBKP Merkez Komitesi, 29 Haziran'da, iyi bir propagan­ dacılık örneği sergileyerek, Hitler Almanya'sına karşı yürütülen savunma savaşını, "anavatanın büyük savaşı" olarak açıklıyor­ du. Stalin de, 3 Te mmuz'daki konuşmasında, bu milliyetçi söy­ leme başvurmuştu. Diktatörün bu söylemi çok yeniydi ve Sov­ yet vatandaşlarının alışık olmadığı türdendi. Dinleyicilere "yol­ daşlar" olarak değil, "kardeşler ve bacılar" olarak sesleniyordu. Artılc komünist enternasyonalizmi pek kullanılmıyor, o zamana kadar daha çok hakaret edilerek kullanılan bir kavram olan "ulus" kavramına, kurtarıcı olarak başvuruluyordu. Amaç, yeni bir toplum ruhu yaratmak ve düşmana topluca karşı koymaktı. Düşmana karşı koyma görevinin yalnızca düzenli askeri birlik­ lerin üzerine yıkılmaması, "her an ve her yerde" partizan savaş­ ları verilmesi yönünde çağrı yapan ve düşmanın ilerleyişini ön­ lemek için köprülerin ve yolların havaya uçurulmasını isteyen Stalin, temel olarak şu talepte bulunuyordu: "Derhal, bütün ça­ lışmalarımızı savaşa göre ayarlamak zorundayız. Her şey cep­ heye ve düşmanın paramparça edilmesi amacına uygun olarak düzenlenmelidir. Taşınması mümkün olmayan her değerli şey, mutlaka tahrip edilmelidir."

117 Günther Sengpiel, Araç Sürücüsü

Konvoy durmuştu. Sürücüler araçlardan inmiş, uyuşmuş bacaklarını hareket ettiriyor ve aralarında sohbet ediyor­ lardı. Yo lun kenarında büyük bir buğday tarlası vardı. Ta r­ lanın içinden, elleri havada çıkan bir grup Rus askeri yola doğru gelmeye başladılaı: Bazıları kan içindeydi. Kimileri ise neredeyse sürünür vaziyetteydiler. Yo lda yaya olarak bekleyen silahlı bir SS grubu vardı. Bunlaı� teslim olmak isteyen bu askerlerin tümünün üzerine, hatta yaralı olan"larına bile kısa me­ safeden ateş açtılar. Bizim bu duruma karşı çıkmamız üzerine, SS mensupla­ rı bize karşı da tehditkar bir tutum içerisine girdiler.

Bu, her şeyden önce kendi topraklarını ateşe vermeye dayalı bir politikaydı. Bu politika, İmparator Napolyon'a korkunç bir yenilgi tattırmıştı. Napolyon da ilk başta büyük bir başarı he­ deflemiş, ama en sonunda tam bir felakete sürüklenmemiş miy­ di? Hitler'in Wehrmacht'ı ile Napolyon'un "Muhteşem Ordu­ su" arasında gerçekten de çok şaşırtıcı bir bağlantı vardı: Ben­ zerlik, yalnızca saldırı tarihinin aynı gün olmasıyla sınırlı değil­ di, aksine, saldırının rotasını belirleme noktasında yapılan se­ çim de birbirine benziyordu. Gururla mı, yoksa sıkıntıyla mı yazdığı bilinmez ama, Hal­ der defterine, kuzeyde Kovno ve Vilna'nın 120 yıl önce Napol­ yon 'un fethettiği aynı günde alındığı notunu düşüyordu. Ruslar ise, bu tarihsel benzerliğin kendi lehlerine bir sonuç doğuracağı düşüncesindeydiler. Stalin, sürekli olarak Napolyon örneğine göndermelerde bulunuyordu. Rus halkının Korsika ordusuna karşı nasıl zafer kazandığını anlatmadan duramıyordu. Sevgili anacıkları Rusya'ya saldırma cüretini gösteren Hitler ordusunun sonu da aynı olacaktı: "Hitler de Fransız İmparatoru gibi yenil­ mez değildir." Bu dileğin gerçekleşme olasılığının ilk sinyalleri, Moskova'nın 650 kilometre ilerisirıdealınmaya başlanmıştı.

"Her şey pamuk ipliğine bağlı... "

Minsk'te ve kuşatma altındaki Bialistok'ta çarpışmalar sü­ rerken, 20. Tank Tümeni'nin komutanı Korgeneral Stumpff ve 18. Tank Tümeni'n in komutanı Tümgeneral Nehring bir sonra-

118 Savaşın ilk hafta larında esir Minsk'te komünist parti düşen askerler. militanlarının tutuklanışı.

119 Josef Fritsclı, Piyade İkmal Birlij?i

Vinizia tren istasyonunda sıraya dizildik ve bizi cepheye gidecek birliklere dağıttılar. Derken, ağır silahlarla dona­ ıılmış gözcülerin, üstü açık yük vagonlarına tıkmaya çalış­ tıkları gri elbiseli bir iıısan koııvoyıı beliriverdi. Dalıa ça­ buk hareket etmelerini sağlamak için onlara vurııyorlaı:çiı. Erkeklerin saçları sıfı ra vurıılnıuştıı ve başları açıktı. On­ deki adanı, arkadakinin üst baldırları ü:erine gelecek bi­ çimde oturtıılııyorlardı. Sayısız erkek, bu biçimde vagonlara doldııruldular. Daha sefe re çıkacağımız ilk gün, bu durıım beııi derinden sarsmıştı ... Pislik ve aşırı sıcakla geçeı!. iki hafta sonrasmda, Bug kıyısındaki Pervomaysk'ta ilk izin giinünıü:::.dii. Oğleııe doğrıı, makiıdi tüfe k sesi duyduk. Ateş edilen yere doğru gittik. Çimen yeşili üniformalı bir grııp polis, ki bu bir motorlu birlikti, her yaştan ka.dın ı•e kucaklarında küçiik çocııklardaıı olıışan siville­ re ateş ediyorlardı. insanları bir çukurun kenarında sıraya diziyorlar ve a111nda öldürüyorlardı. Sonra da onları topluca 2 metre derinliğindeki bu çukura dolduruyorlardı. Bu insanların ne suç işlediklerini sormamı: üzeri­ ne. orayı terk etmemiz istendi. Bıı olayın ardından, kendimi tutamayıp kus­ tum ...

Lev Kopelev, Rııs Ya zarı, O Dönemde Komiser

Daha savaşın ilk günlerinden it-i,baren, askerler ve halk arasında propaganda ı•e. ajitasyon çalışmaları yapan özel bir birimde göreı·/iydim. ilk ôaşlarda, daha çok merke:i olarak Moskova' da hazırlaıııp gönderilmiş bildirileri dağı­ tıyorduk. Sonraları. bıı tür bildirileri kendimi: hazırlamaya başladık. Bu iş için ö:el of.arak hazırlanmış kamyonlarda, Sovyet askerlerine l'e Alman savaş esirlerine hitaben komışmalar ve ajit{.l,S­ yoıı çalışmaları yapıyorduk. Alman askerleri, yiirüttiikleri savaş111, önleyici tedbir savaşı olduğıına kes1n olarak inanmış görünüyorlardı. Biıe açıkla­ dıklarına bakılırsa, Kızılordıı' nuıı 150 tümenlik bir kuvvetle yapacağı saldı­ rıdan önce bu1111 önlemek için daha erken davranarak bu savaşı başlatmış­ lardı. Sovyet sınırına sevk edildiklerinde kendilerine, A/111011 birliklerinin Sovyetler Birliği' nden geçerek Hindistan' a ilerlemeleri içiıı daha önce Sov­ yetler Birliği ile imzalanmış bir anlaşma olduğu söylenmiş. Ve bu insanlar da buna inanmışlar. Bi:inı yapuğımız propaganda çalışmasımn amacı da, Alman askerlerine hımwı bir yalan oldıığıınu anlatmaktı. Sonbahara doğru, kafalarında ilk soru işaretleri oluşmaya haşlamıştı. \le nihayet kışın. bizim daha önceden bir savaşa' hazır ol111adığımızı anlamışlardı , ki gerçek olan da buydu. Çünkü. ilk 100 kilometre boyunca hiçbir ciddi direnişle karşılaşma­ mışlardı .

120 ki hedefi gözlerine kestirmişlerdi. 28 ve 29 Haziran günlerinde, Hoth ve Guderian'ın tank birliklerinin oluşturduğu kıskacı ta­ mamlıyorlardı. Minsk'in güneyinde Beresina'ya doğru saldırı­ ya geçmişlerdi. Geri çekilmekte olan Napolyon'un Muhteşem Ordusu, tam burada, ünlü Kayın nehirciğinin yakınında, mahvı­ na sebep olan yenilgiye boyun eğmek zorunda kalmıştı. Neh­ ring'in tanklarına düşen görev, Fransız ordusunun başına gelen­ lerin Beresina üzerinden geçerken Alman birliklerinin de başına gelmemesi için orada bir köprü ayağı oluşturmaktı. Beresina'nm stratejik ve sembolik anlamı, Sovyetlerce çok iyi biliniyordu. Dinyeper'in bir kolu olan bu nehri geçtikten sonra, Almaı'i tankları için Moskova 'dan önceki en büyük kent olan Smolensk'e giden yolda hiçbir engel kalmayacaktı. 29 Ha­ ziran 'dan bu yana başansız Pavlov'un halefi olan General Jere­ menko, birliklerine şu emri veriyordu: "Beresina üzerindeki ge­ çiş noktalan ne pahasına olursa olsun tutulsun ve Almanlar nehrin kıyısında durdurulsun." Varolan koşullar Almanlar açısından oldukça elverişsizdi. Nehring'in 18. Tank Tümeni, yaklaşık 100 kilometre düşman bölgesini ortadan yararak geçmek zorundaydı. Komutana göre, bir tür "intihar komandosu" harekatıyla, tamamen yalnız başına yapılmak zorunda olunan bir operasyon söz konusuydu. Alman öncü komandoları,iyi istihkam edilmiş Sovyet savunma hatla­ rına geldiklerinde yeni silahlarla tanıştılar: General Jeremenko, T-34 tipi yeni tankları bölgeye sevk etmeyi başarmıştı. Yaklaşık 5 cm kalınlığındaki zırhıyla, Alman tanksavar ateşinin bu tarık­ lara etki etmesi imkansızdı. O ana kadar çok başarılı olan 37 mm'lik tanksavar toplarrnın mermileri, T- 34'ün çelik gövdesine çarpıp duruyorlardı. O zamarıa kadar oldukça etkili olan bu si­ lah, askerler arasında artık, "tank tıklatma aracı" olarak anılma­ ya başlamıştı. Bu tam yerinde bir alaycı yakıştırmaydı, ancak ardında ölümcül bir gerçeği de barındırıyordu. Alman birlikleri, Sovyetlerin bu mucize silahına karşı kendilerini nasıl savuna­ caklardı? T- 34'ü alt edebilecek olan silah hangisiydi? Almanların, bu yara almaz tankların nasıl durdurulacağını çözmeleri için bir iki hafta geçmesi gerekmişti. Paletlere yapı­ lan nokta atışlarıyla şimdilik en azından onlan durdurabilmeyi

121 Willi Pötter, Motosikletli Haberci, 12. Ta nk Tümeni

Stalin' in oğlunu -sanırım adı Jakov' du- götü_rmek üzere iki refakatçi su­ bay ile bir arazi aracı hazırlanması emredildi. iki motosikletli asker de ara­ ca eşlik edecekti. Bu motosikletlilerden biri de bendim. Kolorduda kısa bir bilgilendirmeden sonra ordu karargahına doğru yola koyulduk. Ordu karargahındaesir ilk olarak temizlendi ve kendisine şarap, beyaz ek­ mek, tereyağı ve sucuk ikram edildi. Ayrıca ayakkabı ve bir de Alman askeri paltosu verilmişti. Biz devir teslim görevini yerine getirmiş olduğumuzdan, yeniden tümene geri döndük. Ya şadığım bu olayı tabii ki ebeveyn/erime de yazmıştım. Bir­ kaç haft a sonra, onlar da bana resimli bir magazin dergisinden kestikleri bir sayfayı postalamış/ardı. Dergi sayfasında, Stalin' in oğlunun Berfin' deki havaalanında çekilmiş fo toğrafı nı görünce çok şaşırmıştım. Ya zıda ise şöyle deniyordu: "Boş yeı:e kan döküldüğünü gören Stalin' in oğlu, Almatı birlikle­ rine teslim oldu." işte bir kez daha bir yalanla karşı karşıya idim. Oysa, Stalin' in oğlu yakalanmamak için kendisine sivil bir kıyafe t uydurmuştu. Bu ne demek oluyordu. Savaş devam ediyordu ve daha ne yalanlar söylendiği­ nin anlaşılması için uzun yıllar geçmesi gerekecekti.

122 Partizan kurşunuyla ölen bir asker. başarmışlardı. Ardından, daha güçlü silahlarla genellikle bir sonraki noktada yok edilebiliyorlardı. Sovyet komutanları, ilk başlarda T- 34'leri kullanırken taktik bir hata yapmışlardı: Al­ man tarafına yönelik saldırılarda bu etkili "çelik kaleleri" he­ deflerin üzerine daha fazla sayıda göndermek yerine, az sayıda T- 34 ile saldırmayı yeğlemişlerdi. Böylece, Almanlar tarafından birliklerinden izole edilmek suretiyle, birleşik kuvvetlerce yok edilmeleri mümkün.oluyordu. Üstüne üstlük, T- 34 'lerdeki ni­ şancılar aynı zanrnndaaracın komutanlığını da üstlenmiş olduk­ larından, Sovyet tarafı çok daha uzun aralıklarla ateş edebili­ yordu. Oysa, içlerinde bir asker daha fazla personele sahip olan Alman tarıklan, Sovyet tanklarının bir kez ateş ettikleri süre içerisinde iki, hatta üç kez ateş edebiliyorlardı. Buna karşın, Sovyetlerin bu modem tankı, yine de görünüş itibarıyla Alman birlikleri üzerinde korku yaratıyordu. Aynı durum, ilk olarak Smolensk'te denenen bir başka yeni silah için de geçerliydi. Sovyet gizli servisi NKVD'nin kontrolü altında cepheye sevk edilen yeni roketatar, çok büyük bir gizlilik içerisinde ge­ liştirilmişti. Resmi adı MN-3 olan bu silaha çok geçmeden yeni adlar uyduruldu: Sovyet askerleri ona sevgi dolu "Katyuşa" adı­ nı takarken, Alman askerleri "Stalin Orgu" diyorlardı. Başlarda yalnızca birkaç deneme modeli vardı. Ancak, yüksek kalibreli

123 124 Soldaki sayfa : Te lsiz baş111da demlenirken ... Önemli olan ulaşılabilir olmak! (üstte). Soluklanmak için verilen kısa bir mola, mektup yazmak için iyi bir fırsat(altt a).

Sağdaki sıra: Kendi yorumlarıyla asker fo toğrafları:

"İlk yaralanma." · "Atış kütüğüne tünemiş avcı erleri." "Kendi elimizle ha:ırladığınıız yeraltı sığınağı."

Ulak ve atı. içiııyemek saati.

125 Savaşın korkunç yiizii: Ölü Sovyet askerleri. Çamuru aşayım derken vurulmuş, yanmış, korkunç akibetlere uğramışlar.

126 Erich Mende

Smoleıısk çevresindeki çarpışmalar çok sert geçiyordu. Alman tankları kenti ele geçirmişlerdi, ancak Kızılordu birlikleri onların ana kuvvetlerle olan bağlantısını kesmiş­ ti. Alman JU 52 savaş uçakları Smolensk üzerinde uçuyor ve orada sıkışan Alman tank birliklerine destek vermeye çalışıyor/arken, bizim görevimiz de bu engeli kırmaktı. Moskova' dan özel eğitimli birlikler buraya gönderilmişler­ di ve bu yüzden çok şiddetli çaıpışmalar yaşanıyordu. Bu genç insanlar şa­ şırtıcı derecede iyi savaşıyorlardı ve onlardan bir tek esir bile alamıyorduk. Genç askerlerin bazıları koyunlarından el bombaları çıkarıyorlar ve Al­ manların eline tutsak düşmemek için kendilerini havaya uçuruyorlardı. Da­ ha yaşlı olanların bazılarını da , ellerini göğüslerine kavuşturmuş durumda buluyorduk. Bizim tümen papazma, neden hepsinin koyunlarında toprakla dolu bezden ya da deriden küçük kesecikler taşıdıklarını sormuştuk. O da bize, bwııın eski bir Rus inancı olduğunu ve eğer koyunlarında memleketle­ rinden bir avuç toprak bulunan böyle hir kesecik taşırlarsa, öldüklerinde sembolik olarak o toprağa gömülmüş olacaklarına inandıklarını söyledi. Bu bizde derin bir etki uyandırmıştı. Her şey bir yaııa, bize büyük bir süıpriz yapmak için savaşan bu Kızılordulular, düşündüğümüzden daha yiğitçe sa­ vaşıyorlardı. Bir Kızılordu birliği sıkıştırıldığında ya da çevresi kuşatıldı­ ğında, kesinlikle hemen anında teslim olmuyorlardı. Direnişteki kararlılık dikkate değer nitelikteydi. Hele de o Sovyet bölüklerinin, Alman makineli tüfe k ve topçu ateşini hiçe sayarak hücum edişleri ...

mermileri yaylım ateşiyle arka arkaya atabilen ve kulakları sa­ ğır edici derecede çok büyük bir gürültü çıkaran bu topçu sila­ hının yarattığı psi�lojik etki de çok büyüktü. Yanın saat içeri­ sinde otuzdan fazla' roketin gürültüyle üzerlerine yağması ve patlaması karşısında, deneyimli askerlerin bile dizleri titriyordu. Sovyetlerin üçüncü bir "mucize silahı" ise başka bir amaç için geliştirilmişti. Savaştan önce Kızılordu bünyesinde benzin ve fosfor birbirine karıştırılmak suretiyle bir deney yapılmış ve partizan savaşında etlcili olabilecek yakıcı bir bomba üretilmeye çalışılmıştı. Bir rastlantı sonucu, sıvı halindeki bu karşımın, ka­ palı bir şişeye konulduğunda tankları bile etkisiz hale getirebi­ lecek harika bir silaha dönüştüğü anlaşılmıştı. Şişe, tankın çelik gövdesine çarptığında kırılıyor ve içindeki sıvı motor bölümüne ya da tankın içerisine sızıyordu. Bu karşım da hava ile temas ettiğinde anında tutuştuğundan, çelik yığını bir anda yanmaya başlıyordu. Bugün de hala gerilla savaşları ve sokak çatışmala-

127 Alman askerleri arasında korku ve dehşet yaratan silahlar: "Stalin Orgu" (üstte) ve "Molotov Kokteyli" (solda).

Sağdaki sayfa : Kızılordu'ya ait bir askeri kamyon konvoyu, pike dalışlan yapabilen Alman bombardıman uçaklarının yaptığı bir saldırı sonrasında.

nnda kullanılan bu benzin dolu şişenin adı; "Molotov Kokteyli" idi. Ama bu silahın da çok büyük bir dezavantajı vardı: Düşman tankının, kendisine şişe­ yi fırlatacak mesafede savunma hatları­ na yaklaşmasını beklemek gerekiyordu. Ancak çoğu kez geç kalınmış oluyordu. Bu üç etkili silahın devreye sokulması ve Sovyet birlikleri­ nin savaşmadaki kararlılıkları, Alman birliklerinin saldırı hmnı yavaşlatmıştı. Daha önce günde ortalama 50 ya da daha fazla kilometre ilerleyen Alman tankları, artık günde yalnızca 30 ki­ lometre ilerleyebiliyorlardı. Ama, her yanda karşı tarafın kuv-

128 vetlerinin bulunduğu bir düşman toprağında ilerlendiği düşü­ nüldüğünde, bu yine de oldukça yüksek bir tempoydu. Yanıt bekleyen bir soru da, Beresina' daki önemli köprülerin tahrip edilmeden ele geçirilebilmeleri için bu temponun yeterli olup olamayacağıydı. Alman öncü komandoları, 1 Temmuz'da Bobruysk, Beresi­ na ve Borisov'da nehre ulaşıyorlardı. Burada, çok sert bir dire­ nişle karşılaşıyorlardı. Borisov'da, Sovyetlerin bir tank okulun­ da eğitilmiş çok seçkin birlikleri savaşıyordu. Burada da Sovyet tarafııtın aldığı tek ve kesin bir emir vardı: "Ya direniş, ya ölüm!" Ancak, köprüleri ve mevzileri tutma görevini başaramı­ yor ve ölüyorlardı. Alman komandoları, büyük kayıplar verme­ lerine rağmen, bir köprü başını ele geçirmiş, takviye gelinceye dek elde tutabilmek için, durmaksızın saldıran Sovyet askerleri­ ne karşı burayı savunmaya çalışıyorlardı. Daha sonra, Sovyet birlikleri Almanların giderek şiddetlenen yoğun topçu ateşine maruz kalıyorlar ve topluca kırılıyorlardı. Köprü de böylece, sapasağlam Almanların eline geçmiş oluyordu. Sovyet tarafı­ nın, kısa bir süre sonra gerçekleştirecekleri bir karşı saldırı için köprülerini kullanmayı düşünmüş olmaları mı, yoksa köprünün havaya uçurulması için gerekli emrin yine zamanında verilme-

129 miş olmasının mı bu sonucu doğur­ duğu anlaşılamamıştı. 3 Te mmuz ge­ cesi, Guderian ve Hoth 'un tankları üç koldan Beresina 'ya giriyorlar ve Ruslar bir yenilgi de burada yaşıyor­ lardı. Bir sonraki hedef, yine tarihsel bir öneme sahip olan, l812'de Gene­ ral Kutusov komutasındaki Çar or­ dularının Napolyon'un Muhteşem Ordu'sunu yendikleri Smolensk'ti. Kentteki birliklerin komutanları, bu kez top yekun bir savunma için emir almışlardı. Timoşenko ve Jeremenko Sovyet kuvvetlerini yeniden organi­ ze edip, daha doğrusu yeni ordular oluşturup oraya evk edinceye kadar, düşmanı orada tutmaları gerekiyor­ du. Yeni Sovyet komuta merkezi, Al­ manları durdurabilmek için Dinye­ per kıyılarına toplam 42 tümen yığı­ yordu. Aynı sualarda, Orta Ordular Grubu'na bağlı 10. ve 18. tank tü­ İlk günlerde şehit düşenler. menleri güneyden, 20. ve 7. tank tü­ menleri ise kuzeyden Smolensk'e Ye rel gazetelerde savaşta saldınyorlardı. Ancak Sovyetler Ro­ ölenler için verilmiş gatschev, Mogilev ve Orşa'da çok ölüm ilanları. güçlü savunma mevzileri oluştur­ .._. .,.,, )4...-.. muşlardı. Başarılı da oluyorlardı, ...... �=-= ..� ...... e;�� .... çünkü, Almanlar bu Dinyeper geçit­ ..... !4rf·ljci113.ec S"elk�wt.a.��ııaıauıı ----.....-­ �;tı.4wı..,.._.. °"�*- -...... lerini, alışageldikleri üzere ilk saldı­ .,_...... _� __ � ...,._...... _." :ı... -.>.-..c bd��..._ rıda ele geçirememişlerdi. Uzun sü­ ==-:-�-w�...... reli bir kuşatma için de zaman yok­ tu, çünkü iyi donanımlı piyade bir­ likleri daha fazla bekleyemezlerdi. Bu orunun çözümü, bu savaşın bir karakteristiği olarak yine hare-

130

Ta rihte Rusya' ya karşı düzenlenen büyük çaplı seferlerin yazılı olduğu bir tahta. Ta rihten ders mi çıkarılıyordu acaba? ketli tank birliklerine kalıyordu. Keşif birlikleri, Sovyet savun­ ma hatlarındaki zayıf noktaları saptıyorlar ve Alman birliklerini buralara yönlendiriyorlardı. Sonunda, Almanlar Stari, Bişov, Şklov ve Kopis'te Dinyeper'i geçerek düşman hatlarını kırıyor­ lar ve güçlü Sovyet mevzilerine ulaşıyorlardı. Bu tehlikeli bir operasyondu. Çünkü, saldırıya geçen Alman birlikleri, sağ ve sol yanlarını sağlam durumdaki düşman birliklerine açık bırakı­ yorlardı. Bunun sonucunda, onların ana kuvvetler ile bağlantı­ larının kesilmesi tehlikesi doğabilirdi. Feldmareşal von Kluge, Guderian'ı uyarıyordu: "Yaptığınız operasyonlarda her şey pamuk ipliğine bağlı. Karşı kıyıya ulaş­ manız durumunda da, çembere alınarak kuşatılma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirsiniz." Ancak, Almanlar bölgedeki bu riski de ortadan kaldırıyor­ lardı. Yan taraflardan güvenliği sağlamak üzere iki süvari tüme­ ni görevlendiriliyordu. Hareket etmenin zor olduğu bataklık arazinin kıyısında yer alan bu bölgede hareket edebilecek tek kuvvet, atlı birliklerdi. Guderian 'ın tankları, yönlerini Smo­ lensk'e çeviriyorlardı.

132 Bitkin düşmüş askerler (üstte). Birliklere henüz mürekkebi kurumadan dağıtılan gazetelerde yalnızca :afer haberleri yer alıyordu (altta).

133 İşgal altındaki bölgelerde Ya hudilerin durumu: Özel birlikler bölgede (üstte); burada da sarı "Yahudi yıldızı" taşınması zorunlu (altta);

134 Almanlar burada da aynı savaş yön­ temine başvuruyorlardı: Savunma po­ zisyonundaki taraf, saldırıyı güneyden bekliyorken ve kuvvetlerini daha çok orada yoğunlaştırdığı sırada, işgalci ta­ raf güneydoğudan saldırıyordu. To pçu birlikleri öldürücü darbeyi vurduktan sonra, tank destekli Alman hücum kıta­ ları Dinyeper kıyısındaki kente saldırı­ ya geçiyordu. To pçu ateşi sonrasında Sovyet direnişçilerinden sağ kalanlar - düzenli ordu birlikleri, işçi milisler ve güvenlikten sorumlu polislerden oluşu­ yorlardı- evlerde mevzilenerek, endişe içerisinde kendilerini savunmaya çalı­ şıyorlard1. Almanlar, sokak çatışmalarında adım başı sert direnişlerle karşılaşıyor­ lar ve çok sayıda kayıp veriyorlardı. Ama sonunda, 16 Te mmuz'da son dire­ niş de kınlıyor ve Smolensk Almanla­ rın eline geçiyordu. Ancak, bu saldırıy­ la elde edilen tek sonuç bu değildi. Smolensk ve Orşa arasında, bölgeye yeni sevk edilen güçlü Sovyet birlikleri Ya hudiler aşağılanıyor de sarılarak yeni bir çember harekatı (üstte) ve yerlerinden başlatılmıştı. Ön saflardaki Alman tank edilip sürgüne gönderi­ birlikleri, 15 Sovyet tümenini arkaların­ liyor/ar (altta). dan dolanarak kıskac<ı almışlardı. Artçı piyade birlikleri bu kıskacı daha da sağ­ lamlaştırmıştı. Yeni bir dram yaşanıyordu. Sonuçta, Kızılordu burada da 300 bin askerini ve 3 binin üzerinde de tank ve topu­ nu kaybetmişti. Bu, iki hafta içerisinde yaşanan ikinci büyük felaketti. Der Völkische Beobachter gazetesi, zaferi müjdeliyordu: "Stalin orduları yeryüzünden silindi." Ancak, Almanları yeni bir sorun bekliyordu: Esirler ne ola-

135 Werner Sclımidt, Kıta Komutanı

To dt organizasyonunun kıta komu­ tanı olarak, Te mmuz ortalarında Dü­ naburg' a geliyordum. Orada, daha önce havaya uçurulan eski köprüyü ek bir tahta köprü ile tamamlamakla görevliydik. Bir gün öğleden sonra heyecandan dili tutulmuş durumda olan bir kadın içeriye daldı ve an- cak, "Orada insanları bir araya top- .. !uyarlar ve üzer/erine ateş ediyorlar" diyebildi. Uç kişi, olayı görmek için o tarafa yöneldik. Ya hudi oldukları belli olan bir grup erkek, bir kamyondan hakaretlerle indiriliyor/ardı. Karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş SS üyeleri tarafından teslim alınan bu insanlar, öldürüldükleri söylenen Rusların me­ zarlarını çıplak elleriyle kazmaya zorlanıyorlardı. Bu Ya hudiler, Rusları öl­ dürmekle suçlanıyorlardı ve bunun için cezalandırılacak/ardı. Yq hudiler, başlarına ne geleceğini bilmediklerinden dehşet içerisindeydiler. içlerinde yaşlı olanların, yürekleri bu duruma dayanamadığı için kriz geçirerek öl­ düklerine tanık olmuştum. Geri ka lanlar ise, SS subayları tarafından ense­ lerine kurşun sıkılarak öldürülüyorlar ve daha önce kendi kazdıkları çukura yuvarlanıyorlardı . Kaçmaya çalışanlar da kaçarken vurulmuşlardı. Cesetle­ ri, kandan kıpkırmızı kesilen nehirde yüzüyordu. Oradan uzaklaştım. O za­ man 21 yaşındaydım ve bu gördüklerimi içim kaldırmamıştı. Orada bulun­ duğum yarım saat içerisinde, üç kamyon dolusu insan, aşağı indirilerek kurşuna dizilmişti. Bu o kadar korkunç bir görüntüydü ki, o ana kadar nas­ yonal sosyalizmin ideallerine olan inancıma yönelik ilk soru işaretlerini oluşturmaya yetmişti. Bizi ilk başlarda kurtarıcılar olarak sevinçle selamla­ yan sivil halk, tamamen şaşkın bir.haldeydi. Bir Alman olarak giderek daha çok utanç duymaya başlıyordum. infa z mangasında görev a/Jpayı kimse içi­ ne sindiremiyordu. Bu işi tümüyle SS subayları üstlenmişti. Oyle sanıyorum ki, hizi hile gözlerini kırpmadan öldürebilirlerdi.

caktı? Bu sorun, Nazi yönetimini pek de ilgilendirmiyordu, aç­ lıktan gebersinlerdi! Böylece, bir çok Sovyet tutsak için ölüme uzanan bir yolculuk başlamış oluyordu. Bu çok trajik bir yürü­ yüştü. Yenilmiş askerler, ucu görünmeyen uzun sıralar halinde harap olmuş savaş alanlarından geçiyorlardı. Düşen köy ve kentlerin harabeye dönmüş olmasını yalnızca savaşın doğal so­ nucu olarak görmek mümkün değildi. Askerler, bunda bilinçli bir yok etme girişiminin de rol oynadığını görüyorlardı. Sovyet komandoları ürün dolu tarlalara zarar vermiş, bentleri havaya uçunnuş ve evleri ateşe vermişlerdi. Toplanan ekinler ise üzerin-

136 Askerin günlük yaşantısından kesitler: Ukrayna halkına yemek dağıtırken, "anacık" ve "babacık" çiftçi kulübeleri­ nin önünde, cephe askerleri balesi.

den traktörlerle geçilerek ezilmişlerdi. Hiçbir şey sağlam olarak düşman eli­ ne geçmemeliydi. Anlaşılan oydu ki, yükselen ateşler, yalnızca Alman top mermilerinin eseri değildi. Bunlar ay­ nı zamanda, Stalin 'in emri üzerine yapılan planlı bir tahribatın da sonuç­ larıydı. Hitler, saldırı başlamadan önce, Güney Orduları Komutanı Feldmare­ şal von Rundstedt'e şöyle diyordu: "Siz yalnızca kapıya yüklenin yeter. Ardından bütün o köhne yapı darma­ dağın olacaktır. " İ şte Smolensk 'te, Almanlar Moskova'ya açılan kapıyı kırmış oluyorlardı. "Barbarossa Ha­ rekatı"nın ilk hedefi, böylece gerçek­ leştirilmiş oluyordu. 700 kilometrelik bir yol geride bırakılmıştı. Sovyet başkentine ulaşmak için yalnızca 300 kilometre kalmıştı. Al­ man diktatörünün öngördüğü gibi, o "köhne yapı" acaba ger­ çekten darmadağın olacak mıydı?

137 Zafer Yanılsaması

"Adolf ve ben uygun adım yürüyoruz ... "

Minsk ve Smolensk 'teki kuşatmaların zaferle sonuçlanması, Hitler'in "Kurt İni"nde büyük bir sevinç yaratmıştı. "Tüm za­ manların en büyük başkomutanı" zaferini ilan ediyordu: "Ken­ dimi düşmanın yerine koymaya çalıştığımda, onun bu savaşı ar­ tık fiilen kaybettiğini görüyorum." Gerçekten de, "Barbarossa Harekatı"nın daha bu ilk haftalarında Alman askeri kuvvetleri, karşı tarafın kuvvetlerini sertçe direnmelerine rağmen yok olma noktasına getirmişti. Görünen oydu ki, Wehrmacht askerleri karşı konulmaz bir biçimde zaferden zafere koşuyorlar ve her geçen gün Rusya'nın daha da içlerine doğru ilerliyorlardı. Başarılar, yaşanan bütün güçlükleri ve bu kanlı taarruzun kurbanlarını unutturmuştu. Ulaşılan başarıdan dolayı duyulan gurur ve bu seferin doğruluğuna olan inanç, memlekete gönde­ rilen asker mektuplarına da yansıyordu. 125. Piyade Tüme­ ni'nden bir onbaşı, ailesine şöyle yazıyordu: "Adolf ve ben bü­ yük düşmanımız Rusya 'ya karşı uygun adım yürüyoruz. Bu kez, bu Tanrı düşmanı gücü kesinlikle alt edeceğiz." Askerlerin çoğu, "Führer"in iyimserliğini paylaşıyorlardı. Cephenin ön saflarında bulunanların çoğu, zaferin çok yakın olduğunu düş­ lüyorlardı. Hatta, 714. Piyade Tümeni'nden bir teğmen, şöyle bir kehanette bulunmaya bile cüret edebiliyordu: Dört-beş haf­ taya kalmadan, Kremlin ' in üzerinde gamalı haçlı bayrağın dal­ galanacağını şimdiden söyleyebilirim."

138 Ericlı Mende

Smolensk'teki çarpışmalardan sonra, ağustos ve eylül aylarının tamamını. Vopi ve Dinyeper nehirlerinin aşağıla­ rında geçirmiştik. Durum çok sinir bozucuydu. Eylül ayı oldukça yağmurlıı geçmişti. Ye ri derin kazamıyorduk, çün­ kü 50 santimetrenin alıma indiğimizde su çıkıyordu. Ve de devam etmek niyetindeydik. "Neden Moskova'ya iler/emi­ yomz" diyen askerler arasmda huzursuzluk baş gösterme­ ye başlamıştı. Oysa, Moskova ya/111zca 280 kilometre önümüzdeydi. Birlikte neredeyse herkes Ağustos ya da en geç Eylül ayı içerisinde başkentte olaca­ ğımızı ümit ediyordu. Böylelikle, Kızı/ordu' nun direnme gücünün büyük bir olasılıkla kırılacağına ina111/ıyordıı. Ta nk tümenlerinin buradan alınarak, Ukrayna' da Kiev' e saldırmak üzere güneye doğru yönlendirilmiş o/ma/arı- 11a öf kele11iyord11k. Napolyo11' un da yaptığı gibi, ilk etapta Smolensk üzerin­ den direkt Moskoı•a'ya iler/enmemesini tamamen yanlış bir strateji olarak değerlendiriyorduk.

Askeri açıdan durum, bu iyimserliği haklı çıkarır niteliktey- di. Alman birlikleri cephenin tamamında ilerleme halindeydiler: Kuzey Ordular Grubu, durmaksızın Leningrad 'a doğru ilerle­ mekteydi. Orta Ordular Grubu, Smolensk'ten sonra Mogilev'i de fe thetmişti. Şimdi, yalnızca düşmanın karşı saldırılarına kar­ şı yan taraflarını güvenceye almakla meşguldü. Güney Ordular Grubu ise, Kızılordu 'ya karşı en son yok edici saldırıyı bitirmiş ve Uman'ı kuşatma çemberine almıştı. Alman komuta merkezi­ ne gelen başarı haberleri, sayısal olarak büyük bir üstünlük sağ­ landığını gösteriyordu. Hava Kuvvetleri Luftwaffe'nin Komu­ tanı General von Waldau 'nun hazırladığı bilançoya göre, düş­ manın savaşın başlangıcından 30 Temmuz'a kadar geçen süre içerisinde verdiği kayıplar şöyleydi: Güney Ordular Grubu 'nun savaştığı cephede: 162 bin 689 Esir, 4 bin 574 Tank, 2 bin 894 Top. Orta Ordular Grubu'nun savaştığı cephede: 580 bin 910 Esir, 5 bin 57 l Tank, 4 bin 300 Top. Kuzey Ordular Grubu 'nun savaştığı cephede:56 bin 320 Esir, Bin 880 Tank, Bin 200 Top. Wehrmacht'ın resmi rakamlarının abartılı oJduğu düşünülse bile, yine de eldeki veriler şunu doğrulamaya fazlasıyla yetiyor­ lardı: Almanlar, yalnızca beş hafta içerisinde ellerindeki araç

139 Ye vgeni Dolmotovski, O Dönemde Askeı� Bugün Ya zar

Esir alınmamızın ardından, Sovyetler Birliği içerisinde çok kötü bir esir kampına sürüldük. Kampın adı, Umanskaya Yama idi. Sonraki yıllarda bir çok insanın burada açlıktan ölmesi nedeniyle Niirnberg davalarında da adı geçmişti. Günde en fa zla bir kereye mahsus olmak üzere, bulaşık suyunu an­ dıran oldukça sulu bir çorba veriliyordu. "Todt" adlı organizasyonun züp­ pece tavırlara sahip olan üyeleri tarafından gözetim altında tu[ulııyorduk. Kollarında gamalı haç işareti taşıyorlardı ve çok acımasızlardı . insanlar al­ dıkları yaralardan, açlıktan ya da yorgunluktan ölüyorlardı. Ben henüz şanslı sayılırdım. Yi rmi günden daha az bir süre bu kampta kaldıktan sonra, başka çarem kalmadığından kaçmıştım. Açlıktan ölmek ya da izimi sürenlerin kurşunlarıyla can vermek arasında herhangi bir fa rk gö­ remiyordum. O zamanlar daha 24 yaşındaydım ve yaralı olmama rağmen kaçacak gücüm vardı. Beni kurtaran , Ukraynalı bir çiftçi kadın oldu. Beni son nefesine kadar oğlu olarak gördü, ben de onu ikinci annem olarak ka­ bul ettim. Çiftçi kadın, kendi hayatını tehlikeye atarak beni evinde sakladı. Ya ralarımı temizledi ve çeşitli bitkilerle iyileştirdi . Top lam iki subay ve iki kaçağın yaralarını iyileştirmişti. Beni sağlığıma kavuşturduktan sonra, üze­ rinde doğu istikametindeki saldırı hattının işaretlenmiş olduğu bir okul ha­ ritası verdi. Bu haritanın yardımıyla, neredeyse seksen gün işgal altındaki bölgede ilerledim. Cephe hattını geçtikten sonra, resmi kayıtlara ölü olarak geçtiğimi öğrenecektim. Hatta, Moskova' daki Ya zarlar Birliği' nde bir daki­ kalık bir saygı duruşu ile anılnıışım . .

sayısını arttırmışlardı. Savaşa 3 binden biraz fazla sayıda tankla başlamalarına karşın, yalnızca üç hafta içerisinde bunun üç ka­ tına denk sayıda düşman tankını yok etmiş ya da ele geçirmiş­ lerdi. Top sayısı açısından da benzer bir durum söz konusuydu. Sovyet birliklerinin elindeki petrol ve cephane daha ilk haftada tükenmişti. Çok sayıda mühimmat deposu ilk saldın dalgasıyla birlikte Almanlar tarafından tahrip edilmiş ve eldeki toplam cephanenin yüzde otuzu yitirilirken, petrol rezervleri yüzde el­ linin altına düşmüştü. Kızılordu'nun ileri hatlara gönderdiği ik­ mal malzemelerine büyük oranda zarar verilmiş ve binden fazla Sovyet lokomotifiele geçirilmişti. Yaklaşık 600 kilometrelik hat boyunca, Almanlar 28 Sovyet tümenini yok etmişler, 70 kadarının ise savaşma gücü yarı yarı­ ya azalmıştı. Stalin 'in bu kayıplardan sonra kendisini toparla­ yacağına kimse ihtimal vermiyordu. Rusya'ya karşı zafer ga-

140 ranti altına alınmış görünü­ yordu. Bu sayılar en azından, bundan sonra da başarıyla yola devam edileceğine da­ ir inancı artırıyor ve Alman birliklerinde kısmen de olsa büyük bir yankı uyandırı­ yordu. Almanya 'ya sık sık, Smolensk 'teki 17. Tank Tü­ meni 'nden bir astsubayın evine yazdığı türden haber­ ler geliyordu: "Dünyanın bugüne kadar hiç görmedi­ ği şekilde birbirimize sıkıca kenetlenmiş olarak Mosko­ va'nın hemen önlerindeyiz. Bu büyük tarihi olayın ger­ çekleşmesine çok az bir za­ man kaldı." Joseph Goebbels doğu seferi için Nasyonal sosyalist pro­ özel olarak "Doğu Cephesi Marşı " paganda mekanizması göre- besteletmişti. " vini gerektiği biçimde yeri- ' ne getiriyordu. Goebbels'in emriyle, "Doğu Cephesi Marşı" adıyla bir de marş bestelenmiş­ ti. Almanlar, marşın nakarat bölümünü, Alman Propaganda Ba­ kanı 'nın Berlin Spor Sarayı'nda yaptığı sayısız cengaverce ko­ nuşmadan tanıyorlardı. Eylül 1938'de, Südet Krizi'nin en hara­ retli zamanında, fanatik kitlelerce haykırılan bir slogandı bu: "Emret Führer, yürüyoruz ardında." Bu parola şimdi, Rus or­ manlarında çınlayan coşturucu bir marşa dönüşmüştü:

"Ve çağlayarak akıyor doğuya ordular, Rus topraklarına ... Emret Führer, yürüyoruz ardında."

141 Gomel' de Sovyet esirler (üstte).

Bir Sovyet tankçısı teslim oluyor (solda).

Sağdaki sayfada : Kiev' deki kuşatma savaşının ardından 650 bin Kı:ılordu askeri esir düşüyordu ( üstte).

Minsk'te bir yerleşim birimi. Kadınlaı� konvoylar halinde geçen Rus esirleri sessizce izliyorlar (altta).

142 143 İsabet almış T-34 tipi bir Sovyet tankı.

Ya nan köylerin içinde ilerleyen askerler.

144 İlerleme şimdilik devanı ediyor.

Bir topçu dinlenme esnasında.

145 Kızılordu da, her ne kadar saldırıya uğrayan taraf olmanın özelliklerini içerse de, coşturmada Almanlarınkinden geri kal­ mayan bir marş besteletmişti. "Kutsal Savaşın Türküsü" adı ve­ rilen marş, Stalin'in 3 Temmuz'da "ulusal savaşın" başladığını resmen ilan ettiği ve "bacıları ve kardeşleri", anavatanlarını "fa­ şist saldırıya" karşı savunmaya çağırdığı radyo konuşmasına uygun olarak yazılmıştı. Ancak askerler, sonunun belirsiz oldu­ ğu bu ümitsiz duruma rağmen direniş gösterseler bile, Kızılor­ du'nun bu budanmış haliyle Almanların yoğun ateşine karşı da­ ha fazla dayanmasının mümkün olmadığı apaçık ortadaydı. Bizzat Stalin'in emriyle uygulanan "kendi topraklarını ateşe verme politikası" sonucunda, Hitler ordularının kendi gereksi­ nimleri için kullanabilecekleri her şey tahrip edilse bile, Alman­ ların ilerleyişi yine de durdurulamazdı. Dışarıdan yardım gel­ mesi acil önem kazanmıştı.

"Ben oldukça ümitliyim"

Avrupa kıtası Hitler'e boyun eğmiş durumdaydı.Yardım an­ cak Britanya Adası 'ndan ya da Amerika Birleşik Devletle­ ri'nden gelebilirdi. Winston Churchill, 8 Ağustos 1941 'de ABD Başkanı ile Yeni Dünya körfezinde buluştuğunda, gizli ittifak artık şekillenmiş görünüyordu. Her iki Anglosakson gücün gizli servisleri bile bu buluşmadan önceden haberdar edilmemişlerdi. ABD Başkanı Roosevelt, resmi olarak balık avına çıkmış görü­ nüyordu. Ancak, görüşmelerden çıkan sonuçlar açıklandığında, Hitler Almanya'sına karşı somut adımlar atılacağını umanlar hayal kı­ rıklığına uğramışlardı. Batı dünyasının bu iki güçlü devletinin liderleri, sekiz temel prensip üzerinde anlaşmaya varmışlardı. Bu sekiz temel prensipte; Müttefiklerin tek başına hareket et­ memeleri, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı, dayanışma, özgürlük, silahsızlanma, korku ve çaresizliğin yok edilmesi gibi çok yüce amaçlara işaret ediliyordu. Ancak, Avrupa'nın nere­ deyse tamamının savaş alanı ve kan gölüne döndüğü böylesi bir dönemde, bunlar iyi niyet dileklerinden öteye bir anlam ifade etmiyorlardı.

146 "Toprakları yakma" taktiği.

İki devlet adamının gerçekten somut kararlar almamış olma­ ları hiç de inandırıcı görünmüyordu. Gizli protokoller imzalan­ dığı yönünde pek çok söylenti dolaşıyordu. Bazıları, gerçekte Churchill'in, Roosevelt ile ABD'nin en kısa zamanda savaşa girmesi yönünde anlaşmaya vardığını ileri sürüyorlardı. Britan­ ya Başbakanı ise bunları hiçbir biçimde yalanlama yoluna git­ miyordu. Hitler ise Atlantik'ten gelen bu haberlere kulak asmı­ yordu. Roosevelt oııµn için, "dünyadaki Yahudi komplosunun bir ajanı"ndan başka bir şey değildi. Churchill ile anlaşıp anlaş­ maması Stalin 'in işine yaramazdı. Hitler bu konuda herhangi bir tehlike görmediği gibi, Stalin de her iki batılı devlet adamının bu girişiminden bir yarar um­ muyordu. Bunlar yalnızca güzel sözlerdi, ancak ortada herhangi bir eylem yoktu. Durum giderek ikinci bir cepheyi zorunlu kılı­ yordu. Stalin, bu doğrultuda Churchill'e şunları yazıyordu: "Eğer batıda (Kuzey Fransa) ve kuzeyde (Kuzey Kutbu) Hit­ ler 'e karşı bir cephe daha açılırsa, bunun Sovyetler Birliği'ni olduğu kadar Büyük Britanya'yı da askeri açıdan oldukça ra­ hatlatacağına inanıyorum." Almanlara batıdan saldırılmalı ve böylece onlar da doğudaki kuvvetlerini çekmek zorunda kalmalıydılar. Britanya Elçisi Sör

147 Erich Merkle, Asker

.. .Hızlı ilerlediğimizden, genellikle beslenmemiz de çok kötü idi. İçinde bi­ raz sebze, mısır ve kabak bulunan sulu bir çorba. Bu yüzden, yerli halkla tü­ tün karşılığı yiyecek maddeleri takasına başvurmak zorunda kalıyorduk. Ekim ayında geceler çok soğuk olduğundan, mümkün olduğunca yerli hal­ kın evlerinde geceyi geçiriyorduk. Ben iki gün boyunca iki çocuklu bir aile­ nin yanında kalmıştım. Bu çiftçinin odasında bir ikona vardı ve bütün para­ sını bunun içine saklamıştı. Benim odada bulunmadığım zamanlarda gelip paralarını sayıyor ve eksik olup o/nıadığma bakıyordu. Hepsi toplam olarak 77 adet bir rublelik banknot/ardı. Bu çiftçi ailesine sigaranın yanı sıra, gömleklerimden birini de vermiştim. Buna karşılık, evin hanımından bir ta­ vuk almıştım.

Wilhelm Gross-Thie, Ölümü 5 Haziran 1943.

Ön saflara katılalı sekiz gün oldu. Ateş hattına ilk kez girdim ve biraz önce yara almaktan kıl payı kurtularak sa­ pasağlam geri döndüm. Askeri paltom yırtılmış, üstümde başımda delikler var ve tüfeğime de aynı şekilde bir şarap­ nel parçası isabet etmiş. Şarapnel parçaları yağarken, ya­ payalnız ve terkedilmiş olarak kafamı toprağa gömmüş va­ ziyette ilk kez ateş güriiltüsünü yaşadım ve bu çok fa rklı bir duyguydu. Ama atlattım, umarım bundan sonrakileri de böyle atlatırım. Çevrem, değişik ağaçlardan oluşan harika bir ormanla kaplı; kayın ve meşe ormanı. Tıpkı Almanya' daki gibi. Ve se_n, benim sevgili yarim, ne zaman senden iki satır tekrar elime ulaşacak. iki ayı geçti, hiçbir mektup alama­ dım. Benden sık sık mektup alamıyorsun diye sakın kızma. Neredeyse sürekli haber iletmek üzere yollardayım. Sık sık beni düşünmeyi ihmal etme.

Stafford Cripps ve Dışişleri Bakanı Molotov arasındaki görüş­ melerden tatminkar bir sonuç elde edilememişti. Britanya hü­ kümeti yardım sözü veriyordu. Oysa Kızılordu'nun asıl gerek­ sinim duyduğu destek kuru bir yardım sözüyle değil, ancak 3 milyon çift postalla karşılanabilirdi. Her iki tarafta da birbirleri­ ne karşı güvensizlik had saflıadaydı. Batının Bolşeviklik karşı­ sındaki kaygıları, faşizm korkusundan daha ağır basıyordu. Her şeye rağmen, Churchill 12 Te mmuz 1941 'de Stalin ile bir or­ taklık antlaşması imzaladı. Antlaşma, tarafları karşılıklı yar­ dımlaşma ile yükümlü kılıyor ve Almanya ile tek başına barış anlaşması yapmayı yasaklıyordu.

148 Ateşe ara verildiği sırada mektup yazan asker. Yanında ise, gerektiğin­ de hemen fırlatılmaya hazır el bombaları.

Bu antlaşma ile İngiliz-Sovyet ilişkileri, Washington-Mos­ kova ilişkilerine oranla bir adım daha geliştirilmiş oluyordu. ABD ile Sovyetler Birliği arasında örneğin, ödünç verme ya da kiralama türünden bir anlaşma yoktu ve Londra'nın aksine, Moskova aldığı her·savaş malzemesinin parasını ödemek duru­ mundaydı. Özel elçi Harry Hopkins'in yaptığı bir ziyaret, bu bağlamda ilerleme kaydedilmesine yol açtı. Elçi, Başkan Ro­ osevelt'in direktifiyle 28 Temmuz'da Stalin ile Moskova'da bir araya geldi. ABD, askeri açıdan tarafsızlık şartıyla en azından ekonomik yardım yapmak istiyordu. Stalin'in herhangi bir so­ mut talebi olmamıştı. Amerikalıların Sovyetlerin zaaflarından yararlanmak isteyebilecekleri korkusuyla kesin isteklerde bu­ lunmaktan kaçınmıştı. İddialı bir biçimde, Kızılordu'nun elin­ deki savunma hatlarını tutacağını ve ilkbaharda karşı saldırıya geçeceğini söylemişti. Öyle görünüyordu ki, elçi bu sözlerden etkilenmişti. Hopkins, Skapaflov 'dan dönerken uçakta Roose­ velt'e şu telgrafı gönderiyordu: "Ben bu cepheden oldukça ümitliyim. Orada sınırsız bir kararlılık var. "

149 RudolfSchocke, Asker

Rusların bir hava saldırısın­ da gece bizim revire bir bomba isabet etmişti. Benim arkadaş­ larım arasında da yaralanan­ lar ve ölenler vardı. Bense o gece bir .koruyucu meleğe sa­ hiptim: içerisinde o zamanki nişanlımın fo toğraflarını taşı­ dığım cüzda111m, pek çok bom­ ba parçasına engel teşkil etmiş ya da başka bir deyişle siper olmuştu. Fotoğraflarsa, kalp biçiminde deforme olmuşlardı. Onları kalbimin üzerinde taşıyordum. Bu fo ­ toğraflar, o :aman benim hayatımı kurtarmışlardı. Çünkü, girdiğim şok hali dışında, bu bombardımanı yalnızca hafif yaralarla atlatmıştım.

Hopkins kesinlikle haklıydı: Sovyet yönetimi, ilk günkü ka­ rarlılığından hiçbir şey yitirmemişti. Ancak, sadece kararlılıkla da bir savaş yürütülemezdi.

"Führer her zaman haklıdır"

Führer'in karargahına sürekli olarak Wehrmacht'tan yeni başarı haberleri geliyordu. Kuzey Ordular Grubu, temmuz orta­ larında Leningrad'ın 100 kilometre önlerindeki kuşatma çem­ beri üzerinden saldırıya geçmek üzere hazırlıklarını yapıyordu. Guderian'ın tankları Smolensk'teydiler ve Güney Ordular Gru­ bu da, Orşa ve Vitebsk'te yeni bir kuşatma çemberi oluşturmuş ve çember içinde sıkışan Sovyet kuvvetlerini "imha etmeye" başlamıştı. Kızılordu'nun en güçlü direniş gösterdiği güneyde bile Kiev'e doğru ilerleme devam ediyordu. Doğu Prusya'da Rastenburg'daki Kurt İni'inde "Führer," yayılma planları yap­ makla meşguldü. Büyük bir Rusya haritasının önünde çok ümitli olarak şu açıklamayı yapıyordu: "Kuzeyde ve orta bölge­ de Rusların ana direnişleri kırılmış görünüyor. Dört hafta içeri­ sinde Moskova'da olacağız ve Moskova'yı yerle bir edeceğim." Ana karargahta askeri yönetimi en fazla rahatsız eden şey sivri­ sineklerdi. Jodl, bir mektubunda durumdan şu sözleriyle yakını-

150 ·. . .

· X..ı.ı:sıt. ,·w.· '\

:­ GüneybatıCephesi ·� (Budlyenl)

..ı31 ...... s .. - 21 t! .?�·ıM 1g.ı\ ılıb.lfl'fl.> te():'•t hallı -- Sicır,,TJ11Z 1g.:11��;jU�'l;ı:•ı �-..-. 1 E,'!tı: ıs.ıı".-ı.,Uceçr.-ıtıa ıtı •n••••• J� t)'ll!1g.:ı1 ı:ıbln•1•ttcl'lt!l.�rll

151 Ağustos 1941. Hitler ve Mussolini, Göring' i Rastenburg yak111111daki ana karargahı "Avcı Çiftliği"nde ziyaret ederlerken. yordu: "Herhalde bundan daha aptalca bir yer, aransa bile bulu­ namazdı. Ya praklı ağaç ormanında çamur deryasını andıran ba­ taklık arazi, kum zemin ve durgun göller. Bu iğrenç yaratıklar için ideal bir ortam." Nemli soğuk barınaklardan ve klima siste­ minin hava akımından mesai arkadaşları da şikayetçiydiler. Hit­ ler, bunlardan etkilenmemiş görünüyordu. Onun açısından ke­ sin olan şuydu: "Bu ana karargah, tarihsel bir anıt olacak. Çün­ kü, biz burada yeni dünya düzenini kurmuş bulunuyoruz." Onun için en önemlisi, "bütün seferin en zor kararı" olan bir karar vermekti: Tank kuvvetleri, !'Barbarossa Harekatı" çerçe­ vesinde önceden planlandığı gibi Sovyet başkentine mi saldır­ malıydı, yoksa daha önce başka hedeflere ulaşmak daha mı mantıklıydı? Hitler kararsızdır: Bolşevikliğin asıl kalesi Leningrad değil midir? Ekim Devrimi'ne burası beşiklik etmemiş midir? Mos­ kova, yalnızca bir yer adı değil midir? Güney bölgesi için de başka düşünceler geliyordu aklına: Coğrafi bir hedefin fethedil­ mesi değil, önemli olan düşmanın askeri kuvvetlerinin yok edil­ mesidir. Ele geçirilmesi gereken, başkent değil, düşmanın en­ düstri potansiyelidir!

152 Ağustos 1941. Hitler, Güney Ordular Grubu' nu denetliyor. (üstte) Ağustos 1941. Brauchitsch, Hiıler ve Ha/der Kurt lni'nde: Mosko­ va'ya mı, Kiev'e mi?'(altta)

153 Çarpışmalara ara verilen zamanlarda askerin günlük yaşantısından örnekler: Banyo sefası, "bit avı", " silahların incelenmesi", okuma, oyun ve yerli halkla kurulan bağ/aı:

154 155 Bern FreilıerrFreytag von Loringlıovetı

Genelkurmayda iki fa rklı görüş mevcuttu. Döııemin Ge­ nelkurmay Başkanı Haldeı� Moskova'yı öııemli stratejik bir hedef olarak görüyordu. Çünkü, Moskova bu korkuııç bü- . yüklükteki ülkenin başkenti, yönetildiği yer, silahlaııma merkezi, ekonomik metropolü ve heps.{nden de önemlisi, ulaşım açıs111dan bağlantı noktasıydı. Ulkedeki ulaşım sis­ teminin en önemli dayanak noktasını oluşturan demiryolla­

n, Moskova üzerinden yayılıyordu. Hitler ise başka bir gö- rüşe sahipti, ancak zaman zaman bu görüşüııde sapmalar oluyordu. Başlar­ da, coğrafik hedeflerdeiı bağımsız olarak, Kızı/ordu' nun savaş giicünii kır­ mak taraftarıydı. Ancak daha sonraları, ekonomik hedefler giderek onun açısından daha önemli rol oynamaya başladılar. Baltık Denizi' nde mutlak egemenlik kurmak istediğinden, savaşııı_ ilk aşa­ masına kadar Leningrad bölgesi Hitler için ana hedefti. Çünkü, Isveç'ten gelen ve Almanların kendi silah üretimleri açısından da göz ardı edemeye­ cekleri maden filizi nakliyatı, Baltık Denizi üzerinden yapılıyordu. Bundan sonra başka hedefleri gözüne kestirdi. Bunlardan biri, adeta bir tahıl depo­ su olan ve sonraları Donets kıyılarındaki en önemli endüstri merkezi haline gelecek olan Ukrayna ve son olarak da Kafkas petrolyataklarıydı .

Bu düşünceler, 19 Temmuz'da yeni talimatlara dönüşüyor­ du. "33" sıra numaralı talimatla Hitler, Orta Ordular Grubu 'nun yeniden yapılandırılmasını düzenliyor ve yeni hedefler gösteri­ yordu. Tank kuvvetlerinin bir kısmı yönlerini kuzeye çevirmeli ve Leningrad'a doğru saldırıya geçmeliydi. Diğer bir kısmı ise, güneye yönelerek, Ukrayna'nın alınmasına yardım etmeliydiler. Wehrmacht'ın Başkomutanı'nın güncesine Führer ile yapılan bir konuşma şöyle yansımıştı: "Son tespitlere göre, düşman açı­ sından Moskova Bölgesi üçüncü derecede yaşamsal öneme sa­ hiptir." Güneyde sonbahar fırtınaları erken patlak verdiğinden, Uk­ rayna'da yapılacak olan askeri operasyonlar öncelikli olarak so­ na erdirilmeliydi. Sovyet başkentine yapılacak saldırı, ancak bundan sonra, Moskova önleri çamurla kaplanmadan gerçekleş­ tirilmeliydi. Generaller tedirgindiler. Brauchitsc.h ve Halder, "Führer"i bu karanndan döndürmeye uğraştılar. Ulaşım açısından bir bağlan­ tı noktası olması, haberlerin toplanma merkezi olması ve en

156 önemlisi de Sovyet yönetimi açısından bir sembol teşkil ediyor olmasının Moskova'yı çok değerli kıldığına işaret ediyorlardı. Hitler'i yine kendi argümanları ile ikna etmeye çalışıyorlar ve daha önceki konuşmalarını hatırlatarak, askeri kuvvetlerin yok edilmesini öncelikli hedef olarak ortaya koymuş olduğuna dik­ kat çekiyorlardı. Stalin asıl şimdi son kuvvetlerini, başkenti sa­ vunmak üzere Moskova önlerine çekecekti. Görünen oydu ki, Hitler ikna olmuştu. Yeni bir talimatla, 3. Tank Birliği'nin bir bölümünün Le­ ningrad 'a saldıracak şekilde yönlendirilmelerini durduruyor ve yolların ikmali güvenceye alacak şekilde sağlamlaştırılması için bakım v� onarım çalışmalarını başlatarak, birliklerin soluk almasına olanak tanıyordu. Bunun üzeıine rahatlayan Halder, güncesine şu notu düşüyordu: "Bu çözüm, kaygı içerisindeki her askerin, son günlerdeki bu kabus şeklindeki baskıdan kur­ tulmasını sağladı. Nihayet, yeniden bir umut ışığı belirdi." Ancak bu umut ışığı kısa zamanda sönecekti. Bundan yal­ nızca birkaç gün sonra, 4 Ağustos'ta Hitler, komuta kademesin­ deki yüksek rütbeli subayların, Orta Ordular Grubu Komutanı Feldmareşal von Bock'un ana karargahında toplanmalarını em­ rediyordu. Hitler, alışılmadık bir yönteme başvurarak generalle­ ri farklı odalara aldırmıştı ve yanına da ayrı ayrı çağırıyordu. Strauss, Kluge Hoth ve Guderian sınava çekilen öğrenciler gibi tek tek "Führerlerinin" karşısında dikiliyorlar ve Hitler her biri­ ne tek ,tek bundan sonraki yeni hedefini anlatıyordu. Bu konuşmanın sonucunda Guderian kısaca şu tespitte bulu­ nuyordu: "Önce Leningrad. Daha sonra Moskova'yla mı yoksa Ukrayna'yla mı uğraşılacağı henüz tam olarak karara bağlan­ madı. Hitler, en son çözüme meyilli gibi görünüyor. Roman­ ya'nın petrol yataklarına karşı Sovyetler Birliği 'nin uçak depo­ su olan Kırım Yarımadası'nı devre dışı bırakmak istiyor." Orta Ordular Grubu'nun dağılımı, hiilii önceden planlandığı ölçüde gerçekleştirilmiş değildi. Moskova 'ya ilişkin kesin karar henüz verilmediğinden, generaller, hiila küçük bir telsiz mesajı geleceği umudunu taşıyorlardı. Cephedeki bundan habersiz as­ kerler içinse durum apaçık ortadaydı: Tanklarının üzerine "İsti­ kamet Moskova" diye yazıyorlardı. Başka 'nereye olacaktı ki?

157 18 Ağustos'ta, Brauchitsch "Führer"e, Ordu Komuta Merke­ zi'nin Moskova'ya saldırının yeniden düşünülmesi gerektiğini savunan bir yazılı önerisini ulaştırıyordu. 15 Ağustos'ta Hit­ ler'in kesin emriyle ilerleme durdurulmuştu. Bu durum, Wehr­ macht Komuta Merkezi'nin savaş günlüğünde, "Moskova isti­ kametine doğru yapılacak saldınlann durdurulması" şeklinde yer almaktadır. Alman birlikleri bu kısa soluklanmadan sonra yeniden sava­ şın kaderini belirleyecek saldırıya hazırdı. Halder ve Brauc­ hitsch, savaşın kaderini belirleyecek bu emrin çıkacağı yönün­ de umutluydular. Ancak, Hitler başka bir karara varıyordu. As­ keri danışmanları ile arasındaki uzun süre saklı tutulan derin uçurum, sonunda ortaya çıkıyor ve yüksek düzeyde yazılı ola­ rak da ifade buluyordu. 21 Ağustos tarihli "Führer Talimatı"nda bu durum şu satırlarla ifade ediliyordu: "Orduların operasyon­ lara devam edilmesi yönündeki önerisi, benim bakış açımla bağdaşmamaktadır. Kış bastırmadan önceki en önemli hedef, Moskova'nın alınması değil, aksine; Donets kıyısındaki endüst­ ri ve kömür bölgesinin, Kınm'ın zapt edilmesi ve Kafkaslardan Rusya'ya petrol akışının önüne geçilmesidir. Kuzeyden Lening­ radla olan bağlantıların kesilmesi ve Finlilerle birleşmektir." Evet, Moskova 'ya değil, Kının ve Leningrad üzerine yürün­ meliydi! Halder ve Brauchischt dehşet içerisindeydiler, Ge­ nelkurmay Başkanı istifa etmeyi düşünüyordu. Ancak, Brauc­ hischt böylesi bir adım atmayı uygun bulmuyordu. Elini ateşe bir başkası soksun diye düşünüyordu. Bu kişi; o ana kadar sa­ yesinde büyük başarılar elde edilen, 2. Tank Birliği'nin efsane­ vi komutanı General Guderiandı. "Hızlı Heinz", saldırıların Moskova üzerine kaydırılması için Hitler'i ikna etmeliydi. Guderian, diğer tüm generaller gibi, şimdi son darbenin Moskova'ya indirilmesi gerektiğine kesinkes inanıyordu: "Eğer Moskova'ya vannak yerine ilk olarak Kiev'e yönelirsek, kışın hüküm sürdüğü bir coğrafyada saplanıp kalmamız kaçınılmaz olur." Nova Borissov 'daki ana karargahlarında Halder tarafın­ dan Hitler'in yeni hedefleri hakkında bilgilendirilirlerken, Orta Ordular Grubu'nun komuta kademesindeki üst düzey subayla­ rın tümü bu noktada görüş birliği içerisindeydiler. Kırım ve Do-

158 Ta nkçı General Guderian 23 Ağustos 4J'de "Kurt İni"ne doğru yol alıyor. Amacı, Hitler' i kararından caydırmak. nets Havzası üzerinden dolaşılması, Guderian 'ın tankları açı­ sından fazladan kat edilmesi gereken 900 kilometre yol anlamı­ na geliyordu. 23 Ağustos günü Guderian, toplantıdaki generallerin verdiği görevle, Hitler'i saldırı planlarının değiştirilmesi yönünde ikna etmek üzere bir Ju 88 'in kabininde Borissov 'daki havaalanın­ dan ayrılıyordu. Halder'in ona söyledikleri ise hiç de umut ve­ rici olmamıştı: "Hitler'in kararı değiştirilemez." Führer", bu en başarılı generalinin ziyaretinin asıl nedeni hakkında aydınlatılmamıştı. Resmi olarak, Guderian Hitler'i Tank birliklerinin durumu hakkında bilgilendirecekti, ancak bu, diktatörün tartışmaktan pek de hoşlanmadığı bir konuydu. Daha önce birkaç kez, Halder ya da Brauchitschs'in tanklara uygu­ lanması gereken zorunlu onarım taleplerini geri çevirmişti. Onun için bu tür talepler kaytarmaktan başka bir şey değildi ve daha da kötüsü, bunların ardında "itaatsizlik" ve "başına buy­ rukluk" yatmaktaydı. Buna rağmen Guderian'ın sunumunu din­ liyordu. Hatta, general ikmal sorununa ve Sovyet tank rezervle­ rinin umulmadık derecede güçlü olduğuna değinmeye başladı-

159 H. Ungermann, Topçu ...Gündüz doğuya doğru ilerliyoruz, Katinin' de kalacak bir yer buluyoruz. Te miz bir eve yerleştirildik. Rusların ko­ şullarına göre iyi döşenmişti. Yemekler dağıtıldıktan ve bir sonraki güıı için gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, ak­ şam yemeğimizi yemek üzere bu Rus evinin sıcak odasına girmiştik. Matka (Rusça' da ana), bize yapacak bir iş bı­ rakmamıştı. Yapılan propagandaya bakılırsa bizim düş­ manlarımızdan biri olması gereken ve bu nedenle de bir alt insan olması gereken bu kadın, bizim için masaya te­ miz bir örtü yaymış ve üzerini güzel ta­ baklaı; altlık tabağı bile eksik olmayan fincanlar ve özel günlerde kullanılan çatal-bıçak-kaşık takımı ile donatmıştı. Bütün savaş yılları boyunca doğuda gördüğüm en güzel alet olan semaver ile de bize güzel bir çay demlemişti. Kadın bütün bunları neden yapmıştı? Bizden korktuğu için yaptığını sanmı­ yorum ...

ğında, Hitler şu itirafta bile bulunmuştu: "Eğer Rusların tank sayısının söylendiği kadar olduğunu bilseydim, sanırım bu sa­ vaşı hiç başlatmazdım." Hitler'in bu sözleri, Guderian'ın saldırı öncesinde hazırladı­ ğı ve düşman tanklarının sayısını yaklaşık olarak 1 O bin dola­ yında tahmin ettiği raporuna bir kinayeydi. O zamanlar bundan dolayı kendisine gülünmüştü. Çünkü, bu arada Wehrmacht 1 O binden fazla Sovyet tankını imha etmiş ya da ele geçirmişti ve buna rağmen tankların sonu gelmek bilmiyordu. Yine de bu, Hitler'in yanıldığını itiraf ettiği ender anlardan biridir. Guderi­ an da bunun üzerine, belki Hitler'i hala ikna edebilirim diye umutlanır. Sonunda bütün kartlarını açarak "Führer"e asıl niye­ tini açıklar: "Eğer Moskova önlerinde ve Moskova' da düşma­ nın ana kuvvetlerini yenmeyi başarır ve Sovyetler Birliği 'nin manevra istasyonunu devre dışı bırakırsak, Baltık bölgesi ve Ukrayna'daki sanayi bölgesi, önümüzde cephe oluşturan sağ­ lam bir Moskova'nın olması durumuna kıyasla çok daha kolay elimize geçer. Führer'im bırakın Moskova üzerine yürüyelim, orayı alırız."

160 Hitler, alışılmışın dışında sessizce bunları dinliyordu. Gude­ rian sözlerini bitirdikten sonra Hitler yerinden kalkıyor ve bü­ yük Rusya haritasına yöneliyordu. Wehrmacht'ın Ordular Baş­ komutanı Jodl da Guderian'ın sunumunu dinlemişti ve bunun ardından nelerin geleceğini iyi biliyordu: Birinci Dünya Sava­ şı 'nın onbaşısı Hitler, 2. Tank Kolordusu'nun komutanı orgene­ rale, modem bir savaşın nasıl yürütülmesi gerektiğini anlatıyor­ du. "Führer" sözlerine genel bir suçlama ile başladı: "Benim generallerim savaş ekonomisinden hiçbir şey anlamıyorlar." Bunu, Donets kıyılarındaki endüstri potansiyelinin, Ukray­ na'daki tahıl ye Kafkaslardaki petrolün Stalin'in elinden alın­ masının gerekliliği üzerine uzun bir konuşma izledi. Son olarak da, bundan sonra saldırılacak hedeflerin kategorik ve kesin sıra­ lamasını belirliyordu. Korkulan başa gelmişti; önce Kırım' a sonra Moskova'ya saldırılacaktı. Guderian 'ın görevi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Görüşme de yer almasına özellikle izin verilmeyen Halder'e, çabalarının nasıl sonuçlandığını anlattığında, Genelkurmay Başkanı onu te­ selli ediyordu: "Tasalanmayın Guderian. Führer'in talimatlarına karşı çıkılmaz. O daima haklıdır."

"Peki Kiev ne.olacak?"

Ukı;ayna'nın merkezinde Rusya'nın eski başkenti, bir mil­ yon nüfuslu ticari metropol ve Rus Ortodoks Kilisesi 'nin de merkezi olan Kiev yer alıyordu. Zengin bir geleneğe sahip ve güzel bir kent olan Kiev, önemli bir Yahudi bölgesi olan Po­ dom 'u da içinde barındırıyordu. Savaşsa hiçbir şey gözetmiyor­ du; ne insanları, ne de kentin güzelliklerini. Kent sakinleri ken­ dilerini savunmak için hazırlıklara başlamak zorundaydılar. Kiev çevresindeki Sovyet birliklerinin komutanı, daha önce Almanların saldıracağına dikkat çeken generallerden biri olan Orgeneral Mihail P. Kirponos 'du. Bir Alman saldırısına karşı hazırlıklıydı ve adamlarını daha 22 Haziran' dan önce kentin sı­ nırlarındaki savunma hatlarına yerleştirmişti. Ancak, daha son­ ra Moskova'nın emri üzerine hatları boşaltmak durumunda kal-

161 G. Nesterenko, Moskova' daki Komııtanlık Çalışanlarından

Savaşın başlanıasımn hemen ardında'! birkaç savıınm,a önlemi almak için harekete geçmiştik. llk olarak, Krem­ lin' in önemli binaları kamufle edilerek fa rk edilmez hale getirildiler. Binalar, caddeler ve yaya yollarında aldatıcı düzenlemeler yapılmıştı; Kremlin' deki ana meydan tam­ ııamaz duruma gelmişti. Bir sanatkar ordusu Ta ynitski Bahçesi' nin, Kremlin duvarlarının, Kızıl Meydan' ın ve Mozole' nin dış cep­ helerinin kamuflaj amaçlı değişimlerini sağlamak için bir plan çerçevesin­ de çalışmıştı. Büyük Krenıliıı Sarayı' ndaki bütün tarihsel hazineler, saray dışına çıkartılmıştı. Ta bii en başta gelen önlem de, Lenin' iıı bedeninin bu­ lunduğu la/ıitin güvenliğinin sağlanması amacıyla bana teslim edilmesiydi. Lahit, büyük bir gizlilik içerisinde, daha sonraları da uzun süre saklanacağı Ty ıımen' e götürüldü.

mıştı. Bu nedenle Kirponos'un birlikleri, Bug kıyılarındaki sı­ nır birlikleri gibi ne gafil avlanırlar ne de zapt edilebilirlerdi. Ancak, bu ileri görüşlü general bile, Almanların üç haftasonra Ukrayna başkentinin önlerine gelmelerine ve Sovyet savunma hatlarını bir çok yerden delmelerine engel olamazdı. Kızılordu açısından ölümcül bir tehlike söz konusuydu: Bir kuşatma sal­ dırısı, Kiev'in doğusunda Dinyeper kavşağında yedi ordunun geri dönüş yolunu kesebilirdi. Genelkurmay Başkanı Jukov da Te mmuz sonlarına gelindiğinde bu tehlikeyi fark etmişti. Sta­ lin 'i kendilerini tehdit eden bu felakete karşı uyarmış ve güney batı cephesindeki birliklere acilen Dinyeper üzerinden doğuya doğru çekilmeleri ve orada yeni bir savunma hattı oluşturmaları yönünde emir vermesi için yalvarmıştı. "Peki Kiev ne olacak?" diyordu Stalin. "Kiev zorunlu olarak teslim olacak" diye yanıt veriyordu, Jukov. Başkente ve böylece Ukrayna'nın tamamına geri çekil­ me türünden bir görev yüklenmesine Stalin bir anlam veremi­ yordu. Sovyet diktatörü buna hiddetle karşı çıkmıştı: "Bu ne saçmalık böyle." Sovyet subayları da, aynen Alman generalleri gibi sürekli olarak kabul görmeyen kararları nedeniyle liderleri ile çatışmak durumunda kalıyorlardı. Sovyet "Votst"u da Alman "Führer"i

162 Mareşal Jııkov, ilk haftalardaki yenilgilerin ardından bir yedek cephe­ nin komutanlığıııa süriilmüştii. gibi askeri sorunlara karışmaktan zevk alıyor ve savaşın strate­ jik yönetimi için gerekli hareket planlarını kendisi belirliyordu. Alman askeri komuta merkezinde olduğu gibi, Sovyet tara­ fında da Stalin 'in emirlerine nadiren karşı çıkılabiliyordu. Kiev olayında, Stalin'in yanlış kararı Jukov 'a pahalıya patlamıştı: "Eğer genelkunnay başkanının yalnızca saçma kararlar verdiği­ ni düşünüyorsanız, onun burada yeri yoktur. Sizden genelkur­ may başkanlığı görevinden azledilmemi ve cepheye gönderil­ memi rica ediyorum. Belli ki, orada vatana daha yararlı olabili- rim." ,_ Liderine karşı bu alışılmamış cesaret gösterisi, Jukov'un ba­ şına işl�r açmıştı: Yalnızca kırk dakika içerisinde genelkurmay başkanlığı görevinden alınmış ve bir yedek cephenin komutan­ lığına sürülmüştü. Yani kısa sürede işi bitirilmişti. Stalin, genel­ kurmay başkanlığına Mareşal Şapoşnikov'u atıyordu. Sonraları yeni görevinde önemli başarılara imza atacak olan Jukov'un az­ ledilmesi, Kiev ve çevresinde Sovyet birliklerinin pek işine ya­ ramayacaktı. Buradaki cephenin komutanı, iç savaştaki eski bir silah arkadaşı olan Mareşal Budiyeni açısından Stalin 'in emri yanlış anlamaya meydan vermeyecek derecede açıktı: "Bir adım bile geri gidilmeyecek, cephe tutulacak ve gerektiğinde ölünecek." Güneydeki Kremençug ve kuzeydeki Roslavl'da bulunan

163 Mareşal Budiyeni (solda), Mareşal Ti ­ Jukov'un halefi Mareşal moşenko (sağda) ile içinde bulundukla­ Şapoşnikov. Genelkurmay rı tehlikeli durumu görüşüyor: Geri çe­ Başkanlığı görevinde. kilmek mi, bulundukları yeri tutmak mı?

Orgeneral Gııderian kurmayları ile Roslav/' da.

164 Kiev saldırısı öncesi: Mevzilenmiş piyadeler.

Alevler içerisindeki Viıebsk' te savaş molası.

165 Üstte solda: Piyade saldırıyor.

Üstte sağda: Bir köye yapılacak saldırı ha::.ırlığı.

Altta: Harabenin sessiz tanıkları: Ya nan evlerin bacaları.

166 Sefe r kargaşasında yemek atıştıran askerler.

167 Almanların ileri kanatları birbirle­ rinden 600 kilometre uzaklıktaydı­ lar. Ancak, Alman tanklarının bu uzun mesafeyi kapatmak için bir kapanma hareketine girişmeleri durumunda, bu, iki kanat arasında sıkışıp kalacak olan Sovyet birlik­ lerinin sonu demek olurdu. Alman Wehrmacht'ı da zaten bunu şöyle kodlamıştı: Kuzeydeki tanklar için beyaz "G", güneydeki tanklar için beyaz "K". "G" ve "K" harfleri "Guderian" ve "Kleist"ı simgeli­ yordu. 1. ve 2. tank birlikleri ayrı ayrı harekete geçecek ve Kiev çar­ pışması 10 Eylül'de kader aşama­ sına gelecekti. Budiyeni ve Kirponos da kendi birliklerinin ne tür bir tehlike ile karşı karşıya olduklarının farkın­ daydılar. Bu ikili, hemen ardından karşı saldırıya geçebilmek için çembere alınma tehdidine geri çe­ kilme ile karşılık verilmesi için de­ falarca izin istediler. Sonunda Bu­ diyeni, 9 Eylül'de geri çekilme emrini verdi ve birlikler, "planlı bir geri çekilme" için hazırlıklara başladılar. Ancak tam o sırada "en yüksek makamdan ", bizzat Sta­ lin 'in kendisinden yeni bir emir alıyorlardı. Dik kafalı Sovyet diktatörü sü­ Alman tarafı nda da yiiz binlerce rekli olarak Kiev'de komuta edrn yaralı vardı ve çoğunlukla yara­ subaylarla görüşme halindeydi. sı ağır olanlar kdavi edifehifi­ "Votst"un Kremlin' deki bürosuna yordu. Çadırlar "ameliyathane" koydurttuğu yalnızca kendine özel görevi görüyorlardı .

168 Dimitri Vo lkogonov

Bütün diktatörler bir biçimde birbirlerine benzerler. Za­ fe rleri kendi dehalarımn ürünü olarak adlandmrlar ve bir kazanç olarak kendi hanelerine yazarlar. Ancak, eğer dik­ tatörler bir yenilgi yaşamak durumunda kalırlarsa, o za­ l?!all suçu onların emirlerini yerine getirenlerde ararlar. Orneğin, generallerde. Bu, Hitler' de ve özellikle Stalin' de de böyleydi. Stalin' in, batı cephesindeki ilk yenilgiden son­ ra, /ıem de bir hafta içerisinde Pavlov' u görevinden azlettiği herkesçe bili­ nir. Kısa bir süre sonra Pavlov, ayrıca batı cephesinin komutanı Klimovskiç ve ardından muhabere komııta111, yine bir başka ordu komutanı ve bir dizi general tutuklandılar. Çok geçmeden idamla cezalandırılarak kurşuna dizil­ diler. Bunlar ilk ve tek ömekler değildi. Aynı sıralarda Jukov, kuzeybatı cep­ hesi komutanı Kıı:netsov ve bir dizi başka general de görevlerinden alın­ mıştı. Stalin, yalnızca 1941 yılı içerisinde, yüksek komuta kademesindeki 100 askerin görevine son vermişti. Bazıları yalnızca görevden alınmış, bazı­ ları ise tutuklanmıştı. Stalin, bu tür sert önlemlerle askerleri başarıya zorla­ maya çalışıyordu. Diktatörler ne kadar da birbirlerine benziyorlar!

telgraf aleti, Stalin'in Kiev'in savunmasına ne ölçüde değer biçtiğini anlatmaya yetiyordu. Burada, neredeyse her akşam ay­ nı oyun tekrar ediliyordu. Kirponos ve Budiyeni'nin yanısıra, siyasi komutan Nikita Kruşçev, Alman saldırganlara karşı "kah­ raman Sovyet direnişi" üzerine raporlar geçiyorlar, ancak, des­ tek ricasında bulunmaktan ve sürekli olarak geri çekilme olası­ lığını gündeme geürmekten de geri durmuyorlardı. Stalin' in tüm bunlar karşısındaki tepkisini Kurmay Başkanı Yardımcısı Aleksander M. Va ssilevski şöyle aktarıyor: Kiev'in acı ama acil zorunluluk sonucu verilmesi yönünde yapılan açık beyanlar karşısında, Stalin sinir krizleri geçiriyordu." Askerlerin tamamı, bu "acı ama acil zorunluluğun" farkındaydılar, ancak Stalin bu­ na inanmak istemiyordu. Henüz başlatılan geri çekilme hareke­ tinin durdurulmasını emrediyordu: "Kiev'i savunmak için olası ve olası gözükmeyen her türlü yönteme başvurun." Stalin, Kiev'in doğusunda dağılan birliklerden geride kalan­ lardan yeni bir ordu oluşturulmasına ve Sovyetler Birliği 'nin Asya 'daki birliklerinden yedek kuvvetlerin buraya sevk edil­ mesine dek savunma hatlarının tutulabileceğini umuyordu. An­ cak, Almanların Kiev'e saldırısının durdurulacağına içten içe kendisi de inanmıyordu ki, savaş ekonomisi açısından önem ta-

169 Askerler için cephe postacılığı yapan Johann Alois Me­ yer 'in, kansı Klara ve oğlu Horst'a yazdıkları. Johann Alois Meyer, 476. Piyade Alayı, 5. Bölükteydi. 18 Ağustos 1942'de Reşev'deki kuşatmada çarpışmalar esnasında öldü ve Moskova'nın güneydoğusundaki Mari­ no'da gömüldü.

"Sevgili karıcığım, sevgili küçük oğulcuğum! Size bildirmek isterim, ki ... "

Doğu, 18 Mayıs 1941: Bazen, ayrılığın bıı denli uzun olduğu böylesi koşullarda kadınların kendi­ leri için sevgili ve değerli olan şeyleri unuttukları düşüncesine kapılıyorum. Ha ayrıca, böyle bir şey bir kadın için suçtur. Koşullar nasıl olursa olsun, seııden asla böyle bir şey beklemiyorum ... Eğer onu asla unııtmazsaıı, kocan sana minnettar kalacaktır...

Doğu, 30 Haziran 1941: Sevgilim, bu ayın 22'sinden bıı yana benim için oldukça tasalannıışsındıı: Ama ben şu ana dek çok şanslıydım. Çünkü, eğer ıılu Ta nrı isteseydi şu an dünyada olmayabilirdim. Bu nedenle, babamı için dua etmeyi sürdürün, böy­ lece o beni yeniden size geri gönderecektir. Bu gün üç hafta sonra ilk izin gü­ nümüz. Durumun bugüne kadar nasıl bir görünüm arz ettiğini bizim gibi sen de dün radyodan öğrenmişsindir mutlaka. Umarını hep böyle devam eder ve en kısa zamanda sonuçlamı:

Doğıı, 5 Te mmuz 1941: Dün senden 14.6.41 tarihli bir mektup. annemle babamdan da içerisinde jambon ve bir paket sigara olan bir paket aldım. Ete nasıl saldırdığımı gör­ meliydin. Paket, tanı da çok mağdur durumda olduğum bir zamanda geçti elime, akşam saat 1 l 'de. On beş saattir yoldaydık ve öğleden beri hiçbir şey yememiştik.

f?oğu, 5 Ağustos 1941: l/k başta senin isim gününü ve evlilik savaşımızın ikinci yıldöniimünü kut-

şıyan endüstriyel tesislerin doğuya taşınması yönünde talimat veriyordu: Boru fabrikaları, çelik atölyeleri, tüm endüstri kolları Batı Rusya'nın işgal edilmemiş bölgelerinden uzak:laştınldı. Savaşın tam ortasında inanılmaz bir güç harcanıyordu! Sayısız yük tre­ ni, Sovyetler Birliği 'nin zengin güneybatısından yüklerini alı­ yorlar, kuzeye ve doğuya taşıyorlardı. Rusya'nın endüstriyel

170 lamak istiyorum. Umarını, bundan sonraki iki yıl içerisinde, geçen iki yılda­ kinden daha fa :la birlikte oluru:. Ama her şeyden önce, yeniden bir araya gelecek olursak, suf bunun için kadere şükretmeliyiz.

Doğu, 13 Ağustos 1941: Sizden yine birkaç gündür daha fa zla mektup almaya başladım. Yakındaye­ niden seyrekleşir. Ne de olsa bu Rus domuz ağılında ulaşım koşulları çok kötü.

Doğu, 17 Eylül 1941: Orada hiçbir şeyin yolunda gitmediğini yazıyorsun. Sevgili karım, çünkü senin hiçbir hedefin yok. Ne olursa olsun, sinirlerine hakim olmalısın. Bizim buradaki durumumuz çok fa rklı, ancak, her şeyi yaparız da, sinirlerimizin bozulmasına asla müsaade edemeyiz. Ayrılığımız bir yıl daha sürecek de ol­ sa, başım dik tut. Asıl olan tek şey, benim kesinlikle geri döneceğinıdir.

Doğu, 1 Ekim 1941: Umudunu paylaşıyorum, çünkü Bolşeı·iklerin bozguna uğraması yakınd11: Ama ulu Ta ım'ya dua edelim de, son anda bir aksiliğe kurban gitmeyelim ... Ta nrı' ya dua et, bu savaş en kısa zamanda son bulsun ...

Doğu, 3 Ekim 1941: ...çiinkü çok zor saatler geçirdim. Koruyucu meleğim bu kez de benden yanay­ dı. Ah bir kez olsun şu uluslararası kuruluşlar bizim lehimize karar verseleı:

Doğu, 4 Ekim 1941: Sevgilim, sen de Führer' in diinkii konuşmasını dinlemişsindir mutlaka. Ben bizzat dinleyemedim, ama çok iyimsermiş konuşması. Biz askerlere yaptığı çağrıda, sal'aşın kaderini tayin edecek olan çarpışman111 2 Ekim' de başlamış olduğunu söylüyor. Kış bastırmadan burada her şey bitmiş olacak. Bu da, bu ayın sonuna kpdar her şe)'in sona ereceği an/amma geliı: Ta nrı'ya dua et, ki böyle olsun. Ozellikle de buradan sağ salim dönmemiz için dua et Ta nrı'ya.

Doğu, 13 Kasım, 1941: Sevgilim. oğlanın fa zla yaramazlık etmesine izin verme. Eğer şımarırsa, poposuna bir iki tane şap/at gitsin. Bir şey olmaz.

kalbi, Almanya için çarpmamalıydı. Hitler' in Ukrayna 'nın en­ düstri potansiyelini ele geçirme hesapları boşa çıkarılmalıydı. O zamana dek Alman askerleri pek çok kez "yakılmış toprak­ larla" karşılaşmışlardı. Endüstriyel tesisler güvenli bölgelere nakledilirken, askeri birliklerin içinde bulunduklan durum da giderek ciddileşiyordu. Te hlike artık son haddine yaklaştığında, Kirponos 11 Eylül tari-

171 hinde Stalin 'e bir kez daha düzenli olarak geri çekilme emri vermesi ricasında bulunuyordu. Ancak Stalin aynı sertliğini ko­ ruyordu: "STAVKA'nın izni olmadan Kiev teslim edilmeyecek ve köprüler havaya uçurulmayacak. Kiev Sovyet'tir, Sovyet ka­ lacak. Geri çekilmeye kesinlikle izin vermiyorum. Beklenecek ve savunmada kalınacak, gerektiğinde ölünecek. Stop." Te slim bayrağını çeken Kirponos ise şöyle karşılık veriyor­ du: "Talimatınız anlaşılmıştır. Stop. Görüşmek üzere." Bu emir, yüz binlerce Kızılordu askeri için idam fe rmanı ni­ teliğindeydi. 1. ve 2. Tank gruplarına ait öncü tanklar, birbirle­ rinden yalnızca birkaç kilometre uzaklıktaydılar. Savunma du­ rumundaki Sovyet askerlerini arkadan kuşatıp kıskaca almaları an meselesiydi. Guderian 'ın Tank Birliği 'ne ait öncü Alman tankları, 14 Mayıs'ta şöyle bir emir alıyorlardı: "Düşmanı orta­ sından yararak geçin ve Kleist'ın Tank Grubu'nun öncü birlik­ leri ile bağlantı sağlayın." Bu pazar gününün öğlen sonrasında ilk Alman tankları Loş­ vitza'da Sovyet hatlarını yarıyorlardı. Yarbay Rinschen ve Yar­ bay Wartmann, Kiev'in yaklaşık 200 kilometre doğusunda, sembolik bir el sıkışma ile iki tank birliğinin buluşmasını onay­ lamış oluyorlardı. Böylece, 135 bin kilometrekarelik büyük bir kuşatma çemberi oluşmuş oluyordu; Bavyera'nın iki katı bü­ yüklüğünde bir alan, her yanından kuşatılarak tamamen kapatıl­ mıştı ve yedi Sovyet ordusu kapana kısılmış durumdaydı. Bun­ dan kısa bir süre sonra Guderian'ın karargahına şu telsiz mesajı geçiliyordu: "14 Eylül 1941 saat 18.20, 1. ve 2. Tank birlikleri­ nin buluşması sağlandı." Ancak, sağlanan bağlantı henüz çok cılızdı ve daha çok sembolikti. Hala boşluklar vardı. İki tank bölüğü, geri püskür­ tülen Sovyet birliklerinin arasından geçerek karşılaşmışlardı. Oysa, Kızılordu'nun son anda çemberi kırarak Kiev'e çekilebil­ mesini engellemek, kuşatma çemberinin güçlendirilmesine bağ­ lıydı. Guderian, güçlü bir yarma harekatının, Stalin'in orduları için hala bir savunma olanağı anlamına geldiğini biliyordu. 17 Eylül'de Stalin ve STAVKA'dan, "bir geri çekilme harekatı ile

172 Sovyet karşı saldırısı.

Sağda ve altta: Alman­ askerlrrinin esir alınışı.

173 Karanlıktan yararlanılarak Alman tankları için mayın döşeniyor.

Bir Sovyet havan topu görevde.

174 Sahne görevini üstlenmiş bir tank: Cephedeki askerlerin önünde sahne alan Rus şarkıcı Aleksandrovskaya. yok olma tehdidinden kurtulmak" için yeniden izin isteyen Ki­ ev Harp Divanı da bu olasılık üzerinde duruyordu. Ancak Stalin bu yönde bir adım atmaktan yana değildi. So­ nunda Budiyeni, Kirponos ve Kruşçev Stalin'in kesin emrine karşı gelerek yarına hareketine girişiyorlardı. Keşif uçaklarına, henüz çok zayıf olan doğu kuşatmasını yarmada kara birlikleri­ ne öncülük etme görevi veriliyordu. Ama çok geç kalınmıştı. Aralarındaki bağlantı kesilmiş olduğundan, Sovyet kuvvetleri­ nin her biri yalnızca kendi güçleri ile savaşmak zorundaydılar. Yoğun bir yarma hareketi için gerekli olan koordinasyon eksik­ ti. Almanlar tarafından geri püskürtülmesi pekala mümkün olan az sayıda saldın gerçekleştirilebilmişti. General Jeremenko komutasındaki birliklerin doğudan yap­ tıkları bir kurtarma girişimi, çembere alınan birlikleri kurtarma­ ya yetmemişti. Almanların oluşturduğu setler çok güçlüydü. Budiyeni'nin 18 Aralık'taki son bir kurtarma girişimi de başarı­ sızlıkla sonuçlanıyordu. Ardından, Almanların 6. ordusu kuşat­ ma çemberine ulaşmıştı. Borispol ve Dinyeper arasında yer

175 alan Sovyet birliklerinin büyük bölümü, umutsuzca sıkışıp kal­ mışlardı. Beş Sovyet ordusu, Kiev-Çerkassi-Priluki üçgeninde sıkışmışlardı. Bunu, Völkischer Beobachter gazetesinin de kısa bir süre sonra yazdığı gibi, "tüm zamanların en büyük yok etme savaşı" izleyecekti. Kirponos 'un ordu komutanı General Tupi­ kov, henüz 14 Eylül'de bütün sorumluluğu üzerine alarak, Ki­ ev'den Moskova'ya, Stalin'e, şu telsiz mesajını göndermişti: "Sizin de taktir edebileceğiniz gibi, felaketin birkaç gün içeri­ sinde baş göstermesi beklenmektedir.'' O gün, Almanlar Kiev 'in çevresinde ölümcül tuzaklarını kurmuşlardı bile ve Sovyet birliklerini çevreleyen kuşatma çemberini gittikçe daraltmaya başlamışlardı. Ardından Alman taarruzculan sert bir direnişle karşılaşıyorlardı. Topçu birliği, Fransa seferinin tamamında attığı kadar top mermisini dört gün içerisinde harcamıştı. Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe, ara­ lıksız saldın uçuşları yapıyor ve ölümcül yükünü Ukrayna baş­ kenti ve kuşatma çemberindeki Sovyet birliklerinin üzerine bo­ şaltıyordu. 14-19 Eylül tarihleri arasında beş gün boyunca orta­ lık cehenneme dönmüştü. Ardından, Alman 6. Ordusuna ait iki piyade tümeni Ukrayna başkentini zaptetmişti. Ancak, direniş buna karşın yine de uzunca bir süre kırılama­ dı. Kiev, Almanların başına bela olacaktı. Sokak barikatları, pu­ sular, evlerden yürütülen çatışmalar bekliyordu saldırganları ve her iki taraftan da kurbanların kanı dökülecekti. Boşaltılmış ev-

Henüz üst üste zafe r haberleri geliyor. Kiev Felaketi Sonuçlandı. 1 Milyonluk Ordu Yo k Edildi.

176 Üstte: Kiev'in alınışından son­ !er bile ölümcül bir tehlike arz ra çektirilen hatıra fo toğrafı . ediyorlardı. Art arda yaşanan Bir tabela ormanının önünde patlamalar, Alman askerlerinin poz veren Alman askerleri. parçalanarak ölmelerine neden oluyordu. Kiev'de ve cephenin Altta: Kiev' de dostça karşıla­ diğer bölümlerinde, Almanları ma. Ancak, Almanların kente ölüme gönderen gizli bir Sovyet girişi sırasında gösterilen se­ vinç kısa sürecekti. silahı vardı: Etkisiz hale getirile­ meyen ve sokak çatışmaları bit­ tikten sonra da bir tehdit unsuru olan uzaktan kumandalı bomba­ lar. 26 Eylül'de Hitler yeni hede­ fini gösterdikten ve Guderian' ın tank birlikleri Kiev'e saldırıları­ nı arttırdıktan bir ay sonra, sava­ şın o zamana kadarki en büyük kuşatma çarpışması sona eriyor­ du. Kiev çarpışması, Kızılordu için eşi benzeri görülmemiş bir hezimetle sonuçlanmıştı. Sov­ yetlerin 5 ayn ordusu tamamen yok edilmiş, diğer iki ordusun­ dan ise geride yalnızca önemsiz birkaç kısım kalmıştı. Ya lnızca Tümgeneral Borisov komutasındaki 4 bin askerden

177 Almanların esir kamplarından göriintüler. Binlerce Kızı/ordu üyesi dövüliip vuruluyor ya da öldürülüyordu. Binlercesi salgın hastalıklardan ya da açlıktan öliiyordıı. ·

178 oluşan bir süvari birliği kuşatma çemberi dışına çıkabilmişti. Bu katliamdan sağ kurtulanları ise karanlık günler bekliyordu. Wehrrnacht Komuta Merkezi 'ne göre, 665 bin kişi esir alınmış­ tı. Sovyet tarafının verileriı'ıde ise bu rakam 450 bin olarak yan­ sıtılıyordu. Bin askerden oluşan kendi karargah kuvvetleri ile Alman hatlarına saldıran Sovyet komutanı Orgeneral Kirponos öldürülüyordu. Yine üst düzey komutanlardan olan Budiyeni ve üst düzey parti üyesi Kruşçev ise son anda kaçıp kurtulmayı ba­ şarıyorlardı. Stalin, eski silah arkadaşlarını esir düşme zilletin­ den kurtarmak ve aynı zamanda da Almanları Ekim Devri­ mi'nin bir kahramanını ele geçirme zevkinden mahrum etmek istemişti. Başarı üstüne başarı kazanan Almanlar, yalnızca yarım mil­ yonun üzerinde kişiyi esir almakla kalmıyorlar, resmi rakamla­ ra göre 3 bin 718 top ve 884 tankı da ele geçiriyorlardı. "Völ­ kisclıer Beobachter" gazetesi olayı, "Bir milyonluk ordu yok edildi" başlığı ile duyuruyor ve "Görülmemiş bir zafer" alt baş­ lığı ile kutluyordu.

"Führer ve anavatan için şehit düştü"

Zaferin yayılmasıyla, We hrmacht'ın kayıp haberleri ıyıce dibe vurmuştu. Cepheden gelen resmi haberler, "onurlu ölümü" kahramanlık olarak yansıtıyordu. Savaş muhabiri Fritz Luc­ ke'nin•şu ifadelerle belirttiği gibi: "Hücuma geçtikleri, zafer el-

Kari Schweiger, Te ,�nıeıı

Herkesin can111a tek erti. Yeni görevler düşüniildüğiinde, artık kimse ölümii her yerde başına gelebilecek bir "şans­ sızlık" -rastlantı- olarak değil, aksine, her aıı kendisini bekleyen bir ya:gı olarak göriiyor. Etkileyici derecede ber­ rak bir gökyü:üııde geceleri Orion parlıyor. Arkadaşlar ge­ cenin ilk saatleriııde kulübelerinin önüne oturup sessizce ve dalga geçmeden Belgrad radyosunu dinliyor/ar. Görü­ nen ya/ııı:ca onların sigara ateşleri ... Sağlığıma ya\'Oş yavaş kavuşuyorum. Ancak sal'Oş. uykudayken bile durmaksı:ııı devam ediyor!

179 de ettikleri ve öldükleri ormanın önlerinde 1. Tabur'un şehitleri yatıyor. Dört subay, bir doktor yardımcısı ve birçok astsubay ve erat. Bu, zafer yolundaki ilk büyük kabristan. Bunlar çelik gibi askerler. Bugün daha da çelikleştiler. Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmak oldukça zor bir iş. Ama, her bir asker biliyor ki, Al­ manya'nın varlığını sürdürebilmesi için buna göğüs germek zo­ rundalar." Gazetelerdeki sayısız ölüm haberi, Rusya ile savaşta Alman tarafından da büyük sayıda kurban verildiğinin birer gösterge­ siydi. Bunun üzerine, nasyonal sosyalist propaganda mekaniz­ ması "kahramanca ölüm" mitosunu yaratıyordu. Yas ilanların­ da, askerler Bolşevikliğe karşı direnişçiler olarak onurlandırılı­ yorlardı: "Führer ve anavatan için şehit düştü." Ancak ordu ko­ mutanlığının istatistiklerinde askerlerin kaderi ile ilgili sayılar oldukça endişe vericiydi: 116 bin 908 ölü, 419 bin 647 yaralı, 24 bin 484 kayıp. Bunlar, saldırının başlama tarihi olan 22 Haziran'dan 30 Ey­ lül'e kadar geçen süre içerisindeki zayiat raporlarından elde edilen bilgilerdi. Kızılordu 'nun büyük çaptaki zayiatı ile karşı­ laştırıldığında oldukça düşük bir rakam söz konusuydu. Ama, Alman askerlerinin "Führer"lerinin istekleri doğrultusunda bun­ dan sonra yapacakları görevler göz önünde bulundurulduğunda, bu rakamlar Alman ordusunun komuta merkezini alarma geçi­ recek nitelikteydi. Nitekim, Genelkurmay Başkanı Halder gün­ cesine şu notu düşüyordu: "Yeniden sağlığına kavuşanlar dışın­ da, yerlerinin doldurulması mümkün olmayan 200 bin adamı­ mızı yitirdik." Özellikle de 17 bin 884 subayın kaybı, askeri açıdan olduk­ ça ağır bir sonuçtu. Onların yerinin doldurulması imkansızdı. Wehrmacht Komuta Merkezi OKW, ordu gücündeki toplam kaybı yüzde 16,2 olarak belirliyordu. Üç ay süren bu sefer son­ rasında askeri malzeme kaybı da düşündürücü orandaydı: Luft­ waffe bin 200 uçağını kaybederken, tank birlikleri güçlerinin ancak yüzde kırkını korumakta idiler. Orta Ordular Grubu, mo­ torlu araçlarının üçte ikisini yitirdiğini bildiriyordu, bazı piyade tümenleri ise savaş güçlerinin üçte birini yitirmiş durumdaydı­ lar. 20. Tank Tümeni'n in elinde yalnızca 44 tank kalmıştı. Ka-

180 -:::.-;· ::'.:.. •. ( 3. Ta rtk Grubu Kôfuutd�ı ' . r '' . ' ;; ·· ·• · .. Ask w· l. · ·< : :;;·;-k : Ta nk Grubu erler : - : > ·;; : ;:; , • : : ; :� . : : :: • ...: ;: .; ::: :: : . .•;. . . :::: :: .. -._;·_-::... :: ::=�- '.-:.:;-:.-;. : :: :: -.:- ::: • - _;_. �: _ -_ • • - -.- - • - -_ ·::: · · .: .:: ::: ::::· ::::: : :::::-: ::: _. :=::·=· :=: < :;:.:- - · ; : �L ::: · _ . - ·>=·=·>= ::: · _ ·:=.-·. -·->·-.·;::'.;: - ... - .... :::::_ _ . : · · . ;: '/İ-_ :=: : =� . :g f�t;�i�:�;::;:;:;:::::· :::=:=: : / .Yedi haftadır yaşamakta olduğumut· bu büyüW tarihi ôlayl geridfbıralF < tık. Stalin'in çekirdek orduları darmadağın edilm� GüÇlü tank o,rdusu bu< . yük ölçüde bozguna uğrattfdı. Kızıllar, kafaları ka�lştırırcasiJıa aksini iddia · etseler bile, Moskova'ya giden kapı açıldı; onlarm bunu yeniden kapatmai;.. lan mümkün değil, Jlyemen-Merkine, Olita, Vilna/Smoreviçe, Zeslav, Ples- ·> . çenice; Düna-Sıisna, OHa ve Beşenkovitçi; Wite�sk, GordOdok, Nevel ve Veı.ıuki, Senno, Dobromysl. Demidov, Veliş, Y�evo ve Rattşino sizin z�� ' ferinizin kilometre fa§lan. Kuzeyde Minsk kuşatj.tja�ı, yukarı Düna kıyısuı.C? da ve Vitebsk yakınmda ilerleyen Kızılordu'nllii: bozguniı, uğratılmaSı v.� > geri .kalan kısmının Şmolensk'in doğusunda· sıkıŞtırı�ması.hep sizin başarı�·· . . nızdır. Topyekun sal�ll'ı harekiltı çerçeve�inder şµe son olarak düşinamtj \ kurtulmak"iÇin yapaÇagl- safdıpya karşı göğiis: gerinenizi emretmek duru? mundayım. Bu da sizi bekleyen başka-l:ıir görey, Vop ve güneybatı Bye­ lôy'daki mevzilerinizi muzaffer olarak terk edeceksiniz: Führer bizim · . ???.?? {Almanca metinde de söru işaretleri var,-Ç�v.) ve kısa bir m<:>fa:ver,,J memizi emretti. Kendisi� 4.8.4ltarihinde ordu- �f:kez.kararg ahında, Duna\' üi§dnden yaptığımız saldırının beklentilerinin fizerinde olduğunıt jfade\. .: ederek iki eliyle elimi sJktığmda, bun.o onun siz �stferlerine bütün yüreği ilf �![;teşekkü._ri!9larak lc'Pul �ttiflı: Be"jı. �e Ç!!�aı�tfüi.b �ayaıııkhlığınl�/l(ahf t r�manhğofri ve benirifkomutaiıfa. oıan giiveriinit;JÇin siti yörekt.en teşekH:

kur ediyorum. TeşekkUrum ayrıca bu z9rlu·-- savaŞ ;cephesinin deı:inlikl�rin� <

deki bütün askerleredir-. . .- -· :... ·-··· ··· . : > . Tamamıyla hak edilnıiş bu :Cıinlen�esüresil) �: �ıiil güçlere karşiJ>.� sa:; : vaŞı bitirmek için hai.Jı.i ölmak ama<:iyla ge rek manevi gerekse fizik(olaraJ.C'. yeniden güç toplayacağız.. ve silah ve gereçleriıJl!zin bakımını yapacağız. :.,

_ Büyük bir saygıyla . andığımız. ölü ve yaralılarunı_zjn kaybJ wşuna ol_ri!llm�� . · ' . lulır. • •·.·. . : \ ·1.!!!!!i ; ;):\:i [ ! : ; ii� j� aşas i i� . � . -··:�-· ·.·.· · ·. ;.: ���:·-:-:-:-·.-.- •.• .· :· ::::;.;:·;::: ,"•\::}::::·�(�?. �� ! ' :: o · ·-:-:-:-;.·-;-;.:- -; -:-:·:-:·: · �:�� ı, �g�f�P. �t.�: i · I.m::; :{ :�;;::-' · :: . :: ·:;.-. : : :: _:;:- -:-: ·: : : ;:;:::;:::::;:;: , :-.fi: : :: y =�:=�(- :::: :-:::�k:;:::::;<:::.

yıplann yerine geçecek olan yedek kuvvetler de, cephenin hiç­ bir yerinde olması gereken en az seviyede bile değillerdi. Ka­ muoyu, resmi olarak bu sorunlardan haberdar edilmiyordu. Ama, cepheden annelere ve eşlere gönderilen mektuplarda yaz dönemindeki inançlı hava hissedilir derecede kırılmış, sağduyu egemen olmaya başlamıştı: "Kaybımız büyük. Hatta Fransa 'dakinden daha fazla. Bu Ruslar kadar inatçı köpekler görmedim. Aynca hiçbir şey işle-

181 meyen materyalden yapılma tanklara sahipler. Bizden de bazı arkadaşlar ölü ya da yaralı olarak savaş alanında kaldılar. Bu savaş gerçekten korkunç bir şey." Bu tür mektuplar memlekette endişeleri arttırıyordu. Sürekli olarak halkın nabzını tutan ve böylece o zamana kadar aşırı inançlı havayı tespit edebilen gizli servis, bu kez şu tespitte bu­ lunuyordu: "Doğudaki savaştan gelen haberler, kendi kayıpları­ mızın yüksek oluşuyla gölgelenir olmuştur. Özellikle başta ka­ dınlarda olmak üzere, bu durumun büyük bir etki yarattığı göz­ lenmektedir." 6 Ağustos 1941 tarihinde yerel bir Berlin gazete­ sinde yer alan bir örneğinde olduğu gibi, duaların cesaret arttı­ rıcı olmaları beklenmektedir:

"İçimizden biri düşerse toprağa diğeri iki kişilik tutmalı onun yerini çünkü Tanrı her savaşanın yanına katacaktır arkadaş olarak bir yenisini."

Bunlar sadece inanç dolu dileklerdi ve ayrıca babaların, oğulların, erkek kardeşlerin kaybını teselli etmeye yettikleri de söylenemezdi. Sovyetlerin yedek güçleri, gerçektenden de bitip tükenmez gibi görünüyordu. Genelkurmay Başkanı Halder, daha 11 Ağus­ tos 'da yaralanma ve teslimiyet karışımı bir ruh hali içerisinde güncesine şu notu düşmüştü: "Son gücümüzü de harcadık. Sa­ vaşın başlangıcında,-yaklaşık 200 tümenlik bir düşman kuvveti olduğunu tahmin ediyorduk. Şimdi, 360 tümen olduğunu görü­ yoruz. Ve de bunların bir düzinesi bozguna uğratılsa, Rus yeni bir düzine tümenle ortaya çıkıyor." Bitler ise bunu görmezlikten geliyordu. Kiev başarısını ken­ di kişisel zaferi olarak kabul ediyordu. Haklı değil miydi? Ki­ ev'de elde edilen zafer ile güneyde hedeflenen başarıya ulaşıl­ mamış mıydı? Saldırının Moskova'ya yönlendirilmesini dur­ durmak işe yaramamış mıydı? Hitler'in kendine güveni daha da artmıştı. Halkın alaycı ifadesi ile "tüm zamanların en iyi savaş komutanı" anlamında GRÖFAZ olarak adlandırılan Bitler, as­ keri danışmanlarına bir savaşa nasıl komuta edilmesi gerektiği-

182 Cepheye yapılan büyük çaplı ikmal, lojistik bir meydan okun, ı ıiteli­ ğiııde: Akaryakıt, ekmek, gazete ve sigara.

183 Dr. Paul Linke, Birlik Doktoru

Bulunduğumuz yerin sınırlarının yaklaşık 500 metre kuze­ yinde, küçük tepelik bir bölge vardı. Orada yaptığım bir atlı gezinti sıı:asında, bir çukurda yatan ölü bir Rus askeri bul­ muştum. O/ünün gömülmesini sağlamak amacıyla atımı geri­ ye, köye doğru sürdüm. Ancak tam o sırada, tabur komutanı­ nın subayları acil görev toplantısına çağıran bir emri ile karşılaştım. Ta m zamanında karargahta olmuştum. Bizim binbaşı çok tedirgin görünüyordu. Yüzü adeta taş kesilmişti. Olağan bir durum toplantısının böyle gergin bir hava yaratması için herhangi bir sebep olamazdı. Ancak emir su­ bayı bile bu durumdan etkilenmişe benziyordu. Oysa askeri ifa delerle söyle­ necek olursa; aralıksız ilerlemek suretiyle, Boguslavetz köyüne hareket harbi yöntemiyle bir saldırı gerçekleştirmiş, karşı tarafta savunma durumunda olanları geri püskürtmüş ve bir sonraki gün olabildiğince erken ilerlemeye devam edebilmek için kendimizi önden ve cenahlardan güvenceye almamış mıydık? Ancak bu işin sonu kötüydü: Haftalardu� esir alınan Sovyet komiser­ lerinin kurşuna dizilmelerini içeren bir ''Führer emri" olduğu söylentisi orta­ larda dolaşıyordu. Prusya geleneklerine göre yetiştirilmiş düzgün askerler olarak bizler, bunları birer "asılsız söylenti" olarak görüp, kulak ardı ediyor­ duk. Ama işte şimdi gerçek bizi kıskıvrak yakalamıştı. Ta bur komutanı bize bir komiserin esir alındığını açıkladı. Çok gergin bir sessizlik hakimdi. Hani der­ ler ya, iğne düşse çınlaması duyulacak cinsten. Ardından, binbaşının hiç alı­ şılmadık biçimde çın çın öten sesi duyuldu: "Tabur emridir! Komiser kurşuna dizilecek. Emri yerine getirmek için Teğmen Fuchs görevlendirilmiştir!" Te ğ­ men Fuchs, o zamanlar hem tabur komutanlığının emir subaylığı, hem de mahkeme subaylığı görevlerini aynı anda beraber yürütüyordu. Meslekten hu

ni bir kez daha göstermişti. Kafkaslara giden kapı açılmıştı, Moskova'ya giden yol açık görünüyordu. Sovyetler daha nere­ de ciddi bir direniş gösterebilirdi ki? Dünya üzerinde böyle bir darbe yiyen hiçbir ordu bir daha kendine gelemezdi! Hitler böyle düşünüyordu ve nasyonal sosyalist propaganda mekaniz­ ması da "\/ölkischer Beobachter" gazetesinde bunu şöyle yansı­ tıyordu: "Stalin'in orduları yeryüzünden silindi."

"Ilıca bölgesi sonunda Ya hudilerden arındırıldı ... "

Alınan birlikleri Kiev'e girdiklerinde Ukraynalı milliyetçile­ rin toplu mezarları ile karşılaştılar. Stalin'in emriyle tutuklan­ mış olan bu siyasi mahkumlar, Almanların kente girmesinden

184 kııkçııydu. Kendisi benim arkadaşımdı. Neşeli ve sürekli şakalar yapan biriy­ di. "Fakat Binbaşım ... " diye kekeledi ve karşı taraf onun sözünü sert bir şekil­ de kesti: "Teğmen Fuclıs! Şu an tek bir kelime bile duymak istemiyorum! Gi­ din ve derhal emri yerine getirin!" Ben, toplantı resmen biter bitmez hemen yerimden fırladım ve arkadaşım Fuchs' a, "Otto, ben de seninle geliyorum!" dedim. Çünkü aklıma tam da o anki duruma uygun müthiş bir plan gelmişti. Komiserin hapsedildiği ağıla giderken, yolda arkadaşıma aklımdan geçenleri anlattım: Te ğmen Fuchs ve Rus komiserini birkaç saat önce bulduğum ölü Rus' un yattığı dar geçide götürdüm. Oraya vardığımızda Fuchs' a bu cesaret gerektiren plammı anlattım: Rus komiseri ölü arkadaşının elbisesini giyecek, ölüye ise komiserin üniformasını giydirip defnedecektik. Ancak daha önce ta­ bancayla iki üç el ateş etmemiz gerekiyordu. Daha sonra komiser karanlık çö­ kene kadar geçitte bekleyecek ve kendi tarafınm hatlarına geçmek üzere yola çıkacaktı. Komiser hiç itiraz etmedi, aşağı yukarı "teşekkür" anlamında "spassivo" diyerek yanıt verdi. Çabucak elbiselerini değiştirdi ve ölü Ruş_'u gömmek için küreğin sapını kavradı. Bu arada biz de yere iki el ateş ettik. Olü asker tepeden tırnağa komiser üniforması içinde gömüldükten sonra komise­ re , "Şimdi sizi burada yalnız bırakıyoruz ve bol şanslar diliyoruz. Siz de bili­ yorsunuz ki, bu olay bir duyulursa ikimiz de kurşuna diziliriz. Ancak, subaylık onurumuzu korumak için bu riski göze almaya değer. Biz savunmasız tutsak­ lara ateş etmeyiz. Eğer bir Alman tutsakla ilgilenmeniz gerekirse, belki bu anı hatırlarsınız" dedim. Bunun üzerine komiser esas duruşa geçerek elini şapka­ sına götürüp selam durdu ve kırık bir Almanca ile, "Ben unutmayacak!" diye cevap verdi. Ye niden karargaha döndüğümüzde Teğmen Fuchs komutana kısaca ..bilgi verdi: "Emir yerine getirilmiştir!" Binbaşının cevabı ise şöyle oldu: "Uzgü­ nüm Fuchs, bunu ben de istemiyordum. Ben de yalnızca aldığım bu zorunlu emri size havale ettim!"

kısa bir süre önce nöbetçiler tarafından kurşuna dizilmişlerdi. Alman askerlerinin başlarda, özellikle de Ukrayna' da, neden "kurtarıcı" olarak karşılandıklarına şaşıranlar, bu sorunun yanı­ tını burada arasınlar. İnsanlar burada her tür bağımsızlık çabası­

nı kanlı bir biçimde bastıran Moskovalı komünistlerin amansız baskı politikaları altında acı çekiyorlardı. Bu korkunç ceset bul­ ma hikayesine, nasyonal sosyalist basında çok geniş bir şekilde yer verildi. Almankamuoyu ve dünya, Stalin'in hapishanelerin­ de nelerin döndüğünü öğrenmeliydi. Böylece Hitler burada, "Moskova'daki Bolşevik Şeytan"a karşı savaşını haklı çıkara­ cak güzel bir malzeme elde ediyordu. Ancak Alman gazeteleri aynı zaman içerisinde Alman cephesinin gerisinde neler olduğu konusunda ise suskun kalıyorlardı.

185 Hitler bunun, sonunda Rus İmparatorluğu 'nu darmadağın et­ mek ve Alman göçmenler için yeni koloniler kazanmak ama­ cıyla Bolşevikliğe karşı bir yok etme savaşı olduğunu daha sa­ vaşın başında açıkça belirtmişti. Nasyonal sosyalistlerin derdi, komünizmin baskısı altındaki insanları kurtarmak değil, tama­ men yok etmeye dayalı ve işgale yönelik bir savaştı. İşgal edil­ miş doğu bölgesine atanan Reich'ın çiçeği burnunda bakanı Alfred Rosenberg, şöyle bir saptamada bulunuyordu: "Biz, 'za­ vallı Rusları ' Bolşeviklikten kurtarmak için bir savaş yürütmü­ yoruz. Bölünmemiş bir Rusya'nın oluşturulması ve Stalin'in yeni bir çar olarak gösterilmeye çalışılması, bu yüzden başarıya ulaşamamaktadır." Nasyonal sosyalistler, Rusya'nın geleceğini kafalarında na­ sıl tasarladıklarını, Sovyetler Birliği 'nin Avrupa' daki kısmından Urallar'a kadar olan bölgede ayrıntılı bir "Cermenleştirme" programı olan "Genel Doğu Planı"nda ortaya koymuşlardı. Otuz yıl içerisinde tamamen gerçekleştirilmesi düşünülen bir plandı bu. Hitler, geleceğin bu doğu kolonilerini hammadde kaynağı ve pazar olarak kullanmaya başlamadan önce, bu bölge Sovyet halkından "arındırılmış" olmalıydı. Hitler dev boyutlu bir kitle katliamı planlıyordu, Yahudi halkına uygulanan türden Holocaust'un bir ikincisini. Wehrmacht "kızıl tehlikeyi" doğuya doğru püskürtürken, Alman cephesinin gerisinde ise acımasız bir katliam yaşanıyordu. Daha önce bu askeri savaş için, "Kızı­ lordu mensubu dün de dost değildi, bugün de dost olamaz" şi­ arını kullanan Hitler de, rakibi gibi aynı şekilde insan onurunu hiçe sayarak sivil halkın katledilmesini emrediyordu. Generallerinin aksine Hitler, kitle katliamlarını "askeri bir zorunluluk" olarak gerekçelendiriyordu: "Savaş, ancak Rus­ ya'da bulunan Wehrmacht'ın tamamına tayın sağlanırsa devam ettirilebilir." Bu yüzden de, "gereksiz kaşık düşmanlarının" doyurulması­ na son verilmesi Naziler açısından en doğru adımdı. Hitler, böyle bir adımın doğuracağı sonuçların da farkındaydı: "Böyle­ ce, kuşkusuz milyonlarca insan açlıktan ölecektir." Ancak, işgal altında yaşayan insanlar yalnızca açlıktan ölme tehdidi altında değillerdi. Ağır savaş koşullarında hayatta kal-

186 mayı becerenler de, güvenlik servisi ve Gestapo'nun işgal altın­ daki bölgelerde uyguladıkları ideolojik terör eylemlerinin acı­ masızlığı ile karşı karşıya idiler. Letonya'nın Libau bölgesinde­ ki SS ve polis gücünün sıradan bir bölge sorumlusu olan Fritz Dietrich tarafından büyük bir özenle kaleme alınan bir tutanak, görevli SS birliklerinin hiddetinin hangi boyutlara vardığının · bir dökümünü gözler önüne sermektedir:

20.9.4 1 SS ve Polis Bölge Sorumlusunun Libau'ya gelişi. 22.9. 67 Yahudi'nin Windau'da infazı. 24.9. 37 Yahudi'nin Libau'da infazı. 25.9. '1.23Ya hudi'nin Windau'da infazı. 80 siyasi mahkfimun tutuklanışı. 30.9. 21 Yahudi'nin infazı, 83 kişinin getirilişi. 3.10. 37 Yahudi 'nin infazı. . 4.10. 18 Yahudi ve 2 komünistin infazı.

Tarih, infaz, kişi sayısı. Sürekli aynı tablo. Dietrich, tıpkı bir muhasebeci gibi günlük olarak infazları ve kurbanların sayısını not etmişti. Günlük olarak tutulan bu defterdeki tarihler, 17 Aralık 1941 'e kadar geliyor ve sonrasında her şeyi açıkça orta­ ya koyan çok özlü birkaç cümlecikle son buluyor: "Yahudi ak­ siyonu sonuçlandı. To plam olarak 2 bin 746 Yahudi kurşuna di­ zildi. Yalnızca Yahudilerin infazında mermi harcandı. 6 bin atış." , Cephe gerisinde bu türden birçok kitlesel katliam gerçekleş­ tirildi. Savaş esirleri, komünistler ve toplama kamplarından ka­ çanlar da yeni kurbanlardı. Raporlarda, insanla hayvan arasında hiçbir fark gözetilmiyordu. Örneğin, bir infaza ilişkin notta şu ifadeler kullanılmıştı: "Son günlerde 47 köpek ve 42 kedi, ku­ duzla mücadele kapsamında ateş edilerek öldürüldü." SS üyele­ rinin insanlık onurunu ayaklar altına aldıklarını bundan daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Yukarıdakinin benzeri listeler yalnızca Li­ bau 'da tutulmadı. Doğu cephesinde ilerlemekte olan normal as­ keri birliklerin ardından onların boşalttığı yerlerde özel birlik­ ler, Hitler'in 3 Mart 1941 tarihinde verdiği şu talimat doğrultu-

187 Saatler süren bir "sürek avın­ ··•·•jj �� i:: ... dan" sonra, bir SS birliğinin mensupları, Yahudi kurbanları­ nın ardından fo toğrafı çektir­ Lfl��ı�tdiii��şi$:�. mek üzere poz veriyorlar. . · lif J@Çli'un d l . · • tqeWin t�_hripe i mesi. .._• •.•_•._ •.·•.•·_·.·_.•_.•.• -.•-·_· _ __ /• plık.kl!tdfilt _birif'-pQrundan - •_ . Reich' ın liderlerinden SS' ci i . : - .. f :;:;.:.:;::: . ::;:-:-:-: · :: • ·.·.- -. ·.·- -:·:. . :::. ·.;: ;-::::::'.:::::::;::::::=::::::::.:::�.:: .;:: ;:::::;:;.<·:-:- . Himmler Minsk'te. Kendisini · · · İ.{:i�Y: Id o->' 5Ekinil94t/t • •>t "çocuk dostu " olarak göster­ �;;���Mtd�ki ;���;�•iJ��� 9 g§ı.ui"i�4i� meye çalışıyor. Rlt1)��� r ••••••••·��i 4r��:.&ı��t.�füb�::�k ��eJJ �::· .. ilflf��;11���!i \liil;güıileriııde keritin Yahudileri teıniz-;-'.( l�o,pit Tuplam olarak (grada_ görev ; yap�n· -·�­ ve.ı; leri · gqft!-) ŞŞ!wm�n9,o_ birliğiı:lin j ne. �t��(k�<:fıil; Yl\�!�şµs;35 b,�n_ipsau_: : ı ı ���?IJ ���;J.�������rs·•

188 sunda görevlerini yerine getiriyorlardı: "Yahudi-Bolşevik ay­ dınların kökü kazınsın." Reich' ın SS lideri Heinrich Himler, Güvenlik Polisi ve SD timlerinden dördünü cephe gerisinde "özel görevler" yapmak üzere görevlendirmişti. 3 bin kişiden oluşan bu grubun görevle­ rinin neler olduğunu, SD şefi Heydrich Führer 'e Mayıs 1941 'de şöyle açıklıyordu: "Bütün Yahudilerin, bütün Asyalı azınlıkların, bütün komünist eylemcilerin ve Çingenelerin öldü­ rülmesi." Görevli grupların liderleri, "özel görevlerini" tamamen in­ sanlık onurunu çiğnemeye dayalı yöntemlerle yerine getiriyor­ lardı. Bu dürt gruptan birinin komutanı olan Otta Ohlendorf, kendi grubunun 1941 yılının sonuna kadar gerçekleştirdiği kur­ şuna dizme eylemlerinin sayısını yaklaşık 90 bin olarak açıklı­ yordu. İlk yıl içerisindeki yalnızca Yahudi kurbanların sayısı yarım milyondu; 500 bin erkek, kadın ve çocuk. Hitler, Rusya'ya karşı yürütülen savaşın "normal" bir savaş olmayacağını önceden açıklamıştı. Bu, "Yahudi-Bolşevik pis­ liklerin" temizleneceği bir savaş olacaktı. Özel görevleri yerine getiren bu grupların kanlı eylemleri, Hitler'in planlarını uygula­ maya başladığının göstergesiydi. Ancak, Hitler'in "Yahudi ve Slav alt ırklarına" katliam çılgınlığının uygulayıcıları, yalnızca Himrnler 'in özel k�mandoları değildi. Hitler, bunların yanısıra görev yapmakta olan askerleri de kullanıyordu. Alman general­ leri atasında da birkaç çapsız yaltakçı vardı. Bu özel görevler yapan gruplar, Wehrrnacht içerisinde de itibarlarını yükseltmek için çaba sarf ediyorlardı: "Özellikle Wehrmacht'ın yüksek ko­ muta merkezlerinde büyük bir itibar uyandırmanın keyfini yaşı­ yoruz. Ne de olsa, söz konusu olan Yahudi sorunu ve bu konu­ da kesinlikle tolerans yoktur. " Wehrmacht komutanları yalnızca özel komandoların katli­ amlarına göz yummakla kalmıyorlar, zaman zaman SD birlikle­ ri ile ortak çalışmalar da yürütüyorlardı. Sovyet sivil siyasi ko­ miserleri, yargısız infazlar için bu komandolara teslim ediliyor­ lardı. Aktif ya da pasif olarak direniş gösteren herkes anında kurşunlanarak infaz ediliyordu. Wehrmacht'ın yüksek komuta merkezi OKW, kendi birliklerine, özel komandolara verilen

189 emirleri aratmayacak talimatlar veriyordu. Örneğin, 8 Eylül ta­ rihli bir talimatta şöyle deniyordu: " Bolşeviklik, nasyonal sos­ yalist Almanya'nın ölümcül düşmanıdır. En ufak bir karşı koy­ mada tereddütsüz ve atılganca saldınlacaktır. Özellikle Bolşe­ vik bozguncuların karşı koymaları, aktif ya da pasif direniş göstermeleri söz konusu olduğunda süngü, dipçik, ateşli silah ayırt etmeksizin anında yok edilmeleri emredilir." Askerlerin sivil halka karşı işledikleri suçlar cezalandırma kapsamının dışında bırakılıyor, savaş mahkemeleri ve yetkili diğer mahkemeler feshediliyordu. Hitler'in 6 Haziran 1941 'de çıkardığı "Komiser Emri" ise bu gelişmelerin tırmandığı en acı noktayı teşkil ediyordu. Bu emre göre, Kızılordu'ya bağlı siyasi komiserlerin, "anında si­ lahla temizlenmesi esastı." Ancak, Hitler' in talep ettiği bu türden hareket biçimlerine karşı içerden de direnişler baş gösteriyordu. Bu nedenle Feld­ mareşal von Reichenau 10 Ekim 1941 'de çıkardığı bir emirle askerlerin "kafalarını netleştirmeyi" düşünmüştü: "Birliğin Bol­ şevik sisteme karşı tavır ve hareketlerinin nasıl olacağı konu­ sunda halen kafalarda pek çok soru işaretleri vardır. Bu askeri seferin en önemli hedefi, Avrupa kültür ortamındaki Asya etki­ sini tümüyle kırmaktır." Doğudaki insanlık dışı uygulamayı protesto edenlerden biri de Savunma Şefi Amiral Canaris'ti. Sovyet tutsaklara uygula­ nan insanlık dışı muameleleri 15 Eylül 1941 'de Hitler'e bildiri­ yor, ancak bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. İki gün sonra ise 39. Tank Kolordusu'nun komutanı General Schmidt, "Komiser Ernri"nin kaldırılmasını talep ediyor, ancak onun bu talebi de geri çevriliyordu. 17. Tank Tümeni askerleri de aktif bir direniş örneği göstererek tutsak komiserlere ateş etmeyi red­ dediyorlar, ancak tutsaklar Himmler'e bağlı komandolar tara­ fından kurşuna diziliyorlardı. Bu tür protestolar, Hitler'in We hrmacht'ın bu tür görevler için uygun olmadığı düşüncesini daha da güçlü kılmıştı. Sivil halka karşı uyguladığı katliam savaşında en güçlü silahı olarak elinde yalnızca özel komando birlikleri kalmıştı. Bu özel birlik­ ler, verilen her emri yerine getiriyorlar, sorgusuz sualsiz öldürü-

190 : ·;·::::;.;·;·;-.:;:::::::.;·:·

,,. \ Jlii-liğln J�plşeviksisteıne karş(fiiy.ır.Ye :,hareketlerirıfü '!lri.s..dk: olacağı kori:usti,nd� halen _ kafafard;ı:P, �kÇok)or� işafeu�tL vardrr• .Bu.askeri seferfo;en .o nemli hedefi, Y�huıIFBolŞefU( ; . sisleinin·giiÇ �ay�aklarım tamam�n. y:: � diğer.. hedefse:; Wehrmachi1m ardıri.(laÇbugüne kadarki de. p�yföılerimizden��n.::::ı· ::: taşıldığı üzere '.4�Hn'ıa\:'.ahudiler taraf 1�fi�n :Ç!ka.i-i13.n a_yajil��ıardi _mikr:op�;.3 liil���ft��ll�tf iltltlt Alman· halkını Asya-Ya hudi tehlikesliıden sol'\stna dek kurtarmak olan tarihi . g_ore\'imizi aÖc?k bu şekilde yerine getire.bfüdz. ,: v .. : · : . •.·. • · .� ��-��: ·=·: ,:::;:�;;_:;-;::;::::::::=:. ::.:: . -::: ·: ' · � . . : . . ·- .· . .·�;::·: · .:::> .·:; ::: :� : . :�:� --� : . · · · :..:::: aştroıı: :uıü. ın:;.won Reidıe. iıau ;:: :: ······· · , � ..f�diii ateşaf ····· ': . ·: ·1, : : · ,, . ,,. :\::' :, ,J'{:: . · . : ·-.=:=::� :X'. := G:-:-'. :::: . / ::{:: .· :.·. . · .:;=: · · ·:::.· \: r:·· ;;;::�\: )�l =:�:\: . -- : � : :+ · · �:� ::�. :.,-;·:*=· · ,_:=. .:.<\DağıtııiJ.ı:: k e · e ·=�- / : • =:::=::�t��\U( · ��;����t\�}- �ölii l�.r v sfür .biı;Ji,, �'�[�: . t · . i: �;· ', -�!� -��f.�, ;.�\ ';;; . ·'.;;:!}� :·,:· ·: :i j

yorlar ve protesto etmeksizin katlediyorlardı. Sayısız pek çok örnekleri arasında, C Birliği'ne bağlı 4. Özel Komando men­ suplarının uyguladıkları bir kitlesel katliam içlerinde en kor­ kuncuydu: "Babi Yar" adı, bugün bile özel komando birlikleri­ nin Sovyetler Birl iği'ndeki suçlarından en alçakça olanının iş· lendiği yer olarak anılır. Babi Yar, Kiev yakınındaki bir dar boğazın adıdır. 29 Eylül 1941 de Kiev'in işgal edilmesinin hemen ardından insanların oluşturduğu uzunca bir kuyruk bu dar boğaza doğru hareket

191 Hans Kessel, Zırhlı Araç Bombacısı

Galiçya' daki Slozov' da Ukraynalı siviller, hisar kapısının önünde bölge­ nin tamamından toplanan Yahudileri öldürüyorlardı. Cılız bir Ukraynalı, daha önce dua okumalarına izin verilen diz çökmüş vaziyetteki Ya huc{ilerin ense köklerine demir bir çubukla vuruyor ve omurgalarını kırıyordu. insan­ lar, pek çok cesedin yattığı çukura kafa üstü düşüyorlardı. Bunun bir öç al­ ma eylemi olduğu söyleniyordu. Kızı/ordu mensubu Ya hudi komiserler, daha önce, Alman kurtarıcı/arı yeşil çam dallarından yapılma bir zafe r takıyla selamlamak isteyen yüzlerce Ukraynalı sivili öldürtmüşlerdi. Görüntü al­ mak için fo toğraf makinemi giymiş olduğum motosikletçi mantosunun alım­ dan çıkardığım sırada, yanımda aniden bir sahra jandarması belirdi ve ba­ na hemen toz olmamı, aksi taktirde makinemi alacağını ve kimliğimi tespit edeceğini söyledi. Burada fo toğraf çekmek yasakmış ve Alman Wehr­ macht' ıııın bu işe karışmaması gereki­ yormuş. Çünkü bu Ukraynalıları ilgi­ lendiren bir durummuş. Ama bir kere­ sinde, Şitonıir' deki Kamionki Srunıilova köyüne geldiğimde birkaç görüntü al­ mayı başarmıştım. Orada cılız bir Uk­ raynalı, 80 yaşlarındaki bir Ya hudi'ye vuruyordu. Ancak daha önce teneke bir kutuyu bir taç gibi adamın kafasının üzerine koymuş ve dizlerinin üzerine ise dini bir kitap yerleştirmişti ...

ediyordu. Bebekli anneler, yaşlı erkek ve kadınlar, gençler ve çocuklardan oluşan 30 binin üzerinde insan ucu bucağı gözük­ meyen bir konvoy halinde kenti terk ediyorlardı. Bu insanlar, Almanların bir gün önce Kiev'in her yanına astıkları afişlerde yazan şu çağrıya uyarak yola koyulmuşlardı: "Kiev kenti ve çevresindeki bütün Yahudiler, 29 Eylül 1941 saat 8.00'de Mel­ nikov ve Doktorov caddelerinin kesiştiği kavşakta olsunlar." Bu çağrıya uymayanlar hemen kurşuna dizilme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardı. Bu emre uyanları neyin beklediği­ niyse afişlerde belirtilen mezarlığın yanındaki bu buluşma nok­ tasında toplanan Yahudilerin hiç birisi bilmiyordu. Bu bir sürgün müydü, yoksa gözaltı mıydı? Peki elbiselerini neden bırakmak zorundaydılar? İki sıra halinde dizilmiş polis­ lerin arasından başlarına coplar yiyerek geçerlerken, giderek ar­ tan müthiş bir korku yayılıyordu insanların içine. Oysa bu daha

192 Babi Ya r' da kitlesel ka tliam: Rus Ya hudileri, öldürülmelerinden önce soyunmaya zorlanıyorlardı

Anneler çocukları için mer/ıa111l'I diliyorlar.

193 Ludmilla Sheila Poliştşuk, Babi Ya r' da HayattaKalan lardan

29 Eylül' de esir alındık. Annemi ve beni bir arabaya tıktılar ve toplanma yerine götürdüler. Almanlar bizi son gruba dahil ettiklerinde gece yarısı ol­ muştu. Sıralar bir tel örgüylç birbirinden ayrılmıştı ve çevremizde makineli tüfekli bir sürü asker vardı. insanların çoğu çığlık çığlığaydı. Ben o zaman­ lar daha dört buçuk yaşındaydım. Çınlçıplak soyunmak zorundaydık. Anne­ min üzerinde eski çamaşırlar vardı ve onların üzerinde kalmasına izin veril­ di. Ama benim elbiseciğimi aldılar. Bizi, içlerinde dokümanlar ve başka eş­ yalar olan sandıkların bulunduğu bir dar geçide götürdüler. Orada, bir kı­ zın korkunç bağırışlarını duymuştum. Annem, kızın 15-16 yaşlarında oldu­ ğunu söylüyordu. Adı Sarah'tı ve çok güzel bir kızdı. Almanlar onu annesin­ den çekip ayırmaya çalışıyorlardı, ancak annesi kızını vermek istemiyordu. Bunun üzerine, kafasına dipçikle vurarak anneyi öldürdüler. Beş ya da altı asker kızı çekerek götürdüler. Ardından bir at arabasıyla gelmekte olan yaş­ lı bir Ya hudi göründü. Bir Alman ona doğru gitti ve ucu açık olan bir çakıy­ la altın dişlerini söküp almak istedi. Ancak, Ya hudi ağzını açmak istemiyor­ du. O anda Alman onu sakalından yakaladı ve adamı çitlerin üzerine fı rlat­ tı. Adamın sakalı elinde kalmıştı. Ben bağırmaya başladım. Annem beni el­ leriyle kavradı ve bana şöyle dedi: "Kızcığım bağırma, yoksa bizi öldürür­ ler. Eğer susarsan belki hayatta kalırız." Sonra bir infaz komandosu belirdi. Amg annem beklemeden beni çukura attı ve kendisi de üzerime kapaklandı. Ozel birlikler üzerimizi cesetlerle kapatmaya başlamışlardı. Ardından başka bir gruba ateş etmeye başladılar. Annem altında boğulacağımı anlamış olmalı ki, iki elini yumruk yapmış boğazıma bastırıyor ve böylece kan gölünde boğulmamı önlemeye çalışıyor­ du. Sonrasında, askerlerin geldiğini ve hayatta kalanları aradığını duyuyor­ dum. Bir asker annemin yanında durmuş, ancak bir şans eseri süngüsünü yanında yatan yaralılara saplamıştı. Onlar eşyaları paylaşmak için uzak­ laştıklarında annem gayrı ihtiyari beni çekip almış, taşıyarak oradan kaçır­ mıştı. Kiev' in bir semti olan Podol' da bir tuğla fa brikası vardı . Annem beni oranın bodrumuna götürmüştü. Dört gün ve dört gece boyunca bu bodrum­ da sak/anmıştık.

başlangıçtı. Dayak merasimi ile dar geçide vardıklarında, küçük gruplara ayrılarak yere uzanmak zorundaydılar. Ardından infaz komandoları eylemlerine başlıyorlardı. Makineli tüfekle yapılan bir yaylım ateşi, cesetlerin yalnızca gerektiği kadar üzerini örtecek birkaç kürek toprak ve ardından diğer grup geçide sokuluyordu. Bu korkunç prosedür hep yeniden başlıyor ve sürekli tekrar ediyordu. Katliam yapmaktan bitap düşen Al­ man ölüm komandoları vardiya usulü çalışıyorlar ve bir saat in­ san katledip, bir saat dinleniyorlardı. Bu böylece karanlık

194 basıncaya dek sürdü. Ancak bitecek gibi görünmüyordu. Hala hayatta olanlar, geceyi birbirlerine bağlı olarak boş salonlarda geçiriyorlar, içlerinden bazıları sabah dinlenmiş özel birlikler tarafından savunmasız olarak katledilene kadar başka bir yere nakledileceklerine inanıyorlardı. Katliam tam 36 saat sürmüştü ve ardından SS üyeleri izleri yok etmeye girişmişler, geçidi dinamitle havaya uçurmuşlardı. Taş yığınları arasında, 33 bin 771 Yahudi yatıyordu; katiller, Alman disiplinine yakışırcasına bir de defter tutmuşlardı. 33 bin 771 kurban ve 150 cani. Babi Yar, o günden itibaren bütün Sovyetler Birliği'nde Alman caniliğinin bir sembolü olmuştu. Tahminlere göre, yalnızca Kiev ve çevresinde 200 bin insan kurşuna dizilerek, dövülerek ya da gaz verilmek suretiyle öl­ dürülmüştü. Babi Yar, bu türden eylemlerin gerçekleştirildiği çok sayıdaki yerlerden yalnızca birisiydi. Bazı Ukraynalıların Alman işgalcilerin yardımıyla komünist baskıdan kurtulup özgürlüğe kavuşma umutları böylece ölüm­ cül bir yanılgıyla son bulmuş oluyordu. Moskova'nın baskısı altındaki Ukraynalılar ya da Yahudiler için bir kurtuluş savaşı vermek Hitler'in umurunda bile değildi. SS özel koman­ dolarının bu barbarlıkları, Wehrmacht açısından da kötü sonuç­ lara yol açmıştı. Bazı bölgelerde yerli halk Alman askerlerini kendilerini Stalinizm ' in boyunduruğundan kurtaracak kur­ tarıcılar olarak tuz've ekmekle karşılamışlardı. Şimdiyse bun­ lardan pek çoğu Stalin 'in çağrısına uyarak direnişe katılıyorlar­ dı.

"Alışılmadık bir savaş"

Sovyetler Birliği 'ne yapılan saldırı öncesinde, generaller Kızı lordu 'nun savaş gücünü hafife almışlardı. Hitler, par­ çalamak için bıçak darbesinin yeteceği bir "domuz kesesi" olarak adlandırmıştı onları. General Jodl, bu "başsız toprak heykel"in bir pencere camı gibi tuzla buz olacağından dem vururken, Genelkurmay Başkanı Halder ise "bir yumrukla tamamı parçalara ayrılır" kehanetinde bulunmuştu. Oysa, elde edilen büyük çaplı başarılara rağmen, birkaç haf-

195 Fritz Zimmermann To pçu

Karargah batar­ yasında Pache adlı bir bekçi vardı ve saldırı sırasında evlere girmiş ve genellikle Ya hudi kadınlarının altın dişlerini sökmüş­ tü. Uzun süredir Kiev'de bulunuyor­ duk. Daha sonra Kiev' in çevresini dolanarak Pripet bataklıklarını geçip Harkov yönüne doğru iler­ ledik. Kiev yakınlarındaki bir taş ocağında 30 bin Yahudi' nin SS' [er tarafından öldürüldüğünü duyduk. Bir asker, kollarında bir Rus kızını taşıyordu. Sarhoş malzemeci onlara doğru geldi ve kıza ateş etti. Bun­ dan dolayı asla yargılanmadı. Ardından Byelgorod' un doğusun­ da küçük bir köye geldik. Günün birinde, birkaç Rus kaçağa rast­ ladık. Alayın emir subayı, karargah bataryasını arayarak Rusları kuşuna dizmek için birkaç gönüllü olup olmadığını sormuş. Gerçekten de birkaç gönüllü çıkmıştı. Rusların keçe çizmeleri, pamuklu ceketleri ve pantolonları çıkarılmıştı. Sonrasın­ da kurşuna dizildiler. Bu olay sivil halktan Rusların gözlerinin önünde meydana geldi. Bazı arkadaşlar o zamanlar şöyle diyorlardı: "Eğer İvan Almanya'ya gelecek olursa Ta nrı bize acısın!" Ben bugün bile şunu söylüyorum: Partizan savaşından kareler: "Eğer bazı anneler ve kadınlar, oğullarının ve kocalarının savaş Bir delikanlı annesi ile sırasında o zamanlar neler yaptık­ vedalaşıyor; Bir Alman larını bilseler, bugün bile onlar ikmal konvoyuna düzenlenen adına utanırlar! saldırı; Bir görev bitiminde yaralılar taşınıyoı:

196 ta geçmeden hava değişmeye başlamıştı. Sovyet birliklerinin başsız kalarak dağılmalarından söz etmek mümkün değildi. Topraktan olup olmadığı bir yana, heykel dimdik ayaktaydı. Kızılordu askerleri, düşmanda bile saygı uyandıracak bir cesaret ve sertlikle savaşıyorlardı. Ama saldırganların işini bitiren yalnızca Rus orduları değil- di. Alman birlikleri, işgal ettikleri bölgelerde "yakılmış toprak­ ların" etkileriyle karşı karşıya kalıyorlardı. Stalin, 3 Tem­ muz'daki bir radyo konuşmasında halka, ilerleyen Alman Wehrmacht'ının işine yarayacak her şeyi yok etmeleri çağrısın­ da bulunmuştu. İş yalnızca bununla da bitmiyordu: Almanlar sürekli olarak- işgal altındaki bölgelerde partizan saldırılarını hesaba katmak zorundaydılar. Sovyet yönetimi, her fırsatta hal­ kı düşmana karşı sertçe direnmeye çağırıyordu. Stalin, 3 Tem­ muz' da şunu çok açıkça ifade etmişti: "Faşist Almanya'ya karşı yürütülen bu savaş, alışılagelmiş türden bir savaş olarak görül­ memelidir." TASS haber aj ansı, 3 Ağustos'ta, Ukraynalı Parti Sekreteri Nikita Kruşçev ve Güneybatı Cephesi Başkomutanı Semyon Budiyeni tarafından imzalanmış bir çağrı yayınlıyordu. Parti ve ordunun partizanlara bu ortak mesajında şöyle deniliyordu: "Eline silah alabilecek durumdaki herkese sesleniyoruz: Par­ tizan birliklerine katılın. Düşmanın yok edilmesi için yeni mev­ r ziler oluşturun. Onlatn ulaşım yollarını kesin. Tahıl depolarını havaya uçurun, ürünleri yok edin. Zafer yakındır." Bir çok Sovyet çiftçisi bu çağrıya uymuştu. Alman birlikleri nereye gitseler yıkıntılarla karşılaşıyorlardı: Yanan evler, sökül­ müş fabrikalar, yağmalanmış silolar, yıkık köprüler. Tah ıl ürün­ leri kullanılmaz duruma getirilmiş, hayvanlar öldürülmüştü. Hitler, doğu ordularının büyük bir bölümünü, işgal ettikleri böl­ gelerden sağlanacak ürünlerle besleyeceğini umut etmişti. An­ cak "yakılmış topraklar" bu yöndeki umutlarını boşa çıkarıyor­ du. Bununla da kalmıyor, ikmal bağlantıları da sürekli kesiliyordu. Sağlamlaştırılmış az sayıdaki yol da sağlam kal­ mamıştı; bombaların açtığı kraterler ve atılmış köprüler, par­ tizanların birer eseri olarak karşılarına çıkıyordu. Paul T. K. Ponomarenko, 1941 Temmuz'u içerisinde mer-

197 Partizanlar tarafından konulmuş mayın tuzağı. kezi bir partizan hattı oluşturmaya başlamıştı. Ancak bunlar, başlarda Sovyet propaganda mekanizmasının göklere çıkardığı tek tek eylemlerden ibaretti. Övülen ve göklere çıkarılanlar arasında genç partizanlardan oluşan ve Krasnodon yakınlarında Alman askerlerini pusuya düşürerek öldüren bir başka grup daha vardı. Yazar Aleksander Fadayev'in Genç Muhafı zlar adlı romanı, onların hikayesini anlatmaktadır. Bu kitabın kaderi, partizanların ilk başlarda yaşadıkları sorunları anlamayı daha da kolaylaştırır niteliktedir: Kitabın savaştan sonraki ilk bas­ kısının içeriği değiştirilmek zorundadır. Çünkü, partizanların ilk başlarda Sovyet resmi makamlarından hiçbir destek almak­ sızın tamamen kendi başlarına savaşmak zorunda kaldıkları, bu romanda açıkça ortaya konmaktadır. Ponomarenko 'ya partizan savaşını başlatmak için ancak 1942'de resmi izin çıkar. Daha önce aktif olan partizan grupları ise özellikle Ukrayna başta olmak üzere pek çok yerde, kendi halkından çok az destek görüyorlardı ve başarılı eylemlerden sonra, girilmesi imkansız bataklık ve ormanlık bölgelere gire­ rek Alman takipçilerden kurtulup kendilerini güvenceye alıyor­ lardı. Onların avantajları, Almanların bir partizan savaşına karşı çok kötü donatılmış olmalarıydı. Yalnızca en fazla 4 bin kişiden oluşan görevli dört grup, partizan eylemlerine karşı savunma

198 WalterNeusti fter, Piyade

Evet bir keresinde şu filintalı kadınlardan birine rastla­ dık. Ormandan geçiyorduk, birden bire karşımıza orada oturan bir kadın çıktı . Belli ki, uyuyakalmıştı. Herhalde öncü nöbetçilik görevi yapıyordu. Arkadaşlardan biri kadı-

111 yakaladı. Silahını alarak, bağırmaması için yaklaşık 200 metre uzağa götürdü. Ardından, biz daha dikkatli bir şekil­ de ilerledik ve ağaçsız bir orman yolu üzerinde karşımıza 25 tahtadan bir yapı çıktı. Burada, yaşları belki ile 30 arasında değişen gürültülü kadınlar vardı. Her birinde birer tabanca, hatta lıakineli taban­ calar vardı. Kendimi:i hiç belli etmeksizin öncülerin aras111d.m geçerek kar­ şılarına çıkmamız, tabii ki onları çok şaşırtmıştı. Kadınlar aniden bize saldırdılar. Biz çitin üzerine bir ağır makineli I.üfe k yerleştirip hemen ateşe başladık. Bir hamlede 50 ile 70 kadar kadın ölmüş ya da ağır yaralanmıştı. Kalanları esir aldık. Ancak Rus kadınları çok zor teslim olmuşlardı. Ta m bir kadın inadıydı onlarınki de. Çıldırmış gibiydiler. Ta mamen teslim ol­ malarına kadar yaklaşık üç ya da dört saat uğraşmıştık. Kadınlar gerçekten çokfanatiktiler.

için geride bırakılmıştı ve müthiş büyüklükte bir alanı kontrol etmekle yükümlüydüler. Bu küçük savaşı en kısa zamanda sona erdirmek için Almanlar tek şanslarının vahşice korkutma ön­ lemleriyle halkın aktif ya da pasif olarak partizanları destek­ lemesini engellemek olduğunu düşünüyorlardı. Bu yöntem, yalnızca boşa çıkmakla kalmıyor, üstüne üstlük ters etki de yaratıyordu: Özel birlikler, partizan saldırılarına ne kadar sert karşılık verirlerse, partizanlar buna daha da sert yanıt veriyorlar ve halktan daha fazla destek görüyorlardı. Toplu cezalandırılmalar, giderek daha çok kişiyi yeraltı savaşı or­ dusuna katılmaya itiyordu. Savaş ne kadar uzun sürerse, partizanlar o oranda daha fazla başarı elde ediyorlardı. Alman tanklarına karşı özel yetiştirilmiş köpekler bile kullanılıyordu. Bu köpekler, sırtlarında patlayıcı maddeler taşıyorlar ve canlı mayınlar olarak Alman tanklarının

199 Partizan Oleg Borkanyuk' wı Eylül sonlarında karısına yazdığı mektup:

Sevgilim, Ya rın "işe" gidiyoruz. Daha önce sözünü ettiğimiz zaman geldi çattı. Şu an bizim yaşadığımız türden bir savaş, daha önce tarihte yaşanmadı. Çok zor ve uzun sürecek olan bir savaş bu. Pek çok insanın yaşamını elinden alacak ve be­ raberinde pek çok yıkımı da getirecek. Savaşın ne şekilde yürütüleceğini söylemek zor, ancak, şunu kesinlikle söylemek mümkün: Za­ fe r bizim, yalnızca bizim olacak. En büyük dileğim, zafe r kazandığımız am yaşamak. Ama bu arada Oleçka'ya ve kendine dikkat et. Sakın Oleçka'yı her ne koşulda olursa olsun başkalarına verme! Bir arada daha mutlu olursu­ nuz! Onu olabildiğince iyi yetiştir! Ona, bir babası olduğunu ve büyük so­ rumluluk gerektiren bir görevle insanlığın en büyük hastalığ111a, Alman fa şiz­ mine karşı savaştığım anlat. Ah belki de şimdi yürümeye başlamıştır ve ko­ mik sözler söyleyerek konuşmaya çalışıyordur. Onu ne kadar görmek, duy­ mak, onunla bir dakika olsun birlikte olmak isterdim ... Ama, onunla ve se­ ninle daima birlikte olacağım zamanlar da gelecek. Mutlu olacağız.

On gün sonra yakalandı. Bu kez mahpushaneden şunları yazıyordu:

Sevgilim, sevgili Zika, Sevgili kızım Olenka! Her günüm, her saatim sizi düşünerek geçti. Hep size geri dönmek ve o harika aile yaşantımıza kaldığımız yerden devam etmek arzusuyla 'yanıp tu­ tuştum. Ancak bu isteğim gerçek olamayacak. Askeri mahkeme beni idama mahkum etti. Sağlıklı ve zindeyim ı·e sınırsız bir yaşama isteği var içimde. Ama kurtulmam. mümkün değil. Zorla ölüme gönderiliyorum. Ancak, bizim taraftan olan diğer insanlar gibi, ölümü kahramanca ve cesaretle karşılıyo- rum. 41 yıl yaşadım, bunun 20 yılını yoksul insanlar için mücadeleye ada­ 1 dım. Hiç yalan söylemedim.. Bütün yaşamım boyunca kendi çıkarım gözet­ meksizin onurlu, sadık ve yılmaz bir savaşçı oldum. Ve böyle de ölece,�inı. Canlarım, ağlamayın ve ardımdan. da yas tutmayın! Bugün halkımızın bin­ lerce oğlu, insan.lığm daha iyi bir geleceğe kavuşması için ölüyor. Savaş en büyük şanssızlıktır. Umudumuz, bu savaştan sonra bu şanssızlığı uzunca bir süre ya da sonsuza dek bir daha yaşatmayacak bir barışın yeniden sağlan­ ması yönündedir. Sizin böylesi bir barışı yaşamanızı dilerim. O zaman iyi ve zarifsözlerle beni anarsınız. Sevgili karım, birlikte geçirdiğimi::. zamanlar için sana çok teşekkür ede­ rim. Sen iyi bir eş ve iyi bir dostlun. Evlenmeni ve yeni ko_cana ka rşı da öyle olmanı istiyorum. Oleçkamızı iyi yetiştirmeni istiyorum. iyi bir insan ve ba­ basının gerçek bir takipçisi olarak. Sevgili kızım O/eçka, savaş bizi ayırdığ111da sen. 1 yaş111a yeni basmışt111. Benim teselli ve yaşam kaynağımd111 .. Şimdi ölüme giderken seni bir daha göremeyecek olmamdan dolayı yüreğim eziliyoı: .. Mutlu ol. Annenin söziinü dinle. iyi ve adil ol, her şeyi iyi öğren ve düz­ gün bir insan ol. Babamn halk uğruna darağacında öldiiğünii asla unutma. Hoşçakalın canlarım. altında patlıyorlardı. İşgal altındaki bölgede eylem­ ler yapan partizan sayısı 1 O bine ulaşmıştı. Alman askerleri, cephe gerisinde artık kendilerini güvende hissedemez olmuşlardı. Partizanların kurduk­ ları pusulara düşüp esir alınanlar, işkence ve ölümü hesaba katmak zorundaydılar. Aynı şekil­ de, Rus sivil halkı da par­ tizanlar tarafından öl­ dürülen her Alman askeri için korkunç misilleme yöntemleri ile cezalan­ dırılmak durumunda Bir Sovyet propaganda bildirisi. kalıyordu. Wehrmacht Komuta Merkezi, Eylül 1941 'de partizanlara karşı mücadeleye yönelik yeni talimatlar yayınlıyordu. Parola, ''sertlik uygulayarak korkutma" idi: "Tek bir Alman askerinin yaşamına karşılık, genel olarak 50 ile 100 arasında komüniste'uygulanacak ölüm cezası kıstas olarak alın­ malıdır." Barbarlık her geçen gün daha da artıyor, cephe gerisinde yaşanan küçük çaptaki bu korkunç savaş giderek iyice kızışıyordu. Askeri başarılara ve Kiev saldırısında elde edilen zafere rağ­ men, Hitler için de savaş henüz kazanılmış değildi. Ancak "Führer"in, Wehrmacht'ın pek yakında zafer kazanacağı konusunda en ufak bir kuşkusu yoktu. 1941 Ağustos'unun sonunda, kendisini Kurt İni 'nde ziyaret eden Mussolini 'ye "kesin zaferin" 1942 ilkbaharında kazanılacağı kehanetinde bulunuyordu.

20 1 Siviller, rehine olarak alınıp götürülüyorlardı .

Korku yaymak için yapılan idamlar. İdam sehpasında asılı olan tabela: Fotoğraf çekmek yasaktır!

202 Kurşuna dizilmiş bir sivilin bağrı yamk aile üyeleri.

203 Leningrad Kuşatması

"Aşırı duygusallık yok ... "

Leningrad, kuzey cephesinde Almanların bir sonraki büyük hedefiydi. Alman bombardıman uçakları, 6 Eylül 1941'd e üç dalga halinde kent üzerinden uçmuşlardı. Kent sakinleri, o ana kadarki hava saldırısına yönelik alarmlarda gökyüzünde yalnız­ ca küçük noktacıklar görmüşlerdi. Ancak herhangi bir patlama olmamıştı, bunlar yalnızca keşif uçuşlarıydı. Bağıran sirenler bu kez, dalga dalga gelen uçak filolarını haber veriyordu. Ar­ dından uçak motorlarının gürültüsü gök gürültüsünü andıran uçaksavar seslerine karışıyor ve artık bombaların sesleri de du­ yulur olmaya başlıyordu. İki gün sonra, 8 Eylül 'de, bu ölümcül oyun bir kez daha tekrar ediyordu. Bu kez, kentin güneyinde yoğun duman bulutları yükseliyordu, patlayan bombalar Bada­ yev 'deki depoları yerle bir etmişti. Önemli gıda maddeleri, özellikle de şeker ve tahıl ürünleri yanıyordu. Ve rdiği zarar az olan normal bir saldırıydı bu. Savaş malze­ melerinin üretimi açısından önem taşıyan fabrikalar, değerli si­ lah depoları ya da stratejik öneme sahip savunma sistemleri za­ rar görmemişlerdi. Ya lnızca gıda depoları bombaların kurbanı olmuştu. Yevgeni Sergeyeviç Lyapin adlı bir matematikçi, o dö­ nemi daha sonraları şöyle anlatıyordu: "O zamanlar henüz açlık nedir bilmiyorduk ve bu konuda hiç kafa yormamıştık doğrusu. Yiyecek karnesi edinmek bile yetip de artıyordu. Elimize o ka-

204 dar bol miktarda ekmek geçiyordu ve hepsini tüketemiyorduk. Bu yüzden, kimse bu soruna odaklanmamıştı." 1941 Ey­ lül'ü nün başlarında, ne tür bir felaketin yaklaşmakta olduğunu kimse tahmin edemezdi. Eski adı Petersburg olan "kuzeyin Venedik'i" Leningrad, çarlık zamanından kalma barok saraylarıyla bir kültür metropo­ lü ve halen Sovyetler Birliği'nin gizli başkenti durumundaydı. Bu büyük imparatorluk, her ne kadar Moskova'dan yönetiliyor­ duysa da, Leningrad'ın Stalin'in gözünde sembolik bir anlamı vardı. Ekim Devrimi 'nin ağırlık. noktası burasıydı; 1917'de çar­ lık rejimine karşı Bolşevik ayaklanma buradan başlamıştı; Le­ nin'in komünist partisi, verdiği kanlı savaşlarla Rusya'nın ta­ mamına buradan yayılmıştı. Stalin, bu kentin, nefret ettiği "fa­ şistlerin" eline düşmesini istemiyordu. Bitler, kenti yerle bir et­ meye kararlıydı. Ancak, Stalin de buna karşılık neredeyse her şeyi göze alıp Leningrad'ı savunmaya hazırdı. Leningrad ve Moskova' daki merkez karargahlar arasında bir haberleşme trafiği, buradaki çarpışmaların ne kadar acımasızca yaşandığını gözler önüne seriyor. Kent savunmasını yürütenler, çaresiz ve şaşkın bir biçimde Stalin'e, Almanların Sovyet kes-

--- 25Eylül 1941 itibarıyla cephe hattı fü:}' ------9 Kasım itibarıyla cephe haııı {\;: Leningrad tf?J Saldırısı

205 Vo lossova yakınlarındaki trafik levhası yığını, Alman askerlerinin eğlence konusu. kin nişancılarının kurşunlarından korunabilmek için Rus kadın­ ları ve çocuklarım kalkan olarak kullandtklarını bildiriyorlardı. Stalin'in yanıtı ise kısaydı: "Benim önerim: Aşın duygusallık yok. Düşmana ve gönüıiü ya da gönülsüz bütün yardakçılarına hadlerini bildirin. Bütün gücünüzle Almanlara vurun. Kim ol­ duğuna bakmayın gönüllü ya da gönülsüz, bütün düşmanları püskürtün." Yalmzca bu bile, sivil halkın savaş nedeniyle ne büyük actlar çekmek zorunda kaldığını göstermeye yetmekte­ dir. Ancak bu dah.a yalnızca başlangıçtır. Leningrad, zaten ön�eden de Alman birliklerinin tehdidi al­ tındadır. Hoepner'in öncü tank birlikleri, daha temmuz ayı içe­ risinde en büyük engel olarak kabul edilen Stalin savunma hat­ tını yarmış ve beyaz kente saldırmak üzere Neva kıyılarına yer­ leşmişlerdi. Burası, o zamanlar cepheden yalnızca 180 kilomet­ re uzaktaydı. Taarruz birlikleri, son su engeli olan Luga'yı ise 14 Temmuz' da geçmişlerdi. Asıl saldırıysa 8 Ağustos 'ta başlamıştı. Kuzey Ordular Gru­ bu 'na bağlı 45 Alman tümeni, büyük ormanlar ve derin batak­ lıklarda savaşarak Leningrad 'a doğru ilerlemişlerdi. Cephe Schlüsselburg 'daki Ladoga Gölü'nden başlayayıp, Vo lçov bo­ yunca ilerleyip İlmen Gölü 'nü dolanarak Va ldai tepeleri üzerin­ den Lovat kıyısındaki Cholm'a kad� uzanıyordu. Bu çemberin

206 giderek daraltılıp Leningrad'da tamamlanması düşünülüyordu. 3. TankBir liği nin desteğiyle kente saldın başlamıştı. Almanlar güneyden ve doğudan Leningrad'a ilerlerken, Fin­ landiya kuvvetleri ise kuzeyden kente yaklaşıyor, Vyoborg ve Svir'e saldırıyorlardı. Kızılordu için tek geçiş noktası olarak doğuda Ladoga Gölü kıyısındaki Schlüsselburg yolu kalıyordu. Ancak Alman birlikleri, 8 Eylül'de doğuya doğru olan bu son bağlantı hattını da kırmışlardı. Son savunma mevzisi de düşmüş, Leningrad 'a uzanan yol açılmıştı. Neva kıyısından kente bakan Alman birlikleri; Kolpino tank tabyalarını, İsaak Katedrali'nin kubbelerindeki zırhlı kulübeleri, Amiralliğin kule başlarını ve Peter Paulus Kalesi'ni fark etmekte zorlanmamış­ lardı. Onları sonuca götürecek taarruzu başlatmak için hazırlık­ larını tamamlamakla meşguldüler. Nasyonal sosyalist basın şimdiden zafer haberleri verirken, Berlin Radyosu ise olayı şöyle duyuruyordu: "Leningrad'ın düşmesine yalnızca birkaç saat kaldı." Ancak, tam o sırada, "dur" emri geliyordu. Hitler, taktiğini değiştirmişti. Daha önce "Barbarossa Harekatı" planları çerçe­ vesinde kentin alınması Kuzey Ordular Grubu için belirlenmiş bir hedefken; şimdi, saldırılmaması, tersine kuşatılıp ateş altın­ da tutularak açlığa mahkum edilmesi emrediliyordu. Wehrmacht'ın komuta merkezine şu talimatı veriyordu: "Le­ ningrad'ı tamamen abluka altına alalım ve mümkün olduğunca topların ve uçakların desteğiyle kenti vuralım." Bu taktik, 6 ve 8 Eylül tarihlerindeki hava saldırıları ile daha da gün yüzüne çıkıyordu. Leningrad'ın fethinin durdurulması, kesinlikle Almanların geri çekildikleri anlamına gelmiyordu. Kentin kurtarılacağı ya da merhamet gösterileceği anlamı da çı­ karılmamalıydı bundan. Bu daha çok, Leningrad önlerine sürü­ len tanklara Hitler'in başka bir yerde ihtiyacı olmasından kay­ naklanan bir durumdu. Güneydeki zaferden sonra yeni hedefin adı Moskova'ydı. Hitler'e göre, Leningrad için artık kurtuluş yoktu. Yaklaşan kış ve açlığın kente öldürücü darbeyi vuracağı kesindi. Belirlediği hedeflerinden daha fazla sapmalar yaşama­ yı göze almak istemiyordu. Sovyet başkenti, kış bastırmadan önce düşmeliydi ve bunun için de 3. ve 4. tank gruplarına ihti-

207 Lev Beynıenski, Sovyet Ta rihçi

Ya şayan birinin vasiyetnamesi

Garip bir olay: 1963'te Hislaviçi köyünde, eski ve yıpranmış bir cephane çuvalı içerisinde rulo halinde sararmış bir yaprak bulundu. Satırları nere­ deyse tamamen okunmaz durumda olan bu küçük metin, genç bir Rus askeri olan Stepan Kzutov'un vasiyetnamesiydi. Kendisi, Smolensk saldırısında yaralanıp esir alınmıştı. Bu satırların kaleme alındığı tarih ise 10. 10.194 1 'di: "Değerli Rus insanları, hemşehrilerim, bizi unutmayın. Bizler .faşist vah­ şetine karşı savaştık. Ancak, bizim için her şey bitti. Ya ralı olarak esir alın­ dık. Kan revan içerisindeyiz ve açlıktan ölüyoruz. Bize kötü muamelede bu­ lunuyor/ar ve zorla Poçinki'ye götürüyorlar. Bundan sonra neler olacağını bilmiyoruz. Çoğumuz açlıktan ve kaçmaya çalışırken çoktan öldü bile. Rus toprakları üzerinde hayatta kalan insanlar olacaktır herhalde. Bu notu bu­ lan herhangi bir görev birimine, bir köy sovyetine ya da kolhoza veya bir arşive teslim etsin. Bu alçaklar herkesi öldüremezler ya. Bizden sonra yaşa­ yacak o/anim; insanların vatanları için savaştıklarını ve onu öz anaları gibi sevdiklerini hatırlasınlar. Biz yenilmeziz." Sıradan bir askerin yenilmezliğe olan inancı... Öyle anlaşılıyor ki, bu inanç daha sonra çığ gibi büyümüştü. Mektubun üzerinde güçlükle okunabi­ len bir de adres vardı. Ancak yine de, belirtilen adresin, bu genç Kızılordu mensubunun köyü Galamino olduğu anlaşılabilmişti. Stepan Kzutov'un, gerçekten de bu köyde tanınan biri olduğu ortaya çıkmıştı. Kzutov, Smo­ lensk 'te ölmemişti. Almanlara esir düştüğü doğruydu. Ama daha sonra Fransa'ya kaçmış ve orada direnişe katılmıştı. 1944/45 yıllarında Fransa'nın kurtuluşu için verilen savaşta yer almıştı. Savaş bittiğinde ise evine dönmüş ve 1968'de bura�a ölmüştü. Bu askerin yazgısı, küçük bir mucizeyi andır­ maktadır adeta. Ozellikle savaş zamanlarında, sık sık mucizeler gerçekleşir.

yacı vardı. Hitler'i kente saldırı emri vermekten alıkoyan, yal­ nızca o zamana kadarki savaşlarda, özellikle de Kiev'in alınma­ sı sırasındaki kanlı deneyimler değildi. Bu kararın gerekçesi, Wehrmacht'ın yüksek komuta merkezi OKW talimatında açık­ layıcı bir biçimde belirtiliyordu: "Kiev'de olduğu gibi saatli bombaların patlaması tehlikesinin Moskova ve Leningrad'da daha da fazla yaşanılabileceği hesaba katılmak zorundadır. Bu yüzden, bu kente tek bir Alman askeri bile adım atmayacaktır." Hitler'e göre, Leningrad yakında nasıl olsa vurulacaktı. Al­ man askerleri, saldırılarla tehlikeye atılmamalıydı. Ne de olsa, "General Açlık", Leningrad'ın fazla kayıp verilmeden Wehr-

208 Ta arruz: Leningrad çevresindeki abluka giderek daralıyor.

Nanılıısıınu kente çeı•irnıiş 8,8' lik bir Flak.

209 Stalin hattında Almanların eline geçen bir sığınak. Karargaha, konu hakkında bilgi aktarılıyor.

Ateşe ara verildiği bir sırada vakitlerini okumayla geçiren askerler.

210 leningrad kuşatması sırasında bekleme pozisyonundaki Alman askerleri.

211 Wa lterBroschei

Eylül ortalarında, Finlandiya Köıfezi' nden sekiz kilometre ve Leningrad kent merkezinin güneybatısından yaklaşık 2Q kilometre uzaklıkta bir tepeler silsilesine ulaşmıştık. Uzaklarda, kentte yaşam devam ediyordu. Bu müthiş bir şeydi. Trenler çalışıyor, bacalar tütüyor ve Neva üzerinde gemi trafiği yoğun olarak sürüp gidi­ yordu. Bölüğün 120 askerinden geriye 28 kişi kalmıştık ve savaş taburları adı verilen, ancak Leııingrad' a saldıracak yetenekte ol­ mayan birliklere verilmiştik. macht'ın eline geçmesini sağlardı. Ardından şöyle bir emir di­ ğerlerini izledi: "Führer'in son kararı, içlerinde kışın beslenme­ si gereken insanlar kalmayacak biçimde Moskova ve Lening­ rad 'ın yerle bir edilmeleri yönündedir." Genelkurmay Başkanı Halder tarafından not edilen bu talimat, Leningrad 'da tersine uygulanacaktı: İlk olarak halk açlığa mahkum edilmeliydi, kent böylece vurulmuş olurdu. Öyle ya da böyle; Hitler, 2 milyon Leningradlıyı ölüme mahkum etmiş oluyordu. Leningrad çemberi, 30 Ağustos 'ta tamamlandı. Sivil halkla birlikte, Kızılordu 'nun milisler ve fabrika mesaisinden sonra tramvayla cepheye giden işçilerden oluşan 300 bin kişilik des­ tekle takviye edilmiş 30 tümeni de kuşatma altındaydı. Erkeklerin yerine fabrikalarda çalışmaya başlayan ya da sa­ vunma hatlarının, barikatlann ve tank engellerinin yapılmasın­ da bizzat görev yapan kadınlar da kent savunmasına yardım ediyorlardı. Sovyet savunma güçlerine, 9 Eylül'de Smolni komutanlığı­ na getirilen General Jukov komuta ediyordu. General, Baltık Denizi 'ndeki deniz kuvvetlerinin topçu bataryalarıyla karadaki savaşa önemli bir destek sunacağı görüşündeydi. Onların sağla­ yacağı destekle Ladoga Gölü kıyısindaki çemberi kırmayı ve Schlüsselburg'la birlikte önemli demiryolu hatlarını geri almayı umut ediyordu. Gelmekte olan İngiliz yardımı da onun bu iyim­ serliği için bir gerekçe teşkil ediyordu. Hem Londra bu kez yal­ nızca postal değil, savaş araçları da göndermişti: İki uçak filo­ su, 11 Eylül'de korkutucu Hurricane avcı uçakları ile karştlaşı-

212 RolfDalım

Bugün geriye baktığımda, o zaman Lening­ rad' a savaşmadan girebileceğimizi görebiliyor ve bu yönde bir yargıya varabiliyorum. Bizden, yani Uritsk'ren üç-dörı kilometre u:akta olan ün­ lü Kirov tabyalarını kolaylıkla ele geçirebilirdik. Ancak, bize komuta edenler belli ki, bir milyon­ luk bir kent(.kışın doyuramayacak/arından kor­ kuyorlardı. Oy/eyse, yapılacak en iyi şeyin kentin önlerinde bek­ lemek ve kenti açlığa mahkum etmek olacağım düşünmüş olma­ lıydılar.

Johannes Haferkamp, Piyade

Şimdi düşünün; Rus, Almanların Leningrad çevresinde kırılmaz bir çember olııştıırdıığıınu ve böylece bütün kent sakinlerinin açlrk ve salgın hastalıklardan dolayı ölüme mahktım olacağım biliyor. Böyle bir durumda, Rus ordusu kenti kurtarmak için nasıl bir çaba harcayacaktır? Halkın yiyecek gereksinimini karşılamak için başka ne tür çabalara girişecektir? Aksi tak;tirde, halk kaçınılmaz olarak açlıktan ölmek zorunda kalacaktır. işte, bizim savaş yöne­ timimizin odaklandığı asıl ıwkıa buydu. yorlardı. Ancak, açlığa karşı avcı uçaklarıyla savaşmanın müm­ kün olmadığını Jukov da biliyordu. Devlet Savunma :Komitesi, 27 Ağustos'ta yapılan bir sayım­ da Leningrad'ın ne kadar yiyecek stokuna sahip olduğunu sap­ tıyordu. Listede hiç de umut verici bilgiler yer almıyordu: 17 günlük un, 29 günlük bakliyat, 16 günlük balık, 25 günlük et, 28 günlük tereyağı. Erzak depolan çabucak doldurulmak zo­ rundaydı. Oysa demiryolu nakliyatı için artık çok geçti. Almanlar son bağlantıları da kesmişlerdi. Belediye Başkanı Popkov' a, gıda maddelerinin karneye bağlı sınrrlı dağıtımından başka bir seçe­ nek kalmamıştı. Kuşatmanın başlangıcında bir işçi yiyecek kar­ nesi ile günlük olarak 450 gram ekmek alabiliyor, çocuklara ve çalışmayanlara ise bunun yarısı veriliyordu. Günde yaklaşık

213 Almanlar Leningrad önlerinde. Peki Ruslar ne yapıyor? olarak yarım kilo ekmek. Bu pek çok kişi açısından ilk başlarda yeterli bi{ miktardı. Yevgeni Sergeyeviç Lyapin gibi pek çok sı­ radan insanın, Badayev depolan imha edildiğinde bile endişe edilecek herhangi bir açlık tehlikesi olduğunu düşünmemeleri şaşılacak bir durum değildi. Ancak, imha edilen ve kısmen de boşalan gıda depoları dol­ durulamadığında kenti nasıl bir tehlikenin beklediğini yetkililer gayet iyi biliyorlardı. Açlık tehlikesini bertaraf etmek üzere Moskova'daki Beslenme Bakanlığı'ndan Dirnitri V. Pavlov gö­ revlendiriliyordu. Bakanın en başta gelen resmi görevlerinden biri ise karneye bağlı gıda maddeleri dağıtımmı daha da kısıtla­ maktı.

"Ölmek o kadar kolay ki..."

Almanlar Sovyet savunma çemberinin en son halkasının önünde mevzi alarak topçu birlikleri ve hava kuvvetleri Luft­ waffe ile kenti ateş altına almışlardı. Kentte büyük bir huzur­ suzluk ve güvensizlik hakimdi ve her yeni güne Alman saldırı­ sının başlayacağı bckkntisiyle giriliyordu. Leningradlılar yavaş yavaş ölümcül tehlikenin top mermileri ve bombalardan kay­ naklanmaqığının farkına varmaya başlamışlardı. Gözle görül-

214 Leningrad' a yapılacak bir bombardıman öncesinde ölçüm çalışması. meyen, sessizce ve neredeyse fark edilmeksizin kurban isteyen başka bir düşman daha vardı: Açlık. Kuşatmanın ilk günleri, gıda maddelerinin envanter sayımı ve karneyebağlanması ile geçti. Kısa bir süre sonra "gıda mad­ deleri diktatörü" namıyla anılmaya başlanan Pavlov, Ekim baş­ larında karneyebağlı aylık yiyecek dağıtımının miktarını belir­ liyordu ve buna göre çalışmayanlara ve çocuklara verilecek gı­ da maddelerinin listesi şöyle belirleniyordu: 450 gr. Et 675 gr. Bakliyat 337 ,5 gr. Ay çiçeği yağı 1350 gr. Pasta ya da tatlı çeşitleri Ancak, belirlenen miktarlar için stoklar çok geçmeden tü­ kendi. Sığır, domuz ve tavuklardan sonra atlar, hatta ilk başlar­ da tiksintiyle olsa da, sonradan tam bir çaresizlik sonucu kedi­ ler ve köpekler bile kesilmeye başlandı. Kuşatma sırasında tu­ tulmuş bir güncenin satırlarında bu durum şöyle ifade ediliyor: "Kediler, köpekler ve hatta kuşlar ortadan yok olduklarından, insan kendisinin yok oluşunu, kendi ölümünü gözünün önüne getiriyor ve bu insanı özellikle çok büyük bir huzursuzluğa ve korkuya sevk ediyor." Sonunda, temel besin kaynağı olarak yalnızca ekmek kal-

215 Uçaksavarlar Alman bombardıman uçaklarına karşı gece görevinde.

Baltık fi losuna bağlı denizciler, bir dörtlü uçaksavar topunun başında.

216 Sovyet avcı uçakları Leningrad semalarında güvenliği sağlama çabasında.

mıştı geriye. İncil'deki bir ifade olan "günlük ekmek" deyimi, böylece gerçek bir anlam kazanıyordu. Karneye bağlanan yiyecek dağıtımının miktarı giderek daha da düşürülmek zoruQda kalıyordu. Bir işçi, 15 Ağustos'a kadar hala 400 gram ekmek alıyorken, bu miktar önce 300, en sonun­ da da 250 grama indirilmişti. Buna karşın, yine de kasım başla­ rında elde yaklaşık olarak sadece iki hafta yetecek kadar stok vardı. Durumun kötüye gitmesinin bir başka nedeni de, ekmeğin kalitesinin her geçen gün düşüyor olmasıydı. İlk başlarda yeni ürün buğday kullanılırken, çok geçmeden büyük fırınlar depo­ ları boşaltmış ve daha sonraları kalitesiz buğday ve ek ya da katkı maddeleri de kullanılır olmaya başlamıştı. Başlarda ek­ meğe yalnızca yüzde 10 oranında pamuk karıştırılırken, sonra­ ları buna selüloz, saman, çam tahtası ve kemik tozu da eklen­ mişti. İşçiler kıymık toplamak zorunda kalıyorlar, fabrikalar ise yenilecek kıvamdaki talaşları gönderiyorlardı; sonunda Lening-

217 Karneleriyle günlük ekmeklerini almak için kuyrukta bekleyen kadınlar. rad ekmeği, yüzde 30 civarında yenilebilir cinsten selüloz içerir duruma geliyordu. Yiyecek karneleriyle satın alınabilen gıda maddeleri miktarı her geçen gün azalıyor, elde kame olmasına karşın, karşılığında elde edilen yiyecek miktarı sürekli düşüyordu. Açlık özellikle, aralıksız devam eden Alman ateşi ve hava saldırılarının cephane fabrikalarında açtığı hasarların giderilme­ si· ya da bakım ünitelerindeki çalışmalar gibi ağır bedensel iş­ lerde çalışanları güçten düşürüyordu. İşçilerin çalışmayanlara oranla daha çok yiyecek elde etmelerine karşın, çok geçmeden bunun geniş bir kesim açısından kalori ihtiyacını gidermeye yetmediği görülmüştü. Verim azalmaya, çalışma temposu düş­ meye ve bunun sonucunda insanlar giderek daha yavaş çalışır olmaya başlamışlardı. Bitkinlik, giderek yayılıyordu: "İşe gidi­ yorsun ama adım atacak durumda değilsin. Ay ağını yerden kal­ dıramayacakmışsın gibi geliyor. Ayağını bir basamağa atacak olsan, ayak sanki sende değilmiş gibi. Oraya buraya yürüyor­ sun ama ayakların sana cevap vermek istemiyorlar, itaat etmi-

218 Açlık tehlikesini aza indirgeme çabaları: Leningrad' daki İsaak Ka­ tedrali önünde sebze ekimi.

219 Niko/ai Yepiçin, De11iz Subayı

Leningrad' ın çevresi bir kuşatma çemberi ile sarıl­ mıştı. Kentte yalnızca 14 gün yetecek kadar un, 1 O günlük benzin ve 5 günlük uçak ya­ kıtı bulunuyordu. Almanların Kuzey Ordusu Komutanı Feldmareşal von Leeb' in bir konuşmasında askerlerine şöyle dediği söylenir: "Bu­ günden itibaren, yani kuşat­ mamn tamamlanmasından bu yana, burada kuş uçurtul­ madı. Alman hatlarından in­ san nasıl geçecekmiş!" Oysa bırakın kuşu, insanlar da pe­ kala geçiyorlardı. Ladoga Gölü' niin meskun olmayan kıyılarında, Ladoga Savaş Filosu' ndan yaklaşık 3 bin deniz askeri bizler ve ku­ zeybatı vapur hattından de­ nizciler, her bir kilo bulgur ve un için kıyasıya savaş ve­ riyorduk. Te k bir top mermi­ si, tek bir litre benzin için sa­ vaşıyorduk. Osenovez ve Ka­ bana arasındaki dar ve 29 kilometre uzunluğundaki su kanalının, Leningrad direniş­ çileri için elde kalan tek sev­ kıyat yolu olduğu11u düşman da pekala biliyordu. Burası, "yaşam yolu"ydu. Bıı yüzden de, Leningrad' 111 ülkenin geri kalan kesimleri ile bu son bağlantı damarını kesmek için Alman uçakları gemile­ rimizi, aktarma limanlarımızı ve yükleri boşalttığımız rıh­ tım/arımızı bombalıyorlardı. Fakat başarılı olamıyorlardı . Açlık, özellikle çocukları ve yaşlıları etkiliyordu.

220 Çiftçiler, savunma fo nu için para topluyorlaı: yarlar, yani neredeyse düşecekmişsin gibi." Leningrad'daki in­ sanlar, hareket etmek için gösterdikleri günlük çabalarını işte böyle ifade ediyorlardı. Ancak çalışmak zorundaydılar ve çalı­ şıyorlardı; en azından fabrikalarda elektrik olduğu sürece. Ma­ yın üretimi yapılan Jıdanov Te rsanesi 'nde aralık ayma dek ye­ terli elektrik vardı, ama daha sonra üretim durdurulmak zorun­ da kalmıştı . Kış aylarındaki dondurucu soğuk da cabasıydı. Makineler donuyor, halen var olan sıcak su bile anında buz ke­ siyordu. Fabrikaların duvarları karla kaplıydı, az sayıdaki göm­ me camlar da kalın buz tabakaları ile kaplanmıştı. İnsanlar kendilerini avutacak bir şeyler yapmaya çalışıyor­ lardı. Günce tutmak, içinde bulunulan durumun yarattığı psiko­ lojiyi aşmaya yarayan olanaklardan biriydi. Açlık çeken insan­ ların, yalnızca acılarını kendilerinden sonra hayatta kalanlara bildirmek için kalemi ellerine almadıkları şu satırlardan anlaşı­ lıyor: "Benim asıl amacım, bütün bu çekilenler gün gelir de son bulursa, dönüp bu satırları kendim bir kez daha okuyabilmem ve tabii aynı zamanda bunları bizimle birlikte yaşamayanların da okuyup haberdar olmalarıdır. " Pek çok günce, insanın hiçe sayıldığı bir zamanın hareketli

22 1 9 Aralık 1941' de Leningrad Alman birliklerince kuşatılmıştı. Kent, aralık­ sız bombalandı. Aynı akşam Maestro Eliasberg yönetimindeki Radyo Senfo ­ ni Orkestrası, fi larmonide Beethoven' in Dokuzuncu Senfoni'sini çalryordu. Konser yayını, radyo üzerinden Londra'ya aktarılıyordu. Maestro olayı şöy­ le anlatıyor: "Konserin başlamasından önce kararlaştırılan saatte gelmeyen müzisyenlerin bize gelirken yolda hayati tehlikeyle karşı karşıya oldukları anlaşılıyordu. Konser tam zamanında başladı. Uçüncü parça başlarken si­ renlerin uğultusunu duymaya başladık ve hemen ardından ise yakınlara dü­ şen bombaların ve uçaksavarların gürültüsünü. Bütün bina sallanıyordu. Bu gürültülerin eşliğinde orkestra senfoniyi sonuna kadar çalmış bitirmişti. Ardından spiker, Jngiltere' deki dinleyicilerimize iyi geceler diledi."

ve belagatlı tanıkları olarak günlük yaşamın korku ve çaresiz­ liklerini yansıtıyorlardı. Yaşam ve ölüm arasındaki ince sınır, giderek daha da hissedilir olmaya başlamıştı. Bu çocuklar için de böyleydi. Karneye bağlı ekmek sayısının ilk kez yükseltile­ bildiği gün olan 25 Aralık'ta bir genç kız şu notu düşüyordu güncesine: "Kuska ölümden kurtarılmış oldu." Kuska, kızın da­ ha sonra ayrılmak zorunda kalacağı kedisiydi. İkinci dereceden önemli gibi görünen böylesi ayrıntılarda trajik bireysel yazgılar yeniden hayat bulmakta. Bu ayrıntılar o zamanın kurbanlarının acılarına, açlığa karşı direnişlerine bir dilim ekmek için verdik­ leri günlük savaşıma, karamsarlıklarına, ama aynı zamanda ha­ yatta kalma yönündeki iyimserliklerine de tanıklık etmekteler.

222 Günce tutmak, insanları günlük sorunlardan uzaklaştıran uğ­ raşılardan yalnızca bir tanesiydi. Yazmak istemeyenler, bunun yerine sinemaya gidiyorlardı. Örneğin, "Domuz Bakıcısı Kız ve Çoban"ın oynatıldığı Molodiashni Film Tiyatrosu'na ... İsteyen Leningrad Filarmonika Orkestrası 'mn konserlerini ya da şiir dinletilerini ziyaret ederken, pek çoğu da dükkanlarını açık tu­ tan kitapçılarda kitapları karıştırmakla zaman geçiriyordu. Sos­ yal yaşam, pek çok alanda sanki hiçbir şey olmamışçasına de­ vam ediyordu. Çocuklar oturup kağıtları keserek ya da yırtarak yiyecek markalarını andıran küçük parçacıklara ayırıyorlardı. Bu, an­ lamsız gibi görünen, ancak geçici bir süre için de olsa açlığın unutulmasını sağlayan bir uğraştı. Bazıları da sıkıntılarını da­ ğıtmak için yürüyüşe çıkıyorlardı. Nevski Bulvarı 'ndan bitkin bir biçimde geçip giden insanların yoksunlukları hallerinden açıkça belli oluyordu. Genç kızlar yaşlı kadınlan andırıyorlardı. Vücutları gücünü yitirmişti. Bazen, açlık çekenlerin karınla­ rı, bir yetersiz beslenme belirtisi olarak büyüyor ve şişiyordu. Bir çoğunun adale lifleri ve damarları belirginleşmeye başla­ mış, ciltleri ise yaşlılarınki gibi solgun ve kırışık bir hal almıştı. Yüzlerine bakan herkes, iskorbütten* kaynaklanan mor lekeleri ve buna ek olarak da, en ufak bir kırpmanın bile gözlenmediği ve herhangi bir tepki verecek durumda olmayan donuk gözleri hemen fark ediyordu. Çok geçmeden, insanlar yalnızca karney­ le dağıtılan günlük ekmeklerini almak için sokağa çıkar oldular. Bunun dışında yapılacak her hareket onlar için bir eziyete dö­ nüşüyordu. Hatta doktorlar, fe lç belirtisi ve aşın hareketsizlik durumlarında küçük gezintiler salık verseler bile, bir çoğunun bunu gerçekleştirmek için yeteri derecede gücü yoktu. Ölen kurbanların sayısı artıyordu. Artık doktorlar da ev zi­ yaretlerine gitmez olmaya başlamışlardı; açlığa karşı ne yaza­ caklardı ki? Eğer bir yere doktor geliyorsa, bu daha çok ölüm tutanağı düzenlemek içindi. Ancak, halen hayatta olanlar çok büyük değere sahip olan yiyecek karnesiyle daha fa zla gıda

(*) İskorbüt: C vitamini eksikliği dolayısıyla dermansızlık, zayıflıkve benzeri belirtilerle kendini gösteren hastalık. (çev.)

223 Kış, Alman askerlerini Leningrad önlerinde de fa ka bastırmıştı. maddesi alabilmek için genellikle ölen aile üyelerini bildirmi­ yorlardı. Kimileri de şiddet kullanmaktan bile kaçınmıyorlardı. He­ nüz ergenlik çağına bile girmemiş çocuklar, yiyecek elde etmek için çeteler oluşturup ekmek taşıyan araçları soymaya başlamış­ lardı ve araçlar daha iyi korunmaya başladıktan sonra da yoldan gelip geçenlere saldırır olmuşlardı. Yine anlatılanlara göre, kuyrukta bekleyenler arasında önündeki adamın karnesini, adam tam o günkü kuponu yırtıp ayırırken anında elinden kapıp gözden kaybolanlar da oluyordu. Yiyecek karneleri çalınıyor ya da örgütlü çeteler tarafından sahteleri yapılıyordu. Bir çok aile içerisinde de güvensizlik hakim olmaya başlamıştı. Bir tarihçi olan ve kuşatmayı yaşayan G. A. Knyasev, daha sonraları şöyle diyordu: "İnsanlar birbirini kolluyor ve aç köpekler gibi didişi­ yorlar. İnsanoğlu, uygarlığın zirvesinden hayvani köklerine ne de çabuk geri dönebiliyormuş meğer. " İnsanların açlık nedeniy­ le şiddete başvurması şaşılacak bir durum değildi. O günlere ve acılara tanık olanlar insanın açlıktan nasıl kıvrandığını, acılar­ dan dolayı sanki ağır yaralıymışçasına bağırıldığını ve sanki

224 Daniil Granin, Ya zar, O Dönemde Savaş Gönüllüsü

Leningrad' da kim hayatta kalabilirdi? Bir kent sakinine ilk başlarda 200 gram, sonrasında yalnızca 125 gram ek­ mek veriliyordu ki bu açlık sınırıyd1. O koşullardan nasıl sağ çıktığımızı bugün bile anlayamıyorum doğrusu. Daha sonraları anlaşılıyordu ki, daha çok kendilerini başkaları için fe da eden insanlar hayatta kalmışlardı; hareket halin­ de olan, aile üyelerine ve çocuklara bakan, su ve yiyecek bulma telaşına düşen ya da ocaklar için odun taşıyanlar. Bu insanlardan da ölenler olmuştu ama, yataklarında hareketsiz kalıp güç toplayanlara göre oranları daha azdı. O zamanlar en önemli şey, yaşama isteğini yitirmemek­ ti. Ancak, en zor olanı da buydu. Bir anne bize, çocuğunu ölümden nasıl kurtardığını anlattı. Yiyecek hiçbir şeyleri kalmamış. Çocuğu açlıktan ağla­ maya başlamış. Top lar damarını kesmiş ve kanını çocuğa içirmiş. Çocuk yaşamış. Daha da· korkunç durumlar vardı . Bir başka annen!n iki çocuğu varmış. Ama her ikisini de hayatta tutması mümkün değilmiş. ikisi arasında tercih yapmak zorunda kalmış. Diğeri açlıktan ölmüş. Yine bir diğer anne­ nin de iki çocuğu varmış. Biri açlıktan ölmüş ve kadın diğer çocuğu kurtar­ mak için ölenin etini pişirmiş. Bugün yetişkin olan çocuğa an/atmayacağı­ mıza yemin ettirdikten sonra bu olayı bize anlattı!

mide beyni yiyormuş duygusuna kapıldıklarını anlatıyorlar. Gı­ da yetersizliği artık önüne geçilemeyecek bir durum almıştı. Bu yüzden ek çözümler aranmaya başlandı. Bilim insanları, eski belgelerde mucize yaratan bir maddenin izine rastladılar: İki yüzyıl önce Ruslar, çam iğnelerini iskorbüte karşı kullanmışlar­ dı. Bu nedenle Kent- İcra Komitesi, 18 Kasım 1941 'de halkta baş gösteren vitamin eksikliğinden kaynaklanan hastalıkların önlenmesi amacıyla çam iğneleri esansının büyük endüstriyel üretimine geçilmesini karara bağlıyordu. Oysa bu biçimde yal­ nızca bir semptomun önüne geçilebilirdi, ama sorunun asıl kay­ nağı yine yerli yerinde duruyordu: Gıda maddeleri stokları git­ gide erimekteydi. Elde olanlar da kısılıyordu: İnceltilmiş püreler sıcak suda daha da inceltilerek, insanlarda daha fazla miktarda yedikleri duygusu uyandırılmaya çalışılıyordu. İnsanlar artık yalnızca normal yiyecekleri değil, yenebilecek her türlü şeyi arar olmaya başlamışlardı: Kösele, sanayi yağı, pişmiş bezir yağı, bitki ar­ tıkları, vazelin, ağaç yongası. Duvar kağıtlarını duvarlardan sö­ küyorlar ve altındaki yapıştırıcı maddeyi tırnakları ile kazıyor-

225 Evine dönerken güçsüzlük nedeniyle yolda yığılıp kalan biri (üstte). leningrad' da bir alışılagelmiş günlük bir ölüm vakası: Kirovski köp­ rüsünden geçmekte olan bir cenaze alayı (altta).

226 lardı; çünkü, bu yapıştırıcı maddelerin patates unundan yapıldı­ ğı söylentisi yayılmıştı. En sonunda da toprak bile, özellikle yalnızca Badayev Deposu'ndaki "toprak", rağbet gören bir be­ sin maddesi oluvermişti. Bunun nedeni de, söz konusu depo 8 Eylül 1941 'de Alman bombaları ile alevler içerisinde kalıp yan­ dığında içerisinde bulunan şekerin büyük bir bölümünün eriyip toprağa karışmış olmasıydı. Bu siyah toprak kütlesinden Sovyet kimyacıları kuşatma sırasında tatlı çeşitleri imal etmişlerdi. Fazla zahmete girmek istemeyenlerse biraz kumlu ve tatlı olan bu toprağı emiyorlardı. Açlık düzeyi arttıkça, hazmı zor olan maddelerin tüketilme oranı da yükseliyordu. İşlenmemiş hardal tanelerinden tavada kaygana yapmaya çalışan pek çok kişi öl­ müştü. Acı tanecikler, korkunç kramplar sonucunda ölen bu aç insanların yapışmış olan bağırsaklarını yırtıyordu. Yine de onları daha da kötüsü bekliyordu. Kış kapıya dayan­ mış, açlık sorununa bir de soğuk eklenmişti. Vücut fonksiyon­ larının bu mevsimde de devam ettirilebilmesi için organizma­ nın gereksindiği fizyolojik koşullar mevcut değildi. Genç bir kızın yakındığı gibi; "Eğer mide boşsa, insan ne giyerse giysin ısınamıyor." Eylül ayında 7 litre olan karneyle gazyağı dağıtımı, ekimde kesilmişti. Kömür bittiğinden elektrik idaresi de işletmelerini kapatmıştı. Böylece a.J:1ıkne elektrik, ne ışık, ne de enerji vardı. Genellikle kendilerinin kurduğu ve içerisinde her tür maddenin yakılabildiği küçük sobalar olan Burshuikaslar ile ısınmaya ça­ lışıyorlardı. Bu sobalarda paçavralar, eski ayakkabılar, döşeme parkeleri, döşekler ve tabii kitaplar yakılıyordu. Ancak, ana yakıt maddesi Alman bombardıman uçaklarınca yıkılan tahtadan evlerdi. Fakat, bir çok Leningradlının yakacak bulmak için harcayacak gücü kalmamıştı ve hasarlı pencereler­ den ısıtılmamış odalara dolan soğuğa savunmasız bir şekilde teslim oldukları yataklarında donarak ölüyorlardı. Açlık ve so­ ğuğun getirdiği bu "felçli" durumu Yelena Skrayabina günce­ sinde şöyle anlatıyor: "Ölmek bugün o kadar kolay ki. İnsan önce her şeye karşı ilgisini yitiriyor, ardından yatağa uzanıyor ve bir daha ayağa kalkmıyor. " Günlük yaşamda açlıktan kay-

227 Kentin ortasında kurulmuş bir barikat: Buradan itibaren cephe bölge­ si başlıyor (üstte). Kuşatma sırasında ölüler kentin sınırlarına getiriliyordu (altta).

228 Ye vgeniya Demidova,Hemşi re

Meçnikov Hastanesi' nde görevliydim. Sedyelerin taşınmasına yardım edi­ yorduk, yaralilara pansuman yapıyor ve su veriyorduk. Ancak hamile oldu­ ğumdan, bu iş benim için oldukça yorucuydu. Zorlu bir kış dönemi başla­ mıştı. Badaev Yiyecek Deposu' na bombalar isabet etmişti. Artık o günden itibaren açlık hükmediyordu. Yürüyerek hasar gören depolara gidiyor ve oradaki yiyecek maddelerini toplayıp yiyorduk. Durum.git gide kötüleşiyor­ du. Artık günlük olarak yalnızca 125 gr ekmek dağıtmaya başlamışlardı. Kasımda yeni doğan bebeğimle hastaneden çıktım ve buharlı ısıtma sistemi çalışmadığından, mutfaktaki ocağı yakabilmek için mobilyaları kırmaya başladım. Su boruları donduğundan su da yoktu. Bir güğüm alıp nerede musluktan bir damla su akıyorsa oraya gitmekten başka çare kalmamıştı. Kendime ekmek çorbası pişiriyordum. Ama, çocuğum daha çok küçük oldu­ ğundan henüz katı yiyecekleri yiyemiyordu. Bir şeyler yiyebildiğim taktirde göğüslerim biraz olsun dolabiliyordu. Fakat daha sonra sütüm çekildi ve çocuğa verecek bir şey kalmadı. Bir gün sabah saat altıda kuyrukta fırının açılmasını bekliyorduk. Bazen hiç açılmadığı da oluyordu, çünkü ekmek olmuyordu. Ta m ekmeğimi sarar­ ken bir kız geldi ve ekmeğimi elimden çekip kopardı. Yaralanmış elimle ora­ da çaresizce kalakaldım. Kuyrukta bekleyen herkes küçük bir parça ekmek verdi ve böylece 25 gram ekmeğim oldu. Daha sonra caddede giderken ek­ meğimi kapan kızı gördüm. Onu takip ettim. Caddeye bakan binalardan bi­ rindeki bir daireye girdi. Orada iki ceset yatıyordu ve kendisinden öğrendi­ ğim kadarıyla bunlar annesi ve erkek kardeşiydi. Annesi, ellerinin arasında ekmek karnelerini sıkmıştı. Karneler üç gün öncesine aitti. Bu da, annenin büyük olasılıkla üç gün önce öldüğünü gösteriyordu. Kız belki de bu kar­ neyle ekmek alınabildiğini bilmiyordu. O gece oğlum öldü. Onu beslemek için hiçbir şeyim kalmamışrı. ilk doğurduğum çocuğumu işte böyle yitirdim.

naklanan sessiz ölüm, bir çok Leningradlının anlattığı en kas­ vetli deneyimlerden biri. Dönemin tanıkları, masa başında otururken dikkat çekmek­ sizin uyuyakalan ve bir daha uyanmayan; sohbet anında birden bire duran, sesi soluğu kesilen ve cansız bir biçimde öne doğru düşen insanlardan söz ediyorlar. Aynı şekilde, ayaklarını sürü­ yerek caddelerde giderken görünüşte dinlenmek için kısa bir süre duraklayan ve ardından düşüp ölen insanlar olduğunu an­ latıyorlar. Açlıktan ölenlerin sayısı giderek daha da artıyordu: Resmi makamlar kasım ayında sayılarının 11 bin olduğunu açıklıyor­ du, aralık ayına gelindiğinde ise bu sayı 53 bine ulaşmıştı. Ayrı-

229 Su dağıtımı kesintiye uğramış. Sıı, kalın tabakalar halinde donan top­ rak zeminden büyük çaba saıf edilerek çıkarılmak zorunda.

230 Denizciler, Leningrad önlerindeki cepheye gidiyorlaı:

ca savunma hatlarında da bombalı saldırılarda ve çarpışmalarda ölen başka insanlar da vardL Yalnızca eylülden kasıma kadar, 12 bin 500 insan Alman bombalan ile can vermişti. Caddelerde ve büyük çamaşırhanelerde ceset yığınlarından kuleler oluş­ muştu. Bulaşıcı hastalıklar hayatta kalanlar için bir tehdit unsu­ ru olmaya başlamıştı. İnsanların yaşamını daha da güçleştiren soğuğun iyi bir yanı da vardı: Sıcaklığın sıfırın altında 40 dere­ ce olması cesetlerin çürümesini önlüyordu. Ancak bu da ceset­ lerin ilkyazdan önce gömülmesi gerektiği anlamına geliyordu. Sürekli yinelenen tüyler ürpertici bir prosedür başlamıştı. Zaten uzunca bir zamandır yeteri derecede tabut yoktu ve ölüleri sara­ cak kefen sayısı da oldukça azdı. Cesetlerin tek tek alınması, yine uzunca bir süreden beri mümkün değildi. Kamyonlar günlük olarak kentte dolaşıyor ve cesetleri toplayarak, artık ceset yığınlarından kulelerin oluştuğu yerler olan mezarlıklara götürüyorlardı. En kör gözden bile kaçmayacak bir görüntü vardı: Ölürken en son pozisyonlarında her yaş grubundan insan, özellikle de çok sayıda çocuk; oturur vaziyette, yatar vaziyette, kolları kalkık, ya da bacaklar bükük. Çok kalın bir tabaka halinde donmuş olan toprak zeminde an­ cak havaya uçurulmak suretiyle toplu mezarlar açılabiliyordu. Binlerce ölü, uzun mezarlara indiriliyor, ardından Üzerleri top­ rakla örtülüyordu. Her bölgeye, bir idari komitenin sorumlulu-

23 1 Konvoylar neredeyse hiç durmaksızın "yaşam yolu" üzerinde yol alıyorlar; bazı yerlerde buz üzerinde su birikintileri var. (üstte). Sağdaki sayfada:"Yaşam yolu": Üzerinden geçilerek binlercesi kur­ tarıldı, binlerce kişi buradan götürülerek kentten tahliye edildi.

ğunda ayn bir mezarlık tahsis edilmişti. Komite kaç adet mezar açıldığını, kaç ölünün gömüldüğünü günlük olarak partiye ra­ por ediyordu. Piskaryovskoye Mezarlığı 'nda, 1941/42 kışının ilk aylarında günde ortalama 2 bin ölü gömülmüştü. Ölüm artık günlük sıradan bir olay haline gelmişti. Acılar her geçen gün daha da arttığında, kuşatma her geçen gün daha fazla kurban almaya başladığında kafalar giderek da­ ha da karışıyordu. Bütün bunlar ne içindi? Bunca açlık, soğuk­ tan donma, ölüm ne içindi? Teslim olmak ve siperlerin ötesinde süngülerinin ucuna taktıkları ekmekleri açlıkla boğuşanlara gösterip, tam bir alaycı üslupla propaganda bildirilerine, "Hop güm PTT, Leningrad girdi sepete" diye yazan Almanların şart­ larına uymak daha iyi olmaz mıydı? Leningradlılar, teslim olmanın da kendileri için bir kurtuluş olmayacağını bilmiyorlardı. Hitler'in, kentin yoğun bir abluka altında tutulması ve halkın açlığa mahkum edilmesi yönünde

232 Ye vgeniya Demidova, Hemşire

Korkunç bir açlık dönemi başlamıştı. Özel­ likle de çok genç ve çok yaşlı insanlar ölüyor­ lardı . Çocuklar, uçaklarla ve Ladoga Gölü üzerinden götürülerek bölgeden tahliye edil­ mişlerdi. Benim görevim çocukları, çocuk ev­ leri ve çocuk yuvalarından alıp buz üzerinden götürmekti. Bunu ağlamadan anlatabilmem mümkün değil. Çocuklarla dolu olan ara­ balara buz üzerinde yol göstermek için elinde bir fe nerle bekleyen genç bir kadm, bitkinlik­ ten oracıkta ölmüştü. ''Yaşam yolu" yalnızca yaşam yolu değil, aynı zamanda ölüm yoluydu da. Düşman asla boş durmuyor ve bizi sürekli bombalayıp ateş ediyordu. ladoga Gölü, hayatta kalabilmek için tek umuttu. Orada kaç kişi öldü, bilemem. Çoğu açlıktan ölmüştü. Kentten tahliye edilenleri ladoga'ya götürür­ ken, yolda toplanamamış pek çok cesetle kar­ şılaşıyorduk. Kadınlar, güçlerinin çok üzerin­ de çaba gösteriyorlardı. leningrad, kadınların kendilerini feda etmeye bu denli hazır ol­ maları sayesinde ayakta duruyordu. "Yaşam yolunu" canlı kılan onlardı. pek çok kesin talimatı vardı. En sonunda da 7 Ekim 1941 tari­ hinde kesin kararını vermişti: "Leningrad açlığa mahkum edile­ cek. Kentin teslim edilmesi teklif edilse bile bu yöndeki bir tek­ lif geri çevrilecek." Böylece, kent ve sakinlerinin tek umutlan vardı: Ablukayı yarmak. Kara ya da deniz yoluyla yiyecek maddeleri kente sokulmalıydı.

"Geride yalnızca Ta nya kaldı"

Almanlar, kuzeyde savaşan Finlilerin desteğiyle Leningrad ve Ladoga arasındaki dar koridoru kapatmış ve Tiçvin'deki Moskova 'ya uzanan son demiryolu bağlantısını da kesmişlerdi. Bunun üzerine Stalin, kuşatma altındaki kentin askeri yöne­ timine şu emri veriyordu: "Sekiz ile on tümeni bir araya top­ layın ve doğuya doğru yarma harekatına girişin. Ordu bizim için önemlidir."

233 234 Üstte: Aşırı soğuk kuşatmayı yapan

· tarafı da olumsuz yönde etkiliyordu.

Sağda: Leningrad önlerindeki balçık çukurlarında bekleyiş.

Soldaki sa)fada: Sinyavski Tepeleri' e taarruz: Kızı/ordu askerleri Leningrad çevresindeki kuşatmayı yarmaya çalışıyorlar.

235 4. Ordu'nun yeni komutanı general Meretskov, Sibirya'dan takviye olarak gönderilen taze kuvvetler ve "mucize silah" olarak nitelendirilen Sovyet tankı T- 34 ile 5 Aralık'ta karşı sal­ dırıya geçiyordu. Çok geçmeden, kış savaşı için daha iyi donatılmış olan Kızılordu, 8 Aralık'ta önemli bir demir yolu bağlantı noktası olan Tiçvin'i geri alıyordu. Ancak, Leningrad henüz kurtarılamamıştı. Kentte yaşayan insanların durumunu felaket derecesinde güçleştiren kış, aynı zamanda şöyle bir şans da yaratmıştı: Buz tutmuş su yolları üzerinden ikmal bağlantıları sağlanması. Ladoga, eksi kırk .derecede donuyordu. Ölçüm ekipleri, Kasım ayından beri buz kalınlığının gereken kıvama gelmesini bek­ lemişlerdi. 17 Kasım' da nihayet beklenen gerçekleşmişti: Buz üzerinde yol açma çalışmaları artık başlayabilirdi. Üç gün sonra kalın buz zemin üzerinde ilk nakliyat başlamıştı. İlk olarak daha hafif olan atlı taşımacılıkla bu tehlikeli yol­ culuğa başlanırken, kuşatma altındaki Leningrad'a karşı kıyıdan yapılan un nakliyatında çok geçmeden kamyonlar görev almaya başladılar. Almanlar istedikleri kadar kara yol­ larını tutmaya devam etsinler, Leningradlılann "yaşam yolu" dedikleri göl üzerinden geçen bu yol, kuşatmanın yarılmasına olanak sağlıyordu. Alman tarafı bu olasılığı hesaba katmamıştı. Kentin ihtiyaçları, donmuş göl yolu üzerinden sağlanabiliyor­ du. Tabii ki, bu yol üzerinden yalnızca en acil ihtiyaçlar karşı taraftan bu yana getirilebiliyordu ve açlık kesinlikle tam olarak alt edilememişti. Ancak hiç olmazsa tümüyle yok olma teh­ likesi önlenebilecekti. 20 bin asker ve sivil bu nakliye yolunda çalışıyorlardı. At arabaları, kamyonlar ve kızaklar Leningrad'a yiyecek taşıyor; geri dönerlerken de ağır yaralıları, çocukları ve hastaları Leningrad' dan çıkararak güvenli bölgelere götürüyorlardı. Kısa, ama tehlikeli bir yolculuktu bu. Buzla kaplı alanın her yanı kesinlikle düz değildi. Güçsüz düşmüş olan kadınlar ve çocuklar arabaya tutunacak durumda değillerdi. Kar ve buz fır­ tınaları genellikle motorların açık alanda donmalarına neden oluyordu ve Alman uçakları nakliye seferlerini bombalıyorlar­ dı. Araçlar sürekli olarak Alman bombalarının buzda açtığı bir

236 Leningrad' daki mezarlıkta dikilen anıt,' yüz binlerce kurban için son bir dinlenme yeri. yarığa düşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ancak, bu riski göze almaya değmişti. İlkyaz gelip, göldeki buzlar erimeye baş­ lamadan ve nakliye seferleri durdurulmak zorunda kalmadan önce yarım milyondan fazla insan kentten tahliye edilmişti. Kentte de çok döşük olan karneye bağlı yiyecek maddeleri dağıtımının oranları bir parça arttırılabilmişti. 25 Aralık 194l'den itibaren bir işçiye eskiye oranla günlük olarak 100 gram daha fazla ekmek, yani 350 gram ekmek veriliyordu. Diğer kent sakinlerine de 7 5 gram daha fazla ekmek verilmeye başlanmıştı. Adeta özel bir Noel hediyesi gibi adam başı 200 gram ekmek dağıtılması pekala mümkündü, çünkü günlük dağıtımdan da anlaşıldığı üzere, nakliye seferleri sonucu büyük oranda gıda maddesi getirmeyi başarmışlardı. Buna karşın, aynı gün içerisinde 3 bin 700 Leningradlı açlıktan ölmüştü. Yardım çok geç ulaşmıştı, ama hayatta kalabilenler için yeniden bir umut ışığı yaratmıştı. .

Kuşatma sürüyordu. Alman birlikleri iki yıl daha Lening- · rad'ın çevresinde kuşatma çemberini devam ettiriyorlardı.

237 Kent, ancak 18 Ocak 1943'te kurtarılabiliyordu. O dönemdeki resmi makamlar, açlıktan ölenlerin sayısını 500 binden fazla olarak belirlemişlerdi. Bugünkü tahminlere göreyse bu sayı çok daha yüksekti: Leningrad kuşatması 1 milyondan fazla insanın yaşamına mal olmuştu. Ama Hitler amacına ulaşamamıştı. Ne onun halkın direnişini kırmaya, ne de askeri birliklerinin Leningrad'ı yerle bir etmeye güçleri yetmişti. Alman birlik­ lerinin 16 ay boyunca kentin ikmal yollarını kesmelerine kar­ şın, insanlar hayatta kalmayı başarmışlardı. Açlıktan ölen yüz binlerce Leningradlının son dinlenme yeri olan Piskarov Mezarlığı, bugün bir anıtmezar niteliğinde. Buradaki bir yazıtta şu sözler yazılı: "Kimse unutmasın; hiçbir şey unutulmasın." Ayrıca, o günlerde tutulan çok sayıdaki gün­ ce de yaşananların unutulmamasını sağlamaktalar. Leningrad Kent Müzesi 'nde arşivlenen bu günceler, kentin bu karanlık günlerine ışık tutmaktalar. Burada ayrıca 11 yaşındaki bir kızın kuşatma sürerken aldığı notları içeren doksan yaprak da koru­ ma altında. Tanya Saviçeva, aynı Anne Frank gibi, küçük bir kızın kendi kendine açıklaması aslında imkansız olan yaşadık­ larını bir deftere yazmıştı. Sona yaklaştığındaysa, gücü yalnızca kısa notlar almaya yetebilmişti:

"Shneya 2.8 Aralık 1941'd e saat 12.30'da öldü. Büyükanne 25 Ocak 1942'de öğlen saat 3'te öldü. Leka 17 Mart 1942'de sabah saat 5'te öldü. Vasya Amca 13 Nisan 1942'de sabah saat 2'de öldü. Leşa Amca 10 Mayıs 1942'de öğleden sonra saat 4'te öldü. Anne 13 Mayıs 1942'de sabah saat 7.30'da öldü. Saviçevler öldüler. Herkes öldü. Tanya artık yalnız."

1942 yazında Tanya da ölür. Ölüm nedeni, dizanteridir. Aç­ lığın yarattığı ölümcül bir sondur bu. Güncesi, yaşayanlara bir uyarı olarak geride kalır. .

238 Ta nya Saviçeva'nın Güncesi 11 yaşındaki çocuk, ailesinin başına gelenleri yazmıştı.

"Shneya 28 Aralık 1941'de saat 12.JO'da öldü "

"Büyükanne 25 "Leşa Amca 10 Ocak 1942' de öğ­ Mayıs 1942' de Ta nya Saviçeva len J'ıe öldü " öğleden sonra 4'te öldü "

"A nne 13 Mayıs "Saviçevler "Herkes öldü " "Tanya artık 1942' de sabah öldüler" yalnız" 7.30' da öldü "

239 Namlunun ucundaki Kremlin

"Son şiddetli darbe"

Sovyet başkentinde karanlık, soğuk ve sessizlik vardı. Gece yansından sabah saat beşe kadar sokağa çıkma yasağı uygulan­ dığından, sokaklar terkedilmiş haldeydi. "Maskirovka"ya, yani karartmaya harfiyen uyuluyordu. Düşman uçaklarına hedef be­ lirleyecek en ufak bir ışık bile sızmamalıydı. Fortitşkaslardan, yani pencerelerdeki boru deliklerinden dumanlar tütüyordu. Merkezi ısıtma sistemleri, soğuğa karşı mücadelede teslim bay­ rağını çoktan çekmişlerdi. Soğuktan donmak istemeyenler bir sac soba edinmiş; tahtalar ve arka bahçedeki tahta çitlerden, ka­ yın ağaçlarına kadar yanabilecek her türlü maddeyi toplamışlar­ dı. Gıda maddeleri karneye bağlanmıştı ve bir işçiye yiyecek karnesi karşılığında 400 gram ekmek veriliyordu. Kent, büyük bir inşaat şantiyesini andırıyordu: Her yanda üst üste dizilmiş kum torbalan yer alıyordu, caddeler kesilmişti, tramvay rayla­ rından oluşturulan geçici acil durum engelleri üst üste yığılmış­ tı. Sessizliği yalnızca, aylardır uzaklardan duyulan ve giderek yaklaşan gök gürültüsünü andırır bir gürültü bozuyordu: Top gümbürtüsü. Moskova'da Kasım ayı. Savaş günleri. Yakınlarda kenti yok etmek üzere emir almış bir düşman var. Der Völkische Beobachter gazetesi, 2 Ekim 1941 'de olayı "Almanların Bolşeviklere sonbahar saldırısı" manşetiyle duyu­ ruyordu. O gün, "Führer"in "Barbarossa Harekatı"nı başarıyla

240 Moskova Çarpışması 1 Sovyet Askeri Kuvvetler! � Vyasma savunma hattı MMlı.Moş lıaisk savunma hattı � Moskova savunma hatları (@'�Kuşatma çemberleri

24 1 Va lentin Bereşkov

16 Ekim' de Moskova' nın tahliye edilmesi yönünde tali­ mat gelmişti. Daha sonraları bütün köprülere, Moskova kent merkezindeki resmi binaların pek çoğuna ve Kremlin' e mayın döşendiğini öğreniyorduk. Almanlar, kente girmeleri durumunda pek çok sürprizle karşılaşacaklardı. Buralara girilirken mayınların patlaması ve özellikle binalara ilk olarak adım atacak olan ileri gelen askeri liderlerden büyük kayıplar verdi­ rilmesi hesaplanmıştı. Ta hliye, aralıksız sürüyordu. Stalin ve onun yakııı ma­ iyeti dışındaki tüm idari kadro başka bir yere götürülmüştü. Molotov bile oradan ayrılmış, ancak bu ayrılış fa zla uzun sürmemişti. Kasım başlarında Moskova' da en zorlu günler yaşanıyordu, kent geçici olarak boşaltılmıştı. Artık ısınma sistemleri de çalışmıyordu . Ya lnızca Kremlin' de sıcak su ve sıcak odalar vardı . Bu nedenle bütün günümü ve eğer hava saldırısı alarmı yoksa gecelerimin büyük bölümünü Kremlin' de geçiriyordum. Ancak Aralık başlarında, Almanların Moskova önlerinde al­ dıkları ilk yenilgi sonrası rahat bir nefes alabilmiştik. Almanların yıldırım harbinin başarısızlıkla sonuçlandığını artık anlamıştık, ama savaşın daha uzun süre devam edebileceğini de biliyorduk.

A. Maluçin, Gazeteci

16 Ekim, Moskova için kötü bir gündü. Daire biçimindeki park alanında ve caddelerin tümünde insanlar ve yüklerle dolu tramvaylara, kamyonlara, at arabalarına rastlanıyordu . Tren istasyonuna doğru hareket halindeydiler. Onların yanısıra, savaş gönüllüleri ile dolu bir kamyon konvoyu ilerliyordu. Aynı şekilde, yeni oluşturulan 25 komünist tugayı ve birkaç bölük de vardı. Kasan istasyonunda peronlar insanlarla dolup taşıyordu. Trenlerin hazır ol­ masını bekliyorlar ve trenler durduğunda vagonlara hücum ediyorlardı. Trenler yalnızca yolcu vagonlarından değil, yük vagonları ve hatta metro vagonlarından oluşuyordu. Tümü tek bir yöne, doğuya gidiyordu. Trenler çoğunlukla hat güvenliği sağlanmaksızın ve birbirlerine çok yakın olarak, aralarında yalmzca gözle görülebilecek kadar bir mesafe bırakılmak sure­ tiyle yollarına devam ediyorlardı.

sonuçlandırmak: için yapacağı en son darbe olması beklenen Moskova saldırısı başlamıştı. Hitler, bu saldın eylemine son de­ rece anlamlı bir de isim takmıştı: "Tayfun Operasyonu". Kiev'deki kuşatmada zorlu çarpışmalar sürerken ve Lening­ rad abluka altına alınmaya başlandığı sıralarda, ordunun komu­ ta kademesi bir sonraki hedef üzerinde kafa yoruyordu. Zaman

242 giderek daralıyordu. Rus Eylülü, sonbahar fırtınalart ile ilk uyansım yapmıştı. İlk yağmur dalgaları Al­ man operasyonlarını engellemişti. Moskova'ya bir saldırı düzenlene­ cekse bu artık daha fazla geciktiril­ memeliydi. 24 Eylül 1941 'de generaller, Smolensk'teki Orta Ordular Gru­ bu 'nun savaş yönetim merkezinde, "35 numaralı Führer talimatı"nın uy­ gulanma aşamasındaki aynntılar üze­ rinde konuşuyorlardı. Bitler, 6 Ey­ lül 'de bu talimat çerçevesinde hedef­ lerini kaba hatlarıyla şöyle belirle­ mişti: "Orta Ordular Grubu, mümkün olduğunca erken bir tarihte (Eylül sonu), düşmant genel olarak Vyasma yönünde yok etme hedefi çerçevesin­ de saldırıya geçmek üzere Ti­ moşenkonun ordular grubuna karşı bir operasyona hazır olacak ... Orta Ordular Grubu, ancak Timoşenko halledildikten sonra Moskova 'ya doğru hareket edecek." 19 Eylül'de de buna ek olarak şu talimatı veri­ yordu: "Timoşenko'nun ordular gru­ buna karşı yapılması planlanan saklı­ n, 'Tayfun' kod adı altında gerçek­ leştirilecektir." 2 Ekim'de artık "Tayfun" için Moskova'nın ana caddelerinden birinde start veriliyordu. "Führer" o günkü tanklar için barikatlar emrinde Alman askerlerine, sonucu kuruluyor (üstte). belirleyecek bu saldırıda bir kez daha Moskova halkı cepheden güçlerini gösterme çağrısında bulu­ gelen yeni haberleri nuyordu: "Askerlerim, kış başlama­ okuyor (altta). dan önce düşmanı paramparça ede-

243 Ta hkimat alanları topçu desteğiyle güçlendiriliyor.

Ta hkimat alanları topçu desteğiyle güçlendiriliyor.

244 / M. Mironova, Oyuncu

Radyoda Stalin konuşuyorsa herkes kulak kesilip dinler­ di, çünkü çok seyrek olarak ve de kısa konuşurdu. Bu yüz­ den, onun sözleri bizim için altın değerindeydi. Biz onu tqnrılaştıranlardan değildik ama, sessizce oturur dinlerdik. Ulkemizin giderek daha da küçüldüğünün fa rkındaydık. Stalin ne söylerse söylesin, Almanlar sürekli ilerliyorlardı . Sürekli radyo başın.da haberleri dinliyorduk. Ya lnızca bu­ nunla yaşıyorduk. insanlar sadece zafer için yaşıyorlardı. Fakat oldukça korku dolu bir zamandı ve isterse ünlü bir sanatçı olsun, kimse bundan ka­ çamazdı.

Hans-Jürgen Hartmann, Zırhlı Araç Bombacısı

Sonbaharın sonlarıydı. Bir yerde ilerlerken, ellerinde ko­ valar ve torbalarla çoğunluğu kadınlardan olmak üzere çocuk ve yaşlı erkeklerden oluşan sivil gruplara rastladık. ilk önce bu insanların karla kaplı bu boş arazide ne yaptık­ larını anlayamadık. Ancak daha sonra, bu insanları bura­ ya sürükleyen yere vardığımızda durumu anladık: Burada bir sürü şişmiş ve yarıya kadar çamura belenmiş at ölüsü yatıyordu . Bu birkaç haftalıkkada vraların başında nacaklar ve at ayakları­ nın şişmiş oynak yerleriyle donmuş et parçalarına vuruyorlardı. Hayvanla­ rın şişmiş ve kalın bir tabaka halinde kabuklaşmış derilerini, tam bir sanat eseri biçiminde adeta bir kubbe gibi yontup çıkarıyorlar ve kendileri için yalnızca içlerini çıkarıp alıyorlardı. Kadınlar ve çocuklar buradan pek faz­ la uzak olmayan bir mesafede, karla kaplı ekinlerin üzerine eğilip, kalan son başakları ellerine geçirdikleri herhangi bir ağaç parçasıyla buz tutmuş kar tabakasının altından söküp çıkarıyorlardı. Yine biraz ilerideyse bir grup insan, çoktan donmuş olan patatesleri bulabilmek için tarlaların yüzeyini kırmaya çalışıyorlardı.

cek son şiddetli darbeyi indirmek için gerekli koşullar bu üç buçuk ay içerisinde nihayet bugün oluştu. Bu yılın sonucu belirleyecek nitelikteki son büyük saldınsı bugün başlayacak ve düşmanı yok edecek şekilde hedefine ula­ şacak. Böylece, Hunlardan ve sonrasında Moğol akınlarından bu yana Alman İmparatorluğu için bu kıta üzerindeki en kor­ kunç tehlikeyi ortadan kaldınmş olacağız." Alınan askerlerinin güçlerini kullanmaya hazır olmaları yönündeki bu mesaj, tam bir iki yüzlülük örneğiydi! Hitler onlardan, sözü edilen tehlike-

'245 yi savuşturmak için yine "son bir kez" şiddetli bir biçimde güçlerini kullanmala­ rını istiyordu. Bu hücum saldınsı, cephe­ nin tümünü kapsıyordu. Alman planları­ nın üç ağırlık noktası vardı: General Strauss komutasındaki 9. Or­ du, 3. Tank Grubu ile birlikte kuzeyden Kalinin ve Moskova-Volga Kanalı üze­ rinden Moskova'ya hareket edecekti. Gü­ neyden Tula üzerinden Moskova'ya sal­ dırınagörevi ise 2. Tank Grubu 'nun göre­ viydi. Ardından, Hoth ve Guderian'ın ön­ cü tankları Sovyet başkentinin doğusunda Düşmanlık Propagandası: buluşacaklar ve Moskova kuşatma çem­ Stalin, "canavar" berini tamamlayacaklardı. Bununla eş za­ olarak gösteriliyor. manlı olarak, General Hoepner komuta­ sındaki 4. Tank Grubu'nun desteğiyle Kluge'nin 4. Ordu'su, Sovyet cephesini Moskova yönünde ortadan yarmaya çalışa- · caktı. Alman kuşatma savaşlarının başarı tarihini taçlandırması beklenen ve kılı kırk yararak hazırlanmış bu plan çerçevesinde, Orta Ordular Grubu 'nda 78 tümen göreve hazır bulunuyordu. Feldmareşal von Bock, bu aşamada üç tank grubunca destekle­ nen üç Alman piyade ordusuna komuta ediyordu. Sovyet tarafındaki rakipleri olan generaller Konyev, Jukov ve Timoşenko 'nun emrindeyse 19 ordu hazır bulunuyordu. Wehrmacht'ın yüksek komuta kademesi OKW'deki Alman stratejistleri, "Tayfun"un hazırlık aşamasında her iki tarafın güçlerinin yaklaşık olarak birbirine denk olduğundan hareket etmişlerdi. Ama hesaplarını yaparken, ellerindeki personel mevcudunun uzun vadede yeterli olmayacağını ise göz ardı et­ mişlerdi. Hitler "Tayfun"un başlaması yönünde emir verdiğin­ de, birlikleri 1 O haftadır şiddetli ve çok sayıda kayıp verilen çarpışmaların ortasındaydılar. Düşman topraklarında 800 kilo­ metreden fazla bir mesafeyi neredeyse hiç ara vermeksizin, ama daha da önemlisi, eksilen asker ve materyalin yerine yeni­ leri takviye edilmeksizin savaşarak kat etmişlerdi. Birliklerin

246 çoğu sayı olarak budanmış ve bitkin durumdaydı, bazıları ise nerdeyse tamamen "duman olmuştu". 24. Tank Kolordusu ko­ mutanı General Leo Freiherr Geyr von Schweppenburg, üstü, Orgeneral Guderian 'ı askerlerin durumu hakkında ikinci kez uyarıyordu: "Bünyemizdeki tümenlerde personel ve materyal gücü, ancak birleştirilmiş ve savaş gücü arttırılmış alaylara denk düşecek düzeydedir." "Büyük Almanya" adlı piyade alayında, bölük sayısı 35 kişi­ ye düşmüştü. 3. Tank Tümeni'ne bağlı bir tank alayında ise sa­ vaşabilecek durumdaki savaş aracı sayısı 40'ın biraz üzerindey­ di. Yakıt, cephane ve bakım malzemeleri stoku ancak ihtiyaca cevap verecek kadardı. İkmal ise gereken düzeyde değildi. Tank birliğinin ne tür güçlüklerle karşı karşıya olduğunu Guderian'ın kendisi de pekaHi biliyordu. Ancak Hitler'in ana karargahına defalarca uyarılarda bulunmuş olmasına karşın, bu uyarılar dikkate alınmamıştı. Eylül bitiminden itibaren sürekli olarak, yaklaşan kış mevsimini gözeterek kışlık malzeme tale­ binde bulunmuş, ancak bu talepleri de aynı şekilde sonuçsuz kalmıştı. İşte bu yüzden, o da kendi emrindeki generallerin uya­ nlarına çaresizliği ifade eden alaycı bir üslupla karşılık veriyor­ du: "Ama Bay von Geyr, piyadeyi ön saflarda tek başına ölüme terk etmek istemiyorsunuzdur herhalde." Ancak Geyr, zayıf du­ rumdaki tank birlikleri ile "Yıldırım Harbi" doktrinine uygun olarak piyadeye nasıl destek sunabilirdi ki? Bu koşullar altında, Feldmareşal General von Manstein'ın, "Bir tank birliğinin düş­ manın gerisindeki güvenliği, ancak sürekli hareket halinde ol­ masıyla sağlanabilir" düsturuna uygun olarak nasıl hareket edi­ lebilirdi ki? Tankların hareketliliği yalnızca ikmale bağlı değildi. En önemlisi, alanın manevraya uygun olmasıydı ve bu noktada Hitler planlarında önceden kestirilmesi güç olan bir risk faktörü söz konusuydu: Hava koşulları. "Kapustiza" ne zaman başlardı? Korkulan bu çamur periyo­ du, adeta bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar sonrasında meydana geliyor ve zemini sağlam olmayan her yolu dipsiz bir balçık deryasına çeviriyordu.Termometreyi eksi 50 dereceye düşüren kış, kar fırtınaları ve soğuğuyla ne zaman bastıracaktı?

247 Prusyalı General Moltke, "Hava koşullarına bağlı olarak operasyonlar düzenlenemez, özellikle de bu mevsimde" deme­ miş miydi? Bu tür sorular, "Führer"in iyi ısıtılan ana kararga­ hında görmezden geliniyordu. Ye teri derecede kışlık giysi yö­ nündeki ısrarları ise Goebbels, o kendine özgü alayctlığı ile ge­ çiştiriyordu: "Kış mı? O zaman biz çoktan Leningrad ve Mos­ kova'nın sıcak mekanlarında oturuyor olacağız." Hitler'in Paladinleri* hiçbir konuda kesinlikle uzlaşmaya gerek duymuyorlardı. "En kötü Alman piyadesi, en iyi Sovyet piyadesini alt eder." Zafer sarhoşluğunun bir ifadesi olan bu cümle her tür sayısal azlığı, Alman birliklerinin her türden ye­ tersizliğini bir kalemde silip atıyordu. Hitler'e bu noktada yar­ dımcı olacak yeterince gerekçe de vardı. Daha kısa bir süre ön­ ce Kiev'de üstün bir başarı elde edilmemiş miydi? Sovyet ordu­ larından yedisi yok edilmemiş miydi? Bu zaferlerin kazanılma­ sında Hitler, generallerine karşı tutum takınmış ve sonuçta ba­ şarılı olmamış mıydı?

"Doğudaki düşman paramparça edilecek"

1941 yılının 2 Ekim'inde harika bir sonbahar günü yaşanı­ yordu. "Hava: Açık ve güneşli" şeklinde not düşülmüştü, Al­ man ordularının yüksek komuta kademesi OKH'nin savaş gün­ lüğüne bu güne ilişkin ve devamla, "Yağışsız hava, yolun kena­ rından ilerlemeyi de büyük ölçüde olanaklı kılıyor" denilmişti. Evet o sabah saat 5.30'da, o güzelim havada, ne yazık ki ölüm­ cül bir taarruz başlatılıyordu: Üç ordu, Orta Ordular Grubu'na bağlı 2., 4. v� 9. Ordu, daha önce kararlaştırıldığı üzere Mosko­ va'ya saldırıya geçiyo�lardı. İlk hedefleri Bryansk'tı. Guderi­ an'ın tanklarının Kiev'e saldırırken yaptığı gibi burada da "sol yanı açık bırakma" taktiği uygulanıyordu ve o zamandan beri Almanların bu kanadı tehlikeyle karşı karşıyaydı. Bu direniş yuvasını dağıtmak ve bununla bağlantılı olarak Vyasma'da top-

* Paladin; Alman mitolojisinde 'Kari efsanesi' olarak bilinen efsane­ de, Büyük Karl'm 12 kahraman şövalyesine verilen addır, ancak burada daha çok 'dalkavukları' anlamında kullanılmaktadır (çev.)

248 'N<'k �... .ı.. ..,..ı..... l»;:l)o.. .��.{ :)o.y,... :ııo.:�· »1-A

BEOBA-.- Cf!TER-·· -·-·· -;- .-.-. -: . ...·' " - - - .

Alman ordusu "yenilmez" olarak yansıtılıyor. 1200 kUometrelik ilerleyiş! lanmış olan Sovyet güçlerini yok etmek, "Tayfun"un ana hede­ fiydi. Taarruz, plana uygun biçimde devam ediyordu. Desna Nehri, çok büyük bir sorun yaşanmadan geçilmişti. Sovyetlerin saldırıya karşı kötü hazulanmış olmaları Almanları şaşutmıştı. 3 Ekim öğlen vakti, Wehnnacht, Bryansk'ın 100 kilometre do­ ğusundaki Orel'i alıyordu. Ye ni bir kuşatmanın ilk halkaları oluşuyordu. Baştan beri en iyimser olanlar bile Alman tankları­ nın düşmanın güney kanadını bu kadar rahatça kırabilmesi kar­ şısında şaşkınlığa uğramışlardı. Guderian, notlarında buna hala inanamadığını ifade ediyordu: "Kentin alınışı düşman için öyle­ sine şaşırtıcı oldu ki,..bizim tanklarımız kente girdiğinde elekt­ rikli trenler bile hala işliyordu." Bundan bir gün sonra, 10. Tank Tümeni Moshaisk'e saldıru­ ken, 2. Tank Tümeni de Kirov-Vyasma arasındaki stratejik öneme sahip demiryolu hattına ulaşıyordu. Sovyet direnişi, bü­ tün bu yerlerin hepsinde alışılmadık düzeyde zayıftı. Buna ve­ recek yanıtı olan tek kişi, Bertin Spor Sarayı 'nda dinleyicileri sözleriyle adeta kamçılayan ve o gözleri kör edici bakışlarıyla konuşan Hitler'di: "Kırk sekiz saattir dev boyutta bir saldırı başlatılmıştu. Bu, düşmanı doğuda paramparça etmeye yaraya­ cak bir saldmdır. Düşmanın beli şu an kırılmıştır ve bir daha ayağa kalkamayacaktır." Bu, Hitler'in taşkın bir isteriyle, fanatikleştirilmiş dinleyici­ lerde dakikalarca sürecek alkış dalgasına yol açacağını bildiği,

249 Dietrrich Mock, Karargah Askeri Cepheden gönderilen bir mektuptan

Akşamüzeri, bir.saldırı sonras111da, kamp ateşinin başın­ da toplanmıştık. içimizden biri armonika çalmaya çalışı­ yordu, ama pek beceremiyordu. Derken, birden bizim piya­ de alayından ufa k tefe k bir Schwabenli belirdi. Parlayan gözlerle arnıonikaya bakıyordu. Gelip bizimle oturmasını söyledik, o da söyleneni yaptı ve bir kez çalıp çalamayaca­ ğını sordu. Sonra çalmaya başladı. Ta m bir ustalıkla çalıyordu, en azından bize öyle geliyordu. Büyük bir huşuyla Willy Richard'tan şarkılar çalmıştı. "Aşağı Ren Uzerinde Akşam Va ktinde"yi ve benim en sevdiğim ezgi olan "Bavyera Hikayeleri" ni çalmıştı. Çalarken hepimizi alıp memlekete götür­ müştü, kimsenin ağzından tek kelime çıkmıyordu. Va kit geç olmuştu ve ate­ şin başında onunla birlikte ben ve birkaç kişi kalıncaya dek herkes yavaş yavaş dağılmıştı. Adı Michel' di ve Heilbronn'da n geliyordu. Ondan bir kez daha benim için "Bavyera Hikiiyeleri"ni çalmasını rica ettim. Çok hafif bir tonda ve inanılmaz derecede güzel çalıyordu. En iyisi parçanın tam ortasın­ da kalkıp gitmek olacaktı, ama kaldım ve ezginin bitmesini bekledim. Ardın­ dan armonikayı elinden aldım. Ta m o sırada rüzgar bir kez daha ateşi yala­ yıp geçtiğinde yüzü aydınlanmıştı. Gözlerinde yaşlar vardı. Elimi uzatarak iyi geceler diledim. "iyi geceler" dedi usulca ve sessizce çekip gitti. Ben de karargahın yolunu tuttum. Gece Ruslar saldırdı ve piyade de buna karşı sa­ vunmaya geçti. Ardından biz de ka rşı saldırı başlattık. Şafa k sökerken geri döndüğümüzde, karların üzerinde birkaç ölü Rus ve yine bizden de birkaç kişi yatıyordu. Bizimkilere doğru yöneldik. Az ilerde önümde akşamki ufa k tefek Schwabenli yatıyordu. Yüzü solgundu ve yanakları sarkmıştı. Gözleri tuhaf biçimde değişmiş, kaskatı kesilmişlerdi. Ağzının kenarında pıhtılaş­ mış bir kan lekesi, hemen yanında karda ise bir su birikintisi vardı. Kolları donmuş, elleri kaskatı kesilmiş ve parmakları sanki kramp girmişçesine ka­ rın içine saplanmıştı. O anda biraz kendimle baş başa kalıp kendimi dinle­ me ihtiyacı duymuştum ama beceremedim. Onu gömmek ve başına bir haç dikmek istiyordum. Bu işi başkaları yapmak zorunda kaldı, biz devam etme­ liydik.

bir mizansen biçiminde özenle düzenlenmiş toplantılarından bi­ riydi. Paladinlerinden oluşan çevresine bunu, "Büyük kitleler kendi ilkel duygularıyla hareket ederek arkadan gelmeye her zaman hazır ve bu yüzden de teşekkürü en fazla hak eden top­ luluklardır" biçiminde ifade ediyordu. Ve bu "kitle"nin ilkel duygularını hareket geçirmek ve Alman halkmm onun arkasın­ da olduğu şeklinde bir görüntü yaratmak söz konusu olduğun­ da, Hitler bu işin ustasıydı. İşte Spor Sarayı 'ndaki bu konuşma-

250 sı da inanmışlık ifadesi tezahüratlar ve "Sieg-Heil"* nidalarıyla sık sık kesintiye uğratılıyordu. Hitler, Alman piyadelerinin ba­ şarılarından övgüyle söz ettiğinde ve aynı zamanda düşman hakkında yaptığı atıp tutmaları tam bir alaycılıkla bir biri ardın­ ca sıraladığında dakikalarca alkışlanacağından gayet emindi: "Yıldırım harbi söz konusu olduğunda, Alman askerleri elde et­ tikleri başarıların şimşek gibi işler olarak nitelendirilmesini hak ediyorlar, çünkü tarihte onları bugüne kadar ileri taarruzlarda hiç kimse alt edemedi. En fazla, o da geri çekilme durumun­ dayken, birkaç İngiliz alayı dışında." Askeri açıdan bakıldığında, Alman birliklerinin elde ettikleri başarıların etkileyici olduğu kesindi. Ama, o güne dek kimse Hitler kadar Wehnnacht'ın askeri başarılarıyla böylesine usta­ lıkla oynamamış, kimse Alman askerlerini onun kadar kendi insanlık dışı hedefleri uğruna böylesine egoistçe kullanmamıştı. 6 Ekim'de 39. Tank Alayı'nın öncü grupları Bryansk'a giri­ yordu. Ye ni saldırının başlamasından yalnızca dört gün sonray­ sa, hedeflenen mesafenin ilk etabına ulaşılmıştı. Başarı haberle­ ri ardı ardına geliyordu. 10. Tank Tümeni, düşman bölgesinde 250 kilometrelik bir öncü ilerlemesi gerçekleştirmeyi başarmış­ tı. 7 Ekim'de ise 3. Tank Grubu'nun öncüleri 4. Tank Gru­ bu'nun savaş araçları ile birleşiyordu. Her iki tank grubu, Sov­ yet birliklerini kıskaca alarak sıkıştırmıştı. Başarının sırrı bu kez şurada yatıyordu; Almanlar, düşman hatlarını kimi yerler­ den yararak ilk önce düşman kuvvetlerini önemli noktalarından kuşatmışlar ve ardından düşmanın gerisinde birleşmişlerdi. Bu defa, kuşatma çemberi nihai olarak tamamlanmadan önce son bir gedik açılması pekala olasıydı: Vy asma ve Bryansk kuşat­ maları birbirinden ayn olarak ikiye bölünmüşlerdi. Tam bir tak­ tik ustalık sergilenmişti. General Jodl, 8 Ekim'de şu notu düşü­ yordu: "Kuzeyden Mariupol, doğudan Bryansk ve batıdan Vyasma olmak üzere üç ayn kuşatma gerçekleştirdiğimiz taktir­ de, artık bu savaşı kesin ve abartısız olarak kazandık demektir."

* Nazilerin "Yaşasın Hitler" anlamındaki "Heil Hitler" gibi bilinen sloganlarından biri olan "Sieg-Heil", "Yaşasın Zafer" anlamına gelmekte­ dir. (çev.)

25 1 Smolensk saldırısı sonrasında demir haçla ödüllendirilen askerler (solda üstte). Bir Rus savaş esiri yolu tarif ediyor (sağda üstte). Ta arruz sırasında nehirden geçiş (solda altta). Bir sahra hastanesindeağır yaralı bir Kızı/ordu askeri (sağda altta).

252 Temkinli gözlemciler bile sayısal veriler karşısında etkilen­ meden edemiyorlardı: Vyasma kuşatmasında, Sovyet başkentini savunma görevi yüklenen 6 ordu bünyesindeki 50 tümen çem­ bere alınmıştı. Vyasma ve Bryansk'a çifte saldırı başlamıştı. Bunların Al­ manların İkinci Dünya Savaşı'ndaki son başarılı kuşatma ope­ rasyonları olması bekleniyordu. Wehrınacht'ın, Alman ordusu­ nun yüksek komuta kademesi OKH'nin isteği doğrultusunda eş zamanlı olarak yerine getirmesi gereken iki görev vardı: Kuşa­ tılan askeri birlikleri yok etmek ve buna paralel olarak Mosko­ va'ya saldırmak. 13 ve 14 Ekim' de, Kızılor du' nun karşılaştığı bu yeni fela­ kette son noktaya geliniyordu. Vyasma ve Bryansk'ta kıskaca alınan birlikler teslim olmuşlardı. Bölge savaş araçlarıyla dolup taşmıştı. Sovyet esirler, ucu bucağı görünmeyen uzun konvoy­ lar halinde batı yönünde bir meçhule doğru yol alıyorlardı. Wehrınacht raporunda, yaklaşık olarak 663 bin kişinin esir alın­ dığı ve bin 242 adet tank ile 5 bin 412 adet topun ele geçirildiği belirtili yordu. Aralıksız olarak birbirini izleyen başarı haberlerinin etkisiy­ le adeta küstahça bir rahatlık git gide yayılıyor, neredeyse tam bir alışılmışlık havası esiyordu. Nasyonal sosyalist basın ise Al­ man zaferlerinin gerektiği gibi kutlanması için çaba sarf ediyor­ du. Bu son gelişmeyi; "Sovyet ordularının sonu acı oldu" ifade­ siyle duyuran "Völkischer Beobachter" gazetesi, "Bolşevikliğin askeri olarak sonunun geldiğini" bildiriyordu. Propaganda ça­ lışmalarında, doğudaki savaşın kazanıldığı vurgulanıyordu. Re­ ich' ın basından sorumlu şefinin 13 Ekim günü için belirlediği 'günün parolası' da bu doğrultudaydı: "Bu savaş askeri olarak bitmiştir. Bundan sonra yapılması gereken işler, gerek içte ve gerekse dışta, dana ziyade siyasal bir karakter taşımaktadır." Reich 'ın basından sorumlu şefi Otta Dietrich, dünya basını­ na SSCB 'nin vurulduğunu ve Rusya seferininzaferle sonuçlan­ dığını açıklamaya kadar götürüyordu işi. Almanlar bir büyük muharebeyi daha üstün başarıyla bitirmiş ve yine bu başarıyı da savaşın kesin sonucu olarak kutluyorlardı. Acaba ya}'ılma za­ mansız mı olmuştu? Ama ne de olsa, Kiev fiyaskosu da dahil

253 Alois Kellner, Piyade

Ben, pek çok tümen arasında ulaklık yapmak üzere görevlendirilmiş bir muha­ bereciydim ve motosikletle oradan oraya gizli yazışmaları getirip götürüyordum. ilerleyişimiz Budyanka, Dorobuş, Kutino ve Vy asma üzerinden Moskova yönüne doğru devam ediyordu. Sonbaharda yollar oldukça bozulmuştu. Günlük olarak yalnız­ ca 5 kilometre yol kat edebilir duruma gelmiştik. Araçlar, akslarına kadar çamura gömülüyorlardı. Ardından, ilk başlarda eksi 20 dereceyle başlayan soğuklar geldi. Mos_kova' nın alınmasına yönelik çarpışmalar başladığında biz Medin' deydik. ikmal bölüğü olarak düşmanla herhangi bir temasımız olmamıştı, ancak soğuktan donma sonucu bir çok kayıp vermiştik. Kışa uy­ gun elbisemiz yoktu. Kış elbiseleri ancak Mart'ta gelebilmişti. Aralık ayında Moskova'ya yaklaşık 70 kilometre uzaklıktaki Maroforminsk yakınlarınday­ dık. Te rmometre bu zamanda eksi 30-35 dereceyi gösteriyordu. Hatlar ara­ sında haber getirip götürdüğüm seferler sırasında, donmuş askerlerin yolla­ rın kenarlarında odun kütükleri gibi üst üste, sıra sıra dizilmiş olduklarını gördüm. Her bir öbekte, donarak kaskatı kesilmiş 60-70 civarında ceset bu­ lunuyordu ...

olmak üzere, Kızılordu yalnızca üç hafta içerisinde 1 milyon­ dan fazla askerini yitirmişti. Ancak, acaba direnişleri tamamen kırılmış mıydı? Alman birlikleri saldırılarını sürdürüyorlardı. 9. Ordu, 14 Ekim'de tarihsel anlam taşıyan bir başka muharebe alanına, Borodino 'ya ulaşıyordu. Napolyon burada, 1812 yılında Çar ordusunu yenmişti. Şim­ diyse iki "seçkin birlik" karşı karşıyaydı: SS Tümeni'nin önem­ li silahı "Das Reich" ve Kızılordu'nun 32. Avcı Tümeni. SS bir­ likleri, Vladivostok 'tan gönderilen taze kuvvetleri neredeyse tümüyle yok etmeyi başarmışlardı. Esir sayısı 673 bin 98'e yükselmişti ve bu yeni saldırı sonrasında 8 Sovyet ordusu "im­ ha" edilmişti. Beş gün sonra, 19 Ekim'de, Alman birlikleri Moskova'nın 100 kilometre önlerindeki Moshaisk'e ulaşıyorlardı. Sovyet başkentinin korunması amacıyla oluşturulmuş sondan bir önce­ ki engel de böylelikle aşılmış oluyordu. 129 yıl önce aynı gün, Napolyon 'un Muhteşem Ordusu, alevler içindeki Mosko­ va 'dan geri çekilmek zorunda kalmıştı. Ancak bu kez, bütün

254 Meçhule giden yolun başı: Esir kamplarına götürülmeyi bekleyiş. gelişmeler başkentin bütün direnişçileriyle saldırganların eline düşeceğine işaret ediyordu. "Tayfun" operasyonunun ilk aşaması başarıyla sonuçlanmış­ tı. 4. Ordu Komutanı Feldmareşal General von Kluge, 15 Ekim'de askerlerine şu bilgiyi veriyordu: "Timoşenko'nun or­ duları yok edildi. Tümenlerirniz, hedeflediğimiz Moskova sal­ dırısı için cephenin tamamında sarsılmaz bir güce sahiptirler." Aynı sıralarda, Kızılordu 'nun komuta kademesi ise durumu ka­ bullenmek zorunda kalıyordu: "Batı cephesinde durum kötüye gidiyor." Alman gazeteleri o gün baş sayfada özel bir haber için yer ayırmaları yönünde bir talimat almışlardı. 4. Ordu Kalu­ ga 'yı almıştı ve Hitler, kendi birliklerinin en kısa zamanda he­ men Moskova'ya ilerlemelerini planlıyordu.

"Ne yapmalıyız?"

Vyasma ve Bryansk düştükten sonra Moskova'da, Almanla­ rın başkente yakınlaştıklanna ilişkin artık hiçbir kuşku kalma-

255 Natalya Shirova, Fabrika İşçisi

Ekim' de babam ölmüştü. 16 yaşındaydım ve bir lamba fa brikasında çalışmaya başlamıştım. Burada çocuklar ve emekliler hızlı bir tempoyla "Katyuşas"ın (Stalin Orgu) parçalarını yapmayı öğreniyorlardı . Çocuklardan bazıları öyle küçüktüler ki, makinelere bile yetişemiyorlardı. Bu ne­ denle, ancak tahta kasaların üzerine çıkarak çalışabiliyor­ lardı. Çok büyük bir açlık yaşıyorduk ve her şeyi paylaşı­ yorduk; son dilim ekmeği ve son patatesi bile. Fabrika binasının çevresinde­ ki alanda her yana patates ve havuç ekmiştik. Savaş öyle ani yakalamıştı ki bizi, gıda maddelerini stok edecek zamanımız bile olmamıştı. Günde 12 saat çalışıyorduk. Çoğunlukla, Moskova' ııın kuşatıldığını düşünerek işten eve bi­ le gitmiyord�k. Sıralar halinde yan yana uzanıp yatıyorduk ve birbirimizi ısıtıyorduk. Onceleri dışarıda kalanlar da daha sonra bize ka_tılmaya başla­ dı/ar. Alışılmadık düzeyde bir arkadaşlık ortap11 oluşmuştu. işini iyi yapma isteğiyle, insan gücünün sınırları aşılıyordu. Urünün arızalı olmasına kesin­ likle göz yumulmuyordu . Biz çocuklar, yüzde 200' lük bir verimle çalışıyor­ duk. Odül olarak da topluca sinemaya gidiyorduk.

mıştı. Alman ordularının Kiev'de yalpalamaları, Hitler'in kuv­ vetlerinin Moskova'ya ilerlemeden önce durdurulabilecekleri yönünde bir umut ışığı yakmış olsa da, Wehnnacht'ın elde etti­ ği bu son zaferler halk arasında bir panik dalgasının yayılması­ na yol açmıştı. Bir korku ifadesi olan, "Germanskiler geliyor" lafı, giderek yayılıyordu. Türlü söylentiler çıkıyor ve hızla yayılıyordu: Almanlann kente girmeye hazır oldukları, paraşütçülerin Kızıl Meydan'a inecekleri, her yerde Alman tanklarına rastlandığı vb. Sovyet tanklarından gelmiş olsa bile, her tank sesi Moskovalılarda kor­ kuya yol açıyordu. Hükümetin aldığı önlemler de kargaşayı bir kat daha arttırı­ yordu. Fabrikalar, endüstri işletmeleri, bakanlıklar ve resmi da­ ireler boşaltılmıştı. Hükümet, Kuybişev'e taşınmıştı. İleri gelen yönetim kadroları, çok yakında bir savaş cephesine dönüşecek olan kentin çok gerisinde kendilerini güvenceye almışlardı. Oysa Stalin, ilk başlarda küçük bir kurmay heyetiyle Krem­ lin 'de kalmıştı. "Kremlin 'de hala ışık yanıyor" sözü, Stalin ora­ da olmasa bile o ekim ayından beri yaygınlık kazanan bir söz oldu. Parti ve hükümet binalarının bacaları tütmekteydi. Başka bir

256 Sch/eswig bölgesindeki bir maden ocağının avlusunda Sovyet savaş esirleri (üstte). yYasınave Bl)•ansk'taki kuşatma savaşlarının sonrasında esir konvoy­ !arımn ucu bucağı görünmüyordu (�o/da). Esir alınmış Kızı/ordu kadınları (sağda).

257 yere taşınamayan evraklar yakılıyor, Krem­ lin' deki sanat yapıtları ise Urallar'ın ardına götürülüyordu. Askerler son olarak Lenin'in naaşını da Kremlin duvarının yanındaki mozo­ leden alıp güvenli bir yere götürdüklerinde, ar­ tık bir çoğu için duracak zaman değildi. Panik giderek yayılıyor, onbinlerce kişi işyerlerini terk ederek düşman tehdidi altındaki kentten kaçmaya çalışıyorlardı. Kamusal toplu taşıma araçları, bu yoğunluğu kaldıracak güçte olma­ dıkları için faaliyetlerini durdurmuşlardı. Ka­ raborsacılık, durumu daha da kötüleştiriyordu. Bankalar ve gıda maddeleri satan dükkanlar kapılarına kilidi asmak zorunda kalıyorlardı. Zo Yağma, artık sıradan güncel bir olay haline runlu işçi . gelmişti. Askerler firar etmeye başlamışlardı. olarakfişlendı. Fısıltı gazetesi ise yayınlarına devam ediyordu: Güya bir hü­ kümet darbesi olmuştu ve bunun üzerine Molotov intihara kal­ kışmıştı. Stalin tutuklanmış, ordu yönetime el koymuştu. Mos­ kova'nm tamamında kargaşa hüküm sürüyordu. Stalin başkentte kontrolü yeniden sağlamaya çabalıyordu. Devlet Savunma Komitesi, 19 Ekim'deki oturumunda kentin terk edilmeyip savunulması yönünde karar alıyordu. Ertesi gün asılan afişlerde, Stalin'in 'olağanüstü hal' ilan ettiği bildiriliyor­ du. Pravda'nın manşet haberi şu başlığı taşıyordu: "Gaflet ruhu aşılacak". O günden itibaren artık savaş hukuku geçerliydi. Düzen, çok ağır cezaların caydırıcılığı altında yeniden sağlandı. İsyancılar, karaborsacılar ve fırariler hemen olay yerinde kurşuna dizilebi­ liyordu. Kent bir kale olarak ilan edildi, Moskova artık bir cep­ he kentiydi. Bryansk ve Vyasma'da yaşanan felaket kendini göstermeye başladığı sıralarda, 6 Ekim günü önemli bir karar alınmıştı. Sta­ lin, Mareşal Golovanov'u Kremlin'deki bürosuna çağırmış ve bu kritik durumla ilgili olarak ona şunları söylemişti: "Çok zor bir durumla karşı karşıyayız. Almanlar savunma mevzilerimizi aştılar. Ne yapmalıyız, ne yapmalıyız?"

258 15 yaşındaki Katya Susanina, 1941 sonbaharında zorunlu çalışmaya tabi tutuldu. Kızılordu, 1944'de bir Beyaz Rus kenti olan Liosno'yu geri aldı­ ğında, askerler tuğladan örülme bir ocağın içine gizlenmiş olan aşağıdaki mektubu buldular:

Sevgili Babacığım! Bu mektubu sana Almanların zorunlu çalışma yerinden yazıyorum. Eğer sen bu mektubu okursan ben o zaman hayatta olmayacağım. Senden bir ri­ cam var: Bu zalim Almanları cezalandır. Bu, ölmekte olan kızının sana son vasiyetidir. Birkaç kelime de annem üzerine yazayım. Eğer geri dönersen onu arama. Faşistler onu vurdular. Gelip seni sorduklarında, subayın biri yüzüne kırba­ cı inqirdi. Annem buna dayanamadı ve gururla, "Vurarak beni kokutamazsı­ nız. inanıyorum ki, kocam gelecek ve siz pis işgalcileri buradan söküp ata­ cak" dedi. Subay, annemin ağıma kurşun sıktı. .. Baba, ben bugün 15 yaşıma bastım. Şu an beni görecek olsaydın, kızını tanıyamazdın. Çok zayıfladım, gözlerim çukurlaştı. Saçlarımı kökünden kes­ tiler, ellerim ve kollarımın canı çekildi, sanki birer kütük gibiler. Göğsüme vur:dukları için de, öksürdiiğümde ağzımdan kan geliyor. iki yıl önce 13. doğum günümü hatırlıyor musun baba? O doğum günüm ne kadar harikaydı! O zaman bana şöyle demiştin: "Kızım, büyü ve neşe kaynağımız ol!" Gramofo n çalıyordu ve kız arkadaşlarım doğum günümde beni kutluyorlardı, en sevdiğimiz şarkıyı söylüyorduk ... Oysa şimdi, aynaya baktığımda; yırtılmış elbisem bir paçavrayı andırı­ yor, boynumda suçlulara asılan cinsten bir numara, tıpkı bir ceset gibi ipin­ ceyim ve gözlerimde tuzlu gözyaşları. 15 yaşıma girmişim de ne olmuş san­ ki? Kimin umurundayım? Burada aynı durumda bir sürü insan var. Açlar ve kurt köpeklerinden korkuyorlar. Her gün birileri götürülüp öldürülüyoı: Evet baba, ben de bir Alman baronunun kölesiyim. Scharlen adlı bir Al­ man'ın yanında çamaşırcı olarak çalışıyorum. Çamaşırları yıkayıp yerleri siliyorum. Çok çalışıyorum ve günde iki kez Rosa ve Klara ile birlikte -bun­ lar adamın domuzları- aynı yemlikten yemek yiyorum. Baron böyle emretti. Klara' dan korkuyorum. Bu çok iri ve açgözlü bir domuz. Bir keresinde, yem­ lik(en bir patates almaya çalışırken neredeyse ısırıp parmağımı koparacaktı. iki kez kaçmaya çalıştım, ama kahya beni buldu. Daha sonra bizzat baro­ nıın kendisi elbisemi yırttı ve beni tekmeledi. Bayılmışım. Sonra üzerime su sıktılar ve bodruma attılar beni. Beyler Almanya'ya gidiyor. Beni de yanla­ rında götürecek/ermiş. Ama ben, vatan topra­ ğında ölmenin en iyisi olacağına karar ver­ dim. Yalnızca ölüm beni bu korkunç dayaklar­ dan kurtarabilir. Bana yaşama olanağı tanımayan bu kahro­ lası zalim Almanların elinde daha fazla köle olarak kalmak istemiyorum! .. Baba, benim ve annemin öcünü al. Hoşça kal baba, ben ölüyorum. Kızın Katya Susaııina ... MariaMir onova, Oyuncu

Hastanelerde de pek çok konser veriyorduk. Bir keresin­ de bir başhekimin bana söyledikleri halliaklımda : "Lütfen şu hastanın yanına gelin. Ne yemek yiyor, ne de yaşamak istiyor. " Ben de o odadan içeri girdim ve yüzünü duvara çevirmiş çok yakışıklı bir genç adamla karşılaştım. Ardın­ dan her iki kolunu ve her iki bacağını kaybettiğini öğren­ dim. Kendisine bir şey anlatmamı isteyip istemediğini sor­ duğumda, "Bana hiçbir şey anlatmanıza gerek yok, gidin!" diye karşılık ver­ di. Fakat kapıya vardığımda, "Şarkı söyleyebiliyor musunuz?" diye sordu ve ekledi: "Bana çingene romans/arından "Son Kamp"ı söyleyin." Şarkıyı söy­ ledim, orada öyle yatıyor ve ağlıyordu. Ya şlar yüzünden aşağı akıyordu. Çok acıklı bir manzaraydı!

Sovyet diktatörü, yetenekli bir askeri stratejist arayışı için­ deydi. Sonunda aradığını buldu. Bu kişi, 1939'da Japonları Mo­ ğolistan'da vuran bir "Sovyet kahramanı"olan General Georgi K. Jukov 'dan başkası değildi. Bu Jukov, gerçekçi bakış açısıyla kendisine Kiev'de yapması gereken ödevleri hatırlattığı için Stalin tarafından ağustos ayında genelkurmay başkanlığından azledilen. General Jukov'un ta kendisiydi. İukov, daha sonraki yeni görevinde, tehlike çanlarının çaldığı batı cephesini güçlen­ dirmeyi ve böylelikle Leningrad'ın erken fethini engellemeyi başarmıştı. O zamandan beri zor durumlardaki kurtarıcı olarak anılıyordu ve Stalin'in de şimdi tam da böyle bir adama ihtiyacı vardı. Yakalandığı grip nedeniyle güçsüz düşen Sovyet diktatörü Jukov'u Moskova yakınlarındaki daçasında (yazlık köşk) kabul ediyordu. Stalin'in 7 Ekim'de gerçekleştirilen bu görüşmedeki sözleri, içinde bulunulan duruma uygun olarak kısa ve netti: "Çok tehlikeli bir durum söz konusu. Durumun tam olarak ne merkezde olduğuna ilişkin ayrıntılı rapor alamıyorum. Hemen batı cephesine gidin. Te lefonunuzu bekliyorum." Jukov'un cephede yaptığı denetlemeler ürkütücü bir görüntü ortaya koymaktaydı: Güneyde ve kuzeyde Alman birlikleri bir yarma harekatının eşiğindeydiler. Batı cephesinin Yuhnov'daki orta kısmına komuta eden ve kısa bir süre önce Almanların eline düşmekten kıl payı kurtulan

260 F. W. Christians

Derken bit fe laketi başladı. Bu çok tehlikeliydi, çünkü ti­ füs hastalığının yayılmasına neden olabilirdi. Hepimiz bit­ lenmiştik, bitler yakalarımızdan dışarı çıkmaya başlamış­ lardı. Buna karşı yapacak bir şey yoktu. Sıcaklığın eksi 30 derece olması da bitleri ürkütmüyordu. Fakat yanlarında kaldığımız "Mamııçka", eline büyükçe bir ütü aldı ve bu büyük bit sürüsünü yok etmek için daha önce yıkayıp sö- küklerini diktiği çamaşırlarımızı bu ağır ütüyle ütüledi. Düşmana karşı, ki bu düşman bizdik, gösterilen böylesine doğal ve tamamen içten bu dostluk, beni derinden etkilemişti. Ta bii biz de yiyeceğimizi son parçasına kadar bu insanlarla paylaştık.

Budiyeni kendisine şu haberi ulaştırmayı başarabilmişti: "Bura­ da durum iyi değil. Savunma cephemizden eser kalmadı." Jukov, 10 Ekim'de Moskova'ya 90 kilometre uzaklıkta Krasnovidov'daki batı cephesine vardığında Stalin'den özel bir haber alıyordu: "Batı cephesi komutanlığına atandınız." Haber kendisine, "Votst"un emriyle Genelkurmay Başkanı Şapoşnikov tarafından telsizle bildirilmişti. 11 Ekim saat 18'de Jukov yeni görevine başlıyordu. Görevi; Moskova'yı kurtarmaktı. General, görünüş itibarıyla çözümü olanaksız olan bir so­ runla karşı karşıyaydı. Cepheden gelen haberlerse birbiriyle çe­ lişen türdendi. Komuta kademesinin en üstündeki kişi olan Sta­ lin 'inbizzat kendisi bile durum hakkında kesin bilgilere sahip değildi. Moskova 'nın çevresinde oluşturulan savunma çemberindeki kademe gereken sıklıkta olmadığı için Sovyet savunma hatları Almanlar tarafından sürekli deliniyordu. Sovyet birlikleri korkulan T-34 gibi üstün bir silaha sahip olsalar bile, koordinasyon sağlanamadığı ve fazlaca dağınık olunduğu için savunmada gedikler açılıyordu. Alınan son yenil­ gilerden sonra yerlerine yenileri gönderilmek zorunda kalın­ mıştı ve halen savaşmakta olan birliklerinse yeni silahlara ihti­ yaçları vardı. Stalin yardım vaadinde bulunmuştu ama, cephe­ nin diğer bölümlerinden birliklerin Moskova'da görevlendir­ mek üzere buraya kaydırılması ilk etapta mümkün değildi. Sov­ yet orduları her yerde, bir çıkmaza saplandıkları savunma sa-

261 Hans Johann Stolle, İstihkamcı 8 Kasım 1941 'de şehit düştü

Sayın Bay Stolle! Bana düşen bu üzücü görevi yerine getirerek, size oğlu­ nuzun şehit düştüğünü bildiririm. Bölüğümüz, düşmanca kesilmiş olan bir bölgede bir bataklık üzerinde geçit oluş­ turmak için görevlendirilmişti. Görev dönüşünde oğlunu­ zun üzerinde oturduğu araç, daha önce üzerinden pek çok araç geçmesine rağmen patlamayan bir Rus mayının üzerinden geçti. Sevgi­ li oğlunuz anında öldü. Daha sonra biz onu Dinyeper kıyısındaki Çerkas­ si' nin 50 kilometre güneydoğusundaki Korodişbaşe' ye götürdük ve orada askerlik onuruna yakışır bir biçimde defnedildi. Kendisi şimdi sözü edilen yerde, okul binasının önünde bulunan kahramanlar mezarlığındaki ebedi is­ tirahatgôh111da yatmaktadır. Oğlunuz, 8.11 .41 ' de, öğleden sonra saat 13 .30' a doğru şehit düşmüştür. Bu acı kaderi kabullenmek sizin açınızdan çok zor olacaktır, ama kanının son damlasını da sadakatle Führer ve halk uğruna akıtmaktan çekinmediği için oğlunuzla gurur duyun! Her zaman ne­ şe içinde şarkılar söyleyen ve arkadaşlarınca sevilip sayılan oğlunuzun ara­ mızdan ayrılışı bizi de derinden sarsmışt11: Bölüğümüz, onun şerefli hatıra­ sını daima muhafa za edecektir. Sizin de şu an hissettiğiniz, ancak ana baba­ ların duyabileceği derin acınıza saygı duyuyoruz! Sizi en içten duygularım­ la selamlarım. Yzb. Hellberog, Blk. Komutanı.

vaşları veriyorlardı. Devasa Sovyet İmparatorluğu 'nun doğuya doğru uzanan bölgelerinden askeri birlikler Moskova'ya geti­ rilmek istense bile, bu arada çok zaman kaybedilirdi. Yardım, en önemlisi de acilen gereksinim duyulan silah yardımı, işte böyle bir çıkmaz içerisindeyken başka bir yerden geliyordu: Lord Beaverbrook ve Averell Harriman başkanlığındaki bir İngiliz-Amerikan görüşme heyeti, 2 Ekim'de batının askeri yar­ dımlarına ilişkin bir antlaşma imzalamışlardı. Batılılar toplam olarak 3 bin uçak, 4 bin tank ve 30 bin askeri kamyonu ortak düşmanlarına karşı verdiği savunma mücadelesinde Stalin' in hizmetine sunmak istiyorlardı. Stalin' in buna paralel olarak ikinci bir cephe açılması yönündeki talebi ise halii yerine geti­ rilmemişti. Ama silahlar tek başlanna saldırganları durduramazlardı. Jukov, yeni ve sağlam bir savunma hattı oluşturulmasını emret­ mişti. Eldeki hazır kuvv�tler, Kalinin-Volokolamsk-Moshaisk-

262 Tula hattına geri çekilmişlerdi. Jukov, coğrafık koşullan kullan­ mayı düşünerek bu hamleyi yapmıştı. Lama, Moskva, Koltşa ve Luşa gibi küçük nehirler Moshaisk hattı çevresinde koruyucu bir engel oluşturuyorlardı. Jukov, stratejik öneme sahip noktala­ ra o ana kadarki hatalardan ders çıkarmış olan deneyimli cephe subaylannı atamıştı. Aynı zamanda, emir komuta zinciri de da­ ha somut bir hale getirilmişti. Bunun yanısıra, Jukov da Stalin'e sürekli olarak doğudaki ihtiyaç fazlası kuvvetlerin buraya kay­ dırılması yönünde baskı yapıyordu. Çünkü, Almanlar her geçen gün daha da ilerliyorlardı. 13 Ekim'de Kaluga düşmüş, bir gün sonraysa Wehrmacht Kalinin'i fethetmişti. Cephe, artıkMosko­ va'nın yalnızca 130 kilometre uzağındaydı. Tek tük de olsa, Al­ man zuhlı araçlan savunma hatlarını delmeyi ve Moskova'nın banliyölerine girmeyi başarmışlardı. Moskova yakınlarındaki Chimki istasyonunda yer alan yanmış bir Alman tankı, savaşın bitimine kadar, Orta Ordular Grubu 'nun ne kadar ilerleme kay­ dettiğini hatırlatan bir sembol olmuştu. Aynca, birliklerinin ço­ ğu o sıralarda halen Bryansk ve Vyasma kuşatmasında çarpış­ makta olan Alman kuvvetleri, Moskova önlerinde son noktayı koyacak bir yarma harekatını gerçekleştirebilecek güçte değil­ lerdi. Savunma halindeki Ruslar, bu süreyi Moskova çevresindeki mevzilerini güçlendirmek için kullanıyorlardı. İlk olarak, işçi milis grupları oluşturulmuş ve büyük bir hızla eğitilmiŞlerdi. Direniş Komitesi, sadece dört gün içerisinde toplam 100 bin adamı silah altına almayı başarmıştı. Silahlanmanın son hızıyla devam edebilmesi için, milisler askeri görevlerinin yanısıra yü­ rüyen bantların başında da çalışıyorlardı. Moskova'daki fabri­ kalar, 1941 yılının yalnızca son iki ayında bütün Sovyet fabri­ kalarında 1940 yılı boyunca üretilenden daha fazla sayıda ma­ kineli tüfek üretmişlerdi. Eldeki bütün askerlere cephede gereksinim duyulduğu için, öncelikle kadınlar Moskova çevresinde bir savunma kalesi ör­ mek amacıyla kazma küreğin sapına yapışmışlardı. Hitler 'in tank ve askerlerini durdurmak üzere 360 kilometre boyunca tank çukuru açılmış, 100 kilometrelik tümsek engeli, 30 kilo-

263

Va ssili Prosorov, Üniversite Ö,�rencisi

Yeteneklerimizi cephe için nasıl kullgnabilirdik? Bunun yanıtını kısa zamanda buluvermiştik. Universitenin eğitim atölyeleri ve laboratuvarlarında silah üretimi yapmaya ya­ rayacak iki özel atölye oluşturmuştuk. Atölyenin biri loko­ motifve traktörleri ordu için onarıyor, diğeriyse her hafta bomba yapımında gerekli 200 adet parça üretiyordu. 1941 Haziran' ı içerisinde, bir gün 14 yaşlarında bir oğlan atöl­ yenin bulunduğu salona geldi ve iş istedi. Adı, To lya Melnikov' du. Babası­ nın atölyesinde tornacılık öğrendiğini söylüyordu. "Yarım gün çalışacaksın" dedim ona. To lya buna, "Hay11� aynen yetişkinler gibi ben de tam gün çalı­ şacağım" şeklinde karşılık verdi. Ço� iyi bir tornacıydı. Onun yanımızda ol­ masından son derece memnunduk. ikramiye ve takdirnamelerle onu ödüle boğuyorduk. Ama bu ödüllerden birine çok trajik bir olay sonunda kavuş­ muştu. Bir uçak saldırısı alarmında bizim parti komitesinin teknik sekreteri olan bayan kendini bir çukura atmış, ancak buna rağmen orada can vermiş­ ti. Hemen yanında, yüksek okul yönetimince To lya Melnikov için hazırlan­ mış takdir belgesini bulmuştuk.

metre uzunluğunda beton bariyer, bin 900 kilometrelik kirpi en­ geli yapılmış ve 600 kilometre boyunca da tel örgü çekilmişti. Bütün bu çabalar Alman tarafında bile hayranlık uyandırı­ yordu. 4. Tank Grubu bünyesinde Moskova önlerinde savaşan Üsteğmen Heysing, şöyle yazıyordu: "Bu, aylarca süren çaba­ larla çağdaş savunma sanatının bütün araçları kullanılarak oluş­ turulmuş bir savunma sistemi. ( ...) Sonradan eklemlenen düze­ neklerle elektrikli ateŞieme sistemine kavuşturulmuş lav silah­ larıyla, her türden tank engelleriyle, bataklığa dönüştürülmüş derelerle, mayın tarlalarıyla, tel örgüleriyle, sığınak sistemleriy­ le, dik yamaçları ve düşman toplarının savunma ateşiyle görü­ nür kıldığı orman mevzileriyle, uçaksavarlarıyla, tanksavarla­ rıyla, bomba ve roket atarlarıyla." Bu savunma engellerinin ne kadar etkili olduğunu Alman askerleri çok geçmeden öğrene­ ceklerdi. "Tayfun Operasyonu"nun ilk günlerinde saldırganlar çok cı­ lız bir direnişle karşılaşmışlardı. Bryansk ve Vyasma 'da elde edilen büyük zaferlerin ardından, Moskova'ya uzanan yolda kendilerini kolay bir oyunun bekleyeceğini umuyorlardı. Ancak beklenenin aksine, daha öncekilerle kıyaslanamayacak oranda sert bir direnişle karşılaşıyorlardı. Bu kez karşılarına Sibir-

265 ya' dan getirilmiş taze kuvvetler, büyük çapta ilk kez Borodino'da kullanılmış olan o çok korkulan T- 34 tipi tanklar ve de bütünüyle kent çevresindeki yeni dar savunma çemberine odaklanmış milisler çıkı­ yordu. Jukov da, kuşku içindeki Stalin 'e her halükarda şu güvenceyi veriyordu: "Bizim Moskova'yı eli­ mizde tutup tutamayacağımız gibi bir soru artık anlamını yitirmiştir."

"Ellerinizi Moskova'dan çekin"

Saldırganlarla kent merkezi ara­ sında artık çok az bir uzaklık söz konusuydu. Askeri hazırlıklar ise madalyonun yalnızca bir yüzünü oluşturuyordu. Diğer yüzündeyse "söz savaşları" yer alıyordu: Önem­ li olan düşmanın cesaretini kırmak­ tı. Direnişçilerin kararlılığı saldır­ ganlarda kafa bulanıklığına yol açı­ yordu. Psikolojik savaş yürütmede taraflar birbirlerinden geri kalmı­ yorlardı. Almanlar, saldırmayı hedefle­ dikleri yerlere bildiriler atıyorlardı. Bu bildirilerde, "sevgili Moskovalı­ Silah endüstrisi için çalışan lar"a tanklara karşı boş yere zah­ Alman ve Rus kadınlarının met edip çukm açmamaları öğütle­ resimleri ne kadar da niyordu, çünkü; " ...koca tanklar bu birbirine benziyor: Stalin küçük çukurlardan rahatlıkla ge­ Orgu için gerekli roketlerin çer"di. üretimi (üstte) ve Alman Almanya'da ise bir güven dalga­ topları için top mermisi sı yayılıyordu. Doğudaki zaferlerin üretimi (altta).

266 flYCTb aAOJıtı'fOM�CT !At Deutsche no.ı ao�rnr MYJKECTDtlo!Hı.ı� O�f.J Solda ten! ttlıU!M� SE.MO�:ı:xf!n. t=m ..:He H<:! .tt�h�?!-�Z' ��!::- :.JP.-�2!ke::!:":� · :*: �·:he:rı . hz: 1:� ı·:m�t· ::ı,��ıı:eU<: l.!e�o::!�w;jnf�c::. :.. ::: f:�ısı�ı;�n. dle: 'lı.-rı.:?-:: Suc!t :.w�u;;t m�!'J �" 4_�:eıeu. w�!m�. nd dcr•ı �� ,��� "":�!;::��:.�;,� !��:�r�!.:;�;.�.::: "t�Jt: :3ng�. �ntH ihr :-:och Mr �h� &s-:1-:e

267 göklere çıkarıldığı cep romanları elden ele dolaşıyordu. Lothar Olias da bu yönde iyimserlik içeren şarkılar söylüyordu: "Bu büyük savaş bir gün biter." Bu büyük savaşın büyük bir zaferle sonuçlanacağı yönünde Alman propaganda mekanizması hiçbir kuşkuya fırsat tanımaksızın çalışıyordu. Sovyetler de psikolojik savaş yönetiminde etkili araçlara sa­ hipti. Kızılordu Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçaklardan atılan bil­ dirilerde, Alman askerlerine, "Ellerinizi Moskova'dan çekin" uyarısında bulunuluyor ve şöyle deniliyordu: "Moskova, bugü­ ne dek hiçbir zaman hiç kimse tarafından fethedilebilmiş değil­ dir. Sevgili Moskova'sını korumak için başını kaldıran Sovyet halkının gücünü ve azmini kıracak ne bir tank, ne de bir top vardır." Bu bildiriler, kararlılıkla yü­ rütülecek bir savunma savaşına işaret ediyordu. Doğu seferinde baştan beri görev alan ve Kızıl­ ordu 'nun son derece sert direni­ şini yaşamış olan askerler, bun­ ların içi boş birer tehdit olmadı­ ğını şu tür sözlerle ifade ediyor­ lardı: "Moskova Paris değil. Bu kent, son karış toprağına kadar savunulacaktır." Moskovalılar kararlılık mi­ tinglerinin en önemlilerinden bi­ rine Ekim Devrimi 'nin 24. yıl­ dönümünde tanık olmuşlardı. Stalin, kaybedilen muharebelere karşın 7 Ekim 'de Kızıl Mey­ dan'daki geleneksel geçit töre­ ninin iptaline yanaşmamıştı. Cilalı bir propaganda Moskova 'nın hava savunma malzemesi: Stalin, dünya birlikleri güçlendirilmek zorun­ kamuoyunun gözleri önünde daydı. Önemli askeri liderler Ekim Devrimi' nin yıldönümü cepheye gittiklerinden, törenin nedeniyle askeri birliklerin açılışını Budiyeni yapmıştı. Ge- yaptı,�ı geçit törenini denetliyor. _ 268 Stalin, 7 Kasım 1941' de lenin' in mozolesinden seslenerek, Sovyet halkını direnmeye çağırıyor.

T- 34 tankları: Moskova' daki geçit töreninden direkt cepheye.

269 Ta nk sürücüsü İvan Kolozov'un 25 Ekim 1941' de nişanlısına yazdığı mektup:

Sevgili Va rya 'm! Hayır, artık birbirimizi bir daha göremeyeceğiz. Dün bir fa şist ordu kolu ile savaşıyorduk. Ta nk isabet aldı ve içerisinde patlama meydana geldi. Va sili öldü. Ben ağır yaralıyım. Va sili Orlov' u kayın ormanında defnettim. Ormanda hava oldukça aydın­ lıktı. Va sili, bana tek bir söz bile söylemeden öldü. Güzel Soya'sına ve b.Jr köpük gibi zarif sarı Maşenkası ' na iletilecek tek bir söz söylemeden. Uç tank sürücüsünden bir ben kaldım. Karanlıkta ormanın içine sürdüm tankı. Bütün gece kendimi yedim bitirdim ve çok kan kaybettim. Göğsüme sapla­ nan ağrı şimdi geçti ve kendimi çok rahatlamış hissediyorum. Ne yazık ki, hepsini halledemedik. Ama, gücümüzün yettiğince elimizden geleni yaptık. Bizim arkadaşlar düşmanı süpürttü. Artık bizim topraklarımı­ za ve ormanlarımıza giremezler! Sen olmasaydın Vmya, yaşamak için asla böyle direnemezdim. Bana her zaman yardımcı oldun; Halçin-Gol' da ve bu­ rada. Doğruymuş; seven kişi insan,lara karşı her zaman iyi yürekli olurmuş. Sana çok teşekkür ederim aşkım! insanoğlu yaşlanır ama, gökyüzü sonsuza dek gençtir, tıpkı senin o karşılarında yeterince büyülenmeye vakit bulama­ dığım gözlerin gibi. Onlar asla yaşlanmayacak, onlar asla solmayacak. Za­ man akacak, insanların yaraları sarılacak, yeni kentler kurulacak, yeni bahçeler yapılacak. Ye ni bir yaşam başlayacak, yeni şarkılar söylenecek. Ama bizim, yani tank sürücülerinin üzerine söylenen şarkıyı asla unutma. Güzel çocukların olacak, daha seveceksin. Ve ben, bu yaşamdan senin sevginle çı,yrıldığım için mutluyum. Senin lvan Kolozov' un.

çit töreni sırasında bombardıman olması durumunda, ölenler ve yaralananlar kenara çekilecek ve tören sonuna kadar devam et­ tirilecekti. Stalin, en kötü olasılıkları hesaba katmıştı. Alman birlikleri artık Moskova'ya birkaç kilometre uzaklıktaydılar. Kızıl Mey­ dan, Göring'in Luftwaffe'si için kolay bir hedef olabilirdi. An­ cak Stalin, bir propaganda gösterisi olan geçit törenini yine de dağıtmak niyetinde değildi. Haftaya Bakış bültenleri hazırlanıp bitirilmeli ve bütün ülkede dağıtılmalıydı. Bizzat kendisi ülke insanlarına bir konuşma yapmak istiyordu. Bütün bunlar, Sov­ yet iktidarının direndiğini göstermeliydi insanlara. Stalin 'in isteklerine karşı çıkmak anlamsız olduğundan, par­ ti yönetimi güvenlik nedeniyle Mayakovskaya metro istasyo­ nunda bir kutlama düzenlemişti. Sovyet diktatörü, seçilmiş 100

270 Alman askeri birlikleri, aralıksız süren yağmurların başlamasının ardından cephenin tamamında çamura saplanmışlardı.

Kalın kütüklerle yapılan ağaç zeminler bile çamuru aşmada işe yaramıyordu.

271 Asker, koşum hayvanı ya da zırhlı araç fa rk etmiyor, her şey çamura batıyordu.

272 Askeri kuvvetlerin birleşerek "çamur talihsizliği"nden kurtulmaya çalışmaktan başka çareleri yoktu. konuğun önünde o gün, 6 Kasım 1941 'de, Kızılordu'nun büyük kayıplar verdiğini itiraf ediyordu. Ancak, konuklar buna rağ­ men gerçeği tam olarak öğrenememişlerdi. Çünkü, Stalin onla­ ra yalnızca 350 bin esir ve 378 bin Isayıp olduğunu söylemişti. Oysa o dönemdeki gerçek kayıp sayısı şehitler, kayıplar ve ya­ ralılarla yaklaşık 3 milyon askere denk düşüyordu. Ama bu sayı o zaman henüz adeta bir tabu niteliğindeydi. Ertesi gün geçit töreni planlandığı gibi devam etti. 41 Alman tümeninin Sovyet başkentine yaklaşmakta olduğunu görmezden gelircesine, Stalin, komünizmin çara karşı zaferi olan Ekim Devrimi'nin şanlı 24. yıldönümünü kutlattırıyordu. Parlayan süngüleriyle Kızıl Meydan 'dan geçen birlikler, töreni takiben doğruca cepheye gidiyorlardı. Stalin, bütün dünyaya şu mesajı veriyordu: "Bakın, savaşmaya devam ediyoruz." Direnişte ka­ rarlı olunduğunu bütün dünyaya göstermiş oluyordu böylece. Hitler'in Luftwaffe'siyse, beklenenin aksine, geçit törenine her­ hangi bir saldırıda bulunmamıştı.

273 "Ah buzlanma bir başlasa ... "

Rus sonbaharının ilk belirtileriyle Almanlar daha eylül ..baş­ larındayken tanışmışlardı. Kiev'e doğru ilerlenirken yağmurlar da başlamıştı. Bu hiç de öyle yazdan kalma ve serinletici türden memnun edici bir yağmur değildi, aksine, büyük fırtınalarla gelmişti. Askerler iliklerine kadar ıslanmışlardı ve daha da kö­ tüsü; orman yolları aralıksız yağmur nedeniyle vıcık vıcık birer balçık tarlasına dönüşmüştü ve hareket etmeyi güçleştiriyordu. Askerler ayak bileklerine kadar çamura gömülüyorlardı. İyice yurnuşaklaşan zemine derinlemesine gömülen ağır tanklar ve toplar ise her şeyi yutan derin balçık çukurları açıyorlardı. Ama bu daha başlangıçtı. Henüz güneş ışınları çamur halindeki yu­ muşak toprağı kurutup üzerinden araç geçmesine olanak sağla­ yacak kadar güçlüydü. Kiev saldırısı başarıyla sonuçlandırıl­ mış, "Tayfun Operasyonu" da hemen ardından hava koşulları dikkate alınmaksızın başlaulmıştı. 8 Ekim'de mevsim değişmeye başlamıştı. Sonbaharla birlik­ te Rus toprakları da balçık deryasına dönüşmüştü. Çok geçme­ den yağmurla karışık ilk kar yağmaya başladı. Kar henüz zemi­ ni tutmuyordu ama, toprak yolların ağulaşmasında onun da pa­ yı vardı. Rusların "Rapuztitsa" dedikleri çamur periyodu başla­ mıştı artık. Dizlere kadar çıkan çamur, her tür ilerlemeyi güçleştiriyor­ du. Oysa, Alman askeri haritalarındaki Moskova'ya giden ba­ kımlı ve sağlam yol, engelsizdi. İlk olarak kamyonlar, tanklar ve nakliye araçları yollardan geçtiğinden, yollar adeta çamurlu çukurlar ve su göllerinden oluşan birer engelli parkura dönüş­ müştü. Geniş ikmal yollarından geriye sadece 60 santimetre ge­ nişliğinde dar geçitler kalmıştı ve yalnızca aralıksız süren ona­ rım çalışmaları sayesinde üzerlerinden geçilebiliyordu. Alman istihkamcı sayısının çokluğu bundan ötürüydü. Çamur, Alman saldırı dalgasını boğuyordu adeta. Öyle ki; örneğin, 6. Tank Tümeni 1 O kilometrelik bir mesafeyi yaklaşık 1 O saatte kat etmişti. Yalnızca Kızılordu ile girilen çarpışmalar değildi ilerlemeyi frenleyen. En büyük engel, Alman askerleri­ nin büyük bir bölümünün çamura saplanıp kalmış olmalarıydı.

274 Ludwig Freiherrvon Heyi, KeşifKolu Komutanı

Sahra postası (12.11 .41) Aramızda konuşurken konu tabii ki savaştı. Arkadaşla­ rım ve ben şu sonuca varmıştık: Biz Almanlar çok fazla atıp tutmuştuk. Oysa Ruslar, kendilerinden bir şeyler öğre­ nebileceğimiz bizimle denk güce sahip bir düşmandı ve za­ fe rler elde etmiş olmamıza karşın, direniş kesinlikle kırıl­ mış değildi. Alman ordusunun belki de tamamının durmuş olması ve bunun belki de bütün kış boyunç:a böyle devam edecek olması, sa­ vaşı çok kritik bir noktaya sürüklemişti. ilerleyecek durumda olmayışımızın nedeni, geriden ikmal sağlanamayışıydı. Aralık ayının sonundan itibaren, benim kişisel görüşüme göre, artık büyük operasyonlar gerçekleştirilmesi olanaksız. Bu da, burada sonumuzun karanlık olduğu anlamına geliyor. Bu­ rada, askeri centilmenlik çerçevesinde değil de, daha çok c�zalandırmaya dayalı bir savaş yürütüldüğünden, gerginlik daha da artıyor. insanın inanıl­ maz derecede hayvanlaşmgsı söz konusu ve insan yaşamının zerre kadar de­ ğeri olmadığı görülüyor. O/dürülen, insan değil "düşman" ve bu nedenle öl­ dürmenin hiçbir bireysel sorumluluğu yok. Bir başka sarsıcı nokta ise, Rus­ ların yaşamaya çok az önem verdikleri. Bolşevikliğin 20 yıl boyunca öğüten çarkı, Rus karakteri üzerinde etkili olmuş ve sonuçta bu noktaya gelinmiş. Yoldaşların büyük bir öfk e ile savaşıyor olmalarına getirilecek tek açıklama bu olsa gerek ...

Üsteğmen Heysing bu durumu şöyle not etmişti: Düşmanın, kendisinin yapamadığını yapabilen bir müttefiki daha yetişti imdadına, gece gündüz demeden gökyüzünden yağan bir müt­ tefik; hiç durmaksızın kar ve yağmur yağıyor. Toprak, nemi bir sünger gibi emiyor ve Alman taarruzu, diz boyuna ulaşan ça­ mura saplanıp kalıyor." Sağlamlaştırılmamış yollar, özellikle ağır kamyonların geç­ mesi için hiç de uygun değildi. Wehrmacht, eğer çamura sapla­ nıp kalmak istemiyorsa başka nakil araçları bulmalıydı. Alman­ lar, çözüm yolunu Sovyet tarafından esinlenerek bulmuştu: Kü­ çük arabalarıyla bir kamyonun taşıdığı yükün çok küçük bir parçasını taşıyabilen küçük, ama dayanıklı Panye atlan. Bu at­ ların çok büyük bir avantajları vardı: Hiç olmazsa ilerleyebili­ yorlardı. Bu tabii ki acil bir çözümdü ve bu atlar, ikmal yükünün al­ tından tek başlarına kalkamazlardı. Taarruzun devamlılığı için hiç de uygun bir araç değillerdi. En iyimser yaklaşımla bile bu

275 şekilde devam etmesi mümkün değildi. Şu söz o günlerde orta­ ya çıkmıştı: "General Çamur Stalin Baba'ya yardım ediyor. " Bu durum, feci sonuçlara yol açmıştı: Alman tümenleri, ha­ va koşullarının kendilerini esir aldığı yerde durup mevzi almak ve bu kez onlar Sovyet saldırı !arına karşı kendilerini savunmak zorund8 kalıyorlardı. Artık ölümcül bir mevzi savaşı başlıyor­ du. Alman tankları ve diğer paletli araçlarının hareket edemeye­ cek biçimde çamura saplanıp kaldıkları sırada, Kızılordu, geniş paletleriyle çamurlu zeminde de ilerleyebilen modern T- 34 tanklarını cepheye sürüyordu. Prokovskoye ve Skirminovo köyleri arasında sıkışıp kalan 10. Tank Tümeni'nde olduğu gi­ bi, pek çok Almarı birliğinde verilen kayıp sayısı oldukça yük­ sekti. Tümgeneral Fischer kendisine en son muharebe gücünü bildirdiğinde, birliğe komuta eden general dehşete düşüyordu: "Amarı Tarının, bu yalnızca takviyeli bir keşif koluna denk bir güç." Tula yakınlarında savaşan 3. Tank Tümeni 'nin bünyesinde ekim sonlarında savaşabilecek yalnızca 40 tank kalmıştı ve bu sayı ilk baştaki ana mevcudun dörtte biri bile değildi. Almanlar, pek çok kayba mal olan bir eli kolu bağlanmışlık durumu yaşı­ yorlardı. Askerlerin çoğunun bir tek dileği vardı: "Ah bir buz­ lanma başlasa!" Buzlanma başlasa, yolların zemini yeniden sertleşecek ve hareketi yeniden olarıaklı kılacaktı. Ondan sonra artık son darbe indirilir ve Moskova tamamen düşerdi. O zamana kadar Almanların beklemekten başka çareleri yoktu. Ne zaman geleceği önceden tahmin edilemeyen bu iklim olayı üç hafta sürerdi. Karşı tarafın iyi kullanabileceği üç hafta. Kızılordu bu süre içerisinde Moskova çevresinde savunma mevzileri inşa etmekteydi. Daha da önemlisi; Moskova'nın ar­ kasında uzarıarı bölgede demiryolu bağlantıları çamur mevsimi olmasına karşın aksaksız iş gördüklerinden, Orta Asya ve Sibir­ ya'dan Moskova önlerindeki batı cephesine daha güçlü ve taze kuvvetler sevk edebilecek kadar zaman da kazanmıştı. Sovyet­ ler'in 1942 Şubat'ına kadar savaşa sürdüğü yeni birlik sayısı 117 idi. Oysa Almarılar buna karşılık yalnızca 9 yeni tümen o 1 uştu ra bilmişlerdi.

276 Solda üstte: Ta belaya göre, hala ta­ arruz hali söz konusu. Solda ortada: Alman askerleri espri güçlerini halli yitirmemişlerdi. Yön tabelalarına "deniz manzarasına gi­ der", "helaya gider, kokuyu takip et" türünden kelime oyunları da içeren esprili sözler yazıyorlardı. Solda altta: "Uzaklarda evlenme tö­ reni". Yu rttan binlerce kilometre öte­ de evlilikler gerçekleştiriliyordu. Üstte: Tıraş olmaya genellikle çok az zaman kalıyordu. Altta: Bir Alman sığınağında yeni bir taarruz emrini beklerken dinle­ nen askerler.

277 Alman piyadesi taarruzda.

Ani bastıran kış, Alman askeri birliklerinin işlerini güçleştiriyor.

278 "Bekleme zamanı sona erdi"

Orşa, 13 Kasım. Orta Ordular Grubu Ana Karargahı 'nda durum değerlendirme toplantısı: Her üç ordu grubunun komutanı da temsilcilerini göndermişlerdi. Genelkurmay Başkanı Halder, onla­ ra 2 bin kilometrelik cephedeki son durumu açıklıyordu. Güney ve Ku­ zey ordu gruplarının yapacakları ta­ arruzlar şimdilik durdurulmalıydı. Ancak, Orta Ordular Grubu için tam tersi söz konusuydu. Yağmur periyodu sona ermişti. Bu ayın ba­ şında buzlanma başlamıştı ve bu ge­ lişme, Alman ordularının yüksek komuta mercii OKH'nın savaş gün­ cesine 11 Kasım' da düşülen notta şu cümleyle ifade ediliyordu: "Buz­ lanma sonucunda yol durumu iyi­ leşti." Fakat akıllara takılan soru; Moskova'ya yapılacak taarruz ger­ çekten de şimdi mi başlatılmalıydı? Yoksa, kışın tam anlamıyla bastıra­ cağı zamana kadarki süreyi ilerde işe yarayacak mevzileri işgal etmek için kullanmak daha mı iyi olurdu? "Moskova'nın dört bir yandan kuşatılması imkansız gibi görünü­ yor" diyordu notlarında, 2. Tank Or­ Orgeneral Guderian dusu Karargahı Kurmay Başkanı mobil karargahında Yarbay von Liebenstein. İkmalde görülüyor (üstte). yaşanan sorunlar, büyük oranda ka­ Moskova önlerinde yıp verilmiş olması ve kış donanım­ şehit düşen Alman larının eksikliği apaçık ortadaydı. askerlt;ri(altt a). Ancak subaylar taarruza devam

279 Kış savaşı koşullarında ilerlemek çok fa zla çaba gerektiren bir işti.

Alman piyadeleri, Kasım 1941 sonlarında Vo lokolamsk yakınlarında­ ki çatışma yaşanan bir köyün çıkışında köyü terk ederlerken ..

280 Erich Mende

Ta bur ve alay komutanlarım, kışın sahra mutfağını pek az göreceğimizi söylüyorlardı. Bu yüzden ciddi bir sorunla karşı karşıya bulunuyorduk. Her asker, yanında küçük bir torba tuz ve küçük bir torba çaya ek olarak kibrit ve sicim taşımak zorundaydı . Kurtuluşumuz buna bağlıydı. Kar su­ yuyla çay kaynatıp, tıız ile de Rusların bodrumlarından al­ dığımız patatesleri haşlama olanağımız vardı. Katoşki ve Vo gorki, yani patates ve salatalık turşusu genellikle bizim tek besin kaynak­ larımızdı. Ta bii ardından da evlerden aldığımız yatak çarşaflan, beyaz ma­ sa örtüleri ve perdelerle hiç olmazsa biraz kamuflaj yapma işine koyulmuş­ tuk. O kadar soğuktu ki, ekmeği bile satırla parçalamak zorunda kalıyor­ duk, askeri tayın ekmeği dahi donarak kaskatı kesiliyordu. Pek çok yiyeceği, ancak herhangi bir Rus evindeki bir ocakta ısıttıktan sonra yiyebiliyorduk.

edilmesi gerektiği düşüncesindeydiler. Askerleri sıfırın altında kırk derecede neredeyse korunmasız olarak açık arazide kışla baş başa bırakmak istemiyorlardı. Hitler, bu noktada generalleri ile hemfıkirdi. Halder, sefer görev emrini çantasından çıkarmış­ tı: Moskova'ya yapılacak taarruza kaldığı yerden devam edile­ cekti. Guderian'ın tanklarının görevi, önemli bir ulaşım bağlantı noktası olan Tula'yı almak ve Moskova'ya girmeksizin, dolaşıp kenti arkadan kuşatmaktı. 3. Tank Ordusu ise kıskaç harekatı­ nın sol kanadını oluşturmak ve Moskova'ya doğudan saldır­ makla görevliydi. Sonrasında kente ortadan yapılacak saldırı görevi ise 4. Ordu ile 4. Tank Grubu 'na verilmişti. Hitler, bu harekatı "sonbahar hücumu" olarak adlandırmıştı. Oysa sonba­ har çoktan bitmişti. Sıfırın altında 15 ile 20 dereceyle kış artık gerçekten başlamıştı ve bu daha başlangıçtı. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak 19 Kasım'da şöyle bir emir veriliyordu: "4. Tank Grubu komutanlarına. Bekleme zamanı sona ermiştir. Ye­ niden taarruza geçebiliriz. Son Rus direnişi de kırılacaktır. Baş­ ladığımız bu seferi bu yıl içerisinde bitirebilmek için Bolşevik direnişinin Avrupa'daki kalbini susturmalıyız." Alman saldırı makinesi yeniden işe koyulmuştu, "Tayfun Operasyonu"nun ikinci aşaması başlıyordu. Sovyetler'in ilk sa­ vunma mevzileri aşılmıştı. Guderian 'ın tank grubu doğuya doğ­ ru saldırıya geçmişti. Kuzeyde Kalinin Almanların eline geç-

28 1 Ernst Jauernick, Piyade

19 Kasım' da Moskova'ya doğru son büyük saldırı başla­ dı. Eh, bir bu eksikti. Ne bizim kışlık giysimiz, ne de uçak­ lar ve motorize birliklerin yeterli yakıtı var. Yiyecek de ar­ zu edilenden daha az. Sonbahar geldiğinde balçık ve ça­ mur en büyük düşmanımızdı, şimdi de buzlanma bizi mah­ vedecek. Zavallı atlarımız da imkansız durumlara katlan­ mak zorundalar. Suyu, irili ufaklı göllerden kalın buz taba­ kasını kazmalarla kırmak suretiyle elde ediyoruz ki bunun da daha nereye kadar böyle süreceğini Ta nrı bilir. Hayvanlarımızın önüne bu buz gibi suyu koyuyoruz. Saman ve kuru ot da yok. Onlara yem diye vereceğimiz tek şey ormandan topladığımız ağaç dalları. Her sabah atlardan bir kaçını donmuş olarak şişkin karınlarıyla karların üzerinde yatar halde buluyoruz. Bu so­ ğuk, bu yoğun kar ve üstüne üstlük bir de bu yorucu yürüyüşlerden dolayı aklımızı kaçırma noktasına geldik. Bu yazlık giysiler içerisinde gece gündüz tir tir titriyoruz. Elimize ekmek geçtiğindeyse keserle parçalamak ya da ek­ mek parçalarını pantolonlarımızın ceplerine koyarak buzlarının açılmasını sağlamak durumunda kalıyoruz. Bitlerimizden kurtulmak içinse ormandan çalı çırpı ve odun topluyoruz. Kesifduman çıkaran ateşin başında gömlek­ lerimizi çok kısa bir süre için çıkartıp tüten bu dumana tutuyoruz. E�i 40- 45 derecede bu ne anlam ifa de ediyor, doğrusu açıklaması çok güç. işte bu mücadeleler sonunda per�şan bir halde Moskova'ya 16 kilometre uzaklıkta­ ki son atış menzili olan /stra'ya vardık. Toplar kent sınırında Moskova'yı dövmeye başladı.

mişti. Bir sonraki hedef kent Klin ise Kızıl Meydan'dan yal­ nızca 80 kilometre uzaklıktaydı. Almanlar, planlandığı gibi cephenin ortasında iki koldan kademesi iyi olan savunma siste­ mine saldırıyorlardı. Sovyet mevzilerindeki engeller ve tank çukurları aşılmıştı. General Jukov, 27 Kasım günü büyük bir haritanın başın­ da, yardımcısı Konyev ile gelinen son durumu konuşuyordu. İşte tam bu sırada, cephenin kuzey bölümünden bir felaketha­ beri geliyordu önlerine: "Düşmanın 3. Tank Ordusu 'na bağlı kuvvetler, Yahroma 'da Moskva-Volga kanalını aşarak köprü ayağı inşa ettiler. Yarma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmak­ tayız." Jukov, bu kanalın Moskova'ya giden yolda son engel oldu­ ğunu biliyordu. Eğer düşman bir köprü ayağı inşa ederse bu Moskova'nın ölüm fermanı olurdu. İki Sovyet alayı, Manstein 'ın saldırıya geçen kuvvetlerine

282 Sovyet T-34 tankları son hızla cepheye gidiyorlar.

Moskova yakınlarında hava saldırılarına karşı pozisyon almış bir dörtlü uçaksavar topu.

283 Kızı/ordu askerleri tahkim edilmiş bir mevzii yeniden ele geçiriyorlar. karşı koymak üzere oraya sevk ediliyordu. Görevleri, ne paha­ sına olursa olsun, oluşturulan köprü ayağını yok etmekti. Bu arada, Almanlar iki acı deneyim yaşamak zorunda kalı­ yorlardı: İlk olarak, Moskova önlerindeki Sovyet kuvvetleri o ana kadarkilerden çok daha sert bir direniş örneğiser gilemişler­ di. "Tayfun" Operasyonu'nun başlarında çok cılız bir karşı sa­ vunma ile karşılaşmışlardı ve Bryansk ve Vyasma'daki zaferle­ rin ardından, pek çoğunda son direnişin de kırıldığı kanısı uyanmıştı. Moskova'yı yalnızca destekten yoksun işçi milisle­ rin koruduğunu düşünüyorlardı. Ancak bu büyük bir yanılgıydı. Sibirya'dan getirilmiş iyi donanımlı düzenli birlikler mevziler­ deki yerlerini almış durumdaydılar. Almanlar Moskova'ya yaklaştıkça direnişçilerin karşı koyu­ şu daha da o sertleşiyordu. "Düşmanı durdurmak ya da ölüm." Stalin bu emri daha önce hiçbir yerde Moskova çevresinde sü­ ren bu savaştaki kadar büyük bir kararlılıkla yinelememişti. Ancak sorun yalnızca bununla sınırlı değildi. Almanların karşı koymak zorunda oldukları bir başka acımasız düşmanları daha vardı: Soğuk. Kasım ortalarında sıcaklık sıfırın altında 25 derece civarındaydı. Manteuffel 'in tank ordusunun 27 Ka­ sım'da Moskva-Volga kanalındaki köprü ayağını savunduğu sı­ rada, sıcaklık eksi 40 dereceye kadar düşmüştü. Almanların do-

284 Sovyet öncüleri pusuya yatmış bekliyorlar (üstte). Durum tersine dönüyor. Bu kez Alman askerleri mevzilerini terk edip teslim oluyorlar (altta).

285 nanımlan bu hava koşullarına göre ayarlanmamıştı. Kürklü pal­ to yerine kısa kumaş paltolar, deri eldiven yerine incecik eldi-. venler ve tüylü başlık yerine basit şapkalar giyiyorlardı. En korkuncu da ayakkabılardı: Ayağa tam oturan ve yaz aylarında iyi iş gören çivili konçlu çizmeler. Ancak kışın bu metal çiviler soğuk için ideal birer iletken görevi yapıyorlardı; çok dar ol­ duklarından içlerine pamuk, kağıt ya da keçe koymak da müm­ kün değildi. Kızılordu askerlerinin giydikleri keçeden çizmeler, Wehrmacht'ın elinde yoktu. Kısacası, Alman Ordusu hiçbir bi­ çimde bir kış savaşına hazır değildi. Mevsim koşullarına uygun giysilerin ikmali çok geç yapılmıştı ve ancak personelin yüzde otuzuna yetecek kadardı. Örneğin, 24. Tank Kolordusu bünye­ sindeki her bölük ya da bataryaya yalnızca 6 adet kürklü palto düşüyordu. Bu da, her beş topçuya bir kürklü palto düşeceği anlamına geliyordu. Donanların sayısı giderek artıyordu. Neredeyse her iki as­ kerden biri, elleri ya da ayaklarındaki donma nedeniyle hiçbir yardımda bulunamayan revirlere başvuruyordu. Kışlık ayakka­ bı gibi, donma nedeniyle oluşan yaralara karşı ilaç da yetersiz­ di. Nazi yönetimi, kendini üstün görmenin cezasını şimdi çeki­ yordu. Hitler, Doğu Ordusu'na zamanında kışlık giysi gönderil­ mesini önemsiz olarak nitelendirmişti. Dalkavukları ise "Füh­ rerlerinden" de cahildiler. Goebbels, kış yardımı isteyen gene­ rallere, kaygılarının tamamen yersiz olduğunu, çünkü birlikleri­ nin kışı sıcak mekanlarda geçireceklerini söylemişti. Oysa askerler şimdi açık arazide korunmasız olarak kar fırtı­ naları ve soğuğun önüne atılmaktaydılar. Donmakta olan asker­ ler için tek umut ışığı, fethettikleri yerleşim birimlerinde zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilecekleriydi. Ama, Stalin 'in 17 Ka­ sım 'da verdiği sonuçları çok ağır olan bir emri vardı: "Asıl çar­ pışma hattından 40 ile 60 kilometre uzaktaki Alman birlikleri­ nin bulunduğu bütün yerleşim birimleri tamamen tahrip edilsin ve yakılsın. Belirtilen uzaklıktaki bu yerleşim birimlerinin tah­ rip edilmesi için hava kuvvetleri seferberedilecek, topçu birlik­ leri ve bombardıman araçları büyük çapta kullanılacak ve keşif görevi ise kayaklı birlikler ve partizanlara verilecektir." Bu, "yanan topraklar" politikasının bir devamıydı. İşgalciler,

286 General İvan Pafilov

13 Kasım 1941'de karısına yazdığı mektup:

Sevgili MuroçkaF Sevincimi seninle paylaşmak istiyorum. Mura, sen_d� radyodan defalarca duymuşsundur, gazeteler askerlerimin ve subaylarımın kahramanlıklarını yazıyor. Başkentimizi ,,uı,ı.wıuyor olmak ne büyük onur, ona layık olacağız. Muro.J.;a, nasıl askerlere ve subaylara sahibim bilemezsin. Onlar gerçek birer ) ıırtsever ve düşmanı başkentimize sokmamak ve bu yaratıkları tümüyle yok etmek gayesiyle aslanlar gibi çarpışıyorlar. Kahrol­ sun faşizm! Sevgili Mura, bana yazma konusunda oldukça cimrisin. Son zamanlarda senden yalnızca bir tek mektup aldım. Sı.ksık yaz, biliyorsun evden mektup almak insana çok iyi .geliyor. Yaz. Seni ve çocukları; Shenya, Viva, Galoçka ve qenim sevgili Ma�oçka'mı öpüyorum. Herkese selamla1: .. Opücükler, senin !. Panfi/ov' un.

Sovyet topraklarındaki hiçbir şeyi ihtiyaçlarını gidermede kul­ lanamamalıydılar. Bu açıdan, bu tahriplerin stratejik bir anlamı da vardı. Böylece Almanlar, ihtiyaçlarını karşılama noktasında çok kısıtlı olan kendi olanakları ile baş başa bırakılıyorlardı. Partizanlar da Alman askerleri için bir başka büyük tehli­ keydi. Cephe gerisindeki eylemleri her geçen gün artıyordu. Partizan üyeleri esir düştüğünde yapılan misillemelerse daha da sert oluyordu. Soya Kozmodemyanskaya'nın idamı buna bir ör­ nekti. Bugün, "Faşizme karşı savaşmış bir savaşçı" sıfatıyla ulusal bir kahraman olarak onurlandırılan bu genç kadın öğret­ men, Eylül 1941 'de küçük bir partizan grubunun komutanı ola­ rak Alman ikmal birliklerini ateşe vermişti. Almanlar tarafından Moskova yakınlarındaki memleketi Petrişçevo 'da yakalanmış ve bir "Bolşevik sabotajcı" olarak, gözdağı vermek amacıyla kalabalığın gözü önünde idam edilmişti. Soğuk yalnızca askerlerin canına okumuyordu. Eksi 50 de­ receye kadar inen havada tank motorları ve makineli tüfekler çalışmıyor, araçların yakıtı donuyordu. Silahını çıplak elle tut­ ma gafletine düşenlerin parmakları, donarak silaha yapışıp kalı­ yorlardı. Depolardaki bakım yağları donduğundan tabancalar da tutukluk yapıyordu. Askerler, az sayıdaki sobalarda ısıttıkla­ rı tuğlaları bir havluya sararak makineli tüfeklerin kapaklarının

287 Partizanlaı� savaşı büyük bir öfk e ve acımasızlıkla sürdürüyorlardı : Bir partizan saldırısı sonucu tahrip edilmiş bir yük treni.

Partizanlarca parçalanmış Alman askerleri (fotoğrafı çekenin ifa de­ sine göre).

288 18 yaşındaki Moskovalı öğrenci Soya Kosmodemyaskaya (sağda) Ekim 194J'de "Komsomol" tarafından Partizanlara katılmak üzere gönderilmişti. Bir at ahırını yakmak isterken Alman askerleri tarafından yakalanmış ve işkenceye maruz kalmıştı. Buna rağmen hiçbir bilgi vermemişti. 29 Kasım 1941' de asılarak idam edildi. Ocak 1942'de "Pravda"da yayımlanan bir yazı, Soya'yı vatan savunmasının bir sembolü haline getirmişti. Daha sonraları, "Sovyet kahramanı" olarak tarihe geçiyordu.

289 • üzerine koymak suretiyle sorunlarını çözmeye çalışıyorlardı. En önemlisi ayaklan sıcak tutmak ve eğer hayatta kalmak iste­ niyorsa silahların tutukluk yapmasını önlemekti. Çünkü Sovyet kuvvetleri artık genellikle şimşek gibi aniden saldırıyorlardı. Çamur periyodu başladığında, bazıları buzlanmanın yolları yeniden araçların ilerlemesine uygun bir duruma getireceğini umut etmişti. Soğuğun böylesi korkunç sonuçlar doğuracağını kimse aklına bile getirmemişti. Ancak bütün bu zorluklara kar­ şın, Almanlar yavaş adımlarla ama durmaksızın her geçen gün Moskova'ya biraz daha yaklaşıyorlardı. Kent çevresinde oluş­ turulan yarım çember giderek biraz daha daralıyordu. 128. Top­ çu Birliği komutamnın emir subayı Teğmen Weber, 2 Arahk'ta evine şunları yazıyordu: "Başkentin topların atış menziline gir­ mesine yalnızca 12 kilometre kaldı." Hitler'in birlikleri başkente en fazla Chimki yakınlarında yaklaşmışlardı. Alman öncü komandoları Moskova banliyöle­ rinden sadece 8 kilometre uzaklıktaydılar. Kremlin'e ise yalnız­ ca 16 kilometre kalmıştı.

"Başka yolu yok, Führerim"

Orta Ordular Grubu Moskova'ya son saldırıyı gerçekleştir­ diği sıralarda Güney Ordular Grubu da Kiev'in alınmasından sonra doğuya doğru ilerlemekle görevlendiriliyordu. Elde edi­ len zaferden yararlanılarak Kırım ve Donets Havzası 'ndaki en­ düstri bölgesi fe thedilmeliydi. Bir sonraki hedefler, Sivastopol ve Rostov'du. 18 Ekim 1941 günü sabahın erken saatlerinde Kınm'a saldı­ rı başlatılıyordu. Bu, 11. Ordu'nun yeni komutanı General von Manstein için hiç de kolay bir görev değildi. Kırım'a yalnızca dar bir kara parçası üzerinden ulaşmak mümkündü. Karşı taraf içinse; dikenli tel engeller, uzaktan kumandalı ateş püskürtücü­ Jer ve muyın tarlaları destekli yaygın bir savunma sisteminin ofuşturulabileceği ideal bir bölgeydi. Özellikle tahta kutu ma­ yınlar, aşılması neredeyse imkansız bir engeldi ve Alman istih­ kam birliklerinin tarama aletleriyle tespit edilemiyorlardı. Üstü­ ne üstlük, Stalin' in hava kuvvetleri burada hava hakimiyetini

290 ele geçinnişti ve Sovyet topçusu da iyi kamufle edilmiş ve sağ­ lam inşa edilmiş mevzilerden ateş üstünlüğüne sahipti. Alman avcıları, buna rağmen Sovyet mevzilerini devre dışı bırakıyorlardı. Ölümcül bombardıman 8 gün sürmüştü ve ardın­ dan Sovyet kuvvetleri geri çekilmişlerdi. Sivastopol'a uzanan yol açılmıştı. Derken, Odessa da Almanların eline geçiyordu. Kızılor­ du 'nun bir felaketin eşiğine yuvarlanması son anda engelleni­ yordu: Karadeniz Filosu, Sovyet ordularından birini kuşatılan Odessa'dan son anda çıkarmayı başarmıştı. Almanlar, ikinci bir Dünkirchen olayı yaşıyorlardı. Zamanında İngiliz birlikleri bu kanal üzerinden kurtarıJmışlardı, şimdi de Sovyet birlikleri elle­ rinden kurtuluyordu. Yarımadanın hakimini belirleyecek son çarpışmanın Kı­ nm'ın güney yakasında gerçekleşmesi öngörülüyordu. Sivasto­ pol'un alınması için yürütülen savaş, bir sonraki yıla kadar sü­ recekti. Alman ve Sovyet tarafının her ikisi de, Sovyetlerin dünyanın en güçlü deniz kalesi haline getirdiği bu köprü ayağı­ nın stratejik öneminin farkındaydı. Ancak Almanların askeri gücü, Alman cephesinin arkasında kalan bu kenti almak için yeterli değildi. Alman birlikleri, sava­ şarak kentin kuzeyindeki hisarlara kadar gelmişlerdi. Ama o noktada Stalin Tabyası'nda durmak zorunda kalıyorlardı. Bu işin sonunu getirecek olan son hamleyi yapamıyorlardı. Güney Ordular Grubu 'nun ikinci bölümüyse güneydoğudan saldırmıştı. Hedef, Don kıyısındaki Rostov'du. l. Tank Birli­ ği'nin görevi, üretim kapasitesinin Alman ekonomisi yararına kullanılabilmesi için Donets Havzası 'ndaki endüstri bölgesini ele geçirmekti. Eğer Kiev'de elde edilen zafer ve bu arada yiti­ rilen zaman Orta Ordular Grubu için bir anlam ifade ediyorduy­ sa, bu taarruz hemen başlamalıydı. Hitler, Kızılordu'ya karşı zaferin asıl Sovyetler Birliği endüstrisinin kalbi olan bu bölge­ nin alınmasından şonra kazanılmış olacağına inanıyordu. Ona göre, bu uğurda ağır kayıplar verilmesi de göze alınmak zorun­ daydı. Çamur, taarruz dalgasını sekteye uğrattığında, Alman birlikleri güneydeki önemli ulaşım bağlantılarının olduğu yer­ lerde bulunuyorlardı: 1. Tank Ordusu Mi us, 17. Ordu ise Do-

29 1 Anatoliy Çernyayev, Mihail Gorbaçov' un Danışmanı O Dönemde Bir Piyade Birliğinde Ta kım Komutanı

Alman ordusunun görünümü, savaş süresince çok büyük bir değişim göstermişti. Yaz ve sonbahar saldırıları bizde Almanların kudretli, alt edilmez, azametli bir güce sahip ve kendinden emin oldukları izlenimini uyandırmıştı. Ama Moskova önlerinde yarı çıplak, aç ve acınacak bir halde karşımıza çıktıklarında bu ordunun alt edilebileceğini artık anlamıştık. Bu büyük ani değişim atağa geçmenin, zafe r elde etmenin ve sonuçta savaşın gidişatını tersine döndürmenin pekala mümkün olacağı düşüncesini yaratmıştı. Nitekim, Almanlar altı ay sonra yeniden Staling­ rad' a doğru saldırıya geçtiklerinde, o eski travma ve şok hali de artık yoktu.

nets kıyılarında. Simferopol ve Yalta alınmış, 42. Kolordu Kerç 'deki boğazı ele geçirmiş, Harkov da Almanların eline geçmişti. Ama bu başarıların bedeli ağır olmuştu. Kayıp sayısı önemli derecede artış göstermişti. Bölüklerin çoğu ancak 20 adamdan ibaret duruma gelmişti ve böylece ellerinde güçlerinin yalnızca dörtte biri kalmıştı. Almanya'da da Hitler'in bu gözü kara savaş anlayışına karşı sesler yükselmeye başlamıştı: Birinci Dünya Savaşı'nın efsane­ vi savaş pilotu Ernst Udet, karşı tavrını şöyle ifade ediyordu: "Avcılara ihtiyacımız var, binlerce avcı uçağına. Aksi taktirde biteriz." Ancak destek görmüyordu. Onun bu vicdan çatışmasını, da­ ha sonraları bir dram olarak kaleme aldığı Des Te ufe ls General (Şeytanın Generali) adlı yapıtında Carl Zuckmayer işleyecektir. Gestapo'nun pençesine düşen Udet içinse tek kurtuluş yolu var­ dır; 17 Kasım 'da intihar eder. Nazi yönetiminin resmi açıkla­ masında, Udet'in yeni bir tür silahı denerken öldüğü belirtilir. Birinci Dünya Savaşı 'nın bu efsanevi pilotu, son nefesini ver­ dikten sonra bile nasyonal sosyalist propaganda tarafından ken­ di emelleri için malzeme olarak kullanılmaktan kurtulamaz. 21 Kasım'da bizzat "Führer" tarafından düzenlenen bir devlet töre­ niyle gömülürken tam bir ikiyüzlülük örneği sergil�nerek bir kahraman olarak onurlandırılır. Udet'in ölümü, askeri yeteneklerini henüz tam olarak kör bir

292 Savaşın yüzleri. Bir molada dinlenmeye çalışan gergin ve bitkin Alman askerleri.

293 Genç bir partizan.

294 Saı•aşta Çocuklar. Bombardıman yaşamak, evsiz ve öksüz kalmak pek çok Rus çocuğunun yazgısıydı.

295 Sefillik içindeki mülteciler: Milyonlarca insan doğuya kaçıyordu.

296 sadakate kurban etmemiş kimi generallerde giderek artan bir huzursuzluğa yol açıyordu. Hitler'in onlara dikte ettirdiği ve uzunca bir süre itirazsız kabul ettikleri stratejinin zayıf noktala­ rının farkına, giderek daha fazla sayıda ordu komutanı varıyor­ du. Ancak, acaba geriye dönüş mümkün müydü? Bu soruya ilk yanıtı güneydeki operasyonlar verecekti. "General Çamur"un yol açtığı zorunlu ara, Sovyet tarafınca en iyi şekilde kullanılmıştı. Kleist'ın tankları Don kıyılarındaki hedefleri olan Rostov'u 21 Kasım 1941 'de alıyorlardı, ama Kafkasya'ya açılan bu kapıdan İngilizlerin Stalin'in orduları için yaptıkları ikmal yardımları da akıyor ve dolayısıyla bu ka­ pının Almanlar Lçin daha fazla açık kalması mümkün görünmü­ yordu. Don Nehri üzerindeki köprüler havaya uçuruluyordu. Buna ek olarak, Sovyet direnişçileri tarafından her yanına ma­ yın döşenmiş olan Rostov·kenti de, "Hitler'in değişmez fedaile­ ri" olan SS tümeni için tehlikeli bir mıntıkaya dönüşmüştü. SS'ler kente, evlerden yürütülen son direnişi de kırmak üzere girmişlerdi. Cephenin bu bölümünde komutayı elinde bulundu­ ran Sovyet komutanı Timoşerıko, Rostov'un stratejik öneminin farkındaydı. Bu yüzden, Almanları geri püskürtmek için var gü­ cüyle harekete geçmişti. Üç Sovyet ordusu, güneybatı cephe­ sinde karşı taarruza geçiyordu. Alman birlikleri kuşatılma tehli­ kesiyle karşı karşıya kalıyorlardı ve 1. Tank Ordusu tamamen yok olma tehdidi altındaydı. Ellerindeki kuvvetler 115 kilometre uzunluğundaki bu cephede yoğunlaşan Sovyet saldırılarını dur­ durmak için yeterli güce sahip olmadığından, Feldmareşal von Rundstedt bu durumda en doğrusunu yaparak geri çekilme emri­ ni veriyordu. Ay nı gün, Hitler büyük bir kızgınlıkla şu telgrafı çekiyordu: "Bulunduğunuz yerde kalın. Geri çekilmek yok." Ertesi günse, "Führer" ordu komutanlarını yanına çağırıyor­ du. Hitler'in geri çekilme emri veren generallere suçlamalar yönelttiği bu görüşme, Brauchitsch için hiç de hoş bir gelişme olmamıştı, durum hayra alamet değildi. Bu özel görüşmenin sonuçları üzerine Genelkurmay Başka­ nı Halder güncesine şu notu düşüyordu: "Geri çekilmeme emri, ne yazık ki, ordunun başkomutanı tarafından Führer'in isteği doğrultusunda verildi."

297 Erich Mende

Sinirleri sakinleştirmenin kimilerince fa zla, ki­ milerince az başvıırıılan tek bir ilacı vardı: Ar­ ka daşlık. Biliyordun ki, sağında solunda birileri var ve vurulduğunda sana biri yardım eder. O vurulursa sen ona yardım edersin_, Karşıdaki ateş ettiğinde sen de ateş edersin. O/dürmek ya da öldürülmek ü:erine kimse düşünmüyordu. Kural şuydu: Sen ya da ben. Ya öldürürsün, ya da ölürsün. Savaş111 korkunç pratiği.

Ancak von Rundstet, Hitler'in emrine uyulması durumunda bunun askerleri için nasıl bir tehlike yaratacağını iyi biliyordu. Bu sorumluluğu taşıyamayacağını düşünerek Hitler'e haber gönderip bir kez daha geri çekilme izni istemişti. Bunun için de Güney Ordular Grubu komutanı olarak elindeki en güçlü baskı aracını koz olarak ileri sürüyor, istifasını talep ediyordu. Bu, Hitler'i pek de etkilememişti. Yo n Rundstedt'e şu kısa ve açık mesajı gönderiyordu: "Ricanıza onay veriyorum. Komuta görevinizi bırakın." Yon Rundstedt'in yerineyse, par­ tiye yakın olan Feldmareşal von Reichenau 'yu atıyordu. Ancak, Hitler'in bu kör takipçisi bile görevine başladıktan kısa bir süre sonra Führer'in ana karargahına telefonla şu haberi veriyordu: "Ruslar, bu çok yüklenilen dar Alman cephesini yardılar. Eğer bir fe laket yaşanması istenmiyorsa cepheyi Mius'a kadar geri çekmek gerekiyor. Başka yolu yok Führer'im." Böylece Rostov kaybediliyordu. Zafer kazanmaya alışmış olan Wehrmacht ilk kez böylesi büyük bir geri çekilmeyi yaşamak durumunda kalıyordu. Her şey apaçık ortadaydı; o güne dek bu kadar büyük bir yenilgi yaşanmamıştı. Bir felaket başlangıcıydı bu. Karargahını Rus ulusal yazarı Lev Tolstoy'un özel mülkü üzerinde kuran General Guderian, güneydeki geri çekilmeyi şu sözlerle yorumluyordu: "Tehlike çanları çalmaya başladı."

298 Alman tankları ı·e piyadeleri ilerliyor: Moskom'yı illa ki almak için son çabalar.

299 Sonun Başlangıcı

"Birliğin gücü tükendi"

Alman birlikleri, kar fırtınaları ve dondurucu rüzgara, Sov­ yet savunma güçlerinin sert direnişine rağmen savaşarak Krem­ lin' e 40 kilometre yaklaşmışlardı. Aralık başlarında, Alman kuvvetleri Moskova'run kuzeydoğusundaki kenar semtlerinden biri olan Svenigorod'u alıyordu. En geniş ilerleme kaydeden birlik, bir hücum birliği olan 62. İstihkam Taburu idi. 4. Or­ du'ya bağlı birliklerse cephenin Kalinin-Volokolamsk arasında kalan kısmındaki Chimki'de, Sovyet hattında bir gedik açmayı başarıyorlardı. Moskova 'nın kenar semtlerinden biri olan Chimki 'den kent merkezinin sınırlarına kadar olan uzaklık, yal­ nızca 8 kilometreydi ve o zamana kadar kat edilen mesafelere göre, bu, adımlık bir mesafeydi. Kremlin'e ise sadece 16 kilo­ metre kalmıştı. Basilius Katedrali'nin kuleleri çoktan öncü bir­ liklerin atış menzili içerisine girmişti. Alman askerleri Sovyet İmparatorluğu 'nun merkezine hiç bu kadar fazla yaklaşmamış­ lardı. Moskova banliyö duraklarında devriyelere rastlanıyordu. Saldırılar, uzun zamandan beri görülmedik biçimde şiddet­ lenmişti. Almanlar ilerledikçe direniş de o oranda sertleşiyordu. Sal­ dırgan taraf, Chimki'de Sovyet başkentini savunma görevi yük­ lenen güçlü ve göründüğü kadarıyla etkili de olan 210 milimet­ relik kale bataryalarının menziline girmişti. Tek tük dağınık sal-

300 Dimitri Vo lkogonov

Alman Ordusu 15 Kasını' da Moskova yönündeki sonucu belirlemeye yönelik son hücum saldırısını başlatıyordu. Ama Sovyet tarafı hazırlıklarını tamamlamıştı. Sibirya ve uzakdoğudan tümenler Moskova'ya doğru kaydırılmış/ar­ dı. Alman ordusu başarıyla durduruldu. Almanların soluğu kesilmiş görünüyordu. Aralık başlarında Almanlar nihayet kuvvetlerini Moskova örılerinden çekiyordu. Fiziksel ola­ rak bitap düşmüşlerdi. ikmalin çok az oluşu, cephane yetersizliği ve soğuk hep onların aleyhine işliyordu. Ama şunu da düşünmek gerekir ki; Kızı/or­ du da kahramanca savaştı ve Alman Ordusu' nun daha fazla ilerlemesine olanak tanımadı. Sovyet Ordusu' nun karşı saldırısı, Alman Ordusu' nun hiç beklemediği bir durumdu. Aralık ve ocak aylarında Sovyet ordusu 150-200 kilometre ilerlemişti. Bu, savaş sırasında moral açısından tam bir dönüm noktasıydı. Ta m da herkesin Moskova'nın daha fazla dayanamayacağını dü­ şündüğü bir sırada, aniden güçlü bir karşı saldırı için gerekli güç ortaya konuyordu. Ta bii ki, Sibirya' dan gelen kuvvetler bunda büyük rol oynamış­ lardı ve ilk başarılı birkaç günün ardından bütün halkın morali yükselmeye başlamıştı. Artık pek çoğu için Rusya' nın dayanacağı ve Almanya' nın doğu­ da bir zafer elde etme şansının ortadan kalktığı apaçık belliydi.

dınlar aslında var olan askeri bir zayıflığı perdeliyordu. Cephe­ nin tamamında topyekun bir taarruzdan söz edilemezdi, yalnız­ ca birkaç nokta küçük birlikler tarafından alınmış ve elde tutu­ luyordu. Alman askeri plancılarının Moskova çevresinde oluş­ turmak istedikleri çember kapatılamıyordu. Alman öncü birlik­ leri, Sovyet kuvvetlerince Moshaisk'te inşa edilen savunma hatlarını yarmayı başarmışlardı. Ancak Almanların ilerleyişi Moskova'yı koruyan üç savunma çemberinin daha ilkinde bü­ tün cephe birimlerini kapsayacak şekilde çakılıp kalmıştı. General Hoepner, 3 Aralık'ta 4. Tank Grubu'nun bulunduğu bölgedeki hücumun durdurulması emrini vermek durumunda kalıyordu. 2. ve 3. tank orduları da, ilerleyişlerini "geçici olarak" dur­ duruyorlardı. Bu yöndeki emir, Guderian 'ın kısa ve net olarak ifade ettiği gibi, askeri bir zorunluluğun sonucuydu: "Birlikle­ rin gücü ve yakıt tükendi." Piyadeler, pozisyonlarını. koruyabilmek için siperler kazma­ ya başlamışlardı. Artık bir mevzi savaşının gereklerini yerine getirmekten başka çareleri kalmamıştı.

301 Makineli tüfe k birliği siper almış bekliyor; Saldıran taraf savunmacı durumuna düşüyor (üstte). Şehit düşmüş Kızı/ordu askerlerinin yanmdan geçip giden bir Alman bölüğü (altta).

302 İ Krasnaya Polyana, 3 Aralık 1941. leri kaydırılmış bir �arakolun makaslı dürbününden Moskova önlerindeki daçalar görü,nüyor.

"Moskova'yı istiyorum"

Hitler, bu gelişmeye de yine farklı bakıyordu. Hoepner, hü­ cumun durdurulması emrini üstlerinin bilgi ve onayı olmaksızın vermişti. Hitler bunu cfuyduğunda o bilinen kudurma krizlerin­ den birini daha geçiriyordu. Cephedeki generallerine "eski ka­ falı ve aptal sürüsü mektepli askerler" diyerek sövüp saymıştı. Çıldırmıştı: "Moskova'yı istiyorum. Moskova'yı alacağım. Moskova'yı ele geçirmeme engel olamayacaklar." 4 Aralık'ta yeniden saldırıya geçilmesi emrini veriyordu. Ancak, takviye olarak gönderilen 4. Ordu'nun ilerlemeye bir ivme kazandırması girişimi henüz hazırlık aşamasında başarı­ sızlığa mahkum oluyordu. Feldmareşal Bock bunu, Alman Or­ duları Yüksek Komuta Kademesi'ne yazdığı bir yazıda şöyle ifade ediyordu: "Özellikle birliğin gücünün tükendiği bu nokta­ da, yapılacak bir saldırı anlamsız ve hedefsiz görünüyor." 16 Kasıın'dan 4 Aralık'a kadar geçen süre içerisinde Alman tarafı 55 bin adamını kaybetmişti. Bölüklerin sayısal gücü ta-

303 Feldmareşal Fedor von Bock'un savaş güncesinden

Aralık başlarında Alman birliklerinin Moskova'ya ilerleyişleri durma noktasına gelmişti. Orta Ordular Grubu ağır bir krizin içindeydi. Bu ordu grubunun komutanı Feldmareşal Fedor von Bock, kendi savaş güncesinde bu duruma yönelik pek çok neden sıralı­ yordu. Feldmareşal von Bock'un bu konuya yönelik 7.11.1941 tarihli notları şöyleydi:

304 kını seviyesine gerilemişti, alaylarsa ancak bir bölüğe denk dü­ şecek güçteydi. Alman askeri birlikleri haftalardır aralıksız sa­ vaşmışlardı, elde takviye için yedek kuvvet de kalmamıştı. Sa­ vaşacak güce sahip askerlerin sayısındaki bu azalma yalnızca çarpışmalarla bağlantılı değildi. Donarak ölme sonucu ortaya çıkan kayıpların sayısı daha fazlaydı: 110 bin asker, soğuğun kurbanı olarak ölmüşlerdi. "Bataryamda ayak parmaklan ve topukları donmamış kimse kalmadı" diyordu bir onbaşı, evine yazdığı mektupta. Ancak, yalnızca donmuş ayaklarla bu işten sıyrılamayanların sayısı da bir hayli fazlaydı. Rus kışında sıfırın altında 50 derecede ko­ runmasız olarak boş araziye sürüldüklerinden, sayısız asker do­ narak ölmüştü. Her yerde sıcak elbise kıtlığı yaşanıyordu. Ka­ muflaj elbisesi olmadığından yatak çarşafları kamuflaj paltosu­ na dönüştürülmüştü, ama bunlar vücudu ısıtmaya yaramıyordu. Yer donmuştu. Hendek kazmak mümkün değildi; dondurucu rüzgara karşı yalnızca karlar atılarak açılan siperler korunma imkanı sağlıyordu. "Bize neden kış malzemeleri verilmediğini anlamak müm­ kün değil. Eğer böyle devam ederse, aynı Napolyon'un başına geldiği gibi bir sürü insan donacak. Sanının, onlar 1812' de biz­ den daha iyi donanıma sahiptiler. Neredeyse herkes yırtık ço­ raplarla dolaşıyor, kimsenin kulağı soğuktan koruyacak kulak koruyucusu yok. Diğer birliklerde de durum aynı. Bizim sorun­ larımızla çok az ilgileniyorlar. Tarih 1941, 1812 değil." Bir ik­ mal taburunda görevli bir onbaşı, evine yazdığı mektupta böyle diyordu. Soğuğa bir de açlık eklenmişti. Rus kışı, gıda madde­ lerinin buz kalıpları haline gelecek şekilde donmasına yol açı­ yordu. Ekmek, ancak nacakla vurularak kesilebiliyor ve dilim­ ler tek tek ateşte ısıtılmak zorunda kalıyordu. Donarak kaskatı kesilmiş tereyağı parçaları ise ancak emilebiliyorlardı. Askerle­ rin başı ishalle dertteydi. Doğu Prusya'daki sıcak karargahların­ daki ordu yönetiminin bu konudaki kendini beğenmiş tutumu, onlara pahalıya mal olmuştu. Ülke genelinde toplanan kışlık giysiler, zamanında cepheye ulaştırılamamıştı. İkmal yolları her defasında partizan birliklerince kesiliyor

305 Tuhaf bir sürpriz: Kızı/ordu, Araç motorları, açık beıızin mayınlı köpekleri devreye ateşiyle süriişe ha:ır duruma sokuyor. getirilmek zorundaydı.

Bir Alman sı,�ıııağıııda Advent kutlaması.

306 F. W. Christians

Günlerdiı; sıcaklık eksi 30 dereceyi gösteriyor ve yanısı­ ra şiddetli doğu rüzgarları esiyordu. Bizleı; o kış hayatta kalmayı başaranlardan her biri, Hitler' den "donmuş et ni­ şanı" denilen bir nişan almıştık. Bu hiç de öyle gülünecek bir meziyet, bir macera değildi. Ben de bir çok donma va­ kası gördüm, kendimde de Ta nrı' ya şükür vücudumdan ba­ zı uzuvlar ve et parçaları düşecek kadar ağır olmasa da donma vakaları yaşadım. Sonuçta şu bir gerçek ki, Rus kışı Alman ordusunu tırpan gibi biçmişti. Eıı acılı olanları özellikle ayaklar ve parmaklardaki donma/ardı. Bu nedenle, aslında ölmüş Kızı/ordu askerlerinden keçe çizme­ leri çıkarıp almak da çok normaldi, ki bu Ruslar için de böyleydi. Eğer insan ayağmda bir keçe çizmeye sahipse hunun çok büyük bir yararı oluyordu.

ve cephenin ön saflarında çarpışmakta olan birlikler böylece en temel gereksinimlerinden yoksun kalıyorlardı. 5 Aralık günü Feldmareşal von Bock güncesine şu notu dü­ şüyordu: "Guderian, dayanılmaz soğuğun yorgun ve bezgin du­ rumdaki birliklerin her hareketini ve savaş yeteneğini son dere­ ce güçleştirdiğini bildiriyor." Bu tarih, Wehrmacht için "Kara Cuma" olarak anılacak bir gündü.

" ... hücum gücü zayıfladı"

Alman Orduları Yüksek Komuta Kademesi OKH'ya bağlı "Doğu Yabancı Orduları" biriminin 4 Aralık 1941 'de yaptığı bir durum değerlendirmesinde, "Rus, önemli ölçüde yedek kuvvet takviyesi olmaksızın büyük bir saldırıya geçecek durumda de­ ğil" deniliyordu. Bu değerlendirme, Kızılordu'nun kalan savaş gücünün olduğundan çok daha az tahmin edildiği tamamen ek­ sik bir değerlendirmeydi. Çünkü, Sovyetler tam da o sıralarda karşı saldırıya hazırlanmaktaydı. Stalin'in kurtarıcı olarak gördüğü Georgi Jukov; Sokolovs­ ki, Bulganin, Rokossovski, Vlassov, Govorov ve Jefremov adlı generallerle, başkenti kurtaracak ve Alman saldınsını nihai ola­ rak geri püskürtecek ayrıntılı bir plan hazırlamaktaydı. Kızılor­ du birlikleri ilk kez yalnızca karşı tepki vermekle sınırlı kalmı­ yorlar, inisiyatifi de ellerine almış oluyorlardı. Sovyet Enfor­ masyon Dairesi, 4 Aralık'ta şu bilgiyi rapor ediyordu: "Mosko-

307 Pavel Ossipov, Asker

Çukurlar kazmak zorundaydık. Eksi 30 derece soğukta toprak 60-70 san­ timetreye kadar donmuş oluyordu. Yardımcı araç-gereç olarak buz kırma sopaları, kazma ve bel küreği kullanıyorduk. Genelde geceleri çalışıyorduk, gündüz bizi fa rk edebilirlerdi. Gireceğimiz bir çukur açmak için yaklaşık iki gün uğraşmamız gerekiyordu. 1 Aralık'ta ateş etmek üzere siper alnJıŞ du­ rumdaydık. Birkaç gün sonraysa bize sıcak tutan giysiler getirdiler: içi tüy­ lü ceketler, başlıklar, parmaksız eldivenler� pamuklu pantolonlar, keçe çiz­ meleı: Karın içinde topların ve cephane sandıklarının yanı başlarında uyu­ mak zorunda olduğumuzdan, bunların dağıtılmasıyla durumumuz daha iyi­ leşmişti. Pek de rahat bir ortam değildi doğrusu, ancak hiç olmazsa donma­ yarak savaşacak durumda kalabiliyorduk. 6 Aralık sabahı karşı taaı:ruz em­ ri geldi. Topçu ateşinin ardından birlikler ilerlemeye başladılar. Ozellikle genç insanlar ilk kez bol miktarda kan görüyorlar ve yaralılar, eksi 30 dere­ cede kalın kar tabaka§ıııın üzerine düştüklerinde savaşın korkunç yüzüyle tanışmış oluyorlardı. Ozellikle makineli tüfek nişancıları arasında çok sayı­ da yaralı vardı. Bunun nedeni de, herkes ilerlemek zorunda olduğundan ge­ ride onlara yardım edebilecek kimsenin kalmıyor oluşuydu. Arkadaşlarımız­ dan bazılarını yaralılara yardım etmek ve bizi geriden takip eden motorize birliklere onları almaları için haber vermek üzere görevlendirmiştik. Çok sayıda ölmüş sivile, yaşlı kadınlara, çocuklara da rastlamıştık. Bunların ço­ ğu saldırı sırasında çıplak halde dışarıya fı rlamışlardı. Berbat bir durumdu.

va'ya karşı altıncı Hitler saldırısının 17. gününde, düşman or­ dularının hücum gücü önemli ölçüde zayıflamıştır." Bu, değerlendirilmesi gereken bir durumdu. Sovyet hücu­ munun ilk stratejik hedefi, Orta Ordular Grubu'nun büyük çaplı birlikleriydi. Jukov, 2. ve 3. tank ordularını aynı anda vurmak, hemen ardından bağlı birlikleri çembere alarak yok etmek isti­ yordu. Genelkurmay Başkanı Şapoşnikov, 4 Aralık akşamı Sta­ lin ve Savunma Komitesi "STAVKA"nın onayına sunulan nihai taslağı hazırlamıştı. Jukov'un planına göre, Kızılordu birlikleri cephe hattını yararak düşmana arkadan saldıracak ve onu kuşa­ tacaklardı. Bu strateji, We hrmacht'ın Kiev üzerinden Minsk'e, Vyasma ve Bryansk'a kadar uyguladığı ve kazandığı kuşatma saldırıla­ rında uyguladığı stratejinin prensip olarak aynısıydı: Düşman kuvvetlerine ortadan bindirme yapılacak, kanatlardan büyükçe bir makas hareketi uygulanacaktı. Sovyet askeri yönetimi, geçmişteki hatalarından ders çıkarı-

308 T- 34 tankları, Sovyet karşı saldırısında önemli bir hücum gücüydü.

Sovyetmakineli tüfek grubu bir tepeye saldırıyor.

309

Üstte: Rus piyadeleri, tankların koruması alt111da ormandaki bir Alman mevzisine saldırıyorlar.

Sağda: Karşı taarruz: Sovyet birlikleri bir köyü geri alıyorlar.

Soldaki sayfada, üstte: Karda sürünerek bir Alman mevzisine yanaşmaya çalışan Kızılordu askerleri.

Soldaki sayfada, altta: Yoğun ateş altında siperlerindenfırlayan iyi kamufle olmuş Sovyet askerleri.

3 il Solda: Sovyet başkentini tanklara'karşı korumak üzere oluşturulmuş kilometrelerce uzunluktaki savunma engelleri.

Altta: Sibirya' dan geleıı taze kuvvetler durmaksı:m Moskova önlerindeki cepheye akıyorlardı.

3 12 Halk, Moskova metrosuna inerek hava saldırılarından korunmaya çalışıyordu.

313 yordu. Almanların Sovyet başkentini en fazla tehdit ettiği yı:� olan engebeli Klin bölgesinde, Wehrmacht en büyük tehlikeyle, bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu iş için gerekli kuv­ vetler; Sibirya 'dan taze kuvvetler, bir kış savaşı için iyi hazır­ lanmış ve iyi donanımlı elit birlikler, haftalardır bölgeye sevk edilmekteydi. Sovyet üst düzey komuta kademesi, yalnızc� Si­ birya' dan 34 tümeni nihai savaş olan "Mosko,·a çarpışması"na sürecek durumdaydı. Sovyet başkentini Aiman kıskacından kurtarmak ve saldırganlara karşı saldırıda bulunmak üzere 1 milyonun üzerinde asker bölgeye gelmi�ti. Sovyet tarafının elinde başka avantajlar da vardı: Mosko­ va 'da üretim son hızıyla devam ederken ve kısa ikmal yolların­ dan cephedeki birliklere sürekli malzeme akarken, Alınan bir­ likleri cephede kendilerine gönderilecek ikmal malzemelerini bekliyorlardı. Gittikçe artan ve her geçen gün daha da etkili olan partizan saldınlarının yanısıra, Sovyet paraşüt avcıları da Alman ikmal bağlantılarını kesintiye uğratıyorlar ve cephe gerisindeki birlik­ lere rahat vermiyorlardı. Sovyet Hava Kuvvetleri de daha etkili saldırılar gerçekleştiriyor, özellikle uçak kabinlerindeki silahlar ',. t11,·ağın alt kısımlarına yerleştirilmiş Stormovik makinelileri­ nin tahrip bombalan Alman tarafına çok sayıda kayıp verdiri­ yordu. Ay nı sıralarda yerkürenin diğer yansında, Avrupa'daki savaş için bir anlam taşıyan, ancak Moskova çevresindeki bu savaş açısından düşünüldüğünde hiçbir anlamı olmayan bir baş­ ka olay daha yaşanmaktaydı.

"Niitaka Dağı'na tırmanın"

Bir Japon deniz-filosu, günlerdir Pasifik'in dalgalarını yara­ rak yol alıyordu. Destroyer ve ağır kruvazörlerin eşlik ettiği üç uçak gemisinden oluşan bu filo, 26 Kasım 1941 'den beri açık denizdeydi. Varılacak hedef gemi personeli tarafından bilinmi­ yordu. Bu yolculuğun amacı, filo komutanı Amiral Nagumo ta­ rafından ilk olarak 2 Aralık'ta açıklanıyordu. Tokyo'dan gelen bir telsiz mesajı gerekli emri bildirmişti: "Niitaka Yama Nobo­ re" ("Niitaka Dağı 'na tırmanın").

314 0ii' A�� da l<'Glıftn uıitRooeorvdt S�ite·-,an Seite mit Japan Krt-cgıı:ru.mnd.mit USA auch .für Deu� vndJtş� · " diı.rehRooie,

ABD'ye saı•aş ilamnın Alnımı basmmdaki yansıması.

Bu, saldın emrinin onaylandığına işaret eden bir parolaydı. Tokyo'daki hükümet, ABD'ye karşı savaş kararı almıştı. Söz konusu filo, Amerikan Pasifik Filosu 'na öldürücü darbeyi vur­ makla görevlendirilmişti. 104 ufukötesi, 132 hücum bombardı­ man uçağının yanı sıra, 83 torpido uçağı ve 79 avcı uçağı 7 Aralık 1941 'in sabah saatlerinde Amerikan filo üssü Pearl Har­ bour'ı bombalamaya başlamışlardı. Tamamen hazırlıksız yaka­ lanan ABD Pasifik Filosu, 5 saldırı gemisini ve kruvazörler, destroyerler ve ikmal gemilerinden oluşan çok küçük bir birli­ ğini kaybediyordu. Japon birlikleri, eş zamanlı olarak Guam, Honkong, Tayland, Malezya, Bomeo ve Filipinler'e de saldırılar gerçek­ leştiriyordu. Bu saldırı, ABD'de bir öfke dalgasının yayılmasına neden olmuştu. Japonya'nın bu savaş ilanı, ABD'yi de savaşın içine çekmişti. Stalin, kendilerine çalışan Alman ajan Richard Sorge sayesinde Japonların saldırı planlarından haberdardı. "Votst", Sorge'nin gönderdiği bu bilgilere, 6 ay önce görmezden geldiği Alman saldırılarına ilişkin olarak gönderdiği bilgilerden daha fazla güvenmişti. Bu kez gerekli önlemleri zamanında alıyordu. Japonların Mançurya'da bulunan Kvantung ordusuna ait bir­ likleri Sovyetler Birliği için bir tehdit unsuruydu. Ancak, Pearl Harbour saldırısı, Japonların niyetlerinin başka olduğunu göste­ riyordu. Stalin 'in doğu sınırlarını korumakla görevli Sovyet tü­ menleri, böylece başka bir yerde, batı cephesinde ve özellikle

315 İkmal malzemeleri, kızaklarla cepheye getiriliyorlardı. Kızıl Meydan'dan geçen ikmal kızakları. de başkentin savunmasında görevlendirilebilirlerdi. Bu da, Sta­ lin 'in doğu sınırındaki askerleri herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kalmaksızın bölgeden çekebileceği anlamına geliyordu. Alman birlikleri Moskova önlerinde takviye beklerken, Sov­ yetler taze kuvvetleri başkent çevresine yığıyordu. Sibirya'daki birliklerin yanı sıra, Uzakdoğu 'daki Sovyet ordularında da ha­ reketlilik başlamıştı. Keşif uçaklarından gelen "İki tarafta ve Moskova 'nın doğu yakasında yoğun bir biçimde kuvvetler bir araya toplanıyor" şeklindeki haberlere karşın, Hitler ve Paladinleri Doğu Prus­ ya'daki Führer Ana Karargahı'nda, Alman birliklerinin Mosko­ va önlerinde karşı karşıya olduğu tehlikeyi görmezden gelmeyi yeğliyorlardı. Alman yönetimi, bu tür haberleri inandırıcı bulmuyordu. · Kurt İni'nde, "Hepsi birer safsata" deniliyordu böyle haberlere. Hitler, önceden olduğu gibi şimdi de, Kızılordu 'nun dağılması-

316 Anatoliy Çernyayev, Gorbaçov'un Danışmanı O Dönemde Ta kım Komutanı

Savaşın başlarında Sovyet halkı, bir halk olarak Alman­ lara herhaf!gi bir kin gütmüyordu. Ancak, "Bizi sinsice av­ ladılar, anlaşmayı bozdular" biçiminde ifade bulan bir kız­ gınlık söz konusuydu. Evet, bir öfk e patlak vermişti. Ama bu kin değildi. Ayrıca, bizler çok enternasyonal bir ortam­ da yetişmiştik. Bu enternasyonal düşünce biçimi yalnızca bir propagandadan ibaret de değildi, insanların gerçekten bilincine işlemiş­ ti. Okul yıllarımızda bizim için ulusal farklılıklar yoktu, herkes eşitti. Al­ manya' ya karşı da böyleydi. Çok doğal ve normaldi bu. Kin, insanların biz­ zat kendi gözleriyle tanık oldukları savaşın kanlı sonuçları ve bunların ya­ rattığı korkunun ardından oluştu.

nın her halükarda an meselesi olduğuna inanıyordu. Bu kadar büyük bir imparatorluğun doğusundan taze kuvvetlerin bu ka­ dar kısa zamanda sevk edilebileceğine aklı yatmıyordu. Oysa, Wehrmacht'ın Kızılordu'yu Haziran 1941 'de şaşkına çevirdiği gibi, bu kez de Sovyet birlikleri aynı şekilde ansızın saldıracak­ lardı.General Jukov, sonraları bununla ilgili olarak şu yorumu yapacaktı: "Moskova önlerindeki karşı saldırının başarıya ulaş­ masında, tarafımızdan uygulanan stratejik şaşırtma planı büyük bir rol oynamıştı."

"Dönüm noktasının geldiği an"

67. Piyade Alayı 'nın karargah çadırında birlik komutanları oturmuş yeni bir haritanın yardımıyla Moskova'nın alınmasına ilişkin planların bundan sonraki aşamaları üzerine konuşuyor­ lardı. Albay W. Heinemann bu sahneyi şöyle anlatıyor: "Büyük sıcak sobanın tam karşısında, dizlerinin üzerinde bir gün önce elimize geçmiş olan Moskova kent planıyla, komutan oturmak­ taydı. Tam emrindeki bölük komutanına bu planı gösterdiği sı­ rada, savaşın dönüm noktası olan o an yaşanıyordu. Üç taraftan makineli tüfek yaylım ateşi ve tanksavarların direkt bu bölge­ deki ilk atışları, düşmanın karşı saldırıya geçtiğini gösteriyor­ du." Sovyet karşı saldırısı başlamıştı. İlk olarak kuzeydeki Kali­ nin cephesinde, ertesi gün 6 Aralık 1941 'de Jukov'un komuta-

317 Siperlere çekiliş. Alman askerleri her geçen gün dalıafazla savunma konumuna düşüyorlardı. sındaki batı ve Timoşenko'nun Sovyet birliklerine komuta etti­ ği yer olan güneybatı cephesinde. Alman Orduları Yüksek Komuta Kademesi OKH'nın savaş güncesinde, bu 5 Aralık gününde pek de alışılmadık tarzda ha­ berler yer aldığı görülür: "2. Tank Ordusu, düşmanın beklenen saldırısı sonucunda sol kanadında tanklarını 3 kilometre geri çekmek zorunda kalmıştır. Kendi hücumumuzda ise ağır kayıp­ lar sonrasında başlangıç mevzilerine dönme zorunluluğu ile karşılaşılmıştır. Düşman, Tula üzerinden güçlü kuvvetlerle sal­ dırmıştır. Rus hücumu, 9. Ordu ile Kalinin'in her iki yanında sabah saatlerinde başlamış ve şiddetinden hiçbir şey yitirmeden gün boyu sürmüştür. Düşman, Volga üzerinden saldırarak Kali­ nin-Klin yolunu geçmeyi başarmıştır." Bu kez, Alman saldınları ve başarılarına yönelik haberlerin yerini Sovyet hücumlarını içeren haberler almaya başlamıştı. Pazarlık gücü şimdi Kızı lordu 'nun eline geçmişti. Alman mev­ zileri ilk önce topçu atışları ile ablukaya alınıyor, ardından dört kat daha güçlü Sovyet birlikleri ileri taarruza geçiyorlardı. 4. Tank Birliği, Tümgeneral Vlassov'un taze kuvvetleri ile çarpış­ mak zorunda kalıyordu. Aynı sıralarda Orgeneral Konyev'e bağlı birliklerse Kalinin 'in güneydoğusundan saldırıya geçiyor-

318 Moskova Çarpışması 2 - 5-eAralık 1!>!1cıplı€haıl;ıı 1�<ıi: 1942 Nisan 1942son�'' · e�st11<:k . -ı,.--,--

Kızılordu'nun karşı saldırıya geçmesi: 5-6 Aralık 1941

'\

319 Kontes Charlotte von der Schulenburg

Sadece evde oturmak ya da akşam bir bale gösterisine gitmek bile insanın kendisini kötü hissetmesine yol açabiliyordu. Onlar orada bir pisliğin içindeyken ben gezmeye gidiyor­ dum. Bu rahatlatıcı bir şeydi. Kendi kendime, eğer bir resmimi yaptırırsam belki iyi gelir dedim. Çocuklarımla birlikte bir resmimi yapmakta ısrarlı olan bir kadın ressam tanı­ yordum. Bu resmin daha sonra "çok başlı ej­ derha" olarak tanımlandığını da ayrıca belirtmek isterim. Kocam Rusya ' nın herhangi bir yerinde bir pisliğin içindeyken ben akşam kıyafetlerimle kane­ pede oturup resmimi yaptırıyordum, aklımı kaçırmış olmalıydım. Ama belki bunun .ona mutluluk vereceğini düşünmüştüm. Bu harika bir terapi uğraşı­ sıydı. içimde sürekli olarak, bu resim bittiği gün onun da çıkıp geleceği duy­ gusu egemendi. Ve de gerçekten, resmin bittiği gün telefo n çaldı ve o tele­ fo nda bana Breslau'ya geleceğini söylüyordu. Çocuklar durmaksızın baba­ larını soruyorlardı ve her akşam onun için dua ediliyordu. Onu çok özlemiş oldukları için, çocukların kendi aralarında konuştukları tek konu neredeyse yalnızca oydu. Akılları şu soruda takılıp kalıyordu: Ta nrı neden bunu yapı­ yor? Babayı koruması için sevgili Ta nrı'ya dua ediyorlar, ancak bir taraftan da başlarında ne tür büyük bir belanın dolaştığını da idrak edebiliyorlardı. Pek çok baba ölmüştü, evler yıkılmıştı, her yanda büyük bir keder, tasa ve sefalet vardı.

lardı. Hedefleri Klin'di. Alman askeri yönetimi, buranın Kızı­ lordu tarafından geri alınması durumunda 3. Tank Ordusu ile bağlantının kesileceğinin farkındaydı Alman askerleri, cephenin tamamında Sovyet birliklerinin yoğun baskısını göğüslemek zorunda kalıyorlardı. General Reinhardt, sonu ne olacağı bilinmeyen bu çabayı şöyle anlatıyordu: İstihkam, muhabere ve karargah personelin­ den, hatta bir bando kolundan oluşan bir kuvvete, yüklenebile­ cek en son görev veriliyor ve yarma hareketinin önüne geçilme­ ye çalışılıyordu." Ancak, geniş bir alana yayılmış olan Alman cephesi, saldır­ makta olan taze kuvvetleri uzun süre durdurabilmek için olduk­ ça zayıftı. Feldmareşal von Bock durumu şöyle açıklıyordu: "Orta Or­ dular Grubu, kesinlikle abluka altında bir saldırıya dayanacak güçte değildir." Oysa, "Tayfun Operasyonu"nun başarıyla ta-

320 Alman askerleri, yorgan ve çarşaflarla az da olsa kendilerini kamufle etmeye çalışıyorlardı.

İkmal yolları, kürekle düzenli aralıklarla açılmak zorundaydı.

321 Für .sie İlibt as keln Wledetseheo · mehr zu Welhnachten :<.« ,.,...<:hf»> �la �w.s�r:.� ı::J-�· :J�fa> 1� #:'..t: t.. t;M- ..- .:i:<'Y �:<">>::<-r, ı:c"1 ""�c,.:wt t:<'Ut'4 <;c- �"'t:. ;hs:ı «•->'-:« -� �M,.J.. . h> ·fot<<';.s; (!'..4 i:�fOt>='xc:-: ���a :-:;..;. . <>i:�·- V�·ik. �"'-" --:!•<., ;•t·a�:· c:hı:',ı ·ı<>::w1� �:t.:.ı> ::»L li<-t S� <->u:<->' '('C,J>; :. x:1ct ':Y<_��ı;.:;- l':V<��x'\\'f�<= ... ;. J)�'tl; �:-. r,(l'�1>sS.�c::: f'<�.:'.! a.:: !�<1!\·�����t�>; ..:�= <>�x: ��j��f;,:::7� M.JY.:'N.�.1. :.09 W l.,\.NG.t - �XJMtu:ni_ ·'.·�ı.t� >:( {'>: "$(1:;,o;\ X}«"J::\h; Jh:j tt�I', ...... ·tlm<>f ..::d >::c., c-h:<- el �� cç.,�f::�s� »>Xtk · t\"et:cw.c°'">h�::'°:«-:<� lı::C': »:t�..:on. ı::<•"<'hMt�_. .i,.:.?.;<::rn m� m:: -ti:c: rl�n.. o�·:;ı; ıwu.�� �t)t(>tc·;·� 1>::s>.l.i ).)l)"l(�...rn?.. ��< {U • ;:fo �l\:A"f. :M�<.r )�)'.{> t;,,:� ): :UollCC'l:;.-1 A<\!'AN ;nı.ı SSS$"f!"i J,�rm."< �O�K. 1.:�·o..: »l:-,.")� ":�-·>�:er� '!.�:, f'«:: *xt•m?;<,Mt·mmı

Alman askerlerine karşı tarafa geçmelerini salık veren Sovyet bildirilerinin ön ve arka sayfaları.

mamlanması ve Moskova'nın alınması yönündeki Hitler emri, geçerliliğini hala korumaktaydı. 5 Aralık akşamı Orgeneral Gu­ derian, küçük bir operasyon birliği ile Venev'in güneydoğusun­ da bir orman korucu evinde karargahı bulunan 24. TankKolor­ çlusu Komutanı General Geyr von Schweppenburg ile telefon görüşmesi yapıyordu. Guderian önce kısa bir durum raporu alı­ yor ve ardından şu açıklamayı yapıyordu: "Sanırım, savaşı dur- . durma emri vermek zorundayım." Schweppen, bu emrin hangi sonuçlan doğuracağını biliyor­ du: "Sayın Orgeneral, bu kararın başınıza iş açacağına dikkati­ nizi çekerim." Guderian ya da Hoepner gibi cephe generalleri, daha önce b.elirlenen hedefe ulaşılamayacağını, artık Moskova'nın alın­ masının müı:nkün olmadığını biliyorlardı. Şimdi onları ilgilen­ diren tek konu, bir felaketi önlemekti. Bunun da bir tek yolu vardı: Geri çekilmek. Guderian şu haberi iletiyordu: "Birliğin durumu öylesine düşündürücü ki, düşman saldınsını nasıl durduracağımı bilmi­ yorum. Birlik içerisindeki güvensizlik ciddi boyutlarda." Alman yönetimi ağır bir karar verme durumuyla karşı karşı-

322 yaydı. Cephe generalleri, geri çekilmeden yanaydılar. Gücü tükenmiş birliklerinin, yer yer cephenin derinliklerine yayıl­ mış olan saldırı mevzilerini tutabilecek durumda olmadık­ larının farkındaydılar. Mevzi­ lerden yalnızca kısmen geri çekilmek savunmayı kolaylaş..­ tıracağından, doğu ordularının korkunç bir yenilgiye uğrama­ sı önlenebilirdi. 5 Aralık günü von Bock,başkomutanlığın da onayıyla taarruzu durdurma Alman propaganda emri veriyordu. Böylece, za­ mekanizması da aktifti:Sovyet birlikleri için düzenlenmiş geçiş ten apaçık ortada olan bir ger­ tezkeresi de içeren bir bildiri. çeklik, resmi olarak da onay­ lanmış oluyordu: Alman aske- ri birlikleri artık daha fazla ilerlemeyeceklerdi. Arıcak asıl sorun buna karşın hala çözüm­ lenmiş değildi. Almanlar, Sovyet saldırılarını nasıl karşılaya­ caklardı? Geri çekilerek mi, yoksa eldeki mevzileri tutarak mı? Genelkurmay Başkanı 'nın güncesinde akıllarının başlarına geldiğine işaret eden satırlar yer alıyordu. Halder, 7 Aralık'ta şu notu düşmüştü: "Bugün yaşananlar yine sarsıcı ve utanç verici. Ordular komutanı von Brauchitsch ·adeta bir postacıdan başka bir şey değil. Hitler, onun kanalıyla ordu komutanlarıyla ilişki kuruyor. Ama en korkuncu, en üst yönetim kademesinin askeri birliklerimizin içinde bulunduğu durumdan habersiz oluşu ve büyük kararların alınma aşamasında küçük yamalar yapmakla yetinmesi."

" .... savunmaya geçmeye zorlamak"

8 Aralık'ta Kuzey Ordular Grubu'na bağlı birlikler Kalinin Cephesi 'nden çekilmek ve mevzilerini Tiçvin 'de oluşturmak zorunda kalıyorlardı. Sovyetlerin, Moskova'nın doğu ve güne-

323 Peter Biewer, Asker

Moskova'ya yapılması planlanan büyük taarruz durdurulmuştu. Her yana engeller yerleştiriyor ve yassı mayınlardan döşüyorduk. Rus köylüleri köy­ den köye uzanan uzun orman yolları boyunca metrelerce yükseklikteki kar­ ları küremişlerdi ve insan beline kadar kara gömülmek istemiyorsa ancak buralardan gitmek zorundaydı. 8 Aralık'ta sıcaklık eksi 32 dereceye kadar düşmüştü. Beyaz alan üzerin­ de, yalnızca tahtadan küçük köy kulübelerinin sazdan yapılma dam/arımn ve köşeli çıkıntıların hayal meyal seçilebildiği dondurucu bir kar fı rtınası hakimdi. Kulaklar ve burun kanatları, birkaç dakikalığına bile açıkta bıra­ kılsalar, bembeyaz kesiliyorlardı. Ayaklar buz yığını haline geliyorlardı. Messerschmidt bombardıman uçakları uygun hava koşullarında alçak uçuş yaparak bombardıman yaptıklarında karlar tozuyor ve havada su gibi çağ­ lıyordu. O gün nişanlımın doğum günüydü. Yirmi yaşına basacaktı. Aklım, 2 bin kilometre uzaktaki memleketimdeydi ve kendimi çok kötü hissediyordum. Gündüz alçaktan uçan Sovyet uçakları saldırıyor, gece ise tahta Rus evleri­ ne giriyor ve elimizde silahımız olduğu halde uyuyorduk. Kiminin başı bit­ lerle, kiminin tahta kurularıyla dertteydi ve onlar da yetmezmiş gibi pireler ve Ş.aç bitleri de cabasıydı. Ustüne üstlük bir de şiddetli soğuklar. Eğer ihtiyaç gidermek için dışarı çıkmak zorunda kalınırsa, kıç kara değmesin diye kapının önünde bir daire çizecek şekilde koşuluyor ve ayak izleriyle yer açılıyordu. Bu da diğerleri gibi zamanla alışılan berbat bir işti. Bazıları bu işi yaparken düşmanın kes­ kin nişancıları ya da topçu atışları ile "kahramanca" ölüyorlardı. Eksi 50 - derecede dışarıda kısa bir süreliğine bile beklense ayak parmakları ve ayaklar, kemik gibi sertleşmiş deri çizmelerin içerisinde hiçbir şey his_setmez hale gelip mosmor kesildikleri için, ç<;yreyi kollamakla görevli nöbetçileri her 10 dakikada bir değiştiriyorduk. Olülerimizi, bombaların açtıkları çu­ kurlara üst üste koyuyor, kısmen de vücuttan yanlara açılarak kaskatı şekil­ de donmuş olan kol ve bacakları, toprağın altına koyabilmek için kesmek zorunda kalıyorduk ...

yinden yaptıkları yoğun saldırılar da Orta Ordular Grubu'nu geri çekilmeye zorluyordu. Alman öncü kuvvetleri, çevreleri sarılarak çembere alınma­ ları istenmiyorsa önceden yerleştirildikleri yerlerden geri çekil­ mek zorundaydılar. Bu her yerde mümkün olmuyordu. Zaman içerisinde Alman birlikleri Kızılordu tarafından sarılıyor ve bü­ yük kayıplar verdikleri çarpışmalara girmek zorunda kalıyorlardı. General Dovator'un komutasındaki Sovyet kayaklı birlikleri ve atlı Kazak kolları, sürekli olarak birbirlerinden uzak düşen

324 Alman askerleri 88 milimetrelik bir uçaksavar topunu mevzisine götürmeye çalışıyorlar.

Alman hatlarına hücum ediyorlar ve ana bağlantı noktalarına saldırıyorlardı. Wehrmacht kalan son gücüyle, hiç olmazsa geri çekilme için yaşamsal öneme sahip yol bağlantılarını geri alma­ ya çalışıyordu. Ama, Almanlar ulaşım yollarını kontrolleri al­ tında tutsalar dahi, bu, planlanan geri çekilme hareketi için her­ hangi bir güvence anlamına gelmiyordu: "Yakıt kıtlığı nedeniy­ le Almanlar sık sık ellerindeki malzemeyi yok etmek ve topları havaya uçurmak zorunda kalıyorlardı" şeklinde ifade ediyordu bu durumu, General von Schweppenburg. Almanlar, ellerindeki malzemenin bir kısmını en azından geride kalanları kurtarabil­ mek için feda etmek zorunda kalıyorlardı. Tanklar, toplar, rö­ morklar benzin yetersizliğinden ya da donma sonucu çakılıp kaldıklarından geride bırakılıyorlardı. Rus kışının aşırı soğuğu altında motorların dişlileri donuyordu. Sovyet saldırıları, küçük ateşlerle ısıtılarak bunların yeniden çözülmelerini sağlamaya zaman bırakmıyordu. Ana yollar boyunca Almanların geride bı­ rakmak zorunda kaldıkları yüzlerce bozuk motorlu araç, tank ve her türden savaş aracı yatıyordu. TASS'ın savaş muhabiri durumu, "Tam bir savaş araçları mezarlığı" şeklinde geçiyordu. Wehrmacht'ın zaaflarını bilen General Jukov, bu zaaflardan acımasızca yararlanılması ve üzerine gidilmesi yönünde emirler veriyordu. Batı ve güney cephelerinde Jukov ve Timoşen-

325 Anton Gründer, Sıhhiye

Ta rih 5 Aralık'tı. Saat 6.00'ya kadar nöbetim vardı. Kendime yiyecek bir şeyler hazırladığım sırada dışarıda o cehennemi durum baş göstermeye başladı. Her şey geri geliyordu; tank­ lar, toplar, araçlar, askerler. Te k tek, grup grup. Tümü dehşet içerisindeydi. Emir memir kalmamıştı. Herkes kendi paçasını kurtarmaya çalışıyor ve nasıl kaçacağına bakıyordu. Ama araçların pek çoğu aşırı soğuklardan dolayı ça- 1 ışmıyordu, ancak yine de yanımıza ilkyardım malzemelerinin çoğunu ala­ bilmiştik. Bölükten arta kalan küçük bir grup olarak mümkün olduğunca bir arada kalmaya çalışıyorduk; grup­ tan kopanlar kayboluyorlardı. Geri çekilmeden kaynaklanan onca karışıklığa rağmen, elimizden geldi­ ğince yaralılarla ilgilenmeye çalışı­ yorduk. Çok korkunç sahnelere tanık oluyorduk. Ya ralıların çoğu bir hafta­ dan beri taşıdıkları geçici sargı bezle­ riyle karşımıza geliyorlardı. Bir aske­ Ya lnızca kendini mumya gibi rin kolunun üst kısmında kurşunun de­ sarıp sarmalayan/ar don­ lip geçmesiyle oluşmuş bir kırık vardı. maktan kurtuluyordu (üstte). Kolunun tamamı morarmıştı ve sırtın­ Kızı/ordu askerleri, iğreti kış dan çizmelerine kadar cerahat akıyor­ giysileri içindeki Almanlara du. Kolu, eklem yerinden ..kesildi. Koku dayanılır gibi değildi. Uç asker, sırf "Kış Fritzi" (Frit:: esk; /Jir bu kokuya katlanabilmek için puro iç­ Alman ismi olan Friedridı' in mek zorunda kalmışlardı . kısaltılmış lıali-çev.) diyorlardı (altta).

326 Pavel Ossipov

Karşı hücumun yaklaşık olarak ikinci ya da üçüncü gününde, 7 ya da 8 Aralık'ta, yaptığımız saldırının başarıya ulaşacağını anlr;ımıştık.Askerlerin, çavuşların ve subayların tümünün morali yükseliyordu. işte bu andan itiba­ ren, onlar köyleri ateşe vermeden önce Almanların önüne geçmek için dü­ şündüğümüz tek şey ilerlemekti. Çünkü, genellikle geri çekilirken her şeyi ateşe veriyorlardı. Kurtardığımız köylerin sakinlerinin bizi karşılayarak hoş geldin demeleri ve ikramda bulunmaları bizi mutlu ediyordu. Vo lokolamsk yakınlarındaki kendi köyüme geldiğimde evimin yakılmış olduğunu gördüm. Rastladığım hemşehrilerimden ailemi sordum. Hepsinin gittiğini söylediler. Kız kardeşimin kocası subay ve eskiden köy kolhozunun başkanı olduğun­ dan, Almanlar tarafından kurşuna dizilecek/erinden korkmuş ve kaçmışlar.

Erich Mende

1 Aralık'ta üste,�nıen rütbesiyle, bölük komutanı olarak 196 kişilik takı·iye edilmiş bir birliğin başına geçmiştim. Noel' den kısa bir süre önce Kaluga' ya, Guderian' ın tank­ larının olduğu bölgede büyük bir gedik açılmış olan yere sevk edildik. Hava oldukça soğuktu, termometre eksi 30- 40' farı gösteriyordu. Kış giysilerimiz olmadığı için soğuk­ tan iki kat daha fa zla etkileniyorduk. Karşımızda, kuzu tü­ yünden beyaz kürkleri ve kayaklarıyla son derece mükemmel donanımlı ta­ ze Sibirya kuvvetleri vardı . Bizim taraftan ölümlerin çoğu kafaya isabet eden kurşunlardan oluyordu. Karşı tarafta son derece iyi yetiştirilmiş avcı tümenleri vardı çünkü. Bana göre, doğu seferinin sonu Stalingrad' da değil, Moskova önlerinde durumun tersine dönmesi ve alınan yenilgiyle çoktan başlamıştı. Büyük güven kaybı, korkunç kayıplaı� birliklerin bakım ve ihti­ yaçlarını karşılamadaki yetersizlik ... Tüm bu.ı:ılarAl man We hrmachtı' mn gi­ dişatının tersine dönmesini tetik/emişlerdi. Ustünlük duygusu yitip gitmişti. Bu nedenle, bilinçli ve eleştirel bakanlar açısından Rusya savaşı daha Mos­ kova önlerindeyken kaybedilmişti.

ko'nun birlikleri Alman hatlarında büyük gedikler açmışlardı. Almanların daha önce fethettikleri yerler mevzi mevzi, köy köy, kent kent geri alınıyordu. Sovyet güçleri Rşev, Vo loko­ lamsk, Kaluga ve Orel'e hücum ediyorlardı. Klin kurtarılmış, Kalinin geri alınmıştı. Almanlar İstra'yı boşaltarak Moskva­ Vo lga kanalının ardına geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Al­ man cephesinin her yanında sürekli olarak, Sovyet birlikleri Al-

327 Buz gibi dondurucu geceden sağ çıkamadılar (solda). Pekçoğu soğuktan ölüyordu (üste).

man birliklerinin geri çekilmesini sekteye uğratacakları büyük gedikler açıyordu. Orgeneral Hoepner, tedirginlik içerisinde şu bilgiyi geçiyordu: "Yaklaşık 43 Rus tümenine karşı 22 tümenli 7 kolorduyla komuta ettiğim 150 kilometre genişliğindeki cep­ he boyunca, tehlikeyle karşı karşıya olmayan ya da hiç gedik açılmamış tek bir yer kalmadı. Saldırı yeteneğine sahip güçlü düşmana karşı savunma yapabilecek tek bir tümenim bile yok. Motorlu araçların yakıtı, atların yulafı kalmadı." Ordunun yüksek komuta kademesi çok uzaklardaki ana ka­ rargahında, Alman birliklerinin nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğunu kavramakta çok geç kalmıştı. Almanların Tiçvin 'i boşalttıkları ve Sovyetlerin Klin saldırı­ sını başlattıkları tarih olan 8 Ar(\hk 1941 'de Bitler, Kurt İni'nde, cephedeki gerçek durumla bağdaşmayan bir emir kale­ me aldırıyordu. "Gizli Komuta Kararı/Şef Kararı" adı altında deklare edilen "39 numaralı talimatta", "Wehnnacht'ın Başko­ mutanı Führer" sıfatıyla şu saptamayı yapıyordu: "Doğuda sürpriz bir biçimde erken bastıran ağır kış ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bakım ve ihtiyaçları gidermedeki güçlükler, bütün büyük çaplı operasyonların derhal durdurulması ve savunma pozisyonuna geçilmesini zorunlu kılmıştır." Reich'ın basından sorumlu şefi ve Wehmacht'ın yüksek ko­ muta kademesi, 8 Aralık tarihli gündemin parolasında, "şu am

328 : -�: . �·- . j:�;:}:::�::;:;: ·:;�:: •' · :::; · · �-::;;:� · : t;::�:� ..t :::;�;��)�;? ���!Ji�i�ii�i��fil'.)f: .;:;.·t

' Fühte.; , v� W

� • sürpm ! d bı b f t ; lÇ �:! !l ', imd �:jf! · rak ortaya çıkan hakıffl;ye, ihtiyaÇl�tı gidermedelci;giiçl�kıer,· fü!�ijrih i�a J

·:.:,.

' ·,· � • :::;;· j: · · �t.:·::;:= :=::::::::=: · :·_ - · . ::: • · . .=::;::::::: . .··i={�f_ :�� : ·.·. ... :::::-::;. .; :;.;:;:· -./� Ordular başk:onıutanı tarafın�ao �vunmay�' y� e1ik 1>1#il.:h�kbelitd/: . 1.) n .· ;;;:; : � ·lle,ılmiş''c�pheJerdekp�§fili 9rd u!?-flfün[!�ilt.#_fni, ��;t9 p�a,ıar(•&ey�ü.��� Jrt:. �: �:�;�ı;;��:Te�t�:�1��ii:r2' ���r� (j� ����Çit� ����iJ=!,������� ·!�;�*!: . · ·· · · .... ·... · ••·· · · . .. ··• •· ·•· · ..,...... , · •·•' · nacaktır/<.· \---"?). •••, "'• Y :�:· ... • . ·· ::. · ,,:=:" . ::.. :-:::: i:}i:;J�{:;,::::=:::::::: ::::: ::: ; · dan itibaren" doğudaki savaşın kış koşullarında yürütüleceğini belirtiyorlardı. Oysa o ana kadar, binlerce Alman askeri çoktan soğuktan donmuştu. Ancak, Hitler'in planlı bir geri çekilme emri vereceğini umut edenler yanılıyorlardı. Aksine, "39 numaralı talimatta" şu satırlar yer alıyordu: "Bu savunmanın nasıl yapılacağı, izlene­ cek şu hedefe göre belirlenecektir: Buna göre, a) Düşman için büyük anlam taşıyan alanlar saptanacak, ( ...) ve c) böylece 1942 yılı içerisinde yeniden başlatılacak olan büyük çaplı ope­ rasyonlar için gerekli koşullar yaratılacaktır." Cephedeki askerler, Kızılordu'nun bir sonraki hücumuna nasıl karşı koyacaklarını ve nasıl hayatta kalacaklarını bilmez-

329 Geri çekilirken mayın döşeyen bir Alman istihkamcısı. ken, Hitler, ana karargahında yeni saldın eylemlerinin hayalini kurmaktaydı. Geri çekilme lafını ağzına bile almıyordu. Hitler, "Reichstag" olarak adlandırılan parlamentoda nasyo­ nal sosyalist milletvekillerine yaptığı bir konuşmada da iyimser bir tablo sergiliyordu. Doğu seferinde düşmanın verdiği kayıp­ ları anlatıyor ve hayal edilmesi bile imkansız derecede büyük sayılardan söz ediyordu: 3,8 milyon esir, 21 bin tank, 35 bin top ve 17 bin uçak. Buna karşılık Alman tarafının kayıplarını ise çok düşük olarak gösteriyordu: 612 bin 314 şehit, 571 bin yara­ lı ve 33 bin 334 kayıp. Hitler'in niyeti, böylesi bir sayısal karşılaştırmayla yeni bir eyleme zemin hazırlamaktı. Nitekim, 11 Aralık'ta Dışişleri Ba­ kanı Ribbentrop, Amerikan maslahatgüzarı Leland Morris'e, daha önce Reichstag'da milletvekillerince büyük bir sevinçle karşılanmış olan bir kararı açıklar: "Amerika Birleşik Devletle­ ri yönetimi, tarafsızlığı ilk bozan taraf olarak sonunda Alman­ ya 'ya karşı savaşa açık bir durum yaratmıştır. Başkan Roose­ velt'in yarattığı bu koşullar altında Almanya, bugünden itibaren kendisini Birleşik Devletler ile savaş hali içerisinde kabul et­ mektedir."

330 Ağaç kütükleri gibi yol kenarlarına üst üste yığılmış ölü Kızı/ordu askerleri.

Sovyet askerlerinin yattığı toplu mezar. Her iki tarafın kayıp sayısı da ürkütücü boyutlardaydı .

33 1 Sovyetler Birliği 'ne karşı ani bir tecavüz olan "Barbarossa Harekatı", İngiltere'ye "Deniz Kurdu Operasyonu" adı altında yapılan saldın tamamlanmadan başlamıştı. Şimdiyse Hitler, as­ keri kuvvetleri Moskova önlerinde durdurulduğu ve Kızılor­ du 'nun saJdınlarına ümitsizce karşı koymak zorunda kaldıkları bir sırada, dünyanın bu en büyük endüstri ülkesine savaş ilan ediyordu.

"Fanatik bir direniş istiyorum!"

Askeri açıdan durum birkaç günde değişiklik göstermiş, Aralık başlarında büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu iz­ lenimi veren Sovyet başkenti, biraz olsun soluk almaya başla­ mıştı. Timoşenko ve Jukov, 13 Aralık'ta yaptıkları özel bir açıkla­ mada, "Moskova önlerindeki cephenin tamamında düşmanın hücum mevzileri ve savunma hatları yarılmıştır" şeklinde bilgi veriyorlardı. Askeri başarıların üzerlerinde yarattığı psikolojik etkiden eser kalmamıştı ve Almanlar artık alt edilemez değiller­ di. Elde edilen bu ilk zaferlerle Kızılordu 'da askerlerin kendile­ rine güvenleri artmaya başlamıştı. Kuzeydeki hücumları Vo l­ çov' daki saldınlar izledi, güneyde ise Kerç ve Feodosya üzeri­ ne ataklar başlamıştı. Almanlar açısından özellikle cephenin or­ ta bölümünde durum oldukça ağırdı. Orta Ordular Grubu'na bağlı birlikler daha önce Oka, Ukra ve Vo lga nehirleri boyunca uzanan hatta geri çekilme emri almışlardı. Kış bitiminden sonra Alman hücumlarının yeniden başlayacağı başlangıç noktası olan bu yerde, kışın geçirileceği mevzilerde kalınacaktı. Ancak çok geçmeden, bu mevzilerin yoğun Sovyet saldırılarına karşı savunulamayacağı anlaşılmıştı. Sovyet birliklerinin Alman hat­ tan gerisinden yaptıkları o korkulan kuşatma saldınlanyla cep­ hede büyük gedikler açılmıştı. Şimdi, cephenin farklı bölümle­ rinde tek tek yapılan sıyrılma hareketleri arasındaki koordinas­ yon eksikliğinin faturası ödeniyordu. Ordular Başkomutanı cepheye yaptığı bir ziyaret sırasında, gecikmeksizin tümüyle geri çekilme emri verilmediği taktirde ne tür bir felaketin yaklaşmakta olduğunu anlamıştı. Brauc-

332 Hans Johann Kröhl, Araç Sürücüsü

Ta rih 9 Aralık 1941' di. Moskova önlerinde küçük bir kentçik olan İst­ ra' daydık. Yüksek rütbeli bir subayın şoförü olduğumdan, alayın kurmayla­ rıyla birlikte ben de isabet almış harap evlerde kalıyordum. O gün, askeri hastanedeki yaralı bir subaya gelen mektubu götürmek üzere Moshaisk' e geri dönmem yönünde bir emir almıştım. Birkaç kilometre sonra benimle birlikte gelen subay, "Bundan sonra karşılaşacağımız evlerden birinde du­ ralım ve bir temiz yıkanalım" dedi. Çamaşır torbam elimde, çok geçmeden zarar görmemiş bir ev, bir çeşme ve çalışmakta olan bir tulumba buldum. Saklanmış partizanlar olabilir korkusuyla evi ararken, yıkanma ve yemek pişirme olanaklarının bulunduğu küçük bir antreden geçerek bir merdiven sahanlığından bolca kitabın olduğu büyük bir odaya vardım. Beni asıl şa­ şırtan, kitapların tümünün Almanca olmasıydı! Asıl yapmam gereken işleri unutarak kitaplara QÖZ gezdirmeye koyulmuştum. Bu, liseden sonra kitap­ larla ilk karşılaşmamdı, hem de savaşın ortasında. Okumaya daldığım sıra­ da , yanı başımda küçük bir gürültü duydum. Elim hemen tabancama gitmiş­ ti, ama bu yöndeki tüm emirlere karşın, ben yine de yıkanacağım diye ta­ bancayı kılıfının içinde arabada bırakmıştım! Bir mahzen kapağı yavaş ya­ vaş açılmış ve karşıma silah namlusu yerine, benimkilerden de daha fa zla korktuğu anlaşılan bir çift göz çıkmıştı. Karanlıktan elli yaşlarında bir ka­ dın çıkageldi ve bana akıcı bir Almanca ile şöyle dedi: "iyi günler. Size bir­ kaç kitap armağan etmeme izin verir misiniz? Nasıl olsa, geri çekilmekte olan Alman askerleri önümüzdeki günlerde evimizi yakacaklardır zaten." Bense ona itiraz ettim ve ardından Yahudi bir profesör olduğu ortaya çı­ kan bir kadınla lise mezunu, üstüne üstlük hem de SS gücüne mensup bir Al­ man arasında geçen uzun bir sohbet başlamış oldu. Bir çeyrek saat sonra, benim astsubay aniden kapıda belirmişti ve acele etmem yönünde beni uyarıyordu. Bu Rus kadın, giderken bana gözyaşlarına boğularak Goethe ve Schillir' den çok güzel ciltleri olan iki şiir kitabı ver­ mişti. Kendisinden kitabın arka tarafına adresini yazmasını rica etmiştim. Yanıtı kısa ve özlüydü: "Hayır. Bu benim ölmeme, sizin de başınızın belaya girmesine yol açabilir. " Ve emirlere uygun olarak belinde tabanca taşıyan astsubaya son bir bakış fırlattıktan sonra selam vermeksizin yeniden geldiği karanlık mahzene indi.

hitsch, 15 Aralık'ı 16 Aralık'a bağlayan gece yaptıkları bir ko­ nuşmada, Hitler'i cephenin geniş bir kesiminde büyük çaplı bir geri çekilme yönünde ·emir vermesi için ikna etmeye çalışmıştı. Gereksiz kayıplar ancak böyle önlenebilir ve askeri yönetimin harekete geçebilme yeteneği ancak bu şekilde yeniden sağlana­ bilirdi. Oysa Hitler ve askeri danışmanları arasında büyük bir görüş

333 ayrılığı vardı. "Başkomutan", ordu başkomutanının uygunsuz taleplerini reddediyordu. Bunun yerine, 18 Aralık'ta cephedeki subaylara deklare edilen yeni bir emir kaleme aldırıyordu. 1736/4 1 numaralı "Gizli Komuta Maslahatı" tam bir dehşete yol açıyordu. "Führer" şu emri vermişti: "Komuta erkinin, ko­ mutanların ve subayların da bizzat katılımıyla, birlikler, bulun­ dukları mevzilerde yarılan düşmana karşı kanatlardan ve geri­ den fanatik bir direnişe zorunlu kılınacak." Bu, Rusya seferi boyunca verilmiş en tartışmalı emirlerden biriydi. O ana kadar askerlerini, askeri açıdan anlamsız olan "karşı durmak ya da ölmek" parolası ile ölüme sürükleyen Sta­ lin 'di. Şimdiyse Alman diktatörü bu çılgın yönteme başvuru­ yordu. Hitler, bu şekilde gereksinim duyduğu zamanı kazanma­ yı ve batıdan takviye kuvvetleri cepheye sürmeyi umuyordu. Ancak bütün askeri uzmanlar, taze kuvvetlerin bölgeye sürül­ mesinin haftalar alacağı konusunda görüş birliği içindeydiler. Bu da, doğu cephesindeki askerlerin, haftalarca sonunun belli olmadığı bir savaşın ortasına düşmek zorunda kalacakları anla­ mına geliyordu. Hitler'in kötü bir ün yapmış olan bu "Kal Em­ ri", Wehrrnacht'ın o ana dek verdiği en büyük kayıplara yol açı­ yordu. Hitler bir karış toprağı bile kaptırmak istemediğinden, binlerce kişi, ileri kaydırılmış mevzilerinde ölüyorlardı.

"Herkes birazcık operasyon yönetebilir"

Hitler'in söz konusu emri açıklandığı gün Feldmareşal Bra­ uchitsch de istifasını gönderiyordu. Hitler bu istifayı kabul edi­ yor ve başkomutanlığı bizzat kendisi üstleniyordu. Birliklerine 19 Aralık'ta gönderdiği son gündelik emrinde, Brauchitsch şu açıklamayı yapıyordu: "Ftihrerbizi zafere taşıyacaktır. Çelik gi­ bi sağlam iradeli olun ve gözünüzü budaktan sakınmayın! Her şey Almanya için." Propaganda Bakanlığı'nın resmi açıklamasında Hitler ile ge­ neralleri arasındaki anlaşmazlıktan hiç söz edilmiyordu. Goeb­ bels, Brauchitsch'in görevinden ayrılmasını, "Führer'in sorum­ luluğunun bilincinde bir edimi" olarak yansıtmayı uygun görü­ yordu: "Ayrıca o, devlet adamı Adolf Hitler olarak kendinin

334 Heinrich Rotard, Asker

Aralık ortalm:!nda termometre geceleri eksi 15 dereceden eksi 33 derece­ ye düşüyordu. Ulkenin tamamında müthiş soğuklar baş göstermişti. Bu so­ ğuklarda işe yarayacak olan silah ve motor yağımız kalmamıştı. Ta nklar, gece soğuktan donarak çamura saplanıp kalıyorlar ve sabahları bir daha yerlerinden kalkamıyorlardı . Aralık 1941'de Belgrad Askeri Radyosu' nda ilk kez Lifli Marleen şarkısını duyuyorduk. Akşamları sığınaklarda yatarken telsizlerimizi açıyor ve saat 22' de Lale Andersen' in o boğuk sesinde_n bu parçayı dinliyorduk: "Kışlanın girişinde, büyük kapının önünde ... " insan böylece kısa bir süre için de olsa soğuğu, açlığı, şiddetli çarpışmaları ve ölümü unutuyordu ...

İ * Lilli Marleen şarkısı, kinci Dünya Savaşı'nda her cephedeki her ülkeden askerin şarkısı olmuştu. Sözleri, aslında Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915 yı­ lında Hans Leip adlı Alman askeri tarafından yazılmış olan şarkı, 1937'de Nor­ beıt Schulze tarafından bestelenir. Lilli ve Marleen adlarında iki kıza yazılan bu efsanevi şarkının sözlerinin 48 dile çevrildiği söyleniyor. Buradaki örneğindede olduğu gibi, şarkının sözleri yere ve koşullara göre de uyarlanmıştır. Nazi Pro­ paganda Bakanı Josef Goebbels bile 'kahramanca' bulmadığı bu şarkının yayıl­ masını engelleyemez ve propaganda malzemesi olarak kullanma yolunu seçer. Ancak şarkı, yalnızca Alman askerlerinin şarkısı olmaktan çıkar ve düşmanlık­ ların, kanın, göz yaşının önüne geçerek enternasyonal bir asker türküsü haline gelir ( çev.)

335 başkomutanı olmaya karar verirken, içinden yükselen bir sese kulak vermiş ve sorumluluk bilinciyle hareket etmiştir." Yeni başkomutan, kendi adamlarının olduğu iç görüşmeler­ de yeni görevini ne kadar hafife aldığını saklamaya gerek gör­ müyordu: "Herkes birazcık operasyon yönetebilir" diyordu Hit­ ler. Ona göre ordu başkomutanı nasyonal sosyalist bir anlayışla yetişmiş olmalıydı ve bu görev için bizzat kendisinden daha iyisi olamazdı. Brauchitsch görevinden uzaklaştırılan ilk general değildi. Daha 12 Aralık'ta, Orta Ordular Grubu Komutanı Feldmareşal Fedor von Bock da görevini Vyasma kuşatması kahramanı Hans Günther von Kluge'ye devretmek zorunda kalmıştı. Hit­ ler'in, Moskova saldırısının başarısızlığını yükleyebileceği gü­ nah keçileri arayışı bunlarla da sınırlı kalmıyor, devam ediyor­ du. Hitler'in emirlerini itirazsız yerine getirmeyen görevinden alınıyordu. Kırım ve Kertiş yarımadasının güneyindeki kıstak-

336 Feldmareşal von Brauchitsch azlinden hemen sonra. ta.kiAlman birliklerine komuta eden General Sponeck'in başına daha da kötüsü geliyordu. Sponeck, aralık ayı sonlarında birlik­ lerine durmalarını emrederek tümenlerini geri çekmiş ve bu as­ keri itaatsizliği sayesinde yok olmayı beraberinde getirecek olan bir yenilginin önüne geçmiş ve hatta olası bir başarının ka­ pısını aralamıştı. Bunun sonucunda ise başkanlığını Feldmare­ şal Göring'in yaptığı askeri mahkeme onu idama mahkum et­ mişti. Hitler, protestoların ardından bu idam cezasını hapis ce­ zasına çevirmişti. Bir diğer azletme olayı ise 20 Aralık'ta yaşanmıştı. Bu kez kurban, bu seferin en ünlü kahramanlarından biriydi: Orgeneral Gudeiran. Guderian ikinci kez Hitler'i verdiği bir karardan caydırmaya çabalamıştı. General, üç ay önce de "Führer"i Alman hücumla­ rının bir sonraki hedefinin Kiev değil, Moskova olması gerekti­ ği yönünde ikna etmeyi denemişti. Bu kez ise Guderian Hitler'e açıkça karşı geliyordu. O zaman olduğu gibi General yine ilk

337 Bir Alman devriyesi, eksi 45 derece soğukta dış görevde (üstte). Esir olarak götürülen Alman askerleri (solda).

Bir hava saldırısı sonrasında imha edilmiş Kızı/ordu araçları.

338 Wilhelm-Peter Engels, Topçu

1941 Noel' inden kısa bir süre önce geri çekilme emri gelmişti. Kutsal Noel akşamı, isabet.. almış bir evde açık bir pencerenin önünde oturuyordum. Ustüm başım lime lime yırtık dökük, aç susuz bir halde bir kuru ekmeğin kenarı elimde ateşin önündeydim. Çok korkunç bir soğuk vardı. Giysilerim kısmen paçavralardan oluşuyordu . Ayaklarımda oldukça dar olan süvari çizmelerim vardı. Eğitim pantolo­ numun paçaları çizmelerimin içine sokuluydu. Bacağımlq_ pantolonumun arasına ise soğuk nedeniyle kağıt topakları bastırmıştım. Uniformamın ce­ k-etinin üzerinde ince bir üniforma pardösüm vardı. Ellerimi ise yırtık olan yün eldivenlerim ne kadar koruyabilirse o kadar koruyordu. Napolyon aklı­ ma geldi ve öngörü açısından ondan aşağı kalmayan bizim komuta mercile­ rine lanet okudum.

önce savaşmakta olan birliklerin durumu hakkında bilgi veriyor ve kışlık giysi olmadığına dikkat çekiyordu. Hitler ise buna şu sözlerle karşı çıkıyordu: "Bu doğru değil! Genelkurmay ikinci başkanı bana kışlık giysilerin gönderildiğini bildirdi." Aslında Hitler'in söylediği doğruydu. Goebbels Almanya genelinde büyük çaplı bir propaganda kampanyası başlatmış ve cepheye kışlık malzeme yardımı çağrısında bulunmuştu. Ola­ naklar ölçüsünde astarlı cinsinden mest lastiği, çorap, uzun ço­ rap, ceket, bel kuşağı, göğüs ve ciğer koruyucuları aranan mal­ zemelerdi. Gerekli olan her şey toplandı, ki tümüne gereksinim vardı. Toplanan malzemeler, Wehrmacht'ın bir kış seferine ha­ zır olma konusunda ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koyu­ yordu ve yardımda ne kadar geç kalındığının da bir gösterge­ siydi aynı zamanda. Bununla beraber, Hitler bu sözlerinde haksızdı. Çünkü, top­ lanan malzeme Varşova'da bekliyor ve daha ileriye nakledile­ miyordu. Soğuklar, demiryolu ulaşımını da durdurmuştu. Sonunda Guderian, ziyaretinin amacı olan asıl konuya geli­ yordu. Kurt İni 'ne, karşı karşıya bulundukları bu hezimetin önüne geçebilmek için t�k çarenin kısaltılmış bir cephe hattına geri çekilerek mevzi almak olduğuna Hitler'i ikna etmeye gel­ mişti. Üç ay önce olduğu gibi, Hitler bu kez de bu en başarılı ge­ neralini dinliyor, ama Guderian 'ın önerisini yine bir kez daha

339 Pavel Ossipov

Almanların ayın 24' ünden 25' ine kadar Noel' i kutladıklarını biliyorduk. Kurtarılan bölgelerde bulduğumuz Noel ağaçları ve haç şeklindeki takılar bize buna dair ipucu veriyordu. Bu tür kutlamalar, doğal olarak karşı tarafa teyakkuz imkanı sağlıyordu ve biz bu süre içerisinde hızla ilerlemeye çalışı­ yorduk. Ancqfç, günde 15 kilometre yol kat etmek birliklerimiz için oldukça yorucuydu: Once ateş açıyor ve ardından kendimizi gizleyeceğimiz çukurlar açıyorduk. Ardından, bir iki saat piyadenin gelmesini bekliyorduk. Piyade geldiğinde onları takip ediyor, yeniden ateş ediyor ve yine siperlere çekili­ yorduk. Bu böyle tekrar edip gidiyordu. Yeni yıl gelmişti, ancak bizim kutla­ ma yapacak zamanımız yoktu. Yürürken sıkıca silahlarımıza yapışıyordıık ve uyuma işini bile yürürken yapıyoı�duk. Moskova savunmasında askerler işte böyle savaştılar.

reddediyordu: "Savunma hatları mutlaka korunacak. Birlikler, toprağa tırnaklarını geçirip kazacak ve bir adım geri atmaya­ cak." Hitler, "toprağa tırnaklarını geçirsinler" derken, Birinci Dünya Savaşı'nda Flandem'de yaşadığı mevzi savaşını düşün­ müştü. O zamanlar Almanlar, kendine has hunileri içinden atış yapan havan toplarının hunileri içine girerek siper almışlardı. Ancak Rus kışı, toprağın derinlemesine donmasına neden olu­ yordu. Burada toplarla yapacak herhangi bir şey yoktu. Ama Hitler, Guderian 'ın görüşlerine buna rağmen yine de onay ver­ medi. Ona göre, general bu uyanları, yalnızca askerlere acıdı­ ğından yapıyordu ve "Führer"in gözünde bu çok yanlış bir mer­ hamet duygusuydu: "Askerlerin acılarına kendinizi fazlaca kap­ tırıyorsunuz. Askerlere karşı merhamet duygularınız gereğin­ den fazla. Görevi buaksanız iyi olur." Guderian, Prusya askeri geleneklerine uygun olarak düşünü­ yor ve gereksiz kayıplardan kaçınmaya çalışıyordu. Eğer bir pozisyon daha fazla korunamıyorsa geri çekilmeli ve yeni kuv­ vetler toplanarak yeniden şansını denemeliydi. "Ne pahasına olursa olsun karşı koymak", hatta kendi ope­ rasyon yeteneğini de yitirme pahasına bunu yapmak, Clause­ witz etkisi altındaki Prusyalı generallerin düşüncelerine aykı­ rıydı. Hitler, Genelkurmay Başkanı Halder'e, "Bu adamı ikna ede­ medim" itirafında bulunuyordu. Hitler bu noktada haklıydı. Gu-

340 Savaşta verilen bir mola. Eve birkaç satır yazmak için uygun bir zaman.

34 1 Memleketten uzaklarda. Cephede 1941 asker Noeli.

Maria Mironova F. W. Christians

1941 yılbaşı Rusya seferinin başarısızlıkla so­ çok kötüydü. nuçlanmasının tek nedeni tabii ki Kutlama yapıl­ sert kış değildi. Kiev' den sonra Rus­ madı. Yalnızca ların yeniden nasıl toparlanıp ayağa yaklaşmakta kalktıklarına şaşırdığımızı da teslim olan zafe rin etmek zorundayım. Budiyeni' nin -bu şerefine biraz ad bizim aramızda da iyi tanınan bir içmiştik, ama addı ve Ruslarda çok ünlüydü- büyük ordusu, her defasında yeni birliklerle bunun için da­ tazeleniyordu. Rusların bütün orga­ ha çok zaman gerektiğini bilmi­ nizasyonları ve yaratıcılık/arı bizi et­ yorduk. Fakat yeni yılın gelişi kilemişti. Bizim teknik yardıma ve kutlanmadı. 1941 yılı, yas yılı karmaşık işlemlere gereksinim duy­ olarak akıllarda kaldı. Savaş duğumuz yerlerde, onlar basit araç­ bizim için doğal bir afetti. Biz­ larla direniş gösteriyorlardı. Şimdi de, bir depremin yaratacağı et­ bile -bunu Rusya sefe ri süresince de kiyi yaratmıştı. Böyle durum­ hep düşünmüşümdür- Rusların bıça­ larda insanlar birbiri/erine ke­ ğın kemiğe dayandığı durumlarda bi­ netlenir. Pek konuşkan olama­ le yaratıcılıkları, fa ntezi güçleri ve yan insanlar bile birbirlerine kafa yapılarıyla ne yapıp edip nasıl yakınlaşmışlardı . Fakat her fe ­ çıkış yolu bulabildiklerini düşünür lakette bu böyledir. dururum.

342 .-· · ,.

Her iki taraft an ölümcül espriler: 1941142 yıldönümü için "Top mermisi postası" ile gönderilen "yeni yıl selamı" (solda), Sovyet Hava Kuvvetleri tarafından "Hit­ ler' e armağan" olarak gönderi­ len bir "selam iletisi" (üstte).

derian yumuşamıyordu. General, 21 Aralık'ta Hitler'in emri hakkında yazdığı bir değerlendirme yazısında şöyle diyordu: "Führer'in bu kesin emri, bizi, savunma için hiç de uygun ol­ mayan böyle bir zamanda düşman saldırılarına karşı koymaya zorluyor. Bunun sonucunda, beklenen yedek güçler yetişeme­ den ordu yok olabilir. Bu nedenle, şu anki hattın korunması ta­ mamen imkansızdır. İleri sürdüğüm bu düşünceler doğrultusun­ da bir emir verebilmek için yetki rica ediyorum." Bu rica, tabii ki hiç de uygun bir rica değildi. Von Bock'un yerine geçen Feldmareşal von Kluge, Hitler ile Guderian ara­ sındaki bu görüş ayrılığını, bu başarılı tankçı generalin azledil­ mesi yönünde kullanmaya çalışıyordu. Başarısızlıkla sonuçla­ nan görüşmeler, 1941 Noel'inde Kurt İni'nde sonuçlarını gös­ termeye başlamıştı: 25 Aralık'ta Guderian görevinden ayrılmak zorunda kalıyordu. Hitler, onun yerine General Schrnidt'i 2. Tank Grubu'nun komutanlığına getiriyordu. Bundan kısa bir süre sonra ise benzer bir muameleye bir başka başarılı tankçı general maruz kalıyordu: Erich Hoepner. Hoepner, medeni cesaret örneği göstererek, anlamsız kayıplara uğramadan kendilerini savunabilmeleri için, birliklerini, emre karşı gelip geri çekmişti. O da, yine Kluge'nin oyunlarıyla or-

343 dudan yaka paça atılıyordu. Hitler, birkaç gün içerisinde doğu cephesinin önemli ordu komutanlarını değiştirmişti: Von Rundstedt, Güney Ordular Grubu'nun komutanlığını bırakmak zorunda kalıyor, von Bock ise Orta Ordular Grubu Komutanlı­ ğı 'ndan uzaklaştırılıyordu. İki başarılı tank generali, 2. ve 4. tank gruplarının komutanları Hoepner ve Guderian azledilmiş, 35 kolordu ve tümen komutanı görevlerinden uzaklaştırılmış­ lardı. Ordular başkomutanlığını ise Hitler'in bizzat kendisi üst­ lenmişti. Brauchitsch, Rundstet, Bock, Guderian, Hoepner gibi görev­ den alınan generallerin hepsi de Hitler'e, farklı biçimlerde de olsa kesin olarak karşı çıkmışlardı. Yerlerine getirilenlerinse bu özellikleri eksikti. "Führer"in emirlerini itirazsız yerine getiri­ yorlardı. Feldmareşal Kluge, Hitler'in bu büyük gürültü kopa­ ran "durma" emrine harfiyen uyulmasını istiyordu: "Herkes ol­ duğu yerde kalacak. Bunu yapma­ yan, cephede kapatılması imkansız bir gedik açılmasına neden olur. Tü­ menlerden ayrılmak ancak benim ki­ şisel onayımla mümkündür." Güney Ordular Grubu 'nun yeni komutanı General von Reichenau Hitler'e oldukça sadık bir görüntü çiziyordu. "Nazi Generali" olarak nam salan von Reichenau, askerlere yaptığı Noel konuşmasında bu ününe göz yaşartacak derecede layık ifade­ lere başvuruyordu: "Rusların iradesiz birer aracı olan komiserleri, yeterin­ ce uzun bir süredir tanıyorsunuz. Her tür kötülüğü yapacak karakterdedir­ ler. Sizin de bunu tam olarak bilme­ Orgeneral Erich Hoepner. Kayıp vermemek için niz açısından, bu kızıl vahşilerin eli­ birliklerine geri çekilme ne düştüğünüzde sizleri nelerin bek­ emri verdiğinden, Hitler lediği gerçeğini bildirmeye kendimi tarafından yaka paça yükümlü hissediyorum. Çok sert de ordudan atılmıştı. olsa, her çarpışmada bunu aklınızdan

344 F. W. Christians

Geceleri küçük köylü kulübelerine sığınmaya artık iyiden iyiye alışmıştık. Sıcaklığın sıfırın altında otuz derecenin de altına indiği bu hava koşullarında başka bir yerde hayatta kalabilmek imkansızdı. Biz de devamlı büyük baba, anne, baba, çocuklar, domuzlar, tavuklar ve bilumum hayvanla­ rıyla kışı taştan yapılma sıcak ocaklarının başında geçiren ailelerin yanına gidiyorduk. Bu insanlar, yani dışarıda sa­ vaştığımız askerlerin anneleri, bize çok insanca davranıyorlardı . Bu bizim açımızdan inanılmaz bir şeydi. Ve işte tam bu noktada, böylesi olağanüstü koşullarda insanın nasıl da diğer insanlara sığınma gereksinimi duyduğunu ve Alman askerinin aslında ne kadar duygusal olduğunu anlıyordum. O günlerden özellikle aklımda kalmış bir anı var. Kulübenin birinde birkaç ağaç dalıyla bir tür Noel ağacı yapmış ve küçük bir ilk yardım kutusundan aldığımız birkaç pamuk parçası ile de bu Noel ağacını süslemiştik. Böylesi k'!şullarda geçirilen Noel, biz Alman askerleri için duygu yüklü bir olaydı. Ozel üniformalarımızı ve beyaz iç çamaşırlarımızı kutsal geceye hazır hale getirmek için özel bir çaba harcamıştık. Küçük çıkın/arımızı açmış ve so­ ğuktan ufalanmış hale gelen Noel çöreklerimizi kaşıkla yemeye başlamıştık. Ekmek bile yalnızca kaşıkla yenilebilecek haldeydi. Noel' in ikinci günüydü. Çok geçmeden alarm verilmeye başladı. Sibiryalı keskin nişancılar bize karşı saldırıya geçmişlerdi.

çıkarmayın ve yaşamınızı mümkün olduğunca pahalıya teslim edin. Son kurşununuza kadar karşı koyun. Bu ruhla hareket etti­ ğiniz sürece, bu kızıl güruhun daha sonra yapacağı her saldırı, bizim hatlarımızda kanlı bir biçimde sona erecektir."

" ... bugünkü ağır krize yol açtı"

Orta Ordular Grubu Komutanı, 7 Aralık'ta sebep-sonuç araştırması yapmış ve notlarında şu saptamalara yer vermişti: "Üç şey bugünkü ağır krize yol açtı: 1. Bastıran sonbahar-çamur periyodu. 2. Yolların kullanılamayacak hale gelmesi. 3. Düşmanın direniş gücünün yanı sıra, yedek personel ve materyallerinin hafifealınma sı." İlerlemeyi durduran "General Çamur" ve Japonya'nın sus­ ması, Stalin 'e, taze Sovyet birliklerini imparatorluğunun doğu­ sundan batı cephesine sürme olanağı sağlamıştı.

345 Albrecht Linsen, Piyade

Sisten çıkageliyorlar, bizimkiler çıkageliyor, geri çekilme telaşındalar. Ta mamen perişan durumdaki ölmüş eşek sürü­ sü korkuya batmış! Sıfırı tüketmiş durumdayız, cephe düşü­ yor! Kimi kaçmakta tereddüt ediyor, çoğu kör bir telaşla karlarda debeleniyor. Bu güruhun önüne el kol hareketleri yaparak yabancı bir subay çıkıyoı� tabancasını çekmek isti­ yor, neredeyse yıkılacak. Ta kım komutanımız, insanları dur- durmak için hiçbir çaba harcamıyor. Bense hala koşmuyorum ve ağır adım­ larla uslu uslu ilerliyorum, kalbim küt küt atıyor. O an kalçamın sağ tarafı ­ na bir darbe yiyorum.fazla acımıyor, arkadan sanırım bir tüfe k namlusu ile vurulan küçük bir darbe bu. Biliyorum ki, vurulmuşum ve birkaç saniye geçmeden yine biliyorum ki, hareket etmeye devam edebilirim, bacağım o kadar da kötü değil; daha 21 yaşında burada, Moskova önlerinde karın içinde ölmek zorunda kalmam biliyorum. Dönüyorum ve şarjörü düşmanın üzerine, ışık izi kümesine boşaltıyorum. Ardından, topallayarak teğmenin yanına varıyorum ve yaralı olduğumu bildiriyorum. Pantolon donmuş, tene­ ke gibi kaskatı kesilmiş. Sancı giderek artıyor, ama ben devam ediyorum; tüfeğe abanarak karın ortasında yavaş yavaş yürüyorum, fa zla geri kalma­ maya bakıyorum, halen diğerlerini görebiliyorum. Bu birq,zcıkfrenlenen ka­ çışın ortasında yassı bir çiftçi kızağına rast geliyorum. Uzerinde yatmakta olan üç dört kişinin arasına kendimi qırakıyorum, itiş kakış içerisinde, bul­ duğum o küçücük yere sıkıca tutunuyorum. Biri acıdan, ulaşamadığı taban­ casına sövüp sayıyor. Donmuş yollar, yol kenarlarına savrulmuş araçlar, motor gürültüleri, gece vakti telaş içerisinde bir sürü adam. Bizi bir Rus gö­ türüyor. Sessizce sürdüğü bodur atı kırbaç şakırtılarıyla koşturuyor. Baca­ ğımdaki acı daha da şiddetleniyor, ama gerilerde karın üzerinde kalmadım ya, önemli olan bu. Derken, kapkaranlık pencereleriyle bir köy. Beni, bir köy odasında gözleri kamaştıracak derecede aydınlatılmış bir ameliyat ma­ sasına yönlendiriyorlar ve pantolonumu soyup çıkarıyorlar. "Kuşun delip geçmiş", yara temizliği, sargı, tetanos iğnesi. Ya ralı belgesini, bu harika ka­ ğıdı, tıpkı bir af belgesi gibi alıyorum elime.

Sonuçta, kışla birlikte Almanların donanımlarının yetersiz oluşu saldırıların donma noktasına gelmesine yol açmış ve tüm bu gelişmeler, kısmen propagandayla cilalanmış gerekçeleri ol­ sa da, Alman saldırısının başarısızlığa uğramasını beraberinde getirmişti. Bu tür nedenler, kendi hatalarını görmeye de engel­ di. Feldmareşal von Bock bile "Barbarossa Harekatı"nın neden başarısızlığa uğradığından, uğramak zorunda olduğundan söz etmiyordu. Alman Wehrmacht'ı, uzunca bir süre çok az bir kuv­ vetle, ilerisi görülemeyen pozisyonlarda savaşmaya çalışmıştı.

146 Moskova önlerinde buz gibi soğukta kaskatı kesilen asker cesetleri.

Savaş yönetimi de, tıpkı siyaset gibi, eldeki olanakların kul­ lanılmasına dayanan bir sanattı. Oysa Hitler, imkansızı istiyor­ du ve Wehrmacht'ı gücünün üzerine çıkmaya zorlamıştı. Ken­ disi için iki ordunun çarpışmasından daha fazla önem taşıyan ideolojik bir saplantı içerisinde bir savaş yürütmeye çalışıyor­ du: Her ne pahasına olursa olsun yürütmesi gerektiğine inandı­ ğı bir kavga, nasyonal sosyalist dünya görüşünün komünizme karşı savaşıydı bu. Bu kavga, daha Sovyet başkenti önlerine gelindiğinde yiti­ rilmiş olan bir kavgaydı. Böylece, Napolyon'un "Muhteşem Ordusu"ndan sonra ikinci kez yabancı bir kuvvetin işgal girişi­ mi Moskova önlerinde geri püskürtülmüş oluyordu. Napol­ yon'dan 129 yıl sonra, bu kez Hitler'in Wehrmacht'ı Sovyet başkentinin kapılarından geri dönmek zorunda kalıyordu. Kremlin kurtarılmıştı. Almanlar ilk yenilgilerini kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Ama, başarısızlık.la sonuçlanan yalnızca "Tayfun Operasyonu" değildi. Kızılordu, Moskova önlerinde Wehrmacht'ın yenilmezlik ünvanını zedeliyor ve Almanların nihai yenilgisinin koşullarını yaratmış oluyordu.

347 Sonun başlangıcı: Alman askerleri, kışı geçirecekleri mevzilerine çekiliyorlar.

Ancak o güne ulaşılması için, Sovyet ve Alman halklarına çok büyük acılara mal olacak üç buçuk yılın geçmesi gereki­ yordu. 8 Mayıs 1945 'te teslim oluncaya kadar, yalnızca Alman tarafında 7 milyon insan yaşamını yitiriyordu. Sovyetler Birli­ ği 'nin verdiği kurban sayısı ise 20 milyonu aşkındı. Bütün bun­ lara neden olan adam ise intihar ederek sorumluluklarından ka­ çacaktı. Moskova önlerindeki yenilginin gölgesinde Almanlara son sözlerini ise yabancı bir konuğa şöyle ifade edecekti: "Eğer Alman halkı, kendi öz varlığını koruma yönünde gerektiği ka­ dar güçlü ve kendi kanını akıtmaya yeterince hazır değilse, da­ ha güçlü olan diğer bir güç tarafından yok edilsin daha iyi. Al­ man halkı için bir damla göz yaşı akıtmayacağım."

348 Ölen askerlerin istirahatgahları - Savaşa karşı birer uyarı anıtı.

349 Sonsöz

Bu kitap, televizyon gece gündüz Körfez Savaşı 'ndan gö­ rüntüler geçerken oluştu. Bu tüyler ürpertici bir paralellikti. Ben tank saldınlarını yazıyor, esir konvoylarını ve dönemin sa­ vaş suçlarını anlatıyordum ve aynılarını bugünkü haber bülten­ lerinde izliyordum. Ancak, aynı olan yalnızca görüntülerdi, sa­ vaşın kendisi değil. "Barbarossa Harekatı", yapılan çarpışmalar göz önüne alındığında, bugünküyle bir benzerlik taşımayan kri­ minal bir terör eylemiyken, buna karşılık; "operation desert starın" (çöl fırtınası harekatı), bir ülkenin kurtarılması için BM ile dayanışma içerisinde sınırlı bir zaman ve alanda yürütülen bir savaştı. Aslında Hitler'in gamalı haçlı seferi de sınırlı olacaktı. Tem­ muz 1941 'de Genelkurmay Başkanı Franz Halder gibi olaya şüpheyle yaklaşanlar bile, "Barbarossa"nın en geç Noel'e kadar mutlaka tamamlanmış olacağını hesaplıyorlardı. Ama gerçekte, dünya tarihinin en uzqn, en kıyımlı savaşı oldu. Yeryüzünde hiçbir savaş bu kadar kurbana mal olmamıştı ve bu katliam, on­ larca yıldır Ruslarla Almanlar arasında bir kan ve gözyaşı deni­ zi olarak duruyor. Ancak şimdi, 50 yıl sonra, bu iki halk bu sa­ vaşı ilk kez birlikte anlatacak duruma gelebildiler. Tarih, ironinin büyükannesidir. Çünkü bu kitap, Alman­ ya'nın birleştiği, Sovyetler Birliği 'ninse parçalandığı bir sırada oluşturuldu. Kaybeden devlet, bütün ekonomik sorunlara karşın bir barışı kazanmış, dönemin o çok güçlü muzaffer gücü ise çoktan kaybetmiş gibi görünüyor. Ama, "zaferler" ve "yenilgiler" üzerine kurulu bir düşünce

350 tarzının bundan sonra fazla bir yardımı dokunamaz. Düne ait bu paçavrayı, tarihin çöp sepetine atıyoruz. Çünkü iki halkın birbirine yaklaşmasının, beraber olmasının önünde hiçbir engel yok: Ve aynı konu üzerine ve hatta "Barbarossa" konusunda, bu­ rayla orası arasında karşılıklı bilgi aktarımından daha doğal ne olabilirdi ki? Silahlarla değil, sözlerle yapılan kavgalar barışa hizmet eder, öyle değil mi? Bu kitap, "Lanet Savaş" adlı altı bölümlük bir televizyon di­ zisi için yapılan araştırmalar, görüşmeler, röportajlar ve belge­ ler sonucunda ortaya çıkan gerçek bir Alman-Sovyet yapıtıdır. Sovyet televizyonu ve Alman İkinci Kanalı tarafından Aac­ hen 'dan Görlitz'e, Brest'ten Vladivostok'a milyonlarca izleyi­ ciye ilk kez birlikte ve ortaklaşa sunulan bu programda; savaşın nasıl geliştiği, Hitler'in ne istediği, hasmı Stalin'in nasıl defa­ larca bu saldırı için uyarıldığı ve bu uyarıları dikkate almadığı, Alman Wehrmachtı 'nın nasıl ilk başlarda yıldırım harbi uygula­ dığı ve bunun sonucunda Aralık 1941 'de Moskova önlerinde tam da Kremlin'i namlunun ucuna hedef olarak almışken bir daha asla telafi edemeyeceği bir yenilgiye sürüklendiği göste­ rildi. Böylelikle yalnızca Rusya savaşı bitmiş olmuyor, aksine İkinci Dünya Savaşı da bütünüyle sona ermiş oluyordu. Hitler de artık bir daha stratejik saldırı yapamaz duruma geliyordu. ' Ama "savaş içinde savaş" biçimindeki asıl savaş, Temmuz 1941 'den Aralık 1941 'e kadarki yarım yıl içerisinde yaşanmış­ tı: Gaspçı Hitler için, İkinci Dünya Savaşı asıl Sovyetler Birliği saldırısı ile başlıyordu. Çünkü bu onun savaşıydı ve sivil dün­ yayı tamamen göz ardı ederek sürdürebileceğine inanıyordu. Ulaşılacak amacın adı, "doğudaki Lebensraum" (doğudaki ya­ şam alanı) idi. Kullanılacak yöntem, Urallar'a kadar uzanacak olan bir "Büyük Cermen İmparatorluğu" için toprak yağmala­ maktı. Hedeflenen, milyonlarca Rus, Beyaz Rus ve Ukraynalı­ nın ölmeleriydi. Ama Yahudilere uygulanan Holocaust'un aksi­ ne, bu burada o derece büyük çaplı gerçekleştirilemedi. Filmin ve kitabın ağırlık noktasını, çoğu yaşamlarında ilk kez o dönemi kamuoyu ile paylaşan, döneme ve olaylara tanık­ lık etmiş Ruslar ve Almanlar oluşturuyor: Adı sanı duyulmamış

35 1 eski askerlerin yanı sıra tanınmış yazarlar, iş adamları, siyaset­ çiler ve oyuncular. Almanya çapında yapılan bir çağrı ile elime bugüne dek yayımlanmamış binlerce mektup, fotoğraf, günce ulaştı. O dönemden hayatta kalmış bütün askerlere, kadınlara, çocuklara bugüne kadar genellikle sakladıkları yazıları ve özel anılarını açıkladıkları için teşekkür ediyorum. Bunlar, onlarca yıl bodrumlarda ve depolarda saklanmışlardı. Özellikle eski Al­ man Demokratik Cumhuriyeti'nde, bu tür belgelere sahip ola­ na, hele de alenen gösterene iyi gözle bakılmazdı. "Kırk yıl bo­ yunca güncelerimi çatıda saklamak zorunda kaldım" diye yazı­ yordu Chemnitz'ten bana, Wemer Z. Devamında, "Eh, artık o yaşadığım korkunç şeyleri sadece kendime saklamaktan kurtu­ lacağım" diyordu. Yüzlerce özel, hatta çok özel belge, savaşın insan yaşamına nasıl saldırgan bir etkide bulunduğunun ve nasıl değiştirdiğinin birer kanıtı. "Asil bir savaş" var mı acaba gerçekten? Bütün kir­ liliğine karşın, yüz binlerce kişi tersi için çabalasa da, buradaki çarpışmalar "temiz" kalabilir mi? Elimizde kurşuna dizilmeler, asılmalar ve işkencelere ilişkin sarsıcı fotoğrafve belgeler var. Ancak, Alman ve Sovyet insan­ larının karşılıklı ilişkilerinde savaşa rağmen insan kaldıklarına ilişkin aktarımlar da var. Mükemmel metin örneklerinden dolayı Rudolf Gültner'e; belgeler konusundaki özverili çalışmaları için Stefan Braubur­ ger'e, Angelica von Hase'ye ve Gabriella Toth'a; deneyimlerin­ den süzerek getirdiği eleştirileri ve yardımları için Lev Bey­ menski 'ye ve özellikle de kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı akıl dolu önsöz için Valentin Falin'e teşekkür ederim. Son olarak dört saptama: Bu bir önleyici tedbir savaşı mıydı? Hayır. Elimizdeki bütün bilgilere dayanarak biliyoruz ki, Stalin 1942 ilkbaharından önce bir savaş olasılığını hesaba kat­ mamıştı. Sovyet diktatörünün orta ya da uzun vadede Alman İmparatorluğu 'na yönelik bir saldırı planı olup olmadığı ise ta­ mamen spekülatif bir konu olarak kalmak durumunda. Bundan bağımsız olarak, Hitler'in Sovyetler Birliği'ne karşı savaşıysa nasyonal sosyalizmin kan ve toprak politikasının ana hedefiydi.

352 "Barbarossa Harekatı" son derece tehlikeli bir oyun muydu? Evet. Bu, 1941 Kasım'ından itibaren artık kazanılması mümkün olmayan zamana karşı bir yarıştı. Hitler bu savaşı kazanabilir miydi? Hayır. Moskova yaklaşık olarak Eylül 1941 'de bile fethedil­ miş olsaydı, bu uzun vadede işe yaramayacaktı. Rusların Moskova önlerinde başarılı olacağı önceden belli miydi? Evet. Hitler, "point of no return" (geri çekilmeme nokta­ sı)'na kadar Wehrmacht'ın gücünü, cezasını sonradan çekecek derecede abartmıştı. Moskova yakınlarındaki bir ormanda hala bu savaştan kal­ ma enkazlar bulunmaktadır: Rus ve Alman tankları, onlarca yıl­ dan beri orada karşılıklı olarak çürümekteler. Sanki savaş daha yeni başlamışçasına namlularını gökyüzüne dikmiş duruyorlar. Aralık 1941'de Moskova için yapılan savaşta birbirlerine ateş etmek zorunda kalan insanlar, bu tankların içerisinde öldüler; halklarımızın tarihinde en acı verici bölüm olarak kalacak olan bir savaşın adsız kurbanları olarak. Bu insanların ne bir mezarı oldu, ne de bir anıtı. Bu kitap işte bu insanlara adandı. Bu kitaptaki altı bölümde, sapkın düşüncelerin esiri olmuş insanların neler yapabileceğini göstermek zorundaydım. İnanı­ yorum ki, ölen bu tankçıların torunları artık birbirlerine ateş et­ mek zorunda kalmayacaklar. Şüphesiz, bu kitaptaki bazı fotoğ­ raflar kabuk bağlamış yaraları yeniden kanatacaktır. Ancak, doğrulara dayalı tarih yazımı gerçeğe gözlerini kapayamaz. Bu kitap, bir barışma nişanesi olarak çok yakında Sovyetler Birliği 'nde yayımlanacak. Bu da yüreklendiriyor insanı. Mesajlar: Bundan sonra artık Alman ve Sovyet halkları bir­ birine bir daha asla ateş etmesin. Bir daha asla kentler ve ülke­ ler yakılıp yıkılmasın, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmesin, eziyet görmesin, katledilmesin. Yeryüzü yanmasın, savaşlar olmasın. Guido Knopp

353 KRONOLOJİ

1939 17.4. Alrnan-Sovyet ilişkileri diplomatik düzeyde başladı. 23.8. Ay larca süren gizli pazarlıklardan sonra, Alman-Sovyet Saldınnazlık Sözleşmesi (Hitler-Stalin-Paktı) ek bir protokolle imzalandı. 1.9. Almanya Polonya'ya saldırdı ("Beyaz Harekat"). 17.9. Kızılordu Polonya'ya girdi. 28.9. Alman-Sovyet Sınır ve Dostluk Sözleşmesi imzalandı, Polonya'nın "yeni düzeni".

1940 11.2. Alman-Sovyet Ekonomik Antlaşması imzalandı. 2.4. Hitler'in "Weserübung" Harekatı emri, Danimarka ve Norveç 'in işgali. 9.5. Hitler'in batıya saldırı emri ("San Harekat"); Hollanda, Belçika ve Fransa'ya girilmesi. 14:6. Alman birliklerinin Paris'i işgali. 22.6. Alman-Fransız Ateşkes Antlaşması Compiegne'de imzalandı. 16.7. 16 Numaralı Talimat ("Denizkurdu Harekatı"), Büyük Britanya 'ya çıkarına hazırlığı. 21.7. Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldın hazırlıkları emri. 27.9. Alman İmparatorluğu, İtalya ve Japonya arasında üçlü pakt imzalandı. 12. 10. Hitler "Denizkurdu Harekatı" çerçevesindekı planlan askıya aldı, ingiltere 'ye yapılacak hava saldırısının Luftwaffe açısından uygun olmadığına karar verildi.

354 29. 11. Ordular Yüksek Komuta Kademesi'nde (OKH) Doğu Seferi plan oyunları başladı, Komutan: General Paulus. 18.12. Hitler 21 Numaralı Talimat'ı imzaladı ("Barbarossa Harekatı").

1941 11.3. Amerikan Ödünç ve Kiralama Yasası Başkan Roosvelt'in imzasıyla yürürlüğe girdi. 30.3. Hitler iki yüz Wehrmacht komutarunın önünde ırk ideolojisine dayanan doğuya yapılacak yok etme seferini açıkladı. 6.4. Yu goslavya ve Yu nanistan'a Alman saldırısı herhangi bir savaŞ ilanı olmaksızın başladı. 5.6. Hitler "Barbarossa Takvimi"ni onayladı, saldın için son hazırlıklara başlandı. 6.6. Wehrmacht Yüksek Komuta Kademesi (OKW) "Komiser Emri"ni çıkardı. 22.6. Sovyetler Birliği'ne Alman saldırısının resmi bir savaş ilanı olmaksızın başlaması Wehrmacht 600 kilometre genişliğindeki cephede 3 ordu grubu ile saldırıya geçti. 22./23.6. Romanya, İtalya ve Slovakya SSCB 'ye karşı savaşa girdiler. 23.6. Grodno'nun alınışı. 24.6. Wilna'nın alınışı. 25./.26.6. Finlandiya ve Macaristan'ın SSCB'ye savaş ilanı. 26.6. Dünaburg' un alınışı. 29.6. SBKP Merkez Komitesi tarafından "anavatanı savunma" savaşının ilanı. 30.6. Lemberg'in alınışı. 1.7. Bialistok kuşatma savaşı sona erdi. 6.7. Riga'nın alınışı. 8.7. Hitler Moskova'nın ve Leningrad'ın yerle bir edilmeleri kararını açıkladı. 9.7. Minsk'teki kuşatma çarpışmaları sona erdi (Bialistok savaşı ile birlikte toplam 324 bin Rus savaş esiri). 12.7. Almanya'ya karşı İngiliz-Sovyet Paktı.

355 16.7. Smolensk'in alınışı Hitler, Nazi parti yönetimine SSCB'nin işgal edilen bölgelerinde paylaşım ve sömürü planlarını açıkladı. 17.7. Alfred Rosenberg yönetiminde "İşgal Altındaki Dbğu Bölgeleri İçin İmparatorluk Bakanlığı"nın oluşturuluşu. 18.7. Stalin, Büyük Britanya'dan ikinci bir cephe açmasını rica etti. 21./22.7 Moskova'ya ilk hava saldırısı. 30.7. 34 Numaralı Talimat, Orta Ordular Grubu'nun savunmaya çekilmesi öngörüldü. 2.8. Amerika'nın Sovyetler Birliği'ne malzeme yardımı başladı. 5.8. Smolensk kuşatma savaşı sona erdi. 7.8. Stalin Sovyet Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanı. 8.8. Uman kuşatma savaşı sona erdi. 17.8. Novgorod ve Narva'nın alınışı. 21.8. OKH'da daha sonraki stratejiler konusunda görüş ayrılığı, ordu komutanları Moskova'ya doğru ilerlenmesini savunurken Hitler buna karşı çıkıyor. 25.8. Dinyeperopetrovsk'un alınışı. 28.8. Reval 'ın fethi. 15.9. Leningrad 'ın Sovyetler Birliği ile her türlü bağlantısı kesiliyor. 16.9. Keitel 'ın işgal altındaki bölgelerde kurtuluş harekatının acımasızca bastırılmasına ve tutsakların kurşuna dizilmesine yönelik gizli emri. 19.9. Kiev'in alınışı. 650 bin esir, Sovyet güneydoğu cephesinin büyük bölümünün yok edilip tutsak alınması. 21.9. Stalino'nun alınışı. 29./30.9. Kiev yakınlarındaki Babi-Yar' da kitlesel katliam, yaklaşık 35 bin Yahudi'nin SS özel komandoları tarafından katledilmesi. 2. 10. Alman saldırılarının bütün bir doğu cephesinde yeniden başlaması, Moskova saldırısının başlangıcı ("Tayfun" Operasyonu) 1. Aşama.

356 7. 10. Hitler Moskova'nın herhangi bir teslim olma önerisinin kabulünü yasakJıyor. 10.10. Assowschen Denizi kıyısındaki savaşın bitişi. 10.0rdu Başkomutanı Feldmareşal von Reichenau'nun doğu bölgesindeki birliklerin hal ve davranışlarına ilişkin emri. 13.10. Vy asma kuşatma savaşı sona erdi. 16.10. Sovyet yönetiminin idare merkezini Kuybişev'e taşıması Odessa Olayı. 17.10. Bryansk'ın kuzeyindeki kuşatma savaşlarının sona ermesi. 25.10. Harkov'un alınışı.

7. l ı. Kınm'ın fethitamamlandı, Sivastopol kuşatıldı.

15./17.1 ı. Moskova'ya saldırılar yeniden başlıyor, Sovyet başkentine yönelik savaşın 2. aşaması.

16.l ı. Alman askeri birliklerinin Kerç'i fethi. 17.ll. Usta savaş pilotu Orgeneral Emst Udet'in Alman hava savaşının yönetimi konusundaki anlaşmazlık yüzünden intihan.

25.lı. Alman İmparatorluğu'nun Antikomintempakt'a (Bulgaristan, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya, Çin - Nanking-, Romanya ve Slovakya) katılması. 29. 1 l. Kızılordu'nun güneydoğu cephesindeki karşı saldırısı, Rostov'un geri alınışı. 30. 1 l. Stalin'in Sovyet Genelkurmay Başkanı Mareşal Şapoşnikov'un Moskova önlerindeki karşı saldın operasyon planını onayı. 6. 12. Almanların Moskova saldırısı başarısızlığa uğruyor. Cephenin orta kesiminde Rus karşı saldırısı başlıyor. 8. 12. Japonya'nın ABD ve Büyük Britanya'ya savaş ilanı. Pearl Harbour Çıkarması. 11.12. Alman İmparatorluğu'nun ABD'ye savaş ilanı. 19.12. Feldmareşal von Brauchitsch'in Hitler ile düştüğü görüş ayrılığı nedeı;ıiyle Ordular Başkomutanlığından istifası. Hitler, ordullınyönetme işini bizzat kendisi üstlendi.

357 AVRUPA 1941 Arahk Başı

ATLAS OKYANUSU

"Miğfer Güçleri" li!lll Alman lmparatorlul)u ve imparatorluğa bağlı bölgeler c::I Alman sivil id aresi altındaki bölgeler (:�fü'Afü Alman imparatorluğu tarafından işgal edilmiş bölgeler

lıalya (Arnavutluk ve 1938'de entegre edilen Libya)

ltalya tarafından işgal edilmiş bölgeler

"Miğfer Güçleri'nin müttefikleri

Finlandiya, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan tarafından işgal edilmiş bölgeler

LJ Ta rafsız ve savaşa dahil olmayan devletler "Müttefikler" � Sovyetıer Birliği

Batılı Müttefikler: l'•tt•I Büyük Britanya ve kolonileri Batılı Müttefikler tarafından Gl2El işgal edilmiş bölgeler ��Q ' - 6. 12. 1941 itibarıyla cephe hattı &<•�·ı Cigtıf': o 100 200 300 400 500

SOd-Teffitorien

358 359 KAYNAKÇA

Accoce, P.!Quet, P. : Moskau wuBte alles. Die entscheidende Nachrichten verbindung im Zweiten We ltkrieg von OKW überLUCY zu den Alliierten; Zürich 1966. Archiv fü r Kunst und Geschichte (Hrsg.): Der Überfall. 152 erstmals veröffentlichte Farbaufnahmen von Beginn des RuBlandsfeldzuges bis Stalingrad; Berlin, Hamburg l 984. Bartov, O.: The Eastem Front 1941-1945. GermanTr oops and the Barbarization of Warfare; London l 985. Beer, A.: Der Fail Barbarossa. Untersuchungen zur Geschichte der Vo rbereitungen des deutschen Feldzuges gegen die Union der sozialistischen Sowjetrepubliken, Diss.; Münster l 978. Bereşkov, V.:leh war Stalins Dolmetscher; München 1990. Berghahn, V. R.: Der Streit um die weltanschaulische Führung in der We hrmacht 1939-1943. In: Vierteljahreshefte für Zeitgeschichte, Hft. l, Jg. 17, 1969, s. 17-7 1. Besymenski, L.: Sonderakte "Barbarossa". Dokumente, Darstellung, Deutung; Stuttgart 1968. Blank, A. S.: Die deutschen Kriegsgefangenen in der UdSSR; Köln 1979. Boelke, W. A. (Hrsg.): "Wolt iht den totalen Krieg?" Die geheimen Goebbels-Konferenzen 1939- 1943; Stuttgart 1967.

Boog, H. u. a.: Der Angriffauf die Sowjetunion; Stuttgart l 983. Bracher, K.-D.: Die deutsche Diktatur. Entstehung, Struktur, Folgen des Nationalsozialismus; Köln 1980. Buchbender, O.: Das tönende Erz. Deutsche Propaganda gegen die Rote Armee im Zweiten We ltkrieg; Stuttgart 1978. Burda, F. (Hrsg.): Der Zweite Weltkrieg im Bild, Bd. l. Yo n Nümberg bis Stalingrad; Offenburg l 961. Carell, P. : Untemehmen Barbarossa. Der Marsch nach RuBiand; Frankfurt/Main 1973. (Barbarossa Harekatı, 1941-l 945 Alman Sovyet Savaşı. Çeviren: Hüsnü Erentok. Sinan Yayınlan İstanbul 1973). Carıier, R.: Der Zweite We ltkrieg, 2 Bde.; München 1967.

360 Ceci/, R.: Hitlers Griff nach RuB!and; Graz, Wien, Kötn 1977. Charles de Beaulieu, W.:Der VorstoB der Panzertruppe4 auf Leningrad bis 1941; Neckargemünd 1961. Cooper, M.: The Nazi War Agaınst Soviet Partisans 1941-1944; New York 1979. Czollek, R.: Faschismus und Okkupation. Wirtschaftspotitisiche Zietsetzung und Praxis des faschistischendeutschen Besatzungsregimes in den battischen Sowjetsrepubtiken wlihrenddes Zweiten Wettkrieges; Bertin (Üst) 1974. Dal/in, A.: Deutsche Herrscahft in RuB!and 1941-1945. Eine Studie über Besatzungspotitik; Düssetdorf 1958. Deist, W./Messerschmidt, M.!Volkmann, H.-E./Wette, W.:Ursachen und . Voraussetzungen der deutschen Kriegspotitik; Stuttgart 1979. Dulugoborski, W. (Hrsg.): Zweiter We ttkrieg und sozialer Wandel. Achsenmlichteund besetzte Llinder;Göttingen t 98 l. Erickson, J.: The Soviet High Command. A Mititary-Politicat History 1918-1941; London, New York 1962. Erickson, J.: The Road to Statingrad; London 1975. Fleischhauer, !.: Die Chance des Sonderfriedens. Deutsch-sowjetische Geheimgesprliche 1941-1945; Bertin 1986. Förs ter, J.: The Wehrmacht and and the War of Extermination Against the . in: Yad Vashem Studies, Bd. 14, 1981, S. 7-34. Gosztony, P. : Hitlers fremde Heere. Das Schicksal der nicht-deutschen Armeen im Ostfetdzug; Düsseldorf, Wien 1976. Gosztony, P. : Deutschlands Waffengefıihrten an der Ostfront 1941-1945; Stuttgart 198 l. Guderiaıı, H.: Erinnerungen eines Sotdaten; Neckargemünd 1960. Haldeı; F: Kriegstagebuch. Tligtiche Aufzeichnungen des Chefs des Generatstabs des Heeres 1939- l 942, 3 Bde.; Stuttgart t 962-1 964. Haupt, W.: Der Kampf im Nordabschnitt der Ostfront, Heeresgruppe Nord 1941-1945; Bad Nauheim 1967. Haupt, W.: Krim, Statingrad, Kaukasus. Bitderbericht der Heeresgruppe Süd 1941-1945; Friedberg t977. Heiber, H. (Hrsg.): Goebbets-Reden, Bd. 2, 1939-1945); Düssetdorf 1972.

Herwarth, Hans v.: Zwischen Hitler und Stalin. Ertebte Zeitgeschichte 1931-1945; Frankfurt, Bertin, Wien 1982. Hesse, E.: Der Sowjetrussische Partisanenkrieg im Spiegel deutscher Kampfanweisungen und Befehte 1941-1944; Göttingen t969. Hildebrand, K.: Deutsche AuBenpolitik 1933-1945. Kalkül oder Dogma?; Stuttgart 1980. Hillgruher, A.: Hitlers Strategie. Politik und Kriegsführung 1940-194 1; Frankfurt/Main 1970.

36 1 Hillgruber, A.: Die Zerstörung Europas. Beitrage zur We ltkriegsepoche 1914 bis 1945; Bertin 1988. Hillgruber, A.: Deutsche Grol3macht - und Weltpolitik im 19. und 20. Jahrhundert; Düsseldorf 1977. Hillgruber, A.: SowjetischeAul3enpolitik im Zweiten We ltkrieg; Königstein{fş.: Püsseldorf 1979. Hofe r, W. (Hrsg.): Der Nationalsozialismus. Dokumente 1933-1945; Frankfurt/Main 1982. Hubatsch, W. (Hrsg.): Hitlers We isungen für die Kriegsführung 1939- 1945. Dokumente des Oberkommandos der Wehrmacht; Frankfurt/Main 1962. Jackobsen, H.-A. (Hrsg.): Kriegstagebuch des Oberkommandos der Wehrmacht, Bd. 1; Frankfurt/Main 1965. Jiicke/, E.: Hitlers Weltanschauung. Entwurf einer Herrschaft; Stuttgart 1986. Jochmann, W. (Hrsg.): Adolf Hitler. Monologe im Führerhauptquartier 1941-1944. Die Aufzeichnungen Heinrich Heims; Hamburg l980. Jukov, K. G.: Erinnerungen und Gedanken; Stuttgart 1969. (Anılar ve Düşünceler. Çeviren: İshak Atasever, Sinan Yayınlan; İstanbul 1971). Kaıpov, V.:Rul31and im Krieg 1941-1945; Zürich 1988. Keegan, J.: Der Fal! Barbarossa; München 1981. Klee, E. / Dressen, W. (Hrsg.): "Gott mit uns." Der deutsche Vemichtungskrieg im üsten 1939-1945; Frankfurt/Main 1989. Koh/, P. : "leh wundere mich, dass ich !ebe". Sowjetische Augenzeugen berichten; Gütersloh 1990. Krausnick, H.: Kommisarbefehl und "Gerichtsbarkeitserlass Barbarossa" in: Vierteljahrshefte für Zeitgeschichte, Hft. 4, Jg. 25, 1977, s. 683-738. Krausnick, H. / Wilhe/m, H.-H.: Die Truppe des We ltanschauungskrieges. Die Einsatzgruppen der Sicherheitspolizei und des SD 1938- 1 942; Stuttgart 1981. Leach, B. A.: German Strategy Against 1939-1941; Boulder 1983. Mayer, A. J.: Der Krieg als Kreuzzug. Das Deutsche Reich, Hitlers We hrmacht und die "Endlösung"; Hamburg 1989. Mende, E.: Das verdammte Gewissen. Zeuge der Zeit 1921- 1945; München, Berlin. Middeldoıf, E.: Taktik im Russlandfeldzug. Erfahrungen und Folgerungen; Dortmund 1956. Milward, A. S.: Der Zweite We ltkrieg. Krieg, Wirtschaft und Gesellschaft 1939-1945; München 1977.

362 Moritz, E. (Hrsg.): Fail Barbarossa. Dokumente zur Vorbereitung der faschistischenWeh rmacht auf die Aggression gegen die Sowjetunion 1940- 1941; Berlin 1970. Mülleı; N. (Hrsg.): Deutsche Besatzungspolitik in der UdSSR 1941-1944; Köln 1980. Nekriısclı, A.: Genickschuss. Die Rote Armee anı 22.6.1941; Wien 1969. Paııl, W. : Erfrorener Sieg. Die Schlacht um Moskau 194 1/42; Esslingen 1975. Philippi, A. / Heim, F.:Der Feldzug gegen Sovjetrussland 1941-1945; Stuttgart 1962. Piekalkiewicz, J.: Der Zweite Weltkrieg; Düsseldorf, Wien 1985. Piekalkiewicz, J.: Die Schlacht um Moskau; Bergisch Gladbach 1981. Reinhardt, K.: Die Wende vor Moskau. Das Scheitem der Strategie Hitlers im Winter 1941/42; Stuttgart 1972. Reitlingeı; G.: Ein Haus auf Sand gebaut. Hitlers Gewaltpolitik in Russland 1941-1944; Gütersloh 1963. Ruhi, K. J. (Hrsg.): Unsere verlorenen Jahre. Frauenalltag in Kreigs- und Nachkriegszeit 1939-1949 in Berichten, Dokumenten und Bildem; Darmstadt, Neuwied 1985. Salisbury, H. E.: Die üstfront. Der unvergessene Krieg 1941-1945. Eine Bild-Text-Dokumantation; Wien 1981. Samsonow, A. M.: Die grosse Schlacht vor Moskau 1941-1942; Berlin (üst) 1959. Schofıeld, C. (Hrsg.): Russland im Krieg; Zürich 1988. Schtemenko, S. M.: Im Generalstab; Berlin (Üst) 1970. Seaton, A.: Der russisch-deutsche Krieg 1941-1945; Frankfurt/ Main 1973. Sella, A.: "Barbarossa". Surprise Attack and Communication. In: Joumal of Contemporary 13, 1978. Shiliıı, P.A.: Die wichtigsten Operationen des Grossen Vaterllindlischen Krieg 1941-1945; Berlin 1958. Stadtmü/ler, G.: Geschichtliche Ostkunde Bd il; München 1963. Ü Stalin, J.: ber den Grol3en Vaterlandischen Krieg der Sowjetunion. Sowjetische Militiirverwaltung in Deutschland; Berlin 1945. Steinert, M. G.: Hitlers Krieg und die Deutrschen. Stimmung und Haltung der deutschen Bevölkerung im Zweiten Weltkrieg; Düsseldorf 1970. Streim, A.: Sowjetische Gefangene in Hitlers Ve michtungskrieg. Berichte und Dokumente 1941-1945; Heidelberg 1982. Streiı, C.: Keine Kameraden. Die Wehrmacht und die sowjetischen Kriegsgefangenen 1941-1945; Stuttgart 1978. Te lpııchowski, B. S.: Die sowjetische Geschichte des Grol3en Vaterlandaschen Krieges 1941-1945; Frankfurt 1961.

363 Ueberschö.ı� G. R. Si Wette, W. (Hrsg.): ''Untemehmen Barbarossa". Der deutsche Überfall auf die Sowjetunion 1941. Berichte, Analysen, Dokumente; Paderbom 1984. Wa gener, C.: Moskau 1941. Der Angriffauf die russische Hauptstadt; Bad Nauheim 1965. Weber, R. W.: Die Entstehungsgeschichte des Hitler-Stalin-Paktes 1939; Frankfurt/Main 1980. We rth, A.: Russland im Krieg 1941-1945 2 Cilt; München, Zürich 1967. We stwood, J. D.: Eastem Front. The Soviet-German War 1941-1945; New York 1984. Whaley, B.: Codeword Barbarossa; Cambridge 1973. Yo ımg, P. (Hrsg.): Der gro6e Atlas zum Zweiten We ltkrieg; München 1974. Zentner, K.: IllustrierteGeschichte des Zweiten We ltkrieges; München 1963. Zentner, K.: Nur einmal konnte Stalin siegen. Lehren und Bilder aus dem RuBlandfeldzug; Hamburg l 952. Zom,G.: Nach Ostland geht unser Ritt. Deutsche Eroberungspolitik zwischen Germanisierung und Völkermord; Berlin 1980.

Akten zur deutschen auswiirtigen Politik 1918- 1945; Bonn 1964. Eine Schuld, die nicht erlischt. Dokumente über deutsche Kriegsverbrechen in der Sowjetunion; Köln 1987. Geschichte des GroBen Vaterlandischen Krieges der Sowjetunion in 6 Banden; Berlin (üst) 1963. Die We hrmachtsberichte 1939-1945, Bd. 1. l. September l 939 bis 31. Dezember 1941; München 1985.

364 FOTOÖRAF KAYNAKÇASI

C. Bertelsmann Yayınevi, bu kitabın hazırlanmasında kullanılmak üzere fotoğraf ve belgelerine ulaşılmasına izin verdiklerinden ötürü bütün arşivlere, fotoğrafaj anslarına, özel kişi ve ZDF'ye teşekkür eder.

Kısaltmalar: Üstte (ü), altta (a), ortada (o), solda (s), sağda (sğ)

Emst Klee Arşivi: 136, 178 (as), 193 (ü). Dönemsel Ta rih Kütüphanesi, Stuttgart: 81 (üsğ), 81 (as), 81 (ao), 159, 279 (ü), 337. Prusya Kültür Hazinesi Fotoğraf Arşivi: 23, 152, 164 (a), 177 (ü), 177 (a), 188 (a), 235 (ü). Federal Arşiv, Koblenz: 79, 96, 107 (üs), 110 (üs), 110 (as), 110 (asğ), 118 (asğ), 124 (a), 126 (as), 130 (ü), 132, 134 (a), 135 (a), 144 (ü), 166 (a), 168 (o), 178 (üs), 178 (üsğ), 178 (os), 178 ( asğ), 246, 254, 257 (as), 267 (as), 272 (as), 272 (asğ) 328 (sğ), Avrupa Fotoğraf Arşivi: 28 (a), 89 (a), 153 (a). C. Heinrich: 88 (a), 108, 129, 167, 168 (ü), 182 (asğ), 199 (a), 210 (a), 288(a), 289 (ü), 293 (as), 293 (asğ), 295 (üs), 318, 326 (s). Jürgens Fotoğraf Ajansı: 279 (a), 311 (ü), 312 (ü), 312 (a). Keystone: 69, 134 (ü), 234. J. Piekalkiewicz: 25, 26, 29 (ü), 32 (ü), 46 (a), 51 (a), 54, 55, 75 (ü), 75 (o), 75 (a), 81 (üs), 81 (üo), 81 (asğ), 88 (üsğ), 89 (ü), 95 (ü), 102 (üs), 102 (üo), 102 (a), 107 (üsğ), 114, 117, 118 (üs), 1 18 (as), 124 (ü), 125 (s), 126 (ü), 126 (asğ),

365 128 (a), 133 (ü), 133 (a), 135 (ü), 142 (a), 143 (ü), 143 (a), 144 (a), 145 (a), 147, 149, 154 (üsğ), 155 (a), 166 (üs), 168 (a), 173 (ü), 173 (as), 174 174 (a), 175, 182 (üs), 182 (üsğ), 182 (as), 188 (ü). 191, 193 (a), 198, (ti), 202 (ü), 202 (a), 206, 209 (a), 210 (il),215, 216 (a), 244 (il), 267 (asğ), 271 27 1 (a), 272 (il), 277 (üs), 277 (os), 277 (as). 277 (ilsğ), 277 (ti), (asğ), 278 (ü), 278 (a), 280 280 (a), 284, 288 (il), 302 (il), 302 (a), (ti), 303, 306 (a), 31 (ü), 326 (asğ), 328 (s), 330, 33 1 338 (üsğ), 338 (üs), O (ti), 342 343 (s), 344, 347, 348. (ti), Sven Simon Basın Aj ansı, Bonn: 8. Özel Arşivler: 36, 38, 40, 45, 49, 51 (üs), 51 (osğ), 5 l (üsğ), 56, 58, 60 (ü), 60 (os), 60 60 (as), 60 (asğ), 61 61 (o), 61 (a), 63, 70, 76 (ü), 80, 85, 90 (osğ), (ti), 90 (a), 92, 98, 100, 103, 105, 110, 111, 116, 119, 120 125 (üsğ), (ti), (ti), 125 (osğ), 125 (asğ), 127, 137 (üs), 137 (üsğ), 137 (a), 139, 147, 150, 154 (üs), 154(os), 154(as), 154(as), 154(asğ), 155, 160 162, 164(sğ), 169, (ti), 170, 179, 184, 192, 196 (s), 200, 201, 212, 213 (a), 235 (a), 244 (a), 245 (a), 250, 252 (üs), 252 {asğ), 262, 264, 265, 261, 266 (ü), 269 275, (ti), 281, 283 (a), 285 (ü), 289 (a), 298, 301, 304, 306 (üs), 306 (üsğ), 307, 309 (ü), 320, 322 (s), 322 (sğ), 323, 327, 338 (a), 339, 345, 346. Hans Schürer: 123, 209 (ü), 224, 252 (asğ), 257 (asğ), 293 (il), 295, 331 (a). Süddeutscher Yayınevi: 65, 88 (üs), 107 (a), 165 (ü), 299, 321 (ü), 321 (a). Ullstein Fotoğraf Servisi: 50, 141, 142 145 (ü), 153 (ü), 165 (a), 166 (üsğ), 255, 266, 273, 43, (ti), 325, 326 (ü). ZDF (Alman İkinci Devlet Televizyonu) Arşivi: 22, 32 (a), 37, 52, 53, 67, 68, 73, 74, 76 (a), 82, 84 84 (a), 91, 94, 95 (ti), (a), 101, 106, 113, 120 (a), 128 (ü), 130 (a), 131, 156, 160 (a), 163, 164 (üs), 173 (asğ), 176, 191, 196 (üsğ), 196 (osğ), 196 (asğ), 203, 211, 213 (ü), 214, 216 (ü), 217, 218, 219 220, 221, 222, 225, 226 Ü), 226 (a), 228 (ü), 228 A7, 230, 23 1, 232, 233, 237, 239, 243 (ü), 243 (a), 245 (ü), 249, 256, 257 (ü), 258, 260, 267 (üs), 267 (üsğ), 268, 283 (ü), 285 (a), 287, 292, 294, 295 (as), 296 296 (a), 310 (a), 311 (a), 313, 315, 316, 317, (ti), 336, 34 1, 343 (üsğ), 349.

Haritalar: Adolf Böhm

366 Guido Knopp STALİNGRAD -DERS VE UYARI Çeviren: A. Önder Seçkin

19 Ağustos 'ta Alman panzer ve piyade tümenlerinin Stalingrad'a geniş çaptaki saldırısı başladı. 8 Kasım'da Hitler şunları söylüyordu: "Volga'ya gelmek istiyordum. Ancak belirli bir yere ve şehire. Rastlantı olarak bu şehir Stalin adını taşıyor. Ancak sırf bu nedenden dolayı oraya yürüdüğümü düşünmeyin. Çünkü orası çok önemli bir noktadır. Onu almak istiyordum ve siz de biliyorsunuz, biz buraya çağırıldık. Yani ona sahibiz. Orada sadece birkaç küçük yer var." Ancak "bu küçücük yerlerde" Kızılordu askerlerinin sert direnciyle karşılaştılar. 19 Kasım' dan 22 Kasım' a kadar, Kızılordu sokak savaşlarında tükenen 6. Ordu'nun kanatlarını yardı ve çembere aldı .. Hitler 'in emri: "Savunma mevzilerine çekilmek ... dayanmak!" olacaktı. Ye tmiş beş gün boyunca bu umutsuz savaş ev ev, sokak sokak devam etti. Kasım ayında çember içine alınmış olan yaklaşık 250 bin Alman askerinden 35 bin kadar yaralı ve hasta, nakledildi. 120 binden fazlası vuruldu ya da açlıktan öldü. 90 bini esir düştü. Sadece 6 bini yurduna dönebildi. Bu kitabın ağırlık noktasında, yaşamlarında açıkça anılarını anımsayan düzinelerce tanık bulunuyor. Bunlar arasında o zaman sıradan kadın, erkek - ve çocuk olan kişiler olduğu gibi, tanınmış kişiler de var. Stalingrad uyarıyor: Bu lanet savaşta yenenler, yenilenler­ den daha az acı çekmedi. Bir zamanların Sovyetler Birliği'nde­ ki dul asker eşleri ve eski savaşçılar bu konuda pek çok trajik öykü anlatırlar. Bu arada dünyada Kabil, Dağlık Karabağ Bölgesi, Saraybosna, Güney Osetya, Filistin, Soweto vb. yeni "Küçük Stalingrad"lar ortaya çıktı. Abluka sırasında yürek parçalayıcı bir biçimde açlıktan ölen Leningradlıların anısına Piskarov Mezarlığı 'nda bir yazıt bulun­ maktadır. Bu yazıtta "Kimse unutmasın, hiçbir şey unutulmasın" yazılıdır. Bu söz Stalingrad'da ölen Sovyet ve Alman vatandaşları için de geçerlidir. Bu kitap onların anısına sunulmuştur.

367